Taif Acısı Cinlerin Hidayeti Oldu
Son peygamberi arayan cinler, henüz Hazreti Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)e iman etmemişlerdi.. Çünkü getirdiği kitabı, Kur’an’ı dinlemek imkânını bulamamışlardı..
Elbette bunda da İlâhi
bir sır vardı.
Gerek onlar, gerekse
diğer yaratıklar, pek üzüldüler... îİşte bir peygamber daha yurdundan
kovuluyordu.
İblis ve ordusu
Şeytanlar, insan nefsine nasıl oluyordu da bu derece bastırabiliyorlardı..
Kendisini ; beğendirip gururlandırıyorlar, gözlerini hakka ve hakikate karşı
kapatıyorlardı!..
Sebebi bulunacak gibi
değildi.
O
sırada Yemen’in Nusaybin bölgesindeki cinler ümmetinden yedi (yahut dokuz
kişi), aralarında durumlarını tartışıyorlardı.
Hepsi
başlarına gelen Cahiliyyet devrinden hele paygamberlikteki Fetretten
bıkmışlardı..
Allah’a, birliğine,
inanan haniflerdi..
Bütün arzulan geldiğini
işittikleri son' peygamberi bulup tebliğ edeceği emir Ve yasaklarla amel
etmekti.
Birisi şöyle dedi:
«O
peygamber, hakkında evvelce bildirilen alametlere uygun olarak Mekke’de zuhur
etmiştir..»
Bir diğeri cevâp verdi:
«Gidip gördüm.. On
yıldan beri halkı imana çağırıyor. Lâkin çok az kimse imana geldi..»
«Niçin?..»
«Bilmiyorum..»
«Tebliğ ettiği kitabı
dinlemedin mi?..»
«Her ne hikmetse
sokulamadım.. Şüphede kaldım. Eğer gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş onu
horlar mıydı diye düşündüm.»
Üçüncüsü üzüldü:
«Bunu bize
anlatacaktın.. Kitabını dinlemek şarttır.»
«Gideriz..»
«Doğrusu budur..»
«Ne zaman gidelim?..»
Mekke onlar için göz
açıp kapayacak kadar yakındı.
Buna rağmen: «Düşünelim,
gününü kararlaştırırız..» dediler:
On gün sonra aynı yerde
buluşmak için sözleşip dağıldılar..
Bu esnada Hazreti
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Taife vardığı zaman, oranın ulularından
üç kişiyle görüşmek istedi:
1. Amr oğlu Abdi Yalil.
2. Amr oğlu Mesut.
3. Amr oğlu Habib..
Bunların üçü de baba bir
kardeştiler.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Taif’de on gün kaldı.
Üç kardeşle konuştu..
Onlardan hem
korunmasını, hem İslâm dinine girmelerini istedi. Gerekirse, karşı geleceklerle
mücadele etmelerini diledi..
Üç kardeş, Hazreti
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) e umduğu cevap yerine şöyle konuştular:
Büyükleri:
«Eğer Allah seni bir
şeylerle gönderdi ise, Kâ’benin örtüsünü yırtmış, yahut soymuş olayım.»»
diyerek inanmadığını açıkladı.
Ortancaları:
«Allah,
peygamber göndermek için, senden başka kimse bulamadı mı?.. Allah, Senden
başkasını göndermeye aciz mi?..» şeklinde konuşup alay etti.
Küçükleri Abdi Yalil en
yumuşak red edendi.
Şöyle dedi:
«Vallahi,
ben seninle asla konuşmayacağım. Çünkü sen, eğer dediğin gibi isen, Alah
tarafından gönderildiysen, senin sözünü red etmekle büyük bir tehlikeye kendimi
atarım.. Eğer sen, Allah adına yalan söylüyorsan o zaman seninle konuşmamam
gerekir.»
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) pek üzülmüştü.
Artık Taif’de durması
caiz değildi..
Yine Mekke’ye
dönecekti..
Lâkin Kureyş, başına
gelenleri duyarsa, büsbütün şımaracaktı.. Bunu önlemek istedi..
Rica etti:
«Konuştuklarımız
aramızda kalsın.. Gizli tutun.»
Üç kardeş, Kureyşe
yaranmak için, onların kuvvetlerini hesaplayarak, Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) in arzusunu yerine getirmediler.
Aksine hem Kureyşin hem
Taif gençlerinin İslâmiyete girmesinden çekinerek, onu Taif’den kovdular..
Bağırdılar:
«Şehrimizden çık git!..
Senden soyun nefret etti. Söylediklerini kabul etmeyince bize geldin. Vallahi,
biz de senden son derece sakınır, seni horlar, kaçınırız..»
Bununla da kalmadılar.
Taif
halkı içinde akılsız, işsiz güçsüz, ipsiz sapsızları Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)e saldılar.
Onları
yolun iki tarafına dizdirdiler..
Hazreti
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geçerken, sövdürdüler, taşa
tutturdular.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in, evlâtlığı Zeyd’in siper olmasına rağmen, ayakları kanlar
içinde kaldı.
Dermandan düşüp
oturdukça kaldırıyorlardı.
Yürüdükçe taşlıyorlardı.
Evlâtlığı Zeyd’in de
başı yarılmış kanıyordu.
Taif için ne yüz karası
bir tutumdu bu!..
Melekler ağlaşıyor,
canlı cansız bütün mahlûkat yas içinde ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Hepsinin tek arzusu,
Hazreti Allah (Celle Celâluhu)ın bu azgın halkı derhal helâk etmesiydi.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ancak Taif dışında bir bağa varınca, takipten kurtuldu.
Bu bağ
Mekkeli Utbe’nin bağıydı.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bitkin ve üzgün bir halde asmaların dibine oturdu.
Dinlenmeden şöyle
yalvardı Allahına:
— Allahım, dermansız ve çaresiz kaldığımı, ahali önünde
hor ve hakir görüldüğümü ancak sana şikâyet ederim. Ey rahmetlilerin en
merhametlisi!.. Herkesin hor görüp te ezdiği biçarelerin Rabbi Sensin. Sensin
benim Rabbim. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek, hattâ
işinin yularını eline verdiğin akrabadan bir aşmaya bile beni bırakmayacak
kadar merhametlisin.
Alahım! Senin gazabına uğramayayım da çektiklerim ne
olunursa olsun katlanırım. Lâkin senin af ve merhametin bana bunları
göstermeyecek kadar geniştir.
Allah’ım!.. Senin gazabına uğramaktan, İlâhi rızana uzak
kalmaktan Sana, Senini o karanlıklan aydınlatan, nura boğan, dünya ve âhiret
işlerini yoluna koyan İlâhi nuruna sığınırım.
Allahım!.. Sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim.
Allahım!. Her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Allahına böyle dert yanar, O’na sığınırken, bağın sahibi
Utbe ile kardeşi Şeybe uzaktan bakıyorlardı..
Taif’de Hazreti Muhammed
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)e yapılanları izlemişler, merhamete gelmişlerdi.
Köleleri Addas'ı
çağırdılar..
Addas Hırıstiyandı.
Ona emir verdiler:
«Bir salkım üzüm al!..
Tabağa koy, sonra şu zata kadar git.. Yemesini söyle.»
Köle Addas, iki kardeşin
dediklerini yaptı.
Bir tabağa üzüm koyup götürdü.
Uzattı.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), önce besmelei şerefe getirip üzümden aldı yedi.
Köle Addas şaşırmıştı.,.
Bunu açıkladı:
«Vallahi, her işe
Allahın adıyla başlamayı bura halkı bilmezler...»
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ilgilendi:
«Adın nedir senin?..»
«Addas..»
«Kimlerdensin?..»
«Ninovalıyım..»
«Dinin nedir’..»
«Hıristiyanım.»
«Demek sen, o saiih
Matta oğlu Yunus’un hemşerisisin?»
Addas sormak zorunda
kaldı:
«Sen Yunus’u nereden
biliyorsun?..»
«Yunus benim
kardeşimdir.. O,, bir peygamberdir. Ben de peygamberim.»
Addas, gerçeği
öğrenince, derhal göğsü açıldı. Hıristiyanlığı bırakıp, son peygamberin
karşısında bulunduğunu ilhamlanarak, Müslüman oldu.. Hazreti Mjuhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) in başını, ellerini, ayaklarını öptü.
…
Yemen’in Nuseybin
bölgesinden olan yedi (yahut dokuz) cin. bu esnada tekrar buluşmuşlardı..
Mekke’ye harekete karar
verdiler.
Gittiler..
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Mekke’de yoktu.
Gaybdan habersiz olduklarından
nerede bulunduğunu, da bilmiyorlardı.
Mekke’nin bir iki konak
açıklarına kadar durmadan hızla uçup, dolaşıp onu arıyor, bekleşiyorlardı.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Addas Müslüman olduktan sonra, hemen bağı bırakmış Mekke
yollarına düşmüştü..
İlk önce, Mekke’den iki
konak mesafede bulunan Karni Sealib mevkiine vardığı zaman, bir bulut içinde
Cebrail (aleyhisselâm) geldi.
Seslendi:
«Şüphe edilmez ki,
Allah, halkın sana söylediklerini işitti.»
Devam etti Cebrail (aleyhisselâm):
«Allah sana şu dağlar
meleğini gönderdi.. Ümmetin hakkında ne dilersen onu emret.»
Dağlar meleği de
konuştu:
«Cebrail gerçeği
söylüyor.. Sen ne dilersen yaparım. Meselâ Ebu Kubeys Dağı ile Kuaykıan Dağını
Kureyşliler üzerine kavuşturur, kapatırım.»?
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) her gelmiş peygamber gibi bunu red etti:
«Hayır..» dedi. «Ben
böylesini arzu etmem... Arzum şudur ki, Allah bu sapıkların soyundan imanlılar
çıkarsın ortaya.»
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in bu sözleri üzerine Cebrail (aleyhisselâm) ile dağlar meleği
ayrıldılar.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yoluna devam etti..
Mekke’ye bir konalı
mesafede bulunan (En Nahle) vadisine ulaştı.. Buraya (Batın Nahle) de
deniyordu.
(Bazı rivayetlere ögre Hazreti
Muhammed Taif dönüşünde değil, Ukaz panayırına giderken Nehle’ ye varmıştı.)
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) i arayan Yemen’in Nuseybin bölgesi cinleri, Nahle
üzerindelerken, bağırdılar :
«İşte Muhammed orada..
Yanında birisi var.» ? Henüz sabahtı..
Hazreti Muhammed
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), evlâtlığı Zeyd ile namazını eda etti ve
Kur’an’dan Rahman suresini o kumaya başladı.
Cinler
Kur’anı dinledikçe değiştiler.. Sevinçlerinden ağlıyorlardı..
Cinler
sûreyi sonuna kadar dinlediler?..
İşte, Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) onların atası Cânn’dan bahsediyordu.. Aynca hem insanlara hem
cinlereydi hitabı.
O halde söyledikleri
kendisinin değil, her şeyi bilen Hazreti Allah (Celle Celâluhu)ındı.. Emir ve
yasaklarıydılar.
Âyetlerde Hazreti
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in hem insanlara, hem cinlere hitap
edenleri tekrarladığına göre, demek Hazreti Allah (Celle Celâluhu)ın sadece,
kulluk için yarattığı insan ve cinlerin peygamberiydi Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem).. Artık son resüldü..
İki ayrı yarattığın
resül olduğuna göre (Resülüs Sakaleyn) 'di O.
Cinler derhal imana
geldiler..
Bu Nuseybin cinleri Hazreti Muhammed (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) in cinler âlemindeki ilk sahabeleri oldular..
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), onlara gerekenleri öğretti ve kavimlerine gönderdi.
Cinler sevinerek
gittiler.
On
yıldan beri Kureyş’in yaptıkları!..
Bir kaç
gün önce de Taif’in azgınlığı!..
Sonra cinlerin
durumu!..;
Ne hayret verici bir
olaydı bunlar,
Kureyş bunca yıldır
Kur’an. dinlesin, iman etmesin de. cinler, hemen dinleyince Allah’a teslim
olsunlardı!..
Hâzreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in beklenen son Resûl olduğuna şehadet etsinlerdi..
Elbet bunda İlâhi bir
ibret vardı..
İbretle beraber, öyle
bir neticeyle, Hazreti Allah (Celle Celâluhu) Kureyş sapıklarına sitemde
bulunmuştu.
Hem öyle bir sitem ki!..
Her türlü azabtan daha
dokunaklı, acıydı.
Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), bir gerçeği daha öğrenmiş ve secdeye kapanmıştı, cinler
gider gitmez.
Bütün bunlara rağmen
Hazreti Allah (Celle Celâluhu), Hazreti Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
den razıydı.
Razı olmasaydı, yalnız
insanlar Âlemine değil Cinler âlemine de resül yapmazdı..
(Resülüs sakaleyin)
likle mükâfatlandırmazdı.
Cinler bir nefeslik
zaman sonra yurtlarına dönmüşlerdi.
Diğer cinleri toplamış,
başlarından geçenleri an atmış ve hepsini Allah’a teslime Hazreti Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in onun son elçisi olduğuna şehadete davet etmişlerdi.
Ayrıca Kur’an’la amel
etmelerini, orada yazılı emir ve yasaklara uymalarını istemişlerdi.
** Ahmet Cemil Akıncı**
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar