Print Friendly and PDF

Senden af yoksa, benden de (seni sevdiğim için) pişmanlık yoktur.



Ebu’l-Hasan Harakânî  şöyle anlatıyor:

Cenâb-ı Hakk bana bir kapı araladı, O’nun şöyle dediğini duydum:

“Ben gökteki ve yerdeki herkesin günahını affederim, sadece beni sevdiğini iddia eden kişiyi affetmem”.

Dedim ki:

“Senden af yoksa, benden de (seni sevdiğim için) pişmanlık yoktur. Sen vur, biz de vuralım. Söylediğimiz sözden dolayı pişman değiliz”.2

Harakânî şöyle demiştir:

“(Allah Teâlâ’ya) dedim ki: Beni Cennet ile ümitlendirme, Cehennem ile de korkutma. Bu ikisi, diğer insanların mekânıdır. Benimki (benim sığınağım, evim) ise Sen’sin”.3

Harakânî dedi ki:

“Bir ara Cenâb-ı Hak süslü Cennet’i Ebu’l-Hasan’ın önüne getirdi. Ebu’l-Ha-san (Harakânî) Allah’a yöneldi ve: Bunu satın alacak değilim, bana Sen lâzımsın, dedi”.4

**

Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’da şöyle söyler. Şeyh Ebû Saîd’in meclisinde Mâverâünnehir’den gelmiş olan birisi: “Cehennem’in yakıtı insanlar ile taşlardır” (Tahrîm, 66/6) âyetini okudu. Azap âyetleri hakkında fazla konuşmamak şeyhin âdeti idi. Dedi ki: “Yâ Rab! Mâdem ki katında taş ile insanın değeri birdir, Cehennem’i taşlarla tutuştur da bu zavallıları yakma!”5

Cenâb-ı Hakk’ın çok sevdiği nazlı kullarının duâlarını reddetmeyeceği hadis-i şerifte ifade edilmektedir:

“Saçı başı dağınık olduğu, eski elbiseler giydiği için kendisine önem verilmeyen öyle kimseler vardır ki, şöyle olsun diye duâ etseler Allah isteklerini geri çevirmez…” (Tirmizî, Menâkıb, 55). Baba Ferîd lakaplı Ferîdüddin Genc-i Şeker hazretlerinin:

“Yıllarca Hak Teâlâ ne derse Ferîd onu yapıyordu. Şimdi Ferîd ne derse Hak Teâlâ onu yapıyor”6 şeklindeki sözü de naz makâmına ulaştıktan sonra duâlarının çoğunlukla kabul edildiğini ifade etmektedir.

Râbi’atü’l-Adeviyye’nin hacca giderken merkebinin ölmesi üzerine:

“Allahım! Padişahlar âciz bir kadına böyle mi yapar? Beni evine davet ettin, ama yarı yolda merkebimi öldürdün, beni çölde yapayalnız bıraktın.” diye serzenişte bulunmuştur.7.

Cüneyd-i Bağdâdî naz makâmını şöyle anlatır:

“Kul öyle yüce bir yere erer ki, ulu Allah’ın kendisini sevdiğini idrak eder. O zaman kul, zorunlu olarak Allah’a hitaben:

“Yâ Rab! Senin üzerindeki hakkıma and olsun ki! Nezdindeki makâmıma ve itibarıma yemin ederim ki! Senin bana olan sevgine and içerim ki!” der.

“Bunlar öyle bir zümredir ki, ulu ve yüce Allah’a karşı naz ederler, Onunla dostluk ve içtenlik halinde bulunurlar. Aziz ve Celil olan Allah’la aralarındaki resmiyet ortadan kalkmıştır. Bunun sonucu olarak halk nazarında kötü sayılabilecek sözler söylerler.” 8

Mevlânâ Celâleddin Rûmî Mesnevî’de şöyle der:

“Fakat nice naz vardır ki, o naz suç olur. Kulu padişahın gözünden düşürür.

Nazlanmak, nazlanana şekerden daha tatlı gelirse de, şekeri az çiğne. Yani nazlanmayı ara sıra yap ki, yüz türlü tehlikesi vardır.

Niyaz, yani yalvarış yolu emin bir yoldur. Sen nazı bırak da, niyaz yoluna git.

Nice nazlananlar vardır ki, kol kanat çırparlar. Ama işin sonunda bu nazlanış, nazlanana suç olur”.9

Hz. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr’deki gazellerinden birinde de şöyle der:

“Sen naz makâmında değilsin, yürü naz yapma,

Meyve olgunlaşmadan ağaçtan koparma!”10

Ma’rûf Kerhî de naz değil, niyâzı tercih eden sûfîlerdendir. Şöyle diyor: “Sûfî bu âlemde konuktur, misâfirdir. Konuğun nazı ise ev sahibine cefâdır. Edepli misâfir kendisine verilecek nimetleri bekler, naz ve iddiaya kalkışmaz”.11

Netice olarak, naz makâmı, Allah sevgisinde ilerleyip manevî bir neş’eye kavuşan velîlerin Cenâb-ı Hak ile samimî ve şakalaşır gibi konuşmaları, serzeniş ve cilveleridir. Naz makâmındaki sözleri okuyup dinlemek, yolun başındaki ve ortasındaki dervişlerin gönlüne bir muhabbet ateşi atıp onlara muhtemelen faydalı olacaktır. Ancak naz makâmına erişmeden büyük zâtları taklid ile bu tarzda sözler söylemek tasavvufî âdâba ve tevâzuya uygun değildir. Allah’ın rahmetinden çok azâbını, Cennet’inden çok Cehennem’ini duyarak büyüyen çocuklarda Allah sevgisi değil, Allah korkusu gâlip olur. Bu kişiler naz makamındaki velîlerin sözlerini okuyup dinledikçe, gönüllerinde muhabbetullah artacaktır. Niyâzında samimi olanları Cenâb-ı Hak naz makamına da eriştirir.

Dipnotlar: 1) Marmara Ün. İlahiyat Fakültesi, İstanbul. 2) Muhammed Rızâ Şefî’î Kedkenî, Nevişte ber Deryâ: Ez Mîrâs-ı İrfânî-yi Ebu’l-Hasan-ı Harakânî, Tahran 1384 hş./ 2006, s. 45; benzeri için bk. Ferîdüddin Attâr, age, s. 687. 3) Kedkenî, age, s. 46. 4) Kedkenî, age, s. 46. 5) Muhammed b. Münevver Meyhenî, Esrâru’t-tevhîd (nşr. M.R. Şefî’î Kedkenî), Tahran 1381 hş./ 2002, I, 274. 6) Dârâ Şükûh, Hasenâtül-ârifîn, Tahran 1352 hş./1973, s. 41). 7) Ferîdüddin Attâr, age, s. 74. 8) Ferîdüddin Attâr, Tezkiretül-evliyâ, s. 427. 9) Mevlânâ, Mesnevî, (nşr. Tevfîk H. Sübhânî), Tahran 1378 hş., s. 661 (c. 5, beyit: 543-546). 10) Mevlânâ, Külliyyât-ı Şems-i Tebrîzî (nşr. Bedîuzzamân Fürûzânfer), Tahran 1376 hş., s. 779 (no. 2079). 11) Abdurrahman Câmî, Bahâristân ve Resâil-i Câmî (nşr. A’lâhân Efsahzâd ve dğr.), Tahran 1379 hş./2000, s. 27.



 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar