ANİMAL FARM
Yönetmen:
John Stephenson
Ülke:
ABD
Tür:
Komedi , Dram , Aile
Vizyon
Tarihi: 15 Haziran 2001 (Türkiye)
Süre:
91 dakika
Dil:
İngilizce
Senaryo:
George Orwell , Alan Janes , Martyn Burke ,
Müzik:
Richard Harvey
Görüntü
Yönetmeni: Mike Brewster
Oyuncular: Kelsey Grammer, Ian Holm, Paul Scofield
Özet
Filmde bir gün Manor Çiftliği’nde
insan sahiplerinin baskısı altında yaşayan hayvanların bir ütopya yaratmak
amacıyla bir domuz tarafından kışkırtılmasıyla örgütlenmesi ve direnişe geçmesi
beraber yaşamları pahasına ortaya koydukları özgürlük mücadelesi ve bu hakka
sahip olduktan sonra da aralarında ne gibi entrikaların döndüğü
anlatılmaktadır.
Bu toplumsal harekette başı çeken
Kartopu ve Napolyon adlı domuzların, insanlardan kurtulduktan sonra bu kez
kendi otorite sevdalarıyla hayvanlara zulmetmesi, sosyalist sisteme yönelik bir
eleştiri niteliğinde.
Hayvan
Çiftliği, (orijinal adıyla Animal Farm) George Orwell'in mecazi bir dille
yazılmış fabl tarzında siyasi hiciv romanı. Roman ilk olarak 1945'te
yayınlandıysa da asıl ününe 1950'lerde kavuştu. 1996'da ise geçmiş tarihler
için verilen Retro Hugo Ödülü'nü 1946 senesi için aldı.
Roman,
Stalinizmin acı bir eleştirisidir. Totaliter rejimlere karşıt bir solcu olan
Orwell, romanında SSCB'nin kuruluşundan itibaren meydana gelen önemli olayları
kara mizah kullanarak mecazi bir dille anlatır.
Hayvan
Çiftliği çok yankı uyandırmış ve olumlu eleştiriler almıştır. Bir Stalinizm
eleştirisi olmakla birlikte, II. Dünya Savaşı yıllarında müttefiklerini
kızdırmak istemeyen İngiltere'de sansüre uğramıştır. Romanın çizgi filmi
çekilirken konusunun CIA tarafından değiştirildiği iddia edilmektedir. Roman
1999'da bu kez konusuna daha sadık bir senaryoyla filme çekilmiştir.
Hayvan
Çiftliği, Pink Floyd'un Animals albümüne ilham kaynağı olmuştur.
“Hayvan
Çiftliği” Türkiye'de ilk kez 1954 yılında o zamanki adı Maarif Vekâleti olan
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Halide Edip Adıvar'ın Türkçe çevirisiyle
bastırtılmıştır. 1966 yılında da kitabın ikinci baskısı yapılmıştır.
Romanın
İngilizce versiyonu 1970'li yıllarda Türkiye'de yabancı dille eğitim yapan
devlet okullarında (Maarif Bakanlığı Kolejleri) İngilizce derslerinde
okutulmuştur.
Romandaki karakterler
- Koca
Reis, domuz, hayvanlara mutluluk ve barış dolu bir dünya vaat eder,
insanların çiftlikten kovulmasını ister. Karl Marx veya Vladimir Lenin'e
benzer.
- Snowball,
domuz, hayvanlara okumayı öğretir, bir değirmen yapılması taraftarıdır. Leon Troçki'yi
temsil eder. Napolyon değirmene önce karşı çıkar, Snowball'u çiftlikten
kovduktan sonra ise değirmenin yapımını ister. Başa gelen her kötü olaydan
Snowball'u sorumlu tutar.
- Napolyon,
domuz, köpekleri eğitir ve bir polis gücü haline getirir, Snowball'u
çiftlikten kovar, insanlarınkinden daha baskıcı bir yönetim kurar. Josef Stalin'i
temsil eder. Kitapta Animalizm- Hayvanizm olarak anılan Marksizm ve
Leninizm'den kesin olarak dönüş yapar.
- Bay
Jones, insan, çiftliğin eski sahibi. Son Rus çarı II. Nikolay'ı
temsil eder.
- Bay
Frederick, düzenli bakılan komşu çiftliğin sahibi. Adolf Hitler'e
benzemektedir.
- Bay
Pilkington, Winston Churchill'e
benzemektedir. Kitabın sonunda Napolyon'un Bay Pilkington ile anlaştığını
görüyoruz. Bu da bize onun Theodore Roosevelt olduğunu gösteriyor.
Olaylar İngiltere’de bir
çiftlikte cereyan eder. Hayvanlar, çiftlik sahibi zalim Bay Jones’un
boyunduruğu altında köle gibi yaşamaktadırlar. Koca Reis dedikleri, bir
zamanlar ödül kazanmış kır yaşlı erkek domuz Koca Reis (yarışmaya Willingdon Güzeli adıyla katılmıştı, ama herkes ona Koca Reis
diyordu),
buna karşı çıkmak için bir devrim planlar ve hayvanları gizli bir toplantıya
çağırır. Toplantıda tüm hayvanlara artık köle gibi yaşamalarının sonunun
gelmesi gerektiğinden ve gördüğü bir rüyadan bahseder ve şunları konuşur.
“Evet yoldaşlar,
yaşadığımız hayat nasıl bir hayattır?
Açıkça söylemekten
korkmayalım:
Şu kısa ömrümüz
yoksulluk içinde, sabahtan akşama kadar uğraşıp didinmekle geçip gidiyor.
Dünyaya geldikten sonra yaşamamıza yetecek kadar yiyecek verirler; ayakta
kalanlarımızı canı çıkana kadar çalıştırırlar; işlerine yaramaz duruma
geldiğimizde de korkunç bir acımasızlıkla boğazlarlar. İngiltere’de, bir
yaşına geldikten sonra, hiçbir hayvan mutluluk nedir bilmez, hiçbir hayvan
dinlenip eğlenemez. İngiltere’de hiçbir hayvan özgür değildir. Hayatımız sefillikten,
kölelikten başka nedir ki! İşte, tüm çıplaklığıyla gerçek budur.
“Peki, bu durum,
Doğa’nın bir yasası mıdır?
Ülkemiz,
topraklarında yaşayanlara düzgün bir hayat sunamayacak kadar yoksul mudur?
Hayır, yoldaşlar,
asla! İngiltere toprakları bereketlidir; havası suyu iyidir yurdumuzun; bugün
bu ülkede yaşayan hayvanlardan çok daha fazlasına bol bol yiyecek sağlayabilir.
Yalnızca şu bizim çiftlik bile bir düzine atı, yirmi ineği, yüzlerce koyunu
besleyebilir; besleyebilir ne demek, onlara bugün bizim hayal bile edemeyeceğimiz
kadar rahat ve onurlu bir hayat yaşatabilir.
Öyleyse, bu sefilliğe
neden boyun eğelim?
İnsanlar, emeğimizle
ürettiklerimizin neredeyse tümünü bizden çalıyorlar, işte, yoldaşlar, tüm
sorunlarımızın yanıtı burada. Tek bir sözcükte özetlenebilir: İnsan.
Tek gerçek düşmanımız
İnsan’dır. İnsan’ı ortadan kaldırın, açlığın ve köle gibi çalışmanın
temelindeki neden de sonsuza dek silinecektir yeryüzünden.
“İnsan, üretmeden
tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur,
tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de, tüm hayvanların efendisidir.
Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek
verir, geri kalanını kendine ayırır. Bizse emeğimizle tarlayı sürer,
gübremizle toprağı besleriz; oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur.
Siz, şu karşımda oturan inekler; bu yıl kaç bin litre süt verdiniz?
Güçlü kuvvetli
danalar yetiştirmek için gerekli olan sütleriniz nereye gitti?
Her bir damlası
düşmanlarımızın midesine indi. Siz, tavuklar; bu yıl kaç yumurta yumurtladınız,
o yumurtaların kaçından civciv çıkarabildiniz?
Tümüne yakını pazarda
satıldı, Jones ve adamlarına para kazandırdı. Ve sen, Clover, doğurduğun o dört
tay nerede; yaşlandığında sırtını dayayacağın, keyfini süreceğin o taylar nerede?
Dördü de bir yaşına
geldiklerinde satıldı; onları bir daha hiç göremeyeceksin, insanlara verdiğin o
dört tay ve tarlalardaki emeğinin karşılığında bir avuç yem ve soğuk bir
ahırdan başka ne gördün?
“Kaldı ki,
yaşadığımız şu sefil hayatın doğal sonuna varmasına bile izin vermezler. Ben
gene talihli sayılırım, onun için pek o kadar yakınmıyorum. On iki yaşındayım,
dört yüzden fazla çocuğum oldu. Bir domuz için çok doğal. Ama hiçbir hayvan
sonunda o gaddar bıçaktan kaçamaz. Siz, karşımda oturan genç domuzlar; bir
yıla kalmaz, bıçağın altında ciyaklaya ciyaklaya can verirsiniz, inekler,
domuzlar, tavuklar, koyunlar; bu korkunç son hepimizi bekliyor, hepimizi.
Atların ve köpeklerin yazgısı da bizimkinden farklı sayılmaz. Sen, Boxer (at),
şu koca kasların gücünü yitirmeye görsün, Jones (çiftçi) o saat, sakat ve
kocamış adarı alan kasaba satar seni. Kasap da gırtlağını keser, kazanda
kaynatıp av köpeklerine mama yapar. Köpeklere gelince; yaşlanıp dişleri
dökülmeye görsün, Jones boyunlarına bir taş bağlar, en yakın göle atar.
“Öyleyse, yoldaşlar,
bu hayatta başımıza gelen tüm kötülüklerin insanların zorbalığından kaynaklandığı
gün gibi açık değil mi?
Şu İnsanoğlu’ndan
kurtulalım, emeğimizin ürünü bizim olsun, işte o zaman zengin ve özgür
olacağız.
Öyleyse, ne yapmalı?
Gece gündüz, var gücümüzle insan soyunu alt etmeye
çalışmalı! İşte, söylüyorum yoldaşlar:
Ayaklanın!
Bu Ayaklanma ne zaman
gerçekleşir bilemem, bir haftaya kadar da olabilir, yüz yıla kadar da; ama şu
ayaklarımın altındaki samanı gördüğüm gibi görüyorum: Hak er geç yerini
bulacaktır. Yoldaşlar, şu kısa ömrünüzde bunu aklınızdan çıkarmayın! Ve en
önemlisi, bu öğüdümü sizden sonra gelenlere iletin ki, gelecek kuşaklar zafere
kadar savaşsın.
“Ve yoldaşlar, kararlılığınız
asla, ama asla sarsılmasın. Hiçbir tartışma sizi yolunuzdan saptırmasın, insan
ile hayvanların ortak bir çıkan vardır, birinin dirliği öbürlerinin de
dirliğidir, diyenler çıkabilir. Onlara sakın kulak asmayın. Hepsi yalan.
İnsanoğlu, kendinden başka hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez. Bu
savaşımımızda hayvanlar arasında tam bir birlik kurun, kusursuz bir yoldaşlık
sağlayın.
Bütün insanlar
düşmandır! Bütün hayvanlar yoldaştır!”
Üç gün sonra Koca Reis
kazara öldürülür. Kendisinden geriye konuşma esnasında söylediği İngiltere
Hayvanları adlı şiiri kalmıştır. Konuşması da çoktan diğer hayvanlarda
ufuklar açmaya başlamış ve Adalet şarkısı ve
özgürlüklerini tekrar hayvanlar bir ağızdan söylenir olmuştur.
Şarkının
coşkulu bir ezgisi vardı, Clementine ile La
Cucuracha arası bir şarkıydı. Sözleri şöyleydi:
İngiltere ve İrlanda’nın hayvanları,
Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları,
Kulak verin müjdelerin en güzeline,
Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde.
Er geç bir gün gelecek,
Zorba İnsan devrilecek,
İngiltere’nin bereketli topraklarında
Yalnızca hayvanlar gezinecek.
Burnumuza geçirilen halkalar,
Sırtımıza vurulan semer sökülüp atılacak,
Kamımıza saplanan mahmuz çürüyüp paslanacak,
Acımasız kırbaç bir daha şaklamayacak.
Zenginlikler düşlere sığmayacak,
Buğdayı arpası, yulafı samanı,
Yoncası, baklası, pancarı,
O gün hepsi bizim olacak.
İngiltere’nin çayırları daha yeşil,
Irmakları daha aydınlık olacak,
Rüzgârlar daha tatlı esecek,
Biz özgürlüğümüze kavuşunca.
O günü göremeden ölüp gitsek de,
Herkes bu uğurda savaşmadı,
İneklerle atlar, kazlarla hindiler el ele,
Özgürlük uğruna ter akıtmalı.
İngiltere ve İrlanda’nın hayvanları,
Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları,
Kulak verin müjdeme, haber salın her yere,
Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde.
Sahipleri Bay Jones’un
yem saatlerini unuttuğu bir günde önceden planlanmış olmamasına karşın aniden,
isyan patlak verir ve bu devrim umduklarından da kısa bir süre içerisinde
tamamlanır.
Çiftliğin sahibi Bay
Jones çiftlikten uzaklaştırılır. Artık en zeki olarak tanımlanan domuzlar diğer
hayvanlara önderlik yapmaya başlarlar. İlk işleri çiftliğin adını
değiştirmektir. İsim kolayca bulunur. Bu sahibi sadece kendileri olan Manor
Çiftliği’nin (Beylik Çiftliği) adı bundan sonra “HAYVAN ÇİFTLİĞİ” dir.
Süreç içerisinde iki
domuz öne çıkar: Nopolyon ve Snowball.
Napolyon iri yarı, iyi
konuşamayan ancak otorite sahibi; Snowball ise etkili konuşan, parlak zekaya
sahip biridir. İkisi birlikte koca Reis’in fikirlerinden yola çıkarak “animalizm”
adında bir öğreti ortaya koyarlar. Ardından da kamçıları, gemleri, burun
halkalarını, zincirleri yok ederler ve aynı gün “yedi Emir”i yazıp
ahırın kapısına asarlar.
Yedi
Emir şöyledir:
1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin.
2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatlan olan herkesi dost bileceksin.
3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.
4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.
5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek.
6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.
7. Bütün hayvanlar eşittir.
Emirler büyük bir özenle
yazılmıştı; ‘dost’un ‘tost’ diye, S’lerden birinin de ters yazılmış olması
dışında, hiçbir yazım yanlışı yoktu. Bütün bu kuralar tüm hayvanlar
tarafından benimsenmiş ve beklenen devrim gerçekleşmiştir.
Animalizm dersleri
verilmektedir. “Dört ayak iyidir, iki ayak kötü” Ancak zamanla Napoleon
ve Snowball birbirini çekememeye başlayıp, ikisi de yeni düzenin tek adamı
olmak istemektedir.
Napoleon ve Snowball çiftliğin hakimiyetini
ele geçirmiş durumdadırlar. Her şekilde haklılıklarını öne çıkarırlar ve
hayvanları ikna ederler. Örnek verilecek olursa
hayvanlar:
“Süt ve
elmalar kimde? Süt ve elmalar
kimde? Süt ve elmalar kimde? Süt ve elmalar kimde?” Diye sorduklarında saklayamadıkları gerçeği
itiraf ederek “Biz domuzlarda!” cevabını verirlerken gerekçeleri de
hazırdır. Snowball der ki;
“Süt ve elma beyini
besler. Ve eğer beyinlerimiz
beslenmezse o zaman Çiftçi Jones geri gelebilir. İçinizden Jones'u tekrar görmek isteyen var
mı? Hayvanlar:
“Hayır. Hayır. Hayır”,
derler.
“Öyleyse,
o zaman iyiliğimiz için sütü içmeye ve
elmaları yemeye devam edeceğiz.” Derler. Ancak bu arada
enikleri çok olan Jessie süt tüketimi yüzünden yavrularından uzaklaştırılır ve
yavruları komitenin emrinde çalışan kolluk kuvvetlerine dönüştürülür.
Domuzlar hayvanlara ne
yapacağını, ne düşüneceğini söylüyorlardı. Ancak Snowball çiftlikte elektrik üretimi için bir
yeldeğirmeni yapılması gerektiğini söylediğinde Napolyon’un enntrikaları ile
köpekleri tarafından çiftlikten sürülür. Ama buna rağmen yeldeğirmeni
çalışmalarına başlanır. Burada Napeleon başta savunmadığı bu düşünceyi
sonraları ne yapıp edip kendisinin de bunu savunduğu ancak Snowball’u
çiftlikten göndermek için böyle söylediğine inandırır.
Bir gün çiftliğe
dışarıdan saldırılar olur... Yabancı hayvanlar çiftliğe giriyor, iki sene gibi uzun
bir zaman içerisinde bütün hayvanların büyük gayretleri sonucu yaptıkları ve
büyük domuzun adının verildiği Yel Değirmenini yıkıp harap ederler. Çiftlikteki bütün hayvanlar yaralanır,
bazıları ölür. Bir müddet sonra bir tüfek sesi duyuluyor. Ağır yaralı bir
hayvan yanındaki bir domuza:
“Neden tüfek atılıyor”
diye soruyor. Domuz: “Zaferimizi kutlamak için” cevabını veriyor. Yaralı
hayvan; “Hangi zafer” diye hayret ediyor. Domuz; “Ne demek hangi
zafer, düşmanı topraklarımızdan kovmadık mı” diyor. “Ama iki yıl
uğraştığımız değirmeni yok ettiler” karşılığını veriyor. Domuz: “Ne önemi var,
bir değirmen daha yaparız, istersek daha fazla yaparız, yapmış olduğumuz
muazzam işleri takdir etmiyorsun, şimdi şu bastığın topraklar düşman
işgalindeydi, ama liderimiz sayesinde her karışını geri aldık”
diyor...Biraz sonra Büyük Domuz, kendisine taktığı bir kaç madalya ve nişanla
çıkıp bütün hayvanları, elde ettikleri zaferden dolayı kutluyor, tebrik ediyor.
Hayvanların hepsi büyük zafer kazandıklarına böylece inanmış oluyorlar.
Domuzlar insan gibi
davranmaya başlamışlar ve hızla şişmanlamaktadırlar. Hatta yatakta yatmakta,
içki içmektedirler. Hayvanların eşitliği ilkesine uymayan bu davranışlar
zamanla duvardan değiştirilerek domuzlar tarafından kendilerine uygun hale getirilir.
Örneğin domuzların yatakta yatmaları ve içki içmeleri konusunda “Hiç bir
hayvan yatakta yatmayacaktır” ilkesini hatırlayıp hayrete kapılıyorlar. Hep
beraber duvarın yanına gidiyorlar, ancak duvarda: “Hiç bir hayvan çarşaflı
yatakta yatmayacaktır” yazısını görüyorlar, hepsi, bu ilkeyi yanlış
hatırladıklarını düşünüyor, bu ilkenin sonradan değiştirilmiş olduğunu
anlayamıyorlar bile. Tüm hayvanların eşitliği ilkesi Koca Reisle birlikte
toprağa gömülmüştür kısacası. Yaşlı Koca Reisin sözlerinin hiç anlamı yoktu
artık. Domuzlar şimdi evde
yaşıyorlardı. Napoleon arada bir
görülüyordu ama onuruna bir heykel yapılarak ahır yakınına dikildi. Napoleon Hayvanları ikna için şunları
söylüyordu:
“Bugün
bizim için yeni bir yolun başlangıç işaretidir. Hayvan çiftliği izole edilmiş olarak
kalamaz. Hayatımızın kalitesini
arttırmak için, değirmeni inşa etmek
için, kendimizi beslemek için ticarete
ihtiyacımız var. (Yaşlı Koca Reis asla
ticarete bulaşmayın dememişse de)
Lideriniz olarak, Ticaretin
ağır yükünü ben omuzlarıma alacağım.
Devrimimiz devam ediyor ve Koca Reis’e şimdi bütün aksiyonlarımıza
inançlarımızın kurucusu olarak bakılacak.”
Devrimin
amaçlarından da hızla uzaklaşılmaktadır; başlarda vaadedilen çalışma
saatlerinin azalacağı yiyeceklerin artacağı yönündeki sözler gitmiş aksine
çalışma saatleri artmış, verilen yiyecekler azalmıştır.
Kış aylarında çiftlikte
kıtlık baş gösteriyor. Buğday azalıyor, patatesler soğuktan donuyor ve
yenilemeyecek hale geliyor. Açlıktan dolayı ölümler baş-gösteriyor. Büyük
domuz, bu haberlerin çiftlik dışında yayılmasını önlemek için önlemler alıyor,
çiftliğe gelen ziyaretçilere, erzak depolarının dolu olduğunu söylüyor ve
onlara, üzerini buğday ve yiyecekle örttürdüğü kum yığınlarını erzak diye gösteriyor...
Büyük domuz, aldığı bir
kararla, tavukların yumurtalarının çiftlik dışında satılacağını, tavukların
kuluçkaya yatmalarını yasakladığını ilan ediyor, buna karşı çıkan tavukları,
yetiştirdiği köpeklere öldürtüyor... Bunun üzerine hayvanlar; “hiçbir hayvan
diğer bir hayvanı öldürmeyecektir” ilkesini hatırlıyorlar. Hemen bu
ilkelerin yazılı bulunduğu duvarın yanına gidiyorlar. Ancak duvarda: “Hiç
bir hayvan diğer bir hayvanı bir sebep olmadan öldürmeyecektir” yazıldığını
görüyorlar, bu ilkeyi de yanlış ezberlemiş olduklarını düşünüyorlar!.
Şarkılar değişmiş Napoleon
Yoldaş için şiirler söylenir olmuştu.
Yetimlerin biricik babası!
Mutluluğumuzun pınarı!
Yem kovalarının sultanı!
Gökyüzündeki güneşi andırırsın,
Dingin ve buyurgan bakışınla Yüreğime coşku salarsın,
Napoleon Yoldaş!
Kullarının sevdiği her şeyi
Sensin onlara bağışlayan,
İki öğün yemek, tertemiz saman döşek;
Büyük küçük her hayvan
Rahat uyur her akşam,
Şensin onları koruya ıp kollayan,
Napoleon Yoldaş!
Bir gün bir yavrum olursa,
Daha ufacık bir bebekken
Altı karış olmadan boyu
Öğrenmeli senin değerini bilmeyi,
Gözlerini açar açmaz dünyaya
Ciyak ciyak basmalı çığlığı:
“Napoleon Yoldaş!
Büyük domuz, çiftlik
içerisindeki hayvanlar arasında: “liderimiz” ,”Hayvanlar babası” , “Koyunlar
hâmisi” , “Yavru hayvanların dostu” gibi üstün sıfatlarla anılıyor ve her
türlü güzellikler ona atfedilmeye başlanıyor; mesala: genellikle tavuklar, “liderimiz
sayesinde altı günde beş yumurta yumurtladım” , havuzdan su içen inekler: “liderimiz
sayesinde bu suyun tadı ne kadar güzelmiş” diyorlar...
Yaz ortalarında, üç tavuğun, Napoleon’a karşı bir
suikast hazırlığına katıldıklarını itiraf ettiklerini işiten hayvanlar büyük
bir korkuya kapıldılar. Tavuklar hemen idam edildi ve Napoleon’un güvenliği
için yeni önlemler alındı. Geceleri yatağının çevresinde köpekler nöbet
tutuyor, yediği her yemek zehirli mi değil mi diye önceden Pinkeye adlı genç
bir domuz tarafından tadılıyordu.
Bir gece çiftlikte bir
gürültü oluyor, hayvanlar ahırdan fırlayıp koşuyorlar. Çiftlik ilkelerinin
yazılı olduğu duvarın dibinde kırılıp parçalanmış bir merdiven görüyorlar,
domuzlardan birinin orada sersem sersem dolaştığını, yanında bir fener, bir
boya kutusu ve bir de fırça olduğunu fark ediyorlar.
Hayvanlar, “Bütün
hayvanlar eşittir” ilkesini hatırlayıp, “bu nasıl eşitlik” diye
kendi kendilerine söylenmeye başlıyorlar. Hemen, ilkelerin yazılı olduğu
duvarın yanına gidiyorlar, duvardaki yazıların değiştirilmiş olduğunu, ilk
defa, fark ediyorlar, duvardaki bütün yazılar silinmiş, sadece şöyle yazıyor:
“Bütün
hayvanlar eşittir FAKAT Bazı hayvanlar ötekilerden daha fazla eşittir.”
Bu arada çiftlik zenginleşmiş, ama her nedense hayvanların hayat koşulları
değişmemişti; tabii domuzlarla köpekleri saymazsak. Bu, belki biraz da
kalabalık olmalarından kaynaklanıyordu. Gerçi onlar da kendilerince
çalışıyorlardı. Squealer’ın bıkıp usanmadan anlattıklarına bakılırsa, çiftliğin
denetim ve yönetimi, durmamacasına çalışmalarını gerektiriyordu. Bu işlerin
çoğu, öteki hayvanların bilgi ve becerisini aşan uğraşlardı. Örneğin, domuzlar
her gün sabahtan akşama kadar ‘fişler’, ‘raporlar’, ‘tutanaklar’, ‘dosyalar’
gibi Kimsenin akıl sır erdiremediği işlere kafa patlatma': zorundaydılar.
Bunlar, sık yazılarla doldurulan, doldurulduktan sonra ocağa atılıp yakılan
çarşaf çarşaf kâğıtlardı. Squealer, bunun, çiftliğin dirlik ve düzeni açısından
büyük önem taşıdığını söylüyordu. Ama gene de, domuzların da, köpeklerin de,
kendi emekleriyle yiyecek ürettikleri yoktu; üstelik, hem çok kalabalıktılar,
hem de iştahları her zaman yerindeydi.
Öteki hayvanlara gelince; gördükleri kadarıyla, hayatlarında pek değişen
bir şey yoktu. Çoğu zaman karınları açtı, samanların üstünde yatıyorlar, sularını
gölcükten içiyorlar, tarlalarda çalışıyorlardı; kışın soğuktan donuyorlar,
yazın sineklerin saldırısına uğruyorlardı. Daha yaşlıca olanlar, belleklerini
zorlayarak, Jones’un çiftlikten yeni kovulduğu Ayaklanma’nın ilk günlerindeki
durumun şimdikinden daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olduğunu çıkarmaya
çalışıyorlar, ama pek bir şey anımsayamıyorlardı. Şimdiki hayatlarıyla
karşılaştıracak hiçbir şey kalmamıştı ellerinde; önlerinde yalnızca Squealer’ın
durumun her geçen gün daha iyiye gittiğini gösteren rakamlarla dolu listeleri
vardı. Bir türlü işin içinden çıkamıyorlardı; kaldı ki, artık bu tür şeylere
uzun uzadıya kafa yoracak vakitleri de yoktu.
Boxer (at) az yiyip çok çalışmak dayanılır gibi
değildi, ama asla pes etmiyordu. Hastalandı ambulans süsü verilmiş mezbaha arabası ile
gönderilirken hayvanlar gerçeği görseler de engel olmadılar. Willingdon’daki hastanede öldüğü haberi
geldi. Haberi açıklayan Squealer, son anlarında Boxer’ın yanında bulunduğunu
söylüyordu.
Derken, Squealer’ın tavrı ansızın değişiverdi. Bir an durdu, ufacık
gözleriyle çevresine kuşkulu bakışlar fırlattıktan sonra başladı anlatmaya.
Boxer götürüldükten sonra çiftlikte saçma ve aşağılık bir söylenti yayıldığını
duymuştu. Söylentiye bakılırsa, bazı hayvanlar Boxer’ı götüren arabanın
üzerinde ‘At Kasabı’ yazdığını görmüşler ve hemen Boxer’ın kesilmeye gönderildiği
sonucuna varmışlardı. Bir hayvanın bu kadar salak olması inanılır gibi
değildi. Ter ter tepmiyor, öfkeyle bağırıyordu.
Sevgili Önderleri Napoleon Yoldaş’ı hiç mi tanımıyorlardı?
Napoleon Yoldaş, hiç böyle bir şeye
göz yumar mıydı? Oysa işi aslı çok basitti. Eskiden bir at kasabının
kullandığı araba, kısa bir süre önce baytar tarafından satın alınmış, ama
baytar arabanın üstündeki yazıyı silmeye vakit bulamamıştı. Sorun buradan
kaynaklanıyordu.
Hayvanlar, işin aslını öğrenince, yüreklerindeki sıkıntıyı biraz olsun
atmışlardı. Squealer, ön ayağını kaldırıp
gözyaşlarını silerek, “Böylesine dokunaklı bir sahne görmemiştim!”
dedi. “Son âna kadar başucundaydım. Konuşacak gücü kalmamıştı. Son nefesinde,
kulağıma, tek üzüntüsünün yel değirmeninin bittiğini görememek olduğunu
fısıldadı. ‘İleri, yoldaşlar!’ dedi güçlükle. ‘Ayaklanma adına ileri!
Yaşasın Hayvan Çiftliği! Yaşasın Napoleon Yoldaş! Napoleon her zaman
haklıdır!’ Son sözleri bunlar oldu, yoldaşlar.” Diyerek
hayvanları kandırdı.
Gene de, hayvanlar umutlannı asla yitirmiyorlardı. Daha da önemlisi,
Hayvan Çiftliği’nin üyesi olmanın ne kadar onurlu ve saygın bir nitelik olduğunu
bir an bile akıllarından çıkarmıyorlardı. Hayvan Çiftliği, koca ülkede -tüm
İngiltere’de!- hayvanların malı olan ve hayvanlar tarafından yönetilen tek çiftlikti
hâlâ. En gençleri, dahası yirmi-otuz kilometre uzaklıktaki çiftliklerden yeni
getirilmiş olanlar bile bunu bir mucize olarak görüyorlardı. Tüfek sesini
duyduklarında, yeşil bayrağın gönderde dalgalandığını gördüklerinde göğüsleri
kabarıyor; söz dönüp dolaşıp mutlaka eski kahramanlık günlerine, Jones’ un
çiftlikten kovuluşuna, Yedi Emir’in kaleme almışına, çiftliği ele geçirmeye
kalkan insanların bozguna uğratılışına geliyordu. Eski düşlerin hiçbirinden
vazgeçmemişlerdi. Koca Reis’in müjdelediği, İngiltere’nin yemyeşil çayırlarına
tek bir insan ayağının basmayacağı Hayvan Cumhuriyeti’ne olan inançlarını
yitirmemişlerdi. Bir gün mutlaka gerçek olacaktı; belki hemen
gerçekleşmeyecekti, belki şimdi hayatta olanlar o günleri göremeyeceklerdi,
ama düşleri bir gün mutlaka gerçek olacaktı. İngiltere’nin Hayvanları
şarkısının ezgisi bile orada burada gizlice mırıldanılıyordu; hiçbiri yüksek
sesle söylemeye cesaret edemese de, çiftlikteki her hayvanın şarkıyı ezbere
bildiği kesindi. Zor bir hayat yaşıyor olabilirlerdi, umutlarının tümü
gerçekleşmemiş olabilirdi, ama öteki hayvanlardan farklı olduklarının
bilincindeydiler. Açlık çekiyorlarsa, zorba insanları doyuralım diye
çekmiyorlardı; çok çalışıyorlarsa, hiç değilse kendileri için çalışıyorlardı. Hiçbir
hayvan iki ayaküstünde yürümüyordu. Hiçbir hayvan, hiçbir hayvanın ‘efendisi’
değildi. Bütün hayvanlar eşitti.
Yaz başlarıydı. Bir gün Squealer koyunlara ardından gelmelerini emretti ve
onları çiftliğin öbür ucunda, körpe huş ağaçlarıyla kaplı bir yere götürdü.
Koyunlar, Squealer’ın gözetiminde, akşama kadar ağaçların yapraklarını
yediler. Squealer, akşam çiftlik evine dönmeden, koyunlara orada kalmalarını
tembihledi; hava da sıcaktı zaten. Koyunlar bütün bir hafta orada kaldılar; bu
süre boyunca öteki hayvanlar koyunlarla hiç karşılaşmadılar. Squealer her gün
oraya gidiyor, günün büyük bölümünü koyunlarla geçiriyordu. Onlara yeni bir
şarkı öğretmekte olduğunu, rahat çalışabilmeleri için gözlerden uzak olmaları
gerektiğini söylüyordu.
Koyunların çiftliğe yeni döndükleri güzel bir akşamüstü, hayvanlar işlerini
bitirmişler, çiftlik binalarına yönelmişlerdi. Birden, avlunun oradan, korkunç
bir kişneme duyuldu. Hayvanlar ürkerek oldukları yerde kaldılar. Clover’ın
sesiydi. Bir kez daha kişneyince, tüm hayvanlar dörtnala avluya daldılar. Ve
Clover’ın gördüğünü onlar da gördüler:
Arka ayakları üzerinde yürüyen bir domuz.
Squealer’dı bu. Koca gövdesini arka ayaklarının üzerinde taşımaya alışık
olmadığından güçlükle ilerliyordu, ama gene de dengesi bozulmadan avlunun
ortasında gezinebiliyordu. Biraz sonra çiftlik evinin kapısından bir sürü domuz
çıktı; hepsi de arka ayaklarının üzerinde yürüyorlardı. Daha beceriklileri de
vardı, dengelerini korumakta güçlük çekenler de; ama hepsi de avlunun
çevresinde yere yıkılmadan dolanıp duruyorlardı. Sonunda, köpekler ürkünç
sesler çıkararak havladılar, kara horoz kulakları sağır edercesine uzun uzun
öttü ve kapıda Napoleon belirdi: Olanca görkemiyle dimdik yürüyor, sağına
soluna kibirli bakışlar fırlatıyordu; köpekleri de çevresinde sıçrayıp
duruyorlardı.
Ön ayaklarından birinde bir kırbaç vardı!
Ortalığı ölüm sessizliği kaplamıştı. Hayvanlar, şaşkınlık ve korku içinde
birbirlerine sokulmuşlar, avlunun çevresinde ağır ağır yürüyen domuzları izliyorlardı.
Sanki dünya tersine dönmüştü. İlk şaşkınlıkları geçer geçmez, köpeklerden
korkmalarına, uzun yıllardır ne olursa olsun hiçbir şeyden yakınmama, hiçbir
şeyi eleştirmeme alışkanlığını edinmiş olmalarına karşın, domuzlara karşı
seslerini yükseltmek üzereydiler ki, koyunlar birinden işaret almışçasına hep
bir ağızdan melemeye başladılar:
“Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi!
Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi!
Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi!”
Meleme aralıksız beş dakika sürdü. Koyunların sesi kesildiğinde, domuzlar
çoktan çiftlik evine dönmüşler, protesto etme fırsatı kaçırılmıştı.
Benjamin, birinin burnuyla omzuna dokunduğunu fark edince dönüp baktı.
Clover’dı. Yaşlı gözleri her zamankinden daha donuktu. Hiçbir şey söylemeden,
Benjamin’i usulca yelesinden çekip büyük samanlığın Yedi Emir’in yazılı olduğu
duvarına götürdü. Bir süre öyle durup katran kaplı duvardaki beyaz yazılara
baktılar.
Sonunda, Clover, “Gözlerim artık iyi görmüyor,” dedi. “Gerçi gençken de
doğru dürüst okuyamazdım ya. Ama bana öyle geliyor ki, yazılarda bir değişiklik
var. Yedi Emir eskisi gibi duruyor mu, Benjamin?”
Benjamin, ilk kez ilkesini bozdu ve duvardaki yazıyı Clover’a okudu.
Duvarda tek bir emir yazılıydı:
Bütün Hayvanlar Eşittir Ama Bazı Hayvanlar
Öbürlerinden Daha Eşittir
Öbürlerinden Daha Eşittir
Ertesi gün, çiftlik işlerini denetleyen bütün domuzların kırbaçlı olmaları
kimseye tuhaf gelmedi. Domuzların kendilerine bir radyo aldıkları, telefon
bağlatmaya hazırlandıkları, John Bull ve Tit-Bits dergileriyle
Daily Mirror gazetesine abone oldukları işitildiğinde, kimse
şaşırmadı. Napoleon’un, çiftlik evinin bahçesinde ağzında piposuyla dolaşması,
kimsenin garibine gitmedi. Domuzların, Bayan Jones’un giysilerini gardıroptan
alıp giymeleri, Napoleon’un siyah ceket, külot pantolon ve deri tozluklarla
gezinmesi, gözdesi olan dişi domuzun da Bayan Jones’un bir vakitler pazar
günleri giydiği şanjanlı ipek elbiseyle dolaşması bile hiç kimseyi şaşırtmadı.
Bir hafta kadar sonra, bir öğleden sonra, çiftliğe tek atlı ufak arabalar
geldi. Komşu çiftliklerden bir temsilciler kurulu, bir denetleme gezisi için
çağrılmıştı. Tüm çiftliği gezen çiftçiler, gördükleri her şeye, özellikle de
yel değirmenine hayran kaldıklarını belirttiler. Hayvanlar, şalgam tarlasındaki
ayrıkotlarını yolmaktaydılar. Kendilerini tümüyle işlerine vermişlerdi; daha
çok domuzlardan mı, yoksa çiftliğe konuk gelen insanlardan mı korkmak
gerektiğini kestiremediklerinden başlarını bile kaldırmıyorlardı.
Akşamleyin, çiftlik evinden kahkahalar ve şarkılar yükseldi.
Artık Hayvan Çiftliğinde yılgı ve korku kol gezmektedir. Kitabın başlarında ‘Bütün hayvanlar eşittir’ diyen Koca Reis’in bu
sözü garip bir değişikliğe uğramıştır: ‘Bütün hayvanlar' eşittir, ama bazı
hayvanlar öbürlerinden daha eşittir’. Bir baskı biçiminin yerini başka bir
baskı biçimi almıştır. Hayvanların eski efendileri insanlar ile yeni efendileri
domuzlar, Çiftlik Evi’nde, bir şölen sofrasının başında toplanmışlardır.
Çiftliğin ezilen hayvanları, korka korka Çiftlik Evi’ne yaklaşırlar, yüzlerini
cama dayayarak içeride olup biteni izlemeye koyulurlar: Tombul yanakları attığı
kahkahalardan mosmor kesilen Bay Pilkington, kadehini zafere kaldırır ve
‘espri’yi patlatır:
“Sizler aşağı kesimlerden hayvanlarınızla uğraşmak zorundasınız, bizler de
bizim aşağı sınıflarımızla uğraşmak zorundayız!”
Dışarıdaki hayvanlar, tam o sırada, içeridekilerin yüzlerinde bir tuhaflık
sezerler. İnsanlarla domuzları birbirlerinden ayırt edememektedirler. İnsanlar
domuzlara, domuzlar insanlara dönüşmüşlerdir. Köleleştirilen olmasını
sağladıkları ve hayvanları aşırı bolluğa boğarak şımartmadıkları için
domuzları bir kez daha kutlamaktan kendini alamadı.
En sonunda, herkesi ayağa kalkmaya ve bardaklarını doldurmaya davet eden
Bay Pilkington, “Haydi, beyler!” dedi. “Şerefe! Hayvan Çiftliği’nin
şerefine!”
Herkes coşkuyla bağırıp çağırıyor, ayaklarını yere vuruyordu. Napoleon, o
kadar keyiflenmişti ki, yerinden kalkıp masayı dolandı, Bay Pilkington’la bardak
tokuşturduktan sonra birasını bir dikişte bitirdi. Bağırıp çağırmalar dinince,
hâlâ ayakta olan Napoleon, kendisinin de birkaç sözü olduğunu belirtti.
Her zaman olduğu gibi, kısa ve öz konuştu. Anlaşmazlık dönemi sona erdiği
için kendisi de çok mutluydu. Uzun bir süre, kendisinin ve arkadaşlarının tutum
ve davranışlarının yıkıcı, dahası devrimci olduğu yolunda söylentiler
dolaşmıştı. Bu dedikodular, kötü yürekli düşmanlarından biri tarafından
çıkartılmış olsa gerekti. Komşu çiftliklerdeki hayvanları ayaklanmaya
kışkırttıkları söylenmişti. Yalanın böylesi görülmemişti doğrusu! Oysa,
onların tek isteği, her zaman komşularıyla barış içinde yaşamak, iş
ilişkilerini düzgün bir biçimde sürdürmek olmuştu. Yönetmekten onur duyduğu bu
çiftlik, bir kooperatif girişimiydi. Elindeki tapu senetlerinin ortak sahipleri
domuzlardı.
Gerçi eski kuşkuların hâlâ sürdüğüne asla inanmıyordu, asla gene de son
zamanlarda çiftliğin işleyişinde kendilerine duyulan güveni daha da artıracak
bazı değişikliklere gidildiğini belirtmekte yarar görüyordu. Bugüne kadar,
çiftlikteki hayvanlar arasında, birbirlerine ‘Yoldaş’ demek gibi
salakça bir alışkanlık söz konusuydu. Bu alışkanlığa son verile- çekti. Nereden
kaynaklandığını bilmedikleri tuhaf bir alışkanlık da, her pazar sabahı,
bahçedeki kütüğe takılı domuz kafasının önünden tören yürüyüşüyle
geçmeleriydi. Bu alışkanlığa da son verilecekti. Domuz kafasını toprağa
gömmüşlerdi bile. Konuklar, gönderde dalgalanan yeşil bayrağa dikkatle
bakmışlarsa bayrağın üzerindeki beyaz toynak ve boynuzun kaldırılmış olduğunu
fark etmiş olmalıydılar. Bundan böyle, bayrak, düz yeşil olacaktı.
Yalnız, Bay Pilkington’ın dostluk duygularıyla dolu, olağanüstü
konuşmasında küçük bir düzeltme yapmak istiyordu. Bay Pilkington, konuşması boyunca,
çiftliklerinden ‘Hayvan Çiftliği’ diye söz etmişti. Hiç kuşku yok ki, ‘Hayvan
Çiftliği’ adının kaldırıldığını bilmesi olanaksızdı, çünkü bunu şimdi
orada ilk kez açıklıyordu. Çiftlik bundan böyle yeniden asıl adıyla, ‘Beylik
Çiftlik’ adıyla bilinecekti.
Napoleon, sözlerini bitirirken, “Beyler,” dedi. “Bir kez daha şerefe
kaldıracağız bardaklarımızı, ama bu kez Hayvan Çiftliği’nin şerefine değil! Bardaklarınızı
ağzına kadar doldurun. Haydi bakalım, beyler: Beylik Çiftlik’in şerefine!”
Gene yürekten bir coşkuyla, “Şerefe!” diye haykırdılar; biralar bir
dikişte bitirildi. Ne ki, dışarıdaki hayvanlar bu sahneyi seyrederlerken, bir
tuhaflık sezinlediler. Domuzların yüzlerinde değişen bir şey vardı, ama neydi?
Clover’ın yaşlı donuk bakışları, yüzler üzerinde bir bir geziniyordu.
Domuzlardan bazılarının çeneleri beş kat, bazılarının dört kat, bazılarının da
üç kat olmuştu. Ama eriyip değişmekte olan şey neydi?
Biraz sonra haykırışlar kesildi, masadakiler kâğıtlarını alıp yarım kalan
oyunlarına yeniden başladılar; hayvanlar da sessizce uzaklaştılar oradan.
Daha yirmi-otuz metre kadar uzaklaşmışlardı ki, oldukları yerde
kalakaldılar. Çiftlik evinde bir gürültüdür kopmuştu. Geri dönüp hızla eve
koştular ve pencereden içeri baktılar. Evde korkunç bir kavga patlak vermişti:
bağırıp çağırmalar, masaya vurmalar, kuşkulu sert bakışlar, küfür kıyamet... Anlaşıldığı kadarıyla kavganın nedeni, Napoleon ile Bay Pilkington’ın aynı
elde maça ası çıkarmış olmalarıydı.
İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu.
Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların
yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt
edemiyorlardı.
Bay
Jones (insan):
Çiftliğin sahibi olan bay Jones hakkında hayvanlar arasında bir insan ve aynı
zamanda hayvan çiftliğinin eski sahibi olması nedeniyle de pek sevilmeyen
birisidir. Hayvanlar onun kendilerini sömürdüğünü düşünmektedirler.
(Koca
Reis) Koca Major (domuz): Saygın ve sözü dinlenen bir hayvandır.
Romanın başında yaptığı konuşmasıyla hayvanların ayaklanmasını sağlamıştır. İyi
niyetli bir kişiliğe sahiptir. Şişman ve yaşlıdır çok az ömrü kaldığını söyler.
Napeleon
(domuz):
Koca Major Öldükten sonra bayrağı onun elinden almış Snowball’I da saf dışı
etmeyi başarmıştır. Hain ve sinsidir. Diğer hayvanları kandırmayı çok iyi
başarır. Kendisini düşünür ve her zaman iktidar için her türlü kötülüğü yapmaya
hazırdır. Başka varlıkların zaaflarından yararlanmayı da çok iyi bilir.
Günümüzün, kendisi iyiliği için her türlü kötülüğü yapmaya hazır insanını
sembolize eder.
Snowball(domuz):
Başlarda Napoleon’un sıkı dostu olan bu domuz sonra Napeleon’un düşüncelerine
ters düşer; çünkü onun kişiliğinde olumlu düşünmek ve sadece kendisini değil
yanında sorumlu olduğu tüm varlıkları da düşünür. İyi olan bir düşünceyi asla
saklamaz ve iyi niyetlidir. Romanda sonraları çiftlikten kovulur ve çiftlikte
bundan sonra gelişen her türlü kötü olayda Napeleon tarafından onun bir parmağı
olduğu dedikodusu yayılır.
Boxer
(araba beygiri):
Çalışkan ve itaatkâr bir hayvan olup hep çalışmayı seven ve başka hayvanlarında
çalışması için ikna etme yoluna gider. Onun için iyiliğinde kötülüğün de
kaynağı çalışmaktır. Nitekim iyi niyetlidir ve bu onun sonunun bir kasapta
bitmesine neden olur.
Benjamin(Eşek): Asık
suratlı ve yaşlı olan bu eşek her şeye olumsuz bir gözle bakar onun için iyi
veya kötü diye bir şey yoktur. Her zaman her şey olumsuz ve yararsızdır.
Kitapta bu kahramanların
dışında Napeleon’un özel olarak yetiştirdiği ve sonradan özel güç olarak
kullandığı 9 tane köpek bunların yanında Jessie ve Pincer adında iki
tane daha bu 9 köpeğin ailesi, sonraları Bay Jones ile kaçacak olan Moses –ki
bu karga diğer hayvanlar tarafından dedikoducu olduğu için hiç sevilmemektedir-
vardır.
Yazılırken istifade edilen kaynak:
George Orwell,
Animal Farm: A Fairy Story , Celal Üster,
Can Yayınları, 2008, İstanbul
Animal Farm: A Fairy Story , Celal Üster,
Can Yayınları, 2008, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar