Print Friendly and PDF

AMMÂR B. YÂSİR VE AİLESİ

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: İsmail METİN

İnsanı imtihan için dünyaya gönderen Allah Teâlâ, onu rehbersiz bı­rakmamış, yoktan var etme kadar önemli bir nimet olan ilahi mesajlarını tebliğ ve temsil ile görevli peygamberler de göndermiştir. Peygamberler de, Allah'tan aldıkları bu mesajları, insanlara hem tebliğ etmiş hem de onları hayata aktararak bizzat temsil etmişlerdir. Peygamberlerden sonra ise bu mesajları onların yakınında bulunan insanlar sonraki nesillere aktarmışlardır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’le başlayan bu süreç, ondan sonra gelen peygamberlerle de devam etmiştir. Fakat Kur’ân’dan önce gönderilen Tevrat, Zebûr ve İncil gibi ilahi kitaplar, zamanla asıllarını muhafaza edememişlerdir. Kur'ân ise nâzil olduğu şekliyle muhafaza edilerek, günümüze kadar intikal etmiştir. Şüphesiz Kur’ân’ın bu şekilde muhafaza edilip nakledilmesinde sahâbenin çok önemli rolü vardır.

Ayrıca Kur’ân’ın vahiy eksenli ilk yorumcusu olan Hz. Muhammed’in sünneti de bize sahâbe kanalıyla gelmiştir. Bunun yanında Kur’ân’ın ilk muhatabı olan ve Hz. Peygamber’in gözetiminde yetişen bu insanların nassları yorum­lamadaki görüşleri de sonraki nesillere dini anlama ve yorumlamada rehberlik yapmıştır. Bu da gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Sahâbenin İslam dininde çok önemli bir yeri vardır. Bu önem, sahâbenin bir yandan İslam dininin temel iki kaynağı olan Kur’ân ve sünneti bizlere nakletmeleri, diğer taraftan da Kur’ân'da birçok ayette kendilerinden bahsedilmiş olmasıdır.

İslâm dininin temel kaynaklarının gerek naklinde gerekse yorumlanmasında kilit vazifesi gören bu insanlar, iyi bilinip tanınmalı ve ona göre değerlendirilmelidir. Bu noktada Ammâr ve ailesinin hayatının bilinmesinin de önemli olduğu düşüncesiyle böyle bir tezi hazırlamayı uygun gördük. Zira bu aile, İslâm’ın ilk yıllarında maruz kalınan işkencelerin ilk muhataplarından olmuştur. Onların İslâm için göstermiş oldukları fedakârlıklar bizim ilk müslümanları tanıyıp anlamamıza katkı sağlayacaktır.

AMMÂR B. YÂSİR’İN AİLESİ

BABASI: YÂSİR B. ÂMİR

A-Soyu

İslâm tarihi içerisinde şahsiyetleri ve kişilikleri ile olaylara yön veren pek çok önemli kişi vardır. Bunlardan birisi de, Ammâr’dır. Ammâr’ın babası Yâsir’in soyu şu şekildedir: “Yâsir b. Âmir b. Mâlik b. Kinâne b. Kays b. Husayn b. Vezim b. Sa’lebe b. Avf b. Hârise b. Âmir b. Yâm b. Ans.

Ans’ın soyu ise şöyle devam eder: Zeyd b. Mâlik b. Üded b. Ziyâd b. Yeşcüb b. Ureyb b. Zeyd b. Kehlan b. Sebe’ b. Yeşcüb b. Ya’rub b. Kahtan.” Mâlik b. Üded Oğulları ise Mezhic kabilesindendir.48 Öyle anlaşılıyor ki Yâsir b. Âmir Mezhic kabilesinin Yâm kolunun Ans boyuna mensuptur ve Yâsir’in künyesi de Ebû Ammâr’dır.[1] [2]

Yâsir b. Âmir, Arab-ı Âribe denilen asıl Araplardandır. Kahtanîler adı verilen bu kabile grubunun asıl vatanı Yemen’dir. Bunlara Güney Arapları da denilir.[3]

B-Yâsir’in Mekke’ye Gelişi ve Mekke’deki Hayatı

Yâsir b. Âmir kıtlık, kuraklık ve kötü yönetimden dolayı Yemen’den ayrılan diğer kardeşlerini bulmak için Mekke’ye gelmiştir. O zamanlar Yemen’den uzaklaşan tek insan Yâsir değildir. Çok sayıda insan, başka bir yerde iş ve maişet bulmak için evlerinden ayrılmaya mecbur kalmışlardır. Sebe’ şehri yıkılmaya başlayınca, birçok Yemenli Arap, Mekke ve Yesrib’e göç etmişlerdi. Evs ve Hazreç kabileleri Medine’ye yerleşmiş, Evs ve Hazreç’ten başka birçok grup Suriye, Irak, Yemâme ve Necd bölgelerine dağılmışlardır.[4]

Yâsir, kardeşleri Hâris ve Mâlik’le birlikte Yemen’den Mekke’ye göçen diğer kardeşlerini aramak için gelmişler, kardeşleri Mâlik ve Hâris geri Yemen’e dönmüşlerdir. Yâsir ise Yemen’e dönmeyip Mekke’de kalmıştır. Mekke’de kendisine Benî Mahzûm kabilesinden Ebû Huzeyfe b. Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzûm[5] halîf olmuş, yani onunla dostluk antlaşması yaparak himayesine almıştır.[6]

Yâsir’in Ebû Huzeyfe’ye halîf olması hususunda durmak ve hilf’in ne anlama geldiği konusunda bilgi vermek, konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Sözlükte “antlaşma, akid ve yemin” anlamlarına gelen hilf; terim olarak “Cahiliye araplarında kabilelerin veya şahısların yardımlaşma, dayanışma ve himaye amacıyla yaptıkları antlaşma ve ittifakları ifade eder.” Hilf yapan kişilere halîf (çoğulu ahlâf veya hulefâ) denir.[7]

Ebû Huzeyfe anlaşmalısı Yâsir’i uzun süre izleyip doğruluğundan emin olunca, Sümeyye bt. Hayyât denilen cariyesi ile evlendirmiş, ondan da Ammâr dünyaya gelmiştir. Ebû Huzeyfe, doğumunu müteakiben Ammâr’ı azad etmiş ve Ebû Huzeyfe ölünceye kadar da bu durum böyle devam etmiştir.55

İbn İshak ise Yâsir’in Benî Bekr’in (Bekr Oğulları) kölesi olduğunu ve Eşca’ b. Leys Oğullarından alınıp kendilerinin cariyesi olan Sümeyye ile evlendirildiğini, Sümeyye’den de Ammâr’ın dünyaya geldiğini daha sonra da Sümeyye, Yâsir ve Ammâr’ın azat edildiklerini haber verir.56

Ebû Huzeyfe’nin güven ve saygısını kazanan Yâsir, Sümeyye ile evlendikten sonra eşi ile zaman zaman düşünür ve şöyle derdi: “Bazı Kureyşliler bana kendi putlarına neden tapmadığımı soruyorlar. Onların bir takım eşyalardan put yapıp sonra da o yaptıkları putlara tapmaları, ibadet etmeleri beni hayrete düşürüyor. Şayet ben kendime bir ilah edinecek olsam güneşe tapardım, zira güneş ışığı ile gündüzleri aydınlatıyor; yıldızlara tapardım, zira yıldızlar da geceleri aydınlatıyor fakat ben bu eşyalarda bana fayda verecek ve ibadete layık bir yön bulamıyorum.” Sümeyye de aynı şeyleri düşünüyor ve kendisine dahi bir faydası olmayan taşlara tapmayı anlamsız buluyordu. Bu putlar bazen hurma ve helvadan da yapılıyor, acıkılınca da yeniliyordu.

C- Yâsir Ailesinin Müslüman Oluşu ve Kendilerine Yapılan İşkenceler

Öteden beri Yâsir ailesi, çevresinde herkes tarafından sevilen bir aile olarak tanınmıştır. Mekke’de bulunan putlara asla tapmamışlardır. Bu aile, Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim’i takdir etmiş onun Mekke ve Kâbe’ye olan hizmetlerinden övgüyle bahsetmiştir. Yâsir zaman zaman oğlu Ammâr ve eşi Sümeyye ile Mekke’nin durumunu konuşurlar, yapılan. haksızlıkları, ahlaksızlıkları, zulüm ve tecavüzü tasvip etmezler, bundan rahatsızlık duyarlar ve putlara tapmanın mantıksız, faydasız bir iş olduğunu söylerlerdi. Haksızlıklar karşısında duran ve insanların problemlerini çözen “Hılfu’l-Füdûl” cemiyetinin yaptığı iyilikleri her zaman takdirle karşılamışlardı. Doğru sözlü, güvenilir (el-Emîn) ve dürüst olan Hz. Peygamber’in de bu cemiyete katıldığını biliyorlardı. Yâsir ailesi, İslam gelmeden önce Hz. Muhammed’i bu yönleri ile tanımışlardır.[8]

Yâsir, çocukları Abdullah ve Ammâr eşi Sümeyye ile İslâmiyet’e ilk giren kimselerdendir. Bu şekilde ailece İslâm’ı kabul etmişlerdir.[9]

Kaynaklarımızda Yâsir ve Sümeyye’nin Ammâr’ın telkin ve teklifleri ile İslâm’a girdiklerine dair rivayetlere rastlamaktayız.[10]

Ebû Huzeyfe b. Muğire, Yâsir ailesinin müslüman olduklarını duyduğunda, onları yeni dinlerinden döndürmeye çalıştı. Babalarının dinine girmeye davet etti. Yâsir ailesi ise bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Ebû Huzeyfe onları işkence etmekle korkuttu. Ammâr bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Babam ve iki yaşlı kimseyle oturuyordum. Onlarla Ebû Huzeyfe’nin yaptığı çeşitli işkenceler hususunda konuşuyordum. Babam Yâsir: ‘Ne yaparlarsa yapsınlar bizleri dinimizden asla döndüremezler, kalbimize de giremezler’ demişti.”[11]

Yâsir ailesi, İslâm’a girdikleri andan itibaren çeşitli işkencelerle karşılaşmışlardır. İşkenceler artık o hale gelmiştir ki; Hz. Peygamber bir gün Bathâ [12] denilen yerde Yâsir ailesine işkence edilirken karşılaşmış, Yâsir artık dayanamayarak: “Ey Allah’ın Rasûlü! Zaman hep böyle işkenceli mi olacak?” diye sormuş, Hz. Peygamber ise ona: “Sabrediniz!” dedikten sonra “Allah’ım! Yâsir ailesine böyle işkence edilirken merhamet et!” diye dua etmiştir.[13]

Hz. Peygamber yine başka bir gün işkenceye uğratıldıkları bir sırada Yâsir ailesine rastlamış ve onları şöyle diyerek teselli etmiştir: “Sabrediniz Ey Yâsir ailesi! Hiç şüphesiz sizin mükâfatınızı alacağınız yer -veya varacağınız yer[14]- cennet’tir.” [15] Hz. Peygamber’in : “Sizlere Müjdeler olsun ey Yâsir ailesi! veya Ammâr ailesi!-[16] mükâfat yeriniz cennet’tir.” dediği de rivayet edilmektedir.[17]

D- Yâsir’in Şehit Edilişi

Yâsir b. Âmir, kendisine işkence eden müşriklerin putlarına tapma isteklerini ve dolayısıyla da Hz. Peygamber’in dininden dönme tekliflerini reddederek İslâm yolunda şehit olmayı seçmiş ve müslüman erkeklerden ilk şehit olma bahtiyarlığını elde etmiştir.[18]

Kaynaklarımızda Yâsir’in nasıl şehit edildiği hakkında ayrıntılı bilgilere rastlayamamaktayız.

ANNESİ: SÜMEYYE Bt. HAYYÂT

Soyu

Kaynaklarımızda Sümeyye’nin Sümeyye bt. Hayyât, Sümeyye bt. Hubbât, Sümeyye bt. Hıbat, Sümeyye bt. Habât ve Sümeyye bt. Huyyât gibi farklı isimlerle anıldığım görmekteyiz.[19] Bazı kaynaklarda ise Sümeyye bt. Selm şeklinde de kullanılmaktadır.[20] Biz, Sümeyye bt. Hayyât şeklindeki kullanım kaynaklarımızda çok olduğu için bunu kullanacağız. Kaynaklarımızda Sümeyye’nin soyu ile ilgili farklı şecereler zikredilir. Bu şecerelere baktığımızda ise Ammâr’ın annesi olan Sümeyye ile başka Sümeyyelerin karıştığı görülmektedir.

Bu Sümeyyelerden bir tanesi Hâris b. Keledeti’s-Sakafî’nin kölesi olan Sümeyye’dir. Hâris b. Keledeti’s-Sakafî, Taif menşelidir. Kendisi tahsilini İran’da yapmış, bir şöhret ve itibar kazanmıştı. Nûşcân adındaki Zendâverd şehrinin Satrap’ı (valisi) hastalanmış, İran’lı doktorlardan ümidini kesince Taif asıllı, meşhur doktor Hâris b. Keledeti’s-Sakafî’den yardım istemişti. İyileşmesi üzerine Satrap, mükâfat olarak kendisinden ne istediğini sormuş ve Nûşcân’ın bazı isteklerini yerine getirmişti. Bundan ayrı Nûşcân ona birtakım hediyeler de vermişti. Bu hediyeler arasında Belâzüri’ye göre Bamıh[21] adında genç ve güzel bir de cariye vardır. Bu kız sonradan Mekke’de Sümeyye adını almıştır.[22]

Hamidullah, Sümeyye’nin önceki ismi olan Bamıh’ın Türkçe bir kelime olan “Pamuk”tan gelebileceğine işaret ederek;[23] “Öyle anlaşılıyor ki bu hanım sahabî Türk asıllıdır” demektedir.[24] Hamidullah görüşünü şu bilgilerle de desteklemektedir: “Belâzürî’nin verdiği bilgiye göre, İslâm’da ilk şehit edilen hanım sahabî, Ebû Cehil tarafından mızraklanarak katledilen, Ammâr’ın annesi Sümeyye'dir. İşte bu hanımın asıl adı Bamıh idi ve kendisi İran'ın Keşker şehrindendi. Bugünkü Türkçe'de Pamuk anlamına gelen bu kelime bir Türk ismidir. Eğer “Dilbilim” delil olarak kabul edilecek olursa, bu hanımın Türk olduğu söylenebilir.[25] Şayet böyle ise İslâm’ın ilk şehit kadını Türk soyundan geliyor olabilir.”[26]

Bu bilgileri verdikten sonra temel İslâm tarihi kaynaklarının önemli bir kısmında bizleri şaşırtan şu ifadelere rastlamaktayız: “Sümeyye, Yâsir’den sonra aslen Rum olan ve demircilikle uğraşan aynı zamanda Hâris b. Keledeti’s- Sakafi’nin kölesi olan el-Ezrâk[27] adındaki kişi ile evlenmiştir. Bu kişi Hz. Peygamber Taif’e gittiğinde Ubeyd ile birlikte Hz. Peygamber’i Taif’ten çıkaran kimsedir. Daha sonra Hz. Peygamber bu kimseleri affetmiştir. Sümeyye’nin Ezrâk’tan Seleme adında bir çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu kişi Ammâr’ın anneden kardeşidir. Ezrâk, Ümeyyeoğullarının halîfidir ve Mekke’li olmakla şereflenmiştir. Ezrâk ve çocukları Ümeyyeoğullarından evlilik yapmış, onlardan da çocukları dünyaya gelmiştir. Ezrâk’ın oğulları kendilerinin Rum olmayıp Benî Tağlib’ten ve daha sonra da Benî İkeb kabilesinden olduklarını ileri sürmüşlerdir. Cübeyr b. Mut’im, Ezrâk’ın kızı ile evlenmiş, ondan da bir kızı dünyaya gelmiş, onunla da Said b. el-Âs evlenmiştir.”[28]

Başta İbn Sa’d, İbn Kuteybe ve Belâzürî’nin eserleri olmak üzere, birçok kaynakta geçen bu ifadelerde bir takım tutarsızlıklar göze çarpmaktadır. İşte biz de bu tutarsızlıklara dayanarak Sümeyyelerin karıştırıldığı kanaatine varmaktayız.

Yukarıda ifade edilen bilgilerden şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Sümeyye ile kocası Yâsir aynı günde öldürüldüklerine göre nasıl olur da Sümeyye, Yâsir’den sonra başka bir insanla evlenebilir? Anlaşılan o ki Sümeyye’ler bu temel kaynaklarda karışmıştır. Zira yukarıda anlatılan Sümeyye, bazen Ziyâd b. Ebî Süfyân’ın halk arasında Ziyâd b. Ebîhi diye bilinen Ziyâd’ın annesi olan Sümeyye’dir. Sümeyye bt. Hayyât ile bu Sümeyye kaynaklarda karıştırılmaktadır.[29]

Dolayısıyla, Sümeyye bt. Hayyât ile Ezrâk’ın evlendiği Sümeyye farklı insanlardır. İbn Kuteybe’nin ve yukarıda bahsetmiş olduğumuz müelliflerin eserlerinde el-Ezrâk’ın evlendiği Sümeyye, Sümeyye bt. Hayyât ile isim benzerliğinden dolayı karıştırılmakta, dolayısıyla yanlış bilgiler aktarılmaktadır. Zehebî ve Mizzî, kaynaklardaki bu hatayı fark ederek “Şüphesiz ki bu, büyük bir hatadır” demektedirler. Onlara göre Hâris b. Keledeti’s-Sakafî’nin kölesi el-Ezrâk ile evli olan Sümeyye, Ziyâd’ın annesi olan Sümeyye’dir. Dolayısıyla Seleme b. el-Ezrâk anne tarafından Ammâr’ın değil Ziyâd b. Ebîhi’nin kardeşidir. Ammâr’ın annesi Sümeyye ile Ziyâd’ın annesi Sümeyye nesep yönünden bir değildir.[30] Tarihte, Babası belli olmayan, bu yüzden de ismi Ziyâd b. Ebîhi olan Ziyâd’ın annesi Sümeyye’den dolayı lakabı İbn Sümeyye’dir.[31] Nesep yönünden Ammâr’ın annesi Sümeyye ile Ziyâd’ın annesi Sümeyye farklı insanlardır. Dolayısıyla Hamidullah’ın Sümeyye hakkında: “İslâm’ın ilk kadın şehidi Türk olabilir” şeklinde vermiş olduğu bilgiler bu karışıklık içerisinde net değildir ve tashihe ihtiyaç duyulmaktadır.

Biz de bu ayrımı yapabilmek için hanım sahabîlerin isimlerinin toplandığı “Mevsûatü Hayati’s-Sahâbiyyât” adlı ansiklopedinin Sümeyye maddesine baktığımızda dört ayrı Sümeyye’den bahsedildiğini gördük. Burada Hâris b. Keledeti’s- Sakafî’nin kölesi olan Sümeyye ile Ammâr’ın annesi olan Sümeyye’nin tamamen farklı kimseler olduklarım görmekteyiz.[32] Yine bu esere göre de Ziyâd’ın annesi Sümeyye ile Ammâr’ın annesi Sümeyye bt. Hayyât farklı hanımlardır.[33]

Mücahid’in bir rivayetine göre Sümeyye bt. Hayyât müslüman olan ilk yedi kişi arasında sayılmaktadır. Bu kimseler şunlardır: Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ebû Bekir, Bilal, Habbâb b. Eret, Süheyb b. Sinan (er-Rûmî), Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bt. Hayyât’tır.[34]

Sümeyye, bütün işkencelere karşı yaşlı, zayıf ve aciz bir kadın olarak sabretmiş, onların söyletmek istediği hiçbir küfür kelimesini söylememiş buna kızan Ebû Cehîl tarafından birçok işkence ve eziyete maruz bırakılmıştır.[35]

Mahzûmoğullarının o dönemde Mekke’de hâkim zümreyi teşkil etmesi, Ebû Cehîl’in Hz. Peygamber’e en büyük düşman olmasına ve bu düşmanlığın öncülüğünü yapmasına sebep olmuştur. Mekke döneminin hemen hemen bütün hadiselerinde Ebû Cehîl’i veya onun çok basit ve seviyesiz tuzaklarını, acımasız işkencelerini görüyoruz.[36]

Ammâr, Yâsir, Sümeyye, Süheyb, Bilâl ve Mikdâd gibi diğer müslümanları arkalarında kendilerini koruyacak herhangi bir gücün bulunmaması sebebiyle müşrikler yakalamış, onlara demir zırhlar giydirerek güneş altında adetâ eritircesine işkence etmişlerdir.[37]

B- Sümeyye’nin Şehit Edilişi

Ebû Cehîl, insanlık tarihinin en çirkin cinayetlerinden birini işledi. Kocası şehit edilmiş olan Sümeyye’nin işkence gördüğü yere uğrayan Ebû Cehîl, bu kadına: “Sen ancak yüzünün güzelliğinden dolayı Muhammed'e âşık olup müslüman oldun” diyerek hakaret etti. Kocasını ve oğlunu (Abdullah b. Yâsir) kaybeden ve imân etmekten çekinmeyen bu iffetli kadın, Ebû Cehîl'e hakaretle karşılık vermekten kendisini alamadı. Sümeyye bt. Hayyât’ın şehit ediliş şekli ile alakalı farklı rivayetler vardır. Bunların en meşhuru ise Ebû Cehîl’in Sümeyye’ye işkence yapıldığı bir sırada mızrağını alıp karnından saplayarak şehit etmesidir. Böylece İslâm’da ilk şehit kadın Sümeyye olmuştur.[38]

Başka bir rivayete göre ise, Ebû Cehîl mızrağını Sümeyye’nin kalbine veya uyluğuna saplamış, oradan da mızrak karnına saplanmış ve böylece Sümeyye acımasız bir şekilde şehit edilmiştir. Ammâr, Hz. Peygamber’e gelerek: “Ey Allah’ın Rasulü! Ebû Cehîl bizlere her türlü işkenceyi yaptı.” dediğinde Hz. Peygamber: “Allah’ım! Yâsir ailesine cehennem azabını hiçbir şekilde tattırma!” diye dua etmiştir.[39]

KARDEŞLERİ, ÇOCUKLARI VE TORUNLARI

Ammâr’ın kardeşi Abdullah, babası Yâsir ve annesi Sümeyye ile İslâmiyet’e ilk giren kimselerden birisidir.[40] Abdullah, Allah yolunda ailece çektikleri sıkıntı ve işkenceler sonucunda anne ve babası ile birlikte kendisine mızrak saplanması suretiyle yere yığılmış, böylece de şehit edilmiştir.[41] Tarih kitaplarında Abdullah’ın ilk şehit olanlar arasında zikredilmemesi kayda değer bir durumdur.

Ammâr’ın bir diğer kardeşi de Hureys’tir. Kaynaklarımızda Ammâr’ın bu kardeşi hakkında fazla bilgi bulamamaktayız. Sadece Ammâr ve Abdullah’tan yaş olarak daha büyük olduğu ve cahiliyye döneminde bir kabile tarafından öldürüldüğü yazılmaktadır.[42]

Kaynaklarımızın belirttiğine göre, Ammâr’ın, Sa’d ve Muhammed adlarında iki oğlu ve Ümmü’l-Hakem adında bir kızı vardır. Ammâr’ın Muhammed’den oğlu Ebû Ubeyde nesep âlimlerindendir. Ammâr’ın oğlu Sa’d’dan olan torunu Abdullah ise Abdurrahman b. Muaviye tarafından öldürülmüştür. Onun çocukları da Mihsan ve Nâc’tır.[43]

Bunların dışında kaynaklarımızda Ammâr’ın soyundan gelen adaleti, ilmi ve asaletiyle tanınmış, Nureddin Ahmed ve Kâdi’l-Kudât İmadüddin Mansur ile de arkadaşlık yaparak kadılık görevinde bulunmuş olan İmadüddin Ebû Nasr Ahmed b. Ali b. el-Hasan b. Ebi’l-Bedr el-Bağdâdî [44] ile edîplik ve şairliğiyle meşhur olan İzzüddîn Ebû Ahmed Abdurrahman b. Muhammed b. Abdilmelik b. Saîd b. Muhammed el-Ğırnâtî isminde iki kişiye de rastlamaktayız.[45]

Buraya kadar Ammâr’ın ailesi hakkında kaynaklarımızda bulunan bilgilere yer verdik. Çalışmalarımız esnasında dikkatimizi çeken bir nokta vardır ki o da, Ammâr’ın hanımı hakkında herhangi bir bilgiye rastlayamamış olmamızdır.

İKİNCİ BÖLÜM

Hz. PEYGAMBER DÖNEMİNDE…AMMÂR B. YÂSİR

AMMÂR B. YÂSİR’İN MEKKE YILLARI

Ammâr’ın Hz. Peygamber dönemindeki hayatını Mekke ve Medine dönemi diye ayırarak incelemeyi uygun gördük. Zira Mekke’den Medine’ye hicret İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır.

DOĞUMU VE MÜSLÜMAN OLUŞU

Soyu

Önceki bölümde Ammâr’ın ailesi hakkında bilgiler verdik. Bu bölümde ise Ammâr’ın bizzat kendisi ile ilgili bilgiler vereceğiz. Ammâr’ın soyu daha önce babası Yâsir’le alakalı bölümde verilmişti. Ammâr, Ans kabilesinin Yâm koluna mensup olduğu için, mensubu bulunduğu kabileden dolayı “el-Ansî” diye de anılmaktadır.96 Künyesi ise Ebû’l-Yakzân’dır.97 Müstedrek’te Ammâr’a Ebû’l- Yakzân şeklindeki ismin Hz. Ali tarafından verildiği belirtilmekle98 beraber niçin verildiği hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Zira bu künye Ammâr’a hitap edilirken sahâbe tarafından da sık sık kullanılmıştır.

Ammâr’ın doğum tarihi hakkında kaynaklarımızda kesin bir bilgiye rastlayamamaktayız. Bazı araştırmacılara göre İslâm’a girdiğinde 40 yaşları civarında idi.[46] Ammâr’ın kendi ifadelerine göre ise, Hz. Peygamber’le aynı yaştaydı ve yaş bakımından hiçbir sahâbe Hz. Peygamber’e ondan daha yakın değildi.[47]

Ammâr’ın doğum yılı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte onun Sıffin Savaşı’nda öldürüldüğü tarih olan h. 37/657’yi ve onun 90 küsur (90-94) yaşlarında öldürüldüğü gerçeğini dikkate alırsak doğum tarihi olarak m. 563-567 tarihlerini doğru kabul edebiliriz. Böylece İslâm’a girdiğinde 40 yaşı civarında olduğu bilgisi ile Ammâr’ın kendi ifadesi olan “Hz. Peygamber ile aynı yaşlarda olduğu” bilgisi uyuşmuş olmaktadır.

Hz. Peygamber’le Tanışması ve Müslüman Oluşu

Ammâr hiçbir zaman putlara tapmadı. Hz. Peygamber Kur’ân okurken bir defasında Kur’ânı işitmiş ve işittiklerinin daha fazlasını duymak için, Hz. Peygamber ile tanışmaya karar vermişti. Fakat bunu gizlilik içerisinde yapması gerekiyordu. Çünkü kendisini ve ailesini Mekkelilere karşı korumak için tedbirli davranmak zorundaydı. Hz. Peygamber’in Erkâm b. Ebi’l-Erkâm’ın evinde müslümanlarla toplandığını ve bu evin de Allah düşmanı müşrikler tarafından gözetlendiğini biliyordu.[48]

Ammâr, Süheyb’le birlikte, Dârü’l-Erkâm'da aynı vakitte müslüman olmuşlardır. O zaman Hz. Peygamber Dârü’l-Erkâm’da bulunuyordu. Ammâr müslüman oluşunu şu şekilde anlatmaktadır:

“Bir gün Erkâm b. Ebi’l- Erkâm'ın evinin önünde Süheyb’e rastladım. Ona dedim ki: “Burada ne arıyorsun?” Aynı şekilde o da bana sordu: “Sen ne arıyorsun?” Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Ben içeri girip Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim ve müslüman olacağım.” Suheyb de aynı maksatla geldiğini söyleyince, böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada Hz. Peygamber de orada bulunuyordu. İslâm’ı bize anlattı ve biz müslüman olduk, akşam oluncaya kadar orada kaldık. Akşamdan sonra gizlice evimize döndük.” Böylece Ammâr ve Süheyb ile müslümanların sayısı yaklaşık olarak otuz ile kırk civarında idi.[49] Kaynaklarımız Ammâr’ın İslâm’a girişi ile müslümanların sayısını belirtirken “Bid’a” tabirini kullanmaktadır ki ifade bu Arapçada 3 ve 9 arası sayılar için kullanılır.[50] Dolayısıyla Ammâr ve Süheyb 33 ile 39 arası müslümanlardandır. Daha önce geçen Ammâr ve ailesinin ilk müslüman olan yedi kişi arasında sayılması ile bu rivayeti birleştirirsek Ammâr ve ailesinin ilk müslümanlardan olduğu kesinlik kazanmaktadır.

Müslümanlar ve İslâm’a meyilli olanlar şüpheleri üzerlerine çekmemek için dikkatli davranmak mecburiyetini hissetmekteydiler. Onlar, Dârü'l-Erkâm’a girip müslüman olduktan sonra gece karanlığı basıncaya kadar oradan çıkmalarını müsaade etmeyen ve çıktıktan sonra da gizlice evlerine gitmelerini tenbih eden, herhalde bizzat Rasûlullah olmalıdır.[51]

Abdullah b. Mes'ûd’un bildirdiğine göre Hz. Peygamber, bir gün Kâbe’de otururken yanına zayıf ve fakir ashabından Habbâb b. Eret, Suheyb b. Sinan, Bilâl b. Rebâh, Ammâr, Ebû Fükeyhe, Âmir b. Füheyre gelip oturmuşlardı. O sırada müşriklerin ileri gelenlerinden bir topluluk oradan geçiyordu.[52] Bu müşrik topluluk Hz. Peygamber’in onlarla konuştuğunu görünce birbirlerine: “İşte, gördüğünüz gibi onun oturup kalktığı kimseler bunlardır! Bunlar, oturulup konuşulacak kimseler mi sanki? Allah’ın aramızdan kendilerine hidayet ve ihsanda bulunduğu, bunlar ha?” diyerek konuşmuş[53] ve o kimseleri hafife almışlardı. Söz konusu gruptakiler daha sonra alaylarını Hz. Peygamber’in yanında da sürdürmüşlerdir.

İlk siyer yazarlarından İbn İshak’ın bildirdiğine göre Ammâr, ilk müslümanlardandır.[54] Mücahid’in bir rivayetine göre ise Ammâr müslüman olan ilk yedi kişi arasında sayılmaktadır. Müslüman olan bu kimseleri şu şekilde saymışlardır: Hz. Peygamber’den sonra, Hz. Ebû Bekir, Bilal, Habbâb b. Eret, Süheyb, Ammâr ve Sümeyye bt. Hayyât’tır.[55] Bazı kaynaklarda ise Habbâb’ın yerine Mikdâd zikredilmiştir.[56]

Ebû’l-Fida’ya göre ise müslüman olanların sırasında Ammâr şu şekilde yer alır: İlk olarak Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Hatice, çocuklardan Hz. Ali, o zaman henüz 9-10-11 yaşlarındadır, kölelerden Zeyd b. Hârise ve hür erkeklerden Hz. Ebû Bekir’dir. Onlardan sonra Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’tır. Daha sonra Ebû Ubeyde, Ubeyde b. el-Hâris, Said b. Zeyd b. Amr, Hz. Ömer’in amcasının oğlu İbn Nüfeyl, Abdullah b. Mes’ûd ve Ammâr’dır.[57]

Ammâr, müslüman olduğu günlerini anlatırken şöyle demiştir: “Allah Rasulü’nü gördüğüm zaman çevresinde beş köle, iki kadın ve Ebû Bekr vardı.”[58] İlk müslüman olanlardan ve muhacir diye adlandırılan kimselerden anne-babası müslüman olan tek kişi Ammâr’dır.[59]

Ammâr’ın haber verdiği ilk müslüman beş köle de Bilâl-i Habeşî, Zeyd b.Hârise, Âmir b. Füheyre, Ubeyd b. Zeyd, Ebû Füheyre’dir. İbn İshâk'ın rivâyetine göre, Ebû Füheyre Bilâl-i Habeşî ile aynı zamanda müslüman olmuştur ve efendisi kendisine işkenceye başlayınca Hz. Ebû Bekir onu satın alıp âzâd etmiştir. Ammâr’ın yukarıda zikrettiği hadisteki iki kadın ise Hz. Hatice ile Ümmü Eymen yâhut Sümeyye’dir.[60]

Mevlana Şiblî’nin: “Ammâr müslüman olduğunda, daha önce sadece üç kişi müslüman olmuştu”[61] demesi pek isabetli olmasa gerektir. Zira, Ammâr’ın İslâm'a girdiği günlerde müslümanların sayısı daha fazlaydı. Fakat bu kimseler müslümanlıklarını açığa vurmadıkları için Ammâr'ın onları sayamaması tabiidir. Bu sırada müslümanlar Kureyş'in zulmünden çekindikleri için dinlerini açıkça ortaya koyamıyorlardı.[62] Muhtemelen Ammâr, müslümanların hepsini tanıyamamıştı. Yukarıda sayılan yedi kişi her türlü tehlikeyi göze alarak İslâma giren kimselerdir.

Ammâr’a Yapılan İşkenceler

Ammâr, Mekke'de yabancı bir insandı. Annesi cariye idi ve babası da Kureyşli değildi. Bunun içindir ki, onun bu şehirde malı ve mülkü olmadığı gibi, iktidar ve nüfuzu da yoktu. Annesi, Mahzûmoğullarının cariyelerindendi. Müslüman olunca efendileri çileden çıkmış ve ona türlü işkence ve cefalar çektirmişlerdi.

Müslümanlara karşı Kureyşin ileri gelenlerini kışkırtan Ebû Cehîl, bir kimsenin müslüman olduğunu duyduğunda eğer o müslüman güçlü bir kimse ise, onu kınayıp ayıplar ve şöyle derdi: “Senden daha iyi bir insan olan babanın dinini bıraktın. Senin aklının kıtlığını söyleyecek ve görüşünü çürüteceğiz. Şerefini de yok edeceğiz.” Müslüman olan kişi eğer ticaretle uğraşan biri ise ona da şöyle derdi: “Senin ticaretini kesata uğratacağız, malını da yok edeceğiz.” Müslüman olan kişi eğer zayıf ve güçsüz biri ise onu döver, başkalarını ona karşı kışkırtırdı. 116 Ammâr’ın İslâmiyet’e girmesi haliflerini kızdırmış, onun müslüman olduğunu anladıktan sonra ona türlü türlü eziyeti reva görmüşlerdir.[63] [64]

Mekke’de müşriklerin işkencelerini Ammâr gibi kimsesizlerin üzerine yoğunlaştırmalarının sebebi zayıf ve kölelikten gelme kimseler oldukları için onların arkalarında kendilerini koruyacak herhangi bir gücün bulunmamasıdır. Cenâb-ı Allah, Rasûlullah’ı, amcası Ebû Talip vasıtasıyla korumuştu. Hz. Ebû Bekir’i ise kavmi vasıtasıyla korumuştu. Ammâr, Yâsir, Sümeyye, Süheyb, Bilal ve Mikdâd gibi diğer müslümanlara gelince, müşrikler onları yakalamış ve onlara işkence etmişlerdir.[65]

Maddî işkencelerin yanında annesi ve babasının gözlerinin önünde şehit olmaları gibi manevî bir işkenceye uğrayan Ammâr’ın artık dayanacak gücü kalmamıştı. Bir gün müşrikler Ammâr'ı acımasızca işkencelere uğrattılar, yapmadıkları ezâ, tatbik etmedikleri işkence kalmadı. Ammâr, bu korkunç ve dayanılmaz işkenceden kurtulmak için, onları hoşnut edici birkaç söz söylemek zorunda kaldı. Ammâr, müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz Rasûlullah’ın huzuruna geldi ve olanları anlattı. Kendisini kızgın kumlara yatırdıklarını ve kuyuya sarkıttıklarını, eğer Lât ve Uzza lehinde ve Rasûlullah aleyhinde konuşursa bırakacaklarını, aksi takdirde öldüreceklerini; durumun ciddiyetini görünce de sırf kendini kurtarmak için diliyle Lât ve Uzza’nın Muhammed’in dininden daha hayırlı olduğunu söylemek zorunda kaldığını söyledi. Bunları anlatırken bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Bu manzara karşısında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Neyin var, neyi saklıyorsun, sıkıntın nedir ey Ammâr?” Ammâr, Hz. Peygamber’e mahcup bir şekilde şöyle cevap verdi: “Kötü, çok kötü bir şey yaptım Ey Allah’ın Rasûlü! Sana hakaret edip, ilâhlarını övmedikçe beni bırakmayacaklardı. Ben de dediklerini yaptım.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ammâr! Kalbine sor, bunları söylerken kalbini nasıl hissediyordun?” Ammâr ise şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Kalbim, imanın verdiği duygularla dopdolu ve dinim hususunda da demirden daha sağlamdı!” [66] Hz. Peygamber Ammâr’ı teselli etmek için ona şöyle dedi: “Ammâr! Tekrar böyle muamelede bulunurlarsa yani “şöyle şöyle söyle” derler ve işkenceyi tekrarlarsa onların söyletmek istediklerini söyle ve işkenceden kurtul![67]

Rasûlullah’ın bu ruhsatı vermesinin ardında nâzil olan şu ayet-i kerime, Ammâr’ı çok rahatlatmıştır. Ayet-i kerime şu şekildedir: “Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye zorlanıp da yalnız dilleri ile inkâr sözünü söyleyenler hariç; inandıktan sonra Allah'ı inkâr eden, küfre göğsünü açan, küfürle sevinç duyan kimselere Allah’tan bir gazap iner. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” [68]

Âyet-i kerimede istisna tutulan “ Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye zorlanıp da yalnız dilleri ile inkâr sözünü söyleyenler” ifadesinden kastedilenlerin başta Ammâr ve onun gibi işkence gören kimseler olduğu, Hz. Peygamber’in iznini (ruhsat) kullandıkları, ayet-i kerime’nin de bu ruhsatı beyan etmek üzere indirildiği belirtilmektedir.[69]

İmanın yerinin kalp olduğunu belirten Ebû Mansur Maturidî, Nahl Suresinin 106. ayetini de delil göstererek, imanın kalb ile tasdik olduğunu söylemektedir.[70] Söz konusu ayetin nüzul sebebi de bu görüşü doğrulamaktadır. Dolayısıyla Ammâr’ın bu şekilde davranışı onu dinden çıkarmamıştır.

Ammâr, öğleyin en sıcak zamanında Mahzûmoğulları tarafından Ramda’ya -Mekke kayalığına- götürülür, yakıcı güneş altında tutulur ve yapılan işkenceler sebebiyle ne söylediğini bilemez hale gelirdi.[71] Ammâr’ın işkencelerle sırtı sıcak kumda yandığı için bu izler ve şişkinlikler yıllar sonra bile geçmemiş, kendisine bu izleri soranlara da: “Bunlar Kureyş’in Mekke’de Ramda denilen yerde yaptıkları işkencelerin izleri” diye cevap vermiştir.[72]

Müşrikler Ammâr’a işkence ediyorlardı. Hz. Peygamber bir defasında ona uğradı ve elini Ammâr’ın başı üzerine koyarak şöyle dua etti: “Ey ateş! İbrahim’e serin ve selametli olduğun [73] gibi Ammâr ’a da serin ve selametli ol!”. Daha sonra şöyle devam etti: “Seni baği’ (azgın) bir topluluk öldürecek.”[74]

Başka bir rivayette de Hz. Peygamber, Ammâr ağlarken onunla karşılaşmış Ammâr da ateşte dağlandığını anlatmış Hz. Peygamber ise onu teselli ederek gözyaşlarını silmiştir.[75]

B- EVİNİN BİR BÖLÜMÜNÜ MESCİT OLARAK KULLANAN İLK SAHABÎ OLMASI

Ammâr, İslâm tarihinde evinin bir bölümünü mescit olarak kullanan ilk müslümandır.129 Ammâr evini bu şekilde kullanmaya müslüman olduktan hemen sonra başlamış ve burada ailesi ile namaz kılmıştır. Ailesi ile beraber orada Kur’ân okumuştur. Kur’ân okurken müşrikler duymasın diye sesini yükseltmemeye özen göstermiştir. Fakat bazı zamanlar dikkat edilmesine rağmen Kur’ân tilaveti müşrikler tarafından duyulmuş, kıldıkları namaz ise görülmüştür. Bu durum müşrikleri çılgına döndürmüş ve onların bu insanlara işkence yapmalarına yol açmıştır.

Konuyla ilgili Hamidullah şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Belâzûri’nin Ensâb’ı ile İbn Kesir’in Bidâye adlı eserlerinde, İslâm dünyasında ilk inşa edilen mescit, anlaşılan kendisine Kâbe avlusunda ibadet etmesine müşrikler mani olduğundan Ammâr’ın o devirde kendi evinde inşa ettirdiği mescittir. Bu sahâbî, Mekke vatandaşlığı statüsüne sahip olmayıp, Ebû Cehîl ailesi tarafından kendisine emân hakkı tanınmış yabancı menşeli bir kimseydi ve bu yüzden Kâbe avlusuna çıkmasına engel olunuyordu. Belâzurî’nin az önce zikrettiğimiz eserinde ve aynı yerde verilen anlatımdan açıkça anlaşılacağı gibi olay Mekke devrinde geçmiştir. Buna göre, bazılarının düşündüğünün aksine İslâm’da ilk mescit, Medine’deki Kubâ Mescidi değil Mekke’deki bu mescittir.”131

Ammâr’ın müslüman olduktan sonra namaz kılıp, Kur’ân okuyabileceği ve ibadetlerini yerine getirebileceği bir mekâna ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Mekke’de, baskı oluşturacağı için, gerek İslâm’ın ilk yılları olması hasebiyle gizliliğe önem verilmesi gerekse Ammâr’ın aslen Mekkeli olmaması ve daha başka sebeplerden dolayı mescit’in -veya aynı fonksiyonu icra eden başka bir mekânın- herkes tarafından bilinen bir yer olmaktan ziyâde gizli olması daha uygundu. İşte bu yüzden Ammâr evinin bir bölümünü mescit olarak kullanmıştır ve bu özelliği ile İslâm tarihinde “Evinin bir bölümünü mescit olarak kullanan ilk müslüman” ünvanını elde etmiştir. Burada konu edilen düzenli, herkese açık bir mescit değil, tamamen özel bir mekândır. Bu yüzden, kaynaklarımızın da belirttiği üzere evin bir bölümünün mescit olarak kullanılması ayrı -ki bunu Ammâr yapmıştır- İslâm’da ilk mescidi inşa etmek ayrıdır. İnşa edilen ilk mescit Kubâ mescididir ki ileride ele alınacaktır.

C- Hz. PEYGAMBER’İN Hz. HATİCE İLE EVLİLİĞİ VE AMMÂR

Peygamberimiz, Hz. Hatice’nin ticarî kervanında bir süre çalışmış, bu esnada Hz. Peygamber’in doğruluğu, güvenilirliği ve dürüstlüğü gibi birçok güzel vasfı Hz. Hatice’nin dikkatini çekmiş ve ona evlilik teklifinde bulunmuştur. Bu evliliğe Hz. Hatice’nin arkadaşlarından Nefise bt. Ümeyye’nin aracılık ettiği de söylenmektedir.

Hz. Peygamber ise kendisine yapılan bu teklifi amcaları ile istişare sonunda kabul etmiş ve nikâh için bir gün kararlaştırılmıştı. Bilinen bu bilgilerden farklı olarak Ya’kubi ve İbn Kesir’in eserlerinde Ammâr’ın Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile olan evliliğinde Hz. Hatice ile konuşarak bu evliliğe vesile olduğu yazılmaktadır. Konu ile alakalı bilgiler şu şekildedir:

“Beyhakî, Abdullah b. Hâris'in şöyle dediğini rivayet eder: Ammâr, Rasûlullah'la Hatice'nin evlenmesi hakkında insanların çok konuştuklarını duyunca şöyle derdi: Rasûlullah'ın Hatice'yle evlenmesini, başkalarından çok ben bilirim. Çünkü ben, Rasûlullah'ın yaşıtı, dostu ve arkadaşıydım. Günün birinde onunla birlikte yürüyüşe çıktık. Harûrâ mevkiine[76] [77] geldiğimizde, Hatice'nin bacısının yanından geçtik. O, kendine ait bir deve postu üzerinde oturmaktaydı. Bana seslendi. Ben de dönüp yanına gittim. Rasûlullah da durup beni bekledi. Hatice'nin kız kardeşi bana: ‘Senin arkadaşın, Hatice'yle evlenmek istemez mi?’ diye sordu. Ben de dönüp Rasûlullah'ın yanına vardım. Durumu kendisine anlattım. O da: ‘Hayatıma yemin olsun ki isterim.’ dedi. Rasûlullah'ın bu sözünü, Hatice'nin kız kardeşine ulaştırdım. ‘Yarın sabah bize gelin.’ dedi. Ertesi sabah evlerine gittiğimizde bir inek kesmişler, Hatice'nin babasına bir kaftan giydirmişler, sakalını sarıya boyamışlardı. Ben, durumu Hatice'nin kardeşine anlattım. O da babasına anlattı, ama babası, o esnada sarhoştu. Ona, Rasûlullah’ın şahsiyeti ve sosyal mevkii anlatıldı. Onun kızına talipli olduğu söylendi.[78] O da bunun üzerine kızı Hatice'yi Rasûlullah'a verdi.

Düğün yapıldı ve sonrasında yemek yenildi. Hatice'nin babası uyudu. Sonra bağırarak uyanıp; ‘Bu kaftan, bu sakal boyası, bu yemek neyin nesi?’ diye bağırdı. Ammâr ile konuşmuş olan kızı da; ‘Bu, kızının nişanlısı Muhammed b. Abdullah'ın sana giydirdiği kaftandır. Kesilen bu inek ise, onun sana hediyesidir. Kızını, ona eş olarak vermen üzerine ineği kestik.’ dedi. Hatice'nin babası, kızı Hatice'yi eş olarak Muhammed'e vermeyi kabul etmeyip bağırarak evden çıktı. Hatim'e[79] geldi.

Hâşimoğulları, Rasûlullah'ı da yanlarına alarak Hatice'nin babasının yanına geldiler. Kendisiyle konuştular. Onlara: ‘Adamınız nerede?’ diye sorması üzerine, Rasûlullah çıkıp onun yanına geldi. Rasûlullah'a bakınca şöyle dedi: ‘Eğer Hatice'yi sana eş olarak verdiysem vermişimdir. Vermediysem de şimdi veriyorum!’[80]

Ya’kûbî ve İbn Kesir tarafından naklonulan bu rivayetler İslâm tarihçileri tarafından genel kabul gören rivayetlerden olmaması hasebiyle bu bilgiler meşhur olamamıştır.

D- HABEŞİSTAN’A HİCRETİ

Müşriklerin zulüm ve işkenceleri, müslümanlar için tahammül edilemez bir hale gelince, Hz. Peygamber güçsüz ve himayesiz müslümanları baskılardan kurtarmak için gönderebileceği bir memleket düşünmeye başladı. Hz. Peygamber, Habeş hükümdarının hristiyan olduğunu, kimseye zulmetmediğini biliyordu. Habeşistan’a hicret edilmesine karar verdi ve müslümanları Kızıldeniz üzerinden Habeşistan’a yolladı.

Ammâr’ın Habeşistan hicretine katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf vardır.[81] Bir kısım tarihçiler Habeşistan hicretine katıldığını ama hangisine katıldığını belirtmezken,[82] kaynaklarımızın büyük çoğunluğuna göre, Ammâr, İkinci Habeşistan hicretine katılmıştır.[83]

Habeşistan’a hicret ettiğini belirten kaynaklara göre Ammâr, Habeşistan’da fazla kalmadı. Mekke’ye geri dönenlerle beraber döndü. İşkence ve şiddetin olmadığı ama Rasûlullah’tan uzak olan bir hayata karşı işkence, eziyet ve sabrın olduğu ama Rasûlullah’a yakın olan bir hayatı tercih etti.[84]

Mevlana Şiblî ise Ammâr’ın Habeşistan’a hicret etmediğini belirterek şöyle bir değerlendirme yapar: “Ne tuhaftır ki en çok zulme uğrayan, kendilerine en çok eziyet edilen insanlar, yani Bilâl, Ammâr ve diğerlerinin adları; Habeşistan'a hicret eden muhacirler listesinde göze çarpmamaktadır. Bunlar ya yoksullukları onları adım artıramayacak noktaya getirmiş, yolculuğa çıkamayacak kadar imkânsızlık içinde olmalarından, ya da çile ve işkenceye alışıp, onun zevkini terk edemediklerinden hicret edememişlerdi.”[85]

Bizim görüşümüze göre ise Ammâr Habeşistan’a hicret etmiştir. Habeşistan’dan ne zaman döndüğü hakkında kaynaklarımızda bir bilgi mevcut değildir.

AMMÂR B. YÂSİR’İN MEDİNE YILLARI

Mekke’den sonra hicretle birlikte Medine dönemi Ammâr için oldukça önemli bir dönemdir. Kubâ ve Medine mescitlerinin yapımındaki gayretli çalışması yanında Hz. Peygamber’le birlikte gazvelere katılması da bu dönemde meydana gelmiştir.

MEDİNE’YE HİCRETİ

Ammâr, Medine'ye ilk hicret eden sahabîlerdendir.[86] Buhârî, Berâ b. Âzib’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bize ilk olarak hicret edip gelen Mus’ab b. Umeyr ile İbn Ümmi Mektûm olmuştur. Sonra Ammâr ile Bilâl geldiler.” Muhammed b. Beşşâr ise Ebû İshak’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Bera b. Azib’in şöyle dediğini işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus’ab b. Umeyr ile İbn Ümmî Mektûm olmuştur. Bunlar, insanlara Kur’ân öğretiyorlardı. Bu sahabîlerden sonra Bilal, Sa’d ve Ammâr hicret edip geldiler.”[87] Ammâr, hicret sonrası Medine’de bir süre Münzir b. Abdilmübeşşir’in misafiri olmuştur. [88]

Kubâ Mescidinin Yapımında Ammâr

Müslümanlar Mekke'den ayrılıp Kâbe’de ibadet yapmaktan mahrum kalınca, yeryüzünün her bölge ve beldesinde müslümanların topluca ibadet yapabileceği ve İslâm davetinin merkezi olmak üzere mescit yapmayı düşünüyorlardı. İşte bu sebeple Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ederken Kubâ'da dört gün kalıp Kubâ mescidini inşa etmiştir.

Ammâr İslâm’da inşâ edilen ilk mescidin yapımında görev almıştır.[89] Birçok tarihçiye göre bu mescit İslâm tarihinde ilk mescit olarak bilinen ve Kur’ân-ı Kerim’de takva üzerine bina edildiği belirtilen[90] Kubâ Mescidi’dir.[91]

Hz. Peygamber, Kubâ’da kaldığı sırada müslümanlara ait meyve bahçeleri, hurmalıklarda veyahut da açık arazide kılınan cemaat namazlarına imamlık yapmıştır. Sonra Ammâr’ın teklifi üzerine, kalıcı bir mescit inşa edilmesi için bizzat emir vermişti. Kubâ bölgesi, evvelce faal haldeki volkanların çıkardığı lavların kalıntısı olan yanık kara taşlarla kaplı bir ovadır. Ammâr bu inşaat işinde en az diğer ashap kadar gayretli ve yorulmaksızın çalışmıştır.[92]

Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişinde vakit kuşluk vaktiydi. İlk mescit (Kubâ Mescidi) ise Ammâr’ın: “Biz Rasûlullah’a öğle sıcağında gölgelenmek istediği zaman gölgeleneceği, içerisinde namaz kılabileceğimiz ve oturup dinlenebileceğimiz bir yer yapmalıyız!” şeklindeki teklifi ile yapılmıştır. Kubâ Mescidi’nin yapımında Ammâr taş toplamış ve mescidin yapımında üstün gayret göstermiştir.[93]

Kettanî eserinde, İbn Hişam’ı kaynak göstererek İslâm’da ilk bina (yapı) ustasının Ammâr olduğunu zikretmektedir.[94] Böylece Ammâr’a “ilk mescit inşa eden kişi” denilirken bu özelliği de dikkate alınmalıdır.

Süheyli’nin “Ammâr yanında insanlar olmadan tek başına nasıl mescid inşa eder?” sorusuna cevap olarak İbn Hişam’da şöyle bir ifade vardır: “İlk mescit inşa edenin Ammâr olduğu söylenirken, onun Kubâ Mescidinin yapımı için çokça taş toplaması ve yapımını tamamlaması gösterilir.”[95] Muhtemeldir ki gerek fikrin kendisinden çıkması, gerekse yapımındaki üstün gayreti sebebiyle “İslâm’da ilk mescit inşa eden kişi Ammâr’dır.” denilmektedir.

Mescid-i Nebevî’nin Yapımında Ammâr

Kubâ'dan sonra Medine'ye varan Hz. Peygamber’in burada da ilk işi mescit inşa etmek oldu. Hz. Peygamber, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde geçici olarak ikamet ederken, bir yandan da hiç vakit geçirmeksizin mescidin inşaatını başlattı. Bu mescidin etrafına da zevcesi Sevde ile müstakbel zevcesi ve kızları için iki oda ilâve etti.[96]

Hz. Peygamber ashabıyla beraber bu inşaatta çalıştı. Ammâr da mescidin yapımında fedakârane çalışmıştır. Herkes bir taş getiriyorsa o iki taş getirip, sürekli şu sözleri terennüm etmişti: “Biz müslümanlar, mescitler inşa ederiz!..”[97] Mescid-i Nebevî’nin inşasında ashabının üstün gayretini gören Hz. Peygamber ise şöyle dua ediyordu: “Hakikî ecir, ahiret ecridir; bütün gayretleriyle çalışan şu ensar ve muhacirleri mağfiretine eriştir Allahım!”[98] Ashâb-ı Kirâm da “O çalışırken bize durmak yaraşmaz” diyerek mescidin inşası için seferber olmuşlardı.155

İbn Hişam ve İbn Sa’d gibi müelliflerin belirttiğine göre, Mescid-i Nebevî’nin yapımında bu coşkun çalışma yarışında, önde gidenlerden biri de Ammâr’dı. Bu zat her gidiş-dönüşünde iki kerpiç birden taşıyor ve: “birini kendisi, diğerini de Hz. Peygamber için taşıdığını” söylüyordu. Hatta bu durum Hz. Peygamber’in dikkatini çekmiş, bu münasebetle ona: “Sen de arkadaşların gibi birer tane taşısan olmaz mı?” demişse de, Ammâr: “Fazla taşıyarak Allah Teâlâ’nın mükâfatına erişmeyi ümit ettiğini” ifade etmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ey Sümeyye’nin oğlu! Herkesin bir ecri, senin ise iki ecrin vardır!” buyurmuştur. 156

Huzeyfe b. Yemân ile Kardeşleştirilmesi (Muâhât)

Medine'ye hicret eden müslümanlar, buraya hazırlıksız ve elleri boş olarak gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar da vardı ama Mekke'yi gizlice terk ettikleri için pek çoğu yanlarında bir şey getirememişlerdi.

Her ne kadar Mekke'den gelen muhacirler için, Medine'nin yerli müslümanları olan ensârın evleri birer misafirhane idiyse de kendi başlarına bir düzen kurulması gerekiyordu. Hz. Peygamber onları ensârla kardeş yapmayı düşündü. Ensardan olan müslümanlar kardeş oldukları muhacirleri yanlarına alarak evlerine gidiyor, eşyalarını ve servetlerini göstererek: “Yarısı senin, yarısı da benim” diyorlardı.157 Buna İslam tarihinde “Muahât” denilmiştir.

Rasûlullah Medine'ye gelince, hicret eden, yurtlarından ayrılan her Mekkeli müslüman ile bir Medineli müslümanı manevî kardeş (muâhât) yaptığında Ammâr’ı da Huzeyfe b. Yemân ile kardeş yaptı.[99] Bu kardeşleştirmeden sonra da Hz. Peygamber, Ammâr’ a ev yapması için bir arazi tahsis etmiştir.[100]

Ammâr ile Huzeyfe’nin kardeş kılınmasında bu iki sahabînin fıtraten birbirlerine yakın olmaları etkili olmuş olabilir. Bu sahabîler bundan böyle gerek normal hayatlarında gerekse seferde beraber hareket etmişlerdir.

B- ASHÂB-I SUFFE VE AMMÂR

Mekke’den Medine’ye hicretten sonra bazı müslümanlar, Rasûlullah'ın izniyle mescitte barınıyorlardı. Bunların ihtiyaçları bazı sahabîler tarafından karşılanıyordu. Bunlar, Suffe Ashabı olarak bilinir. Çünkü mescidin gölgelik (suffe) denilen yerlerinde barınırlardı. Ebû Zer el-Gıfârî, Ammâr, Mikdâd ve Ebû Huzeyfe b. Yemân bu kimselerdendi.[101]

Köksal’ın tespitlerine göre Ammâr, Hz. Peygamber’in yetiştirdiği ilim ve din adamlarındandır.[102] Fakat Köksal, Suffe ehlinin isimlerini zikrederken Ammâr’ın ismini zikretmemektedir.[103]

Ammâr’ın okuma-yazma bilip-bilmediği hususunda ise net bir şey söyleme imkânı yoktur. Yine Köksal’a göre İslâmiyet’in zuhuru sırasında okur­yazar olanların arasında Ammâr’ın ismi geçmemektedir.[104]

Baktır ise Suffe Ashabının sayılarının 70 ila 400 arasında değişiklik gösterdiğini belirterek[105] Ammâr’ı da Suffe’de yer alan sahâbe arasında zikredip[106] şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Suffe’deki sahâbe sayısı devamlı surette değişiklik gösterdiği için belli bir sayının tespit edilmesi zordur. Fakat bir vakıa olarak kabul etmek gerekir ki, sahâbenin büyük bir çoğunluğu az veya çok suffada diz çökmüş ve orada Rasûlullah’ın sohbetlerini dinlemişlerdir.”[107]

Bu değerlendirmeler ışığında, Ammâr’ın ilk müslümanlardan olması ve Hz. Peygamber’e yakın olması sebebiyle bir ilim meclisi olan Suffe Ashabı arasında devamlı olmasa da, bulunduğu söylenebilir.

C- KATILDIĞI SAVAŞLAR

Kaynaklarımızın büyük çoğunluğuna göre Ammâr, Hz. Peygamber’in katıldığı gazvelerin hepsine de iştirak etmiş, savaşlarda gösterdiği cesaretle varlığını ortaya koymuş, hiçbir gün Hz. Peygamber’in gazvelerine katılmaktan geri durmamıştır. [108] Şimdi sırasıyla katıldığı savaşları ve bu savaşlarda yerine getirdiği vazifelerin neler olduğunu görelim:

Zü’l-Uşeyre Gazvesi ve Hz. Ali ile Dostluğu

Hicretin 16. ayının başlarında Zü’l-Uşeyre denilen mevkide bir sefer düzenlenmiş[109] ve bu sefere Ammâr ile Hz. Ali beraberce katılmışlardır.[110]

Ammâr bu gazveyi şöyle anlatır: “Uşeyre gazvesinde ben ve Ali b. Ebî Tâlib iki arkadaştık. Rasûlullah geldiğinde orada bir ay müddetle ikamet etti. O süre zarfında Müdlicoğulları ile barış yaptı. Onların müttefikleri olan Damreoğullarıyla da saldırmazlık antlaşması yaptı. Ali b. Ebî Tâlib bana dedi ki: “Ey Ebû’l-Yakzân! Var mısın, şu pınar başında çalışan Müdlicoğulları grubunun yanına gidelim de nasıl çalıştıklarını görelim?” Yanlarına giderek bir saat kadar onları seyrettik.”[111]

Ammâr’ın katıldığı bir diğer sefer de Abdullah b. Cahş’ın Batn-ı Nahle’ye olan seferidir.[112] Ammâr’ın bu seferde ne gibi faaliyetlerde bulunduğu hakkında ayrıntılı bir bilgiye rastlayamadık.

Zatü’r-Rika Gazvesi’nde Hz. Peygamber’e Korumalık Yapması

Ammâr’ın katıldığı bir diğer gazve de hicretin 4/624’te, Zâtü’r-Rika mevkiinde yapılan gazvedir. Hz. Peygamber bu gazvede: “Gecemizde, bizi kim bekleyecek?” diye sormuş, muhacirlerden Ammâr, ensardan da, Abbâd b. Bişr, hemen cevap vererek: “Biz bekleriz!” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber : “İkiniz, vadinin girişinde durun ve dikkatli olun!” buyurmuştur.

Ammâr ile Abbâd b. Bişr, boğazın girişine doğru gittiler. Abbâd b. Bişr, Ammâr’a: “Gecenin hangi kısmında, önce mi, yoksa sonunda mı beklemek istersin?” diye sordu. Ammâr ise: “Ben, gecenin ilk yarısında beklemek isterim!” dedi ve yanı üzerine uzanınca uyuyuverdi. Abbâd b. Bişr ise, kalkıp namaza durdu. O sırada, daha önceden esir alınan kadının kocası çıkageldi. Uzaktan bakınca, Abbâd’ın müslümanların gözcüsü olduğunu anladı. Hemen, ona bir ok attı. Abbâd b. Bişr, saplanan oku çekip yere bıraktı ve namaz kılmağa devam etti.

Esir kadının kocası ona, ikinci bir ok daha attı. Abbâd b. Bişr, saplanan oku yine çekip bıraktı ve namazına devam etti. Esir kadının kocası ona üçüncü bir ok daha attı. Abbâd b. Bişr, saplanan oku yine çekip yere bırakarak rükûa ve secdeye vardı. Selâm verdikten sonra, arkadaşı Ammâr’ı uyandırdı: “Kalk, otur! Ben, kımıldanamayacak halde yaralandım!” dedi. Ammâr, hemen kalktı. Oku atan adamı görünce tanıdılar. Bunun üzerine o da, dönüp kaçtı. Ammâr, Abbâd b. Bişr'den kanlar aktığını görünce: “Subhânallah, sana ilk oku vurduğu zaman beni ne diye uyandırmadın” dedi. Abbâd b. Bişr: “Ben bir sureyi (Kehf Suresi) okumaya başlamıştım, onu yarıda bırakmak istemedim” dedi.[113]

Kettânî, eserinin “Allah Rasûlü’nün Ordu Komutanları” adlı alt başlığında Zatü’r-Rika Gazvesi’ndeki bu olayı anlatarak Ammâr’ın da Hz. Peygamber’in muhafızlarından biri olduğunu belirterek,[114] “Allah seni insanlardan korur”[115] ayeti nâzil olmadan önce sahabîler, seferleri sırasında Rasûlullah’ı koruyorlardı[116] demektedir. Sahâbe, Hz. Peygamber’i korumayı her zaman kendilerine vazife edinmişlerdi. Hz.Peygamber’in, Benî Müstalik Gazvesinde ise muhacirlerin bayrağını Hz. Ebû Bekir veya Ammâr’a verdiği rivayet edilir.[117]

Bedir Gazvesi’nde Haberciliği ve Öldürdüğü Kimseler

Bedir Savaşı, müslümanların Mekkeli müşriklerle olan mücadelelerinde önemli bir yer işgal eder.[118] Hz. Peygamber, esirlerin ifadelerini tahkik için Ammâr ve Abdullah b. Mes’ûd’u göndermiş, sabaha karşı Kureyş karargâhında büyük bir karışıklığın hâkim olduğu haberini almıştı. Çünkü Kureyşliler, karargâha dönen diğer kölelerden müslümanların Bedir civarında olduğunu haber alınca büyük bir heyecana kapılmışlar ve baskına uğramamak için tedbir almaya başlamışlardı.

Aslında Bedir Savaşı Câbirî’nin ifadesine göre Mahzûmoğulları ile müslümanlar arasında gerçekleşmiştir.[119] [120] Durum böyle olunca anne ve babası Mahzûmoğulları tarafından şehit edilen ve kendisi de yine bu kabileden çok işkence görmüş olan Ammâr’ın Bedir’de var gücüyle savaşması söz konusu olmuştur. Meşhur tarihçi Vâkıdî, Bedir Savaşı’na katılanların isimlerini tek tek sayarak Ammâr’ı da Benî Mahzûm kabilesinden savaşa katılan kimseler arasında zikretmiştir.[121]

İbn Hişam, “Bedir’de müşriklerden öldürülenler” başlığı altında öldürülen müşriklerin isimlerini vermektedir. Ammâr’ın öldürmüş olduğu müşriklerin isimleri burada zikredilmektedir. Ammâr, Bedir Savaşında Âmir b. el-Hadramî, Hâris b. Zem’a el-Esedî ve Amr b. Temîm adlı müşrikleri öldürmüştür. İbn İshak’ın belirttiğine göre ise, Ebû Kays b. el-Fakih b. el-Muğîre adlı müşriği de Ammâr veya Hz Ali öldürmüştür.[122] Bunların yanında Yezid b. Abdullah ve Ali b. Ümeyye b. Halef’in de Ammâr tarafından öldürüldüğü belirtilmektedir.[123]

Medine’ye hicretten sonra Abdurrahman b. Avf’ın kendisine yazdığı bir mektubun altına “Abdurrahman” adıyle imza atması üzerine: “Senin ubudiyet ettiğin Rahman'ı ben tanımam, bana cahiliyyedeki isminle yaz!” demek küstahlığını gösteren ve müminlere eza - cefa etmekte aşırı gidenlerden olan Ümeyye b. Halef, bu savaşta Bilâl-i Habeşi’nin teşvikiyle öldürüldü, Ümeyye'nin oğlu da aynı gazvede Ammâr tarafından öldürüldü. Böylece Bedir, bu iki mazlum müslümanın; Bilâl ile Ammâr'ın intikamına sahne oldu.

Müslümanlara yaptığı işkence ile tanınan Ebû Cehîl de bu meydanda öldürülenler arasındaydı. Afra isimli hanım sahabînin (Afra bt. Ubeyd) iki oğlu Muaz ile Muavvîz, Ebû Cehîl'i yaralamışlardı. Muavviz b. Hâris, Ebû Cehîl tarafından vurulup şehit edilmiştir.[124] Ebû Cehîl, daha sonra öldürüldüğünde ise Hz. Peygamber savaşa iştirak edip kahramanca savaşan Ammâr’a teselli mahiyetinde şöyle demiştir: “Anneni öldüren kişiyi Allah bugün öldürmüştür.”[125] Allah Teâlâ’nın bu olayda olduğu gibi hiçbir zulüm ve işkenceyi cezasız bırakmadığına şahit olmaktayız. Bu durum, Ammâr gibi işkence gören nice müslümanların acısını bir nebze de olsa hafifletmiştir.

Ammâr’ın bildirdiğine göre Bedir hezimeti üzerine Kureyş şairleri, söyledikleri ağır hicviye ve tesirli mersiyelerle müslümanları rahatsız etmeğe başlayınca, müslümanlar bunu Hz. Peygamber’e arz ve şikâyet ettiler. Hz. Peygamber de “Onlar sizin hakkınızda ne söylüyorlarsa, siz de onlar hakkında söyleyiniz.” diyerek hicviyelere karşı, hicviye söylenmesine müsaade etmiştir.[126]

Uhud ve Hendek Gazvelerinde Ammâr

Bedir Gazvesinde Kureyş, çok ağır bir yenilgiye uğramış ve intikam hissiyle dolmuştu. Bu tarihten itibaren artık bütün hazırlıkları müslümanlardan intikam almaya yönelikti.[127] Ammâr, Hz. Peygamber ile bütün savaşlara katılmıştır, şeklindeki genel bilgimizden hareketle onun Uhud Savaşına da katıldığını söyleyebiliriz.[128] Ammâr’ın savaştaki durumu hakkında ayrıntılı bir bilgiye sahip değiliz. Ammâr bu savaş esnasında Zeyd b. Hârise ile birlikte Hz. Peygamber’in izniyle Muaviye b. Muğire b. Ebi’l-Âs’ı da öldürmüştür.[129]

Hendek Savaşı için karar verildiğinde, hendek kazma işine bütün müslümanlar katılmışlardır. Kazılan topraklar Hz. Peygamber’in bulunduğu tarafa yığılıyor, taşlar diziliyordu. Taş, düşmanlara atmak için, müslümanların en büyük silâhlarındandı. Bizzat Hz. Peygamber de, zembillerle 189 toprak taşımakta ve yer kazmakta idi.

Hendekler kazılırken sahâbenin gayretini gören Hz. Peygamber de canla başla çalışıyor ve ashabına şöyle dua ediyordu: “Hakikî ecir, ahiret ecridir; bütün gayretleriyle çalışan şu ensar ve muhacirleri mağfiretine eriştir Allah’ım!”.[130] [131] Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevî’nin inşâsında da ashabına bu duayı yaptığına şahit olmuştuk. Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer gibi sahabîler de bir an bile çalışmaktan geri durmuyorlar, zembil bulamadıkları zaman etekleriyle toprak taşıyorlardı. Bu bilgilerden Ammâr’ın da hendek kazımı esnasında gücü nispetinde çalıştığı sonucunu çıkarabiliriz.

Öte yandan Hendek Savaşı’ndan sonra İslâm tarihinde meydana gelen Müreysî Suyuna nispetle “Müreysi Gazvesi” adı verilen savaşta Ammâr’ın muhacirlerin bayrağını taşıdığı kaynaklarımızda geçmektedir.[132]

Rıdvan Biatı ve Mekke’nin Fethi’nde Ammâr

Ammâr’ın “Biatü’r-Rıdvân” denilen biate de katıldığını görmekteyiz.[133] Mekke fethedildiğinde Hz. Peygamber’in: “Onları Ka’be'nin örtüsüne tutunmuş olarak bulsanız bile öldürün” diyerek haklarında ölüm fermanı verdiği birtakım kimseler vardı. Bunlardan bazıları şunlardır: İkrime b. Ebî Cehîl, Abdullah b. Hatel, Mikyas b. Sübâbe, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh. Nitekim Abdullah b. Hatel, Ka’be’nin örtüsüne tutunmuş vaziyette yakalandı. Said b. Hureys ile

Ammâr onu öldürmek için koşarak birbirleriyle yarıştılar. Daha genç olan Said, onları geçerek Abdullah b. Hatel’i öldürmüştür.[134]

Tebük Seferinde Münafıkların Hz. Peygamber’e Tuzak Kurmaları ve Ammâr

Hz. Peygamber, Tebük’ten ordusuyla birlikte Medine'ye doğru gelmekte olduğu bir sırada, münafıklardan bazıları yoldaki dar geçitte tuzak kurup, Hz. Peygamber’i öldürmeyi kendi aralarında planladılar.

Bunun için pusuya yattılar. Onların yapmak istedikleri şey, Hz. Peygamber’e haber verildi. Peygamberimiz, dar boğaza yaklaştığı zaman, orduya “Siz, vadi içine gidiniz! Orası, sizin için, hem daha kolay, hem daha geniştir” buyurdu.[135] Hz. Peygamber yokuş olan boğaz yolunu tuttu ve hiç kimsenin gitmemesini emretti.[136] Mücahitler vadi içine doğru gittiler. Peygamberimiz de, yokuş ve dar boğaza doğru gitti. Ammâr’a devesinin yularından tutmasını Huzeyfe b.Yemân'a da deveyi arkasından sürmesini emretti.[137]

Huzeyfe b.Yemân devenin yularını çekiyor, Ammâr ise arkadan sürüyordu. Anlaşılan o ki; Huzeyfe ile Ammâr, devenin yularını nöbetle çekiyorlardı. Huzeyfe, Hz. Peygamber’in devesinin üzerinde giderken uyuklamağa başladığı sırada, arkalarından gelen bazı kimselerin: “Onu, hayvanından bir düşürebilsek, boynu kırılır. Biz de kendisinden kurtulur, rahatlarız!” dediklerini işitti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, onların kurdukları suikast planını Huzeyfe ile Ammâr'a anlattı, isimlerini de söyledi. Ancak isimlerini gizli tutmalarını istedi, Onlar dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onları öldürmemizi emretmez misin?” Hz. Peygamber ise: “İnsanların, Muhammed kendi ashabını öldürüyor, demelerini istemem.” diyordu.

Allah, onların kalplerine korku saldı. Kurdukları tuzağın, Hz. Peygamber’e açıklandığını sandılar. Boğazdan, acele aşağı inip halk arasına karıştılar.[138] Olayın devamında Hz. Peygamber Huzeyfe'ye: “Onların söylediklerini işittin mi?” diye sordu.

Huzeyfe: “Evet! İşittim. Zaten, seninle onların arasına bunun için girip yürüdüm!” dedi. Peygamberimiz de “Bu süvarilerden herhangi birini tanıyabildin mi? diye sordu. Huzeyfe: “Hayvanların kinlere ait olduğunu tanıdımsa da, adamlar yüzlerini örttükleri ve gece de karanlık olduğu için kendilerini iyice göremedim, teşhis edemedim” dedi.[139]

Hz. Peygamber Ammâr’a da aynı soruyu sordu. Ammâr “Hayvanların hepsini tanıdım. Fakat üzerindekiler yüzlerini gizlemişlerdi” dedi. Hz. Peygamber: “Onlar, ne yapmak istiyorlardı?” diye sordu. Ammâr “Allah ve Rasûlü, daha iyi bilir” dedi. Hz. Peygamber ise “Onlar, devesini ürkütüp, Rasûlullah’ı öldürmek istiyorlardı”[140] diyerek münafıkların gerçek niyetini Ammâr ile paylaşmıştır.

Bu olayda görüldüğü üzere Ammâr ile Huzeyfe adeta Hz. Peygamber’in sırdaşı gibi devamlı surette O’nu korumuşlardır. Bu da gösteriyor ki Ammâr seferlerde Hz. Peygamber’e yakın arkadaşlık yapmış ve ne denli O’na karşı sevgi beslediğini göstermiştir.

Hz. Peygamber, Halid b. Velid kumandasında, içlerinde Ammâr’ın da bulunduğu bir müfreze göndermişti. Yola çıktılar ve geceleyin hareket hedefleri olan kavme yakın bir yerde konakladılar. Onlar da casuslarından aldıkları bir haber üzerine sabaha kadar kaçtılar. Yalnız içlerinden bir adam çoluk çocuğuna eşyalarının toplanmasını emretmiş ve kendisi gece karanlığında yürüyüp Halid'in askerine gelmiş ve Ammâr’ı sorup yanına varmış, “Ey Ebû’l-Yakzân! Ben müslüman oldum, kavmim ise sizin geldiğinizi işitince kaçtılar, ben kaldım; benim müslüman olmam yarın bir fayda verir mi, yoksa ben de kaçayım mı?” diye sormuş, Ammâr da, “Hayır kaçma! Zira müslüman olman sana fayda verir.” demiş. O da kaçmamıştı. Sabah olunca Halid b. Velid akın etmiş, o adamdan başka kimseyi bulamamışlar ve onu malı ile beraber tutmuşlardı. Ammâr ise bu durumu haber alınca Halid'e gelmiş, “O adamı bırak, çünkü o müslüman oldu ve ben ona eman verdim.” demiş. Halid de, “Sen kim oluyorsun da adam kurtarıyorsun.” diye çıkışmış ve bundan dolayı aralarında sözlü sataşma başlamıştı. Nihayet Rasûlullah’a muhakeme için başvurmuşlardı. Hz. Peygamber, Ammâr'ın eman vermesine izin vermiş, ancak bir daha komutana karşı böyle kendi kendine söz vermemesini de hatırlatmış, bunun üzerine Peygamberin yanında da atışmışlar. Halid, “Ey Allah'ın elçisi! Bu burnu kesik kölenin bana sövmesine müsaade eder misin?” demiş. Rasûlullah da: “Ey Halid! Ammâr'ı kötüleme, çünkü Ammâr'ı kötüleyeni Allah kötüler. Ammâr'a karşı kin besleyenden Allah nefret eder, Ammâr'a lanet edene Allah lanet eder.” buyurmuştu. Bunun üzerine Halid, Ammâr’ın arkasından koşup elbisesinden tutmuş, özür dilemiş, o da razı olmuştu.[141]

Bu olayı Alkame'nin şu rivayeti de doğrulamaktadır: “Şamlıların yanına gittim. Orada Halid b. Velîd’le karşılaştım. Halid, benimle sohbet ederken şöyle dedi: “Bir konuda Ammâr’la aramızda bir konuşma geçti. Ammâr beni kendisine şikâyet edince Rasûlullah, bana şöyle dedi: ‘Ey Halid, Ammâr'a eziyet etme. Zira Ammâr'a öfke duyan kimseye Allah da öfke duyar. Ammâr'a düşmanlık eden kimseye Allah da düşmanlık eder.’ Ben de Rasûlullah’ın böyle demesinden sonra gidip durumu Ammâr'a arz ettim ve onun gönlünü aldım.”[142]

Bu olayda da görüldüğü üzere Ammâr’ın içinde bulunduğu bir orduda tek başına karar vermesi Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış, aynı hoş karşılanmama Ammâr’a laf söylenildiğinde de devam etmiştir. Dolayısıyla Ammâr, Hz. Peygamber tarafından daha önce de görüldüğü gibi, güzel sözlerle taltif edilmiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR

Hz. EBÛ BEKİR DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR

Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin ileri gelenlerinden bazı kimseler “Sakifetü Benî Sâide” denilen hurmalıkta toplanarak iç­lerinden birini devlet başkanı seçmek istediler. Nihayetinde Hz. Ebû Bekir'e biat ederek devlet başkanı seçtiler. Sa'd b. Ubâde hariç orada bulunanların hepsi, ertesi gün de Medine'deki müslümanların büyük bir kısmı Mescid-i Nebevî'de biat etti. Hz. Ali ile diğer bazı sahâbîler ise daha sonra biat etmişlerdir. Böylece Hz. Ebû Bekir Medine'deki müslümanların büyük bir çoğunluğunun biat etmesiyle halife seçildi.[143]

A-Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçiminde Ammâr

Halifelik seçiminde Hz. Peygamber’e soy bakımından yakın olan “Hâşimîler” diye bilinen kimseler “emirlik ve halifelik için Hz. Peygamber’e akrabalık ( kan yakınlığı ) esas alınmalıdır” görüşünde birleşmişlerdir. Bu görüşe göre, Benî Hâşim, Kureyş Kabilesinin eşrafı ve Hz. Peygamber’in yakın akrabasıdır. Bu sebeple Halifenin Hâşimî olması gerekir. Bu görüşü savunanlar arasında Hz. Ali ile beraber Ammâr da vardır.[144]

Kaynaklar, Ebû Bekir'e biat etmekten kaçınan kişilerden bahsederken Abbas b. Abdulmuttalib, Zübeyr b. el-Avvâm, Mikdâd b. Ömer, Selmân-ı Fârisî, Ebû Zerr el- Gıfârî ve Ammâr’ın adlarını verir. Ebû Bekir, Ömer b. Hattab'ı onlara gönderdi. Hz. Ömer geldi ve Ali'nin evindeyken onları çağırdı. Çıkmak istemediler. Odun getirilmesini istedi ve şöyle dedi: “Ömer'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki! Ya çıkacaksınız, ya da oradakileri yakacağım”. “Ey Hafsa’nın babası! Orada Fâtıma da var.” denilince, “Hiç fark etmez” dedi. Çıktılar, Hz. Ali hariç biat ettiler.[145]

Bu rivayeti esas alırsak Ammâr ve diğerlerinin Hz. Ömer’in zorlaması ile Biat ettiği gibi bir sonuca varırız. Fakat tarihi kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarı ile Ammâr’ın Hz. Ebû Bekir’e herhangi bir husumeti ve dargınlığı olmamıştır. Öyleyse Ammâr’ın geç biat etmesinin sebebi olarak onun Hz. Ali ile hareket etmesi gösterilebilir.

Şiî tarafgirliğiyle bilinen Yakûbî, Hz. Ebû Bekir'e biat etmeyenlerin listesini verirken Ammâr’ı da zkretmektedir.[146]Benû Sâide örtmesindeki biat oldukça dar kapsamlıdır ve sadece o esnada orada bulunan sınırlı sayıdaki müslüman bu biate iştirak etmiştir ve bu isimleri söz konusu olan şahıslardan hiç birisi orada bulunmamaktadır. Muhtemelen Benû Sâide gölgeliğindeki biatten sonra akşamüzeri mescitte yapılan biatte bu şahıslardan çoğu, ya orada olmadıkları için ya da Hz. Ali ile beraber hareket ederek biat etmemişlerdir.[147]

Hz. Ebû Bekr’e biat meselesinde Ammâr bir grup sahâbe ile birlikte, Hz. Ali safında hareket etmiş ve biatini geciktirmiştir. Fakat daha sonra Hz. Ali hariç, Ammâr ve yanındakiler ertesi günü Mescitte yapılan umumî biat esnasında Hz. Ebû Bekr’e biat etmişlerdir.[148]

B- Ridde Hareketleri ve Ammâr

Hz. Peygamber'in vefatıyla başlayan hilâfet meselesinden sonraki en önemli konu irtidad ( dinden dönme ) hareketleridir. Rasûlullah’ın peygamber olarak büyük başarı göstermesini kıskanan bazı kimselerin onu taklit ederek peygamberlik iddiasında bulunmaları kendisi henüz hayatta iken başlamıştı.

Mütenebbî Müseylime'nin ve kabilesi Benî Hanîfe'nin bertaraf edilmesi, 12 / 633 yılında sona eren ve tarihe Arabistan'ın en kanlı savaşı olarak geçen Akraba Savaşı ile sağlanmıştır. Hâlid b. Velîd kumandasındaki İslâm ordusu bu savaşta 600'den fazla şehit vermiştir. [149] Yemâme savaşında birçok sahabî de yaralanmıştır. Ensardan yaralıların sayısının iki yüz kadar olduğu da rivayet edilmiştir. Ammâr da yaralılar arasındadır.

Ammâr, Yemâme Savaşı’nda kulağını kaybetmiştir. Abdullah b. Ömer, Yemâme Savaşı’nda Ammâr’ı bir kaya üstüne çıkmış şöyle seslenirken gördüm demiştir: “Ey müslümanlar! Cennet ileridedir. Nereye kaçıyorsunuz. Ben Ammâr’ım. Bana doğru gelin.” Kulağı kesilmiş ve sallanıyordu. Buna rağmen o, son derece şiddetli bir şekilde savaşıyordu.[150] Yemâme Savaşı’nda bir kulağını kaybettiği halde savaşan Ammâr dağılmak üzere olan İslâm ordusunu yeniden toparlanmasına vesile olmuştur.

Hz. ÖMER DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR

Hz. Ebû Bekir, Cemâziyelâhir13 / Ağustos 634 tarihinde namaza çıkamayacak derecede rahatsızlanıp ölümünün yaklaştığını anlayınca imamlık görevini Hz. Ömer'e bırakarak yerine onu halef tayin etmeye karar verdi.[151] Böylece de Hz.

Ömer halife seçildi. Ammâr’ın da Hz. Ömer’in halife seçilmesine herhangi bir itirazının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Fetih Hareketleri ve Ammâr

Hz. Ömer döneminde, Cibâl ve Hulvân’ın fetihlerine destek veren Ammâr, Nihavend’in fethine de bizzat katılarak fetih hareketlerinde bulunmuştur.[152]

Ammâr, Kûfe’den gönderilen birliklerin başında Basralılarla birlikte Nihavend Savaşı’na (21/642) katılmıştır. Savaş zaferle sonuçlanınca Basralılar, Kûfelilere ganimetten herhangi bir pay ayrılmamasını istediler. Temim kabilesinden bir adam: “Ey kötürüm, bir organı eksik olan adam -Ammâr’ın Yemâme’de kopan kulağını kastederek- bizim ganimetimize nasıl olurda Kûfelileri ortak edersin!” diye Ammâr’a hakaret etmişti. Ammâr ise o adama: “En hayırlı kulağıma hakaret ettin. Zira o kulağım Rasûlullah’tan çok şey işitmiştir.” Daha sonra bu meseleyi Hz. Ömer’e yazdı. Hz. Ömer ise şu cevabı yazdı: “Ganimet savaşa katılan herkesindir.” Böylece Ammâr’ın yapmış olduğu doğrulanmış olmaktaydı.[153] Basralılarla Kûfeliler arasındaki bu ganimet kavgası daha sonra toprak kavgasına dönüşecek ve ileride geleceği gibi vali Ammâr’ın görevden alınmasına kadar gidecektir.

B- Ammâr’ın Kûfe Valiliği

Hz. Ömer, Kûfe’ye namaz kıldırma ve askerlere komuta için Ammâr’ı, beytülmal’in yönetimi için de Abdullah b. Mes'ûd’u görevlendirmiştir. Yine Hz. Ömer, Osman b. Huneyf’i de toprakları ölçmekle görevlendirip Kûfe’ye gönderdi. Onlara her gün maaş olarak, bir koyun tahsis etti. Koyunun yarısı sakatatı ile Ammâr’a diğer yarısı ise Abdullah ve Osman’a aitti.[154] [155] Bu rivayete göre şehirlerde kurumsallaşmanın varlığı ve kademeli olarak çeşitli idari görevlerin birbirinden ayrıldığı  görülmektedir.

Ammâr, ilk defa idarî bir göreve getirilmiştir. Hz. Ömer, onu Kûfe valiliğine getirdiğinde, Kûfelilere şu emirnâmeyi yazmıştır: “Size Ammâr'ı emir, İbn Mes'ûd'u da muallim ve yardımcı olarak gönderiyorum. Her ikisi Hz. Peygamberin en değerli ashabındandır.” Hz. Ömer bu emirnâmenin devamında bu iki şahsı kendi nefsine tercih ettiğini de belirtmiştir.[156]

II. Halife döneminde artan gelirlerin müslümanlara dağıtılması için kurulan divan teşkilatıyla memurlara maaş bağlanmıştır. Hz. Ömer'in maaş bağladığı kişiler arasında ashabın büyüklerinden Ammâr da vardır.[157] Halife Ömer'in vali Ammâr’a 600, Osman b. Huneyfe ise 500 dirhem yıllık ödenek tahsis ettiği, Şam valiliğine tayin ettiği Muaviye'ye ise 1000 dirhem yıllık ödemede bulunduğu belirtilmektedir.[158] Belâzürî ve Zehebî’nin eserlerinde geçen bir bilgiye göre ise Hz. Ömer, Ammâr’ın atâsını 6000 dirhem olarak tahsis etti. [159]

Hz. Ömer’in Ammâr’a ödemiş olduğu bu miktarın 600 dirhemi onun valilik görevini îfâ etmesi karşılığı, 6000 dirhem ise divandan kendisi için tahsis edilen ödenek olduğu[160] sonucunu çıkarabiliriz.

Hz. Ömer’in Ammâr’ı vali olarak görevlendirdiği emirnâmede valinin görevleri arasında, hatta en önemli görev olarak namazlarda imamlık görevi ile de görevlendirildiğini görmekteyiz.

Hz. Ömer’in Ammâr’ı Valiliğe Getirme Sebepleri

Hz. Ömer, vali veya kumandan tayininde liyâkât, ehliyet, halk nezdindeki itibarı yanında İslâm’a girmedeki öncelik ve İslâm adına çekilen işkence, sıkıntı ve meşakkatteki sebata göre de bir değerlendirme yapmaktadır. Hz Ömer’in halifeliği döneminde benzer bir uygulamaya maaş dağıtımı sıralamasında da rastlamaktayız.

Hatipoğlu bu konuda şu değerlendirmeleri yapar: “II. Halifenin devrinde İslâm devlet teşkilâtı büyük bir gelişme göstermiş, yeni müesseseler kazanmıştır. Tabiatıyla bunlarda pek çok kimse vazife almış bulunmaktadır. Bu bakımdan, devlet başkanlığını ele alışından itibaren Hz. Ömer’in yaptığı tayinlerde, onun idarede ehliyeti de ölçü alan tatbikatından bazı isimler verelim” diyerek en başta Ammâr’ın valiliği örneğini vererek değerlendirmelerini şöyle sürdürür: “Ammâr, Mekke’de İslâm uğruna işkencelere uğramış bu iman abidesi köle, ilk muhacirlerdendir. Hz. Peygamber ile bütün gazvelere iştirak etmiştir. Ammâr örneğinde olduğu gibi tayinlerin sebebini beyan sadedinde Hz. Ömer’in söyledikleri hususlar, onun sahâbeyi değerlendiriş ölçüsü bakımından önemlidir. Hz. Ömer’e göre: “Allah sahâbeyi yüceltmişse bunun sebebi onların düşmana karşı çıkıştaki öncelik ve yeterlilikleridir. Bu davranışlarını bıraktıkları ve başkaları bu i şte onların yerini aldığı an, riyaset makamı bu yenilerin hakkı olacaktır.” Görüleceği üzere, sahâbenin fazileti, Ömer'e göre, çekilmiş bir çilenin karşılığıdır, babadan miras bir nesebi bağlılığın değil. Fazilet sayılan bir işe kim liyakat belirtirse, o iş onun hakkıdır.[161]

Hz. Ömer, zaman zaman İslâm’a ilk girerek haksız işkencelere maruz kalıp sabır ve tahammül gösteren mazlum müslümanlardan Bilâl, Suheyb, Ammâr gibi zatlarla oturup konuşurdu.[162] Bu da Hz. Ömer’in ilk müslümanlara ne denli değer verdiğinin çok açık bir göstergesidir.Ayrıca Hz. Ömer, Ammâr’ı valilik ile görevlendirişini “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” [163] ayet-i kerimesine bağlıyordu.[164]

Hz. Ömer döneminde her vilayette vali, kâtip, divan kâtibi, haraç memuru, kadı ve hazinedara ilave olarak bir de ahdes[165] bulunmaktadır. Ahdese belki de ilk defa Hz. Ömer döneminde rastlanmaktadır. Mesela Kûfe'de vali Ammâr aynı za­manda bu görevi de yürütmüştür.[166] [167] Ammâr valiliği esnasında Hz. Ali hakkında olumsuz düşünen kimselerle mücadele ederek her zaman Hz. Ali’yi 227 savunmuştur.

2-Ammâr’ın Valilikten Azli ve Tepkisi

Hz. Ömer döneminde valilerin denetlenmesiyle alakalı birtakım uygulamalar vardır: Halife Muhammed b. Mesleme'yi şikâyet edilen valilerin durumunu araştırmak üzere görevlendirmiştir.[168] Muhammed b. Mesleme Kûfe valisi Sa'd b. Ebi Vakkâs hakkındaki bir şikâyet üzerine Kûfe'ye giderek halk arasında incelemede bulunmuş, vali ile beraber değerlendirme için Medine'ye gelmiştir. Halkın şikâyetini haklı bulan Halife valiyi görevden almıştır. [169] Muhammed b. Mesleme, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Amr b. el-Âs, İyaz b. Ğanem ve Abdullah b. Kureyz isimli valiler hakkında da aynı görevi yapmıştır. Yine Kûfe halkının şikâyeti üzerine durumu inceleten Hz. Ömer yeni vali Ammâr’ı da görevden almıştır.[170] [171]

Valilerin görevlerinden azledilmeleri ile alakalı bu genel bilgilerden sonra şimdi de Ammâr’ın valilik görevinden niçin azledildiği hakkındaki rivayetlere geçelim:

Ammâr ile İbn Mes’ûd arasında kaynaklarımızda belirtilmeyen bir olay gerçekleşmiş ve bu olaydan dolayı bu kimseler birbirlerini suçlamışlardı. İbn Mes’ud’un sükût etmesi fakat Ammâr’ın üstelemesi üzerine olay halife Hz. Ömer’e intikal etmişti. Hz. Ömer ise bu meselede Ammâr’a kızmış ve onu görevden almıştır.

Bir başka rivayete göre ise, Kûfeli bir adam, Ammâr’ı Hz. Ömer’e şikâyet etmişti. Ammâr, adama “Eğer yalan söylüyorsan Allah senin malını ve çocuklarını çoğaltsın ve bu ikisi ile cezanı versin.” demişti. Buna benzer birtakım hoş olmayan şeylerle şikâyetler artınca Hz. Ömer durumu değerlendirmiş ve Ammâr’ı görevden almıştır.[172]

Diğer bir rivayete göre, Amr b. Süraka, Hz. Ömer’e bir mektup yazarak Basra nüfusunun çok, arazisinin az olmasına binaen ahalisinin haracı vermekten aciz olduklarını ve kendilerine arazi verilmesini istemişlerdi. Kûfeliler bu durumdan haberdar olduktan sonra, valileri Ammâr’a müracaat ederek Basralıların istediği arazinin kendilerine ait olduğunu, bu arazinin fethinde onların bir yardımları olmadığını, Basralıların kendilerine destek için hareket etmelerine rağmen onlar gelmeden önce kendilerinin fethi gerçekleştirdiklerini söylemişler ve bunların Hz. Ömer’e yazılmasını istemişlerdi. Ammâr ise Kûfelilerin bu isteklerini yerine getirmemiş, bu yüzden Utarid denilen bir şahıs, ona “Seni kulağı kesik köle seni! Biz ne diye fethettiğimiz yerleri başkalarına bırakalım?” demiş, Ammâr da ona: “Sen benim en çok sevdiğim kulağıma sövdün” demiş, Kûfeliler bu olay sebebiyle Ammâr’dan soğumuşlardı.[173]

Kûfeliler, bu gibi hâdiseler üzerine Ammâr’ı sürekli Hz. Ömer’e şikâyet etmişlerdir. Kûfelilerin Ammâr aleyhinde söyledikleri sözler, onun siyasete vakıf olmadığı ve memuriyetinin mesuliyetini takdir edemediği şeklinde idi. Ammâr’ı şikâyet edenler Sa’d b. Mes’ûd es-Sakafî (Muhtar es- Sakafî’nin amcası) ve Cerir b. Abdillah idi.[174]

Kûfeliler, Ammâr’dan önceki vali Sa’d’ın kendilerini iyi yönetmediğini söyleyince Hz. Ömer, Sa'd'ı azledip, onun yerine Ammâr’ı vali olarak tayin etmişti. Kûfe halkı Ammâr’ı da şikâyet etti. Bunun üzerine Hz. Ömer, onu da azletti. Ammâr’ın valiliği, bir yıl dokuz ay sürmüştür.[175]

Hz. Ömer, 22/643 yılında Ammâr’ı ahalinin şikâyeti üzerine Kûfe valiliğinden azletmiş[176] ve “Kûfe halkına karşı, benim yardımcım kim? Onlara kuvvetli birisini vali tayin etsem, onu azgın ve facir gösteriyorlar; zayıf birisini tayin etsem küçük görüyorlar” diye yakınmıştır.[177] Hz. Ömer de bunun üzerine onun görevden alınmasından sonra yerine Ebû Mûsa el-Eş'arî’yi atamıştı.[178]

Gerçekten de daha sonraları Kûfe, kendisine güvenip yönelen hiç kimseye yâr olmamıştır. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Müslim b. Akil bunlardandır. İşte Ammâr’ın ilk siyasî görevi böylesine netameli ve geçimsiz bir halkı barındıran Kûfe’ye vali olmak olmuştur.[179] Özellikle Kûfe gibi yönetimi zor bir merkezde Ammâr gibi zühd ve takva ehli, ilm-i siyasetten pek hoşlanmayan bir sahâbînin valilik görevi burada sona ermiş, bir daha herhangi bir devlet kademesinde görev almamıştır.

Hz. Ömer valilik görevinden azlettiğinde Ammâr’a şu soruyu sormuştur: “Görevden azledilmek seni üzdü mü?” Ammâr ise şu cevabı vermiştir: “Valiliğe atanmam beni üzdüğü gibi, görevden azledilmem de yine beni üzmüştür.”[180]

Başka bir rivayette ise “Allah’a yemin olsun ki, valiliğe atanmam beni sevindirmemişti ama valilikten azledilmem beni üzmüştür”[181] Diğer bir rivayette anlatıldığına göre ise, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Basra’ya haber göndermiş ve görevden azledilen Ammâr'a bu soruyu sordurmuştu.[182]

Hz. Ömer'in idarecileriyle sürekli problem halindeki Basra ve Kûfe'de görev yapan valileri sık sık azlederek değiştirmesinin en önemli nedeni, bu bölgede vali değişikliği ile huzur ve istikrarı temin etmek istemesidir. Haklarındaki şikâyetler asılsız çıksa bile, Hz. Ömer halkın belli bir kesimi tarafından şikâyet edilen valileri şehirde huzursuzluğa sebep olur endişesiyle görevden alıyordu. Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın, Ammâr ve daha başkalarının azledilmelerinin asıl sebebinin de, Hz. Ömer'in istikrara verdiği önem[183] olduğuna inanmaktayız.

Hz. OSMAN DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR

Hz. Osman’ın Halife Seçiminde Ammâr

Hz. Ömer, hiçbir ihtilâfın vuku bulmadığı halef tayini usulüyle on yıldan fazla görev yaptıktan sonra Ebû Lü'lü' Fîrûz en-Nihavendî tarafından Mescid-i Nebevî'de hançerle ağır bir şekilde yaralanınca yerine kimin geçeceği hususunda değişik bir usulün takip edilmesine karar verdi. Hz. Ömer, Aşere-i Mübeşşereden hayatta kalan altı kişiye (Ali, Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm) toplanıp aralarından birini halife seçmek üzere talimat verdi.[184]

Görüşmeler sonucunda adaylık iki kişide yoğunlaştı: Hz. Ali ve Hz. Osman. Daha sonra Abdurrahman, Ali'yi mi, yoksa Osman'ı mı tercih ettikleri konusunda insanların görüşlerini sormaya çıktı. Abdurrahman b. Avf. Medine'de bulunan mu­hacir ve ensarın ileri gelenleri, ordu kumandanları, şehre dışarıdan gelenler dâhil pek çok kimse ile görüştü.

Ammâr, bu görüşmeler esnasında Abdurrahman’a şöyle dedi: “Müslümanların ayrılmamalarını istiyorsan, Ali'ye biat et” dedi. Mikdâd b. Esved de: “Ammâr, doğru söylüyor. Ali'ye biat edersen, dinledik ve itaat ettik deriz.” diye ekledi. İbn Ebî Serh ise “Kureyş'in ayrılmamasını istiyorsan, Osman’a biat et” dedi. Ammâr, İbn Ebî Serh'i kınadı ve şöyle dedi: “Sen zaten müslümanlara ne zaman içten davrandın?” Hâşimoğullan ile Ümeyyeoğullan aralarında tartıştılar. Ammâr bu esnada şunu söyledi: “Ey insanlar! Yüce Allah peygamberiyle bize ikramda bulundu, diniyle bizi üstün kıldı. Bu işi, ehli beytinizden nasıl alıkoyarsınız?”[185]

Başka bir rivayete göre Ammâr: “Ey Kureyş topluluğu! Siz Peygamberin ehl-i beytini bu işten alıkoyarsanız, Allah'ın bu işi sizden alıp başkasına vermesinden korkarım” demiştir.[186]

Mahzûmoğullarından biri, Ammâr’a seslenerek “Biraz ileri gidiyorsun, ey Sümeyye'nin oğlu! Kureyş'in kendisine emir seçmesinden sana ne?” deyince Sa'd b. Ebî Vakkâs, söz alıp şöyle dedi: “İnsanlar fitneye (birbirine) düşmeden bu işi bitiriver.” [187] Ammâr ile Mikdâd’ın halifelik seçimlerinde başından itibaren Hz. Ali’yi desteklediklerine[188] şahit olmaktayız.

B- Ammâr’ın Müfettişliği

Şehir yönetiminde bulunan valilerin denetlenmesi için sadece şikâyet olduğunda müfettişler gönderilmiyordu. Şikâyetlerin olmadığı dönemlerde de vilâyetlerdeki genel gidişatın, vali ve diğer devlet memurlarının görevlerini yerine getirmedeki performansları dikkatle izleniyor ve zaman zaman bu iş için liyakâtlı ve güvenilir kimseler buralara gönderiliyordu.

III. Halife Hz. Osman vilâyetlerdeki valileri denetlemeleri için toplumda sayılan ve sevilen kişileri görevlendirmiştir. Özellikle vefatıyla sonuçlanacak huzursuzlukların valilerle alâkalı olması, Hz. Osman'ı valilerin denetlenmesi için müfettişler göndermeye sevk etti. Hz. Osman, vilâyetlerdeki huzursuzlukları araştırmak ve valileri teftiş etmek üzere Kûfe'ye Muhammed b. Mesleme, Mısır'a Ammâr, Basra'ya Üsâme b. Zeyd ve Şam'a Abdullah b. Ömer’i görevlendirdi.[189]

Mısır’ı fetheden ve Hz. Ömer’in halifeliği müddetince valiliğini yapan Amr b. el-Âs 25/645 veya 27/647 yılında[190] bu görevden alınarak yerine, Hz. Osman’ın sütkardeşi olan Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh atandı.[191] Dolayısıyla Ammâr’ın teftişe gittiği o dönemde Mısır valisi, Hz. Osman’ın halife seçiminde Ammâr ile kavga eden Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh idi. Hz. Osman’ın böyle olduğu halde Ammâr’ı Mısır’a teftişe göndermesi dikkate değer bir uygulamadır.

Daha sonra geniş bir şekilde ele alacağımız gibi Abdullah b. Sebe ve yandaşları bazı tarihçiler tarafından Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde meydana gelen iç karışıklıkların baş mimarları ve uygulayıcıları olarak gösterilmektedir. Onlar emellerine ulaşmak için dini siyasete alet ettiler. İbn Sebe arzularını gerçekleştirmek için, taraftarlarına “ehl-i emsar” ile yazışmalarını söyledi. Neticede yaşadığı bölgelerin, Kûfe, Basra ve Mısır halkını istediği yönde yön­lendirmeye muvaffak olmaya başladı. İmanı zayıf olan bazı müminler onun sözünü ettiği her kötülüğü tasdik ediyorlardı, çünkü onlar bunu, mektuplardan öğrendikleri üzere, hak adına ve valilerin yaptıkları zulümlere karşı ya- pıyorlardı.[192]

Aslında onun bu üslûbu tesirini Medineliler arasında bile gösterdi. Bu müfettişlerin, vilâyetlerde olup bitenler hakkında ilk elden bilgiler alması için görevlendirilmesini Medineli bir grubun teklif ettiği [193] de belirtilmektedir. Durumun tahammül edilmez bir safhaya geldiğine inanan Medine halkı bir gün Mescid'de halifeyi durumundan haberdar ettiler ve mektuplarda bildirilen hususlarda sorguya çektiler. “Bize gelen haberler sana geliyor mu? Dediler. Hz. Osman: “Hayır, Allah'a yemin olsun ki, sadece iyilik haberleri geliyor” dedi. Öyleyse işte biz sana geldik dediler ve kendilerine ulaşan haberleri ona aynen bildirdiler. Hz. Osman: “Sizler müminlerin seçkinleri ve şahitlerisiniz, bana yol gösteriniz, ne yapmamı istiyorsunuz?” dedi. Onlar da “Güvenilir kimseleri olup biten haberleri sana getirmeleri için, şehirlere göndermeni tavsiye ederiz” dediler. Bunun üzerine halife, Muhammed b. Mesleme'yi Kûfe'ye, Üsame b. Zeyd'i Basra'ya, Ammâr’ı Mısır'a, Abdullah b. Ömer'i de Şam'a gönderdi. Bunların dışında başka insanları da etraftaki çeşitli yerlere dağıttı. Gidenlerin hepsi Ammâr'dan önce döndüler ve şöyle dediler: “Ey insanlar! Allah'a yemin olsun ki hiçbir kötülük görmedik. Aynı şekilde ne seçkinler ne de diğer halk kötülükten şikâyet ediyor. Müslümanların durumu iyidir.” Bu durum üzerine Mısır’da bulunan Muhammed b. Ebî Huzeyfe başkanlığındaki muhalefet grubu, Ammâr’ın ileri sürdüğü iddiaları ortaya atmışlardı.254

Halk, Ammâr'ın dönüşünü bekledi, hatta onun hakkında endişelendi. Tam bu sırada Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'den bir mektup geldi. Ammâr'ın Mısırlı bir grup tarafından kandırıldığı ve muhalif cepheye çekildiği haberini verdi. Vali mektubunda, Ammâr’ın Mısır’da aralarında Abdullah b. Sebe’, Halid b. Mülcem, Sevdan b. Hımran ve Kinane b. Bişr’in de yer aldığı gruba dâhil olduğunu,255 bu insanların ona kendi görüşlerini söyletmek istediklerini; Muhammed (s.a.v.)'in döneceğine (ric'at) inandıklarını ve Ammâr'ı Osman'dan ayrılmaya davet ettiklerini; Medinelilerin fikrinin de kendi fikirleri gibi olduğunu söylediklerini bildiriyor ve eğer halife müsaade ederse Ammâr ve yanındakileri öldürebileceğini belirtiyordu.256

Hz. Osman, gönderdiği cevabî mektubunda, valiyi böyle hareketlerde bulunmaktan kaçınmaya çağırıyor ve bu insanların serbest bırakılmasını ve istedikleri yere gitmelerine müsaade edilmesini; Allah onlardan intikam alıncaya kadar onlara dokunulmamasını emrediyordu.257

Emsarda olup bitenleri yerinde görmek ve durumu merkeze bildirmek üzere gönderilenlerden geri dönenler, halifeye arz ettikleri rapor: “Eyaletleri gezip  gördük, insanlarla konuştuk, durumu inceledik, Allah’ın emrine ve Peygamber’in sünneti ile ilk iki Halife’nin gidişatına aykırı bir husus tespit edemedik” şeklindeydi. Ammâr’ın raporu hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Ancak raporunda İbn Ebî Serh’in icraatını kötülediği, söz konusu raporun olumlu olmaması ihtimali kuvvetlidir. Çünkü Ammâr, Hz. Ali’nin taraftarıydı [194] ve Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ile halife seçimi esnasında kavga etmişti.

Şehirlerde fitne çıkarmakla sorumlu tutulan adamların başında ismi geçen Abdullah b. Sevdâ, İbn-i Sebe' ünvanıyla meşhur olan münafıktır. Ammâr’ın bu adama ve onun maiyetinde bulunan müfsitlere nasıl kandığını, onların nasıl tuzağına düşmüş olduğunu gösteren tarihî tafsilâta sahip değiliz. Bu hususta sahip olduğumuz yegâne kayıt, Mısır valisinin yukarıya naklettiğimiz ifadesidir. Daha sonra Ammâr’ın Mısırda ne kadar kaldığını, İbn Sebe' ve arkadaşları ile ne dereceye kadar teşriki mesai ettiğini, onların maksatlarına bilerek ya da bilmeyerek hizmet edip etmediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz şey fesatçıların tertip ettikleri suikasta muvaffak olarak Hz. Osman’ı şehit etmeleridir. [195]

Mısır'ı teftiş ettikten sonra Medine’ye dönen Ammâr Hz. Osman'ı suçladı. Ammâr'ın davranışına kızan Sa'd b. Ebî Vakkâs da Ammâr'ı, fitne ve fesat çıkarmaya çalışmakla itham etti. Ammâr da Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı fitne ehli olarak vasıflandırdı. Sa’d, Ammâr’ı Hz. Osman’ın hilafetine itaatsizlikle suçlamış, bunun üzerine Ammâr “Şu başımdaki sarığı nasıl çıkarmışsam Osman’ı da (başımdan) öyle çıkarıyorum” [196] diyerek Osman için yapmış olduğu biatten vazgeçtiğini ifade etmiştir.

Dedikoduların kulaktan kulağa, şehirden şehre dolaştığı, birilerinin isimlerinin kullanılarak düzmece mektupların elden ele gezdirildiği bir dönemde vilâyetlerle ilgili haberlerin sağlıklı bir şekilde alınabilmesi için müfettişlerin gönderilmesi isabetli bir faaliyet olmasına rağmen, alınan tedbirlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.[197]

Buraya kadar ele aldığımız rivayetlerde cevapsız kalan bazı sorular bulunmaktadır:

—Valiler adaletle muamele ediyorlarsa şikâyetçiler kimdir?

—Hz. Ömer döneminde bile valileri sık değiştirilen Kûfe’den bu dönemde hiçbir problemin olmadığı haberi nasıl gelmiştir?

—Halifenin görevlendirdiği Ammâr niçin geç dönmüştür?

Hz. Osman’ın öldürülmesiyle sonuçlanan muhalefet hareketleri, sadece Kûfe’de olmamış; Basra, Mısır ve hatta devletin başkenti, Halifenin meşruiyetini kendilerine borçlu olduğu Medine’de bile bazı kimseler, Hz. Osman ve idarecilerine karşı seviyesi gittikçe artan bir muhalefet sergilemişlerdir.[198]

Hz. Osman 34/654 yılında, hac dönüşü haklarında şikâyetler bulunan Suriye valisi Muaviye, Kûfe valisi Said b. el-Âs, Basra valisi Abdullah b. Âmir ve Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i toplantıya çağırmıştır. Ayrıca toplantıda önceki Mısır valisi Amr b. el-Âs da hazır bulunmuştur.[199] Hz. Osman valilerini aynı sebeplerden 35/655 yılında Medine’de tekrar toplamıştır.[200]

Bu toplantıdan sonra Muaviye, Medine’den ayrılırken Hz. Ali, Zübeyr b. el- Avvâm, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Talha b. Ubeydullah ve Ammâr’ın de aralarında bulunduğu bir grubun yanından geçerken onlara tehditkâr bir üslupla şöyle demişti: “Biliniz ki ihtiyar bir adamı (Hz. Osman’ı kastederek) bırakıp gidiyorum. Siz onun hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz, ona yardımcı olunuz ki bahtiyar olasınız.[201] Eğer o öldürülürse, Allah’a yemin olsun ki, sizinle savaşırım ve sizleri öldürürüm” şeklinde tehdit içeren sözler söyledi.[202]

Muaviye, daha sonra da Ammâr’a dönerek “Ey Ammâr! Şam’da Hicaz halkından daha çok atlı var. Hepsi de namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirler. Onlar atlı kahramanlardır. Köleleri ve çocukları ile hepsi divana kayıtlı olup maaş alırlar. Ammâr’ı tanımazlar, Ali ve akrabalarını da lanımazlar” [203] diyerek orada bulunanları tehdit etmiş, Ammâr’ın “Beni ölümle mi tehdit ediyorsun?” sorusuna ise cevap vermeyerek[204] Şam’a doğru yol almıştır.

Esasen Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayıp arkasından Hz. Ali'nin halife olması üzerine patlak veren Cemel Vak'ası ve Sıffîn Savaşı ile süren gelişmeler Haricî isyanları, Hz. Ali'nin şehit edilmesi ve arkasından yaşanan kanlı olaylar, aynı zamanda İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk fitne hareketleridir. Hz. Osman'ın 18 Zilhicce 35/17 Haziran 656 tarihindeki şehâdetinin, onun bazı karar ve tasarruflarından dolayı halifeliğinin ikinci döneminde kendini gösteren gelişmelerden kaynaklandığı kabul edilmektedir.[205]

C- Ebû Zerr’in Sürgün Edilmesi ve Ammâr’ın Tepkisi

Muaviye’nin Şam'daki bazı uygulamalarını eleştiren Ebû Zerr Osman’a eleştirilerini yöneltmeye başladı. Daha önce, Ammâr ile Mikdâd'ın, Ali b. Ebî Tâlib yerine Osman'ın seçilmesine büyük tepki gösterdiğini görmüştük. Kaynaklar halifenin, Ebû Zerr'i Rebeze'ye sürgüne gönderdiğini belirtmektedirler.[206] Ebû Zerr, Rebeze' de[207] vefat etti. [208]

Ebû Zerr 32/52 yılında vefat edince Ammâr’ın “Allah, Ebû Zerr konusunda hepimizi affetsin” şeklindeki konuşmasına gücenen Halife, onu da sürgün etmek istemişti. Ammâr’ın eski halifleri (antlaşmalıları) olan Mahzûmoğulları Hz. Ali’den sürgüne engel olmasını istemişler; Hz. Ali, Hz. Osman’a gelip “Ey Osman! Allah’tan kork, sen salih bir müslümanı ( Ebû Zerr’i kastederek) sürgüne gönderdin ve o, orada vefat etti. Bu defa da onun bir benzerine aynı uygulamayı yapmak istiyorsun” demiş; buna Hz. Osman sert tepki göstererek “Sen sürgün edilmeye ondan daha layıksın” diye cevap vermişti. Bunun üzerine “İstersen bunu yap” diyen Hz. Ali, orada bulunanlar tarafından desteklenmiş ve aynı kişiler “Senin her konuşanı sürgüne göndermen hiç hoş değildir” diyerek Halifeye karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine Hz. Osman, Ammâr’ı sürgüne göndermekten vazgeçmiştir.[209] [210]

Ammâr’ın Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Cafer’le birlikte Ebû Zerr’in sürgüne gidişi esnasında ona eşlik ettiklerini görmekteyiz.

Hz. Osman, kendisine muhalefet eden Ammâr’a İstmiya’yı[211] ikta olarak vermiştir.[212] Bu iktâlar Hz. Osman’ın muhaliflerini susturmak için vermiş olduğu paylar olarak görünmektedir.

D- Ammâr’ın Dövülmesi Olayı

Çalışmamızın en önemli konularından bir tanesinin Ammâr’ın Hz. Osman tarafından dövülmesiyle alakalı rivayetler olduğunu düşünüyoruz. Şimdi bu rivayetleri ele alıp değerlendirmeye çalışalım:

Bir rivayete göre Ammâr ile Utbe b. Ebî Leheb arasında bir ihtilaf meydana geldi. Hz. Osman ise ikisini de dövmek suretiyle onları terbiye etmek istedi.[213] [214] Ammâr ile Utbe arasındaki ihtilafın ne olduğuna ileride temas edeceğiz.

Başka bir rivayete göre, Hz. Osman beytülmalden yakınlarına maddi yardımlarda bulununca, müslümanlar bunu hoş karşılamamış, hatta şiddetle eleştirmişlerdi. Hz. Osman ise bu eleştirilere “Kavimlerin gururunu incitse de feyden ihtiyacımız olanı alırız” şeklindeki sözleriyle karşılık verdi. Hz. Ali ve Ammâr da, Hz. Osman’ı bu icraatından dolayı eleştirdiler. Ammâr’ın kendisi hakkında söylediği bazı sözlere oldukça sinirlenen Hz. Osman onu bayıltıncaya kadar dövdürdü. Hatta kendisi de ona vurdu. Daha sonra Ammâr'ı Hz. Peygamber’in zevcelerinden Ümmü Seleme’nin evine taşıyıp bıraktılar. O kadar dövülmüştü ki ikindi ve akşam namazlarını kılamadığı nvayet edilmektedir.

Ammâr’ın dövülmesi olayı ile ilgili bir başka rivayet ise şöyledir: Hz. Peygamber’in ashabından bir grup (50 kişi) toplandı. Hz. Osman'ın Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer’in sünnetine aykırı davrandığını ortaya koyan bir mektup yazdılar.[215] Bu mektupta yukarıda ele aldığımız maddeler yazılı idi.[216] Ammâr mektubu halifeye verince, halife “Bunu sen mi yazdın?” diye sormuş; bunun üzerine Ammâr: “Yanımda bir grup insan vardı, senden korktukları için gelmediler” cevabını vermişti. Halife ise onların kimler olduklarını sorduğunda, Ammâr onların isimlerini halifeden saklamıştı. Hz. Osman da Ammâr'a böyle bir muhalefete onun ve yanındakilerin nasıl cüret ettiklerini sorarak azarlamıştı. Bu arada kâtip Mervan araya girerek, fitnenin konuşulur hale geldiğini ve insanları isyana sevk eden Ammâr’ın öldürülmesi gerektiğini söylemişti. Bu tahrik edici konuşma sonrasında da Hz. Osman, Ammâr’ın bacakları arasına tekme atarak bayılmasına sebep olmuş ve daha sonra da fıtık olmuştu.[217] Ammâr, bu dövülme olayından sonra halifeden “Na'sel” [218] diye bahsetmiştir.[219]

Dövülme olayından sonra Mahzûmîler, Ümmü Seleme’nin evinde toplandılar. Hz. Osman, Ümmü Seleme’nin evinde yapılan bu toplantının niçin yapıldığını anlamak için birini Ümmü Seleme’ye yolladı. Toplantının ne anlama geldiğini sordu. Ümmü Seleme de ona şöyle cevap verdi: “Bunun seninle ilgili olduğunu düşünme ve emirlerinle senden nefret duyan kişilere zor kullanma”.[220]

Ammâr’ın dövülmesine kızan Mahzûmoğulları, halifeye gelerek onu tehdit etmişlerdi. Hişam b. Velid b. Muğire’nin: “Şayet Ammâr ölürse, ben de Ümeyyeoğullanndan birisini öldüreceğim” şeklindeki sözlerine Hz. Osman: “Dövüldüğünde ben orada değildim” diyerek bu olaydan sorumlu olmadığını belirtmiştir.[221]

Özellikle Emevî gençleri ve Mervan b. el-Hakem, Hz. Osman’ın müsamahakârlığından istifade edip idarî konularda, sorumsuzca haraket ederek ashabın ileri gelenleri ile tartışmışlar ve belli bir kesimin tepkisini çekmişlerdir.[222]

Cabirî yukarıda anlattığımız hâdiseleri özetleyerek, “Ebû Zerr'in itirazlarını belirginleştiren gayri siyasî niteliğin aksine, Ammâr’ın muhalefeti köktenci bir siyasî muhalefetti. Ammâr hareketçi ve çatışmacı biriydi. Rivayetler ona, Osman'a karşı başkaldırıyı kışkırtmada temel rolü verir.” şeklinde bir değerlendirme yapar.[223]Belki de Mahzûmoğullarmm müttefiki olarak Ammâr'ın gördüğü koruma, onu böylesi bir çatışmacı davranışa itiyordu. Mikdâd b. Esved gibi öteki arkadaşları ise, kabilesiz olduklarından, böyle bir korumaya sahip değildi.[224]

Rivayetlere göre Hz. Osman bu dövülme olayından sonra pişman olmuş, Talha ve Zübeyr’i Ammâr’a göndererek ona şu tekliflerde bulunmuştur: “Ya beni affet, ya tazminat (diyet) vereyim ya da öcünü al.” Fakat Ammâr bu üç teklifin hiç birisini kabul etmeyerek, Hz. Osman’ı Allah’a havale ettiğini söylemiştir.[225] Kettânî, Diyarbekrî’nin Tanhu’l-Hamîs’inden bizlere şu bilgiyi vermektedir: “Fıtık sebebiyle elbisesinin altına ilk defa şal giyen kimse Ammâr olup, kendisine dayak atıldığı zaman bunu yapmıştı”.[226]

İbnü’l-Arâbî, bu olayın tamamen bir iftira olduğunu vurgulamaktadır. İbnü’l- Arâbî, bir takım sahâbenin zulme uğramış olduklarını iddia ederek Hz. Osman’a geldiklerini ve bu kimselerin halifenin zulüm ve hoş olmayan işler yaptığını söylediklerini belirtir. İbnü’l-Arâbî, bu eleştirileri ise tek tek ele alır. Cevaplandırdığı bu eleştirilerin başında da Hz. Osman’ın Ammâr’ı bağırsaklarını patlatıncaya kadar dövmesi hadisesi yer alır.[227]

Hz. Osman’a yönelik eleştirilere daha önce değinmiştik. Şimdi ise konumuzu ilgilendiren yani Ammâr’ın dövülmesiyle alakalı değerlendirmelere geçmek istiyoruz. İbnü’l- Arabî Ammâr’ın dövülmesi ile alakalı şu değerlendirmeyi yapar: “Bu, emirlerin böyle durumlarda yapması normal olan bir harekettir. Osman'dan önce de, sonra da, emirler bunu yapmıştır. Hz. Ömer, Ammâr gibi zatlar hakkında nice böyle şeyler yapmıştır. Ammâr'dan daha hayırlı olan ve hatta valilik hakkına sahip bulunan kimselere bile bunu tatbik etmiştir.”[228]

Bu bilgilerden sonra İbnü’l-Arabî şu sonuca varır: “Ammâr’ın dövülmesi sonucu bağırsaklarının patlamasına gelince, bu tamamen büyük bir iftiradır. Eğer onun bağırsağı parçalansaydı yaşaması mümkün değildi.[229] [230] Dolayısıyla bu iftira, Rasûlullah’ın ashabına karşı düşmanlık besleyen kimselerin asılsız iddialarından   öteye geçemez.

Seyf b. Ömer ise, Hz. Osman’ın bağırsakları patlayıncaya kadar Ammâr’ı ve kaburga kemikleri kınlıncaya kadar İbn Mes’ûd’u dövdüğünü söyleyerek bu ifadelerde mübalağa-abartı olduğunu belirtir.[231]

Ammâr gibi seçkin, sahâbeden fazileti yüksek biri hakkında, böyle küçük düşürücü bir muamele yapılması herkeste unutamayacakları bir yara açmış, halkın Emevîler hakkındaki düşmanlıkları böylece daha da artmıştır.[232]

Algül, Ammâr’ın dövülmesi olayını Emevî ailesi ile bağlantı kurarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Emevîler ise, gittikçe yüz bulmuş ve yüz buldukça bunamışlar hatta Ammâr’ı Mescid-i Şerif’te bayılıncaya kadar dövmüşlerdir. Ammâr gibi ashabın seçkinlerinden kıymetli bir zât hakkında böylesine aşağılatıcı bir muamelenin icrası, herkes için büyük bir üzüntü kaynağı olmuş ve milletin Emevîler hakkında olan buğz ve kini bu cihetle artmıştır”.[233]

Ammâr’ın dövülmesi, Mahzûmîlerle birlikte diğer ashabın da Ümeyye oğullarına muhalif bir tavır sergilemelerine neden oldu. Ammâr, bu olaydan sonra Hz. Osman aleyhine olan her muhalif hareketi desteklemiş ve insanları Hz. Osman ve idaresine karşı tepki göstermeleri için teşvik etmiştir.

Rivayetlere genel anlamda bakıldığında Ammâr’ın dövüldüğü sonucu çıkmaktadır. Fakat kaynakların bazılarında bu dövülme olayı abartılarak verilmektedir. Nitekim İbnü’l-Arâbî de Ammâr’ın bağırsakları çıkana dek dövüldüğü şeklindeki rivayetleri eleştirmiş ve bu rivayetlerin Hz. Osman ve bir kısım sahâbeyi yıpratmaya yönelik olduğunu belirtmiştir.

Hz. Aişe, Hz. Osman'ın Ammâr'a yapmış olduğu muameleyi duyduğu zaman çok öfkelendi ve Hz. Peygamber'in saçlarından bir teli, bir gömleğini ve bir sandaletini aldı ve herkesin görmesi için onları elinde tutarak şöyle haykırdı: “Nasıl olur da, bu kadar kısa zamanda Peygamberinin uygulamasını (sünnet) unutursun, bunlar onun saçı, elbisesi ve sandaleti!” [234]

Hz. Aişe artık açıkça muhalefete atılmakla kalmamış, Hz. Peygamber’den yadigâr kalanları da kullanmak suretiyle etkili bir propaganda aracı keşfetmişti.[235] Bu rivayetler bize, Hz. Aişe’nin o dönemden itibaren bazı siyasî ve idarî uygulamalarla ilgili fikrini söylediği veya en azından yapılan haksızlıklar karşısında -Ammâr örneğinde olduğu gibi- tepkisini göstermektedir.

Diğer taraftan Ammâr’ın dövülmesi sonrasında Mahzûmîler de halifeye cephe almışlardı.[236] [237] Bu nedenle daha önce de belirttiğimiz gibi, halifeye karşı uygulayacakları stratejiyi görüşmek üzere bir toplantı tertip etmişlerdi. Toplantının sonucu ile ilgili elimizde bir bilgi bulunmamakla birlikte, Mahzûmîlerin toplanmasından haberdar olan halife, toplantıdan sonraki günlerde onlara bunun ne anlama geldiğini sormuş, Ümmü Seleme de bu soruyu insanların hoşlanmadıkları işleri yapmamasını bildiren tavsiye niteliğinde bir mektupla cevaplamıştı.

Hz Aişe daima Ammâr’ı takdir etmiş, başkalarına karşı da savunmuştur. Rivayete göre: “Bir adam[238] gelerek Hz. Aişe’nin yanında Hz. Ali ve Ammâr aleyhinde ileri-geri konuştu. Bunun üzerine Hz. Aişe: “Ali hakkında sana bir şey söyleyecek değilim. Ama Ammâr hakkında Rasûlullah’ın şöyle dediğini işittim: ‘Ammâr hangi meselede muhayyer bırakılmışsa mutlaka en doğrusunu seçmiştir’ dedi.”[239]

Aynı şekilde Cemel olayında geleceği gibi Ammâr, Hz. Aişe aleyhinde konuşan birisine: “Rasûlullah’ın sevgili eşine eza mı ediyorsun, buradan hemen uzaklaş!” diyerek Hz. Aişe’ye olan saygısını belirtmiştir.[240] Hz. Aişe’nin, dövüldüğünde Ammâr’a sahip çıkması ileriki dönemlerde Ammâr’ın da Hz. Aişe’ye duyduğu saygıyı devam ettirmesini sağlamıştır.

E- Hz. Osman’ın Muhasara Edilmesi ve Ammâr

Cabirî’ye göre Ammâr, Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe, Osman'a karşı tepki hareketlerinin eşgüdümünü sağlayan yüksek kurul gibiydi. Çevredeki isyancılar ve merkezdeki Ali, Talha ve Zübeyr gibi sembollerle ilişki içindeydiler. Başkaldıranlar Medine'yi işgal ettiklerinde ve Osman'ı kuşattıklarında, Halife Osman, isteklerinin gerçekleşeceği vaadiyle isyancıları kentlerine dönmeye ikna için sahâbeden nüfuzlarım kullanmalarım istedi. Sahabeden bazıları başlarında Ali olmak üzere bu isteği gerçekleştirmek üzere harekete geçtiler ama Ammâr bundan kaçındı. Osman, sahâbeye katılması için Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı ona gönderdi. Ammâr ise: “Yemin olsun ki, onları geri çevirmeyeceğim.” diyerek asileri ikna etmekten kaçınmakta ısrarlı olduğunu belirtti.[241] Mısırlı asiler Muhammed b. Ebî Bekr’le, Muhammed b. Cafer ve Ammâr’dan başka kimseden yardım ümit etmiyorlardı.[242]

Asiler kuşatmanın ilk günlerinde gösterdikleri yumuşak tavrı, kuşatmanın sonlarında sertleştirmişlerdir. Halife’nin kimseyle görüşmesine izin vermedikleri gibi, onun su ve yiyecek teminine de engel olmuşlardı. Bu nedenle iaşe temininde zorlanan Hz. Osman, Talha, Zübeyr ve Hz. Ali gibi sahâbenin ileri gelenlerine başvurmuştu. Bunlar arasında Hz. Ali halife’nin isteğine cevap vermişti. Ne var ki Hz. Ali’nin gönderdiği suyu almak isteyen Ümeyyelilerle Abdullah b. Mes’ûd nedeniyle halifeye kızgın olan Benî Zühre, Ammâr dolayısıyla Hz. Osman’a kızgın olan Benî Mahzûm ve Ebû Zerr dolayısıyla da muhalefete katılan Gıfarlılar arasında tartışma çıkmıştı.[243] Halife, Ammâr’ı sahabîlere göndererek onlardan su temin etmesini istemiş, Ammâr da Talha’ya giderek bu isteği yerine getirmesini söylemiş, Talha ise “Subhanallah, Osman o kuyuyu aldı ve tasadduk etti, onlar şimdi onun bu kuyudan su içmesine engel oluyorlar” şeklinde sözler söyleyen Talha da bu isteği yerine getirmemişti.[244]

Bazı tarihçiler, sahâbenin bir kısmının Hz. Osman'ı asilere teslim etmiş oldukları ve onun öldürülmesine rıza gösterdikleri haberlerini asılsız kabul etmişlerdir. Herhangi bir sahabînin, Hz. Osman'ın öldürülmesine rıza gösterdiğine dair haber sahih değildir. Aksine hepsi de bu hadiseden dolayı öfkelenmişler ve katilleri lanetlemişlerdir. Ancak Ammâr, Muhammed b. Ebû Bekir gibi bazı sahâbîler, Hz. Osman'ın halifelikten vazgeçmesini arzulamışlardı.[245] Çünkü rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, Hz. Ali ve Ammâr gibi diğer ileri gelen sahâbe, Hz. Osman’ın idaresinden hoşnut değildi. Muhasara esnasında Hz. Ali’nin uyarılarını takdir eden Hz. Osman’ın eşi Nâile, Muaviye’ye yazdığı bir mektupta “Mısırlılar, Ammâr, Muhammed b. Ebî Bekr, Talha ve Zübeyr’e güvenerek isyan etmişlerdir ki bunlar zaten halifenin öldürülmesini istiyorlardı”[246] diyerek halifenin ölümünden Ammâr ve yanındakileri sorumlu tutmaktadır.

Ammâr’ın, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonraki tavrı çok nettir. Her ne kadar Hz. Osman ile bir türlü yıldızı barışmasa da onun öldürülmesini asla tasvip etmediğini görmekteyiz. Hz. Osman’ın şehit edildiğini duyan birisi hemen Huzeyfe’ye gelerek “Bize ne yapmamızı emredersin der?” Huzeyfe ise “Ben Hz. Peygamber’den Ebû’l-Yakzân fıtrat üzeredir, sözünü işittim. Dolayısıyla Ammâr da sizi bu işi onaylamaktan meneder.” demiştir.[247]

AMMÂR B. YÂSİR’İN ABDULLAH B. SEBE’ OLDUĞU İDDİALARI

Abdullah b. Sebe’, Hz. Osman'ın hilâfetinin ikinci yarısında aleyhindeki hoşnutsuzluğun Hicaz, Irak ve Mısır'da yayılmasında ve İslâm dünyasında ilk fitnenin zuhurunda yegâne amil olduğu söylenen ve yakın zamanlara kadar da Şiîliğin kurucusu olarak kabul edilen meşhur isimdir. Farklı isimlerde ortaya çıkan İbn-i Sebe’, Gulât-ı Şia'dan bir fırkanın kurucusu sayılır.[248] Hz. Osman zamanında Irak, Hicaz ve Mısır’da ortaya çıkan karışıklıkların sorumlusu olarak Abdullah b. Sebe gösterilmektedir.[249]

Hz. Osman döneminde fitne hadiselerinin şehirlerde yayılmasında rolü olduğu belirtilen Abdullah b. Sebe’ veya İbnü’s-Sevdâ, geçmişte olduğu gibi günümüz araştırmacılarının da üzerinde anlaşmaya varamadıkları ilginç bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı eserlerde onun efsanevî bir kişi, bazılarında ise tarihi bir şahsiyet olduğunu vurgularken, kimi yazarlar onun Ammâr olduğunu, kimisi de onun Abdullah b. Vehb er-Rasibî isminde, Şia kaynaklarında sözü edilen şahıs olduğunu ileri sürerler.[250]

Konumuz olan, Abdullah b. Sebe’nin aslında Ammâr olduğu iddialarına geçmeden önce konuyu daha iyi anlayabilmek için birtakım bilgiler vermekte yarar görmekteyiz.

Abdullah b. Sebe' hakkındaki bilgilerimizin tek kaynağı Seyf b. Ömer'dir.[251] Harun Reşîd’in hilâfeti zamanında(170-193/786-809) öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün rical âlimlerine göre “bazı rivayetleri meşhur ise de büyük çoğunluğu itibar edilmeyecek ve uyulmayacak münker hadislerdir” gibi hükümlerle değerlendirilen bir kimsedir.[252]

Müslüman olarak tanıtılan bir yahudinin, İslâm şehirlerinde gezip dolaşarak müslümanlan ayaklandırmaya çalıştığı halde, hiçbir valinin bu işe el atmaması ve onu tutuklamaması mümkün olmadığı gibi Abdullah b. Sa’d Ebî Serh’in Muhammed b. Ebî Bekir, Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Ammâr hakkında halifeye mektup gönderdiği halde, İbn Sebe hakkında aynı yöntemi izlememesi büyük bir tezattır.[253]

Diğer taraftan Seyf b. Ömer'in mahiyeti ve doğurduğu neticeler bakımından fevkalâde mühim bu rivayeti, İbn Sa’d ve o devrin hâdiselerini ciddî bir şekilde ele alan Belâzürî gibi iki önemli tarihçi ile Nasr b. Muzâhim el-Minkarî ve Ya'kûbî gibi Şiî tarafgirliği ile tanınan müellifler sükût geçmektedirler. Bu durumda, Seyf b. Ömer'in rivayetinin doğruluğu ve dolayısıyla İbn Sebe'nin tarihî bir şahsiyet olduğu hakkında duyulabilecek şüphe ve tereddütleri teyit eder mahiyettedir.[254]

Seyf b. Ömer’in rivayetindeki amaç, belki de o günkü olaylardaki sorumluluğu İbn Sebe’ye yükleyerek müslümanları fitneden uzak tutma gayretidir. İbn Sebe’ gibi bir şahsın mevcudiyeti tartışmalı da olsa, hoşnutsuzluklarla birlikte, fitneye düşürecek gizli çalışmaların da bulunduğunu söylemek mümkündür.[255]

Giriş mahiyetindeki bu bilgileri aktarmamızın sebebi Abdullah b. Sebe’nin Ammâr olduğu hakkındaki birtakım iddialardır.[256] Ali Hüseyin el-Verdî'ye göre uydurma bir şahıs olan İbn Sebe', aslında Ammâr’dır. Garip bir tesadüftür ki, İbn Sebe'ye nispet edilen hususlardan birçoğu Ammâr’ın hayatında da mevcuttur.[257] Bunlar şöylece sıralanabilir:

İbn Sebe', İbnü's-Sevdâ olarak biliniyordu. Aynı şekilde Ammâr’ın künyesi de İbnü's-Sevda idi.

Ammâr, Yemen soyundandı. Bunun manası, onun Sebe' oğullarından (İbn Sebe’) olmasıdır. Bu sebepten her Yemenliye İbn Sebe' denmesi doğrudur. Yemenlilerin hepsi de Sebe’ b. Yeşcub b. Kahtân'a mensuptur.

Ammâr, halkı her vesile ile Ali b. Ebî Tâlib'e biat’e çağıran ve ona muhabbet duyan biridir. İbn Sebe’ de bu özelliği ile tanınmıştı.

Ammâr, Hz. Osman'ın hilâfeti sırasında Mısır'a gitmiş ve halkı ona karşı tahrik etmişti. Bu haber de, İbn Sebe’nin Mısır'da yerleştiği yolundaki haberlere benzemektedir.

İbn Sebe’ye, “Osman hilâfeti hakkı olmayarak ele geçirmiştir; onun meşru sahibi Ali b. Ebî Tâlib'dir...” şeklindeki görüş de nispet edilmektedir. Bunlar Ammâr’ın da sık sık dile getirdiği sözlerdir.

İbn Sebe’nin Cemel Savaşı sırasında birtakım faaliyetlerde bulunduğu söylenmektedir. Bu olay etraflıca incelendiğinde Ammâr’ın da Cemel Savaşı öncesinde faal bir rol oynadığı ve hatta Hasan ve Mâlik el-Eşter’le beraber Kûfe'ye gidip halkı Ali’nin ordusuna katılmaya teşvik ettiği görülecektir.

Bu iddiaları ortaya atanlara göre “Bütün bunlardan, İbn Sebe'nin Ammâr’dan başkası olmadığı sonucuna ulaşırız. Üstelik Kureyş, Ammâr'ı Osman'a karşı yapılan isyanın başı sayıyordu; fakat işin başında onun ismi açıkça ortaya çıkmadı ve bir remiz olmak üzere İbn Sebe' veya İbnu's-Sevda kullanıldı. Raviler de bu durumu, perde gerisinde kimin bulunduğunun farkına varmadan öylece naklettiler.[258]

Gayet mantıklı gibi görünen bu iddialar hakkında Fığlalı şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İlk bakışta mantıklı ve ikna edici gibi görünen bu ifadeler aslında son derece cüretli iddialardır ve üstelik bünyesinde cevaplandırılması oldukça güç ve muhtemelen imkânsız birtakım sorular taşımaktadır. Belki İbn Sebe’nin Ammâr için bir rumuz olması, o günün siyasî şartları muvacehesinde pekâlâ mümkün olabilir. Nitekim Emevîler, Hz. Ali ile olan savaşlarında Şamlılara, başlangıçta “Ebû Turâb” ve “Turâbiyyûn” ile savaştıklarını söyleyip Hz. Ali ile harp ettiklerini açıkça bildirmemişlerdi. Bilindiği gibi Ebû Turâb Hz. Ali'nin künyelerindendir. Ayrıca Ali Sami en- Neşşâr'a göre de, Abdullah İbn Sebe'nin de Ammâr’ın ismi için mücerret bir kılıf olması pekâlâ muhtemeldir ve özellikle Ziyâd b. Ebihi'nin Muâviye'ye yazdığı mektubunda Hucr b. Adiyy ve arkadaşlarını Sebeiyyûn olarak nitelendirdiğini görüyoruz. Oysa büyük sahabi Hucr b. Adiyy'in, müslümanları dinlerinde ifsat eden bir Yahudi’nin adamı olması kesinlikle makul değildir. Buna göre bunların hepsi de muhtemeldir ve Emevîler, Şamlılar Ammâr ve etrafındakilerin Ali'nin taraftarı olduklarını öğrendikleri zaman ayaklanmasınlar diye büyük sahâbi Ammâr’ın adını İbn Sebe’ adı altında gizlemişlerdir”. [259]

Ya’kûbî’ye göre İbn Mes’ûd ölünceye kadar Hz. Osman’a kızgındı. Hz. Osman bir kabir görmüş, bu kabrin kimin kabri olduğunu sormuş, İbn Mes’ûd’un kabri olduğu söylenince cenaze namazını kimin kıldırdığını öğrenmek istemişti. Ammâr’ın kıldırdığını öğrenince de Hz. Osman, kendisine haber vermeden İbn Mes’ûd’un cenaze namazını kıldırdığı için çok kızmış ve Ammâr’a: “Yazıklar olsun sana ey İbnü’s-Sevdâ” diye hitap etmiştir.[260]

Abdullah b. Sebe’ hakkında geniş bir değerlendirme yapan çağdaş İslâm âlimi Câbiri de Ammâr’ın kesinlikle İbn Sebe’ olamayacağı yönünde fikir yürüterek şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İbn Sebe, Ammâr’dır” görüşü, ancak bu kişinin yani Ammâr’ın Hz. Osman'a karşı kışkırtmadaki rolünü belirten kaynaklarla yetinilince doğru olabilir. Bunun ötesine gidip, Ammâr’ın öldüğü Sıffîn Savaşı’ndan sonraki metinlere geçersek, bu varsayım kesinlikle düşecektir. Çünkü “İbn Sebe” bu metinlerde, Sıffîn savaşından, hatta Ali b. Ebî Tâlib’in tuzağa düşürülmesinden sonra hayatta kalmıştır.[261]

Ali Sami en-Neşşâr ise Hz. Ali'ye karşı olanların bütün bu aşırı fikirleri yalan yere Ammâr’a yüklemiş olabileceklerini, aslında onun bunları kesinlikle bilmediğini ve söylemediğini belirtmekte ise de,[262] yine de İbn Sebe'nin Ammâr olduğu veya olabileceği yolundaki iddiaya yeterli cevabı verememektedir. Şöyle ki, eğer iddia edildiği gibi İbn Sebe', Ammâr ise, Seyf b. Ömer'in rivayetindeki İbn Sebe'nin Kûfe, Basra, Şam ve Mısır'daki ifsatları nasıl açıklanabilecektir? Gerçi Ammâr şehirlerdeki durumu tetkik için Mısır’a gönderilmiştir ve yine Seyf’in rivayetine göre orada İbn Sebe’nin telkinlerine kapılmıştır; ama gecikme ile de olsa Mısır’dan Medine’ye dönerek Halife Hz. Osman'a Mısır hakkındaki “raporunu” vermiştir. Ayrıca Kûfe, Basra ve Mısır'dan, aralarında İbn Sebe'nin de bulunduğu isyancılar Medine'ye geldiği zaman Ammâr orada bulunuyordu. Diğer taraftan yine Seyf’e göre Cemel harbinin başlatılması için akdedilen gizli toplantıda mevcut olan İbn Sebe', herhalde Ammâr değildi. Keza aşırı fikirlerinden dolayı Medâin'e sürüldüğü söylenen İbn Sebe', şüphesiz Ammâr olamaz; çünkü Ammâr, Cemel'den sonra Hz. Ali'nin safında Sıffîn'a katılmış ve orada 37/657 yılında şehit düşmüştür. Buna göre Sebeiyyede mevcut olan aşırı fikirlerin kaynağını izah ile Ammâr’ı bunlardan tenzih etme gayretlerinden önce, gerek Seyf b. Ömer'in, gerek mezhepler tarihî yazarlarının ifadeleri ile mezkûr iddiaların telifi veya tenakuzlarının tespiti gerekecektir.”[263]

Esasen Seyf b. Ömer ile mezhepler tarihî yazarlarının İbn Sebe' hakkındaki rivayetleri, meseleyi yeterince içinden çıkılmaz bir duruma sokmakla kalmamakta, aynı zamanda mahiyeti itibariyle hayli şüpheli ve hatta rahatsız edici bir vaziyet doğurmaktadır. Şöyle ki, Seyf'in rivayetine göre İbn Sebe, ayrı ayrı yerlerde Ebû Zerr, Ammâr ve Ebu’d-Derdâ gibi sahâbîlerle görüşmüş ve kendi aşırı ve sapık fikirlerini bunlar ve diğer sahabilere aşılamıştır. Bu hususu, mezkûr sahâbîlerin şahsiyetleri ve Peygamber katındaki değerleri göz önüne alınacak olursa, hiç tereddütsüz reddetmek gerekir. Çünkü gerek Ebû Zerr, A m m â r ve Ebu'd-Derdâ, gerek diğer bazı ileri gelen sahâbîler ve müslümanlar, Hz. Osman'ın ve Emevî ailesine mensup valilerin icraatını tasvip etmeyip birtakım tenkitlerde bulunarak farklı bir siyasî anlayışı benimsemiş olmakla beraber, bir Yahudi mühtedisinin müfsit fikirlerine kanıverecek derecede “zayıf ve kararsız” olamazlar. Bu bakımdan, o devrin seçkin ashabını gerçekten kararsız ve hatta birtakım aşırı telkinlerde ve ifsatlarda da bulunan bir şahsın tesirinde kalmış gibi gösteren bu rivayet sırf bu yüzden bile şüphe ile karşılanmalıdır.[264]

Konuyla ilgili Fığlalı’nın değerlendirmeleriyle bu konuya son vermek istiyoruz: “İbn Sebe' ve Sebe'iyye günün siyasî ve içtimaî şartları içinde müslümanların, cumhurun veya siyasî ve ilmî otoritenin benimsediği görü ş lerin dışında Hz. Ali ve Ehl-i Beyt hakkında İsrailiyat ile süslenmiş aşırı fikirler taşıyan ve İslâm ümmetinin birliğini bozmak ve fitne çıkarmak maksadıyla faaliyetlerde bulunan şahıs veya zümreler için bir “takma ad” veya takbih edici bir yafta” ve hattâ muhalifler için kullanılan bir “aşağılayıcı slogan” olarak ortaya konmuş olabilir”.[265]

Görüldüğü üzere başta Fığlalı olmak üzere birçok ilim adamı Abdullah b.Sebe’nin Ammâr olabileceği şeklindeki iddiaların kesinlikle doğru olamayacağını delilleri ile ortaya koymaktadırlar.[266] Ayrıca bu tür iddiaların Şii ve müsteşrik yazarlarca ortaya konuldu ğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekmektedir.[267]

Konuyla ilgili çok geniş değerlendirmeler yapan Fığlalı, Abdullah b.Sebe’nin Ammâr olduğu iddialarını ciddiye almamış olmalıdır ki; bu konuya Diyanet İslâm Ansiklopedisinde yazdığı Abdullah b. Sebe’ maddesinde hiç değinmemiştir. Millî Eğitim İslâm Ansiklopedisinde Abdullah b. Sebe’ maddesini yazan M.Th. Houtsma da bu konuda herhangi bir görüş belirtmemiştir.

Hz. ALİ DÖNEMİNDE AMMÂR B. YÂSİR

On iki yıl süren halifeliğinin son yıllarında ortaya çıkan karışıklıkların ardından Kûfe, Basra ve Mısır'dan Medine'ye gelerek günlerce evini kuşatan isyancıların Hz. Osman'ı şehit etmeleri üzerine sahâbe, Mescid-i Nebevî'de toplanarak yeni halifeyi seçmeye karar verdiler. Hz. Osman kendisinden sonra yerine geçecek birini belirlememişti. Muhacir ve ensarın ileri gelenleri Hz. Ali'nin halife olmasını istiyorlardı. Fakat Hz. Ali kendisine yapılan bu teklifi hemen kabul etmek istemedi ve teklifi Talha ile Zübeyir’e yöneltti. Ancak onlar da kabul etmediler. Sonuçta isyancıların da ısrarıyla Hz. Ali hilâfet makamına getirildi ve kendisine biat edildi.

Hz. Ali’ye biat edenler arasında Ammâr da vardır.[268] Ammâr’ın Hz. Ali’ye biat etmesi yukarıda vurguladığımız gibi Hz. Ali’ye yakınlığından dolayı idi.

Hz. Ali’ye yakınlığı ile tanınan Ammâr’ın Şiî kaynaklarda daha fazla bir önem atfedilerek anlatıldığına şahit olmaktayız. Ilımlı bir Şiî olan İbn Ebi'l-Hadîd, Hz. Ali'yi tüm sahâbeye üstün tutanlar arasında Ammâr’ı da saymıştır.”[269]

Makdîsî ise Hz. Ali’yi seven altı kişi içerisinde Ammâr’ı da saymıştır. Diğerleri ise tahmin edilebileceği gibi Mikdâd , Ebû Zerr, Selmân, Cabir b. Abdillah ve Abdullah b. Ömer’dir.[270]

Şia’ya göre, Hz. Ali’ye itaati tercih eden ve onu imam olarak tanıyan sahabîlerden Mikdâd, Ebû Zerr, Selmân hep ön planda olmuşlardır. İçlerinde Ammâr’ın da bulunduğu bu kimseler ümmet içerisinde ilk defa Teşeyyû yani Ali’nin imametine inananlar adıyla anılmışlardır. Yine Şia’ya göre Ammâr, “el-Erkânu’l- Erbaa” adı verdikleri dört kişiden birisidir.[271] Diğer üç kişi Mikdâd, Ebû Zerr ve Selmân’dır.

Ziyaüddin Rayyis’e göre; Ahmed Emin’in kitaplarında yineleyip durduğu bir iddiası vardır ki konumuz itibari ile çok önemlidir: “Şia, çekirdeği Hz. Peygamber’in vefatı ile atılmış, içlerinde Ammâr ve Selmân’ın da bulunduğu bir topluluğun oluşturduğu bir çıkıştır.” Bu görüş bilimsel olmaktan uzaktır. Çünkü selef saydıkları bu ashab Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e karşı gelmeleri bir tarafa bizzat Ammâr Hz. Ömer’in Kûfe, Selmân da Medain valisi idi.” [272]

En-Neşşar’ın da belirttiği üzere, Sahabîlerden hiçbirisi imametin on iki ile sınırlı olacağını söylememiştir. Ammâr, Ebû Zer ve Mikdâd b. Esved'in Şia'nın selefi olduğu şeklindeki Şiî iddia da böylece izale edilmiş oluyor. Çünkü bu her üç sahabî Şeyheyn’den (Ebû Bekir ve Ömer) beraatlarını izhar etmedikleri gibi, hiçbirisi de onlara karşı küfür ve hakarette bulunmamıştır. Ammâr, Hz. Ömer’in Kûfe valisi, Selmân ise Medain valisi idi. Dolayısıyla bu fırka da sonradan ortaya çıkmış bir fırkadır. Bu mezhebi ilk kez ortaya atan da Abdullah b. Sebe'dir ve ondan önce böyle bir fırka ve mezhep bulunmamaktadır.[273]

Akbulut da aynı soruyu sorarak şöyle demektedir: “Eğer Hz. Peygamber tarafından Ali tayin edilmiş olsaydı, Şia'nın tuttuğu Ammâr, Ebû Zerr, Mikdâd ve Selmân gibi ashabın, Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in halife olmalarına karşı çıkmaları gerekmez miydi? Kaldı ki, Ammâr Hz. Ömer’in Kûfe valisi, Selmân da Medain valisi olarak görev yapmışlardı”[274]

Cemel Savaşı ve Ammâr

Hz. Ali halife olduğunda Ebû Mûsa el-Eş’ârî, önceden hem kendi adına hem de Kûfe halkı adına Hz. Ali'ye biat etmişti. Ebû Mûsa daima barış taraftarıydı. Husumeti hiç sevmezdi. Özellikle müslümanlar arasında anlaşmazlıkların çıkmasına son derece karşıydı. Kûfe halkının siyasî görüşleri de birbirini tutmuyordu. Nitekim Hz. Ali, Ebû Mûsa'ya bir mesaj göndererek onu muhaliflere karşı sert davranmaya çağırdı. Ebû Mûsa ise buna karşılık vermedi. Hz. Ali bunun üzerine onu ikna etmeleri için Muhammed b. Ebû Bekir ile Muhammed b. Cafer'i kendisine gönderdi. Bunun da bir faydası olmadı.[275]

Muhammed b. Ebî Bekr ile Muhammed b. Cafer, Kûfe’den dönüp Hz. Ali’nin yanına vardılar. Durumu ona anlattılar. Hz. Ali, Eşter'e şöyle dedi: “Sen Ebû Mûsa'nın arkadaşısın. Her hususta ona itirazda bulunabilirsin. İbn Abbas'la birlikte ona gidin.” Eşter ile İbn Abbas yola çıktılar. Kûfe'ye gelip Ebû Mûsa ile konuştular. Kûfeli birkaç kişiyi de yanlarına alarak onlardan Ebû Mûsa'ya karşı yardım istediler.

Ebû Mûsa'nın konuşmasını yapmasından sonra İbn Abbas ve Eşter, dönüp Hz. Ali'nin yanına gittiler. Durumu ona anlattılar. Sonra Hz. Ali, Hasan ile Ammâr’ı Kûfe'ye gönderdi.[276] Hz. Ali, Ammâr’ı kendisini desteklemek Talha ve Zübeyr’e karşı kamuoyu oluşturmak için Kûfe’ye göndermiştir. Zira Ammâr, daha önce Kûfe’de valilik yapmış, dolayısıyla da Kûfe halkı tarafından tanınmıştı. Ebû Mûsa da kalkıp cemaate hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasında fitne döneminde oturanın ayakta durandan daha iyi olduğunu ifade ederek insanları fitneye düşmemeleri için ikaz etti.

Ammâr, Ebû Mûsa'nın bu konuşmasına kızdı ve ona bağırıp çağırdı. Sonra da şöyle dedi: “Ey insanlar! O kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede otu­ruyorsun, ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.” Sonra Benî Temim kabilesinden bir adam, Ebû Mûsa tarafını tutarak Ammâr'a kızıp sövdü. Başkaları da ayaklandılar. Ebû Mûsa, insanları kavgadan men ediyordu. Bağrışmalar çoğaldı. Gürültü oldu ve sesler yükseldi.[277]

Bundan sonra orada bulunanlar karşılıklı konuşmaya başladılar. Sonra Ammâr ile Hasan minbere çıkıp insanlara, Mü'minlerin emiri Ali'nin yanına gitmeleri çağrısında bulundular. Onun, halk arasında barış istediğini ifade ettiler. Bu esnada Ammâr da Hz. Aişe'ye küfreden bir adamı işitince ona şöyle dedi: “Sus kahrolası adam! vallahi Aişe, Rasûlullah’ın dünyada ve ahiretteki zevcesidir. Ama Cenâb-ı Allah, sizi onun vasıtasıyla imtihan etti ki, kendisine mi yoksa Aişe'ye mi itaat ettiğinizi bilsin.”[278]

Cemel Savaşı’ında Hz. Âişe'nin hevdecine birçok ok saplanmışsa da kendisi yara almadan kurtulmuştur. Talha, savaşın daha başlarında rivayete göre Mervân b. Hakem tarafından atılan bir okla öldürülmüştü. Zübeyr ise savaş meydanından uzaklaşmakta iken Ahnef b. Kays'ın kabilesine mensup bir kişi tarafından öl­dürüldü.[279]

Bu savaşta Ammâr, Hz. Ali’nin atlı birliklerinin başında idi. Yayaların başında Muhammed b. Ebî Bekr vardı. Abdullah b. Abbas ise ordunun önünde bulunuyordu. [280] Burada önemli bir nokta vardır ki o da şudur: Bedir ashabından dört kişi Ali, Ammâr, Talha ve Zübeyr’den Ali ile Ammâr bir tarafta, Zübeyr ile Talha ise diğer taraftadır.[281]

Hz. Ali, adamlarından bir kaçına, mahfeyi ölülerin bulunduğu yerden alıp getirmelerini emretti. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Muhammed'le Ammâr’a da bu mahfeyi bir yere gömüp üzerine kubbe yapmalarını emretti. O esnada Ammâr gelip Hz. Aişe'ye: “Nasılsın anacığım?” demiş fakat Hz. Aişe: “Ben, senin anan değilim” diyerek kendisine anne denilmesini hoş karşılamayarak kırgınlığını ifade etmiştir.[282]

Savaş alanında çarpışanlar arasında Zübeyr ve Ammâr da vardı. Ammâr, mızrağını Zübeyr'e fırlatacaktı. Ama Zübeyr, kendini bir tarafa çekiyor ve ona şöyle diyordu: “Ey Ebû’l-Yakzân, beni öldürecek misin? Ammâr ise: “Hayır, Ey Abdullah'ın babası” demiştir.

Zübeyr, Rasûlullah’ın “Ey Ammâr! Seni asi bir grup öldürecektir.” hadisini hatırladığı için Ammâr'ı öldürmekten vazgeçti. Yoksa Zübeyr, ondan daha güçlüydü. Bu sebeple onu öldürmedi.[283]

Hz. Aişe'nin devesi düşer düşmez Ali taraftarı olan kardeşi Muhammed ve ayrıca Ammâr hemen yanma koşarak onu kalabalıktan uzaklaştırdılar.[284] Hz. Ali, hak ve faziletten ayrılmamış, fakat şartlar onu harbe zorlamıştı. Cemel'deki galibiyet halifeyi sevindirmemiş, bilakis üzüntüye sokmuştu. [285]

Ammâr’ın Cemel ashabı hakkındaki görüş ve düşüncelerini yansıtması açısından şu rivayet önem kazanmaktadır. Abdullah b. Rebah, Ammâr’dan şöyle duyduğunu nakleder: “Ehl-i Şam küfre girmiştir, demeyiniz. Fakat fıska düşüp zulmetmişlerdir, deyiniz.” Nitekim Hz. Ali’ye Cemel ashabı hakkında kendisine karşı savaşanların müşrik olabileceği hakkında sorulduğunda: “Onlar bize karşı isyan etmiş kardeşlerimizdir”[286] sözünü eklemesi bizlere Hz. Ali ve Ammâr gibi sahabîlerin karşı tarafa nasıl baktığı hakkında bir ipucu vermektedir.

B- Sıffin Savaşı ve Ammâr’ın Öldürülmesi

Sıffîn’de İslâm’a ilk girenlerden ve Bedir ehlinden Ammâr, yine Bedir’e katılanlardan Sehl b. Huneyf el-Ensârî ve ashabın ileri gelenlerinden Adiy b. Hâtem et-Tâî gibi kimseler vardı. Hâlid b. Zeyd (Ebû Eyyub el-Ensârî) de bu kimseler arasındaydı.[287] Kays b. Sa’d, Abdullah b. Büdeyl ve Ammâr’ın bu savaşta önemli bir konumları vardı. Çünkü bu kişiler insanları etkileyebilecek yapıda kimseler idi.[288]

Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali, Kûfeli süvarilerin başına Eşter en-Nehaî'yi, piyadelerin başına Ammâr’ı, Basralı süvarilerinin başına Sehl b. Huneyf’i, piyadelerinin başına Kays b. Sa'd ile Hâşim b. Utbe'yi, Kurrâların başına da Sa'd b. Fedek et-Temimî’yi komutan olarak tayin etmiştir. Ayrıca Şamlıların saldırmamaları halinde kendilerinin saldırıyı başlatmamalarını emretmiştir.[289]

Ammâr’ın Sıffin’de değişik şekilde sözler söylediğine rastlamaktayız. Bunlardan birisi şudur: “Peygamber düşmanı olan şu kavme doğru koşun ki insanların en hayırlıları Ali’ye tabi olanlardır. Şu an meşrafi (bir tür kılıç) kılıçlarımızı çekme, atlarımızı sürme ve semherî mızraklarını (bir nevi özel mızrak) sallamanın güzel olduğu andır.”[290]

Başka bir rivayete göre de Sıffin Savaşı esnasında bir adam Ammâr’a yaklaşarak şöyle demiştir: “Ey Ebû’l-Yakzân! Rasûlullah, “insanlarla müslüman oluncaya kadar savaşın daha sonra müslüman olduklarında onların kanları ve malları size haramdır” buyurmadı mı? Ammâr ise o kimseye şu cevabı vermiştir: “Dediğin doğru. Ama onlar müslüman olmadılar sadece teslim oldular ve karşılarına düşman çıkıncaya dek küfrü gizlediler.”[291]

Minkarî’nin eserinden yukarıya aldığımız iki paragraftaki bilgilerle, Muaviye hakkında Hz. Peygamber’den rivayet edilen (!) şu iki hadis bu eserin ne denli taraf tuttuğunu ortaya koymaktadır. Hadislerde, güya Hz. Peygamber Muaviye hakkında: “Muaviye İslâm dışı ölecektir” ve “Muaviye benim milletim- dinim dışında ölecektir”[292] şeklinde sözler söylemiştir. Biz bu konuda Minkârî’nin “Vak’atü Sıffin” adlı eserinden yararlanırken bu ayrıntılara dikkat çekmek isteriz.

Zira Minkârî bir Şiî taraftarıdır ve bu rivayetler onun ne denli yanlı bir tutum sergilediğinin açık bir göstergesidir.

Kaynaklarımızda Ammâr’ın Sıffin’de Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah b. Ömer’i öldürdüğü şeklinde bir takım iddialar dile getirilmektedir. İbn Sa’d’ın Tabakat’ta belirttiğine göre ise Ubeydullah’ı Hemedan’lı veya Benî Hanife kabilesinden birisi öldürmüştür. Ammâr’ın öldürmüş olabileceğine dair bir ..357 rivayet de mevcuttur.

Muhammed b. Ömer’in rivayetine göre; Ammâr ile Ubeydullah b. Ömer Sıffin’de savaşmak için karşılaştıkları zaman Ubeydullah, Ammâr’a şöyle demiştir: “Ben temiz oğlu temizim.” Ammâr ise ona şöyle cevap vermiştir: “Sen temiz oğlu pissin”. Bu konuşmadan sonra da Ammâr onu öldürmüştür. Aynı kişinin rivayetine göre Ubeydullah, Ammâr’ın kulağını kesmiştir.[293] [294] Oysa bildiğimiz gibi daha önce de geçtiği üzere Ammâr’ın kulağı Yemâme günü savaşırken kesilmiştir. Dolayısıyla yukarıda geçen Ubeydullah’ı Ammâr’ın öldürdüğü şeklindeki rivayetin doğru olması mümkün değildir.

Ammâr’ın Sıffin Savaşı’ndaki rolü ve öldürülmesi olayını ele almaya çalışalım. Ammâr her zaman olduğu gibi Sıffîn Savaşı’nda da mü'minlerin emiri olan Hz. Ali'nin yanında yer almış ve Şamlılar tarafından öldürülmüştür.

Ammâr’ın Sıffin’de söylediği şu sözler Muaviye’nin konumu ve gerçek niyeti açısından bu günkü tarihçilerimize ışık tutar niteliktedir: “İbn Cerir’in, Zeyd b.Vehb el-Cühenî’den rivayet ettiğine göre, Sıffîn savaşı esnasında Ammâr şöyle demiştir: “Kim Rabbinin hoşnutluğunu arar ve mal ile evlada iltifat etmezse buraya gelsin.” Böyle demesi üzerine bir grup insan onun yanına geldi.

Ammâr, onlara şöyle dedi: “Ey insanlar! Gelin bizimle birlikte şu Osman’ın intikamını almak isteyen ve onun haksız yere öldürüldüğünü iddia eden şu karşıdaki kavmin üzerine saldıralım. Allah'a yemin ederim ki, bunların maksadı Osman'ın intikamını almak değildir. Onlar: “Bizim imamımız haksız yere öldürüldü” diyerek kendi etrafındaki adamları aldattılar. Amaçları gerçekten zorba hükümdarlar olmaktır. İşte şu gördüğünüz noktaya gelmişlerdir. Eğer onların bu iddiaları olmamış olsaydı, müslümanlardan iki kişi bile onlara tabi olacak değildi. Çok zelil, çok habis olacaklar ve etraflarındaki adamlarının sayısı da az olacaktı. Ne var ki, batıl sözün, gafil kimselerin kulağında bir tatlılığı vardır. Allah'a doğru ve güzel bir gidişle gidiniz. O'nu çokça anınız.”[295]

Ammâr, bu konuşmayı yaptıktan sonra ilerledi. Karşısına Amr b. el-Âs'la Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah çıktılar. Ammâr, bunları azarlayıp kınadı ve kendilerine öğüt verdi. Onlara çok ağır söz söylediğine dair nakiller de vardır.

Abdullah b. Seleme’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sıffîn Savaşı’nda Ammâr’ı esmer tenli, uzun boylu, yaşlı bir adam olarak gördüm. Mızrağı elinde tutuyor ve şöyle diyordu: “Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ben, Rasûlullah'la birlikte şu mızrağımla üç kez savaştım. Bu dördüncü savaştır. Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, bunlar bizi vurup Hecer[296] hurmalıklarına kadar geriletseler, o zaman bilirim ki bizim ısla­hatçılarımız hak yoldadırlar. Onlarsa sapıklıktadırlar”[297] Ammâr’ın daha önce Rasûlullah'la birlikte üç defa savaştığını söylediği savaşlar Bedir, Uhud ve Hendek savaşları olabileceği gibi diğer gazveler de olabilir. Zira, Hz. Peygamber’in, Benî Müstalik Gazvesinde muhacirlerin bayrağını Ammâr’a verdiği daha önceki bilgilerimizde geçmişti.

Sıffîn günlerinin birinde güneş batmak üzere iken hâlâ muharebe devam ediyordu. Ammâr: “Bana bu dünyadaki son rızkımı veriniz” diye bağırmış, ona kırmızı bir halkası olan bir kadeh içinde bir miktar süt getirmişler, Ammâr onu içtikten sonra “Bu gün dostlara kavuşacağım, Muhammed ile arkadaşlarına varacağım” demiştir. Daha sonra Muaviye’nin askerlerine son derece şiddetle hamle etmiş, Ebû-l Ğadiye adında bir adam onu yaralayarak yere düşürmüş, Ammâr bu yara yüzünden şehit olmuştur.[298]

Abdullah b. Amr b. el-Âs babasının ısrar etmesi üzerine onunla beraber Muâviye ordusunda yer almış, fakat müslümanlara silâh çekmemiştir. Savaş sırasında her biri Ammâr’ı kendisinin öldürdüğünü iddia eden iki kişi, Muâviye'nin huzurunda tartışırken Abdullah söze karışmış ve bunun iftihar edilecek bir şey olmadığını, çünkü Ammâr'ın âsi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bizzat Peygamber'den duyduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Muâviye. “Öyleyse sen aramızda ne arıyorsun?” diye sormuş, o da babasının evvelce kendisini Peygamber'e şikâyet ettiğini, Rasûl-i Ekrem'in, “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et, sakın ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple savaşa katıldığını ve fakat savaşmadığını söylemiştir.[299] Diğer bir rivayete göre Amr b. el-Âs, hayatının son yıllarında Sıffîn'de bulunmuş olmaktan duyduğu derin üzüntüyü, "Keşke yirmi yıl önce ölseydim de bu hâli görmeseydim!" demek suretiyle dile getirmiş, ayrıca müslümanlar arasındaki savaşlara fiilen katıldığından dolayı babasını tenkit etmiştir.[300]

Amr b. el-Âs’ın oğlu Abdullah, babasına şöyle dedi: “Eğer Rasûlullah, sana itaat etmemi bana emretmiş olmasaydı, seninle birlikte buralara kadar gelmezdim. Sen, Rasûlullah’ın Ammâr’a: “Seni azgın ve asi bir grup öldürecektir” dediğini işitmedin mi?

Abdullah, babasının evvelce kendisini Peygamber'e şikâyet ettiğini, Rasûl-i Ekrem'in, “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et, sakın ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple savaşa katıldığını ve fakat savaşmadığını söyle­miştir[301]

Yine Ebû Abdurrahman es-Sülemî dedi ki: Ben, Ammâr'ı da bu savaşta gördüm. Sıffîn vadilerinden birini tuttuğu zaman oradaki sahabîler de peşine takılıyorlardı. Onun, Hz. Ali'nin bayraktarı olan Hâşim b. Utbe'ye gidip şöyle dediğini gördüm: “Ey Hâşim ilerle! Cennet kılıçların gölgesi altındadır. Ölüm, mızrakların ucundadır. Cennet'in kapıları açılmış, iri gözlü huriler süslen­mişlerdir. Bu gün dostlara kavuşuyorum. Muhammed'e ve grubuna ka­vuşuyorum”.[302] Böyle dedikten sonra Ammâr ile Hâşim, birlikte düşmana karşı saldırıya geçtiler ve öldürüldüler.

Ammâr’ın, Sıffîn Savaşı’nda, şöyle dediği nakledilir: “Biz sizinle onun tevili için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkârına karşı da sizinle savaşmıştık.Bir vuruşla ki o, başı boyundan koparıp götürür, dosta da dostunu unutturur.”[303]

Cabirî bu konuda şu değerlendirmeyi yapar: “Gerçekten de Ammâr, “te'vil” için Kur’ân’ın yorumu için, hatta bütünüyle dinin yorumu için savaşıyordu. O ve arkadaşları da, Muhammedî davetin Mekke döneminde, Kureyş'in en şiddetli işkenceyi yaptığı, önlerinde “akîde”ye, onun sunduğu eski çağlara ait ibret ve örneklere, hesap ve kıyamet gününe dair nitelik ve sahnelere bağlanmaktan başka bir seçeneğin olmadığı dönemde, daha önce belirttiğimiz gibi oluşan bir muhayyile ve bilinçten yola çıkıyordu. Çağımızdaki yaygın deyimleri kullanma iznimiz varsa, şu mantıkla hareket ettiklerini söyleyebiliriz: Ammâr, “devrim mantığı”yla, İslâm'ın putlara, Kureyş ileri gelenlerine ve savurganlara karşı devrimci mantığıyla düşünüyordu. Oysa Osman, Muaviye ve benzerleri, “devlet mantığı”yla düşünüyordu. Bu mantık, kaynağını ve doğrulayıcısını -en azından kendi mantıklarında- bizzat dinde, dinin nasslannda, Hz. Peygamber'in tutumlarında, Ebû Bekir ve Ömer'in tutumlarında buluyordu. Bu veriler, Ammâr, Ebû Zerr ve arkadaşlarının yorumuna, İslâm tarihinde yeri ve önemi bulunan başka bir yoruma aykırı bir “yorum” türünün bir örneğini bize sunuyor. Öyleyse, her iki yorum da, İslâm'da siyasî aklın kurucu unsurlarından ikisini oluşturuyor”.[304]

Ammâr’ın öldürülmesi Bedir ehlinden şehit olanların sonuncularından olması açısından da önemlidir.[305] Sıffin Savaşında Ammâr gibi Rıdvan Biatına katılan 63 kişi hayatını kaybetmiştir.[306]

Ebû Abdirrahman es-Sülemî'den şöyle rivayet edilmiştir: “O zaman Hz. Ali ile arkadaşları, Şamlıların üzerine aniden bir saldırıya geçtiler. Hz. Ali'nin yanında Ammâr'la Hâşim de vardı. Gece olunca ben: “Bu gece Şamlıların ordugâhına gireceğim ve Ammâr'ın ölümünün bize tesir ettiği kadar onlara da tesir edip etmediğini anlayacağım.” dedim. Savaş sona erdiğinde bizler onlarla konuşurduk. Onlar da bizimle konuşurlardı. Ben de atıma bindim. Sakin sakin giderek ordugâhlarına girdim. Bir tarafta Muaviye, Ebû Aver es-Sülemî, Amr b. el-Âs ve oğlu Abdullah'ın sohbet ettiklerini gördüm. Birbirlerine neler söylediklerini dinleme fırsatını kaçırmaktan korktuğum için atımı yanlarına sürdüm. Dinlemeye başladım. Amr b. el-Âs'ın oğlu Abdullah, babasına şöyle dedi: “Babacığım, bu gün siz şu adamı (Ammâr'ı) öldürdünüz. Oysa Rasûlullah, onun hakkında neler söylemiştir neler. Rasûlullah, onun hakkında ne söyledi? “Sen de bizimle beraber değil miydin? Hani biz mescidi inşa ediyorduk. İnsanlar, taşları, kerpiçleri birer birer taşıyorlarken Ammâr, taşları ve kerpiçleri ikişer ikişer taşıyordu. Rasûlullah gelip onun yüzündeki toprakları silip şöyle diyordu: “Yazık sana ey Sümeyye'nin oğlu, insanlar taşları ve kerpiçleri birer birer taşımaktalar iken sen ikişer ikişer taşıyorsun. Sevaba rağbetinden ötürü böyle yapıyorsun ama bununla birlikte yine de seni azgın ve asi bir grup öldürecektir.” Bu hadisin değerlendirilmesi ileride gelecektir.

Bunun üzerine Amr b. el-Âs, atını çekip oradan ayrılmak isterken Muaviye, atının yularını tutup onu kendine doğru çekti. Amr b. el-Âs da ona şöyle dedi: “Ey Muaviye! Oğlum Abdullah'ın neler söylediğini işitmedin mi? Neler söyledi? İşte şunu şunu ve şunu söyledi. “Sen cahil bir ihtiyarsın. İdrarını tutamadığın halde hadis okuyorsun. Ammâr'ı biz mi öldürdük? Onu bu savaşa sürükleyenler öldürdü. Bu konuşma üzerine insanlar çadırlarından çıkıp şöyle diyorlardı: “Ammâr'ı bu savaşa getirenler öldürdüler.”[307] Bu söz Muaviye ve taraftarlarının kendilerini “Ammâr’ı öldürdü” suçlamasından ve “baği topluluk” hadisini muhatabı olmaktan çıkarmak için ortaya atılmış hileli bir ifade olabilir.

Ammâr yaşlı haliyle Hz. Ali davasının savunucusu olarak savaştı ve şehit düştü. Başı kesilerek Hz. Muaviye’ye götürüldü. Katillerden her biri, bu işi kendisinin başardığını söyleyerek iftihar ediyorlardı. Amr b. el-Âs: “İkiniz de cehennemliksiniz” diyerek boşuna övünmemelerini söyledi. Katiller gittikten sonra Muaviye: “Bizim için canlarını feda eden adamlara niçin öyle söyledin?” diye Amr’ı kınamışsa da o: “Vallahi öyle olduğunu sende bilirsin” diye cevap vermişti. Nitekim Ammâr’la ilgili Hz. Peygamber’in sözünden haberdar olanlar bundan çok müteessir olmuşlardı. Fakat Hz. Muaviye: “Ammâr’ı biz değil onu buraya getirenler öldürdü, ölümüne sebep olanlar, onu buraya getirenlerdir” diye meseleyi geçiştirdi ve olayın izlerini silmeyi başardı.[308]

Muaviye’nin Ammâr’ın kendi ordusunda bulunan kimseler tarafından öldürülmesi üzerine söylemiş olduğu “Onu bu savaşa getirenler öldürdü” sözüne gelince; bilinmelidir ki; Muaviye'nin yaptığı bu tevil, akıl ve mantıktan uzak bir tevildir.[309] Çünkü bu mantıkla hareket edilirse bütün ölümlerin faturası ordu komutanına kesilmelidir.

Ammâr’ın katilinin kim olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Onu öldürenler arasında Ukbe b. Amr el-Cühenî, Amr b. Hâris el-Havlâni ve Şerik b. Seleme el-Murâdî’nin isimleri geçmektedir.[310]

İbn Habib “Kitabu’l- Muhabber” adlı eserinde Ebu’l-Ğâdiye ve Hüveyy b. Mati’ Es-Seksekî ile beraber beş kişinin Ammâr’ı öldürdüğünü belirtir.[311] İbn Asâkir ise Ammâr’ı öldürenlerin isimlerini naklederken şu isimleri kaydeder: Ukbe b. Âmir, Ömer b. el-Hâris el-Havlâni.[312] İbnü’l-Esir ise Ebu’l-Ğâdiye[313] ve Hüveyy b. Mati’ es-Seksekî’nin Ammâr’ın başını keserek beraberce öldürdüklerini belirtir.[314]

Beyhakî, İbn Mes’ûd'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasûlullah buyurdu ki: “İnsanlar ayrılığa düştükleri zaman İbn Sümeyye hakla beraber olacaktır.” Bilindiği gibi Ammâr, Sıffîn’de Şamlı adamlar tarafından öldürüldü. Onu öldürenin adı Ebû’l-Gadiye idi. İri yapılı bir adamdı. Sahâbe olduğunu söyleyenler de vardır. İbn Abdilberr ile diğerleri, sahâbîlerin adları arasında Ebû'l-Gadiye Müslim diye birinin bulunduğunu zikretmişlerdir. Hz. Osman yanlısı bir insandı. Muaviye ve diğerleri ona içeri girmek istediği zaman “Ammâr’ın katili kapıda!” diye hitap ederlerdi. Bu kişi de bununla övünürdü. Hatta bu zat, Hz. Peygamber’ den, “Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirler gibi olmayın” hadisini de rivayet etmiştir. [315] Bu bilgileri nakleden Zehebî devamla der ki: “ Hem Peygamberimiz ’den savaşmayı yasaklayan hadis rivayet edeceksin, hem de Ammâr’ı öldüreceksin!”

Hammad b. Seleme, Ebu’l-Ğadiye’den şu sözleri nakletmiştir: “Ammâr’ı Medine'de Mescid-i Nebevî’nin yapımında (Belâzurî’ye göre Kubâ Mescidi’nin yapımı esnasında) Hz. Osman'a sövüp, aşağılayıcı şeyler380 söylerken işitmiştim. Eğer Allah bana bir imkân verirse sana ne yapacağımı biliyorum diyerek onu öldürmeyi ant içmiştim. Sıffin Savaşı başlayınca Ammâr insanlara saldırıyordu. Bana “İşte şu Ammâr'dır.” denildi. Ben ciğerleri ile incikleri arasında (zırhın içinden) bir açıklık gördüm. Üzerine saldırıp dizine bir darbe indirdim. Yere yıkıldı ben de onu öldürdüm. İnsanlar “Ammâr öldürüldü.” diye bağırıştı. Amr b. el-Âs’a durum haber verildi. O da “Ben Rasûlullah’ın “Ammâr'ın katili ve üzerindeki silahlarını soyan cehennemdedir.” buyurduğunu işittim” dedi. Ona: “O zaman sen de onun katili sayılmaz mısın” denilince Amr: ‘Efendimiz sadece öldüreni ve soyanı’ belirtti” dedi.381

Başka bir rivayete göre, Ebu’l-Ğâdiye’ye Ammâr’ı nasıl öldürdüğü sorulunca şöyle demiştir: “Karşı karşıya gelince düelloya adam istedi. Karşısına Seksekîli biri çıktı. Ammâr onu öldürdü. Sonra Himyerli biri çıktı, onu da öldürdü. Sonra ben çıktım eli zayıflamış yorulmuştu. Ben ona vurup yıktım, öldürdüm.” İnsanlar ise; sen Ammâr'ı öldürdün! diye bağırdı. Ben, o gün onu tanımıyordum.”382

Yukarıdaki iki rivayet birbiri ile çelişmektedir. Önceki rivayette Ebu’l- Ğâdiye’nin Ammâr’ı Mescid-i Nebevî inşasında Hz. Osman’a hakaret ettiği için intikam alma duygusu ile bilerek bir şekilde öldürdüğü anlaşılırken Vâkidî’nin rivayetine göre katil öldürdüğü kişinin Ammâr olduğunu sonradan öğrenmiştir.

Ammâr’ın öldürülmesi olayında Amr b. el-Âs’ın pişmanlığını daha önceki rivayetlerde aktarmıştık. Bir gün Amr b. el-Âs yanındakilere: “Biz Peygamberin içimizden bir kimseyi çok sevdiğini anlıyorduk.” demişti. Kendisine “o kimdi”. diye soruldu. O da “Ammâr idi!” demesine karşılık oradakilerin “Sıffîn harbinde sizin öldürdüğünüz kişi o idi” dediler. Bunun üzerine Amr: “Peygamber öldüğünde bir kişiyi severek ölmüş ise Allah'ın onu cehenneme atacağını sanmam” dedi. “Biz seni sevdiğini sanıyoruz. Zira seni devlet işinde görevlendirmiş idi.” dediler. Amr da: “Orasını Allah bilir, beni sever miydi yoksa gönlümü İslâm’a ısındırmak için mi yapardı. Ama Sıffin harbinde sizin öldürdüğünüz kişi oydu” dediler. O da “Evet vallahi onu biz öldürdük” dedi.[316] Bu rivayeti Cerir b. Hâzim de Hasan el- Basrî de nakletmiştir. Bu ifadelerden Muaviye yanında yer alan Amr’ın, Hz. Ali safında bulunan Ammâr’ı kendisi olmasa da taraftarları tarafından öldürüldüğünü kabul ettiği anlaşılmaktadır.

Ammâr öldürüldüğünde Hz. Ali'nin ordusunda bir gerileme olmuş, Adiy b. Hatem durumu sorunca Hz.Ali ağlayarak Ammâr'ın ölümünden dolayı olduğunu söylemişti.[317] [318]

İbn Cerir'in anlattığına göre Ammâr öldürüldüğü zaman Hz. Ali, Rebia kabilesi ile Hemedanlılara: “Siz benim zırhım ve mızrağımsınız.” demiş, onun bu çağrısına 12.000 kadar adam icabet etmiş, kendisi de atına binmiş ve ön safa geçip 385 Şamlılar üzerine adamlarıyla birlikte aynı anda saldırıya geçmişti.

Ammâr’ın ölümü hakkında Hz. Ali’nin şu sözleri Onun Ammâr’a ne denli sevgi beslediği, ne denli önem verdiğinin bir kanıtı niteliğindedir: “Müslümanlardan hiç kimse Ammâr’ın haksız yere öldürülmesi kadar büyük bir üzüntü duymamıştır. Allah Ammâr’a müslüman olduğunda merhamet etmiştir, öldürüldüğü günde de merhamet etmiştir, diriltileceği günde de merhamet edecektir. Ammâr’ı Hz. Peygamber’in yanında zikredilen kimseler, eğer dört kişi ise dördüncüsü o idi, eğer beş kişi ise beşincisi o idi.

Rasûlullah’ın ashabından hiç kimse cennetin ona vacip olduğu hususunda tereddüt etmez. Ammâr cennetle müjdelenmiştir.”[319]

Ammâr’ın tahkimin kabulünden önce mi yoksa sonra mı öldürüldüğüne dair kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Yaygın anlatımda Ammâr'ın öldürülmesiyle tahkim arasında ilişki kurulmamaya özen gösterilir.[320] Bir rivayete göre Ammâr, Hz. Ali'nin tahkim önerisini kabulünden sonra onu eleştirmiş ve cennete gitmek isteyen kimsenin bulunup bulunmadığını sorduktan sonra 500 kişiyle Şam ordusunun üzerine bir hamle yaparak hayatını kaybetmiştir.[321] Ona nispet edilen sözlerden de tahkimden sonra savaş alanına atıldığı anlaşılmaktadır. Daha önce de geçtiği şekliyle Ammâr, Muâviye ve adamlarından bazılarını kastederek, “Biz sizinle Kur’ân’ın te’vili için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkârına karşı da sizinle savaşmıştık.” demektedir. Bu sözler ile Ammâr'ın okuduğu bir recezde geçen benzer ifadeler248 herhalde tahkime işaret etmektedir. Buna göre, Demircan’ın da belirttiği gibi[322] Ammâr'ın tahkim belgesinin yazımından önce, ama mushafların havaya kaldı­rılmasından sonra vefat ettiğini söyleyebiliriz.

Şemmahî’nin “Kitabü’s-Siyer”inde tahkim hakkında ve Ammâr’ın tahkimden önce mi yoksa sonra mı öldüğü konusunda ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Biz bu bilgilere, Demircan’ın en-Nuaymî’nin “Haricîliğin Doğuşu” adlı makalesinden[323] çeviri yaparak kendi kitabına[324] aldığı bölümden ulaştık. Şemmahî, şu bilgileri vermektedir: “Şamlılar hayatlarının tehlikede olduğunu görünce, Amr b. el-Âs, Muâviye'ye, “Allah'ın Kitabı aramızda hakem olsun. Şam sınırlarını Hıristiyanlardan, Irak sınırlarını Fârisîler'den kim koruyacak?" diye bağırmalarını tavsiye etti. Onlar da mushafları, mızrakların ucunda havaya kaldırdılar. Ali, bu teklifi kabul ettiğini söyledi. Ammâr, ayağa kalkarak, “Ey Ali! Vallahi Muâviye bunu fitne için ortaya attı. Kim onu kabul ederse kâfir olur; kim karşı çıkarsa selâmete erer. Bu, Tâlût nehri fitnesi gibidir. Dinimiz ve görüşlerimiz hususunda şüpheye mi düştük? Bizden ve onlardan 100.000 kişi öldükten sonra dinimiz hususunda hakem mi kabul edeceğiz? Talha, Zübeyr ve Âişe, seni buna davet etmişlerdi fakat kabul etmeyerek muhalefet edenin dalâlete düştüğünü ve kanının helal olduğunu iddia etmiştin. Bildiğin gibi Allah, dinler hakkında hükmünü vermiştir. Onlar ne Allah'ın dinine döndüler; ne de fitne söndürüldü.” dedi.392

Muâviye haber göndererek: “Sizin taraftan bir hakem gönderin; bizden de bir hakem olsun. Bu hakemlerin verecekleri karara razı olalım.” dedi. Ali, Eş'as ve beraberindeki askerlerin büyük çoğunluğunun istekleri doğrultusunda öneriyi kabul etti. Müslümanların seçkinleri, Ammâr, Abdullah b. Budeyl ve öldürülen başkalarına uyarak bu öneriyi reddettiler.

Bazıları, tahkim talebinin Ammâr'ın öldürülmesinden sonra olduğunu söylerler. Doğrusu ise, bu talebin onun ölümünden önce olduğudur. Ancak mushafların Ammâr'ın ölümünden sonra havaya kaldırıldığı hususu tartışmalıdır.

Şemmâhî'nin bu sözü, haricîlerin tahkimin kabulüyle ilgili görüşlerini yansıtmakta ve bunu, görüşüne uygun rivayetlerden çıkarmaktadır. O tahkimin, Eş'as ve insanların büyük çoğunluğunun istekleri doğrultusunda kabul edildiği görüşündedir. Şemmâhî, tahkim talebinin ve Allah'ın kitabına çağrının, Ammâr’ın öldürülmesinden önce olduğunu ve onun buna karşı çıktığını, mushafların havaya kaldırılması hâdisesinin ise Ammâr'ın öldürülmesinden sonra meydana geldiğini açıklamaya çalışmaktadır.393

Ammâr’ın 37/657 yılında Sıffin’de şehit edildiği hususunda görüş birliği vardır. Fakat şehit edildiğinde kaç yaşında olduğu hususunda kaynaklarımızda çok değişik rivayetler vardır. Rivayetlerde Ammâr'ın bu sırada 91, 93 ya da 94 yaşında olduğuna dair farklı rakamlar verilmektedir. Vâkıdî'ye göre doğru görüş 93 yaşında olduğudur. Mes'ûdî ise, eserinin bir yerinde Ammâr'ın 73 yaşında[325] , bir başka yerinde ise 93 yaşında[326] öldüğünü ifade etmektedir. Bu kadar yaş farkı olamayacağna göre bu farklılık, müstensihten ya da başka sebeplerden kaynaklanmış olmalıdır. Bütün bunlardan, Ammâr'ın yaşının epey ilerlemiş olduğunu anlıyoruz.

Ammâr’ın kaç yaşında öldürüldüğü hakkında değişik rivayetlerin olmasına rağmen genel kabul gören görüşe göre bu rivayetlerin en meşhur olanı Vâkidî’den gelen rivayettir ki; bu rivayete göre Ammâr 93 yaşında vefat etmiştir.[327] Bizim kanaatimiz de bu doğrultudadır.

Hz. Ali, Ammâr’ın cenaze namazını kendisi kıldırmıştır. Ammâr’ı yıkamadan elbiseleri ile defnetmiştir. [328] Rivayetlere göre Ammâr, Sıffîn Savaşı’nın yapıldığı yere defnedilmiştir.[329] Ammâr’ın kabri ise şehit edildiği yer olan Sıffinde Rakka tarafındadır. Orada şu anda bir mescid ve Ammâr’ın kabrinin bulunduğu bir cadde vardır.[330]

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

AMMÂR B. YÂSİR’İN ŞEMÂİLİ, DİNİ KİŞİLİĞİ VE HAKKINDAKİ AYET VE HADİSLER

AMMÂR’IN ŞEMÂİLİ, ŞAHSİYETİ VE DİNÎ HAYATI

Ammâr, esmer tenli, uzun boylu bir kimseydi. Omuzlarının arası genişti. Şelâ gözlüydü. Şaçlarındaki beyaz telleri koparıp atmaz, ya da boyamazdı.[331] Az konuşur, çok sukut eder, genelde ağzından şu sözler çıkardı: “Fitnelerden Rahman’a sığınırım, fitnelerden Rahman’a sığınırım.” Hatta İbn Ömer, Onun hakkında “fitnelerden Allah’a bu kadar sığınan kimse bilmiyorum” derdi.[332] Kızı Ümmü’l-Hakem’den de Ammâr’ın şemaili hakkında yukarıdaki bilgilerle örtüşen bir rivayet vardır.[333]

Ammâr hiçbir namazını kazaya bırakmamıştır.[334] Kendisi bir keresinde su bulunmayan bir yerde gusül yapmak zorunda kalmış, fakat su bulunmadığı için kendi ifadesi ile “bir hayvanın yerde sürünmesi gibi” yerde sürünmüş ve bu suretle teyemmüm ederek namazı eda etmiştir. Ammâr bilahare bunu Resul-ü Ekrem’e arz etmiş, Hz. Peygamber de ona: “Öyle yapacağına şöyle yapsaydın” diyerek teyemmümü öğretmişti.

Ammâr’ın dünya malına pek değer vermediğine şahit olmaktayız. Kûfe’ye vali olarak atanan Ammâr’ın yardımcısı Abdullah b. Mes’ûd bir defasında bir ev yapmış ve bunu Ammâr’a göstererek: “Nasıl beğendin mi?” diye sormuştur. Ammâr ise “Uzun emellere kapılmışsın fakat öleceksin!” diyerek onun bu dünyaya ait emelinin nasıl olması gerektiğine dair kanaatini belirtmiştir.[335]

Ammâr’ın söylemiş olduğu birtakım veciz ifadeler vardır. Onlardan birkaçı şöyledir:

“Şu üç şey imanın kemalindendir: Sıkıntı ve darlıkta iken ihtiyacı olan kimse için harcamak, her durumda adaletin yerleştirilmesi, dünya için barış ve güvenliğin sağlanması.”[336]

“Üç kimse vardır ki; kendisini nifaktan hakkıyla korur: Adaletli yönetici, hayırlı öğretici ve İslâm’da ömrünü geçiren ihtiyar”

“Öğüt olarak ölüm yeter, zenginlik olarak yakîn yeter, meşguliyet olarak ise ibadet yeter.” [337]

“Salih dost güzel kokuya benzer, onda ancak güzel koku bulursun, onun kokusu sana ulaşır; Kötü dost ise körük gibidir. Onun ateşini yakmazsan şerri sana isabet etmez. Kokusu da iğrenç kokar.”[338]

“Allah’ım senden gayb ilmini ve senden güç kuvvet istiyorum. Eğer yaşamam benim için hayırlı ise beni yaşat, yok eğer ölümüm benim için hayırlı ise beni öldür.”[339]

“Allah’ım, beni salih kulların arasına kat! Salih kullarına vermiş olduğun emniyet, iman, ecir, afiyet, mal, sapıklığa düşmeyen hayırlı evlat gibi güzel şeyleri bana da ver”[340]

II- HADİS RİVAYETİ BAKIMINDAN AMMÂR B. YÂSİR

Kaynaklarımızda Ammâr’ın 62 hadis-i şerif rivayet ettiği belirtilmektedir. Bunlardan altısı [341] veya beş tanesi “Sahihayn” da (Buhârî- Müslim) mevcuttur. [342]

Kendisinden şu kimseler hadis rivayet etmişlerdir: Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş’arî, Ebû Umame el-Bahilî, Cabir b. Abdillah, Muhammed b. el-Hanefiyye, Alkame, Ebû Vâil, Hammam b. el-Hâris, Nuaym b. Hanzala, Abdurrahman b. Ebzî, Naciye b. Ka’b, Ebû Leys el-Huzâî, Abdullah b. Selime el- Muradî, Mervan b. Milhan, Yahya b. Ca’de, Ata’nın babası Sâib, Kays b. Ubade, Sila b. Züfer, Muharik b. Süleym, Âmir b. Sa’d b. Ebî Vakkâs ve Ebû’l-Buhterî.[343]

Zehebî, Sedûsî’nin müsnedlerini yazdığı kimseler olarak şu zevatı zikreder: “Aşere-i Mübeşşere, İbn Mes’ûd, Ammâr, Abbas ve Mevaliden bazılarının müsnedleri. Sedûsî’nin vefat tarihini 262/876 olarak kaydeden Zehebî, onun müsnedinden bir cüz elde ettiğini söylemektedir.[344]

Uzun süre Hz. Peygamber ile beraber olan Ammâr’ın sadece 62 hadis rivayet etmesini başka sebepler olabileceği gibi kendisindeki unutkanlığa da bağlayabiliriz. Bununla alakalı Hz. Ali’ye Ammâr hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Unutkan bir insandır. Kendisine hatırlatılınca hatırlar. İman Onun gözlerine ve kulaklarına kadar girmiştir.”[345]

Yine Hz. Ali hadis rivayeti hususunda çok hassas bir insandır. Esma bt. el- Hakem’in naklettiğine göre Hz. Ali bu konudaki hassasiyetini sahâbeden bir kimse bize Allah Rasulünden bir hadis rivayet ettiğinde, o kişiden söz konusu hadisi bizzat Peygamber’den duyduğuna dair yemin etmesini isterdim. Yemin ettiğinde ise o kimseyi tasdik ederdim, sözleriyle dile getirmiştir.[346] Fakat Hz. Ali sika oldukları hususunda şüphe duymadığı kimselere hadis rivayetinde yemin teklifinde bulunmamıştır. Bu kimseler arasında Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Mikdâd b. Esved ve eşi Hz. Fatıma başta gelen sahabîlerdir. Hz. Ali, aynı şekilde Ammâr’ın rivayet ettiği hadisleri de yemin ettirmeden kabul etmiştir.[347]

Araştırmamız boyunca Ammâr’la alakalı hadis-i şeriflerin çok sayıda olduğunu gördük. Ammâr hakkındaki hadis-i şerifleri, Wensinck’in “el- Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l - Hadisi’n-Nebevî” [348] adlı eserinden yola çıkarak araştırdık.

Ammâr’la alakalı hadisleri iki farklı başlık altında ele almaya çalıştık. Öncelikle Hz. Peygamber’in ashabının fazileti bağlamında Ammâr’ı öven hadislerini, sonrasında ise Ammâr’ın rivayet ettiği hadislerden bir kısmını bir araya getirdik.

Ammâr’ı Öven Hadisler

Hz. Peygamber’in ashabından birçok kişiyi sözleri ile övüp -değer verdiğini biliyoruz. İşte bu bağlamdaki hadislere en güzel örneklerden birisi de O’nun Ammâr hakkındaki övücü-taltif edici sözleridir:

Tirmizî, Enes b. Malik'ten rivayet ettiğine göre, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Cennet, üç kişiye özlem duyar: Ali, Ammâr ve Selmân.”[349] Bazı kaynaklarda bu sahabîlere ilaveten dördüncü kişi olarak Mikdâd b. Esved’in ismi geçmektedir.[350]

Hz. Ali’den Rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Hiçbir Peygamber yoktur ki, kendisine yedi necip yardımcı ve dost verilmesin. Bana ise o kimselerden on dört kişi verilmiştir: Hamza, Cafer, Ebû Bekr, Ömer, Ali, Hasan ve Hüseyin, Abdullah b. Mes’ûd, Selmân, Ammâr, Ebû Zerr, Huzeyfe, Mikdâd ve Bilal”[351]

Ebû Nuaym şöyle der: “Bir âlim, talebelerinden birinin ilimde kemal ve olgunluğa erdiğini görünce, kendi ölümünden sonra başlarına yeni olaylar ve güç meseleler geldiğinde insanların kendisine başvurabilmeleri için onun ilimdeki mevki ve derecesine delâlette bulunması gerekir.” Ebû Nuaym bu konuda Huzeyfe’nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadisi delil gösterir: “Benden sonra gelen (halife)lere tabi olun -Ebûbekir ve Ömer'i işaret etti- Ammâr’ın yolundan gidin, İbn Ümmi Abd ( Abdullah b. Mes’ûd) size bir haber verince onu tasdik edin.”[352]

Hz. Ali ’den rivayet edilen başka bir hadiste ise şöyle denilir: “Ammâr, Rasûlullah’ın yanına girmek için izin istedi. Hz. Peygamber de “Ona müsaade edin, girsin!” buyurdular. Ammâr girince de: “Tayyib[353] ve mutayyeb Ammâr'a merhaba!” diyerek selamladılar, "[354]

B- Ammâr’ın Rivayet Ettiği Hadisler

Ammâr anlatıyor: “Rasûlullah buyurdular ki: "Kişi vardır, namazını kılar bitirir de, kendisine namazın sevabının onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri yarısı yazılır.” [355]

Ammâr, Hz. Peygamber’in Hz. Ali hakkında şöyle dediğini bildiriyor: “Ey Ali! Hak Teâlâ sana herkeste bulunmayan bir zînet vermiştir ki, bu, zühddür. İşte bu zühd sende olduğu müddetçe, ne sen dünyadan ve ne de dünya senden bir şeye erişemiyorsunuz.”[356]

Ammâr anlatıyor: “Rasûlullah beni bir vazifeyle yola çıkarmıştı: Sefer esnasında cünüb oldum, su da bulamadım. Bunun üzerine hayvanlar gibi ben de toprağa bulandım. Sonra Rasûlullah'a gelip durumu kendisine arzettim. Bana: “Sana şöyle yapman kâfi idi!” dedi (ve gösterdi), iki avucuyla yere bir vurdu, sonra avuçlarını çırptı, sonra soluyla (sağ) avucunun sırtını veya sol avucunun sırtını (sağ) avucuyla mesh etti. Sonra da onunla yüzünü de mesh etti.”[357]

C- Ammâr Hakkındaki İstikbale Yönelik Hadislerin Bir Değerlendirmesi

Hadis kaynaklarında mevcut hadisler arasında sıkça Hz. Peygamber'in istikbale ma'tûf olarak söylediği hadislerle karşılaşırız. Bu tür hadisler değişik açılardan pek çok kişinin zihnini meşgul etmektedir. Hz. Peygamber'in, istikballe ilgili olarak söylediği hadislerin kaynağının ne olduğu, sünnet-vahiy ilişkisi düşünüldüğünde vahiyle ilişkilerinin olup-olmadığı, Hz. Peygamber'in bu sahada konuşma yetkisinin bulunup bulunmadığı, bu tür hadislerin, vahyin dışında telakki edilmesinin mümkün olup-olmadığı, eğer mümkünse o halde bu

hadislerin kaynağı probleminin nasıl halledileceği ve istikbâlle ilgili hadislerin nasıl kabul edileceği gibi konular akla gelmektedir.

Ammâr’ın Sıffin’deki durumunu ifade eden pek çok hadisin kaynaklarda yer aldığı görülür. Bu hadislerden bir kaçı şunlardır:

Vay Ammâr'a! Onu bâği (asi) bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır! [358]

Seni azgın ve asi bir grup öldürecektir.[359]

İnsanlar ihtilafa düştükleri vakit (bilsinler ki) İbn Sümeyye (yani Ammâr) Hak’la beraberdir.[360]

İbn Kesir bu hadisleri değerlendirirken şu sonuca varır: “Bu hadisler, peygamberliği ispatlayıcı delillerdendir. Çünkü Hz. Peygamber, Ammâr’ın, asi ve azgın bir topluluk tarafından öldürüleceğini önceden haber vermiştir. Gerçekten Şamlılar, Sıffîn Savaşı’nda onu öldürmüşlerdir. O esnada Ammâr, Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ali, halifelik hususunda Muaviye'den daha çok hak sahibi idi. Ancak Muaviye'nin arkadaşlarını, asi ve azgın olarak adlandırmak, onların kâfirliklerini gerekli kılmaz.”[361]

Buhârî'nin naklettiği Ebû Said el-Hudrî rivayeti, yukarıda söz konusu ettiğimiz rivayetin sıhhatiyle ilgili kuşkularımızda bizi destekleyecek durumdadır. Bu rivayete göre Hz. Peygamber: “Vay Ammâr'a! Onu bâği (asi) bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır!” buyurmaktadır. Buhârî’nin bazı nüshalarında Vah 'Ammâr! Onu isyankâr bir grup öldürecektir, kısmının bulunduğu ifade edilmekledir. Bu da tartışmalı kısmın sonradan eklendiğine dair şüphelerimizi artırmaktadır. Buhârî'nin Ebû Sa'id el- Hudrî'den naklettiği ve mescidin inşası sırasında söylendiği belirtilen bu ifadeler, benzer sözlerle Abdullah b. Amr b. el-Âs’a nispet edilerek de nakledilmektedir. Abdullah, bu sözleri Ammâr'ın öldürülmesinden sonra maktulün üzerindeki eşyaları hususunda ihtilaf eden iki kişinin onun hakemliğine başvurması sırasında ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber’in söyledikleriyle içinde bulunulan durum arasında bir ilişki kurulmuş olması mümkündür. İşin ilginç tarafı Abdullah b. Amr b. el-Âs, Hz. Peygamber ’e nispet edilen sözleri, onunla birlikte mescidi inşa ettikleri sırada söylediğini anlatmaktadır. Oysa Abdullah hicretin 7. yılından sonra babasıyla hicret etmiştir.[362] Dolayısıyla mescidin inşasında bulunması mümkün değildir.[363]

Cemel Savaşı’ndan sonra gelişen siyasi hadiseleri de de ğerlendiren İbn Sellâm, Tahkim hadisesinden önce Hz. Ali'nin haklı olduğunu, imametinin gerekli ve vacip olduğunu söylerken, Ammâr hadisinden de destek alarak Muaviye ve taraftarlarının sapık olduklarını söylemektedir.[364]

İbn Teymiyye’ye “Rasûlullah, Ammâr baği bir topluluk tarafından öldürülecektir dedi mi? Ammâr, Muaviye’nin askerleri tarafından öldürüldü mü?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. İbn Teymiyye'nin bu hadis ile ilgili değerlendirmesi şöyledir: “Ammâr’ı haddi aşan bir grup öldürecektir” hadisini bir grup âlim illetli bulmuşlardır. İbn Teymiyye, ulemâdan Hüseyin el-Kerâbisî (248/862) ve Ahmed b. Hanbel'in de içlerinde bulunduğu bir topluluğun bu hadîsi zayıf addettiklerini kaydetmektedir.[365]

Kimi araştırmacılara göre ise bu ve buna benzer hadisler, savaşan tarafların, haklılıklarını ortaya koymak için Hz. Peygamber’e istinaden yapılan asılsız rivayetlerdir. Dolayısıyla: “Hz. Ammâr’ın ileride asi bir topluluk tarafından öldürüleceği” hadisini de bu anlamda değerlendirmek gerekmektedir.[366]

Ammâr’ı öldürenlerin isyankâr oldukları anlamına gelebilecek başka rivayetler de bulunmaktadır. Söz gelimi, “insanlar ihtilafa düştükleri zaman İbn Sümeyye (Ammâr) hakla beraber olacaktır” hadisi de bu anlama gelmektedir.

Demircan’a göre: “Sonradan ortaya çıkan anlayışa göredir ki; Ammâr'ın öldürülmesi, haksız tarafın belirlenmesini sağlamakla kalmamış; Amr b. el-Âs’ın 20 yıl önce ölmeyi temenni edecek kadar üzülmesine de neden olmuştur. Ayrıca Amr’a, Ammâr’ın katilinin Cehennemde olduğu da söyletilmiştir. Hz. Muâviye'ye Ammâr'ın öldürülmesiyle ilgili yaptırılan yorum da ilginçtir: “Amr b. el-Âs, Hz. Peygamber’in Ammâr'a, "Seni isyankâr bir cemaat öldürecektir. Dünyadan son azığın da süt olacaktır” sözünü hatırla­tınca Muâviye, onu savaşa getirenler öldürdüler” demiştir. Ammâr’ın ölümünün Hz. Ali’nin haklılığı için malzeme olarak kullanılması, muhtemelen Sıffîn'den uzun zaman sonra ortaya çıkmıştır; ancak bunun, - yukarıdaki hadis nedeniyle değilse de- Hz. Ali döneminde ortaya çıkmış olabileceği görüşü, yabana atılabilecek bir iddia değildir.[367]

Çelebi ise bu konuda: “Ammâr’ı öleceğini bildiği halde hiç endişelenmeyen ve tedbir alma ihtiyacı duymayan bir insan olarak takdim etmek acaba ne derece yerindedir?” şeklinde bir soru sorarak bu tür haberleri şöyle değerlendir: “Uzak geleceğe ilişkin bu tür rivayetlerin sayısı bir hayli kabarıktır. Bu tür rivayetleri ihtiyatla karşılamamızın bir nedeni de Hz Osman’ın şehit edilmesinden sonra başlayan iktidar mücadelelerinde Hz. Peygamber’e nispet edilen sözlerin olaylara taraf olan veya olaylar karşısında tarafsız kalmaya çalışan kişiler tarafından savunma aracı olarak kullanılmış olmasıdır.” [368] Çelebiye göre; ilk dönemde vaki olan olaylarda aktif rol alan binlerce sahâbiye Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinin ulaşmadığını veya ulaştığı halde onların bunu önemsemediklerini kabul etmek mümkün değildir.[369]

Hz. Peygamberin kendisinden sonra meydana gelecek olan olaylar hakkında tafsili bilgiler verdiğine dair rivayetlerin sıhhati konusunda tereddütlerimizin bulunduğunu ifade etmek istiyoruz. Kanaatimizce Hz. Peygamber tarafından bu tarz bilgiler verilmemiştir. Eğer verilmiş olsaydı, ashabın olaylar karşısında tedbir alması, Hz. Peygamberin haksız olduklarını beyan ettiği kişilerin iddialarında ısrar etmemesi ve bu tür hâdiselerin meydana geleceği, vukuundan önce ashab tarafından bilinmesi gerekirdi. Hâlbuki Nuaym b. Hammad’ın kaydettiği bir rivayete göre Semûre b. Cündeb (60/679) bu hâdiseleri ashabın kendi aralarında konuşmadığını belirtmektedir.[370]

Netice olarak bütün bu olup bitenlere siyasî gözlükle bakmak mutlaka bazılarını haklı, bazılarını da haksız duruma getirecektir. Hâlbuki sahabîler hakkında bu tür yaklaşım gerek Kur'ân ve gerekse hadislerde kendilerine verilen değere uymamaktadır. Diğer yandan sadece onların faziletlerine bakıp olan bitenleri görmemezlikten gelmek de aklı tatmin etmeyecek ve ders alma merakını gidemeyecektir. Doğrusu, ifrat ve tefrite gitmeden itikadı meselelere konu teşkil etmiş bu hâdiseleri ehli-sünnet çizgisinde, sahâbenin hayatını saygıyla değerlendirme şeklinde olmalıdır.

AMMÂR B. YÂSİR HAKKINDAKİ ÂYET-İ KERÎMELER

Sebeb-i nüzûl ve tefsir kaynaklarını incelediğimizde Ammâr hakkında nâzil olan birtakım ayet-i kerimelerin var olduğunu görürüz. Bunlardan bir kısmını daha önceki bölümlerimizde ele almış ve hangi nedenden dolayı Ammâr’la irtibatlı olduğunu açıklamıştık. Meselâ bu ayetlerden birisi belki de en önde geleni işkenceler karşısında Ammâr’ın durumunu haber veren Nahl Sûresi 106. Ayettir. Bu ayetin sebeb-i nüzûlü, Ammâr’ın gördüğü işkence ve eziyetler karşısındaki tutumudur. Ammâr’a işaret eden ayet-i kerimeler elbette bir tek ayetten ibaret değildir. Şunu da belirtmeliyiz ki aşağıdaki ayetlerin sadece Ammâr hakkında nâzil olduğu şeklinde bir iddiamız yoktur. Bu ayetlerin nüzûl sebeplerinden birisi de Ammâr’dır. Bu girişten sonra Ammâr hakkında nazil olan bazı ayetleri Kur’ân-ı Kerim’deki sırasını gözeterek ele almak istiyoruz:

“Ey müminler! Kitap ehlinden bir grup sizi saptırmak istediler, hâlbuki sırf kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar.”[371]

Kitap ehlinin bir kısmı müvahhid (Allah'ı birleyen) ve müslüman olmak şöyle dursun müminleri sapıtmaya çalışıyorlardı. Nitekim Yahudiler’in, Huzeyfe, Ammâr, Muaz gibi büyük sahabileri Yahudiliğe davet etmeye cesaretleri üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.[372]

Sabah akşam Rab’lerine, sırf O’nun cemaline ve rızasına müştak olarak niyaz edenleri yanından kovma. Sen onlardan, onlar da senden sorumlu değilsiniz ki, onları kovup da zalimlerden olasın.”[373]

İlk müslüman cemaat arasında Habbâb, Bilal, Ammâr, Suheyb gibi köleler ve fakirler vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber’e: “Ne o, kavmine bedel bunlara mı razı oldun? Biz onların mı peşinden gideceğiz! Onları yanından uzaklaştırırsan belki biz de sana tabi olabiliriz” demeleri üzerine söz konusu ayet nazil olmuştur.[374]

“Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık (iman nuru) verdiğimiz kişi, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimse gibi bir olur mu? Olmaz, ama kâfirlere, yapmakta oldukları işler böyle güzel gösterilir.” [375]

Farklı rivayetler olmakla birlikte ayet-i kerime’de “Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık (iman nuru) verdiğimiz kişi” den Ammâr’ın, “karanlıklarda kalıp çıkamayan kimse” den de İbn Ebî Şeybe’nin kastedildiğini müfessirler belirtmişlerdir.[376]

“Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.”[377]

Kureyş, Yâsir ile ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul etmeyince Yâsir ile Sümeyye’yi şehit ettiler. Babası ile annesinin bu durumunu gören Ammâr dili ile onların istedikleri sözü söyledi. Hz. Peygamber onun ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Âyet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere indirilmiştir.[378]

Görüldüğü gibi Ammâr, Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimenin iniş sebepleri arasında yer alan bir sahabî olmuştur. Bu da bize Ammâr’ın ne denli önemli bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.

SONUÇ

İslam tarihinde ilk dönem müslümanları içerisinde devamlı surette adından sıkça bahsedilen sahabîlerden birisi de Ammâr b. Yâsir’dir. Ammâr’ın farklı yanı Hz. Ali’nin taraftarı olarak olaylarda yer almasıdır.

Ans kabilesinin Yâm koluna mensup olan Ammâr’ın babası Yâsir, kaybolan kardeşini aramak için Yemen'den Mekke'ye gelmiştir. Benî Mahzûm kabilesinden Ebû Huzeyfe'nin himayesine girmiş ve onun Sümeyye adlı câriyesiyle evlenerek oraya yerleşmiştir. Ammâr bu evlilik sonucu dünyaya gelmiştir.

Hz. Peygamber'in Darû’l-Erkâm'da bulunduğu sırada Süheyb b. Sinân ile aynı tarihte müslüman olan ve müslümanlığını ilân eden ilk yedi kişiden biri de Ammâr’dır. Annesi Sümeyye ile babası Yâsir de ilk müslümanlardandır. Mekke'de kendilerini himaye edecek kimseleri olmadığı için Kureyş müşriklerinin ağır zulüm ve işkencesine uğramışlardır. Fakat imanları sebebiyle başlarına gelen bu sıkıntılara sabırla göğüs germişler ve annesi Sümeyye, bu işkenceler sonunda Ebû Cehîl tarafından öldürülerek İslâm tarihindeki “ilk kadın şehit” olmuştur. Babası Yâsir de aynı gün işkence edilerek öldürülmüştür.

Ammâr da anne ve babası gibi müşriklerin dayanılmaz baskılarına artık tahammülü kalmadığı bir gün sırf bu işkencelerden kurtulmak maksadıyla onların arzusuna uyarak Lât ve Uzzâ lehinde ve Hz. Peygamber'in aleyhinde konuşmak zo­runda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz doğruca Rasûl-i Ekrem'in yanına giderek başına gelenleri anlattı. Hz. Peygamber ona bu sözleri söylerken kalbinde neler hissettiğini sordu. Ammâr da iman ile dolu olan kalbinde en ufak bir değişiklik olmadığını söyleyince. Hz. Peygamber yine işkenceye uğrarsa aynı sözleri söylemesinin bir mahzuru bulunmadığını ifade etti. Nitekim bu konuyla ilgili olarak nazil olan âyet-i kerîmede kalbi imanla dolu olduğu halde dininden dönmeğe zorlananların söyledikleri sözlerden sorumlu olmadıkları belirtildi.

Medine’ye hicretinden sonra Hz. Peygamber onunla Huzeyfe b. Yemân arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Mescid-i Nebevî’nin inşası sırasında çalıştı. Herkes bir kerpiç taşırken onun iki kerpiç getirdiğini gören Hz. Peygamber üzerindeki tozları silkeleyerek: “Vah Ammâr! Kendisini âsi bir topluluk öldürecek. Ammâr onları cennete, onlar ise onu cehenneme davet ederler” dedi. Hz. Peygamber'in bulunduğu bütün savaşlara katıldı ve birçok seriyyede görev aldı.

Hz. Ebû Bekir devrinde ise Müseylimetü’l-Kezzâb ile yapılan Yemâme Savaşı’nda yaralandığı halde yiğitçe savaştı ve dağılmak üzere olan İslâm ordusunun yeniden toparlanmasında etkili oldu. Hz. Ömer döneminde Kûfe’ye vali olarak gönderildi (21-22/641-642) ve bu sırada vuku bulan Nihavend Savaşı'na iştirak etti. Hz. Osman'ın Ümeyyeoğullarını iş başına getirmesine ve Ebû Zerr el-Gıfârî’yi Rebeze'ye sürmesine itiraz ederek onun icraatlarına karşı çıktı. Hz. Osman’a muhalif olarak yaşamını sürdürdü. Hz. Osman tarafından dövüldüğü şeklindeki rivayetler tarih kitaplarında yerini aldı. Buna rağmen halife Hz. Osman onu, aleyhindeki birtakım faaliyetleri araştırmak üzere Mısır'a müfettiş olarak gönderdi. Hz. Osman, bir ara Ammâr'ı Medine'den sürmeyi düşündü ise de Hz. Ali araya girerek buna engel oldu.

Hz. Osman'ın şehit edilmesi üzerine Hz. Ali'ye biat etti. Cemel ve Sıffîn'de onun saflarında yer aldı. Sıffîn'de doksan üç yaşında olmasına rağmen Hz. Ali'nin yaya birliklerinin kumandanı olarak savaşırken şehit edildi ve Hz. Ali'nin kıldırdığı cenaze namazından sonra orada defnedildi.

Ammâr'ın Sıffin Savaşı’nda öldürülmesinden sonra Muâviye b. Ebû Süfyân'ın ordusunda büyük bir karışıklık çıktı. Onun “âsi bir topluluk” tarafından öldürüleceğine dair hadîs-i şerifi hatırlayarak endişeye kapılanlar arasında bulunan Amr b. el-Âs, büyük bir üzüntüyle “böyle bir olayı görmektense yirmi yıl önce ölmüş olmayı tercih ettiğini” söyleyince Muâviye, “Onu biz öldürmedik, onu buraya getirenler öldürdü” diyerek Amr'ı teselli etmeye çalıştı.

Ammâr, altmış iki hadis rivayet etmiştir. Bunlardan altısı Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde yer almaktadır. Uzun boylu, kara yağız, ela gözlü ve geniş omuzluydu. Sade ve nezih bir hayatı vardı. Hiçbir namazını kazaya bırakmadığı rivayet edilir.

Ammâr’ın içinde bulunduğu sahâbe nesli de her şeyden önce bir insandır. İnsan olmaları gereği onların içinden de hata yapanlar olmuştur. Çünkü peygamberlerin dışında hiç kimsenin “ismet” (günahsız olma) sıfatı yoktur. Kur’ân, onları değişik şekillerde ikaz ederek hatalarını bildirmiş ve hatalarını bildirdiği aynı yerde onları Allah'ın affettiğini de vurgulamıştır.

Sahâbeye önem kazandıran husus, onların Hz. Peygamber’le birlikte İslam dininin neşri adına çok büyük mücadeleler vererek bu uğurda hayatlarını ortaya koymaları ve her türlü fedakârlığı yapmış olmalarıdır. Eğer Bedir'de veya Hendek'te sahâbe yenilerek imha edilseydi bu gün muhtemelen İslam'dan söz etmek mümkün olmayacaktı.


KAYNAKÇA

KUR’ÂN-I KERİM

ABBAS HASAN, en-Nahvu’l-Vâfi, Mısır 1974.

ABBOTT, Nabıa, Hz. Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, çev., Tuba Arsak Hasdemir, Ankara 1999.

AHMED b. HANBEL, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, el- Müsned, Beyrut trz.

AHMED CEVDET PAŞA, Kısas-ı Enbiyâ ve Târih-i Hulefâ, İstanbul 1414/1994.

AHMED SÜVEYLİM, “el-Müslimüne Hezemü’l-Acz: Ammâr b. Yâsir”, ed- Dâru’l-Masriyyetü’l-Lübnâniyye, Lübnan 1990.

AHMED HİLMİ, İslam Târihi, İstanbul 1979.

el-AKK, Halid Abdurrahman, Mevsûatü Üzemâi Havli’r-Rasûl, Beyrut 1412/1991.

AKARSU, Murat, Hz. Osman ve Hilâfeti (Yayımlanmamış Doktora Tezi) AÜSBE, Ankara 2001.

AKBULUT, Ahmet, Sahâbe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelâmi Problemlere Etkisi, İstanbul 1992.

el-AKKÂD, Abbas Mahmud (1964), Mevsûatü Abbas Mahmud el-Akkâd (el- İslâmiyye), Beyrut trz.

ALGÜL, Hüseyin, İslâm Tarihi, İstanbul 1986.

el-ALÛSÎ, Ebû’s-Senâ Şihabüddin, Rûhû’l-Meânî fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’il-Mesânî, Beyrut 1417/1997.

ALİ SAMİ en-NEŞŞÂR, İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu, çev., Osman Tunç, İstanbul 1999.

Neş'etu't-Teşeyyu, Kahire 1969.

APAK, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara 2001.

Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti , İstanbul 2003.

ARMÛN, Sadık İbrahim, “Hayâtü Ricâlâti’l-İslâm:Osman b. Affan”, Mecelletü’l- Ezher, cüz:3, XIV, Kahire Rebiü’l-Evvel 1362/1943.

el-ASELÎ, Bessâm, Muâviye b. Ebî Süfyân, Beyrut 1406/1986.

el-ASKERÎ, Murtaza, Abdullah b. Sebe’ Masalı, çev., Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1974.

ÂŞIK, Nevzat, Sahâbe ve Hadis Rivâyeti, İzmir 1981.

ATÇEKEN, İsmail Hakkı, Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervân b. el- Hakem’in Rolü, SÜİFD, Konya 1999.

ATAY, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara 1983.

AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001

AYCAN, İrfan- SÖYLEMEZ, M. Mahfuz, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998.

el-BAĞDÂDÎ, Hatib (463), Târihü’l- Bağdâd ve Medînetü’s-Selâm, Beyrut trz.

BAHTİYAR, Lâle, Hz. Muhammed’in Ashâbı, çev., Nuray Şentürk-Fahrünnisa Erdem, İstanbul 1999.

BAKTIR, Mustafa, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi- Ashâb-ı Suffe, İstanbul 1990.

el-BELÂZÜRÎ, Ahmed b.Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, thk., Süheyl Zekkâr -Riyad Ziriklî, Beyrut 1417/1996.

Ensâbü’l-Eşrâf, thk., Muhammed Hamidullah, Mısır 1959.

Fütuhu’l-Buldân, çev., Mustafa Fayda, Ankara 2002.

el-BEYDÂVÎ, Nasirüddin Ebî Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazî, Tefsîru’l-Beydâvî (Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl), Beyrut 1410/1990.

el-BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail (256/870), Kitâbu Tarîhi’l-Kebîr, Dâru’l-Fikr trz.

Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul 1992/ 1413.

el-CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, Çağdaş Arap İslâm Düşüncesinde Yeniden Yapılanma, çev., Ali İhsan Pala - Mehmet Şirin Çıkar, Ankara 2001.

İslâm’da Siyasal Akıl, çev., Vecdi Akyüz, İstanbul 1997.

CANAN, İbrahim, Kütüb-ü Sitte -Hadis Ansiklopedisi-, İstanbul trz.

ÇINAR, Mahmut, Ammâr b. Yâsir, İstanbul 1998.

el-CUDÂVÎ, Abdulmunim, Ricâlün Min Mekke, KFCRIS, No: 00086017, 1412/1992.

el- CÜMEYLÎ, Seyyid, Sahâbetü’n-Nebî, Daru’l- Küttâb trz.

ÇELEBİ, İlyas, İtikâdî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul 1996.

ed-DÂRİMÎ, Abdullah b. Abdirrahman (255/869), Sünenü’d-Dârimî, İstanbul 1413/1992.

DEMİR, Halis, Devlet Gücünün Sınırlanması (Raşit Halifeler Dönemi), İstanbul 2004.

DEMİRCAN, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul 2000.

İslâm Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevâlî İlişkisi, İstanbul 1996.

Haricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din Siyaset İlişkisi, İstanbul 2000.

DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLÂM TARİHİ, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1992.

DÜREYNÎ HAŞBE, “el-Kasas: Ammâr b. Yâsir”, er-Risale, sayı: 232, Kahire 10 Şevval 1356/13 Aralık 1938.

EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistâni (275/888), Sünenü Ebî Dâvud, İstanbul 1413/1992.

EBÜ’L-FİDA, İmadüddin İsmail (732/1331),Târih-i Ebi’l-Fida el-Muhtasar fî
Ahbâri’l-Beşer,
ta’lik., Mahmud Deyyûb, Beyrut 1417/1997.

EBÛ NUAYM, (430) Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l- Esfiyâ, Beyrut trz.

EBÛ UBEYD, Kasım b. Sellâm (154-224), Kitâbu’n-Neseb, thk., Süheyl Zekkâr- Meryem Muhammed Hayruddin, Daru’l-Fikr 1410/1989.

EBÛ ZEHRÂ, Muhammed, İslâm’da İtikadî, Siyasî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, çev., Sıbgatullah Kaya, Ankara 2004.

EKİNCİ, Mumammed Salih, Ashâb-ı Kirâmın Etrafındaki Şüpheler, çev., Ali Arslan, İstanbul 1986.

ELMALILI M. HAMDİ YAZIR, Hak Dini Kur’ân Dili, Sadeleştirenler: Komisyon, İstanbul 1992.

EMİNÎ, Abdu’l-Hüseyin Ahmed en-Necefî, el-Ğadîru fi’l-Kitâb ve’s-Sünneti ve’l-Edeb, Tahran 1366 /1940.

el-ESBEHÂNİ, Ebî’l-Kasım İsmail b. Muhammed b. Fazl (457/535), Siyerü Selefi’s-Sâlihîn, thk., Ferhat b. Ahmed, Riyad 1420/1999.

el-EZHERÎ, Ebû Ömer Nâdi b. Mahmûd Hasan, Esbâbu’n-Nüzûl, Cezîre 1418/1997.

FAYDA, Mustafa, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, III, İstanbul 1991.

Halid b. Velid, İstanbul 1990.

“Bedir Gazvesi”, DİA, İstanbul 1992, V, 325-326.

“Hulafâ-yi Râşidîn” , DİA, İstanbul 1998, XVIII, 324-338.

FİDAN, Celal, Hz. Osman’ın Öldürülmesi olayında Sahâbenin Tavrı, CÜSBE Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2005.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda Îtîkâdî İslâm Mezhepleri, Ankara 1990.

“Abdullah b. Sebe”, DİA, İstanbul 1998, I, 135-136.

“Cemel Vak’ası”, DİA, İstanbul 1994, VII,

“Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜİFD, Ankara 1980, XX.

“Sakife Olayı veya Hz. Ebû Bekr’in Halife Seçilmesi”, AÜİFD, Ankara, ss.,7-27.

FUAD, M. MUHAMMED, “Ricâün Enzelâllahu fîhim Ayeh: Ammâr b. Yâsir- 6”,sayı:183, 1413/1992, yy.

GADBAN, Münir, İslâm’da Siyasî Anlaşma (Hilf), Adapazarı 1990.

GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İstanbul 1998.

el-HÂKİM, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdillah en-Neysâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, thk., Mustafa Abdülkâdir Ata, Beyrut 1411/1990.

el-HALEBÎ, Ali b. Burhaneddin (975/1044), es-Sîretü’l-Halebiyye, Beyrut 1400.

HALİD, Halid Muhammed, Ricâlü Havli’r-Rasûl, Dımaşk 1994.

Sahâbe Hayatından Tablolar, çev., Taceddin Uzun, Konya trz.

HALİFE b. HAYYÂT, Ebû Amr (240/854), Kitâbü’t-Tabakât, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1413-1993.

Târih, thk., Ekrem Ziya el-Umerî, Riyad 1405/1985.

el- HAMEVÎ, Yâkut, Mu’cemu’l-Buldân, thk., Ferid Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1410/ 1990.

HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi , çev., Salih Tuğ, Ankara 2003.

Hz. Peygamber’in Savaşları, çev., Salih Tuğ, İstanbul 1991.

Kur’ân-ı Kerim Tarihi, İstanbul 2000.

Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, İstanbul 2001.

İslâm Müesseselerine Giriş, çev., İhsan Süreyya Sırma, İstanbul 1984. el-HANBELÎ, Zeynüddin Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Bağdâdî (736/795), Şerhu Hadis-i Ammâr b. Yâsir, thk., Ebû Abdirrahman İbrahim b. Muhammed, Cidde 1408/1987.

HASANEYN MUHAMMED MAHLUF, Kelimâtü’l-Kur’ân-Tefsîr ve Beyân, Mekke-i Mükerreme trz.

HATİBOĞLU, Mehmed Said, İslâmda İlk Siyasî Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşîliği, AÜİFD, Ankara 1978, Sayı: XXIII, ss.,121-213.

el-HEYSEMÎ, Hafız Nureddin Ali b. Ebû Bekr (807) , Mecmâu’z- Zevâid ve Menbâu’l-Fevâid, Beyrut 1402/1982.

HİZMETLİ, Sabri, Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar İslâm Tarihi, Ankara 1999.

HOUTSMA, Th, M, Abdullah b. Sebe’, İA, İstanbul 1965,1,40.

el-İSFEHANÎ, Ebû’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Kitâbü’l-Eğânî,
şerhedenler., Ali Mühenna- Semir Cabir , Beyrut 1415/1995.

İBN A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sam el-Kûfî (314/926), Kitâbu’l- Fütûh, Beyrut 1406/1986.

İBN ABDİLBERR, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed (463/1071), el- İstiab fi Marifeti’l-Ashab, thk., Ali Muhammed Mauz- Abdilhamid Abdilmevcud, Beyrut 1415 / 1995.

İBN ABDİRABBİH, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih el-Endelüsî (327/939), Kitabü’l-İkdi’l-Ferîd, thk., Ömer Abdusselam Tedmûrî, Kahire 1359/1940.

İBN ASÂKİR, Ebû’l-Kasım Ali b. Hasan (499-571), Târihu Medineti Dımaşk, thk., Ali Şîrî, Beyrut 1417/1996.

İBN HABİB, Ebû Cafer Muhammed (245/859) , Kitâbu’l- Muhabber, Beyrut trz.

İBN HACER, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, thk., Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut 1415-1994.

el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, thk., Ali Muhammed Bicâvî, Beyrut, 1412/1992.

İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm el-Endülüsî
(383/456), Cemheretü Ensîbu’l-Arab, Beyrut 1403/1983.

İBN HİŞAM, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk., Cemal Sabit - Seyyid İbrahim, Kahire 1416/1996.

İBN İSHÂK, Muhammed b. İshak. b. Yesar (151/768), Sîretü İbn İshâk(Kitabu’s- Siyer ve’l-Meğâzî), thk., Muhammed Hamidullah, Konya 1401/1981.

İBN KÂNÎ, Ebû’l-Hüseyin Abdulbâki (265-351), Mu’cemu’s-Sahâbe, thk., Ebû
Abdurrahman Salah b.Salim el-Masrâtî, Medine 1418/1997.

İBN KESİR, Ebü’l-Fida el-Hafız (774/1372), es-Sîretü’n- Nebeviyye, Beyrut, trz.

el-Bidâye ve’n-Nihâye (Büyük İslâm Tarihi), çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1994.

Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azim, Beyrut 1401.

Muhtasaru Tefsîr-i İbn Kesir, Beyrut trz.

el-Bidâye ve' n-Nihâye, thk., Ahmed ebû Müslim- Ali Necib Adva, Beyrut 1966.

İBN KUNFÛZ, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Hasan b. Ali b. el-Hatîb el-Kostantinî (809/1406), Kitâbü’l-Vefeyât, thk., Adil Nevbahtî, Beyrut 1403/1983.

İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), Kitâbü’l- Maârif, thk., Servet Ukkâşe, Mısır 1413/1992.

el-İmâme ve 's-Siyâse, thk., Taha Muhammed ez-Zübnâ, Beyrut 1967  Uyûnu’l-Ahbâr, thk., Müfid Muhammed Kamîha, Beyrut trz.

İBN MÂCE (275/888), Sünen, İstanbul 1413/1992.

İBN MANZUR, Muhammed b. Mükrim (630/711), Lisânu’l-Arab, Beyrut 1955.

İBN SA’D, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, thk., İhsan Abbas, Beyrut 1405/1985 .

İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer (262/876), Târihu’l- Medineti’l- Münevvere, Cidde 1973.

İBNÜ’L-ARÂBÎ, el-Kâdı Ebû Bekr (638/1240), el-Avâsım mine’l-Kavâsım, fî Tahkîki Mevkıfı’s-Sahâbeti Ba’de Vefâti’-Nebî ,thk., Muhibbiddin el-Hatib, Kahire 1399/1970.

İBNÜ’L-CEVZÎ , el-Cemalüddin Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200),
Sıfatü’s-Safve, thk., İbrahim Ramazan, Beyrut 1409/ 1989.

İBNÜ’L-ESİR, İzzüddin Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232), Üsdü’l- Ğâbe fi Marifeti’s-Sahâbe, Beyrut 1409/1989.

el-Kâmil fi’t-Târih, Haz., Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1399/ 1979.

İBNÜ’L-İMÂD, Şihabüddin Ebi’l-Felah (1032/1089), Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, thk., Abdulkadir el-Arnavûd- Mahmud el- Arnavut, Beyrut 1406/1986.

İBNÜ’L-KELBÎ, Ebû’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. Said (204/820),
Cemheretü’n-Neseb ,thk., Naci Hasan, Beyrut 1413/1993.

İBN TEYMİYYE, Ebû’l-Abbas Takiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim, Minhâcu’s- Sünneti’n- Nebeviyye, Riyad 1986.

İbnü’l-VERDİ, Ziyaüddin Ömer b. Muzaffer (794/1391), Tarihû İbni’l-Verdî, Beyrut 1417/1996.

İMADÜDDİN HALİL, Muhammed Aleyhisselam, çev., İsmail Hakkı Sezer, Konya 2003.

KÂMİL MAHMUD HABİB, “Min Şühedâi’l-İslâm: Ammâr b. Yâsir”, er-Risâle, sayı:246, Kahire 19 Muharrem 1357/ 21 Mart 1938.

KANDEHLEVÎ, Muhammed Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe, thk. Nayif el-Abbas- Muhammed Ali Devle, Dımaşk 1403/1983.

KANDEMİR, M. Yaşar, “Abdullah b. Amr b. el-Âs”, DİA, İstanbul 1998, I, 85.

KETTÂNÎ, Muhammed Abdülhayy, et-Terâtibü’l- İdâriyye: Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, çev., Ahmet Özel, İstanbul 1993.

KILIÇ, Ünal, Hz. Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004.

“Kûfelilerin Hz. Osman’a Muhalefet Etmelerinin Sebepleri” CÜİFD, Sayı: II, Sivas 2002, ss., 240-260.

KOÇYİĞİT, Talat, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1988.

KORKMAZ, Sıddık, “Abdullah b. Sebe’”, SÜSBE, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1996.

KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed ve Yaşadığı İslâmiyet, İstanbul 1989.

KUMMÎ-NEVBAHTÎ, Şiî Fırkalar “Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’ş- Şia, çev., Hasan Onat vd., Ankara 2004.

el-KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhamed b. Ahmed, Tefsîru’l-Kurtubî (el-Camiu li Ahkami’l-Kur’âni’l-Kerim) , Kahire 1416/1996.

KUTLUAY, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1965.

LİNGS, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, çev., Nazife Şişman , İstanbul 2003.

MAHMUD ŞİT HATTAB, “es-Seyyidetü Sümeyye: Ümmü Ammâr b. Yâsir”, el-Ümme, sayı:63, Rebiu’l-Evvel, 1406/ Kasım 1985.

MAHMUD ŞAKİR, Dört Halife: Hz Ebû Bekr-Hz. Ömer-Hz. Osman-Hz. Ali, ( Hulefâ-i Râşidîn), çev., Ferit Aydın, İstanbul 1994.

Sahâbe Hayatından Tablolar, çev., Mustafa Kasadar-Nezir Özlen, İstanbul 2000.

el-MAKDİSÎ, Mutahhar b. Tâhir, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-Târih, Beyrut trz.

el-MATURÎDÎ, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud es- Semerkandî (333-944), Kitâbu’t-Tevhîd, thk., Fethullah Huleyf, İstanbul 1979.

el-MAVERDÎ, Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib (370-429), A’lâmü’n- Nübüvve, thk., Muhammed el-Mu’tasım bi’llah el-Bağdâdi, Beyrut 1987.

MEHRAN, Muhammed Beyyûmî, el-İmâme ve Ehlü’l-Beyt, Beyrut 1995.

el-MERVEZÎ, Ebû Abdillah Nuaym b. El-Mervezî (229/844), Kitâbü’l-Fiten, thk., Süheyl Zekkâr, Mekke-i Mükerreme trz.

el-MERAĞİ, Abdullah, “Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, Kahire 1374/1949.

el-MES’ÛDÎ, Hüseyin b. Ali, (346/957), Murûcu’z-Zeheb, thk., Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1408/1998.

MEVLÂNÂ ŞİBLÎ NU’MÂNÎ, Sîretü’n-Nebi (The Life Of The

Probhet),Rendered into English by: M. Tayyib Bakhsh Budayuni, Volume-1, Lahore-8, Pakistan trz.

Asr-ı Saâdet, çev., Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1977 .

Son Peygamber Hz. Muhammed “Sîretü’-Nebî, çev.,Yusuf Karaca, İstanbul 2005.

MEVSU’ATÜ HAYÂTİ’S-SAHÂBİYYÂT, Tasnif: Muhammed Said

Mübeyyez, Katar 1410/1990.

el-MEVSÛATÜ’L-YEMEN, “Ammâr b. Yâsir” , Beyrut 1992.

el-MİNKÂRÎ, Nasr b. Mezâhim (212), Vak’atü Sıffîn, thk., Abdusselam Muhammed Harun, Beyrut 1410/1990.

el-MİNŞÂVÎ, Abdülmüğanni, “Mine’l-A’lami’l-İslâmi: Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü Livâi’l-İslâm, sayı:8,Kahire Rebiü’s-Sani 1380/Eylül 1960.

el-MİZZÎ, Cemâlüddin Ebi’l-Haccâc Yusuf (654-742), Tehzîbü’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl, thk., Beşir Avvâd, Beyrut 1413/1992.

MUHAMMED ALİ el-ABBÂS, Muâmeletü’l - Hadmi fi’l - İslâm, Riyad, KFCRIS, No: 00088806,trz.

MUHAMMED MÜEZZİN, “Mevidün mea’n-Nur, el-Va’yü’l-İslâmi, sayı: 273, Ramazan 1407/1987.yy.

MUHAMMED RIZA, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Beyrut 1423/2003.

MUHAMMED ŞEDÎD, “Ricalün fi Maâriki’l-İslâm Şehidün mine’n-Nüceba:
Ammâr b. Yâsir”, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1405/1985.

MÜSLİM, Ebû’l-Hüseyin Müslim b. Haccac (261/875), el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul 1413/1992.

en-NEDVÎ, Şah Muinüddin Ahmed- Said Şahid Ansârî, Büyük İslâm Tarihi- Asr-ı Saadet-Ashâb- ı Kirâm, Haz., Eşref Edip, İstanbul 1388/1969.

en-NESÂÎ, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb (303/915), Fedâilü’s-Sahâbe, thk., Faruk Hammâde, Daru’s-Sakâfe 1984.

Sünenü’l-Kübrâ, İstanbul 1413/1992.

NEVÂVÎ, Mahmud, “Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, sayı: XXVI, Kahire 1374/1954.

NUAYM b. HAMMAD, Ebû Abdillah Nuaym b. Hammad b. Muaviye, el-Fiten ve’l- Melâhim, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1993.

ÖNKAL, Ahmet, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya 1994.

Ömer Rıza KEHHÂLE, A’lâmu’n-Nîsâ fî Alemi’l-Arabî ve’l-İslâm, Beyrut 1412/1991.

ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Eşter”, DİA, İstanbul 1995.

er-RAYYİS, Ziyaüddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi, çev., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995.

er-RÂZÎ, Fahruddin, Mefâtihu’l-Ğayb (Tefsiru’l-Kebîr), Beyrut 1411/1999.

RECKENDORF, H., “Ammâr b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik”, İA , İstanbul 1965, I, 410-411.

SADREDDİN ŞEREFÜDDİN, “Ammâr b. Yâsir”, Da’vetü’t-Tagrib min Hilali Risaleti’l-İslâm, Kahire 1386 /1960.

“Ammâr b. Yâsir”, Risaletü’l-İslâm, Kahire 1954, VI, ss.,303-318.

Ammâr b. Yâsir, çev., Ayşe Nihal Özsoy, İstanbul 1996.

es-SAFEDİ, Halil b. Aybek, Kitâbu’l-Vâfi ve’l-Vefeyât, Beyrut 1411/1991.

SAİD HAVVA, el-Esâs fi’s-Sünne- Hadislerle İslâm Tarihi, çev., Komisyon, İstanbul 1409/1989.

es-SAÎDÎ, Abdulmüteâl, Şebâbu Kureyş fî Bed’i-İslâm, Riyad 1388.

SALAH AZZÂM, Şahsiyyetün İslâmiyyetün, Daru’ş-Şuûb, KFCRIS, No: 00086037,1412/1992.

SANCAKLI, Saffet, “İstikbale Yönelik Hadislerin Değerlendirilmesi”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2001, XXXVII, ss.,75-82.

SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003.

“Hz.Muhammed (sav)’in Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam” , Diyanet İlmi Dergi: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)-Özel Sayı-, Ankara 2003.

SAVAŞ, Rıza, “Mekke’de İslâm’ın Yayılmasına Akrabalık Açısından Bir Bakış”, İstem Dergisi, Yıl:2,Sayı:4, Konya 2004, ss., 35-52.

SEZİKLİ, Ahmet, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994.

es-SERTÂVÎ, Süleyman Muhammed Süleyman, es-Sîretü’n-Nebeviyye ( li’ş- Şebâb), KFCRIS, No: 00061751.

SEYF b. ÖMER, (200/815), el-Fitne ve Vak’atü’l- Cemel, Beyrut 1413/1993.

SEYYİD KUTUB, fî Zîlâli’l-Kur’ân , çev., İ. Hakkı Şengüler vd., İstanbul trz.

S. AHMED SUBÂZÎ, “Şahsiyyetün fi Sütur: Evvelu Şehidetin fi’l-İslâm”,el- Hidâye, sayı:97, Rebiu’l-Evvel,1407/Aralık 1985,yy.

SÖYLEMEZ, Mahfuz, Bedevilikten Hadariliğe Kûfe, Ankara 2001.

es-SUYÛTÎ, Celalüddin, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, Beyrut 1414/1993.

es-SÜHEYLÎ, Abdurrahman (581/1185), er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhis-Sîreti’n- Nebeviye li İbn. Hişam, thk., Abdurrahman Vekîl, Kahire trz.

eş-ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Dürrü’s-Sahâbe fi Menâkibi’l- Karâbeti ve’s-Sahâbe, thk. Hüseyin b. Abdillah el-Umeri, Dımaşk 1404/1984.

Fethu’l-Kadîr, Mısır 1996.

eş-ŞEYBÂNÎ, Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan (132/189), Mecmeu’l-Âdâb fî Mecmei’l-Elkâb, thk., Muhammed Kazım, Tahran 1416.

et-TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/.922), Züyûlû Târihu’t-Taberî, thk., Muhammed Ebû’l-Fazl İbrahim, Kahire trz.

Târihu’t-Taberî, thk., Muhammed Ebû’l-Fazl İbrahim,Kahire 1992.

Târihu’t-Tâberî, çev., M.Faruk Gürtunca, İstanbul trz.

Câmiu’l - Beyân An Te’vî l -i Âyi’ l -Kur’ân, Beyrut 1405.

TÂHÂ HÜSEYİN (1973), İslâmiyyât (Mir’atü’l-İslâm-Ala Hamişi’s-Sira- Va’dü’l-Hakk,el-Fitnetü’l-Kübrâ “Osman”- el-Fitnetü’l-Kübrâ “Ali ve Benûh”, Beyrut 1991.

et-TEMİMÎ, Ebu’l-Arab, Kitâbu’l-Mihân, thk., Yahya Vehib el-Cebbûrî, Beyrut 1408/1988.

et-TİRMİZÎ, Muhammed b. İsa (279/892), es-Sünenü’t-Tirmizî, İstanbul 1413/1992.

TOPALOĞLU, Fatih, “Hz. Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasî Olaylarına Yönelik Tutumu”, DEÜSBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 2001.

el-UMEYRÂ, ABDURRAHMAN, “Ricalün Enzelellahü fîhim Kur’ânen” , Dâru’l-Livâ Min Mektebeti’l-Mushaf, II, KFCRİS No:36915.

el-VÂHİDÎ, Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî (468/1076) , Esbâbu’n-Nüzûl, Beyrut 1413/1993.

el-VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer (207/823), Kitâbu’l-Meğâzî, thk., Marsden Jones, Beyrut 1984.

VAROL, M. Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt, Konya 2004.

VEHBE ZUHAYLÎ, et-Tefsîru’l-Vecîz- Esbâbu’n-Nüzûl ve Kavaidü’t-Tertîl, Dımaşk 1416.

el-VERDİ, Ali Hüseyin, Vu’âzu’s-Selâtin, Bağdad 1954.

WENSİNCK, Aren Jean, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li Elfâzi’l-Hadisi’n-Nebevî, İstanbul 1998.

el-YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Yakub (294/1229), Târihu’l-Ya’kûbî, thk.,Abdu’l- Emir Mühenna, Beyrut 1413/1993.

YANIK, Nevzat, Arapça’da Sayılar, Erzurum 1999.

ez-ZEBÎDÎ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev., Ahmed Naim, Ankara 1975.

ez-ZEHEBÎ, Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Târihu’l-İslâm (Hulefâ-yi Raşidîn Dönemi), thk., Ömer Abdusselam Tedmûri, Beyrut 1410/1990.

Siyeru A’lami’n-Nübelâ, thk., Şuayb Arnavut, Beyrut 1414/1994.

ZEMAHŞERÎ, Ebi’l-Kasım Carillah Muhammed b. Ömer b. Muhammed (467/538), Tefsîrü’l-Keşşâf, tsh., Muhammed Abdisselam Sahîn, Beyrut 1424/2003.

ez-ZERKEŞÎ, Ebû Abdillah Bedrüddin (794/1392), Hz. Aişe’nin Sahâbe’ye Yönelttiği Eleştiriler, çev., Bünyamin Erul, Ankara 2000.

ZÜHEYR CEMMACÛM, Eşheru’l-Muavvegîn fi’l-Âlem, Daru İbn Hazm, KFCRIS, No: 00068443, trz.

ZİRİKLÎ, el-A’lâm- Kâmûs ve Terâcim, thk., Ali Muhammed, Beyrut 1992.

ZORLU, Cem, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002.

Abbasîlere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara 2001


126


 

 

 



[1]              İbn Sa’d, III, 246 , IV, 132; Belâzürî, Ensâb, I , 264 ; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn Hazm, s. 405, “İbn Hazm, Mâlik b. Üded, Ans b. Mezhic ve Mâlik b. Ans’ın soyları hakkında geniş bilgiler vermektedir. s.405-406; Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed İbn Abdilberr, el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Beyrut 1415/ 1995, III, 626; Bağdâdî, I ,150; İbn Asâkir, XLIII, 348; Zehebî , Siyer, I, 406; Ebû’l-Fazl Ahmed b. Ali İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, thk., Ali Muhammed Bicâvî, Beyrut 1412/1992, IV, 575; Ayrıca bkz., Köksal, III-IV,239.

[2]              Belâzürî, Ensâb, I, 178; Eminî, IX, 157.

[3]              İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003, s. 33-34; a.mlf, “Hz. Muhammed (s.a.v)’in Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam”, Diyanet İlmi Dergi: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)-Özel Sayı- , Ankara 2003, s. 12.

[4]              S. Şerefüddin, Ammâr, VI, 303-318; a.mlf., Da’vetü’t-Takrîb, s.130-131; a.mlf., Ammâr b. Yâsir, s. 20.

[5]              Ebû Huzeyfe b. Muğire, Kâbe’nin yeniden inşâaında Hacerü’l -Esved’in yerine konmasında Mahzûmoğulları adına cübbenin bir tarafından tutan ve Hâlid b. Velid’in amcası olan şahıstır. Bkz., İbn Hişam, I, 196-197; Fayda, Hâlid b. Velid, s. 44.

[6]              İbn Sa’d, III, 246; Belâzürî, Ensâb , I, 177; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn Abdilberr, III, 227; İbn Asâkir, XLIII, 354, 356; Süleyman es-Sertâvî, es-Sîretü’n-Nebeviyye (li’ş-Şebâb), II, KFCRIS, No: 00061751, s. 51; Şah Muinüddin Ahmed- Said Şahid Ansârî en-Nedvî, Büyük İslâm Târihi -Asr-ı Saadet -Ashâb- ı Kirâm, Haz., Eşref Edip, İstanbul 1388/1969, II, s. 323; Beydûn, s. 152; Mahmud Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, çev., Mustafa Kasadar-Nezir Özlen, İstanbul 2000, s. 47.

[7]              İbn Manzur, IX, 53; Münir Gadban, İslâm’da Siyasî Anlaşma (Hilf), Adapazarı 1990, s. 11.

[8]                          Ammâr ve babası Yâsir arasında geçen diyaloglarla ilgili geniş bilgi için bkz., S. Şerefüddin, Ammâr , ss. 303-318;

a.mlf., Da’vetü’ t-Takrib , s.132-143; a.mlf., Ammâr b. Yâsir, s. , 23-33.

[9]    İbn Sa’d, III, 246 , IV, 136; İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I,178; Taberî, Züyûl, s. 508; Zehebî, Târih ,

s. 570; a.mlf, Siyer, I, 406; Hâlid Abdurrahman el-Akk, Mevsûatü Uzemâi Havli’r-Resûl, Beyrut 1412 / 1991, II, 1379; Abdullah el-Merağî, “Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, Mısır 1374/1949, s. 905.

[10]            Taha Hüseyin, s. 571-572.

[11]    Taha Hüseyin, s. 572-573; Abdülmüğanni el-Minşavî, “Mine’l-A’lami’l-İslâmî: Ammâr b. Yâsir”, Mecelletü Livai’l-

İslâm,                                sayı: 8, Kahire Rebiü’s-Sani 1380/Eylül 1960, s. 499; Cümeylî, s. 160.

[12]            Batha, Mekke’nin yakınında bir yerdir ve “bitah” kelimesinin cemi’ şeklidir. Yâkut el-Hamevî, I, 526-527; Ayrıca bkz. İbn Manzur, II, 413.

[13]   İbn Sa’d, III, 249, IV, 136-137; Belâzürî, Ensâb ,I, 184; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Esfiyâ , Beyrut,

trz., I, 140; Zehebî, Siyer, I, 410; a.mlf, Târih, s. 572; Nureddin Ali b. Ebî Bekr el-Heysemî, Mecmau’z- Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Beyrut 1402/1982,V, 293.

[14]                           Ebû Nuaym, I, 140; Ebî’l-Kasım İsmail b. Muhammed b. Fazl Esbehanî, Siyerü Selefi’s-Salihîn, thk., Ferhat b. Ahmed, Riyad 1420/1999, II, 571.

[15]                         İbn İshak, s. 172; İbn Hişam, I, 264; İbn Sa’d, IV, 137; Belâzürî, Ensâb, I, 182; Bağdâdî, I, 150; İbn Abdilberr, İstiâb ,

III, 227; İbn Asâkir, XLIII, 368; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II,67; Zehebî, Siyer, I,409-410; İbn Hacer, İsâbe, IV,575; Said Havva, el-Esas fi’s-Sünne- Hadislerle İslam Târihi , çev., Komisyon, İstanbul 1409/1989, VI, 197; M. Beyyûmî Mehran, el-İmâme ve Ehlü’l-Beyt, Beyrut 1995, I, 288.

[16]                         Bu konudaki rivayet farklılıkları için bkz., İbn Asakîr, XLIII, 368- 372.

[17]   İbn Sa’d, III, 249; Ebû Nuaym, I, 139; Zehebî, Târih, s. 572; İbn Kesir, es-Sîreü’n -Nebeviye, I, 243; Seyyid Ahmed

Subazi, “Şahsiyyetün fi Sütur: Evvelu Şehidetin fi’l-İslâm”, el-Hidâye, sayı: 97, Rebiu’l-Evvel 1407/Aralık 1985, s. 91.

[18]   Belâzürî, Ensâb, I,182; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II,67; Minşâvî, s. 499; İbrahim Beydûn, s.154; Mahmud Nevâvî, “Ammâr

b. Yâsir”, Mecelletü’l-Ezher, Kahire 1374/1954, s. 370; Köksal, III-IV, 105-106.

[19]                        İbn Sa’d, III, 246. Müellifin eserinde “Hayyât” ismi, sadece hanımları ele aldığı bölümde-VIII. ciltte- ismi “Hubbat” olarak yazılmaktadır. Diğer yazım şekilleri için bkz., “Habât” , Halife b. Hayyât, s. 55; “Hıbât”, Belâzürî, Ensâb, I,178; “Hayyât” İbn Abdilberr, III, 227; “Huyyât”, Köksal, III-IV, 240.

[20]                       İbn Asâkir, XLIII, 359; Mizzî, XXI, 215.

[21]                       Belâzürî, Ensâb, I, 489.

[22]                       Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 801.

[23]                       Hamidullah, İslâm Peygamberi , II, 801; a.mlf., Hz. Muhammed, s. 72,164.

[24]                       Hamidullah, İslâm Peygamberi , I, 171; a.mlf, Kur’an-ı Kerim Târihi, s. 194.

[25]                       Hamidullah, Hz. Muhammed, s. 164.

[26]                       Hamidullah, Hz. Muhammed, s. 72.

[27]                        Peygamberimizin Taif seferinde, Taif kalesinden kaçıp müslüman olan ve daha sonra da azat edilen Ezrâk b. Ukbe b. Ezrâk, Hâlid b. Said’e Kur’an ve sünneti öğretme görevi ile teslim edildi. Daha sonra Ezrâk Ümeyyeoğullarının müttefiki oldu. Ümeyyeoğulları ise onu kendilerinden bir kadınla (Sümeyye) evlendirdiler. Köksal, XV, 461-462.

[28]                        İbn Sa’d, III, 247; İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I,178; İbn Asâkir, XLIII, 354-355,357; Mizzî, XXI, 218-219; Eminî, IX,157.

[29]                        M. Th., Reckendorf, “Ammâr”, İA, İstanbul 1965, I, 410.

[30]                        Belâzürî, Ensâb, XIII, 438; Zehebî, Siyer, I, 408; Mizzî, XXI, 219.

[31]                        Nebîhe Âkil, s. 71.

[32]                          Mevsûatü Hayâti’s-Sahâbiyyât, thk, Muhammed Said el-Mübeyyız, Katar 1410/1990, s. 421.

[33]            Mevsûatü Hayâti’s-Sahâbiyyât, s. 422. Ayrıca bkz. Ömer Rıza Kehhâle, A’lâmü’n-Nisâ, Beyrut 1412/1991, s. 361­362.

[34]            Belâzürî, Ensâb, I, 179; Sümeyye’ nin ismi Ensâb’ ta ilk müslüman olanların arasında zikredilmemektedir; Ebû Nuaym, I,140; İbn Asâkîr, XLIII, 365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 627; Zehebi, Siyer, I,409; İbn Kesir, Sîre, I, 243; Mizzi, XXI, 221.

[35]                         İbn Sa’d, VIII, 264; Belâzürî, Ensâb, I, 180; İbnü’l-Cevzî, II ,42; Zehebî, Siyer, I,409; a.mlf.,Târih ,s. 570; İbn Kesir,

Sîre, I, 244; Mizzî, XXI, 221; Ahmed Subazî, s. 91; Akk, II,1000.

[36]            Fayda, Hâlid, s. 49-50.

[37]            Belâzürî, Ensâb, I, 179; Ebû Nuaym, I, 140; İbn Asâkîr, XLIII, 366; Zehebî, Siyer, I, 409; İbn Kesir, Sîre, I, 243. Mekke dönemi müşriklerin müslümanlara uyguladıkları işkenceler için ayrıca bkz., İbn İshak, s,169-177; Belâzürî, Ensâb, I, 156-198.

[38]                        İbn Sa’d, VIII, 264; İbn Kuteybe, Maârif, s. 256; Belâzürî, Ensâb, I, 180; Ya’kûbî, I, 347; Esbehânî, II, 570; İbn Asâkir, XLIII,359,367; İbnü’l-Cevzî, II, 42; Zehebî, Siyer , I, 409; a.mlf, Târih, s. 570; İbn Kesir, Sîre, I, 244; DGBİT, I, 211.

[39]                        Nedvî, II, 325; Şedid, s. 31; Mahmut Şît Hattâb, “es-Seyyidetü Sümeyye: Ümmü Ammâr b. Yâsir”, el-Ümme, sayı: 63, Rebiu’l-Evvel, 1406/ Kasım 1985, s. 17.

[40]                       İbn Sa’d, III, 246 ; Belâzürî , Ensâb, I, 178 ; Taberî, Züyûl, s. 508; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III , 627; Zehebî ,Târih , s.570; a.mlf, Siyer , I ,406 ; Mizzî, XXI , 218.

[41]                       Belâzürî, Ensâb, I, 182; Eminî, I X,158; Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, thk., Nayif el-Abbas- Muhammed Ali Devle, Dımaşk 1403/1983, I, 291. Ayrıca bkz. Köksal, III-IV, 105.

[42]                       İbn Sa’d, III, 246; Belâzürî ,Ensâb, I, 178; Taberî ,Züyûl , s. 508; İbn Asâkîr, XLIII, 356; Mizzî, XXI , 218; Emînî, IX, 157; Umeyrâ, s. 39; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 47.

[43]                        İbn Hazm, s. 406; İbn Asâkir, XLIII, 358. İbn Kuteybe’de Muhammed b. Ammâr’dan sadece isim olarak bahsedilmiş fakat herhangi bir bilgi verilmemiştir.bkz., İbn Kuteybe, Maârif, s. 256.

[44]                        Şeybânî, Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan, Mecmeu’l-Âdâb fî Mecmei’l-Elkâb, thk., Muhammed Kâzım, Tahran 1416, II, 22.

[45]                        Şeybânî, I, 220.

[46]                          Abdulmüteâl es-Saîdî, Şebâbu Kureyş fî Bed’i-İslâm, Riyad 1388, s. 144.

[47]            İbn Abdilberr, III ,228; Safedî, XXII, 376; İbn Asâkir, XLIII, 362; Hâkim, III, 433; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 47.

[48]            Burada Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın da Mahzumoğularından olduğunu hatırlatmamız yerinde olacaktır. Bkz. İbn Hişam, II,285; Makdîsî, V,101; Fuad, s. 82.

[49]                         İbn Sa’d, III, 247-248, 227; Belâzürî, Ensâb, I, 179; Halebî, I, 455; İbn Asâkir, XLIII, 365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,

III,627; Muhammed Muhammed Fuad, “Ricalün Enzelallahu fihim Ayeh”, Ammâr b. Yâsir-6, sayı:183, yy., 1413/1992, s. 82; Muhammed Rıza, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Beyrut 1423/2003, s. 104; Muhammed Şedid, “Ricalün fi Maariki’l-İslâm Şehidün mine’n-Nüceba: Ammâr b. Yâsir” , Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1405/1985, s. 35-36.

[50]    Abbas Hasan, en-Nahvu’l-Vâfi, Mısır 1974, IV, s. 537; Nevzat Yanık, Arapça’da Sayılar, Erzurum 1999, s. 21.

[51]                         Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya 1994, s. 142 - 143.

[52]   Belâzürî, Ensâb, I, 177; Taberî, Tefsir, VII, 200; Ahmed b. Hanbel, I,420; Esbehanî, II, 284; Köksal, XVIII, 465.

[53]            Belâzürî, Ensâb, I,177; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 158; Köksal, XVIII, 466; İmadüddin Halil, Muhammed Aleyhisselam, çev., İsmail Hakkı Sezer, Konya 2003, s. 80.

[54]   İbn İshak, s. 124; Ziriklî, el-A’lam: Kâmûs ve Terâcim, thk., Ali Muhammed, Beyrut 1992, V, 36; Emini, IX,158.

[55]   Belâzürî, Ensâb, I, 179 ; Ebû Nuaym, I, 140; İbn Asâkir, XLIII, 365-366; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 627; Mizzî,

XXI, 221.

[56]   İbn Asâkîr, XLIII, 365; Zehebi, Siyer, I, 409; İbn Kesir, Sîre, I, 24; a.mlf, İslâm Târihi, III, 44; Mizzî, XXI, 221.

[57]                         İbn İshak, s. 124-150; İbn Hişam, I, 194-205; İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb, I, 198; Ebû’l-Fidâ, I, 175; İmadüddin

Halil, s. 67; Sabri Hizmetli, İslâm Târihi, Ankara 1999, s. 151.

[58]   İbn Asâkir, LXIII, 365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 627; Zehebi, Siyer, I, 428; İbn Hacer, İsâbe, IV, 575; Nedvî, II,

324.

[59]   Zehebî, Siyer, I, 410; Zehebî Hz. Ebûbekir’i de buna ilave eder; Mizzî, XXI, 216; 216. İbn Hacer, Tehzib, VII, 345.

[60]            Zeynüddin Ahmed b. Ahmed b.Abdi’l-Latif ez-Zebîdî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev., Ahmed Naim, Ankara 1975, X, 331-332.

[61]            Mevlana Şiblî, Son Peygamber Hz. Muhammed, çev.,Yusuf Karaca, İstanbul 2005, s. 160.

[62]            Nedvî, II, 324.

[63]   Abdurrahman es-Süheylî, er-Ravdu’l-Unûf fî Şerhis-Sîreti’n- Nebeviye li İbn Hişam, thk., Abdurrahman Vekîl,

Kahire trz. III, 202; İbn Kesir, Sîre, I, 243; a.mlf, İslâm Târihi , III, 86; Cabîrî, Siyasal Akıl, s. 149; Saîdî, s. 144; İmadüddin Halil, s. 80; Hizmetli, s. 158.

[64]                         Nedvî, II,324.

[65]                         Belâzürî, Ensâb, I, 179; Ebû Nuaym, I,140; İbn Asakîr, XLIII, 366; Zehebî, Siyer I,409; İbn Kesir, Sîre, I, 243;

Kandehlevî, I,288-289; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 48.

[66]                         Belâzürî, Ensâb, I, 181; Kandehlevî, I, 292.

[67]            İbn Sa’d, III, 249-250; Belâzürî, Ensâb, I, 180- 181; Ebû Nuaym, I, 139-140; İbnü’l-Cevzî, II , 231; İbnü’l-Esîr, Kâmil , II, 67; a. mlf, Üsdü’l-Ğâbe ,III, 628; Zehebî ,Târih, s. 572; Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, İstanbul 1413/1992, İmân, 17; Kâmil Mahmud Habib, “Min Şühedai’l-İslâm: Ammâr b. Yâsir” , er-Risâle, sayı: 246, Mısır 1938, s. 505; Said Havva, VI, 187-188; Hâlid Muhammed Hâlid, Ricalü Havli’r-Resûl, Dımaşk 1994 , s. 201.

[68]            Nahl 16 /106.

[69]            İbn Sa’d, III, 249 - 250; Belâzürî, Ensâb, I, 180 - 181; İbn Asâkir, XLIII, 360; İbnü’l -Esîr, Kâmil, II, 67; a.mlf, Üsdü’ l-Ğâbe, III, 628; Nesâi, İman, 17.

[70]            Ebû Mansur el- Maturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, thk., Fethullah Huleyf, İstanbul 1979, s. 373.

[71]                         İbn Sa’d , III, 248; Belâzürî , Ensâb , I , 180 ; Zehebi ,Târih , s. 571 ; a.mlf , Siyer ,I,409; Köksal, III-IV , 107.

[72]   İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb, I, 180; Süheylî, III, 201; Emîni, IX, 158; Abdulmunim el-Cudavî, “Ricâlün Min

Mekke”, KFCRIS, No: 00086017, yy.,1412/1992, s. 76; Züheyr Cemmacûm, Eşheru’l-Muavvegîn fi’l-Âlem, Daru İbn Hazm, KFCRIS, No: 00068443, trz., s. 119; Cümeylî, s. 160.

[73]                         Enbiya 21 / 69.

[74]   İbn Sa’d, III, 248; Belâzürî, Ensâb, I, 191; İbn Asâkir, XLIII, 372; İbnü’l-Cevzî, II, 230; Zehebî, Siyer, I, 410; Eminî,

IX, 167-168.

[75]            İbn Sa’d, III, 248; İbn Asâkir, XLIII, 373; Zehebî, Siyer, I, 410-411; Halebî, I, 483; Muhammed Ali el-Abbas , “Muâmeletü’l - Hadmi Fi’l - İslâm” , Mektebetü’s-Sabi, Riyad, KFCRIS, No: 00088806, trz. , s. 76; Umeyrâ, s. 41; Sertâvî, s. 52-53; Mehran, I, 290.

[76]                         İbn Sa’d, I, 131.

[77]                         Ya’kûbî’nin rivayetine göre Safa ve Merve arasında. Yâ’kubî, I, 340-341.

[78]                         Ya’kûbî’ye göre ise bu kişi Peygamberimizin amcası Ebû Talib’tir. Yâ’kubî, I, 340-341.

[79]                         Kâbe’nin bitişiğinde Kâbe’den sayılan ve bir duvarla Kâbe’den ayrılan boşluk.

[80]                        Ya’kûbî, I, 340-341; İbn Kesir, İslâm Târihi, II, 461; Beydûn, s. 153.

[81]            İbn İshak, s. 210, 156; İbn Hişam, I, 301; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 99, 101, 138; İbn Hacer, İsâbe, IV, 575.

[82]    İbn Abdilberr, III , 228; Safedî , XXII , 376 ; Minşavî, s. 500 ; Ahmed Süveylim, “el-Müslimüne Hezemü’l-Acz:
Ammâr b. Yâsir”, ed-Dâru’l-Masriyyetü’l-Lübnaniyye, Lübnan, Mart 1990, s. 52; Cudavî, s. 78.

[83]            İbn Sa’d, III, 250; Taberî , Züyûl , s. 508 ; İbn Asakîr, XLIII, 379; Zehebî , Târih, s. 572; Akk, II, 1382; Fuad, s. 82 ; Rıza Savaş,, “Mekke’de İslâm’ın Yayılmasına Akrabalık Açısından Bir Bakış”, İstem Dergisi, Konya, Yıl:2, Sayı:4, 2004, ss.35-52,s.41; Hüseyin Ali Muhammed, “Ammâr b. Yâsir”, el-Minhal, Rebiu’l-Evvel, yy., 1405 , XLVI, s. 41.

[84]            Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 51.

[85]            Mevlana Şibli, Son Peygamber, s. 164.

[86]    İbn Asakîr, XLIII, 380; Hâkim, III, 434; İbn Abdilberr, III, 628; Ziriklî, V,36; Minşavî, s. 500; Beydûn, s.157.

[87]            İbn Sa’d, I, 234, IV, 367; Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahîhu’l- Buhârî, İstanbul 1413/1992, Tefsir-i Sure 87; İbn Asâkir, XLIII, 380; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut trz., IV, 284, 291; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 264; Esbehanî, II,465; Kandehlevî, I, 344.

[88]    İbn Sa’d, III, 250; Akk, II, 1382; Taha Hüseyin, s. 640; Beydûn, s. 57; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 51.

[89]    İbn Sa’d, III, 250; Belazüri, Ensâb, I, 184; İbn Asakir, XLIII, 379-380; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; Halebî,
II, 236; Zehebî, Siyer, I, 411-412; a.mlf, Târih, s, 572; İbn Kunfûz, s.56; İbn Hacer, Tehzib, VII, 346.

[90]            Tevbe, 9/108.

[91]            İsfehanî, XVI, 352; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Dürrü’s-Sahâbe fi Menakibi’l-Karabeti ve’s- Sahâbe, thk., Hüseyin b. Abdillah el-Umeri, Dımaşk 1404/1984, s. 324; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; DGBİT, I, 281; Cümeylî, s. 159; Mevsûatü Yemen, “Ammâr b. Yâsir”, Beyrut 1992, s. 680; Beydûn, s. 158.

[92]   İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; Cudavî, s. 78; Taha Hüseyin, s. 640; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 823; Lale

Bahtiyâr, Hz. Muhammed’in Ashabı, çev., Nuray Şentürk-Fahrünnisa Erdem, İstanbul 1999, s. 126.

[93]                         İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 630; Hâkim, III,434; Canan, XII, 331; Köksal, VIII, 9.

[94]                         Kettâni, II, 304.

[95]                         İbn Hişam, II, 106.

[96]                         DGBİT, I, 81.

[97]                         İbn Hişam , II ,104; İbn Sa’d, III, 251; Akk, II, 1384; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar , s. 51.

[98]                         Minkârî, s. 326; İbn Hişam, II,104; İbn Kesir, İslâm Târihi, III,324; Köksal, III,123.

[99]   İbn Hişam, II,115; İbn Sa’d, III, 250; İbn Habib, s. 73; Taberî, Züyûl, s. 508; İbn Asakir, XLIII, 381; İbn Hacer,

Tehzib, VII,344; Mevlana Şibli, Son Peygamber , s. 194-196; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s.51; Beydûn, s. 159; Köksal, VIII, 112; Hizmetli, s. 219.

[100]                        İbn Sa’d, III, 250; Emînî, IX, 163; Beydûn, s. 159.

[101]                        Kettânî, II, 229; Mehran, I, 297; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 180-181.

[102]                        Köksal, VIII, 223, XVIII, 277.

[103]                        Köksal, VIII,229.

[104]                        Köksal, XI,143.

[105]                        Mustafa Baktır, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi- Ashab-ı Suffe, İstanbul 1990, s. 47.

[106]                        Ashab-ı Suffe, s.114-122.

[107]                        Ashab-ı Suffe, s.48.

[108]  İbn Sa’d, III, 250-251; İbn Habib, s. 289-290; Belâzürî, Ensâb, I, 185; Taberî, Züyûl, s.508; Bağdadî , I ,150; İbn

Abdilberr, III, 228; İbn Asâkir, XLIII, 381-382; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III , 628; a.mlf, Kâmil, II, 67; İbn Hacer, Tehzîb, VII, 345; a.mlf, İsâbe, IV,575; Ziriklî, V,36; İbn Kunfuz, s. 56.

[109]                        Vâkıdî, I, 12; İbn Sa’d, II, 9; Köksal, IX, 15.

[110]                        İbn Hişam, II, 249-250; Taberî, Târih, II, 261; Köksal, IX, 17-18.

[111]                        Ahmed b. Hanbel, IV, 263; İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 365.

[112]                       Taberî, Târih, II, 264; a.mlf, Tefsir, II, 349; İbn Kesir, İslâm Târihi, III,372; a.mlf, Tefsir, I, 253.

[113]                        Vâkıdî, I, 397-398; İbn Hişam, III-IV, 208-209; İbn Kesir, İslâm Târihi, IV, 149; Halebî, II, 573; Köksal, XI, 125­

126; Kandehlevî, I, 481-482.

[114]           Kettânî, II, 64.

[115]           Maide 5 / 67.

[116]                        Kettâni, II, 119.

[117]                        İbn Kesir, İslâm Târihi, IV, 267.

[118]                        Fayda,“Bedir Gazvesi”, DİA, V, 325.

[119]                        Fayda, “Bedir Gazvesi”, DİA, V, 326; Sarıçam, Evrensel Mesaj, s. 157.

[120]                        Câbirî, Siyasal Akıl, s. 217.

[121]                        Vâkidî, I ,24, 155; Hâkim, III, 434.

[122]                        İbn Hişam, II, 302-305; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 52.

[123]                        Vâkıdî, I, 84; Köksal, IX, 161-163.

[124]                        Köksal, VI, 65; IX,160; Akgül, I, 367.

[125]                        İbn Sa’d, VIII, 264; Hattab, s. 17-18; Akk, II , 1000.

[126]                        Köksal, IX, 197-198.

[127]                        Uhud Savaşı hakkında bkz., DGBİT, I, 457-475.

[128]                        Vâkıdî, I, 232-237; İbn Sa’d, III-IV; Köksal, X, 91.

[129]                        İbn Kesir, İslâm Târihi, IV, 92; Beydûn, s. 160.

[130]                        Vâkıdî, II, 446-448; Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 125; Köksal, XII, 210-211.

[131]                        İbn Hişam, II, 104; İbn Sa’d, III, 252; Fuad, s. 82; Köksal, XII, 212.

[132]                       Vâkıdî, I, 407.

[133]                       Ebû’l-Ferec Ali b. Hüseyin el-İsfehânî,, Kitâbü’l-Eğânî, şerhedenler., Ali Mühennâ - Semir Cabir , Beyrut 1415/1995,

XVI, 352. Bu biat Kur’ân-ı Kerim’de de övülmüştür. Fetih 48/18-19.

[134]           Esbehânî, II, 595.

[135]           Vâkıdî, III, 1042; Ebu’l-Fida,IV,34; Köksal, XVI, 246.

[136]           Ebu’l-Fida, IV, 37; Ahmed b. Hanbel, V, 453; Köksal, XVI, 246-247.

[137]           Vâkıdî, III, 1042; Ahmed b. Hanbel, V, 453; İbn Kesir, İslâm Târihi, V, 88; Halebî, III, 120; Ebu’l-Fida, IV, 34; Köksal, XVI, 247; Hüseyin Algül, İslâm Târihi, İstanbul 1986, II,31; Ayrıca bkz., Ahmet Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994, s. 154.

[138]                        Vâkıdî, III, 1042; Köksal, XVI, 248.

[139]                        Vâkıdî, III, 1043; Köksal, XVI, 248.

[140]                        Ahmed b. Hanbel, V, 453; Köksal, XVI, 248.

[141]           Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî el-Vahidî, Esbâbu’n-Nüzûl , Beyrut 1413/ 1993, s. 135-136; Ebû Ömer Nâdi b. Mahmûd Hasan el-Ezherî, Esbâbu’n-Nüzûl, Cezîre 1418/1997, s. 225-226; Hasaneyn Muhammed Mahlûf, Kelimâtü’l- Kur’an- Tefsir ve Beyan,, Mekke-i Mükerreme trz., s. 118; Celâlüddin es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensur fi’t-Tefsîri’l- Me’sûr, Beyrut 1414/1993, II, 573; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: Komisyon, İstanbul 1992, III, 16-17.

[142]   Ahmed b. Hanbel, IV, 89-90; İbn Abdilberr, III,229; Heysemî, V, 293-294; Şevkanî, Dürrü’s-Sahâbe, s. 361; Zehebî
,Târih ,s. 575; İbn Hacer, İsâbe, IV, 576; Meraği, s. 905; Minşavî, s. 500; Cümeylî, s.62; Hâlid, s. 202; Akk, II, 1383.

[143]                        Fayda, “Hulefâ-i Râşidîn” , DİA, XVIII, 326.

[144]                        Algül, II, 211.

[145]                        İbn Kuteybe, İmâme, 15, 17; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 276.

[146]                        Taberî, Târih, I, 241.

[147]                        Cem Zorlu, İslâm’da ilk İktidar Mücadelesi, Konya 2002, s. 175.

[148]                        İbn Sa’d, II, 272; İbn Kuteybe, İmâme, I, 18-20; Fığlalı, Sakife Olayı,s. 21; Hizmetli, s. 321.

[149]                        Fayda, “Hulefa-i Râşidîn” ,DİA, XVIII, 328.

[150]                        İbn Sa’d, III, 254; İbn Kuteybe, Maârif, s. 258; Belâzürî, Ensâb, I, 184; Taberî, Züyûl, s.509; Hâkim, III, 435; İbn

Abdilberr, III, 231; İbnü’l-Esîr,Üsdü’l-Ğâbe, III, 631.

[151]                        Fayda, “Hulefâ-i Râşidîn” , DİA, XVIII, 326.

[152]                        Belâzürî, Fütûh, s. 432-433.

[153]                        İbn Sa’d, III, 254; İbn Asâkir, XLIII, 442-444; Zehebî, Siyer, I, 422.

[154]           İbn Sa’d, VI, 8, III, 255; Belâzürî, Fütûh, s. 385; a.mlf., Ensâb, I, 186; Taberî,Târih, IV,144; İbn Abdilberr, III, 230; İbn Asâkir, XLIII, 437; Zehebî, Siyer, I, 422; Makdîsî, V, 180; Nedvî, II, 329; Kandehlevî, II, 54; Kettânî, II, 153­154; Taha Hüseyin, s. 647; Ünal Kılıç, Hz. Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004, s. 162.

[155]           Halis Demir, Devlet Gücünün Sınırlanması (Raşit Halifeler Dönemi), İstanbul 2004, s. 64-65.

[156]   İbn Sa’d, III, 255; Belâzürî, Ensâb, I, 185; Ebû Nuaym, I, 139; İbn Asâkir, XLIII, 437; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 20-21;
a.mlf, Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Hâkim, III, 439; Zehebî, Siyer, I, 422; a.mlf, Târih, s. 580; Said Havva, VI, 191.

[157]           İbn Sa’d, III, 255; Belâzürî, Fütûh, s. 385; İbn Hacer, İsâbe, IV, 449; Kılıç, Valilik, s. 162.

[158]           Celâl Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 304-305; Kılıç, Valilik, s. 162.

[159]           Belâzürî, Fütûh,s. 668; İbn Asâkir, XLIII, 438; Zehebî, Siyer, I, 422; a.mlf., Târih, s. 580.

[160]           Hz. Ömer zamanında kimlere ne kadar atâ verildiği hakkında bkz., Belâzürî, Fütûh, s. 654-674.

[161]  Mehmed Said Hatipoğlu, “İslâmda İlk Siyasî Kavmiyetçilik: Hilafetin Kureyşîliği”, AÜİFD, Ankara 1978, Sayı: XXIII,

ss. 121-213, s. 152.

[162]           Taha Hüseyin, s. 643; Algül, II, 312

[163]           Kasas, 28/5.

[164]                        Belâzürî, Ensâb, I, 186; Taberî, Târih, IV,164; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 32.

[165]                        Bir suçun işlenmesinden sonra ilk tahkikatı yürütme görevi yapan Adlî Polis. Bkz. Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, çev., Ö.

Rıza Doğrul, İstanbul 1977, IV, 160.

[166]           Şiblî, Asr-ı Saadet, IV,160.

[167]           İbn Sa’d, III, 256.

[168]                        Taberî, Târih, V, 121-122.

[169]           Taberî, Târih, IV, 121-122; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5-6.

[170]                        Taberî, Târih, IV, 163; İbnü'1-Esîr, Kâmil, III, 20; Kılıç, Valilik, s. 168; Ahmet Akbulut, Sahâbe Devri Siyasi

Hadiselerinin Kelâmi Problemlere Etkisi, İstanbul 1992, s. 146.

[171]           Belâzürî, Ensâb, I, 191; Eminî, IX, 166.

[172]                        İbn Sa’d, III, 256; Belâzürî, Ensâb, I, 190; Zehebî, Siyer, I, 423-426; a.mlf., Târih, s. 580; Değişik rivayetler için bkz.,

İbn Asâkir, XLIII, 448; Eminî, IX, 163, 166.

[173]           İbn Sa’d, III, 254; Belâzürî, Ensâb, I, 183; Taberî, Târih, IV, 163; Heysemî, V, 292; İbn Asâkir, XLIII, 443 444,449; Eminî, IX, 161; Said Havva, VI, 189-190; Taha Hüseyin, s. 649; Şakir, s. 56.

[174]                        İbn Sa’d, III, 183; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 32; Taberî, Târih, IV, 163-164; Nedvî, II, 329-330; Şakir, Sahâbe

Hayatından Tablolar ,s. 57.

[175]           İbn Asâkir, XLIII, 449-450; Beydûn, s. 166.

[176]                        Belâzürî, Fütûh, s. 400; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 20, 31-32; a.mlf., Târih, s. 580.

[177]                        Belâzürî, Fütûh, s. 400; İbn Asâkir, XLIII, 541; Umeyrâ , s. 48.

[178]                        Ya’kûbî, II, 47; Taberî, Târih, IV, 165; Makdîsî, V, 182; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 20,32; Beydûn, s. 166-167.

[179]                        Çınar, s. 67.

[180]  İbn Sa’d, III, 256; Belâzürî, Ensâb, I, 193; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Zehebî, Siyer, I, 423; a.mlf, Târih, s.

581; Eminî, IX, 170; Cudavî, s. 80; Habib, s. 505; Nevâvî, s. 371; Mehran, I, 296-297.

[181]                        Taberî, Târih, IV,163; İbn Asâkir, XLIII, 451; İbnü’l-Esîr, Kâmil,III, 32; Saîdî, s. 145.

[182]                        İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 209.

[183]                        Ayrıntılı bilgi için bkz., Kılıç, Valilik, s. 198-199.

[184]           Fayda, “Hulefâ-i Râşidîn”, DİA, XVIII, 326.

[185]           Taberî, Târih, II, 252; İbn Abdirabbih, IV, 259; Makdîsî, V, 191; Akkâd, III, 122; Mehran, I, 298; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 292 - 293; Çınar, s. 67.

[186]           Mes’ûdî, II, 252; Akkâd, III, 122; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 293.

[187]           Mes’ûdî, II, 252; Akkâd, III, 122-123; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 293.

[188]                        İbn Kesir, İslâm Târihi, VII,240.

[189]  İbn Şebbe , III, 1122; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Târih-i Hulefâ, İstanbul

1414/1994, I, 376; Mahmud Şakir, Dört Halife: Hz Ebû Bekr-Hz. Ömer-Hz. Osman-Hz. Ali, ( Hulefa-i Raşidin), çev., Ferit Aydın, İstanbul 1994, s. 343; Saîdî, s. 145; Beydûn, s. 168; Işş, s. 69 ; Kılıç,Valilik, s.168.

[190]  Ünal Kılıç, “Kûfelilerin Hz. Osman’a İsyan Etme Sebepleri”, CÜİFD, Sivas 2002, Sayı: II, 242; Amr b. el-Âs’ın hangi

târihte görevden ayrıldığı hususunda geniş bir değerlendirme için bkz., Adem Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara 2001, s. 115-121.

[191]                        Halife b. Hayyât, s. 161; Belâzürî, Fütûh, s. 319-320; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 88; Kılıç, “Kûfelilerin Hz. Osman’a

Muhalefet Etmelerinin Sebepleri”, CÜİFD, II, s.242.

[192]           İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 155; Hizmetli, s. 354.

[193]           İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155-156; Şakir, Dört Halife, s. 343; Kılıç,Valilik, s. 168;.

[194]                        Algül, II, 421.

[195]                        Nedvî, II, 331-332;

[196]                        İbn Şebbe, III, 1124; Halebî, I, 461; Şedid, s. 47.

[197]                        Kılıç, Valilik, s. 168.

[198]                        Kılıç, “Kûfelilerin Hz. Osman’a İsyan Etme Sebepleri”, CÜİFD, II, 242.

[199]  Taberî,Târih, IV, 333; İbnü’l Esîr, Kâmil , III , 154-155; Celal Fidan, Hz. Osman’ın Öldürülmesi Olayında

Sahabenin Tavrı, CÜSBE (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2005, s. 97.

[200]                        Belazüri, Ensâb,V, 44; Fidan, s. 99.

[201]           İbn Şebbe, III, 1093; İbn Kuteybe, İmâme, I, 32; Taberî, Târih, IV, 344; İbnü’l Esîr, Kâmil, III,164.

[202]           İbn Şebbe, III, 1093-1094; İbn Kuteybe, İmâme, I, 32; Adem Apak, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İstanbul 2003, s. 166; Fidan, s. 103.

[203]  İbn Şebbe, III, 1093-1094; İbn Kuteybe, İmâme, I, 32; İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan,

Ankara 2001, s. 83.

[204]           İbn Kuteybe, İmâme , I, 32.

[205]           Hz. Osman'ın tepki çeken karar ve tasarrufları için bkz. ., İbnü’l-Arabî, s.81-82; Hizmetli, s. 344-349; Fayda,“Hulefa-i Raşidin” , DİA, XVIII, 327-328.

[206]                        Belâzürî, Ensâb, V,53-56; Mes’ûdî, II, 349-350; Akbulut, s. 173; er-Rayyis, s. 57.

[207] Rebeze, Medine’ye üç günlük bir mesafede yer alan bir köydür. Daha geniş bilgi için bkz., Yâkut el-Hamevî, III, 24;

Ziyaüddin Rayyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Târihi, çev., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995, s.,57.

[208]  Belâzürî, Ensâb, V, 43; Ya’kûbî, II, 68-69; Taberî, Târih, III, 341; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 441; Hizmetli, s. 346; Şakir,

Dört Halife, s.134.

[209]                        Belazüri, Ensâb, V,54-55; Ya’kûbî, II, 70.

[210]                        Ya’kûbî, II, 69.

[211]  İstîniya Kûfe’de bir köydür. Burasının Habbâb b. Eret’e verildiğine dair rivayetler de vardır. Yâkut el-Hamevî, I, 588.

[212]                        Belâzürî, Fütûh, s. 391; Yâkut el-Hamevî, III, 270.

[213]           Taberî,Târih, V,102; İbnü’l-Arabî, s. 73.

[214]                        Belazüri, Ensâb, V, 48-49; Taha Hüseyin, s. 654, 785; Fidan, s. 43.

[215]  İbn Kuteybe, İmâme, I, 35; Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; İbn Abdirabbih, IV, 282-283; Taha Hüseyin,

s. 785.

[216]           Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 16-17.

[217]                        İbn Şebbe, III, 1100; Belazüri, Ensâb, V, 88-89; Sadık İbrahim Armûn, “Hayatü Ricalati’l-İslâm: Osman b. Affan”,

Mecelletü’l-Ezher, Matbaatü’l-Ezher, cüz:3, Mısır 1362/1943, XIV, s. 116.

[218]  “Uzun sakallı, yaşlı ahmak adam, bunak” gibi anlamlara gelmektedir. Aynı zamanda Hz. Osman’a benzeyen Mısırlı bir

kişinin de adıydı. Hz. Osman’ı kötülemek ve küçük düşürmek için kullanılan bir ifadedir. bkz., İbn Manzur, XI, 669­670.

[219]                        İbn Sa’d, III, 360.

[220]                        Belazüri, Ensâb, V, 48; a.mlf, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; Armun, s. 116.

[221]                        İbn Kuteybe, İmâme, I, 35; ; Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15-16; İbn Abdilberr, II, 227.

[222]  İsmail Hakkı Atçeken, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü”, SÜİFD, Konya 1999, s. 341.

[223]  İbn Kuteybe, İmâme, I, 35; Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; Safedî, XXII, 378. Câbirî, Siyasal Akıl, s.

444.

[224]           Câbirî, Siyasal Akıl, s. 444.

[225]                        Belâzürî, Ensâb, (M. Hamidullah thk.,), I, 15; İbn Abdirabbih, II, 272; S. Armûn, s. 116

[226]                        Kettânî, II, 219.

[227]                        Seyf b. Ömer, s. 10-14; İbnü’l-Arabî, s. 81-82; Ekinci, s. 81-82.

[228]                        İbnü’l-Arabi, s. 83-84; Ekinci, s. 82-83.

[229]                        İbnü’l-Arabi, s.83; Ekinci, s. 83.

[230]                        İbnü’l-Arabi, s.84.

[231]                        Seyf b. Ömer, s. 11.

[232]                        Fidan, s. 45.

[233]                        Algül, II, 565.

[234]  Belâzürî, Ensâb, VI, 162; Ya’kûbî, Hz. Aişe’nin bu sözleri, Hz. Osman’ın, ona tahsis edilen atâ miktarını diğer

hanımlarla eşit hale getirdiği zaman söylediğini nakletmektedir. Yakûbi, II, 175; Ayrıca bkz., Murtaza el-Askerî, Abdullah b. Sebe’ Masalı, çev., Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1974, I, 81; Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt, Konya 2004 , s. 38.

[235]           Nabıa Abbott, Hz. Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, çev., Tuba Arsak Hasdemir, Ankara 1999, s. 111-112.

[236]           İbn Şebbe, III, 1100; Belazüri, Ensâb, V, 89; Mes’ûdî, II, 347.

[237]           İbn Şebbe, III, 1100; Belazüri, Ensâb, V, 49; Fidan, s. 45.

[238]                        Kaynaklarımızda bu şahsın ismine rastlayamadık.

[239]                        Ahmed b. Hanbel, I, 445, VI, 113; Belâzürî, Ensâb, I, 192; Belâzürî, Ensâb (M. Hamidullah thk.,), I, 25; Tirmizî,

Muhammed b. İsa, es-Sünenü’t-Tirmizî, İstanbul 1413/1992, V, 668. Tirmizî “Bu hadis hasen, garib bir hadistir”demiştir; Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesaî, Fedâilü’s-Sahâbe, thk., Faruk Hammâde, Daru’s- Sakâfe 1984 yy., s. 155; Ebû Abdillah Bedrüddin Zerkeşî, Hz. Aişe’nin Sahâbe’ye Yönelttiği Eleştiriler, çev., Bünyamin Erul, Ankara 2000, s. 132.

[240]                        İbn Sa’d, VIII, 65; Ebû Nuaym, II, 44; Zerkeşî, s.167 Said Havva, VI, 195.

[241]                        Taberî, Târih, II, 657- 658; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 445.

[242]                       Seyf b. Ömer, s. 63; İbn Abdirabbih, IV, 267; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 291.

[243]                        Belazüri, Ensâb, V, 26; Mes’ûdî, II, 353.

[244]                        İbn Şebbe, I, 54.

[245]                        İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 322- 323; Işş, s. 58.

[246]                        Belâzürî, Ensâb, V,99; İbn Abdirabbih, IV, 277.

[247]                        İbn Asâkir, XLIII, 455; Zehebî, Siyer, I, 417; Said Havva, VI, 195.

[248]  Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda Îtîkâdî İslâm Mezhepleri, Ankara, 1990, s. 289; a.mlf., Fığlalı, “Abdullah b. Sebe”,

DİA, İstanbul 1991, I, 133.

[249]                        İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 154-155; Hizmetli , s. 485 - 486.

[250]           Murat Akarsu, Hz. Osman ve Hilafeti (Yayımlanmamış Doktora Tezi) AÜSBE, Ankara 2001, s. 189.

[251]                        Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi s. 291; a.mlf, “Abdullah b. Sebe” , DİA, I,135

[252]           İbn Hacer,Tehzîb, IV, 295-296; Apak, s. 151-152; Daha fazla bilgi için bkz., Seyf b. Ömer, s. 48-50.

[253]           Askerî, s. 8.

[254]           Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi s. 294; a.mlf, “Abdullah b. Sebe”, DİA, I, 135.

[255]                        Yaşar Kutluay, Târihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1965, s. 294.

[256]                        Sıddık Korkmaz, Abdullah b. Sebe’, SÜSBE (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1996, s. 101.

[257]                        Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi , s. 296; Mehran, I, 292.

[258]                        Mehran, I, 292 - 294; Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi, s. 296-297.

[259]                        Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi, s. 296-297.

[260]                        Ya’kûbî, II, 67; Mehran, I, 294.

[261]                        Câbirî, Siyasal Akıl, s. 426-427.

[262]                        Ali Sami en-Neşşâr, Neş'etu't-Teşeyyu , s. 28.

[263]                        Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi, s. 296-298.

[264]                        İslâm Mezhepler Târihi, s. 299.

[265]                        Fığlalı, İslâm Mezhepler Târihi , s. 301; a.mlf.,“Abdullah b. Sebe”, DİA, I, 133-134.

[266]                        İslâm Mezhepler Târihi, s. 301; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara 1983, s.29; Akarsu, s. 195-196.

[267]                        Korkmaz, s. 101.

[268]                        İbn. Sa’d, III, 31.

[269]                       Diğerleri ise, Mikdad b. el-Esved, Ebû Zer el-Gıfarî, Selman el-Farisî, Cabir b. Abdillah, Abbas b. Abdulmuttalib ve çocukları

ile Hâşimoğullarının tümüdür. Bkz. Makdîsî, V, 124; Ebû Zehrâ, s. 41.

[270]                        Makdîsî, V, 127.

[271]                        Kummî-Nevbahtî, s. 88; Mehran, I, 292.

[272]                        Ziyaüddin Rayyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Târihi, çev., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995, s. 43.

[273]                        Ali Sami en-Neşşar, İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu, çev., Osman Tunç, İstanbul 1999, II, 217.

[274]                        Akbulut, s. 102.

[275]                        Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, DİA, İstanbul 1994, VII,320-321; Şakir, Dört Halife, s. 371.

[276]   Seyf b. Ömer, s.    139; Minkârî, s.15; İbn Sa’d, III, 32; Halife b. Hayyât, s. 181; İbn Kuteybe, İmâme, I, 62-63;

Belâzûrî, Ensâb,                          II, 230 (Belazurî, Hz. Ali’nin Ammâr b. Yâsir ile Abdullah b. Abbas’ı gönderdiğini                                                    kaydeder);

Taberî, Târih, IV, 382;                       Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İstanbul, 1988, s. 80.

[277]    Seyf b. Ömer, s.    140; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 227-228, 230-231, İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 382;             Işş, s. 90;

Nedvî, II, 291.

[278]                          Buharî, Fedâilü’s-Sahâbe 62, Ashâb-ı Nebi 5, 20, 30; Fiten 18; İbn Abdirabbih, IV, 304; İbn Asâkir, XLIII, 453, 458-459; Zehebî, Siyer, I, 424; Kandehlevî, II, 462; Said Havva, VI, 190.

[279]           Fığlalı, “Cemel Vak’ası” , DİA, VII, 321.

[280]           Minkârî, s. 205; Halife b. Hayyât , s. 184; Belazûrî, Ensâb, II, 239;İbn Kuteybe, İmâme, I, 66; İbn A’sem, I, 113­114; Mes’ûdî, II, 369; İbn Abdirabbih, IV, 288; Ebû’l-Fida, I, 241; Ziyaüddin Ömer b. Muzaffer İbnü’l-Verdi, Târihû İbni’l-Verdî, Beyrut 1417/1996, I, 148; Günal, s. 83; Nedvî, II, 333.

[281]           İbn Abdirabbih, IV, 301.

[282]           Seyf b. Ömer, s. 172-173 ; Ahmed b. Hanbel, VI, 58, 205; İbn Asâkir, XLIII, 458; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 254; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 395; Çınar, s. 93; Abbott, s. 155.

[283]                        İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 243, 262; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 389; Günal, s. 85; A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve

Târih-i Hulefâ, İstanbul 1414/1994, I, 523.

[284]                        İbn Abdirabbih, IV, 301.

[285]                        Ahmed Hilmi, İslam Târihi, İstanbul 1979, s. 255.

[286]           İbn Abdirabbih, IV, 304; Ebu’l-Arab et-Temimî, Kitâbu’l-Mihân, thk., Yahya Vehib el-Cebbûrî, Beyrut 1408/1988, s. 119.

[287]                        Algül, II, 505; Günal, s. 117.

[288]           Minkârî, s. 232-233; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III,297;

[289]  Minkârî, s. 208; Taberî, Târih, V, 11; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 294; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 421; Günal, s.126;

Beydûn, s. 174. Burada Ammâr ile Eşter’in aynı kabileye mensup olduklarını hatırlatmak isteriz. Eşter, Hz. Ali’nin yanında Cemel ve Sıffin savaşlarında bulunmuş ve yine Hz. Ali tarafından Mısır’a vali olarak tayin edilmiştir. Bkz. İbn Sa’d, VI, 213.

[290]                        Minkârî, s. 156.

[291]                        Minkârî, s. 215-216.

[292]                        Minkârî, s. 217.

[293]  İbn Sa’d, V, 19; Zehebî, Târih, s. 569. İbnü’l-Esir, Zü’l-Küla’ ve Ubeydullah’ın katilleri olarak, Basra ehlinden

Muharrez b. es-Sahsah b. Sa’lebe’nin ismini zikreder. Heni’ b. Hattab el-Erhabî ve Mâlik b. Amr et-Tinî’ el- Hadramî’nin öldürdüğü de söylenmektedir. İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 308.

[294]                        Minkârî, s. 293; İbn. Sa’d, V,19-20.

[295]           Minkârî, s. 319, 326; Belâzûrî, Ensâb, II, 315-317; Taberî, Târih, V, 39-41; Günal, s. 130; Hâlid, s. 210; Umeyrâ , s. 50; Şedid, s. 50.

[296]                         Hecer, Bahreyn yada Yemen yakınlarında bir yerdir. Medine yakınlarında bir köy olduğu da belirtilmektedir. el- Hamevî, V, 432-433.

[297]           Minkârî, s. 335; İbn Sa’d, III, 256-257; Taberî, Târih, V, 38,41; İbn Abdilberr, III, 230; İbn Abdirabbih, IV, 314; Mes’ûdî, II, 391; İbn A’sem, IV, 156; İbn Asâkir, XLIII, 362-363,465; İbnü’l-Cevzî, II, 231-232; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 308; Salah Azzâm, Şahsiyyetün İslâmiyyetün, Daru’ş-Şuûb, KFCRIS, No: 00086037, 1412/1992, s. 64.

[298]                        İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 134; Nedvî, II, 334.

[299]                        Ahmed b. Hanbel, 11, 164; İbn Abdirabbih, IV, 313.

[300]                       Hâkim, III, 435; Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII, 471; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 310; a.mlf, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632;

Eminî, IX, 170; İbni’l-Verdi, I, 151; A.Cevdet Paşa, I, 561.

[301]                        Ahmed b. Hanbel, II, 164; İbn Asâkir, XLIII, 424-425; Said Havva, VI, 198; M. Yaşar Kandemir, Abdullah b. Amr

b. As”, DİA, İstanbul, 1998, I, 85.

[302]           Minkârî, s.340; İbn Sa’d, III,258; İbn Kuteybe , İmâme, I, 110; Taberî, Târih, V,39; Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII, 464, 470; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 309-310; a.mlf., Üsdü’l-Ğâbe, III, 631; Safedî, XXII, 377; Zehebi ,Târih, s. 582; A. Cevdet Paşa, I, 560; Taha Hüseyin, s. 654.

[303]   Minkârî, s.341; İbn A’sem, IV, 156; Mes’ûdî, II, 391; Halebî, II, 784; İbn Abdilberr, III, 230; İbn Kesîr, İslâm
Târihi
, IV,382; İbnü’l-Verdî, I, 151; Umeyrâ , s. 51; Şedid, s. 51; Hâlid, s. 211; Kandehlevî, I, 568-569.

[304]                        Câbirî, Siyasal Akıl.. .s. 446.

[305]                        İbn Asâkir, XLIII, 481.

[306]                        İbn Abdilberr, III, 229; Halebî, II, 265; Şedid, s. 50.

[307]           Minkârî, s. 343; İbn Sa’d, III, 253-254; İbn Kuteybe, İmâme, I, 110; Belâzürî, Ensâb, I, 193; Taberî, Târih, V,41; İbnü’l-Esîr, Kâmil , III, 311; İbn Kesir, İslâm Târihi, VII, 435; Makdisî, IV, 219.

[308]           Algül, II, 508.

[309]           Akbulut, s. 317.

[310]                        İbn Sa’d, III,259; Belazûrî, Ensâb, I, 194 - II,314; Mes’ûdî, II, 391; Eminî, IX,170; Günal, s. 131.

[311]                        Ebû Cafer Muhammed İbn Habib, Kitabu’l- Muhabber, Beyrut trz, s. 295-296.

[312]                        İbn Asâkir, XLIII, 472. Bazı kaynaklarda Ukbe b. Amr’ın isminin Ukbe b. Âmir, Amr b. el-Haris’in isminin ise Ömer

b. el-Haris şeklinde yazıldığını görmekteyiz.

[313]                        Bazı kaynaklarda “Adiye-Ğaziye-Ğariye” şeklinde yazıldığı da görülmektedir.

[314]                        İbnü’ l-Esîr, Kâmil, III, 310-311.

[315]                        İbn Sa’d, III,260; İbn Kuteybe, Maârif, s. 257; Zehebî, Siyer, I, 425.

[316]           İbn Sa’d, III,263; Belâzürî, Ensâb, I, 197; Hâkim, III,442; Heysemî, V, 294; İbn Asakir, III, 97-398; Taha Hüseyin, s.657.

[317]           İbn Kuteybe, İmâme,I,110; Günal, s.131.

[318]           Taberî, Târih, V,42; İbn A’sem, I, 407; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 211-212; a.mlf., Kâmil, III , 311-312; İbn. KEsîr, İslâm Târihi, VII, 437; Günal, s. 131;

[319]           İbn Sa’d , III, 262; Belâzürî, Ensâb, I, 197-198; İbn A’sem, IV, 157; İbn Asâkir, XLIII, 476; Eminî, IX, 174; Mehran, I, 291; Taha Hüseyin, s. 656; Akk, II, 386.

[320]           Mes’ûdî, II, 391; Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 131.

[321]           İbn Kuteybe, İmâme, I, 110; Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 131.

[322]           Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 131.

[323]           Bu makale Mecelletu’l-Mecmai’l-İlmiyyi’l-İrâki (Bağdat 1967, XV, ss. 10-38)’de “Zuhûru’l-Havaric” adıyla yayınlanmıştır.

[324]           Demircan, Din-Siyaset İlişkisi, ss. 50-86.

[325]           Mes'ûdî, II, 388.

[326]           Mesûdî, , II, 423.

[327]           İbn Sa’d, III,264; Buharî, et-Târihu’l- Kebîr ,VII, 25; İbn Kuteybe, Maârif, s. 258; Belâzürî, Ensâb, I, 198; Mes’ûdî, II, 391; İbn Asâkir, XLIII,481; İbnü’l-Cevzî, II, 232; Zehebî, Siyer, I,426; a.mlf, Târih , s. 582; İbn Kunfuz, s. 57; İbn Hacer, İsâbe, IV, 576; Temîmî, s. 115; Ziriklî,V, 36.

[328]           İbn Sa’d, III, 262; İbn Abdilberr, III,231; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632; Safedî, XXII, 378; Nedvî, II,335; Mizzî, XXI, 224.

[329]           İbn Sa’d, III,264; Belâzürî, Ensâb, I, 199; İbn Asâkir, XLIII, 478-479,481; Mizzî, XXI, 228; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- Ğâbe, III, 632; Hâkim, III, 436.

[330]           Belâzürî, Ensâb, I, 198.

[331]           İbn Kuteybe, Maarif, s. 258; Belâzürî, Ensâb, I, 198; İbnü’l-Cevzî, II, 231; İbn Asâkir, XLIII, 359, 364; Hâkim, III,

433; İbn. KEsîr, İslâm Târihi, VII, 489; Emini, IX, 174.

[332]           İbn Sa’d, III, 256; İbn Asâkir, XLIII, 456-457; Zehebî, Siyer, I, 424; a.mlf, Târih ,s. 581; Bağdâdî,I, 151; Fuad, s. 81; Umeyrâ , s. 39-40; Mizzî, XXI, 220; Kandehlevî, II, 630; Hâlid, s. 203; Eminî, IX, 166; Beydûn, s. 167; Şakir, Sahâbe Hayatından Tablolar, s. 49.

[333]                        İbn Sa’d, III, 264; Belâzürî, Ensâb, I, 199; Hâkim, III, 436; İbn Asâkir, XLIII, 478-479, 481; Mizzî, XXI, 228; İbnü’l-

Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 632; İbn Kesir, VII, 489.

[334]           Fayda, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, III, 75.

[335]  Belâzürî, I, 189; Ebû Nuaym, I, 141; Esbehanî, II, 572; İbn Asâkir, XLIII,445; Kandehlevî, II, 308; Eminî, IX, 165.

[336]           Belâzürî, Ensâb, I, 192; Ebû Nuaym, I, 141; İbn Asâkir, XLIII,451-452,455; Zehebî, Siyer, I,427; Eminî, IX,169; Said Havva, VI, 191.

[337]                        İbn Asâkir, XLIII, 453.

[338]           Belazüri, Ensâb, I, 184; Emini, IX, 162.

[339]  Nesaî, ed-Duâu Ba’de’z-Zikr 62; Hâkim, I, 705-706. Bu dua Hz. Peygamber’in de ümmetine tavsiye ettiği bir

duasıdır. Ammâr tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıntılı bkz. Zeynüddin Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Bağdâdî el-Hanbelî, Şerhu Hadis-i Ammâr b. Yâsir, thk., Ebû Abdirrahman İbrahim b. Muhammed, Cidde 1408/1987, s. 13­20.

[340]           İbn Asâkir, XLIII,453.

[341]           Fayda, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, III, 75.

[342]           Zehebî, Siyer, I,407; Ziriklî, V, 36; Mevsûatü Yemen, s. 680.

[343]           İbn Asâkir, XLIII, 360; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,632; Mizzî, XXI, 216; Zehebî, Siyer, I,407; Ayrıca bkz., İbn Sa’d, VI, 115-215.

[344]           Kettânî, III, 39; Zehebî, Siyer, XVI,287-289.

[345]  İbn Sa’d, II, 346; Belazüri, Ensâb, I,185; Ebû Nuaym, I, 187; Zehebî, Siyer, I, 414; Kandehlevî, III, 258; Emini, IX,

162; Said Havva, VI, 192.

[346]                        Nevzat Aşık, Sahâbe ve Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 179-180.

[347]                        Aşık, s. 180

[348]                        Aren Jean Wensinck, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li Elfâzi’l- Hadisi’n-Nebevî, İstanbul 1998, XIII, 200.

[349] Ahmed b. Hanbel I, 100, 123, 125, 130,138; Belâzürî, Ensâb, I, 182; İbn Abdilberr, III, 229; İbn Asâkir, XLIII, 385-

386; İbnü’l-Cevzî, II, 231; Eminî, IX, 160; Zehebî, Târih, s. 575; Heysemî, IX, 307.

[350]                       Belâzürî, Ensâb (M. Hamidullah thk.,) , I, 26; Ebû Nuaym, I, 142; Hâlid, s. 208; İbn Abdilberr, II,435.

[351]           İbn Abdilberr, III, 231; İbn Asâkir, XLIII, 384-385; Zehebî, Târih , s. 573; Mizzî, XXI, 221-222.

[352]  Ahmed b. Hanbel, V, 385; Belâzürî, Ensâb, I, 184;İbn Abdirabbih, IV, 242; Esbehanî, II, 570; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-

Ğâbe, III, 629; Zehebî, Siyer, I,414; a.mlf, Târih, s. 573; Eminî, IX, 162; Heysemî, V, 295; İbn Hacer, Tehzib, VII, 345.

[353]   Tayyib, tahir (temiz) demektir. Mutayyeb de temizlenmiş demektir. Hadisin açıklaması için bkz. Canan, XII, 326.

[354]    Tirmizî, V, 668 ; İbn Abdilberr, III, 228; İbnü’l-Cevzî, II, 230; Ebû Nuaym, I, 140; İbn Hacer, Tehzib, VII, 346;
Mizzî, XXI, 222; Zehebî, Târih ,s. 573; İbnü’l-Esîr,Üsdü’l-Ğâbe, III, 629; Ahmed b. Hanbel, II, 1084-1087.

[355]           Buhârî, Târihu’l- Kebîr, VII, 25; Ahmed b. Hanbel, IV, 319; Ebû Dâvud, Salât 128; Tirmizi, Vitr 21; İbn Asâkir, XLIII,441.

[356]           Algül, II, 546.

[357]  Ahmed b. Hanbel, IV, 396, 263-265; Buhari, Teyemmüm 4, 5, 7, 8; Müslim, Hayz 110; Ebû Davud, Taharet 123 ;

Nesâî, Taharet 201; Ebû’l- Hüseyin Abdulbaki İbn Kani, Mu’cemu’s-Sahâbe, thk., Ebû Abdurrahman Salah b.Salim el-Masrâtî, Medine 1418/1997, II, 250.

[358]   Saffet Sancaklı, “İstikbale Yönelik Hadislerin Değerlendirilmesi”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2001, XXXVII, s. 75.

[359]           Bu hadisle alakalı farklı rivayetler için bkz., Minkârî, s. 323; İbn Sa’d, III, 251-254; ; Ahmed b. Hanbel , II,161, 164, 206, III, 5, 22, 28, 91, IV,197, 199, V, 214, 215, 306, 307, VI, 289, 300, 311, 315; Buharî, Salât, 63; Müslim b. Haccac Müslim, el-Câmiu’s-Sahih, İstanbul 1413/1992, Fiten, 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb 34; Hâkim, II,155, III,191, 397; Belâzürî, Ensâb, (thk., M. Hamidullah), I, 21; Taberî, Târih, V, 39; Nesaî , Fedâilü’s-Sahâbe, s. 154; İbn Asâkir,XLIII, 412-436; Zehebî, Siyer, I,419-421; a.mlf, Târih, s. 577-580; Temîmî, s. 114.

[360]           Zehebî, Siyer, I, 416; Şevkanî, Dürrü’s-Sahâbe s. 363-364.

[361]           İbn Kesir, İslâm Târihi, III, 325.

[362]                        Kandemir, “Abdullah b. Amr b. As”, DİA, I, 85.

[363]                        Demircan , Ali- Muaviye Kavgası, s. 132.

[364]           Aycan- Söylemez, s. 77.

[365]           İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Riyad 1986, VI, 259.

[366]                        Akbulut, s. 317.

[367]                        Demircan, Ali- Muaviye Kavgası, s. 133-134.

[368]                        İlyas Çelebi, İtikâdî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul 1996, s. 50-51.

[369]                        Çelebi, s. 185.

[370]                        Nuaym b. Hammad, el-Fiten ve’l- Melâhim, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1993, s. 19.

[371]           Âl+-i İmrân 3/69.

[372]           Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî el-Vahîdî (468/1076), Esbâbu’n-Nüzûl, Beyrut 1413/ 1993, s. 92; Ebü’l-Kasım Carillah Muhammed b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, Tefsirü’l-Keşşaf, tashih., Muhammed Abdüsselam Sahîn, Beyrut 1424/2003, I, 365; Nasirüddin Ebî Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazî el-Beydâvî, Envaru’t-Tenzîl ve Esraru’t-Te’vîl , Beyrut 1410/1990, I, 263; Ebû’s-Senâ Şihabüddin el-Alûsî, Rûhû’l-Meâni, Beyrut 1417/ 1997, III, 316; Ebû Abdillah Muhamed b. Ahmed el-Kurtûbî, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’ani’l-Kerim, Kahire 1416/1996, VI, 117.

[373]           En’âm 6/52,

[374]  Zemahşerî, II, 26; Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Camiu’l - Beyan An Te’vî l -i Âyi’ l -Kur’an, Beyrut

1405, VII, 128-129; Âlûsî, V, 231; Kurtubî, VI, 405-406; Beydavî, II, 19, 48; Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb (Tefsiru’l-Kebîr), Beyrut 1411/1999, IV, 50; İbn Kesir, Tefsiru’l- Kur’ani’l-Azim, Beyrut 1401, II,134.

[375]           En’am 6/122.

[376]   Belazüri, Ensâb (M. Hamidullah thk.,), I, 24.İbn Kesir, Tefsir, II, 173; Beydavî, II, 48; Suyûti, III, 352; Muhammed b.
Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Mısır 1996, II, 152; İbn Abdilberr, s. 227; İbn Asâkir, XLIII, 378.

[377]           Nahl 16/106.

[378]           Vahîdî, s. 235; Ezherî, s. 430-432; İbn Sa’d, III, 178; Belâzürî, Ensâb, I, 181; İbn Asâkir, XLIII, 374-375; İbn Hacer, İsâbe, IV,576; İbn Kesir, Tefsir, II, 588; Taberî, Tefsir, XIV, 181-182; Vehbe Zuhaylî, et-Tefsiru’l-Vecîz- Esbabu’n-Nüzûl ve Kavaidü’t-Tertîl, Dımaşk 1416, s. 260; Şevkanî, Fethu’l-Kadîr , III, 197-198; Seyyid Kutub, fî Zîlâli’l-Kur’an, çev., İ. Hakkı Şengüler vd., İstanbul trz., IX, 248-249.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar