YAHUDİLER GERİ GELDİ
SUYU ARAYAN TOPRAK- Mehmet FARAÇ
Asur Kralı Nemrud’tan yüzlerce yıl sonra-Harran’la Fırat’ı
evlendirme planını bir vali ele aldı. Günümüzde GAP gibi devasa projenin akıl
babası olduğunu iddia eden politikacılar ve devlet yöneticilerinin aksine bu
vali çalışmalarını sessizce yürüttü. O, Fırat’la Harran’ı kavuşturma düşünün
Cumhuriyet tarihindeki ilk mimarı oldu. Urfa’da 1924-1928 yılları arasında
valilik yapan Fuat Baturay, düşündü taşındı ve bölgenin kaderini
değiştirebilecek bir projeye henüz kurulmuş cumhuriyetin ilk yıllarında el
atmak istedi. Baturay, Urfa Valiliği’nin 1927 yılında yayımladığı Salname’de
(yıllık) bu konuda yaptığı çalışmayı şu satırlarla aktardı:
“Harran Ovası’nı ıska (sulama) için Fırat Nehri’nden kanal
açtırmak üzere tetkikat yaptırılmıştır...”
Bu satırlar “GAP’ın mimarı kim?” sorusuna açıklık
getirirken, Yukarı Mezopotamya’yı yeniden tarih ve uygarlık sahnesine çıkarmak
isteme çabasının bir valiye ait olduğunu da kanıtladı.
Ülke sularından yararlanma çabaları ise Vali Fuat
Baturay’ın bu araştırmasından sonra 1930’lu yıllarda hareket kazandı. Cumhuriyetin
kuruluşunun 10. Yılında, değişim çabaları sırasında özellikle elektrik enerjisi
gereksinimi ortaya çıkınca, ülkenin boşa akan su servetinden enerji elde
edilmesi düşünüldü.
Suları rasyonel şekilde değerlendirme kararı alan Büyük Atatürk’ün
emri ile 1936’da Elektrik Etüd İdaresi kuruldu.
Eski Kocaeli milletvekillerinden Yrd. Doç. Dr. A. Süreyya
Soğuoğlu, Atatürk’ün bu dönemdeki bir girişimini 13 Haziran 2000’de Urfa DSİ
15. Bölge Müdürlüğü’nde yaptığı konuşmada şöyle aktardı:
“Milli Mücadele’nin devamı olan ekonomimizin GAP’ı, M. Kemal
Atatürk’ün hayali ve arzusunun tahakkuku, Türkiye’mizin ebediyete akıp giden
refah zaferi olacaktır. 1937 yılında Dinyeper Nehri’nde Ruslar’ın yapmakta
olduğu baraj çalışmalarında bulunun iki Rus mühendisinin Ankara’da misafir
olarak bulunduğunu istihbar eden Atatürk, Sovyet Rusya Büyükkelçisi ile iki
mühendisi Çankaya’ya davet ederek baraj çalışmaları hakkında bilgi almıştır.
Daha sonra başvekile dönerek, (Çocuk, biz de Urfa’nın oraya bir medeniyet gölü
yapalım) demiştir. Bugünkü eserin fikir ve isim babası olan peygamberlerden
sonra gelen en büyük ve özel yaradılış Atatürk’ün böyle bir isteğinin
yaşanmasından hem mutlu hem de heyecanlıyım...”
Benzer bir öyküyü, Kültür Bakanlığı’nın “Urfa” adlı
kitabında Prof. Dr. Kenan Mortan şöyle anlatır:
“Sorun Atatürk’ün (Muasır medeniyet seviyesine ulaşma)
konusudur. Türkiye buna nasıl ulaşacaktır. Ortaya çıkan envantere göre 1 milyon
kilowata varmayan elektriğin yanı sıra 100 bin ton demirçelik, 400 bin ton
çimento, 100 bin ton şeker üretilmektedir. Elektrik potansiyeli ise 2 milyar
kw/saattir.
Suyu değerlendirme örgüleri kurulunca gündeme keşif
konusu gelmiştir. Karar yine Atatürk’ündür. Anlatılan anıya göre, Sovyet sefiri
Atatürk’ü ziyaretinde, Dinyeper Nehri üzerindeki gelişmeleri anlatmış. Nehrin
yarattığı büyük gölü ballandıra ballandıra anlatmış. Olayı sessizce dinleyen
Atatürk, Celal Bayar’a, “Senden elektrik istiyorum” talimatını vermiştir.
Fırat Nehri üzerinde keşif yapma bu talimatla başlamıştır. Keban bu karardan
doğmuştur. Bu kararla, Türkiye suya bakmayı bırakarak (bu nehirden ne kadar su
akıyor, burada ne yapılabilir) sorusunda yoğunlaşmaya başlamıştır. Elektriğin
potansiyeli bu kararla ortaya çıkmıştır. Yapılan iş rasattır.”
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de GAP’ın asıl babasının
Atatürk olduğunu çeşitli dönemlerde dile getirdi. 10 Ocak 1995’teki bir konuşmasında da şunları söyledi:
“Aslında GAP
dediğimiz olay, büyük Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için
gösterdiği hedefe varma kavgamızın parçalarından biridir.”
Atatürk’ün emriyle kurulan Elektrik Etüd İdaresi, 1938’de
Keban Boğazı’nda etüdlere başladı, “Fırat Nehri’nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının
tespiti için” rasat istasyonları kuruldu. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra
devletin çabalarını artırdığını söylemek güç. Urfalı şair M. Hulisi Kılıçaslan
henüz, “leyleğin ömrü laklak, bizimki ise cek cek.. Ferhat dağı delecek,
Urfa’ya su gelecek” şiirini yazmamıştı. Ama susuzluğun en büyük çilesini
çeken Urfalılar seslerini yükseltmeye başlamışlardı.
Sh:77-79
Urfa’nın eski belediye başkanlarından Cemil Hacıkamiloğlu
da Fırat’ın Harran’a akıtılması için çabalayanlardan. Vali Fuat Baturay’ın
girişimini gözardı ederek GAP’a akıl babalığı yaptığını öne süren
Hacıkamiloğlu, “Urfa’nın Kurtuluşu ve GAP” adlı kitabında Fırat’ı Harran’a
akıtmak için ilk girişimini anlatmadan önce 1930’larda Urfa’daki Yahudi
topluluğuyla kavgasına yer verir.
Fırat’ı Harran’a akıtmak için çaba harcayan Hacıkamiloğlu,
1947’de Yahudilerle alışveriş yapmamaları için esnafı ayaklandırır. Yahudiler arasındaki bir cinayetin Türkler üzerine
yıkılmak istendiğine sinirlendiğini anlatan Hacıkamiloğlu olayı şöyle anlatır:
“Yahudiler beni Vali Kamuran Çukruğ’a şikayet ettiler. Vali
beni çağırdı, (elebaşı esnaflara emir vermişsin Yahudi vatandaşlarla kimse
alışveriş etmiyor) dedi. Evet etmiyorlar dedim. Vali dedi ki, (Alışveriş derhal
başlamalıdır. Aksi halde ben adamı kurşuna dizerim.) Yanıma yaklaştı (Sen Urfa
kahramanının) oğlusun, Yahudilerin arkasında Amerika, İngiltere var, Ruslar ve
Fransızlar var, senden rica ediyorum) dedi. Ben de esnafın bileceği iş dedim.
Valinin yanından ayrıldım. Esnaflar yine alışveriş yapmadılar. Yahudiler
Diyarbakır’da müfettişi umumi Avni Doğan’a müracaat ettiler. Doğan Urfa’ya
geldi. Yahudiler toplanıp ona şikayet ettiler beni. Beni tutukladılar.”
Hacikamiloğlu o günlerde Yahudilerin şikayeti üzerine
tutuklanmış, mahkemede yargılanmış ve ancak 3. celsede yakasını adaletten
kurtarabilmiş. O günün sonrasını kitabında şöyle yazar:
“Neticede Yahudiler memleketi terk ettiler. Bir tek
Yahudi Urfa’da kalmadı. Yahudiler’in ticaretine Türkler hâkim oldular...”
Olay ileride kaderin bir cilvesi olarak anlatılacaktı.
Hacikamiloğlu, bu olaydan 53 yıl sonra İsrail
Başbakanı Ehud Barak’ın Harran Ovası’ndaki sulama projelerine talip olduğunu
görseydi acaba ne yapardı? Fırat’ın Harran’a akıtılması için verdiği çabalara
lanet mi ederdi. Onun Urfa’dan kovdurduğu Yahudiler, onun da çabalarıyla
oluşan GAP nedeniyle yarım asır sonra Urfa’da at koşturmaya başlamışlardı.
İsrail Dışişleri’ne bağlı bir tarım kuruluşu olan
HASHAV’dan bir heyet 28 Mart 2000’de GAP’ta incelemelerde bulunmak için
Şanlıurfa’ya geldi. Haim Divon başkanlığındaki heyet, Atatürk Barajı’nı gezdi,
DSİ 16. Bölge Müdürlüğü’nde brifing aldı. İsrail heyeti daha sonra Harran
Ovası’nda sulamaya açılan alanları inceledi. 30 Mart günü kentten ayrılan
İsrailli’ler gitmeden önce Hacikamiloğlu’nun 53 yıl önce Yahudilerle
alışverişi yasakladığı Urfa esnafından isot (acı Urfa biberi), Mırra (acı
kahve) takımı ve çeşitli hediyelik eşyalar aldı. Urfa esnafı, 53 yıl önceki
Hacikamiloğlu gibi düşünmüyordu. Nitekim GAP turizmi nedeniyle her ay kente
gelen binlerce yerli ve yabancı turist onların ekmek kapısı olmuştu.
Yahudi heyetinin bu girişiminin ardından 31 Mart 2000
günü DSİ 15. Bölge Müdürü Erdoğan Bağcı, Atatürk Barajı’ndan alınacak suyla,
Yaslıca beldesi yakınlarındaki tüneller aracılığıyla sulamaya açılacak olan
Yaylak ve Şanlıurfa-Bozova pompaj sulaması 1.2.3. kısım inşaatlarının, Türk,
İsrail ve İspanyol firmalarından oluşturulan konsorsiyum tarafından
gerçekleştirileceğini açıkladı. Bağcı, İsrail firmalarınca,
yap-işlet-devret modeliyle yağmurlama sistemlerinin kurulacağını ve drenaj
işlerinin gerçekleştirileceği Yaylak Ovası’nda, 20 bin 12 hektarlık alanın
sulamaya açılacağını belirti. İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanlığı kısa süre
sonra, GAP kapsamındaki İsrail’e verilmesi öngörülen yaklaşık 7 milyon
dolarlık 6 sulama projesini üstlenmeye aday şirketleri belirledi. Türkiye, bu projeler için 30 şirketin başvurması
üzerine, şirketlerin seçimini İsrail’in yapmasını istemişti. Çekilen kura
sonucu Aştrom, Merhav, Solel Boneh ve Tahal şirketleri belirlendi.
GAP’ın öncülerinden Cemil Hacıkamiloğlu’nun 53 yıl önce
Urfa’dan gitmelerine neden olduğu Yahudiler’in torunları biraz da onun
sayesinde Harran’da ekmek peşindeydi...
20 Eylül 2000 tarihinde Urfa’da TÜBİTAK tarafından düzenlenen
bir sempozyumda konuşan Prof. Dr. Neşet Kılınçer, İsrail Tarımsal Araştırma
Organizasyonu’ndan (ARO) bilim adamlarının katılımıyla, Urfa’da, tarımsal
araştırmalarda Türk-İsrail işbirliğinin olanaklarıyla ilgili bir panel
düzenleneceğini açıkladı.
Görüldüğü gibi GAP’ı bir taraftan da İsrailliler
“GAPıyordu.”
Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Üzeyir Garih 21 Temmuz
2000 günü Ankara’da düzenlediği bir tanıtım toplantısında, GAP Bölgesi’nde,
tarımsal potansiyeli artırmak amacıyla 4.5 milyon dolarlık yatırım yaparak
GAPOPARK adında bir TEKNOKENT kuracaklarını açıkladı. Projeyle hem bölge insanını hem de ekonominin
geliştirilmesini planladıklarını anlatan Garih, proje ile birlikte Güneydoğu’da
10 yılda 4.5 milyar dolarlık yatırım yapılabileceğini, bir çok yabancı
firmanın da bölgede yatırım sözü verdiğini söyledi. “Biz çiftlik kurup üretim
yapmayacağız. Bilgi verip üretimi alma garantisi sağlayacağız” diyen Garih, bir
endişesini de şu sözlerle dile getirdi:
“Yöre halkından ve kamuoyundan güçlü bir muhalefet olursa
projeden vazgeçeriz.”
Garih’in endişesi yersizdi. Çünkü şeriatçı basın dışında,
işsizliğin diz boyu olduğu bölgeye kimse ne İsraillilerin ne de Garih’in
yöreye yatırım yapmasına karşı değildi. Hem 53 yıl önce Yahudileri kentten
kovan onların ticaretine engel olan Cemil Hacıkamiloğlu da artık muhalefet
edemezdi.
Garih “Biz çiftlik kurmayacağız” diyordu ama, bölgede
çiftlik kuran başkaları vardı. Hem de bu çiftliği İsrailli mühendisler oluşturuyordu.
Her çivisinde onların çekici vardı. 11 Ekim 2000 günü hizmete açılan bu çiftlik
Koç ve Atatürk Barajı’nın yapımını gerçekleştiren Ata İnşaat firmasınca
ortaklaşa kuruldu. Proje için Harran’da 2 bin 500 dönüm arazi kiralandı. Koç
Holding Tüketim Grubu Başkanı Cengiz Solakoğlu, “Salt bölgede arazi alıyorlar”
eleştirilerini yersiz çıkarmak için kiralama yoluna gittiklerini açıkladı. İki
dev kuruluş çiftlikte bin 200 baş inekten yılda 9 milyon litre süt almayı, 5
bin danadan 3 bin ton et üretmeyi planladılar. 17 milyon dolarlık bu çiftlik
projesine göre ilk beş yıl içinde anlaşmalı çiftlik modeli ile yerel sürü
sayısının 12 bine çıkarılması, yöre çiftçisine 5 milyon dolarlık ek gelir sağlanması
hedeflendi. Bir örnek tesis olan çiftlik, Harran üreticisinin bilinçlenmesi
için bilgi, teknoloji ve eğitim merkezi olarak da düşünüldü. Vehbi Koç’un
idealini gerçekleştirdiklerini anlatan Cengiz Solakoğlu, “Bu bereketli
topraklar için geliştirilecek benzer projeler hiç kuşkusuz tarıma dayalı
sanayimizi Avrupa birinci liginde hak ettiği yere taşıyacaktır. Mezopotamya’dan
beri varolan coğrafyadaki hayvancılığın yeniden ileri ülke standartlarında
olmasını sağlayacaktır” diye konuştu.
1958’de kente ilk kez geldiğinde, akrep korkusuyla başında
bir nöbetçi olduğu halde geceyi bir Urfa evinin damında geçiren Rahmi Koç ise
tesisleri hizmete sokarken, “Bu tesis başka gruplara da örnek olacak” diyordu.
Yahudileri Urfa’dan kovduğunu övünerek anlatan Urfa’nın ilginç
siması Cemil Hacıkamiloğlu, 75 yaşındayken 1986’da yazdığı kitabında Fırat’ı
Harran’a akıtmak için verdiği kavgayı da anlatır. Hacıkamiloğlu bunu yapmadan
önce bölgenin tarihiyle ilgili dağarcığındakileri aktarır:
“Dünyanın en verimli arazisine malikiz.
Tahminen 5 bin sene evvel Fırat ve Dicle’de örümcek ağı
gibi su kanallarının Mezopotamya arazisinde mevcut olup, bu arazinin sulandığını,
70 milyon insanı rahatlıkla beslediğini tarih kitapları yazmaktadır.
Mezopotamya kıtası Diyarbakır’dan Basra Körfezi’ne kadar Dicle ile Fırat
nehirleri arasındaki arazidir. Harran Ovası da bu arazinin parçasıdır. Halen
kazılarda su yolları görülmektedir. Dünyanın zahire ambarı diye şöhret bulan
Harran Ovası bugün Şanlıurfa halkını beslemekten acizdir. Harran Ovası Fırat
Nehri ile sulanırsa, ekilecek pamuk, pirinç, şeker pancarı, susam, soya fasulyesi
ile her çeşit sebze, meyve ağaçları, buğday, arpa hasılatları bir çok
fabrikanın kurulmasını, 9-10 milyon insanın Şanlıurfa’ya gelmesini,
Şanlıurfa’nın Türkiye’de değil, dünyada sayılı bir şehir olmasını, Türkiye’de
işsiz kimsenin kalmamasını, Türkiye’nin Amerika’ya ve ecnebilere , Avrupa’ya
avuç açmamasını sağlar. Hal böyle iken hükümetimiz bu işi ihmal etmiştir.
Demokrat Parti zamanında birkaç defa bakanlar Urfa’ya geldiler. İsteklerimizi
sordular. Bir defasında Ziraat Bakanı geldi. Memleketimizin derdini sordu. Konuşmak
isteyenleri sıraladı. İlk sırada olduğumdan ben konuştum. (Fırat Nehri’nden
Harran Ovası’na su verilmesini istedim. Başkaca hiç bir şey istemiyoruz) dedim.
Bakan konuşacaklara başka bir şey istemez misiniz diye sordu. Urfalılar’da
birlik ne gezer. Hep bağırdılar... Kimi bez, kimi şeker fabrikasının
kurulmasını istedi. Bakan dedi ki, “bu istekleriniz Hacıkamiloğlu’nun
isteklerinin içersindedir. Ama siz kabul etmiyorsunuz. Peki şeker fabrikasını
kuralım, şeker pancarı nerede, bez fabrikasını kuralım pamuk nerede... Pancar
olmazsa şeker, pamuk olmazsa bez fabrikası kurulamaz...”
Cemil Hacıkamiloğlu Fırat’ın Harran’a akıtılması için
ikinci girişimini de şöyle anlatır:
“1944 senelerinde ticaret odasında üyeydim. Birkaç
arkadaşla valiye gittik. Harran’ın Fırat’tan sulanması ile vaktiyle 40 milyon
insanın rahat yaşadığını söyledim. Vali, (ne 40 milyonu, 70 milyon adam rahat
beslenmiştir, teklifinize çok memnun oldum) dedi. Vali o zaman Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü’ye yazdı. Gelen cevapta, Birecik’ten geçen Fırat Nehri’nin Harran
Ovası seviyesinden 200 metre aşağıda olduğu, isteğin imkansız olduğu
bildirildi.”
Cemil Hacikamiloğlu, 1957 yılında Demokrat Parti’den belediye
başkanı seçildi. O dönemde kentin elektriği jeneratörlerden karşılanıyordu.
Ancak jeneratörlerin yetersiz kalması üzerine harekete geçtiğini anlatan
Hacikamiloğlu, anılarında, Adana’da elektrik artık barajdan karşılandığı için
kullanılmayan 1600 beygir gücündeki dizel motorlu jenaratörleri 1 milyon 700
bin liraya satın alarak Urfa’ya getirdiğini, ancak bu parayı bulmak için de
Ankara’ya gitmek zorunda kaldığını belirtiyor. Hacikamiloğlu, Ankara’da Fırat’ı
Harran’a akıtmak için girişimlerini sürdürdüğünü anlatır:
“Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yanma gittim. Beni kabul
etti. Bir uçta oturmak istedim,(yok orada uzakta oturma böyle yanıma yakın
otur, memleketin isteklerini dinleyelim)dedi. Bunu fırsat bilerek Harran
Ovası’nın vaktiyle Fırat ve Dicle nehirlerinden istifade ettiğini, halen
kazılarda su kanallarına rastlandığını, Fırat’tan su alınacak olursa 910 milyon
insanın Urfa’da barınacağını, Türkiye’de işsiz kalmayacağını etraflıca
anlattım.( Bu iş aklıma yattı. Yaver gel dedi, Harran Ovası’nın sulanması için
not et etüd yaptıralım) dedi. İşte o zaman Celal Bayar etüd yaptırdı, mümkün,
uygun görüldü. Celal Bayar tarafından başlatılan Harran Ovası’nın sulama işi
halen devam etmektedir.”
Hacıkamiloğlu’nun anılarında, barajlar kralı olarak lanse
edilen ve “GAP’ı GAPtırmamak için” tüm siyasi rakipleriyle 40 yıl mücadele
eden Süleyman Demirel’le Harran Ovası’nın Fırat Nehri’yle sulanması için bir
görüşmesi de yer alır:
“Daha evvel o zaman su işleri umum müdürü (DSİ Genel Müdürü)
Süleyman Demirel’e söyledim; Bu şerefi sen kazan... Demirel (imkanımız yoktur)
dedi. Dere dolu altın akıyor. Ecnebi şirketlerine bir pay verseniz olmaz mı...
Demirel. (istekli çıkmaz) dedi. Petrol için bu kadar masraf ediyorlar, bu iş
için hay hay yaparlar dedim kabul etmedi. Ama Celal Bayar aklıma yattı
dedi...”
Demirel bu görüşmeyi anımsar mı bilinmez ama, o dönemdeki
ilgisizliğinin nedenine kanıt olabilecek bir konuşmayı 14 Temuz 1986’de
TMMOB’un düzenlediği GAP konuşmasında yaptı: “Planlama safhasında fizibilite
meselesini söyledim. Fizibilitede tek tek münferit tesisler için fizibilite
yapılabileceği gibi, bir kaynağın tümünü kavrayan, kapsayan fizibilite
yapılır. Yapılması lazımdır. Çok maksatlı projeler dönemine 1950’li yıllarda
girdik. Çünkü araya harp girdi. Harp girince kimsenin bu çeşit işleri düşünecek
vakti yoktu. Harp sonrasında ise dünyada bir kalkınma harekatı başladı. Bu
dönem nehir havzalarının amenajanı dönemidir....”
Turgut Özal hayranı olan Cemil Hacıkamiloğlu’nun Fırat’ı
Harran’a akıtmak için verdiği çabanın altında biraz da kendi topraklarının
kuraklığı vardır. 27 Ağustos 1988 tarihli Hürriyet gazetesi, İstanbul
Maltepe’de röportaj yaptığı Hacıkamiloğlu ile ilgili şu saptamayı yapar:
“...75’lik delikanlı topraklarını çocuklarına dağıtmış...
2000 dönümü ise kendine bırakmış!...”
İşte Demokrat Partili bir toprak ağasının su kavgası.
1950Tİ yıllar, işsizlik ve ekonomik sıkıntılar içinde
bocalayan, bir tek fabrikanın olmadığı, ekonomisinin küçük esnaf tarafından
yönlendirildiği Urfa’da sıkıntıları artırdı... Bu yıllar Urfa eşrafından
insanların İstanbul’a göç ettiği yıllar. Toplumun örgütsüzlüğü yüzünden kentte
sanayi tesisleri kurulamazken. Susuzluk yüzünden binlerce dönüm arazisi olan
ağalar bile ekmeğe muhtaç kalır. Umutlar yağmur dualarına bağlanır.
Urfalılar, işleyemedikleri topraklarını kuraklığın bağrına
terk edip İstanbul’a göç ederken, kent İstanbul’dan gelen bir konukla
tanışıyordu. Bu konuk sonraki yıllarda Harran’ın yalnızlığını tüm Türkiye’ye
duyuracak olan gazeteci yazar Fikret Otyam’dan başkası değildi. Süleyman
Demirel’le birlikte kadim dostu Fikret Otyam’ın da gazetecilikte parladığı
yıllardır 1950’ler.. Otyam, Urfa’ya ilk gezisini 1953 yılının temmuz ayında
yapar. Urfa küçük bir şehirdir, susuzluk gene sorun... İshal almış başını
gitmiştir.. İnsanların umudu Balıklıgöl’deki su... Onunla şifa arıyorlar.
Otyam, belediye sağlık memuruna sormuş, çocuk doğum ve ölüm çizelgesini.
1952’de 427 doğum olmuş. 466 çocuk ise ölmüş. Şöyle aktarmış durumu:
“Bu ilin rakamları. Ya köylerin?.. Urfa, Urfa olalı çocuk
doktoru görmedi uzman olarak.”
Bu satır Urfa’nın her şeyini anlatıyor. Otyam asıl hedefi
Harran’a uzanır sonra. Temmuz’un yakıcı sıcağında, 1953 senesinde Harran:
“Yollarda topraksız adamlar var. Saç, sakal birbirine
karışmış. Yanık yüzlü, yanık bahtlı insanlar. Bitkin, isteksiz, yorgun, belki
dermanlarını tarlalarına bırakmışlar...
...Yaşamasız, soluk... Terkedilmiş gibi. Otomobilin
tekerlerine koşan köpek bile yok. Yer yarılmış gitmişler dibine....”
Fikret Otyam Harran’la ilgili gözlemlerini aktardığı
,”Harran, Hoyrat Mayın ve Irıp” (1960), “Gide Gide Doğu’dan Gezi notları”(1960)
gibi kitaplarında bölgeyi anlatırken objektifine hep aynı görüntü yansır:
Kuraklık, çatlamış topraklar ve kurtlu su...
Otyam anlatmıştır en iyi Harran’ı... Yaşayarak, konuşarak,
çatlamış topraklarda yürüyerek anlamıştır Harran’ın dramını. Susuzluktan
dudakları çatlamıştır ama endişesi de vardır:
“...susuzluktan yandım...Dayanırım deyip su almalarına
engel olmuştum. Yiğitlik var serde!... Hasta olursun sonra demişlerdi, içemezsin
o suları. Nah böyle kurtlar var, çamur gibidir sular, içemezsin... Eee neye
yarar bunun tadını almadıktan sonra?...Yürekten duymak gerek, palavra yok...
Suyunu içme , ekmeğini yeme...Yok arkadaş tadını bilmek gerek...”
Tadını bilmek gerekti... Çileyi, kuraklığı, susuzluğu
anlamak için. Öyle yaptı.
1953 yılının Temmuz ayında henüz GAP’ın esamesinin okunmadığı
bir dönemde konuk oldu bir Harran evine. Dili damağı kurumuş vaziyette kerpiç
evin toprak zeminine oturdu. Yaşamında ilk kez gördüğü insanlar... Onun gibi
giyinmeyen, onun gibi konuşmayan. Bambaşka bir kültürün yalnız insanları. Tabi
ki su ister:
“...Sonra bir su istedim. Tercüme ettiler. Bir telaştır
aldı ortalığı... Anlamamazlıktan geldim. Biraz sonra eski bir bardak içinde
koyu bir sıvı getirdiler...
Sh:77-87
***
Mezopotamya’nın en verimli toprakları, özellikle
1270’lerdeki son Moğol saldırılarıyla birlikte kuraklığa terkedilmişti.
Yüzlerce yıl süren mücadeleye rağmen bölgeyi yeniden tarım merkezi yapma
çabaları sonuç vermemişti..
1920’lerde başlayan Fırat’la Harran’ı kavuşturma düşü 80
yıl sonra tamamen olmasa da önemli ölçüde yaşama geçmişti... En azından bölgede
tarımsal patlamayı yaşatacak olan Fırat, Harran’a kavuşabilmişti...Toprak
aradığı suyu bulmuştu... Urfa tünellerinin yalnızca biri, 10 yılı aşkın
gecikmeyle de olsa Fırat’ın sularını Harran’a akıtmayı başarabiliyordu... Bölgede
2000 bin hektarı aşkın toprak sulanmaya başlamıştı. 20 yıldır ülke ekonomisini
kemiren dev projenin önemli ayakları harekete geçmişti. Urfa ve çevresinde
GAP’ın ayak sesleri artık iyice duyuluyordu.
Fırat’ı Harran’a akıtmak için ilk talimatı veren Büyük
Önder Mustafa Kemal Atatürk, yine bu konuda ilk incelemeyi yaptıran 1927’nin
Urfa Valisi Fuat Baturay, Harran ve Fırat'ın birleşmesi için 50 yıl mücadele
eden bir avuç insan ile tüm Urfa halkının beklentisi geçte olsa, gecikmeli de
olsa gerçekleşiyordu. Türk insanının isteği, Türk işçisi, mühendisi,
müteahidinin çabası, Türk devletini yönetenlerin kararlılığı, cumhuriyet
tarihinin en büyük projesi olan GAP’ın meyvelerinin alınmasına yolaçıyordu...
Bugün Harran ve diğer ovaların kuruyan toprakları artık çatlamıyorsa,
verimli ovalarda yüzyıllar sonra yeniden bereket fışkırıyorsa, bölgede artık
hayvanlar çölü andıran topraklarda susuzluktan ölmüyorsa bunun tek nedeni GAP
ve onun görkemli üniteleridir...
GAP şüphesiz yalnızca Urfa değildir... Yalnızca Atatürk
Barajı ya da Urfa tünelleri de değildir... GAP yalnızca Harran ve Fırat da
değildir... GAP Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde 22 baraj ve 19 hidroelektrik
santrali ile sulama şebekeleri ve yan ünitelerden oluşuyor.
Ancak tüm projenin uygulama alanı olan bölgede en çok
Harran ağlamıştır, en çok Fırat coşmuştur... En çok Urfalı, Harranlı susuzluğa
kuraklığa isyan etmiştir... En çok bu bölge insanının elleri yağmur duaları
için gökyüzüne yükselirken bir çığlığı da bir sitemi de haykırmıştır... En çok
bu topraklarda bebeler kurtlu su içerken ölmüş, en çok bu bölgede dağ
ceylanları susuzluktan telef olmuştur.
GAP bu nedenle Urfalının kurtuluş kavgasının da adıdır. Bu
nedenle GAP’a sımsıkı sarılmıştır... İyiliğiyle kötülüğüyle, yanlışıyla
doğrusuyla, faydasıyla zararıyla GAP’a bu nedenle umudunu bağlamıştır...
GAP’ın fotoğrafının en görünen yerinde bu nedenle Urfa ve
Harran vardır.
GAP devam etmektedir. Tarım, sanayi, sağlık, eğitim,
altyapı, ve sosyal sektörleriyle yapılanmaktadır. Toprakla birlikte su da insan
da yönlendirilmektedir. Entegre bir Projenin göbeğinde topyekun bir kalkınma
seferberliği hızla sürmektedir.
Bölgede tarih baştan yazılmaktadır... Bölgeyi susuzluğa,
kuraklığa ve yokluğa sürükleyen tarih tekzip edilmektedir. İnsanın yokettiğini
yine insan büyük bir azimle ve güçle geri getirmektedir... Yüzlerce yıldır
suyunu arayan toprak canlanmaya başlamıştır... Harran insandan aldığını insana
vermektedir...
Ve insanlar, özellikle de Harran’daki insanlar GAP’ın
getirdiği değişikliğe ayak uydurmaya başlamıştır. Balgat köyü muhtarı İbrahim
Yılmaz son model pikabında tur atarken rastlamıştık birkaç yıl önce.. Pamuğunu
artık GAP suyuyla üretiyor. Oldukça neşeli. “Şimdi çağ atladık” diyor. 13
çocuklu, iki hanımlı olan Yılmaz, GAP’ın öncesi ve sonrasını çok kısa
cümlelerle Özetliyor:
“Önceleri ekip biçemidiğ.... Bereket versin artığ
faydaliniyiğ...”
Tarihçi İbn-ı Cubair’in 700 yılı aşkın bir süre önce, ’Balı
kaymağı yok oldu’diye tanımladığı Harran’da her şeyin tersine döndüğünü
anlatıyor bu cümleler. Toprak aradığı suya kavuşmuş, Harran’ın balı kaymağı
geri gelmişti. Harran ‘gölgelik elbisesi’ni yeniden giyinmişti.
GAP’ta ve onun uygulama merkezlerinin en önemlisinde,
GAP’ın nimetlerinden en çok yararlanan şehirde, GAP’tan en çok etkilenen
beldede gerçekler yalnız bunlar değildi... Başka gerçekler de GAP'ın
nimetlerini kimlerin kucağına ittiğini irdeleyen sorularla doluydu...
Kim yiyordu, kimler yiyecekti Harran’ın 700 yılı aşkın önce
kaybettiği balı kaymağı...
Devletin 32 milyar dolar harcayacağı
GAP’ı kim GAP’ıyordu?...
Dahası GAP’ı kim GAPapacaktı... Kimler acaba. Soruların
yanıtı GAP’ın öyküsünde geçen isimlerde gizli:
-Asur Kralı Nemrut: Fırat’ı Harran’a akıtmak için 10
bin köle çalıştırmıştı... Çalışmaların ilk gününde öldürüldüğü öne sürülmüştü.
-Emevi hükümdarlarından II. Mervan: M.S. 732 de bölgede sulama için
kanallar açtırmış, Harran’a can vermek istemişti. Mezopotamya’daki diriliş
kavgasında onun da adı vardı.
-Vali Fuat Baturay: 1927’de GAP’ın ilk sondajını yapmıştı.
Hazırlanan yıllığa, ‘Harran Ovası’nı ıska(sulama) için Fırat Nehri’nden kanal
açtırmak üzere tetkikat yapıldı’ diye yazmıştı. GAP’ı göremedi.
-Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk: 1937’de Rusya büyükelçisinin
anlatımlarından etkilenerek, Celal Bayar’a, ‘Bir medeniyet gölü yapalım’ diye
talimat vermişti. Onun verdiği talimatla GAP oluşturuldu. GAP’ın en büyük
ünitesi onun adıyla anılıyor.
-Celal Bayar:
GAP’a olumlu yaklaştı. Atatürk’ten
enerji üretimi için ilk talimatı o almıştı. Çok uzun yaşamasına rağmen GAP’ın
sonuçlarını göremedi.
-Cemil Hacıkamiloğlu: 1947’de esnafı Yahudi tüccarlara
karşı kışkırttığı için yargılanmıştı. GAP’ın ünitelerini gördü. Sulu tarıma
açılması için çok uğraştığı Harran Ovası’nda İsrailliler sulama projesi
üstlenmişti. Bu da onun için kaderin bir cilvesiydi.
-Mustafa Bozcan: Fırat’la Harran’ın birleştirilmesi
kavgasını halkın yüreğine enjekte etmişti. Urfa halkı ona bir türlü inanmadı.
Sefalet içinde, GAP’ı göremeden öldü.
-Fikret Otyam: Harran’ın dramını, Fırat’ın gizemini
1950’li yıllarda ülke kamuoyuna o duyurmuştu. Harranlının dert ortağı, gözü
dili, kulağı olmuştu. İlçenin en yalnız döneminde insanların sorunlarını
dinlemiş, objektifini onlara yöneltmişti. GAP’ın önemli ünitelerinin açılışına
katıldı. Harran’ın dramını yazarken Süleyman Demirel’i tanıdı, GAP’taki
çarpıklıklar yüzünden de Demirel’e küstü... Sert eleştirilerini esirgemiyor.
Adı Harran’daki kütüphanenin duvarında ölümsüzleşti.
-Mehmet Çağlayan: Fırat’ı Harran’a akıtmak için
dernek kurdu. O zaman da esnaftı. Şimdi emlakçilik yapıyor. Çok mutlu...
Mustafa Dişli: Urfa’nın kaderinin değiştirilmesi
için çok çabaladı. “Soğuk” diye lakap bile taktılar ona. Fırat’ın Harran’a
aktığını göremedi. Yoksulluk içinde yaşadı, yoksulluk içinde öldü.
-Naci İpek:
Fırat’ı Harran’a akıtma
mücadelesinde Fırat adlı gazetesini batırmıştı.. O zaman gazetecilik yapıyordu,
halen yerel gazeteler de köşe yazıları yazıyor. Son yazılarından birinde Urfa
valisine sordu: Harran’da yabancılar arazi mi
alıyor?.. Halen
Kitabevi işletiyor.
-Yaşar İzgördü: Urfa tünellerinin gecikeceğini
197*7’de bilmişti. ‘Bu su 1984’te akarsa Adalet partisi’nin günahlarını da
yıkar’ demişti. Yazdıkları doğru çıktı. Fırat Harran’a 11 yıl gecikmeyle aktı.
Ama o göremedi.
-Turgut Ozal:
Bazen müteahite kızsa da GAP için
uğraşmıştı. Atatürk Barajı’m hizmete açmak Süleyman Demirel’le birlikte ona
kısmet olmuştu. Fırat’ın Harran’a akıtılmasını göremedi. GAP için 10 yıl
boyunca Demirel’le kavga etmişti.
-Süleyman Demirel: 40 yıllık siyasi yaşamında
kuraklığı, suzuzluğu özellikle Harran’ın feryadını iyi kullandı. Susuzluk,
politik mücadelesinin en önemli malzemesi oldu. ANAP karşısında GAP’ı
GAP’tırmamak için yasaklı olduğu dönemlerde bile mücadeleyi bırakmamıştı.
Fırat’ı Harran’a akıtmak için 1965’te verdiği namus sözünü 11 Nisan 1995’te
tuttu. Sırtındaki hançeri çıkarmıştı.
Eyübbiye: Çocukluğumun
Eyübbiyesi yok artık... Anılar mahalleyi saran gecekonduların altında kalmış.
Kaçakçı atları da yok artık. Kaçakçılar ithalatçı olmuş, zengin mahallelerde
lüks apartmanlara taşınmış. Eyübbiye’nin kaderi Fırat’tan sonra da değişmemiş.
Kadınlar halen tenekelerle su taşıyor.
Harran:
Yanlış sulama teknikleri yüzünden
giderek yok oluyor. Şimdilik sulanan alan 200 bin dönüm. Bin yıldır su bekleyen
yöre insanı altın yumurtlayan tavuğu onun üzerinde kesiyor. Kan tuza karışıyor,
felaket büyüyor. Kurtarılmayı bekliyor.
Fırat: 155 trilyon harcanarak Urfa tünelinden Harran’a akıtıldı.
Bereket için yolunu şaşırttılar. Yanlış sulama ve kanal tekniği yüzünden
suyunun yüzde 25 ’i Harran sıcağında buharlaşıyor. Harran’a bereketi de
fekaleti de beraberinde götürdü.
Tarım çetesi:
GAP’ta işin henüz başında
hortumlamanm yolunu buldular. Önce ahır kredileri alıp ahır yapmadılar.
Hayvancılık geriye gitti. Sonra gübre kredisi alıp geri ödemediler. Ve son
olarak trilyonlarca liralık pamuk destekleme primi alarak devleti
hortumladılar. İcraatlarına devam ediyorlar.
Su ağaları:
Su Birlikleri’nde suyu halen
onlar dağıtıyor. Yüzlerce dönüm toprakları da olsa sudan da para kazanıyorlar.
Uyuşturucu çetesi: Kutsal kitaplarda geçen Fırat
suyunu kirlettiler. Bereket getirmesi için 155 trilyon harcanarak Harran’a
akıtılan Fırat sularıyla Hint keneviri, yani esrar ürettiler. Mezopotamya
üzerindeki kara bulutların, kirli dumanların sebebi onlar. İcraatlarına devam
ediyorlar.
-İnsan simsarları: Fırat’tan önce de Fırat’tan sonra
da ırğat olan topraksız köylüleri Çukurova ve Karadeniz’e pamuk ve fındık
toplamaları için taşımayı sürdürüyorlar. Kimileri, yollarda kamyon üzerinde
ırgatlarla birlikte trafik kazalarında öldü. Faaliyetleri sürüyor.
-İsmail Yıldız: 1958 Harran’a
bağlı Yediyol köyünde doğdu. Tarım işçisi. Dedesi de, dedesinin dedesi de
topraksızdı. Topraksız doğdu, çocukları da topraksız. Yüzyıllardır ırgat...
Sudan önce de, sudan sonra da ırgat kaldı. Yaşamaya çalışıyor.
-AĞA: Sayıları oldukça fazla... kimi gizli, kimi açık
ağalığını sürdürüyor. Kimi ağalığını milletvekili rozetiyle süslüyor. Topraklar
onlara dedelerinden kalmış!... Bir ara reform planlamasıyla ellerinden
alındıysa da ANAP’taki toprak ağası milletvekillerinin çabalarıyla geri
verilmiş. GAP’tan önce de topraklıydılar, GAP’tan sonra da.... Ağalığı hiç
bırakmadılar. Suyun başında gene onlar duruyor...
Sahi
devlet 32 milyar doları kime harcıyor?...
Kaynak: Mehmet Faraç, SUYU ARAYAN TOPRAK-Harran ve Fırat’ın Bin Yıllık
Dramı, Ozan Yayıncılık Mart/2001, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar