KADIN VE TASAVVUF
Hazırlayan: Akif DURSUN
Tasavvuf, kalbi
tasfiye, nefsi tezkiye etmek, güzel huylar kazanmaya çalışmak, Allah’a
yaklaşmaya gayret etmek şeklinde tanımlandığı zaman kadınların bundan uzak
olması diye bir durum söz konusu olamaz. Çünkü dinin emrettiği hususların
başında bu sayılanla r gelir. Nitekim tasavvufun öncülü kabul edilen zühd
hareketi içinde de sonraki tasavvuf hareketi içinde de kadınlar bulunagelmiştir.
Ancak sûfîlerle ilgili bilgi veren tabakat kitaplarında ekseriya kadınlara
fazla yer ayrılmamıştır. Şu anda elde olan kitaplara göre kadın sûfîlere ilk
olarak geniş yer ayıran Sülemî (v. 412)’dir. Sülemî, Tabakâfının son
bölümünde basılan, “Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat” adlı
risalesinde, Râbiatü’l-Adeviyye (v. 185?)’den başlamak üzere 84 kadın sûfînin
menkıbesine yer vermiştir.
Bu risaleden
anladığımıza göre Süfyan es-Sevrî, Rabia’nın ziyaretine gelip ona çeşitli
meseleler sormakta[1]; Râbia, sohbet arkadaşı Meryem el-Basriyye ile
muhabbet üzerine konuşmakta[2]; bazı kadın sûfîlerin talebeleri/müritleri olduğu
gibi evlerinde talebelerine ve müritlerine ayırdığı, mücâhede ve muâmele
yollarını öğrettiği hücreleri bulunmaktadır.[3] İnsanlara vaaz edip Kur’an okuyan, meclisine zahid,
abid, mücâhede ehli sûfî erkeklerin katıldığı kadın sûfîler vardır[4] ve bunlar devrinin ileri gelen erkek sûfilerinden
takdir görmüştür[5].
Bu sebeple biz burada
kadınlar için tasavvufun hükmünü araştırmayacağız. Genel manada tasavvufun
hükmü kadın erkek herkes için geçerlidir. Burada kadınların özellikle tarikat
içindeki durumu, mürşid, mürid, cehrî zikri, erkeklerle ihtilatı gibi tartışma
konusu olan hususları inceleyeceğiz.
Kadın mürid
Tasavvufî manada
mürid mürşid ilişkisinin başladığı ilk dönemden itibaren bazı şeyhlerin kadın
müridlerinin olduğu bilinmektedir. Mesela, ilk dönem kadın sûfîlerden
Bahriyye’nin, akranı olan Şakik el-Belhî’nin sohbetinde bulunduğu[6]; Emetü’l-Humeyd bt. Kâsım’ın, Said el-Harraz’ın sohbetine
katılıp ona hizmet ettiği[7]; Fatıma Zeytûne’nin, Hamza, Cüneyd ve Nûri’ye hizmet
ettiği[8]; Fatıma bt. Ahmed b. Hânî’nin, Ebû Osman’ın müridesi
olup ona ve müritlerine çok miktarda malını harcadığı[9] nakledilmiştir.
Tarikat dönemi başladığında da bu durum devam etmiş,
hatta artmıştır.
Tarikatta erkek müritlere ihvan, kadın müritlere
ehavat veya bacı (kuzey Afrika’da hivat) denir. Tarikata girmek isteyen bir
kadın genellikle daha evvel tarikata girmiş olan, adab ve erkân bilen tecrübeli
ve ehliyetli bir kadın vasıtasıyla şeyhle tanışıp el alır veya hiç şeyhi
görmeden aracı kadın tarafından tarikata alınır. Tarikatta mesafe alan bu
kadınlara halife ve mukaddeme dendiği de olur. Bunlar bazen zikir meclisi kurup
idare de edebilir.1246
Hemen her tarikatta
az veya çok kadın mürid bulunmuş, kendilerine ait zikir meclisleri
düzenlemişlerdir. Bunlar arasında semâ ile meşhur olan Mevlevîlerde bu durum
daha belirgindir. Daha Mevlana hayatta iken müridelerin semâ meclisi tertip
edip Mevlana’yı davet ettikleri, üzerine gül saçıp kendilerinin de semâ
ettikleri nakledilmiştir.[10] [11] Ayrıca kadınlar için hankahlar da kurulmuştur.
Mesela, Fâtıma bt. Hüseyin (v. 521/1127) sadece kadınların toplandığı bir
hankaha sahipti. Evhadüddîn-i Kirmânî’nin kızı Eymûne Hatun’un da Şam’da kadınlarla
sohbet toplantıları yapıp onları irşad ettiği bir hankahı vardı.[12]
Kadınların fıkıh
eğitimi alması için bir âlime, hocaya tabi olmasında nasıl sakınca yoksa manevî
eğitim alması için de bir şeyhe tâbi olmasında sakınca yoktur. Hatta nasıl
fıkıh eğitimi teşvik edilmişse manevî eğitimin de teşvik edilmesi gerekir.
Burada dikkat çekilecek husus erkek mürşid kadın mürid ilişkisinin erkek mürşid
erkek mürid ilişkisi gibi olmayacağıdır. Aynı husus erkek fakîh kadın talebe
ilişkisi için de geçerlidir. Tarikatlerde olan mürşid ve müridinin bazen
başbaşa kalması, mürşidin elini öpme, elini tutarak ona intisap etme gibi
hususlar, mürşidi erkek olan kadın mürid için geçerli olmayacaktır. Buna rağmen
Hasan Basrî’nin yalnız olarak Rabiatü’l-Adeviyye ile sabaha kadar tasavvuf
sohbeti yapıp akıllarına erkek ve kadın olduklarının gelmediği[13] ya da Süfyan es-Sevrî’nin Rabia ile yalnız kalıp
sabaha kadar ibadet ettikleri[14] şeklindeki -kanaatimizce uydurma- rivâyetler bazı
tarikatlerce şeyhin müridesi ile başbaşa kalabileceğine delil getirilmiştir. Ayrıca Belh Emiri'nin kızı
Fatıma'nın Beyazıd Bistami'yi ziyaretinde nikabını açıp konuşmasına tepki
gösteren kocası Ahmed b. Hadraveyh'e (v. 240/845) “Sen benim tabiatıma ve
bedenime mahremsin; O ise benim yoluma mahrem. Üstelik senin bana ihtiyacın var
iken O'nun bana ihtiyacı yok” diye cevap vermesini de[15] şeyhin
yanında tesettüre dikkat edilmeyeceği gibi yorumlayan tarikatlar çıkmıştır.
Uludağ’ın aktardığına göre, Afrikalı ünlü sûfî Ebû Ya’za
hasta kadınların tedavi maksadıyla göğüs ve karınlarına elle dokunur, sıvazlar
ve üzerlerine üfler; birçok kadın bu yolla şifa bulurmuş. Bu hareketi garip
görenlere meşhur sûfî Ebû Medyen, “tedavi maksadıyla hekimin kadına elle teması
günah değildir” dermiş.[16] Bu da bazı kötü niyetlilerce kullanılan yollardan
biridir. Bu sebeple uzak durulması gerekir. Eğer okuma ile tedavi yapılıyorsa
elle temas olması şart değildir.
Bir kadının mürid
olması şeyhini kendisine mahrem hale getirmez. Fıkhen şeyhi kendisine yabancı
hükmündedir. Ancak usûlüne uygun şekilde sohbetine katılıp ihtiyaç durumunda
halvet olmamak şartıyla şeyhi ile görüşebilir. Kaldı ki sahih tarikatlarda bu
hususa dikkat edilmektedir.
Kadın mürşid
Kadının mürid
olamayacağını söyleyen bir fakîh veya sûfî bulunmadığı gibi, Uludağ’a göre
“kadın veli olur mu?” sorusuna da olumsuz cevap veren bir âlim veya sûfî
bulunmamaktadır. Ancak kadından şeyh ve mürşid olup olmayacağı tartışmalıdır.
Süleyman Uludağ’a göre bu tartışma kadından imam ve devlet başkanı olup
olmayacağı tartışmasının bir uzantısıdır. Bununla birlikte ilk dönem
sûfîlerinden hiç kimsenin kadının şeyh ve mürşid olamayacağı şeklinde bir
görüşü olduğu bilinmemektedir.[17] Onlardan rivâyet edilenler aksini göstermektedir.
Rabiatü’l-Adeviyye’den başlamak üzere döneminin sûfî kadınlarından erkeklerin
de istifade ettiğini gösteren çok sayıda rivâyet vardır.
İlk sûfîlerden
Abdülvâhid b. Zeyd (v. 177), Râbiatü’l-Ezdiyye ile sohbet etmiş, ondan
hikâyeler aktarmış[18]; Fatıma
en-Nisâburiyye’yi (v. 223) Bayezid el-Bistâmî övmüş, Zünnûn el-Mısrî ona
çeşitli meseleler sormuştur. Fatıma için, Bayezid el-Bistâmî’nin, “ancak bir erkek ve kadın gördüm.
Kadın Fatıma en-Nisâburiyye idi. Ona hangi makamdan bahsetmişsem, onun o
makamdan görmüş olarak haberi vardı (yani o makama ulaşmıştı)”; Zünnûn’a Fatıma
sorulduğunda da, o velidir ve benim üstadımdır, dediği nakledilmiştir.[19]
Ebu’l-Hayr Tenânî’nin
büyük annesi Anîde’nin erkek - kadın beşyüz müridi bulunduğu[20]; Ahmed b. Hadraveyh’in hanımı Ümmü Ali’nin kadınların
reislerinden olduğu nakledilmiş[21]; Sülemî’nin dedesi Ebû Amr b. Nüceyd, Ebû Osman’ın
sohbetinden daha fazla Fahrûye bt. Ali’nin (v. 313) sohbetinden istifade
ettiğini söylemiştir.[22] İbn Arabî’nin ilk mürşidlerinden biri Endülüslü
Fatıma bt. İbni’l-Müsenna adında yaşlı bir kadındı. İbn Arabî bu kadın için
şeyhe, mürşide ve üstaze demektedir.[23]
Münavî, biyografisini
aktardığı kadın sûfîlerden Fatıma bt. Abbas (v. 714) için, şeyha, müftiye,
müderrise, fakîhe, abide, âlime, zahide, sûfiyye tanımlamasını kullanmış,
kürsüye çıkıp kadınlara vaaz ettiğini, fıkhı derinlemesine bildiğini, İbn
Teymiyye’nin Fatıma’nın ilmine hayret ettiğini, kadınlardan bir topluluğun onun
terbiyesinden istifade ettiğini yazmıştır.[24] Ahmed er-Rıfâî’nin hanımı ve kızının mürşide olduğu
söylenmiştir.[25]
Kadınlardan
başkalarını irşad eden çok sayıda isim zikredilmesine rağmen tarikat döneminden
sonra bir tarikatta şeyh olmaları istisnaîdir. Doğruluğu tespit edilemeyen,
Kadıncık Ana’nın Hacı Bektaş Veli’nin postuna oturduğuna dair rivâyet[26] bir kenara bırakılırsa kadınların şeyhlik makamına kadar
yükseldikleri tek tarikatin Mevlevilik olduğu söylenmiştir. Mesela, Ulu Ârif
Çelebi'nin Tokat'ta bir halifesi kadın idi. Sultan Veled'in kızı Şeref Hatun'un
birçok müridi vardı. Küçük Ârif Çelebi’nin kızı Güneş Hanım-ı Sugra da bir süre
sonra Karahisar Mevlevihanesi'nde şeyhlik makamında oturmuştu. Aynı şekilde Şah
Mehmet Çelebi'den sonra kızı Destina, Karahisar Mevlevihanesinde mütevelli
olmuştu. Küçük Mehmet Çelebi'nin kızı Güneş Han, sikke ve hırka giyer, yüzü
peçeli olarak Mevlevî mukabelesini idare ederdi.[27] Konya çelebilerinden Küçük Ârif Çelebi (v.
1052/1642)'nin kızı Mesnevihan Kâmile Hanım, Mehmed Dede'nin vefatı ile boşalan
Kütahya Mevlevihane'si şeyhliği için Konya'dan gönderilmiştir. Yine bu dergâhta
Kâmile Hanım'ın kızı Fatma Hanım (v. 1122/1710),
annesi gibi mesnevîhanlık ve şeyhlik yapmıştır.[28] Ancak sonraki
dönemlerde bu
serbestliğe son verilmiş, cem ayinine katılmalarına, meydana girmelerine, ikrar
verme ve çile çıkarmalarına izin verilmemiştir.[29] Son dönemde bunun istisnası Kenan Rıfâî’den sonra
tarikatın başına geçen Semiha Ayverdi’dir. Bununla birlikte şeyhlerin kadın
müritlerle ilgilenmek üzere görevlendirdikleri kadın halifeleri/vazifelileri
hemen her tarikatte bulunmaktadır.[30]
İslâm tarihi boyunca
Hz. Âişe’den başlamak üzere kadın fakîhler, muhaddisler, âlimler
bulunagelmiştir. Bunlardan öncelikle kadınlar, yeri geldikçe erkekler de
istifade etmişlerdir. Aynı şekilde kadınların tasavvufî manada irşadları da
olmuştur. Buna karşı çıkan hiçbir âlim de bilinmemektedir. Kurumsal manada tarikat
şeyhliği hususu ise tasavvufî manada irşaddan farklıdır. Tarikat şeyhliği eğer
tasavvufî irşad gibi değerlendirilirse herhangi bir ihtilaf ve problem
bulunmamaktadır. Bir kurum idareciliği gibi değerlendirildiğinde ise “kadının
idareci olması” ile ilgili ihtilaf gündeme gelecektir. Bu ise tekke ve
zaviyeler için söz konusu olur. İdarecilerle ilgili ihtilaf özellikle devlet
başkanlığı ve hâkimlik gibi genel velayeti içeren hususlarla ilgilidir. Tekke
ve zaviyesi bile olsa sonuçta tarikatlar bir eğitim kurumu olarak
değerlendirilmelidir. Bu sebeple, sınırlara dikkat etmek şartıyla, bir
tarikatin şeyhinin kadın olmasına, şerî bir engel bulunmamaktadır. Hatta
kadınların kadınlara şeyhlik yapması tavsiye de edilmelidir. Ancak dinen ve
toplumsal olarak kadına yüklenen roller nedeniyle bu durum fiilen nadiren
gerçekleşecek bir husustur.
Kadınların cehrî zikri
Cehrî zikir
hususundaki ihtilafları yerinde aktarmış ve şartlarına uygun olarak yapılan
cehrî zikrin caiz ve faziletli olduğunu ifade etmiştik. Burada kadınlar için
ayrı bir başlık açmamızın sebebi kadınların sesini yükseltmesi ile ilgili
farklı hükümler olması sebebiyledir. Bir kısım tarikatlarda kadınların yalnız
veya toplu olarak cehrî zikir yaptıkları hatta az sayıda da olsa bazı
tarikatlarda erkeklerle birlikte cehrî zikre katıldıkları bilinmektedir. Kadın
erkek beraber zikrin hükmünü ihtilat bölümünde açıklayacağımız için burada söz
konusu etmiyoruz.
Dört mezhep ulemâsı
arasında kadının sesinin avret olduğunu söyleyen âlimler olsa da tercih edilen
görüşe göre yabancı kadın sesi avret değildir.[31] Ancak kadının sesini yükseltmesi, inceltmesi,
dalgalandırması mekruh görülmüştür. Bu sebeple kadının nağmesi ve yüksek sesle
ezan okuması, telbiye getirmesi mekruhtur.[32] Ahmed b. Hanbel, kadının evinde sesini başkaları
duyacak şekilde yükseltmemesi, gece Kur’an okurken yine sesini fazla
yükseltmemesi gerektiğini söylemiş; delil olarak Nur 31. ayeti göstermiştir.[33] Sesi de ziynet kapsamında görmektedir. Bunun sebebi
fitneye sebep olma korkusudur. Nitekim kadın sesinin mubah olduğunu dolayısıyla
şarkı/ilahi söyleyen kadını bile dinlemenin normalde mubah olduğunu söyleyen
Gazzâlî[34] bile bunu fitne korkusu olmamasına bağlamıştır.
Gazzâlî fitne korkusunu dinleyen açısından almıştır. Söyleyen açısından
almamıştır. Söyleyen dinleyenleri kontrol edemeyeceğinden bu tehlike her zaman
söz konusudur. Bu sebepten olsa gerek, fukaha kadının sesini yükseltmesini hoş
görmemiştir.
İhtilat
İhtilat bir şeyi bir
şeye katmak, karıştırmak, iki farklı şeyin bir arada olması manasınadır.[35] İhtilat kelimesi, hem iki şeyin ayrılamayacak şekilde
birbirine karışması (mezc) hem de iki şeyin yanyana bulunması için kullanılır.[36] Fıkıh kitaplarında kelime manası ile iki suyun
birbirine karışması[37]; aklın karışması[38], ortaklıkta semenin ve malın birbirine karışması[39], kadın erkek karışık olması[40]; küçük büyük hayvanların karışık olması[41], sütle suyun karışması[42] vb. manalarda kullanılmıştır.
Bizim burada
inceleyeceğimiz ihtilat, kadınlarla erkeklerin bir arada bulunması manasına
olan ihtilattır. Zeydan bu ihtilatı, “yabancı kadın ve erkeğin, âdet en
birbirlerini görecekleri, birbirlerine bakacakları ve konuşacakları bir mekânda
bulunmaları”2499 2500 2501 [43] şeklinde tanımlamıştır. Bir erkeğe yabancı kadından
kasıt, şu anda veya geçici engeli kalktıktan sonra nikâhı helâl olacak kadın
demektir.[44]
Sûfî kadınların bazı
hallerde örtüye çok dikkat etmediklerine, mahrem erkeklerle aynı mekânlarda
bulunduklarına, burada birbirlerinin erkek ve kadınlıklarını görmediklerine,
birer sûfî olarak sohbet ettiklerine dair tasavvuf kaynaklarında çeşitli
rivâyetler yer almış[45] ve
bu durum kınanmadan, tasvip edilerek verilmiştir. Maalesef bu durum daha
sonraları kötü niyetli insanlar tarafından kullanılmıştır. Mesela, bu
kaynaklarda geçen “örtüye dikkat etmemeden” kasıt el ve yüzünü örtmemedir.
Çünkü o dönemde kadınlar mahremleri dışındakilere karşı el ve yüzlerini de
kapatmaktadırlar. Ancak bunu baş açma, el ele tutuşma, kadın erkek karışık
zikir yapma şekline çeviren tarikatlar olmuştur.
Bu sebeple burada
tasavvufa intisap etmiş, tarikata girmiş kadın ve erkeklerin zikir, sohbet vb.
hususlar için aynı yerde bulunup bulunamayacağı, hangi şartlarla bunun caiz
olduğu gibi hususlar incelenecektir.
Bu arada ihtilatla
bağlantılı fıkhî bir terim olan halvet kavramına kısaca temas etmek gerekir.
İhtilat ile halvet özellikle bizim toplumumuzda karıştırılmakta, yanlış
anlaşılmaktadır. İhtilat yabancı erkek ve kadınların bir arada bulunmaları iken
halvet, evli olmayan ve aralarında devamlı bir evlenme engeli bulunmayan bir
erkekle kadının başkalarının giriş ve görüşüne açık olmayan kapalı bir mekânda
baş başa kalmasıdır.[46] Fıkıh terimi olarak sahih bir nikâhtan sonra karı
kocanın, üçüncü bir kişinin izinsiz muttali olamayacağından emin bulundukları
bir yerde manisiz cinsî birleşme olmaksızın baş başa kalmalarını ifade eder.
Evlenmeleri dinen
mümkün olan, fakat aralarında evlilik bağı bulunmayan bir kadınla bir erkeğin
kapalı bir mekânda yalnız kalmasının, cinsî birleşme olmadığı sürece mehir,
iddet, nesep gibi hukukî bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Ancak böyle bir
beraberlik harama yol açacak durumların önlenmesi, tarafların iffetinin
korunması amacıyla -sedden li’z-zerî’a- câiz görülmemiştir. [47] Bu tür halveti yasaklayan net hadisler vardır.[48]
Kadın erkek ihtilatı
hakkında fukahanın genel tavrı olumsuzdur. Ahmed b. Hanbel kendi zamanında
kadınların iki bayramda musallaya çıkmalarını uygun görmemiş, fitneye yol
açtığını söylemiştir.[49] Serahsî (v. 483), hâkimin kadınlarla kadınlar
arasındaki ihtilafların muhakemesini anlatırken, “kadın erkek ihtilatı”
tabirini kullanarak, kadın ve erkekleri ayrı ayrı meclisine alması gerektiğini,
çünkü kalabalıkta kadınlarla erkeklerin ihtilatının fitneye ve çirkinliğe yol
açacağının gizli bir şey olmadığını ancak kadınlarla erkekler arasındaki
ihtilaflarda mecburen ikisini de huzuruna alması gerektiğin i söylemektedir.[50]
Zeylaî’ (v. 783),
“seriyye ile mushaf ve kadın götürmeden men edildik” ifadesini şerh ederken,
ancak yaşlı kadınların büyük ve kuvvetli bir ordu ile yemek pişirmek, hastaları
tedavi etmek gibi geri hizmetler için götürülmesinde beis olmadığını, zaruret
haricinde bunların savaşamayacağını söylemektedir. Genç kadınların yerinin evi
olduğunu söyleyen Zeylaî’, fitne korkusu sebebiyle kadının dışarı çıkmamasının
asıl olduğunu, alışveriş gibi bir ihtiyaç nedeniyle çıkmak zorunda kalırsa
öncelikle köle kadınların çıkmasının uygun olacağını ifade etmekte ve bunu
“cariyeler hakkında kadın erkek ihtilatının, hür kadınlara göre daha hafif
olduğuyla” açıklamaktadır.[51] İbn Abidin’in ifadeleri de kadın erkek ihtilatının
uygun görülmediği yönündedir.[52]
Mâlikî âlim
İbnü’l-Hac (v. 737), cenazede kaçınılması gereken şeylerden biri olarak kadın
erkek ihtilatını saymaktadır.[53] Zürkânî (v. 1099) ihtilata münker demiş[54], kendisinden sonraki Mâlikî fıkıh kitaplarında bu
tekrar edilmiştir.[55]
İleri gelen Şâfiî fakîhlerinden Maverdî (v. 450),
“kadının erkekle ihtilatı yasaklanmış, evinde oturması emredilmiştir”[56]; Begavî (v. 516), “kadının cenazeyi takibi men
edilir, çünkü erkeklerle ihtilat durumu vardır”[57] derken; Ebû İshak eş-Şirâzî (v. 476), kadınlara
cumanın farz olmamasını anlatırken hadis nakletmiş ve bunu illetlendirirken
cumanın kadın erkek ihtilatına yol açacağını, ihtilatın da caiz olmadığını
söylemiştir.[58] Bu ifadeyi şerh eden Nevevî (v. 676), kadınların Cuma
namazında erkeklerle karışık değil onların arkasında duracaklarını ve bu
hususta sahih hadislerin olduğunu söyledikten sonra, “halvet olmadıkça kadın
erkek ihtilatı haram değildir” demiştir.[59] Bununla birlikte cemaatte kadınlar da varsa,
kadınların önce çıkması için imam ve erkeklerin selamdan sonra biraz
bekleyeceğini, bu hususta Ümmü Seleme (ra)’nin rivâyet ettiği, “Rasûlullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) selâm verdiğinde, selâmını tamamladığı anda kadınlar hemen
kalkar; Rasûlullah kendisi ayağa kalkmazdan evvel oturduğu yerde biraz
beklerdi”[60] hadisi
olduğunu aktaran Nevevî, “çünkü kadın erkek ihtilatı fesat mazınnesidir”
demektedir.[61]
Hanbelî âlimleri de
kadın erkek ihtilatına uygun bakmamaktadır.[62]
Kadınlarla alakalı
hükümler üzerine eser yazan Abdülkerim Zeydan da ihtilata olumsuz
bakanlardandır. Ona göre yabancı kadın ve erkeğin ihtilatı, yabancı erkeklerin
erkeklerle ihtilatı gibi aslı mubah olan değil aslı yasak (hazr) olan
hususlardandır.[63] Bunu şöyle delillendirmiştir:
Kadının yanında
mahremi olmadan sefere çıkmasının caiz olmaması ve halvet yasağı. Bu iki durum
kadın ve erkeğin zaruret dışında bir araya gelmesinin yasak olduğunu, bu
hususta aslın hazer olduğunu gösterir.[64] 2- Cihadın kadınlara farz olmaması. 3- Cemaatle
namazın kadınlara vâcip olmaması. Bazı âlimlere göre cemaat sünnet-i müekked
bazılarına göre de vâciptir. Ancak fukahanın ittifakı ile kadınlara vâcip
değildir. Hatta bazıları gençlere mekruh, yaşlılara caiz görmüştür. Doğrusu
mubah olmasıdır. Ancak evlerinde kılmaları daha faziletlidir. Cemaate
katıldıklarında da çeşitli şartlar vardır. Bunların hepsi ihtilatta aslolanın
yasak (hazer) olduğunu gösterir. 4- Cumanın kadınlara farz olmaması.[65] 5- Bazı hac menasikinde kadınlara has hükümler
olması. Mesela, kadınların tavafta erkeklerle karışmaktan uzak kalmaya
çalışması, kurbanın ilk günü izdihamdan kaçmak için şeytan taşlamayı fecrden
önce yapması gibi. 6- Kadınların erkeklerle beraber yürümekten men edilmesi.[66] Hadis şöyledir: Rasûlullah (sav) bir gün mescidin
dışında iken yolda erkek ve kadınların birbirine karıştığını görünce, kadınlara
seslenerek; “Geriye çekilin! Yolun ortasında gitmeye hakkınız yoktur, yolun
kenarlarında yürüyün” dedi. Bunun üzerine kadınlar duvara bitişik yürümeye
başladılar, öyle ki elbiseleri (zaman zaman) duvara takılıyordu.[67]
Zeydan, ihtilatta
yasak asıl olmasına rağmen bazı hallerde caiz olduğunu söylemiş; bunları şer’î
zaruret, şer’î ihtiyaç, şer’î maslahat ve âdetin o şekilde cereyan etmesi
şeklinde sıralamıştır. Zaruret hali, yolda kalmış bir kadının veya öldürülmekten,
kaçan bir kadının durumudur. İhtiyaç durumu a) halvet olmadan, şartlara dikkat
ederek alışveriş akdi yapma gibi şerî muâmeleler b) hâkimlik görevi verilen
kadının yargılama işleri c) şahitlik d) hisbe vazifesi e) kocası yanında iken
gelen misafirlere hizmet etme f) misafire ikram için kocasıyla beraber onun da
sofraya oturması h) toplu taşıma araçlarında ve hastanelerde bulunma
durumlarıdır.[68] Maslahat hali ise cihada katılma ile vaaz dinleme,
dinini öğrenme için ihtilattır.[69]
Zeydan, âdetin
cereyanına, birlikte bulunmak ve beraber yemek âdet olmuş kadınlar ve
erkeklerin durumunu misal vermektedir. Mesela, bayramlarda akraba
ziyaretlerinde birbirine nikâh düşen kadın ve erkeklerin aynı odada bulunması,
beraber yemek yemesinin şartlara riayetle, yani tesettüre, konuşmaya, bakışlara
dikkat ederek caiz olduğunu söylemektedir.[70]
Eğitim için ihtilat
olup olamayacağı hususunda bir başlık açan Zeydan, sahabe hanımların
Rasûlullah’a, “senin hakkında erkekler bize galebe çaldı (yani onlar etrafında
olduğu için biz yaklaşamıyoruz). Bize sohbet için bir gün tahsis et!”[71] demesini delil göstererek eğitimde kadın ve erkek
için ayrı sınıflar tahsis edilmesi gerektiğini, eğitim sebebiyle ihtilata izin
verilmesinin uygun olmadığını söylemektedir. Eğitimin namaza kıyas edilemeyeceği,
bu sebeple erkeklerin arkasında oturarak kadınların derse katılmalarına izin
verilemeyeceği kanaatindedir.[72]
Bu hususta Mustafa b.
Hüsnî es-Sibâî (v. 1384)’nin tespitleri şu şekildedir: İslâm genel törenlerde,
toplantılarda örtülü bile olsalar kadınların erkeklerle ihtilatına cevaz
vermemektedir. İslâm
kadın ve erkeğin ancak üç yerde bir araya gelmesine izin verir: 1- İbadet
yerlerinde namaz için. Kadınlar kendi yerinde erkekler kendi yerinde 2- İlim
meclislerinde... Kadınların erkeklerden ayrı bir yere oturması ve örtüye dikkat
etmesi şartıyla... 3- Genel seferberlik ilan edildiğinde cihad meydanında.
Burada da kendilerine ayrılan yerde olurlar.[73]
el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye'de haram olan ihtilat için üç özellik sayılmıştır: 1-
Yabancı bir kadınla başbaşa kalmak ve ona şehvetle bakmak 2- Kadının açılıp
saçılması ve utanmaması 3- Doğum günü, bayram vb. sevinç zamanları gibi içinde
boş işler, eğlence ve bedensel temas bulunan ihtilatlar. İbn Ferhun, kadın
erkek karışık düğün yapanların şehadetleri kabul edilmez. Çünkü bu durumda
adaletleri düşmüştür, demektedir. Bundan doktorun zaruret sebebiyle bakması ve
dokunması istisnadır.
Şerî kaidelere uymak
şartıyla meşrû bir ihtiyaç için olan ihtilatın caiz olduğu söyleyen el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye,
buna misal olarak da cemaate, bayram namazına gitme ve kadınların erkeklerle
alımsatım, kiralama gibi akitleri yapmasını örnek göstermiştir.[74] Eğitimi
burada saymayan el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye ’de, kadının eğitimi konusunda bu
hususa değinilmiş ve genç kızlarla erkeklerin aynı derslikte karışık
oturamayacağı söylenmiş ve buna Rasûlullah’ın sahabe hanımlara vaaz için ayrı
gün tahsis etmesini delil getirilmiştir.[75] Ayrıca velime yemeğine katılma şartlarından biri
olarak, davette kadın erkek ihtilatının olmaması sayılmıştır.[76]
Burada sayılan
hükümlerden anlaşıldığı üzere kadın erkek ihtilatında genel bir serbestlik
bulunmamaktadır. Bu hususta geçmişten günümüze ulemâ ihtilat için sınırlamalar
getirmiştir. Bunun sebebi Nevevî’nin belirttiği üzere “fesat mazınnesi”
olmasıdır. İhtilatı haram görenler olsa da klasik kaynaklarda doğrudan haram
hükmü yerine caiz olmadığı, çirkin olduğu gibi ifadeler yer almıştır.
Bu sayılan hükümlere
göre kadın erkek zikir/ayini değerlendirdiğimizde caiz olmadığı hükmüne
ulaşıyoruz. Çünkü kadın erkek karışık zikir/ayin ne zaruret ne ihtiyaçtır; ne
de şerî bir maslahat içermektedir. Eğer zikri bir ibadet olarak
değerlendirirsek, namaz gibi büyük bir ibadetin bile eda edilirken kadınların
mescidde erkeklerle karışmadan en arka safta durmaları söylenmiş hatta evlerinde
kılmalarının daha faziletli olduğu beyan edilmişken, zikrin kadın erkek karışık
yapılmasına hiçbir şerî dayanak bulunmamakta, caiz olmadığına dair deliller
bulunmaktadır. Kadın erkek karışık zikir/ayin yapılmasını kadın erkek eşitliği
ve buna izin veren tarikatların kadınlara nasıl değer verdiği ile açıklamaya
çalışmak gar abettir. Öncelikle kadın erkek ihtilatında yasak iki taraflıdır.
Kadına yasak olduğu gibi erkeğe de yasaktır. Kadın ihtilattan uzak durduğunda
aşağı konumda olmadığı gibi, erkeklerle ihtilatı halinde konumunda bir yükselme
olmaz. Ayrıca bu bakış açısında örtülü şekilde, “erkeğin üstünlüğü” düşüncesi
vardır. Çünkü kadının erkeklerle birlikte bulunmasını ona değer vermek olarak
değerlendirdiğinizde, zımnen kadının kendi başına fazla değerli olmadığı,
erkeğin ise “değerli” olduğunu, erkeklerle aynı ortamda bulunarak kadınların da
değer kazandığını ifade etmiş olursunuz.
Kadınların erkeklerle
birlikte şeyhin sohbetini dinlemesi ise kendilerine ayrılan yerde olmak ve
sohbet sonrası ihtilattan kaçınmak şartıyla caizdir. Çünkü bu husustaki
hadisler açıktır. Erkek bir şeyhin tek başına kadınlar topluluğuna kadın şeyhin
tek başına erkekler topluluğuna sohbetine gelince bu hususta farklı görüşler
vardır.
Serahsî, bir erkeğin
mescidde kadınlara imamlık yapabileceğini ancak yanında mahremi olmaksızın,
mescid dışında, ev vb. bir yerde imamlık yapmasının mekruh olacağını söyleyerek
halveti yasaklayan hadisi delil getirmiştir. Kadının tek olmasının fitne
korkusunu artıracağını, kadınların sayısının artmasının keraheti izale
edemeyeceğini söylemektedir.[77]
Ebu’l-Meâlî
el-Cüveynî, bir erkeğin kadınlarla halvetinin haram olduğunu, ancak içlerinde
mahremi varsa caiz olacağını; bir kadının erkeklerle halvetinin de aynı şekilde
olduğunu söylemiştir. Cüveynî yirmi erkek yirmi kadınla bir yerde halvette
olsalar, içlerinden sadece bir çiftin birbirine mahrem olması yeterli olur,
diyerek ihtilatı da halvet gibi değerlendirmiştir. Cüveynî, İmam Şâfiî’nin açık
ifadesinin (nassının), bir erkeğin, yanında mahremi olmadan, sadece kadınların
olduğu bir gruba imamlık yapmasının caiz olmadığı yönünde olduğunu
söylemektedir.[78]
Nevevî, Cüveynî’nin
bu görüşünü zikredip Kaffal’ın da aynı görüşte olduğunu söylemiş; İmam
Şâfiî’den nakledilen görüşü de aktardıktan sonra, “meşhur olan, genellikle
mefsedet bulunmaması sebebiyle, içlerinde mahremi olmasa da bir erkeğin sadece
kadınlardan oluşan bir toplulukla halvetinin caiz olmasıdır. Çünkü kadınlar bu
hususta birbirlerinden utanırlar” demektedir.[79]
Nevevî, bir erkeğin
bir mekânda kadınlar topluluğuna imamlık yapabileceği hususunda Şâfiî ulemânın
cumhurunun cevaz hükmü verdiğini, çünkü bir erkeğin kadınlar topluluğu
huzurunda mefsedete kalkışamayacağını söylemektedir.[80] İmam Şâfiî’nin, bir erkeğin kadınlarla halvetini ve
yanında mahremi olmadan, sadece kadınların olduğu bir gruba halvet halinde
imamlık yapmasını haram gördüğünü söyleyen Nevevî, mezhebin önceki görüş
olduğunu söylemiştir. İki ve daha fazla erkekle bir kadın yalnız kalması
hususunda meşhur olan görüşün haramlık olduğunu söyleyen Nevevî, bunun sebebi
olarak erkeklerin bir kadınla fuhuş hususunda ittifak edebilmesini
göstermiştir. Eğer erkekler fuhuş hususunda birbirleriyle uyuşamayacaklarsa
caiz olacağı da söylenilmiştir.[81] [82]
Nevevî, “hiçbir
erkek yanında mahremi olmadan bir kadınla başbaşa kalmasın”154 hadisinin
şerhinde ikiden fazla kadının yanında bir erkek bulunabilir ancak ikiden fazla
erkeğin yanında tek bir kadın duramaz, haramdır, demiştir.[83] İbnü’l-Attar bunu “erkeklerin bir kadın hakkında
birlikte hareket edebilecekleri ancak kadınların böyle yapamayacakları” ile
açıklamaktadır.[84] Başka bir Şâfiî âlimi ise ikiden fazla kadının
yanında bir erkeğin bulunması hususunda caiz olduğu ve olmadığı yönünde iki
görüş olduğunu söylemiştir.[85] Rafiî,
Şâfiî âlimlerinin görüşü şöyle özetlemiştir: “bir kadının iki erkekle halveti
caiz değildir, ancak bir erkeğin, eğer güvenilirlerse, iki ve daha fazla
kadınla halveti caizdir. Kadınların kadınlardan utanması, erkeklerin
erkeklerden utanmasından daha fazladır.”[86]
“Bu günümden sonra
sakın bir adam, beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde bulunmayan
bir kadının yanına girmesin! ”[87] hadisinin zâhiri birden fazla erkeğin bir kadınla
aynı mekânda başbaşa bulunabileceklerini gösterse de özellikle Hanefî ve Şâfiî
ulemâsı, bir kadının birden fazla erkekle halvetinin caiz olmadığını
söylemiştir. Şâfiî ulemâya göre böyle bir halvetin haram olduğunu aktaran
Nevevî hadisin, salah ve mürüvvetleri nedeniyle fuhuşa kalkışmayacak kimseler
olarak tevil edileceğini söylemiştir.[88] Ancak bu ifadesi Mecmû'daki ifadesi ile
uyuşmamaktadır. Orada bunu qile/denildi diyerek vermiştir.
Kadı Iyaz bu hadisin
tevilinde, erkek topluluğunun töhmeti kaldıracağını, ancak bunun toplum
genelinin salah halinde olması durumunda caiz olduğunu; to plumun genelinde
fesat olunca ne tek başına ne de erkekler topluluğunun bir kadınla başbaşa
kalamayacağını, ancak içlerinde sâlih insanların olduğu çok sayıda erkek olursa
bunun caiz olacağını söylemektedir. Kadı Iyaz da erkeklerin fesat hususunda
ittifak edememesini illet göstermektedir.[89]
Bunları genel olarak
değerlendirdiğimizde, erkek şeyhin kadınlar topluluğuna halvet kabul edilmeyen
cami, mescid, konferans salonu gibi yerlerde sohbeti, içlerinde mahremi olmasa
bile, kerahetsiz caizdir. Bu hususta açık hadisler de vardır. Ev gibi halvet
olacak bir yerde ikiden fazla kadınla başbaşa kalıp sohbet etmesi ise eğer
yanlarında mahremleri yoksa, Hanefî ulemâsına göre mekruhtur. Her ne kadar
Şâfiî ulemâsının tercih ettiği görüş caiz olduğu yönünde ise de İmam Şâfiî’den
nakledilen görüş zıttınadır. Ayrıca Nevevî’nin ihtilat hakkındaki “fesat
mazınnesi” ifadesi ile böyle bir duruma cevaz vermesi çelişir gözükmektedir.
İhtiyata uygun olan da kerahet olmasıdır. Eğer kadın mürid durumunu arz edecek,
bir mesele soracaksa ya şeyhin yanında kadın mahremi ya da kadının yanında
erkek bir mahremi olmalıdır. Bir de çok sayıda kadın olursa kerahet izale olur.
Kadın şeyhin erkekler
topluluğuna sohbetine gelince, tesettüre ve şerî kaidelere uyma şartıyla
konferans salonu, cami gibi herkese açık halvet gerçekleşemeyecek mekânlarda
sohbeti caizdir. Halvet gerçekleşebilecek yerlerde ise ancak Kadı Iyaz’ın
koyduğu şartlarla caiz olabilir. Bunun haricinde caiz değildir. Burada kadın
şeyhin sohbetine katılan erkekler için şeyhe bakma hükmünü de ortaya koymak gerekir.
Kadına bakma ile ilgili hükümleri Zeydan şöyle özetlemiştir.
Kadının yabancı bir
erkeğe görünebilecek yerinde kaide şudur: Kadının avret kabul edilen ve örtmesi
gereken hiçbir yeri başkasına göstermesi caiz değildir. Avret kabul edilmeyen
yerleri göstermesinde sakınca yoktur. Cumhur fukahaya göre kadının yüzü ve
elleri haricinde her yeri avrettir. Bazı fakîhler ise yüz ve elleri de avret
görmüş, tüm bedeni avret kabul etmiştir.[90] Kadının yüzü ve ellerinin avret olmadığının racih
görüş olduğunu söyleyen Zeydan buna iki kayıt getirmektedir. 1- Kadın yüzüne
makyaj yapmayacak 2- Yüz açıklığı fitne sebebi olmayacak.[91]
Mâlikîlere göre bir
erkek yabancı bir kadının avretine şehvetsiz bile olsa bakamaz. Avret
sayılmayan yüz ve eline ise fitneden, lezzet duymaktan emin olduğu zaman
bakabilir. Şâfiîlere göre baliğ olmuş bir erkeğin şehvet duyulacak bir kadının
avret yerlerine bakması icma ile haramdır. Avret olmayan el ve yüzüne bakması
ise eğer fitne korkusu varsa Şâfiî imamların ittifakıyla haram, fitne korkusu yoksa
sahih görüşe göre haramdır. Ancak şerî bir sebep olursa o zaman caiz olur.[92] Zeydîlere göre, baliğ olmuş bir erkeğin, kâfir bile
olsa hür bir kadına bakması haramdır. Bu hususta el, yüz ve diğer uzuvlar
eşittir.
Caferîlere göre ise
bir erkeğin yabancı bir kadına zaruret dışında bakması caiz değildir. El ve
yüze ise bir kere bakmak keraheten caizdir. Bakışı uzatmak caiz değildir.
Hanefîlere göre bir erkeğin yabancı bir kadının el ve yüz haricinde bedenine
bakması caiz değildir. İmam Ebû Hanife’nin kavline göre ayaklara bakmak da
caizdir. Ancak bu da yine şehvetten emin olmakla kayıtlıdır. Hanefî'ler her ne
kadar bu caiz demişlerse de özellikle müteahhirin Hanefî ulemâsı şer’î bir
sebep olmadan kadının yüzüne bakmayı mekruh görmüşlerdir.[93] Hanbelîlerde erkeğin yabancı bir kadına bakmasında
asıl, zaruret haricinde haram olmasıdır. Bazı Hanbelî âlimleri kadının el ve
yüzüne bakmanın kerahetle caiz olduğu görüşündedir. Bunu da yine fitne ve
şehvetten emin olma ile kayıtlamışlardır.[94]
Zeydan kendi
kanaatini şöyle belirtmiştir: 1 - Kadının yüz, el ve ayakları haricindeki
yerlerine bakmak, zaruret haricinde her halükarda haramdır. Bundan şehvetten,
fitneden emin olmanın bir önemi yoktur. 2- Şehvetle veya fitne korkusu varsa el
ve yüze bakmak da haramdır. 3- El ve yüze bakmak muteber bir şer’î sebep veya
zaruret halinde caizdir. 4- Şehvet olmadığı ve fitneden emin olunduğu zaman
kadının el ve yüzüne bakmamak efdal ve evla olandır. Eğer bakılırsa evla olan
terk edilmiştir. Bu durumda kerahet var denebilir. Çünkü şehvetten emin
olunamaz.[95] Kadının üzerinde geniş elbisesi olduğu zaman bedenine
bakmak caizdir. Çünkü bedene değil de üzerindeki elbiseye bakılmış olur.[96]
[1] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, (Tabakât’ın
sonunda), tah. Mustafa Abdülkadir Ata, Dâru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1998,
s. 387.
[2] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfyyat, s. 389.
[3] Sülemî
(v. 412), Zikru ’n-Nisveti ’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, s. 391, 393.
[4] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 393-394, 418-19.
[5] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 400-401,
406-407.
[6] Sülemî
(v. 412), Zikru ’n-Nisveti ’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, s. 402.
[7] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, s. 403.
[8] Sülemî
(v. 412), Zikru ’n-Nisveti ’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, s. 404.
[9] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfıyyat, s. 413.
[10] Süleyman
Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, s. 109-110.
[11] Musa
Kaval, Mevlânâ’nın Mesnevi ’sinde Dönemin Sosyo-Dini Yapısı ve Tasavvuf
Hayatı, Doktora Tezi, Ankara Üniv. SBE, Ankara 2011, s. 16-17.
[12] Süleyman
Uludağ, "Hankah", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://İslâmansiklopedisi.org.tr/hankah#1 (22.07.2019).
[13] Attar,
Tezkire, s. 103. Yaşadıkları dönem olarak Hasan el-Basrî ile Rabia’nın
sohbet etmesi hele de Hasan el-Basrî’nin, Rabia’dan öğüt alması gibi bir durum
muhal gözükmektedir.
[14] Attar,
Tezkire, s. 110. Süfyan es-Sevrî gibi bir fakihin bir kadınla gece
boyunca başbaşa kalmayacağı aşikârdır. Bu sebeple ya rivâyet uydurmadır ya da
eksik aktarılmıştır.
[15] Hücvîrî,
Hakikat Bilgisi, s. 185; Hülya Küçük, Tasavvufta Kadın, Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 1997 Sayı: 7, Konya- 1997, s.
392-393. Fatıma’nın sadece peçesini açarak konuştuğu nakledilmiştir ki Hanefî
ulemâsına göre yüz örtülmesi zaruri olan uzuvlardan biri değildir. Rivâyetin
devamında bir defasında Bayezid’in Fatıma’nın elindeki kınayı gördüğü, bunu
söyleyince Fatıma’nın “ey Bayezid elimi ve elimdeki kınayı görene kadar ben sana
karyı samimi ve serbest hareket ettim durdum. Şimdi gözün elime iliştiği için
seninle sohbet etmemiz haram hale gelmiştir” deyip ayrıldığı nakledilmiştir.
(Bkz. Hücvîrî, Hakikat Bilgisi, s. 185-186)
[16] Süleyman
Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, s. 99.
[17] Süleyman
Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, İnsan yay, İstanbul 1995, s. 46-47.
[18] Sülemî
(v. 412), Zikru ’n-Nisveti ’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 398.
[19] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 401.
[20] Süleyman
Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, s. 67.
[21] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 406-407.
[22] Sülemî
(v. 412), Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâtî’s-Sûfiyyat, s. 408.
[23] Camille
Adams Helminski, Sûfî Kadınlar, s. 163-164; Süleyman Uludağ, Sûfî
Gözüyle Kadın, s. 72.
[24] Münâvî
(v. 1031), el-Kevâkibü ’d-Dürriyye, tah. Muhammed Edîb el-Câdir, Dâru
Sadr, Beyrut, III, 64.
[25] Camille
Adams Helminski, Sûfî Kadınlar, s. 122-123.
[26] Lale
Işıldar, Tasavvuf Ve Kadın Halveti Uşşakî Topluluğu Üzerine Psikolojik Bir
İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Çorum 2012, s. 37.
[27] Hülya
Küçük, Tasavvufta Kadın, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Yıl: 1997 Sayı: 7, Konya- 1997, s. 397.
[28] Kadir
Özköse, “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Düşüncesinde Kadın”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, cilt: XI, sayı: 1, s. 66.
[29] Süleyman
Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, s. 120-121.
[30] Mesela
bkz. Anna Bigelow, “Evliyânın Kadınları Evliyâ Kadınlar”, terc. Nazlı Kayahan -
Aylin Atikler Yurdacan, Kadın ve Tasavvuf, Nefes Yay., İstanbul Mayıs
2008, s. 30-31
[31] Abdülkerim
Zeydan, el-Mufassalfî Ahkâmi'l-Mer'e, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 1993,
III, 277.
[32] Bkz.
İbn Nüceym, el-Bahru’r-Raik, I, 285; Damad Abdurrahman b. Muhammed (v.
1078), Mecmeu’l-Enhur, I, 78; Tahtavi, Hâşiye, s. 242; İbn
Abidin, Reddü’l-Muhtar, I, 406; Harâşî, Şerhu Muhtasar Halil, I,
237, 275; Maverdî (v. 450), el- Hâvi’l-Kebîr, IX, 254; Nevevî, el-Mecmu’,
III, 390, VII, 245; İbn Müflih, el-Furu’, II, 187; Merdâvî, el-İnsaf,
III, 454; Ebu’n-Necâ el-Haccâvî, el-İkna’, III, 159.
[33] Ahmed
b. Hanbel, Ahkâmu’n-Nisâ, tah. Amr Abdülmün’im, Reyyan, 2002, s. 35.
[34] Gazzâlî,
İhyâ, II, 281-283.
[35] İbn
Manzur (v. 711), Lisânü’l-Arab, VII, 291.
[36] Kasânî
(v. 587), Bedâî, III, 60; Tahtâvî (v. 1231), Hâşiye, s. 31.
[37] Serahsî,
Mebsût, VII, 150; Kasânî (v. 587), Bedâî, V, 120, 253.
[38] Serahsî,
Mebsût, XIX, 47.
[39] Serahsî,
Mebsût, XXII, 134.
[40] Serahsî,
Mebsût, XXIX, 156.
[41] Alauddin
Semerkandî (v. 540), Tuhfetü ’l-Fukahâ, I, 289; Kasânî (v. 587), Bedâî,
II, 32.
[42] Kasânî
(v. 587), Bedâî, IV, 10.
[43] Abdülkerim
Zeydan, el-Mufassalfî Ahkâmi'l-Mer'e, III, 421.
[44] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 182-183.
[45] Bkz.
Süleyman Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, s. 94-99.
[46] Yasin
Kurban, İslâm Hukukuna Göre Kadın ve Erkeğin Birarada Bulunması (İhtilat), EKEV
Akademi Dergisi, Yıl: 15 Sayı: 46 (Kış 2011), s. 141.
[47] Orhan
Çeker, "Halvet", TDVİslâm Ansiklopedisi,
https://Islâmansiklopedisi.org.tr/halvet--fikih (22.07.2019).
[48] Buhârî,
Nikâh 112; Müslim, Hac 424, H. No: 1341; Selâm 19-22, H. No:2171-2173; Tirmizî,
Rada 16, H. No: 1171.
[49] Ahmed
b. Hanbel, Ahkâmu’n-Nisâ, tah. Amr Abdülmün’im, Reyyan, 2002, s. 62.
[50] Serahsî,
Mebsût, XVI, 80.
[51] Zeylaî’
(v. 783), Tebyînü’l-Hakâik, III, 244.
[52] İbn
Abidin, Reddü’l-Muhtar, VI, 354.
[53] İbnü’l-Hâc
(v. 737), el-Medhal, III, 233.
[54] Zürkânî
(v. 1099), Şerh alâ Muhtasar Halîl, VIII, 317.
[55] Mesela
bkz. Desûkî (v. 1230), Hâşiyetü ’d-Desûkî alâ Şerhi ’l-Kebîr, IV, 427
Ahmed b. Muhammed es-Sâvî el-Mâlikî el- Halvetî (v. 1241), Bulgatü ’s-Sâlik
li-Akrebi ’l-Mesâlik, Dâru’l-Meârif, byy, bty, IV, 585.
[56] Maverdî
(v. 450), el-Hâvi’l-Kebîr, II, 51.
[57] Ebû
Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ el-Begavî (ö.
516/1122), et-Tehzîb, Dâru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1997, V, 539.
[58] Ebû
İshak eş-Şirâzî (v. 476), el-Mühezzeb, I, 205.
[59] Nevevî
(v. 676), el-Mecmû\ IV, 484.
[60] Buhârî,
Sıfatü’s-Salat 71, 82, No: 837, 870; İbn Mâce, İkametü’s-Salat 33, No: 932.
[61] Nevevî
(v. 676), el-Mecmû’, III, 489-490.
[62] Bkz.
İbn Belban Muhammed b. Bedreddin (v. 1083), Muhtasaru’l-İfâdât fl
Rub’i’l-İbâdât, Beyrut 1998, s. 231; Büceyremî (v. 1221), Tuhfetü’l-Habîb,
II, 226
[63] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 421-422.
[64] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 422.
[65] Abdülkerim
Zeydan, el-Mufassal fî Ahkâmi'l-Mer'e, III, 424.
[66] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 425.
[67] Ebû
Dâvûd, Edeb, 168.
[68] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 425-429.
[69] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 429-430.
[70] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 430-431.
[71] Buhari,
İlim 36, No: 101.
[72] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 431-432.
[73] Mustafa
b. Hüsnî es-Sibâî (v. 1384), el-Mer’e beyne ’l-fıkhi ve ’l-kânun, Beyrut
1999, s. 148.
[74] El-Mevsûatü
’l-Fıkhiyyeti ’l-Kuveytiyye, II, 290-291.
[75] El-Mevsûatü’l-Fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye,
VII, 77, XIII, 13.
[76] El-Mevsûatü
’l-Fıkhiyyeti ’l-Kuveytiyye, XLV, 242.
[77] Serahsî,
el-Mebsût, I, 166.
[78] Ebu’l-Meâlî
el-Cüveynî (v. 478), Nihâyetü ’l-Matlab flDirâyeti ’l-Mezheb,
Dâru’l-Minhâc 2007, IV, 154
[79] Nevevî,
el-Mecmû’, VII, 87.
[80] Nevevî,
el-Mecmû’, IV, 277.
[81] Nevevî,
el-Mecmû’, IV, 278.
[82] Müslim,
Hac 424, No: 1341; Buhari, 3006.
[83] Nevevî,
Şerhu Müslim, IX, 109.
[84] İbnü’l-Attar
Ali b. İbrahim b. Dâvûd (v. 724), el-UddefîŞerhi’l-UmdefîEhâdisi’l-Ahkâm,
Beyrut 2006, II, 961.
[85] İmrânî,
Ebu’l-Hüseyin Yahya b. Ebi’l-Hayr (v. 558), el-Beyân fîMezhebi ’l-İmam
eş-Şâfiî, Cidde 2000, II, 413.
[86] Râfiî
(v. 623/1226), el- Azîz şerhu ’l-Vecîz, IX, 514.
[87] Müslim,
Selam 22, No: 2173.
[88] Nevevi,
ŞerhuMüslim, XIV, 155.
[89] Kadı
Iyaz, Ebü’l-Fazl İyâz b. Mûsâ b. İyâz el-Yahsubî (v. 544/1149), İkmâlü’l-Mu
'lim bi-fevâ'id fî şerhi Şahîh)i Müslim, tah. Yahyâ İsmâil, Dâru’l-Vefâ,
Mansûre 1419/1998, VII, 61-62.
[90] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfiAhkâmi'l-Mer'e, III, 183-184.
[91] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 195.
[92] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 201-202.
[93] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 202-204.
[94] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 204.
[95] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 208-209.
[96] Abdülkerim
Zeydan, el-MufassalfîAhkâmi'l-Mer'e, III, 210.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar