SAÎD B. ZEYD’İN HAYATI VE İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ
HAZIRLAYAN:
OSMAN GÜVEN
İslâmiyetten önce
Yahudiler, Hristiyanlar ve Araplar manevi meziyetlerini kaybetmiş ve gerçek
medeniyetin yolundan sapmışlardı. Herşeyleri maddeye dönmüştü. Avrupa’nın güney
doğusunda hakim bir durumda bulunan Roma İmparatorluğu dejenere olmuş ve bunun
bir neticesi olarak da ahlâk haliyle çökmüştü. Doğunun eski bir ilim ve irfan
merkezi olan Hindistan’da korkunç ve dehşet saçan bir ahlâk çözülmesi
başlamıştı. Çin’de de durum aynı şekilde idi. Artık dünyanın hangi tarafına
bakılırsa bakılsın genellikle istenilen ahlâki meziyetler ve faziletler
değerini yitirmiş ve yerini birtakım çirkin tavır ve hareketlere bırakmıştı. Özellikle
Araplar dalâlet çukuruna batmışlar, ahlâki yönden tutunacak halleri kalmamıştı.
Elleri ile yapmış oldukları putlara tapmaktan başka bir maharetleri olmadığı
gibi, güya şereflerini lekeleyecekler diye kız çocuklarını daha kücükken diri
diri toprağa gömmüşlerdi. Bütün çirkinliği ve her fenalığı mübah olarak telakki
etmişlerdi. Kadınların hakları ellerinden alınmış ve onları miras hakkından
mahrum etmişlerdi. Tevhid inancı yerine batıl inançlar hâkim olmuş, dalâlet ve
zulmet her tarafı kaplamıştı. Dünya bu hal üzereyken Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)dünyaya teşrif etmişlerdi
Hz. Muhammed’in dünyaya
teşrif etmesi büyük bir tarihi hadise olduğu gibi, nur ile karanlığı, hak ile
batılı, şirk ile tevhidi birbirinden kesin çizgilerle ayıran ilâhi bir
mucizedir. Onun dünyaya gelmesiyle bir bakıma hayır ve güzellik de dünyaya
geldi. Çünkü Hz. Peygamber bütün insanlığın kurtuluş reçetesini de beraberinde
getirmişti.
Hz. Peygamber bi’setten
evvel de sonra da sürekli tefekkürle meşgul olmuştur. Allah tarafından
Peygamberlikle görevlendirildiğinde büyük bir emanet omuzlarına yüklenmişti. Hz.
Peygamber hayatı boyunca risaleti insanlığa duyurmak için çırpınmış, bu yolda
ashabıyla birlikte eziyet görmüş, evi taşlanmış, yolu kesilmiş, yoluna dikenler
konmuş ve Kâbe’de Allah’a secde halindeyken boynuna deve yavrusunun leşi
atılmıştı. Bütün bunlar onu ve yıldızlar gibi olan ashabını yollarından
çevirmemişti. Dahası ashabıyla birlikte üç yıl boyunca siyasi, sosyal ve
iktisadi bir ambargoya maruz bırakılmışlardı. Buna rağmen Hz. Peygamber ümidini
kırmayarak bütün insanların hidayete ermesi için durmadan çalışmış ve İslâm’ı
bütün dünyaya tebliğ etmişti.
Hz. Peygamber tebliğe
ilk olarak ferdî davetle başlamış ve bu gizli davet üç sene devam etmişti. Onun
çağrısına öncelikle eşi Hz. Hatice, amcasının oğlu Hz. Ali ve azatlı kölesi
Zeyd uymuştu. Daha sonra Hz. Ebû Bekir Müslüman olmuştu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman,
Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas,
Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi Kureyş’in ileri gelenlerini İslâm’a kazandırmıştı. Daha
sonraları bu ilk Müslümanlara Saîd b. Zeyd ve eşi Fâtıma da katılmışlar, İslâm
ile şereflenmişlerdi.
Kabilesi ve künyesi
hakkında bilgi verilirken özellikle Vâkıdî, İbn Hişam, İbn Sa’d, İbn Abdilber,
İbnü’l-Esîr gibi İslâm Tarihi’nin ilk dönem müelliflerinineserlerinden istifade
edilmiştir. Bunun yanında babası hakkında bilgi verilirken ise İbn İshak, İbn
Hanbel, Buhârî, Mes’ûdî, İbn Hazm, Zehebî,İbn Hacer gibi ilk dönem
müelliflerinin yanı sıra, Cevad Ali ve Abdurrahman Re’fet gibi son dönem
müelliflerinin de eserlerinden istifade edilmiştir.
Aşere-i Mübeşşere’ye
dahil edilmesi konusunda ise İbn Hanbel’in “Müsned”, İbn Mâce’nin
“el-Mukaddime” ve Tirmizi’nin “Sünen” isimli eserlerinin yanında konuyla ilgili
müstakil bir eser olan Muhib et-Taberî’nin “er-Riyâdu’n-Nadıra fî
Menâkıbi’l-Aşera” isimli eserinden de istifade edilmiştir.
Katıldığı savaşlarla
ilgili bilgi verilirken Belazûrî’nin “Futûhu’l-Buldân” isimli eserinden ana
kaynak olarak yararlanılmış, bunun yanında İbn Kesîr’in “el-Bidâye” ve
Zehebî’nin “Tarihu’l-İslâm” isimli eserlerinden, Philip K. Hitti’nin “Siyasî ve
Kültürel İslâm Tarihi” isimli eserinden ve konuyu ilgilendirdiği ölçüde Mevlana
Şibli, Said Havva gibi müelliflerin eserlerinden, İsl3am Ansiklopedisi’nden ve
“Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi” isimli eserden istifade edilmiştir.
Saîd b. Zeyd’in
hanımları ve çocukları hakkında bilgi verirken bu konuda yaptığı çalışmada
geniş bilgilere yer veren Seyyid Süleyman Nedvî’nin “Büyük İslâm Tarihi Asr-ı
Saadet” isimli eserinden yararlanılmıştır.
Rivayet ettiği hadisler
ise Kütüb-ü Tis’â’dan verilmeye özen gösterilmiştir. Yine aynı konuyla ilgili
olarak İbn Câ’d’ın “Müsned”, Tahavî’nin “Şerhu Meâni’l-Âsâr” ve Taberânî’nin
“el-Mu’cemu’l-Kebîr” isimli eserlerinden de yararlanılmıştır.
Yukarıda belirtilen
konuların dışında kalan diğer konularda ise öncelikle İslâm Tarihi’nin ana
kaynakları başta olmak üzere son dönem İslâm Tarihi kaynaklarından ve bazı
çağdaş eserlerden konuyu ilgilendirdikleri ölçüde istifade edilmiştir.
Saîd b. Zeyd’in hangi
tarihte doğduğuna ilişkin kaynaklarımızın çoğunda herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak onun, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
Erkam’ın evine girmesinden önce[1] ve henüz
yaşı yirmiyi geçmeden Müslüman olduğunu[2],
yetmiş küsur yaşlarında[3] da vefat
ettiğini göz önüne alırsak onun doğum yılının 590-600 yılları arasında olduğunu
söyleyebiliriz. Saîd b. Zeyd Mekke’de doğmuş olup, Kureyş kabilesinin Adiyy
kolundandır. Kureyş batınlarından olan Adiyyoğulları, şeref ve izzet ile şöhret
bulmuşlardı. İslâm döneminde de bunların yeri mâlumdur. Kureyş’in bir kolu olan
Adiyy b. Ka’b’ın nesebi şu şekildedir: Adiyy b. Ka’b b. Lüeyy b. Ğâlib b. Fihr
b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike (Amr) b. İlyas b. Mudar b. Nizar
b. Meadd b. Adnan. [4] Bu
kabileden olanların bir kaçının isimlerini şu şekilde zikredebiliriz: Hz. Ömer
ailesi ve çocukları,[5] Hârice b. Huzafe
,[6] Süfyan b. Ma’mer
b. Habîb el-Beyâzi’nin hanımı Hubşiyyetü’l Adeviyye, Ebu’l-Cehm Âmir b. Huzeyfe
b. Âmir el- Adevî, Abdullah b. Ebî Huzeyfe el- Adevî, Ebû Hureyre Ahmed b. Abdullah
b. Hasen b. Abdullah b. Ali b. Abdülmelik el-Adevî, Rebi’ b. Avn b. Hârice b. Huzâfe
el-Adevî, Ebû Katade Temim b. Nüzeyr el-Adevî[7]
Saîd b. Zeyd’in nesebi
ise kaynaklarda şu şekilde geçmektedir. İbn Hişam onun nesebini şu şekilde
verir: Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l- Uzza b. Abdullah b. Kurt b. Riyah
b. Rizah b. Adiyy. [8] İbn Sa’d
ise; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt
b. Rizah b. Adiyy şeklinde zikreder. [9]
İbn Abdilber; onun nesebinin Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah
b. Abdullah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy olduğunu belirtir. [10]
İbnü’l-Esîr’in belirttiğine göre ise onun nesebi; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl
b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rizah b. Adiyy şeklindedir. [11] Zehebi,
eserinde onun nesebini; Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü’l-Uzza b. Riyah b.
Kurt b. Rizah b. Adiyy seklinde zikretmektedir. [12]
Diğer birçok İslâm Tarihi kaynaklarında da onun nesebi küçük farklılıklarla
zikredilmiştir. [13]
Saîd b. Zeyd’in
künyesine gelince; onun künyesi hemen hemen bütün kaynaklarda Ebu’l-A’ver
şeklinde geçmektedir. [14] Bazı
kaynaklarda ise Ebu’l-A’ver ve Ebu Sevr şekilde iki künyesi zikredilmektedir. [15]
Saîd b. Zeyd’in nesebi
ve künyesi hakkında bilgi verdikten sonra nasıl bir aileden geldiği konusuna
değinmek istiyorum. Saîd b. Zeyd’in babası Zeyd b. Amr Hamilerin en önemlisi ve
ünlüsüdür. Zeyd, Hz. Peygamber’in gençliğinde hayatta idi ve Rasûl-i Ekrem
onunla konuşmaktan çok hoşlanırdı. [16]
Araplar arasında puta tapma gittikçe kuvvetleniyor ve bütün Arabistan’ı içine
alıyordu. Fakat bu ortamda puta tapanların sapıklık içinde olduklarını anlayan
kimselerde vardı. Rivayete göre Arapların putlar için düzenledikleri törenlerin
birinde dört kişi bir araya gelmişlerdi. Bunlar; Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris,
Ubeydullah b. Cahş ve Zeyd b. Amr’dır. Aralarında şöyle konuşmuşlardı: “Vallahi
kavmimizin taptıkları putların ve bağlandıkları dinin hiçbir değeri yoktur. Babaları
İbrahim’in dinini asli şeklinden uzaklaştırdılar. Görmeyen, işitmeyen, fayda ve
zararı dokunmayan taşa mı tapıyoruz? Kendimiz için bunun dışında başka bir yol
aramalıyız. ” [17]
Bu görüşme hepsini
etkilemiş ve düşünmeye başlamışlardı. Sonunda ülkelerini terk edip her biri bir
tarafa dağılmışlar, Hanîf dinini aramaya başladılardı. İçlerinden Varaka b. Nevfel
ile Osman b. Huveyris Hristiyan olmuşlar, Ubeydullah hiçbir şeye karar
verememiş ve İslâmiyete kadar eski haline devam etmişti. İslâmiyetle birlikte
de Müslüman olmuştu. Daha sonra da bir grup Müslümanla birlikte Habeşistan’a
hicret etmiş, orada yeniden din değiştirerk Hristiyanlığa girmişti. [18]
Zeyd b. Amr ise ne
Yahudiliğe ne de Hristiyanlığa girmişti. O, kavminin dininden ayrılmış, putlara
tapmamış, murdar kan ve putlara kurban edilen hayvanların etlerini yememişti. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)Peygamberlikle görevlendirilmeden önce
bir keresinde Kureyş tarafından Beldah vadisinin alt tarafında Hz. Peygamber ve
Zeyd b. Hârise’ye bir sofra ve bir miktar yemek takdim edilmişti. O ikisi Zeyd
b. Amr’ı sofralarına davet etmişler; Zeyd b. Amr ise Hz. Peygamber’e: ”Ey
kardeşimin oğlu! Ben putlar üzerine kesilen kurbanlardan yemem” diyerek onların
bu tekliflerini kabul etmemişti. Bundan sonra Hz. Peygamber’in putların için
kesilen şeylerden yediği görülmemiştir. [19]
Zeyd, daha sonra da Kureyş’e karşı dönerek:
“Ben sizin putlar adına
kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem. Ben yalnız üzerine Allah adı
anılarak kesilen hayvan etini yerim. ” demişti. [20]
Burada özellikle şu
hususu belirtmekte yarar görüyorum: Bu rivayette Hz. Peygamber ve Zeyd b. Hârise’nin,
Kureyş’in kendilerine ikram ettiği etten yedikleri anlaşılmaktadır. Bunun
yanında Buhari’de yer alan rivayette ise Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
bu etten yemediği anlaşılıyor. [21] Yine
Zehebî yukarıda yer verilen rivayetin senedinin zayıf olduğunu belirtir. [22] Bunun
yanında Allah-u Teâla Hz. Peygamber’i Peygamberlikle görevlendirmeden önce de
onu her türlü kötü hal ve hareketten korumuştur. [23]
Bütün bu hususlar dikkate alındığında Hz. Peygamber’in ve Zeyd b. Hârise’nin
Kureyş’in kendilerine ikram ettikleri etten yemedikleri anlaşılmaktadır.
Zeyd b. Amr, Kureyş’e
karşı onların bu yolda kestikleri hayvanlarını ayıplardı ve onların bu
adetlerini reddederek ve nazarlarında büyütüp canlandırarak: “Ey Kureyş! Koyun
Allah’ın yarattığı bir hayvandır. Allah onu yaratmış ve onun faydalanması için
gökten yağmur yağdırmış, yerden de onun gıdasını bitirmiştir. Sonra siz,
(Allah’ın yarattığı, besleyip büyüttüğü) bu hayvanı Allah adından başka bir ad
anarak kesiyorsunuz!” der idi. [24]
Zeyd b. Amr,
arkadaşlarıyla hak dini aramak için anlaştıktan sonra Mekke’den Şam’a doğru
yola çıkmıştı. O, Tevhid dinini soruyor ve onu arıyordu. Zeyd, bu olayı şu
şekilde anlatır:
__ “Yahudilik ve
Hristiyanlığı inceledim. Onları kabul etmedim. Çünkü ikisinde de içimi
rahatlatacak bir şey bulamadım. Orada burada İbrahim’in dinini aramaya başladım.
Nihayet Şam diyarına geçtim. Bana kitaptan bilgisi olan bir rahipten söz edildi.
Ona gidip durumu anlattım. O şöyle konuştu:
“Ey Mekkeli! Senin
İbrahim’in dinini aradığını zannediyorum. ”
“Evet onu arıyorum”
dedim. Konuşmasına şöyle devam etti:
“Sen bugün mevcut
olmayan bir dini arıyorsun. Fakat sen memleketine git. Allah, sana kavminden İbrahim’in
dinini yenileyecek bir kimse gönderecektir. Eğer yetişirsen ondan ayrılma. ”
Zeyd vaat edilen
peygamberi aramak için adımlarını hızlı hızlı atarak Mekke’ye doğru yola
çıkmıştı. Fakat bazı bedeviler Zeyd’i, Şam’ın bir kasabası olup, Şam ile Vadi’l-Kura
arasında yer alan ve geniş çiftlikleri olan Belka’da[25]
[26] yakalayıp
onu öldürmüşlerdi. [27]
Zeyd’in öldürülmesi
üzerine Varaka b. Nevfel ağlayarak ona şu şiiri söylemişti:
“Ey İbn Amr! Doğru yola
erdin ve bunda çok ilerledin. Ve ancak kızgın olan cehennemden bir tandırdan
uzaklaştın, kurtuldun.
Kendisi gibi bir Rab
olmayan bir Rabb’e ibadet etmenle ve tâğîlerin -Allah’tan başkasına ibadet
edenlerin- putlarını olduğu gibi terk etmenle bunu yapmış oldun.
Talep edip aramış
olduğun dine kavuşmanla ve Rabb’in tevhidini unutmadan. . .
Böylece kendisinde
ikamet etmek güzel olan bir yurtta oldun.
İkramlarla eğlenerek
dönüyorsun.
Orada Allah’ın Halil’ine
-dostuna- rastgeldin
Haviye cehennemine
yuvarlanmadın
Cebbar olmadın.
İnsana Rabbinin rahmeti
erişebilir.
Her ne kadar yedi kat
yerin altında bir vadide olsa bile. ”[28]
Zeyd son nefeslerini
verirken gözlerini semaya dikip şöyle demişti: “Ya Rabbi! Beni bu hayırlı
şeyden mahrum ettiysen, oğlumu ondan mahrum etme. ” Allah-u Teâlâ, Zeyd’in
duasını kabul etmişti. Rasûlüllah insanları davet etmeye başladığında Saîd b. Zeyd,
Allah’a iman eden ve peygamberinin elçiliğini tasdik edenlerin öncüleri
arasındaydı. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Saîd, Kureyş’in içinde bulunduğu
sapıklığı beğenmeyen bir evde büyüyüp hayatını hakkı arayarak geçiren ve hak
peşinde soluk soluğa koşarken ölmüş olan bir babanın kucağında terbiye
edilmişti. [29]
Zeyd b. Amr, Cahiliyede içkiyi haram sayıp içmeyen Velid
b. Muğire, Varaka b. Nevfel, Ebû Zerr el-Ğıfârî, Kuss b. Sâide, Amr b. Abese,
Saîd b. Rebia gibi seçkin şahsiyetlerin arasında yer alıyordu. [30]
Zeyd, diri diri gömülecek olan kız çocuklarını
öldürülmekten kurtarırdı. O, kızını öldürmek isteyen kimseye: “Onu öldürme ben
onun yaşama masrafını sana veririm, derdi. Daha sonra da kızı yanına alırdı. Kız
çocuğu büyüyüp yetişince de babasına: “İstersen kızı sana geri vereyim istersen
onun masrafını da sana ödeyeyim”derdi. [31]
Zeyd, kavminin dinini
terk ettiğinden dolayı amcası Hattab b. Nüfeyl tarafından birçok eza ve cefa
görmüştü. Zeyd’in karısı Hadrami kızı Safiyye daima, Zeyd’in gerçek dini aramak
üzere seyahate çıkmasına mani olur, yolculuğa çıkacağının farkına vardığı zaman
hemen onun amcası Hattab’a (Hz. Ömer’in babası) haber verir o da Zeyd’in
çıkmasına mani olurdu. Hatta Hattab, Kureyş’ten daha başka kimseleri puta
tapmaktan vazgeçirir diye onu Mekke dışına çıkarır ve Mekke’ye girmesine mani
olmak, onu daima göz hapsinde bulundurmak üzere Mekke’nin ayak takımını ona
musallat ederdi. Zeyd onlardan ne zaman bir fırsat bulursa hemen Mekke’ye girerdi.
Geldiğini görürlerse Hattab’a haber verirler ve yine eza cefa ederek Zeyd’i
Mekke dışına çıkarırlardı. [32]
Zeyd, her fırsatta
kavminin benimsediği dinin kötülüklerini yüzlerine vurur, “Ben İbrahim’im
tanrısına tapıyorum” derdi. O bir defasında sırtını Kâbe’ye dayamış bir şekilde
Kureyş’e şöyle seslenmişti:
__ “Ey Kureyş Topluluğu!
Zeyd b. Amr’ın nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizden benden başka
hiçbir kimse İbrahim’in dini üzerine değildir. ” Zeyd, devamla şöyle diyordu:
“Ey Allah’ım! Şayet sana
nasıl ibadet edileceğini bilseydim sana o şekilde ibadet ederdim; fakat onu
bilmiyorum. ”
Zeyd bu şekilde
seslendikten sonra avucunun içi üzerine secde etmişti. [33]
Zeyd mabedin içinde
Kâbe’ye yöneldiği zaman: “Ey Tanrım! İbadet ederek boyun eğerek temiz niyetle
sana geldim. Hz. İbrahim’in kıbleye yönelerek ayakta durup sığındığı tanrıya
ben de sığındım” der sonra da “Ey Tanrım! Sana karşı boynum büküktür. Üzerime
ne yüklersen katlanırım. Ben kibiri değil iyiliği arıyorum. Güneş altında
yürüyen gölgede uyuyanla bir olmaz” diye ilave ederdi. [34]
Rivayet edildiğine göre
Zeyd, Kâbenin Mekke’li müşrikler tarafından tamir edildiği sene [35] Hz. Peygamberin
peygamberlikle görevlendirilmesinden 5 yıl önce vefat etmiştir. [36] Saîd b. Zeyd
bir ara Hz. Peygamber’e gelerek: “Babam senin gördüğün ve sana ulaştığı şekilde
idi. Şayet senin peygamberliğine ulaşsaydı sana iman edecek ve sana tabi
olacaktı. Onun için Allah’tan istiğfar dile” diyerek istekte bulunmuştu. Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) de: “Evet ona istiğfar dileyeceğim. Muhakkak ki
o kıyamet gününde tek bir ümmet olarak diriltilir” buyurmuşlardı. [37]
Son olarak Zeyd b. Amr’ın
şairliğine değinmek istiyorum. Zeyd şair birisi idi. Bize kadar gelen şiirleri
hep Allah’ın birliğini ifade eder. O şiirlerinde kavminin asıl gerçek dini
nasıl terk ettiğini ve bu yüzden onlardan neler çektiğini, [38]
Allah’ın birliğini[39] ve ona
olan senasını[40] ve
hakikati bulmak için yola çıkacağı zaman kendisini bundan men etmeye çalışan
hanımı Safiyye bint Hadramî’ye kızgınlığını[41]
dile getirmiştir.
Kaynaklarımızdan
edindiğimize göre onun iki hanımının ismini biliyoruz. Bunlardan birincisi Zeyd
b. Amr hakkı aramak için yola çıkacağında Zeyd’i bundan men etmeye çalışan
Safiyye bint Hadramî’dir. 42 Diğer hanımı ise Saîd’in
annesi olan Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba’ce b. Melih el-Huzâiyye’dir [42] [43]
Yine kaynaklarımızda
onun iki çocuğundan söz edilmektedir. Birisi Âtike bint Zeyd, diğeri ise Saîd b.
Zeyd’dir. [44] İleride
bu ikisi hakkında geniş bilgilere yer verilecektir.
Saîd’in babasıyla ilgili
bu değerlendirmemizden sonra, bu kutlu babanın terbiyesi altında yetişen Saîd b.
Zeyd’in hayatı incelenecektir.
Hz. PEYGAMBER
DÖNEMİNDE SAÎD B. ZEYD
l. l. Saîd b. Zeyd’in
Müslüman Olması
Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), tebliğe başladıktan kısa bir süre sonra
İslâm’ın parlak nuru yavaş yavaş uyanık kalplere dolmaya başlamış, insanlar
İslâm’ ile müşerref olmuşlardı. [45] Saîd b. Zeyd’in
ne zaman Müslüman olduğu konusunda tarih olarak çok açık bir bilgi
bulunmamaktadır. Rasûlüllah insanları İslâm’a davet etmeye başladığında Saîd b.
Zeyd, Allah’a iman eden ve Peygamberinin elçiliğini tasdik edenlerin öncüleri
arasındaydı. Çünkü Saîd, Kureyş’in içinde bulunduğu sapıklığı beğenmeyen bir
evde büyüyüp hayatını hakkı arayarak geçiren ve hak peşinde soluk soluğa
koşarken ölmüş olan bir babanın kucağında terbiye edilmişti. [46]
Kaynaklarımıza göre Saîd, hanımı ve aynı zamanda Hz. Ömer’in kız kardeşi olan
Fâtıma bint Hattab ile birlikte Hz. Ömer’in Müslüman olmasından ve Hz. Peygamber’in
Erkam’ın evine girmesinden önce Müslüman olmuştu. [47]
Saîd b. Zeyd, Müslüman
olduktan sonra kavminden kendisini dininden döndürebilecek eziyetlerle
karşılaşmıştı. Ancak Kureyş, onu İslâm’dan döndüreceği yerde Saîd ile hanımı
Fâtıma Kureyş erkeklerinden en tehlikelisinin Müslüman olmasına vesile
olmuşlardı. Saîd b. Zeyd delikanlılık ve gençlik çağlarındaki bütün enerjisini
İslâm’ın hizmetine harcamıştı. Çünkü o, henüz yaşı yirmiyi geçmeden Müslüman
olmuştu. [48]
Hz. Ömer’in Müslüman
Olmasındaki Rolü
Hz. Ömer’in babası Hattab
ile Saîd’in dedesi Amr kardeş idiler. Nüfeyl b. Abdu’l- Uzza’nın şu çocukları
olmuştu: Amr b. Nüfeyl ve Hattab b. Nüfeyl [49]
Hattab, Zeyd’in amcası idi. Çünkü Zeyd’in annesi Ceyda bint Hâlid b. Câbir b. Ebî
Habîb b. Fehm, Nüfeyl b. Abdu’l- Uzza’nın karısı idi. Nüfeyl’den Hz. Ömer’in
babası Hattab’ı doğurmuştu. Sonra Nüfeyl ölmüş karısı da dul kalmıştı. Bunun
üzerine Ceyda, Nüfeyl’den üvey oğlu Amr ile evlenmiş ve ondan Zeyd’i doğurmuştu.
Bu tarz evlenme cahiliye ehlinin yapmakta olduğu bir nikâh idi. [50]
Saîd, Hz. Ömer’in
eniştesi ve aynı zamanda da kayınbiraderi idi. Çünkü Saîd b. Zeyd Hz. Ömer’in
kız kardeşi Fâtıma bint Hattab ile evliydi. Saîd’in kız kardeşi Âtike bint Zeyd
de Hz. Ömer ile evlenmişti. [51] Saîd’in
kız kardeşi Âtike önce Abdullah b. Ebî Bekir ile evliydi. Abdullah’ın
şehadetinden sonra Hz. Ömer ile evlenmiş, son olarak da Zübeyr b. Avvam ile
evlenmişti. [52]
Saîd ve hanımı Fâtıma,
Hz. Ömer’in Müslüman olmasında başlıca vesile olmuşlardı. Onun Müslüman olması
ile ilgili en çok bilinen rivayet özetle şu şekildedir: Saîd b. Zeyd ve hanımı
aynı zamanda Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma Müslüman olmuşlar ve bu durumlarını
gizlemişlerdi. Habbab b. Eret onların evlerine gelerek Fâtıma’ya Kur’an
öğretirdi. Bir gün Hz. Ömer, Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla yola çıkmış;
fakat yolda kendi kız kardeşinin ve eniştesinin de Müslüman olduğunu öğrenince
hemen kardeşinin evine yönelmişti. O sırada evde Habbab b. Eret, Fâtıma’ya
Kur’an öğretiyordu. Evdekiler Hz. Ömer’in geldiğini görünce korkuya kapılmışlar
ve Habbab’ı evin bir yerine saklamışlardı. Fâtıma da Kur’an sahifelerini
saklamıştı. Hz. Ömer eve girince az önce duyduklarının ne olduğunu sormuş; buna
karşılık eniştesi ve kız kardeşi bir şey okumadıklarını söylemişlerdi. Bunun
üzerine Hz. Ömer eniştesinin yakasına yapışmış, Fâtıma da kocasını kurtarmak
için araya girince Hz. Ömer onu tokatlamış ve yüzünü yaralamıştı. Kız
kardeşinin yüzünü kanlar içinde görünce Hz. Ömer yaptığına pişman olmuş ve
okudukları şeyi görmek istediğini söylemişti. Fâtıma da onun İslâm’a gireceğini
ümid etmiş ve ancak temizlendiği takdirde onları verebileceğini söylemişti. Bunun
üzerine Hz. Ömer boy abdesti alarak Kur’an’ı okumuş ve Müslüman olmaya karar
vermişti. Doğruca Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ve ashabının
bulunduğu yere gidip Rasûlüllah’ın huzurunda Müslüman olmuştu.
Abdullah b. Mes’ud, Hz. Ömer’in
Müslüman olması ile ilgili şöyle demiştir:
“Biz Kâbe’nin yanında namaz kılmaya kadir değildik. Ta ki
Ömer b. Hattab Müslüman oldu. Müslüman olduğu zaman Kureyş ile savaştı ve
Kâbe’nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla birlikte namaz kıldık. ”[53]
Hicreti
ve Hz. Peygamber’in Kardeş İlan Etmesi
Müslümanlar üzerindeki
müşriklerin baskısı artınca Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)Müslümanların daha fazla sıkıntı çekmemeleri için onlara Habeşistan’a
gitmelerini, orada kalabileceklerini söylemişti. Bunun üzerine Saîd ile hanımı
Fâtıma Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Medine’ye hicrete izin verildiği zaman
ise Saîd hanımı ile birlikte muhacirlerin dörtte birinin emiri olarak Medine’ye
hicret etmiş[54] ve
böylece muhacirlerin ilklerinden olmuştu. [55]
Kaynaklarımızda Saîd ve hanımının Habeşistan’dan Mekke’ye ne zaman döndükleri
belirtilmez. Sadece Medine’ye hicrete izin verildiğinde hanımı ile birlikte
hicret ettikleri bilgisi ile yetinilir. Anlaşılan o ki, Saîd ve hanımı
Habeşistan’da bir süre kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye dönmüşler, oradan da
Medine’ye hicret etmişlerdir.
Saîd’in Medine’ye
hicretinde yanında hanımından başka Hz. Ömer, onun kardeşi Zeyd b. Hattab ve
başka kimseler de bulunuyordu. Bunlar Kubâ’da Benî Amr b. Avf yurdunda Rufâa b.
Abdu’l-Münzir b. Züneyr’e konuk olmuşlardı. [56]
Medineliler, Muhacirleri
Medine’ye daha ilk geldikleri gün evlerine indirmek, ağırlamak için
birbirleriyle yarışa girmişlerdi. Medine’ye hicretten sonra Allah Rasûlü, Enes
b. Mâlik’in evinde Muhacirlerle Ensar arsında kardeşlik sözleşmesi kurdu. Buna
katılanların yarısı Muhacirlerden ve yarısı da Ensardan olmak üzere doksan
erkekten ibaretti. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)aralarında
eşitlik esasına göre kardeşlik ilan etti. Bedir savaşına kadar ölümden sonra
birbirlerine Zevi’l-erham’dan evvel mirasçı oluyorlardı. Zevi’l- erham: Asabe
ve muayyen hisse sahibi olmayan dayı, hala, teyze, kızın çocukları gibi kan
akrabalarına denir. Allah Teâla:
“Zevi’l-erham
(akrabalar) miras hususunda Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındır. ”[57] ayetini
indirince mirasçı olma hususunda akrabanın, aralarında kardeşlik sözleşmesi
kurulanlardan daha çok hakkı olduğu hükmü getirilmiştir. [58]
Kaynaklarımızda Saîd b. Zeyd’in kiminle kardeş yapıldığı
hususunda farklı rivayetlerle karşılaşmaktayız. Bazı kaynaklara göre Hz. Peygamber,
Saîd’i Übey b. Ka’b ile kardeş yapmıştır. [59] Fakat Übey b. Ka’b’ın
Talha b. Ubeydullah ile kardeş yapıldığı şeklinde de rivayet vardır. [60] Diğer
bazı kaynaklarımıza göre ise Saîd b. Zeyd, Râfi’ b. Mâlik ez-Zurakî ile kardeş
yapılmıştır. [61] Son
olarak Saîd b. Zeyd’in Amr b. Süraka ile kardeş yapıldığı şeklinde de bir
rivayet mevcuttur. [62] İlk dönem
müelliflerinin birçoğu yukarıdaki ilk rivayeti tercih etmişler diğer
rivayetleri ise sadece aktarmışlardır. Buradan hareketle Saîd b. Zeyd’in Übey b.
Ka’b ile kardeş yapıldığını söyleyebiliriz.
Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber
döneminde birçok savaşlara katılmış ve bazı görevlerde bulunmuştur. Saîd’in,
Müslümanların giriştiği her olayda önemli rolü olmuştur. Saîd b. Zeyd, Bedir
savaşı dışında Hz. Peygamber ile birlikte Uhud, Hendek, Hudeybiye gibi diğer
bütün savaşlara katılmıştır. [63]
Bedir
Gazvesinden Önce Haber Getirmekle Görevlendirilmesi
Bedir savaşı, hicretin
ikinci senesinin Ramazan ayında meydana geldi. Rasûl-ü Ekrem, Mekke’den çıkıp
Şam’a giden Kureyş kervanına yetişmek üzere Uşeyre’ye kadar gelmiş; fakat
Kureyş kervanına rastlayamayınca Benî Müdlic kabilesiyle sözleşme imzalayıp
Medine’ye geri dönmüştü. Bu kervanın reisi Ebû Süfyan idi ve Şam’dan çok
miktarda mal alarak geri dönmüştü. Amr b. el-Âs da Ebû Süfyan ile birlikteydi
ve yanlarında ancak elli kadar kişi vardı. Ebû Süfyan’ın o şekilde çok
miktardaki mal ile Şam’dan çıktıklarının haber alınması üzerine Hz. Peygamber o
malın Kureyş’e ulaşmasını engellemek için ashabı cihada davet etmişti. Ayrıca
kervan hakkında araştırma yapmak üzere Talha b. Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd’i
Şam tarafına göndermişti.
Rasûlüllah’ın üzerinde
titizlikte durduğu noktalardan birisi de istihbarattı. Hz. Peygamber
hazırlıklarını tam yapabilmek ve düşmanların muhtemel taktiklerine karşı
koyabilmek için düşman hakkında bilgi toplamaya itina gösterirdi. [64] Düşman
hakkında iyice bilgi toplama ve tam haber alma ve bunun yanında kendi maksat ve
niyetlerini ondan saklama veya casusluk Hz. Peygamber’in takip ettiği mühim
prensiplerden biridir. [65]
Rasûlüllah aynı maksatla Şam yolu tarafına Talha ve Saîd b. Zeyd’i göndermişti.
Mekke’de de casusları vardı. Amcası Abbas ve Beşir b. Süfyan bunlardandır. Bedir
yakınlarına gelince bizzat kendisi Ebû Bekir ile birlikte tebdil-i kıyafetle
haber toplamak için çevreyi dolaşmıştır. [66]
Saîd b. Zeyd ile Talha b.
Ubeydullah, Kureyş kervanı hakkında bilgi toplamak üzere Havra’ya kadar
gelmişler; fakat burada kimseyi bulamamışlar ve bu arada kervan geçip gitmişti.
Bu haber Rasûlüllah’a ulaşınca İslâm ordusuyla birlikte Saîd ile Talha’nın
gönderilmesinden on gün sonra[67] yetmiş
kişi develi olduğu halde[68] 305 kişi[69] ya da 380
kişi ile[70] Bedir’e
doğru yola çıkmışlardı. Bu sırada Talha ile Saîd de Rasûlüllah’a Kureyş
kervanının gittiğini haber vermek üzere Medine’ye gelmişlerdi. Onların
Medine’ye geldiği gün Bedir savaşı vuku bulmuştu. Saîd ile Talha, Rasûlüllah’ın
Bedir’e gittiğini öğrenince hemen ona yetişmek üzere yola çıkmışlardı. Bu
sırada savaş sona ermişti ve Rasûlüllah Medine’ye dönüyordu. Saîd ileTalha da
Rasûlüllah ile Türban[71] mevkiinde[72]
kavuşmuşlardı. Hz Peygamber Saîd ile Talha savaşa katılmadıkları halde katılmış
gibi sayıp ganimetten onlara da pay vermişti. [73]
Rasûlüllah, Saîd’e ganimetten pay verince Saîd: “Ya Rasülallah! Bu benim ecrim
midir?” diye sormuştu. Hz. Peygamber(salla’llâhü aleyhi ve sellem)de: “Senin
ecrindir” diye cevap vermişlerdi.
Bedir gazvesine Saîd’in
kabilesi olan Beni Adiyy b. Kab’dan 14 kişi katılmıştır. [74]
Bedir savaşına mazeretleri sebebiyle üçü muhacir beşi Ensar’dan olmak
üzere sekiz sahabi katılamamıştı. Rasûlüllah bunlara da pay vermiştir.
Bunların birincisi Hz. Osman
idi. Hanımı ve aynı zamanda Rasûlüllah’ın kızı olan Rukiyye hasta olduğu için
onun yanında kalmıştı. Yine Talha b. Ubeydullah ve Saîd b. Zeyd’i Hz. Peygamber
Kureyş kervanı hakkında bilgi getirmekle görevlendirdiğinden bu ikisi de savaşa
katılamamıştı. Diğer beş kişi ise Ensardan idi. Bunlar: Ebû Lübabe b. Abdül
Münzir, Asım b. Adiyy el-Aclânî, Hâris b. Hâtıb, Hâris b. es-Sımme ve Havvat b.
Cübeyr’dir. [75] İbn
Kesir’in eserinde yer alan rivayette ise Âsım b. Adiyy yerine Ebu’s-Siyah b. Sâbit
zikredilmektedir. [76]
Saîd b. Zeyd, sadece
Bedir savaşında bulunamamış, bunun dışında Hz. Peygamber ile diğer tüm
savaşlara katılarak büyük yararlılıklar göstermiştir. [77]
Ancak kaynaklarda bu savaşlarda nasıl bir konumda bulunduğu ile ilgili olarak
ayrıntılı açıklamalara yer verilmeden sadece bu bilgi ile yetinilmiştir.
1.
4. 2. 1. Saîd b. Zeyd’in Üsâme b. Zeyd Seriyyesine Katılması
Saîd b. Zeyd, 12/632
yılında Rumlar üzerine düzenlenen[78] ve
içerisinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sa’d b. Ebî Vakkas
gibi Müslümanların ileri gelenlerinin de bulunduğu Üsâme b. Zeyd seriyyesinde
bulunmuştu. [79] Bu
savaşın sonunda Müslümanlar galip gelmişlerdi. [80]
1.
4. 2. 2. Saîd b. Zeyd’in Ukl ve Urayne Kabileleri Üzerine Seriyyesi
Enes (r. a. ) şöyle
rivayet etmiştir: Ukl ve Urayne kabilelerinden bir takım insanlar Medine’ye
Peygamber’in huzuruna gelmişler ve Müslüman olmuşlardı. Akabinde: “Ey Allah’ın
Peygamberi! Bizler sürü sahipleri idik, ekin ve mahsul sahipleri değildik”
demişler ve Medine’nin havasını sıhhatlerine uygun bulmamışlardı. Bu yüzden de
Medine’de ikamet etmek istememişlerdi. Rasûlüllah onlara zekat develerinin ve
çobanının bulunduğu yere gitmelerini ve o develerin sütlerinden ve
sidiklerinden içmelerini emretmiş, onlar da oraya giderek develerin sütleri ile
sidiklerinden içmişlerdi. Nihayet Harre tarafında bulundukları ve sağlıklarına
kavuştukları zaman İslâm’a girmelerinin ardından kâfir olmuşlardı. Hz. Peygamberin
çobanını öldürmüşler ve develeri önlerine katıp götümüşlerdi. Bu haber Hz. Peygamber’e
ulaşınca onların arkasından Saîd b. Zeyd komutasında bir seriyye göndermişti. [81]
Gönderilen bu seriyye
onları yakalayıp getirmiş, akabinde o canilerin gözleri çıkarılmış, elleri
kesilmiş ve ölünceye kadar Harre tarafına terk edilmişlerdi. [82] Bu olay
6/628 senesinde meydana gelmiştir. [83]
Bu rivayette dikkat çeken husus Hz. Peygamber’in bu insanlara develerin
sidiklerinden içmelerini emretmesidir. Ancak Hz. Peygamber’in hayatı dikkatli
bir şekilde tetkik edildiğinde görüleceği üzere onun bu tür pis şeylerden şifa
ummayacağı açık bir şekilde görülecektir. Bizce Hz. Peygamber’in böyle bir şey
söylemesi mümkün değildir. Nitekim rivayetteki sidik içme lafzı sadece bir
kaynakta yer almakta ve diğer kaynaklarda bunu doğrulayıcı bir bilgi
bulunmamaktadır.
Aşere-i
Mübeşşere’ye Dahil Edilmesi
Saîd b. Zeyd’in ve diğer
Aşere-i Mübeşşere’nin cennetle müjdelenmesi hakkındaki rivayetlere baktığımızda
bu rivayetlerin genelde beş-altı raviye dayandığı görülmektedir. Bu
rivayetlerin çoğu aynı konu hakkında büyük oranda birbirine benzeyen riveyetlerden
oluşmaktadır. Öncelikle bu rivayetler sıra ile verilecek, daha sonra da bazı
değerlendirmelerde bulunularak konu açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.
Rebah b. Hâris şöyle rivayet ediyor:
“Birgün Muğîre b. Şu’be Kûfe’nin büyük camiinde idi. Kûfe halkından birçok
kimseler de sağında ve solunda oturuyorlardı. Derken Saîd b. Zeyd gelip selam
verdi. Muğîre de “ hoş geldin” diyerek Saîd’i yanına oturttu. Biraz sonra Kûfe
halkından birisi gelip Muğîre’nin karşısına dikildi ve Hz. Ali’ye sövmeye başladı.
Saîd b. Zeyd, Muğîre’ye: “Bu adam kime sövüyor?” diye sormuş, Muğîre de: “Ebû
Talib oğlu Ali’ye sövüyor” cevabını vermişti. Bunun üzerine Saîd: “Ey Muğîre b.
Şu’be! Senin yanında Rasûlüllah’ın ashabına sövüyorlar da sen ses çıkarmıyor ve
mani olmuyorsun! Hâlbuki ben Rasûlüllah’tan: “Ebu Bekir cennettetir. Ömer
cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr
cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d b. Mâlik cennettedir ve
müminlerin dokuzuncusu cennettedir” diye buyurduğunu kulağımla işittim ve
biliyorsun ki, Rasûlüllah’tan kulağımla işitmediğim bir sözü rivayet etmek
vebali altına girmem. Hatta eğer istersem, o dokuncu adamın adını da
açıklayabilirim” dedi. Bunun üzerine câmideki halk merakla Saîd’e:
“Ey Rasûlüllah’ın sahabîsi! Allah’ı seviyorsan o
dokuzuncu adamın adını da bize söyle” diye rica ettiler. O da:
“Madem ki siz bana yemin verdiniz. Yüce Allah’a yemin
ederim ki, o dokuzuncu kişi benim. Onuncusu da Rasûlüllah’tır. Yine yüce
Allah’a yemin ederim ki Rasûlüllah ile beraber bulunan bir kimsenin onunla
beraber savaşta bulunup yüzünün tozlandığı bir saatlik ömrü her birinizin -o
biriniz Nuh aleyhisselam kadar bile ömür sürse- bütün ömrü boyunca yaptığı
amellerden daha üstündür”
dedi. [84]
Abdullah b. Zâlim el-Mâzinî şöyle
rivayet etmiştir: “Muaviye Kûfe’den çıktığında Muğîre b. Şu’be’yi oraya vali
tayin etti. Muğîre b. Şu’be de Hz. Ali’ye sövmeleri için hatipler tuttu. Ben
Saîd b. Zeyd’in yanındaydım. O, öfkelendi ve ayağa kalktı, benim de elimden
tuttu. Ben de ona uydum. Bana “Cennet ehli olan bir kimseye lânet edilmesini
emredip kendi nefsine zulmeden şu adamı görüyor musun? Ben şehadet ederim ki
dokuz kişi cennetliktir. Onuncusu için de şahitlik etsem hata etmiş olmam” dedi.
Ben “Bu nasıldır?” dedim. Saîd b. Zeyd şöyle devam etti. “Biz Rasûlüllah ile
birlikte Hira dağının üzerindeydik. Hira sevinçten sallandı. Hz. Peygamber
“Sakin ol ey Hira! Senin üzerinde nebi, sıddîk ve şehitten başkası yoktur”
buyurdular. (Abdullah) “Onlar kimlerdir?” dedim. Saîd de “Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf
ve Sa’d b. Mâlik” dedi ve sustu. “Onuncu kimdir?” dedim. Saîd de “Benim”
cevabını verdi. ”[85]
Abdullah
b. Zâlim el-Mâzinî şöyle rivayet etmiştir: “Muğîre b. Şu’be hutbede Hz. Ali’ye
dil uzattı. Bunun üzerine Saîd b. Zeyd hemen dışarı çıktı ve şöyle dedi:
“Ali’ye sövmek ne kadar da şaşılacak bir şey! Ben Rasûlüllah üzerine şehadet
ederim ki biz Hira veya Uhud’un üzerindeydik. Bu sırada dağ sallandı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber “Sakin ol ey Hira ya da Uhud! Muhakkak ki senin üzerinde
sıddîk ve şehit vardır” buyurdular. (Saîd) On kişinin ismini saydı. Bunlar:
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha,
Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf’tır. Saîd onuncu kişi olarak da
kendisini söyledi. ”[86]
Abdurrahman
b. el-Ahnes şu şekilde rivayet etmiştir: “Muğîre b. Şu’be hutbede Hz. Ali’ye
dil uzattı. Bunun üzerine Saîd kalktı ve şöyle dedi: “Ben Rasûlüllah’ı şöyle
derken işittim: “ Peygamber cennettedir. Ebû Bekir cennettedir. Ömer
cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr
cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d cennettedir. ”
Saîd b. Zeyd “Şayet
isteseydim onuncunun ismini de söylerdim” dedi ve onuncu olarak kendisini
zikretti. [87]
Abdurrahman
b. Avf Hz. Peygamber’den şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber şöyle
buyurmuşlardır:“Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osman cennettedir. Ali
cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman b. Avf
cennettedir. Sa’d b. Ebî Vakkas cennettedir. Saîd b. Zeyd cennettedir. Ebû
Ubeyde b. Cerrah cennettedir. ”[88] [89]
Ebû
Zerr el-Ğıfârî şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber Hz. Âişe’nin yanına girdi
ve şöyle dedi: “Ey Âişe sana müjde vereyim mi?” Hz. Âişe “ Evet ver ey Allah’ın
Rasûlü” dedi. Hz. Peygamber de şöyle dedi: “Baban cennettedir ve onun arkadaşı
İbrahim (a. s. )’dir. Ömer cennettedir ve onun arkadaşı Nuh (a. s)’dur. Osman
cennettedir ve onun arkadaşı benim. Ali cennettedir ve onun arkadaşı Yahya (a. s.
)’dır. Talha cennettedir ve onun arkadaşı Davud (a. s. )’dur. Zübeyr
cennettedir ve onun arkadaşı İsmail (a. s. )’dir. Sa’d b. Ebî Vakkas
cennettedir ve onun arkadaşı Süleyman (a. s. )dır. Saîd b. Zeyd cennettedir ve
onun arkadaşı Musa (a. s. )’dır. Abdurrahman b. Avf cennettedir ve onun
arkadaşı İsa (a. s)’dır. Ebû Ubeyde b. Cerrah cennettedir ve onun arkadaşı da
İdris (a. s. )’dir. ” Hz. Peygamber şöyle devam etti: “Ben Peygamberlerin
efendisiyim. Baban da Sıddîkların en faziletlisidir. Sen de Mü’minlerin annesisin.
”
Rivayetleri
incelediğimiz zaman görüyoruz ki ilk dört rivayet Muğîre b. Şu’be’nin veya
hatibinin Kûfe camisinde Hz. Ali’ye sövmeleri ve bunun üzerine Saîd b. Zeyd’in
onlara karşı Hz. Peygamber’in hadîsini zikretmesiyle ilgilidir. Yine bu ilk
dört rivayetin üç ayrı râvi tarafından rivayet edildiği görülmektedir. Kanaatimce
rivayetlerde küçük farklılıkların olması râvilerin olayı farklı
değerlendirmelerinden ve rivayet tarzlarından kaynaklanmaktadır. Bazıları olayı
ayrıntısıyla verirken, diğer bazı râviler de olayı özetle aktarmışlardır.
Rivayetlere toplu bir
şekilde bakıldığında rivayetlerin genelinde Hz. Peygamber onuncu kişi olarak
zikredilmiş ve onun dışında dokuz sahâbînin ismi verilmiştir. Halbûki cennetle
müjdelenenlerin sayısının Hz. Peygamber dışında on olması gerekmektedir. Çünkü
zaten bu kişilerin cennetlik olduğunu Hz. Peygamber müjdelemektedir ve genel
kabul görmüş görüşe göre onuncu kişi de Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır. Nitekim
Abdurrahman b. Avf ve Ebû Zerr’in rivayetlerinde bu husus açıkça görülmektedir.
RAŞİD
HALİFELER DÖNEMİNDE SAîD B. ZEYD
. Ecnâdeyn
Muharabesi:(13/634)
Ecnadeyn Muharebesi
13/634 yılında meydana gelmiştir. [90]
Hicretin on üçüncü yılının başlangıcında Hz. Ebû Bekir, Suriye’ye muhtelif
istikametlerden hareket edilmesi için emir vermişti. Ebû Ubeyde Humus’a, Yezid
b. Ebî Süfyan Şam’a, Amr b. el-Âs Filistin’e, Şurahbil b. Hasene de Ürdün’e[91] hücum
edecekti. Bütün ordunun mevcudu 34. 000 idi. İslâm kumandanları Arabistan
sınırını geçer geçmez Bizanslıların büyük kuvvetleriyle karşılaşacaklarını
tahmin ediyorlardı. Neticede imparator Herakl, İslâm kuvvetlerinin her birine
karşı ayrı ordu göndermişti. Bu savaşta Rumların sayısı 100. 000 civarında idi.
[92] Bunun
üzerine İslâm kumandanları kuvvetlerini bir nokta etrafında toplamaya karar
vererek yardım kuvvetleri göndermesi için Hz. Ebû Bekir’e müracat etmişlerdi. Hz.
Ebû Bekir, Irak fethiyle meşgul olan Hâlid b. Velîd’in Suriye tarafına hareket
etmesini emretmiş, Hâlid bir çok mukavemetleri kırarak Şam’a varmış ve
karargâhını orada kurmuştu.
İmparatorun gönderdiği
büyük ordu Ecnadeyn’de idi. Hâlid ile Ebû Ubeyde Ecnadeyn’e harekete karar
vermişler, diğer kumandanlara da kendilerini takip etmeleri için talimat
göndermişlerdi. Bunun üzerine Yezid, Amr ve Şurahbil kısa zamanda kendilerine
ulaşmışlardı. Komutanlar geldikten sonra Hâlid b. Velid komutasındaki
Müslümanlar şiddetli bir şekilde Rumların üzerine saldırmışlar ve 3000
Müslüman’ın şehit düşmesiyle neticelenen bir savaştan sonra zafer kazanılmıştı(13/634)[93] [94] Saîd b. Zeyd
de bu savaşta bulunmuş ve süvari kuvvetlerine 94
kumanda
etmişti.
Şam şehri Suriye’nin en
büyük şehridir. Cahiliye devrinde Araplar bu şehri ticaret maksadıyla ziyaret
ettiklerinden bu şehir tüm Arabistan’da tanınmış idi. Bu itibarla Hâlid, Şam
muhasarasını çok önemli bir şekilde tatbik etmeye mecbur oldu. Şehrin çeşitli
kapılarına şu komutanlar tayin edilmişti: Amr b. el-Âs, Şurahbil ve Ebû Ubeyde
b. Cerrah. Hâlid de beş bin askerle Şark kapısı karşısına mevzilenmişti. Muhasaranın
doğurduğu güçlükler şehrin Hristiyan halkınının sinirlerinin gerilmesine neden
olmuştu. Casusların verdiği bilgiler ise Müslüman askerlerin atılganlık ve
cesaret, azim ve katiyetle savaşmaya karar verdikleri şeklinde idi. Tek ümitleri
Herakl’in Humus’dan gönderdiği yardım kuvvetleri idi. Şam fethi esnasında Hz. Ebû
Bekir vefat edip Hz. Ömer halife olduğundan, Hz. Ömer Hâlid’in yerine Ebû
Ubeyde’yi baş komutan tayin etmiş ve bölge komutanlarını onun emrine vermişti.
Hristiyanlar,
Müslümanların Suriye’nin kış mevsimine dayanamayarak çekip gitmelerini
bekliyorlardı. Fakat tüm ümitleri boşa çıkmıştı. Çünkü soğuğun şiddeti
Müslümanları korkutmamış; Hâlid, Humus’dan gelmesi beklenen yardım kuvvetlerini
durdurmak için Zülkila’a bir kuvvet göndermişti. Neticede Herakl tarafından
gönderilen kuvvetler Şam yolunun kapalı olduğunu görmüş, Şam halkı da artık
ümitsizliğe düşmüşlerdi. Bu sırada meydana gelen bir olay adeta bir ilâhi
yardım gibi tesir etti. Şam patriğinin bir oğlu doğmuş, halk bunu kutlamak için
içki içmiş ve sızmıştı. Hâlid, düşmanlarının durumlarını yakından takip eder,
geceleri az uyur ve en ehemmiyetsiz hadiseleri bile kaçırmazdı. Hâlid,
düşmanların o akşamki durumlarından haberdar olunca birkaç kahraman askerle
birlikte hazırlanıp, şişirilmiş tulumlar üzerinde su ile dolu olan hendeği
geçmiş, duvarlara kement atarak kalenin duvarını aşmış, kendisini birkaç askeri
de takip etmişti.
Hâlid şehrin içine
girdikten sonra kale kapısının muhafızlarını vurarak kapıları açmış, İslâm askerleri
de hemencecik şehre girivermişlerdi. Hâlid’in şehre girdiğini gören
Hristiyanlar kapıları bizzat açarak Ebû Ubeyde’ye sığınmışlar ve Hâlid’in
şiddetinden himaye edilmelerini istemişlerdi. Daha sonra Hâlid ile Ebû Ubeyde
Şam’ın çarşısında buluşmuşlar ve şehrin her tarafında emniyet ve âsâyişin
tesisine karar vermişlerdi. Şehirde hiç bir yağma olayı meydana gelmemiş, hiç
kimse harp esiri muamelesi görmemişti. Bütün Suriye’nin fethine bir başlangıç
teşkil eden bu zafer, hicretin 14. yılında meydana gelmiştir. [95]
Ebû Ubeyde, Şam’ın
fethini tamamladıktan sonra Kudûslülere bir mektup göndererek onları Allah’a
imana ve İslam’a girmeye davet etmişti. Aksi takdirde cizye vermeleri
gerektiğini cizye vermedikleri takdirde kendilerine savaş ilan edileceğini bildirmişti.
Kudûslüler ise Ebû Ubeyde’nin bu çağrısına icabet etmemişlerdi. Bunun üzerine
Ebû Ubeyde, Şam’da Saîd b. Zeyd’i yerine vekil tayin etmişti. Böylece Saîd b. Zeyd,
Şam’ın fethinden sonra Müslümanlardan Şam valiliği yapan ilk kişi olmuştur. [96] Ebû Ubeyde
ordusuyla birlikte Kudûs’e doğru yola çıkarak Kudüs’ü kuşatma altına almış ve
şehir halkına baskı yapmıştı. Nihayet onlar, Hz. Ömer’in kendilerine gelmesi
şartıyla barış yapmaya razı olacaklarını bildirmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer
gelmiş ve şehri teslim almıştı. [97]
Müslümanların Şam’ı
fethetmeye muvaffak olmaları Bizanslıları çok kızdırdığından bunlar her
taraftan büyük bir ordu toplamışlardı. Müslümanlar da askerlerini Beysan’da
toplamışlardı. Herakl tarafından Şam’ı kurtarmak için gönderilen; fakat
Zilkala’da durdurulan askerler de Beysan’a gelmişlerdi. Bizans askerinin
mevcudu kırk bini aşıyordu. Kumandanları Soklar b. Muhrak adında şöhret yapmış
bir askerdi.
zaman Suriye altı
vilayete ayrılmıştı. Bunların başlıcaları Şam, Filistin, Ürdün ve Humus idi. Ürdün’ün
idare merkezi Şam’dan dört merhale mesafede olan Taberiyye idi.
Taberiyye’nin doğusunda
12 mil uzunluğunda bir göl vardır. Bu gölün birkaç mil ötesinde Selaorina
adında eski bir şehir vardı ki Arablar ona Fihl adını vermişlerdi.
BizanslIlar Beysan’da,
Müslümanlar ise Fihl’da karargâhlarını kurmuşlardı. Ani bir baskından korkan
Hristiyanlar barajları açmışlar, Fihl ile Beysan arasındaki bütün yollar
bataklığa dönmüş, bu yüzden de Müslümanların Hristiyanların karargâhlarına
ulaşma imkanı ortadan kalkmıştı. Fakat Müslümanların azim ve hamaseti bu gibi
engeller karşısında duracak gibi değildi. Müslümanların engelleri aşmak için
gösterdikleri azmi gören Bizanslılar barış istemişler; fakat yapılan ikili
görüşmeler bir sonuç vermemişti. Sonuçta Fihl mevkiinde Bizanslılarla
Müslümanlar çok şiddetli bir şekilde savaşmışlar neticede Allah Müslümanları
muzaffer kılmış, patrikleri ve on bin civarında Rum öldürülmüştü. Kalanları ise
Şam şehrine dağılmış; bir kısmı da Herakl’ın yanına gitmişlerdi. Fihl halkı da
kalelerine sığınmış, Müslümanlar da onları kuşatmışlardı. Sonunda onlar adam
başı cizye verme ve topraklarında da haraç ödeme karşılığında eman istemişlerdi.
Buna karşılık Müslümanlar da onların canlarını ve mallarını koruyacaklar,
duvarlarını yıkmayacaklardı. 98 Saîd b. Zeyd de bu
savaşta bulunmuş ve piyade birliklerine kumanda etmişti. [98]
[99]
Yermûk Muharebesi 15/636
yılında meydana gelmiş büyük bir savaştır. [100]
Herakl, Rumlardan Şam, Cezire ve İrminiyye halklarından iki yüz bin civarında
bir ordu toplamış, bu ordunun başına da en yakın adamlarından birisini
geçirmişti. Lahm, Cüzam ve başka kabilelerden olan Şamlı Arapların teşkil
ettiği öncü kuvvetlerin başına ise Celebe b. el- Eyhem el- Ğassânî’yi göndermişti.
Müslümanlarla savaşmaya karar veren Herakl, askerleri galip gelirlerse ne âla,
yoksa Konstantiniyye’ye (İstanbul’a ) gidip orada oturmayı kararlaştırmıştı. Müslümanlar
da toplanmışlar ve onlara doğru ilerlemişlerdi. Neticede Yermûk nehri kenarında
iki ordu çok şiddetli bir şekilde savaşmışlar ve Müslümanlar düşman ordusunu
yerinden çıkarmışlardı. Rumlar ile onlara tabi olan askerler kaçmayı
düşünmesinler diye zincire
vurulmuşlardı. Allah,
onlardan yetmiş bin kişiyi öldürmüş, geri kalanları da kaçarak Filistin,
Antakya, Halep, Cezîre ve İrminiyye’ye sığınmışlardı. Yermûk muharebesinde
Müslüman kadınlar da çok şiddetli bir şekilde savaşmışlardı. Muaviye b. Ebî
Süfyan’ın annesi Utbe kızı Hind: “Kılıçlarınızla sünnetsizleri kesin” diyordu.
Rivayete göre Yermûk
halkının durumu ve Müslümanların kendi ordusunu bozguna uğrattığı haberi
Herakl’e ulaşınca, o, Antakya’dan Konstantiniyye’ye kaçmıştı. Sınırı geçince
de: “ Ey Suriye! Sana selam olsun! Burası düşman için ne güzel bir ülkedir. ”[101] demişti.
O, bu sözüyle Şam toprağının çok fazla otlağı bulunduğunu kastetmişti.
Rivayete göre
Müslümanlar, Herakl’ın kendilerine karşı asker topladığı ve bu ordunun da
Yermuk muharebesi için üzerlerine geldiğini öğrendiklerinde Hıms halkından daha
önce almış oldukları cizye vergisini iade etmişler ve onlara şöyle demişlerdi:
“ Bu savaş dolayısıyla meşgul olduğumuzdan sizlere yardım edemeyeceğiz ve
sizleri koruyamayacağız. Emanetiniz kendinize aittir. ” Müslümanların bu
sözlerine karşı Hıms halkı ise şunları söylemişlerdi: “Sizlerin idaresi ve
adaleti daha önce içinde bulunduğumuz durum ve zorbalıktan bizim için daha
iyidir. Bizler, Herakl’ın ordusunu sizin valinizle birlikte şehrimizden
kovacağız. ” Oradaki Yahudiler de ayağa kalkmışlar ve: “ Tevrat üzerine yemin
ederiz ki Herakl’ın kumandanı bizi mağlup ve yok etmeden Hıms şehrine
giremeyecektir” diyerek şehrin kapılarını kapatıp orayı korumuşlardı. Müslümanlarla
anlaşma yapmış olan diğer şehirlerin Hristiyanları ve Yahudileri de aynı
şekilde hareket etmişler ve şunları söylemişlerdi: “ Eğer Rumlar ve onlara
bağlı olanlar Müslümanlara üstün gelirlerse, bizler daha önceki kötü halimize
döneriz. Yoksa biz, Müslümanlardan birkaç kişi de kalsa, onlara verdiğimiz söze
bağlı kalacağız. ”
Onlar bu sözleriyle
aslında Müslümanların ne kadar adaletli olduğunu söylüyorlardı. Nitekim
Müslümanlar galip geldiklerinde bu insanlar, şehirlerinin kapılarını açmışlar,
davul ve zurnalarını çıkarıp oynamışlar ve cizye vergisini ödemeye devam
etmişlerdi. [102] Yermûk
savaşında Saîd b. Zeyd ordunun merkezinde savaşmış[103]
ve büyük kahramanlıklar göstermiştir. Saîd şöyle anlatıyor:
“Yermûk’te 24 bin veya
ona yakındık. Bizanslılar ise 120 bin kişiyle bizim karşımıza çıktılar. Sanki
gizli ellerin hareket ettirdiği dağlar gibi ağır adımlarla bize yöneldiler. Önlerinde
piskoposlar, patrikler, ve papazlar ellerinde haçlarla yüksek sesle dualar
okuyarak yürüyorlardı. Onların arkasından da askerler gök gürültüsüne benzer
bir şekilde onların okuduğu duaları tekrar ediyorlardı. Müslümanlar onları bu
halde görünce kalabalık oluşları kalplerine biraz korku verdi. O anda Ebû
Ubeyde b. Cerrah Müslümanları savaşa teşvik edip şöyle dedi:
“Ey Allah’ın kulları!
Allah’a yardım ediniz ki o da size yardım etsin ve ayaklarınızı sabit kılsın. Allah’ın
kulları! Sabrediniz. Sabır küfürden kurtuluştur. Rabbinin rızasını kazanmaya ve
hayaya sevk edicidir. Mızraklarınızı düşmanlarınıza doğru tutup kalkanlarınızı
kendinize siper ediniz. Sükûta sarılın. İçinizden sadece Azîz ve Celîl olan
Allah’ı zikrediniz. Tâ ki Allah’ın izniyle ben size emredinceye kadar. ”
Saîd anlatmaya şöyle
devam ediyor:
___ “ O anda Müslüman
saflarından biri çıktı ve Ebû Ubeyde’ye şöyle dedi:
“Ben şu anda ölmeye
karar verdim. Senin Rasûlüllah’a göndereceğin bir mesajın var mı?” Ebû Ubeyde
şöyle dedi:
___ “Benden ve
Müslümanlardan ona selam söyle ve ayrıca de ki: “Ya Rasûlallah! Biz Rabbimizin
vaat ettiğini gerçek olarak gördük. ”
Onun bu sözünü işitip,
Allah düşmanlarıyla karşılaşmak üzere kılıcımı sıyırır sıyırmaz kendimi
şiddetle yere attım ve diz üstü çöküp mızrağımı ileri uzattım. Mızrağımı bize
doğru gelen ilk süvariye dürttüm. Daha sonra Allah kalbimdeki bütün korkuyu
çekip almış olarak düşmana atıldım. Diğerleri de Bizanslıların üzerine atıldı. Allah
müminleri muzaffer kılıncaya kadar onlarla savaştık. ”[104]
Sonuç itibariyle
Müslümanlar kendilerinden kat kat fazla olan düşmanlarını Yermûk’te de Allah’ın
yenilgiye uğratmışlar ve İslâm nizamını yaymaya devam etmişlerdir. [105]
Saîd b. Zeyd’in
katıldığı savaşları bu şekilde zikrettikten sonra onun sosyal ve siyasî hayatı
hakkında bazı değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Hz. Ömer’in Saîd’i Şûraya Dahil
Etmemesi
Muğire b. Şu’be, kölesi
olan Ebû Lü’lüe’nin kendisine günde iki dirhem gelir getirmesini emretmiş,
sonra da Hz. Ömer’den onun vergisini artırmasını istemişti. Çünkü Ebû Lü’lüe
demircilik ve marangozluk yapan aynı zaman da desen ve nakış işleyen bir
kimseydi. Hz. Ömer onun vergisini aylık 100 dirheme çıkarmış ve ona şöyle
demişti: “Duyduğuma göre sen çok iyi yel değirmeni yapıyormuşsun. ” Ebû Lü’lüe
de: “Allah’a yemin ederim sana öyle bir değirmen yapacağım ki insanlar
doğularda ve batılarda ondan söz edeceklerdir” diyerek onu tehdit etmişti. Hz. Ömer
ile Ebü Lü’lüe arasında geçen bu konuşma Salı günü akşamı olmuştu. Ebü Lü’lüe
de onu hicretin yirmi üçüncü senesinin Zilhicce ayının bitimine dört gün kala
Çarşamba günü sabahı vurmuştu. [106]
Hz. Ömer, eğer Ebû Ubeyde hayatta olsaydı onu halîfe
tayin edeceğini ama onun hayatta olmadığını; şayet Ebû Huzeyfe’nin azatlısı
Sâlim hayatta olsaydı onu seçeceğini ama onun da hayatta olmadığını söylemişti.
Bir adam oğlu Abdullah’ı seçmesini tavsiye etmiş; fakat Hz. Ömer bunu kabul
etmemişti. [107]
Hz. Ömer kendisinden
sonra halîfe seçiminin meşveret usulüyle yapılmasını, halîfeyi altı kişinin
kendi aralarında seçmelerini vasiyet etmişti. Bu altı kişi vefat ederken
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in kendilerinden razı olduğu Hz. Osman,
Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa’d b. Ebî
Vakkas idi. Ayrıca Hz. Ömer şûra meclisi üyelerine: “Oğlum Abdullah aranıza
katılsın, ama oy hakkı olmasın. Sadece tavsiyede bulunsun. Yönetim işini
üstlenmesin. ” demişti.
Hz. Ömer Saîd b. Zeyd’in
cennetle müjdelenen on kişiden biri olmasına rağmen bu altı kişi arasında
yedinci kişi olarak bulunmasını istememişti. Çünkü Saîd, onun amcasının oğlu ve
eniştesi idi. Amcası oğlu olması yüzünden onu halîfe tayin etmelerinden
çekinmişti. Bu da Hz. Ömer’in ne kadar adaletli ve takvalı olduğunu
göstermektedir. [108]
Saîd, ilk Müslümanlardan
olması açısından Şûra heyetine giren kişilerin derecesine sahipti. Ancak
amcasının oğlu olması ve eniştesi olması dolayısıyla hakkında bir şaibe ve
tereddüde yol açmamak için Hz. Ömer onu bu heyetin dışında bırakmıştı. [109]
Kaynaklarımızda Saîd’in Şûra heyetinin dışında bırakılma sebebi olarak
belirttiğimiz bu iki sebebten başka bir sebeb zikredilmemiştir. Hz. Ömer kendi
ailesinden birinin halife olmasını istememişti. Hatta daha önce de geçtiği gibi
şûra meclisi üyelerine “Oğlum Abdullah aranıza katılsın, ama oy hakkı olmasın. Sadece
tavsiyede bulunsun. Yönetim işini üstlenmesin. ” demişti. [110]
Anlaşılan o ki, Hz. Ömer hilâfet görevinin ne kadar ağır olduğunu görmüştü ve
bu görevin sorumluluğunun çok büyük olduğunu da biliyordu. Hz. Ömer, kendisi
ile olan akrabalığı dolayısıyla hem bu yakınlığı söz konusu edilerek hilâfete
geçirilmemesi, hem de insanların kalplerinde “Ömer kendi yakınlarını kayırıyor”
gibi bir düşünce oluşmaması için Saîd b. Zeyd’i şûra heyetinin dışında
bırakmıştır.
Saîd b. Zeyd, Hz Ömer’in
veafatından sonra ağlamıştı. Kendisine: “ Ey Eba A’ver! Niçin ağlıyorsun?”
denildiğinde o: “Ben İslâm için ağlıyorum. Muhakkak ki Ömer’in ölümü İslâm’da
kıyamete kadar kapanmayacak bir delik açtı. ” demişti. [111]
Hz.
Osman Zamanında Saîd b. Zeyd
Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer’in
ölümünde ortaya çıkan hilâfet meselesinde Hz. Osman’ın adaylığını
destekleyenler arasında idi. Hz. Osman halîfe olunca kendisine Kûfe’de bir
arazi vermişti. Saîd de bir müddet orada kalmıştı. Daha sonra tekrar Medine’ye
gelmiş ve burada vefat etmiştir. [112]
Mısırlı asiler Hz. Osman’ı
kuşatmak için Zi Huşub’e[113]
gediklerinde,[114] Hz. Osman,
Hz. Ali’den gidip Mısırlılarla konuşmasını istemiş ve Hz. Ali’ye tâbi
olacağını, onun söylediklerini kabul edeceğini bildirmişti. Hz. Ali de bunun
üzerine Mucahirler ve Ensardan oluşan otuz kişilik[115]
bir gurupla birlikte onlarla konuşmak için gitmişti. Hz. Ali ile beraber
asilerle konuşmak için gidenler arasında Saîd b. Zeyd de bulunuyordu. Asilerin
yanına varınca Hz. Ali ve Muhammed b. Mesleme onlarla konuşmuşlar, bunun
üzerine asiler de geri dönmüşlerdi. [116]
İsyancıların
memleketlerine geri dönmesinden sonra Hz. Ali, Hz. Osman’a gelip tavsiyede
bulunmuş ve kendisinin yaptıklarından dolayı tevbe ettiğini halka bildirmesini;
çünkü kendisine karşı şehirlerde komplolar hazırlandığını bildirmişti. Hz. Osman
da bunun üzerine halka bir hutbe irat etmiş; Allah’a hamd ve senadan sonra hata
ettiğini, yaptıklarından dolayı da Allah’a tevbe ettiğini bildirmiş,
diğerlerinin de Allah’a tevbe etmesini istemişti. O, konuşmasında: “Allah’a
yemin ederim ki ben, başkasının mülkiyeti altına girdiğinde sabreden,
hürriyetine kavuştuğunda şükreden köle gibi olacağım. Allah’ın yolu neresiyse
oraya gideceğim” demişti. İnsanlar onun bu konuşmasından dolayı ona karşı
merhamete gelmişler, birçokları da ağlamışlardı. Saîd b. Zeyd de kalkıp şöyle
demişti: “Ey Mü’minlerin emiri! Bu söylediklerini yapmadığın takdirde
Allah’ın azabından kork ve söylediklerini yerine getir. ”[117]
Asiler, memleketlerine
döndükten bir süre sonra tekrar geri gelmişlerdi. Onlar Hz. Osman’nın kölesini
bir mektupla beraber yakaladıklarını, mektupta da kendilerini öldürmelerinin
emredildiğinin yazılı olduğunu söyleyerek bu konuda Hz. Osman ile konuşmaları
için Hz. Ali, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Saîd b. Zeyd’e başvurmuşlardı. Saîd b. Zeyd
tıpkı Sa’d b. Ebi Vakkas gibi “Ben sizin bu işinize karışmam” diyerek onların
bu isteklerini kabul etmemişti. [118]
Neticede asiler uzun bir kuşatmanın ardından Hz. Osman’ı şehit etmişlerdi. Saîd
b. Zeyd, Hz. Osman’ın öldürüldüğünü öğrenince; “Affan’ın oğlu Osman’a bu
yaptıklarınız protesto edilmesi gereken gereken bir iştir. ” [119] diyerek
bu olaydan ne kadar üzüntü duyduğunu göstermiş ve zalimlerin yüzlerine
yaptıklarının zulüm olduğunu korkusuzca haykırmıştı.
Yine Saîd b. Zeyd Kûfe
mescidinde: “Sizin Hz. Osman’a karşı bu hareketiniz yüzünden Uhud dağı yerinden
oynasaydı, onun yerinden oynaması çok yerinde olurdu” diyerek zalimleri
kınamıştı. [120]
Hz.
Ali ve Hz. Muaviye Döneminde Saîd b. Zeyd
Saîd b. Zeyd Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Medine
halkıyla birlikte Hz. Ali’ye biat etmişti. [121] O, Hz. Ali
hakkında şöyle der: “Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ashabını hayırlı
bir amele davet ettiğinde onun etrafına toplanan ilk dört kişiden biri mutlaka
Ali olurdu. ”[122]
Şöyle bir olay anlatılır: Bir gün Muaviye’nin Kûfe valisi olan Muğîre b. Şu’be,
Kûfe’nin büyük camiinde idi. Kûfe halkından birçok kimseler de sağında ve
solunda oturuyorlardı. Derken Saîd b. Zeyd gelip selam vermiş Muğîre de “ hoş
geldin” diyerek Saîd’i yanına oturtmuştu. Biraz sonra Kûfe halkından birisi
gelip Muğîre’nin karşısına dikilmiş ve Hz. Ali’ye sövmeye başlamıştı. Saîd b. Zeyd,
Muğîre’ye: “Bu adam kime sövüyor?” diye sormuş, Muğîre de: “Ebû Talip oğlu
Ali’ye sövüyor” cevabını vermişti. Bunun üzerine Saîd: “Ey Muğîre b. Şu’be!
Senin yanında Rasûlüllah’ın ashabına sövüyorlar da sen ses çıkarmıyor ve mani
olmuyorsun! Hâlbuki ben Rasûlüllah’tan: “Ebu Bekir cennettetir. Ömer
cennettedir. Osman cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr
cennettedir. Abdurrahman b. Avf cennettedir. Sa’d b. Malik cennettedir ve
müminlerin dokuzuncusu cennettedir” diye buyurduğunu kulağımla işittim ve
biliyorsun ki, Rasûlüllah’tan kulağımla işitmediğim bir sözü rivayet etmek
vebali altına girmem. Hatta eğer istersem, o dokuncu adamın adını da
açıklayabilirim” demişti. Bunun üzerine câmideki halk merakla Said’e:
__ “Ey Rasûlüllah’ın sahabîsi! Allah’ı seviyorsan o
dokuzuncu adamın adını da bize söyle” diye rica etmişlerdi. O da:
__ “Madem ki siz bana yemin verdiniz. Yüce Allah’a yemin
ederim ki, o dokuzuncu kişi benim. Onuncusu da Rasûlüllah’tır. Yine yüce Allah’a
yemin ederim ki Rasûlüllah ile beraber bulunan bir kimsenin onunla beraber
savaşta bulunup yüzünün tozlandığı bir saatlik ömrü her birinizin -o biriniz
Nuh aleyhisselam kadar bile ömür sürse- bütün ömrü boyunca yaptığı amellerden
daha üstündür” demişti.
[123]
Abdullah b. Zalim ise bu
olayı şu şekilde anlatır: Muğîre b. Şu’be’nin kendisi [124]
veya Muğîre’nin hatibi [125] Hz. Ali’ye
dil uzattı. O sırada Saîd b. Zeyd’in yanında oturuyordum. Saîd bu manzarayı
görünce kızarak kalktı ve elimden tuttu. Beraberce camiden çıktık. Bana:
“Kendine yazık eden şu
adamı görüyor musun? Cennetlik adamlardan birine lanet okumayı emrediyor. Ali’ye
sövmek ne kadar da şaşılacak bir şey! Ben Rasûlüllah üzerine şehadet ederim ki,
muhakkak ki biz Hira veya Uhud’un üzerindeydik. Bu sırada dağ sallandı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Sabit ol ey Hira ya da
Uhud! Muhakkak ki senin üzerinde bir nebi, sıddîk ve şehit vardır” dedi ve on
kişinin ismini saydı. Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d b.
Ebî Vakkas ve Abdurrahman b. Avf’tır. Saîd onuncu kişi olarak da kendisini
söyledi. [126]
Hz. Muaviye dönemine
bakacak olursak, Muaviye Medine valisi Mervan b. Hakem’e bir mektup yazarak
Yezid için Medinelilerden biat almasını emretmişti. Bunun üzerine Şam’lı biri
Saîd b. Zeyd biat edinceye kadar biat etmeyeceğini söylemişti. Çünkü o Şam
halkının ileri gelenlerindendi. Saîd, Yezid’e biat edince onlar da biat
etmişlerdi. [127] [128] Saîd,
Ali-Muaviye mücadelesinde herhangi bir tarafı tutmamış, bu mücadelelere karışmamış
ve Kûfe’den 128 döndükten
sonra Medine yakınında bulunan Akîk mevkisindeki çiftliğine çekilmişti.
Kaynaklarımıza göre Saîd
b. Zeyd ishalden ölmüş[129] ve bu
yüzden de şehitlerden olmuştur. [130]
Kaynaklarımızda Saîd b. Zeyd’in hangi tarihte ve nerede öldüğü hususu farklılık
arzetmektedir. Bazı kaynaklarımıza göre Saîd b. Zeyd 50/670 yılında Medine’nin
Akîk mevkiinde vefat etmiştir. [131] Diğer
bazı kaynaklarımıza göre ise o, 51/671 yılında ve yetmiş küsûr yaşlarında
olduğu halde Medine’nin Akîk mevkiinde vefat etmiştir[132]
Kaynaklarımızda Said’in 58/678 yılında vefat ettiğine dair rivayetler de vardır.
[133]
Kaynaklarımızda Saîd’in öldüğü zamanda kaç yaşında olduğu hususu açık değildir.
Genellikle onun öldüğü zaman yetmiş küsûr yaşında olduğu belirtilir. Sadece bir
kaynakta onun öldüğü zaman 73 yaşında olduğu zikredilir. [134]
Saîd b. Zeyd’in vefat
ettiği yer olarak genelde Medine’nin Akîk mevkii zikredilmektedir. [135] Ancak
onun Hz. Osman’ın Kûfe’de kendisine verdiği verdiği araziye yerleştiği ve
ölünceye kadar da orada kaldığı şeklinde de rivayetlere rastlamaktayız. [136]
Saîd vefat edince
cenazesi insanların omuzlarında Medine’ ye taşınmış, [137]
cenazesini Sa’d b. Ebî Vakkas yıkamış ve kefenlenmiş, kabrine yine Sa’d ile İbn
Ömer indirmişler, cenaze namazını da İbn Ömer kaldırmıştır. [138] Bazı
kaynaklarımız onun Kûfe’de öldüğü ve cenaze namazının da Kûfe valisi bulunan
Muğîre b. Şu’be tarafından kaldırıldığı şeklinde de rivayetlerin bulunduğu
belirtirler. [139] Ancak
rivayetlerde geçen “cenazesi insanların omuzlarında Medine’ye taşınmış” ibaresi
bize Saîd b. Zeyd’in vefat ettiği yerin Kûfe değil Medine’nin Akîk mevkisi
olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde cenazesinin Kûfe’den Medine’ye omuzlarda
taşınması mümkün gözükmemektedir.
Saîd b. Zeyd birçok
evlilik yapmıştı. Onun hanımlarının isimleri şu şekildedir: Fâtıma bint Hattab
(Ümmü’l-Cemil), Celise bint Süveyd, İmame bint Ed Üceyc, Huzme bint Kays,
Ümmü’l-Esved, Dumuh bint Esbağ, Ümmü Hâlid ve Beşir bint Ebî Mes’ud el-Ensarî. [140]
Saîd b. Zeyd’in Kûfe’de
soyu çoktur. Onun otuz bir tane çocuğu olduğundan bahsedilmektedir. Bunların on
üç tanesi erkek, on sekiz tanesi de kızdır. Erkek çocuklarının isimleri şu
şekildedir: Abdullah el- Ekber, Abdullah el-Asğar, Abdurrahman el- Ekber,
Abdurrahman el- Asğar, İbrahim el- Ekber, İbrahim el- Asğar, Ömer el- Ekber,
Ömer el- Asğar, Esved, Talha, Muhammed, Hâlid ve Zeyd. Kız çocuklarının
isimleri ise şu şekildedir: Ümmü’l-Hasen el-Kübra, Ümmü’l-Hasen es-Suğra, Ümmü
Habîb el-Kübra, Ümmü Habîb es- Suğra, Ümmü Zeyd el-Kübra, Ümmü Zeyd es-Suğra,
Âişe, Âtike, Hafsa, Zeyneb, Ümmü Seleme, Ümmü Musa, Ümmü Saîd, Ümmü Nu’man,
Ümmü Halid, Ümmü Salih, Ümmü Abdü’l-Havle ve Recle. [141]
Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) katında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, Sa’d b. Ebî
Vakkas, Saîd b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Abdurrahman b. Avf’ın
yeri bir idi. Bunlar savaşta Rasûlüllah’ın önünde, namazda da hemen arkasında
bulunurlardı. [142] Yani
bu kişiler daima Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yanında
bulunmaya özen göstermişler, gerek savaş zamanlarında gerekse diğer zamanlarda
Rasûlüllah’ın yanında bulunmuşlardı. Böylece hem onu korumuşlar hem de ondan
azâmi derecede istifade etmeye gayret sarfetmişlerdi.
Saîd b. Zeyd buğday
renkli,[143] zayıf,[144] uzun
boylu ve saçları çok olan biri idi. [145]
Saîd b. Zeyd, görüşüne başvurulan ve aynı zamanda kahraman, cesur birisidir. [146] Nitekim
daha önce de belirttiğimiz gibi Rasûlüllah tarafından görevlendirildiğinden
dolayı katılamadığı Bedir savaşı dışındaki diğer tüm savaşlara katılmış,
Ecnâdeyn muharebesinde süvari kuvvetlerine, Fihl muharebesinde de piyade
birliklerine kumanda etmiştir.
Saîd’in görüşüne
başvurulan biri olduğunu söylemiştik. Nitekim Hz. Ebû Bekir hastalığı
ağırlaştğı zaman Abdurrahman b. Avf , Hz. Osman, Üseyd b. Hudayr ve Saîd b. Zeyd’i
çağırarak onların Hz. Ömer hakkındaki görüşlerini almıştı. [147]
Hz. Ömer de herhangi bir meselede ona danışırdı. Rivayete göre Hz. Ömer (r. a)
uzun zaman Beytü’l-Mâl’den birşey yememişti. Nihayet takatten düşerek kendisinde
yemeye karşı büyük bir ihtiyaç olduğunda Ashab-ı Kiram’a haber salarak:
“Biliyorsunuz ki ben vazifeyle meşgul olduğum için başka bir iş yapamam. Bunun
için Beytü’l-Mâl’den ne kadar yemem caizdir?” diye danışmıştı. Hz. Osman:
“İstediğin kadar yer ve yedirirsin” demişti. Saîd b. Zeyd de aynı cevabı
vermişti. Hz. Ali ise: “Öğle ve akşam yemeklerini yiyebilirsin” demiş, Hz. Ömer
de Hz. Ali’nin dediği gibi yapmıştı. [148]
Saîd, aynı zamanda duası
kabul olanlardandı. Ümeyye oğulları zamanında Saîd b. Zeyd’in başından uzun
zaman Medine halkının konuştuğu bir olay geçmişti. Bu olay kısaca şu
şekildedir: Erva bint Üveys, arazisinin bir kısmını Saîd b. Zeyd’in gasbedip
kendi arazisine kattığını iddia etmiş, bunu Müslümanlar arasında yaymaya ve
anlatmaya başlamıştı. Daha sonra da Saîd’i Medine valisi Mervan b. Hakem’e
şikâyet etmişti. . Mervan da Saîd ile konuşmaları için bazılarını ona
göndermişti. Böyle bir şey Rasûlüllah’ın sahabîsinin ağrına gitmiş ve şöyle
demişti:
“Benim ona haksızlık
yaptığımı mı zannediyorlar? Ben ona nasıl haksızlık ederim? Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu duymuştum: “ Her kim başkasına ait
araziden haksız olarak bir karış yer alırsa kıyamet gününde yedi kat yere kadar
o arazi, o kimsenin boynuna halka yapılır. ” Ya Rabbi! O kadın benim kendisine
zulmettiğimi iddia etti. Eğer bu kadın yalan söylüyorsa onun gözünü kör et. Onu
benimle kavgasını yaptığı yerdeki kuyusuna at ve orada onu öldür. Benim de ona
zulmetmediğimi Müslümanlara açıklayan bir ışığı benim hakkım olarak ortaya
çıkar. ” Bu olayın üzerinden çok geçmeden Medine’deki Akîk deresinden benzeri
görülmemiş bir sel akmıştı. Sonuçta anlaşmazlığa düştükleri sınır ortaya
çıkmış, Müslümanlar tarafından Said’in haklı olduğu görülmüştü. Bundan bir ay
sonra da kadın kör olmuş ve aynı arazi de dolaşırken bir kuyuya düşüp ölmüştü. Bunun
şaşılacak bir yanı yoktur. Çünkü Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: “Mazlumun duasından sakının. Çünkü o dua ile Allah arasında
hiçbir engel yoktur. ” Hele o mazlum, Saîd b. Zeyd gibi cennetle müjdelenen on
kişiden biri olursa. [149]
Saîd b. Zeyd,
haksızlığın ve sahabeye yapılan eziyetin karşısında yer almış ve bu haksızlığı
yapanlara karşı sözlerini esirgememiştir. Nitekim, Mısırlı asilerin Hz. Osman’ı
şehit ettiklerini haber alınca “Affan’ın oğlu Osman’a bu yaptıklarınız protesto
edilmesi gereken bir iştir. “[150] diyerek
onların zalimliklerini yüzlerine vurmuştu.
Saîd b. Zeyd, sahabenin
diğer insanlara çok üstün olduğunu söylerdi. O, bu konuda şöyle diyordu:
“Allah’a yemin olsun ki Rasûlüllah (a. s. ) ile bir kerecik bulunmuş, onunla
bir defalığına bir arada olmuş kimsenin ameli; Nuh (a. s. ) kadar ömür sürmüş
olsa bile sizden herhangi birinizin amelinden daha üstündür. ”[151]
Saîd b. Zeyd’in bir
diğer özelliği de verilen sözlere sadık kalınması hususunda gösterdiği
yaklaşımdır. O, bir kimsenin verdiği sözü tutması gerektiğine inanır, tutmadığı
takdirde bu kimseyi Allah’ın azabıyla korkuturdu. Nitekim Hz. Osman, asiler
ülkelerine dönünce minbere çıkıp bir hutbe irad etmiş ve hutbesinde
hatalarından dolayı Allah’a tevbe ettiğini ve bundan böyle hakikate uyacağını
ifade etmişti. Bunun üzerine Saîd b. Zeyd kalkarak: “ Ey Mü’minlerin Emiri! Bu
söylediklerini yapmadığın takdirde Allah’ın azabından kork ve söylediklerini
yerine getir. ” diyerek Hz. Osman’ın verdiği sözde durmasını istemişti. [152] [153]
Saîd b. Zeyd yolculukta namazları cem ederek kılardı. Ebû
Osman şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Saîd b. Zeyd ve Üsâme b. Zeyd ile yolculuk
yaptım. O ikisi öğle ile ikindiyi, akşam ile de yatsı namazlarını sonunda cem
ederek kılıyorlardı.
Rivayet
Ettiği Hadîs-i Şerifler
Saîd b. Zeyd’in önemli
bir özelliği de onun ilmi yönüdür. Saîd b. Zeyd Hz. Peygamber’den 48 Hadîs-i
Şerif rivayet etmiştir. [154] İmam
Takıyyüddin 48 hadîsten ancak ikisinde Buhari ile Müslim’in ittifak ettiğini
belirtir; ancak bu hadîslerin hangileri olduğunu zikretmez. [155]
Kütüb-i Sitte başta
olmak üzere diğer bazı hadîs kaynakları ve İslâm Tarihi kaynaklarında yapılan
incelemede Saîd b. Zeyd’den rivayet edildiği belirtilen 48 hadîsin çoğuna
ulaşabilmiş değil. Aşağıda bu kaynaklarda bulabildiğimiz hadîsleri numara
vererek zikredeceğiz. Çoğu hadîsler farklı kaynaklarda küçük farklılıklarla
verildiğinden biz bunları tekrar etmek yerine dipnotta aynı hadîsin geçtiği
kaynağı vermekle yetineceğiz.
Said b. Zeyd’in rivayet ettiği Hadis-i Şerif’ler:
Abdullah
b. Zalim el-Müzeni, Saîd b. Zeyd’den şöyle rivayetler etmiştir: “Saîd b. Zeyd
“Dokuz kişinin cennetlik olduğuna şehadet ederim. Eğer onuncu kişi için de
şahadette bulunsam hata etmiş olmam” dedi. Bunun üzerine kendisine “ Bu
nasıldır?” dediler. Saîd b.
Zeyd şöyle devam etti:
“Biz Rasûlüllah ile birlikte Hira dağının üzerindeydik. Hira sallandı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber: “ Sakin ol Ey Hira! Mukakkak ki senin üzerinde nebi,
sıddık ve şehidden başkası yoktur. ” buyurdular. Saîd b. Zeyd’e: “Bunlar
kimlerdir?” diye sordular. Saîd b. Zeyd şöyle dedi: “ Allah’ın Rasûlü, Ebû
Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Abdurrahman b. Avf’tır. ” Saîd
b. Zeyd’e “Onuncu kimdir?” denildi. O da: “ Benim” diye cevap verdi. [156]
Saîd
b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Rasûlüllah’ı şöyle derken işittim:
“Peygamber cennettedir. Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osman
cennettedir. Ali cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman
b. Avf cennettedir. Sa’d cennettedir. ” Saîd b. Zeyd “Şayet isteseydim
onuncunun ismini de söylerdim” dedi ve onuncu kişi olarak kendisini zikretti. [157]
Saîd
b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: “ Ben Hz. Peygamber’i şöyle buyururken işittim:
“ Kim yeryüzünden bir parça yeri haksız bir şekilde gasbederse kıyamet gününde
yerin yedi katı halka gibi o kişinin boynuna geçirilir. [158]
Saîd
b. Zeyd Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu haber verdi: “Kırmızımtrak beyaz
mantar, Allah’ın İsrâîloğulları üzerine indirdiği kudret helvası nev’inden bir
rızıktır. Suyu da göze şifadır. ”[159]
Saîd
b. Zeyd şöyle rivayet etti: “Hz. Peygamber kapkaranlık geceler gibi bir takım
fitnelerden bahsetti. O, şöyle dedi: “İnsanlar bu fitnelere süratle düşecekler.
” Hz. Peygamber’e: “İnsanların hepsi mi yoksa bazıları mı helak olacaklar?”
diye soruldu. Hz. Peygamber de: “Onlara öldürülme yeter” buyurdular. [160]
Saîd
b. Zeyd şöyle dedi: “Biz Hz. Peygamber’in yanındaydık. Bize büyük bir fitneden
söz etti. Bunun üzerine biz: “Ey Allah’ın Rasûlü! Şayet ona ulaşırsak bizim
için bir tehlike var mı?” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Asla! Size
öldürülmeniz yeter” buyurdular. Saîd b. Zeyd “Ben kardeşlerimin öldürüldüğünü
gördüm” dedi. [161]
Saîd
b. Zeyd, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “En büyük haksızlık
haksız yere Müslüman’ın namusuna dil uzatmaktır. Ayrıca şu rahim (sıla-i rahim)
de, Rahman’dan (Rahman isminden) türemiştir. Dolayısıyla kim yakınlarıyla
ilişkisini keserse yüce Allah onlara cenneti haram kılar. ” [162]
Saîd
b. Zeyd, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “ Kim ölü bir toprağı
diriltirse orası onundur. Zalim bir neslin hakkı değildir. ” [163]
Saîd
b. Zeyd şöyle rivayet etti: Allah Rasûlü şöyle dedi: “Abdesti olmayanın namazı
yoktur. Allah’ın ismini zikretmeden abdest alanın da abdesti yoktur. ” [164]
Saîd
b. Zeyd şöyle dedi: “Hz. Peygamber, Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin’i kucaklamış
olarak dışarı çıktı ve “Allah’ım! Ben onu seviyorum sen de sev” buyurdular. [165]
Saîd
b. Zeyd Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim malı uğrunda
öldürülürse o kimse şehittir. ” [166]
Saîd
b. Zeyd Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: “ Malı uğrunda öldürülen şehittir. Ailesi (namusu) uğrunda
öldürülen şehittir. Dini uğrunda öldürülen şehittir. Canı uğrunda öldürülen
şehittir. ” [167]
Saîd
b. Zeyd şöyle rivayet etti: “Allah Rasûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nü
şöyle derken işittim: “Ey Arap Topluluğu! Üzerinizden öşürü kaldıran Allah’a
şükredin. ” [168] Buradaki
“öşür” den maksat boyun (kelle) vergisidir. Hristiyanlar Müslüman oldukları
zaman onlardan kelle vergisi kaldırılmıştır. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’in “Müslümanlar üzerine öşür yoktur” sözü boyun vergisi anlamına gelir.
Bu Hadîsin tefsirinde Hz. Peygamber Şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki öşür
Yahudi ve Hristiyanlar üzerinedir. Müslümanlar için öşür yoktur. ” [169] [170] Yine Hz.
Peygamber Müslümanlardan öşür toplayanın cennete giremeyeceğini belirtir.
Saîd
b. Zeyd Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti: “ Kendimden sonra
insanlar içerisinde erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.
”[171]
Saîd
b. Zeyd şöyle dedi: “ Rasûlüllah kunutta bulunarak şöyle dedi: “Allah’ım! Ri’l,
Zekvan ve Usayye kabilelerine lanet et. Onlar Allah ve Rasûlüne asi olmuşlardır.
”
Bu üç kabileye
Rasûlüllah lanet okumuştur. Çünkü onlar Maûne kuyusunda Rasûlüllah’ın seçkin
sahabilerinden yetmiş tanesini öldürmüşlerdir. [172]
Saîd b. Zeyd’in rivayet
ettiği hadîsleri bu şekilde zikrettikten sonra Saîd b. Zeyd’den rivayette
bulunanları zikrederek çalışmamıza nokta koymak istiyorum. Saîd b. Zeyd’den
rivayette bulunanlar şunlardır:
Saîd
b. Zeyd’in oğlu Hişam b. Saîd
Muhammed b. Zeyd b. Abdullah
b. Ömer
Muhammed
b. Sîrin [173]
Saîd b. Zeyd de diğer
sahabiler gibi İslâm’ın yücelmesi için canla başla çalışmış, türlü hadiselerle
karşılaşmış, fakat hiçbir vakit zühd ve takvadan ayrılmamış; daima istikamet
dairesinde hayatını idame ettirmiştir.
Tevhid akidesini temel
gaye edinen İslâm dininin saadet asrındaki mensupları tevhid ilkesini dünyaya
yaymak uğruna can feda edercesine gayret sarf etmişler, bunu bir hayat memat
meselesi kabul etmişler ve bu yola baş koymuşlardır.
Saîd b. Zeyd, İslâm’a
girenlerin öncülerinden olmuş ve hayatını İslâm’a adamıştır. Görevi nedeniyle
katılamadığı Bedir savaşı dışındaki bütün savaşlara katılmış, Şam’ın fethi,
Ecnadeyn, Fihl ve Yermûk muharebelerinde büyük yararlılıklar göstermiştir.
Saîd, hem ilk
Müslümanlardan olması hasebiyle hem de üstün özelliklere sahip olması açısından
Şura heyetine giren kişilerin derecesine sahipti. Ancak amcasının oğlu ve
eniştesi olması dolayısıyla, hakkında bir şaibe ve tereddüde yol açmamak için
Hz. Ömer onu bu heyetin dışında bırakmıştır.
Saîd, Hz. Ömer’in
vefatından sonra ortaya çıkan hilâfet meselesinde Hz. Osman’ın adaylığını
destekleyenler arasında idi. Hz. Osman halîfe olunca Saîd’e Kûfe’de bir yer
ikta etmiş ve Saîd bir süre orada kalmıştır.
Hz. Osman’dan sonra halîfe olan Hz. Ali’ye Medine halkı
ile biat etmiştir. O, Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan uzak durmuş, Hz. Ali
ile Hz. Muaviye arasındaki mücadelede herhangi bir tarafı tutmayarak Akîk’teki
çiftliğine çekilmiştir.
Saîd b. Zeyd, Allah
katında duası kabul olunan, kavmi arasında şerefli bir yere sahip olan,
görüşüne başvurulan, aynı zamanda kahraman ve cesur birisidir. Saîd b. Zeyd,
gerek yaşantısıyla gerekse üstün ahlakıyla biz Müslümanlar için örnek bir
şahsiyettir.
Abdurrahman Re’fet
el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Çev: Taceddin Uzun, C. I-III, y. y. Trs.
Ahmed İbn Hanbel
(241/855), el-Müsned, C. I-VI , İstanbul, 1402/1982
Ahmet Cevdet Paşa
(1895), Kısas-ı Enbiya veTevarih-i Hulefa, C. I-II İstanbul, 1981
Ali el- Muttakî b. Husâmeddin
el- Hindî el- Bürhân Fevrî (975/1567), Kenzü’l-Ummal fî Süneni’l-Akvâl
ve’l-Ef’âl, C. I-XVIII, Beyrut 1399/1979
İbn Kani’,
el-Bağdadi,Ebi’l-Huseyn Abdülbaki (351/961), Mu’cemu’s- Sahabe, Thk: Halil
İbrahim Kutluay, C. I-XIV, 1. Baskı, Baskı yeri yok. 1418/1998
el- Belâzürî, Amed b. Yahya
b. Câbir, (284/897), Ensâbü’l-Eşraf, C. I/XIII , 1. Baskı, Beyrut 1996
. . . . Futûhu’l-Buldân,
Çev:Mustafa Fayda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, Trs.
Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed
b. Hüseyin b. Ali (458/1065), Delâilü’n-Nübüvve, C. I-X , 1. Baskı, Beyrut 1985
el-Buhârî, Muhammed b. İsmail
(256/869), Sahihu’l-Buhari, C. I/VIII ,Çağrı yayınları, İstanbul, Trs.
. . Târîhu’l-Kebîr, Thk,
Muhammed Abdulmuid Han, C. I-XII, Beyrut, 1407/1987
Cevâd Ali, el-Mufassal
fî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, 2. Baskı, Baskı yeri yok 1413/1993
Çağatay, Neşet, İslâm
Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİFY,3. Baskı, 1971
ed-
Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman (255/868), Sünen, İstanbul,1401/1981
Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör, H. Dursun Yıldız, C. I-XIV, İstanbul,
1986
Ebû
Davud, Süleyman b. El-Eş’as es-Sicistanî, (275/888) es-Sünen, C. I-V, İstanbul,
1401/1981
Ebû
Nuaym,el-Isbahânî, Ahmed b. Abdullah (430/1038),Hılyetü’l Evliya ve Tabakâtü’l-
Asfiya, C: I-X, 2. Baskı, Beyrut 1387/1967
Ebû
Ubeyd, Abdullah b. Abdülaziz el-Bekrî (487/1094), Mu’cemu Me’sta’cem Min Esmâi
Bilâdi ve’l-Mevâdı’, Thk, Mustafa es-Sekka, C. I-IV , 3. Baskı, Beyrut
1403/1983
Günaltay,
Şemseddin, İslamlar Öncesi Araplar ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz
Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara 1997
___Hamidullah,
Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev: M. Said Mutlu, C. I-II, 3. Baskı, y. y. 1972
___Hasan
İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C. I-IV, 7. Baskı, y. y. 1964
Hitti,
Philip K. , Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev: Salih Tuğ, C. I-IV, İstanbul
1980
el-Isfahânî,
Ebu’l-Ferec(356/967) el-Eğani, C. I-XXV, 1. Baskı, Beyrut 1407/1987
İbn
Abdi Rabbih, Ahmed b. Muhammed el- Endelüsi, (327/939) el-Ikdü’l-Ferîd, C:
I-VIII 3. Baskı, Beyrut, 1407/1987
İbn
Abdilber, Yusuf b. Abdullah el- Kurtubî (463/1070), el-İstiâb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb, C. I- IV, Kahire, Trs
İbn
Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali b. El-Hasen b. Hibetullah ed- Dımeşkî (571/1176),
Tehzîbü Târihi Dımeşk el-Kübra, C. I-VII, 3. Baskı, Beyrut 1407/1987
İbnü’l-Cevzî,
Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), el- Muntazam fî
Tarihi’l-Mülûk ve’l-Ümem, C: I-XVII , 1. Baskı, Beyrut 14137/1993
İbn Ebî Şeybe, Ebi Bekir
Abdillah b. Muhammed (235/849), el-Kitabü’l-Musannef fî Ehadisi ve’l-Âsâr, C:
I-VII, 1. Baskı, Beyrut 1409/1989
İbnü’l-Esîr, İzzüddin
Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232) el-Kâmil fi’t-Tarih,C. I- XIII , Beyrut
1965
. . . . el-Lübâb fî
Tehzibi’l Ensâb, C. I-III , Beyrut 1980
. . . . Üsdü’l-Ğâbe fî
Marifeti’s-Sahabe, Thk, M. İbrahim el-Benna v. d . C: I-VII, Kahire 1970
İbn Hacer, el- Askalâni,
Şihabüddin Ahmed b. Ali(852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahabe, C. I-IV, 1. Baskı,
Beyrut, 1328
. . . . Tehzîbü’t-
Tehzîb, C. I-XII , 1. Baskı, Beyrut 1968
İbn Haldun, Ebû Zeyd
Abdurrahman İbn Haldun (808/1406) Tarihu İbn Haldun,C. I-VII, Beyrut 1391/1971
İbn Hazm, Ebû Muhammed
Ali b. Ahmed b. Saîd (456/1064), Cemheratü Ensâbi’l-Arab, Beyrut 1418/1998
İbn Hibban, Ebû Hatim b.
Hibban b. Ahmed et-Temimi el-Büstî (354/965) ,es- Sîretü’n- Nebeviyye ve
Ahbârü’l- Hulefa, 1. Baskı, Beyrut 1987
İbn Hişam, Ebû Muhammed
Abdülmelik (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, Thk, Mustafa es- Sekkâ, C. I-II 2.
Baskı, 1375/1955
İbn İshak, Muhammed b. İshak
(151/768) Sîretü İbn İshak (Kitab el-Mübtedei ve’l- Meb’asi ve’l-Meğâzî) Thk,
Muhammed Hamidullah, Konya 1401/1981
İbn
Kayyim,el-Cevziyye,Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b. Bekir (751/1350),
Zadu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbad, Çev:Şükrü Özen v. d. C. I/VI, İstanbul,1989
İbn
Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, C. I-XIV, 1. Baskı,
Beyrut 1966
İbn
Kuteybe, Ebû Muhammed b. Müslim (276/889) el-Maarif, 2. Baskı, Beyrut 1390/1970
İbn
Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (275/888) es-Sünen, C. I-II, İstanbul
1401/1981
İbn
Sa’d, Muhammed (230/844) et- Tabakâtü’l-Kübra, C. I-IX. y. y. Trs.
İbn
Seyyidinnas, Ebu’l-Feth Muhammed b. Muhammed (724/1334) Uyûnu’l-Eser fî
Funûnu’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer,C. I-II , Beyrut Trs.
___Kandehlevi,
M. Yusuf, Hayatü’s-Sahabe, C. I-IV, Şam 1969
Kastalani
(923/1517) İlahi Rahmet Hz. Muhammed (Mevâhibü Ledüniyye), C. I-II, İstanbul
1984
___Kehhale,
Ömer Rıza, Mu’cemu Kabaili’l-Arab, C. I-V, 5. Baskı, Beyrut 1405/1985
___Köksal,
M. Asım, İslâm Tarihi, C. I-XI, İstanbul 1981,
___Kuran-ı
Kerim ve Meâli, DİB Yayını. 2. Baskı, Ankara 2005
el-Mes’ûdi,
Ali b. Hüseyin b. Ali (346/956), Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Thk,
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, C. I-IV, Beyrut 1408/1988
Mevlana
Şibli, Asr-ı Saadet, Çev: Osman Zeki Mollamehmedoğlu, C. I-V, İstanbul,1975
Muhib
et-Taberî (694/1304), er-Riyâdu’n-Nadıra fî Menâkıbi’l-Aşera,C. I-IV, Beyrut,
Trs.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin
Müslim b. El-Haccac el- Kuşeyri, (261/874) Sahihu Müslim, C. I- III, İstanbul
1401/1981
en-Nedvi, Ebu’l-Hasen,
es-Sîretü’n-Nebeviyye, Çev: Osman Keskioğlu, İstanbul 1981
en-Nesâi, Ahmed b. Şuayb
b. Ali (303/915) es-Sünen, C. I-VIII, İstanbul 1401/1981
Saîd Havva, el-Esas
fi’s-Sünne (Sîretü’n-Nebi) Çev: Abdurrahman Ali Ural v. d. C. I-X, 1. Baskı, y.
y. 1989
es-Sem’anî,Abdulkerim b.
Muhammed b. Mansur (562/1166) el-Ensâb, C. I-V, 1. Baskı, Beyrut 1408/1988
___Seyyid Süleyman
Nedvî, Büyük İslâm Tarihi Asr-ı Saadet, Haz: Eşref Edip, C. I-IV, İstanbul
1383/1963
___Sırma, İhsan Süreyya,
İslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed, İstanbul,1990
Şemseddin Sami,
Kamusu’l-A’lam, C. I-VI , İstanbul 1413/1993
et-Taberî,Ebû Cafer
Muhammed b. Cerir (310/922), Tarihu’t-Taberi (Tarihu’l-Ümem ve’l- Mülük) Thk,
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, C. I-XI, 2. Baskı, Mısır 1970
et-Taberânî,Ebi’l-Kasım
Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr,C. I-XXV, 2. Baskı, y. y. Trs.
et-Tahavî,Ebî Ca’fer
Ahmed b. Muhammed b. Seleme b. Abdülmelik b. Seleme el- Ezdî el- Hacerî
(321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk, Muhammed Zehra el-Buhârî, C. I-IV, 2. Baskı,
1407/1987
Takıyyüddin, Muhammed b.
Ahmed el-Haseni el-Fasıl el-Mekki, el- Ikdü’s Semîn fî Târîhi’l-Beledi’l-Emîn,
C. I-VIII, 2. Baskı, Beyrut 1406/1986
et-Tirmizî,Muhammed b. İsa
(279/892) es-Sünen, C. I-V, İstanbul 1401/1981
el-Vâkidî,
Muhammed b. Ömer (207/822) Kitâbu’l-Meğâzî, Thk, Marsden Jones,C. I-III, 3. Baskı,
Beyrut 1404/1984
Wensinck,A.
J. “Saîd b. Zeyd” İA, C. I-? ,1966
Yakut
b. Abdillah, el-Hamevi er-Rûmî el-Bağdâdî, Mu’cemü’l-Büldân, C. I-V, Beyrut,1406/1986
ez-Zehebî,
Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374) Düvelü’l-İslâm, Beyrut
1405/1985
.
. . . Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, C. I-XXV, 3. Baskı, Beyrut 1405/1985
.
. . . Târîhu’l- İslâm, Thk Ömer Abdüsselam Tedmuri, C. I-XXXXXII, 3. Baskı,
Beyrut 1994
ez-
Ziriklî, Hayreddin (1975), el-A’lâm, C. I-VIII , 8. Baskı, Beyrut 1989
[1] İbn İshak, Muhammed b. İshak (151/768), Sîretü
İbn İshak (Kitab el- Mübtede-i ve’l-Mebasi ve’l-Meğâzi), Thk, Muhammed
Hamidullah, s.124, Konya, 1401/1981; İbn Sa’d, Muhammed (230/844),
et-Tabakâtü’l-Kübra, VIII/267, y.y. Trs; İbn Abdilber, Yusuf b. Abdullah
el-Kurtubî (463/1070), el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Thk: Ali Muhammed el-
Becâvi ,II/615, Kahire, Trs; Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman
(748/1374), Tarihu’l-İslâm, Thk, Ömer Abdisselam Tedmûri, IV/222, Beyrut,1994
[2] Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından
Tablolar, Çev:Taceddin Uzun, I/185, y.y. Trs.
[3] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed b. Müslim (276/889),
el-Maarif, s.108, Beyrut. 1390/1970; İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali b.
Muammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, III/489, Beyrut, 1965; İbn Kesîr,
Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII/55, Beyrut, 1966;
Zehebî, Düvelü’l-İslâm, s.32, Beyrut, 1405/1985; et- Taberâni, Ebi’l-Kasım
Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Thk. Hamdi Abdülmecid es-Selefi, I/149,
y.y. Trs
[4] Kehhale, Ömer Rıza, Mu’cemu Kabaili’l-Arab,
II/766, Beyrut, 1405/1985
[5] Sem’ânî, Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur
(562/1166), el- Ensâb, IV/168, Beyrut, 1408/1988
[6] Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l- İslâm,
I/207—208; y.y. 1964
[7] İbnü’l-Esîr, el- Lübâb fî Tehzibi’l-Ensâb,
II/328-329, Beyrut, 1980
[8] İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833),
es- Sîretü’n-Nebeviyye, Thk: Mustafa es- Sekka, I/253, y.y. 1375/1955
[9] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13
[10] İbn Abdilber,a.g.e. II/614-615
[11] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-
Sahâbe, Thk: Muhammed İbrahim el- Benna v.d. II/387, Kahire,1970
[12] Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nübelâ, I/124, Beyrut,
1405/1985
[13] Bkz: İbn Kuteybe, a.g.e. s. 107-108;
et-Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Hacer, el-Askalânî, Şihabüddin Ahmed b. Ali
(852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34, Beyrut,1968; Takıyyüddin, Muhammed b.
Ahmed el-Haseni el-Fasıl el- Mekkî , el-Ikdü’s- Semin fî
Tarihi’l-Beledi’l-Emîn, IV/459, Beyrut, 1406/1986; İbn Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali
b. El-Hasan b. Hibetullah ed-Dımeşkî, Tehzîbü Tarihi Dımeşk el-Kübra, VI/129,
Beyrut,1407/1987; Saîd Havva, el- Esas fi’s-Sünne(Sîretü’n Nebi), Çev:
Adurrahim Ali Ural v.d. V/614, y.y. 1989; ez-Zirikli, Hayreddin (1975), el-
A’lâm, III/94, Beyrut, 1989
[14] el-Vâkîdî, Muhammed b. Ömer (207/822),
Kitâbü’l-Meğâzî, Thk: Marsden Jones, III/118, Beyrut, 1404/1984; İbn Hişam,
a.g.e, I/253; İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; el-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl
(256/869),et-Tarihu’l-Kebîr, Thk: Muhammed Abdülmuid Han, III/452; İbn Adilber,
a.g.e. II/614-615; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe, II/387;
Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; et-Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Hacer,
Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34; Takıyyüddin, a.g.e. IV/559-560; İbn Asakir, a.g.e. VI/129;
Saîd Havva, a.g.e. V/614; Hayreddin Zirikli, a.g.e., III/94
[15] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-
Sahâbe, II/387
[16] Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve
Cahiliye Çağı, s. 162, AÜFY,1971
[17] Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nübelâ,I/127; Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör: Hakkı Dursun Yıldız , I/175-176;
Şemseddin Günaltay, İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, s. 79
[18] İbn Hişam, a.g.e. I/222-223; Zehebi,
Tarihu’l-İslâm, I/85-86; Doğustan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I/175- 176
[19] İbn İshak, a.g.e. s. 98; İ bn Hanbel, Ahmed
(241/855), el-Müsned, I/189-190, İstanbul,1402/1982; et-Taberâni, a.g.e. I/152
[20] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24
[21] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24
[22] Zehebî,Siyer, I/130
[23] Zehebî, Tarihu’l-İslâm,I/79-80
[24] Buhârî, Menâkıbu’l -Ensâr 24 ;Abdurrahman
Re’fet, a.g.e. I/183
[25] Abdurrahman Re’fet el-Başa, a.g.e. I/184
[26] Yâkût b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi
el-Bağdadi(626/1228), Mu’cemü’l -Büldan, I/489
[27] İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b.
Saîd(456/1064), Cemheratü Ensâbi’l-Arab s.150-151, Beyrut,1418/1998;
Abdurrahman Re’fet el-Başa, a.g.e. s. 184
[28] İbn İshak a.g.e. s. 99; İbn Hişam a.g.e. I/232,
İbn Kuteybe a.g.e. s. 108; Neşet Çağatay; a.g.e. s. 163
Abdurrahman Re fet
el-Başa, a.g.e. I/184-185
[30] Cevad Ali,
el-Mufassal fî Tarihi’l -Arab Kable’l-İslâm, IV/671, y.y. 1413/1993
[31] Buhârî ,Menâkıbu’l -Ensâr 24 ; Zehebi,
Tarihu’l-İslâm, I/88; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, I/569,
Beyrut,1328/1908
[32]İbn İshak, a.g.e. s. 97; İbn
Hişam, a.g.e. I/231; el- Mes’ûdi, Ali b. Hüseyin b. Ali (346/956),
Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdînü’l-Cevher, Thk: Muhammed Muhsin Abdülhamid, I/70,
Beyrut,1408/1988; el- Isfahânî, Ebu’l-Ferec, (356/966), el-Eğâni, III/117,
Beyrut, 1407/1987
[33] İbn İshak, a.g.e. I/96; İbn Hişam, a.g.e.
I/225; Zehebi, Siyer, I/128; İbn Hacer ,el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, I/569;
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi I/175-176 ; Eşref Edip, Büyük İslâm Tarihi
Asr-ı Saadet,II/79; Neşet Çağatay, a.g.e. s. 162
[34] Neşet Çağatay a.g.e. s. 163
[35] İbn Hacer, el-İsâbe, I/570; A.J. Wensinck,
“Saîd b. Zeyd”, İA, X/81, İstanbul,1940
[36] İbn Hacer ,el-İsâbe, I/570
[37] İbn Hişam, a.g.e.I/226; İbn Hanbel, a.g.e. I/189-190; İbn Hazm, a
.g.e. I/150-151; Zehebi, a.g.e. I/129-130; İbn Hacer, el-İsâbe, I/570;
et-Taberani, a.g.e.I/152 ; el-Isfahani, a.g.e. III/121; Neşet Çağatay, a.g.e.
s.164
[38]Neşet Çağatay, a.g.e. s. 162
[39] İbn Hişam a.g.e. I/226-227 ; Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, I/176
[40] İbn Hişam a.g.e. I/227-229
[41] İbn Hişam a.g.e. I/229-230
[42] İbn Hİşam a.g.e. I/229-230
[43] İbn Abdilber a.g.e. II/614-615; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe II/387;Farklılılar için Bknz: İbn Hişam, a.g.e. I/253; İbn Sa’d,
a.g.e., VI/13; et-Taberani a.g.e. I/148
[44] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108
[45] en-Nedvi, Ebu’l Hasen Ali el-Haseni,
es-Sîretü’n-Nebeviyye, Çev: Osman Keskioğlu, s. 78, İstanbul,1981
[46] Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/185
[47] İbn İshak,
a.g.e. s.124; İbn Sa’d, a.g.e. VIII/267; İbn Abdilber a.g.e. II/ 615 ; Zehebi,
Tarihu’l İslâm, IV/ 222
[48]Abdurrahman
Re’fet, a.g.e. I/185
[49] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 107-108; A.J. Wensinck,
“Saîd b. Zeyd”, İA, X/81
[50] İbn Hişam, a.g.e. I/229; İbn Kuteybe, a.g.e. s.
107-108, Zehebi, Siyer, I/127
[51] İbn Kesîr, a.g.e. VIII/57; Said Havva, a.g.e.
V/613; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/81
[52] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108
[53] İbn Hişam, a.g.e. I/342; İbn Kesîr, a.g.e.
III/79
[54] Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; İbn Asâkir,
a.g.e. VI/129
[55]İbn Abdilber, a.g.e. II/615;
İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387
[56]İbn Kesîr, a.g.e. III/173;
Eşref Edip, a.g.e. II/82
[57]Ahzab/6
[58]İbn Kayyım, el-Cevziyye, Ebû
Abdillah Muhammed b. Bekr (751/1350) Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, Çev:
Şükrü Özen, vd. III/94-95, İstanbul,1989
[59] İbn Sa’d, a.g.e. III/498; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, II/387; İbn Kesîr, a.g.e. III/226-227
[60] İbn Sa’d, a.g.e. III/498
[61] İbn Sa’d, a.g.e. III/ 622; İbnü’l -Cevzi, Ebu’l
-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed , el-Muntazam fî
Tarihi’l- Mülük ve’l Ümem, III/73; M. Asım Köksal, a.g.e.
I/112
[62] İbnü’l Cevzi, a.g.e. III/ 75
[63] İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; Zehebî,
Tarihu’l-İslâm , IV/222; Takıyyüddin, a.g.e. IV/560; Hayreddin
Zirikli, a.g.e. III/94
[64] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I/372
[65] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II/275, y.y.
1972
[66] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/372
[67] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217; İbn
Seyyidinnas,Ebu’l-Feth Muhammed b.Muhammed (724/1334), Uyûnu’l-Eser fî
Funûnu’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, I/245, Beyrut, Trs ; Zehebi, Siyer,
I/136-137
[68] İbn Haldun, Ebû Zeyd Abdurrahman (808-1406),
Tarihu İbn Haldun II/105, Beyrut, 1391/1971
[69] et-Taberi, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr
(310/922), Tarihu’t-Taberi (Tarihu’l-Ümem ve’l Mülük), Thk:
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, II/478,
Mısır, 1970
[70] İbn Hibban, Ebû Hatim b. Hibban b. Ahmed
et-Temimi el-Busti, es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l- Hülafâ, s.158,
Beyrut,1987
[71] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217;et- Taberi, a.g.e.
II/478
[72] Türban, Medine’den on sekiz mil uzaklıkta Mekke
yolu üzerinde ve içerisinde bir çok dere bulunan bir vadidir. Bkz: Ebû Ubeyd,
Abdullah b. Abdulaziz el-Bekrî, Mu’cemu Me’sta’cem Min Esmâi Bilâdi
ve’l-Mevâdı’, Thk, Mustafa es-Sekka, I/308, Beyrut, 1403/1983
[73] İbn Sa’d, a.g.e. III/216-217; el-Belâzûrî,
Ahmed b. Yahya b. Câbir (284/897), Ensâbü’l-Eşraf, I/345Beyrut,1996 İbn
Abdilber, a.g.e. II/615; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; İbn Kesîr,
a.g.e. VIII/57; Ahmet Cevdet Paşa (1895), Kısâs-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hulefâ,
I/104-105 , İstanbul,1981
[74] İbn Hişam, a.g.e. I/683-684; İbn Asâkir, a.g.e.
VI/129
[75] İbn Sa’d, a.g.e. II/12; Taberi, a.g.e. II/478 ;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II/137
[76] İbn Kesir, a.g.e. III/327
[77] İbnü’l -Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/387-388; Zehebi,
Tarihu’l-İslâm, IV/222; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA,
X/82 ; Hayreddin Zirikli, a.g.e. ffl/94
[78] Vâkıdî, a.g.e.,m/117; İbn Sa’d, a.g.e.
II/189-190
[79]İbn Sa’d, a.g.e. II/190
[80] Vâkıdî, a.g.e.JD/123; İbn Sa’d, a.g.e. II/190
[81] İbn Seyyidinnas, a.g.e. II/88-89
[82] Buhari, Meğâzî 36 ; îbn Seyyidinnas, a.g.e.
II/89
[83] îbn Seyyidinnas, a.g.e. II/88
[84] îbn Hanbel, a.g.e. I/187; îbn Mâce, Mukaddime
11
[85] îbn Hanbel a.g.e.,I/189; Tirmizî, Muhammed b.
îsa (279/892),es- Sünen, el-Menâkıb 28, İstanbul, 1401/1981
[86] îbn Hanbel, a.g.e.I/188
[87] İbn Hanbel,I/888
[88] et-Tirmizi, el-Menâkıb 647
[89] Muhib et-Taberi, er-Rıyâdu’n-Nadıra fî
Menâkıbi’l-Aşera,I/35
[90] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, Çev: Mustafa Fayda,
s. 165, Ankara, Trs ; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi,
Çev:Salih Tuğ, I/228, İstanbul,1980; Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, Çev: Osman
Zeki Mollamehmedoğlu, IV/266, İstanbul,1975; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA,
X/82
[91] Belâzurî, a.g.e. s.167; İbn Kesîr, a.g.e.VII/54
[92] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.163
[93] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.163-164; M. Şibli,
a.g.e. IV/266
[94] A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, ÎA, X/82
[95] Mevlana Şibli,Asr-ı Saadet, Çev: Osman Zeki
Mollamehmedoğlu, IV/267-268, İstanbul,1975; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, II/89
[96] Zehebi, Tarihu’l-İslâm, IV/221-222; Abdurrahman
Re’fet, a.g.e. I/86; Said Havva, a.g.e. V/614; Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94
[97] İbn Kesîr, a.g.e. VII/55
[98] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.166; Mevlana
Şibli, a.g.e. IV/268-271
[99] Mevlana Şibli, a.g.e. IV/270; A.J. Wensinck, “Saîd
b. Zeyd”, İA, X/82
[100]Belâzurî, Futûhu’l-Buldan,
s.105; İbn Kesîr, a.g.e. VII/4; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82
[101] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.95; Philip K.
Hitti, a.g.e. I/231
[102] Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s.95-96; Philip K.
Hitti, a.g.e. I/231
[103] İbn Kesîr, a.g.e. VII/11
[104] Abdurrahman Re’fet, a.g.e. I/185-186
[105] Yermûk muharebesi ile ilgili geniş bilgi için
bkz: Belâzurî, Futûhu’l-Buldan, s. 192-196; İbn Kesîr, a.g.e. VII/4-10; Ahmet
Cevdet Paşa, a.g.e. I/330-334; Mevlana Şibli, a.g.e. I/273-281; Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi, II/53-56; Philip K. Hitti, a.g.e. I/230/234
[106] İbn Kesîr, a.g.e. VII/137-138
[107] Taberi, a.g.e. IV/227-228
[108] İbn Kesîr, a.g.e. VII/137-138; Saîd Havva,
a.g.e. V/613
[109] İbn Abdi Rabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endülüsi
(327/939), el-Ikdü’l-Ferîd, V/28, Beyrut, 1407/1987;
Zehebî, Tarihu’l-İslâm, I/138; Saîd Havva, a.g.e. V/614;
Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A’lam, V/3215
[110] İbn Kesîr, a.g.e.VII/145
[111] İbn Sa’d; a.g.e. III/372
[112] İbn Sa’d. A.g.e.VI/13; İbn Abdilber,
a.g.e.II/620; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389
[113]Şam yolu üzerinde bulunan bir
mevkidir. Bkz: Ebû Ubeyd, a.g.e.II/499-500
[114] Taberî, a.g.e. IV/359
[115] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III/162
[116] Taberî, a.g.e. IV/359; İbnü’l-Esir, el-Kâmil,
III/162
[117] İbn Kesir, a.g.e. VII/172
[118] Taberi, a.g.e. IV/373; İbnü’l-Esir, el-Kâmil,
III/168-169
[119] İbn Kesir, a.g.e. VII/194
[120] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 34 ; Saîd Havva,
a.g.e. V/615
[121] İbn Sa’d, a.g.e. III/31
[122] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III/221
[123] M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s- Sahabe, III/27,
Şam,1969
[124] Ahmed b. Hanbel, a.g.e. I/188
[125] Zehebî, Tarihu’l-îslâm, IV/223; M. Yusuf
Kandehlevi, a.g.e. III/27-28
[126]îbn Hanbel, a.g.e. I/188;
Zehebî, a.g.e. IV223; M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e. III/27-28
[127]Zehebî, a.g.e. IV/223;
Taberâni, a.g.e. I/150
[128] A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, îA, X/82
[129] Zehebî, Siyeru A’lam I/39; Saîd Havva, a.g.e.
V/614
[130] Saîd Havva, a.g.e. V/614
[131] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; Hayrettin Ziriklî,
a.g.e. III/94
[132] İbn Kuteybe, a.g.e. s.108; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III/489; İbn Kesîr a.g.e. VIII/55; Zehebî, Düvelü’l-İslâm s.
32; Taberâni a.g.e. I/149
[133] Buhârî, Tarihu’l Kebir, III/453; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, II/389; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34-35
[134] İbn Asâkir, a.g.e. VI/129
[135] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; Buhârî, a.g.e. III/453;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; Zehebî, a.g.e. IV/224
[136] İbn Hişam, a.g.e. I/253; İbn Kuteybe, a.g.e.
s.108; İbn Abdilber, a.g.e. II/618; Takıyyüddin, a.g.e. IV/561
[137] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kesîr, a.g.e.
VIII/57; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82
[138] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kuteybe, a.g.e. s.
108; İbnü’l-Esîr, a.g.e. II/389
[139] İbn Sa’d, a.g.e. VI/13; İbn Kuteybe, a.g.e. s.
108; A.J. Wensinck, “Saîd b. Zeyd”, İA, X/82
[140] Eşref Edip,a.g.e. II/87
[141] Muhib et-Taberi, a.g.e. IV/344
[142] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/389; İbn Asakir,
a.g.e. , VI/130; Saîd Havva, a.g.e. V/614
[143] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108
[144] Zehebî; Tarihu’l-İslâm, IV/224
[145] İbn Kuteybe, a.g.e. s. 108; Zehebi, a.g.e.
IV/224; İbn Hacer, a.g.e. IV/34-35; Taberâni, a.g.e. I/148; İbn Asâkir, a.g.e.
VI/129; Takıyyüddin, a.g.e. IV/564; Saîd Havva, a.g.e. V/613
[146] Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94
[147] Zehebî, Tarihu’l-İslâm III/116
[148] İbn Sa’d, a.g.e. III/307; M. Yusuf Kandehlevi,
a.g.e. II/514
[149] Rivayet hakkında geniş bilgi ve farklılık için
bknz: Buhârî, Bed’ü’l-Halk 2 ; îbn Abdilber, a.g.e. II/618; Îbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, II/388; Zehebî, a.g.e. IV/223; îbn Hacer, a.g.e. IV/ 34; Saîd
Havva, a.g.e. V/616-617; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. IV/425-426; Abdurrahman
Re’fet, a.g.e. I/186-187
[150] îbn Kesîr, a.g.e. VII/194
[151]îbn Ebî Şeybe, Ebî Bekir
Abdillah b. Muhammed , el-Kitabü’l- Musannef fî Ehâdîsi ve’l- Âsar,
IV/225,Beyrut,1409/1989
[152] İbn Kesîr, a.g.e. VII/172
[153]Ali el-Muttaki b. Husameddin
el- Hindi el-Bürhan Fevri (h.975), Kenzü’l-Ummal fî Süneni’l-Ekval ve’l- Ef’al,
VIII/251
[154] Zehebi, Siyer, I/143; Takıyyüddin, a.g.e.
IV/560; Hayrettin Zirikli, a.g.e. III/94
[155] Takıyyüddin, a.g.e. IV/560
[156] İbn Hanbel, I/ 187-188; İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid,
(275/888), es- Sünen, Mukaddime 11, İstanbul,1401/1981; et-Tirmizi, Menâkıb 28
; ed- Dârimi, Abdullah b. Abdurrahman (255-868), Sünen,Buyu’ 24 ,
İstanbul,1401/1981; Taberâni, a.g.e. I/153-154; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
II/389; Zehebî, Siyer, I/139
[157] İbn Hanbel, I/188; İbn Mâce, el-Mukaddime 11
[158] Buhârî, Mezâlim 13 ; Dârimi,Buyu’ 24 ; Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim
b. el- Haccac el-Kuşeyri (261/874), Sahihu Müslim, Thkk: Muhammed Fuad
Abdülbaki , Musâfat 1610, İstanbul,1401/1981; Taberâni, a.g.e. I/153; Zehebi,
Siyer, I/126
[159] İbn Hanbel, I/187; Müslim, Eşribe 2049 ; İbn
Mâce, Tıb 8 ; Tirmizî, Tıb 22 ; Zehebî, Siyer, I/125; İbn Asâkir, a.g.e. VI/129
[160] İbn Hanbel, I/189; Taberâni, a.g.e. I/151
[161] Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as es- Sicistani
(275/888), es-Sünen, Fiten ve’l- Melahim 29, îstanbul,1401/1981;el- Beyhakî,
Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin b. Ali (h.458), Delâilü’n-Nübüvve,
VI/407,Beyrut,1985
[162] Taberâni, a.g.e. I/154
[163] Tirmizî, a.g.e.Ahkam 38
[164] îbn Mâce, a.g.e. Tahare ve Sünenihe 14
[165] Buhârî, Tarihu’l Kebir, III/453
[166] îbn Mâce, a.g.e. Hudûd 21 ; en- Nesâi, Ahmed b.
Şuayb b. Ali (303/915), es-Sünen, Tahrimu’d-Dem 22; Taberâni, a.g.e. I/153;
îbnü’l-Esîr, a.g.e. II/388
[167] îbn Hanbel, I/190; Nesâi, a.g.e. Tahrimü’d- Dem
23
[168] İbn Hanbel, I/190; et-Tahavî , Ebî Ca’fer Ahmed
b. Muhammed, Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk: Muhammed Zehra el-Buhârî, II/30 , y.y.
1407/1987
[169] Tirmizî, Zekat 11
[170] et-Tahâvî, a.g.e.II/31
[171]Müslim,
Zikr Ve’d-Dua Ve’d-Tevbe Ve’l-İstiğfar 26 ; Tirmizî, Edeb 31
[172] el- Bağdadi, Ebi’l-Huseyn
Abdulbaki b. Kani’ , Mu’cemus Sahabe, Thk, Halil İbrahim Kutluay, V/1942, y.y.
1418/1998
[173] İbn Abdilber, a.g.e. II/620;
Zehebi, Siyer, I/125; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV/34;
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar