AHMED YESEVİ’NİN HAYATI
Pîr-i Türkistân, Hazret Sultân Hâce-i Türkistân, Hâce
Ahmed Yesevi, Sultânu’l-Evliyâ, Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevi, Kutbu’l-aktab,
Gavsu’l-Vâsilîn, Sultanu’l-Arifîn, Server-i Meşâyih, ve Burhânu’l-Etkiyâ[1]
gibi unvanlarla anılan Ahmed Yesevi’nin kesin olarak doğum tarihi bilinmemekle
birlikte 11. yüzyılın
ikinci yarısında, bugün Kazakistan’ın Çimkent şehri
yakınlarında yer alan Sayram kasabasında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.[2]
İspicâb (İsficâb) ya da Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası öteden beri
önemli sayılan yerleşim yerlerinden birisi olmuştur. Fakat bazı kaynaklar,
Ahmed Yesevi’nin Yesi (bugünkü adı Türkistan) şehrinde doğduğunu
kaydetmektedir.[3]
Babası Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan Şeyh İbrahim’dir. Annesi ise
Şeyh İbrahim’in halifesi Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur.
Türk
menkıbesinde Oğuz Han’ın başkenti olarak gösterilen Yesi şehrinde eğitimine
başlayan Ahmed Yesevi’nin tasavvuf yolundaki ilerleyişi, Arslan Baba adındaki
mutasavvıfın kendisini bulmasıyla başlamıştır. İlk dini ve tasavvufi eğitimini
Arslan Baba’dan alan Ahmed Yesevi, Arslan Babanın ölümünün ardından Yesi’den
ayrılarak, o dönem Karahanlıların hâkimiyeti altında bulunan ve zamanının büyük
İslam merkezi olan Buhara’ya gelmiştir. İslam kültürünün
merkezi olmasından ötürü Türkistan’ın bir çok bölgesinden binlerce öğrencinin
akın ettiği Buhara’da Ahmed Yesevi, devrin önde gelen âlim ve
mutasavvıflarından olan Yusuf Hemedani’ye intisap etmiş, onun irşad ve
terbiyesini almış ve uzun müddet yanında kalarak müritlerinden olmuştur. Bazı kaynaklarda Ahmed
Yesevi’nin Şıhabeddin Sühreverdî veya Ebû’n-Necîb Sühreverdi’ye de mürit olup
ondan icazet aldığı da söylenmektedir. Yusuf Hemedani’yle birçok yer
gezen Ahmed Yesevi, şeyhin gönlünü kazanarak üçüncü halifesi olmuştur. Yusuf
Hemedani’nin vefatının ardından irşad makamına ilk önce Abdullah Berkî, onun
vefatından sonra Hasan Endakî geçer. 1160 yılında Hasan Endakî’nin vefatının
ardından da Ahmed Yesevi irşad makamına oturur. Ahmed Yesevi bir müddet sonra
Yusuf Hemedani’nin kendisine vermiş olduğu işarete uyarak irşad makamını
Abdülhalık Gucdüvani’ye terkederek Yesi’ye dönmüştür.
Yesi’ye dönen Ahmed Yesevi,
burada bir dergâh kurarak insanları dini ve ahlaki yönden yetiştirmeye başlar.
63 yaşına geldiğinde, Hz. Muhammed’in vefat ettiği yaşa telmihen dergâh
bahçesinde kendine çilehane adını verdiği bir hücre yaptırarak buraya girmiş,
ölümüne kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul olmuştur.
Bazı kaynaklara göre Ahmed Yesevi, Hicri 562-Miladi 1166-67 tarihleri arasında
vefat etmiştir. Fakat bu tarihin biraz daha ileriye alınması gerektiğini ifade
eden araştırmacılar da mevcuttur.[4]
Ahmed Yesevi’nin Gevher Şehnaz, Gevher Hoşnaz ve
İbrahim adında çocukları olmuştur. Rivayete göre İbrahim adındaki erkek çocuğu
kendisi hayatta iken vefat ettiği için soy, Gevher Şehnaz sayesinde devam
etmiştir. Başta Maveraünnehir olmak üzere Orta Asya bölgeleri ve Anadolu’dad
Yesevi soyundan geldiğini söyleyen pek çok kişi olmuştur. Bu kişiler arasında
Semerkantlı Şeyh Zekeriyya, Üsküplü Şair Ata ve Evliya Çelebi’nin ismi
zikredilebilir.[5]
Yesevilik
Köprülü, Cevâhiru’l-ebrârmin emvâci’l-bihâr adlı
eseri Yesevi ve Yesevilik hakkında ilk bilgilerin verildiği kaynak eser olarak
tanımlar. Zaten bu eseri de ilk kez tanıtan bizzat Köprülü’dür. Basit, dini ve
ahlaki esaslar doğrultusunda propaganda yapan Yesevi, Orta Asya Türk
toplulukları arasında kabul görerek, İslam’ın yayılmasında önemli ölçüde hizmet
etmiştir. Yesevi’nin tahsil etmiş olduğu şer’î ilimler ve aldığı tasavvufî
terbiye, bu derece etkili olmasında önemli etkenlerdir. Din ve tasavvuf
anlayışını Kur’an ve Sünnet çerçevesinde oluşturmuş, söylemiş olduğu hikmetleri
de, İslam’ın temel kaynaklarından, özellikle de Kur’an’dan ayrı
düşünülmemiştir.[6]
Yesevilik öğretileri, Yesevi’nin öğrencilerinin eliyle
Asya’dan başlayıp Anadolu’ya ve hatta Balkanlara kadar ilerlemiş, bu bölgelerin
Türkler tarafından yurt tutulmasında etkili olmuştur. Bu etkinin anlamı,
tarihsel bağlamı göz önüne alındığında daha iyi anlaşılır. Zira söz konusu
dönem, siyasi ve zihni anlamda geniş Türk toplulukları arasında kaosun hakim
olduğu bir zamandır. Yesevilik, hem İslam anlayışının saf haline kavuşmasında,
hem de Türk toplulukları arasındaki ihtilafın giderilmesinde derleyici bir
anlayış olmuştur. Anadolu’nun ve birkaç asır sonrasında Balkanların fethinde bu
etkinin izlerini görmek mümkündür.
Edebi Kişiliği
İslam
ilimlerine ve İran edebiyatına vakıf olan Ahmed Yesevi, müritlerine dervişlik
adabını öğretmek ve geniş coğrafyalara yayılmış Türk topluluklarını irşad etmek
amacıyla anlaşılır, sade bir dil kullanmıştır. Söylediklerini nazım şeklini ve
hece veznini kullanarak hikmet adını verdiği dini manzumeler yazmıştır. [7]Bilgelik,
hâkimlik anlamıyla birlikte hakikat ve ahlaka müteallik kısa söz, mesel[8]
anlamlarına da gelen ‘hikmet’, ahlakı ve davranışları şekillendiren bir unsur,
doğruluk ve dürüstlük içinde yaşayabilmek için hakikate sevk eden bir olgu
sayılır. Yesevi’nin tasavvufu düşüncesini dile getirdiği hikmetlerinde
cimrilik, tamah, açgözlülük ve nefsani arzular reddedilmiş; sabır ve kanaat
övülmüş; hırs ve ihtirasın insan hayatına verdiği zararlar anlatılmış, hoşgörü,
tevazu ve sevgi davranış olarak tavsiye edilmiş; yalan ve riya eleştirilerek,
dürüstlük ve açıksözlülük yüceltilmiştir.[9]
Ahmed
Yesevi, Türk dilinde tasavvufi kavramları şiirlerde kullanmaya başlamış,
düşünce, söz ve eylemi birleştirmiş ve bundan yeni bir akımın başlamasına
öncülük etmiştir. Yesevi’yle başlayan bu gelenek Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre,
Hacı Bayram Veli gibi şahsiyetler tarafından devam ettirilmiştir. Bu isimler,
Ahmed Yesevi gibi inanç ve düşüncelerini topluma yaymak için yalın, anlam yönüyle
de derin bir dil kullanmışlardır. Böyle bir kullanımla, dilde anlaşılır olmak,
bunun neticesinde de inancın gerektirdiği yaşam biçimini sağlamak
amaçlanmıştır. Bunu yapmak için, anlatılmak istenilen şeyin soyut olması,
sembollere başvurulmasını ve hatırda kolay kalması için de söz sanatlarının
kullanılmasını gerekmiştir.[10]
Ahmed Yesevi’nin gerek kişiliği ve gerek söz’ünün
gücü, hikmetlerin Türkler arasında yaygınlaşmasına ve bir çok sufinin ona
öykünmesine yol açmıştır. Böylece, Ahmed Yesevi’ye nisbet edilen, onun
oluşturduğu ruh ikliminde yeşerdiği için bariz bir biçimde onun etkisini
taşıyan hikmetler ortaya çıkmıştır. Zamanla bu şiirlerin gerçeğini taklidinden
ayırt etmek imkansızlaşmıştır. Bu nedenle Yesevi’ye ait olarak görünen ve kabul
edilmek istenilen eserlerin birçoğunun kimliği ve dili hakkında kesin bir fikir
yürütülmesi imkansız görünmektedir.[11]
Eserleri
Dîvân-ı
Hikmet
Dîvân-ı Hikmet, Yesevi’nin “hikmet” adını verdiği
Türkçe şiirlerinin derlendiği eserin adıdır. Dîvân-ı Hikmet’in farklı
nüshaları, içerik bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar
teşkil etmektedir. Bu durum, hikmetlerin farklı kişiler tarafından, farklı
zamanlarda yazıldığı ya da derlendiği kanaatini oluşturmaktadır. Yaygın olan
kanaat, bir kısmı kaybolan veya zamanla değişikliğe uğrayan hikmetlere
derlenirken yeni hikmetlerin eklendiği yönündedir. Bununla birlikte, bütün
hikmetlerin temelinde Yeseviliğe ait tasavvufî duyuşun ve söyleyişin olduğuna
şüphe yoktur. Nitekim Fuad Köprülü bu hususa şöyle işaret etmektedir;
“Bugün Dîvân-ı Hikmet
nüshalarındaki manzumelerden hiçbiri Ahmed Yesevî’ye ait olmasa bile, şurası
muhakkaktır ki, bu büyük sûfî halk edebiyatı şekilleri ile Türkçe hikmetler
yazmış ve ondan sonra, Yesevî şairleri arasında, bu yolda manzumeler yazmak mukaddes
bir an’ane olmuştur. Bu bakımdan, bugün elimizde bulunan hikmet’lerin esasen
Yesevî’ye ait olmamakla beraber, tabiî, dil bakımından değil, fakat şekil ve
ruh itibariyle, onların asıl Yesevî’ye ait olanlardan farksız olacağına
hükmedebiliriz.”[12]
Şurası
kesindir ki hikmetler, Türkler arasında düşünce birliğinin teşekkül etmesi
bakımından çok önemli bir unsur olmuştur. Dîvân-ı Hikmet, bütün Orta Asya’da ve
diğer Türk coğrafyalarında çok meşhur bir eser olması münasebetiyle, eski ve
yeni harflerle birçok kez yayımlanmıştır. Köprülü, Divân-ı Hikmet’te yer alan
parçaları konu itibariyle çeşitlenmemiş, üslup itibariyle de “öğretici
(didaktik) manzumelerden mürekkep basit bir eser”, Yesevi’yi de “hakiki bir
şairlik kabiliyetinden yani lirizmden mahrum kuru bir ahlakçı” olarak
nitelendirmiştir.[13]
Ayrıca hikmetlerde göze çarpan başlıca iki unsurdan bahsederek,
“Bunlardan biri İslami, yani dini unsur, diğeri de milli yani Türklerin eski
halk edebiyatından alınan unsurlarıdır”[14] diyerek
hikmetler konusunda görüşünü belirtmiştir.
Divan-ı
Hikmet’te yer alan beyitlerin nazım şekli bakımından dört mısradan meydana
gelen ve yalnız dördüncü mısraları aralarında kafiyeli kıtaların vücuda
getirdiği destan tarzı olduğunu, kafiye düzeninin de koşmaya benzetildiği
görülmektedir. Ayrıca bir kısmında da gazel tarzı kullanılmıştır. Dîvân-ı
Hikmet’te, halk arasında çok sevilen ve yaygın bir biçimde kullanılan yedili
(4+3=7) ve on ikili (4+4+4=12), gazel tarzındaki manzumelerde ise on dörtlü
(7+7=14) hece ölçüsü kullanılmıştır.
Yesevi’nin
bütün hikmetlerinin bir arada yer aldığı tam ve güvenilir bir nüshasına henüz
ulaşılamamıştır. Söz konusu eserin nüshalarının en eskisinin Vefik Paşa
Kütüphanesindedir ve bu nüsha 148 varaklı olup başlık kısmı kırmızı ve sade bir
yazıyla (H. 1105/M.1693-94) yazılmıştır. Ayrıca Katannfof’tan alınıp İstanbul’a
getirilen bir nüsha daha mevcut olup bu nüshanın H. 1290/M.1873-74 yıllarında
Katannfof’tan alınıp İstanbul’a getirilen, her sayfada ortalama 11 mısranın yer
aldığı ve toplamda 99 hikmet ve 331 sayfadan oluşan bir nüsha da mevcuttur.
Yine, Macar Akademisi Kütüphanesinde, İstanbul Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesinde, Manchester The John Rylands University
Library’de; Ahmet Caferoğlu ve Emel Esin koleksiyonlarında; S.Petersburg Asya
Halkları Müzesinde Dîvân-ı Hikmet’in el yazmaları belirlenmiştir.
Divan-ı Hikmet ilk defa Hikemi tarafından Hazret-i
Sultan’ül-‘Ârifin Hoca Ahmed Yesevi adıyla Kazan’da (H.1295/M.1878-79)
yıllarında basılmıştır. ikinci, üçüncü ve dördüncü baskılar yine Kazan’da
yapılmıştır. Üçüncü baskı, Kazan Üniversitesi Matbaasında, Divan-ı Hikmet-i
Sultanü’l-‘Ârifin Hoca Ahmed b. İbrahim b. Mahmud iftihar-ı Yesevi başlığıyla
neşredilmiştir. 1896 yılında yine Kazan’da eserin dördüncü baskısı, üçüncü
baskısından 14 fazla hikmet içerecek şekilde, toplam 148 hikmetlik bir nüsha
olarakbasılmıştır. Dîvân-ı Hikmet (H.1314/M.1898-99) tarihlerinde Taşkent’te
Taş-basması olarak neşredilmiştir. Söz konusu eserin Taşkent baskısı Fakr-nâme
adı verilen mensur mukademeyi içine alması bakımından, diğer baskılardan bir
fazlalık göstermiştir. Son olarak Hoca Ahmed Yesevi’nin söz konusu hikmetleri
Kültür Bakanlığı tarafından ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilmiş
olmakla birlikte, Hoca Ahmed Yesevi’ye atfedilen hikmetlerin tamamı bu iki
yayında toplanamamıştır.[15]
Fakrnâme
Fakr-nâme,
fakr ve fakr’ın önemini ve makamlarını belirtmek amacıyla yazılmıştır. Sözlükte
yoksulluk, fakirlik, ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu, maddi ve manevi bakımdan
muhtaçlık[16]
gibi anlamlara gelen fakr, Agah Sırrı Levent’in Âşık Paşa’nın bilinmeyen iki
mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı hal adlı eserinde ise, “tasavvufta
tarikate yeni giren sâlik’ten istenen, dünya nimetlerinihiçe sayarak azla
yetinmek, alçak gönüllü olmak, nefse düşkünlük göstermemek,dünya ile ilgiyi
kesmek Tanrı’dan gayrıyı düşünmemek ve kendini Tanrı’ya vermek” olarak
tanımlanmaktadır.
Yesevi’ye
mal edilen ve Çağatay Türkçesi ile yazılmış olan Fakr-nâme, Dîvân-ı Hikmet’in
Taşkent ve bazı Kazan baskılarında yer almıştır. Fakr-nâme, üslup bakımından
Dîvân-ı Hikmet’ten farklılık göstermektedir. Hikmetler’de her insanın
anlayabileceği bir hitabet tarzı söz konusuyken Fakr-nâme’de dervişlere seyr-ü
sülukte yol göstermeyi amaçlayan öğüt verici bir üslup kullanılmıştır.
Fakr-nâme, Ahmet Yesevi tarafından dervişlerine vasiyet edilmiş olup, Kur’an,
İslam, tasavvuf ve sünnet konuları ele alınmıştır.[17]
Dîvân-ı Hikmet’in mensur bir mukaddimesi niteliğinde
olan bu eser, Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından 1977 yılında İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dilive Edebiyatı Dergisi’nin 22. sayısında
makale olarak yayınlanmıştır. Daha sonra aynı yazar tarafından genişletilerek,
2016 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığınca tekrar
yayımlanmıştır. 2016 yılında basılan eserde ilk önce fakr’ın nitelikleri ve
önemi daha sonra dervişlik; dervişliğin şeriatta, tarikatta ve hakikatteki yeri
ve kırk makamı; fakrın on makamı, yolu, mertebesi, adabı ve özellikleri, Hz.
Peygamberin ve birçok sofinin sözleriyle açıklanmaya çalışılmıştır.[18]
Risâle
der-Âdâb-ı Tarîkat
Taşkent, Düşanbe ve Almatı’da olmak üzere üç yazma
nüshası ve Divan-ı Hikmet’in bazı taşbaskı nüshalarının başında Arap harfli
olarak basılan bu küçük Farsça eser, tarikat adabı ve makamları, mürid ve
mürşid ilişkileri, dervişlik, Allah’ı tanımak ve ona duyulan aşk gibi konular
işlemiştir. Eser, S. Mollakanagatulı tarafından Kazak Türkçesi’ne tercüme
edilmiş olup, son kısmında ise tıpkıbasımına yer verilerek yayımlanmıştır.
Risâle
der-Makâmât-ı Erba‘în
Yesevi’ye mal edilen diğer bir eser Risâle
der-Makâmât-ı Erba ‘în adlı eserdir. Farsça kaleme alınan, küçük yazma bir
eser olup, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet başlıklarında toplanmıştır.
Bilinen tek nüshası olan bu eser, Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu ilçe Halk Kütüphanesi’nde
yer almaktadır.[19]
TERCÜME-İDİVÂN-I
AHMED YESEVİ KUDDİSE SIRRUH
Tezimize
konu olan ve metindilbilimsel yönden incelemesi yapılan bu eserin mütercimi,
döneminin tanınmış alim ve mutasavvıf şahıslarından olan Hacı Hasan Şükrü
Efendi’dir. Kapak kısmında eserin adı, mütercimi, cilt numarası, nerede ve
hangi yıldabasıldığının bilgisi verilmektedir. Bu bilgilere göre eserin tam
künyesi şu şekildedir: Tercüme-i Dlvân-ı Ahmed Yesevı Kuddise Sırruh,
Mütercimel-Hac Hasan Şükrü, C. 1, İstanbul, Hürriyet Matbaası (Çenberlitaş’da,
Tavuk Pazar, Numara: 19), 1327.
Eserin tamamı matbu harflerle basılmıştır. Eserin
kapak kısmından sonra bir boş sayfa ve devamında gelen sayfasında ise, tekrar
kapak kısmında verilen bilgiler verilmiş olup, Çenberlitaş’ta yerine
Çenberlitaş civarında ve (ikinci Mehmed Şevket Kütüphanesi) bilgisi eklenerek kapak
bilgisi bir kez daha verilmiştir. Besmeleyle başlayan ikinci sayfadan altıncı
sayfaya kadar Yesevi ve eseri hakkında bilgiler verilmiştir.
Eserin
tamamı 96 sayfa olup ana metin, eserin 6. sayfasından başlayıp 84. Sayfasına
kadar devam etmektedir ve eserde 27 hikmet, 1824 beyit mevcuttur. Ana metin bir
bütün gibi gözükse de üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm, hikmetlerin
anlatıldığı kısımdırve 6/4-52/12 beyitleri kapsamaktadır; ikinci bölümde Hz.
Peygamber anlatılmaktadır ve 24. Hikmetin içinde; 52/13-83/1 beyitleri
arasındadır; üçüncü bölümde iseNucmân bin Şabit’in anlatılır ve 27.
Hikmetin içinde; 83/1-84/14 beyitleri arasında yer almaktadır.
[1] Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevi: Yaşadığı Devir,
Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırmalar
Dergisi, Aralık 1999, S. 2, s. 110-128; bk. Feridüdin Attâr, Tezkiretü’l-
Evliyâ,Erkam İstanbul Erkam Yayınları, 1404/1984, s. 227; A.Yaşar Ocak,
“Anadolu Türk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası
Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri,Ankara 1992, s. 75; M. Fuad Köprülü,
“Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul Millî Eğitim
Basımevi 1965, s. 210; Hayati Bice, Divân-ı Hikmet, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, s. 9; Sûfî Muhammed Dânişmend Zernûkî, Mir’âtu’l-Kulûb(Nasayih-i
Ahmed Yesevî Risalesi), (?) Kütüphanesi, El Yazması Nüshası, Kayıt
No: 1622-38; Gulam Muhammed b. Müftî Rahîmullâh Kureyşî el-Esedî Lâyûrî, Hazînetu’l-Asfiyâ,
Yesevî Ahmed, Divân-ı Hikmet, Kazan, 1904, s. 2;Feridüdin
Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ,İstanbul, Erkam Yayınları, 1404/1984, s. 227
[2]Divan-ı Hikmet,Hoca Ahmed Yesevî, Ed. Mustafa Tatcı, Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesi İnceleme Araştırma Dizisi Yayın: 44, Ankara, Merkez Repro Ltd Şti,
2017, s. 19; Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul, 1989, s. 159; Kemal Eraslan, Ahmed-i
Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, 2. baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1991, s. 6; M. Fuad Köprülü, a.g.m., s. 210, Ömer Soner Hunkan,
“Hoca Ahmed Yeseî’nin Yaşadığı Dönemde Aşağı Seyhun ve Mâverâünnehr’de Siyasî
Ortam [1039-1166]”, Ahmet Yesevi Üniversitesi İnceleme Araştırma Dizisi Yayın
41, I. Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, Ankara,28-30
Nisan 2016, s. 55-72
[3] Eraslan, a.g.m., s.
159-160
[4] Eraslan, a.g.m., s.160; Köprülü, a.g.m., s. 210; Fuad
Köprülü, Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1993, s.
63-64; Divan-ı Hikmet, a.g.m., s. 14
[5] Erslan, a.g.m., s.
160; Köprülü, a.g.e., s. 86-88; bunlara ek olarak Şeyh Zengî, Yesi’Den
Tonguz Şeyh’in adı zikredilmiştir. Barthold da Altınordu hanlarının sarayında
Yesevi soyundan Mahmud’un olduğunu bu kişinin de hükümdarın kızıyla evlendiğini
eserinde dile getirmiştir. Bk. V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi
Hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 161
[6] İsmail Çalışkan,
“Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri -Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh
Veren’ Ayetler-”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması,
26-28 Mayıs,TDKB, Eskişehir 2013, s. 415.
[7] Köprülü, a.g.m., s.
211
[8] İsmail Parlatır, Osmanlı
Türkçesi Sözlüğü,(7. baskı), Ankara, Yargı Yayınevi Yayınları 2014, s. 635
[9]Hüseyin Akyüz, “Eğitici Bir Şahsiyet Olarak Ahmed Yesevi”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum,
1994, Sayı: 1, s. 23-24
[10]Mustafa Yıldız, “Ahmed Yesevi ve Türk Bilgelik Geleneği”,
Ahmet Yesevi Üniversitesi İnceleme Araştırma Dizisi Yayın 41, I.
Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, Ankara,28-30 Nisan
2016, s. 333-346
[11] Necmettin Hacıeminoğlu, Karahanlı Türkçesi Grameri,
(3. baskı), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2008, s. XX
[12] Köprülü, a.g.m, s. 214
[13]Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 63-64
[14] M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul,
Ötüken Yayınları 1981, s. 197
[15]Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 121; Ahmed-i Yesevî,
Dîvân-ı Hikmet, Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Ankara,Kültür Bakanlığı,
1000 Temel Eser Serisi,1991; Hoca Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, Haz.
Hayati Bice, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993
[16] Mecdüddîn Muhammed b. Yakûb el-Firuzâbadî, el-Kâlmusu’1-Muhît,
Mısır, Matbaatu Mustafa el- Bâbî, 1952, C. II, s. 115; Hüseyin Kazım Kadri, Türk
Lügatî Türk Dillerinin İştikakı ve Edebî Lügatları, İstanbul, Maarif
Matabası, 1943, C. III, s. 650; D. B. Macdonald, “Fakir”, Türk İslam
Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1979, C. IV, s. 449;
İbrahim Olgun, “Fakr”, Türk Ansiklopedisi, Ankara, MilIi Eğitim
Basımevi, 1983, C. XVI, s. 89; Ahmet Rıfat, Tasvir-i Ahlâk Ahlâk Sözülüğü, (Haz.
Hüseyin Algül), Tercüman 1001 Temel Eser, Kervan Kitapçılık, s.80; Hasan Akay, İslami
Terimler Sözlüğü, 2 .baskı, İstanbul, İşaret Yayınları, 1995, s. l34; Ethem
Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, Rehber
Yayıncılık, 1997, s.262; Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakr-nâmesi, Unesco
2016 Hoca Ahmed Ysevî Yılı Anısına, Ankara Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesi İnceleme-Araştırma Dizisi, Yayın No: 32, 2016, s. 13
[17]Divan-ı Hikmet,Hoca Ahmed Yesevî, Ed. Mustafa Tatcı,s. 18; Abdurrahman Güzel, Ahmet
Yesevî’nin Fakr-nâme’si Üzerine Bir İnceleme, Ankara, Öncü Yayınları, 2007,
s. 73-74
[18]Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakr-nâmesi, s. 9-20
[19]Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakr-nâmesi, s. 7;Divan-ı
Hikmet,Hoca Ahmed Yesevî, Ed. Mustafa
Tatcı,s. 18-19
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar