Print Friendly and PDF

KOZMETİK ÜRÜNLERİN FIKHÎ AÇIDAN TAHLİLİ

Bunlarada Bakarsınız



 

Hazırlayan:AYŞE BETÜL ŞAHÎN

İnsanoğlunun toplum içinde fark edilme, başkalarına kendini beğendirme içgüdüsünden yola çıkarak içilebilecek altın yapma sanatı ile gençleşme ve uzun ömürlülük ilacını bulma arayışı geçmişte simya ve kimyayı günümüzde ise pek çok bilim dalından beslenen kozmetolojiyi doğurmuştur. Çok eski tarihlerden beri insan cildinin, saçlarının, dişlerinin temiz ve güzel görünmesi, vücudunun güzel kokması için bulunduğu zamanın ve ortamın şartları doğrultusunda değişik yağlar, sabunlar, karışımlar, boyalar ve kokular kullanmıştır. Mağara resimlerinden ve tarihi kalıntılardan elde edilen bilgilere göre bugünkü çeşitlilikte olmasa da kozmetik ürünlerin; toplum içinde fark edilme, güzel görünme, ergenlik, av ve savaş galibiyetlerinde kutlama, hastalıklardan ve kötü ruhlardan korunma gibi amaçlarla çok eski zamanlardan beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu ürünler son bir asırda büyük gelişme göstererek bir endüstriyel sektör haline gelmiş ve kozmetik adı altında kişisel bakım ürünleri yaygın kullanım kazanmıştır. Öte yandan tarihî süreçte kozmetik ürünler dinî sâikler ile kullanılıp dinî uygulamalarda da yerini almıştır. Örneğin bazı dinlerde mabetlerde yakılan tütsüler vasıtasıyla duaların Tanrı’ya ulaşacağı inancı yerleşmiştir.

İslâmî literatürde Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) devrinden itibaren güzel koku, sürme ve çeşitli boyaların kişisel bakım için kullanıldığı ve fıkıh kitaplarının özellikle ibadet bölümlerinde çeşitli vesilelerle bu konuya değinildiği görülmektedir. Günümüzde ise kozmetik ürünlerin üretiminde kullanılan hammaddeler içinde domuz ürünlerinin, etil alkolün, abdeste mani teşkil edebilecek maddelerin kullanılıyor olması ve sağlık açısından oluşabilecek olumsuz tablolar Müslüman tüketicilerde bu ürünleri kullanma ile ilgili bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştur.

Çok eski tarihlerden beri insanoğlu cildinin, saçlarının, dişlerinin temiz ve güzel görünmesi, vücudunun güzel kokması için bulunduğu zamanın ve ortamın şartları doğrultusunda değişik yağlar, sabunlar, karışımlar, boyalar ve kokular kullanmıştır. Önceleri evlerde hazırlanan bu ürünler son bir asırda büyük gelişme göstererek bir endüstriyel sektör haline gelmiş ve kozmetik adı altında kişisel bakım ürünleri yaygın kullanım kazanmıştır. Kozmetik ürünlerin sadece dış görünüşü iyileştirmek için kullanılmadığı; görme, koklama ve dokunma duyularını geliştirerek kültürel ve sosyal hayata katkıda bulunduğu hatta güzellik felsefesinin bir parçası olduğu söylenebilir.

Günümüzde kozmetoloji adıyla bir bilim dalı ortaya çıkmış, bu bilim alanında pek çok bilimsel araştırmalar yapılıp yayınlanmıştır. Bu yayınlarda özellikle kozmetiklerin tarihçesi, elde ediliş şekilleri ve kullanılış amaçları üzerinde durulmuştur. Bu araştırmamızda kozmetiklerin fıkhî açıdan değerlendirilmesinin yapılmasına çalışılacaktır. Bu amaçla özellikle üzerinde durmak istediğimiz konu, günlük hayatta oldukça sık kullanılan kolonya[7], parfüm gibi koku veren ürünlerin içeriğinde bulunan etil alkolün[8]; saçları, tırnakları boyamak için kullanılan boyaların su geçirmezlik özelliklerinin; ruj, krem gibi ürünlerde kullanılan hayvansal kaynaklı (özellikle domuz) içeriklerin fıkhî açıdan tahlîli olacaktır.

Ayrıca bir müslümanın sağlık açısından zararları kanıtlanmış olan kozmetik ürünleri kullanmasının dini bakımdan nasıl konumlandırılacağı sorgulanacaktır. Yaklaşık 2 (iki) metrekarelik alanı kaplayan insan derisinin geçirgenlik özelliğinden dolayı daha ziyade cilde uygulanan ürünlerin vücut tarafından absorbe edildiği, kılcal damarlar vasıtasıyla kana karıştığı bilinen bir gerçektir. Daha çok haricen kullanılan kozmetik ürünlerin ciltte kaldığı sürece deri tarafından emilip kana karışacağı için yıkayarak tamamen uzaklaştırmak mümkün olmayabilir. Halbuki ağız yoluyla alınan kimyasallar boşaltım sistemi yoluyla vücuttan atılabilir. Yapılan pek çok çalışma göstermiştir ki vücuda giren kimyasal maddelerin bir kısmı karaciğer, böbrek ve yağ tabakasında birikmektedir. Hatta bebek kordonlarında bulunan kimyasallar, insanın bu maddelere daha anne karnında mârûz kaldığının bir göstergesidir[9].

Kozmetik ürünlerde sentetik maddelerin yanı sıra doğal kaynaklı hammaddeler de kullanılmaktadır. Ülkemiz kozmetik hammadde üreticisi olmadığından hayvansal kaynaklı olan bu maddelerin domuz kökenli olma olasılığı oldukça yüksektir. Bu sebeple Müslüman tüketiciler için sağlık problemlerinin yanı sıra içeriğinde dinen necis sayılan madde bulunan ürünlerin ve abdeste, ibadete mani teşkil eden kozmetik ürünlerin tesbit edilmesi ile ilgili bilgiler önem arz eder.

Kozmetik ürünlerin içerdiği maddelerin yol açabileceği kanser, cilt problemleri, göz tahrişi, kalıtsal bozukluklar için genellikle tavşanlar ve kemirgen hayvanlar üzerinde deneyler yapılmaktadır. Bu deneylerde hayvanlara eziyet etmeye varabilecek ve onları ölüme götürebilecek bazı yöntemler kullanılmaktadır. Bu sebeple bazı kozmetik firmaları etiketlerinde ürünlerinin hayvanlar üzerinde test edilmediğinin altını çizmektedir. İslâm dininin bu tür deneylerde işkenceye varan test metotlarının uygulanmasıyla ilgili bakış açısına kısaca değinmenin de yararlı olacağı kanaatindeyiz[10].

 

KOZMETİK KAVRAMI VE KOZMETİK ÜRÜNLER

GENEL OLARAK KOZMETİK KAVRAMI

Bilim terminolojisinde kozmetiğin konusu ve kapsamı dikkate alınarak birbirine yakın kozmetik tanımları yapılmıştır. Kozmetik; dekore etmek, süslemek anlamına gelen Yunanca “kosmein” kelimesinden türetilmiştir. Nizâm ve süs anlamlarını içeren Grekçe “kûs-mûs” terimi ile âlemin bir düzen içinde yaratıldığı ve estetik bir âhenk içinde olduğu gerçeği tek bir kelime ile ifade edilmiş bulunmaktadır[11]. İlter Uzel, bir makalesinde kozmetik terimi hakkında şöyle bir bilgi vermektedir: “Süs ve süslenmeyle ilgili anlamına gelen Grekçe “cosmetica” sözcüğünden türeyen kozmetik terimi, hem hijyen ve güzellik için kullanılan tüm preparat ve yöntemleri ifade eder; hem de etnografik açıdan insan vücudunu direkt ya da indirekt süslenmesi anlamına gelir. Bu terimin, gene süslenme amacıyla vücuda takılan ya da eklenen objelerden (bujiler, takılar vb.) ayırt edilmesi gerekir”[12]. Serpil Kışlalıoğlu ise kozmetoloji bilimi ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Kozmetik, Yunanca kosmein; dekore etmek, süslemek sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcüğün anlamının aynı zamanda, ‘bakmak, bakım, vücut ile aklın harmonisi’ olduğu düşünülebilir... En geniş kapsamda, kozmetik madde ve ürünler günümüzde, yeryüzündeki bir çok toplumda, deri, saç, tırnak, sakal ve ağız mukozolarına, sürülmek, fışkırtılmak veya benzeri yöntemleri uygulamak suretiyle temizlemek, güzelleştirmek, çekiciliği arttırmak ve/veya yüz ve vücudun dış görünüşünü değiştirmek ve sağlığını korumak amacıyla uygulanan, madde, preparat (önceden hazırlanmış karışım) ve gereçlerdir şeklinde tanımlanmaktadır.”[13] Kasım Cemal Güven de kozmetik kelimesinin Yunanca kosmea (süs, ziynet) kelimesinden geldiğini, bunun yerine parfümeri deyiminin kullanılmasının doğru olmadığını söylemiştir[14].

En kısa ifadesiyle insan vücudunu temizleme, bakım, koruma ve güzelleştirme için kullanılan ürünlere kozmetik, bu konuyu inceleyen ilme de kozmetoloji denir.

Avrupa Topluluğu tarifine göre kozmetolojinin konusu temizlenme, temizleme, parfüm sürme, sağlıklı durumda kalmayı sağlama, görünüm değiştirme, vücut kokularını giderme, insan vücudunda yer alan deri, kıl, saç, tırnak, dudak, diş ve ağız mukozası ile temasa yönelik madde veya preparatlardır[15].

Sağlık Bakanlığı’nın kozmetik yönetmeliğindeki kozmetik ürünlerin tanımı şu şekildedir: “İnsan vücudunun deri, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar gibi değişik dış kısımlarına, dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek, görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya iyi bir durumda tutmak olan bütün preparatlar veya maddeler, kozmetik ürünler olarak adlandırılır.”[16]

Kozmetiğin tüm boyutları kozmetoloji bilim dalını ilgilendirir. Günümüzde kozmetoloji bilimi multidisipliner bir nitelik kazanmıştır. Şöyle ki kozmetoloji ilmi; farmasötik teknoloji, dermatoloji, kimya, mikrobiyoloji, biyoloji, anatomi, endokrinoloji, histoloji, hijyen, fizik, fizikokimya, fizik tedavi, fizyoloji ve psikoloji gibi bilim dallarından yararlanmaktadır. Eczacılık yönünden önemli bir yeri olan kozmetoloji eğitimi ülkemizde eczacılık fakültelerinin farmasötik teknoloji anabilim dalları bünyesinde verilmektedir[17].

Kozmetik ürünlerle ilgili dünyadaki otorite kurum, merkezi ABD olan FDA (U.S. Food and Drug Administration -Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Kurumu-)dir. FDA kozmetik ürünlerin denetimini üretim aşamasında değil piyasaya sürüldükten sonra herhangi bir olumsuz tablo oluştuğu zaman yapmaktadır.

KOZMETİKLERİN TARİHİ

Kozmetik ürünlerin kullanımı binlerce yıl öncesine gittiğinden bu ürünlerin geçmişte ne şekilde, sıklıkta ve çeşitlilikte kullanıldığının bilgisi günümüze ışık tutması açısından önemlidir. Mağara resimlerinden ve tarihi kalıntılardan elde edilen bilgilere göre bugünkü çeşitlilikte olmasa da kozmetik ürünlerin; toplum içinde fark edilme, güzel görünme, ergenlik, av ve savaş galibiyetlerinde kutlama, hastalıklardan ve kötü ruhlardan korunma gibi amaçlarla çok eski zamanlardan beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. 21. yüzyıl başına kadar Yeni Zelanda, Avustralya, Afrika’nın iç bölümleri ve Brezilya’da çevresi ile iletişimi olmayan bazı ilkel kabileler bulunmaktaydı. Bu kabileler üzerinde yapılan antropolojik araştırmalar ile insanoğlunun asli ihtiyaçları olan yeme, içme, barınma ve soyunu devam ettirmenin yanı sıra başkaları tarafından beğenilme içgüdüsüyle yüzünü ve vücudunu boyadığı, deri altına boyalar zerkederek dövme yaptırdığı görülmüştür[18].

Simya ile kozmetik ürünlerin kullanımının başka bir boyuta geçtiği söylenebilir. Ölümsüzlüğe ulaştıracak hayat iksirini keşfetmek ve demir, kurşun, kalay gibi metalleri kullanarak altın ve gümüşü elde etmeye yönelik çalışmalar simya ilminin iki önemli amacıdır. Mısır ve Mezopatamya’da mabetlere daha ucuz malzeme elde etme amacı ile başlayan ve tarih boyunca pahalı metaller yerine onların taklitlerini yapma çabalarının başında altına benzer metal elde etme gayreti geliyordu. Çin’de, hayat iksirini bulma, hayat süresini uzatma ve yaşlıları gençleştirme ümidiyle yeşim, altın, çam ağacının yaprakları, şeftali gibi maddelerden ilaçlar yapıldı; kırmızı kolloidal altının hazırlanmasıyla simya başladı (M.Ö. 400). İçilebilecek altın yapma sanatı ile yeniden gençleştirme ve uzun ömürlülük ilacı Çince’de Chin-i, Yunanca’da Chemia (xn-me-ia), Arapça’da (kim-iya) olarak tanındı. Zamanla altın uzun ömrün yanı sıra sağlık ve hatta ölümsüzlüğün sembolü oldu[19]. Kozmetik ürünlerin ilk kez bilimsel olarak eldesinin ise MS 130-200 yılları arasında yaşamış Bergamalı hekim ve filozof Galen tarafından yapıldığı düşünülmektedir[20].

Sümerler’de Kozmetik Kullanımı: Bundan dört bin yıl önce yaşamış olan Sümer kadınları, sıcaktan korunmak için vücutlarını yağlayıp yüzlerine ve gözlerine çeşitli boyalar sürerlerdi [21]. Anadolu’nun pek çok şehrinde bulunan müzelerde Sümerliler’den ve bu topraklarda yaşamış kadim topluluklardan kalan eserler arasında küçük krem kaplarını görmek mümkündür.

Eski Mısır’da Kozmetik Kullanımı: Antik Mısırlılar sınıf, cinsiyet ve yaş farkı tanımaksızın hem dini inançları gereği hem de güzelleşmek gayesiyle gözlerini siyah boyayla (sürme) badem şeklinde boyarlardı[22]. Ayrıca gözün alt kısmına da yeşil boya sürerlerdi. Böylece hem kötü ruhlardan hem de çölün yakıcı güneşinden ve göz hastalıklarından korunduklarına inanırlardı. Yeşil boya, bakır taşından (malachite); siyah sürme, kükürtlü kurşundan (galenit); koyu gri boya ise bir çeşit kurşun cevherinden elde edilirdi[23]. Sürmenin içinde bulunan kurşun bazlı maddeler bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek gözün hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlıyordu. Sürmedeki is, gözü güneş ışığının olumsuz etkilerinden koruyordu. Eski Mısırlılar yanaklarını ve dudaklarını boyamak için kırmızı topraktan elde ettikleri boyayı sürüyorlardı. Saçlarını ve tırnaklarını boyamak için kına kullanıyorlardı[24]. Ayrıca gençliklerini korumak için günümüzde de oldukça sık kullanılan hintyağı, susam yağı ve moringa yağının yanı sıra cilt güzelliği için süt banyoları yapıyorlardı. Moringa yağı; anavatanı Kuzey Hindistan’da Himalaya etekleri olan, kökünden saplarına kadar kullanılan ve mucize ağaç olarak bilinen moringa ağacının tohumlarından elde edilir. Su aygırı yağından ise saç uzatan pomatlar geliştirmişlerdi. Beden ve giysi temizliğinde günümüzde de kullandığımız sabunu, ilk kez Mısırlılar üretmiştir. Saçlarını ise sitrik asitle yıkıyorlardı[25]. M.Ö. 3000 yıllarından itibaren kalem boyundaki dallarla dişlerini temizliyorlardı[26]. M.Ö. 2000 yıllarında ise süngertaşı ve sirkeyle yaptıkları diş macununu kullanmaya başladılar[27]. Mısırlı erkek ve kadınlar için süslenmenin yanı sıra güzel kokmak da büyük önem arz ediyordu. Hatta sadece kendi bedenlerine değil kullandıkları eşyalara, evlerine ve hayvanlarına dahi güzel kokular sürüyorlardı[28]. Tanrı resimlerine, sütunlara ve adak boğalarına varıncaya kadar makyaj yapan Mısırlıların özellikle kadın mezarlarında göz farları, krem kutuları, küçük makyaj fırçaları ve çubukları, boyaları karıştırmak için paletler gibi kişisel bakım ürünlerine sıkça rastlamak mümkündür[29]. Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan Louvre Müzesi’nde o döneme ait objeler sergilenmekte, Mısır’da ise bu objelere benzetilerek üretilmiş ürünler turistik mağazalarda satılmaktadır.

Antik Roma’da Kozmetik Kullanımı: Antik Roma’da Çin, Almanya ve Galler’den ithal edilen kozmetik ürünler o kadar pahalıydı ki bu ürünlerin kullanımı zenginliğin bir göstergesi sayılıyordu. Güneş altında çalışmanın sonucu olarak kararan cilt işçi sınıfının göstergesi sayıldığından, saf beyaz bir cilt asilliğin ve lüksün işaretiydi. Bu nedenle kadınlar asla güneşe çıkmazlar hatta beyaz kalabilmek için beyazlatıcı makyaj malzemeleri kullanırlardı. Bunun için gece yatarken kullandıkları kremin içinde; koyun yününden elde edilen lanolin, meyve suları, tohumlar, dışkı, boynuz tozu, bal, bitkiler, plasenta, ilik, sirke, safra, hayvan idrarı, sülfür, yumurta, tütsü, reçine, istiridye kabuğu tozu, tavuk yağı, soğan, beyaz kurşun ve arpa lapası bulunurdu. Türk hamamı geleneğiyle devam eden hamamlarda sağlıklı kalmak ve güzellik gayesiyle çok sık banyo yaparlardı[30]. Banyodan sonra beyaz görünmek için beyaz tebeşir, beyaz kurşun sürerlerdi. Ancak Hristiyanlığın kabulünden sonra Kilise, insanların soyunarak yıkanmalarını yasaklamıştır.

Romalılar, cilt kırışıklarını açmak için kuğu yağı, eşek sütü, Arap zamkı ve fasulye lapası kullanırlardı. Çil ve yaralar salyangoz salgısıyla tedavi edilirdi. Her ne kadar beyazlığı seviyorlarsa da daha sağlıklı görünmek için yanaklarına gül ve gelincik yaprakları, kırmızı tebeşir, kızıllık otu ve timsah gübresinden elde ettikleri açık pembe renkli allık sürerlerdi. Kırmızı cıva sülfit ve kırmızı kurşun zehirli olduğunun bilinmesine rağmen oldukça fazla tüketilirdi. Bu malzemeleri bulamayanlar ise kara dut ve şarap tortusundan allık yaparlardı. Rastık taşı, is ve safrandan siyah, zehirli bakır taşından yeşil, mavi bakır taşından (azurit) mavi boya elde ederler ve bu boyalarla gözlerini boyarlardı.

Hijyenik gerekçelerle kısa kestikleri tırnaklarına Hindistan’dan getirdikleri kırmızı bir boya sürerlerdi. Beyaz dişe çok önem verilir, kırık ve çürük dişlerin yeri hamur veya kemikle doldurulurdu. Ağızlarını insan idrarıyla çalkalarlardı[31]. Parfüm sadece dışarıdan değil, gıdaların içine katılmak suretiyle dahilen de kullanılırdı.

Mısır ve Yunan’ı fethettikten sonra Romalılar’ın güzellik anlayışı değişerek onlar gibi ağır makyaj yapmaya başlasalar da Hristiyanlığın Roma’da yayılmasıyla Hristiyan kadınlar, makyaj yapmanın doğru olmadığına, Allah’ın verdiği güzellikle yetinilmesi gerektiğine inanırdı.

Uzakdoğu’da Kozmetik Kullanımı: Çinliler M.Ö. 3000’li yıllarda Arap sakızı, jelatin, balmumu ve yumurta beyazı ile tırnaklarını boyarlardı. Chou Hanedanı altın ve gümüş, diğer kraliyet ailesi siyah ve kırmızıyı kullanırdı. Düşük sınıftan olanların ise parlak renkleri kullanmaları yasaktı. Japonya’da ise geyşalar[32] yalancı safran denilen bir bitkinin yapraklarını ezerek elde ettikleri boyayı gözlerine ve dudaklarına sürerdi. Soyadan elde ettikleri bir tür vaxı (mum tabaka) yüzlerine sürdükten sonra üzerine pirinç tozu uygulayarak ciltlerini beyaz renge boyarlardı. Bazen de açık renkler elde edebilmek için kuş gübresinden yararlanılırdı. 1498’de Sibirya ve Çin’in soğuk bölgelerinde yaşayan domuzlardan elde ettikleri kıldan diş fırçaları yaptılar. Hatta bu diş fırçalarını Avrupa’ya ihraç ettiler[33].

Amerika’da Kozmetik Kullanımı: M.Ö. 2300’lü yıllarda Amerika kıtasında kurulan Aztek, İnka ve Maya uygarlıklarında yağmur duaları ve av güvenliği için yapılan ayinlerde pelesenk ağacı, sakızı ile birlikte tütün yaprakları Tanrıya adak olarak sunulmaktaydı[34].

Ortadoğu’da Kozmetik Kullanımı: Araplar kokulu reçineleri, yağları ve baharatları uzun zamandır kullanmalarına rağmen 640 yılında İskenderiye’ye geldikleri zaman Mısırlılar’dan kalan damıtma yöntemlerini, amber, mür ve günlüğü işleme tekniklerini öğrendiler. Bu teknikleri geliştirerek kokulu sular üreterek parfümcülüğe büyük katkılar sağladılar. Persler ve Araplar gözlerini siyah toz halinde kullanılan sürme ile boyarlardı. Özellikle hadîs-i şeriflerde güzel koku ve göz sağlığı için sürmenin tavsiye edilmesi İslâm coğrafyasında bu tip ürünlere rağbeti artırmıştır. Mekke’de kadınların makyajını yapan bir kadının olduğu ve Hz. Peygamber’in bu işi yapmasına izin verdiğine dair rivâyet vardır[35]. Medine’de güzel koku satan kişilerin arasında kadınların varlığından söz edilir[36]. İslâm dünyasında kozmetiğe ait en eski kitaplardan birinin Abbâsî Halifesi Mehdi (ö.169/785)’nin oğlu İbrahim/İbrâhim b. Mehdi (ö.224/ 839) tarafından, parfümler hakkında yazılmış olan Kitâbü’t-Tıbb isimli kitap olduğu sanılmaktadır. Aynı yüzyılda Halife Mu‘tasım-Billâh (ö.227/842) adına Kitâbü’l-‘Itr adıyla yine parfümlere ait bir kitap daha yazılmıştır. Ünlü Türk-İslâm bilgini el-Bîrûnî (ö.453/1061 [?]) de eczacılığa ait Kitâbü’s-Saydele isimli eserinde vücut güzelliği ve kozmetiğe ait bilgiler vermektedir. Kitabında amber, misk, gül, nergis, akasya, yasemin yağı gibi deodoranlar, mersin yaprağı ve emlecin sade yağda kaynatılmasıyla elde edilen saç dökülmesini önleyici formüller yer almıştır[37].

Endülüs’te Kozmetik Kullanımı: Makkarî[38]’ye göre Endülüslüler, Allah’ın kulları arasında giyim-kuşamları, ev eşyaları ve diğer hususlarda temizliğe en fazla dikkat edenlerdir. Elindeki imkânı yalnız bir günün yiyeceğini karşılamaya yetecek kadar fakir olanı bile o gününü oruçlu geçirir ve elindeki para ile bir sabun satın alır, asla göze hoş gelmeyen bir görüntü ile toplum içine çıkmazdı[39]. Zamanının büyük hekimi olan Ebü’l- Kâsım Halef b. Abbâs ez-Zehrâvî (Ö.400/1010), Endülüs topraklarında yeni inşa edilen Medînetüzzehrâ’ya nispetle “ez-Zehrâvî” lakabıyla tanınmıştır. Avrupa’da “Abulcasis” diye bilinen ez-Zehrâvî, et-Tasrîf isimli 30 ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazmıştır[40]. Latinceye de çevrilen bu ansiklopediden yüzyıllar boyu yararlanılmıştır. ez-Zehrâvî bu ansiklopedinin 19. cildinin ikinci bölümünü tamamen kozmetiğe ayırmıştır. Kozmetiği tıbbın bir branşı olarak tanımlayan müellif, bu bölüme güzellik ilacı (edviyatü’z-zîne) ismini vermiştir. Eserinde bugünkü roll-on, deo-stick ve ruj olarak isimlendirilen kozmetik ürünlerin çok benzerlerinin yapımından bahsetmiştir[41].

Bizans ve Osmanlı’da Kozmetik Kullanımı: Bizans’ın başkenti olan Konstantinopolis’te 10. yy’dan itibaren faaliyette olan sabun loncası Osmanlı zamanında da devam etti. 1780 tarihli bir Osmanlı elyazması kitapta renkli ve kokulu sabunların yapılışı şu şekilde anlatılır: “Sıvı kara günlük ve mahlep ve albız tırnağı[42] onar dirhem; ve karanfil ve zencefil birer dirhem; ve zurunbad (yabani zencefil) ve aselbend[43] beşer dirhem; ve arakî sabun iki yüz dirhem. Önce sabun bıçak ile yufka yufka doğranıp, gül suyu ile ıslatıp dövülmüş eczayı katıp, hamur edip, dilediği gibi kesip kuruta. Dilerse kalıba vura...Ve eğer renkli sabun olsun dersen ağ olmayıp: Dört dirhem karanfil ve dört dirhem tarçını ve on dirhem sandalı iyice döğüp, ince elekten geçirip katasın. Gül suyu ile yoğurup hamur elde edesin.”[44]

Osmanlı döneminde pek çok sayıda sabunhane vardı[45]. Özellikle Girit adası zeytinyağı ihraç eden bir ada idi ve zentinyağından sabun üretiliyordu. Kaynakların verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, Girit adasında 1720’lerden itibaren sabunhane sayısının artmasına paralel olarak sabun üretimi de artmaya başlamış ve Karadeniz bölgesinde geniş sürümü olan bu kaliteli sabun Rusya ve Avrupa’ya ihraç edilmiştir[46].

Diş tozları bugün de toz halde diş hekimliğinde kullanılır. 19.yüzyıla ait bir diş tozu reçetesinin terkibinde bulunan maddeler toz halde dişleri beyazlatıcı ve temizleyici olarak kullanılmaktadır. Reçete şu şekilde tarif edilmektedir:

Diş Tozu Terkibi: On dirhem dövülmüş ıhlamur kömürü, on dirhem iyice dövülmüş kırmızı kına kına kabuğu ve üç dirhem güherçile (güvercile) kaymağı. Bu eczaları dövüldükleri halde birbiri ile hal edüp (karıtırıp) ve kokulu olmasını isteyen üç damla bergamot veya nane yağı cümlesini karıştırıp iki üç günde bir defa alub sünger veyahut fırçayı ısladub dişleri boyuna yavaş yavaş oğalar, badehu (sonra) mevsimine göre ılıcak veyahut adi su ile gasl ideler (temizlenecek)[47].

Osmanlı’da belki de en önemli sayabileceğimiz kozmetik maddesi gülsuyu ve gülyağıdır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in terinin kokusuna benzetilen gülsuyu kokusu kozmetik ürünlerin yanısıra şerbetlerden lokumlara kadar pek çok alanda kullanılmış, önemli gün ve gecelerin vazgeçilmezi olmuştur[48].

Osmanlı’da kadın kuaförler (meşşâteler) vardı. Arapça bir kelime olan “meşşâte”, gelini tarayıp saçını düzelten ve zinet elbiseleri giydirip süslendiren kadın kuaförü demektir[49]. Gelinin yüzünü süslemenin câiz olduğuna dair bir fetva örneği: Soru: “Meşşâta olan Hind, Zeyneb’i gelin etdikde Zeyneb’in yüzünü tezyîn etmekde be’is var mıdır?” el-Cevâb: “Yokdur”[50].

KOZMETİK ÜRÜNLERİN BUGÜNÜ

Özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra kozmetik ürünlerin bir moda akımı olarak da kullanılmaya başlaması ve sanayileşme yolunda hızla ilerlemesi söz konusudur. Son yüzyılda oldukça gelişen ve genişleyen bu sektör sağlık problemleri dolayısıyla oldukça sık sorgulanır hale gelmiştir. Bu ürünler, haricen kullanıldığından ilaç veya gıda maddeleri kadar sıkı denetime tabi tutulmamıştır. Ancak derinin geçirgenliğinin tahmin edildiğinden daha fazla olduğunun anlaşılmasından sonra bu ürünlerde kullanılan hammaddelerden, ambalajlarına; dağıtım ve depolama koşullarından, üretim tekniklerine kadar her aşaması kontrolden geçirilmeye başlanmıştır. Kimya ilminin gelişiminden payını alan kozmetoloji bilimi sentetik hammaddelerden oldukça fazla yararlanmıştır. Ancak yapılan çalışmalarda gerek doğal gerekse sentetik hammaddelerin sağlık açısından doğurduğu sakıncalar bu bilimi bir başka aşamaya, dermokozmetiğe[51] (kozmesötik) taşımıştır. Genellikle eczanelerde satılan bu ürünler diğer kozmetik ürünlere oranla daha güvenilir kabul edilmektedir.

Gıda, ilaç, kozmetik, medikal cihaz gibi insan sağlığını doğrudan ilgilendiren ürünlerin doğru koşullarda üretilebilmesi, ürünlerin hazırlanmasından dağıtımına kadar gerçekleşen tüm aşamalarda oluşabilecek kirlenmeleri önlemek ve güvenirliliği artırmak amacıyla GMP (Good Manufacturing Practices)- İyi Üretim Uygulamaları adında bir sistem geliştirilmiştir. Avrupa Birliği, üye ve aday ülkelere 2013 yılından itibaren GMP sisteminin kozmetik ürünler için de uygulanması zorunluluğunu getirmiştir. Bir milyar doları aşan kozmetik ihracatı yapan ülkemizde GMP belgesini TSE (Türk Standartları Enstitüsü) vermektedir.

KOZMETİK KAPSAMINA GİREN ÜRÜNLER

Kozmetik kapsamına giren ürünler şu şekilde sınıflandırılabilir[52]:

Deriye Uygulanan Preparatlar:

Sabunlar

Kremler

Renkli kozmetik (Makyaj malzemeleri)

Deodorantlar

Tıraş Malzemeleri

Parfümler

Güneş yağları

Nemlendiriciler

Şampuanlar

Ağız Mukozasına Uygulanan Preparatlar:

Diş macunu

Ağız suları

Saça Uygulanan Preparatlar:

Şampuanlar

Şekil vericiler

Saç kremleri

Boyalar

Tırnağa Uygulanan Preparatlar:

Tırnak cilaları

Tırnak boyası temizleyicileri

KOZMETİKLERDE KULLANILAN HAMMADDELER

Kozmetik hammaddelere uluslararası bir standart getirmek amacıyla INCI (International Nomenclature Cosmetic Ingredient)isimli bir sistem geliştirilmiştir[53].

Genel olarak kozmetik ürünlerde kullanılan hammaddeleri şöyle sıralamak mümkündür[54]:

Ana Maddeler

-Yağlar

-Bitkisel Yağlar (hint yağı, zeytinyağı, pamuk yağı, palm yağı, tatlı badem yağı, mısır yağı vb.)

-Hayvansal Yağlar (İç yağı)

-Mineraller

-Vakslar ve Esterler[55]

-Hayvani kaynaklı (balmumu)

-Bitkisel kaynaklı (karnauba ve kandellila mumu)

-Fosil kaynaklı (montana mumu ve ozokerit(parafin sınıfı))

-Yağ asitleri (Laurin, miristin, palmitin, stearin, araşidin, oleik, linol, linolein, risiloneik, 1,2 hidroksi stearin asidi)

-Alkoller

-Yağ alkolleri (undesilen, lauril, miristin, setil, stearin, araşidin, oleil, risinol, linoleil, heksadesil, oktanol, dekanol, mannitol, sobitol)

-Küçük moleküllü alkoller (etil, isopropil, propil, gliserin, glikoller; etilen glikol, 1.2 propilen glikol, polipropilen)

-Triperten grubu alkoller (kolesterin, stosterin, isokolesterin)

-Su

-Pudralar

Yardımcı Maddeler

-Emülgatör[56] ve Stabilizatörler[57]: Ürünün eşit oranda karışımını ve pürüzsüz bir yapı oluşmasını sağlayan maddeler.

-Doğal maddeler: Deniz alglerinden elde edilenler; laminarin, alginik asit, fukoidin, karragenan, agar, kara bitkilerinden elde edilenler; karaya gummi, çeşitli bitki ve hayvanlardan elde edilenler; dekstran, pektin, jelatin, kazein ve albümin.

-Sentetik maddeler: Nişasta ve türevleri; hidroksietil, karboksi metil nişasta, sellüloz türevleri; metil sellüloz (MC), karboksi metil sellüloz (CMC), metil hidroksi propil sellüloz, hidroksi etil sellüloz, sodyum sellüloz sülfat. Ayrıca polivinil alkol (PVA), polivinilprolidon (PVP) ve kopolimerleri PVP, PVA, karbopol (karboksivinilpolimer), poliakril ile polimetakril polimerleri, tansiyoaktif maddeler; sodyum lauril sülfat, linear alkilbenzen sülfonat (LAS), Türk kırmızısı yağı (sodyum sülforisinoleat), monogliserit sülfat esterleri, alkilamid sülfatlar, yağ alkolü sülfatları, kuaterner amonyum bileşikleri, sorbiton esteri, sorbitan yağ asidi polietilen eteri) vs.

-Nemlendiriciler: Deride suyun tutulmasını ve elastikiyeti sağlayan maddeler: Hyaluronic acid (HA), chondroitin, a-hidroksi asit (AHAs), Ş-hidroksi asit (BHAs), a- ketoasit (AKAs), sphingolipid, üre vs.

-Antioksidanlar: A, C (Askorbik asit) ve E (Tokoferoller) vitaminleri, Butil Hidroksi Tolüen (BHT), Butil Hidroksi Anisol (BHA), propil gallat, sesamol, gainac reçinesi, guajaret asidi, sistein, askorbil palmitat vs.

-Çözücüler: isopropil alkol, cetearath-11, cetearath- 15, sorbitol vs.

-Koku maddeleri: Sentetik veya doğal yollarla elde edilebilen esanslar kozmetik ürünlerde hem bazı hammaddelerin kötü kokusunu baskılamak için hem de güzel koku vermek için kullanılır.

-Koruyucular: Mikrorganizmaların üremesini ve ürünün bozulmasını önlemek için kullanılan maddeler: Parabenler, dehidroasetik asit, bithional, klorhekzidin, sorbik asit, tokopherol, sodyum benzoat, vs.

-Boyalar: Çinko oksit, demir III oksit, kaolin, magnezyum oksit, alüminyum oksit, alüminyum silikat, kalsiyum karbonat, karmen, annotto, klorofil Cu kompleksi, karamel gibi organik ve tabii boyaların yanı sıra çok çeşitli sentetik boyalar kullanılır.

Etken Maddeler

-Eterik yağ ve bitki ekstreleri: Bitkilerin kök, gövde, yaprak ve çiçeklerinden elde edilen, hoş kokulu yağlardır. Lavanta, nane, gül, zencefil, limon, mandalina vb pek çok bitkinin esansı bulunmaktadır.

-Pigment leke gidericiler: Özellikle yaş ilerledikçe ciltte ortaya çıkan lekelerin giderilmesi için kullanılan maddeler: C vitamini, E vitamini, glabradin, su teresi ekstresi, arbutin vs.

-Silikonlar: Krem ve şampuanlarda yumuşaklık ve parlaklık vermek için kullanılırlar: PEG türevleri, dimetikon vs.

-Güneşe karşı koruyucular: Güneş ışığının zararlı etkilerine karşı(yaşlanma, kuruma, kanser vs) kullanılan maddeler: Butil metoxi-dibenzoilmetan, benzophenon 3, etilhezilsalisilat, oktokrilen vs.

-Vitaminler:

-A vitamini (retinol): Deride protein imalini artırarak kollajen oluşumuna yardımcı olur. Cildi korumak amacıyla güneş kremlerine ilave edilir.

-Ş-caroten: Deriyi tahriş etme özelliğinden dolayı sivilceli ciltlerde kullanılır.

-B vitamini: Saç ve derinin normal yapı taşını teşkil eder. Bu vitaminin eksikliği saç ve deride problemlere yol açar.

-C vitamini: Ciltteki leke ve sivilceleri yok etmek için kullanılır.

-E vitamini(a-tochophrol): Güneşin zararlı ışınlarına karşı ve cilt tahrişini önleme amaçlı kozmetik ürünlerde kullanılır.

KOZMETİK                                  ÜRÜNLERDEKİ              OLUMSUZ

DEĞİŞMELER

Rutubet, havadaki oksijen, ışık, ambalaj, hammaddelerin birbiri ile etkileşimi, mikroorganizma bulaşması ve ısıya maruz kalması sonucu kozmetik ürünlerin yapısında değişiklikler meydana gelir. Bu yapısal değişiklik sonucu ürünün rengi, kıvamı hatta kokusunda bozulma meydana gelir. Ciltte alerjik reaksiyon oluşmasından kansere kadar çeşitli hastalıklara neden olabilir. Bu nedenle kozmetik ürünlerin depolama, ambalajlama, dağıtım ve kullanım sırasında bu tip olumsuz etkenlere karşı korunması gerekir. Özellikle aspergillus flavus isimli mikroorganizmadan aflotoksin meydana gelir ve bu maddenin kanserojen etkisi kanıtlanmıştır[58].

KOZMETİK                                 ÜRÜNLERDE KULLANILAN

HAYVANSAL HAMMADDELER

Özellikle yurtdışından ithal edilen kozmetik ürünler ve hammaddelerde bulunan hayvansal katkılar İslâm Dini tarafından yasaklanmış olan domuz kaynaklı olabilmektedir[59]. Yine İslâm’ın nasslarla belirlediği kesim kurallarına uyulmadan kesilmiş olan ve meyte hükmünde sayılan sığır, koyun, keçi gibi hayvanlardan elde edilen ürünlerin kullanımına bazı mezhepler cevaz vermemektedir[60]. Günümüzde üreticiler, sentetik boyaların neden olduğu bazı olumsuzluklar sonucu binlerce seneden beri kullanılan ve bitkilerin yanı sıra böceklerden (E120-cochineal-carminic acid- karmin) de elde edilen doğal boyalara yönelmiştir. Bu boyalarla ilgili herhangi bir sağlık riski bulunmamakla birlikte bazı mezheplerin böcek tüketimine mesafeli duruşu Müslüman tüketiciler tarafından bu boyalara şüpheyle yaklaşılmasına neden olmaktadır[61].

Balmumu, lanolin, serum, kollajen, melanin ve kitin hayvansal katkılardandır.

Hücre yenileme özelliğinden ötürü çok eski tarihlerden beri insan ve hayvanlardan elde edilen plesanta, sperm ve ceninin kozmetiklerde kullanımı söz konusudur. Bu durum hem hijyen hem de dini açıdan problem arz etmektedir[62].

KOZMETİK ÜRÜNLER İÇİN KULLANILAN ULUSLARARASI STANDART BİRİMLERİ

INCI (International Nomenclature Cosmetic Ingredients): Uluslararası kozmetik ürün bileşenleri terminolojisi.

CTFA (Cosmetic, Toiletries and Fragrances Association): Amerika Birleşik Devletleri Kozmetik Üreticileri Birliğinin derlemiş olduğu kozmetik ürün bileşenleri sözlüğü.

CI (Color Index): Uluslararası boyar madde renk indeks numarası.

DOĞAL VE ORGANİK KOZMETİK ÜRÜNLER İÇİN

KULLANILAN LOGOLAR

ECO CERT[63] : Uluslararası organik sertifika veren en önemli kuruluştur. Üretimin tamamını her aşamada denetler. Bağımsız bir kuruluş olup 15 ülkede ofisi bulunmaktadır. Bir ürün Eco Cert sertifikası alabilmek için en az %95 bitkisel ve doğal maddeden oluşmalı ve kullanımına %5 kadar izin verilen sentetik maddeler, Eco Cert kuruluşunun negatif listesinde bulunmamalıdır. Hayvan testlerine karşı bir kuruluştur.

ECO CERT negatif listesi:

SLS, mineral yağ, silikon.

PEG emülgatörler.

Carbomerler.

Parabenler.

İzopropil miristat.

Sentetik parfüm ve boyalar.

Yağlı alkoller ve asitler.

 

COSMEBIO[64]: On kozmetik laboratuarının bir araya gelmesiyle oluşan bağımsız bir kuruluştur. Bu kuruluş, organik kozmetik ürünlerin üretimindeki her aşamanın şeffaf olmasını şart koşar. En az %95 doğal madde veya organik tarım kaynaklı bitkisel ürün içermek zorundadır. PEG, GDO, silikon, parafin, parabenler, fenoksietanol, sentetik kokular, renklendiriciler, petrokimya türevleri kullanılamaz. Hayvan testlerine karşıdır. Ambalajları geri dönüşümlü olmalıdır. Ürünün tüm aşamaları etiketinde yer almalıdır.

ECO GARANTIE[65]: Dünyanın ekolojik dengesini bozmadan üretim gerçekleştiren firmaların kurallarını ve kalite normlarını belirleyen kozmetik ve temizlik maddelerini denetleyen bir kuruluştur. Tüketici lehine fiyatlandırma yapılması, hayvanlar üzerinde test yapılmaması ve geri dönüşümlü ambalaj kullanımının şart koşulması bu kuruluşun ilkeleri arasındadır.

BDIH: (Sanayi ve Ticaret Şirketleri Federasyonu)[66]: Almanya’da organik ürünlere sertifika veren kuruluştur. Bu sertifikayı taşıyan ürün uluslararası organik kozmetik kriterlerine uygun olarak kabul edilir. Bu ürünler bitkisel olmalı, sentetik koku ve renklendirici içermemeli, bu ürünlerde silikon, parafin ve petrol türevleri kullanılmamış olmalıdır. Ürünlerin içinde mikrop ürememesi için doğal koruma sistemlerinin yanı sıra doğala yakın olarak kabul edilen bazı maddelerin kullanımına izin verilir. Ancak bu tarz ürünler kullanıldığında etiketinde “dayanıklılığı şu madde ile artırılmıştır” ibaresinin yazılması şart koşulur.

ÖKO TEST SEHR GUT[67]: Sher gut, Almanca çok iyi demektir.

Almanya’nın bu konudaki en güvenilir kuruluşudur. Kozmetikten kumaş boyasına,

bebek oyuncağından elektroniğine kadar çok geniş bir yelpazede ürün testleri yapıp sonuçlarını şeffaf bir şekilde açıklar. Büyük laboratuarlarında çalışan yüzlerce bilim adamıyla geniş çaplı araştırmalar yapar. Ürünlerde hayvansal ve GDO’lu hammadde kullanımına izin vermez.

O.F.C Australia - Certified Organic[68]: Avustralya’da bulunan, gıda ve cilt bakımında organik ürün tercih eden tüketici beklentilerini karşılamak, standartları korumak ve geliştirmek için kurulmuş olan organik sertifikasyon kuruluşudur. Organik gıda ve cilt bakım ürünlerinin, organik tarımla ve kimyasal hiçbir katkı konulmadan üretim yapıldığının takibini yapan bu kuruluş, ürünlerde sentetik koku, sentetik renklendirici, sülfatlar ve parabenlerin kullanılmasına izin vermez.

 ÜUSDA ORGANIC[69]: Amerika Birleşik Devletleri’nde yer alan bu kuruluşun vermiş olduğu sertifika ile ürünün %95 organik olduğu anlaşılır. %100 organik ürün etiketleri de bulunmaktadır. Ayrıca bir ürünün %70’i organik ise etiketinde hangi maddelerin organik olduğunu yazmasına izin verilir.

HELÂL SERTİFİKALI KOZMETİK ÜRÜNLER ve LOGOLARI

Dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren pek çok helâl sertifikalandırma kuruluşu vardır. İslâm dinine göre yenilmesi haram olanları; leş, kan, domuz, hamr ve Allah adına kesilmemiş hayvanlar olarak sıralamak mümkündür. Genel olarak bunların dışında kalanları helal olmasına rağmen bu kadar çok helâl sertifika veren kurumların olmasının nedeni yukarıda saydığımız maddelerden elde edilen çok sayıda katkı maddesinin varlığıdır. Biz burada ülkemizde bulunan helal sertifikalandırma kuruluşlarından ikisinin logolarının üzerinde duracağız. Bu konuyu ilerleyen bölümlerde ayrıca inceleyeceğiz.

Ms/GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği)[70]: Gıda maddeleri, temizlik ve kozmetik ürünleri ile ilaçlar gibi temel ihtiyaç maddeleri hakkında bireysel ve toplumsal duyarlılıkları geliştirip, bu maddeler üzerinde kontrol ve denetim sağlayarak, bunların sertifikalandırılmasını gerçekleştirecek çalışmaları planlayarak, bu hususta gerektiğinde her türlü sosyal, siyasal, iktisadi, kültürel, sanatsal, düşünsel, ticari, eğitimsel ve benzeri faaliyetlerde bulunmayı kendine misyon edinen bu kuruluşun merkezi İstanbul’dadır.

TSE- HELÂL[71]: Türk Standartları Enstitüsü helâl sertifikalandırma çalışmalarına 2011 yılında başlamıştır. Türk Standartları Enstitüsü, gıda ürünlerinin üretilmesinde İslâmî kurallara uygun olarak tüm süreçleri kapsayacak şekilde gerçekleştirilen “Helâl Gıda” belgelendirmesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı ile yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. TSE Helal Gıda Belgeleri, HACCP[72] ve ISO[73] gibi uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun üretimlerin ayrıca İslâmî şartlara da uygunluğunu göstermektedir. 2014 yılından itibaren kozmetik ürünler ile ilgili de helal belgelendirme yapmaya başlamıştır. Herhangi bir kozmetik ürüne “TSE Helal Belgesi” alabilmek için İslâm Konferans Örgütünün bünyesinde geliştirilen ve İslâm dünyasına ait ortak bir ölçülendirme sistemi olan SMIIC: 1[74]’in standartları esas alınmıştır.

 

ITRİYYÂT KAVRAMI VE TARİHÇESİ

ITR, ITRIYYÂT ve TÎB KELİMELERİNİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMLARI

Arapça’da güzel kokuya ıtr, güzel koku üretim ve satma işine ıtâre, kokuyu satan kişiye de attar adı verilir[75]. Yine ıtriyyât, ıtriyye’nin çoğulu olarak güzel kokulu esanslar, yağlar ve benzeri şeyler anlamına da gelir. Araplar, güzel kokuya esintiyle gelmesinden dolayı rîh, râiha demişler, güzel ve temiz olan şeyler de güzel koktuğu için böyle kokuyu ifade etmek üzere de tîb kelimesini kullanmışlardır[76]. Tîb kelimesi, za’feran, bensec, yasemin, gâliye, reyhân, verd, vers, usfur gibi güzel kokan cisim” şeklinde de tarif edilmiştir[77]. Müslümanların hac vazifelerini ifa ederken toplandıkları yerin adı olan Arafat kelimesinin bir anlamı da güzel kokudur. Dünyanın her tarafından gelen insanların bu yerde birbirleriyle görüşüp tanışmaları veya günahlarını itiraf ederek Allah’tan af dilemeleri, af dileyenlerin affedilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Allah katında güzel bir kokuya sahip olmaları sebebiyle bu adın verildiği ileri sürülen görüşler arasındadır[78].

Itr, ıtriyyât ve tîb terimlerini kozmetik kavramı içinde değerlendirmek gerekmektedir. Fransızca parfümeri karşılığı olarak ıtriyyât terimi kullanılmaktadır. Bazı kimseler de doğru olmamakla birlikte kozmetik yerine parfümeri deyimini kullanmaktadır[79]. Ancak parfümler Ortaçağ’da kozmetiklerin büyük bir kısmını oluşturduğu için parfümleri/ıtriyyâtı müstakil bir bölüm halinde incelemek uygun olacaktır. Öte yandan kolonya ve parfümün içinde bulunan etil alkolün fıkhî açıdan değerlendirmesini yapabilmek için ıtriyyât başlığı altında toplanan güzel koku üretme ve kullanma tekniklerinin kısaca incelenmesi faydalı olacaktır. Yine Hz. Peygamber zamanından itibaren günümüze kadar geçen zaman zarfında İslâm ülkelerinde attarlık mesleğinin tarihçesi hakkında bu bölümde kısa bir bilgi vermenin de yararlı olacağı kanaatindeyiz.

ATTARLIK MESLEĞİ ve ECZACILIK İLE İLİŞKİSİ

Attar kelimesi, eskiden bir nevi eczacılık yapan, güzel kokular satan kişilere verilen isim iken günümüzde baharat, şifalı ot, çeşitli bitkilerin, yağların ve kurutulmuş gıdaların ticaretini yapan kişiler için kullanılmaktadır[80]. Itrın bazı hadis kitaplarının büyû‘ kısımlarında özel başlık altında ele alınmış olması Hz. Peygamber zamanında attarlık faaliyetlerinin varlığının bir göstergesi sayılabilir[81]. Attarlık mesleğini yalnız erkekler değil kadınlar da yapardı. Nitekim Medine’de attarlık yapan bazı kadınlar vardı. Bunlardan Esmâ binti Muharribe, oğlu Abdullah b. Ebû Rebîa’nın Yemen’den gönderdiği kokuları satardı[82]. Medine’de bu işi yapan Havle ve Müleyke adlarında iki hanım daha bulunuyordu[83].

Diyanet İslâm Ansiklopesi’nin attar maddesini yazan Nil Sarı bu konuda şunları kaydetmiştir:

“Türkçe ’de daha çok aktar şeklinde söylenen kelime, “güzel koku” anlamındaki Arapça ıtrdan gelmektedir. Ancak attar yalnız güzel kokular değil her türlü şifalı bitkileri ve bunlardan yaptığı ilâçları da (‘akkâr, çoğulu ‘akâklr) satardı. Nitekim bu kelime Arapça’da saydalî veya saydalânî (eczacı) ile eş anlamda kullanılmıştır. Attarlık Islâm dünyasında Hz. Peygamber devrinden beri bilinen bir meslektir. Hatta Sahîh-i Buhârî’de attar ve güzel koku satışı ile ilgili olarak “Bâb fi’l- ‘attâr ve bey ‘i ’l-misk” (Buhârî, “Büyû‘”, 38) adıyla ayrı bir başlığa yer verilmiştir. Eskiden beri serbest ticaret yapan attarların dükkânları eczanelerin ilk örnekleridir. Bazı attarların uygun olmayan veya özelliklerini yitirmiş malzemeleri satmaları, hatta hastalara zaman zaman başka ilâç vermelerinin görülmesi üzerine Halife Mu‘tasım- Billâh zamanından itibaren attarların imtihan edilerek faaliyetlerinin belgeye bağlanması yoluna gidilmiş ve attar dükkânlarının kontrolü hisbe[84] teşkilâtının görevleri arasında yer almıştır. Birçok şehirde yalnız attarların faaliyet gösterdikleri çarşı ve pazarlar vardı. Bunların en meşhurları Fustat ’taki Sûku’l-attârîn, Şam ’daki Sûku’l-ıtr ve İstanbul ’daki Mısır Çarşısı idi. Bir eczacı gibi bazı temel bilgilere sahip olması gereken attarın gerek sağlık gerekse ticaret bakımından maddelerin korunma usullerini bilmesi, çabuk bozulan maddeleri de tanıması gerekiyordu. Kurutulmuş çeşitli otlar, yapraklar, kökler, çiçekler, tohumlar, meyvalar ve diğer şifalı otların önemli bir kısmı kuru olarak satılırken bazı ilâçların yapılmasında kullanılan nebâtî, hayvanî ve madenî maddeler (droglar) ise daha çok basit ve iptidai şekliyle (müfred ilâçlar) tek tek satılırdı. Fakat attarlar eskiden bugünkü eczanelerde yapıldığı gibi, suda kaynatılmış ve pişirilmiş ilâçlar dışında hekim reçetelerindeki formüllere göre tıbbî maddeleri birleştirerek müshil, macun, merhem ve kuvvet verici bazı mürekkep ilâçlar da hazırlarlar, ancak ilâçları bugünkü eczacılıkta olduğu gibi sabit bir terkiple düzenleyemezlerdi”[85].

Kitâbü’s-Saydale’nin müellifi büyük hekim el-Bîrûnî (ö.453/1061 [?]), eczacılara saydalânî denildiğini bu kelimenin ise sandal ağacından geldiğini söyler. Hintliler sandal kokusunu çok severlerdi, fakat Araplar bu kokuya pek rağbet etmediğinden bu hammaddeyi kokular içinde değil de ilaç olarak telakki ederek eczacılık deyimi olarak kullanmışlardır[86].

İslâm ülkelerinde eczacılığın gelişmesiyle birlikte attarların faaliyetleri kısıtlanmaya başladı[87]. Attarın ot toplama, kurutma ve bazı ilaç terkipleri yapma gibi faaliyetleri zamanla gerilemiş ve attarın eczacılık yönü zayıflayarak güzel koku satan tüccar yönü ön plana çıkmıştır. Fetvâ kitaplarında attarların kokular yanında merhem ve ilaç olarak ürettikleri yağları sattıkları belirtilmektedir[88].

GÜZEL KOKUNUN (PARFÜM, ITR)                              TARİHİ    VE

HAMMADDELERİ

Bilinen en eski koku çeşidi tütsülerdir[89]. Daha çok dinsel törenlerde kokulu bitkilerden elde edilen tütsülerin yakılması sırasında oluşan dumanları tarif eden per (ile) ile füme (duman) kelimelerinden parfüm kelimesi doğmuştur[90]. Latince’de per fumum tümüyle uçucu anlamına gelmektedir. Tarihi kalıntılardan elde edilen bilgilere göre insanoğlu güzel kokuya her zaman önem vermiştir. Bunun için güzel kokulu çiçeklerden, bitki köklerinden, ağaç gövdelerinden hatta bazı hayvanların vücutlarında biriktirdikleri güzel kokulu salgılardan yararlanarak özel karışımlar, merhemler, kremler, tütsüler yapmışlardır[91]. İnsanların güzel koku anlayışları yaşadıkları bölgelere göre değişiklik arz etmiştir. Doğu’da yaşayan insanlar baharatlı kokuları tercih ederken Avrupalılar daha hafif olan çiçek kokularına yönelmiştir[92].

Kokuya olan düşkünlük o kadar çok artmıştır ki ticarî olarak da büyük bir değer haline gelmiştir. Eski Mısırlılardan itibaren Arabistan bölgesi güzel koku ticaretinin yapıldığı önemli bir merkez haline gelmiştir. Arabistan’ın batısında kalan bölgeler bütün koku maddelerinin sadece bu yarımadada üretildiğini zannediyorlardı. Araplar bu algıyı kaybetmemek için Çin ve Hindistan’dan ithal aldıkları ürünlerin dahi kendi topraklarında üretildiği izlenimini veriyorlardı. Bu durum Avrupalılar’ın Ümit Burnu’nu keşfedip başka yollarla Hindistan ve Çin’e gitmelerine kadar sürdü.

Parfümü ilk keşfeden Eski Mısırlılar zamanında damıtma yöntemleri bilinmediğinden güzel koku maddeleri önce yağda bekletilirdi. Bu kokulu yağlar merhem ve krem şeklinde kullanılırdı[93]. Bu yağlar keten, susam ve zeytin gibi bitkisel veya sığır, kümes hayvanlarının ve bazı balıkların içyağı gibi hayvansal içerikli yağlardı. Mürrüsafi[94], kına, tarçın, ardıç, hint sümbülü, safran, bal, üzüm gibi bitki ve reçinelerin karışımından elde edilen kyphi, bilinen en eski parfümlerden biridir.[95] Mısırlılar, parfüm bilgilerini İbraniler’e, Asurlular’a, Babilliler’e, Keldaniler’e, Persler’e, Yunanlar’a aktarmışlardır. M.Ö.2. yüzyılda Yunanlı yazar Apollonius parfüm üzerine bilimsel bir eser yazmıştır[96].

İlk kozmetik ve parfüm ustası günümüzden yaklaşık olarak 3000 sene önce yaşamış bulunan Firavun 4. Amenhotep’in eşi Kraliçe Nefertiti, parfüm tarihinin en popüler kişisi ise Mısır Kraliçesi Kleopatra’dır[97].

Doğu’da ise Çinliler MÖ.2300’lerde misk ile yasemin ve lotusu karıştırarak; Hintliler ise yasemin, gül, nergis ve sümbülteber çiçeklerinin karışımından parfüm elde etmişlerdir[98].

İlerleyen zamanlarda alkolün damıtılması ile artık başka bir boyuta geçilmiş ve modern parfümün atası olan Macaristan suyu adı verilen ilk parfüm 1370’de Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu parfümün formülünde gülsuyu ve biberiyenin kullanıldığı bilinmektedir [99] . Günümüzde oldukça sık olarak kullanılan kolonya ise adını Almanya’nın Köln (Cologne) şehrinden almıştır.

En önemli parfüm hammaddeleri uçucu yağlardır. Bu yağları elde etmek için damıtma, özütleme veya sünger arasında sıkıştırma gibi yöntemler kullanılır. Misk, amber gibi maddeler parfümlerde kullanılan uçucu maddelerin hızlı buharlaşmalarını önleyerek sabitleyici etki yaparlar. Bileşimsel olarak doğadaki çiçek kokularını andıran ya da doğada hiç bilinmeyen kokulara sahip yüzlerce yapay madde üretilebilmektedir. Çok sayıda bileşiğin karışımından oluşan üstün nitelikli parfümler yüzü aşkın sayıda bileşik içerebilir. Parfümler genel olarak sahip oldukları en baskın ve belirgin kokuya göre sınıflandırılır. Çiçek kokulu karışımlar yasemin, gül, meşe ya da gardenya gibi çeşitli çiçeklerin kokularından oluşur. Baharatlı karışımlarda karanfil çiçeği, kuru karanfil, tarçın ya da küçük Hindistan cevizi kabuğu kokuları bulunur. Odunsu kokulu parfümler sandal ve sedir ağacı esansları içerir. Yosun kokulu olanlarda ise başlıca meşe likeninden çıkarılan kokulu bir madde yer alır. Üçgül gibi çeşitli otlardan çıkarılan kokuların oluşturduğu grup otsu-kokulu parfümler, deri- tütün ya da huş ağacı katranından elde edilen kokuların oluşturduğu grup deri-tütün kokulu parfümler, meyve kokusunu andıran aldehitli bileşiklerin oluşturduğu grup da aldehitli parfümler olarak adlandırılır[100].

SEMÂVÎ DİNLERDE GÜZEL KOKU KULLANIMI

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), tüm peygamberlere haya, nikâh ve misvak kullanmanın yanı sıra güzel koku sürünmenin sevdirildiğini buyurmuşlardır[101] [102] . Günümüzde semavi dinlere inanan üç grup vardır: Müslümanlar, Hristiyanlar ve Mûsevîler. Hristiyanlar ve Mûsevîler, ibadetleri esnasında güzel koku yakmak suretiyle dualarının Allah katına yükseleceğine inanırken Müslümanlar’da böyle bir inanış ve uygulama yoktur. Müslümanlar Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in güzel kokuyu sevmesi ve kullanmayı teşvik etmesinin de etkisiyle güzel kokuyu hem çok kullanmışlar hem de ticaretini yapmışlardır.

MÛSEVÎLİKTE GÜZEL KOKU KULLANIMI

Tek tanrılı dinler içinde tütsüye en çok önem veren Mûsevîlik olmuş96, Tevrat’ta, tütsünün nasıl hazırlanacağı, ne zaman yakılacağı, tütsü sunağının ne şekilde yapılacağı şu şekilde tarif edilmiştir:

“Üzerinde buhur yakmak için akasya ağacından bir sunak yap. Kare biçiminde, boyu ve eni birer arşın, yüksekliği iki arşın, boynuzları kendinden olacak. Üstünü, yanlarını, boynuzlarını saf altınla kapla. Çevresine altın pervaz yap. İki yandaki pervazın altına iki altın halka yap. Bunlar sunağın taşınması için sırıkların geçmesine yarayacak. Sırıkları akasya ağacından yap ve altınla kapla. Sunağı Levha Sandığı’nın karşısındaki perdenin, sandığın üzerindeki Bağışlanma Kapağı’nın önüne, seninle buluşacağım yere koy.

Harun her sabah kandillerin bakımını yaparken sunağın üzerinde güzel kokulu buhur yakacak. Akşam üstü kandilleri yakarken yine buhur yakacak. Böylece huzurumda kuşaklar boyunca sürekli buhur yanacak. Sunağın üzerinde başka buhur, yakmalık sunu ya da tahıl sunusu sunmayacaksınız; üzerine dökmelik sunu dökmeyeceksiniz. Harun yılda bir kez sunağın boynuzlarını arındıracak. Kuşaklarınız boyunca yılda bir kez günahları bağışlatmak için sunulan sununun kanıyla sunağı arındıracak. Sunak ben RAB için çok kutsaldır.

RAB Musa’ya şöyle dedi: “Şu nadide baharatı al: 500 şekel[103] sıvı mür, yarısı kadar, yani 250’şer şekel güzel kokulu tarçın ve kamış, makdis şekeliyle 500 hıyarşembe[104], bir hin[105] de zeytinyağı. Bunlardan ıtriyatçı ustalığıyla güzel kokulu kutsal bir mesh yağı yap. Ona kutsal mesh yağı denecek. Buluşma Çadırı’nı, Levha Sandığı’nı, masayla takımlarını, kandillikle takımlarını, buhur sunağını, yakmalık sunu sunağıyla bütün takımlarını, kazanı ve kazan ayaklığını hep bu yağla meshet. Onları kutsal kıl ki, çok kutsal olsunlar. Onlara değen her şey kutsal sayılacaktır.

Bana kâhin olmaları için Harun’la oğullarını meshedip kutsal kıl. İsrailliler’e de ki, ‘Kuşaklarınız boyunca bu kutsal mesh yağı yalnız benim için kullanılacak. İnsan bedenine dökülmeyecek. Aynı reçeteyle benzeri yapılmayacak. O kutsaldır ve sizin için kutsal olacaktır. Onun benzerini yapan ya da kâhin olmayan birinin üzerine döken herkes halkının arasından atılacaktır.

Sonra RAB Musa’ya şöyle dedi: “Güzel kokulu baharat -kara günnük[106], onika[107], kasnı[108] ve saf günnük- al. Hepsi aynı ölçüde olsun. Bir ıtriyatçı ustalığıyla bunlardan güzel kokulu bir buhur yap. Tuzlanmış, saf ve kutsal olacak. Birazını çok ince döv, Buluşma Çadırı’nda seninle buluşacağım yere, Levha Sandığı’nın önüne koy. Sizin için çok kutsal olacaktır. Aynı reçeteyle kendinize buhur yapmayacaksınız. Onu RAB için kutsal sayacaksınız. Kim koklamak için aynısını yaparsa halkının arasından atılacaktır.”102 [109]

Eski zamanlarda kurban kesimi sırasında tütsü yakılarak kurbanın Tanrıya ulaşacağı inanışının bir uzantısı olsa gerektir ki Tevrat’ta mezbah kelimesi hem kurban kesim yeri hem de tütsünün yakıldığı yer anlamında kullanılmıştır.[110]

HRİSTİYANLIKTA GÜZEL KOKU KULLANIMI

Hıristiyanlıkta da tütsü karışımlarının yakılmasıyla elde edilen buhurun duaları Tanrı'ya ulaştırdığı ve kötülükleri uzaklaştırdığına inanılıyordu. Bu sebeple dini törenlerinde çocuklar tarafından sallandırılıp tüm kiliseye kokunun yayılmasını sağlayan asma buhurdan kullanılıyordu[111]. İncil’de buhurdan şu şekilde bahsedilir: “Kuzu yedinci mührü açınca, gökte yarım saat kadar sessizlik oldu. Tanrı’nın önünde duran yedi meleği gördüm. Onlara yedi borazan verildi. Altın bir buhurdan taşıyan başka bir melek gelip sunağın önünde durdu. Tahtın önündeki altın sunakta bütün kutsalların dualarıyla birlikte sunmak üzere kendisine çok miktarda buhur verildi. Kutsalların dualarıyla buhurun dumanı, Tanrı’nın önünde meleğin elinden yükseldi. Melek buhurdanı aldı, sunağın ateşiyle doldurup yeryüzüne attı. Gök gürlemeleri, uğultular işitildi, şimşekler çaktı, yer sarsıldı.”[112]

Erken dönemde din adamlarının karşı çıkması, Hristiyanların fakir olmaları ve buhur maddelerinin pahalı olmaları nedeniyle dua sırasında buhur yakılmazdı. Kilisede buhur yakma geleneğinin dokuzuncu yüzyılda yerleştiği düşünülür. İlk Hıristiyan devlet olan Bizans uygarlığında tütsü geleneğine olduğu kadar temiz havaya, parfüme ve güzel kokuya da önem verildiği, dinsel amaçların dışında da hoş kokulu bitkilerin yakıldığı saray ya da köşk biçiminde ve kadın başı şeklinde tütsü kutularının varlığından dolayı anlaşılmaktadır. Deprem gibi büyük felaketlerden sonra kötülükleri uzaklaştırmak için şehirler bile tütsülenmiş, evlerde de belli günlerde ve zamanlarda tütsü yakılmıştır[113].

Doğu’da ve Endülüs’te insan ömrünün uzun olmasına karşın Avrupa’da salgın hastalıklar ve bebek ölümleri dolayısıyla ortalama ömür süresi düşüktü. Müslümanlar haftada en az bir kere mutlaka yıkanırlar ve hafif kokular sürerlerdi. Hristiyanlar Müslümanların uzun ömürlü olmalarını sürdükleri bu kokuya bağlamışlar ve banyo yapmanın yerine ağır kokular sürünmeyi adet haline getirmişlerdi. Bu adetin öncülerinden Fransa’nın en uzun tahtta kalan kralı 14. Louis, 64 yılda (1647-1711) yalnızca bir kere yıkanmıştır. Ancak çok parfüm kullandığı için temizlik timsali olarak gösterilmekteydi[114]. Hastalığın sudan geldiğine, kokuların ise hastalığı önlediğine inananlar, boyunlarında içlerinde ağır kokular olan muskalar taşırlardı. Keskin bir koku elde etmek için bu muskaların içine dışkı koydukları da bilinmektedir. Örneğin “Bin Çiçeğin Suyu” isimli parfümün içeriğinde dışkı kullanılıyordu. Hatta zenginliğin göstergesi olarak bu ağır parfümleri kullanmak moda olmuştu[115]. İhtilal döneminde Fransa’da parfümlü mendil kullanmak giyotini göze almak anlamına gelse de bu durum çok uzun sürmemiş ve Napolyon döneminde ağır kokulu parfüm kullanmaya devam edilmiştir. İhtilalciler; aristokratların, yoğun olarak kullandıkları kozmetik ürünler, peruklar ve ağır parfümler dolayısıyla tembel, köylülerin ise pislik ve idrar kullanarak temizlenen batıl inançlı aptallar olduklarını düşünürdü. Sonuç olarak ihtilal insanların parfüme olan ilgisini azaltamadıysa da vücudun bazı bölümlerini olsun yıkamaya teşvik etti[116].

İSLÂMİYETTE GÜZEL KOKU KULLANIMI

Mısır, Roma, Bizans uygarlıklarının koku kaynağı Yemen bölgesiydi. Romalı coğrafyacılar bu bölgeye felix arabia yani mutlu Arabistan ismini vermişlerdi. Bu bölgede güzel kokunun kullanımı, üretimi ve ticareti oldukça yaygındı. Kızıldeniz sahilinde bulunan liman şehri Dârî, eski zamanlardan itibaren uzak ülkelerden gemilerle gelen parfümlerin ve kokulu drogların alınıp satıldığı yer olarak bilinirdi. Parfüm ve kokulu drogları alıp satan ve bunları karıştırarak yeni ürünler elde eden kabileler arasında Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in mensubu olduğu Kureyş kabilesinin de büyük ünü vardı. Bu işte mahir olanlara bunları getirdikleri şehre ithafen ed-Dârî denilirdi[117]. İnsanlar güzel kokuyu sadece buhur olarak değil, içeceklerinde, merhem ve kremlerinde de kullanırlardı. İslâmiyet öncesi Araplar’ın koku kullanma alışkanlığı ile ilgili bilgilere maalesef pek ulaşılamamıştır[118]. Fakat Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in doğumundan önce yaşanan bir olay hafızalarda yer etmiştir. Şöyle ki; Mekke’de yaşayan kabileler arasında yaşanan bir anlaşmazlık için bir araya gelen kabile üyeleri, güzel kokulu bir suya ellerini batırıp Kâbe’nin duvarına sürmek suretiyle birbirlerini her koşulda destekleyeceklerine dair anlaşma yapmışlar; bu anlaşmayı yapan kişilere, “mutayyebîn” (güzel kokulular); yaptıkları ittifak ve yemine de “Hilfü’l-mutayyebîn” denilmişti[119].

Kur’ân-ı Kerîm’de iyi insanlara mükafat olarak cennette çok özel içecekler sunulacağı ve bunu içenlerin misk kokacağından bahsedilir. Yine cennette kâfûr ve zencefilli içeceklerin iyilere sunulacağı anlatılır[120]. Hz. Muhammed(salla'llâhü aleyhi ve sellem.) güzel kokuyu çok sevdiği gibi soğan sarımsak gibi kokusu hoş olmayan yiyecekleri yiyen sahâbîlerin mescide gelmelerini cemaati rahatsız edeceğinden dolayı uygun bulmamıştır[121].

Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in o dönem için erkeklerin kullanmış olduğu misk, amber ve safran ağırlıklı kokuları sevdiği, bir kokudanlığının olduğu ve evden çıkışının güzel kokusuyla anlaşıldığı rivâyet edilir. Ayrıca Hz. Ömer, Resûlullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’ın tütsü olarak kâfûr ve ûd karışımından hoşlandığını bu sebeple kendisinin de bu şekilde tütsü hazırladığını rivâyet eder[122]. Câhız da şöyle söylemektedir: Bütün koku macunları Arap kaynaklıdır; gâliye, şâhiriyye, halûk, lahlaha, yağmur ûdu olan kutr ve zarîre[123].

Ashab arasında İbn Abbâs bütün vücudunu miskle yağlayıp dışarı çıkar ve arkasında bıraktığı kokudan oradan kendisinin geçtiği anlaşılırdı. Zübeyr b. Avvam ise bir adamın sermayesi olacak kadar çok misk kullanmasıyla meşhurdu[124]. Müslüman erkeklerin güzel koku sürünmeleri genel olarak mendup görülmüştür”[125].

Sahâbîlerden Ebû Hüreyre sakalına kına yaktığı için kızıl sakallıydı[126]. Ebû Hüreyre ile Hz. Âişe arasında geçen şu konuşma sahâbe döneminde sürme çekmenin ve güzel koku sürmenin kadınlar arasında da yaygın olduğunu ortaya koymaktadır: “Ebû Hüreyre’nin çok hadis rivayet etmesine karşı çıkanlardan biri olan Hz. Âişe onu yanına çağırarak görmediği ve duymadığı bazı rivayetlerin hesabını sormak istemiş, Ebû Hüreyre de, “Anacığım! Ayna, sürme ve güzel koku gibi şeyler beni oyalayıp da bu rivayetleri Resûlullah’tan duymama engel olmadı” deyince Âişe, “Belki de öyledir” diyerek kendisine hak verdiğini ifade etmiştir”[127].

Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in sünneti olması hasebiyle tarih boyunca Müslümanlar güzel kokular sürünmeyi adet haline getirmişlerdir. Musevilik, Hıristiyanlık ve diğer dinlerde olduğu gibi buhur veya güzel kokuların ibadetleri Allah’a ulaştırmaya aracı olduğu inancı yerleşmemiştir. Ancak Hz. Ömer’in halifeliğinden itibaren özel gün ve gecelerde mescitlerde buhur yakıldığına dair rivâyetler bulunmaktadır[128].

Müslümanların kutsal mabedi sayılan ve Mekke’de bulunan Kâbe’nin ve Medine’deki Mescid-i Nebevî’nin duvarlarına güzel kokulu merhemler sürüldüğü bilinmektedir. Özel gün ve gecelerde bütün camilerde özellikle gülsuyu ile kokulandırma âdeti günümüzde dahi devam etmektedir. Hatta bir rivâyete göre İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya gülsuyu ile temizlendikten sonra camiye dönüştürülmüştür[129].

Müslümanlar tarafından güzel kokunun bir diğer kullanımı ise ölülerin yıkanması ve kefenlenmesi esnasında olmaktadır. Kızı Zeyneb’in naaşının sidr[130] ile yıkanıp son suyuna kâfûr katılmasını isteyen Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den mülhem cenazenin son yıkama suyuna kâfûr benzeri bir koku katılır[131]. Yıkama işlemi bittikten sonra saçına, sakalına, secde âzaları olan alnına, burnuna, ellerine, diz kapaklarına ve ayaklarına kâfûr veya benzeri bir koku sürülür. Güzel koku sürülmüş bir kefenle kefenlenir[132].

Eşini kaybeden Müslüman bir kadının iddet süresi boyunca güzel koku kullanması hoş karşılanmaz[133]. Ancak kardeşi, amcası veya diğer yakınlarının kaybında yas süresi 3 gün kabul edilir. Nitekim Hz. Peygamberimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in eşi Zeyneb binti Cahş erkek kardeşinin vefatından üç gün geçtikten sonra güzel koku sürünmüş ve Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın: “Bir kadının, eşinin dışında ölen yakın akrabası için üç günden fazla yas tutmasının helâl olmayacağı” anlamına gelen hadisini rivayet etmiştir[134].

Ortaçağ’da Fars bölgesinde bulunan Şapur kenti, İran’daki en büyük güzel koku üretim merkezi idi. Burada üretilen çok çeşitli ıtriyyât maddeleri, İslâm dünyasına gönderilirdi. Hatta buradaki ıtriyyât ustaları diğer İslâm şehirlerine gidip ıtriyyat işletmeleri kurmuşlardı. Bu şehirlerden biri Kûfe olup Emevîler zamanından Abbâsîler’in ilk yıllarına kadar Irak’ın en büyük ıtriyyât merkezi haline gelmişti. Burada üretilen karanfil esansı oldukça meşhur olmuştu[135].

Ortaçağ’da Arabistan Yarımadası’nda kadın ve erkekler için ayrı ayrı koku üretilmesi o dönem için bir yeniliktir. Misk, amber, buhur, kâfûr, gâliye ve zerîra erkek kokusu; halûk ve safran kadın kokusu olarak kabul edilirdi[136]. Yine de bu kokuların kullanımı ile ilgili cinsiyetler arasında keskin bir ayrım olmayıp, renkli ve hafif olanları kadınların, renksiz ve daha ağır kokuları erkeklerin kullanması uygun görülürdü[137]. Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem.) zikâretü’t-tîb adı verilen erkek kokularını kullanırdı. Bu kokularının neler olduğunun sorusuna Hz. Aişe’nin cevabı misk ve amber olmuştur[138].

İslâmiyetin ilme teşvik edici yönleri, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetlerin akla sık sık vurgu yapmasının bir sonucu olarak İslâm coğrafyasında yaşayan Müslüman âlimlerin özellikle Ortaçağ’da son derece önemli buluşlar yaptığı görülmektedir. Bu buluşlardan biri de damıtma yöntemiyle çiçeklerden esans elde etmektir. Damıtma işlemi için kullanılan imbiğin ilkel hali daha önceden biliniyordu. Fakat Müslüman kimyagerler onu çok geliştirdiler ve büyük ölçekli esans damıtının temeli yaptılar[139]. Binlerce sene evvel Sümerlerin ve Mısırlıların antik kalıntılarında çok sayıda kozmetik ürün konulan kaplara rastlandığından bahsetmiştik. Yine o yıllardan elimize ulaşan tabletlerde misk, amber, sandal ağacı gibi doğadan elde edilen hammaddelerden koku yaptıkları bilgisi mevcuttur. Ancak güzel kokulu bitkilerin yağ içinde bekletilerek kokusunun yağa geçmesi beklenirken; damıtma yönteminin keşfi ile büyük miktarlarda çiçekten esans elde edilerek parfümcülüğün temelleri atılmıştır.

Endülüslü âlim Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (ö. 404/1013), Kitâbü’t-Tasrîf isimli kitabında gülsuyu damıtımının tarifini ayrıntılı bir şekilde verirken, gülsuyu elde etmenin bir çokları tarafından bilindiğini vurgulamıştır. Geniş İslâm coğrafyasının bir ucunda olan Irak ile diğer ucundaki Endülüs’te bu yöntemin çok büyük farklılıklar taşımadığını belirtmiştir [140] .

ORTAÇAĞ’DA EN ÇOK KULLANILAN ITRİYYÂT

Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaşamış olduğu ortaçağda kullanılan ıtriyyat ve bunların üretim ve kullanım şekillerini incelemek, günümüzde kullanılan kozmetik ürünler ile karşılaştırma yapabilmek için önem arz etmektedir. Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb adlı eserinde[141] misk, amber gibi güzel kokular ve nevileri hakkında 12. cildin 3-110 sayfaları arasında genişçe bir bilgi vermiştir. Yine Kalkaşandî’nin Subhu’l-a‘şâ adlı eseri ile hisbe teşkilatına dair eserlerde[142] ıtriyyât hakkında önemli bilgiler yer almaktadır. Fıkıh kitaplarının ibadet bölümlerinde ise misk, amber, zebâd gibi hayvansal kaynaklı güzel kokuların hükümlerinden[143] bahsedilmiştir. Yine ibadet ve muâmelât bölümlerinde verd (gül), gül yağı, ûd, za‘ferân, sandal, sümbül, reyhân, zambak, karanfil ve vers gibi bitkisel kaynaklı güzel kokuların hükümleri ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.[144].

KOKU HAMMADDELERİ

Ortaçağ’da koku elde etmek için kulanılan hammaddeler misk, amber gibi hayvansal kaynaklı olabildiği gibi gül, za’feran, sandal gibi bitkilerden elde edilmiş olabilirdi.

Hayvansal Kaynaklı Olanlar

Misk

Hindistan, Tibet, Çin gibi Güney Doğu Asya bölgelerinde bulunan bazı geyik, keçi, kedi ve fare cinslerinden elde edilen hoş kokulu bir maddedir[145]. Bu hayvanların erkekleri dişilerini cezbetmek için siyaha yakın bir renkte hoş kokulu bir salgı üretir[146]. Bu salgı zamanla birikir ve hayvanda rahatsızlık hissi uyandırır. Bunun üzerine hayvan bu salgıdan kurtulmak için karın bölgesini kızgın taşlara sürter ve kanlı bir kese içindeki salgıdan böylelikle kurtulmuş olur[147]. O bölgede yaşayan insanlar hem bu maddeleri toplayarak hem de bu hayvanları avlayıp başlangıçta kötü kokan mayiyi kurutup kandan arıttıktan sonra ticaretini yaparlardı. Oldukça pahalı olan bu madde, tüm dünyaya bu bölgelerden gönderilirdi.

Özellikle Doğu Türkistan’ın güneyindeki Hoten bölgesinde lale ve sümbüllerle beslenen ahulardan (geyik) elde edilen miskin kokusu diğerlerine göre daha keskindir ve dolayısıyla daha kıymetlidir[148]. Tibet miskinin kokusu Lübnan elmasının kokusuna benzer ve rengi sarıya yakındır[149]. Meşhur Arap edebiyatçısı Câhız (781-868) güzel kokuları tarif ederken o dönemin en kaliteli miski olan Tibet miskinin en iyisinin renginin açık, kötü olanının ise koyu renkli olduğunu belirtmiştir. Misk çok pahalı olduğundan maliyeti düşürmek için çeşitli reçine ve ağaç kabuklarının katıldığını, iyi bir miskin hafif ve kokusunun yaygın olması gerektiğini söylemiştir[150]. Özellikle Çin’den getirilen miskin içine hile katılma ihtimali daha yüksekti. Çünkü Çinliler, Tibetliler gibi miski kapalı bir kapta muhafaza etmedikleri gibi içine de kan ve başka maddeler katmak suretiyle hileye başvururlardı[151].

Tibet ve Çin gibi uzak doğu ülkelerinden deniz yoluyla Arabistan kıtasına getiririlen miskin kokusu o kadar yoğundur ki, her tarafa yayılır. Öyle ki tüccarların bu ürünün vergisini vermemek için vergi memurlarından kaçırmaları mümkün olmazdı[152].

Miskin hileli olup olmadığını öğrenmenin bir kaç yolu vardı. Mesela ateşin üzerine konan cam bir kaba misk dökülür, şâyet etrafa güzel koku yayılırsa bu durum, o miskin kaliteli olduğuna delalet ederdi. Bir diğer yöntemde ise bir miktar misk bir bezin içinde çiğnenir, sonra elle ovulurdu. Şâyet bez içinde artığı kalırsa miskin iyi olduğuna kanaat getirilirdi. Hileli miski anlamanın başka bir yolu ise bir iğneyi önce sarımsağa sonra miske batırmaktı. Eğer etrafa sarımsak kokusu yayılıyorsa miskin hileli, misk kokusu yayılıyorsa hakiki olduğu anlaşılırdı[153].

Misk güzel kokunun yanı sıra, kaynatılmak suretiyle cilt güzelliği için, za’ferân ve kâfûrla birlikte baş ağrısını geçirmek için de kullanılırdı[154].

Amber

Amber[155], dünyanın bütün okyanuslarında yaşayan, Akdeniz’de en çok görülen dört çeşit balinadan biri olan ortalama 20 metre boyunda ve 50 ton ağırlığındaki ispermeçet balinalarının sindirim sistemlerinde bulunan bir salgı bezi tarafından oluşan mumsu, gri veya bej renkli atıklarının sahile vurmasıyla toplanan hoş kokulu bir maddedir[156]. Başta Bahama sahilleri olmak üzere tropikal adalar, Çin, Japonya, Hindistan, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika gibi dünyanın pek çok sahilinde ve deniz yüzeylerinde bir kaç yüz gramdan yüz kilograma kadar ulaşabilen miktarlarda toplanabilen amber, İspermeçet balinaları tarafından 60 senelik ömürleri boyunca 300 kilogram kadar üretilebilir. İspermeçet balinaları, keskin dişleri olan bir deniz canlısı yediklerinde bir salgı salgılarlar ve böylece o maddenin etrafını kaplayarak sindirim sistemlerine bir zarar gelmesini önlemiş olurlar. Bu şekilde bağırsaklarda taşlaşmış şekilde biriktirilen bu madde boşaltım yoluyla vücuttan atılır[157]. Başlangıçta koyu renkli ve kötü kokulu olan bu madde, güneş, hava ve deniz suyuna maruz kaldığında değişik reaksiyonlar geçirerek daha açık renkli ve güzel kokulu ambere dönüşür.

İnsanoğlu, yüzyıllar boyu amberin kaynağının nereden geldiğini öğrenememiştir. Kokulara çok düşkün olan Abbâsî Halifesi Hârûnüreşîd (ö.193/809)[158], Yemen’e bir heyet göndererek, amber ile ilgili araştırma yapmalarını istemiştir. Bu maksatla Aden, Şerme ve Hâsek şehirlerinin halkıyla görüşen inceleme ekibi, amberin deniz dibindeki bazı kaynaklardan çıkarak dalgalar vesilesiyle sahillere vurduğu bilgisine ulaşmışlardır[159]. 11. yüzyıl ilim adamı İbn Sînâ (Ö.428/1037), amberin nereden geldiği ile ilgili zamanının bilgisini şöyle verir: “Amberin denizde bir çeşme olduğu ve bu çeşmeden aktığı söylenir. Fakat amber, deniz köpüğü veya denizde yaşayan bir hayvanın dışkısıdır. Bana verilen emin bilgiye göre o, denizin dibinden çıkar ve denizde sürekli olarak hareket eder. O, öyle bir durumdadır ki, ülkelerden diğer ülkelere gider. Bundan dolayı ona behah denmiştir. O, deniz sahilindeki nehir ağızlarına gelir, sahilde dalgalarla yükselir. Amber, parçalanmış haldedir; rengi farklı farklıdır ve hepsi önceliklidir ve o öncekinden elde edilir. (Hepsinin başlangıcı, geçmişi vardır; bu başlangıçtan amber elde edilir.) Bunlar bulundukları memleketlerin sakinlerinden sorulur. Bunun sebebi, bu denizin uygulamasıdır, demişlerdir. Daima, ekseri vakitte, bu böyle olmuştur.” [160]

Ortaçağda amber, çıkarıldığı bölge ve oluşum biçimine göre farklı isimler almış, fiyat ve kalite açısından sınıflandırmaya tabi tutulmuştur[161]. Yemen’in Şihr sahiline vuran beyaz renkli şihrî amber (bir diğer adı eşheb) en kaliteli olanı idi. Ölü olarak sahile vuran ispermeçet balinasının karnından çıkarılan ve semekî adı verilen amber çeşidinin kokusu kendiliğinden sahile ulaşan amber kadar güzel kokmuyordu. Bazen sahile ulaşan amberi tutmak isteyen siyah renkli bir kuş ambere yapışır ve ölürdü. Bu şekildeki ambere menâkirî denirdi. Kara kıta Afrika’dan getirilen beyaz renkli ambere zencî adı verilirdi. Mavi renkli ve aşırı yağlı olan amber çeşidi ise selâhitî idi ve genellikle gâliye üretiminde kullanılırdı. Kakule denizinden Aden’e getirilen kakuli amber ise süs eşyalarının yapımında kullanılırdı. Hindistan sahillerinden toplanıp Basra şehrine getirilen amber Hindî, yine Hindistan’ın Kerek Balûs bölgesinden Uman yakınlarındaki bir limana getirilen amber ise kerekî adıyla satılırdı. İspanya sahillerinde toplanıp Mısır’a getirilen ve mağribî adını alan amber çeşidi oldukça kalitesiz ve ucuz idi[162].

Amberin balinalarda oluştuğunu öğrenen insanoğlu büyük bir balina kıyımına gitmiş, bu balinaların nesli tükenme noktasına gelmiştir. Bunun üzerine bu balinaların avlanılması bazı ülkeler tarafından yirminci yüzyıl sonlarına doğru yasaklanmıştır. Bu balinaların etinden hayvan yemi olarak, yağından krem yapımında ve amberden parfüm yapımında yararlanılmaktadır. Amber çok pahalı ama oldukça kuvvetli bir kokusu olan bir maddedir ve günümüzde parfümeri sanayinde özellikle çiçek kokularını sabitlemek için kullanılmaktadır. Amber gelişen kimya endüstrisine bağlı olarak sentetik olarak da üretilebilmektedir. Ancak sentetik amber doğalı kadar kuvvetli bir kokuya sahip değildir[163].

Isıtıldığında ve alkole konulduğunda eriyebilen bir madde olan amber, parfümerinin yanı sıra tesbih ve mücevher yapımında da kullanılmıştır. Bu amaçla laden isimli bir çalının güzel kokulu reçinesi amberle karıştırılıp yoğrulurdu. Bu şekilde elde edilen hamur sertleştikten sonra istenilen şekil verilerek güzel kokulu tesbihler, mücevherler, kahve fincanları, şerbet kaseleri ve çerez tabakları imal edilmiştir. Yine kadınlar tarafından bu hamurdan ben yapılıp yüze yapıştırıldığı, altından imal edilen bazı tesbih ve mücevherlerin içinin amberle doldurulduğu bilinmektedir[164].

Çeşitli kokulu hammaddeler kullanmak suretiyle sahte amber yapan attarlar bulunmaktaydı. İbn Sînâ, elleri boyadığı için bu amberlerin sahte olduğunun anlaşılacağını ve bunlardan beyazlayan saçları boyamak için faydalanılabileceğini söyler[165].

Zebâd

Normal kediden daha büyük olan misk kedisinden elde edilen bir koku hammaddesidir[166]. Büyük kafeslerde etle beslenen bu hayvanlar, yaz mevsiminin başından son baharın bitimine kadar memelerinde zebâd maddesi biriktirirlerdi. Bu kedileri besleyen kişiler defalarca topladıkları bu maddeyi deri kaplarda muhafaza ederlerdi. Zebâd kuruyunca rengi siyaha döner ve sığır boynuzuna doldurulurdu. Oldukça güzel kokulu bir madde olan zebâd misk kadar değerli sayılırdı[167].

Bitkisel Kaynaklı Olanlar

Kâfûr

Anavatanı Çin, Tayvan, Japonya gibi Uzak Doğu ülkeleri ve defnegiller familyasından olan kâfûr isimli ağacın yaprağı, gövde kabuğu ve odununda bulunan yağ hücrelerinde meydana gelen bir ıtriyyat ham maddesidir.

Yaklaşık 30 metre uzunluğa ulaşabilen kâfûr ağacı 2000 sene yaşayabilmektedir. Kışın yapraklarını döker ve yazın bol ve kırmızı yapraklı büyük bir ağaca dönüşür. Bu özelliğinden dolayı gölgesinden yararlanmak isteyen yılanlar bu ağaçları mesken edinir[168]. Bu sebeple kâfûr ağacına yaklaşamayan bölge halkı yazları ok atmak suretiyle ağaçları belirleyip kışın yılanların oradan uzaklaşmasını fırsat bilip ağacın üstünde oluşan kristalize kâfûru toplarlar. Kâfûr ağacının dalları kırmızıdır ve çabuk kırılır. O dalların içinden çıkarılan kâfûra fensûri denir. Bütün kâfûrların ana maddesini oluşturan toz halindeki kâfûrun adı ise rubâhi olarak geçer[169].

Kâfûr, kâfûr ağacının üst kısmına bir çentik atılıp yaz boyunca buradan reçinenin akması ve havalar soğumaya başladıkça da kristallenen reçinenin toplanması yöntemiyle elde edilebilir. Ayrıca odununun su buharında damıtılmasıyla renksiz ve şeffaf olan kâfûr yağı üretilir. Kâfûrun kokusu keskin, tadı yakıcı ve acıdır. Odunu beyaz ve hafiftir.

Kâfûrun en kalitelisi tadı ve kokusu güzel, hafif ve içinde petrol bulunmayanıdır. 12. yüzyılda bu özellikteki kâfûra el-cedîd denirdi. Bu kalitedeki bir kâfûr arpa ile karıştırılarak ağzı sıkıca kapatılmış cam bir kavanozda muhahafaza edilirdi. Aksi takdirde açık havada kalan kâfûr çürüyüp yok olurdu[170]. İbn Sînâ, kâfûrun sakalın çoğalmasına yardımcı olduğunu söyler[171].

Diğer ıtriyyât hammaddelerinde olduğu gibi attarlar kâfûrda da hile yapabilirlerdi. Bir kâfûrun hileli olup olmadığını anlamanın iki yöntemi vardı. Birincisi; kâfûr suya atılır, eğer suyun yüzeyinde kalırsa halis kâfûr, batarsa hileli olduğu anlaşılırdı. İkinci yöntemde ise kâfûr bir bez parçasına sürülür ve bu bez ateşin üzerine götürülürdü. Eğer bezin üstündeki kâfûr uçar kaybolursa hakiki, kül bırakırsa hileli olduğuna kanaat getirilirdi[172].

Ûd (Oud, Agar Ağacı)

Anavatanı Güney Doğu Asya olan reçineli bir ağaçtan elde edilen oldukça kıymetli bir koku hammaddesidir. Bu ağacın ulaşılması zor bölgelerde bulunması, esans üretebilmek için en yaz yüz yaşına gelmiş olmasının gerekliliği ve 20 kilogramından sadece 12 ml ud özütünün çıkarılabildi ğini göz önüne alındığında bu hammaddenin neden kıymetli oduğu daha iyi anlaşılabilir. Günümüzde parfümeri endüstrisinde doğal ûd yalnızca çok pahalı olan parfümlerde kullanılabilmektedir. Sentetik olarak da üretilmesi mümkündür.

Ortaçağda ıtriyyât ve ilaç endüstrisinin oldukça önemli bir kalemini oluşturan ûd, Hindistan, Cave, Sumatra ve Arap ülkelerinden temin ediliyordu. Genellikle yüksek dağların arasındaki vadilerde yetişen bu ağaca insanların ulaşması mümkün değildi. Zamanla kırılan ve yere düşen dalları yağmur sularıyla çürüyüp özünü bırakıyor, sonra seller vasıtasıyla denize doğru sürükleniyordu. Deniz dalgaları bunları sahillere bırakıyor, halk bu maddeleri toplayıp satıyordu[173]. Ûd odunu içinde taş ve cevherlerin dövüldüğü parlak bir taşa benzer. Bazısı benekli ve siyah olup deri gibi kabuğu vardır. Kekremsi bir tadı vardır[174].

Ûdun en kalitelisinin sert, ağır, nemli, ateşe dayanabilen, çok yağlı, içinde beyazı olmayan siyah renkli ve kokusu elbisede uzun zaman kalabilen cinsi olduğu kabul edilirdi. Yirmiye yakın çeşidi olan bu kokunun en iyisi Hindistan’ın Mendel şehrine nispet edilen mendelî idi. Hindistan’ın çeşitli bölge ve köylerinin adını alan kâmurûnî, semendûrî, kamârî, kâkulî isimli ûd çeşitlerinin yanısıra, Çin’in Sanf bölgesinden gelen ve çok sevilen sânifî ve Sanadfûr bölgesinden gelen sanadfûrî döneminin meşhur olanlarıydı. Bunların dışında sînî, mantâî, lavkanî, semûlî, rarancî, muharrem, atlî, eflîk, levvâmî, rebtânî isimlerinde daha pek çok çeşitte ûd vardı. Her birinin kendine has kokusu, rengi ve ağırlığı bulunurdu.

Attarlar ûd kokusuna farklı maddeler koyup, gülsuyu gibi kokulu mayilerde bekletmek suretiyle hileler yaparlardı. Bu hilelerin anlaşılması için pek çok yöntem geliştirilmişti. Özellikle bezin üzerine dökülen ûd eğer donuyorsa bu onun hileli olduğuna delaletti[175]. İbn Sînâ’ya göre, bütün ûdların iyisi suda çöker. Eğer çökmeyip suda çözünürse, onun iyi olmadığının delilidir. Çünkü ûd odundur ve ağaç köküdür; çürüyüp kokuşana kadar toprak altında kalır ve geriye halis ûd kalır[176].

Diğer aromatik bitkilerde olduğu gibi ûd da tıbbi amaçlarla kullanılmıştır. Tıkanıklıkları açma, gaz giderme, organları güçlendirmede kullanılırdı. Giysilerde bit oluşumunu engeller, ağızda çiğnendiğinde ağız kokusunu giderir, güzel bir koku verir. Sinirleri, hisleri ve beyni güçlendirici, kalbi ferahlatıcı özelliği vardır[177].

Sandal

Hoş kokulu ve tıbbî yararlılıkları olan bir ağaçtır. Anavatanı Hindistan olan sandal ağacına Uzak Doğu’daki ormanlarda da rastlanmaktadır. Hoş kokusu sebebiyle odun ve dallarından tütsü, yağından ise parfüm yapımında kullanılır.

Ortaçağda özellikle Hindistan’ın Çin sınırından Arabistana getirilen sandalın yedi çeşidi bulunmaktaydı. Bunlardan mekâsîrî, sarı renkli, yağlı ve ağır gövdeli idi ve özellikle kadın parfümünde kullanılırdı.

Rivâyete göre, 14. yüzyılda Yemen hükümdarlarının kullandıkları ev eşyalarının çoğu sandal ağacından imal edilirdi. Hatta diğer ülkelerinin hükümdarlarına da yapılmasını engellemek amacıyla sandal ağacının ülke dışına çıkarılması yasaklanmıştı[178].

Sandal ağaçlarının en kokulusu ca’du’ş-şa’r, buhur ve müsellesat cinsi esansların yapımında kullanılıyordu. Esansların imalinde kullanılmak üzere sandal parçası gül suyunda ıslatılır, taşa sürtülüp yontulur ve bir keten bez içinde kurutulurdu. Kullanırken gülsuyu içine bırakılıp havanda dövülürdü[179].

Za’ferân (Safran)

Anavatanı Güney Batı Asya olan pek çok türe sahip za’ferân soğanları mayıs ve haziranda toprağa ekilir ve sonbaharda çiçekleri toplanır. Bu işlem güneş doğana kadar yapılmalı ve gölgede ve rüzgarsız bir yerde kurutulmalıdır. Bu çiçeklerin içinde kiremit renginde iplik görünümündeki kısmı safranı oluşturur. Safranın keskin bir tadı ve samansı bir kokusu vardır. Yaklaşık 160 ton çiçekten 1 kilogram safran elde edilebilir. Kendi ağırlığının yüz bin katı suyu boyama özelliğinden dolayı tarih boyunca boya olarak kullanılmıştır. Oldukça yüksek maliyetle satılan safran, günümüzde gıda, ilaç, boya ve parfümeri alanlarında kullanılmaktadır.

Ortaçağda za’ferân daha çok İran’ın Kum ve Kâşân şehirlerinde üretilirdi. Kûhistânî, bâdgisî ve câstî za’feranın en iyi türleri kabul ediliyordu. Casti, keskin kokulu, az beyazımsı, ince dallı ve kırmızı renkliydi ve ateşte çok güzel kokardı. Zaferan önce havanda dövülür, macun hale getirilir ve bu macundan hap yapılırdı. Bu haplar demirden yapılmış soba üzerinde hafif ateşte kurutulurdu. Bu şekilde zaferanın doğal sarı rengi kırmızıya dönerdi[180].

Bu kadar maliyeti olan bir baharatta hileye başvurulması kaçınılmaz olduğundan Ortaçağ insanları bu hileleri keşfetmenin yollarını aramışlardır. Bazı attarlar, tavuk ve sığır etini küçük parçalar haline getirip za’ferân bitkisiyle boyarlar, kurutup seleye koyarlar ve karıştırırlardı. Bu hileyi ortaya çıkarmanın yolu bu karışımdan bir parçayı sirkeye atmaktı. Eğer madde sirkenin yüzüne çıkarsa hile yapıldığı anlaşılırdı. Ama sirkeye atıldığında rengi solmaz, dibe çökerse hileli olmadığı kabul edilirdi[181]. Bunun gibi daha pek çok hileli yöntem ve bu hileleri keşfetme yolları bulunmaktaydı.

Lâden

Akdeniz ikliminde yetişen çalı görünümlü, beyaz ve pembe çiçekleri olan reçineli bodur bir ağaç türü veya bu bitkiden elde edilen hammaddedir/zamktır. Bu zamk kaş ve saç boyamaya yarar siyah bir macun teşkil eder[182].

Ortaçağ Arabistan’ında Sicilya’dan getirilen bu bitkiyi keçiler çok severdi. Beslenme esnasında bitkinin yapraklarında bulunan zamk, keçinin kollarına ve sakallarına yapışırdı. Feresî olarak adlandırılan bu lâden maddesi, zamanla siyahlaşır, gübreye karışır, yumuşar ve kuma dönüşürdü. Lâden bu şekilde elde edilebildiği gibi ottan da yapılabilirdi. Ateşe konunca mum gibi eriyen lâdenin kokusu amber kokusuna benzerdi. Bu hammadde daha çok bermekiyyât türünden esanslarda kullanılırdı[183].

Sümbül

Anavatanı İran’dan Türkmenistan’a kadar uzanan soğanlı bir bitki olan sümbülün çiçekleri kalın bir sapın çevresinde katmerli ve çok sayıdadır. Cinsine göre ağır ve hafif kokulu olabilmektedir.

Ortaçağ’da sümbül, Hindistan ve Tibet bölgelerindeki bazı vadilerde yetişirdi. Kuruduktan sonra bölge halkı tarafından toplanırdı. Rivâyete göre bu bitkinin yetiştiği bölgelerde çok sayıda yılan olduğu için, bu işle uğraşanlar demir veya tahtadan yapılmış uzun ayakkabılar giyerlerdi. Sümbülle birlikte çok zehirli olan bıldırcın otu isminde bir bitki de yetişirdi. Eğer kaza ile bu bitkiye dokunulursa hayatlarını kaybederlerdi. Bu sebeple Abbâsi halifeleri Hindistan’dan Ubulle [184]’ye gelen gemilerdeki sümbül bitkisine karışmış olabilecek bıldırcın otunu (bîş) kontrol edecek ellerinde kerpeten bulunan görevli tayin etmiştir[185].

Kırmızı renkli ve tüylerinden temizlenmiş görünümlü asafîr isimli sümbül en kaliteli olandı. Bu sümbülü kokusu elmanınkine benzerdi[186].

Karanfil

Anavatanı Endonezya olan karanfil ağacının çiçek tomurcuklarından elde edilen bu hammadde, odunsu, siyah renkli ve güzel kokuludur. Çiviye benzeyen karanfil, acımsı ve ekşi bir tada sahiptir. Karanfilin taze ve kaliteli olduğunu anlamanın çok kolay bir yöntemi vardır. Karanfil suya atıldığında dibe çöküyor ya da suda batmış halde bulunuyorsa kaliteli, su üzerinde yüzüyorsa kalitesiz ve bayat demektir.

Ortaçağda Hindistanlılar tarafından cennet kokusu adı verilen karanfil, tek çeşitti ve İslâm dünyasına Hindistan’ın Çin sınırındaki Süfâle bölgesinden getiriliyordu. En kalitelisi güçlü, kuru, tadında ısı ve yakıcılık bulunan, kokusu güzel olandı. En meşhur pazarları İstanbul ve İskenderiye’de bulunan karanfil ağacının dalları, tıp ve gıda alanlarında önemli bir yer tutuyordu[187].

Zaruv

Yemen dağlarında yetişen ve palamut meşesine benzeyen zaruv ağacının zamkına verilen isimdir. Özellikle kadın parfümlerinde kullanılırdı. Ateşte çok çabuk eriyen bir zamktır. Koku imalinde kullanılacağı zaman çok ince toz haline getirilmesi gerekirdi[188].

Lebenî

Lebenî ağacının kuru kabuğundan elde edilen zamkın adıdır. Üç çeşidi bulunurdu. Ağacın köklerinden çıkarılan ve amber sıvısı da denilen türünün hoş bir kokusu vardı ve beyaz sıvı adını almıştı. Bir diğer çeşidi ise kırmızı renkli zamktan elde edilen misk sıvısı idi. Bu türün kokusu ilkine göre daha düşüktü. Hindistan’dan getirilen kırmızıya çalan renkteki nar lebenîsi ise koku yapılırken nar suyuyla karıştırılırdı[189].

Beng

Bu hammadde sıvı esanslar, macun şeklindeki kokular, tütsü ve buhurlar, kadınların kullandığı kokular ve erkeklerin kullandığı kokular gibi pek çok esans çeşidinde kullanılırdı. Bu hammaddenin en iyisi sukku’l-lâhî adını almıştı. İkinci çeşidi ise Çin’den getirilir ve gâliye cinsi parfümlerin yapımında kullanılırdı. Bu cinsin kaliteli olması eski ve küçük olması, gemilerde uzun süreler bekletilmesinden kaynaklanıyordu[190].

Bân

Genellikle tropik Asya ve Kuzey Afrika’da yetişen bir çok çeşidi olan bâan ağacından elde edilen bir esans hammaddesidir. Medine bânı oldukça keskin ve güzel kokuya sahip olmasına rağmen diğer esansların kokularını bastırdığı için parfüm yapımında kullanılmazdı. Bu türün en tercih edileni ise siyah çam sakızına benzeyen cinsiydi. Ortaçağda bazı attarlar bân yağını pamuk ve zerdali çekirdeğinin yağıyla bazı kök boyalarını karıştırarak veya ham zeytinlerle meşin ağacını karıştırıp yeşilimsi bir renk elde ederler ve bu karışımları bân yağı olarak satarlardı[191].

Mesûsen (Zambak Suyu)

Zambak suyu yapmak için zambak yaprakları toplanır, solması için bir gece bekletilir ve sonra her bir yaprak üç parçaya bölünürdü. Bir toprak kap içine bir sıra zambak yaprağı, bir sıra ûd, tuz, sümbül, karanfil gibi kokulu baharat karışımından konulurdu. Bu işlem kap doluncaya kadar devam ederdi. Bütün bu malzemeler mayalanması için bir gece bekletilirdi. Bu şekilde ortaya çıkan hoş kokulu ve güzel renkli sıvı misk, safran gibi esanslarla karıştırılıp toprak kaplara konurdu. Bu toprak kapların üstü çamurla kapatılıp yedi ay boyunca bekletildikten sonra kullanılmaya hazır hale gelen bir esans elde edilmiş olurdu[192].

Elma Suyu

Koku ve esansları güçlendirmek için elma suyu kullanılırdı. Elma suyu yapmak için bir dizi işlem yapmak gerekirdi. Öncelikle iki yüz tatlı ve olgun sarı elma alınır ve dört parçaya bölünürdü. Çekirdekleri çıkarıldıktan sonra dövülür ve suyu bir bez parçası yardımıyla süzülürdü. Gül suyuyla karıştırıldıktan sonra ateşte kaynatılıp oluşan köpüğü alınır. Üzerine sandal, karanfil ve susam çekirdeği eklenerek pişirilmeye devam edilirdi. Bu karışım soğutulup tekrar ateş üzerine alınır ve Hindistan ûdu ve kâkuli ağacı bu karışımın içine eklenirdi. Bu işlemler bir kaç kez daha tekrar edildikten sonra karışıma belli oranlarda misk, kâfûr, sandal ve karanfil katılırdı. Bu şekilde elde edilen elma suyunun kokusu miskten çok daha güzel olup, esansları güçlendirmek için kullanılırdı[193].

ORTAÇAĞ’DA ÜRETİLEN ITRİYYÂT

Ortaçağ’da özellikle İslâm coğrafyasında oldukça ileri boyutta kullanılan güzel kokuların hangi hammaddelerden yapıldığını yukarıda anlatmaya çalıştık. Bu maddeler kullanılarak elde edilen esanslar içerdikleri hammaddelere bağlı olarak farklı isimler almışlardır. Bu parfümler, macun şeklinde yapılabildiği gibi yağ ve su içinde de yapılabiliyordu.

Macun Şeklinde Kullanılan Parfümler

Amber Esansı

Ortaçağ İslâm dünyasında oldukça fazla kullanılan ve en kıymetli parfüm unvanına sahip olan amber esansının farklı yapım şekilleri vardı. Bu çeşitlerden biri olan ve eşit miktarlarda amber, misk ve ûd kullanılan, bundan dolayı müselles adını alan amber esansının yapımı şu şekildeydi: İyi bir cins amber arduvaz[194] taşında orta derecede dövülür. Bir kazan içerisine gül suyuyla birlikte konulur, amber yumuşayıncaya kadar kaynatılırdı. Üzerine amber miktarınca ûd eklenir, bu karışım arduvaz taşında iyice ezilirdi. Son olarak da misk eklenirdi. Benzer yöntemlerle elde edilen macun şeklindeki amber esansı genellikle bir kağıt üzerine konarak cebe veya koltuk altına yerleştirilirdi[195].

Gâliye Esansı

Özellikle zenginlerin kullandığı ve fiyatının yüksek olmasından dolayı pahalı anlamına gelen gâliyenin ortaçağda 5 çeşidi bulunmaktaydı. Bunlardan ilki eşit miktarlarda karıştırılan amber ve miskten oluşan karma gâliye idi. Mermer kaplarda sümbül, beyaz mum gibi hammaddelerin misk ile iyice dövülmesinden elde edilen misk gâliyesi de oldukça sık kullanılan bir gâliye çeşidiydi. Bân yağıyla misk ve amberin karıştırılıp macun haline getirildiği bân gâliyesi, çeşitli meyve ve çiçekler, ûd, karanfil ve meysûsenin az miktarda amberle karıştırıldığı kadın gâliyesi, gâliye süsü verilmeye çalışılan sun’i gâliye, bu esansın diğer çeşitleridir[196].

Nidd Esansları

Nidd esansını en kalitelisi ve koku bakımından en güçlü olanı müselles adındaki eşit miktarda amber, ûd ve miskin karışımından yapılırdı. Daha az kaliteli olanı ise on ölçü amber, on ölçü eski nidd ve yirmi ölçü ûdun karışımından elde edilen esanstı.

Bir ölçü Hindistan ûdu, bir ölçü misk ve iki ölçü mor amberin karışımından elde edilen, fındık tanesi büyüklüğünde tabletler halinde kavanozda saklanan nidd parfümü hükümdarlar tarafından kullanılırdı. Orta halli insanlar tarafından kullanılabilen bir diğer nidd çeşidi ise, ûd ve amberin yanısıra lâden, kâfûr, gül suyu gibi kokulu maddelerin katılıp hap haline getirilen esanstı[197].

Müsellesât Esansı

Bir ölçü öğütülmüş Hindistan ûdu, bir ölçü öğütülmüş mor amber, bir ölçü miskin karıştırılarak bir sandıkta saklandığı ve kullanılacağı zaman gül suyu ile ıslatıldığı parfüm çeşidine müsellesât denirdi. Müsellesâtın daha az maliyetli olması istenirse yukarıdakilere ek olarak kâfûr, za’ferân gibi daha ucuz hammaddeler kullanılırdı[198].

Ma’mûdiyye Esansı

Bir okka Hindistan ûdu, iki dirhem deniz kustu, bir dirhem sandal, bir dirhem ezfâr, bir dirhem lâden karışımı küçük parçalara ayrılırdı. Sonra gül suyu, yarım miskal kâfûr ve ûd diğer malzemelerin üzerine atılarak kurutulur ve kullanılırdı. Bu şekilde elde edilen esansa ma’mûdiyye denirdi[199].

Nisâiyyât Parfümü

Ortaçağ İslâm dünyasında kadınlar için çiçek, baharat ve meyve esanslarının kullanıldığı daha hafif kokulu parfümler yapılırdı. Bu parfümlerin içinde belli oranlarda ûd, gül suyu, zambak suyu, lâden çiçeği, turunç kabuğu, fesleğen suyu, kuru süt, ayva ve elma kabuğu, za’ferân ve az miktarda amber kullanılırdı[200].

Bermekiyyât Esansı

Bermekiyyât esansı, mucidi olan Abbâsi veziri Yahya b. Bermek’e nisbetle bu ismi almıştır. Bu esans şu şekilde yapılırdı: On beş dirhem Hindistan ûdu, üç dirhem sandal, üç dirhem benek, bir dirhem mey’a, bir dirhem kust, Bir buçuk dirhem lâden çiçeği, on dirhem za’ferân, yarım dirhem mastaki, iki dânik kurşiyye ezfârı, beş miskal Çin sukku, bir buçuk miskal kâfûr, iki dirhem nar suyu, üç dirhem elma suyu ve üç miskal amber ayrı ayrı dövülerek elenirdi. Amber mey’a ve elma suyu balla karıştırılır ve ondan haplar yapılırdı. Karıştırılmış kâfûr kuruyunca da bu haplar efvâhi sukk, kâfûr ve amberden meydana gelen bileşimle kızartılırdı.[201]

Tatriye Esansı

En iyi tatriye esansı misk kullanılarak yapılırdı. Ortaçağda Müslümanlar tarafından çokça kullanılan ûd tatriyesi, Hindistan ûdu, misk, saf su, zambak suyu, Çin sukku, mor amber karışımından elde edilirdi. Bu karışım kurutularak bir miskal beyaz amberle tatriye[202] edilirdi. böylece beyaz renkli ve çok hoş kokulu bir esans edilirdi[203].

Mücemmirât Esansı

Hindistan ûdu, ezilmiş misk, zamk suyu, kâfûr, ekşitilmiş benek, za’ferân, amber ve gül suyu ile yoğrulup macun haline getirilir. Bu şekilde hazırlanan esansa mücemmirât denirdi[204].

Lahlah Esansı

Bu esansı hazırlarken tütsüleme yönteminden yararlanılırdı. Örneğin belli miktarlarda ûd, misk, sandal, sümbül elma suyu ile macun haline getirilir, bir baca üztünde iki gün boyunca kâfûr, ûd ve sandal ile tütsülenirdi. Sonra bu karışım arduvaz taşında iyice dövülür, fırınlanır, bân yağıyla yoğrulurdu. Tekrar baca üstünde ûd ve kâfûr ile tütsülenirdi. Elde edilen macun kâfûr, belesân yağı dökülür, misk ve elma suyu ile karıştırılırdı. Son olarak da Nâres bânı yağıyla eritilen macun bu şekilde kullanılırdı[205].

Masûhat Esansları[206]

Bu esanslar hamamlarda masaj yapmak için kullanılırdı. İçlerindeki hammaddelere göre değişik isimler alan üç çeşidi bulunmaktaydı. Çok faydalı ve kaliteli olduğuna inanılan ve kaliteli mesûha adını alan merhem, Hindistan ûdu, sumuuı, Kalanın, Kiliniz felence , sandal, taze zenıeu , kakme , herneve , nesi in, kırmızı gül karışımının iyice dövülüp, elenip, gül, za’ferân, bân ve zambak yağıyla karıştırılmasından elde edilirdi. İçine üşnân katılarak yapılan merheme üşnân mesûhâsı, darı kabuğundan yapılanına isfahbedî mesûhası denirdi[207].

Halûk Esansı

Genellikle Müslümanlar tarafından düğünlerde kullanılan bir esans çeşididir. Farklı yapım şekilleri olsa da en yaygın olanı şu şekilde elde edilirdi: Kırmızı gül, kırmızı zamk, taze turunç ve yaş âs ağacı suyuyla karıştırılırdı. Üç gün boyunca kust[208], ezfâr ve kuru sütle bunurlaştırılırdı. Sonra güzel kokulu ceviz kabuğu, karanfil, kırmızı yaş zamk, kâfûr suyu ve zambak yağı bir kapta kızartılırdı. Mescitte kullanılacağı zaman bu karışıma bir miktar gül suyu dökülürdü. Duvarlara sürülmek istenirse arap zamkıyla karıştırılıp sabah erkenden elle duvara sürülürdü[209].

Zerîre Esansları

Ortaçağ İslâm dünyasında oldukça yaygın olarak kullanılan macun kıvamında yapılan parfüm çeşitlerinden biri olan zerîrenin pek çok çeşidi vardı. Hindistan ve Kirman zerîresi, nesrîn zerîresi, turunç zerîresi, lüfâhiye zerîresi, sandal zerîresi, karma zerîresi ve misk zerîresi bunlardan bazılarıdır.

‘Abîr de denilen misk zerîresi şu şekilde hazırlanıyordu: Misk, Hindistan ûdu ve amber karıştırılır ve bir taş üzerinde iyice dövülürdü. Kurutulduktan sonra cam bir kapta üstü kapalı bir şekilde muhafaza edilirdi[210].

Su Bazlı Parfümler

Gül suyu

Güllerin su buharı ile damıtılması ve buharlaşan maddelerin soğutulmasıyla elde edilen kokulu sıvıya gül suyu denir. Gül suyunun insanlar tarafından kullanımı oldukça eskilere dayanır. M.Ö. 3500 yıllarından itibaren insanların güzel kokulu çiçeklerden parfüm elde etmek için bu bitkileri belli bir süre suda bekletip sonra da süzerek sıvı parfümler yaptıkları bilinmektedir [211]. Ölümsüzlük iksirini arayan simyacılar tarafından keşfedilen distilasyon (damıtma)[212] yöntemi M.S. 50’li yıllardan itibaren İskenderiye’de kullanılıyordu. Ortaçağın büyük simyacılarından Câbir

Hayyân (Ö.200/815), minerallerin yanı sıra hayvansal ve bitkisel maddelerin de damıtılması ile hayat iksirine ulaşılabileceğini iddia etmiştir. Bu görüş çiçek suyu damıtmanın gelişmesine öncülük etmiş böylece damıtma yöntemi oldukça geliştirilmiş ve çok miktarlarda çiçek kullanılarak büyük oranda esans elde edilmesinin yolu açılmıştır[213]. Endülüslü âlim Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (ö. 404/1013), Kitâbü’t-Tasrîf li- men acize ‘an et-Tasnîf isimli kitabının 28.makalesinin 3.bölümünde kendi döneminde 4 şekilde gül suyu damıtımı yapıldığından bahseder. Bu yöntemler:

Su ve odun ateşiyle

Su ve kömür ateşiyle

Su olmaksızın odun ateşiyle

Su olmaksızın kömür ateşiyle

şeklinde sıralanmıştır.

Bunlardan ilki en yaygın olarak uygulanan yöntemdir[214]. Zehrâvî, Endülüs’te gül suyu üretimi ile Irak’ta yapılan arasında büyük fark olmadığını söyler ve Irak’ta hükümdarlar için su ve odun kullanılarak üretilen gül suyu elde etme düzeneğini şöyle tarif eder: İçi su dolu bakır bir kazan, üstünde imbikler[215] için açıklıklar olan tahta bir kapakla kapatılır. Bu imbikler boynuzlu idiler ve camdan yapılmışlardı. İmbiklerin içine taze gül yaprakları konulur. Odun ateşi yakılıp suyun kaynaması sağlanır. Damıtma işlemi tamamlandıkça imbiklerin içindeki güller alınıp yerine yeni güller konur. Üretilen gül suyu ise boynuzlardan şişelere aktarılır[216]. Zehrâvî’nin susuz yöntemi ise şöyledir: İki imbik boyu yükseklikte ve üstü sivri, havalandırma delikleri olan bir fırının altına odun konulur, imbiklere gül yaprakları yerleştirildikten sonra ateş yakılırdı. Fırın ısındıktan sonra gül suyu imbiklerin içine akmaya başalardı. Damıtma işleminin sonuna kadar fırının kapakları hiç açılmazdı. Odun yerine kömür tercih edilirse gül suyu daha keskin kokardı.”[217].

Hz. Peygamber’in terinin kokusuna benzettikleri gül suyu, İslâm ümmeti için diğer kokular arasında farklı bir yer edinmiştir. Mescitlerde, dini merasimlerde, kandillerde, bayramlarda, ilim meclislerinde gül suyunun kullanımı adet haline gelmiştir. Hatta gülâbdan adında gülsuyu şişeleri imal edilmiş, mevlid ve sünnet törenlerinde kullanılmak üzere buhurdanla birlikte takım halinde bir tepsi içinde çeşitli mekanlarda süs objesi olarak yerini almıştır[218]. Günümüzde daha çok gül yağı üretiminin yan ürünü olarak elde edilen gül suyunun bir kilogramının üretimi için yaklaşık 6000 güle ihtiyaç vardır.

Hurma Çiçeği Suyu

Hurma çiçeklerinin za’ferân, sandal, sukk, Hindistan ûdu, karanfil, ceviz, felence ve kâküle ile dövülüp, ağzı sıkıca kapatılan cam bir kapta bir ay güneşte bekletilmesiyle elde edilen hoş kokulu bir sıvı parfümdür[219].

Kâfûr Suyu

Hindistan, Yemen ve Siraftan getirilen kâfûr suyunun en kalitelisi, suyu keskin, siyah ve hafif, kokusu kuvvetli olanıydı. Kâfûr suyu miktarca artırılmak istendiğinde bir ölçüye yirmi ölçü su konulur, çalkalanıp mayalanması beklenirdi. bu işlem üç kez daha yapıldığında 1 ölçü kâfûr suyundan 61 ölçü kâfûr suyu elde edilmiş olurdu[220].

Za’ferân Suyu

Çok çeşitleri bulunan bu parfümün en iyi cinsi, gül suyu, za’ferân ve kâfûr karışımından elde edileni idi. Bu hammaddelerin oranları za’ferân suyunun kalitesini belirliyordu[221].

Yağ Bazlı Esanslar

Gül Yağı Esansı

Gül suyunun üretiminin çok eski yıllara dayanmasına rağmen gül yağının 8. yüzyıldan itibaren üretildiği düşünülmektedir[222]. Gülün damıtılması ve gülyağının eldesi ile ilgili konulardaki ilk ayrıntılı bilgiyi İbn Haldun (1332-1406) vermektedir. 8. Ve 9. yüzyıllarda Çin ve Hindistan’a kadar ulaşan gülsuyu ve gülyağı, güzel koku ve ilaç olarak kullanılırdı. Özellikle o devirde İran, gülyağı üretiminde lider konumdaydı[223].

Ed-Dımeşkî olarak tanınan Şeyhür-Rebve’nin (727/1327) tarif ettiği, gülleriyle ünlü olan Şam civarında bir köy olan el-Mizze’de gül yağı üretiminin yapıldığı düzeneğin 20. yy’ın başına kadar Suriye’de kullanılmaya devam ettiği görülmektedir. Bu düzenek 1,5 adam boyunda olup dışarı doğru vektörel olarak sıralanmış boynuzlu imbiklerin arasındaki boşlukla bir çok kattan oluşuyordu. Bu imbikler damıtılacak gül yapraklarıyla dolduruluyor ve alt tarafta kurulmuş bir külhanın[224] ortasında bulunan geçirgen bir baca içerisinden yukarı doğru yükselen dumanda asılıyorlardı. Boynuzlu imbiklere bağlı damıtılmış yağ için olan damıtma kapları, düzeneğin dış duvarına sabitlenmiş ve tamamı bir dam ile örtülmüştü[225]. Bu düzenek yardımıyla üretilen nefis kokulu ve oldukça güzel renkli Mezze gül yağı Hicaz, Yemen, Hindistan, Sind, Çin ve diğer ülkelere ihraç edilirdi[226].

Gül yağının içeriğinde bulunan uçucu bileşik oran ve sayısı cinsine göre değişiklik arz eder. Örneğin Türk gül yağında 68 uçucu bileşik tanımlanmıştır. Bunlardan miktarca en çok olan maddelerden biri de güle has kokuyu veren fenil etanoldür (fenil etil alkol, C8H10O). Ayrıca %0-5 arasında etil alkol içerir[227].

Hiyri Yağı Esansı

Ortaçağda yağ bazlı esansların merkezi İran’ın Şapur kentiydi. Bu şehirde çok sayıda bitkiden kokulu yağ çıkarılmaktaydı. Bu durum diğer İslâm şehirlerinin de Şapur’la rekabet etmesine yol açıyordu. Hatta İran’dan usta getirtip atölye ve imalathaneler kuruyorlardı. Nitekim Iraklı attarlar kokuların en zarifi olan ve geceleri koku yayan gül anlamına gelen hiyri esansını imal ettiler. Susam yağı, hiyri yaprağı, amber ve gül suyu karışımından oluşan bu parfümün üretimi yaklaşık üç ay sürüyordu[228].

Menekşe Yağı Esansı

Menekşe yağı tıbbi ve esans yapımında olmak üzere iki gayeyle üretilirdi. Esans için üretilecek olan öğütülmüş menekşe susam yağına konurdu. Bu şekilde çabuk bozulması engellenmiş olurdu. Menekşe yağı hamamda masaj yağı olarak veya mescitte halûk ve lahlaha esanslarıyla karıştırılarak kullanılabilirdi. İlaç olarak ise bağırsak iltihaplarında, ateş düşürmede ve uykuyu düzene koymada etkili idi[229].

Belesân Yağı Esansı

Mısır’ın Kahire şehrinin yakınındaki Bi’rü’l- Matariyye köyünde yetişen bir ağaç türünden elde edilen bir yağ türüdür. Bu ağaçların sulandığı kuyu Hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilirdi ve onun suyuyla yıkanmaya gelirlerdi. Ayrıca her yılın belli bir zamanında Mısır hükümdarları tarafından gönderilen bir memurun gözetiminde bu ağacın yağı çıkarılır ve devlete teslim edilirdi.

Belesân yağı esansını elde etmek için, belli ölçülerde limon suyu, çekirge yağı, belesân çekirdeği, ûd, turunç kabuğu, besbâse[230] , ceviz içi, turunç zarı ve kâfûr birbirine karıştırılırdı.

Çeşitli şekillerde bu esansın sahtesini yapanlar olurdu. Bunu anlamak için bir damla belesân yağı suya damlatılır, eğer yağ suyun altına iner de yavaş yavaş suyun rengini değiştirirse bu belesân yağının hakiki olduğuna delalet ederdi[231].

Buhur ve Tütsüler

Arapça bahûr kelimesinden dilimize geçen buhur, yakıldığı zaman güzel koku yayan dumana verilen genel bir isimdir. Antik çağlardan günümüze gerek günlük yaşantıda gerekse dini ayinlerde oldukça fazla kullanıldığından özellikle Antik Çağ ve Orta Çağ deniz ticaretinin baharattan sonraki en önemli ticaret metaı olmuştur[232].

Binlerce yıldır kullanılmaya devam eden başlıca tütsü maddeleri ûd ağacı, sandal ağacı, lâdin, günnük, şeker kamışı, tarçın, Çin tarçını, reçine, balzam,kurutulmuş meyve kabukları, bazı böcek cinsleri ve kokulu topraktır[233]. Ûd ağacının en iyisi, Hindistan’ın Mendel şehrinde yetiştirilenidir. Bu ağaç ne kadar sert, ne kadar güçlü kokuyorsa o ölçüde kıymetlidir[234].

Mabetlerde duaların Allah katına, cenaze törenlerinde iyi ruhların cennete buhurlar vasıtasıyla yükseleceğine inanılırdı. Temizlenmenin sınırlı olarak yapılabildiği Arabistan gibi bölgelerde ise kötü kokuyu bastırmak için buhurun oldukça çok tüketilmesi adeta bir zorunluluktu.

İslâmi gelenekte ibadet ve duaları Allah’a ulaştırmak için mescitlerde buhur yakma geleneğinin olmadığını söylemiştik. Ancak Hz. Ömer’in azatlısı Abdullah b. el- Mücbir’in Hz. Ömer minbere oturduğu zaman buhur yaktığı ve bu sebeple buhur yakıcı anlamına gelen el-Mücbir lakabını aldığı rivâyet edilir. Mâlik b. Enes’in hadis dersleri sırasında odasında buhur yaktırdığı, Abbâsi Halifesi Me’mun’un (813-833) sarayına gelen âlimlerin buhur yakılmış odalarda bekletildikleri bilgisine göre buhurun kıymet verme göstergesi olduğu söylenebilir. Bugün de bazı İslâm şehirlerinin eski çarşılarındaki dükkanlar seyyar buhurdanlar ile ücret karşılığı tütsülendirilmektedir. Milattan önce 11. yüzyıla uzanan bir süreç boyunca buhur üreticisi olan ülkelerin en önde gelenlerinden olan Yemen bugün bile dış gelirlerinin yüzde onunu buhur ihracatından sağlamaktadır[235].

Buhur, güzel koku elde etmenin yanı sıra tıbbi gerekçelerle de kullanılmıştır. Bazı hastalıkların tedavisinde dâhilî ve hâricî olarak kullanılabilen buhurun uyuşturucu ve uyarıcı etkileri vardır[236].

HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA KULLANILAN GÜZEL KOKU DIŞINDAKİ KOZMETİK ÜRÜNLER

Hz. Peygamber (sav)’in güzel kokuyu çok sevdiğini ve kullandığını Ashab-ı Kiram’a da güzel koku kullanmaları yönünde teşvik edici beyanlarda bulunduğunu “İslâmiyette Güzel Koku Kullanımı” bahsinde izah etmeye çalıştık. Ancak o devirde kişisel bakımla ilgili olarak yalnızca güzel koku kullanılmadığı, saç, diş ve cilt bakımıyla ilgili farklı uygulamalar da yapıldığı görülmektedir.

SAÇ BAKIM ÜRÜNLERİ

Sidr

Arabistan kirazı da denen Arabistan yarımadasında yetişen ve sabun gibi temizleme özelliği bulunan yaprakları ve meyveleri toplanarak kurutulan bir ağaç türüdür. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hanımlara hayızdan temizlenme sırasında sidr ile yıkanmayı tavsiye etmiştir[237].

Üşnân

Türkçe’de sabunotu olarak bilinen tuzlu topraklarda yetişen bir bitki türüdür. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ihrama girmeden evvel saçını üşnan ile yıkadığına dair bir rivâyet vardır[238].

Hatmi

Çeşitli renklerde çiçekleri olan, tüylü ve geniş yapraklı ve güzel kokulu bir bitkidir. Yazın açan çiçekleri, sonbaharda ise kökleri toplanıp kurutulur. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) saçlarını hatmi ile yıkamıştır[239].

Mersin

Mersin[240] hem güzel kokusu hem de antibakteriyal özellikleri dolayısıyla eskiden beri saç bakımı için kullanılmaktadır. Mersin bitkisi, yaz kış yeşil yapraklı kalabilen, beyaz çiçekler açan, boyu üç metreye kadar ulaşabilen bir ağaç türüdür. Hz. Âişe’nin hanımlara yıkanırken mersin bitkisini kullanmalarını tavsiye ettiği rivâyet edilmiştir[241].

Balçık (Tîn)

Câhiliyye döneminde Mekkeli kadınların saç temizliğinde balçıktan yararlanıldığı, en iyi balçığın yağmur yağdıktan sonra temizlenip yumuşamış olan topraktan elde edildiğine dair rivâyetler olmasına rağmen Hz. Peygamber döneminde kullanıldığına dair bir rivâyete rastlanmamıştır[242].

Bu maddelerin saç bakımında ne şekilde kullanıldığına dair ayrıntılı bilgilere pek rastlanmaz. Ancak bu bitkilerin yalnız yıkanırken değil saçı tararken yumuşatmak ve taranmayı kolaylaştırmak için kullanıldığını söylemek mümkündür[243].

Bitkisel Yağlar

Ortalama ömrü 300- 400 sene olan ve Akdeniz ülkelerinde yetişen zeytin ağacının meyvelerinin sıkılmasıyla elde edilen zeytinyağı çok eski zamanlardan beri saçı ve cildi besleyici özellikleri, saçta kepeği ve dökülmeyi önleme gibi nedenlerle kullanılmaktadır. Hz. Peygamber döneminde de kadınların dağınıklığını gidermek amacıyla saçlarına zeytinyağı sürdüklerine dair rivâyetler vardır.[244] Hem saçı beslemek hem de güzel kokmasını temin etmek gayesiyle zambak yağı da sık kullanılan yağlar arasındaydı[245].

Hamr (Şarap)

Saçı beslemek gayesiyle kullanılan malzemelerden biri de şaraptı. Ancak hamr yasağı geldikten sonra saç bakımı için kullanılmasının uygun görülmediğine dair rivâyetler vardır[246].

Bal

Saçları beslemek, dağınık görünümünü engellemek ve bitlerden korunmak amacıyla bal kullanılırdı[247].

Saç Boyaları

Saçları boyamak için kızıl renk veren kına, koyu tonların elde edildiği ketem, siyah renk veren vesme ve beşâm, sarı renk veren vers gibi bitkilerden yararlanıldığı bize ulaşan rivâyetlerden anlaşılmaktadır[248].

B.                 CİLT, DİŞ, EL ve AYAK BAKIMI

Cilt Bakımı ve Makyaj Malzemeleri

Câhiliyye Arapları yıpranmış deriyi soymak amacıyla bugün kimyasal peeling[249] adı verilen bir yöntem uygularlardı. Cildin rengini açmak, daha berrak renkli bir ten elde etmek, yüzdeki kıllardan kurtulmak için beyaz kurşun ve süsen içerdiği düşünülen kâşur adındaki bir malzeme yüze sürülürdü. Oldukça acı veren bir yöntem olan bu uygulamayı Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yasaklamıştır. Cilde herhangi bir zararının olmaması aksine yumuşatma ve besleme özellikleri olan süt ve hurma gibi maddelerden yapılan karışımlarla yapılan cilt bakımı ise devam etmiştir[250].

Makyaj Malzemeleri: Bugünkü çeşitlilikte olmasa da Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde de kadınların yüzlerini ve gözlerini boyamak için çeşitli malzemeler kullandıkları görülmektedir. Mesela halûk, hem parfüm hem de pembemsi sarı renk vermesi sebebiyle allık olarak kullanılırdı. Yüzdeki kırmızı renkli lekelerin üzerine sarı renkteki vers boyası sürülürdü. Hurma, süt, vers, safran ve güzel kokuların karışımından meydana gelen gumne hem cildi yumuşatmak hem de renklendirmek amacıyla özellikle gelinler tarafından kullanılırdı. Göz makyajı için sürmenin kullanımı oldukça yaygındı. Sürme güzelleşmenin yanı sıra sağlık amacıyla da kullanılırdı. Farklı çeşitleri olan sürmenin antimon ya da kurşun madenlerinin öğütülmesinden elde edilen cinsine ismiddi adı verilirdi. Sarısabır, ûd ağacı gibi bazı bitkilerin uçlarındaki yaprakların kesilip sıkılarak özütü çıkarılır, bu özüt güneşte bekletilerek veya ateşte ısıtılarak yoğunlaştırılır ve siyah renkli, katı bir madde elde edilirdi. Sürme olarak kullanılan bu maddeye sabır adı verilirdi. Sanevber adındaki bir çam ağacının kozalak, yaprak ya da çiçeklerinin damıtılmasıyla elde edilen hudad isimli sürme çeşidi ise göz tedavisinde de kullanılırdı. Hudadın içine sarı renk veren vers de katıldığı için ihramlı iken kullanılamayacağına dair görüşler bulunmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her bir gözüne üçer kez sürme çekerdi[251].

Diş Bakımı:

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinde erak (misvakağacı), dırv (akız, menengiç), utum (kaya ıhlamuru) gibi ağaçların yaş dalları ağızda yumuşatılmak suretiyle elde edilen misvaklar, dişlerin temizliği için kullanılırdı. Cahiliye döneminde güzelleşmek gayesiyle dişlerin törpülenmesi, aralarının açılması ve dişetlerinin çeşitli şekillerde kazınarak sürme ile boyanması adetleri Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından hoş görülmemesi nedeniyle zamanla terk edilmiştir[252].

El ve Ayak Bakımı:

Saçları boyamak için kullanılan boyalar el ve ayakların boyanmasında da kullanılırdı. O dönemin yaygın bir uygulaması olan el ve ayakların desenli boyanması dövmeyi çağrıştırdığı için hoş karşılanmamıştır. Ancak kınanın elleri yumuşatma özelliği olduğundan dolayı desensiz bir şekilde boyanması Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından dönemin kadın sahâbîlerine tavsiye edilmiştir[253].

 

KOZMETİK ÜRÜNLERİN FIKHÎ TAHLİLİ

KOZMETİKLERİN FIKIH SİSTEMİNDEKİ YERİ

Fıkhî hükümlerin ibâdât, muâmelât ve ukûbat şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutulduğu bilinmektedir. Bu üçlü taksimde, kozmetiği ilgilendiren hükümlerin ekserisi ibâdât konuları arasında yer almaktadır. Kozmetikle ilgili konuların az bir kısmı da muâmelât bahsinde geçmektedir. Ancak kozmetikle ilgili konular fıkıh kitaplarında müstakil ve özel başlıklar altında incelenmemiştir. Fıkıh kitaplarının baş taraflarında yer alan tahâret bölümünde necis maddeler, necâsetten tahâret gibi konular incelenirken kozmetiklerden de dolaylı olarak bahsedilmektedir. Suyun, derinin altına nüfûz etmesi, abdestin sahih olmasının şartlarından biridir[254]. Dolayısıyla abdest alırken abdest uzuvlarında olup suyun deriye nüfûz etmesini engelleyecek makyaj maddesinin bulunmaması gerekir. Yine namazın şartlarından birinin necâsetten tahâret olduğu bilinir. Buna göre namazın sıhhatine mani olacak dinen necis/pis sayılan bir maddenin insan vücudunda veya elbisesinde bulunmamasına özen gösterilir. Fıkıh kitaplarının baş taraflarında yer alan tahâret bölümünde necis maddeler, necâsetten tahâret gibi konular incelenirken kozmetiklerden de dolaylı olarak bahsedilmektedir. Suyun, derinin altına nüfûz etmesi, abdestin sahih olmasının şartlarından biridir[255]. Dolayısıyla abdest alırken abdest uzuvlarında olup suyun deriye nüfûz etmesini engelleyecek makyaj maddesinin bulunmaması gerekir. Yine namazın şartlarından birinin necâsetten tahâret olduğu bilinir. Buna göre namazın sıhhatine mani olacak dinen necis/pis sayılan bir maddenin insan vücudunda veya elbisesinde bulunmamasına özen gösterilir. Cenaze namazı bahsinde cenazaye uygulanacak güzel kokular zikredilir. Ayrıca fıkıh literatüründe cuma, bayram günlerinde süslenme ile ilgili konulara geniş şekilde yer verilir. Bayramlara önceden hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi, dişlerin misvaklanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması menduptur[256]. Yine cuma namazına giderken, her çeşit toplantılara katılırken temiz elbiseler giyilmesi, güzel kokular sürülmesi tavsiye edilmiştir[257].

Bir takım ölçüler dahilinde koku sürünmek her zaman teşvik edilmiş, hatta ric‘î talâkla boşanan kadının evliliği devam ettirmek amacıyla iddet süresi içinde boşandığı eşi için süslenmesi de müstehap sayılmıştır. Bununla birlikte fıkhın nikâh bahsinde kocası ölen kadının iddet müddetince süslenmesinin ve parfüm kullanmasının câiz olmadığı vurgulanmıştır. Yine fıkıh kitaplarının hac bahsinde ihramlı iken sürülmesi yasak olan kokular geniş bir şekilde anlatılmıştır. Bu bahiste güzel kokulu maddelerin isimleri de verilmiştir[258]. İhramlı iken tıraş olmak, tırnak kesmek, makyaj yapmak, koku sürünmek gibi vücut bakımıyla ilgili davranışlar yasaklanmıştır. Bu yasakların ihlâli durumunda ise belirli cezalar getirilmiştir. Ancak sabunla veya sabunsuz yıkanmak, haram olduğunu bilmeden, unutarak, zorlanarak koku kullanmak ceza kapsamı dışında bırakılmıştır. Kokusuz sürme çekmek ise Mâlikîler’in dışındaki mezheplere göre câiz görülmektedir. Öte yandan Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde bir ayırım yapılmaksızın ihram süresince her türlü koku kullanımı yasak iken Mâlikî mezhebinde rengi ve kokusu kalıcı olan misk, za‘feran ve kâfûr gibi kokuların aksine gül, yasemin ve reyhan gibi sadece kokusu duyulan fakat rengi görülmeyenlerin kullanılması câiz görülür. Ayrıca giyilmeden ya da ihrama girmeden önce koku sürülmüş veya koku sinmiş ihram elbisesini giymek Hanefî ve Mâlikî mezheplerinde câiz görülmezken Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre câizdir[259]. İhram yasaklarının ihlâli fıkıh literatüründe “cinâyet” diye adlandırılmış, müeyyide olarak bedenî ve malî bazı mükellefiyetler öngörülmüştür. İhram yasaklarının ihlâli, yasağın ve ihlâlin ağırlık derecesine göre hac veya umrenin fâsid olması ve kazâsının gerekmesi, büyük baş hayvan (bedene) yahut koyun veya keçi (dem) kesme, fıtır sadakası (fidye) kadar bağışta bulunma, bedelini ödeme, sadaka verme, oruç tutma gibi farklı sonuçlar doğurur. İhram yasaklarının bilgisizlik, yanılma, unutma gibi mazeretlerden dolayı çiğnenmesi uhrevî sorumluluğu kaldırabilirse de bu cezaları düşürmez. Ancak hastalık gibi haklı mazeretlerin bulunması veya ihlâlin başkasının fiilinden kaynaklanması gibi gayri iradî olması halinde ilgili şahsa kurban kesme, fidye ödeme veya oruç tutma arasında seçim hakkı tanınır[260].

Fıkıh kitaplarının eşribe (içecekler) ve et’‘ime (yiyecekler) bölümlerinde dolaylı bir şekilde kozmetiklere de temas ediler. Mesela fıkıh kitaplarında müskir içeceklerden bahsedilirken şarapla saçları tarayıp güzelleştirmenin mekruh olduğu zikredilir [261] . Buna karşılık fildişinden yapılmış tarak, bilezik gibi aletlerin kullanılmasında bir sakınca bulunmadığı ifade edilir[262]. Yine eşribe bahsinde hamr içine süsen denen reyhan (güzel kokulu bir bitki) koyup kaynatarak güzel kokulu bir hale getirilen hamrın parfüm olarak kullanılmasının hoş karşılanmadığı vurgulanır[263]. Ancak Rebî‘atü’r-Re’y, Leys b. Sa’d, Müzenî, Dâvûd ez-Zâhirî gibi bazı fıkıh bilginlerinin hamrın necis olmadığı görüşünde olduklarını da hatırlamak gerekir. Bu konuda ileride bilgi verilecektir.

Fıkhın muâmelât bölümünde kozmetik ürünlerin satışıyla, zekâtıyla ilgili uyulması gereken kurallardan bahsedilir[264]. Fıkhın literatürününün bir nevini oluşturan hisbe kitaplarında da koku satıcılarının halka zararlı maddeleri satmamaları için onları denetlemenin önemine vurgu yapılır. Fıkıh literatürünün el-İstihsân ve’l-kerâhiye bölümlerinde ise kişinin bedeninin güzelleşmesi için yapacağı davranışların hangilerinin helal, hangilerinin haram veya mekruh olduğu belirtilir. Mesela, süslenme, saç boyama, tırnak kesme, dişleri misvaklama, koku sürünme gibi[265]. Bu hususlar aşağıda kısaca açıklanacaktır.

Kişinin süslerden ve zarafet kazandırıcı maddî-mânevî unsurlardan yararlanarak kendini daha güzel ve hoş duruma getirmesini ifade eden süslenme Arapça’da tezeyyün ve tecemmül kelimeleriyle karşılanır. Fakihler, âyet ve hadislerde ziynete yapılan olumlu atıflardan süslenmenin ilke bakımından kadın ve erkek için câiz olduğu, hatta teşvik edildiği anlamını çıkarmış, ancak bunun sınırları ve istisnaları bulunduğuna dikkat çekmiştir. Öncelikle, “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o onlardandır” [266] hadisindeki uyarı sebebiyle bir müslümanın müslüman olmayanların sembolü (şiâr) haline gelmiş şeylerle süslenmesi câiz görülmemiş, meselâ erkeklerin sadece enselerini tıraş etmelerinin Mecûsîler’e benzeme anlamı taşıdığı durumlarda bu fiil mekruh sayılmıştır[267].

Fakihler saç sakal bakımı, kadın ve erkeğin saçını boyaması vb. konularda da bazı kurallar belirlemiştir[268]. Sürme çekme kadınlara ait bir süslenme şekli olmakla birlikte göz sağlığını koruma gibi nedenlerle erkekler için de câiz görülmüştür. Genel olarak fıtratı bozma niteliğindeki süslenmeler haram veya mekruh, bozulan yaratılışı düzeltme amacıyla yapılan veya fıtrata uygun olan süslenme ve vücuda müdahalede bulunma câiz görülmüştür. Ancak güzelleşmek için boya maddesiyle cilt üzerinde dövme gibi kalıcı şekiller yaptırma, saça saç ekleme, kaşları kökünden yolma, dişleri seyreltmek amacıyla törpüleme gibi süslenmeler fıtratı bozma anlamına geleceği için Resûl-i Ekrem tarafından yasaklanmıştır[269]. “Kadınlar için yüzlerinde biten sakal ve bıyık benzeri tüylerin yolunması, kaşlar arasındaki tüylerin alınması, uzayan kaşların ucunun makasla kırpılması ve normalde kıl bitmeyen yerlerdeki kılların temizlenmesi ve erkekler için kaşlarının uzayan uçlarından alınması câiz görülmüştür... Kına vb. boyalarla el ve ayak gibi organları boyamak Hz. Peygamber döneminde bilinen bir süslenme türü olup erkek ve kadın için câiz görülmüştür. Tırnakların uzatılması ve süslenmesi hususunda çağdaş bilginlerce genellikle temizliğe ve fıtrata aykırı, dinî temizliğe engel oluşturacak uygulamalardan kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmekte, zararlı olmaması ve ihtiyaç duyulması halinde lens kullanılabileceği belirtilmektedir. Herhangi bir sebeple bozulan fıtratı düzeltme ve tedavi amaçlı operasyonların izlerinin kalmaması için yapılan estetik ameliyatlar câiz, hatta müstehap sayılırken sadece estetik amaçlı ameliyatlar câiz görülmemiştir”[270].

KOZMETİKLERLE İLGİLİ BAZI FIKHÎ KAVRAMLAR

Kozmetik ürünlerde kullanılabilen alkol, hayvanlardan elde edilen kollajen, sperm, plasenta gibi hammaddelerin İslâm dinine göre ibadete engel teşkil etme durumu söz konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyette ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sünnetinde müslümanların bedenlerini, giysilerini, evlerini ve ruhlarını temiz tutmaları gerektiği yönünde vurgu yapılmıştır[271] [272]. Hatta kişinin namaz ibadetinin ön şartlarından biri de maddi ve hükmî pisliklerden temizlenmedir.

TAHÂRET VE NECÂSET KAVRAMLARI

Fıkıhta tahâret başlığı altında dinen pis/necis sayılan maddelerden, bu maddelerin pislik derecelerinden ve pislik ölçülerinden bahsedilir. Fıkıh âlimleri tahâreti, hakîkî ve hükmî pisliklerden arınma olarak tanımlamışlardır. Görülebilen veya görülemeyen ve dinen necis kabul edilen pisliklerin beden, elbise ve ibadet mekânından uzaklaştırılması için necâsetten tahâret, abdest ve gusül almak suretiyle cünüplük, hayız, nifas gibi hükmî kirlerden arınmak için ise hadesten tahâret terimleri kullanılmaktadır.

İslâm’da istisnalar dışında her şey tâhir/temizdir. Fıkhî terim olarak maddi pislik için necâset, pis olan madde için necis kelimeleri kullanılır. Necis maddeler, akıcı olup olmama yönüyle katı (câmid) ve akıcı (mâyi) necâset; kuruduktan sonra görülüp görülmeme yönüyle görülebilen necâset (en-necâsetü’l-mer’iyye) veya görülemeyen necâset (en-necâsetü gayrü mer’iyye); namazda göz ardı edilebilen miktar ve niteliği açısından hafif necâset (en-necâsetü’l-hafîfe) ve ağır necâset (en-necâsetü’l- galîza) olarak çeşitli gruplara ayrılabilir. İslâmî kurallara göre kesilmemiş ve ölü hayvanların (meyte) etleri, kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insanın idrarı, dışkısı, ağız dolusu kusmuğu, yenmesi haram olan hayvanların eti, idrarı ve dışkısı dinen ittifakla necis sayılır 270. Namaz bahsinde dinen necis veya tâhir olan bir maddeden kasıt onun namaz ibadetine mani teşkil edip etmemesidir. Bir maddenin ibadetler bakımından temiz sayılması, onun yiyilip içilmesinin helâl olduğu anlamına gelmez. Nitekim zehir ihtiva eden bir madde dinen ve fıkhen temiz sayıldığı için elbiseye bulaşsa da onu pisletmez ama bu maddenin tüketilmesi insan sağlığına zarar vereceğinden haramdır[273].

İSTİHÂLE KAVRAMI

Bir halden başka bir başka hale dönüşme olarak tanımlanabilecek istihâle kavramı kimya ilminde fiziksel ve kimyasal değişimin gerçekleştiği reaksiyonlar başlığı altında yer bulabilir. Genel olarak istihâle, temel yapısı değişikliğe uğrayan bir maddenin, öncekinden farklı isim, sıfat ve özelliklere sahip olan başka bir maddeye dönüşmesi olarak tarif edilebilir[274]. Bu şekilde dinen necis sayılan bir madde temiz hale, temiz bir madde ise necis hale dönüşmüş olur. Örneğin dinen temiz kabul edilen üzüm suyundan necis sayılan şarap, şaraptan ise yine dinen temiz görülen sirke elde edilir.

Fıkıh kitaplarında istihâlenin tanımı üzerinde durulmamış, daha çok istihâle ile ilgili misallerle ilgilenilmiştir. Bazen de sadece tagayyür/değişme manasında da kullanıldığı olmuştur[275].

İstihâle kavramını anlayabilmek için fiziksel ve kimyasal olayların nasıl gerçekleştiği ile ilgili kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır. Boşlukta yer kaplayan (hacim) ve kütlesi olan her şeye madde denir. Maddelerin en küçük yapı taşları atomlardır. 92’si doğada olmak üzere geri kalanı laboratuar koşullarında üretilen 118 çeşit atom bulunmaktadır. Yeryüzünde bulunan bütün varlıklar bu atomların bir araya gelmesiyle oluşur. Örneğin dünyanın dörtte üçünü oluşturan su, bir Hidrojen ve iki Oksijen atomunun bir araya gelmesiyle oluşur. Kimyasal formülü H2O olarak gösterilir. Suyu oluşturan Hidrojen ve Oksijen birbirinden tamamen farklı birer atom iken biraraya gelerek oluşturdukları su ise çok farklı özellikler gösteren bambaşka bir maddedir. Hidrojen kokusuz, renksiz, yanıcı bir gaz, Oksijen kokusuz, renksiz ve yanıcı bir gazdır. Bu iki gaz bir araya gelerek renksiz, kokusuz, sıvı, katı ve gaz halde bulunabilen suyu meydana getirir. İki hidrojen ve iki oksijenin reaksiyonundan meydana gelen hidrojen peroksit (H2O2) ise tekstil, temizlik, kozmetik alanlarda ağartıcı olarak kullanılan tahriş edici bir sıvıdır. İnsanlar tarafından oldukça çok kullanılan sofra tuzunun kimyasal formülü NaCl olarak yazılır ve sodyum klorür olarak okunur. Gümüş renginde yumuşak ve kaygan bir metal olan sodyum (Na), sarı renkli, zehirli bir gaz olan Klor (Cl) reaksiyona girerek beyaz renkli, kristal yapıdaki sofra tuzu (NaCl) meydana getirir. Örneklerden anlaşılacağı üzere çok farklı özellikleri haiz atomlar bir araya gelerek farklı özellikleri taşıyan maddeleri oluştururlar.

Kimyada bir maddenin fiziksel yapısının değişip kimyasal özelliklerinin aynı kaldığı değişimlere fiziksel reaksiyon (donma, erime, buharlaşma gibi), kimyasal özelliklerinin değişip farklı maddelerin oluştuğu reaksiyonlara ise kimyasal reaksiyon (yanma, paslanma, ekşime, çürüme, mayalanma gibi) denir. Suyun buharlaşması, donması fiziksel birer reaksiyon olup kimyasal yapısında herhangi bir değişme meydana gelmez. Su elektrik enerjisi ile ayrıştırma işlemine tabi tutulduğunda (elektroliz) kendisini meydana getiren hidrojen ve oksijen atomlarına ayrılır. Burada kimyasal reaksiyon meydana gelir. Sudan farklı özellik gösteren iki ayrı madde oluşur[276].

Fıkıh kitaplarında istihâle başlığı altında örnekleri verilen değişim olaylarına bakıldığında hem fiziksel hem de kimyasal reaksiyonların varlığından söz edilebilir. 2011 yılında gerçekleştirilen 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresine katılan bilim adamları[277] sundukları tebliğlerde ve müzakerelerde fıkıh literatüründeki örneklerden hareketle istihâleyi gerçekleştiren faktörler arasında şunları sıralamışlardır[278]:

Yakma veya yanma (tam oksidasyon): Necis olan bir şey kül haline gelinceye kadar yanarak istihâle gerçekleşmiş olur. Necis bulaşmış bir odun parçasının veya tezeğin yakılması gibi.

Bir Maddenin İçine Düştüğü Diğer Maddenin Bir Parçası Haline Gelmesi ve O Maddeye Dönüşmesi: Bir domuz veya eşeğin tuz gölüne düşüp tuz olması gibi.

Taşlaşma (Mineralizasyon): Mesela, ölmüş bir hayvanın zamanla doğal etkilerle çürüyüp taşlaşması yani toprak haline gelmesi.

Kendiliğinden Dönüşüm: Mayalanma (fermantasyon) yoluyla üzüm ve diğer meyve sularının sarhoşluk verici maddeye/şaraba dönüşmesi, daha sonra farklı bir fermantasyon ile şarabın sirkeye dönüşümü gibi.

Kaynaklarda necisi temiz yapmayan istihale örnekleri şunlardır[279]:

Bir şıra veya şarap içine herhangi bir pislik düşüp dağıldıktan sonra sirke yapılmakla temizlenmiş olmaz. Bunların içine fare düşmesi de aynıdır.

Yine pis olan bir sütten peynir yapılmakla veya pis bir buğday öğütülmekle veya unundan ekmek yapmakla, kirlenmiş bir susamdan yağ çıkarmakla temizlenmiş olmazlar. Çünkü bu durumlarda hal değişikliği gerçekleşmez.

Ateşte kızartmak, öğütmek ve parçalara ayırmak, şekil ve mekan değişikliği yapmakla istihale gerçekleşmiş olmaz. Ancak bir madde kendisini oluşturan küçük parçalara ayrışıp bu küçük parçalardan yeniden başka özellikte bir madde elde edildiğinde hem oluşan küçük parçalar, hem de bu parçaların kullanılmasıyla oluşan yeni maddeler istihaleye uğramış olarak kabul edilmektedir. Burada önemli olan nokta parçalanmanın hangi boyutta olduğu bilgisidir. Fıkıh kitaplarında daha çok gözlem yoluyla gerçekleştiği düşünülen istihale örneklerinden yola çıkılarak bugünkü bilimsel bilgiler ışığında parçalanma düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. Proteinlerin aminoasitlere, trigliseritlerin gliserol ve yağ asitlerine kadar parçalanması istihale için yeterli bulunurken, kollajen proteininden elde edilen jelatinde ise aminoasit dizesi büyük oranda koruduğundan istihalenin tam olarak gerçekleşmediği görülmüştür. Bir aminoasit temel yapı taşı olarak bitkide, hayvanda ve insanda bulunabilir ve kaynağının nereden geldiği bilinemez. Ancak kollajen proteini her canlıda farklılık arz eder ve bu molekül analiz edildiğinde hangi kaynaktan elde edildiği bulunabilir.

Fiziksel Reaksiyon Yoluyla Gerçekleşen İstihâle Örneği:

Şarabın İçine Düşen Buğday: İmam Muhammed’e göre hamrı emen buğday yıkamakla temizlenmez. Ona göre yıkamakla buğdayın yüzeyindeki necaset gitse de emilen kısım sıkmakla dışarı çıkar. Buğdayın ise sıkılması söz konusu olamaz[280]. Ancak Ebû Yûsuf’a göre buğday taneleri şarabın içine düştüğü zaman her seferinde kurutmak kaydıyla üç kez yıkamakla buğday temizlenmiş sayılır[281]. Bu işlem sonunda şarabın tadı ve kokusu kalmamışsa buğdayın temizlendiği yargısına varılır. Buharlaşmanın istihâle kavramı içinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ülkemizde gerçekleştirilen bazı çalıştaylarda bilim adamları tarafından tartışılmış ve helal ve temiz kılıcı olduğu kanaatine varılmıştır[282].

Kimyasal Reaksiyon Yoluyla Gerçekleşen İstihâle Örneği:

Şarabın Sirkeye Dönüşmesi: Alkollü içkilerin içindeki etil alkol oksijenli ortamda asetik alkole dönüşür. Dolayısıyla içki sirkeye dönmüş olur. Şarabın kendiliğinden sirkeye dönmesi durumunda bu sirkenin tüketilmesinin helalliği konusunda fukaha ittifak etmiştir. Ancak insan eliyle şaraptan dönüştürülmüş sirkenin içilmesi hususu ihtilaflıdır. Buna göre Hanefî mezhebi, İmam Mâlik, Evzâî, Leys b. Sa‘d ve bir kavle göre Ahmed b. Hanbel câiz görürken; Şâfiî ve Zâhirî mezhepleri ve meşhur olan görüşüne göre Hanbelî mezhebi câiz görmemiştir[283].

Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için içilmesi âyetle yasaklanan hamr (şarap), hamra müskir özelliğini veren etil alkolün kimyasal yapısı ve fıkıh kitaplarında geçen diğer içecekler üzerinde ayrıntılı olarak durmak faydalı olacaktır.

İSTİHLÂK KAVRAMI

Sözlükte yok olma, bir şeyi bitirme, helak olma ve infak etme anlamlarına gelen istihlâk; fıkıhta yenilmesi, içilmesi haram kılınmış ya da dinen necis sayılan az miktardaki maddenin, büyük miktardaki helal ve temiz olan diğer bir maddeyle karışması ve onun içinde dağılması sonucu maddenin varlığını sürdürmesine rağmen, tat, koku ve renk gibi özellikleri ve sıfatlarının hissedilmeyecek oranda kaybolması demektir. Bu şekilde meydana gelen karışım bu maddelerden dinen haramlığı ve necis olma özelliğini kaldırır. Çünkü onlar, içine karıştıkları maddenin içinde tat, koku ve renk itibariyle ayırt edilemez bir hale gelirler[284]. Fıkıh kitaplarında istihlâk konusuna müstakil bir başlık ayrılmamış, necâset, büyük ve küçük havuzlarla ilgili hükümler, artıklar, kuyular bahsi, süt emzirme, yemin ve içki içme haddi gibi bablarda bu konuya yer verilmiştir[285]. İslâm Tıp Bilimleri Örgütü, 1995 yılında Kuveyt’te 8. ve 1997 yılında Dârulbeyzâ/Kazablanka’daki 9.’su düzenlenen toplantıda aldığı kararlar ile nadir olan yok hükmündedir, eşyada aslolan ibahadır, haramlık ve necis olmak ise arızidir gibi genel kurallara dayalı olarak aslı itibariyle temiz ve helal olan bir madde arızi bir sebepten dolayı haram olma özelliği kazanmışsa, yapısı itibariyle necis sayılamayacağı kanaatine varmıştır[286].

İstihâle ve istihlâk kavramlarının karıştırıldığı görülmektedir. İstihâlede kimyasal dönüşüm veya buharlaşma gibi fiziksel bir olay gerçekleşir. İstihlâkta ise bir karışım söz konusudur, herhangi bir dönüşüm yoktur. Karışımdaki bütün maddeler özelliklerini korumaya devam etse de fazla olan maddenin özellikleri baskındır[287]. İbn Teymiyye, İbn Hazm, İbn Kayyım el-Cevziyye ve günümüz bazı araştırmacıları istihlâkın istihâlenin bir çeşidi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre her iki durumda da necis ve haram maddelerin temiz ve helal maddelere dönüştüğünü düşünmüşlerdir[288].

Daha önce de bahsettiğimiz gibi kimi gıda ve kozmetik ürünlerin içinde çeşitli sebeplerden dolayı alkol kullanılmaktadır. Özellikle muasır fıkıh bilginleri bu ürünlerle ilgili istihlâk ilkesinden yola çıkarak içine konan alkolün azlığı ve çokluğu üzerinden hükümler vermektedirler[289].

1995‘te Kuveyt’te düzenlenen kongrede, hamrın necasetinin manevi olduğu gerekçe gösterilerek alkolün dezenfekte ve kozmetik sanayi ürünleri imalatında çözücü madde olarak kullanılmasında bir beis olmadığı kabul edilmiştir[290].

EŞRİBE VE MÜSKİRÂT KAVRAMLARI

Arapça’da içecek anlamına gelen şarâbın çoğulu olarak eşribe kelimesi kullanılır ve fıkıh kitaplarında bu başlık altında genellikle müskir (sarhoşluk veren) hale gelen içeceklerden bahsedilir. Bir içeceğin müskir hale gelmesinin nedeni içinde etil alkol oluşmasından kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Hamr/şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, hamr/içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” ayet-i kerimesi ile hamr yasaklanmıştır[291]. Kumar, put ve şans okları ile birlikte hamrın birer rics (pislik) olduğu belirtildiğinden bu maddelerin dinen necis olup olmamaları konusunda fukaha muhtelif görüş beyan etmiştir. Buradan hareketle etil alkolün necis olup olmamasına yönelik görüşlerin daha iyi anlaşılabilmesi için eşribe bahsine değinmek yararlı olacaktır.

GENEL OLARAK İÇKİLER

Arapça’da hamr kelimesi masdar olarak örtmek, gizlemek, şarap içirmek, mayalamak gibi anlamlara geldiği gibi isim olarak da daha çok üzümden yapılan şarap için kullanılır. Arapça’da şarâb kelimesinin çoğulu olan “eşribe” de sarhoş etsin veya etmesin içilecek içkileri ifade etmek üzere kullanılır. Ancak fıkıh literatüründe eşribe kelimesi ile daha çok sarhoş eden içkiler kasdedilir. Yenilmesi veya içilmesiyle insana sarhoşluk veren şeye de müskir (çoğulu müskirât) denir. Arap toplumu içkiye son derece düşkündü ve bu toplumda alışkanlık halinde çokça içki tüketiliyordu. “Araplar eskiliği, tazeliği, çabuk sarhoş etmesi, rengi, yapıldığı malzeme, üretildiği yer ve saklandığı kaba göre içkilere değişik adlar takmışlardır. Araplar üzüm, hurma, arpa, buğday, mısır ve baldan içki üretmiş ve kullanmışlardır. Arapça’daki içkiyle alâkalı kelimelerin bir kısmı ticarî ilişkiler sonucu Farsça, Yunanca ve Süryânîce’den alınmıştır. İçkiler yapıldıkları malzemeye göre halîtân, sahbâ, sekr, kındîd, nebîz, bit‘u, ci‘a, sükürke, mizr, fadîh gibi isimler almaktadır. Medineliler’in kullandığı fadîh, genellikle hurmanın koruk (büsr) veya olgunlaşmaya başlamışı ile (zehv) kurusu (temr) yahut hurma ile üzüm karıştırılarak yapılırdı. Mizr daha çok Yemenliler’in arpa, mısır gibi tahıllardan elde ettikleri bir içki türüydü. Araplar çok değer verdikleri kaliteli şaraba rahîk demişlerdir”[292].

FIKIH LİTERATÜRÜNDE İSİMLERİ GEÇEN İÇKİLER

Fıkıh kitaplarında sarhoşluk veren içecekler ve bunlarla ilgili ihtilaflar “kitâbu’l-eşribe” başlığı altında ele alınmıştır. “Eşribe”, sarhoş etsin veya etmesin içilecek şey manasındaki “şarâb” kelimesinin çoğuludur. Terim olarak ise “eşribe” sarhoş eden (müskir) sıvılara/içeceklere verilen addır. Fıkıh kitaplarının eşribe bahsinde üzüm, hurma, tahıllar (buğday, arpa, darı gibi), süt ve bal gibi maddelerden içki elde edildiği belirtilir. Fıkıh kitaplarında içecekler yapıldıkları hammaddelere, pişirilip pişilmemelerine, mevcut sularının buharlaştırılma miktarlarına göre çeşitli isimler almışlardır. Bu içeceklerin sarhoş edici olup olmamaları veya tüketilebilecek miktarları ile ilgili olarak ulema farklı görüşler beyan etmiştir.

Yaş Üzüm Suyundan Elde Edilen İçecekler

Hamr

Âyette içilmesi yasaklanan “hamr” kelimesinin yalnız çiğ üzüm suyundan elde edilen şarabı mı yoksa sarhoşluk veren bütün içecekleri mi kapsadığı konusunda ulema ihtilafa düşmüştür. Bazı fakihlere göre sadece üzüm suyundan elde edilen içkiye hamr denir. Bazı fakihlere göre her çeşit içkiye hamr denir. Serahsî’ye göre İslâm ümmeti hamrın haram olması hususunda icma etmiştir ve hamrı/içkiyi helal sayan kâfir, içen ise fasık (günahkar) olur[293]. İslâm hukukçularının hamrın kapsamı hakkındaki görüşleri şöyle özetlenebilir:

“Hanefî'ler, Şâfiîler’in çoğunluğu ve bazı Mâlikîler ile İbrâhim en-Nehaî, Şa‘bî, İbn Ebû Leylâ, İbn Şübrüme gibi Iraklı fakihlere göre sadece üzümden elde edilen sarhoş edici içkiye hamr denilir. Öteki maddelerden elde edilen içkilere hamr denmesi ise mecaz yoluyla bir adlandırmadır. Ancak Ebû Hanîfe ile diğerleri arasında, üzüm suyunun ne zaman hamr ismini alacağı konusunda görüş ayrılığının bulunduğunu da belirtmek gerekir. İmameyn ve diğer müctehidlere göre köpüğünü atsa da atmasa da bu şekilde oluşan içecek “hamr”dır. Ebû Hanîfe ise böyle bir üzüm suyunu köpüğünü atmadıkça (mayalanma süreci tamamlanmadıkça) had hususunda “hamr” olarak sayılmayacağı görüşündedir[294]. Diğer taraftan Ebû Yûsuf’tan ve bir kısım fakihlerden, hamr kelimesinin gerçek anlamda üzüm ve hurmadan elde edilen içkiyi ifade ettiği şeklinde bir görüş de rivayet edilir. Çoğunluğunu Hanbelîler’in ve Mâlikîler’in teşkil ettiği fakihler ise azı ve çoğu sarhoşluk veren her türlü içkiye hangi maddeden üretilirse üretilsin hamr deneceği ve Kur’an’daki hamr yasağının bu tür içkilerin hepsini kapsadığı görüşündedir[295].

Hadislerde Geçen Hamr Kelimesinin Manası[296] : Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sarhoşluk veren her türlü içeceğin hamr olduğuna dair pek çok hadisleri vardır. Şöyle ki, Allah Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her sarhoş edici haramdır”[297] hadisi ile “hamr”ı genel olarak ümmetine bu şekilde tarif etmektedir. O dönemde Medine’de üzümden yapılan şarabın pek bulunmadığı, sarhoşluk veren içkilerin daha ziyade, hurma, bal, buğday, arpa gibi hammaddelerden yapıldığı gelen rivâyetler arasındadır[298]. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendisine sorulan herhangi bir gıdadan elde edilmiş olan bir sarhoş edici içeceğin hükmünü vermek yerine genel olarak her türlü müskir içeceğin haram olduğunu zikretmiştir. Örneğin bal şerbetinin hükmü sorulduğunda sarhoşluk veren her içkinin haram olacağı cevabını vermiştir[299]. Çünkü çeşitli gıdalardan elde edilen içecekler başlangıçta müskir edici olmamalarına rağmen zamanla fermantasyon geçirmek suretiyle sarhoş edici hale gelebilmektedir. Bu nedenle burada önemli olan herhangi bir içeceğin hangi malzemeyle yapıldığı değil o içecekte aklı örtecek ölçüde müskir vasfının olup olmamasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Ümmetimden insanlar “hamr”ı başka isimlerle içeceklerdir” buyurarak ümmetini bu konuda uyarmıştır[300]. Yine Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hamrın hurma ve üzümden yapıldığına işaret ederek haramlık hakkında her ikisinin de eşit olduğuna dikkat çekmiştir[301].

Hanefî'ler her sarhoşluk veren içeceğin “hamr” olarak adlandırılamayacağını söylerler. Onlar için “hamr” ancak üzüm suyundan elde edilen içkiye verilen isimdir. Mecazî olarak ise aklı örten diğer içecekler için kullanılabilir. Ancak her aklı örten madde için hamr kelimesini kullanmak uygun düşmez. Serahsî’nin bu konu ile ilgili olarak verdiği misal oldukça akla yatkındır: yıldızlara ortaya çıkan şey anlamına gelen “necm” kelimesinin isim olarak verilmesi her ortaya çıkan şeye de necm adının verilmesini gerektirmez[302].

Şâh Veliyyullah Dihlevî, hamrın haram kılındığı zaman üzümden yapılan içkinin az olduğunu, sahabenin fadîh denilen kırılmış koruk hurmadan elde edilen içkilerin bulunduğu küpleri kırdıklarını dolayısıyla içkinin haram olması için illâ da üzümden yapılmış olma şartının aranmasının anlamsız olduğunu söylemektedir. İnsanlar içkiye düşkün olduklarından onu içmek için bahaneler ararlar. Bu sebeple içkinin yasaklanmasındaki hikmetin tamamlanabilmesi için hiçbir mazeret kapısının açık bırakılmaması gerekir[303].

Hamr ağır pisliklerdendir (necâset-i galîza) ve namazın geçerliliği için bir dirhemden fazlası kabul edilemez[304].

Tılâ’: Kaynatıldığında üçte ikisinden azı giden (buharlaşan) pişirilmiş yaş üzüm suyunun kabarıp (mayalanma), keskinleşip, köpüğünü attığı sarhoş edici (müskir) içecektir[305]. Bâzik ile munassafa da tılâ’ denildiği de vakidir[306]. Fıkıh kitaplarında tılâ’ın farklı tanımları da vardır[307]. Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve İmam Mâlik bu içeceğin haramlığı konusunda ittifak etmişlerdir[308]. Bazı Hanefî fakihlere göre,kaynatılmakla üçte ikisinden azı buharlaşıp müskir hale gelerek tılâ’ adına alan yaş üzüm suyu da “hamr” gibi necâset-i galîzadır[309]. Bu fakihlere göre hamrın necâset-i galîza olması âyetle sabittir. Kaynayarak üçte ikisinden azı giden tılâ’ da aynı hükümdedir [310]8.

Munassaf: Pişirilmek suretiyle suyunun yarısının buharlaşıp ve sonra mayalanıp keskinleşerek müskir hale gelen yaş üzüm suyudur.

Müselles: Üçte ikisi gidinceye (buharlaşma) kadar yaş üzüm suyunun pişirilmesinden sonra kabarıp, keskinleşip galeyanının durduğu içecektir. Bu tarif bize ülkemizde çokça tüketilen pekmezi hatırlatmaktadır. Bu şekilde olursa Ebû Yûsuf ve Ebû Hanîfe’ye göre içilmesi helaldir. Çünkü içkinin yasaklanmasını dört gözle bekleyen Hz. Ömer bile pişirmekle şeytanın nasibi ve deliliğinin kârının gittiğini söyleyerek bu içeceği tüketmiş ve misafirlerine ikram etmiştir[311]. Fakihler arasında, tatlılığını koruduğu müddetçe müsellesin ve diğer içkilerin içilmesinin câiz olduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır[312]. İmam Muhammed, Mâlik ve Şâfiî bu içeceklerin yıllanıp tatlılığını kaybedip müskir hale geldikten sonra azının da içilmesini haram görürler[313].

Buhtec (Ebû Yûsufî): Pişirildikten sonra (müselles) üzerine su dökülüp inceltilen ve sonra kabarıp ekşiyerek sarhoş edici hale getirilen yaş üzüm suyudur[314]. Bu şurûbu/şerbeti tatlı olduğu müddetçe içmek mubahtır. Bu şurûbu/şerbeti Ebû Yûsuf çok içtiği için ona Ebû Yûsufî ismi verilmiştir[315].

Bâzık: Kıvama gelinceye kadar kaynatılıp üçte ikisinden azı gittikten sonra sertleşen ve sarhoş edici hale dönüşen yaş üzüm suyudur. Bâzık kelimesinin Farsça olduğu ve kırmızı üzümden elde edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır[316].

Kuru Üzümden Yapılan İçecekler

Nakî‘ü’z- zebîb: Su içinde bekletilen kuru üzümün kaynatılmadan kendi kendine köpürüp keskinleşip köpüğünü atmak suretiyle oluşan sarhoş edici içecektir[317]. İçilmesi haramdır[318].

Nebîzü’z-zebîb: Su içine atılıp az bir süre pişirilerek ekşimeye bırakılan ve bu şekilde müskir hale gelen kuru üzümden elde edilen içecek türüdür[319].

Hurmadan Elde Edilen İçecekler:

Seker: Pişirilmeyip kendi kendine galeyan eden (kabaran) ve iştidat edip müskir hale gelen yaş hurma suyudur[320]. Hanefi'ler “Hamr şu iki ağaçtan yapılır: Üzüm ve hurma” hadisi şerifini delil göstererek sekerin hükmünü hamrın haramlığı gibi kabul ederler[321].

Fadîh: Olgunlaşmamış hurmanın kırılıp yarıldıktan sonra keskinleşip müskir hale gelinceye kadar suda bekletilmesidir. İbn Ömer bu içeceği içenin haram olması hasebiyle dünya ve ahirette mahvolacağını söylemiştir[322]. Ancak fadîh nebîzinin üzerine su dökülüp pişirilse veya su ile inceltilse bunun tüketilmesinde bir beis yoktur[323].

Nebîz-i Temr: Köpüğünü atmış olsun olmasın çok az pişirildikten sonra ekşiyerek müskir hale gelen kuru veya yaş hurma suyudur[324].

Nakî‘-i Temr: Su içine atılarak pişirilmeden kendi kendine kabaran ve ekşiyen ve bu şekilde sarhoş edici hale gelen kuru hurma suyudur[325].

Üzüm ve Hurmanın Karıştırılmasıyla Elde Edilen İçecekler

1-Halîtân: İştidat etsin veya etmesin hurma ile üzüm kurularının karışımının suda az pişirilmesiyle elde edilen içeceğe halîtân denir[326].

2-Cumhûrî: Üçte ikisi buharlaşana kadar kaynatıldıktan sonra buharlaştırılan miktarı kadar su katılan ve tekrar ateşte pişirildikten sonra sertleşerek sarhoş edici hal alan içecektir.[327] Halk arasında yaygın olarak tüketildiği için bu ismi almıştır ve kuru üzüm, hurma, mısır gibi çeşitli hammaddelerden yapılabilir[328].

Diğer Yiyeceklerden Elde Edilen İçecekler:

Mizr: Darıdan elde edilen içki çeşididir[329].

Ci‘a: Arpa veya buğdaydan elde edilir[330].

Bit’: Bal şerbetine verilen isimdir[331].

İçeceklerin Hükmü

Tatlı olan her içecek icma ile helâl sayılmıştır.[332] Önceden de ifade edildiği gibi fakihler arasında, tatlılığını koruduğu müddetçe hamrın dışındaki diğer içkilerin içilmesinin câiz olduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır330 [333]. Hamr ve sarhoşluk veren içkilerin tamamının kullanılması icma ile haram sayılmıştır[334]. Kabarma, iştitad ve köpüğünü atma işlemleri olduğu takdirde yukarıda zikredilen hamr, tılâ’, seker ve nakîu’z-zebîb isimli içeceklerin tüketilmesi, Ebû Hanîfe’ye göre haramdır. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre kabarma ve iştidat olması haramlık için yeterlidir[335]. Hamrın haramlığı, hakkında âyet olduğundan diğerlerine göre daha sabittir. Bunu helâl sayan kafir olur. Bey’i câiz değildir. Telef edildiği zaman tazmini gerekmez. Ancak zımmî için mal olduğundan onunki telef edilemez. Hamrın azı da içilse had cezası uygulanır. Diğerlerinde ise sarhoş olmadıkça had gerekmez[336]. Hanefîler’e göre susuzluk ve ikrâh halinde içilebilir[337]. İmam Şâfiî ise hamrın kendisinin hararet yapıcı olmasından ötürü susuzluğu gideremeyeceğinden susuzlukta da içilemeyeceği görüşündedir[338]. Hanefî âlimlerin ekserisine göre pişirilmek suretiyle suyunun üçte ikisini kaybetmiş olan müselles, nebîz-i temr, halîtân, bal, incir, buğday, darı ve sütten elde edilen içeceklerin tüketilmesi helaldir [339]

Bazı Hanefî yazarlar, Hanefî fakihlerine göre ieceklerin dördünün haram, dördünün de helal olduğunu kaydetmişlerdir[340]. Haram olan içecekler, 1.hamr, 2.tılâ’ (bâzık), 3.seker ve 4.nakî‘ü’z-zebîb’dir. Helal olan içecekler de 1.nebîzü’t-temr ve’z- zebîb, 2.halîtân, 3. Bal, incir, arpa, buğday, darı şurupları ve 4. Müselles’dir.

Ömer Nasuhi Bilmen’in, fıkıh mezheplerinin içecekler ile ilgili görüşlerine dair verdiği bilgileri şöyle özetleyebiliriz: Hamrın azı da çoğu da sarhoş etsin etmesin haramdır ve haddi gerektirir. Bâzik, munassaf, buhtec, seker, nakî‘i-zebîb sarhoşluk verecek dereceye gelince bunlar da hamr gibi haram olur. Bu yüzden azını da çoğunu da kullanmak caiz değildir. Ancak içen kişiye sarhoş olmadıkça had cezası uygulanmaz. Bu görüş Hanefîler’e aittir. Hanefîler’in dışındaki diğer mezheplere göre bunların kullanılması, sarhoşluk verse de vermese de mutlaka haddi gerektirir.

“Müselles, nebîz-i temr, nebîz-i zebîb, halîtan ile pişirilmiş olsun olmasın, bal, incir, buğday, arpa, darı nebîzleri= şurupları galeyan ve iştidad etseler de müskir bir hale gelmedikçe ve telehhî kasdiyle içilmedikçe mubahdırlar. Fakat bunlar müskir bir hale gelince bunların yalnız sekr vermeyecek miktarını bedene kuvvet vermek maksadiyle içmek, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yûsuf’e göre caizdir. Sekr veren mikdarını içmek ise memnû= haram olduğundan haddi müstelzim olur. İmam Muhammed’e göre bunlar sarhoşluk verecek bir hale gelince artık bunların azını da çoğunun da içmek her halde memnu olur. Müfta bih olan da budur”. Azını içmek ta’zîri gerektirirse de sarhoşluk vermedikçe haddi gerektirmez. Hanefîler’in dışındaki diğer üç mezhebe göre, bunların azını da çoğunu da içmek haddi icap eder[341]. Ebû Hanîfe’nin görüşlerine göre içeceklerin hükmü aşağıdaki tablolarda gösterilmiştir[342]:

Haram Olan İçecekler

Hamr

Tüâ

Seker

Nakî‘ü’z-zebîb

Tablo 1

 


Metin Kutusu: 4.İçkinin Haram Olma Ölçüsü

Hz.Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Özünde pis oluşu nedeniyle şarabın azı ve çoğu ve sarhoşluk veren her içki haram kılınmıştır”[343]. Bu hadîs-i şerîfden yola çıkan Serahsî, şarabın azının da haram kılınmasını şu şekilde izah eder: “İçkinin azında da düşmanlık ve Allah Teala’nın zikrinden alıkoyma durumu vardır. Azı çoğuna götürür. Çünkü şöyle bir söz vardır; “İçki dışında bütün yiyecek ve içeceklerin başlangıçtaki lezzeti sonundaki lezzetinden fazladır.” İçki içen için içkinin lezzeti içildikçe çoğalır. Bir şekilde içenin daha fazla içme hırsı artar. Böylece içkinin azının içilmesi çoğunun içilmesine götürür. Azı da çoğu gibi haram olur. Görmez misin faiz haram kılındığı gibi faize götüren şeyler de haram kılınmıştır. Günah işlemek kastıyla yürümek günahtır.”[344]

Şarabın içilmesi âyet yoluyla yasaklanmıştır. Dolayısıyla azını da çoğunu da içmek haramdır. Ebû Yûsuf, kişinin içeceği içerken hangi niyetle içtiğine bakar ve ona göre hüküm verir. Dolayısıyla Ebû Yûsuf sarhoş olmak maksadıyla hamr/şarab dışındaki içkilerinin azının da içilmesini haram sayar. Ancak Ebû Yûsuf yemeği sindirmek/hazmettirmek maksadıyla hamr dışındaki bir içeceğin içilmesinin haram olmadığını söylemiştir. Bunun örneği, zina maksadıyla yürümenin haram; ibadet maksadıyla yürümenin ise ibadet olmasıdır[345].

Veda haccı sırasında Kurban Günü içecek talebinde bulunan Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a keskinleşmiş nebîz getirilmiş, bunu içen Efendimiz’in yüz ifadesi değişmişti. Hz. Abbâs’ın bu içeceğin haram olup olmadığını sorması üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nebîzi aldı, üzerine su ekledi ve içti. Sonrasında ise şöyle buyurdu: “İçeceklerden biri sizi şüphelendirdiği zaman, su ile onun sertliğini kırınız.”[346]. Bu tarz içeceklerin azı çoğuna götürmeyeceğinden keskin olsalar dahi azı helal ancak sarhoşluk veren miktarı haram olmaktadır[347].

Şarap/hamr, necâset-i galîzadır. Bir dirhemden fazla elbiseye bulaştığında namaza mani olur[348]. Bazı fakihlere göre diğer müskir içecekler ise haramlık bakımından hamrın altında olduklarından ve az içene had cezası uygulanmadığından necâset-i hafife olarak görülmüşlerdir[349].

Itanırın Farklı Amaçlar İçin Kullanılması

“Allah hamr hakkında on kişiye lanet etmiştir.” hadîs-i şerîfinde on kişi arasında hamrdan yararlanan kişiyi de saymıştır[350]. Hamr ile tedavi olma, saç bakımı yapma gibi konularda yasaklayıcı hadîs-i şerîfler bulunmaktadır. “Şüphesiz Allah(cc) bir pisliğe şifa koymamıştır” hadîs-i şerîfine göre Allah(cc) bir hastalık için mutlaka helâl olan bir şeyden şifa kılmıştır.[351] Nitekim İbn Mes’ûd’a karnında safra olan birisi gelip, tedavi için içki içme hususunda fetva isteyince İbn Mes’ûd şöyle demiştir: “Allah şifanızı size haram kıldığı şeylere koymamıştır.” Bu nedenle haram olan bütün içkilerin tedavi için içilmesi veya makattan, burundan verilmesi mübah değildir. Helal yollardan tedavi olunmalıdır[352]. Ancak uzman bir doktor tarafından tavsiye edilirse zaruretten dolayı câiz olur [353]1. İmam Şâfiî de iki âdil kişi şifanın hamrda olduğunu söylemesi durumunda tedaviyi câiz görür[354]. Hamr ile hayvanı tedavi etmek de mekruh sayılmıştır[355].

Hamr ile saçlarına bakım yapan bazı kadınları Hz. Aişe sert bir şekilde bundan men etmiştir [356] Bu sebeple şarapla saç taranması mekruh sayılmıştır[357]. Çocuklara tedavi veya başka amaçlarla şarap içirmek helâl değildir. Çocuk bundan sorumlu olmayıp, sorumluluk içirene aittir[358].

İçinde hamr bulunan bir kabın yıkanarak kullanılmasında ise bir beis görülmemiştir. Hz. Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem), hamrın yasaklandığı ilk dönemde hamrı içmeye çok alışmış olan ümmetini bu âdetinden uzaklaştırabilmek için hamrın dökülmesini emretmiş, sirkeye dönüştürülmesini yasaklamıştır. Daha sonra bu uygulamaya “herhangi bir deri tabaklandığında temiz olur. Sirke durumuna gelen hamrın helâl olması gibi.”[359] hadisi ile son verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hanefî'ler bu hadisi delil sayarak şarabın sirkeye dönüştürülmesini helaâl bulmuştur. Hz Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in yetimlerin elinde bulunan hamrın bile sirkeye dönüştürülmesine izin vermemesini delil gösteren İmam Şâfiî ise dışarıdan müdahale ile şarabın sirkeye dönüştürülmesinin o sirkeyi helâl kılmayacağı görüşündedir[360]. Sirkenin oluşabilmesi için şekerin önce alkole sonra asetik aside dönüştüğünü bugünkü kimya bilgisiyle söylemek mümkünken o devir için özellikle necis kabul edilen hamrın sirkeye dönüşünce helâl olup olmadığının sorgulanması titiz düşüncenin bir göstergesidir.

Domuz, usule uygun olarak kesilmemiş hayvan ve kan gibi aslının pis olması sebebiyle hamrın satılması ve parasının yenilmesi helâl değildir. Hatta İbn Ömer (ra), hamrın satılıp parasının yenmesini kendilerine haram kılınan Yahudilerin iç yağını satıp paralarını yemeye benzetir[361].

Hamrın çorbanın içine katılarak veya herhangi bir şekilde pişirilerek yenilmesi helâl olmaz. Böyle bir işlem hamrı sirke gibi kullanmak olduğundan, bunu yapma da helâl olmaz. Öte yandan hamrın pişirilmesi ne onu helal kılar, ne de onun hakkında sabit olan hükmü değiştirir. Çorbadan ayrı pişirilmesi de böyledir[362].

Yine unun hamrla yoğrulup hamur yapılıp ekmek yapılması ve bunun yenilmesi de mekruhtur; çünkü un hamr ile pis hale gelir. Pis olan hamur, ekmek yapılarak temizlenmiş olmaz. Dolayısıyla böyle bir ekmeğin yenmesi helal olmaz[363]. Ancak hamr buğday üzerine dökülür, buğday yıkandıktan sonra kurutulup öğütülür ve hamrın tat ve kokusu kalmaz ise bu buğdayın yenilmesinde sakınca yoktur[364]. Hamr içirilmiş bir koyunun kesilip etinin yenmesinde veya sütünün sağılıp içilmesinde bir beis yoktur. Çünkü hamr koyunun midesine inmekle yok edilmiş olup etine ve sütüne etki etmemiştir[365]. Akan bir nehre hamr dökülse ve bu hamr aşağıda su içmekte olan birinin yanına ulaşsa hamrın tadı ve kokusu olmadığı sürece o suyu içmekte bir sakınca yoktur. Ancak bir kap suyun içine bir damla dahi hamr düşse, bu o suyu kirletmeye kâfidir[366].

İçeceklerle İlgili Bir Değerlendirme

İçeceklere dair hadis, tarih ve fıkıh kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre Arap ve diğer İslâm toplumlarında kişiler evlerinde örf ve âdetleri çerçevesinde özellikle meyvelerden tatlı veya mayhoş (ekşimsi) içecekleri ya pişirerek veya çiğ olarak elde ediyorlardı. Yapılan bu tatlı ve mayhoş içecekler, üretildiği meyvelere veya üretim şekline göre isimlendiriliyordu. İslâm toplumlarında evlerinde tatlı veya ekşimsi içecekler yapan Müslüman kişilerin asıl amacının, müskir bir içecek elde etmek değil, tatlı veya mayhoş (ekşimsi) bir içecek elde etmek olduğu söylenebilir. Nitekim günümüzde de çeşitli meyve ve tahıllardan içecekler elde edilmektedir. Meyvelerden yapılan içeceklere şurup, şıra, şerbet, meyve suyu, pekmez, komposto, hoşaf, boza, limonata gibi isimler verilmektedir. Nadiren de olsa bazı kimselerin evlerinde özellikle üzüm suyundan şarap gibi alkollü bir içki yapmak niyetleri olabilir. Ancak iyi niyetle elde edilen tatlı veya ekşimsi içeceklerin zamanla tamamen ekşiyip tatlılığını kaybederek müskir bir hale gelmesi de mümkündür. Tatlı ve ekşimsi içeceklerin tamamen ekşiyip müskir hale gelmesinin müddeti, bölgenin veya iklimin soğukluğuna veya sıcaklığına göre değişebilir. Buna göre, soğuk bölge ve mevsimlerde tatlı ve ekşimsi bir içeceğin tamamen ekşiyip müskir hale gelmesi daha uzun bir sürede meydana gelebilir. Ancak İslâmî literatürde içeceklerle ilgili yer alan bilgiler, daha ziyade Arabistan gibi sıcak bir ülkenin şartlarına göre üretilen içecekler ile ilgili olduğu hatırlanmalıdır. Böyle sıcak bir bölgede tatlı veya ekşimsi içeceklerin kısa bir zaman zarfında tamamen ekşimesi ve müskir hale gelmesi kesindir. Kişilerin, geleneklerine göre evlerinde elde ettikleri tatlı içeceklerin zamanla ekşiyip müskir hale gelmesi halinde, bunları ihtiyatlı bir şekilde kullanmaları gerekir. Özellikle üzüm şırasının ekşiyip müskir hale gelmesi halinde bu tüketilmemelidir. Şarap dışındaki diğer müskir hale gelen içeceklerin sarhoş etmeyecek miktarda içilmesini câiz gören fakihler bulunmaktadır. Fetâvâ-yı Ali Efendi’de yer alan bir fetvada Hanefî imamlarının müskir olan vişne şerbetini içmenin câiz olup olmadığına dair görüşleri şöyle belirtilmiştir[367]: “Vişnâb[368] demekle mâruf olup müskir olan şerbetin sekir vermeyecek miktarını telehhî kasdınsız (eğlence niyeti taşımadan) içmek helâl midir? el-Cevâb: İmam-ı Âzam ve İmâm Ebû Yûsuf katlarında helâldir, İmam Muhammed katında haramdır. Fî zamâninâ (günümüzde) İmam Muhammed kavliyle iftâ ihtiyar olunmuştur”[369]. Görüldüğü gibi Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’un içtikleri içecekler günümüzde şurup, şerbet, kompostu gibi ismlendirilen içeceklerdir. Bu sebeple bu fakihler, evde ev halkının içmesi için hazırlanan ancak belirli bir müddet sonra müskir hale gelen şerbet türü içeceklerin zevk alma, eğlence maksadiyle değil sadece bedene kuvvet verme ve sindirimi kolaylaştırma amacıyla sarhoşluk vermeyecek miktarda içilmesini câiz görmüşlerdir.

Burada belirtelim ki hamr/şarabın az veya çok miktarda içilmesinden dolayı - sarhoş etsin etmesin- hadd-ı şürb (içme haddi)’ün uygulanması hususunda fakihler ittifak etmişlerdir. Ancak Hanefî'ler, şarap dışındaki müskir içecekleri içenlerin sadece sarhoş olmaları halinde kendilerine sarhoşluk haddinin (hadd-i sükr) uygulanabileceğini söylemişlerdir.

Öte yandan günümüzde dinen yasak olan alkollü içkileri üretmek üzere fabrikalar kurulduğu bilinmektedir. Bu fabrikalarda çeşitli isimler altında üretilen alkollü içkilerin hamr kapsamında olduğu ve dolayısıyla insanların zevk ve eğlence maksadıyla içmeleri için üretilen bu içkilerin üretim amaçları dikkate alınarak azını da çoğunu da içmenin haram olduğu söylenebilir.

Üzüm Suyundan Fermantasyon Yöntemiyle Şarap Üretimi

Mayalanma ve ihtimar olarak da isimlendirilen fermantasyon; bakteri ve mantar gibi mikroorganizmaların yardımıyla meydana gelen kimyasal bir olaydır. Böylelikle karmaşık yapıdaki kimyasallar bu organizmalar yardımıyla daha basit kimyasallara dönüştürülür. Örneğin üzüm suyunda bulunan şeker, beslenmek ve üremek için maya tarafından tüketilir ve yan ürün olarak alkol ve karbondioksit oluşur.

Yaş Üzümden şarap yapmak için toplanan üzümler saplarından ayrılır ve kabuklarıyla birlikte ezilerek şıra elde edilir. Bir gün içinde üzümün kabuğu üzerindeki doğal mayalar yardımıyla kendiliğinden fermantasyon başlar. Bu ilk fermantasyon esnasında cibre olarak adlandırılan kabuk ve çekirdeğin şıra üzerinde tabaka şeklinde kurumasını ve sıcaklığın 35°C’yi geçmesini önlemek önemlidir. Bu nedenle günde birkaç kez karıştırmak gerekir. Cibrenin üste çıkmaması, yaklaşık on gün süren ilk fermantasyonun bittiğinin göstergesidir. Bundan sonra şıra cibreden ayrılır ve karanlık bir ortamda ikinci fermantasyon başlatılır. Oksijen girişinin engellenip karbondioksidin çıkışının sağlandığı bir düzenek oluşturulur. Yaklaşık üç hafta sonra gaz çıkışı azalıp tortu birikimi artar. Böylece ikinci fermantasyon bitmiş olur, üzüm suyu şaraba dönüşmüş olur. Eğer şarap oksijenli ortamda bırakılırsa alkol, asetik aside dönüşür ve sirke oluşur.

C2H5OH                   + O2             * CH3COOH +            H2O

Etil alkol Oksijen Asetik asit Su

KOZMETİKLERDE KULLANILAN DİNEN YASAKLANMIŞ OLAN MADDELER İLE KULLANIM YERLERİ VE FIKHÎ AÇIDAN TAHLÎLİ

DOMUZ KAYNAKLI HAMMADDELER

Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadîs-i Şeriflerde açıkça yasaklanmış olan domuz etinin haramlığı konusunda icma vardır[370]. En‘âm Sûresi 145. âyette geçen feinnehu ricsun ifadesinden yola çıkılarak domuzun etinin dışında yağı, kemiği, iç organları, derisi vb kısımlarının yenmesi veya bunlardan yararlanılması da helâl görülmemektedir[371].

Prof. Dr. Orhan ÇEKER, 1. Ulusal Helâl ve Sağlıklı Gıda Kongresi’nde istihâle başlıklı tebliğinde domuz ile ilgili şöyle bir mütalaada bulunmuştur[372]:

“Burada domuz konusuna özel bir yer ayırmamız gerekir. Helal alternatif madde varken, istihâle geçirmiş (kimyasal değişikliğe uğramış) bile olsa domuz mamulü maddeye izin verilmemelidir. Domuz yasağı etiyle sınırlı değildir. Kur ’an ve sünnet bütünlüğünü dikkate almak ve bu çerçevede gelişen ictihadları, onlar doğrultusunda oluşan geleneği yani tarihi süreç içinde oluşmuş, rafine olmuş geleneğimizi dikkate aldığımızda bu ortaya çıkmaktadır. Bu konuda sadece Kur’an-ı Kerim’deki ilgili âyetler değil Hz. Peygamber’in de sünneti belirleyicidir. Allah Rasûlü domuz, murdar hayvan ve şarabın yasaklandığını bildirdiğinde bazı sahabiler: Yâ Rasûlallah ölü hayvanların yağıyla gemiler yağlanır, onlar kandillerde kullanılır. Biz de bu amaçla yağını kullanamaz mıyız? dediğinde Allah Rasulü buna izin vermemiş “Allah Yahudilere lanet etsin. Allah onlara iç yağını yasakladı, onlar eritip satıp parasını yediler” buyurmuştur (Buhârî, “Büyû‘”, 112; Müslim,

“Müsâkât”, 71...). Aynı durum domuz için de geçerlidir. Bu hayvan aynî olarak da necistir. Dolayısıyla her şeyiyle haramdır. Helallik sadece zaruret halinde ve zaruret ölçüsünde olabilir. ikinci bir husus daha var o da şu: Domuz gıda konusunda alternatifi olmayan hayvan değildir. Bu çerçevede oluşan, gelişen bir sektör de vardır. Hem Müslümanlardan hem batılılardan buna yönelik bir takım tedbirler geliştirilmeye çalışılıyor. Bunu desteklemek, bu konuda çaba sarfetmek ve bu yöndeki alternatiflerin oluşturulmasını sağlamak da bizim görevimizdir. Bundan başka domuzla Muhammed ümmetinin imtihanı söz konusudur ve işin te‘abbüdîlik boyutu vardır. imtihan konusunda Hz. Sâlih’in (a.s.) kavminin deve ile Yahudilerin Cumartesi yasağı ve iç yağı ile imtihanı ne ise bizim de domuz ile odur. Domuzun her şeyi necistir ve kullanılamaz ”.

Domuz kaynaklı hammaddeler oldukça yaygın olarak kozmetik ürün elde edilmesinde kullanılmaktadır. Etiketlerde geçen lard, adeps suillus, axonge benzoinee, adeps benzoatus kelimeleri domuz yağı ihtiva ettiği anlamına gelir.

Geçmişte ruj imalatında domuz yağının (lard) kullanıldığı imalat ansiklopedisinde verilen              şu terkipte açıkça gözler önüne serilmektedir:[373]

“Balmumu                                                       200 g.

Serezin                                                            200    g.

Kozmetik için                     domuz yağı (lard) 250 g.

Lanolin

80g.

Parafin yağı

15 g.

T etrabromofluorescein

20 g.

Boya maddesi

80-120 g

 

İlk iki madde eriyinceye kadar karıştırılır. Lanolin ve lard (domuz yağı) ayrı ayrı eritilir ve tetrabromofluorescein ve boya ilave edilir. Sonra parafin yağı karıştırılır ve erimiş durumdaki balmumu-serezin karışımına ilave edilir ve kalıplanır.” Yukarıdaki terkipte görüldüğü gibi bu ürün bir karışımdan ibarettir. Herhangi bir kimyasal değişim veya istihâleden söz etmek mümkün değildir.

Günümüzde ise dudak boyalarında oda sıcaklığında sıvı halde olan veya erime derecesi vücut sıcaklığına yakın olan yağlar kullanılmaktadır. Bu sebeple kakao yağı, hint yağı, jojoba yağı, fındık yağı ve lanolin gibi doğal veya vazelin, sıvı paraffiorn, sentetik yağ asidi gibi hidrokarbon yağları tercih edilmektedir. Doğal hammaddelerin pek çok üstünlüğüne rağmen nem emmesi nedeniyle acılaşmaya yol açması istenmeyen özellikleridir. Bu sebeple sentetik yağ ve mum üretimi geliştirilmeye devam etmektedir[374]. Ancak ruj yapımında kıvam artırıcı olarak kullanılan jelatinin domuz kaynaklı olma ihtimali vardır.

Cildimizin %80’inini oluşturan kollajen zamanla azalarak deride sarkma ve kırışıklık oluşmasına neden olur. Bunu önlemek amacıyla geliştirilen anti-aging (yaşlanma karşıtı) kremlerde çeşitli hayvanlardan elde edilen kollajen kullanılır. Kozmetik ürünlerin üretiminin büyük çoğunluğunun Avrupa, ABD ve Uzakdoğu ülkelerinde üretildiği, hammaddelerin neredeyse tamamının yine bu ülkelerden temin edildiği göz önüne alındığında hayvansal kaynaklı olanların içinde domuz katkısı olma olasılığı yüksektir[375]. Genellikle domuzdan elde edilen kollajen, sığır, koyun, keçi, ve balık kaynaklı da olabilmektedir. Gıda sektöründe de yaygın olarak kullanılan kollajen ve kollajenden elde edilen jelatinin (fıkıh literatüründe istihâle başlığı altında ele alınan) dönüşüme uğrayıp uğramadığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler vardır.

Kollajen derinin esnekliğini sağlayan en önemli yapı taşlarından biridir. İnsan ve hayvan vücudunda bulunan proteinlerin yarısından fazlası kollajendir ve dermisin[376] mekanik direnç ve sıkılığını, dayanıklılığını sağlar. Ancak zamanla kollajen sentezinde bir azalma, bozulmada artış ve liflerde dağınıklık oluşur. Bu zarar doku ve yüz hacmi kaybına neden olur. Yaşla birlikte kollajenin dışarıdan desteklenmesi gerekir. Bu nedenle cildin esnekliğinin devamı, yeni kırışıklıkların gelişiminin geciktirilmesi ve nemin artırılması için kollajen içerikli kremler üretilmiştir. Kremlerde kullanılan kollajenler domuz, sığır, balık gibi hayvanlardan elde edilmektedir[377].

Yapılan araştırma ve gözlemler gösteriyor ki hayvan deri ve kemiklerinin çeşitli işlemlere tabi tutularak üretilen kollajen ve jelatin yapı ve bileşim olarak çok büyük bir değişime uğramamaktadır [378]. Yani burada istihâlenin gerçekleştiğini söylemek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle kollajen ve jelatinin üretimi yapılırken kaynağının nereden geldiğine dikkat edilmelidir. Dolayısıyla bu maddelerin kullanıldığı kozmetik ürünlerin satın alınması doğru olmayacağı gibi bu ürünler kullanıldığı takdirde necâset bulaşması olacağından iyice temizlenmesi gerekir.

B. FIKIH KAYNAKLARINDA GEÇEN DOMUZ VE NECİS MADDELER İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Tuz Gölüne Düşen Domuzun Tuza Dönüşmesi

Hanefî Mezhebinden İmam Muhammed’in içtihadına göre tuz gölüne düşen bir domuz tuz olursa veya toprağa düşen necis bir madde belli bir zaman sonra topraklaşarak kaybolursa bu maddeler temiz hale gelirler. Ancak Ebû Yûsuf, necis maddelerin toprak ve tuzun içinde eczalarının kalacağından ötürü bu maddelerin necislik özelliklerinin devam edeceğini söyler[379]. Ekseriyetle İmam Muhammed’in görüşünü benimseyen Hanefîler istihâlenin meşruiyetine dair örnekler verirler. Necis kabul edilen meni alakaya sonra da mudğaya dönüşerek temiz olur. Temiz olan üzüm suyu şaraba dönüşerek necis olur, şarap sirkeye dönüşerek yeniden temiz hale gelir[380].

Hanefî mezhebinde domuzun tuz gölüne düşmesi ve tuzlaşması meselesi istihâle örnekleri arasında zikredilir. İstihâleye böyle bir örneğin verilmesi, Hanefi ekolünde öğrencileri değişik fıkıh problemlerinin çözüm yollarını bulmaya hazırlamak amaçlı sorulmuş farazi örneklerden biri olarak düşünülebilir. Nitekim yüzyıllar öncesinde verilmiş olan bu örnek bugünkü bilimsel verilerle çelişmektedir. Ancak burada üstünde durulmak istenen konu bir maddenin değişime uğrayarak farklı bir maddeye dönüştüğünü göstermektir [381]. Günümüzde gelişen labotatuar teknikleri sayesinde bir ürün içinde herhangi bir maddeye ait DNA tesbiti yapılabilmektedir. Nitekim kemikli bir domuz eti parçası tuz içinde yaklaşık sekiz ay süre ile dış ortamda tarafımızca kapağı açık bir kavanoz içinde bekletilmiş ve bu tuzdan alınan bir numune tahlile gönderilmiştir. Tahlil sonucu tuz içinde domuz DNA’sına rastlanmıştır. Ancak bu deneyin daha uzun sürede devam ettirilmeye ve belli aralıklarla tuz örneğinin tahlile gönderilmeye ihtiyacı vardır[382].

Toprağa atılan maddelerin topraklaşması, toprakta bulunan bakteri, mantar, solucan, yosun gibi toprak canlıları tarafından gerçekleştirilmektedir.[383] Her maddenin tabiatta bozulma yani bileşenlerine ayrılma zamanları farklıdır. Örneğin toprağa düşen bir muz en geç dört haftada tamamen bozunurken, bir insan bedeninin yumuşak dokuları beş senede yok olur, kemikleri ise süngerleşir ama binlerce sene yok olmaz[384].

Necis Bir Yağdan Sabun Yapımı[385]

Sabunlar, uzun zincirli yağ asitlerinin sodyum hidroksit, potasyum hidroksit gibi kuvvetli alkalilerle kimyasal reaksiyona girmesi sonucu meydana gelen tuzlardır[386]. Sabun yapımında kullanılan yağların tamamı sıvı olduğu zaman (örneğin zeytinyağı), elde edilen sabun yumuşak olur. Sert ve köpüğünün bol olması için sabun yaparken domuz yağı gibi hayvansal yağlardan yararlanılmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar sabun, geleneksel olarak kazanlarda kaynatılmak suretiyle elde edilirdi. Bu yöntem hala küçük işletmelerde ve evlerde kullanılmaya devam etse de büyük sabun imalatında mekanik sabunlaştırıcılar kullanılır ve ürünler laboratuar denetiminden geçirilir. Böylece sabunlaşma reaksiyonun tam olarak gerçekleştiğinden ve alkali kalıntılarının kalmadığından emin olunur[387].

Ömer Nasuhi Bilmen, içinde necis bir madde bulunan zeytin yağının sabun yapılmakla temiz olduğunu söylemiş, öte yandan bir şıra veya şarap içine murdar bir madde veya bir fare düştükten sonra sirke olmakla; murdar bir sütün peynir yapılmakla; necis olmuş bir buğdayın öğütülmekle temiz olmayacağını kaydetmiş ve bunların temiz olmamasının gerekçesi olarak da bunlarda istihâle olmadığını ifade etmiştir[388]. el-Mevsû’atü’l-fıkhiyye’de necis bir yağdan yapılan sabunun temiz olup olmayacağına ilişkin fıkıh mezheplerinin görüşleri şöyle özetlenebilir[389]. Hanefî mezhebinde muhtar olan görüşe göre necis olan bir zeytin yağından yapılan sabun temiz olup kullanılması câizdir. Hanefî fakihlerin ekserisi bu görüştedir. Bu görüş, İmam Muhammed’e aittir. İmam Ebû Yûsuf böyle bir sabunun temiz olmayacağı görüşündedir. Şâfiîler, necis bir yağdan imal edilmiş sabunun kullanılabileceğini, ancak bunun temiz olmadığını, ancak hamrın ve derinin temiz hala gelebileceğini söylemişlerdir. Mâlikîler, necis madde ile necis karışmış madde arasında bir ayırım yapmışlar ve necis bir yağdan (meytenin yağı gibi) yapılan sabunun kullanılamayacağını, necis bir madde karışmış yağdan (zeytin yağı gibi) yapılan sabunun ise kullanılacağını ifade etmişlerdir. Hanbelîler’e göre hamr ve deri gibi istisnalar dışında aynî necis bir madde istihâle ile temiz bir madde haline gelmez; dolayısıyla necis bir yağdan yapılan sabun da necistir. Bu konu ile ilgili olarak muasır âlimlerden Yûsuf el- Karadâvî ise maddeler hakkında ilk hallerine bakılarak hüküm verilemeyeceğini, domuzdan elde edilen maddelerin bile kimyasal değişim geçirmeleri durumunda artık necis olmaktan çıkacağını dolayısıyla onlara haram kılınan domuzun hükmünün verilemeyeceğini söylemektedir[390].

Burada aslı itibariyle kullanılması haram olan bir maddenin kasten değişikliğe uğratılarak kullanılması helâl olan bir maddeye dönüştürmekle; insanın elinde olmayan sebeplerle müteneccis bir maddeyi istihaleye uğratmak suretiyle temiz hale getirmenin arasındaki farkı vurgulamakta yarar vardır. Dolayısıyla haram kılınmış domuz ve türevlerinin değişime uğratılarak dahi olsa kullanılması doğru değildir.

ETİL  ALKOL,         ÖZELLİKLERİ        ve KULLANIM YERLERİ

Alkolün Damıtılması

Alkolün damıtımının ilk olarak kim tarafından yapıldığı ile ilgili farklı görüşler vardır. İslâm dönemi kaynaklarına göre alkolü damıtmayı başaran ilk bilgin, döneminin ünlü hekim ve filozofu olan İranlı Ebû Bekir er-Râzî (ö.313/925)’dir[391]. İslâm Dininin hamrın tüketimini yasaklaması ve o bölgede tüketilen içkilerin alkol oranlarının oldukça düşük olması nedeniyle o dönemki şartlar göz önüne alındığında alkolü damıtmanın zor olabileceği yönünde düşünceler bulunmaktadır[392]. Ancak alkolün Arapça el-kuhül kelimesinden batıya alcohol (İngilizce) şeklinde geçmiş olması bu maddenin Araplar tarafından keşfedildiğinin bir kanıtı sayılabilir[393]. Batılı simyager ve hekimler ise, insanoğlunun binlerce yıldan beri her yerde aradığı “âb-ı hayât”ın damıtık alkol olduğunu düşündüler ve değişik bitkilerden ürettikleri alkol derecesi yüksek içkilere hastalar üzerinde yaptığı ağrı dindirme, dert unutturma, cesaret ve canlılık verme gibi geçici etkilerinden dolayı “hayat suyu” anlamına gelen Grekçe hydor bios, Latince aqua vitae vb. demeye başladılar. Türkçe’ye İtalyanca spirito kelimesinden gelen ispirto, Latince spiritus (can, ruh, hayatın özü) kökenlidir[394].

Etil Alkolün Özellikleri

Hamr ve diğer müskir içeceklerdeki sarhoşluğa sebebiyet veren madde, etil alkoldür. Etil alkolün hamr içindeki yüzdesi 15 civarındadır. Ucuz ve kolay elde edilebilmesi nedeniyle günümüzde pek çok alanda kullanılan etil alkolle ilgili tafsilatlı bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

 

Kimya biliminde Karbon(C) ve Hidrojen(H) içeren bileşiklerin (hidrokarbonlar) incelendiği bölüme organik kimya adı verilir ve alkoller bu bölümde ele alınır. En basit hidrokarbon metandır. CH4 formülü ile gösterilir.


CH4

 

 

 

 

 


Alkol ise karbona bağlı olarak bir Hidrojen (H)’in yerini bir hidroksil (OH)- grubunun almış olduğu hidrokarbon türevidir. Bu durumda hidrokarbon isminin sonuna -ol eki getirilir. Metanol (metil alkol), etanol (etil alkol), propanol (propil alkol) gibi[395].


Metil Alkol - CH3OH - Metanol

 

Metin Kutusu: H-Ç-Ç-OH
H H


Etil Alkol - CH3CH2OH - Etanol

Alkollü içkilerin içerdikleri alkol, etanoldür. Halk arasında ispirto olarak bilinen mavi-mor renkli sıvı, etil alkoldür. Etanol, tane (hububat) alkolü, fermantasyon alkolü, etil hidroksit ve metil karbinol olarak da adlandırılan etil alkol, saf halde iken berrak, renksiz, uçucu bir sıvıdır. Alevlenebilir, toksiktir(zehirli), karakteristik tat ve kokuya sahiptir. Suda ve diğer organik çözücülerde çözünür. 78.4°C de kaynar ve - 114°C’de erir. Ticari olarak büyük oranda şeker sanayiinin bir yan ürünü olan melastan elde edilir. Alkolün bir diğer elde edilme yöntemi nişastadan şeker eldesi ile şekerin alkole dönüştürülmesidir. Odun selülozu veya kağıt endüstrisinden gelen sülfit likörünün fermantasyonu ile de alkol elde edilebilmektedir. Fermantasyon yöntemiyle etil alkol üretimi bir ülkenin tarımsal durumuna göre değişiklik arz eder. Örneğin Almanya ve Rusya’da patatesten, ABD’de mısır, melas ve yer elmasından, İngiltere’de buğday ve pirinçten, ülkemizde ise üzüm, incir ve melastan alkol elde edilmektedir. Meyveler, sebzeler, tahıllar, un, nişasta, şeker pancarı, şeker kamışı, bal, melas, üzüm şırası, taze üzüm şarabı fermantasyon yolu ile alkol elde edilebilen ham maddelerdendir.

C6H12O6 +2 (H2O) + 2C2H5OH + H2CO3

Metin Kutusu: şeker Metin Kutusu: su Metin Kutusu: alkol karbonik asit


Dışarıdan alkol alınmasa dahi insanın 1 litre kanında 0.002 g. alkol olduğu saptanmıştır. Vücutta bulunan Escherichia coli, lactobasillus türleri ve bir çok mikroorganizma tarafından alkol üretilmektedir. Bir insan vücut ağırlığının her 10 kilogramı için 1 gram alkolü 1 saatte yakabilir. 3 şişe bira veya 250 cc şarap veya 60 cc damıtık alkollü içki (rakı, viski vs) içen 70 kilogram ağırlığı olan bir kişinin kanındaki alkol konsantrasyonu 0.5 gram olur. Bu miktarlarda alınacak alkol, merkezi sinir sistemini fazla etkilemeden üç saat içinde metabolize edilir. Alkolün önemli bir kısmı karaciğerde okside olurken %15 kadarı solunum, terleme ve idrar yoluyla vücuttan atılır.

Seyreltilmiş alkol tüketiminin mide sıvısının artmasına bağlı olarak sindirimi kolaylaştırma ve dolaşım bozukluklarını giderme gibi olumlu etkileri vardır.[396] Vücudun dış ısısını yükseltmesinin yanı sıra yüksek oranda enerjinin dışarı atılmasına neden olduğu için vücudun iç ısısının düşürülmesini sağlar. Hatta alkolün buzdan daha fazla ateş düşürücü etkisi vardır. Nitekim tropikal bölgelerde serinlik hissetmek için çok miktarda rom[397] tüketilir.

Etil alkolün aşırı tüketimi uyuşukluk, kabalık halleri, kişilik kayıpları, ahlaki suçlar, trafik kazaları gibi olumsuz durumlara sebebiyet verir. Bu davranışların ölçüsü; kişinin yaşına, kilosuna, cinsiyetine, alkol kullanma sıklığına ve tolerans düzeyine bağlı olarak değişir. Yüksek oranlı alkol dozları narkotik etki yapabilir ve ölüme götürebilir. Ölüm dozu erkeklerde 283, kadınlarda 193 ve çocuklarda 40 gramdır[398].

Etil alkol, içkinin yanı sıra parfümeride, ilaçlarda, dezenfektanlarda, patlayıcı maddelerin yapımında, boya ve lak (reçine) ve sirke üretimlerinde ve benzinle karıştırılarak motor yakıtı olarak kullanılır.

Alkollü Madde Kullanımı ve Kolonya

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kur’ân-ı Kerîm’de yasaklanmış olan hamrın yasaklanma nedeni aklı örtme özelliğidir. Bu aklı örtme özelliği ise hamrın içinde bulunan etil alkolden kaynaklanmaktadır. “Hamr”, “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[399] âyetinde rics yani pislik olarak nitelendirilmiştir. İbn Hazm, dört büyük sünnî fıkıh mezhebinin imamları ve fakihlerin büyük çoğunluğu, bu âyetden yola çıkarak hamrın da kan ve idrar gibi necâset-i galîza olduğunu söylemişlerdir[400] [401] [402]. Dolayısıyla bu fakihler hamrın az miktarının dahi vücutta, elbisede veya namaz kılınan yerde bulunmasının namazın sıhhatine mani olacağını ifade etmişlerdir399400. Dihlevî, Şari’ Teâlâ’nın insanlarda tiksinti uyandırmak için içkiyi sidik ve dışkı mesabesinde takdim ettiğini söylemiştir[403]. Rebîatü’r-Re’y (Ö.136/753), Leys b. Sa’d (Ö.175/791), Müzenî (Ö.264/877), Dâvûd ez-Zâhirî (ö. 270/884) gibi fakihler ise âyette zikredilen fal okları, putlar ve kumar gibi hamrın da manevi pisliklerden olduğu görüşünü benimsemişlerdir[404]. Onlara göre zehirli bir bitki necis olmadığı halde, yenilip içilmesi haramdır. Hamr da böyledir. Bunlardan sonra yaşamış olan Bağdad ve Kayravan âlimleri de bu görüşü benimsemişlerdir[405]. San’ânî, Şevkânî, Sıddık Hasan Han gibi son dönem fakihleri de hamrın hakiki necis olmadığı kannatindedirler[406]. Muhammed Reşid Rıza Mısır’da yayımlanan Menâr Dergisi’nde İslâm’da ispirto ve alkolün kullanılmasının hükmüne dair bir makale kaleme almıştır. Reşid Rıza bu makalesinde hamrın hakikî bir necis olmadığını ileri süren fakihlerin görüşlerini naklettikten sonra kendisi de kolonya ve ispirtonun maddi necis olmadığını ileri sürmüştür[407]. Bu fakihler hamrı da zehir içmenin veya erkeklerin ipek giyinmenin haram olmasının onların necis olmalarını gerektirmeyeceğine benzetmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin ispirtonun necis olmadığına dair bir görüşünün olduğu nakledilir[408]. Öte yandan Hanefî'ler hamr ile diğer sarhoşluk veren içkilerin necis olup olmamaları ile ilgili ayrıma gitmişlerdir[409]. Hamrı necâset-i galîze gördükleri halde hamrın dışındaki müskir içkileri bazı Hanefîler necâset-i hafife olarak kabul etmişler veya kerih görmekle yetinmişlerdir[410]. Çağımız bilginlerinden M. Hamdi Yazır bu hususu şöyle ifade etmiştir: “Üzüm şarabı ve bundan mamul olan müskirat aynen necistir. Öbürlerinin ise necsolunması şüphelidir. Mesela; üzerine şarap, şampanya, ve arak, konyak dökülmüş olanlar her halde yıkanmadıkça namaz kılamazlar. Lâkin, üzüm şarabından mamul olmayan ispirto, bira ve sair müskirat içilmezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza mâni olur diye iddia edilemez”[411]. Fakat kolonyayı da necis kapsamında mütalaa eden Şâfiî mezhebine göre hem içilmesi hem de kullanılması haramdır.

Günümüz bazı araştırmacılarına göre; genelde temizlik, dezenfeksiyon ve güzel koku amacıyla kullanılan ve alkol içeren kolonyayı şer’î bir hüküm olan “necis” kavramının kapsamına dahil edip kullanımını haram saymak, vücuda ve elbiseye döküldüğünde namazın geçerliliğine engel olacağını söylemek, bu konudaki hüküm ve yasakların genel hareket noktası ve amacı göz önünde tutulursa, isabetli gözükmemektedir[412].

Etil alkol tabiatta kendiliğinden oluşabilen sadece âyette belirtilen hamrda değil pek çok yiyecek ve içecekte az ya da çok bulunabilen dezenfekte özelliği bulunan kimyasal bir maddedir. Etil alkolün ucuz elde edilebilmesi, çok iyi bir çözücü olması, mikropların çoğalmasını engellemesi gibi çok avantajlı yönlerinin bulunması üreticileri, bu maddeyi çokça kullanmaya yöneltmiştir. Kozmetik alanında bir çok kullanım amacı vardır. Özellikle parfüm ve kolonyada, kokunun daha iyi çözünmesi ve kokusunun daha hissedilir olması için kullanılır. Cilt ürünlerinde kullanılan etil alkolün en önemli görevlerinden biri aktif maddelerin cildin daha alt tabakalarına inmesini sağlamaktır. Tonik ve akne ürünlerinde kullanılan etil alkol ise yağların ve salisilik asit gibi aktiflerin çözücüsü görevini üstlenir. Gözenekleri küçültme etkisi de bulunan etil alkol, jel bazlı nemlendiricilere de eklenebilir. Etil alkolün uçuculuğu sayesinde nemlendiricilerin daha hızlı kuruması ve yapışkanlık bırakmaması sağlanmış olur. Etil alkolün kozmetik ürünlerde bir diğer kullanım alanı da ağız gargaralarıdır. Gargaralarda koku verici maddenin kalıcı olması ve ağızda ferahlık hissi uyandırmak amacıyla kullanılan alkolün oranı %10 ile %20 arasında değişmektedir[413].

Su, mikrobiyolojik canlılardan en gelişmiş varlık olan insana kadar bütün canlılar için hayat kaynağıdır. Bu özelliğinden dolayı herhangi bir malzemenin su içinde bozulmadan saklanabilmesi mümkün değildir. Bir malzemeyi bozulmadan saklayabilmek için ya o malzemenin içinde bulunan suyun uzaklaştırılması veya tuz, sirke gibi asidik özellikli katkıların eklenmesi gerekir. Aynı zamanda aromatik maddelerin su içinde çözünmesi yetersiz olur. Bu bilgilerden hareketle, eskiden beri bazı krem ve koku maddeleri asitli olmasından ve çözücü etkisinden dolayı şarapta saklanırdı. Ancak etil alkolün damıtılması bilgisinin Avrupa’ya ulaşması neticesinde özellikle parfümcülükte yeni bir sayfa açılmiş oldu. Tüm dünyada oldukça pahalı olan kokulu hammaddelerin hem daha kolay çözünmesi hem ömrünün uzaması hem de maliyetinin düşürülmesi için Avrupa’da % 25-50 esans içeren eau de parfüm, % 5-10 esans içeren tuvalet suyu (eau de toilette) ve %5 esans içeren kolonya gibi alkollü parfümler üretilmeye başlamıştır.

Günümüzde oldukça sık kullanılan kolonya ve parfümlerin içinde yüksek oranda alkol bulunduğunu ve bunun sebeplerini anlatmaya çalıştık. Ferahlatıcı ve dezenfektan özellikleri bulunan kolonya ve kolonyalı mendillerin üretim ve tüketimi ülkemizde oldukça fazladır. Bir kolonyanın kalitesini içeriğinde bulunan etil alkolün oranı ve esansının kalitesi belirler. Kolonyaların derecelendirilmesi içindeki etil alkolün miktarına göre yapılır. Örneğin 80°lik bir kolonyanın 100 mililitresinin içindeki etil alkol miktarı 80 mililitredir.

Kolonya gibi kozmetik ürünlerde kullanılacak olan etil alkolün içilmesini önlemek amacıyla içine bazı maddeler katmak suretiyle denature işlemi yapılır.[414] Kolonya ve parfüm üretiminde etil alkol yerine son derece zararlı etkileri olan metil alkolün kullanılması ve bu ürünlerin alkolikler tarafından tüketilmesi kalıcı görme bozukluklarından ölümlere kadar pek çok ciddi sonuçlara neden olabilmektedir[415].

Kozmetik ürünlerde kullanılan etil alkolün hamr dışı kaynaklardan elde edildiği göz önüne alındığında, bu ürünlerin necis kapsamına alınması pek isabetli olmamaktadır. Nitekim kozmetik ürünlere helâl sertifikası veren Malezya menşeli JAKIM, etil alkolün kaynağının alkollü içkilerin olmama kaydını koymuştur. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ilk yasaklandığı dönemde sahâbeden ellerinde bulunan hamrı dökmelerini ve hamr kaplarını kullanmamalarını istemesi; bağımlılık yapma özelliği olan hamrdan tamamen uzaklaştırma gayesini taşıdığı aşikârdır. Nitekim daha sonra hamr kaplarını yıkayarak kullanabileceklerini, hamrdan yapılan sirkenin yenebileceğini söyleyerek bu tutumundan vazgeçmiştir. Kozmetik ürünlerde kullanılan etil alkolün keyif verici, uyuşturucu niyetiyle kullanıldığı veya buna vesile olduğu söylenemez. Dinde asıl yasaklanan bu maddenin keyif verme özelliğinin de bir sonucu olarak daha fazla içme arzusu uyandırarak akli melekeleri kullanamaz hale gelinmesidir[416]. Etil alkolün uçucu özelliğinin bulunması nedeniyle vücuttan hızlı bir şekilde uzaklaşacağı da göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.

MİSK GEYİĞİNDEN MİSK KOKUSU ELDE EDİLMESİ

Geyik, keçi, fare gibi hayvanların erkeklerinin dişilerini cezbetmek için salgıladıkları misk adı verilen güzel koku kanlı bir kese içinde toplanır ve vücutlarından dışarı atılır. Bu kanlı mayi insanlar tarafından alınır, kandan temizlenir ve güzel koku olarak kullanılır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in misk kokusu kullanmış olması onun temiz olduğunun bir delili olarak gösterilmiştir. Bu işlem fıkıh kitaplarında necis bir maddenin istihâleyle temiz hale dönüşmesine örnek olarak verilse de burada bir değişim söz konusu değildir. Bir maddeler grubu olan kan içindeki bazı unsurlar kullanılarak yeni bir madde üretilmektedir[417]. Tıpkı hormonlar yardımıyla süt ve yumurta gibi yeni bir maddenin üretimi yapılmaktadır. Kan uzaklaştırıldıktan sonra misk ortaya çıkar. Aynı durum bir tür balinanın dışkısından elde edilen amber için de geçerlidir[418].

KARMİN (BOYMADDESİ), ÜRETİMİ,ÖZELLİKLERİ VE FIKHÎ HÜKMÜ

Cochineal Böceği, Karmin Üretimi Ve Özellikleri

Sentetik katkı maddelerinin sağlık üzerine olumsuz etkilerinin anlaşılması üzerine karmin gibi doğal boyar maddelerin üretimi ve kullanımı artmaya başlamıştır. Güney Amerika ve Meksika’da tropikal ve orta tropikal bölgelerde doğal olarak bulunan bir böcek çeşidi olan cochinealin bilimsel adı doctylopius cossustur. Cochineal opuntia cinsi kaktüslerin üzerinde parazit olarak yaşar ve diğer böcekleri kaktüsten uzak tutmak için karminik asit sentezler[419]. Karminik asit boya maddesi yapmak için böceğin gövde ve yumurtalarından ekstrakte edilir. Bunun için 90 günlük böcekler toplanır. Boya elde edilecek böcekler sıcak su içerisine batırılarak, güneş ışığında bırakılarak veya fırın içerisinde kurutularak dürülür. 1 kg. koşineal elde etmek için 155000 adet böcek kullanılır. Dünyada üretilen 150-180 ton karminin %90’ı Peru tarafından üretilir. Günümüzde tekstil, gıda ve kozmetik alanda doğal renklendirici olarak kullanılıyor. Gıda renklendiricisi olarak kullanıldığında etikette bildirilmesi gerekiyor. Türk gıda kodeksinde gıdalarda kullanılan renklendiriciler tebliğinde koşineal, karminik ve karminler E120 kodu ile izin verilen gıda renklendiricileri olarak yer alır. Özelikle et ürünlerinde yaygın olarak kullanılır[420]. Kozmetik ürünlerden ruj, yüz pudraları, saç ve cilt bakım ürünlerinde karminden elde edilen E120 kullanılmaktadır[421]. Aspirine, benzoik aside (E210) ve salisilik aside alerjisi olan kişilerde karmin (E120) de alerji yapabilmektedir. Ananas, kayısı, çilek, greyfurti portakal, ahududu, frenk üzümü, üzüm ve limonda doğal olarak salisilik asit bulunmaktadır. Bu gıdalara karşı alerjisi bulunan kişilerde karmin boyasına da alerjisi olabilir. Deride kızarıklık görülmesi ve nefes almada zorluk çekilmesi alerjik belirtilerdir. Aynı renge sahip E124 ise sentetik olarak üretilen renk maddesidir ve Koşineal red A olarak yazılır[422] .

Böcek Tüketiminin Hükmü

Fıkıh kitaplarında böcekler ve küçük yer hayvanları haşerât başlığı altında ele alınmıştır. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre yerin altında veya üstünde yaşayan her tür böcek, sinek, arı, örümcek, kırkayak, tırtıl, meyve kurdu, akrep, yılan, kertenkele, keler, kurbağa, salyangoz, fare, köstebek vb. hayvanların yenmesi haramdır. Çünkü bu hayvanların bir kısmı zehirlidir ve genel olarak tiksindirici özellikteki habâis sınıfındadırlar. Bu sınıfa giren ve habâis olarak nitelendirilen yiyecekler ise âyet ile yasaklanmıştır[423]. Ayrıca Mâide Sûresi’nin üçüncü âyeti kapsamındaki bir hayvanın helal olabilmesi boğazlanma şartına bağlıdır. Mâlikîler’in çoğunluğu, İbn Ebû Leylâ ve Evzâî gibi fakihler ise yukarıda isimleri geçen hayvan ve böcekleri yemenin helâl olduğunu söylemiştir. Haşerat türüne giren çekirgenin helâl olduğunda ise ihtilâf yoktur[424].

Karmin boyasının üretilme yöntemine bakıldığı zaman misk ahusundan misk elde etme ile benzerlik taşıdığı görülmektedir. Erkek misk geyiği dişisini cezbetmek için güzel kokulu bir madde sentezler ve belirli zamanlarda kanla karışık olarak vücudundan uzaklaştırır. İnsanlar tarafından kanla karışık bu madde toplanır ve oldukça güzel kokan misk elde edilir. Koşineal böceği de üzerinde parazit olarak yaşadığı kaktüsten diğer böcekleri uzaklaştırmak için karminik asit salgılar. Bu asit kırmızı renklidir ve halk tarafından çeşitli işlemlerden geçirilerek sentetik boyaların aksine hiçbir kanserojen etkisi bulunmayan doğal bir boya elde edilir.

Fakihler haşerâtı yemenin câiz olup olmadığını incelemenin yanı sıra bunların satıma konu olup olmadıklarını da tartışmışlardır. İslâm bilginlerinin büyük bir çoğunluğu haşerâtı mal kabul etmedikleri için satımını da câiz görmemişlerdir. Ancak zamanla insanların ihtiyacı olduğu için bazı böcekler mal sayılmış ve satımı câiz görülmüştür. Hanefî fakihlerinden İbn Âbidîn (Ö.1252/1836), kendi döneminde insanların kırmız boyasına ihtiyacı olduğu için kırmız böceğinin (dûdetü’l-kırmız, dûde’nin çoğulu dûd’dur) satımının câiz olduğunu kaydetmiştir[425]. Muslihuddin Mustafa (ö.968/1560-61) Ahterî adlı sözlüğünde “kırmız” kelimesini “Kızıl boya; bazılarına göre küçücük bir böceğin usaresi (su)” şeklinde açıklamıştır[426]. Şemşeddin Sami “kırmız” kelimesini şöyle açıklamaktadır: “Küçücük bir cins böcekten çıkan ve güzel kızıl renk veren bir nevi boya, la’l (kırmızı); bu boyayı veren böcek”[427]. Arapça sözlüklerde “kırmız” kelimesinin “kan kızmızı boya” veya “boyasıyla elbise boyanan bir hayvan”, “ağaçlarda oluşan böceklerin usaresi” anlamlarında kullanılan Fars veya Rum veyahut Ermenî kaynaklı bir kelime olduğu belirtilmekte [428] ve Arapça-İngilizce lügat kitaplarında kırmızın karşılığı olarak karmin kelimesinin      kullanıldığı

anlaşılmaktadır. Mütercim Âsım Efendi (ö.1235/1819)’nin, Kâmûs Tercümesi’nde kırmız kelimesiyle ilgili verdiği bilgileri şöyle özetleyebiliriz: Kırmız; bir nevi boya ismidir ki bilâd-ı Ermeniye’ye mahsustur. Bu beldenin meşelerinde meydana gelir. Bir nevi küçük kurtcağızın üsaresidir. Bazılarına göre mercimek kadar ve pek kızıl dânelerdir ki Rûmî Haziran ayında palıt ağacına iner. Toplanmasında gaflet ve ihmal olunursa kanatlanıp uçarlar... Kırmız dedikleri boya ol dânelerin içerisinde olur. Onunla hayvan sahibi olanlar yün ve ipek gibi mallarını boyarlar, pamuk boyanmaz.. İnsanlar ona karpuz derler, boyacılar kullanırlar. Ağaç yaprakları üzere özellikle Hindî ağacının kabuğunda meydana gelir, gayet kırmızı, nohut kadar yuvarlak kokusu kötü bir böcektir. Kırmız lügat-ı Rûmî’dir. Araplar ona “dûdu’l-sabbâğîn” derler. Bir nevi habbeye de kırmız derler ki Türkçe’de ona karpuz tohumu derler. Evvelki ile ipek boyanır. Bununla da boyarlar, fakat evvelkine uymaz. Ermenî beldesine mahsus değildir. Bizim semtlerde dahi olur. Issı suda haşlayıp helâk ederler. Onun için ashâb-ı ver‘ (takva sahipleri) ondan ve boyasından istinkâf ederler[429].

Günümüz İslâm hukukçuları karmin katkılı gıda ve kozmetik ürünleri helâl olup olmaması yönüyle incelemeye başlamışlardır. Bu konuya Hamdi Döndüren şöyle yaklaşmaktadır: “Kimyasal bir değişimle elde edilen bir maddenin sözü edilen böcekle bir ilgisinin kalmaması gerekir.. .Mâlikî Mezhebi’ne göre insan sağlığına zararlı olmadığı sürece haşerelerin, usulüne uygun olarak tezkiye edilmek suretiyle yenmesinde bir sakınca bulunmaz. Buna göre karmen denilen böceklerden boya maddesinin alınıp kullanılması sağlık bakımından bir sakıncası bulunmazsa gıda ve meşrubat üretiminde kullanılabilir.”[430]. Kozmetik ürünlerde rujlarda kullanıldığını söylediğimiz bu maddenin hem yutulması dolayısıyla yenmesi hem de necis olup olmamasının cevabı Hayrettin Karaman’ın şu ifadesinde bulunmaktadır: “Bu böceğin ve benzerlerinin yenmesi bile bazı müctehidlere göre caizdir. Şu halde ondan renk üretildiği zaman bu necis de olmaz, haram da olmaz.”[431]. Yüksel Çayıroğlu ise Helâl Gıda isimli eserinde tamamen bitkilerden beslenen bir böcekten çıkarılan ve toz/sıvı hale getirilen bir maddede insana iğrenç gelebilecek bir durum ortada kalmayacağı için karminin kullanılmasında bir sakınca görülmeyeceğini belirtmektedir[432].

KOZMETİK ÜRÜNLERİN KULLANIMINA BAĞLI OLARAK OLUŞAN SAĞLIK PROBLEMLERİ VE İSLÂM’DA SAĞLIĞI KORUMANIN ÖNEMİ

Kozmetik ürünlerin kullanımına bağlı olarak gelişen sağlık problemleri ile alakalı olarak günümüzde oldukça fazla araştırma yapılmaktadır. Bu araştırma sonuçlarına göre alerjik reaksiyonlardan kansere kadar oldukça fazla hastalığın temelinde kozmetik ürünlerin kullanımı yatmaktadır.

KOZMETİKLERE İLİŞKİN SAĞLIK SORUNLARI

Çok eski zamanlardan beri güzelleşme uğruna kullanılan bazı ürünlerin toksik (zehirli) ve tahriş edici özelliklerinin bulunduğu bilinmektedir. Makyaj malzemeleri, deodorant, parfüm, kişisel bakım ürünleri, saç boyaları gibi pek çok kullanım alanına sahip olan kozmetik ürünler, günümüzde özellikle sağlık açısından taşıdığı riskler dolayısıyla oldukça sık sorgulanmaktadır. Örneğin ABD Ulusal Mesleki Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü (National Institue Occupational Safety and Health, NIOSH), kozmetiklerde bulunan yaklaşık 3000 kimyasalla ilgili bir araştırma yapmış, bunlardan 774’ünün yüksek toksik (zehirli) olduğunu ortaya koymuştur. Hatta bu maddelerin 146’sının tümörlere, 218’inin üreme bozukluklarına, 314’ünün mutasyona ve 316’sının deri ve göz hastalıklarına sebep olduğu belirtilmiştir[433]. Kimyasallara ağız, soluma ve deri yolu ile maruz kalınır. Kozmetik ürünlerden saç spreyleri, parfümler ve pudralar solunum yoluyla, rujlar yutularak, saç ve cilt kremleri, şampuanlar, saç boyaları ise deri yoluyla vücuda girerler.

Kozmetik ürünlerde binlerce hammaddenin kullanıldığı günümüzde ise bu hammaddelerin tek başına kullanıldığında ortaya çıkan olumsuzlukların dışında birkaç hammaddenin bir araya gelerek reaksiyona girmeleriyle bazı problemlerin meydana çıktığı bilinmektedir. Çoğu madde sınırlı miktarda kullanıldığında bir problem oluşturmazken haddi aştığında sorun ortaya çıkabilmektedir. Nitekim 16. yüzyılda yaşamış olan Paracelcus zehir ile ilacın arasındaki farkın dozu olduğunu belirterek bu konuya açıklık getirir.

Kimyasal maddelerin bir kısmı yaklaşık iki metrekarelik yüzeyiyle en büyük organ olan derinin üst ve alt tabakasında bulunan kıl folikülleri, kılcal damarlar ve ter bezleri vasıtasıyla direkt kana karışır. Normalde vücuttan ter yoluyla, böbreklerle atılması beklenen bir çok madde, sık kullanım sonucu özellikle karaciğer, böbrek ve yağ tabakasında birikebilmektedir. Özellikle bu organları tam gelişmemiş olan küçük çocuklar daha fazla etkilenmektedir. Bu kimyasal maddelerin bir kısmına özellikle erkek bebeklerde daha anne karnında iken maruz kalınmasının sonucu olarak cinsiyet organlarının ve hormonlarının üzerinde olumsuz etkilerinin olduğu düşünülmektedir[434].

Ter kokusunu önlemek için oldukça yaygın olarak kullanılan antipersprantlar[435]içinde bulunan DNA’yı bağlayıp tümör gelişimine sebep olduğu ispatlanan alüminyum tuzlarının ter gözeneklerini tıkayarak fizyolojik bir ihtiyaç olan terlemeyi engellemesi de ayrıca sıkıntı oluşturmaktadır. Eski Mısır ve Yunan kayıtlarında da rastlanan göğüs kanseri hastalığının giderek arttığı günümüzde bu konu ile ilgili olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Aşılar, anti-asidik mide ilaçlarının yanı sıra göğüs bölgesine komşu olan ve cildin en geçirgen bölgelerinden biri olan koltuk altına uygulanan ter önleyiciler içinde bulunan alüminyum tuzlarının daha ziyade bu yolla vücuda girdiği ve kansere neden olduğu düşünülmektedir[436].

Bir diğer araştırma konusu ise yine pek çok üründe olduğu gibi ter önleyicilerde de koruyucu olarak kullanılan parabenlerin göğüs tümörüne neden olduğu ile ilgilidir. İngiltere’deki Reading Üniversitesi’nden Dr. Phlippia Darbre, 20 göğüs tümöründen 18’inde parabene rastladığını açıklamış ve bu maddenin kaynağının deodorant ve ter önleyiciler olabileceğini belirtmiştir[437]. Bu gibi araştırmalar neticesinde Avrupa’da bazı ülkeler paraben kullanımını yasaklamıştır[438].

Sık kullanılan kozmetik ürünlerden bir diğeri de saç boyalarıdır. Bu ürünlerde bulunan katranın (Coal tar) laboratuar hayvanlarında kansere sebep olduğu gözlenmiştir. Katrandan elde edilen PPD isimli madde son derece zehirli olup özellikle geçici dövme ve saç boyalarında kullanılmaktadır. Bu maddelerin ölüme varan zararlarıyla ilgili pek çok klinik vaka kayıt altına alınmıştır[439]. Saç boyalarında kullanılan kurşun asetat zeka gelişimi için tehlikelidir ve güvenli kullanım miktarı bilinmemektedir ve Avrupa Birliği’nde saç boyalarında kullanılması yasaklanan maddelerin içinde yer almaktadır[440]. Yapılan araştırmalarda sürekli saç boyası kullanan kırk beş yaş üstü kadınlarda göğüs kanseri riskinin daha fazla olduğu görülmüştür[441]. 2001 yılında Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ayda bir kez saçını boyatan kadınların boyatmayanlara oranla üç misli daha fazla mesane kanseri oldukları bulunmuştur[442]. Saç boyalarının kan kanserine neden olduğu yönündeki kuşkular sebebiyle araştırmalar devam etmektedir. Özellikle 1980 öncesinde saçlarını boyamaya başlayan kadınlarda kan kanseri ile saç boyası kullanma arasında bir ilişki olduğu iddia edilmektedir[443].

Diş sağlığını korumak amacıyla günde en az iki kere kullanılan diş macunlarının içeriğinde bulunan ve dişlerin çürümesini önlemek için kullanılan sodyum floridin yutulması durumunda beyin ve kemiklere zarar verebileceği Uluslararası Araştırma Konseyi (National Research Council, NRC) tarafından açıklanmıştır[444]. Aynı zamanda kemirgenleri öldürmek için kullanılan florid bir çeşit fare zehiridir. Şebeke sularından, endüstriyel atıkların ulaştığı yeraltı sularından, bazı diş dolgu maddelerinden, tarım ilaçları kalıntılarından vücuda alınan florid miktarı hesaba katıldığında Dünya Sağlık Örgütünün belirlemiş olduğu günlük en fazla alınabilecek florid dozu olan 1,5 ppm aşılmış olmaktadır. Bu sebeple bir çok Avrupa ülkesi şehir sularına florid koymamaktadır[445]. Bakterilerin gelişmesini önlemek amacıyla diş macunlarında ve antibakteriyel sabun ve jellerde toksik bir madde olan Trilosanın özellikle erkek çocuklarda büyüme hormonunu olumsuz yönde etkileyerek obezite, kısırlık, sinirsel rahatsızlık gibi sağlık problemlerine yol açması söz konusudur. Şehir sularında bulunan klor ile triklosan reaksiyona girerek zehirli kloroform gazı ortaya çıkmaktadır.[446] Diş macunlarında tatlandırıcı olarak kullanılabilen sakkarinin (E954) laboratuar hayvanlarında yapılan deneylerde böbrek hasarının yanı sıra kansere yol açtığı görülmüştür[447].

1970’lerden beri kuaför ve güzellik uzmanlarında kan ve lenf sistemlerinde miyelom ve lösemi gibi kanser türlerinde artış gözlenmiştir[448].

B. İSLÂM’DA                         İNSAN         SAĞLIĞINI         KORUMA

GEREKLİLİĞİ

İslâm Dini insan hayatı ve sağlığına büyük önem vermiş, insan bedeninin bir emanet olduğuna vurgu yapılmıştır. Koruyucu hekimlik fikri benimsenmiş, hasta olmamanın yolları aranmıştır. Hasta olunca da tedavisinin peşinde koşulması gerektiğinin altı çizilmiştir[449].

Daha çok keyfi gerekçelerle kullanılan kozmetik ürünlerin geçmişten günümüze belirli sağlık riskleri taşıdığını yukarıda anlatmaya çalıştık. Özellikle kozmetik alanda sağlığa zararlı olduğu kanıtlanmış bir ürünün kullanılması ile ilgili olarak cilde tatbik edilen bir uygulamanın Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanması günümüze örneklik teşkil etmesi bakımından önemlidir. Cahiliye devrinde kadınlar yıpranmış yüz derilerinden kurtulmak ve güzelleşmek için kaşûr adı verilen bir malzeme kullanırlardı. Tahriş edici özelliği olan bu madde cildin ölü tabasından ayrılmasına, renginin bir kaç ton açılmasına ve tüylerin giderilmesine neden olurdu. Oldukça acı veren ve sağlık riskleri taşıyan bu işlem, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanmış ve Müslüman kadınlar bu uygulamadan vaz geçmiştir[450].

KOZMETİK ENDÜSTRİSİNDE HAYVANLAR ÜZERİNDE UYGULANAN ZARARSIZLIK DENEYLERİ ve HAYVAN HAKLARI

Kozmetik ürünler birden fazla hammaddeden oluşan karışımlardır. Bu karışımları oluşturan maddeler kimyasal reaksiyona girerek farklı maddelere dönüşebilirler. Bu durumda beklenmeyen alerjik, kanserojen etkiler meydana gelebilir. Bunu test etmek üzere hayvanlar üzerinde denenmek üzere bazı test yöntemleri geliştirilmiştir. Zehirlilik, deri ve göz tahrişleri, alerji, kalıtsal bozukluk ve kansere neden olabilecek özellikler bakımından teste tabi tutulan hayvanların bir çoğu bu deneyler esnasında ya ölmekte ya da sakat kalmaktadır. Hayvanlara eziyet etme pahasına yapılan bu deneylere, insan sağlığının ön plana alınması doğrultusunda Avrupa Birliği tarafından izin verilmektedir. Ülkemizde de 5199 sayılı hayvan haklarını koruma kanunu bilimsel araştırmalar için hayvan deneylerinin yapımına izin verir.

HAYVAN DENEYLERİ

Piyasaya yeni sürülecek olan ruj, göz farı, krem, rimel gibi kozmetik ürünlerin sağlık açısından taşıdığı riskleri öğrenebilmek için hayvanlar üzerinde uygulanan bu testler üç şekilde yapılabilmektedir:[451]

LD 50 (Lethal Doz- Ölümcül Doz) Testleri: Test edilmek istenen ürün, deneyde kullanılan hayvanların yarısı ölünceye kadar hayvanlara yedirilir. Bu deneyde hayvanların çoğu şiddetli hastalık ve açlık çekerek can verirler. Deney sonucunu etkileyeceğinden ölmekte olan hayvanların hayatına son vermenin mümkün olmadığı bu testler iki hafta ile altı ay arasında süren bir zaman devam eder.

Dermal Toksisite Testleri: Ciltte meydana gelebilecek olumsuzlukları test amacıyla yapılan bu deneylerde öncelikle hayvanların kürkleri kazınır. Test edilecek madde kılsız cilde tatbik edildikten sonra deneklerin kaşınmasını önlemek amacıyla hayvanlar, hareket edemeyecekleri bir platforma yerleştirilir.

3- Draize Testleri: Kozmetik ürünün gözü tahriş etme özelliğinin test edildiği bu yöntemde deney hayvanlarının başı bir alete sıkıştırılır. Bu şekilde gözlerini kaşımaları engellenmiş olur. Hayvanın tek gözüne üç hafta boyunca her gün test edilecek üründen damlatılır. Bu şekilde gözlerde meydana gelebilecek şişme, enfeksiyon, yara veya kaşınma problemlerinin olup olmadığı gözlenir. Bu testlerin uygulanması sırasında bazı hayvanların gözleri kör olabilmektedir.

Yapılan bu deneyler sonucu insanlar için kullanım sınırları belirlenerek sağlık açısından istenmeyen sonuçların önüne geçilmeye çalışılır. Örneğin kozmetik ürünlerde kullanılan çözücülerin zehirliliği ile ilgili fareler üzerinde yapılan deneylerde şu sonuçlar çıkmıştır[452]:

Etanol 13.7g/kg

n.propanol 1.9 g/kg

Butanol 4.3 g/kg

Benzil alkol 3.1 g/kg

PEG (200-4000) 34 g/kg

Propilen glikol 26.3 g/kg.

B.                 İSLÂM DİNİNDE HAYVAN HAKLARI

İslâm Dini yalnız insanların değil bütün varlığın haklarını koruma altına almıştır. Kur'ân-ı Kerîm’de hayvanların da insanlar gibi bir ümmet, bir topluluk olduğu "Yeryüzünde yürüyen bütün hayvanlar ve kanatlarıyla uçan bütün kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettir..." âyetiyle[453] anlatılmakta ve bu âlemde de insanlar gibi haklarının bulunduğu bildirilmektedir.

Hz. Peygamber (sav)’in, insanları hayvanlara karşı güzel ve merhametli davranmaya yönlerdiğine, onlara eziyet etmenin cezasının büyük olacağına, zevk için avlanmanın ve hayvanlar arasında yaptırılan güreş, döğüş gibi fiilleri yasakladığına dair rivâyetler bulunmaktadır[454].

İslâm hukukçuları hayvanların canlarını acıtacak şekilde dövülmesini, aç bırakılmasını, güçlerinin üstündeki işlerde çalıştırılmasını suç kabul etmişlerdir. Onlara göre hayvanların hayatlarının devamını sağlamak hayvan sahipleri üzerine Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Hayvan hakları özellikle fıkıh kitaplarının nafakatü’l-behâim alt başlığında incelenmiştir[455].

Kur’ân-ı Kerîm’de hayvanların insanların istifadesi için yaratıldığı belirtilmektedir. Tedavi konusunda hayvanlardan yararlanılabileceğini ifade eden İslâm hukukçuları ipek elde etmek üzere ipek böceğinin yeminin verilmeyerek güneşte kurutulmasında da bir sakınca olmadığını söylemişlerdir[456].

Kozmetik ürünlerin üretilmesinde hayvanlar zaruret halinde ve bazı şartlara uyulmak kaydıyla denek olarak kullanılabilir. Ancak takva sahibi bazı kişilerin “kırmızböceği”nin sıcak suda haşlanarak helâk edilmesinden ve bu suretle elde edilen boyadan geri durmuş olduklarını hatırlatmakta yarar vardır[457].

SU            GEÇİRMEYEN                MAKYAJ       MALZEMELERİNİ

KULLANMANIN HÜKMÜ

Süslenmek ve daha güzel görünmek için çok eski zamanlardan beri genellikle kadınların ellerini ve yüzlerini boyadıkları tarihi bir gerçektir. Yüzü daha beyaz ve pürüzsüz göstermek için pudra, adını Fransızca “rouge”dan (kırmızı renk) alan ve dudakları renklendirmek için kullanılan ruj, tırnakları boyamak için Fransa’da üretilen bir tırnak cilasının marka adı olan oje, kirpikleri daha uzun ve dolgun göstermek için adını yine Fransızca bir markadan alan rimel, gözkapaklarını boyamak için kullanılan far geçmişten günümüze kadınların kullanmaktan vaz geçemediği makyaj malzemelerinin temelini oluştururlar[458]. Müslüman kadınların bu ürünleri evinin dışında kullanmasının ne derece doğru olduğu bir yana abdest için engel taşıyıp taşımadığı ayrı bir tartışma konusudur.

Farsça’dan dilimize geçmiş olan ve el suyu anlamına gelen abdest ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklerinize kadar kollarınızı yıkayın, başlarınızı mehh edin ve topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın...”[459] Maddî temizlik özelliği taşımakla ve sağlık açısından pek çok faydalar içermekle birlikte temelde hükmî bir temizlik işlemi ve mânevî arınma vasıtası olan abdest hicretten önce Mekke’de namaz ile birlikte farz kılınmış ve İslâm’da hiç bir zaman abdestsiz namaz kılınmamıştır[460]. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namazın anahtarının abdest olduğunu ve abdestsiz hiç bir namazı kabul etmeyeceğini buyurmuştur[461].

İslâm dini açısından bu kadar ehemmiyeti olan abdestin geçerli sayılabilmesinin bazı şartları bulunmaktadır[462]:

Abdestte kullanılan suyun temiz ve temizleyici özelliğe sahip olması,

Abdest organlarında kuru bir yerin kalmaması,

Deri üzerinde tabaka teşkil ederek suyun deriyle temasını engelleyen hamur, boya, yağ gibi maddelerin bulunmaması,

Abdest alırken özürlülük hali dışında hayız ve nifas halinde olmama ve abdesti bozan bir durumun bulunmaması gerekir.

Bir tabaka teşkil etmeyen yağsız kirler, çamur lekeleri, kına gibi maddeler suyun deri ile temasını engellemeyeceğinden abdestin sıhhatine mani olmaz. Boyacı, marangoz, değirmenci, ressam gibi meslek ve sanat sahiplerinin tüm çabalarına rağmen tırnak ve derileri üzerinde kalan boya ve benzeri leke gibi maddelerin kalıntıları zarurete binâen abdestin sıhhatini engellemez[463].

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde kadınların yün eğirme ve un öğütme gibi işlerden dolayı elleri çatlar ve kabarırdı. Kadınlar hem bu kötü görüntüyü önlemek hem de süslenme gayesiyle ellerini kına, ketem, vesme gibi boya maddeleriyle boyarlardı. Bu amaçla boyayı akşamdan sürer ve sararlar; sabah olunca da sargıları açar ve boyayı yıkarlardı. Gece boyu sargılı kalan boyalı elleri ile abdest almaları mümkün olmadığından mesh yapıp yapamayacaklarını Hz. Aişe’ye sormuşlardır. Hz. Aişe ise mesh etmek yerine yıkayıp abdest almalarını tavsiye etmiştir. Bu tür bir sorunla karşılaşmamak adına pek çok kadının hayızlı iken bu işlemleri yapmayı tercih ettiği bildirilmektedir[464].

Abdest uzuvlarından olan yüze, ele ve ayağa sürülen krem ve toz benzeri makyaj malzemeleri abdest alınırken iyi bir yıkama ile vücuttan uzaklaştırılacağından suyun deriye nüfuz etmesi sağlanabilmektedir. Ancak oje suyla temizlenebilen bir madde değildir. Tırnağın üzerinde bir tabaka halinde kalır ve suyun geçişini engeller. Bu sebeple abdestten önce ojenin temizlenmesi gerekir. Ojeler tırnak üstünde bir tabaka oluşturduğu için suyun geçişine imkân vermediği gibi tırnağın hava almasını da engeller. Ayrıca ojenin tırnaktan silinmesi için kullanılan aseton benzeri ürünler tırnağın yapısını bozarak çabuk kırılmalara sebep olabilir[465]. Bu gibi sebeplerle nefes alabilen ve su geçirgenliği olan ojeler (breathable nail enamel) üretilmeye başlanmıştır.

Su geçirme özelliği olan ojelerden biri üzerinde gerçekleştirilen bir deneyde suyun geçişinin olup olmaması şu şekilde test edilmiştir: “Bir normal oje bir de su geçirgenliği iddiasını taşıyan bir oje alınır. İkisi de bir kahve filtresine sürülür. Altlarına başka birer filtre konur. Kuruyan ojelerin üzerine su damlatılır. Standart ojenin altındaki filtreler kuru kalırken su geçirgenliği olan ojenin altındaki iki filtre de ıslanır. Bu şekilde suyu geçirdiği anlaşılmış olur.” Ayrıca ürünlerinin su geçirgenliği olduğu iddiasını taşıyan bir oje markası hidrometre testi videosu yayınlayarak bu iddiasını kanıtlamaya çalışmaktadır[466].

VII- SAÇ BOYALARI

M.Ö. 3000’lerde eski Mısır’da bitkilerden ve minerallerden elde edilen doğal maddelerin saçı boyamak amacıyla kullanılmakta olduğu bilinmektedir. 19. yy’ın ortalarında parafenilendiaminin keşfedilmesi sonucu günümüzde yaygın olarak kullanılan oksidasyon saç boyaları bitkisel boyaların yerini almıştır[467] [468].

Günümüzde kullanılan saç boyalarının su geçirgenliğinin olup olmaması ve bazı hadîs-i şeriflerde siyah saç boyasının kullanılmasının yasaklanması fıkhî açıdan incelenmesi gereken konular içinde değerlendirilmiştir.

SAÇ BOYALARININ GENEL ÖZELLİKLERİ

Büyük ölçüde proteinik madde olan keratinden oluşmuş tele benzer bir yapı olan saç; sinir uçları, kan damarları ve canlı hücre içermediğinden canlı bir organ değildir. İnsan vücudunda üç tip saç bulunur: 1-2 mm uzunlukta ve tüm vücudu kaplayan çok ince olan vellus, 5 mm kadar uzunlukta olan ve kaş bölgesini kaplayan sert kıl, uzun ve sert olan ve kafa derisini kaplayan terminal46.

Genellikle terminal saç tipini boyamak için geliştirilen saç boyaları, ağarmış saçları boyayarak daha genç bir görünüm elde etmek veya saçın rengini değiştirmek için kullanılır. Saçta kaldıkları sürelere göre geçici, yarı-sabit ve sabit saç boyaları olmak üzere üç çeşit saç boyası vardır. Geçici saç boyaları, saçın en dış ve sert tabakası olan epikutikülün yüzeyine tutunur ve şampuanla kolayca uzaklaştırılabilir. Yarı-sabit boyalar ise saçın dış tabakası kutikül ve orta tabakası korteksin içine doğru girer ve saçta bir ay kadar kalır. Sabit boyalar korteks tarafından alınır ve böylece oluşan renk kalıcı olur. Kına ve papatya çiçekleri gibi bitkilerden elde edilen saç boyaları sabit boyalar sınıfında değerlendirilir[469].

B. SAÇ BOYALARININ                                       FIKHΠ        YÖNDEN

DEĞERLENDİRİLMESİ

Saç boyalarının Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinde kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar kına, vesme, vers ve ketem gibi bitkisel kaynaklı boyalardı. Yumuşak bir kıvama getirilen boyalar tarakla saça yedirilir ve kumaş parçasıyla sarılarak rengin saça nüfuz etmesi beklenirdi. Ayrıca kadınların hayızdan temizlenecekleri zaman saçlarını kına ile taradıkları ve bundan sonra su kullanmadıkları rivayet edilir. Bu tarzdaki uygulamada kınanın saçı temizlemek ve hafif renk vermek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır[470]. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kuvvetli bir rivayete göre boyamayı gerektirecek ölçüde ağarmadığından saçını boyamamış olsa da sakalını vers ile sarı renge boyadığına dair İbn Ömer’den gelen bir rivayet bulunmaktadır[471]. Ancak sahabeye beyazlayan saçlarını boyamalarını tavsiye etmiştir[472]. İslâm’ın geldiği dönemde yaşlı Yahudi ve Hristiyanlar saç ve sakallarını boyamazlardı[473]. Bazı rivayetlerde Yahudi ve Hristiyanlardan farklı davranma gerekçesine binâen saçları boyama emri verildiği görülmektedir[474].

Yemen kralına yaptığı bir ziyaret sırasında kralın saç ve sakalının siyah olduğunu gören ve bunu nasıl yaptıklarını öğrenerek Mekke’de de saçı siyaha boyama geleneğini başlatan ilk kişinin Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in dedesi Abdulmuttalib olduğu zikredilmiştir[475]. Ancak erkeklerin saçını siyaha boyaması ile ilgili farklı hadislerin bulunması âlimlerin bu konuda ihtilaf etmelerine neden olmuştur. Allah’ın yarattığı şekli değiştirmeye ve insanları aldatmaya yol açtığı gerekçesiyle âlimlerin bir kısmı bu fiili yasak sayarken diğerleri genç yaşta saçı ağaranların ve yaşlıların saçlarını siyaha boyamalarını câiz görmüşlerdir. Saçı diğer renklere boyamanın câiz görülmesi durumunda yine yaratılışı değiştirmek söz konusu olduğundan bu anlayış pek isabetli görülmemektedir. Sahabe ve tabiinden pek çok kişinin saçını siyaha boyadığının rivayet edilmesi ve İmam Mâlik’in saçı siyaha boyama konusunda yasaklayıcı bir şey işitmediğini belirtmesi saçı siyaha boyamayı câiz görenlerin delilleri arasında zikredilir. Savaşa gidenlerin heybetli görünmek[476] ve evli kadınların eşlerine daha güzel görünmek maksadıyla saçlarını siyaha boyamalarında ise herhangi bir sakınca görülmemiştir[477]. Hz. Aişe’ye saçı siyaha boyamak hakkında soru sorulduğunda siyah boyaya sahip olup saçlarını siyah renge boyamayı çok istediğini belirtmiştir[478]. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Hz. Ebû Bekir’in babası Ebû Kuhâfe’nin bembeyaz olan saç ve sakallarını boyamalarını ancak siyahtan kaçınmalarını tavsiye ettiği[479] ve ahir zamanda saçlarını siyaha boyayan bir topluluğun geleceğini, bunların cennetin kokusunu alamayacaklarını ifade ettiği hadîs-i şerifler ise saçları siyah renge boyamanın câiz olmadığını ileri süren âlimlerin delillerindendir[480]. Muhaddis Taberânî, ağaran saçların boyanması ve boyanmaması ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadislerin tamamının sahih olduğunu ve aralarında da bir çelişki bulunmadığını söylemiş, saçları boyama tavsiyesini içeren hadislerin Ebû Kuhâfe gibi saçları fazla ağarmış olanlar ile ilgili olduğunu, saçları boyamaktan nehiy ile ilgili hadislerin ise saçı sakalı yeni yeni ağarmaya başlayanlar için olduğunu ifade etmiştir[481]. Kâdı İyaz ve benzeri âlimler de “Bir yerde saç boyamak âdetse orada boyamamak âdete karşı çıkmak olacağı için mekruhtur. Âdet değilse bu defa da aynı gerekçe ile boyamak mekruhtur” demişler, konuyu çevre ve örf- âdet açısından esnek bir değerlendirmeye tâbî tutmuşlardır[482].

Saç boyaları ile ilgili bir diğer fıkhî konu ise gusül abdesti alırken boyanın bir tabaka teşkil etmek suretiyle gusle engel olup olmamasıdır. Yukarıda da bahsedildiği gibi gerek kına, vers, papatya gibi bitkisel kökenli gerekse sentetik saç boyaları saçın ıslanmasını engelleyen bir tabaka teşkil etmezler. Bu sebeple saçın ıslanmasına engel teşkil etmeyen bu tür saç boyaları gusle mâni değildirler[483].

 

HELÂL KOZMETİK KAVRAMI

I. GENEL OLARAK HELÂL ve                                  HELÂL      ÜRÜN

KAVRAMLARI

İslâm Dinine göre yapılmasında sakınca bulunmayan davranış ve fiiller helâl olarak adlandırılır[484]. Zıddı ise haramdır. “Helâl ürün” terimi ise içeriğinde dinen necis sayılan herhangi bir maddenin bulunmadığına dair belirli kuruluşlar tarafından verilen sertifika ile etiketlenen ürün anlamında kullanılır.

Hangi alanda olursa olsun ürünlerin üretim, dağıtım ve depolama koşullarının güvenilirliği tüketiciler açısından son derece önemlidir. Üretim ile ilgili gerek üretici firmaların kendileri tarafından gerekse uluslararası kuruluşlar tarafından belli standartlar yayınlanır. Bu standartlara zamanın şartlarına göre ekleme ve çıkartma yapılabilir. Örneğin gıda endüstrisi için geliştirilmiş olan ISO 9000 kalite yönetim sistemi standardının sektörün taleplerini tam anlamıyla karşılayamadığı görülmüş ve HACCP gibi yeni standartlar yayınlama ihtiyacı duyulmuştur. HACCP sistemiyle tarladan çatala emniyetli ve sağlıklı gıda üretimi sağlayan entegre bir sistem kurmak hedeflenmiştir[485].

Güvenilir ürün üretme teknikleri belli kesimler için yeterli olmamaktadır. Örneğin içinde kırmızı et bulunan bir ürün ne kadar güvenilir üretilmiş olursa olsun vejeteryanlar için bu ürün tüketilemez sınıfına girer[486]. Belli bir dine mensup kişilerin de tükettikleri ürünlerin kendi inançları doğrultusunda üretildiği bilgisine sahip oldukları gerekmektedir. Bu sebeple belli ürünlerde Yahudiler Koşer, Müslümanlar ise Helâl logosunu aramaktadır.

 

Yedi milyara ulaşan dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanların, yedikleri içtiklerinin yanı sıra kozmetik, kıyafet, tatil, banka işlemleri gibi konularda helal olmasına dikkat etme farkındalığı giderek artmaktadır. Helal ürün üretmek için hem modern dünyanın sağlıklı, hijyenik, güvenilir üretim tekniklerini kullanmak hem de İslâm Dininin necis kabul ettiği maddelerden uzak durmak gerekmektedir.

Dünyada en çok mensubu bulunan din olan Hıristiyanlıktan sonra ikinci sırada İslâmiyet gelmektedir ve Müslüman nüfusundaki yıllık artış oranı %2.5 civarındadır. Yıllık helâl ürün pazarı 2 trilyon dolarlık bir potansiyele sahiptir ve bu ürünlerin üçte birini gıda olmayan ürünler oluşturmaktadır485. Örneğin Ortadoğu ülkelerinde helal kozmetik tüketimi yıllık %12 oranında artış göstererek 2007 yılında 2.1 milyar dolarlık bir ekonomik hacme ulaşmıştır486. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki helâl ürünleri yalnız Müslümanlar değil Müslüman olmayan tüketiciler de tercih etmektedir.487

Dünyada helâl standartları belirleyen ya da helal sertifika veren bir çok kuruluş vardır488. Helal sertifikası veren kuramların her biri kendi belirlediği standartları uygulamaktadır. Dünya üzerindeki tüm Müslümanların güvenebileceği tıpkı Yahudiler’in Kosher489 etiketi gibi tanınırlığı olan bir helâl standardizasyona ihtiyaç vardır. Bu amaçla Birleşmiş Milletler (BM)’den sonra ikinci büyük uluslararası kuruluş olan İslâm İşbirliği Teşkilatı (ÎÎT)490 bünyesinde ve ülkemizin öncülüğünde İslâm Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsü (Standardizasyon and Metroloji Institute for Islamic Coutries, SMIIC) kurulmuştur. Merkezi İstanbul’dadır ve 13 İKT ülkesi üyedir[487].

Toplam 10 standart üretmeyi hedefleyen kurum henüz 6 tanesinin taslak dokümanını hazırlayabilmiştir: Bunlar: Laboratuvar testleri ve analiz, hayvan yemi, gıda işleme, kozmetikler, finans ve ilaçlar.

II. HELÂL KOZMETİK KAVRAMI

Kozmetik bir ürünün helâl olabilmesi için içeriğinde; herhangi bir insan parçası (cenin, plesanta, sperm,..), Müslümanlara yasak olan veya şer’i kesim şartlarını taşımayan hayvansal katkı, GDO’lu bir hammadde, alkollü içeceklerden elde edilen alkol bulunmamalı, hazırlık, işleme, üretim ve depolama ünitelerinde necaset bulaşması olmamalı ve tüketiciler için sağlık riski taşımamalıdır. Hammaddenin kaynağı belli olmalı, biyolojik ve kimyasal açıdan güvenilir olmalıdır[488]. Bu özellikleri haiz kozmetik ürünler aynı zamanda Sağlık Bakanlığı onayından da geçmek zorundadırlar.

Nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde helâl ürün sertifikasına uzun yıllar gerek görülmemiştir. Değişen dünya düzeninde üretim tekniklerinin değişmesi ve ithalatın artmasıyla birlikte gayr-i müslim ülkelerden getirilen hammaddeler içinde dinen sakınca doğurabilecek içeriğin farkına varılması ile özellikle gıda sektöründe insanlarda farkındalık oluşmaya başlamıştır. Müslüman tüketicilerin helaâl gıda anlayışları helal kesim boyutundan çıkarak diğer bütün hammaddeleri mercek altına alma ihtiyacı hasıl olmuştur. Özellikle son yıllarda kozmetik sektöründeki gelişmenin paralelinde bu ürünlerin içeriği de incelemeye tabi tutulmuş ve bu alanda da sertifika uygulaması başlamıştır. FTIR[489], GCx GC-TOF-

MS[490] ve GCMS[491] gibi cihazlar sayesinde kozmetik ürünler içerisinde bulunan jelatin, alkol, hayvansal ve bitkisel yağların analizini yapmak çok kolay hale gelmiştir.[492] Antialerjenik olması, nem tutucu ve yumuşatıcı özelliklerinden dolayı kozmetik endüstrisinde hindistan cevizi yağı oldukça çok kullanılmaktadır. Bu yağın fiyatını düşürmek için içine domuz, tavuk, sığır gibi hayvansal yağlar karıştırılarak hile yapılmaktadır. FTIR cihazı kullanılarak kozmetik ürünün içinde bulunan yağ cinsleri ayırt edilebilmektedir. Saç bakım ürünleri, ruj ve kremlerde kıvam artırıcı ve nemlendirici olarak kullanılan jelatin genellikle domuz, sığır gibi hayvanlardan elde edilmektedir. FTIR cihazı ile jelatinin hangi kaynaktan elde edildiğini öğrenmek mümkün olabilmektedir. Endüstriyel alkol dahi olsa kullanmak istemeyen tüketiciler için üretilen alkol içermeyen ürünlerde GC-MS cihazı ile ppm düzeyinde hassas ölçümler yapılabilmektedir.[493]

Metin Kutusu: mensuplarıHelâl ürün üretimi ve sertifikalandırma çalışmalarının bir çoğu Malezya’da yapılmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri bu ülkede Müslümanlar kadar gayr-i Müslimlerin de oldukça yüksek oranda varlığıdır[494]. Malezya’da helal gıda ve faizsiz bankacılık çalışmalarından sonra helal kozmetik alanında da sertifikalandırma sistemine geçilmiştir. JAKIM[495] adında helal sertifika kuruluşu olan Malezya, 2006 yılından itibaren ülkenin yeni bir ekonomik kaynağı olarak da gördüğü bu alana önemli yatırımlar yapmaya başlamış ve dünya Müslümanlarına bu anlamda öncü olmuştur[496]. Öyle ki JAKIM dünyada bilinirlik ve güvenilirlik anlamında en önde gelen logonun sahibidir[497]. Malezya’da Müslüman olmayanların da tercih ettiği bir noktaya gelen helâl ürün üretimini desteklemek amacıyla 2007’de helal gelişim programı (Helaâl Development Corparation-HDC) başlatıldı. Aynı yıl senede bir kez düzenlenen Dünya Helâl Forum ve Dünya Helâl Araştırmaları programlarına ev sahipliği yaptı. 2008’de Maliye Bakanlığı tarafından helâl endüstrisine teşvik verildi ve Malezya Hükümeti tarafından helâl endüstrisi master planı onaylandı.[498]

Genel olarak Malezya’da kozmetik ürünlerin kontrolleri, İlaç ve Kozmetik Düzenlemeleri Kurumu (control of drugs and cosmetics regulations: 984) tarafından yapılır. Ulusal Eczacılık Kontrol Bürosu (National Pharmaceutical Control Bureau (NPCB)) tarafından denetlenir, lisaslanır ve kayıt altına alınır[499]. Malezya’da University Putra Malaysia (UPM), University Sains Islam Malaysia (USIM), International Islamic University Malaysia (IIUM), University Malaysia Pahang (UMP) ve University Teknology Malaysia (UTM) gibi üniversitelerin lisans, master ve doktora düzeyinde öğrenci yetiştirmek için kurulmuş helâl enstitüleri ve helâl programları bulunmaktadır. Helal ürün tüketme farkındalığını oluşturmak için yazılı, görsel ve sosyal medyanın gücünden yararlanmak amacıyla çeşitli reklamlar, organizasyon ve etkinlikler düzenlenmektedir.[500]

Ülkemizde ise 2008’den itibaren Gimdes’in düzenlediği uluslararası düzeyde helâl ve tayyib ürünler konferans ve fuarları belirli aralıklarla düzenlenerek bilimsel ve ekonomik olarak dünya çapında bir farkındalık oluşturulmaya çalışılmaktadır. Yine 2011 yılında birincisi Afyon’da, 2013 yılında ikincisi Konya’da düzenlenen “Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi”nde ilahiyat, tıp, ziraat ve kimya gibi alanlardan bilim adamları biraraya gelerek gıda konusundaki güncel problemlere çözüm aramışlardır. Üniversitelerin ilahiyat ve ekonomi bölümlerinde master ve doktora tezleri yazılarak konu akademik boyutta da ele alınmaktadır.

Helâl kozmetikle ilgili dünyada yayınlanmış ilk standart Malezya standardı olan; MS 2200:2008 -Islamic Consumer Goods - Part 1: Cosmetic and Personal Care - General Guidelines” standardıdır. JAKIM tarafından helâl sertifikası verilen ürünler Malezya standart ms 2200:2008 standartlarına uymak zorundadır. Bu standarda göre kozmetik ürünler güvenli olmalı ve tüketiciler için zararsız olmalıdır. Helâl sertifikalı bir üründe insan vücuduna ait bir içerik, Müslümana yasak olan herhangi bir hayvansal katkı veya İslâmi kurallara uygun olarak kesilmemiş bir hayvansal kaynak, necis bir kaynaktan gen aktarımı yapılan GDO’lu bir hammadde, alkollü içeceklerden alınan etil alkol, hazırlama, işleme, üretme ve stoklama sırasında dinen necis kabul edilen herhangi bir bulaşık olmamalıdır. Yani ürünler tamamen müşterilerin gereksinimlerini karşılayacak kalitede olmalıdır. Gıda, Kozmetik ve İlaçlarda dünya İslâm ümmeti ve bütün insanlık için içeriğinde ve üretim sisteminde şüphe dahi taşımayan ürünler üretilmelidir. Dünya çapında helal sertifikalı güvenilir helal markalar oluşturulmalı ve desteklenmelidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzde bazı İslâm ülkelerinde yiyecek, içecek ve kozmetiklerin İslâm Dini’nin helâl-haram kavramları açısından ele alınıp Müslüman tüketiciler bakımından bir sakınca bulunmadığına dair üreticilere helâl sertifikası verilmekte ve ürün ambalajlarına helâl logosu basılmaktadır. İsmail Yalçın bu konuda şöyle bir ifade kullanmıştır: “Bugün başta yiyecekler olmak üzere sağlık, temizlik, kozmetik gibi pek çok alanda, müslüman tüketiciye arzedilen mal ve hizmetlerin helâl olup olmadığının yetkili kurumlarca denetlenerek helâl sertifikası verilmesi ve ürün ambalajlarına helâl logosunun basılması konusu bazı ülkelerde gündeme gelmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum aynı zamanda, tüketici bilincinin artmasıyla birlikte tüketicinin yiyeceklerin helâl olup olmadığını bilmesi ve denetlenmesini istemesi hakkının ayrılmaz bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır. Söz konusu ürünlerin içeriğinin gizlenmesi yahut müşteriler tarafından kolayca anlaşılacak şekilde uyarıların yapılmaması kul hakkını ihlâl sayılmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda günümüzde helâl gıda konusunda araştırma yapan enstitü ve dernekler kurulduğu gibi helâl gıda sertifikası veren kurumlar ortaya çıkmıştır. Ancak istismara açık olan bu alanda kanun boşluğunun bulunması ve resmî kuramların devrede olmaması ciddi sorunlara yol açabilmektedir”[501]. Son bir kaç yıldan beri

T.C.’nin resmi bir kurumu olan TSE bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği yaparak helal ürün standartları geliştirmekte ve helal sertifikası vermektedir.

III- HELÂL VE TAYYÎB ÜRÜN KAVRAMLARI

Helâl sertifikasının ekonomik pazarda haksız rekabete yol açtığı, bir ürünün helaâl etiketinin olmasının o ürünü gerçek anlamda kaliteli kılamayacağı ile ilgili tartışmalar söz konusudur. Oysa bir ürünün helâl sertifikası alabilmesi için aynı zamanda tayyib özelliğinin de olması gerekir. Helâl ve tayyib kalite bütün kalitelerin üstündedir. Gıda ve kozmetik güvenliğinde, hijyen, sağlık vb. özellikleri de içeren en güvenilir kalitedir. Duyuların ve nefsin haz aldığı, güzel, hoş ve lezzetli bulduğu şeyleri ifade eden tayyib, hoş ve lezzetli olmak anlamındaki tîb (tâb) kökünden türemiştir. Güzel söz, verimli temiz toprak, iffetli kadın, güvenli şehir, güzel koku, lezzetli yemek, temiz su, asil aile, meşrû kazanç manalarında kullanılan tayyib kelimesi Allah’a sıfat olursa “noksanlıklardan münezzeh, ayıplardan berî”, kula sıfat olursa “kötü ahlâk ve çirkin davranışlardan arınmış, iyi davranışlarda bulunan kişi”, mala sıfat olursa “en iyi cinsten helâl mal” anlamına gelir[502]. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde geçen tayyib kelimesi, bazı nesnelerin tabiatındaki temizliği, güzelliği ve hoşluğu anlattığı gibi mecazen doğru inancı, güzel sözleri ve iyi işleri ifade eder[503]. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Yüce Yaradan’ın tayyib olduğunu ve ancak tayyib olan hayrı kabul ettiğini beyan etmiştir[504].

Türkiye’de kozmetik bir ürün üretebilmek için TS EN ISO 22716/Şubat 2013 Kozmetikler - İyi Üretim Uygulamaları (GMP) - standartlarına uyulması gerekmektedir. Kozmetikte GMP uygulamaları, İslam İşbirliği Teşkilatı, Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsü SMIIC tarafından hazırlanmakta olan Helâl Kozmetik Standardı belgelendirmesinde ön koşul olarak değerlendirilecektir. Bu şartlarda üretilen bir ürün hem helâl hem tayyib olup en üst kaliteyi haizdir.

TÜRKİYE’DE                   HELÂL KOZMETİK STANDARDININ

OLUŞTURULMA NEDENLERİ

Büyük çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği ülkemizde helâl sertifikalı gıda maddelerinin gerekliliği bile tam idrak edilememişken kozmetik ürünlerde helâl etiketi uygulamasının tüketiciler tarafından anlaşılabilmesi zor olabilir. Ülkemizde helâl sertifikalı kozmetik ürün üretmenin sebeplerini 4 ana başlık altında toplamak mümkündür:

Etil alkol, plasenta, sperm, domuz gibi dinen necis görülen birçok ürünün kozmetik sektöründe kullanılması,

Nüfusunun %99’u Müslüman olan ülkemizde helâl gıda konusunda yapılan belgelendirme çalışmalarının bir başka ayağı olan gıda dışı (non-food) helaâl madde kullanımı konusunda dini hassasiyetleri bulunan tüketicilerin beklentilerine karşılık verilebilmesi,

Malezya, Endonezya, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da başka dinlerle iç içe yaşayan büyük Müslüman toplulukların helâl gıda ve gıda olmayan (non- food) maddelere teveccühlerinin, dini farkındalıklarının giderek daha da artması, Türkiye’nin de ihracat yapan üreticisi ve belgelendirme kuruluşuyla bu büyüyen pazarda geç kalmadan yerini alabilmesi,

Helâl gıda belgesi verilmesinin ardından müftülüklerce verilen helal onayının artık verilmemesi ama helâl olup olmadığı bir dini otoritece onaylanmak zorunda olunan kozmetik, temizlik malzemeleri, ilaç v.s. konularında üreticinin bir muhatap bulamaması ve helâl belgesini zorunlu tutan ülkelere ihracatta, üreticilerimizin zorluklarla karşılaşmasının önüne geçilmesi.

TÜRKİYE’DE HELÂL SERTİFİKASI VEREN KURUMLAR

Ülkemizde helâl sertifikası veren pek çok firma vardır. Ancak devletin bir kurumu olan Türk Standartları Enstitüsü (TSE)’nün bünyesinde yer alan TSE-Helâl ile özel bir kuruluş olan GİMDES, en bilinenleridir.

TSE - HELÂL

Türk Standardları Enstitüsü Helâl Gıda Belgelendirmesine 4 Temmuz 2011 tarihinde başlamıştır. Gıda ürünlerinin üretilmesinde İslâmî kurallara uygun olarak tüm süreçleri kapsayacak şekilde gerçekleştirilen Helâl Gıda belgelendirmesinde Türk Standardları Enstitüsü, Diyanet İşleri Başkanlığı ile yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. Tüm ülkeler için geçerli Helâl Gıda Standardı hazırlama fikri, Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul’da yapılan 23. İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısında benimsenmiş, bu amaçla Türk Standardları Enstitüsü (TSE)’nün ev sahipliğinde Nisan 2008’de İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi 25 ülke ve ilgili İİT kuruluşlarının katılımıyla İİT Standard Uzmanlar Grubu çalışmalarına başlamıştır. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında üç yıl yoğun bir şekilde sürdürülen çalışmalar sonucunda, “Helâl Belgelendirme” alanında üç Standard, İslam Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsü (SMIIC) üyesi 13 ülke ile SMIIC üyesi olmayan İİT ülkelerinin de gözlemci statüsünde katılımıyla 16-17 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen SMIIC Teknik Komite Toplantısında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

SMIIC tarafından yayımlanmış olan Helâl Gıda Standardları 14 Temmuz 2011 tarihinde yapılan TSE Teknik Kurul Toplantısında adapte Türk Standardı olarak kabul edilmiştir[505].

Helâl Belgelendirme Standartları

TS OIC/SMIIC 1:2011 “Helâl Gıda Genel Klavuzu

TS OIC/SMIIC 2:2011 “Helâl Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Klavuz

TS OIC/SMIIC 3: 2011 “Helâl Belgelendirme Kuruluşlarını Akredite Eden Akreditasyon Kuruluşu Klavuzu

Helâl Kozmetik Belgelendirmesi

TSE Helâl Uygunluk belgelendirme faaliyetleri; TSE’nin de kurucu üyesi olduğu SMIIC (İslâm Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü) tarafından yayınlanan OIC/SMIIC standartlarına göre yürütülmektedir. TSE K 202 Belgelendirme Kriterine göre aşağıda belirtilen ürün grupları için belgelendirme yapılmaktadır. Talebe göre bu başvurular geçerlilik süresi 1 yıl olan helâl ürün belgelendirme modeline göre veya geçerlilik süresi ürünün raf ömrü ile sınırlandırılan helaâl parti malı uygunluk belgelendirme modeline göre değerlendirilmektedir.

Bebek ürünleri, kişisel temizlik ve banyo ürünleri, göz bakım ve makyaj ürünleri, makyaj ve makyaj temizleme ürünleri, koku verici ve ter önleyiciler, tıraş ürünleri, cilt bakım ürünleri, tüy dökücü ürünler, tırnak ürünleri, ağız bakım ürünleri, saç bakım ve temizleme ürünleri, saç renklendirici ürünler ve güneş ürünleri TS OIC/SMIIC 1 ve TS 13571 standardları dikkate alınarak belgelendirilmektedir[506].

Bu kriterlere gore helâl kozmetik ürünleri;

) İnsana ait olan ve bunlardan türetilen herhangi bir bileşeni bünyesinde bulundurmamalıdır.

) Helâl olmayan hayvanlara ait olan ve bunlardan türetilmiş herhangi bir bileşeni bulundurmamalıdır.

) Necis olarak kabul edilen maddeler içermemelidir.

) Necisle kirlenmiş herhangi bir donanım kullanılarak hazırlanmamalı, işlenmemeli, üretilmemeli, saklanmamalı ve taşınmamalıdır.

) İçeriğinde helâl olmayan canlılara (domuz vb.) ait genetik materyal bulunmamalıdır.

) İnsan sağlığına zararlı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış diğer canlılara ait genetik materyaller içermemelidir.

) İnsan sağlığına zarar vermediğini uluslararası deney yöntemleriyle ispatlanmamış nanomateryaller içermemelidir.

) Ulusal kozmetik mevzuatında izin verilen bileşenleri içermelidir.

) Helâl olsalar bile neslinin devamlılığı tehlike altında olan canlılardan, neslinin devamlılığını tehdit edecek yollarla elde edilen maddeleri içermemelidir.[507]

B. GİMDES

GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği) ve bu derneğe bağlı İktisadi İşletme Kurumu (GİMDES Helâl Ürünleri Araştırma Enstitüsü) helaâl ve sağlıklı ürünleri araştırma ve sertifikalandırma çalışmaları yapmak üzere kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur. İlgi alanı olarak gıda, kozmetik ve sağlık ürünlerini kapsamaktadır.

2005 yılından beri bu gaye etrafında çalışmalarını devam ettirmektedir. Çalışmalarında öncelikle toplumun bu konulardaki bilinç düzeyini artıracak eylemlere ağırlık vermiş, iletişim kaynaklarının her çeşidini kullanmaya özen göstermiştir. Bu maksatla www.gimdes.org web sitesini kurmuş, iki ayda bir yayınlanan GİMDES Bültenini dağıtıma sokmuş, konu ile ilgili kitapları yayınlamış ve 2008’den itibaren her yıl Uluslararası Helâl ve Tayyib Ürünler Sempozyumu gerçekleştirmiştir.

Bu sempozyumlarda yerli yabancı, 20 ülkeden konunun uzmanları tebliğlerini sunmuşlardır. Bu açılım GİMDES’ in uluslararası kuruluşlarla temasını sağlamış, yaklaşık 50 ülkenin Helal Sertifika kuramlarını bir araya getiren çatı kuruluşu WHC (World Halal Council)’in 2008 de Tayland’daki yıllık kongresine davet edilerek bu çatı kuruluşunun üyesi olmuştur. Daha sonra uluslararası Helal Marketler oluşturmak üzere dizayn edilmiş WHF (World Halal Foundation) ve Avrupa’da uluslararası akreditasyona sahip helal sertifikalama kuruluşlarının oluşturduğu AHC-EURO çatı kuruluşlarının kurucu üyesi olmuştur. GİMDES’ in, uluslararası bu çatı kuruluşlarından başka, ülkemizde ulusal ve uluslararası niteliğe sahip TGTV[508] ve İDSB[509] çatı kuruluşlarına da üyelikleri kabul edilmiştir.

Birkaç yıldan beri Malezya, Endonezya ve bazı Arap ülkelerinin ithalatta Helal Sertifika şartı aramaları sebebi ile Türkiye kökenli ürünlerin bu süreçten menfi etkilenmesini önlemek maksadıyla GİMDES 2009 yılında bu ülkelerden akreditasyon alarak Helal Sertifika verme açılımını yapmış ve üreticilerimizin ürünlerini bu ülkelere ihraç etme imkânını sağlamıştır. Ülkemizde üretilen veya ithal edilen ürünlerin ve bunların üretiminde kullanılan katkı maddelerinin denetimini ve Helâl Sertifikalama çalışmalarını yürüterek Gıda ve ihtiyaç maddeleri, temizlik ve kozmetik ürünleri, ilaç ve diğer sağlık malzemeleri üreticilerinin ürünlerinin sertifikalandırılmasını yapmak, uygun olanlara GİMDES HELÂL SERTİFİKASI vermektir513 [510].

SONUÇ

Saçlarını şampuan ve saç kremiyle, vücudunu duş jeli ve sabunla yıkayarak ve dişlerini macunla temizleyerek güne başlayan modern dünya insanı, eğer erkekse tıraş köpüğü ve losyonla, kadınsa makyaj malzemeleriyle kişisel bakımına devam eder. Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için güneş kremi/yağı, vücutta meydana gelen kötü kokuları engellemek için antiperspirant, deodorant ve parfüm kullanır. Gün içinde kolonyalı mendil ve antibakteriyel sabunlarla mikroplardan arınır. Akşam yatarken tırnaklarından topuklarına kadar farklı amaçlardaki kremleri kullanarak genç ve güzel kalmaya çalışır. Gün boyunca kullanılan bu kozmetik ürünlerin sağlık açısından olumsuz bazı yönlerinin olmasının yanısıra Müslüman tüketiciler tarafından da dinen sakınca doğurabilecek içeriklerinin bulunması söz konusudur.

İslâm Dini’nde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in uygulamalarından hareketle kişinin özbakımını yapması, güzel koku kullanması sünnet kabul edilmiştir. Ancak günümüzde üretilen kozmetik ürünlerin sperm, plasenta, etil alkol ve kollajen gibi hammaddeleri içeriyor olması Müslümanların bu ürünleri kullanmalarının câiz olup olmadığı konusunda bazı ihtilaflar hasıl olmuş, bilim adamları bu konudaki görüşlerini yazdıkları kitap ve makalelerinde veya bilimsel toplantılarda sundukları bildirilerinde ortaya koymuşlardır.

Özellikle İslâm’ın geldiği ilk asırlarda İslâm kimyacılarının en ünlüsü, tabiat filozofu ve çok yönlü âlim olan Câbir b.Hayyân (Ö.200/815), ünlü İslâm filozofu ve hekimi İbn Sînâ (Ö.428/1037), ünlü hekim ve filozof olan İranlı Ebû Bekir er-Râzî (Ö.313/925), Endülüslü âlim Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (Ö.404/1013) gibi Müslüman âlimlerin tıpta, matematikte, kimyada, astronomide zamanlarının en ileri düzeyde bilgisine ulaşmış ve yeni teknikler geliştirerek dünya bilimine büyük katkılar sağlamış olmalarına rağmen son bir kaç asırdır bilimsel çalışmalarda İslâm coğrafyasından pek ses çıkmamaktadır. Özellikle et kesimi ve diğer gıdalarla başlayan ve banka, kozmetik, ilaç, turizm gibi alanlarda kendi inancına uygun ürünleri elde etme çalışmaları Müslümanlar için bilimin bir başka ucundan olsun yakalama gayretleri kapsamında değerlendirilmelidir. Hatta dinen getirilen bazı kısıtlamalara rahmet gÖzüyle bakılmalı ve bu vesileyle bilimsel açıdan farklı açılımların gerçekleşmesi temenni edilmelidir.

İslâm’ın kolaylık dini olduğu ve bu tür çalışmaların dini zorlaştırdığını düşünen İslâm âlimlerinin bu bakış açılarını haklı görmek pek mümkün değildir. Çölyak hastaları için glütensiz, vejeteryanlar için hayvansal katkı maddesi içermeyen ürünlerin üretildiği bir dünyada iki milyar nüfusa sahip Müslüman bir camianın kendi inançları doğrultusunda ürün üretip tüketme potansiyelinin göz ardı edilmesi Müslümanların kendilerine yaptığı büyük bir haksızlıktır. Dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan Müslümanların kendi inanç sistemiyle tam uyuşmayan binde ikilik Yahudi koşerine muhtaç bırakılması ise kolaycılık ve tembellikten başka bir şey değildir[511]. İslâm’ın uygulanmasını istediği kurallar doğrultusunda en yüksek kalitede üretilen helâl ve tayyib ürünler yalnız Müslümanlar tarafından değil Müslüman olmayanlar tarafından da tercih edileceğinden ekonomik anlamda da çok fazla getirisi olacağı âşikârdır.

Kozmetik ürünler ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında müstakil bir başlık olmamakla birlikte cenaze, hac, bayram, taharet gibi konu başlıkları altında bu konu ile ilgili bilgiler mevcuttur. Bu bilgilerden hareketle günümüzde kullanılan kozmetik ürünler arasında bağlantı kurmaya çalıştığımız bu araştırmamızda varmış olduğumuz sonuçları şöyle sıralamak mümkündür:

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in çok sevdiği bir koku olan miskin elde edilişi fıkıh kitaplarında istihâle ile temiz hale gelen ürünlere örnek olarak gösterilmiştir. Günümüzde kozmetiklerin yanı sıra gıda ürünlerinde de sık olarak kullanılan bir cins böcekten elde edilen karmin boyası bu yönteme benzetilerek temiz sayılabilir.

Domuzdan elde edilen bir kollajen tam istihâle geçirmediği için genel olarak necis kabul edilmiştir ve bu hammaddeyi içeren yaşlanmayı geciktirici krem gibi ürünlerin kullanılması doğru değildir.

Domuzun herhangi bir şekilde kullanılması taabbudi açıdan haram kabul edildiğinden tam olarak istihâle geçirdiği kabul edilen domuz yağından elde edilen sabunun kullanılması doğru değildir. Ancak zeytinyağı gibi aslını kullanmanın helâl olduğu bir ürün içine dinen necis kabul edilen bir madde düştükten sonra sabun yapılıp kullanılmasında bir sakınca görülmemektedir.

Gerek kına, vers, papatya gibi bitkisel kökenli gerekse sentetik saç boyaları saçın ıslanmasını engelleyen bir tabaka teşkil etmezler. Bu sebeple saçın ıslanmasına engel teşkil etmeyen bu tür saç boyaları gusle mâni değildir.

Savaşa gidenlerin heybetli görünmek ve evli kadınların eşlerine daha güzel görünmek maksadıyla saçlarını siyaha boyamalarında herhangi bir sakınca görülmemiştir. Ancak yaşını gizlemek maksadıyla ağaran saçların boyanması insanları aldatmak olacağından doğru değildir.

Dinen necis kabul edilen maddeleri içeren makyaj malzemeleri, krem ve losyonlar abdest alırken vücuttan uzaklaştırılmalıdır.

Vücutta tabaka teşkil eden kozmetik ürünler (oje vs.) suyun deriye nüfuzunu engelleyeceğinden önce temizlenmeli, sonra abdest alınmalıdır.

Kına sürülüp bir bezle sarılarak beklenen vücut azalarının abdest alırken mesh edilmesi uygun görülmemiştir. Sargı bezlerinin açılıp yıkanması daha doğrudur.

Tırnaklara sürülen ojeler suyun ve havanın geçişini engellediğinden, bu boyaları çıkarmak için kullanılan çözücülerin (aseton vb) tırnak yapısına zarar vermelerinden dolayı nefes alabilen ojeler (breathable nail enamel) geliştirilmiştir. Suyu boyanın altına geçirdiğinden emin olunduğu sürece bu ojeli tırnaklarla abdest alınmasında bir sakınca yoktur.

Kolonya, parfüm ve kremlerde yaygın olarak kullanılan etil alkolün necis olup olmaması ihtilaflı olup, müskir içecekler dışındaki kaynaklardan elde edildiği zaman temiz olacağı görüşü genel kabul görmüştür.

Ağız gargaraları %20’ye varan oranda etil alkol içermektedir. Ağızda oluşan kötü kokuları yok etmek ve ferahlık hissi için kulllanılan bu ürünlerin yutulma olasılığı yüksek olduğundan kullanılmaması daha doğru olacaktır. Zira içilmesi haram kılınan hamr içindeki alkol oranı %15 kadardır.

Kozmetik ürünlerde kullanılan bazı hammaddeler sağlık açısından oldukça sık sorgulanmakta ve bu konu ile ilgili üniversite ve kliniklerde araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmaların bir kısmı da ürün piyasaya çıkmadan önce hayvanlar üzerinde test edilerek yapılmaktadır. İnsan sağlığına zararları kanıtlanmış olan bir ürünün kullanımının veya herhangi bir canlıya eziyet etmenin, yeryüzündeki tüm varlıkların hayatına son derece önem veren dinimiz tarafından kabul edilmeyeceği aşikardır.

Üretim tekniklerinin gelişmesine bağlı olarak başta gıdalar olmak üzere sağlık, temizlik, kozmetik, turizm gibi pek çok alanda Müslüman tüketiciye arzedilen mal ve hizmetlerin helâl olup olmadığının yetkili kurumlar tarafından denetlenerek helâl sertifikası verilmesi ve bu ürünlerin etiketlerinde helal logosu basılması günümüzde tartışılan bir konu haline gelmiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde bu sertifikaları veren kurumlar gerek devlet bünyesinde gerekse özel sektörde hizmet vermeye başlamışlardır. Bu bilincin gelişmesinin hem Müslüman tüketicilerin dini hassasiyetlerinin göz önüne alınarak büyük bir hizmet boyutu hem de büyük bir pazar oluşturması sebebiyle ticari bir boyutu bulunmaktadır. Oldukça istismara açık olan bu alanda oluşabilecek olumsuz tabloları önlemek adına tüm dünya Müslümanlarının biraraya gelerek ortak bir metroloji ve logo oluşturma çabaları devam etmektedir.

Yahudiler tarafından geliştirilmiş olan koşer logolu ürünler Müslümanlar tarafından tercih edilmektedir. Ancak koşer yalnızca gıda sektöründe kullanıldığından kozmetik ürünlerde koşer uygulaması bulunmamaktadır. Kaldı ki gıda alanında dahi koşer, Müslümanların tüm beklentisini karşılayamamaktadır. Nitekim Yahudi eliyle üretilen alkollü içkiler ve kaynağına bakılmaksızın jelatin koşer kabul edilir.

KAYNAKÇA[512]

Abdürrahim Efendi, Menteşzâde, Fetâvâ, İstanbul 1827.

Akdoğan, Mehmet, “Yağın Sabuna Dönüşmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, Afyon:2011, s.45-47.

Algül, Hüseyin, “Hilfü’l-Mutayyebîn”, DİA, C.18, s.32-32, 1998.

Ali Efendi, Fetâvâ-yı Ali Efendi, İstanbul 1893.

Alpmen, Günsel Bayraktar,                    “Başlarken”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin

Yazan), Nobel Tıp Kitabevleri 2004.

Altungök, A. ve Yıldırım, T. Erken Ortaçağlarda Übülle Ve Siraf Liman Kentleri ni n İran Körfezi Açısından Önemi, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/4 Spring 2014, p. 1185-1197.

Altıntaş, Ayten, Gül, ilaçların En Güzeli, İstanbul: Hayy Kitap, 1. baskı, 2009.

Ayten, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul: Maestro Yayıncılık, 2009.

Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 17-18, 2004.

Anas bin. Mohd Yunus and the others, “The Concept of Halalan Tayyiba and Its Application in Products Marketing : A Case Study at Sabasun HyperRuncit Kuala Terengganu, Malaysia”, International Journal of Business and Social Science, Vol. 1 No. 3; December 2010.

Âsım Efendi, Mütercim, Kâmûs Tercümesi, İstanbul 1233.

Atabek, Erdal, Alkol ve insan, İstanbul: Kelebek Yayınları, 1982.

Atar, Abdulkadir, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı’da İktisadî Hayat,                          (M.Ü.S.B.E. Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul

2015.

Atar, Fahrettin ve diğ., İslâm İlmihali, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 7. Baskı 2014.

Ataseven, Asaf ve Şener, Mehmet, “Domuz”, DİA, yıl: 1994.

Aydınlı, Osman, “Habat Seriyyesi”, İLAM Araştırma Dergisi, C.1, s.1, 1996, s. 141-151)

Bakır, Abdülhalik, Ortaçağ İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000.

Baktır, Mustafa, “İçki”, DİA, C. 21, s. 458-462, 2000.

“İhdâd”, DİA, C. 21, s. 530-532, 2000.

Bardakoğlu, Ali, “Süslenme”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed. İbrahim Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006.

Başayiğit, Levent, “Topraklaşma”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon, 2011.

Bayraktar, İbrahim , “Bayram”, DİA, C. 5, s. 259-261, 1992.

Baytop, Turhan, “Eczacılık”, DİA, C.10, s. 386-388, 1994.

Bernal, J.D. , Tarihte Bilim, (çev. Tonguç Ok), Evrensel Basım Yayın, 1.baskı, 2008.

Beşer, Faruk, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Yaşam, İstanbul 1997.

“Süslenme”, DİA, C.38, s.178-180, 2010.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Islâm ilmihali, İstanbul 1986.

Hukuki Islâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1969 (Kamus).

Boks, Abdullah, “Arafat”, DİA, C.3, s. 261-263, 1991.

Bozkurt, Nebi, “İçki”, DİA, C.21, s. 455-456, 2000.

“Koku”, DİA, C. 26, s. 150-151, 2002.

ve Turhan Baytop, “Misk”, DİA, C. 30, s. 181-182, 2005.

Büyüközer, Hüseyin Kami, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007.

Cevad Ali, el-Mufassalfi Târîhi’l‘arab kable ’l-İslâm, nşr: Dârü’s-sâkî 2001.

Çayıroğlu, Yüksel, Helal Gıda, İzmir: Işık Yayınları, 2014.

Çeker, Orhan, “İstihale”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon:2011.

Çığ, Muazzez İlmiye, Uygarlığın Kökeni Sümerliler-2, Sümerlilerde Günlük Yaşam, Kaynak Yayınları, İstanbul 2012.

Dihlevî, Şâh Veliyyullah, İslâm Düşünce Rehberi, (trc. Mehmet Erdoğan), C.1- 2, 2003.

Doğan, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, İstanbul 1996.

Döndüren, Hamdi , “Gıda Katkı Maddeleri ve İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon:2011, s.111-120.

Efendioğlu, Mehmet, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 2011.

Egon Friedell, Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi, Ersel Kayaoğlu (çev.), Ankara: Dost Yayınları, 2006.

Elmalı, Hüseyin, “İslâm’da Hayvan Hakları”, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 98, Ekim-Kasım-Aralık 2012.

Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Nebioğlu Basımevi, İstanbul: 1968.

Emiroğlu, Kudret, Gündelik Hayatımızın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 7. Baskı, 2011.

Erdem, Sargon, “Amber”, DİA, C.3, s. 7-8, 1991.

Sargon, “Buhur”, DİA, C.6, s. 383-384, 1992.

Erdemir, Ayşegül Demirhan- Özcan Öncel, “On Dokuzuncu Yüzyıla Ait Diş Tozu Terkibi Adlı Anonim Bir Risalenin Türk Eczacılık Tarihi Açısından Önemi ve Bazı Sonuçlar”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul 4-5 Haziran 1998.

el-Fetâvâ’l- Hindiyye, Mısır 1310.

Freeman, Charles Mısır-Yunan ve Roma- Antik Akdeniz Uygarlıkları, (çev. Suat Kemal Angı), Ankara: Dost Yayınları, 2003.

Gündüz, Turgut, Kantitatif Analiz Ders Kitabı, Ankara: Bilge Yayıncılık, 4. Baskı, 1993.

Gürkan, Menderes, “Domuz”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi VakfıYayınları, 1997.

___ “Kolonya”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed. İbrahim Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi VakfıYayınları, 2006.

“Hayvanların Kesimi”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed. İbrahim Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006.

Gürkan, Salime Leyla, Yahudilik, İstanbul: İSAM yayınları, 4. Baskı, 2012.

Güven, Kasım Cemal, Kozmetik Formüler, Nobel Tıp Yayınevleri, 2008.

Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev.Salih Tuğ), Yeni Şafak Gazetesi Hediyesi, Ankara, 2003, C.1-2.

Hashim, P. and Hashim, D. Mat, “A Review of Cosmetic and Personal Care Products: Halal Perspective and Detection of Ingredients”, Pertanica J. Sci&Technol. 21(2):281-292 (2013).

Haylamaz, Reşit, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (sav), İzmir: Işık Yayınları, 2006, C.1-2.

Türkiye ’de Domuz Gerçeği, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997.

http://animals.nationalgeographic.com/animals/mammals/sperm-whale

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111030-12.htm

http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/haccp.pdf

https://www.tse.org.tr/upload/tr/dosya/icerikyonetimi/551/17102014094442- 1.pdf

https://www.tse.org.tr/tr/icerikdetay/41/34/helal-belgesi.aspx

http://www.turkdermatoloji.org.tr/files/file/Kimyasal Peeling.pdf

http://www.aia-istanbul.org/files/temizlik kitap.pdf

İbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşki, Reddü’l-muhtâr ‘ale’d-Dürri’l-muhtâr, 2. Baskı, Mısır, 1966.

İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî, Muğnî, Kahire ty.

İbn Manzûr, Lisânü’l- ‘Arab, Beyrut t.y.

İbn Nüceym, Zeynüddîn b. İbrâhîm b. Muhammed el-Mısrî, Bahrü’r-râik, Mısır, 1311.

İbn Rüşd, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Ahmed el-Kurtubî el-Endelüsî, Bidâyetü’l-müctehid ve nihâyetü’l-muktesid, Mısır, 1975.

İbn Sa‘d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, (trc.Y.Z.Keskin, trc.ed. Adnan Demircan), İstanbul: Siyer Yayınları, 1. Baskı, 2014.

İbn Sînâ, el-Kânûn fi’t-Tıbb, 2. Kitab, (çev.Esin Kahya), Atatürk Kültür Merkezi, 2010.

İbnü’l-Uhuvve, Me ‘âlimü’l-kurbe fî ahkâmi ’l-hisbe, Mısır, 1976.

“İddihân”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.

“İstihâle”, el-Mevsû ‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.

Kahraman, Abdullah, “Tedavi”, DÎA, C. 40, s. 254-256, 2011.

Kahya, Esin , Câbir b. Hayyan, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995.

“et-Tasrîf”, DÎA, C. 40, s. 132-133, 2011.

“Zehrâvî”, DÎA, C.44 , s. 189-191, 2013.

Kalkaşandî, Ahmed b. Ali, Subhu’l-a‘şâ fî sınâ’ati ’l-inşâ, Dımaşk: 1987.

Kallek, Cengiz , “Fetâvâ-yı Ali Efendi”, DÎA, yıl: 1995.

Kamacı, Fatümatüz Zehra, Hz.Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, İstanbul: İnkılab Yayınları, 2014.

Kamil Miras, Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1970.

Kandemir, M.Yaşar, “Ebû Hüreyre”, DÎA, yıl: 1994.

el-Karadâvî, Yûsuf, Fî fıkhı’l-ekalliyâti’l-Müslime, Kâhire: Dâru’ş-şürûk, 2001.

Karaman, Hayreddin ve diğ., İlmihal, İstanbul 1999.

_________  http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00506.htm.(1.6.2015)

Kaya, Mahmut, “Ebû Bekir Râzî”, DÎA, yıl: 2007.

Keklikoğlu, Hava Dönmez ve diğ, “Metanol Zehirlenmesi ve Putaminal Hemoraji: Olgu Sunumu”, Journal of Neurological Sciences [Turkish] 24:(4) 13; 2007.

Kettânî, Muhammed Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî, et-Terâtîbü’l-idâriyye ve ’l- ‘amâlât ve ’s-sınâ‘ât ve ’l-metâcir ve ’l-hâletü’l- ‘ilmiyye elletî kânet ‘alâ ‘ahdi te ’sîsi ’l-medeniyyeti ’l-Îslâmiyye fi ’l-Medîneti ’l-münevvereti ’l- ‘aliyye, Hz. Peygamber ’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, (trc. Ahmet Özel), İz Yayıcılık, İstanbul: 1991, C.1-2.

Kışlalıoğlu, Serpil, “Kozmetoloji Bilimi”, Kozmetik Bilimi, (ed.Yasemin Yazan), Nobel Tıp Kitabevleri, 2004.

Koca, Ferhat, “Helâl”, DÎA, yıl: 1998.

“Kozmetik Yönetmeliği” R.G. Tarihi: 23.05.2005 R.G. Sayısı:25823

Köroğlu, Gülgün, “Bizans Döneminde Buhur Geleneği ve Buhurdanlar”, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, yıl:2007.

Köse, Saffet-Şimşek, Murat,                   “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda

Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon, 2011.

Kutluer, İlhan , “Nizam”, DÎA, C. 33, s.173-175, 2007.

Kuzanlı, Mennan Aysan, Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz?, Dharma Yayınları, 1. baskı, 2008.

Küçüköner, Erdoğan, “ Koşineal ve Şellak Üretimi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), (ed. Fatih Gültekin), Afyon: 2011, s.96-101.

Livaoğlu, Kudret- Şahin, Ayşe Betül, Zararlı Kimyasallardan Korunma Yöntemleriyle Sağlıklı Hayat, Mozaik Yayınları, İstanbul 2006.

Mahmudoğlu, Teslime, Gıda Endüstrisinde Güvenli Gıda Üretmek, Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007.

Manuela Gago-Dominguez, Douglas A. Bell, Mary A. Watson, Jian-Min Yuan, J. Esteban Castelao, Kenneth K. Chan, Gerry A. Coetzee, Ronald K. Ross, Mimi C. Yu, “Permanent hair dyes and bladder cancer: Risk modification by Cytochrome P4501A2 and N-acetyltransferases 1 and 2,” American Association for Cancer Research’s 93rd AnnualMeeting, April 6-10, 2002.

Mâverdî, el-Hâvî el-kebîr, (nşr. Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye), y.y., 1994.

Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i Islâm, İstanbul: Ergin Kitabevi Yayınları, 1957.

Merğînânî, Ebu’l-Fadl Mecdüddin Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd, Hidâye, Mısır, 1310.

Mitchell RT, Childs A.J., Anderson RA, Van Den Driesche S., Saunders PT, McKinnell C., Wallace WH, Kelnar CJ., Sharpe RM, “Do Phathalates Affect Steroidogenesis by the Human Fetal Testis? Exposure of Human Fetal Testis Xenografts to di-n- butyl Phthalate”, J Clin Endocrinol Metab, 2012 Mar, 97 (3): E341-

doi: 10.1210/jc.2011-2411.Epub 2012 Jan 11.

“Misk”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.

Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1976.

Mortimer, C. E. , Modern Üniversite Kimyası, (çev.ed.Turhan Altınata), İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 2. Baskı, 1993.

Muslihuddin Mustafa, Ahterî- i kebîr, İstanbul 1310.

Narafini Farlina Rahim, Zurina Shafii, “Awareness and Perception of Muslim Consumers on Nonfood Halal Product”, Journal of Social and Development Sciences, Vol. 4, No: 10, Oct 2013, (ISSN 2221-1152).

Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddin Yahyâ b. Şeref, el-Mecmû‘ Şerhi’l- Mühezzeb, (nşr. Dâru’l-fikr), t.y.

Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Nuri, Riyâzü’s-Sâlihîn, (trc. Ve şrh.Yaşar Kandemir, İ.Lüffi Çakan, Raşit Küçük ), İstanbul 1998.

Nik Maheran Nik Muhammad, Filzah Md Isa, Bidin Chee Kifli, “Positioning Malaysia as Halal-Hub:Integration Role of Supply Chain Strategy and Halal Assurance System”, Journal of Asian Social Science, Vol.5, No.7.

Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, Kahire, 1423.

Oğur, Recâi, “Mersin Bitkisi Hakkında Bir İnceleme”, Çevre Dergisi, Ocak- Şubat-Mart 1994.

Okur, İbrahim, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Bursa: Okursoy Kitapları-5, 2005.

Okur, Kâşif Hamdi, “İslâm Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler”, VI. Islâm Hukuku Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve Islâm Fıkhı Açısından Helal Gıda Sempozyumu, ( ed. Ali Kaya), Bursa: Emin Yayınları, 2009.

Oral, Rıfat, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon 2011.

Önder, M. ve Öztaş, M.O., “Kozmetoloji ve Deri”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin Yazan), Nobel Tıp Kitabevleri, 2004.

Örs, Nalan Kalafatoğlu, Savaşçı, “Gül yağı Üretiminde Çeşitli Bileşenlerin Akımlara Dağılımı, IV. Ulusal Kimya Mühendisliği Kongresi, 2000.

Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları Kültür Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2. Baskı, Ankara:2013.

Özer, Salim, “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında Fukahanın Esas Aldığı Ölçüler”, Bilimname, XVIII, 2010.

Özgümüş, Üzlifat, “Gülâbdan”, DİA, C.14, s. 227, 1996.

Reckeweg, Hans Heinrich, Domuzeti ve Sağlık, (çev. M. Nuri Ergin), Hibaş Yayınları, yy.

Reşid Rıza, Muhammed,“Hükmü isti‘mâli el-ispirto-el-kühûl”, Mecelletü’l- menâr, Mısır 1922.

Robert Baan, "Carcinogenicity of some aromatic amines, organic dyes, and related exposures”, 2008, Lancet Oncology (Vol. 9, Issue 4:322-323) International Agency for Research on Cancer, Lyon, France.

Rosenfeld, Paul, Feng, Lydia, Risk of Hazardous Wastes, 1. baskı, 2011.

Rosita Husain, Ishak Abd.Ghani, Aziz Fikry Mohammad, Shafie Mehad, “Current Practices Among Halal Cosmetics Manufacturers in Malaysia”, Journal of StatisticalModeling andAnalytic, vol.3, No:1, 2012.

“Sâbûn”, el-Mevsû ‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.

Sarı, Nil, “Attar”, DİA, C. 4, s. 94-95, 1991.

Sarı, Nil ve Okutan, Yahya, “Kimya İlmine ait Kitabü’l Mecmuatü’l Mücerrebat’a Kısa Bir Bakış”, s.264-265, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, Emre Dölen (ed.), İstanbul: 4-5 Haziran 1998.

Serahsî, Şemsü’l-eimme Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed, Mebsût, Mısır 1324.

Mebsût Tercümesi, (trc. Musa Alak, ed. M.C.Akşit), İstanbul: Gümüşev yayıncılık, 2008.

Sezgin, Fuat, Islâm’da Bilim ve Teknik, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2008.

Sharpe, R., “Male Reproductive Health Disorders and the Potential Role of Exposure to Environmental Chemicals”,1-56.

Söylemez, Mahfuz, “Emeviler Döneminde Kûfe”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2000.

Şâfiî, Ümm, y.y., 1968.

Şahin, Yusuf , “Kozmetik Ürünlerin Öteki Yüzü”, Sızıntı, sayı:300, Ocak 2004.

Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, İstanbul, 1317.

Şener, Abdülkadir , “Abdest”, DlA, C.1, s. 68-70, yıl:1988.

Şener, Mehmet, “Cenaze”, DİA, C. 7, s. 354-357, 1993.

“Hayvan”, DİA, C.17, s. 92-98, 1998.

Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe, (nşr. Matba‘atü lecneti’t-te’lîf ve’t-tercüme ve’n- neşr), t.y., y.y.

Şimşek, Harun, Gıda Katkı Maddeleri, Fazilet Neşriyat, 2011.

Şimşek, Murat, “Helal Belgelendirme ve SMIIC STANDARDI”, Islâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı. 22, 2013.

“İslâm Hukuku Açısından Karışımlarda İstihlâk (Yoğaltım)”,

Uluslararası helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, Kongre Kitabı, Konya: 2013.

Şîrâzî, Mühezzeb, Kahire, 1379.

Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, Kahire, 1958.

Taşağıl, Ahmet “Hoten”, DİA, cilt: 18, s. 251-253, 1998.

Teresi, Dick, Kayıp Keşifler-Modern Bilimin Antik Kökenleri; Babiller’den Mayalar’a, İzdüşüm Yayınları, Ocak, 2005.

Terzioğlu, Aslan, “Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al- Bîrûnî”, Düşünen Siyaset Düşünce Dergisi, Bilim Tarihi, sayı 16, Ankara: 2002.

Tez, Zeki, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul, 4-5 Haziran 1998.

Tırnaksız, Figen,                  “Ağız ve Diş Bakım Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (ed.

Yasemin Yazan), Nobel Tıp Kitabevleri, 2004.

Tokalak, İsmail, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, İstanbul: Ataç Yayınları, 2014.

Tosun, Musa, “İçki (Tıp Açısından)”, DİA, C. 21, s. 462-464, 2000.

TSE Helal Sertifika Yönetmeliği TSE K 202 Genel Kurallar.

Utku, Nihal Şahin, Kızıldeniz Çöl, Gemi ve Tacir, İstanbul: Klasik Yayınları, 2012.

Uysal,                            Erol,               “Marmaris’in               Günlük               Ağaçları”

http://www.marmaris.bel.tr/SayfaImages/file/Sla.pdf.

Uzel, İlter, “Anadolu Uygarlıklarında Kozmetoloji”, Lokman Hekim Journal, 2011.

Velioğlu, Hasan Murat ve diğ., “Gıdalarda Kullanılan Doğal Renklendiricilerden Karmin”, Türkiye 9. Gıda Kongresi, Bolu 24-26 Mayıs.

www.chemtrust.org.uk.

www.cosmebio.org/en

www.ecocert.com.tr

www.ecogarantie.eu

www.evrimagaci.org/fotograf/43/1095

www.gimdes.org

www.ionc.info/en

www.iso.org

www.mustafaumar.com/2012/11/is-breatable-nail- polish-sufficient-for-wudu/.

www.oekotest.de

www.smiic.org

“Vüdû’”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.

Yalçın, İsmail, “Saç”, DİA, C. 35, s. 367-368, 2008.

“Yiyecek”, DİA, C.43, s. 554 -557, 2013.

Yalçın, Sinan, “Kozmetik Endüstrisinin Uyguladığı Hayvan Deneyleri”, Online Kozmetoloji Dergisi, Sayı :2, cilt:5, 2006.

Yazan, Yasemin, “Kozmetik Hammaddeler”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2014.

Yener, Gülgün, “Kozmetik Taşıyıcı Sistemler”, Kozmetik Bilimi, (Ed. Yasemin Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2014.

Gülgün, “Makyaj Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (Ed.Yasemin Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2014.

Yeniçeri, Celal, Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı, İstanbul: Çamlıca Yayınları, 2. Baskı, 2013

Yerinde, Adem, “Tayyib”, DİA, C. 40, s. 196-197, yıl:2011.

Yetim, Hasan, “Jelatin Üretimi, Özellikleri ve Kullanımı”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011.

Y. Zhang, S. Sanjose, L. Morton, R. Wang, P. Brennan, P. Hortge, P Boffetta, Becker, Maynadle, Foretova, Cocco, Staines, Holford, Holly, Nieters, Benavente, Bernstein, Zahm, Zheng, “Personal Use of Hair Dye and The Risk of Certain Substypes of Non-Hodgkin Lymphema”, American Journal of Epidemiology, 2008.

Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut 1414/1994.

Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ’, (nşr. Şuayb Arnavut), Beyrut 1401-1405/1981-1985.

Zeylaî, Cemalüddin, Nasbu’r-râye, Hind 1973.

Zeylaî, Fahrüddin, Tebyînü’l-hakâik, Mısır 1315.

157


 

 

158


 

 



[7]  Kolonya hakkında bk. Menderes Gürkan, “Kolonya”, İslam ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (Ed.İbrahim Kafi Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi VakfıYayınları, 2006, C. 3, s.1131-1132.

[8]  İslâm dini tarafından sarhoşluk vermesi sebebiyle yasaklanmış olan hamr içindeki sarhoşluk veren madde etil alkoldür. Bu maddenin necis olup olmamasıyla ilgili ihtilaflar vardır. Fıkıh bilginlerinin bu konudaki görüşleri ileriki bahislerde verilecektir.

[9]  Paul Rosenfeld ve Lydia Feng, Risk of Hazardous Wastes, 1. baskı, 2011, Elsevier, s. 237.

[10] Hayvan Hakları hakkında geniş bilgi için bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1969, C. 2, s.,511-515; Mehmet Şener, “Hayvan”, DİA, İstanbul 1998, c. 17, s.92-98; Hüseyin Elmalı, “İslâm’da Hayvan Hakları”, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 98, Ekim-Kasım-Aralık 2012.

[11]İlhan Kutluer, “Nizam”, DİA, yıl: 2007, C. 33, s.173. İlhan Kutluer, kozmetik kelimesinin kosmos kökünden geldiğini şöyle izah ediyor: “İslâm düşüncesinde genellikle âlemdeki düzeni ifade etmek üzere nizâmü’l-âlem tamlaması kullanılır. Eski Yunan felsefesinde “âlem” anlamına gelen kosmos aynı zamanda “düzen” demektir. Pisagor’a kadar giden terimin bir düzen olarak âlemi ifade edişi Empedokles ile belirginlik kazanmıştır. Batı dillerindeki kozmetik (cosmetic) kelimesi de kosmos kökünden gelmekte olup terimin süs ve güzellik kavramıyla irtibatını göstermektedir. Arapça bir eserde âlem karşılığı kullanılan Grekçe kûs-mûs teriminin “nizam” ve “süs” anlamlarını da içerdiği, dolayısıyla âlemin bir düzen içinde yaratılmış olmasıyla estetik bir âhenk taşımasının aynı kelimede ifadesini bulduğu belirtilmektedir.(Câhiz, ed-Delâ’il, s.67). Nizam kavramı etrafında zengin bir terminoloji geliştirmiş olan Müslümanların asıl ilham kaynağı âlemi düzen, tasarım, ölçü, hesap, denge ve yasa kavramları ışığında resmeden çok sayıda kevnî âyetin bulunmasıdır.”

[12] İlter Uzel, “Anadolu Uygarlıklarında Kozmetoloji”, Lokman Hekim Journal, 2011, 1, s. 47.

[13] Serpil Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, (Ed. Yasemin Yazan), Kozmetik Bilimi, Nobel Tıp Kitabevleri 2004, s.3- 4.

[14] Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, Nobel Tıp Yayınevleri, 2008, s.11.

[15] Güven, a.g.e., aynı yer.

[16]   Kozmetik Yönetmeliği, Ana Sayfa “Sağlık Mevzuatı” Yönetmelikler, “Kozmetik Yönetmeliği”R.G. Tarihi: 23.05.2005 R.G. Sayısı:25823.

[17]  Günsel Bayraktar Alpmen, “Başlarken”, (Ed.Yasemin Yazan), Kozmetik Bilimi , s. xıv-xv.

[18]  Kışlalıoğlu, s.7.

[19]  Nil Sarı, Yahya Okutan. “Kimya İlmine Ait Kitabü’l Mecmuati’l Mücerrebat’a Kısa Bir Bakış”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, (Ed.Emre Dölen), İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s. 264-265.

[20]  Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s.432.

[21]   Muazzez İlmiye Çığ, Uygarlığın Kökeni Sümerliler-2, Sümerlilerde Günlük Yaşam, Kaynak Yayınları, İstanbul: Eylül 2012, s. 172.

[22]  Serpil Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, s.8.

[23]   Kasım Cemal Güven, s.8.

[24]  Emiroğlu, s.273.

[25]  Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, Türkiye îş Bankası Kültür Yayınları, 7. Baskı, 2011, s. 202.

[26]  Emiroğlu, s.194.

[27]  Emiroğlu, s.196.

[28]  Egon Friedell, Mısır ve Antik Yakındoğu ’nun Kültür Tarihi, (çev.Ersel Kayaoğlu), Dost Yayınları, Ankara 2006, s.188.

[29]   Charles Freeman, Mısır-Yunan ve Roma- Antik Akdeniz Uygarlıkları, (çev. Suat Kemal Angı), Dost Yayınları, Ankara Ağustos, 2003, s. 69.

[30]  Emiroğlu, s.182.

[31]  Emiroğlu, s.196.

[32]   Geyşa: Özel olarak konuk ağırlamak için yetiştirilmiş Japon kadını, TDK Sözlüğü.

[33]  Emiroğlu, s.195.

[34]  Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s.425.

[35]   Muhammed Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî Kettânî, et-Terâtîbü ’l-idâriyye ve ’l- ‘amâlât ve’s-sınâ ‘ât ve’l-metâcir ve ’l-hâletü’l- ‘ilmiyye elletî kânet ‘alâ ‘ahdi te ’sîsi ’l-medeniyyeti ’l-İslâmiyye fi ’l-Medîneti ’l- münevvereti ’l- ‘aliyye, Hz. Peygamber ’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, (çev. Ahmet Özel), İz Yayıcılık, İstanbul: 1991, C. 2, s.333.

[36]  Kettânî, C.2, s.271.

[37]  İlter Uzel, Anadolu Uygarlılarında Kozmetoloji, s.50.

[38]   Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî el-Makkarî et-Tilimsânî el-Fâsî (ö. 1041/1632), edip, biyografi yazarı ve hadisçi. (geniş bilgi için bkz. Mehmet Özdemir, “Makkarî”, DİA, C.27, s. 445­446.)

[39]    Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları Kültür Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2. Baskı, Ankara:2013, s. 62.

[40]  Esin Kahya, “ez-Zehrâvî”, DİA, C.44 , s. 189.

[41]  Esin Kahya, , “et-Tasrîf”, DİA, yıl: 2011, C.40, 132.

[42]  Albız tırnağı: Şeytan tırnağı otu da denilen Afrika’da yetişen bir bitki.

[43]  Hekimlikte ve koku yapmakta kullanılan aynı adlı ağacın gövdesinden elde edilen vanilya kokulu reçine (Güncel Türkçe Sözlük).

[44]  Emiroğlu, s.205.

[45]   Abdulkadir Atar, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı ’da İktisadî Hayat, (M.Ü.S.B.E. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2015, s. 293.

[46]  Abdulkadir Atar, a.g.e., s. 299.

[47]   Ayşegül Demirhan Erdemir, Özcan Öncel On Dokuzuncu Yüzyıla Ait Diş Tozu Terkibi Adlı Anonim Bir Risalenin Türk Eczacılık Tarihi Açısından Önemi ve Bazı Sonuçlar”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s.278.

[48]   Gül ve gülsuyu hakkında geniş bilgi için “Osmanlı Tıbbında Gül” konulu makalesi bulunan Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın şu kitabına bk. Ayten Altıntaş, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri, Maestro yayıncılık İstanbul 2009.

[49]   Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, s. 1348.

[50]  Menteşzâde Abdürrahim Efendi, Fetâvâ, C. 1, s.134.

[51]  Dermokozmetik(Kozmesötik): Cilt kusurunu (alerjik, kuru veya yağlı, kırışık, leke, sivilce vb.) kapatarak değil, düzenli kullanım sonucunda cilt problemini tedavi edecek etken maddeler içeren, biyoteknolojik laboratuarlarda etken maddelerin cildin alt katmanlarına inmesini sağlayacak teknolojiyle üretilen ve genellikle eczanelerde satılan kozmetik ürünlerdir. (Günsel Bayraktar Alpmen, “Başlarken”, s. xiii.)

[52]  Ayrıntılı bilgi için Serpil Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, (Ed.Yasemin Yazan), Kozmetik Bilimi, Nobel Tıb Kitabevleri, 2004, s.5-6.

[53]  INCI: Uluslararası Kozmetik Hammaddeleri Sözlüğü

[54]   geniş bilgi için bkz. Yasemin Yazan, “Kozmetik Hammaddeler”, Kozmetik Bilimi, (ed. YaseminYazan), s.42-76.;

Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.15-29.

[55]  Hayvani ve nebati mumlar, yapı olarak yüksek yağ alkollerinin yağ asitleri ile meydana getirdikleri esterlerdir. (Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.17); Ester: Kimyasal bir terim; Karboksilli asitler, alkolle tepkimeye girerek esterleri oluştururlar. Meyveler, kendilerine has güzel kokularını esterlerden alırlar. Hoş kokuluları nedeniyle parfümeride kullanılırlar.(Ayrıntılı bilgi için bkz. Mortimer, Üniversite Kimyası, C.2, s.388-391.)

[56]   Emülgatör: Yağ ve suyun homojen karışımını sağlayan madde.(Gülgün Yener, “Kozmetik Taşıyıcı Sistemler”, Kozmetik Bilimi, (Ed. Yasemin Yazan), s.233.)

[57]   Stabilizatör: Bir karışımda farklı fazdaki maddelerin homojen karışımını yaparak ürünün yapısının düzgün olmasını sağlayan madde. (TDK Sözlüğü)

[58]   Güven, s.34.

[59]  İbn Rüşd, necâset terimi hakkında bilgi verirken fıkıh bilginlerinin dört maddenin necis olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtmiştir: 1. Ölü hayvan eti, 2. Domuz eti, 3. Akan kan, 4.İnsan bevli ve dışkısı. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu ise “hamr”ın necis olduğunu söylemişlerdir (Bidâyetü’l-müctehid, C. 1, s.82).

[60]Hanefîler, Mâlikîler ve Hanbelîler’e göre tesmiye (besmele çekmek) kasten terkedilirse bu şekilde kesilen hayvan meyte olur, unutularak terk edilirse bu hayvanı yemek mübah olur. İmam Şâfiî ise tesmiyenin sünnet olduğu kanaatindedir ve buna delil olarak Ehl-i Kitâb’ın kesim esnasında besmele çekmemesine rağmen kestiğinin helâl sayılmasını gösterir (İbn Rüşd, Bidâyetü ’l-müctehid ve nihâyetü ’l-muktesid, C. 1, s. 485, İbn Kudâme, Muğnî, C. 8, s.547, 574;Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, C. 4, s. ,272; Menderes Gürkan, “Hayvanların Kesimi”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, C. 2, s.743).

[61]    Karminden elde edilen kırmızı boya özellikle dudakları boyamak için üretilen rujlarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu maddenin ağız yoluyla vücuda girmesi kuvvetle muhtemeldir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, yerin altında veya üstünde yaşayan her tür böcek, sinek, arı, örümcek, kırkayak, tırtıl, meyve kurdu, akrep, yılan, kertenkele, keler, kurbağa, salyangoz, fare, köstebek vb. hayvanların yenmesinin haram olduğunu söylerken Mâlikîler’in ekserisi bu tür hayvan ve böcekleri yemeyi helâl saymışlardır. Haşarat türüne giren çekirgenin yenmesinin helâl olduğunda ise ihtilâf bulunmamaktadır (Mehmet Şener, “Hayvan”, DİA, yıl:1998, C. 17, s.95).

[62]  Hüseyin Kâmi Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007, s.447.

[63]  www.ecocert.com.tr (1.7.2015)

[65]  www.ecogarantie.eu (1.7.2015)

[66]  www.ionc.info/en (1.7.2015)

[67]   oekotest.de (1.7.2015)

[72]   HACCP (Hazard Analysis and Critical Control Point): Tehlike analizi ve kritik kontrol noktası ifadesinin İngilizcesinin kısaltılmış şeklidir. Gıda işletmelerinde sağlıklı üretim yapabilmek için gerekli hijyenin sağlanmasını, üretim ve servis aşamasında tüketicinin sağlığını olumsuz etkileyecek nedenlerin ortadan kaldırılmasını, ürün güvenliğini etkileyen tehlikelerin önceden belirlenmesi ve kontrol altına alınmasını sağlayan sistematik bir yaklaşımdır. (http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/haccp.pdf (20.8.2015); Teslime Mahmutoğlu, Gıda Endüstrisinde “Güvenli Gıda” Üretmek, s.11.)

[73]  ISO(International Organization for Standardization): Uluslararası Standartlar Teşkilâtının İngilizcesinin kısaltılmış şeklidir. Uluslararası Standartlar Teşkilâtına üye ülkelerin sayısı 162'dir. Teşkilât üyesi olan millî birimler kendi ülkelerinde standartlar konusunda en yetkili kuruluşlardır. Her ülke teşkilatta yetkili bir organ tarafından temsil edilir.(www.iso.org (1.7.2015))

[74]   SMIIC: İslâm İşbirliği Teşkilatı bünyesinde oluşturulan ve merkezi İstanbul’da olan Standartlar ve İslâm Ülkeleri Metroloji Enstitüsünün İngilizce yazımının baş harflerinden oluşan kısaltma. İslâm ülkeleri arasında ortak ölçülendirme yapabilmek için geliştirilmiş bir sistemdir. (www.smiic.org (1.7.2015))

[75]  Nebi Bozkurt, “Koku”, DİA, 2002, C.26, s.150.

[76]    Bozkurt,, a.g. m., C. 26, s. 151.

[77]    İbn Nüceym, Bahrü ’r-râik, C. 3, s.3.

[78]  Abdullah Boks, “Arafat”, DİA, C.3, 1991, s.261.

[79]  Parfümeri Latince Parfumun (duman) kelimesinden gelir. Daha ziyade kokulu preparatları kapsamına alır (Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.11).

[80]   Şemseddin Sami’nin attar hakkında verdiği bilgi şöyledir: 1.Güzel kokulu ruhlar ve yağlar ve saire satan adam, revâyih-i tîbe taciri. Fransızca: parfümeur. 2. Eczâ-yı tıbbiyye ve saire satan adam. Fransızca: Droguiste. 3. Mahalle aralarında bazı baharatla iğne iplik ve saire satan dükkâncı. Bu mana ile dilde galat olarak aktar şeklinde telaffuz edilir (Kâmûs-i Türkî, s.939).

[81]  Kettânî, C. 2, s.265.

[82]Nebi Bozkurt, “Koku”, DİA, C.26, s.150-151; bk.İbn Sa’d, Tabakât, (çev.Yusuf Ziya Keskin), C.10, s.323.

[83]Nebi Bozkurt, a.g.m., aynı yer; Kettânî, C.2, s. 271.

[84]Hisbe teşkilatı:İyiliği yaymak, kötülükten men etmek ve sosyal huzuru sağlamak için çalışan kurum. Bu kurumun görevlerinden biri de attarları denetlemekti. Attarlık/Kokuculuk kolay hile yapılabilen, ucuz katkı maddeleriyle insanların aldatılabileceği bir iştir. Bu bakımdan atlarları denetleyen muhtesibin bu kokular hakkında bilgisi olması gerekirdi. Şeyzerî ve İbnü’l-Uhuvve, attarları denetim işinin muhtesibin en fazla itina göstermesi gereken bir husus olarak zikrederler, ıtriyyat/kokuların çeşit ve özellikleri hakkında çok ayrıntılı bilgi verirler. Şeyzerî, Nihâyetü ’r- rütbefî talebi’l-hisbe, s.46 ve dev.; İbnü’l-Uhuvve,Me ’âlimü ’l-kurbe, s. 121.

[85]  Nil Sarı, “Attar”, DİA, C. 4, 1991, s.94.

[86]   Arslan Terzioğlu, “Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al-Bîrûnî”, Düşünen Siyaset Düşünce Dergisi, Bilim Tarihi, sayı 16, Ankara: 2002, s.46.

[87]     Turhan Baytop,ilâç hazırlama sanat olarak isimlendirilen eczacılığın ilk zamanlarda hekimler tarafından icra edildiğini, kökçü, otçu veya attar adı verilen esnaf grubundan aldıkları hammaddelerden hastaları için ilaçlar yaptıklarını söylemektedir... IX-XII. yüzyıllar arasında hekimlik ve eczacılık birbirinden ayrılmış hatta eczacılar attarlardan da ayrı kabul edilmiştir. Attar dükkanından büyük bir ferkı olmayan ilk eczanenin 148 (765) yılında Bağdat’ta faaliye geçtiği düşünülmektedir. (Turhan Baytop, “Eczacılık”, DİA, C. 10, 1994, s.386-387)

[88]  Abdulkadir Atar, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı’da İktisadî Hayat, s. 272.

[89]  İbrahim Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları, Bursa:2005, s.170.

[90]  Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, s.277.

[91]   geniş bilgi için bk. Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998 , s. 423-432.

[92]  Kudret Emiroğlu, s.280.

[93]   Dick Teresi, Kayıp Keşifler-Modern Bilimin Antik Kökenleri; Babiller’den Mayalar’a, İzdüşüm Yayınları, Ocak,2005, s.313.

[94]   Mürrüsafi: Doğu Afrika, Arabistan ve Somali’de yetişen bir ağaç türüdür. Yağmur mevsimi başladığında mürrüsafi ağacının kabuğunda çentikler açılır ve bu çentiklerden reçine sızar. İlk akmaya başladığında reçinenin rengi beyazdır, sonradan sararır ve en sonunda kızılımsı bir kahverengine döner. Reçine giderek katılaşır sonra farklı ebat ve şekillerde yarı saydam parçalara dönüşür. Çok keskin bir aroması ve acı sayılabilecek bir tadı vardır.

[95]  Emiroğlu, s.278.

[96]  Emiroğlu, s.278.

[97]  Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul 4-5 Haziran 1998 , s. 429.

[98]  Emiroğlu, s.278.

[99]  İbrahim Okur, s.183.

[100] Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 17, 2004, s. 437-438.

[101] Müsned, V, 421; Tirmizî, “Nikâh”, 1.

[102] İbrahim Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları-5, Bursa 2005, s. 172.

[103]  1 şekel, 180 buğday tanesine eşittir ve 11 gram ağırlığındadır.

[104]  Hıyarşembe: Baklagiller ailesinden olup, diğer isimleri Hint hıyarı, Hiyarışember, Hint keçiboynuzudur. 8 ile 10 metre uzunluğunda, karşılıklı dizilmiş bileşik yapraklı, bir ağaç türüdür, hoş kokulu, ilkbaharda başlayıp yaz boyunca açmaya devam eden, salkım sarı çiçekleri bulunur. Anayurdu Hindistan olmakla birlikte, tropikal bölgelerin tamamında yetişmesi mümkündür.

[105]  1 hin, yaklaşık 6 litredir.

[106]   Kara günnük: Türk sığlası, mia pelenseği, amber ağacı gibi isimleri de olan kara günnük ağacı Türkiye’nin Muğla ilinin yanı sıra Rodos, İran, Suriye gibi sıcak bölgelerde yetişen bir bitkidir. MÖ Fenikeliler ve Mısırlılar arasında bir ihraç ürünü olan kara günnük yağı Mısırlılar tarafından ölüleri mumyalamak için kullanılmıştır. Osmanlılar tarafından ev hayvanlarına musallat olan haşerelere karşı ve sünnet olan çocukların yaralarının çabuk iyileşmesi için yaralara sürülmüştür. Ayrıca sakız ve parfüm yapımında da kullanılmaktadır. Bu yağ, parfümeride sabitleyici (fiksatör) olarak kullanılmaktadır. Yani parfüm içersindeki güzel kokuların uçmamasını sağlar. Bu nedenle sığla yağı parfüm sanayinde önemli bir hammaddedir. Bunun yanı sıra sığla yağıyla yapılan sabunlar cilt yumuşatıcı etkiye ve güzel kokuya sahiptir. (TDK Sözlüğü; Erol Uysal, “Marmaris’in Günlük Ağaçları” http://www.marmaris.bel.tr/Sayfalmages/file/Sla.pdf (1.7.2015)

[107]   Onika: Kızıldeniz’de bulunan bir tür midye kabuğundan yapılan güzel kokulu bir baharattır.

[108]   Kasnı: Maydanozgillerden olup çadıruşağıotu ile şeytanteresi ağacı gibi bitkilerden elde edilen bir çeşit zamktır. Kokusu kuvvetli, tadı acıdır.

[109]    Mısır’dan Çıkış, 30.

[110]   Sargon Erdem, DİA, “Buhur”, yıl: 1992, C. 6, s. 383

[111]   İbrahim Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları-5, Bursa 2005, s.178; Erdem, DİA, a.g.m., C.6, s.383.

[112]   Vahiy Kitabı, 8.

[113]    Gülgün Köroğlu, “Bizans Döneminde Buhur Geleneği ve Buhurdanlar”, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, yıl:2007, s.13.

[114]   Emiroğlu, s.182.

[115]   İbrahim Okur, s. 184, 185.

[116]   İbrahim Okur, s. 189,190.

[117]   Arslan Terzioğlu, “Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al-Bîrûnî”, Düşünen Siyaset Düşünce Dergisi, sayı 16, s. 46.

[118]   İbrahim Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları-5, s.179.

[119]   Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dedelerinden Mekke’nin şehir halini almasına vesile olan Kusayy b. Kilâb (ö. m. 480)’ın iki oğlu vardı. Mekke’nin yönetimi ve Kâbe ve hacıların hizmeti için oluşturulan nedve (Dârünnedve denilen şehir meclisinde toplantılara başkanlık etme), kıyâde (başkumandanlık), hicâbe (sidâne, Kâbe’nin örtüsü ve anahtarlarının muhafazası), livâ (sancaktarlık), sikaye (hacılara su temini) ve rifâde (yoksul hacıları doyurma) kurumların görevlerini oğlu Abdüddâr’a vermişti. Bu vazifeler ondan da oğullarına geçmişti; Kusayy’ın diğer oğlu Abdümenâf ise bu vazifelere önem vermemesine rağmen daha sonra oğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel sayıca ve itibar bakımından daha üstün olduklarını, dolayısıyla bu görevlerin artık kendilerine verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Görevlerin taksimi konusunda Kureyşliler üç gruba ayrıldı. Bir grup Abdüddâroğulları’nın, diğer grup Abdümenâfoğulları’nın tarafını tutarken, üçüncü grup ise tarafsız kaldı. Aynı görüşteki kabileler, birbirlerini desteklemek için yemin ettiler. Abdümenâfoğulları’nın oluşturduğu topluluğun üyeleri, bir kaba konulmuş güzel kokulu bir sıvıya ellerini batırarak Kâbe duvarına sürdüler; bundan dolayı onlara “mutayyebîn” (güzel kokulular), yaptıkları ittifak ve yemine de “Hilfü’l-mutayyebîn” denildi. (Hüseyin Algül, “Hilfü’l-Mutayyebîn”, DİA, yıl:1998, C.18, s. 33)

[120]   el-Mutaffifîn 83/22-28; el-İnsân 76/5, 17.

[121]   Nebi Bozkurt, “Koku”, DİA, C.26, s.150

[122]   İbn Sa‘d, C.1, s.381-383.

[123]   Kettânî, , C.2, s.268.

[124]   Bakır, s.122-123.

[125]   Nebi Bozkurt, “Koku”, DİA, c.26, s.151.

[126]   M.Yaşar Kandemir, “Ebû Hüreyre”, DİA, , C.10, 1994, s.161.

[127]   Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ’, II, s.604-605. (nşr. Müessetü’r-Risale, thk. Şuayb Arnavut); M.Yaşar Kandemir, DİA, C.10, s.164; Mehmet Efendioğlu, Sahabeye Yöneltilen Tenkitler, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 2011, s.160.

[128]   Nihal Şahin Utku, Kızıldeniz Çöl, Gemi ve Tacir, İstanbul: Klasik Yayınları, 2012, s.318.

[129]   Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul 4-5 Haziran 1998 , s. 434.

[130]   Sidr: Yaprakları sabun gibi köpürebilen ve özellikle cenaze yıkamak için kullanılan bir ağaç türüdür.

[131]   Buhârî, “Cenâiz”, 8, 9, 13.

[132]   Mehmet Şener, “Cenaze”, DİA, yıl: 1993, C.7, s.355.

[133]   Geniş bilgi için bkz: Mustafa Baktır, “İhdâd”, DİA, yıl: 2000, C. 21, s.532.

[134]   Müslim, “Talâk”, 58.

[135]   Mahfuz Söylemez, “Emeviler Döneminde Kûfe”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2000, s.225.

[136]    Fatümatüz Zehra Kamacı, Hz.Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, İstanbul 2014, s. 138; Cevad Ali, el- Mufassalfi Târîhi ’l‘arab kable ’l-İslâm, nşr: Dârü’s-sâkî 2001, C. 13, s.240.

[137]   Tirmizî, “Edeb”, 36; Nesâî, “Zîne”, 32.

[138]   Kettânî, C.2, s.268.

[139]   J.D. Bernal, Tarihte Bilim, (çev.Tonguç Ok), Evrensel Basım Yayın, 1.baskı, 2008, s.273.

[140]   Fuat Sezgin, İslam’da Bilim veTeknik, İstanbul Büyükşehir elediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2008, C. 4, s.111.

[141]   Nüveyrî Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, C. 12, s.110.

[142]   Hisbe kitaplarına örnekler: Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe fî talebi’l-hisbe, (nşr. Matba‘atü lecneti’t-te’lîf ve’t-tercüme ve’n-neşr), t.y., y.y.;, s.48-54; Îbnü’l-Uhuvve, Me‘âlimü’l-kurbe fî ahkâmi’l-hisbe, Mısır, 1976, s.199-206.

[143]   Îbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C.1, s.209; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, C.1, s.79.

[144]   Mâverdî, el-Hâvî el-kebîr, (nşr. Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye), y.y. 1994, C.4, s.108; Şîrâzî, Mühezzeb, C.1, s.209; Nevevî, el-Mecmû‘ Şerhi’l-Mühezzeb, (nşr. Dâru’l-fikr), t.y., C.7, s.274-275; Şirbînî, C.1, s.520.

[145]   Kalkaşandî, Subhu’l-a‘şâ, Dımaşk, 1987, C. 2, s. 126-130.

[146]   Bu hayvanların resimleri için bkz Ek-1.

[147]   Keselerin resimleri i.in bkz. Ek-2.

[148]Ahmet Taşağıl, “Hoten”, DİA, yıl: 1998, C. 18, s.253; Nebi Bozkurt, Turhan Baytop, “Misk”, DİA, yıl: 2005, C.30, s.181.

[149]Abdülhalik Bakır, Ortaçağ İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000, s.59.

[150]   Câhız, “et-Tebessur Bi’t-Ticâre”, (trc ve nşr. Mahfuz Söylemez), s.313.

[151]   Bakır, s.60.

[152]   Bakır, s.59.

[153]   Bakır, s.62.

[154]   İbn Sînâ, el-Kânûn fi’t-Tıbb, (trc. Esin Kahya), Atatürk Kültür Merkezi, 2010, C.2, s.373.

[155]   Arapça’da J—^ (anber) yazılır, Türkçe’de amber olarak okunur.

[156]    http://animals.nationalgeographic.com/animals/mammals/sperm-whale/; ispermeçet balinasının resmi için bkz. Ek-3. (Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh komutasındaki Habat seriyyesinde 300 kişilik İslâm ordusunun muhtemelen bu balina çeşidini yiyerek açlıktan kurtulduklarını ve bu balığın evsafı ile ilgili bilgiler verildiği Osman Aydınlı’nın “Habat Seriyyesi” isimli makalesinde ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Osman Aydınlı, “Habat Seriyyesi”, İLAM Araştırma Dergisi, C.1, s.1, 1996, s. 141-151)

[157]   Sahillerden toplanan amber içeren atık resmi için bkz. Ek-4.

[158]   Abbâsîler’in beşinci ve en meşhur halifesi.

[159]   Abdülhalik Bakır, Ortaçağ İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000, s.65-66.

[160]   İbn Sînâ, 2. Kitap, s. 465.

[161]   Kalkaşandî, Subhu’l-a‘şâ, Dımaşk 1987, C. 2, s. 126-130.

[162]   Bakır, s.66, 67.

[163]   Sargon Erdem, “Amber”, DİA, yıl: 1991, C.3, s.7.

[164]   Sargon Erdem, a.g.m, s.8.

[165]   İbn Sînâ, 2. Kitap, s.465.

[166]   “Necâset (misk,anber, zebâd)”, el-Mevsû’atü’l-fıkhiyye, Kuveyt, C.40, s.90-90.

[167]   Bakır, s.81.

[168]   İbn Sînâ oldukça büyük olan bu ağaçların etrafını leoparların mesken tuttuğunu yazar. (el-Kânûn fi’t-Tıbb, 2. Kitap, s.319.)

[169]   Bakır, s.74; İbn Sînâ; kâfûrun çeşitlerinin fenasuri, riyâhî ve esfer-i ezrak olduğunu söyler. (el- Kânûn fi’t-Tıbb, 2.

Kitap, s. 319.)

[170]   Bakır, s.75

[171]   İbn Sînâ, el- Kânûnfi’t-Tıbb, (çev.Esin Kahya), 2. Kitab, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2003, s. 319.

[172]   Bakır, s.75.

[173]   Bakır, s.69-70.

[174]   İbn Sînâ, el- Kânûn fi ’t-Tıbb, 2. Kitap, s.466.

[175]   Bakır, s.70-73.

[176]   İbn Sînâ, el- Kânun fi ’t-Tıbb, Esin Kâhya (çev.), İkinci Kitap, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara,2003, s.466.

[177]   İbn Sînâ, s.466-467.

[178]   Bakır, s.77.

[179]   Bakır, s.77.

[180]   Bakır, s.78.

[181]   Bakır, s.78-79.

[182]   Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, s.1232.

[183]   Bakır, s.81-82.

[184] Iran Körfezi’nde bulunan ve Avrupa ve Ön Asya’yı Uzak Doğu ülkelerine bağlayan Ortaçağın önemli bir liman kentidir. Ancak hicri 7. asırdan sonra tamamen terk edilmiştir. (Altungök, A. ve Yıldırım, T. Erken Ortaçağlarda Übülle Ve Siraf Liman Kentlerinin îran Körfezi Açısından Önemi, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 9/4 Spring 2014, p. 1185-1197.)

[185]   Bakır, s.82-83.

[186]   Bakır, s.83.

[187]   Bakır, s. 83-84.

[188]   Bakır, s.84.

[189]   Bakır, s.85.

[190]   Bakır, s. 85.

[191]   Bakır, s.86-87.

[192]   Bakır, s.88-89.

[193]   Bakır, s.89-90.

[194]   Arduvaz: Kurşuni, yeşil ve mor renklerde olabilen çok sert bir kayaç. (TDK Sözlüğü)

[195]   Bakır, s.90-91-92.

[196]   Bakır, s.92-97.

[197]   Bakır, s.97-100.

[198]   Bakır, s.100-101.

[199]   Bakır, s. 101.

[200]   Bakır, s.102.

[201]   Bakır, s.103.

[202]   Tatriye: Tazelik ve övücülük anlamlarına gelen tatriye kelimesi, ağaçtan tabla gibi örülen nesneler için kullanılır.

[203]   Bakır, s.105.

[204]   Bakır, s.105.

[205]   Bakır, s.106.

[206]   Masaj merhem ve yağları.

[207]   Bakır, s.107, 108.

[208]   Bu bitkinin üç çeşidi vardır: Arabistan’da yetişen kust, güzel kokulu, hafif, sarımtırak bir renge sahiptir. Hindistan kaynaklı kust, siyah renkli ve hafiftir. Suriye kustunun ise öldürücü bir özelliği ve çok güçlü bir kokusu vardır.

[209]   Bakır, s.109, 110.

[210]   Bakır, s.110, 111.

[211]   Ayten Altıntaş, Gül, İlaçların En Güzeli, Hayy Kitap, 1. baskı, İstanbul: 2009, s.75.

[212]   Distilasyon: Kaynama noktaları farklı olan iki maddenin birbirinden ayrılması için geliştirilen yöntem (TDK Sözlüğü).

[213]   Esin Kahya, Câbir b. Hayyan, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara ,1995, s.171.

[214]   Fuat Sezgin, C.4, s.111.

[215]   Damıtma işinde kullanılan araç.

[216]   Altıntaş, s.79,80.

[217]   Altıntaş, s.81, 82.

[218]   Üzlifat Özgümüş, “Gülâbdan”, DİA, yıl:1996, C.14, s.227.

[219]   Bakır, s.113.

[220]   Bakır, s.113, 114.

[221]   Bakır, s.114.

[222]   Altıntaş, s.78.

[223]   Zeki Tez, s.437.

[224]   Farsça gulhen, gul (ateş), hen(hane)’den türeyen ateşhane.

[225]   Sezgin, s.113,114.

[226]   Bakır, s.119.

[227]    Nalan Örs, Kalafatoğlu, Savaşçı, “Gül yağı Üretiminde Çeşitli Bileşenlerin Akımlara Dağılımı, IV. Ulusal Kimya Mühendisliği Kongresi, 2000, Sözel Bildirimler, I, s. 1062.

[228]   Bakır, s.115,116.

[229]   Bakır, s.116.

[230]   Besbâse: Kokusu ve tadı itibariyle havuca benzeyen bir bitki.

[231]   Bakır, s.120,121.

[232]   Şahin Utku, s.317.

[233]   Sargon Erdem, “Buhur”, DİA, yıl: 1992, C.6, s.384.

[234]   Câhız, s.313.

[235]   Sargon Erdem, “Buhur”, DİA, yıl: 1992, C.6, s.384.

[236]   Şahin Utku, s.319.

[237]   îbn Mâce, “Tahâre”, 124; Ebû Dâvud, “Tahâre”, 120.

[238]   Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 6, 78.

[239]   Ebû Dâvud, “Tahâre”, 100.

[240]Dr. Recai Oğur bir makalesinde mersin bitkisinin kozmetik olarak kullanımının şu şekilde olduğunu anlatıyor: “Vücuttan oluşan kötü kokuları gidermek için mersin bitkisinin yaprakları yakılarak külü vücuda sürülür. Dövülmüş yaprağı koltuk altındaki kötü kokuyu giderir. Meyve suyu veya yaprağının suyu içilirse çok terlemeyi engeller. Saçları dökülenler mersinin yaprak ve meyvalarını haşlayıp, balla karıştırarak başlarına sürseler saçları yeniden çıkar. Saç ve sakalı çabuk çıkarır. Yağı saça sürülse saçı siyahlaştırır. Saçlı derideki kepek, sivilce ve çıbanları iyileştirir. Meyvası baş bitini giderir. Meyvalarının ham olanı saç dökülmesini önler.” (Recâi Oğur, “Mersin Bitkisi Hakkında Bir İnceleme”, Çevre Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 1994, sayı: 10, s.25)

[241]   Fâtımâtüz Zehrâ Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, înkılab Yayınları, 2014, s.63.

[242]   Kamacı, s.64.

[243]   Kamacı, s. 66.

[244]   Mâlik b. Enes, “Talak”, 109, îbn Mâce, “Et’ime”,34.

[245]   Kamacı, s.74.

[246]   îbn Sa’d, Kitâbü’t- Tabakâti’l- Kebîr, (trc. Yusuf Ziya Keskin), C. 10, s.494; Serahsî, C.24, s.21.

[247]   Kamacı, s.79, 80.

[248]   Kamacı, s.80-89.

[249]   Kimyasal peeling: Deriyi canlandırmak, gençleştirmek, sivilce ve izlerini, ciltte istenmeyen lekeleri gidermek, görünüşünü iyileştirmek için deriye bazı solüsyonların uygulamasıdır. Peeling uygulaması cildin yıpranmış, tazeliğini ve parlaklığını kaybetmiş üst tabakasının soyulmasını ve dökülmesini sağlayarak ve derinin daha alt tabakalarında yeniden bir yapılanma sürecini başlatıp; kollajen sentezlenmesini uyararak daha genç ve sağlıklı homojen bir derinin ortaya çıkmasını sağlar. Kimyasal peeling için en çok glikolik, laktik ve meyve asitlerini içeren Alfa Hidroksi Asitleri (AHA) tercih edilmektedir. AHA, meyvelerden ve diğer besinlerden elde edilen doğal asitlerdir ve yüzeysel peeling maddesi olarak kullanılır. (http://www.turkdermatoloji.org.tr/files/file/Kimyasal Peeling.pdf (1.7.2015))

[250]   Kamacı, s.107-109.

[251]   Kamacı, s. 112- 125.

[252]   Kamacı, s. 125-130.

[253]   Kamacı, s. 154-159.

[254]   îbn Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest” DîA, yıl:1988, C.1,68-70.

[255]   îbn Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest” DîA, yıl:1988, C.1,68-70.

[256]    Kâsânî, Bedâyi‘, C. 1, s.279; İbrahim Bayraktar, “Bayram”, DİA, yıl: 1992, C.5, s.260.

[257]   Kâsânî, C.1, s. 269; Kamil Miras, Tecrîd-i sarîh, C.3, s. 9-37; “İddihân”, el-Mevsû ‘atü ’l-fıkhiyye, C.2, s.352.

[258]   Şâfiî, Ümm, C.2, s.172-173; Şîrâzî,Mühezzeb, C.1, s.209; Serahsî, Mebsût, Mısır 1324, C.4, s.219; İbn Nüceym, el-Bahrür’r-râik, C. 3, s.3.

[259]   Salim Öğüt, “İhram”, DİA, C.21, s.541.

[260]   Öğüt, a.g.m., C.21, s.542.

[261]   Serahsî, C.24, s.21; Zeylaî, Tebyînü ’l-hakâik, c.6, s.49.

[262]   Zeylaî, 'Tebyînü ’l-hakâik, C.1, s.26; İbn Nüceym, el-Bahru ’r-râik, C.1, s.106.

[263]   Serahsî, C.24, s.21.

[264]    Şâfiî, Ümm, C.3, s.99-101; “Misk”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.37, s.288; Itriyyatla ilgili olarak fıkıh kitaplarının zekat, selem gibi konularına bilgi için bakılabilir.

[265]   Hayreddin Karaman ve diğ., İlmihal, C.2, s.78-83,90; Nevevî, Riyâzü ’s-Sâlihîn, (trc. ve şrh: Yaşar Kandemir, İ.Lüffi Çakan, Raşit Küçük), İstanbul 1998, C. 7, s. 107-109, 115-127.

[266]   Ebû Dâvûd, “Libâs”, 4.

[267]   Nevevî, a.g.e., C.7, s.110-114.

[268]   Nevevî, a.g.e., C.7, 107 ve dev.

[269]   Hayreddin Karaman ve diğ., İlmihal, C. 2, 82-83; Ali Bardakoğlu, “Süslenme”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (Ed. İbrahim Kafi Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006, C. 4, s.1846-1847.

[270]   Faruk Beşer, “Süslenme”, DİA, C. 38, 2010, s.180.

[271]   Fahrettin Atar ve diğ., İslâm İlmihali,M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2015, s.260.

[272]   Atar ve diğ., s.267. İbn Rüşd, necaset terimi hakkında bilgi verirken fıkıh bilginlerinin dört maddenin necis olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtmiştir: 1. Ölü hayvan eti, 2. Domuz eti, 3. Akan kan, 4.İnsan bevli ve dışkısı. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu ise hamrın necis olduğunu söylemişlerdir (Bidâyetü’l-müctehid, C. 1, s.82).

[273]   Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm İlmihali, s.51-55; Atar ve diğ., s.267-268.

[274]   “İstihâle”, el-Mevsû ‘atü’l-fıkhiyye, C. 3, s. 213.

[275]   Çayıroğlu, a.g.e., s. 210.

[276]   Geniş bilgi için bk. C.E. Mortimer, Modern Üniversite Kimyası, /çev. ed.Turhan Altınata), C. 1, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, s.1-5.

[277]   Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresine katılan bilim adamları: Fatih Gültekin, Orhan Çeker, Adem Elgün, Ahmet Gülce, Ahmet Aydın, Büllent Dede, Erdoğan Küçüköner, Hamdi Döndüren, Hasan Yetim, İsmail Özmen, Leven Başayığıt, Mehmet Akdoğan, Mehmet Aköz, Mehmet Gürbilek, Murat Şimşek, Mustafa Cenğiz, Mustafa Ünaldı, Rıfat Oral, Saffet Köse, Selman Türker, Tahir Tilki.

[278]    Fatih Gültekin ve diğ., “İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s. 102-107.

[279]    Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.59.

[280]   Serahsî, aynı yer; el-Fetâvâ el-Hindiyye, C.1, s.42.

[281]     Serahsî, C.24, s.25.

[282]   Fatih Gültekin ve diğ., “İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s. 105.

[283]   Yüksel Çayıroğlu, Helâl Gıda, İzmir: Işık Yayınları, 2014, s. 219.

[284]   Çayıroğlu, a.g.e., s. 276.

[285]   Çayıroğlu, a.g.e., s. 278.

[286]   Saffet Köse ve Murat Şimşek, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon 2011, s.121.

[287]   Çayıroğlu, a.g.e., s.277.

[288]   Çayıroğlu, a.g.e., s. 303.

[289]   Rıfat Oral, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon 2011, s.127.

[290]   Murat Şimşek, “İslam Hukuku Açısından Karışımlarda İstihlâk (Yoğaltım)”, 2.Uluslararası helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Konya: 2013, s.411.

[291]   el-Mâide- 5/90-91.

[292]   Nebi Bozkurt, “İçki”, DİA, yıl:2000, C.21, s. 455-456.

[293]   Serahsî,Mebsût, C. 24, s.3.

[294]   Bilmen, Kamus, C.3, s.15-16

[295]   Mustafa Baktır, “İçki”, DİA, yıl:2000, C.21, s.460.

[296]    İslâm hukukçusu Mustafa Baktır Türkiyet Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “İçki” maddesinde fıkıh bilginlerinin hamrın kapsamıyla ilgili delillerini şöyle özetlemiştir. Birinci grup bazı âyetlerin (Yûsuf 12/36) dolaylı anlatımını, bazı hadislerdeki sahâbî sözlerinde hamr-sarhoş edici içecek (seker) ayrımını (Buhârî, “Eşribe”, 2-3; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, IV, 306-307) delil kabul ederken ikinci grup fakihler her sarhoşluk veren (müskir) şeyin hamr, her hamrın da haram olduğu, çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram sayıldığı yönündeki hadisleri (yk. bk.), birçok hadis ve sahâbî sözünde çeşitli maddelerden üretilen içeceklerin hamr olarak isimlendirilmesini (Buhârî, “Eşribe”, 2-6) ve sahâbe uygulamasını delil gösterirler. Ancak her grubun karşı delillere farklı yorumlar getirdiğini de belirtmek gerekir. Fakihler arasında adlandırmayla ilgili bu görüş ayrılığı, üzümden elde edilen şarapla diğer içkilerin haramlığının hangi delile ve metoda dayandığını açıklaması yönüyle metodolojik bir önem taşır. Şöyle ki, birinci grup Kur’an’da sadece şarabın yasaklandığı, diğer içkilerin ise Hz. Peygamber’in açıklamasıyla ve şaraba kıyasen haram kılındığı, bu sebeple zannî delille sabit olduğu, ikinci grup ise bütün sarhoş edici içkilerin Kur’an’ın açık hükmüyle haram kılındığı görüşündedir. Bu görüş ayrılığının şarapla diğer içkilerin haramlığı arasında amelî yönden olmasa da inanç yönüyle bir derece farklılığı meydana getirdiği açıktır. Nitekim şarabın haramlığını inkâr edenin küfre düşeceğinde İslâm âlimleri görüş birliği içinde iken şarap dışında kalan diğer içkilerin haramlığını inkâr eden kimsenin küfre mi düşeceği yoksa sadece günahkâr mı olacağı tartışmalı kalmıştır (Mustafa Baktır, “İçki”, DİA, yıl:2000, C.21, s.460.)

[297]   Buhârî, “Eşribe”,1; Müslim, “Eşribe”, 73; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5; Tirmizî”, “Eşribe”, 1; İbn Mâce, “Eşribe”, 9; Nesâî, “Eşribe”, 22. Serahsî, Yahya b. Mâin(ra)’in sahih olmayan üç hadisten birinin bu hadis olduğunu söylemiştir (Mebsût, C.24, s.16).

[298]   Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 4; Buhârî, “Eşribe”, 2; Nesâî, “Eşribe”, 20; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 1; Tirmizî, “Eşribe”, 8.

[299]   Buhârî, “Eşribe”, 3.

[300]   Buhârî, “Eşribe”, 6; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 6; İbn Mâce, “Eşribe”, 8,

[301]   Müslim, “Eşribe”, 14; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 4; Tirmizî, “Eşribe”, 8; Nesâî, “Eşribe”, 18; Serahsî, C. 24, s. 4

[302]   Serahsî, Mebsût, (trc.Musa Alak, ed.M.C.Akşit), Gümüşev yayıncılık, İstanbul 2008, C. 24, s.6.

[303]   Şâh Veliyyullah Dihlevî, İslam Düşünce Rehberi, (çev. Mehmet Erdoğan), C.2, 2003, s. 472.

[304]   Serahsî, Mebsût, C. 24, s.4; Merğînânî, el-Hidâye, C.8, s.157.

[305]   Kâsânî, C.5, s.112.

[306]    Mergînânî, el-Hidâye, C.8, s.158; Bilmen, Kamus, C.3, s.250.

[307]   Fıkıh kitaplarında tılâ’: “Üçte ikisi gidinceye (buharlaşma) kadar yaş üzüm suyunun pişirilmesinden sonra kabarıp, keskinleşip galeyanının durduğu içecek” şeklinde de tanımı yapılmıştır. Bu tanım aynı şekilde müsellesin de tanımıdır (Molla Husrev, Dürerü ’l-hükkâm, C.2, s.87; el-Fetâvâ ’l-Hindiyye, C. 5, s.412).

[308]   Serahsî, a.g.e., aynı yer.

[309]   el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.5, s.412; Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Yaşam, İstanbul 1997, s.290.

[310]   Molla Hüsrev, Dürerü ’l-hükkâm, İstanbul 1976, C. 2, s.86 ve dev.; el-Fetâvâ ’l-Hindiyye, C.5, s.412.

[311]   Serahsî, C. 24, s. 5.

[312]   Kâsânî, C.5, s.116.

[313]   Kâsânî, C.5, s.116; Molla Hüsrev, C. 2, s.86.

[314]   Bilmen, Kamus, C. 3, s. 9; el-Fetâvâ’l- Hindiyye, Mısır 1310, C.5, s.409.

[315]   el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C. 5, s.413.

[316]   Salim Özer, “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında Fukahanın Esas Aldığı Ölçüler”, Bilimname Dergisi, sayı:18, 2010, s.72.

[317]   Bilmen, Kamus, C. 3, s. 21.

[318]   Kâsâni, C. 5, s.112.

[319]   Bilmen, Kamus, C. 3, s. 21.

[320]   Bilmen, Kamus, C.3, s.21.

[321]   Serâhsî, C. 24, s. 4.

[322]   Serâhsî, C.24, s. 6; Merğînânî, Hidâye, C.8, s.152 ve dev.

[323]   Serâhsî, C.24, s.18.

[324]   Molla Hüsrev, Dürerü ’l-Hükkam, C.2, s.88.

[325]   Bilmen, Kamus, C. 3, s 21.

[326]   Bilmen, Kamus, C. 3, s 251.

[327]   Kâsânî, C.5, s. 112.

[328]   Özer, s.73.

[329]   Kâsânî, aynı yer.

[330]   Kâsânî, aynı yer.

[331]   Kâsânî, aynı yer.

[332]   el-Fetâvâ ’l- Hindiyye, Mısır, C.5, s.409.

[333]   Kâsânî, C.5, s.116.

[334]   el-Fetâvâ’l- Hindiyye, aynı yer.

[335]   Mergînânî, C.2, s.152-163;Molla Hüsrev, Dürerü ’l-hükkâm fi şerhi gürer ’il-ahkâm, C.2, s.86-88.

[336]   Kâsânî, C.5, s. 113; Zeylaî, Tebyînü ’l-hakâik, C .6, ,s. 44.

[337]   Kâsânî, C.5, s.113.

[338]   Serahsî, Mebsût, C.24, s.28.

[339]   Zeylaî, C.6, s.47; Molla Hüsrev, C.2, s. 88.

[340]   Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik, c.6, s.44-45; Molla Husrev, C. 2, s. 86-87; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râık, C.8, s.247-248; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C. 6, s.448-453.

[341]   Bilmen, Kamus, C. 3, s.251-252.

[342]   Kâsânî, C.5, s.117.

[343]   Zeylaî, Nasbu’r-râye, C. 4, s.363.

[344]   Serahsî, Mebsût, C.24, s.3; Serahsî,Mebsût, (trc.Musa Alak), C.24, s.4.

[345]   Serahsî, C. 24, 17.

[346]   Nesâî, “Eşribe”, 47.

[347]   Serahsî, C.24, s.16.

[348]   Serahsî, C.24, s. 3; Kâsânî, C.5, s.113,115; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.5, s.412.

[349]   Kâsânî, C.5, s. 115-117; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.5, s.412.

[350]   Tirmizî, “Büyû‘”59; İbn Mâce,” Eşribe”, 6.

[351]     Tedâvi konusunda fazla bilgi için bk. Abdullah Kahraman, “Tedavi”; DİA, yıl: 2011, C. 40, s.254-256.

[352]   İbn Âbidîn, C.5, s.228; Bir fetvada “Esrâr’ın bey’ ü şirâsı câiz olur mu” sorusuna, Bazı cerâhata ilaç için olicak olur” şeklinde cevap verilmiştir (Menteşzâde Abdürrahim Efendi, Fetâvâ, C. 2, s. 13).

[353]   İbn Nüceym, Bahru’r-râik, C.8, s. 233, 246; İbn Âbidîn, C.1, s.210, C. 5, s.228.

[354]   Serahsî, C.24, s. 25.

[355]   Serahsî, C.24, s.21.

[356]   İbn Sa‘d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, (trc.Yusuf Ziya Keskin), (trc. Ed. Adnan Demircan), C.10, s.494;Serahsî, C.24, s.21.

[357]   Serahsî, C.24, s.21; Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik, c.6, s.49.

[358]   Serahsî, C.24, s.21.

[359]   Serahsî, C. 24, s. 23.

[360]   Serahsî, C.24, s.23

[361]   Serahsi, C. 24, s.25.

[362]   Serahsî, C.24, s.25; Serahsî, Mebsût, (terc.Musa Alak), C.24, s.37.

[363]    Serahsi, C. 24, s.25.

[364]   Serahsî, C.24, s 25.

[365]   Serahsî, C.24, s 28.

[366]   Serahsî, C.24, s 28.

[367]   Cengiz Kallek, “Fetâvâ-yı Ali Efendi”, DİA, yıl: 1995, C. 12, s.438.

[368]   Vişnâb: vişne şurûbu, şerbeti. Vişne: Meyhoşca ve koyu renkli bir cins kiraz ki şurûb ve reçeli yapılır (Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, s. 1492).

[369]    Ali Efendi, Fetâvâ-yı Ali Efendi, C. 2, s. 246-247.

[370]    bkz. el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115; Buhârî, “Büyû‘”, 102, 112, “Zebâ’ih”, 28, 29, “Tıb”, 57; Müslim, “Hayz”, 105, “Müsâkat”, 71, “Sayd”, 12-16; îbn Mâce, “Tahâret”, 38; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 41, “Büyû‘”, 64; Tirmizî, “Tahâret”, 52; Nesâî, “Tahâret” 47, “Sayd”, 35. Domuzun dinen yasaklanmasının hikmetleri olarak çeşitli sağlık riskleri, kıskanma içgüdülerinin olmaması, tiksinti uyandırması gibi mantık çerçevesinde pek çok izah verilebilir. Ancak günümüzde domuz çiftliklerinde hijyenik şartlarda üretim yapılmasının da neticesi olarak dünya nüfusunun oldukça büyük bir kısmının bu hayvanı çok tüketmesine rağmen büyük sağlık problemlerinin ortaya çıkmaması, bu hayvanın yasak edilmesinin bir imtihan olarak kabul edilmesinin yeterli bir gerekçe olduğunu düşündürmektedir (Domuzun eti, yağı ve derisi ile ilgili hükümler hakkında geniş bilgi için bk. Asaf Ataseven-Mehmet Şener, “Domuz”, DİA, yıl:1994, C. 9, s.507-509; Menderes Gürkan, “Domuz”, İslâm’da înanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, C.1, s.417-419, Domuzun insan sağlığına etkileri ve kullanım yerleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hans Heinrich Reckeweg, Domuzeti ve Sağlık, (çev.M. Nuri Ergin), Hibaş Yayınları; Reşit Haylamaz, Türkiye ’de Domuz Gerçeği, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1996).

[371]   Çayıroğlu, s.136

[372]Orhan Çeker, “İstihâle”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon:2011, s.21.

[373]   Reşit Haylamaz, Türkiye ’de Domuz Gerçeği, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997, s. 238.

[374]   Gülgün Yener, “Makyaj Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, Yasemin Yazan (ed.), Nobel Tıb Kitabevleri, 2014, s. 163.

[375]    http://www.aia-istanbul.org/files/temizlik kitap.pdf, s.9 (2008 yılı verilerine göre, toplam 350 milyar $ hacmindeki dünya kozmetik ürünleri pazarının 1/3’ünden fazlasını AB ülkeleri oluştururken, AB’yi ABD ve Japonya izliyor.)

[376]   Dermis: Derinin en üst tabakası olan epidermisin altındaki ikinci tabakadır. (Meltem Önder ve Murat Orhan Öztaş, “Kozmetoloji ve Deri”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin Yazan), s.14.)

[377]   Herhangi bir et (özellikle kemikli olursa daha net görülebilir) haşlaması soğumaya bırakıldığında bir jel dokusu meydana gelir. Bu doku jelatindir.

[378]   Hasan Yetim, “Jelatin Üretimi, Özellikleri ve Kullanımı”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011, s. 88-90.

[379]   Kâsanî, Bedâiu ’s-sanâyi‘, C. 1, s. 85; İbn Nüceym, , el-Bahru ’r-râik, C.1, s.239; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.1, s.45.

[380]   İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C. 1, s.326-327;Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, Kısım 2, s. 96-97; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.59.

[381]   Heyet, “İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s.106.

[382]   Tahlil sonucunu gösteren rapor Ek.5’te gösterilmektedir.

[383]   Levent Başayiğit, “Topraklaşma”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s.35.

[385]    bk. İbn Nüceym, a.g.e., aynı yer.

[386]   Asit ve alkaliler reaksiyona girdikleri zaman tuz ve su meydana gelir. Örneğin kuvvetli bir asit olan HCl (Hidro klorik asit) ve kuvvetli bir baz olan NaOH (Sodyum Hidroksit) reaksiyona girdiği zaman NaCl (sofra tuzu) ve H2O (su) meydana gelir.

[387]      Mehmet Akdoğan, “Yağın Sabuna Dönüşmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Ankara:2011, s.46., “Sabun”, Ana Britannica, C. 18, s. 609.

[388]   Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.59.

[389]   “Sâbûn”, el-Mevsû ‘atü ’l-fıkhiyye, C. 26, s.301-302.

[390]   Yûsuf el-Karadâvî, Fî fıkhı’l-ekalliyâti’l-Müslime, Dâru’ş-şürûk, Kâhire 2001, s.141-142.

[391]   Mahmut Kaya, “Ebû Bekir Râzî”, DİA, yıl: 2007, C. 34, s.484.

[392]   J.D. Bernal, Tarihte Bilim, Tonguç Ok (çev.), Evrensel Basım Yayın, 1 .baskı, 2008, s.273

[393]   Turhan Baytop, “Eczacılık”, DİA, yıl:1994, C.10, s.387; Alkol, Fransızca’da alcool olarak yazılır.

[394]   Musa Tosun, “İçki (Tıp Açısından)”, DİA, C.21, yıl:2000, s.462.

[395]     C.E.Mortimer, Modern Üniversite Kimyası, Turhan Altınata (çev.ed.), C.2, Çağlayan Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul, 1993, s. 377-379.

[396]   Erdal Atabek, Alkol ve İnsan, Kelebek Yayınları, İstanbul 1982, s.52

[397]   Rom: Genellikle şeker kamışı ve kuru üzümden elde edilen %40 oranında alkol içeren bir içki türüdür.

[398]   Atabek, s.57.

[399]   el-Mâide 5 /90

[400]   Mustafa Baktır, DİA, “İçki”, C.21, s.461

[401]   Necâset-i galîza; eğer katı ise yaklaşık üç buçuk gramı (bir miskal), sıvı ise el ayasını (avuç içini) kapsayacak miktarı ve fazlası elbisede, vücutta veya namaz kılınan yerde bulunması namazın sıhhatine manidir. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.54; Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s.268.

[402]   Necâset-i galîza; eğer katı ise yaklaşık üç buçuk gramı (bir miskal), sıvı ise el ayasını (avuç içini) kapsayacak miktarı ve fazlası elbisede, vücutta veya namaz kılınan yerde bulunması namazın sıhhatine manidir. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.54; Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s.268.

[403]   Dihlevî, C. 1, s.525.

[404]   Hamr’ın necis kapsamınında değirlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda fazla bilgi için şu makaleye bk. Salim Özer “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında Fukahanın Esas Aldığı Ölçüler”, Bilimname, XVIII, 2010/1,55-91.

[405]   Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Yaşam, İstanbu 1997, s.285 (Kurtubî, VI, 288’den naklen).

[406]   Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul, 1993, C. 1, s.287.

[407]   M.Reşîd Rıza, “Hükmü isti‘mâli el-ispirto-el-kühûl”, Mecelletü ’l-menâr, Mısır 1922, C. 23, s.658 ve dev.

[408]   Zâhid Kevserî bir mektubunda Ebû Hanîfe’ye göre ispirtonun necis olmadığını yazmıştır (Karaman, a.g.e., C. 1, s.288).

[409]   Kâsânî, C.5, s.113-115; Serahsî, C.24, s. 3.

[410]    Kâsânî, C.5, s.115-117; Abdulfettâh Ebû Gudde, Hanefîler’in hamrın dışındaki içkilerler ilgili üç görüş bulunduğunu şöyle nakletmiştir: 1. Galîz necâset, 2. Hafif neecâset, 3. Tâhir/temiz. Halil' necâset olduğunu söyleyenlere göre sürüldükleri elbisenin veya bedenin dörtte birinden az olmaları halinde bu bağışlanır. Ahmed ez- Zerkâ da temiz olduğunu esas alır ve öyle fetva verirdi. Kevserî de hamr dışındaki ispirto gibi müskir içkilerin kullanımını câiz, içilmesinin haram olduğunu ve Ebû Hanîfe’nin mezhebinin bu olduğunu söylerdi. Bu iki değerli âlimin fetvalarında insanlara kolaylık ve telerans olduğu açıktır. Çünkü bu tür maddeler bugün hayatın bir çok alanına girmiştir. Ancak bu konuda ihtiyatlı davranılabilir. (Faruk Beşer, a.g.e, s.290 Aliyü’l-Kârî, Fethü bâbi’l- inâye, C. 1, s.258’den naklen).

[411]   Elmalılı, Hak Dini Kurân Dili, II,762-763.

[412]   Menderes Gürkan, “Kolonya”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, III, 1132; Hayreddin Karaman ve diğerleri, İlmihal, C.2, s.94.

[413]   Figen Tırnaksız, “Ağız ve Diş Bakım Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin Yazan), s. 209.

[414]   30-10-2011 tarihli ve 28100 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan etil alkol ve metanolün üretimi ile iç ve dış ticaretine ilişkin usul ve esaslar hakkındaki yönetmelikte denatüre etil alkolün içine katılabilecek madde isimleri ve miktarları belirtilmiştir. (http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111030-12.htm (1.6.2015))

[415]Hava Dönmez Keklikoğlu, Tahir Kurtuluş Yoldaş, Yıldız Çoruh, “Metanol Zehirlenmesi ve Putaminal Hemoraji: Olgu Sunumu”, Journal of Neurological Sciences [Turkish] 24:(4) 13; 2007,s. 338-34.

[416]   Menderes Gürkan, “Kolonya”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İbrahim Kafi Dönmez (ed.), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006, C.3, s.1131-1132.

[417]   Mehmet Aköz, “Kandan Misk-i Anber Oluşumu”, 1. Ulusal Helâl ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011, s.48-49.

[418]   Misk ve amberin kullanımının hükümleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mevsûatü ’l-Fıkhiyye, Kuveyt, 1. Baskı, 1997, s.288-291.

[419]   Koşineal böceği ve üzerinde yaşadığı kaktüs resmi için bkz. Ek-6.

[420]   Hasan Murat Velioğlu, İsmail Yılmaz, Serap Duraklı Velioğlu, “Gıdalarda Kullanılan Doğal Renklendiricilerden Karmin”, Türkiye 9. Gıda Kongresi, Bolu 24-26 Mayıs, s.347-350.

[421]   Erdoğan Küçüköner, “ Koşineal ve Şellak Üretimi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon: 2011, s.98; Harun Şimşek, Gıda Katkı Maddeleri, Fazilet Neşriyat, 2011, s.84.

[422]   Harun Şimşek, age., s. 84-85.

[423]    O peygamber onlara iyiliği emreder, kötülükten meneder, onlara temiz olan şeyleri (tayyibât) helal, pis olan şeyleri (habâis) de haram kılar.” (A’râf, 7/157).

[424]   Mehmet Şener, “Hayvan”, DİA, C.17, s.95; Çayıroğlu, s. 148-149; Kâşif Hamdi Okur, “İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler”, VI. İslam Hukuku Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve İslam Fıkhı Açısından Helal Gıda Sempozyumu, Ali Kaya (ed.), Emin Yayınları, Bursa, 2009, s.19

[425]   İbn Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C.5, s.68; bk. “Haşerât”, el-Mevsû ‘atü ’l-fıkhiyye,C.17, s.280.

[426]   Muslihuddin Mustafa, Ahterî, İstanbul 1310, C.2, s.156.

[427]   Kâmûs-i Türkî, s.1064; D.Mehmet Doğan da kırmızı “Kırmızböceği denilen zar kanatlı bir böcekten elde edilen parlak kırmızı boya” şeklinde; kırmızböceğini de “Parlak kırmızı boya elde edilen kınkanatlardan böcek” şeklinde açıklamıştır. Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, İstanbul 1996, s.648.

[428]   İbn Manzûr, Lisânü ’l- ‘Arab, “Kırmız” maddesi; Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-Kamûs , “kırmız” maddesi.

[429]   Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, İstanbul 1233, C.2, s. 194-195.

[430]   Hamdi Döndüren, “Gıda Katkı Maddeleri ve İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s. 118-120.

[431]    http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00506.htm; erişim tarihi: 07.07.2015.

[432]   Yüksel Çayıroğlu, Helâl Gıda, s.369.

[433]   Yusuf Şahin, “Kozmetik Ürünlerin Öteki Yüzü”, Sızıntı Dergisi, sayı:300, Ocak, 2004.

[434]   R. Sharpe, “Male Reproductive Health Disorders and the Potential Role of Exposure to Environmental Chemicals”,1-56, www.chemtrust.org.uk, 2009; Mitchell RT, Childs A.J., Anderson RA, Van Den Driesche S., Saunders PT, McKinnell C., Wallace WH, Kelnar CJ., Sharpe RM, “Do Phathalates Affect Steroidogenesis by the Human Fetal Testis? Exposure of Human Fetal Testis Xenografts to di-n- butyl Phthalate”, J Clin Endocrinol Metab, 2012 Mar, 97 (3): E341-8.doi: 10.1210/jc.2011-2411.Epub 2012 Jan 11.

[435]   Antiperspirant: Terlemeyi durdurarak ter kokusunu önlemeye çalışan ürünler.

[436]   Philippa Darbre, Ferdinando Mannello, Christopher Exley, “Aluminium and Breast Cancer: Sources of Exposure, Tissue Measuments and Mechanisms of Toxicological Actions on Breast Biology”, Journal of Inoranic Biochemistry 128, 2013, 257-261

[437]   P.D. Darbre, A. Aljarrah, W.R. Miller, N.G. Coldham, M.J. Sauner and G. S. Pope “Consentrations of Parabens in Human Breast Tumours”, Journal of Applied Toxicology, J. Appl, Toxicol.24, s.5-13(2004)

[438]   2011 yılında Danimarka’da 3 yaş altındaki çocukların kullanabileceği bakım ürünlerinde bazı parabenleri (propil, iso-propil, butil, iso-butil paraben) içeren ürünlerin kullanımını tedbir amaçlı yasaklamıştır. AB sağlık komisyonu kozmetiklerin mikroorganizma üretmesinin sağlık açısından son derece tehlikeli olabileceğini bu konuda etkili olan bütün parabenlerin kullanımının yasaklanmasının doğru olamayacağını fakat kg başına 8 gramla sınırlandırılacağını ancak bazı parabenlerin (isopropil paraben, isobutil paraben,fenil paraben, benzil paraben, pentil paraben) Ocak 2014 itibariyle tamamen yasaklandığını duyurmuştur.

[439]    Y. Alugonda, B. Maddileti, N. Lingam, C. Rangailah, “A Medico- Legal Study of Hair Dye Poisoning”, J Indian Acad Forensic Med. July- September 2013, vol., 35, No:3; Punjani, Neelam Saleem, “Paraphenylene Diamine (Hair Dye) Poisoning Leading to Critical îlness Neuropathy”, JNeurologicalDisorders, Vol:2. îssue:5 doi:10.4172/2329- 6895.1000180

[440]ec.europa.eu/consumers/sectors/cosmetics/files/doc/179 banned substances en.pdf

[441]   Mennan Aysan Kuzanlı, Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz?, Dharma Yayınları, 1. baskı, 2008, s.97

[442]    Manuela Gago-Dominguez, Douglas A. Bell, Mary A. Watson, Jian-Min Yuan, J. Esteban Castelao, Kenneth K. Chan, Gerry A. Coetzee, Ronald K. Ross, Mimi C. Yu, “Permanent hair dyes and bladder cancer: Risk modification by Cytochrome P4501A2 and N-acetyltransferases 1 and 2,” American Association for Cancer Research’s 93rd Annual Meeting, April 6-10, 2002.

[443]   Y. Zhang, S. Sanjose, L. Morton, R. Wang, P. Brennan, P. Hortge, P Boffetta, Becker, Maynadle, Foretova, Cocco, Staines, Holford, Holly, Nieters, Benavente, Bernstein, Zahm, Zheng, “Personal Use of Hair Dye and The Risk of Certain Substypes of Non-Hodgkin Lymphema”, American Journal of Epidemiology, 2008, vol:167, s.1321- 1331

[444]Hatta bazı diş macunu markaları etiketlerinde çocukların diş macunu yemeleri halinde mutlaka en yakın zehirlenme birimine başvurulması gerektiği yazılır.

[445]İsmail Tokalak, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, Ataç Yayınları, İstanbul 2014, s.284, www.fluoridealert.org web sitesi bu konuda en güncel haberleri paylaşmaktadır.

[446]Tokalak, s.256-257.

[447]Kudret Livaoğlu- Ayşe Betül Şahin, Zararlı Kimyasallardan Korunma Yöntemleriyle Sağlıklı Hayat, İstanbul 2006, s.23.

[448]Robert Baan, "Carcinogenicity of some aromatic amines, organic dyes, and related exposures.”, 2008, Lancet Oncology (Vol. 9, Issue 4:322-323) International Agency for Research on Cancer, Lyon, France.

[449] Celal Yeniçeri, Hz. Peygamber ’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı, Çamlıca Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2013, s.33.

[450] Kamacı, s.107.

[451]Sinan Yalçın, “Kozmetik Endüstrisinin Uyguladığı Hayvan Deneyleri”, online Kozmetoloji Dergisi, Sayı :2, cilt:5, 2006.

[452]   Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.35.

[453]   el-En’âm 6/38.

[454]   Mehmet Şener, “Hayvan”, DİA, C. 17, 1998, s. 92-98.

[455]   Şirbînî, C.3, s.462-463, “er-rıfk bi’l hayevân”, Mevsu‘atü’l-fıkhiyye, C.22, s.296, Bilmen, Kamus, C. 2, s.,511- 515;, c. 17, s.92-98; Hüseyin Elmalı, “İslâm’da Hayvan Hakları”, Yeni Ümit, sayı: 98, Ekim-Kasım-Aralık 2012.

[456]   Şerafeddin el-Hicâvî, el-ıkna‘, nşr. Dâru’l-m‘arife, Beyrut, C.4, s.156.

[457]   Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, C.2, s.195.

[458]    Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, s.276-277.

[459]    el- Mâide 5/6 .

[460]   İbn Âbidîn, Reddü ’l-Muhtâr, C. 1, s.90; Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s.273.

[461]   Buhârî, “Vudû”, 2.

[462]    İbn Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”, el-Mevsû ‘atü ’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest”, DİA, C.1, 1988, 68-70.

[463]   Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s. 276-277.

[464]   Fatımatüz Zehra Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, s. 154-159.

[465]   Gülgün Yener, “Makyaj Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (Ed.Yasemin Yazan), s. 171-175.

[466]   Bu testle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: www.Mustafaumar.com/2012/11/is-breatable-nail- polish-sufficient-for- wudu/

[467]     Gülgün Yener, “Saç ve Saça Uygulanan Kozmetk Ürünler”, Kozmetik Bilimi. (Ed.Yasemin Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2004, s. 193.

[468]    Yener, a.g.e., s.178.

[469]    Yener, a.g.e., s. 193, 194.

[470]    Fatımatüz Zehra Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, s. 80-89.

[471]   İbn Mâce, “Libâs”, 34, 35; Ebû Dâvud, “Teraccül”, 19; Nesâî, “Zîne”, 65,66.

[472]   Müslim, “Libâs”, 78.

[473]  Ali Bardakoğlu, “Süslenme”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (Ed. İbrahim Kafi Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2006, C. 4, s.1846.

[474]   Buhârî, “Libâs”, 67;

[475]   Kamacı, 86; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, ( trc.Salih Tuğ), Yeni Şafak Gazetesi Hediyesi, Ankara, 2003, C.1, s.34.( Abdulmuttalib doğduğu zaman saçında bulunan aklar nedeniyle ona Şeybe ismi verilmişti. Amcası Muttalib onu himayesi altına aldığından Abdulmuttalib lakabını almış ve bu isimle anılır olmuştu. Reşit Haylamaz, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (sav), İzmir: Işık Yayınları, 2006, C.1, s.64.)

[476]   Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C. 7, s. 108.

[477]    İsmail Yalçın, “Saç”, DÎA, C. 35, s. 368.

[478]    Îbn Sa‘d, C. 10, s. 493.

[479]   Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C. 7, s. 107-109.

[480]   Müslim, “Libâs”, 78,79; Ebû Dâvud, “Teraccül”, 18; Nesâî, “Zîne”, 15; Ebû Dâvud, “Teraccül”, 20.

[481]   Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C. 7, s. 108-109.

[482]   Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C.7, s. 109.

[483]   İsmail Yalçın, “Saç”, DİA, C.35, s.368.

[484]   Bir fıkıh terimi olarak helâlin tanımları ve hükümleri hakkında geniş bilgi için bk. Ferhat Koca, “Helâl”, DİA, yıl: 1998, C. 17, s. 175-178.

[485]   Teslime Mahmutoğlu, Gıda Endüstrisinde Güvenli Gıda Üretmek, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 11.

[486]   Vejeteryan: Et, balık, kümes hayvanları ve bazı durumlarda yumurta, süt ve süt ürünlerini tüketmek istemeyen insanlar. Çeşitli sınıfları vardır: Semivejeteryan: Kırmızı et yemez, az miktarda beyaz et tüketirler. Laktovejeteryan: Hayvanın kendisini değil, süt, yoğurt, bal, yumurta gibi ürünlerini tüketirler. Vegan: Hiçbir şekilde hayvan ürünü yemezler, sadece sebze, tahıl, tohum, meyve gibi gıdalarla beslenirler.

[487]   Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Gine, Kamerun, Libya, Mali, Pakistan, Somali, Sudan, Tunus, Türkiye, Ürdün.

[488]   Anas bin. Mohd Yunus and the others, “The Concept of Halalan Tayyiba and Its Application in Products Marketing : A Case Study at Sabasun HyperRuncit Kuala Terengganu, Malaysia ”, International Journal of Business and Social Science, Vol. 1 No. 3; December 2010, s. 245. (Sabasun Kurumu, helal ve tayyib ürünlere yalnızca sertifika vermekle kalmayıp aynı zamanda İslam ülkelerinde devam eden savaşlara maddi destek veren ABD ve İsrail kökenli markaları boykot edip, Müslümanlara bu ürünleri almamaları konusunda uyarılar yapmakta ve bu marka temsicilerine boykot mektupları göndermektedir. Bu işlemlerin de helal ve tayyib ürün kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünü savunmaktadır. s.245-247)

[489]   FTIR: Fourier Transform İnfrared( Fourier Dönüşümlü Kızılötesi Spektrum): Biyokimyasal olarak karbonhidrat, fosfolipit, aminoasit ve protein yapı analizlerini yapan cihaz.

[490]     GCx GC-TOF-MS: Comprehensive two dimensional Gas Chromatography hyphenated with Time-of-Flight Mass Spectrometry (İki boyutlu gaz kromotografi-uçuş zamanı kütle spektrometresi): Bir ürün içindeki bilinen madde ile bilinmeyen maddeleri analizini aynı anda yapar. “Kromatografi, çeşitli maddelerin, hareketli bir faz yardımıyla, sabit bir faz arasından değişik hızlarla areket etmeleri prensibine dayanır. Bu yöntem sayesinde klasik metotlarla birbirinden ayrılmaları çok zor hatta imkansız olan maddeleri saf olarak ayrıştırmak mümkün olabilmektedir” (Turgut Gündüz, Kantitatif Analiz Ders Kitabı, Ankara: Bilge Yayıncılık, 4. Baskı, 1993, s.387.)

[491]   GCSM: Gas Chromotography Mass Spectrometry (Gaz Kromotografisi Kütle Spektrometresi): Çok bileşenli maddelerin içindeki elementlerin analizini ve madde miktarını yapar.

[492]   P. Hashim and D. Mat Hashim, “A Review of Cosmetic and Personal Care Products: Halal Perspective and Detection of Ingredients”, Pertanica J. Sci&Technol. 21(2): (2013), s. 282

[493]   Hashim, agm, s.288, 289.

[494]    Malezya nüfusunun %55’ini Müslümanlar, %25’ini Budistler, %10’unu Hristiyanlar ve%10’unu diğer din oluşturur.

JAKIM Helal Logosu

[496] Ülkemizin ilk helal sertifikası düzenleyen bağımsız kuruluşu GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği)’tir. GİMDES, Malezya JAKIM tarafından akredite edilmiş bulunmaktadır.

[497] Nik Maheran Nik Muhammad, Filzah Md Isa, Bidin Chee Kifli, “Positioning Malaysia as Halal-Hub:Integration Role of Supply Chain Strategy and Halal Assurance System”, Journal of Asian Social Science, Vol.5, No.7, s.45.

[498]Rosita Husain, Ishak Abd.Ghani, Aziz Fikry Mohammad, Shafie Mehad, “Current Practices Among Halal Cosmetics Manufacturers in Malaysia”, Journal of StatisticalModeline andAnalytic, vol.3, No:1, 2012, 46-51.

[499]   Husain ve diğ., 48

[500]    Narafini Farlina Rahim, Zurina Shafii, s.480,481.

[501]   İsmail Yalçın, “Yiyecek”, DİA, C.43, s.556.

[502]   Adem Yerinde, “Tayyib”, DİA, yıl:2011, C. 40, s.197.

[503]    en-Nisâ 4/ 2, 43; el-A‘râf 7/58, 32; el-Mâide 5/4, 5, 6, 87, 88, 100; Sebe’ 34/15-16; el-Bakara 2/ 38, 57, 168, 172, 267; el-Ahkaf 46/20; et-Tevbe 9/72; es-Saf 61/12; Âl-i İmrân 3/179; el-Hâc 22/24; Fâtır 35/10; en-Nûr 24/26, 61; en- Nahl 16/97; İbrahim 14/24.

[504]   Müslim, “Zekât”, 64; Tirmizî, “Tefsîr”, 3.

[507]   TSE Helal Sertifika Yönetmeliği TSE K 202 Genel Kurallar.

[508]   Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı

[509]   İslâm Dünyası STKları Birliği

[510]   Bu bilgiler GİMDES’in resmi sitesi www.gimdes.org den alınmıştır.

[511]     Salime Leyla Gürkan, Yahudilik, s.71. (Dünya Yahudilerinin sayısının 15.5 milyon civarında olduğu düşünülmektedir.)

[512] Kaynaklar arasında Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis kitapları da bulunmaktadır. Yararlanılan hadis kitapları şunlardır: Ahmed b. Hanbel (Müsned) , Buhârî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Mâlik b. Enes (Muvatta’), Müslim, Nesâî, Tirmizî.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar