HÜSEYİN RİFAT IŞIL
Hazırlayan:
İlyas SUVAĞCİ
Hüseyin
Rifat Işıl (1878-1953), hiciv ve mizah şiirleri, İzmir’in sosyal ve kültürel
hayatı hakkındaki hatıraları, Ömer Hayyam ve Mevlana rubaileri tercümeleriyle
tanınmış İzmirli gazete yazarıdır.
1896’da
Hizmet te idare kâtipliği yapmış, 1900-1901 arasında da gazetenin yazı
kuruluna girmiştir. Bu dönemin İzmir basınında Necip Türkçü, Tevfik Nevzat ve
Mehmet Şerefin “Türkçe Yazmak Çığırı” cereyanının etkileri görülür. Bu yıllarda
Hizmet in kapanması üzerine H. Rifat İstanbul’a gidip orada Eczacılık
Mektebi’ni okur. Okulu bitirdikten sonra 1906’da İzmir’e geri döner ve Hizmet’in
yazı işleri idaresine girer. Bu dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi İzmir
valisi Mahmut Muhtar Paşa’nın muhalif gazetecileri baskı ve tehdit altına alıp
sindirdiği bir dönemdir. H. Rifat bir zamanlar İttihat ve Terakki’nin
İzmir’deki gizli cemiyetinin altı numaralı üyesi iken vali Mahmut Muhtar
Paşa’nın sert tutumunu eleştirdiği için şiddete maruz kalır; böylece Hizmet
de kapanır.
H.
Rifat’ın bu dönemde yazıları en çok Hizmette yayımlanmıştır.
Çalışmamızda yazarın ilk şiirinin yayımlandığı 1894’ten 1951’ye kadar İzmir ve
İstanbul’da çıkan gazete ve dergileri önemli ölçüde taradık. İzmir Milli
Kütüphane ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi
olmak üzere, Ankara Milli Kütüphane, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk
Kitaplığı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi gibi kütüphanelerde araştırmalar yaptık.
Araştırmalarımızda ulaştığımız yazıları türlere göre gruplandırdık ve
şiirlerdeki mizah ve hiciv unsurlarını tespit ettik.
H.
Rifat hakkında çalışmaların az olması ve diğer taraftan yazarın yazılarının çok
dağınık bir şekilde olması çalışmamızda karşılaştığımız güçlüklerden biri oldu.
Bunun için öncelikle İstanbul ve İzmir basınındaki yazılarını topladık. Tespit
ettiğimiz bu yazıların çoğuna ulaşmakla birlikte ulaşamadığımız yazılarının
künyesini çalışmamızın sonunda verdiğimiz kronolojik listede belirttik.
H.
Rifat’ın Eşref ve diğer İzmirli fikir ve sanat adamları hakkındaki yazılarını
değerlendirirken başta Ö. Faruk Huyugüzel’in İzmir Fikir ve Sanat Adamları
(18501950) eseri[8] olmak
üzere çeşitli incelemecilerin çalışmalarından ve Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yapılan tezlerden yararlandık.
“Giriş”
kısmında Hüseyin Rifat’ın hayatı, yazı hayatının tarihçesi ele alınmıştır.
Yazarın yazı serüveninin daha iyi anlaşılması için ulaştığımız yazılar hakkında
kısaca bilgi verilmiştir.
İkinci
bölümde H. Rifat’ın ulaşabildiğimiz tüm yazılarını türlerine göre
sınıflandırdık ve değerlendirmeye tabi tuttuk.
Hatıra
Yazıları başlığı altında H.Rifat’ın özellikle Vakit,
Hizmet ve Anadolu gazetelerindeki hatıra yazılarının içeriği
hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Hüseyin Rifat’ın en önemli özelliklerinden
biri onun hatıra yazarlığıdır. Oldukça fazla olan bu hatıra yazıları, başta
Şair Eşref olmak üzere İzmir’in diğer önemli fikir ve sanat adamları hakkında
önemli bilgiler içermeleri dolayısıyla önemlidir. Bu sebeple bu hatıraları
okuyucuların dikkatlerine sunmanın önemli olduğunu düşündük.
Şiirler
başlığı altında öncelikle H. Rifat’ın şiir anlayışı genel olarak
değerlendirilmiş, ardından “Hiciv ve Mizah Şiirleri”, “Vatan Sevgisi, Türk
Kadını ve Atatürk ile İlgili Şiirler”, “Savaş Temalı Şiirler”, “Aşk, Bedbinlik
ve Ayrılık Temalı Şiirler”, “Methiyeler” olmak üzere başlıklar açılmıştır.
İfade
Vasıtaları bölümünde Hüseyin Rifat’ın şiirlerinde
kullandığı ifade vasıtalarını incelerken onun hangi nazım şeklini daha çok
tercih ettiğini, hangi edebi sanatları daha çok kullandığını, dil özelliklerini
örneklerle açıklayacağız.
Tenkit
bölümünde Aktüel Yazılar, Fıkralar ile çeşitli piyesler hakkında yazdığı
tahliller Edebi Tenkitler başlıkları altında ele alınmıştır.
H.
Rifat’ın Mevlana ve Ömer Hayyam’ın rubailerinin Türkçe tercümeleri ise Tercümeler
bölümünde ele alınmıştır.
Mektuplar
başlığı altında ise H. Rifat’ın Mısır seyahatinde iken Anadolu gazetesine
gönderdiği mektuplar değerlendirilmiştir.
Hikâye
bölümünde Rifat’ın tespit ettiğimiz tek hikâyesini ele aldık.
Hüseyin
Rifat’ın Yazılarının Kronolojik Listesi bölümünde
daha önce belirttiğimiz gibi dağınık halde bulunan yazılarının kronolojik
listesi verilmiştir.
Hüseyin Rifat Işıl’ın Hayatı
Hüseyin
Rifat (1878- 1953), İzmir’de daha çok gazeteciliği, mizahi şiirleri ve yakın
çevresinde uzun yıllar bulunduğu Eşref ve diğer İzmirli fikir ve sanat adamları
hakkındaki hatıra yazıları, Mevlana ve Hayyam rubai tercümeleriyle tanınmış bir
yazardır.[9]
Soyadı
kanunuyla önce “Topuz” sonra “Işıl” soyadını kullanmıştır. Rifat, İzmir’in
tanınmış avukatlarından ve eski sorgu yargıçlarından Hafız Rifat Efendi’nin[10]ve İzmir
tüccarlarından Hacı Süleyman Efendi’nin kızı Zehra Hanım’ın oğludur. Mensup
olduğu Kadızadeler ailesi İzmir’in köklü ailelerindendir. Abisi İbrahim Refik
ise Hizmeti bir süre yayınlamış olmakla tanınmıştır.
M.
Behcet Yazar[11] ve
İbnülemin Mahmut Kemal’in[12] [13]verdikleri
bilgilere göre Hüseyin Rifat 1878’de İzmir’de doğmuştur. Rifat ilk tahsilini
İzmir’de Namazgâh Mezarlığının bitişiğindeki mahalle mektebinde yapmış, devrin
ünlü kitapçısı Hafız Ahmet Sabri Efendi’den de özel dersler almıştır.6Babasının
yazıhanesinde çalışan birisinden Fransızca dersleri almıştır. Ömer Hayyam ve
Mevlânâ’nın rubailerini Türkçeye çevirmiş olmasına bakılarak Farsçaya da hâkim
olduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra İzmir Rüştiyesini de bitirmiş ve ardından
Halit Ziya’nın öğretmenlik yaptığı idadiye devam etmiştir. Fakat burayı
bitiremeden son sınıfta, başka bir kayda göre altıncı sınıfta bir disiplin
konusundan dolayı eğitimini yarıda bırakmıştır. Girdiği bir ticaret işinden de
başarısız olmuştur. 1902’deTevfik Nevzat ve arkadaşları sürgüne gönderilmiş, Hizmet
kapanmıştır. Rifat Mahmut Esat Efendi’nin tavsiyesiyle İstanbul’a gidip
Darülfünun’un Eczacılık bölümüne kaydolmuştur. Her yıl sınıfında birinci
olmasına rağmen diploma alacağı yıl, daha önce tartışmış olduğu bir hocası,
mezuniyetine engel olmuştur. Rifat, buna duyduğu öfkeden dolayı Yunanistan’a
kaçar. Ancak konsolosluk görevlileri tarafından İstanbul’a dönmeye ikna
edilmiştir. Buna rağmen İstanbul’da yedi ay tutuklu kalmıştır. Huyugüzel, M.
Behcet Yazar’ın bu konuda verdiği bilginin Hüseyin Rifat’ın hatıraları ve bazı
yazılarındaki bilgi ve kayıtlarla çeliştiğini belirtir.[14]
[15] Behcet
Yazar, H. Rifat’ın Rumca’yı da bilmesi dolayısıyla 1902-1904 arasında
Yunanistan’da kaldığını belirtir. Huyugüzel ise bu tarihi kayıtların hangisinin
doğru olduğunu hâlihazırdaki bilgilerle söyleyemeyecek durumda olduğumuzu
belirtir.
H.
Rifat bu tutukluluktan aile dostlarının yardımıyla kurtulup İzmir’e döner,
diplomasını alır. 1906’daİzmir’in en eski eczanelerinden olan Şifa Eczanesi’ni
açar.8Bir buçuk yıl sonra eczaneyi elden çıkaran Rifat, gazeteciliğe geri
dönmüştür. Burada Mütareke’nin ilk senesinden itibaren İstanbul’da içki imal ve
satış işleriyle uğraşmıştır. İstanbul’dayken bir süre Seyr-i Sefain Meclisi
idare heyeti üyeliği yapan Rifat meclisin feshedilmesi üzerine Maarif
Matbaası’nda memurluğa başlamıştır. Hayatının son dönemlerinde İthalât ve
İhracat birlikleri murakıplığı yapan Hüseyin Rifat, 23 Şubat 1953’te
İstanbul’da ölmüştür.[16]
2-Hüseyin Rifat’ın Yazı Hayatının Tarihçesi
Hüseyin
Rifat’ın yazı hayatının daha iyi anlaşılması için İzmir’deki basın yayın
gelişmeleri hakkında genel bilgi vermenin doğru olacağını düşünüyoruz.
Osmanlı
döneminde İstanbul’dan sonra basın tarihi açısından ikinci önemli merkez olan
İzmir’de Hüseyin Rifat’ın doğduğu 1878’den 1908’e kadar
Abdülhamit dönemindeki baskılardan dolayı
basın yayın hayatı çok canlı değildir. İzmir’de 1812’de gayrimüslimler
tarafından kurulan ilk matbaadan sonra Türkçe eserler basmak amacıyla Aydın
Vilâyeti Matbaası 1868’de Sultan Abdülaziz döneminde kurulmuştur.
1869’da
Mehmet Salim Efendi tarafından çıkarılan ilk resmi Türkçe gazete Aydın
1914’e kadar yayımlanmaya devam etmiştir. Mehmet Salim Efendi ilk yarı resmi
gazete Devir’i 1872’de çıkarmıştır. Bundan sonra Karidi Efendi İzmir
(1876)’i çıkarır. Birkaç yıl sonra Halit Ziya, Tevfik Nevzat, Bıçakçızade Hakkı
Nevruz (1884) dergisini, bundan iki yıl sonra da T. Nevzat ve H. Ziya, Hizmet
(1886) gazetesini çıkarırlar. Daha sonraki yıllarda T. Nevzat Ahenk
(1896) gazetesini çıkarır. Aynı yıl Tokadizade Şekip’in başyazarlığını yaptığı Şule-i
Edep dergisi çıkar. Mehmet Zihni’nin imtiyaz sahibi olduğu Muktebes
dergisi 1898-1900 yılları arasında yayınlanır.
Osmanlı
Ziraat ve Ticaret Gazetesi (1907-1928) ve yine bu
dönemde İttihat ve Terakki Cemiyetinin yayın organı İttihat
gazetesi ve bu çizgide olan Tan, Gençlik, Yeni Hayat, Türk Çocuğu
dergileri yayınlanır. 1908’de Avukat İsmail Sıtkı Köylü'yü, 1911’de
Haydar Rüştü Öktem İttihatın devamı olan Anadolu gazetesini
çıkarmıştır. Hasan Tahsin 1918’de Hukuk-ı Beşer gazetesini çıkarmaya
başlar. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İzmir basınında İttihatçı
ve İtilafçı çekişmesi başlar. Anadolu ve Duygu gazeteleri İttihat
ve Terakki cephesinde iken Müsavat ve Islahat gazeteleri Hürriyet
ve İtilaf cephesindedir.[17]
H.
Rifat’ın yayın hayatına başladığı 1896 öncesi ve sonrasında İzmir’in basın
hayatı genel olarak yukarıda anlatıldığı gibi olmakla birlikte özellikle 24
Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile canlılık kazanmıştır.
H.
Rifat’ın ilk yazısı 16 yaşında iken 1894’te Hizmette çıkan Halit Ziya
etkisindeki bir mensur şiirdir. H. Ziya idadide H. Rifat’ın edebiyat
öğretmenidir. Bundan da önemlisi idare kâtibi ve yazı kurulu idaresinde
çalıştığı Hizmet’in kurucuları arasındadır. Rifat’ın çıkardığı dergi ve
gazetelerde süslü bir dille kaleme alınan yazılarda Servet-i Fünûn’da olduğu
gibi hayal hakikat çatışması görülür.
Huyugüzel,
1904’te İstanbul’a Eczacılık Mektebini okumak için giden H. Rifat’ın Hizmete
yazılar yolladığını söyler; fakat bizler herhangi bir yazısına ulaşamadık.
H.
Rifat 1908’deII.Meşrutiyet’in serbest ortamında canlanan matbuat hayatında Kukuruk
adlı bir mizah gazetesi çıkarır. Yayın hayatı çok uzun sürmeyen bu gazete 4
sayıyla sınırlı kalmıştır. Kukurukta II. Meşrutiyet döneminde çıkan
diğer gazete ve dergilerde olduğu gibi; istibdada isyan, Abdülhamit’in
zulümleri, hafiyelik gibi meseleler mizahi bir şekilde ele alınmıştır.
Kukuruk ile aynı dönemde İzmir’de yayımlanan Edep Yahu, İbiş, Neşter,
Tokmak, Zeybek gibi mizah gazetelerinde görülen konu çeşitliliği ve yazar
sayısındaki fazlalık onda görülmez.
Ö.
Faruk Huyugüzel Kukuruk’un seviye itibarıyla Edep Yahu ve İbiş
gibi mizah gazetelerinden oldukça geride olduğunu belirtir.nBu
gazetenin H. Rifat’ın yayın hayatında daha sonra yapacakları için önemli bir
merhale olduğunu söyleyebiliriz. H. Rifat Kukuruk’tan sonra 1909’da Dellâl
adında başka bir mizah 12 gazetesi çıkarmıştır.
H.
Rifat 1908 ve 1909’da Hizmet te ve Köylü’de tiyatro tenkitleri,
İzmir şehir planlaması, Meclis-i Mebusan seçimleri gibi konulara dair aktüel
yazılar ve fıkralar kaleme almıştır.
Tiyatro
tenkitlerinde Namık Kemal’in Zavallı Çocuk, Kâzım Nâmi Duru’nun Nasıl
Oldu? ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye romanından uyarlanan
piyesler değerlendirilmiştir.
H.
Rifat’ın bahsettiğimiz bu tiyatro tenkitleri dışında Hüseyin Kâmi’nin Sabah-ı
Hürriyet piyesi üzerine bir yazısını da tespit etmekle birlikte bu yazısına
13 ulaşamadık.[18] [19] [20]
1908’de
Köylü’de çıkan “İntihap İşleri” başlıklı yazısında[21]
ve Hizmet’te çıkan “Açık Mektup” (Müntehib-i Sânilere) başlıklı
yazısında[22] 1908’de
yapılan Meclis-i Mebusan seçimleri ile ilgili fikirlerini nakleder.
1906’dan
1910’a, gazete kapatılana kadar Hizmet’in yazı işleri idaresinde çalışan
H. Rifat bu tarihten sonra birkaç yıl basın yayın dünyasında görülmez. Dört yıl
aradan sonra ilham (1914) mecmuasıyla geri döner. Uzun sayılabilecek bir
dönemden sonra elimize ulaşan ilk eseri olması dolayısıyla, Rifat’ın basın
yayın hayatında özel bir öneme sahip olan İlham, şiir bakımından zengin
olmakla birlikte yayın hayatı fazla sürmemiştir.[23]
Tokadizade Şekip, İzmir Mevlevi Şeyhi Reşad, İsmail Habib gibi şahısların Servet-i
Fünûn dönemini hatırlatan sanatkârane üslupla kaleme aldıkları yazılarda
hayal hakikat çatışması görülür. Mecmuadaki bazı şiirlerde hâlâ Balkan
Savaşları ve bu savaşların getirdiği yıkımın etkileri görülür.
H.
Rifat’ın 1914’te hazırladığı bir diğer eser Aydın Vilayeti 1330 Sene-i
Mâliyesi Ticaret Rehberindir.
1879’dan
1908’e kadar Aydın Vilayeti’ne mahsus 25 adet resmi salname hazırlanmıştır. İlk
özel salname ise 1905’te Hizmet yazarlarından Cevat Sami ve İzmir Maarif
Müdürlüğü muhasebe memurlarından Hüseyin Hüsnü Bey tarafından hazırlanan Aydın
vilayet-i celilesinin ahvâl-i tabiîye, ziraîye, ticarîye ve iktisadîye vesair
ahvâlinden bahis 1321 sene-i maliyesine mahsus nevsal-ı iktisad dır. H
Rifat’ın hazırlamış olduğu ikinci özel salname bin sayfayı kapsayacak şekilde
tasarlanmakla birlikte eserin sadece 176 sayfası hazırlanabilmiştir. Erkan
Serçe ,17 tarafından yeni harflere aktarılan eser yeniden yayımlanmıştır.[24]
1914’ten
sonra tekrar basın dünyasından çekilen H. Rifat 1919’da İstanbul’da çıkardığı Deccal
adlı mizah gazetesi ile geri döner. I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı ile İtilaf
devletleri arasında 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında İstanbul’da mizah
dergisi olarak sadece Karagöz ve Diken görülür. Mizah açısından
büyük bir durgunluğun görüldüğü bu dönemde kısa süreli de olsa Deccal
ile birlikte Ortaoyunu, Cadı, Alay, Tatlı-Sert gibi mizah dergilerinin
de yayımlanmış olması bu dergilerin önemini arttırır.
7
sayı çıkan Deccal de H. Rifat son padişah VI. Mehmet Vahdettin’i överken
“Refik Halit Bey’i Takip” başlıklı şiirinde İttihat ve Terakki’yi çok sert
biçimde eleştirilir. Sansüre maruz kalan gazetenin kimi sütunları boş çıkar.
Yine bu sebeple dönemin diğer Milli Mücadele’yi destekleyen gazetelerinde
olduğu gibi karikatürlerin çoğu imzasızdır. Bununla birlikte gazetede açık bir
şekilde Milli Mücadele’yi ya da Mustafa Kemal’i destekleyen herhangi bir yazıya
rastlanmaz.
Turgut
Çeviker Deccal ile aynı dönemde yayımlanan yukarıda ismi verilen mizah
dergilerindeki karikatürleri savaş karikatürlerinin ısınma hareketleri olarak
nitelendirir.[25] Gazetedeki
Deccal imzalı yazıların H. Rifat’a ait olduğu kuvvetle muhtemeldir. H.
Rifat dışında Necati Kemal, Rıza Tevfik imzalı yazı ve şiirler bulunmaktadır.
Gazetede karikatürler dışında muhavereler, ilanlar ve resimler bulunmaktadır.
Deccal"
den
sonra 1922-1923’te İzmir’de yayımlanan Sada-yı Hak gazetesinde H.
Rifat’ın art arda manzum olarak çevirdiği Ömer Hayyam rubaileri yayımlanır. Bu
rubailer dışında Sada-yı Hak'ta üç şiirini tespit ettik. Yine bu dönemde
İzmir’de yayımlanan Kahkaha adlı gazetede yayımlanan bir şiirine
ulaşabildik.
1925’te
Yenigün gazetesinde “Mısır Mektupları” başlığını taşıyan yazılarını
İskenderiye’den gönderen H. Rifat bu mektuplarda İstanbul’dan Mısır’a giden
Saniye Hanım’dan, İzmir Belediye Reisi Aziz Beyefendi’den, pamuk üretiminin Mısır
ekonomisine katkısı, Mısır’ın diğer ülkelerle ticari ilişkileri, ülkenin doğal
ve tarihi güzellikleri ile Mısırlıların hayat tarzları, kitapçıları gibi
konulardan bahseder.
H. Rifat 1926’da, Sada-yı Hakta
yayımlanan Ömer Hayyam rubailerini toplayıp ilavelerle Rubaiyyat-ı Hayyam ve
Manzum Tercümeleri[26]adıyla
yayımlamıştır. Eserde öncelikle Hüseyin Rıfat’ın
“Hayyam’a” başlıklı iki dörtlüğün yanı sıra Tokadizâde Şekip, Hüseyin Dâniş ve
Abdullah Cevdet’e ait takriz yazıları bulunur. Hüseyin Rıfat “İki Söz” başlığını
taşıyan yazısında Hayyam rubailerini nasıl tercüme ettiğini anlattıktan sonra
159 beytin önce Farsça asıllarını yanında da bunların Türkçeye manzum
tercümelerini vermiştir.
1926’da
H. Rifat’ı Yanık Yurt adıyla çıkan Hizmet’tekki hatıra
yazılarıyla görürüz. Bu dönemde tespit ettiğimiz ilk yazısı Âdem ve Havva’nın
yasak meyveyi yiyip cennetten kovulmalarını ele alan “Meyve-i Memnua” adlı
şiirdir[27]:
..Ne yaman şeymiş o havadaki penbe elma
Habil’le Kabil ’i ettirdi diriga -ikna-
Yine hep aynı sebep oldu bahane hayfâ
Girdiler birbirine hoca, papaz, haham
Görmedi görmeyecek rahatı annemle babam...
Bundan
sonra da H. Rifat’ın Şair Eşref ve diğer İzmirli fikir ve sanat adamları
hakkında kaleme aldığı hatıra yazılarını görürüz. Bu hatıra yazılarının ilki
olan “Unutulmaz Hatıralar”[28] başlıklı
yazı H. Rıfat’ın Şair Eşrefe dair hatıralarının ilki olması dolayısıyla
önemlidir. Bundan sonra yine Yanık Yurt’ta “Benim Gözümle Hizmet’in
Tarihi” başlıklı on bölümden oluşan bir yazı dizisi yayımlanır.[29]
H.
Rifat’ın söz konusu yazı dizisinden Hizmet’in edebiyat tarihimize önemli
hizmetlerinin olduğunu, yüksek sima ve kalem sahiplerinin ilk olarak burada
ortaya çıktıklarını öğreniyoruz. Örneğin H. Ziya Uşaklıgil Servet-i Fünûn
edebiyatına burada hazırlanmıştır. Bundan başka H. Rifat gazetenin
kurucularından, değişen sahiplerinden, yazar kadrosundan, tirajından, yazarlar
arasındaki kalem kavgalarından, dönemin sosyal siyasal gelişmelerinden ve
matbuat hayatından, İzmir’in ücra köşelerinden, kitapçılarından, dönemin devlet
adamlarından, İttihat ve Terakki’nin baskısından, yazarların sürgüne
gönderilmesinden, sansürden, savaştan ve en çok da kendisinden bahseder.
1926’da
Hizmet’te yayımlanan hatıra yazılarından başka 1930’a kadar şiirler,
fıkralar, sohbet yazıları, Ömer Hayyam rubailerinin tercümeleri, münakaşalar ve
Şair Eşref hakkındaki hatıra yazıları yayımlanmıştır.
Şair
Eşrefin Vakit’te1928’de Temmuz 1928 ile Haziran 1929 arasında[30] yayımlanan
şiirlerden bir gazel hariç olmak üzere 31 Ekim 1928’e (nr.3885)kadar
yayımlananlar bazı küçük değişiklikler hariç aynı yıl Vakit Matbaası’nda
Ölmez Eserlerden: Nef’î’den Âteşîn Şair Eşref’in Külliyâtı adlı eserde
yeniden
yayımlanmıştır.
İki cilt olarak tasarlanan bu kitabın ikinci cildi yayımlanmamıştır.
Şair
Eşref üzerine araştırmaları olan Ö. Faruk Huyugüzel ve bu konuda eserleri olan
Önder Göçgün, Cevdet Kudret, Hilmi Yücebaş, Alpay Kabacalı bu kitabın H Rifat
tarafından hazırlandığını söylerken Şerife Çağın bu eserin Vakit
gazetesi yetkilileri tarafından hazırlandığını iddia etmektedir.[31]
Cevdet
Kudret ise bu eserin Şair Eşrefin basılmış eserlerini görülmeden
hazırlandığını, sözcük değişiklikleri, beyitlerin alt üst olması, kimi
şiirlerin yazılış sebeplerinin yanlış yansıtılması gibi birtakım yanlışlıklar
bulunduğunu belirtir. Eşrefe ait olmayan bazı parçaların da ona aitmiş gibi
gösterildiğini söyleyerek kitabın ihtiyatla karşılanması gerektiğini ifade
eder.[32]
Bizler
de yaptığımız araştırmalarda H. Rifat’ın Vakit gazetesindeki bir
yazısına dayanarak bu eserin Vakit gazetesi yetkilileri tarafından
hazırlandığını kabul ediyoruz. “Eşrefin Çocukluğu ve Gençliği” başlıklı yazıda[33] H. Rifat
Eşrefin hangi tarihte memurluğa başladığından bahsederken şu ifadeleri
kullanır:
...Bundan
evvel yine Vakit tarafından Arap harfleriyle çıkarılan Eşrefin Külliyatı
namındaki eserin başında, oğlu Mustafa Şatim tarafından yazılmış bir manzume
vardır.
1929’da
H.Rıfat’ın Servet-i Fünûn (Resimli Uyanışfda yayımlanan
“Terennümler”[34]başlıklı
şiirine ulaşabildik.
H.
Rifat’ın Vakit’teki Eşref ile hatıra yazıları dışında en fazla yazısı
Haydar Rüştü’nün Anadolu gazetesinde çıkmıştır. 1933-1934 arasında başta
“Ölülerle Mülakatlarım” yazı dizisi olmak üzere Anadolu'da birçok şiiri
ve yazıları yayımlanmıştır.
1935’te
Hüseyin Rıfat’ın “Topuz” soyadıyla yayınladığı Kırık Kavaldan Sesler[35]i\k
şiir kitabı olması dolayısıyla onun sanat ve edebiyat hayatında önemli bir yere
sahiptir. Kitapta Türk kadınının fedakârlıklarını anlatan şiirlerin dokuzu ve
bunun dışında kalan şiirlerin on dokuzu da hece ile yazılmakla birlikte Şair
Eşref ile ilgili olan şiirlerden üçü aruz vezniyle yazılmıştır. “Fars Edebiyatı
İncilerinden” başlığı altında on dört İran şairinden tercüme edilmiş 18 kıta ve
Alman şairi Hanri Hayne ’den tercüme edilmiş bir şiir bulunmaktadır. En
sonda da aruz ile yazılmış dörder mısralık yetmiş beş şarkı vardır.
1937’de
yayımlanan Mevlana Rubailerinden Manzum Tercümeler[36]adlı
iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Mevlana’dan 50 rubai tercüme
edilirken ikinci bölümde 28 Fars şairi, 1 Yunan şairi ve şairi bilinmeyen bir
şiir olmak üzere toplam 30 rubai tercüme edilmiştir. Bu rubailerin asılları
verilmemiştir.
1939’da
Dırıltılar-Zırıltılar[37]
[38]
[39]adıyla
yayınlanan ikinci şiir kitabında 92 kıta bulunmaktadır. Bunların bazıları aynı
konuda olmak üzere çoğunlukla değişik konular hakkındadır. Her kıtanın başında
kıtayı niçin yazdığına dair bir iki cümlelik kısa açıklamalar yapmıştır. Söz
konusu eserde çoğu II. Meşrutiyet devri ve Kurtuluş Savaşı zamanlarında yaşanan
siyasi, sosyal ve idari gelişmeler bir sıraya konulmadan, gelişigüzel verilmiştir.
Bu şiirlerde âhiretten evrime, şırınga ile tavukları horozlaştırmaktan
sokaklarda saç saça dövüşen kadınlara, kıtlıktan milli kuvvetlerin İstanbul’u
ele geçirmelerine kadar birçok farklı konu üzerinde durulmuştur. Geniş bir konu
zenginliğine sahip en fazla hiciv şiirlerini içeren bu kitap H. Rifat’ın hiciv
ve mizah şairliği yönünün incelenmesi açısından bizce büyük bir öneme sahiptir.
1940’ta
Büyük Savaşta Türk Kadınına Şiirler’i H. Rifat,1935’teyayımlanan T-Z-TT-Z- 11 O71,,1 111 ‘‘‘il 1 ’1 1 ,31
Kırık Kavaldan Sesler
kitabında bulunan on şiiri ekleyerek yeniden yayımlamıştır.
1942’de
H. Rifat, daha önce yayımladığı Mevlana rubai tercümelerini Yeni ilavelerle
Mevlânâ Rübailerinden Seçilmiş Türkçe Manzum Tercemeler adıyla • 1 1 ,32
yeniden yayımlamıştır.
1943’te
tekrar yayımlanan Ömer Hayyam Manzûm Rubai Tercümeleri[40]
adlı eserinin yeni harfli ikinci baskısında, giriş kısmında “Hayyam demek
istiyor ki” başlığını taşıyan 4 rubaisi vardır. Eski harfli olan ilk kitapta
bulunan Tokadizade Şekip, Abdullah Cevdet, Hüseyin Dâniş’in tercümeler hakkında
yazdığı yazılar ve Hüseyin Rifat’ın onlara cevap niteliğindeki yazısı burada
yer almaz. Bu baskıda beyitlerin Farsça asılları verilmemiş ama ilk kitaptan
daha fazla sayıda toplam 196 beyit tercüme edilmiştir. Kitapta her sayfada
Münif Fehmi’nin yaptığı resimler bulunmaktadır. Kitabın sonunda “Bazı Mühimce
Yanlışların Doğruları” başlığı altında kitabın muhtelif yerlerindeki 4 beyitte
yanlış verilen kelimelerin doğruları belirtilmiştir.
H.
Rifat Vakit'te Ekim 1944-Nisan 194 5 [41]arasında
“Eşref ve Hayatı” başlığını taşıyan uzun yazı dizisinde Şair Eşref hakkında
ayrıntılı bilgiler verir. Bu uzun yazı dizisinden önce Şair Eşrefin hiciv
anlayışını ortaya koymak için ele aldığı Hiciv Nedir?[42]
başlıklı yazı hiciv hakkındaki düşüncelerini de yansıtması bakımından
önemlidir.
H.
Rifat’ın bu yazı dizisinden sonra 1946’da Yeni Sabah’ta yayımlanan
“Gençliğe, Şiire, Şaire Dair” başlıklı yazısında liselerde okutulan edebiyat
kitapları üzerinde durur. “Günün İlhamları” başlığı altında Hüseyin Cahit
Yalçın, Falih Rıfkı Atay ve 1946’da yapılan milletvekili genel seçimleri ile
ilgili 4 kıtası yayımlanmıştır. H. Rifat’ın 1946 ile 1950 arasında Demokrat
İzmir'de birkaç şiiri ve iki makalesi çıkmıştır. Yeni Sabah'taki
şiirlerinde olduğu gibi bu yazılar da 1946’da ve 1950’de yapılan seçimler ile
ilgilidir.
Hilmi
Yücebaş tarafından hazırlanan Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi adlı
çalışmada H. Rifat’ın 1951’de yazdığı birkaç şiir, tespit ettiğimiz son
yazılarıdır.
H.
Rifat’ın yukarıda kronolojik olarak incelediğimiz yazılarının dışında, Dırıltılar-Zırıltılar'
da bu kitabın ikinci ve üçüncü kitapları olan Hırıltılar-Mırıltılar ve Hav
hav.Havi'nin basılacağı bilgisi yer almaktadır.
Ömer
Hayyam Manzûm Rubai Tercümeleri eserinin
sonunda da; Yüz Şarkı, Hırıltılar-Mırıltılar, Dil Söğüşü, Taşlamalar,
Yergiler, Akıllı Saçmaları kitaplarının basılacağı ilanı vardır.
Araştırmalarımızda
Emin Nedret İşli’nin H. Rifat’a ait olduğunu belirttiği Hav Hav isimli
gazete hakkında “Eski Harfli Süreli Yayınlar Kataloğuna Zeyl” başlıklı
yazısında eserin künyesi ile ilgili şu bilgilere ulaştık[43]:
Sahib-i
imtiyaz: Kıtmir; Başmuharriri: Tüysüz, Muavenet-i Tahririye: Kılkuyruk, Fino,
Karabaş, Gök Kandil, Duman; Yıl: 1, Sayı: 1, 4 sayfa
Hav
Hav
28 Nisan 1329/1913’te İzmir’de belediye süprüntü deposu civarındaki İnkılâb
Matbaası’nda çıkan ve nüshası 5 kuruş olan mizah gazetesidir. Gazetede şu
yazıların olduğu belirtilir:
Hüseyin
Rifat’ın “İlk Hırlayış ve Mebusluk Arzusu” yazıları, Kıtmir imzalı “İstanbul'da
Mebusları Karşılarken”, Tüysüz imzalı “Namzedliğim”, Gök Kandil imzalı “Manisa
Mektubu Maiyet-perver Bir Âmir” başlıklı bir hikâye vardır.
Söz
konusu yazıda, gazetede küçük fıkraların yanı sıra şu yazıların olduğu
belirtilir; “Hoşgör Tamirhanesi”, “Tramvaylar Grevi”, “Bakalım Neler
Göreceğiz”, “Dedikodu”.
İstanbul’da
yayımlanan Tan gazetesinde Anton Çehov’un hikâyelerinden oluşan “İşler
Tıkırında Gidiyor.” başlıklı yedi günlük bir yazı dizisi vardır.[44] “H.
Rifat” imzalı bu yazı dizisi Hüseyin Rifat’a değil Haydar Rifat’a aittir. Söz
konusu 38
yazı dizisi daha sonra Haydar Rifat
imzasıyla yeniden yayımlanmıştır.[45]
İncelememizde
şu gazete ve dergilerden faydalandık: Âhenk, Anadolu, Demokrat İzmir, Hizmet,
Köylü, Sada-yı Hak, Servet-i Fünûn (Uyanış), Tan, Vakit, Yanık Yurt,
Yeni Gün, Yeni Sabah.
YAZILARININ
TÜRLERE GÖRE SINIFLANDIRILMASI
H.
Rifat’ın hem İzmir’deki hem de İstanbul’daki dergi ve gazetelerde değişik
türden yazılarını tespit ettik. Bu yazılarını; “Hatıra Yazıları”, “Şiirleri”,
“Tenkit”, “Tercümeler”, “Mektuplar”, “Hikâye” başlıkları altında inceledik.
1.1-Hatıra Yazıları
Hüseyin
Rifat 1926’daYanık Yurt’ta “Benim Gözümle Hizmet’in Tarihi” 1934’te Anadolu'da
“ İzmir Üzerine Hatıralar” ve 1944-1945’te Vakitte “Eşref ve Hayatı”
başlıklı hatıra yazılarını kaleme almıştır. Rifat’ın hatıralarının İzmir basın
yayın tarihindeki yerini tespit etmek için Huyugüzel’in “İzmir Üzerine
Hatıralar” başlıklı makalesinden İzmir'le ilgili hatıralar hakkında genel bilgi
vermenin daha iyi olacağı düşüncesindeyiz.[46]
Huyugüzel, kesin bir ayırım gözüyle bakmamakla birlikte İzmir üzerine yazılmış
hatıraları üç başlık altında inceler:
Edebiyat,
sanat ve basınla ilgili hatıralar
Siyasi
ve sosyal hayatla ilgili hatıralar
İzmir’le
ilgili hatıra tarzındaki eserlere 20.yüzyılınilk yıllarında rastlamakla
birlikte bunların sonraki yıllarda gitgide arttığını, bir kısmının gazetelerde
tefrika edildiğini, bazılarının sonradan kitap haline geldiğini, önemli bir
kısmının ise doğrudan doğruya kitap halinde yayımlandığını görmekteyiz. İzmir
üzerine yazılan hatıralarda daha çok basın ve edebiyat hayatı ve Milli Mücadele
dönemi hatıraları ön planda iken, sosyal ve ekonomik hayatla ilgili hatıraların
nispeten geride kalmıştır.
H.
RifatTn da dahil olduğu “Edebiyat, Sanat ve Basınla İlgili Hatıralar” kısmında;
Şair Eşref, Halit Ziya Uşaklıgil, Necip Türkçü, Mehmet Şeref, Hidayet Keşfi,
Bezmi Nusret, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halikarnas Balıkçısı, Samim Kocagöz,
Necati Cumalı, Mehmet H. Doğan, Şinasi Revi, Hüseyin Barada gibi isimler vardır.
Huyugüzel,
Anadolu’nun kurucularından Haydar Rüştü Öktem’in H. Rifat, Mehmet Şeref
ve Necip Türkçü’yü hatıralarını yazmaları konusunda ısrarlı bir şekilde teşvik
ettiğini ifade eder.
Hem
Abdülhamit döneminin hem de II. Meşrutiyet döneminin edebi ve sosyal yönlerini
yansıtan şairlerden birinin “Şark Feylesofu” adıyla tanınan Hidayet Keşfi
(Akgüllü), diğerinin ise “Eşrefin Peyki” olarak tanınan Hüseyin Rifat (Işıl)
olduğunu belirten Huyugüzel, Rifat’ın hatıraları için şunları söyler[47]:
...Türk
Edebiyatı’nda Eşrefle ilgili anekdotları ve şairin bilinmeyen şiirlerini gün
ışığına çıkarmış olmasıyla tanınan Hüseyin Rifat (Işıl) da çeşitli İzmir
gazetelerinde hatıralarını yayımlamış önemli bir hatıra yazarıdır. Yukarıda
sözünü ettiğimiz Vakit’teki ‘Eşref ve Hayatı ’ başlıklı seri yazısının yanı
sıra 1926’da Hizmet gazetesinde tefrika ettiği ‘Benim Gözümle Hizmet ’ in
Tarihi ’ başlıklı hatıraları uzun süre çalışmış olduğu bu gazetenin yayın
hikâyesini ve kapanışını vermesi, İzmir basın tarihinin bir yönünün ortaya koyması
bakımından önemlidir. Bununla birlikte Hüseyin Rifat’ın hatıra yazıları da
Halit Ziya’nınkiler gibi planlı ve itinalı olmaktan uzak ve yer yer Hidayet
Keşfi ’ninkileri andıran plânsız ve savruk yazılardır.
a- “Unutulmaz
Hatıralar”[48]
H.
Rifat’ın Şair Eşrefe dair hatıralarının ilki olması dolayısıyla Yanık Yurt’taki
bu hatıra yazısı önemlidir. H. Rifat edebiyat tarihimizde mizah ve hezelde
evveli ve ahiri olmayan bir merhale varsa bunun Eşref olduğunu iddia eder.
Birçok kişinin, yöneticinin onun lisanından korktuğunu; bilhassa ateşli
kıtaları, hazırcevaplıkları, istibdadın zincirlerine karşı savurduğu hücumları
ile birçok zevatın hatıralarında unutulmaz izler bıraktığını belirtir.[49]
H.
Rifat, Süleyman Nazif ile buluştuklarında S. Nazif’in kendisine Şair Eşrefe ait
bir tercüme-i hal yazmanın edebiyat tarihimiz adına bir vazife olduğundan
bahseder. Yazının devamında H. Rifat Eşref ile olan birkaç hatırasını anlatır.
Rifat’ın Eşref’le olan yakınlığını göstermesi bakımından bu hatıralardan birini
naklediyoruz[50]:
...Hiç
unutmam; Tabib-ı hazıkımız Osman Şükrü Bey'imizin kayınpederleri Muğla
mutasarrıf-ı esbakı kudema-yı şuaradan Celal Paşa ile Eşref tesadüfen ve me
’zunen İzmir 'de bulunuyorlarmış. Yekdiğeriyle ve tabiatıyla takdimsiz ahbab
olmuşlar. O zamanlar ben de bir peyk gibi Eşref'in yanından hiç
ayrılmadığımdan, baktım ki yanında tanımadığım ahlakı gibi ince vücutlu temiz
kıyafetli bir zat var. Biraz teeni ile yanlarına sokulduğumu gören Eşref hemen
kolumdan tutarak;
-Her
padişahın bir vakanüvisi olduğu gibi bu da benim zırva nüvisimdir, diye
pirezante etmişti. Hakikaten Eşref'in bütün kıtalarını hemen defterime
kaydeder, toplu bulundururdum. Bugün de belki yedi, sekiz yüz sahifelik bir
defterde mazbutatım vardır.
Hüseyin
Rifat, Eşrefle olan bir anısını daha anlattıktan sonra S. Nazifin Eşrefle
ilgili söylediklerinden bahseder. Eşrefe ait birçok edebi, ciddi, mizahî,
hezeli menkıbe olduğunu söyler. Mavekalar ve hikâyelerinin unutulmaması için
okurlardan varsa ona ait en küçük bir hatırayı bile göndermelerini ister.
Böylece bunları Yanık Yurt'ta neşredip Eşrefin tarih-i edebisinin
yazılabilmesi için herkesi davet eder.
“Unutulmaz
Hatıralar”ı önemli kılan Rifat’ın hatıra yazılarının ilki olması dolayısıyla
daha sonra yazdığı hatıra yazılarının nasıl olacağı hakkında ipuçları verir.
Öyleki bu hatıra yazısında H. Rifat hatıralarını yazarken arada anlattığı
anektotları konu bütünlüğünü dağıtır. Bu durum sonraki hatıra yazılarında da
görülür.
b-
“Benim Gözümle Hizmet’in Tarihi”[51]
H.
Rifat 7-22 Nisan 1926’da Yanık Yurt ta kaleme aldığı bu yazı dizisinde Hizmet’in
yazar kadrosuna nasıl dahil olduğundan, değişen sahiplerinden, kalem
kavgalarından, jurnallerden, sansürden, sürgünlerden, savaştan, gazetede
yazdığı yazılardan, devrin önemli fikir ve sanat adamlarından, en sonda da
gazetenin kendi elinde iken kapanmasına yer verir. Bu yazı dizisi Huyugüzel’in
de belirttiği gibi planlı olmaktan çok gelişigüzel kaleme alınmıştır. Buna
örnek olarak ilk yazıda H. Rifat Hizmet’in tarihini nasıl yazacağını şu
cümlelerle anlatır:[52]
..Hizmet
'in tarihini yazarken biraz kendimden fazlaca bahsedeceğim. Böyle olmakla
beraber temin ederim ki, yazacaklarım ya ciddi ve Hizmet 'e taalluk edecek
yahut kâriyi bir lahza olsun güldürecektir.
Bir sonraki yazıda da bu konuya değinir:[53]
..Karilerimden
bir şey rica edeceğim: Hüseyin Rifat, Hizmet’in tarihi derken, açıldıkça
açılıyor ve kendisinden çok bahsediyor, pek teferruata girişiyor, demesinler.
Giriştiğim
teferruata Hizmet tarihine karışan simaları mümkün olduğu kadar tanıtmak
isterim, demiştim. Esasen o simalar, hakikaten unutulacak simalar değil. ...
Bu yazı dizisi 10 bölümden oluşur:
İlk
yazısında H. Rifat Hizmet’in edebiyat tarihimize yaptığı hizmetlerden,
H. Ziya gibi yüksek sima ve kalem sahiplerinin ilk olarak burada yazmaya
başladıklarından, gazeteyi ilk çıkaran Şerif Efendi’den ve en son kendisi
tarafından çıkarılırken kapanış hikâyesinden, on altı yıl aradan sonra Zeynel
Besim tarafından 47 tekrar Yanık Yurt adıyla çıkarılmasından bahseder.
İkinci
yazısında Rifat Hizmef le ilk tanışmasından, gazetenin yeni sahibi Cin
Ahmet’ten bahseder. Abdulhalim Memduh’un Malûmat dergisini kendi
imzasıyla eleştirdiği için ona “cahilsin, eçhelsin” dediğini; “S.S "imzasıyla
edebi incelemeler yazdığında ise onu “muktedir, mütetebbî bir kalem” olarak
nitelediğini bildirir. Rifat idadide iken, hocası H. Ziya’nın aruzu öğrenmesi
için Mecamiü’l Edebin Fenn-i Aruz kısmını okuman gerekir, dediğini
aktarır.[54] [55]
Üçüncü
yazısında Kemanî Hüseyin Efendi’den, H. Ziya’nın İstanbul’a tayininden,
idadideki Türkçe muallimi Tahir Kenan Bey’in Hizmet’in yazı işlerinden
sorumlu iken ona gazetede çalışmak istediğini aktarmasından bahseder. Mustafa
Bey adındaki hafiyenin jurnali sonucu İzmir’in önemli kültür ve sanat
adamlarının sürgün edilmesinden bahsedilir, İzmir’deki ikamet memurlarının
adeta bir fesat ocağı oluşturdukları nakledilir.[56]
Dördüncü
yazıda Hizmefe yolladığı ilk yazısının yayınlanmamasından duyduğu
üzüntüden bahseden H. Rifat; Nazaret Hilmi ve Ali Muzaffer Bey hakkında bilgi
verir, idadide iken kendisine verilen disiplin suçundan dolayı okulu nasıl
bıraktığından bahseder.[57]
Beşinci
yazıda aslen Ermeni olan Nazaret Hilmi’nin Türkçeyi Ermeni’ye benzemeyen kalın
bir sada ve şive ile konuştuğundan, Ermenilikten vazgeçip Müslüman olduğundan
bahseder.[58] İdadi’den
sınıf arkadaşı olan Selim Mizrahi ve Hizmette muhbirlik yapan Kör Said
Hoca hakkında bilgi veren Rifat ilk hikâyesinin sansür edilmesi dolayısıyla o
dönemdeki sansürden bahseder.[59]
Altıncı
yazıda haftalık, daha sonra günlük yayımlanan Hizmet’in değişen
tirajından, Tevfik Nevzat’ın gazetede yayımlanan makalelerinin içeriğinden,
Selim Mizrahi’nin Hizmetten ayrıldıktan sonra gazetenin idaresinin Kürd
Said Sait Efendi’ye geçmesiyle ondan para alamadığı için gazeteden
ayrılmasından bahsedilir.[60]
Yedinci
yazısında Hizmet’in kapanması ve tekrar açılmasından bahseden Rifat T.
Nevzat’ın Cin Ahmet’i kendisine olan borcu dolayısıyla mahkemeye vermesinden,
gazetenin yeni müdürü Kantarağasızâde Selahaddin’in babası Mustafa Efendi’den,
yazılarını yayımlamaya devam eden T. Nevzat’tan bahseder, Mahmut Esat Efendi
hakkında bilgi verir.[61]
Sekizinci
yazısında; Necati Bey, T. Nevzatve Taşlızade Ethem ile birlikte yeniden
çıkarılan gazetede bu dönemde Necip Türkçü ve Mehmet Şerefin “Türkçe Yazmak
Çığırı” çerçevesinde gazetede çok ciddi ve değerli incelemeler yazdıklarını
nakledilir. Bu dönemde Hizmet’in karşısında ciddi bir rakip olarak Ahenk’in
olduğunu bildiren Rifat gazetede yayımlanan bir yazıda Kâmil Paşa için
sadece Sultan Abdülhamit için kullanılan “Velinimet-i Sani Efendimiz
Hazretleri” ifadesi için gazetenin tatile uğradığından bahseder.[62]
Dokuzuncu
yazısında H. Rifat “S. Saip” imzasıyla Hizmette makaleleri yayımlanan
Miralay Selahattin Bey’in şeriatı eleştiren bir yazısından dolayı sorumlu
olarak İzmir valisi Kamil Paşa’nın kendisini azarlandığını nakleder. Rifat; Ahenk’
in düzenlediği “Köy Bakkalları” müsabakasından, Hizmetten ayrılıp
İstanbul’a Darülfünun’un Eczacılık bölümünü kaydolduğundan bahseder. İzmir’e
döndükten sonra gazetenin yazı işleri ve idaresinin başına geçmesi, gazetenin
kapanışı hakkında bilgi verir.[63]
Bu
yazı serisinin sonuncusunda gazetenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan
bahseden H. Rifat Vali Mahmut Muhtar Paşa’nın kendisini dövdürmesinden sonra
gazeteyi çıkaramadığından söz eder:[64]
...Görülüyor
ki Hizmet bugünkü muharrirleri de dahil olduğu halde birçok erbab-ı kalem
yetiştirmiş daima ve daima hak ve halkın müdafaı olarak ‘Serbest Kürsü ’
vazifesi görmüş tedrici tekamül ile bugünkü cumhuriyet û hürriyetinin
tahammilerini sinesinde yetiştirmiştir. Hizmet’in yüksek hizmetlere devamı
bizler için en büyük bir emeldir, tabiatıyla da buna muvaffak olacaktır.
Bu
yazı dizisi aslında her ne kadar planlı olmasa da birçok konuda, bazen
ayrıntılara girecek derecede yazılması açısından önemlidir. Öyleki belki de
birçok yazarın anlatmayı bile gerek görmediği konulardan H. Rifat’ın bahsetmesi
bu yazı dizisinin olumlu yorumlanabilecek bir özelliğidir. Yazı dizisinin
ilkinde aslında H. Rifat genel tabloyu özetlese de sonrasında kaleme aldığı
yazılarda bunun dışına çıkmış ve bu da yazının bütünlüğünü bozmuştur.
İzmir
fikir ve sanat adamlarıyla yapılan birçok mülakat ve yazarların yazdığı hatıra
yazıları Anadolu'da yayınlanmıştır. Bunlardan en önemlileri İrfan
Hazar’ın “İzmir’den Parçalar” başlığı altında gazetede İzmir’in tanınmış
kişileriyle yaptığı röportajlar ve H. Rifat’ın “Ölülerle Mülakatlarım” yazı
dizisidir.[65]
Bu
yazı dizisinde H. Rifat başta Şair Eşref olmak üzere, Abdulhalim Memduh,
Tokadizade Şekip, Şeyh Nuri, Güzel Hasan, Ruhi Beybaba, Deli Mustafa, Ahenkçi
Ali Nazmi, Hoca Şinasi, Vali Muavini Hasan Bey, Menemenli Münir Efendi,
İngiltere Konsolosluğu Baş Kavası Mustafa Ağa, Sofuzade Raşit, ArtinHaronyan,
Cin Ahmet, Süleyman Nazif, Udi Cevri gibi İzmir’in tanınmış fikir, sanat ve
siyaset adamlarından bahseder. Rifat bu şahıslarla ilgili hatıralarını
aktarırken çoğu zaman mizahi bir dil ve üsluba başvurur. Bu yazı dizisinde Şair
Eşref ile ilgili olan hatıralar daha önce Yanık Yurfta yayımlanan “Benim
Gözümle Hizmet’in Tarihi” başlıklı yazı serisinde de anlatılmıştır.
Huyugüzel
H. Rifat’ın Anadolu'da yayımlanan bu yazı dizisi hakkında şunları
bildirir:[66]
...1934
’te Anadolu gazetesinde yayımlanan ‘Eski Devrin Meşhur Simaları: Ölülerle
Mülakatlarım ’ başlıklı hatıraları ise Sultan 2. Abdülhamid ve 2. Meşrutiyet
Dönemleri İzmir ’indeki fikir ve edebiyat hayatının önemli isimlerine dair
değerli bilgiler veren dikkate değer bir yazı serisidir. Abdülhamit Dönemi
İzmir ’inde şair ve yazarlar üzerinde baskılar, soruşturma ve sürgünler,
Meşrutiyet Devri’nde esen şiir modaları, ünlü gazeteciler ve tanınmış halk
tipleri gibi konularda bu yazı serisi ihmali mümkün olmayan bir kaynak
niteliğindedir.
Şimdi
de H. Rifat’ın bu yazı dizisinde nelerden bahsettiğini genel hatlarıyla
aktaralım:
“Azizim
Haydar Rüştü”[67] başlıklı
yazısında H. Rifat daha önce de belirttiğimiz gibi Anadolu'nun
başmuharriri H. Rüştü Öktem’in meşhur simalarla ilgili hatıralarını yazması
için kendisini teşvik etmesinden bahseder.
Elli
beş yaşında olan H. Rifat, dostlarının bir bir bu dünyadan ayrılmış olmasına
içerleyerek şunları söyler:
..Onlar ne şen ne şatır yaşadılar,
bizleri bırakıp gittiler. Bunları yazmak onlarla beraber yaşamak olacak. Bu çok
değerli ve çok acı verici değil mi?..
H.
Rifat, Hayyam ve başka bir İranlı şairinin ölüm gerçeğini dile getiren iki
kıtayla devam eder.
Kendisini
çocukken tifodan kurtaran Doktor Mustafa Bey ile yıllar sonra karşılaşan Rifat
onun gözlerini kaybettiğini fark ettiğini aktarır. Dostları ölen ve yalnız
kalan doktorun ağlamasına kendisinin de mukabele ettiğini, yalnızlık ve
kimsesizlik hissi altında ezildiğini belirtir.
Yazısının
sonunda Rifat hatıralarını yazmaya yardımcı olması için hayatta kalan
dostlarından Anadolu'ya mektup göndermelerini ister.
“Şair
Eşref Nasıl Bir Adamdı?”[68] başlıklı
yazıda Eşrefin adını ilk defa İzmir İdadisi’nde altıncı sınıftayken duyduğunu
söyleyen Rifat Hizmet'e ilk gidişinden ve orada Cin Ahmet’in kendisini
Eşrefle tanıştırmasından bahseder. İki yıl boyunca Hizmette çalışırken
yaşadıklarına kısaca değinen H. Rifat “Benim Gözümle Hizmet’in Tarihi ”
adlı yazı serisinde Eşrefle ilgili anlattığı bir olayı tekrar nakleder.
“Deli
Mustafa, Ahenkçi Ali Nazmi, Hoca Şinasi, Şair Eşref’ [69]başlığını
taşıyan yazıda H. Rifat önce Deli Mustafa’nın kim olduğunu anlatır. Sonra Ali
Nazmi’den ve Ahenk gazetesinin başmuharriri olan Hoca Şinasi’den
bahseder. Ahenk yönetiminin herkesle hoş geçinmek taraftarı olduğu için
hiçbir zaman muhalif bir yayın politikası izlemediğini biraz sertçe yazılan bir
fıkrayı bile neşretmediğini belirtir. Yazının sonunda da Hoca Şinasi ve Şair
Eşrefin Deli Mustafa ile yaşadıkları komik iki ayrı olayı anlatır.
“Eşref,
Abdulhalim Memduh, Tokadizade, Şeyh Nuri, Güzel Hasan, Ruhi Beybaba, Vali
Muavini Hasan Bey, Menemenli Münir Efendi, İngiltere Konsolosluğu Baş Kavası
Mustafa Ağa” [70]başlıklı
yazıda daha önce de anlattığı bir sürgün olayını duyurur.
Rifat
yukarıda isimleri geçen kişilerin bir jurnal sonucu sürgün edilmesi
hadisesinden kısaca bahsedip sözü hafiyelere getirir. Bu dönemde Şakir Paşa’nın
İzmir’de kurduğu hafiye ocağından bahseder. Buna karşılık İzmir’e ikamete memur
olarak hafiyeleri korumak için gönderilen Vali Kâmil Paşa ve Vali Muavini Hasan
Bey’in aslında hafiye düşmanı olduklarını ifade eder.
II.
Abdülhamit aleyhtarı olan İngiltere Konsolosluğu Baş Kavası Mustafa Ağa’nın, Jön
Türklerin çıkardığı Mizan, Meşveret, Terakki gibi yasaklı gazeteleri
kendisine dağıtması için verdiğini belirtir.
“Sofuzade
Raşit” [71]başlıklı
yazıda sofuzâde olduğu halde aslında sofu olmayan, içkiye düşkün Raşit’ten
bahseder. İçkiyi bırakması için annesinin hocaya gitmesi, Raşit’in hoca ile
anlaşıp annesinin verdiği iki altını paylaşmalarını ele alan mizahi bir fıkraya
yer verir.
“Külah-ı
Mevlevi”[72] başlıklı
yazıda içkili bir gecede yaşananlar anlatılır. Hama Mutasarrıfı Celal Paşa, o
sırada İzmir’de izinli bulunan Şair Eşref, T. Şekip, Abdulhâlim Memduh, Mevlevi
Şeyhi Nuri, Mekteb-i Sanayi Nazırı Ahmet Esat Bey gibi kişileri H. Rifat’ın
evinde gece rakı içmek için toplanırlar. Ş. Eşref o dönem moda olan “külah-ı
mevlevi” redifli gazellerden birini Ahenk’te neşreden Celal Paşa’dan
üçüncü defa dinlemek ister. Ahmet Esat, Abdülhamit’in veliahtı olan Reşat
Efendi’nin de Mevlevi olduğu için Eşrefin ona olan mensubiyeti ve Abdülhamit’e
olan düşmanlığı yüzünden ısrar ettiğini söyler. Bundan sonra ortalığın bir anda
karıştığını belirten H. Rifat, Ahmet Esat’ı, T. Şekip ve Şeyh Nuri’nin elinden
zor kurtardıklarını belirtir.
H.
Rifat sonda kendisinin yazdığı ve Eşrefin de takdirini kazanan bir “külahı
mevlevi” redifli gazelini okuyucuların dikkatine sunar.
“Ruhi
Beybaba, Şair Eşref, Artin Haronyan, Cin Ahmet, Deli Mustafa”[73] başlıklı
yazıda avukat olan Ruhi Beybaba ve Artin Haronyanın bir davada karşı karşıya
gelmeleri anlatılır. Müvekkillerini savunmak için birbirilerine verdikleri
komik ve müstehcen cevaplardan bahsedilir. Daha sonra da Cin Ahmet’in Ruhi
Beybaba ile yaşadığı ve Ş. Eşrefin Artin Haronyan, Deli Mustafa ile yaşadığı
kısa, komik fıkralar anlatır.
“Süleyman
Nazif’ başlıklı yazıda Milli Birliksin fıkra muhabirinin kendisine
hitaben[74]:
...Conan
Doyle de ölülerle konuşabileceğini senelerce iddia etti. Bu iddiasının
arkasından yorulmadan koştu ve yazılar hazırladı. Nihayet ölülerin arasına
karışan Conan Dolye, yaşarken görüşemediği ölülerle tırhalli fırhalli olduktan
sonra mı görüştü? Şimdi Hüseyin Rifat da ölülerle mülakata kalkıştı...
dediğini
belirtir. H. Rifat, Ankara’da iken şom ağızlı fıkracının sözüne kurban
gideceğini, barsak düğümlemesi geçirdiğini anlatır. Yazının devamında Süleyman
Nazif ile birlikte A. Hamit’in evine haftada birkaç kez gidip ondan fıkralar
dinlediklerini anlatan H. Rifat bu misafirliklerinin birinde yaşadığı bir olayı
anlatır.
“O
devrin valisi Refikam ile Gezmemi Menetmişti” [75]
başlıklı yazıda H. Rifat Cumhuriyet ilan edilene kadar nelere katlanmak zorunda
kaldıklarını, bir hiç yüzünden sürgünlere gönderildiklerini, büyük memurlardan
birinin hoşuna gitmedikleri için büyük haksızlıklara maruz kaldıklarını
anlatır. Bu gibi durumları gençlerin özellikle bilmesini istediğini nakleder.
Rifat, bir gün eczanesinde birkaç kişi ile otururlarken içeriye giren polisin
kendisini karakola götürmek için geldiğini anlatır. Rifat, Avrupa’dan gelen
yasaklı Jön Türk gazetelerini dağıtanları tutuklandığı için sıranın kendisine
geldiğini düşündüğünü nakleder. Karakola götürülünce durumun böyle olmadığı anlaşılır.
Polis müdürü kendisine refikası olacak hanımla birlikte çarşı pazar dolaştığı
için valinin bu durumu kendisine menettiğini, bunun tekrarlanması durumunda
tutuklanacağını söyler. Bunun üzerine H. Rifat polis müdürüne tekrar çıkıp
refikasıyla gezmek için kaç gün tutuklanacağını sorar.
“Askeri
Kıraathanenin Sahibi İsmail Efendi ve Deli Mustafa”[76]
başlıklı yazıda Rifat İzmir’deki askeri kıraathanenin sahibi İsmail Efendi’den
bahseder. İsmail Efendi’nin kendi halinde, kimsenin kalbini kırmayan,
kıraathanesinde İzmirlileri hoş vakit geçirmelerini sağlayan biri olduğunu
belirtir. Onun Deli Mustafa’yı himaye etmesini, bayram zamanlarında ona
bayramlık almasını da takdir eder. İsmail Efendi’nin bir zaman sonra dervişler
ve Bektaşi şeyhlerine uyup zamanının çoğunu esrar çekerek geçirmeye başladığını
belirtir. Yine böyle bir gün kıraathaneye gelip herkese küfredip, kovmaya
başlamasıyla Deli Mustafa’nın ona[77]:
...Hey bana bak efendi, bu kahve iki
deli kaldırmaz ve beslemez. Ya sen dışarı çık ya ben...
dediğini aktarır.
Bu
yazı dizinin sonuncusu olan “Merhum Udi Cevri”[78]
başlıklı yazıda Rifat, Ruhi Beybaba’nın manevi evlatlarından Cevri’den
bahseder. “Deryadil biri” olarak nitelendirdiği Cevri’nin meclislerde sabahlara
kadar ut çaldığını, Bektaşi ruhlu olduğu halde ağır ruhlu olduğunu söyler. Onun
İzmir’de Türk musikisinin yayılmasına pek çok hizmet ettiğini, az bir ücret
karşılığında herkese musiki dersi vererek geçindiğini anlatır.
Cevri
gibi insanlar hakkında çoğu zaman yanlış hükümler verildiğini şu cümlelerle
aktarır[79]:
...Kenarda
bucakta kalmış, hatta tahsili bile olmayan ne yüksek ruhlu kimseler vardır.
Birinin yüzüne bakar kendisiyle yakından temas etmeden indî hissimize kapılarak
pek çok yersiz ve haksız hükümler veririz. Zaman ve tecrübe sonradan bize ne
kadar yanıldığımızı çarpar...
H.
Rifat, Cevri’nin, Avedikyan isimli birinin gaz deposunda memur olduğundan
bahseder. Cevri’nin sürekli balık avladığı için işyeri sahibi ile olan
tartışmalarına dayanan mizahi bir fıkra ile bu yazı dizisini sonlandırır.
On
bir kısımdan oluşan bu yazı dizisinin beşinde H. Rifat Şair Eşreften bahseder.
Eşref ile ilgili anlatılan olaylardan birkaçı daha önce Hizmet te
yayımlanan yazı dizisinde de vardır. Bu yönüyle bu yazı dizisinde H. Rifat
tekrarlara düşmüştür. Buna rağmen Huyugüzel’in bu yazı dizisi için “değerli
bilgiler veren dikkate değer bir yazı serisi” ve “ihmali mümkün olmayan bir
kaynak” ifadeleri kullanır. Bu yazı serisini diğerlerinden önemli kılan nedir,
sorusunun cevabı olarak şunları söyleyebiliriz. Bunlardan ilki her ne kadar
Şair Eşref ile ilgili daha önce anlatılan birkaç olay burada tekrarlansa da
Eşref hakkında bilinmeyen ya da az bilinen olaylardan bahsedilmiştir. Örneğin
H. Rifat kendi evlerinde yaptıkları içkili bir toplantıdan bahsederken o
dönemde “külah-ı Mevlevi” gazellerinin çok okunmasından ve yazılmasından
bahseder. Bu ve bunun gibi örnekler o dönemdeki edebiyat ortamı hakkında
bizlere bilgi verir. “Unutulmaz Hatıralar” yazısında bahsettiğimiz gibi burada
da Rifat’ın İzmirli birçok fikir ve sanat adamından bahsettiğini görürüz. Bu
olaylar anlatılırken II. Abdülhamit döneminin baskısının yansımaları olarak
yazarların sürgüne gönderilmesi, basın üzerindeki sansürden dolayı yurt
dışından getirilen yasaklı gazetelerden bahsedilir. Rifat kendisinin de bu
yasaklı gazeteleri dağıttığını ve okuduğunu ifade ederken ve eşi olacak
hanımefendi ile gezmelerini yasaklamalarına rağmen bunu sürdüreceğinden
bahsetmesi onun muhalif kişiliğini gösterir. Burada dikkat edilmesi gereken bir
diğer özellik de H. Rifat’ın daha önce de belirttiği gibi hatıralarını yazarken
kendisinden çok bahsetmesidir. Bu duruma örnek olarak yukarıda kendisiyle
ilgili anlattığı iki olayda ve yazının başında arkadaşlarının çoğu öldüğü için
yaşlılıktan ve yalnızlıktan şikâyet etmesi gösterilebilir. H. Rifat hakkında
yapılan çalışmaların az olması dolayısıyla hatıralarında kendisinden bahsetmesi
onun hakkında bilinmeyenleri öğrenmemiz açısından önemlidir. Yalnız kendisiyle
ilgili anlattıklarının doğruluğunu kanıtlayacak durumda değiliz. Bu yazı
dizisinde ve diğer düz yazılarında da H. Rifat’ın olayları anlatırken mizahi
fıkralara başvurması bizce bu yazı dizisindeki monotonluğun kırılmasında
etkilidir.
1.1.d-
“Eşref ve Hayatı”
H.
Rifat Vakit te “Eşref ve Hayatı” başlığını taşıyan uzun yazı dizisinde
Şair Eşref hakkında ayrıntılı bilgiler verir.[80]
Bu yazı dizisinden önce “Hiciv Nedir?” başlığı altında hiciv ve Eşrefin hiciv
anlayışı hakkındaki düşüncelerini açıklar.
Huyugüzel,
H. Rifat’ın Vakitteki “Eşref ve Hayatı” başlıklı yazı dizisinin yanı
sıra 1926’da Hizmette tefrika ettiği “Benim Gözümle Hizmet’in Tarihi”
başlıklı hatıralarının uzun süre çalışmış olduğu bu gazetenin yayın hikâyesini
ve kapanışını vermesi, İzmir basın tarihinin bir yönünün ortaya koyması
bakımından önemli olduğunu bildirir.[81]
“Eşref
Benzerleri Arasında”[82] başlıklı
yazıda Rifat, Nefi ve Şair Eşrefi karşılaştırır. Nefi’nin hicivlerinde
kasidelerindeki fesahatın, belâgatın olmadığını; buna karşılık Şair Eşrefin
hırsızlara, istibdada, her maskaralığa karşı hatıra hayale gelmeyecek
buluşlarla onları yerden yere çaldığını bildirir. Bu yüzden Şair Eşref’in Nefi
ile değil N. Kemal ile karşılaştırılabileceğini belirtir.
“Eşrefle
İlk Tanışma”[83] başlıklı
yazıda H. Rifat Eşrefle nasıl tanıştığından, yeni çalışmaya başladığı Hizmet’in
yazarlarından bahseder.
“Eşrefin
Çocukluğu ve Gençliği”[84] başlıklı
yazıda Şair Eşrefin doğumu, çocukluğu, ailesi, aldığı eğitim, memurluğa
başlaması anlatılır.
“Eşref
Babasının Oğlu, Terceme-i Hâl”[85] başlıklı
yazıda Rifat devlet sicili, vakıfnâmeler olmasa tercüme-i hâl yazmanın
zorluğundan bahseder. H. Rifat, Şair Eşrefin medreselerde okutulan Nuhbe-i
Vehbi hakkında söylediği şu kıtaya dayandırarak Ahmet Reşit’i Eşrefin
babasının babası olarak gösterir[86]:
...Lüzumu bence yokken Nuhbe-i Vehbi'yi
şerh etmiş
Mübarek cedd-i pâkim zannederdim bî-kerem
çıkmış
Görüp âsâr-ı asrı şimdi ettim hakkını
teslim
Yayaköy 'den süvâr-ı ma'rifet Eşref dedem
çıkmış.
Şerife
Çağın ise Ahmet Reşit Efendi’nin anne tarafından dedesi olduğunu belirtir.
Çağın, H. Rifat’ın bir yerde Eşrefin babası Hafız Mustafa ile ilgili bazı
anekdotları Ahmet Reşit’e izafe ederek onu zarif, nüktedan, fıkra ve hikâye
nakliyle meşhur olarak gösterirken başka bir yerde dedesinin Eşref üzerinde
etkili olmadığını, medrese mahsulü bir dindar, bir softa olduğu sözlerini aktarır.
Genellikle çelişkili ve ihtiyatsız ifadeler kullandığı için H. Rifat’ın verdiği
bilgilere güvenilemeyeceğini ifade eder.[87]
“Eşref
Memurluklarda”[88] başlıklı
yazıda Eşrefin tahsili noksan olduğu halde sonradan kendisini geliştirdiği,
zeki olduğu için her şeyi en ince ayrıntısına kadar görüp anladığından
bahsedilir. Eşrefin cesur yazıları yüzünden şarka sürgün edilmesine rağmen geri
adım atmadığından bahsedilir. Bu yazının devamında[89]
Eşrefin, Vali Kamil Paşa sayesinde sürgün edilmekten kurtulduğu, bir
jurnal sonucu bir buçuk yıl İstanbul’da tutuklu kaldığı, önce Avrupa’ya sonra
Mısır’a kaçtığı anlatılır.
“Eşref
Sürgün Yolunda”[90] başlıklı
yazıda Nafia İdaresi başkâtibi Mustafa Bey’in jurnali sonucu Tevfik Nevzat,
Şeyh Nuri, Tokadizade Şekip Bitlis’e; Şair Eşref ve Taşlızade Doktor Ethem’in
biraderi Avukat Hasan Bey’in de Kastamonu’ya sürgün edilmelerinden bahsedilir.
Şerife Çağın Şair Eşrefin sanık olarak değil şahit olarak gösterildiği için
sorgulama sonunda serbest bırakıldığını bildirir.[91]
“Eşrefte
Hürriyet Aşkı”[92] başlıklı
yazıda H. Rifat Eşrefin yasaklara karşı çıkmasını, isyan ruhlu olmasını doğduğu
Gelenbe nahiyesinin yeşil ve zümrüt ovalarıyla ilişkilendirir. Eşrefin kadınlar
için de hürriyeti istediğini belirten Rifat onun şiirlerinden örnekler verir.
“Eşref
Nasıl Yazardı”[93] başlıklı
yazıda H. Rifat, Şair Eşrefin kâğıt ya da kurşun kalem kullanmamasından
bahseder. H. Rifat onun, kıtaları zihninde hazırladıktan sonra okuduğunu,
bunları yazıya geçirmediğini ifade eder. Bu yazının devamında da H. Rifat
Eşrefin tarih düşürmedeki ustalığını gösteren birkaç şiirinden örnekler verir.
Rifat, onun cimri olduğu için elinde hiçbir zaman kese görmediğini belirtir.
“Eşrefte
Görüş, Mazmun ve İfade”[94] başlıklı
yazıda Rifat; bir hiciv şairinde ilimden evvel ince bir görüş, zarif mazmunlar
bulma kabiliyeti olmalıdır, der. Şair Eşrefin şiirlerinde ilimden evvel ince
bir görüş, zarif mazmunlar bulma kabiliyeti olduğunu söyleyen H. Rifat onun
bazı şiirlerinin müphem ve kapalı olmasının dönemin Arapça, Farsça ağırlıklı
kapalı dilinden kaynaklandığını ifade eder.
“Külâh-ı
Mevlâna”[95] başlıklı
yazıda Şair Eşref ile Ahmet Esat arasında yaşanan olay tekrar ifade eder.[96]
“Eşrefte
Hayal Sükûtu”[97] başlıklı
yazıda 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle yurt dışına kaçan ya da
sürgün edilenlerin dönüşü anlatılır. Rifat 1908’de yapılan seçimlerden
bahseder, İzmir valisi Mahmut Muhtar Paşa’nın uygulamalarını eleştirdiği için
darp edildiğini tekrar aktarır. Abdülhamit döneminin istibdadından sonra hayal
edilen özgürlüğün Eşrefte bir hayal kırıklığı yarattığını ve bu durumun
şiirlerine yansıdığını dile getirir.
“Eşrefin
Eserlerine Toplu Bir Bakış”[98] başlıklı
yazıda H. Rifat Halley kuyruklu yıldızının 18 Mayıs 1910’da dünyaya çarpacağı
söylentisi üzerine Eşrefin yazdığı şiirlerden bahseder.
“Eşrefin
Uzun Manzumeleri”[99] başlıklı
yazıda Şair Eşrefin “Der Hakkı-ı Arif Paşa”, “Seyfullah-il-Meslul Alâ Eda-i
Resûl”, “İtiraf-ı Cürüm”, “Şitaiye”, “Meclis-i Mebusan”, “Köy Bakkalları”, “Köy
Düğünü”, “Defter-i Âmâl” gibi manzumelerinden, kasidelerinden bahsedilir.
“Seyfullâh-il
Meslûl”[100] başlıklı
yazıda Eşrefin Abdülhamit idaresinde uzun seneler nazırlık edenleri hicvettiği
“Seyfullah-il-Meslul Alâ Eda-i Resûl” adlı ikinci uzun kasidesi hakkında bilgi
verilir.
“Hürriyet
Kasidesi”[101] başlıklı
yazıda ve devamında[102] Şair Eşrefin
“Tercüman-ı Millet yahut Kaside-i Hürriyet” adlı 211 beyitlik kasidesinden bu
yazının sonunda ve “Meclis-i Mebusan”[103]
başlıklı yazıda Ş. Eşrefin üçüncü uzun manzumesi Meclis-i Mebusan’dan
bahsedilir.
“Eşrefin
Kasideleri”[104]başlıklı
yazıda hicivlerinde pek kuvvetli ve orijinal fikirlere sahip olanŞair Eşrefin
çok az sayıda yazdığı methiyelerinde de aynı kudrete sahip olduğu belirtilir.
“Eşrefin
Hususi Hayatı”[105]başlıklı
yazının ilk bölümünde Şair Eşrefin şiirlerindeki haşin, hiddetli, küfürbaz
hallerinin aksine, gerçekte her zaman yüzünde tatlı tatlı gülen bir hâlinin
olduğunu belirtir. Bu yazı dizisinin sonuncusu olan yazının ikinci bölümünde[106] ise
Eşrefin nasıl rakı içtiği, tarağı, sigara aldırmak için bir defa bile para
kesesini çıkarmaması anlatılır.
Bu
yazı dizisinin sonunda H. Rifat’ın, Eşref için yazdığı 30 kıtalık mersiye
bulunmaktadır.
Bu
yazı dizisinde Rifatı’ın Şair Eşref hakkında daha önce yazdıklarından farkı
içeriğinin çok geniş olması ve onunla ilgili birçok konuda ayrıntılı bilgiler
vermesidir. H. Rifat sadece “Külah-ı Mevlevi” gazeli ile ilgili daha önce
anlattığı bir olayı burada tekrarlamış, bunun dışındaki tüm bölümlerde yeni
konuları ele almıştır. H. Rifat bu incelemede Şair Eşrefin doğduğu yerden,
çocukluğundan, aldığı eğitimden, memurluklarından, cesaretinden, hürriyet
aşkından, sürgünlerinden, nasıl yazdığından, özel hayatından, eserlerinden
bahsettiği için önemli bir inceleme olarak görülebilir. Bu yazı dizisinde H.
Rifat Ş. Eşrefin hiciv yazarlığından bahsederken onun çağdaşlarından ve
öncekilerden farklılıklarına değinir, hicvi nasıl kullandığından bahseder.
Bunları açıklarken hiciv hakkındaki düşüncelerini de ifade ettiği için bizce bu
yazı dizisi önem taşır. Eşref hakkında yapılan tezlerde, onun hakkında
hazırlanan kitaplarda bu yazı dizisi önemli bir kaynak olarak kullanılması
Rifat’ın bu incelemesinin benimsendiğini göstermektedir.
Hüseyin
Rifat daha çok gazeteciliği ve hatıra yazıları, Hayyam ve Mevlana’dan yaptığı
rubai tercümeleri ile tanınmakla birlikte değişik konularda yazdığı birçok
şiire de sahiptir.
Çeşitli
dergi ve gazetelerde yayınlanan şiirlerinin önemli bir kısmını Kırık
Kavaldan Sesler (1935) ve Dırıltılar-Zırıltılar (1939) kitaplarında
toplayan H. Rifat daha çok mizahi şiirler ve kişilere yönelik hicivler yazmıştır.
Bunun dışında kalanlar aşk şiirleri, kahramanlık şiirleri ve methiyelerdir. H.
Rifat’ın şiirlerinin çoğunluğunun kıtalardan oluşması rubailerde olduğu gibi
birçok düşünceyi bir dörtlüğe sıkıştırma düşüncesiyle ve halk şairlerini örnek
almasıyla ilgili olabilir. Buna rağmen bu dörtlüklerde birçok ögeyi barındıran
bir yoğunluktan ziyade çoğu zaman tekrarlar, basit benzetmeler görülür.
Bizler
bu şiirleri “Hiciv ve Mizah Şiirleri”, “Aşk, Bedbinlik ve Ayrılık Şiirleri”,
“Vatan Sevgisi, Türk Kadını ve Atatürk ile İlgili Şiirler”, “Methiyeler”
başlıkları altında incelemeyi uygun gördük.
Hüseyin
Rifat’ın şiirlerinin büyük bir kısmı hiciv ve mizah şiirlerinden oluşur. Bu
şiirlerin büyük bir kısmı Dırıltılar-Zırıltılar'da, diğerleri de değişik
gazete ve dergilerde yayımlanmıştır.
H.
Rifat’ın şiirlerini mizah ve hiciv olarak birbirinden keskin hatlarla ayırt
etmek mümkün değildir. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanılan bu iki kavram
hakkında hiciv için yergi, mizah için gülmece adlandırması yapan Ömer Özcan şunları
belirtmektedir700:
...
Yerginin ve gülmecenin içinde ‘gülme’ vardır, ‘nükte’ vardır, ‘iğneleme’
vardır, ‘komiklik’ vardır, ‘şaka’ vardır, ‘alay’ vardır, ‘hoşgörü’ vardır,
‘bilgelik’ vardır ve de ‘eleştiri’ vardır o da ‘yergi’dir... Sözcükler yerine
göre ‘sert’ olur, ‘yumuşak’ olur; sert olursa hiciv, yumuşak olursa mizah adını
alır. Hangi adı alırsa alsın ikisinde de ‘eleştiri ’ ve ‘yergi ’ başköşededir.
Toplumsallık öndedir. Yergi ve gülmece ikiz kardeşler gibidir. Birbirlerinden
kolay kolay ayrılamaz. Biri ağlarsa o da ağlar; biri gülerse o da güler.
Ayrımları ağlayışta ya da gülüşteki tondadır.
H.
Rifat’ın hiciv ve mizah şiirlerinde yukarıda bahsedilen ve Ömer Özcan’ın bir
yergi ve gülmece şiirinde olması gerektiğini belirttiği unsurların hemen hemen [107] hepsi
vardır. Bu şiirlerdeki yergi ve mizah unsurlarından dolayı bu kavramlar ikiz
kardeş gibi birbirinden ayırt edilemeyeceği için bunları tek başlık altında
incelemeyi uygun gördük. Sadece kişilere yönelik şiirleri ve değişik konularda
yazılan şiirleri iki ayrı başlık altında topladık.
Mizah ve Hiciv Şiirleri[108]
H.
Rifat’ın bazı mizah ve hiciv şiirleri onun “Hiciv Nedir?” başlıklı yazısında
belirttiği gibi halk şairlerinin şiirleri gibi sade bir dille ve hece vezniyle
yazılmış dörtlüklerden oluşurken önemli bir kısmı da kıtalardan oluşur. Hüseyin
Rifat’ın halk şiirinin özelliklerini benimsemesinde onun, asıl hiciv
şairlerinin halk şairleri olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Yine,
şiirlerinde çok müstehcen ve küfürlü ifadelerin olmaması, hicvin Divan şairlerinin
yaptığı gibi bir arkadaşı ya da herhangi bir kimseyi kötülemek gayesiyle
olmayacağı görüşüyle ilgilidir
H.
Rifat’ın bu şiirlerinde eleştirdiği kişiler şunlardır: V. Mehmet Reşat, Ahmet
Tevfik Paşa, Damat Ferid Paşa, Hafız İsmail Hakkı, Doktor Mustafa Enver, Ali
Kemal, Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay, Fahrettin Kerim Gökay, Lütfi
Kırdar, Fuat Ağralı, Şükrü Saracoğlu.
2.1.a- Kişiler Hakkında Yazılan Mizah ve
Hiciv Şiirleri
V. Mehmet Reşat(1844-1918)
27
Mayıs 1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteğiyle tahta çıkan Sultan
Reşat3 Temmuz 1918’e kadar yaptığı padişahlığı sırasında, Balkan ve Trablusgarp
savaşlarında Osmanlı büyük topraklar kaybetmiştir. V. Mehmet Reşat’ın on defa
hükümet değişikliği oldu ve padişah bu buhranları önleyecek ve yön verecek
siyasi bilgi ve tecrübeye sahip değildi. Bu dönemde padişahın sadrazamı atama
yetkisi olduğu halde icradan sorumlu olmaması dolayısıyla padişahın siyasi rolü
zayıflamıştır. Bu dönemde II. Meşrutiyet’in ilk gerçek çok partili dönemi sona
ermiş,İttihat ve Terakki’nin baskısı altında yapılan ve “sopalı seçim” adı
verilen seçimlerden sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası tasfiye edilmiş,
muhaliflerden 350 kişi tutuklanıp Sinop’a sürülmüş ve Talat, Enver ve Cemal
Paşaların bulunduğu kabinede Osmanlı I. Dünya Savaşı’na girmiştir. V. Mehmet
Reşat meşrutiyet padişahlığını hiçbir şeye karışmamak şeklinde anladığından
devlet işlerine hemen hiç karışmamış, anayasanın padişaha tanıdığı yetkileri
dahi kullanmak istememiştir. H. Rifat V. Mehmet Reşat’ın meşgul olacağı bir şey
olmadığı için onun padişahlığının çok rahat olduğunu söyler:[109]
[110]
..Ey merhametli rabbim ister isen eğer sen
Görsün bu abd-i âciz bir saniye ferâgı,
Yâ eyle kahr ü ifnâ mahvolsun akl ü fikrim
Yahut kı bende olsun Sultan Reşaddimağı...
Rifat
bu kıtada Allah’tan bir saniye kendisinin ferağı için; yani hiçbir şeyle meşgul
olmayıp dinlenmesi için, aklını ve fikrini mahvetmesini ya da Sultan Reşat’ın
dimağı gibi bir dimağın kendisine verilmesini ister. Rifat aklın ve fikrin yok
olmak ile Sultan Reşat’ın dimağına sahip olmanın aynı olduğunu söyleyerek
eleştirir. Bu durum komikliği arttırır. H. Rifat’ın şiirlerinde çoğunlukla
başvurduğu bu gülme tekniğine karşıtlık denir[111]:
...Karşıtlıkta
iki farklı unsur (kelime, düşünce, nesne, durum, ton v.b. olabilir) birbiriyle
tezat teşkil edecek şekilde bir araya getirilir. Bir unsurun, kendisiyle tezat
teşkil eden bir ortama kaydırılması sonucunda bir şaşkınlık ve şok etkisi
yaşanır. Bu bir anlamda umduğumuzla bulduğumuz arasındaki orantısızlıktan doğan
ve gülmeye yol açan şaşkınlıktır.
Ahmet Tevfik Paşa(1845-1936)
II.
Abdülhamit döneminin Hariciye Nazırı olarak 14 yıl görev yaptıktan sonra II.
Abdülhamit, V. Mehmet Reşat, VI. Mehmet Vahdettin’in saltanatında ve
İstanbul'un işgal altında bulunduğu dönemde kısa aralıklarla dört dönemde
sadrazamlık yapmıştır. Ahmet Tevfik Paşa 1872 ile 1895 arasında Roma, Viyana,
Berlin, Atina ve Petersburg elçiliklerinde ikinci kâtiplik ve maslahatgüzarlık
yapmıştır. Son Osmanlı sadrazamıdır. Tevfik Paşa’nın 11 Kasım 918’de sadrazam
oluşunun ikinci gününde İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal edince padişah
çeşitli sebepler ve müttefiklerin ısrarı karşısında meclisi feshetti.
Anadolu’daki Milli Mücadele’nin başarılı olmasıyla 1921’de Londra’da toplanan
konferansa Ankara ve İstanbul hükümetlerini temsilen katılsa da kendisine söz
hakkı verildiğinde sözü Ankara hükümeti temsilcisi Refet Paşa’ya bırakır.[112]
H.
Rifat, Mütareke günlerinde Paşanın kabinesinden birini çıkarmak isteyince
istifa ettiğini, kendisinin yine sadârette kaldığını ifade eder. Üç defa
sadrazamlık yaptığı için tekrar sadrazam olmasının ancak hülle yoluyla mümkün
olacağını söyler.[113]
...Başvekil oldu üçüncü defa da,
Neşe verdi dostuna, ahbabına;
Bence de şâyân-ı takdir olsa da
Hülle farz oldu sadâret bâbına...[114]
Rifat
bu kıtasında A. Tevfik Paşa’nın üçüncü kez sadrazam olması ile bir erkeğin üç
defa boşadığı eşi ile tekrar evlenebilmesi için bir geceliğine başka bir
erkekle nikâhlamasına benzeterek komik bir kıyaslama yapar. Bu kıtada geçen
“hülle” kavramında görüldüğü gibi H. Rifat’ın kimi şiirlerinde şer’î hukuka
dair bir terimi siyasî hadiseleri değerlendirmede kullanır.
Damat Ferid Paşa (1853-1923)
Osmanlı
diplomat ve devlet adamıdır. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra sefaretlerinde
ikinci kâtip olarak çalıştı. II. Abdülhamid’in kız kardeşi Mediha Sultan’la
evlenerek saraya damat oldu ve devlet şurası üyeliğine getirilmiştir. İlk
başlarda daha yüksek mevkilere gelmek için İttihat ve Terakki’ye yaranmaya
çalışan Ferid karşılık bulamayınca onların aleyhine döner, Hürriyet ve İtilaf
Fırkası genel başkanlığına seçilir.En kritik zamanlarda beş defa sadrazamlık
yapmıştır. Sadrazamlığı devamlı İngilizlerin baskısı altında geçmiştir. Damat
Ferid Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne
muhalefetinden ötürü vatan hainliği ile suçlanmış ve yurt dışına gitmiştir.[115]
H.
Rifat Damat Ferid Paşa ile ilgili 5 dörtlük yazmıştır. Bu dörtlüklerden ilki
Damat Ferid’in üçüncü kez sadrazam olması halinde sadrazamlığı için hüllenin
farz olduğunu dile getirirken sadrazamlığının uzun sürmesini de eleştirir709:
...Etti üç defa nikah ü tatlik Hulle farz oldu sadâret evine;
Yeni dâmâda olunca tevcih
Emr-i şer’î getirildi yerine
H.
Rifat, Damat Ferid’in sadrazamlığını şenlik olarak görüp alkışlayanları da
kaynayan tencere ve kazanın etrafındaki maymunlara benzetir. Damat Ferid’in
kaynattığı bu tencerenin, Ferid’in ve onu alkışlayan herkesin sonu olduğunu
ifade eder770:
..Şaşırıp da deme aptalcasına
Bab-ı âlîde gene şenlik var;
Nerde kaynarsa kazan, tencere bil,
Orada bir sürü maymun oynar
Öyle bir tencere kaynattı ki Ferid Paşa
kim,
Bütün ahbâbı, eviddâsı üşüştü içine;
Kapağı açtı felek, kendisi aldı kaşığı
Halt ederken şaşırıp kör gibi düştü
içine!..
Hafız İsmail Hakkı (1874-1930)
İzmir’de
çıkarılan Musavver Terakki dergisinin başyazarı olan Hafız İsmail Hizmet
ve Ahenk gazetelerinde ve Muktebes, Edep Yahu dergilerinde
yazılar yazmış ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasının İzmir’deki yayın organı olan Müsavatın
(1912) başyazarlığını yapmıştır.[116]
[117] [118] [119]
Milli
Mücadeleye karşı olduğu için sürgüne gönderilen yüz elli kişiden biri olan
Hafız İsmail Hakkı Medresetü’l-İrşad’da hitabet hocalığı, Darü’l-hikmetü’l-
islamiye üyeliği yapmıştır. Hüseyin Rifat, Neyzen Tevfik’in Hafız İsmail
Hakkı’yı hicvettiği bir beyte kendisi de bir beyit eklemiştir772:
.Fetâvây-i Imameyne gireydi hîle-i şer’i
Keserdim Hafız İsmail’i olsaydı domuz
kurbân!..
(N. Tevfik)
Evet. Her sözde bir âyet delil iradeder
amma
Bu küfründen ne rütbe mûfa’ildir kim bilir
Kur’an.
(H. Rifat)
Doktor Mustafa Enver (1849-1932)
İzmir’in
ilk Türk doktoru olan Mustafa Enver Aydın Vilayeti Sıhhiye Komisyonu
başkanlığı, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti İzmir Şubesi kurucu üyeliği yapmış ve elli
yıldan fazla halka hizmet ettiği için Kızılay İzmir Şubesi tarafından “Şeyhü’l-
etibba” ünvanına lâyık görülmüştür.[120]
[121] [122]
Mustafa
Enver Bey’in kırkıncı doktorluk senesinde yapılan merasimde kendisine birçok
hediye verilmiş, H. Rifat da aşağıdaki kıtayı onun için yazmıştır774:
.Hayr için döktüğü insan kanına
Yedi deryâyı salarsan silemez;
Şu kadar var ki geberttiklerini
Sorsak Azrâile hattâ bilemez.
H.
Rifat Doktor Mustafa Enver’in işi dolayısıyla hastaların iyileşmesi için
yaptığı ameliyatlarda kan alması gibi olumlu bir durumu karşıtlık ilgisi
kurarak yedi deryanın bu kadar fazla kanı silemeyeceğini söyler. Bununla da
kalmayıp riskli olan sağlık sektöründe ölümlerin olması doğal iken Doktor
Mustafa Enver’in öldürdüğünü iddia ettiği hastaların sayısının Azrail’in bile
hatırlamadığını ifade eder. H. Rifat “kan dökmek” eylemini cinas yaparak
kullanmıştır. Cinaslar ve daha basit mizah biçimleri temel olarak
sözcüklerle oynamaktır. 775Hiciv ve mizah yazarları ifadenin
kuvvetini arttırmak için çoğunlukla mübalağa yaparlar[123]:
...Arthur
Koestler, karikatür sanatıyla benzerlik kurduğu hicvi şöyle tanımlamaktadır:
“Yergi, abartma ya da yalınlaştırmayla bireyin ya da toplumun belirleyici
özelliklerini bozan sözlü bir karikatürdür.” Hiciv yazarının büyütmek için
seçtiği özellikler elbette ki beğenmediği özelliklerdir. Hicvin gülünçlük
etkisi, okurun zihninde, bildiği sosyal gerçeklik ile bu gerçekliğin hiciv
yazarının tuttuğu aynadaki çarpıtılmış yansımasının aynı anda bir arada
bulunmasından doğar.
Söylenenle
gerçek arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan mübalağa bizleri güldürür. Rifat da
burada dökülen kanın yedi deryanın bile silemeyeceğini Dr. Mustafa Enver’in
öldürdüğü insanların sayısının Azrail’in bile hatırlamadığını söylerken
mübalağa sanatına başvurup hicveder. Burada Mustafa Enver’in bir doktor olarak
yaşatması gerekirken öldürmede Azrail’le bile yarışması, okurda bir şaşkınlık uyandırır.
Hüseyin Rifat, burada aynı zamanda şaşırtma ile birlikte mübalağadan da
faydalanmıştır.
Ali Kemal (1869-1922)[124]
[125] [126]
II.
Abdülhamit ve Meşrutiyet döneminde yayımlanan Sabah, ikdam ve Peyam
gazetelerinde İttihat ve Terakki Derneği’ne ve Milli Mücadele’ye karşı yaptığı
sert eleştirileri ile tanınmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra A. Kemal’in
başyazarlığını yaptığı Peyam ile Ermeni Mihver Efendi’nin sahibi olduğu Sabah
birleşerek Peyam-ı Sabah adıyla yayımlanmıştır. H. Rifat da bu
konuda Ali Kemal’i 118 eleştirir11 :
...Şüphelendirdin ser-â-pâyârını, ağyarını
Eyledin de Ermeni Mihran ’la tevhid-i inan;
Söyle ey mır-i Kemal, kurtar cihan şüpheden
Sen mi oldun Ermeni, Mihran mı oldu
Müslüman?..
Hüseyin Rifat Peyam-ı
Sabah idaresinin taşlanmasını A. Kemal’in çirkin yazılarından dolayı
vatancı gençler tarafından yapıldığını belirtir ve bunu şeytan . < <
.-119
taşlamaya benzetir :
..Altı yüz yıllık siyasi körlüğü attık
hele;
İntibâ hâsârı hamdolsun Hudaya başladı,
Hac zamanı sanki şeytan taşlıyorlarmış gibi
Müslümanlar Bâb-ı Ali’de Peyâm taşladı.
Başka bir dörtlüğünde de milli kuvvetler
İstanbul kapılarına dayandığı günlerde Ali Kemal’in Kızılay’a yüz lira ianede
bulunmasını şöyle yorumlar[127]:
..Bakgene bir hârika gösterdi Allâhım bize, Yağdırırken leşker-i Yunan’a
Türk gökten memat;
Verdi yüz altın Hilâl-i Ahmer’e Artin
Kemal,
Farz değilken boynuna şer’an bu yolda bir
zekât...
John
Morreall’in gülme teknikleri hakkında belirttiği “insanlarda gülmemize yol açan
bozukluklar” düşüncesine göre bu bozukluklar dört grupta incelenir. Bunlar;
“fiziksel bozukluklar”, “bilgisizlik ya da aptallıklar”, “ahlaki bozukluklar”
ve “başarılamayan işler” dir.[128] H.
Rifat’ın Ali Kemal’i eleştirmesi bu gruplandırmaların hiçbiri içinde
değerlendirilemez. H. Rifat’ın bu şiirinde Ali Kemal’i eleştirmesinin asıl
sebebi onun siyasî tavrının benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır. A. Kemal
devrin genel havasının ve eğilimlerinin dışında muhalif bir tavır sergilemesi
ve özellikle İttihat ve Terakki zihniyetinin dışında hareket ettiği için dışlanmış,
ağır bir eleştiriye tutulmuştur. John Morreall’in bu düşüncesini Rifat’ın
şiirlerini tam açıklamakta zorluk çekmemizin sebebi Morreall’in belirttiği gibi
gülme kuramlarının hiçbirinin tüm durumları açıklamak için yeterli olmamasıyla
ilgilidir.[129]
Hüseyin Cahit Yalçın (1875-1957)-Falih
Rıfkı Atay (1894-1971)
Hüseyin
Rifat 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimleri öncesinde Yeni
Sabah gazetesinde “Günün İlhamları” başlığı altında yazdığı 3 kıtada
Hüseyin Cahit Yalçın ve Falih Rıfkı Atay’ı eleştirir. Bu seçimlerde Demokrat
Parti’yi destekleyen H. Rifat, CHP milletvekilleri H. Cahit Yalçın ve F.
Rıfkı’nın birbirinden farkı olmadığını, eski Meşrutiyet’in öz Falih’inin H.
Cahit olduğunu söylerken son günün H. Cahit’inin de F. Rıfkı Atay olduğunu
ifade eder[130]:
..CahitBey ’i Falih Atay ’a eyleme teşbih Bir mülkü onun hame-i fettanı batırdı
Bir partiyi ancak düşürebildi nazardan Falih Atay ’ın ettiği her günkü patırdı.
H.
Cahit Yalçın Tanin gazetesinde İttihat ve Terakki’nin propagandasını
yapmış, 1908’den 1918’e kadar partinin milletvekilliğini yapmış ve özellikle
Ali Kemal ile mücadele etmiş, siyasi gazetecilik yapmıştır.[131]
Daha sonra da İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye başlayan H. Cahit Yalçın’ı H.
Rifat eleştirir. Bu eleştiri Rifat’ın İttihat ve Terakki’yi savunmasından çok
H. Cahit ile ilgilidir. F. Rıfkı Atay ise H. Cahit Yalçın’ın müdür olduğu Rehber-i
Tahsil Mektebi’nde öğrencilik yapmıştır. Bu dönemden itibaren önce Çocuklara
Mahsus Gazetemde, sonra Servet-i Fünûn’da yazılar şiirler yazmış daha
sonra da Taniride ve Akşam gazetesinde yazmaya başlar. 1923’ten
1950’ye kadar CHP’den milletvekili olan F. Rıfkı Atay “Türk inkılâplarının
yerleşip benimsenmesinde, kültür, sanat ve bilim alanlarında
7
7 7 7 7,<yy--7> 7 7 y 125
alınan kararların uygulanmasında Atatürk e
yardımcı olmuştur.
“Deruni”
imzasını taşıyan yukarıdaki yazıya karşılık Hüseyin Rifat “Şair Deruni’nin
Cevabına Cevap” başlıklı dörtlükte şunları söyler[132]
[133]:
...Farkıyok bence o Cahid’le bu Falih Atay
’ın;
İttihat Fırkası Cahid’le göçüp batmadı mı?
Falih ’in yaptığı hırçınlık ile, son günde
Koca Halk Fırkası sırtüstü gelip yatmadı
mı?..
H.
Rifat’ın H. Cahit Yalçın ve F. Rıfkı Atay için yazdığı hicivlerde ve diğer
şiirlerinde belki de eleştirideki ton arttığı için gülme azalır. Bu durum mizah
yaratıcılarının bazen her şeyi komik yapmaya çalıştıkları için başarısızlığa
uğramalarıyla ilgilidir. Ancak her şeyin komik olması, sıradan gerçeklik
kalıplarının karşıtlığına dayanan mizahın uyumsuzluğu için olanaksızdır.[134]
Fahrettin Kerim Gökay (1900-1987)[135]
İstanbul
milletvekili olan ve İstanbul’da valilik yapan Dr. Fahrettin Kerim Gökay aynı
zamanda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, İmar ve İskân Bakanlığı görevlerinde
de bulunmuştur. İstanbul Valisi iken H. Rifat onun hakkında şu dörtlüğü yazar[136]:
..Hocalıkyaptığın yıllarda, hakikat Gök-ay,
Haylice zır deliyi etti tedavi,
tanırım..(!)
Çok sürerse eğer İstanbul’da Valiliği de
Neredeyse şu fakir halkı delirtir sanırım.
H.
Rifat; halk arasında fukara babası olarak anılan Gökay’ı içki düşmanı olarak
nitelendirir. Tenkitlere karşı müsamahasını da hesaba katarak bu dörtlüğü
okuduğunu belirtir. Valinin ise gülerek kendisine yanıldığını, “Herkesi tamamen
tedavi edemedim.” dediğini belirtir.
Lütfi Kırdar (1887-1961)[137] [138]
Manisa
ve İstanbul’da valilik ve belediye başkanlığı yapmış daha sonra da Demokrat
Parti’de iken Sağlık Bakanlığı görevinde bulunmuştur. İstanbul’da belediye
başkanı iken yaptırdığı İnönü Stadyumu dolayısıyla H. Rifat şu kıtayı 131
kaleme almıştır :
...Öyle hayretle bakıp da şaşırıp kalma
sakın,
Bir yeşil saha yapılmakta diye her bayıra;
Ekmeğin arkası şayet kesilirse bir gün,
Lütfi Kırdar sürecek bir gün bizleri
çayıra.
Hüseyin
Rifat aşağıdaki mısralarında İstanbul’un eski valileri Muhiddin Üstündağ ve
Lütfi Kırdar’ın soyadlarından hareketle birinin dağdan diğerinin kırdan
geldiğini ifade eder[139]:
..İstanbul’da vali olan her gelenin
Kimi dağdan kimi kırdan geldi.
Bu
mısrada “her gelenin” ifadesi “hergele” anlamına gelecek şekilde de
kullanılabilir. Hilmi Yücebaş, bu mısraların sahibi olarak herkesin, Neyzen
Tevfik’i bildiğini söyler; bu yüzden Lütfi Kırdar’ın N. Tevfik’in İstanbul
Belediye Konservatuarından aldığı 40 lira tahsisatı kestiğini belirtir.[140] Rifat’a
ait bu iki mısra belki diğer birçok hiciv ve mizah şiirlerinden daha etkilidir;
çünkü H. Rifat bu mısralarda bir gerçeği çeşitli kalıplarla iyi bir biçimde
yakalamış ve buna çizgi dışı bir bakış açısıyla bakabilmiştir.[141]
Fuat Ağralı (1877-1957)[142]
İstanbul
ve Elazığ milletvekilliği yapmıştır. Lozan Konferansı sırasında Türk heyetinin
saymanlığını yapmış, Maliye Vekilliği görevinde bulunmuştur. H. Rifat, Fuat
Ağralı’nın vergi ıslahı ile ilgili çalışmaları hakkında şu dörtlüğü kaleme
almıştır756:
.Ağralı verginin ıslahına kalkmış yeniden,
Vergi ıslahı işi, doğrusu eksik gibidir,
Pek karıştırmasın Allah için olsun bu işi;
Ele aldıkça
büyür, vergi dahi gibidir.
Başka bir dörtlüğünde de Fuat Ağralı’nın
bir taraftan aylıkları arttırıp diğer
137
taraftan rakı fiyatlarını da artırmasını
eleştirir :
..Ağralı aylığı arttırdı, sevindirdi bizi,
sevincin tadı
ammâ dilimizde kaldı
Arkasından rakı fiyatını arttırdı fakat
Sanki sağ elde zekât verdi sol elle aldı.
Şükrü Saraçoğlu (1887-1953)[143] [144] [145] [146]
Milli
Eğitim Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan Şükrü Saraçoğlu başbakan olduğu
sırada çift dereceli seçim sistemini hazırlamıştır. H. Rifat da seçim sistemi
konusunda Avrupa’yı örnek gösterir ve siyasetin ne olduğundan bahseder,
Saraçoğlu’nu eleştirir159:
..Hokkabazlıkyeter artık, geliniz
kendinize,
Ortaya çıkmadan o Karamanlı koyunu
Devletin işleri tedbirli siyaset ister,
O, salon dansı değildir, ne de zeybek
oyunu!..
intihapta uyalım, uyalım Avrupa’ya,
Seçelim doğru yolu kendimize;
‘Benzeriz biz bize! ’ desek hâlâ, Benzemez
kimse bu dünyada bize.
H.
Rifat’ın Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin ünlü devlet adamları, padişahlar,
valiler, doktorlar ve gazetecilerini hicvettiği bu şiirleri Divan
edebiyatındaki kimi şairlerin küfür dolu hicivleri gibi değildir. H. Rifat
Osmanlı’daki devlet adamları ile ilgili hicivlerinde dönemin şartlarında
söylenmesi güç eleştirilerde bulunur. Bu durum bu şiirlerin daha sonra
yazıldıklarını ya da yazıldığı dönemde yayımlanması mümkün olmadığı için
saklandığını ve daha sonra yayımlandığını göstermektedir. Yine de bu
hicivlerdeki eleştirinin tonu, Divan edebiyatında şairlerin devlet adamlarına yazdığı
hicivlerin yanında çok hafif kalır.
Nurettin
Artam’a göre hiciv edebi kaidelere, zekâ kurallarına ve nükte icaplarına uygun
olarak ağzı bozmaktır. Artam, H.Rifat’ın mesleği icabı her şeyi en hassas
terazilerde tartmağa alışık olduğu için kullandığı efendice üslup dolayısıyla
yukarıda belirttiği hiciv ölçüsüne uygun hicivler yazmadığını ifade eder.[147] Bu durum
N. Artam’ın da ifade ettiği gibi H. Rifat’ın şiirlerinde müstehcen ve küfürlü
ifadelerin olmamasıyla ilgilidir.
Rifat’ın
kişilere yönelik şiirlerinde eleştirinin tonu çoğunlukla yüksek olduğundan
bunlar hiciv şiirleri içerisinde değerlendirilebileceği gibi bazı şiirlerinde
eleştirinin tonu azaldığı için komik öğeler ön plana çıkar; bu yüzden bunlar da
mizah şiirleri içerisinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla burada mizah ve
yerginin bir ton meselesi olduğu hakikati bir kez daha ortaya çıkmış olur.
Rifat’ın kişilere yönelik bu mizah ve hiciv şiirlerinde daha önce de
belirttiğimiz gibi karşıtlık, mübalağa tekniklerine özellikle başvurur.
Karşıtlık tekniğini kullanırken H. Rifat belli bir makama gelmiş kişilerin
bilinç düzeyleri ile bulundukları makamlar arasında zıtlıkların olduğunu ifade
eder. H. Rifat’ın bu kişilerde mübalağa yapmak için seçtiği özellikler
beğenmediği özelliklerdir.
2.1.b- Çeşitli Konularda Yazılan Mizah ve
Hiciv Şiirleri
Daha
önce belirttiğimiz gibi hiciv ve mizah şiirleri birbirinden kesin hatlarla
ayrılmaz. Çünkü yukarıda verdiğimiz ve eleştirinin çoğunlukla arttığı için
hicve daha yakın olan şiirlerini ve eleştirinin tonunun azaldığı için mizaha
daha yakın olan şiirlerini birbirinden ayıramayız. Bunlar arasındaki ayırım
hiciv ve mizah şiirlerinin tonlarına göre yapılacaksa hicivlerde eleştiri,
yergi ön planda iken mizah ikinci plandadır. Rifat’ın şiirleri tıpkı Şair
Eşrefin şiirlerinde olduğu gibi eleştirinin dozunun düştüğü, buna karşılık
gülmenin yükseldiği latifelerden hicvin kaba bir öfkeye dönüştüğü, buna paralel
olarak da gülmenin düştüğü küfür ve bedduaya varıncaya kadar mizahın değişik
tonları açısından derecelendirmek mümkündür.[148]
Eleştirinin
tonu azaldığı için mizaha daha yakın olan şiirleri daha çok II. Meşrutiyet ve
Kurtuluş Savaşı zamanlarında yaşanan siyasi, sosyal olaylar üzerinedir ve konu
olarak seçimleri, fırkaları, belediye sorunlarını, borçları, içkiyi ele alır.
Rifat’ın bu şiirlerinin daha iyi anlaşılması için Osmanlı mizahının genel
özelliklerini bilmemiz faydalı olacaktır.
Ferit
Öngören Osmanlı mizahının ana geriliminin Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı
çifte kültürü üstüne kurulduğunu belirtir.[149]
Bu ayırım Osmanlı mizahının başlıca özelliklerinden birisidir. Hüseyin Rifat da
“Hiciv Nedir?” başlıklı yazısında[150]
mizahı ve hicvi açıklarken Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı ayırımına dikkat
çeker.
Osmanlı
mizahının bir diğer özelliği de halk kültürünün yansıdığı sözlü bir mizah
oluşudur. H. Rifat’ın şiirlerinde de daha çok sözlü unsurlar olarak
değerlendirilebilecek şu kelime gruplarını tespit ettik; aşka gelmek, dövünüp
çırpınmak, sırtüstü gelip yatmak, göğsünü germek, uğur ola, kökünden kurumak,
eyvallah etmek, halt etmek, pehpehdeyim v. b.
Hüseyin
Rifat’ın mizah ve hiciv şiirlerinde birçok konu ele alınmış ve birçok mizah
ögesine başvurulmuştur. Bu şiirler didaktik olmaktan ve haksızlıklar karşısında
kitleleri harekete geçirmekten ziyade teslimiyeti ve şikâyet edilen kadere
boyun eğmeği ifade ederler. Bu şiirlerin bazıları aynı konular hakkında
yazıldıkları için aynı başlık altında incelemeyi uygun gördük; “Seçimler,
Fırkalar ve Siyaset ile İlgili Şiirler”, “Belediye Sorunları ile İlgili
Şiirler”, “Rindane Şiirler”, “Evlilik ve Kadınlar ile İlgili Şiirler”, “Seyr-i
Sefain İdaresi ile İlgili Şiirler”, “Edebiyat, Vezin ve Dil Devrimi ile İlgili
Şiirler”, “Delilik, Tımarhane ile İlgili Şiirler”, “Savaş Temalı Şiirler”.
Dırıltılar-Zırıltılaf
da Rifat’ın yukarıdaki başlıklar altında topladığımız şiirleri dışında değişik
konularda yazdığı hiciv ve mizah şiirleri bulunmaktadır. Yalnız bu şiirler
fazla olmadığından, bunları ortak bir başlık altında incelemek mümkün değildir.
Bizler de aynı başlık altında değerlendirebileceğimiz şiirleri ele aldık. Bu
sebeple yapılan bu seçimin şahsi olduğunu, Rifat’ın bu şiirleri dışında da
hiciv ve mizah şiirlerinin olduğunu belirtmemiz gerekir. Bizler öncelikle
çeşitli konularda seçtiğimiz birkaç şiirini değerlendirdikten sonra diğer
şiirlerini değerlendireceğiz.
İstanbul
işgal altında iken kalem sahiplerinin birbirileriyle olan
münakaşalarını, küfürleşmelerini Hüseyin
Rifat çok sert biçimde eleştirir744:
...Muktedâ
bildiğimiz ehl-i edep zümresi bak
Savurup durmada külhanbeyi ağzı kalayı;
Öyle hayret ile baktıkça şu hâle millet
Girdiler birbirine zannediyor it alayı!..
Gazetelerdeki,
bir Rus bilim adamının geliştirdiği bir aşı sayesinde tavukları horoz yaptığı
ile ilgili haber üzerine yazdığı şiirde H. Rifat bunun tam tersinin olması
halinde yaşanacakları mizahi bir şekilde anlatır745:
..Bir şırıngayla horozlaştı tavuklar eyvah
Düşünüp aksini birden bire aklım kaçtı;
Korkum altüst olacaktır bu gidişle âlem;
Bu keşif değme felâketlere yollar açtı!..
Son
olarak ele aldığımız şiirde, H. Rifat diş ağrısından bahsederken kendi hayat
serüvenini de bir nevi aktarır. Bu şiir diğer mizah ve hiciv şiirlerinde olduğu
gibi, aslında Rifat’ın her şeyi şiirin konusu yaptığına ve bunu da sade bir
dille kaleme aldığına iyi bir örnektir746:
..Görmedim âlemde hiç rahat yüzü;
Hep itişmektir köpeklerle işim;
Şöyle dursun hârici düşmanlarım
Bir belâdır evde, ağzımda dişim!..
İstanbul’da
çıplaklar kulübü açılmasından, valilere güvenilmemesi gerektiğine, sokaklarda
saç saça dövüşen kadınlardan yolsuzluklara, Batı’dan aile hukukunun
alınmasından riyakârlığa kadar birçok değişik konudaki bu dörtlükler diğer
mizah ve hiciv şiirlerinde olduğu gibi hece ölçüsüyle ve çoğunlukla sade bir
dille yazılmıştır. [151] [152] [153]
Seçimler, Fırkalar ve Siyaset ile İlgili
Şiirler
H.
Rifat’ın değişik zamanlarda çeşitli gazetelerde genel olarak “siyaset” başlığı
altında toplayabileceğimiz şiirler yayımlanmıştır. Dırıltılar-Zırıltılar
şiir kitabında ve Hilmi Yücebaş’ın hazırladığı hiciv ve mizah antolojilerinde
de bu konudaki şiirleri bulunmaktadır. Bu şiirlerinde Rifat bazen fırkaların
birbirileriyle didişip durmalarını eleştirirken, bazen de kendisinin de bunun
içine çekilmek istediğinden bahseder. Meşrutiyet döneminde İttihat ve
Terakki’ye eleştirilerini yönelten H. Rifat Cumhuriyet döneminde de CHP’yi
eleştirir. Bu şiirlerin genelinde H. Rifat’ın siyasete olan güvenini yitirdiği
görülür.
Ferit
Öngören Cumhuriyet mizahının başlıca evrelerinin parti yapıları ile ilgili
olduğunu ifade eder. Öngören, Selçuklu mizahının aşiret birliklerinin; Osmanlı
mizahının tarikat örgütlerinin; Cumhuriyet mizahının ise parti örgütleri
tarafından yönlendirildiğini belirtir.[154]
Dünya
Savaşı’ndan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti kendini feshetmiş ve Teceddüt
Fırkasını kurmuştur. Muhalif olan İttihatçılardan bir topluluk ise Fethi Okyar
yönetiminde Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkasını kurmuştur. Bu dönemde yeniden
canlanan Hürriyet ve İtilaf Fırkası siyasette en güçlü partidir. Bu partiler
dışında savaştan sonra çok sayıda kısa ömürlü parti kurulmuştur.[155] [156] [157] Hüseyin
Rifat bu dönemdeki fırkalar arasındaki kavgayı körle sağır kavgasına benzetir749:
...Fırkalarca edilen kavganın Başka bir şeyi olamaz manası işitip gördüğü
körle sağırın Sen çekil ben geçeyim davası.
Vaktiyle
kendisini de aralarına almak isteyen Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na şu cevabı
verir750:
..Ben de tesis eyledim birfırkacık,
Yurdu kurtarmak için Allah bilir;
Öyle ki bir madde talimatı var Kimseyi
etmez kabul, âzâsı bir!..
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile İttihat ve
Terakki Cemiyeti’ne hitaben yazdığı dörtlükte de Rifat yukarıdaki olumsuz
cevapta olduğu gibi hürriyet vaadinde bulunanların yalanlarından artık
usandığını belirtir757:
.V’ad-i hürriyet eden her bir söze
Doğduğum günden beri pehpehdeyim;
Martavallardan usandım, dinlemem;
Midemi kim doldurursa iehdeyım'..
Hüseyin
Rifat’ın bu konudaki diğer şiirleri 1946’daki çok partili hayata geçiş ve
yapılan seçimlerle ilgilidir. Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçiş ile
birlikte 1946’da yapılan genel seçimlerde CHP karşısındaki DP’nin, yapılan
hilelere rağmen giderek güçlenmesi ile siyasi ortam gerilmiştir. Birbirilerini
komünizme karşı yumuşak davranmakla suçlayan bu iki parti arasındaki çekişmeyi
Hüseyin Rifat 752
boks maçına ve Karagöz perdesine benzetir :
..Boksa çıkmış gibidir halkçı demokrat
alayı,
Sille, yumruk atıyor birbirine durmayarak;
Oynuyor perdede güya ki Hacivat, Karagöz;
Oynatan başkasıdır, oynayana verme kulak.
1946’da
yapılan seçimlerde CHP DP’ye karşı çoğunluğu sağlar. Bu durum oy kullanmada
gizlilik güvencesinin, tarafsız gözlemciliğin olmaması ve sonuçlar ilan edilir
edilmez oy pusulalarının imha edilmesi ile ilgilidir. Seçimlerde yaşanan bu
haksızlıklar birçok eleştiriye uğrar753:
..Bir aday dün ‘sayımı görmeliyim ben de ‘
demiş;
Oda dar, girme, demişler o muhalif adaya.
Üç muvafık sığıyorken küçük oy sandığına,
Bir muhalif neye sığmaz kocaman bir odaya!..
1947’de yapılan muhtarlık seçimlerinden
sonra da Hüseyin Rifat CHP’nin aslında kaybettiği bir seçimden galip
çıkmasından bahseder757:
..Seçimlerden zaferle çıktı güya halkçılar
Rifat
Bütün milletle bu hâle gülmede bittim.
Görünce câmilerde kimsesiz sandıkları tenha
Musalla taşında bir fakir tabutu zannettim.
H. Rifat, CHP’nin kendisi gibi
düşünmeyenlerle ilgili tavrını da eleştirir755:
Hilmi
Yücebaş Türk Mizahçıları, “Namert Devran”, s. 155.
153YeniSabah,
nr. 2092, 7 Haziran 1946.
154Hilmi
Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, s.340.
155
Hilmi Yücebaş, Hiciv ve
Mizah Edebiyatı Antolojisi, s.340.
...Halk fırkasından olmayan insan sayılmadı
Bir tehlikeydi millete hürüm demek bile.
Kurduktu altı ok ile tek fırka sistemi
Mehtaba çıkmışız gibi tek kürek ile...
14
Mayıs 1950 seçimlerinden önce H. Rifat “Hemşerilerimle Hasbihal” başlığını
taşıyan 44 beyitlik mesnevi tarzındaki uzun şiirinde CHP’nin tek parti döneminde
yaptıklarını eleştirerek hemşerilerine şu telkinde bulunur756:
..Ya demokrat ya da serbest olana reyini
ver Artık aldanmıyorum ben, diyerek göğsünü ger.
Sonuç
olarak daha çok 1946 seçimleri üzerine yazığı bu şiirlerde H. Rifat’ın
muhalefetten yana tavır aldığı görülür. Bu şiirlerde eleştirinin tonu arttığı
için bunların hiciv şiirlerinden ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Bu şiirlerde
eleştirinin tonunun fazla olmasından dolayı gülme azdır. Rifat bu şiirlerinde
çokça görülen bir temayı ele almıştır. Bu şiirler dönemin genel havasını
yansıtır. Ferit Öngören 1946 ile 1950 arasındaki dönemin Cumhuriyet mizahının
en etkili dönemi olduğunu belirtir757:
..Doğrusu
bu dönemde mizahı canlandıracak birçok şartlar bir araya gelmiştir. Halkın
kesin olarak muhalefeti tutuşu; çok uzun bir süredir özgürlüklerin kısık
olmasından ötürü, genel bir irkiltinin bulunuşu; Dünya Savaşı ’nın yıktığı eski
düşüncelerin getirdiği yeni değerlerin henüz içinde yaşamak; demokrasinin ve
temel özgürlüklerin dünyayı sarsması; teknik olarak da, sosyal açıdan da mizahı
bileyen olaylardı.
Turgut
Çeviker de Meşrutiyet dönemiyle başlayan particiliğin karikatüre yeni ufuklar
açtığını, partiler arası süren savaşın karikatürün de ana kaynakları arasına
girdiğini belirtir.[158] [159] [160]
Belediye Sorunları ile İlgili Şiirler
H.
Rifat’ın Anadolu'da ve Dırıltılar-Zırıltılar şiir kitabında
belediye sorunları ile ilgili 5 şiirini tespit ettik. İstanbul ve İzmir
belediyelerine hitaben yazılan bu şiirlerde Rifat belediye sorunlarını
anlatmaktan ziyade şiirlerinde farklı konuları dile getirmek için bir mizah
unsuru olarak kullanır.
Rifat,
İstanbul’da bir ahırın çökmesi sonucu enkaz altında kalan bir eşekle öküzün
telef olmasıyla ilgili olarak Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin belediyeyi 159 protesto
etmesini eleştirir :
...Merhametten dövünüp çırpınıyor insanlar
Bir ahır çöktü de öldü öküz, eşşek diyerek
Neye Rabbım da kımıldatmadı asla kılını?
Elli yıldır çöküyor da başıma kahpe felek.
H.
Rifat’ın Allahın yaşanan haksızlıklara göz yummasını eleştirmesi Türk
edebiyatında ilk defa görülen bir tutum değildir. Bu durum farklı şekillerde
karşımıza çıkar. Abdülhak Hamit eşinin ölümünden sonra kaleme aldığı Makber
adlı uzun mersiyesinde ölümün karşısındaki çaresizliği Hâmit’de daha önceden
görülen metafizik soruları arttırır. Bu durum onun eserlerinde bir
coşkunluk, isyan ve teslimiyet arasında gidiş gelişlere yol açar.[161]
[162]Tanzimat’tan
sonra Batı medeniyetiyle karşılaşma aydınlarda bir medeniyet buhranının
oluşmasına sebep olmuştur[163]:
...Gerçekten de
son yüzelli yılda, yani Tanzimat'tan bu yana Türk toplumunun içtimaî, siyasi,
iktisadi yapısında büyük değişiklikler meydana gelmiş, cemiyet bu
değişikliklerle birlikte büyük sarsıntılara sahne olmuştur. Bu sarsıntıların en
büyüğü Türk aydının inançlarında görülmüş, bu devirde aydınımız bin yıllık
inançlarından yavaş yavaş uzaklaşmış, bu uzaklaşma çeşitli buhranlara sebep
olmuştur.
H.
Rifat İstanbul Belediyesi’nin hizmetçi işini yoluna koymak için çareler
aramasına karşı çıkar. Önce hanımların derdine çare bulunması gerektiğini
söyler[164]
[165]:
..Yolunagirmedi bir türlü şu hizmetçi işi
Yeter artık uzadı gitti bu söz elvermedi;
Bence
hizmetçiden evvel hanıma çare bulun
Elli hizmetçi demektir hanımın bir derdi.
İstanbul’un
en Avrupai yerlerinden biri olan Beyoğlu’nun gittikçe sefil bir hâle gelmesini
H. Rifat eleştirir. Yalnız bu eleştiri Beyoğlu’nun çevresel faktörlerinden çok
toplumsal yapısının değişmesine yöneliktir165:
..iftira lâyık değilBeyoğlu’na;
Kalmadı hiçbir tarafta fikr-i âr;
Öyle bir hâl aldı İstanbul bugün, Doğru
yolda evliyâ baştan çıkar.
H.
Rifat, belediyenin gürültü ile mücadelesini yaygaracı muharrir ve şairlerin
susturulmasına yönelik yapması gerektiği şeklinde ifade eder[166]:
...Caddelerde sabah, akşam demeyip
Halkı rahatsız eden sesleri pusdurmalıdır;
Bâhusus ki ayak esnâfı gibi yaygaracı
Şu muharrir ile şairleri susturmalıdır!..
H.
Rifat, İzmir Belediyesi’nin şehir içinde eşeklerin gezmesini yasaklamasının pek
mümkün olmadığını ifade eder; çünkü dört ayaklı olmayan eşeklerin daha fazla
olduğunu belirtir. Bu şiirde ve diğer birkaç şiirinde Rifat beğenmediği
insanları eşeklerle bir tutar[167]:
..Şehirde men 'edildi gezmesi eşşeklerin amma Bunun tatbiki kabil mi diye
herkeste bir şek var Kolaydır dört ayaklı cinsini men ‘eylemek lâkin Ben
insanım diyenlerdenyularsız birçok eşşek var.
Bu
şiirlerde H. Rifat belediye ile ilgili sorunları ifade etmekten çok bu temayı
işleyerek şiirlerinde mizahi bir unsur olarak kullanıp bir ifade vasıtası
haline getirir.
Rindane Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın her iki şiir kitabındaki şiirlerde dünyevi zevklere olan düşkünlük,
eğlence, kayıtsızlık, vurdumduymazlık temaları ortaktır. Bu durum bizce onun
hayat tarzıyla ve belki de Ömer Hayyam rubailerini Türkçeye tercüme etmesinden
kaynaklanan bir etkilenmeyle açıklanabilir. Bu kısımda önce H.Rifat’ın içki ile
ilgili şiirlerini daha sonra da bunun dışında kalan rindane şiirlerini ele
aldık.
H.
Rifat’ın birçok şiirinde içki önemli bir unsurdur. Bizzat içki üzerine yazdığı
6 şiir tespit ettik. İzmir’de İttihat ve Terakki’nin baskısı ile yediği
dayaktan sonra çıkarmakta olduğu Hizmet ‘in kapanmasıyla işsiz kalan
Rifat içki imal satış işleriyle uğraşmış ve “Üzüm Kızı” adında bir rakı
üretmiştir.
İbnülemin
Mahmud Kemal İnal’a gönderdiği tercüme-i hâlinde asıl mesleği eczacılık olduğu
halde içki imal işlerine yönelmesini şu şekilde açıklamaktadır[168]:
..İnsanların
hastalanmalarından para kazanarak geçinmeden zevk alamadıysam onların
neşelerine hizmet de edemez değilim ya, dedim ve müskirat imaline başladım. Az
bir sermaye ile evvela İzmir’de işe başladım ve bu az sermaye ile büyük
fabrikalara rekabet hatta galebe ediyordum. Yunanlılar tarafından İzmir’in
işgali üzerine İstanbul’da ‘Üzüm Kızı ’ rakısını piyasaya çıkardım. Evvelâ bir
Yahudi ’nin kaşkarikosu, onu takiben inhisar, beni bu işimden de mahrum etti...
Rifat imal ettiği ‘Üzüm Kızı’ rakısının
şişeleri üzerinde şu dörtlüğü yazmıştır[169]:
..Bir görüşte nâmımı mîrim deme
(Kim
bu mahlûk-ı acîp, âyâ neci?) Bulmayınca şa’iriyyetten gıdâ Oldum işte ben de
bir meyhâneci..
H.
Rifat içkiyle ilgili diğer şiirlerinde de rakının kendisi için ne kadar önemli
olduğunu, rakı sayesinde dertlerini unuttuğunu, endişelerinin kaybolduğunu
ifade eder[170]:
..O kadar tatlı ve hoştur ki rakım
İki zıkkımlanırım, bir satarım;
Bunu takdir ederek her içenin Canının
üstüne canlar katarım!
Hâlis-ü ddem bir üzüm mahsulüdür
Sâf bir meydir, bunun bir şişesi Derdi
eksiltir; hele her gün içen Kimsenin kalmaz gönül endişesi.
H. Rifat içkinin yasaklanması ile ilgili,
eleştirilerinin şiddetini arttırır[171]:
..Bir komedya oynuyor efrâdileme ’mûrlar,
Hakkımız var men ’eden erkânı bulsakpaylasak Her iki mânâda da millet rakı
çekmektedir;
Hanci serhoş, yolcu serhoş, kim demiş işret
yasak.
Yeşilay Derneği ile ilgili yazdığı
dörtlükte, burada bulunan kişilerin aslında gizlice işret meclisleri
yaptıklarını ifade eder[172]:
..Kurulmuş içkiyi kaldırmak üzre bir de
cemiyyet Cihanda servet erbâbı fakire dâne vermezler İçerler hepsi de senden
ziyâde söyle ey Rifat Hafîdir meclis-i işretleri meydâne vermezler.
Yusuf
Ziyâ Ortaç’ın kendisine “rakıcı” demesi üzerine H. Rifat rakıcılığıyla övündüğünü,
yeni nüfus cüzdanında aile ismi yapacak kadar ona tutkun olduğunu söyler.
Rifat, rakının yasaklanmasına karşı çıktığı kadar vergisinin arttırılmasının da
171
kendisi için çok buyuk bir dert olduğunu
belirtir ve bu durumu kabul etmez : ..İçkinin vergisi günden güne artmakta
gene
Düştü akşamcıların hepsi de müthiş derde
Eskiden midelere hizmet ederken, şimdi
Rakı çekmekte pilav tenceresi evlerde!..
HUseyin
Rifat’ın içki ile ilişkisinin daha iyi anlaşılması için İlhami Bekir Tez’in
Rifat hakkındaki dUşUncelerini aktarmak gerekir. İ. Bekir Tez Hüseyin Rifat isimli
kUçUk kitabında, “HUseyin Rifat” deyince herkesin aklına içki ve hiciv
geldiğini söyler[173]
[174]
[175]:
...Hem
Şark, hem Batı edebiyatlarına hakkıyla vâkıf olan bu meşhur şairin
kimyagerliğinin de iyi olduğu söylenirdi. Ve rivayet edilirdi ki: Onun kadar
rakının iyisini, kötüsünden hemen ayırd ediveren ve bu mübarek nesnenin
kalitesini daha şişede iken tâyin edebilen bir ikinci yoktur.
H.
Rifat’ın içki dışında kalan rindane şiirlerinde zor şartlarda çalışarak
kazandığı her şeyi istediği gibi harcadığını ve bu hayatından mutlu olduğunu <
. < 173
anlatılır :
..Çalıştım duramadanyıllarca servetler
kazandım da
Ne viran bir kümes kurdum ne de bir köhne
ev yaptım;
Savurdum her ne geçtiyse elime harman gibi
hattâ Tasarruf nâmına dünyada her şeye grev yaptım!..
Dırıltılar-Zırıltılar
kitabının girişinde HUseyin Rifat’ın tek gözlUklU bir resminin altında bulunan
dörtlUk de bu konuyu ele alır[176]:
..Ne bir emre ne de tehdide boyun eymiyerek
Gece gündüz yaşadım zevk ile sazla, sözle
Anladım altmışa vardım da hayatın sonunu,
Bakmışım âlemin ahvâline bir tek göz ile!..
Kırık
Kavaldan Sesler kitabında da bu konudaki
şiirlerini tespit ettik. Kitaptaki diğer şiirlerde olduğu gibi sevgiliye
hitaben yazılan şiirde Rifat, Hayyam rubailerinde olan “gUnUnU gUn etme”
isteğini ifade eder[177]:
..Yaşamak bir inayet Allah’tan
Ne çıkar inlemekle eyvahtan?
Ne ki varsa sevap ile günahtan
Daima neş’e çalsak olmaz mı?..
Bir
diğer şiirinde Rifat, varlık içinde de olsa yokluk ve zorluk içinde de olsa
hayatı zevkle yaşadığından bahsetmektedir776:
...Yaşayıp sarayda, kır kerpicinde
Süreriz zevkini varla hiçin de
cömertleriz ki
yokluk içinde
El verene gönül verenlerdeniz.
Rifat’ın
içki ile ilgili şiirleri görüldüğü gibi kendi başına bir tema oluşturacak kadar
fazladır. Bu şiirlerin ortak özelliği hayatın zorluklarına karşı içkinin çare
olarak düşünülmesidir. Bu şiirlerde şairin çoğunlukla eleştirilerini kendisine
yönelttiğini söyleyebiliriz. Bu şiirlerde aslında eleştirilen hayatın
zorluğudur; bu zorluk karşısında şairin önerisi ise hiçbir şey düşünmeden içki
ile sazla sözle, zor şartlara rağmen gününü gün etmektir. Şairin kendisini
bazen şiddetli bir şekilde eleştirmesi bizce onun mizah duygusunun gelişmiş
olmasıyla ilgilidir; çünkü bir insanın mizah duygusu ne kadar gelişmişse,
olaylar karşısında gerekli uzaklığa çekilip durumlara daha geniş bir açıyla
bakmayı başarması da o denli gelişir.[178]
[179]
[180]
[181]
Evlilik ve Kadınlar ile İlgili Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın evlilik ve kadınlar hakkında yazdığı şiirlerin mizahi unsurlar
taşıyanlarda da bedbinlikle yazılanlarda da bir umutsuzluk görülür. Bu
umutsuzluk, çoğunlukla arzu edilen kişiye ulaşılmaması sonucunda hem kadınlar
hem de evlilik 178 hakkında olumsuz bir bakış açısına dönüşür :
..Oynatırken aşka geldikçe kadın hep
köylüler
Ben zavallı her kadın ardında attıkça adım,
Tali ’i menhusa bak ki doğduğum günden beri
Türküyü ben söyledim, maymun gibi ben
oynadım.
H.
Rifat kadın çehresinin ateşten daha kuvvetli bir şekilde insanı hem içten hem
de dıştan yaktığını ifade eder. Rifat’ın kadınlara karşı olumsuz bakışı o
derece 179
artar ki artık ne annesini ne de bir melek
simasını görmek ister :
..Gönülsevmek, sevilmekten o rütbe titremiş
korkmuş;
Güzellik padişahı olsa girmem başka bir
derde
Kadınlık nâmına annem de olsa istemem
görmek Hudâ göstermesin hattâ melek sîması mahşerde.
Rifat, kimi zaman bekârlıktan şikâyet edip
evliliği üstün tutar ve hayattaki derdinin kadınsız yaşamak olduğunu,
evlenmesinin önündeki engelin de parasızlık olduğunu ifade eder. Kimi zaman da
olumsuz değerlendirmelerde bulunur780:
...Bazı âlimler bekârlık rahat etmektir
diyor
Ben ise evlenmenin rüçhanını bâriz derim
Öyle ısrar eylerim fikrimde, hatta bendeniz
Günde birkaç kere evlensem gene ca’iz
derim!..
..izdivacı istirahat zannedip
Pek sevinmiştim güvey girdim diye;
Bin belâ çektim, nihâyet anladım;
Düşmüşüm eyvah Dar-ün Nedve ’ye...[182]
[183]
H.
Rifat’ın kadınlar hakkında yazdığı bu şiirlerde kadına bakış açısının olumsuz
olması bedbinlikle yazdığı şiirlerinde güzel günlerin artık geçmişte kaldığını
anlatan şiirleriyle paralel düşünülmesi gerekir. Bu şiirlerde aslında çok fazla
mizah unsuru olmaması dolayısıyla mizah şiirleri içinde çok iyi örnekler
olduğunu söylememiz mümkün değildir. Bu da daha sonra belirteceğimiz gibi H.
Rifat’ın neden ikinci sınıf bir hiciv ve mizah yazarı olduğunu açıklar
niteliktedir.
Seyr-i Sefain İdaresi ile İlgili Şiirler
Hüseyin Rifat daha önce belirttiğimiz gibi
İstanbul’da içki imal işleriyle uğraşmış, bu işte başarısız olunca İstanbul’da
“Deniz Yolları İşletmesi” olarak bilinen Seyr-i Sefain İdaresi’nde çalışmaya
başlamıştır.
H. Rifat hiç bilmediği bir alanda işe
başlaması karşısındaki şaşkınlığını şöyle ifade eder[184]:
..Acayiptir hayatın cilvesi asla akıl ermez
Ederken bir tarafta koskoca meyhâneyi
virân;
Kâğıttan bir kayık yüzdürememişken tekne de
hattâ
Gider seyr-i sefâinde beni âzâyapar
devrân!..
H. Rifat dört yıl boyunca Seyr-i Sefain
İdaresi’nde çalışmış, meclisin ilgası üzerine de Maarif Matbaası memurluğu
yapmıştır. Buradaki işinin istemediği halde sona ermesi karşısındaki üzüntüsünü
şu şekilde dile getirir[185]:
...Vurdu bir tekme bana seyr-i sefainde felek;
Gemiden safra gibi sanki atıldım karada;
Bu kadar yıkmaz idi varlığımı âlemde Tepmiş
olsaydı beni bin bir eşek bir arada!..
H.
Rifat Seyr-i Sefain İdaresi hakkında şiirlerinde anlaşıldığı gibi ilk başta
kendisinin hayli yabancı olduğu bir işte çalışmanın tedirginliği görülürken
daha sonra yeni mesleğini çok sevdiği ve bunu şiirlerinde ifade ettiğini
görürüz.
Edebiyat, Vezin ve Dil Devrimi ile İlgili
Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın edebiyat, dil, vb. konular üzerine yazdığı şiirler azdır. Bu konudaki
şiirlerde Rifat’ın eski edebiyatı savunduğunu ve gelenekçi olduğunu görürüz.
Edebiyat
ile ilgili olarak olumsuz bir bakış açısına sahip olan H. Rifat edebiyatla
uğraşmanın karın doyurmadığını ifade eder[186]:
..Edebiyata sakın sapmayınız ey dostlar;
Çünkü başlarda ne rahat, ne sakal, saç
bırakır;
Öyle bir kahpe kadındır ki vefâsız meslek
Seviyormuş görünür, âşıkını aç bırakır!..
Türk
Dil Kurumu’nun kurulmasını eleştiren H. Rifat, dil devrimi ile ilgili olarak da
dile dışarıdan yapılan bir müdahalenin dili yoksullaştırdığını ifade eder ve
bunu eleştirir[187]:
.Öyle bir dil kurumu çıktı-kökünden
kurusun-
Dalkavuklarla hemen dört tarafı çevrildi;
Aksırırken os.uk şekline girdi Türkçem
Buna ‘devrim’ diyemem, bence lisan
devrildi!..
Rifat
şiirlerinin büyük bir kısmını hece vezniyle yazdığı halde onu sevmediğini,
lâfz-ı mevzunu da kıskanmakla birlikte yavan bulduğunu belirtir. Nihayetinde
hem hece hem de aruz veznini eleştirir[188]:
...Sevemem parmak hesabı şiiri,
Lâfz-ı mevzunu ise kıskanırım
Okudukça o yavan eş’arı
K ma parmak
atarlar sanırım.
Rifat’ın
edebiyatın bir geçim kapısı olarak görülmesine yönelik eleştirisi hâlâ
günceliğini koruyan bir konudur. Kendi kalemiyle yaşamını kazanmak her zaman
zor olmuştur. Dil devrimi ve TDK ile ilgili yaptığı eleştiride “kökü kurusun”
“dalkavuk” vb. ağır ifadeler kullanması o zamanın şartları için bir cesaret
örneği olarak yorumlanabilir. Rifat’ın hece veznini sevmemesi, aruz veznini de
kıskanması gelenekle olan bağlarıyla ilgilidir. Yalnız Rifat sevmediğini ifade
ettiği halde birçok şiirini hece ile yazmıştır. Rifat’ın bu konularda yazdığı
şiirler de pekâlâ hiciv şiirleri içerisinde değerlendirilebilir; çünkü bu
şiirlerde de hiciv şiirlerinde olduğu gibi eleştirinin tonunun arttığı buna
karşılık gülmenin azaldığı görülür.
Delilik,
Tımarhane ile İlgili Şiirler
Hüseyin
Rifat bazen aklı, fikri kendisine rehber edindiği için divaneye dönüp
tımarhaneye girdiğinden bahsederken bazen de akıl ve deliliğin yan yana
olduğundan bahseder.
Bir
kıtasında, sinir krizi geçirdiği için Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın kendisini
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’ne götürdüğünden bahseder787:
..Hastalandırdı beni iz ’ânım;
Delilik derdime derman geldi
Açıl ey bab-ı huzur-u rahat
Ben kulun tekkeye kurban geldi.
Hilmi
Yücebaş, Neyzen Tevfik’in de sıkıntılı ve ıztıraplı zamanlarında fazla içkinin
de etkisiyle birkaç defa Toptaşı Akıl Hastanesi’nde yattığını bildirir. N.
Tevfik de bu durumu şiirlerinde dile getirir788:
..Bir buluttum, yıldırım oldum da
düştümpâyine,
Meclis-iyârânda çaktım,
Toptaşı’ndagürledim.
H.
Rifat’ın gerçekte tımarhanede kalıp kalmadığını elimizdeki bilgilerle
kanıtlayamıyoruz. Rifat, N. Tevfik’e özenerek tımarhaneye girdiğini iddia etmiş
de [189] [190]
olabilir. Nitekim bir hiciv ya da mizah yazarının akıl hastanesinde kaldığını
ifade etmenin okurun nezdinde olumlu bir etkisi olabilir789:
...Sokmaya kalkışma boşuna yola;
Bizde sapkınlıkla akıl kol kola
Çıkar yol bolduysan sür; uğur ola ipe sapa
gelmez zır deliceyiz!..
H.
Rifat’ın delilik ve tımarhane ile ilgili şiirlerinin sayısının çok olmaması
dolayısıyla genel bir değerlendirme yapmamız mümkün değildir. Bu şiirlerde
dikkati çeken deliliğin olumlu bir kavram olarak kullanılması, akıl ile
birlikte ele alınmasıdır.
Savaş Temalı Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın savaş temalı şiirleri I. Dünya Savaşı ile ilgilidir. O zamana kadar
yaşanan savaşlardan farklı olarak I. Dünya Savaşı; cephe gerisi savaş,
sabotajlar ve çok ağır silahlarla tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Savaşta milyonlarca
insan ölmüş, savaş çok büyük ekonomik yakıntıları beraberinde getirmiştir.[191] [192] Bu
dönemin karikatürlerinde daha çok savaşın insanlık dışı bir olay oluşu ve
içeride çekilen sıkıntılar çizilmiştir. Karikatürlerde vesikayla ekmek, gaz,
kaputbezi alışverişleri ve harp zenginleri üzerinde durulmuştur.[193] [194] [195]
H.
Rifat I. Dünya Savaşı üzerine yazdığı şiirlerde daha çok savaşın getirdiği can
ve mal kayıplarını anlatmıştır. Savaşın sürdüğü yıllarda yaşanan depremler
etkisiyle yeraltında ve yerüstünde yaşananlar arasında bir bağlantı kurulmuştur792:
..Bak şu dünyanın müşevveş hâline
Olmada günden güne zîr ü zeber;
Altı üstünden fenadır der iken
Oldu şimdi üstü altından beter.
Bu
konudaki şiirlerde savaşın yıkıcı etkisi görülür ve Rifat yaşananları hayvanlık
olarak nitelendirir795:
...Bakşu harbin levha-i meş’ûmuna,
Görmek istersen eğer hayvanlığı; inliyor
milyarlarca evlâd-ı beşer; Bir kıvılcım yaktı âh insanlığı!..
Savaş
sırasında Anadolu’da büyük bir kıtlık görülür. İnsanlar arpa, süpürge
tohumlarından yapılan ekmekleri yemeğe muhtaç kalmışlardır. H. Rifat çok zor
olan bu şartları mizahi bir şekilde dile getirir[196]:
..Hasretim buğdaya çoktan Rif’at, Doymuyor
mide bağırmak ister;
kadar arpa
yedim ki billâh, Gönül eşşekçe anırmak ister.
Daha
önce de belirttiğimiz gibi Rifat’ın hiciv ve mizah şiirleri dışında kalan
şiirlerinin de kimi zaman komik unsurlarla karşılaşılır. Savaş, kıtlık gibi
olumsuz bir konuda nasıl olur da komik unsurlar bulunur, sorusunun cevabı için
J. Morreall’in şu düşüncesini hatırlatmamız gerekir:[197]
..Eğer,
insanların ne gibi durumları komik buldukları sorulacak olursa, bence bunun
yanıtı, kendilerini eğlendiren tüm uyumsuzlukları komik bulduklarıdır. Tarih,
korkunç felaketlerin ve barbarlıkların bile en azından birkaç kişi tarafından
komik bulunduğunu göstermiştir.
H.
Rifat başka bir şiirde de I. ve II. Dünya Savaşı’nın önemli bir aktörlerinden
Alman general Wilhelm Keitel’i eleştirir. Bu konudaki diğer şiirlerde olduğu
gibi yerin üstünde yaşanan savaşın bir benzerinin de yer altında yaşanan depremler
olduğunu söyler[198]:
..Açtı bir harb-i umumi Vilhelm Verdi akvâmı bütün velveleye Kıskanıp
Kayseri zannım Allah Saldı dünyayı hemen zelzeleye.
Rifat’ın
seçimler, fırkalar, siyaset ile ilgili şiirlerinde onun her zaman muhalefetten
yana olması dikkat çekicidir. Bu şiirlerinde aslında eleştirinin tonu arttığı
için bunlar iktidara yönelen bir hicve dönüşürler. Rifat’ın belediye sorunları
ile ilgili şiirlerinde, rindane şiirlerinde, evlilik ve kadına dair yazılan
şiirlerde, dil devrimi vb. sorunlar hakkında yazdığı şiirlerde eleştirinin
tonunun çoğunlukla artmasından dolayı bunlar çoğunlukla hicve yakındır. Ama
kimi kıtalarda gülmenin ön planda olduğu mizahi şiirlerini görmemiz de mümkün.
Savaş gibi olumsuz bir konuda bile komik unsurlarla karşılaşmamızda H. Rifat’ın
kendisini eğlendiren uyumsuzlukları komik bulmasıyla ilgilidir.
H.
Rifat’ın biyografisi hakkında çok ayrıntılı bilgi sahibi olmadığımız için bu
şiirlerin bir yaşantı şiiri olup olmadığını da bilemiyoruz. Bu şiirlerde
görüldüğü gibi Rifat’ın hem kendisine yönelik hem de diğer konu ya da kişiler
hakkında yazdığı şiirlerde eleştirinin şiddeti bazen artar bazen de azalır. Bu
şiirlerin ortak özelliği karamsarlığı ifade etmeleridir. Şiirlerinde görülen bu
karamsarlık belki de mizahın gereksiz yere iyimserlik göstermemesiyle
ilgilidir.[199]
Aziz
Nesin, “Hangi ulusun, sınıfın mizahı olursa olsun mizahın işlevi güldürmektir.”
der. Bunun için de mizahın içinde ‘komik’ ögenin bulunması gerektiğini
belirtir. Aziz Nesin’in dikkat çektiği “komik” ögeler H. Rifat’ın şiirlerinde
çok olmadığı için bu şiirlerin bizi tam olarak güldürmediği kanaatindeyiz.
Bizler bu şiirleri okurken gülmekten çok gülümsüyoruz. Çok komik olan bazı
durumlarda gülerken bize daha az komik gelen durumlarda da gülümsemekle
yetiniriz. Bundan hareketle Rifat’ın şiirlerin çok komik olmadığını, A.
Nesin’in mizah tanımına pek de uymadığını söyleyebiliriz.
Güldürmenin
ağlatmaktan daha zor olduğunu söyleyen Oktay Akbal’a göre mizahi bir yapıtın
edebi değer kazanabilmesi için, ince bir nükteyi, zarif bir mazmunu kapsaması
ve sinirlere değil, zekâya seslenmesi gerekir. H. Rifat’ın şiirlerinde
dikkatimizi çeken önemli bir eksiklik de mazmunların çok az olmasıdır. Bu
sebeple Rifat’ın şiirlerinin çok tekdüze olduğunu söyleyebiliriz.[200] John
Morreall’a göre dile ilişkin gülme biçimleri; telaffuz, imla, sözcük anlamı,
dildeki basit uyumsuzluklara dayanır.[201]
H. Rifat’ın şiirlerindeki mazmunların ve dildeki basit uyumsuzlukların
eksikliği de onun şiirlerinde gülme tekniklerini yeterince kullanmadığını
göstermektedir. John Morreall’in bir mizah yazarının nasıl olmasına dair
düşünceleri de Rifat’ın hiciv ve mizah yazarlığını tespit etmemizde faydalı
olacaktır[202]:
...Mizah
yazarı, araç olarak kullandığı sözcükler ve kavramlarla oynayabilmelidir; bu da
ayrıca bir yetenek gerektiriyor. Kısacası mizah yazarlığı, dikkatli, çok yönlü
ve hayal gücü gerektiren bir iştir.
H.
Rifat’ın şiirlerinde nadiren sözcüklerle oynayabildiği, hayal gücünü zorlayan
kimi benzetmelere başvurduğu görülür. Bizler mizah ve hiciv şiirleri üzerine
yaptığımız incelemenin sonucu olarak Ö. Faruk Huyugüzel’in ifade ettiği gibi H.
Rifat’ın hicve yönelmiş ikinci sınıf bir şair olduğu kanaatindeyiz.
Diğer
Konular Hakkında Yazılan Şiirler
H.
Rifat’ın ele aldığımız hiciv ve mizah şiirleri dışında çeşitli konularda
yazdığı şiirler vardır. Bunlar çoğunlukla Kırık Kavaldan Sesler
kitabındaki şiirlerinden, gazete ve dergilerde ve Dırıltılar-Zırıltılar
kitabında bulunan şiirlerden oluşur.
Bu
şiirleri konularına göre şu başlıklar altında incelemeyi uygun gördük: “Kurtuluş
Savaşı, Atatürk ve Türk Kadını Temalı Şiirler”, “Aşk, Bedbinlik ve Ayrılık
Temalı Şiirler”, ve “Methiyeler”.
a-Vatan
Sevgisi, Türk Kadını ve Atatürk İlgili Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın Türk kadını ile ilgili yazdığı şiirler Kırık Kavaldan
Sesler(1935)kitabında bulunan 8 şiirden oluşmaktadır. Bu kitapta bulunan
şiirler daha sonra Büyük Savaşta Türk Kadınına Şiirler (1940) adıyla
yeniden yayımlanmıştır. Kitapta Türk kadını üzerine yazılmış şiirler dışında
Atatürk’ün ölümü üzerine yazılan bir dörtlük ve vatan sevgisi ve Türk tarihini
ele alan 2 şiir de bulunmaktadır.[203]
Bunun dışında Hizmet te yayımlanan vatan sevgisi ile ilgili bir şiiri ve
Anadolu'da yayımlanan Atatürk ile ilgili bir şiirini daha tespit ettik.
H.
Rifat’ın Türk kadını üzerine yazdığı şiirlerde, Anadolu düşman işgali altında
iken cephe gerisindeki Türk kadınının yaptığı fedakârlıklar ve kahramanlıklar
anlatılır. Sade bir dille ve konuşma üslubuyla yazılmış bu şiirlerde çok az söz
sanatları kullanılmıştır. Bu şiirler milli mücadeleyi anlatan B. Kemal Çağlar,
İ. Alaettin Gövsa, N. Halil Onan, A. Nihat Asya gibi şairlerin şiirleri kadar
güçlü değildir.
H.
Rifat, Vakitteki bir yazısında[204]
[205] kurtuluş
savaşı sırasında İstanbul işgal altında iken „mübarek hudud-ı milli dâhiline
birkaç kereler girip çıktığı’nı belirtir. Bundan hareketle H. Rifat’ın
Kurtuluş Savaşı’nı daha yakından gördüğünü, bunu şiirlerine daha gerçekçi bir
şekilde yansıttığını söyleyebiliriz.
Hüseyin
Rifat “Zübeyde Ana” şiirinde Atatürk’ü doğurduğu için Zübeyde Hanım’a
minnettarlığını belirtir ve onun, milletin anası olduğunu söyler[206]:
...Güneşle ay ile yıldızların da üstünde
Yatırmadık seni ey muhterem ‘Zübeyde ’
Kadın,
Sebep şu ki: Daha yüksek cihana lâyıksın;
Yanar, yatar ve yaşar bağrımızda şanlı
adın;
Sen öyle bir büyük evlâd doğurdun ey Anne
Gömüldü ruhuna Türk’ün senin güzel yâdını.
“Kim
Bu Kadın?” şiirini Rifat Ankara’da Atatürk heykelinin yanında gülle taşıyan bir
kadın için yazmıştır[207]:
.Sen doğurdun şu at üstündeki arslan
yiğidi;
Her gören heykelini ‘.Türk anası işte .’
dedi.
Gülecektir senin oğlunla bu millet ebedi.
Çelik omzundaki gülleyle koşan taçlı kadın.
H.
Rifat’ın Sakarya Meydan Muharebesi’ni anlattığı “Fatuş Ninenin Falı” şiiri
Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” şiiri yanında çok sönük kalır205:
.Sakarya’da tutunup kalmış olan düşmanı Başkumandan emriyle ağaç gibi
söktüler Siperlerden attılar. Kaçtıkça yüklendiler Alay alay gürleyerek
Akdeniz’e döktüler.
Turgut
Çeviker, Kurtuluş Savaşı zamanındaki karikatürlerde savaşın içindeki kadınların
karikatür kahramanlarına dönüştüklerini ifade eder. Bu dönemdeki karikatürlerde
tıpkı Hüseyin Rifat’ın şiirlerinde anlatıldığı gibi çocuğunu, eşini yitirmiş
analar; savaşan, acı çeken kadınlar vardır.[208]
“Zeynep
Nine” başlıklı şiirde anlatıldığı gibi yakınlarını savaşta kaybeden ya da haber
alamayan kadınları, “Güssün Deyze” şiirinde olduğu gibi kağnısıyla cepheye
sandık taşıyan fedakâr kadınları,“Ümmü Kadın”, “Fadime Kız”, “Ayşe Dudu”
şiirlerinde de görürüz[209]:
...Zeynep Nine köyünün en ihtiyar kadını
Babası kaybolmuştu ‘Pilevne ’ meydanında;
Oğlu Sarı Ahmedi Yemenlerden dönmemiş
Şimdi torunu Mıstık yoldaşıydı yanında....”
...Üç, beş cephane yükleyip kağnısına
Bir gündü sabah erken çıktı inebolu’dan:
Sırtındaki hırkayla sandıkları sarmıştı;
Islanmasın diyerek yağışlardan, doludan.
“Türk”
başlıklı şiirde H. Rifat, Türk gençliğine Türk’ün tarihini, nereden geldiğini,
diğer uluslardan farkını anlatır ve kendi tarihlerini öğrenmeleri için onlara
çağrıda bulunur[210]:
..Dinle anlatayım sen kimsin, nesin:
Deden büyük Uguz; soyun, sopun ak;
Oku bitikleri, karıştır, oku;
Sana benzer ulus başka var mı bak?..
Atatürk
ile ilgili şiirlerde H. Rifat, Atatürk konulu diğer şiirlerde olduğu gibi onu
destan kahramanı olarak ele alır ve yüceltir. “Türk Gazi” başlıklı şiirinde
milletle Gazi’nin bir bütün olduğunu ifade eder. Bu şiirde de Atatürk’ü
doğurduğu için Zübeyde Hanım övülür[211]
[212]:
..Sen ey Türk’ün büyük ‘Gazi’sigökten
olmadın münzel, Fakat ondan da yüksek ‘Türk ana’ndan doğdun ey ekmel.
Güzel namın ile Türklük ayırt olmazlar
elbette,
Değildir başka başka şeyler onlar bir çelik
bir heykel.
Pekişmiş ‘Türk’ adı ‘Gazi’ saniyle öyle
kuvvetli
Ne mümkündür ayırsın onları dünyada hiçbir
el.
“Yurd
Düğünü” başlıklı şiir, vatan sevgisi ve Türk kadını konulu şiirlerde
anlatılanların bir özeti niteliğindedir. Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün
önderliğinde yardımcısı İsmet İnönü’nün de yardımıyla Türk halkının baba,
evlat, ana, kız hep birlikte verdikleri bağımsızlık mücadelesi sonucu ay
yıldızlı bayrağın semalara 210
yükseltmesi anlatılır :
..Geldi Türk oğluna birdenbire derken biz
hız, Verdiler baş başa candan baba, evlat, ana, kız;
Gene yükseldi semalarda o ayla yıldız;
Ne zaman şöyle düşünsem o felaketli günü,
Atatürk’le dikilir karşıma ismet İnönü!..
Netice
olarak H. Rifat’ın Cumhuriyetin ilk yıllarının coşkulu havasına kapıldığı, “Atatürk
Sevgisi” gibi konularda epik karakterli şiirler kaleme aldığını görüyoruz.
Birçok didaktik ve angaje eserde olduğu gibi bu şiirlerde de güçlü bir sanata
rastlanmaz.
b-Aşk,
Bedbinlik ve Ayrılık Temalı Şiirler
Hüseyin
Rifat’ın aşk konulu şiirlerinde ayrılıktan kaynaklanan bir bedbinlik olduğu
için bu temaları aynı başlık altında incelemeyi uygun bulduk. Bu konuda yazılan
şiirler sayıca fazla olmakla birlikte aynı kalıptan çıkmış gibi birbirini takip
eden bir monotonluktadır. Dünyevi olan bu aşkta sevgilinin güzelliği,
vefasızlığı çok defa tekrarlanır.
H.
Rifat’ın Kırık Kavaldan Sesler’de bulunan yetmiş beş şarkının çoğu aşk
konuludur. Bu şarkılardan dördü Şükrü Tunar’ın Öyle Çektim ki Cefa adlı
kitabında bulunmaktadır. Bu dört şarkı değişik isimler tarafından
bestelenmiştir. Bu şarkılarda da diğer şiirlerde olduğu gibi vefasızlık,
felekten şikâyet ve cefa konuları üzerinde durulur. Bunlar arasında en çok
bilinen ve kitaba adını veren Şükrü Tunar tarafından 211 bestelenen
aşağıdaki şarkıdır :
...Öyle çektim ki cefa dilde safa niyetine
Zehre bade dedim derde deva niyetine
Bana bir atıfet oldu feleğin cilveleri
Her vefasızlığı çektim de vefa niyetine.
Bu
şiirlerde Divan şiirinde olduğu gibi maşuk âşığa acı çektirir. Divan
edebiyatının ortak motifi olan gül ve bülbül motifi bu şiirlerde tekrarlanır[213]
[214]:
..Şu engin gönülde dünyalar gülen Sonsuz bir baharım, sünbülüm eksik;
Öksüz menekşeler boynunu büken
Ben güller bağıyım bülbülüm eksik.
Bu
şiirlerde dikkati çeken önemli bir özellik de “Leylâ” adının sürekli tekrarlanmasıdır.
Şair, Leylâ’ya duyduğu amansız aşkı sürekli anlatır. Onun yokluğunda
yaşamın anlamsız olduğunu, bir dakika bile onu görmek için ölmeye hazır
olduğunu ifade eder[215]:
...Seni ben öyle içli sevdim ki,
Emredersen yolunda can vereyim;
Öldürürsen de inlemem belki,
Hele öldür de imtihan vereyim!..
..Bir bülbülüsün sevdiceğim köhne cihanın,
Leylâyı unutturdu güzellikteki şânın;
Bir gölge kalır hüsnüne nisbet ile Leylâ;
Hurileri kıskandırıyor sevgilim anın!..[216]
Bu şiirlerde eski güzel günler yâd edilir ve
artık çok uzak olan bu güzellikler tekrar yaşanmayacağı için matem tutulur. Bir
dörtlükte de şair diğer şiirlerde anlatıldığı gibi, artık hayal olan sevdiğini
bedbinlikle anar[217]:
..Gönlümde hayâlin o siyah tüller içinde Matem tutarım her gece sünbüller içinde;
Sen başka kucaklarda, firakınsa gönülde;
Ağlar gezerim her gece bülbüller içinde!..
Bu şiirlerde dikkati çeken bir başka nokta
da âşığın yüzü gülerken ayrılık acısı dolayısıyla yüreğinin ağlamasıdır[218]:
..Seneler var ki derd-i hicrinle
Nerdesin sen deyip de çağlıyorum; itimat
etme bazı güldüğüme Gülüyorken içimden ağlıyorum.
..Ben bu sevdayı neden dağlayamam da
gülerim
Şu garib gönlüme taş bağlayamam da gülerim;
Gözyaşım her gece tufana boğarken gönülü
Bakmayın güldüğüme ağlayamam da gülerim.
Hüseyin Rifat aşk hakkında telkinlerde
bulunur. Aşk söz konusu olduğunda kendisinin yaptığı gibi yüksekten uçulmaması
gerektiğini ifade eder[219]:
.Gönlünü kaptırma oğlum aşka hiç;
Gökyüzünde görmek evlâdır mehi;
Uçma yüksekte baban Rif’at gibi, Kalmasın
istersen eller tehîl..
H. Rifat, Ömer Hayyam, Şair Eşref ve VI.
Mehmet Vahdettin, Neyzen Tevfik için methiyeler yazmıştır. Bu methiyeler hece
ve aruz vezniyle kaleme alınmıştır. Bu methiyeler eski edebiyatta görülen
methiyeler gibi uzun değildir. Sadece Şair Eşref için yazılan methiye uzundur.
Ömer Hayyam
Ömer Hayyam rubailerini Türkçe ’ye tercüme
eden H. Rifat Rubaiyyât-ı Hayyam ve Manzum Tercümeleri adlı kitabında
Hayyam için aruz vezniyle şu rubaiyi yazmıştır :
...Enbiyâ, eserine tevfik-i tarîk eyleyerek
isteseydi yeni din neşrini Hayyâm-ı Hakim
Yıkılırdı bütün edyân, ebâtîl ü zünûn
Âlemi nurlara gark eylerdi akl-ı selim.
Şair Eşref
Hüseyin
Rifat Şair Eşrefin bir gazelini tahmis etmiş, ölümünün ardından 30 kıtalık uzun
bir mersiye yazmıştır. Bunların yanında Şair Eşrefi metheden 5 bentlik bir
muhammes de yazmıştır. Oldukça ağır bir dille yazılan bu methiyede Rifat, Şair
Eşrefin hicivdeki ustalığını över, onun zalimlere karşı yazdığı şiddetli
hicivlerin
219 kuvvetinden
bahseder :
..Aferin ey koca heccavu metin üyekrenk
Hasmı tezlilde Nef’i bile olmaz sana denk
Ettin aday-ı siyeh bahtıma dünyaları tenk,
Tak-ı iclâline olmuştu savaik, avenk
Verdi afaka şükûhun ebedi velveleler,
Zulmü tahkir idi şiddetle senin mutadın,
En büyük hasm için erkânına istipdadın,
Halka her darbesi hevlâver iken bidadın,
Fart-ı gayretle coşup meşreb-i ateşzadın,
Seni her hamlede etmişti şerefyab-ı zafer. [220]
[221]
VI. Mehmet Vahdettin
Hüseyin
Rifat1919’da VI. Mehmet Vahdettin tahtta iken İstanbul’da yayımladığı DeccaFde
VI. Mehmet Vahdettin’i överken daha sonraki şiirlerinde diğer padişahları
hicveder[222]:
...Şahidimdir altı yüz yıllık vukuat ve
şuun
Sen hakikatte yetim evladının bâlinisin
Ruh-ı milletsin bütün ruhunla var ol dâima
Pâdişahım ümmetin
cidden Vahdetinsin...
Rifat’ın
VI. Mehmet Vahdettin’i övmesi bir zorunluluktan kaynaklanıyor da olabilir. H.
Rifat’ın çıkardığı Deccal’in kimi sütunlarının boş olması bu gazetenin
kuvvetli bir ihtimalle sansüre uğradığının göstergesidir. Turgut Çeviker de I.
Dünya Savaşı yıllarında askeri yönetimin basına sansür uyguladığını, Mondros
Mütarekesi ile İstanbul’a giren İngiliz ve Fransız ordularının da işgal
sansürünü başlattığını belirtir. Çeviker, Padişah Vahdettin’in de basına hem
sansür koyduğunu hem de çeşitli önlemler aldığını belirtir.[223]
Neyzen Tevfik
H.
Rifat İstanbul’da iken Anadolu'ya gönderdiği “Zavallı Neyzen Tevfik
İstanbul'da Gene Delirdi”[224] [225] başlıklı
yazısında N. Tevfik ile ilgili bir anısını anlatır. Rifat “Ne Derler” başlıklı
dört kıtalık şiirinde ise Neyzen Tevfik’i över. Şiirde aslında Rifat, bir
methiyeden ziyade N. Tevfik ile olan benzerliklerini anlatmıştır. Şiir hece
vezniyle ve sade bir dille yazılmıştır.
Şiirde özellikle H. Rifat içki dolayısıyla
hem kendisine hem de N. Tevfik’e
223
yapılan eleştirilere cevap verir :
..Beni meyhanede gören şaşılar
işte bir sarsalak divâne derler;
Yalınız değilim can yoldaşım var
Onun adına Peymâne derler...
Ne ayık, ne sarhoş; coşkun hoş serim;
Yanık gönüllerde serin eserim;
Zehir içirseler sanma küserim
Bir âlemdeyim ki mestâne derler
Olurken dostlarım hep derd eşenim
Baharsız, çiçeksiz ben bir gülşenim;
Ağlarken de gülen, oynayan şenim;
Girdiğim her yerde meyhâne derler!
Sen tapın, yalvar dur gece ve gündüz Özü
ben bulurum varken bu ak yüz Hâsılı sen eğri giderken, ben düz Bana ‘sarhoş’
sana bilmem ‘ne ’ derler?..
Rifat’ın
yazdığı methiyeler kişilere yönelik yazdığı ve eleştirinin tonu arttığı için
hicve yakın şiirlerine göre daha azdır. Hicivlerdeki zenginlik bunlarda
görülmez. Bu durum biraz da hicvin daha fazla konu çeşitliliğini, zenginliğini
barındırmasıyla ilgilidir. Bu sebeple Rifat’ın methiyelerinin bir ustalık ürünü
olduğunu söyleyemeyiz.
Hüseyin
Rifat’ın mizahi ve hiciv şiirlerinde görülen konu zenginliği bu şiirlerde
görülmez. Karamsar bir bakış açısıyla yazılan bu şiirler mizah ve hiciv
şiirlerinde olduğu gibi başkaldırıdan çok teslimiyeti, kaderden şikâyeti dile
getirir. Bu şiirler, hiciv ve mizah şiirlerinde olduğu gibi halk şiiri
özelliklerine uygun olarak hece vezniyle ve sade bir dille yazılmışlardır. Halk
şiiri Türk şiirinde her zaman başvurulan önemli bir kaynak olmuştur. İnci
Enginün de, Cumhuriyet devri şiirinin başlangıç yıllarında en önemli kaynağının
halk şiiri geleneği olduğunu ifade eder.[226]
Bu şiirlerde mizah ve hiciv unsurları her ne kadar az olsa da bu durum
onların mizah ve hiciv şiirleri olmadığını ifade etmez. Sadece muhtevaları
itibariyle ele alınan konular belki de mizah ve hiciv şiirleri için uygun
olmadığından bu şiirlerde diğerlerinin aksine gülüşteki tondan ziyade
ağlayıştaki ton ön plandadır.
Şiirlerde
Başvurulan İfade Vasıtaları
Hüseyin
Rifat’ın şiirlerinde kullandığı ifade vasıtalarını incelerken onun hangi nazım
şeklini daha çok tercih ettiğini, hangi edebi sanatları daha çok kullandığını,
dil özelliklerini örneklerle açıklayacağız.
Rifat’ın
ilk şiiri her ne kadar 1894’te görülse de asıl olarak1908’de yoğunlaştığını
söyleyebiliriz. Son şiirleri de 1950’de Hilmi Yücebaş’ın hazırladığı Hiciv
ve Mizah Edebiyatı Antolojisinde bulunan şiirlerdir. Buradan hareketle H.
Rifat’ın kısmen Servet-i Fünûn, asıl olarak Milli edebiyat dönemi sanatçıları
ile çağdaş olduğunu söyleyebiliriz. Rifat’ın dili de şekil olarak Milli
edebiyat dönemi özelliklerini taşırken şiirlerindeki muhteva ise Servet-i
Fünûn’un bedbinliğini yansıtır.
Rifat’ın
şiirlerinde Milli edebiyatta olduğu gibi konu memlekettir. Dırıltılar ve
Zırıltılar da II. Meşrutiyet döneminde yaşanan sorunlar, ikilikler var iken
Kırık Kavaldan Sesler'de I. Dünya Savaşı’nda cephe gerisindeki Türk
kadınının fedakârlıkları anlatılır. Halk şiirini kaynak olarak kabul eden H.
Rifat, bu dönemde diğer şairler gibi hece vezniyle sade bir dille kaleme aldığı
şiirlerinde nadiren de olsa mahalli söyleyişlere başvurur.
Kırık
Kavaldan Sesler(1935)’de ve Dırıltılar ve
Zırıltılar (1939)’da bulunan şiirlerinin çoğunluğu aruz vezniyle kaleme alınmış;
fakat hece vezniyle yazılan şiirler de bulunmaktadır. Aruzla kaleme alınan
şiirlerin çoğunluğu kıt’alardan oluşurken birkaç gazel de vardır. Hece ile
kaleme alınan şiirler de koşma türüne girer. H. Rifat şiirlerde anjambman
tekniği kullanılmıştır.
“Harp
ve Zelzele Patırdılarına” başlıklı kıtası Rifat’ın bu tekniği kullandığına
örnek gösterilebilir[227]:
...Yer üstünde silâhla oynanırken titriyor rûhum
Yer altı sallanınca göklere çıkmaktadır âhım;
Biraz gayretli davransak şu dünya hep olur
dümdüz
Sen altından, biz üstünden karıştırdıkça Allâhım!..
H.
Rifat’ın şiirlerinde çok fazla söz sanatlarına başvurmadığını, kelime oyunları
yapmadığını söyleyebiliriz. Rifat şiirlerinde daha çok tezat, tenasüp, teşbih,
, iştikak, irad-ı mesel, mübalağa ve telmihe başvurmuştur. Bizler de bu söz
sanatlarını kısaca açıklayıp Rifat’ın şiirlerinden örnekler vereceğiz.[228]:
...Lügat
anlamı bir şeye kısaca, göz ucuyla bakmak demek olan telmih, bir kıssaya,
efsaneye, tarihi bir hadiseye veya bir ayete, hadise, meşhur bir darb-ı mesele,
bir inanışa işaret etmektir.
H.
Rifat aşağıdaki dörtlükte Hâbil ile Kâbil kıssasına telmihte bulunmuştur[229]:
... Düşünün, ey jüriyi istemeyen doktorlar,
Hiçte mi aklınıza gelmedi Hâbil, Kâbil İşletirler adama öyle cinayetler ki:
Öldüren öldü demektir, geberense katil...
Rifat’ın bir şiirinde irad-ı mesel
yaptığını tespit ettik. İrad-i mesel[230]:
..Bir
fikri ispat için bir atasözünü veya- atasözü imişçesine- hikmetli bir sözü
delil göstermektir. Atasözü olmamakla birlikte atasözü değerinde olan, atasözü
gibi ifade edilen hikmetli düşünceler de bu sanata dâhildir.
Rifat
izdivaç ile ilgili düşüncelerini ifade ettiği bir kıt’ada Pisagor’un bu konu
hakkındaki bir sözünü hatırlatır[231]:
..izdivaç etmesini istemeyen yok gibidir;
Böyle arzuları idrâki olan yenmelidir;
İzdivac talibine çünkü demiş Fisağur:
Rahatından yorulan kimseler evlenmelidir!..
Rifat’ın
en çok kullandığı söz sanatlarından biri de tezattır. Aşağıdaki beyitte hem
tezat hem de iştikak sanatları bir arada kullanılmıştır. İştikak aynı kökten
türeyen sözcükleri bir arada kullanmaya denir[232]:
...Iztırâbın dışında muztaribim, Iztırâbın içinde mes’ûdum;
Ben saâdet yolunda zevk aramam Ne garib
itiyadlı mevcudüm...
Bu
dörtlükte “Iztırâb” ve “muztarib” kelimeleri “darb” kökünden türetilerek
iştikak yapılırken yine “Iztırâb” ve “mesud-saadet” kelimeleri arasında zıtlık
kurularak tezat sanatına başvurulmuştur.
Rifat’ın
başvurduğu diğer bir söz sanatı da tenasüptür. Tenasüp aralarında anlam ilgisi
bulunan sözcükleri bir arada kullanmaya denir. Aşağıdaki dörtlükte “Güneş”,
“Dünya”, “Yıldız” gibi gök cisimleri bir arada kullanılmıştır. Sevgiliye
hitaben yazılan bu şiirde, bu gök cisimleri hepsi birleşse de yine sevgilisinin
güzelliğine denk olamayacağı ifade edilerek mübalağa yapılmıştır[233]:
...O kadar ki bu köhne dünyanın
Mahitabıyla yıldızı, güneşi
Toplanıp hepsi gelse bir araya
Olamazlar o hüsnü ânın eşi!..
Teşbih
(benzetme) sanatını çok kullanan H. Rifat aşağıdaki dörtlükte hayatı bir
bilmeceye, kördüğüme benzetir[234]:
...Şu hayat ne senin doğru bulduğun
Ne de benim eğri gördüğüm gibi;
bir bilmece ki
çapraşık, çetin, Çözülmez açılmaz kördüğüm gibi...
H.
Rifat’ın şiirleri içerisinde eleştirinin en fazla şiddetlendiği kıtalar Damad
Ferid Paşa hakkında yazılanlardır. Rifat bu kıtalarda Damad Ferid’in hırsı
yüzünden her şeyi unuttuğunu, artık otoritesinin yıkılmasının farz olduğunu
ifade etmekle kalmayıp bunun için “eşekler itişi” ve “eşek soyu katırlar”
benzetmelerini kullanır[235]: Mesned-i
sadr-ı muallâda Ferid Hırsa gark oldu, unuttu her işi;
Yıkılıp gitmesi farz oldu bu gün,
Bu kadar sürmez eşekler itişi
Dâmâd Ferid’e bak ki baki makamda hâlâ
Hempay-i devletiyse eşşek soyu katırlar
Şaşmam bu hâle Rifat pek eski bir
meseledir, Körler ile sağırlar yekdiğeri ağırlar.
Aşağıdaki
kıtada “sulara seccade serenler” benzetmesinin çok güçlü ve orijinal olduğunu
söyleyebiliriz. Rifat’ın hem hicivlerinde hem de mizah şiirlerinde çok az
müstehcen kelime kullandığını söyleyebiliriz. Bu onun; “Bir heccav en çirkin,
kaba kelimeleri bile hakikatin içerisinde sindirerek ihtiza etmelidir.” görüşünü
destekler niteliktedir[236]:
.Her şeye eyvallah etmeyiz amma
Küfre de hak veren erenlerdeniz;
Yolumuzda havra, kilise, cami yok.
Sulara seccade serenlerdeniz!..
Daha önce de belirttiğimiz gibi mizahi bir
yapıtın edebi değer kazanabilmesi için, ince bir nükteyi, zarif bir mazmunu
kapsaması ve sinirlere değil, zekâya seslenmesi gerekir.
Yukarıda değerlendirdiğimiz şiirlerde de
görüldüğü gibi mazmunların çok az kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu da Rifat’ın
şiirlerini tekdüze bir hâle getirir. Morreall’in belirttiği dile ilişkin gülme
biçimleri olan; telaffuz, imla, sözcük anlamı, dildeki basit uyumsuzlukların da
eksikliği de H. Rifat’ın şiirlerinde gülme tekniklerini yeterince
kullanmadığını göstermektedir. H. Rifat’ın çoğu basit anlatımlı şiirlerinde
azımsanmayacak kadar söz sanatı kullanılsa da onun nadiren sözcüklerle
oynayabildiği, hayal gücünü zorlayan kimi söz sanatlarına başvurduğu görülür.
Hüseyin
Rifat’ın değişik gazetelerde çeşitli konularda yazdığı tenkit yazılarını
“Aktüel Yazılar, Fıkralar” ve “Edebi Tenkit” başlıkları altında inceledik.
Rifat’ın güncel kimi konularda yazdığı yazılarda edebi değerlendirmeler de
vardır ve bu yazılar sayıca edebi tenkitlerden fazladır. Hem edebi tenkitler
hem de aktüel konularda ele aldığı bu yazılar H. Rifat’ın hayat ve sanata dair
görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir.
3.1- Aktüel Yazılar, Fıkralar
H.
Rifat çoğu Hizmet’te olmak üzere değişik gazetelerde “Sokaklarımız”,
“Açık Mektup (Müntehib-i Sânîlere)”, “İğneli Beşik”, “Büyükleri ve Büyüklüğü
Takdir”, “Hüseyin Rifat Beyden Yusuf Ziya Beye”, “Kafa Maçı ve Ayak Edebiyatı”,
“Gençliğe, Şiire, Şaire Dair” başlıkları altında çeşitli konularda aktüel
yazılar, fıkralar kaleme almıştır.
“Sokaklarımız”[237]H.
Rifat’ın tespit ettiğimiz ilk aktüel yazısındır. İzmir’in cadde ve
sokaklarından bahseder; bunların şehir planlamasındaki önemi hakkındaki
fikirlerini dile getirir. Rifat belediyelerin belirli bir plan çerçevesinde
yapılaşmaya izin vermesi gerektiğini ve cadde ve sokakları ve tramvay hatlarını
belirlenen bu plan çerçevesinde yapması gerektiğini ifade eder. Bu konuda Atina
ve Selanik’in şehir planlamasını örnek gösterir ve İzmir’in şehir planlamasını
bunlarla karşılaştırır.
“İntihap
İşleri”[238] başlıklı
yazıda H. Rifat 1908’de yapılan Meclis-i Mebusan seçimlerinde teftiş
heyetlerinin toplanıp Müslüman, Hristiyan ve Musevilerin erkek nüfus sayısını
belirlemek için yaptıkları sayıma dikkati çeker. İzmir’deki Müslüman nüfusun az
gösterildiğini, birkaç gencin itirazı ile sayımın bir hafta geç bitirilmesi
kabul edilince, gençlerin yaptıkları çalışmalarda daha fazla erkek nüfusun
tespit edildiğinden bahseder. Rifat, belediyenin muhtarlara nüfusun tamamının
gösterilmesi için emir vermesi gerektiğinin altını çizer ve teftiş heyetinin
ramazan ayını bahane ederek işe geç gelmelerini eleştirir. Okuma yazma bilmeyen
ve geçim derdine düşen gündelikçi bir işçinin kazandığı parayı seçim
kütüklerinde isminin yazılması için arzuhalcilere vermeyeceğini söyler. Bu
konuda görevlilerin matbu bir arzuhali okuma yazma bilmeyen ahaliye ücretsiz dağıtılması
gerektiğini belirtir.
“Açık
Mektup” (Müntehib-i Sânîlere)[239] başlıklı
yazıda H. Rifat Köylümde dikkat çektiği 1908 Meclis-i Mebusan
seçimlerini Hizmefe yolladığı bir mektupta da ele alır.
İki
kısımdan oluşan mektubunun ilk kısmında 1908’de İzmir’deki erkek nüfusu
hakkında istatistikî bilgiler verir. Milletvekili vasfını taşıdığını söylediği
on kişinin ismini sayar. Bunlar arasında İzmir’in tanınmış simaları olan
Uşşakizâde Halid Ziya, Müftü Mehmet Sait Efendi, Doktor Refik Nevzat, Nesim
Masliyah da vardır. “Avukat Said Bey’e” başlığını taşıyan mektubun ikinci
kısmında ise daha önce eleştirdiği Said Bey’in adamları vasıtasıyla kendisine
kaba kuvvet uygulattığını ifade eder ve bunu eleştirir.
1908’de
Meclis-i Mebusan seçimleri hakkında yazdığı yazılardan sonra uzun bir zaman
Rifat’ın tenkit yazılarını görmeyiz. 1927’de kaleme aldığı “İğneli Beşik”[240] başlıklı
yazıda H. Rifat azınlıklarla ilgili 6 kısa mizahî fıkra anlatır. Bizlere bir
fikir vermesi açısından bu fıkralardan ikisini vermeyi uygun gördük:
Birinci Fıkra
Rusya’da
elli sopa dayak cezası alan birinin sopayı vuracak kişiye yavaşça vurması için
iki yüz elli ruble vermesinden bahsedilir. Kırk dokuz sopayı yavaş vuran kişi
ellinci sopayı çok sert vurur. Bunu, karşıdakine yaptıkları alışverişte ne kadar
kârlı olduğunu anlatmak için yaptığını söyler.
İkinci Fıkra
Daviçon
çifti senelerden beri Amerika’da olan oğullarından aldıkları mektupta
oğullarının evlendiğini haber almalarından bahsedilir. Oğullarına yazdıkları
mektupta, anne evliliğin hayattaki en büyük saadet olduğunu söyler. Babanın ise
sonradan mektuba, evliliğin deliliklerin en büyüğü olduğunu yazdığından
bahsedilir.
Farklı
uluslardan bahsedildiği bu fıkralarda H. Rifat kültürel ve toplumsal olarak
kendi kültürümüzden farklı yorumlanabilecek kimi özellikleri bir güldürü unsuru
olarak ele almıştır. Fıkralarda anlatılan ulusların isimleri açıkça verilmez.
Öyleki bu altı fıkradan sadece yukarıda anlattığımız iki fıkrada “Amerika” ve
“Rusya” isimleri geçer. Daha çok fıkradaki kahramanların ağız özeliklerinden ve
özel isimlerden fıkraların hangi uluslara ait olduğunu anlayabiliriz. Hüseyin
Rifat’ın anlattığı bu fıkralar genellikle güldürmek için oluşturulmuş, küçük
espri toplarına benzer. Öyleki bu fıkralar binlerce sayfalık bir olayı üç
cümlede özetler. Ünsal Özünlü ’nün bu tür fıkralar hakkında söyledikleri
anlatmak istediklerimiz daha iyi açıklar:[241]
...Milletler
fıkralar aracılığıyla, ulusal niteliklerini belirleyen politik, ekonomik,
toplumsal ve kültürel görüşlerine ters düşen başka toplumlara da gülerler.
1927’de
yazdığı Büyükleri ve Büyüklüğü Takdir[242]
başlıklı yazıda Rifat “büyük”, “büyüklük”, “güzel”, “musiki” kavramlarını ele
alır. Güzelliğin vatanının olamayacağını, bunu tayin etmenin mümkün olmadığını
belirtir. Amerika’da yapılan bir güzellik yarışmasında bir Fransız’ın
seçilmesini bu düşüncesine örnek gösterir. Rifat musikiyi de Alman, Rus,
İtalyan, Türk vb. şeklinde ayırmanın yanlış olduğunu belirtir. Ona göre her
güzel musiki parçası bütün dünyada çalınır ve artık bir dünya malı hâline gelir.
Güzellik
gibi büyüklüğün ve büyüklerin, iyi muvaffak olmuş bir eserin, faydalı bir
keşfin de ortaya çıktığı milletin sınırlarını aşıp tüm dünyada sahiplenildiğini
belirtir. Bu konuda da değişik ülkelerden tanınmış bilim ve sanat adamlarını
örnek gösterir. Bunlar; Radyum ’u keşfeden Fransız fizikçiler Mösyö ve
Madam Curie’leri, yine Fransız şair ve yazar Victor Hugo, Norveçli oyun yazarı
ve şair Henrik İbsen, İngiliz şair ve tiyatro oyun yazarı Shakepeare, Alman
klasik müzik bestecisi Beethoven, İranlı şair Ömer Hayyam ve İsveçli
kimyacı Alfred Nobel’dir. Bu kişiler gibi Gazi Mustafa Kemal’in de insaniyetin
büyüklerinden, güzellerinden biri olduğunu belirtir. Bir milletin büyüğünü
takdir etmenin, başka milletlerden ziyade içinden yetiştiği milletin vazifesi olduğunu
ifade eder.
Vakitte
yayımlanan “Hüseyin Rifat Bey’den Yusuf Ziya Bey’e”[243]başlıklı
yazıda H. Rifat Akbaba dergisinde kendisini İttihat ve Terakki’nin önde
gelenlerinden Dr. Nazım Bey ile aynı kefeye koyan Yusuf Ziya Ortaç’a cevap
verir. Yazıda Rifat, Y. Ziya’nın kendisi gibi bir “rakıcı” nın bile A. Hamid
Tarhan’ı yüceltirken bir gencin A. Hamid’i inkâr ettiği, sözlerine de cevap
verir.
H.
Rifat, A. Hâmid „in kendisinden hem yaşça hem de şairlik bakımından büyük
olduğunu belirterek ailesinden ve içerisinde yetiştiği milletten aldığı terbiye
ile büyüklerine hürmet gösterdiğini, büyüklerinin daire-i muhabbetine girdiğini
nakleder.
H.
Rifat Anadolu’da bir seyahatte iken “Üzüm Kızı” rakısının Akbaba’’ daki
reklam ücretini ödeyemediği için Y. Ziya Bey’in “Üzüm kızı mı, Yahudi kızı mı?”
başlıklı bir fıkra yazdığını söyler.
Rifat,
Y. Ziya Bey’in bir gün kendisinden Eşrefin şiirlerin olduğu defteri istediğini
ve bunu kendisine verdiğini belirtir. Ayrıca, Y. Ziya’ya hediye ettiği Hayyam
Tercümeleri kitabı için kendisine ithafen imzalamasını istediğini belirtir.
H.
Rifat rakıcılığıyla övündüğünü, bunu yeni nüfus cüzdanında aile ismi yapacağını
söyler. Kendisinin tam bir lise tahsilli olduğunu, eski tıp fakültesinden de
bir diplomasının bulunduğunu, fakülteyi birincilikle bitirdiğini, Şark
edebiyatına mensup ve Garp edebiyatına meclup (tutkun) olduğunu belirtir.
Rifat, Y. Ziya Bey’i karagöz oynatmakla ve ahmaklıkla suçlar.
H.
Rifat 1908’de İzmir’de Paris Kahvesi’nde Hamidiye marşı çalan mızıkacıları
susturarak onlara Cumhuriyet’in mübarek marşını çaldırdığı için kendisinin
İttihat ve Terakki mektebinde Dr. Nazım ile boğaz boğaza geldiğini belirtir.
İstanbul
düşman işgali altında iken kendinin birkaç defa mübarek hudud-u milli dâhilinde
girip çıktığını Y. Ziya Bey’in ise “seciyesizdir” denilerek İnebolu’dan geriye
çevrildiğini bildirir.
“Kafa
Maçı ve Ayak Edebiyatı”[244]
başlıklı yazıda H. Rifat sporu edebiyattan daha çok ön plana çıkardığı için
basın yayın dünyasını eleştirir. Rifat öncelikle Avrupa’nın ve ülkemizin futbol
anlayışını karşılaştırır, futbol ve edebiyat arasında bir bağlantı kurar,
futbolun da bir edebiyatı olduğunu söyler. Bir pazar günü gittiği Eminönü
Halkevi’ndeki bir şiir saatinden bahseder. Gazetelerde pazar günü yapılan
futbol maçları ile ilgili en güzel golün hangisi olduğuna, golün nasıl
atıldığına dair birçok ayrıntılı haberin olduğunu, golü atan futbolcunun boy
boy resimlerinin verildiğini belirtir. Buna rağmen Eminönü Halkevi’ndeki şiir
saati ile ilgili haberlerin beş on satırla geçiştirilmesini eleştirilir.
“Gençliğe,
Şiire, Şaire Dair”[245] başlıklı
yazıda H. Rifat söz öncelikle genç yazarların çıkardıkları şiir mecmualarından
bahseder. Bunların çoğunun okunacak hatta göz gezdirilecek değerde olmadığını
belirtir. Rifat eleştirilerini liselerdeki edebiyat öğretmenlerine yöneltir.
Boğaziçi’nde bir seyahat esnasında karşılaştığı bir edebiyat hocasından
duyduklarını nakleder. Öğretmen, okullarda talim ve tedris heyeti tarafından
hazırlanmakta olan metinlerin pedagojik olarak uygun olmadığından bahseder. Özellikle
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden alınan kimi parçaların,
Karacaoğlan’nın birkaç şiirinin müstehcen içerikli olduğundan bahseder. H.
Rifat on altı yaşlarındaki lise gençleri için öğretmenin bahsettiği müstehcen
kısımlar dışında aynı sanatçıların daha iyi yazılarının, şiirlerinin olduğunu
ifade eder.
H.
Rifat’ın aktüel yazıları ve fıkraları çok fazla olmamakla birlikte bunların
kendi dönemlerine tanıklık eden önemli örnekler olduğunu söyleyebiliriz.
Öncelikle dikkat etmemiz gereken az sayıdaki bu yazılarda değişik konularda
önemli tespitlerin yapılmış olmasıdır. Rifat bu yazılarında değişik konulara
getirdiği eleştirilerde polemikçi ve yıkıcı bir üsluptan ziyade yapıcı bir
üslup tercih etmiştir. Örneğin Y. Ziya Ortaç’ın kendisine yönelttiği sert eleştirilere
rağmen bu tavrını sürdürmüştür. Bu yapıcılık gerçeklere göz yummak demek
değildir; aksine 1908 seçimlerinde gördüğü eksiklikleri iki yazıda çok cesurca
eleştirmiş ve eksikliklerin nasıl düzeltilebileceğine dair önerilerini ifade
etmiştir. Yani H. Rifat’ın eleştirileri sadece eleştiri olarak kalmaz,
eleştirilen konular için çözüm önerileri de sunulur.
H.
Rifat’ın edebi konularda kaleme aldığı yazıları çok azdır. Özellikle II.
Meşrutiyet’in ilanından sonra kaleme aldığı “İntikad” ve “Osmanlı Tiyatrosu”
başlıklı yazılarında çeşitli piyesler hakkında yazdığı tenkit yazılarını
görürüz. 1944’te Vakit te yayımlanan “Hiciv Nedir? ” başlıklı yazısında
daha çok Şair Eşrefin hiciv anlayışını anlatırken hiciv hakkındaki
düşüncelerini aktarır.
“İntikad”[246] başlıklı
yazıda H. Rifat, Namık Kemal’in Zavallı Çocuk(1873)piyesi ile Hüseyin
Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye (1896) romanından uyarlanan piyesi ele alır.
Rifat’ın, hakkında tenkit yazıları yazdığı
bu piyesler sürekli sahnelenmiştir[247]:
...Namık
Kemal’in; Zavallı Çocuk, Vatan yahud Silistre ve Akif Bey eserleri, A. Hâmit
’in Tezer’i ele aldıkları konular dolayısıyla bilhassa II. Meşrutiyet devrinde
en çok sahnelenen eserler arasındadır.
H.
Rifat, piyesteki vakalara hayatta da tesadüf edildiğini; fakat bunların topluma
bazı gerçekleri anlatmak için komediler kadar etkili olmadığını söyler. Bu da
onun komediyi trajediye tercih ettiğini göstermesi açısından önemlidir.
Rifat’ın bu tercihi Osmanlı tiyatrosunun genel havasını yansıtır vaziyettedir.
Öyleki Osmanlı tiyatrosu[248]:
..Tiyatro
türleri içinde en çok komediyi tercih etmiş, komedileri dram, trajedi ve
müzikli oyunlar izlemiştir.
Piyeste
sahnelenenler ise romandan farklıdır. Romandaki Şem’i’nin piyesteki adı Medhum;
babası Dehri Efendi’nin adı ise Beradir Bey’dir. Piyeste Matmazel Anjel’in
Beradir Bey, Damad Bey ve Medhum Bey ile ilişkileri anlatılır.
H.
Rifat piyesin çok komik olduğunu söyleyerek her bir satırında gülmemenin elde
olmadığını belirtir; ama piyesin oyuncularından Şem’i’yi tenkit eder. Romanda anlatılanların
piyestekilerle aynı olmadığını söyler. Bunun da romanda anlatılanları
sahnelemenin kolay olmamasından kaynaklandığını belirtir.
Piyesin
tenkidinde, tiyatroyu tertibindeki yenilik ve romanı temaşaya değiştirmekteki
küçüklük ilave edilirse MürebbiyC deki eksikliklerin azalacağı
belirtilir. Temaşanın tertibinde büyük hatanın olduğu; çünkü piyeste romanın
cereyanını takip etmiş perdelerin o kadar münasebetsiz ayrıldıkları için
birbirini tutamadığı, aralarındaki irtibatın âdeta yok olduğu ifade edilir.
Rifat piyeste göze çarpan başarısızlıkların, oyuncuların metni
ezberlememesinden ziyade piyesteki tertipsizlikten kaynaklandığını söyler.
Çünkü tiyatroculukta ezbercilikten ziyade tahsisin lüzumuna inandığını
belirtir; bu yüzden bu kabahati aktörlerden ziyade piyesin tertiplenmesine
bağlar.
“Osmanlı
Tiyatrosu”[249] başlıklı
yazıda Hüseyin Rifat; 22 Ocak 1909’da Heveskârân Cemiyeti tarafından Sporting
Klüb Tiyatrosu"nda sahnelenen Kâzım Nâmi Duru’nun yazdığı Nasıl
Oldu? piyesini tenkit eder.
Piyes
değişik mesleklerden kişilerin tiyatroya heves eden kişilerden oluşur. Piyesin
hemen yetiştirilmek istenmesinden dolayı süratle sergilendiğini bu yüzden
tamamlanmadığı izlenimi verdiğini belirtir. Buna rağmen heveskâr beylerin bu
kadar az zamanda vazifelerini başarıyla yerine getirdiklerini ekleyerek
piyesteki kusurların da zaman ve tecrübe sayesinde giderileceğini belirtir.
Onların İstanbul’dan hemen gelip tebdil-i vazife eyledikleri için tam
hazırlanamadıklarını ve piyesteki küçük hataların bundan kaynaklandığını ifade
eder.
H.
Rifat’a göre tiyatronun tertibinde konuşma diline riayet edilmesi gerekli iken Nasıl
Oldu? piyesi gazeteye tefrika edilmek üzere yazıldığı için üslup bakımından
sanatlıdır. Rifat’a göre konuşma dili birdir ve bu yüzden üslup da sadedir;
yazı dili ise muhteliftir. Tiyatrolarda ise daima konuşma dili kullanılmalıdır.
Piyesi izlerken on yaşındaki bir çocuğun, hain rolündeki bir yüzbaşıyı oynayan
tiyatrocuya karşı yumruklarını kaldırıp tehditkârâne bir vaziyet almasından çok
etkilendiğini belirtir. Bundan dolayı Rifat tiyatronun seyirciler gülüp
eğlendirmek dışında milli bilinç dâhil diğer birçok konuda öğretici etkisinin
olduğunu ifade eder. Tiyatronun öğreticiliği, toplumu aydınlatmak için önemli
bir araç olarak görülmesi Osmanlı tiyatrosunun hatta Tanzimat etkisinde gelişen
Türk edebiyatındaki diğer türlerin de genel özelliğidir. H. Rifat da N. Kemal
gibi tiyatronun eğitici işlevi 248 üzerinde durmaktadır :
...Bir
millet umûmen ahlâk kitabı yazsa bir adamı pek kolay terbiye edemez. Bir edip
birkaç güzel tiyatro tertip etse bir milletin umumunu terbiye edebilir.
“Hiciv
Nedir? ”[250] [251] başlıklı
yazıyı H. Rifat “Eşref ve Hayatı”[252]
başlıklı inceleme yazısından önce kaleme almıştır. Şair Eşrefin hicivlerinin
anlaşılması için giriş niteliğinde olan bu yazıda Rifat hiciv hakkındaki
düşüncelerini açıklar.
Rifat,
edebiyat tarihimizin en karanlık tarafının hiciv cephesi olduğunu söyleyerek
yazısına başlar. Hicvin tulumbacı sövüşmelerden ibaret olmadığını söyleyen H.
Rifat Divan edebiyatı şairlerinin yaptıklarının ise aşağı yukarı bundan ibaret
kaldığını belirtir.
Asıl
hicvi bize verenlerin eski ve yeni halk şairlerinin olduğunu söyler. H. Rifat’a
göre hiciv; Divan şairlerinin yaptığı gibi bir arkadaşı ya da herhangi bir
kimseyi kötülemek değil, halkın çektiği âzabı, ıztırabı haykırmaktır. Yani
vatanı, büyük camiayı düşünmek ve onu terennüm etmektir.
Ona
göre gerçek hiciv eserlerinde heccav en çirkin, en kaba bir kelimeyi bile bir
hakikatin içine sindirilerek ihtiza (tevazu) eder. Bu şekilde yazılmış bir
hicivlerin bir beytinin; hatta bir mısrasının bir tarihçinin, bir filozofun,
bir hâkimin, mütefekkirin herhangi bir mesele hakkında yazacağı cilt cilt
eserlerinin özetinin özeti haline girmiş özlü bir şekli olduğunu belirtir. Bu
tek mısranın gördüğü vazifeyi cilt cilt eserlerin görmediğini belirtir. Buna
örnek olarak da Fuzuli’nin Sinan Paşa’ya yazdığı Şikâyetname ’sindeki:
..Selam verdim, rüşvet değildir diye
almadılar.
sözünü
gösterir. H. Rifat’a göre bu söz Kanuni döneminde idaredeki yolsuzlukları,
suiistimalleri anlatmak için yazılan ciltlerle eserlerden, tenkitlerden,
tahlillerden daha etkilidir.
Bu
örnek dışında Sadi’nin bir beytini veren H. Rifat hicvi küfür olarak görenlere
karşı çıkar, onun vatan manzumeleri olduğunu belirtir.
Rifat,
vatan sevgisinin Divan şairlerince doğum yerini kastedilerek kullanıldığını ama
bunun asıl anlamını N. Kemal ve onun peyrevlerinden öğrendiklerini aktarır.
Fuzuli
ve Nabi’nin iki beytini örnek gösteren H. Rifat bu beyitlerde geçen vatan
kelimesinin yurt anlamında kullanılmadığını belirtir. Şairlerin bununla;
gönüllerinin sevdalarının yurdu ya da sevgililerini, kıvırcık kâküllerini,
kendi fâni varlıklarına mekân olan tabiat köşelerini kastettiklerini belirtir:
... Edemem terk Fuzûî, ser-i kûyin yârin
Vatanimdir, vatanimdir, vatanimdir,
vatanım.
(Fuzûlî)
Divan
şairleri böyle düşünüp yazarken halkın içinden yetişen ve sade bir Türkçe yazan
halk şairlerinin vatan kelimesini hiç kullanmadıkları halde vatanın uğradığı
felaketleri, talihsizlikleri acı bir lisanla fakat pek ruhlu olarak; hatta
uğrayabilecekleri akıbetten hiç korkmadan birçok vatan manzumesi yazdıklarını
belirtir. Rifat; Seyrani Baba, Kusûrî, Gedayî gibi halk şairlerinin
şiirlerinden örnekler vererek halk şairlerimizin hicivlerinin hep vatan aşkını
ve derdini dile getirdiğini belirtir:
..Kimsenin kimseye yoktur sayesi.
Katildi sütlere cehlin mayesi,
Tilkiye verildi arslan payesi,
Tilki gölgesinde, arslan olanlar.
(Seyrani Baba)
..Gittikçe çoğaldi müfsit münafik;
Oldular büsbütün lânete lâyik;
Kan ağlasa âlem, diyen yok yazik
Yalinayak
kaçirdilar şeytani..
(Gedayi)
H.
Rifat’a göre Divan edebiyatındaki hiciv N. Kemal ve Ziya Paşa’nın ellerinde
kıymet almaya başlar; çünkü onların ve onlardan sonraki aruzcuların da halk
şairlerinin tuttuğu yolu tutarak ve asıl üstatlarına uyarak asıl hicve doğru
yöneldiklerini belirtir.
Rifat,
Ziya Paşa’nın Zafernâme’sinde şahsi bir infial kokusu duyulsa da
halefleri için büyük bir rehber olduğunu, Şair Eşrefin de Zafernâme'yi
göz önüne alarak Bitlis valisi Üsküdarlı Arif Paşa’yı hicvettiğini belirtir.
H.
Rifat’a göre N. Kemal’in parçaları bir kaynaktan fışkıran su kadar berrak ve
saftır.
H.
Rifat’a göre hiciv; zannedildiği gibi kaba saba bir ahlaksızlık değildir ve bu
kıymet ve ehemmiyetini Eşrefin tekâmül ettirdiği şekilde almıştır.
H.
Rifat’ın edebi tenkitleri aktüel yazılarına göre daha az sayıda olmakla
birlikte bunlarda bizler H. Rifat’ın tiyatroya ve hicve bakış açısı hakkında
bilgi sahibi oluruz. Rifat’ın tiyatro tenkitleri ve hicve dair düşünceleri
aslında onun sanat anlayışı hakkında da bizlere ipuçları verir. Örneğin
tiyatrolarda konuşma dilinin esas alınması ile ilgili düşüncesi onun halk şiir
geleneği ile olan bağını gösterir. Bu durum onun şiirlerinde çoğunlukla neden
sade bir dili tercih ettiğini de göstermektedir. Yine tiyatroda özellikle
komedilerin tercih edilmesi gerektiğine dair düşüncesi güldürerek öğretme
metodunun daha iyi olduğu düşüncesini işaret etmektedir. Bu da onun neden mizah
ve hicvi tercih ettiğinin bir ipucu olarak yorumlanabilir. Şair Eşrefin
şiirlerini açıklamak için kaleme aldığı “Hiciv Nedir?” başlıklı yazısında ise
hicvin ne olduğu, edebiyat tarihimizdeki yeri, nasıl olması gerektiği
hakkındaki düşünceleri de onun şiirlerini anlaşılmasında kolaylık sağlar.
Hüseyin
Rifat Ömer Hayyam ve Mevlana rubailerini Türkçeye ilk tercüme eden kişilerden
biridir. Bu nedenle bu tercümelerin önemi fazladır. Bizler de Rifat’ın bu
tercümelerini iki ayrı başlık altında inceledik.
4.1- Ömer Hayyam Rubai Tercümeleri
H.
Rifat 1926’da ve 1943’te Hayyam rubailerinden yaptığı tercümeleri
yayımlamıştır. Rifat, Hayyam rubailerini ilk tercüme edenler arasında
sayılmaktadır. Ondan önce Muallim Feyzi Efendi, Abdulah Cevdet, Köprülüzade
Fuat Bey ve Muhammed bin Ahmed’in çevirilerini görürüz. Rifat’ın tercümeleri
rübai vezniyle yapılmamıştır. ilk olarak 1926’da Rubaiyyât-ı Hayyam ve
Manzum Tercümeleri[253]
adıyla yayımladığı rubai tercümelerini daha sonra 1943’teÖmer Hayyam Manzûm
Rubai Tercümeleri[254]
[255]adıyla
yeniden yayımlamıştır.
Eski
harfli olan ilk basımda Hüseyin Rifat’ın “Hayyâm’a” başlıklı iki rubainin yanı
sıra Tokadizâde Şekip, Hüseyin Dâniş ve Abdullah Cevdet’in takriz yazıları
bulunur. Hüseyin Rifat’ın “İki Söz” başlığını taşıyan yazısında Hayyam
rubailerini nasıl ve neden tercüme ettiğini anlatır. 159 beytin önce Farsça
asılları vermiş yanına da Türkçe manzum tercümeleri yazmıştır.
Yeni
harfli ikinci baskısında Hüseyin Rifat’ın kendi yazdığı ve “Hayyam demek
istiyor ki” başlığını taşıyan 4 rubai vardır. Ama eski harfli olan ilk kitapta
takrizler ve Hüseyin Rifat’ın yazısı burada görülmez. 196 beytin tercüme
edildiği bu baskıda beyitlerin Farsça asılları verilmemiştir. Dırıltılar-
Zırıltılardın sonunda <253 rubailerin yapılacak yeni baskısı için şöyle
bir duyuru vardır :
...
Rübâilerin nazmen Türkçe tercemesi bir misline yakın yeni ilavelerle ikinci
defa olarak ve üstad ressam Münif Fehmi ’nin çizdiği şaheser, birçok resimlerle
müzeyyen olduğu halde ikinci defa basılmaktadır...
H.
Rifat’ın Rubaiyyât-ı Hayyâm ve Manzum Tercümeleri eseri Mehmet Kanar
tarafından iki defa yayıma hazırlanmıştır. Bunların ilkinde Kanar; Abdullah
Cevdet, Hüseyin Dâniş ve Hüseyin Rifat’ın Ömer Hayyam rubailerinin manzum ve
mensur tercümelerini bir araya getirip yayımladığı kitapta okuyucuya aynı
rubainin farklı tercümelerini görme fırsatını verir. Eserde her üç yazarın
rubailerinde bilinmeyen ortak kelimeler için bir sözlük hazırlanmış ve numara
sırasına göre her yazar için ayrı ayrı bir rubai listesi de verilmiştir.[256]
Tokadizâde
Şekip “Güzide-beyan Şairimiz Rifat Beyefendi’ye” başlıklı takrizinde Hayyam
rubailerinin dilimize tercüme edenlerden bahsederken Muallim Feyzi Efendi,
Müstecâbîzade İsmet Bey, İzmirli Hafız Abdülkadir Efendi’nin isimlerini sayar.
Rubailerin umumi denilecek surette nazmen dilimize nakletme zahmetine Hüseyin
Rifat’tan başka kimsenin katlanmadığını belirtir ve şöyle devam eder[257]:
...Benim
gibi bir âcizin takdirinden her suretle müstağni olan kıymetli kaleminizin
edebiyatımıza ihdâ ettiği manzum tercümeleri okuyan, okuduktan sonra da imkânın
mertebe- i müsaadesini düşünen vukuflu bir müntesib-i edeb tasavvur edemem ki
rubaiyatın ruh-i meâlini lisanımıza naklederken gösterdiğiniz muvaffakiyeti
takdir etmesin. Sizi bundan dolayı bendeniz de tebrik ederim.”
T.
Şekip edebi değeri olan manzum bir eseri aynı letafetle tercüme etmenin
imkânsız olduğunu söyler. Hayyam rubailerinin bazılarının tercüme edilmeye
müsait olmadığı için H. Rifat’ın tercüme edemediğini belirtir.[258]
Hüseyin
Dâniş ise yazdığı takrizde Tokadizade Şekip’in belirttiği gibi Hayyam
rubailerinin yine rubai olarak Farsçadaki kuvvet ve tesiriyle Türkçe ’ye
tercümesinin imkânsız olduğunu belirtir. Hüseyin Rifat’ın manzum tercümelerinin
çoğunu güzel bulduğunu; ama bunların asılları kadar tesirli ve kuvvetli
olmadığını belirtir. Yine de H. Rifat’ı birçok rubaiyi asıllarına uygun tercüme
etme konusunda gerçekten başarılı bulduğunu belirtir. Dâniş, Rifat’ın
tercümelerinin Hayyam vadisinde Türkçe ’ye yapılan ilk teşebbüs olduğunu, daha
sonra bu tarzın genişleyeceğini ümit ettiğini söyler ve Rifat’ı över[259]: ..Bu
tarihe değin Türkîde Hayyam-ı ebednâmın Yazılmıştı rubaiyatının mensur mefhumu
Sebât û sa’y-i kilk-i câzib ve neşvân-i
“Rif’at”le Kazandı şi’r-i Türkîşimdi de Hayyâm-ı manzumu.
(Bu
tarihe kadar Türkçede ölümsüz Hayyam’ın rubailerinin mefhumları mensur olarak
yazılmıştı. Rifat’ın çabalarıyla Türk şiiri şimdi Hayyam’ın manzum
tercümelerini de kazanmış oldu.)
Abdullah
Cevdet de takrizinde H. Rifat’ın tercümelerini zevkle okuduğunu ve bunların
büyük bir kısmının başarılı tercüme edildiğini belirtir. Fakat o da T. Şekip ve
H. Dâniş’in belirttiği gibi rubainin rubai vezniyle tercüme edilmesinin daha
iyi olacağını ve Türkçede pekâlâ rubai vezninin kullanılabileceğini belirtir.
Yine de H. Rifat’ın tercümelerinin “pek âlâ” olduğunu söyler. Daha sonra
yapacağı tercümeleri rubai vezniyle denemesini tavsiye eder, bunda H. Rifat’ın
başarılı olacağını da inandığını belirtir.
H.
Rifat “İki Söz” başlıklı yazısında tercümeleri hakkında bilgi verir. Tenkit
edileceğini bildiği halde tercümeleri rubai vezniyle yapmamasını açıklar.
Rifat,
manzum ve mensur olmak üzere başta İngilizce olmak üzere; Almanca, Fransızca,
Rumca, Ermenice, Arapça pek çok Hayyam tercümesi gördüğünü belirtir. Bu
tercümelerden manzum olanların eksik bile olsalar kendisine nazmen tercüme
cesareti verdiğini belirtir.
Tercümelerde
bazen rubailerin ilk iki mısralarını dikkate almadığını, yalnızca mazmunu
ihtiva eden son mısrayı tekrar ettiğini söyler. Asıl mevzunun üçüncü ve
dördüncü dizelerde olduğunu belirtir. Şair Eşrefin de ilk iki hatta üç mısraya
“moloz” adını vermiş olduğunu hatırlatır.
Neden rubai veznini tercih etmediği ile
ilgili eleştirilere de şu örnekle cevap verir.
...Cana
yakın hasnâ, melih bir kadın simasında tabiatın ‘nimet’i olarak irtikâz eden
güzel bir çift gözün siyah veya yeşil olması- temin ederim ki- bende hiçbir
hüsn-i tercih uyandırmadığı gibi vezin intihabında da aynı tesir tahtında,
ihtiyarsız kaldım. Kim beni siyah yahut yeşil gözlerin daha cazibedar olduğuna
ikna edebilir?..
M.
Kanar Ömer Hayyam Rubaileri adlı kitabı haricinde daha sonra sadece H.
Rifat’ın
tercümelerinden oluşan Hayyâm’ın Rubaileri ve Manzum Tercümeleri adlı kitabı
yayıma hazırlamıştır.
Eserin önsözünde Kanar, H. Rifat’ın seçtiği
rubailerin Ö. Hayyam’a ait olup olmadığına dair hiç kafa yormadığını, Hayyam’a
yakışmayacak rubaileri de çevirdiğini belirtir. 157 rubaiden yalnızca 34’ünün
Ö. Hayyam’a ait olabileceğini belirtir. Kanar Farsça asıllarıyla ve Rifat’ın
tercümelerini aynı sayfada vermiştir. En altta da kendisinin yaptığı manzum
tercümeleri vermiştir. Kanar, Hayyam’a ait olmadığını söylediği ve Hayyam’a
yakışmadığını belirttiği 123 beyti kendisi de tercüme etmiş ve bu konuda
herhangi bir açıklama da yapmamıştır.
M.
Fatih Andı Ö. Hayyam rubailerinin Türkçe ’ye yapılan ilk tercümelerinin
Hayyam’a gösterilen Batılı ilgi ve dikkatle ilişkili olduğunu söyler. Bu
tutumun Muallim Feyzi, Abdullah Cevdet, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Hüseyin
Rifat’ta açıkça sezildiğini belirtir.[260]
Ö.
Faruk Huyugüzel ise H. Rifat’ın tercümelerinin Yahya Kemal’in hatta Moralızade
Rifat Ahmed’in yaptıklarından geride olduğunu belirtirken[261]
M. Behçet Yazar ise şunları söyler[262]:
...Herhalde
Hüseyin Rıfat’ın son manzum tercümesini de evvelce Hüseyin Daniş ve Abdullah
Cevdet taraflarından yapılan mensur tercümeler gibi cihanşümül bir şöhrete
malik bulunan Hayyam’ı bize tanımak hususunda kıymetli bir emek ve bir vukuf
mahsulü olduğu aşikardır.
Necmi
Tarkan H. Rifat’ın Hayyam rubailerini nazmen ilk defa muhtelif vezinlerle
Türkçeye çevirmek suretiyle tanıttığını ifade eder. N. Tarkan Türkçede yalnız H.
Rifat’ın manzum tercümelerinin bulunmasına gönlünün razı olmadığını ve
kendisinin de bu yüzden rubaileri manzum olarak tercüme ettiğini ifade eder.[263]
Yakup
Kenan’ın Ömer Hayyam ve Rubaileri, Iran Edebiyatına Toplu Bir Bakış adlı
eserinin kapağında H. Rifat’ın Ömer Hayyam’dan tercüme ettiği şu rubai bulunm
aktadır[264]:
..Falıma
bakmak için defter-i aşkı açtım;
Çıktı
derhal önüme sâhib-i hicran birisi.
Dedi:
Mes ’ut o adamdır ki hayatın ola
Yıl
kadar bir gecesi, ay gibi bir sevgilisi.
Ahmet
Kırca da eski şiir geleneğinden gelen, hem şiiri çevirebilmek için şiir
bilgisine sahip olan ve şiirin yazıldığı dili bilen Y. Kemal Beyatlı, Hüseyin
Rifat, Hamâmizade İhsan, Vasfi Mahir Kocatürk gibi isimlerin Hayyam’ı doğru ve
güzel tercüme ettiklerini ifade eder.[265]
Sonuç
olarak H. Rifat’ın Hayyam rubailerini ilk tercüme edenler arasında olması
dolayısıyla önemli olduğunu söyleyebiliriz. H. Rifat hem yaşarken hem de
öldükten sonra da tercümeleri benimsenmiştir. Kendi zamanında tercümelerinin
benimsendiğine örnek olarak Tokadizade Şekip, Abdullah Cevdet ve Hüseyin
Daniş’in yazdıkları takrizleri; Rifat öldükten sonra da Necmi Tarkan gibi
sanatçıların H. Rifat’tan etkilenip rubaileri manzum olarak tercüme etmelerini
gösterebiliriz. H. Rifat’ın Ömer Hayyam’a olan büyük hayranlığı ve İngilizce,
Almanca, Fransızca, Rumca, Ermenice, Arapça tercümeleri görüp okuduğunu da
dikkate alırsak H. Rifat’ın rubaileri tercüme işini bilerek ve iyi bir
birikimle yaptığını söyleyebiliriz.
H.
Rifat, Mevlana rubailerinin tercümelerinden oluşan Mevlana Rubailerinden
Manzum Tercümeler (1937)[266]eseri
Mevlana rubailerinin Türkçeye yapılan ilk manzum tercümeler olarak kabul
edilir.
İki
bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Mevlana’dan 50 rubai tercüme edilmiştir.
İkinci bölümde biri Yunan yirmi dokuzu İranlı 30 şairin rubailerini tercüme
etmiştir. İkinci bölümde rubaileri tercüme edilen şairlerin isimleri ve rubai
sayıları şöyledir:
Sehâbî’den
sekiz, Sâdi’den üç; Molla Kasım Meşhedi, Mü’ninYezdi, Baba Efdal, Hâce Ali
Naim’den ikişer rübai tecüme edilmiştir. “Bir Yunan Şairinden” ve sahibi
bilinmeyen “Lâedri” başlıklı birer rubaitercüme edilmiştir.
Şu
şairlerden de birer rubai tercüme edilmiştir: Halil Bîk Gilâni, Hâfız, Mirza
Sâdık, Mirza Haydar, Mirza Kakır, Celaleddin Melikşah Selçuki, Ebû Sait, Molla
Rüşti Kasım, Nuseyr’eddin Tûsi, Fahri Râzi, Mirzâ Münşî, Sa’dettin, Behayi
Âmili, Radıy Artimâni, Necmeddin Hârzemî, Şeyh Mağribi, Bâki Tebrizi, Gazâlî
Meşhedî, Gani Keşmîrî, Ali Rızâ Tecelli, Bais Hemedâni, Behâyî Âmili, Şeyh
Attar.
Mehmet
Behçet Yazar rubaileri tercüme edilen yirmi beş İranlı şairin olduğunu
belirtir; fakat yukarıda isimleri verilen toplam yirmi sekiz İranlı şairin yanı
sıra kime ait olduğu bilinmeyen “Lâedriden” başlıklı rubai ve bir Yunan şairine
ait rubai ile birlikte bu sayı otuza çıkar. M. Behçet Yazar, H. Rifat’ın
tercüme ettiği birçok beyitte nazmen tercüme güçlüğünün doğurduğu fazlalıkların
olduğunu söyler. Name müteallik ‘ilel’ ve ‘zihafat’tan nispeten kurtulmuş telif
kuvvetinde kıtaların da az olmadığını belirtir. M. Behçet Yazar, Mevlana’ya ait
rubailerden aşağıda verdiğimiz dışında kalan rubailerin hepsinin asıllarından
farklı aruz vezinleriyle tercüme edildiğini söyler[267]:
...Ben
bende değil, sen de hem sen, hem ben;
Ben
hem beninim, sen de senin, sen de benim;
Bir
öyle gaip hâle geldim ki,
Sen
ben mi nesin, bilmiyorum, ben mi şeninim.
Mevlana
rubaileri üzerinde çalışmaları olan veya rubaileri Türkçeye tercüme eden M.
Nuri Gençosman, Şefik Can ve Asaf Hâlet Çelebi gibi yazarlar, kitaplarında H.
Rifat’ın Mevlana rubailerini Türkçeye tercüme ettiğinden bahsederler.
Mevlana
rubailerini tercüme eden bir başka isim Hamza Tanyaş da bir makalesinde Mevlana
rubaileri üzerinde manzum rubai çeviri çalışmasının ilk defa H. Rifat
tarafından yapıldığını belirtir. Tanyaş, Hüseyin Rifat’ın elli rubaiyi daha çok
nazım şeklinde, on dört ve on altı heceli mısralar olarak çevirdiğini belirtir.
Bu mısralardaki kafiyelerin genellikle zayıf olduğunu, bu çalışma şeklinin
vezin ve kafiye teşkili yönlerinden rubai düzenine pek uygun olmadığını
bildirir.[268]
1942’de
H. Rifat, tercümelerini Yeni ilavelerle Mevlânâ Rubailerinden Seçilmiş
Türkçe Manzum Tercemeler adıyla yeniden yayımlamıştır.
Dırıltılar-Zırıltılar
kitabının sonunda rubailerin tekrar basılacağına dair şu ilan bulunmaktadır:
...En
güzel rubailerinin yine nazmen Türkçe tercemeleri mevcudu kalmadığından ikinci
defa basılmak üzeredir.
Dırıltılar-Zırıltılar'ın
sonunda bulunan rubailerin ikinci baskısında önceki baskıda olmayan 8 rubai
dışında herhangi bir yazı bulunmamaktadır.
Araştırmalarımızda
bunun dışında eserin herhangi bir nüshasına ulaşamadığımız için 8 rubai dışında
nelerin ilave edildiğine dair bir bilgiye sahip değiliz. Mevlana rubai
tercümelerinin her iki baskısında yayınevi ismi bulunmadığı için bunların
bizzat H. Rifat tarafından özel olarak neşredildiğini söylememiz mümkündür. Dırıltılar-Zırıltılar’ın
sonunda olan, yukarıdaki ilanla aynı sayfadaki ilan bu düşüncemizi kanıtlar
niteliktedir:
..Hüseyin
Rifat adresine 50 kuruşluk posta pulu gönderildiği takdirde teahhütlü olarak
edinilebilir.
H.
Rifat’ın Mevlana rubailerinden yaptığı tercümelere getirilen eleştiriler
genellikle nazmen tercüme güçlüğünden doğan fazlalıklar ve kafiyelerin zayıf
olması dolayısıyla vezin ve kafiye teşkili yönünden rubai düzenine uygun
olmamasına yöneliktir. Bu eleştiriler Rifat’ın Ö. Hayyam rubailerinden yaptığı
tercümeler için de yapılmıştı. Sonuç olarak H. Rifat’ın hem Hayyam tercümeleri
hem de Mevlâna’dan yaptığı tercümelerin çok güçlü olmasa da kendi alanlarında
yapılan çalışmaların ilkleri arasında oldukları için önemli olduklarını
söyleyebiliriz.
Yeni
Gün
gazetesi 3 Eylül 1918’de Yunus Nadi tarafından İstanbul’da yayınlanmaya
başlandı. İzmir’de ise ilk sayısı19 Temmuz 1925’te yayınlanır. Gazete
Anadolu’daki milli hareketi ilk destekleyen yayın organlarındandır. Gazetenin
sorumlu müdürü Mustafa Turgut Türkoğlu, başyazarı İsmail Hakkı’dır. Gazetede
Yakup Kadri, Haşim Nahit, Hüseyin Rifat, Ahmet Cemalettin de gazetenin
yazarları arasındadır.[269]
H.
Rifat 1925’te Mısır’a yaptığı bir seyahatte Yeni Gün"e beş mektup
yollamıştır. Gazetede Rifat’ın imzasını taşıyan 4 mektup tespit ettik; ama bu
mektupların ilkine ulaşamadık. “Mısır’da Sanatkâr Bir Türk Hanımı” başlıklı
imzasız yazının bu mektuplardan ilki olduğunu düşünüyoruz. H. Rifat her mektupta
değişik konuları ele almıştır.
İlk
mektubunda[270]İstanbul’un
en iyi ailelerinden birine mensup olan tiyatrocu Saniye Hanım’ın Mısır’a kısa
süre önce geldiği halde halkın sevgisini kazandığından bahsedilir. Saniye
Hanım’ın Abdülhak Hamit’in Eşber ve Finten piyeslerindeki rollerini çok
başarılı oynadığı, Mısır’ın büyük gazetelerinde Saniye Hanım’ı öven birçok
haberin yayımlandığı belirtilmektedir.
İkinci
mektupta[271]H. Rifat
Mısır’ın beyaz renkli altın olarak nitelendirdiği pamuğu, insanları,
gazeteleri, kitapçıları, Arap edibâsı ve Fikri Abaza Bey adındaki birinden
bahseder. Rifat, Mısır’ın pamuk üretiminin ekonomiye olan katkısına değinir,
pamuğu beyaz renkli altına, güzel ve yumuşak bir kadın vücuduna benzetir.
Mısır’ın Amerika’ya yaptığı pamuk ihracatının ekonomiye katkısından bahseder.
H.
Rifat’ın, İzmir Belediye Reisi Aziz Beyefendi’ye hitaben yazdığı Üçüncü
mektubunda[272]Mısır’ın
Avrupalı ve Amerikalı turistleri çekmek için yaptığı yatırımlardan ve bunun
ülke ekonomisine katkısından bahseder. İstanbul belediyesinin turist çekmek
için Arapça kılavuz hazırlamasının önemine değinir. İzmir ve Çeşme’nin doğal
güzelliklerinden değinen Rifat İzmir ve Çeşme belediyelerinin de İstanbul
belediyesi gibi turist çekmek için yapmaları gerekenlerden bahseder.
H.
Rifat dördüncü mektubunda[273] İktisad
ilmine olan ilgisini gösterir. İktisat ilminin “iktisad”ından ziyade “ilm”ini
sevdiğini, bir Bektaşi fıkrasıyla anlatır.[274]
H. Rifat mektubun devamında Mısır’ın ihracat ve ithalat yaptığı ülkeler ve
ürünler hakkında ayrıntılı bilgiler verir.
Beşinci
mektupta[275]
H. Rifat 1922’de Mısır’da bulunan firavun Tutankamon’un mezarından, İzmir’den,
Lübnan’dan bahseder. Mısır firavunun mezarını ziyaret eden birçok kişinin art
arda gizemli bir şekilde ölmeleri, Tutankamon’un bir laneti olarak yorumlanır.[276] İşte bu
önemli olay henüz tüm dünyada yayılmamışken H. Rifat’ın Tutankamon’dan
bahsetmesi önemli bir ayrıntı olarak yorumlanabilir. Bu dönemde çok görülen bir
diğer konu olan mezar 277 hırsızlıkları için de H. Rifat şu eleştiride bulunur[277]:
...Bugünkü
medeniyet istirahat uykusuna yatanları bile ebedi karargâhlarında rahat
bırakmıyor. Artık biz ayaktakilerin vay hâline.
Daha
önceki mektubunda [278] H.
Rifat, İzmir’e turist kazandırmak için İzmir’in doğal güzelliklerini genel
olarak tanıtan bir kılavuzun hazırlanmasından bahseden Rifat bu mektubunda da
Lübnan’ın Mısır’dan kaçan turistleri nasıl ülkelerine çektiklerini, bunun için
yapılan çalışmaların örnek alınmasını ister.
Çoğunlukla
turizmin, modern tarımın bir ülke ekonomisi için önemini ifade eden bu mektuplarda
Rifat’ın İzmir’de turizmin canlanması için yaptığı öneriler günümüzde de
önemini sürdüren tespitlerdir. Bu mektupların diğer düz yazılarla ortak
özelliği Rifat’ın mizahi fıkralara başvurmasıdır.
H.
Rifat’ın araştırmalarımızda tespit ettiğimiz tek hikâyesi 1909’da Hizmette
yayınlanmıştır.
Hikâyenin
kahramanları Doktor Behlül, Vedat Nedim ve Hüseyin Rıfat’ın kendisidir. Hikâye
lokantada, içki masasında geçen bu üç kişinin aralarında yaptıkları
konuşmalarına dayanır. Hikâye, Doktor Behlül’ün H. Rifat’a Kramer Gazinosu’nda
bir önceki gece sosyalist olan bir arkadaşı ile neler konuştukları sorusuyla
başlar. H.Rifat iki sene beşeriyetin selameti üzerine fikir alışverişinde
bulunduğu sosyalist arkadaşının birdenbire fikrini değiştirip mutaassıp bir
nasyonalist olmasından bahseder. Hikâyenin esası da H. Rıfat ile fikirlerinden
vazgeçen arkadaşı arasındaki düşünce ayrılıklarına dayanır. H. Rifat,
arkadaşına tüm insanların ayırt edilmeksizin eşitliğini, mutluğunu savunduğunu
söyler. Nasyonalist arkadaşının ve onun gibi düşünenlerin ise insanlığın bir
kısmını, belki de sadece kendileri gibi olanları himaye ettiğini söyler.
H.
Rifat’ın hikâye türünde yazdığı tek örnek olan yukarıdaki hikâyede dikkatimizi
çeken içerik olarak H. Rifat’ın diğer türdeki yazılarında olduğu gibi
eleştirinin olmasıdır. Yani hikâye kahramanı olan H. Rifat, arkadaşının sadece
kendisi gibi düşünenlerin mutluluğunu savunmasını eleştirir.
SONUÇ
Hüseyin
Rifat; Şair Eşref ve diğer İzmirli kültür ve sanat adamları hakkında yazdığı
hatıra ve inceleme yazılarıyla, Ömer Hayyam ve Mevlana rubailerini Türkçe ’ye
yaptığı tercümelerle, hiciv ve mizah şiirleriyle II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet
döneminde yaşayan önemli bir yazarlardan biridir.
Araştırmamızda
H. Rifat’ın en önemli özelliğinin onun hatıra yazarlığı olduğunu söyleyen Ö.
Faruk Huyugüzel’in düşüncesini bir nevi teyit ettik. Çünkü çalışmamızın önemli
bir kısmını Rifat’ın Yanık Yurt, Anadolu ve Vakitte yayımlanan
İzmir’in basın yayın hayatı, Şair Eşref hakkındaki hatıra yazıları oluşturdu.
Bu çalışmamızla araştırmacıların dikkatlerini onun hatıra yazıları üzerine
çektiğimizi, her ne kadar büyük bir itinayla yazılmamış olsalar da bunların
ihmal edilmemesi düşünüyoruz.
Bu
hatıra yazılarını incelemekle Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemleri İzmir’inin
edebiyat, basın ve yayın hayatı, ünlü halk tipleri, başta Şair Eşref olmak
üzere önemli İzmir’in fikir ve sanat adamları hakkında araştırmacıların bir
fikir edinmesinde katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Rifat’ın hatıra yazıları
kadar önemli olan bir diğer özelliği çoğunluğu mizah ve hiciv unsurları taşıyan
şiirleridir. Çalışmamızda Huyugüzel’in belirttiği gibi Rifat’ın hiciv ve mizah
şairleri arasında ikinci sınıf bir şair olduğu sonucuna ulaştık. Bu şiirler sanatsal
açıdan çok güçlü olmamakla birlikte birçok konu üzerinde yazılması dolayısıyla
kendi dönemlerini yansıtan önemli şiirlerdir. H. Rifat’ın söz konusu şiirleri
aynı türün önde gelen temsilcilerinden Şair Eşrefin şiirlerine göre çok da
başarılı oldukları söylenemez.
Başta
Farsça olmak üzere Arapça, Fransızca, Yunanca, İngilizce bilen H. Rifat asıl
mesleği olan eczacılıkla ilgilenmemiştir. Rifat’ın hem Batı hem de Doğu
kültürüne açık biri olmasında bildiği bu dillerin de etkisi yadsınamaz.
Rifat’ın
Hayyam ve Mevlana rubailerini manzum bir şekilde tercüme eden ilk kişilerden
biri olması bu tercümelerin önemini arttırır. Hamza Tanyaş’ın belirttiği gibi
Hayyam rubailerinde ilk tercümelerin Batı ilgisi dolayısıyla yapılmıştır.
Rifat’ın rubai tercümelerinin çok güçlü olmadığı sonucuna ulaşmakla birlikte
onun Hayyam ve Mevlana rubailerinin manzum tercümelerini ilk yapan yazarlardan
biri olduğunu söyleyebiliriz. Rifat’ın rubaileri manzum bir şekilde tercüme
etmesi eleştirilse de bunlar daha sonra yapılacak daha iyi tercümeler için
önayak olmuştur.
Rifat’ın
gazetelerde çıkan aktüel yazıları ve tenkitleri az olmakla birlikte kendi
dönemlerindeki edebi ve sosyal hayatı yansıtmaları bakımından önemlidir.
Rifat’ın
kendi çıkardığı gazete ve mecmualar uzun süreli olmamakla birlikte
çıkarıldıkları dönemlerin siyasi ve sosyal şartlarını çoğunlukla mizahi bir
biçimde ele almaları mizah basını ile ilgili eksiklikleri az da olsa
doldurdukları için önemlidir.
Yeni
Gün’de yayımlanan “Mısır Mektupları” Rifat’ın
turizmin bir ülke ekonomisi için olan önemini yansıtması ve bu konuda Mısır’da
olduğu gibi ülkemizde de yapılması gerekenleri belirtmesi, bu konuda
tavsiyelerde bulunması açısından önemlidir.
KAYNAKÇA
Mensur
şiir, (Şiir), Hizmet, 22 Teşrinievvel/Ekim 1894.(Yok)
Kukuruk,
(Gazete), nr. 1-4, 1908.
“Sokaklarımız:
Hâlihazırda, Atîde”, (Fıkra), Hizmet, nr.2458, 9 Eylül-22 Eylül 1908.
“İntihab
İşleri”, (Fıkra), Köylü, nr. 34, 24 Eylül 1908.
6”Açık Mektup” (Müntehîb-i
Sânilere),(Mektup), Hizmet, nr.2490, 23 Teşrinievvel/ Ekim 1908
(Kadızade Hüseyin Rifat Adıyla)
7”Osmanlı Tiyatrosu” (Nasıl Oldu Piyesinin
Tenkidi), Hizmet, nr.2563.
23 Kânunusani /Ocak 1909.
“Ricat”,
(Hikâye), Hizmet, nr.2566, 27 Kânunusani/Ocak1909.
“İntikad”
(Sabah-ı Hürriyet Piyesinin Tenkidi), Hizmet, nr.2565,29
Kânunusani/Ocak1909. (Yok)
10”İntikad” (Zavallı Çocuk ve Mürebbiye
Piyeslerinin Tenkidi), Hizmet, nr.2568, 11 Şubat 1909.
Aydın
Vilayeti 1330 Sene-iMâliyesi TicaretRehberi(1914)
“Ele
ele”, (Şiir), Köylü, 15 Teşrinisani/ Kasım 1918.
Deccal,
(Gazete), nr. 1-7, 1919.
“Bir
Kıt’a”, (Şiir), Âhenk, Teşrinievvel/Ekim 1922
17“Emval-i Metruka
Tabirine İthaf’, Kıt’a, Sada-yı Hak, nr. 908, 21
Kânunuevvel/Aralık 1922.
Kıt’a
(2 adet kıt’a), (Şiir), Sada-yı Hak, nr. 907, 9 Kânunusani/Ocak1923.
Kıt’a,
(Şiir), Sada-yı Hak, nr. 942, 24 Kânunusani/Ocak1923.
Mısır Mektupları-1, Yeni Gün, nr.
21, 29 Eylül 1925.
Mektup Mektupları-2, Yeni Gün. nr.
76, 16 Teşrinievvel/Ekim 1925.
Mısır Mektupları-3, Yeni Gün, nr.
84, 27 Teşrinievvel/Ekim1925.
Mısır Mektupları-4, Yeni Gün. nr.
95, 3 Teşrinisani/Kasım 1925.
Mısır Mektupları-5, Yeni Gün. nr.
109, 25 Teşrinievvel/Ekim1925.
“Meyve-i Memnûa”,(Şiir), Hizmet (Yanık
Yurt) nr. 340, 11 Şubat 1926.
“Unutulmaz Hatıralar” (Şair Eşref ve
Süleyman Nazif’e Dair), (Sohbet), Hizmet (Yanık Yurt), nr. 345, 17 Şubat
1926.
27”Benim Gözümle Hizmet’in Tarihi” (Yazar bu 10 yazıdaki
hatıralarında Hizmet’in Halit Ziya ayrıldıktan sonraki hayatını, kapatılış
sebeplerini ve en sonunda kendi elinde nasıl kapandığını anlatıyor.), (Hatıra),
Hizmet (Yanık Yurt), nr. 387-398,
“İğneli Beşik” (Azınlıklara Dair Gülünç
Fıkralar), Hizmet (Yanık Yurt), nr. 739, 9 Haziran 1927.
Hayyam’dan Rubailer, (Tercüme), Fikirler,
nr. 6, 15 Eylül 1927.
30”Büyükleri,
Büyüklüğü Takdir”, (Sohbet), Hizmet (Yanık Yurt), nr. 829, 23 Eylül
1927.
Sehapi Estarâbâdi’den Rubai, (Tercüme), Fikirler,
nr. 7, 1
Teşrinievvel/Ekim1927.
Süleyman Nazif Bey Merhum’un Hayat-ı Hususiyesi
Hakkında Birkaç Hatıra, , Hizmet (Yanık Yurt), nr. 611, 9
Teşrinisani/Kasım1927. (Yok)
Rubaiyyât-ı Ömer Hayyam,
(Tercüme), Hizmet (Yanık Yurt), nr. 917, 4
Teşrinisani/Kasım1928.
(Yok)
Şair Eşref Külliyatı, (Şiir-Anı), Vakit,
nr. 3790-4093, 27 Temmuz 1928- 4 Haziran 1929.
Hafız’ın Bir Gazelini Tercüme, Hizmet
(Yanık Yurt), nr. 943, 3 Şubat 1928.
“Terennümler”, (Şiir), Servet-i Fünûn
(Resimli Uyanış) , nr. 1699, 7 Mart 1929.
Münakaşa, (Gazete Yazısı), Vakit,
nr.4108, 19 Haziran 1929.
38”Bir
Köy Yolunda”, (Mensur Şiir), Hizmet (Yanık Yurt) , nr. 1511,1 Ocak 1930.
39”Olmaz
mı?”(Şiir),Anadolu, nr. 5538, 16 Şubat 1933.
40”Türk
Kadını” (Mahmut Esat Bey’e), (Şiir),Anadolu, nr. 5719, 25 Eylül 1933.
41.
Kıt’a (Dede Remzi’ye), (Şiir), Anadolu, nr. 5825, 30 Ocak 1934.
42”Ölülerle
Mülâkatlarım” (Sofuzade Aptal Raşit), (Hatıra), Anadolu, nr.5831,6 Şubat
1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr. 5832, 7
Şubat 1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr. 5833, 8
Şubat 1934.
Kıt’a (Kardeşim Dr. Şükrü Osman’a), (Şiir),
Anadolu, nr. 5836, 12 Şubat 1934.
46”Fadime Kız”,
(Şiir), Anadolu, nr. 5837, 13 Şubat 1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr. 5838, 14
Şubat 1934.
“Ölülerle Mülâkatlarım” (Şair Eşrefin de
olduğu bir toplantıda Külâhi Mevlevi gazeli yüzünden çıkan bir olay
aktarılmış), (Hatıra), Anadolu, nr. 5838, 14 Şubat 1934.
“Ölülerle Mülâkatlarım” (Ruhî Bey Baba,
Şair Eşref, Artin Haronyan, Cin Ahmet, Deli Mustafa), (Hatıra),Anadolu,
nr. 5838, 19 Şubat 1934.
Kıt’a, (Şiir(Hatıra),Anadolu, nr.
5881, 10 Nisan 1934.
“Ölülerle Mülâkatlarım” (Tevfik Nevzat,
Ruhi Beybaba, Ayı Rıfat, Güzel Hasan Bey, Allah Uzun Ömürler Versin Bıçakçızâde
Hakkı ve Doktor Ethem Beyler), (Hatıra), Anadolu, nr. 5886, 16 Nisan
1934.
“Ölülerle Mülâkatlarım” (Übeydullah Efendi
Hocamızın Babası, Mahmut Esad Bey’in Annededesi, Hoca Şakir Efendi, Sadrazam
Paşa, Maliye Nazırı), (Hatıra), Anadolu, nr. 5893, 24 Nisan 1934.
53Ӕstanbul
Mektubu" (Zavallı Neyzen Tevfik İstanbul’da Gene Delirdi), Anadolu, nr.
5946, 23 Haziran 1934.
54Ӕstanbul
Mektubu” (İzmir’e Ait Hatıralar), Anadolu, nr. 1069, 24 Haziran 1934.
55.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr.5968, 19 Temmuz 1934.
56Ӕstanbul
Mektubu” (Kırşehirli Mehmet Fevzi Kimdir? Meğer Gazeteciler Nasıl
Aldanırlarmış?)Anadolu, nr.5968, 19 Temmuz 1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr.5970, 23
Temmuz 1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr.5984, 9
Ağustos 1934.
59”Türk Gazi”,
(Şiir), Anadolu, nr.6001,30 Ağustos 1934.
Kıt’a, (Şiir), Anadolu, nr.6001, 30
Ağustos 1934.
”Ölülerle Mülâkatlarım” (Şair Eşref
Hakkında Yazdığı Bir Mektup), (Hatıra), Anadolu, 15 Kasım 1934.
“Ölülerle Mülâkatlarım” (Deli Mustafa,
Ahenkçi Ali Nazmi, Ahenk Başmuharriri Hoca Şinasi, Şair Eşref ve Kürkü),
(Hatıra), Anadolu, nr. 5820, 24 Kasım 1934.
63”Ölülerle
Mülâkatlarım”, (Eşref, Abdülhalim Memduh, Tokadizâde Şekip, Şeyh Nuri, Güzel
Hasan Bey, Ruhi Bey Baba, Vali Muavini Hasan Bey, Menemenli Bekir Münir Efendi,
İngiltere Konsoloshanesi Başkavası Mustafa Ağa), (Hatıra), Anadolu, nr.5825,
30 Kasım 1934.
64.Kırık
Kavaldan Sesler (Hüseyin Rifat Topuz adıyla),
(Şiir Kitabı), Sinan Basımevi, Ankara Caddesi Cağaloğlu Yokuşu No:6-8 İst.
1935.
65Mevlana
Rubailerinden Manzum Tercümeler, İstanbul:
1937.
Dırıltılar-Zırıltılar,
(Şiir Kitabı), Aydınlık Basımevi, İstanbul: 1939.
Büyük Savaşta Türk Kadınına
Şiirler, Zerbamat Basımevi, Ankara: 1940.
Yeni ilavelerle Mevlânâ
Rübailerinden Seçilmiş Türkçe Manzum Tercemeler,
2. Baskı, İstanbul: 1942.
Ömer Hayyam Manzum Rübaî
Tercemeleri, Tercüme, Remzi Kitabevi
Ankara: Caddesi, İstanbul: 1943.
“Hiciv Nedir-1” ,(İnceleme), Vakit,
nr. 9612, 24 Ekim 1944.
“Hiciv Nedir-2” ,(İnceleme), Vakit,
nr. 9613, 25 Ekim 1944.
“Kafa Maçı ve Ayak Edebiyatı”, (Aktüel
Yazı), Vakit, nr. 9706, 30 Ocak 1945.
“Eşref ve Hayatı”, (İnceleme), Vakit,
nr. 9615-9776,27 Ekim 1944-Nisan 1945.
Kıt’a, Yeni Sabah, nr. 2889, 4
Haziran 1946.
75 ”Gençliğe, Şiire,
Şaire Dair” ,(Gazete Yazısı), Yeni Sabah, nr. 2090, 5 Nisan 1946.
Kıt’a, Yeni Sabah, nr. 2091, 6
Haziran 1946.
Kıt’a, Yeni Sabah, nr. 2092, 7
Haziran1946.
Kıt’a, Yeni Sabah, nr. 2093, 8
Haziran1946.
79”İzmir’in En
Güzel Tarafı Nedir Bilir Misiniz?”,(Makale), 28 Mayıs Demokrat izmir,
nr. 47, 1946. (Yok)
”Günün İlhamları” (Şair Seruni’nin Cevabına
Cevap), (Şiir), Demokrat İzmir, nr. 61, 11 Haziran 1946.
”Muhtar Seçimlerinden Sonra, (Şiir), Demokrat
İzmir, nr. 165, 4 Haziran 1947.
82”Sandık
Başında” (Hemşehrilerimle Hasbıhal), (Şiir), Demokrat İzmir, nr. 1237, 3
Mayıs 1950.
Hiciv ve Mizah Edebiyatı
Antolojisi (Hilmi Yücebaş’ın hazırladığı bu kitapta
H. Rifat’a ait 17 kıta bulunmaktadır.)
Türk Mizahçıları, Nüktedanlar
ve Şairler(Hilmi Yücebaş’ın hazırladığı bu kitapta H.
Rifat’ın dört şiiri bulunmaktadır.)
Şair Eşref
Hayatı-Hatıraları-Şıırlerı(W\\m\ Yücebaş’ın
hazırladığı bu kitapta H. Rifat’ın Şair Eşref için yazdığı bir şiir
bulunmaktadır.)
Neyzen
TevfikHayatı-Hatıraları-Şiirleri(Hilmi Yücebaş’ın
hazırladığı bu kitapta H. Rifat’ın Neyzen Tevfik için yazdığı bir şiir
bulunmaktadır.)
Türk Edebiyatında Hiciv ve
Mizah Şiirleri ( Zafer Arıkbağ ve Dündar
Akünal’ın hazırladığı bu kitapta H. Rifat’a ait 9 kıta bulunmaktadır.)
II.
Faydalanılan Kaynaklar
Kitap ve Makaleler:
ANDI,
M. Fatih, Hayata Edebiyatla Bakmak, 3 F Yayınevi, İstanbul: 2006.
ARIKAN,
Zeki, İzmir Basınından Seçmeler, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür
Yayını, İzmir: 2003.
,İzmir Basın Tarihi(1872-1922),İzmir
Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını,
İzmir:
2001.
İzmir Basın Tarihi (1868-1938),
Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir: 2006.
BAŞ,
Fatma Gül, Demokrat İzmir Gazetesi Bibliyografyası (1946-1960) , Ege
Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü
Lisans Tezi, İzmir: 1987.
Başlangıçtan
Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, Ötüken
Neşriyat, 10. ve 12.cilt, İstanbul: 2004.
ÇAĞIN,
Sabahattin, Tokadîzade Şekip'in Eserleri Üzerine Bir Araştırma, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir: 1994.
,Hizmet Gazetesi
Bibliyografyası(1929-1933),EgeÜniversitesi Edebiyat
Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Tezi, İzmir: 1987.
ÇAĞIN,
Şerife, Bir Hiciv Ustası Şair Eşref, Dergâh Yayınları, İstanbul: 2007.
ÇEVİKER, Turgut, Gelişim
Sürecinde Türk Karikatürü II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1918), Adam Yayınları, İstanbul: 1988.
,Gelişim
Sürecinde Türk Karikatürü-III (1918-1923), Adam Yayınları, İstanbul: 1991.
ÇORUK,
Ali Şükrü, Mizah
Şairi Fazıl Ahmet Aykaç, Kitabevi Yayınevi,
İstanbul: 2008.
ENGİNÜN,
İnci, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, 10. Baskı İstanbul:
2009.
Tanzimat’tan
Cumhuriyete Yeni Türk Edebiyatı. Dergâh
Yayınları 4. Baskı, İstanbul: 2009.
HUYUGÜZEL,
Ömer Faruk, İzmir Fikir ve Sanat Adamları, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara: 2000.
fzmir'de
Edebiyat ve Fikir Hareketleri Üzerine Araştırmalar,
İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını, İzmir: 2004.
,1928’e Kadar İzmir’de Çıkmış
Türkçe Kitap ve Süreli Yayınlar
Kataloğu, Ege
Üniversitesi Rektörlük Araştırma Fonu Saymanlığı, İzmir: 1993.
Hizmet
Gazetesi Bibliyografyası, İzmir: 1975.
IŞIL,
Hüseyin Rifat, Büyük Savaşta Türk Kadınına Şiirler, Zerbamat Yayınevi,
Ankara: 1940.
İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri,
IV. Cilt, Hazırlayan: İbrahim Baştuğ, Ankara: 2000.
İNUĞUR,M.
Nuri, Basın
ve Yayın Tarihi, Der Yayınları, İstanbul:
2005.
KABACALI,
Alpay, Çeşitli Yönleriyle Şair Eşref, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul:
1988.
KANAR,
Mehmet, Ömer Hayyam Rubailer, Deniz Kitabevi, İstanbul: 2000.
,Hayyâm'ın
Rubaileri ve Manzum Tercümeleri, Hazırlayan:
Mehmet Kanar , Şûle Yayınları, İstanbul :2011.
KENAN,
Yakup, “İran Edebiyatına Toplu Bir Bakış”, Ömer Hayyam ve Rubaileri,
Neşriyat Yurdu Basımevi, Ankara: 1968.
KESKİN,
Habibe, İzmirli Yazarlara Dair Hatıra ve Röportajlar, Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Tezi, İzmir: 1986.
KIRCA,
Ahmet, Ömer Hayyam Rubaileri, Ötüken Neşriyat, İstanbul: 2010.
KUDRET,
Cevdet, Eşref Hicviyeler, Bilgi Yayınevi, Ankara:1970.
MORREALL, John, Gülmeyi
Ciddiye Almak, Türkçeye Çeviren: Kubilay Aysevener, Şenay Soyer, İris Yayıncılık,
İstanbul: 1997.
Mehmet
Behçet Yazar, Edebiyatımızın Unutulan Simaları, Yayına Hazırlayan:
Mustafa Everdi, 21.yüzyıl yayınevi, Ankara: 1999.
Namık Kemal, “Mukaddime-i Celâl",
Namık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine
Görüşleri
ve Yazıları, Hazırlayan: Kâzım Yetiş Alfa
Yayınları, İstanbul: 1996.
NEMUTLU,
Özlem, 2.Meşrutiyetten Cumhuriyetin İlanına kadar İzmir'de Tiyatro
Faaliyetleri, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,
İzmir: 2005.
ÖNGÖREN, Ferit, Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve
Hicvi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara: 1983.
ÖZCAN,
Ömer, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah, İnkılap
Kitabevi, İstanbul: 2002.
PARLAK,
Zeynep, Fikirler Dergisi'nin İlk On Üç Sayısının Günümüz Alfabesine
Aktarımı, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Lisans Tezi, İzmir: 2000.
RİFAT, Haydar İşler Tıkırında Gidiyor,
Kum Saati Yayınları, İstanbul: 2003.
RİFAT,
Hüseyin, Mevlana Rubailerinden Manzum Tercümeler Ceza Basım Evi, İstanbul:
1937.
,Aydın
Vilayeti 1330 (1914) Sene-i Mâliyesi Ticaret Rehberi
,Dırıltılar-Zırıltılar,
Aydınlık Basımevi, İstanbul :1939.
,Ömer
Hayyam Manzûm Rubai Tercümeleri, Remzi Kitabevi, İstanbul: 1943. ,Rubaiyyât-ı Hayyâm ve Manzum Tercümeleri,
İstanbul :1926.
SAMUR,
Ali, Eşrefin Âhenk, İzmir, Eşref ve Vakit'teki Şiirleri ve Hakkında
Yazılanlar, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Lisans Tezi, İzmir: 1991.
SERÇE,
Erkan, İzmir 1914 Aydın Vilayeti 1330 Sene-i Mâliyesi Ticaret Rehberi,
Akademi Kitabevi, İzmir: 1997.
SİLİSTRE,
Güniz, Ölülerle Mülakatlarım İzmir'den Röportajlar Yeni Portreler, Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Tezi,
İzmir: 1988.
TANYAŞ,
Hamza,” Mevlana Rubailerinin Türkçe Çevirileri Üzerine Bir Değerlendirme”,
Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Mevlâna Araştırmaları
Dergisi Yıl: 2007, Sayı 2, s. 107-121.
TARKAN,
Necmi, Ömer Hayyam Rubaileri, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik, Ankara:
1949.
TEKİNÂLP,
B. Candan, İttihat ve Köylü Gazeteleri
Bibliyografyası,
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Tezi, İzmir: 1984.
TEZ,
İlhami Bekir, Hüseyin
Rifat, Tıp ve Eczacılık Neşriyatı, İstanbul:
1964.
TOPUZ,
Hüseyin Rifat, Kırık Kavaldan Sesler, Sinan Basım Evi, İstanbul: 1935.
TUNAR,
Şükrü, Öyle Çektim ki Cefa, İskender Kutmani yayımı, Üniversite Caddesi
35,
nr.1349 İstanbul: 1965.
Türkiye Diyanet Vakfı Islâm Ansiklopedisi,
28. Cilt, Ankara: 2003.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
2.
Cilt, İstanbul: 1989.
UZUN, Fahri, Şair
Eşref-Hiciv Edebiyatı Örnekleri Serisi Birinci Fasikül, Tan Matbaası,
İstanbul: 1945.
YÜCEBAŞ, Hilmi, Hiciv
Edebiyatı Antolojisi, Dizerkonca Matbaası, İstanbul: 1955.
,Türk
Mizahçıları, İstanbul: 1958.
,Şair
Eşref Hayatı-Hatıraları-Şiirleri, İstanbul:
1958.
ZÜRCHER, Erik JanModernleşen Türkiye’nin Tarihi,
İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul: 1995.
b. Elektronik Kaynaklar
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fahrettin
Kerim G%C3%B6kay (Erişim Tarihi: 17/04/2012) http://tr.wikipedia.org/wiki/L%C3%BCtfi
K%C4%B 1rdar(Erişim Tarihi: 17/04/2012) http://tr.wikipedia.org/wiki/I.D%C3%BCnya
Sava%C5%9F%C4%B1(Erişim Tarihi:19/04/2012)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Tutankhamun(Erişim
Tarihi: 28/05/2012) http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1426(Erişim
Tarihi: 12/03/2012) http://www.mevlana.selcuk.edu.tr/yayinlar/dergi2.pdf(Erişim
Tarihi: 08/02/2012) http://www.osmanlicaturkce.com/?k=Dar-%FCn+Nedve&t=%40(Erişim
Tarihi: 21/05/2012)
http://www.sahaf-turkuaz.com/turkce/arsiv
yazilar.asp?yazi=12(Erişim Tarihi: 18/04/2012) http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/yahya-kemal-ve-medeniyet-buhrani-
edebiyati.html(Erişim Tarihi: 03/06/2012)
Ömer FarukHuyuguzel, İzmir Fıkır ve
Sanat Adamları, Ankara: 2000.
[9]
Hüseyin Rifat hakkında M. Behcet Yazar ve İbnülemin Mahmut Kemal de kısaca
bilgi verir. Biz daha çok Ömer Faruk Huyugüzel'in şu eserinden faydalandık: İzmir
Fikir ve Sanat Adamları, Ankara: 2000, ss. 241-245.
[10]Öl.
6 Ocak 1907. Bkz. Ahenk, nr. 3286, 8 Kânunisani/Ocak 1907.
[11]
M. Behçet Yazar, Edebiyatçılarımızı Tanıyalım:“Hüseyin Rifat Işıl”, Yedigün,
nr. 441, 18 Ağustos 1941, s. 13-18.
[12]Son
Asır Türk Şairleri, cüz VIII, s. 1465-1467.
[14]
Huyugüzel, “Hüseyin Rıfat Işıl”, a. g. e. s. 221.
[15]“Ölülerle
Mülakatlarım”, Anadolu, nr. 5853, 4 Mart 193.
[16] Bakınız: Bütün Dünya Yıllığı, 1954-1957,
İstanbul: 1957, s. 418.
[17] İzmir basını hakkında bilgi verirken şu eserden
faydalandık: ZekiArıkan, İzmir Basın Tarihi (18721922)
[18] . . .. ....................
....
Huyugüzel, a. g. e.
“Hüseyin Rıfat Işıl”, s. 243.
Bu gazetenin
hiçbir nüshasına ulaşamadık. Bu gazete ile ilgili ulaşabildiğimiz tek bilgi Musaver
Emel, nr. 2, 17/30 Eylül 1325/1909'da çıkan aşağıdaki ilandır:
“Bu kere
Kadızade Hüseyin Rifat Bey biraderimizin idaresi altında neşredilmeye başlanan
Dellâl refikimizi tebrik ile devamını temenni ederiz."
[20]İntikad,
“Sabah-ı Hürriyet Piyesinin Tenkidi”, Hizmet, nr. 2565, 29 Kanuni Sani/
Ocak 1909.
[21] Köylü, nr. 34, 24 Eylül 1908.
[22] Hizmet, nr. 2490, 23 Teşrinievvel/Ekim
1908.
[23]Toplam
iki sayı çıkan bu mecmuanın yalnızca ikinci sayısına ulaşabildik.
[24]Erkan
Serçe,İzmir 1914 Aydın Vilayeti 1330Sene-i Mâliyesi Ticaret Rehberi,
İzmir: 1997.
[25] Turgut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk
Karikatürü-III (1918-1923), İstanbul: 1991, s.24.
[26] İstanbul: 1926. (Yayınevini tespit edemedik)
[27]Yanık
Yurt, nr. Şubat 1926.340, 11
[28]Yanık
Yurt, nr.345, 17 Şubat 1926.
[29]Yanık
Yurt, nr. 387-398, 7-22 Nisan 1926.
[30]
nr. 3768- nr. 4093.
[31]Şerife
Çağın,Bir Hiciv Ustası Şair Eşref, İstanbul: 2007, s. 112.
[32]Cevdet
Kudret, Eşref Hicviyeler, Ankara: 1970, s.17.
[33]Vakit,
nr. 9621, 2 Kasım 1944.
[35] Hüseyin Rifat Topuz, Kırık Kavaldan Sesler,
İstanbul: 1935.
[36] Hüseyin Rifat,Mevlana Rubailerinden Manzum
Tercümeler, İstanbul.1937.
[37] Hüseyin Rifat, Dırıltılar-Zırıltılar,
İstanbul: 1939.
Hüseyin Rifat Işıl, Büyük
Savaşta Türk Kadınına Şiirler, Ankara: 1940.
[39]Taksim
Atatürk Kitaplığı numara T811.317'de ulaştığımız söz konusu eserde yayınevi
ismi olmamakla birlikte 2. baskısının İstanbul'da 1942 yılında yapıldığını
tespit ettik. H. Rifat imzalı eserin üzerinde “B. Kemal Çağlar Kitapları,
No: 618“ damgası bulunmaktadır.
[40]
Hüseyin RifatIşıl, Ömer HayyamManzûm Rubai Tercümeleri, İstanbul: 1943.
[42]Vakit,
nr. 9612-9613, 24-25 Ekim 1945.
[43]H.
Rifat yukarıda tespit ettiğimiz ilanda Hav hav.Havi’nin bir kitap olarak
basılacağını ifade eder; ama biz belirtilenden farklı olarak Hav Hav adında bir
mizah gazetesine ulaştık: http://www.sahaf-turkuaz.com/turkce/arsiv
yazilar.asp?yazi=12Söz konusu ilanın verildiği adresle iletişim kurmakla
birlikte H. Rifat’a ait olduğu iddia edilen gazetenin tek nüshasının
satıldığını öğrendik.
[44]Tan,
nr. 1031- nr. 1038, 15-22 Mart 1938.
[45]Haydar
Rifat, İşler Tıkırında Gidiyor, Kum Saati Yayınları, İstanbul: 2003.
[46]Ömer
FarukHuyugüzel, " İzmir Üzerine Hatıralar”, İzmir'de Edebiyat ve Fikir
Hareketleri Üzerine Araştırmalar, İzmir: 2004, ss. 30-50.
[47]
Huyugüzel, a. g. e. s. 33.
[48]Yanık
Yurt, nr.345, 17 Şubat 1926.
[49]
“Unutulmaz Hatıralar” başlıklı yazı ile “Benim Gözümle Hizmet'in
Tarihi”başlıklı yazı serisi hakkında fikir beyan ederken şu eserden
faydalandık:
Habibe Keskin "Benim Gözümle Hizmet'in
Tarihi”, İzmirli Yazarlara Dair Hatıra ve Röportajlar, İzmir: 1986, s.
1-48.
[50]Yanık
Yurt, a. g. y.
[52]Hizmet,
nr. 387, 7 Nisan 1926.
[54]Hizmet,
nr. 387, 7 Nisan 1926.
[55]Hizmet,
nr. 389, 9 Nisan 1926.
[56]Hizmet,
nr. 391, 12 Nisan 1926.
[57]Hizmet,
nr. 392, 13 Nisan 1926.
[58]Huyugüzel
ise bunun aksini iddia eder. Ahenk'te çıkan bir haberde onun Ermeniler
ve Ermenilikle ilişkisini kesmemiş olduğunu belirtir:
“...Fazıl, kâmil
avukatlarımızdan Nazret Hilmi Ermeni Mahallesi Rüştiye Caddesi'ndeki evinden
çıkarken bir trafik kazası geçirmiştir.”51
Bakınız: Huyugüzel, “Nazaret-Nazret- Hilmi”, a. g. e. s.
469-470.
[59]Hizmet,
nr. 393 14 Nisan 1926.
[60] Hizmet, nr. 394, 17 Nisan 1926.
[61] Hizmet, nr. 395, 19 Nisan 1926.
[62] Hizmet, nr. 396, 20 Nisan
1926.
[63]Hizmet,
nr. 397, 21 Nisan 1926.
[65]Bu
yazı dizisi hakkında fikir beyan ederken şu eserden faydalandık: Güniz
Silistre, Ölülerle Mülakatlarım İzmir'den Röportajlar Yeni Portreler,
İzmir: 1988, s. 1-25.
[66]Huyugüzel,
a. g.e. s. 33.
[68]
Anadolu, nr. 5814, 15 Ocak 1934.
[69]
Anadolu, nr. 5820, 24 Ocak 1934.
[70]Anadolu,
nr. 5824, 29 Ocak 1934.
[71]Anadolu,
nr. 5831, 6 Şubat 1934.
[72]Anadolu, nr.
5838, 14 Şubat 1934.
[74]Anadolu,
nr. 5849, 27 Şubat 1934.
[75]Anadolu,
nr. 5853, 4 Mart 1934.
[76]Anadolu,
nr. 5869, 23 Mart 1934.
a. g. y.
a. g. y.
[80] Vakit, nr. 9615-nr. 9776, 27 Ekim
1944-10 Nisan 1945.
[81] Huyugüzel, “İzmir Üzerine Hatıralar”, a.g.e.
s.33.
[82]Vakit,
[83]Vakit,
[84]Vakit,
[85]Vakit,
[86] Şerife Çağın, Bir Hiciv Ustası Şair Eşref,
İstanbul: 2007, s. 32.
[87] Şerife Çağın, a.g. e. , ss. 34-36.
[88]Vakit,
nr. 9626, 7 Kasım 1944.
[89]Vakit,
nr. 9631, 12 Kasım 1944.
[90]Vakit,
nr. 9634, 15 Kasım 1944.
[91]Şerife
Çağın, “Sultan II. Abdulhamit Döneminde Yurt İçindeki Hayatı”, a. g. e. s. 56.
[92]Vakit,
nr. 9644, 26 Kasım 1944.
[93]
Vakit, nr. 9651, 3 Aralık 1944.
[94]Vakit,
nr. 9655, 10 Aralık 1944.
[95]Vakit,
nr. 9658, 13 Aralık 1944.
[96]
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Anadolu, nr. 5838, 14 Şubat 1934.
[97]Vakit,
nr. 9662, 17 Aralık 1944.
[98]Vakit,
nr. 9672, 27 Aralık 1944.
[99]Vakit,
nr. 9678, 2 Ocak 1945.
[100]Vakit,
nr.9684, 8 Ocak 1945.
[101]Vakit,
nr.9689, 13 Ocak 1945.
[102]Vakit,
nr.9690, 14 Ocak 1945.
[103]Vakit,nr.9700,
24 Ocak 1945.
[104]Vakit,
nr.9733, 26 Şubat 1945.
[107]
Ömer Özcan, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatı'nda Hiciv ve Mizah,
İstanbul: 2002, s.18.
[108]
H. Rifat’ın mizah ve hiciv şiirlerini değerlendirirken Ş. Çağın’ın Bir Hiciv
Ustası Şair Eşref eserinden faydalandık.
[109]Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 28. Cilt, Ankara: 2003, ss. 418-422.
[110]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 92.
[111]
Şerife Çağın, a. g. e. ss. 412-413
[112]Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2. Cilt, İstanbul: 1989, ss. 139-140.
[113]Hülle
yapmak demek, bir erkeğin, üç talakla boşadığı eşi ile tekrar evlenebilmesi
için, o kadını rızasıyla başka bir erkekle nikâhlayıp, bir geceliğine zifafa
sokması demektir.
[114]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 8.
[115]Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 8. Cilt, İstanbul: 1993, ss. 436-439.
[116]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 9.
[117]Dırıltılar-Zırıltılar,
ss. 12-13.
[118] Ö. Faruk Huyugüzel, a. g. e. “Hafız İsmail
Hakkı” ss. 267-274.
[119] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 73.
[120] Ö. Faruk Huyugüzel, a. g. e. “Dr: Mustafa
Enver” ss. 434-436.
[121] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 74.
John Morreall, Gülmeyi
Ciddiye Almak, Türkçeye Çeviren: Kubılay Aysevener, Şenay Soyer, İstanbul:
1997, s. 12.
[123]
Şerife Çağın, a. g. e. ss. 421-422
[124]
M. Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul: 2005, ss.
274-278.(Bunun dışında Orhan Karaveli'nin ve Faruk Gezgin'in Ali Kemal hakkında
yaptığı iki önemli çalışma da vardır: 1. Orhan Karaveli, Ali Kemal Bir Günah
Keçisi, Doğan Kitap, İstanbul: 2009
2. Faruk Gezgin, Ali Kemal Bir Muhalifin Hikâyesi, İsis
Yayıncılık, İstanbul: 2010)
[125]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 95.
[126]Dırıltılar-Zırıltılar,s.
76.
[127]Dırıltılar-Zırıltılar,s.
17.
[128] ... .
JohnMorreall, a. g.
e. s. 94
[129] . .
John Morreall, a.
g. e. s. 58
[130]YeniSabah,
nr. 2091, 6 Haziran 1946.
[131]Başlangıçtan
Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, Ötüken Neşriyat, 10.cilt, İstanbul:
2004, ss. 104-106.
[132]Başlangıçtan
Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, Ötüken Neşriyat, 12.cilt, İstanbul:
2004, ss. 409-411.
[133]Yeni
Sabah, nr. 2093, 8 Haziran 1946.
John Morreall, a.
g. e. s. 119
[136]Hilmi
Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, s.340.
[138]Hilmi Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi,
s. 340.
[139]Hilmi Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi,
s. 341.
[140]
Yücebaş, “Hüseyin Rifat Işıl”, a. g. e. s. 341.
[143]Hilmi
Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, s. 341
[144]Zafer
Arıkbağ, - Dündar Akünal, Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah Şiirleri, s.
70.
[146]Hilmi
Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, s. 342.
[147] Hilmi Yücebaş, Hiciv Edebiyatı Antolojisi,
İstanbul: 1955, s. 23-24.
[148] Şerife Çağın, a. g. e. s. 410.
[149] H. Rifat’ın mizahi şiirlerini açıklarken Ferit
Öngören’in şu eserinden faydalandık:
Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve Hicvi, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, Ankara: 1983.
[150]Vakit,
nr. 9612-9613, 24-25 Ekim 1944.
[154] Ferit Öngören, "Cumhuriyet Mizahı”, a. g.
e. s. 88.
[155] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin
Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: 1995, ss. 201-203.
[156]Sada-yı
Hak, nr. 942, 24 Kânunusani/ Ocak 1923.
[157]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 24.
[159] Öngören, "Cumhuriyet Mizahı”, a. g. e. s.
102.
[160] Turgut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk
Karikatürü-III (1918-1923), İstanbul: 1991, s. 40.
[161]Anadolu,
nr. 5833, 8 Şubat 1934.
[162]
İnci Enginün, Tanzimat'tan Cumhuriyete Yeni Türk Edebiyatı. Dergâh
Yayınları 4. Baskı, İstanbul:
2009, s. 499
[164]Anadolu,
nr. 5881, 10 Nisan 1934.
[165]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 64.
[166]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 65.
[167]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 96.
[168]
Son Asır Türk Şairleri, IV. Cilt,Hazırlayan: İbrahim Baştuğ, Ankara:
2000, s. 1932.
[174] İlhami Bekir Tez, Hüseyin Rifat,
İstanbul: 1964, s. 6.
[175] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 52.
[176] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 3.
[177] Kırık Kavaldan Sesler, “Biz Bilmeceyiz”,
ss. 41-42.
[179] ... . .. . . -
John Morreall, a.
g. e. s. 146
[180] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 34.
[181] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 77.
[182] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 29.
[183]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 50.
Dar-ün Nedve:
Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin
adı olup, Kuseyibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. Sonradan Hz. Muhammed'e
karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları
yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.
[184]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 56.
[185]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 88.
[186]Kırık
Kavaldan Sesler, s. 94.
[187]Hilmi
Yücebaş, Türk Mizahçıları, s. 157.
[188]Hilmi
Yücebaş, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, s. 342.
[191]Kırık
Kavaldan Sesler, s. 42.
[193]
Turgut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 2 Meşrutiyet Dönemi
(1908-1918), İstanbul: 1988, ss. 41-52.
[194]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 38.
[195]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 27.
[196]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 6.
[197]
John Morreall, a. g. e. s. 154
[198]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 37.
[199] John Morreall, a. g. e. s. 180
[200] Rifat’ın hiciv ve mizah şiirlerini “Sonuç”
kısmında değerlendirirken şu eserden faydalandık: Ömer Özcan, Başlangıçtan
Günümüze Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah, İstanbul: 2002, ss. 14-17.
[201] John Morreall, a. g. e. s. 105.
[202] John Morreall, a. g. e. s. 136
[203] Ankara Milli Kütüphanede (SİS. 33216, 1940 AD
136) numaralı rafta bulunan Büyük Savaşta Türk Kadınına Şiirler adlı
kitabın nüshası yıprandığı için bizler H. Rifat’ın Türk kadını üzerine yazdığı
şiirleri incelerkenKırık KavaldanSesler kitabını esas aldık. Sadece
”Yurd Düğünü” başlıklı şiiri incelerken Büyük Savaşta Türk Kadınına Şiirler
kitabını esas aldık.
[204]Vakit, nr.4108, 19 Haziran 1929.
[205]Kırık
Kavaldan Sesler, ss. 3-4.
[206]Kırık
Kavaldan Sesler, ss. 7-8.
[207]Kırık
Kavaldan Sesler, ss. 5-6.
[208]
Turgut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 2 Meşrutiyet Dönemi
(1908-1918), İstanbul: 1988, s. 38.
[209]Kırık
Kavaldan Sesler, ss. 17-18.
[210]Kırık
Kavaldan Sesler, s. 19.
[211]Anadolu,
nr. 6001, 30 Ağustos 1934. 210„
[213]Şükrü
Tunar, Öyle Çektim ki Cefa, İstanbul: 1965, s. 5-6.
[214]Kırık
Kavaldan Sesler, “Bir O Eksik”, s. 34.
[215]Kırık
Kavaldan Sesler, “Hep Vereyim”, ss. 37-38.
[216]
Kırık Kavaldan Sesler, "Şarkılar", s. 82.
[217]Kırık
Kavaldan Sesler, "Şarkılar", s. 83.
[218]Kırık
Kavaldan Sesler, “Gönül”, s. 32.
[219]
Dırıltılar-Zırıltılar, s. 80.
[222]Deccal,
nr. 1, s. 1.
[223]
Turgut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 2 Meşrutiyet Dönemi
(1908-1918), İstanbul: 1988, s. 64.
[224]Anadolu,
nr. 5946, 23 Haziran 1934.
[225]Kırık
Kavaldan Sesler, ss. 43-44.
[226] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı, 10. Baskı İstanbul: 2009, s. 26.
[227] Dırıltılar-Zırıltılar, s. 23.
[228] Şerife Çağın, a. g. e. s. 394.
[230]
Şerife Çağın, a. g. e. s. 404.
[231]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 31.
[232]
Kırık Kavaldan Sesler, s. 30.
[234] Kırık Kavaldan Sesler, s. 51.
[235]Dırıltılar-Zırıltılar, ss. 10-11.
[236]Kırık
Kavaldan Sesler, s. 48.
[237]Hizmet, nr.
2458, 9 Eylül 1908.
[241] Ünsal Özünlü, “Fıkralar”, Gülmecenin Dilleri,
Ankara: 1999, s. 94.
[242]Hizmet,
nr. 829, 23 Eylül 1927.
[243]Vakit,
nr. 4108, 19 Haziran 1929.
[244]Vakit,
nr. 9706, 30 Ocak 1945.
[245]YeniSabah,
nr. 2890, 5 Haziran 1946.
[246]Hizmet,
nr. 2568, 29 Ocak 1909.
[247]
Özlem Nemutlu,2.Meşrutiyetten Cumhuriyet'in İlanına kadar İzmir'de Tiyatro
Faaliyetleri, İzmir: 2005, ss. 1-4.
[248]Nemutlu,
a. g. e. s. 6.
[249]Hizmet,
nr. 2569, 23 Ocak 1909.
[250]
Namık Kemal, Namık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve
Yazıları, Hazırlayan: Kâzım Yetiş Alfa Yayınları, İstanbul 1996, s. 88.
[251]Vakit,
nr. 9612-9613, 24-25 Ekim 1944.
[252]Vakit,
nr. 9615-nr. 9776, 27 Ekim 1944-10 Nisan 1945.
[253] İstanbul. 1926.
[254] Remzi Kitabevi İstanbul 1943.
[255]Dırıltılar-Zırıltılar,
s. 97.
[256] Mehmet Kanar, Ömer Hayyam Rubailer,
İstanbul: 2000, ss. 408-420.
[257] Mehmet Kanar, a. g. e. s. 408.
[258] Daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Sabahattin
Çağın. Tokadîzade Şekip'in Eserleri Üzerine Bir Araştırma, İzmir: 1994.
[259]Mehmet
Kanar, Hayyâm'ın Rubaileri ve Manzum Tercümeleri, İstanbul: 2011, s. 19.
(Rubainin günümüz Türkçesine çevirisi Mehmet Kanar'a aittir.)
[260] M. Fatih Andı, Hayata Edebiyatla Bakmak,
İstanbul: 2006, s. 99.
[261] Huyugüzel, a. g. e. “Hüseyin Rifat Işıl”, s.
245.
[262] Yayına Hazırlayan: Mustafa Everdi,
Edebiyatımızın Unutulan Simaları, Ankara: 1999, s. 142.
[263] Necmi Tarkan, Ömer Hayyam Rubaileri,
Ankara: 1949, s. 9.
[264] Yakup Kenan, Ömer Hayyam ve
Rubaileri, İran Edebiyatına Toplu Bir Bakış, Ankara: 1968.
[265] Ahmet Kırca, Ömer Hayyam Rubaileri,
İstanbul: 2010, ss. 20-21.
[266] Birinci basımı İstanbul'da 1937'de yapılan bu
kitabın yayınevini tespit edemedik.
“Mevlana Rubailerinin Türkçe
Çevirileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Selçuk Üniversitesi Mevlâna
Araştırma ve Uygulama Merkezi Mevlâna
Araştırmaları Dergisi Yıl: 2007, Sayı 2, s. 107-121.
[269]
Zeki Arıkan, İzmir Basın Tarihi (1868-1938), İzmir: 2006, ss. 156-160.
[274]
Daha önce de belirttiğimiz gibi H. Rifat “Üzüm Kızı” adlı rakının imal ve satış
işleriyle uğraşmıştır.
[275]YeniGün,
nr. 109, 25 Teşrinisani/Kasım 1925.
a. g. y.
[278]Bakınız:
Yeni Gün, nr. 84, 27 Teşrinievvel/Ekim, 1925.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar