NEDEN GEÇMİŞİMİZE DUA ETMELİYİZ?
Duâsıyla, bedduâsıyla insan bir
bütündür.
Dinlerin temelinde duâ vardır.
Duânın olmadığı bir din düşünemeyiz.
Kendim söylüyorum, dün itibarıyla “geçmişimize
dua etme” nin bir gerçek olduğunu fark ettim. Aslında geçmişi hayırla yâd
etmek kültürümüzde vardır. Fakat onların da neslimiz gibi geçmişimizin de iyi
olmasını istemenin gerekli bir husus olduğu bir hakikattir.
Şöyle ki; Kur’ân-ı Kerim’de geçen
Musâ ve Hızır (aleyhimesselâm) kıssasındaki üç meseledeki olaylar için alınan
kararlardaki, “İstedim”, “İstedik”, “İstedi” iradeleri bu konuda bize
ışık tutmaktadır. Benim için bu konuda parlayan ışık, adını anmak
istemediğim bir yazarın yirmi yıl önce yazdığı eserde dinlere ve dolayısıyla
İslâma haksız sataşması üzerine kalbimden geçirdiğim bedbaht düşüncelerimin
daha önceden tecelli ettiğini görmemdir. Kızdığım bu kişi hakkında vehmettiğim
hislerin tam olarak günümüz tarihiyle 20 küsür sene önce o kişiyi zor hayat
şartlarına itmiş ve Allah Teâlâ tarafından dünya aleminde bile ceza görmüş
olmasıdır. Benim o kişi hakkımdaki yargının yirmi yıl önce gerçekleşmesi bana
şu hususu ihtar etmiştir ki, “geçmişinize de hayırla dua ediniz.”
Konuyu biraz daha anlaşılsın diye
birkaç misal vereyim.
Niyâzî-i Mısrî
kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
[Sevgi ve buğz ezeli ve
gizlidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladını seven kişinin
sevgisi, kendisinden sonra çocuklarına, Ehl-i Beyt’e düşmanlık edenin
düşmanlığı da çocuklarına geçmiştir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin evladını sevenlerde bu sevgi meydana çıkmıştır. Cenabı Hakk
şöyle buyurmuştur:
“Onlar, ancak
kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rablerinin bir
takım alametlerinin gelmesini gözetliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği
gün, önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış bir kimseye o
günkü imanı hiçbir yarar sağlamaz. De ki: “Gözetin! Çünkü biz de şüphesiz
gözetiyoruz.” (En’am, 158)]
[Niyâzi Mısri, İrfan Sofraları, Süleyman
Ateş, 1971, s.156, 62. Sofra)
“Sen dinlerine
uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar.”
(Bakara, 120)
Yine; Gavs’ül-âzam
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî ihvanlarından Orhan Zarifoğlu
Efendiden şu vakıayı bizzat dinledim ki;
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi hazretleri yanımızda Hikmet Hanım’da varken şöyle buyurdu;
“Gardaşlarım kıymetinizi
bilin.” O an için normal bir söz gibi gelen
kelamını biraz daha açıkladı dedi ki;
“Gardaşlarım!
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ile bugün manada görüşmek için giderken sizi de
yanımda götürmüştüm. O zaman Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdu
ki;
“İsmail Efendi, bunlar
kimdir?” Bende
“Ya Rasûlüllah!
(sallallâhü aleyhi ve sellem) Uhud harbinde sıkıntıya düştüğünüzde etrafınızı
saran ihvan gardaşlarımızdır.” Efendimiz (sallallâhü
aleyhi ve sellem) buyurdu ki;
“İsmail Efendi ne
kadar ayıksın”
**
Yine; Hazret-i Ömer radiyallâhü anh şöyle anlatır:
“Bedir günü Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem müşriklere baktı, onlar bin kişiydiler. Ashâbı ise
üç yüz on üç kişi idi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli
olarak şöyle yakarmaya başladı:
“Ey Allâh’ım!
Bana olan vaadini ihsân
eyle!
Allâh’ım! Bana zafer
nasîb et.
Ey Allâh’ım! Eğer ehl-i
İslâm’ın bu topluluğunu helâk edersen, artık yeryüzünde Sana ibâdet edecek
kimse kalmayacak!”
Ellerini uzatmış
vaziyette münâcâtına öyle devâm etti ki, ridâsı omuzundan düştü. Bunu gören Ebû
Bekir radiyallâhü anh yanına gelerek ridâsını aldı, omuzuna koydu ve yanına
yaklaşıp:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü!
Rabbine olan yakarışın yeter. Allâh Teâlâ Sana olan vaadini mutlaka yerine
getirecektir.” dedi.
O sırada Azîz ve Celîl
olan Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:
“Hani siz Rabbinizden
imdâd istiyordunuz, O da; “Muhakkak ki Ben size meleklerden birbiri ardınca
bin(lercesi ile) imdâd edeceğim.” diyerek duânızı kabul buyurmuştu.” (Enfâl, 9)
“Allah Teâlâ o gün
mü’minlere melekleriyle yardım etti.” (Müslim, Cihâd,
58; Buhârî, Megâzî, 4)
(Yardım ayetin açıklamasında gelecek
nesillerdeki Müslüman ruhlarında bu yardıma dahil oldukları bildirilmiştir.)
Misalleri
artırabiliriz. Söylemek istediğimiz “geçmişimize dua etme” nin
gerekliliği ve onların da geleceğimizdeki neslimiz gibi hayırlı, güzel, salih
amel üzere yaşamalarını arzu etmektir.
Bazılarımız için bu konuyu fantastik
bulabilirler. Fakat aşağıda zaman konusunda aldığım alıntılar konun hayal
olmadığı, gerçek olup yalnızca “zaman” kavramında insanların sorun
yaşadığı için anlamsızlık içine düştüğüdür. Aşağıdaki alıntılar size bir
aydınlık verir zannediyorum.
[“Zaman evrende hep geçmişten
geleceğe doğru akar.
Niçin?
Aslında bu soru hiç de mantıksız
sayılmaz. Üstelik tamamen fiziksel bulgu ve prensiplere uyan gerçekçi bir
sorudur da.. Zamanın niçin hep geçmişten geleceğe doğru aktığının cevabını,
şimdiye kadar hiç bir bilimci verememiştir!
Bilimciler zamanın kapsamlı bir
tanımını yapmakta da çok zorlanıyorlar. Her şeyin, her nesnenin içine sinmiş;
istesek de istemesek de hep "akan" bir özelliği, beynimize
saplanmış ön yargılı düşüncelerin dürtüleriyle nasıl tarif edebiliriz?
Uzmanlar, zamanı sürekli akan bir
dereye benzetiyorlar. Akan dere değil, sudur. Su,
sabit duran çevreye göre hareket halindedir. Akarsular hep yüksek
seviyelerden, alçaktaki deniz yüzeyine doğru akarlar. Zamanın da hep geçmişten
geleceğe doğru aktığı gibi... İyi de böyle bir tasviri anlatımla zamanın
tanımını yaptığımızı nasıl iddia edebiliriz? Kaldı ki, zaman çok yüksek
hızlarda "daha yavaş" akmakta; kütle çekim kuvvetinin çok
şiddetli olduğu bölgelerde daha da yavaşlamakta, sanki durma noktasına
gelmektedir. Zamanın "durması" ne anlama gelir?
İnsan bu kavramı nasıl anlar?
Nasıl kavrar?
Nasıl algılar?
Zamanın bu derece karmaşık bir
özellik göstermesi, onun uzayda dördüncü bir "boyut" olarak kabul
edilmesinden kaynaklanıyor. Uzay, en, boy ve yükseklikle (x, y, z) ifade
edilen bir koordinat sistemine sahiptir. Gemiler, denizde seyir halindeyken
enlem (x) ve boylamlarını (y) vererek yerlerini belli ederler. Uçaklar da
bulundukları mevkii, tıpkı gemiler gibi verirler ama buna bir de yerden olan
yüksekliği (z) ilave ederler. Eğer uçak, bulunduğu yeri, bir de saat (t)
söyleyerek belirtirse, o zaman, gerçek anlamda uzaydaki bir noktanın koordinatı
belirgin hale gelmiştir deriz.. Bu sadece trafik kolaylığı bakımından pratikte
kullanılan bir örneğin anlatım şeklidir. Bilimsel açıdan zamanın tanımı ise çok
zor, hatta imkânsız gibidir. Bütün bu zorluklara rağmen, ünlü fizik ustası Dr.
Albert Einstein zamanı bir boyut olarak denklemlere dahil edince, matematiğin
önü açıldı.[ Ustalığın bir çok tarifi vardır.. Herhalde en güzel olanı şudur:
"Usta, başkalarının henüz düşündüğü ve tasarladığı şeyi çoktan bitirmiş
olan kişidir."] Formüllerin nefis dengelerindeki katsayılarla, yeni
terimler, yeni anlamlar, yeni yorumlar ortaya çıktı. Denklemlerin zarif
ilişkilerinden doğan olağanüstü sonuçlar, bilimcileri büyülenmiş gibi kaskatı
bıraktı:
1980'li yıllarda Oxford Üniversitesinden
ünlü teorisyen Prof. Roger Penrose ile Cambridge Üniversitesinden seçkin
bilimci Prof. Stephan Havvking, zamanın da tıpkı evren gibi 15 milyar yıl önce
yaratılmış olduğu gerçeğini birlikte ispatladılar. İspatları,
çok ileri matematiğin günümüzde pek az kişi tarafından bilinen mantığı ile
anlaşılabildi. Bu karmaşık denklem gruplarına göre, zaman daima geçmişten
geleceğe doğru yönelmişti.
Üç türlü zaman oku mevcuttu.
Kozmolojik zaman oku, evrenin
geçmişten geleceğe doğru daima genişlemekte olduğunu; termodinamik zaman oku
da, zamanla (geçmişten geleceğe doğru) kozmik fon ışımasının daima sıcaktan
soğuğa doğru yöneleceğini belirtiyordu. Bir de üçüncü tip ok vardır. Ona da
psikolojik zaman oku diyorlar. Psikolojik zaman oku da, hep geçmişten geleceğe
doğru yöneliyor. Beyin hücrelerimiz hep "geçmişi" hatırlıyor,
"anı" yaşıyor ve "geleceği" planlıyor. Bu ok da öteki
oklarla çakışıyor!
Böylece üç tane ok, daima geçmişten
geleceğe doğru gerilen bir yay boyutunun şaşmaz isabeti ile aynı hedefte buluşuyor.
Zamanın "hiçlikten ve
"yokluktan t=0 anından itibaren YARATILMASI, zaman planlanması anlamını
taşır. Fizik buna "zaman planlaması" demiş. Siz isterseniz KADER
deyin!..] s:86
[Evrenin zamanla genişlemesi,
zamanla soğuması ve bir sıfır zamanı içinde yaratılması, bize "zaman"
dediğimiz garip bir kavramın önemini haber verir. Zamanın bir başlangıcı olması
demek, zamanın da tıpkı madde gibi yaratılması anlamını taşır. Zamanın yaratılması
demek, zamanın "planlaması" demektir. Bu planlamanın ses getiren bir
diğer ismi de "kader"dir!
Zamanın 3 boyutlu olan en, boy ve
yükseklikle ifade edilen uzaya dahil edilmesi sonucu; zamanın
"uzaysız" var olamayacağı; uzayın da "zamansız" hiç bir anlam
taşımayacağı kesinlikle anlaşılmış olacaktır. Nitekim tüm
zamanların ünlü fizikçisi Einstein, zamanı dördüncü bir boyut olarak uzaya
ekleyerek "uzay-zaman" kavramını gündeme getirmiştir. Einstein'dan
bu yana artık "uzaya" tek başına uzay demiyorlar, uzay-zaman
diyorlar. Zaman, maddenin her köşesine sinmiş; her nesnenin vazgeçilmez
temel bir bileşeni haline gelmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi uzmanlar,
zamanın "geçmemesini", bir nehirde akan suya benzetiyorlar.
Zaman hep akıyor, iki olay arasında mutlaka bir zaman aralığı bulunuyor. Mutlak
anlamda düşündüğümüzde evrende hiç bir cismin "hareketsiz" olmadığı;
güneşlerin, dünyaların, galaksilerin döndüğünü; atomların, moleküllerin
titreştiğini anlıyoruz.
Nerede bir hareket varsa orada bir
hız var demektir. Hız ise zaman birimiyle ölçülür. Bu zaman
birimi, bize zamanın aktığını; bir "yere" doğru yöneldiğini haber
verir. Teorik fiziğin önde gelen isimleri ile kozmoloji uzmanlarının ortaya
koydukları bizim için sanki son derecede olağan ve normalmiş gibi gelen zamanla
ilgili karakteristik sonuçlara göre, zamanın bir de yönü varmış.. Yön, belirli
bir yerden, her hangi bir yere doğru olan doğrultunun "gidiş"
istikametidir.]sh:119
[Dünya üzerinde "uzay
yolculuğuna" çıkmış insanlar, o güzel şarkıda olduğu gibi, "bir
sonsuzdan bir sonsuza" doğru hareket halindeler, hatta belki de
hayaller ve düşünceler; uzay-zaman çizgilerine tesbit ediliyor. Sözler,
davranışlar, hareketler, ibadet ve dualar hep o uzay-zaman ağının sağlam ve
fakat görünmez iplerine resmediliyor, şekilleniyor.. İnsanlar çalışıyor,
didiniyor, kavga ediyorlar. Her hareketleri, her davranışları her an uzay-zaman
sistemi içine görüntüleniyor. Bir müzik parçası plağa nasıl alınırsa; iğne
dönen plağın üzerinde nasıl inişli çıkışlı izler bırakırsa, insanların bir ömür
boyu faaliyetleri de uzaya öylesine kaydediliyor. Dünyadan ayrılanların "amelleri"
ise uçsuz bucaksız uzayın derinliklerinden gelen bir zaman çizgisi üzerinde
inişli çıkışlı izler gibi kalıyor. Ölenler için artık uzay yolculuğu
sona ermiştir. Ancak onların her çeşit hareketleri, sanki eski plaklardaki
titrek bir şarkı gibi ya da bir film şeridindeki solgun resimler gibi uzayda
"saklı" duruyor. Kim bilir, sırası geldiğinde o filmi bize tekrar
gösterecekler!
Buna inanmak oldukça zor gibi
geliyor, ama gerçek!
Aslında buna film demek bile doğru
değil. Her çeşit görüntülerimiz, fiil, eylem ve davranışlarımız aynen
gözleniyor. Bakınız nasıl? Evrenimizde saniyede 300.000 kilometre ile en hızlı
hareket eden nesne ışıktır. Ayın ışığı dünyamıza 1 saniyede, güneşin 8
dakikada, en yakın sabit yıldız olan Alfa Centauri'nin ise 4.5 yılda
gelir. Şimdi şöyle bir örnek alalım: Diyelim ki, BU GECE teleskopun başına
geçtik ve Alfa Centauri yıldızını gözledik. Bu yıldızın ZAMANIMIZDAN 4.5 yıl
önce gönderdiği ışığı, ŞİMDİ aldığımıza göre, yıldızın 4.5 yıl önceki halini
göreceğiz demektir. "Orada"" ŞİMDİ 4.5 yaşında olan bir
çocuğun doğumunu biz "burada" ŞİMDİ görecektik. Gördüğümüz şey,
basit bir görüntü, hayal, video, film veya fotoğraf değil; tastamam gerçek bir
olaydır. Buna göre ışığı bize 500 senede gelen, yani dünyamızdan 500 ışık yılı
uzaklıkta olan bir yıldızı gözlediğimiz zaman, onun 500 yıl önceki durumunu
izliyoruz demektir. Bu yıldız eğer ŞİMDİ sönse bile, biz onu 500 sene daha
görmeye devam edeceğiz demektir. Mesele bu kadar basit! Aslında pek o kadar da
basit değil! Örneğimizi şimdi tersinden alalım. Diyelim ki, bize 500 ışık yılı
uzaklıkta olan bir yıldızdan dünyamızı ŞİMDİ gözleyen biri olsaydı, acaba neyi
ve kimi görürdü?
Eğer gözlemci güçlü teleskopunu mesela
İstanbul'a doğru yöneltmiş olsaydı, kimi görecekti? Fatih
Sultan Mehmed'in elinde kılıcı ile İstanbul surlarına doğru atını sürdüğünü
GÖRECEKTİ. Gördüğü şey, bir film görüntüsü değil; hakikatin ta kendisidir.
Fatih'in kendisini, gerçeğini tüm açıklık ve netlikle görmüş olacaktı. Peki
biz Fatih'i ÖLMÜŞ biliyorduk! Hani Fatih ölmüştü! Halbuki Fatih yaşıyor! Fatih,
bu dünya zamanına ve mekânına göre, yani bize göre, ölmüştür. Aslında bir
başka zaman boyutunda hâlâ yaşıyor. Buradan şu ilgi çekici sonuçla karşı
karşıya geliriz. Gerçek, yani mutlak anlamıyla ölüm yoktur. Tıpkı doğumun da
olmadığı gibi.. Çünkü herkes evrenle aynı anda doğmuştur. Canlı cansız her şey,
her nesne, her cisim, evrenin yaşıyla aynı yaştadır! Bu yalın sonuç,
"Birliğe", beraberliğe ve TEK'liğe verilen en güzel bir örnektir.
Artık çokluk (kesret) ortadan kalkmış, çeşitli izafî (nisbî, göreceli) şekil ve
görüntüler (mâsivâ) silinmiş; tek bir gerçek kalmıştır!
Bilin bakalım bu gerçek nedir?
[Prof. Steven Weinberg, ABD'de ünlü
bir çekirdek fizikçisidir. 1977 yılında yazdığı "İlk Üç Dakika"
(The First Three Minutes) adlı kitabı bir hayli ilgi toplamış ve yabancı
dillere de tercüme edilmişti. Steven Weinberg, evrenin NASIL yaratıldığını,
atom altı parçacıkların üç dakikalık zaman içindeki karşılıklı reaksiyonlarını
nefes kesen bir teknik ve üslûp güzelliği ile anlatarak nefis bir özet yaptı.
Evrenin yaratılışı konusunu işleyen bütün kitaplar, Weinberg'in bu eserini hep
referans olarak vermişlerdir. Biz de "ilk üç dakika" yerine daha kısa
bir zaman aralığını seçerek BİG BANG'in İLK ÜÇ SANİYE içinde neler olup
bittiğini anlatmaya çalıştı.] sh:107
İşte: Evren t=0 anında
hiçlikten varlığa geçişi yaratılışın başlangıcı kabul edilir. Bu andan sonraki
aşama 10⁻43 saniye aralığıdır. Evren Saatimize göre
yaratılıştan bu yana 10⁻11 saniye geçti...]sh:87
[Ruh, insan, nefis, hayat, ölüm ...
vb. gibi kavramlar alabildiğince genişlemiş ve bazan da eksik yorumlarla "kavram
kargaşası" haline getirilmiştir. Hele, "ruh çağırma" ve
"ruhlarla temas kurma" gibi aldatıcı avuntular, inanç sömürüsü ve
falcılık malzemesi olarak hep gündemde tutulmak istenmiştir. İslâm verilerine
göre, fincanla ya da kim olduğu bilinmeyen birtakım medyumlarla ruh
çağırılamaz. Ruhlarla temas ve ilişki kurulamaz. Çünkü ruh, doğuş olarak bu
âleme ve bu evrene ait bir varlık değildir. Bu dünyaya ait olmayan bir
varlığın, bu dünyaya bir "beden elbisesi" giyerek görünmesi,
"insan" olmanın en karakteristik özelliğidir. Bu özellik, onun bu
evrene gelmeden önce de var olduğunun en belirgin bir göstergesi sayılır. Buraya
kısa bir ziyaret için gelen bir varlığın, buradaki görevini bitirdikten sonra
tekrar eski yerine, ana yurduna dönmesi, "ölümsüzlüğün" bir
başka adıdır. Tıpkı doğumsuzluk gibi...
Bu dünyada doğmayan bir varlığın, bu
dünyada ölmesi düşünülemeyeceğine göre, ruhun ölümsüzlüğü yani hep var ve
mevcut oluşu gerçek ve çarpıcı bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Bu sonuca
göre, Fahreddin Irakî'nin "Parıltılarında” (Parıltılar, MEB
Yayınları, trc: Saffet Yetkin, İstanbul, 1992, Shf: 9) da belirttiği gibi ruh,
bu evrene, ruhlar ve melekler âleminden derece derece inerek gelmiştir. Yola
çıktığı yer, sanal ve soyut kavramların bulunduğu; BİR'liklerle karakterize
edilen gece gibi renksiz bir mânâ âlemidir. Geldiği yer ise; ÇOK'luğun egemen
olduğu, gündüz gibi renkli ve aydınlık bir cismânî âlemdir. Aydınlığın olması
için karanlığın olması şarttır. Çünkü karanlık, mümkünlerin imkânıdır. Çünkü
her şey zıddı ile kaimdir. Çünkü her şey çift çifttir.
Hz. Mevlânâ, ünlü eseri Mesnevî'de
şöyle sesleniyor:
"Varlığı EMRİYLE yaratan
Allah'ın çevganları önünde mekân âleminde de koşup duruyoruz, Lâmekân
(mekânsızlık) âleminde de.
Renksizlik âlemi (mânâ âlemi) renge
(vücud âlemi) esir olunca, bir Musa öbür Musa (Firavun) ile savaşa düştü.
Renksizlik âlemine ulaşırsan, Musa
ile Fıravun'un karıştığı âleme erişirsin." (Mesnevi,
1. cilt, shf: 198, MEB Yayınları, Çev.: Veled İzbudak, 3. baskı ) ]sh:169
[Son söz olarak fizik ustalarının
birkaç özdeyişini buraya aktaralım: Schrodinger şöyle der:
"Eğer yaptığınızı başkasına
anlatamıyorsanız, yaptığınız bir şey yok demektir."
Bohr ise şu çarpıcı gerçekle fiziği
yorumlar:
"Kuantum mekaniğinden şok
olmamış bir fizikçi, onu anlamamış demektir!"
Heisenberg'in belirsizlik prensibi ise,
maddenin; neresinin, ne kadarlık bir doğrulukla gerçeği yansıttığı hâlâ
tartışma konusu olmağa devam ediyor. Bir dostuna yazdığı mektupta şunları
söylüyordu:
"Öyle bir prensip ortaya attım
ki, ne olduğunu ben bile anlamadım!"] sh:47
Bu alıntıları daha vazıh şekilde
(Taşkın TUNA’nın, Sonsuz Uzaylar, Boğaziçi Yayınları İstanbul, 1995)
kitabından okuyabilirsiniz.
Aşağıdaki filmler boyutlar bilgisi
sizlere yeni çığırlar açacaktır.
INTERSTELLAR
/ Yıldızlararası (2014)
- Ne bulmayı umuyorlar?
- Hayatta
kalmayı. Lanet olsun. İnsanların öğrenmeye hakkı yok mu?
Panik işe
yaramaz. Her zaman ki gibi çalışmalıyız. Profesör Brand bizi kandırıp bunu
yapmadı mı?
Brand bizden
ümidini kesti. Ben hâlâ çözmeye çalışıyorum. Peki...
- bir fikrin
var mı?
- Bir
önsezi.
Sana hayaletimden söz etmiştim.
Babam korktuğum için ona hayalet dediğimi sanıyordu. Fakat hiç korkmamıştım.
Ona hayalet diyordum çünkü... Bana bir insan gibi
geliyordu. Bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Dünya'da bir cevap varsa, oradadır
bir şekilde o odada. Onu bulmalıyım. Vaktimiz azalıyor.
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Jonathan Nolan, Christopher Nolan
Ülke: ABD, İngiltere
Tür: Macera, Bilim-Kurgu
Vizyon Tarihi: 07 Kasım 2014 (Türkiye)
Süre: 169 dakika
Dil: İngilizce
Müzik: Hans Zimmer
Nam-ı Diğer: Flora's Letter | Untitled Steven Spielberg Space Project
Oyuncular: Ellen Burstyn, Matthew McConaughey, Mackenzie Foy, John Lithgow, Timothée Chalamet
Film,
Kip S. Thorne'nun evrende " solucan deliklerinin " gerçekten
var olduğu ve bu sayede zamanda yolculuğun mümkün olabileceği teorisinden ilham
alınarak yaratılmıştır.
Filmin
hikâyesi bir grup cesur kaşifin bu deliklerden birine gitmeye karar vermesi
sonrasında gelişiyor. Bu bilinmeyen boyuta yapacakları yolculukta, birlikte
kalabilmek için verdikleri mücadele her birini ayrı zorluklarla
karşılaştırıyor.
-
Kim olduğumuzu unutmuş gibiyiz, Donald. Kaşifler, öncülerdik, koruyucu değil.
Ben çocukken her gün yeni bir şey yapılıyor gibiydi. Bir tür cihaz ya da fikir.
Her gün Noel gibiydi. Fakat altı milyar insan hayal etmeye çalışsana. Ve hepsi
de her şeye sahip olmaya çalışıyordu. Bu dünya o kadar kötü değil. Ve Tom idare
eder. Buraya ait olmayan sensin. 40 yıl geç ya da 40 yıl erken doğdun. Kızım
bunu biliyordu, Tanrı onu kutsasın. Çocukların da biliyor. Özellikle Murph.
Bizler gökyüzüne bakar ve yıldızlar arasında yerimize hayret ederdik.
**
-
Fakat bir şey seni buraya yolladı.
- Onlar seni seçti.
- "Onlar" kim?
- Ne kadar süreliğine gideceğim?
- Kestirmesi zor. Yıllarca belki.
-
Çocuklarım var, profesör.
-
Uzaya çık ve onları kurtar.
"Onlar"
kim?
Neredeyse
50 yıl önce yer çekimi anormallikleri tespit etmeye başladık. Genelde
atmosferin üst katmanlarında aletleri az da olsa etkilediler. Bunlarla
karşılaştığına inanıyorum hatta. Evet, Boğaz üstündeyken.
-
Kazam. Bir şey uçuş sistemimi bozdu.
-
Aynen. Bu anormallikler içinde en belirgini bu. Satürn yakınlarında bir
uzay-zaman bozulması var.
-
Solucan deliği mi?
- 48 yıl önce belirdi.
-
Nereye çıkıyor?
- Başka bir galaksiye. Solucan deliği doğal
bir oluşum değildir.
-
Biri onu oraya koymuş.
-
"Onlar" mı?
Onlar her kimse, bizi koruyor gibi
görünüyorlar. O solucan deliği, başka yıldızlara gitmemizi sağlayacak.
İhtiyacımız olduğunda ortaya çıktı. Yaşanabilecek dünyalara ulaşma imkanı
sağladılar.
-
İlk sondalarımıza göre on iki.
-
İçine sonda mı yolladınız?
İnsanlar yolladık.
**
Solucan
deliği etrafında yörüngedeydi. Solucan deliği bu ve ne zaman etrafında dönsek
yabancı galaksiden görüntüler görürdük.
-
Evet. Periskop sallandırmış gibi.
-
Aynen. Öteki tarafta neler bulacağımızı çok iyi biliyoruz yani?
Navigasyon açısından.
Beyler?
Yaklaşık üç saat sonra solucan deliğine
yaklaşacağız. Coop?
- Dönüşü durdurabilir miyiz?
- Neden?
Onu görecek kadar yaklaştık.
-
Pekâlâ.
-
Sağ ol.
-
İşte! Solucan deliği bu! - Konuş ama tükürme, Rom.
-
Bu bir küre.
-
Tabii ki. Sadece bir delik olacağını mı sandın?
Yok. Bugüne kadar gördüğüm tüm çizimlerde...
Çizimlerde nasıl çalıştığını göstermeyi deniyorlar. Buradan, buraya gitmek
istediğini söylüyorlar. Fakat çok uzak değil mi?
Bir solucan
deliği, uzayı bu şekilde çarpıtır ve yüksek bir boyuttan kestirmeden
gidebilirsin. Pekâlâ, yani üç boyutlu uzayı iki boyuta indirmek zorundayız...
Böylece bir solucan deliği iki boyutluya dönüşür, bir çembere.
Bir çember üç boyutlu ortamda nedir?
- Bir küre.
-
Aynen. Küresel bir delik. Kim koydu bunu buraya?
Kime teşekkür borçluyuz?
Oradan tek parça halinde çıkmadan kimseye
teşekkür etmem, Rom. Bu işin bir hilesi var mı, Doyle?
Kimse bilmiyor. Diğerleri başardı, değil mi?
En azından bazıları. Herkes güneş sistemimize
veda etmeye hazır mı?
Galaksimize. Gidiyoruz. Kontroller burada
çalışmaz. Kabuktan geçiyoruz. Üç boyutlarımız arasında bir uzay. Sadece kaydedip
gözlemleyebilirsin. Bu da ne?
- Galiba onlar.
- Uzay-zamanı çarpıtıyorlar.
**
O kadar büyük bir kara deliğin büyük bir çekim gücü var.
**
-
Murphy Yasası. Ters gidecek her şey ters gider. Evrimin ilk yapı taşı tesadüfi
midir . Bir kara deliğin yörüngesindeyken çok şey olamaz. Göktaşları ve
kuyruklu yıldızları emer, sana ulaşabilecek olayları.
**
Zaman
görecelidir, tamam mı?
Uzayabilir, daralabilir ama geriye gidemez,
olmaz. Zaman gibi boyutlar arasında geçiş yapabilen tek şey yer çekimi. Tamam.
Bizi buraya yönlendiren varlıklar, yer çekimi aracılığıyla iletişim kuruyor,
değil mi?
- Evet. Bizimle gelecekten konuşuyor
olabilirler mi?
- Belki.
-
Tamam. Onlar yapabiliyorsa... "Onlar" beş boyuttan varlıklar. Onlar için zaman başka bir fiziksel boyut olabilir. Onlar için geçmiş belki
de iniş yaptıkları bir kanyondur, gelecek ise tırmandıkları bir dağ. Bizim için
öyle değil, tamam mı?
Bak,
Cooper. Çuvalladım, üzgünüm. Fakat göreceliği biliyordun.
**
Murph.
Aşağıda kullanılan her vida bir kurşun olabilirdi. Burada dünya için elimizden
geleni yaptık ben nalları dikmeden önce denklemi çözüp çözmememiz fark etmez.
-
Ölüm takıntısı yapmayın.
- Ölümden korkmuyorum. Ben yaşlı bir fizikçiyim. Ben zamandan korkuyorum.
-Zaman.
Zamandan korkuyorsun. Zamanla ilgili varsayımları değiştirmeden denklemi
çözmeye çalışıyoruz.
-
Yani?
- Yani bu durumda her yineleme, kendi kanıtını
kanıtlama girişimi.
-
Bu yinelemeli. Mantıksız.
-
Hayatımı adadığım çalışmaya mantıksız mı diyorsun, Murph?
Hayır, demek istediğim şey bunu tek kolla,
yok, iki kolunuz sırtınıza bağlı hâlde bitirmeye çalışmış olduğunuz.
-
Nedenini anlamıyorum.
-
Ben yaşlı bir adamım, Murph. Bu konuyu başka zaman konuşabilir miyiz?
Kızımla konuşmak istiyorum.
Evrenin derinliklerine uzanırken yıldızlar arası yolculuğun gerçekleriyle
yüzleşmeliyiz.
Kendi ömürlerimizin çok ötesine gitmeliyiz.
Bireysel olarak değil, bir tür olarak düşünmeliyiz.
**
Usulca
gitme o güzel gecenin kollarına TARS, Endurance'ı tam ihtiyacımız olan yerde
tuttu. Fakat yolculuk tahminimizden yıllarca daha uzun sürdü. İki hedefe de
gidecek yakıtımız yok, yani seçmemiz lazım.
-
İyi de nasıl?
- İkisi de ümit verici. Edmunds'un verileri
daha iyi ama Dr. Mann hâlâ sinyal yolluyor. Edmunds'un verilerinin
kötüleştiğinden kuşkulanacak durum yok. Dünyasında insan hayatı için gerekli
ana unsurlar var.
-
Dr. Mann'inkinde de.
-
Cooper, bu benim alanım. Ve, Edmunds'unkinin daha ümit verici olduğuna
inanıyorum.
-
Neden?
- Gargantua, bu yüzden. Miller'ın gezegenine
bak. Hidrokarbonlar, organik madde, evet ama hayat yok. Kısır. Aynı şeyi
Mann'inkinde de bulacağız.
-
Kara delik yüzünden mi?
- Murphy Yasası. Ters gidecek her şey ters
gider. Evrimin ilk yapı taşı tesadüftür. Bir kara deliğin yörüngesindeyken çok
şey olamaz. Göktaşları ve kuyruklu yıldızları emer, sana ulaşabilecek olayları.
-
Uzaklaşmamız lazım.
-
Bir keresinde Dr. Mann'in içimizde en iyisi olduğunu söyledin. Olağanüstü biri.
Onun sayesinde buradayız. Ve işte burada. Yerde, çok net bir mesaj yolluyor ve
bizden onun gezegenine gelmemizi istiyor. Doğru ama Edmunds'un verileri, daha
ümit verici.
-
Bence oylamalıyız.
-
Oylayacaksak bir şeyi bilmelisin. Brand?
Bunu öğrenmeye hakkı var.
-
Bununla bir ilgisi yok.
-
Neyin?
- Wolf Edmunds'a aşık.
-
Doğru mu bu?
- Evet. Ve bu da kalbimi dinlememe yol açıyor.
Belki de tüm bunları teorilerle çözmek için çok vakit harcadık.
-
Sen bilim insanısın, Brand.
-
O hâlde inan bana sevgi bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Gözlemlenebilir ve
güçlü bir şey. Bir anlamı olmalı. Sevginin anlamı var, evet. Sosyal yarar,
sosyal bağ, çocuğa destek... Ölen insanları seviyoruz. Bundaki sosyal yarar
nedir?
- Yok.
-
Belki daha öte bir anlamı var, henüz anlayamadığımız bir şey. Belki bir tür
kanıttır, bir üst boyuttan algılayamadığımız bir tür olgudur.
Evrenin bir ucundan, on yıldır görmediğim birine sürükleniyorum ölmüş
olabileceğini bildiğim birine. Sevgi, zaman ve uzay boyutlarını aşabilen ve
algılayabileceğimiz tek şeydir. Belki de buna güvenmeliyiz, henüz anlamasak
bile.
Pekâlâ,
Cooper... Evet Wolf'u tekrar görme ihtimali çok az olsa da beni
heyecanlandırıyor.
-
Bu yanıldığımı göstermez.
**
Brand,
biliyor muydun?
Sana anlattı, değil mi?
Biliyordun.
Tüm
bunlar dümendi.
Bizi
burada bıraktınız.
Boğulma
ya.
Açlıktan
ölmeye. Donmuş bulut.
Her
şey yolunda. Her şey yolunda. Her şey yolunda. Bir insan yüzü görmenin ne kadar
iyi olduğunu öğrenmemek için dua edin. Başlangıçta çok umudum vardı ama bu
kadar zamandan sonra kalmadı. Kaynaklarım tamamen tükendi. En son uykuya
daldığımda uyanma zamanı bile kurmadım. Beni resmen ölüler arasından
dirilttiniz.
Lazarus.
-
Ya diğerleri?
- Tek siz vardınız, efendim. Eminim şu ana
kadardır. Hayır, bu durumda diğerlerini kurtarma ihtimalimiz çok az. Dr. Mann.
Dr. Mann?
Bize dünyanızı anlatın. Umarım bizim dünyamız
olur. Dünyamız soğuk amansız fakat inanılmaz güzel.
Günler
67 saat uzunluğunda, soğuk.
Geceler
ise daha soğuk 67 saatten ibaret.
Yer
çekimi çok hoş, Dünya'nın yüzde 80'i kadar. İndiğim yerde sular alkali
özellikte ve havada birkaç dakikadan fazla solunamayacak kadar amonyak var ama
yüzeyde ve katı bir yüzey var, klor dağılıyor. Amonyak yerini kristal
hidrokarbonlara ve solunabilir havaya bırakıyor. Organik maddelere. Muhtemelen
hayata. Bu dünyayı birileriyle paylaşıyoruz belki. Bu değerler yüzeyden mi?
Yıllar zarfında pek çok sonda bıraktım.
-
Ne kadar uzağı araştırdın?
- Birkaç büyük keşif gezisi yaptım. Oksijen
kısıtlı olduğu için işin büyük kısmını KIPP yaptı.
-
Ona ne oldu, efendim?
- Dejenerasyon. Bulduğumuz ilk organik
maddeleri amonyak kristalleriyle karıştırdı. Bir süre direndik ama sonra onu
devre dışı bıraktım ve görevi sürdürmek için güç kaynağını kullandım. Onu
kapatmadan önce de yalnız olduğumu düşünüyordum! Ona bakmamı ister misiniz?
Hayır. Hayır. Ona bir insanın dokunması lazım.
Dr. Brand, CASE İletişim istasyonundan size bir mesaj yolluyor. Tamam. Hemen
geliyorum. İzninizle.
Dr.
Brand, babanızın öldüğünü üzülerek bildirmeliyim.
Acı
çekmedi.
Huzur
içindeydi.
Başınız
sağ olsun. Murph mü bu?
Büyümüş!
Brand,
biliyor muydun?
Sana anlattı, değil mi?
Biliyordun.
Tüm
bunlar dümendi. Bizi burada bıraktınız.
Boğulma
ya.
Açlıktan
ölmeye.
Babam
da biliyor muydu?
Baba?
Beni
burada ölüme terk ettin mi bilmek istiyorum.
Bunu
bilmeliyim. Cooper, ba... Babam tüm hayatını A Planı'na adadı. Murph'ün neden
söz ettiğini bilmiyorum. Ben biliyorum. İnsanları Dünya'dan kurtarmayı hiç umut
etmedi mi?
Hayır. Fakat kırk yıldır yer çekimi denklemini
çözmeye çalışıyor. Amelia, baba denklemini ben daha ayrılmadan çözdü. O hâlde
niye kullanmadı?
Denklem, görecelik ile kuvantum mekaniğini
birleştiremiyor. Fazlası lazım. Fazlası?
Neyin fazlası?
Daha fazla veri. Bir karadeliğin içini
görmek lazım. Doğa kanunları çıplak tekilliğe izin vermez. Romilly, doğru
mu bu?
Karadelik
istiridyeyse, tekillik içindeki incidir. Yer çekimi o kadar güçlüdür ki hep
karanlığın içinde ufkun ötesinde gizlidir. Bu yüzden karadelik denir. Tamam ama
ufkun ötesini görebilirsek...
-
Göremeyiz, Coop.
-
Bazı şeylerin bilinmemesi gerekir. Baban, insan ırkını yok olmaktan kurtarmanın
başka bir yolunu bulmalıydı. B Planı. Bir koloni. İnsanlara neden söylemedi?
- O lanet istasyonları niye yaptırdı?
- Çünkü insanları kendilerini değil de ırkı
kurtarmak için çalıştırmanın zorluğunu biliyordu. Ya da çocuklarını. Saçmalık.
Onları kurtarabileceğine inanmasan buraya gelmezdin. Evrimin bu basit engeli
aşması şart. Tanıdıklarımıza karşı derin ve özverili sevgi duyarız ama bu
empati daha ötesine nadiren uzanır.
Peki
yalan.
Bu
canice yalan?
Affedilemez. Bunu biliyordu. Irkını korumak
için kendi insanlığını yok etmeye hazırdı.
-
İnanılmaz bir fedakarlık yaptı.
-
Hayır. Dünya'da ölecek olan insanlar inanılmaz fedakarlık yapacak! Çünkü o
kahrolası kibriyle bu durumu çaresiz ilan etti.
Üzgünüm,
Cooper durumları çaresiz.
-
Hayır. Hayır.
-
Gelecek biziz.
**
-
Ne bulmayı umuyorlar?
- Hayatta kalmayı. Lanet olsun. İnsanların
öğrenmeye hakkı yok mu?
Panik işe yaramaz. Her zaman ki gibi
çalışmalıyız. Profesör Brand bizi kandırıp bunu yapmadı mı?
Brand bizden ümidini kesti. Ben hâlâ çözmeye
çalışıyorum. Peki...
-
...bir fikrin var mı?
- Bir önsezi.
Sana hayaletimden söz etmiştim.
Babam korktuğum için ona hayalet dediğimi sanıyordu. Fakat hiç
korkmamıştım.
Ona hayalet diyordum çünkü... Bana bir insan gibi geliyordu. Bana bir şey
anlatmaya çalışıyordu. Dünya'da bir cevap varsa, oradadır bir şekilde o odada. Onu bulmalıyım. Vaktimiz azalıyor.
**
Zaten
yolun büyük kısmında uyuyacağım. Dönüş yolun için bir önerim var.
-
Neymiş?
- Karadelikte son kez şansını dene.
Eve
dönüyorum, Rom. Biliyorum. Bu sana hiç zamana mal olmayacak.
Dünya'daki insanlar için bir şans var.
-
Anlat.
-
Gargantua, eski bir karadelik.
-
Buna nazik tekillik diyoruz.
-
Nazik mi?
Pek nazik değiller. Kenar yer çekimi o
kadar güçlü ki olay ufkunu hızla geçen bir şey kurtulabilir. Örneğin bir sonda.
-
Geçince ne olacak?
- Ufkun arkası tamamen gizem. Yani sonda'nın,
tekilliği bir an görüp kuvantum verilerini iletemeyeceği ne malum?
Nabız gibi atan her türlü enerji formunu
iletmek için donatılmış biri olursa. Bu sonda ne zaman "biri" oldu,
**
Eve
döneceğim.
Bağlılıkların var. Aile olmasa bile insanlara özlemin güçlü bir duygu
olduğunu söyleyebilirim. Zaten bu duygu bizi insan yapan temel. Hafife
alınmamalı.
Bir makine doğaçlama davranamaz çünkü ölüm korkusu
programlanamaz. Hayatta kalma dürtümüz en büyük ilham kaynağımız. Mesela sen.
Bir babasın ve hayatta kalma içgüdün çocuklarına kadar uzanıyor. Araştırmalara
göre, ölmeden önce son gördüğün şey nedir dersin?
Çocukların.
Onların yüzleri. Ölüm anında zihnin, hayatta kalmak için biraz daha bastırır.
Onlar için.
**
-
Kurtulmak için ağırlık atmalıyız.
Newton'un
üçüncü yasası.
İnsanların bir yere varmalarının tek yolu geride birilerini bırakmaktır.
**
- TARS?
- Anlaşıldı.
-
Kurtulmuşsun.
-
Bir yerlerde beşinci boyutlarındayız.
Onlar
bizi kurtardı. Evet?
"Onlar" kim?
Niye bize yardım etmek istiyorlar?
Bilmem ama beş boyutlu gerçeklerinde
anlayabilesin diye üç boyutlu bir uzay oluşturmuşlar.
-
Evet ama işe yaramıyor.
-
Evet, yarıyor.
Zaman
burada fiziksel bir boyut olarak temsil ediliyor.
Bir
gücün uzay-zamanı aşabileceğini fark ettin. Mesaj göndermek için yerçekimi.
Olumlu.
Yerçekimi boyutları aşabilir, buna zaman dahil.
Öyle
görünüyor.
- Kuvantum verileri elinde mi?
- Evet. Elimde.
Tüm
frekanslardan gönderiyorum ama hiçbir şey dışarı çıkmıyor. Bunu yapabilirim.
Bu
kadar karmaşık veri bir çocuğa yollanır mı?
- Herhangi bir çocuk değil.
-
Başka?
Hadi, baba. Yangın söndü! Hadi!
İletişim
kursan bile bunun önemini yıllarca anlamayacak. Anlıyorum, TARS. Bir yolunu
bulmalıyız yoksa Dünya'daki insanlar ölecek. Düşün!
Cooper,
bizi buraya geçmişi değiştirelim diye getirmediler. Tekrar söyle.
Bizi
buraya geçmişi değiştirelim diye getirmediler. Hayır, onlar bizi buraya
getirmedi. Biz kendimizi getirdik. TARS, NASA koordinatlarını ikili kod olarak
ver.
İkili
kod. Anlaşıldı. Veri iletiliyor. "Bu bir hayalet değil." - "Bu
yer çekimi." - Anlamadın mı, TARS?
Kendimi buraya getirdim! Üç boyutlu
dünyayla İletişim için buradayız. Biz köprüyüz! Onların beni seçtiğini
sanmıştım.
-
Beni değil, Murph'ü seçmişler.
-
Ne için?
Dünyayı kurtarmak için. Tüm bunlar küçük bir
kızın yatak odası.
Her an. Sonsuz derecede karmaşık. Sonsuz zaman ve uzaya erişimleri var
fakat hiçbir şeye bağlı değiller! Zamanda belli bir yeri bulamıyorlar. İletişim kuramıyorlar.
Bu
yüzden buradayım. Murph'e anlatmanın bir yolunu bulmalıyım tıpkı bu anı
bulduğum gibi.
-
Nasıl, Cooper?
- Sevgi, TARS, sevgi. Brand'in dediği gibi.
Murph ile bağım ölçülebilir bir şey. Anahtar bu!
Ve
yapmaya geldik buraya?
Ona anlatmanın yolunu bulmaya. Saat. Saat.
İşte bu. Verileri, yelkovanın hareketine şifreleyeceğiz. TARS verileri Mors
alfabesine çevirip bana gönder.
Veriler
çevriliyor.
Cooper,
ya bunun için hiç geri dönmezse?
Dönecek. Dönecek. Murph, arabasını
görebiliyorum! Geliyor! Tamam. Aşağı iniyorum.
Nereden
biliyorsun?
Çünkü ona bunu ben verdim.
Anlaşıldı.
Mors nokta-nokta-tire-nokta. Nokta-nokta-tire-nokta.
Nokta-tire-nokta-nokta.
Nokta-tire-nokta-nokta.
Tire-tire-tire.
Tire, tire, tire. Geri geldi! Oymuş bunca zaman! Bilmiyordum. Oymuş! Babam bizi
kurtaracak.
Evreka!
Gelenekseldir.
Evreka!
İşe yaradı mı?
Eureka
(veya 'Heureka'; Yunanca: εὕρηκα/ηὕρηκα, Evreka şeklinde okunabilir) Arşimet'e atfedilen
ünlü bir ünlemdir. Söylentiye göre şekilsiz bir cismin haciminin, suya battığı
anda su hacmindeki değişikliği bularak bulunabileceğini keşfettiğinde banyodan
çıplak bir şekilde sokağa fırlamış ve sokaklarda koşarken bu ünlem sözcüğünü
haykırmıştır. Sözcük "(Onu) buldum!" benzeri bir anlama sahiptir.
Bunun sonucu "Eureka!" bir keşfi kutlarken kullanılan bir ünlem
halini almıştır.
- Bence işe yaramış olabilir.
-
Nereden biliyorsun?
Çünkü kenardaki varlıklar geçidi kapatıyor.
Anlamıyor musun, TARS?
Onlar "varlık" değil. Onlar biziz.
Benim Murph için yaptıklarımı benim için yapıyorlar. Hepimiz için.
Cooper,
bunu insanlar yapmış olamaz. Hayır. Henüz değil. Fakat bir gün yapacaklar. Sen
ve ben değil. Ama insanlar. Bildiğimiz dört boyutun ötesine evrimleşen bir
medeniyet.
Şimdi
ne olacak?
Bay Cooper. Yavaş olun, efendim. Sakin ve
yavaş, Bay Cooper. Unutmayın, artık genç değilsiniz. Aslında 124 yaşındasınız.
Yavaş
olun, efendim. Çok şanslıydınız.
Ranger'lar sizi oksijeninizin bitmesine dakikalar kala buldu.
Neredeyim
ben?
Cooper İstasyonu. Şu anda Satürn
yörüngesindeyiz. Cooper İstasyonu. Benim adımı vermeniz çok hoş.
-
Ne?
- İstasyon adını sizden değil, kızınızdan
alıyor, efendim. Sizin ne kadar önemli olduğunuzu hep söylemiştir. Hâlâ hayatta
mı?
Birkaç hafta içinde burada olur. Başka bir
istasyondan gelmek için çok yaşlı fakat bulunduğunuzu duyunca...
-
Murphy Cooper'dan söz ediyoruz.
-
Evet, öyle. Birkaç gün içinde sizi çıkarırız. Neler olduğunu görmek sizi
heyecanlandıracaktır. Lisede hakkınızda kompozisyon yazmıştım. Dünya'daki
hayatınızla ilgili her şeyi biliyorum. Evet. Doğru. Beni izleyin, sizin için
çok iyi bir yer ayarladık. Bayan Cooper'a önerimi sunduğumda mükemmel olduğunu
söylemesi beni sevindirdi.
LAZARUS
/ ENDURANCE'IN CESUR ERKEK VE KADINLARINA
-
Sürekliydi. Sürekli uçuşan toprak.
-
Tabii ki onunla şahsen konuşmadım.
Tabakları
hep ters kapatırdık. Bardak ve kapları, ters koyardık.
Babam
çiftçiydi. Eskiden herkesin olduğu gibi.
-
Yeterince yiyecek yoktu.
-
Küçük bez şeritleri burnumuzun ve ağzımızın üstüne sarardık, çok fazla toz
solumayalım diye.
Benim
için heyecan vericiydi çünkü umut vardı.
Kim
tanımlıyor umurumda değil, abartmaya imkan yok. O kadar kötüydü.
-
Çiftçiliği ne kadar sevdiğinizi doğruladı.
-
Doğruladı demek?
- Evet. Böyle gel. Evim, güzel evim. Her şey
yerinde ve ait olduğu...
-
Bu - Evet. Sizi bulduğumuzda Satürn yakınında bulduğumuz makine. Güç kaynağı
vurulmuş fakat yenisini bulabiliriz.
-
Evet. Lütfen.
-
Ayarlar. Genel ayarlar. Güvenlik ayarları. Dürüstlük, yeni değer: - Yüzde 95.
-
Onaylandı. Ek değişiklik?
Mizah: - Yüzde 75.
-
Onaylandı.
-
Otomatik imha geri sayımı on, dokuz...
-
Şunu yüzde 60 yapalım.
-
Yüzde 60 onaylandı. Tak-tak.
-
55 mi istiyorsun?
Gerçekten böyle miydi?
Hiç bu kadar temiz değildi, uyanık.
Başladığımız yere döndük havasını pek takmıyorum. Nerede olduğumuzu öğrenmek
istiyorum.
Nereye
gittiğimizi.
-
Bay Cooper. Tüm aile burada.
-
Evet.
-
Aile mi?
- Hepsi de onu görmeye geldi. Neredeyse iki
yıldır kriyo-uykuda. Onlara çiftçiliği sevdiğimi söylemişsin.
Bendim,
Murph.
Hayaletin
bendim.
Biliyorum. İnsanlar bana inanmadı. Hepsini tek başıma yaptığımı düşündüler.
Fakat kimin yaptığını biliyordum. Kimse bana inanmadı. Fakat döneceğini
biliyordum.
Nasıl?
Çünkü babam bana söz verdi. Evet,
artık buradayım, Murph. Buradayım. Hayır. Hiçbir anne-baba, çocuklarının
ölümünü izlememeli. Artık kendi çocuklarım var.
Sen
git. Nereye?
Brand.
O
uzayda bir kamp kuruyor.
Yalnız...
yabancı
bir galakside.
Belki
şu anda uzun bir uykuya dalmak üzeredir yeni güneşimizin ışığında yeni
yuvamızda
BULUT ATLASI / Cloud Atlas (2012) Film
Yönetmen:Tom Tykwer | Andy Wachowski
| Lana Wachowski |
Ülke: Almanya, ABD, Hong Kong,
Singapore
Tür:Dram | Gizem | Bilim-Kurgu
Vizyon Tarihi:26 Ekim 2012 (Türkiye)
Süre:172 dakika
Dil:İngilizce
Senaryo:David Mitchell | Lana
Wachowski | Tom Tykwer | tümü »
Müzik:Reinhold Heil | Johnny Klimek
| Tom Tykwer | tümü »
Görüntü Yönetmeni:Frank Griebe |
John Toll
Yapımcılar:Stefan Arndt | Alex Boden
| David Brown |
Oyuncular:
Tom Hanks, Halle Berry, Jim Broadbent devamı...
1850 yılında Pasifik
Okyanusu'ndayız. Adam Ewing Yeni Zelanda'daki takım adalardan zorlu bir deniz
yolculuğu yaparak Californiya’daki evine dönmektedir. 1930'lu yıllarda
Belçika'da yaşayan beş parasız ama yetenekli bir bestekar olan Robert
Frobisher'ın elinde Adam Ewing'in günlüğü vardır. Luisa Rey ise Reagan
yönetimindeki Amerika'da yaşayan isyankar ruhlu bir gazetecidir. Yayın evi
sahibi Timothy Cavendish ise alıcaklılarından canını kurtarmaya çalışır.
Kendisini var eden sisteme isyan eden android garson Sonmi~451 ise yakın
gelecekte Güney Kore'dedir. Zachry ise medeniyetin çöküşüne ve ilkel
kabilelerin insanlığa hükmetmesine şahit olmak üzeredir...
Alt başlığının da dediği gibi Bulut
Atlası'nda Geçmiş, Şimdi, Gelecek, Her Şey Birbiriyle Bağlantılı...
Lana ve Andy Wachowski kardeşlerin
Alman yönetmen Tom Tykwer ile ortaklaşa senaryosunu yazıp yönettikleri filmde Tom
Hanks, Halle Berry, Hugh Grant, Hugo Weaving, Jim Sturgess, Ben Whishaw, James
D'Arcy, Doona Bae ve Susan Sarandon gibi her biri ayrı yıldız olan isimler yer
alıyor.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar