Print Friendly and PDF

Oyunun Kuralı (1939) La règle du jeu

 


 110 dk

Yönetmen:Jean Renoir

Senaryo:Jean Renoir, Carl Koch

Ülke:Fransa

Tür:Komedi, Dram

Vizyon Tarihi:07 Temmuz 1939 (Fransa)

Dil:Fransızca

Müzik:Joseph Kosma

Nam-ı Diğer:The Rules of the Game

 Oyuncular

Nora   Gregor

Paulette   Dubost

Mila   Parély

Odette   Talazac

Claire  Gérard

 Özet

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, bir kont bir haftasonu av partisi düzenler. Ne var ki av partisi efendilerle hizmetçiler arasında bir köşe kapmacaya dönüşür. Beaumarchais’nin Figaro’nun Düğünü adlı yapıtını andıran “dramatik fantezi” Oyunun Kuralı efendilerle hizmetçilerin ahlaksızlıkta ve zalimlikte birbirleriyle yarıştıkları, acımasız ve umutsuz bir ahlak tablosu çizer. İzleyicinin gözünün yaşına bakmadan drama dönen bu güldürüde, kırda tavşanların katledilmesi, 1940 ilkbaharındaki çatışmaların habercisi değilse de, duyguları konusunda fazlasıyla hilekar bir toplumun aptalca şiddete yönelmesini yansıtır. Dünyanın sonu, en azından bir dünyanın sonu yakındır, der bize bu acı ve karanlık trajikomedi. İlk gösterime girdiği sırada anlaşılmayan, uzun zaman boyunca yerden yere vurulan, yasaklanan, kesilen film savaş sonrasında sinemaseverler tarafından yeniden keşfedilmiş ve övgülere boğulmuştur. Bugün de Jean Renoir’ın başyapıtı olarak değerlendirilmektedir.

Altyazı

Bu film, filmin orjinal kopyasından Jean Renoir'in izni ve tavsiyeleriyle Jean Gaborit ve Jacques Durand tarafından yeniden montajlanmıştır.

 Renoir, bu filmini Andre Bazin'e ithaf etmiştir.

 OYUNUN KURALI

Bu filmde anlatılan olaylar İkinci Dünya Savaşı'nın öncesinde, 1939 yılında gerçekleşmektedir.

 Filmin, o dönemdeki sosyal yapıyı aktarmak gibi bir kaygısı yoktur.

 Bu filmdeki tüm karakterler tamamiyle kurgudan ibarettir.”

Siz sadık ve hassas kalpler 

Eğlence içinde oynaşırken  tanrının gazabından korunmak için, aşığı olmayanı mı suçlarsınız?

 Aşkın kanatları var ise 

Küstahlığa uçmak için mi?

 BEAUMARCHAIS.

 Figaro'nun Düğünü.

 Bölüm 4 / Sahne 10.

 Burası, Kent Radyosu.

 Saat 22:00.

 Şu anda Le Bourget havaalanındayız.

 Ve ünlü pilot André Jurieux'ye  hoşgeldin demek için kalabalığın arasından ilerlemeye çalışıyoruz.

 Atlantik'i 23 saatlik bir uçuşla  geçip inanılmaz bir iş başardı.

 Bu uçuş ancak  Kabloya dikkat!

 Bu rekoru ancak 12 yıl önce Charles Lindberg tarafından, yapılan uçuşla karşılaştırabilirsiniz.

 Kalabalık hareketleniyor.

 Jurieux mükemmel bir inişle sağ salim yere kondu.

 Kalabalık, polis kordonunu yarmak istiyor.

 Ben de geçmek istiyorum.

 Bakan bey gelemedi ancak, en derin hayranlığını ve tebriklerini sunduğunu size iletmemi istedi.

 Benim değil, uçağın başarısı.

 Hayır, katiyen değil!

 Bu harika bir başarı!

 Octave!

 Uçuşun umrumda değil, seni gördüğüme çok sevindim!

 O, burada mı?

 - Hayır.

 - Gelmedi mi?

 - Hayır.

 - Gelmedi demek 

- Gelemedi.

 Bu uçuşu onun için yaptım!

 Biliyorum.

 André Jurieux, dinleyicilerimiz için bir şeyler söyleyebilir misiniz?

 - Sadece birkaç kelime.

 - Ne demeliyim?

 Biraz önce Atlantik'i geçerek indiniz.

 Tüm gün, yapayalnız, tek başınıza  Söyleyecek bir şeyleriniz olmalı.

 Ne olursa!

 Mutlu olmalısınız?

 Çok mutsuzum!

 Hayatım boyunca böyle bir hayalkırıklığı yaşamadım!

 Bu uçuşu bir kadın için yaptım.

 Ama O, buraya gelmedi, gelmeye tenezzül bile etmedi.

 Eğer bunu dinliyorsa bilmesini isterim ki  sadakatsizin teki!

 Meşhur pilot mükemmel bir iş başardı.

 Ve elbette ki bu başarı büyük bir çaba gerektiriyordu.

 Şu anda çok yorgun ve röportaj verecek durumda değil.

 Çantam, Lisette.

 Ama Caudron firmasından bir mühendis yanımızda şu anda.

 André Jurieux'nun uçağı Caudron firması tarafından üretilmiştir.

 Uçak standart bir modeldir.

 200 beygirlik Renault motora sahiptir.

 Bu uçuşta yardımcı pilot kabinine ekstra benzin deposu konulmuştur.

 Çok teşekkürler.

 Bir kahramansın ama çocuk gibi davrandın.

 Eğer Christine kapıyı suratına çarparsa bunu hakettin.

 Onu bir daha görmeye asla cesaret edemem.

 Lisette, ne kadar zamandır evlisin?

 - Hemen hemen iki yıl madam.

 - Evet.

 Zaman çok çabuk geçiyor.

 Mutlu musun?

 Kocam sıkıcı biri değildir.

 O, La Colinière şatosunda çalışıyor, ben de burada Paris'teyim.

 Sizinle beraberim madam.

 Ve çok mutluyum.

 - Aşığın var mı hiç?

 - Böyle bir hakkım yok madam.

 Elbette var.

 Örneğin Octave.

 Akşam için bana bir ruj ver.

 - Nerede, bilmiyorum madam.

 - Elbette biliyorsun.

 Bunu sevmedim; çok mor.

 Doğal durmuyor.

 Bugünlerde doğal olan ne ki?

 Aşıklarınla neler konuşuyorsun?

 Pek fazla bir şey değil.

 - Seni öpüyorlar mı?

 - Eğer ben de istersem.

 - Elini tutuyorlar mı?

 - Bazen.

 - Peki ya sonra?

 - Sonra?

 Hep aynı olan şey işte.

 Ne kadar çok verirsen o kadar çok isterler.

 Fularımı verir misin?

 Erkekler böyledir işte, onları değiştiremezsin.

 Onlarla arkadaşlık ediyor musun peki?

 Erkeklerle mi?

 Gün ortasında dolunay istemek gibi bir şey bu!

 - İyi akşamlar madam.

 - İyi akşamlar Lisette.

 - Kocam nerede?

 - Çalışma odasında hanımefendi.

 Le Bourget havaalanına tekrar sessizlik hakim oldu.

 Kalabalık, alanı boşaltıyor.

 Karşılama töreni bitti.

 Tarihi bir ana şahit olduk.

 - Geç kaldık sevgilim.

 - Her zaman olduğu gibi.

 - Yeni mi bu?

 - Bugün aldım.

 Romantik bir zenci kadın.

 Harika bir mekanizması var.

 - Bunu radyoya tercih ederim.

 - André Jurieux'nin söylediğini duydun mu?

 Nasıl olduğunu tahmin edebiliyorum.

 Hayatını tehlikeye atacaktı.

 Yalvarıp durduğu arkadaşlık için, sergilediği o kuçük işareti, nasıl reddedebildin?

 İstediği aşka yanlış yaptı.

 Erkekler toydur.

 Öyle mutluyum ki!

 - Teşekkürler.

 - Haydi.

 Yalanlar, taşımak için oldukça ağır bir yüktür.

 Yalan mı?

 Abartıyorsun.

 Sence ben yalancı mıyım?

 Sana gözüm kapalı güvenirim.

 - Gerçekten mi?

 - Evet.

 Özür dilerim sevgilim.

 Şimdi döneceğim.

 Madam de Marras lütfen.

 Geneviève seni görmem gerek.

 Niye şimdi değil?

 Ah, doğru ya, Christine ile dışarı çıkıyorsun şimdi.

 Yarın sabah o zaman.

 Hayır 10'da değil.

 Tamam 11'de.

 Makul olalım.

 La Chesnaye çok kızgın olmalı.

 - Niye radyosu var o zaman?

 - Gelişmişlik göstergesi.

 Gelişmişlik göstergesi mi?

 Bence gösteriş hastası.

 Zavallı Christine.

 Çünkü O bir yabancı.

 - Ve sen de ona aşıksın, değil mi?

 - Hayır.

 Ama Avusturya'daki hayatı çok farklıydı.

 Bırakıp gelmesi zor olmuş olmalı.

 Sanatla içiçe bir hayatı vardı.

 Babası Viyana'da ünlü bir orkestra şefiydi.

 Sonra birden Paris'te buldu kendini.

 Dilini konuşan kimsenin olmadığı bir yerde.

 - Niye evlendi ki?

 Ben evlenmedim!

 - Sen. Sen ne düşünüyorsun Genevieve?

 Chamfort'un çok güzel bir deyişini  Nedir o?”

Sosyetedeki aşk, iki fantazinin değişimidir. İki tenin birbirine temasıdır.”

 Eğer seni doğru anlamışsam, benden ayrılmak istiyorsun.

 Dün gece karıma layık olmaya karar verdim.

 Tahmin edebiliyorum, aile hayatı, elişi örgü, çocuklar ve saire.

 Yeteri kadar eğlendiğimi düşünüyorum.

 Hepsi radyo ve Jurieux yüzünden.

 Çok anlayışlısın.

 Farzedelim ki ayrıldık  Christine ile aranızdaki sorunların hallolabileceğine inanıyor musun?

 Kesinlikle tatlım.

 Bu, her şeyi değiştirir.

 Hiç de bile!

 O, hala bir Avusturyalı.

 Parisli bir kadın anlayabilir ama o Avusturyalı anlamaz.

 İlişkimizi öğrendiği takdirde bundan üzülmeyebilir ama  evlendiğinizden beri ona yalan söylediğin için  seni asla affetmeyecektir.

 Biliyorum.

 İster inan ister inanma, sana aşığım Robert.

 Bu, alışkanlık mı yoksa aşk mı bilmiyorum ama  eğer beni terk edersen çok mutsuz olacağım.

 Bunun olmasını istemiyorum.

 Affet beni tatlım.

 Seni incitmek istemedim ama değerimi anlıyorsun.

 Çok şükür ki zayıf bir adamsın.

 Babamdan bana geçen bir şey işte.

 Zavallı adamın hayatı tam bir kördüğümdü.

 - Haydi yemeğe çıkalım.

 - Zevkle.

 Bilmiyorum tartışmamız yüzünden mi ama  açlıktan ölüyorum!

 İstiyorsan devam et.

 Ama ben eve dönüyorum.

 - Benimle kal.

 - Sorunlarından bıktım artık.

 Amerika'dan döndüğünden beri konuşmaktan başka bir şey yapmadık.

 Ve şimdi de bu kaza  Bu kadar!

 Yeter artık!

 Yaralandın mı?

 Canlı olduğuma şaşıyorum.

 Tüy gibi tavana çarptım.

 Alt-üst olmuş bir haldeyim.

 Eğer istiyorsan Christine için öldür kendini.

 Ama bunu bensiz yap!

 - Lütfen  - Delinin tekisin!

 - Öyleyim!

 - O zaman yardım al ve beni rahat bırak!

 Onu sen de seviyorsun.

 Kıskanıyorsun.

 Evet, onu kendimce seviyorum.

 Bu yüzden onu bir bardak şarap gibi içmeni istemiyorum.

 Biliyorsun, benim kızkardeşim gibidir.

 Beraber büyüdük.

 Babasının, dünyanın en büyük orkestra şefi olması bir yana  harika bir adamdı da üstelik.

 Ondan müzik eğitimi almak için Avusturya, Salzburg'a gittim.

 Bana sanki oğluymuş gibi davrandı.

 Ona minnettarlığımı hiç gösteremedim.

 Şimdi yapabilirim.

 O öldü ve kızına gözkulak olamaz artık.

 Ama ben olacağım.

 Buna ihtiyacı var.

 Etrafı Almanca konuşmayan insanlarla çevrili bir yabancı o.

 Eğer onun mutlu olmasını istiyorsan benimle gelmesine izin ver.

 Onu seviyorum!

 O ise şu aptal La Chesnaye ile beraber!

 Av partileri, şato ve mekanik kuşlar!

 Onu aldatan bir züppe!

 Züppenin teki olabilir ama ayakları yere basıyor.

 Sen ise bulutlarda geziyorsun.

 Ve aptalca hatalar yapıyorsun.

 Radyoda yaptığın gibi.

 - Radyo mu?

 - Döndüğünde havaalanında yaptığın gibi.

 Her tür rekoru kırdıktan sonra Amerika'dan dönüyorsun.

 Kalabalık seni karşılamak için toplanmış, bakanlar bile var.

 Konuşmaya başlıyorsun.

 Alçakgönüllü, sakin bir ulusal kahraman gibi konuşmak ve  oyunu oynayıp radyodan seni dinleyen insanları memnun etmek yerine  kalkıp Christine'den bahsediyorsun.

 Alenen hem de!

 Sonra da şaşırıyorsun; "Neden beni görmedi?”

 Ama biliyorsun, bütün bunların hepsini onun için yaptım.

 Benim ilham kaynağım oluyor ama sonra karşılamaya bile gelmiyor  O, sosyeteye mensup birisi.

 Ve sosyetenin katı kuralları vardır.

 Dersine ihtiyacım yok.

 Christine'i görmem gerek!

 Octave anlıyor musun?

 Onu seviyorum.

 Onu tekrar göremezsem ölürüm.

 Onu göreceksin.

 - Gerçekten mi?

 - Evet, bunu ayarlayacağım.

 Güven bana.

 Bay Octave!

 - Merhaba demeyecek misiniz?

 - Merhaba, Lisette.

 Bu ne güzellik böyle.

 Berbat görünüyorsun.

 Sorun ne?

 Bahse girerim senin şu pilotundur yine.

 Tam bir başbelası.

 Hanımefendi artık uyuyamıyor.

 - Bunu halletmeyi deneyeceğim.

 - Gerçekten mi?

 İşte buradasınız.

 Neler oluyor?

 Çok meşguldüm.

 - Bir sorun mu var?

 - Sonra anlatırım.

 - Karımı görmeye mi gelmiştin?

 - Merhaba dememe izin ver.

 - Bu şey de ne böyle, bülbül mü?

 - Bir çalı bülbülü.

 - Her yanını güveler sarmış.

 - Ama yine de her 20 saniyede bir ötüyor.

 Korkunç bir şüphecisin.

 - Octave!

 Nerelerdeydin?

 Bu ne hal?

 - Merhaba, Christine.

 - Şehir dışında mıydın?

 - İzin verir misin?

 Günaydın.

 İyi uyudun mu?

 Lisette!

 Schumacher'den bir mektup aldım.

 Kocandan.

 Korulukların sen olmadan şiirsel hiçbir anlamı olmadığını söylüyor.

 Sensiz avlak bekçiliği işinin çok monoton geçtiğini söylüyor.

 Seni yanına istiyor.

 Hanımefendiyi bırakmak mı?

 Boşanmayı tercih ederim efendim.

 Lisette durumu dramatize etme.

 Konuşmanızı bitirdiniz mi?

 Demek karıma söyleyecek birkaç sırrın var.

 Tamam sizi yalnız bırakacağım.

 - La Colinière'e gelecek misin?

 - Belki.

 Gördün mü?

 20 saniye.

 Bir fincan çay?

 - Ekmek, reçel, tereyağı ve kahve var?

 - Aç değilim.

 Kesinlikle yanlış bir şeyler var.

 Bay Octave'ı iştahsız hiç görmemiştim.

 Otur.

 Pekala, bana sırrından bahset.

 - André hakkında.

 - Hayır, lütfen.

 - Ölmek istedi.

 - Hep öyle derler zaten.

 Ben de onunlaydım!

 Nasıl?

 Ne nasıl?

 Arabasıyla denedi.

 Arabasını bir ağaca çarpmak istedi.

 - Peki bu benim suçum mu?

 - Evet.

 - Anlamıyorum.

 - Öyle mi?

 Dinle  Christine, 12 yaşında bir çocuk gibi insanların boynuna atlıyorsun.

 Benim için sorun değil.

 Sen benim Salzburglu küçük kızımsın.

 Ama bu, başkaları için kafa karıştırıcı olabilir.

 Burada, Paris'te bir erkekle arkadaşlık edemez miyim  şey olmaksızın  Şimdi suçlu ben miyim?

 Tek suçlu sensin denemez.

 Arkadaşından özür dilemeliyim.

 Bu biraz abartılı olur.

 Ama onu La Colinière'e davet edebilirsin.

 Çok edepsizsin.

 Pekala, hoşça kal o zaman.

 Ben gidiyorum.

 Ya da daha doğrusu elveda.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Onu görmeye.

 Beni terkediyorsun?

 La Colinière'e gelmeyecek misin?

 Aynı anda iki yerde birden olamam.

 Sen sevimli ihtiyar bir aptalsın!

 - O'nu davet edecek misin?

 - Evet, edeceğim.

 Halkın kahramanını, idolünü umutsuzluğa sürükleyen  kadın olmak istemem.

 Eğer düşerse beni suçlarlar.

 Bana "erkek avcısı kadın" diyecekler.

 Topluma karşı suçlu olduğumu söyleyecekler.

 Belki de casuslukla suçlayacaklar.

 Şehit olmaktan korkuyorum.

 Peki ya kocan?

 Bu senin işin.

 Yapmak zorunda olduğum şeyi yaptım.

 Gerisi umurumda değil.

 - Christine, sen bir meleksin!

 - Melek mi?

 Tehlikeli bir melek, ama yine de bir melek.

 Bana yağda iki yumurta getir, biraz jambon ve bir bardak da şarap.

 Açlıktan ölüyorum.

 - Şişmanlayacaksın.

 - Benim için endişelenme.

 O zaman seni La Colinière'e bekliyorum.

 Kendi araban var.

 Sorun olmayacaktır.

 Görüşürüz.

 - Berbat karışık bir durumdayım.

 - Geneviève.

 - Biliyor musun?

 - Herkes biliyor.

 Bıktın mı?

 Ayrılmak mı istiyorsun?

 Bu işi bana bırak.

 Keşke yapabilsen 

- Evlenmek için can atıyor.

 - Öyleyse evlen.

 Kiminle?

 Seninle mi?

 Evlilik bana göre değil.

 Ama Christine'nin iyiliği için kendimi kurban etmek zorunda isem, yaparım.

 - Senin için değil.

 - Biliyorum.

 Ama karşılığında bana yardım etmelisin.

 Paraya mı ihtiyacın var?

 Oldukça iyi bir adamsın.

 Annemin izinden yürüyorum.

 André Jurieux'yu davet et.

 - La Colinière'e mi?

 - Evet.

 Bu çok ciddi bir istek.

 Ciddi mi?

 Christine ve arkadaşın arasında neler olduğunu biliyorum.

 - Ben aptal değilim.

 - Hiçbir şey olmadı.

 Çok şükür!

 O zaman onu davet edecek misin?

 Bu çok riskli.

 Çünkü Christine'ni seviyorum.

 Onsuz yaşayamam.

 Onu kaybetmeyi göze alamam.

 Kaçıp kurtulmak istiyorum.

 Bir deliğe girip kaybolmak istiyorum.

 Ne diye?

 Neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermek zorunda değilim.

 Yeryüzünde kötü bir şey varsa o da herkesin kendi nedenlerinin olmasıdır.

 Elbette.

 Ve ben hepsini özgürce açığa vuruyorum.

 Her türlü engellere ve duvarlara karşıyım.

 Ve işte bu sebeple André'yi davet edeceğim.

 - Bunu yapacağına inanıyor musun?

 - Christine'e güveniyorum.

 Eğer Jurieux'yi seviyorsa, ayrı tutmak onları durdurmayacaktır.

 O yüzden birbirlerini görmeleri daha iyi.

 Ben derim ki  Neden Geneviève ile Andre'yi eşleştirmiyoruz?

 Çok pratik bir çözüm olurdu.

 Gidip giyineceğim.

 Yemeğe kalıyor musun?

 Evet.

 - Efendim, La Colinière hakkında  - Sekreterimle konuş.

 - Hanımefendi köpeklerini de getirecek mi?

 - Kendisine sorun.

 Anahtarım kayboldu.

 Belki şu kanepenin altındadır.

 Çalı bülbülümün anahtarıydı.

 Onu bulmalıyım.

 Lisette, masanın üzerine koy.

 Sana harika haberlerim var.

 Senin deyişinle "pilotum" La Colinière'e geliyor.

 Ne çeşit bir saçmalık bu!?

 Saçmalık mı diyorsun?

 Saçmalık ha?

 Sen aptal değilsin, bir şairsin.

 Tehlikeli bir şair.

 Efendim.

 - Hanımefendi.

 - Merhaba.

 İş sırasında bundan bahsettiğim için üzgünüm efendim ama 

- Karımı soracaktım  - Evet, yazmıştın bana.

 Ben burada, karım da Paris'te iken yaşamamın imkanı yok.

 Tıpkı dul bir erkek gibiyim.

 Ne karara vardınız?

 Karar verecek ne var ki?

 Eğer karın hanımefendi için artık çalışmak istemezse, bu ona kalmış bir şey.

 Anlıyorum.

 - Burada olmaktan öyle mutluyum ki!

 - Ben de öyle.

 Nasılsınız efendim?

 Sobayı yakıp tüm şömineleri hazırladım.

 Corneille'ye söyle.

 - Gertrude nasıl?

 - Çok iyi, hanımefendi.

 - Odun ve kömür geldi mi?

 - Evet efendim.

 Çok güzel.

 - Merhaba Lisette.

 - Merhaba Edouard.

 - İyi misin?

 - Evet.

 - Sonunda buradasın.

 - Evet.

 - Bu da nedir?

 - Bay Réaux tavşanları avlıyor.

 Sen de aynı şeyi yapmak için mi bekliyorsun?

 Epinereaux ve Tixier'de tuzaklarımız var zaten.

 Bunlara bir de bakıcının gelinciğini eklersek, yaklaşık 250 tane öldürdük.

 - Hepsi bu kadar mı?

 - Dolunay yüzünden her zamankinden az.

 Ekinlere zarar vermemeleri için tel örgü yapmak zorundayız efendim.

 - Ne tel örgü ne de tavşan istiyorum.

 - Peki efendim.

 - Başüstüne.

 İşime dönebilir miyim?

 - Elbette Schumacher.

 Bu taraftan.

 Musette, onu buraya getir!

 Patron ne dedi?

 Ne tel örgü istiyor ne de tavşan.

 Bu iş nasıl olacak?

 Seni gidi serseri.

 Şu değirmendeki lanet kedi.

 Çok fazla zarar vermişti.

 Artık vermeyecek.

 - Aynısını Marceau'yada yapmalıyız.

 - Başımıza dert oluyor.

 Ama uzun sürmeyecek.

 - Neyimiz varmış orada?

 - Tuzakta bir tavşan.

 Tuzakları Marceau kurdu.

 Onlara dokunmayın ki bir şeyden süphelenmesin.

 - O daha sonra gelecek.

 - Yarın.

 Bu gece içerse eğer yarın geç uyanacaktır.

 Domuz herif hep hazıra konuyor.

 Ne yapacağız?

 İşte bir tane!

 Merhaba Marceau.

 Merhaba Schumacher.

 Nasılsın?

 Tavşanımı mı istiyorsun?

 Bize ver onu.

 Kımılda.

 Hızlan biraz.

 - Neler oluyor orada?

 - Bu Marceau efendim.

 - Marceau da kim?

 - Kaçak avcı.

 - Suçüstü yakaladık onu.

 - Ne yapıyordu?

 Tuzak kuruyordu.

 Tavşanları yok etmek için mi?

 Çok değerli bir adam o zaman.

 Bırakın onu!

 Beni onurlandırıyorsunuz efendim.

 Bu kaz kafalılar sizin zekanızı anlayamaz.

 Bu kaba herifin tersine siz çok akıllı birisiniz.

 Bunun gibi hırsızların vurulması gerek.

 Küçük bir tavşan için mi?

 - Adın Marceau mu?

 - Evet efendim.

 - Kaçak avcı mısın?

 - Hayır sandalye tamir ederim.

 Ama bu sıralar zaman çok kötü.

 Efendim de takdir eder ki  - Ben de oyalanıyordum.

 - Sen buna oyalanmak mı diyorsun?

 Savaşta bundan daha azı için adam vurdum ben.

 Bu kadar yeter.

 - Marceau terbiyeli birine benziyorsun.

 - Çok kibarsınız efendim.

 - Alçak herif!

 - Yeter!

 Neden benim için profesyonel olarak tavşan öldürmüyorsun?

 Efendim beni işe mi almak istiyor?

 Hayır demem imkansız.

 Kaçak avlanıyorsam, bu hırsız olduğum anlamına gelmez.

 Yaşlı anneme yiyecek götürmek zorundayım.

 Yalan söylüyor!

 Yaşlı annesi falan yok!

 Yaşlı bir annem olmadığını mı söylüyorsun!

?

 Schumacher, devriyene devam et.

 Bizi rahat bırakın.

 Baş üstüne efendim.

 Başka tuzaklar da kurmuş olmalısın.

 Onları bana gösterecek misin?

 Artık sizin için çalıştığıma göre, elbette efendim.

 Bu taraftan.

 - Bu tuzağı kötü bir yere kurmuşum.

 - Niye?

 Bu yuva artık kullanılmıyor.

 Bilmem gerekirdi.

 - Hepimiz hata yaparız.

 - Hayır, bu moral bozucu ama.

 Schumacher bunu görse, kahkahalarla güler bana.

 - Bu da bizim sırrımız olsun o zaman.

 - Teşekkür ederim efendim.

 Benim için çalışmaktan memnun musun?

 Evet, ama şatoda çalışmayı tercih ederdim.

 Neden?

 Doğayı, ormanı sevmez misin?

 Pek değil.

 Burası, sizden çok Schumacher'in dünyasıdır.

 Şatoda olsam ondan korunmuş olurum.

 Ayrıca, uşak olmak her zaman hayalimdi.

 - Komik bir fikirmiş.

 Neden peki?

 - Üniformadan dolayı.

 Hep frak giymeyi hayal ettim.

 - Ne hava ama!

 Ne kadardır yağıyor?

 - Yarım saat.

 Öğlen güneşliydi.

 - Ne zaman durur?

 - Geçen sefer iki hafta yağdı.

 Harikaymış!

 Bagajlar!

 Buraya her geldiğimde yağmur yağıyor.

 Yağmur çok sağlıklıdır, aklınızı dinlendirir.

 İzninle, hayatım?

 Sırılsıklam olmuşsun.

 Fularını da alalım.

 - Karın nerede?

 - Mutfakta, Christine'nin yanında.

 Çok enteresan.

 Tourcoing'de de yağıyor muydu?

 Her yerde yağıyor.

 Sekiz saatte ancak geldik.

 Yollar da çok kaygan.

 Bu bir rekor.

 Merhaba Jackie.

 - Büyümüşsün.

 - Gerçekten mi?

 - Hala Çince öğreniyor musun?

 - Hayır, Kolomb öncesi Amerikan sanatı.

 Çok etkileyici.

 - Nasılsın Charlotte?

 - Merhaba tatlım.

 Kilo vermişsin.

 - Sakın tekrar alma.

 - Almam.

 Ya bunlara ne demeli?

 Beni kandıramazsın.

 - Oyuna gelecek misin?

 - Geliyorum.

 - Bize katılır mısın?

 - Briç çok sıkıcı.

 Briç değil belot oynuyoruz!

 Kuaförünün ismini istiyorum.

 - İçerisi soğuk değil, değil mi?

 - Evet, iyi.

 Güzel.

 - Jurieux'yu da davet ettin mi gerçekten?

 - Evet.

 Sakıncası var mı?

 Tam tersine.

 - George nerede?

 - Orléans'ta balık alıyor.

 O'na, Bayan La Bruyèrés'in diyetini anlatacaksın.

 Her şeyi yiyebilir ama tuzsuz olacak.

 Tam aksine tuz olabilir ama sadece deniz tuzu.

 O da yemekler pişerken atılacak.

 Anladınız mı?

 Bir çocuğun bile anlayacağı kadar açık bir durum.

 - Deniz tuzunuz var mı?

 - Hayıt ama aldırırım.

 Adolphe, Bayan La Plante için  Evet hanımefendi.

 Neredeyse unutuyordum: çay yerine kahve.

 Ve de general için de sıcak suya bir dilim limon koy.

 Demek kireçlenmesi var.

 Ya André Jurieux için?

 Difteri aşısı hakkında ne düşünüyorsun?

 Bir fikrim yok.

 Fabrikanın kliniğinde güzel sonuçlar elde ettik.

 Gerçekten mi?

 Çantanızı mı arıyorsunuz?

 Benim büyüğün önce bademcikleri şişti, sonra da kızamık oldu.

 Ne kadar endişelendim, tahmin edebiliyor musun?

 Bu kim?

 - André Jurieux.

 - Pilot olan mı?

 Ne şans ama!

 Benim büyük için bir imza isteyeceğim.

 - Geldiğinizi görmek çok hoş.

 - Çok naziksin.

 Sevgili André.

 Seni aramızda görmekten   mutluluk ve onur duyuyoruz.

 Diğerlerini tanıyor musun?

 Jurieux.

 Bu benim eşim.

 Senden bir imza istiyor.

 Sizi bir gün Tourcoing'de de görmek isterim.

 Uçuşunuzdan dolayı sizi tebrik ederim.

 Sevgili Jurieux, Elini sıkmak benim için bir onurdur.

 Sen gerçek bir erkeksin.

 Soyu tükenenlerden.

 Uçağınızın içinde ölümle alay ettiniz.

 O nedenle sizi öpmeliyim.

 Ben de öpebilir miyim?

 Ya ben?

 Peki ya ben?

 Buna hakkım var sanırım.

 Birazdan bir şeyler içmek için New York'a gidip geri döneceğiz.

 Her şey aile içinde  Bu da ne demek?

 Jurieux ve Christine.

 Sana ne?

 Buraya avlanmaya geldik, anılarımızı yazmaya değil.

 Öyleler mi, değiller mi?

 Öyleler.

 Çok yazık  Ne çekici bir adam  Sevgili dostlar  André ile olan ilişkim hakkında bir şey itiraf etmem gerekiyor.

 Elde ettiği başarıda benim de küçük bir payım var.

 Uçuşuna hazırlanırken, André sık sık beni görmeye gelirdi.

 Beraberce uzun saatler geçirdik.

 Çok hoş saatler  Ender bulunan bir dostluğun damga vurduğu saatler.

 Bana projesini anlattı ve ben hepsini dinledim.

 Nasıl dinleyeceğini bilmek önemlidir.

 Bu durum bir kez daha kanıtladı bunu.

 Ve şimdi sizlere söyleme ihtiyacı hissediyorum.

 Teyze, çok mutluyum.

 - Jurieux'nun onuruna bir parti verelim!

 - Harika bir fikir.

 Güzelce giyinip, oyunlar oynayalım.

 Haydi yapalım!

 Hep beraber eğlenmeye çalışacağız.

 Bunu ne zaman yapacağız, General?

 - Bir hafta içinde, avdan sonra.

 - Mükemmel.

 Gel, Christine.

 O'na odasını gösterelim.

 Bu genç insanlar çok zarif.

 - Saint-Aubin haydi bilardo oynayalım.

 - Peki general.

 - Benimle kim ping-pong oynamak ister?

 - Ben isterim.

 - Geliyor musun Geneviève?

 - Hayır.

 Bir parti mi?

 Ne için peki?

 Klinik için para toplayabilirdik.

 - Ceketiniz.

 - Odamda çıkaracağım.

 Bay Jurieux çok çekici.

 - Durumu oldukça iyi olmalı.

 - Kesinlikle.

 - Senin için uygun bir eş.

 - André beni farketmedi bile.

 Ama evimde küçük bir çöpçatanlık oyunu düzenleyebiliriz.

 Jurieux çok yakışıklı.

 Hanımefendi için çok kötü  Onu sağına oturttuğunu biliyor musun?

 - Nerede sağına oturttu?

 - Masada.

 Hata yapmış.

 Hayatta istediğimizi yapmalıyız   ama yine de kural kuraldır.

 Hanımefendinin tavsiyene ihtiyacı yok.

 - Kuşkonmaz alır mısın?

 - Konserve yemiyorum.

 Vitamin için taze sebzeleri tercih ederim.

 - Hardalı alabilir miyim?

 - Buyurun.

 Şef, Bayan La Bruyère için deniz tuzu aldın mı?

 O da herkes gibi yiyecek.

 Diyeti kabul ederim ama bu saçmasapan moda davranışları asla.

 - Hanımefendi bu pilotu fazla abartıyor.

 - Haz, sınır tanımaz.

 - Siz ne dersiniz Bay Corneille?

 - Hiçbir şey duyma, görme, söyleme.

 Çok iyiymiş!

 Hardal, lütfen.

 Corneille, Kont de Vaudois için on yıl çalıştın  On iki yıl.

 İflas etmemiş olsaydı hala orada olurdum.

 - Kontesin hiç  - Sevgilisi olmadı hiç.

 Elbette.

 85 yaşında ve tekerlekli sandalyeye mahkum.

 Hanımefendiyi onunla mı kıyaslıyorsun?

 - Kont Yahudi değilmiş.

 - Bu da ne demek şimdi?

 La Chesnayés'in büyükbabasının adı Rosenthal'mış ve Frankfurt'tan gelmiş.

 Kocanız da aynı fikirde olmalı.

 - Değil mi, Schumacher?

 - Konu ne, bilmiyorum.

 Daha yeni geldim.

 Yahudilerden konuşuyorduk.

 Eskiden Baron d'Epinay için çalışırdım.

 Orada hiç Yahudi yoktu.

 Ama sizi temin ederim domuz gibi yiyorlardı.

 Bu yüzden oradan ayrıldım.

 - Çok kalacak mısın Lisette?

 - Hanımefendinin bana hala ihtiyacı var.

 La Chesnaye belki Yahudi olabilir.

 Bir zamanlar patates salatası hakkında konuşmuştuk.

 Belki bilmezsiniz ama iyi bir patates salatası yapmak için  beyaz şarabı patatesler kaynar suda haşlanıyorken üzerine dökeceksin.

 Ama Célestin bunu yapmadı.

 Çünkü ellerini yakmaktan çok korkuyordu.

 Ancak patron daha ilk seferde düzgün yapılmadığını fark etti.

 Şimdi istediğinizi söyleyin ama o adam gerçekten başka biri.

 Demek buraya da girdin  Bakın burada kim var?

 Bay Corneille burada mı?

 Ben yeni uşağım.

 Efendiniz size söylemiş olmalı.

 - Ne yapabilirsin?

 - Ben mi  Her şeyden birazcık.

 - Ayakkabı parlatır mısın?

 - Elbette.

 Temizlikle ilgili her konuda uzmanımdır.

 Yarın sabah konukların ayakkabılarıyla sen ilgileneceksin.

 Emredersiniz Bay Corneille.

 - Burada mı yiyoruz?

 - Evet, öyle.

 İşe dönmek zorundayım.

 Buraya oturabilirsin.

 Germaine, bir tabak ver.

 Adın nedir?

 Marceau.

 Ya sizin matmazel?

 Madam.

 Adım Lisette, Schumacher'in karısıyım.

 Bu, oturmanıza engel olmasın.

 Umarım av güzel geçer.

 Geçen sene Michael'in arazisinde, ilk gün sadece 60 sülün vurabildik.

 Ne isterlerse söylesinler ama tavşan yemeyi reddediyorum.

 Her şeyi yerim ama tavşan asla!

 Sana tavşan mı servis ettim?

 Delahayés'inin arabası nasıl?

 Cannes-Paris arasını 10 saat 35 dakikada aldı.

 Öğle yemeği dahil.

 Pekala.

 Avdan sonra küçük bir parti düzenleyeceğiz.

 - Ne partisi?

 - Kendi partimiz!

 - Kıyafet balosu mu?

 - Elbette.

 Ama yatma zamanı şimdi.

 Seninle geleceğim, tüm ihtiyaçların karşılanmış mı, görmem gerek.

 Bu evde eksik hiçbir şeyimiz olmaz.

 Böyle bir konukseverlik bugünlerde çok nadir görülüyor.

 Christine, sen mükemmel bir ev sahibesisin.

 Bu taraftan, general.

 - İyi akşamlar, Madam La Bruyère.

 - Jackie, bir şey soracağım  Kolomb öncesi sanat da nedir?

 Ne eğitimi alıyorsun yani?

 Kristof Kolomb'un keşfinden önceki Amerikan medeniyeti.

 - Zenciler mi yani?

!

 - O zamanlar daha yoktular.

 - Kimler o zaman?

 - Kızılderililer.

 Tabi ya.

 Buffalo Bill!

 - Odamın neresi olduğunu hatırlamıyorum.

 - Size göstereyim.

 - Manzara çok güzel.

 - Karanlık olması çok kötü.

 - Bunu av için mi kullanırlardı?

 - Babamın devrinde, evet.

 - Octave gürültü mü yapıyor?

 - Katiyen.

 Partide nasıl kılıç kullanılacağını göstereceğim.

 Ben de bir iskambil numarası gösterebilirim.

 Senin yaptığın her şey harikadır.

 - Harika bir müzisyensin.

 - Keyfine bak.

 William, tamam gidebilirsin artık.

 Sana ihtiyacım kalmadı.

 Benim küçük Charlotte'um  - İyi geceler.

 - İyi uykular.

 İyi geceler, iyi uykular.

 - Mutlu musun?

 - Hem de çok.

 Sana tapıyorum Charlotte!

 Christine, sana minnettarım.

 - Ne için?

 - Benimle aptal durumuna düşürmediğin için.

 Çok nazik bir durumdu, herkesin gözü önündeydik.

 André de çok makul davrandı.

 Bu çetin sınavın üstesinden geldin.

 Tebrik ederim.

 Lisette, artık gidebilirsin.

 Sana ihtiyacım kalmadı.

 İyi akşamlar hanımefendi.

 Lisette, çocuk istemiyor musun hiç?

 Elbette.

 Ama insanı hep meşgul ederler.

 Daima onlarla ilgilenmek zorundasınız, yoksa başka ne derdi olsun ki  Bütün güzelliği de bu değil mi zaten  Çocuktan başka bir şey düşünmüyorum.

 Yeni bir uşak işe alındı, biliyor musunuz?

 Çok kibar biri.

 Adı Marceau.

 Kocana dikkat et.

 Onun adı Schumacher.

 Ve Bay Octavé'ın arkadaşına da André Jurieux diyorlar.

 Gördüğün gibi benim pilotum hiç de fena değil.

 - Çok güzel kokuyorsun.

 - Beni rahat bırak.

 Ne oldu ki?

 Daha yatmadın mı?

 - İşte buradasın.

 - Ne olmuş?

 Her şey yolunda gidiyor.

 Mutlu musun?

 Evet.

 Sonunda bütün kartlarımızı masanın üzerine koyuyoruz.

 Ama oyununu çok fazla belli etmemelisin.

 Şu radyo hikayesi hakkında çok fazla şey bilmiyordum ama  Bu olay Christine'nin seçkin biri olduğu fikrimi destekliyor.

 Ve bu da bugünlerde çok nadir bulunan bir şey.

 - İyi uykular general.

 - Teşekkür ederim.

 Ne düşünüyorsun bütün bu olanlar hakkında?

 İyi gidiyor, değil mi?

 Her şey yolunda gitmiyor mu?

 Buradan gitmek istiyorum.

 Hayır istemiyorsun.

 Seni davet ettirmek yeterince zor oldu zaten.

 Buradasın ve kalıyorsun.

 Yastıkları sever misin?

 Ben nefret ederim.

 Sallanıp durman bitti mi?

 Özür dilerim Saint-Aubin ama korkarım sizin sülününüzü vurdum.

 Bana ait olduğunu düşünmüştüm, ama sizindi.

 Hayır.

 Kesinlikle sizindi.

 - Çam ağacının öte tarafında uçuyordu.

 - Önemli değil.

 Çok naziksiniz.

 General, yedinci siper sizin olacak.

 Biraz uzak ama sülünler o tarafa uçar.

 - Hemen yanınızda Saint-Aubin olacak.

 - Avları ürkütecek olanlar nereye gidiyor?

 - Şu yöne.

 - O zaman avlar bu yöne gelecek.

 Rüzgar oldukça güzel.

 Baylar, Schumacher sizlere eşlik edecek.

 Evet, efendim.

 Madam de Marras?

 - Biliyorum.

 - Teşekkür ederim.

 Bay Jurieux, bu taraftan gidin.

 Ürkütücülerin önünde ve biraz yüksekte.

 Çünkü avlar yolun karşı tarafına atlarlar.

 Bayanlar baylar.

 - Geliyor musun?

 - Aptal olma.

 Bizi tavşanlarla kandıracaklar.

 Son delik.

 İşte bu.

 - Yeriniz güzel mi Bay Berthelin?

 - Enfes!

 Gevezelerden uzağım.

 Christine'i La Chesnaye ile gördün mü?

 - Ne yaptılar?

 - İğrençti.

 Çok ileri gidiyorlar.

 Her şeyi yapmaya hakları var.

 Çünkü evliler.

 Ondan nefret ediyorum.

 - André.

 - Ne var?

 Çok zor bir zamandan geçiyorsun, ama üstesinden geleceksin.

 Tecrübelerime güven.

 Zamanla unutacaksın.

 Bir sabah uyandığında, kapıcının kızının çok güzel gözleri olduğunu farkedeceksin.

 İyi olacaksın.

 Uyanmak için önce uyumak gerekir.

 Uyuyamıyorum ki uyanayım!

 Farkındayım!

 Geceleri gerçekten çok can sıkıyorsun!

 Soldakiler hazır mısınız?

 Başlıyoruz.

 Baylar herkes siperlerine!

 Sol taraf kımılda.

 İlerleyin.

 Birbirinize yakın durun.

 Ağaçlara vurun.

 - Jackie, avlanmak hoşuna gidiyor mu?

 - Evet teyze, ya senin?

 Kaçırdım.

 Bugün berbat ateş ediyorum.

 Sen ve Jackie çok fazla konuşuyorsunuz.

 - Daha fazla avlanmak istemiyorum.

 - Tamam, kayak yapmaya gidelim.

 - Avlananları gösterelim mi efendim?

 - Hayır Schumacher.

 Şatoda gösterirsin.

 Şurada, ağacın arkasındaki sülün  Bu sefer benimdir, hiç şüphem yok.

 Hayır.

 Bu defa işe yaramayacak.

 Geçen sefer sen benimkini vurmuştun ama ben şikayet etmedim.

 Tam bir sülüne hedef almıştım ki benim siperimin önünde vurdu onu.

 Çizgiyi aşmaya başladı!

 Bu çok kötü bir şey!

 Karımın vatanı Avusturya'da çok güzel av hayvanları var, yabani horoz mesela.

 Seninle konuşmam lazım.

 Çok gizli.

 İzin verir misiniz general?

 - Onu geri verecek misin?

 - Elbette.

 Gelin, Saint-Aubin.

 Bazı insanlar tüfek ellerindeyken gerçekten çok aptalca davranabiliyorlar.

 Geçen sene Malvoisiés'de zavallı George'a ne olduğunu duydun mu?

 Tüfeğini öyle acemice tuttu ki kendisini kalçasından vurdu.

 20 dakika içinde öldü.

 Çok komik.

 Billeux dedi ki: "Eve dolu bir av torbası ve boş bir tüfekle git".

 - Jackie işte orada, senin o!

 - Hiçbir şey göremiyorum!

 - Hani nerede?

 - Tavşanı vuracaksın, beni değil.

 Kaçtı gitti.

 Jackie, tanıdığım en tatlı sakar kadın sensin.

 Ciddi misin?

 - Kesinlikle.

 - Daha da sakar olmak isterdim.

 - Nedenki?

 - Böylece beni daha sık öperdin.

 Bu çok kolay.

 Biliyorsun Jackie  Seni sevmiyorum.

 Biliyorum.

 Ama teyzemle vaktinizi boşa harcıyorsunuz.

 Her şeyin farkındasın demek.

 Gülme  Acı çekiyorsun, tıpkı benim gibi.

 Lider hiç iyi değil.

 Bay André iyi ateş etmedi.

 Lordun atışları daha iyi.

 Yeter artık, çocuklar.

 Durduğum yerin güzel olmasına rağmen hiç şansım yoktu.

 Olur böyle şeyler.

 - Üşüyor musunuz Madam?

 - Hayır, yürürken üşümüyorum.

 Güneş batarken daha da soğuk olur.

 Bir sincap.

 Keşke tüfeğim yanımda olsaydı  - Nedenki?

 Sincapları severim.

 - Sevimliler ama çok fazla zarar verirler.

 Alın, bununla bakın.

 Ne kadar güzel!

 Dokunabilecek kadar yakın görünüyor.

 Dürbün çok yararlı bir dosttur.

 Her zaman yanımda taşırım.

 Lensleri o kadar güzeldir ki çok yakın bir mesafeden   o sincabın özel hayatını, tüm detaylarını izleyebilirsiniz.

 Demek Christine'e her şeyi anlatacaksın.

 - Maksadın ne?

 - Seni incitmek.

 Ne harika!

 Tek başıma acı çekmekten bıktım.

 Bir arkadaşla daha kolay olabilir.

 Christine seni terk ettiğinde yüzünü görmek isterim.

 Ve söylersem seni terk edecektir.

 Edeceğinden eminim.

 Onu gerçekten seviyorsun.

 - Peki, artık beni sevmiyor musun?

 - Başka şeylerden konuşalım.

 Kendimi mitolojideki elması alınmış Paris gibi hissediyorum.

 Çok acayip.

 Lütfen cevap ver bana.

 Artık seni sevmiyorum.

 Çok çekicisin, hoşsun ama  - Ama seni sıkıyorum.

 - Tatlım ne biçim konuşuyorsun sen?

 Doğru kelime bu  Pes ettim.

 Kinle savaşabilirsin, ama can sıkıntısıyla olmaz.

 Üstelik ben de bütün bu olan bitenlerden sıkılmaya başlamıştım zaten.

 Viyanalı kadınına Çin porseleniymiş gibi davrandığını gördükçe  uçurumların dibine kaçıp gitmek istiyorum.

 - Senden ayrılacağım.

 - Bence de en iyisi bu olacaktır.

 Evet, senden ayrılacağım.

 Ama bana nazikçe elveda de.

 Elveda değil, hoşça kal.

 Hayır elveda de.

 Ama nazikçe olsun.

 Birkaç saniyeliğine de olsa 3 yıl öncesine gitmek istiyorum.

 Christine'nin olmadığı zamanlara  Tıpkı o zamanki gibi beni kollarına almanı istiyorum.

 Gözlerimi kapatacağım  ve bir anlığına da olsa arzuladığım şeyin gerçek olduğuna inanacağım.

 Hçbir şey söyleme.

 Öp beni.

 İnanılmaz!

 Orman tavuğunun tüylerini sayabilirsin.

 - Hala orada mı?

 - Hayır.

 Gözlerim oldukça keskindir Alın bakın Madam, ağaçta, iki parmak yanda.

 Sizin nazik parmaklarınızla üç parmak.

 Ben de görmek istiyorum.

 Ne kadar sevimli!

 Ver de bir bakayım.

 Sıra bende.

 Çok ilgi çekici bir şey görüyor olmalısın.

 Çok ilgi çekici  Günaydın, Madam.

 - Gidiyor musun Genevieve?

 - Evet.

 - Partiye kalmıyor musun?

 - Paris'ten bekleniyorum.

 - Paris'i arayabilirsin.

 - Hayır gitmem gerek.

 Böyle daha iyi.

 Daha iyi mi?

 Kimin için?

 - Senin için mi?

 - Hayır.

 O zaman benim için?

 Sevgili Geneviève, açıkça konuşmaya ne dersin?

 - Ben can sıkıcı bir eş miyim?

 - Nasıl can sıkabilirsin ki?

 Kocamla olan ilişkini engellemeye çalıştım mı hiç?

 Biliyor musun?

 Başka herkes gibi.

 Robert çok naziktir, çok duyarlıdır ama  Ama tıpkı bir çocuk gibidir.

 Hiçbir şeyi saklayamaz.

 Bu çok doğru.

 Yalan söylediğinde hemen belli eder.

 Daha ağzını açmadan yüzü kızarır.

 Burnu büyümeye başlar.

 Tek bir kötü tarafı var: o da yatakta sigara içmesi.

 Küllerini her tarafa saçıyor.

 - Çarşaflar  - Hepsini yakıyor.

 - Delik deşik oluyorlar.

 - Yatak, sigara içilecek bir yer değil.

 Katılıyorum.

 Her neyse  Kalacak mısın?

 Gerçekten bilemiyorum.

 Kadınlar birbirlerine arada sırada yardım etmelidir.

 Eğer kalırsan kocam seninle daha çok ilgilenecek   tabiki benimle de daha az.

 Ama bu durum benim için daha uygun şu anda.

 André Jurieux için mi?

 Andre çok nazik ve tatlı biri.

 Ama çok açık yürekli, samimi.

 Samimi insanlar sıkıcı oluyor.

 Ne için samimi olduklarına bağlı.

 - Bu gece ne giyeceksin?

 - Bir Tirol elbisesi.

 Ya sen?

 Henüz bir şey düşünmedim.

 Gel benimle.

 Sana bir şeyler uydururuz.

 Tirol dansı biliyor musun?

 Neye benziyor?

 Bunun gibi bir şey mi?

 Hayır böyle, bak.

 Hayret bir şey.

 Ayakkabılarımız ortadan kaybolmuş.

 - Birisi ayakkabılarımı yürütmüş.

 - Benimkileri de.

 Karımın ayakkabıları gitmiş.

 - Corneille bununla ilgilenecektir.

 - Elbette madam.

 Octave, partide ne yapacaksın?

 Bütün gece bunu düşündüm.

 Sanırım bir ayı gibi giyineceğim.

 Bekle.

 Etiketi unutmuşum.

 Kabanı beğendin mi?

 Sıcak tutar ve su geçirmez.

 Evet ama bana uygun değil.”

Benim gibi insanlar buzdağı gibidir, az konuşur ama dünyaları bilir.

 Ve ustaca başarılarımızla her şeyi göze alırız.

 Kabil'i izleyen mezardaki göz gibi!

 - Merhaba Bayan Schumacher.

 - Merhaba Bay Marceau.

 - Yeni işinize alıştınız mı?

 - Evet, oldukça.

 Beni biraz seviyor, çok seviyor  tutkuyla bağlı, delicesine aşık, hiç sevmiyor  Delicesine  Seni incittim mi?

 - Aksine, çok mutluyum.

 - Neden?

 - Çünkü yanımdasın.

 - Aptal şey!

 Bizi rahat bırak, yoksa madama söylerim, kovulursun!

 - Burada ne yapıyorsun?

 - Çalışıyorum.

 Görevimizi yapıyoruz.

 Bütün beyefendiler ayakkabılarını arıyor.

 Neredeyse isyan çıkacak.

 Benim suçum değil.

 Bu sersemin suçu.

 - Senin burada ne işin var?

 - Karımı görmek için gelmiştim.

 Bu geceki partiyi düşünecek olursan bunun için zamanın yok.

 Bir daha karımla konuştuğunu görürsem, seni vururum.

 Bizi rahatsız etmeyi bırak.

 Zaten yeteri kadar işimiz var.

 Görüyor musun?

 İşimize engel oluyorsun.

 Çok başarılıydık.

 Haydi tekrar çıkalım.

 Çok canımı sıkıyor.

 Gel.

 Hep beraber!

 - Christine nerede?

 - Bilmiyorum.

 Yardım et, şundan çıkayım.

 - Berthelin!

 - Meşgulüm.

 Artık ciddi olalım.

 Çok fazla içtim.

 Ne yaptığımın farkında değilim.

 Boşver gitsin.

 - Gösteriye devam etmiyor muyuz?

 - Yeteri kadar oynadım Octave.

 Beni niye böyle giydirdin o zaman?

 Çıkarmama yardım et.

 Zamanımız yok.

 Andre yardım et bana.

 Bunun içinde piştim neredeyse.

 Karımı gördün mü Andre?

 Ortalarda yok.

 Ulu tanrım!

 Bu ayı postunu çıkarmama kim yardım edecek?

 - Belot oynamak için can atıyorum.

 - İki kişiyle mi?

 General severek oynayacaktır.

 Schumacher Madam'ı gördün mü?

 Seni rahatsız etmek istemem ama bunu tek başıma çıkaramıyorum.

 - Octave, böyle çok güzelsin.

 - Sana söylüyorum, yardım et!

 - Christine nerede?

 Ne yaptın ona?

 - Sabırlı ol.

 Keşke şu ayı postundan kurtulabilsem.

 - Gel buraya.

 Postunu çıkaracağım.

 - Nihayet.

 Seni semiyor, yoksa şu salak Saint-Aubin'le takılmazdı.

 Gidelim Robert.

 Nereye?

 Evimi terketmeyeceğim!

 Sen ve senin şu mala tapıcılığın!

 Bir ev bu kadar önemli mi sanki!

 Önce Christine'le konuşmam lazım.

 Çek.

 - Sakın beni gördüğünü söyleme.

 - Neden?

 - Schumacher peşimde.

 - Neden?

 - Karısı yüzünden.

 - Lisette mi?

 Beraber konuşuyorduk.

 Bizi gördü ve buna sinirlendi.

 Kadınlar güzeldir efendim.

 Ve ben de onlardan hoşlanırım.

 Hem de çok severim, ama hep sorun çıkarırlar.

 Tamamen katılıyorum.

 - Sizin de sorunlarınız var mı efendim?

 - Evet.

 Bir Arap olmayı istedin mi hiç?

 - Hayır.

 Neden isteyeyim ki?

 - Haremin olması için.

 Kadın ve erkek ilişkileri söz konusu olduğunda   sadece müslümanlar bu kadar düz bir mantık sergiler.

 Aynı bizim gibi; her zaman bir favorileri oluyor ama diğerlerini de göz ardı etmiyorlar.

 Üstelik harem mantığı yüzünden diğer kadınları da bu duruma üzülmüyor.

 Kimseyi incitmek istemiyorum, özellikle de kadınları.

 - Hayatımın trajedisi bu.

 - Yine de üstesinden gelebilirsin.

 - Paranı da alıyorlar gerçi.

 - Önemi yok, param var ama  Eninde sonunda herkesi incitiyorum.

 Karımı, metresimi ve hatta kendimi bile.

 Efendim ben onlarla yatsam da, onları tutsam da bıraksam da  her zaman onları güldürmeyi denerim.

 Gülen bir kadının gardı düşmüştür, onlara istediğini yapabilirsin.

 - Neden bunu bir denemiyorsun?

 - Buna yeteneğinin olması gerek.

 Elbette.

 - Beyefendi bana bir iyilik yapabilir mi?

 - Nedir?

 Koridoru kontrol eder misiniz?

 Schumacher orada değilse  mutfağa gideceğim.

 - Terası kullansana.

 - Çok aydınlık.

 - Tamam, bir bakayım.

 - Teşekkür ederim beyefendi.

 - Ne yapıyorsun?

 - Hiçbir şey efendim.

 Sana evde dolaşma izni vermedim.

 İstiyorsan gel bir de banyomu kullan!

 - Zamanı geldi mi?

 - Neredeyse.

 Saint-Aubin nerede?

 Bilmiyorum, inanki  André nerede?

 Yarım saattir seni arıyorum.

 Bu ne cüret?

 Bu hakkı sana kim veriyor Andre?

 Çok düşüncesizsin!

 Belki.

 Ama bu defa senden bir açıklama istiyorum.

 Sana açıklama yapmayı reddediyorum.

 - Buna hiç hakkın yok.

 - O halde sana soruyorum.

 - Kulaklarını koparacağım senin.

 - Dene haydi!

 Lütfen, yapmayın!

 Afedersin Christine.

 Ama bu sabah silahlarımı kuşanıp seni düelloya davet edeceğim!

 Ben oldukça geç kalkarım.

 - Dövüşmeyecek misin?

 - Seninle değil.

 - Seni içeri attıracağım!

 - Aman çok korktum!

 Biliyor musun, sen gerçek bir korkaksın!

 Bırakın Matmazel.

 Beni zor duruma düşürüyorsunuz.

 - Seni bundan men ediyorum!

 - Üzgünüm, ama bu palyaçoyu dövmeliyim.

 Palyaço mu?

 Hayır, uzak durun!

 Ben mi korkağım?

 Bay Saint-Aubain'ı kaldır.

 Neden Le Bourget'e gelmedin?

 Çünkü  Seni seviyorum André.

 Bunu itiraf etmeyi istemedim hiç.

 Ama artık sana söylemek için hakkım var  Seni seviyorum Andre.

 Harika.

 Buna sevdiğine inanmamaya başlamıştım.

 - Peki şimdi ne yapacağız?

 - Buradan gideceğiz Andre.

 - Nereye?

 - Nereye olursa.

 - Ne zaman?

 - Hemen şimdi.

 Seni seviyorum, Christine.

 Seni mutlu edebileceğimi düşünüyorum.

 Aylardan beri, eğer beraber olsak neler yapabileceğimizi planlıyordum.

 Ve şimdi biliyorum; iyi talihim beni hazırlıksız yakalamadı.

 Korkuyor musun?

 La Chesnaye'ne söylemeliyim.

 - Neden?

 - Doğru olan şey bu.

 Beni dinle Christine.

 Arkadaşı olduğumu söyleyen ve elimi sıkan   evsahibimin karısını çalamam,  hem de hiçbir açıklama yapmadan.

 Birbirimizi seviyoruz!

 Ne önemi var bunun?

 Christine, kurallar var.

 Sizlere son satın aldığım şeyi göstermekten zevk duyarım.

 Mekanik aletler ve müzik aletleri koleksiyoncusu biri olarak   bu, kariyerimin doruk noktasıdır.

 Sanırım hepinizin hoşuna gidecektir.

 Tabi size kalmış.

 Eğer seni rahatsız ederse bana söyle, hakkından gelirim.

 Onu hizaya sokmak benim için hiç problem değil.

 - Ne yapıyorsun burada?

 - Canım elma yemek istedi.

 - Marceau nerede?

 - Onun bekçisi miyim ben?

 - Nereye gidiyorsun?

 - Yukarıya, diğerlerinin yanına.

 Bana bir içki ver.

 Yarın buradan gidiyorum ve sen de benimle geliyorsun.

 Nasıl istersen.

 Seni Alsace'a götüreceğim.

 Orada Marceau gibi serserilere ne yapacağımızı çok iyi biliriz.

 Gece, ormanda tek bir mermi!

 Hepsi bu kadar!

 Elbette.

 Paralarıyla beraber cehenneme gitsinler!

 Kendi patronun olmak varken, başkaları için çalışmak çok aptalca.

 Alsace çok güzel olmalı.

 Uzun köknar ağaçları, kar ve leylekleriyle  Dur!

 Beni duyuyor musun?

 Bırak Lisette!

 Schumacher, sana son kez söylüyorum!

 Andre, buradan ya hemen şimdi gideriz, ya da asla.

 Christine, buradan başımız dik ayrılmalıyız.

 Daha sonra bana teşekkür edeceksin.

 Özür dilerim, Madam.

 Seni öldüreceğim!

 Bay Jurieux  Karımı çalmakta başarılı olmuşa benziyorsunuz.

 Açıklamama izin ver.

 Gerek yok.

 Serseri herif!

 Seni hırsız!

 - Dayanamıyorum artık!

 - Neler oluyor?

 Arkadaşına onu sevdiğimi söyledim sadece.

 Nihayet!

 Gerçekten söyledin mi?

 Hiçbir şey bilmiyorum!

 Uzlaşmadan bahsedip duruyordu.

 Ben taşrada annesi ile bir aylığına beraber kalıyorken, o da Robert'la işleri yoluna koyacakmış.

 - Ne bekliyordun ki?

 - Beni kollarına almasını.

 Sonra da öpüp buradan götürmesini.

 Zavallı Christine.

 O'nun bir kahraman olduğunu unutmuşsun.

 - Vuracağım onu!

 - Delirdin mi!

?

 Suratını dağıtacağım!

 - Bir mermi mi?

 - Mermi.

 Bir silah mermisi.

 Şaşırttı mı seni?

 - Christine kaybolmuş!

 - Kaybolup gitmiş.

 Hep böyle yapar.

 Çok aptalsınız.

 Octave'la beraber gittiğini görmediniz mi?

 Onu suçlayamam.

 Siz ikiniz sürekli sorun çıkarıyorsunuz!

 Endişelenme onu bulursun bir gün.

 Şimdi tatlım, bize gelelim.

 Ne zaman gidiyoruz?

 Şimdi zamanı değil!

 Bir sürü başka sorunum var!

 Baban bizi farketmeden geçip gitmişti.

 Kapının arkasına saklanmıştık.

 Bütün orkestra ayaktaydı elbette.

 İzleyiciler konser salonunu alkıştan inletiyordu.

 - Eskinin o görkemli atmosferi.

 - Kesinlikle.

 Dekor çok garipti.

 Altın yeşili renkte bir oturma odası gibiydi.

 Öyle aşırı süslü bir yeşil tonu idi ki ancak İngilizler'in katlanabileceği bir türdendi.

 Babanın böyle bir tarzı vardı.

 Hiçkimseye aldırmaksızın soğuk bir biçimde sahneye girdi  Kral alkışlıyordu.

 Salon tıklım tıklımdı.

 Her zaman olduğu gibi ilk kemancı O'na sopasını verdi, Ve tıpkı bir rüyadaymış gibi  Bırak beni.

 Aşağılık herif!

 Bırak!

 Başka bir olay daha mı?

 Fazla oluyor artık!

 - Yeter ki ne yeter!

 - Silah sesinden nefret ediyorum.

 Yeter artık, Schumacher!

 - Beni sinirlendirmeyi bırak artık!

 - Ne?

 André, onu sakinleştirmeme yardım et lütfen.

 Corneille, bu oyunu bir an önce kesin!

 - Hangi oyunu?

 - Schumacher'inkini elbette!

 Evet, efendim.

 Arkamda mıydın?

 Evet Madam.

 Size çok teşekkür ederim.

 - Teşekkür ediyorum.

 - Bir şey değil!

 - Doz iki tane miydi?

 - Dört tane ver.

 Uyku hapları mı?

 Onlardan nefret ederim.

 Mantıklı ol, Geneviève.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Dans etmeye!

 Git yatağında dans et.

 Evet yatakta aşkım.

 Yatağa gidiyorum.

 Buna ihtiyacın var, inan bana.

 Odana geri dön.

 Yalvarırım odana geri dön.

 Sakin ol tatlım.

 Yarın yine birbirimizi göreceğiz.

 İyi geceler.

 General!

 Sigara?

 Uyumaya mı gidiyorsunuz general?

 Evet evlat.

 Christine'e saygılarımı sunmak isterim.

 Nerede kendisi?

 Biraz başı ağrıyor.

 - Umarım bütün bu olanlar sizi sıkmamıştır.

 - Hayır önemi yok.

 - Sadece ufak bir patırtı  - Elbette.

 İyi geceler.

 Christine nerede?

 Bir şeyler olmuş olmalı.

 Çok yoruldu ve uyumaya gitti.

 - Gerçekten mi?

 Ya Geneviève?

 - O da yorulmuş biraz, hepsi bu.

 Çok hassas biri.

 Personelim bu akşam ipin ucunu kaçırdı biraz.

 Özür dilerim.

 Onların da arada sırada eğlenmeye ihtiyaçları var.

 Partinin bir parçası sandım.

 Yoksa müdahale ederdim.

 Her şey yolunda.

 İyi uykular.

 İyi geceler.

 Karınıza tebriklerimi iletin.

 Benim için öpün.

 Gidiyor musunuz?

 Daha çok erken.

 Christine grip olmuşsa, hardallı banyo ona iyi gelecektir.

 - Christine'ni göremez miyiz?

 - Şu anda dinleniyor.

 Harika bir akşamdı!

 Parti fikri çok orjinaldi.

 Tourcoing'de olmaz böyle şeyler.

 Bir keresinde "farandole" dansı yapmıştık, ama modası geçmiş bir şeydi.

 İyi geceler.

 Bir dakika  Corneille çok hasar var mı?

 Ya da yaralanan birileri?

 Daha yeni kontrol ettim.

 Bütün konuklar gayet iyi.

 Doldurulmuş kuşlar biraz yıprandı, kapıya da bir kurşun saplanmış.

 Cam eşyaları hesaba katmıyorum.

 Schumacher, seni kovmaktan başka seçeneğim yok.

 Bu durum kalbimi kıracak ama konuklarımı silahlarının önüne atamam.

 Belki aptallar ama hayatları kıymetlidir.

 Bu yüzden gitmen lazım.

 - Ne zaman efendim?

 - Hemen şimdi dostum.

 Derhal  Corneille tazminatını verecek.

 Bir kelime daha duymak istemiyorum.

 - Benimle geliyor musun Lisette?

 - Hayır, Madam'a gidiyorum.

 Hoşça kal demeye, değil mi?

 Hayır, söyledim sana!

 Madam'ın bana ihtiyacı varsa kalacağım.

 - Biraz ağır olmadı mı efendim?

 - Ne diyorsam onu yapın.

 Başüstüne efendim.

 Beni takip edin.

 Marceau, sen de gitmek zorundasın.

 Schumacher'i kovup, karısıyla burada kalmana izin veremem.

 - Ahlaka uygun olmaz.

 - Anlıyorum efendim.

 Gücenmem.

 Ayrılmadan önce minnettarlığımı göstermek isterim.

 Uşak olarak işe almakla bana bir şans verdiniz.

 Bunu asla unutmayacağım.

 Serenat yapmayı bırak.

 Zaten yeterince derdim var.

 Ne akşam ama  - Nerede kalmıştık?

 - Açıklamak için beş dakika istiyorum.

 Beş dakikan var.

 Çok naziksin.

 Müthiş bir yumruğun var.

 Bırak şimdi.

 - Nerede konuşacağız?

 - Yemek salonunda.

 Ceketim de orada.

 Peki.

 - Öncelikle, beni affetmelisin.

 - Affettim bile  Bu akşam alçakların en alçağı gibi davrandım.

 Ben de pek farklı sayılmazdım.

 Bu küçük kavgamız bana ne hatırlattı biliyor musun?

 Bazen gazetelerde, bazı banliyölerde Polonyalı bir işçinin karısını   baştan çıkaran bir İtalyan'ın hikayesini okuruz ya hani  Ve her zaman da bıçağın ucunda sona erer bu haberler, bilirsin.

 Böyle şeylerin olduğuna inanmazdım asla.

 Ama oluyormuş!

 Benim bir mazeretim var ama; Christine'i seviyorum!

 Peki ben sevmiyor muyum?

 Onu o kadar çok seviyorum ki seninle beraber olmasını istiyorum.

 Mutlu olması buna bağlıymış gibi görünüyor.

 Ve kendi sınıfımızdan birine aşık olduğuna memnunum.

 - Ama hala  - Hala?

 Beni endişelendiren bir şey var.

 - Nedir?

 - Mesleğin.

 - Niçin?

 - Christine'nin alıştığı bir yaşam tarzı var.

 Gençsin, ünlüsün ama kaza yapabilirsin.

 - Teşekkürler!

 - Kimse görmezden gelemez.

 Ekonomik durumun ne olacak?

 Bütün o gürültü patırtıdan sonra ne kadar da sessizleşti  - Herkes gitti mi?

 - Sanırım.

 Güzel.

 Seninle André hakkında konuşmam gerek.

 Dinle, modern çağların kahramanlarıyla beraber olmak fikri rüya gibidir.

 Havadayken harikadırlar.

 Ama yere indiklerinde, güçsüz, zavallı ve yardıma muhtaçtırlar.

 Çocuklar gibi sakar olurlar.

 Atlantik'i geçebilirler ama  yaya geçidi olmadan bir caddeyi bile geçemezler.

 Bu iş hep böyle olur.

 Ayın etrafındaki haleyi görüyor musun?

 Yarın yağmur yağacak.

 Madam, ben de sizi arıyordum.

 Çok endişelendim.

 Neden?

 - Bana kızgın değil misiniz?

 - Hayır.

 Erkeklerin çılgına dönmesi bizim suçumuz değil.

 - Yani kalabilir miyim?

 - Elbette.

 O kadar mutluyum ki!

 Madam, Kasım ayı, etrafta bu şekilde dolaşmak için çok soğuktur.

 Lisette, Madam de Marras'nın kocamın metresi olduğunu biliyor muydun?

 Evet madam.

 Siz evlenmeden önce, bir yaz tatilinde başladı.

 Gördün mü?

 Herkes biliyormuş!

 Ama bana asla söylemediniz!

 Sizi incitmek istemedik.

 Hayatımın son üç yılı bir yalan üzerine kuruluymuş.

 Onları av esnasında gördüğümden beri hep bunu düşündüm durdum.

 Sonra aniden anladım

 BU DA ÇAĞIMIZIN BİR BAŞKA ÖZELLİĞİ: HERKES YALAN SÖYLÜYOR.

 ECZACILAR, BROŞÜRLER, HÜKÜMETLER  RADYOLAR, SİNEMA FİLMLERİ, GAZETELER  BİZİM GİBİ BASİT İNSANLAR DA NEDEN YALAN SÖYLEMESİN Kİ?

 Haydi biraz yürüyelim.

 - Paltonuzu getireyim.

 - Hava yeterince ılık.

 Pek iyi değilsiniz hanımefendi.

 Pelerinimi alın.

 Teşekkür ederim.

 Çok şık değil ama sizi sıcak tutacaktır.

 - Çok mu acı çekiyorsun?

 - Evet.

 Ben de öyle.

 - Onu gördün mü?

 - Hayır.

 Ben de görmedim.

 Sanırım madamla birlikte kalacak.

 Madamla!

 O, seninle evlenmedi.

 Madamla evlendi.

 Şimdi ne yapacaksın?

 Kulübeme geri döneceğim.

 İşimin başına 

- Kaçak avlanmaya mı?

 - Evet.

 Evet ama neden seni ilgilendirsin ki?

 Onlar seni kovdular!

 Sen de birkaç sülün avla bence.

 Birkaç tane de tavşan.

 Yasal bir avcı olmak için ruhsat almayı düşünüyorum.

 Eğer bir polis beni durdurup ne taşıdığımı sorarsa  O'na ruhsatımı ve tavşanlarımı göstereceğim ve  "Satmak için iznim var.

 İyi günler, efendim" diyeceğim.

 Bir sigara yak.

 Sen ne yapmayı planlıyorsun?

 Buralarda kalacağım.

 Karım için.

 O'nu onlardan geri almak istiyorum.

 - Ne yapıyorsun?

 - Suya tükürüyorum.

 Nasıl yapıldığını bildiğim tek şey bu.

 - Sorun nedir?

 - Hiçbir şey.

 İşe yaramaz biri olduğunun yeniden farkına varmak  Bir parazit!

 Bana yardım eden birkaç arkadaşım olmasaydı eğer, açlıktan ölürdüm.

 Ama biliyorsun, gençken  kendimi çok büyük bir şey zannederdim.

 Seyircilerin önünde olmak nasıl bir histir, bilmek isterdim.

 Harika olurdu, değil mi?

 Ama bütün her şeyin ellerimden kayıp gittiğini görmek beni delirtiyor.

 Bu yüzden kendime yalan söylüyorum ve öyle olduğunu hayal ediyorum.

 Ama önce biraz çakırkeyif olmam lazım, değil mi?

 Biraz önce o merdivenlerde, bu dediğimi hissettim yine.

 Ama sonra gerçeklik gelir, ve bir tokat gibi yüzüne çarpar.

 Ne güzel bir gece!

 Ay'a baksana.

 - Üşümüyor musun?

 - Hayır.

 Ya sen?

 Başlığını giy.

 - Bu Lisette.

 - Octave ile.

 Domuz herif!

 - O olduğuna emin misin?

 - O'nun kabanını giymiş.

 Ona ben vermiştim.

 - Üşüdüm ben.

 - İstersen geri dönelim.

 Şatoya değil

 Bir daha asla!

 - Peki o zaman seraya gidelim.

 - Tamam.

 - Ne konuşuyorlar?

 - Hiçbir şey duyamıyorum.

 Silahın yanında mı?

 Vur onları.

 - Bütün mermileri sana harcadım.

 - Zavallı dostum  Ama babam öyle değildi.

 Bir kahramandı.

 Kendi halinde bir kahraman

  Babanı baz alarak diğer erkekler hakkında karar vermemelisin.

 Her neyse.

 - Örneğin sen tam bir beyefendisin.

 - Ben işe yaramazın biriyim.

 Bu doğru değil.

 Birinin seninle ilgilenmesi lazım.

 Ben ilgileneceğim seninle.

 Çok geç artık.

 Çok yaşlıyım.

 Aptal  Biliyorsun  Sevdiğim sensin.

 Ya sen?

 Sen de beni seviyor musun?

 Evet Christine.

 Seni seviyorum.

 O zaman öp beni.

 Hayır 

Sevgililer gibi dudaklarımdan öp.

 Lisette  İkisini de vuracağım!

 - Lisette'i vurma.

 - İkisini de vuracağım.

 Tüfeğimi getirmeye gidiyorum.

 Lütfen onu vurma.

 Benimle gel.

 Burada kalıp onları gözlemem daha iyi olmaz mı?

 Hayır, yanımda kalıyorsun.

 Sanırım sabah 3'te bir tren var.

 Onu kaçırmayalım.

 Hemen gidip paltonu getireyim.

 - Christine nerede?

 O'nu merak ediyorum.

 - Merak etme.

 Octave ile birlikte.

 - Ona güvenebilirsin.

 - Ne de olsa O tanıştırdı sizi.

 O'na kin beslemiyorum.

 İyi adamdır.

 Çok iyi bir dost.

 Katılıyorum  İnandığım pek fazla bir şey kalmadı ama   arkadaşlığa inanmayı deneyeceğim.

 Ama Octave  istisnadır.

 - Madam nerede?

 - Paltosunu getir.

 Paltosu!

 Pekala.

 Salağın biri şapkamı almış.

 - Bu çok yanlış Bay Octave.

 - Niçin?

 Maksat eğlence ise tamam ama  konu beraber yaşamak olunca  gençler gençlerle, yaşlılar da yaşlılarla olmalı.

 Evet.

 Şapkam nerede?

 Ve paran da yok.

 Madam gibi kadınların ihtiyaçları çoktur.

 Parasız nasıl yapacaksın?

 Şuna bak.

 Üzerinde tepinmişler.

 Hata yapıyorsun.

 Madam seninle mutlu olmayacaktır.

 Beni de alacak mısınız?

 Elbette.

 Sen de bizimle geleceksin.

 Christine nerede?

 Seni bekliyor.

 Beni mi?

 Evet.

 Köprüyü geçtikten sonra olan küçük serada bekliyor.

 Bunu ona götür.

 Acele et.

 Küçük serada.

 - Üşütme sakın, şunu al.

 - Teşekkür ederim.

 Seni öpmeme izin ver.

 - Sen de mi seviyorsun onu?

 - Evet.

 Lisette lütfen!

 Ben ağlıyor muyum?

 Acı çekiyorum ve bundan nefret ediyorum.

 Tek başına.

 - Gidip konuşacağım onunla.

 - Yürü haydi.

 Sen değil.

 Ben.

 Dur!

 Bu O!

 Parktaki silah sesini duydun mu?

 - Parkta mı?

 - Evet.

 Odamdaydım ve  - André idi, değil mi?

 - Evet Matmazel Jackie.

 - Peki ya Madam?

 - O iyi efendim.

 Teşekkür ederim.

 Öldü mü?

 Sizi temin ederim ki hiç acı çekmedi.

 Aynen bir hayvan gibi  vurulup düştü.

 Son sözleri madamın adı oldu.

 Ve sonra her şey sona erdi.

 Sen mi ateş ettin?

 Hayır, Schumacher vurdu.

 Ama beraber karar verdik.

 Acele et Corneille.

 Neden gitmeme izin vermedin?

 Şimdi bana ne olacak?

 Bırak gideyim.

 Madamın bana ihtiyacı var.

 Gidip onu  öpeceksin.

 Onu öp ve gittiğimi söyle.

 Anlayacaktır.

 Sana da bir elveda öpücüğü vereceğim Lisette.

 İşte.

 - Hoşça kal.

 - Hoşça kalın Bay Octave.

 Sizden hoşlanmıştım.

 Hoşça kal, Lisette.

 Senden de hoşlanmıştım.

 Corneille, bize ihtiyaçları var.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Ormana.

 Orada burada ufak tefek işler yapmaya çalışacağım.

 Ben de Paris'e gideceğim.

 Kendi başımın çaresine bakmaya çalışacağım.

 Belki bir gün tekrar karşılaşabiliriz, ne dersin?

 Çok zor gibi.

 Ama hiçbir şey imkansız değil.

 Sana iyi şanslar.

 İyi şanslar.

 İzninle.

 Kimse olay mahalline yaklaşmamalı.

 Formalitelerle ilgilenmesi için Corneille'i görevlendireceksin.

 - Buna dayanamayacağım.

 - Cesaretinizi toplayın Matmazel.

 Sizin gibi eğitimli bir bayanın cesur olması gerekir.

 Jackie, bütün gözler üzerinde.

 Bu çocukla ben ilgilenirim.

 Gidip uyumaya çalış.

 Bitkin düşmüş olmalısın.

 Yarın buradan ayrılıyoruz ve bütün bu karmaşayı geride bırakıyoruz.

 İyi geceler Robert.

 İyi geceler Christine.

 İyi geceler beyler.

 Baylar  Çok üzücü bir kazaydı, hepsi bu.

 Bekçim Schumacher kaçak avlanan birini gördüğünü sanıp ateş etmiş.

 Talihsiz André Jurieux da bu hatanın kurbanı oldu.

 Yarın şatoyu terk ediyoruz, arkadaşımızın yasını tutacağız.

 Hepimize ünlü olduğunu unutturan  harika bir arkadaştı.

 Sevgili dostlar, hava çok soğuk.

 Hepiniz üşütebilirsiniz.

 İçeriye gelmenizi teklif edebilir miyim?

 Yarın Jurieux'ye olan saygılarımızı sunacağız.”

Kaza" kelimesinin yeni bir tanımı bu oldu demek.

 Hayır, La Chesnaye çok itibarlı biridir.

 Bugünlerde çok ender bulunan bir şey sevgili Saint-Aubin.

 Hem de çok ender.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar