İdeal Evlilik
İdeal evliliğe nadiren rastlanır buna
karşın, bu konuma gelen herkes, bunun kendisine yeryüzündeki en büyük mutluluğu
getireceği umuduyla bunu gerçekleştirir. İçgüdüsel olarak, ancak kendisine zıt
kutuptaki bir kişiyle yaşayacağı bir birliktelikte insan, evriminin tüm
olanaklarına ulaşabileceğini bilir ve yetkin olduğu en yüksek ruhsal evrim
aşamasına ulaşmak umuduyla, karşı cinsten biriyle etkileşimde bulunacağı bir
yaşam başlar. Her şeyini, giriştiği bu tek maceraya bağlar ve nadiren ruhunun
arzu ettiğini elde edebilir. Evliliklerin birçoğu, karşılıklı hoşgörüden başka
bir temele dayanmaz. Çoğu çift yalnızca toplumun baskısı nedeniyle bir arada
olmayı sürdürür. Bazıları birbirine karşılıklı uygunluk ilkesinden öte yüce bir
bağla bağlanmamıştır. Buna karşın bunlardan her biri evliliğe, yalnızca bir
başkasıyla birleşmenin tatmin edebileceği bir gereksinim duygusu ile
sürüklenmiştir.
Öyleyse bu, birliktelik kurma
arzusunun temelini oluşturur –ister yaşamın giderek artan baskısını ifade etme,
ister doğası gereği yoksun olduğu bir gücü elde etmeye yönelik bir gereksinim
olsun– ancak söz konusu gereksinimlerin karşılandığı, çiftlerden her birinin
diğerinde kendisinden vermeye can attığı bir şeyin talep edildiğini gördüğü ve
kendi arzularının da tatmin edildiği bir birliktelik amacını gerçekleştirir.
Karşılıklı bir alış veriş olmalıdır ki her birinden acı verici fazlalıkları
alsın ve bunu diğerine yoksunluğunu çektiği şeyi sağlamada kullansın.
Tüm bu noktalarda çiftlerin birbirini
tamamlaması gerçekleşmediği taktirde, birliktelik arzusu tatmin edilmemiş ve
eziyet verici bir açlık bağlamında sürüp gidecektir ya da bunun tatmini
amacıyla sefalet ve toplumsal düzensizlik kapsamında başka yerlere
yönlenecektir. Bu yabancılaşma kısmi ya da tam olabilir. Birey bütünüyle
eşinden uzaklaşarak, bunun her türlü vahim sonuçlarıyla birlikte yasal olmayan
bir beraberlikte bir başkasını arayabilir ya da eşine sırt çevirirken
kişiliğinin bir yanı yalnızca entelektüel dostluk ve duygusal ilgiyi arar ve
sadece halk arasında cinsel ilişki olarak kabul edilen, fiziksel birleşmeden
kaçınır. Ne var ki, bir erkeğin bir kadınla olan ilişkisinde, ona karşı olan
duygularını bastırıp onunla yalnızca entelektüel bağlamda bir dostlukla
yetindiği için onun erkekliğini kuşkuya düşürdüğünü söylemek fazla acelecilik olurdu.
İsa, bir kadına şehvet duygularıyla bakan herhangi birinin, zaten kalbinde
onunla zina yapmış olduğunu söyler; ve insan doğası hakkında içgörü sahibi
olanlar, bedenden çok zihnin sadakatini kıskanmak için çok daha fazla neden
bulunduğunu bilirler. Bir kadın, yüksek bir gelişim düzeyine sahip evlendiği
eşi, özlemleri başka yönlere kayarsa, çekici herhangi bir kadına da kolaylıkla
yönlendirilebileceği fiziksel güdülerini kendisiyle tatmin etmesinden pek az
gurur duymalıdır. Erkeği gerçek anlamda elinde tutan, onun adını ve yatağını
paylaşan kadından çok yasadışı bir aşkın kahramanıdır.
Fakat yasalar ve din bilim dar açılı
bir görüşle, fiziksel sadakatten başka hiçbir şeyi dikkate almazlar ve böylece,
göz temasındaki şehveti umursamayarak bizler için allı pullu fakat içi kirlilik
dolu dünyalar yaratırlar.
Ezoterik felsefe tarafından tanınan
eşleşme yasaları, yalnızca fiziksel bir birliktelikten çok daha fazlasını
kapsar. Yedi plânın her birinde, bunların çeşitli koşulları uyarınca insanın ve
cinselliğin ya da kutupların yedi bedeni olduğu kabul edilir. Bu nedenle
ezoterik felsefe, bir insanın işlev görebilecek bir aşamaya ulaşan tüm
bedenlerini eşlemediği sürece birlikteliğinin eksik olacağını ve hâlâ
cinselliğe aç biçimde eşini aramayı sürdüreceğini öğretir.
Buna karşın tüm insanlar eşit şekilde
gelişmez. Günümüzde ortalama bir insanın ancak ilk üç bedeni; fiziksel bedeni,
sezgisel bedeni ve duygusal bedeni eşlemeye yetkindir. Diğer bir deyişle,
fiziksel birleşme, içgüdüsel arzular ve eşine karşı şefkat duyguları beslemeye
yetkindir fakat, entelektüel dostluğu pek az tanır. Fakat, daha gelişmiş bir
insan, mental bedeni işlediği taktirde söz konusu sonuncu ideale ulaşmaya
çalışacaktır ve kendisine eş olarak, yaşamdaki ilgi alanları kendininkine
benzer olan bir kadın arayacaktır. Öte yandan daha ilkel olan biri, eşinden
duyularının tatmin edilmesinden başka bir şeyi talep etmeyecektir ve tutkuları
bittiğinde ise eşine karşı oldukça ilgisiz kalacaktır.
Böylece, üç bedeni işlev gören ve
şefkat duygusunu tanıyan bir erkek yalnızca iki bedeni işleyen, tutkusal ve
fiziksel tatminin ötesinde evlilik yaşamına ilişkin hiçbir kavrama sahip
olmayan bir kadınla evlendiğinde, felakete yol açacaktır; ya da dört bedeni
işlediğinde yalnızca sevme gücüne sahip olan fakat kendisiyle arkadaş olamayan
bir kadınla evlendiğinde, yine aynı şekilde bu mutsuzlukla sonuçlanacaktır.
Kadın, üç plânda işlev gördüğü için, erkekten talep ettiği her şeyi alacaktır
fakat erkeğin eşleşemeyen mental bedeni kuşkusuz kendisine bir eş arayacaktır
ve olasılıkla bunu, Dördüncü Plân’da işleyebilen entelektüel bir kadında
bulacaktır. Böylece, herkesin içgüdüsel olarak kuşkuyla baktığı, ancak hiç
kimsenin bir ahlaksızlık olarak kabul edemeyeceği, platonik arkadaşlıklardan
biri oluşacaktır.
Bir erkek, eşine karşı arzular ve
davranışlar açısından her ne kadar sadık olursa olsun, daha üst plânda yaşadığı
bir birliktelik, yaşam akışının olağan yönünü döndürme eğiliminde olacaktır.
Dolayısıyla, Dördüncü Plân’da bir “kısa devre” oluşacaktır. Bu, kişinin,
araçlarını aşağı doğru kat ederek, üreme organları aracılığıyla, eşiyle
fiziksel birleşme bağlamında devrenin tamamlanmasıyla İlahi kaynağa geri dönmek
yerine, entelektüel güç formunda, entelektüel birlikteliğine akacaktır. Eşine
yönelik duyguları, bir akarsuyun, başka bir kanala akıtılmasıyla boşalan yatağı
gibi bir anda boşalacaktır.
Platonik arkadaşlıkların dayandığı
ahlaki temelin, söz konusu akışı belirlenen kanalında tutmada yararlı olup
olamayacağı ya da evrende anlam arayışındaki yaşamın baskısı altında platonik
sınırların dışına taşıp taşmayacağını ancak zaman gösterebilir. Dayandıkları
ahlaki temel sarsıldığında, yaşam güçleri sınırları zorlayacak ve kendi doğal
akış çizgisini izleyerek, duygusal ve tutkusal araçlardan aşağı, fiziksel olana
ulaşana dek taşmaya devam edecektir. İşte ancak o zaman, kurallar çerçevesinde
yanlış davranış olarak yorumlanan, nihayet gerçekleşecektir.
Şimdi, evlenmeye hazırlanan oldukça
yüksek bir gelişim derecesine ulaşmış bir erkeği ele alalım ve bu tür bir
birliktelik için ideal koşulları araştıralım. İlk önce, çeşitli bedenlerinin
farklı yaşlarda olgunluğa eriştiğini unutmamalıdır.
Fiziksel bedeni, daha doğuşta tüm
yönleriyle tamamlanmıştır; arzular bedeni ancak bunun gelişiminin
tamamlandığına işaret eden ergenlik çağında işlev görmeye başlar; şefkat
duyguları onlu yaşlarda ve somut mental beden yirmili yaşlarda gelişir.
Ezoterik bilimlerde bazı ekoller, bunu, yedinin katlarına dayandırmak gibi katı
bir yöntem izlerler fakat kişilerin gelişiminin birbirinden çok farklı olduğu
göz önüne alınarak, yukarıda kabaca bir ayrım getirilmiştir. Soyut düşünce
otuzlu yaşlarda gelişir ve spiritüel yapı, kırklı yaşların sonuna kadar tüm
yönleriyle olgunluğa ulaşamayacaktır. Dolayısıyla gelişim derecesi oldukça
yüksek olan kişi, gelişiminin aldığı yön belli olana dek evlenmeyi
geciktirmelidir.
Çoğu insan ne yazık ki,
arzu-bedeninin davranışına göre sürekli bir birliktelik kurmak için acele
etmekte ve eziyet verici arzulardan kurtulmanın tek yolu olarak karşı cinsten
ilk uygun kişi ile evliliğe sığınmayı tercih etmektedir. Diğer aceleci insanlar
ise, evlilikten sonra da pekâlâ gelişmeye devam edebilecek kendi doğalarının
olanaklarını henüz kavrayamadıkları için, duygu taşmasını gerçek bir
birliktelik ilişkisi ile karıştırır. Evli bir çiftin, aynı anda ve paralel
gelişmeleri çok önemlidir. Bunlar, bedenleri birbiri ardına işlev kazanmaya
başladıkça ve karşılıklı eşleştikçe cennete uzanarak evlilik yaşamında,
sevgilerinin derinleştiğini ve zenginleştiğini göreceklerdir. Fakat tam
tersine, çiftlerden biri tam olgunluğa ulaştığında diğeri hâlâ gelişmeye
açıksa, mutlu bir şekilde başlayan evlilik, çatışmalarla ya da başarısızlıkla
sona erecektir. Çünkü, ikisinden daha gelişmiş olanı, diğerinin anlayamayacağı
ya da tatmin edemeyeceği gereksinimlerin farkına varacaktır.
Oysa mükemmel evlilikte, söz konusu
çift, işleve giren üst bedenlerin her biriyle karşılıklı eşleşir ve her
eşleşmeyle de sevginin yeni boyutlarını keşfeder. Karşılıklı arzulama anlamında
fiziksel birliktelik, uyumu sağlayacak ve sinir sistemlerini dengeleyecektir.
Sevgi, arzuları ve amaçları tek bir bütün içinde birleştirecek ve iki kişiliği
birbirine bağlayacaktır. Ortak bir bilgi haznesinin elde edilmesi arkadaşlığın
daha da yakınlaşmasını sağlayacaktır. Benzer kavram ve ilkelere duydukları
inanç, yaşamlarını aynı kanala yönlendirir; aynı düzeydeki ruhsal amaçlar ve
idealler birlikteliklerini tamamlar; bilinç saf ruh düzeyine yükselene dek, iki
ruh arasında doğan bu büyük aşk tüm sınırlamaları aşacak ve tüm evreni,
kurdukları birliğin sınırlan içine çekecektir. Bu gerçekleştiğinde, ezoterik
filozoflar, fiziksel plândan verilmesi olası uyarımlardan en büyüğünün evrim
sürecine uygulandığını öne sürerler. Böylece çiftimiz, tüm plânlar üzerinde
eşleşerek “ışığa adım atarlar” ve bir daha ayrı bireyler olarak “yola devam
etmezler”. Kendi içinde bir bütün oluşturan ve kendini gerçekleştiren, iki
yönlü bir doğaya sahip bir birey olurlar. Buna karşın bu tür insanlar yaşamın
daha yüksek bir düzeyine geçmişlerdir ve duyularımız tarafından algılanamazlar.
16
Plânlar Üzerinde Eşleşme Yasaları
Plânların her birinde eşleşme yasası,
söz konusu plânın özünün hakiki sürekliliğine bağlıdır. Dolayısıyla, fiziksel
plânda birleşme, üreme organlarının karşılıklı etkileşimine ve erkek salgısının
dişinin içine boşaltılmasına bağlıdır.
İkinci Plân’da eşleşme, arzular
karşılıklı tutuştuğunda ve bir erkek “kadına şehvetle baktığında” ve kadın ona
karşı benzer bir tutku duyduğunda gerçekleşir.
Üçüncü Plân’da birleşme, heyecanların
duygudaşlığına bağlıdır ve Dördüncü Plân’da ortak bir bilinç ve ilgi kapsamına
dayanır.
Beşinci Plân’da entelektüel
duygudaşlık ve Altıncı Plân’da karşılıklı spiritüel idealler eşleşmeyi
belirler.
Yedinci Plân’da Herkes Bir’dir ve Bir
Herkes’tir, tezahürün başlangıcından beri varolandan daha yakın hiçbir birleşme
yoktur.
Bu bileşik eşleşmede ilginç olan,
bazı plânlarda eşleşmeler benzerlikler sayesinde kurulurken bazılarında da zıt
olanlar birbirine çekilir. Bunlardan ilkinde eşler birbirine eklenirken
diğerinde birbirini tamamlarlar.
Birinci Plân üzerinde zıtlıklar
birbirini çeker, eşlerden her birini diğerinin bedenindeki farklılık çeker.
İkinci Plân üzerinde çekim, benzer bir tutkunun karşılıklı uyandırılmasına
bağlıdır ve burada benzerlikler birbirini çeker. Üçüncü Plân’da yine farklılık
çekim gücünü oluşturur; sevme gücü fazla olanlar şefkate gereksinimi olanlara
çekilirler. Burada koruyucu içgüdü, sevgi talep eden ve kendisine dayanan bir
eş ister. Oysa sevginin getirdiği rahatlığı arayanlar, eşlerinin şefkatine,
koruyuculuğuna gereksinim duyarlar.
Somut zihin plânında benzer bir
bilinç kapsamı duygudaşlığı sağlar, dolayısıyla aynı konularla ilgilenenler
ortak birçok şey bulabilirler. Öte yandan soyut zihin plânında zihinsel
sorunlara farklı yollarla yaklaşanlar en mükemmel eşi oluşturur; olaya çözümsel
yaklaşan, kurgusal düşünen tarafı dengelerken tümevarımsal düşünen
tümdengelimli olanı aydınlatır.
Altıncı Plân üzerinde eşleşme
ışın-rengine dayanır, benzer spiritüel türde olanlar kendilerine benzeyen
ruhlarla eşleşir ve ışın türleri farklı olanlar arasında ise birleşme mümkün
değildir.
Ezoterik bilimlerde her bir plân
üzerinde eşleşmenin bunun hakiki işlevine dayandığı söylenir ve bireylerin
ancak kutuplar şeklinde işledikleri sürece eşleşebildikleri belirtilir;
bağlantı sona erdiğinde eşleşme de sona erer. Dolayısıyla, eşleşme, yasal bir
sözleşme olan ve geçerliliği hakiki işleve değil, eşitlik yasalarına dayanan
evlilikle karıştırılmamalıdır. Evlilik, bir yanda erkek ve kadın, diğer yanda
çocuk arasında yapılan bir sözleşmedir ve bu ayrı bir bölümde ele alınacaktır.
Söz konusu evlilik kavramına burada yalnızca, ezoteristin kabul ettiği şekilde
evlilik ve eşleşme arasındaki ayrımın açıkça belirtilmesi amacıyla
değinilmiştir.
Fiziksel plânda eşleşme, yalnızca
kısa bir çiftleşme anından öteye gitmez; türünün sınırları çerçevesinde karşı
cinsten herhangi biriyle gerçekleşebilir.
İkinci plân üzerinde eşleşme, arzunun
devam etmesi ölçüsünde sürecektir – diğer bir deyişle yalnızca doğurganlık
dönemleri ya da insan yaşamında arzuların etkin olduğu yıllar.
Üçüncü Plân bedenleri sevgi
bağlamında eşleşirler.
Dördüncü Plân bedeni, bir enkarnasyon
süreci içinde oluşan bilinç kapsamında eşleştiği taktirde, bu eşleşme kişinin
tüm yaşamı boyunca sürer ancak ölüm bunu ortadan kaldırabilir.
Fakat eşleşme, benzer ilke ve
ideallere sahip insanlar arasında Beşinci Plân’a uzandığında bu, evrim
sürecinden geçen bireysellik alanına girer ve evrimin geri kalan bölümünde de
bu bağ devam eder, ruhlar birbirini bekler ve birbirini izleyen yaşamlarda
buluşarak, bir kez kurulduğunda dünyanın bir ucundan diğerine onları bir araya
getirecek ve diğer tüm sınırları yıkacak o harika bağı oluşturur.
Birliktelik spiritüel plânda
onaylandığında çift asıl gerçek ve cevherde bir olur ve “Işığa girerek, bir
daha geri dönmezler”.
Böylece, eşleşme kavramının genel
olarak halk arasında bilinenden çok farklı olduğu ortaya çıkar. Ezoterist,
eşleşmenin, hakiki işlevin bir konusu olduğunu ve söz konusu işlev sona erdiğinde
bittiğini öne sürer. Öte yandan, eşleşme fiziksel plâna uzandığında söz konusu
birliktelikten her zaman bir çocuğun doğması olasılığı vardır ve bir çocuğu
evsiz dünyaya getirmek o çocuğa karşı korkunç bir hata yapmak demektir.
Başlangıçta, derin bir aydınlanmaya
sahip insanların rehberlik ettiği Kilise, gerçek spiritüel bir birliktelik
oluştuğunda bu bağın yıkılmaz olduğunu ve kutsal bir nitelik taşıdığını kabul
ediyordu ve bu ideal Hıristiyan evliliklerinde standart olarak benimsenmişti.
Kilise’nin öğretileri, bireysellik eşleşmelerine gerçek anlamda uygulanabilir
ve doğru bir biçimde bunun koşullarını tanımlar fakat kişiliğin ancak alt
düzeylerini ilgilendiren bir birlikteliğe ne demeli? Bu hiçbir surette kutsal
bir birliktelik değil, yalnızca fiziksel bir gereksinimin ve içgüdüsel
arzuların tatminidir ve din bilim açısından çok sağlıksal koşulların
elverişliliği bağlamında ele alınmalıdır.
Günümüzde, ilk Kilise Babaları’na
göre, esin kaynağından oldukça uzaklaşmış kişilerce yönlendirilen Kilise, bu
iki birliktelik türü arasında herhangi bir ayrım getirmez, hayvanların
çiftleşmesinden daha yüce bir nitelik taşımayan bir birlikteliğe de kutsal bir
anlam yükleyip, en yüce idealleri hiçbir ayrım gözetmeksizin uygular ve ölümlü
fiziksel bedenden yalnızca ruhsal bağlamda sağlanabilecek olanı isterler.
Kutsal bir birlikteliğin çözülemez
doğasını ezoteristten daha iyi kimse bilemez. Ezoterist, bu tür bir
birlikteliğin ancak bir evrim sürecinde olan bireyler arasında yaşanabileceğini
kabul eder. Bu açıdan, bu tür bir birlikteliğin ölümle bile yıkılmadığını öne
sürerek, kilise yöneticilerinden bile daha radikal davranır. Bu konuda kilise
üyesi mantığa aykırı bir tutum sergiler çünkü, iki kişi kutsal bir biçimde
birleştiğinde ve bu kişilerin ölümsüz oldukları kabul edildiğinde,
birliktelikleri ölümsüzlük bağlamında sürmelidir ve taraflardan birinin
bedensel ölümü aradaki bağı etkilememelidir.
Burada, ezoterist tarafından kabul
edilen gerçek, bireysellik düzeyinde kurulan birlikteliklerin kutsal ve
çözülmez olduğu, oysa kişilikler ya da bunların herhangi bir düzeyindeki
birlikteliklerin ancak yaşamsal işlevler ölçüsünde devam edeceğidir. Fakat, bu
tür birlikteliğin ruhların reenkarnasyonu için gerekli araçları oluşturduğu
olgusu, konuyu daha karmaşık bir duruma getirir, ki tersi durumda oldukça basit
niteliktedir; anne-baba haklarından ayrı ve söz konusu ırk açısından çocukların
hakları büyük önem taşır.
17
Eşruhlarla İlgili Ezoterik Öğreti
Kimi insanların, “birbirinin en iyi
yönünü ortaya çıkardığı”, birlikte olduklarında her birinin kişiliğinin çiçek
açtığı ve tek başına ulaşabileceklerinden çok daha yüksek gelişim düzeylerini
yakalamaya yetkin oldukları ve aynı zamanda harikulade bir neşe ve aydınlığın
kendilerini sardığı, insan doğasını gözlemleyen herkes tarafından iyi bilinir.
Birbirinden ayrıldıklarında sönükleşir ve kururlar. Zaman ayrılığın acısını her
ne kadar hafifletse de, her iki ruh da yalnız kaldığında olgun haline erişemez.
Geçmişe ilişkin pişmanlık dolu ve kendine acıma duyguları beslemez, ilgilerini
yeni alanlara yöneltmeyi hastalıklı bir biçimde reddetmezler fakat, normal
düzeyinin altında sürdürülen bir yaşama tahammül ettikleri görülür.
Söz konusu insanlar hatta, iki ayrı
varlık olmadıklarını, tek bir bütünün iki yarısı olduğunu düşünür. Bu tür iki
beyin arasındaki yakın duygudaşlık ve mükemmel bağlantı, birindeki duyguların
diğerinde yansımasını sağlar. Dolayısıyla birinin üzüntüsü her ikisini de acıya
boğarken, birinin neşeli olmasından da aynı şekilde her ikisi de haz duyar.
Genelde bu koşullar herkes tarafından
iyi bilinir ve her yürekte buna ulaşma umudu saklıdır. Buna karşın deneyimler
bunun gerçekleşmesinin olası olmadığını gösterebilir fakat bu umut her zaman
yeniden doğar, öylesine kökleri derin bir güdüdür. Ne var ki, bu umut, evrensel
olmasına karşın, bunun gerçekleştiği durumlar oldukça nadirdir. çünkü bir
başkasıyla tam bir birleşmenin olması, tam anlamıyla benlikten vazgeçilmesini
gerektirir ve bu şekilde benliklerinden vazgeçebilen insanlar çok azdır. Bu tür
bir birliktelik için, aynı derecede benliğini gözardı eden iki ruh bir araya
gelmelidir. Birinin tümüyle vermesi ve diğerinin yalnızca alması yeterli
değildir. Hatta, her birinin bütünüyle vermesi bile yeterli değildir yalnızca
her biri diğerinin gereksindiğini vermelidir, tersi durumda bu özveri yararsız
olur. İşte bu, çoğu karşılıksız sevgi sorununun çözümünde anahtar oluşturur.
Tutkunun ateşinin, fiziksel
güzelliğin çekiciliğinin azalması ve yitirilmesiyle birlikte sönmesinden sonra
çoğu erkek ve kadının bekleyebileceği en iyi şey geriye iyi bir arkadaşlığın
kalmasıdır. Bu, böylesi bir arkadaşlığın, dünyadaki en soylu ve güzel şeylerden
biri olmasına karşın, burada bizim atıfta bulunduğumuz bir yakınlıktaki eşleşme
değildir. Genelde insanlar bunun pekâlâ farkında oldukları için söz konusu
eşleşmeyi “eşruhlar” olarak adlandırır; bunun, derin ve güzel bir bağ olan
evlilikteki sevgiden çok daha büyük boyutlara ulaştığını bilir. Evlilikteki
sevginin yakın ve yaşam boyu süren bağı –ki bunu tutuşturan sevgililerin tutkusudur–
karşılıklı binlerce gereksinim, şefkat duyguları, anılar ve arkadaşlıktan doğan
duygudaşlık temeline dayanır. Oysa öteki aşk, herhangi bir oluşuma bağlı
değildir. Tam olgun olarak doğar ve diğer tüm bağları aşar ya da bu bağlar
korunmaya çalışıldığı taktirde, ruhun yıkımına neden olur.
Bu denli kuvvetli bir bağ, ki ortaya
çıktığında zaten olgundur, yeni bir oluşum olarak kabul edilemez. Bu daha çok,
geçmiş yaşamlarda gelişen bir tutkunun reenkarnasyonudur. Bilinçli zihin her ne
kadar bunun farkında olmasa da bilinçaltı bunu anımsar ve eşini talep eder.
Fiziksel varoluşta bu sevgi olgusu
son derece nadirdir, fakat sıradan tutku ya da ani duygusal çekicilik açgözlü
ruhlar tarafından kolaylıkla abartılarak gerçekte olduğundan daha yüksek bir
düzeye çıkarılabilir. Ruhsal evrimin alt süreçlerinde olan bireyler –ani ve
denetlenemez tutkulara en fazla bunlar eğilimlidir– herhangi biriyle sürekli ve
uyumlu bir beraberlik sürdüremeyecek kadar çok fazla benmerkezci, kendi
sınırlamaları ve tensel zevklerine çok fazla bağımlıdırlar. Bunların, tıpkı
insanın kendi benliği gibi olması gereken bir başkası kavramının çağrıştırdığı
tam bir özgecilik ve hizmet idealini gerçekleştirmeleri olasılığı ise çok daha
az olacaktır. Açgözlü arzuların karşılığında verebilecekleri pek az şeyleri
vardır ve bunları yönlendirmeyi üstlenen biri çok geçmeden karşılığını
alamadığı bu işten bıkacaktır.
İnsanların çoğu, herhangi düzeydeki
biriyle ya da ezoterik bilimlerin kullandığı bir ifadeyle, kendileri ile aynı
ışın düzeyinde olan herkesle mükemmel uyumlukta ve tatmin edici bir birliktelik
yaşama gücüne sahiptir. Daha önceki bir bölümde açıklandığı gibi spiritüel
bağlamda eşleşme yalnızca aynı ışın-renginde olanlar arasında gerçekleşebilir.
fakat kendi ışın düzeyimizde biriyle her karşılaştığımızda temel bir uyum
duygusu ortaya çıkar. Çünkü ruhsal evrim sürecinin aldığı yol ve spiritüel
nitelikler –söz konusu nitelikler, ister oldukça gelişmiş ya da ilkel düzeyde
olsun– aynıdır. Sürekli ve tatmin edici bir birliktelik ancak temel bir uyum
duygusuna dayanır. Gelişim sürecinin, bu gelişme farklı yönlerde oluştuğunda,
bir bağı güçlendirmesini beklemek yararsızdır. Bir insan, yaşamını askerlik
mesleğine adayıp gelişimini burada sürdürecekse, onun, yaşamını ülkeler arası
barışın sağlanmasına adayan eşiyle yan yana yürümeleri mümkün olmayacaktır.
Bir ideal oluşturup bunun için
çabalayacak derecede gelişmiş herkes eş seçmede, ışın-rengini (idealizm türü
ile belirlenir) göz önüne almalıdır buna karşın öz-çıkarcılığın ötesinde
herhangi bir fikre sahip olmayan evrimsel sürecin alt basamaklarında gezinen
kişiler, karşılıklı tutku ve fiziksel çekicilik temelinde eşlerini seçerken,
bundan bir birliktelikten alabilecekleri en büyük tatmini elde edebilirler.
Ezoterik bilimler her ne kadar “eşruhlar”ın
varlığını kabul etse de, bireyler arasında gelişen her ani ve şiddetli tutku
ilişkisinin çözülemez bir birliktelik olduğunu kabul etmez. Bu, tıpkı sözcüğün
de çağrıştırdığı gibi, en azından tutuştuğu hızla sönen ve yeni bir nesnenin
uyarımı ile yeniden canlanacak güce sahip tutkudan başka bir şey olmayabilir.
Ezoterik bilimler, “eşruhlar”ın karşılaşmasının –iki kişi arasında gerçekten de
bu ilişki olsa bile– varolan yükümlülüklerinin yerine getirilmemesine gerekçe
olarak gösterilebileceğini öğretir. Her ne kadar, insan yaşamının olgularıyla
ya da kozmik yasalarla pek bağlantılı olmasa da, boşanmaya ilişkin yasalarımızı
çiğnemek toplumsal yaptırımlara yol açar ve masum birini güç durumlara sokmak
kesinlikle Aydınlanma Yolu’nun bir parçası olamaz. Ezoterist, tek bir yaşamın
ruhsal evrim süreci içerisinde, ruhun yolculuğunda ancak bir aşamadan ibaret
olduğu göz önüne alındığında, varlığımızın kısa bir gününden, bir işin onurlu
bir biçimde tamamlanması için özveride bulunmak en iyi yoldur. Böylece, gelecek
yaşamlar geçmiş borçlardan kurtulabilir ve büyük aşka uyumlu bir biçimde
ulaşılabilir.
18
Ruhlar Arasındaki Bağın İçeriği
Ezoterik bilimler, ruhları birbirine
çekebilen ve onları ortak bir kaderde birleştiren iki tür bağın varlığını kabul
eder. Görünmeyen nedenlerin işlediği içsel plânlar üzerinde ortaya çıkan bu
birleştirici bağlar, fiziksel duyular tarafından algılanan ve tesirsel plânda
ortaya çıkan karşılıklı çekimden ayırt edilmesine dikkat edilmelidir.
Bu bağlardan en yaygın olanı “Karmik Bağ”
olarak bilinir. Karma sözcüğünün sıfatı olan “karmik” terimi, Doğu ezoterik
ekolünden alınmıştır ve kişinin önceki yaşamlarında ortaya çıkan hem iyi hem
kötü güçleri belirtmek amacıyla uygun olduğu için kullanılır. Bunu karşılayan
İngilizce bir terim yoktur; kader sözcüğü buna en yakın eşdeğer sözcüktür ki
özellikle sıfatsal biçimiyle, özellikle kötü bir gücü temsil eder.
Ruhlar arasındaki karmik bağların
kökeni, geçmiş yaşamlarda deneyimlenen cazibeye [çekim gücü] dayanır. Bu
cazibe, bireyselleşmiş varoluşun altı plânından herhangi biri üzerinden ortaya
çıkabilir ve söz konusu plâna uygun bir yapıda olabilir. Birinci Plân’da ya da
fiziksel plânda uygulanan çekimler yalnızca fiziksel bir konudur. Çekim kuvveti
kılcal çekim, içe çekme ve benzeri süreçler yoğun maddenin alt plânlarında
meydana gelir; ve manyetik çekim, kimyasal benzerlikler, vb dünyamızın eterik
[esîrî] alt plânlarında ortaya çıkar. Duygusal çekim, kendini güdüsel tepkiler
bağlamında hissettirdiği İkinci Plân’ın altında var olmaz, dolayısıyla yalnızca
fiziksel yakınlıkla hiçbir bağ oluşmaz; ve herhangi bir bağın kurulmasından
önce duygusal etki ve tepkinin oluşması gerekir.
Bağın temelini oluşturan tepkidir.
Bir kişinin bir başkasına karşı bir heyecan hissetmesi, onları bir araya bağlamaz.
Yalnızca, söz konusu heyecanın yönlendiği nesne buna tepki gösterdiğinde bir
bağ kurulabilir çünkü ancak o zaman, diğerinden hareket eden gücü kendi
doğasına kabul eder ve böylece, ne denli hassas olursa olsun, cevherde bir
süreklilik oluşturur ve hem kara hem ak uygulamalı okültizm, bu algılaması
mümkün olmayan ilişki aracılığıyla yürütülür.
Bir kişi, bir başkasını sevdiğinde ve
bu sevgi karşılık gördüğünde bir bağ oluşur. Bir kişi, bir başkasını sevdiğinde
ve bu sevgi nefret, hor görme, tiksinti ya da herhangi bir biçimde kızgınlık ya
da kabalıkla karşılık gördüğünde, aynı şekilde yine bir bağ oluşacaktır.
Dahası, enkarnasyonlarının geri kalan bölümünde bu yakın ilişkiler, deneyimlenen duyguların yoğunluğuyla doğru
orantılı derecelerde birleştirdiği insanların yaşamını etkileyecektir. Ancak,
tam anlamıyla bir kayıtsızlık, bir bağın oluşmasını engelleyebilir, her türden
duygusal tepkiler bir ilişki oluşturacaktır.
Herhangi bir plân üzerinde bir etki
ve buna verilen tepki bir ilişki oluşturur. İster İkinci Plân üzerinde
içgüdüler, ister Üçüncü Plân’da duygular uyansın, bir öğretmen ve öğrenci
ilişkisi ya da zihinsel plânlarda izdeş-ögrenci ya da Altıncı Plân üzerinde
rahip, ruhsal rehber ya da izdeş-tapınan ilişkisi oluşacaktır. Bir etki ve
tepki, hangi plân üzerinde meydana gelirse gelsin, iki etkileşen birim arasında
bir bağ oluşur.
Bu bağlar, en yakın ilişkiye temel oluşturabilir ya da ilgili tarafların hemen
unuttuğu anlık bir temas olabilir fakat, söz konusu anıya değin, herhangi bir
duygu var olduğu sürece yakın ilişki
sürecektir. Ölüm anında özellikle bir kişiye karşı hâlâ bir duygu taşınıyorsa,
bu duygunun ölümden önce tatmin edilmesi öznel bağlamda mümkün olmadığı için,
yeniden doğuşla nesnel varoluşa geçilip, bunun ifadesine yönelik koşullar yeniden
elverişli olana dek saklanır. Karmik bağı
oluşturan bu tüketilmemiş duygulardır; ve yeryüzündeki gelişim süreci
zamana dayandığı için yüzlerce yıl beklemesine karşın, gücünden hiçbir şey
yitirmez fakat daha önce kendisini uyaran aynı nesnelere, söz konusu nesneler
her ne zaman varolursa, tepki verir. Böylece, “ilk görüşte aşk”ın birdenbire
ortaya çıkması ve “eşruhların” deneyimlediği anlayış ve samimiyet duygusu
açıklığa kavuşur.
Bir Karmik Bağ her yenilendiğinde
bunun gücü de artar ve ırkın çocukluk döneminde bu basit fiziksel bir çekim
olarak başlamasına karşın, evrim sürecinde bedenler birbiri ardına işleve
girdikçe bu ilişki, büyük spiritüel bir eşleşmeye ulaşılıncaya dek, birinden
ötekine yayılacaktır. Fakat, çiftin farklı bedenleri aynı anda gelişmeyi
başaramazsa alt plânlar üzerinde kuvvetli bir bağ olmasına karşın daha fazla
gelişmiş bireyin üst benliği eşleşmeden yoksun ve tatminsiz kalacaktır.
Olasılıkla kendi doğasının alt düzeylerinin çekiciliğe yanıtını aşağılayıcı
bularak hor görecek fakat kendini bundan kurtarmayı da başaramayacaktır. Bu tür
bir tutum tehlikeli ve acı vericidir ve çoğunlukla tarihin her döneminde
uygarlığın denetlemeye çalıştığı ilkel güçleri ortaya çıkaran tutkusal
trajedilere ve suçlara yol açar.
Oysa Karmik Bağ, doğanın tüm güçleri
büyük bir duygu yoğunluğuyla tek bir nesne üzerinde odaklaştığında, yalnızca
büyük bir kuvvetin gelişmesine yol açar. Bu göreli olarak, arzular trajik
koşullar altında engellenmediği sürece nadiren ortaya çıkar. Tüketilmiş bir
tutku sona erdiğinde zaten genelde doygunluğa ulaşmıştır. Ancak birbirini
sevenler, ya koşullar gereği ya da ölüm nedeniyle ayrı düştüğünde, doygunluğa
ulaşmamış sevgi Üçüncü Plân üzerinde bir bağ olmayı sürdürür ki uzun süre
bedenin ölümü bunu etkilemez. Eğer bu ayrılık ölüm nedeniyle oluşursa ve
hayatta olan taraf, ya çoğunlukla olduğu gibi uykuda ya da psişik gelişim
sayesinde varlığın Üçüncü Plânı’nın anlık da olsa bilincine vardığı taktirde
buradaki varolan bağ iki ruhun yeniden temasa girmesini sağlayacaktır. Ölen bir
kişiyle iletişime girmek gerçek anlamda, bir medyum aracılığıyla onu dünyasal
koşullarımızın farkındalığına çağırmakla değil, bilincin yüceltilmesi ve
böylece onun varoluş düzeyinin farkında olmamız sayesinde gerçekleşebilir...
Bir medyuma ancak, ruhun yeryüzüne bağlanıp kendi alanına geçememesi durumunda
ve onu serbest bırakmak amacıyla başvurulabilir.
Üçüncü Plân, spiritüel literatürde,
gökler âlemi olarak adlandırılan varoluş alanıdır; fakat bedeninden ayrılarak
dışa açılan ruh bu aşamaya ulaşabilmek için “araf” olarak bilinen, varoluşun
İkinci Plân aşamasından geçmelidir ki burada öznel kavrayış aracılığıyla
çekilen acılar bağlamında kötülüğün bedeli ödenir böylece kaderin dengelenmesi
sağlanır. Ruh bir kez, fiziksel bedenin tüm öldürücü etkilerinden
kurtulduğunda, tüm hassas güçler giderek daha kavranabilir duruma gelir ve yeni
gelenin ruhu, borçları işlenmeden önce kendi varoluş plânını her ne kadar
aşamasa da, kendisinden önce oraya varan ruh, eğer yeterince gelişmişse, kısa
aralıklarla onunla telepatik temasa geçebilir. Böylece ölüm yolculuğunun en zor
bölümünde kendisine destek ve rahatlık sağlayabilir. Yeni gelenin ruhu araf
deneyimini aşar aşmaz “gökler âlemi “ne girer ve dolayısıyla eşiyle yaklaşık
aynı plân üzerinde bulunur. Artık önlerinde onları ayıracak farklı varoluş
aşamaları bulunmamaktadır, doğal çekim gücünü işleten sevgi bağı onları bir
araya getirir. Böylece yeni yaşamlar arasında geri kalan zamanlarını birlikte
geçirebilirler. Aralarındaki bağ, aynı zamanda ve benzer koşullarda onları yeni
enkarnasyonlara çekme eğilimindedir ve böylece yaşamda karşılaştıklarında
bilinçaltı anılarının tuhaf bir biçimde hücumuna uğrayacaklardır ki bu,
inandıkları felsefe tek bir plânda tek bir yaşamın ötesine geçmeyen insanlara
son derece anlaşılmaz gelmesine karşın ezoterik öğreti bağlamında kolaylıkla
açıklanabilir.
Bu şekilde iki ruh birbiri ardına
yaşamlar boyunca birbirlerine çekildiklerinde ve her yaşamda birbirlerini
sevdiklerinde, dostluk kurduklarında ve diğer tüm çekicilikleri kararlı biçimde
önemsemediklerinde böylelikle oluşan bağ son derece güçlü olacaktır.
Buna karşın bu nadiren gerçekleşir.
Beşerî uygarlığın bebeklik çağını yaşadığı, kurulan birlikteliklerin İkinci
Plân’dan öteye geçemediği çağlara geri dönmek için, birbirini izleyen ve
fiziksel tezahürün olmadığı dönemlerle aralanan sayısız yaşamlardan geçmek
gerekmez. Bilindiği gibi, alt-düzey birliktelikler büyük bir kolaylıkla oluşur
ve kısa ömürlüdür. Dolayısıyla bir ruh, özellikle çokeşliliğin yaygın olduğu
uygarlıklarda, tek bir yaşam süresi içinde bile bu yapıda birçok ilişki kurmuş
olabilir. Bu tür birlikteliklerden her biri, yer aldığı plân üzerinde,
yoğunluğuyla orantılı olarak bir çekim gücü uygulayabilir. Böylece, bu tür
birlikteliklere giren ruh –ki pek azı bunu yaşamamıştır– kurduğu bağlar
sayesinde birçok yöne çekilecektir.
Bir ruhun, bazen erkek bazen de dişi
bir bedende, ruhsal evrim sürecinde gelişimini ele alalım. İnsan evriminin en
erken aşamalarında birleşme yalnızca, günümüzde hayvanlar arasında olduğu gibi
güdülerin harekete geçmesine bir yanıt olarak gerçekleşti. Dolayısıyla
sayesinde birleşmenin gerçekleştirildiği fiziksel beden ve birleşmeyi teşvik
eden İkinci Plân’daki arzular-bedeni olmak üzere ancak iki bedeni işlev
görüyordu. Birinci Plân’da yürütülen bir birliktelik aynı türün yeterli yaşa
ulaşmış karşı cinsten herhangi bir mensubuyla gerçekleştirilebilir ve bu
duyguları kapsamayan bu tür bir birleşme geride bir iz bırakmaz. İkinci Plân
birliktelikleri karşılıklı tutkunun uyanmasına bağlıdır ve bu tür bir deneyim
ruhu, bir zamanlar heyecanını paylaştığı bir kişiyle yeniden karşılaştığında
tutkusunun kolaylıkla yeniden alevlenmesi ölçüsünde etkiler. Bu, bazen erkek ve
kadınları sonradan pişmanlık duyacakları deneyimlere çeken, duyuların şaşırtıcı
bir biçimde mest olup kendinden geçmesine örnek oluşturur.
Fakat bu İkinci Plân’daki çekicilik,
her ne kadar egemen olmak için güçlü bir kişiliğin gerektiği vahşi bir tutku
patlamasına yol açabilse de, bunlar genelde kısa ömürlüdür. Ancak, bir ruh
Üçüncü Plân’da bir birliktelik yaşayabilecek denli yeterince geliştiğinde,
duyuların ötesine uzanan ve kişiliği etkileyebilecek bir bağ oluşabilir. Hatta
burada, tek bir enkarnasyon içinde birçok birliktelik kurulabilir. Ezoterik
bilimler, ruhların eş olarak yaratıldıklarını öğretmez; bu tür birleşmelerin
sayısız enkarnasyonlar içinde oluştuğunu belirtir. Yukarıda açıklananlar
itibarıyla, ruh hâlâ evrimin ilkel ve gelişmemiş bir aşamasındayken birçok
değişik deneyim yaşayabilir ve güdülerin yönlendirmesiyle girilen bu geçici
birleşmeler, birbiriyle rekabet ederek herhangi sürekli bir birlikteliğin
kurulmasını engeller. Çünkü “eşruhlar” olarak bilinen birliktelikler ancak,
birçok yaşamın bağlılığıyla gerçekleşebilir.
Bununla birlikte iki ruh, her biri
diğer tüm rakiplere karşı diğerini savunacak denli birbirine büyük bir kuvvetle
çekildikleri taktirde (tür olarak birbirinden fazla ayrı düşmedikleri ölçüde),
evrim sürecinde bedenler birbiri ardına işleve girdikçe, daha üst plânlarda da
eşleşecekler ve son derece güzel olmasına karşın son derece nadiren rastlanan,
mükemmel bir duygudaşlık ve anlayışı içeren o harika birleşme gerçekleşecektir.
Buna karşın, söz konusu çift farklı bir ruhsal türde olduklarında, daha üst
yapılar işleve girince onları farklı bir idealizm uğruna ayrı yönlere çekecek
ve bu acıklı sonuçlara yol açacaktır. Geçmişin ezoterik bilgisine dayalı
kökleriyle Katoliklerde ve Musevilerde olduğu gibi eski inanç sistemleri bunu
bildikleri için, başka bir topluluktan karma evliliğe izin vermezler.
Bundan önce açıklanan konularda, halk
arasında gençlikte çılgınlık yapmak olarak anılan, rasgele ve geçici
ilişkilerin neden tehlikeli olduğu ifade edildi. Bu tür birlikteliklerin
kurulması, yıkılmasından daha kolay olan bir ilişki oluşturur ve gelecek
yaşamlarda ruh için tuzaklar oluşturur. Okültizm uygulamaları hakkında oldukça
bilgi sahibi olan ilkel insanlar arasında, en güçlü büyü biçimlerinden biri
olan cinsel-büyü özellikle dikkati çeken bir konudur ve dünyanın birçok
yöresinde, afrodizyak ilaçlarla birlikte gerçek okült yöntemlere ilişkin önemli
ölçüde geleneksel bilgiler mevcuttur ve ilkel kabile kadınlarına yönelik
güçlerini kötüye kullanan daha yüksek bir uygarlıkta yaşayan erkekler bazen
kolay yıkılmayan bir bağın içinde yer aldıklarını ve hoş olmayan hassas
güçlerle temas ettiklerini görürler.
Kozmik Bağ
Cinsellik ilişkisinin önceki bölümde
açıklanana göre çok daha az anlaşılır bir yönünden söz edilebilir.
Ezoteristlerin Kozmik Bağ olarak adlandırdıkları ruhlar arasındaki ilişki, Batı
ezoterik tradisyonunun en derin ve güçlü olduğu kadar en güzel gizemlerinden
biridir. Avrupa uygarlığı kadınlara her zaman büyük değer vermiştir. Bir ülke
vatandaşlarının yarısı gerilediği taktirde tüm ırkın gelişim standardının da
düşeceği savunulmuştur. Beyaz ırkların benimsediği genel tutum, ezoterik
tradisyonlarına yansır, ruhların negatif ya da dişi bedenlerde dünyaya
geldiklerinde öğrenmeleri gereken bazı derslerin yanı sıra özel güçlere de
sahip olduklarına inanılır ve okültizm uygulamasında erkek ve dişi güçlerin
işbirliğine büyük önem verilir. Bazı bünyeler geleneksel açıdan grup-üyeliğinde
cinsiyetler arasında dengeyi sağlamaya çalışırlar ve bunlardan herhangi birinin
belirli bir oranın ötesinde üstün olmasına izin vermezler.
Görünen dünyanın temelini oluşturan
ve bunun koşullarını belirleyen görünmez kuvvetlere yalandan benzeyen bir güç
türü olarak elektrik örneği verildiğinde okültist, her gücün İlahi kaynaktan
bir dış akışın yanı sıra bir Geri Dönüş Yolu’na da sahip olması gerektiğini çok
iyi bilir. Aynı zamanda, bu tür bir gücün ileticisi olarak işlev gören herhangi
bir form, pozitif ve negatif bir yöne sahip olmalıdır. Erkek araç pozitif ve
dişi araç negatiftir. Dolayısıyla uygulamalı okültizm kimi işlemlerde eşler ya
da kutupsallaşma bağlamında çalışmanın gerekli olduğunu öne sürer. Çünkü ancak
o zaman, bir devre kurularak bir kozmik güç akışı sağlanabilir.
Önceki bir bölümde açıklandığı gibi,
farklı plânlara karşılık gelen araçlar birbiriyle olan ilişkilerinde pozitif ve
negatiftir. Bireysellik kişiliğe göre pozitiftir, ki bu da, kendi yüksek
benliğinin daha yüksek gücü karşısında negatiftir. Bir kişi, bireyselliğinin
herhangi bir düzeyinin işlev görmesi ve bilinci ile tümüyle bağıntılı olması
için yeterince gelişmiş olduğu taktirde, kozmik güç akışı ve bunun geri
dönüşünün kendi organizması içinde oluşmasını sağlayabilir ve böylece önemli
ölçüde güce ve aydınlanmaya ulaşabilir. Örneğin beşinci ve altıncı araçlara
özgü spiritüel idealler ve amaçlar ve ilkelerin soyut algılamaları, kişilik
etkinliklerini aydınlatma ve bunlara esin kaynağı oluşturmada kullanılabilir.
Öte yandan, daha büyük kuvvetlerin
kullanımı ve daha yüksek okültizm uygulamaları için, kutuplar bağlamında işlev
gören bir çiftin olması gerekir. Ancak bu sayede, büyük kozmik voltajlar, tüm okültizm
uygulayıcılarının çok iyi bildiği “topraklama” tehlikesi olmadan taşınabilir.
Bu şekilde çalışan çift, şaşırtıcı bir kuvvetle kendilerinden akan İlahi
kuvvetler için bir kanal açarlar ve yalnızca kendilerini değil yakın
çevrelerini de çekim gücüne dâhil ederler. Böylelikle, her birinin gücü muazzam
ölçülerde artar ve tüm doğa canlanarak, becerilerinin en yüksek mükemmelliğine
ulaşır. Büyük kozmik güçler, uygun bir geri dönüş kanalı olan bir başka kişiyle
birlikte çalışmayan biri tarafından çağırıldığında, yeterince yakınlaşan
herhangi bir iletken araçla, mesafeyi tıpkı bir elektrik kıvılcımı gibi kat
ederek, kendileri için bir geri dönüş yolu yaratmaya son derece hazır
olacaklardır. Söz konusu gücü alan kişi, voltajı taşıyamayacak denli yetersiz
bir kapasiteye sahip olduğunda, duygusal yapısı, mecazi bir anlatımla
“eriyecek” ve kozmik güçlerle ilgili açık bir kanal oluşacaktır. Bu da aynı
şekilde pozitif ya da erkek aracı eritecek, yakın çevredeki her şeyi yakacak ve
İlahi güçlerle teması yıkacaktır. Bu döngülere yabancı olmayan ve okült
öğretilerle ilgili herkes bunun nasıl oluştuğunu görmüş olmalıdır. Çünkü, bu
konuda yalnızca kısmen bilgili olmasına karşın görünmeyen güçleri yönetmeye
çalışan kişiler arasında bu oldukça yaygın bir durumdur. Bir öğretmen ve
inisiyatör olarak oldukça başarılı çalışmalar yapan bir erkeğin aniden,
kendisine kesinlikle layık olmayan, kendisini ulaştığı doruklardan aşağı çeken
bir kadın uğruna her şeyi bir yana atmasına ne kadar sıklıkla rastlanır! Bu
öylesine yaygın bir durumdur ki, bu konuda bilgi sahibi olanlar, önemli
kişilerden eğitim alma konusunda, bundan elde edecekleri kazanç her ne kadar
büyük olsa da, haklı olarak son derece tedbirli davranırlar. Çünkü fiziksel
plânda ortaya çıkan bir güç erimesi, okült çalışmalarda buna benzer bir kazanın
oluşmasıyla karşılaştırıldığında bir “hiçlik” olarak kalır.
Söz konusu güçler doğru bir biçimde
anlaşılıp kullanıldığında, en yüksek boyuttaki bir okült çalışma bile güvenlik
içinde yapılabilir. Mükemmel kanal her zaman elverişli olmadığı için bazı
kuvvetlerin ele alınması tehlikeli bir iş durumuna gelir. Ateşleyici-iletken
yapıda araçlar kullanılmalıdır ve bunlar da her zaman mükemmel bir biçimde
tatmin edici değildir. Okültistlerin cinsellik konusuna aşırı odaklandıkları ya
da ilgilerini başka inceleme alanlarına yönelten diğer insanlara göre daha
fazla tensel duyulara düşkün oldukları düşünülmemelidir. Bununla birlikte insan
doğasının temellerini araştırdıkları için, cinsel güçleri göz önüne
almalıdırlar. Tersi durumda, görmezden geldikleri farklı akışların tuzağına
hazırlıksız yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Okültistler, yaşamın
kendisinin güçlerini araştırırlar ve yaşam-gücünün bir yönü de kuşkusuz cinsel
güçtür. Önceki bir bölümde anlatıldığı gibi, yaşam-güçleri, saf güç bağlamında,
insanın tüm yedi bedeninden aşağı akar ve duruma göre, sayesinde form kazandığı
mental, duygusal ya da fiziksel bedenin doğasına göre koşullanır. Yaşam
böylece, spermden fazlasını yansıtmaz; fakat bu, mental bedenin mekanizmasını yönetmek
amacıyla kullanıldığında düşünce oluşacak ve üreme organlarının mekanizmasına
yönlendirildiğinde ise, sperm oluşacaktır. Aslında bu güç, doğamızın,
dikkatimizi yönlendirdiğimiz herhangi bir bölümüne akacaktır. Belirli bir dönem
için zihnimizi herhangi özel bir konudan uzak tutmak için düşünce-kontrolü
noktasında kendimizi yeterince eğitmediğimiz taktirde, doğamızın kanallarını,
normalde yapısal olarak taşıyabileceğinden daha fazla güce açtığımızda büyük
risklerle karşı karşıya kalırız. Bu alıcı eğilimin riskli bir biçimde
genişletilmesi, bazı nefes egzersizleri, meditasyon ya da ritüel-maji
aracılığıyla gerçekleşir. Söz konusu risk, kanalların açık olup güç akışının
sağlandığı bir sırada duyusal anlamda bir düşünce, bilince girdiğinde, söz
konusu güçler hemen dikkatin yöneldiği odak noktayı izleyecek ve sonuçta tutku
ve şehvet duyguları patlaması yaşanacaktır. Bu güçlerin kendi görevlerini
yürütmeleri, tıpkı bir otomobili yönlendirenin sürücü olması gibi ancak düşünce
konsantrasyonu sayesinde gerçekleşir. Dikkat dağıldığında, söz konusu gücün
yönü de bununla birlikte dağılacaktır. Büyük okült bir kuvvetin kullanılması
tıpkı yüksek güçte bir otomobilin yüksek bir hızda kullanılmasına benzer. Her
şey kontrole bağlıdır; bunun için yeterli kuvvete sahip olduğunuz sürece,
ayağınız üzerinde sağlam basarsınız. Sayısız insan güçlerin davet edilmesini
deneyimleyebilir fakat pek azı kendi sınırlarının ötesine geçmeden bunların
gerçek doğasını fark edebilir.
Doğru bir eğitim alan okültist, bu
olguları bildiği için, kozmik gücün akacağı tam bir kanal elde etmekte
zorlanıyorsa, bazı tür işlere girişmekten kaçınacaktır. Bu kitabın yazarına,
“Sadece doğru bir evlilik yapanlar daha yüksek düzeylere ulaşabilirler”
denilmişti. En önemli işleri az çok istikrarsız olabilecek tek başına çalışan
biri değil, eşler gerçekleştirebilir, okültizmde istikrarsızlık en çok arzu
edilmeyen şeydir. Bu tür bir çalışma için, yüksek düzeyde en yakın bir
duygudaşlık ilişkisi gereklidir ve bu tür bir samimiyet ve yakınlık toplumumuz
tarafından ancak evlilik bağlamında onay görür. Fiziksel plânda bir birleşmenin
gerçekleşmesi koşul değildir ve yaşam-güçleri öteki düzeylerde kullanıldığında
da aslında bu gerçekleşmeyecektir. Ancak, bu tür bir çalışma sürdürülemediğinde
–çok az kişi bunu kesintisiz ve ara vermeden sürdürme gücüne sahiptir– söz
konusu güçler doğal kanallarını izlemeye eğilimli olacaklardır ve bu kanal açık
olmadığında sıkıntılar başgösterebilir. Ayrıca, uygulamalı büyü işlemlerinin
kimilerinde tam bir başarı sağlanamadığında, fiziksel plân üzerinde sıradan
doğal kanallar aracılığıyla kullanılmayan güçleri dışa atabilmek son derece
yararlı olacaktır. Bir erkek ve bir kadın için tüm bir yaşam boyunca fiziksel
plâna başvurmadan birlikte çalışmak mümkün olabilir. Ne var ki, böylesi kısıtlamalara
yetkin olanlar ancak oldukça gelişmiş ve disiplinli bir yapıya sahip kişilerdir
ve gerektiğinde, yasal bir evlilik temeline oturtulması mümkün olmayan bir
ilişkiye girişen insanlar bunun kolay bir iş olmadığını anlamalıdırlar.
Bir insanın, koşulları gereği
kendisine uygun bir eş bulamadığı için spiritüel gelişiminde gecikmesi
haksızlık gibi görünebilir. Ancak, bir okültistin bakış açısıyla bu hiç de
doğru değildir. Öğrenci, önceki sayfalarda açıklanan işlemleri ele alacak
ölçüde yeterince geliştiği taktirde, büyük gizemlere kapıyı aralayarak,
yaşamının odak noktasını kişilikten bireyselliğe dönüştürecektir. Önceki
enkarnasyonlarına ilişkin bazı anıları olacak ve bunların varoluşunun aşamaları
olduğunu anlayacaktır ve “Ben” duygusu hem doğum, hem ölümün ötesine
uzanacaktır. Şimdiki yaşamının koşullarının, tıpkı yaşlılığımızın koşullarının
gençliğimizdeki edimlere ve insanlığa bağlı olması gibi, önceki
enkarnasyonların koşullarına bağlı olduğunu bilecektir. Önünde uzanan sayısız
yaşamın geleceğini görür ve bu geleceğin kendi kontrolü altında olduğunu bilir.
Dolayısıyla ölmeden önce, özellikle bazı deneyimleri yaşaması ya da bunlardan
vazgeçmesi gerektiği duygusuna kapılmaz. Bazı işleri, şimdiki yaşamının
koşullarının bunları gerçekleştirmeye elverişli olmadığını görerek, sonraki
yaşamlarına bırakmaya karar verebilir. Eşleşme güdüsü taşıması, bizim burada
ele aldığımız büyük kozmik eşleşme için hazır olduğu anlamını taşıması koşul
değildir. Bu tür bir birleşme kendi kararından çok daha fazlasını gerektirir.
Ancak yoğunlaşmış kozmik güçleri kullanması gereken bir noktaya ulaştığında, bu
amaçla kozmik eşleşmeyi gerçekleştirmelidir ki bu kişisel bir sevgiye değil,
aynı güç hatları boyunca hizmet yetkinliğine dayalı bir eşleşmedir. Başlangıçta
bu birlikteliğe sevgi duygusu kesinlikle dahil olamaz. Tam tersine, bu
birbirine tümüyle yabancı iki kişinin bir birlikteliği olabilir, ancak bir
kanal oluşumu için gerekli derin uyum, sevgi duygusunun gelişimine yol
açabilir. Kozmik bağ, yalnızca kutuplar şeklinde işleyen iki birim aracılığıyla
yürütülebilen bazı okült çalışmaları gerçekleştirmek amacıyla iki kişi arasında
varılan bir birleşmedir. Bu, olağan anlamıyla sevgi ya da cazibeyle kesinlikle
ilgili değildir. Bunun itici gücü yalnızca hizmet vermektir. Bu, gerçekleştirilecek
iş uğruna girilen bir ortaklıktır. Bu birleşmeye giren taraflar kendi eşlerini
seçmezler, içsel plânlarda öğrencisi oldukları Üstat’a hizmet etmek için
kendilerini sunarlar; nitelikleri ve ışın-rengine göre hizmet yetkinlikleri
açısından, daha üst bir plânın Bilgeliği sayesinde eşleşirler.
Karmik ve kozmik bağ arasındaki temel
farklılık, karmik bağın en alt plânda başlaması ve bedenlerin birbiri ardına
işleve girmesi ölçüsünde yukarı doğru işlemesi olgusunda yatar. Karmik bağ,
normal ruhsal evrim düzeninin bir parçasıdır. Kozmik bağ, insanlığın genel
düzenini yöneten yasalara göre tümüyle farklı bir kurallar ardışıklığına ait
olması açısından normal ötesi bir nitelik taşır. Bu, Büyük Sırlardan biridir ve
bu özelliğiyle ancak inisiyelere özgüdür. Burada yalnızca pek çok insanın söz
konusu sırlara, eğitimini almadan temas etmeye çalıştıkları için değinildi. Bu
tür kişilerin büyük doğal güçleri, bunların yapısı ve kuvvetlerine ilişkin tam
bir cehalet içinde deneyimlemeye çabaladıklarını görüyoruz ki, asıl tehlike de
burada yatmaktadır.
19
Ruhlar Eşlerini Nasıl Bulur
Birinci Bölüm
Ruhlar üç farklı yolla eşleşme
gerçekleştirebilir. İlki, olağan cinsel çekim aracılığıyla; ikincisi, karmik
bağların yenilenmesiyle; ve üçüncüsü, yüksek Kozmik Yasalara göre.
Yaşamlarımızı doğru ve uyumlu bir biçimde düzenlemek istiyorsak bu çekim
biçimlerinden her birini anlamalıyız. Çünkü hepimiz bir başkasına her üç yolla
da çekilebilir ve bir insan olarak her zaman cinselliğin cazibesine yanıt verme
gücüne sahip olacağımızı unutmamalıyız. Bu güç, mantığın denetiminde
yönlendirilmelidir. Tersi durumda, tehlikeli ve dar görüşlü bir kılavuz
niteliği alır.
Cinsel cazibeye yanıt vermeye hazır
olmamız organizma dahilindeki bazı fizyolojik akışların yükselmesine ve
azalmasına bağlıdır ve bir kişinin duygularımıza hitap etmesinin yalnızca
duygusal bir durum içinde bulunduğumuz olgusundan kaynaklanabileceğini her
zaman kendimize anımsatmalıyız. Daha geniş anlamıyla, ergenlik çağına
ulaşıldıktan sonra, karşı cinsten biri, söz konusu kişi, çekiciliğine üstün
gelecek yeterince itici niteliklere sahip olmadığı sürece bizi cezbetme gücüne
sahip olacaktır. Yaş, toplumsal konum ya da fiziksel kusurlar, bu çekim
olağanüstü güçlü olmadıkça içgüdüsel çekimin etkisini ortadan kaldırabilir.
Fakat önemli bir engel olmadığında ve
eşleşme duygusallık olarak ortaya çıkan fiziksel bir güdüye yanıt olarak
oluştuğunda, bu eşleşmenin başarısı iki kişi arasında yaşanan deneyimlerin
açığa çıkardığı uyum ya da uyumsuzluğa bağlı olacaktır. Düşünmeden girilen bir
birliktelikte mutluluk, en azından bir zar oyununda çift altı gelmesi kadar
şansa bağlıdır –ve en azından bu kadar da nadirdir.
Bu tür birliktelikler, eğitimli ve
aydın sayılabilecek insanlar arasında bile şaşırtıcı bir biçimde yaygındır.
Gençler, cinsellik gücünün alışılmadık baskısının kendi içlerinde sürekli
yükseldiğini hissederek bütçeleri izin verdiğinde ve hatta bundan da önce, tâbi
oldukları duygusal gerginlikten kaçmak ve tensel zevklerini ideallerine
uydurmak amacıyla hemen evlenmeyi tercih etmektedir. Duygularını hatalı bir
biçimde “mantık çerçevesine oturtur” ve bunlara konu olan nesneyi şaşırtıcı bir
biçimde idealleştirir, sonuçta fiziksel gereksinimler tatmin edildiğinde ve
sakinleştirildiğinde uyanırlar ve zihinlerinde, yüreklerinde ya da ruhlarında
taşıdıkları diğer herhangi bir gereksinimlerini tatmin etmekten aciz bir insana
bir yaşam boyu bağlandıklarını görürler. Bunun ardından sefalet gelir;
deneyimlerinden aldıkları dersle, uyumlu eşleşmenin taleplerini çok geç
öğrenirler. Yalnızca çevremizi gözlediğimizde, ne kadar sık biçimde ikinci bir
evliliğin mutlu bir beraberlik olduğunu görürüz. Ancak, ne yazık ki yasalar
ilki, ölümle ya da boşanmayla bitmedikçe ikinci bir evlilik olanağı tanımadığı
için erkekler ve kadınlar, amacını gerçekleştirememiş bir birlikteliği
sürdürürler ya da girdikleri birliktelik toplumun ağır baskısı karşısında yine
nadiren amacına ulaşabilir.
Fakat büyük çoğunluğumuzun doğanın en
basit yasalarına uyarak evlenmesine karşın –ki aslında bu kuralların hükmüne
tarla çiçekleri ve yok olup giden hayvanlar bağlıdır– bu yasalar ilahi
yasalardır ve önemsenmelidir. Daha yüksek türde eşleşmelerin daha yüksek
yasalarca yönetildiğini ve bunlara itaat etmenin uyumu sağlayacağını da
anlamalıyız.
Ezoterik bilgilere sahip ve ruhlar
arasında cinsel çekimden başka bağlar da olduğunu anlayan kişiler, bu basit
fakat en kuvvetli güçleri önemsememe ve geçmiş yaşamlarda bağlı oldukları ve
şimdi de gelmesini bekledikleri bir karmik eş uğruna sıradan olmasından
korktukları bir birlikteliği reddetme eğilimi gösterebilirler. İşte burada,
okült öğretilerin sırlarını ifşa etmenin tehlikelerinden biri yatar. Söz konusu
kişi okültizme ilişkin hiçbir şey bilmediği taktirde, doğa yasaları uyarınca
mutlu bir beraberlik kurabilirdi. İçgüdülerinin yönlendirmesini yadsıyacak
denli yeterli olmasına karşın, bilinçaltı isteklerinden kaynaklanan
fantezilerle bireyselliğin güdüleri arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar
yetersiz bir bilgiye sahip olduğu için, daha yüksek olanı kazanamadan daha
düşük olanı da yitirebilir. Eğitimli bir okültist bunları nasıl denetleyeceğini
bilir fakat söz konusu kişi bunu bilemez. Psişik kontrol yöntemleri burada
açıklanamaz. Okurun, kendi ve bir başkasının mutluluğunu mantıksız olabilecek kanıtlanmayan
bir tepiye dayanarak tehlikeye atmadan önce, dürüstçe kendini incelemesi
önerilir.
Söz konusu koşullarda elinden
geldiğince dikkatlice güdülerini sınamalı ve denetlemelidir. İlk önce, belirli
bir kişiye ruhsal açıdan karmik bağlarla bağlı olduğuna ilişkin içgüdüsel
duygularının aylar ve hatta yıllar geçtikçe güçlenip güçlenmediğini ya da
zayıflayıp zayıflamadığını keşfetmek için kendisine yeterince geniş zaman
tanımalıdır. İkinci olarak, kendisini bekleyen bir eş olduğu taktirde, herhangi
güvenilir bir medyum bu olguyu teşhis edip izlenimlerini onaylamalıdır. Fakat
medyumlar da, özellikte kutsal bir gücü ticarete dönüştürenler söz konusu
olduğunda, en az hekimler kadar yanılabilir ve bunlara başvuran herkes en
azından üç kişiye birden danışmak ve anlattıklarının birbirini tutup
tutmadığını görmelidir. Ayrıca gerçek bir astrolog kendisine ilgili bilgiler
verildiğinde, bu kader karşılaşmasının ne zaman olacağına ilişkin tarihi
neredeyse tam olarak belirtebilir. Ancak medyumların söylediklerinin birbirini
onayladığı ve bağımsız olarak astrolojik haritaları çıkaran astrologlar söz
konusu tarihte birleştikleri taktirde, görünmeyeni keşfe çıkan söz konusu kişi,
içgüdülerinin kışkırtmalarını bilinçaltı fantezileri sayesinde ortaya çıkan
kendi öz doğasının gereksinimlerinin belirtileri olarak bakması uygun
olacaktır. Ayrıca kılavuzsuz şekilde görünmeyeni keşfetmeye başlamadan ve olası
tehlikelerle karşılaşmadan önce inisiyasyon davetini alıncaya dek beklemesi de
son derece akıllıca olacaktır.
Sevgi ve evlilik konularını işleyen,
erkek ve kadınlar arasında içgüdüsel çekimin ötesinde herhangi bir bağ
olabileceği fikrini alaya alan tanınmış bir yazar, eşruhların aynı çevrede
doğmaları ya da uçsuz bucaksız dünyada eşleşme zamanı geldiğinde birbiriyle
karşılaşmalarının ilginç bir rastlantı olduğunu söylüyor. Fakat ezoterik
bilimler, tıpkı bazı yasaların kuşların göç etmesini ve kuyrukluyıldızların
dönüşünü yönetmesi gibi, belirli yasaların bu tür karşılaşmaları oluşturmaya
çalıştıklarını öne sürer. Kuşkusuz, bir kuyrukluyıldızın geri dönüş zamanının
astronomide matematik ölçümlerle güvenilir biçimde öngörülebileceği
bilinmektedir. Eşruhların karşılaşması, halk arasında karma ya da kader olarak
bilinen güçlerin işleyişi sayesinde düzenlenir. Geçmişte oluşturulan nedenlerin
toplamı bugünün koşullarını belirler. Bu sayfalarda bu yasaların ayrıntılarına
girmemiz mümkün değildir. Öldükten sonra ruhların henüz biten yaşamındaki
deneyimlerin meyvelerini kendi içlerinde topladıklarını ve yeniden dünyaya
gelme zamanları geldiğinde, gezegensel etkiler, belirlenen kaderin
işleyebilmesine yönelik gerekli koşullara izin verdiği anda bunların bazı
kuvvetlerin aracılığıyla dünyaya gönderildiğini belirtmek yeterli olacaktır.
Dolayısıyla doğum anını tam olarak bilen bir üst düzeyde bir astrolog,
astrolojik haritayı inceleyerek kişinin yaşamı boyunca hangi karmaların
tamamlanacağını ve ortaya çıkacak krizlerin kesin tarihini söyleyebilir. Gizli
yasalar okült bilimlerin sürdürdüğü incelemelerde önemli bir yer tutar ve
bunların işleyişine ilişkin elde edilen veriler sayesinde yapılan kehanetlerin
doğruluk payları oldukça yüksek olur. Bunların işleyişinin ayrıntıları bu
sayfalarda ele alınamayacak denli karmaşıktır ve ruhlar arasındaki karmik
bağların yapısı göz önüne alındığında, bunun denizin dalgaları gibi hareket
edeceğini söylemek yeterli olacaktır. Ancak en büyük ustalar bunun sonuçlarını
etkileyebilir. Geçmiş yaşamlarda oluşturduğumuz nedenlerin sonuçlarını
denetleyemeyiz fakat bunların bize sunduğu koşullara olan tepkimizi denetleyebiliriz.
Ancak, gelecek, bize irademizi tam olarak gerçekleştirebileceğimiz bir alan
sağlayabilir. Çünkü, sürekli-devingen bugünde, devreleri tamamlandığında yüz
yüze karşılaşacağımız nedenleri harekete geçiriyoruz.
İkinci Bölüm
Kozmik eşleşme yasalarıyla ilgili
elde ettiğimiz bilgiler, “evlilik sorununda” cehalet ve yanlış öğretilerden
kaynaklanan güçlüklerden kurtulmamızda en büyük umudu oluşturur. Evrimin daha
erken bir aşamasında insan, doğaya yakın yaşarken, özgür irade, bellek ve
mantık hakkında daha az şey biliyordu ve tümüyle içgüdüleriyle hareket ediyordu
Fakat zaman içinde zihnin daha yüksek bir aşamaya ulaşması, sorunu oldukça
karmaşık bir duruma getirdi. Yalnızca kişiliğin alt plânlarının eşleşmesi söz
konusu olduğunda, içgüdülerin yönlendirmesi kişiye yeterli gelebiliyordu. Ancak
evrim ve kozmosla olan ilişkisiyle birlikte, bireysellik bütünüyle devreye
girdiğinde ve sağladığı bu tam gelişme ve ifadeye yönelik bir eşleşme talep
ettiğinde, yalnızca içgüdülerin kılavuzluğu artık kişiye yeterli gelmemeye
başladı. Çünkü alt plânların kapsamını aşan nedenlerin göz önüne alınması
gerekiyordu. Yüksek benliğin yönetimi için mantık ve spiritüel sezgiler
kullanılmalıydı. Doğum ve ölümün ötesinde uzanan büyük yaşamın amacı
gerçekleştirilecekse, yaşadığımız anın ve hatta sürdürdüğümüz bu enkarnasyonun
acı ve sevinçlerinin üzerine çıkmalı ve yaşamlarımızı evrensel ve ebedi olana
dayandırmamız gerekmektedir.
Cinsel çekiciliğe normal bir yanıt
verme gücüne sahip ve hepimizin olduğu gibi geçmişle bağları olan fakat hiçbir
şekilde bunlarla bağlanmayı istemeyen fakat ırkımızın gelişmesi için evrim
sürecinde açılan en yüksek plânda eşleşmeyi arzulayan bir erkeğin durumunu ele
alalım. Nasıl bir yol izleyecek? Fiziksel plânda tamamen pasif kalacak, kendisine
eşini getirebilecek olan temasların ne peşine düşecek ne de bunlardan
kaçınacaktır. Alt astral plânda tutkulardan uzak duracak, alçakgönüllü bir
yaşam sayesinde bunları yüceltmeye çalışacak ve düşünce denetimiyle bunların
etkin olmasını önleyecektir. Çünkü, üstün yasalara göre bir eş tutkuların
ışığında seçilemez. Sevgi duygularına ilişkin Üçüncü Plân’da, sevginin her şeye
akmasına izin vermeli ve böylece eşi kendisine hangi yolla gelirse gelsin,
sevgiyle karşılanması ve ağırlanması mümkün olabilsin. Bundan sonra bilincini,
düşünebildiği en yüce idealler üzerinde meditasyon yaparak işlev görebileceği
en üst plâna yükseltmelidir ve bu aşamaya yükselmiş bilinciyle, kendi
gereksinimlerini tatmin edebilecek eşin niteliklerini ele almalıdır. Zihninde
iyi tanımlanmış bir imge oluşuncaya dek bu nitelikler üzerinde düşündükten
sonra, bunu arayıp çağırdığını, ısrarlı çabaları sayesinde kendisini
duyurabildiğini ve nihayet, meditasyon yoluyla yükseldiği plânda, doğası gereği
yer alan bir ruhun çağrısını duyup bunu yanıtladığını gözünde canlandırabilir.
Bu tür bir birleşme içsel plânlarda
gerçekleştiğinde, tezahür plânında herhangi bir karşılaşma oluşmadan çok önce
kişinin iç yaşamında bunun sonuçları görülür. Duyular dünyasında henüz herhangi
bir eşleşme olmamasına karşın gerçek eşleşmenin huzuru ruha yansır. Bazen bu
karşılaşma fiziksel plânda hiçbir zaman gerçekleşmez, karmik koşullar bunu
yasaklar fakat ilişki kalır ve geliştirilebilir, üst plânın talep ettiği her
şeyi ortaya koyabilir. Gerçekten de, enkarnasyon süresinin yer aldığı ruhsal
evrim aşamasını geçmiş bir eş bulunabilir ve görünmeyenle görünen arasındaki o
tuhaf ortaklık kurulur. Üstatların işlerinin çoğu bu tür ortaklıklar sayesinde
yürütülür. Bu yaklaşımlar, ancak dolaylı olarak dile getirilebilir. Bunları
deneyimleyecek kadar yeterince gelişmiş olanlar gereksindikleri rehberliği elde
edecek kadar da gelişmişlerdir. Bir kez daha öznel fantezilerin nesnel
olgularla karıştırılmaması konusunda uyarıda bulunmalıyız. Bu tür konularda en
güvenilir rehberimiz alçakgönüllülük olacaktır ki büyük şeyleri hayal
etmeksizin eldeki olanaklar çerçevesinde her şekilde hizmet amaçlanmak ve her
günün getirdiklerini şükranla kabul etmek gerekmektedir. Büyük deneyimler,
merakla ve tatminsiz bir kibirlilikle davranandan çok, alçakgönüllü ve iyi
huylu olanı bulur. Varoluşun tek bir plânında yaşamla başarılı bir biçimde
yüzleşemeyenlerin, bilinçlerini genişletip zorluklarını çoğaltarak tedbirsizce
davranırlar.
20
Evliliğe İlişkin Ezoterik Öğreti
Çağdaş yaşamda evliliği çevreleyen
sorunların başlıca nedenlerinden biri, karşılaşacağımız olgularla dürüstçe
yüzleşmemizi engelleyen geleneklerdir. Görünüşlerin gerisindeki nedenleri
anlamayı ve bunları denetlemeyi hedefleyen ezoteristin, bu amacının doğası
gereği, olgularla doğrudan doğruya yüzleşmesi zorunludur.
Bundan önceki sayfalarda, ruhların
eşleşmesiyle ilgili birçok açıklamaya yer verilmesine karşın “evlilik”
sözcüğünün nadiren kullanıldığı fark edilecektir. Çünkü, aslında eşleşme ile
evlenme iki ayrı olgudur. “Eşleşme” iki organizmanın, kutuplar biçiminde işlev
görmesi ve dolayısıyla bu süre içinde, tek bir bütünün iki yarısını
oluşturmalarıdır. Evlilik ise yasal bir sözleşmedir. Eşleşme güncel bir
olgudur; tıpkı bir elektrik düğmesinin ya kapalı ya da açık olması gibi, kişi
ya eşleşir ya da eşleşmez. Kadınlara sunduğu özgür ve onurlu bir konum
kapsamında, bir İngiliz evliliğinin bir Türk evliliğiyle aynı şey olduğunu kim
iddia edebilir? Fakat, her ikisi de ilgili ülke yasalarına uygun olarak
gerçekleştirilir. Ayrıca, günümüzde bir İngiliz evliliği bundan [1922] yüz ve
hatta elli yıl öncekine göre aynı mıdır?
Evlilik, eşleşmeye kıyasla çok daha
büyük boyutları kapsar. Bu bir yaşam ortaklığıdır ve evlilik kuralları
toplumun, bir ailenin çeşitli bireylerinin birbirine karşı nasıl
davranacaklarını bir standarda bağlama girişimidir. Öncelikle karı ve kocanın
birbirine karşı görevleri vardır. İkinci olarak, çocukları aracılığıyla topluma
karşı üstlendikleri zorunluluklardan söz edilebilir ve bu görevlerle
zorunluluklar, evlilik kuralları çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu evlilik
kuralları, yasalar çerçevesinde toplanan doğal yasalara en yakın olanlar
arasında en iyisidir. Ne yazık ki, İngiltere’deki evlilik yasaları, bu tür
araçlarla olası mükemmelliğe ulaşmaktan çok uzaktır fakat, bu yasalar altında
yaşamak zorundayız ve insan doğasının gereksinimleriyle devletin talepleri
arasında bir uzlaşmanın sağlanması gerekiyor.
Ezoterist, evlilik yasalarını ve
bunları korumayı ya da çiğnemeyi karma yasası açısından değerlendirir. İlahi
yasalarla uyum içinde olanlar dışında hiçbir gücü harekete geçirmeme amacını
taşır. Ülkesindeki evlilik yasaları doğal yasalarla farklılık gösterdiğinde ve
bunlara tahammül ettiğinde, doğal yasaları gözetmediği için acı çekecek, fakat
kendisi için gelecekte kötüye dönüşebilecek hiçbir nedenin oluşmasına da izin
vermeyecektir. Öte yandan, toplumsal kurallara saygı göstermediğinde, her ne
kadar kendi rahatını öne çıkarmayı başarabilse de, başkalarının üzülmesine
neden olacaktır ve verdiği bu üzüntü, karma yasasına göre, kendisine geri
dönecek ve gelişimini geciktirecektir. Bir ülkenin evlilik yasaları sağlıklı
olsun ya da olmasın, evlilik sözleşmesinin bir pazarlık olduğu ve bunun
ilkelerine saygı göstermeyen tarafın onurunu zedeleyeceği olgusunu göz ardı edemeyiz.
Fakat, bu pazarlıkta taraflardan biri
yükümlülüklerini karşılamaktan aciz kaldığı taktirde, söz konusu sözleşmenin
kurallarına göre, diğer taraf serbest kalır. Yasalar ancak evlilik sözleşmesi
bağlamında, din bilimcilerin önerileri uyarınca, zarar gören tarafı sözleşme
dâhilinde tutarlar ve bu eşitlik ilkesine aykırıdır. Ezoterist, evlilikte bir
tarafın yükümlülüklerini yerine getirmemesinin, diğer tarafın yasal olmasa da
ahlaki açıdan özgür bıraktığına inanır. Diğer bir deyişle, “suçlu” eşine karşı
kendisini yükümlülüklerinden serbest bırakır, fakat ikinci bir kişiyle yasadışı
bir ilişkiye girmesine izin vermez. Çünkü böylelikle söz konusu kişiyi toplum
kurallarının baskısıyla karşı karşıya bırakarak büyük acılara neden olur ve bir
ruha, uygun bir aileye sahip olamayacağı koşullarda dünyaya gelmesine zemin
hazırlayarak korkunç bir haksızlık yapabilirsiniz. İnsanlar kendi yaşamlarını
feda etme hakkına sahiptirler. Ancak başkaları söz konusu olduğunda buna
hakları yoktur. Okültist, bir ruhun o anda fiziksel bir bedene bağlı
olmamasının onun canlı olmasına ve kişilik kazanmasına engel olmadığını
düşündüğü için, namussuzluk kavramına karşı genelde toplumun buna olan bakış
açısından daha katı bir görüş benimser. Ne var ki bunu söz konusu kişiye karşı
bir suç olarak görmekten çok, doğmamış olana karşı bir günah olarak kabul eder.
Doğumu önleyecek herhangi kesin bir yöntemin olması konuyu farklı bir zemine
taşıyabilirdi çünkü söz konusu iki yetişkin bu durumda yalnızca kendi
yaşamlarını etkileyeceklerdi; fakat doğumu engelleyici tek güvenli yol
ilişkiden kaçınmaktır. Böylelikle ilişkiden kaçınmayı yaşamın yüksek plânlarda
–ki kuralları, beraberliklerini ve bunun sonuçlarını yasallaştıramayan kişilere
zorunlu kılar.
Cinsel Perhiz ve Riyazet
İnsanlar cinsel ilişkiden üç nedenle
sakınırlar: İlki, bunun getirdiği yükümlülükleri karşılayacak bir konumda
değillerdir; ikinci olarak cinsellik kendilerine iğrenç gelir; ve üçüncü olarak
cinsel perhizin spiritüel yol olduğunu düşünürler.
Bunlardan ilkini ele alırsak, her
insanın vicdanı hakem olmalıdır ve bir başkasına zarar vermektense kendimizi
feda ettiğimizde, bir yargılama hatasıyla böyle davranmak zorunda kalmış olsak
bile, bu yolda büyük bir adım atmış oluruz. İkinci nedende ise, bu ancak tıbbi
nedenlerden ötürü olabilir. Hiçbir sağlıklı insan bu şekilde yaratılmamıştır;
bu tür bir itici duygu spiritüel değil hastalıklı bir belirtidir.
Söz konusu üçüncü neden biraz daha
kapsamlı bir açıklamayı gerektiriyor. Çünkü, fiziksel riyazet din bilimciler
tarafından her zaman spiritüel gelişmede bir “olmazsa olmaz” olgu olarak kabul
edilmiştir. Tanrı’yı yarattığı eserini mahkûm ederek övebileceğimiz düşüncesi
son derece tuhaftır. Çünkü eğer cinselliği hor görüyorsa niçin bunu yaratmıştır?
İlk Üstatlar, kendilerini çevreleyen yozlaşmış bir paganizme tepki göstererek
aşırılıklara aşırılıklarla karşı durdular. Aşırı serbestlikten ürkerek cinsel
perhize sığındılar. Pek az insan, içinde doğduğu uygarlığı aşabilecek derecede
büyüktür ve birçok öğreti evrensel ilkeler yerine belirli bir dönemin
geleneklerine dayanır ve kendi gereksinimlerine yönelik oluşturulduğu için, söz
konusu insanlarla birlikte ortadan kalkar. Günümüzde kadın ve erkek arasındaki
ilişkiler ve bunların en maddi plânda yürütülenleri bile, Kilise’nin
geleneklerini yapılandırdığı çağlarda hüküm süren koşullara kıyasla çok
farklıydı. Erkek ve kadının insanca sevgisi – ki, fiziksel tutku bunun yalnızca
bir bölümüdür – Üstatların mahkûm ettiği cinselliğin niteliğini oluşturmuyordu
fakat burada, hayvani tarafın bunun insani özellikleri aşmasına dek
yüceltilmesi söz konusuydu. Okültist, yedi plân öğretisinde sorunun çözümünü
bulur. Onun için, her plân kendine özgü bir yere ve işleve sahiptir. Bu Yedinci
Plân için olduğu kadar İkinci Plân için de geçerlidir. Yedi katlı doğasının her
bir özelliğini gerekli gelişimi gösteremeyen insan mükemmel olamaz. Kötülük
yanlış oranlardan ve yanlış yerleşmelerden kaynaklanır. Spiritüel gelişim
çizgisinde hiçbir boşluk olmamalıdır. Sağlıklı bir fiziksel beden ve sağlıklı
bir arzular-bedeni, sağlıklı bir zihnin temeli olmalıdır. Tersi durumda
spiritüel görüş açıklığı gerçekleşemez. İnisiyasyon, çeşitli düzeyleri bir
plândan diğerine açar ve bunlardan hiç birini atlamaz. Bir insan kendi içinde
her bir plân üzerinde işleyen becerileri geliştirmediği sürece bunun önemini
kavramaktan aciz kalacak ve bütünün uyumunu gerçekleştiremeyecektir.
Ezoteristin görüşü, insan doğasının
her yönünün bütünüyle gelişmesi ve tüm insani işlevler için tam güce sahip
olması gerektiğini söyleyen din bilimcilerin düşünceleriyle çakışır. Ancak, üst
düzeydeki yaşamın bazı yönlerinde cinsel işlev olmayacağını söyleyen din
bilimci ile aynı görüşü taşır. Buna karşın, bu tür işlevleri uygulamaktan
kaçınması, bunları kötü olarak algılamasına değil, başka hedeflere yönelteceği
bu enerjiye gerek duymasına dayanır.
Ezoterik cinsel perhizde anahtar
sözcük, kötüden sakınmak değil, enerjinin yoğunlaştırılmasıdır. Çünkü
ezoterist, Tanrı’nın yarattığı hiçbir şeyi kötü olarak görmez, fakat bunun
doğru zaman ve yerde doğru olarak bulunması gerekir ve istekleri ne kadar yüce
olursa olsun, gelişiminin belirli bir evresinde bunun kendisi için de doğru
olması gerekir. Bir insanın, insanüstü olmayı umut edebilmesi için ilk önce her
açıdan ve soylu bir biçimde insan olması gerektiğine inanır. Cinsel perhizi,
yaşam güçlerini bunlara gerek duyduğu plânlara yönlendirmek ve bunların söz
konusu anda gereksinim duymadığı plânlara girişini önlemek için kullanır. Bunun
gerekçesi bu tür bir kullanımın kötü olması değil fakat bunun boşa harcanacak
olmasıdır. Bu amacı için, en mükemmel bir biçimde kendisine egemen olmalıdır.
Bu öyle eksiksiz bir denetim olmalıdır ki, arzularını bastırması
gerekmeyecektir çünkü, hiçbir arzu hissetmeyecektir. Bu egemenliği elde edene
dek, içsel plândaki güçleri denetleyemez. Öyle ki, bunlar zamanından önce eline
teslim edildiği taktirde, kendisine karşı dönecek ve onu parçalayacaktır.
Dolayısıyla bu güçlerin gizli nitelikleri ortaya çıkar, çünkü zihin plânında
düşünce bir şeydir ve ruhsal durum bir yerdir.
Kaynak:
Aşk ve Evliliğin Ezoterik Felsefesi, Dion Fortune, Türkçesi: Anita Tatlıer
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar