Print Friendly and PDF

Nizâri İsmâililiğinin Teşekkül Süreci

Bunlarada Bakarsınız



Hazırlayan: SENANUR ÖZKAN

 

BİRİNCİ BÖLÜM

NİZÂRİ İSMÂİLİLİK VE HASAN SABBÂH

Nizâri İsmâili Mezhebinin İsimlendirilmesi

Nizâri İsmâililik İsimlendirmesi

Nizâri İsmâililiği, Hasan Sabbâh önderliğinde ortaya çıkmış ve tam 166 yıl boyunca hüküm sürmüştür. Selçukluların tehdidi altında geçen yıllara rağmen Hasan Sabbâh kendi bağımsız devletini yaşatmayı başarmıştır.[1]

İsmâililerin başta İran, daha sonra ise Suriye civarında yapılanması Nizâri İsmâilileri adı ile anılmalarına sebep olmuştur. Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh’ın büyük oğlu ve İsmâiliyye’nin iki büyük kolundan Nizâriyye’nin imamıdır. Asıl adı Ebû Mansûr el-Mustafâ-Lidînillâh Nizâr b. el-Müstansır-Billâh Meâd b. Alî el- Fâtımî’dir (ö. 488/1095). Hasan Sabbâh’ın Nizâr’ı[2] desteklemesinden dolayı da bu adla anılmışlardır. Hasan Sabbâh’ın öncülüğünde gelişen bu hareket “es- Sabbâhiyye”[3], Hasan Sabbâh’ın eski düşünceleri yeniden canlandırdığı için ise “ed- Da’vetü’l-Cedide”[4] (yeni davet) olarak da isimlendirilmiştir.[5] Ayrıca rey ve aklın hükmünü kabul edip, ilmin ancak masum imamın talimi ile öğrenilebileceğini savunmalarından ötürü de “Talimiyye”[6] olarak bilinmektedirler. Nizâri daveti kabul edenlere de “Ehl-i Ta’lîm” denilmiştir.[7] [8] Hasan Sabbâh’ın teşkilat elemanlarını, yeniden doğuş inancı ve sınırsız itaatle yetiştirdiği fedâîlerine nispetle “fedaiyyûn” olarak da anılmaktadırlar.

Fâtımî Halifesi Müstansır Billâh’ın ölümü üzerine yerine, veziri Efdal b. Bedr el-Cemâlî ve diğer devlet adamlarının desteği ile Müstansır’ın küçük oğlu Müsta’li Billâh geçmiştir. Bu haberi duyan Hasan Sabbâh isyan edip şer’an imam olan Nizâr’ı desteklemiş ve onun adına hutbe okutmuş, hatta fedâî denilen müridlerinden birkaçını Nizâr’ı veya çocuklarından birini Alamut’a getirtmek üzere Mısır’a göndermiştir.[9] İsmâililer, Müstansır Billâh’ın ölümü üzerine Nizâriyye ve Müstalîyye olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır. Bu iki fırka daha sonraları bulundukları yerler itibariyle Batı İsmâilileri ve Doğu İsmâilileri diye de anılmıştır. Fâtımî Devleti’nin Eyyûbîler tarafından ortadan kaldırılmasına kadar Mısır ve Suriye’de bulunan Müstalîler, Aden’de Zürey„îler ve San„a’da Hemdânî ailesinin bir kısım mensupları tarafından benimsenmiştir.[10]

Onur Kutlu Şentürk, Nizari İsmâilîlerinin örgüt yapısını insan bedenine benzeterek bir çıkarımda bulunmaktadır. Aynı insan bedeninin işleyişi gibi örgüt elemanlarının birbirine bağlılığını dile getirmektedir. Şentürk’ün ifade ettiğine göre: “Nizârî-İsmâili davasını antropomorfik bir şekillendirme ile anlatacak olursak: bir bütün olarak insan bedenine yerleşecek dava, bedenin çeşitli parçaları ile kurulan metaforlar ile tasvir edilebilir. Dava örgütünün ayakları sağlam tutunan kaleler, bacakları kırsal kesimdeki destekçi topluluklar, omurgası İmam üzerinden gelişen lider algısı ve inanç kültü, kolları ve elleri uzak yerlere ulaşan dâîler, “davanın başı” Hasan b. Sabbâh ve sonraki huccetleri ve “elin tuttuğu hançeri” ise fedâîler temsil ediyor diyebiliriz.”[11]

Haşhaşî İsimlendirmesi

İsmâililer, kullandıkları iddia edilen (haşhaş) uyuşturucu maddeye nispeten batılı kaynaklarda “Haşişiler” ya da “Haşişi” kelimesiyle de tanınmışlardır.[12] Bu isim Hasan Sabbâh’ın çevresindeki gençlere haşhaş (afyon) içirdiğine dair rivayetlere dayalı olarak verilmiştir.[13] Nizâri İsmâililer için kullanılan isimler arasında batılı kaynaklar daha çok “Accini, Arsasini, Assasi, Assasinni, Asessini, Hesesini, Heyssesini, Hashishin” [14] tabirlerini Nizâri İsmâililer için kullanmışlardır. Assassin kelimesi 14.yy da katil kelimesi ile aynı anlamda kullanılmakta olup zamanla sözcüğe adını veren tarikatla ilişiğini yitirmiştir. [15]

Haşhaş o dönemde bilinen bir şeydir. “...Ne İsmâili yazarlar ne de Sünni yazarlar, tarikat mensupları arasında uyuşturucu kullanıldığını öne sürmüştür.”[16] En makul olan görüş ise tarikat mensuplarının abartılı davranışlarını normal görmenin bir ifadesidir. Haşhaşilerin, Hasan Sabbâh’a bu kadar sadık ve itaatkâr şekilde cinayet işleyebilmelerinin sebebi, sanıldığının aksine içtikleri haşhaş değil; onların idareciye ve dâîye olan inançları ve bağlılıklarıydı.[17] Lewis’in ve Muzaffer Tan’ın da ifade ettiğine göre Hasan Sabbâh’ın müritlerine haşhaş içirdiği bilgisi doğru değildir. Bu bilgiyi ispatlayacak herhangibir kanıta, yapılan araştırmalar sonuncunda ulaşılabilmiş değildir. Dolayısıyla bizim de sahip olduğumuz kanı bu yöndedir.

Bâtınilik İsimlendirmesi

Bâtınilik, Şiîliğin bir kolu olan İsmâililik mezhebinin zamanla aşırıya kaçmış ve İsmâili mezhebinin öğretilerini saptırılmış şekilde kabul eden ve özellikle Hasan Sabbâh yönetiminde gelişen bir koluna verilen isimdir. Günümüzde araştırmacılar Bâtınilik ve İsmâililiği aynı anlamda kullanmaktadırlar. Şehristani, Bâtıniliğin tarafsızca İsmâiliyye ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Özellikle yabancı kaynaklarda Bâtıniler “devlet, tarikat, fırka, mezhep, düzen, teşkilat, hareket, cereyan”[18] gibi sıfatlarla güçlendirilmek istenmiştir. Tam olarak devlet kuramayan ama dini amaç uğruna yola çıkan, İsmâili mezhebinin doktrinlerinin dışına çıkmayan, dağlık bölgeleri kendisine karargâh seçip, çeşitli suikastlar düzenleyen, bulundukları bölgelerde halka rahat vermeyen, Selçuklu Devleti bünyesinde ele geçirdikleri topraklar nedeniyle iç devlet gibi varlığını sürdüren Nizâri İsmâililiği için nasıl bir terim kullanılması gerektiği tartışmalıdır. Ülkemizde genellikle İsmâiliyye için belirli bir zümreye hitaben “Bâtıniye”, “Bâtınî” isimleri kullanılmıştır.[19]

Ancak bütün bu bilgilere rağmen Batınîliğin tek başına, İsmâilîyye veya İsmâilîyye’nin bir kolu olduğunu kabul etmek yanlıştır. Çünkü İsmâilîlerden bu inancı benimseyenler olduğu gibi başka mezheplerden de benimseyenler vardır. [20] Dolayısıyla hem Nizâri İsmâilîleri için hem de başka mezhepler için Bâtınî isminin kullanıldığını görmekteyiz. Ancak biz çalışmamızda Nizâri İsmâililiği için Bâtınî ismini kullanmaya devam edeceğiz. Yine aşağıda verilen bilgilerde de Bâtınîlik olarak bahsedilen mezhebin Nizâri İsmâililik olduğu açıkça ortadadır.

Nizâmülmülk’ün ölümünün arkasından Bâtınilerin ilk işi yeni kaleler ele geçirmek olmuştur. Hasan Sabbâh, yeni fethettiği kaleler ile hem askeri yönden hem de fikri mücadeleler ve propagandalar yaparak güçlenmiştir. Bu nedenle de İran bölgesinde birçok kaleyi ele geçirmiş ve kendilerine çeşitli yaşam alanları oluşturmuşlardır. Ele geçirdikleri kalelerin en meşhur ve etkili olanları şunlardır: “Isfehan Kalesi, Alamut Kalesi, Vesnemkuh Kalesi, Halincan Kalesi, Üstünavend Kalesi, Erdehen Kalesi, Girdkuh Kalesi, en-Nâzır Kalesi, et-Tunbûr Kalesi, Halâdhân Kalesi, Lemser Kalesi, Şahdiz Kalesi, Banyas Kalesi, Lencan Kalesi, Erdemen Kalesi’dir. Bu kalelerden Lencan Kalesi Isfehan sınırındadır. Huzistan ve Tunbur Kalesi ise Erencan’a 6 km’dir. Mesasi Kalesi Cebel Saamaveh yakınında, Masyab Kalesi ise Kazvin yakınında bulunmaktadır.”[21]

Bâtınilerin, muhaliflerini tehdit etmek veya ortadan kaldırmak için yetiştirdiği görevlilere fedâî denilmiştir.[22] Bâtınilerin ele geçirdiği kalelerle birlikte yetiştirdiği eli kanlı fedâîler, Hasan Sabbâh’ın tanınmasında etkili olan en önemli unsurlardandır. Hasan Sabbâh hareketinin son derece etkili olması ve tanınması kurduğu hareketin terör örgütü olarak anılmasına neden olmuştur.[23] Bu bilgilere daha sonra detaylı olarak yer vermeye çalışacağız.

Hasan Sabbâh’ın İsmi, Doğumu ve Çocukluk Dönemi

Hasan Sabbâh’ın asıl adı; el-Hasen b. Ali b. Muhammed b. Ca’fer b. el- Hüseyin b. Muhammed b. es-Sabbâh el-Himyerî er-Razidir’dir.[24] Hasan Sabbâh’ın İran’da İmâmiyye Şiası’nın önemli merkezlerinden biri olan Kum şehrinde 438/1046-47 veya 445/1053-54 yılında doğduğu rivayet edilmiştir.[25] On İki İmamcı bir Şiî olan babası ile birlikte Yemen’den Kum’a, Kum’dan da Rey’e göç etmişlerdir.[26] Bir rivayete göre ise Hasan, Güney Arabistan’daki kadim Himyer krallarından birinin torunudur.[27] [28]

Hasan Sabbâh için kaynaklarda farklı lakaplar kullanıldığını da görmekteyiz. Bunlar arasında Seyyidina, Şeyhü’l-Cebel bulunmaktadır. Dağın Şeyhi (Şeyhü ’l- Cebel) ifadesi Suriye kökenli bir ifadedir. Hasan Sabbâh için bir hürmet ifadesi olarak ihtiyar Adam, Ata, Şeyh veya Pir ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu tabirler daha çok Suriye bölgesinde yaygındır ve Haçlılar tarafından tercih edilmektedir.

Hasan Sabbâh’ın hayatı ile ilgili bilgileri, Alamut Kalesi’nin Moğol hükümdarı Hülâgû Han[29] tarafından zapt edilmesinden sonra kalede ele geçirilen Sergüzeşt-i Seyyidina adlı yaşam öyküsünden edinmekteyiz. Kalenin kuşatılması sırasında kalenin merkez kütüphanesinde bulunan kitaplar yakılmış, ancak bu kitap (Sergüzeşt-i Seyyidina) Alaaddin Ata Melik Cüveyni tarafından muhafaza edilmiştir.[30] Sergüzeşt-i Seyyidina’da Hasan Sabbâh, kendisinin aslen Güney Yemen’de hüküm süren Himyerî krallarının soyuna mensup olduğunu, babasının Yemen’den Kufe’ye göç ettiğini, oradan da Kum’a ve sonrasında Rey şehrine geldiklerini ve kendisinin burada doğduğunu bildirmektedir.[31]

Yetişmesi/İlmi Yönü

Babası Ali b. Muhammed, İmâmiyye Şiası’nın önde gelen şahsiyetlerinden biri olmuş ve oğlunun felsefi ilimler, kelam, mantık, fıkıh ve riyaziyat alanlarında bilgi sahibi olmasını sağlamıştır.[32] Hasan, çocuk yaşlarda Rey’e -bugünkü Tahran civarı- göç etmiş ve din eğitimini burada almaya başlamıştır.[33]

Hasan Sabbâh, Seyyidina adlı yaşam öyküsünde, Emire Zerrab[34] ile tanışmasından ve İsmâililik üzerine yaptıkları sohbetlerden bahsetmiştir. On İki İmamcı anlayışından zaman içerisinde vazgeçip İsmâili öğretileri benimsemesinde hiç kuşkusuz Irak bölgesinin Fâtımî dâîsi olan Emire Zerrab ile yaptığı sohbetler etkili olmuştur. Başlangıçta kendisinin Emire Zerrab’a karşı geldiğini, ancak sonrasında Emire’nin onu ikna ettiğini dile getirmiştir.[35] Daha sonra Emire Zerrab ile yolları ayrılan Hasan, 464/1072 yılında Rey şehrine gelmiş, Irak bölgesinin baş dâîsi olan İbn Attâş ile karşılaşmıştır. İsfehan yöresinde Re’is Ebu’l-Fadl’ın yanında İsmâili öğretisini öğrenerek iki yıl geçirmiştir.[36] İbn Attâş, Hasan Sabbâh’a İsmâili davette bir görev vererek onu Kahire’ye halifenin yanına göndermiştir.[37]

Hasan Sabbâh, keskin bir zekâya sahip yetkin bir kişi olmasının yanı sıra, aritmetik, astronomi, büyü ve daha pek çok alanda bilgi sahibi olan bir şahsiyettir.[38] Hasan Sabbâh, aynı zamanda bir mütefekkir ve yazardı.[39] Lewis’e göre; Hasan Sabbâh hem bir eylem adamı hem de bir düşünür ve yazardır.[40] Kendisi zamanının çoğunu ibadet etmek ile geçirmiş, geriye kalan zamanlarında ise daha çok okumak ve yazmak ile meşgul olmuştur.[41]

Hasan Sabbâh eserlerini Farsça olarak kaleme almıştır. Dolayısıyla Alamut döneminde Nizârilerin dini literatürdeki dili Farsça olarak benimsenmiştir. Bu durum ilk defa İsmâili bir grup tarafından Arapça yerine Farsçanın tercih edilmesi bakımından önem gösterir. Farsça’yı kullanmaları aynı zamanda İran Nizârileri’ni Arapça konuşan İsmâililer’den de soyutlamıştır.[42] Ancak eserleri Moğollar tarafından Alamut’un işgal edilmesi sırasında büyük zarar görmüştür. [43] Bu nedenle hem kişiliği hem de fikirleri ile ilgili yeterli bilgilere sahip değiliz. Ancak ulabildiğimiz kaynaklardan yararlanmaya çalıştık.

Ailesi ve Kişiliği

Hasan Sabbâh’ın iki oğlu ve iki kızı olduğu bilinmektedir. Oğulları Muhammed ve Üstad Hüseyin’dir. Hasan Sabbâh, oğullarından Muhammed’i sırf şarap içtiği, diğeri Üstad Hüseyin’i de Hüseyin Kâini’nin katiline azmettirdiği için öldürtmüştür. Ancak ikinci oğlunun bir iftiraya kurban gittiğini daha sonradan anlamıştır.[44] Hasan Sabbah, karısı ve kızlarını da Alamut kalesinin kuşatılması sırasında geçimlerini dikiş dikerek sağlamaları için geri dönmemek üzere Girdkuh’a[45] göndermiştir.[46]

Nizâri İsmâililer Hasan Sabbâh’ı davetü’l-cedide (yeni davet) adlı İsmâili öğretinin öncüsü kabul etmişlerdir.[47] Alamut kalesinde yaşadığı süre içerisinde hiç kimsenin içki içmesine ve müzik aleti çalmasına izin vermemiştir. Kale içerisinde ney çalan birisini kaleden attırmıştır.[48]

Oğullarının ölümüne sebep olması, onun iyice içine yönelmesine, ruhunu dinledikçe günahkârlık duygularının artmasına neden olmuştur. İleri yaşlarında çilecilik yaşam anlayışının dozunu gittikçe arttırarak hayatını devam ettirmiştir. İçinde bulunduğu bu durum, onun katı ve bağnaz bir önder olmasına sebep olduğunu gösterir. Hasan Sabbâh’ın hayatının umut ve hayal kırıklıkları ile geçtiği kuşkusuzdur. Öldürttüğü oğlunun suçsuzluğunu daha sonra öğrenmesi onun Bâtınilik’teki imamın yanılmazlığı ilkesine ters düşmesine ve inancının sarsılmasına neden olmuştur. Yaşadığı bu olay onun yıllarca kurmaya uğraştığı mezhebinde güvensizlik duygusunun da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Artık tek tesellisi örgütünün gerçekleştirdiği suikastların başarılı olmasıdır.[49] Kendisini tehdit eden devlet adamlarına düzenlediği suikastler ve fedâilerini korkusuz ve cesur olarak etrafına dehşet salan birer kişilik olarak yetiştirmesi onun ne kadar saldırgan ve yok etme isteği ile dolduğunu göstermektedir.

Hasan Sabbâh, yaratılış bakımından üstün yeteneklere sahip olmasının dışında hayalci, kendisine yöneltilen eleştirilerden hoşlanmayan, bağnaz ve hoşgörüsüz bir yapıya sahipti.[50] Aynı zamanda Hasan, savaşçı bir yapıya sahip olmayan ama savaşın temel kurallarına hâkim bir kişiliğe sahipti. Düşmanını tanır ve onu neyin hareketsiz kılacağını bilirdi. Hasan’ın izlediği suikast anlayışı, savaşçılarının, düşmanlarına yataklarında, evlerinde, sokaklarında ölüm tehdidi saçması Selçuklu beylerini derinden etkilemiştir.[51] Emirlerini yerine getirmek için tereddüt etmeden hareket eden fedâileri onun ün salmasının en önemli nedenlerinden biridir.

Hasan Sabbâh örgütçü yapıya sahip bir şahsiyetti. Siyasi konularda oldukça yetkin bir hayat sürmüştür. Bununla birlikte felsefe ve astronomi alanlarında da bilgili olan bir kişiydi.[52] İslami kurallara göre hayatını yaşamaya önem veren Hasan, etrafında bulunanlara da bunu titizlikle dayatmıştır. İyiliği emredip kötülüğü men etmek (emri bil maruf nehyi anil münker) ilkesini prensip olarak benimsemiştir.[53] Bu anlayışı oğullarından birini şarap içtiği, birini de katil olduğu fikrine karşı göstermiş olduğu tepkilerden de anlaşılmaktadır.

Fikri Yapısı

Hasan Sabbâh, yaşadığı süre içerisinde imam olduğunu asla iddia etmemiş, sadece imamın bir temsilcisi olduğunu öne sürmüştür. Kendisinin geçmişteki imamlar ile gelecekteki imamlar arasındaki bir bağ olduğunu söylemiştir. İsmâililiğe göre insan talim öğretisinin peşinden gitmelidir. Bu yolu da insana ancak imam gösterir. İmam vahyi ve aklı doğrulayabilir ve bunu yalnızca İsmâili imam yani gerçek imam yapabilir.[54] Diğer “Riyakar hasımların müritleri günahkâr, öğretileri yalandır.”[55] Sabbâh’a göre gerçekten inanan insan, Allah’ı ancak imamın öğretmesi ile veya akıl ve düşünce yolu ile bilebilir.[56]

Bernard Lewis, Hasan Sabbâh’ın hiçbir zaman imamlık iddiasında bulunmadığını, kendisini huccet[57] (imamın temsilcisi) ve dâî[58] olarak gördüğünü savunur.[59] Hasan Sabbâh’ın kendisini huccet ilan etmesi ile birlikte Nizârilik özgün bir mezhep haline gelmiştir.[60] Hasan Sabbâh’a göre otoritenin asıl sahibi Allah tarafından seçilen imâm-ı masumdur. Şeriat ve din ancak imamın sayesinde öğrenilebilir.[61]

Örgüte kazandırılmak istenen kişiler üzerinde çalışılırken “içinde ışık olan evde konuşma”[62] ilkesi gereğince Kelâm ilmini bilmeyenlere öncelik tanındığı, herkesin yaşamına göre davranılması; dindarla dindar, dinsizle dinsiz şekilde görünerek konuşulması gerektiği, daha çok yoksullar ya da ezilmiş kişiler üzerinde etkili olmaya çalışılması temel prensipleri olmuştur.[63]

Bütün bu bilgilerden yola çıkarak “Hasan Sabbâh’ın etkileme gücü, bilinci, askeri dehası, örgütleme stratejisi günümüzde hayranlık uyandırıyor.”[64] Hasan Sabbâh yaşadığı dönemde ve sonrasında oldukça tanınan, hakkında bir sürü efsanenin üretildiği bir kişi olmuştur. Kendisi adına davette bulunmamasına rağmen, Nizâri ismâililer içerisinde yaptığı faliyetlerle ön plana çıkmayı başarmıştır.

Eylemleri

Hasan Sabbâh, on yedi yaşına kadar ailesinin de bağlı olduğu İmâmiyye Şia’sına bağlı kalmıştır. Emire Zerrab ile tanıştıktan sonra İsmâiliyye mezhebine giriş yapmıştır. 464/1072 yılında Rey şehrine gelen Hasan Sabbâh, Irak bölgesinin baş dâîsi olan İbn Attâş ile karşılaşmıştır. 464/1072 ve 467/1075’te İsfehan yöresinde Re’is Ebu’l-Fadl’ın yanında İsmâili öğretisini öğrenerek iki yıl geçirmiştir.[65] İbn Attâş’ın vekili sıfatıyla iki yıl Isfehan’da davette bulunmuş, orada dini yorumlama hakkının sadece imamda olmasını ve Sünni âlimlerin üstünlüğünü reddettiği için Silvan kadısı tarafından şehirden kovulmuştur.[66] Hasan Sabbâh, Isfehan’da davette bulunduktan sonra 1076 yılında Rey’den ayrılmıştır.[67] Azerbaycan, Meyyâfârikîn, Musul, Sincar, Rahbe, Dımeşk, Sayda ve Sûr üzerinden Akkâ’ya varıp, İbn Attâş’ın isteği üzerine el-Müstansır ile görüşmek için deniz yoluyla Mısır’a ulaşmıştır.[68] 30 Ağustos 1078 tarihinde Kahire’ye vardığında Fâtımîler’in ileri gelen devlet adamları tarafından karşılanmıştır.[69]

Başdâî Ebu Davud tarafından karşılanan Hasan Sabbâh Halife Müstansır- Billâh ile görüşmüş, Müstansır-Billâh da onu huccet seçmiş ve Horasan’da kendisi adına davette bulunmasını teklif etmiştir.[70] Hasan Sabbâh, Müstansır-Billâh’ın kendisinden sonra yerine veliaht tayin ettiği Nîzar’ın, vezir ve başkomutan Bedr el- Cemâlî ise halifenin küçük oğlu ve kendisinin damadı olan Ahmed el-Müstali’nin geçmesini istemiştir. Hasan Sabbâh, el-Müstansır’ın yerine Nizâr’ın geçmesi gerekirken Müstali’nin geçişini kabul etmemiş ve Nizâr adına davete başlamış; ancak bu durum Hasan ve Bedr el-Cemâlî ile aralarının bozulmasına neden olmuştur. Bedr el-Cemâli, Hasan Sabbâh’ı kendisine muhalefet ettiği için önce hapse attırmış sonra da ülkeden kovmuştur. Hasan, Frenklerden oluşan bir grup ile gemiye bindirilip Kuzey Afrika’ya sürgüne gönderilmiştir. Bir rivayete göre ise Hasan Sabbâh, hapisten kaçmış ve İskenderiye’den bir gemiye binerek Mısır’ı terk etmiştir.[71] Yolculuk esnasında gemi batma tehlikesi geçirmiş, gemide bulunan yolcular paniğe kapılırken, Hasan sakin bir şekilde "el-Müstansır daha önce olacakları bana haber verdi”?[72] diyerek etrafına garip tavırlar sergilemiştir.[73]

Başka bir rivayette ise olay şöyle aktarılır: Hasan, Mısır’da kaldığı süre içerisinde Nizâr’a destek verdiği için, ordular kumandanı Bedr el-Cemâli ile ayrılığa düşmüş, hapse atılmış ve ülkeden sürülmüştür. Mısır’dan Kuzey Afrika’ya sürülmüş olan Hasan’ın bindiği Frank gemisi batırılmış ve sağ kurtarılan Hasan Sabbâh Suriye’ye götürülmüştür.[74]

Hasan Sabbâh, 10 Haziran 1081’de İsfehan’a ulaşmıştır. Dokuz yıl boyunca İran’da Bâtıniliği yaymaya çalışmış, Kirman, Yezd ve Hûzistan’dan sonra dikkatini İran’ın kuzeyine Hazar denizi sahillerine, Gilân, Mazenderan ve Deylem’in dağlık bölgelerine çevirmiştir. Burada üç yıl süreyle çalışan Hasan Sabbâh, Şiî-İsmâili propagandasından en çok etkilenen bu bölgeye gönderdiği dâîlerle de yöre halkını kendine çekmeyi başarmıştır. Hasan, faaliyetlerine devam ederken bir yandan da kendisini izleyen Nizâmülmülk[75] tarafından yakalanması emredilmiştir.[76]

Hasan Sabbâh ve Nizâmülmülk’ün arası devletin işleri yüzünden bozulmuştur. Vezir olmak isteyen Hasan Sabbâh, Halep’ten getirilen mermer taşlarının ücreti, devletin yıllık varidatının tespiti gibi konularda sorumlu olan ve vezir Nizâmülmülk’ün akrabası olan Ebu Müslim, Hasan Sabbâh’ı daîler ile işbirliği yapmakla suçlamış ve “Bu adam çok geçmeden halkın zayıf ve güçsüzlerini doğru yoldan saptırır” diyerek dikkatleri üzerine toplamıştır.[77] Hasân Sabbâh’ın yakala emrinin verilmesine daha çok Hasan’ın, Nizâmülmülk’ün yerine geçme isteği neden olmuştur.

Nizâmülmülk, Hasan Sabbâh’ı yakalamaları için Rey’deki görevlilerine emir vermiş, Hasan Sabbâh ise buradan kaçıp Kazvin’e gitmeyi başarmıştır. Sonunda R’udbâr vadisini kendisine karargâh olarak seçmiş ve beldetü’l-ikbal denilen Alamut Kalesi’ne yerleşerek Nizâri İsmâili Devletini kurmuştur. (6 Recep 483/4 Eylül 1090)[78] Burada bulunduğu süre içerisinde Nizâr hayatını kaybedinceye kadar onun adına davette bulunmuştur. Nizâr’ın, ardılı tayin ettiği İmam Hadi de Nizâr’ın güvendiği adamları tarafından Alamut’a gönderilmiştir. İmam Hadi, Alamut’a geldiği zaman yaklaşık yirmi beş yaşlarındaydı.[79] Alamut Kalesi’nin beldetü’l-ikbal olarak anılmasının ise hikâyesi şöyledir: Alamut Kalesi’nin, Selçuklu beyi Yörüntaş tarafından kuşatılması sırasında askerler kalede yaşanan erzak eksikliği nedeniyle kaleyi terk etmeye başlamışlardır. Hasan, askerlerine Müstansır’ın kendisine haber gönderdiğini ve şanslarının açık olacağını bildirdiğini söylemiştir. Bunun üzerine kalede bulunan askerler kaleyi terk etmekten vazgeçmişlerdir. Yaşanan bu olaydan dolayı Alamut Kalesi’ne şanslı belde anlamında beldetü’l-ikbal denilmiştir.[80]

Nizâmülmülk’ün yakalama emri üzerine kaçan Hasan, Isfehan’da bulunan arkadaşı Ebu’l-Fazl’ın yanında bir süre kalmıştır. Hasan, ona yeni davasının fikirlerinden bahsederek; “Ne yazık! Eğer kendime iki taraftar bulsam bu memleketin altını üstüne getiririm”[81] demiştir. Bunun üzerine Hasan’ın bunalıma girdiğini ve akıl hastalığına yakalandığını düşünen Ebu’l-Fazl kendince Hasan’a bir tedavi uygulamaya başlamıştır. Getirdiği kokulu şerbetler ve dimağı güçlendirici yiyecekler ve içecekleri gören Hasan, durumu anlamış ve oradan kaçarak Kirman’a, ardından da Kazvin’e gitmiştir.[82] Etrafında bulunanlardan uzaklaşarak kendini güvende hissedebileceği bir yer arayışına girmiştir. Yaşadığı olayların, onun kendi fikirlerini sistemli hale getirebileceği bir yere ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Çünkü yanına gittği yakın arkadşı bile onun fikirlerinden endişeye kapılmıştır.

Alamut Kalesinin Ele Geçirilmesi

Alamut, Elbruz dağlarında, Kazvin’in kuzeydoğusunda yer alan bir kaledir.[83] Uzunluğu elli km ve en geniş yeri beş km olan, dört yanı çevrili, vadiye bakan kayalıklar üzerinde bulunan Alamut Kalesi’ni Hasan kendisine üs olarak seçmiştir. Kalenin bulunduğu kayalar çok diktir ve tepelerin arasından akan bir nehir bulunmaktadır.[84] Alamut Kalesi rivayete göre Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmiştir. Kral ava çıktığı bir gün kartallarından birini salıvermiş ve kartal da kalenin bulunduğu kayalıklardan birine konmuştur. Kral kayalıkların bulunduğu bölgenin önemini fark etmiş ve buraya bir kale inşa ettirmiştir. Aluh ve âmut (âmuht) kelimelerinden meydana gelen Alamut ismi, eski Fars dilinin Taberistan şivesinde “kartal yuvası” veya “kartal eğitimi” anlamına gelmektedir.[85]

Hasan, Alamut’a geldiği zaman Mehdi diye bilinen Vali’ye “bir öküz derisi ile kaplı boş alan” için yüklü miktarda bir para (3.000 dinar) teklif etmiştir. Teklifin fazlalığından heyecanlanan Vali, Hasan’ın şartlarını mutlulukla kabul etmiş; bunun üzerine Hasan bir öküz derisi bularak onu ince ince sırımlar haline getirerek kalenin etrafını çevirmiştir.[86] Hasan faaliyetlerini gerçekleştirmek için bulduğu bu kaleyi elde edebilmek için elinden geleni yapmıştır. Vaat ettiği gibi öküz derisini ince sicimler haline getirerek kalenin hepsine sahip olmuştur. Bu yaptığı bile Hasân’ın ne kadar keskin bir zekaya sahip olduğunu göstermektedir.

Hasan Sabbâh, Alamut Kalesi’ni 6 Recep 483/ 4 Eylül 1090 yılında ele geçirmiş[87] ve Bâtınilerin karargâhı haline getirmiştir.[88] Başka bir rivayete göre ise Hasan, Alamut’u ele geçirebilmek için önce adamlarını birer birer kalenin içine yerleştirmiş ve bir süre beklemiştir. 4 Eylül 1090 tarihinde ise kaleye gizlice adamlarını sokmuştur. Kalenin sahibinin olanları fark etmesi sonucunda, Hasan’ın kaleyi terk etmesi için kale sahibine üç bin altın dinarlık bir senet verdiği söylenmektedir.[89] Alamut’u ele geçiren Hasan kaleye girişinden ölümüne kadar geçen otuz beş yıllık süre içerisinde kaleden dışarı çıkmamış, evinden ise sadece iki kez çıkmıştır.[90] Yine bu durum onun içine kapanık halinin bir yansıması olarak kabul edilebilir.

Hasan Sabbâh, Alamut Kalesi’ne yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolar yaptırarak kaleyi kuşatmalara karşı dayanıklı bir hale getirmiştir.[91] Bu sayede Alamut Kalesi’ni, askeri ve idari bir merkez haline getirmiş ve bütün eylemlerini buradan yürütmeye başlamıştır.

1091-1092 yılında Sultan Melikşah, Hasan Sabbâh’ın faaliyetlerine son vermek için kaleyi kuşatmış ancak ele geçirememiştir. Kale daha sonra 503/1109-10 ve 511/1117-18 yıllarında Sultan Tapar, 521/1127’de Sultan Sencer, 524/1130’da Sultan Muhammed b. Tapar, 552/1157’de Bavendilerin Taberistan hükümdarı Gazi Rüstem b. Ali b. Şehriyar, 595/1198-99’da Harezmşah Tekiş tarafından kuşatılmışsa da ele geçirilmesi mümkün olmamıştır. Alamut Kalesi uzun yıllar Bâtıniler’in elinde kalmayı başarmış; fakat 19 Kasım 1256’da Moğol Hükümdarı Hülâgû Han tarafından ele geçirilmiştir. Hülâgû, kaleyi ele geçirince ilk iş kaleyi yerle bir etmiş ve halkını kılıçtan geçirmiştir. Kalede bulunan zengin kütüphane de veziri Alâeddin Ata Melik Cüveyni’ye teslim edilmiştir. Alamut Kalesi’nin bulunduğu bölgedeki kasaba da kale ile aynı adı taşımaktadır. Kale daha sonra Safeviler tarafından tamir 92 edilerek hapishane olarak kullanılmıştır.

Fedâi Teşkilatı

Hasan Sabbâh’ın kurmuş olduğu fedâî teşkilatı son derece önem arz etmektedir. Daha önce yöneticisine bağlılıkları nedeniyle ölümü göze alabilecek başka bir grup çıkmamıştır. Bu bakımdan Hasan’ın fedâîlerinin Melikşah’ın elçisine verdiği fiilî cevap çok önemli hale gelmiştir. Fedâiler üzerine efsanelerin ortaya çıkmasına sebep olan olay şu şekilde gerçekleşmiştir: “Melikşah bir mektup göndererek Hasan’ı itâate davet etmiştir. Yazdığı bu mektubunda fedâîleri vasıtasıyla ulema ve yöneticileri öldürmesinden dolayı kendisini tehdit etmiştir. Hasan Sabbâh, bu mektuba yazılı olarak cevap yazmadı. Ancak Melikşah’ın memurunun gözleri önünde fiilî bir cevap verdi. Yanında ayakta duran kimselere hitaben: “Bir iş için sizi Molla Kej’e göndereceğim! İçinizden hanginiz bu işi yapar?” dedi. İstisnasız onların tümü bu hizmete hazır olduklarını söylediler. Melikşah’ın memuru, Hasan Sabbâh’ın onlardan biriyle mektuba cevap göndereceğini sanmıştı. Hasan Sabbâh, onlardan bir gence “Kendini öldür!” dedi. O genç derhal bıçağını çekerek boğazına vurdu ve cansız olarak yere düştü. Diğer birine de “Kendini kaleden aşağı at!” dedi. O da kendisini kaleden aşağı atarak parçalandı. Bu dehşetli durum karşısında korkmuş olan memura; “Yanımda, bir işaretle bu şekilde canını feda edecek 20.000 kişi var. Cevap yazacak değilim! Cevabım gördüklerindir” dedi.”[92] [93] Olayın başında da değimiz gibi bu durum bir efsane olarak anlatılmaktadır. Nitekim daha sonra Hasân Sabbâh’ın Melikşah’a cevap olarak yazdığı mektup, Hasân’ın eserleri arasında bahsedilecektir.

Fedâîler, kendilerine muhalif olan emir veya devlet adamlarını, korunaklı sandıkları ikametgâhlarına veya çadırlarına girip üzerinde bir tehdit veya uyarı yazısı bulunan hançerlerle tehdit etmişler, istedikleri sonucu alacaklarını anladıkları zaman da ihtar ile yetinmişlerdir. Faaliyetlerine engel olanları ise öldürmüşlerdir.[94] Fedâîler, kendilerine verilen bu görevleri birer dini vazife ve dâilerine bağlılık göstergesi olarak benimsemişlerdir.

Hasan Sabbâh, fedâîlerini son derece etkisi altına almış, istediklerini onlara kolayca yaptırabilmiştir. Zamanla bu fedâîler eli hançerli birer cani haline gelmiştir. Fedâîler çok sayıda din ve devlet adamını Hasan’ın isteği üzerine ortadan kaldırmıştır.[95] Tahir Errani adındaki fedâînin Nizamülmük’ü öldürmesi, Sultan Melikşah’ın sırlı ölümü, Hasan Sabbâh’ın fedâîlerin üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.[96] Yine Isfehan’da Sâveli bir müezzin, İsmâililiğin ilk kurbanıdır. Çağrılarına cevap vermediği gerekçesiyle bir grup İsmâili tarafından kurban edilmiştir. Cinayeti haber alan vezir, elebaşının infaz edilmesini emretmiş ve Tahir Errani adındaki İsmâili idam edilmiştir.[97] Aralarında Nizamümülk, Berkyaruk’un düşmanları ve Muhammed Tapar’ın taraftarlarının da bulunduğu yaklaşık elli kişi, Hasan Sabbâh dönemi cinayetlerindendir.[98] Fedâilerin dehşet saçan eli kanlı birer caniler olarak anılmasında gerçekleştirmiş olduğu suikastlar içinde Nizâmülmülk’ün de yer alması etkili olmuştur.

Fedâîler, Rey’de İsmâilileri açıkça lanetleyen Fahreddin er-Râzi’yi tehdit etmek için bir müddet yanında eğitim almak amacıyla bulunmuş ve yalnız bulunduğu bir anda boğazına hançer dayayıp İsmâililer hakkında yaptığı lanetlemeleri geri almasını söylemiş ve Razi de kabul edince canını almaktan vazgeçip serbest bırakmışlardır.[99] Öldürdükleri veya korkuttukları devlet adamları fedâilerin daha sonraki faaliyetlerini gerçekleştirdiklerinde örgütün bir terör örgütü olarak benimsenmesine zemin hazırlamıştır.

Çok sayıda insan öldüren fedâîler artık iyice güçlerini arttırmış ve bir terör faaliyeti olarak etraflarına korku salmaya başlamışlardır. Devlet adamları Sultan Berkyaruk’u uyararak önlem alınması gerektiğini aksi takdirde önüne geçilemez bir durumla karşılaşacaklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan Berkyaruk 494’te Bâtıniler’e karşı harekete geçmiş ve 300 kişiyi öldürtmüştür. Halife Müstansır Billâh’a da haber göndererek Bağdat’taki Bâtınilerin yakalanmalarını emretmiş; yine aynı yıl içinde Emir Çavlı da Fars ve Hûzistan’da bulunan Bâtıniler üzerine bir sefer düzenlemiş ve 300 kişiyi öldürtüp mallarına el koydurtmuştur. 497’de Tabes Kalesi’ne saldırmış ve Bâtınilerin bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir almıştır.[100] Muhammed Tapar da Bâtınîler’in Şahdiz Kalesi üzerine bir sefer düzenleyerek kaleyi zapt etmiş ve kalenin hâkimi Ahmed b. Abdülmelik b. Attâş’ı öldürtmüştür.[101]

Bernard Lewis’e göre fedâîler, iyi silah kullanmanın yanı sıra toplumun örf, adet, din ve mezhep anlayışları ile yabancı dil gibi alanlarda da iyi bir eğitime tabi tutulmaktaydı.[102] Avrupalı yazarların öne sürdüğü gibi fedâîlere değişik dillerin ve dövüş taktiklerinin öğretilmesine dair de bilgiler bulunmamaktadır.[103] Fakat Laurence Lockhart “Gerçek olan şey şu idi ki, Büyük Üstat, bazı gençleri fizikî yetenekleri, savaş özellikleri ve kararlı niteliğinden dolayı seçerek onları bir ziyafete davet ediyordu.” demiştir.”[104]

Ancak Nizâri İsmâili örgüt elemanlarının çok sayıda öğretmen veya liderinin kentsoylu olduğu, eğitimli ve okumuş yazmış kişilerden oluştuğu bir gerçektir. Hasan Sabbâh, Nizâri İsmâililiğinin kurucusu olarak Rey kentinde iyi bir eğitim almıştı. İsmâililiğin İran’da bulunan dâîsi Melik b. Attâş bir fizikçi ve Suriye’deki Nizârilerin önderi Raşideddin Sinan ise bir okul öğretmeni idi.[105] Bütün bu bilgilerden de yola çıkarak fedâilerin Hasân’ın yanında hem fiziki hem de kültürel yönden birer eğitime tabi tutuldukları sonucuna ulaşabiliriz.

Başka bir rivayete göre ise Hasan Sabbâh, fedâîlerine eğitim öğretimi yasaklamış ve müridlerini cahil bırakmıştır.[106] “Gazali’ye göre; örgüte kazandırılmak istenen elemanlarının seçimi; “Yaratılıştan aptal ve ahmak olmaları dolayısıyla akılları zayıf, basiretleri kıt, dini görüşleri zayıf olanlar; zenciler, cahil bedeviler, acemlerin ayaktakımı ve gençlerin serseri olanları; atalarının devletleri İslam Devletleri tarafından ortadan kaldırılanlar; yükselmek hırsı içinde olanlar; yaratılışları dolayısıyla diğer insanlardan farklı görünmek isteyenler; müstakil düşünme kabiliyeti olmayanlar; Şia içinde ve Rafiziler’in arasında yetişenler; filozof ya da düalistlerin mülhitlerinden olanlar; şehvet ve lezzet düşkünü bulunanlar”[107] arasından yapılmaktadır.”[108] Gazali’nin ifade ettiğine göre fedâiler kendi işlerini gerçekleştirmek için yetersiz insanlardan oluşuyordu. Ancak bunun fedâilerin bağlılıklarını ve gerçekleştirdikleri suikastlari açıklayabilmek adına ortaya konmuş bir fikir olarak görmekteyiz. Kanaatimizce fedâiler akılları zayıf, basiretleri kıt insanlardan ziyade, Hasân Sabbâh gibi keskin bir zekaya sahip kişilerden oluşmaktaydı. Aksi takdirde bu kadar fedâiyi bir arada, bir kalenin içerisinde örgütlemek kolay olmasa gerek.

Alamut Kalesinde fedâîler için cennet bahçesinin bulunduğundan bahsedilmektedir. Bu bilgiyi ilk rivayet eden Marco Polo adlı yazardır.[109] Marco Polo’nun eserinde bu durum aşağıdaki ifadelerle dile getirilmektedir;

“Şeyh (Alamut Efendisi) çok büyük iki dağın arasında bulunan çok görkemli bir vadide oturuyordu. Hiç görülmemiş genişlikte ve güzellikte bir bahçe yaptırmıştı. Burada güzel bitkilerden dünyanın tüm çiçek ve meyvelerinden ve bulabildiği ağaçlardan bolca vardı. Hiç kimsenin görmediği kadar güzel evler ve saraylar yaptırmıştı; çünkü hepsi yaldızlıydı, dünyanın en güzel şeyleri ile süslenmişti ve duvar kaplamalarının hepsi ipektendi. Onlar için sarayın değişik cephelerinde duran sayısız olağanüstü çeşme yaptırmıştı ve hepsinin içinde küçük arklar vardı, birinden şarap, ötekilerden süt, diğerlerinden bal ve diğerlerinden en berrak su akıyordu. Burada dünyanın en güzel hanımları ve genç kızları yaşıyordu, bunlar her enstrümanı çalmayı, ahenkle şarkı söylemeyi gayet iyi biliyor, bu çeşmelerin etrafında diğer kadınlardan daha iyi dans ediyorlar, erkekleri sevip okşamanın ve onlara ayrıcalıklar göstermenin her çeşidini bilecek kadar iyi eğitiliyorlardı. Görevleri orada bulunan genç erkeklere, tüm zevk ve sefayı sunmaktı. Orada sayısız giysi, yatak takımı ve erzak vardı, arzu edilebilecek her şey mevcuttu.”[110]

“Burada değersiz şeylerden asla söz edilmiyordu, oyundan, aşktan ve eğlenceden başka bir şeyle vakit geçirmeye izin yoktu. Böylece ipekler ve altınlar içinde yüzen bu genç hanımlar, bahçelerde ve saraylarda her saat çılgınca eğleniyorlardı, çünkü hizmet eden bu kadınların hiçbiri açık havada görülmüyordu ve kapalı kalıyorlardı. Şeyh adamlarına bu bahçenin cennet olduğunu anlatıyordu, tıpkı Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’in kendi iradesini yerine getiren sarrazenlerin cennete gideceğini söylemesi gibi o da aynısını söylüyordu; orada dünyanın tüm tatlıları ve hazlarını, oynaşmak için diledikleri kadar güzel kadını ve ağzına kadar dolu ayrı ayrı akan şarap, süt, bal ve su ırmaklarıyla kaplı güzel bahçeleri bulunmaktaydı. İşte bu nedenle bu ülkenin sarrazenleri, bu bahçenin cennet olduğuna kesin olarak inanıyorlardı. Şeyh’e gelince, kendisinin bir peygamber olduğunu ve kimi isterse cennete sokabileceğini kabul ettirmek istiyordu ve bu bahçeye hiç erkek girmiyordu, yalnızca Şeyh’in kendisinin uygun gördüğü ve katil yapmak istediği kişiler girebiliyordu. Vadinin eşiğinde ve bu bahçenin girişinde Şeyh’in çok güçlü ve fethedilmez bir kalesi vardı, o dünyada kimseden korkmuyordu, buraya gizli bir yoldan girilebilirdi ve bu yol çok dikkatli bir şekilde korunuyordu, başka yerden bahçeye girmek mümkün değildi, yalnızca o geçitten giriliyordu.”[111]

Yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü gibi bazı kaynaklarda Hasan Sabbâh’ın fedâîlerine, onlara vaat ettiği sahte cennet ile istedikleri kişiyi öldürttüğü savunulmaktadır. Ancak Hasan Sabbâh’ın müritlerine ne haşhaş içirdiği ne de cennete gönderdiğine dair kesin bir kanıt yoktur.[112] Hasan Sabbâh hareketinin kötü ün yaymasında ve kurmuş olduğu teşkilatın terörist Haşhaşiler olarak Avrupa’da tanınmasında yine Venedikli İtalyan seyyah Marco Polo’nun rolü büyüktür. Çin ile ilgili kaleme aldığı seyahatnamesinin gerçeği yansıtmadığı, yazdıklarının birer hayal ürünün olduğu bilinmektedir.[113] Bu bilgilerden yola çıkarak Alamut Kalesi ve fedâiler ile ilgili yazdığı bilgilerin de yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Ölümü

Hasan Sabbâh 6 Rebiülahir 518/23 Mayıs 1125’de Çarşamba gecesi Alamut Kalesi’nde eceli ile ölmüştür. Ölümünden önce Lemser[114] kalesine adam gönderip Kiya Bozorg Ümid’i çağırtmıştır. Onu, kendisine halef olarak tayin etmiştir. Bozorg Ümid ile birlikte İsmâili öğretiyi devam ettirmeleri için bir de heyet kurmuştur. Bu heyet içerisinde Dihdar Ali Erdistani, Hasan Adem Kasranî ve Kiya Cafer bulunmaktadır. Bozorg Ümid ile birlikte bu kişileri de çağırtıp Dihdar Ebu Ali Erdistani’yi sağına oturtup onu davetin başına getirerek propagandadan sorumlu tutmuş, Hasan Adem Kasranî’yi soluna oturtup ordunun komutanı tayin etmiş, Kiya Cafer’i de önüne oturtarak[115] bu üç kişiyi kendisinden sonra Bozorg Ümid’e yardımcı olmaları için görevlendirmiştir. Hasân yaptğı bu davranış onun kurduğu teşkilatı ölümünden önce güvendiği kişilere emanet etmek ihtiyacı duyduğunu göstermektedir.

Eserleri

Sergüzeşt-i Seyyidinâ:

Hasan Sabbâh’ın yaşam öyküsüdür. Bugün yazma nüshası Tahran Merkez Kütüphanesi'nde (nr. F 2835) ve mikrofilmi Vezîrî Koleksiyonu'nda (Mic. cat. 735) bulunan kitabı Ata Melik Cüveynî Alamut Kalesi'nin düştüğü gün ele geçirmiş ve bazı bölümlerini Târih-i Cihângüşâ'ya almıştır. Aynı şekilde Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedani de eseri inceleme imkânını bulmuş ve Hasan Sabbâh'ın hayatını yazarken ondan büyük ölçüde istifade etmiştir. [116]

el-Fusûlü 'l- Erba'a:

Aslı Farsça olan bu eserin küçük bir bölümü günümüze ulaşmış ve Şehristanî tarafından Arapça'ya (el-Milel, I, 195-196)[117], Hodgson tarafından da İngilizce'ye

(The Order of the Assassins, s. 325-328) çevrilmiştir.”[118] el-Fusulü’l-Erbaa (Dört Bölüm) adlı esrinde Hasan talim öğretisinden bahsetmektedir.[119]

Cevâb-ı Hasan Sabbâh be-Rik'a-i Sultan Celaleddin Melikşâh-ı Selçuki:

Hasan Sabbâh'ın Sultan Melikşah'a yazdığı söylenen cevabi mektuptur. Sultan Melikşah ile Hasan Sabbâh'a izafe edilen mektuplarla Nizâmülmülk'ün Melikşah'a sunduğu arîza ve sultanın ona cevabı, Nasrullah Felsefi tarafından Mehdi Beyani ve Müeyyed Sabitî koleksiyonları karşılaştırılarak "Çehar Name-i Târîhî" adıyla yayımlanmış ( ÇendMakale-i Tarîhî vü Edebî, s. 405-433) ve "Erba'a Resâ'il Târihiyye" adıyla Arapça'ya çevrilmiştir (ed-Dirasatü '1-Edebiyye, VII /3-4 1 Beyrut 1965], s. 270-302).[120]

Münâcât:

Yazma nüshası Duşanbe Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 225). Ayrıca onun Fuşul- i Mübâreke adlı bir eserinden daha bahsedilir (İsmâil K. Poonawala,s.254)[121]

İKİNCİ BÖLÜM

HASAN SABBÂH SONRASI ALAMUT HAKİMLERİ

Alamut dönemi Nizâri İsmâililiği tarihi üç ana bölüme ayrılmaktadır. Birinci dönem; başlangıç dönemi olarak isimlendirilmektedir. Nizâri İsmâililiğinin, Hasan Sabbâh tarafından kurulmasını (483/1090) ve kendisinden sonra gelen Alamut’un iki efendisi Kiya Bozorg Ümid ve Muhammed Bozorg Ümid’in 557/1162’deki ölümüne kadar süren döneme başlangıç dönemi denilmektedir. Bu dönemin özelliği içerisinde yöneticilerin kendilerini kayıp imamın “hücceti” olarak tayin etmeleri bulunmaktadır. Hasan Sabbâh’tan sonra gelen iki efendi ise kendilerini daha çok dâîler olarak tanımlamışlardır. Aslında huccet de bir dâî, başdâîdir.[122] İkinci dönem; Alamut’un dördüncü ve beşinci efendilerinin yönetiminin hüküm sürdüğü (557- 607/1162-1210), kıyamet dönemi olarak isimlendirilen dönemdir. Kıyamet döneminin özelliğinde ise yöneticilerin kendilerini “imam” olarak belirlemeleri yer alır. Yine aynı dönemde Nizâriler, imamlarının ortaya çıkması ile dış dünya ile bağlantılarını koparmışlardır. Son üç efendinin yönetimine rastlayan üçüncü ve son dönem olan setr dönemi ise (607-654/1210-1256) Nizâriler’in, kıyamet dönemi fikirlerinden uzaklaşarak Sünni anlayışa geri dönüş yaptıkları dönemdir. Bu dönem Moğalların Alamut kalesini yıkmasına kadar devam etmiştir.[123]

Kiya Bozorg Ümid

Hasan Sabbâh Rebiülahir 518/Mayıs 1124’te hastalanmıştır. Ölümünün yaklaştığını anlaması üzerine kendisinden sonra Nizâri topluluğunun devamlılığını sağlamak için gerekli önlemleri almıştır. Yerine Lemser kalesinde bulunan sağ kolu[124] Kiya Bozorg Ümid’i çağırtarak onu Deylem dâîsi olarak tayin etmiştir. Hasan, yerine Bozorg Ümid’i seçmiştir[125] ve bu seçimi son derece doğal, beklenen bir harekettir. Bozorg Ümid, Hasan’ın Alamut kalesine hâkim olmadan önce de bu bölgede yaşayan birisiydi ve çocuk yaşlarından itibaren Hasan’ın yanında yer almaya başlamıştır. Bozorg Ümid de tıpkı Hasan gibi insan doğasının zaaflarına ve dehşet psikolojisi hakkında derin bir bilgiye sahipti.[126]

Hasan, Bozorg Ümid’e devleti, cemaati ve davayı yönetmekte yardımcı olması için bir danışma konseyi kurmuştur. Konsey içerisinde üç kıdemli kişiye daha yetkiler vermiştir. Bu kişiler Alamut’u güç bir durumdayken kurtaran Dâî Dihdar Ebu Erdistani, Nizâri silahlı güçlerinin komutanı Kiya Cafer ve Hasan Adem Kasrani idi. Davanın idari işlerinden de Dâî Ebu Erdistani’yi sorumlu tutmuştur.[127]

Hasan Sabbâh’ın ölümü üzerine Kiya Bozorg Ümid, Deylem dâîsi ve İsmâili Nizâri devletinin başkanı olarak Alamut’a yerleşmiştir. Bozorg Ümid de tıpkı Hasan Sabbâh gibi huccetliği devam ettirmiş ve kendisini imam olarak ilan etmemiştir. Başdâî olarak Alamut’un yeni hâkimi olmuştur.[128] Hasan Sabbâh gibi kurallarını, geleneklerini, deneyimlerini ve gizemliliğini görev yaptığı sürece korumuştur.[129] Dâî Erdistani de, hemen diğer Nizâri kalelerine giderek yeni başkanlarına biat almıştır.[130] Bozorg Ümid 518/1124 ile 532/1138 yılları arasında on dört yıl[131] boyunca hüküm sürdüğü Alamut kalesinde Hasan Sabbâh’ın siyasetine bağlı kalmış ve devam eden Selçuklu saldırılarına rağmen Nizâri devletini daha da güçlü hale getirmiştir. Rudbar bölgesinin yerlisi olması da bölge halkı ile sağlam ilişkiler kurmasına zemin 132 hazırlamıştır.[132]

Bozorg Ümid’in son dönemlerinde Nizâriler etkilerini daha da güçlendirirken Kazvin’e ve çok daha uzakta bulunan Gürcistan’a akınlar düzenlemişlerdir. Yine bu dönemde Nizâri dâîleri değişik bölgelerde davayı yaymayı sürdürürken, bir yandan da fedâîler mezhebin birçok düşmanını ortadan kaldırmıştır.[133] Alamut’a son yirmi yıl içerisinde herhangi bir saldırı girişiminde bulunmayan Sultan Sencer 1126 yılında[134] veziri Kaşani önderliğinde bir ordu ile Nizârilere saldırmıştır. Vezir Kaşani

Nizârilerin ve ailelerinin de öldürülmelerini emretmiştir. 1127’de Sencer’in on iki bin İsmâiliyi öldürdüğü haberinin duyulmasından bir yıl sonra vezir bunu canı ile ödemiştir. Bu sırada da Sencer’e bağlı olan Emir Erkuş komutasında bir ordu Horasan yöresindeki Girdkuh kalesini kuşatmıştır. Kale tam düşmek üzereyken Emir Erkuş İsmâililerden gelen çok değerli altın mücevher ve paralar karşılığında kuşatmayı kaldırmıştır.[135] Ancak Lewis’in verdiği bilgiye göre İsmâililerden on binin üzerinde kişinin katledildiği haberinin İsmâili kaynaklarında izine rastlanamamıştır.[136]

Bozorg Ümid’in ölümüne doğru Nizâriler, kendi bağımsız devletlerini kesin bir biçimde kurmuştur. Devletin dağınık halde bulunan toprakları esas olarak İran’daki Rudbar ve Kuhistan’daki geniş bir bölgede, Suriye’de Cebel ve Behra’nın güney bölgelerinden oluşuyordu.[137] Bozorg Ümid döneminde genişlemeye devam eden Nizâriler, Rudbar’da Meymundiz adında yeni ve sağlam bir kale daha inşa etmişlerdir.[138] [139] Nizâri topluluğunun İranlı devlet başkanı, merkez olarak genelde Alamut kalesinde bulunurken, bazen de Rudbar’daki diğer kalelerde de 139 bulunmuştur.

Bu dönemde işlenen cinayetlerin bir hayli çok olduğu söylenebilir. Abbasi halifesi Sultan Mahmut cinayeti, Bozorg Ümid zamanında işlenen cinayetlerdendir. Ayrıca, Isfahan valisi, Merâga valisi, Tebriz valisi ve Kazvin müftüsü cinayetleri de yine bu dönem işlenen cinayetlerdendir.[140]

Cüveyni’nin naklettiğine göre “Daha önce cahillik ve sapıklık tahtına oturmuş olan Bozorg Ümid, nihayet 26 Cemâziyelevvel 532/ 9 Şubat 1138 tarihinde ecelin ayağının altında ezildi ve cüssesi, cehennem ateşinde odun oldu.”[141] Hasan Sabbâh’ın türbesinin bulunduğu yerde olan mezarı Nizârilerin ziyaret ettiği merkezlerden biri olmuştur.[142] Kiya Bozorg Ümid’in uzun süren saltanatı böylece son bulmuştur.[143] Ölmeden üç gün önce yerine oğlu Muhammed Bozorg Ümid’i halef bırakmıştır.[144]

Muhammed Bozorg Ümid

Kiya Bozorg Ümid’in yerine geçen Muhammed’in de dâîliği Nizâri topluluğu içerisinde tartışmasız kabul edilmiştir. Böylece Nizâri devleti içerisinde merkezi yönetimin soydan devam etmesi geleneği kurulmuştur.[145]

Muhammed Bozorg Ümid, Alamut’un başında olduğu süre içerisinde daha çok mahalli ve genel problemler ile ilgilenmiştir. Görevde olduğu sürede düzenlenen akınlar ve propagandalar ise Gürcistan ve Afganistan’a kadar yayılmaya başlamıştır.[146] Muhammed’in yönetimde olduğu uzun yılların ilk döneminde (532- 557/1138-1162), Nizâriler çok sayıda kaleler fethetmişlerdir. Bu kalelerin en önemlileri Saadetkuh, Mübarekkuh ve Firuzkuh kaleleridir. Bu kaleler Nizâri komutanı olan Kiya Muhammed b. Ali Husrev Firuz’un çabalarıyla ele geçirilmiştir. Bazı Nizâri harekâtlara Bozorg Ümid’in kardeşi Kiya Ali de komutanlık yapmıştır. Yine bu dönem içerisinde Nizârilerce düzenlenen on dört süikastte birçok kişinin hayatını kaybettiği bilinmektedir. Bu cinayetlerin çoğunluğu 1137-1143 yılları arasında işlenmiştir.[147] Kurbanlar arasında Abbasi halifesi el Müsteşrid’in oğlu ve halefi el Raşid (529-530/1135-1136) de bulunmaktadır.[148] Halifenin dışında Suriyeli dört suikastçı tarafından 1143 yılında Tebriz’de işlenen, Selçuklu Sultanı Davut’un ölümü de yine aynı dönem içerisinde oldukça fazla ses getiren cinayetlerdendir. Halife ve Selçuklu sultanının üst üste ölüm haberlerini alan Nizâriler Alamut’ta bir hafta boyunca şölen düzenlemişlerdir.[149]

Muhammed Bozorg Ümid, Hasan Sabbâh ve babasının izinden giderek ölünceye kadar mezhebin temellerini sağlamlaştırmaya, İslam’ı ve şeriatı korumaya özen göstermiştir.[150] Muhammed Bozorg Ümid, kısa süren bir hastalıktan sonra 3 Rebiülevvel 557 / 20 Şubat 1162’de Alamut kalesinde ölmüştür.[151] O da tıpkı babası gibi Hasan Sabbâh’ın yanına gömülmüştür. Muhammed Bozorg Ümid’in yerine kendisinin daha önceden tayin ettiği oğlu Hasan geçmiştir. Hasan babasının yerine geçtiğinde yaklaşık otuz beş yaşlarındaydı.[152] Muhammed Bozorg Ümid’in ölümü ile Alamut Nizâri İsmâililiğinin ilk dönemi böylece sona ermiştir.

II. Hasan b. Muhammed

520/1126-1127 yılında doğan II. Hasan, genç yaşlarından itibaren İsmâililiğin tarihini ve düşüncelerini araştırmaya meraklı bir şahsiyetti. Hasan Sabbâh’ın felsefe öğretilerini ve tasavvufi metinlerini incelemiştir.[153] Entelektüel niteliklere ve geniş kültür birikimine sahip olan II. Hasan, düşünceleri ile Alamut Kalesi’nde kendisine birçok taraftar bulmuştur. İsmâili tevilinde uzmanlaşan Hasan’ın yaptığı yorumlar taraftarları arasında büyük beğeni kazanmıştır. Alamut halkı Hasan Sabbâh’ın geleceğini vaad ettiği imamın, II. Hasan’ın olduğuna hükmetmişlerdir.[154]

Seçkin ve karizmatik bir yapıya sahip olması bu inancı daha da güçlü hale getirmiştir. Babasının sağlığında bile pek çok Nizâri tarafından kendisi lider olarak kabul görmeye başlamıştır. II. Hasan ve onun fikirleri etrafında toplananlara karşı babası Muhammed Bozorg Ümid, oğlu ve yandaşlarına karşı tedbirler almaya çalışmıştır. Çok sayıda Nizâri idam ettirilmiş ve sürgüne gönderilmiştir. Bunun üzerine II. Hasan, babası ölene kadar fikirlerini inkâr etmiş kendisini yanlış anladıklarını iddia etmiş, bununla ilgili yazılar kaleme almıştır. Hasan aynı zamanda babasından gizli şarap de içen birisidir. Babası oğlunu şarap içerken yakalamak için uğraşmışsa da başarılı olamamıştır. Türlü hilelere başvuran Hasan bir şekilde babasının güvenini yeniden kazanmıştır.[155]

Ancak babasının ölümü üzerine 1164 yılında açıkça cephe değiştirerek[156] fikirlerini yeniden gün yüzüne çıkarıp Alamut Nizârileri tarihinde yeni bir döneme imza atmıştır.[157] Alamut hâkimlerine huccetlikten ve dâîlikten daha üstte bir rütbe vererek, kendisinin imamlığını ilan etmiştir.[158]

II. Hasan, hareketin başına geçtikten iki buçuk yıl sonra 16 Ramazan 559/8 Ağustos 1164’de Ramazan ayının ortasında[159] İran’da bulunan Nizârileri Alamut’ta toplayarak yeni fikirlerini ilan etmiştir.[160] Hicri 559 yılının Ramazan ayında, Alamut kalesinin önüne batıya bakacak şekilde bir minber kurulmasını emretmiştir. Minberin dört direğine beyaz, kırmızı, sarı ve yeşil renklerinde bayrak astırmıştır. 17 Ramazan 559’da diğer bölgelerden temsilcilerle birlikte bütün Alamut halkını ibadet alanına toplamıştır. Rudbar ve Deylemli Nizârileri minberin ön tarafına, Horasan ve Kuhistan’dan gelenleri minberin sağ tarafına, Batı ve Orta İranlı refikleri de sol tarafına konumlandırmıştır. Beyaz bir giysi ve sarık takan Hasan, öğle vakti kaleden inerek minbere çıkmıştır. Kalabalığı selamladıktan sonra kılıcını çekip ayağa kalkarak, gizli imamın taraftarlarına gönderdiği mesajı yüksek sesle okumaya başlamıştır.[161] Zamanın gizli imamının, seçilmiş kullarına sevgi ve selamlarını yolladığını belirterek, Kıyameti ya da diğer adıyla Yeniden Dirilişi ilan etmiştir. Kıyamet; yani bütün insanların hesaba çekileceği ve sonsuza kadar cennet ya da cehenneme gideceklerinin karar verildiği son gündür.[162] Onları şeriatın bütün sorumluluklarından azat ettiğini bildirmiştir. Ardından imamın sözlerinden oluştuğunu belirttiği Arapça bir hutbe okumuştur. Hutbe kalabalığın anlayabilmesi için Muhammed Busti tarafından Farsçaya çevrilmiştir. Okunan hutbe Hasan’ın dâîliğini ve halifeliğini ilan etmiştir.[163] İmam, Hasan’ın her sözüne kendi sözü gibi itaat edilmesini emretmiştir. Konuşmasını bitirdikten sonra minberden inerek topluluğa iki rekât bayram namazı kıldırmış ve oruçlarını açmaları için hazırlanan sofraya davet etmiştir. II. Hasan’ın ‘Kıyamet Bayramı’ olarak ilan ettiği 17 Ramazan, Nizârilerce her yıl bayram olarak kutlanmıştır.[164]

Kıyameti ilan eden kişinin aynı zamanda Nizâri imamları içerisinde ayrı bir yeri ve önemi vardı. O, Kıyamet Kaimi olarak normal imamların üstünde bir yetki ve rütbeye sahipti. Hasan ala Zikrihi’s-Selam, başlangıçta Kıyamet Kaimi’nin halifesi olduğunu ilan etmişti. Daha sonra ki Nizâriler Kaimu’l-Kıyame"nin hücceti olarak Hasan Sabbâh’ın kıyametin gelişini hazırlayan ilk boruyu çaldığını, II. Hasan ala Zikrihi’s-Selam" ın ise kıyameti başlatan ikinci boruyu çaldığı görüşünü geliştirmişlerdir.[165]

Kıyamet ifadesi “ölülerin yerinden kalkması, dirilişi” anlamındadır. Kıyamet burada mecazi bir anlamda kullanılmaktadır. Bir sonraki ruhsal aşamaya yükselmeyi gösteren bir düşünceyi, bir öğretiyi ifade etmektedir. Büyük Kıyamet, insanın kendisine engel olan şeriat kurallarından kurtulup özgürleşmeyi, biçim değiştirerek yücelmesini ve en yüksek dereceye ulaşması anlamına gelmektedir.[166]

II. Hasan, kıyameti ilan etmesi ile birlikte açıkça içki içilmesine izin vermiş ve şeri hükümlerden halkını muaf tutmuştur. Ancak bu durumdan rahatsız olan Büveyhi sülalesinin Deylem kolundan On İki İmamcı Şiî olan kayınbiraderi Hasan b. Namver tarafından Ocak 1166’da bıçaklanarak öldürülmüştür.[167]

Nurettin II. Muhammed

Âla lakabı ile bilinen Nurettin Muhammed’e, Âla Muhammed veya Muhammed b. Hasan da deniliyordu. 1155 ya da 1158 yılında Alamut’ta doğmuştur.[168] Ziyaruddin Muhammed olarak da bilinen II. Muhammed’in annesi On İki İmamcı Buveyhi ailesine bağlıydı.[169] II. Muhammed tahta çıkmasının hemen ardından babasının katili olan eniştesi Hasan b. Namver ve onun bütün ailesini ölümle cezalandırmıştır.[170]

Babasının ölümünün ardından on dokuz yaşında[171] [172] Alamut’a önder olan II. Muhammed kırk dört yıllık süren yönetimiyle en uzun Alamut Hüdavend i olmuştur.[173] Hayatını kıyamet öğretisini sistemleştirmeye adamıştır.[174] Babasının fikirlerini iki yönden değiştirmiş olan II. Muhammed; babası ve kendisi adına açıkça imamlık iddiasında bulunmuş ve imamı kıyamet öğretisinin merkezine yerleştirmiştir.[175] Hasan ala Zikrihi’s-Selam kendisinin imam olduğu iddiasında bulunmuş lakin bunu açıktan ifade etmemiştir. Oğlu II. Muhammed ise hem kendisinin hem de babasının imam olduğunu söylemekle imam soylarından geldiğini iddia etmiştir. II. Hasan’ın sanıldığı gibi Muhammed Bozorg Ümid’in değil, Nizâr’ın gizlice Alamut yakınlarındaki bir köye sığınmış olan bir torununun oğlu olduğunu öne sürmüştür.[176]

Nizâriler’e göre Müstansır’ın ölümünün ardından bir yıl sonra 1095’te Kadı Ebu’l-Hasan Sa„îdî isimli biri, Nizâr’ın torunlarından Mühtedi’yi gizlice Alamut’a kaçırmıştır. Bu sırrı bilen tek kişi ise Hasan Sabbâh’tır. İmamın torununu koruma altına almış olan Hasan Sabbâh onu Alamut’un köylerinden birine yerleştirmiştir. Bir rivayete göre Muhammed Bozorg Ümid’in oğlu ile değiştirilmiş ve II. Hasan olarak Nizârilerin başına geçmiştir. Bir başka rivayete göre ise, Nizâr’ın neslinden gelen birinin hamile olan karısı Muhammed Bozorg Ümid’in himayesine verilmiş ve II. Hasan, bu kadından dünyaya gelmiştir. Hasan ala Zikrihi’s-Selam ile Nizâr arasında bulunan üç kuşak şöyledir: Hasan, Nizâr’ın oğlu el-Hadi oğlu el-Mühtedi oğlu el- Kahir oğlu Hasandır.[177]

II. Hasan ve II. Muhammed böylece Nizâr’ın soyundan gelen imamlar olarak kabul edilmiş, imamın gizli olduğu ve Nizâri hareketi Alamut’ta bulunan huccet ve dâîlerin sürdürdüğü gizlilik dönemi sona ermiştir.[178]

II. Muhammed tıpkı babası gibi bâtıni öğretilere ve felsefesine meraklı bir şahsiyetti. İsmâili öğretilerini belirleyen ve Kur’an yorumlarıyla açıklanmış birçok kitap yazmıştır. Arapçaya son derece hâkim bir kişiliğe sahiptir. Yazdığı birçok şiir ve vecize bulunmaktadır. Kıyamet ile ilgili de yine birçok risale kaleme almıştır.[179]

Nurettin II. Muhammed’in yönetimde olduğu ilk otuz yıl[180] siyasi açıdan oldukça durgun geçmiştir.[181] Komşuları ile küçük çaplı savaşlara girmiştir.[182] Dışarıda Harzemşahlarla uğraşmakta olan II. Muhammed içerde ise oğlu Celaleddin ile bazı sıkıntılar yaşamıştır. Küçük yaşlardan itibaren yerine tayin ettiği oğlu, kıyamet öğretisine karşı gelmiştir. Baba oğul arasında ciddi anlamda görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Birbirlerinden çekinmiş ve uzak durmaya özen göstermişlerdir. Öyle ki II. Muhammed düzenlediği davetlerde oğlunun bulunmasından rahatsızlık duyar hale gelmiş ve elbisesinin altında zırh bulundurmaya başlamıştır. Bununla da yetinmeyip güvendiği adamlarına kendisini oğluna karşı korumalarını emretmiştir.[183] Babasına karşı düşman hale gelen Celaleddin, onu ortadan kaldırmak için Bağdat halifesi ve diğer Müslüman ülke yöneticilerine gizlice adamlar göndermiş ve kendisinin babasının fikirlerini desteklemediğini, saltanat kendisine devrolunca kıyamet öğretisini kaldıracağını ve yeniden İslam ilkelerini getireceğini bildirmiştir.[184]

Nurettin II. Muhammed, 10 Rebiülevvel 607/1 Eylül 1210 tarihinde muhtemelen zehirlenerek Alamut’ta ölmüştür. Yerine oğlu Celaleddin III. Hasan geçmiştir.[185]

Celaleddin III. Hasan

Nurettin II. Muhammed’in ölümü üzerine Celaleddin unvanını alan oğlu Hasan, yeni Alamut efendisi olmuştur.[186] Babası ölmeden önce planladığı gibi Sünni âlemiyle uzlaşmak için girişimlerde bulunmuştur. İktidara geçmesinin hemen ardından kıyamet öğretisine karşı çıkmıştır. Müritlerine Sünni İslam’a göre hareket etmelerini emretmiştir.[187] Müslüman ve Sünnî olduğunu dört bir yana duyurmuş ve Sünnî taraflara yakınlığını bildirmiştir. Bunu kanıtlamak için de İsmâilî köylerine camiler ve hamamlar yaptırmıştır.[188] Bağdat halifesi olan Nasır’a, Muhammed Harezmşah’a ve diğer ülke emirlerine yeniliklerini bildirmek üzere elçiler göndermiştir. Şeriatı öğrenmek için de Irak ve Horasan’dan Sünni fakihleri Alamut’a davet etmiştir. 1211 yılında Halife Nasır yayınladığı yeni bir fermanla, Celaleddin III. Hasan’ı Nev-Müslüman (yeni Müslüman) adıyla ilan etmiş, onun Sünniliğini onayladığını bildirmiştir.[189] Böylece Moğol istilasına kadar sürecek olan yeni bir gizlilik ya da setr dönemi olarak bilinen üçüncü döneme girilmiştir.

Celaleddin III. Hasan, yaptığı yeniliklerle Sünniliğe geçişini ilan ederken, Kazvinliler uzun bir süre bu duruma inanmamışlardır. Bunun üzerine Hasan, Kazvin’in ulemasını Alamut’a davet edip, kütüphanesinde Sünniliğe aykırı buldukları eserleri yakmaları için izin vermesi üzerine Kazvinliler de onun samimi olduğuna ikna olmuştur.[190]

III. Hasan Bağdat’a onur konuğu olarak davet edilmiş ve büyük bir ilgi ve alaka ile karşılanmıştır. Böylece Alamut kalesinden çıkan ilk üstat olmuştur.[191] Celaleddin’in annesi de Halife Nasır’ın korumasında 609/1212-1213 tarihinde hacca gitmiştir. Kendisine burada izzet ve ikramda bulunulmuştur.[192] Ayrıca Gilan soyluları, Halife’nin çabaları ile kızlarından dört tanesini Celaaleddin’e eş olarak vermesi için ikna olmuştur. Yapılan yeni evlilikler Sünniliğe geçişin duyurulmasını pekiştirmiştir. Bu eşlerinden Kutum hâkimi Keykavus’un kız kardeşi, gelecekteki Alamut hakimi III. Muhammed’in annesidir.[193]

Hasan’ın kıyamet doktrinini kaldırması Nizâriler tarafından takiyyenin yeniden yürürlüğe konması olarak algılanmıştır. Aynı zamanda Hasan’ın gerçekleştirdiği reformlar ve dış ülkeler ile geliştirdiği ilişkiler, diğer üstatlara göre onun kale dışına çıkabilmesine imkân tanımıştır.[194]

Celaleddin, Ramazan 618/Kasım1221 tarihinde, hükümdarlığının onuncu yılında, kanlı ishal hastalığına[195] yakalanarak vefat etmiştir.[196] Ölümünde

zehirlendiğine dair şüpheler bulunduğu için karısı ve onun yakın akrabaları öldürülmüştür.[197] [198] Hasan’ın ölümü üzerine yerine henüz dokuz yaşındaki oğlu 198 Aleaddin III. Muhammed geçmiştir.

Aleaddin III. Muhammed

Celaleddin III. Hasan’ın ölümü üzerine yerine henüz dokuz yaşlarında olan tek oğlu Aleaddin III. Muhammed geçmiştir.[199] Kendisi çocuk yaşta olması nedeniyle yaşıtları ile oyunlar oynamış, deve ve hayvanların peşinden koşmuştur.[200] Bu yüzden devlet işleri altı yıl boyunca annesi tarafından yürütülmüştür. Annesinin ölümü üzerine on beş-on altı yaşlarına basan Aleaddin iktidarı tekrardan eline almıştır.[201]

İsmâili inancına göre imam hangi yaşta olursa olsun, söyledikleri doğrudur ve emirlerine karşı gelinmeden uygulanmalıdır. Bu nedenle Aleaddin’in söylediği her şeyi yerine getirmişlerdir. Aleaddin altı yıl yöneticilik yaptıktan sonra sarayda bulunan bir doktor tarafından tedavi edilmeye kalkışılmıştır. Kendisinden çok miktarda kan alınan Aleaddin hayaller görmeye başlamış ve melankolik olmuştur. Ancak kimse onun melankolik olduğunu ya da başka bir hastalığa yakalandığını söyleme cesareti gösterememiştir. Hastalığına çare bulunamamış ve giderek artan bir hal almıştır. Aleaddin hastalığı dolayısıyla sonunda zincire vurulmuştur. Hastalığının da etkisiyle geçmiş ve gelecekten haberler vermeye başlamıştır. Sayıklamaları sırasında söylediklerinin düzeltilmesini kabul etmemiş, kendi sözüne aykırı söz söylemeye kalkışanları cezalandırmıştır.[202]

III. Hasan’ın ölümü ile birlikte Nizâriler Sünni anlayıştan vazgeçip yeniden İsmâili kimliklerine dönüş yapmışlardır. Böylece ikinci kez kıyamet dönemine giriş yapan Nizâriler, bu durumu algılamak ve kabullenmekte zorluk çekmemişlerdir. Onlara göre yanılmaz olan imamlar kendi dönemlerinin gereklerini yapmışlardır.[203]

Aleaddin III. Muhammed son yıllarında yerine halef tayin ettiği oğlu Rükneddin Hürşah ile çatışmalar yaşamıştır. Bir grup İsmâili’nin, henüz Aleaddin hayattayken Rükneddin’i desteklemeye başlaması, baba ve oğul arasında daha büyük gerginliklere neden olmuştur. Aralarında yaşanan sorunlar nedeniyle Aleaddin seçimini değiştirip başka bir oğlunu varis tayin etmek istemiştir. Ancak İsmâililer ilk seçimin geçerli olacağını söylemiş ve bu durumu kabul etmemişlerdir.[204]

III. Muhammed döneminde çok sayıda bilginin Alamut kalesine sığındığı bilinmektedir. Bunların en önemlilerinden biri Nasıruddin Tusi’dir. Tusi Alamut’ta kaldığı müddetçe İsmâililiği benimsemiş ve eserlerinde de bunu yansıtmıştır. İsmâili doktrinini yansıtan en önemli eseri Ravdatü’t-Teslim" dir. Ancak Alamut’un Moğollar tarafından ele geçirilmesi sırasında Hülâgû’ya kalede tutsak olarak bulunduğunu söylemiş ve danışman olarak kendini kabul ettirmiştir. Alamut’un düşüşünden sonra eski düşünce sistemine geri dönmüş ve On İki İmamcı anlayışına uygun yeni eserler 205 meydana getirmiştir.

Aleaddin III. Muhammed, Şevval ayının son günü 653/1 Aralık 1255’te Alamut yakınlarındaki Şirkuh’ta ağılların yanında bulunan bir kulübede ölü olarak bulunmuş, “suikastçıların piri kendi evinde bir suikasta kurban gitmiştir.”[205] [206] Suikastı en yakını olan, her zaman yanında bulunan yardımcısı Hasan Mezanderani işlemiştir. Aleaddin’nin sevgilisi olan aynı zamanda Hasan’ın da eşi olan kadın, cinayeti Aleaddin’in oğlu Rükneddin’e haber vermiştir. Aleaddin III. Muhammed’in otuz dört yıllık yönetimi sonunda yerine Rükneddin Hürşah geçmiştir.[207]

Rükneddin Hürşah

Aleaddin III. Muhammed’in ölümü üzerine yerine geçen büyük oğlu Rükneddin Hürşah’ın babası ile aralarındaki yaş farkı 18’den fazla değildir. Daha çocuk yaştayken babası tarafından halef tayin edilmiştir. Ancak taraftarlarının babası hayattayken onun sözlerini yerine getirmesi üzerine babası fikir değiştirmiş ve “Benim veliahtım diğer oğlumdur”[208] demiştir. Bunun üzerine baba ve oğul arasında anlaşmazlıklar çıkmıştır. Fakat taraftarları yeni durumu kabullenmemiş ve ilk kararın geçerli olduğunu söylemişlerdir. Yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden Rükneddin uzun süre odasından çıkmamış, babası kale dışarısına çıktığı zaman odasından dışarı çıkmıştır.[209]

653/1255-1256 yıllarında Aleaddin ağırlaşan akıl hastalığı nedeniyle oğluna karşı davranışlarında aşırıya gitmeye başlamış ve onu gördüğü her yerde aşağılayıp, hakaretler etmeye başlamıştır. Sonunda Rükneddin Alamut kalesini terk etmiş ve Rudbar kalelerinden birini ele geçirip oraya yerleşmiştir. Orada kendisine taraftar toplamış ve babasına karşı bir isyan hareketi başlatmaya karar vermiştir.[210] Çok geçmeden devlet erkânından ve askerlerden kendisine biat edenler Rükneddin’i koruyacaklarına dair söz vermişlerdir. Babasının ona saldırması durumunda ise Aleaddin’e karşı koymayacaklarını bildirmişlerdir.[211]

Daha sonra iki taraf arasında bir anlaşma yapılmış ve bu yapılan anlaşmadan sonra Rükneddin hastalanarak yatağa düşmüştür. Aynı sıralarda babası da dışarıda bir koyun ağılında yanında bir grup kişi ile beraber içki içip sızmıştır. Sabah olduğunda ise Aleaddin ölü olarak bulunmuştur. Yanında yatan Hintli ve Türkmen kişiler de yaralı olarak bulunmuştur. Türkmen çok geçmeden ölmüş, Hintli ise daha sonradan iyileşmiştir. Bu hadise 653 yılında Şevval ayının son günüde gerçekleşmiştir. (lAralık 1255)[212]

Aleaddin’in ölümüne Rükneddin’in sebep olduğu düşünülmüştür. Ancak Rükneddin’in o gece hastalığından dolayı ateşler içinde yattığı bildirilmiştir. Babasının cinayetinden sorumlu olmasa bile aralarında yaşanan gerginlikler nedeniyle bu durumdan memnun olduğu düşünülmüştür. [213]

Rükneddin babasının aksine insanlarla iyi geçinmeye çalışmıştır. Yönetimi altında bulunan bütün şehirlerde halkın Müslüman olması ve güvenli şekilde yaşamaları için çaba harcamıştır. Moğollar ile görüşmeler yapmaya başlamıştır. Bu görüşmeler üzerine Hemedan’daki Moğol Valisi Yasa’ur Noyan’a elçi göndermiş ve Moğollara teslim olacağını bildirmiştir. Bunun üzerine vali kendisine Hülâgû’yu karşılaması gerektiğini söylemiştir.[214] Rükneddin Cemaziyevvel ayının ilk gününde kardeşi Şahinşah’ı, Hülâgû’yu karşılamak üzere göndermiştir. Hemedan elçisi Yasa’ur’un oğlu ile birlikte Kazvin’e giden Şahinşah Hülâgû’nun huzuruna çıkmıştır.[215] Hülâgû ise Şahinşah’ı ve beraberindeki elçileri geri göndermiş ve Rükneddin’in teslim olmasını istemiştir.

Rükneddin Moğol ordusunun gelişini haber almış ve askerleri ile birlikte Alamut’un üstünde bulunan Siyalan Kuh tepesinde fedâîler ile Moğol ordusu büyük bir savaşa tutuşmuştur. Ancak Hülâgû dağın çok dik ve karşı tarafında kalabalık olduğunu anlaması üzerine geri çekilmiştir. Rükneddin’in, Hülâgû’ya bağlılığını bildirmek için gönderdiği kardeşi Şahinşah Cemaziyelahir ayının sonunda (1256 yılının Haziran ayının ikinci yarısında) geri dönmüştür. Hülâgû, Rükneddin’in kaleleri yıkıp yanına gelmesini bildiren bir yarlıg göndermiştir. Rükneddin yarlıg da bildirildiği üzere birkaç kaleyi yıktırmış fakat Alamut, Meymun Diz ve Lemser gibi kalelerin sadece kapılarını söktürmüştür.[216]

Rükneddin korktuğu için mümkün olduğunca teslim olmayı geciktirmeye çalışmıştır. Hülâgû, eğer hazırlıklar için gecikecekse yerine oğlunu göndermesini istemesi üzerine Rükneddin hileye başvurarak kendi oğlu ile aynı yaşta olan babasının, hizmetçilerin birinden olma çocuğunu 17 Ramazan /8Ekim’de elçiler ile birlikte Moğol hükümdarına göndermiştir. Fakat gönderilen oğlanın kendi oğlu olmadığının ortaya çıkması üzerine Hülâgû, oğlanın daha küçük yaşta olduğunu söyleyerek geri göndermiştir. Eğer Rükneddin biraz daha gecikecekse kardeşi Şahinşah’ı göndermesini istemiştir.[217]

Kaleden inmek için isteksiz olan Rükneddin 25 Şevval/15 Kasım’da Moğollar ile yapılan savaştan sağ kurtulamayacağını anlamıştır. Ertesi gün kardeşi İran Şah ile birlikte tek oğlunu ve devlet büyüklerini aşağıya gönderdikten sonra kendisi de 29 Şevval/19 Kasım Pazar günü Hülâgû’nun huzuruna çıkmıştır. Arkasından akrabaları da bütün serveti ile birlikte Meymun Diz kalesini terk etmiştir.[218]

Rükneddin babasının yerine geçmesinden tam bir yıl sonra Moğol hükümdarına teslim olmuştur.[219] Bâtınilerin son şeyhi Rükneddin ile birlikte Bâtıni Devleti son bulmuştur.[220] Rükneddin’in kaleden inmesinin ardından verdiği talimatlar ile Rudbar’daki Girdkuh ve Kuhistan’daki diğer kaleler de teslim olmuştur. Moğol ordusu Alamut ve Lemser kalelerini de kuşatmıştır. Lemser kalesi 1258 yılında teslim olmuştur.[221] [222] Kalelerin çoğunun teslim olması üzerine Rükneddin’in Moğollar’ın elinde olmasının bir değeri kalmamıştır. Bunun üzerine Rükneddin Kazvin’e yapılan geziden dönerken İran’ın Hangay sıradağlarının ucunda bir ziyafete davetli olduğu söylenerek yolundan çevrilmiştir. Müritleri ile birlikte burada etleri 222 parçalanarak katledilmiştir.

Alamut kalesinin düşüşünden 13 yıl sonra bile hala direnmeye devam eden Girdkuh kalesi, İran’da kalan son Nizâri kalesi olarak Hülâgû’nun kuşatmasından 17 yıl sonra 29 Rebiülahir 669/15 Eylül 1270’de, adamlarının üzerinde giyecek elbisesi dahi kalmamış şekilde teslim olmuştur.[223] Alamut’un düşmesi ile birlikte Hasan Sabbâh tarafından kurulmuş olan Nizâri İsmâili Devleti artık siyasi önemini yitirmiştir. Nizâri İsmâili Devleti “küçük bir Şiî hizbi halinde tarihinin tümüyle farklı ve çoğunlukla karanlıkta kalmış yeni bir evresine girmiştir.”[224]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ALAMUT SONRASI NİZARİ İSMÂİLİLİK

Nizâri İsmâili devleti, kalelerinin Moğollar tarafından 654-655/1256-1257’de yıkılmış olmasına rağmen yaşamlarını sürdürmeyi başarmıştır. Hürşah ardılı Şemseddin Muhammed’i kaçırmış ve onu saklamıştır. Bu sayede Nizâri imamlarının soyu devam etmiş ve zaman içinde rakip iki kola ayrılmıştır. Alamut’un yıkılması ile birlikte devam eden ilk iki yüzyıl içinde İran’da gizli bir hayat süren Nizâriler imamları ile irtibata geçememişlerdir.[225]

654/1256 yılında İsmâililerin Alamut Kalesi, Moğollar tarafından yıkılmış olsa da İran Nizârileri bu dönemden sonra önde gelen imamları tarafından kendi varlıklarını devam ettirmeyi başarmışlardır.[226] İlhanlılar ve Timur oğullarının dönemlerinde bunların baskılarından korunmak amacıyla tekrar takiyye yaparak Nizâriliğin Alamut döneminin son yıllarında geliştirilen öğretilerini tasavvuf altında sürdürmeye çalışmışlardır. İran Nizârileri adı geçen zamanlarda bazı sosyal faaliyetler gösterseler de siyaset yapmaktan uzak durmaya çalışmışlardır.[227] [228] Çünkü adı geçen fırkanın en önemli sorunu hayatta kalma çabaları olmuştur.

Suriye’de bulunan Nizâriler 671/1273 yılına dek Baybars’a boyun eğmek zorunda kalmışlardır. İran Nizârileri ile bütün bağları kopan Suriye Nizârileri önce Kölemenlerin, sonra da Osmanlıların sadık uyrukları olarak yarı bağımsız şekilde yaşamaya devam etmişlerdir. Bu sırada Amu Derya’nın yukarı kesiminde üçüncü bir Nizâri geleneği ortaya çıkmıştır. Yukarı Amu Derya Nizârileri, Alamut ve sonrası döneme ait Farsça olarak neşredilen birçok eseri korumuştur. Nizârilerin, Hindistan’ın alt kıtasında başarılı olması Alamut dönemi sonrasında gerçekleşmiştir. “Hocalar” olarak bilinen Hindistan Nizârileri, pir adı verilen yerel yöneticilere bağlı olarak varlıklarını devam ettirmiştir.[229] Yeni Safevi yönetimi ile aralarında sorun yaşayan İran Nizârilerinin bir diğer kolu olan Müminşahîler, Hindistan’a gitmek zorunda kalmışlardır. Eskiden beri İsmâililiğin Mustali fırkasının orada var oldukları (Hindistan’ın bir bölgesi olan) Gucerat’ta Müminşahîler yeniden faaliyete geçtikleri ifade edilmektedir.[230]

Alamut’un düşmesinden sonra, merkezi yönetimden mahrum kalan, özellikle İran dışında bulunan Nizâriler, İran’da gizlice yaşayan imamlarıyla temas halinde olduğunu iddia eden dai, pir ve şeyhlerince yönetilmiştir. Zaman içerisinde bu yerel pir ve şeyhler kendi içinde bölünmeler gerçekleştirmiştir. Zira Alamut’un yıkılması ile beraber yukarıda belirttiğimiz bazı nedenlerden dolayı Alamut Kalesi ve Nizârilerin araştırılmasını daha da güç hale getirmiştir.[231]

Alamut dönemi sonrası Nizâri İsmâililiğini üç ayrı dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönem; hakkında en az bilgiye sahip olduğumuz dönemdir. Yaklaşık iki yüzyıl süren bu dönemde Nizâriler tasavvuf alanına kaymıştır. Nizâriler’in, Müminşahîler ve Kasımşahîler olarak ikiye ayrılması yine bu dönemde gerçekleşmiştir. Müminşahîler 10./16. yüzyılın başlarında Hindistan’a göç etmiştir. 13./19. yüzyılın başlarına doğru da ortadan kalkmıştır. Kasımşahîler ise 9./15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İran’daki Encudan[232] köyünde varlıklarını devam ettirmişlerdir. İkinci dönem; yaklaşık iki yüzyıl sürmüştür. Kasımşahî kolundan olan Nizâri imamları, İran’da yaygın olan tasavvufi tarikat Nimetullahilerle yakın ilişkiler geliştirmiştir. Çoğunluğu Müminşahîler’e veya yerel pirlere bağlı olan Suriye, Orta

Asya ve Hindistan’daki Nizâri topluluklarını kendilerine bağlamak için faaliyetlerde bulunmuştur.

Nizâriler’e ait edebi ürünler, Tayyibiler’e kıyasla daha az olmuştur. Fatımi döneme ait klasik eserlerin korunmasını Suriye Nizârileri sağlamıştır. Alamut sonrası dönemde oluşturulan az sayıdaki Nizâri eserler ise Alamut’un son dönemlerindeki öğretilerden ibarettir. Bu dönemde yeni veya özgün bir eser ortaya konmamıştır. Birbirleriyle çok az iletişim halinde olan Nizâriler, kendi ayrı edebiyatlarını geliştirmişlerdir. Özellikle Encudan’da yaşayan Kasımşahîler’in bu bölgede, onlardan geride kalan eserlerinin (bazı taşların üzerlerine) bulunduğu ifade edilmektedir.[233] [234] [235] Ayrıca İran, Afganistan ve Yukarı Amu Derya bölgesinde üretilmiş olan Nizâri eserler Farsça, Suriye’de ise eserler Arapça olarak neşredilmiştir. Alamut sonrası Nizâri edebiyatı, Kasımşahîler tarafından ortaya konan eserlerden edinilmiştir. Suriye, Yukarı Amu Derya ve Hindistan’da, Müminşahîler’a ait az 235 sayıda kaynak bulunmuştur.

Moğol İstilası Sonrası Takiyye Dönemi

Nizâri İsmâililiğinin geçirdiği bütün aşamalar içerisinde en az anlaşılan dönem Alamut sonrasına aittir. Alamut sonrası Nizâri İsmâililiğin ilk beş yüzyıl içerisinde geçirdiği değişimlere ilişkin görüş farklılıkları olmakla birlikte, bu dönemde ortaya konan eserlerin birbirinden farklı dillerde yazılmış olması da döneme ait elde edilen bilgilerin az olmasına neden olmuştur. Bu döneme ait modern bilgiler içeren bir çalışma ortaya konmamıştır. Modern Nizâri araştırmaların kurucusu Ivanow, Yukarı Amu Derya’da, Hindistan’da korunmuş olan Farsça Nizâri metinler üzerinde çalışmış ve yayına hazırlamıştır.[236]

İran’da 19. yüzyıla dek yaşamlarını devam ettiren Nizâri İsmâili imamları hakkında yapılan araştırmalar, bazı yönleri bakımından diğer Nizâri topluluklarının da tarihi hakkında bilgiler vermektedir. Araştırmaların çoğunluğu Hint alt kıtasında devamlılıklarını sağlayan Nizâriler sayesinde edinilmiştir. Suriye ve Yukarı Amu Derya Nizârilerine ait araştırmalar ise büyük ölçüde ihmal edilmiştir. Alamut sonrası Nizâriliğine ait bilgiler ortaya koyabilmek için, değişik Nizâri toplulukların geçirdiği evrimleri daha detaylı öğrenmeye ihtiyaç vardır.[237] [238]

İran Nizârileri 654/1256’da devletlerinin ve kalelerinin yıkımıyla tamamen dağılmıştır. Rudbar ve Kuhistan’da Moğolların yıkımından kurtulanlar takiyye uygulayarak yeni bir dönem başlatmıştır. Rükneddin Hürşah’ın 655/1257’de Moğollarca öldürülmesi, taraftarlarına yeni bir darbe olmuştur. Alamut’tan yönetilmeye alışmış olan Nizâriler, bu tarihten itibaren yerel yönetimlere bağlı kalmıştır. İran Nizârileri, Deylem ve Kuhistan’da toplanmış, diğer bölgelerde bulunanlar da ya buralara göç etmiş ya da içinde bulundukları toplum içerisinde zamanla yok olup gitmiştir. Kuhistan’daki kıyımlardan kurtulan Nizâriler ise 238 Afganistan, Sind, Pencap ve Hint alt kıtasının başka bölgelerine göç etmiştir.

Rudbar Nizârileri yerel bir liderlik altında yeniden örgütlenmeyi başarmış ve Alamut’un düşmesinden yirmi yıl sonra yeni bir askeri güç kurmayı başarmıştır. Kuzey İran Nizârileri de Moğolların kullanmak için onardığı Alamut ve diğer Nizâri kalelerini ele geçirmek için girişimlerde bulunmuşlardır. 674/1275-1276 yılında Rudbar Nizârileri, Harezmşahlardan bir soylunun desteği ile yeniden Alamut’u ele geçirmiştir. Alamut’u, Hülagu’nun oğlu ve ardılı Abaka’nın göndermiş olduğu 239 ordunun saldırılarına kadar bir yıl süreyle ellerinde tutmayı başarmışlardır.[239]

Rükneddin Hürşah’ın kendi yerine nass yoluyla tayin ettiği Şemseddin’i Nizâriler saklamayı başarmıştı. 655/1257’de imamlığa gelen Şemseddin, gizlice Azerbeycan’a götürülmüştür. Azerbeycan’da büyüyen Şemseddin, bir tüccar ve nakkaş olarak Zerduz takma adıyla tanınmıştır.[240]

Şemseddin Muhammed, yarım yüzyıl boyunca devam eden imamlığının ardından 710/1310-1311 yılında Azerbeycan’da ölmüştür. Şemseddin’in ölümüyle birlikte Kasımşahî imamların Encudan’da 9./15. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış olduğu dönem Alamut sonrası Nizâri İsmâililerin en karanlık evresi olmuştur. Nizârilerin çeşitli fırkalara ayrılması ve özellikle takiyye uygulamaları, adı geçen fırkanın inanç ve tarihi hakkında net bir bilgi sahibi olmayı zorlaştırmıştır.[241] [242] Bu dönemde imamlık yapan Nizârilerin hayatları ve faaliyetleri hakkında gelen bilgiler ise ya Safevi kaynaklarında geçen kısıtlı bilgilerden ibaret ya da sonraki Nizâriler’in aktardığı adlarla bilindiği nakledilmektedir. Bununla beraber Nizâriler’in tarihi hakkında sonradan farklı dillerde araştırma yapanların aracılığıyla bilgiler rivayet edilmektedir. Fakat bu kaynakların çok az bir kısmı elimizde mevcut ise de maalesef bunlardan birçoğunun elimizde mevcut olmadığını bilinmektedir. Kasımşahî Nizâriler’e ait bugünkü resmi soyağacının geçen yüzyıl içinde düzenlendiği de 242 aktarılmaktadır.

Şemseddin Muhammed’in ölümüyle birlikte Müminşahîler ve Kasımşahîler olarak ikiye ayrılan Nizâri İsmâilileri, bölünmelerine sebep olan olaylar hakkında detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Günümüze ulaşan Nizâri kaynakların çoğunluğunu oluşturan Kasımşahî kolunun eserlerinde bölünmeden söz edilmezken, Müminşahî kolunun eserlerinde ise bölünmeye ilişkin nedenler belirtilmeksizin, sadece bölünmeyle ilgili bilgi verilmiştir. Bu bölünmenin ne zaman gerçekleştiğine ilişkin verilen bilgiler içinde de bir tutarsızlık mevcuttur.[243]

Müminşahî koluna bağlı olan Suriye Nizârileri arasındaki sözlü geleneğe göre ayrılık, Şemseddin Muhammed’in ölümüyle birlikte büyük oğlu Mümin Şah ve küçük oğlu Kasım Şah arasında çıkmıştır. Mümin Şah’ın hucceti olan Kasım Şah imamlık iddiasında bulunmasıyla Nizârilerin bir kısmı Kasım Şah’ı desteklemiş, bir kısmı ise Mümin Şah’ın oğlu Muhammed Şah’ı desteklemişlerdir. Bu nedenle Suriyeli Müminşahîler, Muhammed Şah’ın yerine Müminşahlı olarak anılmayı tercih etmişlerdir.[244]

“Bedehşanlı bir Müminşahî olan Muhib Ali Kunduzi’nin 929/1523’te yazdığı Irşad’üt- Talibinde göre ayrılık, Şemseddin Muhammed’den değil, onun oğlu Müminşah’ın ölümünden sonra patlak vermiştir. Yani, eldeki kaynaklarda Alamut sonrası Nizâriliğin ayrıldığı iki alt kolun ataları olan Muhammed Şah ile Kasım Şah’ın ilişkileri hakkında bir karışıklık vardır. Muhammed Şah’ın Kasım Şah’ın kardeşi mi yoksa yeğeni mi olduğu hakkında net bir bilginin olmadığı bildirilmektedir. Kesin olarak bilinen şey, Alamut sonrası dönemin ilk imamı Şemseddin Muhammed’in ölümünden kısa bir süre sonra hareketin ikiye ayrıldığı ve başlangıçta büyük kardeşi soyunu temsil eden Müminşahî kolunun, Nizâri topluluğunun çoğunluğunun bağlılığını kazandığıdır”.[245]

Suriye Nizârilerinin büyük bir bölümü, Deylem ve Bedehşan olmak üzere İran Nizârilerinin çoğunluğu başlarda Müminşahî imamları tanımıştır. Şah Tahir’den itibaren devam eden son on imam yaşadığı Hindistan’da, Müminşahîler kendilerine çok sayıda yandaş edinmiş olmalarına rağmen Encudan döneminin başlarından itibaren İran’da kalan ve dağınık halde bulunan Nizâriler zamanla, sistemli faaliyetlerde bulunan Kasımşahîler’e bağlanmaya başlamıştır.[246]

Müminşahîler’in kurucusu olan, Hüdavend Muhammed olarak da bilinen, Muhammed Şah b. Mümin Şah Deylem bölgesinde bulunan Nizârilerin çoğunluğunun kendisine bağlılığını sağlayarak bölgede siyasi öneme sahip olmuştur. Deyleman, Rudbar, Kuşeycan, Padiz ve Eşkavar da bulunan taraftarlarının yardımını alarak yerel yöneticilerle çatışma ve ittifaklarda bulunmuştur. Deylem ve çevre bölgelerinin en güçlü emiri olan Ziya Seyyid Ali Kiya ile çatışmalara girmiştir. Eşkavar Emiri Kiya Melik Hezaraspi ile savaş halinde olan Seyyid Ali, Hüdavend Muhammed’i yanına çekebilmek için Nizâriliği reddettiği takdirde Deyleman’ın hâkimiyetini kendisine vermeyi teklif etmiştir. Teklifi kabul eden Hüdavend Muhammed, Seyyid Ali ve etrafında bulunan din bilginleri huzurunda Nizârilikten vazgeçtiğini ilan etmiştir.[247]

Ancak verdiği sözünü yerine getirmeyerek Deyleman ve Eşkavar’ı kardeşi Seyyid Mehdi’ye vermiştir. Buna karşılık Hüdavend Muhammed taraf değiştirerek Alamut’ta bulunan Kiya Melik’e bağlanmıştır. Eşkavar’ı kendine, Alamut’un hâkimiyetini de Hüdavend Muhammed’e vermiştir. Böylece yüzyılı aşkın bir süre sonra Nizâriler yeniden Alamut’a hâkim olmuşlardır. Ancak bu hâkimiyet çok uzun sürmemiştir. Bir buçuk yıl sonra Alamut’u yeniden Zeydilere teslim etmek zorunda kalmışlardır. Timur’a sığınmış ve yerel emirler arasında geçen çatışmalardan güç kazanmaya çalışmasına rağmen Muhammed Hüdavend’in nasıl ve ne zaman öldüğü bilinmemektedir. Soyundan gelenlerin ise 9./15. yüzyılın sonlarına dek Sultaniye’de yaşadıkları bilinmektedir.[248] [249]

Hüdavend’den sonra 907/1501’de Safevi iktidarının kuruluşuna kadar, Nizâriler Deylem’de faaliyetlerine sınırlı da olsa devam etmiştir. Kucur çevresinde etkili olan küçük hanedanlardan İskender Oğulları’ndan Sultan Muhammed b. Cihangir, Nizâriliğe bağlı kalmıştır. Cihangir’in oğlu Sultan Muhammed, Mazenderan’ın bazı bölgelerini ele geçirmiş, Nizâriliğe destek vermiştir. Fakat Safevi hükümdarı I. Şah Abbas 1000/1591-1592’de bütün Hazar bölgesini ele geçirmiş, başlarda direnen Cihangir daha sonradan tutsak edildikten sonra idam edilmiştir. Bütün Deylem, Şah Abbas’a boyun eğmiş ve kuzey İran Nizârileri, diğer yerel hanedanlar gibi güçlerini kaybetmiştir. Bir zamanların erişilmez kalelerinden olan Alamut, Safeviler tarafından, isyankâr üyeleri tutsak ettiği bir hapishane olarak 249 kullanılmıştır.

Birbirini nass yoluyla takip eden Kasımşahî imamlar, gizli şekilde örgütlenmeye devam etmiştir. Önceden de bildirdiğimiz gibi, Kasımşahî imamların faaliyetleri hakkında, 9./15. yüzyılın ikinci yarısında Encudan’da Sufi şeyh veya pir görünümü altında ortaya çıkmalarına kadar ki zaman hakkında fazla bilginin bulunmadığıdır.[250] Şemseddin Muhammed’i izleyen ilk üç ardılı hakkında bilinenler yalnızca adlarıdır. Bu adlarda birkaç güvenilmez kaynak ve Kasımşahîler arasında dolaşan rivayetlerden ibarettir. Rivayetlere göre, yirmi dokuzuncu imam Kasım Şah, imamlığa 710/1310 yıllarında geçmiştir. Kendisi Şemseddin Muhammed’in ya oğlu ya da torunuydu. Nizârilerin iki imam çerçevesinde bölünmesi onun döneminde geçekleşmiştir. Kasım Şah, Şemseddin Muhammed gibi Azerbeycan’da yaşamış, altmış yıl süren imamlığı boyunca, imamlık savının yasallığını savunmuştur. Şemseddin Muhammed 771/1369-1370 yılı civarında ölmüş ve 829/1425-1426’da yerine oğlu Ahmed Şah olarak bilinen İslam Şah geçmiştir.[251] [252]

İslam Şah elli beş yıl süren imamlığının başlarında hareketin merkezini Azerbeycan’dan Orta İran’daki Kum ve Mahallat arasında bulunan bir yere taşımıştır. Hareketin Encudan’da ilerleyen dönemlerde kök salmasına zemin hazırlamıştır. İslam Şah’ın ölümü üzerine yerine oğlu Muhammed geçmiştir. Encudan’da Kasımşahîler’in dirilişinin başlaması ise 868/1463-1464 yıllarında imamlığa geçen Muhammed’in oğlu II. Mustansır Billah’ın Encudan’a yerleştiği zamanda olmuştur.

Günümüzde hala varlığını devam ettirmekte olan Müminşahîler 15.000 civarında bir nufüsa sahip olmakla birlikte Suriye’de Caferiyye adıyla bilinmektedir. Nizâri İsmâililiği, Kasımşahîler ile varlıklarını devam ettirmişlerdir.[253]

Daha önceden de belirttiğimiz gibi bu döneme ait yeterli bilgilere sahip değiliz. Edindiğimiz bilgiler sadece siyasi niteliktetir. Mezhebin fikri ya da inançsal olarak ne gibi bir değişikliğe uğradığını kaynakların yetersizliği nedeniyle bilmiyoruz.

Encudan Diriliş Dönemi

Alamut sonrası Encudan Diriliş Dönemi iki yüzyıl sürmüştür. Bu dönem içerisinde Kasımşahîler, İran’da tasavvuf tarikatı olarak Nimetullahiler ile yakın ilişkiler kurmuştur. Nizâri İmamlarından olan Şah Nizar’ın adı geçen tarikat ile yakın ilişki içerisinde olduğu ve onların içerisinde Şah Nizar “Atavüllah” isminde meşhur olduğu ifade edilmektedir.[254] [255] Suriye, Orta Asya ve Hindistan’da bulunan

Müminşahîler’e veya yerel pir ailelerine bağlı olanları kendi taraflarına çekmek için faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır. Kasımşahî imamlar İran’ın (Safevilerin) On İki İmamcı mezhep anlayışını resmi olarak kabul etmesiyle birlikte dava faaliyetlerini daha açık ve yoğun bir şekilde yürütme imkânı bulmuşlardır. İran ve çevresinde Nizâri öğretilere ilişkin Alamut sonrası ilk edebi Farsça metinler üretilmeye başlandığı bildirilmektedir. Dolayısıyla bu dönemde ki en eski ve ünlü yazar ise M. Rıza İbn Hüseyin Ğuryabî Heratî (ö. 960/), yani Heyrvahi Herati ismi ile meşhurdur.

Alamut sonrası Nizâri İsmâililiğin Encudan dönemi 9/15. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Encudan ile bağlantılı olan ilk Kasımşahî kolunun otuz ikinci imamı Ali Şah’dır. Daha çok II. Mustansır olarak da tanınmaktadır. Kasımşahîler 11/17. yüzyılın sonlarına dek Encudan’ı merkez olarak kullanmışlardır.[256]

868/1463-1464 yılında imamlık yapan II. Mustansır Billâh 885/1480’de ölmüştür. Ölüm tarihi türbesinde bulunan ahşap bir sandukada yazılıdır. II. Mustansır Billâh’ın türbesi Encudan’da günümüze kadar korunmayı başaran en eski Nizâri anıtıdır. Yerli halkın Şah Kalender diye adlandırdıkları türbe sekizgen şeklindedir. II. Mustansır Billâh’ın oğlu ve ardılı olan Abdüsselam Şah’ın ise ölüm tarihi 899/1493- 1494 olduğu bilinmekte ancak türbesi bulunmamaktadır. Soyunun otuz dördüncü imamı olan III. Mustansır Billâh unvanını taşıyan Abbas Şah, yerli halk tarafından Şah Garip olarak tanınmakta ve büyük bir saygı görmektedir. Mustansır Billâh unvanını taşıyan üçüncü imam Garip Mirza’nın imamlığı kısa sürmüş ve 902/1496- 1497 yılında ölmüştür. Geleneğe göre ardından gelen imamlar ise şu şekildedir: “Abuzer Ali (Nureddin), Murad Mirza, Zülfikar Ali (I. Halilullah), Nur el Dehr (Nureddin Ali)’dir. Nizârilerin son imam olan II. Halilullah ile (Ö.1090/1680) beraber Zülfikar Ali ve Nureddin’in de türbelerinin Encudan’da olduğu rivayet edilmektedir.[257] [258]

İran Nizâriliği için Encudan dönemi dava ve edebi faaliyetler bakımından yeni bir canlanışı ifade etmektedir. Kasımşahîlerın direnişi olarak bilinen bu dönem otuz ikinci Kasımşahî imamı olan II. Mustansır Billah’ın döneminde gerçekleşmiştir. Başlangıçta İran’da takiyye uygulamak zorunda kalan Nizâriler, 9/15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Encudan’da Kasımşahîler’in dava faaliyetlerini daha açık ve yaygın biçimde yürütmeye başlamasıyla canlılık kazanmıştır. Bu canlanış Nizâriliğin uzakta kalmış ve kopuk olan topluluklarını yeniden merkezi bir otoriteye bağlı hale getirmeyi başarmıştır.

Fakat Nizârilerin faaliyetleri Safeviler yönetimi tarafından engellenmeye çalışılmıştır.[259] Çünkü Safevi yönetiminin Nizarî dâileri kendilerine siyasi bir rakip bilerek onların gerçek bir İmamiyye mezhebini seçmediğini fark etmişler ve adı geçen fırkanın aleyhinde reddiyeler yazdırmışlardır. Dolayısıyla nakledilen bilgiye göre Safevi Devletinin siyasi ve mezhebi olarak tek bir amacı bulunmaktadır. Bu amaç da Safevi Devletinin, İmamiyye Mezhebini devletin resmi mezhebi haline getirmesidir.[260]

Nizâriliğin 9/15. yüzyılın ortalarında Encudan’da gerçekleşen dirilişi ile birlikte İran’da Şiilik yeniden etkili olmaya başlamıştır. Garip Mirza’ya verilen II. Mustansır Billah unvanı da bunu göstermektedir. Buna rağmen Nizâri imamları takiyye uygulamaya devam etmişlerdir. Kasımşahî imamlar arasında Nimetullahi tarikatı ile ilk yakın ilişkiler kuran II. Mustansır Billah’ın, lakabı olan Şah Kalender ismi de bu görüşü doğrulamaktadır. Encudan dönemi boyunca da Nizâri imamlar adlarının yanında Şah veya Ali terimlerini eklemiş ve çoğunlukla Şah Kalender, Şah Garip gibi sufi isimleri de kullanmışlardır.[261] Zira “Şah, Pir” gibi unvanları kendileri için seçme nedeni ise Ali’ye baş eğenler ve onun velayetini kabul edenler anlamında geldiğine inanmalarındandır.[262]

Nizâri imamları dava örgütlenmesini tekrar merkezi bir noktadan yürütebilmek için Encudan’ı seçmiştir. Akkoyunlular ve Timurluların oldukça uzağında ancak Dar’ül-Mü’minin (müminlerin evi) diye bilinen Şii merkezleri olarak bilinen Kum ve Kaşan’a yakın bir yerdir. Alamut sonrası dönemde imamları ile bağları kopan pek çok Nizâri topluluk, pir adı verilen yerel yöneticilere bağlanmıştı. Başlangıçta ya merkezi otoritenin atadığı ya da yerel toplulukların kendi içinden seçilmiş olan bu pirler ya da başdailer zamanla aynı soy içinde kalıtsal bir nitelik kazanmıştır. Afganistan, Bedahşan ve Orta Asya’da bulunan bu pir sülaleleri zaman içerisinde bağımsızlık kazanmıştır. Encudan dönemi imamlarının başlangıçta en büyük çabası bu yerel pirlerin gücünü kırmak ve kendi atadığı merkeze bağlı temsilcileri getirmek olmuştur. II. Mustansır Billâh ile başlayan Encudan dirilişinde, Horasan, Afganistan, Bedehşan ve diğer bölgelere güvenilir dailer gönderilmiş ve düzenli olarak görüşmeler yapmak üzere İran’a davet edilmişlerdir.[263]

Encudan diriliş döneminde Nizâri İsmâililer edebi alanda da faaliyetlerini canlandırmışlardır. İsmâili öğreti alanında yapılan ilk verimli çalışmalar, III. Mustansır Billâh b. Abdül Selam Şah (Garip Mirza) zamanında yaşayan, Ebu İshak Kuhistani ve ondan birkaç on yıl sonra yaşayan Heyrvahi Herati’nin eserlerinde görülmektedir. Bu eserler Orta Asya ve diğer bölgelerdeki Nizâri toplulukları tarafından koruma altına alınmıştır.[264]

Heyrvah’ın eserleri içinde yer alan Risalesi, tarihsel bir öneme sahiptir. Horasan ve Afganistan’da yaşayan Nizârilerin yaşayışlarına ilişkin bilgiler verir. 10/16. yüzyılın ilk yarısında Kasımşahî imamlarla Horasan, Afganistan ve Hindistan’daki izleyiciler arasında doğrudan ilişki kurulduğu, bu bölgelerde yaşayan dâilerin imamı görmek için düzenli ziyaretler yaptığı anlaşılmaktadır. Heyrvah dönemine dek, Nizârilerin önde gelen imamlarından ve hüccetlerinden pir unvanıyla bahsedilmiştir.[265]

Encudan Nizârileri’nin, inanç ve imamet açısından eski (Alamut) Nizâriler gibi düşünmekte oldukları görülmektedir. Onlara göre, bütün yetki hazır olan imamın elindedir. Yani hem imam hem de onun hucceti, aynı zamanda kayıp olması mümkün değildir. Encudan Nizârileri de insanları üç kesime ayırmışlardır. Bunlardan ilki “Ehl-i Tezat” (Kafirler, Müslümanlar ve Nizâri olmayan) kişilerdir. İkinci kesim, “Ehl-i Hak” ya da “Hakikat Ehli” (Nizâri akidesinin cüzi bir bilgisine ulaşan kişiler). Üçüncü kesim ise “Ehl-i Vahdet” ki imamı ilahi tecellisine inanan huccet ismindeki kişidir.[266]

Safeviler’in 907/1501’de iktidara gelmesi ile birlikte On İki İmamcılığın resmi mezhep ilan edilmiş olması İran’da bulunan Nizâriler’in ve diğer Şii hareketlerin yayılması için uygun ortam sağladı. Sefeviler’in iktidarda bulunduğu ilk on yıl içerisinde Nizâriler takiyye uygulamasını büyük ölçüde gevşettiler. Bu dönemde, Müminşahîler’in başında Şah Tahir, Kasımşahîler’in başında ise Abuzer Ali olarak tanınan Nureddin Muhammed bulunmaktaydı. Kasımşahîler’in otuz beşinci imamı olan Abuzer Ali, Safeviler’in Şah İsmail ile oğlu Şah I. Tahmasp’ın çağdaşıdır. Safeviler zaman içerisinde gösterdiği dinsel politikasını sertleştirmiştir. Bu nedenle İran’da bulunan tasavvufi hareketlerin çoğu yok olmuştur. Nimetullahilik, Nurbahşilik ve Zehabilik gibi tasavvufi hareketler ise Safevi iktidarı boyunca zaman içerisinde zayıflamıştır.[267]

Safeviler döneminde Nizâri imam ve taraftarlarının, mürşid-mürid şeklinde yürüttükleri faaliyetler ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine hareket yeni baskılar ile karşılaşmıştır. Şah İsmail, Kaşan’da kendisine önemli sayılacak nitelikte destek bulan Şah Tahir’i idama mahkum etmiştir. Bunun üzerine Şah Tahir, Hindistan’a kaçmış ve Nizâriler’in Müminşahî kolunun merkezi İran’dan taşınmıştır. Şah I. Tahmasp, Abuzer Ali’nin oğlu otuz altıncı imam Murad Mirza döneminde, Nizâriler’in Kasımşahî koluna karşı kovuşturmaya başlamıştır. Murad Mirza, Encudan dışında da hatırı sayılır bir taraftara sahiptir. Murad Mirza’nın faaliyetlerinden korkan Şah I. Tahmasp, 981/1573 yılında Hemedan valisi Emir Han Musili’ye Murad Mirza’yı yakalamasını ve taraftarlarının da öldürülmesi emrini vermiştir. Bu emir üzerine vali Emir Han Encudan’da bulunan çok sayıda Nizâriyi öldürmüş ve yaşadıkları yerleri talan etmiştir. Kemere bölgesinde bir şatoda kalan Murad Mirza’yı elinden kaçırmıştır.[268]

Ancak bir süre sonra yakalanan Murad Mirza, Safevi sarayı yakınlarında bir hapishaneye kapatılmıştır. Kapatıldığı hapishaneden de, üst düzey bir Safevi görevlisi olan Muhammed Mukim’in yardımı ile kaçmayı başarmıştır. Fars, Mekran ve Sind’de bulunan taraftarlarının yardımı ile Kandehar’a kaçmayı başarmış, fakat kısa süre sonra tekrar yakalanmıştır. Şah I. Tahmasp’ın emriyle Murad Mirza ve kaçmasına yardım eden Muhammed Mukim ile idam edilmiştir. Nizâriler, Safevi iktidarı döneminde yoğun baskılarla karşılaşmıştır.[269]

Murad Mirza’nın halefi olan Kasımşahî imamlar, Encudan’da yeniden ortaya çıkmış, siyasi olaylara karışmadan sessizce yaşamaya devam etmiştir. Encudan döneminin sonraki imamları Safevi iktidarı ile iyi ilişkiler kurmuştur. Tasavvuf kisvesi altında Zülfikar Ali olarak bilinen Kasımşahî imamların otuz yedinci imamı I. Halilullah, büyük ihtimalle I.Abbas’ın kız kardeşi olan Safevi prensesi ile evlenmiştir.[270] Yapılan bu evlilik de gösteriyor ki Safevi iktidarı ile Kasımşahîler arasında olumlu ilişkiler devam etmiştir.

Daftary’nin ifade ettiğine göre; “1976’da Encudan’da bulduğum kitabede de doğrulanmaktadır. Söz konusu kitabede, Şah Abbas’ın Recep 1036/Mart-Nisan 1627’de yayımladığı bir ferman kopya edilmiştir. Fermanda, Emir Halilullah Encudani ve Encudan Şiilerine, Kum’da sahip oldukları topluluk evinin (Dar’ül- Mü’minin), Kum civarındaki öteki Şii toplulukların yararlandıkları bazı vergilerden yararlanabileceği bildirilmektedir. Bu fermanda Encudan Şiilerinin On İki İmamcı olarak kabul edilmesi ilginçtir. Bu da İran Nizârileri’nin bir takiyye biçimi olarak, tasavvufun yanı sıra On İki İmamcı Şiiliğin örtüsüne gizlenmeye başladıklarını gösterir.”[271] [272]

Halilullah olarak bilinen Zülfikar Ali, Encudan’daki mezar taşında yazıldığına göre Ramazan 1043/Mart 1634’te altmış sekiz yaşında ölmüştür. Yerine oğlu Nureddin (Nur ed Dehr) Ali geçmiştir. Kasımşahîler’in otuz sekizinci imamı olan Nureddin’in mezarında ise Recep 1082/Kasım 1671’de öldüğü yazmaktadır. Kasımşahîler’in otuz dokuzuncu ve son imamı olan Nureddin’in oğlu olan II. Halilullah, Encudan’da yaşayan son imamdır. II. Halilullah’ın oğlu Şah Nizar ile birlikte Kasımşahî Nizâriler, merkezlerini Encudan’dan yakınlarda bulunan Kehek köyüne taşımıştır. Böylece Nizâriler Alamut dönemi sonrası yeni bir döneme daha 272 girmiştir.

Ağa Hanlar Dönemi

Ağa Han İsmailîlerinin ilk imamı olan Hasan Ali Şah, 1804 yılında İran’ın Kehek şehrinde doğmuştur. Babası Şah Halilullah’ın 1817 yılında öldürülmesi üzerine imam olarak atanmıştır.[273]

İmam Şah Nizar’ın imameti sırasında Kasımşahî İsmâili davetin merkezi bir süreliğine Encudan’dan Kehek köyüne, oradan da Kirman’a taşınmıştır. İmam Hasan Ali Şah’a, Kaçar Hanedanlığının ilk dönemlerinde, Kaçar hanedanı Fatih Ali tarafından “Ağa Han”[274] unvanı verilmiştir. Ağa Han unvanı Hindistan’da bulunan diğer Kasımşahî Nizâri imamları tarafından da kullanılmaya devam etmiştir.[275]

1841’de yönetimle yaşadıkları anlaşmazlıklar yüzünden İran’dan Afganistan’a ve Hindistan’a ulaşan Nizâriler merkezi yönetimlerini de Hindistan’da bulunan Bombay şehrine taşımıştır. Böylece Nizâri İsmâililer için modern çağ olarak adlandırılan Ağa Hanlar dönemi başlamıştır.[276]

Nizâri İsmailîyye mezhebinin 46. imamı olan Hasan Ali Şah, İngilizlerden büyük destek almıştır. I. Ağa Han Hasan Ali Şah, 30 yıl kadar süren Bombay döneminde cemaatinin büyük bir kısmını birleştirmeyi başarmıştır. Hindistan’da bulunan taraftarlarının da desteğini alan Hasan Ali Şah, mezhebinin gelişmesi, modernleşmesi ve Hindistan’da daha kalıcı olması için büyük çaba göstermiştir.[277] [278]

Hasan Ali Şah küçük yaşta, annesi Bibi Serkare ile Kum şehrine göç etmiştir. Hasan Ali Şah’ın annesi, kocasının katilerinin cezalandırılması için Kaçar hanedanına başvurmuş, imam ailesinin mal varlığına dokunulmaması ve el konulan toprakların geri iade edilmesini istemiştir. Kaçar hükümdarı Fatih Ali Şah, Nizârileri desteklemiş ve kızı Servi Cihan Hanım’ı Hasan Ali Şah ile evlendirmiştir. I. Ağa Han Hasan Ali Şah, 1834 yılına kadar kayınpederinin himayesinde Mahallat’ta sakin bir hayat yaşamıştır.

1834 senesinde Fatih Ali Şah’ın ölümü üzerine yerine torunu Muhammed Şah geçmiş ve Hasan Ali Şah’ı Kirman’a vali olarak atamıştır. Ancak Hasan Ali Şah Kirman’da gösterdiği faaliyetlere karşılık beklediği tepkiyi alamamıştır. 1838 yılında Kirman valiliğinden alınarak Tahran’a çağrılmıştır. Görevden alınmasına ise Nimetullahi tarikatı içinde bir post kavgasının neden olduğu bilinmektedir.[279] Hasan Ali Şah ve Nimetullahi tarikatının o dönemdeki şeyhi Mest Ali Şah’ın arası oldukça iyiydi. Muhammed Şah’ın başveziri Hacı Mirza Agasi ise tarikatın başkanlığını kendisi için istiyordu ve istediğine ulaşınca da Hasan Ali Şah’ı, Mest Ali Şah’ı desteklemeye devam ettiği için görevinden alınması için Muhammed Ali Şah’ı ikna etmiştir.[280]

Hacı Mirza Agasi ve Hasan Ali Şah arasındaki anlaşmazlık ise, imamın kızlarından birini alt tabakadan biri için istemesinden kaynaklanıyordu. Bu isteği ve görevinden alınmayı kabullenemeyen Hasan Ali Şah Kirman’da ayaklandı.[281] Askerleri ile birlikte Afganistan sınırındaki Bam Kalesi’ne çekilmiş ve sekiz ay kadar kalede direnmiştir. Hasan Ali Şah imama dokunulmayacağına dair aldığı söz üzerine kaleden inmiş ancak başvezir sözünü tutmamış ve onu hapse attırmıştır. Sekiz ay kadar hapis tutulduktan sonra siyasete karışmaması şartı ile Mahallat’a gönderilmiştir.[282]

Hasan Ali Şah hacca gitmek için 1 Eylül 1840 yılında Mahallat’tan ayrılmıştır. Ancak Arabistan’a gitmek yerine Yezd’de taraftarları ile buluşmuştur. Mahalat’tan ayrılmadan önce Kirman valiliğine tekrar atandığına dair hazırlattığı sahte mektupları Yezd valisi Behmen Mirza’ya göndermiştir. Vali durumu öğrendiğinde ise Hasan Ali Şah çoktan yandaşları ile buluşmuştu. Şehri Babek’e[283] varan Hasan Ali Şah, yerel halkın bölge yönetiminde olan Afganlılara verdiği tepkiye destek vermiş ve Afganlılar şehri terk etmişlerdir. Kirman’ı tekrar elde etmek için girişimlerde bulunmuş olsa da devletin askerlerine karşı daha fazla dayanamamıştır. Aile üyelerinin ve taraftarlarının içinde bulunduğu toplulukla 1841’de Afganistan’a gitmiştir. İran’ı terk edip Afganistan’a giden Hasan Ali Şah, İngilizlerin yönetimi altında bulunan Kandehar’a gitmiştir. İngilizler ile yakın ilişkiler kurmuş ve kendisine günlük 100 rupilik tahsisat bağlanmıştır.[284]

İngiliz-Hint ordusunun 1839-1842 yılındaki Birinci Afgan Savaşı’nın sonlarına doğru Kandehar’ı terk etmesi üzerine Hasan Ali Şah da Kandehar’ı terk etmiştir. 1842’de Sind’e doğru yönelmiştir. İngiliz ordusunun 1943’te Haydarabad ve Sind bölgesinde hakimiyet kurmalarında etkili olmuştur. Buna karşılık olarak da İngilizler, Hasan Ali Şah’a yıllık 2000 sternlinlik bir maaş bağlamıştır.[285]

Hasan Ali Şah, Muhammed Şah’ın ölüm haberini alması üzerine tekrar İran’a dönmek için girişimlerde bulunmuştur. Yeni Kaçar hükümdarı Nasreddin Şah’ın başveziri Emir Kebir ile irtibata geçmiş ancak istediği sonucu alamamıştır. 1852’de Emir Kebir’in görevden alınmasının ardından yerine geçen Mirza Ağa Nuri ile de yakın ilişkiler geliştirmiş, başvezir aracılığıyla Nasreddin Şah’a hediyeler göndermiştir. Buna rağmen memleketine dönmesine izin verilmemiş sadece Ağa Han’ın toprakları akrabalarına geri verilmiştir.[286]

Kaçar hanedanı ile iyi ilişkilerini sürdüren Hasan Ali Şah 1870’li yıllarda Hindistan’a yerleşmiştir. Oğlu Celal Şah’ı ise hediyelerle birlikte Kaçar hükümdarına göndermiştir. Bunun üzerine hükümdar Celal Şah’ı kızlarından birisiyle evlendirmiştir. Ancak Celal Şah Tahran’a yerleşmesinden kısa bir süre sonra hastalanarak vefat etmiştir. Bütün çabalarına rağmen İran’a dönemeyen Hasan Ali Şah Hindistan’a yerleşmiş ve Bombay kenti Nizâri İsmâililiğinin yeni merkezi olmuştur. Böylece Ağa Hanlar dönemi olarak bilinen yeni bir dönem başlamıştır.[287]

Ağa Han Hasan Ali Şah’ın 77 yıl süren imamlık hayatı boyunca taraftarları arasında zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Hasan Ali Şah İran’da bulunduğu 1829 senesinde Bombay’lı taraftarları vergileri ödemekten vazgeçmişlerdir. Bunun üzerine dava açan Hasan Ali Şah’ın davası mahkemece geri çevrilmiştir. Dava açılan topluluk da mezhebin diğer üyeleri tarafından dışlanmışlardır. Barbailer olarak bilinen grup 1835’te vergi ödemeyi kabul ederek yeniden mezhebe kabul edilmişlerdir. 1847 yılında ise miras payını alamadıkları gerekçesiyle tekrar dava açan iki kız kardeş, Barbailerin tekrar mezhepten çıkarılmasına neden olmuştur. Davaya bakan Erskine Perry, yerli geleneklere uygun davranılmasına karar vermiştir.

Bu olaydan sonra yeniden dışlanan Barbailer, kendilerine yeni bir ibadethane yapmışlardır.

Barbailer ve Ağa Hanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar zaman geçtikçe devam etmiştir. Barbailer, Hoca22,9 topluluğunun aslında Sünni olduklarını, Ağa Han’ın kendilerini İsmâili yapmaya çalıştığını içeren bir metin hazırlayıp yayınlamışlardır. Ağa Han da buna karşılık olarak İsmâililiğin temel kurallarının yazılmış olduğu bir belge hazırlatıp mezhep üyelerinin imzalamasını istemiştir. Bu sayede mezhep üyeleri arasından kimlerin samimi olduklarını görmek istemiştir. Barbailer ise bu belgeye itiraz etmiş, Hocaların Sünni olduklarını, mülkiyetin kendilerine ait olduğunu, vergilerden yalnızca Hocalardın yararlanabileceğini öne sürmüştür. Bunun üzerine yeniden Ağa Han davası olarak bilinen dava açılmış ve davaya bakan Joseph Arnold 1886’da bütün konularda Ağa Han’ı haklı bulmuştur. Böylece Ağa Han’ın resmi statüsü kesinleşmiş ve İngiliz hükümeti I. Ağa Han Hasan Ali Şah’ı, Şii İslam’ın İsmâiliyye kolunun ruhani lideri olarak tanımıştır.[288]

Bombay’da 30 yıl kadar süren hakimiyeti boyunca I. Ağa Han Hasan Ali Şah, kendisine tabi olanların büyük bir kısmını bir araya getirmiş, mezhebin gelişmesi ve modernleşmesi için çalışmıştır. Hindistan ve diğer ülkelerde yaşayan bütün taraftarlarının huzurunu ve güvenini sağlamak için uğraşmıştır. İmamlığı altmış dört yıl süren Hasan Ali Şah, Nisan 1881 yılında vefat etmiştir. Mazagon’da Hasanabad denilen yere defnedilmiştir.[289]

Hasan Ali Şah’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Ağa Ali Şah geçmiştir. II. Ağa Han unvanı ile tanınan Ağa Ali Şah 1830 yılında Mahallat’ta doğmuştur. Babasının ölümü ile Ağa Han İsmâilileri’nin ikinci, Nizâri İsmâilileri’nin ise kırk yedinci imamı olmuştur. Ağa Ali Şah tıpkı babası gibi İngilizler ile olan iyi ilişkilerini devam ettirmiş ve Bombay Yasama Meclisine seçilmiştir. Taraftarlarının hayat şartlarının ve eğitimlerinin iyileştirilmesi için çok sayıda okul açmıştır. II. Ağa Han’da aynı ataları gibi Nimetullahi tarikatı ile olan bağlarını devam ettirmiştir. Fatih Ali Şah’ın torunlarından Şems el-Mülk ile evlenmiş ve Kaçar hanedanlığı ile akrabalık bağlarını güçlendirmiştir.[290] [291] Ancak 1885’te Ağustos ayında hastalanarak vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Necef’te bulunan Hz. Ali nin yanına defnedilmiştir.

Ağa Han’ın ölümü üzerine imamlık görevine, 2 Kasım 1877 yılında Pakistan topraklarındaki Karaçi şehrinde doğan oğlu Sultan Muhammed Şah geçmiştir.[292] Annesi Şems el-Mülk, III. Ağa Han’ın yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Özel hocalardan İngilizce, Fransızca ve Arapça dersleri almış aynı zamanda hat sanatı alanında da kendini geliştirmiştir. Aile içinde İsmâili hayat tarzını benimsemiş olmakla beraber batı kültürünün de etkisi altında yetişmiştir. [293]

Çocukluk ve gençlik dönemleri Bombay ve Poona’da geçen III. Ağa Han,[294] amcası Cengi Şah’ın kızı Begüm ile 1898 yılında evlenmiştir. Ancak bu evliliği kısa sürmüştür.[295] 1923 yılında Monte Carlo’da opera ve bale sanatçısı olan İtalyan Cleope Teresa Magliano ile evlenmiştir. Bu evliliğinden birisi küçük yaşta ölen, diğeri IV. Ağa Han olan Kerim Şah Hüseyni’nin babası Ali Han dünyaya gelmiştir.[296]

İkinci evliliğini gerçekleştirdiği Cleopa Teresa Magliano 1926’da hastalanarak vefat etmiştir. Eşinin ölümünün ardından III. Ağa Han 1928 yılında Paris’te bir konfeksiyon mağazası işleten Andree Carron ile üçüncü evliliğini yapmıştır. Bu evliliğinden Sadreddin adında bir oğlu olmuştur. Kendisine her türlü konuda yardımcı olan eşi, Prenses Andree Ağa Han olarak bilinmektedir.[297] Prenses Ağa Han’dan boşandıktan bir sene sonra Yvonne Blanche Labrousse ile dördüncü evliliğini gerçekleştirmiştir. Dördüncü ve son eşi olan Yvonne Blanche Labrousse İslam’ı kabul ederek Ümmü Habibe ismini aldığı bilinmektedir.[298]

Sultan Muhammed Şah babasının ölümü üzerine imamlığa geldiğinde henüz çok küçük yaştaydı. Annesinin çabaları ile birlikte cemaatin kendisine bağlı kalmasını başarmıştır. 1897’de Bombay’da ortaya çıkan veba salgınında aldığı kararla Rus asıllı bir profesör, olan Haffkine’e tıbbi çalışmalarını gerçekleştirmesi için kalelerinden birini tahsis etmiştir. İki yıl içinde yaptığı çalışmalar sonucunda bir aşı geliştiren profesör ilk olarak Sultan Muhammed Şah’a aşıyı uygulamıştır. Bu durum halkın daha rahat şekilde aşı olmasını kolaylaştırmıştır. Nitekim yapılan aşı sonucunda Ağa Han İsmâilileri arasında yaşanan ölüm oranı halkın diğer kesimlerine nazaran daha az görülmüştür.[299]

Sultan Muhammed Şah Bombay’da diğer Müslüman liderler ile birlikte İslam Eğitim Konseyi’ni düzenlemiştir. Ertesi yıl da Yeni Delhi’de düzenlenen ikinci Kongre’nin başkanlığını üstlenmiştir.[300] Kongre’de yaptığı konuşmada gençlerin Doğu ve Batı bilimlerini bir arada öğrenebilmelerine imkan sağlayan eğitim kuramlarının oluşturulması gerektiğini söylemiştir. [301]

Sultan Muhammed Şah’ın eğitim projelerinin içinde Aligarh’taki Muhammadan Anglo-Oriental Koleji’nin üniversiteye dönüştürülmesi de yer almaktadır. Bu düşüncesini gerçekleştirebilmek için tüm Hindistan’ı dolaşmış ve birçok Müslüman lider ile görüşmüştür. 100 bin rupilik kısmı kendine ait olan toplamda 3 milyon rupiden fazla para toplamayı başarmıştır. Düzenlediği kampanyalar sonucunda 1910’da Aligarh Üniversitesi’ni açmıştır.[302] Eğitim alanında geliştirdiği projeleri birer birer hayata geçiren Sultan Muhammed Şah, Nizâri mezhebine bağlı çocukların eğitim alabileceği çok sayıda okul açtırmıştır.[303]

Ağa Han Sultan Muhammed Şah’ın da tıpkı babası gibi Yasama Konseyine üye olması teklif edilmiştir. Bu teklifi aldığında ise henüz yirmili yaşlarında olan Sultan Muhammed Şah onur duyarak görevi kabul ettiğini ifade etmiştir. İki yıl süreyle devam ettirdiği görev, kendisine kamusal alanda sağladığı faydanın yanında siyasi hayatına da olumlu etkiler yapmıştır.[304] Ayrıca Hindistan’da bulunan Müslümanların haklarının yeterince korunamadığı gerekçesi ile bölgedeki Müslüman liderler ile birlikte Kral’ın naibi Lord Minto ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. 1906 yılının Aralık ayında ise Hindistan Müslüman Birliği’ni kurmuşlardır. 1912’ye kadar birliğin başkanlığını III. Ağa Han üstlenmiştir.[305]

1928’de Delhi’de ise Hindistan’ın geleceği ile ilgili olarak Hindu-Müslüman Konferansını düzenlemiştir. Başkanlık yaptığı bu konferans Hindistan’ın bağımsızlığına giden yolda büyük önem arz etmektedir. 1930’da ise Londra’da Hindistan’ın sorunlarını görüşmek üzere Yuvarlak Masa Toplantısı düzenlemiştir. Aralarında gelecekte Pakistan’ın kurucusu olacak olan Muhammed Ali Cinnah’ın da bulunduğu bu toplantıya başkanlık yapmıştır.[306] 1931’de ise ikinci Yuvarlak Masa Toplantısı düzenlenmiştir. Bu toplantıların hepsine bizzat katılan III. Ağa Han, kuşkusuz 1947’de Hindistan’ın parçalanması ve Pakistan’ın kurulmasında önemli olan şahsiyetlerden biri olmuştur.[307]

Sultan Muhammed Şah, 1919’da dünyada barışı ve güveni sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti’nin toplantılarına da katılmıştır. 1932’de başlayıp 1937 yılına kadar ise Milletler Cemiyetinde Hindistan’ı temsil etmiştir. 1937 yılında ise Milletler Cemiyeti’ne başkan olarak seçilmiştir.[308]

Ağa Hanlar’ın, Sultan Muhammed Şah döneminde son derece gelişme kaydettiği aşikardır. İmamlık görevinin yanında Nizâri İsmâili cemaatinin Doğu Afrika ve özellikle Hindistan’daki toplumlar arasındaki yerini sağlamlaştırmak için çalışmıştır. Cemaatini çağdaşlaştırmak için toplumsal ve iktisadi alanda bir takım yenilikler getirmiştir. 1905’te Ağa Han İsmâilileri’nin Nizamnamesi’ni oluşturmuştur. Oluşturduğu bu kurallara 1920’de tekrar değişiklikler yapmıştır. Ortaya çıkan yeniliklere göre ise değişen kurallar 1954’te yeniden düzenlenmiştir. Nizâri İsmâili Kurulu’nu oluşturmuş ve cemaatini sistemli bir hale getirmiştir. Kendisi adına toplanan dini vergileri, tekrar takipçilerinin ekonomik yönden kalkınmasını sağlamak için kullanmıştır. III. Ağa Han cemaatinin yararlanması için çok sayıda okul ve kütüphanenin yanı sıra spor ve dinlenme tesisleri; hastane ve 311 dispanserler yaptırmıştır.

Ağa Han Sultan Muhammed Şah, 11 Temmuz 1957’de yetmiş iki yıl süren imamlığının sonunda Cenevre yakınlarındaki Versoix’de vefat etmiştir. Cenazesi Mısır’da bulunan Asvan’a defnedilmiştir. III. Ağa Han vefatından iki yıl önce yaptığı bir açıklamada, yerine torunu Kerim Şah Hüseyni’yi bıraktığını açıklamıştır. Neden olarak da dünyada yaşanan gelişmelere ve değişimlere bağlı olarak cemaatin başında genç bir imamın bulunması gerektiğini ifade etmiştir. [309] [310]

Dedesinin vasiyeti üzerine 1957’de Nizâri İsmâililer’in 49. İmamı olan Kerim Şah Hüseyni, 1936 yılında Cenevre’de doğmuştur. Kerim Şah’ın çocukluğu İsviçre’nin Nairobi şehrinde geçmiş, Le Rosey okulunda eğitim almıştır. Harvard Üniversitesi’nde mühendislik eğitimi alırken Arap Dili ve Doğu Tarihi bölümüne geçiş yapmıştır. İslam tarihi bölümünden 1959 yılında mezun olmuştur. [311]

Ağa Han Kerim Şah Hüseyni çeşitli alanlarda gösterdiği hizmetler için Fransa, Portekiz, Pakistan, İran, İtalya, İspanya, Senegal, Morokko, Tacikistan gibi ülkelerin hükümetlerinden çeşitli ödüller ve unvanlar almıştır. Mimarlık alanında yaptığı çalışmalar nedeniyle Ekim 1998’de Ağa Han Mimarlık Ödülleri töreninde Granada Şehri’nin anahtarı ile ödüllendirilmiştir. Aynı zamanda ABD, İngiltere, Kanada ve Pakistan gibi ülkelerin bir takım üniversitelerinin şeref unvanına layık görülmüştür. “1957’de İngiltere kraliçesi tarafından “His Highness” unvanına, İran şahı tarafından da “His Royal Highness” unvanına layık görülmüştür.” [312]

İsmâiliyye mezhebini günümüzde temsil etmekte olan Kerim Şah, dedesinin kurmuş olduğu teşkilatı daha da geliştirmiş, Ağa Han Kalkındırma Teşkilatını birçok ülkede çeşitli yönlerden hizmet vermesini sağlamıştır. Teşkilatın kalkınma sorunları ile kardeşi Amin ilgilenmektedir. 1994’te Harward Üniversitesinin “III. Dünya Ülkeleri Geliştirme” bölümünden mezun olan kızı Zahra teşkilatın toplumsal kalkınma alanında faaliyet göstermektedir. 1995’te Amerika’daki Brown Üniversitesinden mezun olan büyük oğlu Rahim de teşkilatın ekonomik kalkınma işlerini yürütmektedir. Küçük oğlu Hüseyin ise 1997’de ABD’deki Williams kolejinden mezun olmuş ve kurumun kültür alanındaki işleri ile ilgilenmektedir.[313]

Nizari İsmâililiğinin İnanç Esasları

İman

Nizâri İsmâililiğine göre iman; Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna, Cennet ve Cehennemin varlığına, öldükten sonra dirilmenin olduğuna ve kıyamet gününün varlığına şahadet etmek Kur’an’ın son kitap olduğuna, nebilere, peygamberlere, zamanın imamını bilmek ve onun emirlerini yerine getirmektir.[314]

Nizâri İsmâililiğe göre Hz. Peygamber’in ailesini sevmek de asli prensiplerdendir. Dolayısıyla Peygamber soyundan gelen imamlara da sevgi 317 beslemek ve onlara bağlanmak, imanın esaslarından sayılır. [315]

II. Ağa Han Ali Şah’ın büyük oğlu Şihabu’d-Din Şah, imanı yalnızca kalben bir sevgi olarak ortaya koymaktadır. İmanın aslı, imamı sevmektir. Buna göre iman; imamı sevmek, mümin ise imanı olan kimsedir.[316] İmam sevildiği takdirde, bazı ibadetler zahiri olarak gösterilmese de kişi mümin olarak kabul edilir. Allah kullarının işlediği günahları affeder. Ancak Hz. Ali ve diğer imamlara karşı bir düşmanlık ve kin besleyen kişinin yaptığı ibadetlerin ve iyi işlerin ise hiçbir faydası yoktur.31

Allah İnancı

Allah’a iman, iman esaslarından biri olarak kabul edilir. Allah, eksiksiz olan; teklik ve çokluk gibi bütün sıfatlardan uzak olandır. Allah’ı âlim veya cahil diye nitelendirmek caiz değildir. Allah için böyle bir niteleme yapılması kul ile benzetme yapılması demektir ki böyle bir benzetme yapmak ise Allah’ın şanını küçültmektir.[317] [318] [319]

Allah birdir, tektir, sonsuzdur, doğmamış ve doğurmamıştır. Her şeyin yaratıcısı ve koruyucusudur. Her şey onunla var olmuştur ve yaratılan hiçbir şeye 321 benzememektedir.

Peygamber

Peygamberlere iman etmek de inanç esaslarından biri olarak kabul edilmektedir. Peygamber Allah’ın vahyini insanlara ulaştıran kimselerdir. Peygamber’e vahyedilen konular tevil edilmemiş yalnızca tenzil edilmiştir.[320] Peygemberler ilahi vahyi, yalnızca kendi döneminde yaşayanlara tebliğ eder ve 323 onlara açıklarlar.[321]

Nizâri İsmâiliği cemaatinin mensupları, diğer peygamberlere de iman ederler. Yedi devir, yedi peygamber ve vasi inancı belirgin bir şekilde görülmese de halen varlığını devam ettirmektedir.[322]

Melekler ve Kitaplar

Meleklere iman, İsmâiliyye’nin eski kaynaklarında, inanç esaslarından biri olarak kabul edilmekteydi. Ancak günümüzde meleklere iman, iman esaslarından biri olup olmadığı konusu net değildir. [323]

Nizâri İsmâilileri, Hz. Peygamber’den önce de peygamberler geldiğini ve onlara da kitap indirildiğini kabul etmektedir. Ayrıca, Kur’an-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’e indirilen son kitap olduğunu da kabul etmektedirler.325 [324] [325] Kur’an ayetleri ile imamın fermanları aynı derecededir. Öyleki ikincisi birincinin gerçek anlamlarını açıklayan ilahi bir nitelik taşır. İmam Kur’an’ın batıni ve gerçek anlamını açıklayıp 327 ulaştırmakla görevlidir.

Kur’an ve hadisleri kutsal kabul etmelerine rağmen, bu konuda bir tefsir veya hadis alanında çalışmaları bulunmamaktadır. Dini konularda yaşanan olaylara karşı Kur’an’dan delil getirme girişimleri kesinlikle görülememiştir. Bunun sebebi olarak da mezhebin fertlerinin İslami ilimler ile uğraşmamaları gösterilebilir. Mezhebin dini konularda eğitim verdiği bir kurum bulunmamakla birlikte, bu konuya dair bir girişimleri de bulunmamaktadır.[326]

İmamet

İmamet, inanç esaslarının en önemlilerindendir. Nizâri İsmâililiğe göre Hz. Ali’nin soyundan gelen ve bir önceki imamın tayin ettiği masum imamın varlığına inanmak dinin en önemli aslıdır. Bu mezhebin bütün inanç ve düşünce tarzı imamet üzerine kuruludur. İmamet, dinin bütün kurallarının kendisine bağlı olduğu temeldir.[327] İmamet imamın hem dünyevi yönden hem de siyasi yönden temsil ettiği bir yönetimdir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ne kadar süre geçmiş olursa olsun imam, görevini vahyin ışığında devam ettirmekle görevlidir.[328]

Nizâri İsmâililer, imamların; zahir yönden birer beşer olduklarını, diğer insanlar gibi hastalık, ölüm ve afet gibi şeylere mazur kalabileceklerini savunurlar. Batıni tevillerinde onlar için “Yedullah” Allah’ın eli; “Vechullah” Allah’ın yüzü; “Cenbullah” Allah’ın kudreti gibi ifadeleri kullanmaktadırlar. İmamlar kıyamet gününde insanları hesaba çekecek olup, sıratı müstakim üzere olan kişilerdir.[329]

Nizâri İsmâili düşüncesine göre, Hz. Peygamber’in vefatı ile birlikte doğrudan vahiy kesilmiş ancak ilahi rehbere ihtiyaç devam etmiştir. Bu rehberlik görevi, ölüme mahkum, arzu ve isteklerinin esiri olan kişilere bırakılamazdı. Rehber olacak kişinin, Hz. Peygamber’in hem cismani hem de ruhani yetkilerine sahip olabilecek bir şahıs olması gerekiyordu. Hz. Peygamber, yeğeni ve damadı olan, kendisine ilk iman etmiş kişilerden olan Hz. Ali’nin gerçek imam olduğunu 332 belirtmiştir.33

Nizâri İsmâililiğe göre, Hz. Ali’nin imamlığı Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde zikredilmiştir. “Allah semaların ve arzın nurudur” (Nur 24/ 35) ayetinde kastedilen gökteki nur Allah’ın hidayetidir; yerdeki nur ise insanları hidayete ulaştıran imamdır.[330] [331]

İmamlar gerçek bilginin sahibi ve takip edilmesi gereken örnek şahsiyetlerdir. İlahi ve gerçek olan bilgi yalnızca imama tabi olmak ile öğrenilebilir. Allah’ın bilgisinin kapıları, imamlardır. Hz. Ali’nin, ilim şehrinin kapısı olduğu hadislerde zikredilmiştir. O halde ilim şehrine girmek ve ilim tahsil etmek isteyen kişi, o kapıdan girmeli ve Hz. Ali aracılığıyla ilim öğrenmelidir.[332] [333]

Ahiret

Nizâri İsmâiliğinde Ahiret hayatına iman etmek, inanç esasları içindedir. Ahiretin varlığına, cennet ve cehenneme, öldükten sonra yeniden dirilmeye iman etmek gerekmektedir. İnsanlar işledikleri iyi ve kötü amellerin karşılığını ahirette 335 mutlaka göreceklerdir.

Tevil

İsmâililiğin tarihi boyunca, tevil kullanılan bir yöntem olmuştur. Tevil, muhtemel başka bir anlama yorumlamak demektir. İsmâililiğe göre hakikate ulaşmanın tek yolu zahiri mananın, batıni olan anlamına ulaşmaktır. [334]

İsmâiliyye, ilim ve dinin zahir ve batın anlamlarının bulunduğunu savunurlar. Peygamberlerin, vahyi görünen manada tebliğ ettiklerini, imamların ise peygamberlerden aldıkları vahyin, tevilini elde ettiklerini iddia etmektedirler. Tevil; batın bir ilim olup, sosyal hayatı idare ve siyaset için en önemli metottur. Bu ilkeye göre tevil anlamından uzak durup sadece zahir yönüyle hareket etmek doğru değildir. Çünkü hakikate ancak tevil yoluyla ulaşılabilir. İsmâiliyye zahiri bırakıp daha çok tevil ile ilgilendiği için, batını ön plana çıkardığı için Batıniyye olarak da isimlendirilmiştir.[335]

Velayet

Velayet, Hz. Peygamber ve ailesinden gelen imamların sevilmesi anlamına gelmektedir. “Nizâriler, şehadet kelimesine “Ali Allah’ın velisi ve nebinin vasisidir” şeklinde bir ilavede bulunmuşlardır. Bu durumda peygamber için sabit olan hususlar Ali ve evladı için de sabit olmaktadır. Kalbi ibadet demek olan velayet, özellikle peygamber ailesinin beş ferdine, Hz. Peygamber dahil, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’e büyük bir muhabbet beslemek ve Hz. Peygamber’in neslini hidayet nuru ve tek hakikat rehberi tanımak, dolayısıyla hazır imamı sevmek ve ona bütün gönlü ile bağlanmaktır. Ehli Beyt ve imama candan bağlanmak yanında, onlara karşı çıkanlara düşman olmak, onlarla her türlü ilgisini kesmek de velayetin gereklerindendir. Bundan dolayı Ali ve neslinden gelen imamlara düşman olanlarla dost olmak ve iyi ilişkiler kurmak velayetle katiyen bağdaşmayacak bir husustur.”[336] Ehl-i Beyt sevgisi aynı zamanda Ağa Han Nizâri İsmâililer’inde Panjtan-i Pak ianancı olarak da ifade edilmektedir. Bu beş kişiye saygı gösterir ve sevgi beslerler.[337]

Namaz

Ağa Han İsmâililiğe göre namaz, dua olarak kabul edilmektedir. Bir kısım namazlar cemaat halinde kılınabileceği gibi bir kısmı da tek başına evde yapılabilir. Namaz vakitleri; Sabah Duası, Akşam Duası ve Yatsı Duası şeklindedir. Sabah Duası; Sabahları saat 4-5 arasında cemaat ile gerçekleştirilen, kıble olarak imamın bulunduğu yöne çevrilerek gerçekleştirilir. Akşam Duası; güneş battıktan sonra gerçekleştirilir. Yatsı Duası; yatmadan önce gece 8-9 arasında yapılır. Bütün dualar oturularak yerine getirilir. Duayı muhi adını alan kişi yönetir. Muhi okunması gereken duaları cemaatin duyabileceği şekilde okur, cemaat de duaya zihnen katılırlar. Duaların kendisine yapıldığı hazır imam ismi anılınca muhi öne doğru eğilir, yerde bulunan tespih veya Kerbela toprağı üzerine secde eder. Böylece dua bitirilir. [338]

Namazlarda Ağa Han’a ibadetlerinin kabul edilmesini ve günahlarının affedilmesi için dua ederler. Duaların sonunda Kerbela toprağından yapılmış teşbihle pirlerinin adını zikrederler. Günlük dualarından başka bir de Yeni Ay, Muharrem ve Ramazan duaları da vardır.[339]

Oruç

Oruç, ibadeti Nizâri İsmâiliğinde diğer Müslüman cemaatlerin uygulamasından oldukça farklıdır. Nizâri İsmâiliğine göre oruç tevil edilmiş ve sır saklamak olarak kabul edilmiştir. Yine buna bağlı olarak bir gelenek olarak Ramazan ayından oruç ibadetini sürdürüp bir ay olarak oruç tutmanın gerekmediğini savunurlar. [340]

Zekat

Nizâri İsmâili mezhebinde zekat; imamın bilinmesi ve emirlerinin yerine getirilmesi, Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesi ve yasaklarından uzak durulması, imama uymak ve emirlerini yerine getirmek de imanın gereklerindendir. Zekat ibadeti, daha çok kime verileceği ile ilgili hususta önem arz etmiştir. Zekatın imama verilmesi esastır. Toplanan bütün zekat gelirleri imamın şahsına aittir. Özellikle Ağa Hanlar döneminde daha sistemli bir hale gelmiştir. Zekat oranı başlarda 1/10 şeklinde toplanırken sonraları 1/8’e kadar yükseltilmiştir. Zekatını imama verenlerin, dünya hayatında başarılı ve mutlu olacağı, ahirette ise mutlak kurtuluşa ereceğine inanılmaktadır. Zekatını vermek istemeyenler ise mezhep içerisinde dışlanmışlardır.[341]

Hac

Hac ibadeti, Nizâri İsmâiliğinde imamı ziyaret etmek olarak kabul edilmiştir. Mekke’de bulunan Kabe’nin ziyaret edilmesi olarak değil de hazır imamın bulunduğu yeri ziyaret etmek esastır. Buna göre cemaat mensupları titizlikle bu ibadeti yerine getirmişlerdir. Özellikle Ağa Hanlar döneminde sistemli hale gelmiş olan bu ibadet, bir nevi imamın ilahlaştırılmasına neden olmuştur. Buna rağmen İran’da bulunan Nizâriler ise bu anlayışa katılmayıp, herkes tarafından yerine getirilemeyecek bir ibadet olarak kabul ederler. [342]

Cihad

Cihad, Nizâri İsmâiliğinde eski anlamını kaybetmiş ve yeni bir anlam kazanmıştır. Sadece kişi veya mezhep içi bir faaliyet olarak kabul edilmiştir. Şahısların kendi nefisleri içinde gerçekleştirdikleri doğru yolda kalabilme çabasıdır. İsmâiliye’nin inançlarını savunmak ve başkalarına kabul ettirmek için kurmuş olduğu teşkilat, bütünüyle cihad anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayış özellikle Alamut evresinde kendini göstermiştir.[343] Alamut döneminde kurduğu terör teşkilatı nedeniyle tanınan Ağa Han Nizarî İsmailîler’i günümüzdeyse sadece vakıflar ve hayırsever kuruluşlardan oluşan bir kurum olarak gözükmektedir.[344]

SONUÇ

Hasan Sabbâh, İsmâililik tarihine damga vurmuş şahsiyetlerden biridir. Fâtımî Halifesi Müstansır Billâh’ın ölümünden sonra Fâtımî İsmâililiği içerisinde ortaya çıkan hilafet tartışmalarında halifenin büyük oğlu Nizâr’ı destekleyerek ve onun imametini ilan ederek Nizâri İsmâililiğini kurmuştur. Onun bu faaliyeti gerek İsmâililiğin ve gerekse İslam tarihinin seyrini etkileyecek önemli neticeler ortaya çıkarmıştır.

Hasan Sabbâh daha çok kurmuş olduğu terör örgütü ile tanınmıştır. Bu örgütün temel taşlarını ise “fedâîler” oluşturmaktadır. Fedâîlerin gözlerini kırpmadan ölüme atlayacak kadar Hasan Sabbâh’a olan bağlılıkları farklı yorumlamalara sebebiyet vermiştir. Fırkanın kendi kaynaklarında bu durumun sebebi olarak “İmama olan sadakat” gösterilmektedir.

Ancak fırka dışı kaynaklarda yer alan bazı rivayetlerin desteklediği Hasan Sabbâh’ın fedâîlerine haşhaş adı verilen uyuşturucu madde içirdikten sonra onları Alamut Kalesi içerisinde tesis ettiği “sahte cennet”e gönderdiği konu edilmiştir. Oldukça iyi eğitimli Huri ve Gılmanlar burada bulunan fedâîleri son derece mutlu ettiği, ardından fedâîlere yeniden haşhaş verilmiş ve normal hayata geri gönderildikleri ifade edilmiştir. Fedâîler’in uyuşturucunun etkisiyle cennete gittiğini düşünerek oraya tekrar girmek için Hasan Sabbâh’ın bütün emirlerini gözlerini kırpmadan yerine getirdikleri rivayet edilmiştir. Bu rivayetin genel kabul görmesinin sebebi ise fedâîlerin faaliyetlerinin aklı başında insanların yerine getirmesinin imkânsız olduğu düşüncesidir. Yine bu rivayet fırkanın “Haşhaşiler” olarak isimlendirilmesinin de temelini oluşturmuştur.

Ancak yaptığımız araştırma neticesinde edindiğimiz bilgilerden yola çıkarak Hasan Sabbâh’ın fedâîlerine ne haşhaş içirdiği ne de sahte cennete gönderdiğine dair kesin bir bilgiye rastlanmamıştır. Bütün bu rivayetlerin çalışma içerisinde incelediğimiz kaynaklar neticesinde birer uydurmadan ibaret olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayız. Fedâîlerin kendilerini ölüme götüren görevlere bu kadar istekli olarak hareket etmeleri pek akıl alır bir düşünce gibi görünmese de, Hasan Sabbâh’ın fedâîleri üzerinde derin tesirler bıraktığı kuşkusuzdur. Nitekim onlara haşhaş içirmesine gerek kalmadan istediklerini yaptıracak güce sahip olduğu görülmektedir.

Hasan Sabbâh, Nizâri İsmâililik içerisinde savunduğu görüşlerle de farklılık ortaya koymuştur. Nizâri İsmâililiğe göre, Allah ancak imamın öğretmesi ile veya akıl ve düşünce yolu ile bilinebilir. İmam vahyi ve aklı doğrulayabilir ve bunu yalnızca İsmâili imam yani gerçek imam yapabilir. İnsan talim öğretisinin peşinden gitmelidir.

Hasan Sabbâh, yaşadığı süre içerisinde imam olduğunu asla iddia etmemiş, sadece imamın bir temsilcisi yani hücceti olduğunu öne sürmüştür. Kendisinin geçmişteki imamlar ile gelecekteki imamlar arasındaki bir bağ olduğunu söylemiştir. Nizâr adına davette bulunması onun kendi adına zaten bir imamlık iddiadında bulunmadığını göstermektedir. Hasân Sabbâh Alamut Kalesi’ni ele geçirmiş ve Nizâr adına davette bulunmaya devam etmiştir. Sahip olduğu gücü ve adamları kullanarak pekala kendi imamlığını ilan edebilirdi ancak bunu yapmamıştır.

Hasan Sabbâh sonrasında ise Alamut’un yönetimi üç döneme ayrılmaktadır. Bu dönemler Nizârilerin geçirmiş olduğu değişim süreci bakımından önem arz etmektedir. Hasan Sabbâh’tan sonra gelen iki Hüdavend Kiya Bozorg Ümid ve Muhammed Bozorg Ümid, Hasan’ın kurmuş olduğu sisteme bağlı kalmış ve kendilerini huccet olarak tanıtmışlardır. Fakat onlardan sonra gelen iki halef Nizâri İsmâililiğin seyrini değiştirmişlerdir. Muhtemelen sahip oldukları güç onların başlarını döndürmüştür.

II. Hasan b. Muhammed kıyameti ilan etmiş ve müritleri üzerinden dinin sorumluluklarını açıkça kaldırmıştır. Onun oğlu Nurettin II. Muhammed ise babasının fikirlerini iki yönden değiştirmiştir. Babası ve kendisi adına açıkça imamlık iddiasında bulunmuş ve imamı kıyamet öğretisinin merkezine yerleştirmiştir. Bu da gösteriyor ki bu iki hüdavend kendileri tek başlarına hakimiyetlerini sergilemek istemiştir. Celaleddin III. Hasan ise yeniden Sünniliğe geçiş yapmış ve yeni bir setr dönemini başlatmıştır. Celaleddin’in oğlu olan Aleaddin III. Muhammed döneminde ise Nizâriler İsmâili inanışına yeniden geri dönüş yapmış, böylece ikinci kıyamet dönemine girmişlerdir. Rükneddin Hürşah döneminde de yine ikinci kıyamet dönemi devam etmiştir. Alamut Kalesinin Moğol hükümdarı Hülâgû Han tarafından ele geçirilmesine kadar süren dönemlerde Nizârilerin geçirdiği değişim süreci bu şekilde gerçekleşmiştir. Hasân Sabbâh sonrasında Alamut Kalesi’ne hakim olanlar yaşadıkları dönemi içerisinde farklı düşünme eğilimleri göstermiştir.

Alamut sonrasında ise Nizâri İsmâilileri kendi içinde bölünmeler yaşamış ancak buna rağmen varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Varlığını devam ettirmesini sağlayan şey ise takiyye altına gizlenmeleri olmuştur. Tasavvufi bir örtüye bürünen Nizâriler uzun bir süre merkezi yönetimden uzak kalmıştır. Bu dönem içerisinde geçirdikleri süreç hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmaya çalışmak, bu nedenle oldukça zordur. Yaklaşık iki yüzyıl süren bu dönemde Nizâriler, Müminşahîler ve Kasımşahîler olarak bölünmeler yaşamıştır. Müminşahîler’in, Hindistan’a göç etmesi ile birlikte birbirlerinden kopmuş ve 13/19. yüzyılda ortadan kalkmışlardır. Kasımşahîler ise Encudan’a göç ile birlikte Nizâriler için yeni bir dönemi başlatmıştır. Encudan Diriliş Dönemi olarak ele aldığımız bu dönem, II. Mustansır Billah zamanında gerçekleşmiştir. II. Mustansır Billah yeniden Nizârileri merkezi bir yönetim altında toplamayı başarmıştır. Buna rağmen Nizâri imamları halen takiyye uygulamaya devam etmişlerdir. Bu dönem içerisinde Nimetullahi tarikatı ile yakın ilişkiler kurduğu bilinmektedir.

Alamut sonrası Nizâri İsmâililiğinin üçüncü dönemi ise Ağa Han Dönemi olarak isimlendirilmektedir. Bu dönemde Nizâriler oldukça etkin faaliyetler gerçekleştirmiştir. Nitekim günümüze kadar devam eden sistemli bir mezhep haline gelmişlerdir. Ağa Han İsmâililerinin ilk imamı olarak bilinen Hasan Ali Şah, Kaçar hanedanlığı ile kurmuş olduğu iyi ilişkiler neticesinde “Ağa Han” unvanını almıştır. Hasan Ali Şah’tan sonra gelen imamlarda bu unvanı kullanmaya devam etmişlerdir. Ağa Han imamları arasında III. Ağa Han ve IV. Ağa Han’ın oldukça önemli bir yeri vardır. III. Ağa Han Sultan Muhammed Şah, Ağa Han Nizâriliği mezhebini sistemli bir hale getirmiş, bütün müntesiplerinin eğitim ve kültür seviyelerinin artması için yeni okullar açmış ve kurumlar kurmuştur. Bu bakımdan Ağa Hanlar’ın gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler günümüzde devamlılığını sağlamasına neden olmuştur. Gerçekleştirmiş oldukları faaliyetler ve açmış oldukları kurumlar bakımından oldukça önem arz etmektedirler. Mezhebin öğretilerinin yazılı olduğu bir belge düzenleyip yayınlayarak, Nizâriliğin Hindistan’da resmi bir statü kazanmasını sağlamıştır.


KAYNAKÇA

Adıgüzel, Adnan. “Mehmet Şerefeddin Yaltkaya’nın Fâtımîler ve Hasan Sabbâh Başlıklı Makalesinin Sadeleştirilmesi”. e-Şarkiyat ilmi Araştırmalar Dergisi 12 (Kasım 2014): 187-220.

Amir, Pol. Alamut’un Efendisi Hasan Sabbâh. Trc: Fahri Parin. İstanbul:Truva Yayınları, 2017.

Anıl, Yaşar Şahin. Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü. Ankara: Panama Yayıncılık, 2014.

Araycan, Ayşe Atıcı. Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût. İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2014.

Ateş, Ahmet. “Bâtıniyye”, İslam Ansiklopedisi. 2: 341-342. MEB Yayınları, 1997.

Ay, Zahide. Ortaçağ İranı’nda ve Anadolusu’nda Şiîlik İzlerinin Arka Planı: Alamut Sonrası Nizârîİsmâilîliği. İstanbul: Önsöz Yayıncılık, 2012.

Aylar, Mustafa. “Hasan Sabbâhve Cemi’t-Tevârih, Tarih-i İsmâilîyân’da Onun Döneminde Öldürülenler” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10/52 (Ekim 2017): 325-334.

Bartol, Wladimir. Fedailerin Kalesi Alamut, Trc: Atilla Dirim. Yurt Yayınları.

Betlik, Ali. Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi. İstanbul: Kamer Yayınları, 2017.

Bulut, Faik. Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabbâh Gerçeği. İstanbul: Berfin Yayınları, 2014.

Cüveyni, Alaaddin Ata Melik. Tarih-i Cühan Güşa, Trc: Mürsel Öztürk. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2013.

Çubukçu, İbrahim Agah. Gazali ve Bâtınîlik. Ankara: Resimli Posta Matbaası, 1964.

Çubukçu, İbrahim Agah-Çağatay, Neşet. İslam Mezhepleri Tarihi. Ankara: Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1965.

Daftary, Farhad. Alamut Efsaneleri. Trc: Özgür Çelebi. Ankara: Yurt Kitap- Yayın, 2008.

Daftary, Farhad. İsmâililer Tarihleri ve Öğretileri. Trc. Erdal Toprak. İstanbul: Doruk Yayımcılık, 2005.

Daftary, Farhad. Şii İslam Tarihi, Trc. Ahmet Fethi. İstanbul: Alfa Yayınları, 2016.

eş-Şehristânî, Muhammad. el-Milel Ven’n-Nihal, Trc. Mustafa Öz. İstanbul: Litera Yayıncılık, 2011.

Fazlullah, Reşidü’d-dîn. Cami’üt-Tevarih, Trc. Erkan Göksu- H. Hüseyin Güneş. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014.

Franzıus, Enno. “Alamut Kalesi”, Trc. Süleyman Tülücü. EKEV Akademi Dergisi 2/2 (Mayıs 2010): 77-83.

Gazâlî. Bâtınîliğin İçyüzü, Trc. Avni İlhan. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2019.

Gener, Cihangir. Ezotenik-Bâtıni Doktrinler Tarihi. Ankara: Piramit Yayınları, 2004.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik. İstanbul: Kapı Yayınları, 1979.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul: İnkılâp Yayınları, 2016.

Kadyrov, Mederbek. Ağa Han Ismâilileri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2009.

Kaygusuz, İsmâil. Hasan Sabbâh ve Alamut. İstanbul: Su Yayınevi, 2012.

Lewis, Bernard. Haşhaşîler. Trc. Kemal Sarısözen. İstanbul: Kapı Yayınları, 2016.

Lewis, Bernard. Ortadoğu, Trc. Selin Y Kölat. İstanbul: Arkadaş Yayınları, 2003.

Lewis, Bernard. Tarih-i İsmâiliyan, Trc. Ferudun Bedrey. Tahran: h. 1362.

Lockhart, Laurence. “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, Trc: Süleyman Tülücü. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (2006): 213-240.

Maalouf, Amin. Semerkant, Trc. Ali Berkay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.

Ocak, Ahmet. “Bir Terör Örgütü Olarak “Bâtınilik” ve Selçuklu Ülkesindeki Faaliyetleri”, Dini Araştırmalar 7/20:163-178.

Öz, Mustafa. “Ağa Han”, DİA, 1: 453-455. İstanbul: TDV Yayınları, 1988.

Öz, Musafa. “Dâî”, DİA, 8: 420-421. İstanbul: TDV Yayınları, 1993.

Öz, Mustafa. “İsmâiliyye”, DİA, 23: 128-133. İstanbul: TDV Yayınları, 2001.

Öz, Mustafa. “İsmâililyye Mezhebi”, Milletler Arası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, 605-645, İstanbul: İlmi Neşriyat, 1993.

Öz, Mustafa. “Müsta’liyye”, DİA, 32: 116-118. İstanbul: TDV Yayınları, 2006.

Öz, Mustafa. Nizâri İsmâili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1986.

Öz, Mustafa. “ Nizâriyye”, DİA, 33: 200-201. İstanbul: TDV Yayınları, 2007.

Özaydın, Abdülkerim. “Alamut”, DİA, 2: 336-337. İstanbul: TDV Yayınları, 1989

Özaydın, Abdülkerim. “Hasan Sabbâh”, DİA, 16: 347-350.İstanbul: TDV

Yayınları, 1997.

Özaydın, Abdülkerim. “Hasan Sabbâh ve Fedâîler”, Dm ve Hayat 15, (2012): 102-103.

Özaydın, Abdülkerim. “Müstansır-Billâh el-Fâtımî”, DİA, 32: 119-121.

İstanbul: TDV Yayınları, 2006.

Özaydın, Abdülkerim. “Nizâmülmülk” DİA, 33: 194-196. İstanbul: TDV

Yayınları, 2007.

Piyadeoğlu, Cihan. “Selçuklu ve İsmâilî Kalesi Girdkûh” Türkiye Mecmuası 27/1 (2017): 249-257.

Polo, Marco. Dünyanın Hikaye Ediliş Tarihi (Harikalar Kitabı 1). Trc: Işık Ergüden. İstanbul: İthaki Yayınları, 2003.

Rahman, Fazlur. İslam. Trc: Mehmet Dağ, Mehmet Aydın. Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2012.

Şah, Sultan Muhammed. Ekselansları Ağa Han İmam, Politikacı, Filozof, Dost, Trc: Zeynep Özbek, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2005.

Şahmuradî, Seyit Mesut. "İsmâiliyye'yi Nizarî Muhammed Şâhî ve Kasım Şâhî İran der Devran-ı Safeviyye", Fasılnâmey'i İlm-i Pozuhiş-i Tarihi İslam, 19/74, (Yaz, 2018): 242- 271.

Şarahî İsmail, Şirzad Gülam ve Sedat Seyit Muhammed. "Sangi Nevişte Hay'i Mantıka'i Haftad Kale ve İrtibat ânhâ ba Tarihi İsmâiliyan-ı Encudan", Neşriyye'yi İlmi Tahassüsi Ferhang-i Pozuhî Merkezi, 1/2 (Sonbahar, 2013): 162-175.

Şentürk, Onur Kutlu. “Lemser Kalesi’nin Kurtarılmasından (İsmâilîler Tarafından Alınmasından) Bahistir”. Tarih Okulu 8 (Eylül-Arallık 2010): 169-171.

Şentürk, Onur Kutlu. “Ortaçağ Nizâri İsmâilîler’de Fedâîlik Kurumu”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 2012.

Tan, Muzaffer. “İsmâili Davet: Sosyo-Politik Gelişim Süreci”. Dini Araştırmalar 18/47 (Temmuz-Aralık 2015): 79-95.

Tan, Muzaffer. “İsmâililik:Eski ve Yeni Davet”, Dini Araştırmalar 9/25 (Mayıs-Ağustos 2006): 281-294.

Tan, Muzaffer. Haşşâşîliğin Tarihsel Arka Planı. Ankara: Maarif Mektepleri, 2017.

Tan, Muzaffer. “Tarihsel Süreçte İsmâililik ve Yaşadığı Farklılaşmalar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi 17/2 (2012): 111-145.

Tülücü, Süleyman. “Ahmet Mithat Efendi’nin Süleyman Musulî (Musullu Süleyman) adlı Romanında Hasan-ı Sabbâh ve Bâtınilerle İlgili Bilgiler”, Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi14 (Erzurum 1999): 25-45.

Tülücü, Süleyman. “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (Erzurum 2006): 213-240.

Türkoğlu, Enes. Hasan Sabbâh, Ankara: Tutku Yayınevi, 2017.

Üzüm, İlyas. “Huccet”, DİA, 18: 451-452. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

Waterson, James. Alamut’unFedaileri. İstanbul: İkon Yayınları, 2011.

Willey, Peter. AlamutKalesi. Trc: İlhan Kaya. İstanbul: Nokta Kitap, 2012.

Yazıcı, Tahsin. “Fedâî”, DİA, 13: 53. İstanbul: TDV Yayınları, 1996.

Yuvalı, Abdülkadir. “Hülâgû”, DİA, 18: 473-475. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

 



[1] Bk. Farhad Daftary, İsmâililer Tarihleri ve Öğretileri, trc. Erdal Toprak, (İstanbul: Doruk Yayınları, 2005), 459.

[2] Bk. Mustafa Öz, “ Nizâriyye”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları 2007), 33: 200.

[3] Bk. İbrahim Agah Çubukçu, Gazali ve Bâtınîlik, (Ankara: Resimli Posta Matbaası, 1964), 40.

[4] Bk. Şehristani, Milel ve Nihal, trc. Mustafa Öz, (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2011), 175.

[5] Bk. Ayşe Atıcı Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, (İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2014),12.

[6] Bk. İbrahim Agah Çubukçu-Neşet Çağatay, İslam Mezhepleri Tarihi /Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,1965), 69.

[7]  Bk. Muzaffer Tan, “Tarihsel Süreçte İsmâililik ve Yaşadığı Farklılaşmalar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi,17: 2, (2012), 134.

[8] Bk. Cihangir Gener, Ezotenik-Bâtıni Doktrinler Tarihi, (Ankara: Piramit Yayınları, 2004), 204.

[9]  Bk. Mustafa Aylar, “Hasan Sabbâh ve Cami’t-Tevârih, Tarih-i İsmâilîyân’da Onun Döneminde Öldürülenler” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10/52, (Ekim 2017): 328.

[10] Bk. Mustafa Öz, “Müsta’liyye”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 2006), 116.

[11] Bk. Onur Kutlu Şentürk, Ortaçağ Nizâri İsmâilîler ’de Fedâilik Kurumu, (Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 2012), 92.

[12] Bk. Yazıcı, “Fidâî”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları 1996), 13: 53; Pol Amir, Alamut’un Efendisi Hasan Sabbâh, trc. Fahri Parin, (İstanbul: Truva Yayınları, 2017), 128.

[13] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 13.

[14] Bk. Bernard Lewis, Ortadoğu, trc. Selin Y Kölat, (İstanbul: Arkadaş Yayınları, 2003), 119.

[15] Bk. Lewis, Haşhaşîler, trc. Kemal Sarısözen, (Ankara: Kapı Yayınları, 2016), 29.

[16] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 33.

[17] Bk. Muzaffer Tan, Haşşâşîliğin Tarihsel Arka Planı, (Ankara: Maarif Mektepleri 2017), 8.

[18] Bk. Ayşe Atıcı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ’nda Bâtınî Hareketi, (Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2005), 35-36.

[19] Bk. Atıcı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ’nda Bâtınî Hareketi, 35-36.

[20] Bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Türkiye ’de Mezhepler ve Tarikatlar, 7.Baskı (İstanbul: İnkılâp Yayınları, 2016), 116.

[21] Bk. Atıcı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ’nda Bâtınî Hareketi, 63-64; Kaleler hakkında detaylı bilgi için bk. Peter Willey, AlamutKalesi, 2.Baskı (İstanbul: Nokta Kitap, 2012), 9-295.

[22] Bk. Abdülkerim Özaydın, “Hasan Sabbâh ve Fidâîler”, Din ve Hayat, 15, (2012): 102.

[23] Bk. Ahmet Ocak, “Bir Terör Örgütü Olarak “Bâtınilik” ve Selçuklu Ülkesindeki Faaliyetleri”, Dini Araştırmalar, 7/20: 172.

[24] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 347.

[25] Bk. Alaaddin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, trc: Mürsel Öztürk, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2013), 546; Özaydın, “Hasan Sabbâh'. 16: 347.

[26] Bk. Daftary, İsmâililer, 475.

[27] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 545; Bernard Lewis, Haşhaşîler, 72.

[28] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 28.

[29]  İlhanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı (1256-1265). Bk. Abdülkadir Yuvalı, “Hülâgû”, DİA,(İstanbul: TDV Yayınları, 2003), 18: 473-475.

[30] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 451-655; Laurence Lockhart, “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, trc. Süleyman Tülücü, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 26, (2006): 216;

[31] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh". 16: 347-350.

[32] Bk. Özaydın, '"Hasan Sabbâh", 16: 347.

[33] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 72.

[34] Zerrab, para basan manasına gelir. Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 547.

[35] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 73.

[36] Bk. Lockhart, "Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, 218.

[37] Bk. Farhad Daftary, Alamut Efsaneleri, (Ankara: Yurt Kitap-Yayın, 2008), 56: Lewis, Haşhaşîler, 74.

[38] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 106.

[39] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh'”, 16: 348.

[40] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 107.

[41] Bk. Daftary, İsmâililer, 514.

[42]  Bk. Muzaffer Tan, “İsmâililik: Eski ve Yeni Davet”, Dini Araştırmalar 9/25,( Mayıs-Ağustos 2006):291.

[43] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh" 16: 348.

[44] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 107; Daftary, İsmâililer, 513-514; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 557.

[45]  Girdkuh kalesi hakkında detaylı bilgiler için bk. Cihan Piyadeoğlu, “Selçuklu ve İsmâilî Kalesi Girdkûh” Türkiye Mecmuası, 27/1, (2017): 249-257.

[46] Bk. Daftary, İsmâililer, 514; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 558.

[47] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 107.

[48] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 557.

[49] Bk. Yaşar Şahin Anıl, Hasan Sabbah ve Alamut Terörü, (Ankara: Panama Yayıncılık, 2014), 268­270.

[50] Bk. Anıl, Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü, 265.

[51] Bk. James Waterson, Alamut’un Fedaileri, (İstanbul: İkon Yayınları, 2011), 118.

[52] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560.

[53] Bk. Daftary, İsmâililer, 514.

[54] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 552.

[55] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 108.

[56] Bk. Şehristani, Milel ve Nihal, 175.

[57] Şîa literatüründe genellikle imam ve ondan sonra en yetkili kişi anlamında kullanılan bir terim. Bk. İlyas Üzüm, “Hüccet”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları 1998), 18: 451-452.

[58]  Dâi; insanları kendi dini veya mezhebine çağıran kişi demektir. Allah’a çağıran manasında Hz. Peygamber’e nispetle kullanılan dâi kelimesi, daha çok İsmâililerde kullanılmıştır. Bk: Mustafa Öz,“Dâi”, DİA, (İstanbul: TDV Yayınları 1993), 8: 420. Dâilerin genel özellikleri için bk. Muzaffer Tan, “İsmâili Davet: Sosyo-Politik Gelişim Süreci”, Dini Araştırmalar, 18/47, (Temmuz-Aralık 2015): 91-93.

[59] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 107.

[60] Bk. Anıl, Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü, 24.

[61] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh” 16: 348.

[62]  Bk. Anıl, Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü, 280; Ateş, “Batıniyye” İslam Ansiklopedisi, (MEB Yayınları, 1997), 2: 339.

[63] Bk. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, 230-241; Ateş, “Bâtınîyye”, 2: 341-342; Anıl, Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü, 282-284.

[64] Bk. Enes Türkoğlu, Hasan Sabbâh, (Ankara: Tutku Yayınevi, 2017), 19.

[65] Bk. Lockhart, “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, 218.

[66] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 29-30.

[67] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 75.

[68] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh” 16: 347-350.

[69] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 76.

[70]  Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh”, 16: 347-350; Ayşe Atıcı Araycan kaynaklarda farklı rivayetlerin bulunmasından yola çıkarak Hasan Sabbâh’ın, el-Müstansır ile görüşüp görüşmediğinden emin olmadığını belirtmektedir. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 29-30.

[71] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh". 16: 347-350.

[72] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 548.

[73] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 31.

[74] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 76-77; Daftary, İsmâililer, 477; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa 548.

[75] Ebû Alî Kıvâmüddîn (Gıyâsüddevle, Şemsülmille) Hasen b. Alî b. İshâk et-Tûs. Büyük Selçuklu veziri, Ortaçağ İslâm dünyasının en başarılı devlet adamlarından. Bk. Abdülkerim Özaydın, “Nizâmülmülk” DİA, (İstanbul: TDV Yayınları 2007), 33: 194-196.

[76] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 32-33.

[77] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 27.

[78] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 347-350.

[79] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 143.

[80] Bk. Daftary, İsmâililer, 481; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 553.

[81] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 555; Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, s. 33.

[82]  Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 33-34; Lockhart, “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, 218.

[83] Bk. Mustafa Öz, “ Nizâriyye”, 33: 200.

[84] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 79.

[85] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 80; Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 336; Willey, AlamutKalesi, 198-199.

[86] Bk. Lockhart, “Hasan-ı Sabbâh ve Haşîşîler”, 219.

[87] Bk. Daftary, İsmâililer, 479.

[88] Bk. Özaydın, '“Hasan Sabbâh". 16: 337.

[89] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 550.

[90] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560; Lewis, Haşhaşîler, 81.

[91] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 347-350.

[92] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh". 16: 337.

[93]  Bk. Adnan Adıgüzel,“Mehmet Şerefeddin Yaltkaya’nın Fâtımîler ve Hasan Sabbâh Başlıklı Makalesinin Sadeleştirilmesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 12 (Kasım 2014?: 208.

[94] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh ve Fidâîler”, 102.

[95] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh”, 16: 348.

[96] Bk. Özaydın, '"Hasan Sabbâh”, 16: 348.

[97] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 84.

[98] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 92.

[99] Bk. Yazıcı, "Fidâî”, 53; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 555.

[100] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh". 16: 348.

[101] Bk. Özaydın, '"Hasan Sabbâh', 16: 348.

[102] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 33.

[103] Bk. Ali Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, (İstanbul: Kamer Yayınları, 2017), 132.

[104] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 139.

[105] Bk. Faik Bulut, Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabah Gerçeği, 4.Baskı, (İstanbul: Berfin Yayınları, 2014), 106.

[106] Bk. Özaydın, "Hasan Sabbâh” 16: 348.

[107] Bk. İmam Gazâlî, Bâtınîliğin İçyüzü, trc. Avni İlhan (Ankara: TDV Yayınları 2019), 58-61.

[108] Bk. Anıl, Hasan Sabbâh ve Alamut Terörü, 280.

[109] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 43: Bk. Daftary, Alamut, 164.

[110] Bk. Marco Polo, Dünyanın Hikaye Ediliş Tarihi (Harikalar Kitabı 1) trc: Işık Ergüden ( İstanbul: İthaki Yayınları 2003), 118.

[111] Bk. Marco Polo, Dünyanın Hikaye Ediliş Tarihi (Harikalar Kitabı1), 119.

[112] Bk. Daftary, Alamut, 164.

[113] Bk. Bulut, Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabah Gerçeği, 55.

[114]   Bk. Onur Kutlu Şentürk, “Lemser Kalesini’nin Kurtarılmasından (İsmâilîler Tarafından Alınmasından) Bahistir”, Tarih Okulu 8, (Eylül-Arallık 2010): 169-171.

[115] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560.

[116] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 349.

[117] Bk. Şehristani, Milel ve Nihal, 175- 177.

[118] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh'. 16: 349.

[119] Bk. Daftary, İsmâililer, 515.

[120] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 349.

[121] Bk. Özaydın, “Hasan Sabbâh”, 16: 349.

[122] Bk. Ay, Alamut Sonrası Nizârîİsmâilîliği, 35.

[123] Bk. Daftary, İsmâililer, 472-473; Ay, Alamut Sonrası Nizârîİsmâilîliği, 32.

[124] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 85.

[125] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560.

[126] Bk. Waterson, Alamut’un Fedaileri, 157.

[127] Bk. Daftary, İsmâililer, 513: Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560.

[128] Bk. Ay, Alamut Sonrası Nizârîİsmâilîliği, 35.

[129] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 85; Türkoğlu, Hasan Sabbâh, 245.

[130] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 215.

[131] Cüveyni’nin eserinde bu süre 20 yıl olarak belirtilmektedir. Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 560.

[132] Bk. Daftary, İsmâililer, 519.

[133] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 217; Daftary, İsmâililer, 522.

[134] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 110.

[135] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 86; Türkoğlu, Hasan Sabbâh, 246.

[136] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 112.

[137] Bk. Daftary, İsmâililer, 532.

[138] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 112.

[139] Bk. Daftary, İsmâililer, 532.

[140] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 114.

[141] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 562.

[142] Bk. Daftary, İsmâililer, 534-535.

[143] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 115; Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 228.

[144] Bk. Daftary, İsmâililer, 534.

[145] Bk. Daftary, İsmâililer, 534-535.

[146] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 87.

[147] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 231.

[148] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 562-563; Daftary, İsmâililer, 534-535; Lewis, Haşhaşîler, 115­116.

[149] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 116.

[150] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 233.

[151] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 563.

[152] Bk. Daftary, İsmâililer, 539.

[153] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 563.

[154] Bk. Türkoğlu, Hasan Sabbâh, 255; Daftary, İsmâililer, 538.

[155] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 564.

[156] Bk. Waterson, Alamut’un Fedaileri, 213.

[157] Bk. Daftary, İsmâililer, 539.

[158] Bk. Ay, Alamut Sonrası Nizârîİsmâilîliği, 34.

[159] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 121.

[160] Bk. Daftary, İsmâililer, 539; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 565.

[161] Bk. Daftary, İsmâililer, 540.

[162] Bk. Daftary, Alamut, 71.

[163] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 121-122.

[164] Bk. Daftary, Ismâililer, 540; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 565.

[165] Bk. Daftary, Ismâililer, 541-542.

[166] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 87.

[167] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 89; Waterson, Alamut’un Fedaileri, 214;

Daftary, Ismâililer, 545; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 571.

[168]  Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 94. Ancak Nurettin II. Muhammed’in doğum tarihi Daftary’nin İsmâililer adlı eserinde Şevval 542/ Mart 1148 olarak geçmektedir. Bk. Daftary, İsmâililer, 546.

[169] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 94.

[170] Bk. Daftary, İsmâililer, 546.

[171] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 125; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 572.

[172] Bk. Daftary, İsmâililer, 546.

[173] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 91.

[174] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 253.

[175] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 91; Daftary, İsmâililer, 546.

[176] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 254.

[177] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 254; Daftary, İsmâililer, 547; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 567.

[178] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 254.

[179] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 94.

[180] Bk. Daftary, İsmâililer, 552.

[181] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 125.

[182] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 91.

[183] Bk. Waterson, Alamut’un Fedaileri, 217.

[184] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 92-93; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 573.

[185] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 129; Daftary, İsmâililer, 565; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 573.

[186] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 129; Daftary, İsmâililer, 565; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 573.

[187] Bk. Daftary, İsmâililer, 565; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 573.

[188] Bk. Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 95.

[189] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 128; Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 258; Daftary, İsmâililer, 566.

[190] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 258; Daftary, İsmâililer, 567.

[191] Bk. Waterson, Alamut’un Fedaileri, 218.

[192] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 131; Daftary, Ismâililer, 566; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 574.

[193] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 258; Daftary, İsmâililer, 566; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 575.

[194] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 258.

[195]  Daftary’nin eserinde ise Celaleddin III. Hasan’ın ölüm sebebi olarak dizanteri ifadesi yer almaktadır. Dizanteri bir tür kanlı ishal hastalığıdır. Bk. Daftary, İsmâililer, s. 569.

[196] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 134.

[197] Bk. Waterson, Alamut’un Fedaileri, 219.

[198] Bk. Daftary, İsmâililer, 569.

[199] Bk. Daftary, İsmâililer, 569; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 576.

[200] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 272.

[201] Bk. Kaygusuz, Hasan Sabbâh ve Alamut, 131; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 578.

[202] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri AlamutKalesi, 273-274; Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 576-577.

[203] Bk. Daftary, İsmâililer, 569.

[204] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 143.

[205] Bk. Daftary, İsmâililer, 572.

[206] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 144.

[207] Bk. Daftary, İsmâililer, 589.

[208] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 579.

[209] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 579.

[210] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 579.

[211] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 580.

[212] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 580.

[213] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 582.

[214] Bk, Araycan, Dağın Efsanesi Hasan Sabbâh ve Alamût, 105.

[215] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 583; Daftary, İsmâililer, 592.

[216] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 584 Lewis, Haşhaşîler, 149; Daftary, İsmâililer, 594.

[217] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 586; Daftary, İsmâililer, 594.

[218] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 586

[219] Bk. Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, 587.

[220] Bk. Betlik, Cennet’in Fedaileri Alamut Kalesi, 279.

[221] Bk. Daftary, İsmâililer, 595.

[222] Bk. Lewis, Haşhaşîler, 152.

[223] Bk. Daftary, İsmâililer, 597.

[224] Bk. Daftary, İsmâililer, 603.

[225] Bk. Daftary, İsmaililer, 605.

[226] Bk. Seyit Mesut Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, Fasılnameîİlmi- Pozuhişı Tarih İslam, 19/74 ( Yaz 2018): 242.

[227] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243.

[228] Bk. Daftary, İsmaililer, 605.

[229] Bk. Daftary, İsmaililer, 606.

[230] Bk. Bernard Lewis, Tarih-ı İsmailiyan, trc. Fereydun Bedrey’i, Tüs Yayın evi, (Tahran, h, 1362) 251: Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243.

[231] Bk. Daftary, İsmaililer, 606; Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243.

[232] Bk. Encudan, Irak Merkezinin 36 km güneybatısında olan bir kasabanın adıdır. Bu bölgenin ismi eskiden “Enkuvan” “Enkıdan” olduğu bildirilmektedir. Fakat rivayet edilen bilgiye göre Kasım Şahiler’in ikamet etmelerinden sonra bu bölgenin ismi “Encudan” şeklinde olmuştur. Adı geçen bölge Kasım Şahiler’in en önemli merkezlerindendir. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 244: İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, Neşeriyye’yi İlmi- Tahassüsî Farhang Pözuhî Merkezî, 1/2 (sonbahar 2013): 162, 165.

[233]  Bk. Daftary, İsmaililer, 607: İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 163.

[234] Bk. İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka’i Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 175.

[235] Bk. Daftary, İsmaililer, 608-609.

[236] Bk. Daftary, İsmaililer, 615.

[237]Bk. Daftary, İsmaililer, 615.

[238] Bk. İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka’i Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 162.

[239] Bk. Daftary, İsmaililer, 616.

[240] Bk. Daftary, İsmaililer, 617.

[241] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243.

[242] Bk. Daftary, İsmaililer, 618-619; Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243.

[243] Bk. Daftary, İsmaililer, 619.

[244] Bk. Daftary, Ismaililer, 619.

[245] Bk. Daftary, İsmailier, 620.

[246] Bk. Daftary, İsmailier, 620.

[247] Bk. Daftary, Ismailier, 621-622.

[248] Bk. Daftary, İsmailier, 621-622.

[249] Bk. Daftary, İsmailier, 622-623.

[250] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 243-244.

[251] Bk. Daftary, İsmailier, 623.

[252] Bk. Daftary, İsmailier, 624.

[253] Bk. Farhad Daftary, Şii İslam Tarihi, (İstanbul: Alfa Yayınları, 2016), 176.

[254] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 263.

[255] Bk. Daftary, İsmaililer, 607; Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 271.

[256] Bk. İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 163.

[257] Bk. Daftary, İsmaililer, 634; İsmail Şarahî, Gülam, Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 163.

[258] Bk. Daftary, İsmaililer, 634; İsmail Şarahî, Gülam, Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 163.

[259] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 252.

[260] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 246.

[261]          Bk. Daftary, İsmaililer, 644.

[262] Bk. İsmail Şarahî, Gülam Şirzad ve Seyit Muhammed Sadat, “Sangı Nevişte Hayi Mantıka Haftad Kale ve İrtibat Ânha ba Tarih İsmailiyanı Encudan”, 174.

[263] Bk. Daftary, İsmaililer, 644-645.

[264] Bk. Daftary, İsmaililer, 347.

[265] Bk. Daftary, İsmaililer, 648; Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 262-263.

[266] Bk. Şahmuradî, “İsmailiyye’yi Nizarî Muhammed Şahî ve Kasım Şahî İran Der Davran Safeviyye”, 268.

[267] Bk. Daftary, İsmaililer, 649.

[268] Bk. Daftary, İsmaililer, 650.

[269] Bk. Daftary, İsmaililer, 650.

[270] Bk. Daftary, İsmaililer, 651.

[271] Bk. Daftary, İsmaililer, 651-652.

[272] Bk. Daftary, İsmaililer, 652.

[273] Bk. Mederbek Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, (Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2009), 28.

[274] XIX.yüzyıl başlarından itibaren Nizari İsmaili mezhebinin son dört imamı için kullanılan unvan. Detaylı bilgi için bk; Mustafa Öz, “Ağa Han”, DİA,( İstanbul: TDV Yayınları, 1988), 1: 453-455.

[275] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 26.

[276] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 26, Daftary, Şii İslam Tarihi, 182.

[277] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 28.

[278] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 29.

[279] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 30; Daftary, İsmaililer, 686; Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi(Doktora Tezi/Marmara Üniversitesi, 1986), 24-25.

[280] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 31.

[281] Bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, (İstanbul: Kapı Yayınları, 2016), 84.

[282] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 31-32.

[283] Kirman’da, Hasan Ali Şah’ın çok sayıda taraftarının bulunduğu yer. Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 32.

[284] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 33. Daftary, İsmaililer, 690.

[285] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 34.

[286] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 36.

[287] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 37.

[288] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 40-41.

[289] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 38; Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 39.

[290] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri,41.

[291] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han: İmam, Politikacı, Filozof, Dost, trc. Zeynep Özbek (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2005), 30.

[292] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 26.

[293] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 43.

[294] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 26.

[295] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 63.

[296] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 43.

[297] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 267.

[298] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 349.

[299] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 65-66.

[300] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 47.

[301] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 115.

[302] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 157.

[303] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 48.

[304] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han: 110; Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 49.

[305] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 49-50.

[306] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 276.

[307] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 294-298.

[308] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 52.

[309] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 53-54.

[310] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 54-55.

[311] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 55-56.

[312] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 56.

[313] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 56-57.

[314] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 67-68; Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 80.

[315] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 67-68.

[316] Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 81.

[317] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 68-69.

[318] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 69

[319] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 69.

[320] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 70.

[321] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 71.

[322] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 71.

[323] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 72.

[324] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 73.

[325] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 76.

[326] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 73-75.

[327] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 76.

[328] Bk. Fazlur Rahman, İslam, trc. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2012), 250-253; Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi,101-102.

[329] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 76.

[330] Bk. Sultan Muhammed Şah, Ekselansları Ağa Han, 178.

[331] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi,77.

[332] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 77.

[333] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 83.

[334] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 83.

[335] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 84.

[336] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 85.

[337]   Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 77.

[338] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 86-88.

[339] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 85.

[340] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 91.

[341] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 93-94; Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 86.

[342] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 95-96; Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 88.

[343] Bk. Öz, Nizari İsmaili Mezhebinde Ağa Hanlar Dönemi, 96-97.

[344] Bk. Kadyrov, Ağa Han İsmailîleri, 89.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar