Atatürk’ü Koruma Kanunun Çıkışı ve Adnan Menderes’in Hataları
“Şayet kanun, genel olarak devlet
büyüklerinin manevi şahsiyetini koruma kanununa dönüştürülürse, Atatürk,
Cumhuriyetin banisi bir Türk büyüğü vasfı ve niteliğine avdet ettirilmiş
olacaktı.”
Demokrat Parti'nin yani Adnan Menderes ve Celal Bayar'ın 1950-60
arasında belli başlı beş siyasi hatası vardır. Celal Bayar ile beraber Adnan
Menderes'in İsmet İnönü ve CHP'ye karşı kendilerini emniyete almak için bir
savunma kalkanı olarak gördüğü iki önemli politik hamleden ilki Atatürk'ü Koruma
Kanunudur. Bu noktada, yani Atatürkçülüklerinde samimiyet de Bayar ve
Menderes'te mevcuttur. Ancak bu böyle olsa da bunları aynı zamanda bir savunma
kalkan olarak düşündükleri de ayrı bir vakıadır. Bunların aynı zamanda İsmet
İnönü’nün taarruzdan ve tasallutundan kurtulabilmek için düşünüldüğü ve
gerçekleştirildiği, çok kişi tarafından söylenip yazılmıştır.
Burada
doğru olan tutum
muhakkak ki paranın
üzerinden İsmet İnönü'nün
resminin kaldırılması ve yerine Bayar'ın resminin konulması olmalı idi. lakin
bu yapılmamış Atatürk'ü Koruma Kanunu ile beraber Atatürkçülükte İsmet
İnönü’nün önünde olduğu
gösterilmek istenmiştir. Ancak bu ve Atatürk'ü koruma kanunu
tamamlanmayan Anıtkabir'in
tamamlanması 27 Mayıs'ta
Atatürk'ün başbakanı ve
Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar'ın ve
CHP'nin parti müfettişi Adnan
Menderes'in yine Atatürkçülük
adına devrilmelerine mani
olmamıştır olamamıştır. Ve sonrasında Yassıada mahkemeleri denilen ihtilal
mahkemesinde Adnan Menderes Fatin rüştü Zorlu ve Hasan Polat'ın bir nevi
Atatürkçülük adına idam olunmuşlardır.
Paralara Atatürk’ün Fotoğrafının Yeniden Konulması
DP iktidarı paralardan İsmet İnönü'nün
resmini kaldırarak Atatürk'ün resmini yeniden koyar. Hâlbuki bilindiği gibi
para basmak egemenliğin devlet olmanın belli başlı birkaç alameti farikasından
biridir. Kadim zamanlarda usul, yaşayan hükümdarın resminin yahut isminin
paranın üzerine, eski zamanlarda sikkenin üzerine basılmasıdır. Atatürk'ün
ölümünden sonra reisicumhur olan İsmet İnönü paraların üzerinden Atatürk'ün
resmini kaldırarak kendi resmini bastırır. Bayar'la Menderes bunu değiştirerek
Atatürk'ün de resmini paralara yeniden iade ederler. Oysaki İnönü'nün bu
yaptığı Türk Devlet geleneği ve İslam geleneğiyle de uyumludur. Çünkü bizim
devlet geleneğimizde yeni hükümdar tahta geçtiğinde doğrudan doğruya kendi
adına para bastır. Paranın üzerine resmin bastırması zaten doğrudan hükümranlık
alametidir. Dolayısıyla yeni devlet reisi olarak İnönü'nün kendi resmini bastırması
doğru bir davranıştır. Bayar ve Menderes ise İsmet Paşa'ya karşı bir nevi
ellerini güçlendirmek, yani mücadele edebilmek için bu tavrı geliştirdikleri
düşünülebilirdir ve hatta bu zaten söylenir. Ancak yaptıkları siz Türk Devlet
geleneğiyle uyumlu olmamıştır. Ve halen de dünyada bunun pek bir örneği de
olduğu söylenemez. Belki birkaç ülkede bizdeki duruma benzer bir durum mevcut
olabilir. Ancak yaygın uygulama bu şekilde değildir ve bu bizim tarihimizle de
dediğimiz gibi uygun ve uyumlu değildir.
Atatürk'ü Koruma Kanununu Ve Tepkiler
Beri yandan ve bununla irtibatlı olarak DP
ve Bayar ve Menderes Atatürk'ü Koruma Kanununu çıkarırlar. Burada bir tertip
olduğu açık ve kesin olan Ticanilerin Atatürk heykellerini kırma parçalama
eylemlerinin birinci dereceden rolü vardır. Acaba Menderes değilse de Bayar,
bunu bu şekilde okuyamamış ve anlayamamış mıdır? İttihatçı komitacı
geleneğinden gelen ve Atatürk son başbakanlığını yapmış olan Celal Bayar'ın
Ticarilerin eylemlerinin tertip olduğunu rahatlıkla anlaması gerekirdi. Ancak
her ne olmuşsa olmuş Celal Bayar ve Adnan Menderes'in yoğun ve özel gayreti ile
Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkmıştır. “Atatürk'ü Koruma Kanunu hakkındaki
konuşmaların genelde aleyhte cereyan etmesi üzerine Başbakan Adnan Menderes söz
isteyerek tasarıyı şöyle savunmuştur: "... Bu kanun sureti katiyede
ne bir takriri sükûn kanunudur, ne de vicdanları, tenkit hürriyetini, fikir hürriyetini
baskı altında bulunduran bir kanundur... Atatürk ne yaptı? Hepimiz burada
sevdiğimizden, saydığımızdan bahsettik. Büyük eserler yaptı dedik. Bunda
hepimiz beraberiz. Buna rağmen aramızdan ayrılmış, hakkın rahmetine kavuşmuş
bir insanın, bir Türk büyüğünün maruz kalmakta olduğu hareketleri önlemek ve
bunun memlekette yarattığı teşevvüşü [karışıklığı], fikirlerde yaptığı,
vicdanlarda yaptığı huzursuzluğu önlemek için tedbir almak mevzubahis olunca
hayır diyoruz. Kanuna hacet yok, neden? Sevgi vicdanlardaymış. Arkadaşlar;
vicdanlarda yer tutan, sevgi kazanan, hürmet kazanan eserlerin mefhumların
muhafazası, kanun vazıı [kanun koyucu] için bir vazife teşkil eder...
Arkadaşlar, biz, tenkit hürriyetini kaldırmıyoruz... Onun eserlerinden bugünün
zihniyetine uymayanlarını kabul etmemekte, tenkid etmekte elbette devam
edeceğiz. Bizim maksadımız tenkid hürriyetini, vicdan hürriyetini, fikir
hürriyetini takyit etmek [sınırlamak] değil, tahkir [hakaret] ve terzil
[aşağılama] hürriyetini kaldırmaktır. Biz bunu istiyoruz. ”
Her ne kadar Menderes “maksadımız
tenkid hürriyetini, vicdan hürriyetini, fikir hürriyetini takyit etmek
[sınırlamak] değil, tahkir [hakaret] ve terzil [aşağılama] hürriyetini
kaldırmaktır.” diyorsa da, tüm bunlar diğer inkılaplar ve değişimlerle
beraber bize yeni bir format atılması sürecinin parçasıdır. Ayrıca bu sürece
Demokrat Parti ve Menderes paranın üzerine İnönü'nün fotoğrafı yerine yeniden
Atatürk’ün fotoğrafının konulması, Atatürk'ü koruma kanunu ile her işyerine
Atatürk fotoğrafının asılması ülkede psikolojik olarak da bir kimlik
tanımlanması, kimlik formatı atılması sürecinin ögesi olmalıdır.
Kanuna Muhalefet
O süreçte mecliste çok kişi ve bu arada
Atatürk'ün ölümünden sonra ülkeye dönmüş olan liberal Halide Edip Adıvar kanuna
muhalefetini şu sözlerle ifade eder. “Bağımsız İzmir Milletvekili Halide Edip
Adıvar, Atatürk'e yapılan saldırıları çirkin ve iğrenç olarak nitelendirmiş,
Atatürk için özel kanun çıkartılmasını eleştirmiş ve sözlerine şöyle devam
etmiştir: "...Cumhuriyetin banisi olan Atatürk'e, çirkin ve hepimize
çok kötü gelen iğrenç tecavüzler olmuştur. Bu tecavüzleri, emin olun
arkadaşlar, beş on mütecaviz müstesna millet arasında takdir eden hiç kimse
olmamıştır. İşte bundan dolayı faillerin süratle kanun çerçevesi içinde en
yüksek cezaya çarptırılmasını Hükümetten temenni ve hatta talep ediyoruz...
Fakat bunun için yemden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler,
Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış, putlaştırılmış insanlar arasına
koymak isteyen bir kanunla gelmek aleyhinde düşünen ve buna taraftar olmayan
arkadaşlarınız vardır... Asırlardan beri büyük insanlar, büyük rejimler
yetiştirmiş bir millet en nihayet yirminci asırda bizim devrimizde Atatürk'ü
yetiştirmiştir... Binaenaleyh bu milleti Atatürk yoktan var etmiş değildir,
Atatürk bu milletin evladıdır. Müsaade ederseniz bu inkılaplara Cumhuriyet
inkılabı, Türk Milletinin inkılapları diyeyim. gerçi bunun son safhasını ve en
yüksek şeklini Atatürk vermiştir. Fakat Atatürk de bu memleketin evladıdır.
İnkılaplar da bu milletin inkılabıdır... Ceza Kanunundaki hükmü bir tarafa
koyarak sadece heykel kırmak veya Cumhuriyetin banisi Atatürk'e dil uzatmak
gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için yeni bir kanun yapmayı bir şark
zihniyetinin mahsulü diye telakki ederim... Atatürk'ü adeta bir put haline
sokmak, inkılapları bir nevi müstehase [fosil] haline getirmektir ve bu tenkid
hürriyetine mani olacak bizim ileriye doğru gitme hareketimize de engel
olacaktır... Bu tasarıya rey vermek, demokrasi zihniyetinin ölümü demektir. Aziz
arkadaşlarım, ben hissimle, heyecanımla bu tasarının şiddetle geçmesini
istemekle beraber, sükûn ve mantıkla, memleketin istikbali, fikir hürriyeti
gibi birçok şeyler düşünürken hayır diyorum... Ben burada ne kabul ne de
reddini isteyeceğim. İstediğimi söyleyeceğim. Bu kanun olduğu gibi komisyona
iade edilip yeni baştan müzakeresini daha fazla teenni [dikkatle], daha
dramatik pathetique [dokunaklı] vaziyetlere düşmeden sükûn ile üzerine karar
almamız lazım geldiğine inanıyorum... "
Nadir Nadi’nin Tesbit Ve İtirazları
Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı
nadir nadi de böyle bir kanunun açıkça karşısındadır. “Atatürk’ümüzün
hâtırasını tecavüzlerden korumak maksadıyla hükümeti bir kanun projesi
hazırlamaya zorlayan sebepler elbette iyi niyet esasına dayanmaktadır. Bundan:
şüphelenmeye hakkımız yok. Fakat böyle bir kanunu lüzumsuz sayanların iyi
niyetine de dudak bükülmemelidir. Atatürk, cemiyetimizde eserleri ile yaşayan
bir yaratıcıdır. Yedisinden yetmişine kadar Cumhuriyetçi ve inkılâpçı gençlik
bunu böyle bildiği için biz ayrıca bir Atatürk Kanununa yer olmadığını iddia
ediyoruz, hattâ daha ileri giderek böyle bir kanunun-rejim bakımından bir
gerileme işareti yerine geçeceğini söylüyoruz…Uzun bir uykudan uyanan
yobazların sön birkaç yıldan beri bir hayli kıpırdandıklarına şahit oluyoruz.
Eski ve yeni iktidarın seçmenleri gücendirmemek kaygısıyla bu kıpırdanmalara
göz yumduğunu da kabul etmeliyiz. Birtakım ahlâk düşkünü din simsarları,
çıkardıkları dergilerle halkı inkılâp aleyhine kışkırtmaya çalışmışlar, bu
arada bazı cahilleri kandırmışlardır. Son üç yüz yıllık tarihin kaydettiği en
büyük Türk kahramanı Atatürk’e yapılan saldırgan yayınların sebebi, o büyük
adamın arkasında inkılâbı zedelemektir. Atatürk heykellerine kazma vuranların,
büstlerini devirenlerin maksadı da başka bir şey değildir.
Hususî bir kanunla bu gibi hareketlerin
önlenebileceğini sanmak, hastalığın kaynağım ihmal edip onun görünürdeki ârazı
ile mücadeleye çalışmaktan farksızdır. Adam neden heykeli kırıyor, büstü
taşlıyor? Çünkü dört karı istiyor, imam nikâhı istiyor, Arap yazısı istiyor,
sarıkla gezmek istiyor, 150 yıldır benimsemeye çalıştığımız medeniyeti
bırakmak, çöle kaçmak istiyor. Atatürk’ün aleyhine yazarken bunları dilinin
altında saklamıyor ki!...
Bu hareketler de açıkça gösteriyor ki,
İstiklâl Mücadelesinin eşsiz kahramanı, yeni Türkiye’nin kurucusu Büyük Atatürk
tarihe göçmüş olmaktan henüz uzaktır. O, yukarıda da dediğimiz gibi eserleriyle
aramızda, bizimle beraber yaşamakta, geriliğe karşı savaşmaktadır. Onun. hâtırasını
koruyucu, hususî bir kanun çıkarmak bizce Atatürk’ü savaş dışında bırakmakla
bir olacaktır.
Atatürk’ü korumak için ayrıca bir
kanuna ihtiyaç yoktur ve olamaz. Milletimizi Batı medeniyetinin ön safındaki
milletler hizasına ulaştırmayı amaç bilen o kahramana karşı vazifemiz, yurtta
gerçek hürriyet prensiplerinin, adalet ve eşitlik kaidelerinin temelini
kuvvetlendirmeğe çalışmaktır. Demokrasi metotlarında onun yüzünden fedakârlığa
kalkarsak, en çok onun ruhunu incitmiş oluruz.”
Tarihçi Yılmaz Öztuna da haklı olarak şu soruları sormaktadır:
“Efendiler, sorarım size. Bana tek misâl verebilir misiniz? Dünyanın
hangi memleketinde bir tek «şahıs» için bu mâhiyette bir kanun çıkarılmıştır?
Bugün garb milletleri, kendi kitlelerinin büyüklüğü ile mütenâsiben yetiştirmiş
oldukları millî liderlerini, alabildiğine tenkid süzgecinden geçirmekle
meşguldür. Ancak böylece «hakikat» e vasıl olabilmek imkâna mevcuttur. Bir
millet, yakın mazisinin tarihini, uydurma tarih kitablarından okursa, bir
devrin tarihini kaleme almak veya bu mevzua malzeme temin etmek isteyenler,
kanunen susturulursa, o milletin hangi maksatlarla aldatıldığına dâir, biraz derin
düşünmesini bilen kafalarda, acı bir sual yer etmez mi? Ve hiç bir hukuk
sistemi, bu şeraitin hüküm sürdüğü memlekete, «demokrat» vasfını verir mi? ”
Tüm Bunların Neticeleri
Burada tarihin ironisi olan husus şudur;
İsmet İnönü’ye karşı Atatürk'ü kalkan olarak kullanmaya çalışan Menderes,
Atatürkçülük namına gerçekleştirilen 27 Mayıs darbesi neticesinde idam edilir. Yani
paranın üzerine yeniden Atatürk resminin konulması ve Atatürk'ü Koruma Kanunu
çıkarılması, sanki kendi aleyhine olmuştur.
Ve bu uygulamalar, yani 1950'den sonra
İsmet İnönü'nün resmi yerine paranın üzerine O günkü Cumhurbaşkanı olarak Celal
Bayar'ın resminin konulmaması ve Atatürk'ü Koruma Kanunu Atatürk'ü bir mitoloji
haline getirmiştir. Bu bir devlet mitolojisidir. Atatürk artık tarihi gerçek
bir şahsiyet olarak bir kurucu lider olmaktan ziyade, bir mitolojik bir figür
haline gelir. Bu iki husus ile beraber bir modern mitolojiye dönüşmüş olan
Atatürk ve dogma haline gelmiş olan Atatürkçülük bu hal ve niteliği ile
Türkiye’de fikir hayatının gelişiminin ve dönüşümünün önünde engel olarak
durmaktadır.
Ayrıca Türkiye'de Sosyalist Solun Sağın
İslamcılığın Türkçülüğün Kürt hareketinin de bu tür mitolojik figürleri zaman
içinde gelişmiştir. Sosyalist Solun Sağın İslamcılığın Türkçülüğün Kürt
hareketinin bu tür mitolojik figürleri bazıları her ne kadar Kemalizm’e muhalif
olsa da Kemalizm’e bağlı olarak gelişen ideolojik paradigmalar ile beraber
ortaya çıkmıştır. Bu ideolojik paradigmalar ve bu mitolojik figürler birbirini
besler ve destekler niteliktedir. Ve bu durum zaten 19. ve 20. Yüzyılın
karakteristik özelliğidir. Ve nihayetinde tüm bunlar her türlü siyasi ideolojik
kümeden düşünmeye çalışan insanları bir tür hayali âlemin içine çeken anaforlar
gibi durmaktadır
Bugün Ne Olabilir?
Esasen
kimsenin tarihe malolmuş
şahsiyetlere devlet büyüklerine dahi bir devlet kurucusuna Yeni
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna hakaret
etme hakkı da
yoktur ve olamaz.
lakin burada sorun bunun bir
kişi ismi verilerek
bir kanun çıkarılması
ve bununla önlenilmeye çalışılmasıdır. Burada bir
garabet vardır. Yoksa genel olarak devlet büyüklerine yaşayan veya hayatta
olmayan hakaret etmenin suç olduğuna dair bir kanun olmasında da belki bir
mahzur görülmeyebilir.
Bugün ise kanun kaldırılabilir ve veya en
azından kanun kişiye mahsus bir kanun olmaktan çıkarılır devlet büyüklerinin
manevi şahsiyetlerini koruma kanununa dönüştürülebilir. Bu belki daha ehven
görülebilir. Burada Halide Edip Adıvar’ın Atatürkçü Cumhuriyet gazetesi
başyazarı sahibi Nadir Nadi'nin tarihçilerden Yılmaz Öztuna'nın daha birçok
başka ismin daha kanun çıkartılırken itirazları haklı ve yerindedir ve belki de
bu sebeptendir. Banknotun üzerine de Atatürk'ün yanında mevcut Cumhurbaşkanının
resminin konulması düşünülebilir. Tüm bunlar olmalıdır, çünkü bu iki husus
üzerinden yeniden beşer-üstü bir düzeyde tanımlanan Atatürkçülük, 27 Mayısın
gerçekleşmesinin ideolojik zemini ve manivelası olmuştur. Yani bir nevi
Menderes paranın üzerine yeniden Atatürk’ün resmini koyarak ve Atatürk'ü koruma
kanununu çıkararak sanki kendi sonuna giden yolu paradoksal bir trajedi
şeklinde kendisi hazırlamış gibi gözükmektedir. Çünkü eğer bu olmazsa bir
tarihi şahsiyet olarak Atatürk’ten bağımsız olarak, sanki kutsallık izafe
edilen bir doktrin olan Atatürkçülüğün ve Atatürk'ün üzerine fikir yürütülmesi
müzakere edilmesi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da zor olacaktır. Şayet
kanun, genel olarak devlet büyüklerinin manevi şahsiyetini koruma kanununa
dönüştürülürse, Atatürk, Cumhuriyetin banisi bir Türk büyüğü vasfı ve
niteliğine avdet ettirilmiş olacaktır. (e-mail: celaltahir@gmail.com)
Kaynaklar
1, 2) Sevgi Kocaçimen, Demokrat Parti
Döneminde TBMM’nde laiklik
Tartışmaları, Yeniden Anadolu
Ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk yayınları Antalya,
2008, s. 77, 83, 84
3-)
Atatürk ilkeleri ışığında Uyarmalar,
Bir iflâsın kronolojisi 1950 –
1960 Nadir Nadi,
Cumhuriyet Yayınları ikinci
baskı 1961, İstanbul 14 nisan 1951, s. 40-41 “ATAYI Korumak
başlıklı yazısı
4-) Sebilürreşat dergisi, Cilt4, Sayı 100,
Sayfa 391
Kaynak: 22 haziran 2020 – Turque Diplomatique
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar