Print Friendly and PDF

SAÎD B. ZEYD’İN HAYATI VE İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ

 


HAZIRLAYAN: OSMAN GÜVEN

İslâmiyetten önce Yahudiler, Hristiyanlar ve Araplar manevi meziyetlerini kaybetmiş ve gerçek medeniyetin yolundan sapmışlardı. Herşeyleri maddeye dönmüştü. Avrupa’nın güney doğusunda hakim bir durumda bulunan Roma İmparatorluğu dejenere olmuş ve bunun bir neticesi olarak da ahlâk haliyle çökmüştü. Doğunun eski bir ilim ve irfan merkezi olan Hindistan’da korkunç ve dehşet saçan bir ahlâk çözülmesi başlamıştı. Çin’de de durum aynı şekilde idi. Artık dünyanın hangi tarafına bakılırsa bakılsın genellikle istenilen ahlâki meziyetler ve faziletler değerini yitirmiş ve yerini birtakım çirkin tavır ve hareketlere bırakmıştı. Özellikle Araplar dalâlet çukuruna batmışlar, ahlâki yönden tutunacak halleri kalmamıştı. Elleri ile yapmış oldukları putlara tapmaktan başka bir maharetleri olmadığı gibi, güya şereflerini lekeleyecekler diye kız çocuklarını daha kücükken diri diri toprağa gömmüşlerdi. Bütün çirkinliği ve her fenalığı mübah olarak telakki etmişlerdi. Kadınların hakları ellerinden alınmış ve onları miras hakkından mahrum etmişlerdi. Tevhid inancı yerine batıl inançlar hâkim olmuş, dalâlet ve zulmet her tarafı kaplamıştı. Dünya bu hal üzereyken Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)dünyaya teşrif etmişlerdi

Hz. Muhammed’in dünyaya teşrif etmesi büyük bir tarihi hadise olduğu gibi, nur ile karanlığı, hak ile batılı, şirk ile tevhidi birbirinden kesin çizgilerle ayıran ilâhi bir mucizedir. Onun dünyaya gelmesiyle bir bakıma hayır ve güzellik de dünyaya geldi. Çünkü Hz. Peygamber bütün insanlığın kurtuluş reçetesini de beraberinde getirmişti.

Hz. Peygamber bi’setten evvel de sonra da sürekli tefekkürle meşgul olmuştur. Allah tarafından Peygamberlikle görevlendirildiğinde büyük bir emanet omuzlarına yüklenmişti. Hz. Peygamber hayatı boyunca risaleti insanlığa duyurmak için çırpınmış, bu yolda ashabıyla birlikte eziyet görmüş, evi taşlanmış, yolu kesilmiş, yoluna dikenler konmuş ve Kâbe’de Allah’a secde halindeyken boynuna deve yavrusunun leşi atılmıştı. Bütün bunlar onu ve yıldızlar gibi olan ashabını yollarından çevirmemişti. Dahası ashabıyla birlikte üç yıl boyunca siyasi, sosyal ve iktisadi bir ambargoya maruz bırakılmışlardı. Buna rağmen Hz. Peygamber ümidini kırmayarak bütün insanların hidayete ermesi için durmadan çalışmış ve İslâm’ı bütün dünyaya tebliğ etmişti.

Hz. Peygamber tebliğe ilk olarak ferdî davetle başlamış ve bu gizli davet üç sene devam etmişti. Onun çağrısına öncelikle eşi Hz. Hatice, amcasının oğlu Hz. Ali ve azatlı kölesi Zeyd uymuştu. Daha sonra Hz. Ebû Bekir Müslüman olmuştu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi Kureyş’in ileri gelenlerini İslâm’a kazandırmıştı. Daha sonraları bu ilk Müslümanlara Saîd b. Zeyd ve eşi Fâtıma da katılmışlar, İslâm ile şereflenmişlerdi.

1. Kaynaklar

Kabilesi ve künyesi hakkında bilgi verilirken özellikle Vâkıdî, İbn Hişam, İbn Sa’d, İbn Abdilber, İbnü’l-Esîr gibi İslâm Tarihi’nin ilk dönem müelliflerinineserlerinden istifade edilmiştir. Bunun yanında babası hakkında bilgi verilirken ise İbn İshak, İbn Hanbel, Buhârî, Mes’ûdî, İbn Hazm, Zehebî,İbn Hacer gibi ilk dönem müelliflerinin yanı sıra, Cevad Ali ve Abdurrahman Re’fet gibi son dönem müelliflerinin de eserlerinden istifade edilmiştir.

Aşere-i Mübeşşere’ye dahil edilmesi konusunda ise İbn Hanbel’in “Müsned”, İbn Mâce’nin “el-Mukaddime” ve Tirmizi’nin “Sünen” isimli eserlerinin yanında konuyla ilgili müstakil bir eser olan Muhib et-Taberî’nin “er-Riyâdu’n-Nadıra fî Menâkıbi’l-Aşera” isimli eserinden de istifade edilmiştir.

Katıldığı savaşlarla ilgili bilgi verilirken Belazûrî’nin “Futûhu’l-Buldân” isimli eserinden ana kaynak olarak yararlanılmış, bunun yanında İbn Kesîr’in “el-Bidâye” ve Zehebî’nin “Tarihu’l-İslâm” isimli eserlerinden, Philip K. Hitti’nin “Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi” isimli eserinden ve konuyu ilgilendirdiği ölçüde Mevlana Şibli, Said Havva gibi müelliflerin eserlerinden, İsl3am Ansiklopedisi’nden ve “Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi” isimli eserden istifade edilmiştir.

Saîd b. Zeyd’in hanımları ve çocukları hakkında bilgi verirken bu konuda yaptığı çalışmada geniş bilgilere yer veren Seyyid Süleyman Nedvî’nin “Büyük İslâm Tarihi Asr-ı Saadet” isimli eserinden yararlanılmıştır.

Rivayet ettiği hadisler ise Kütüb-ü Tis’â’dan verilmeye özen gösterilmiştir. Yine aynı konuyla ilgili olarak İbn Câ’d’ın “Müsned”, Tahavî’nin “Şerhu Meâni’l-Âsâr” ve Taberânî’nin “el-Mu’cemu’l-Kebîr” isimli eserlerinden de yararlanılmıştır.

Yukarıda belirtilen konuların dışında kalan diğer konularda ise öncelikle İslâm Tarihi’nin ana kaynakları başta olmak üzere son dönem İslâm Tarihi kaynaklarından ve bazı çağdaş eserlerden konuyu ilgilendirdikleri ölçüde istifade edilmiştir.

Doğumu, Kabilesi ve Künyesi

Saîd b. Zeyd’in hangi tarihte doğduğuna ilişkin kaynaklarımızın çoğunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak onun, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Erkam’ın evine girmesinden önce[1] ve henüz yaşı yirmiyi geçmeden Müslüman olduğunu[2], yetmiş küsur yaşlarında[3] da vefat ettiğini göz önüne alırsak onun doğum yılının 590-600 yılları arasında olduğunu söyleyebiliriz. Saîd b. Zeyd Mekke’de doğmuş olup, Kureyş kabilesinin Adiyy kolundandır. Kureyş batınlarından olan Adiyyoğulları, şeref ve izzet ile şöhret bulmuşlardı. İslâm döneminde de bunların yeri mâlumdur. Kureyş’in bir kolu olan Adiyy b. Ka’b’ın nesebi şu şekildedir: Adiyy b. Ka’b b. Lüeyy b. Ğâlib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike (Amr) b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Meadd b. Adnan. [4] Bu kabileden olanların bir kaçının isimlerini şu şekilde zikredebiliriz: Hz. Ömer ailesi ve çocukları,[5] Hârice b. Huzafe ,[6] Süfyan b. Ma’mer b. Habîb el-Beyâzi’nin hanımı Hubşiyyetü’l Adeviyye, Ebu’l-Cehm Âmir b. Huzeyfe b. Âmir el- Adevî, Abdullah b. Ebî Huzeyfe el- Adevî, Ebû Hureyre Ahmed b. Abdullah b. Hasen b. Abdullah b. Ali b. Abdülmelik el-Adevî, Rebi’ b. Avn b. Hârice b. Huzâfe el-Adevî, Ebû Katade Temim b. Nüzeyr el-Adevî[7]

Saîd b. Zeyd’in nesebi ise kaynaklarda şu şekilde geçmektedir. İbn Hişam onun nesebini şu şekilde verir: Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l- Uzza b. Abdullah b. Kurt b. Riyah b. Rizah b. Adiyy. [8] İbn Sa’d ise; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy şeklinde zikreder. [9] İbn Abdilber; onun nesebinin Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy olduğunu belirtir. [10] İbnü’l-Esîr’in belirttiğine göre ise onun nesebi; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy şeklindedir. [11] Zehebi, eserinde onun nesebini; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy seklinde zikretmektedir. [12] Diğer birçok İslâm Tarihi kaynaklarında da onun nesebi küçük farklılıklarla zikredilmiştir. [13]

Saîd b. Zeyd’in künyesine gelince; onun künyesi hemen hemen bütün kaynaklarda Ebu’l-A’ver şeklinde geçmektedir. [14] Bazı kaynaklarda ise Ebu’l-A’ver ve Ebu Sevr şekilde iki künyesi zikredilmektedir. [15]

Saîd b. Zeyd’in nesebi ve künyesi hakkında bilgi verdikten sonra nasıl bir aileden geldiği konusuna değinmek istiyorum. Saîd b. Zeyd’in babası Zeyd b. Amr Hamilerin en önemlisi ve ünlüsüdür. Zeyd, Hz. Peygamber’in gençliğinde hayatta idi ve Rasûl-i Ekrem onunla konuşmaktan çok hoşlanırdı. [16] Araplar arasında puta tapma gittikçe kuvvetleniyor ve bütün Arabistan’ı içine alıyordu. Fakat bu ortamda puta tapanların sapıklık içinde olduklarını anlayan kimselerde vardı. Rivayete göre Arapların putlar için düzenledikleri törenlerin birinde dört kişi bir araya gelmişlerdi. Bunlar; Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş ve Zeyd b. Amr’dır. Aralarında şöyle konuşmuşlardı: “Vallahi kavmimizin taptıkları putların ve bağlandıkları dinin hiçbir değeri yoktur. Babaları İbrahim’in dinini asli şeklinden uzaklaştırdılar. Görmeyen, işitmeyen, fayda ve zararı dokunmayan taşa mı tapıyoruz? Kendimiz için bunun dışında başka bir yol aramalıyız. ” [17]

Bu görüşme hepsini etkilemiş ve düşünmeye başlamışlardı. Sonunda ülkelerini terk edip her biri bir tarafa dağılmışlar, Hanîf dinini aramaya başladılardı. İçlerinden Varaka b. Nevfel ile Osman b. Huveyris Hristiyan olmuşlar, Ubeydullah hiçbir şeye karar verememiş ve İslâmiyete kadar eski haline devam etmişti. İslâmiyetle birlikte de Müslüman olmuştu. Daha sonra da bir grup Müslümanla birlikte Habeşistan’a hicret etmiş, orada yeniden din değiştirerk Hristiyanlığa girmişti. [18]

Zeyd b. Amr ise ne Yahudiliğe ne de Hristiyanlığa girmişti. O, kavminin dininden ayrılmış, putlara tapmamış, murdar kan ve putlara kurban edilen hayvanların etlerini yememişti. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)Peygamberlikle görevlendirilmeden önce bir keresinde Kureyş tarafından Beldah vadisinin alt tarafında Hz. Peygamber ve Zeyd b. Hârise’ye bir sofra ve bir miktar yemek takdim edilmişti. O ikisi Zeyd b. Amr’ı sofralarına davet etmişler; Zeyd b. Amr ise Hz. Peygamber’e: ”Ey kardeşimin oğlu! Ben putlar üzerine kesilen kurbanlardan yemem” diyerek onların bu tekliflerini kabul etmemişti. Bundan sonra Hz. Peygamber’in putların için kesilen şeylerden yediği görülmemiştir. [19] Zeyd, daha sonra da Kureyş’e karşı dönerek:

“Ben sizin putlar adına kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem. Ben yalnız üzerine Allah adı anılarak kesilen hayvan etini yerim. ” demişti. [20]

Burada özellikle şu hususu belirtmekte yarar görüyorum: Bu rivayette Hz. Peygamber ve Zeyd b. Hârise’nin, Kureyş’in kendilerine ikram ettiği etten yedikleri anlaşılmaktadır. Bunun yanında Buhari’de yer alan rivayette ise Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bu etten yemediği anlaşılıyor. [21] Yine Zehebî yukarıda yer verilen rivayetin senedinin zayıf olduğunu belirtir. [22] Bunun yanında Allah-u Teâla Hz. Peygamber’i Peygamberlikle görevlendirmeden önce de onu her türlü kötü hal ve hareketten korumuştur. [23] Bütün bu hususlar dikkate alındığında Hz. Peygamber’in ve Zeyd b. Hârise’nin Kureyş’in kendilerine ikram ettikleri etten yemedikleri anlaşılmaktadır.

Zeyd b. Amr, Kureyş’e karşı onların bu yolda kestikleri hayvanlarını ayıplardı ve onların bu adetlerini reddederek ve nazarlarında büyütüp canlandırarak: “Ey Kureyş! Koyun Allah’ın yarattığı bir hayvandır. Allah onu yaratmış ve onun faydalanması için gökten yağmur yağdırmış, yerden de onun gıdasını bitirmiştir. Sonra siz, (Allah’ın yarattığı, besleyip büyüttüğü) bu hayvanı Allah adından başka bir ad anarak kesiyorsunuz!” der idi. [24]

Zeyd b. Amr, arkadaşlarıyla hak dini aramak için anlaştıktan sonra Mekke’den Şam’a doğru yola çıkmıştı. O, Tevhid dinini soruyor ve onu arıyordu. Zeyd, bu olayı şu şekilde anlatır:

__ “Yahudilik ve Hristiyanlığı inceledim. Onları kabul etmedim. Çünkü ikisinde de içimi rahatlatacak bir şey bulamadım. Orada burada İbrahim’in dinini aramaya başladım. Nihayet Şam diyarına geçtim. Bana kitaptan bilgisi olan bir rahipten söz edildi. Ona gidip durumu anlattım. O şöyle konuştu:

“Ey Mekkeli! Senin İbrahim’in dinini aradığını zannediyorum. ”

“Evet onu arıyorum” dedim. Konuşmasına şöyle devam etti:

“Sen bugün mevcut olmayan bir dini arıyorsun. Fakat sen memleketine git. Allah, sana kavminden İbrahim’in dinini yenileyecek bir kimse gönderecektir. Eğer yetişirsen ondan ayrılma. ”

Zeyd vaat edilen peygamberi aramak için adımlarını hızlı hızlı atarak Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Fakat bazı bedeviler Zeyd’i, Şam’ın bir kasabası olup, Şam ile Vadi’l-Kura arasında yer alan ve geniş çiftlikleri olan Belka’da[25] [26] yakalayıp onu öldürmüşlerdi. [27]

Zeyd’in öldürülmesi üzerine Varaka b. Nevfel ağlayarak ona şu şiiri söylemişti:

“Ey İbn Amr! Doğru yola erdin ve bunda çok ilerledin. Ve ancak kızgın olan cehennemden bir tandırdan uzaklaştın, kurtuldun.

Kendisi gibi bir Rab olmayan bir Rabb’e ibadet etmenle ve tâğîlerin -Allah’tan başkasına ibadet edenlerin- putlarını olduğu gibi terk etmenle bunu yapmış oldun.

Talep edip aramış olduğun dine kavuşmanla ve Rabb’in tevhidini unutmadan. . .

Böylece kendisinde ikamet etmek güzel olan bir yurtta oldun.

İkramlarla eğlenerek dönüyorsun.

Orada Allah’ın Halil’ine -dostuna- rastgeldin

Haviye cehennemine yuvarlanmadın

Cebbar olmadın.

İnsana Rabbinin rahmeti erişebilir.

Her ne kadar yedi kat yerin altında bir vadide olsa bile. ”[28]

Zeyd son nefeslerini verirken gözlerini semaya dikip şöyle demişti: “Ya Rabbi! Beni bu hayırlı şeyden mahrum ettiysen, oğlumu ondan mahrum etme. ” Allah-u Teâlâ, Zeyd’in duasını kabul etmişti. Rasûlüllah insanları davet etmeye başladığında Saîd b. Zeyd, Allah’a iman eden ve peygamberinin elçiliğini tasdik edenlerin öncüleri arasındaydı. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Saîd, Kureyş’in içinde bulunduğu sapıklığı beğenmeyen bir evde büyüyüp hayatını hakkı arayarak geçiren ve hak peşinde soluk soluğa koşarken ölmüş olan bir babanın kucağında terbiye edilmişti. [29]

Zeyd b. Amr, Cahiliyede içkiyi haram sayıp içmeyen Velid b. Muğire, Varaka b. Nevfel, Ebû Zerr el-Ğıfârî, Kuss b. Sâide, Amr b. Abese, Saîd b. Rebia gibi seçkin şahsiyetlerin arasında yer alıyordu. [30]

Zeyd, diri diri gömülecek olan kız çocuklarını öldürülmekten kurtarırdı. O, kızını öldürmek isteyen kimseye: “Onu öldürme ben onun yaşama masrafını sana veririm, derdi. Daha sonra da kızı yanına alırdı. Kız çocuğu büyüyüp yetişince de babasına: “İstersen kızı sana geri vereyim istersen onun masrafını da sana ödeyeyim”derdi. [31]

Zeyd, kavminin dinini terk ettiğinden dolayı amcası Hattab b. Nüfeyl tarafından birçok eza ve cefa görmüştü. Zeyd’in karısı Hadrami kızı Safiyye daima, Zeyd’in gerçek dini aramak üzere seyahate çıkmasına mani olur, yolculuğa çıkacağının farkına vardığı zaman hemen onun amcası Hattab’a (Hz. Ömer’in babası) haber verir o da Zeyd’in çıkmasına mani olurdu. Hatta Hattab, Kureyş’ten daha başka kimseleri puta tapmaktan vazgeçirir diye onu Mekke dışına çıkarır ve Mekke’ye girmesine mani olmak, onu daima göz hapsinde bulundurmak üzere Mekke’nin ayak takımını ona musallat ederdi. Zeyd onlardan ne zaman bir fırsat bulursa hemen Mekke’ye girerdi. Geldiğini görürlerse Hattab’a haber verirler ve yine eza cefa ederek Zeyd’i Mekke dışına çıkarırlardı. [32]

Zeyd, her fırsatta kavminin benimsediği dinin kötülüklerini yüzlerine vurur, “Ben İbrahim’im tanrısına tapıyorum” derdi. O bir defasında sırtını Kâbe’ye dayamış bir şekilde Kureyş’e şöyle seslenmişti:

__ “Ey Kureyş Topluluğu! Zeyd b. Amr’ın nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizden benden başka hiçbir kimse İbrahim’in dini üzerine değildir. ” Zeyd, devamla şöyle diyordu:

“Ey Allah’ım! Şayet sana nasıl ibadet edileceğini bilseydim sana o şekilde ibadet ederdim; fakat onu bilmiyorum. ”

Zeyd bu şekilde seslendikten sonra avucunun içi üzerine secde etmişti. [33]

Zeyd mabedin içinde Kâbe’ye yöneldiği zaman: “Ey Tanrım! İbadet ederek boyun eğerek temiz niyetle sana geldim. Hz. İbrahim’in kıbleye yönelerek ayakta durup sığındığı tanrıya ben de sığındım” der sonra da “Ey Tanrım! Sana karşı boynum büküktür. Üzerime ne yüklersen katlanırım. Ben kibiri değil iyiliği arıyorum. Güneş altında yürüyen gölgede uyuyanla bir olmaz” diye ilave ederdi. [34]

Rivayet edildiğine göre Zeyd, Kâbenin Mekke’li müşrikler tarafından tamir edildiği sene [35] Hz. Peygamberin peygamberlikle görevlendirilmesinden 5 yıl önce vefat etmiştir. [36] Saîd b. Zeyd bir ara Hz. Peygamber’e gelerek: “Babam senin gördüğün ve sana ulaştığı şekilde idi. Şayet senin peygamberliğine ulaşsaydı sana iman edecek ve sana tabi olacaktı. Onun için Allah’tan istiğfar dile” diyerek istekte bulunmuştu. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de: “Evet ona istiğfar dileyeceğim. Muhakkak ki o kıyamet gününde tek bir ümmet olarak diriltilir” buyurmuşlardı. [37]

Son olarak Zeyd b. Amr’ın şairliğine değinmek istiyorum. Zeyd şair birisi idi. Bize kadar gelen şiirleri hep Allah’ın birliğini ifade eder. O şiirlerinde kavminin asıl gerçek dini nasıl terk ettiğini ve bu yüzden onlardan neler çektiğini, [38] Allah’ın birliğini[39] ve ona olan senasını[40] ve hakikati bulmak için yola çıkacağı zaman kendisini bundan men etmeye çalışan hanımı Safiyye bint Hadramî’ye kızgınlığını[41] dile getirmiştir.

Kaynaklarımızdan edindiğimize göre onun iki hanımının ismini biliyoruz. Bunlardan birincisi Zeyd b. Amr hakkı aramak için yola çıkacağında Zeyd’i bundan men etmeye çalışan Safiyye bint Hadramî’dir. 42 Diğer hanımı ise Saîd’in annesi olan Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba’ce b. Melih el-Huzâiyye’dir [42] [43]

Yine kaynaklarımızda onun iki çocuğundan söz edilmektedir. Birisi Âtike bint Zeyd, diğeri ise Saîd b. Zeyd’dir. [44] İleride bu ikisi hakkında geniş bilgilere yer verilecektir.

Saîd’in babasıyla ilgili bu değerlendirmemizden sonra, bu kutlu babanın terbiyesi altında yetişen Saîd b. Zeyd’in hayatı incelenecektir.

I. BÖLÜM:

Hz. PEYGAMBER DÖNEMİNDE SAÎD B. ZEYD

l. l. Saîd b. Zeyd’in Müslüman Olması

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), tebliğe başladıktan kısa bir süre sonra İslâm’ın parlak nuru yavaş yavaş uyanık kalplere dolmaya başlamış, insanlar İslâm’ ile müşerref olmuşlardı. [45] Saîd b. Zeyd’in ne zaman Müslüman olduğu konusunda tarih olarak çok açık bir bilgi bulunmamaktadır. Rasûlüllah insanları İslâm’a davet etmeye başladığında Saîd b. Zeyd, Allah’a iman eden ve Peygamberinin elçiliğini tasdik edenlerin öncüleri arasındaydı. Çünkü Saîd, Kureyş’in içinde bulunduğu sapıklığı beğenmeyen bir evde büyüyüp hayatını hakkı arayarak geçiren ve hak peşinde soluk soluğa koşarken ölmüş olan bir babanın kucağında terbiye edilmişti. [46] Kaynaklarımıza göre Saîd, hanımı ve aynı zamanda Hz. Ömer’in kız kardeşi olan Fâtıma bint Hattab ile birlikte Hz. Ömer’in Müslüman olmasından ve Hz. Peygamber’in Erkam’ın evine girmesinden önce Müslüman olmuştu. [47]

Saîd b. Zeyd, Müslüman olduktan sonra kavminden kendisini dininden döndürebilecek eziyetlerle karşılaşmıştı. Ancak Kureyş, onu İslâm’dan döndüreceği yerde Saîd ile hanımı Fâtıma Kureyş erkeklerinden en tehlikelisinin Müslüman olmasına vesile olmuşlardı. Saîd b. Zeyd delikanlılık ve gençlik çağlarındaki bütün enerjisini İslâm’ın hizmetine harcamıştı. Çünkü o, henüz yaşı yirmiyi geçmeden Müslüman olmuştu. [48]

Hz. Ömer’in Müslüman Olmasındaki Rolü

Hz. Ömer’in babası Hattab ile Saîd’in dedesi Amr kardeş idiler. Nüfeyl b. Abdu’l- Uzza’nın şu çocukları olmuştu: Amr b. Nüfeyl ve Hattab b. Nüfeyl [49] Hattab, Zeyd’in amcası idi. Çünkü Zeyd’in annesi Ceyda bint Hâlid b. Câbir b. Ebî Habîb b. Fehm, Nüfeyl b. Abdu’l- Uzza’nın karısı idi. Nüfeyl’den Hz. Ömer’in babası Hattab’ı doğurmuştu. Sonra Nüfeyl ölmüş karısı da dul kalmıştı. Bunun üzerine Ceyda, Nüfeyl’den üvey oğlu Amr ile evlenmiş ve ondan Zeyd’i doğurmuştu. Bu tarz evlenme cahiliye ehlinin yapmakta olduğu bir nikâh idi. [50]

Saîd, Hz. Ömer’in eniştesi ve aynı zamanda da kayınbiraderi idi. Çünkü Saîd b. Zeyd Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma bint Hattab ile evliydi. Saîd’in kız kardeşi Âtike bint Zeyd de Hz. Ömer ile evlenmişti. [51] Saîd’in kız kardeşi Âtike önce Abdullah b. Ebî Bekir ile evliydi. Abdullah’ın şehadetinden sonra Hz. Ömer ile evlenmiş, son olarak da Zübeyr b. Avvam ile evlenmişti. [52]

Saîd ve hanımı Fâtıma, Hz. Ömer’in Müslüman olmasında başlıca vesile olmuşlardı. Onun Müslüman olması ile ilgili en çok bilinen rivayet özetle şu şekildedir: Saîd b. Zeyd ve hanımı aynı zamanda Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma Müslüman olmuşlar ve bu durumlarını gizlemişlerdi. Habbab b. Eret onların evlerine gelerek Fâtıma’ya Kur’an öğretirdi. Bir gün Hz. Ömer, Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla yola çıkmış; fakat yolda kendi kız kardeşinin ve eniştesinin de Müslüman olduğunu öğrenince hemen kardeşinin evine yönelmişti. O sırada evde Habbab b. Eret, Fâtıma’ya Kur’an öğretiyordu. Evdekiler Hz. Ömer’in geldiğini görünce korkuya kapılmışlar ve Habbab’ı evin bir yerine saklamışlardı. Fâtıma da Kur’an sahifelerini saklamıştı. Hz. Ömer eve girince az önce duyduklarının ne olduğunu sormuş; buna karşılık eniştesi ve kız kardeşi bir şey okumadıklarını söylemişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer eniştesinin yakasına yapışmış, Fâtıma da kocasını kurtarmak için araya girince Hz. Ömer onu tokatlamış ve yüzünü yaralamıştı. Kız kardeşinin yüzünü kanlar içinde görünce Hz. Ömer yaptığına pişman olmuş ve okudukları şeyi görmek istediğini söylemişti. Fâtıma da onun İslâm’a gireceğini ümid etmiş ve ancak temizlendiği takdirde onları verebileceğini söylemişti. Bunun üzerine Hz. Ömer boy abdesti alarak Kur’an’ı okumuş ve Müslüman olmaya karar vermişti. Doğruca Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ve ashabının bulunduğu yere gidip Rasûlüllah’ın huzurunda Müslüman olmuştu.

Abdullah b. Mes’ud, Hz. Ömer’in Müslüman olması ile ilgili şöyle demiştir:

“Biz Kâbe’nin yanında namaz kılmaya kadir değildik. Ta ki Ömer b. Hattab Müslüman oldu. Müslüman olduğu zaman Kureyş ile savaştı ve Kâbe’nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla birlikte namaz kıldık. ”[53]

Hicreti ve Hz. Peygamber’in Kardeş İlan Etmesi

Müslümanlar üzerindeki müşriklerin baskısı artınca Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)Müslümanların daha fazla sıkıntı çekmemeleri için onlara Habeşistan’a gitmelerini, orada kalabileceklerini söylemişti. Bunun üzerine Saîd ile hanımı Fâtıma Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Medine’ye hicrete izin verildiği zaman ise Saîd hanımı ile birlikte muhacirlerin dörtte birinin emiri olarak Medine’ye hicret etmiş[54] ve böylece muhacirlerin ilklerinden olmuştu. [55] Kaynaklarımızda Saîd ve hanımının Habeşistan’dan Mekke’ye ne zaman döndükleri belirtilmez. Sadece Medine’ye hicrete izin verildiğinde hanımı ile birlikte hicret ettikleri bilgisi ile yetinilir. Anlaşılan o ki, Saîd ve hanımı Habeşistan’da bir süre kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye dönmüşler, oradan da Medine’ye hicret etmişlerdir.

Saîd’in Medine’ye hicretinde yanında hanımından başka Hz. Ömer, onun kardeşi Zeyd b. Hattab ve başka kimseler de bulunuyordu. Bunlar Kubâ’da Benî Amr b. Avf yurdunda Rufâa b. Abdu’l-Münzir b. Züneyr’e konuk olmuşlardı. [56]

Medineliler, Muhacirleri Medine’ye daha ilk geldikleri gün evlerine indirmek, ağırlamak için birbirleriyle yarışa girmişlerdi. Medine’ye hicretten sonra Allah Rasûlü, Enes b. Mâlik’in evinde Muhacirlerle Ensar arsında kardeşlik sözleşmesi kurdu. Buna katılanların yarısı Muhacirlerden ve yarısı da Ensardan olmak üzere doksan erkekten ibaretti. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)aralarında eşitlik esasına göre kardeşlik ilan etti. Bedir savaşına kadar ölümden sonra birbirlerine Zevi’l-erham’dan evvel mirasçı oluyorlardı. Zevi’l- erham: Asabe ve muayyen hisse sahibi olmayan dayı, hala, teyze, kızın çocukları gibi kan akrabalarına denir. Allah Teâla:

“Zevi’l-erham (akrabalar) miras hususunda Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındır. ”[57] ayetini indirince mirasçı olma hususunda akrabanın, aralarında kardeşlik sözleşmesi kurulanlardan daha çok hakkı olduğu hükmü getirilmiştir. [58]

Kaynaklarımızda Saîd b. Zeyd’in kiminle kardeş yapıldığı hususunda farklı rivayetlerle karşılaşmaktayız. Bazı kaynaklara göre Hz. Peygamber, Saîd’i Übey b. Ka’b ile kardeş yapmıştır. [59] Fakat Übey b. Ka’b’ın Talha b. Ubeydullah ile kardeş yapıldığı şeklinde de rivayet vardır. [60] Diğer bazı kaynaklarımıza göre ise Saîd b. Zeyd, Râfi’ b. Mâlik ez-Zurakî ile kardeş yapılmıştır. [61] Son olarak Saîd b. Zeyd’in Amr b. Süraka ile kardeş yapıldığı şeklinde de bir rivayet mevcuttur. [62] İlk dönem müelliflerinin birçoğu yukarıdaki ilk rivayeti tercih etmişler diğer rivayetleri ise sadece aktarmışlardır. Buradan hareketle Saîd b. Zeyd’in Übey b. Ka’b ile kardeş yapıldığını söyleyebiliriz.

Yaptığı Görevler

Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber döneminde birçok savaşlara katılmış ve bazı görevlerde bulunmuştur. Saîd’in, Müslümanların giriştiği her olayda önemli rolü olmuştur. Saîd b. Zeyd, Bedir savaşı dışında Hz. Peygamber ile birlikte Uhud, Hendek, Hudeybiye gibi diğer bütün savaşlara katılmıştır. [63]

Bedir Gazvesinden Önce Haber Getirmekle Görevlendirilmesi

Bedir savaşı, hicretin ikinci senesinin Ramazan ayında meydana geldi. Rasûl-ü Ekrem, Mekke’den çıkıp Şam’a giden Kureyş kervanına yetişmek üzere Uşeyre’ye kadar gelmiş; fakat Kureyş kervanına rastlayamayınca Benî Müdlic kabilesiyle sözleşme imzalayıp Medine’ye geri dönmüştü. Bu kervanın reisi Ebû Süfyan idi ve Şam’dan çok miktarda mal alarak geri dönmüştü. Amr b. el-Âs da Ebû Süfyan ile birlikteydi ve yanlarında ancak elli kadar kişi vardı. Ebû Süfyan’ın o şekilde çok miktardaki mal ile Şam’dan çıktıklarının haber alınması üzerine Hz. Peygamber o malın Kureyş’e ulaşmasını engellemek için ashabı cihada davet etmişti. Ayrıca kervan hakkında araştırma yapmak üzere Talha b. Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd’i Şam tarafına göndermişti.

Rasûlüllah’ın üzerinde titizlikte durduğu noktalardan birisi de istihbarattı. Hz. Peygamber hazırlıklarını tam yapabilmek ve düşmanların muhtemel taktiklerine karşı koyabilmek için düşman hakkında bilgi toplamaya itina gösterirdi. [64] Düşman hakkında iyice bilgi toplama ve tam haber alma ve bunun yanında kendi maksat ve niyetlerini ondan saklama veya casusluk Hz. Peygamber’in takip ettiği mühim prensiplerden biridir. [65] Rasûlüllah aynı maksatla Şam yolu tarafına Talha ve Saîd b. Zeyd’i göndermişti. Mekke’de de casusları vardı. Amcası Abbas ve Beşir b. Süfyan bunlardandır. Bedir yakınlarına gelince bizzat kendisi Ebû Bekir ile birlikte tebdil-i kıyafetle haber toplamak için çevreyi dolaşmıştır. [66]

Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydullah, Kureyş kervanı hakkında bilgi toplamak üzere Havra’ya kadar gelmişler; fakat burada kimseyi bulamamışlar ve bu arada kervan geçip gitmişti. Bu haber Rasûlüllah’a ulaşınca İslâm ordusuyla birlikte Saîd ile Talha’nın gönderilmesinden on gün sonra[67] yetmiş kişi develi olduğu halde[68] 305 kişi[69] ya da 380 kişi ile[70] Bedir’e doğru yola çıkmışlardı. Bu sırada Talha ile Saîd de Rasûlüllah’a Kureyş kervanının gittiğini haber vermek üzere Medine’ye gelmişlerdi. Onların Medine’ye geldiği gün Bedir savaşı vuku bulmuştu. Saîd ile Talha, Rasûlüllah’ın Bedir’e gittiğini öğrenince hemen ona yetişmek üzere yola çıkmışlardı. Bu sırada savaş sona ermişti ve Rasûlüllah Medine’ye dönüyordu. Saîd ileTalha da Rasûlüllah ile Türban[71] mevkiinde[72] kavuşmuşlardı. Hz Peygamber Saîd ile Talha savaşa katılmadıkları halde katılmış gibi sayıp ganimetten onlara da pay vermişti. [73] Rasûlüllah, Saîd’e ganimetten pay verince Saîd: “Ya Rasülallah! Bu benim ecrim midir?” diye sormuştu. Hz. Peygamber(salla’llâhü aleyhi ve sellem)de: “Senin ecrindir” diye cevap vermişlerdi.

Bedir gazvesine Saîd’in kabilesi olan Beni Adiyy b. Kab’dan 14 kişi katılmıştır. [74] Bedir savaşına mazeretleri sebebiyle üçü muhacir beşi Ensar’dan olmak üzere sekiz sahabi katılamamıştı. Rasûlüllah bunlara da pay vermiştir.

Bunların birincisi Hz. Osman idi. Hanımı ve aynı zamanda Rasûlüllah’ın kızı olan Rukiyye hasta olduğu için onun yanında kalmıştı. Yine Talha b. Ubeydullah ve Saîd b. Zeyd’i Hz. Peygamber Kureyş kervanı hakkında bilgi getirmekle görevlendirdiğinden bu ikisi de savaşa katılamamıştı. Diğer beş kişi ise Ensardan idi. Bunlar: Ebû Lübabe b. Abdül Münzir, Asım b. Adiyy el-Aclânî, Hâris b. Hâtıb, Hâris b. es-Sımme ve Havvat b. Cübeyr’dir. [75] İbn Kesir’in eserinde yer alan rivayette ise Âsım b. Adiyy yerine Ebu’s-Siyah b. Sâbit zikredilmektedir. [76]

Katıldığı Gazve ve Seriyyeler

Saîd b. Zeyd, sadece Bedir savaşında bulunamamış, bunun dışında Hz. Peygamber ile diğer tüm savaşlara katılarak büyük yararlılıklar göstermiştir. [77] Ancak kaynaklarda bu savaşlarda nasıl bir konumda bulunduğu ile ilgili olarak ayrıntılı açıklamalara yer verilmeden sadece bu bilgi ile yetinilmiştir.

1. 4. 2. 1. Saîd b. Zeyd’in Üsâme b. Zeyd Seriyyesine Katılması

Saîd b. Zeyd, 12/632 yılında Rumlar üzerine düzenlenen[78] ve içerisinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sa’d b. Ebî Vakkas gibi Müslümanların ileri gelenlerinin de bulunduğu Üsâme b. Zeyd seriyyesinde bulunmuştu. [79] Bu savaşın sonunda Müslümanlar galip gelmişlerdi. [80]

1. 4. 2. 2. Saîd b. Zeyd’in Ukl ve Urayne Kabileleri Üzerine Seriyyesi

Enes (r. a. ) şöyle rivayet etmiştir: Ukl ve Urayne kabilelerinden bir takım insanlar Medine’ye Peygamber’in huzuruna gelmişler ve Müslüman olmuşlardı. Akabinde: “Ey Allah’ın Peygamberi! Bizler sürü sahipleri idik, ekin ve mahsul sahipleri değildik” demişler ve Medine’nin havasını sıhhatlerine uygun bulmamışlardı. Bu yüzden de Medine’de ikamet etmek istememişlerdi. Rasûlüllah onlara zekat develerinin ve çobanının bulunduğu yere gitmelerini ve o develerin sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini emretmiş, onlar da oraya giderek develerin sütleri ile sidiklerinden içmişlerdi. Nihayet Harre tarafında bulundukları ve sağlıklarına kavuştukları zaman İslâm’a girmelerinin ardından kâfir olmuşlardı. Hz. Peygamberin çobanını öldürmüşler ve develeri önlerine katıp götümüşlerdi. Bu haber Hz. Peygamber’e ulaşınca onların arkasından Saîd b. Zeyd komutasında bir seriyye göndermişti. [81]

Gönderilen bu seriyye onları yakalayıp getirmiş, akabinde o canilerin gözleri çıkarılmış, elleri kesilmiş ve ölünceye kadar Harre tarafına terk edilmişlerdi. [82] Bu olay 6/628 senesinde meydana gelmiştir. [83] Bu rivayette dikkat çeken husus Hz. Peygamber’in bu insanlara develerin sidiklerinden içmelerini emretmesidir. Ancak Hz. Peygamber’in hayatı dikkatli bir şekilde tetkik edildiğinde görüleceği üzere onun bu tür pis şeylerden şifa ummayacağı açık bir şekilde görülecektir. Bizce Hz. Peygamber’in böyle bir şey söylemesi mümkün değildir. Nitekim rivayetteki sidik içme lafzı sadece bir kaynakta yer almakta ve diğer kaynaklarda bunu doğrulayıcı bir bilgi bulunmamaktadır.

Aşere-i Mübeşşere’ye Dahil Edilmesi

Saîd b. Zeyd’in ve diğer Aşere-i Mübeşşere’nin cennetle müjdelenmesi hakkındaki rivayetlere baktığımızda bu rivayetlerin genelde beş-altı raviye dayandığı görülmektedir. Bu rivayetlerin çoğu aynı konu hakkında büyük oranda birbirine benzeyen riveyetlerden oluşmaktadır. Öncelikle bu rivayetler sıra ile verilecek, daha sonra da bazı değerlendirmelerde bulunularak konu açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.

Rebah b. Hâris şöyle rivayet ediyor: “Birgün Muğîre b. Şu’be Kûfe’nin büyük camiinde idi. Kûfe halkından birçok kimseler de sağında ve solunda oturuyorlardı. Derken Saîd b. Zeyd gelip selam verdi. Muğîre de “ hoş geldin” diyerek Saîd’i yanına oturttu. Biraz sonra Kûfe halkından birisi gelip Muğîre’nin karşısına dikildi ve Hz. Ali’ye sövmeye başladı. Saîd b. Zeyd, Muğîre’ye: “Bu adam kime sövüyor?” diye sormuş, Muğîre de: “Ebû Talib oğlu Ali’ye sövüyor” cevabını vermişti. Bunun üzerine Saîd: “Ey Muğîre b. Şu’be! Senin yanında Rasûlüllah’ın ashabına sövüyorlar da sen ses çıkarmıyor ve mani olmuyorsun! Hâlbuki ben Rasûlüllah’tan: “Ebu Bekir cennettetir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d b. Mâlik cennettedir ve müminlerin dokuzuncusu cennettedir” diye buyurduğunu kulağımla işittim ve biliyorsun ki, Rasûlüllah’tan kulağımla işitmediğim bir sözü rivayet etmek vebali altına girmem. Hatta eğer istersem, o dokuncu adamın adını da açıklayabilirim” dedi. Bunun üzerine câmideki halk merakla Saîd’e:

“Ey Rasûlüllah’ın sahabîsi! Allah’ı seviyorsan o dokuzuncu adamın adını da bize söyle” diye rica ettiler. O da:

“Madem ki siz bana yemin verdiniz. Yüce Allah’a yemin ederim ki, o dokuzuncu kişi benim. Onuncusu da Rasûlüllah’tır. Yine yüce Allah’a yemin ederim ki Rasûlüllah ile beraber bulunan bir kimsenin onunla beraber savaşta bulunup yüzünün tozlandığı bir saatlik ömrü her birinizin -o biriniz Nuh aleyhisselam kadar bile ömür sürse- bütün ömrü boyunca yaptığı amellerden daha üstündür” dedi. [84]

Abdullah b. Zâlim el-Mâzinî şöyle rivayet etmiştir: “Muaviye Kûfe’den çıktığında Muğîre b. Şu’be’yi oraya vali tayin etti. Muğîre b. Şu’be de Hz. Ali’ye sövmeleri için hatipler tuttu. Ben Saîd b. Zeyd’in yanındaydım. O, öfkelendi ve ayağa kalktı, benim de elimden tuttu. Ben de ona uydum. Bana “Cennet ehli olan bir kimseye lânet edilmesini emredip kendi nefsine zulmeden şu adamı görüyor musun? Ben şehadet ederim ki dokuz kişi cennetliktir. Onuncusu için de şahitlik etsem hata etmiş olmam” dedi. Ben “Bu nasıldır?” dedim. Saîd b. Zeyd şöyle devam etti. “Biz Rasûlüllah ile birlikte Hira dağının üzerindeydik. Hira sevinçten sallandı. Hz. Peygamber “Sakin ol ey Hira! Senin üzerinde nebi, sıddîk ve şehitten başkası yoktur” buyurdular. (Abdullah) “Onlar kimlerdir?” dedim. Saîd de “Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d b. Mâlik” dedi ve sustu. “Onuncu kimdir?” dedim. Saîd de “Benim” cevabını verdi. ”[85]

Abdullah b. Zâlim el-Mâzinî şöyle rivayet etmiştir: “Muğîre b. Şu’be hutbede Hz. Ali’ye dil uzattı. Bunun üzerine Saîd b. Zeyd hemen dışarı çıktı ve şöyle dedi: “Ali’ye sövmek ne kadar da şaşılacak bir şey! Ben Rasûlüllah üzerine şehadet ederim ki biz Hira veya Uhud’un üzerindeydik. Bu sırada dağ sallandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Sakin ol ey Hira ya da Uhud! Muhakkak ki senin üzerinde sıddîk ve şehit vardır” buyurdular. (Saîd) On kişinin ismini saydı. Bunlar: Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf’tır. Saîd onuncu kişi olarak da kendisini söyledi. ”[86]

Abdurrahman b. el-Ahnes şu şekilde rivayet etmiştir: “Muğîre b. Şu’be hutbede Hz. Ali’ye dil uzattı. Bunun üzerine Saîd kalktı ve şöyle dedi: “Ben Rasûlüllah’ı şöyle derken işittim: “ Peygamber cennettedir. Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d cennettedir. ”

Saîd b. Zeyd “Şayet isteseydim onuncunun ismini de söylerdim” dedi ve onuncu olarak kendisini zikretti. [87]

Abdurrahman b. Avf Hz. Peygamber’den şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:“Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d b. Ebî Vakkas cennettedir. Saîd b. Zeyd cennettedir. Ebû Ubeyde b. Cerrah cennettedir. ”[88] [89]

Ebû Zerr el-Ğıfârî şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber Hz. Âişe’nin yanına girdi ve şöyle dedi: “Ey Âişe sana müjde vereyim mi?” Hz. Âişe “ Evet ver ey Allah’ın Rasûlü” dedi. Hz. Peygamber de şöyle dedi: “Baban cennettedir ve onun arkadaşı İbrahim (a. s. )’dir. Ömer cennettedir ve onun arkadaşı Nuh (a. s)’dur. Osman cennettedir ve onun arkadaşı benim. Ali cennettedir ve onun arkadaşı Yahya (a. s. )’dır. Talha cennettedir ve onun arkadaşı Davud (a. s. )’dur. Zübeyr cennettedir ve onun arkadaşı İsmail (a. s. )’dir. Sa’d b. Ebî Vakkas cennettedir ve onun arkadaşı Süleyman (a. s. )dır. Saîd b. Zeyd cennettedir ve onun arkadaşı Musa (a. s. )’dır. Abdurrahman b. Avf cennettedir ve onun arkadaşı İsa (a. s)’dır. Ebû Ubeyde b. Cerrah cennettedir ve onun arkadaşı da İdris (a. s. )’dir. ” Hz. Peygamber şöyle devam etti: “Ben Peygamberlerin efendisiyim. Baban da Sıddîkların en faziletlisidir. Sen de Mü’minlerin annesisin. ”

Rivayetleri incelediğimiz zaman görüyoruz ki ilk dört rivayet Muğîre b. Şu’be’nin veya hatibinin Kûfe camisinde Hz. Ali’ye sövmeleri ve bunun üzerine Saîd b. Zeyd’in onlara karşı Hz. Peygamber’in hadîsini zikretmesiyle ilgilidir. Yine bu ilk dört rivayetin üç ayrı râvi tarafından rivayet edildiği görülmektedir. Kanaatimce rivayetlerde küçük farklılıkların olması râvilerin olayı farklı değerlendirmelerinden ve rivayet tarzlarından kaynaklanmaktadır. Bazıları olayı ayrıntısıyla verirken, diğer bazı râviler de olayı özetle aktarmışlardır.

Rivayetlere toplu bir şekilde bakıldığında rivayetlerin genelinde Hz. Peygamber onuncu kişi olarak zikredilmiş ve onun dışında dokuz sahâbînin ismi verilmiştir. Halbûki cennetle müjdelenenlerin sayısının Hz. Peygamber dışında on olması gerekmektedir. Çünkü zaten bu kişilerin cennetlik olduğunu Hz. Peygamber müjdelemektedir ve genel kabul görmüş görüşe göre onuncu kişi de Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır. Nitekim Abdurrahman b. Avf ve Ebû Zerr’in rivayetlerinde bu husus açıkça görülmektedir.

BÖLÜM:

RAŞİD HALİFELER DÖNEMİNDE SAîD B. ZEYD

Katıldığı Savaşlar

. Ecnâdeyn Muharabesi:(13/634)

Ecnadeyn Muharebesi 13/634 yılında meydana gelmiştir. [90] Hicretin on üçüncü yılının başlangıcında Hz. Ebû Bekir, Suriye’ye muhtelif istikametlerden hareket edilmesi için emir vermişti. Ebû Ubeyde Humus’a, Yezid b. Ebî Süfyan Şam’a, Amr b. el-Âs Filistin’e, Şurahbil b. Hasene de Ürdün’e[91] hücum edecekti. Bütün ordunun mevcudu 34. 000 idi. İslâm kumandanları Arabistan sınırını geçer geçmez Bizanslıların büyük kuvvetleriyle karşılaşacaklarını tahmin ediyorlardı. Neticede imparator Herakl, İslâm kuvvetlerinin her birine karşı ayrı ordu göndermişti. Bu savaşta Rumların sayısı 100. 000 civarında idi. [92] Bunun üzerine İslâm kumandanları kuvvetlerini bir nokta etrafında toplamaya karar vererek yardım kuvvetleri göndermesi için Hz. Ebû Bekir’e müracat etmişlerdi. Hz. Ebû Bekir, Irak fethiyle meşgul olan Hâlid b. Velîd’in Suriye tarafına hareket etmesini emretmiş, Hâlid bir çok mukavemetleri kırarak Şam’a varmış ve karargâhını orada kurmuştu.

İmparatorun gönderdiği büyük ordu Ecnadeyn’de idi. Hâlid ile Ebû Ubeyde Ecnadeyn’e harekete karar vermişler, diğer kumandanlara da kendilerini takip etmeleri için talimat göndermişlerdi. Bunun üzerine Yezid, Amr ve Şurahbil kısa zamanda kendilerine ulaşmışlardı. Komutanlar geldikten sonra Hâlid b. Velid komutasındaki Müslümanlar şiddetli bir şekilde Rumların üzerine saldırmışlar ve 3000 Müslüman’ın şehit düşmesiyle neticelenen bir savaştan sonra zafer kazanılmıştı(13/634)[93] [94] Saîd b. Zeyd de bu savaşta bulunmuş ve süvari kuvvetlerine 94

kumanda etmişti.

Şam’ın Fethi: (14/635)

Şam şehri Suriye’nin en büyük şehridir. Cahiliye devrinde Araplar bu şehri ticaret maksadıyla ziyaret ettiklerinden bu şehir tüm Arabistan’da tanınmış idi. Bu itibarla Hâlid, Şam muhasarasını çok önemli bir şekilde tatbik etmeye mecbur oldu. Şehrin çeşitli kapılarına şu komutanlar tayin edilmişti: Amr b. el-Âs, Şurahbil ve Ebû Ubeyde b. Cerrah. Hâlid de beş bin askerle Şark kapısı karşısına mevzilenmişti. Muhasaranın doğurduğu güçlükler şehrin Hristiyan halkınının sinirlerinin gerilmesine neden olmuştu. Casusların verdiği bilgiler ise Müslüman askerlerin atılganlık ve cesaret, azim ve katiyetle savaşmaya karar verdikleri şeklinde idi. Tek ümitleri Herakl’in Humus’dan gönderdiği yardım kuvvetleri idi. Şam fethi esnasında Hz. Ebû Bekir vefat edip Hz. Ömer halife olduğundan, Hz. Ömer Hâlid’in yerine Ebû Ubeyde’yi baş komutan tayin etmiş ve bölge komutanlarını onun emrine vermişti.

Hristiyanlar, Müslümanların Suriye’nin kış mevsimine dayanamayarak çekip gitmelerini bekliyorlardı. Fakat tüm ümitleri boşa çıkmıştı. Çünkü soğuğun şiddeti Müslümanları korkutmamış; Hâlid, Humus’dan gelmesi beklenen yardım kuvvetlerini durdurmak için Zülkila’a bir kuvvet göndermişti. Neticede Herakl tarafından gönderilen kuvvetler Şam yolunun kapalı olduğunu görmüş, Şam halkı da artık ümitsizliğe düşmüşlerdi. Bu sırada meydana gelen bir olay adeta bir ilâhi yardım gibi tesir etti. Şam patriğinin bir oğlu doğmuş, halk bunu kutlamak için içki içmiş ve sızmıştı. Hâlid, düşmanlarının durumlarını yakından takip eder, geceleri az uyur ve en ehemmiyetsiz hadiseleri bile kaçırmazdı. Hâlid, düşmanların o akşamki durumlarından haberdar olunca birkaç kahraman askerle birlikte hazırlanıp, şişirilmiş tulumlar üzerinde su ile dolu olan hendeği geçmiş, duvarlara kement atarak kalenin duvarını aşmış, kendisini birkaç askeri de takip etmişti.

Hâlid şehrin içine girdikten sonra kale kapısının muhafızlarını vurarak kapıları açmış, İslâm askerleri de hemencecik şehre girivermişlerdi. Hâlid’in şehre girdiğini gören Hristiyanlar kapıları bizzat açarak Ebû Ubeyde’ye sığınmışlar ve Hâlid’in şiddetinden himaye edilmelerini istemişlerdi. Daha sonra Hâlid ile Ebû Ubeyde Şam’ın çarşısında buluşmuşlar ve şehrin her tarafında emniyet ve âsâyişin tesisine karar vermişlerdi. Şehirde hiç bir yağma olayı meydana gelmemiş, hiç kimse harp esiri muamelesi görmemişti. Bütün Suriye’nin fethine bir başlangıç teşkil eden bu zafer, hicretin 14. yılında meydana gelmiştir. [95]

Ebû Ubeyde, Şam’ın fethini tamamladıktan sonra Kudûslülere bir mektup göndererek onları Allah’a imana ve İslam’a girmeye davet etmişti. Aksi takdirde cizye vermeleri gerektiğini cizye vermedikleri takdirde kendilerine savaş ilan edileceğini bildirmişti. Kudûslüler ise Ebû Ubeyde’nin bu çağrısına icabet etmemişlerdi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, Şam’da Saîd b. Zeyd’i yerine vekil tayin etmişti. Böylece Saîd b. Zeyd, Şam’ın fethinden sonra Müslümanlardan Şam valiliği yapan ilk kişi olmuştur. [96] Ebû Ubeyde ordusuyla birlikte Kudûs’e doğru yola çıkarak Kudüs’ü kuşatma altına almış ve şehir halkına baskı yapmıştı. Nihayet onlar, Hz. Ömer’in kendilerine gelmesi şartıyla barış yapmaya razı olacaklarını bildirmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer gelmiş ve şehri teslim almıştı. [97]

Fihl Muharebesi: (14/635)

Müslümanların Şam’ı fethetmeye muvaffak olmaları Bizanslıları çok kızdırdığından bunlar her taraftan büyük bir ordu toplamışlardı. Müslümanlar da askerlerini Beysan’da toplamışlardı. Herakl tarafından Şam’ı kurtarmak için gönderilen; fakat Zilkala’da durdurulan askerler de Beysan’a gelmişlerdi. Bizans askerinin mevcudu kırk bini aşıyordu. Kumandanları Soklar b. Muhrak adında şöhret yapmış bir askerdi.

zaman Suriye altı vilayete ayrılmıştı. Bunların başlıcaları Şam, Filistin, Ürdün ve Humus idi. Ürdün’ün idare merkezi Şam’dan dört merhale mesafede olan Taberiyye idi.

Taberiyye’nin doğusunda 12 mil uzunluğunda bir göl vardır. Bu gölün birkaç mil ötesinde Selaorina adında eski bir şehir vardı ki Arablar ona Fihl adını vermişlerdi.

BizanslIlar Beysan’da, Müslümanlar ise Fihl’da karargâhlarını kurmuşlardı. Ani bir baskından korkan Hristiyanlar barajları açmışlar, Fihl ile Beysan arasındaki bütün yollar bataklığa dönmüş, bu yüzden de Müslümanların Hristiyanların karargâhlarına ulaşma imkanı ortadan kalkmıştı. Fakat Müslümanların azim ve hamaseti bu gibi engeller karşısında duracak gibi değildi. Müslümanların engelleri aşmak için gösterdikleri azmi gören Bizanslılar barış istemişler; fakat yapılan ikili görüşmeler bir sonuç vermemişti. Sonuçta Fihl mevkiinde Bizanslılarla Müslümanlar çok şiddetli bir şekilde savaşmışlar neticede Allah Müslümanları muzaffer kılmış, patrikleri ve on bin civarında Rum öldürülmüştü. Kalanları ise Şam şehrine dağılmış; bir kısmı da Herakl’ın yanına gitmişlerdi. Fihl halkı da kalelerine sığınmış, Müslümanlar da onları kuşatmışlardı. Sonunda onlar adam başı cizye verme ve topraklarında da haraç ödeme karşılığında eman istemişlerdi. Buna karşılık Müslümanlar da onların canlarını ve mallarını koruyacaklar, duvarlarını yıkmayacaklardı. 98 Saîd b. Zeyd de bu savaşta bulunmuş ve piyade birliklerine kumanda etmişti. [98] [99]

Yermûk Muharebesi: (15/636)

Yermûk Muharebesi 15/636 yılında meydana gelmiş büyük bir savaştır. [100] Herakl, Rumlardan Şam, Cezire ve İrminiyye halklarından iki yüz bin civarında bir ordu toplamış, bu ordunun başına da en yakın adamlarından birisini geçirmişti. Lahm, Cüzam ve başka kabilelerden olan Şamlı Arapların teşkil ettiği öncü kuvvetlerin başına ise Celebe b. el- Eyhem el- Ğassânî’yi göndermişti. Müslümanlarla savaşmaya karar veren Herakl, askerleri galip gelirlerse ne âla, yoksa Konstantiniyye’ye (İstanbul’a ) gidip orada oturmayı kararlaştırmıştı. Müslümanlar da toplanmışlar ve onlara doğru ilerlemişlerdi. Neticede Yermûk nehri kenarında iki ordu çok şiddetli bir şekilde savaşmışlar ve Müslümanlar düşman ordusunu yerinden çıkarmışlardı. Rumlar ile onlara tabi olan askerler kaçmayı düşünmesinler diye zincire

vurulmuşlardı. Allah, onlardan yetmiş bin kişiyi öldürmüş, geri kalanları da kaçarak Filistin, Antakya, Halep, Cezîre ve İrminiyye’ye sığınmışlardı. Yermûk muharebesinde Müslüman kadınlar da çok şiddetli bir şekilde savaşmışlardı. Muaviye b. Ebî Süfyan’ın annesi Utbe kızı Hind: “Kılıçlarınızla sünnetsizleri kesin” diyordu.

Rivayete göre Yermûk halkının durumu ve Müslümanların kendi ordusunu bozguna uğrattığı haberi Herakl’e ulaşınca, o, Antakya’dan Konstantiniyye’ye kaçmıştı. Sınırı geçince de: “ Ey Suriye! Sana selam olsun! Burası düşman için ne güzel bir ülkedir. ”[101] demişti. O, bu sözüyle Şam toprağının çok fazla otlağı bulunduğunu kastetmişti.

Rivayete göre Müslümanlar, Herakl’ın kendilerine karşı asker topladığı ve bu ordunun da Yermuk muharebesi için üzerlerine geldiğini öğrendiklerinde Hıms halkından daha önce almış oldukları cizye vergisini iade etmişler ve onlara şöyle demişlerdi: “ Bu savaş dolayısıyla meşgul olduğumuzdan sizlere yardım edemeyeceğiz ve sizleri koruyamayacağız. Emanetiniz kendinize aittir. ” Müslümanların bu sözlerine karşı Hıms halkı ise şunları söylemişlerdi: “Sizlerin idaresi ve adaleti daha önce içinde bulunduğumuz durum ve zorbalıktan bizim için daha iyidir. Bizler, Herakl’ın ordusunu sizin valinizle birlikte şehrimizden kovacağız. ” Oradaki Yahudiler de ayağa kalkmışlar ve: “ Tevrat üzerine yemin ederiz ki Herakl’ın kumandanı bizi mağlup ve yok etmeden Hıms şehrine giremeyecektir” diyerek şehrin kapılarını kapatıp orayı korumuşlardı. Müslümanlarla anlaşma yapmış olan diğer şehirlerin Hristiyanları ve Yahudileri de aynı şekilde hareket etmişler ve şunları söylemişlerdi: “ Eğer Rumlar ve onlara bağlı olanlar Müslümanlara üstün gelirlerse, bizler daha önceki kötü halimize döneriz. Yoksa biz, Müslümanlardan birkaç kişi de kalsa, onlara verdiğimiz söze bağlı kalacağız. ”

Onlar bu sözleriyle aslında Müslümanların ne kadar adaletli olduğunu söylüyorlardı. Nitekim Müslümanlar galip geldiklerinde bu insanlar, şehirlerinin kapılarını açmışlar, davul ve zurnalarını çıkarıp oynamışlar ve cizye vergisini ödemeye devam etmişlerdi. [102] Yermûk savaşında Saîd b. Zeyd ordunun merkezinde savaşmış[103] ve büyük kahramanlıklar göstermiştir. Saîd şöyle anlatıyor:

“Yermûk’te 24 bin veya ona yakındık. Bizanslılar ise 120 bin kişiyle bizim karşımıza çıktılar. Sanki gizli ellerin hareket ettirdiği dağlar gibi ağır adımlarla bize yöneldiler. Önlerinde piskoposlar, patrikler, ve papazlar ellerinde haçlarla yüksek sesle dualar okuyarak yürüyorlardı. Onların arkasından da askerler gök gürültüsüne benzer bir şekilde onların okuduğu duaları tekrar ediyorlardı. Müslümanlar onları bu halde görünce kalabalık oluşları kalplerine biraz korku verdi. O anda Ebû Ubeyde b. Cerrah Müslümanları savaşa teşvik edip şöyle dedi:

“Ey Allah’ın kulları! Allah’a yardım ediniz ki o da size yardım etsin ve ayaklarınızı sabit kılsın. Allah’ın kulları! Sabrediniz. Sabır küfürden kurtuluştur. Rabbinin rızasını kazanmaya ve hayaya sevk edicidir. Mızraklarınızı düşmanlarınıza doğru tutup kalkanlarınızı kendinize siper ediniz. Sükûta sarılın. İçinizden sadece Azîz ve Celîl olan Allah’ı zikrediniz. Tâ ki Allah’ın izniyle ben size emredinceye kadar. ”

Saîd anlatmaya şöyle devam ediyor:

___ “ O anda Müslüman saflarından biri çıktı ve Ebû Ubeyde’ye şöyle dedi:

“Ben şu anda ölmeye karar verdim. Senin Rasûlüllah’a göndereceğin bir mesajın var mı?” Ebû Ubeyde şöyle dedi:

___ “Benden ve Müslümanlardan ona selam söyle ve ayrıca de ki: “Ya Rasûlallah! Biz Rabbimizin vaat ettiğini gerçek olarak gördük. ”

Onun bu sözünü işitip, Allah düşmanlarıyla karşılaşmak üzere kılıcımı sıyırır sıyırmaz kendimi şiddetle yere attım ve diz üstü çöküp mızrağımı ileri uzattım. Mızrağımı bize doğru gelen ilk süvariye dürttüm. Daha sonra Allah kalbimdeki bütün korkuyu çekip almış olarak düşmana atıldım. Diğerleri de Bizanslıların üzerine atıldı. Allah müminleri muzaffer kılıncaya kadar onlarla savaştık. ”[104]

Sonuç itibariyle Müslümanlar kendilerinden kat kat fazla olan düşmanlarını Yermûk’te de Allah’ın yenilgiye uğratmışlar ve İslâm nizamını yaymaya devam etmişlerdir. [105]

Saîd b. Zeyd’in katıldığı savaşları bu şekilde zikrettikten sonra onun sosyal ve siyasî hayatı hakkında bazı değerlendirmelerde bulunulacaktır.

Hz. Ömer’in Saîd’i Şûraya Dahil Etmemesi

Muğire b. Şu’be, kölesi olan Ebû Lü’lüe’nin kendisine günde iki dirhem gelir getirmesini emretmiş, sonra da Hz. Ömer’den onun vergisini artırmasını istemişti. Çünkü Ebû Lü’lüe demircilik ve marangozluk yapan aynı zaman da desen ve nakış işleyen bir kimseydi. Hz. Ömer onun vergisini aylık 100 dirheme çıkarmış ve ona şöyle demişti: “Duyduğuma göre sen çok iyi yel değirmeni yapıyormuşsun. ” Ebû Lü’lüe de: “Allah’a yemin ederim sana öyle bir değirmen yapacağım ki insanlar doğularda ve batılarda ondan söz edeceklerdir” diyerek onu tehdit etmişti. Hz. Ömer ile Ebü Lü’lüe arasında geçen bu konuşma Salı günü akşamı olmuştu. Ebü Lü’lüe de onu hicretin yirmi üçüncü senesinin Zilhicce ayının bitimine dört gün kala Çarşamba günü sabahı vurmuştu. [106]

Hz. Ömer, eğer Ebû Ubeyde hayatta olsaydı onu halîfe tayin edeceğini ama onun hayatta olmadığını; şayet Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim hayatta olsaydı onu seçeceğini ama onun da hayatta olmadığını söylemişti. Bir adam oğlu Abdullah’ı seçmesini tavsiye etmiş; fakat Hz. Ömer bunu kabul etmemişti. [107]

Hz. Ömer kendisinden sonra halîfe seçiminin meşveret usulüyle yapılmasını, halîfeyi altı kişinin kendi aralarında seçmelerini vasiyet etmişti. Bu altı kişi vefat ederken Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in kendilerinden razı olduğu Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas idi. Ayrıca Hz. Ömer şûra meclisi üyelerine: “Oğlum Abdullah aranıza katılsın, ama oy hakkı olmasın. Sadece tavsiyede bulunsun. Yönetim işini üstlenmesin. ” demişti.

Hz. Ömer Saîd b. Zeyd’in cennetle müjdelenen on kişiden biri olmasına rağmen bu altı kişi arasında yedinci kişi olarak bulunmasını istememişti. Çünkü Saîd, onun amcasının oğlu ve eniştesi idi. Amcası oğlu olması yüzünden onu halîfe tayin etmelerinden çekinmişti. Bu da Hz. Ömer’in ne kadar adaletli ve takvalı olduğunu göstermektedir. [108]

Saîd, ilk Müslümanlardan olması açısından Şûra heyetine giren kişilerin derecesine sahipti. Ancak amcasının oğlu olması ve eniştesi olması dolayısıyla hakkında bir şaibe ve tereddüde yol açmamak için Hz. Ömer onu bu heyetin dışında bırakmıştı. [109] Kaynaklarımızda Saîd’in Şûra heyetinin dışında bırakılma sebebi olarak belirttiğimiz bu iki sebebten başka bir sebeb zikredilmemiştir. Hz. Ömer kendi ailesinden birinin halife olmasını istememişti. Hatta daha önce de geçtiği gibi şûra meclisi üyelerine “Oğlum Abdullah aranıza katılsın, ama oy hakkı olmasın. Sadece tavsiyede bulunsun. Yönetim işini üstlenmesin. ” demişti. [110] Anlaşılan o ki, Hz. Ömer hilâfet görevinin ne kadar ağır olduğunu görmüştü ve bu görevin sorumluluğunun çok büyük olduğunu da biliyordu. Hz. Ömer, kendisi ile olan akrabalığı dolayısıyla hem bu yakınlığı söz konusu edilerek hilâfete geçirilmemesi, hem de insanların kalplerinde “Ömer kendi yakınlarını kayırıyor” gibi bir düşünce oluşmaması için Saîd b. Zeyd’i şûra heyetinin dışında bırakmıştır.

Saîd b. Zeyd, Hz Ömer’in veafatından sonra ağlamıştı. Kendisine: “ Ey Eba A’ver! Niçin ağlıyorsun?” denildiğinde o: “Ben İslâm için ağlıyorum. Muhakkak ki Ömer’in ölümü İslâm’da kıyamete kadar kapanmayacak bir delik açtı. ” demişti. [111]

Hz. Osman Zamanında Saîd b. Zeyd

Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer’in ölümünde ortaya çıkan hilâfet meselesinde Hz. Osman’ın adaylığını destekleyenler arasında idi. Hz. Osman halîfe olunca kendisine Kûfe’de bir arazi vermişti. Saîd de bir müddet orada kalmıştı. Daha sonra tekrar Medine’ye gelmiş ve burada vefat etmiştir. [112]

Mısırlı asiler Hz. Osman’ı kuşatmak için Zi Huşub’e[113] gediklerinde,[114] Hz. Osman, Hz. Ali’den gidip Mısırlılarla konuşmasını istemiş ve Hz. Ali’ye tâbi olacağını, onun söylediklerini kabul edeceğini bildirmişti. Hz. Ali de bunun üzerine Mucahirler ve Ensardan oluşan otuz kişilik[115] bir gurupla birlikte onlarla konuşmak için gitmişti. Hz. Ali ile beraber asilerle konuşmak için gidenler arasında Saîd b. Zeyd de bulunuyordu. Asilerin yanına varınca Hz. Ali ve Muhammed b. Mesleme onlarla konuşmuşlar, bunun üzerine asiler de geri dönmüşlerdi. [116]

İsyancıların memleketlerine geri dönmesinden sonra Hz. Ali, Hz. Osman’a gelip tavsiyede bulunmuş ve kendisinin yaptıklarından dolayı tevbe ettiğini halka bildirmesini; çünkü kendisine karşı şehirlerde komplolar hazırlandığını bildirmişti. Hz. Osman da bunun üzerine halka bir hutbe irat etmiş; Allah’a hamd ve senadan sonra hata ettiğini, yaptıklarından dolayı da Allah’a tevbe ettiğini bildirmiş, diğerlerinin de Allah’a tevbe etmesini istemişti. O, konuşmasında: “Allah’a yemin ederim ki ben, başkasının mülkiyeti altına girdiğinde sabreden, hürriyetine kavuştuğunda şükreden köle gibi olacağım. Allah’ın yolu neresiyse oraya gideceğim” demişti. İnsanlar onun bu konuşmasından dolayı ona karşı merhamete gelmişler, birçokları da ağlamışlardı. Saîd b. Zeyd de kalkıp şöyle demişti: “Ey Mü’minlerin emiri! Bu söylediklerini yapmadığın takdirde Allah’ın azabından kork ve söylediklerini yerine getir. ”[117]

Asiler, memleketlerine döndükten bir süre sonra tekrar geri gelmişlerdi. Onlar Hz. Osman’nın kölesini bir mektupla beraber yakaladıklarını, mektupta da kendilerini öldürmelerinin emredildiğinin yazılı olduğunu söyleyerek bu konuda Hz. Osman ile konuşmaları için Hz. Ali, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Saîd b. Zeyd’e başvurmuşlardı. Saîd b. Zeyd tıpkı Sa’d b. Ebi Vakkas gibi “Ben sizin bu işinize karışmam” diyerek onların bu isteklerini kabul etmemişti. [118] Neticede asiler uzun bir kuşatmanın ardından Hz. Osman’ı şehit etmişlerdi. Saîd b. Zeyd, Hz. Osman’ın öldürüldüğünü öğrenince; “Affan’ın oğlu Osman’a bu yaptıklarınız protesto edilmesi gereken gereken bir iştir. ” [119] diyerek bu olaydan ne kadar üzüntü duyduğunu göstermiş ve zalimlerin yüzlerine yaptıklarının zulüm olduğunu korkusuzca haykırmıştı.

Yine Saîd b. Zeyd Kûfe mescidinde: “Sizin Hz. Osman’a karşı bu hareketiniz yüzünden Uhud dağı yerinden oynasaydı, onun yerinden oynaması çok yerinde olurdu” diyerek zalimleri kınamıştı. [120]

Hz. Ali ve Hz. Muaviye Döneminde Saîd b. Zeyd

Saîd b. Zeyd Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Medine halkıyla birlikte Hz. Ali’ye biat etmişti. [121] O, Hz. Ali hakkında şöyle der: “Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ashabını hayırlı bir amele davet ettiğinde onun etrafına toplanan ilk dört kişiden biri mutlaka Ali olurdu. ”[122] Şöyle bir olay anlatılır: Bir gün Muaviye’nin Kûfe valisi olan Muğîre b. Şu’be, Kûfe’nin büyük camiinde idi. Kûfe halkından birçok kimseler de sağında ve solunda oturuyorlardı. Derken Saîd b. Zeyd gelip selam vermiş Muğîre de “ hoş geldin” diyerek Saîd’i yanına oturtmuştu. Biraz sonra Kûfe halkından birisi gelip Muğîre’nin karşısına dikilmiş ve Hz. Ali’ye sövmeye başlamıştı. Saîd b. Zeyd, Muğîre’ye: “Bu adam kime sövüyor?” diye sormuş, Muğîre de: “Ebû Talip oğlu Ali’ye sövüyor” cevabını vermişti. Bunun üzerine Saîd: “Ey Muğîre b. Şu’be! Senin yanında Rasûlüllah’ın ashabına sövüyorlar da sen ses çıkarmıyor ve mani olmuyorsun! Hâlbuki ben Rasûlüllah’tan: “Ebu Bekir cennettetir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d b. Malik cennettedir ve müminlerin dokuzuncusu cennettedir” diye buyurduğunu kulağımla işittim ve biliyorsun ki, Rasûlüllah’tan kulağımla işitmediğim bir sözü rivayet etmek vebali altına girmem. Hatta eğer istersem, o dokuncu adamın adını da açıklayabilirim” demişti. Bunun üzerine câmideki halk merakla Said’e:

__ “Ey Rasûlüllah’ın sahabîsi! Allah’ı seviyorsan o dokuzuncu adamın adını da bize söyle” diye rica etmişlerdi. O da:

__ “Madem ki siz bana yemin verdiniz. Yüce Allah’a yemin ederim ki, o dokuzuncu kişi benim. Onuncusu da Rasûlüllah’tır. Yine yüce Allah’a yemin ederim ki Rasûlüllah ile beraber bulunan bir kimsenin onunla beraber savaşta bulunup yüzünün tozlandığı bir saatlik ömrü her birinizin -o biriniz Nuh aleyhisselam kadar bile ömür sürse- bütün ömrü boyunca yaptığı amellerden daha üstündür” demişti. [123]

Abdullah b. Zalim ise bu olayı şu şekilde anlatır: Muğîre b. Şu’be’nin kendisi [124] veya Muğîre’nin hatibi [125] Hz. Ali’ye dil uzattı. O sırada Saîd b. Zeyd’in yanında oturuyordum. Saîd bu manzarayı görünce kızarak kalktı ve elimden tuttu. Beraberce camiden çıktık. Bana:

“Kendine yazık eden şu adamı görüyor musun? Cennetlik adamlardan birine lanet okumayı emrediyor. Ali’ye sövmek ne kadar da şaşılacak bir şey! Ben Rasûlüllah üzerine şehadet ederim ki, muhakkak ki biz Hira veya Uhud’un üzerindeydik. Bu sırada dağ sallandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Sabit ol ey Hira ya da Uhud! Muhakkak ki senin üzerinde bir nebi, sıddîk ve şehit vardır” dedi ve on kişinin ismini saydı. Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Abdurrahman b. Avf’tır. Saîd onuncu kişi olarak da kendisini söyledi. [126]

Hz. Muaviye dönemine bakacak olursak, Muaviye Medine valisi Mervan b. Hakem’e bir mektup yazarak Yezid için Medinelilerden biat almasını emretmişti. Bunun üzerine Şam’lı biri Saîd b. Zeyd biat edinceye kadar biat etmeyeceğini söylemişti. Çünkü o Şam halkının ileri gelenlerindendi. Saîd, Yezid’e biat edince onlar da biat etmişlerdi. [127] [128] Saîd, Ali-Muaviye mücadelesinde herhangi bir tarafı tutmamış, bu mücadelelere karışmamış ve Kûfe’den 128 döndükten sonra Medine yakınında bulunan Akîk mevkisindeki çiftliğine çekilmişti.

BÖLÜM:
VEFATI VE KİŞİLİĞİ

Vefatı

Kaynaklarımıza göre Saîd b. Zeyd ishalden ölmüş[129] ve bu yüzden de şehitlerden olmuştur. [130] Kaynaklarımızda Saîd b. Zeyd’in hangi tarihte ve nerede öldüğü hususu farklılık arzetmektedir. Bazı kaynaklarımıza göre Saîd b. Zeyd 50/670 yılında Medine’nin Akîk mevkiinde vefat etmiştir. [131] Diğer bazı kaynaklarımıza göre ise o, 51/671 yılında ve yetmiş küsûr yaşlarında olduğu halde Medine’nin Akîk mevkiinde vefat etmiştir[132] Kaynaklarımızda Said’in 58/678 yılında vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. [133] Kaynaklarımızda Saîd’in öldüğü zamanda kaç yaşında olduğu hususu açık değildir. Genellikle onun öldüğü zaman yetmiş küsûr yaşında olduğu belirtilir. Sadece bir kaynakta onun öldüğü zaman 73 yaşında olduğu zikredilir. [134]

Saîd b. Zeyd’in vefat ettiği yer olarak genelde Medine’nin Akîk mevkii zikredilmektedir. [135] Ancak onun Hz. Osman’ın Kûfe’de kendisine verdiği verdiği araziye yerleştiği ve ölünceye kadar da orada kaldığı şeklinde de rivayetlere rastlamaktayız. [136]

Saîd vefat edince cenazesi insanların omuzlarında Medine’ ye taşınmış, [137] cenazesini Sa’d b. Ebî Vakkas yıkamış ve kefenlenmiş, kabrine yine Sa’d ile İbn Ömer indirmişler, cenaze namazını da İbn Ömer kaldırmıştır. [138] Bazı kaynaklarımız onun Kûfe’de öldüğü ve cenaze namazının da Kûfe valisi bulunan Muğîre b. Şu’be tarafından kaldırıldığı şeklinde de rivayetlerin bulunduğu belirtirler. [139] Ancak rivayetlerde geçen “cenazesi insanların omuzlarında Medine’ye taşınmış” ibaresi bize Saîd b. Zeyd’in vefat ettiği yerin Kûfe değil Medine’nin Akîk mevkisi olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde cenazesinin Kûfe’den Medine’ye omuzlarda taşınması mümkün gözükmemektedir.

Saîd b. Zeyd birçok evlilik yapmıştı. Onun hanımlarının isimleri şu şekildedir: Fâtıma bint Hattab (Ümmü’l-Cemil), Celise bint Süveyd, İmame bint Ed Üceyc, Huzme bint Kays, Ümmü’l-Esved, Dumuh bint Esbağ, Ümmü Hâlid ve Beşir bint Ebî Mes’ud el-Ensarî. [140]

Saîd b. Zeyd’in Kûfe’de soyu çoktur. Onun otuz bir tane çocuğu olduğundan bahsedilmektedir. Bunların on üç tanesi erkek, on sekiz tanesi de kızdır. Erkek çocuklarının isimleri şu şekildedir: Abdullah el- Ekber, Abdullah el-Asğar, Abdurrahman el- Ekber, Abdurrahman el- Asğar, İbrahim el- Ekber, İbrahim el- Asğar, Ömer el- Ekber, Ömer el- Asğar, Esved, Talha, Muhammed, Hâlid ve Zeyd. Kız çocuklarının isimleri ise şu şekildedir: Ümmü’l-Hasen el-Kübra, Ümmü’l-Hasen es-Suğra, Ümmü Habîb el-Kübra, Ümmü Habîb es- Suğra, Ümmü Zeyd el-Kübra, Ümmü Zeyd es-Suğra, Âişe, Âtike, Hafsa, Zeyneb, Ümmü Seleme, Ümmü Musa, Ümmü Saîd, Ümmü Nu’man, Ümmü Halid, Ümmü Salih, Ümmü Abdü’l-Havle ve Recle. [141]

Kişiliği

Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) katında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, Sa’d b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Abdurrahman b. Avf’ın yeri bir idi. Bunlar savaşta Rasûlüllah’ın önünde, namazda da hemen arkasında bulunurlardı. [142] Yani bu kişiler daima Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yanında bulunmaya özen göstermişler, gerek savaş zamanlarında gerekse diğer zamanlarda Rasûlüllah’ın yanında bulunmuşlardı. Böylece hem onu korumuşlar hem de ondan azâmi derecede istifade etmeye gayret sarfetmişlerdi.

Saîd b. Zeyd buğday renkli,[143] zayıf,[144] uzun boylu ve saçları çok olan biri idi. [145] Saîd b. Zeyd, görüşüne başvurulan ve aynı zamanda kahraman, cesur birisidir. [146] Nitekim daha önce de belirttiğimiz gibi Rasûlüllah tarafından görevlendirildiğinden dolayı katılamadığı Bedir savaşı dışındaki diğer tüm savaşlara katılmış, Ecnâdeyn muharebesinde süvari kuvvetlerine, Fihl muharebesinde de piyade birliklerine kumanda etmiştir.

Saîd’in görüşüne başvurulan biri olduğunu söylemiştik. Nitekim Hz. Ebû Bekir hastalığı ağırlaştğı zaman Abdurrahman b. Avf , Hz. Osman, Üseyd b. Hudayr ve Saîd b. Zeyd’i çağırarak onların Hz. Ömer hakkındaki görüşlerini almıştı. [147] Hz. Ömer de herhangi bir meselede ona danışırdı. Rivayete göre Hz. Ömer (r. a) uzun zaman Beytü’l-Mâl’den birşey yememişti. Nihayet takatten düşerek kendisinde yemeye karşı büyük bir ihtiyaç olduğunda Ashab-ı Kiram’a haber salarak: “Biliyorsunuz ki ben vazifeyle meşgul olduğum için başka bir iş yapamam. Bunun için Beytü’l-Mâl’den ne kadar yemem caizdir?” diye danışmıştı. Hz. Osman: “İstediğin kadar yer ve yedirirsin” demişti. Saîd b. Zeyd de aynı cevabı vermişti. Hz. Ali ise: “Öğle ve akşam yemeklerini yiyebilirsin” demiş, Hz. Ömer de Hz. Ali’nin dediği gibi yapmıştı. [148]

Saîd, aynı zamanda duası kabul olanlardandı. Ümeyye oğulları zamanında Saîd b. Zeyd’in başından uzun zaman Medine halkının konuştuğu bir olay geçmişti. Bu olay kısaca şu şekildedir: Erva bint Üveys, arazisinin bir kısmını Saîd b. Zeyd’in gasbedip kendi arazisine kattığını iddia etmiş, bunu Müslümanlar arasında yaymaya ve anlatmaya başlamıştı. Daha sonra da Saîd’i Medine valisi Mervan b. Hakem’e şikâyet etmişti. . Mervan da Saîd ile konuşmaları için bazılarını ona göndermişti. Böyle bir şey Rasûlüllah’ın sahabîsinin ağrına gitmiş ve şöyle demişti:

“Benim ona haksızlık yaptığımı mı zannediyorlar? Ben ona nasıl haksızlık ederim? Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu duymuştum: “ Her kim başkasına ait araziden haksız olarak bir karış yer alırsa kıyamet gününde yedi kat yere kadar o arazi, o kimsenin boynuna halka yapılır. ” Ya Rabbi! O kadın benim kendisine zulmettiğimi iddia etti. Eğer bu kadın yalan söylüyorsa onun gözünü kör et. Onu benimle kavgasını yaptığı yerdeki kuyusuna at ve orada onu öldür. Benim de ona zulmetmediğimi Müslümanlara açıklayan bir ışığı benim hakkım olarak ortaya çıkar. ” Bu olayın üzerinden çok geçmeden Medine’deki Akîk deresinden benzeri görülmemiş bir sel akmıştı. Sonuçta anlaşmazlığa düştükleri sınır ortaya çıkmış, Müslümanlar tarafından Said’in haklı olduğu görülmüştü. Bundan bir ay sonra da kadın kör olmuş ve aynı arazi de dolaşırken bir kuyuya düşüp ölmüştü. Bunun şaşılacak bir yanı yoktur. Çünkü Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Mazlumun duasından sakının. Çünkü o dua ile Allah arasında hiçbir engel yoktur. ” Hele o mazlum, Saîd b. Zeyd gibi cennetle müjdelenen on kişiden biri olursa. [149]

Saîd b. Zeyd, haksızlığın ve sahabeye yapılan eziyetin karşısında yer almış ve bu haksızlığı yapanlara karşı sözlerini esirgememiştir. Nitekim, Mısırlı asilerin Hz. Osman’ı şehit ettiklerini haber alınca “Affan’ın oğlu Osman’a bu yaptıklarınız protesto edilmesi gereken bir iştir. “[150] diyerek onların zalimliklerini yüzlerine vurmuştu.

Saîd b. Zeyd, sahabenin diğer insanlara çok üstün olduğunu söylerdi. O, bu konuda şöyle diyordu: “Allah’a yemin olsun ki Rasûlüllah (a. s. ) ile bir kerecik bulunmuş, onunla bir defalığına bir arada olmuş kimsenin ameli; Nuh (a. s. ) kadar ömür sürmüş olsa bile sizden herhangi birinizin amelinden daha üstündür. ”[151]

Saîd b. Zeyd’in bir diğer özelliği de verilen sözlere sadık kalınması hususunda gösterdiği yaklaşımdır. O, bir kimsenin verdiği sözü tutması gerektiğine inanır, tutmadığı takdirde bu kimseyi Allah’ın azabıyla korkuturdu. Nitekim Hz. Osman, asiler ülkelerine dönünce minbere çıkıp bir hutbe irad etmiş ve hutbesinde hatalarından dolayı Allah’a tevbe ettiğini ve bundan böyle hakikate uyacağını ifade etmişti. Bunun üzerine Saîd b. Zeyd kalkarak: “ Ey Mü’minlerin Emiri! Bu söylediklerini yapmadığın takdirde Allah’ın azabından kork ve söylediklerini yerine getir. ” diyerek Hz. Osman’ın verdiği sözde durmasını istemişti. [152] [153]

Saîd b. Zeyd yolculukta namazları cem ederek kılardı. Ebû Osman şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Saîd b. Zeyd ve Üsâme b. Zeyd ile yolculuk yaptım. O ikisi öğle ile ikindiyi, akşam ile de yatsı namazlarını sonunda cem ederek kılıyorlardı.

Rivayet Ettiği Hadîs-i Şerifler

Saîd b. Zeyd’in önemli bir özelliği de onun ilmi yönüdür. Saîd b. Zeyd Hz. Peygamber’den 48 Hadîs-i Şerif rivayet etmiştir. [154] İmam Takıyyüddin 48 hadîsten ancak ikisinde Buhari ile Müslim’in ittifak ettiğini belirtir; ancak bu hadîslerin hangileri olduğunu zikretmez. [155]

Kütüb-i Sitte başta olmak üzere diğer bazı hadîs kaynakları ve İslâm Tarihi kaynaklarında yapılan incelemede Saîd b. Zeyd’den rivayet edildiği belirtilen 48 hadîsin çoğuna ulaşabilmiş değil. Aşağıda bu kaynaklarda bulabildiğimiz hadîsleri numara vererek zikredeceğiz. Çoğu hadîsler farklı kaynaklarda küçük farklılıklarla verildiğinden biz bunları tekrar etmek yerine dipnotta aynı hadîsin geçtiği kaynağı vermekle yetineceğiz.

Said b. Zeyd’in rivayet ettiği Hadis-i Şerif’ler:

Abdullah b. Zalim el-Müzeni, Saîd b. Zeyd’den şöyle rivayetler etmiştir: “Saîd b. Zeyd “Dokuz kişinin cennetlik olduğuna şehadet ederim. Eğer onuncu kişi için de şahadette bulunsam hata etmiş olmam” dedi. Bunun üzerine kendisine “ Bu nasıldır?” dediler. Saîd b.

Zeyd şöyle devam etti: “Biz Rasûlüllah ile birlikte Hira dağının üzerindeydik. Hira sallandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “ Sakin ol Ey Hira! Mukakkak ki senin üzerinde nebi, sıddık ve şehidden başkası yoktur. ” buyurdular. Saîd b. Zeyd’e: “Bunlar kimlerdir?” diye sordular. Saîd b. Zeyd şöyle dedi: “ Allah’ın Rasûlü, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Abdurrahman b. Avf’tır. ” Saîd b. Zeyd’e “Onuncu kimdir?” denildi. O da: “ Benim” diye cevap verdi. [156]

Saîd b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Rasûlüllah’ı şöyle derken işittim: “Peygamber cennettedir. Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d cennettedir. ” Saîd b. Zeyd “Şayet isteseydim onuncunun ismini de söylerdim” dedi ve onuncu kişi olarak kendisini zikretti. [157]

Saîd b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Hz. Peygamber’i şöyle buyururken işittim: “ Kim yeryüzünden bir parça yeri haksız bir şekilde gasbederse kıyamet gününde yerin yedi katı halka gibi o kişinin boynuna geçirilir. [158]

Saîd b. Zeyd Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu haber verdi: “Kırmızımtrak beyaz mantar, Allah’ın İsrâîloğulları üzerine indirdiği kudret helvası nev’inden bir rızıktır. Suyu da göze şifadır. ”[159]

Saîd b. Zeyd şöyle rivayet etti: “Hz. Peygamber kapkaranlık geceler gibi bir takım fitnelerden bahsetti. O, şöyle dedi: “İnsanlar bu fitnelere süratle düşecekler. ” Hz. Peygamber’e: “İnsanların hepsi mi yoksa bazıları mı helak olacaklar?” diye soruldu. Hz. Peygamber de: “Onlara öldürülme yeter” buyurdular. [160]

Saîd b. Zeyd şöyle dedi: “Biz Hz. Peygamber’in yanındaydık. Bize büyük bir fitneden söz etti. Bunun üzerine biz: “Ey Allah’ın Rasûlü! Şayet ona ulaşırsak bizim için bir tehlike var mı?” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Asla! Size öldürülmeniz yeter” buyurdular. Saîd b. Zeyd “Ben kardeşlerimin öldürüldüğünü gördüm” dedi. [161]

Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “En büyük haksızlık haksız yere Müslüman’ın namusuna dil uzatmaktır. Ayrıca şu rahim (sıla-i rahim) de, Rahman’dan (Rahman isminden) türemiştir. Dolayısıyla kim yakınlarıyla ilişkisini keserse yüce Allah onlara cenneti haram kılar. ” [162]

Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “ Kim ölü bir toprağı diriltirse orası onundur. Zalim bir neslin hakkı değildir. ” [163]

Saîd b. Zeyd şöyle rivayet etti: Allah Rasûlü şöyle dedi: “Abdesti olmayanın namazı yoktur. Allah’ın ismini zikretmeden abdest alanın da abdesti yoktur. ” [164]

Saîd b. Zeyd şöyle dedi: “Hz. Peygamber, Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin’i kucaklamış olarak dışarı çıktı ve “Allah’ım! Ben onu seviyorum sen de sev” buyurdular. [165]

Saîd b. Zeyd Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim malı uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. ” [166]

Saîd b. Zeyd Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “ Malı uğrunda öldürülen şehittir. Ailesi (namusu) uğrunda öldürülen şehittir. Dini uğrunda öldürülen şehittir. Canı uğrunda öldürülen şehittir. ” [167]

Saîd b. Zeyd şöyle rivayet etti: “Allah Rasûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nü şöyle derken işittim: “Ey Arap Topluluğu! Üzerinizden öşürü kaldıran Allah’a şükredin. ” [168] Buradaki “öşür” den maksat boyun (kelle) vergisidir. Hristiyanlar Müslüman oldukları zaman onlardan kelle vergisi kaldırılmıştır. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in “Müslümanlar üzerine öşür yoktur” sözü boyun vergisi anlamına gelir. Bu Hadîsin tefsirinde Hz. Peygamber Şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki öşür Yahudi ve Hristiyanlar üzerinedir. Müslümanlar için öşür yoktur. ” [169] [170] Yine Hz. Peygamber Müslümanlardan öşür toplayanın cennete giremeyeceğini belirtir.

Saîd b. Zeyd Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti: “ Kendimden sonra insanlar içerisinde erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım. ”[171]

Saîd b. Zeyd şöyle dedi: “ Rasûlüllah kunutta bulunarak şöyle dedi: “Allah’ım! Ri’l, Zekvan ve Usayye kabilelerine lanet et. Onlar Allah ve Rasûlüne asi olmuşlardır. ”

Bu üç kabileye Rasûlüllah lanet okumuştur. Çünkü onlar Maûne kuyusunda Rasûlüllah’ın seçkin sahabilerinden yetmiş tanesini öldürmüşlerdir. [172]

Saîd b. Zeyd’in rivayet ettiği hadîsleri bu şekilde zikrettikten sonra Saîd b. Zeyd’den rivayette bulunanları zikrederek çalışmamıza nokta koymak istiyorum. Saîd b. Zeyd’den rivayette bulunanlar şunlardır:

Saîd b. Zeyd’in oğlu Hişam b. Saîd

İbn Ömer

Amr b. Hâris

Kays b. Hâzim

Ebû Osman el-Hindî

Humeyd b. Abdurrahman b. Avf

Abdurrahman b. Amr b. Sehl

Urve b. Zübeyr

Abdurrahman b. el-Ahnes

Abbas b. Sehl b. Sa’d

Abdullah b. Zalim

Talha b. Abdullah b. Avf

Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer

Muhammed b. Sîrin [173]

Saîd b. Zeyd de diğer sahabiler gibi İslâm’ın yücelmesi için canla başla çalışmış, türlü hadiselerle karşılaşmış, fakat hiçbir vakit zühd ve takvadan ayrılmamış; daima istikamet dairesinde hayatını idame ettirmiştir.

SONUÇ

Tevhid akidesini temel gaye edinen İslâm dininin saadet asrındaki mensupları tevhid ilkesini dünyaya yaymak uğruna can feda edercesine gayret sarf etmişler, bunu bir hayat memat meselesi kabul etmişler ve bu yola baş koymuşlardır.

Saîd b. Zeyd, İslâm’a girenlerin öncülerinden olmuş ve hayatını İslâm’a adamıştır. Görevi nedeniyle katılamadığı Bedir savaşı dışındaki bütün savaşlara katılmış, Şam’ın fethi, Ecnadeyn, Fihl ve Yermûk muharebelerinde büyük yararlılıklar göstermiştir.

Saîd, hem ilk Müslümanlardan olması hasebiyle hem de üstün özelliklere sahip olması açısından Şura heyetine giren kişilerin derecesine sahipti. Ancak amcasının oğlu ve eniştesi olması dolayısıyla, hakkında bir şaibe ve tereddüde yol açmamak için Hz. Ömer onu bu heyetin dışında bırakmıştır.

Saîd, Hz. Ömer’in vefatından sonra ortaya çıkan hilâfet meselesinde Hz. Osman’ın adaylığını destekleyenler arasında idi. Hz. Osman halîfe olunca Saîd’e Kûfe’de bir yer ikta etmiş ve Saîd bir süre orada kalmıştır.

Hz. Osman’dan sonra halîfe olan Hz. Ali’ye Medine halkı ile biat etmiştir. O, Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan uzak durmuş, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki mücadelede herhangi bir tarafı tutmayarak Akîk’teki çiftliğine çekilmiştir.

Saîd b. Zeyd, Allah katında duası kabul olunan, kavmi arasında şerefli bir yere sahip olan, görüşüne başvurulan, aynı zamanda kahraman ve cesur birisidir. Saîd b. Zeyd, gerek yaşantısıyla gerekse üstün ahlakıyla biz Müslümanlar için örnek bir şahsiyettir.

BİBLİYOGRAFYA

Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Çev: Taceddin Uzun, C. I-III, y. y. Trs.

Ahmed İbn Hanbel (241/855), el-Müsned, C. I-VI , İstanbul, 1402/1982

Ahmet Cevdet Paşa (1895), Kısas-ı Enbiya veTevarih-i Hulefa, C. I-II İstanbul, 1981

Ali el- Muttakî b. Husâmeddin el- Hindî el- Bürhân Fevrî (975/1567), Kenzü’l-Ummal fî Süneni’l-Akvâl ve’l-Ef’âl, C. I-XVIII, Beyrut 1399/1979

İbn Kani’, el-Bağdadi,Ebi’l-Huseyn Abdülbaki (351/961), Mu’cemu’s- Sahabe, Thk: Halil İbrahim Kutluay, C. I-XIV, 1. Baskı, Baskı yeri yok. 1418/1998

el- Belâzürî, Amed b. Yahya b. Câbir, (284/897), Ensâbü’l-Eşraf, C. I/XIII , 1. Baskı, Beyrut 1996

. . . . Futûhu’l-Buldân, Çev:Mustafa Fayda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, Trs.

Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin b. Ali (458/1065), Delâilü’n-Nübüvve, C. I-X , 1. Baskı, Beyrut 1985

el-Buhârî, Muhammed b. İsmail (256/869), Sahihu’l-Buhari, C. I/VIII ,Çağrı yayınları, İstanbul, Trs.

. . Târîhu’l-Kebîr, Thk, Muhammed Abdulmuid Han, C. I-XII, Beyrut, 1407/1987

Cevâd Ali, el-Mufassal fî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, 2. Baskı, Baskı yeri yok 1413/1993

Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİFY,3. Baskı, 1971

ed- Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman (255/868), Sünen, İstanbul,1401/1981

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör, H. Dursun Yıldız, C. I-XIV, İstanbul, 1986

Ebû Davud, Süleyman b. El-Eş’as es-Sicistanî, (275/888) es-Sünen, C. I-V, İstanbul, 1401/1981

Ebû Nuaym,el-Isbahânî, Ahmed b. Abdullah (430/1038),Hılyetü’l Evliya ve Tabakâtü’l- Asfiya, C: I-X, 2. Baskı, Beyrut 1387/1967

Ebû Ubeyd, Abdullah b. Abdülaziz el-Bekrî (487/1094), Mu’cemu Me’sta’cem Min Esmâi Bilâdi ve’l-Mevâdı’, Thk, Mustafa es-Sekka, C. I-IV , 3. Baskı, Beyrut 1403/1983

Günaltay, Şemseddin, İslamlar Öncesi Araplar ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara 1997

___Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev: M. Said Mutlu, C. I-II, 3. Baskı, y. y. 1972

___Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C. I-IV, 7. Baskı, y. y. 1964

Hitti, Philip K. , Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev: Salih Tuğ, C. I-IV, İstanbul 1980

el-Isfahânî, Ebu’l-Ferec(356/967) el-Eğani, C. I-XXV, 1. Baskı, Beyrut 1407/1987

İbn Abdi Rabbih, Ahmed b. Muhammed el- Endelüsi, (327/939) el-Ikdü’l-Ferîd, C: I-VIII 3. Baskı, Beyrut, 1407/1987

İbn Abdilber, Yusuf b. Abdullah el- Kurtubî (463/1070), el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, C. I- IV, Kahire, Trs

İbn Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali b. El-Hasen b. Hibetullah ed- Dımeşkî (571/1176), Tehzîbü Târihi Dımeşk el-Kübra, C. I-VII, 3. Baskı, Beyrut 1407/1987

İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), el- Muntazam fî Tarihi’l-Mülûk ve’l-Ümem, C: I-XVII , 1. Baskı, Beyrut 14137/1993

İbn Ebî Şeybe, Ebi Bekir Abdillah b. Muhammed (235/849), el-Kitabü’l-Musannef fî Ehadisi ve’l-Âsâr, C: I-VII, 1. Baskı, Beyrut 1409/1989

İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232) el-Kâmil fi’t-Tarih,C. I- XIII , Beyrut 1965

. . . . el-Lübâb fî Tehzibi’l Ensâb, C. I-III , Beyrut 1980

. . . . Üsdü’l-Ğâbe fî Marifeti’s-Sahabe, Thk, M. İbrahim el-Benna v. d . C: I-VII, Kahire 1970

İbn Hacer, el- Askalâni, Şihabüddin Ahmed b. Ali(852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahabe, C. I-IV, 1. Baskı, Beyrut, 1328

. . . . Tehzîbü’t- Tehzîb, C. I-XII , 1. Baskı, Beyrut 1968

İbn Haldun, Ebû Zeyd Abdurrahman İbn Haldun (808/1406) Tarihu İbn Haldun,C. I-VII, Beyrut 1391/1971

İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd (456/1064), Cemheratü Ensâbi’l-Arab, Beyrut 1418/1998

İbn Hibban, Ebû Hatim b. Hibban b. Ahmed et-Temimi el-Büstî (354/965) ,es- Sîretü’n- Nebeviyye ve Ahbârü’l- Hulefa, 1. Baskı, Beyrut 1987

İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, Thk, Mustafa es- Sekkâ, C. I-II 2. Baskı, 1375/1955

İbn İshak, Muhammed b. İshak (151/768) Sîretü İbn İshak (Kitab el-Mübtedei ve’l- Meb’asi ve’l-Meğâzî) Thk, Muhammed Hamidullah, Konya 1401/1981

İbn Kayyim,el-Cevziyye,Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b. Bekir (751/1350), Zadu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbad, Çev:Şükrü Özen v. d. C. I/VI, İstanbul,1989

İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, C. I-XIV, 1. Baskı, Beyrut 1966

İbn Kuteybe, Ebû Muhammed b. Müslim (276/889) el-Maarif, 2. Baskı, Beyrut 1390/1970

İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (275/888) es-Sünen, C. I-II, İstanbul 1401/1981

İbn Sa’d, Muhammed (230/844) et- Tabakâtü’l-Kübra, C. I-IX. y. y. Trs.

İbn Seyyidinnas, Ebu’l-Feth Muhammed b. Muhammed (724/1334) Uyûnu’l-Eser fî Funûnu’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer,C. I-II , Beyrut Trs.

___Kandehlevi, M. Yusuf, Hayatü’s-Sahabe, C. I-IV, Şam 1969

Kastalani (923/1517) İlahi Rahmet Hz. Muhammed (Mevâhibü Ledüniyye), C. I-II, İstanbul 1984

___Kehhale, Ömer Rıza, Mu’cemu Kabaili’l-Arab, C. I-V, 5. Baskı, Beyrut 1405/1985

___Köksal, M. Asım, İslâm Tarihi, C. I-XI, İstanbul 1981,

___Kuran-ı Kerim ve Meâli, DİB Yayını. 2. Baskı, Ankara 2005

el-Mes’ûdi, Ali b. Hüseyin b. Ali (346/956), Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Thk, Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, C. I-IV, Beyrut 1408/1988

Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, Çev: Osman Zeki Mollamehmedoğlu, C. I-V, İstanbul,1975

Muhib et-Taberî (694/1304), er-Riyâdu’n-Nadıra fî Menâkıbi’l-Aşera,C. I-IV, Beyrut, Trs.

Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. El-Haccac el- Kuşeyri, (261/874) Sahihu Müslim, C. I- III, İstanbul 1401/1981

en-Nedvi, Ebu’l-Hasen, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Çev: Osman Keskioğlu, İstanbul 1981

en-Nesâi, Ahmed b. Şuayb b. Ali (303/915) es-Sünen, C. I-VIII, İstanbul 1401/1981

Saîd Havva, el-Esas fi’s-Sünne (Sîretü’n-Nebi) Çev: Abdurrahman Ali Ural v. d. C. I-X, 1. Baskı, y. y. 1989

es-Sem’anî,Abdulkerim b. Muhammed b. Mansur (562/1166) el-Ensâb, C. I-V, 1. Baskı, Beyrut 1408/1988

___Seyyid Süleyman Nedvî, Büyük İslâm Tarihi Asr-ı Saadet, Haz: Eşref Edip, C. I-IV, İstanbul 1383/1963

___Sırma, İhsan Süreyya, İslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed, İstanbul,1990

Şemseddin Sami, Kamusu’l-A’lam, C. I-VI , İstanbul 1413/1993

et-Taberî,Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/922), Tarihu’t-Taberi (Tarihu’l-Ümem ve’l- Mülük) Thk, Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, C. I-XI, 2. Baskı, Mısır 1970

et-Taberânî,Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr,C. I-XXV, 2. Baskı, y. y. Trs.

et-Tahavî,Ebî Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. Seleme b. Abdülmelik b. Seleme el- Ezdî el- Hacerî (321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk, Muhammed Zehra el-Buhârî, C. I-IV, 2. Baskı, 1407/1987

Takıyyüddin, Muhammed b. Ahmed el-Haseni el-Fasıl el-Mekki, el- Ikdü’s Semîn fî Târîhi’l-Beledi’l-Emîn, C. I-VIII, 2. Baskı, Beyrut 1406/1986

et-Tirmizî,Muhammed b. İsa (279/892) es-Sünen, C. I-V, İstanbul 1401/1981

el-Vâkidî, Muhammed b. Ömer (207/822) Kitâbu’l-Meğâzî, Thk, Marsden Jones,C. I-III, 3. Baskı, Beyrut 1404/1984

Wensinck,A. J. “Saîd b. Zeyd” İA, C. I-? ,1966

Yakut b. Abdillah, el-Hamevi er-Rûmî el-Bağdâdî, Mu’cemü’l-Büldân, C. I-V, Beyrut,1406/1986

ez-Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374) Düvelü’l-İslâm, Beyrut 1405/1985

. . . . Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, C. I-XXV, 3. Baskı, Beyrut 1405/1985

. . . . Târîhu’l- İslâm, Thk Ömer Abdüsselam Tedmuri, C. I-XXXXXII, 3. Baskı, Beyrut 1994

ez- Ziriklî, Hayreddin (1975), el-A’lâm, C. I-VIII , 8. Baskı, Beyrut 1989

 



[1] İbn İshak, Muhammed b. İshak (151/768), Sîretü İbn İshak (Kitab el- Mübtede-i ve’l-Mebasi ve’l-Meğâzi), Thk, Muhammed Hamidullah, s.124, Konya, 1401/1981; İbn Sa’d, Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübra, VIII/267, y.y. Trs; İbn Abdilber, Yusuf b. Abdullah el-Kurtubî (463/1070), el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Thk: Ali Muhammed el- Becâvi ,II/615, Kahire, Trs; Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Tarihu’l-İslâm, Thk, Ömer Abdisselam Tedmûri, IV/222, Beyrut,1994

[2] Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Çev:Taceddin Uzun, I/185, y.y. Trs.

[3] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed b. Müslim (276/889), el-Maarif, s.108, Beyrut. 1390/1970; İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, III/489, Beyrut, 1965; İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII/55, Beyrut, 1966; Zehebî, Düvelü’l-İslâm, s.32, Beyrut, 1405/1985; et- Taberâni, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Thk. Hamdi Abdülmecid es-Selefi, I/149, y.y. Trs

[4] Kehhale, Ömer Rıza, Mu’cemu Kabaili’l-Arab, II/766, Beyrut, 1405/1985

[5] Sem’ânî, Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur (562/1166), el- Ensâb, IV/168, Beyrut, 1408/1988

[6] Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l- İslâm, I/207—208; y.y. 1964

[7] İbnü’l-Esîr, el- Lübâb fî Tehzibi’l-Ensâb, II/328-329, Beyrut, 1980

[8] İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es- Sîretü’n-Nebeviyye, Thk: Mustafa es- Sekka, I/253, y.y. 1375/1955

[9] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13

[10] İbn Abdilber,a.g.e. II/614-615

[11] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe, Thk: Muhammed İbrahim el- Benna v.d. II/387, Kahire,1970

[12] Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nübelâ, I/124, Beyrut, 1405/1985

[13]  Bkz: İbn Kuteybe, a.g.e. s. 107-108; et-Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Hacer, el-Askalânî, Şihabüddin Ahmed b. Ali (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34, Beyrut,1968; Takıyyüddin, Muhammed b. Ahmed el-Haseni el-Fasıl el- Mekkî , el-Ikdü’s- Semin fî Tarihi’l-Beledi’l-Emîn, IV/459, Beyrut, 1406/1986; İbn Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali b. El-Hasan b. Hibetullah ed-Dımeşkî, Tehzîbü Tarihi Dımeşk el-Kübra, VI/129, Beyrut,1407/1987; Saîd Havva, el- Esas fi’s-Sünne(Sîretü’n Nebi), Çev: Adurrahim Ali Ural v.d. V/614, y.y. 1989; ez-Zirikli, Hayreddin (1975), el- A’lâm, III/94, Beyrut, 1989

[14]  el-Vâkîdî, Muhammed b. Ömer (207/822), Kitâbü’l-Meğâzî, Thk: Marsden Jones, III/118, Beyrut, 1404/1984; İbn Hişam, a.g.e, I/253; İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; el-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl (256/869),et-Tarihu’l-Kebîr, Thk: Muhammed Abdülmuid Han, III/452; İbn Adilber, a.g.e. II/614-615; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe, II/387; Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; et-Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34; Takıyyüddin, a.g.e. IV/559-560; İbn Asakir, a.g.e. VI/129; Saîd Havva, a.g.e. V/614; Hayreddin Zirikli, a.g.e., III/94

[15] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe, II/387

[16] Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 162, AÜFY,1971

[17]  Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nübelâ,I/127; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör: Hakkı Dursun Yıldız , I/175-176; Şemseddin Günaltay, İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, s. 79

[18] İbn Hişam, a.g.e. I/222-223; Zehebi, Tarihu’l-İslâm, I/85-86; Doğustan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I/175- 176

[19] İbn İshak, a.g.e. s. 98; İ bn Hanbel, Ahmed (241/855), el-Müsned, I/189-190, İstanbul,1402/1982; et-Taberâni, a.g.e. I/152

[20] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24

[21] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24

[22] Zehebî,Siyer, I/130

[23] Zehebî, Tarihu’l-İslâm,I/79-80

[24] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24 ;Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/183

[25] Abdurrahman Re’fet el-Başa, a.g.e. I/184

[26] Yâkût b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi el-Bağdadi(626/1228), Mu’cemü’l -Büldan, I/489

[27] İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd(456/1064), Cemheratü Ensâbi’l-Arab s.150-151, Beyrut,1418/1998; Abdurrahman Re’fet el-Başa, a.g.e. s. 184

[28] İbn İshak a.g.e. s. 99; İbn Hişam a.g.e. I/232, İbn Kuteybe a.g.e. s. 108; Neşet Çağatay; a.g.e. s. 163

[29]

Abdurrahman Re fet el-Başa, a.g.e. I/184-185

[30] Cevad Ali, el-Mufassal fî Tarihi’l -Arab Kable’l-İslâm, IV/671, y.y. 1413/1993

[31]  Buhârî ,Menâkıbu’l -Ensâr 24 ; Zehebi, Tarihu’l-İslâm, I/88; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, I/569, Beyrut,1328/1908

[32]İbn İshak, a.g.e. s. 97; İbn Hişam, a.g.e. I/231; el- Mes’ûdi, Ali b. Hüseyin b. Ali (346/956), Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdînü’l-Cevher, Thk: Muhammed Muhsin Abdülhamid, I/70, Beyrut,1408/1988; el- Isfahânî, Ebu’l-Ferec, (356/966), el-Eğâni, III/117, Beyrut, 1407/1987

[33] İbn İshak, a.g.e. I/96; İbn Hişam, a.g.e. I/225; Zehebi, Siyer, I/128; İbn Hacer ,el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, I/569; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi I/175-176 ; Eşref Edip, Büyük İslâm Tarihi Asr-ı Saadet,II/79; Neşet Çağatay, a.g.e. s. 162

[34] Neşet Çağatay a.g.e. s. 163

[35] İbn Hacer, el-İsâbe, I/570; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/81, İstanbul,1940

[36] İbn Hacer ,el-İsâbe, I/570

[37] İbn Hişam, a.g.e.I/226; İbn Hanbel, a.g.e. I/189-190; İbn Hazm, a .g.e. I/150-151; Zehebi, a.g.e. I/129-130; İbn Hacer, el-İsâbe, I/570; et-Taberani, a.g.e.I/152 ; el-Isfahani, a.g.e. III/121; Neşet Çağatay, a.g.e. s.164

[38]Neşet Çağatay, a.g.e. s. 162

[39] İbn Hişam a.g.e. I/226-227 ; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I/176

[40] İbn Hişam a.g.e. I/227-229

[41] İbn Hişam a.g.e. I/229-230

[42] İbn Hİşam a.g.e. I/229-230

[43] İbn Abdilber a.g.e. II/614-615; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe II/387;Farklılılar için Bknz: İbn Hişam, a.g.e. I/253; İbn Sa’d, a.g.e., VI/13; et-Taberani a.g.e. I/148

[44] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108

[45] en-Nedvi, Ebu’l Hasen Ali el-Haseni, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Çev: Osman Keskioğlu, s. 78, İstanbul,1981

[46] Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/185

[47] İbn İshak, a.g.e. s.124; İbn Sa’d, a.g.e. VIII/267; İbn Abdilber a.g.e. II/ 615 ; Zehebi, Tarihu’l İslâm, IV/ 222

[48]Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/185

[49] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 107-108; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/81

[50] İbn Hişam, a.g.e. I/229; İbn Kuteybe, a.g.e. s. 107-108, Zehebi, Siyer, I/127

[51] İbn Kesîr, a.g.e. VIII/57; Said Havva, a.g.e. V/613; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/81

[52] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108

[53] İbn Hişam, a.g.e. I/342; İbn Kesîr, a.g.e. III/79

[54] Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; İbn Asâkir, a.g.e. VI/129

[55]İbn Abdilber, a.g.e. II/615; İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387

[56]İbn Kesîr, a.g.e. III/173; Eşref Edip, a.g.e. II/82

[57]Ahzab/6

[58]İbn Kayyım, el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Bekr (751/1350) Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, Çev: Şükrü Özen, vd. III/94-95, İstanbul,1989

[59] İbn Sa’d, a.g.e. III/498; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387; İbn Kesîr, a.g.e. III/226-227

[60] İbn Sa’d, a.g.e. III/498

[61] İbn Sa’d, a.g.e. III/ 622; İbnü’l -Cevzi, Ebu’l -Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed , el-Muntazam fî

Tarihi’l- Mülük ve’l Ümem, III/73; M. Asım Köksal, a.g.e. I/112

[62] İbnü’l Cevzi, a.g.e. III/ 75

[63] İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; Zehebî, Tarihu’l-İslâm , IV/222; Takıyyüddin, a.g.e. IV/560; Hayreddin

Zirikli, a.g.e. III/94

[64] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I/372

[65] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II/275, y.y. 1972

[66] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/372

[67] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217; İbn Seyyidinnas,Ebu’l-Feth Muhammed b.Muhammed (724/1334), Uyûnu’l-Eser fî Funûnu’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, I/245, Beyrut, Trs ; Zehebi, Siyer, I/136-137

[68] İbn Haldun, Ebû Zeyd Abdurrahman (808-1406), Tarihu İbn Haldun II/105, Beyrut, 1391/1971

[69] et-Taberi, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’t-Taberi (Tarihu’l-Ümem ve’l Mülük), Thk:

Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, II/478, Mısır, 1970

[70] İbn Hibban, Ebû Hatim b. Hibban b. Ahmed et-Temimi el-Busti, es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l- Hülafâ, s.158, Beyrut,1987

[71] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217;et- Taberi, a.g.e. II/478

[72] Türban, Medine’den on sekiz mil uzaklıkta Mekke yolu üzerinde ve içerisinde bir çok dere bulunan bir vadidir. Bkz: Ebû Ubeyd, Abdullah b. Abdulaziz el-Bekrî, Mu’cemu Me’sta’cem Min Esmâi Bilâdi ve’l-Mevâdı’, Thk, Mustafa es-Sekka, I/308, Beyrut, 1403/1983

[73] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217; el-Belâzûrî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (284/897), Ensâbü’l-Eşraf, I/345Beyrut,1996 İbn Abdilber, a.g.e. II/615; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; İbn Kesîr, a.g.e. VIII/57; Ahmet Cevdet Paşa (1895), Kısâs-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hulefâ, I/104-105 , İstanbul,1981

[74] İbn Hişam, a.g.e. I/683-684; İbn Asâkir, a.g.e. VI/129

[75] İbn Sa’d, a.g.e. II/12; Taberi, a.g.e. II/478 ; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II/137

[76] İbn Kesir, a.g.e. III/327

[77] İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/222; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA,

X/82 ; Hayreddin Zirikli, a.g.e. ffl/94

[78] Vâkıdî, a.g.e.,m/117; İbn Sa’d, a.g.e. II/189-190

[79]İbn Sa’d, a.g.e. II/190

[80] Vâkıdî, a.g.e.JD/123; İbn Sa’d, a.g.e. II/190

[81] İbn Seyyidinnas, a.g.e. II/88-89

[82] Buhari, Meğâzî 36 ; îbn Seyyidinnas, a.g.e. II/89

[83] îbn Seyyidinnas, a.g.e. II/88

[84] îbn Hanbel, a.g.e. I/187; îbn Mâce, Mukaddime 11

[85] îbn Hanbel a.g.e.,I/189; Tirmizî, Muhammed b. îsa (279/892),es- Sünen, el-Menâkıb 28, İstanbul, 1401/1981

[86] îbn Hanbel, a.g.e.I/188

[87] İbn Hanbel,I/888

[88] et-Tirmizi, el-Menâkıb 647

[89] Muhib et-Taberi, er-Rıyâdu’n-Nadıra fî Menâkıbi’l-Aşera,I/35

[90] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, Çev: Mustafa Fayda, s. 165, Ankara, Trs ; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev:Salih Tuğ, I/228, İstanbul,1980; Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, Çev: Osman Zeki Mollamehmedoğlu, IV/266, İstanbul,1975; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82

[91] Belâzurî, a.g.e. s.167; İbn Kesîr, a.g.e.VII/54

[92] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.163

[93] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.163-164; M. Şibli, a.g.e. IV/266

[94] A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, ÎA, X/82

[95] Mevlana Şibli,Asr-ı Saadet, Çev: Osman Zeki Mollamehmedoğlu, IV/267-268, İstanbul,1975; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, II/89

[96] Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/86; Said Havva, a.g.e. V/614; Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94

[97] İbn Kesîr, a.g.e. VII/55

[98] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.166; Mevlana Şibli, a.g.e. IV/268-271

[99] Mevlana Şibli, a.g.e. IV/270; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82

[100]Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.105; İbn Kesîr, a.g.e. VII/4; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82

[101] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.95; Philip K. Hitti, a.g.e. I/231

[102] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.95-96; Philip K. Hitti, a.g.e. I/231

[103] İbn Kesîr, a.g.e. VII/11

[104] Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/185-186

[105] Yermûk muharebesi ile ilgili geniş bilgi için bkz: Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s. 192-196; İbn Kesîr, a.g.e. VII/4-10; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e. I/330-334; Mevlana Şibli, a.g.e. I/273-281; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, II/53-56; Philip K. Hitti, a.g.e. I/230/234

[106] İbn Kesîr, a.g.e. VII/137-138

[107] Taberi, a.g.e. IV/227-228

[108] İbn Kesîr, a.g.e. VII/137-138; Saîd Havva, a.g.e. V/613

[109] İbn Abdi Rabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endülüsi (327/939), el-Ikdü’l-Ferîd, V/28, Beyrut, 1407/1987;

Zehebî, Tarihu’l-İslâm, I/138; Saîd Havva, a.g.e. V/614; Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A’lam, V/3215

[110] İbn Kesîr, a.g.e.VII/145

[111] İbn Sa’d; a.g.e. III/372

[112] İbn Sa’d. A.g.e.VI/13; İbn Abdilber, a.g.e.II/620; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389

[113]Şam yolu üzerinde bulunan bir mevkidir. Bkz: Ebû Ubeyd, a.g.e.II/499-500

[114] Taberî, a.g.e. IV/359

[115] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III/162

[116] Taberî, a.g.e. IV/359; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III/162

[117] İbn Kesir, a.g.e. VII/172

[118] Taberi, a.g.e. IV/373; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III/168-169

[119] İbn Kesir, a.g.e. VII/194

[120] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 34 ; Saîd Havva, a.g.e. V/615

[121] İbn Sa’d, a.g.e. III/31

[122] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III/221

[123] M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s- Sahabe, III/27, Şam,1969

[124] Ahmed b. Hanbel, a.g.e. I/188

[125] Zehebî, Tarihu’l-îslâm, IV/223; M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e. III/27-28

[126]îbn Hanbel, a.g.e. I/188; Zehebî, a.g.e. IV223; M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e. III/27-28

[127]Zehebî, a.g.e. IV/223; Taberâni, a.g.e. I/150

[128] A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, îA, X/82

[129] Zehebî, Siyeru A’lam I/39; Saîd Havva, a.g.e. V/614

[130] Saîd Havva, a.g.e. V/614

[131] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; Hayrettin Ziriklî, a.g.e. III/94

[132] İbn Kuteybe, a.g.e. s.108; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III/489; İbn Kesîr a.g.e. VIII/55; Zehebî, Düvelü’l-İslâm s.

32; Taberâni a.g.e. I/149

[133] Buhârî, Tarihu’l Kebir, III/453; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34-35

[134] İbn Asâkir, a.g.e. VI/129

[135] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; Buhârî, a.g.e. III/453; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; Zehebî, a.g.e. IV/224

[136] İbn Hişam, a.g.e. I/253; İbn Kuteybe, a.g.e. s.108; İbn Abdilber, a.g.e. II/618; Takıyyüddin, a.g.e. IV/561

[137] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kesîr, a.g.e. VIII/57; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82

[138] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108; İbnü’l-Esîr, a.g.e. II/389

[139] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82

[140] Eşref Edip,a.g.e. II/87

[141] Muhib et-Taberi, a.g.e. IV/344

[142] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; İbn Asakir, a.g.e. , VI/130; Saîd Havva, a.g.e. V/614

[143] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108

[144] Zehebî; Tarihu’l-İslâm, IV/224

[145] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108; Zehebi, a.g.e. IV/224; İbn Hacer, a.g.e. IV/34-35; Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Asâkir, a.g.e. VI/129; Takıyyüddin, a.g.e. IV/564; Saîd Havva, a.g.e. V/613

[146] Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94

[147] Zehebî, Tarihu’l-İslâm III/116

[148] İbn Sa’d, a.g.e. III/307; M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e. II/514

[149] Rivayet hakkında geniş bilgi ve farklılık için bknz: Buhârî, Bed’ü’l-Halk 2 ; îbn Abdilber, a.g.e. II/618; Îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/388; Zehebî, a.g.e. IV/223; îbn Hacer, a.g.e. IV/ 34; Saîd Havva, a.g.e. V/616-617; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. IV/425-426; Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/186-187

[150] îbn Kesîr, a.g.e. VII/194

[151]îbn Ebî Şeybe, Ebî Bekir Abdillah b. Muhammed , el-Kitabü’l- Musannef fî Ehâdîsi ve’l- Âsar, IV/225,Beyrut,1409/1989

[152] İbn Kesîr, a.g.e. VII/172

[153]Ali el-Muttaki b. Husameddin el- Hindi el-Bürhan Fevri (h.975), Kenzü’l-Ummal fî Süneni’l-Ekval ve’l- Ef’al, VIII/251

[154] Zehebi, Siyer, I/143; Takıyyüddin, a.g.e. IV/560; Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94

[155] Takıyyüddin, a.g.e. IV/560

[156] İbn Hanbel, I/ 187-188; İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid, (275/888), es- Sünen, Mukaddime 11, İstanbul,1401/1981; et-Tirmizi, Menâkıb 28 ; ed- Dârimi, Abdullah b. Abdurrahman (255-868), Sünen,Buyu’ 24 , İstanbul,1401/1981; Taberâni, a.g.e. I/153-154; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; Zehebî, Siyer, I/139

[157] İbn Hanbel, I/188; İbn Mâce, el-Mukaddime 11

[158] Buhârî, Mezâlim 13 ; Dârimi,Buyu’ 24 ; Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim b. el- Haccac el-Kuşeyri (261/874), Sahihu Müslim, Thkk: Muhammed Fuad Abdülbaki , Musâfat 1610, İstanbul,1401/1981; Taberâni, a.g.e. I/153; Zehebi, Siyer, I/126

[159] İbn Hanbel, I/187; Müslim, Eşribe 2049 ; İbn Mâce, Tıb 8 ; Tirmizî, Tıb 22 ; Zehebî, Siyer, I/125; İbn Asâkir, a.g.e. VI/129

[160] İbn Hanbel, I/189; Taberâni, a.g.e. I/151

[161] Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as es- Sicistani (275/888), es-Sünen, Fiten ve’l- Melahim 29, îstanbul,1401/1981;el- Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin b. Ali (h.458), Delâilü’n-Nübüvve, VI/407,Beyrut,1985

[162] Taberâni, a.g.e. I/154

[163] Tirmizî, a.g.e.Ahkam 38

[164] îbn Mâce, a.g.e. Tahare ve Sünenihe 14

[165] Buhârî, Tarihu’l Kebir, III/453

[166] îbn Mâce, a.g.e. Hudûd 21 ; en- Nesâi, Ahmed b. Şuayb b. Ali (303/915), es-Sünen, Tahrimu’d-Dem 22; Taberâni, a.g.e. I/153; îbnü’l-Esîr, a.g.e. II/388

[167] îbn Hanbel, I/190; Nesâi, a.g.e. Tahrimü’d- Dem 23

[168] İbn Hanbel, I/190; et-Tahavî , Ebî Ca’fer Ahmed b. Muhammed, Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk: Muhammed Zehra el-Buhârî, II/30 , y.y. 1407/1987

[169] Tirmizî, Zekat 11

[170] et-Tahâvî, a.g.e.II/31

[171]Müslim, Zikr Ve’d-Dua Ve’d-Tevbe Ve’l-İstiğfar 26 ; Tirmizî, Edeb 31

[172] el- Bağdadi, Ebi’l-Huseyn Abdulbaki b. Kani’ , Mu’cemus Sahabe, Thk, Halil İbrahim Kutluay, V/1942, y.y. 1418/1998

[173] İbn Abdilber, a.g.e. II/620; Zehebi, Siyer, I/125; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34;

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar