AMMÂR B. YÂSİR VE AİLESİ
İnsanı imtihan için dünyaya gönderen Allah Teâlâ, onu
rehbersiz bırakmamış, yoktan var etme kadar önemli bir nimet olan ilahi
mesajlarını tebliğ ve temsil ile görevli peygamberler de göndermiştir. Peygamberler
de, Allah'tan aldıkları bu mesajları, insanlara hem tebliğ etmiş hem de onları
hayata aktararak bizzat temsil etmişlerdir. Peygamberlerden sonra ise bu
mesajları onların yakınında bulunan insanlar sonraki nesillere aktarmışlardır.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’le başlayan bu süreç, ondan sonra gelen
peygamberlerle de devam etmiştir. Fakat Kur’ân’dan önce gönderilen Tevrat,
Zebûr ve İncil gibi ilahi kitaplar, zamanla asıllarını muhafaza edememişlerdir.
Kur'ân ise nâzil olduğu şekliyle muhafaza edilerek, günümüze kadar intikal
etmiştir. Şüphesiz Kur’ân’ın bu şekilde muhafaza edilip nakledilmesinde
sahâbenin çok önemli rolü vardır.
Ayrıca Kur’ân’ın vahiy eksenli ilk yorumcusu olan Hz.
Muhammed’in sünneti de bize sahâbe kanalıyla gelmiştir. Bunun yanında Kur’ân’ın
ilk muhatabı olan ve Hz. Peygamber’in gözetiminde yetişen bu insanların
nassları yorumlamadaki görüşleri de sonraki nesillere dini anlama ve
yorumlamada rehberlik yapmıştır. Bu da gözden kaçırılmaması gereken bir
husustur. Sahâbenin İslam dininde çok önemli bir yeri vardır. Bu önem,
sahâbenin bir yandan İslam dininin temel iki kaynağı olan Kur’ân ve sünneti
bizlere nakletmeleri, diğer taraftan da Kur’ân'da birçok ayette kendilerinden
bahsedilmiş olmasıdır.
İslâm dininin temel kaynaklarının gerek naklinde gerekse
yorumlanmasında kilit vazifesi gören bu insanlar, iyi bilinip tanınmalı ve ona
göre değerlendirilmelidir. Bu noktada Ammâr ve ailesinin hayatının bilinmesinin
de önemli olduğu düşüncesiyle böyle bir tezi hazırlamayı uygun gördük. Zira bu
aile, İslâm’ın ilk yıllarında maruz kalınan işkencelerin ilk muhataplarından
olmuştur. Onların İslâm için göstermiş oldukları fedakârlıklar bizim ilk
müslümanları tanıyıp anlamamıza katkı sağlayacaktır.
AMMÂR B. YÂSİR’İN AİLESİ
BABASI: YÂSİR B. ÂMİR
A-Soyu
İslâm tarihi içerisinde şahsiyetleri ve kişilikleri ile
olaylara yön veren pek çok önemli kişi vardır. Bunlardan birisi de, Ammâr’dır.
Ammâr’ın babası Yâsir’in soyu şu şekildedir: “Yâsir b. Âmir b. Mâlik b. Kinâne
b. Kays b. Husayn b. Vezim b. Sa’lebe b. Avf b. Hârise b. Âmir b. Yâm b. Ans.
Ans’ın soyu ise şöyle devam eder: Zeyd b. Mâlik b. Üded b.
Ziyâd b. Yeşcüb b. Ureyb b. Zeyd b. Kehlan b. Sebe’ b. Yeşcüb b. Ya’rub b.
Kahtan.” Mâlik b. Üded Oğulları ise Mezhic kabilesindendir.48 Öyle anlaşılıyor ki Yâsir b.
Âmir Mezhic kabilesinin Yâm kolunun Ans boyuna mensuptur ve Yâsir’in künyesi de
Ebû Ammâr’dır.[1] [2]
Yâsir b. Âmir, Arab-ı Âribe denilen asıl Araplardandır.
Kahtanîler adı verilen bu kabile grubunun asıl vatanı Yemen’dir. Bunlara Güney
Arapları da denilir.[3]
B-Yâsir’in
Mekke’ye Gelişi ve Mekke’deki Hayatı
Yâsir b. Âmir kıtlık, kuraklık ve kötü yönetimden dolayı
Yemen’den ayrılan diğer kardeşlerini bulmak için Mekke’ye gelmiştir. O zamanlar
Yemen’den uzaklaşan tek insan Yâsir değildir. Çok sayıda insan, başka bir yerde
iş ve maişet bulmak için evlerinden ayrılmaya mecbur kalmışlardır. Sebe’ şehri
yıkılmaya başlayınca, birçok Yemenli Arap, Mekke ve Yesrib’e göç etmişlerdi.
Evs ve Hazreç kabileleri Medine’ye yerleşmiş, Evs ve Hazreç’ten başka birçok
grup Suriye, Irak, Yemâme ve Necd bölgelerine dağılmışlardır.[4]
Yâsir, kardeşleri Hâris ve Mâlik’le birlikte Yemen’den
Mekke’ye göçen diğer kardeşlerini aramak için gelmişler, kardeşleri Mâlik ve
Hâris geri Yemen’e dönmüşlerdir. Yâsir ise Yemen’e dönmeyip Mekke’de kalmıştır.
Mekke’de kendisine Benî Mahzûm kabilesinden Ebû Huzeyfe b. Muğire b. Abdillah
b. Ömer b. Mahzûm[5] halîf olmuş, yani onunla
dostluk antlaşması yaparak himayesine almıştır.[6]
Yâsir’in Ebû Huzeyfe’ye halîf olması hususunda durmak ve
hilf’in ne anlama geldiği konusunda bilgi vermek, konunun anlaşılmasına katkı
sağlayacaktır. Sözlükte “antlaşma, akid ve yemin” anlamlarına gelen hilf; terim
olarak “Cahiliye araplarında kabilelerin veya şahısların yardımlaşma, dayanışma
ve himaye amacıyla yaptıkları antlaşma ve ittifakları ifade eder.” Hilf yapan
kişilere halîf (çoğulu ahlâf veya hulefâ) denir.[7]
Ebû Huzeyfe anlaşmalısı Yâsir’i uzun süre izleyip
doğruluğundan emin olunca, Sümeyye bt. Hayyât denilen cariyesi ile evlendirmiş,
ondan da Ammâr dünyaya gelmiştir. Ebû Huzeyfe, doğumunu müteakiben Ammâr’ı azad
etmiş ve Ebû Huzeyfe ölünceye kadar da bu durum böyle devam etmiştir.55
İbn İshak ise Yâsir’in Benî Bekr’in (Bekr Oğulları) kölesi
olduğunu ve Eşca’ b. Leys Oğullarından alınıp kendilerinin cariyesi olan Sümeyye
ile evlendirildiğini, Sümeyye’den de Ammâr’ın dünyaya geldiğini daha sonra da
Sümeyye, Yâsir ve Ammâr’ın azat edildiklerini haber verir.56
Ebû Huzeyfe’nin güven ve saygısını kazanan Yâsir, Sümeyye ile
evlendikten sonra eşi ile zaman zaman düşünür ve şöyle derdi: “Bazı Kureyşliler
bana kendi putlarına neden tapmadığımı soruyorlar. Onların bir takım eşyalardan
put yapıp sonra da o yaptıkları putlara tapmaları, ibadet etmeleri beni hayrete
düşürüyor. Şayet ben kendime bir ilah edinecek olsam güneşe tapardım, zira
güneş ışığı ile gündüzleri aydınlatıyor; yıldızlara tapardım, zira yıldızlar da
geceleri aydınlatıyor fakat ben bu eşyalarda bana fayda verecek ve ibadete
layık bir yön bulamıyorum.” Sümeyye de aynı şeyleri düşünüyor ve kendisine dahi
bir faydası olmayan taşlara tapmayı anlamsız buluyordu. Bu putlar bazen hurma
ve helvadan da yapılıyor, acıkılınca da yeniliyordu.
C- Yâsir
Ailesinin Müslüman Oluşu ve Kendilerine Yapılan İşkenceler
Öteden beri Yâsir ailesi, çevresinde herkes tarafından sevilen
bir aile olarak tanınmıştır. Mekke’de bulunan putlara asla tapmamışlardır. Bu
aile, Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim’i takdir etmiş onun Mekke
ve Kâbe’ye olan hizmetlerinden övgüyle bahsetmiştir. Yâsir zaman zaman oğlu
Ammâr ve eşi Sümeyye ile Mekke’nin durumunu konuşurlar, yapılan. haksızlıkları, ahlaksızlıkları, zulüm ve tecavüzü tasvip
etmezler, bundan rahatsızlık duyarlar ve putlara tapmanın mantıksız, faydasız
bir iş olduğunu söylerlerdi. Haksızlıklar karşısında duran ve insanların
problemlerini çözen “Hılfu’l-Füdûl” cemiyetinin yaptığı iyilikleri her zaman
takdirle karşılamışlardı. Doğru sözlü, güvenilir (el-Emîn) ve dürüst olan Hz.
Peygamber’in de bu cemiyete katıldığını biliyorlardı. Yâsir ailesi, İslam
gelmeden önce Hz. Muhammed’i bu yönleri ile tanımışlardır.[8]
Yâsir, çocukları Abdullah ve Ammâr eşi Sümeyye ile İslâmiyet’e
ilk giren kimselerdendir. Bu şekilde ailece İslâm’ı kabul etmişlerdir.[9]
Kaynaklarımızda Yâsir ve Sümeyye’nin Ammâr’ın telkin ve
teklifleri ile İslâm’a girdiklerine dair rivayetlere rastlamaktayız.[10]
Ebû Huzeyfe b. Muğire, Yâsir ailesinin müslüman olduklarını
duyduğunda, onları yeni dinlerinden döndürmeye çalıştı. Babalarının dinine
girmeye davet etti. Yâsir ailesi ise bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Ebû
Huzeyfe onları işkence etmekle korkuttu. Ammâr bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Babam ve iki yaşlı kimseyle oturuyordum. Onlarla Ebû Huzeyfe’nin yaptığı
çeşitli işkenceler hususunda konuşuyordum. Babam Yâsir: ‘Ne yaparlarsa
yapsınlar bizleri dinimizden asla döndüremezler, kalbimize de giremezler’
demişti.”[11]
Yâsir ailesi, İslâm’a girdikleri andan itibaren çeşitli
işkencelerle karşılaşmışlardır. İşkenceler artık o hale gelmiştir ki; Hz.
Peygamber bir gün Bathâ [12] denilen yerde Yâsir ailesine
işkence edilirken karşılaşmış, Yâsir artık dayanamayarak: “Ey Allah’ın Rasûlü!
Zaman hep böyle işkenceli mi olacak?” diye sormuş, Hz. Peygamber ise ona:
“Sabrediniz!” dedikten sonra “Allah’ım! Yâsir ailesine böyle işkence edilirken
merhamet et!” diye dua etmiştir.[13]
Hz. Peygamber yine başka bir gün işkenceye uğratıldıkları bir
sırada Yâsir ailesine rastlamış ve onları şöyle diyerek teselli etmiştir:
“Sabrediniz Ey Yâsir ailesi! Hiç şüphesiz sizin mükâfatınızı alacağınız yer
-veya varacağınız yer[14]- cennet’tir.” [15] Hz. Peygamber’in : “Sizlere
Müjdeler olsun ey Yâsir ailesi! veya Ammâr ailesi!-[16]
mükâfat yeriniz cennet’tir.” dediği de rivayet edilmektedir.[17]
D-
Yâsir’in Şehit Edilişi
Yâsir b. Âmir, kendisine işkence eden müşriklerin putlarına
tapma isteklerini ve dolayısıyla da Hz. Peygamber’in dininden dönme
tekliflerini reddederek İslâm yolunda şehit olmayı seçmiş ve müslüman
erkeklerden ilk şehit olma bahtiyarlığını elde etmiştir.[18]
Kaynaklarımızda Yâsir’in nasıl şehit edildiği hakkında
ayrıntılı bilgilere rastlayamamaktayız.
ANNESİ: SÜMEYYE Bt. HAYYÂT
Soyu
Kaynaklarımızda Sümeyye’nin Sümeyye bt. Hayyât, Sümeyye bt.
Hubbât, Sümeyye bt. Hıbat, Sümeyye bt. Habât ve Sümeyye bt. Huyyât gibi farklı
isimlerle anıldığım görmekteyiz.[19] Bazı kaynaklarda ise Sümeyye
bt. Selm şeklinde de kullanılmaktadır.[20]
Biz, Sümeyye bt. Hayyât şeklindeki kullanım kaynaklarımızda çok olduğu için
bunu kullanacağız. Kaynaklarımızda Sümeyye’nin soyu ile ilgili farklı şecereler
zikredilir. Bu şecerelere baktığımızda ise Ammâr’ın annesi olan Sümeyye ile
başka Sümeyyelerin karıştığı görülmektedir.
Bu Sümeyyelerden bir tanesi Hâris b. Keledeti’s-Sakafî’nin
kölesi olan Sümeyye’dir. Hâris b. Keledeti’s-Sakafî, Taif menşelidir. Kendisi
tahsilini İran’da yapmış, bir şöhret ve itibar kazanmıştı. Nûşcân adındaki
Zendâverd şehrinin Satrap’ı (valisi) hastalanmış, İran’lı doktorlardan ümidini
kesince Taif asıllı, meşhur doktor Hâris b. Keledeti’s-Sakafî’den yardım
istemişti. İyileşmesi üzerine Satrap, mükâfat olarak kendisinden ne istediğini
sormuş ve Nûşcân’ın bazı isteklerini yerine getirmişti. Bundan ayrı Nûşcân ona
birtakım hediyeler de vermişti. Bu hediyeler arasında Belâzüri’ye göre Bamıh[21] adında genç ve güzel bir de
cariye vardır. Bu kız sonradan Mekke’de Sümeyye adını almıştır.[22]
Hamidullah, Sümeyye’nin önceki ismi olan Bamıh’ın Türkçe bir kelime
olan “Pamuk”tan gelebileceğine işaret ederek;[23]
“Öyle anlaşılıyor ki bu hanım sahabî Türk asıllıdır” demektedir.[24] Hamidullah görüşünü şu
bilgilerle de desteklemektedir: “Belâzürî’nin verdiği bilgiye göre, İslâm’da
ilk şehit edilen hanım sahabî, Ebû Cehil tarafından mızraklanarak katledilen,
Ammâr’ın annesi Sümeyye'dir. İşte bu hanımın asıl adı Bamıh idi ve kendisi
İran'ın Keşker şehrindendi. Bugünkü Türkçe'de Pamuk anlamına gelen bu kelime
bir Türk ismidir. Eğer “Dilbilim” delil olarak kabul edilecek olursa, bu
hanımın Türk olduğu söylenebilir.[25] Şayet böyle ise İslâm’ın ilk
şehit kadını Türk soyundan geliyor olabilir.”[26]
Bu bilgileri verdikten sonra temel İslâm tarihi kaynaklarının
önemli bir kısmında bizleri şaşırtan şu ifadelere rastlamaktayız: “Sümeyye,
Yâsir’den sonra aslen Rum olan ve demircilikle uğraşan aynı zamanda Hâris b.
Keledeti’s- Sakafi’nin kölesi olan el-Ezrâk[27]
adındaki kişi ile evlenmiştir. Bu kişi Hz. Peygamber Taif’e gittiğinde Ubeyd
ile birlikte Hz. Peygamber’i Taif’ten çıkaran kimsedir. Daha sonra Hz.
Peygamber bu kimseleri affetmiştir. Sümeyye’nin Ezrâk’tan Seleme adında bir
çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu kişi Ammâr’ın anneden kardeşidir. Ezrâk,
Ümeyyeoğullarının halîfidir ve Mekke’li olmakla şereflenmiştir. Ezrâk ve
çocukları Ümeyyeoğullarından evlilik yapmış, onlardan da çocukları dünyaya
gelmiştir. Ezrâk’ın oğulları kendilerinin Rum olmayıp Benî Tağlib’ten ve daha
sonra da Benî İkeb kabilesinden olduklarını ileri sürmüşlerdir. Cübeyr b.
Mut’im, Ezrâk’ın kızı ile evlenmiş, ondan da bir kızı dünyaya gelmiş, onunla da
Said b. el-Âs evlenmiştir.”[28]
Başta İbn Sa’d, İbn Kuteybe ve Belâzürî’nin eserleri olmak
üzere, birçok kaynakta geçen bu ifadelerde bir takım tutarsızlıklar göze
çarpmaktadır. İşte biz de bu tutarsızlıklara dayanarak Sümeyyelerin
karıştırıldığı kanaatine varmaktayız.
Yukarıda ifade edilen bilgilerden şu sonuç ortaya çıkmaktadır:
Sümeyye ile kocası Yâsir aynı günde öldürüldüklerine göre nasıl olur da
Sümeyye, Yâsir’den sonra başka bir insanla evlenebilir? Anlaşılan o ki Sümeyye’ler
bu temel kaynaklarda karışmıştır. Zira yukarıda anlatılan Sümeyye, bazen Ziyâd
b. Ebî Süfyân’ın halk arasında Ziyâd b. Ebîhi diye bilinen Ziyâd’ın annesi olan
Sümeyye’dir. Sümeyye bt. Hayyât ile bu Sümeyye kaynaklarda karıştırılmaktadır.[29]
Dolayısıyla, Sümeyye bt. Hayyât ile Ezrâk’ın evlendiği Sümeyye
farklı insanlardır. İbn Kuteybe’nin ve yukarıda bahsetmiş olduğumuz
müelliflerin eserlerinde el-Ezrâk’ın evlendiği Sümeyye, Sümeyye bt. Hayyât ile
isim benzerliğinden dolayı karıştırılmakta, dolayısıyla yanlış bilgiler
aktarılmaktadır. Zehebî ve Mizzî, kaynaklardaki bu hatayı fark ederek “Şüphesiz
ki bu, büyük bir hatadır” demektedirler. Onlara göre Hâris b.
Keledeti’s-Sakafî’nin kölesi el-Ezrâk ile evli olan Sümeyye, Ziyâd’ın annesi
olan Sümeyye’dir. Dolayısıyla Seleme b. el-Ezrâk anne tarafından Ammâr’ın değil
Ziyâd b. Ebîhi’nin kardeşidir. Ammâr’ın annesi Sümeyye ile Ziyâd’ın annesi
Sümeyye nesep yönünden bir değildir.[30]
Tarihte, Babası belli olmayan, bu yüzden de ismi Ziyâd b. Ebîhi olan
Ziyâd’ın annesi Sümeyye’den dolayı lakabı İbn Sümeyye’dir.[31]
Nesep yönünden Ammâr’ın annesi Sümeyye ile Ziyâd’ın annesi Sümeyye farklı
insanlardır. Dolayısıyla Hamidullah’ın Sümeyye hakkında: “İslâm’ın ilk kadın
şehidi Türk olabilir” şeklinde vermiş olduğu bilgiler bu karışıklık içerisinde
net değildir ve tashihe ihtiyaç duyulmaktadır.
Biz de bu ayrımı yapabilmek için hanım sahabîlerin isimlerinin
toplandığı “Mevsûatü Hayati’s-Sahâbiyyât” adlı ansiklopedinin Sümeyye maddesine
baktığımızda dört ayrı Sümeyye’den bahsedildiğini gördük. Burada Hâris b.
Keledeti’s- Sakafî’nin kölesi olan Sümeyye ile Ammâr’ın annesi olan Sümeyye’nin
tamamen farklı kimseler olduklarım görmekteyiz.[32]
Yine bu esere göre de Ziyâd’ın annesi Sümeyye ile Ammâr’ın annesi Sümeyye bt.
Hayyât farklı hanımlardır.[33]
Mücahid’in bir rivayetine göre Sümeyye bt. Hayyât müslüman
olan ilk yedi kişi arasında sayılmaktadır. Bu kimseler şunlardır: Hz.
Peygamber’den sonra Hz. Ebû Bekir, Bilal, Habbâb b. Eret, Süheyb b. Sinan
(er-Rûmî), Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bt. Hayyât’tır.[34]
Sümeyye, bütün işkencelere karşı yaşlı, zayıf ve aciz bir
kadın olarak sabretmiş, onların söyletmek istediği hiçbir küfür kelimesini
söylememiş buna kızan Ebû Cehîl tarafından birçok işkence ve eziyete maruz
bırakılmıştır.[35]
Mahzûmoğullarının o dönemde Mekke’de hâkim zümreyi teşkil
etmesi, Ebû Cehîl’in Hz. Peygamber’e en büyük düşman olmasına ve bu düşmanlığın
öncülüğünü yapmasına sebep olmuştur. Mekke döneminin hemen hemen bütün
hadiselerinde Ebû Cehîl’i veya onun çok basit ve seviyesiz tuzaklarını, acımasız
işkencelerini görüyoruz.[36]
Ammâr, Yâsir, Sümeyye, Süheyb, Bilâl ve Mikdâd gibi diğer
müslümanları arkalarında kendilerini koruyacak herhangi bir gücün bulunmaması
sebebiyle müşrikler yakalamış, onlara demir zırhlar giydirerek güneş altında
adetâ eritircesine işkence etmişlerdir.[37]
B-
Sümeyye’nin Şehit Edilişi
Ebû Cehîl, insanlık tarihinin en çirkin cinayetlerinden birini
işledi. Kocası şehit edilmiş olan Sümeyye’nin işkence gördüğü yere uğrayan Ebû
Cehîl, bu kadına: “Sen ancak yüzünün güzelliğinden dolayı Muhammed'e âşık olup
müslüman oldun” diyerek hakaret etti. Kocasını ve oğlunu (Abdullah b. Yâsir)
kaybeden ve imân etmekten çekinmeyen bu iffetli kadın, Ebû Cehîl'e hakaretle
karşılık vermekten kendisini alamadı. Sümeyye bt. Hayyât’ın şehit ediliş şekli ile
alakalı farklı rivayetler vardır. Bunların en meşhuru ise Ebû Cehîl’in
Sümeyye’ye işkence yapıldığı bir sırada mızrağını alıp karnından saplayarak
şehit etmesidir. Böylece İslâm’da ilk şehit kadın Sümeyye olmuştur.[38]
Başka bir rivayete göre ise, Ebû Cehîl mızrağını Sümeyye’nin
kalbine veya uyluğuna saplamış, oradan da mızrak karnına saplanmış ve böylece
Sümeyye acımasız bir şekilde şehit edilmiştir. Ammâr, Hz. Peygamber’e gelerek:
“Ey Allah’ın Rasulü! Ebû Cehîl bizlere her türlü işkenceyi yaptı.” dediğinde
Hz. Peygamber: “Allah’ım! Yâsir ailesine cehennem azabını hiçbir şekilde
tattırma!” diye dua etmiştir.[39]
KARDEŞLERİ,
ÇOCUKLARI VE TORUNLARI
Ammâr’ın kardeşi Abdullah, babası Yâsir ve annesi Sümeyye ile
İslâmiyet’e ilk giren kimselerden birisidir.[40]
Abdullah, Allah yolunda ailece çektikleri sıkıntı ve işkenceler sonucunda anne
ve babası ile birlikte kendisine mızrak saplanması suretiyle yere yığılmış,
böylece de şehit edilmiştir.[41] Tarih kitaplarında Abdullah’ın
ilk şehit olanlar arasında zikredilmemesi kayda değer bir durumdur.
Ammâr’ın bir diğer kardeşi de Hureys’tir. Kaynaklarımızda
Ammâr’ın bu kardeşi hakkında fazla bilgi bulamamaktayız. Sadece Ammâr ve
Abdullah’tan yaş olarak daha büyük olduğu ve cahiliyye döneminde bir kabile
tarafından öldürüldüğü yazılmaktadır.[42]
Kaynaklarımızın belirttiğine göre, Ammâr’ın, Sa’d ve Muhammed
adlarında iki oğlu ve Ümmü’l-Hakem adında bir kızı vardır. Ammâr’ın
Muhammed’den oğlu Ebû Ubeyde nesep âlimlerindendir. Ammâr’ın oğlu Sa’d’dan olan
torunu Abdullah ise Abdurrahman b. Muaviye tarafından öldürülmüştür. Onun
çocukları da Mihsan ve Nâc’tır.[43]
Bunların dışında kaynaklarımızda Ammâr’ın soyundan gelen
adaleti, ilmi ve asaletiyle tanınmış, Nureddin Ahmed ve Kâdi’l-Kudât İmadüddin
Mansur ile de arkadaşlık yaparak kadılık görevinde bulunmuş olan İmadüddin Ebû
Nasr Ahmed b. Ali b. el-Hasan b. Ebi’l-Bedr el-Bağdâdî [44]
ile edîplik ve şairliğiyle meşhur olan İzzüddîn Ebû Ahmed Abdurrahman b.
Muhammed b. Abdilmelik b. Saîd b. Muhammed el-Ğırnâtî isminde iki kişiye de
rastlamaktayız.[45]
Buraya kadar Ammâr’ın ailesi hakkında kaynaklarımızda bulunan
bilgilere yer verdik. Çalışmalarımız esnasında dikkatimizi çeken bir nokta
vardır ki o da, Ammâr’ın hanımı hakkında herhangi bir bilgiye rastlayamamış
olmamızdır.
İKİNCİ
BÖLÜM
Hz. PEYGAMBER DÖNEMİNDE…AMMÂR B. YÂSİR
AMMÂR B.
YÂSİR’İN MEKKE YILLARI
Ammâr’ın Hz. Peygamber dönemindeki hayatını Mekke ve Medine
dönemi diye ayırarak incelemeyi uygun gördük. Zira Mekke’den Medine’ye hicret
İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır.
DOĞUMU VE MÜSLÜMAN OLUŞU
Önceki bölümde Ammâr’ın ailesi hakkında bilgiler verdik. Bu
bölümde ise Ammâr’ın bizzat kendisi ile ilgili bilgiler vereceğiz. Ammâr’ın
soyu daha önce babası Yâsir’le alakalı bölümde verilmişti. Ammâr, Ans
kabilesinin Yâm koluna mensup olduğu için, mensubu bulunduğu kabileden dolayı
“el-Ansî” diye de anılmaktadır.96 Künyesi ise Ebû’l-Yakzân’dır.97
Müstedrek’te Ammâr’a Ebû’l- Yakzân şeklindeki ismin Hz. Ali tarafından
verildiği belirtilmekle98 beraber niçin verildiği hakkında bir
bilgiye sahip değiliz. Zira bu künye Ammâr’a hitap edilirken sahâbe tarafından
da sık sık kullanılmıştır.
Ammâr’ın doğum tarihi hakkında kaynaklarımızda kesin bir
bilgiye rastlayamamaktayız. Bazı araştırmacılara göre İslâm’a girdiğinde 40
yaşları civarında idi.[46] Ammâr’ın kendi ifadelerine
göre ise, Hz. Peygamber’le aynı yaştaydı ve yaş bakımından hiçbir sahâbe Hz.
Peygamber’e ondan daha yakın değildi.[47]
Ammâr’ın doğum yılı hakkında kesin bir bilgi olmamakla
birlikte onun Sıffin Savaşı’nda öldürüldüğü tarih olan h. 37/657’yi ve onun 90
küsur (90-94) yaşlarında öldürüldüğü gerçeğini dikkate alırsak doğum tarihi
olarak m. 563-567 tarihlerini doğru kabul edebiliriz. Böylece İslâm’a
girdiğinde 40 yaşı civarında olduğu bilgisi ile Ammâr’ın kendi ifadesi olan
“Hz. Peygamber ile aynı yaşlarda olduğu” bilgisi uyuşmuş olmaktadır.
Hz.
Peygamber’le Tanışması ve Müslüman Oluşu
Ammâr hiçbir zaman putlara tapmadı. Hz. Peygamber Kur’ân
okurken bir defasında Kur’ânı işitmiş ve işittiklerinin daha fazlasını duymak
için, Hz. Peygamber ile tanışmaya karar vermişti. Fakat bunu gizlilik
içerisinde yapması gerekiyordu. Çünkü kendisini ve ailesini Mekkelilere karşı
korumak için tedbirli davranmak zorundaydı. Hz. Peygamber’in Erkâm b.
Ebi’l-Erkâm’ın evinde müslümanlarla toplandığını ve bu evin de Allah düşmanı müşrikler
tarafından gözetlendiğini biliyordu.[48]
Ammâr, Süheyb’le birlikte, Dârü’l-Erkâm'da aynı vakitte
müslüman olmuşlardır. O zaman Hz. Peygamber Dârü’l-Erkâm’da bulunuyordu. Ammâr
müslüman oluşunu şu şekilde anlatmaktadır:
“Bir gün Erkâm b. Ebi’l- Erkâm'ın evinin önünde Süheyb’e
rastladım. Ona dedim ki: “Burada ne arıyorsun?” Aynı şekilde o da bana sordu:
“Sen ne arıyorsun?” Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Ben içeri girip Muhammed'in
sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim ve müslüman olacağım.” Suheyb de
aynı maksatla geldiğini söyleyince, böylece ikimiz beraber içeri girdik. O
sırada Hz. Peygamber de orada bulunuyordu. İslâm’ı bize anlattı ve biz müslüman
olduk, akşam oluncaya kadar orada kaldık. Akşamdan sonra gizlice evimize
döndük.” Böylece Ammâr ve Süheyb ile müslümanların sayısı yaklaşık olarak otuz
ile kırk civarında idi.[49] Kaynaklarımız Ammâr’ın İslâm’a
girişi ile müslümanların sayısını belirtirken “Bid’a” tabirini kullanmaktadır
ki ifade bu Arapçada 3 ve 9 arası sayılar için kullanılır.[50]
Dolayısıyla Ammâr ve Süheyb 33 ile 39 arası müslümanlardandır. Daha önce geçen
Ammâr ve ailesinin ilk müslüman olan yedi kişi arasında sayılması ile bu
rivayeti birleştirirsek Ammâr ve ailesinin ilk müslümanlardan olduğu kesinlik
kazanmaktadır.
Müslümanlar ve İslâm’a meyilli olanlar şüpheleri üzerlerine
çekmemek için dikkatli davranmak mecburiyetini hissetmekteydiler. Onlar,
Dârü'l-Erkâm’a girip müslüman olduktan sonra gece karanlığı basıncaya kadar
oradan çıkmalarını müsaade etmeyen ve çıktıktan sonra da gizlice evlerine
gitmelerini tenbih eden, herhalde bizzat Rasûlullah olmalıdır.[51]
Abdullah b. Mes'ûd’un bildirdiğine göre Hz. Peygamber, bir gün
Kâbe’de otururken yanına zayıf ve fakir ashabından Habbâb b. Eret, Suheyb b.
Sinan, Bilâl b. Rebâh, Ammâr, Ebû Fükeyhe, Âmir b. Füheyre gelip oturmuşlardı.
O sırada müşriklerin ileri gelenlerinden bir topluluk oradan geçiyordu.[52] Bu müşrik topluluk Hz.
Peygamber’in onlarla konuştuğunu görünce birbirlerine: “İşte, gördüğünüz gibi
onun oturup kalktığı kimseler bunlardır! Bunlar, oturulup konuşulacak kimseler
mi sanki? Allah’ın aramızdan kendilerine hidayet ve ihsanda bulunduğu, bunlar
ha?” diyerek konuşmuş[53] ve o kimseleri hafife
almışlardı. Söz konusu gruptakiler daha sonra alaylarını Hz. Peygamber’in
yanında da sürdürmüşlerdir.
İlk siyer yazarlarından İbn İshak’ın bildirdiğine göre Ammâr,
ilk müslümanlardandır.[54] Mücahid’in bir rivayetine göre
ise Ammâr müslüman olan ilk yedi kişi arasında sayılmaktadır. Müslüman olan bu
kimseleri şu şekilde saymışlardır: Hz. Peygamber’den sonra, Hz. Ebû Bekir,
Bilal, Habbâb b. Eret, Süheyb, Ammâr ve Sümeyye bt. Hayyât’tır.[55] Bazı kaynaklarda ise Habbâb’ın
yerine Mikdâd zikredilmiştir.[56]
Ebû’l-Fida’ya göre ise müslüman olanların sırasında Ammâr şu
şekilde yer alır: İlk olarak Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Hatice, çocuklardan
Hz. Ali, o zaman henüz 9-10-11 yaşlarındadır, kölelerden Zeyd b. Hârise ve hür
erkeklerden Hz. Ebû Bekir’dir. Onlardan sonra Osman b. Affan, Abdurrahman b.
Avf, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’tır. Daha sonra
Ebû Ubeyde, Ubeyde b. el-Hâris, Said b. Zeyd b. Amr, Hz. Ömer’in amcasının oğlu
İbn Nüfeyl, Abdullah b. Mes’ûd ve Ammâr’dır.[57]
Ammâr, müslüman olduğu günlerini anlatırken şöyle demiştir:
“Allah Rasulü’nü gördüğüm zaman çevresinde beş köle, iki kadın ve Ebû Bekr
vardı.”[58] İlk müslüman olanlardan ve
muhacir diye adlandırılan kimselerden anne-babası müslüman olan tek kişi
Ammâr’dır.[59]
Ammâr’ın haber verdiği ilk müslüman beş köle de Bilâl-i
Habeşî, Zeyd b.Hârise, Âmir b. Füheyre, Ubeyd b. Zeyd, Ebû Füheyre’dir. İbn
İshâk'ın rivâyetine göre, Ebû Füheyre Bilâl-i Habeşî ile aynı zamanda müslüman
olmuştur ve efendisi kendisine işkenceye başlayınca Hz. Ebû Bekir onu satın
alıp âzâd etmiştir. Ammâr’ın yukarıda zikrettiği hadisteki iki kadın ise Hz.
Hatice ile Ümmü Eymen yâhut Sümeyye’dir.[60]
Mevlana Şiblî’nin: “Ammâr müslüman olduğunda, daha önce sadece
üç kişi müslüman olmuştu”[61] demesi pek isabetli olmasa
gerektir. Zira, Ammâr’ın İslâm'a girdiği günlerde müslümanların sayısı daha
fazlaydı. Fakat bu kimseler müslümanlıklarını açığa vurmadıkları için Ammâr'ın
onları sayamaması tabiidir. Bu sırada müslümanlar Kureyş'in zulmünden
çekindikleri için dinlerini açıkça ortaya koyamıyorlardı.[62]
Muhtemelen Ammâr, müslümanların hepsini tanıyamamıştı. Yukarıda sayılan yedi
kişi her türlü tehlikeyi göze alarak İslâma giren kimselerdir.
Ammâr’a
Yapılan İşkenceler
Ammâr, Mekke'de yabancı bir insandı. Annesi cariye idi ve
babası da Kureyşli değildi. Bunun içindir ki, onun bu şehirde malı ve mülkü
olmadığı gibi, iktidar ve nüfuzu da yoktu. Annesi, Mahzûmoğullarının
cariyelerindendi. Müslüman olunca efendileri çileden çıkmış ve ona türlü
işkence ve cefalar çektirmişlerdi.
Müslümanlara karşı Kureyşin ileri gelenlerini kışkırtan Ebû
Cehîl, bir kimsenin müslüman olduğunu duyduğunda eğer o müslüman güçlü bir
kimse ise, onu kınayıp ayıplar ve şöyle derdi: “Senden daha iyi bir insan olan
babanın dinini bıraktın. Senin aklının kıtlığını söyleyecek ve görüşünü
çürüteceğiz. Şerefini de yok edeceğiz.” Müslüman olan kişi eğer ticaretle
uğraşan biri ise ona da şöyle derdi: “Senin ticaretini kesata uğratacağız,
malını da yok edeceğiz.” Müslüman olan kişi eğer zayıf ve güçsüz biri ise onu
döver, başkalarını ona karşı kışkırtırdı. 116 Ammâr’ın İslâmiyet’e
girmesi haliflerini kızdırmış, onun müslüman olduğunu anladıktan sonra ona
türlü türlü eziyeti reva görmüşlerdir.[63]
[64]
Mekke’de müşriklerin işkencelerini Ammâr gibi kimsesizlerin
üzerine yoğunlaştırmalarının sebebi zayıf ve kölelikten gelme kimseler
oldukları için onların arkalarında kendilerini koruyacak herhangi bir gücün
bulunmamasıdır. Cenâb-ı Allah, Rasûlullah’ı, amcası Ebû Talip vasıtasıyla
korumuştu. Hz. Ebû Bekir’i ise kavmi vasıtasıyla korumuştu. Ammâr, Yâsir,
Sümeyye, Süheyb, Bilal ve Mikdâd gibi diğer müslümanlara gelince, müşrikler
onları yakalamış ve onlara işkence etmişlerdir.[65]
Maddî işkencelerin yanında annesi ve babasının gözlerinin
önünde şehit olmaları gibi manevî bir işkenceye uğrayan Ammâr’ın artık
dayanacak gücü kalmamıştı. Bir gün müşrikler Ammâr'ı acımasızca işkencelere
uğrattılar, yapmadıkları ezâ, tatbik etmedikleri işkence kalmadı. Ammâr, bu
korkunç ve dayanılmaz işkenceden kurtulmak için, onları hoşnut edici birkaç söz
söylemek zorunda kaldı. Ammâr, müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz
Rasûlullah’ın huzuruna geldi ve olanları anlattı. Kendisini kızgın kumlara
yatırdıklarını ve kuyuya sarkıttıklarını, eğer Lât ve Uzza lehinde ve
Rasûlullah aleyhinde konuşursa bırakacaklarını, aksi takdirde öldüreceklerini;
durumun ciddiyetini görünce de sırf kendini kurtarmak için diliyle Lât ve Uzza’nın
Muhammed’in dininden daha hayırlı olduğunu söylemek zorunda kaldığını söyledi.
Bunları anlatırken bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Bu manzara
karşısında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Neyin var, neyi saklıyorsun, sıkıntın
nedir ey Ammâr?” Ammâr, Hz. Peygamber’e mahcup bir şekilde şöyle cevap verdi:
“Kötü, çok kötü bir şey yaptım Ey Allah’ın Rasûlü! Sana hakaret edip,
ilâhlarını övmedikçe beni bırakmayacaklardı. Ben de dediklerini yaptım.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ammâr! Kalbine sor, bunları
söylerken kalbini nasıl hissediyordun?” Ammâr ise şöyle dedi: “Ey Allah’ın
Rasulü! Kalbim, imanın verdiği duygularla dopdolu ve dinim hususunda da
demirden daha sağlamdı!” [66] Hz. Peygamber Ammâr’ı teselli
etmek için ona şöyle dedi: “Ammâr! Tekrar böyle muamelede bulunurlarsa yani
“şöyle şöyle söyle” derler ve işkenceyi tekrarlarsa onların söyletmek
istediklerini söyle ve işkenceden kurtul![67]
Rasûlullah’ın bu ruhsatı vermesinin ardında nâzil olan şu
ayet-i kerime, Ammâr’ı çok rahatlatmıştır. Ayet-i kerime şu şekildedir: “Kalbi
imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye zorlanıp da yalnız dilleri
ile inkâr sözünü söyleyenler hariç; inandıktan sonra Allah'ı inkâr eden, küfre
göğsünü açan, küfürle sevinç duyan kimselere Allah’tan bir gazap iner. İşte
onlar için büyük bir azap vardır.” [68]
Âyet-i kerimede istisna tutulan “ Kalbi imanla dolu olarak
mutmain iken, dini inkâr etmeye zorlanıp da yalnız dilleri ile inkâr sözünü
söyleyenler” ifadesinden kastedilenlerin başta Ammâr ve onun gibi işkence gören
kimseler olduğu, Hz. Peygamber’in iznini (ruhsat) kullandıkları, ayet-i
kerime’nin de bu ruhsatı beyan etmek üzere indirildiği belirtilmektedir.[69]
İmanın yerinin kalp olduğunu belirten Ebû Mansur Maturidî,
Nahl Suresinin 106. ayetini de delil göstererek, imanın kalb ile tasdik
olduğunu söylemektedir.[70] Söz konusu ayetin nüzul sebebi
de bu görüşü doğrulamaktadır. Dolayısıyla Ammâr’ın bu şekilde davranışı onu
dinden çıkarmamıştır.
Ammâr, öğleyin en sıcak zamanında Mahzûmoğulları tarafından
Ramda’ya -Mekke kayalığına- götürülür, yakıcı güneş altında tutulur ve yapılan
işkenceler sebebiyle ne söylediğini bilemez hale gelirdi.[71]
Ammâr’ın işkencelerle sırtı sıcak kumda yandığı için bu izler ve şişkinlikler
yıllar sonra bile geçmemiş, kendisine bu izleri soranlara da: “Bunlar Kureyş’in
Mekke’de Ramda denilen yerde yaptıkları işkencelerin izleri” diye cevap
vermiştir.[72]
Müşrikler Ammâr’a işkence ediyorlardı. Hz. Peygamber bir
defasında ona uğradı ve elini Ammâr’ın başı üzerine koyarak şöyle dua etti: “Ey
ateş! İbrahim’e serin ve selametli olduğun [73]
gibi Ammâr ’a da serin ve selametli ol!”. Daha sonra şöyle devam etti: “Seni
baği’ (azgın) bir topluluk öldürecek.”[74]
Başka bir rivayette de Hz. Peygamber, Ammâr ağlarken onunla
karşılaşmış Ammâr da ateşte dağlandığını anlatmış Hz. Peygamber ise onu teselli
ederek gözyaşlarını silmiştir.[75]
B-
EVİNİN BİR BÖLÜMÜNÜ MESCİT OLARAK KULLANAN İLK SAHABÎ OLMASI
Ammâr, İslâm tarihinde evinin bir bölümünü
mescit olarak kullanan ilk müslümandır.129 Ammâr evini bu şekilde
kullanmaya müslüman olduktan hemen sonra başlamış ve burada ailesi ile namaz
kılmıştır. Ailesi ile beraber orada Kur’ân okumuştur. Kur’ân okurken müşrikler
duymasın diye sesini yükseltmemeye özen göstermiştir. Fakat bazı zamanlar
dikkat edilmesine rağmen Kur’ân tilaveti müşrikler tarafından duyulmuş,
kıldıkları namaz ise görülmüştür. Bu durum müşrikleri çılgına döndürmüş ve
onların bu insanlara işkence yapmalarına yol açmıştır.
Konuyla ilgili Hamidullah şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Belâzûri’nin Ensâb’ı ile İbn Kesir’in Bidâye adlı eserlerinde, İslâm
dünyasında ilk inşa edilen mescit, anlaşılan kendisine Kâbe avlusunda ibadet
etmesine müşrikler mani olduğundan Ammâr’ın o devirde kendi evinde inşa
ettirdiği mescittir. Bu sahâbî, Mekke vatandaşlığı statüsüne sahip olmayıp, Ebû
Cehîl ailesi tarafından kendisine emân hakkı tanınmış yabancı menşeli bir
kimseydi ve bu yüzden Kâbe avlusuna çıkmasına engel olunuyordu. Belâzurî’nin az
önce zikrettiğimiz eserinde ve aynı yerde verilen anlatımdan açıkça
anlaşılacağı gibi olay Mekke devrinde geçmiştir. Buna göre, bazılarının
düşündüğünün aksine İslâm’da ilk mescit, Medine’deki Kubâ Mescidi değil
Mekke’deki bu mescittir.”131
Ammâr’ın müslüman olduktan sonra namaz kılıp, Kur’ân
okuyabileceği ve ibadetlerini yerine getirebileceği bir mekâna ihtiyaç duyduğu
görülmektedir. Mekke’de, baskı oluşturacağı için, gerek İslâm’ın ilk yılları
olması hasebiyle gizliliğe önem verilmesi gerekse Ammâr’ın aslen Mekkeli
olmaması ve daha başka sebeplerden dolayı mescit’in -veya aynı fonksiyonu icra
eden başka bir mekânın- herkes tarafından bilinen bir yer olmaktan ziyâde gizli
olması daha uygundu. İşte bu yüzden Ammâr evinin bir bölümünü mescit olarak
kullanmıştır ve bu özelliği ile İslâm tarihinde “Evinin bir bölümünü mescit
olarak kullanan ilk müslüman” ünvanını elde etmiştir. Burada konu edilen
düzenli, herkese açık bir mescit değil, tamamen özel bir mekândır. Bu yüzden,
kaynaklarımızın da belirttiği üzere evin bir bölümünün mescit olarak
kullanılması ayrı -ki bunu Ammâr yapmıştır- İslâm’da ilk mescidi inşa etmek
ayrıdır. İnşa edilen ilk mescit Kubâ mescididir ki ileride ele alınacaktır.
C- Hz.
PEYGAMBER’İN Hz. HATİCE İLE EVLİLİĞİ VE AMMÂR
Peygamberimiz, Hz. Hatice’nin ticarî kervanında bir süre
çalışmış, bu esnada Hz. Peygamber’in doğruluğu, güvenilirliği ve dürüstlüğü gibi
birçok güzel vasfı Hz. Hatice’nin dikkatini çekmiş ve ona evlilik teklifinde
bulunmuştur. Bu evliliğe Hz. Hatice’nin arkadaşlarından Nefise bt. Ümeyye’nin
aracılık ettiği de söylenmektedir.
Hz. Peygamber ise kendisine yapılan bu teklifi amcaları ile
istişare sonunda kabul etmiş ve nikâh için bir gün kararlaştırılmıştı. Bilinen
bu bilgilerden farklı olarak Ya’kubi ve İbn Kesir’in eserlerinde Ammâr’ın Hz.
Peygamber’in Hz. Hatice ile olan evliliğinde Hz. Hatice ile konuşarak bu
evliliğe vesile olduğu yazılmaktadır. Konu ile alakalı bilgiler şu şekildedir:
“Beyhakî, Abdullah b. Hâris'in şöyle dediğini rivayet eder:
Ammâr, Rasûlullah'la Hatice'nin evlenmesi hakkında insanların çok
konuştuklarını duyunca şöyle derdi: Rasûlullah'ın Hatice'yle evlenmesini, başkalarından
çok ben bilirim. Çünkü ben, Rasûlullah'ın yaşıtı, dostu ve arkadaşıydım. Günün
birinde onunla birlikte yürüyüşe çıktık. Harûrâ mevkiine[76]
[77] geldiğimizde, Hatice'nin
bacısının yanından geçtik. O, kendine ait bir deve postu üzerinde oturmaktaydı.
Bana seslendi. Ben de dönüp yanına gittim. Rasûlullah da durup beni bekledi.
Hatice'nin kız kardeşi bana: ‘Senin arkadaşın, Hatice'yle evlenmek istemez mi?’
diye sordu. Ben de dönüp Rasûlullah'ın yanına vardım. Durumu kendisine
anlattım. O da: ‘Hayatıma yemin olsun ki isterim.’ dedi. Rasûlullah'ın bu
sözünü, Hatice'nin kız kardeşine ulaştırdım. ‘Yarın sabah bize gelin.’ dedi.
Ertesi sabah evlerine gittiğimizde bir inek kesmişler, Hatice'nin babasına bir
kaftan giydirmişler, sakalını sarıya boyamışlardı. Ben, durumu Hatice'nin
kardeşine anlattım. O da babasına anlattı, ama babası, o esnada sarhoştu. Ona,
Rasûlullah’ın şahsiyeti ve sosyal mevkii anlatıldı. Onun kızına talipli olduğu
söylendi.[78] O da bunun üzerine kızı
Hatice'yi Rasûlullah'a verdi.
Düğün yapıldı ve sonrasında yemek yenildi. Hatice'nin babası
uyudu. Sonra bağırarak uyanıp; ‘Bu kaftan, bu sakal boyası, bu yemek neyin
nesi?’ diye bağırdı. Ammâr ile konuşmuş olan kızı da; ‘Bu, kızının nişanlısı
Muhammed b. Abdullah'ın sana giydirdiği kaftandır. Kesilen bu inek ise, onun
sana hediyesidir. Kızını, ona eş olarak vermen üzerine ineği kestik.’ dedi.
Hatice'nin babası, kızı Hatice'yi eş olarak Muhammed'e vermeyi kabul etmeyip
bağırarak evden çıktı. Hatim'e[79] geldi.
Hâşimoğulları, Rasûlullah'ı da yanlarına alarak Hatice'nin
babasının yanına geldiler. Kendisiyle konuştular. Onlara: ‘Adamınız nerede?’
diye sorması üzerine, Rasûlullah çıkıp onun yanına geldi. Rasûlullah'a bakınca
şöyle dedi: ‘Eğer Hatice'yi sana eş olarak verdiysem vermişimdir. Vermediysem
de şimdi veriyorum!’[80]
Ya’kûbî ve İbn Kesir tarafından naklonulan bu rivayetler İslâm
tarihçileri tarafından genel kabul gören rivayetlerden olmaması hasebiyle bu
bilgiler meşhur olamamıştır.
D-
HABEŞİSTAN’A HİCRETİ
Müşriklerin zulüm ve işkenceleri, müslümanlar için tahammül
edilemez bir hale gelince, Hz. Peygamber güçsüz ve himayesiz müslümanları
baskılardan kurtarmak için gönderebileceği bir memleket düşünmeye başladı. Hz.
Peygamber, Habeş hükümdarının hristiyan olduğunu, kimseye zulmetmediğini
biliyordu. Habeşistan’a hicret edilmesine karar verdi ve müslümanları
Kızıldeniz üzerinden Habeşistan’a yolladı.
Ammâr’ın Habeşistan hicretine katılıp katılmadığı konusunda
ihtilaf vardır.[81] Bir kısım tarihçiler
Habeşistan hicretine katıldığını ama hangisine katıldığını belirtmezken,[82] kaynaklarımızın büyük
çoğunluğuna göre, Ammâr, İkinci Habeşistan hicretine katılmıştır.[83]
Habeşistan’a hicret ettiğini belirten kaynaklara göre Ammâr,
Habeşistan’da fazla kalmadı. Mekke’ye geri dönenlerle beraber döndü. İşkence ve
şiddetin olmadığı ama Rasûlullah’tan uzak olan bir hayata karşı işkence, eziyet
ve sabrın olduğu ama Rasûlullah’a yakın olan bir hayatı tercih etti.[84]
Mevlana Şiblî ise Ammâr’ın Habeşistan’a hicret etmediğini
belirterek şöyle bir değerlendirme yapar: “Ne tuhaftır ki en çok zulme uğrayan,
kendilerine en çok eziyet edilen insanlar, yani Bilâl, Ammâr ve diğerlerinin
adları; Habeşistan'a hicret eden muhacirler listesinde göze çarpmamaktadır.
Bunlar ya yoksullukları onları adım artıramayacak noktaya getirmiş, yolculuğa
çıkamayacak kadar imkânsızlık içinde olmalarından, ya da çile ve işkenceye
alışıp, onun zevkini terk edemediklerinden hicret edememişlerdi.”[85]
Bizim görüşümüze göre ise Ammâr Habeşistan’a hicret etmiştir.
Habeşistan’dan ne zaman döndüğü hakkında kaynaklarımızda bir bilgi mevcut
değildir.
AMMÂR
B. YÂSİR’İN MEDİNE YILLARI
Mekke’den sonra hicretle birlikte Medine dönemi Ammâr için
oldukça önemli bir dönemdir. Kubâ ve Medine mescitlerinin yapımındaki gayretli
çalışması yanında Hz. Peygamber’le birlikte gazvelere katılması da bu dönemde
meydana gelmiştir.
MEDİNE’YE
HİCRETİ
Ammâr, Medine'ye ilk hicret eden sahabîlerdendir.[86] Buhârî, Berâ b. Âzib’in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: “Bize ilk olarak hicret edip gelen Mus’ab b. Umeyr
ile İbn Ümmi Mektûm olmuştur. Sonra Ammâr ile Bilâl geldiler.” Muhammed b.
Beşşâr ise Ebû İshak’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Bera b. Azib’in şöyle
dediğini işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus’ab b. Umeyr ile İbn
Ümmî Mektûm olmuştur. Bunlar, insanlara Kur’ân öğretiyorlardı. Bu sahabîlerden
sonra Bilal, Sa’d ve Ammâr hicret edip geldiler.”[87]
Ammâr, hicret sonrası Medine’de bir süre Münzir b. Abdilmübeşşir’in misafiri
olmuştur. [88]
Kubâ
Mescidinin Yapımında Ammâr
Müslümanlar Mekke'den ayrılıp Kâbe’de ibadet yapmaktan mahrum
kalınca, yeryüzünün her bölge ve beldesinde müslümanların topluca ibadet
yapabileceği ve İslâm davetinin merkezi olmak üzere mescit yapmayı
düşünüyorlardı. İşte bu sebeple Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ederken Kubâ'da
dört gün kalıp Kubâ mescidini inşa etmiştir.
Ammâr İslâm’da inşâ edilen ilk mescidin yapımında görev
almıştır.[89] Birçok tarihçiye
göre bu mescit İslâm tarihinde ilk mescit olarak bilinen ve Kur’ân-ı Kerim’de
takva üzerine bina edildiği belirtilen[90]
Kubâ Mescidi’dir.[91]
Hz. Peygamber, Kubâ’da kaldığı sırada müslümanlara ait meyve
bahçeleri, hurmalıklarda veyahut da açık arazide kılınan cemaat namazlarına
imamlık yapmıştır. Sonra Ammâr’ın teklifi üzerine, kalıcı bir mescit inşa
edilmesi için bizzat emir vermişti. Kubâ bölgesi, evvelce faal haldeki
volkanların çıkardığı lavların kalıntısı olan yanık kara taşlarla kaplı bir
ovadır. Ammâr bu inşaat işinde en az diğer ashap kadar gayretli ve
yorulmaksızın çalışmıştır.[92]
Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişinde vakit kuşluk vaktiydi.
İlk mescit (Kubâ Mescidi) ise Ammâr’ın: “Biz Rasûlullah’a öğle sıcağında
gölgelenmek istediği zaman gölgeleneceği, içerisinde namaz kılabileceğimiz ve
oturup dinlenebileceğimiz bir yer yapmalıyız!” şeklindeki teklifi ile
yapılmıştır. Kubâ Mescidi’nin yapımında Ammâr taş toplamış ve mescidin yapımında
üstün gayret göstermiştir.[93]
Kettanî eserinde, İbn Hişam’ı kaynak göstererek İslâm’da ilk
bina (yapı) ustasının Ammâr olduğunu zikretmektedir.[94]
Böylece Ammâr’a “ilk mescit inşa eden kişi” denilirken bu özelliği de dikkate
alınmalıdır.
Süheyli’nin “Ammâr yanında insanlar olmadan tek başına nasıl
mescid inşa eder?” sorusuna cevap olarak İbn Hişam’da şöyle bir ifade vardır:
“İlk mescit inşa edenin Ammâr olduğu söylenirken, onun Kubâ Mescidinin yapımı
için çokça taş toplaması ve yapımını tamamlaması gösterilir.”[95] Muhtemeldir ki gerek fikrin
kendisinden çıkması, gerekse yapımındaki üstün gayreti sebebiyle “İslâm’da ilk
mescit inşa eden kişi Ammâr’dır.” denilmektedir.
Mescid-i
Nebevî’nin Yapımında Ammâr
Kubâ'dan sonra Medine'ye varan Hz. Peygamber’in burada da ilk
işi mescit inşa etmek oldu. Hz. Peygamber, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde
geçici olarak ikamet ederken, bir yandan da hiç vakit geçirmeksizin mescidin
inşaatını başlattı. Bu mescidin etrafına da zevcesi Sevde ile müstakbel zevcesi
ve kızları için iki oda ilâve etti.[96]
Hz. Peygamber ashabıyla beraber bu inşaatta çalıştı. Ammâr da
mescidin yapımında fedakârane çalışmıştır. Herkes bir taş getiriyorsa o iki taş
getirip, sürekli şu sözleri terennüm etmişti: “Biz müslümanlar, mescitler inşa
ederiz!..”[97] Mescid-i Nebevî’nin
inşasında ashabının üstün gayretini gören Hz. Peygamber ise şöyle dua ediyordu:
“Hakikî ecir, ahiret ecridir; bütün gayretleriyle çalışan şu ensar ve
muhacirleri mağfiretine eriştir Allahım!”[98]
Ashâb-ı Kirâm da “O çalışırken bize durmak yaraşmaz” diyerek mescidin inşası
için seferber olmuşlardı.155
İbn Hişam ve İbn Sa’d gibi müelliflerin belirttiğine göre,
Mescid-i Nebevî’nin yapımında bu coşkun çalışma yarışında, önde gidenlerden
biri de Ammâr’dı. Bu zat her gidiş-dönüşünde iki kerpiç birden taşıyor ve:
“birini kendisi, diğerini de Hz. Peygamber için taşıdığını” söylüyordu. Hatta
bu durum Hz. Peygamber’in dikkatini çekmiş, bu münasebetle ona: “Sen de
arkadaşların gibi birer tane taşısan olmaz mı?” demişse de, Ammâr: “Fazla
taşıyarak Allah Teâlâ’nın mükâfatına erişmeyi ümit ettiğini” ifade etmiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ey Sümeyye’nin oğlu! Herkesin bir ecri, senin ise
iki ecrin vardır!” buyurmuştur. 156
Huzeyfe
b. Yemân ile Kardeşleştirilmesi (Muâhât)
Medine'ye hicret eden müslümanlar, buraya hazırlıksız ve
elleri boş olarak gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar da
vardı ama Mekke'yi gizlice terk ettikleri için pek çoğu yanlarında bir şey
getirememişlerdi.
Her ne kadar Mekke'den gelen muhacirler için, Medine'nin yerli
müslümanları olan ensârın evleri birer misafirhane idiyse de kendi başlarına
bir düzen kurulması gerekiyordu. Hz. Peygamber onları ensârla kardeş yapmayı
düşündü. Ensardan olan müslümanlar kardeş oldukları muhacirleri yanlarına
alarak evlerine gidiyor, eşyalarını ve servetlerini göstererek: “Yarısı senin,
yarısı da benim” diyorlardı.157 Buna İslam tarihinde “Muahât”
denilmiştir.
Rasûlullah Medine'ye gelince, hicret eden, yurtlarından
ayrılan her Mekkeli müslüman ile bir Medineli müslümanı
manevî kardeş (muâhât) yaptığında Ammâr’ı da Huzeyfe b. Yemân ile kardeş yaptı.[99] Bu kardeşleştirmeden sonra da
Hz. Peygamber, Ammâr’ a ev yapması için bir arazi tahsis etmiştir.[100]
Ammâr ile Huzeyfe’nin kardeş kılınmasında bu iki sahabînin
fıtraten birbirlerine yakın olmaları etkili olmuş olabilir. Bu sahabîler bundan
böyle gerek normal hayatlarında gerekse seferde beraber hareket etmişlerdir.
B-
ASHÂB-I SUFFE VE AMMÂR
Mekke’den Medine’ye hicretten sonra bazı müslümanlar,
Rasûlullah'ın izniyle mescitte barınıyorlardı. Bunların ihtiyaçları bazı sahabîler
tarafından karşılanıyordu. Bunlar, Suffe Ashabı olarak bilinir. Çünkü mescidin
gölgelik (suffe) denilen yerlerinde barınırlardı. Ebû Zer el-Gıfârî, Ammâr,
Mikdâd ve Ebû Huzeyfe b. Yemân bu kimselerdendi.[101]
Köksal’ın tespitlerine göre Ammâr, Hz. Peygamber’in
yetiştirdiği ilim ve din adamlarındandır.[102]
Fakat Köksal, Suffe ehlinin isimlerini zikrederken Ammâr’ın ismini
zikretmemektedir.[103]
Ammâr’ın okuma-yazma bilip-bilmediği hususunda ise net bir şey
söyleme imkânı yoktur. Yine Köksal’a göre İslâmiyet’in zuhuru sırasında okuryazar
olanların arasında Ammâr’ın ismi geçmemektedir.[104]
Baktır ise Suffe Ashabının sayılarının 70 ila 400 arasında
değişiklik gösterdiğini belirterek[105]
Ammâr’ı da Suffe’de yer alan sahâbe arasında zikredip[106]
şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Suffe’deki sahâbe sayısı devamlı
surette değişiklik gösterdiği için belli bir sayının tespit edilmesi zordur.
Fakat bir vakıa olarak kabul etmek gerekir ki, sahâbenin büyük bir çoğunluğu az
veya çok suffada diz çökmüş ve orada Rasûlullah’ın sohbetlerini
dinlemişlerdir.”[107]
Bu değerlendirmeler ışığında, Ammâr’ın ilk müslümanlardan
olması ve Hz. Peygamber’e yakın olması sebebiyle bir ilim meclisi olan Suffe
Ashabı arasında devamlı olmasa da, bulunduğu söylenebilir.
C-
KATILDIĞI SAVAŞLAR
Kaynaklarımızın büyük çoğunluğuna göre Ammâr, Hz. Peygamber’in
katıldığı gazvelerin hepsine de iştirak etmiş, savaşlarda gösterdiği cesaretle
varlığını ortaya koymuş, hiçbir gün Hz. Peygamber’in gazvelerine katılmaktan
geri durmamıştır. [108] Şimdi sırasıyla katıldığı
savaşları ve bu savaşlarda yerine getirdiği vazifelerin neler olduğunu görelim:
Zü’l-Uşeyre
Gazvesi ve Hz. Ali ile Dostluğu
Hicretin 16. ayının başlarında Zü’l-Uşeyre denilen mevkide bir
sefer düzenlenmiş[109] ve bu sefere Ammâr ile Hz.
Ali beraberce katılmışlardır.[110]
Ammâr bu gazveyi şöyle anlatır: “Uşeyre gazvesinde ben ve Ali
b. Ebî Tâlib iki arkadaştık. Rasûlullah geldiğinde orada bir ay müddetle ikamet
etti. O süre zarfında Müdlicoğulları ile barış yaptı. Onların müttefikleri olan
Damreoğullarıyla da saldırmazlık antlaşması yaptı. Ali b. Ebî Tâlib bana dedi
ki: “Ey Ebû’l-Yakzân! Var mısın, şu pınar başında çalışan Müdlicoğulları
grubunun yanına gidelim de nasıl çalıştıklarını görelim?” Yanlarına giderek bir
saat kadar onları seyrettik.”[111]
Ammâr’ın katıldığı bir diğer sefer de Abdullah b. Cahş’ın
Batn-ı Nahle’ye olan seferidir.[112] Ammâr’ın bu seferde ne gibi
faaliyetlerde bulunduğu hakkında ayrıntılı bir bilgiye rastlayamadık.
Zatü’r-Rika
Gazvesi’nde Hz. Peygamber’e Korumalık Yapması
Ammâr’ın katıldığı bir diğer gazve de hicretin 4/624’te,
Zâtü’r-Rika mevkiinde yapılan gazvedir. Hz. Peygamber bu gazvede: “Gecemizde,
bizi kim bekleyecek?” diye sormuş, muhacirlerden Ammâr, ensardan da, Abbâd b.
Bişr, hemen cevap vererek: “Biz bekleriz!” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
: “İkiniz, vadinin girişinde durun ve dikkatli olun!” buyurmuştur.
Ammâr ile Abbâd b. Bişr, boğazın girişine doğru gittiler.
Abbâd b. Bişr, Ammâr’a: “Gecenin hangi kısmında, önce mi, yoksa sonunda mı
beklemek istersin?” diye sordu. Ammâr ise: “Ben, gecenin ilk yarısında beklemek
isterim!” dedi ve yanı üzerine uzanınca uyuyuverdi. Abbâd b. Bişr ise, kalkıp
namaza durdu. O sırada, daha önceden esir alınan kadının kocası çıkageldi.
Uzaktan bakınca, Abbâd’ın müslümanların gözcüsü olduğunu anladı. Hemen, ona bir
ok attı. Abbâd b. Bişr, saplanan oku çekip yere bıraktı ve namaz kılmağa devam
etti.
Esir kadının kocası ona, ikinci bir ok daha attı. Abbâd b.
Bişr, saplanan oku yine çekip bıraktı ve namazına devam etti. Esir kadının
kocası ona üçüncü bir ok daha attı. Abbâd b. Bişr, saplanan oku yine çekip yere
bırakarak rükûa ve secdeye vardı. Selâm verdikten sonra, arkadaşı Ammâr’ı
uyandırdı: “Kalk, otur! Ben, kımıldanamayacak halde yaralandım!” dedi. Ammâr,
hemen kalktı. Oku atan adamı görünce tanıdılar. Bunun üzerine o da, dönüp
kaçtı. Ammâr, Abbâd b. Bişr'den kanlar aktığını görünce: “Subhânallah, sana ilk
oku vurduğu zaman beni ne diye uyandırmadın” dedi. Abbâd b. Bişr: “Ben bir
sureyi (Kehf Suresi) okumaya başlamıştım, onu yarıda bırakmak istemedim” dedi.[113]
Kettânî, eserinin “Allah Rasûlü’nün Ordu Komutanları” adlı alt
başlığında Zatü’r-Rika Gazvesi’ndeki bu olayı anlatarak Ammâr’ın da Hz.
Peygamber’in muhafızlarından biri olduğunu belirterek,[114]
“Allah seni insanlardan korur”[115] ayeti nâzil olmadan önce
sahabîler, seferleri sırasında Rasûlullah’ı koruyorlardı[116]
demektedir. Sahâbe, Hz. Peygamber’i korumayı her zaman kendilerine vazife
edinmişlerdi. Hz.Peygamber’in, Benî Müstalik Gazvesinde ise muhacirlerin
bayrağını Hz. Ebû Bekir veya Ammâr’a verdiği rivayet edilir.[117]
Bedir Gazvesi’nde
Haberciliği ve Öldürdüğü Kimseler
Bedir Savaşı, müslümanların Mekkeli müşriklerle olan
mücadelelerinde önemli bir yer işgal eder.[118]
Hz. Peygamber, esirlerin ifadelerini tahkik için Ammâr ve Abdullah b. Mes’ûd’u
göndermiş, sabaha karşı Kureyş karargâhında büyük bir karışıklığın hâkim olduğu
haberini almıştı. Çünkü Kureyşliler, karargâha dönen diğer kölelerden
müslümanların Bedir civarında olduğunu haber alınca büyük bir heyecana
kapılmışlar ve baskına uğramamak için tedbir almaya başlamışlardı.
Aslında Bedir Savaşı Câbirî’nin ifadesine göre Mahzûmoğulları
ile müslümanlar arasında gerçekleşmiştir.[119]
[120] Durum böyle olunca anne ve
babası Mahzûmoğulları tarafından şehit edilen ve kendisi de yine bu kabileden
çok işkence görmüş olan Ammâr’ın Bedir’de var gücüyle savaşması söz konusu
olmuştur. Meşhur tarihçi Vâkıdî, Bedir Savaşı’na katılanların isimlerini tek
tek sayarak Ammâr’ı da Benî Mahzûm kabilesinden savaşa katılan kimseler
arasında zikretmiştir.[121]
İbn Hişam, “Bedir’de müşriklerden öldürülenler” başlığı
altında öldürülen müşriklerin isimlerini vermektedir. Ammâr’ın öldürmüş olduğu
müşriklerin isimleri burada zikredilmektedir. Ammâr, Bedir Savaşında Âmir b.
el-Hadramî, Hâris b. Zem’a el-Esedî ve Amr b. Temîm adlı müşrikleri
öldürmüştür. İbn İshak’ın belirttiğine göre ise, Ebû Kays b. el-Fakih b.
el-Muğîre adlı müşriği de Ammâr veya Hz Ali öldürmüştür.[122]
Bunların yanında Yezid b. Abdullah ve Ali b. Ümeyye b. Halef’in de Ammâr
tarafından öldürüldüğü belirtilmektedir.[123]
Medine’ye hicretten sonra Abdurrahman b. Avf’ın kendisine
yazdığı bir mektubun altına “Abdurrahman” adıyle imza atması üzerine: “Senin
ubudiyet ettiğin Rahman'ı ben tanımam, bana cahiliyyedeki isminle yaz!” demek
küstahlığını gösteren ve müminlere eza - cefa etmekte aşırı gidenlerden olan Ümeyye
b. Halef, bu savaşta Bilâl-i Habeşi’nin teşvikiyle öldürüldü, Ümeyye'nin oğlu
da aynı gazvede Ammâr tarafından öldürüldü. Böylece Bedir, bu iki mazlum
müslümanın; Bilâl ile Ammâr'ın intikamına sahne oldu.
Müslümanlara yaptığı işkence ile tanınan Ebû Cehîl de bu
meydanda öldürülenler arasındaydı. Afra isimli hanım sahabînin (Afra bt. Ubeyd)
iki oğlu Muaz ile Muavvîz, Ebû Cehîl'i yaralamışlardı. Muavviz b. Hâris, Ebû
Cehîl tarafından vurulup şehit edilmiştir.[124]
Ebû Cehîl, daha sonra öldürüldüğünde ise Hz. Peygamber savaşa iştirak edip
kahramanca savaşan Ammâr’a teselli mahiyetinde şöyle demiştir: “Anneni öldüren
kişiyi Allah bugün öldürmüştür.”[125]
Allah Teâlâ’nın bu olayda olduğu gibi hiçbir zulüm ve işkenceyi cezasız
bırakmadığına şahit olmaktayız. Bu durum, Ammâr gibi işkence gören nice
müslümanların acısını bir nebze de olsa hafifletmiştir.
Ammâr’ın bildirdiğine göre Bedir hezimeti üzerine Kureyş
şairleri, söyledikleri ağır hicviye ve tesirli mersiyelerle müslümanları
rahatsız etmeğe başlayınca, müslümanlar bunu Hz. Peygamber’e arz ve şikâyet
ettiler. Hz. Peygamber de “Onlar sizin hakkınızda ne söylüyorlarsa, siz de
onlar hakkında söyleyiniz.” diyerek hicviyelere karşı, hicviye söylenmesine
müsaade etmiştir.[126]
Uhud ve
Hendek Gazvelerinde Ammâr
Bedir Gazvesinde Kureyş, çok ağır bir yenilgiye uğramış ve
intikam hissiyle dolmuştu. Bu tarihten itibaren artık bütün hazırlıkları
müslümanlardan intikam almaya yönelikti.[127]
Ammâr, Hz. Peygamber ile bütün savaşlara katılmıştır, şeklindeki genel
bilgimizden hareketle onun Uhud Savaşına da katıldığını söyleyebiliriz.[128] Ammâr’ın savaştaki durumu
hakkında ayrıntılı bir bilgiye sahip değiliz. Ammâr bu savaş esnasında Zeyd b.
Hârise ile birlikte Hz. Peygamber’in izniyle Muaviye b. Muğire b. Ebi’l-Âs’ı da
öldürmüştür.[129]
Hendek Savaşı için karar verildiğinde, hendek kazma işine
bütün müslümanlar katılmışlardır. Kazılan topraklar Hz. Peygamber’in bulunduğu
tarafa yığılıyor, taşlar diziliyordu. Taş, düşmanlara atmak için, müslümanların
en büyük silâhlarındandı. Bizzat Hz. Peygamber de, zembillerle 189 toprak taşımakta ve yer
kazmakta idi.
Hendekler kazılırken sahâbenin gayretini gören Hz. Peygamber
de canla başla çalışıyor ve ashabına şöyle dua ediyordu: “Hakikî ecir, ahiret
ecridir; bütün gayretleriyle çalışan şu ensar ve muhacirleri mağfiretine
eriştir Allah’ım!”.[130] [131]
Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevî’nin inşâsında da ashabına bu duayı yaptığına
şahit olmuştuk. Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer gibi sahabîler de bir an bile
çalışmaktan geri durmuyorlar, zembil bulamadıkları zaman etekleriyle toprak
taşıyorlardı. Bu bilgilerden Ammâr’ın da hendek kazımı esnasında gücü
nispetinde çalıştığı sonucunu çıkarabiliriz.
Öte yandan Hendek Savaşı’ndan sonra İslâm tarihinde meydana
gelen Müreysî Suyuna nispetle “Müreysi Gazvesi” adı verilen savaşta Ammâr’ın
muhacirlerin bayrağını taşıdığı kaynaklarımızda geçmektedir.[132]
Rıdvan
Biatı ve Mekke’nin Fethi’nde Ammâr
Ammâr’ın “Biatü’r-Rıdvân” denilen biate de katıldığını
görmekteyiz.[133] Mekke
fethedildiğinde Hz. Peygamber’in: “Onları Ka’be'nin örtüsüne tutunmuş olarak
bulsanız bile öldürün” diyerek haklarında ölüm fermanı verdiği birtakım
kimseler vardı. Bunlardan bazıları şunlardır: İkrime b. Ebî Cehîl, Abdullah b.
Hatel, Mikyas b. Sübâbe, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh. Nitekim Abdullah b.
Hatel, Ka’be’nin örtüsüne tutunmuş vaziyette yakalandı. Said b. Hureys ile
Ammâr onu öldürmek için koşarak birbirleriyle yarıştılar. Daha
genç olan Said, onları geçerek Abdullah b. Hatel’i öldürmüştür.[134]
Tebük
Seferinde Münafıkların Hz. Peygamber’e Tuzak Kurmaları ve Ammâr
Hz. Peygamber, Tebük’ten ordusuyla birlikte Medine'ye doğru
gelmekte olduğu bir sırada, münafıklardan bazıları yoldaki dar geçitte tuzak
kurup, Hz. Peygamber’i öldürmeyi kendi aralarında planladılar.
Bunun için pusuya yattılar. Onların yapmak istedikleri şey,
Hz. Peygamber’e haber verildi. Peygamberimiz, dar boğaza yaklaştığı zaman,
orduya “Siz, vadi içine gidiniz! Orası, sizin için, hem daha kolay, hem daha
geniştir” buyurdu.[135] Hz. Peygamber yokuş olan
boğaz yolunu tuttu ve hiç kimsenin gitmemesini emretti.[136]
Mücahitler vadi içine doğru gittiler. Peygamberimiz de, yokuş ve dar boğaza
doğru gitti. Ammâr’a devesinin yularından tutmasını Huzeyfe b.Yemân'a da deveyi
arkasından sürmesini emretti.[137]
Huzeyfe b.Yemân devenin yularını çekiyor, Ammâr ise arkadan
sürüyordu. Anlaşılan o ki; Huzeyfe ile Ammâr, devenin yularını nöbetle
çekiyorlardı. Huzeyfe, Hz. Peygamber’in devesinin üzerinde giderken uyuklamağa
başladığı sırada, arkalarından gelen bazı kimselerin: “Onu, hayvanından bir
düşürebilsek, boynu kırılır. Biz de kendisinden kurtulur, rahatlarız!”
dediklerini işitti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, onların kurdukları suikast
planını Huzeyfe ile Ammâr'a anlattı, isimlerini de söyledi. Ancak isimlerini
gizli tutmalarını istedi, Onlar dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onları
öldürmemizi emretmez misin?” Hz. Peygamber ise: “İnsanların, Muhammed kendi
ashabını öldürüyor, demelerini istemem.” diyordu.
Allah, onların kalplerine korku saldı. Kurdukları tuzağın, Hz.
Peygamber’e açıklandığını sandılar. Boğazdan, acele aşağı inip halk arasına karıştılar.[138] Olayın devamında Hz.
Peygamber Huzeyfe'ye: “Onların söylediklerini işittin mi?” diye sordu.
Huzeyfe: “Evet! İşittim. Zaten, seninle onların arasına bunun
için girip yürüdüm!” dedi. Peygamberimiz de “Bu süvarilerden herhangi birini
tanıyabildin mi? diye sordu. Huzeyfe: “Hayvanların kinlere ait olduğunu
tanıdımsa da, adamlar yüzlerini örttükleri ve gece de karanlık olduğu için
kendilerini iyice göremedim, teşhis edemedim” dedi.[139]
Hz. Peygamber Ammâr’a da aynı soruyu sordu. Ammâr “Hayvanların
hepsini tanıdım. Fakat üzerindekiler yüzlerini gizlemişlerdi” dedi. Hz.
Peygamber: “Onlar, ne yapmak istiyorlardı?” diye sordu. Ammâr “Allah ve Rasûlü,
daha iyi bilir” dedi. Hz. Peygamber ise “Onlar, devesini ürkütüp, Rasûlullah’ı
öldürmek istiyorlardı”[140] diyerek münafıkların gerçek
niyetini Ammâr ile paylaşmıştır.
Bu olayda görüldüğü üzere Ammâr ile Huzeyfe adeta Hz.
Peygamber’in sırdaşı gibi devamlı surette O’nu korumuşlardır. Bu da gösteriyor
ki Ammâr seferlerde Hz. Peygamber’e yakın arkadaşlık yapmış ve ne denli O’na
karşı sevgi beslediğini göstermiştir.
Hz. Peygamber, Halid b. Velid kumandasında, içlerinde Ammâr’ın
da bulunduğu bir müfreze göndermişti. Yola çıktılar ve geceleyin hareket
hedefleri olan kavme yakın bir yerde konakladılar. Onlar da casuslarından
aldıkları bir haber üzerine sabaha kadar kaçtılar. Yalnız içlerinden bir adam
çoluk çocuğuna eşyalarının toplanmasını emretmiş ve kendisi gece karanlığında
yürüyüp Halid'in askerine gelmiş ve Ammâr’ı sorup yanına varmış, “Ey
Ebû’l-Yakzân! Ben müslüman oldum, kavmim ise sizin geldiğinizi işitince
kaçtılar, ben kaldım; benim müslüman olmam yarın bir fayda verir mi, yoksa ben
de kaçayım mı?” diye sormuş, Ammâr da, “Hayır kaçma! Zira müslüman olman sana
fayda verir.” demiş. O da kaçmamıştı. Sabah olunca Halid b. Velid akın etmiş, o
adamdan başka kimseyi bulamamışlar ve onu malı ile beraber tutmuşlardı. Ammâr
ise bu durumu haber alınca Halid'e gelmiş, “O adamı bırak, çünkü o müslüman
oldu ve ben ona eman verdim.” demiş. Halid de, “Sen kim oluyorsun da adam kurtarıyorsun.”
diye çıkışmış ve bundan dolayı aralarında sözlü sataşma başlamıştı. Nihayet
Rasûlullah’a muhakeme için başvurmuşlardı. Hz. Peygamber, Ammâr'ın eman
vermesine izin vermiş, ancak bir daha komutana karşı böyle kendi kendine söz
vermemesini de hatırlatmış, bunun üzerine Peygamberin yanında da atışmışlar.
Halid, “Ey Allah'ın elçisi! Bu burnu kesik kölenin bana sövmesine müsaade eder
misin?” demiş. Rasûlullah da: “Ey Halid! Ammâr'ı kötüleme, çünkü Ammâr'ı
kötüleyeni Allah kötüler. Ammâr'a karşı kin besleyenden Allah nefret eder,
Ammâr'a lanet edene Allah lanet eder.” buyurmuştu. Bunun üzerine Halid,
Ammâr’ın arkasından koşup elbisesinden tutmuş, özür dilemiş, o da razı olmuştu.[141]
Bu olayı Alkame'nin şu rivayeti de doğrulamaktadır:
“Şamlıların yanına gittim. Orada Halid b. Velîd’le karşılaştım. Halid, benimle
sohbet ederken şöyle dedi: “Bir konuda Ammâr’la aramızda bir konuşma geçti.
Ammâr beni kendisine şikâyet edince Rasûlullah, bana şöyle dedi: ‘Ey Halid,
Ammâr'a eziyet etme. Zira Ammâr'a öfke duyan kimseye Allah da öfke duyar.
Ammâr'a düşmanlık eden kimseye Allah da düşmanlık eder.’ Ben de Rasûlullah’ın
böyle demesinden sonra gidip durumu Ammâr'a arz ettim ve onun gönlünü aldım.”[142]
Bu olayda da görüldüğü üzere Ammâr’ın içinde bulunduğu bir
orduda tek başına karar vermesi Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış,
aynı hoş karşılanmama Ammâr’a laf söylenildiğinde de devam etmiştir.
Dolayısıyla Ammâr, Hz. Peygamber tarafından daha önce de görüldüğü gibi, güzel
sözlerle taltif edilmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR
Hz. EBÛ
BEKİR DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR
Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün Medineli Evs ve Hazrec
kabilelerinin ileri gelenlerinden bazı kimseler “Sakifetü Benî Sâide” denilen
hurmalıkta toplanarak içlerinden birini devlet başkanı seçmek istediler.
Nihayetinde Hz. Ebû Bekir'e biat ederek devlet başkanı seçtiler. Sa'd b. Ubâde
hariç orada bulunanların hepsi, ertesi gün de Medine'deki müslümanların büyük
bir kısmı Mescid-i Nebevî'de biat etti. Hz. Ali ile diğer bazı sahâbîler ise
daha sonra biat etmişlerdir. Böylece Hz. Ebû Bekir Medine'deki müslümanların
büyük bir çoğunluğunun biat etmesiyle halife seçildi.[143]
A-Hz.
Ebû Bekir’in Halife Seçiminde Ammâr
Halifelik seçiminde Hz. Peygamber’e soy bakımından yakın olan
“Hâşimîler” diye bilinen kimseler “emirlik ve halifelik için Hz. Peygamber’e
akrabalık ( kan yakınlığı ) esas alınmalıdır” görüşünde birleşmişlerdir. Bu
görüşe göre, Benî Hâşim, Kureyş Kabilesinin eşrafı ve Hz. Peygamber’in yakın
akrabasıdır. Bu sebeple Halifenin Hâşimî olması gerekir. Bu görüşü savunanlar
arasında Hz. Ali ile beraber Ammâr da vardır.[144]
Kaynaklar, Ebû Bekir'e biat etmekten kaçınan
kişilerden bahsederken Abbas b. Abdulmuttalib, Zübeyr b. el-Avvâm, Mikdâd b.
Ömer, Selmân-ı Fârisî, Ebû Zerr el- Gıfârî ve Ammâr’ın adlarını verir. Ebû
Bekir, Ömer b. Hattab'ı onlara gönderdi. Hz. Ömer geldi ve Ali'nin evindeyken
onları çağırdı. Çıkmak istemediler. Odun getirilmesini istedi ve şöyle dedi:
“Ömer'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki! Ya çıkacaksınız, ya da oradakileri
yakacağım”. “Ey Hafsa’nın babası! Orada Fâtıma da var.” denilince, “Hiç
fark etmez” dedi. Çıktılar, Hz. Ali hariç biat ettiler.[145]
Bu rivayeti esas alırsak Ammâr ve diğerlerinin Hz. Ömer’in
zorlaması ile Biat ettiği gibi bir sonuca varırız. Fakat tarihi
kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarı ile Ammâr’ın Hz. Ebû Bekir’e herhangi bir
husumeti ve dargınlığı olmamıştır. Öyleyse Ammâr’ın geç biat etmesinin sebebi
olarak onun Hz. Ali ile hareket etmesi gösterilebilir.
Şiî tarafgirliğiyle bilinen Yakûbî, Hz. Ebû Bekir'e biat
etmeyenlerin listesini verirken Ammâr’ı da zkretmektedir.[146]Benû Sâide örtmesindeki biat
oldukça dar kapsamlıdır ve sadece o esnada orada bulunan sınırlı sayıdaki
müslüman bu biate iştirak etmiştir ve bu isimleri söz konusu olan şahıslardan
hiç birisi orada bulunmamaktadır. Muhtemelen Benû Sâide gölgeliğindeki biatten
sonra akşamüzeri mescitte yapılan biatte bu şahıslardan çoğu, ya orada
olmadıkları için ya da Hz. Ali ile beraber hareket ederek biat etmemişlerdir.[147]
Hz. Ebû Bekr’e biat meselesinde Ammâr bir grup sahâbe ile
birlikte, Hz. Ali safında hareket etmiş ve biatini geciktirmiştir. Fakat daha
sonra Hz. Ali hariç, Ammâr ve yanındakiler ertesi günü Mescitte yapılan umumî
biat esnasında Hz. Ebû Bekr’e biat etmişlerdir.[148]
B-
Ridde Hareketleri ve Ammâr
Hz. Peygamber'in vefatıyla başlayan hilâfet meselesinden
sonraki en önemli konu irtidad ( dinden dönme ) hareketleridir. Rasûlullah’ın
peygamber olarak büyük başarı göstermesini kıskanan bazı kimselerin onu taklit
ederek peygamberlik iddiasında bulunmaları kendisi henüz hayatta iken
başlamıştı.
Mütenebbî Müseylime'nin ve kabilesi Benî Hanîfe'nin bertaraf
edilmesi, 12 / 633 yılında sona eren ve tarihe Arabistan'ın en kanlı savaşı
olarak geçen Akraba Savaşı ile sağlanmıştır. Hâlid b. Velîd kumandasındaki
İslâm ordusu bu savaşta 600'den fazla şehit vermiştir. [149]
Yemâme savaşında birçok sahabî de yaralanmıştır. Ensardan yaralıların sayısının
iki yüz kadar olduğu da rivayet edilmiştir. Ammâr da yaralılar arasındadır.
Ammâr, Yemâme Savaşı’nda kulağını kaybetmiştir. Abdullah b.
Ömer, Yemâme Savaşı’nda Ammâr’ı bir kaya üstüne çıkmış şöyle seslenirken gördüm
demiştir: “Ey müslümanlar! Cennet ileridedir. Nereye kaçıyorsunuz. Ben
Ammâr’ım. Bana doğru gelin.” Kulağı kesilmiş ve sallanıyordu. Buna rağmen o, son
derece şiddetli bir şekilde savaşıyordu.[150]
Yemâme Savaşı’nda bir kulağını kaybettiği halde savaşan Ammâr dağılmak üzere
olan İslâm ordusunu yeniden toparlanmasına vesile olmuştur.
Hz.
ÖMER DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR
Hz. Ebû Bekir, Cemâziyelâhir13 / Ağustos 634 tarihinde namaza
çıkamayacak derecede rahatsızlanıp ölümünün yaklaştığını anlayınca imamlık
görevini Hz. Ömer'e bırakarak yerine onu halef tayin etmeye karar verdi.[151] Böylece de Hz.
Ömer halife seçildi. Ammâr’ın da Hz. Ömer’in halife
seçilmesine herhangi bir itirazının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Fetih
Hareketleri ve Ammâr
Hz. Ömer döneminde, Cibâl ve Hulvân’ın fetihlerine destek
veren Ammâr, Nihavend’in fethine de bizzat katılarak fetih hareketlerinde
bulunmuştur.[152]
Ammâr, Kûfe’den gönderilen birliklerin başında Basralılarla
birlikte Nihavend Savaşı’na (21/642) katılmıştır. Savaş zaferle sonuçlanınca
Basralılar, Kûfelilere ganimetten herhangi bir pay ayrılmamasını istediler.
Temim kabilesinden bir adam: “Ey kötürüm, bir organı eksik olan adam -Ammâr’ın
Yemâme’de kopan kulağını kastederek- bizim ganimetimize nasıl olurda Kûfelileri
ortak edersin!” diye Ammâr’a hakaret etmişti. Ammâr ise o adama: “En hayırlı
kulağıma hakaret ettin. Zira o kulağım Rasûlullah’tan çok şey işitmiştir.” Daha
sonra bu meseleyi Hz. Ömer’e yazdı. Hz. Ömer ise şu cevabı yazdı: “Ganimet
savaşa katılan herkesindir.” Böylece Ammâr’ın yapmış olduğu doğrulanmış
olmaktaydı.[153] Basralılarla Kûfeliler
arasındaki bu ganimet kavgası daha sonra toprak kavgasına dönüşecek ve ileride
geleceği gibi vali Ammâr’ın görevden alınmasına kadar gidecektir.
B-
Ammâr’ın Kûfe Valiliği
Hz. Ömer, Kûfe’ye namaz kıldırma ve askerlere komuta için
Ammâr’ı, beytülmal’in yönetimi için de Abdullah b. Mes'ûd’u görevlendirmiştir.
Yine Hz. Ömer, Osman b. Huneyf’i de toprakları ölçmekle görevlendirip Kûfe’ye
gönderdi. Onlara her gün maaş olarak, bir koyun tahsis etti. Koyunun yarısı
sakatatı ile Ammâr’a diğer yarısı ise Abdullah ve Osman’a aitti.[154] [155]
Bu rivayete göre şehirlerde kurumsallaşmanın varlığı ve kademeli olarak çeşitli
idari görevlerin birbirinden ayrıldığı görülmektedir.
Ammâr, ilk defa idarî bir göreve getirilmiştir. Hz. Ömer, onu
Kûfe valiliğine getirdiğinde, Kûfelilere şu emirnâmeyi yazmıştır: “Size Ammâr'ı
emir, İbn Mes'ûd'u da muallim ve yardımcı olarak gönderiyorum. Her ikisi Hz.
Peygamberin en değerli ashabındandır.” Hz. Ömer bu emirnâmenin devamında bu iki
şahsı kendi nefsine tercih ettiğini de belirtmiştir.[156]
II. Halife döneminde artan gelirlerin müslümanlara dağıtılması
için kurulan divan teşkilatıyla memurlara maaş bağlanmıştır. Hz. Ömer'in maaş
bağladığı kişiler arasında ashabın büyüklerinden Ammâr da vardır.[157] Halife Ömer'in vali Ammâr’a
600, Osman b. Huneyfe ise 500 dirhem yıllık ödenek tahsis ettiği, Şam
valiliğine tayin ettiği Muaviye'ye ise 1000 dirhem yıllık ödemede bulunduğu
belirtilmektedir.[158] Belâzürî ve Zehebî’nin
eserlerinde geçen bir bilgiye göre ise Hz. Ömer, Ammâr’ın atâsını 6000 dirhem
olarak tahsis etti. [159]
Hz. Ömer’in Ammâr’a ödemiş olduğu bu miktarın 600 dirhemi onun
valilik görevini îfâ etmesi karşılığı, 6000 dirhem ise divandan kendisi için
tahsis edilen ödenek olduğu[160] sonucunu çıkarabiliriz.
Hz.
Ömer’in Ammâr’ı vali olarak görevlendirdiği emirnâmede valinin görevleri arasında, hatta en
önemli görev olarak namazlarda imamlık görevi ile de görevlendirildiğini
görmekteyiz.
Hz.
Ömer’in Ammâr’ı Valiliğe Getirme Sebepleri
Hz. Ömer, vali veya kumandan tayininde liyâkât, ehliyet, halk
nezdindeki itibarı yanında İslâm’a girmedeki öncelik ve İslâm adına çekilen
işkence, sıkıntı ve meşakkatteki sebata göre de bir değerlendirme yapmaktadır.
Hz Ömer’in halifeliği döneminde benzer bir uygulamaya maaş dağıtımı
sıralamasında da rastlamaktayız.
Hatipoğlu bu konuda şu değerlendirmeleri yapar: “II. Halifenin
devrinde İslâm devlet teşkilâtı büyük bir gelişme göstermiş, yeni müesseseler
kazanmıştır. Tabiatıyla bunlarda pek çok kimse vazife almış bulunmaktadır. Bu
bakımdan, devlet başkanlığını ele alışından itibaren Hz. Ömer’in yaptığı
tayinlerde, onun idarede ehliyeti de ölçü alan tatbikatından bazı isimler
verelim” diyerek en başta Ammâr’ın valiliği örneğini vererek
değerlendirmelerini şöyle sürdürür: “Ammâr, Mekke’de İslâm uğruna işkencelere
uğramış bu iman abidesi köle, ilk muhacirlerdendir. Hz. Peygamber ile bütün
gazvelere iştirak etmiştir. Ammâr örneğinde olduğu gibi tayinlerin sebebini
beyan sadedinde Hz. Ömer’in söyledikleri hususlar, onun sahâbeyi değerlendiriş
ölçüsü bakımından önemlidir. Hz. Ömer’e göre: “Allah sahâbeyi yüceltmişse bunun
sebebi onların düşmana karşı çıkıştaki öncelik ve yeterlilikleridir. Bu
davranışlarını bıraktıkları ve başkaları bu i şte onların yerini aldığı an,
riyaset makamı bu yenilerin hakkı olacaktır.” Görüleceği üzere, sahâbenin
fazileti, Ömer'e göre, çekilmiş bir çilenin karşılığıdır, babadan miras bir nesebi
bağlılığın değil. Fazilet sayılan bir işe kim liyakat belirtirse, o iş onun
hakkıdır.[161]
Hz. Ömer, zaman zaman İslâm’a ilk girerek haksız işkencelere
maruz kalıp sabır ve tahammül gösteren mazlum müslümanlardan Bilâl, Suheyb,
Ammâr gibi zatlarla oturup konuşurdu.[162]
Bu da Hz. Ömer’in ilk müslümanlara ne denli değer verdiğinin çok açık bir
göstergesidir.Ayrıca Hz. Ömer, Ammâr’ı valilik ile görevlendirişini “Biz ise, o
yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları
(mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” [163]
ayet-i kerimesine bağlıyordu.[164]
Hz. Ömer döneminde her vilayette vali, kâtip, divan kâtibi,
haraç memuru, kadı ve hazinedara ilave olarak bir de ahdes[165]
bulunmaktadır. Ahdese belki de ilk defa Hz. Ömer döneminde rastlanmaktadır.
Mesela Kûfe'de vali Ammâr aynı zamanda bu görevi de yürütmüştür.[166] [167]
Ammâr valiliği esnasında Hz. Ali hakkında olumsuz düşünen kimselerle mücadele
ederek her zaman Hz. Ali’yi 227 savunmuştur.
2-Ammâr’ın Valilikten Azli ve Tepkisi
Hz. Ömer döneminde valilerin denetlenmesiyle alakalı birtakım
uygulamalar vardır: Halife Muhammed b. Mesleme'yi şikâyet edilen valilerin
durumunu araştırmak üzere görevlendirmiştir.[168]
Muhammed b. Mesleme Kûfe valisi Sa'd b. Ebi Vakkâs hakkındaki bir şikâyet
üzerine Kûfe'ye giderek halk arasında incelemede bulunmuş, vali ile beraber
değerlendirme için Medine'ye gelmiştir. Halkın şikâyetini haklı bulan Halife
valiyi görevden almıştır. [169] Muhammed b. Mesleme, Ebû Mûsa
el-Eş'arî, Amr b. el-Âs, İyaz b. Ğanem ve Abdullah b. Kureyz isimli valiler
hakkında da aynı görevi yapmıştır. Yine Kûfe halkının şikâyeti üzerine durumu
inceleten Hz. Ömer yeni vali Ammâr’ı da görevden almıştır.[170]
[171]
Valilerin görevlerinden azledilmeleri ile alakalı bu genel
bilgilerden sonra şimdi de Ammâr’ın valilik görevinden niçin azledildiği
hakkındaki rivayetlere geçelim:
Ammâr ile İbn Mes’ûd
arasında kaynaklarımızda belirtilmeyen bir olay gerçekleşmiş ve bu olaydan
dolayı bu kimseler birbirlerini suçlamışlardı. İbn Mes’ud’un sükût etmesi fakat
Ammâr’ın üstelemesi üzerine olay halife Hz. Ömer’e intikal etmişti. Hz. Ömer
ise bu meselede Ammâr’a kızmış ve onu görevden almıştır.
Bir başka rivayete
göre ise, Kûfeli bir adam, Ammâr’ı Hz. Ömer’e şikâyet etmişti. Ammâr, adama
“Eğer yalan söylüyorsan Allah senin malını ve çocuklarını çoğaltsın ve bu ikisi
ile cezanı versin.” demişti. Buna benzer birtakım hoş olmayan şeylerle
şikâyetler artınca Hz. Ömer durumu değerlendirmiş ve Ammâr’ı görevden almıştır.[172]
Diğer bir rivayete
göre, Amr b. Süraka, Hz. Ömer’e bir mektup yazarak Basra nüfusunun çok,
arazisinin az olmasına binaen ahalisinin haracı vermekten aciz olduklarını ve
kendilerine arazi verilmesini istemişlerdi. Kûfeliler bu durumdan haberdar
olduktan sonra, valileri Ammâr’a müracaat ederek Basralıların istediği arazinin
kendilerine ait olduğunu, bu arazinin fethinde onların bir yardımları
olmadığını, Basralıların kendilerine destek için hareket etmelerine rağmen
onlar gelmeden önce kendilerinin fethi gerçekleştirdiklerini söylemişler ve
bunların Hz. Ömer’e yazılmasını istemişlerdi. Ammâr ise Kûfelilerin bu isteklerini
yerine getirmemiş, bu yüzden Utarid denilen bir şahıs, ona “Seni kulağı kesik
köle seni! Biz ne diye fethettiğimiz yerleri başkalarına bırakalım?” demiş,
Ammâr da ona: “Sen benim en çok sevdiğim kulağıma sövdün” demiş, Kûfeliler bu
olay sebebiyle Ammâr’dan soğumuşlardı.[173]
Kûfeliler, bu gibi hâdiseler üzerine Ammâr’ı sürekli Hz.
Ömer’e şikâyet etmişlerdir. Kûfelilerin Ammâr aleyhinde söyledikleri sözler,
onun siyasete vakıf olmadığı ve memuriyetinin mesuliyetini takdir edemediği
şeklinde idi. Ammâr’ı şikâyet edenler Sa’d b. Mes’ûd es-Sakafî (Muhtar es-
Sakafî’nin amcası) ve Cerir b. Abdillah idi.[174]
Kûfeliler, Ammâr’dan önceki vali Sa’d’ın kendilerini iyi
yönetmediğini söyleyince Hz. Ömer, Sa'd'ı azledip, onun yerine Ammâr’ı vali
olarak tayin etmişti. Kûfe halkı Ammâr’ı da şikâyet etti. Bunun üzerine Hz.
Ömer, onu da azletti. Ammâr’ın valiliği, bir yıl dokuz ay sürmüştür.[175]
Hz. Ömer, 22/643 yılında Ammâr’ı ahalinin şikâyeti üzerine
Kûfe valiliğinden azletmiş[176] ve “Kûfe halkına karşı, benim
yardımcım kim? Onlara kuvvetli birisini vali tayin etsem, onu azgın ve facir
gösteriyorlar; zayıf birisini tayin etsem küçük görüyorlar” diye yakınmıştır.[177] Hz. Ömer de bunun üzerine
onun görevden alınmasından sonra yerine Ebû Mûsa el-Eş'arî’yi atamıştı.[178]
Gerçekten de daha sonraları Kûfe, kendisine güvenip yönelen
hiç kimseye yâr olmamıştır. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Müslim b. Akil bunlardandır.
İşte Ammâr’ın ilk siyasî görevi böylesine netameli ve geçimsiz bir halkı
barındıran Kûfe’ye vali olmak olmuştur.[179]
Özellikle Kûfe gibi yönetimi zor bir merkezde Ammâr gibi zühd ve takva ehli,
ilm-i siyasetten pek hoşlanmayan bir sahâbînin valilik görevi burada sona
ermiş, bir daha herhangi bir devlet kademesinde görev almamıştır.
Hz. Ömer valilik görevinden azlettiğinde Ammâr’a şu soruyu
sormuştur: “Görevden azledilmek seni üzdü mü?” Ammâr ise şu cevabı vermiştir:
“Valiliğe atanmam beni üzdüğü gibi, görevden azledilmem de yine beni üzmüştür.”[180]
Başka bir rivayette ise “Allah’a yemin olsun ki, valiliğe
atanmam beni sevindirmemişti ama valilikten azledilmem beni üzmüştür”[181] Diğer bir rivayette
anlatıldığına göre ise, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Basra’ya haber göndermiş ve
görevden azledilen Ammâr'a bu soruyu sordurmuştu.[182]
Hz. Ömer'in idarecileriyle sürekli problem halindeki Basra ve
Kûfe'de görev yapan valileri sık sık azlederek değiştirmesinin en önemli
nedeni, bu bölgede vali değişikliği ile huzur ve istikrarı temin etmek
istemesidir. Haklarındaki şikâyetler asılsız çıksa bile, Hz. Ömer halkın belli
bir kesimi tarafından şikâyet edilen valileri şehirde huzursuzluğa sebep olur
endişesiyle görevden alıyordu. Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın, Ammâr ve daha
başkalarının azledilmelerinin asıl sebebinin de, Hz. Ömer'in istikrara verdiği
önem[183] olduğuna inanmaktayız.
Hz. OSMAN DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR
Hz.
Osman’ın Halife Seçiminde Ammâr
Hz. Ömer, hiçbir ihtilâfın vuku bulmadığı halef tayini
usulüyle on yıldan fazla görev yaptıktan sonra Ebû Lü'lü' Fîrûz en-Nihavendî
tarafından Mescid-i Nebevî'de hançerle ağır bir şekilde yaralanınca yerine
kimin geçeceği hususunda değişik bir usulün takip edilmesine karar verdi. Hz.
Ömer, Aşere-i Mübeşşereden hayatta kalan altı kişiye (Ali, Osman, Abdurrahman
b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm) toplanıp
aralarından birini halife seçmek üzere talimat verdi.[184]
Görüşmeler sonucunda adaylık iki kişide yoğunlaştı: Hz. Ali ve
Hz. Osman. Daha sonra Abdurrahman, Ali'yi mi, yoksa Osman'ı mı tercih ettikleri
konusunda insanların görüşlerini sormaya çıktı. Abdurrahman b. Avf. Medine'de
bulunan muhacir ve ensarın ileri gelenleri, ordu kumandanları, şehre dışarıdan
gelenler dâhil pek çok kimse ile görüştü.
Ammâr, bu görüşmeler esnasında Abdurrahman’a şöyle dedi:
“Müslümanların ayrılmamalarını istiyorsan, Ali'ye biat et” dedi. Mikdâd b.
Esved de: “Ammâr, doğru söylüyor. Ali'ye biat edersen, dinledik ve itaat ettik
deriz.” diye ekledi. İbn Ebî Serh ise “Kureyş'in ayrılmamasını istiyorsan,
Osman’a biat et” dedi. Ammâr, İbn Ebî Serh'i kınadı ve şöyle dedi: “Sen zaten
müslümanlara ne zaman içten davrandın?” Hâşimoğullan ile Ümeyyeoğullan
aralarında tartıştılar. Ammâr bu esnada şunu söyledi: “Ey insanlar! Yüce Allah
peygamberiyle bize ikramda bulundu, diniyle bizi üstün kıldı. Bu işi, ehli
beytinizden nasıl alıkoyarsınız?”[185]
Başka bir rivayete göre Ammâr: “Ey Kureyş topluluğu! Siz
Peygamberin ehl-i beytini bu işten alıkoyarsanız, Allah'ın bu işi sizden alıp
başkasına vermesinden korkarım” demiştir.[186]
Mahzûmoğullarından biri, Ammâr’a seslenerek “Biraz ileri
gidiyorsun, ey Sümeyye'nin oğlu! Kureyş'in kendisine emir seçmesinden sana ne?”
deyince Sa'd b. Ebî Vakkâs, söz alıp şöyle dedi: “İnsanlar fitneye (birbirine)
düşmeden bu işi bitiriver.” [187] Ammâr ile Mikdâd’ın halifelik
seçimlerinde başından itibaren Hz. Ali’yi desteklediklerine[188]
şahit olmaktayız.
B-
Ammâr’ın Müfettişliği
Şehir yönetiminde bulunan valilerin denetlenmesi için sadece
şikâyet olduğunda müfettişler gönderilmiyordu. Şikâyetlerin olmadığı dönemlerde
de vilâyetlerdeki genel gidişatın, vali ve diğer devlet memurlarının
görevlerini yerine getirmedeki performansları dikkatle izleniyor ve zaman zaman
bu iş için liyakâtlı ve güvenilir kimseler buralara gönderiliyordu.
III. Halife Hz. Osman vilâyetlerdeki valileri denetlemeleri
için toplumda sayılan ve sevilen kişileri görevlendirmiştir. Özellikle
vefatıyla sonuçlanacak huzursuzlukların valilerle alâkalı olması, Hz. Osman'ı
valilerin denetlenmesi için müfettişler göndermeye sevk etti. Hz. Osman,
vilâyetlerdeki huzursuzlukları araştırmak ve valileri teftiş etmek üzere
Kûfe'ye Muhammed b. Mesleme, Mısır'a Ammâr, Basra'ya Üsâme b. Zeyd ve Şam'a
Abdullah b. Ömer’i görevlendirdi.[189]
Mısır’ı fetheden ve Hz. Ömer’in halifeliği müddetince
valiliğini yapan Amr b. el-Âs 25/645 veya 27/647 yılında[190]
bu görevden alınarak yerine, Hz. Osman’ın sütkardeşi olan Abdullah b. Sa’d b.
Ebî Serh atandı.[191] Dolayısıyla Ammâr’ın teftişe
gittiği o dönemde Mısır valisi, Hz. Osman’ın halife seçiminde Ammâr ile kavga
eden Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh idi. Hz. Osman’ın böyle olduğu halde Ammâr’ı
Mısır’a teftişe göndermesi dikkate değer bir uygulamadır.
Daha sonra geniş bir şekilde ele alacağımız gibi Abdullah b.
Sebe ve yandaşları bazı tarihçiler tarafından Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde
meydana gelen iç karışıklıkların baş mimarları ve uygulayıcıları olarak
gösterilmektedir. Onlar emellerine ulaşmak için dini siyasete alet ettiler. İbn
Sebe arzularını gerçekleştirmek için, taraftarlarına “ehl-i emsar” ile
yazışmalarını söyledi. Neticede yaşadığı bölgelerin, Kûfe, Basra ve Mısır
halkını istediği yönde yönlendirmeye muvaffak olmaya başladı. İmanı zayıf olan
bazı müminler onun sözünü ettiği her kötülüğü tasdik ediyorlardı, çünkü onlar
bunu, mektuplardan öğrendikleri üzere, hak adına ve valilerin yaptıkları
zulümlere karşı ya- pıyorlardı.[192]
Aslında onun bu üslûbu tesirini Medineliler arasında bile
gösterdi. Bu müfettişlerin, vilâyetlerde olup bitenler hakkında ilk elden
bilgiler alması için görevlendirilmesini Medineli bir grubun teklif ettiği [193] de belirtilmektedir. Durumun
tahammül edilmez bir safhaya geldiğine inanan Medine halkı bir gün Mescid'de
halifeyi durumundan haberdar ettiler ve mektuplarda bildirilen hususlarda
sorguya çektiler. “Bize gelen haberler sana geliyor mu? Dediler. Hz. Osman:
“Hayır, Allah'a yemin olsun ki, sadece iyilik haberleri geliyor” dedi. Öyleyse
işte biz sana geldik dediler ve kendilerine ulaşan haberleri ona aynen
bildirdiler. Hz. Osman: “Sizler müminlerin seçkinleri ve şahitlerisiniz, bana
yol gösteriniz, ne yapmamı istiyorsunuz?” dedi. Onlar da “Güvenilir kimseleri
olup biten haberleri sana getirmeleri için, şehirlere göndermeni tavsiye
ederiz” dediler. Bunun üzerine halife, Muhammed b. Mesleme'yi Kûfe'ye, Üsame b.
Zeyd'i Basra'ya, Ammâr’ı Mısır'a, Abdullah b. Ömer'i de Şam'a gönderdi.
Bunların dışında başka insanları da etraftaki çeşitli yerlere dağıttı.
Gidenlerin hepsi Ammâr'dan önce döndüler ve şöyle dediler: “Ey insanlar!
Allah'a yemin olsun ki hiçbir kötülük görmedik. Aynı şekilde ne seçkinler ne de
diğer halk kötülükten şikâyet ediyor. Müslümanların durumu iyidir.” Bu durum
üzerine Mısır’da bulunan Muhammed b. Ebî Huzeyfe başkanlığındaki muhalefet
grubu, Ammâr’ın ileri sürdüğü iddiaları ortaya atmışlardı.254
Halk, Ammâr'ın dönüşünü bekledi, hatta onun hakkında
endişelendi. Tam bu sırada Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'den bir
mektup geldi. Ammâr'ın Mısırlı bir grup tarafından kandırıldığı ve muhalif
cepheye çekildiği haberini verdi. Vali mektubunda, Ammâr’ın Mısır’da aralarında
Abdullah b. Sebe’, Halid b. Mülcem, Sevdan b. Hımran ve Kinane b. Bişr’in de
yer aldığı gruba dâhil olduğunu,255 bu insanların ona kendi
görüşlerini söyletmek istediklerini; Muhammed (s.a.v.)'in döneceğine (ric'at)
inandıklarını ve Ammâr'ı Osman'dan ayrılmaya davet ettiklerini; Medinelilerin
fikrinin de kendi fikirleri gibi olduğunu söylediklerini bildiriyor ve eğer
halife müsaade ederse Ammâr ve yanındakileri öldürebileceğini belirtiyordu.256
Hz. Osman, gönderdiği cevabî mektubunda, valiyi böyle
hareketlerde bulunmaktan kaçınmaya çağırıyor ve bu insanların serbest
bırakılmasını ve istedikleri yere gitmelerine müsaade edilmesini; Allah
onlardan intikam alıncaya kadar onlara dokunulmamasını emrediyordu.257
Emsarda olup bitenleri yerinde görmek ve durumu merkeze
bildirmek üzere gönderilenlerden geri dönenler, halifeye arz ettikleri rapor:
“Eyaletleri gezip gördük, insanlarla
konuştuk, durumu inceledik, Allah’ın emrine ve Peygamber’in sünneti ile ilk iki
Halife’nin gidişatına aykırı bir husus tespit edemedik” şeklindeydi. Ammâr’ın
raporu hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Ancak raporunda İbn Ebî Serh’in
icraatını kötülediği, söz konusu raporun olumlu olmaması ihtimali kuvvetlidir.
Çünkü Ammâr, Hz. Ali’nin taraftarıydı [194]
ve Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ile halife seçimi esnasında kavga etmişti.
Şehirlerde fitne çıkarmakla sorumlu tutulan adamların başında
ismi geçen Abdullah b. Sevdâ, İbn-i Sebe' ünvanıyla meşhur olan münafıktır.
Ammâr’ın bu adama ve onun maiyetinde bulunan müfsitlere nasıl kandığını,
onların nasıl tuzağına düşmüş olduğunu gösteren tarihî tafsilâta sahip değiliz.
Bu hususta sahip olduğumuz yegâne kayıt, Mısır valisinin yukarıya naklettiğimiz
ifadesidir. Daha sonra Ammâr’ın Mısırda ne kadar kaldığını, İbn Sebe' ve
arkadaşları ile ne dereceye kadar teşriki mesai ettiğini, onların maksatlarına
bilerek ya da bilmeyerek hizmet edip etmediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz şey
fesatçıların tertip ettikleri suikasta muvaffak olarak Hz. Osman’ı şehit
etmeleridir. [195]
Mısır'ı teftiş ettikten sonra Medine’ye dönen Ammâr Hz.
Osman'ı suçladı. Ammâr'ın davranışına kızan Sa'd b. Ebî Vakkâs da Ammâr'ı,
fitne ve fesat çıkarmaya çalışmakla itham etti. Ammâr da Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı
fitne ehli olarak vasıflandırdı. Sa’d, Ammâr’ı Hz. Osman’ın hilafetine
itaatsizlikle suçlamış, bunun üzerine Ammâr “Şu başımdaki sarığı nasıl
çıkarmışsam Osman’ı da (başımdan) öyle çıkarıyorum” [196]
diyerek Osman için yapmış olduğu biatten vazgeçtiğini ifade etmiştir.
Dedikoduların kulaktan kulağa, şehirden şehre dolaştığı,
birilerinin isimlerinin kullanılarak düzmece mektupların elden ele gezdirildiği
bir dönemde vilâyetlerle ilgili haberlerin sağlıklı bir şekilde alınabilmesi
için müfettişlerin gönderilmesi isabetli bir faaliyet olmasına rağmen, alınan
tedbirlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.[197]
Buraya kadar ele aldığımız rivayetlerde cevapsız kalan bazı
sorular bulunmaktadır:
—Valiler adaletle muamele
ediyorlarsa şikâyetçiler kimdir?
—Hz. Ömer döneminde bile valileri sık değiştirilen Kûfe’den bu
dönemde hiçbir problemin olmadığı haberi nasıl gelmiştir?
—Halifenin görevlendirdiği Ammâr
niçin geç dönmüştür?
Hz. Osman’ın öldürülmesiyle sonuçlanan muhalefet hareketleri,
sadece Kûfe’de olmamış; Basra, Mısır ve hatta devletin başkenti, Halifenin
meşruiyetini kendilerine borçlu olduğu Medine’de bile bazı kimseler, Hz. Osman
ve idarecilerine karşı seviyesi gittikçe artan bir muhalefet sergilemişlerdir.[198]
Hz. Osman 34/654 yılında, hac dönüşü haklarında şikâyetler
bulunan Suriye valisi Muaviye, Kûfe valisi Said b. el-Âs, Basra valisi Abdullah
b. Âmir ve Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i toplantıya çağırmıştır.
Ayrıca toplantıda önceki Mısır valisi Amr b. el-Âs da hazır bulunmuştur.[199] Hz. Osman valilerini aynı
sebeplerden 35/655 yılında Medine’de tekrar toplamıştır.[200]
Bu toplantıdan sonra Muaviye, Medine’den ayrılırken Hz. Ali,
Zübeyr b. el- Avvâm, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Talha b. Ubeydullah ve Ammâr’ın de
aralarında bulunduğu bir grubun yanından geçerken onlara tehditkâr bir üslupla
şöyle demişti: “Biliniz ki ihtiyar bir adamı (Hz. Osman’ı kastederek) bırakıp
gidiyorum. Siz onun hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz, ona
yardımcı olunuz ki bahtiyar olasınız.[201]
Eğer o öldürülürse, Allah’a yemin olsun ki, sizinle savaşırım ve sizleri
öldürürüm” şeklinde tehdit içeren sözler söyledi.[202]
Muaviye, daha sonra da Ammâr’a dönerek “Ey Ammâr! Şam’da Hicaz
halkından daha çok atlı var. Hepsi de namazlarını kılarlar ve zekâtlarını
verirler. Onlar atlı kahramanlardır. Köleleri ve çocukları ile hepsi divana
kayıtlı olup maaş alırlar. Ammâr’ı tanımazlar, Ali ve akrabalarını da
lanımazlar” [203] diyerek orada bulunanları
tehdit etmiş, Ammâr’ın “Beni ölümle mi tehdit ediyorsun?” sorusuna ise cevap
vermeyerek[204] Şam’a doğru yol almıştır.
Esasen Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayıp arkasından Hz.
Ali'nin halife olması üzerine patlak veren Cemel Vak'ası ve Sıffîn Savaşı ile
süren gelişmeler Haricî isyanları, Hz. Ali'nin şehit edilmesi ve arkasından
yaşanan kanlı olaylar, aynı zamanda İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk fitne
hareketleridir. Hz. Osman'ın 18 Zilhicce 35/17 Haziran 656 tarihindeki
şehâdetinin, onun bazı karar ve tasarruflarından dolayı halifeliğinin ikinci
döneminde kendini gösteren gelişmelerden kaynaklandığı kabul edilmektedir.[205]
C- Ebû
Zerr’in Sürgün Edilmesi ve Ammâr’ın Tepkisi
Muaviye’nin Şam'daki bazı uygulamalarını eleştiren Ebû Zerr
Osman’a eleştirilerini yöneltmeye başladı. Daha önce, Ammâr ile Mikdâd'ın, Ali
b. Ebî Tâlib yerine Osman'ın seçilmesine büyük tepki gösterdiğini görmüştük.
Kaynaklar halifenin, Ebû Zerr'i Rebeze'ye sürgüne gönderdiğini
belirtmektedirler.[206] Ebû Zerr, Rebeze' de[207] vefat etti. [208]
Ebû Zerr 32/52 yılında vefat edince Ammâr’ın “Allah, Ebû Zerr
konusunda hepimizi affetsin” şeklindeki konuşmasına gücenen Halife, onu da
sürgün etmek istemişti. Ammâr’ın eski halifleri (antlaşmalıları) olan
Mahzûmoğulları Hz. Ali’den sürgüne engel olmasını istemişler; Hz. Ali, Hz.
Osman’a gelip “Ey Osman! Allah’tan kork, sen salih bir müslümanı ( Ebû Zerr’i
kastederek) sürgüne gönderdin ve o, orada vefat etti. Bu defa da onun bir
benzerine aynı uygulamayı yapmak istiyorsun” demiş; buna Hz. Osman sert tepki
göstererek “Sen sürgün edilmeye ondan daha layıksın” diye cevap vermişti. Bunun
üzerine “İstersen bunu yap” diyen Hz. Ali, orada bulunanlar tarafından
desteklenmiş ve aynı kişiler “Senin her konuşanı sürgüne göndermen hiç hoş
değildir” diyerek Halifeye karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine Hz. Osman, Ammâr’ı
sürgüne göndermekten vazgeçmiştir.[209]
[210]
Ammâr’ın Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Cafer’le
birlikte Ebû Zerr’in sürgüne gidişi esnasında ona eşlik ettiklerini
görmekteyiz.
Hz. Osman, kendisine muhalefet eden Ammâr’a İstmiya’yı[211] ikta olarak vermiştir.[212] Bu iktâlar Hz. Osman’ın
muhaliflerini susturmak için vermiş olduğu paylar olarak görünmektedir.
D-
Ammâr’ın Dövülmesi Olayı
Çalışmamızın en önemli konularından bir tanesinin Ammâr’ın Hz.
Osman tarafından dövülmesiyle alakalı rivayetler olduğunu düşünüyoruz. Şimdi bu
rivayetleri ele alıp değerlendirmeye çalışalım:
Bir rivayete göre
Ammâr ile Utbe b. Ebî Leheb arasında bir ihtilaf meydana geldi. Hz. Osman ise
ikisini de dövmek suretiyle onları terbiye etmek istedi.[213]
[214] Ammâr ile Utbe arasındaki
ihtilafın ne olduğuna ileride temas edeceğiz.
Başka bir rivayete göre, Hz. Osman beytülmalden yakınlarına maddi
yardımlarda bulununca, müslümanlar bunu hoş karşılamamış, hatta şiddetle
eleştirmişlerdi. Hz. Osman ise bu eleştirilere “Kavimlerin gururunu incitse de
feyden ihtiyacımız olanı alırız” şeklindeki sözleriyle karşılık verdi. Hz. Ali
ve Ammâr da, Hz. Osman’ı bu icraatından dolayı eleştirdiler. Ammâr’ın kendisi
hakkında söylediği bazı sözlere oldukça sinirlenen Hz. Osman onu bayıltıncaya
kadar dövdürdü. Hatta kendisi de ona vurdu. Daha sonra Ammâr'ı Hz. Peygamber’in
zevcelerinden Ümmü Seleme’nin evine taşıyıp bıraktılar. O kadar dövülmüştü ki ikindi
ve akşam namazlarını kılamadığı nvayet edilmektedir.
Ammâr’ın dövülmesi
olayı ile ilgili bir başka rivayet ise şöyledir: Hz. Peygamber’in ashabından
bir grup (50 kişi) toplandı. Hz. Osman'ın Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer’in
sünnetine aykırı davrandığını ortaya koyan bir mektup yazdılar.[215] Bu mektupta yukarıda ele
aldığımız maddeler yazılı idi.[216] Ammâr mektubu
halifeye verince, halife “Bunu sen mi yazdın?” diye sormuş; bunun üzerine
Ammâr: “Yanımda bir grup insan vardı, senden korktukları için gelmediler”
cevabını vermişti. Halife ise onların kimler olduklarını sorduğunda, Ammâr
onların isimlerini halifeden saklamıştı. Hz. Osman da Ammâr'a böyle bir
muhalefete onun ve yanındakilerin nasıl cüret ettiklerini sorarak azarlamıştı.
Bu arada kâtip Mervan araya girerek, fitnenin konuşulur hale geldiğini ve
insanları isyana sevk eden Ammâr’ın öldürülmesi gerektiğini söylemişti. Bu
tahrik edici konuşma sonrasında da Hz. Osman, Ammâr’ın bacakları arasına tekme
atarak bayılmasına sebep olmuş ve daha sonra da fıtık olmuştu.[217] Ammâr, bu dövülme olayından
sonra halifeden “Na'sel” [218] diye bahsetmiştir.[219]
Dövülme olayından sonra Mahzûmîler, Ümmü Seleme’nin evinde
toplandılar. Hz. Osman, Ümmü Seleme’nin evinde yapılan bu toplantının niçin
yapıldığını anlamak için birini Ümmü Seleme’ye yolladı. Toplantının ne anlama
geldiğini sordu. Ümmü Seleme de ona şöyle cevap verdi: “Bunun seninle ilgili
olduğunu düşünme ve emirlerinle senden nefret duyan kişilere zor kullanma”.[220]
Ammâr’ın dövülmesine kızan Mahzûmoğulları, halifeye gelerek
onu tehdit etmişlerdi. Hişam b. Velid b. Muğire’nin: “Şayet Ammâr ölürse, ben
de Ümeyyeoğullanndan birisini öldüreceğim” şeklindeki sözlerine Hz. Osman:
“Dövüldüğünde ben orada değildim” diyerek bu olaydan sorumlu olmadığını
belirtmiştir.[221]
Özellikle Emevî gençleri ve Mervan b. el-Hakem, Hz. Osman’ın
müsamahakârlığından istifade edip idarî konularda, sorumsuzca haraket ederek
ashabın ileri gelenleri ile tartışmışlar ve belli bir kesimin tepkisini
çekmişlerdir.[222]
Cabirî yukarıda anlattığımız hâdiseleri özetleyerek, “Ebû
Zerr'in itirazlarını belirginleştiren gayri siyasî niteliğin aksine, Ammâr’ın
muhalefeti köktenci bir siyasî muhalefetti. Ammâr hareketçi ve çatışmacı
biriydi. Rivayetler ona, Osman'a karşı başkaldırıyı kışkırtmada temel rolü
verir.” şeklinde bir değerlendirme yapar.[223]Belki
de Mahzûmoğullarmm müttefiki olarak Ammâr'ın gördüğü koruma, onu böylesi bir
çatışmacı davranışa itiyordu. Mikdâd b. Esved gibi öteki arkadaşları ise,
kabilesiz olduklarından, böyle bir korumaya sahip değildi.[224]
Rivayetlere göre Hz. Osman bu dövülme olayından sonra pişman
olmuş, Talha ve Zübeyr’i Ammâr’a göndererek ona şu tekliflerde bulunmuştur: “Ya
beni affet, ya tazminat (diyet) vereyim ya da öcünü al.” Fakat Ammâr bu üç
teklifin hiç birisini kabul etmeyerek, Hz. Osman’ı Allah’a havale ettiğini
söylemiştir.[225] Kettânî, Diyarbekrî’nin
Tanhu’l-Hamîs’inden bizlere şu bilgiyi vermektedir: “Fıtık sebebiyle
elbisesinin altına ilk defa şal giyen kimse Ammâr olup, kendisine dayak
atıldığı zaman bunu yapmıştı”.[226]
İbnü’l-Arâbî, bu olayın tamamen bir iftira olduğunu
vurgulamaktadır. İbnü’l- Arâbî, bir takım sahâbenin zulme uğramış olduklarını
iddia ederek Hz. Osman’a geldiklerini ve bu kimselerin halifenin zulüm ve hoş
olmayan işler yaptığını söylediklerini belirtir. İbnü’l-Arâbî, bu eleştirileri
ise tek tek ele alır. Cevaplandırdığı bu eleştirilerin başında da Hz. Osman’ın
Ammâr’ı bağırsaklarını patlatıncaya kadar dövmesi hadisesi yer alır.[227]
Hz. Osman’a yönelik eleştirilere daha önce değinmiştik. Şimdi
ise konumuzu ilgilendiren yani Ammâr’ın dövülmesiyle alakalı değerlendirmelere
geçmek istiyoruz. İbnü’l- Arabî Ammâr’ın dövülmesi ile alakalı şu
değerlendirmeyi yapar: “Bu, emirlerin böyle durumlarda yapması normal olan bir
harekettir. Osman'dan önce de, sonra da, emirler bunu yapmıştır. Hz. Ömer,
Ammâr gibi zatlar hakkında nice böyle şeyler yapmıştır. Ammâr'dan daha hayırlı
olan ve hatta valilik hakkına sahip bulunan kimselere bile bunu tatbik
etmiştir.”[228]
Bu bilgilerden sonra İbnü’l-Arabî şu sonuca varır: “Ammâr’ın
dövülmesi sonucu bağırsaklarının patlamasına gelince, bu tamamen büyük bir
iftiradır. Eğer onun bağırsağı parçalansaydı yaşaması mümkün değildi.[229] [230]
Dolayısıyla bu iftira, Rasûlullah’ın ashabına karşı düşmanlık besleyen
kimselerin asılsız iddialarından öteye
geçemez.
Seyf b. Ömer ise, Hz. Osman’ın bağırsakları patlayıncaya kadar
Ammâr’ı ve kaburga kemikleri kınlıncaya kadar İbn Mes’ûd’u dövdüğünü söyleyerek
bu ifadelerde mübalağa-abartı olduğunu belirtir.[231]
Ammâr gibi seçkin, sahâbeden fazileti yüksek biri hakkında,
böyle küçük düşürücü bir muamele yapılması herkeste unutamayacakları bir yara
açmış, halkın Emevîler hakkındaki düşmanlıkları böylece daha da artmıştır.[232]
Algül, Ammâr’ın dövülmesi olayını Emevî ailesi ile bağlantı
kurarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Emevîler ise, gittikçe yüz bulmuş ve yüz
buldukça bunamışlar hatta Ammâr’ı Mescid-i Şerif’te bayılıncaya kadar
dövmüşlerdir. Ammâr gibi ashabın seçkinlerinden kıymetli bir zât hakkında
böylesine aşağılatıcı bir muamelenin icrası, herkes için büyük bir üzüntü
kaynağı olmuş ve milletin Emevîler hakkında olan buğz ve kini bu cihetle
artmıştır”.[233]
Ammâr’ın dövülmesi, Mahzûmîlerle birlikte diğer ashabın da
Ümeyye oğullarına muhalif bir tavır sergilemelerine neden oldu. Ammâr, bu
olaydan sonra Hz. Osman aleyhine olan her muhalif hareketi desteklemiş ve
insanları Hz. Osman ve idaresine karşı tepki göstermeleri için teşvik etmiştir.
Rivayetlere genel anlamda bakıldığında Ammâr’ın dövüldüğü
sonucu çıkmaktadır. Fakat kaynakların bazılarında bu dövülme olayı abartılarak
verilmektedir. Nitekim İbnü’l-Arâbî de Ammâr’ın bağırsakları çıkana dek
dövüldüğü şeklindeki rivayetleri eleştirmiş ve bu rivayetlerin Hz. Osman ve bir
kısım sahâbeyi yıpratmaya yönelik olduğunu belirtmiştir.
Hz. Aişe, Hz. Osman'ın Ammâr'a yapmış olduğu muameleyi duyduğu
zaman çok öfkelendi ve Hz. Peygamber'in saçlarından bir teli, bir gömleğini ve
bir sandaletini aldı ve herkesin görmesi için onları elinde tutarak şöyle
haykırdı: “Nasıl olur da, bu kadar kısa zamanda Peygamberinin
uygulamasını (sünnet) unutursun, bunlar onun saçı, elbisesi ve sandaleti!” [234]
Hz. Aişe artık açıkça muhalefete atılmakla kalmamış, Hz.
Peygamber’den yadigâr kalanları da kullanmak suretiyle etkili bir propaganda
aracı keşfetmişti.[235] Bu rivayetler
bize, Hz. Aişe’nin o dönemden itibaren bazı siyasî ve idarî uygulamalarla
ilgili fikrini söylediği veya en azından yapılan haksızlıklar karşısında -Ammâr
örneğinde olduğu gibi- tepkisini göstermektedir.
Diğer taraftan Ammâr’ın dövülmesi sonrasında Mahzûmîler de
halifeye cephe almışlardı.[236] [237]
Bu nedenle daha önce de belirttiğimiz gibi, halifeye karşı uygulayacakları
stratejiyi görüşmek üzere bir toplantı tertip etmişlerdi. Toplantının sonucu
ile ilgili elimizde bir bilgi bulunmamakla birlikte, Mahzûmîlerin
toplanmasından haberdar olan halife, toplantıdan sonraki günlerde onlara bunun
ne anlama geldiğini sormuş, Ümmü Seleme de bu soruyu insanların hoşlanmadıkları
işleri yapmamasını bildiren tavsiye niteliğinde bir mektupla cevaplamıştı.
Hz Aişe daima Ammâr’ı takdir etmiş, başkalarına karşı da
savunmuştur. Rivayete göre: “Bir adam[238]
gelerek Hz. Aişe’nin yanında Hz. Ali ve Ammâr aleyhinde ileri-geri konuştu.
Bunun üzerine Hz. Aişe: “Ali hakkında sana bir şey söyleyecek değilim. Ama
Ammâr hakkında Rasûlullah’ın şöyle dediğini işittim: ‘Ammâr hangi meselede
muhayyer bırakılmışsa mutlaka en doğrusunu seçmiştir’ dedi.”[239]
Aynı şekilde Cemel olayında geleceği gibi Ammâr, Hz. Aişe
aleyhinde konuşan birisine: “Rasûlullah’ın sevgili eşine eza mı ediyorsun,
buradan hemen uzaklaş!” diyerek Hz. Aişe’ye olan saygısını belirtmiştir.[240] Hz. Aişe’nin, dövüldüğünde
Ammâr’a sahip çıkması ileriki dönemlerde Ammâr’ın da Hz. Aişe’ye duyduğu
saygıyı devam ettirmesini sağlamıştır.
E- Hz.
Osman’ın Muhasara Edilmesi ve Ammâr
Cabirî’ye göre Ammâr, Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ebî
Huzeyfe, Osman'a karşı tepki hareketlerinin eşgüdümünü sağlayan yüksek kurul gibiydi.
Çevredeki isyancılar ve merkezdeki Ali, Talha ve Zübeyr gibi sembollerle ilişki
içindeydiler. Başkaldıranlar Medine'yi işgal ettiklerinde ve Osman'ı
kuşattıklarında, Halife Osman, isteklerinin gerçekleşeceği vaadiyle isyancıları
kentlerine dönmeye ikna için sahâbeden nüfuzlarım kullanmalarım istedi.
Sahabeden bazıları başlarında Ali olmak üzere bu isteği gerçekleştirmek üzere
harekete geçtiler ama Ammâr bundan kaçındı. Osman, sahâbeye katılması için Sa'd
b. Ebî Vakkâs'ı ona gönderdi. Ammâr ise: “Yemin olsun ki, onları geri
çevirmeyeceğim.” diyerek asileri ikna etmekten kaçınmakta ısrarlı olduğunu
belirtti.[241] Mısırlı asiler Muhammed b.
Ebî Bekr’le, Muhammed b. Cafer ve Ammâr’dan başka kimseden yardım ümit
etmiyorlardı.[242]
Asiler kuşatmanın ilk günlerinde gösterdikleri yumuşak tavrı,
kuşatmanın sonlarında sertleştirmişlerdir. Halife’nin kimseyle görüşmesine izin
vermedikleri gibi, onun su ve yiyecek teminine de engel olmuşlardı. Bu nedenle
iaşe temininde zorlanan Hz. Osman, Talha, Zübeyr ve Hz. Ali gibi sahâbenin
ileri gelenlerine başvurmuştu. Bunlar arasında Hz. Ali halife’nin isteğine
cevap vermişti. Ne var ki Hz. Ali’nin gönderdiği suyu almak isteyen
Ümeyyelilerle Abdullah b. Mes’ûd nedeniyle halifeye kızgın olan Benî Zühre,
Ammâr dolayısıyla Hz. Osman’a kızgın olan Benî Mahzûm ve Ebû Zerr dolayısıyla
da muhalefete katılan Gıfarlılar arasında tartışma çıkmıştı.[243] Halife, Ammâr’ı
sahabîlere göndererek onlardan su temin etmesini istemiş, Ammâr da Talha’ya
giderek bu isteği yerine getirmesini söylemiş, Talha ise “Subhanallah, Osman o
kuyuyu aldı ve tasadduk etti, onlar şimdi onun bu kuyudan su içmesine engel
oluyorlar” şeklinde sözler söyleyen Talha da bu isteği yerine getirmemişti.[244]
Bazı tarihçiler, sahâbenin bir kısmının Hz. Osman'ı asilere
teslim etmiş oldukları ve onun öldürülmesine rıza gösterdikleri haberlerini
asılsız kabul etmişlerdir. Herhangi bir sahabînin, Hz. Osman'ın öldürülmesine
rıza gösterdiğine dair haber sahih değildir. Aksine hepsi de bu hadiseden
dolayı öfkelenmişler ve katilleri lanetlemişlerdir. Ancak Ammâr, Muhammed b.
Ebû Bekir gibi bazı sahâbîler, Hz. Osman'ın halifelikten vazgeçmesini
arzulamışlardı.[245] Çünkü rivayetlerden de
anlaşıldığı üzere, Hz. Ali ve Ammâr gibi diğer ileri gelen sahâbe, Hz. Osman’ın
idaresinden hoşnut değildi. Muhasara esnasında Hz. Ali’nin uyarılarını takdir
eden Hz. Osman’ın eşi Nâile, Muaviye’ye yazdığı bir mektupta “Mısırlılar,
Ammâr, Muhammed b. Ebî Bekr, Talha ve Zübeyr’e güvenerek isyan etmişlerdir ki
bunlar zaten halifenin öldürülmesini istiyorlardı”[246]
diyerek halifenin ölümünden Ammâr ve yanındakileri sorumlu tutmaktadır.
Ammâr’ın, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonraki tavrı çok
nettir. Her ne kadar Hz. Osman ile bir türlü yıldızı barışmasa da onun
öldürülmesini asla tasvip etmediğini görmekteyiz. Hz. Osman’ın şehit edildiğini
duyan birisi hemen Huzeyfe’ye gelerek “Bize ne yapmamızı emredersin der?”
Huzeyfe ise “Ben Hz. Peygamber’den Ebû’l-Yakzân fıtrat üzeredir, sözünü
işittim. Dolayısıyla Ammâr da sizi bu işi onaylamaktan meneder.” demiştir.[247]
AMMÂR
B. YÂSİR’İN ABDULLAH B. SEBE’ OLDUĞU İDDİALARI
Abdullah b. Sebe’, Hz. Osman'ın hilâfetinin ikinci yarısında
aleyhindeki hoşnutsuzluğun Hicaz, Irak ve Mısır'da yayılmasında ve İslâm
dünyasında ilk fitnenin zuhurunda yegâne amil olduğu söylenen ve yakın
zamanlara kadar da Şiîliğin kurucusu olarak kabul edilen meşhur isimdir. Farklı
isimlerde ortaya çıkan İbn-i Sebe’, Gulât-ı Şia'dan bir fırkanın kurucusu
sayılır.[248] Hz. Osman zamanında Irak,
Hicaz ve Mısır’da ortaya çıkan karışıklıkların sorumlusu olarak Abdullah b.
Sebe gösterilmektedir.[249]
Hz. Osman döneminde fitne hadiselerinin şehirlerde
yayılmasında rolü olduğu belirtilen Abdullah b. Sebe’ veya İbnü’s-Sevdâ,
geçmişte olduğu gibi günümüz araştırmacılarının da üzerinde anlaşmaya
varamadıkları ilginç bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı eserlerde
onun efsanevî bir kişi, bazılarında ise tarihi bir şahsiyet olduğunu
vurgularken, kimi yazarlar onun Ammâr olduğunu, kimisi de onun Abdullah b. Vehb
er-Rasibî isminde, Şia kaynaklarında sözü edilen şahıs olduğunu ileri sürerler.[250]
Konumuz olan, Abdullah b. Sebe’nin aslında Ammâr olduğu
iddialarına geçmeden önce konuyu daha iyi anlayabilmek için birtakım bilgiler
vermekte yarar görmekteyiz.
Abdullah b. Sebe' hakkındaki bilgilerimizin tek kaynağı Seyf
b. Ömer'dir.[251] Harun Reşîd’in hilâfeti
zamanında(170-193/786-809) öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün rical âlimlerine göre “bazı
rivayetleri meşhur ise de büyük çoğunluğu itibar edilmeyecek ve uyulmayacak
münker hadislerdir” gibi hükümlerle değerlendirilen bir kimsedir.[252]
Müslüman olarak tanıtılan bir yahudinin, İslâm şehirlerinde
gezip dolaşarak müslümanlan ayaklandırmaya çalıştığı halde, hiçbir valinin bu
işe el atmaması ve onu tutuklamaması mümkün olmadığı gibi Abdullah b. Sa’d Ebî
Serh’in Muhammed b. Ebî Bekir, Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Ammâr hakkında
halifeye mektup gönderdiği halde, İbn Sebe hakkında aynı yöntemi izlememesi
büyük bir tezattır.[253]
Diğer taraftan Seyf b. Ömer'in mahiyeti ve doğurduğu neticeler
bakımından fevkalâde mühim bu rivayeti, İbn Sa’d ve o devrin hâdiselerini ciddî
bir şekilde ele alan Belâzürî gibi iki önemli tarihçi ile Nasr b. Muzâhim
el-Minkarî ve Ya'kûbî gibi Şiî tarafgirliği ile tanınan müellifler sükût
geçmektedirler. Bu durumda, Seyf b. Ömer'in rivayetinin doğruluğu ve
dolayısıyla İbn Sebe'nin tarihî bir şahsiyet olduğu hakkında duyulabilecek
şüphe ve tereddütleri teyit eder mahiyettedir.[254]
Seyf b. Ömer’in rivayetindeki amaç, belki de o günkü
olaylardaki sorumluluğu İbn Sebe’ye yükleyerek müslümanları fitneden uzak tutma
gayretidir. İbn Sebe’ gibi bir şahsın mevcudiyeti tartışmalı da olsa,
hoşnutsuzluklarla birlikte, fitneye düşürecek gizli çalışmaların da bulunduğunu
söylemek mümkündür.[255]
Giriş mahiyetindeki bu bilgileri aktarmamızın
sebebi Abdullah b. Sebe’nin Ammâr olduğu hakkındaki birtakım iddialardır.[256] Ali Hüseyin el-Verdî'ye göre
uydurma bir şahıs olan İbn Sebe', aslında Ammâr’dır. Garip bir tesadüftür ki,
İbn Sebe'ye nispet edilen hususlardan birçoğu Ammâr’ın hayatında da mevcuttur.[257] Bunlar şöylece
sıralanabilir:
İbn Sebe',
İbnü's-Sevdâ olarak biliniyordu. Aynı şekilde Ammâr’ın künyesi de İbnü's-Sevda
idi.
Ammâr, Yemen
soyundandı. Bunun manası, onun Sebe' oğullarından (İbn Sebe’) olmasıdır. Bu
sebepten her Yemenliye İbn
Sebe' denmesi doğrudur. Yemenlilerin hepsi de Sebe’ b. Yeşcub b. Kahtân'a
mensuptur.
Ammâr, halkı her
vesile ile Ali b. Ebî Tâlib'e biat’e çağıran ve ona muhabbet duyan biridir. İbn
Sebe’ de bu özelliği ile tanınmıştı.
Ammâr, Hz.
Osman'ın hilâfeti sırasında Mısır'a gitmiş ve halkı ona karşı tahrik etmişti.
Bu haber de, İbn Sebe’nin Mısır'da yerleştiği yolundaki haberlere
benzemektedir.
İbn Sebe’ye,
“Osman hilâfeti hakkı olmayarak ele geçirmiştir; onun meşru sahibi Ali b. Ebî
Tâlib'dir...” şeklindeki görüş de nispet edilmektedir. Bunlar Ammâr’ın da sık
sık dile getirdiği sözlerdir.
İbn Sebe’nin
Cemel Savaşı sırasında birtakım faaliyetlerde bulunduğu söylenmektedir. Bu olay
etraflıca incelendiğinde Ammâr’ın da Cemel Savaşı öncesinde faal bir rol
oynadığı ve hatta Hasan ve Mâlik el-Eşter’le beraber Kûfe'ye gidip halkı
Ali’nin ordusuna katılmaya teşvik ettiği görülecektir.
Bu iddiaları ortaya atanlara göre “Bütün bunlardan, İbn
Sebe'nin Ammâr’dan başkası olmadığı sonucuna ulaşırız. Üstelik Kureyş, Ammâr'ı
Osman'a karşı yapılan isyanın başı sayıyordu; fakat işin başında onun ismi açıkça
ortaya çıkmadı ve bir remiz olmak üzere İbn Sebe' veya İbnu's-Sevda kullanıldı.
Raviler de bu durumu, perde gerisinde kimin bulunduğunun farkına varmadan
öylece naklettiler.” [258]
Gayet mantıklı gibi görünen bu iddialar hakkında Fığlalı şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: “İlk bakışta mantıklı ve ikna edici gibi görünen
bu ifadeler aslında son derece cüretli iddialardır ve üstelik bünyesinde
cevaplandırılması oldukça güç ve muhtemelen imkânsız birtakım sorular
taşımaktadır. Belki İbn Sebe’nin Ammâr için bir rumuz olması, o günün siyasî
şartları muvacehesinde pekâlâ mümkün olabilir. Nitekim Emevîler, Hz. Ali ile olan savaşlarında Şamlılara, başlangıçta “Ebû Turâb”
ve “Turâbiyyûn” ile savaştıklarını söyleyip Hz. Ali ile harp ettiklerini açıkça
bildirmemişlerdi.
Bilindiği gibi Ebû Turâb Hz. Ali'nin künyelerindendir. Ayrıca Ali Sami
en- Neşşâr'a göre de, Abdullah İbn Sebe'nin de Ammâr’ın ismi için mücerret bir
kılıf olması pekâlâ muhtemeldir ve özellikle Ziyâd b. Ebihi'nin Muâviye'ye
yazdığı mektubunda Hucr b. Adiyy ve arkadaşlarını Sebeiyyûn olarak
nitelendirdiğini görüyoruz. Oysa büyük sahabi Hucr b. Adiyy'in, müslümanları
dinlerinde ifsat eden bir Yahudi’nin adamı olması kesinlikle makul değildir.
Buna göre bunların hepsi de muhtemeldir ve Emevîler, Şamlılar Ammâr ve
etrafındakilerin Ali'nin taraftarı olduklarını öğrendikleri zaman
ayaklanmasınlar diye büyük sahâbi Ammâr’ın adını İbn Sebe’ adı altında
gizlemişlerdir”. [259]
Ya’kûbî’ye göre İbn Mes’ûd ölünceye kadar Hz. Osman’a
kızgındı. Hz. Osman bir kabir görmüş, bu kabrin kimin kabri olduğunu sormuş,
İbn Mes’ûd’un kabri olduğu söylenince cenaze namazını kimin kıldırdığını
öğrenmek istemişti. Ammâr’ın kıldırdığını öğrenince de Hz. Osman, kendisine
haber vermeden İbn Mes’ûd’un cenaze namazını kıldırdığı için çok kızmış ve
Ammâr’a: “Yazıklar olsun sana ey İbnü’s-Sevdâ” diye hitap etmiştir.[260]
Abdullah b. Sebe’ hakkında geniş bir değerlendirme yapan
çağdaş İslâm âlimi Câbiri de Ammâr’ın kesinlikle İbn Sebe’ olamayacağı yönünde
fikir yürüterek şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İbn Sebe, Ammâr’dır” görüşü,
ancak bu kişinin yani Ammâr’ın Hz. Osman'a karşı kışkırtmadaki rolünü belirten
kaynaklarla yetinilince doğru olabilir. Bunun ötesine gidip, Ammâr’ın öldüğü
Sıffîn Savaşı’ndan sonraki metinlere geçersek, bu varsayım kesinlikle
düşecektir. Çünkü “İbn Sebe” bu metinlerde, Sıffîn savaşından, hatta Ali b. Ebî
Tâlib’in tuzağa düşürülmesinden sonra hayatta kalmıştır.[261]
Ali Sami en-Neşşâr ise Hz. Ali'ye karşı olanların bütün bu
aşırı fikirleri yalan yere Ammâr’a yüklemiş olabileceklerini, aslında onun
bunları kesinlikle bilmediğini ve söylemediğini belirtmekte ise de,[262] yine de İbn Sebe'nin Ammâr
olduğu veya olabileceği yolundaki iddiaya yeterli cevabı verememektedir. Şöyle
ki, eğer iddia edildiği gibi İbn Sebe', Ammâr ise, Seyf b. Ömer'in
rivayetindeki İbn Sebe'nin Kûfe, Basra, Şam ve Mısır'daki ifsatları nasıl
açıklanabilecektir? Gerçi Ammâr şehirlerdeki durumu tetkik için Mısır’a
gönderilmiştir ve yine Seyf’in rivayetine göre orada İbn Sebe’nin telkinlerine
kapılmıştır; ama gecikme ile de olsa Mısır’dan Medine’ye dönerek Halife Hz.
Osman'a Mısır hakkındaki “raporunu” vermiştir. Ayrıca Kûfe, Basra ve Mısır'dan,
aralarında İbn Sebe'nin de bulunduğu isyancılar Medine'ye geldiği zaman Ammâr
orada bulunuyordu. Diğer taraftan yine Seyf’e göre Cemel harbinin
başlatılması için akdedilen gizli toplantıda mevcut olan İbn Sebe', herhalde
Ammâr değildi. Keza aşırı fikirlerinden dolayı Medâin'e sürüldüğü
söylenen İbn Sebe', şüphesiz Ammâr olamaz; çünkü Ammâr, Cemel'den sonra Hz.
Ali'nin safında Sıffîn'a katılmış ve orada 37/657 yılında şehit düşmüştür. Buna
göre Sebeiyyede mevcut olan aşırı fikirlerin kaynağını izah ile Ammâr’ı
bunlardan tenzih etme gayretlerinden önce, gerek Seyf b. Ömer'in, gerek
mezhepler tarihî yazarlarının ifadeleri ile mezkûr iddiaların telifi veya
tenakuzlarının tespiti gerekecektir.”[263]
Esasen Seyf b. Ömer ile mezhepler tarihî yazarlarının İbn
Sebe' hakkındaki rivayetleri, meseleyi yeterince içinden çıkılmaz bir duruma
sokmakla kalmamakta, aynı zamanda mahiyeti itibariyle hayli şüpheli ve hatta
rahatsız edici bir vaziyet doğurmaktadır. Şöyle ki, Seyf'in rivayetine göre İbn
Sebe, ayrı ayrı yerlerde Ebû Zerr, Ammâr ve Ebu’d-Derdâ gibi sahâbîlerle
görüşmüş ve kendi aşırı ve sapık fikirlerini bunlar ve diğer sahabilere
aşılamıştır. Bu hususu, mezkûr sahâbîlerin şahsiyetleri ve Peygamber katındaki
değerleri göz önüne alınacak olursa, hiç tereddütsüz reddetmek gerekir. Çünkü
gerek Ebû Zerr, A m m â r ve Ebu'd-Derdâ, gerek diğer bazı ileri gelen
sahâbîler ve müslümanlar, Hz. Osman'ın ve Emevî ailesine mensup valilerin
icraatını tasvip etmeyip birtakım tenkitlerde bulunarak farklı bir siyasî
anlayışı benimsemiş olmakla beraber, bir Yahudi mühtedisinin müfsit fikirlerine
kanıverecek derecede “zayıf ve kararsız” olamazlar. Bu bakımdan, o devrin
seçkin ashabını gerçekten kararsız ve hatta birtakım aşırı telkinlerde ve
ifsatlarda da bulunan bir şahsın tesirinde kalmış gibi gösteren bu rivayet sırf
bu yüzden bile şüphe ile karşılanmalıdır.[264]
Konuyla ilgili Fığlalı’nın değerlendirmeleriyle bu konuya son
vermek istiyoruz: “İbn Sebe' ve Sebe'iyye günün siyasî ve içtimaî şartları
içinde müslümanların, cumhurun veya siyasî ve ilmî otoritenin benimsediği görü
ş lerin dışında Hz. Ali ve Ehl-i Beyt hakkında İsrailiyat ile süslenmiş aşırı
fikirler taşıyan ve İslâm ümmetinin birliğini bozmak ve fitne çıkarmak
maksadıyla faaliyetlerde bulunan şahıs veya zümreler için bir “takma ad” veya “takbih
edici bir yafta” ve hattâ muhalifler için kullanılan bir “aşağılayıcı slogan”
olarak ortaya konmuş olabilir”.[265]
Görüldüğü üzere başta Fığlalı olmak üzere birçok ilim adamı
Abdullah b.Sebe’nin Ammâr olabileceği şeklindeki iddiaların kesinlikle doğru
olamayacağını delilleri ile ortaya koymaktadırlar.[266]
Ayrıca bu tür iddiaların Şii ve müsteşrik yazarlarca ortaya konuldu ğu gerçeğini
de göz ardı etmemek gerekmektedir.[267]
Konuyla ilgili çok geniş değerlendirmeler yapan Fığlalı,
Abdullah b.Sebe’nin Ammâr olduğu iddialarını ciddiye almamış olmalıdır ki; bu
konuya Diyanet İslâm Ansiklopedisinde yazdığı Abdullah b. Sebe’ maddesinde hiç
değinmemiştir. Millî Eğitim İslâm Ansiklopedisinde Abdullah b. Sebe’ maddesini
yazan M.Th. Houtsma da bu konuda herhangi bir görüş belirtmemiştir.
Hz. ALİ
DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR
On iki yıl süren halifeliğinin son yıllarında ortaya çıkan
karışıklıkların ardından Kûfe, Basra ve Mısır'dan Medine'ye gelerek günlerce
evini kuşatan isyancıların Hz. Osman'ı şehit etmeleri üzerine sahâbe, Mescid-i
Nebevî'de toplanarak yeni halifeyi seçmeye karar verdiler. Hz. Osman
kendisinden sonra yerine geçecek birini belirlememişti. Muhacir ve ensarın
ileri gelenleri Hz. Ali'nin halife olmasını istiyorlardı. Fakat Hz. Ali
kendisine yapılan bu teklifi hemen kabul etmek istemedi ve teklifi Talha ile
Zübeyir’e yöneltti. Ancak onlar da kabul etmediler. Sonuçta isyancıların da ısrarıyla
Hz. Ali hilâfet makamına getirildi ve kendisine biat edildi.
Hz. Ali’ye biat edenler arasında Ammâr da vardır.[268] Ammâr’ın Hz. Ali’ye biat
etmesi yukarıda vurguladığımız gibi Hz. Ali’ye yakınlığından dolayı idi.
Hz. Ali’ye yakınlığı ile tanınan Ammâr’ın Şiî kaynaklarda daha
fazla bir önem atfedilerek anlatıldığına şahit olmaktayız. Ilımlı bir Şiî olan
İbn Ebi'l-Hadîd, Hz. Ali'yi tüm sahâbeye üstün tutanlar arasında Ammâr’ı da
saymıştır.”[269]
Makdîsî ise Hz. Ali’yi seven altı kişi içerisinde Ammâr’ı da saymıştır.
Diğerleri ise tahmin edilebileceği gibi Mikdâd , Ebû Zerr, Selmân, Cabir b.
Abdillah ve Abdullah b. Ömer’dir.[270]
Şia’ya göre, Hz. Ali’ye itaati tercih eden ve onu imam olarak
tanıyan sahabîlerden Mikdâd, Ebû Zerr, Selmân hep ön planda olmuşlardır.
İçlerinde Ammâr’ın da bulunduğu bu kimseler ümmet içerisinde ilk defa Teşeyyû
yani Ali’nin imametine inananlar adıyla anılmışlardır. Yine Şia’ya göre Ammâr,
“el-Erkânu’l- Erbaa” adı verdikleri dört kişiden birisidir.[271]
Diğer üç kişi Mikdâd, Ebû Zerr ve Selmân’dır.
Ziyaüddin Rayyis’e göre; Ahmed Emin’in kitaplarında yineleyip
durduğu bir iddiası vardır ki konumuz itibari ile çok önemlidir: “Şia,
çekirdeği Hz. Peygamber’in vefatı ile atılmış, içlerinde Ammâr ve Selmân’ın da
bulunduğu bir topluluğun oluşturduğu bir çıkıştır.” Bu görüş bilimsel olmaktan
uzaktır. Çünkü selef saydıkları bu ashab Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e karşı
gelmeleri bir tarafa bizzat Ammâr Hz. Ömer’in Kûfe, Selmân da Medain valisi
idi.” [272]
En-Neşşar’ın da belirttiği üzere, Sahabîlerden hiçbirisi
imametin on iki ile sınırlı olacağını söylememiştir. Ammâr, Ebû Zer ve Mikdâd
b. Esved'in Şia'nın selefi olduğu şeklindeki Şiî iddia da böylece izale edilmiş
oluyor. Çünkü bu her üç sahabî Şeyheyn’den (Ebû Bekir ve Ömer) beraatlarını
izhar etmedikleri gibi, hiçbirisi de onlara karşı küfür ve hakarette
bulunmamıştır. Ammâr, Hz. Ömer’in Kûfe valisi, Selmân ise Medain valisi idi.
Dolayısıyla bu fırka da sonradan ortaya çıkmış bir fırkadır. Bu mezhebi ilk kez
ortaya atan da Abdullah b. Sebe'dir ve ondan önce böyle bir fırka ve mezhep
bulunmamaktadır.[273]
Akbulut da aynı soruyu sorarak şöyle demektedir: “Eğer Hz.
Peygamber tarafından Ali tayin edilmiş olsaydı, Şia'nın tuttuğu Ammâr, Ebû
Zerr, Mikdâd ve Selmân gibi ashabın, Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in halife olmalarına
karşı çıkmaları gerekmez miydi? Kaldı ki, Ammâr Hz. Ömer’in Kûfe valisi, Selmân
da Medain valisi olarak görev yapmışlardı”[274]
Cemel
Savaşı ve Ammâr
Hz. Ali halife olduğunda Ebû Mûsa el-Eş’ârî, önceden hem kendi
adına hem de Kûfe halkı adına Hz. Ali'ye biat etmişti. Ebû Mûsa daima barış
taraftarıydı. Husumeti hiç sevmezdi. Özellikle müslümanlar arasında
anlaşmazlıkların çıkmasına son derece karşıydı. Kûfe halkının siyasî görüşleri
de birbirini tutmuyordu. Nitekim Hz. Ali, Ebû Mûsa'ya bir mesaj göndererek onu
muhaliflere karşı sert davranmaya çağırdı. Ebû Mûsa ise buna karşılık vermedi.
Hz. Ali bunun üzerine onu ikna etmeleri için Muhammed b. Ebû Bekir ile Muhammed
b. Cafer'i kendisine gönderdi. Bunun da bir faydası olmadı.[275]
Muhammed b. Ebî Bekr ile Muhammed b. Cafer, Kûfe’den dönüp Hz.
Ali’nin yanına vardılar. Durumu ona anlattılar. Hz. Ali, Eşter'e şöyle dedi:
“Sen Ebû Mûsa'nın arkadaşısın. Her hususta ona itirazda bulunabilirsin. İbn
Abbas'la birlikte ona gidin.” Eşter ile İbn Abbas yola çıktılar. Kûfe'ye gelip
Ebû Mûsa ile konuştular. Kûfeli birkaç kişiyi de yanlarına alarak onlardan Ebû
Mûsa'ya karşı yardım istediler.
Ebû Mûsa'nın konuşmasını yapmasından sonra İbn Abbas ve Eşter,
dönüp Hz. Ali'nin yanına gittiler. Durumu ona anlattılar. Sonra Hz. Ali, Hasan
ile Ammâr’ı Kûfe'ye gönderdi.[276] Hz. Ali, Ammâr’ı kendisini
desteklemek Talha ve Zübeyr’e karşı kamuoyu oluşturmak için Kûfe’ye
göndermiştir. Zira Ammâr, daha önce Kûfe’de valilik yapmış, dolayısıyla da Kûfe
halkı tarafından tanınmıştı. Ebû Mûsa da kalkıp cemaate hitaben bir konuşma
yaptı. Konuşmasında fitne döneminde oturanın ayakta durandan daha iyi olduğunu
ifade ederek insanları fitneye düşmemeleri için ikaz etti.
Ammâr, Ebû Mûsa'nın bu konuşmasına kızdı ve ona bağırıp
çağırdı. Sonra da şöyle dedi: “Ey insanlar! O kendi kendini vasfetmektedir. Sen
bu fitnede oturuyorsun, ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.” Sonra Benî
Temim kabilesinden bir adam, Ebû Mûsa tarafını tutarak Ammâr'a kızıp sövdü.
Başkaları da ayaklandılar. Ebû Mûsa, insanları kavgadan men ediyordu.
Bağrışmalar çoğaldı. Gürültü oldu ve sesler yükseldi.[277]
Bundan sonra orada bulunanlar karşılıklı konuşmaya başladılar.
Sonra Ammâr ile Hasan minbere çıkıp insanlara, Mü'minlerin emiri Ali'nin yanına
gitmeleri çağrısında bulundular. Onun, halk arasında barış istediğini ifade
ettiler. Bu esnada Ammâr da Hz. Aişe'ye küfreden bir adamı işitince ona şöyle
dedi: “Sus kahrolası adam! vallahi Aişe, Rasûlullah’ın dünyada ve ahiretteki
zevcesidir. Ama Cenâb-ı Allah, sizi onun vasıtasıyla imtihan etti ki, kendisine
mi yoksa Aişe'ye mi itaat ettiğinizi bilsin.”[278]
Cemel Savaşı’ında Hz. Âişe'nin hevdecine
birçok ok saplanmışsa da kendisi yara almadan kurtulmuştur. Talha, savaşın daha
başlarında rivayete göre Mervân b. Hakem tarafından atılan bir okla öldürülmüştü.
Zübeyr ise savaş meydanından uzaklaşmakta iken Ahnef b. Kays'ın kabilesine
mensup bir kişi tarafından öldürüldü.[279]
Bu savaşta Ammâr, Hz. Ali’nin atlı birliklerinin başında idi.
Yayaların başında Muhammed b. Ebî Bekr vardı. Abdullah b. Abbas ise ordunun
önünde bulunuyordu. [280] Burada önemli bir nokta
vardır ki o da şudur: Bedir ashabından dört kişi Ali, Ammâr, Talha ve
Zübeyr’den Ali ile Ammâr bir tarafta, Zübeyr ile Talha ise diğer taraftadır.[281]
Hz. Ali, adamlarından bir kaçına, mahfeyi ölülerin bulunduğu
yerden alıp getirmelerini emretti. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Muhammed'le Ammâr’a da
bu mahfeyi bir yere gömüp üzerine kubbe yapmalarını emretti. O esnada Ammâr
gelip Hz. Aişe'ye: “Nasılsın anacığım?” demiş fakat Hz. Aişe: “Ben, senin anan
değilim” diyerek kendisine anne denilmesini hoş karşılamayarak kırgınlığını
ifade etmiştir.[282]
Savaş alanında çarpışanlar arasında Zübeyr ve Ammâr da vardı.
Ammâr, mızrağını Zübeyr'e fırlatacaktı. Ama Zübeyr, kendini bir tarafa çekiyor
ve ona şöyle diyordu: “Ey Ebû’l-Yakzân, beni öldürecek misin? Ammâr ise:
“Hayır, Ey Abdullah'ın babası” demiştir.
Zübeyr, Rasûlullah’ın “Ey Ammâr! Seni asi bir grup
öldürecektir.” hadisini hatırladığı için Ammâr'ı öldürmekten vazgeçti. Yoksa
Zübeyr, ondan daha güçlüydü. Bu sebeple onu öldürmedi.[283]
Hz. Aişe'nin devesi düşer düşmez Ali taraftarı olan kardeşi
Muhammed ve ayrıca Ammâr hemen yanma koşarak onu kalabalıktan uzaklaştırdılar.[284] Hz. Ali, hak ve faziletten
ayrılmamış, fakat şartlar onu harbe zorlamıştı. Cemel'deki galibiyet halifeyi
sevindirmemiş, bilakis üzüntüye sokmuştu. [285]
Ammâr’ın Cemel ashabı hakkındaki görüş ve düşüncelerini
yansıtması açısından şu rivayet önem kazanmaktadır. Abdullah b. Rebah,
Ammâr’dan şöyle duyduğunu nakleder: “Ehl-i Şam küfre girmiştir, demeyiniz.
Fakat fıska düşüp zulmetmişlerdir, deyiniz.” Nitekim Hz. Ali’ye Cemel ashabı
hakkında kendisine karşı savaşanların müşrik olabileceği hakkında sorulduğunda:
“Onlar bize karşı isyan etmiş kardeşlerimizdir”[286]
sözünü eklemesi bizlere Hz. Ali ve Ammâr gibi sahabîlerin karşı tarafa nasıl
baktığı hakkında bir ipucu vermektedir.
B-
Sıffin Savaşı ve Ammâr’ın Öldürülmesi
Sıffîn’de İslâm’a ilk girenlerden ve Bedir ehlinden Ammâr,
yine Bedir’e katılanlardan Sehl b. Huneyf el-Ensârî ve ashabın ileri
gelenlerinden Adiy b. Hâtem et-Tâî gibi kimseler vardı. Hâlid b. Zeyd (Ebû
Eyyub el-Ensârî) de bu kimseler arasındaydı.[287]
Kays b. Sa’d, Abdullah b. Büdeyl ve Ammâr’ın bu savaşta önemli bir konumları
vardı. Çünkü bu kişiler insanları etkileyebilecek yapıda kimseler idi.[288]
Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali, Kûfeli süvarilerin başına Eşter
en-Nehaî'yi, piyadelerin başına Ammâr’ı, Basralı süvarilerinin başına Sehl b.
Huneyf’i, piyadelerinin başına Kays b. Sa'd ile Hâşim b. Utbe'yi, Kurrâların
başına da Sa'd b. Fedek et-Temimî’yi komutan olarak tayin etmiştir. Ayrıca
Şamlıların saldırmamaları halinde kendilerinin saldırıyı başlatmamalarını
emretmiştir.[289]
Ammâr’ın Sıffin’de değişik şekilde sözler söylediğine
rastlamaktayız. Bunlardan birisi şudur: “Peygamber düşmanı olan şu kavme doğru
koşun ki insanların en hayırlıları Ali’ye tabi olanlardır. Şu an meşrafi (bir
tür kılıç) kılıçlarımızı çekme, atlarımızı sürme ve semherî mızraklarını (bir
nevi özel mızrak) sallamanın güzel olduğu andır.”[290]
Başka bir rivayete göre de Sıffin Savaşı esnasında bir adam
Ammâr’a yaklaşarak şöyle demiştir: “Ey Ebû’l-Yakzân! Rasûlullah, “insanlarla
müslüman oluncaya kadar savaşın daha sonra müslüman olduklarında onların
kanları ve malları size haramdır” buyurmadı mı? Ammâr ise o kimseye şu cevabı
vermiştir: “Dediğin doğru. Ama onlar müslüman olmadılar sadece teslim oldular
ve karşılarına düşman çıkıncaya dek küfrü gizlediler.”[291]
Minkarî’nin eserinden yukarıya aldığımız iki paragraftaki
bilgilerle, Muaviye hakkında Hz. Peygamber’den rivayet edilen (!) şu iki hadis
bu eserin ne denli taraf tuttuğunu ortaya koymaktadır. Hadislerde, güya Hz.
Peygamber Muaviye hakkında: “Muaviye İslâm dışı ölecektir” ve “Muaviye benim
milletim- dinim dışında ölecektir”[292]
şeklinde sözler söylemiştir. Biz bu konuda Minkârî’nin “Vak’atü Sıffin” adlı
eserinden yararlanırken bu ayrıntılara dikkat çekmek isteriz.
Zira Minkârî bir Şiî taraftarıdır ve bu rivayetler onun ne
denli yanlı bir tutum sergilediğinin açık bir göstergesidir.
Kaynaklarımızda Ammâr’ın Sıffin’de Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah
b. Ömer’i öldürdüğü şeklinde bir takım iddialar dile getirilmektedir. İbn
Sa’d’ın Tabakat’ta belirttiğine göre ise Ubeydullah’ı Hemedan’lı veya Benî
Hanife kabilesinden birisi öldürmüştür. Ammâr’ın öldürmüş olabileceğine dair
bir ..357 rivayet de
mevcuttur.
Muhammed b. Ömer’in rivayetine göre; Ammâr ile Ubeydullah b.
Ömer Sıffin’de savaşmak için karşılaştıkları zaman Ubeydullah, Ammâr’a şöyle
demiştir: “Ben temiz oğlu temizim.” Ammâr ise ona şöyle cevap vermiştir: “Sen
temiz oğlu pissin”. Bu konuşmadan sonra da Ammâr onu öldürmüştür. Aynı kişinin
rivayetine göre Ubeydullah, Ammâr’ın kulağını kesmiştir.[293]
[294] Oysa bildiğimiz gibi daha
önce de geçtiği üzere Ammâr’ın kulağı Yemâme günü savaşırken kesilmiştir.
Dolayısıyla yukarıda geçen Ubeydullah’ı Ammâr’ın öldürdüğü şeklindeki rivayetin
doğru olması mümkün değildir.
Ammâr’ın Sıffin Savaşı’ndaki rolü ve öldürülmesi olayını ele
almaya çalışalım. Ammâr her zaman olduğu gibi Sıffîn Savaşı’nda da mü'minlerin
emiri olan Hz. Ali'nin yanında yer almış ve Şamlılar tarafından öldürülmüştür.
Ammâr’ın Sıffin’de söylediği şu sözler Muaviye’nin konumu ve
gerçek niyeti açısından bu günkü tarihçilerimize ışık tutar niteliktedir: “İbn
Cerir’in, Zeyd b.Vehb el-Cühenî’den rivayet ettiğine göre, Sıffîn savaşı
esnasında Ammâr şöyle demiştir: “Kim Rabbinin hoşnutluğunu arar ve mal ile
evlada iltifat etmezse buraya gelsin.” Böyle demesi üzerine bir grup insan onun
yanına geldi.
Ammâr, onlara şöyle dedi: “Ey insanlar! Gelin bizimle birlikte
şu Osman’ın intikamını almak isteyen ve onun haksız yere öldürüldüğünü iddia eden
şu karşıdaki kavmin üzerine saldıralım. Allah'a yemin ederim ki, bunların
maksadı Osman'ın intikamını almak değildir. Onlar: “Bizim imamımız haksız yere
öldürüldü” diyerek kendi etrafındaki adamları aldattılar. Amaçları gerçekten
zorba hükümdarlar olmaktır. İşte şu gördüğünüz noktaya gelmişlerdir. Eğer
onların bu iddiaları olmamış olsaydı, müslümanlardan iki kişi bile onlara tabi
olacak değildi. Çok zelil, çok habis olacaklar ve etraflarındaki adamlarının
sayısı da az olacaktı. Ne var ki, batıl sözün, gafil kimselerin kulağında bir
tatlılığı vardır. Allah'a doğru ve güzel bir gidişle gidiniz. O'nu çokça
anınız.”[295]
Ammâr, bu konuşmayı yaptıktan sonra ilerledi. Karşısına Amr b.
el-Âs'la Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah çıktılar. Ammâr, bunları azarlayıp kınadı
ve kendilerine öğüt verdi. Onlara çok ağır söz söylediğine dair nakiller de
vardır.
Abdullah b. Seleme’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Sıffîn Savaşı’nda Ammâr’ı esmer tenli, uzun boylu, yaşlı bir adam olarak
gördüm. Mızrağı elinde tutuyor ve şöyle diyordu: “Nefsim kudret elinde bulunan
Allah'a yemin ederim ki ben, Rasûlullah'la birlikte şu mızrağımla üç kez
savaştım. Bu dördüncü savaştır. Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim
ki, bunlar bizi vurup Hecer[296] hurmalıklarına kadar
geriletseler, o zaman bilirim ki bizim ıslahatçılarımız hak yoldadırlar.
Onlarsa sapıklıktadırlar”[297] Ammâr’ın daha önce
Rasûlullah'la birlikte üç defa savaştığını söylediği savaşlar Bedir, Uhud ve
Hendek savaşları olabileceği gibi diğer gazveler de olabilir. Zira, Hz. Peygamber’in,
Benî Müstalik Gazvesinde muhacirlerin bayrağını Ammâr’a verdiği daha önceki
bilgilerimizde geçmişti.
Sıffîn günlerinin birinde güneş batmak üzere iken hâlâ
muharebe devam ediyordu. Ammâr: “Bana bu dünyadaki son rızkımı veriniz” diye
bağırmış, ona kırmızı bir halkası olan bir kadeh içinde bir miktar süt
getirmişler, Ammâr onu içtikten sonra “Bu gün dostlara kavuşacağım, Muhammed
ile arkadaşlarına varacağım” demiştir. Daha sonra Muaviye’nin askerlerine son
derece şiddetle hamle etmiş, Ebû-l Ğadiye adında bir adam onu yaralayarak yere
düşürmüş, Ammâr bu yara yüzünden şehit olmuştur.[298]
Abdullah b. Amr b. el-Âs babasının ısrar etmesi üzerine onunla
beraber Muâviye ordusunda yer almış, fakat müslümanlara silâh çekmemiştir.
Savaş sırasında her biri Ammâr’ı kendisinin öldürdüğünü iddia eden iki kişi,
Muâviye'nin huzurunda tartışırken Abdullah söze karışmış ve bunun iftihar
edilecek bir şey olmadığını, çünkü Ammâr'ın âsi bir topluluk tarafından
öldürüleceğini bizzat Peygamber'den duyduğunu söylemiştir. Bunun üzerine
Muâviye. “Öyleyse sen aramızda ne arıyorsun?” diye sormuş, o da babasının
evvelce kendisini Peygamber'e şikâyet ettiğini, Rasûl-i Ekrem'in, “Hayatta
olduğun müddetçe babana itaat et, sakın ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple
savaşa katıldığını ve fakat savaşmadığını söylemiştir.[299]
Diğer bir rivayete göre Amr b. el-Âs, hayatının son yıllarında Sıffîn'de
bulunmuş olmaktan duyduğu derin üzüntüyü, "Keşke yirmi yıl önce ölseydim
de bu hâli görmeseydim!" demek suretiyle dile getirmiş, ayrıca müslümanlar
arasındaki savaşlara fiilen katıldığından dolayı babasını tenkit etmiştir.[300]
Amr b. el-Âs’ın oğlu Abdullah, babasına şöyle
dedi: “Eğer Rasûlullah, sana itaat etmemi bana emretmiş olmasaydı, seninle
birlikte buralara kadar gelmezdim. Sen, Rasûlullah’ın Ammâr’a: “Seni azgın ve
asi bir grup öldürecektir” dediğini işitmedin mi?
Abdullah, babasının evvelce kendisini Peygamber'e şikâyet
ettiğini, Rasûl-i Ekrem'in, “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et, sakın
ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple savaşa katıldığını ve fakat savaşmadığını
söylemiştir[301]
Yine Ebû Abdurrahman es-Sülemî dedi ki: Ben, Ammâr'ı da bu
savaşta gördüm. Sıffîn vadilerinden birini tuttuğu zaman oradaki sahabîler de
peşine takılıyorlardı. Onun, Hz. Ali'nin bayraktarı olan Hâşim b. Utbe'ye gidip
şöyle dediğini gördüm: “Ey Hâşim ilerle! Cennet kılıçların gölgesi altındadır.
Ölüm, mızrakların ucundadır. Cennet'in kapıları açılmış, iri gözlü huriler
süslenmişlerdir. Bu gün dostlara kavuşuyorum. Muhammed'e ve grubuna kavuşuyorum”.[302] Böyle dedikten sonra Ammâr
ile Hâşim, birlikte düşmana karşı saldırıya geçtiler ve öldürüldüler.
Ammâr’ın, Sıffîn Savaşı’nda, şöyle dediği nakledilir: “Biz
sizinle onun tevili için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkârına
karşı da sizinle savaşmıştık.Bir vuruşla ki o, başı boyundan koparıp götürür,
dosta da dostunu unutturur.”[303]
Cabirî bu konuda şu değerlendirmeyi yapar: “Gerçekten de
Ammâr, “te'vil” için Kur’ân’ın yorumu için, hatta bütünüyle dinin yorumu için
savaşıyordu. O ve arkadaşları da, Muhammedî davetin Mekke döneminde, Kureyş'in
en şiddetli işkenceyi yaptığı, önlerinde “akîde”ye, onun sunduğu eski çağlara
ait ibret ve örneklere, hesap ve kıyamet gününe dair nitelik ve sahnelere
bağlanmaktan başka bir seçeneğin olmadığı dönemde, daha önce belirttiğimiz gibi
oluşan bir muhayyile ve bilinçten yola çıkıyordu. Çağımızdaki yaygın deyimleri
kullanma iznimiz varsa, şu mantıkla hareket ettiklerini söyleyebiliriz: Ammâr,
“devrim mantığı”yla, İslâm'ın putlara, Kureyş ileri gelenlerine ve savurganlara
karşı devrimci mantığıyla düşünüyordu. Oysa Osman, Muaviye ve benzerleri,
“devlet mantığı”yla düşünüyordu. Bu mantık, kaynağını ve doğrulayıcısını -en
azından kendi mantıklarında- bizzat dinde, dinin nasslannda, Hz. Peygamber'in
tutumlarında, Ebû Bekir ve Ömer'in tutumlarında buluyordu. Bu veriler, Ammâr,
Ebû Zerr ve arkadaşlarının yorumuna, İslâm tarihinde yeri ve önemi bulunan
başka bir yoruma aykırı bir “yorum” türünün bir örneğini bize sunuyor. Öyleyse,
her iki yorum da, İslâm'da siyasî aklın kurucu unsurlarından ikisini
oluşturuyor”.[304]
Ammâr’ın öldürülmesi Bedir ehlinden şehit olanların
sonuncularından olması açısından da önemlidir.[305]
Sıffin Savaşında Ammâr gibi Rıdvan Biatına katılan 63 kişi hayatını
kaybetmiştir.[306]
Ebû Abdirrahman es-Sülemî'den şöyle rivayet edilmiştir: “O
zaman Hz. Ali ile arkadaşları, Şamlıların üzerine aniden bir saldırıya
geçtiler. Hz. Ali'nin yanında Ammâr'la Hâşim de vardı. Gece olunca ben: “Bu
gece Şamlıların ordugâhına gireceğim ve Ammâr'ın ölümünün bize tesir ettiği
kadar onlara da tesir edip etmediğini anlayacağım.” dedim. Savaş sona erdiğinde
bizler onlarla konuşurduk. Onlar da bizimle konuşurlardı. Ben de atıma bindim.
Sakin sakin giderek ordugâhlarına girdim. Bir tarafta Muaviye, Ebû Aver
es-Sülemî, Amr b. el-Âs ve oğlu Abdullah'ın sohbet ettiklerini gördüm.
Birbirlerine neler söylediklerini dinleme fırsatını kaçırmaktan korktuğum için
atımı yanlarına sürdüm. Dinlemeye başladım. Amr b. el-Âs'ın oğlu Abdullah,
babasına şöyle dedi: “Babacığım, bu gün siz şu adamı (Ammâr'ı) öldürdünüz. Oysa
Rasûlullah, onun hakkında neler söylemiştir neler. Rasûlullah, onun hakkında ne
söyledi? “Sen de bizimle beraber değil miydin? Hani biz mescidi inşa ediyorduk.
İnsanlar, taşları, kerpiçleri birer birer taşıyorlarken Ammâr, taşları ve
kerpiçleri ikişer ikişer taşıyordu. Rasûlullah gelip onun yüzündeki toprakları
silip şöyle diyordu: “Yazık sana ey Sümeyye'nin oğlu, insanlar taşları ve
kerpiçleri birer birer taşımaktalar iken sen ikişer ikişer taşıyorsun. Sevaba
rağbetinden ötürü böyle yapıyorsun ama bununla birlikte yine de seni azgın ve
asi bir grup öldürecektir.” Bu hadisin değerlendirilmesi ileride gelecektir.
Bunun üzerine Amr b. el-Âs, atını çekip oradan ayrılmak
isterken Muaviye, atının yularını tutup onu kendine doğru çekti. Amr b. el-Âs
da ona şöyle dedi: “Ey Muaviye! Oğlum Abdullah'ın neler söylediğini işitmedin
mi? Neler söyledi? İşte şunu şunu ve şunu söyledi. “Sen cahil bir ihtiyarsın.
İdrarını tutamadığın halde hadis okuyorsun. Ammâr'ı biz mi öldürdük? Onu bu
savaşa sürükleyenler öldürdü. Bu konuşma üzerine insanlar çadırlarından çıkıp
şöyle diyorlardı: “Ammâr'ı bu savaşa getirenler öldürdüler.”[307]
Bu söz Muaviye ve taraftarlarının kendilerini “Ammâr’ı öldürdü” suçlamasından
ve “baği topluluk” hadisini muhatabı olmaktan çıkarmak için ortaya atılmış hileli
bir ifade olabilir.
Ammâr yaşlı haliyle Hz. Ali davasının savunucusu olarak
savaştı ve şehit düştü. Başı kesilerek Hz. Muaviye’ye götürüldü. Katillerden
her biri, bu işi kendisinin başardığını söyleyerek iftihar ediyorlardı. Amr b.
el-Âs: “İkiniz de cehennemliksiniz” diyerek boşuna övünmemelerini söyledi.
Katiller gittikten sonra Muaviye: “Bizim için canlarını feda eden adamlara
niçin öyle söyledin?” diye Amr’ı kınamışsa da o: “Vallahi öyle olduğunu sende
bilirsin” diye cevap vermişti. Nitekim Ammâr’la ilgili Hz. Peygamber’in
sözünden haberdar olanlar bundan çok müteessir olmuşlardı. Fakat Hz. Muaviye:
“Ammâr’ı biz değil onu buraya getirenler öldürdü, ölümüne sebep olanlar, onu
buraya getirenlerdir” diye meseleyi geçiştirdi ve olayın izlerini silmeyi başardı.[308]
Muaviye’nin Ammâr’ın kendi ordusunda bulunan kimseler
tarafından öldürülmesi üzerine söylemiş olduğu “Onu bu savaşa getirenler
öldürdü” sözüne gelince; bilinmelidir ki; Muaviye'nin yaptığı bu tevil, akıl ve
mantıktan uzak bir tevildir.[309] Çünkü bu mantıkla hareket
edilirse bütün ölümlerin faturası ordu komutanına kesilmelidir.
Ammâr’ın katilinin kim olduğu hususunda
çeşitli rivayetler vardır. Onu öldürenler arasında Ukbe b. Amr el-Cühenî, Amr
b. Hâris el-Havlâni ve Şerik b. Seleme el-Murâdî’nin isimleri geçmektedir.[310]
İbn Habib “Kitabu’l- Muhabber” adlı eserinde Ebu’l-Ğâdiye ve
Hüveyy b. Mati’ Es-Seksekî ile beraber beş kişinin Ammâr’ı öldürdüğünü
belirtir.[311] İbn Asâkir ise Ammâr’ı
öldürenlerin isimlerini naklederken şu isimleri kaydeder: Ukbe b. Âmir, Ömer b.
el-Hâris el-Havlâni.[312] İbnü’l-Esir ise Ebu’l-Ğâdiye[313] ve Hüveyy b. Mati’
es-Seksekî’nin Ammâr’ın başını keserek beraberce öldürdüklerini belirtir.[314]
Beyhakî, İbn Mes’ûd'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Rasûlullah buyurdu ki: “İnsanlar ayrılığa düştükleri zaman İbn Sümeyye hakla
beraber olacaktır.” Bilindiği gibi Ammâr, Sıffîn’de Şamlı adamlar tarafından
öldürüldü. Onu öldürenin adı Ebû’l-Gadiye idi. İri yapılı bir adamdı. Sahâbe
olduğunu söyleyenler de vardır. İbn Abdilberr ile diğerleri, sahâbîlerin adları
arasında Ebû'l-Gadiye Müslim diye birinin bulunduğunu zikretmişlerdir. Hz.
Osman yanlısı bir insandı. Muaviye ve diğerleri ona içeri girmek istediği zaman
“Ammâr’ın katili kapıda!” diye hitap ederlerdi. Bu kişi de bununla övünürdü.
Hatta bu zat, Hz. Peygamber’ den, “Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran
kâfirler gibi olmayın” hadisini de rivayet etmiştir. [315]
Bu bilgileri nakleden Zehebî devamla der ki: “ Hem Peygamberimiz ’den savaşmayı
yasaklayan hadis rivayet edeceksin, hem de Ammâr’ı öldüreceksin!”
Hammad b. Seleme, Ebu’l-Ğadiye’den şu sözleri nakletmiştir:
“Ammâr’ı Medine'de Mescid-i Nebevî’nin yapımında (Belâzurî’ye göre Kubâ
Mescidi’nin yapımı esnasında) Hz. Osman'a sövüp, aşağılayıcı şeyler380
söylerken işitmiştim. Eğer Allah bana bir imkân verirse sana ne yapacağımı
biliyorum diyerek onu öldürmeyi ant içmiştim. Sıffin Savaşı başlayınca Ammâr
insanlara saldırıyordu. Bana “İşte şu Ammâr'dır.” denildi. Ben ciğerleri ile
incikleri arasında (zırhın içinden) bir açıklık gördüm. Üzerine saldırıp dizine
bir darbe indirdim. Yere yıkıldı ben de onu öldürdüm. İnsanlar “Ammâr
öldürüldü.” diye bağırıştı. Amr b. el-Âs’a durum haber verildi. O da “Ben
Rasûlullah’ın “Ammâr'ın katili ve üzerindeki silahlarını soyan cehennemdedir.”
buyurduğunu işittim” dedi. Ona: “O zaman sen de onun katili sayılmaz mısın”
denilince Amr: ‘Efendimiz sadece öldüreni ve soyanı’ belirtti” dedi.381
Başka bir rivayete göre, Ebu’l-Ğâdiye’ye Ammâr’ı nasıl
öldürdüğü sorulunca şöyle demiştir: “Karşı karşıya gelince düelloya adam istedi.
Karşısına Seksekîli biri çıktı. Ammâr onu öldürdü. Sonra Himyerli biri çıktı,
onu da öldürdü. Sonra ben çıktım eli zayıflamış yorulmuştu. Ben ona vurup
yıktım, öldürdüm.” İnsanlar ise; sen Ammâr'ı öldürdün! diye bağırdı. Ben, o gün
onu tanımıyordum.”382
Yukarıdaki iki rivayet birbiri ile çelişmektedir. Önceki
rivayette Ebu’l- Ğâdiye’nin Ammâr’ı Mescid-i Nebevî inşasında Hz. Osman’a
hakaret ettiği için intikam alma duygusu ile bilerek bir şekilde öldürdüğü
anlaşılırken Vâkidî’nin rivayetine göre katil öldürdüğü kişinin Ammâr olduğunu
sonradan öğrenmiştir.
Ammâr’ın öldürülmesi olayında Amr b. el-Âs’ın pişmanlığını
daha önceki rivayetlerde aktarmıştık. Bir gün Amr b. el-Âs yanındakilere: “Biz
Peygamberin içimizden bir kimseyi çok sevdiğini anlıyorduk.” demişti. Kendisine
“o kimdi”. diye soruldu. O da “Ammâr idi!” demesine
karşılık oradakilerin “Sıffîn harbinde sizin öldürdüğünüz kişi o idi” dediler.
Bunun üzerine Amr: “Peygamber öldüğünde bir kişiyi severek ölmüş ise Allah'ın
onu cehenneme atacağını sanmam” dedi. “Biz seni sevdiğini sanıyoruz. Zira seni
devlet işinde görevlendirmiş idi.” dediler. Amr da: “Orasını Allah bilir, beni
sever miydi yoksa gönlümü İslâm’a ısındırmak için mi yapardı. Ama Sıffin
harbinde sizin öldürdüğünüz kişi oydu” dediler. O da “Evet vallahi onu biz
öldürdük” dedi.[316] Bu rivayeti Cerir b.
Hâzim de Hasan el- Basrî de nakletmiştir. Bu ifadelerden Muaviye yanında yer
alan Amr’ın, Hz. Ali safında bulunan Ammâr’ı kendisi olmasa da taraftarları
tarafından öldürüldüğünü kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Ammâr öldürüldüğünde Hz. Ali'nin ordusunda bir gerileme olmuş,
Adiy b. Hatem durumu sorunca Hz.Ali ağlayarak Ammâr'ın ölümünden dolayı
olduğunu söylemişti.[317] [318]
İbn Cerir'in anlattığına göre Ammâr öldürüldüğü zaman Hz. Ali,
Rebia kabilesi ile Hemedanlılara: “Siz benim zırhım ve mızrağımsınız.” demiş,
onun bu çağrısına 12.000 kadar adam icabet etmiş, kendisi de atına binmiş ve ön
safa geçip 385 Şamlılar
üzerine adamlarıyla birlikte aynı anda saldırıya geçmişti.
Ammâr’ın ölümü hakkında Hz. Ali’nin şu sözleri Onun Ammâr’a ne
denli sevgi beslediği, ne denli önem verdiğinin bir kanıtı niteliğindedir:
“Müslümanlardan hiç kimse Ammâr’ın haksız yere öldürülmesi kadar büyük bir
üzüntü duymamıştır. Allah Ammâr’a müslüman olduğunda merhamet etmiştir,
öldürüldüğü günde de merhamet etmiştir, diriltileceği günde de merhamet
edecektir. Ammâr’ı Hz. Peygamber’in yanında zikredilen kimseler, eğer dört kişi
ise dördüncüsü o idi, eğer beş kişi ise beşincisi o idi.
Rasûlullah’ın ashabından hiç kimse cennetin ona vacip olduğu
hususunda tereddüt etmez. Ammâr cennetle müjdelenmiştir.”[319]
Ammâr’ın tahkimin kabulünden önce mi yoksa sonra mı
öldürüldüğüne dair kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Yaygın anlatımda
Ammâr'ın öldürülmesiyle tahkim arasında ilişki kurulmamaya özen gösterilir.[320] Bir rivayete göre Ammâr, Hz.
Ali'nin tahkim önerisini kabulünden sonra onu eleştirmiş ve cennete gitmek
isteyen kimsenin bulunup bulunmadığını sorduktan sonra 500 kişiyle Şam
ordusunun üzerine bir hamle yaparak hayatını kaybetmiştir.[321]
Ona nispet edilen sözlerden de tahkimden sonra savaş alanına atıldığı
anlaşılmaktadır. Daha önce de geçtiği şekliyle Ammâr, Muâviye ve adamlarından
bazılarını kastederek, “Biz sizinle Kur’ân’ın te’vili için savaştık. Nitekim
daha önce onun tenzilinin inkârına karşı da sizinle savaşmıştık.” demektedir.
Bu sözler ile Ammâr'ın okuduğu bir recezde geçen benzer ifadeler248 herhalde
tahkime işaret etmektedir. Buna göre, Demircan’ın da belirttiği gibi[322] Ammâr'ın tahkim
belgesinin yazımından önce, ama mushafların havaya kaldırılmasından sonra
vefat ettiğini söyleyebiliriz.
Şemmahî’nin “Kitabü’s-Siyer”inde tahkim hakkında ve Ammâr’ın
tahkimden önce mi yoksa sonra mı öldüğü konusunda ayrıntılı bilgiler
bulunmaktadır. Biz bu bilgilere, Demircan’ın en-Nuaymî’nin “Haricîliğin Doğuşu”
adlı makalesinden[323] çeviri yaparak kendi kitabına[324] aldığı bölümden ulaştık.
Şemmahî, şu bilgileri vermektedir: “Şamlılar hayatlarının tehlikede olduğunu
görünce, Amr b. el-Âs, Muâviye'ye, “Allah'ın Kitabı aramızda hakem olsun. Şam
sınırlarını Hıristiyanlardan, Irak sınırlarını Fârisîler'den kim
koruyacak?" diye bağırmalarını tavsiye etti. Onlar da mushafları,
mızrakların ucunda havaya kaldırdılar. Ali, bu teklifi kabul ettiğini söyledi.
Ammâr, ayağa kalkarak, “Ey Ali! Vallahi Muâviye bunu fitne için ortaya attı.
Kim onu kabul ederse kâfir olur; kim karşı çıkarsa selâmete erer. Bu, Tâlût
nehri fitnesi gibidir. Dinimiz ve görüşlerimiz hususunda şüpheye mi düştük?
Bizden ve onlardan 100.000 kişi öldükten sonra dinimiz hususunda hakem mi kabul
edeceğiz? Talha, Zübeyr ve Âişe, seni buna davet etmişlerdi fakat kabul
etmeyerek muhalefet edenin dalâlete düştüğünü ve kanının helal olduğunu iddia
etmiştin. Bildiğin gibi Allah, dinler hakkında hükmünü vermiştir. Onlar ne
Allah'ın dinine döndüler; ne de fitne söndürüldü.” dedi.392
Muâviye haber göndererek: “Sizin taraftan bir hakem gönderin;
bizden de bir hakem olsun. Bu hakemlerin verecekleri karara razı olalım.” dedi.
Ali, Eş'as ve beraberindeki askerlerin büyük çoğunluğunun istekleri
doğrultusunda öneriyi kabul etti. Müslümanların seçkinleri, Ammâr, Abdullah b.
Budeyl ve öldürülen başkalarına uyarak bu öneriyi reddettiler.
Bazıları, tahkim talebinin Ammâr'ın öldürülmesinden sonra
olduğunu söylerler. Doğrusu ise, bu talebin onun ölümünden önce olduğudur.
Ancak mushafların Ammâr'ın ölümünden sonra havaya kaldırıldığı hususu
tartışmalıdır.
Şemmâhî'nin bu sözü, haricîlerin tahkimin kabulüyle ilgili
görüşlerini yansıtmakta ve bunu, görüşüne uygun rivayetlerden çıkarmaktadır. O
tahkimin, Eş'as ve insanların büyük çoğunluğunun istekleri doğrultusunda kabul
edildiği görüşündedir. Şemmâhî, tahkim talebinin ve Allah'ın kitabına çağrının,
Ammâr’ın öldürülmesinden önce olduğunu ve onun buna karşı çıktığını,
mushafların havaya kaldırılması hâdisesinin ise Ammâr'ın öldürülmesinden sonra
meydana geldiğini açıklamaya çalışmaktadır.393
Ammâr’ın 37/657 yılında Sıffin’de şehit edildiği hususunda
görüş birliği vardır. Fakat şehit edildiğinde kaç yaşında olduğu hususunda kaynaklarımızda
çok değişik rivayetler vardır. Rivayetlerde Ammâr'ın bu sırada 91, 93 ya da 94
yaşında olduğuna dair farklı rakamlar verilmektedir. Vâkıdî'ye göre doğru görüş
93 yaşında olduğudur. Mes'ûdî ise, eserinin bir yerinde Ammâr'ın 73 yaşında[325] , bir başka yerinde ise 93
yaşında[326] öldüğünü ifade etmektedir. Bu
kadar yaş farkı olamayacağna göre bu farklılık, müstensihten ya da başka
sebeplerden kaynaklanmış olmalıdır. Bütün bunlardan, Ammâr'ın yaşının epey
ilerlemiş olduğunu anlıyoruz.
Ammâr’ın kaç yaşında öldürüldüğü hakkında değişik rivayetlerin
olmasına rağmen genel kabul gören görüşe göre bu rivayetlerin en meşhur olanı
Vâkidî’den gelen rivayettir ki; bu rivayete göre Ammâr 93 yaşında vefat
etmiştir.[327] Bizim kanaatimiz de bu
doğrultudadır.
Hz. Ali, Ammâr’ın cenaze namazını kendisi kıldırmıştır. Ammâr’ı
yıkamadan elbiseleri ile defnetmiştir. [328]
Rivayetlere göre Ammâr, Sıffîn Savaşı’nın yapıldığı yere defnedilmiştir.[329] Ammâr’ın kabri ise şehit
edildiği yer olan Sıffinde Rakka tarafındadır. Orada şu anda bir mescid
ve Ammâr’ın kabrinin bulunduğu bir cadde vardır.[330]
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
AMMÂR B. YÂSİR’İN ŞEMÂİLİ, DİNİ KİŞİLİĞİ VE HAKKINDAKİ AYET VE HADİSLER
AMMÂR’IN
ŞEMÂİLİ, ŞAHSİYETİ VE DİNÎ HAYATI
Ammâr, esmer tenli, uzun boylu bir kimseydi. Omuzlarının arası
genişti. Şelâ gözlüydü. Şaçlarındaki beyaz telleri koparıp atmaz, ya da
boyamazdı.[331] Az konuşur, çok sukut eder,
genelde ağzından şu sözler çıkardı: “Fitnelerden Rahman’a sığınırım,
fitnelerden Rahman’a sığınırım.” Hatta İbn Ömer, Onun hakkında “fitnelerden
Allah’a bu kadar sığınan kimse bilmiyorum” derdi.[332]
Kızı Ümmü’l-Hakem’den de Ammâr’ın şemaili hakkında yukarıdaki bilgilerle
örtüşen bir rivayet vardır.[333]
Ammâr hiçbir namazını kazaya bırakmamıştır.[334] Kendisi bir keresinde su
bulunmayan bir yerde gusül yapmak zorunda kalmış, fakat su bulunmadığı için
kendi ifadesi ile “bir hayvanın yerde sürünmesi gibi” yerde sürünmüş ve bu
suretle teyemmüm ederek namazı eda etmiştir. Ammâr bilahare bunu Resul-ü
Ekrem’e arz etmiş, Hz. Peygamber de ona: “Öyle yapacağına şöyle yapsaydın”
diyerek teyemmümü öğretmişti.
Ammâr’ın dünya malına pek değer vermediğine şahit olmaktayız.
Kûfe’ye vali olarak atanan Ammâr’ın yardımcısı Abdullah b. Mes’ûd bir defasında
bir ev yapmış ve bunu Ammâr’a göstererek: “Nasıl beğendin mi?” diye sormuştur.
Ammâr ise “Uzun emellere kapılmışsın fakat öleceksin!” diyerek onun bu dünyaya
ait emelinin nasıl olması gerektiğine dair kanaatini belirtmiştir.[335]
Ammâr’ın söylemiş olduğu birtakım veciz ifadeler vardır.
Onlardan birkaçı şöyledir:
“Şu üç şey imanın kemalindendir: Sıkıntı ve darlıkta iken
ihtiyacı olan kimse için harcamak, her durumda adaletin yerleştirilmesi, dünya
için barış ve güvenliğin sağlanması.”[336]
“Üç kimse vardır ki; kendisini nifaktan hakkıyla korur:
Adaletli yönetici, hayırlı öğretici ve İslâm’da ömrünü geçiren ihtiyar”
“Öğüt olarak ölüm yeter, zenginlik olarak yakîn yeter,
meşguliyet olarak ise ibadet yeter.” [337]
“Salih dost güzel kokuya benzer, onda ancak güzel koku
bulursun, onun kokusu sana ulaşır; Kötü dost ise körük gibidir. Onun ateşini
yakmazsan şerri sana isabet etmez. Kokusu da iğrenç kokar.”[338]
“Allah’ım senden gayb ilmini ve senden güç kuvvet istiyorum.
Eğer yaşamam benim için hayırlı ise beni yaşat, yok eğer ölümüm benim için
hayırlı ise beni öldür.”[339]
“Allah’ım, beni salih kulların arasına kat! Salih kullarına
vermiş olduğun emniyet, iman, ecir, afiyet, mal, sapıklığa düşmeyen hayırlı
evlat gibi güzel şeyleri bana da ver”[340]
II-
HADİS RİVAYETİ BAKIMINDAN AMMÂR B. YÂSİR
Kaynaklarımızda Ammâr’ın 62 hadis-i şerif rivayet ettiği
belirtilmektedir. Bunlardan altısı [341]
veya beş tanesi “Sahihayn” da (Buhârî- Müslim) mevcuttur. [342]
Kendisinden şu kimseler hadis rivayet etmişlerdir: Ali b. Ebî
Tâlib, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş’arî, Ebû Umame el-Bahilî, Cabir b. Abdillah,
Muhammed b. el-Hanefiyye, Alkame, Ebû Vâil, Hammam b. el-Hâris, Nuaym b.
Hanzala, Abdurrahman b. Ebzî, Naciye b. Ka’b, Ebû Leys el-Huzâî, Abdullah b.
Selime el- Muradî, Mervan b. Milhan, Yahya b. Ca’de, Ata’nın babası Sâib, Kays
b. Ubade, Sila b. Züfer, Muharik b. Süleym, Âmir b. Sa’d b. Ebî Vakkâs ve
Ebû’l-Buhterî.[343]
Zehebî, Sedûsî’nin müsnedlerini yazdığı kimseler olarak şu
zevatı zikreder: “Aşere-i Mübeşşere, İbn Mes’ûd, Ammâr, Abbas ve Mevaliden
bazılarının müsnedleri. Sedûsî’nin vefat tarihini 262/876 olarak kaydeden
Zehebî, onun müsnedinden bir cüz elde ettiğini söylemektedir.[344]
Uzun süre Hz. Peygamber ile beraber olan Ammâr’ın sadece 62
hadis rivayet etmesini başka sebepler olabileceği gibi kendisindeki unutkanlığa
da bağlayabiliriz. Bununla alakalı Hz. Ali’ye Ammâr hakkında sorulunca şöyle
demiştir: “Unutkan bir insandır. Kendisine hatırlatılınca hatırlar. İman Onun
gözlerine ve kulaklarına kadar girmiştir.”[345]
Yine Hz. Ali hadis rivayeti hususunda çok hassas bir insandır.
Esma bt. el- Hakem’in naklettiğine göre Hz. Ali bu konudaki hassasiyetini
sahâbeden bir kimse bize Allah Rasulünden bir hadis rivayet ettiğinde, o
kişiden söz konusu hadisi bizzat Peygamber’den duyduğuna dair yemin etmesini
isterdim. Yemin ettiğinde ise o kimseyi tasdik ederdim, sözleriyle dile
getirmiştir.[346] Fakat Hz. Ali sika oldukları
hususunda şüphe duymadığı kimselere hadis rivayetinde yemin teklifinde
bulunmamıştır. Bu kimseler arasında Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Mikdâd b. Esved ve
eşi Hz. Fatıma başta gelen sahabîlerdir. Hz. Ali, aynı şekilde Ammâr’ın rivayet
ettiği hadisleri de yemin ettirmeden kabul etmiştir.[347]
Araştırmamız boyunca Ammâr’la alakalı hadis-i şeriflerin çok
sayıda olduğunu gördük. Ammâr hakkındaki hadis-i şerifleri, Wensinck’in “el-
Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l - Hadisi’n-Nebevî” [348]
adlı eserinden yola çıkarak araştırdık.
Ammâr’la alakalı hadisleri iki farklı başlık altında ele
almaya çalıştık. Öncelikle Hz. Peygamber’in ashabının fazileti bağlamında
Ammâr’ı öven hadislerini, sonrasında ise Ammâr’ın rivayet ettiği hadislerden
bir kısmını bir araya getirdik.
Ammâr’ı
Öven Hadisler
Hz. Peygamber’in ashabından birçok kişiyi sözleri ile övüp
-değer verdiğini biliyoruz. İşte bu bağlamdaki hadislere en güzel örneklerden
birisi de O’nun Ammâr hakkındaki övücü-taltif edici sözleridir:
Tirmizî, Enes b. Malik'ten rivayet ettiğine göre, Rasûlullah
şöyle buyurmuştur: “Cennet, üç kişiye özlem duyar: Ali, Ammâr ve Selmân.”[349] Bazı kaynaklarda bu
sahabîlere ilaveten dördüncü kişi olarak Mikdâd b. Esved’in ismi geçmektedir.[350]
Hz. Ali’den
Rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
“Hiçbir Peygamber yoktur ki, kendisine yedi necip yardımcı ve dost verilmesin.
Bana ise o kimselerden on dört kişi verilmiştir: Hamza, Cafer, Ebû Bekr, Ömer,
Ali, Hasan ve Hüseyin, Abdullah b. Mes’ûd, Selmân, Ammâr, Ebû Zerr, Huzeyfe,
Mikdâd ve Bilal”[351]
Ebû Nuaym şöyle der:
“Bir âlim, talebelerinden birinin ilimde kemal ve olgunluğa erdiğini görünce,
kendi ölümünden sonra başlarına yeni olaylar ve güç meseleler geldiğinde
insanların kendisine başvurabilmeleri için onun ilimdeki mevki ve derecesine
delâlette bulunması gerekir.” Ebû Nuaym bu konuda Huzeyfe’nin Hz. Peygamber'den
rivayet ettiği şu hadisi delil gösterir: “Benden sonra gelen (halife)lere tabi
olun -Ebûbekir ve Ömer'i işaret etti- Ammâr’ın yolundan gidin, İbn Ümmi Abd (
Abdullah b. Mes’ûd) size bir haber verince onu tasdik edin.”[352]
Hz. Ali ’den rivayet
edilen başka bir hadiste ise şöyle denilir: “Ammâr, Rasûlullah’ın yanına girmek
için izin istedi. Hz. Peygamber de “Ona müsaade edin, girsin!” buyurdular.
Ammâr girince de: “Tayyib[353] ve mutayyeb Ammâr'a merhaba!”
diyerek selamladılar, "[354]
B-
Ammâr’ın Rivayet Ettiği Hadisler
Ammâr anlatıyor: “Rasûlullah buyurdular ki: "Kişi vardır,
namazını kılar bitirir de, kendisine namazın sevabının onda biri yazılır. Kişi
vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri,
dörtte biri, üçte biri yarısı yazılır.” [355]
Ammâr, Hz.
Peygamber’in Hz. Ali hakkında şöyle dediğini bildiriyor: “Ey Ali! Hak Teâlâ
sana herkeste bulunmayan bir zînet vermiştir ki, bu, zühddür. İşte bu zühd
sende olduğu müddetçe, ne sen dünyadan ve ne de dünya senden bir şeye
erişemiyorsunuz.”[356]
Ammâr anlatıyor:
“Rasûlullah beni bir vazifeyle yola çıkarmıştı: Sefer esnasında cünüb oldum, su
da bulamadım. Bunun üzerine hayvanlar gibi ben de toprağa bulandım. Sonra
Rasûlullah'a gelip durumu kendisine arzettim. Bana: “Sana şöyle yapman kâfi
idi!” dedi (ve gösterdi), iki avucuyla yere bir vurdu, sonra avuçlarını çırptı,
sonra soluyla (sağ) avucunun sırtını veya sol avucunun sırtını (sağ) avucuyla
mesh etti. Sonra da onunla yüzünü de mesh etti.”[357]
C- Ammâr
Hakkındaki İstikbale Yönelik Hadislerin Bir Değerlendirmesi
Hadis kaynaklarında mevcut hadisler arasında sıkça Hz.
Peygamber'in istikbale ma'tûf olarak söylediği hadislerle karşılaşırız. Bu tür
hadisler değişik açılardan pek çok kişinin zihnini meşgul etmektedir. Hz.
Peygamber'in, istikballe ilgili olarak söylediği hadislerin kaynağının ne
olduğu, sünnet-vahiy ilişkisi düşünüldüğünde vahiyle ilişkilerinin
olup-olmadığı, Hz. Peygamber'in bu sahada konuşma yetkisinin bulunup
bulunmadığı, bu tür hadislerin, vahyin dışında telakki edilmesinin mümkün
olup-olmadığı, eğer mümkünse o halde bu
hadislerin
kaynağı probleminin nasıl halledileceği ve istikbâlle ilgili hadislerin nasıl
kabul edileceği gibi konular akla gelmektedir.
Ammâr’ın Sıffin’deki durumunu ifade eden pek çok hadisin
kaynaklarda yer aldığı görülür. Bu hadislerden bir kaçı şunlardır:
Vay Ammâr'a! Onu
bâği (asi) bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe
çağırır! [358]
Seni azgın ve asi bir grup öldürecektir.[359]
İnsanlar ihtilafa
düştükleri vakit (bilsinler ki) İbn Sümeyye (yani Ammâr) Hak’la beraberdir.[360]
İbn Kesir bu hadisleri değerlendirirken şu sonuca varır: “Bu
hadisler, peygamberliği ispatlayıcı delillerdendir. Çünkü Hz. Peygamber, Ammâr’ın,
asi ve azgın bir topluluk tarafından öldürüleceğini önceden haber vermiştir.
Gerçekten Şamlılar, Sıffîn Savaşı’nda onu öldürmüşlerdir. O esnada Ammâr, Hz.
Ali ile beraberdi. Hz. Ali, halifelik hususunda Muaviye'den daha çok hak sahibi
idi. Ancak Muaviye'nin arkadaşlarını, asi ve azgın olarak adlandırmak, onların
kâfirliklerini gerekli kılmaz.”[361]
Buhârî'nin naklettiği Ebû Said el-Hudrî rivayeti, yukarıda söz
konusu ettiğimiz rivayetin sıhhatiyle ilgili kuşkularımızda bizi destekleyecek
durumdadır. Bu rivayete göre Hz. Peygamber: “Vay Ammâr'a! Onu bâği (asi) bir
grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır!”
buyurmaktadır. Buhârî’nin bazı nüshalarında Vah 'Ammâr! Onu isyankâr bir grup
öldürecektir, kısmının bulunduğu ifade edilmekledir. Bu da tartışmalı kısmın
sonradan eklendiğine dair şüphelerimizi artırmaktadır. Buhârî'nin Ebû Sa'id el-
Hudrî'den naklettiği ve mescidin inşası sırasında söylendiği belirtilen bu
ifadeler, benzer sözlerle Abdullah b. Amr b. el-Âs’a nispet edilerek de
nakledilmektedir. Abdullah, bu sözleri Ammâr'ın öldürülmesinden sonra maktulün
üzerindeki eşyaları hususunda ihtilaf eden iki kişinin onun hakemliğine
başvurması sırasında ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber’in söyledikleriyle
içinde bulunulan durum arasında bir ilişki kurulmuş olması mümkündür. İşin
ilginç tarafı Abdullah b. Amr b. el-Âs, Hz. Peygamber ’e nispet edilen sözleri,
onunla birlikte mescidi inşa ettikleri sırada söylediğini anlatmaktadır. Oysa
Abdullah hicretin 7. yılından sonra babasıyla hicret etmiştir.[362] Dolayısıyla mescidin
inşasında bulunması mümkün değildir.[363]
Cemel Savaşı’ndan sonra gelişen siyasi hadiseleri de de
ğerlendiren İbn Sellâm, Tahkim hadisesinden önce Hz. Ali'nin haklı olduğunu,
imametinin gerekli ve vacip olduğunu söylerken, Ammâr hadisinden de destek
alarak Muaviye ve taraftarlarının sapık olduklarını söylemektedir.[364]
İbn Teymiyye’ye “Rasûlullah, Ammâr baği bir topluluk
tarafından öldürülecektir dedi mi? Ammâr, Muaviye’nin askerleri tarafından
öldürüldü mü?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. İbn Teymiyye'nin bu hadis ile
ilgili değerlendirmesi şöyledir: “Ammâr’ı haddi aşan bir grup öldürecektir”
hadisini bir grup âlim illetli bulmuşlardır. İbn Teymiyye, ulemâdan Hüseyin
el-Kerâbisî (248/862) ve Ahmed b. Hanbel'in de içlerinde bulunduğu bir
topluluğun bu hadîsi zayıf addettiklerini kaydetmektedir.[365]
Kimi araştırmacılara göre ise bu ve buna benzer hadisler,
savaşan tarafların, haklılıklarını ortaya koymak için Hz. Peygamber’e istinaden
yapılan asılsız rivayetlerdir. Dolayısıyla: “Hz. Ammâr’ın ileride asi bir
topluluk tarafından öldürüleceği” hadisini de bu anlamda değerlendirmek
gerekmektedir.[366]
Ammâr’ı öldürenlerin isyankâr oldukları anlamına gelebilecek
başka rivayetler de bulunmaktadır. Söz gelimi, “insanlar ihtilafa düştükleri
zaman İbn Sümeyye (Ammâr) hakla beraber olacaktır” hadisi de bu anlama
gelmektedir.
Demircan’a göre: “Sonradan ortaya çıkan anlayışa göredir ki;
Ammâr'ın öldürülmesi, haksız tarafın belirlenmesini sağlamakla kalmamış; Amr b.
el-Âs’ın 20 yıl önce ölmeyi temenni edecek kadar üzülmesine de neden olmuştur.
Ayrıca Amr’a, Ammâr’ın katilinin Cehennemde olduğu da söyletilmiştir. Hz.
Muâviye'ye Ammâr'ın öldürülmesiyle ilgili yaptırılan yorum da ilginçtir: “Amr
b. el-Âs, Hz. Peygamber’in Ammâr'a, "Seni isyankâr bir cemaat
öldürecektir. Dünyadan son azığın da süt olacaktır” sözünü hatırlatınca
Muâviye, onu savaşa getirenler öldürdüler” demiştir. Ammâr’ın ölümünün Hz.
Ali’nin haklılığı için malzeme olarak kullanılması, muhtemelen Sıffîn'den uzun
zaman sonra ortaya çıkmıştır; ancak bunun, - yukarıdaki hadis nedeniyle değilse
de- Hz. Ali döneminde ortaya çıkmış olabileceği görüşü, yabana atılabilecek bir
iddia değildir.[367]
Çelebi ise bu konuda: “Ammâr’ı öleceğini bildiği halde hiç
endişelenmeyen ve tedbir alma ihtiyacı duymayan bir insan olarak takdim etmek
acaba ne derece yerindedir?” şeklinde bir soru sorarak bu tür haberleri şöyle
değerlendir: “Uzak geleceğe ilişkin bu tür rivayetlerin sayısı bir hayli
kabarıktır. Bu tür rivayetleri ihtiyatla karşılamamızın bir nedeni de Hz Osman’ın
şehit edilmesinden sonra başlayan iktidar mücadelelerinde Hz. Peygamber’e
nispet edilen sözlerin olaylara taraf olan veya olaylar karşısında tarafsız
kalmaya çalışan kişiler tarafından savunma aracı olarak kullanılmış olmasıdır.”
[368] Çelebiye göre; ilk
dönemde vaki olan olaylarda aktif rol alan binlerce sahâbiye Hz. Peygamber’in
bu tavsiyesinin ulaşmadığını veya ulaştığı halde onların bunu önemsemediklerini
kabul etmek mümkün değildir.[369]
Hz. Peygamberin kendisinden sonra meydana gelecek olan olaylar
hakkında tafsili bilgiler verdiğine dair rivayetlerin sıhhati konusunda
tereddütlerimizin bulunduğunu ifade etmek istiyoruz. Kanaatimizce Hz. Peygamber
tarafından bu tarz bilgiler verilmemiştir. Eğer verilmiş olsaydı, ashabın
olaylar karşısında tedbir alması, Hz. Peygamberin haksız olduklarını beyan
ettiği kişilerin iddialarında ısrar etmemesi ve bu tür hâdiselerin meydana
geleceği, vukuundan önce ashab tarafından bilinmesi gerekirdi. Hâlbuki Nuaym b.
Hammad’ın kaydettiği bir rivayete göre Semûre b. Cündeb (60/679) bu hâdiseleri
ashabın kendi aralarında konuşmadığını belirtmektedir.[370]
Netice olarak bütün bu olup bitenlere siyasî gözlükle bakmak
mutlaka bazılarını haklı, bazılarını da haksız duruma getirecektir. Hâlbuki
sahabîler hakkında bu tür yaklaşım gerek Kur'ân ve gerekse hadislerde
kendilerine verilen değere uymamaktadır. Diğer yandan sadece onların
faziletlerine bakıp olan bitenleri görmemezlikten gelmek de aklı tatmin
etmeyecek ve ders alma merakını gidemeyecektir. Doğrusu, ifrat ve tefrite
gitmeden itikadı meselelere konu teşkil etmiş bu hâdiseleri ehli-sünnet
çizgisinde, sahâbenin hayatını saygıyla değerlendirme şeklinde olmalıdır.
AMMÂR
B. YÂSİR HAKKINDAKİ ÂYET-İ KERÎMELER
Sebeb-i nüzûl ve tefsir kaynaklarını incelediğimizde Ammâr
hakkında nâzil olan birtakım ayet-i kerimelerin var olduğunu görürüz. Bunlardan
bir kısmını daha önceki bölümlerimizde ele almış ve hangi nedenden dolayı
Ammâr’la irtibatlı olduğunu açıklamıştık. Meselâ bu ayetlerden birisi belki de
en önde geleni işkenceler karşısında Ammâr’ın durumunu haber veren Nahl Sûresi
106. Ayettir. Bu ayetin sebeb-i nüzûlü, Ammâr’ın gördüğü işkence ve eziyetler
karşısındaki tutumudur. Ammâr’a işaret eden ayet-i kerimeler elbette bir tek
ayetten ibaret değildir. Şunu da belirtmeliyiz ki aşağıdaki ayetlerin sadece
Ammâr hakkında nâzil olduğu şeklinde bir iddiamız yoktur. Bu ayetlerin nüzûl
sebeplerinden birisi de Ammâr’dır. Bu girişten sonra Ammâr hakkında nazil olan
bazı ayetleri Kur’ân-ı Kerim’deki sırasını gözeterek ele almak istiyoruz:
“Ey müminler! Kitap
ehlinden bir grup sizi saptırmak istediler, hâlbuki sırf kendilerini
saptırıyorlar da farkına varmıyorlar.”[371]
Kitap ehlinin bir kısmı müvahhid (Allah'ı birleyen) ve
müslüman olmak şöyle dursun müminleri sapıtmaya çalışıyorlardı. Nitekim
Yahudiler’in, Huzeyfe, Ammâr, Muaz gibi büyük sahabileri Yahudiliğe davet
etmeye cesaretleri üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.[372]
“Sabah akşam
Rab’lerine, sırf O’nun cemaline ve rızasına müştak olarak niyaz edenleri
yanından kovma. Sen onlardan, onlar da senden sorumlu değilsiniz ki, onları
kovup da zalimlerden olasın.”[373]
İlk müslüman cemaat arasında Habbâb, Bilal, Ammâr, Suheyb gibi
köleler ve fakirler vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber’e: “Ne o,
kavmine bedel bunlara mı razı oldun? Biz onların mı peşinden gideceğiz! Onları
yanından uzaklaştırırsan belki biz de sana tabi olabiliriz” demeleri üzerine
söz konusu ayet nazil olmuştur.[374]
“Ölü iken kendisini
dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık (iman nuru)
verdiğimiz kişi, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimse gibi bir olur mu? Olmaz,
ama kâfirlere, yapmakta oldukları işler böyle güzel gösterilir.” [375]
Farklı rivayetler olmakla birlikte ayet-i kerime’de “Ölü iken
kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık
(iman nuru) verdiğimiz kişi” den Ammâr’ın, “karanlıklarda kalıp çıkamayan
kimse” den de İbn Ebî Şeybe’nin kastedildiğini müfessirler belirtmişlerdir.[376]
“Kalbi imanla dolu
olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle
inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek
gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir
gazap, hem de müthiş bir azap vardır.”[377]
Kureyş, Yâsir ile ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul
etmeyince Yâsir ile Sümeyye’yi şehit ettiler. Babası ile annesinin bu durumunu
gören Ammâr dili ile onların istedikleri sözü söyledi. Hz. Peygamber onun
ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Âyet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere
indirilmiştir.[378]
Görüldüğü gibi Ammâr, Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayet-i
kerimenin iniş sebepleri arasında yer alan bir sahabî olmuştur. Bu da bize
Ammâr’ın ne denli önemli bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.
SONUÇ
İslam tarihinde ilk dönem müslümanları içerisinde devamlı
surette adından sıkça bahsedilen sahabîlerden birisi de Ammâr b. Yâsir’dir.
Ammâr’ın farklı yanı Hz. Ali’nin taraftarı olarak olaylarda yer almasıdır.
Ans kabilesinin Yâm koluna mensup olan Ammâr’ın babası Yâsir,
kaybolan kardeşini aramak için Yemen'den Mekke'ye gelmiştir. Benî Mahzûm kabilesinden
Ebû Huzeyfe'nin himayesine girmiş ve onun Sümeyye adlı câriyesiyle evlenerek
oraya yerleşmiştir. Ammâr bu evlilik sonucu dünyaya gelmiştir.
Hz. Peygamber'in Darû’l-Erkâm'da bulunduğu sırada Süheyb b.
Sinân ile aynı tarihte müslüman olan ve müslümanlığını ilân eden ilk yedi
kişiden biri de Ammâr’dır. Annesi Sümeyye ile babası Yâsir de ilk
müslümanlardandır. Mekke'de kendilerini himaye edecek kimseleri olmadığı için
Kureyş müşriklerinin ağır zulüm ve işkencesine uğramışlardır. Fakat imanları sebebiyle
başlarına gelen bu sıkıntılara sabırla göğüs germişler ve annesi Sümeyye, bu
işkenceler sonunda Ebû Cehîl tarafından öldürülerek İslâm tarihindeki “ilk
kadın şehit” olmuştur. Babası Yâsir de aynı gün işkence edilerek öldürülmüştür.
Ammâr da anne ve babası gibi müşriklerin dayanılmaz
baskılarına artık tahammülü kalmadığı bir gün sırf bu işkencelerden kurtulmak
maksadıyla onların arzusuna uyarak Lât ve Uzzâ lehinde ve Hz. Peygamber'in
aleyhinde konuşmak zorunda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz
doğruca Rasûl-i Ekrem'in yanına giderek başına gelenleri anlattı. Hz. Peygamber
ona bu sözleri söylerken kalbinde neler hissettiğini sordu. Ammâr da iman ile
dolu olan kalbinde en ufak bir değişiklik olmadığını söyleyince. Hz. Peygamber
yine işkenceye uğrarsa aynı sözleri söylemesinin bir mahzuru bulunmadığını
ifade etti. Nitekim bu konuyla ilgili olarak nazil olan âyet-i kerîmede kalbi
imanla dolu olduğu halde dininden dönmeğe zorlananların söyledikleri sözlerden
sorumlu olmadıkları belirtildi.
Medine’ye hicretinden sonra Hz. Peygamber onunla Huzeyfe b.
Yemân arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Mescid-i Nebevî’nin inşası
sırasında çalıştı. Herkes bir kerpiç taşırken onun iki kerpiç getirdiğini gören
Hz. Peygamber üzerindeki tozları silkeleyerek: “Vah Ammâr! Kendisini âsi bir
topluluk öldürecek. Ammâr onları cennete, onlar ise onu cehenneme davet
ederler” dedi. Hz. Peygamber'in bulunduğu bütün savaşlara katıldı ve birçok
seriyyede görev aldı.
Hz. Ebû Bekir devrinde ise Müseylimetü’l-Kezzâb ile yapılan
Yemâme Savaşı’nda yaralandığı halde yiğitçe savaştı ve dağılmak üzere olan
İslâm ordusunun yeniden toparlanmasında etkili oldu. Hz. Ömer döneminde Kûfe’ye
vali olarak gönderildi (21-22/641-642) ve bu sırada vuku bulan Nihavend
Savaşı'na iştirak etti. Hz. Osman'ın Ümeyyeoğullarını iş başına getirmesine ve
Ebû Zerr el-Gıfârî’yi Rebeze'ye sürmesine itiraz ederek onun icraatlarına karşı
çıktı. Hz. Osman’a muhalif olarak yaşamını sürdürdü. Hz. Osman tarafından
dövüldüğü şeklindeki rivayetler tarih kitaplarında yerini aldı. Buna rağmen
halife Hz. Osman onu, aleyhindeki birtakım faaliyetleri araştırmak üzere
Mısır'a müfettiş olarak gönderdi. Hz. Osman, bir ara Ammâr'ı Medine'den sürmeyi
düşündü ise de Hz. Ali araya girerek buna engel oldu.
Hz. Osman'ın şehit edilmesi üzerine Hz. Ali'ye biat etti.
Cemel ve Sıffîn'de onun saflarında yer aldı. Sıffîn'de doksan üç yaşında
olmasına rağmen Hz. Ali'nin yaya birliklerinin kumandanı olarak savaşırken
şehit edildi ve Hz. Ali'nin kıldırdığı cenaze namazından sonra orada defnedildi.
Ammâr'ın Sıffin Savaşı’nda öldürülmesinden sonra Muâviye b.
Ebû Süfyân'ın ordusunda büyük bir karışıklık çıktı. Onun “âsi bir topluluk”
tarafından öldürüleceğine dair hadîs-i şerifi hatırlayarak endişeye kapılanlar
arasında bulunan Amr b. el-Âs, büyük bir üzüntüyle “böyle bir olayı görmektense
yirmi yıl önce ölmüş olmayı tercih ettiğini” söyleyince Muâviye, “Onu biz
öldürmedik, onu buraya getirenler öldürdü” diyerek Amr'ı teselli etmeye
çalıştı.
Ammâr, altmış iki hadis rivayet etmiştir. Bunlardan altısı
Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde yer almaktadır. Uzun boylu, kara yağız, ela
gözlü ve geniş omuzluydu. Sade ve nezih bir hayatı vardı. Hiçbir namazını
kazaya bırakmadığı rivayet edilir.
Ammâr’ın içinde bulunduğu sahâbe nesli de her şeyden önce bir
insandır. İnsan olmaları gereği onların içinden de hata yapanlar olmuştur.
Çünkü peygamberlerin dışında hiç kimsenin “ismet” (günahsız olma) sıfatı
yoktur. Kur’ân, onları değişik şekillerde ikaz ederek hatalarını bildirmiş ve
hatalarını bildirdiği aynı yerde onları Allah'ın affettiğini de vurgulamıştır.
Sahâbeye önem kazandıran husus, onların Hz. Peygamber’le
birlikte İslam dininin neşri adına çok büyük mücadeleler vererek bu uğurda
hayatlarını ortaya koymaları ve her türlü fedakârlığı yapmış olmalarıdır. Eğer
Bedir'de veya Hendek'te sahâbe yenilerek imha edilseydi bu gün muhtemelen
İslam'dan söz etmek mümkün olmayacaktı.
KUR’ÂN-I KERİM
ABBAS HASAN, en-Nahvu’l-Vâfi,
Mısır 1974.
ABBOTT, Nabıa, Hz. Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, çev.,
Tuba Arsak Hasdemir, Ankara 1999.
AHMED b. HANBEL, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, el-
Müsned, Beyrut trz.
AHMED CEVDET PAŞA, Kısas-ı Enbiyâ ve Târih-i Hulefâ,
İstanbul 1414/1994.
AHMED SÜVEYLİM, “el-Müslimüne Hezemü’l-Acz: Ammâr b. Yâsir”, ed-
Dâru’l-Masriyyetü’l-Lübnâniyye, Lübnan 1990.
AHMED HİLMİ, İslam Târihi,
İstanbul 1979.
el-AKK, Halid Abdurrahman, Mevsûatü Üzemâi Havli’r-Rasûl, Beyrut
1412/1991.
AKARSU, Murat, Hz. Osman ve Hilâfeti (Yayımlanmamış
Doktora Tezi) AÜSBE, Ankara 2001.
AKBULUT, Ahmet, Sahâbe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelâmi
Problemlere Etkisi, İstanbul 1992.
el-AKKÂD, Abbas Mahmud (1964), Mevsûatü Abbas Mahmud
el-Akkâd (el- İslâmiyye), Beyrut trz.
ALGÜL, Hüseyin, İslâm Tarihi,
İstanbul 1986.
el-ALÛSÎ, Ebû’s-Senâ Şihabüddin, Rûhû’l-Meânî fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azîm
ve’s-Seb’il-Mesânî, Beyrut 1417/1997.
ALİ SAMİ en-NEŞŞÂR, İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu,
çev., Osman Tunç, İstanbul 1999.
Neş'etu't-Teşeyyu’ , Kahire 1969.
APAK, Adem, İslâm Siyaset
Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara 2001.
Hz.
Osman Dönemi Devlet Siyaseti , İstanbul 2003.
ARMÛN, Sadık İbrahim, “Hayâtü Ricâlâti’l-İslâm:Osman b.
Affan”, Mecelletü’l- Ezher, cüz:3, XIV, Kahire Rebiü’l-Evvel 1362/1943.
el-ASELÎ, Bessâm, Muâviye b. Ebî
Süfyân, Beyrut 1406/1986.
el-ASKERÎ, Murtaza, Abdullah b. Sebe’ Masalı, çev.,
Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1974.
ÂŞIK, Nevzat, Sahâbe ve Hadis
Rivâyeti, İzmir 1981.
ATÇEKEN, İsmail Hakkı, Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında
Mervân b. el- Hakem’in Rolü, SÜİFD, Konya 1999.
ATAY, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve
Şia, Ankara 1983.
AYCAN, İrfan, Saltanata Giden
Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001
AYCAN, İrfan- SÖYLEMEZ, M. Mahfuz, İdeolojik Tarih
Okumaları, Ankara 1998.
el-BAĞDÂDÎ, Hatib (463),
Târihü’l- Bağdâd ve Medînetü’s-Selâm, Beyrut trz.
BAHTİYAR, Lâle, Hz. Muhammed’in Ashâbı, çev.,
Nuray Şentürk-Fahrünnisa Erdem, İstanbul 1999.
BAKTIR, Mustafa, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi- Ashâb-ı
Suffe, İstanbul 1990.
el-BELÂZÜRÎ, Ahmed b.Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf,
thk., Süheyl Zekkâr -Riyad Ziriklî, Beyrut 1417/1996.
Ensâbü’l-Eşrâf,
thk., Muhammed Hamidullah, Mısır 1959.
Fütuhu’l-Buldân,
çev., Mustafa Fayda, Ankara 2002.
el-BEYDÂVÎ, Nasirüddin Ebî Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed
eş-Şirazî, Tefsîru’l-Beydâvî (Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl),
Beyrut 1410/1990.
el-BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail (256/870), Kitâbu
Tarîhi’l-Kebîr, Dâru’l-Fikr trz.
Sahîhu’l-Buhârî,
İstanbul 1992/ 1413.
el-CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, Çağdaş Arap İslâm Düşüncesinde
Yeniden Yapılanma, çev., Ali İhsan Pala - Mehmet Şirin Çıkar, Ankara 2001.
İslâm’da
Siyasal Akıl, çev., Vecdi Akyüz, İstanbul 1997.
CANAN, İbrahim, Kütüb-ü Sitte
-Hadis Ansiklopedisi-, İstanbul trz.
ÇINAR, Mahmut, Ammâr b. Yâsir,
İstanbul 1998.
el-CUDÂVÎ, Abdulmunim, Ricâlün Min Mekke, KFCRIS, No:
00086017, 1412/1992.
el- CÜMEYLÎ, Seyyid, Sahâbetü’n-Nebî,
Daru’l- Küttâb trz.
ÇELEBİ, İlyas, İtikâdî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle
İlgili Haberler, İstanbul 1996.
ed-DÂRİMÎ, Abdullah b. Abdirrahman (255/869), Sünenü’d-Dârimî,
İstanbul 1413/1992.
DEMİR, Halis, Devlet Gücünün Sınırlanması (Raşit Halifeler
Dönemi), İstanbul 2004.
DEMİRCAN, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul 2000.
İslâm
Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevâlî İlişkisi, İstanbul 1996.
Haricilik Mezhebinin Doğuşu
Bağlamında Din Siyaset İlişkisi, İstanbul 2000.
DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLÂM TARİHİ, Editör: Hakkı
Dursun Yıldız, İstanbul 1992.
DÜREYNÎ HAŞBE, “el-Kasas: Ammâr b. Yâsir”, er-Risale,
sayı: 232, Kahire 10 Şevval 1356/13 Aralık 1938.
EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistâni (275/888),
Sünenü Ebî Dâvud, İstanbul 1413/1992.
EBÜ’L-FİDA,
İmadüddin İsmail (732/1331),Târih-i Ebi’l-Fida el-Muhtasar fî
Ahbâri’l-Beşer, ta’lik., Mahmud Deyyûb, Beyrut 1417/1997.
EBÛ NUAYM, (430) Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l- Esfiyâ,
Beyrut trz.
EBÛ UBEYD, Kasım b. Sellâm (154-224), Kitâbu’n-Neseb, thk.,
Süheyl Zekkâr- Meryem Muhammed Hayruddin, Daru’l-Fikr 1410/1989.
EBÛ ZEHRÂ, Muhammed, İslâm’da İtikadî, Siyasî ve Fıkhî
Mezhepler Tarihi, çev., Sıbgatullah Kaya, Ankara 2004.
EKİNCİ, Mumammed Salih, Ashâb-ı Kirâmın Etrafındaki
Şüpheler, çev., Ali Arslan, İstanbul 1986.
ELMALILI M. HAMDİ YAZIR, Hak Dini Kur’ân Dili,
Sadeleştirenler: Komisyon, İstanbul 1992.
EMİNÎ, Abdu’l-Hüseyin Ahmed en-Necefî, el-Ğadîru fi’l-Kitâb
ve’s-Sünneti ve’l-Edeb, Tahran 1366 /1940.
el-ESBEHÂNİ, Ebî’l-Kasım İsmail b. Muhammed b. Fazl (457/535),
Siyerü Selefi’s-Sâlihîn, thk., Ferhat b. Ahmed, Riyad 1420/1999.
el-EZHERÎ, Ebû Ömer Nâdi b. Mahmûd Hasan, Esbâbu’n-Nüzûl,
Cezîre 1418/1997.
FAYDA, Mustafa, “Ammâr b. Yâsir”, DİA,
III, İstanbul 1991.
Halid
b. Velid, İstanbul 1990.
“Bedir
Gazvesi”, DİA, İstanbul 1992, V, 325-326.
“Hulafâ-yi
Râşidîn” , DİA, İstanbul 1998, XVIII, 324-338.
FİDAN, Celal, Hz. Osman’ın Öldürülmesi olayında Sahâbenin
Tavrı, CÜSBE Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2005.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda
Îtîkâdî İslâm Mezhepleri, Ankara 1990.
“Abdullah
b. Sebe”, DİA, İstanbul 1998, I, 135-136.
“Cemel
Vak’ası”, DİA, İstanbul 1994, VII,
“Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden
Bazı Sebepler”, AÜİFD, Ankara 1980, XX.
“Sakife Olayı veya Hz. Ebû Bekr’in
Halife Seçilmesi”, AÜİFD, Ankara, ss.,7-27.
FUAD, M. MUHAMMED, “Ricâün Enzelâllahu fîhim Ayeh: Ammâr b.
Yâsir- 6”,sayı:183, 1413/1992, yy.
GADBAN, Münir, İslâm’da Siyasî
Anlaşma (Hilf), Adapazarı 1990.
GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi
ve İç Siyaset, İstanbul 1998.
el-HÂKİM, Ebû Abdullah Muhammed b.
Abdillah en-Neysâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, thk., Mustafa
Abdülkâdir Ata, Beyrut 1411/1990.
el-HALEBÎ, Ali b. Burhaneddin
(975/1044), es-Sîretü’l-Halebiyye, Beyrut 1400.
HALİD, Halid Muhammed, Ricâlü
Havli’r-Rasûl, Dımaşk 1994.
Sahâbe
Hayatından Tablolar, çev., Taceddin Uzun, Konya trz.
HALİFE b. HAYYÂT, Ebû Amr (240/854), Kitâbü’t-Tabakât,
thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1413-1993.
Târih,
thk., Ekrem Ziya el-Umerî, Riyad 1405/1985.
el- HAMEVÎ, Yâkut, Mu’cemu’l-Buldân, thk., Ferid Abdülaziz
el-Cündî, Beyrut 1410/ 1990.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi , çev., Salih
Tuğ, Ankara 2003.
Hz.
Peygamber’in Savaşları, çev., Salih Tuğ, İstanbul 1991.
Kur’ân-ı
Kerim Tarihi, İstanbul 2000.
Allah’ın
Elçisi Hz. Muhammed, İstanbul 2001.
İslâm Müesseselerine Giriş,
çev., İhsan Süreyya Sırma, İstanbul 1984. el-HANBELÎ, Zeynüddin Abdurrahman b.
Ahmed b. Receb el-Bağdâdî (736/795), Şerhu Hadis-i Ammâr b. Yâsir,
thk., Ebû Abdirrahman İbrahim b. Muhammed, Cidde 1408/1987.
HASANEYN MUHAMMED MAHLUF, Kelimâtü’l-Kur’ân-Tefsîr ve Beyân,
Mekke-i Mükerreme trz.
HATİBOĞLU, Mehmed Said, İslâmda İlk Siyasî Kavmiyetçilik:
Hilâfetin Kureyşîliği, AÜİFD, Ankara 1978, Sayı: XXIII, ss.,121-213.
el-HEYSEMÎ, Hafız Nureddin Ali b. Ebû Bekr (807) , Mecmâu’z-
Zevâid ve Menbâu’l-Fevâid, Beyrut 1402/1982.
HİZMETLİ, Sabri, Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna
Kadar İslâm Tarihi, Ankara 1999.
HOUTSMA, Th, M, Abdullah b. Sebe’, İA,
İstanbul 1965,1,40.
el-İSFEHANÎ,
Ebû’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Kitâbü’l-Eğânî,
şerhedenler., Ali Mühenna- Semir Cabir , Beyrut 1415/1995.
İBN A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sam el-Kûfî (314/926),
Kitâbu’l- Fütûh, Beyrut 1406/1986.
İBN ABDİLBERR, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed
(463/1071), el- İstiab fi Marifeti’l-Ashab, thk., Ali Muhammed
Mauz- Abdilhamid Abdilmevcud, Beyrut 1415 / 1995.
İBN ABDİRABBİH, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih
el-Endelüsî (327/939), Kitabü’l-İkdi’l-Ferîd, thk., Ömer Abdusselam
Tedmûrî, Kahire 1359/1940.
İBN ASÂKİR, Ebû’l-Kasım Ali b. Hasan (499-571), Târihu
Medineti Dımaşk, thk., Ali Şîrî, Beyrut 1417/1996.
İBN HABİB, Ebû Cafer Muhammed (245/859) , Kitâbu’l-
Muhabber, Beyrut trz.
İBN HACER, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb,
thk., Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut 1415-1994.
el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,
thk., Ali Muhammed Bicâvî, Beyrut, 1412/1992.
İBN HAZM,
Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm el-Endülüsî
(383/456), Cemheretü Ensîbu’l-Arab, Beyrut 1403/1983.
İBN HİŞAM, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye,
thk., Cemal Sabit - Seyyid İbrahim, Kahire 1416/1996.
İBN İSHÂK, Muhammed b. İshak. b. Yesar (151/768), Sîretü
İbn İshâk(Kitabu’s- Siyer ve’l-Meğâzî), thk., Muhammed Hamidullah, Konya
1401/1981.
İBN KÂNÎ,
Ebû’l-Hüseyin Abdulbâki (265-351), Mu’cemu’s-Sahâbe, thk., Ebû
Abdurrahman Salah b.Salim el-Masrâtî, Medine 1418/1997.
İBN KESİR, Ebü’l-Fida el-Hafız (774/1372), es-Sîretü’n-
Nebeviyye, Beyrut, trz.
el-Bidâye ve’n-Nihâye (Büyük İslâm
Tarihi), çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1994.
Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Azim, Beyrut 1401.
Muhtasaru
Tefsîr-i İbn Kesir, Beyrut trz.
el-Bidâye ve' n-Nihâye, thk.,
Ahmed ebû Müslim- Ali Necib Adva, Beyrut 1966.
İBN KUNFÛZ, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Hasan b. Ali b. el-Hatîb
el-Kostantinî (809/1406), Kitâbü’l-Vefeyât, thk., Adil Nevbahtî, Beyrut
1403/1983.
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), Kitâbü’l-
Maârif, thk., Servet Ukkâşe, Mısır 1413/1992.
el-İmâme
ve 's-Siyâse, thk., Taha Muhammed ez-Zübnâ, Beyrut 1967 Uyûnu’l-Ahbâr, thk., Müfid Muhammed
Kamîha, Beyrut trz.
İBN MÂCE (275/888), Sünen,
İstanbul 1413/1992.
İBN MANZUR, Muhammed b. Mükrim
(630/711), Lisânu’l-Arab, Beyrut 1955.
İBN SA’D, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübrâ,
thk., İhsan Abbas, Beyrut 1405/1985 .
İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer (262/876), Târihu’l- Medineti’l-
Münevvere, Cidde 1973.
İBNÜ’L-ARÂBÎ, el-Kâdı Ebû Bekr (638/1240), el-Avâsım
mine’l-Kavâsım, fî Tahkîki Mevkıfı’s-Sahâbeti Ba’de Vefâti’-Nebî ,thk.,
Muhibbiddin el-Hatib, Kahire 1399/1970.
İBNÜ’L-CEVZÎ
, el-Cemalüddin Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200),
Sıfatü’s-Safve, thk., İbrahim Ramazan, Beyrut 1409/ 1989.
İBNÜ’L-ESİR, İzzüddin Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232), Üsdü’l-
Ğâbe fi Marifeti’s-Sahâbe, Beyrut 1409/1989.
el-Kâmil fi’t-Târih, Haz.,
Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1399/ 1979.
İBNÜ’L-İMÂD, Şihabüddin Ebi’l-Felah (1032/1089), Şezerâtü’z-Zeheb
fî Ahbâri Men Zeheb, thk., Abdulkadir el-Arnavûd- Mahmud el- Arnavut,
Beyrut 1406/1986.
İBNÜ’L-KELBÎ,
Ebû’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. Said (204/820),
Cemheretü’n-Neseb ,thk., Naci Hasan, Beyrut 1413/1993.
İBN TEYMİYYE, Ebû’l-Abbas Takiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim, Minhâcu’s-
Sünneti’n- Nebeviyye, Riyad 1986.
İbnü’l-VERDİ, Ziyaüddin Ömer b. Muzaffer (794/1391), Tarihû
İbni’l-Verdî, Beyrut 1417/1996.
İMADÜDDİN HALİL, Muhammed Aleyhisselam, çev., İsmail
Hakkı Sezer, Konya 2003.
KÂMİL MAHMUD HABİB, “Min Şühedâi’l-İslâm: Ammâr b. Yâsir”, er-Risâle,
sayı:246, Kahire 19 Muharrem 1357/ 21 Mart 1938.
KANDEHLEVÎ, Muhammed Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe, thk. Nayif
el-Abbas- Muhammed Ali Devle, Dımaşk 1403/1983.
KANDEMİR, M. Yaşar, “Abdullah b. Amr b. el-Âs”, DİA,
İstanbul 1998, I, 85.
KETTÂNÎ, Muhammed Abdülhayy, et-Terâtibü’l- İdâriyye: Hz.
Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, çev., Ahmet Özel, İstanbul
1993.
KILIÇ, Ünal, Hz. Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir
Yönetimi ve Valilik, Konya 2004.
“Kûfelilerin Hz. Osman’a Muhalefet
Etmelerinin Sebepleri” CÜİFD, Sayı: II, Sivas 2002, ss., 240-260.
KOÇYİĞİT, Talat, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki
Münakaşalar, Ankara 1988.
KORKMAZ, Sıddık, “Abdullah b. Sebe’”, SÜSBE,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1996.
KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed ve Yaşadığı
İslâmiyet, İstanbul 1989.
KUMMÎ-NEVBAHTÎ, Şiî Fırkalar “Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak-
Fıraku’ş- Şia, çev., Hasan Onat vd., Ankara 2004.
el-KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhamed b. Ahmed, Tefsîru’l-Kurtubî
(el-Camiu li Ahkami’l-Kur’âni’l-Kerim) , Kahire 1416/1996.
KUTLUAY, Yaşar, Tarihte ve
Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1965.
LİNGS, Martin, Hz. Muhammed’in
Hayatı, çev., Nazife Şişman , İstanbul 2003.
MAHMUD ŞİT HATTAB, “es-Seyyidetü Sümeyye: Ümmü Ammâr b.
Yâsir”, el-Ümme, sayı:63, Rebiu’l-Evvel, 1406/ Kasım 1985.
MAHMUD ŞAKİR, Dört Halife: Hz Ebû Bekr-Hz. Ömer-Hz.
Osman-Hz. Ali, ( Hulefâ-i Râşidîn), çev., Ferit Aydın, İstanbul 1994.
Sahâbe Hayatından Tablolar,
çev., Mustafa Kasadar-Nezir Özlen, İstanbul 2000.
el-MAKDİSÎ, Mutahhar b. Tâhir, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-Târih,
Beyrut trz.
el-MATURÎDÎ, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud es-
Semerkandî (333-944), Kitâbu’t-Tevhîd, thk., Fethullah Huleyf, İstanbul
1979.
el-MAVERDÎ, Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib (370-429), A’lâmü’n-
Nübüvve, thk., Muhammed el-Mu’tasım bi’llah el-Bağdâdi, Beyrut 1987.
MEHRAN, Muhammed Beyyûmî, el-İmâme ve Ehlü’l-Beyt,
Beyrut 1995.
el-MERVEZÎ, Ebû Abdillah Nuaym b. El-Mervezî (229/844), Kitâbü’l-Fiten,
thk., Süheyl Zekkâr, Mekke-i Mükerreme trz.
el-MERAĞİ, Abdullah, “Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher,
Kahire 1374/1949.
el-MES’ÛDÎ, Hüseyin b. Ali, (346/957), Murûcu’z-Zeheb,
thk., Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1408/1998.
MEVLÂNÂ ŞİBLÎ NU’MÂNÎ, Sîretü’n-Nebi (The
Life Of The
Probhet),Rendered into English by: M. Tayyib Bakhsh Budayuni,
Volume-1, Lahore-8, Pakistan trz.
Asr-ı
Saâdet, çev., Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1977 .
Son Peygamber Hz. Muhammed “Sîretü’-Nebî,
çev.,Yusuf Karaca, İstanbul 2005.
MEVSU’ATÜ HAYÂTİ’S-SAHÂBİYYÂT,
Tasnif: Muhammed Said
Mübeyyez, Katar 1410/1990.
el-MEVSÛATÜ’L-YEMEN, “Ammâr b.
Yâsir” , Beyrut 1992.
el-MİNKÂRÎ, Nasr b. Mezâhim (212), Vak’atü Sıffîn,
thk., Abdusselam Muhammed Harun, Beyrut 1410/1990.
el-MİNŞÂVÎ, Abdülmüğanni, “Mine’l-A’lami’l-İslâmi: Ammâr b.
Yâsir”, Mecelletü Livâi’l-İslâm, sayı:8,Kahire Rebiü’s-Sani 1380/Eylül
1960.
el-MİZZÎ, Cemâlüddin Ebi’l-Haccâc Yusuf (654-742), Tehzîbü’l-Kemâl
fî Esmâi’r-Ricâl, thk., Beşir Avvâd, Beyrut 1413/1992.
MUHAMMED ALİ el-ABBÂS, Muâmeletü’l - Hadmi fi’l - İslâm,
Riyad, KFCRIS, No: 00088806,trz.
MUHAMMED MÜEZZİN, “Mevidün mea’n-Nur”, el-Va’yü’l-İslâmi,
sayı: 273, Ramazan 1407/1987.yy.
MUHAMMED RIZA, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Beyrut 1423/2003.
MUHAMMED
ŞEDÎD, “Ricalün fi Maâriki’l-İslâm Şehidün mine’n-Nüceba:
Ammâr b. Yâsir”, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1405/1985.
MÜSLİM, Ebû’l-Hüseyin Müslim b. Haccac (261/875),
el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul 1413/1992.
en-NEDVÎ, Şah Muinüddin Ahmed- Said Şahid Ansârî, Büyük
İslâm Tarihi- Asr-ı Saadet-Ashâb- ı Kirâm, Haz., Eşref Edip, İstanbul
1388/1969.
en-NESÂÎ, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb (303/915), Fedâilü’s-Sahâbe,
thk., Faruk Hammâde, Daru’s-Sakâfe 1984.
Sünenü’l-Kübrâ,
İstanbul 1413/1992.
NEVÂVÎ, Mahmud, “Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher,
sayı: XXVI, Kahire 1374/1954.
NUAYM b. HAMMAD, Ebû Abdillah Nuaym b. Hammad b. Muaviye,
el-Fiten ve’l- Melâhim, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1993.
ÖNKAL, Ahmet, Rasûlullah’ın
İslâm’a Davet Metodu, Konya 1994.
Ömer Rıza KEHHÂLE, A’lâmu’n-Nîsâ fî Alemi’l-Arabî
ve’l-İslâm, Beyrut 1412/1991.
ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Eşter”, DİA,
İstanbul 1995.
er-RAYYİS, Ziyaüddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi,
çev., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995.
er-RÂZÎ, Fahruddin, Mefâtihu’l-Ğayb
(Tefsiru’l-Kebîr), Beyrut 1411/1999.
RECKENDORF, H., “Ammâr b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik”, İA ,
İstanbul 1965, I, 410-411.
SADREDDİN ŞEREFÜDDİN, “Ammâr b. Yâsir”, Da’vetü’t-Tagrib
min Hilali Risaleti’l-İslâm, Kahire 1386 /1960.
“Ammâr b. Yâsir”, Risaletü’l-İslâm,
Kahire 1954, VI, ss.,303-318.
Ammâr b. Yâsir, çev., Ayşe
Nihal Özsoy, İstanbul 1996.
es-SAFEDİ, Halil b. Aybek, Kitâbu’l-Vâfi
ve’l-Vefeyât, Beyrut 1411/1991.
SAİD HAVVA, el-Esâs fi’s-Sünne- Hadislerle İslâm Tarihi,
çev., Komisyon, İstanbul 1409/1989.
es-SAÎDÎ, Abdulmüteâl, Şebâbu Kureyş fî Bed’i-İslâm,
Riyad 1388.
SALAH AZZÂM, Şahsiyyetün İslâmiyyetün, Daru’ş-Şuûb,
KFCRIS, No: 00086037,1412/1992.
SANCAKLI, Saffet, “İstikbale Yönelik Hadislerin
Değerlendirilmesi”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2001, XXXVII, ss.,75-82.
SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed
ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003.
“Hz.Muhammed (sav)’in Peygamber
Olarak Gönderildiği Ortam” , Diyanet İlmi Dergi: Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v)-Özel Sayı-, Ankara 2003.
SAVAŞ, Rıza, “Mekke’de İslâm’ın Yayılmasına Akrabalık
Açısından Bir Bakış”, İstem Dergisi, Yıl:2,Sayı:4, Konya 2004,
ss., 35-52.
SEZİKLİ, Ahmet, Hz. Peygamber
Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994.
es-SERTÂVÎ, Süleyman Muhammed Süleyman, es-Sîretü’n-Nebeviyye
( li’ş- Şebâb), KFCRIS, No: 00061751.
SEYF b. ÖMER, (200/815), el-Fitne ve Vak’atü’l- Cemel,
Beyrut 1413/1993.
SEYYİD KUTUB, fî Zîlâli’l-Kur’ân , çev., İ. Hakkı
Şengüler vd., İstanbul trz.
S. AHMED SUBÂZÎ, “Şahsiyyetün fi Sütur: Evvelu Şehidetin
fi’l-İslâm”,el- Hidâye, sayı:97, Rebiu’l-Evvel,1407/Aralık 1985,yy.
SÖYLEMEZ, Mahfuz, Bedevilikten
Hadariliğe Kûfe, Ankara 2001.
es-SUYÛTÎ, Celalüddin, ed-Dürrü’l-Mensûr
fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, Beyrut 1414/1993.
es-SÜHEYLÎ, Abdurrahman (581/1185), er-Ravdu’l-Unuf fî
Şerhis-Sîreti’n- Nebeviye li İbn. Hişam, thk., Abdurrahman Vekîl, Kahire
trz.
eş-ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Dürrü’s-Sahâbe fi
Menâkibi’l- Karâbeti ve’s-Sahâbe, thk. Hüseyin b. Abdillah el-Umeri, Dımaşk
1404/1984.
Fethu’l-Kadîr, Mısır 1996.
eş-ŞEYBÂNÎ, Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan (132/189), Mecmeu’l-Âdâb
fî Mecmei’l-Elkâb, thk., Muhammed Kazım, Tahran 1416.
et-TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/.922), Züyûlû
Târihu’t-Taberî, thk., Muhammed Ebû’l-Fazl İbrahim, Kahire trz.
Târihu’t-Taberî, thk.,
Muhammed Ebû’l-Fazl İbrahim,Kahire 1992.
Târihu’t-Tâberî, çev.,
M.Faruk Gürtunca, İstanbul trz.
Câmiu’l - Beyân An Te’vî l -i
Âyi’ l -Kur’ân, Beyrut 1405.
TÂHÂ HÜSEYİN (1973), İslâmiyyât (Mir’atü’l-İslâm-Ala
Hamişi’s-Sira- Va’dü’l-Hakk,el-Fitnetü’l-Kübrâ “Osman”- el-Fitnetü’l-Kübrâ “Ali
ve Benûh”, Beyrut 1991.
et-TEMİMÎ, Ebu’l-Arab, Kitâbu’l-Mihân, thk., Yahya
Vehib el-Cebbûrî, Beyrut 1408/1988.
et-TİRMİZÎ, Muhammed b. İsa (279/892), es-Sünenü’t-Tirmizî,
İstanbul 1413/1992.
TOPALOĞLU, Fatih, “Hz. Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasî
Olaylarına Yönelik Tutumu”, DEÜSBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
İzmir 2001.
el-UMEYRÂ, ABDURRAHMAN, “Ricalün Enzelellahü fîhim Kur’ânen” ,
Dâru’l-Livâ Min Mektebeti’l-Mushaf, II, KFCRİS No:36915.
el-VÂHİDÎ, Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî (468/1076) , Esbâbu’n-Nüzûl,
Beyrut 1413/1993.
el-VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer (207/823), Kitâbu’l-Meğâzî,
thk., Marsden Jones, Beyrut 1984.
VAROL, M. Bahaüddin, Siyasallaşma
Sürecinde Ehl-i Beyt, Konya 2004.
VEHBE ZUHAYLÎ, et-Tefsîru’l-Vecîz- Esbâbu’n-Nüzûl ve Kavaidü’t-Tertîl,
Dımaşk 1416.
el-VERDİ, Ali Hüseyin, Vu’âzu’s-Selâtin,
Bağdad 1954.
WENSİNCK, Aren Jean, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li
Elfâzi’l-Hadisi’n-Nebevî, İstanbul 1998.
el-YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Yakub (294/1229), Târihu’l-Ya’kûbî,
thk.,Abdu’l- Emir Mühenna, Beyrut 1413/1993.
YANIK, Nevzat, Arapça’da Sayılar,
Erzurum 1999.
ez-ZEBÎDÎ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif, Sahîh-i
Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev., Ahmed Naim,
Ankara 1975.
ez-ZEHEBÎ, Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Târihu’l-İslâm
(Hulefâ-yi Raşidîn Dönemi), thk., Ömer Abdusselam Tedmûri, Beyrut
1410/1990.
Siyeru
A’lami’n-Nübelâ, thk., Şuayb Arnavut, Beyrut 1414/1994.
ZEMAHŞERÎ, Ebi’l-Kasım Carillah Muhammed b. Ömer b. Muhammed
(467/538), Tefsîrü’l-Keşşâf, tsh., Muhammed Abdisselam Sahîn, Beyrut
1424/2003.
ez-ZERKEŞÎ, Ebû Abdillah Bedrüddin (794/1392), Hz. Aişe’nin
Sahâbe’ye Yönelttiği Eleştiriler, çev., Bünyamin Erul, Ankara 2000.
ZÜHEYR CEMMACÛM, Eşheru’l-Muavvegîn fi’l-Âlem, Daru İbn
Hazm, KFCRIS, No: 00068443, trz.
ZİRİKLÎ, el-A’lâm- Kâmûs ve
Terâcim, thk., Ali Muhammed, Beyrut 1992.
ZORLU, Cem, İslâm’da İlk İktidar
Mücadelesi, Konya 2002.
Abbasîlere
Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara 2001
126 |
[1] İbn Sa’d, III, 246 ,
IV, 132; Belâzürî, Ensâb, I , 264 ; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn
Hazm, s. 405, “İbn Hazm, Mâlik b. Üded, Ans b. Mezhic ve Mâlik b. Ans’ın
soyları hakkında geniş bilgiler vermektedir. s.405-406; Ebû Ömer Yusuf b.
Abdillah b. Muhammed İbn Abdilberr, el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb,
Beyrut 1415/ 1995, III, 626; Bağdâdî, I ,150; İbn Asâkir, XLIII, 348;
Zehebî , Siyer, I, 406; Ebû’l-Fazl Ahmed b. Ali İbn Hacer,
el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, thk., Ali Muhammed Bicâvî, Beyrut 1412/1992,
IV, 575; Ayrıca bkz., Köksal, III-IV,239.
[2] Belâzürî, Ensâb,
I, 178; Eminî, IX, 157.
[3] İbrahim Sarıçam, Hz.
Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003, s. 33-34; a.mlf, “Hz. Muhammed
(s.a.v)’in Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam”, Diyanet İlmi Dergi:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)-Özel Sayı- , Ankara 2003, s. 12.
[4] S. Şerefüddin, Ammâr,
VI, 303-318; a.mlf., Da’vetü’t-Takrîb, s.130-131; a.mlf., Ammâr
b. Yâsir, s. 20.
[5] Ebû Huzeyfe b.
Muğire, Kâbe’nin yeniden inşâaında Hacerü’l -Esved’in yerine konmasında
Mahzûmoğulları adına cübbenin bir tarafından tutan ve Hâlid b. Velid’in amcası
olan şahıstır. Bkz., İbn Hişam, I, 196-197; Fayda, Hâlid b. Velid, s.
44.
[6] İbn Sa’d, III,
246; Belâzürî, Ensâb , I, 177; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn
Abdilberr, III, 227; İbn Asâkir, XLIII, 354, 356; Süleyman es-Sertâvî, es-Sîretü’n-Nebeviyye
(li’ş-Şebâb), II, KFCRIS, No: 00061751, s. 51; Şah Muinüddin Ahmed- Said
Şahid Ansârî en-Nedvî, Büyük İslâm Târihi -Asr-ı Saadet -Ashâb- ı Kirâm,
Haz., Eşref Edip, İstanbul 1388/1969, II, s. 323; Beydûn, s. 152; Mahmud Şakir,
Sahâbe Hayatından Tablolar, çev., Mustafa Kasadar-Nezir Özlen, İstanbul
2000, s. 47.
[7] İbn Manzur, IX, 53;
Münir Gadban, İslâm’da Siyasî Anlaşma (Hilf), Adapazarı 1990, s. 11.
[8] Ammâr ve
babası Yâsir arasında geçen diyaloglarla ilgili geniş bilgi için bkz., S.
Şerefüddin, Ammâr , ss. 303-318;
a.mlf., Da’vetü’ t-Takrib , s.132-143; a.mlf., Ammâr b. Yâsir,
s. , 23-33.
[9] İbn Sa’d, III, 246 , IV, 136;
İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I,178; Taberî, Züyûl,
s. 508; Zehebî, Târih ,
s. 570; a.mlf, Siyer, I, 406; Hâlid Abdurrahman el-Akk, Mevsûatü
Uzemâi Havli’r-Resûl, Beyrut 1412 / 1991, II, 1379; Abdullah el-Merağî,
“Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, Mısır 1374/1949, s. 905.
[10] Taha Hüseyin, s.
571-572.
[11] Taha Hüseyin, s. 572-573;
Abdülmüğanni el-Minşavî, “Mine’l-A’lami’l-İslâmî: Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü
Livai’l-
İslâm, sayı: 8, Kahire
Rebiü’s-Sani 1380/Eylül 1960, s. 499; Cümeylî, s. 160.
[12] Batha, Mekke’nin
yakınında bir yerdir ve “bitah” kelimesinin cemi’ şeklidir. Yâkut el-Hamevî, I,
526-527; Ayrıca bkz. İbn Manzur, II, 413.
[13] İbn Sa’d, III, 249, IV, 136-137;
Belâzürî, Ensâb ,I, 184; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ ve
Tabakâtü’l-Esfiyâ , Beyrut,
trz., I, 140; Zehebî, Siyer, I, 410; a.mlf, Târih, s. 572;
Nureddin Ali b. Ebî Bekr el-Heysemî, Mecmau’z- Zevâid ve Menbau’l-Fevâid,
Beyrut 1402/1982,V, 293.
[14] Ebû
Nuaym, I, 140; Ebî’l-Kasım İsmail b. Muhammed b. Fazl Esbehanî, Siyerü
Selefi’s-Salihîn, thk., Ferhat b. Ahmed, Riyad 1420/1999, II, 571.
[15] İbn İshak,
s. 172; İbn Hişam, I, 264; İbn Sa’d, IV, 137; Belâzürî, Ensâb, I, 182;
Bağdâdî, I, 150; İbn Abdilberr, İstiâb ,
III, 227; İbn Asâkir, XLIII, 368; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II,67;
Zehebî, Siyer, I,409-410; İbn Hacer, İsâbe, IV,575; Said Havva, el-Esas
fi’s-Sünne- Hadislerle İslam Târihi , çev., Komisyon, İstanbul 1409/1989,
VI, 197; M. Beyyûmî Mehran, el-İmâme ve Ehlü’l-Beyt, Beyrut 1995, I,
288.
[16] Bu
konudaki rivayet farklılıkları için bkz., İbn Asakîr, XLIII, 368- 372.
[17] İbn Sa’d, III, 249; Ebû Nuaym,
I, 139; Zehebî, Târih, s. 572; İbn Kesir, es-Sîreü’n -Nebeviye,
I, 243; Seyyid Ahmed
Subazi, “Şahsiyyetün fi Sütur: Evvelu Şehidetin fi’l-İslâm”, el-Hidâye,
sayı: 97, Rebiu’l-Evvel 1407/Aralık 1985, s. 91.
[18] Belâzürî, Ensâb, I,182;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, II,67; Minşâvî, s. 499; İbrahim Beydûn, s.154;
Mahmud Nevâvî, “Ammâr
b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, Kahire 1374/1954, s. 370; Köksal,
III-IV, 105-106.
[19] İbn Sa’d,
III, 246. Müellifin eserinde “Hayyât” ismi, sadece hanımları ele aldığı
bölümde-VIII. ciltte- ismi “Hubbat” olarak yazılmaktadır. Diğer yazım şekilleri
için bkz., “Habât” , Halife b. Hayyât, s. 55; “Hıbât”, Belâzürî, Ensâb,
I,178; “Hayyât” İbn Abdilberr, III, 227; “Huyyât”, Köksal, III-IV, 240.
[20] İbn Asâkir,
XLIII, 359; Mizzî, XXI, 215.
[21] Belâzürî, Ensâb,
I, 489.
[22] Hamidullah, İslâm
Peygamberi, II, 801.
[23] Hamidullah, İslâm
Peygamberi , II, 801; a.mlf., Hz. Muhammed, s. 72,164.
[24] Hamidullah, İslâm
Peygamberi , I, 171; a.mlf, Kur’an-ı Kerim Târihi, s. 194.
[25] Hamidullah, Hz.
Muhammed, s. 164.
[26] Hamidullah, Hz.
Muhammed, s. 72.
[27] Peygamberimizin
Taif seferinde, Taif kalesinden kaçıp müslüman olan ve daha sonra da azat
edilen Ezrâk b. Ukbe b. Ezrâk, Hâlid b. Said’e Kur’an ve sünneti öğretme görevi
ile teslim edildi. Daha sonra Ezrâk Ümeyyeoğullarının müttefiki oldu.
Ümeyyeoğulları ise onu kendilerinden bir kadınla (Sümeyye) evlendirdiler.
Köksal, XV, 461-462.
[28] İbn Sa’d,
III, 247; İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I,178;
İbn Asâkir, XLIII, 354-355,357; Mizzî, XXI, 218-219; Eminî, IX,157.
[29] M. Th.,
Reckendorf, “Ammâr”, İA, İstanbul 1965, I, 410.
[30] Belâzürî, Ensâb,
XIII, 438; Zehebî, Siyer, I, 408; Mizzî, XXI, 219.
[31] Nebîhe
Âkil, s. 71.
[32] Mevsûatü
Hayâti’s-Sahâbiyyât, thk, Muhammed Said el-Mübeyyız, Katar 1410/1990, s.
421.
[33] Mevsûatü
Hayâti’s-Sahâbiyyât, s. 422. Ayrıca bkz. Ömer Rıza Kehhâle, A’lâmü’n-Nisâ,
Beyrut 1412/1991, s. 361362.
[34] Belâzürî, Ensâb, I,
179; Sümeyye’ nin ismi Ensâb’ ta ilk müslüman olanların arasında
zikredilmemektedir; Ebû Nuaym, I,140; İbn Asâkîr, XLIII, 365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III, 627; Zehebi, Siyer, I,409; İbn Kesir, Sîre, I, 243; Mizzi,
XXI, 221.
[35] İbn Sa’d,
VIII, 264; Belâzürî, Ensâb, I, 180; İbnü’l-Cevzî, II ,42; Zehebî, Siyer,
I,409; a.mlf.,Târih ,s. 570; İbn Kesir,
Sîre, I, 244;
Mizzî, XXI, 221; Ahmed Subazî, s. 91; Akk, II,1000.
[36] Fayda, Hâlid, s.
49-50.
[37] Belâzürî, Ensâb, I,
179; Ebû Nuaym, I, 140; İbn Asâkîr, XLIII, 366; Zehebî, Siyer, I, 409;
İbn Kesir, Sîre, I, 243. Mekke dönemi müşriklerin müslümanlara
uyguladıkları işkenceler için ayrıca bkz., İbn İshak, s,169-177; Belâzürî, Ensâb,
I, 156-198.
[38] İbn Sa’d,
VIII, 264; İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I, 180;
Ya’kûbî, I, 347; Esbehânî, II, 570; İbn Asâkir, XLIII,359,367; İbnü’l-Cevzî,
II, 42; Zehebî, Siyer , I, 409; a.mlf, Târih, s. 570; İbn Kesir, Sîre,
I, 244; DGBİT, I, 211.
[39] Nedvî, II,
325; Şedid, s. 31; Mahmut Şît Hattâb, “es-Seyyidetü Sümeyye: Ümmü Ammâr b.
Yâsir”, el-Ümme, sayı: 63, Rebiu’l-Evvel, 1406/ Kasım 1985, s. 17.
[40] İbn Sa’d,
III, 246 ; Belâzürî , Ensâb, I, 178 ; Taberî, Züyûl, s. 508;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III , 627; Zehebî ,Târih , s.570;
a.mlf, Siyer , I ,406 ; Mizzî, XXI , 218.
[41] Belâzürî,
Ensâb, I, 182; Eminî, I X,158; Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe,
thk., Nayif el-Abbas- Muhammed Ali Devle, Dımaşk 1403/1983, I, 291. Ayrıca bkz.
Köksal, III-IV, 105.
[42] İbn Sa’d,
III, 246; Belâzürî ,Ensâb, I, 178; Taberî ,Züyûl , s. 508; İbn
Asâkîr, XLIII, 356; Mizzî, XXI , 218; Emînî, IX, 157; Umeyrâ, s. 39; Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar, s. 47.
[43] İbn Hazm,
s. 406; İbn Asâkir, XLIII, 358. İbn Kuteybe’de Muhammed b. Ammâr’dan sadece
isim olarak bahsedilmiş fakat herhangi bir bilgi verilmemiştir.bkz., İbn
Kuteybe, Maârif, s. 256.
[44] Şeybânî,
Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan, Mecmeu’l-Âdâb fî Mecmei’l-Elkâb, thk.,
Muhammed Kâzım, Tahran 1416, II, 22.
[45] Şeybânî, I,
220.
[46] Abdulmüteâl
es-Saîdî, Şebâbu Kureyş fî Bed’i-İslâm, Riyad 1388, s. 144.
[47] İbn Abdilberr, III
,228; Safedî, XXII, 376; İbn Asâkir, XLIII, 362; Hâkim, III, 433; Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar, s. 47.
[48] Burada Erkam b.
Ebi’l-Erkam’ın da Mahzumoğularından olduğunu hatırlatmamız yerinde olacaktır.
Bkz. İbn Hişam, II,285; Makdîsî, V,101; Fuad, s. 82.
[49] İbn Sa’d,
III, 247-248, 227; Belâzürî, Ensâb, I, 179; Halebî, I, 455; İbn Asâkir,
XLIII, 365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III,627; Muhammed Muhammed Fuad, “Ricalün Enzelallahu fihim Ayeh”, Ammâr
b. Yâsir-6, sayı:183, yy., 1413/1992, s. 82; Muhammed Rıza, Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Beyrut 1423/2003, s. 104; Muhammed Şedid,
“Ricalün fi Maariki’l-İslâm Şehidün mine’n-Nüceba: Ammâr b. Yâsir” , Müessesetü’r-Risale,
Beyrut 1405/1985, s. 35-36.
[50] Abbas Hasan, en-Nahvu’l-Vâfi,
Mısır 1974, IV, s. 537; Nevzat Yanık, Arapça’da Sayılar, Erzurum 1999,
s. 21.
[51] Ahmet
Önkal, Resulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya 1994, s. 142 -
143.
[52] Belâzürî, Ensâb, I, 177;
Taberî, Tefsir, VII, 200; Ahmed b. Hanbel, I,420; Esbehanî, II, 284;
Köksal, XVIII, 465.
[53] Belâzürî, Ensâb,
I,177; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 158; Köksal, XVIII, 466; İmadüddin
Halil, Muhammed Aleyhisselam, çev., İsmail Hakkı Sezer, Konya 2003, s.
80.
[54] İbn İshak, s. 124; Ziriklî, el-A’lam:
Kâmûs ve Terâcim, thk., Ali Muhammed, Beyrut 1992, V, 36; Emini, IX,158.
[55] Belâzürî, Ensâb, I, 179 ;
Ebû Nuaym, I, 140; İbn Asâkir, XLIII, 365-366; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III, 627; Mizzî,
XXI, 221.
[56] İbn Asâkîr, XLIII, 365; Zehebi, Siyer,
I, 409; İbn Kesir, Sîre, I, 24; a.mlf, İslâm Târihi, III, 44;
Mizzî, XXI, 221.
[57] İbn İshak,
s. 124-150; İbn Hişam, I, 194-205; İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb,
I, 198; Ebû’l-Fidâ, I, 175; İmadüddin
Halil, s. 67; Sabri Hizmetli, İslâm Târihi, Ankara 1999, s. 151.
[58] İbn Asâkir, LXIII, 365; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, III, 627; Zehebi, Siyer, I, 428; İbn Hacer, İsâbe,
IV, 575; Nedvî, II,
324.
[59] Zehebî, Siyer, I, 410;
Zehebî Hz. Ebûbekir’i de buna ilave eder; Mizzî, XXI, 216; 216. İbn Hacer, Tehzib,
VII, 345.
[60] Zeynüddin Ahmed b.
Ahmed b.Abdi’l-Latif ez-Zebîdî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi, çev., Ahmed Naim, Ankara 1975, X, 331-332.
[61] Mevlana Şiblî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, çev.,Yusuf Karaca, İstanbul 2005, s. 160.
[62] Nedvî, II, 324.
[63] Abdurrahman es-Süheylî, er-Ravdu’l-Unûf
fî Şerhis-Sîreti’n- Nebeviye li İbn Hişam, thk., Abdurrahman Vekîl,
Kahire trz. III, 202; İbn Kesir, Sîre, I, 243; a.mlf, İslâm
Târihi , III, 86; Cabîrî, Siyasal Akıl, s. 149; Saîdî, s. 144;
İmadüddin Halil, s. 80; Hizmetli, s. 158.
[64] Nedvî,
II,324.
[65] Belâzürî, Ensâb,
I, 179; Ebû Nuaym, I,140; İbn Asakîr, XLIII, 366; Zehebî, Siyer I,409;
İbn Kesir, Sîre, I, 243;
Kandehlevî, I,288-289; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 48.
[66] Belâzürî, Ensâb,
I, 181; Kandehlevî, I, 292.
[67] İbn Sa’d, III, 249-250;
Belâzürî, Ensâb, I, 180- 181; Ebû Nuaym, I, 139-140; İbnü’l-Cevzî, II ,
231; İbnü’l-Esîr, Kâmil , II, 67; a. mlf, Üsdü’l-Ğâbe ,III, 628;
Zehebî ,Târih, s. 572; Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ,
İstanbul 1413/1992, İmân, 17; Kâmil Mahmud Habib, “Min Şühedai’l-İslâm:
Ammâr b. Yâsir” , er-Risâle, sayı: 246, Mısır 1938, s. 505; Said Havva,
VI, 187-188; Hâlid Muhammed Hâlid, Ricalü Havli’r-Resûl, Dımaşk 1994 ,
s. 201.
[68] Nahl 16 /106.
[69] İbn Sa’d, III, 249 -
250; Belâzürî, Ensâb, I, 180 - 181; İbn Asâkir, XLIII, 360; İbnü’l
-Esîr, Kâmil, II, 67; a.mlf, Üsdü’ l-Ğâbe, III, 628; Nesâi, İman,
17.
[70] Ebû Mansur el-
Maturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, thk., Fethullah Huleyf, İstanbul 1979, s.
373.
[71] İbn Sa’d ,
III, 248; Belâzürî , Ensâb , I , 180 ; Zehebi ,Târih , s. 571 ; a.mlf
, Siyer ,I,409; Köksal, III-IV , 107.
[72] İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb,
I, 180; Süheylî, III, 201; Emîni, IX, 158; Abdulmunim el-Cudavî, “Ricâlün
Min
Mekke”,
KFCRIS, No: 00086017, yy.,1412/1992, s. 76; Züheyr Cemmacûm, Eşheru’l-Muavvegîn
fi’l-Âlem, Daru İbn Hazm, KFCRIS, No: 00068443, trz., s. 119; Cümeylî,
s. 160.
[73] Enbiya 21
/ 69.
[74] İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb,
I, 191; İbn Asâkir, XLIII, 372; İbnü’l-Cevzî, II, 230; Zehebî, Siyer,
I, 410; Eminî,
IX, 167-168.
[75] İbn Sa’d, III, 248; İbn
Asâkir, XLIII, 373; Zehebî, Siyer, I, 410-411; Halebî, I,
483; Muhammed Ali el-Abbas , “Muâmeletü’l - Hadmi Fi’l - İslâm” ,
Mektebetü’s-Sabi, Riyad, KFCRIS, No: 00088806, trz. , s. 76; Umeyrâ, s. 41;
Sertâvî, s. 52-53; Mehran, I, 290.
[76] İbn Sa’d,
I, 131.
[77] Ya’kûbî’nin
rivayetine göre Safa ve Merve arasında. Yâ’kubî, I, 340-341.
[78] Ya’kûbî’ye
göre ise bu kişi Peygamberimizin amcası Ebû Talib’tir. Yâ’kubî, I, 340-341.
[79] Kâbe’nin
bitişiğinde Kâbe’den sayılan ve bir duvarla Kâbe’den ayrılan boşluk.
[80] Ya’kûbî, I,
340-341; İbn Kesir, İslâm Târihi, II, 461; Beydûn, s. 153.
[81] İbn İshak, s. 210, 156;
İbn Hişam, I, 301; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 99, 101, 138;
İbn Hacer, İsâbe, IV, 575.
[82] İbn Abdilberr, III , 228;
Safedî , XXII , 376 ; Minşavî, s. 500 ; Ahmed Süveylim, “el-Müslimüne
Hezemü’l-Acz:
Ammâr b. Yâsir”, ed-Dâru’l-Masriyyetü’l-Lübnaniyye, Lübnan, Mart 1990,
s. 52; Cudavî, s. 78.
[83] İbn Sa’d, III, 250;
Taberî , Züyûl , s. 508 ; İbn Asakîr, XLIII, 379; Zehebî , Târih,
s. 572; Akk, II, 1382; Fuad, s. 82 ; Rıza Savaş,, “Mekke’de İslâm’ın
Yayılmasına Akrabalık Açısından Bir Bakış”, İstem Dergisi, Konya, Yıl:2,
Sayı:4, 2004, ss.35-52,s.41; Hüseyin Ali Muhammed, “Ammâr b. Yâsir”,
el-Minhal, Rebiu’l-Evvel, yy., 1405 , XLVI, s. 41.
[84] Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar, s. 51.
[85] Mevlana Şibli, Son
Peygamber, s. 164.
[86] İbn Asakîr, XLIII, 380; Hâkim,
III, 434; İbn Abdilberr, III, 628; Ziriklî, V,36; Minşavî, s. 500; Beydûn,
s.157.
[87] İbn Sa’d, I, 234, IV,
367; Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahîhu’l- Buhârî, İstanbul 1413/1992,
Tefsir-i Sure 87; İbn Asâkir, XLIII, 380; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
Beyrut trz., IV, 284, 291; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 264; Esbehanî,
II,465; Kandehlevî, I, 344.
[88] İbn Sa’d, III, 250; Akk, II,
1382; Taha Hüseyin, s. 640; Beydûn, s. 57; Şakir, Sahâbe Hayatından
Tablolar, s. 51.
[89] İbn Sa’d, III, 250; Belazüri, Ensâb,
I, 184; İbn Asakir, XLIII, 379-380; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III, 630; Halebî,
II, 236; Zehebî, Siyer, I, 411-412; a.mlf, Târih, s, 572;
İbn Kunfûz, s.56; İbn Hacer, Tehzib, VII, 346.
[90] Tevbe, 9/108.
[91] İsfehanî, XVI, 352;
Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Dürrü’s-Sahâbe fi
Menakibi’l-Karabeti ve’s- Sahâbe, thk., Hüseyin b. Abdillah el-Umeri,
Dımaşk 1404/1984, s. 324; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; DGBİT,
I, 281; Cümeylî, s. 159; Mevsûatü Yemen, “Ammâr b. Yâsir”, Beyrut
1992, s. 680; Beydûn, s. 158.
[92] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III, 630; Cudavî, s. 78; Taha Hüseyin, s. 640; Hamidullah, İslâm Peygamberi,
II, 823; Lale
Bahtiyâr, Hz. Muhammed’in Ashabı, çev., Nuray
Şentürk-Fahrünnisa Erdem, İstanbul 1999, s. 126.
[93] İbnü’l-
Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; Hâkim, III,434; Canan, XII, 331;
Köksal, VIII, 9.
[94] Kettâni,
II, 304.
[95] İbn Hişam,
II, 106.
[96] DGBİT,
I, 81.
[97] İbn Hişam
, II ,104; İbn Sa’d, III, 251; Akk, II, 1384; Şakir, Sahâbe Hayatından
Tablolar , s. 51.
[98] Minkârî,
s. 326; İbn Hişam, II,104; İbn Kesir, İslâm Târihi, III,324; Köksal,
III,123.
[99] İbn Hişam, II,115; İbn Sa’d,
III, 250; İbn Habib, s. 73; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn Asakir, XLIII,
381; İbn Hacer,
Tehzib,
VII,344; Mevlana Şibli, Son Peygamber , s. 194-196; Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar, s.51; Beydûn, s. 159; Köksal, VIII, 112; Hizmetli, s.
219.
[100] İbn Sa’d,
III, 250; Emînî, IX, 163; Beydûn, s. 159.
[101] Kettânî,
II, 229; Mehran, I, 297; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 180-181.
[102] Köksal,
VIII, 223, XVIII, 277.
[103] Köksal,
VIII,229.
[104] Köksal,
XI,143.
[105] Mustafa
Baktır, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi- Ashab-ı Suffe, İstanbul 1990, s.
47.
[106] Ashab-ı
Suffe, s.114-122.
[107] Ashab-ı
Suffe, s.48.
[108] İbn Sa’d, III, 250-251; İbn
Habib, s. 289-290; Belâzürî, Ensâb, I, 185; Taberî, Züyûl,
s.508; Bağdadî , I ,150; İbn
Abdilberr, III, 228; İbn Asâkir, XLIII, 381-382; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
III , 628; a.mlf, Kâmil, II, 67; İbn Hacer, Tehzîb, VII, 345;
a.mlf, İsâbe, IV,575; Ziriklî, V,36; İbn Kunfuz, s. 56.
[109] Vâkıdî, I,
12; İbn Sa’d, II, 9; Köksal, IX, 15.
[110] İbn Hişam,
II, 249-250; Taberî, Târih, II, 261; Köksal, IX, 17-18.
[111] Ahmed b.
Hanbel, IV, 263; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 365.
[112] Taberî, Târih,
II, 264; a.mlf, Tefsir, II, 349; İbn Kesir, İslâm Târihi,
III,372; a.mlf, Tefsir, I, 253.
[113] Vâkıdî, I,
397-398; İbn Hişam, III-IV, 208-209; İbn Kesir, İslâm Târihi,
IV, 149; Halebî, II, 573; Köksal, XI, 125
126; Kandehlevî, I, 481-482.
[114] Kettânî, II, 64.
[115] Maide 5 / 67.
[116] Kettâni,
II, 119.
[117] İbn Kesir, İslâm
Târihi, IV, 267.
[118] Fayda,“Bedir
Gazvesi”, DİA, V, 325.
[119] Fayda,
“Bedir Gazvesi”, DİA, V, 326; Sarıçam, Evrensel Mesaj, s. 157.
[120] Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 217.
[121] Vâkidî, I
,24, 155; Hâkim, III, 434.
[122] İbn Hişam,
II, 302-305; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 52.
[123] Vâkıdî, I,
84; Köksal, IX, 161-163.
[124] Köksal, VI,
65; IX,160; Akgül, I, 367.
[125] İbn Sa’d,
VIII, 264; Hattab, s. 17-18; Akk, II , 1000.
[126] Köksal, IX,
197-198.
[127] Uhud Savaşı
hakkında bkz., DGBİT, I, 457-475.
[128] Vâkıdî, I,
232-237; İbn Sa’d, III-IV; Köksal, X, 91.
[129] İbn Kesir, İslâm
Târihi, IV, 92; Beydûn, s. 160.
[130] Vâkıdî, II,
446-448; Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 125; Köksal, XII,
210-211.
[131] İbn Hişam,
II, 104; İbn Sa’d, III, 252; Fuad, s. 82; Köksal, XII, 212.
[132] Vâkıdî, I,
407.
[133] Ebû’l-Ferec
Ali b. Hüseyin el-İsfehânî,, Kitâbü’l-Eğânî, şerhedenler., Ali Mühennâ -
Semir Cabir , Beyrut 1415/1995,
XVI, 352. Bu biat Kur’ân-ı Kerim’de de övülmüştür. Fetih 48/18-19.
[134] Esbehânî, II, 595.
[135] Vâkıdî, III,
1042; Ebu’l-Fida,IV,34; Köksal, XVI, 246.
[136] Ebu’l-Fida, IV, 37;
Ahmed b. Hanbel, V, 453; Köksal, XVI, 246-247.
[137] Vâkıdî, III, 1042; Ahmed
b. Hanbel, V, 453; İbn Kesir, İslâm Târihi, V, 88; Halebî, III, 120;
Ebu’l-Fida, IV, 34; Köksal, XVI, 247; Hüseyin Algül, İslâm Târihi,
İstanbul 1986, II,31; Ayrıca bkz., Ahmet Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde
Nifak Hareketleri, Ankara 1994, s. 154.
[138] Vâkıdî,
III, 1042; Köksal, XVI, 248.
[139] Vâkıdî,
III, 1043; Köksal, XVI, 248.
[140] Ahmed b.
Hanbel, V, 453; Köksal, XVI, 248.
[141] Ali b.
Ahmed en-Neysâbûrî el-Vahidî, Esbâbu’n-Nüzûl , Beyrut 1413/ 1993, s.
135-136; Ebû Ömer Nâdi b. Mahmûd Hasan el-Ezherî, Esbâbu’n-Nüzûl, Cezîre
1418/1997, s. 225-226; Hasaneyn Muhammed Mahlûf, Kelimâtü’l- Kur’an- Tefsir
ve Beyan,, Mekke-i Mükerreme trz., s. 118; Celâlüddin es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensur
fi’t-Tefsîri’l- Me’sûr, Beyrut 1414/1993, II, 573; Elmalılı M. Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: Komisyon, İstanbul 1992, III,
16-17.
[142] Ahmed b. Hanbel, IV, 89-90; İbn
Abdilberr, III,229; Heysemî, V, 293-294; Şevkanî, Dürrü’s-Sahâbe, s.
361; Zehebî
,Târih ,s. 575; İbn Hacer, İsâbe, IV, 576; Meraği, s. 905;
Minşavî, s. 500; Cümeylî, s.62; Hâlid, s. 202; Akk, II, 1383.
[143] Fayda,
“Hulefâ-i Râşidîn” , DİA, XVIII, 326.
[144] Algül, II,
211.
[145] İbn
Kuteybe, İmâme, 15, 17; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 276.
[146] Taberî, Târih,
I, 241.
[147] Cem Zorlu, İslâm’da
ilk İktidar Mücadelesi, Konya 2002, s. 175.
[148] İbn Sa’d,
II, 272; İbn Kuteybe, İmâme, I, 18-20; Fığlalı, Sakife Olayı,s.
21; Hizmetli, s. 321.
[149] Fayda,
“Hulefa-i Râşidîn” ,DİA, XVIII, 328.
[150] İbn Sa’d,
III, 254; İbn Kuteybe, Maârif, s. 258; Belâzürî, Ensâb, I, 184;
Taberî, Züyûl, s.509; Hâkim, III, 435; İbn
Abdilberr, III, 231; İbnü’l-Esîr,Üsdü’l-Ğâbe, III, 631.
[151] Fayda,
“Hulefâ-i Râşidîn” , DİA, XVIII, 326.
[152] Belâzürî, Fütûh,
s. 432-433.
[153] İbn Sa’d,
III, 254; İbn Asâkir, XLIII, 442-444; Zehebî, Siyer, I, 422.
[154] İbn Sa’d, VI, 8, III,
255; Belâzürî, Fütûh, s. 385; a.mlf., Ensâb, I, 186; Taberî,Târih,
IV,144; İbn Abdilberr, III, 230; İbn Asâkir, XLIII, 437; Zehebî, Siyer,
I, 422; Makdîsî, V, 180; Nedvî, II, 329; Kandehlevî, II, 54; Kettânî, II, 153154;
Taha Hüseyin, s. 647; Ünal Kılıç, Hz. Peygamber ve Dört Halife Günlerinde
Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004, s. 162.
[155] Halis Demir, Devlet
Gücünün Sınırlanması (Raşit Halifeler Dönemi), İstanbul 2004, s. 64-65.
[156] İbn Sa’d, III, 255; Belâzürî, Ensâb,
I, 185; Ebû Nuaym, I, 139; İbn Asâkir, XLIII, 437; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
III, 20-21;
a.mlf, Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Hâkim, III, 439; Zehebî, Siyer, I,
422; a.mlf, Târih, s. 580; Said Havva, VI, 191.
[157] İbn Sa’d, III, 255;
Belâzürî, Fütûh, s. 385; İbn Hacer, İsâbe, IV, 449; Kılıç, Valilik,
s. 162.
[158] Celâl Yeniçeri, İslâm’da
Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 304-305; Kılıç, Valilik, s. 162.
[159] Belâzürî, Fütûh,s.
668; İbn Asâkir, XLIII, 438; Zehebî, Siyer, I, 422; a.mlf., Târih,
s. 580.
[160] Hz. Ömer zamanında
kimlere ne kadar atâ verildiği hakkında bkz., Belâzürî, Fütûh, s.
654-674.
[161] Mehmed Said Hatipoğlu, “İslâmda
İlk Siyasî Kavmiyetçilik: Hilafetin Kureyşîliği”, AÜİFD, Ankara 1978,
Sayı: XXIII,
ss. 121-213, s. 152.
[162] Taha Hüseyin, s. 643;
Algül, II, 312
[163] Kasas, 28/5.
[164] Belâzürî, Ensâb,
I, 186; Taberî, Târih, IV,164; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 32.
[165] Bir suçun
işlenmesinden sonra ilk tahkikatı yürütme görevi yapan Adlî Polis. Bkz. Mevlana
Şibli, Asr-ı Saadet, çev., Ö.
Rıza Doğrul, İstanbul 1977, IV, 160.
[166] Şiblî, Asr-ı Saadet,
IV,160.
[167] İbn Sa’d, III, 256.
[168] Taberî, Târih,
V, 121-122.
[169] Taberî, Târih,
IV, 121-122; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5-6.
[170] Taberî, Târih,
IV, 163; İbnü'1-Esîr, Kâmil, III, 20; Kılıç, Valilik, s. 168;
Ahmet Akbulut, Sahâbe Devri Siyasi
Hadiselerinin Kelâmi Problemlere Etkisi, İstanbul 1992, s. 146.
[171] Belâzürî, Ensâb,
I, 191; Eminî, IX, 166.
[172] İbn Sa’d,
III, 256; Belâzürî, Ensâb, I, 190; Zehebî, Siyer, I, 423-426; a.mlf., Târih,
s. 580; Değişik rivayetler için bkz.,
İbn Asâkir, XLIII, 448; Eminî, IX, 163, 166.
[173] İbn Sa’d, III, 254;
Belâzürî, Ensâb, I, 183; Taberî, Târih, IV, 163; Heysemî, V, 292;
İbn Asâkir, XLIII, 443 444,449; Eminî, IX, 161; Said Havva, VI, 189-190; Taha
Hüseyin, s. 649; Şakir, s. 56.
[174] İbn Sa’d,
III, 183; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 32; Taberî, Târih, IV,
163-164; Nedvî, II, 329-330; Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar ,s. 57.
[175] İbn Asâkir, XLIII,
449-450; Beydûn, s. 166.
[176] Belâzürî, Fütûh,
s. 400; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 20, 31-32; a.mlf., Târih, s.
580.
[177] Belâzürî, Fütûh,
s. 400; İbn Asâkir, XLIII, 541; Umeyrâ , s. 48.
[178] Ya’kûbî,
II, 47; Taberî, Târih, IV, 165; Makdîsî, V, 182; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
III, 20,32; Beydûn, s. 166-167.
[179] Çınar, s.
67.
[180] İbn Sa’d, III, 256; Belâzürî,
Ensâb, I, 193; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Zehebî, Siyer,
I, 423; a.mlf, Târih, s.
581; Eminî, IX, 170; Cudavî, s. 80; Habib, s. 505; Nevâvî, s. 371;
Mehran, I, 296-297.
[181] Taberî, Târih,
IV,163; İbn Asâkir, XLIII, 451; İbnü’l-Esîr, Kâmil,III, 32; Saîdî,
s. 145.
[182] İbn Kesir, İslâm
Târihi, VII, 209.
[183] Ayrıntılı
bilgi için bkz., Kılıç, Valilik, s. 198-199.
[184] Fayda, “Hulefâ-i
Râşidîn”, DİA, XVIII, 326.
[185] Taberî, Târih, II,
252; İbn Abdirabbih, IV, 259; Makdîsî, V, 191; Akkâd, III, 122; Mehran, I, 298;
Câbirî, Siyasal Akıl, s. 292 - 293; Çınar, s. 67.
[186] Mes’ûdî, II, 252; Akkâd,
III, 122; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 293.
[187] Mes’ûdî, II, 252; Akkâd,
III, 122-123; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 293.
[188] İbn Kesir, İslâm
Târihi, VII,240.
[189] İbn Şebbe , III, 1122;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve
Târih-i Hulefâ, İstanbul
1414/1994, I, 376; Mahmud Şakir, Dört Halife: Hz Ebû Bekr-Hz.
Ömer-Hz. Osman-Hz. Ali, ( Hulefa-i Raşidin), çev., Ferit Aydın, İstanbul
1994, s. 343; Saîdî, s. 145; Beydûn, s. 168; Işş, s. 69 ; Kılıç,Valilik,
s.168.
[190] Ünal Kılıç, “Kûfelilerin Hz.
Osman’a İsyan Etme Sebepleri”, CÜİFD, Sivas 2002, Sayı: II, 242; Amr b.
el-Âs’ın hangi
târihte görevden ayrıldığı hususunda geniş bir değerlendirme için bkz.,
Adem Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara 2001, s.
115-121.
[191] Halife b.
Hayyât, s. 161; Belâzürî, Fütûh, s. 319-320; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,
88; Kılıç, “Kûfelilerin Hz. Osman’a
Muhalefet Etmelerinin Sebepleri”, CÜİFD, II, s.242.
[192] İbnü’l-Esîr, Kâmil ,
III, 155; Hizmetli, s. 354.
[193] İbnü’l-Esîr,
Kâmil, III, 155-156; Şakir, Dört Halife, s. 343; Kılıç,Valilik,
s. 168;.
[194] Algül, II,
421.
[195] Nedvî,
II, 331-332;
[196] İbn Şebbe,
III, 1124; Halebî, I, 461; Şedid, s. 47.
[197] Kılıç, Valilik,
s. 168.
[198] Kılıç,
“Kûfelilerin Hz. Osman’a İsyan Etme Sebepleri”, CÜİFD, II, 242.
[199] Taberî,Târih, IV, 333;
İbnü’l Esîr, Kâmil , III , 154-155; Celal Fidan, Hz. Osman’ın
Öldürülmesi Olayında
Sahabenin Tavrı,
CÜSBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2005, s. 97.
[200] Belazüri, Ensâb,V,
44; Fidan, s. 99.
[201] İbn Şebbe, III, 1093;
İbn Kuteybe, İmâme, I, 32; Taberî, Târih, IV, 344; İbnü’l Esîr, Kâmil,
III,164.
[202] İbn Şebbe, III,
1093-1094; İbn Kuteybe, İmâme, I, 32; Adem Apak, Hz. Osman Dönemi
Devlet Siyaseti, İstanbul 2003, s. 166; Fidan, s. 103.
[203] İbn Şebbe, III, 1093-1094; İbn
Kuteybe, İmâme, I, 32; İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b.
Ebî Süfyan,
Ankara 2001, s. 83.
[204] İbn Kuteybe, İmâme ,
I, 32.
[205] Hz. Osman'ın tepki çeken
karar ve tasarrufları için bkz. ., İbnü’l-Arabî, s.81-82; Hizmetli, s. 344-349;
Fayda,“Hulefa-i Raşidin” , DİA, XVIII, 327-328.
[206] Belâzürî,
Ensâb, V,53-56; Mes’ûdî, II, 349-350; Akbulut, s. 173; er-Rayyis, s. 57.
[207] Rebeze, Medine’ye üç günlük bir
mesafede yer alan bir köydür. Daha geniş bilgi için bkz., Yâkut el-Hamevî, III,
24;
Ziyaüddin Rayyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Târihi, çev., İbrahim
Sarmış, İstanbul 1995, s.,57.
[208] Belâzürî, Ensâb, V, 43;
Ya’kûbî, II, 68-69; Taberî, Târih, III, 341; Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 441; Hizmetli, s. 346; Şakir,
Dört Halife,
s.134.
[209] Belazüri, Ensâb,
V,54-55; Ya’kûbî, II, 70.
[210] Ya’kûbî,
II, 69.
[211] İstîniya Kûfe’de bir köydür.
Burasının Habbâb b. Eret’e verildiğine dair rivayetler de vardır. Yâkut
el-Hamevî, I, 588.
[212] Belâzürî, Fütûh,
s. 391; Yâkut el-Hamevî, III, 270.
[213] Taberî,Târih,
V,102; İbnü’l-Arabî, s. 73.
[214] Belazüri, Ensâb,
V, 48-49; Taha Hüseyin, s. 654, 785; Fidan, s. 43.
[215] İbn Kuteybe, İmâme, I, 35;
Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; İbn Abdirabbih, IV,
282-283; Taha Hüseyin,
s. 785.
[216] Belâzürî, Ensâb,
(M. Hamidullah thk.,), I, 16-17.
[217] İbn Şebbe,
III, 1100; Belazüri, Ensâb, V, 88-89; Sadık İbrahim Armûn, “Hayatü
Ricalati’l-İslâm: Osman b. Affan”,
Mecelletü’l-Ezher, Matbaatü’l-Ezher, cüz:3, Mısır 1362/1943, XIV, s. 116.
[218] “Uzun sakallı, yaşlı ahmak adam,
bunak” gibi anlamlara gelmektedir. Aynı zamanda Hz. Osman’a benzeyen Mısırlı
bir
kişinin de adıydı. Hz. Osman’ı kötülemek ve küçük düşürmek için
kullanılan bir ifadedir. bkz., İbn Manzur, XI, 669670.
[219] İbn Sa’d,
III, 360.
[220] Belazüri, Ensâb,
V, 48; a.mlf, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; Armun, s. 116.
[221] İbn
Kuteybe, İmâme, I, 35; ; Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,),
I, 15-16; İbn Abdilberr, II, 227.
[222] İsmail Hakkı Atçeken, “Hz. Osman
Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü”, SÜİFD, Konya 1999, s.
341.
[223] İbn Kuteybe, İmâme, I, 35;
Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; Safedî, XXII, 378.
Câbirî, Siyasal Akıl, s.
444.
[224] Câbirî, Siyasal Akıl,
s. 444.
[225] Belâzürî, Ensâb,
(M. Hamidullah thk.,), I, 15; İbn Abdirabbih, II, 272; S. Armûn, s. 116
[226] Kettânî,
II, 219.
[227] Seyf b.
Ömer, s. 10-14; İbnü’l-Arabî, s. 81-82; Ekinci, s. 81-82.
[228] İbnü’l-Arabi,
s. 83-84; Ekinci, s. 82-83.
[229] İbnü’l-Arabi,
s.83; Ekinci, s. 83.
[230] İbnü’l-Arabi,
s.84.
[231] Seyf b.
Ömer, s. 11.
[232] Fidan, s.
45.
[233] Algül, II,
565.
[234] Belâzürî, Ensâb, VI, 162; Ya’kûbî,
Hz. Aişe’nin bu sözleri, Hz. Osman’ın, ona tahsis edilen atâ miktarını diğer
hanımlarla eşit hale getirdiği zaman söylediğini nakletmektedir. Yakûbi,
II, 175; Ayrıca bkz., Murtaza el-Askerî, Abdullah b. Sebe’ Masalı, çev.,
Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1974, I, 81; Bahaüddin Varol, Siyasallaşma
Sürecinde Ehl-i Beyt, Konya 2004 , s. 38.
[235] Nabıa Abbott, Hz.
Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, çev., Tuba Arsak Hasdemir, Ankara 1999, s.
111-112.
[236] İbn Şebbe, III, 1100;
Belazüri, Ensâb, V, 89; Mes’ûdî, II, 347.
[237] İbn Şebbe, III, 1100;
Belazüri, Ensâb, V, 49; Fidan, s. 45.
[238] Kaynaklarımızda
bu şahsın ismine rastlayamadık.
[239] Ahmed b.
Hanbel, I, 445, VI, 113; Belâzürî, Ensâb, I, 192; Belâzürî, Ensâb (M.
Hamidullah thk.,), I, 25; Tirmizî,
Muhammed b. İsa, es-Sünenü’t-Tirmizî, İstanbul 1413/1992, V, 668.
Tirmizî “Bu hadis hasen, garib bir hadistir”demiştir; Ebû Abdirrahman Ahmed b.
Şuayb en-Nesaî, Fedâilü’s-Sahâbe, thk., Faruk Hammâde, Daru’s- Sakâfe
1984 yy., s. 155; Ebû Abdillah Bedrüddin Zerkeşî, Hz. Aişe’nin Sahâbe’ye
Yönelttiği Eleştiriler, çev., Bünyamin Erul, Ankara 2000, s. 132.
[240] İbn Sa’d,
VIII, 65; Ebû Nuaym, II, 44; Zerkeşî, s.167 Said Havva, VI, 195.
[241] Taberî, Târih,
II, 657- 658; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 445.
[242] Seyf b.
Ömer, s. 63; İbn Abdirabbih, IV, 267; İbn Kesir, İslâm Târihi,
VII, 291.
[243] Belazüri, Ensâb,
V, 26; Mes’ûdî, II, 353.
[244] İbn Şebbe,
I, 54.
[245] İbn Kesir, İslâm
Târihi, VII, 322- 323; Işş, s. 58.
[246] Belâzürî, Ensâb,
V,99; İbn Abdirabbih, IV, 277.
[247] İbn Asâkir,
XLIII, 455; Zehebî, Siyer, I, 417; Said Havva, VI, 195.
[248] Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda
Îtîkâdî İslâm Mezhepleri, Ankara, 1990, s. 289; a.mlf., Fığlalı, “Abdullah
b. Sebe”,
DİA, İstanbul
1991, I, 133.
[249] İbnü’l-Esîr,
Kâmil , III, 154-155; Hizmetli , s. 485 - 486.
[250] Murat Akarsu, Hz.
Osman ve Hilafeti (Yayımlanmamış Doktora Tezi) AÜSBE, Ankara 2001, s. 189.
[251] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi s. 291; a.mlf, “Abdullah b. Sebe” , DİA, I,135
[252] İbn Hacer,Tehzîb,
IV, 295-296; Apak, s. 151-152; Daha fazla bilgi için bkz., Seyf b. Ömer, s.
48-50.
[253] Askerî, s. 8.
[254] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi s. 294; a.mlf, “Abdullah b. Sebe”, DİA, I, 135.
[255] Yaşar
Kutluay, Târihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1965, s. 294.
[256] Sıddık
Korkmaz, Abdullah b. Sebe’, SÜSBE (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Konya 1996, s. 101.
[257] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi , s. 296; Mehran, I, 292.
[258] Mehran, I,
292 - 294; Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi, s. 296-297.
[259] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi, s. 296-297.
[260] Ya’kûbî,
II, 67; Mehran, I, 294.
[261] Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 426-427.
[262] Ali Sami
en-Neşşâr, Neş'etu't-Teşeyyu , s. 28.
[263] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi, s. 296-298.
[264] İslâm
Mezhepler Târihi, s. 299.
[265] Fığlalı, İslâm
Mezhepler Târihi , s. 301; a.mlf.,“Abdullah b. Sebe”, DİA, I,
133-134.
[266] İslâm
Mezhepler Târihi, s. 301; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara
1983, s.29; Akarsu, s. 195-196.
[267] Korkmaz, s.
101.
[268] İbn. Sa’d,
III, 31.
[269] Diğerleri
ise, Mikdad b. el-Esved, Ebû Zer el-Gıfarî, Selman el-Farisî, Cabir b.
Abdillah, Abbas b. Abdulmuttalib ve çocukları
ile Hâşimoğullarının tümüdür. Bkz. Makdîsî, V, 124; Ebû Zehrâ, s. 41.
[270] Makdîsî, V,
127.
[271] Kummî-Nevbahtî,
s. 88; Mehran, I, 292.
[272] Ziyaüddin
Rayyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Târihi, çev., İbrahim Sarmış, İstanbul
1995, s. 43.
[273] Ali Sami
en-Neşşar, İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu, çev., Osman Tunç,
İstanbul 1999, II, 217.
[274] Akbulut, s.
102.
[275] Fığlalı,
“Cemel Vak’ası”, DİA, İstanbul 1994, VII,320-321; Şakir, Dört Halife,
s. 371.
[276] Seyf b. Ömer, s. 139; Minkârî,
s.15; İbn Sa’d, III, 32; Halife b. Hayyât, s. 181; İbn Kuteybe, İmâme,
I, 62-63;
Belâzûrî, Ensâb, II,
230 (Belazurî, Hz. Ali’nin Ammâr b. Yâsir ile Abdullah b. Abbas’ı gönderdiğini kaydeder);
Taberî, Târih, IV, 382; Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset,
İstanbul, 1988, s. 80.
[277] Seyf b. Ömer, s. 140; İbnü’l-Esîr,
Kâmil, III, 227-228, 230-231, İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 382; Işş, s. 90;
Nedvî, II, 291.
[278] Buharî, Fedâilü’s-Sahâbe
62, Ashâb-ı Nebi 5, 20, 30; Fiten 18; İbn Abdirabbih, IV,
304; İbn Asâkir, XLIII, 453, 458-459; Zehebî, Siyer, I, 424; Kandehlevî,
II, 462; Said Havva, VI, 190.
[279] Fığlalı, “Cemel Vak’ası”
, DİA, VII, 321.
[280] Minkârî, s. 205; Halife
b. Hayyât , s. 184; Belazûrî, Ensâb, II, 239;İbn Kuteybe, İmâme,
I, 66; İbn A’sem, I, 113114; Mes’ûdî, II, 369; İbn Abdirabbih, IV, 288;
Ebû’l-Fida, I, 241; Ziyaüddin Ömer b. Muzaffer İbnü’l-Verdi, Târihû
İbni’l-Verdî, Beyrut 1417/1996, I, 148; Günal, s. 83; Nedvî, II, 333.
[281] İbn Abdirabbih, IV, 301.
[282] Seyf b. Ömer, s. 172-173
; Ahmed b. Hanbel, VI, 58, 205; İbn Asâkir, XLIII, 458; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
III, 254; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 395; Çınar, s. 93; Abbott, s.
155.
[283] İbnü’l-Esîr,
Kâmil, III, 243, 262; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 389; Günal,
s. 85; A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve
Târih-i Hulefâ,
İstanbul 1414/1994, I, 523.
[284] İbn
Abdirabbih, IV, 301.
[285] Ahmed
Hilmi, İslam Târihi, İstanbul 1979, s. 255.
[286] İbn Abdirabbih, IV, 304;
Ebu’l-Arab et-Temimî, Kitâbu’l-Mihân, thk., Yahya Vehib el-Cebbûrî,
Beyrut 1408/1988, s. 119.
[287] Algül, II,
505; Günal, s. 117.
[288] Minkârî, s. 232-233;
İbnü’l-Esîr, Kâmil , III,297;
[289] Minkârî, s. 208; Taberî, Târih,
V, 11; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 294; İbn Kesir, İslâm Târihi,
VII, 421; Günal, s.126;
Beydûn, s. 174. Burada Ammâr ile Eşter’in aynı kabileye mensup
olduklarını hatırlatmak isteriz. Eşter, Hz. Ali’nin yanında Cemel ve Sıffin
savaşlarında bulunmuş ve yine Hz. Ali tarafından Mısır’a vali olarak tayin
edilmiştir. Bkz. İbn Sa’d, VI, 213.
[290] Minkârî, s.
156.
[291] Minkârî, s.
215-216.
[292] Minkârî, s.
217.
[293] İbn Sa’d, V, 19; Zehebî, Târih,
s. 569. İbnü’l-Esir, Zü’l-Küla’ ve Ubeydullah’ın katilleri olarak, Basra
ehlinden
Muharrez b. es-Sahsah b. Sa’lebe’nin ismini zikreder. Heni’ b. Hattab
el-Erhabî ve Mâlik b. Amr et-Tinî’ el- Hadramî’nin öldürdüğü de söylenmektedir.
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 308.
[294] Minkârî, s.
293; İbn. Sa’d, V,19-20.
[295] Minkârî, s. 319, 326;
Belâzûrî, Ensâb, II, 315-317; Taberî, Târih, V, 39-41; Günal, s.
130; Hâlid, s. 210; Umeyrâ , s. 50; Şedid, s. 50.
[296] Hecer,
Bahreyn yada Yemen yakınlarında bir yerdir. Medine yakınlarında bir köy olduğu
da belirtilmektedir. el- Hamevî, V, 432-433.
[297] Minkârî, s. 335; İbn
Sa’d, III, 256-257; Taberî, Târih, V, 38,41; İbn Abdilberr, III, 230;
İbn Abdirabbih, IV, 314; Mes’ûdî, II, 391; İbn A’sem, IV, 156; İbn Asâkir,
XLIII, 362-363,465; İbnü’l-Cevzî, II, 231-232; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,
308; Salah Azzâm, Şahsiyyetün İslâmiyyetün, Daru’ş-Şuûb, KFCRIS, No:
00086037, 1412/1992, s. 64.
[298] İbnü’l-Esîr,
Kâmil, III, 134; Nedvî, II, 334.
[299] Ahmed b.
Hanbel, 11, 164; İbn Abdirabbih, IV, 313.
[300] Hâkim, III,
435; Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII, 471; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,
310; a.mlf, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632;
Eminî, IX, 170; İbni’l-Verdi, I, 151; A.Cevdet Paşa, I, 561.
[301] Ahmed b.
Hanbel, II, 164; İbn Asâkir, XLIII, 424-425; Said Havva, VI, 198; M. Yaşar
Kandemir, “Abdullah b. Amr
b. As”, DİA, İstanbul, 1998, I, 85.
[302] Minkârî, s.340; İbn
Sa’d, III,258; İbn Kuteybe , İmâme, I, 110; Taberî, Târih, V,39;
Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII, 464, 470; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III,
309-310; a.mlf., Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Safedî, XXII, 377; Zehebi ,Târih,
s. 582; A. Cevdet Paşa, I, 560; Taha Hüseyin, s. 654.
[303] Minkârî, s.341; İbn A’sem, IV,
156; Mes’ûdî, II, 391; Halebî, II, 784; İbn Abdilberr, III, 230; İbn Kesîr, İslâm
Târihi, IV,382; İbnü’l-Verdî, I, 151; Umeyrâ , s. 51; Şedid, s. 51; Hâlid,
s. 211; Kandehlevî, I, 568-569.
[304] Câbirî, Siyasal
Akıl.. .s. 446.
[305] İbn Asâkir,
XLIII, 481.
[306] İbn
Abdilberr, III, 229; Halebî, II, 265; Şedid, s. 50.
[307] Minkârî, s. 343; İbn
Sa’d, III, 253-254; İbn Kuteybe, İmâme, I, 110; Belâzürî, Ensâb, I,
193; Taberî, Târih, V,41; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 311; İbn
Kesir, İslâm Târihi, VII, 435; Makdisî, IV, 219.
[308] Algül, II, 508.
[309] Akbulut, s. 317.
[310] İbn Sa’d,
III,259; Belazûrî, Ensâb, I, 194 - II,314; Mes’ûdî, II, 391; Eminî,
IX,170; Günal, s. 131.
[311] Ebû Cafer
Muhammed İbn Habib, Kitabu’l- Muhabber, Beyrut trz, s. 295-296.
[312] İbn Asâkir,
XLIII, 472. Bazı kaynaklarda Ukbe b. Amr’ın isminin Ukbe b. Âmir, Amr b.
el-Haris’in isminin ise Ömer
b. el-Haris şeklinde yazıldığını görmekteyiz.
[313] Bazı
kaynaklarda “Adiye-Ğaziye-Ğariye” şeklinde yazıldığı da görülmektedir.
[314] İbnü’
l-Esîr, Kâmil, III, 310-311.
[315] İbn Sa’d,
III,260; İbn Kuteybe, Maârif, s. 257; Zehebî, Siyer, I, 425.
[316] İbn Sa’d, III,263;
Belâzürî, Ensâb, I, 197; Hâkim, III,442; Heysemî, V, 294; İbn Asakir,
III, 97-398; Taha Hüseyin, s.657.
[317] İbn Kuteybe, İmâme,I,110;
Günal, s.131.
[318] Taberî, Târih, V,42;
İbn A’sem, I, 407; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 211-212; a.mlf., Kâmil, III
, 311-312; İbn. KEsîr, İslâm Târihi, VII, 437; Günal, s. 131;
[319] İbn Sa’d , III, 262;
Belâzürî, Ensâb, I, 197-198; İbn A’sem, IV, 157; İbn Asâkir, XLIII, 476;
Eminî, IX, 174; Mehran, I, 291; Taha Hüseyin, s. 656; Akk, II, 386.
[320] Mes’ûdî, II, 391;
Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 131.
[321] İbn Kuteybe, İmâme,
I, 110; Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 131.
[322] Demircan , Ali-
Muaviye Kavgası, s. 131.
[323] Bu makale Mecelletu’l-Mecmai’l-İlmiyyi’l-İrâki
(Bağdat 1967, XV, ss. 10-38)’de “Zuhûru’l-Havaric” adıyla yayınlanmıştır.
[324] Demircan, Din-Siyaset
İlişkisi, ss. 50-86.
[325] Mes'ûdî, II, 388.
[326] Mesûdî, , II, 423.
[327] İbn Sa’d, III,264;
Buharî, et-Târihu’l- Kebîr ,VII, 25; İbn Kuteybe, Maârif, s. 258;
Belâzürî, Ensâb, I, 198; Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII,481;
İbnü’l-Cevzî, II, 232; Zehebî, Siyer, I,426; a.mlf, Târih , s.
582; İbn Kunfuz, s. 57; İbn Hacer, İsâbe, IV, 576; Temîmî, s. 115;
Ziriklî,V, 36.
[328] İbn Sa’d, III, 262; İbn
Abdilberr, III,231; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632; Safedî, XXII,
378; Nedvî, II,335; Mizzî, XXI, 224.
[329] İbn Sa’d, III,264;
Belâzürî, Ensâb, I, 199; İbn Asâkir, XLIII, 478-479,481; Mizzî, XXI,
228; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- Ğâbe, III, 632; Hâkim, III, 436.
[330] Belâzürî, Ensâb,
I, 198.
[331] İbn Kuteybe, Maarif,
s. 258; Belâzürî, Ensâb, I, 198; İbnü’l-Cevzî, II, 231; İbn Asâkir,
XLIII, 359, 364; Hâkim, III,
433; İbn. KEsîr, İslâm Târihi, VII, 489; Emini, IX, 174.
[332] İbn Sa’d, III, 256; İbn
Asâkir, XLIII, 456-457; Zehebî, Siyer, I, 424; a.mlf, Târih ,s.
581; Bağdâdî,I, 151; Fuad, s. 81; Umeyrâ , s. 39-40; Mizzî, XXI, 220;
Kandehlevî, II, 630; Hâlid, s. 203; Eminî, IX, 166; Beydûn, s. 167; Şakir, Sahâbe
Hayatından Tablolar, s. 49.
[333] İbn Sa’d,
III, 264; Belâzürî, Ensâb, I, 199; Hâkim, III, 436; İbn Asâkir, XLIII,
478-479, 481; Mizzî, XXI, 228; İbnü’l-
Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632; İbn Kesir, VII, 489.
[334] Fayda, “Ammâr b. Yâsir”,
DİA, III, 75.
[335] Belâzürî, I, 189; Ebû Nuaym, I,
141; Esbehanî, II, 572; İbn Asâkir, XLIII,445; Kandehlevî, II, 308; Eminî, IX,
165.
[336] Belâzürî, Ensâb, I,
192; Ebû Nuaym, I, 141; İbn Asâkir, XLIII,451-452,455; Zehebî, Siyer,
I,427; Eminî, IX,169; Said Havva, VI, 191.
[337] İbn Asâkir,
XLIII, 453.
[338] Belazüri, Ensâb,
I, 184; Emini, IX, 162.
[339] Nesaî, ed-Duâu Ba’de’z-Zikr 62;
Hâkim, I, 705-706. Bu dua Hz. Peygamber’in de ümmetine tavsiye ettiği bir
duasıdır. Ammâr tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıntılı bkz. Zeynüddin
Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Bağdâdî el-Hanbelî, Şerhu Hadis-i Ammâr b.
Yâsir, thk., Ebû Abdirrahman İbrahim b. Muhammed, Cidde 1408/1987, s. 1320.
[340] İbn Asâkir, XLIII,453.
[341] Fayda, “Ammâr b. Yâsir”,
DİA, III, 75.
[342] Zehebî, Siyer,
I,407; Ziriklî, V, 36; Mevsûatü Yemen, s. 680.
[343] İbn Asâkir, XLIII, 360;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,632; Mizzî, XXI, 216; Zehebî, Siyer, I,407;
Ayrıca bkz., İbn Sa’d, VI, 115-215.
[344] Kettânî, III, 39;
Zehebî, Siyer, XVI,287-289.
[345] İbn Sa’d, II, 346; Belazüri,
Ensâb, I,185; Ebû Nuaym, I, 187; Zehebî, Siyer, I, 414;
Kandehlevî, III, 258; Emini, IX,
162; Said Havva, VI, 192.
[346] Nevzat
Aşık, Sahâbe ve Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 179-180.
[347] Aşık, s.
180
[348] Aren Jean
Wensinck, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li Elfâzi’l- Hadisi’n-Nebevî, İstanbul
1998, XIII, 200.
[349] Ahmed b. Hanbel I, 100, 123, 125,
130,138; Belâzürî, Ensâb, I, 182; İbn Abdilberr, III, 229; İbn
Asâkir, XLIII, 385-
386; İbnü’l-Cevzî, II, 231; Eminî, IX, 160; Zehebî, Târih, s.
575; Heysemî, IX, 307.
[350] Belâzürî,
Ensâb (M. Hamidullah thk.,) , I, 26; Ebû Nuaym, I, 142; Hâlid, s. 208; İbn
Abdilberr, II,435.
[351] İbn Abdilberr, III, 231;
İbn Asâkir, XLIII, 384-385; Zehebî, Târih , s. 573; Mizzî, XXI, 221-222.
[352] Ahmed b. Hanbel, V, 385;
Belâzürî, Ensâb, I, 184;İbn Abdirabbih, IV, 242; Esbehanî, II, 570;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-
Ğâbe, III,
629; Zehebî, Siyer, I,414; a.mlf, Târih, s. 573; Eminî, IX, 162;
Heysemî, V, 295; İbn Hacer, Tehzib, VII, 345.
[353] Tayyib, tahir (temiz) demektir.
Mutayyeb de temizlenmiş demektir. Hadisin açıklaması için bkz. Canan, XII, 326.
[354] Tirmizî, V, 668 ; İbn
Abdilberr, III, 228; İbnü’l-Cevzî, II, 230; Ebû Nuaym, I, 140; İbn Hacer, Tehzib,
VII, 346;
Mizzî, XXI, 222; Zehebî, Târih ,s. 573; İbnü’l-Esîr,Üsdü’l-Ğâbe,
III, 629; Ahmed b. Hanbel, II, 1084-1087.
[355] Buhârî, Târihu’l-
Kebîr, VII, 25; Ahmed b. Hanbel, IV, 319; Ebû Dâvud, Salât 128;
Tirmizi, Vitr 21; İbn Asâkir, XLIII,441.
[356] Algül, II, 546.
[357] Ahmed b. Hanbel, IV, 396,
263-265; Buhari, Teyemmüm 4, 5, 7, 8; Müslim, Hayz 110; Ebû
Davud, Taharet 123 ;
Nesâî, Taharet 201; Ebû’l- Hüseyin Abdulbaki İbn Kani, Mu’cemu’s-Sahâbe,
thk., Ebû Abdurrahman Salah b.Salim el-Masrâtî, Medine 1418/1997, II, 250.
[358] Saffet Sancaklı, “İstikbale
Yönelik Hadislerin Değerlendirilmesi”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2001,
XXXVII, s. 75.
[359] Bu hadisle alakalı
farklı rivayetler için bkz., Minkârî, s. 323; İbn Sa’d, III, 251-254; ; Ahmed
b. Hanbel , II,161, 164, 206, III, 5, 22, 28, 91, IV,197, 199, V, 214, 215,
306, 307, VI, 289, 300, 311, 315; Buharî, Salât, 63; Müslim b. Haccac
Müslim, el-Câmiu’s-Sahih, İstanbul 1413/1992, Fiten, 70, 72, 73;
Tirmizî, Menâkıb 34; Hâkim, II,155, III,191, 397; Belâzürî, Ensâb,
(thk., M. Hamidullah), I, 21; Taberî, Târih, V, 39; Nesaî , Fedâilü’s-Sahâbe,
s. 154; İbn Asâkir,XLIII, 412-436; Zehebî, Siyer, I,419-421; a.mlf, Târih,
s. 577-580; Temîmî, s. 114.
[360] Zehebî, Siyer,
I, 416; Şevkanî, Dürrü’s-Sahâbe s. 363-364.
[361] İbn Kesir, İslâm
Târihi, III, 325.
[362] Kandemir,
“Abdullah b. Amr b. As”, DİA, I, 85.
[363] Demircan , Ali-
Muaviye Kavgası, s. 132.
[364] Aycan- Söylemez, s. 77.
[365] İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye,
Riyad 1986, VI, 259.
[366] Akbulut, s.
317.
[367] Demircan,
Ali- Muaviye Kavgası, s. 133-134.
[368] İlyas
Çelebi, İtikâdî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul
1996, s. 50-51.
[369] Çelebi, s.
185.
[370] Nuaym b.
Hammad, el-Fiten ve’l- Melâhim, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1993, s. 19.
[371] Âl+-i İmrân 3/69.
[372] Ali b. Ahmed
en-Neysâbûrî el-Vahîdî (468/1076), Esbâbu’n-Nüzûl, Beyrut 1413/ 1993, s.
92; Ebü’l-Kasım Carillah Muhammed b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, Tefsirü’l-Keşşaf,
tashih., Muhammed Abdüsselam Sahîn, Beyrut 1424/2003, I, 365; Nasirüddin
Ebî Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazî el-Beydâvî, Envaru’t-Tenzîl
ve Esraru’t-Te’vîl , Beyrut 1410/1990, I, 263; Ebû’s-Senâ Şihabüddin
el-Alûsî, Rûhû’l-Meâni, Beyrut 1417/ 1997, III, 316; Ebû Abdillah
Muhamed b. Ahmed el-Kurtûbî, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’ani’l-Kerim,
Kahire 1416/1996, VI, 117.
[373] En’âm 6/52,
[374] Zemahşerî, II, 26; Ebû Cafer
Muhammed b. Cerir et-Taberî, Camiu’l - Beyan An Te’vî l -i Âyi’ l -Kur’an, Beyrut
1405, VII, 128-129; Âlûsî, V, 231; Kurtubî, VI, 405-406; Beydavî, II,
19, 48; Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb (Tefsiru’l-Kebîr), Beyrut
1411/1999, IV, 50; İbn Kesir, Tefsiru’l- Kur’ani’l-Azim, Beyrut 1401,
II,134.
[375] En’am 6/122.
[376] Belazüri, Ensâb (M.
Hamidullah thk.,), I, 24.İbn Kesir, Tefsir, II, 173; Beydavî, II, 48;
Suyûti, III, 352; Muhammed b.
Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Mısır 1996, II, 152; İbn
Abdilberr, s. 227; İbn Asâkir, XLIII, 378.
[377] Nahl 16/106.
[378] Vahîdî, s. 235; Ezherî,
s. 430-432; İbn Sa’d, III, 178; Belâzürî, Ensâb, I, 181; İbn Asâkir,
XLIII, 374-375; İbn Hacer, İsâbe, IV,576; İbn Kesir, Tefsir, II,
588; Taberî, Tefsir, XIV, 181-182; Vehbe Zuhaylî, et-Tefsiru’l-Vecîz-
Esbabu’n-Nüzûl ve Kavaidü’t-Tertîl, Dımaşk 1416, s. 260; Şevkanî,
Fethu’l-Kadîr , III, 197-198; Seyyid Kutub, fî Zîlâli’l-Kur’an,
çev., İ. Hakkı Şengüler vd., İstanbul trz., IX, 248-249.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar