KOZMETİK ÜRÜNLERİN FIKHÎ AÇIDAN TAHLİLİ
Hazırlayan:AYŞE BETÜL
ŞAHÎN
İnsanoğlunun
toplum içinde fark edilme, başkalarına kendini beğendirme içgüdüsünden yola
çıkarak içilebilecek altın yapma sanatı ile gençleşme ve uzun ömürlülük ilacını
bulma arayışı geçmişte simya ve kimyayı günümüzde ise pek çok bilim dalından
beslenen kozmetolojiyi doğurmuştur. Çok eski tarihlerden beri insan cildinin,
saçlarının, dişlerinin temiz ve güzel görünmesi, vücudunun güzel kokması için
bulunduğu zamanın ve ortamın şartları doğrultusunda değişik yağlar, sabunlar,
karışımlar, boyalar ve kokular kullanmıştır. Mağara resimlerinden ve tarihi
kalıntılardan elde edilen bilgilere göre bugünkü çeşitlilikte olmasa da
kozmetik ürünlerin; toplum içinde fark edilme, güzel görünme, ergenlik, av ve
savaş galibiyetlerinde kutlama, hastalıklardan ve kötü ruhlardan korunma gibi
amaçlarla çok eski zamanlardan beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu ürünler
son bir asırda büyük gelişme göstererek bir endüstriyel sektör haline gelmiş ve
kozmetik adı altında kişisel bakım ürünleri yaygın kullanım kazanmıştır. Öte
yandan tarihî süreçte kozmetik ürünler dinî sâikler ile kullanılıp dinî
uygulamalarda da yerini almıştır. Örneğin bazı dinlerde mabetlerde yakılan
tütsüler vasıtasıyla duaların Tanrı’ya ulaşacağı inancı yerleşmiştir.
İslâmî
literatürde Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) devrinden itibaren
güzel koku, sürme ve çeşitli boyaların kişisel bakım için kullanıldığı ve fıkıh
kitaplarının özellikle ibadet bölümlerinde çeşitli vesilelerle bu konuya
değinildiği görülmektedir. Günümüzde ise kozmetik ürünlerin üretiminde
kullanılan hammaddeler içinde domuz ürünlerinin, etil alkolün, abdeste mani
teşkil edebilecek maddelerin kullanılıyor olması ve sağlık açısından
oluşabilecek olumsuz tablolar Müslüman tüketicilerde bu ürünleri kullanma ile
ilgili bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştur.
Çok eski
tarihlerden beri insanoğlu cildinin, saçlarının, dişlerinin temiz ve güzel
görünmesi, vücudunun güzel kokması için bulunduğu zamanın ve ortamın şartları
doğrultusunda değişik yağlar, sabunlar, karışımlar, boyalar ve kokular
kullanmıştır. Önceleri evlerde hazırlanan bu ürünler son bir asırda büyük
gelişme göstererek bir endüstriyel sektör haline gelmiş ve kozmetik adı altında
kişisel bakım ürünleri yaygın kullanım kazanmıştır. Kozmetik ürünlerin sadece
dış görünüşü iyileştirmek için kullanılmadığı; görme, koklama ve dokunma
duyularını geliştirerek kültürel ve sosyal hayata katkıda bulunduğu hatta
güzellik felsefesinin bir parçası olduğu söylenebilir.
Günümüzde
kozmetoloji adıyla bir bilim dalı ortaya çıkmış, bu bilim alanında pek çok
bilimsel araştırmalar yapılıp yayınlanmıştır. Bu yayınlarda özellikle
kozmetiklerin tarihçesi, elde ediliş şekilleri ve kullanılış amaçları üzerinde
durulmuştur. Bu araştırmamızda kozmetiklerin fıkhî açıdan değerlendirilmesinin
yapılmasına çalışılacaktır. Bu amaçla özellikle üzerinde durmak istediğimiz
konu, günlük hayatta oldukça sık kullanılan kolonya[7],
parfüm gibi koku veren ürünlerin içeriğinde bulunan etil alkolün[8]; saçları, tırnakları boyamak
için kullanılan boyaların su geçirmezlik özelliklerinin; ruj, krem gibi
ürünlerde kullanılan hayvansal kaynaklı (özellikle domuz) içeriklerin fıkhî
açıdan tahlîli olacaktır.
Ayrıca bir
müslümanın sağlık açısından zararları kanıtlanmış olan kozmetik ürünleri
kullanmasının dini bakımdan nasıl konumlandırılacağı sorgulanacaktır. Yaklaşık
2 (iki) metrekarelik alanı kaplayan insan derisinin geçirgenlik özelliğinden
dolayı daha ziyade cilde uygulanan ürünlerin vücut tarafından absorbe edildiği,
kılcal damarlar vasıtasıyla kana karıştığı bilinen bir gerçektir. Daha çok
haricen kullanılan kozmetik ürünlerin ciltte kaldığı sürece deri tarafından
emilip kana karışacağı için yıkayarak tamamen uzaklaştırmak mümkün olmayabilir.
Halbuki ağız yoluyla alınan kimyasallar boşaltım sistemi yoluyla vücuttan
atılabilir. Yapılan pek çok çalışma göstermiştir ki vücuda giren kimyasal
maddelerin bir kısmı karaciğer, böbrek ve yağ tabakasında birikmektedir. Hatta
bebek kordonlarında bulunan kimyasallar, insanın bu maddelere daha anne
karnında mârûz kaldığının bir göstergesidir[9].
Kozmetik
ürünlerde sentetik maddelerin yanı sıra doğal kaynaklı hammaddeler de
kullanılmaktadır. Ülkemiz kozmetik hammadde üreticisi olmadığından hayvansal
kaynaklı olan bu maddelerin domuz kökenli olma olasılığı oldukça yüksektir. Bu
sebeple Müslüman tüketiciler için sağlık problemlerinin yanı sıra içeriğinde
dinen necis sayılan madde bulunan ürünlerin ve abdeste, ibadete mani teşkil
eden kozmetik ürünlerin tesbit edilmesi ile ilgili bilgiler önem arz eder.
Kozmetik
ürünlerin içerdiği maddelerin yol açabileceği kanser, cilt problemleri, göz
tahrişi, kalıtsal bozukluklar için genellikle tavşanlar ve kemirgen hayvanlar
üzerinde deneyler yapılmaktadır. Bu deneylerde hayvanlara eziyet etmeye
varabilecek ve onları ölüme götürebilecek bazı yöntemler kullanılmaktadır. Bu
sebeple bazı kozmetik firmaları etiketlerinde ürünlerinin hayvanlar üzerinde
test edilmediğinin altını çizmektedir. İslâm dininin bu tür deneylerde
işkenceye varan test metotlarının uygulanmasıyla ilgili bakış açısına kısaca
değinmenin de yararlı olacağı kanaatindeyiz[10].
KOZMETİK KAVRAMI VE KOZMETİK ÜRÜNLER
Bilim
terminolojisinde kozmetiğin konusu ve kapsamı dikkate alınarak birbirine yakın
kozmetik tanımları yapılmıştır. Kozmetik; dekore etmek, süslemek anlamına gelen
Yunanca “kosmein” kelimesinden türetilmiştir. Nizâm ve süs anlamlarını içeren
Grekçe “kûs-mûs” terimi ile âlemin bir düzen içinde yaratıldığı ve estetik bir
âhenk içinde olduğu gerçeği tek bir kelime ile ifade edilmiş bulunmaktadır[11]. İlter Uzel, bir makalesinde
kozmetik terimi hakkında şöyle bir bilgi vermektedir: “Süs ve süslenmeyle
ilgili anlamına gelen Grekçe “cosmetica” sözcüğünden türeyen
kozmetik terimi, hem hijyen ve güzellik için kullanılan tüm preparat ve
yöntemleri ifade eder; hem de etnografik açıdan insan vücudunu direkt ya da
indirekt süslenmesi anlamına gelir. Bu terimin, gene süslenme amacıyla vücuda
takılan ya da eklenen objelerden (bujiler, takılar vb.) ayırt edilmesi gerekir”[12]. Serpil Kışlalıoğlu ise
kozmetoloji bilimi ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Kozmetik, Yunanca
kosmein; dekore etmek, süslemek sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcüğün
anlamının aynı zamanda, ‘bakmak, bakım, vücut ile aklın harmonisi’ olduğu düşünülebilir...
En geniş kapsamda, kozmetik madde ve ürünler günümüzde, yeryüzündeki bir çok
toplumda, deri, saç, tırnak, sakal ve ağız mukozolarına, sürülmek, fışkırtılmak
veya benzeri yöntemleri uygulamak suretiyle temizlemek, güzelleştirmek,
çekiciliği arttırmak ve/veya yüz ve vücudun dış görünüşünü değiştirmek ve
sağlığını korumak amacıyla uygulanan, madde, preparat (önceden hazırlanmış
karışım) ve gereçlerdir şeklinde tanımlanmaktadır.”[13]
Kasım Cemal Güven de kozmetik kelimesinin Yunanca kosmea (süs, ziynet)
kelimesinden geldiğini, bunun yerine parfümeri deyiminin kullanılmasının doğru
olmadığını söylemiştir[14].
En kısa
ifadesiyle insan vücudunu temizleme, bakım, koruma ve güzelleştirme için
kullanılan ürünlere kozmetik, bu konuyu inceleyen ilme de kozmetoloji
denir.
Avrupa
Topluluğu tarifine göre kozmetolojinin konusu temizlenme, temizleme, parfüm
sürme, sağlıklı durumda kalmayı sağlama, görünüm değiştirme, vücut kokularını
giderme, insan vücudunda yer alan deri, kıl, saç, tırnak, dudak, diş ve ağız
mukozası ile temasa yönelik madde veya preparatlardır[15].
Sağlık
Bakanlığı’nın kozmetik yönetmeliğindeki kozmetik ürünlerin tanımı şu
şekildedir: “İnsan vücudunun deri, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar gibi
değişik dış kısımlarına, dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak üzere
hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek,
görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya
iyi bir durumda tutmak olan bütün preparatlar veya maddeler, kozmetik ürünler
olarak adlandırılır.”[16]
Kozmetiğin tüm
boyutları kozmetoloji bilim dalını ilgilendirir. Günümüzde kozmetoloji bilimi
multidisipliner bir nitelik kazanmıştır. Şöyle ki kozmetoloji ilmi; farmasötik
teknoloji, dermatoloji, kimya, mikrobiyoloji, biyoloji, anatomi, endokrinoloji,
histoloji, hijyen, fizik, fizikokimya, fizik tedavi, fizyoloji ve psikoloji
gibi bilim dallarından yararlanmaktadır. Eczacılık yönünden önemli bir yeri
olan kozmetoloji eğitimi ülkemizde eczacılık fakültelerinin farmasötik
teknoloji anabilim dalları bünyesinde verilmektedir[17].
Kozmetik
ürünlerle ilgili dünyadaki otorite kurum, merkezi ABD olan FDA (U.S. Food and
Drug Administration -Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Kurumu-)dir. FDA
kozmetik ürünlerin denetimini üretim aşamasında değil piyasaya sürüldükten
sonra herhangi bir olumsuz tablo oluştuğu zaman yapmaktadır.
Kozmetik
ürünlerin kullanımı binlerce yıl öncesine gittiğinden bu ürünlerin geçmişte ne
şekilde, sıklıkta ve çeşitlilikte kullanıldığının bilgisi günümüze ışık tutması
açısından önemlidir. Mağara resimlerinden ve tarihi kalıntılardan elde edilen
bilgilere göre bugünkü çeşitlilikte olmasa da kozmetik ürünlerin; toplum içinde
fark edilme, güzel görünme, ergenlik, av ve savaş galibiyetlerinde kutlama,
hastalıklardan ve kötü ruhlardan korunma gibi amaçlarla çok eski zamanlardan
beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. 21. yüzyıl başına kadar Yeni Zelanda,
Avustralya, Afrika’nın iç bölümleri ve Brezilya’da çevresi ile iletişimi
olmayan bazı ilkel kabileler bulunmaktaydı. Bu kabileler üzerinde yapılan
antropolojik araştırmalar ile insanoğlunun asli ihtiyaçları olan yeme, içme,
barınma ve soyunu devam ettirmenin yanı sıra başkaları tarafından beğenilme
içgüdüsüyle yüzünü ve vücudunu boyadığı, deri altına boyalar zerkederek dövme
yaptırdığı görülmüştür[18].
Simya ile
kozmetik ürünlerin kullanımının başka bir boyuta geçtiği söylenebilir.
Ölümsüzlüğe ulaştıracak hayat iksirini keşfetmek ve demir, kurşun, kalay gibi
metalleri kullanarak altın ve gümüşü elde etmeye yönelik çalışmalar simya
ilminin iki önemli amacıdır. Mısır ve Mezopatamya’da mabetlere daha ucuz
malzeme elde etme amacı ile başlayan ve tarih boyunca pahalı metaller yerine
onların taklitlerini yapma çabalarının başında altına benzer metal elde etme
gayreti geliyordu. Çin’de, hayat iksirini bulma, hayat süresini uzatma ve
yaşlıları gençleştirme ümidiyle yeşim, altın, çam ağacının yaprakları, şeftali
gibi maddelerden ilaçlar yapıldı; kırmızı kolloidal altının hazırlanmasıyla
simya başladı (M.Ö. 400). İçilebilecek altın yapma sanatı ile yeniden
gençleştirme ve uzun ömürlülük ilacı Çince’de Chin-i, Yunanca’da Chemia
(xn-me-ia), Arapça’da (kim-iya) olarak tanındı. Zamanla altın uzun ömrün yanı
sıra sağlık ve hatta ölümsüzlüğün sembolü oldu[19].
Kozmetik ürünlerin ilk kez bilimsel olarak eldesinin ise MS 130-200 yılları
arasında yaşamış Bergamalı hekim ve filozof Galen tarafından yapıldığı
düşünülmektedir[20].
Sümerler’de
Kozmetik Kullanımı: Bundan dört bin yıl önce yaşamış olan Sümer kadınları,
sıcaktan korunmak için vücutlarını yağlayıp yüzlerine ve gözlerine çeşitli
boyalar sürerlerdi [21]. Anadolu’nun pek çok şehrinde
bulunan müzelerde Sümerliler’den ve bu topraklarda yaşamış kadim topluluklardan
kalan eserler arasında küçük krem kaplarını görmek mümkündür.
Eski
Mısır’da Kozmetik Kullanımı: Antik Mısırlılar sınıf, cinsiyet ve yaş farkı
tanımaksızın hem dini inançları gereği hem de güzelleşmek gayesiyle gözlerini
siyah boyayla (sürme) badem şeklinde boyarlardı[22].
Ayrıca gözün alt kısmına da yeşil boya sürerlerdi. Böylece hem kötü ruhlardan
hem de çölün yakıcı güneşinden ve göz hastalıklarından korunduklarına
inanırlardı. Yeşil boya, bakır taşından (malachite); siyah sürme, kükürtlü
kurşundan (galenit); koyu gri boya ise bir çeşit kurşun cevherinden elde
edilirdi[23]. Sürmenin içinde bulunan kurşun
bazlı maddeler bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek gözün hastalıklara karşı
dirençli olmasını sağlıyordu. Sürmedeki is, gözü güneş ışığının olumsuz
etkilerinden koruyordu. Eski Mısırlılar yanaklarını ve dudaklarını boyamak için
kırmızı topraktan elde ettikleri boyayı sürüyorlardı. Saçlarını ve tırnaklarını
boyamak için kına kullanıyorlardı[24]. Ayrıca gençliklerini korumak
için günümüzde de oldukça sık kullanılan hintyağı, susam yağı ve moringa
yağının yanı sıra cilt güzelliği için süt banyoları yapıyorlardı. Moringa yağı;
anavatanı Kuzey Hindistan’da Himalaya etekleri olan, kökünden saplarına kadar
kullanılan ve mucize ağaç olarak bilinen moringa ağacının tohumlarından elde
edilir. Su aygırı yağından ise saç uzatan pomatlar geliştirmişlerdi. Beden ve
giysi temizliğinde günümüzde de kullandığımız sabunu, ilk kez Mısırlılar
üretmiştir. Saçlarını ise sitrik asitle yıkıyorlardı[25].
M.Ö. 3000 yıllarından itibaren kalem boyundaki dallarla dişlerini
temizliyorlardı[26]. M.Ö. 2000 yıllarında ise
süngertaşı ve sirkeyle yaptıkları diş macununu kullanmaya başladılar[27]. Mısırlı erkek ve kadınlar
için süslenmenin yanı sıra güzel kokmak da büyük önem arz ediyordu. Hatta
sadece kendi bedenlerine değil kullandıkları eşyalara, evlerine ve hayvanlarına
dahi güzel kokular sürüyorlardı[28]. Tanrı resimlerine, sütunlara
ve adak boğalarına varıncaya kadar makyaj yapan Mısırlıların özellikle kadın
mezarlarında göz farları, krem kutuları, küçük makyaj fırçaları ve çubukları,
boyaları karıştırmak için paletler gibi kişisel bakım ürünlerine sıkça
rastlamak mümkündür[29]. Fransa’nın başkenti Paris’te
bulunan Louvre Müzesi’nde o döneme ait objeler sergilenmekte, Mısır’da ise bu
objelere benzetilerek üretilmiş ürünler turistik mağazalarda satılmaktadır.
Antik
Roma’da Kozmetik Kullanımı: Antik Roma’da Çin, Almanya ve Galler’den ithal
edilen kozmetik ürünler o kadar pahalıydı ki bu ürünlerin kullanımı zenginliğin
bir göstergesi sayılıyordu. Güneş altında çalışmanın sonucu olarak kararan cilt
işçi sınıfının göstergesi sayıldığından, saf beyaz bir cilt asilliğin ve lüksün
işaretiydi. Bu nedenle kadınlar asla güneşe çıkmazlar hatta beyaz kalabilmek
için beyazlatıcı makyaj malzemeleri kullanırlardı. Bunun için gece yatarken
kullandıkları kremin içinde; koyun yününden elde edilen lanolin, meyve suları,
tohumlar, dışkı, boynuz tozu, bal, bitkiler, plasenta, ilik, sirke, safra,
hayvan idrarı, sülfür, yumurta, tütsü, reçine, istiridye kabuğu tozu, tavuk
yağı, soğan, beyaz kurşun ve arpa lapası bulunurdu. Türk hamamı geleneğiyle
devam eden hamamlarda sağlıklı kalmak ve güzellik gayesiyle çok sık banyo
yaparlardı[30]. Banyodan sonra beyaz görünmek
için beyaz tebeşir, beyaz kurşun sürerlerdi. Ancak Hristiyanlığın kabulünden
sonra Kilise, insanların soyunarak yıkanmalarını yasaklamıştır.
Romalılar,
cilt kırışıklarını açmak için kuğu yağı, eşek sütü, Arap zamkı ve fasulye
lapası kullanırlardı. Çil ve yaralar salyangoz salgısıyla tedavi edilirdi. Her
ne kadar beyazlığı seviyorlarsa da daha sağlıklı görünmek için yanaklarına gül
ve gelincik yaprakları, kırmızı tebeşir, kızıllık otu ve timsah gübresinden
elde ettikleri açık pembe renkli allık sürerlerdi. Kırmızı cıva sülfit ve
kırmızı kurşun zehirli olduğunun bilinmesine rağmen oldukça fazla tüketilirdi.
Bu malzemeleri bulamayanlar ise kara dut ve şarap tortusundan allık yaparlardı.
Rastık taşı, is ve safrandan siyah, zehirli bakır taşından yeşil, mavi bakır
taşından (azurit) mavi boya elde ederler ve bu boyalarla gözlerini boyarlardı.
Hijyenik
gerekçelerle kısa kestikleri tırnaklarına Hindistan’dan getirdikleri kırmızı
bir boya sürerlerdi. Beyaz dişe çok önem verilir, kırık ve çürük dişlerin yeri
hamur veya kemikle doldurulurdu. Ağızlarını insan idrarıyla çalkalarlardı[31]. Parfüm sadece dışarıdan
değil, gıdaların içine katılmak suretiyle dahilen de kullanılırdı.
Mısır ve
Yunan’ı fethettikten sonra Romalılar’ın güzellik anlayışı değişerek onlar gibi
ağır makyaj yapmaya başlasalar da Hristiyanlığın Roma’da yayılmasıyla Hristiyan
kadınlar, makyaj yapmanın doğru olmadığına, Allah’ın verdiği güzellikle
yetinilmesi gerektiğine inanırdı.
Uzakdoğu’da
Kozmetik Kullanımı: Çinliler M.Ö. 3000’li yıllarda Arap sakızı, jelatin,
balmumu ve yumurta beyazı ile tırnaklarını boyarlardı. Chou Hanedanı altın ve
gümüş, diğer kraliyet ailesi siyah ve kırmızıyı kullanırdı. Düşük sınıftan
olanların ise parlak renkleri kullanmaları yasaktı. Japonya’da ise geyşalar[32] yalancı safran denilen bir
bitkinin yapraklarını ezerek elde ettikleri boyayı gözlerine ve dudaklarına
sürerdi. Soyadan elde ettikleri bir tür vaxı (mum tabaka) yüzlerine sürdükten
sonra üzerine pirinç tozu uygulayarak ciltlerini beyaz renge boyarlardı. Bazen
de açık renkler elde edebilmek için kuş gübresinden yararlanılırdı. 1498’de
Sibirya ve Çin’in soğuk bölgelerinde yaşayan domuzlardan elde ettikleri kıldan
diş fırçaları yaptılar. Hatta bu diş fırçalarını Avrupa’ya ihraç ettiler[33].
Amerika’da
Kozmetik Kullanımı: M.Ö. 2300’lü yıllarda Amerika kıtasında kurulan Aztek,
İnka ve Maya uygarlıklarında yağmur duaları ve av güvenliği için yapılan
ayinlerde pelesenk ağacı, sakızı ile birlikte tütün yaprakları Tanrıya adak
olarak sunulmaktaydı[34].
Ortadoğu’da
Kozmetik Kullanımı: Araplar kokulu reçineleri, yağları ve baharatları uzun
zamandır kullanmalarına rağmen 640 yılında İskenderiye’ye geldikleri zaman
Mısırlılar’dan kalan damıtma yöntemlerini, amber, mür ve günlüğü işleme
tekniklerini öğrendiler. Bu teknikleri geliştirerek kokulu sular üreterek
parfümcülüğe büyük katkılar sağladılar. Persler ve Araplar gözlerini siyah toz
halinde kullanılan sürme ile boyarlardı. Özellikle hadîs-i şeriflerde güzel
koku ve göz sağlığı için sürmenin tavsiye edilmesi İslâm coğrafyasında bu tip
ürünlere rağbeti artırmıştır. Mekke’de kadınların makyajını yapan bir kadının
olduğu ve Hz. Peygamber’in bu işi yapmasına izin verdiğine dair rivâyet vardır[35]. Medine’de güzel koku satan kişilerin
arasında kadınların varlığından söz edilir[36].
İslâm dünyasında kozmetiğe ait en eski kitaplardan birinin Abbâsî Halifesi
Mehdi (ö.169/785)’nin oğlu İbrahim/İbrâhim b. Mehdi (ö.224/ 839) tarafından,
parfümler hakkında yazılmış olan Kitâbü’t-Tıbb isimli kitap olduğu
sanılmaktadır. Aynı yüzyılda Halife Mu‘tasım-Billâh (ö.227/842) adına
Kitâbü’l-‘Itr adıyla yine parfümlere ait bir kitap daha yazılmıştır. Ünlü
Türk-İslâm bilgini el-Bîrûnî (ö.453/1061 [?]) de eczacılığa ait
Kitâbü’s-Saydele isimli eserinde vücut güzelliği ve kozmetiğe ait bilgiler
vermektedir. Kitabında amber, misk, gül, nergis, akasya, yasemin yağı gibi
deodoranlar, mersin yaprağı ve emlecin sade yağda kaynatılmasıyla elde edilen
saç dökülmesini önleyici formüller yer almıştır[37].
Endülüs’te
Kozmetik Kullanımı: Makkarî[38]’ye göre Endülüslüler, Allah’ın
kulları arasında giyim-kuşamları, ev eşyaları ve diğer hususlarda temizliğe en
fazla dikkat edenlerdir. Elindeki imkânı yalnız bir günün yiyeceğini
karşılamaya yetecek kadar fakir olanı bile o gününü oruçlu geçirir ve elindeki
para ile bir sabun satın alır, asla göze hoş gelmeyen bir görüntü ile toplum
içine çıkmazdı[39]. Zamanının büyük hekimi olan
Ebü’l- Kâsım Halef b. Abbâs ez-Zehrâvî (Ö.400/1010), Endülüs topraklarında yeni
inşa edilen Medînetüzzehrâ’ya nispetle “ez-Zehrâvî” lakabıyla tanınmıştır.
Avrupa’da “Abulcasis” diye bilinen ez-Zehrâvî, et-Tasrîf isimli 30 ciltlik bir
tıp ansiklopedisi yazmıştır[40]. Latinceye de çevrilen bu
ansiklopediden yüzyıllar boyu yararlanılmıştır. ez-Zehrâvî bu ansiklopedinin
19. cildinin ikinci bölümünü tamamen kozmetiğe ayırmıştır. Kozmetiği tıbbın bir
branşı olarak tanımlayan müellif, bu bölüme güzellik ilacı (edviyatü’z-zîne)
ismini vermiştir. Eserinde bugünkü roll-on, deo-stick ve ruj olarak
isimlendirilen kozmetik ürünlerin çok benzerlerinin yapımından bahsetmiştir[41].
Bizans ve
Osmanlı’da Kozmetik Kullanımı: Bizans’ın başkenti olan Konstantinopolis’te
10. yy’dan itibaren faaliyette olan sabun loncası Osmanlı zamanında da devam
etti. 1780 tarihli bir Osmanlı elyazması kitapta renkli ve kokulu sabunların
yapılışı şu şekilde anlatılır: “Sıvı kara günlük ve mahlep ve albız tırnağı[42] onar dirhem; ve
karanfil ve zencefil birer dirhem; ve zurunbad (yabani zencefil) ve aselbend[43] beşer dirhem; ve arakî sabun
iki yüz dirhem. Önce sabun bıçak ile yufka yufka doğranıp, gül suyu ile ıslatıp
dövülmüş eczayı katıp, hamur edip, dilediği gibi kesip kuruta. Dilerse kalıba
vura...Ve eğer renkli sabun olsun dersen ağ olmayıp: Dört dirhem karanfil ve
dört dirhem tarçını ve on dirhem sandalı iyice döğüp, ince elekten geçirip
katasın. Gül suyu ile yoğurup hamur elde edesin.”[44]
Osmanlı
döneminde pek çok sayıda sabunhane vardı[45].
Özellikle Girit adası zeytinyağı ihraç eden bir ada idi ve zentinyağından sabun
üretiliyordu. Kaynakların verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, Girit
adasında 1720’lerden itibaren sabunhane sayısının artmasına paralel olarak
sabun üretimi de artmaya başlamış ve Karadeniz bölgesinde geniş sürümü olan bu
kaliteli sabun Rusya ve Avrupa’ya ihraç edilmiştir[46].
Diş tozları bugün
de toz halde diş hekimliğinde kullanılır. 19.yüzyıla ait bir diş tozu
reçetesinin terkibinde bulunan maddeler toz halde dişleri beyazlatıcı ve
temizleyici olarak kullanılmaktadır. Reçete şu şekilde tarif edilmektedir:
Diş Tozu
Terkibi: On dirhem dövülmüş ıhlamur kömürü, on dirhem iyice dövülmüş kırmızı
kına kına kabuğu ve üç dirhem güherçile (güvercile) kaymağı. Bu eczaları
dövüldükleri halde birbiri ile hal edüp (karıtırıp) ve kokulu olmasını isteyen
üç damla bergamot veya nane yağı cümlesini karıştırıp iki üç günde bir defa
alub sünger veyahut fırçayı ısladub dişleri boyuna yavaş yavaş oğalar, badehu
(sonra) mevsimine göre ılıcak veyahut adi su ile gasl ideler (temizlenecek)[47].
Osmanlı’da
belki de en önemli sayabileceğimiz kozmetik maddesi gülsuyu ve gülyağıdır. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in terinin kokusuna benzetilen gülsuyu
kokusu kozmetik ürünlerin yanısıra şerbetlerden lokumlara kadar pek çok alanda
kullanılmış, önemli gün ve gecelerin vazgeçilmezi olmuştur[48].
Osmanlı’da
kadın kuaförler (meşşâteler) vardı. Arapça bir kelime olan “meşşâte”, gelini
tarayıp saçını düzelten ve zinet elbiseleri giydirip süslendiren kadın kuaförü
demektir[49]. Gelinin yüzünü süslemenin
câiz olduğuna dair bir fetva örneği: Soru: “Meşşâta olan Hind, Zeyneb’i gelin
etdikde Zeyneb’in yüzünü tezyîn etmekde be’is var mıdır?” el-Cevâb: “Yokdur”[50].
Özellikle 1.
Dünya Savaşı’ndan sonra kozmetik ürünlerin bir moda akımı olarak da
kullanılmaya başlaması ve sanayileşme yolunda hızla ilerlemesi söz konusudur.
Son yüzyılda oldukça gelişen ve genişleyen bu sektör sağlık problemleri
dolayısıyla oldukça sık sorgulanır hale gelmiştir. Bu ürünler, haricen
kullanıldığından ilaç veya gıda maddeleri kadar sıkı denetime tabi
tutulmamıştır. Ancak derinin geçirgenliğinin tahmin edildiğinden daha fazla
olduğunun anlaşılmasından sonra bu ürünlerde kullanılan hammaddelerden,
ambalajlarına; dağıtım ve depolama koşullarından, üretim tekniklerine kadar her
aşaması kontrolden geçirilmeye başlanmıştır. Kimya ilminin gelişiminden payını
alan kozmetoloji bilimi sentetik hammaddelerden oldukça fazla yararlanmıştır.
Ancak yapılan çalışmalarda gerek doğal gerekse sentetik hammaddelerin sağlık
açısından doğurduğu sakıncalar bu bilimi bir başka aşamaya, dermokozmetiğe[51] (kozmesötik) taşımıştır. Genellikle
eczanelerde satılan bu ürünler diğer kozmetik ürünlere oranla daha güvenilir
kabul edilmektedir.
Gıda, ilaç,
kozmetik, medikal cihaz gibi insan sağlığını doğrudan ilgilendiren ürünlerin
doğru koşullarda üretilebilmesi, ürünlerin hazırlanmasından dağıtımına kadar
gerçekleşen tüm aşamalarda oluşabilecek kirlenmeleri önlemek ve güvenirliliği
artırmak amacıyla GMP (Good Manufacturing Practices)- İyi Üretim Uygulamaları
adında bir sistem geliştirilmiştir. Avrupa Birliği, üye ve aday ülkelere 2013
yılından itibaren GMP sisteminin kozmetik ürünler için de uygulanması
zorunluluğunu getirmiştir. Bir milyar doları aşan kozmetik ihracatı yapan
ülkemizde GMP belgesini TSE (Türk Standartları Enstitüsü) vermektedir.
KOZMETİK
KAPSAMINA GİREN ÜRÜNLER
Kozmetik
kapsamına giren ürünler şu şekilde sınıflandırılabilir[52]:
Renkli kozmetik (Makyaj malzemeleri)
Ağız
Mukozasına Uygulanan Preparatlar:
Tırnağa
Uygulanan Preparatlar:
KOZMETİKLERDE
KULLANILAN HAMMADDELER
Kozmetik hammaddelere uluslararası bir standart getirmek
amacıyla INCI (International Nomenclature Cosmetic Ingredient)isimli bir sistem
geliştirilmiştir[53].
Genel olarak kozmetik ürünlerde kullanılan hammaddeleri şöyle
sıralamak mümkündür[54]:
-Bitkisel Yağlar (hint yağı, zeytinyağı, pamuk yağı, palm
yağı, tatlı badem yağı, mısır yağı vb.)
-Hayvansal
Yağlar (İç yağı)
-Hayvani
kaynaklı (balmumu)
-Bitkisel
kaynaklı (karnauba ve kandellila mumu)
-Fosil
kaynaklı (montana mumu ve ozokerit(parafin sınıfı))
-Yağ
asitleri (Laurin, miristin, palmitin, stearin, araşidin, oleik, linol,
linolein, risiloneik, 1,2 hidroksi stearin asidi)
-Yağ alkolleri
(undesilen, lauril, miristin, setil, stearin, araşidin, oleil, risinol,
linoleil, heksadesil, oktanol, dekanol, mannitol, sobitol)
-Küçük
moleküllü alkoller (etil, isopropil, propil, gliserin, glikoller; etilen
glikol, 1.2 propilen glikol, polipropilen)
-Triperten grubu alkoller (kolesterin, stosterin,
isokolesterin)
-Su
-Pudralar
-Emülgatör[56]
ve Stabilizatörler[57]:
Ürünün eşit oranda karışımını ve pürüzsüz bir yapı oluşmasını sağlayan
maddeler.
-Doğal
maddeler: Deniz alglerinden elde edilenler; laminarin, alginik asit,
fukoidin, karragenan, agar, kara bitkilerinden elde edilenler; karaya gummi,
çeşitli bitki ve hayvanlardan elde edilenler; dekstran, pektin, jelatin, kazein
ve albümin.
-Sentetik
maddeler: Nişasta ve türevleri; hidroksietil, karboksi metil nişasta,
sellüloz türevleri; metil sellüloz (MC), karboksi metil sellüloz (CMC), metil
hidroksi propil sellüloz, hidroksi etil sellüloz, sodyum sellüloz sülfat.
Ayrıca polivinil alkol (PVA), polivinilprolidon (PVP) ve kopolimerleri PVP,
PVA, karbopol (karboksivinilpolimer), poliakril ile polimetakril polimerleri,
tansiyoaktif maddeler; sodyum lauril sülfat, linear alkilbenzen sülfonat (LAS),
Türk kırmızısı yağı (sodyum sülforisinoleat), monogliserit sülfat esterleri,
alkilamid sülfatlar, yağ alkolü sülfatları, kuaterner amonyum bileşikleri,
sorbiton esteri, sorbitan yağ asidi polietilen eteri) vs.
-Nemlendiriciler:
Deride suyun tutulmasını ve elastikiyeti sağlayan maddeler: Hyaluronic acid
(HA), chondroitin, a-hidroksi asit (AHAs), Ş-hidroksi asit (BHAs), a- ketoasit
(AKAs), sphingolipid, üre vs.
-Antioksidanlar:
A, C (Askorbik asit) ve E (Tokoferoller) vitaminleri, Butil Hidroksi Tolüen
(BHT), Butil Hidroksi Anisol (BHA), propil gallat, sesamol, gainac reçinesi,
guajaret asidi, sistein, askorbil palmitat vs.
-Çözücüler:
isopropil alkol, cetearath-11, cetearath- 15, sorbitol vs.
-Koku
maddeleri: Sentetik veya doğal yollarla elde edilebilen esanslar kozmetik
ürünlerde hem bazı hammaddelerin kötü kokusunu baskılamak için hem de güzel
koku vermek için kullanılır.
-Koruyucular:
Mikrorganizmaların üremesini ve ürünün bozulmasını önlemek için kullanılan
maddeler: Parabenler, dehidroasetik asit, bithional, klorhekzidin, sorbik asit,
tokopherol, sodyum benzoat, vs.
-Boyalar: Çinko
oksit, demir III oksit, kaolin, magnezyum oksit, alüminyum oksit, alüminyum
silikat, kalsiyum karbonat, karmen, annotto, klorofil Cu kompleksi, karamel
gibi organik ve tabii boyaların yanı sıra çok çeşitli sentetik boyalar
kullanılır.
-Eterik yağ
ve bitki ekstreleri: Bitkilerin kök, gövde, yaprak ve çiçeklerinden elde
edilen, hoş kokulu yağlardır. Lavanta, nane, gül, zencefil, limon, mandalina vb
pek çok bitkinin esansı bulunmaktadır.
-Pigment
leke gidericiler: Özellikle yaş ilerledikçe ciltte ortaya çıkan lekelerin
giderilmesi için kullanılan maddeler: C vitamini, E vitamini, glabradin, su
teresi ekstresi, arbutin vs.
-Silikonlar:
Krem ve şampuanlarda yumuşaklık ve parlaklık vermek için kullanılırlar: PEG
türevleri, dimetikon vs.
-Güneşe
karşı koruyucular: Güneş ışığının zararlı etkilerine karşı(yaşlanma,
kuruma, kanser vs) kullanılan maddeler: Butil metoxi-dibenzoilmetan,
benzophenon 3, etilhezilsalisilat, oktokrilen vs.
-A vitamini
(retinol): Deride protein imalini artırarak kollajen oluşumuna yardımcı olur.
Cildi korumak amacıyla güneş kremlerine ilave edilir.
-Ş-caroten:
Deriyi tahriş etme özelliğinden dolayı sivilceli ciltlerde kullanılır.
-B vitamini:
Saç ve derinin normal yapı taşını teşkil eder. Bu vitaminin eksikliği saç ve
deride problemlere yol açar.
-C vitamini:
Ciltteki leke ve sivilceleri yok etmek için kullanılır.
-E
vitamini(a-tochophrol): Güneşin zararlı ışınlarına karşı ve cilt tahrişini
önleme amaçlı kozmetik ürünlerde kullanılır.
Rutubet,
havadaki oksijen, ışık, ambalaj, hammaddelerin birbiri ile etkileşimi,
mikroorganizma bulaşması ve ısıya maruz kalması sonucu kozmetik ürünlerin
yapısında değişiklikler meydana gelir. Bu yapısal değişiklik sonucu ürünün
rengi, kıvamı hatta kokusunda bozulma meydana gelir. Ciltte alerjik reaksiyon
oluşmasından kansere kadar çeşitli hastalıklara neden olabilir. Bu nedenle
kozmetik ürünlerin depolama, ambalajlama, dağıtım ve kullanım sırasında bu tip
olumsuz etkenlere karşı korunması gerekir. Özellikle aspergillus flavus isimli
mikroorganizmadan aflotoksin meydana gelir ve bu maddenin kanserojen etkisi
kanıtlanmıştır[58].
Özellikle
yurtdışından ithal edilen kozmetik ürünler ve hammaddelerde bulunan hayvansal
katkılar İslâm Dini tarafından yasaklanmış olan domuz kaynaklı olabilmektedir[59]. Yine İslâm’ın nasslarla
belirlediği kesim kurallarına uyulmadan kesilmiş olan ve meyte hükmünde sayılan
sığır, koyun, keçi gibi hayvanlardan elde edilen ürünlerin kullanımına bazı
mezhepler cevaz vermemektedir[60]. Günümüzde üreticiler,
sentetik boyaların neden olduğu bazı olumsuzluklar sonucu binlerce seneden beri
kullanılan ve bitkilerin yanı sıra böceklerden (E120-cochineal-carminic acid-
karmin) de elde edilen doğal boyalara yönelmiştir. Bu boyalarla ilgili herhangi
bir sağlık riski bulunmamakla birlikte bazı mezheplerin böcek tüketimine mesafeli
duruşu Müslüman tüketiciler tarafından bu boyalara şüpheyle yaklaşılmasına
neden olmaktadır[61].
Balmumu,
lanolin, serum, kollajen, melanin ve kitin hayvansal katkılardandır.
Hücre yenileme
özelliğinden ötürü çok eski tarihlerden beri insan ve hayvanlardan elde edilen
plesanta, sperm ve ceninin kozmetiklerde kullanımı söz konusudur. Bu durum hem
hijyen hem de dini açıdan problem arz etmektedir[62].
KOZMETİK
ÜRÜNLER İÇİN KULLANILAN ULUSLARARASI STANDART BİRİMLERİ
INCI
(International Nomenclature Cosmetic Ingredients): Uluslararası kozmetik
ürün bileşenleri terminolojisi.
CTFA
(Cosmetic, Toiletries and Fragrances Association): Amerika Birleşik
Devletleri Kozmetik Üreticileri Birliğinin derlemiş olduğu kozmetik ürün
bileşenleri sözlüğü.
CI (Color Index): Uluslararası boyar madde renk indeks
numarası.
DOĞAL
VE ORGANİK KOZMETİK ÜRÜNLER İÇİN
ECO CERT[63]
: Uluslararası organik sertifika veren en önemli kuruluştur. Üretimin
tamamını her aşamada denetler. Bağımsız bir kuruluş olup 15 ülkede ofisi bulunmaktadır.
Bir ürün Eco Cert sertifikası alabilmek için en az %95 bitkisel ve doğal
maddeden oluşmalı ve kullanımına %5 kadar izin verilen sentetik maddeler, Eco
Cert kuruluşunun negatif listesinde bulunmamalıdır. Hayvan testlerine karşı bir
kuruluştur.
COSMEBIO[64]: On kozmetik
laboratuarının bir araya gelmesiyle oluşan bağımsız bir kuruluştur. Bu kuruluş,
organik kozmetik ürünlerin üretimindeki her aşamanın şeffaf olmasını şart
koşar. En az %95 doğal madde veya organik tarım kaynaklı bitkisel ürün içermek
zorundadır. PEG, GDO, silikon, parafin, parabenler, fenoksietanol, sentetik
kokular, renklendiriciler, petrokimya türevleri kullanılamaz. Hayvan testlerine
karşıdır. Ambalajları geri dönüşümlü olmalıdır. Ürünün tüm aşamaları etiketinde
yer almalıdır.
ECO
GARANTIE[65]:
Dünyanın ekolojik dengesini bozmadan üretim gerçekleştiren firmaların
kurallarını ve kalite normlarını belirleyen kozmetik ve temizlik maddelerini
denetleyen bir kuruluştur. Tüketici lehine fiyatlandırma yapılması, hayvanlar
üzerinde test yapılmaması ve geri dönüşümlü ambalaj kullanımının şart koşulması
bu kuruluşun ilkeleri arasındadır.
BDIH:
(Sanayi ve Ticaret Şirketleri Federasyonu)[66]: Almanya’da organik
ürünlere sertifika veren kuruluştur. Bu sertifikayı taşıyan ürün uluslararası
organik kozmetik kriterlerine uygun olarak kabul edilir. Bu ürünler bitkisel
olmalı, sentetik koku ve renklendirici içermemeli, bu ürünlerde silikon,
parafin ve petrol türevleri kullanılmamış olmalıdır. Ürünlerin içinde mikrop
ürememesi için doğal koruma sistemlerinin yanı sıra doğala yakın olarak kabul
edilen bazı maddelerin kullanımına izin verilir. Ancak bu tarz ürünler
kullanıldığında etiketinde “dayanıklılığı şu madde ile artırılmıştır”
ibaresinin yazılması şart koşulur.
ÖKO TEST
SEHR GUT[67]:
Sher gut, Almanca çok iyi demektir.
Almanya’nın bu
konudaki en güvenilir kuruluşudur. Kozmetikten kumaş boyasına,
bebek
oyuncağından elektroniğine kadar çok geniş bir yelpazede ürün testleri yapıp
sonuçlarını şeffaf bir şekilde açıklar. Büyük laboratuarlarında çalışan
yüzlerce bilim adamıyla geniş çaplı araştırmalar yapar. Ürünlerde hayvansal ve
GDO’lu hammadde kullanımına izin vermez.
O.F.C
Australia - Certified Organic[68]:
Avustralya’da bulunan, gıda ve cilt bakımında organik ürün tercih eden
tüketici beklentilerini karşılamak, standartları korumak ve geliştirmek için
kurulmuş olan organik sertifikasyon kuruluşudur. Organik gıda ve cilt bakım
ürünlerinin, organik tarımla ve kimyasal hiçbir katkı konulmadan üretim
yapıldığının takibini yapan bu kuruluş, ürünlerde sentetik koku, sentetik
renklendirici, sülfatlar ve parabenlerin kullanılmasına izin vermez.
ÜUSDA ORGANIC[69]: Amerika Birleşik
Devletleri’nde yer alan bu kuruluşun vermiş olduğu sertifika ile ürünün %95
organik olduğu anlaşılır. %100 organik ürün etiketleri de bulunmaktadır. Ayrıca
bir ürünün %70’i organik ise etiketinde hangi maddelerin organik olduğunu
yazmasına izin verilir.
HELÂL
SERTİFİKALI KOZMETİK ÜRÜNLER ve LOGOLARI
Dünyanın
çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren pek çok helâl sertifikalandırma kuruluşu
vardır. İslâm dinine göre yenilmesi haram olanları; leş, kan, domuz, hamr ve
Allah adına kesilmemiş hayvanlar olarak sıralamak mümkündür. Genel olarak
bunların dışında kalanları helal olmasına rağmen bu kadar çok helâl sertifika
veren kurumların olmasının nedeni yukarıda saydığımız maddelerden elde edilen
çok sayıda katkı maddesinin varlığıdır. Biz burada ülkemizde bulunan helal
sertifikalandırma kuruluşlarından ikisinin logolarının üzerinde duracağız. Bu
konuyu ilerleyen bölümlerde ayrıca inceleyeceğiz.
Ms/GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri
Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği)[70]: Gıda maddeleri,
temizlik ve kozmetik ürünleri ile ilaçlar gibi temel ihtiyaç maddeleri hakkında
bireysel ve toplumsal duyarlılıkları geliştirip, bu maddeler üzerinde kontrol
ve denetim sağlayarak, bunların sertifikalandırılmasını gerçekleştirecek
çalışmaları planlayarak, bu hususta gerektiğinde her türlü sosyal, siyasal,
iktisadi, kültürel, sanatsal, düşünsel, ticari, eğitimsel ve benzeri
faaliyetlerde bulunmayı kendine misyon edinen bu kuruluşun merkezi
İstanbul’dadır.
TSE- HELÂL[71]:
Türk Standartları Enstitüsü helâl sertifikalandırma çalışmalarına 2011
yılında başlamıştır. Türk Standartları Enstitüsü, gıda ürünlerinin
üretilmesinde İslâmî kurallara uygun olarak tüm süreçleri kapsayacak şekilde
gerçekleştirilen “Helâl Gıda” belgelendirmesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı ile
yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. TSE Helal Gıda Belgeleri, HACCP[72] ve ISO[73]
gibi uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun üretimlerin ayrıca
İslâmî şartlara da uygunluğunu göstermektedir. 2014 yılından itibaren kozmetik
ürünler ile ilgili de helal belgelendirme yapmaya başlamıştır. Herhangi bir
kozmetik ürüne “TSE Helal Belgesi” alabilmek için İslâm Konferans Örgütünün
bünyesinde geliştirilen ve İslâm dünyasına ait ortak bir ölçülendirme sistemi
olan SMIIC: 1[74]’in standartları esas alınmıştır.
ITRİYYÂT
KAVRAMI VE TARİHÇESİ
ITR,
ITRIYYÂT ve TÎB KELİMELERİNİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMLARI
Arapça’da
güzel kokuya ıtr, güzel koku üretim ve satma işine ıtâre, kokuyu
satan kişiye de attar adı verilir[75].
Yine ıtriyyât, ıtriyye’nin çoğulu olarak güzel kokulu esanslar,
yağlar ve benzeri şeyler anlamına da gelir. Araplar, güzel kokuya esintiyle
gelmesinden dolayı rîh, râiha demişler, güzel ve temiz olan
şeyler de güzel koktuğu için böyle kokuyu ifade etmek üzere de tîb kelimesini
kullanmışlardır[76]. Tîb kelimesi, za’feran,
bensec, yasemin, gâliye, reyhân, verd, vers, usfur gibi güzel kokan cisim”
şeklinde de tarif edilmiştir[77]. Müslümanların hac
vazifelerini ifa ederken toplandıkları yerin adı olan Arafat kelimesinin bir
anlamı da güzel kokudur. Dünyanın her tarafından gelen insanların bu yerde
birbirleriyle görüşüp tanışmaları veya günahlarını itiraf ederek Allah’tan af
dilemeleri, af dileyenlerin affedilmelerinden sonra günah kirlerinden
temizlenip Allah katında güzel bir kokuya sahip olmaları sebebiyle bu adın
verildiği ileri sürülen görüşler arasındadır[78].
Itr,
ıtriyyât ve tîb terimlerini kozmetik kavramı içinde değerlendirmek
gerekmektedir. Fransızca parfümeri karşılığı olarak ıtriyyât terimi
kullanılmaktadır. Bazı kimseler de doğru olmamakla birlikte kozmetik yerine
parfümeri deyimini kullanmaktadır[79]. Ancak parfümler Ortaçağ’da
kozmetiklerin büyük bir kısmını oluşturduğu için parfümleri/ıtriyyâtı müstakil
bir bölüm halinde incelemek uygun olacaktır. Öte yandan kolonya ve parfümün
içinde bulunan etil alkolün fıkhî açıdan değerlendirmesini yapabilmek için
ıtriyyât başlığı altında toplanan güzel koku üretme ve kullanma tekniklerinin
kısaca incelenmesi faydalı olacaktır. Yine Hz. Peygamber zamanından itibaren
günümüze kadar geçen zaman zarfında İslâm ülkelerinde attarlık mesleğinin
tarihçesi hakkında bu bölümde kısa bir bilgi vermenin de yararlı olacağı
kanaatindeyiz.
ATTARLIK
MESLEĞİ ve ECZACILIK İLE İLİŞKİSİ
Attar
kelimesi, eskiden bir nevi eczacılık yapan, güzel kokular satan kişilere
verilen isim iken günümüzde baharat, şifalı ot, çeşitli bitkilerin, yağların ve
kurutulmuş gıdaların ticaretini yapan kişiler için kullanılmaktadır[80]. Itrın bazı hadis kitaplarının
büyû‘ kısımlarında özel başlık altında ele alınmış olması Hz. Peygamber
zamanında attarlık faaliyetlerinin varlığının bir göstergesi sayılabilir[81]. Attarlık mesleğini yalnız
erkekler değil kadınlar da yapardı. Nitekim Medine’de attarlık yapan bazı
kadınlar vardı. Bunlardan Esmâ binti Muharribe, oğlu Abdullah b. Ebû Rebîa’nın
Yemen’den gönderdiği kokuları satardı[82].
Medine’de bu işi yapan Havle ve Müleyke adlarında iki hanım daha bulunuyordu[83].
Diyanet İslâm
Ansiklopesi’nin attar maddesini yazan Nil Sarı bu konuda şunları kaydetmiştir:
“Türkçe ’de
daha çok aktar şeklinde söylenen kelime, “güzel koku” anlamındaki Arapça ıtrdan
gelmektedir. Ancak attar yalnız güzel kokular değil her türlü şifalı bitkileri
ve bunlardan yaptığı ilâçları da (‘akkâr, çoğulu ‘akâklr) satardı. Nitekim bu
kelime Arapça’da saydalî veya saydalânî (eczacı) ile eş anlamda kullanılmıştır.
Attarlık Islâm dünyasında Hz. Peygamber devrinden beri bilinen bir meslektir.
Hatta Sahîh-i Buhârî’de attar ve güzel koku satışı ile ilgili olarak “Bâb fi’l-
‘attâr ve bey ‘i ’l-misk” (Buhârî, “Büyû‘”, 38) adıyla ayrı bir başlığa yer
verilmiştir. Eskiden beri serbest ticaret yapan attarların dükkânları
eczanelerin ilk örnekleridir. Bazı attarların uygun olmayan veya özelliklerini
yitirmiş malzemeleri satmaları, hatta hastalara zaman zaman başka ilâç
vermelerinin görülmesi üzerine Halife Mu‘tasım- Billâh zamanından itibaren
attarların imtihan edilerek faaliyetlerinin belgeye bağlanması yoluna gidilmiş
ve attar dükkânlarının kontrolü hisbe[84] teşkilâtının görevleri
arasında yer almıştır. Birçok şehirde yalnız attarların faaliyet gösterdikleri
çarşı ve pazarlar vardı. Bunların en meşhurları Fustat ’taki Sûku’l-attârîn,
Şam ’daki Sûku’l-ıtr ve İstanbul ’daki Mısır Çarşısı idi. Bir eczacı gibi bazı
temel bilgilere sahip olması gereken attarın gerek sağlık gerekse ticaret
bakımından maddelerin korunma usullerini bilmesi, çabuk bozulan maddeleri de
tanıması gerekiyordu. Kurutulmuş çeşitli otlar, yapraklar, kökler, çiçekler,
tohumlar, meyvalar ve diğer şifalı otların önemli bir kısmı kuru olarak
satılırken bazı ilâçların yapılmasında kullanılan nebâtî, hayvanî ve madenî
maddeler (droglar) ise daha çok basit ve iptidai şekliyle (müfred ilâçlar) tek
tek satılırdı. Fakat attarlar eskiden bugünkü eczanelerde yapıldığı gibi, suda
kaynatılmış ve pişirilmiş ilâçlar dışında hekim reçetelerindeki formüllere göre
tıbbî maddeleri birleştirerek müshil, macun, merhem ve kuvvet verici bazı
mürekkep ilâçlar da hazırlarlar, ancak ilâçları bugünkü eczacılıkta olduğu gibi
sabit bir terkiple düzenleyemezlerdi”[85].
Kitâbü’s-Saydale’nin
müellifi büyük hekim el-Bîrûnî (ö.453/1061 [?]), eczacılara saydalânî
denildiğini bu kelimenin ise sandal ağacından geldiğini söyler. Hintliler
sandal kokusunu çok severlerdi, fakat Araplar bu kokuya pek rağbet etmediğinden
bu hammaddeyi kokular içinde değil de ilaç olarak telakki ederek eczacılık
deyimi olarak kullanmışlardır[86].
İslâm
ülkelerinde eczacılığın gelişmesiyle birlikte attarların faaliyetleri
kısıtlanmaya başladı[87]. Attarın ot toplama, kurutma
ve bazı ilaç terkipleri yapma gibi faaliyetleri zamanla gerilemiş ve attarın
eczacılık yönü zayıflayarak güzel koku satan tüccar yönü ön plana çıkmıştır.
Fetvâ kitaplarında attarların kokular yanında merhem ve ilaç olarak ürettikleri
yağları sattıkları belirtilmektedir[88].
GÜZEL
KOKUNUN (PARFÜM, ITR) TARİHİ VE
Bilinen en
eski koku çeşidi tütsülerdir[89]. Daha çok dinsel törenlerde
kokulu bitkilerden elde edilen tütsülerin yakılması sırasında oluşan dumanları
tarif eden per (ile) ile füme (duman) kelimelerinden parfüm kelimesi
doğmuştur[90]. Latince’de per fumum tümüyle
uçucu anlamına gelmektedir. Tarihi kalıntılardan elde edilen bilgilere göre
insanoğlu güzel kokuya her zaman önem vermiştir. Bunun için güzel kokulu
çiçeklerden, bitki köklerinden, ağaç gövdelerinden hatta bazı hayvanların
vücutlarında biriktirdikleri güzel kokulu salgılardan yararlanarak özel karışımlar,
merhemler, kremler, tütsüler yapmışlardır[91].
İnsanların güzel koku anlayışları yaşadıkları bölgelere göre değişiklik arz
etmiştir. Doğu’da yaşayan insanlar baharatlı kokuları tercih ederken
Avrupalılar daha hafif olan çiçek kokularına yönelmiştir[92].
Kokuya olan
düşkünlük o kadar çok artmıştır ki ticarî olarak da büyük bir değer haline
gelmiştir. Eski Mısırlılardan itibaren Arabistan bölgesi güzel koku ticaretinin
yapıldığı önemli bir merkez haline gelmiştir. Arabistan’ın batısında kalan
bölgeler bütün koku maddelerinin sadece bu yarımadada üretildiğini
zannediyorlardı. Araplar bu algıyı kaybetmemek için Çin ve Hindistan’dan ithal
aldıkları ürünlerin dahi kendi topraklarında üretildiği izlenimini
veriyorlardı. Bu durum Avrupalılar’ın Ümit Burnu’nu keşfedip başka yollarla
Hindistan ve Çin’e gitmelerine kadar sürdü.
Parfümü ilk
keşfeden Eski Mısırlılar zamanında damıtma yöntemleri bilinmediğinden güzel
koku maddeleri önce yağda bekletilirdi. Bu kokulu yağlar merhem ve krem
şeklinde kullanılırdı[93]. Bu yağlar keten, susam ve
zeytin gibi bitkisel veya sığır, kümes hayvanlarının ve bazı balıkların içyağı
gibi hayvansal içerikli yağlardı. Mürrüsafi[94],
kına, tarçın, ardıç, hint sümbülü, safran, bal, üzüm gibi bitki ve reçinelerin
karışımından elde edilen kyphi, bilinen en eski parfümlerden biridir.[95] Mısırlılar, parfüm
bilgilerini İbraniler’e, Asurlular’a, Babilliler’e, Keldaniler’e, Persler’e,
Yunanlar’a aktarmışlardır. M.Ö.2. yüzyılda Yunanlı yazar Apollonius parfüm
üzerine bilimsel bir eser yazmıştır[96].
İlk kozmetik
ve parfüm ustası günümüzden yaklaşık olarak 3000 sene önce yaşamış bulunan
Firavun 4. Amenhotep’in eşi Kraliçe Nefertiti, parfüm tarihinin en popüler
kişisi ise Mısır Kraliçesi Kleopatra’dır[97].
Doğu’da ise
Çinliler MÖ.2300’lerde misk ile yasemin ve lotusu karıştırarak; Hintliler ise
yasemin, gül, nergis ve sümbülteber çiçeklerinin karışımından parfüm elde
etmişlerdir[98].
İlerleyen
zamanlarda alkolün damıtılması ile artık başka bir boyuta geçilmiş ve modern
parfümün atası olan Macaristan suyu adı verilen ilk parfüm 1370’de
Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu parfümün formülünde gülsuyu ve biberiyenin
kullanıldığı bilinmektedir [99] . Günümüzde oldukça sık olarak
kullanılan kolonya ise adını Almanya’nın Köln (Cologne) şehrinden almıştır.
En
önemli parfüm hammaddeleri uçucu yağlardır. Bu yağları elde etmek için damıtma,
özütleme veya sünger arasında sıkıştırma gibi yöntemler kullanılır. Misk, amber
gibi maddeler parfümlerde kullanılan uçucu maddelerin hızlı buharlaşmalarını
önleyerek sabitleyici etki yaparlar. Bileşimsel olarak doğadaki çiçek
kokularını andıran ya da doğada hiç bilinmeyen kokulara sahip yüzlerce yapay
madde üretilebilmektedir. Çok sayıda bileşiğin karışımından oluşan üstün
nitelikli parfümler yüzü aşkın sayıda bileşik içerebilir. Parfümler genel
olarak sahip oldukları en baskın ve belirgin kokuya göre sınıflandırılır. Çiçek
kokulu karışımlar yasemin, gül, meşe ya da gardenya gibi çeşitli çiçeklerin
kokularından oluşur. Baharatlı karışımlarda karanfil çiçeği, kuru karanfil,
tarçın ya da küçük Hindistan cevizi kabuğu kokuları bulunur. Odunsu kokulu
parfümler sandal ve sedir ağacı esansları içerir. Yosun kokulu olanlarda ise
başlıca meşe likeninden çıkarılan kokulu bir madde yer alır. Üçgül gibi çeşitli
otlardan çıkarılan kokuların oluşturduğu grup otsu-kokulu parfümler, deri-
tütün ya da huş ağacı katranından elde edilen kokuların oluşturduğu grup
deri-tütün kokulu parfümler, meyve kokusunu andıran aldehitli bileşiklerin
oluşturduğu grup da aldehitli parfümler olarak adlandırılır[100].
SEMÂVÎ
DİNLERDE GÜZEL KOKU KULLANIMI
Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), tüm peygamberlere haya, nikâh ve misvak kullanmanın yanı
sıra güzel koku sürünmenin sevdirildiğini buyurmuşlardır[101]
[102] . Günümüzde semavi dinlere
inanan üç grup vardır: Müslümanlar, Hristiyanlar ve Mûsevîler. Hristiyanlar ve Mûsevîler,
ibadetleri esnasında güzel koku yakmak suretiyle dualarının Allah katına
yükseleceğine inanırken Müslümanlar’da böyle bir inanış ve uygulama yoktur.
Müslümanlar Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in güzel kokuyu
sevmesi ve kullanmayı teşvik etmesinin de etkisiyle güzel kokuyu hem çok
kullanmışlar hem de ticaretini yapmışlardır.
MÛSEVÎLİKTE
GÜZEL KOKU KULLANIMI
Tek tanrılı
dinler içinde tütsüye en çok önem veren Mûsevîlik olmuş96, Tevrat’ta, tütsünün nasıl hazırlanacağı, ne
zaman yakılacağı, tütsü sunağının ne şekilde yapılacağı şu şekilde tarif
edilmiştir:
“Üzerinde
buhur yakmak için akasya ağacından bir sunak yap. Kare biçiminde, boyu ve eni
birer arşın, yüksekliği iki arşın, boynuzları kendinden olacak. Üstünü,
yanlarını, boynuzlarını saf altınla kapla. Çevresine altın pervaz yap. İki
yandaki pervazın altına iki altın halka yap. Bunlar sunağın taşınması için
sırıkların geçmesine yarayacak. Sırıkları akasya ağacından yap ve altınla
kapla. Sunağı Levha Sandığı’nın karşısındaki perdenin, sandığın üzerindeki Bağışlanma
Kapağı’nın önüne, seninle buluşacağım yere koy.
Harun her
sabah kandillerin bakımını yaparken sunağın üzerinde güzel kokulu buhur
yakacak. Akşam üstü kandilleri yakarken yine buhur yakacak. Böylece huzurumda
kuşaklar boyunca sürekli buhur yanacak. Sunağın üzerinde başka buhur, yakmalık
sunu ya da tahıl sunusu sunmayacaksınız; üzerine dökmelik sunu dökmeyeceksiniz.
Harun yılda bir kez sunağın boynuzlarını arındıracak. Kuşaklarınız boyunca
yılda bir kez günahları bağışlatmak için sunulan sununun kanıyla sunağı
arındıracak. Sunak ben RAB için çok kutsaldır.
RAB
Musa’ya şöyle dedi: “Şu nadide baharatı al: 500 şekel[103]
sıvı mür, yarısı kadar, yani 250’şer şekel güzel kokulu tarçın ve kamış, makdis
şekeliyle 500 hıyarşembe[104], bir hin[105]
de zeytinyağı. Bunlardan ıtriyatçı ustalığıyla güzel kokulu kutsal bir mesh
yağı yap. Ona kutsal mesh yağı denecek. Buluşma Çadırı’nı, Levha Sandığı’nı,
masayla takımlarını, kandillikle takımlarını, buhur sunağını, yakmalık sunu
sunağıyla bütün takımlarını, kazanı ve kazan ayaklığını hep bu yağla meshet.
Onları kutsal kıl ki, çok kutsal olsunlar. Onlara değen her şey kutsal
sayılacaktır.
Bana kâhin
olmaları için Harun’la oğullarını meshedip kutsal kıl. İsrailliler’e de ki,
‘Kuşaklarınız boyunca bu kutsal mesh yağı yalnız benim için kullanılacak. İnsan
bedenine dökülmeyecek. Aynı reçeteyle benzeri yapılmayacak. O kutsaldır ve
sizin için kutsal olacaktır. Onun benzerini yapan ya da kâhin olmayan birinin
üzerine döken herkes halkının arasından atılacaktır.
Sonra RAB
Musa’ya şöyle dedi: “Güzel kokulu baharat -kara günnük[106],
onika[107], kasnı[108]
ve saf günnük- al. Hepsi aynı ölçüde olsun. Bir ıtriyatçı ustalığıyla bunlardan
güzel kokulu bir buhur yap. Tuzlanmış, saf ve kutsal olacak. Birazını çok ince
döv, Buluşma Çadırı’nda seninle buluşacağım yere, Levha Sandığı’nın önüne koy.
Sizin için çok kutsal olacaktır. Aynı reçeteyle kendinize buhur
yapmayacaksınız. Onu RAB için kutsal sayacaksınız. Kim koklamak için aynısını
yaparsa halkının arasından atılacaktır.”102 [109]
Eski
zamanlarda kurban kesimi sırasında tütsü yakılarak kurbanın Tanrıya ulaşacağı
inanışının bir uzantısı olsa gerektir ki Tevrat’ta mezbah kelimesi hem
kurban kesim yeri hem de tütsünün yakıldığı yer anlamında kullanılmıştır.[110]
HRİSTİYANLIKTA
GÜZEL KOKU KULLANIMI
Hıristiyanlıkta
da tütsü karışımlarının yakılmasıyla elde edilen buhurun duaları Tanrı'ya
ulaştırdığı ve kötülükleri uzaklaştırdığına inanılıyordu. Bu sebeple dini
törenlerinde çocuklar tarafından sallandırılıp tüm kiliseye kokunun yayılmasını
sağlayan asma buhurdan kullanılıyordu[111].
İncil’de buhurdan şu şekilde bahsedilir: “Kuzu yedinci mührü açınca,
gökte yarım saat kadar sessizlik oldu. Tanrı’nın önünde duran yedi meleği
gördüm. Onlara yedi borazan verildi. Altın bir buhurdan taşıyan başka bir melek
gelip sunağın önünde durdu. Tahtın önündeki altın sunakta bütün kutsalların
dualarıyla birlikte sunmak üzere kendisine çok miktarda buhur verildi.
Kutsalların dualarıyla buhurun dumanı, Tanrı’nın önünde meleğin elinden
yükseldi. Melek buhurdanı aldı, sunağın ateşiyle doldurup yeryüzüne attı. Gök
gürlemeleri, uğultular işitildi, şimşekler çaktı, yer sarsıldı.”[112]
Erken dönemde
din adamlarının karşı çıkması, Hristiyanların fakir olmaları ve buhur
maddelerinin pahalı olmaları nedeniyle dua sırasında buhur yakılmazdı. Kilisede
buhur yakma geleneğinin dokuzuncu yüzyılda yerleştiği düşünülür. İlk Hıristiyan
devlet olan Bizans uygarlığında tütsü geleneğine olduğu kadar temiz havaya,
parfüme ve güzel kokuya da önem verildiği, dinsel amaçların dışında da hoş
kokulu bitkilerin yakıldığı saray ya da köşk biçiminde ve kadın başı şeklinde
tütsü kutularının varlığından dolayı anlaşılmaktadır. Deprem gibi büyük
felaketlerden sonra kötülükleri uzaklaştırmak için şehirler bile tütsülenmiş,
evlerde de belli günlerde ve zamanlarda tütsü yakılmıştır[113].
Doğu’da ve
Endülüs’te insan ömrünün uzun olmasına karşın Avrupa’da salgın hastalıklar ve
bebek ölümleri dolayısıyla ortalama ömür süresi düşüktü. Müslümanlar haftada en
az bir kere mutlaka yıkanırlar ve hafif kokular sürerlerdi. Hristiyanlar
Müslümanların uzun ömürlü olmalarını sürdükleri bu kokuya bağlamışlar ve banyo
yapmanın yerine ağır kokular sürünmeyi adet haline getirmişlerdi. Bu adetin
öncülerinden Fransa’nın en uzun tahtta kalan kralı 14. Louis, 64 yılda
(1647-1711) yalnızca bir kere yıkanmıştır. Ancak çok parfüm kullandığı için
temizlik timsali olarak gösterilmekteydi[114].
Hastalığın sudan geldiğine, kokuların ise hastalığı önlediğine inananlar,
boyunlarında içlerinde ağır kokular olan muskalar taşırlardı. Keskin bir koku
elde etmek için bu muskaların içine dışkı koydukları da bilinmektedir. Örneğin
“Bin Çiçeğin Suyu” isimli parfümün içeriğinde dışkı kullanılıyordu. Hatta
zenginliğin göstergesi olarak bu ağır parfümleri kullanmak moda olmuştu[115]. İhtilal döneminde Fransa’da
parfümlü mendil kullanmak giyotini göze almak anlamına gelse de bu durum çok
uzun sürmemiş ve Napolyon döneminde ağır kokulu parfüm kullanmaya devam
edilmiştir. İhtilalciler; aristokratların, yoğun olarak kullandıkları kozmetik
ürünler, peruklar ve ağır parfümler dolayısıyla tembel, köylülerin ise pislik
ve idrar kullanarak temizlenen batıl inançlı aptallar olduklarını düşünürdü.
Sonuç olarak ihtilal insanların parfüme olan ilgisini azaltamadıysa da vücudun
bazı bölümlerini olsun yıkamaya teşvik etti[116].
İSLÂMİYETTE
GÜZEL KOKU KULLANIMI
Mısır, Roma,
Bizans uygarlıklarının koku kaynağı Yemen bölgesiydi. Romalı coğrafyacılar bu
bölgeye felix arabia yani mutlu Arabistan ismini vermişlerdi. Bu bölgede
güzel kokunun kullanımı, üretimi ve ticareti oldukça yaygındı. Kızıldeniz
sahilinde bulunan liman şehri Dârî, eski zamanlardan itibaren uzak ülkelerden
gemilerle gelen parfümlerin ve kokulu drogların alınıp satıldığı yer olarak
bilinirdi. Parfüm ve kokulu drogları alıp satan ve bunları karıştırarak yeni
ürünler elde eden kabileler arasında Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
mensubu olduğu Kureyş kabilesinin de büyük ünü vardı. Bu işte mahir olanlara
bunları getirdikleri şehre ithafen ed-Dârî denilirdi[117].
İnsanlar güzel kokuyu sadece buhur olarak değil, içeceklerinde, merhem ve
kremlerinde de kullanırlardı. İslâmiyet öncesi Araplar’ın koku kullanma
alışkanlığı ile ilgili bilgilere maalesef pek ulaşılamamıştır[118]. Fakat Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in doğumundan önce yaşanan bir olay hafızalarda yer etmiştir.
Şöyle ki; Mekke’de yaşayan kabileler arasında yaşanan bir anlaşmazlık için bir
araya gelen kabile üyeleri, güzel kokulu bir suya ellerini batırıp Kâbe’nin
duvarına sürmek suretiyle birbirlerini her koşulda destekleyeceklerine dair
anlaşma yapmışlar; bu anlaşmayı yapan kişilere, “mutayyebîn” (güzel kokulular);
yaptıkları ittifak ve yemine de “Hilfü’l-mutayyebîn” denilmişti[119].
Kur’ân-ı
Kerîm’de iyi insanlara mükafat olarak cennette çok özel içecekler sunulacağı ve
bunu içenlerin misk kokacağından bahsedilir. Yine cennette kâfûr ve zencefilli
içeceklerin iyilere sunulacağı anlatılır[120].
Hz. Muhammed(salla'llâhü aleyhi ve sellem.) güzel kokuyu çok sevdiği gibi soğan
sarımsak gibi kokusu hoş olmayan yiyecekleri yiyen sahâbîlerin mescide
gelmelerini cemaati rahatsız edeceğinden dolayı uygun bulmamıştır[121].
Hz. Peygamber
(salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in o dönem için erkeklerin kullanmış olduğu
misk, amber ve safran ağırlıklı kokuları sevdiği, bir kokudanlığının olduğu ve
evden çıkışının güzel kokusuyla anlaşıldığı rivâyet edilir. Ayrıca Hz. Ömer,
Resûlullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’ın tütsü olarak kâfûr ve ûd
karışımından hoşlandığını bu sebeple kendisinin de bu şekilde tütsü
hazırladığını rivâyet eder[122]. Câhız da şöyle
söylemektedir: Bütün koku macunları Arap kaynaklıdır; gâliye, şâhiriyye, halûk,
lahlaha, yağmur ûdu olan kutr ve zarîre[123].
Ashab arasında
İbn Abbâs bütün vücudunu miskle yağlayıp dışarı çıkar ve arkasında bıraktığı
kokudan oradan kendisinin geçtiği anlaşılırdı. Zübeyr b. Avvam ise bir adamın
sermayesi olacak kadar çok misk kullanmasıyla meşhurdu[124].
Müslüman erkeklerin güzel koku sürünmeleri genel olarak mendup görülmüştür”[125].
Sahâbîlerden
Ebû Hüreyre sakalına kına yaktığı için kızıl sakallıydı[126].
Ebû Hüreyre ile Hz. Âişe arasında geçen şu konuşma sahâbe döneminde sürme
çekmenin ve güzel koku sürmenin kadınlar arasında da yaygın olduğunu ortaya
koymaktadır: “Ebû Hüreyre’nin çok hadis rivayet etmesine karşı çıkanlardan biri
olan Hz. Âişe onu yanına çağırarak görmediği ve duymadığı bazı rivayetlerin
hesabını sormak istemiş, Ebû Hüreyre de, “Anacığım! Ayna, sürme ve güzel koku
gibi şeyler beni oyalayıp da bu rivayetleri Resûlullah’tan duymama engel
olmadı” deyince Âişe, “Belki de öyledir” diyerek kendisine hak verdiğini ifade
etmiştir”[127].
Hz. Peygamber
(salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in sünneti olması hasebiyle tarih boyunca Müslümanlar
güzel kokular sürünmeyi adet haline getirmişlerdir. Musevilik, Hıristiyanlık ve
diğer dinlerde olduğu gibi buhur veya güzel kokuların ibadetleri Allah’a
ulaştırmaya aracı olduğu inancı yerleşmemiştir. Ancak Hz. Ömer’in
halifeliğinden itibaren özel gün ve gecelerde mescitlerde buhur yakıldığına
dair rivâyetler bulunmaktadır[128].
Müslümanların
kutsal mabedi sayılan ve Mekke’de bulunan Kâbe’nin ve Medine’deki Mescid-i
Nebevî’nin duvarlarına güzel kokulu merhemler sürüldüğü bilinmektedir. Özel gün
ve gecelerde bütün camilerde özellikle gülsuyu ile kokulandırma âdeti günümüzde
dahi devam etmektedir. Hatta bir rivâyete göre İstanbul’un fethinden sonra
Ayasofya gülsuyu ile temizlendikten sonra camiye dönüştürülmüştür[129].
Müslümanlar
tarafından güzel kokunun bir diğer kullanımı ise ölülerin yıkanması ve
kefenlenmesi esnasında olmaktadır. Kızı Zeyneb’in naaşının sidr[130] ile yıkanıp son suyuna kâfûr
katılmasını isteyen Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den mülhem
cenazenin son yıkama suyuna kâfûr benzeri bir koku katılır[131].
Yıkama işlemi bittikten sonra saçına, sakalına, secde âzaları olan alnına,
burnuna, ellerine, diz kapaklarına ve ayaklarına kâfûr veya benzeri bir koku
sürülür. Güzel koku sürülmüş bir kefenle kefenlenir[132].
Eşini kaybeden
Müslüman bir kadının iddet süresi boyunca güzel koku kullanması hoş karşılanmaz[133]. Ancak kardeşi, amcası veya
diğer yakınlarının kaybında yas süresi 3 gün kabul edilir. Nitekim Hz.
Peygamberimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem.)’in eşi Zeyneb binti Cahş erkek
kardeşinin vefatından üç gün geçtikten sonra güzel koku sürünmüş ve Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın: “Bir kadının, eşinin dışında ölen yakın
akrabası için üç günden fazla yas tutmasının helâl olmayacağı” anlamına gelen
hadisini rivayet etmiştir[134].
Ortaçağ’da
Fars bölgesinde bulunan Şapur kenti, İran’daki en büyük güzel koku üretim
merkezi idi. Burada üretilen çok çeşitli ıtriyyât maddeleri, İslâm dünyasına
gönderilirdi. Hatta buradaki ıtriyyât ustaları diğer İslâm şehirlerine gidip
ıtriyyat işletmeleri kurmuşlardı. Bu şehirlerden biri Kûfe olup Emevîler
zamanından Abbâsîler’in ilk yıllarına kadar Irak’ın en büyük ıtriyyât merkezi
haline gelmişti. Burada üretilen karanfil esansı oldukça meşhur olmuştu[135].
Ortaçağ’da
Arabistan Yarımadası’nda kadın ve erkekler için ayrı ayrı koku üretilmesi o
dönem için bir yeniliktir. Misk, amber, buhur, kâfûr, gâliye ve zerîra erkek
kokusu; halûk ve safran kadın kokusu olarak kabul edilirdi[136].
Yine de bu kokuların kullanımı ile ilgili cinsiyetler arasında keskin bir ayrım
olmayıp, renkli ve hafif olanları kadınların, renksiz ve daha ağır kokuları
erkeklerin kullanması uygun görülürdü[137].
Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem.) zikâretü’t-tîb adı verilen erkek
kokularını kullanırdı. Bu kokularının neler olduğunun sorusuna Hz. Aişe’nin
cevabı misk ve amber olmuştur[138].
İslâmiyetin
ilme teşvik edici yönleri, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetlerin akla sık sık vurgu
yapmasının bir sonucu olarak İslâm coğrafyasında yaşayan Müslüman âlimlerin
özellikle Ortaçağ’da son derece önemli buluşlar yaptığı görülmektedir. Bu
buluşlardan biri de damıtma yöntemiyle çiçeklerden esans elde etmektir. Damıtma
işlemi için kullanılan imbiğin ilkel hali daha önceden biliniyordu. Fakat
Müslüman kimyagerler onu çok geliştirdiler ve büyük ölçekli esans damıtının
temeli yaptılar[139]. Binlerce sene evvel Sümerlerin
ve Mısırlıların antik kalıntılarında çok sayıda kozmetik ürün konulan kaplara
rastlandığından bahsetmiştik. Yine o yıllardan elimize ulaşan tabletlerde misk,
amber, sandal ağacı gibi doğadan elde edilen hammaddelerden koku yaptıkları
bilgisi mevcuttur. Ancak güzel kokulu bitkilerin yağ içinde bekletilerek
kokusunun yağa geçmesi beklenirken; damıtma yönteminin keşfi ile büyük
miktarlarda çiçekten esans elde edilerek parfümcülüğün temelleri atılmıştır.
Endülüslü âlim
Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (ö. 404/1013), Kitâbü’t-Tasrîf isimli kitabında gülsuyu
damıtımının tarifini ayrıntılı bir şekilde verirken, gülsuyu elde etmenin bir
çokları tarafından bilindiğini vurgulamıştır. Geniş İslâm coğrafyasının bir
ucunda olan Irak ile diğer ucundaki Endülüs’te bu yöntemin çok büyük
farklılıklar taşımadığını belirtmiştir [140]
.
ORTAÇAĞ’DA
EN ÇOK KULLANILAN ITRİYYÂT
Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaşamış olduğu ortaçağda kullanılan
ıtriyyat ve bunların üretim ve kullanım şekillerini incelemek, günümüzde
kullanılan kozmetik ürünler ile karşılaştırma yapabilmek için önem arz
etmektedir. Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb adlı eserinde[141] misk, amber gibi güzel
kokular ve nevileri hakkında 12. cildin 3-110 sayfaları arasında genişçe bir
bilgi vermiştir. Yine Kalkaşandî’nin Subhu’l-a‘şâ adlı eseri ile hisbe
teşkilatına dair eserlerde[142] ıtriyyât hakkında önemli
bilgiler yer almaktadır. Fıkıh kitaplarının ibadet bölümlerinde ise misk,
amber, zebâd gibi hayvansal kaynaklı güzel kokuların hükümlerinden[143] bahsedilmiştir. Yine ibadet
ve muâmelât bölümlerinde verd (gül), gül yağı, ûd, za‘ferân, sandal, sümbül,
reyhân, zambak, karanfil ve vers gibi bitkisel kaynaklı güzel kokuların
hükümleri ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.[144].
Ortaçağ’da
koku elde etmek için kulanılan hammaddeler misk, amber gibi hayvansal kaynaklı
olabildiği gibi gül, za’feran, sandal gibi bitkilerden elde edilmiş olabilirdi.
Hindistan,
Tibet, Çin gibi Güney Doğu Asya bölgelerinde bulunan bazı geyik, keçi, kedi ve
fare cinslerinden elde edilen hoş kokulu bir maddedir[145].
Bu hayvanların erkekleri dişilerini cezbetmek için siyaha yakın bir renkte hoş
kokulu bir salgı üretir[146]. Bu salgı zamanla birikir ve
hayvanda rahatsızlık hissi uyandırır. Bunun üzerine hayvan bu salgıdan
kurtulmak için karın bölgesini kızgın taşlara sürter ve kanlı bir kese içindeki
salgıdan böylelikle kurtulmuş olur[147].
O bölgede yaşayan insanlar hem bu maddeleri toplayarak hem de bu hayvanları
avlayıp başlangıçta kötü kokan mayiyi kurutup kandan arıttıktan sonra ticaretini
yaparlardı. Oldukça pahalı olan bu madde, tüm dünyaya bu bölgelerden
gönderilirdi.
Özellikle Doğu
Türkistan’ın güneyindeki Hoten bölgesinde lale ve sümbüllerle beslenen
ahulardan (geyik) elde edilen miskin kokusu diğerlerine göre daha keskindir ve
dolayısıyla daha kıymetlidir[148]. Tibet miskinin kokusu Lübnan
elmasının kokusuna benzer ve rengi sarıya yakındır[149].
Meşhur Arap edebiyatçısı Câhız (781-868) güzel kokuları tarif ederken o dönemin
en kaliteli miski olan Tibet miskinin en iyisinin renginin açık, kötü olanının
ise koyu renkli olduğunu belirtmiştir. Misk çok pahalı olduğundan maliyeti
düşürmek için çeşitli reçine ve ağaç kabuklarının katıldığını, iyi bir miskin
hafif ve kokusunun yaygın olması gerektiğini söylemiştir[150].
Özellikle Çin’den getirilen miskin içine hile katılma ihtimali daha yüksekti.
Çünkü Çinliler, Tibetliler gibi miski kapalı bir kapta muhafaza etmedikleri
gibi içine de kan ve başka maddeler katmak suretiyle hileye başvururlardı[151].
Tibet ve Çin
gibi uzak doğu ülkelerinden deniz yoluyla Arabistan kıtasına getiririlen miskin
kokusu o kadar yoğundur ki, her tarafa yayılır. Öyle ki tüccarların bu ürünün
vergisini vermemek için vergi memurlarından kaçırmaları mümkün olmazdı[152].
Miskin hileli
olup olmadığını öğrenmenin bir kaç yolu vardı. Mesela ateşin üzerine konan cam
bir kaba misk dökülür, şâyet etrafa güzel koku yayılırsa bu durum, o miskin
kaliteli olduğuna delalet ederdi. Bir diğer yöntemde ise bir miktar misk bir
bezin içinde çiğnenir, sonra elle ovulurdu. Şâyet bez içinde artığı kalırsa miskin
iyi olduğuna kanaat getirilirdi. Hileli miski anlamanın başka bir yolu ise bir
iğneyi önce sarımsağa sonra miske batırmaktı. Eğer etrafa sarımsak kokusu
yayılıyorsa miskin hileli, misk kokusu yayılıyorsa hakiki olduğu anlaşılırdı[153].
Misk
güzel kokunun yanı sıra, kaynatılmak suretiyle cilt güzelliği için, za’ferân ve
kâfûrla birlikte baş ağrısını geçirmek için de kullanılırdı[154].
Amber[155], dünyanın bütün
okyanuslarında yaşayan, Akdeniz’de en çok görülen dört çeşit balinadan biri
olan ortalama 20 metre boyunda ve 50 ton ağırlığındaki ispermeçet balinalarının
sindirim sistemlerinde bulunan bir salgı bezi tarafından oluşan mumsu, gri veya
bej renkli atıklarının sahile vurmasıyla toplanan hoş kokulu bir maddedir[156]. Başta Bahama sahilleri olmak
üzere tropikal adalar, Çin, Japonya, Hindistan, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika
gibi dünyanın pek çok sahilinde ve deniz yüzeylerinde bir kaç yüz gramdan yüz
kilograma kadar ulaşabilen miktarlarda toplanabilen amber, İspermeçet
balinaları tarafından 60 senelik ömürleri boyunca 300 kilogram kadar
üretilebilir. İspermeçet balinaları, keskin dişleri olan bir deniz canlısı
yediklerinde bir salgı salgılarlar ve böylece o maddenin etrafını kaplayarak
sindirim sistemlerine bir zarar gelmesini önlemiş olurlar. Bu şekilde bağırsaklarda
taşlaşmış şekilde biriktirilen bu madde boşaltım yoluyla vücuttan atılır[157]. Başlangıçta koyu renkli ve
kötü kokulu olan bu madde, güneş, hava ve deniz suyuna maruz kaldığında değişik
reaksiyonlar geçirerek daha açık renkli ve güzel kokulu ambere dönüşür.
İnsanoğlu,
yüzyıllar boyu amberin kaynağının nereden geldiğini öğrenememiştir. Kokulara
çok düşkün olan Abbâsî Halifesi Hârûnüreşîd (ö.193/809)[158],
Yemen’e bir heyet göndererek, amber ile ilgili araştırma yapmalarını
istemiştir. Bu maksatla Aden, Şerme ve Hâsek şehirlerinin halkıyla görüşen
inceleme ekibi, amberin deniz dibindeki bazı kaynaklardan çıkarak dalgalar
vesilesiyle sahillere vurduğu bilgisine ulaşmışlardır[159].
11. yüzyıl ilim adamı İbn Sînâ (Ö.428/1037), amberin nereden geldiği ile ilgili
zamanının bilgisini şöyle verir: “Amberin denizde bir çeşme olduğu ve bu
çeşmeden aktığı söylenir. Fakat amber, deniz köpüğü veya denizde yaşayan bir
hayvanın dışkısıdır. Bana verilen emin bilgiye göre o, denizin dibinden çıkar
ve denizde sürekli olarak hareket eder. O, öyle bir durumdadır ki, ülkelerden
diğer ülkelere gider. Bundan dolayı ona behah denmiştir. O, deniz sahilindeki
nehir ağızlarına gelir, sahilde dalgalarla yükselir. Amber, parçalanmış
haldedir; rengi farklı farklıdır ve hepsi önceliklidir ve o öncekinden elde
edilir. (Hepsinin başlangıcı, geçmişi vardır; bu başlangıçtan amber elde
edilir.) Bunlar bulundukları memleketlerin sakinlerinden sorulur. Bunun sebebi,
bu denizin uygulamasıdır, demişlerdir. Daima, ekseri vakitte, bu böyle
olmuştur.” [160]
Ortaçağda
amber, çıkarıldığı bölge ve oluşum biçimine göre farklı isimler almış, fiyat ve
kalite açısından sınıflandırmaya tabi tutulmuştur[161].
Yemen’in Şihr sahiline vuran beyaz renkli şihrî amber (bir diğer adı
eşheb) en kaliteli olanı idi. Ölü olarak sahile vuran ispermeçet balinasının
karnından çıkarılan ve semekî adı verilen amber çeşidinin kokusu
kendiliğinden sahile ulaşan amber kadar güzel kokmuyordu. Bazen sahile ulaşan
amberi tutmak isteyen siyah renkli bir kuş ambere yapışır ve ölürdü. Bu
şekildeki ambere menâkirî denirdi. Kara kıta Afrika’dan getirilen beyaz
renkli ambere zencî adı verilirdi. Mavi renkli ve aşırı yağlı
olan amber çeşidi ise selâhitî idi ve genellikle gâliye üretiminde
kullanılırdı. Kakule denizinden Aden’e getirilen kakuli amber ise süs
eşyalarının yapımında kullanılırdı. Hindistan sahillerinden toplanıp Basra
şehrine getirilen amber Hindî, yine Hindistan’ın Kerek Balûs bölgesinden
Uman yakınlarındaki bir limana getirilen amber ise kerekî adıyla
satılırdı. İspanya sahillerinde toplanıp Mısır’a getirilen ve mağribî
adını alan amber çeşidi oldukça kalitesiz ve ucuz idi[162].
Amberin
balinalarda oluştuğunu öğrenen insanoğlu büyük bir balina kıyımına gitmiş, bu
balinaların nesli tükenme noktasına gelmiştir. Bunun üzerine bu balinaların
avlanılması bazı ülkeler tarafından yirminci yüzyıl sonlarına doğru
yasaklanmıştır. Bu balinaların etinden hayvan yemi olarak, yağından krem
yapımında ve amberden parfüm yapımında yararlanılmaktadır. Amber çok pahalı ama
oldukça kuvvetli bir kokusu olan bir maddedir ve günümüzde parfümeri sanayinde
özellikle çiçek kokularını sabitlemek için kullanılmaktadır. Amber gelişen
kimya endüstrisine bağlı olarak sentetik olarak da üretilebilmektedir. Ancak
sentetik amber doğalı kadar kuvvetli bir kokuya sahip değildir[163].
Isıtıldığında
ve alkole konulduğunda eriyebilen bir madde olan amber, parfümerinin yanı sıra
tesbih ve mücevher yapımında da kullanılmıştır. Bu amaçla laden isimli bir
çalının güzel kokulu reçinesi amberle karıştırılıp yoğrulurdu. Bu şekilde elde
edilen hamur sertleştikten sonra istenilen şekil verilerek güzel kokulu
tesbihler, mücevherler, kahve fincanları, şerbet kaseleri ve çerez tabakları
imal edilmiştir. Yine kadınlar tarafından bu hamurdan ben yapılıp yüze
yapıştırıldığı, altından imal edilen bazı tesbih ve mücevherlerin içinin
amberle doldurulduğu bilinmektedir[164].
Çeşitli kokulu
hammaddeler kullanmak suretiyle sahte amber yapan attarlar bulunmaktaydı. İbn
Sînâ, elleri boyadığı için bu amberlerin sahte olduğunun anlaşılacağını ve
bunlardan beyazlayan saçları boyamak için faydalanılabileceğini söyler[165].
Normal kediden
daha büyük olan misk kedisinden elde edilen bir koku hammaddesidir[166]. Büyük kafeslerde etle
beslenen bu hayvanlar, yaz mevsiminin başından son baharın bitimine kadar
memelerinde zebâd maddesi biriktirirlerdi. Bu kedileri besleyen kişiler
defalarca topladıkları bu maddeyi deri kaplarda muhafaza ederlerdi. Zebâd
kuruyunca rengi siyaha döner ve sığır boynuzuna doldurulurdu. Oldukça güzel
kokulu bir madde olan zebâd misk kadar değerli sayılırdı[167].
Anavatanı Çin,
Tayvan, Japonya gibi Uzak Doğu ülkeleri ve defnegiller familyasından olan kâfûr
isimli ağacın yaprağı, gövde kabuğu ve odununda bulunan yağ hücrelerinde
meydana gelen bir ıtriyyat ham maddesidir.
Yaklaşık 30 metre
uzunluğa ulaşabilen kâfûr ağacı 2000 sene yaşayabilmektedir. Kışın yapraklarını
döker ve yazın bol ve kırmızı yapraklı büyük bir ağaca dönüşür. Bu özelliğinden
dolayı gölgesinden yararlanmak isteyen yılanlar bu ağaçları mesken edinir[168]. Bu sebeple kâfûr ağacına
yaklaşamayan bölge halkı yazları ok atmak suretiyle ağaçları belirleyip kışın
yılanların oradan uzaklaşmasını fırsat bilip ağacın üstünde oluşan kristalize
kâfûru toplarlar. Kâfûr ağacının dalları kırmızıdır ve çabuk kırılır. O
dalların içinden çıkarılan kâfûra fensûri denir. Bütün kâfûrların ana
maddesini oluşturan toz halindeki kâfûrun adı ise rubâhi olarak geçer[169].
Kâfûr, kâfûr
ağacının üst kısmına bir çentik atılıp yaz boyunca buradan reçinenin akması ve
havalar soğumaya başladıkça da kristallenen reçinenin toplanması yöntemiyle
elde edilebilir. Ayrıca odununun su buharında damıtılmasıyla renksiz ve şeffaf
olan kâfûr yağı üretilir. Kâfûrun kokusu keskin, tadı yakıcı ve acıdır. Odunu
beyaz ve hafiftir.
Kâfûrun en
kalitelisi tadı ve kokusu güzel, hafif ve içinde petrol bulunmayanıdır. 12.
yüzyılda bu özellikteki kâfûra el-cedîd denirdi. Bu kalitedeki bir kâfûr arpa
ile karıştırılarak ağzı sıkıca kapatılmış cam bir kavanozda muhahafaza
edilirdi. Aksi takdirde açık havada kalan kâfûr çürüyüp yok olurdu[170]. İbn Sînâ, kâfûrun sakalın
çoğalmasına yardımcı olduğunu söyler[171].
Diğer ıtriyyât
hammaddelerinde olduğu gibi attarlar kâfûrda da hile yapabilirlerdi. Bir
kâfûrun hileli olup olmadığını anlamanın iki yöntemi vardı. Birincisi; kâfûr
suya atılır, eğer suyun yüzeyinde kalırsa halis kâfûr, batarsa hileli olduğu
anlaşılırdı. İkinci yöntemde ise kâfûr bir bez parçasına sürülür ve bu bez
ateşin üzerine götürülürdü. Eğer bezin üstündeki kâfûr uçar kaybolursa hakiki,
kül bırakırsa hileli olduğuna kanaat getirilirdi[172].
Anavatanı
Güney Doğu Asya olan reçineli bir ağaçtan elde edilen oldukça kıymetli bir koku
hammaddesidir. Bu ağacın ulaşılması zor bölgelerde bulunması, esans üretebilmek
için en yaz yüz yaşına gelmiş olmasının gerekliliği ve 20 kilogramından sadece
12 ml ud özütünün çıkarılabildi ğini göz önüne alındığında bu hammaddenin neden
kıymetli oduğu daha iyi anlaşılabilir. Günümüzde parfümeri endüstrisinde doğal
ûd yalnızca çok pahalı olan parfümlerde kullanılabilmektedir. Sentetik olarak da
üretilmesi mümkündür.
Ortaçağda
ıtriyyât ve ilaç endüstrisinin oldukça önemli bir kalemini oluşturan ûd,
Hindistan, Cave, Sumatra ve Arap ülkelerinden temin ediliyordu. Genellikle
yüksek dağların arasındaki vadilerde yetişen bu ağaca insanların ulaşması
mümkün değildi. Zamanla kırılan ve yere düşen dalları yağmur sularıyla çürüyüp
özünü bırakıyor, sonra seller vasıtasıyla denize doğru sürükleniyordu. Deniz
dalgaları bunları sahillere bırakıyor, halk bu maddeleri toplayıp satıyordu[173]. Ûd odunu içinde taş ve
cevherlerin dövüldüğü parlak bir taşa benzer. Bazısı benekli ve siyah olup deri
gibi kabuğu vardır. Kekremsi bir tadı vardır[174].
Ûdun en
kalitelisinin sert, ağır, nemli, ateşe dayanabilen, çok yağlı, içinde beyazı
olmayan siyah renkli ve kokusu elbisede uzun zaman kalabilen cinsi olduğu kabul
edilirdi. Yirmiye yakın çeşidi olan bu kokunun en iyisi Hindistan’ın Mendel
şehrine nispet edilen mendelî idi. Hindistan’ın çeşitli bölge ve
köylerinin adını alan kâmurûnî, semendûrî, kamârî, kâkulî isimli ûd
çeşitlerinin yanısıra, Çin’in Sanf bölgesinden gelen ve çok sevilen sânifî
ve Sanadfûr bölgesinden gelen sanadfûrî döneminin meşhur olanlarıydı.
Bunların dışında sînî, mantâî, lavkanî, semûlî, rarancî, muharrem, atlî,
eflîk, levvâmî, rebtânî isimlerinde daha pek çok çeşitte ûd vardı. Her
birinin kendine has kokusu, rengi ve ağırlığı bulunurdu.
Attarlar ûd
kokusuna farklı maddeler koyup, gülsuyu gibi kokulu mayilerde bekletmek
suretiyle hileler yaparlardı. Bu hilelerin anlaşılması için pek çok yöntem
geliştirilmişti. Özellikle bezin üzerine dökülen ûd eğer donuyorsa bu onun
hileli olduğuna delaletti[175]. İbn Sînâ’ya göre, bütün
ûdların iyisi suda çöker. Eğer çökmeyip suda çözünürse, onun iyi olmadığının
delilidir. Çünkü ûd odundur ve ağaç köküdür; çürüyüp kokuşana kadar toprak
altında kalır ve geriye halis ûd kalır[176].
Diğer aromatik
bitkilerde olduğu gibi ûd da tıbbi amaçlarla kullanılmıştır. Tıkanıklıkları
açma, gaz giderme, organları güçlendirmede kullanılırdı. Giysilerde bit
oluşumunu engeller, ağızda çiğnendiğinde ağız kokusunu giderir, güzel bir koku
verir. Sinirleri, hisleri ve beyni güçlendirici, kalbi ferahlatıcı özelliği
vardır[177].
Hoş kokulu ve
tıbbî yararlılıkları olan bir ağaçtır. Anavatanı Hindistan olan sandal ağacına
Uzak Doğu’daki ormanlarda da rastlanmaktadır. Hoş kokusu sebebiyle odun ve
dallarından tütsü, yağından ise parfüm yapımında kullanılır.
Ortaçağda
özellikle Hindistan’ın Çin sınırından Arabistana getirilen sandalın yedi çeşidi
bulunmaktaydı. Bunlardan mekâsîrî, sarı renkli, yağlı ve ağır gövdeli
idi ve özellikle kadın parfümünde kullanılırdı.
Rivâyete göre,
14. yüzyılda Yemen hükümdarlarının kullandıkları ev eşyalarının çoğu sandal
ağacından imal edilirdi. Hatta diğer ülkelerinin hükümdarlarına da yapılmasını
engellemek amacıyla sandal ağacının ülke dışına çıkarılması yasaklanmıştı[178].
Sandal
ağaçlarının en kokulusu ca’du’ş-şa’r, buhur ve müsellesat cinsi
esansların yapımında kullanılıyordu. Esansların imalinde kullanılmak üzere
sandal parçası gül suyunda ıslatılır, taşa sürtülüp yontulur ve bir keten bez
içinde kurutulurdu. Kullanırken gülsuyu içine bırakılıp havanda dövülürdü[179].
Anavatanı
Güney Batı Asya olan pek çok türe sahip za’ferân soğanları mayıs ve haziranda
toprağa ekilir ve sonbaharda çiçekleri toplanır. Bu işlem güneş doğana kadar
yapılmalı ve gölgede ve rüzgarsız bir yerde kurutulmalıdır. Bu çiçeklerin
içinde kiremit renginde iplik görünümündeki kısmı safranı oluşturur. Safranın
keskin bir tadı ve samansı bir kokusu vardır. Yaklaşık 160 ton çiçekten 1
kilogram safran elde edilebilir. Kendi ağırlığının yüz bin katı suyu boyama
özelliğinden dolayı tarih boyunca boya olarak kullanılmıştır. Oldukça yüksek
maliyetle satılan safran, günümüzde gıda, ilaç, boya ve parfümeri alanlarında
kullanılmaktadır.
Ortaçağda
za’ferân daha çok İran’ın Kum ve Kâşân şehirlerinde üretilirdi. Kûhistânî,
bâdgisî ve câstî za’feranın en iyi türleri kabul ediliyordu. Casti,
keskin kokulu, az beyazımsı, ince dallı ve kırmızı renkliydi ve ateşte çok
güzel kokardı. Zaferan önce havanda dövülür, macun hale getirilir ve bu
macundan hap yapılırdı. Bu haplar demirden yapılmış soba üzerinde hafif ateşte
kurutulurdu. Bu şekilde zaferanın doğal sarı rengi kırmızıya dönerdi[180].
Bu kadar
maliyeti olan bir baharatta hileye başvurulması kaçınılmaz olduğundan Ortaçağ insanları
bu hileleri keşfetmenin yollarını aramışlardır. Bazı attarlar, tavuk ve sığır
etini küçük parçalar haline getirip za’ferân bitkisiyle boyarlar, kurutup
seleye koyarlar ve karıştırırlardı. Bu hileyi ortaya çıkarmanın yolu bu
karışımdan bir parçayı sirkeye atmaktı. Eğer madde sirkenin yüzüne çıkarsa hile
yapıldığı anlaşılırdı. Ama sirkeye atıldığında rengi solmaz, dibe çökerse
hileli olmadığı kabul edilirdi[181]. Bunun gibi daha pek çok
hileli yöntem ve bu hileleri keşfetme yolları bulunmaktaydı.
Akdeniz
ikliminde yetişen çalı görünümlü, beyaz ve pembe çiçekleri olan reçineli bodur
bir ağaç türü veya bu bitkiden elde edilen hammaddedir/zamktır. Bu zamk kaş ve
saç boyamaya yarar siyah bir macun teşkil eder[182].
Ortaçağ
Arabistan’ında Sicilya’dan getirilen bu bitkiyi keçiler çok severdi. Beslenme
esnasında bitkinin yapraklarında bulunan zamk, keçinin kollarına ve sakallarına
yapışırdı. Feresî olarak adlandırılan bu lâden maddesi, zamanla siyahlaşır,
gübreye karışır, yumuşar ve kuma dönüşürdü. Lâden bu şekilde elde edilebildiği
gibi ottan da yapılabilirdi. Ateşe konunca mum gibi eriyen lâdenin kokusu amber
kokusuna benzerdi. Bu hammadde daha çok bermekiyyât türünden esanslarda
kullanılırdı[183].
Anavatanı
İran’dan Türkmenistan’a kadar uzanan soğanlı bir bitki olan sümbülün çiçekleri
kalın bir sapın çevresinde katmerli ve çok sayıdadır. Cinsine göre ağır ve
hafif kokulu olabilmektedir.
Ortaçağ’da
sümbül, Hindistan ve Tibet bölgelerindeki bazı vadilerde yetişirdi. Kuruduktan
sonra bölge halkı tarafından toplanırdı. Rivâyete göre bu bitkinin yetiştiği
bölgelerde çok sayıda yılan olduğu için, bu işle uğraşanlar demir veya tahtadan
yapılmış uzun ayakkabılar giyerlerdi. Sümbülle birlikte çok zehirli olan
bıldırcın otu isminde bir bitki de yetişirdi. Eğer kaza ile bu bitkiye
dokunulursa hayatlarını kaybederlerdi. Bu sebeple Abbâsi halifeleri
Hindistan’dan Ubulle [184]’ye gelen gemilerdeki sümbül
bitkisine karışmış olabilecek bıldırcın otunu (bîş) kontrol edecek ellerinde
kerpeten bulunan görevli tayin etmiştir[185].
Kırmızı renkli
ve tüylerinden temizlenmiş görünümlü asafîr isimli sümbül en kaliteli
olandı. Bu sümbülü kokusu elmanınkine benzerdi[186].
Anavatanı
Endonezya olan karanfil ağacının çiçek tomurcuklarından elde edilen bu
hammadde, odunsu, siyah renkli ve güzel kokuludur. Çiviye benzeyen karanfil,
acımsı ve ekşi bir tada sahiptir. Karanfilin taze ve kaliteli olduğunu
anlamanın çok kolay bir yöntemi vardır. Karanfil suya atıldığında dibe çöküyor
ya da suda batmış halde bulunuyorsa kaliteli, su üzerinde yüzüyorsa kalitesiz
ve bayat demektir.
Ortaçağda
Hindistanlılar tarafından cennet kokusu adı verilen karanfil, tek çeşitti ve
İslâm dünyasına Hindistan’ın Çin sınırındaki Süfâle bölgesinden getiriliyordu.
En kalitelisi güçlü, kuru, tadında ısı ve yakıcılık bulunan, kokusu güzel
olandı. En meşhur pazarları İstanbul ve İskenderiye’de bulunan karanfil
ağacının dalları, tıp ve gıda alanlarında önemli bir yer tutuyordu[187].
Yemen
dağlarında yetişen ve palamut meşesine benzeyen zaruv ağacının zamkına verilen
isimdir. Özellikle kadın parfümlerinde kullanılırdı. Ateşte çok çabuk eriyen
bir zamktır. Koku imalinde kullanılacağı zaman çok ince toz haline getirilmesi
gerekirdi[188].
Lebenî
ağacının kuru kabuğundan elde edilen zamkın adıdır. Üç çeşidi bulunurdu. Ağacın
köklerinden çıkarılan ve amber sıvısı da denilen türünün hoş bir kokusu
vardı ve beyaz sıvı adını almıştı. Bir diğer çeşidi ise kırmızı renkli zamktan
elde edilen misk sıvısı idi. Bu türün kokusu ilkine göre daha düşüktü.
Hindistan’dan getirilen kırmızıya çalan renkteki nar lebenîsi ise koku
yapılırken nar suyuyla karıştırılırdı[189].
Bu hammadde
sıvı esanslar, macun şeklindeki kokular, tütsü ve buhurlar, kadınların
kullandığı kokular ve erkeklerin kullandığı kokular gibi pek çok esans
çeşidinde kullanılırdı. Bu hammaddenin en iyisi sukku’l-lâhî adını
almıştı. İkinci çeşidi ise Çin’den getirilir ve gâliye cinsi parfümlerin
yapımında kullanılırdı. Bu cinsin kaliteli olması eski ve küçük olması,
gemilerde uzun süreler bekletilmesinden kaynaklanıyordu[190].
Genellikle
tropik Asya ve Kuzey Afrika’da yetişen bir çok çeşidi olan bâan ağacından elde
edilen bir esans hammaddesidir. Medine bânı oldukça keskin ve güzel
kokuya sahip olmasına rağmen diğer esansların kokularını bastırdığı için parfüm
yapımında kullanılmazdı. Bu türün en tercih edileni ise siyah çam sakızına
benzeyen cinsiydi. Ortaçağda bazı attarlar bân yağını pamuk ve zerdali
çekirdeğinin yağıyla bazı kök boyalarını karıştırarak veya ham zeytinlerle
meşin ağacını karıştırıp yeşilimsi bir renk elde ederler ve bu karışımları bân
yağı olarak satarlardı[191].
Zambak suyu
yapmak için zambak yaprakları toplanır, solması için bir gece bekletilir ve
sonra her bir yaprak üç parçaya bölünürdü. Bir toprak kap içine bir sıra zambak
yaprağı, bir sıra ûd, tuz, sümbül, karanfil gibi kokulu baharat karışımından
konulurdu. Bu işlem kap doluncaya kadar devam ederdi. Bütün bu malzemeler
mayalanması için bir gece bekletilirdi. Bu şekilde ortaya çıkan hoş kokulu ve
güzel renkli sıvı misk, safran gibi esanslarla karıştırılıp toprak kaplara
konurdu. Bu toprak kapların üstü çamurla kapatılıp yedi ay boyunca
bekletildikten sonra kullanılmaya hazır hale gelen bir esans elde edilmiş
olurdu[192].
Koku ve
esansları güçlendirmek için elma suyu kullanılırdı. Elma suyu yapmak için bir
dizi işlem yapmak gerekirdi. Öncelikle iki yüz tatlı ve olgun sarı elma alınır
ve dört parçaya bölünürdü. Çekirdekleri çıkarıldıktan sonra dövülür ve suyu bir
bez parçası yardımıyla süzülürdü. Gül suyuyla karıştırıldıktan sonra ateşte kaynatılıp
oluşan köpüğü alınır. Üzerine sandal, karanfil ve susam çekirdeği eklenerek
pişirilmeye devam edilirdi. Bu karışım soğutulup tekrar ateş üzerine alınır ve
Hindistan ûdu ve kâkuli ağacı bu karışımın içine eklenirdi. Bu işlemler bir kaç
kez daha tekrar edildikten sonra karışıma belli oranlarda misk, kâfûr, sandal
ve karanfil katılırdı. Bu şekilde elde edilen elma suyunun kokusu miskten çok
daha güzel olup, esansları güçlendirmek için kullanılırdı[193].
Ortaçağ’da
özellikle İslâm coğrafyasında oldukça ileri boyutta kullanılan güzel kokuların
hangi hammaddelerden yapıldığını yukarıda anlatmaya çalıştık. Bu maddeler
kullanılarak elde edilen esanslar içerdikleri hammaddelere bağlı olarak farklı
isimler almışlardır. Bu parfümler, macun şeklinde yapılabildiği gibi yağ ve su
içinde de yapılabiliyordu.
Macun
Şeklinde Kullanılan Parfümler
Ortaçağ İslâm
dünyasında oldukça fazla kullanılan ve en kıymetli parfüm unvanına sahip olan
amber esansının farklı yapım şekilleri vardı. Bu çeşitlerden biri olan ve eşit
miktarlarda amber, misk ve ûd kullanılan, bundan dolayı müselles adını alan
amber esansının yapımı şu şekildeydi: İyi bir cins amber arduvaz[194] taşında orta derecede
dövülür. Bir kazan içerisine gül suyuyla birlikte konulur, amber yumuşayıncaya
kadar kaynatılırdı. Üzerine amber miktarınca ûd eklenir, bu karışım arduvaz
taşında iyice ezilirdi. Son olarak da misk eklenirdi. Benzer yöntemlerle elde
edilen macun şeklindeki amber esansı genellikle bir kağıt üzerine konarak cebe veya
koltuk altına yerleştirilirdi[195].
Özellikle
zenginlerin kullandığı ve fiyatının yüksek olmasından dolayı pahalı anlamına
gelen gâliyenin ortaçağda 5 çeşidi bulunmaktaydı. Bunlardan ilki eşit
miktarlarda karıştırılan amber ve miskten oluşan karma gâliye idi. Mermer
kaplarda sümbül, beyaz mum gibi hammaddelerin misk ile iyice dövülmesinden elde
edilen misk gâliyesi de oldukça sık kullanılan bir gâliye çeşidiydi. Bân
yağıyla misk ve amberin karıştırılıp macun haline getirildiği bân gâliyesi, çeşitli
meyve ve çiçekler, ûd, karanfil ve meysûsenin az miktarda amberle
karıştırıldığı kadın gâliyesi, gâliye süsü verilmeye çalışılan sun’i gâliye, bu
esansın diğer çeşitleridir[196].
Nidd esansını
en kalitelisi ve koku bakımından en güçlü olanı müselles adındaki eşit miktarda
amber, ûd ve miskin karışımından yapılırdı. Daha az kaliteli olanı ise on ölçü
amber, on ölçü eski nidd ve yirmi ölçü ûdun karışımından elde edilen esanstı.
Bir ölçü
Hindistan ûdu, bir ölçü misk ve iki ölçü mor amberin karışımından elde edilen,
fındık tanesi büyüklüğünde tabletler halinde kavanozda saklanan nidd parfümü
hükümdarlar tarafından kullanılırdı. Orta halli insanlar tarafından
kullanılabilen bir diğer nidd çeşidi ise, ûd ve amberin yanısıra lâden, kâfûr,
gül suyu gibi kokulu maddelerin katılıp hap haline getirilen esanstı[197].
Bir ölçü
öğütülmüş Hindistan ûdu, bir ölçü öğütülmüş mor amber, bir ölçü miskin
karıştırılarak bir sandıkta saklandığı ve kullanılacağı zaman gül suyu ile
ıslatıldığı parfüm çeşidine müsellesât denirdi. Müsellesâtın daha az maliyetli
olması istenirse yukarıdakilere ek olarak kâfûr, za’ferân gibi daha ucuz
hammaddeler kullanılırdı[198].
Bir okka
Hindistan ûdu, iki dirhem deniz kustu, bir dirhem sandal, bir dirhem ezfâr, bir
dirhem lâden karışımı küçük parçalara ayrılırdı. Sonra gül suyu, yarım miskal
kâfûr ve ûd diğer malzemelerin üzerine atılarak kurutulur ve kullanılırdı. Bu
şekilde elde edilen esansa ma’mûdiyye denirdi[199].
Ortaçağ İslâm
dünyasında kadınlar için çiçek, baharat ve meyve esanslarının kullanıldığı daha
hafif kokulu parfümler yapılırdı. Bu parfümlerin içinde belli oranlarda ûd, gül
suyu, zambak suyu, lâden çiçeği, turunç kabuğu, fesleğen suyu, kuru süt, ayva
ve elma kabuğu, za’ferân ve az miktarda amber kullanılırdı[200].
Bermekiyyât
esansı, mucidi olan Abbâsi veziri Yahya b. Bermek’e nisbetle bu ismi almıştır.
Bu esans şu şekilde yapılırdı: On beş dirhem Hindistan ûdu, üç dirhem sandal,
üç dirhem benek, bir dirhem mey’a, bir dirhem kust, Bir buçuk dirhem lâden
çiçeği, on dirhem za’ferân, yarım dirhem mastaki, iki dânik kurşiyye ezfârı,
beş miskal Çin sukku, bir buçuk miskal kâfûr, iki dirhem nar suyu, üç dirhem
elma suyu ve üç miskal amber ayrı ayrı dövülerek elenirdi. Amber mey’a ve elma
suyu balla karıştırılır ve ondan haplar yapılırdı. Karıştırılmış kâfûr
kuruyunca da bu haplar efvâhi sukk, kâfûr ve amberden meydana gelen bileşimle
kızartılırdı.[201]
En iyi tatriye
esansı misk kullanılarak yapılırdı. Ortaçağda Müslümanlar tarafından çokça
kullanılan ûd tatriyesi, Hindistan ûdu, misk, saf su, zambak suyu, Çin sukku,
mor amber karışımından elde edilirdi. Bu karışım kurutularak bir miskal beyaz
amberle tatriye[202] edilirdi. böylece beyaz
renkli ve çok hoş kokulu bir esans edilirdi[203].
Hindistan ûdu,
ezilmiş misk, zamk suyu, kâfûr, ekşitilmiş benek, za’ferân, amber ve gül suyu
ile yoğrulup macun haline getirilir. Bu şekilde hazırlanan esansa mücemmirât
denirdi[204].
Bu esansı
hazırlarken tütsüleme yönteminden yararlanılırdı. Örneğin belli miktarlarda ûd,
misk, sandal, sümbül elma suyu ile macun haline getirilir, bir baca üztünde iki
gün boyunca kâfûr, ûd ve sandal ile tütsülenirdi. Sonra bu karışım arduvaz
taşında iyice dövülür, fırınlanır, bân yağıyla yoğrulurdu. Tekrar baca üstünde
ûd ve kâfûr ile tütsülenirdi. Elde edilen macun kâfûr, belesân yağı dökülür,
misk ve elma suyu ile karıştırılırdı. Son olarak da Nâres bânı yağıyla eritilen
macun bu şekilde kullanılırdı[205].
Masûhat Esansları[206]
Bu esanslar
hamamlarda masaj yapmak için kullanılırdı. İçlerindeki hammaddelere göre
değişik isimler alan üç çeşidi bulunmaktaydı. Çok faydalı ve kaliteli olduğuna
inanılan ve kaliteli mesûha adını alan merhem, Hindistan ûdu, sumuuı,
Kalanın, Kiliniz felence , sandal, taze zenıeu , kakme , herneve , nesi in,
kırmızı gül karışımının iyice dövülüp, elenip, gül, za’ferân, bân ve zambak
yağıyla karıştırılmasından elde edilirdi. İçine üşnân katılarak yapılan merheme
üşnân mesûhâsı, darı kabuğundan yapılanına isfahbedî mesûhası
denirdi[207].
Genellikle
Müslümanlar tarafından düğünlerde kullanılan bir esans çeşididir. Farklı yapım
şekilleri olsa da en yaygın olanı şu şekilde elde edilirdi: Kırmızı gül,
kırmızı zamk, taze turunç ve yaş âs ağacı suyuyla karıştırılırdı. Üç gün
boyunca kust[208], ezfâr ve kuru sütle
bunurlaştırılırdı. Sonra güzel kokulu ceviz kabuğu, karanfil, kırmızı yaş zamk,
kâfûr suyu ve zambak yağı bir kapta kızartılırdı. Mescitte kullanılacağı zaman
bu karışıma bir miktar gül suyu dökülürdü. Duvarlara sürülmek istenirse arap
zamkıyla karıştırılıp sabah erkenden elle duvara sürülürdü[209].
Ortaçağ İslâm
dünyasında oldukça yaygın olarak kullanılan macun kıvamında yapılan parfüm
çeşitlerinden biri olan zerîrenin pek çok çeşidi vardı. Hindistan ve Kirman
zerîresi, nesrîn zerîresi, turunç zerîresi, lüfâhiye zerîresi, sandal zerîresi,
karma zerîresi ve misk zerîresi bunlardan bazılarıdır.
‘Abîr de denilen
misk zerîresi şu şekilde hazırlanıyordu: Misk, Hindistan ûdu ve amber
karıştırılır ve bir taş üzerinde iyice dövülürdü. Kurutulduktan sonra cam bir
kapta üstü kapalı bir şekilde muhafaza edilirdi[210].
Güllerin su buharı ile damıtılması ve buharlaşan
maddelerin soğutulmasıyla elde edilen kokulu sıvıya gül suyu denir. Gül suyunun
insanlar tarafından kullanımı oldukça eskilere dayanır. M.Ö. 3500 yıllarından
itibaren insanların güzel kokulu çiçeklerden parfüm elde etmek için bu bitkileri
belli bir süre suda bekletip sonra da süzerek sıvı parfümler yaptıkları
bilinmektedir [211].
Ölümsüzlük iksirini arayan simyacılar tarafından keşfedilen distilasyon
(damıtma)[212] yöntemi
M.S. 50’li yıllardan itibaren İskenderiye’de kullanılıyordu. Ortaçağın büyük
simyacılarından Câbir
Hayyân (Ö.200/815), minerallerin yanı sıra hayvansal ve
bitkisel maddelerin de damıtılması ile hayat iksirine ulaşılabileceğini iddia
etmiştir. Bu görüş çiçek suyu damıtmanın gelişmesine öncülük etmiş böylece
damıtma yöntemi oldukça geliştirilmiş ve çok miktarlarda çiçek kullanılarak
büyük oranda esans elde edilmesinin yolu açılmıştır[213].
Endülüslü âlim Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (ö. 404/1013), Kitâbü’t-Tasrîf li- men
acize ‘an et-Tasnîf isimli kitabının 28.makalesinin 3.bölümünde kendi döneminde
4 şekilde gül suyu damıtımı yapıldığından bahseder. Bu yöntemler:
şeklinde
sıralanmıştır.
Bunlardan ilki
en yaygın olarak uygulanan yöntemdir[214].
Zehrâvî, Endülüs’te gül suyu üretimi ile Irak’ta yapılan arasında büyük fark
olmadığını söyler ve Irak’ta hükümdarlar için su ve odun kullanılarak üretilen
gül suyu elde etme düzeneğini şöyle tarif eder: İçi su dolu bakır bir kazan,
üstünde imbikler[215] için açıklıklar olan tahta
bir kapakla kapatılır. Bu imbikler boynuzlu idiler ve camdan yapılmışlardı.
İmbiklerin içine taze gül yaprakları konulur. Odun ateşi yakılıp suyun
kaynaması sağlanır. Damıtma işlemi tamamlandıkça imbiklerin içindeki güller
alınıp yerine yeni güller konur. Üretilen gül suyu ise boynuzlardan şişelere
aktarılır[216]. Zehrâvî’nin susuz yöntemi
ise şöyledir: İki imbik boyu yükseklikte ve üstü sivri, havalandırma delikleri
olan bir fırının altına odun konulur, imbiklere gül yaprakları yerleştirildikten
sonra ateş yakılırdı. Fırın ısındıktan sonra gül suyu imbiklerin içine akmaya
başalardı. Damıtma işleminin sonuna kadar fırının kapakları hiç açılmazdı. Odun
yerine kömür tercih edilirse gül suyu daha keskin kokardı.”[217].
Hz.
Peygamber’in terinin kokusuna benzettikleri gül suyu, İslâm ümmeti için diğer
kokular arasında farklı bir yer edinmiştir. Mescitlerde, dini merasimlerde,
kandillerde, bayramlarda, ilim meclislerinde gül suyunun kullanımı adet haline
gelmiştir. Hatta gülâbdan adında gülsuyu şişeleri imal edilmiş, mevlid ve
sünnet törenlerinde kullanılmak üzere buhurdanla birlikte takım halinde bir
tepsi içinde çeşitli mekanlarda süs objesi olarak yerini almıştır[218]. Günümüzde daha çok gül yağı
üretiminin yan ürünü olarak elde edilen gül suyunun bir kilogramının üretimi
için yaklaşık 6000 güle ihtiyaç vardır.
Hurma
çiçeklerinin za’ferân, sandal, sukk, Hindistan ûdu, karanfil, ceviz, felence ve
kâküle ile dövülüp, ağzı sıkıca kapatılan cam bir kapta bir ay güneşte
bekletilmesiyle elde edilen hoş kokulu bir sıvı parfümdür[219].
Hindistan,
Yemen ve Siraftan getirilen kâfûr suyunun en kalitelisi, suyu keskin, siyah ve
hafif, kokusu kuvvetli olanıydı. Kâfûr suyu miktarca artırılmak istendiğinde
bir ölçüye yirmi ölçü su konulur, çalkalanıp mayalanması beklenirdi. bu işlem
üç kez daha yapıldığında 1 ölçü kâfûr suyundan 61 ölçü kâfûr suyu elde edilmiş
olurdu[220].
Çok çeşitleri
bulunan bu parfümün en iyi cinsi, gül suyu, za’ferân ve kâfûr karışımından elde
edileni idi. Bu hammaddelerin oranları za’ferân suyunun kalitesini belirliyordu[221].
Gül suyunun
üretiminin çok eski yıllara dayanmasına rağmen gül yağının 8. yüzyıldan
itibaren üretildiği düşünülmektedir[222].
Gülün damıtılması ve gülyağının eldesi ile ilgili konulardaki ilk ayrıntılı
bilgiyi İbn Haldun (1332-1406) vermektedir. 8. Ve 9. yüzyıllarda Çin ve
Hindistan’a kadar ulaşan gülsuyu ve gülyağı, güzel koku ve ilaç olarak
kullanılırdı. Özellikle o devirde İran, gülyağı üretiminde lider konumdaydı[223].
Ed-Dımeşkî
olarak tanınan Şeyhür-Rebve’nin (727/1327) tarif ettiği, gülleriyle ünlü olan
Şam civarında bir köy olan el-Mizze’de gül yağı üretiminin yapıldığı düzeneğin
20. yy’ın başına kadar Suriye’de kullanılmaya devam ettiği görülmektedir. Bu
düzenek 1,5 adam boyunda olup dışarı doğru vektörel olarak sıralanmış boynuzlu
imbiklerin arasındaki boşlukla bir çok kattan oluşuyordu. Bu imbikler
damıtılacak gül yapraklarıyla dolduruluyor ve alt tarafta kurulmuş bir külhanın[224] ortasında bulunan geçirgen
bir baca içerisinden yukarı doğru yükselen dumanda asılıyorlardı. Boynuzlu
imbiklere bağlı damıtılmış yağ için olan damıtma kapları, düzeneğin dış
duvarına sabitlenmiş ve tamamı bir dam ile örtülmüştü[225].
Bu düzenek yardımıyla üretilen nefis kokulu ve oldukça güzel renkli Mezze gül
yağı Hicaz, Yemen, Hindistan, Sind, Çin ve diğer ülkelere ihraç edilirdi[226].
Gül yağının
içeriğinde bulunan uçucu bileşik oran ve sayısı cinsine göre değişiklik arz
eder. Örneğin Türk gül yağında 68 uçucu bileşik tanımlanmıştır. Bunlardan
miktarca en çok olan maddelerden biri de güle has kokuyu veren fenil etanoldür
(fenil etil alkol, C8H10O). Ayrıca %0-5 arasında etil
alkol içerir[227].
Ortaçağda yağ
bazlı esansların merkezi İran’ın Şapur kentiydi. Bu şehirde çok sayıda bitkiden
kokulu yağ çıkarılmaktaydı. Bu durum diğer İslâm şehirlerinin de Şapur’la
rekabet etmesine yol açıyordu. Hatta İran’dan usta getirtip atölye ve
imalathaneler kuruyorlardı. Nitekim Iraklı attarlar kokuların en zarifi olan ve
geceleri koku yayan gül anlamına gelen hiyri esansını imal ettiler. Susam yağı,
hiyri yaprağı, amber ve gül suyu karışımından oluşan bu parfümün üretimi
yaklaşık üç ay sürüyordu[228].
Menekşe yağı
tıbbi ve esans yapımında olmak üzere iki gayeyle üretilirdi. Esans için
üretilecek olan öğütülmüş menekşe susam yağına konurdu. Bu şekilde çabuk
bozulması engellenmiş olurdu. Menekşe yağı hamamda masaj yağı olarak veya
mescitte halûk ve lahlaha esanslarıyla karıştırılarak kullanılabilirdi. İlaç
olarak ise bağırsak iltihaplarında, ateş düşürmede ve uykuyu düzene koymada
etkili idi[229].
Mısır’ın
Kahire şehrinin yakınındaki Bi’rü’l- Matariyye köyünde yetişen bir ağaç
türünden elde edilen bir yağ türüdür. Bu ağaçların sulandığı kuyu Hristiyanlar
tarafından kutsal kabul edilirdi ve onun suyuyla yıkanmaya gelirlerdi. Ayrıca
her yılın belli bir zamanında Mısır hükümdarları tarafından gönderilen bir
memurun gözetiminde bu ağacın yağı çıkarılır ve devlete teslim edilirdi.
Belesân yağı
esansını elde etmek için, belli ölçülerde limon suyu, çekirge yağı, belesân
çekirdeği, ûd, turunç kabuğu, besbâse[230]
, ceviz içi, turunç zarı ve kâfûr birbirine karıştırılırdı.
Çeşitli
şekillerde bu esansın sahtesini yapanlar olurdu. Bunu anlamak için bir damla
belesân yağı suya damlatılır, eğer yağ suyun altına iner de yavaş yavaş suyun
rengini değiştirirse bu belesân yağının hakiki olduğuna delalet ederdi[231].
Arapça bahûr
kelimesinden dilimize geçen buhur, yakıldığı zaman güzel koku yayan dumana
verilen genel bir isimdir. Antik çağlardan günümüze gerek günlük yaşantıda
gerekse dini ayinlerde oldukça fazla kullanıldığından özellikle Antik Çağ ve
Orta Çağ deniz ticaretinin baharattan sonraki en önemli ticaret metaı olmuştur[232].
Binlerce
yıldır kullanılmaya devam eden başlıca tütsü maddeleri ûd ağacı, sandal ağacı,
lâdin, günnük, şeker kamışı, tarçın, Çin tarçını, reçine, balzam,kurutulmuş
meyve kabukları, bazı böcek cinsleri ve kokulu topraktır[233].
Ûd ağacının en iyisi, Hindistan’ın Mendel şehrinde yetiştirilenidir. Bu ağaç ne
kadar sert, ne kadar güçlü kokuyorsa o ölçüde kıymetlidir[234].
Mabetlerde
duaların Allah katına, cenaze törenlerinde iyi ruhların cennete buhurlar
vasıtasıyla yükseleceğine inanılırdı. Temizlenmenin sınırlı olarak
yapılabildiği Arabistan gibi bölgelerde ise kötü kokuyu bastırmak için buhurun
oldukça çok tüketilmesi adeta bir zorunluluktu.
İslâmi
gelenekte ibadet ve duaları Allah’a ulaştırmak için mescitlerde buhur yakma
geleneğinin olmadığını söylemiştik. Ancak Hz. Ömer’in azatlısı Abdullah b. el-
Mücbir’in Hz. Ömer minbere oturduğu zaman buhur yaktığı ve bu sebeple buhur
yakıcı anlamına gelen el-Mücbir lakabını aldığı rivâyet edilir. Mâlik b.
Enes’in hadis dersleri sırasında odasında buhur yaktırdığı, Abbâsi Halifesi
Me’mun’un (813-833) sarayına gelen âlimlerin buhur yakılmış odalarda
bekletildikleri bilgisine göre buhurun kıymet verme göstergesi olduğu
söylenebilir. Bugün de bazı İslâm şehirlerinin eski çarşılarındaki dükkanlar
seyyar buhurdanlar ile ücret karşılığı tütsülendirilmektedir. Milattan önce 11.
yüzyıla uzanan bir süreç boyunca buhur üreticisi olan ülkelerin en önde
gelenlerinden olan Yemen bugün bile dış gelirlerinin yüzde onunu buhur
ihracatından sağlamaktadır[235].
Buhur, güzel
koku elde etmenin yanı sıra tıbbi gerekçelerle de kullanılmıştır. Bazı hastalıkların
tedavisinde dâhilî ve hâricî olarak kullanılabilen buhurun uyuşturucu ve
uyarıcı etkileri vardır[236].
HZ.
PEYGAMBER ZAMANINDA KULLANILAN GÜZEL KOKU DIŞINDAKİ KOZMETİK ÜRÜNLER
Hz. Peygamber
(sav)’in güzel kokuyu çok sevdiğini ve kullandığını Ashab-ı Kiram’a da güzel
koku kullanmaları yönünde teşvik edici beyanlarda bulunduğunu “İslâmiyette
Güzel Koku Kullanımı” bahsinde izah etmeye çalıştık. Ancak o devirde kişisel
bakımla ilgili olarak yalnızca güzel koku kullanılmadığı, saç, diş ve cilt
bakımıyla ilgili farklı uygulamalar da yapıldığı görülmektedir.
Arabistan
kirazı da denen Arabistan yarımadasında yetişen ve sabun gibi temizleme
özelliği bulunan yaprakları ve meyveleri toplanarak kurutulan bir ağaç türüdür.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hanımlara hayızdan temizlenme
sırasında sidr ile yıkanmayı tavsiye etmiştir[237].
Türkçe’de
sabunotu olarak bilinen tuzlu topraklarda yetişen bir bitki türüdür. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ihrama girmeden evvel saçını üşnan
ile yıkadığına dair bir rivâyet vardır[238].
Çeşitli
renklerde çiçekleri olan, tüylü ve geniş yapraklı ve güzel kokulu bir bitkidir.
Yazın açan çiçekleri, sonbaharda ise kökleri toplanıp kurutulur. Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) saçlarını hatmi ile yıkamıştır[239].
Mersin[240]
hem güzel kokusu hem de antibakteriyal özellikleri dolayısıyla eskiden beri
saç bakımı için kullanılmaktadır. Mersin bitkisi, yaz kış yeşil yapraklı
kalabilen, beyaz çiçekler açan, boyu üç metreye kadar ulaşabilen bir ağaç
türüdür. Hz. Âişe’nin hanımlara yıkanırken mersin bitkisini kullanmalarını
tavsiye ettiği rivâyet edilmiştir[241].
Câhiliyye
döneminde Mekkeli kadınların saç temizliğinde balçıktan yararlanıldığı, en iyi
balçığın yağmur yağdıktan sonra temizlenip yumuşamış olan topraktan elde
edildiğine dair rivâyetler olmasına rağmen Hz. Peygamber döneminde
kullanıldığına dair bir rivâyete rastlanmamıştır[242].
Bu maddelerin
saç bakımında ne şekilde kullanıldığına dair ayrıntılı bilgilere pek
rastlanmaz. Ancak bu bitkilerin yalnız yıkanırken değil saçı tararken yumuşatmak
ve taranmayı kolaylaştırmak için kullanıldığını söylemek mümkündür[243].
Ortalama ömrü
300- 400 sene olan ve Akdeniz ülkelerinde yetişen zeytin ağacının meyvelerinin
sıkılmasıyla elde edilen zeytinyağı çok eski zamanlardan beri saçı ve cildi
besleyici özellikleri, saçta kepeği ve dökülmeyi önleme gibi nedenlerle
kullanılmaktadır. Hz. Peygamber döneminde de kadınların dağınıklığını gidermek
amacıyla saçlarına zeytinyağı sürdüklerine dair rivâyetler vardır.[244] Hem saçı beslemek hem de
güzel kokmasını temin etmek gayesiyle zambak yağı da sık kullanılan yağlar
arasındaydı[245].
Saçı beslemek
gayesiyle kullanılan malzemelerden biri de şaraptı. Ancak hamr yasağı geldikten
sonra saç bakımı için kullanılmasının uygun görülmediğine dair rivâyetler
vardır[246].
Saçları
beslemek, dağınık görünümünü engellemek ve bitlerden korunmak amacıyla bal
kullanılırdı[247].
Saçları
boyamak için kızıl renk veren kına, koyu tonların elde edildiği ketem, siyah
renk veren vesme ve beşâm, sarı renk veren vers gibi bitkilerden yararlanıldığı
bize ulaşan rivâyetlerden anlaşılmaktadır[248].
B. CİLT, DİŞ, EL ve AYAK BAKIMI
Cilt
Bakımı ve Makyaj Malzemeleri
Câhiliyye
Arapları yıpranmış deriyi soymak amacıyla bugün kimyasal peeling[249] adı verilen bir yöntem uygularlardı.
Cildin rengini açmak, daha berrak renkli bir ten elde etmek, yüzdeki kıllardan
kurtulmak için beyaz kurşun ve süsen içerdiği düşünülen kâşur adındaki bir
malzeme yüze sürülürdü. Oldukça acı veren bir yöntem olan bu uygulamayı Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yasaklamıştır. Cilde herhangi bir
zararının olmaması aksine yumuşatma ve besleme özellikleri olan süt ve hurma
gibi maddelerden yapılan karışımlarla yapılan cilt bakımı ise devam etmiştir[250].
Makyaj
Malzemeleri: Bugünkü çeşitlilikte olmasa da Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) döneminde de kadınların yüzlerini ve gözlerini boyamak için
çeşitli malzemeler kullandıkları görülmektedir. Mesela halûk, hem parfüm hem de
pembemsi sarı renk vermesi sebebiyle allık olarak kullanılırdı. Yüzdeki kırmızı
renkli lekelerin üzerine sarı renkteki vers boyası sürülürdü. Hurma, süt, vers,
safran ve güzel kokuların karışımından meydana gelen gumne hem cildi yumuşatmak
hem de renklendirmek amacıyla özellikle gelinler tarafından kullanılırdı. Göz
makyajı için sürmenin kullanımı oldukça yaygındı. Sürme güzelleşmenin yanı sıra
sağlık amacıyla da kullanılırdı. Farklı çeşitleri olan sürmenin antimon ya da
kurşun madenlerinin öğütülmesinden elde edilen cinsine ismiddi adı
verilirdi. Sarısabır, ûd ağacı gibi bazı bitkilerin uçlarındaki yaprakların kesilip
sıkılarak özütü çıkarılır, bu özüt güneşte bekletilerek veya ateşte ısıtılarak
yoğunlaştırılır ve siyah renkli, katı bir madde elde edilirdi. Sürme olarak
kullanılan bu maddeye sabır adı verilirdi. Sanevber adındaki bir çam
ağacının kozalak, yaprak ya da çiçeklerinin damıtılmasıyla elde edilen hudad
isimli sürme çeşidi ise göz tedavisinde de kullanılırdı. Hudadın içine sarı
renk veren vers de katıldığı için ihramlı iken kullanılamayacağına dair
görüşler bulunmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her bir gözüne
üçer kez sürme çekerdi[251].
Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinde erak (misvakağacı), dırv (akız,
menengiç), utum (kaya ıhlamuru) gibi ağaçların yaş dalları ağızda yumuşatılmak
suretiyle elde edilen misvaklar, dişlerin temizliği için kullanılırdı. Cahiliye
döneminde güzelleşmek gayesiyle dişlerin törpülenmesi, aralarının açılması ve
dişetlerinin çeşitli şekillerde kazınarak sürme ile boyanması adetleri Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından hoş görülmemesi nedeniyle
zamanla terk edilmiştir[252].
Saçları
boyamak için kullanılan boyalar el ve ayakların boyanmasında da kullanılırdı. O
dönemin yaygın bir uygulaması olan el ve ayakların desenli boyanması dövmeyi
çağrıştırdığı için hoş karşılanmamıştır. Ancak kınanın elleri yumuşatma
özelliği olduğundan dolayı desensiz bir şekilde boyanması Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) tarafından dönemin kadın sahâbîlerine tavsiye edilmiştir[253].
KOZMETİK
ÜRÜNLERİN FIKHÎ TAHLİLİ
KOZMETİKLERİN
FIKIH SİSTEMİNDEKİ YERİ
Fıkhî
hükümlerin ibâdât, muâmelât ve ukûbat şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutulduğu
bilinmektedir. Bu üçlü taksimde, kozmetiği ilgilendiren hükümlerin ekserisi
ibâdât konuları arasında yer almaktadır. Kozmetikle ilgili konuların az bir
kısmı da muâmelât bahsinde geçmektedir. Ancak kozmetikle ilgili konular fıkıh
kitaplarında müstakil ve özel başlıklar altında incelenmemiştir. Fıkıh
kitaplarının baş taraflarında yer alan tahâret bölümünde necis maddeler,
necâsetten tahâret gibi konular incelenirken kozmetiklerden de dolaylı olarak
bahsedilmektedir. Suyun, derinin altına nüfûz etmesi, abdestin sahih olmasının
şartlarından biridir[254]. Dolayısıyla abdest alırken
abdest uzuvlarında olup suyun deriye nüfûz etmesini engelleyecek makyaj
maddesinin bulunmaması gerekir. Yine namazın şartlarından birinin necâsetten
tahâret olduğu bilinir. Buna göre namazın sıhhatine mani olacak dinen necis/pis
sayılan bir maddenin insan vücudunda veya elbisesinde bulunmamasına özen
gösterilir. Fıkıh kitaplarının baş taraflarında yer alan tahâret bölümünde
necis maddeler, necâsetten tahâret gibi konular incelenirken kozmetiklerden de
dolaylı olarak bahsedilmektedir. Suyun, derinin altına nüfûz etmesi, abdestin
sahih olmasının şartlarından biridir[255].
Dolayısıyla abdest alırken abdest uzuvlarında olup suyun deriye nüfûz etmesini
engelleyecek makyaj maddesinin bulunmaması gerekir. Yine namazın şartlarından
birinin necâsetten tahâret olduğu bilinir. Buna göre namazın sıhhatine mani
olacak dinen necis/pis sayılan bir maddenin insan vücudunda veya elbisesinde
bulunmamasına özen gösterilir. Cenaze namazı bahsinde cenazaye uygulanacak
güzel kokular zikredilir. Ayrıca fıkıh literatüründe cuma, bayram günlerinde
süslenme ile ilgili konulara geniş şekilde yer verilir. Bayramlara önceden
hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi,
dişlerin misvaklanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması menduptur[256]. Yine cuma namazına giderken,
her çeşit toplantılara katılırken temiz elbiseler giyilmesi, güzel kokular
sürülmesi tavsiye edilmiştir[257].
Bir takım
ölçüler dahilinde koku sürünmek her zaman teşvik edilmiş, hatta ric‘î talâkla
boşanan kadının evliliği devam ettirmek amacıyla iddet süresi içinde boşandığı
eşi için süslenmesi de müstehap sayılmıştır. Bununla birlikte fıkhın nikâh
bahsinde kocası ölen kadının iddet müddetince süslenmesinin ve parfüm
kullanmasının câiz olmadığı vurgulanmıştır. Yine fıkıh kitaplarının hac
bahsinde ihramlı iken sürülmesi yasak olan kokular geniş bir şekilde
anlatılmıştır. Bu bahiste güzel kokulu maddelerin isimleri de verilmiştir[258]. İhramlı iken tıraş olmak,
tırnak kesmek, makyaj yapmak, koku sürünmek gibi vücut bakımıyla ilgili
davranışlar yasaklanmıştır. Bu yasakların ihlâli durumunda ise belirli cezalar
getirilmiştir. Ancak sabunla veya sabunsuz yıkanmak, haram olduğunu bilmeden, unutarak,
zorlanarak koku kullanmak ceza kapsamı dışında bırakılmıştır. Kokusuz sürme
çekmek ise Mâlikîler’in dışındaki mezheplere göre câiz görülmektedir. Öte
yandan Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde bir ayırım yapılmaksızın ihram
süresince her türlü koku kullanımı yasak iken Mâlikî mezhebinde rengi ve kokusu
kalıcı olan misk, za‘feran ve kâfûr gibi kokuların aksine gül, yasemin ve
reyhan gibi sadece kokusu duyulan fakat rengi görülmeyenlerin kullanılması câiz
görülür. Ayrıca giyilmeden ya da ihrama girmeden önce koku sürülmüş veya koku
sinmiş ihram elbisesini giymek Hanefî ve Mâlikî mezheplerinde câiz görülmezken
Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre câizdir[259].
İhram yasaklarının ihlâli fıkıh literatüründe “cinâyet” diye adlandırılmış,
müeyyide olarak bedenî ve malî bazı mükellefiyetler öngörülmüştür. İhram
yasaklarının ihlâli, yasağın ve ihlâlin ağırlık derecesine göre hac veya
umrenin fâsid olması ve kazâsının gerekmesi, büyük baş hayvan (bedene) yahut
koyun veya keçi (dem) kesme, fıtır sadakası (fidye) kadar bağışta bulunma,
bedelini ödeme, sadaka verme, oruç tutma gibi farklı sonuçlar doğurur. İhram
yasaklarının bilgisizlik, yanılma, unutma gibi mazeretlerden dolayı çiğnenmesi
uhrevî sorumluluğu kaldırabilirse de bu cezaları düşürmez. Ancak hastalık gibi
haklı mazeretlerin bulunması veya ihlâlin başkasının fiilinden kaynaklanması
gibi gayri iradî olması halinde ilgili şahsa kurban kesme, fidye ödeme veya
oruç tutma arasında seçim hakkı tanınır[260].
Fıkıh
kitaplarının eşribe (içecekler) ve et’‘ime (yiyecekler) bölümlerinde dolaylı
bir şekilde kozmetiklere de temas ediler. Mesela fıkıh kitaplarında müskir
içeceklerden bahsedilirken şarapla saçları tarayıp güzelleştirmenin mekruh
olduğu zikredilir [261] . Buna karşılık fildişinden
yapılmış tarak, bilezik gibi aletlerin kullanılmasında bir sakınca bulunmadığı
ifade edilir[262]. Yine eşribe bahsinde hamr
içine süsen denen reyhan (güzel kokulu bir bitki) koyup kaynatarak güzel kokulu
bir hale getirilen hamrın parfüm olarak kullanılmasının hoş karşılanmadığı
vurgulanır[263]. Ancak Rebî‘atü’r-Re’y, Leys
b. Sa’d, Müzenî, Dâvûd ez-Zâhirî gibi bazı fıkıh bilginlerinin hamrın necis
olmadığı görüşünde olduklarını da hatırlamak gerekir. Bu konuda ileride bilgi
verilecektir.
Fıkhın
muâmelât bölümünde kozmetik ürünlerin satışıyla, zekâtıyla ilgili uyulması
gereken kurallardan bahsedilir[264]. Fıkhın literatürününün bir
nevini oluşturan hisbe kitaplarında da koku satıcılarının halka zararlı
maddeleri satmamaları için onları denetlemenin önemine vurgu yapılır. Fıkıh
literatürünün el-İstihsân ve’l-kerâhiye bölümlerinde ise kişinin bedeninin
güzelleşmesi için yapacağı davranışların hangilerinin helal, hangilerinin haram
veya mekruh olduğu belirtilir. Mesela, süslenme, saç boyama, tırnak kesme,
dişleri misvaklama, koku sürünme gibi[265].
Bu hususlar aşağıda kısaca açıklanacaktır.
Kişinin
süslerden ve zarafet kazandırıcı maddî-mânevî unsurlardan yararlanarak kendini
daha güzel ve hoş duruma getirmesini ifade eden süslenme Arapça’da tezeyyün ve
tecemmül kelimeleriyle karşılanır. Fakihler, âyet ve hadislerde ziynete
yapılan olumlu atıflardan süslenmenin ilke bakımından kadın ve erkek için câiz
olduğu, hatta teşvik edildiği anlamını çıkarmış, ancak bunun sınırları ve
istisnaları bulunduğuna dikkat çekmiştir. Öncelikle, “Kim bir kavme benzemeye
çalışırsa o onlardandır” [266] hadisindeki uyarı sebebiyle
bir müslümanın müslüman olmayanların sembolü (şiâr) haline gelmiş şeylerle
süslenmesi câiz görülmemiş, meselâ erkeklerin sadece enselerini tıraş
etmelerinin Mecûsîler’e benzeme anlamı taşıdığı durumlarda bu fiil mekruh
sayılmıştır[267].
Fakihler saç
sakal bakımı, kadın ve erkeğin saçını boyaması vb. konularda da bazı kurallar
belirlemiştir[268]. Sürme çekme kadınlara ait
bir süslenme şekli olmakla birlikte göz sağlığını koruma gibi nedenlerle
erkekler için de câiz görülmüştür. Genel olarak fıtratı bozma niteliğindeki
süslenmeler haram veya mekruh, bozulan yaratılışı düzeltme amacıyla yapılan
veya fıtrata uygun olan süslenme ve vücuda müdahalede bulunma câiz görülmüştür.
Ancak güzelleşmek için boya maddesiyle cilt üzerinde dövme gibi kalıcı şekiller
yaptırma, saça saç ekleme, kaşları kökünden yolma, dişleri seyreltmek amacıyla
törpüleme gibi süslenmeler fıtratı bozma anlamına geleceği için Resûl-i Ekrem
tarafından yasaklanmıştır[269]. “Kadınlar için yüzlerinde
biten sakal ve bıyık benzeri tüylerin yolunması, kaşlar arasındaki tüylerin
alınması, uzayan kaşların ucunun makasla kırpılması ve normalde kıl bitmeyen
yerlerdeki kılların temizlenmesi ve erkekler için kaşlarının uzayan uçlarından
alınması câiz görülmüştür... Kına vb. boyalarla el ve ayak gibi organları
boyamak Hz. Peygamber döneminde bilinen bir süslenme türü olup erkek ve kadın
için câiz görülmüştür. Tırnakların uzatılması ve süslenmesi hususunda çağdaş
bilginlerce genellikle temizliğe ve fıtrata aykırı, dinî temizliğe engel oluşturacak
uygulamalardan kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmekte, zararlı olmaması ve
ihtiyaç duyulması halinde lens kullanılabileceği belirtilmektedir. Herhangi bir
sebeple bozulan fıtratı düzeltme ve tedavi amaçlı operasyonların izlerinin
kalmaması için yapılan estetik ameliyatlar câiz, hatta müstehap sayılırken
sadece estetik amaçlı ameliyatlar câiz görülmemiştir”[270].
KOZMETİKLERLE İLGİLİ BAZI FIKHÎ KAVRAMLAR
Kozmetik
ürünlerde kullanılabilen alkol, hayvanlardan elde edilen kollajen, sperm,
plasenta gibi hammaddelerin İslâm dinine göre ibadete engel teşkil etme durumu
söz konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyette ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sünnetinde müslümanların bedenlerini, giysilerini, evlerini
ve ruhlarını temiz tutmaları gerektiği yönünde vurgu yapılmıştır[271] [272].
Hatta kişinin namaz ibadetinin ön şartlarından biri de maddi ve hükmî
pisliklerden temizlenmedir.
Fıkıhta
tahâret başlığı altında dinen pis/necis sayılan maddelerden, bu maddelerin
pislik derecelerinden ve pislik ölçülerinden bahsedilir. Fıkıh âlimleri
tahâreti, hakîkî ve hükmî pisliklerden arınma olarak tanımlamışlardır.
Görülebilen veya görülemeyen ve dinen necis kabul edilen pisliklerin beden,
elbise ve ibadet mekânından uzaklaştırılması için necâsetten tahâret, abdest ve
gusül almak suretiyle cünüplük, hayız, nifas gibi hükmî kirlerden arınmak için
ise hadesten tahâret terimleri kullanılmaktadır.
İslâm’da
istisnalar dışında her şey tâhir/temizdir. Fıkhî terim olarak maddi pislik için
necâset, pis olan madde için necis kelimeleri kullanılır. Necis
maddeler, akıcı olup olmama yönüyle katı (câmid) ve akıcı (mâyi) necâset;
kuruduktan sonra görülüp görülmeme yönüyle görülebilen necâset
(en-necâsetü’l-mer’iyye) veya görülemeyen necâset (en-necâsetü gayrü mer’iyye);
namazda göz ardı edilebilen miktar ve niteliği açısından hafif necâset
(en-necâsetü’l-hafîfe) ve ağır necâset (en-necâsetü’l- galîza) olarak çeşitli
gruplara ayrılabilir. İslâmî kurallara göre kesilmemiş ve ölü hayvanların
(meyte) etleri, kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insanın idrarı, dışkısı,
ağız dolusu kusmuğu, yenmesi haram olan hayvanların eti, idrarı ve dışkısı
dinen ittifakla necis sayılır 270.
Namaz bahsinde dinen necis veya tâhir olan bir maddeden kasıt onun namaz
ibadetine mani teşkil edip etmemesidir. Bir maddenin ibadetler bakımından temiz
sayılması, onun yiyilip içilmesinin helâl olduğu anlamına gelmez. Nitekim zehir
ihtiva eden bir madde dinen ve fıkhen temiz sayıldığı için elbiseye bulaşsa da
onu pisletmez ama bu maddenin tüketilmesi insan sağlığına zarar vereceğinden
haramdır[273].
Bir halden
başka bir başka hale dönüşme olarak tanımlanabilecek istihâle kavramı kimya
ilminde fiziksel ve kimyasal değişimin gerçekleştiği reaksiyonlar başlığı
altında yer bulabilir. Genel olarak istihâle, temel yapısı değişikliğe uğrayan
bir maddenin, öncekinden farklı isim, sıfat ve özelliklere sahip olan başka bir
maddeye dönüşmesi olarak tarif edilebilir[274].
Bu şekilde dinen necis sayılan bir madde temiz hale, temiz bir madde ise necis
hale dönüşmüş olur. Örneğin dinen temiz kabul edilen üzüm suyundan necis
sayılan şarap, şaraptan ise yine dinen temiz görülen sirke elde edilir.
Fıkıh
kitaplarında istihâlenin tanımı üzerinde durulmamış, daha çok istihâle ile
ilgili misallerle ilgilenilmiştir. Bazen de sadece tagayyür/değişme manasında
da kullanıldığı olmuştur[275].
İstihâle
kavramını anlayabilmek için fiziksel ve kimyasal olayların nasıl gerçekleştiği
ile ilgili kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır. Boşlukta yer kaplayan
(hacim) ve kütlesi olan her şeye madde denir. Maddelerin en küçük yapı taşları
atomlardır. 92’si doğada olmak üzere geri kalanı laboratuar koşullarında
üretilen 118 çeşit atom bulunmaktadır. Yeryüzünde bulunan bütün varlıklar bu
atomların bir araya gelmesiyle oluşur. Örneğin dünyanın dörtte üçünü oluşturan
su, bir Hidrojen ve iki Oksijen atomunun bir araya gelmesiyle oluşur. Kimyasal
formülü H2O olarak
gösterilir. Suyu oluşturan Hidrojen ve Oksijen birbirinden tamamen farklı birer
atom iken biraraya gelerek oluşturdukları su ise çok farklı özellikler gösteren
bambaşka bir maddedir. Hidrojen kokusuz, renksiz, yanıcı bir gaz, Oksijen
kokusuz, renksiz ve yanıcı bir gazdır. Bu iki gaz bir araya gelerek renksiz,
kokusuz, sıvı, katı ve gaz halde bulunabilen suyu meydana getirir. İki hidrojen
ve iki oksijenin reaksiyonundan meydana gelen hidrojen peroksit (H2O2)
ise tekstil, temizlik, kozmetik alanlarda ağartıcı olarak kullanılan tahriş
edici bir sıvıdır. İnsanlar tarafından oldukça çok kullanılan sofra tuzunun
kimyasal formülü NaCl olarak yazılır ve sodyum klorür olarak okunur. Gümüş
renginde yumuşak ve kaygan bir metal olan sodyum (Na), sarı renkli, zehirli bir
gaz olan Klor (Cl) reaksiyona girerek beyaz renkli, kristal yapıdaki sofra tuzu
(NaCl) meydana getirir. Örneklerden anlaşılacağı üzere çok farklı özellikleri
haiz atomlar bir araya gelerek farklı özellikleri taşıyan maddeleri
oluştururlar.
Kimyada bir
maddenin fiziksel yapısının değişip kimyasal özelliklerinin aynı kaldığı
değişimlere fiziksel reaksiyon (donma, erime, buharlaşma gibi), kimyasal
özelliklerinin değişip farklı maddelerin oluştuğu reaksiyonlara ise kimyasal
reaksiyon (yanma, paslanma, ekşime, çürüme, mayalanma gibi) denir. Suyun
buharlaşması, donması fiziksel birer reaksiyon olup kimyasal yapısında herhangi
bir değişme meydana gelmez. Su elektrik enerjisi ile ayrıştırma işlemine tabi
tutulduğunda (elektroliz) kendisini meydana getiren hidrojen ve oksijen
atomlarına ayrılır. Burada kimyasal reaksiyon meydana gelir. Sudan farklı
özellik gösteren iki ayrı madde oluşur[276].
Fıkıh
kitaplarında istihâle başlığı altında örnekleri verilen değişim olaylarına
bakıldığında hem fiziksel hem de kimyasal reaksiyonların varlığından söz
edilebilir. 2011 yılında gerçekleştirilen 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresine katılan bilim adamları[277]
sundukları tebliğlerde ve müzakerelerde fıkıh literatüründeki örneklerden
hareketle istihâleyi gerçekleştiren faktörler arasında şunları sıralamışlardır[278]:
Yakma veya
yanma (tam oksidasyon): Necis olan bir şey kül haline gelinceye kadar yanarak
istihâle gerçekleşmiş olur. Necis bulaşmış bir odun parçasının veya tezeğin
yakılması gibi.
Bir Maddenin İçine Düştüğü Diğer Maddenin Bir Parçası
Haline Gelmesi ve O Maddeye Dönüşmesi: Bir domuz veya eşeğin tuz gölüne düşüp
tuz olması gibi.
Taşlaşma (Mineralizasyon): Mesela, ölmüş bir hayvanın
zamanla doğal etkilerle çürüyüp taşlaşması yani toprak haline gelmesi.
Kendiliğinden Dönüşüm: Mayalanma (fermantasyon) yoluyla
üzüm ve diğer meyve sularının sarhoşluk verici maddeye/şaraba dönüşmesi, daha
sonra farklı bir fermantasyon ile şarabın sirkeye dönüşümü gibi.
Kaynaklarda
necisi temiz yapmayan istihale örnekleri şunlardır[279]:
Bir şıra veya şarap içine herhangi bir pislik düşüp
dağıldıktan sonra sirke yapılmakla temizlenmiş olmaz. Bunların içine fare
düşmesi de aynıdır.
Yine pis olan bir sütten peynir yapılmakla veya pis bir
buğday öğütülmekle veya unundan ekmek yapmakla, kirlenmiş bir susamdan yağ
çıkarmakla temizlenmiş olmazlar. Çünkü bu durumlarda hal değişikliği
gerçekleşmez.
Ateşte
kızartmak, öğütmek ve parçalara ayırmak, şekil ve mekan değişikliği yapmakla
istihale gerçekleşmiş olmaz. Ancak bir madde kendisini oluşturan küçük
parçalara ayrışıp bu küçük parçalardan yeniden başka özellikte bir madde elde
edildiğinde hem oluşan küçük parçalar, hem de bu parçaların kullanılmasıyla
oluşan yeni maddeler istihaleye uğramış olarak kabul edilmektedir. Burada
önemli olan nokta parçalanmanın hangi boyutta olduğu bilgisidir. Fıkıh
kitaplarında daha çok gözlem yoluyla gerçekleştiği düşünülen istihale
örneklerinden yola çıkılarak bugünkü bilimsel bilgiler ışığında parçalanma
düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. Proteinlerin aminoasitlere,
trigliseritlerin gliserol ve yağ asitlerine kadar parçalanması istihale için
yeterli bulunurken, kollajen proteininden elde edilen jelatinde ise aminoasit
dizesi büyük oranda koruduğundan istihalenin tam olarak gerçekleşmediği
görülmüştür. Bir aminoasit temel yapı taşı olarak bitkide, hayvanda ve insanda
bulunabilir ve kaynağının nereden geldiği bilinemez. Ancak kollajen proteini
her canlıda farklılık arz eder ve bu molekül analiz edildiğinde hangi kaynaktan
elde edildiği bulunabilir.
Fiziksel Reaksiyon Yoluyla Gerçekleşen
İstihâle Örneği:
Şarabın
İçine Düşen Buğday: İmam Muhammed’e göre hamrı emen buğday yıkamakla
temizlenmez. Ona göre yıkamakla buğdayın yüzeyindeki necaset gitse de emilen
kısım sıkmakla dışarı çıkar. Buğdayın ise sıkılması söz konusu olamaz[280]. Ancak Ebû Yûsuf’a göre
buğday taneleri şarabın içine düştüğü zaman her seferinde kurutmak kaydıyla üç
kez yıkamakla buğday temizlenmiş sayılır[281].
Bu işlem sonunda şarabın tadı ve kokusu kalmamışsa buğdayın temizlendiği
yargısına varılır. Buharlaşmanın istihâle kavramı içinde değerlendirilip
değerlendirilemeyeceği ülkemizde gerçekleştirilen bazı çalıştaylarda bilim
adamları tarafından tartışılmış ve helal ve temiz kılıcı olduğu kanaatine
varılmıştır[282].
Kimyasal Reaksiyon Yoluyla Gerçekleşen
İstihâle Örneği:
Şarabın
Sirkeye Dönüşmesi: Alkollü içkilerin içindeki etil alkol oksijenli ortamda
asetik alkole dönüşür. Dolayısıyla içki sirkeye dönmüş olur. Şarabın
kendiliğinden sirkeye dönmesi durumunda bu sirkenin tüketilmesinin helalliği
konusunda fukaha ittifak etmiştir. Ancak insan eliyle şaraptan dönüştürülmüş
sirkenin içilmesi hususu ihtilaflıdır. Buna göre Hanefî mezhebi, İmam Mâlik,
Evzâî, Leys b. Sa‘d ve bir kavle göre Ahmed b. Hanbel câiz görürken; Şâfiî ve
Zâhirî mezhepleri ve meşhur olan görüşüne göre Hanbelî mezhebi câiz görmemiştir[283].
Bu konuyu daha
iyi anlayabilmek için içilmesi âyetle yasaklanan hamr (şarap), hamra müskir
özelliğini veren etil alkolün kimyasal yapısı ve fıkıh kitaplarında geçen diğer
içecekler üzerinde ayrıntılı olarak durmak faydalı olacaktır.
Sözlükte yok
olma, bir şeyi bitirme, helak olma ve infak etme anlamlarına gelen istihlâk;
fıkıhta yenilmesi, içilmesi haram kılınmış ya da dinen necis sayılan az
miktardaki maddenin, büyük miktardaki helal ve temiz olan diğer bir maddeyle
karışması ve onun içinde dağılması sonucu maddenin varlığını sürdürmesine
rağmen, tat, koku ve renk gibi özellikleri ve sıfatlarının hissedilmeyecek
oranda kaybolması demektir. Bu şekilde meydana gelen karışım bu maddelerden
dinen haramlığı ve necis olma özelliğini kaldırır. Çünkü onlar, içine
karıştıkları maddenin içinde tat, koku ve renk itibariyle ayırt edilemez bir
hale gelirler[284]. Fıkıh kitaplarında istihlâk
konusuna müstakil bir başlık ayrılmamış, necâset, büyük ve küçük havuzlarla
ilgili hükümler, artıklar, kuyular bahsi, süt emzirme, yemin ve içki içme haddi
gibi bablarda bu konuya yer verilmiştir[285].
İslâm Tıp Bilimleri Örgütü, 1995 yılında Kuveyt’te 8. ve 1997 yılında
Dârulbeyzâ/Kazablanka’daki 9.’su düzenlenen toplantıda aldığı kararlar ile nadir
olan yok hükmündedir, eşyada aslolan ibahadır, haramlık ve necis olmak ise
arızidir gibi genel kurallara dayalı olarak aslı itibariyle temiz ve helal
olan bir madde arızi bir sebepten dolayı haram olma özelliği kazanmışsa, yapısı
itibariyle necis sayılamayacağı kanaatine varmıştır[286].
İstihâle ve
istihlâk kavramlarının karıştırıldığı görülmektedir. İstihâlede kimyasal
dönüşüm veya buharlaşma gibi fiziksel bir olay gerçekleşir. İstihlâkta ise bir
karışım söz konusudur, herhangi bir dönüşüm yoktur. Karışımdaki bütün maddeler
özelliklerini korumaya devam etse de fazla olan maddenin özellikleri baskındır[287]. İbn Teymiyye, İbn Hazm, İbn
Kayyım el-Cevziyye ve günümüz bazı araştırmacıları istihlâkın istihâlenin bir
çeşidi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre her iki durumda da necis ve haram
maddelerin temiz ve helal maddelere dönüştüğünü düşünmüşlerdir[288].
Daha önce de
bahsettiğimiz gibi kimi gıda ve kozmetik ürünlerin içinde çeşitli sebeplerden
dolayı alkol kullanılmaktadır. Özellikle muasır fıkıh bilginleri bu ürünlerle
ilgili istihlâk ilkesinden yola çıkarak içine konan alkolün azlığı ve çokluğu
üzerinden hükümler vermektedirler[289].
1995‘te
Kuveyt’te düzenlenen kongrede, hamrın necasetinin manevi olduğu gerekçe
gösterilerek alkolün dezenfekte ve kozmetik sanayi ürünleri imalatında çözücü
madde olarak kullanılmasında bir beis olmadığı kabul edilmiştir[290].
Arapça’da
içecek anlamına gelen şarâbın çoğulu olarak eşribe kelimesi kullanılır ve fıkıh
kitaplarında bu başlık altında genellikle müskir (sarhoşluk veren) hale gelen
içeceklerden bahsedilir. Bir içeceğin müskir hale gelmesinin nedeni içinde etil
alkol oluşmasından kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler!
Hamr/şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, hamr/içki ve
kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve
namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” ayet-i
kerimesi ile hamr yasaklanmıştır[291].
Kumar, put ve şans okları ile birlikte hamrın birer rics (pislik)
olduğu belirtildiğinden bu maddelerin dinen necis olup olmamaları konusunda
fukaha muhtelif görüş beyan etmiştir. Buradan hareketle etil alkolün necis olup
olmamasına yönelik görüşlerin daha iyi anlaşılabilmesi için eşribe bahsine
değinmek yararlı olacaktır.
Arapça’da hamr
kelimesi masdar olarak örtmek, gizlemek, şarap içirmek, mayalamak gibi
anlamlara geldiği gibi isim olarak da daha çok üzümden yapılan şarap için
kullanılır. Arapça’da şarâb kelimesinin çoğulu olan “eşribe” de sarhoş etsin
veya etmesin içilecek içkileri ifade etmek üzere kullanılır. Ancak fıkıh
literatüründe eşribe kelimesi ile daha çok sarhoş eden içkiler kasdedilir.
Yenilmesi veya içilmesiyle insana sarhoşluk veren şeye de müskir (çoğulu
müskirât) denir. Arap toplumu içkiye son derece düşkündü ve bu toplumda
alışkanlık halinde çokça içki tüketiliyordu. “Araplar eskiliği, tazeliği, çabuk
sarhoş etmesi, rengi, yapıldığı malzeme, üretildiği yer ve saklandığı kaba göre
içkilere değişik adlar takmışlardır. Araplar üzüm, hurma, arpa, buğday, mısır
ve baldan içki üretmiş ve kullanmışlardır. Arapça’daki içkiyle alâkalı
kelimelerin bir kısmı ticarî ilişkiler sonucu Farsça, Yunanca ve Süryânîce’den
alınmıştır. İçkiler yapıldıkları malzemeye göre halîtân, sahbâ, sekr, kındîd,
nebîz, bit‘u, ci‘a, sükürke, mizr, fadîh gibi isimler almaktadır. Medineliler’in
kullandığı fadîh, genellikle hurmanın koruk (büsr) veya olgunlaşmaya başlamışı
ile (zehv) kurusu (temr) yahut hurma ile üzüm karıştırılarak yapılırdı. Mizr
daha çok Yemenliler’in arpa, mısır gibi tahıllardan elde ettikleri bir içki
türüydü. Araplar çok değer verdikleri kaliteli şaraba rahîk demişlerdir”[292].
FIKIH LİTERATÜRÜNDE İSİMLERİ GEÇEN İÇKİLER
Fıkıh
kitaplarında sarhoşluk veren içecekler ve bunlarla ilgili ihtilaflar
“kitâbu’l-eşribe” başlığı altında ele alınmıştır. “Eşribe”, sarhoş etsin veya
etmesin içilecek şey manasındaki “şarâb” kelimesinin çoğuludur. Terim olarak
ise “eşribe” sarhoş eden (müskir) sıvılara/içeceklere verilen addır. Fıkıh
kitaplarının eşribe bahsinde üzüm, hurma, tahıllar (buğday, arpa, darı gibi),
süt ve bal gibi maddelerden içki elde edildiği belirtilir. Fıkıh kitaplarında
içecekler yapıldıkları hammaddelere, pişirilip pişilmemelerine, mevcut
sularının buharlaştırılma miktarlarına göre çeşitli isimler almışlardır. Bu
içeceklerin sarhoş edici olup olmamaları veya tüketilebilecek miktarları ile
ilgili olarak ulema farklı görüşler beyan etmiştir.
Yaş Üzüm Suyundan
Elde Edilen İçecekler
Âyette
içilmesi yasaklanan “hamr” kelimesinin yalnız çiğ üzüm suyundan elde edilen
şarabı mı yoksa sarhoşluk veren bütün içecekleri mi kapsadığı konusunda ulema
ihtilafa düşmüştür. Bazı fakihlere göre sadece üzüm suyundan elde edilen içkiye
hamr denir. Bazı fakihlere göre her çeşit içkiye hamr denir. Serahsî’ye göre
İslâm ümmeti hamrın haram olması hususunda icma etmiştir ve hamrı/içkiyi helal
sayan kâfir, içen ise fasık (günahkar) olur[293].
İslâm hukukçularının hamrın kapsamı hakkındaki görüşleri şöyle özetlenebilir:
“Hanefî'ler,
Şâfiîler’in çoğunluğu ve bazı Mâlikîler ile İbrâhim en-Nehaî, Şa‘bî, İbn Ebû
Leylâ, İbn Şübrüme gibi Iraklı fakihlere göre sadece üzümden elde edilen sarhoş
edici içkiye hamr denilir. Öteki maddelerden elde edilen içkilere hamr denmesi
ise mecaz yoluyla bir adlandırmadır. Ancak Ebû Hanîfe ile diğerleri arasında,
üzüm suyunun ne zaman hamr ismini alacağı konusunda görüş ayrılığının
bulunduğunu da belirtmek gerekir. İmameyn ve diğer müctehidlere göre köpüğünü
atsa da atmasa da bu şekilde oluşan içecek “hamr”dır. Ebû Hanîfe ise böyle bir
üzüm suyunu köpüğünü atmadıkça (mayalanma süreci tamamlanmadıkça) had hususunda
“hamr” olarak sayılmayacağı görüşündedir[294].
Diğer taraftan Ebû Yûsuf’tan ve bir kısım fakihlerden, hamr kelimesinin gerçek
anlamda üzüm ve hurmadan elde edilen içkiyi ifade ettiği şeklinde bir görüş de
rivayet edilir. Çoğunluğunu Hanbelîler’in ve Mâlikîler’in teşkil ettiği
fakihler ise azı ve çoğu sarhoşluk veren her türlü içkiye hangi maddeden
üretilirse üretilsin hamr deneceği ve Kur’an’daki hamr yasağının bu tür
içkilerin hepsini kapsadığı görüşündedir[295].
Hadislerde
Geçen Hamr Kelimesinin Manası[296]
: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sarhoşluk veren her türlü
içeceğin hamr olduğuna dair pek çok hadisleri vardır. Şöyle ki, Allah Resulü (salla’llâhü
aleyhi ve sellem): “Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her sarhoş edici
haramdır”[297] hadisi ile “hamr”ı genel
olarak ümmetine bu şekilde tarif etmektedir. O dönemde Medine’de üzümden
yapılan şarabın pek bulunmadığı, sarhoşluk veren içkilerin daha ziyade, hurma,
bal, buğday, arpa gibi hammaddelerden yapıldığı gelen rivâyetler arasındadır[298]. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kendisine sorulan herhangi bir gıdadan elde edilmiş olan bir
sarhoş edici içeceğin hükmünü vermek yerine genel olarak her türlü müskir
içeceğin haram olduğunu zikretmiştir. Örneğin bal şerbetinin hükmü sorulduğunda
sarhoşluk veren her içkinin haram olacağı cevabını vermiştir[299]. Çünkü çeşitli gıdalardan
elde edilen içecekler başlangıçta müskir edici olmamalarına rağmen zamanla
fermantasyon geçirmek suretiyle sarhoş edici hale gelebilmektedir. Bu nedenle
burada önemli olan herhangi bir içeceğin hangi malzemeyle yapıldığı değil o
içecekte aklı örtecek ölçüde müskir vasfının olup olmamasıdır. Nitekim
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Ümmetimden insanlar
“hamr”ı başka isimlerle içeceklerdir” buyurarak ümmetini bu konuda uyarmıştır[300]. Yine Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), hamrın hurma ve üzümden yapıldığına işaret ederek haramlık
hakkında her ikisinin de eşit olduğuna dikkat çekmiştir[301].
Hanefî'ler her
sarhoşluk veren içeceğin “hamr” olarak adlandırılamayacağını söylerler. Onlar
için “hamr” ancak üzüm suyundan elde edilen içkiye verilen isimdir. Mecazî
olarak ise aklı örten diğer içecekler için kullanılabilir. Ancak her aklı örten
madde için hamr kelimesini kullanmak uygun düşmez. Serahsî’nin bu konu ile
ilgili olarak verdiği misal oldukça akla yatkındır: yıldızlara ortaya çıkan şey
anlamına gelen “necm” kelimesinin isim olarak verilmesi her ortaya çıkan şeye
de necm adının verilmesini gerektirmez[302].
Şâh
Veliyyullah Dihlevî, hamrın haram kılındığı zaman üzümden yapılan içkinin az
olduğunu, sahabenin fadîh denilen kırılmış koruk hurmadan elde edilen içkilerin
bulunduğu küpleri kırdıklarını dolayısıyla içkinin haram olması için illâ da
üzümden yapılmış olma şartının aranmasının anlamsız olduğunu söylemektedir.
İnsanlar içkiye düşkün olduklarından onu içmek için bahaneler ararlar. Bu
sebeple içkinin yasaklanmasındaki hikmetin tamamlanabilmesi için hiçbir mazeret
kapısının açık bırakılmaması gerekir[303].
Hamr ağır
pisliklerdendir (necâset-i galîza) ve namazın geçerliliği için bir dirhemden
fazlası kabul edilemez[304].
Tılâ’: Kaynatıldığında üçte ikisinden azı giden
(buharlaşan) pişirilmiş yaş üzüm suyunun kabarıp (mayalanma), keskinleşip,
köpüğünü attığı sarhoş edici (müskir) içecektir[305].
Bâzik ile munassafa da tılâ’ denildiği de vakidir[306].
Fıkıh kitaplarında tılâ’ın farklı tanımları da vardır[307].
Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve İmam Mâlik bu içeceğin haramlığı konusunda ittifak
etmişlerdir[308]. Bazı Hanefî fakihlere
göre,kaynatılmakla üçte ikisinden azı buharlaşıp müskir hale gelerek tılâ’
adına alan yaş üzüm suyu da “hamr” gibi necâset-i galîzadır[309].
Bu fakihlere göre hamrın necâset-i galîza olması âyetle sabittir. Kaynayarak
üçte ikisinden azı giden tılâ’ da aynı hükümdedir [310]8.
Munassaf: Pişirilmek suretiyle suyunun yarısının
buharlaşıp ve sonra mayalanıp keskinleşerek müskir hale gelen yaş üzüm suyudur.
Müselles: Üçte ikisi gidinceye (buharlaşma) kadar
yaş üzüm suyunun pişirilmesinden sonra kabarıp, keskinleşip galeyanının durduğu
içecektir. Bu tarif bize ülkemizde çokça tüketilen pekmezi hatırlatmaktadır. Bu şekilde olursa Ebû Yûsuf
ve Ebû Hanîfe’ye göre içilmesi helaldir. Çünkü içkinin yasaklanmasını dört
gözle bekleyen Hz. Ömer bile pişirmekle şeytanın nasibi ve deliliğinin kârının
gittiğini söyleyerek bu içeceği tüketmiş ve misafirlerine ikram etmiştir[311]. Fakihler arasında,
tatlılığını koruduğu müddetçe müsellesin ve diğer içkilerin içilmesinin câiz olduğu
hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır[312].
İmam Muhammed, Mâlik ve Şâfiî bu içeceklerin yıllanıp tatlılığını kaybedip
müskir hale geldikten sonra azının da içilmesini haram görürler[313].
Buhtec (Ebû Yûsufî): Pişirildikten sonra (müselles)
üzerine su dökülüp inceltilen ve sonra kabarıp ekşiyerek sarhoş edici hale
getirilen yaş üzüm suyudur[314]. Bu şurûbu/şerbeti tatlı
olduğu müddetçe içmek mubahtır. Bu şurûbu/şerbeti Ebû Yûsuf çok içtiği için ona
Ebû Yûsufî ismi verilmiştir[315].
Bâzık: Kıvama gelinceye kadar kaynatılıp üçte
ikisinden azı gittikten sonra sertleşen ve sarhoş edici hale dönüşen yaş üzüm
suyudur. Bâzık kelimesinin Farsça olduğu ve kırmızı üzümden elde edildiğine
dair bilgiler bulunmaktadır[316].
Kuru Üzümden Yapılan İçecekler
Nakî‘ü’z- zebîb: Su içinde bekletilen kuru üzümün
kaynatılmadan kendi kendine köpürüp keskinleşip köpüğünü atmak suretiyle oluşan
sarhoş edici içecektir[317]. İçilmesi haramdır[318].
Nebîzü’z-zebîb: Su içine atılıp az bir süre
pişirilerek ekşimeye bırakılan ve bu şekilde müskir hale gelen kuru üzümden
elde edilen içecek türüdür[319].
Hurmadan Elde Edilen İçecekler:
Seker: Pişirilmeyip kendi kendine galeyan eden
(kabaran) ve iştidat edip müskir hale gelen yaş hurma suyudur[320]. Hanefi'ler “Hamr şu iki
ağaçtan yapılır: Üzüm ve hurma” hadisi şerifini delil göstererek sekerin
hükmünü hamrın haramlığı gibi kabul ederler[321].
Fadîh: Olgunlaşmamış hurmanın kırılıp yarıldıktan
sonra keskinleşip müskir hale gelinceye kadar suda bekletilmesidir. İbn Ömer bu
içeceği içenin haram olması hasebiyle dünya ve ahirette mahvolacağını
söylemiştir[322]. Ancak fadîh nebîzinin
üzerine su dökülüp pişirilse veya su ile inceltilse bunun tüketilmesinde bir
beis yoktur[323].
Nebîz-i Temr: Köpüğünü atmış olsun olmasın çok az
pişirildikten sonra ekşiyerek müskir hale gelen kuru veya yaş hurma suyudur[324].
Nakî‘-i Temr: Su içine atılarak pişirilmeden kendi
kendine kabaran ve ekşiyen ve bu şekilde sarhoş edici hale gelen kuru hurma
suyudur[325].
Üzüm ve
Hurmanın Karıştırılmasıyla Elde Edilen İçecekler
1-Halîtân: İştidat
etsin veya etmesin hurma ile üzüm kurularının karışımının suda az
pişirilmesiyle elde edilen içeceğe halîtân denir[326].
2-Cumhûrî: Üçte
ikisi buharlaşana kadar kaynatıldıktan sonra buharlaştırılan miktarı kadar su
katılan ve tekrar ateşte pişirildikten sonra sertleşerek sarhoş edici hal alan
içecektir.[327] Halk arasında yaygın olarak
tüketildiği için bu ismi almıştır ve kuru üzüm, hurma, mısır gibi çeşitli
hammaddelerden yapılabilir[328].
Diğer Yiyeceklerden Elde Edilen İçecekler:
Mizr: Darıdan elde edilen içki çeşididir[329].
Ci‘a: Arpa veya buğdaydan elde edilir[330].
Bit’: Bal şerbetine verilen isimdir[331].
Tatlı olan her
içecek icma ile helâl sayılmıştır.[332]
Önceden de ifade edildiği gibi fakihler arasında, tatlılığını koruduğu müddetçe
hamrın dışındaki diğer içkilerin içilmesinin câiz olduğu hususunda bir ihtilaf
bulunmamaktadır330 [333]. Hamr ve sarhoşluk veren
içkilerin tamamının kullanılması icma ile haram sayılmıştır[334].
Kabarma, iştitad ve köpüğünü atma işlemleri olduğu takdirde yukarıda zikredilen
hamr, tılâ’, seker ve nakîu’z-zebîb isimli içeceklerin tüketilmesi, Ebû
Hanîfe’ye göre haramdır. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre kabarma ve iştidat
olması haramlık için yeterlidir[335]. Hamrın haramlığı, hakkında
âyet olduğundan diğerlerine göre daha sabittir. Bunu helâl sayan kafir olur.
Bey’i câiz değildir. Telef edildiği zaman tazmini gerekmez. Ancak zımmî için
mal olduğundan onunki telef edilemez. Hamrın azı da içilse had cezası
uygulanır. Diğerlerinde ise sarhoş olmadıkça had gerekmez[336].
Hanefîler’e göre susuzluk ve ikrâh halinde içilebilir[337].
İmam Şâfiî ise hamrın kendisinin hararet yapıcı olmasından ötürü susuzluğu
gideremeyeceğinden susuzlukta da içilemeyeceği görüşündedir[338].
Hanefî âlimlerin ekserisine göre pişirilmek suretiyle suyunun üçte ikisini
kaybetmiş olan müselles, nebîz-i temr, halîtân, bal, incir, buğday, darı ve
sütten elde edilen içeceklerin tüketilmesi helaldir [339]
Bazı Hanefî
yazarlar, Hanefî fakihlerine göre ieceklerin dördünün haram, dördünün de helal
olduğunu kaydetmişlerdir[340]. Haram olan içecekler,
1.hamr, 2.tılâ’ (bâzık), 3.seker ve 4.nakî‘ü’z-zebîb’dir. Helal olan içecekler
de 1.nebîzü’t-temr ve’z- zebîb, 2.halîtân, 3. Bal, incir, arpa, buğday, darı
şurupları ve 4. Müselles’dir.
Ömer
Nasuhi Bilmen’in, fıkıh mezheplerinin içecekler ile ilgili görüşlerine dair
verdiği bilgileri şöyle özetleyebiliriz: Hamrın azı da çoğu da sarhoş etsin
etmesin haramdır ve haddi gerektirir. Bâzik, munassaf, buhtec, seker,
nakî‘i-zebîb sarhoşluk verecek dereceye gelince bunlar da hamr gibi haram olur.
Bu yüzden azını da çoğunu da kullanmak caiz değildir. Ancak içen kişiye sarhoş
olmadıkça had cezası uygulanmaz. Bu görüş Hanefîler’e aittir. Hanefîler’in
dışındaki diğer mezheplere göre bunların kullanılması, sarhoşluk verse de
vermese de mutlaka haddi gerektirir.
“Müselles,
nebîz-i temr, nebîz-i zebîb, halîtan ile pişirilmiş olsun olmasın, bal, incir,
buğday, arpa, darı nebîzleri= şurupları galeyan ve iştidad etseler de müskir
bir hale gelmedikçe ve telehhî kasdiyle içilmedikçe mubahdırlar. Fakat bunlar
müskir bir hale gelince bunların yalnız sekr vermeyecek miktarını bedene kuvvet
vermek maksadiyle içmek, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yûsuf’e göre caizdir. Sekr
veren mikdarını içmek ise memnû= haram olduğundan haddi müstelzim olur. İmam
Muhammed’e göre bunlar sarhoşluk verecek bir hale gelince artık bunların azını
da çoğunun da içmek her halde memnu olur. Müfta bih olan da budur”. Azını içmek
ta’zîri gerektirirse de sarhoşluk vermedikçe haddi gerektirmez. Hanefîler’in
dışındaki diğer üç mezhebe göre, bunların azını da çoğunu da içmek haddi icap
eder[341]. Ebû Hanîfe’nin görüşlerine
göre içeceklerin hükmü aşağıdaki tablolarda gösterilmiştir[342]:
Tablo 1
Hz.Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Özünde pis oluşu nedeniyle
şarabın azı ve çoğu ve sarhoşluk veren her içki haram kılınmıştır”[343]. Bu hadîs-i şerîfden yola
çıkan Serahsî, şarabın azının da haram kılınmasını şu şekilde izah eder:
“İçkinin azında da düşmanlık ve Allah Teala’nın zikrinden alıkoyma durumu
vardır. Azı çoğuna götürür. Çünkü şöyle bir söz vardır; “İçki dışında bütün
yiyecek ve içeceklerin başlangıçtaki lezzeti sonundaki lezzetinden fazladır.”
İçki içen için içkinin lezzeti içildikçe çoğalır. Bir şekilde içenin daha fazla
içme hırsı artar. Böylece içkinin azının içilmesi çoğunun içilmesine götürür.
Azı da çoğu gibi haram olur. Görmez misin faiz haram kılındığı gibi faize
götüren şeyler de haram kılınmıştır. Günah işlemek kastıyla yürümek günahtır.”[344]
Şarabın
içilmesi âyet yoluyla yasaklanmıştır. Dolayısıyla azını da çoğunu da içmek
haramdır. Ebû Yûsuf, kişinin içeceği içerken hangi niyetle içtiğine bakar ve
ona göre hüküm verir. Dolayısıyla Ebû Yûsuf sarhoş olmak maksadıyla hamr/şarab
dışındaki içkilerinin azının da içilmesini haram sayar. Ancak Ebû Yûsuf yemeği
sindirmek/hazmettirmek maksadıyla hamr dışındaki bir içeceğin içilmesinin haram
olmadığını söylemiştir. Bunun örneği, zina maksadıyla yürümenin haram; ibadet
maksadıyla yürümenin ise ibadet olmasıdır[345].
Veda haccı
sırasında Kurban Günü içecek talebinde bulunan Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)’a keskinleşmiş nebîz getirilmiş, bunu içen Efendimiz’in yüz ifadesi
değişmişti. Hz. Abbâs’ın bu içeceğin haram olup olmadığını sorması üzerine Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nebîzi aldı, üzerine su ekledi ve
içti. Sonrasında ise şöyle buyurdu: “İçeceklerden biri sizi şüphelendirdiği
zaman, su ile onun sertliğini kırınız.”[346].
Bu tarz içeceklerin azı çoğuna götürmeyeceğinden keskin olsalar dahi azı helal
ancak sarhoşluk veren miktarı haram olmaktadır[347].
Şarap/hamr,
necâset-i galîzadır. Bir dirhemden fazla elbiseye bulaştığında namaza mani olur[348]. Bazı fakihlere göre diğer
müskir içecekler ise haramlık bakımından hamrın altında olduklarından ve az
içene had cezası uygulanmadığından necâset-i hafife olarak görülmüşlerdir[349].
Itanırın Farklı Amaçlar İçin Kullanılması
“Allah hamr
hakkında on kişiye lanet etmiştir.” hadîs-i şerîfinde on kişi arasında hamrdan
yararlanan kişiyi de saymıştır[350]. Hamr ile tedavi olma, saç
bakımı yapma gibi konularda yasaklayıcı hadîs-i şerîfler bulunmaktadır.
“Şüphesiz Allah(cc) bir pisliğe şifa koymamıştır” hadîs-i şerîfine göre
Allah(cc) bir hastalık için mutlaka helâl olan bir şeyden şifa kılmıştır.[351] Nitekim İbn Mes’ûd’a karnında
safra olan birisi gelip, tedavi için içki içme hususunda fetva isteyince İbn
Mes’ûd şöyle demiştir: “Allah şifanızı size haram kıldığı şeylere koymamıştır.”
Bu nedenle haram olan bütün içkilerin tedavi için içilmesi veya makattan,
burundan verilmesi mübah değildir. Helal yollardan tedavi olunmalıdır[352]. Ancak uzman bir doktor
tarafından tavsiye edilirse zaruretten dolayı câiz olur [353]1. İmam Şâfiî de iki âdil kişi
şifanın hamrda olduğunu söylemesi durumunda tedaviyi câiz görür[354]. Hamr ile hayvanı tedavi
etmek de mekruh sayılmıştır[355].
Hamr ile
saçlarına bakım yapan bazı kadınları Hz. Aişe sert bir şekilde bundan men
etmiştir [356] Bu sebeple şarapla saç
taranması mekruh sayılmıştır[357]. Çocuklara tedavi veya başka
amaçlarla şarap içirmek helâl değildir. Çocuk bundan sorumlu olmayıp,
sorumluluk içirene aittir[358].
İçinde hamr
bulunan bir kabın yıkanarak kullanılmasında ise bir beis görülmemiştir. Hz.
Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem), hamrın yasaklandığı ilk dönemde hamrı
içmeye çok alışmış olan ümmetini bu âdetinden uzaklaştırabilmek için hamrın
dökülmesini emretmiş, sirkeye dönüştürülmesini yasaklamıştır. Daha sonra bu
uygulamaya “herhangi bir deri tabaklandığında temiz olur. Sirke durumuna gelen
hamrın helâl olması gibi.”[359] hadisi ile son verildiği
anlaşılmaktadır. Nitekim Hanefî'ler bu hadisi delil sayarak şarabın sirkeye
dönüştürülmesini helaâl bulmuştur. Hz Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in
yetimlerin elinde bulunan hamrın bile sirkeye dönüştürülmesine izin vermemesini
delil gösteren İmam Şâfiî ise dışarıdan müdahale ile şarabın sirkeye
dönüştürülmesinin o sirkeyi helâl kılmayacağı görüşündedir[360].
Sirkenin oluşabilmesi için şekerin önce alkole sonra asetik aside dönüştüğünü
bugünkü kimya bilgisiyle söylemek mümkünken o devir için özellikle necis kabul
edilen hamrın sirkeye dönüşünce helâl olup olmadığının sorgulanması titiz
düşüncenin bir göstergesidir.
Domuz, usule
uygun olarak kesilmemiş hayvan ve kan gibi aslının pis olması sebebiyle hamrın
satılması ve parasının yenilmesi helâl değildir. Hatta İbn Ömer (ra), hamrın
satılıp parasının yenmesini kendilerine haram kılınan Yahudilerin iç yağını
satıp paralarını yemeye benzetir[361].
Hamrın
çorbanın içine katılarak veya herhangi bir şekilde pişirilerek yenilmesi helâl
olmaz. Böyle bir işlem hamrı sirke gibi kullanmak olduğundan, bunu yapma da
helâl olmaz. Öte yandan hamrın pişirilmesi ne onu helal kılar, ne de onun
hakkında sabit olan hükmü değiştirir. Çorbadan ayrı pişirilmesi de böyledir[362].
Yine unun
hamrla yoğrulup hamur yapılıp ekmek yapılması ve bunun yenilmesi de mekruhtur;
çünkü un hamr ile pis hale gelir. Pis olan hamur, ekmek yapılarak temizlenmiş
olmaz. Dolayısıyla böyle bir ekmeğin yenmesi helal olmaz[363].
Ancak hamr buğday üzerine dökülür, buğday yıkandıktan sonra kurutulup öğütülür
ve hamrın tat ve kokusu kalmaz ise bu buğdayın yenilmesinde sakınca yoktur[364]. Hamr içirilmiş bir koyunun
kesilip etinin yenmesinde veya sütünün sağılıp içilmesinde bir beis yoktur.
Çünkü hamr koyunun midesine inmekle yok edilmiş olup etine ve sütüne etki
etmemiştir[365]. Akan bir nehre hamr dökülse
ve bu hamr aşağıda su içmekte olan birinin yanına ulaşsa hamrın tadı ve kokusu
olmadığı sürece o suyu içmekte bir sakınca yoktur. Ancak bir kap suyun içine
bir damla dahi hamr düşse, bu o suyu kirletmeye kâfidir[366].
İçeceklerle İlgili Bir Değerlendirme
İçeceklere
dair hadis, tarih ve fıkıh kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre Arap ve
diğer İslâm toplumlarında kişiler evlerinde örf ve âdetleri çerçevesinde
özellikle meyvelerden tatlı veya mayhoş (ekşimsi) içecekleri ya pişirerek veya
çiğ olarak elde ediyorlardı. Yapılan bu tatlı ve mayhoş içecekler, üretildiği
meyvelere veya üretim şekline göre isimlendiriliyordu. İslâm toplumlarında evlerinde
tatlı veya ekşimsi içecekler yapan Müslüman kişilerin asıl amacının, müskir bir
içecek elde etmek değil, tatlı veya mayhoş (ekşimsi) bir içecek elde etmek
olduğu söylenebilir. Nitekim günümüzde de çeşitli meyve ve tahıllardan
içecekler elde edilmektedir. Meyvelerden yapılan içeceklere şurup, şıra,
şerbet, meyve suyu, pekmez, komposto, hoşaf, boza, limonata gibi isimler
verilmektedir. Nadiren de olsa bazı kimselerin evlerinde özellikle üzüm
suyundan şarap gibi alkollü bir içki yapmak niyetleri olabilir. Ancak iyi
niyetle elde edilen tatlı veya ekşimsi içeceklerin zamanla tamamen ekşiyip
tatlılığını kaybederek müskir bir hale gelmesi de mümkündür. Tatlı ve ekşimsi
içeceklerin tamamen ekşiyip müskir hale gelmesinin müddeti, bölgenin veya
iklimin soğukluğuna veya sıcaklığına göre değişebilir. Buna göre, soğuk bölge
ve mevsimlerde tatlı ve ekşimsi bir içeceğin tamamen ekşiyip müskir hale
gelmesi daha uzun bir sürede meydana gelebilir. Ancak İslâmî literatürde
içeceklerle ilgili yer alan bilgiler, daha ziyade Arabistan gibi sıcak bir
ülkenin şartlarına göre üretilen içecekler ile ilgili olduğu hatırlanmalıdır.
Böyle sıcak bir bölgede tatlı veya ekşimsi içeceklerin kısa bir zaman zarfında
tamamen ekşimesi ve müskir hale gelmesi kesindir. Kişilerin, geleneklerine göre
evlerinde elde ettikleri tatlı içeceklerin zamanla ekşiyip müskir hale gelmesi
halinde, bunları ihtiyatlı bir şekilde kullanmaları gerekir. Özellikle üzüm
şırasının ekşiyip müskir hale gelmesi halinde bu tüketilmemelidir. Şarap
dışındaki diğer müskir hale gelen içeceklerin sarhoş etmeyecek miktarda
içilmesini câiz gören fakihler bulunmaktadır. Fetâvâ-yı Ali Efendi’de yer alan
bir fetvada Hanefî imamlarının müskir olan vişne şerbetini içmenin câiz olup
olmadığına dair görüşleri şöyle belirtilmiştir[367]:
“Vişnâb[368] demekle mâruf olup müskir
olan şerbetin sekir vermeyecek miktarını telehhî kasdınsız (eğlence niyeti
taşımadan) içmek helâl midir? el-Cevâb: İmam-ı Âzam ve İmâm Ebû Yûsuf
katlarında helâldir, İmam Muhammed katında haramdır. Fî zamâninâ (günümüzde) İmam
Muhammed kavliyle iftâ ihtiyar olunmuştur”[369].
Görüldüğü gibi Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’un içtikleri içecekler günümüzde şurup,
şerbet, kompostu gibi ismlendirilen içeceklerdir. Bu sebeple bu fakihler, evde
ev halkının içmesi için hazırlanan ancak belirli bir müddet sonra müskir hale
gelen şerbet türü içeceklerin zevk alma, eğlence maksadiyle değil sadece bedene
kuvvet verme ve sindirimi kolaylaştırma amacıyla sarhoşluk vermeyecek miktarda
içilmesini câiz görmüşlerdir.
Burada
belirtelim ki hamr/şarabın az veya çok miktarda içilmesinden dolayı - sarhoş
etsin etmesin- hadd-ı şürb (içme haddi)’ün uygulanması hususunda fakihler
ittifak etmişlerdir. Ancak Hanefî'ler, şarap dışındaki müskir içecekleri
içenlerin sadece sarhoş olmaları halinde kendilerine sarhoşluk haddinin (hadd-i
sükr) uygulanabileceğini söylemişlerdir.
Öte yandan
günümüzde dinen yasak olan alkollü içkileri üretmek üzere fabrikalar kurulduğu
bilinmektedir. Bu fabrikalarda çeşitli isimler altında üretilen alkollü
içkilerin hamr kapsamında olduğu ve dolayısıyla insanların zevk ve eğlence
maksadıyla içmeleri için üretilen bu içkilerin üretim amaçları dikkate alınarak
azını da çoğunu da içmenin haram olduğu söylenebilir.
Üzüm Suyundan Fermantasyon Yöntemiyle Şarap
Üretimi
Mayalanma ve
ihtimar olarak da isimlendirilen fermantasyon; bakteri ve mantar gibi
mikroorganizmaların yardımıyla meydana gelen kimyasal bir olaydır. Böylelikle
karmaşık yapıdaki kimyasallar bu organizmalar yardımıyla daha basit
kimyasallara dönüştürülür. Örneğin üzüm suyunda bulunan şeker, beslenmek ve
üremek için maya tarafından tüketilir ve yan ürün olarak alkol ve karbondioksit
oluşur.
Yaş Üzümden
şarap yapmak için toplanan üzümler saplarından ayrılır ve kabuklarıyla birlikte
ezilerek şıra elde edilir. Bir gün içinde üzümün kabuğu üzerindeki doğal
mayalar yardımıyla kendiliğinden fermantasyon başlar. Bu ilk fermantasyon
esnasında cibre olarak adlandırılan kabuk ve çekirdeğin şıra üzerinde tabaka
şeklinde kurumasını ve sıcaklığın 35°C’yi geçmesini önlemek önemlidir. Bu
nedenle günde birkaç kez karıştırmak gerekir. Cibrenin üste çıkmaması, yaklaşık
on gün süren ilk fermantasyonun bittiğinin göstergesidir. Bundan sonra şıra
cibreden ayrılır ve karanlık bir ortamda ikinci fermantasyon başlatılır.
Oksijen girişinin engellenip karbondioksidin çıkışının sağlandığı bir düzenek
oluşturulur. Yaklaşık üç hafta sonra gaz çıkışı azalıp tortu birikimi artar.
Böylece ikinci fermantasyon bitmiş olur, üzüm suyu şaraba dönüşmüş olur. Eğer
şarap oksijenli ortamda bırakılırsa alkol, asetik aside dönüşür ve sirke
oluşur.
C2H5OH +
O2 * CH3COOH + H2O
Etil alkol
Oksijen Asetik asit Su
KOZMETİKLERDE
KULLANILAN DİNEN YASAKLANMIŞ OLAN MADDELER İLE KULLANIM YERLERİ VE FIKHÎ AÇIDAN
TAHLÎLİ
DOMUZ
KAYNAKLI HAMMADDELER
Kur’ân-ı
Kerîm’de ve Hadîs-i Şeriflerde açıkça yasaklanmış olan domuz etinin haramlığı
konusunda icma vardır[370]. En‘âm Sûresi 145. âyette
geçen feinnehu ricsun ifadesinden yola çıkılarak domuzun etinin dışında
yağı, kemiği, iç organları, derisi vb kısımlarının yenmesi veya bunlardan
yararlanılması da helâl görülmemektedir[371].
Prof. Dr.
Orhan ÇEKER, 1. Ulusal Helâl ve Sağlıklı Gıda Kongresi’nde istihâle başlıklı
tebliğinde domuz ile ilgili şöyle bir mütalaada bulunmuştur[372]:
“Burada domuz konusuna özel bir yer ayırmamız gerekir.
Helal alternatif madde varken, istihâle geçirmiş (kimyasal değişikliğe uğramış)
bile olsa domuz mamulü maddeye izin verilmemelidir. Domuz yasağı etiyle sınırlı
değildir. Kur ’an ve sünnet bütünlüğünü dikkate almak ve bu çerçevede gelişen
ictihadları, onlar doğrultusunda oluşan geleneği yani tarihi süreç içinde
oluşmuş, rafine olmuş geleneğimizi dikkate aldığımızda bu ortaya çıkmaktadır.
Bu konuda sadece Kur’an-ı Kerim’deki ilgili âyetler değil Hz. Peygamber’in de
sünneti belirleyicidir. Allah Rasûlü domuz, murdar hayvan ve şarabın yasaklandığını
bildirdiğinde bazı sahabiler: Yâ Rasûlallah ölü hayvanların yağıyla gemiler
yağlanır, onlar kandillerde kullanılır. Biz de bu amaçla yağını kullanamaz
mıyız? dediğinde Allah Rasulü buna izin vermemiş “Allah Yahudilere lanet etsin.
Allah onlara iç yağını yasakladı, onlar eritip satıp parasını yediler”
buyurmuştur (Buhârî, “Büyû‘”, 112; Müslim,
“Müsâkât”,
71...). Aynı durum domuz için de geçerlidir. Bu hayvan aynî olarak da necistir.
Dolayısıyla her şeyiyle haramdır. Helallik sadece zaruret halinde ve zaruret
ölçüsünde olabilir. ikinci bir husus daha var o da şu: Domuz gıda konusunda
alternatifi olmayan hayvan değildir. Bu çerçevede oluşan, gelişen bir sektör de
vardır. Hem Müslümanlardan hem batılılardan buna yönelik bir takım tedbirler
geliştirilmeye çalışılıyor. Bunu desteklemek, bu konuda çaba sarfetmek ve bu
yöndeki alternatiflerin oluşturulmasını sağlamak da bizim görevimizdir. Bundan
başka domuzla Muhammed ümmetinin imtihanı söz konusudur ve işin te‘abbüdîlik
boyutu vardır. imtihan konusunda Hz. Sâlih’in (a.s.) kavminin deve ile
Yahudilerin Cumartesi yasağı ve iç yağı ile imtihanı ne ise bizim de domuz ile
odur. Domuzun her şeyi necistir ve kullanılamaz ”.
Domuz kaynaklı
hammaddeler oldukça yaygın olarak kozmetik ürün elde edilmesinde kullanılmaktadır.
Etiketlerde geçen lard, adeps suillus, axonge benzoinee, adeps benzoatus
kelimeleri domuz yağı ihtiva ettiği anlamına gelir.
Geçmişte
ruj imalatında domuz yağının (lard) kullanıldığı imalat ansiklopedisinde
verilen şu terkipte açıkça
gözler önüne serilmektedir:[373]
“Balmumu 200
g.
Serezin 200 g.
Kozmetik için domuz yağı (lard) 250
g.
Lanolin |
80g. |
Parafin yağı |
15 g. |
T etrabromofluorescein |
20 g. |
Boya maddesi |
80-120 g |
İlk iki madde
eriyinceye kadar karıştırılır. Lanolin ve lard (domuz yağı) ayrı ayrı eritilir
ve tetrabromofluorescein ve boya ilave edilir. Sonra parafin yağı karıştırılır
ve erimiş durumdaki balmumu-serezin karışımına ilave edilir ve kalıplanır.”
Yukarıdaki terkipte görüldüğü gibi bu ürün bir karışımdan ibarettir. Herhangi
bir kimyasal değişim veya istihâleden söz etmek mümkün değildir.
Günümüzde ise
dudak boyalarında oda sıcaklığında sıvı halde olan veya erime derecesi vücut
sıcaklığına yakın olan yağlar kullanılmaktadır. Bu sebeple kakao yağı, hint
yağı, jojoba yağı, fındık yağı ve lanolin gibi doğal veya vazelin, sıvı
paraffiorn, sentetik yağ asidi gibi hidrokarbon yağları tercih edilmektedir.
Doğal hammaddelerin pek çok üstünlüğüne rağmen nem emmesi nedeniyle acılaşmaya
yol açması istenmeyen özellikleridir. Bu sebeple sentetik yağ ve mum üretimi
geliştirilmeye devam etmektedir[374]. Ancak ruj yapımında kıvam
artırıcı olarak kullanılan jelatinin domuz kaynaklı olma ihtimali vardır.
Cildimizin
%80’inini oluşturan kollajen zamanla azalarak deride sarkma ve kırışıklık
oluşmasına neden olur. Bunu önlemek amacıyla geliştirilen anti-aging (yaşlanma
karşıtı) kremlerde çeşitli hayvanlardan elde edilen kollajen kullanılır.
Kozmetik ürünlerin üretiminin büyük çoğunluğunun Avrupa, ABD ve Uzakdoğu
ülkelerinde üretildiği, hammaddelerin neredeyse tamamının yine bu ülkelerden
temin edildiği göz önüne alındığında hayvansal kaynaklı olanların içinde domuz
katkısı olma olasılığı yüksektir[375].
Genellikle domuzdan elde edilen kollajen, sığır, koyun, keçi, ve balık kaynaklı
da olabilmektedir. Gıda sektöründe de yaygın olarak kullanılan kollajen ve
kollajenden elde edilen jelatinin (fıkıh literatüründe istihâle başlığı altında
ele alınan) dönüşüme uğrayıp uğramadığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler
vardır.
Kollajen
derinin esnekliğini sağlayan en önemli yapı taşlarından biridir. İnsan ve
hayvan vücudunda bulunan proteinlerin yarısından fazlası kollajendir ve
dermisin[376] mekanik direnç ve
sıkılığını, dayanıklılığını sağlar. Ancak zamanla kollajen sentezinde bir
azalma, bozulmada artış ve liflerde dağınıklık oluşur. Bu zarar doku ve yüz
hacmi kaybına neden olur. Yaşla birlikte kollajenin dışarıdan desteklenmesi
gerekir. Bu nedenle cildin esnekliğinin devamı, yeni kırışıklıkların
gelişiminin geciktirilmesi ve nemin artırılması için kollajen içerikli kremler
üretilmiştir. Kremlerde kullanılan kollajenler domuz, sığır, balık gibi
hayvanlardan elde edilmektedir[377].
Yapılan
araştırma ve gözlemler gösteriyor ki hayvan deri ve kemiklerinin çeşitli
işlemlere tabi tutularak üretilen kollajen ve jelatin yapı ve bileşim olarak
çok büyük bir değişime uğramamaktadır [378].
Yani burada istihâlenin gerçekleştiğini söylemek mümkün olmamaktadır. Bu
nedenle kollajen ve jelatinin üretimi yapılırken kaynağının nereden geldiğine
dikkat edilmelidir. Dolayısıyla bu maddelerin kullanıldığı kozmetik ürünlerin
satın alınması doğru olmayacağı gibi bu ürünler kullanıldığı takdirde necâset
bulaşması olacağından iyice temizlenmesi gerekir.
B.
FIKIH KAYNAKLARINDA GEÇEN DOMUZ VE NECİS MADDELER İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Tuz Gölüne Düşen Domuzun Tuza Dönüşmesi
Hanefî Mezhebinden
İmam Muhammed’in içtihadına göre tuz gölüne düşen bir domuz tuz olursa veya
toprağa düşen necis bir madde belli bir zaman sonra topraklaşarak kaybolursa bu
maddeler temiz hale gelirler. Ancak Ebû Yûsuf, necis maddelerin toprak ve tuzun
içinde eczalarının kalacağından ötürü bu maddelerin necislik özelliklerinin
devam edeceğini söyler[379]. Ekseriyetle İmam
Muhammed’in görüşünü benimseyen Hanefîler istihâlenin meşruiyetine dair
örnekler verirler. Necis kabul edilen meni alakaya sonra da mudğaya
dönüşerek temiz olur. Temiz olan üzüm suyu şaraba dönüşerek necis olur, şarap
sirkeye dönüşerek yeniden temiz hale gelir[380].
Hanefî
mezhebinde domuzun tuz gölüne düşmesi ve tuzlaşması meselesi istihâle örnekleri
arasında zikredilir. İstihâleye böyle bir örneğin verilmesi, Hanefi ekolünde
öğrencileri değişik fıkıh problemlerinin çözüm yollarını bulmaya hazırlamak
amaçlı sorulmuş farazi örneklerden biri olarak düşünülebilir. Nitekim yüzyıllar
öncesinde verilmiş olan bu örnek bugünkü bilimsel verilerle çelişmektedir. Ancak
burada üstünde durulmak istenen konu bir maddenin değişime uğrayarak farklı bir
maddeye dönüştüğünü göstermektir [381].
Günümüzde gelişen labotatuar teknikleri sayesinde bir ürün içinde herhangi bir
maddeye ait DNA tesbiti yapılabilmektedir. Nitekim kemikli bir domuz eti
parçası tuz içinde yaklaşık sekiz ay süre ile dış ortamda tarafımızca kapağı
açık bir kavanoz içinde bekletilmiş ve bu tuzdan alınan bir numune tahlile
gönderilmiştir. Tahlil sonucu tuz içinde domuz DNA’sına rastlanmıştır. Ancak bu
deneyin daha uzun sürede devam ettirilmeye ve belli aralıklarla tuz örneğinin
tahlile gönderilmeye ihtiyacı vardır[382].
Toprağa atılan
maddelerin topraklaşması, toprakta bulunan bakteri, mantar, solucan, yosun gibi
toprak canlıları tarafından gerçekleştirilmektedir.[383]
Her maddenin tabiatta bozulma yani bileşenlerine ayrılma zamanları farklıdır.
Örneğin toprağa düşen bir muz en geç dört haftada tamamen bozunurken, bir insan
bedeninin yumuşak dokuları beş senede yok olur, kemikleri ise süngerleşir ama
binlerce sene yok olmaz[384].
Necis Bir Yağdan Sabun Yapımı[385]
Sabunlar, uzun
zincirli yağ asitlerinin sodyum hidroksit, potasyum hidroksit gibi kuvvetli
alkalilerle kimyasal reaksiyona girmesi sonucu meydana gelen tuzlardır[386]. Sabun yapımında kullanılan
yağların tamamı sıvı olduğu zaman (örneğin zeytinyağı), elde edilen sabun
yumuşak olur. Sert ve köpüğünün bol olması için sabun yaparken domuz yağı gibi
hayvansal yağlardan yararlanılmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar sabun,
geleneksel olarak kazanlarda kaynatılmak suretiyle elde edilirdi. Bu yöntem
hala küçük işletmelerde ve evlerde kullanılmaya devam etse de büyük sabun
imalatında mekanik sabunlaştırıcılar kullanılır ve ürünler laboratuar
denetiminden geçirilir. Böylece sabunlaşma reaksiyonun tam olarak
gerçekleştiğinden ve alkali kalıntılarının kalmadığından emin olunur[387].
Ömer Nasuhi
Bilmen, içinde necis bir madde bulunan zeytin yağının sabun yapılmakla temiz
olduğunu söylemiş, öte yandan bir şıra veya şarap içine murdar bir madde veya
bir fare düştükten sonra sirke olmakla; murdar bir sütün peynir yapılmakla;
necis olmuş bir buğdayın öğütülmekle temiz olmayacağını kaydetmiş ve bunların temiz
olmamasının gerekçesi olarak da bunlarda istihâle olmadığını ifade etmiştir[388]. el-Mevsû’atü’l-fıkhiyye’de
necis bir yağdan yapılan sabunun temiz olup olmayacağına ilişkin fıkıh
mezheplerinin görüşleri şöyle özetlenebilir[389].
Hanefî mezhebinde muhtar olan görüşe göre necis olan bir zeytin yağından
yapılan sabun temiz olup kullanılması câizdir. Hanefî fakihlerin ekserisi bu
görüştedir. Bu görüş, İmam Muhammed’e aittir. İmam Ebû Yûsuf böyle bir sabunun
temiz olmayacağı görüşündedir. Şâfiîler, necis bir yağdan imal edilmiş sabunun
kullanılabileceğini, ancak bunun temiz olmadığını, ancak hamrın ve derinin
temiz hala gelebileceğini söylemişlerdir. Mâlikîler, necis madde ile necis
karışmış madde arasında bir ayırım yapmışlar ve necis bir yağdan (meytenin yağı
gibi) yapılan sabunun kullanılamayacağını, necis bir madde karışmış yağdan
(zeytin yağı gibi) yapılan sabunun ise kullanılacağını ifade etmişlerdir.
Hanbelîler’e göre hamr ve deri gibi istisnalar dışında aynî necis bir madde
istihâle ile temiz bir madde haline gelmez; dolayısıyla necis bir yağdan
yapılan sabun da necistir. Bu konu ile ilgili olarak muasır âlimlerden Yûsuf
el- Karadâvî ise maddeler hakkında ilk hallerine bakılarak hüküm
verilemeyeceğini, domuzdan elde edilen maddelerin bile kimyasal değişim geçirmeleri
durumunda artık necis olmaktan çıkacağını dolayısıyla onlara haram kılınan
domuzun hükmünün verilemeyeceğini söylemektedir[390].
Burada aslı
itibariyle kullanılması haram olan bir maddenin kasten değişikliğe uğratılarak
kullanılması helâl olan bir maddeye dönüştürmekle; insanın elinde olmayan
sebeplerle müteneccis bir maddeyi istihaleye uğratmak suretiyle temiz hale
getirmenin arasındaki farkı vurgulamakta yarar vardır. Dolayısıyla haram
kılınmış domuz ve türevlerinin değişime uğratılarak dahi olsa kullanılması
doğru değildir.
ETİL ALKOL, ÖZELLİKLERİ ve KULLANIM YERLERİ
Alkolün
damıtımının ilk olarak kim tarafından yapıldığı ile ilgili farklı görüşler
vardır. İslâm dönemi kaynaklarına göre alkolü damıtmayı başaran ilk bilgin,
döneminin ünlü hekim ve filozofu olan İranlı Ebû Bekir er-Râzî (ö.313/925)’dir[391]. İslâm Dininin hamrın
tüketimini yasaklaması ve o bölgede tüketilen içkilerin alkol oranlarının
oldukça düşük olması nedeniyle o dönemki şartlar göz önüne alındığında alkolü
damıtmanın zor olabileceği yönünde düşünceler bulunmaktadır[392].
Ancak alkolün Arapça el-kuhül kelimesinden batıya alcohol (İngilizce) şeklinde
geçmiş olması bu maddenin Araplar tarafından keşfedildiğinin bir kanıtı
sayılabilir[393]. Batılı simyager ve hekimler
ise, insanoğlunun binlerce yıldan beri her yerde aradığı “âb-ı hayât”ın damıtık
alkol olduğunu düşündüler ve değişik bitkilerden ürettikleri alkol derecesi
yüksek içkilere hastalar üzerinde yaptığı ağrı dindirme, dert unutturma,
cesaret ve canlılık verme gibi geçici etkilerinden dolayı “hayat suyu” anlamına
gelen Grekçe hydor bios, Latince aqua vitae vb. demeye başladılar. Türkçe’ye
İtalyanca spirito kelimesinden gelen ispirto, Latince spiritus (can, ruh,
hayatın özü) kökenlidir[394].
Hamr ve diğer
müskir içeceklerdeki sarhoşluğa sebebiyet veren madde, etil alkoldür. Etil
alkolün hamr içindeki yüzdesi 15 civarındadır. Ucuz ve kolay elde edilebilmesi
nedeniyle günümüzde pek çok alanda kullanılan etil alkolle ilgili tafsilatlı
bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Kimya
biliminde Karbon(C) ve Hidrojen(H) içeren bileşiklerin (hidrokarbonlar)
incelendiği bölüme organik kimya adı verilir ve alkoller bu bölümde ele alınır.
En basit hidrokarbon metandır. CH4 formülü ile gösterilir.
|
Alkol ise karbona
bağlı olarak bir Hidrojen (H)’in yerini bir hidroksil (OH)- grubunun
almış olduğu hidrokarbon türevidir. Bu durumda hidrokarbon isminin sonuna -ol
eki getirilir. Metanol (metil alkol), etanol (etil alkol), propanol (propil
alkol) gibi[395].
Metil Alkol - CH3OH
- Metanol
Etil Alkol - CH3CH2OH - Etanol
Alkollü
içkilerin içerdikleri alkol, etanoldür. Halk arasında ispirto olarak bilinen
mavi-mor renkli sıvı, etil alkoldür. Etanol, tane (hububat) alkolü,
fermantasyon alkolü, etil hidroksit ve metil karbinol olarak da adlandırılan
etil alkol, saf halde iken berrak, renksiz, uçucu bir sıvıdır. Alevlenebilir,
toksiktir(zehirli), karakteristik tat ve kokuya sahiptir. Suda ve diğer organik
çözücülerde çözünür. 78.4°C de kaynar ve - 114°C’de erir. Ticari olarak büyük
oranda şeker sanayiinin bir yan ürünü olan melastan elde edilir. Alkolün bir
diğer elde edilme yöntemi nişastadan şeker eldesi ile şekerin alkole
dönüştürülmesidir. Odun selülozu veya kağıt endüstrisinden gelen sülfit
likörünün fermantasyonu ile de alkol elde edilebilmektedir. Fermantasyon
yöntemiyle etil alkol üretimi bir ülkenin tarımsal durumuna göre değişiklik arz
eder. Örneğin Almanya ve Rusya’da patatesten, ABD’de mısır, melas ve yer
elmasından, İngiltere’de buğday ve pirinçten, ülkemizde ise üzüm, incir ve
melastan alkol elde edilmektedir. Meyveler, sebzeler, tahıllar, un, nişasta,
şeker pancarı, şeker kamışı, bal, melas, üzüm şırası, taze üzüm şarabı
fermantasyon yolu ile alkol elde edilebilen ham maddelerdendir.
C6H12O6 +2 (H2O)
+ 2C2H5OH + H2CO3
Dışarıdan
alkol alınmasa dahi insanın 1 litre kanında 0.002 g. alkol olduğu saptanmıştır.
Vücutta bulunan Escherichia coli, lactobasillus türleri ve bir çok
mikroorganizma tarafından alkol üretilmektedir. Bir insan vücut ağırlığının her
10 kilogramı için 1 gram alkolü 1 saatte yakabilir. 3 şişe bira veya 250 cc
şarap veya 60 cc damıtık alkollü içki (rakı, viski vs) içen 70 kilogram
ağırlığı olan bir kişinin kanındaki alkol konsantrasyonu 0.5 gram olur. Bu
miktarlarda alınacak alkol, merkezi sinir sistemini fazla etkilemeden üç saat
içinde metabolize edilir. Alkolün önemli bir kısmı karaciğerde okside olurken
%15 kadarı solunum, terleme ve idrar yoluyla vücuttan atılır.
Seyreltilmiş
alkol tüketiminin mide sıvısının artmasına bağlı olarak sindirimi kolaylaştırma
ve dolaşım bozukluklarını giderme gibi olumlu etkileri vardır.[396] Vücudun dış
ısısını yükseltmesinin yanı sıra yüksek oranda enerjinin dışarı atılmasına
neden olduğu için vücudun iç ısısının düşürülmesini sağlar. Hatta alkolün
buzdan daha fazla ateş düşürücü etkisi vardır. Nitekim tropikal bölgelerde
serinlik hissetmek için çok miktarda rom[397]
tüketilir.
Etil alkolün
aşırı tüketimi uyuşukluk, kabalık halleri, kişilik kayıpları, ahlaki suçlar,
trafik kazaları gibi olumsuz durumlara sebebiyet verir. Bu davranışların
ölçüsü; kişinin yaşına, kilosuna, cinsiyetine, alkol kullanma sıklığına ve
tolerans düzeyine bağlı olarak değişir. Yüksek oranlı alkol dozları narkotik
etki yapabilir ve ölüme götürebilir. Ölüm dozu erkeklerde 283, kadınlarda 193
ve çocuklarda 40 gramdır[398].
Etil alkol,
içkinin yanı sıra parfümeride, ilaçlarda, dezenfektanlarda, patlayıcı
maddelerin yapımında, boya ve lak (reçine) ve sirke üretimlerinde ve benzinle
karıştırılarak motor yakıtı olarak kullanılır.
Alkollü
Madde Kullanımı ve Kolonya
Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi Kur’ân-ı Kerîm’de yasaklanmış olan hamrın yasaklanma
nedeni aklı örtme özelliğidir. Bu aklı örtme özelliği ise hamrın içinde
bulunan etil alkolden kaynaklanmaktadır. “Hamr”, “Ey iman edenler! Şarap,
kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir;
bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[399]
âyetinde rics yani pislik olarak nitelendirilmiştir. İbn Hazm, dört
büyük sünnî fıkıh mezhebinin imamları ve fakihlerin büyük çoğunluğu, bu âyetden
yola çıkarak hamrın da kan ve idrar gibi necâset-i galîza
olduğunu söylemişlerdir[400] [401]
[402]. Dolayısıyla bu fakihler
hamrın az miktarının dahi vücutta, elbisede veya namaz kılınan yerde
bulunmasının namazın sıhhatine mani olacağını ifade etmişlerdir399400.
Dihlevî, Şari’ Teâlâ’nın insanlarda tiksinti uyandırmak için içkiyi sidik ve
dışkı mesabesinde takdim ettiğini söylemiştir[403].
Rebîatü’r-Re’y (Ö.136/753), Leys b. Sa’d (Ö.175/791), Müzenî (Ö.264/877), Dâvûd
ez-Zâhirî (ö. 270/884) gibi fakihler ise âyette zikredilen fal okları, putlar
ve kumar gibi hamrın da manevi pisliklerden olduğu görüşünü benimsemişlerdir[404]. Onlara göre zehirli bir
bitki necis olmadığı halde, yenilip içilmesi haramdır. Hamr da böyledir.
Bunlardan sonra yaşamış olan Bağdad ve Kayravan âlimleri de bu görüşü
benimsemişlerdir[405]. San’ânî, Şevkânî, Sıddık
Hasan Han gibi son dönem fakihleri de hamrın hakiki necis olmadığı
kannatindedirler[406]. Muhammed Reşid Rıza Mısır’da
yayımlanan Menâr Dergisi’nde İslâm’da ispirto ve alkolün kullanılmasının
hükmüne dair bir makale kaleme almıştır. Reşid Rıza bu makalesinde hamrın
hakikî bir necis olmadığını ileri süren fakihlerin görüşlerini naklettikten
sonra kendisi de kolonya ve ispirtonun maddi necis olmadığını ileri sürmüştür[407]. Bu fakihler hamrı da zehir
içmenin veya erkeklerin ipek giyinmenin haram olmasının onların necis
olmalarını gerektirmeyeceğine benzetmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin ispirtonun necis
olmadığına dair bir görüşünün olduğu nakledilir[408].
Öte yandan Hanefî'ler hamr ile diğer sarhoşluk veren içkilerin necis olup
olmamaları ile ilgili ayrıma gitmişlerdir[409].
Hamrı necâset-i galîze gördükleri halde hamrın dışındaki müskir içkileri bazı
Hanefîler necâset-i hafife olarak kabul etmişler veya kerih görmekle
yetinmişlerdir[410]. Çağımız bilginlerinden M.
Hamdi Yazır bu hususu şöyle ifade etmiştir: “Üzüm şarabı ve bundan mamul olan
müskirat aynen necistir. Öbürlerinin ise necsolunması şüphelidir. Mesela;
üzerine şarap, şampanya, ve arak, konyak dökülmüş olanlar her halde
yıkanmadıkça namaz kılamazlar. Lâkin, üzüm şarabından mamul olmayan ispirto,
bira ve sair müskirat içilmezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza
mâni olur diye iddia edilemez”[411]. Fakat kolonyayı da necis
kapsamında mütalaa eden Şâfiî mezhebine göre hem içilmesi hem de kullanılması
haramdır.
Günümüz bazı
araştırmacılarına göre; genelde temizlik, dezenfeksiyon ve güzel koku amacıyla
kullanılan ve alkol içeren kolonyayı şer’î bir hüküm olan “necis” kavramının
kapsamına dahil edip kullanımını haram saymak, vücuda ve elbiseye döküldüğünde
namazın geçerliliğine engel olacağını söylemek, bu konudaki hüküm ve yasakların
genel hareket noktası ve amacı göz önünde tutulursa, isabetli gözükmemektedir[412].
Etil
alkol tabiatta kendiliğinden oluşabilen sadece âyette belirtilen hamrda değil
pek çok yiyecek ve içecekte az ya da çok bulunabilen dezenfekte özelliği
bulunan kimyasal bir maddedir. Etil alkolün ucuz elde edilebilmesi, çok iyi bir
çözücü olması, mikropların çoğalmasını engellemesi gibi çok avantajlı
yönlerinin bulunması üreticileri, bu maddeyi çokça kullanmaya yöneltmiştir.
Kozmetik alanında bir çok kullanım amacı vardır. Özellikle parfüm ve kolonyada,
kokunun daha iyi çözünmesi ve kokusunun daha hissedilir olması için kullanılır.
Cilt ürünlerinde kullanılan etil alkolün en önemli görevlerinden biri aktif
maddelerin cildin daha alt tabakalarına inmesini sağlamaktır. Tonik ve akne
ürünlerinde kullanılan etil alkol ise yağların ve salisilik asit gibi
aktiflerin çözücüsü görevini üstlenir. Gözenekleri küçültme etkisi de bulunan
etil alkol, jel bazlı nemlendiricilere de eklenebilir. Etil alkolün uçuculuğu
sayesinde nemlendiricilerin daha hızlı kuruması ve yapışkanlık bırakmaması
sağlanmış olur. Etil alkolün kozmetik ürünlerde bir diğer kullanım alanı da
ağız gargaralarıdır. Gargaralarda koku verici maddenin kalıcı olması ve ağızda
ferahlık hissi uyandırmak amacıyla kullanılan alkolün oranı %10 ile %20
arasında değişmektedir[413].
Su,
mikrobiyolojik canlılardan en gelişmiş varlık olan insana kadar bütün canlılar
için hayat kaynağıdır. Bu özelliğinden dolayı herhangi bir malzemenin su içinde
bozulmadan saklanabilmesi mümkün değildir. Bir malzemeyi bozulmadan
saklayabilmek için ya o malzemenin içinde bulunan suyun uzaklaştırılması veya
tuz, sirke gibi asidik özellikli katkıların eklenmesi gerekir. Aynı zamanda
aromatik maddelerin su içinde çözünmesi yetersiz olur. Bu bilgilerden
hareketle, eskiden beri bazı krem ve koku maddeleri asitli olmasından ve çözücü
etkisinden dolayı şarapta saklanırdı. Ancak etil alkolün damıtılması bilgisinin
Avrupa’ya ulaşması neticesinde özellikle parfümcülükte yeni bir sayfa açılmiş
oldu. Tüm dünyada oldukça pahalı olan kokulu hammaddelerin hem daha kolay
çözünmesi hem ömrünün uzaması hem de maliyetinin düşürülmesi için Avrupa’da %
25-50 esans içeren eau de parfüm, % 5-10 esans içeren tuvalet suyu (eau de
toilette) ve %5 esans içeren kolonya gibi alkollü parfümler üretilmeye
başlamıştır.
Günümüzde
oldukça sık kullanılan kolonya ve parfümlerin içinde yüksek oranda alkol
bulunduğunu ve bunun sebeplerini anlatmaya çalıştık. Ferahlatıcı ve dezenfektan
özellikleri bulunan kolonya ve kolonyalı mendillerin üretim ve tüketimi
ülkemizde oldukça fazladır. Bir kolonyanın kalitesini içeriğinde bulunan etil
alkolün oranı ve esansının kalitesi belirler. Kolonyaların derecelendirilmesi
içindeki etil alkolün miktarına göre yapılır. Örneğin 80°lik bir kolonyanın 100
mililitresinin içindeki etil alkol miktarı 80 mililitredir.
Kolonya gibi
kozmetik ürünlerde kullanılacak olan etil alkolün içilmesini önlemek amacıyla
içine bazı maddeler katmak suretiyle denature işlemi yapılır.[414] Kolonya ve parfüm
üretiminde etil alkol yerine son derece zararlı etkileri olan metil alkolün
kullanılması ve bu ürünlerin alkolikler tarafından tüketilmesi kalıcı görme
bozukluklarından ölümlere kadar pek çok ciddi sonuçlara neden olabilmektedir[415].
Kozmetik
ürünlerde kullanılan etil alkolün hamr dışı kaynaklardan elde edildiği göz
önüne alındığında, bu ürünlerin necis kapsamına alınması pek isabetli
olmamaktadır. Nitekim kozmetik ürünlere helâl sertifikası veren Malezya menşeli
JAKIM, etil alkolün kaynağının alkollü içkilerin olmama kaydını koymuştur. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ilk yasaklandığı dönemde sahâbeden
ellerinde bulunan hamrı dökmelerini ve hamr kaplarını kullanmamalarını
istemesi; bağımlılık yapma özelliği olan hamrdan tamamen uzaklaştırma gayesini
taşıdığı aşikârdır. Nitekim daha sonra hamr kaplarını yıkayarak
kullanabileceklerini, hamrdan yapılan sirkenin yenebileceğini söyleyerek bu
tutumundan vazgeçmiştir. Kozmetik ürünlerde kullanılan etil alkolün keyif
verici, uyuşturucu niyetiyle kullanıldığı veya buna vesile olduğu söylenemez.
Dinde asıl yasaklanan bu maddenin keyif verme özelliğinin de bir sonucu olarak
daha fazla içme arzusu uyandırarak akli melekeleri kullanamaz hale gelinmesidir[416]. Etil alkolün uçucu
özelliğinin bulunması nedeniyle vücuttan hızlı bir şekilde uzaklaşacağı da göz
ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.
MİSK
GEYİĞİNDEN MİSK KOKUSU ELDE EDİLMESİ
Geyik, keçi,
fare gibi hayvanların erkeklerinin dişilerini cezbetmek için salgıladıkları
misk adı verilen güzel koku kanlı bir kese içinde toplanır ve vücutlarından
dışarı atılır. Bu kanlı mayi insanlar tarafından alınır, kandan temizlenir ve
güzel koku olarak kullanılır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
misk kokusu kullanmış olması onun temiz olduğunun bir delili olarak
gösterilmiştir. Bu işlem fıkıh kitaplarında necis bir maddenin istihâleyle
temiz hale dönüşmesine örnek olarak verilse de burada bir değişim söz konusu
değildir. Bir maddeler grubu olan kan içindeki bazı unsurlar kullanılarak yeni
bir madde üretilmektedir[417]. Tıpkı hormonlar yardımıyla
süt ve yumurta gibi yeni bir maddenin üretimi yapılmaktadır. Kan
uzaklaştırıldıktan sonra misk ortaya çıkar. Aynı durum bir tür balinanın
dışkısından elde edilen amber için de geçerlidir[418].
KARMİN
(BOYMADDESİ), ÜRETİMİ,ÖZELLİKLERİ VE FIKHÎ HÜKMÜ
Cochineal Böceği, Karmin Üretimi Ve
Özellikleri
Sentetik katkı
maddelerinin sağlık üzerine olumsuz etkilerinin anlaşılması üzerine karmin gibi
doğal boyar maddelerin üretimi ve kullanımı artmaya başlamıştır. Güney Amerika
ve Meksika’da tropikal ve orta tropikal bölgelerde doğal olarak bulunan bir
böcek çeşidi olan cochinealin bilimsel adı doctylopius cossustur.
Cochineal opuntia cinsi kaktüslerin üzerinde parazit olarak yaşar ve diğer
böcekleri kaktüsten uzak tutmak için karminik asit sentezler[419]. Karminik asit boya maddesi
yapmak için böceğin gövde ve yumurtalarından ekstrakte edilir. Bunun için 90
günlük böcekler toplanır. Boya elde edilecek böcekler sıcak su içerisine
batırılarak, güneş ışığında bırakılarak veya fırın içerisinde kurutularak
dürülür. 1 kg. koşineal elde etmek için 155000 adet böcek kullanılır. Dünyada
üretilen 150-180 ton karminin %90’ı Peru tarafından üretilir. Günümüzde
tekstil, gıda ve kozmetik alanda doğal renklendirici olarak kullanılıyor. Gıda
renklendiricisi olarak kullanıldığında etikette bildirilmesi gerekiyor. Türk
gıda kodeksinde gıdalarda kullanılan renklendiriciler tebliğinde koşineal,
karminik ve karminler E120 kodu ile izin verilen gıda renklendiricileri olarak
yer alır. Özelikle et ürünlerinde yaygın olarak kullanılır[420].
Kozmetik ürünlerden ruj, yüz pudraları, saç ve cilt bakım ürünlerinde karminden
elde edilen E120 kullanılmaktadır[421].
Aspirine, benzoik aside (E210) ve salisilik aside alerjisi olan kişilerde
karmin (E120) de alerji yapabilmektedir. Ananas, kayısı, çilek, greyfurti
portakal, ahududu, frenk üzümü, üzüm ve limonda doğal olarak salisilik asit
bulunmaktadır. Bu gıdalara karşı alerjisi bulunan kişilerde karmin boyasına da
alerjisi olabilir. Deride kızarıklık görülmesi ve nefes almada zorluk çekilmesi
alerjik belirtilerdir. Aynı renge sahip E124 ise sentetik olarak üretilen renk
maddesidir ve Koşineal red A olarak yazılır[422]
.
Böcek
Tüketiminin Hükmü
Fıkıh
kitaplarında böcekler ve küçük yer hayvanları haşerât başlığı altında ele
alınmıştır. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre yerin altında veya
üstünde yaşayan her tür böcek, sinek, arı, örümcek, kırkayak, tırtıl, meyve
kurdu, akrep, yılan, kertenkele, keler, kurbağa, salyangoz, fare, köstebek vb.
hayvanların yenmesi haramdır. Çünkü bu hayvanların bir kısmı zehirlidir ve
genel olarak tiksindirici özellikteki habâis sınıfındadırlar. Bu sınıfa giren
ve habâis olarak nitelendirilen yiyecekler ise âyet ile yasaklanmıştır[423]. Ayrıca Mâide Sûresi’nin
üçüncü âyeti kapsamındaki bir hayvanın helal olabilmesi boğazlanma şartına bağlıdır.
Mâlikîler’in çoğunluğu, İbn Ebû Leylâ ve Evzâî gibi fakihler ise yukarıda
isimleri geçen hayvan ve böcekleri yemenin helâl olduğunu söylemiştir. Haşerat
türüne giren çekirgenin helâl olduğunda ise ihtilâf yoktur[424].
Karmin
boyasının üretilme yöntemine bakıldığı zaman misk ahusundan misk elde etme ile
benzerlik taşıdığı görülmektedir. Erkek misk geyiği dişisini cezbetmek için
güzel kokulu bir madde sentezler ve belirli zamanlarda kanla karışık olarak
vücudundan uzaklaştırır. İnsanlar tarafından kanla karışık bu madde toplanır ve
oldukça güzel kokan misk elde edilir. Koşineal böceği de üzerinde parazit
olarak yaşadığı kaktüsten diğer böcekleri uzaklaştırmak için karminik asit
salgılar. Bu asit kırmızı renklidir ve halk tarafından çeşitli işlemlerden geçirilerek
sentetik boyaların aksine hiçbir kanserojen etkisi bulunmayan doğal bir boya
elde edilir.
Fakihler
haşerâtı yemenin câiz olup olmadığını incelemenin yanı sıra bunların satıma
konu olup olmadıklarını da tartışmışlardır. İslâm bilginlerinin büyük bir çoğunluğu
haşerâtı mal kabul etmedikleri için satımını da câiz görmemişlerdir. Ancak
zamanla insanların ihtiyacı olduğu için bazı böcekler mal sayılmış ve satımı
câiz görülmüştür. Hanefî fakihlerinden İbn Âbidîn (Ö.1252/1836), kendi
döneminde insanların kırmız boyasına ihtiyacı olduğu için kırmız böceğinin
(dûdetü’l-kırmız, dûde’nin çoğulu dûd’dur) satımının câiz olduğunu kaydetmiştir[425]. Muslihuddin Mustafa
(ö.968/1560-61) Ahterî adlı sözlüğünde “kırmız” kelimesini “Kızıl boya;
bazılarına göre küçücük bir böceğin usaresi (su)” şeklinde açıklamıştır[426]. Şemşeddin Sami “kırmız”
kelimesini şöyle açıklamaktadır: “Küçücük bir cins böcekten çıkan ve güzel
kızıl renk veren bir nevi boya, la’l (kırmızı); bu boyayı veren böcek”[427]. Arapça sözlüklerde “kırmız”
kelimesinin “kan kızmızı boya” veya “boyasıyla elbise boyanan bir hayvan”,
“ağaçlarda oluşan böceklerin usaresi” anlamlarında kullanılan Fars veya Rum
veyahut Ermenî kaynaklı bir kelime olduğu belirtilmekte [428]
ve Arapça-İngilizce lügat kitaplarında kırmızın karşılığı olarak karmin
kelimesinin kullanıldığı
anlaşılmaktadır.
Mütercim Âsım Efendi (ö.1235/1819)’nin, Kâmûs Tercümesi’nde kırmız kelimesiyle
ilgili verdiği bilgileri şöyle özetleyebiliriz: Kırmız; bir nevi boya ismidir
ki bilâd-ı Ermeniye’ye mahsustur. Bu beldenin meşelerinde meydana gelir. Bir
nevi küçük kurtcağızın üsaresidir. Bazılarına göre mercimek kadar ve pek kızıl
dânelerdir ki Rûmî Haziran ayında palıt ağacına iner. Toplanmasında gaflet ve
ihmal olunursa kanatlanıp uçarlar... Kırmız dedikleri boya ol dânelerin
içerisinde olur. Onunla hayvan sahibi olanlar yün ve ipek gibi mallarını
boyarlar, pamuk boyanmaz.. İnsanlar ona karpuz derler, boyacılar kullanırlar.
Ağaç yaprakları üzere özellikle Hindî ağacının kabuğunda meydana gelir, gayet
kırmızı, nohut kadar yuvarlak kokusu kötü bir böcektir. Kırmız lügat-ı
Rûmî’dir. Araplar ona “dûdu’l-sabbâğîn” derler. Bir nevi habbeye de kırmız
derler ki Türkçe’de ona karpuz tohumu derler. Evvelki ile ipek boyanır. Bununla
da boyarlar, fakat evvelkine uymaz. Ermenî beldesine mahsus değildir. Bizim
semtlerde dahi olur. Issı suda haşlayıp helâk ederler. Onun için ashâb-ı ver‘
(takva sahipleri) ondan ve boyasından istinkâf ederler[429].
Günümüz İslâm
hukukçuları karmin katkılı gıda ve kozmetik ürünleri helâl olup olmaması
yönüyle incelemeye başlamışlardır. Bu konuya Hamdi Döndüren şöyle
yaklaşmaktadır: “Kimyasal bir değişimle elde edilen bir maddenin sözü edilen
böcekle bir ilgisinin kalmaması gerekir.. .Mâlikî Mezhebi’ne göre insan
sağlığına zararlı olmadığı sürece haşerelerin, usulüne uygun olarak tezkiye
edilmek suretiyle yenmesinde bir sakınca bulunmaz. Buna göre karmen denilen
böceklerden boya maddesinin alınıp kullanılması sağlık bakımından bir sakıncası
bulunmazsa gıda ve meşrubat üretiminde kullanılabilir.”[430].
Kozmetik ürünlerde rujlarda kullanıldığını söylediğimiz bu maddenin hem
yutulması dolayısıyla yenmesi hem de necis olup olmamasının cevabı Hayrettin
Karaman’ın şu ifadesinde bulunmaktadır: “Bu böceğin ve benzerlerinin yenmesi
bile bazı müctehidlere göre caizdir. Şu halde ondan renk üretildiği zaman bu
necis de olmaz, haram da olmaz.”[431].
Yüksel Çayıroğlu ise Helâl
Gıda isimli eserinde tamamen bitkilerden beslenen bir böcekten çıkarılan ve
toz/sıvı hale getirilen bir maddede insana iğrenç gelebilecek bir durum ortada
kalmayacağı için karminin kullanılmasında bir sakınca görülmeyeceğini
belirtmektedir[432].
KOZMETİK
ÜRÜNLERİN KULLANIMINA BAĞLI OLARAK OLUŞAN SAĞLIK PROBLEMLERİ VE İSLÂM’DA
SAĞLIĞI KORUMANIN ÖNEMİ
Kozmetik
ürünlerin kullanımına bağlı olarak gelişen sağlık problemleri ile alakalı
olarak günümüzde oldukça fazla araştırma yapılmaktadır. Bu araştırma
sonuçlarına göre alerjik reaksiyonlardan kansere kadar oldukça fazla hastalığın
temelinde kozmetik ürünlerin kullanımı yatmaktadır.
KOZMETİKLERE İLİŞKİN SAĞLIK SORUNLARI
Çok eski
zamanlardan beri güzelleşme uğruna kullanılan bazı ürünlerin toksik (zehirli)
ve tahriş edici özelliklerinin bulunduğu bilinmektedir. Makyaj malzemeleri,
deodorant, parfüm, kişisel bakım ürünleri, saç boyaları gibi pek çok kullanım
alanına sahip olan kozmetik ürünler, günümüzde özellikle sağlık açısından
taşıdığı riskler dolayısıyla oldukça sık sorgulanmaktadır. Örneğin ABD Ulusal
Mesleki Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü (National Institue Occupational Safety and
Health, NIOSH), kozmetiklerde bulunan yaklaşık 3000 kimyasalla ilgili bir
araştırma yapmış, bunlardan 774’ünün yüksek toksik (zehirli) olduğunu ortaya
koymuştur. Hatta bu maddelerin 146’sının tümörlere, 218’inin üreme
bozukluklarına, 314’ünün mutasyona ve 316’sının deri ve göz hastalıklarına
sebep olduğu belirtilmiştir[433]. Kimyasallara ağız, soluma ve
deri yolu ile maruz kalınır. Kozmetik ürünlerden saç spreyleri, parfümler ve
pudralar solunum yoluyla, rujlar yutularak, saç ve cilt kremleri, şampuanlar,
saç boyaları ise deri yoluyla vücuda girerler.
Kozmetik
ürünlerde binlerce hammaddenin kullanıldığı günümüzde ise bu hammaddelerin tek
başına kullanıldığında ortaya çıkan olumsuzlukların dışında birkaç hammaddenin
bir araya gelerek reaksiyona girmeleriyle bazı problemlerin meydana çıktığı
bilinmektedir. Çoğu madde sınırlı miktarda kullanıldığında bir problem
oluşturmazken haddi aştığında sorun ortaya çıkabilmektedir. Nitekim 16.
yüzyılda yaşamış olan Paracelcus zehir ile ilacın arasındaki farkın dozu
olduğunu belirterek bu konuya açıklık getirir.
Kimyasal maddelerin
bir kısmı yaklaşık iki metrekarelik yüzeyiyle en büyük organ olan derinin üst
ve alt tabakasında bulunan kıl folikülleri, kılcal damarlar ve ter bezleri
vasıtasıyla direkt kana karışır. Normalde vücuttan ter yoluyla, böbreklerle
atılması beklenen bir çok madde, sık kullanım sonucu özellikle karaciğer,
böbrek ve yağ tabakasında birikebilmektedir. Özellikle bu organları tam
gelişmemiş olan küçük çocuklar daha fazla etkilenmektedir. Bu kimyasal
maddelerin bir kısmına özellikle erkek bebeklerde daha anne karnında iken maruz
kalınmasının sonucu olarak cinsiyet organlarının ve hormonlarının üzerinde
olumsuz etkilerinin olduğu düşünülmektedir[434].
Ter kokusunu
önlemek için oldukça yaygın olarak kullanılan antipersprantlar[435]içinde bulunan DNA’yı bağlayıp
tümör gelişimine sebep olduğu ispatlanan alüminyum tuzlarının ter gözeneklerini
tıkayarak fizyolojik bir ihtiyaç olan terlemeyi engellemesi de ayrıca sıkıntı
oluşturmaktadır. Eski Mısır ve Yunan kayıtlarında da rastlanan göğüs kanseri
hastalığının giderek arttığı günümüzde bu konu ile ilgili olarak dünyanın
çeşitli ülkelerinde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Aşılar, anti-asidik mide
ilaçlarının yanı sıra göğüs bölgesine komşu olan ve cildin en geçirgen
bölgelerinden biri olan koltuk altına uygulanan ter önleyiciler içinde bulunan
alüminyum tuzlarının daha ziyade bu yolla vücuda girdiği ve kansere neden
olduğu düşünülmektedir[436].
Bir diğer
araştırma konusu ise yine pek çok üründe olduğu gibi ter önleyicilerde de
koruyucu olarak kullanılan parabenlerin göğüs tümörüne neden olduğu ile
ilgilidir. İngiltere’deki Reading Üniversitesi’nden Dr. Phlippia Darbre, 20
göğüs tümöründen 18’inde parabene rastladığını açıklamış ve bu maddenin
kaynağının deodorant ve ter önleyiciler olabileceğini belirtmiştir[437]. Bu gibi araştırmalar
neticesinde Avrupa’da bazı ülkeler paraben kullanımını yasaklamıştır[438].
Sık kullanılan
kozmetik ürünlerden bir diğeri de saç boyalarıdır. Bu ürünlerde bulunan
katranın (Coal tar) laboratuar hayvanlarında kansere sebep olduğu gözlenmiştir.
Katrandan elde edilen PPD isimli madde son derece zehirli olup özellikle geçici
dövme ve saç boyalarında kullanılmaktadır. Bu maddelerin ölüme varan
zararlarıyla ilgili pek çok klinik vaka kayıt altına alınmıştır[439]. Saç boyalarında kullanılan
kurşun asetat zeka gelişimi için tehlikelidir ve güvenli kullanım miktarı
bilinmemektedir ve Avrupa Birliği’nde saç boyalarında kullanılması yasaklanan
maddelerin içinde yer almaktadır[440].
Yapılan araştırmalarda sürekli saç boyası kullanan kırk beş yaş üstü kadınlarda
göğüs kanseri riskinin daha fazla olduğu görülmüştür[441].
2001 yılında Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ayda
bir kez saçını boyatan kadınların boyatmayanlara oranla üç misli daha fazla
mesane kanseri oldukları bulunmuştur[442].
Saç boyalarının kan kanserine neden olduğu yönündeki kuşkular sebebiyle
araştırmalar devam etmektedir. Özellikle 1980 öncesinde saçlarını boyamaya
başlayan kadınlarda kan kanseri ile saç boyası kullanma arasında bir ilişki
olduğu iddia edilmektedir[443].
Diş sağlığını
korumak amacıyla günde en az iki kere kullanılan diş macunlarının içeriğinde
bulunan ve dişlerin çürümesini önlemek için kullanılan sodyum floridin
yutulması durumunda beyin ve kemiklere zarar verebileceği Uluslararası
Araştırma Konseyi (National Research Council, NRC) tarafından açıklanmıştır[444]. Aynı zamanda kemirgenleri
öldürmek için kullanılan florid bir çeşit fare zehiridir. Şebeke sularından,
endüstriyel atıkların ulaştığı yeraltı sularından, bazı diş dolgu
maddelerinden, tarım ilaçları kalıntılarından vücuda alınan florid miktarı
hesaba katıldığında Dünya Sağlık Örgütünün belirlemiş olduğu günlük en fazla
alınabilecek florid dozu olan 1,5 ppm aşılmış olmaktadır. Bu sebeple bir çok
Avrupa ülkesi şehir sularına florid koymamaktadır[445].
Bakterilerin gelişmesini önlemek amacıyla diş macunlarında ve antibakteriyel
sabun ve jellerde toksik bir madde olan Trilosanın özellikle erkek çocuklarda
büyüme hormonunu olumsuz yönde etkileyerek obezite, kısırlık, sinirsel
rahatsızlık gibi sağlık problemlerine yol açması söz konusudur. Şehir sularında
bulunan klor ile triklosan reaksiyona girerek zehirli kloroform gazı ortaya
çıkmaktadır.[446] Diş macunlarında tatlandırıcı
olarak kullanılabilen sakkarinin (E954) laboratuar hayvanlarında yapılan
deneylerde böbrek hasarının yanı sıra kansere yol açtığı görülmüştür[447].
1970’lerden
beri kuaför ve güzellik uzmanlarında kan ve lenf sistemlerinde miyelom ve
lösemi gibi kanser türlerinde artış gözlenmiştir[448].
B. İSLÂM’DA İNSAN SAĞLIĞINI KORUMA
İslâm Dini
insan hayatı ve sağlığına büyük önem vermiş, insan bedeninin bir emanet
olduğuna vurgu yapılmıştır. Koruyucu hekimlik fikri benimsenmiş, hasta
olmamanın yolları aranmıştır. Hasta olunca da tedavisinin peşinde koşulması
gerektiğinin altı çizilmiştir[449].
Daha çok keyfi
gerekçelerle kullanılan kozmetik ürünlerin geçmişten günümüze belirli sağlık
riskleri taşıdığını yukarıda anlatmaya çalıştık. Özellikle kozmetik alanda
sağlığa zararlı olduğu kanıtlanmış bir ürünün kullanılması ile ilgili olarak
cilde tatbik edilen bir uygulamanın Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
tarafından yasaklanması günümüze örneklik teşkil etmesi bakımından önemlidir.
Cahiliye devrinde kadınlar yıpranmış yüz derilerinden kurtulmak ve güzelleşmek
için kaşûr adı verilen bir malzeme kullanırlardı. Tahriş edici özelliği olan bu
madde cildin ölü tabasından ayrılmasına, renginin bir kaç ton açılmasına ve
tüylerin giderilmesine neden olurdu. Oldukça acı veren ve sağlık riskleri
taşıyan bu işlem, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından
yasaklanmış ve Müslüman kadınlar bu uygulamadan vaz geçmiştir[450].
KOZMETİK
ENDÜSTRİSİNDE HAYVANLAR ÜZERİNDE UYGULANAN ZARARSIZLIK DENEYLERİ ve HAYVAN
HAKLARI
Kozmetik
ürünler birden fazla hammaddeden oluşan karışımlardır. Bu karışımları oluşturan
maddeler kimyasal reaksiyona girerek farklı maddelere dönüşebilirler. Bu
durumda beklenmeyen alerjik, kanserojen etkiler meydana gelebilir. Bunu test
etmek üzere hayvanlar üzerinde denenmek üzere bazı test yöntemleri
geliştirilmiştir. Zehirlilik, deri ve göz tahrişleri, alerji, kalıtsal bozukluk
ve kansere neden olabilecek özellikler bakımından teste tabi tutulan
hayvanların bir çoğu bu deneyler esnasında ya ölmekte ya da sakat kalmaktadır.
Hayvanlara eziyet etme pahasına yapılan bu deneylere, insan sağlığının ön plana
alınması doğrultusunda Avrupa Birliği tarafından izin verilmektedir. Ülkemizde
de 5199 sayılı hayvan haklarını koruma kanunu bilimsel araştırmalar için hayvan
deneylerinin yapımına izin verir.
Piyasaya yeni
sürülecek olan ruj, göz farı, krem, rimel gibi kozmetik ürünlerin sağlık
açısından taşıdığı riskleri öğrenebilmek için hayvanlar üzerinde uygulanan bu
testler üç şekilde yapılabilmektedir:[451]
LD 50 (Lethal Doz- Ölümcül Doz) Testleri: Test
edilmek istenen ürün, deneyde kullanılan hayvanların yarısı ölünceye kadar
hayvanlara yedirilir. Bu deneyde hayvanların çoğu şiddetli hastalık ve açlık
çekerek can verirler. Deney sonucunu etkileyeceğinden ölmekte olan hayvanların
hayatına son vermenin mümkün olmadığı bu testler iki hafta ile altı ay arasında
süren bir zaman devam eder.
Dermal Toksisite Testleri: Ciltte meydana
gelebilecek olumsuzlukları test amacıyla yapılan bu deneylerde öncelikle
hayvanların kürkleri kazınır. Test edilecek madde kılsız cilde tatbik
edildikten sonra deneklerin kaşınmasını önlemek amacıyla hayvanlar, hareket
edemeyecekleri bir platforma yerleştirilir.
3- Draize
Testleri: Kozmetik ürünün gözü tahriş etme özelliğinin test edildiği bu
yöntemde deney hayvanlarının başı bir alete sıkıştırılır. Bu şekilde gözlerini
kaşımaları engellenmiş olur. Hayvanın tek gözüne üç hafta boyunca her gün test
edilecek üründen damlatılır. Bu şekilde gözlerde meydana gelebilecek şişme,
enfeksiyon, yara veya kaşınma problemlerinin olup olmadığı gözlenir. Bu
testlerin uygulanması sırasında bazı hayvanların gözleri kör olabilmektedir.
Yapılan bu
deneyler sonucu insanlar için kullanım sınırları belirlenerek sağlık açısından
istenmeyen sonuçların önüne geçilmeye çalışılır. Örneğin kozmetik ürünlerde
kullanılan çözücülerin zehirliliği ile ilgili fareler üzerinde yapılan
deneylerde şu sonuçlar çıkmıştır[452]:
Etanol
13.7g/kg
n.propanol 1.9 g/kg
Butanol 4.3
g/kg
Benzil alkol
3.1 g/kg
PEG (200-4000)
34 g/kg
Propilen
glikol 26.3 g/kg.
B. İSLÂM DİNİNDE HAYVAN HAKLARI
İslâm Dini
yalnız insanların değil bütün varlığın haklarını koruma altına almıştır.
Kur'ân-ı Kerîm’de hayvanların da insanlar gibi bir ümmet, bir topluluk olduğu
"Yeryüzünde yürüyen bütün hayvanlar ve kanatlarıyla uçan bütün kuşlar da
ancak sizin gibi birer ümmettir..." âyetiyle[453]
anlatılmakta ve bu âlemde de insanlar gibi haklarının bulunduğu
bildirilmektedir.
Hz. Peygamber
(sav)’in, insanları hayvanlara karşı güzel ve merhametli davranmaya
yönlerdiğine, onlara eziyet etmenin cezasının büyük olacağına, zevk için
avlanmanın ve hayvanlar arasında yaptırılan güreş, döğüş gibi fiilleri
yasakladığına dair rivâyetler bulunmaktadır[454].
İslâm
hukukçuları hayvanların canlarını acıtacak şekilde dövülmesini, aç
bırakılmasını, güçlerinin üstündeki işlerde çalıştırılmasını suç kabul
etmişlerdir. Onlara göre hayvanların hayatlarının devamını sağlamak hayvan
sahipleri üzerine Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Hayvan
hakları özellikle fıkıh kitaplarının nafakatü’l-behâim alt başlığında
incelenmiştir[455].
Kur’ân-ı
Kerîm’de hayvanların insanların istifadesi için yaratıldığı belirtilmektedir.
Tedavi konusunda hayvanlardan yararlanılabileceğini ifade eden İslâm
hukukçuları ipek elde etmek üzere ipek böceğinin yeminin verilmeyerek güneşte
kurutulmasında da bir sakınca olmadığını söylemişlerdir[456].
Kozmetik
ürünlerin üretilmesinde hayvanlar zaruret halinde ve bazı şartlara uyulmak kaydıyla
denek olarak kullanılabilir. Ancak takva sahibi bazı kişilerin
“kırmızböceği”nin sıcak suda haşlanarak helâk edilmesinden ve bu suretle elde
edilen boyadan geri durmuş olduklarını hatırlatmakta yarar vardır[457].
SU GEÇİRMEYEN MAKYAJ MALZEMELERİNİ
Süslenmek ve
daha güzel görünmek için çok eski zamanlardan beri genellikle kadınların
ellerini ve yüzlerini boyadıkları tarihi bir gerçektir. Yüzü daha beyaz ve
pürüzsüz göstermek için pudra, adını Fransızca “rouge”dan (kırmızı renk) alan
ve dudakları renklendirmek için kullanılan ruj, tırnakları boyamak için
Fransa’da üretilen bir tırnak cilasının marka adı olan oje, kirpikleri daha
uzun ve dolgun göstermek için adını yine Fransızca bir markadan alan rimel,
gözkapaklarını boyamak için kullanılan far geçmişten günümüze kadınların
kullanmaktan vaz geçemediği makyaj malzemelerinin temelini oluştururlar[458]. Müslüman kadınların bu
ürünleri evinin dışında kullanmasının ne derece doğru olduğu bir yana abdest
için engel taşıyıp taşımadığı ayrı bir tartışma konusudur.
Farsça’dan
dilimize geçmiş olan ve el suyu anlamına gelen abdest ile ilgili olarak
Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Namaza
kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklerinize kadar kollarınızı yıkayın,
başlarınızı mehh edin ve topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın...”[459] Maddî temizlik özelliği
taşımakla ve sağlık açısından pek çok faydalar içermekle birlikte temelde hükmî
bir temizlik işlemi ve mânevî arınma vasıtası olan abdest hicretten önce
Mekke’de namaz ile birlikte farz kılınmış ve İslâm’da hiç bir zaman abdestsiz
namaz kılınmamıştır[460]. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) namazın anahtarının abdest olduğunu ve abdestsiz hiç bir
namazı kabul etmeyeceğini buyurmuştur[461].
İslâm dini
açısından bu kadar ehemmiyeti olan abdestin geçerli sayılabilmesinin bazı
şartları bulunmaktadır[462]:
Abdestte kullanılan suyun temiz ve temizleyici özelliğe
sahip olması,
Abdest organlarında kuru bir yerin kalmaması,
Deri üzerinde tabaka teşkil ederek suyun deriyle temasını
engelleyen hamur, boya, yağ gibi maddelerin bulunmaması,
Abdest alırken özürlülük hali dışında hayız ve nifas
halinde olmama ve abdesti bozan bir durumun bulunmaması gerekir.
Bir tabaka
teşkil etmeyen yağsız kirler, çamur lekeleri, kına gibi maddeler suyun deri ile
temasını engellemeyeceğinden abdestin sıhhatine mani olmaz. Boyacı, marangoz,
değirmenci, ressam gibi meslek ve sanat sahiplerinin tüm çabalarına rağmen
tırnak ve derileri üzerinde kalan boya ve benzeri leke gibi maddelerin
kalıntıları zarurete binâen abdestin sıhhatini engellemez[463].
Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde kadınların yün eğirme ve un öğütme
gibi işlerden dolayı elleri çatlar ve kabarırdı. Kadınlar hem bu kötü görüntüyü
önlemek hem de süslenme gayesiyle ellerini kına, ketem, vesme gibi boya
maddeleriyle boyarlardı. Bu amaçla boyayı akşamdan sürer ve sararlar; sabah
olunca da sargıları açar ve boyayı yıkarlardı. Gece boyu sargılı kalan boyalı
elleri ile abdest almaları mümkün olmadığından mesh yapıp yapamayacaklarını Hz.
Aişe’ye sormuşlardır. Hz. Aişe ise mesh etmek yerine yıkayıp abdest almalarını
tavsiye etmiştir. Bu tür bir sorunla karşılaşmamak adına pek çok kadının
hayızlı iken bu işlemleri yapmayı tercih ettiği bildirilmektedir[464].
Abdest
uzuvlarından olan yüze, ele ve ayağa sürülen krem ve toz benzeri makyaj
malzemeleri abdest alınırken iyi bir yıkama ile vücuttan uzaklaştırılacağından
suyun deriye nüfuz etmesi sağlanabilmektedir. Ancak oje suyla temizlenebilen
bir madde değildir. Tırnağın üzerinde bir tabaka halinde kalır ve suyun
geçişini engeller. Bu sebeple abdestten önce ojenin temizlenmesi gerekir.
Ojeler tırnak üstünde bir tabaka oluşturduğu için suyun geçişine imkân
vermediği gibi tırnağın hava almasını da engeller. Ayrıca ojenin tırnaktan
silinmesi için kullanılan aseton benzeri ürünler tırnağın yapısını bozarak
çabuk kırılmalara sebep olabilir[465].
Bu gibi sebeplerle nefes alabilen ve su geçirgenliği olan ojeler (breathable
nail enamel) üretilmeye başlanmıştır.
Su geçirme
özelliği olan ojelerden biri üzerinde gerçekleştirilen bir deneyde suyun
geçişinin olup olmaması şu şekilde test edilmiştir: “Bir normal oje bir de su
geçirgenliği iddiasını taşıyan bir oje alınır. İkisi de bir kahve filtresine
sürülür. Altlarına başka birer filtre konur. Kuruyan ojelerin üzerine su
damlatılır. Standart ojenin altındaki filtreler kuru kalırken su geçirgenliği
olan ojenin altındaki iki filtre de ıslanır. Bu şekilde suyu geçirdiği
anlaşılmış olur.” Ayrıca ürünlerinin su geçirgenliği olduğu iddiasını taşıyan
bir oje markası hidrometre testi videosu yayınlayarak bu iddiasını kanıtlamaya
çalışmaktadır[466].
M.Ö.
3000’lerde eski Mısır’da bitkilerden ve minerallerden elde edilen doğal
maddelerin saçı boyamak amacıyla kullanılmakta olduğu bilinmektedir. 19. yy’ın
ortalarında parafenilendiaminin keşfedilmesi sonucu günümüzde yaygın
olarak kullanılan oksidasyon saç boyaları bitkisel boyaların yerini almıştır[467] [468].
Günümüzde
kullanılan saç boyalarının su geçirgenliğinin olup olmaması ve bazı hadîs-i
şeriflerde siyah saç boyasının kullanılmasının yasaklanması fıkhî açıdan
incelenmesi gereken konular içinde değerlendirilmiştir.
SAÇ BOYALARININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Büyük ölçüde
proteinik madde olan keratinden oluşmuş tele benzer bir yapı olan saç; sinir
uçları, kan damarları ve canlı hücre içermediğinden canlı bir organ değildir.
İnsan vücudunda üç tip saç bulunur: 1-2 mm uzunlukta ve tüm vücudu kaplayan çok
ince olan vellus, 5 mm kadar uzunlukta olan ve kaş bölgesini kaplayan sert
kıl, uzun ve sert olan ve kafa derisini kaplayan terminal46.
Genellikle
terminal saç tipini boyamak için geliştirilen saç boyaları, ağarmış saçları
boyayarak daha genç bir görünüm elde etmek veya saçın rengini değiştirmek için
kullanılır. Saçta kaldıkları sürelere göre geçici, yarı-sabit ve sabit saç
boyaları olmak üzere üç çeşit saç boyası vardır. Geçici saç boyaları, saçın en
dış ve sert tabakası olan epikutikülün yüzeyine tutunur ve şampuanla
kolayca uzaklaştırılabilir. Yarı-sabit boyalar ise saçın dış tabakası kutikül
ve orta tabakası korteksin içine doğru girer ve saçta bir ay kadar
kalır. Sabit boyalar korteks tarafından alınır ve böylece oluşan renk kalıcı
olur. Kına ve papatya çiçekleri gibi bitkilerden elde edilen saç boyaları sabit
boyalar sınıfında değerlendirilir[469].
B. SAÇ BOYALARININ FIKHÎ YÖNDEN
Saç
boyalarının Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinde kullanıldığı
bilinmektedir. Bunlar kına, vesme, vers ve ketem gibi bitkisel kaynaklı
boyalardı. Yumuşak bir kıvama getirilen boyalar tarakla saça yedirilir ve kumaş
parçasıyla sarılarak rengin saça nüfuz etmesi beklenirdi. Ayrıca kadınların
hayızdan temizlenecekleri zaman saçlarını kına ile taradıkları ve bundan sonra
su kullanmadıkları rivayet edilir. Bu tarzdaki uygulamada kınanın saçı
temizlemek ve hafif renk vermek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır[470]. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kuvvetli bir rivayete göre boyamayı gerektirecek ölçüde
ağarmadığından saçını boyamamış olsa da sakalını vers ile sarı renge boyadığına
dair İbn Ömer’den gelen bir rivayet bulunmaktadır[471].
Ancak sahabeye beyazlayan saçlarını boyamalarını tavsiye etmiştir[472]. İslâm’ın
geldiği dönemde yaşlı Yahudi ve Hristiyanlar saç ve sakallarını boyamazlardı[473]. Bazı
rivayetlerde Yahudi ve Hristiyanlardan farklı davranma gerekçesine binâen
saçları boyama emri verildiği görülmektedir[474].
Yemen kralına
yaptığı bir ziyaret sırasında kralın saç ve sakalının siyah olduğunu gören ve
bunu nasıl yaptıklarını öğrenerek Mekke’de de saçı siyaha boyama geleneğini
başlatan ilk kişinin Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in dedesi
Abdulmuttalib olduğu zikredilmiştir[475].
Ancak erkeklerin saçını siyaha boyaması ile ilgili farklı hadislerin bulunması
âlimlerin bu konuda ihtilaf etmelerine neden olmuştur. Allah’ın yarattığı şekli
değiştirmeye ve insanları aldatmaya yol açtığı gerekçesiyle âlimlerin bir kısmı
bu fiili yasak sayarken diğerleri genç yaşta saçı ağaranların ve yaşlıların
saçlarını siyaha boyamalarını câiz görmüşlerdir. Saçı diğer renklere boyamanın
câiz görülmesi durumunda yine yaratılışı değiştirmek söz konusu olduğundan bu
anlayış pek isabetli görülmemektedir. Sahabe ve tabiinden pek çok kişinin
saçını siyaha boyadığının rivayet edilmesi ve İmam Mâlik’in saçı siyaha boyama
konusunda yasaklayıcı bir şey işitmediğini belirtmesi saçı siyaha boyamayı câiz
görenlerin delilleri arasında zikredilir. Savaşa gidenlerin heybetli görünmek[476] ve evli kadınların
eşlerine daha güzel görünmek maksadıyla saçlarını siyaha boyamalarında ise
herhangi bir sakınca görülmemiştir[477].
Hz. Aişe’ye saçı siyaha boyamak hakkında soru sorulduğunda siyah boyaya sahip
olup saçlarını siyah renge boyamayı çok istediğini belirtmiştir[478]. Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Hz. Ebû Bekir’in babası Ebû Kuhâfe’nin
bembeyaz olan saç ve sakallarını boyamalarını ancak siyahtan kaçınmalarını
tavsiye ettiği[479] ve ahir zamanda saçlarını
siyaha boyayan bir topluluğun geleceğini, bunların cennetin kokusunu
alamayacaklarını ifade ettiği hadîs-i şerifler ise saçları siyah renge
boyamanın câiz olmadığını ileri süren âlimlerin delillerindendir[480]. Muhaddis
Taberânî, ağaran saçların boyanması ve boyanmaması ile ilgili olarak Hz.
Peygamber’den rivayet edilen hadislerin tamamının sahih olduğunu ve aralarında
da bir çelişki bulunmadığını söylemiş, saçları boyama tavsiyesini içeren
hadislerin Ebû Kuhâfe gibi saçları fazla ağarmış olanlar ile ilgili olduğunu,
saçları boyamaktan nehiy ile ilgili hadislerin ise saçı sakalı yeni yeni
ağarmaya başlayanlar için olduğunu ifade etmiştir[481]. Kâdı İyaz ve
benzeri âlimler de “Bir yerde saç boyamak âdetse orada boyamamak âdete karşı
çıkmak olacağı için mekruhtur. Âdet değilse bu defa da aynı gerekçe ile boyamak
mekruhtur” demişler, konuyu çevre ve örf- âdet açısından esnek bir
değerlendirmeye tâbî tutmuşlardır[482].
Saç boyaları ile ilgili bir
diğer fıkhî konu ise gusül abdesti alırken boyanın bir tabaka teşkil etmek
suretiyle gusle engel olup olmamasıdır. Yukarıda da bahsedildiği gibi gerek
kına, vers, papatya gibi bitkisel kökenli gerekse sentetik saç boyaları saçın
ıslanmasını engelleyen bir tabaka teşkil etmezler. Bu sebeple saçın ıslanmasına
engel teşkil etmeyen bu tür saç boyaları gusle mâni değildirler[483].
HELÂL KOZMETİK KAVRAMI
I. GENEL OLARAK HELÂL ve HELÂL ÜRÜN
KAVRAMLARI
İslâm Dinine
göre yapılmasında sakınca bulunmayan davranış ve fiiller helâl olarak
adlandırılır[484]. Zıddı ise haramdır. “Helâl
ürün” terimi ise içeriğinde dinen necis sayılan herhangi bir maddenin
bulunmadığına dair belirli kuruluşlar tarafından verilen sertifika ile
etiketlenen ürün anlamında kullanılır.
Hangi alanda
olursa olsun ürünlerin üretim, dağıtım ve depolama koşullarının güvenilirliği
tüketiciler açısından son derece önemlidir. Üretim ile ilgili gerek üretici
firmaların kendileri tarafından gerekse uluslararası kuruluşlar tarafından
belli standartlar yayınlanır. Bu standartlara zamanın şartlarına göre ekleme ve
çıkartma yapılabilir. Örneğin gıda endüstrisi için geliştirilmiş olan ISO 9000
kalite yönetim sistemi standardının sektörün taleplerini tam anlamıyla
karşılayamadığı görülmüş ve HACCP gibi yeni standartlar yayınlama ihtiyacı
duyulmuştur. HACCP sistemiyle tarladan çatala emniyetli ve sağlıklı gıda
üretimi sağlayan entegre bir sistem kurmak hedeflenmiştir[485].
Güvenilir ürün
üretme teknikleri belli kesimler için yeterli olmamaktadır. Örneğin içinde
kırmızı et bulunan bir ürün ne kadar güvenilir üretilmiş olursa olsun
vejeteryanlar için bu ürün tüketilemez sınıfına girer[486].
Belli bir dine mensup kişilerin de tükettikleri ürünlerin kendi inançları
doğrultusunda üretildiği bilgisine sahip oldukları gerekmektedir. Bu sebeple
belli ürünlerde Yahudiler Koşer, Müslümanlar ise Helâl logosunu aramaktadır.
Yedi milyara
ulaşan dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanların, yedikleri
içtiklerinin yanı sıra kozmetik, kıyafet, tatil, banka işlemleri gibi konularda
helal olmasına dikkat etme farkındalığı giderek artmaktadır. Helal ürün üretmek
için hem modern dünyanın sağlıklı, hijyenik, güvenilir üretim tekniklerini
kullanmak hem de İslâm Dininin necis kabul ettiği maddelerden uzak durmak
gerekmektedir.
Dünyada en çok
mensubu bulunan din olan Hıristiyanlıktan sonra ikinci sırada İslâmiyet
gelmektedir ve Müslüman nüfusundaki yıllık artış oranı %2.5 civarındadır.
Yıllık helâl ürün pazarı 2 trilyon dolarlık bir potansiyele sahiptir ve bu
ürünlerin üçte birini gıda olmayan ürünler oluşturmaktadır485.
Örneğin Ortadoğu ülkelerinde helal kozmetik tüketimi yıllık %12 oranında artış
göstererek 2007 yılında 2.1 milyar dolarlık bir ekonomik hacme ulaşmıştır486.
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki helâl ürünleri yalnız Müslümanlar değil
Müslüman olmayan tüketiciler de tercih etmektedir.487
Dünyada helâl
standartları belirleyen ya da helal sertifika veren bir çok kuruluş vardır488.
Helal sertifikası veren kuramların her biri kendi belirlediği standartları
uygulamaktadır. Dünya üzerindeki tüm Müslümanların güvenebileceği tıpkı
Yahudiler’in Kosher489 etiketi gibi tanınırlığı olan bir helâl
standardizasyona ihtiyaç vardır. Bu amaçla Birleşmiş Milletler (BM)’den sonra
ikinci büyük uluslararası kuruluş olan İslâm İşbirliği Teşkilatı (ÎÎT)490
bünyesinde ve ülkemizin öncülüğünde İslâm Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji
Enstitüsü (Standardizasyon and Metroloji Institute for Islamic Coutries, SMIIC)
kurulmuştur. Merkezi İstanbul’dadır ve 13 İKT ülkesi üyedir[487].
Toplam 10
standart üretmeyi hedefleyen kurum henüz 6 tanesinin taslak dokümanını
hazırlayabilmiştir: Bunlar: Laboratuvar testleri ve analiz, hayvan yemi, gıda
işleme, kozmetikler, finans ve ilaçlar.
Kozmetik bir
ürünün helâl olabilmesi için içeriğinde; herhangi bir insan parçası (cenin,
plesanta, sperm,..), Müslümanlara yasak olan veya şer’i kesim şartlarını
taşımayan hayvansal katkı, GDO’lu bir hammadde, alkollü içeceklerden elde
edilen alkol bulunmamalı, hazırlık, işleme, üretim ve depolama ünitelerinde
necaset bulaşması olmamalı ve tüketiciler için sağlık riski taşımamalıdır.
Hammaddenin kaynağı belli olmalı, biyolojik ve kimyasal açıdan güvenilir
olmalıdır[488]. Bu özellikleri haiz kozmetik
ürünler aynı zamanda Sağlık Bakanlığı onayından da geçmek zorundadırlar.
Nüfusunun
çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde helâl ürün sertifikasına uzun
yıllar gerek görülmemiştir. Değişen dünya düzeninde üretim tekniklerinin
değişmesi ve ithalatın artmasıyla birlikte gayr-i müslim ülkelerden getirilen
hammaddeler içinde dinen sakınca doğurabilecek içeriğin farkına varılması ile
özellikle gıda sektöründe insanlarda farkındalık oluşmaya başlamıştır. Müslüman
tüketicilerin helaâl gıda anlayışları helal kesim boyutundan çıkarak diğer
bütün hammaddeleri mercek altına alma ihtiyacı hasıl olmuştur. Özellikle son
yıllarda kozmetik sektöründeki gelişmenin paralelinde bu ürünlerin içeriği de
incelemeye tabi tutulmuş ve bu alanda da sertifika uygulaması başlamıştır. FTIR[489], GCx GC-TOF-
MS[490] ve GCMS[491]
gibi cihazlar sayesinde kozmetik ürünler içerisinde bulunan jelatin, alkol,
hayvansal ve bitkisel yağların analizini yapmak çok kolay hale gelmiştir.[492] Antialerjenik
olması, nem tutucu ve yumuşatıcı özelliklerinden dolayı kozmetik endüstrisinde
hindistan cevizi yağı oldukça çok kullanılmaktadır. Bu yağın fiyatını düşürmek
için içine domuz, tavuk, sığır gibi hayvansal yağlar karıştırılarak hile
yapılmaktadır. FTIR cihazı kullanılarak kozmetik ürünün içinde bulunan yağ
cinsleri ayırt edilebilmektedir. Saç bakım ürünleri, ruj ve kremlerde kıvam
artırıcı ve nemlendirici olarak kullanılan jelatin genellikle domuz, sığır gibi
hayvanlardan elde edilmektedir. FTIR cihazı ile jelatinin hangi kaynaktan elde
edildiğini öğrenmek mümkün olabilmektedir. Endüstriyel alkol dahi olsa
kullanmak istemeyen tüketiciler için üretilen alkol içermeyen ürünlerde GC-MS
cihazı ile ppm düzeyinde hassas ölçümler yapılabilmektedir.[493]
Helâl
ürün üretimi ve sertifikalandırma çalışmalarının bir çoğu Malezya’da
yapılmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri bu ülkede Müslümanlar kadar
gayr-i Müslimlerin de oldukça yüksek oranda varlığıdır[494].
Malezya’da helal gıda ve faizsiz bankacılık çalışmalarından sonra helal
kozmetik alanında da sertifikalandırma sistemine geçilmiştir. JAKIM[495] adında helal sertifika
kuruluşu olan Malezya, 2006 yılından itibaren ülkenin yeni bir ekonomik kaynağı
olarak da gördüğü bu alana önemli yatırımlar yapmaya başlamış ve dünya
Müslümanlarına bu anlamda öncü olmuştur[496].
Öyle ki JAKIM dünyada bilinirlik ve güvenilirlik anlamında en önde gelen
logonun sahibidir[497]. Malezya’da Müslüman
olmayanların da tercih ettiği bir noktaya gelen helâl ürün üretimini
desteklemek amacıyla 2007’de helal gelişim programı (Helaâl Development
Corparation-HDC) başlatıldı. Aynı yıl senede bir kez düzenlenen Dünya Helâl
Forum ve Dünya Helâl Araştırmaları programlarına ev sahipliği yaptı. 2008’de
Maliye Bakanlığı tarafından helâl endüstrisine teşvik verildi ve Malezya
Hükümeti tarafından helâl endüstrisi master planı onaylandı.[498]
Genel olarak
Malezya’da kozmetik ürünlerin kontrolleri, İlaç ve Kozmetik Düzenlemeleri
Kurumu (control of drugs and cosmetics regulations: 984) tarafından yapılır.
Ulusal Eczacılık Kontrol Bürosu (National Pharmaceutical Control Bureau (NPCB))
tarafından denetlenir, lisaslanır ve kayıt altına alınır[499].
Malezya’da University Putra Malaysia (UPM), University Sains Islam Malaysia
(USIM), International Islamic University Malaysia (IIUM), University Malaysia
Pahang (UMP) ve University Teknology Malaysia (UTM) gibi üniversitelerin
lisans, master ve doktora düzeyinde öğrenci yetiştirmek için kurulmuş helâl
enstitüleri ve helâl programları bulunmaktadır. Helal ürün tüketme farkındalığını
oluşturmak için yazılı, görsel ve sosyal medyanın gücünden yararlanmak amacıyla
çeşitli reklamlar, organizasyon ve etkinlikler düzenlenmektedir.[500]
Ülkemizde ise
2008’den itibaren Gimdes’in düzenlediği uluslararası düzeyde helâl ve tayyib
ürünler konferans ve fuarları belirli aralıklarla düzenlenerek bilimsel ve
ekonomik olarak dünya çapında bir farkındalık oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Yine 2011 yılında birincisi Afyon’da, 2013 yılında ikincisi Konya’da düzenlenen
“Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi”nde ilahiyat, tıp, ziraat ve kimya gibi
alanlardan bilim adamları biraraya gelerek gıda konusundaki güncel problemlere
çözüm aramışlardır. Üniversitelerin ilahiyat ve ekonomi bölümlerinde master ve
doktora tezleri yazılarak konu akademik boyutta da ele alınmaktadır.
Helâl
kozmetikle ilgili dünyada yayınlanmış ilk standart Malezya standardı olan; MS
2200:2008 -Islamic Consumer Goods - Part 1: Cosmetic and Personal Care -
General Guidelines” standardıdır. JAKIM tarafından helâl sertifikası verilen
ürünler Malezya standart ms 2200:2008 standartlarına uymak zorundadır. Bu
standarda göre kozmetik ürünler güvenli olmalı ve tüketiciler için zararsız
olmalıdır. Helâl sertifikalı bir üründe insan vücuduna ait bir içerik,
Müslümana yasak olan herhangi bir hayvansal katkı veya İslâmi kurallara uygun
olarak kesilmemiş bir hayvansal kaynak, necis bir kaynaktan gen aktarımı
yapılan GDO’lu bir hammadde, alkollü içeceklerden alınan etil alkol, hazırlama,
işleme, üretme ve stoklama sırasında dinen necis kabul edilen herhangi bir
bulaşık olmamalıdır. Yani ürünler tamamen müşterilerin gereksinimlerini
karşılayacak kalitede olmalıdır. Gıda, Kozmetik ve İlaçlarda dünya İslâm ümmeti
ve bütün insanlık için içeriğinde ve üretim sisteminde şüphe dahi taşımayan
ürünler üretilmelidir. Dünya çapında helal sertifikalı güvenilir helal markalar
oluşturulmalı ve desteklenmelidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzde
bazı İslâm ülkelerinde yiyecek, içecek ve kozmetiklerin İslâm Dini’nin
helâl-haram kavramları açısından ele alınıp Müslüman tüketiciler bakımından bir
sakınca bulunmadığına dair üreticilere helâl sertifikası verilmekte ve ürün
ambalajlarına helâl logosu basılmaktadır. İsmail Yalçın bu konuda şöyle bir
ifade kullanmıştır: “Bugün başta yiyecekler olmak üzere sağlık, temizlik,
kozmetik gibi pek çok alanda, müslüman tüketiciye arzedilen mal ve hizmetlerin
helâl olup olmadığının yetkili kurumlarca denetlenerek helâl sertifikası
verilmesi ve ürün ambalajlarına helâl logosunun basılması konusu bazı ülkelerde
gündeme gelmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum aynı zamanda, tüketici
bilincinin artmasıyla birlikte tüketicinin yiyeceklerin helâl olup olmadığını
bilmesi ve denetlenmesini istemesi hakkının ayrılmaz bir parçası olarak
görülmeye başlanmıştır. Söz konusu ürünlerin içeriğinin gizlenmesi yahut
müşteriler tarafından kolayca anlaşılacak şekilde uyarıların yapılmaması kul
hakkını ihlâl sayılmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda günümüzde helâl gıda
konusunda araştırma yapan enstitü ve dernekler kurulduğu gibi helâl gıda
sertifikası veren kurumlar ortaya çıkmıştır. Ancak istismara açık olan bu
alanda kanun boşluğunun bulunması ve resmî kuramların devrede olmaması ciddi
sorunlara yol açabilmektedir”[501]. Son bir kaç yıldan beri
T.C.’nin resmi
bir kurumu olan TSE bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği yaparak
helal ürün standartları geliştirmekte ve helal sertifikası vermektedir.
III- HELÂL VE TAYYÎB ÜRÜN KAVRAMLARI
Helâl
sertifikasının ekonomik pazarda haksız rekabete yol açtığı, bir ürünün helaâl
etiketinin olmasının o ürünü gerçek anlamda kaliteli kılamayacağı ile ilgili
tartışmalar söz konusudur. Oysa bir ürünün helâl sertifikası alabilmesi için
aynı zamanda tayyib özelliğinin de olması gerekir. Helâl ve tayyib
kalite bütün kalitelerin üstündedir. Gıda ve kozmetik güvenliğinde, hijyen,
sağlık vb. özellikleri de içeren en güvenilir kalitedir. Duyuların ve nefsin
haz aldığı, güzel, hoş ve lezzetli bulduğu şeyleri ifade eden tayyib, hoş ve
lezzetli olmak anlamındaki tîb (tâb) kökünden türemiştir. Güzel söz, verimli
temiz toprak, iffetli kadın, güvenli şehir, güzel koku, lezzetli yemek, temiz
su, asil aile, meşrû kazanç manalarında kullanılan tayyib kelimesi Allah’a
sıfat olursa “noksanlıklardan münezzeh, ayıplardan berî”, kula sıfat olursa
“kötü ahlâk ve çirkin davranışlardan arınmış, iyi davranışlarda bulunan kişi”,
mala sıfat olursa “en iyi cinsten helâl mal” anlamına gelir[502].
Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde geçen tayyib kelimesi, bazı
nesnelerin tabiatındaki temizliği, güzelliği ve hoşluğu anlattığı gibi mecazen
doğru inancı, güzel sözleri ve iyi işleri ifade eder[503].
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Yüce Yaradan’ın tayyib olduğunu ve
ancak tayyib olan hayrı kabul ettiğini beyan etmiştir[504].
Türkiye’de
kozmetik bir ürün üretebilmek için TS EN ISO 22716/Şubat 2013 Kozmetikler - İyi
Üretim Uygulamaları (GMP) - standartlarına uyulması gerekmektedir. Kozmetikte
GMP uygulamaları, İslam İşbirliği Teşkilatı, Standardizasyon ve Metroloji
Enstitüsü SMIIC tarafından hazırlanmakta olan Helâl Kozmetik Standardı
belgelendirmesinde ön koşul olarak değerlendirilecektir. Bu şartlarda üretilen
bir ürün hem helâl hem tayyib olup en üst kaliteyi haizdir.
TÜRKİYE’DE HELÂL KOZMETİK STANDARDININ
Büyük
çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği ülkemizde helâl sertifikalı gıda
maddelerinin gerekliliği bile tam idrak edilememişken kozmetik ürünlerde helâl
etiketi uygulamasının tüketiciler tarafından anlaşılabilmesi zor olabilir.
Ülkemizde helâl sertifikalı kozmetik ürün üretmenin sebeplerini 4 ana başlık
altında toplamak mümkündür:
Etil alkol, plasenta, sperm, domuz gibi dinen necis
görülen birçok ürünün kozmetik sektöründe kullanılması,
Nüfusunun %99’u Müslüman olan ülkemizde helâl gıda
konusunda yapılan belgelendirme çalışmalarının bir başka ayağı olan gıda dışı
(non-food) helaâl madde kullanımı konusunda dini hassasiyetleri bulunan
tüketicilerin beklentilerine karşılık verilebilmesi,
Malezya, Endonezya, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da
başka dinlerle iç içe yaşayan büyük Müslüman toplulukların helâl gıda ve gıda
olmayan (non- food) maddelere teveccühlerinin, dini farkındalıklarının giderek
daha da artması, Türkiye’nin de ihracat yapan üreticisi ve belgelendirme
kuruluşuyla bu büyüyen pazarda geç kalmadan yerini alabilmesi,
Helâl gıda belgesi verilmesinin ardından müftülüklerce
verilen helal onayının artık verilmemesi ama helâl olup olmadığı bir dini
otoritece onaylanmak zorunda olunan kozmetik, temizlik malzemeleri, ilaç v.s.
konularında üreticinin bir muhatap bulamaması ve helâl belgesini zorunlu tutan
ülkelere ihracatta, üreticilerimizin zorluklarla karşılaşmasının önüne
geçilmesi.
TÜRKİYE’DE
HELÂL SERTİFİKASI VEREN KURUMLAR
Ülkemizde
helâl sertifikası veren pek çok firma vardır. Ancak devletin bir kurumu olan
Türk Standartları Enstitüsü (TSE)’nün bünyesinde yer alan TSE-Helâl ile özel
bir kuruluş olan GİMDES, en bilinenleridir.
Türk
Standardları Enstitüsü Helâl Gıda Belgelendirmesine 4 Temmuz 2011 tarihinde
başlamıştır. Gıda ürünlerinin üretilmesinde İslâmî kurallara uygun olarak tüm
süreçleri kapsayacak şekilde gerçekleştirilen Helâl Gıda
belgelendirmesinde Türk Standardları Enstitüsü, Diyanet İşleri Başkanlığı ile
yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. Tüm ülkeler için geçerli Helâl Gıda
Standardı hazırlama fikri, Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul’da yapılan 23.
İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK)
toplantısında benimsenmiş, bu amaçla Türk Standardları Enstitüsü (TSE)’nün ev
sahipliğinde Nisan 2008’de İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi 25 ülke ve
ilgili İİT kuruluşlarının katılımıyla İİT Standard Uzmanlar Grubu çalışmalarına
başlamıştır. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında üç yıl yoğun bir
şekilde sürdürülen çalışmalar sonucunda, “Helâl Belgelendirme” alanında üç
Standard, İslam Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsü (SMIIC) üyesi
13 ülke ile SMIIC üyesi olmayan İİT ülkelerinin de gözlemci statüsünde
katılımıyla 16-17 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen SMIIC Teknik Komite
Toplantısında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
SMIIC
tarafından yayımlanmış olan Helâl Gıda Standardları 14 Temmuz 2011 tarihinde
yapılan TSE Teknik Kurul Toplantısında adapte Türk Standardı olarak kabul
edilmiştir[505].
Helâl
Belgelendirme Standartları
TS OIC/SMIIC
1:2011 “Helâl Gıda Genel Klavuzu
TS OIC/SMIIC
2:2011 “Helâl Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Klavuz
TS OIC/SMIIC
3: 2011 “Helâl Belgelendirme Kuruluşlarını Akredite Eden Akreditasyon Kuruluşu
Klavuzu
Helâl
Kozmetik Belgelendirmesi
TSE Helâl
Uygunluk belgelendirme faaliyetleri; TSE’nin de kurucu üyesi olduğu SMIIC
(İslâm Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü) tarafından yayınlanan
OIC/SMIIC standartlarına göre yürütülmektedir. TSE K 202 Belgelendirme
Kriterine göre aşağıda belirtilen ürün grupları için belgelendirme
yapılmaktadır. Talebe göre bu başvurular geçerlilik süresi 1 yıl olan helâl
ürün belgelendirme modeline göre veya geçerlilik süresi ürünün raf ömrü ile
sınırlandırılan helaâl parti malı uygunluk belgelendirme modeline göre
değerlendirilmektedir.
Bebek
ürünleri, kişisel temizlik ve banyo ürünleri, göz bakım ve makyaj ürünleri,
makyaj ve makyaj temizleme ürünleri, koku verici ve ter önleyiciler, tıraş
ürünleri, cilt bakım ürünleri, tüy dökücü ürünler, tırnak ürünleri, ağız bakım
ürünleri, saç bakım ve temizleme ürünleri, saç renklendirici ürünler ve güneş
ürünleri TS OIC/SMIIC 1 ve TS 13571 standardları dikkate alınarak
belgelendirilmektedir[506].
Bu kriterlere
gore helâl kozmetik ürünleri;
) İnsana ait olan ve bunlardan türetilen herhangi bir
bileşeni bünyesinde bulundurmamalıdır.
) Helâl olmayan hayvanlara ait olan ve bunlardan
türetilmiş herhangi bir bileşeni bulundurmamalıdır.
) Necis olarak kabul edilen maddeler içermemelidir.
) Necisle kirlenmiş herhangi bir donanım kullanılarak
hazırlanmamalı, işlenmemeli, üretilmemeli, saklanmamalı ve taşınmamalıdır.
) İçeriğinde helâl olmayan canlılara (domuz vb.) ait
genetik materyal bulunmamalıdır.
) İnsan sağlığına zararlı olduğu bilimsel olarak
kanıtlanmış diğer canlılara ait genetik materyaller içermemelidir.
) İnsan sağlığına zarar vermediğini uluslararası deney
yöntemleriyle ispatlanmamış nanomateryaller içermemelidir.
) Ulusal kozmetik mevzuatında izin verilen bileşenleri
içermelidir.
) Helâl olsalar bile neslinin devamlılığı tehlike altında
olan canlılardan, neslinin devamlılığını tehdit edecek yollarla elde edilen
maddeleri içermemelidir.[507]
GİMDES (Gıda
ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği) ve bu
derneğe bağlı İktisadi İşletme Kurumu (GİMDES Helâl Ürünleri Araştırma
Enstitüsü) helaâl ve sağlıklı ürünleri araştırma ve sertifikalandırma
çalışmaları yapmak üzere kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur. İlgi alanı
olarak gıda, kozmetik ve sağlık ürünlerini kapsamaktadır.
2005 yılından
beri bu gaye etrafında çalışmalarını devam ettirmektedir. Çalışmalarında
öncelikle toplumun bu konulardaki bilinç düzeyini artıracak eylemlere ağırlık
vermiş, iletişim kaynaklarının her çeşidini kullanmaya özen göstermiştir. Bu
maksatla www.gimdes.org
web sitesini kurmuş, iki ayda bir yayınlanan GİMDES Bültenini dağıtıma sokmuş,
konu ile ilgili kitapları yayınlamış ve 2008’den itibaren her yıl Uluslararası
Helâl ve Tayyib Ürünler Sempozyumu gerçekleştirmiştir.
Bu
sempozyumlarda yerli yabancı, 20 ülkeden konunun uzmanları tebliğlerini
sunmuşlardır. Bu açılım GİMDES’ in uluslararası kuruluşlarla temasını sağlamış,
yaklaşık 50 ülkenin Helal Sertifika kuramlarını bir araya getiren çatı kuruluşu
WHC (World Halal Council)’in 2008 de Tayland’daki yıllık kongresine davet
edilerek bu çatı kuruluşunun üyesi olmuştur. Daha sonra uluslararası Helal
Marketler oluşturmak üzere dizayn edilmiş WHF (World Halal Foundation) ve
Avrupa’da uluslararası akreditasyona sahip helal sertifikalama kuruluşlarının
oluşturduğu AHC-EURO çatı kuruluşlarının kurucu üyesi olmuştur. GİMDES’ in,
uluslararası bu çatı kuruluşlarından başka, ülkemizde ulusal ve uluslararası
niteliğe sahip TGTV[508] ve İDSB[509]
çatı kuruluşlarına da üyelikleri kabul edilmiştir.
Birkaç yıldan
beri Malezya, Endonezya ve bazı Arap ülkelerinin ithalatta Helal Sertifika
şartı aramaları sebebi ile Türkiye kökenli ürünlerin bu süreçten menfi
etkilenmesini önlemek maksadıyla GİMDES 2009 yılında bu ülkelerden akreditasyon
alarak Helal Sertifika verme açılımını yapmış ve üreticilerimizin ürünlerini bu
ülkelere ihraç etme imkânını sağlamıştır. Ülkemizde üretilen veya ithal edilen
ürünlerin ve bunların üretiminde kullanılan katkı maddelerinin denetimini ve
Helâl Sertifikalama çalışmalarını yürüterek Gıda ve ihtiyaç maddeleri, temizlik
ve kozmetik ürünleri, ilaç ve diğer sağlık malzemeleri üreticilerinin ürünlerinin
sertifikalandırılmasını yapmak, uygun olanlara GİMDES HELÂL SERTİFİKASI vermektir513
[510].
SONUÇ
Saçlarını
şampuan ve saç kremiyle, vücudunu duş jeli ve sabunla yıkayarak ve dişlerini
macunla temizleyerek güne başlayan modern dünya insanı, eğer erkekse tıraş
köpüğü ve losyonla, kadınsa makyaj malzemeleriyle kişisel bakımına devam eder.
Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için güneş kremi/yağı, vücutta meydana
gelen kötü kokuları engellemek için antiperspirant, deodorant ve parfüm
kullanır. Gün içinde kolonyalı mendil ve antibakteriyel sabunlarla mikroplardan
arınır. Akşam yatarken tırnaklarından topuklarına kadar farklı amaçlardaki
kremleri kullanarak genç ve güzel kalmaya çalışır. Gün boyunca kullanılan bu
kozmetik ürünlerin sağlık açısından olumsuz bazı yönlerinin olmasının yanısıra
Müslüman tüketiciler tarafından da dinen sakınca doğurabilecek içeriklerinin
bulunması söz konusudur.
İslâm Dini’nde
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in uygulamalarından hareketle
kişinin özbakımını yapması, güzel koku kullanması sünnet kabul edilmiştir.
Ancak günümüzde üretilen kozmetik ürünlerin sperm, plasenta, etil alkol ve
kollajen gibi hammaddeleri içeriyor olması Müslümanların bu ürünleri
kullanmalarının câiz olup olmadığı konusunda bazı ihtilaflar hasıl olmuş, bilim
adamları bu konudaki görüşlerini yazdıkları kitap ve makalelerinde veya
bilimsel toplantılarda sundukları bildirilerinde ortaya koymuşlardır.
Özellikle
İslâm’ın geldiği ilk asırlarda İslâm kimyacılarının en ünlüsü, tabiat filozofu
ve çok yönlü âlim olan Câbir b.Hayyân (Ö.200/815), ünlü İslâm filozofu ve
hekimi İbn Sînâ (Ö.428/1037), ünlü hekim ve filozof olan İranlı Ebû Bekir
er-Râzî (Ö.313/925), Endülüslü âlim Ebü’l-Kâsım ez-Zehrâvî (Ö.404/1013) gibi
Müslüman âlimlerin tıpta, matematikte, kimyada, astronomide zamanlarının en
ileri düzeyde bilgisine ulaşmış ve yeni teknikler geliştirerek dünya bilimine
büyük katkılar sağlamış olmalarına rağmen son bir kaç asırdır bilimsel
çalışmalarda İslâm coğrafyasından pek ses çıkmamaktadır. Özellikle et kesimi ve
diğer gıdalarla başlayan ve banka, kozmetik, ilaç, turizm gibi alanlarda kendi
inancına uygun ürünleri elde etme çalışmaları Müslümanlar için bilimin bir
başka ucundan olsun yakalama gayretleri kapsamında değerlendirilmelidir. Hatta
dinen getirilen bazı kısıtlamalara rahmet gÖzüyle bakılmalı ve bu vesileyle
bilimsel açıdan farklı açılımların gerçekleşmesi temenni edilmelidir.
İslâm’ın
kolaylık dini olduğu ve bu tür çalışmaların dini zorlaştırdığını düşünen İslâm
âlimlerinin bu bakış açılarını haklı görmek pek mümkün değildir. Çölyak
hastaları için glütensiz, vejeteryanlar için hayvansal katkı maddesi içermeyen
ürünlerin üretildiği bir dünyada iki milyar nüfusa sahip Müslüman bir camianın
kendi inançları doğrultusunda ürün üretip tüketme potansiyelinin göz ardı
edilmesi Müslümanların kendilerine yaptığı büyük bir haksızlıktır. Dünya
nüfusunun dörtte birini oluşturan Müslümanların kendi inanç sistemiyle tam
uyuşmayan binde ikilik Yahudi koşerine muhtaç bırakılması ise kolaycılık ve
tembellikten başka bir şey değildir[511].
İslâm’ın uygulanmasını istediği kurallar doğrultusunda en yüksek kalitede
üretilen helâl ve tayyib ürünler yalnız Müslümanlar tarafından değil Müslüman
olmayanlar tarafından da tercih edileceğinden ekonomik anlamda da çok fazla
getirisi olacağı âşikârdır.
Kozmetik
ürünler ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında müstakil bir başlık olmamakla
birlikte cenaze, hac, bayram, taharet gibi konu başlıkları altında bu konu ile
ilgili bilgiler mevcuttur. Bu bilgilerden hareketle günümüzde kullanılan
kozmetik ürünler arasında bağlantı kurmaya çalıştığımız bu araştırmamızda
varmış olduğumuz sonuçları şöyle sıralamak mümkündür:
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in çok
sevdiği bir koku olan miskin elde edilişi fıkıh kitaplarında istihâle ile temiz
hale gelen ürünlere örnek olarak gösterilmiştir. Günümüzde kozmetiklerin yanı
sıra gıda ürünlerinde de sık olarak kullanılan bir cins böcekten elde edilen
karmin boyası bu yönteme benzetilerek temiz sayılabilir.
Domuzdan elde edilen bir kollajen tam istihâle geçirmediği
için genel olarak necis kabul edilmiştir ve bu hammaddeyi içeren yaşlanmayı
geciktirici krem gibi ürünlerin kullanılması doğru değildir.
Domuzun herhangi bir şekilde kullanılması taabbudi açıdan
haram kabul edildiğinden tam olarak istihâle geçirdiği kabul edilen domuz
yağından elde edilen sabunun kullanılması doğru değildir. Ancak zeytinyağı gibi
aslını kullanmanın helâl olduğu bir ürün içine dinen necis kabul edilen bir
madde düştükten sonra sabun yapılıp kullanılmasında bir sakınca
görülmemektedir.
Gerek kına, vers, papatya gibi bitkisel kökenli gerekse
sentetik saç boyaları saçın ıslanmasını engelleyen bir tabaka teşkil etmezler.
Bu sebeple saçın ıslanmasına engel teşkil etmeyen bu tür saç boyaları gusle
mâni değildir.
Savaşa gidenlerin heybetli görünmek ve evli kadınların
eşlerine daha güzel görünmek maksadıyla saçlarını siyaha boyamalarında herhangi
bir sakınca görülmemiştir. Ancak yaşını gizlemek maksadıyla ağaran saçların
boyanması insanları aldatmak olacağından doğru değildir.
Dinen necis kabul edilen maddeleri içeren makyaj malzemeleri,
krem ve losyonlar abdest alırken vücuttan uzaklaştırılmalıdır.
Vücutta tabaka teşkil eden kozmetik ürünler (oje vs.)
suyun deriye nüfuzunu engelleyeceğinden önce temizlenmeli, sonra abdest
alınmalıdır.
Kına sürülüp bir bezle sarılarak beklenen vücut azalarının
abdest alırken mesh edilmesi uygun görülmemiştir. Sargı bezlerinin açılıp
yıkanması daha doğrudur.
Tırnaklara sürülen ojeler suyun ve havanın geçişini
engellediğinden, bu boyaları çıkarmak için kullanılan çözücülerin (aseton vb)
tırnak yapısına zarar vermelerinden dolayı nefes alabilen ojeler (breathable
nail enamel) geliştirilmiştir. Suyu boyanın altına geçirdiğinden emin olunduğu
sürece bu ojeli tırnaklarla abdest alınmasında bir sakınca yoktur.
Kolonya, parfüm ve kremlerde yaygın olarak kullanılan etil
alkolün necis olup olmaması ihtilaflı olup, müskir içecekler dışındaki
kaynaklardan elde edildiği zaman temiz olacağı görüşü genel kabul görmüştür.
Ağız gargaraları %20’ye varan oranda etil alkol
içermektedir. Ağızda oluşan kötü kokuları yok etmek ve ferahlık hissi için
kulllanılan bu ürünlerin yutulma olasılığı yüksek olduğundan kullanılmaması
daha doğru olacaktır. Zira içilmesi haram kılınan hamr içindeki alkol
oranı %15 kadardır.
Kozmetik ürünlerde kullanılan bazı hammaddeler sağlık
açısından oldukça sık sorgulanmakta ve bu konu ile ilgili üniversite ve
kliniklerde araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmaların bir kısmı da ürün
piyasaya çıkmadan önce hayvanlar üzerinde test edilerek yapılmaktadır. İnsan
sağlığına zararları kanıtlanmış olan bir ürünün kullanımının veya herhangi bir
canlıya eziyet etmenin, yeryüzündeki tüm varlıkların hayatına son derece önem
veren dinimiz tarafından kabul edilmeyeceği aşikardır.
Üretim tekniklerinin gelişmesine bağlı olarak başta
gıdalar olmak üzere sağlık, temizlik, kozmetik, turizm gibi pek çok alanda
Müslüman tüketiciye arzedilen mal ve hizmetlerin helâl olup olmadığının yetkili
kurumlar tarafından denetlenerek helâl sertifikası verilmesi ve bu ürünlerin
etiketlerinde helal logosu basılması günümüzde tartışılan bir konu haline
gelmiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde bu sertifikaları veren kurumlar gerek
devlet bünyesinde gerekse özel sektörde hizmet vermeye başlamışlardır. Bu
bilincin gelişmesinin hem Müslüman tüketicilerin dini hassasiyetlerinin göz
önüne alınarak büyük bir hizmet boyutu hem de büyük bir pazar oluşturması
sebebiyle ticari bir boyutu bulunmaktadır. Oldukça istismara açık olan bu
alanda oluşabilecek olumsuz tabloları önlemek adına tüm dünya Müslümanlarının
biraraya gelerek ortak bir metroloji ve logo oluşturma çabaları devam
etmektedir.
Yahudiler tarafından geliştirilmiş olan koşer logolu
ürünler Müslümanlar tarafından tercih edilmektedir. Ancak koşer yalnızca gıda
sektöründe kullanıldığından kozmetik ürünlerde koşer uygulaması
bulunmamaktadır. Kaldı ki gıda alanında dahi koşer, Müslümanların tüm
beklentisini karşılayamamaktadır. Nitekim Yahudi eliyle üretilen alkollü
içkiler ve kaynağına bakılmaksızın jelatin koşer kabul edilir.
Abdürrahim
Efendi, Menteşzâde, Fetâvâ, İstanbul 1827.
Akdoğan,
Mehmet, “Yağın Sabuna Dönüşmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi,
Afyon:2011, s.45-47.
Algül,
Hüseyin, “Hilfü’l-Mutayyebîn”, DİA, C.18, s.32-32, 1998.
Ali Efendi,
Fetâvâ-yı Ali Efendi, İstanbul 1893.
Alpmen,
Günsel Bayraktar, “Başlarken”,
Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin
Yazan), Nobel
Tıp Kitabevleri 2004.
Altungök,
A. ve Yıldırım, T. “Erken
Ortaçağlarda Übülle Ve Siraf Liman Kentleri ni n İran Körfezi Açısından Önemi”, Turkish Studies -
International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic Volume 9/4 Spring 2014, p. 1185-1197.
Altıntaş, Ayten,
Gül, ilaçların En Güzeli, İstanbul: Hayy Kitap, 1. baskı, 2009.
Ayten, Gül,
Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul: Maestro
Yayıncılık, 2009.
Ana
Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 17-18, 2004.
Anas bin.
Mohd Yunus and the others, “The Concept of Halalan Tayyiba and Its
Application in Products Marketing : A Case Study at Sabasun HyperRuncit Kuala
Terengganu, Malaysia”, International Journal of Business and Social Science,
Vol. 1 No. 3; December 2010.
Âsım Efendi,
Mütercim, Kâmûs Tercümesi, İstanbul 1233.
Atabek,
Erdal, Alkol ve insan, İstanbul: Kelebek Yayınları, 1982.
Atar,
Abdulkadir, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı’da
İktisadî Hayat, (M.Ü.S.B.E.
Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul
2015.
Atar,
Fahrettin ve diğ., İslâm İlmihali, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, 7. Baskı 2014.
Ataseven, Asaf
ve Şener, Mehmet, “Domuz”, DİA, yıl: 1994.
Aydınlı,
Osman, “Habat Seriyyesi”, İLAM Araştırma Dergisi, C.1, s.1, 1996, s.
141-151)
Bakır,
Abdülhalik, Ortaçağ İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi,
Ankara, 2000.
Baktır, Mustafa,
“İçki”, DİA, C. 21, s. 458-462, 2000.
“İhdâd”,
DİA, C. 21, s. 530-532, 2000.
Bardakoğlu,
Ali, “Süslenme”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,
(ed. İbrahim Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları,
2006.
Başayiğit, Levent,
“Topraklaşma”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı),
Afyon, 2011.
Bayraktar,
İbrahim , “Bayram”, DİA, C. 5, s. 259-261, 1992.
Baytop,
Turhan, “Eczacılık”, DİA, C.10, s. 386-388, 1994.
Bernal,
J.D. , Tarihte Bilim, (çev. Tonguç Ok), Evrensel Basım Yayın, 1.baskı,
2008.
Beşer, Faruk, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş
Yaşam, İstanbul 1997.
“Süslenme”,
DİA, C.38, s.178-180, 2010.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Islâm ilmihali,
İstanbul 1986.
Hukuki Islâmiyye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1969 (Kamus).
Boks,
Abdullah, “Arafat”, DİA, C.3, s. 261-263, 1991.
Bozkurt, Nebi,
“İçki”, DİA, C.21, s. 455-456, 2000.
“Koku”,
DİA, C. 26, s. 150-151, 2002.
ve
Turhan Baytop, “Misk”, DİA, C. 30, s. 181-182, 2005.
Büyüközer,
Hüseyin Kami, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007.
Cevad Ali, el-Mufassalfi
Târîhi’l‘arab kable ’l-İslâm, nşr: Dârü’s-sâkî 2001.
Çayıroğlu,
Yüksel, Helal Gıda, İzmir: Işık Yayınları, 2014.
Çeker,
Orhan, “İstihale”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre
Kitabı), Afyon:2011.
Çığ,
Muazzez İlmiye, Uygarlığın Kökeni Sümerliler-2, Sümerlilerde Günlük Yaşam,
Kaynak Yayınları, İstanbul 2012.
Dihlevî,
Şâh Veliyyullah, İslâm Düşünce Rehberi, (trc. Mehmet Erdoğan), C.1- 2,
2003.
Doğan, D.Mehmet,
Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, İstanbul 1996.
Döndüren, Hamdi
, “Gıda Katkı Maddeleri ve İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresi (Kongre Kitabı), Afyon:2011, s.111-120.
Efendioğlu,
Mehmet, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi
Yayınları, 2011.
Egon Friedell,
Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi, Ersel Kayaoğlu (çev.),
Ankara: Dost Yayınları, 2006.
Elmalı,
Hüseyin, “İslâm’da Hayvan Hakları”, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 98,
Ekim-Kasım-Aralık 2012.
Elmalılı, Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Nebioğlu Basımevi, İstanbul: 1968.
Emiroğlu,
Kudret, Gündelik Hayatımızın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 7. Baskı, 2011.
Erdem,
Sargon, “Amber”, DİA, C.3, s. 7-8, 1991.
Sargon,
“Buhur”, DİA, C.6, s. 383-384, 1992.
Erdemir,
Ayşegül Demirhan- Özcan Öncel, “On Dokuzuncu Yüzyıla Ait Diş Tozu Terkibi Adlı
Anonim Bir Risalenin Türk Eczacılık Tarihi Açısından Önemi ve Bazı Sonuçlar”, IV.
Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul 4-5 Haziran 1998.
el-Fetâvâ’l-
Hindiyye, Mısır 1310.
Freeman,
Charles Mısır-Yunan ve Roma- Antik Akdeniz Uygarlıkları, (çev. Suat
Kemal Angı), Ankara: Dost Yayınları, 2003.
Gündüz, Turgut,
Kantitatif Analiz Ders Kitabı, Ankara: Bilge Yayıncılık, 4. Baskı, 1993.
Gürkan,
Menderes, “Domuz”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,
(ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi VakfıYayınları,
1997.
___ “Kolonya”,
İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed. İbrahim
Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi VakfıYayınları, 2006.
“Hayvanların
Kesimi”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (ed.
İbrahim Kafi Dönmez), İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006.
Gürkan,
Salime Leyla, Yahudilik, İstanbul: İSAM yayınları, 4. Baskı, 2012.
Güven,
Kasım Cemal, Kozmetik Formüler, Nobel Tıp Yayınevleri, 2008.
Hamidullah,
Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev.Salih Tuğ), Yeni Şafak Gazetesi
Hediyesi, Ankara, 2003, C.1-2.
Hashim, P. and
Hashim, D. Mat, “A Review of Cosmetic and Personal Care Products: Halal
Perspective and Detection of Ingredients”, Pertanica J. Sci&Technol.
21(2):281-292 (2013).
Haylamaz,
Reşit, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (sav), İzmir: Işık
Yayınları, 2006, C.1-2.
Türkiye ’de
Domuz Gerçeği, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997.
http://animals.nationalgeographic.com/animals/mammals/sperm-whale
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111030-12.htm
http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/haccp.pdf
https://www.tse.org.tr/upload/tr/dosya/icerikyonetimi/551/17102014094442-
1.pdf
https://www.tse.org.tr/tr/icerikdetay/41/34/helal-belgesi.aspx
http://www.turkdermatoloji.org.tr/files/file/Kimyasal
Peeling.pdf
http://www.aia-istanbul.org/files/temizlik
kitap.pdf
İbn Âbidîn,
Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşki, Reddü’l-muhtâr
‘ale’d-Dürri’l-muhtâr, 2. Baskı, Mısır, 1966.
İbn Kudâme,
Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî
el-Makdisî, Muğnî, Kahire ty.
İbn Manzûr,
Lisânü’l- ‘Arab, Beyrut t.y.
İbn Nüceym,
Zeynüddîn b. İbrâhîm b. Muhammed el-Mısrî, Bahrü’r-râik, Mısır, 1311.
İbn Rüşd,
Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Ahmed el-Kurtubî el-Endelüsî, Bidâyetü’l-müctehid
ve nihâyetü’l-muktesid, Mısır, 1975.
İbn Sa‘d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr,
(trc.Y.Z.Keskin, trc.ed. Adnan Demircan), İstanbul: Siyer Yayınları, 1. Baskı,
2014.
İbn Sînâ,
el-Kânûn fi’t-Tıbb, 2. Kitab, (çev.Esin Kahya), Atatürk Kültür Merkezi,
2010.
İbnü’l-Uhuvve,
Me ‘âlimü’l-kurbe fî ahkâmi ’l-hisbe, Mısır, 1976.
“İddihân”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye,
Kuveyt.
“İstihâle”, el-Mevsû
‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.
Kahraman,
Abdullah, “Tedavi”, DÎA, C. 40, s. 254-256, 2011.
Kahya,
Esin , Câbir b. Hayyan, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995.
“et-Tasrîf”, DÎA,
C. 40, s. 132-133, 2011.
“Zehrâvî”, DÎA,
C.44 , s. 189-191, 2013.
Kalkaşandî,
Ahmed b. Ali, Subhu’l-a‘şâ fî sınâ’ati ’l-inşâ, Dımaşk: 1987.
Kallek,
Cengiz , “Fetâvâ-yı Ali Efendi”, DÎA, yıl: 1995.
Kamacı,
Fatümatüz Zehra, Hz.Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, İstanbul:
İnkılab Yayınları, 2014.
Kamil Miras,
Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1970.
Kandemir,
M.Yaşar, “Ebû Hüreyre”, DÎA, yıl: 1994.
el-Karadâvî,
Yûsuf, Fî fıkhı’l-ekalliyâti’l-Müslime, Kâhire: Dâru’ş-şürûk, 2001.
Karaman,
Hayreddin ve diğ., İlmihal, İstanbul 1999.
_________ http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00506.htm.(1.6.2015)
Kaya,
Mahmut, “Ebû Bekir Râzî”, DÎA, yıl: 2007.
Keklikoğlu,
Hava Dönmez ve diğ, “Metanol Zehirlenmesi ve Putaminal Hemoraji: Olgu Sunumu”, Journal
of Neurological Sciences [Turkish] 24:(4) 13; 2007.
Kettânî, Muhammed
Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî, et-Terâtîbü’l-idâriyye
ve ’l- ‘amâlât ve ’s-sınâ‘ât ve ’l-metâcir ve ’l-hâletü’l- ‘ilmiyye elletî
kânet ‘alâ ‘ahdi te ’sîsi ’l-medeniyyeti ’l-Îslâmiyye fi ’l-Medîneti
’l-münevvereti ’l- ‘aliyye, Hz. Peygamber ’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve
Kurumlar, (trc. Ahmet Özel), İz Yayıcılık, İstanbul: 1991, C.1-2.
Kışlalıoğlu,
Serpil, “Kozmetoloji Bilimi”, Kozmetik Bilimi, (ed.Yasemin Yazan), Nobel
Tıp Kitabevleri, 2004.
Koca,
Ferhat, “Helâl”, DÎA, yıl: 1998.
“Kozmetik
Yönetmeliği” R.G. Tarihi: 23.05.2005 R.G. Sayısı:25823
Köroğlu,
Gülgün, “Bizans Döneminde Buhur Geleneği ve Buhurdanlar”, Osmanlı Bankası Arşiv
ve Araştırma Merkezi, yıl:2007.
Köse,
Saffet-Şimşek, Murat, “İstihlâk”,
1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresi
(Kongre Kitabı), Afyon, 2011.
Kutluer,
İlhan , “Nizam”, DÎA, C. 33, s.173-175, 2007.
Kuzanlı,
Mennan Aysan, Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz?, Dharma Yayınları,
1. baskı, 2008.
Küçüköner,
Erdoğan, “ Koşineal ve Şellak Üretimi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresi (Kongre Kitabı), (ed. Fatih Gültekin), Afyon: 2011, s.96-101.
Livaoğlu,
Kudret- Şahin, Ayşe Betül, Zararlı Kimyasallardan Korunma Yöntemleriyle
Sağlıklı Hayat, Mozaik Yayınları, İstanbul 2006.
Mahmudoğlu,
Teslime, Gıda Endüstrisinde Güvenli Gıda Üretmek, Ankara: ODTÜ
Yayıncılık, 2007.
Manuela
Gago-Dominguez, Douglas A. Bell, Mary A. Watson, Jian-Min Yuan, J. Esteban
Castelao, Kenneth K. Chan, Gerry A. Coetzee, Ronald K. Ross, Mimi C. Yu,
“Permanent hair dyes and bladder cancer: Risk modification by Cytochrome
P4501A2 and N-acetyltransferases 1 and 2,” American Association for Cancer
Research’s 93rd AnnualMeeting, April 6-10, 2002.
Mâverdî,
el-Hâvî el-kebîr, (nşr. Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye), y.y., 1994.
Mehmed
Zihni Efendi, Nimet-i Islâm, İstanbul: Ergin Kitabevi Yayınları,
1957.
Merğînânî,
Ebu’l-Fadl Mecdüddin Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd, Hidâye, Mısır, 1310.
Mitchell RT, Childs A.J., Anderson RA, Van Den
Driesche S., Saunders PT, McKinnell C., Wallace WH, Kelnar CJ., Sharpe RM, “Do
Phathalates Affect Steroidogenesis by the Human Fetal Testis? Exposure of Human
Fetal Testis Xenografts to di-n- butyl Phthalate”, J Clin Endocrinol Metab,
2012 Mar, 97 (3): E341-
doi: 10.1210/jc.2011-2411.Epub 2012 Jan 11.
“Misk”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye,
Kuveyt.
Molla
Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1976.
Mortimer,
C. E. , Modern Üniversite Kimyası, (çev.ed.Turhan Altınata), İstanbul:
Çağlayan Kitabevi, 2. Baskı, 1993.
Muslihuddin
Mustafa, Ahterî- i kebîr, İstanbul 1310.
Narafini Farlina
Rahim, Zurina Shafii, “Awareness and Perception of Muslim Consumers on Nonfood Halal
Product”, Journal of Social and Development Sciences, Vol. 4, No: 10,
Oct 2013, (ISSN 2221-1152).
Nevevî,
Ebû Zekeriyya Muhyiddin Yahyâ b. Şeref, el-Mecmû‘ Şerhi’l- Mühezzeb,
(nşr. Dâru’l-fikr), t.y.
Nevevî,
Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Nuri, Riyâzü’s-Sâlihîn, (trc.
Ve şrh.Yaşar Kandemir, İ.Lüffi Çakan, Raşit Küçük ), İstanbul 1998.
Nik Maheran
Nik Muhammad, Filzah Md Isa, Bidin Chee Kifli, “Positioning Malaysia as
Halal-Hub:Integration Role of Supply Chain Strategy and Halal Assurance System”,
Journal of Asian Social Science, Vol.5, No.7.
Nüveyrî,
Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, Kahire, 1423.
Oğur,
Recâi, “Mersin Bitkisi Hakkında Bir İnceleme”, Çevre Dergisi, Ocak-
Şubat-Mart 1994.
Okur,
İbrahim, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Bursa: Okursoy
Kitapları-5, 2005.
Okur,
Kâşif Hamdi, “İslâm Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel
Meseleler”, VI. Islâm Hukuku Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve Islâm
Fıkhı Açısından Helal Gıda Sempozyumu, ( ed. Ali Kaya), Bursa: Emin
Yayınları, 2009.
Oral,
Rıfat, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı),
Afyon 2011.
Önder,
M. ve Öztaş, M.O., “Kozmetoloji ve Deri”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin
Yazan), Nobel Tıp
Kitabevleri, 2004.
Örs,
Nalan Kalafatoğlu, Savaşçı, “Gül yağı Üretiminde Çeşitli Bileşenlerin Akımlara
Dağılımı, IV. Ulusal Kimya Mühendisliği Kongresi, 2000.
Özdemir,
Mehmet, Endülüs Müslümanları Kültür Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, 2. Baskı, Ankara:2013.
Özer,
Salim, “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında Fukahanın Esas Aldığı
Ölçüler”, Bilimname, XVIII, 2010.
Özgümüş,
Üzlifat, “Gülâbdan”, DİA, C.14, s. 227, 1996.
Reckeweg,
Hans Heinrich, Domuzeti ve Sağlık, (çev. M. Nuri Ergin), Hibaş
Yayınları, yy.
Reşid Rıza,
Muhammed,“Hükmü isti‘mâli el-ispirto-el-kühûl”, Mecelletü’l- menâr,
Mısır 1922.
Robert Baan,
"Carcinogenicity of some aromatic amines, organic dyes, and related
exposures”, 2008, Lancet Oncology (Vol. 9, Issue 4:322-323) International
Agency for Research on Cancer, Lyon, France.
Rosenfeld,
Paul, Feng, Lydia, Risk of Hazardous Wastes, 1. baskı, 2011.
Rosita Husain,
Ishak Abd.Ghani, Aziz Fikry Mohammad, Shafie Mehad, “Current Practices Among
Halal Cosmetics Manufacturers in Malaysia”, Journal of StatisticalModeling
andAnalytic, vol.3, No:1, 2012.
“Sâbûn”, el-Mevsû
‘atü’l-fıkhiyye, Kuveyt.
Sarı, Nil, “Attar”, DİA, C. 4, s. 94-95, 1991.
Sarı, Nil
ve Okutan, Yahya, “Kimya İlmine ait Kitabü’l Mecmuatü’l Mücerrebat’a Kısa Bir
Bakış”, s.264-265, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri,
Emre Dölen (ed.), İstanbul: 4-5 Haziran 1998.
Serahsî, Şemsü’l-eimme
Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed, Mebsût, Mısır 1324.
Mebsût
Tercümesi, (trc. Musa Alak, ed. M.C.Akşit), İstanbul: Gümüşev yayıncılık,
2008.
Sezgin,
Fuat, Islâm’da Bilim ve Teknik, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
A.Ş. Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2008.
Sharpe,
R., “Male Reproductive Health Disorders and the Potential Role of Exposure to
Environmental Chemicals”,1-56.
Söylemez,
Mahfuz, “Emeviler Döneminde Kûfe”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2000.
Şâfiî, Ümm,
y.y., 1968.
Şahin,
Yusuf , “Kozmetik Ürünlerin Öteki Yüzü”, Sızıntı, sayı:300, Ocak 2004.
Şemseddin
Sami, Kâmûs-i Türkî, İstanbul, 1317.
Şener,
Abdülkadir , “Abdest”, DlA, C.1, s. 68-70, yıl:1988.
Şener,
Mehmet, “Cenaze”, DİA, C. 7, s. 354-357, 1993.
“Hayvan”, DİA,
C.17, s. 92-98, 1998.
Şeyzerî,
Nihâyetü’r-rütbe, (nşr. Matba‘atü lecneti’t-te’lîf ve’t-tercüme ve’n-
neşr), t.y., y.y.
Şimşek,
Harun, Gıda Katkı Maddeleri, Fazilet Neşriyat, 2011.
Şimşek,
Murat, “Helal Belgelendirme ve SMIIC STANDARDI”, Islâm Hukuku Araştırmaları
Dergisi, sayı. 22, 2013.
“İslâm Hukuku Açısından Karışımlarda İstihlâk
(Yoğaltım)”,
Uluslararası helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresi, Kongre Kitabı, Konya: 2013.
Şîrâzî, Mühezzeb, Kahire, 1379.
Şirbînî,
Muğni’l-muhtâc, Kahire, 1958.
Taşağıl,
Ahmet “Hoten”, DİA, cilt: 18, s. 251-253, 1998.
Teresi,
Dick, Kayıp Keşifler-Modern Bilimin Antik Kökenleri; Babiller’den
Mayalar’a, İzdüşüm Yayınları, Ocak, 2005.
Terzioğlu, Aslan,
“Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al- Bîrûnî”, Düşünen
Siyaset Düşünce Dergisi, Bilim Tarihi, sayı 16, Ankara: 2002.
Tez,
Zeki, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem,
Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul,
4-5 Haziran 1998.
Tırnaksız,
Figen, “Ağız ve Diş Bakım
Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (ed.
Yasemin
Yazan), Nobel Tıp Kitabevleri, 2004.
Tokalak,
İsmail, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, İstanbul: Ataç Yayınları, 2014.
Tosun, Musa, “İçki (Tıp Açısından)”, DİA, C. 21,
s. 462-464, 2000.
TSE Helal
Sertifika Yönetmeliği TSE K 202 Genel Kurallar.
Utku,
Nihal Şahin, Kızıldeniz Çöl, Gemi ve Tacir, İstanbul: Klasik Yayınları,
2012.
Uysal, Erol, “Marmaris’in Günlük Ağaçları”
http://www.marmaris.bel.tr/SayfaImages/file/Sla.pdf.
Uzel,
İlter, “Anadolu Uygarlıklarında Kozmetoloji”, Lokman Hekim Journal,
2011.
Velioğlu,
Hasan Murat ve diğ., “Gıdalarda Kullanılan Doğal Renklendiricilerden Karmin”, Türkiye
9. Gıda Kongresi, Bolu 24-26 Mayıs.
www.evrimagaci.org/fotograf/43/1095
www.mustafaumar.com/2012/11/is-breatable-nail-
polish-sufficient-for-wudu/.
“Vüdû’”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye,
Kuveyt.
Yalçın,
İsmail, “Saç”, DİA, C. 35, s. 367-368, 2008.
“Yiyecek”, DİA,
C.43, s. 554 -557, 2013.
Yalçın,
Sinan, “Kozmetik Endüstrisinin Uyguladığı Hayvan Deneyleri”, Online
Kozmetoloji Dergisi, Sayı :2, cilt:5, 2006.
Yazan,
Yasemin, “Kozmetik Hammaddeler”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin Yazan),
Nobel Tıb Kitabevleri, 2014.
Yener,
Gülgün, “Kozmetik Taşıyıcı Sistemler”, Kozmetik Bilimi, (Ed. Yasemin
Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2014.
Gülgün,
“Makyaj Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (Ed.Yasemin Yazan), Nobel Tıb
Kitabevleri, 2014.
Yeniçeri,
Celal, Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı, İstanbul: Çamlıca
Yayınları, 2. Baskı, 2013
Yerinde, Adem,
“Tayyib”, DİA, C. 40, s. 196-197, yıl:2011.
Yetim,
Hasan, “Jelatin Üretimi, Özellikleri ve Kullanımı”, 1. Ulusal Helal ve
Sağlıklı Gıda Kongresi, Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011.
Y. Zhang, S.
Sanjose, L. Morton, R. Wang, P. Brennan, P. Hortge, P Boffetta, Becker,
Maynadle, Foretova, Cocco, Staines, Holford, Holly, Nieters, Benavente, Bernstein,
Zahm, Zheng, “Personal Use of Hair Dye and The Risk of Certain Substypes of
Non-Hodgkin Lymphema”, American Journal of Epidemiology, 2008.
Zebîdî,
Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut 1414/1994.
Zehebî,
A‘lâmü’n-nübelâ’, (nşr. Şuayb Arnavut), Beyrut 1401-1405/1981-1985.
Zeylaî,
Cemalüddin, Nasbu’r-râye, Hind 1973.
Zeylaî,
Fahrüddin, Tebyînü’l-hakâik, Mısır 1315.
157 |
158 |
[7] Kolonya
hakkında bk. Menderes Gürkan, “Kolonya”, İslam ’da İnanç, İbadet ve Günlük
Yaşayış Ansiklopedisi, (Ed.İbrahim Kafi Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi
VakfıYayınları, 2006, C. 3, s.1131-1132.
[8] İslâm
dini tarafından sarhoşluk vermesi sebebiyle yasaklanmış olan hamr
içindeki sarhoşluk veren madde etil alkoldür. Bu maddenin necis olup
olmamasıyla ilgili ihtilaflar vardır. Fıkıh bilginlerinin bu konudaki görüşleri
ileriki bahislerde verilecektir.
[9] Paul
Rosenfeld ve Lydia Feng, Risk of Hazardous Wastes, 1. baskı, 2011,
Elsevier, s. 237.
[10] Hayvan
Hakları hakkında geniş bilgi için bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve
Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1969, C. 2, s.,511-515; Mehmet Şener,
“Hayvan”, DİA, İstanbul 1998, c. 17, s.92-98; Hüseyin Elmalı, “İslâm’da
Hayvan Hakları”, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 98, Ekim-Kasım-Aralık 2012.
[11]İlhan
Kutluer, “Nizam”, DİA, yıl: 2007, C. 33, s.173. İlhan Kutluer, kozmetik
kelimesinin kosmos kökünden geldiğini şöyle izah ediyor: “İslâm düşüncesinde
genellikle âlemdeki düzeni ifade etmek üzere nizâmü’l-âlem tamlaması
kullanılır. Eski Yunan felsefesinde “âlem” anlamına gelen kosmos aynı zamanda
“düzen” demektir. Pisagor’a kadar giden terimin bir düzen olarak âlemi ifade
edişi Empedokles ile belirginlik kazanmıştır. Batı dillerindeki kozmetik
(cosmetic) kelimesi de kosmos kökünden gelmekte olup terimin süs ve güzellik
kavramıyla irtibatını göstermektedir. Arapça bir eserde âlem karşılığı
kullanılan Grekçe kûs-mûs teriminin “nizam” ve “süs” anlamlarını da içerdiği,
dolayısıyla âlemin bir düzen içinde yaratılmış olmasıyla estetik bir âhenk
taşımasının aynı kelimede ifadesini bulduğu belirtilmektedir.(Câhiz,
ed-Delâ’il, s.67). Nizam kavramı etrafında zengin bir terminoloji geliştirmiş
olan Müslümanların asıl ilham kaynağı âlemi düzen, tasarım, ölçü, hesap, denge
ve yasa kavramları ışığında resmeden çok sayıda kevnî âyetin bulunmasıdır.”
[12] İlter
Uzel, “Anadolu Uygarlıklarında Kozmetoloji”, Lokman Hekim Journal, 2011,
1, s. 47.
[13] Serpil
Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, (Ed. Yasemin Yazan), Kozmetik Bilimi,
Nobel Tıp Kitabevleri 2004, s.3- 4.
[14] Kasım
Cemal Güven, Kozmetik Formüler, Nobel Tıp Yayınevleri, 2008, s.11.
[15] Güven,
a.g.e., aynı yer.
[16] Kozmetik
Yönetmeliği, Ana Sayfa “Sağlık Mevzuatı” Yönetmelikler, “Kozmetik
Yönetmeliği”R.G. Tarihi: 23.05.2005 R.G. Sayısı:25823.
[17] Günsel
Bayraktar Alpmen, “Başlarken”, (Ed.Yasemin Yazan), Kozmetik Bilimi , s.
xıv-xv.
[18] Kışlalıoğlu, s.7.
[19] Nil Sarı,
Yahya Okutan. “Kimya İlmine Ait Kitabü’l Mecmuati’l Mücerrebat’a Kısa Bir
Bakış”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, (Ed.Emre
Dölen), İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s. 264-265.
[20] Zeki Tez,
“Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV.
Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998,
s.432.
[21] Muazzez
İlmiye Çığ, Uygarlığın Kökeni Sümerliler-2, Sümerlilerde Günlük Yaşam,
Kaynak Yayınları, İstanbul: Eylül 2012, s. 172.
[22] Serpil
Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, s.8.
[23] Kasım
Cemal Güven, s.8.
[24] Emiroğlu,
s.273.
[25] Kudret
Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, Türkiye îş Bankası Kültür
Yayınları, 7. Baskı, 2011, s. 202.
[26] Emiroğlu,
s.194.
[27] Emiroğlu,
s.196.
[28] Egon
Friedell, Mısır ve Antik Yakındoğu ’nun Kültür Tarihi, (çev.Ersel
Kayaoğlu), Dost Yayınları, Ankara 2006, s.188.
[29] Charles
Freeman, Mısır-Yunan ve Roma- Antik Akdeniz Uygarlıkları, (çev. Suat
Kemal Angı), Dost Yayınları, Ankara Ağustos, 2003, s. 69.
[30] Emiroğlu,
s.182.
[31] Emiroğlu, s.196.
[32] Geyşa: Özel olarak konuk
ağırlamak için yetiştirilmiş Japon kadını, TDK Sözlüğü.
[33] Emiroğlu, s.195.
[34] Zeki Tez,
“Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV.
Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998,
s.425.
[35] Muhammed
Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî Kettânî, et-Terâtîbü
’l-idâriyye ve ’l- ‘amâlât ve’s-sınâ ‘ât ve’l-metâcir ve ’l-hâletü’l- ‘ilmiyye
elletî kânet ‘alâ ‘ahdi te ’sîsi ’l-medeniyyeti ’l-İslâmiyye fi ’l-Medîneti ’l-
münevvereti ’l- ‘aliyye, Hz. Peygamber ’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve
Kurumlar, (çev. Ahmet Özel), İz Yayıcılık, İstanbul: 1991, C. 2, s.333.
[36] Kettânî,
C.2, s.271.
[37] İlter
Uzel, Anadolu Uygarlılarında Kozmetoloji, s.50.
[38] Ebü’l-Abbâs
Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî el-Makkarî et-Tilimsânî el-Fâsî
(ö. 1041/1632), edip, biyografi yazarı ve hadisçi. (geniş bilgi için bkz.
Mehmet Özdemir, “Makkarî”, DİA, C.27, s. 445446.)
[39] Mehmet
Özdemir, Endülüs Müslümanları Kültür Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, 2. Baskı, Ankara:2013, s. 62.
[40] Esin
Kahya, “ez-Zehrâvî”, DİA, C.44 , s. 189.
[41] Esin
Kahya, , “et-Tasrîf”, DİA, yıl: 2011, C.40, 132.
[42] Albız
tırnağı: Şeytan tırnağı otu da denilen Afrika’da yetişen bir bitki.
[43] Hekimlikte
ve koku yapmakta kullanılan aynı adlı ağacın gövdesinden elde edilen vanilya
kokulu reçine (Güncel Türkçe Sözlük).
[44] Emiroğlu,
s.205.
[45] Abdulkadir
Atar, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı ’da
İktisadî Hayat, (M.Ü.S.B.E. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2015, s.
293.
[46] Abdulkadir
Atar, a.g.e., s. 299.
[47] Ayşegül
Demirhan Erdemir, Özcan Öncel “On
Dokuzuncu Yüzyıla Ait Diş Tozu Terkibi Adlı Anonim Bir Risalenin Türk Eczacılık
Tarihi Açısından Önemi ve Bazı Sonuçlar”, IV. Türk Eczacılık Tarihi
Toplantısı Bildirileri, İstanbul: 4-5 Haziran 1998, s.278.
[48] Gül ve
gülsuyu hakkında geniş bilgi için “Osmanlı Tıbbında Gül” konulu makalesi
bulunan Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın şu kitabına bk. Ayten Altıntaş, Gül,
Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri, Maestro yayıncılık İstanbul
2009.
[49] Şemseddin
Sami, Kâmûs-i Türkî, s. 1348.
[50] Menteşzâde
Abdürrahim Efendi, Fetâvâ, C. 1, s.134.
[51] Dermokozmetik(Kozmesötik):
Cilt kusurunu (alerjik, kuru veya yağlı, kırışık, leke, sivilce vb.) kapatarak
değil, düzenli kullanım sonucunda cilt problemini tedavi edecek etken maddeler
içeren, biyoteknolojik laboratuarlarda etken maddelerin cildin alt katmanlarına
inmesini sağlayacak teknolojiyle üretilen ve genellikle eczanelerde satılan
kozmetik ürünlerdir. (Günsel Bayraktar Alpmen, “Başlarken”, s. xiii.)
[52] Ayrıntılı
bilgi için Serpil Kışlalıoğlu, “Kozmetoloji Bilimi”, (Ed.Yasemin Yazan), Kozmetik
Bilimi, Nobel Tıb Kitabevleri, 2004, s.5-6.
[53] INCI: Uluslararası
Kozmetik Hammaddeleri Sözlüğü
[54] geniş bilgi için bkz.
Yasemin Yazan, “Kozmetik Hammaddeler”, Kozmetik Bilimi, (ed.
YaseminYazan), s.42-76.;
Kasım Cemal Güven, Kozmetik
Formüler, s.15-29.
[55] Hayvani
ve nebati mumlar, yapı olarak yüksek yağ alkollerinin yağ asitleri ile meydana
getirdikleri esterlerdir. (Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.17);
Ester: Kimyasal bir terim; Karboksilli asitler, alkolle tepkimeye girerek
esterleri oluştururlar. Meyveler, kendilerine has güzel kokularını esterlerden
alırlar. Hoş kokuluları nedeniyle parfümeride kullanılırlar.(Ayrıntılı bilgi
için bkz. Mortimer, Üniversite Kimyası, C.2, s.388-391.)
[56] Emülgatör:
Yağ ve suyun homojen karışımını sağlayan madde.(Gülgün Yener, “Kozmetik
Taşıyıcı Sistemler”, Kozmetik Bilimi, (Ed. Yasemin Yazan), s.233.)
[57] Stabilizatör:
Bir karışımda farklı fazdaki maddelerin homojen karışımını yaparak ürünün
yapısının düzgün olmasını sağlayan madde. (TDK Sözlüğü)
[58] Güven,
s.34.
[59] İbn Rüşd,
necâset terimi hakkında bilgi verirken fıkıh bilginlerinin dört maddenin necis
olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtmiştir: 1. Ölü hayvan eti, 2. Domuz
eti, 3. Akan kan, 4.İnsan bevli ve dışkısı. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu ise
“hamr”ın necis olduğunu söylemişlerdir (Bidâyetü’l-müctehid, C. 1, s.82).
[60]Hanefîler,
Mâlikîler ve Hanbelîler’e göre tesmiye (besmele çekmek) kasten terkedilirse bu
şekilde kesilen hayvan meyte olur, unutularak terk edilirse bu hayvanı yemek
mübah olur. İmam Şâfiî ise tesmiyenin sünnet olduğu kanaatindedir ve buna delil
olarak Ehl-i Kitâb’ın kesim esnasında besmele çekmemesine rağmen kestiğinin
helâl sayılmasını gösterir (İbn Rüşd, Bidâyetü ’l-müctehid ve nihâyetü
’l-muktesid, C. 1, s. 485, İbn Kudâme, Muğnî, C. 8, s.547,
574;Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, C. 4, s. ,272; Menderes Gürkan, “Hayvanların
Kesimi”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü.
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, C. 2, s.743).
[61] Karminden
elde edilen kırmızı boya özellikle dudakları boyamak için üretilen rujlarda
yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu maddenin ağız yoluyla vücuda girmesi
kuvvetle muhtemeldir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, yerin altında veya
üstünde yaşayan her tür böcek, sinek, arı, örümcek, kırkayak, tırtıl, meyve
kurdu, akrep, yılan, kertenkele, keler, kurbağa, salyangoz, fare, köstebek vb.
hayvanların yenmesinin haram olduğunu söylerken Mâlikîler’in ekserisi bu tür
hayvan ve böcekleri yemeyi helâl saymışlardır. Haşarat türüne giren çekirgenin
yenmesinin helâl olduğunda ise ihtilâf bulunmamaktadır (Mehmet Şener, “Hayvan”,
DİA, yıl:1998, C. 17, s.95).
[62] Hüseyin
Kâmi Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007, s.447.
[63] www.ecocert.com.tr (1.7.2015)
[64] www.cosmebio.org/en (1.7.2015)
[65] www.ecogarantie.eu (1.7.2015)
[66] www.ionc.info/en (1.7.2015)
[67] oekotest.de (1.7.2015)
[72] HACCP
(Hazard Analysis and Critical Control Point): Tehlike analizi ve kritik kontrol
noktası ifadesinin İngilizcesinin kısaltılmış şeklidir. Gıda işletmelerinde
sağlıklı üretim yapabilmek için gerekli hijyenin sağlanmasını, üretim ve servis
aşamasında tüketicinin sağlığını olumsuz etkileyecek nedenlerin ortadan
kaldırılmasını, ürün güvenliğini etkileyen tehlikelerin önceden belirlenmesi ve
kontrol altına alınmasını sağlayan sistematik bir yaklaşımdır. (http://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/haccp.pdf
(20.8.2015); Teslime Mahmutoğlu, Gıda Endüstrisinde “Güvenli Gıda” Üretmek,
s.11.)
[73] ISO(International
Organization for Standardization): Uluslararası Standartlar Teşkilâtının İngilizcesinin
kısaltılmış şeklidir. Uluslararası Standartlar Teşkilâtına üye ülkelerin sayısı
162'dir. Teşkilât üyesi olan millî birimler kendi ülkelerinde standartlar
konusunda en yetkili kuruluşlardır. Her ülke teşkilatta yetkili bir organ
tarafından temsil edilir.(www.iso.org
(1.7.2015))
[74] SMIIC:
İslâm İşbirliği Teşkilatı bünyesinde oluşturulan ve merkezi İstanbul’da olan
Standartlar ve İslâm Ülkeleri Metroloji Enstitüsünün İngilizce yazımının baş
harflerinden oluşan kısaltma. İslâm ülkeleri arasında ortak ölçülendirme
yapabilmek için geliştirilmiş bir sistemdir. (www.smiic.org (1.7.2015))
[75] Nebi
Bozkurt, “Koku”, DİA, 2002, C.26, s.150.
[76] Bozkurt,,
a.g. m., C. 26, s. 151.
[77] İbn
Nüceym, Bahrü ’r-râik, C. 3, s.3.
[78] Abdullah
Boks, “Arafat”, DİA, C.3, 1991, s.261.
[79] Parfümeri
Latince Parfumun (duman) kelimesinden gelir. Daha ziyade kokulu preparatları
kapsamına alır (Kasım Cemal Güven, Kozmetik Formüler, s.11).
[80] Şemseddin
Sami’nin attar hakkında verdiği bilgi şöyledir: 1.Güzel kokulu ruhlar ve yağlar
ve saire satan adam, revâyih-i tîbe taciri. Fransızca: parfümeur. 2. Eczâ-yı
tıbbiyye ve saire satan adam. Fransızca: Droguiste. 3. Mahalle aralarında bazı
baharatla iğne iplik ve saire satan dükkâncı. Bu mana ile dilde galat olarak aktar
şeklinde telaffuz edilir (Kâmûs-i Türkî, s.939).
[81] Kettânî,
C. 2, s.265.
[82]Nebi Bozkurt, “Koku”,
DİA, C.26, s.150-151; bk.İbn Sa’d, Tabakât, (çev.Yusuf Ziya Keskin), C.10,
s.323.
[83]Nebi Bozkurt, a.g.m.,
aynı yer; Kettânî, C.2, s. 271.
[84]Hisbe teşkilatı:İyiliği
yaymak, kötülükten men etmek ve sosyal huzuru sağlamak için çalışan kurum. Bu
kurumun görevlerinden biri de attarları denetlemekti. Attarlık/Kokuculuk kolay
hile yapılabilen, ucuz katkı maddeleriyle insanların aldatılabileceği bir
iştir. Bu bakımdan atlarları denetleyen muhtesibin bu kokular hakkında bilgisi
olması gerekirdi. Şeyzerî ve İbnü’l-Uhuvve, attarları denetim işinin muhtesibin
en fazla itina göstermesi gereken bir husus olarak zikrederler,
ıtriyyat/kokuların çeşit ve özellikleri hakkında çok ayrıntılı bilgi verirler.
Şeyzerî, Nihâyetü ’r- rütbefî talebi’l-hisbe, s.46 ve dev.;
İbnü’l-Uhuvve,Me ’âlimü ’l-kurbe, s. 121.
[85] Nil Sarı,
“Attar”, DİA, C. 4, 1991, s.94.
[86] Arslan
Terzioğlu, “Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al-Bîrûnî”, Düşünen
Siyaset Düşünce Dergisi, Bilim Tarihi, sayı 16, Ankara: 2002, s.46.
[87] Turhan
Baytop,ilâç hazırlama sanat olarak isimlendirilen eczacılığın ilk zamanlarda
hekimler tarafından icra edildiğini, kökçü, otçu veya attar adı verilen esnaf
grubundan aldıkları hammaddelerden hastaları için ilaçlar yaptıklarını
söylemektedir... IX-XII. yüzyıllar arasında hekimlik ve eczacılık birbirinden
ayrılmış hatta eczacılar attarlardan da ayrı kabul edilmiştir. Attar
dükkanından büyük bir ferkı olmayan ilk eczanenin 148 (765) yılında Bağdat’ta
faaliye geçtiği düşünülmektedir. (Turhan Baytop, “Eczacılık”, DİA, C.
10, 1994, s.386-387)
[88] Abdulkadir
Atar, XVIII. Yüzyılda Yayımlanmış Fetva Mecmualarına Göre Osmanlı’da İktisadî
Hayat, s. 272.
[89] İbrahim
Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları,
Bursa:2005, s.170.
[90] Kudret
Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, s.277.
[91] geniş
bilgi için bk. Zeki Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da
Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri,
İstanbul: 4-5 Haziran 1998 , s. 423-432.
[92] Kudret
Emiroğlu, s.280.
[93] Dick
Teresi, Kayıp Keşifler-Modern Bilimin Antik Kökenleri; Babiller’den
Mayalar’a, İzdüşüm Yayınları, Ocak,2005, s.313.
[94] Mürrüsafi:
Doğu Afrika, Arabistan ve Somali’de yetişen bir ağaç türüdür. Yağmur mevsimi
başladığında mürrüsafi ağacının kabuğunda çentikler açılır ve bu çentiklerden
reçine sızar. İlk akmaya başladığında reçinenin rengi beyazdır, sonradan
sararır ve en sonunda kızılımsı bir kahverengine döner. Reçine giderek
katılaşır sonra farklı ebat ve şekillerde yarı saydam parçalara dönüşür. Çok
keskin bir aroması ve acı sayılabilecek bir tadı vardır.
[95] Emiroğlu,
s.278.
[96] Emiroğlu,
s.278.
[97] Zeki Tez,
“Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem, Kozmetik”, IV.
Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul 4-5 Haziran 1998 ,
s. 429.
[98] Emiroğlu,
s.278.
[99] İbrahim
Okur, s.183.
[100] Ana Britannica Genel Kültür
Ansiklopedisi, C. 17, 2004, s. 437-438.
[101] Müsned, V, 421; Tirmizî,
“Nikâh”, 1.
[102] İbrahim Okur, Uygarlığın
Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy Kitapları-5, Bursa 2005, s.
172.
[103] 1 şekel,
180 buğday tanesine eşittir ve 11 gram ağırlığındadır.
[104] Hıyarşembe:
Baklagiller ailesinden olup, diğer isimleri Hint hıyarı, Hiyarışember, Hint
keçiboynuzudur. 8 ile 10 metre uzunluğunda, karşılıklı dizilmiş bileşik
yapraklı, bir ağaç türüdür, hoş kokulu, ilkbaharda başlayıp yaz boyunca açmaya
devam eden, salkım sarı çiçekleri bulunur. Anayurdu Hindistan olmakla birlikte,
tropikal bölgelerin tamamında yetişmesi mümkündür.
[105] 1 hin,
yaklaşık 6 litredir.
[106] Kara
günnük: Türk sığlası, mia pelenseği, amber ağacı gibi isimleri de olan kara
günnük ağacı Türkiye’nin Muğla ilinin yanı sıra Rodos, İran, Suriye gibi sıcak
bölgelerde yetişen bir bitkidir. MÖ Fenikeliler ve Mısırlılar arasında bir
ihraç ürünü olan kara günnük yağı Mısırlılar tarafından ölüleri mumyalamak için
kullanılmıştır. Osmanlılar tarafından ev hayvanlarına musallat olan haşerelere
karşı ve sünnet olan çocukların yaralarının çabuk iyileşmesi için yaralara
sürülmüştür. Ayrıca sakız ve parfüm yapımında da kullanılmaktadır. Bu yağ,
parfümeride sabitleyici (fiksatör) olarak kullanılmaktadır. Yani parfüm
içersindeki güzel kokuların uçmamasını sağlar. Bu nedenle sığla yağı parfüm
sanayinde önemli bir hammaddedir. Bunun yanı sıra sığla yağıyla yapılan
sabunlar cilt yumuşatıcı etkiye ve güzel kokuya sahiptir. (TDK Sözlüğü; Erol
Uysal, “Marmaris’in Günlük Ağaçları” http://www.marmaris.bel.tr/Sayfalmages/file/Sla.pdf
(1.7.2015)
[107] Onika:
Kızıldeniz’de bulunan bir tür midye kabuğundan yapılan güzel kokulu bir
baharattır.
[108] Kasnı:
Maydanozgillerden olup çadıruşağıotu ile şeytanteresi ağacı gibi bitkilerden
elde edilen bir çeşit zamktır. Kokusu kuvvetli, tadı acıdır.
[109] Mısır’dan
Çıkış, 30.
[110] Sargon
Erdem, DİA, “Buhur”, yıl: 1992, C. 6, s. 383
[111] İbrahim
Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy
Kitapları-5, Bursa 2005, s.178; Erdem, DİA, a.g.m., C.6, s.383.
[112] Vahiy
Kitabı, 8.
[113] Gülgün
Köroğlu, “Bizans Döneminde Buhur Geleneği ve Buhurdanlar”, Osmanlı Bankası
Arşiv ve Araştırma Merkezi, yıl:2007, s.13.
[114] Emiroğlu,
s.182.
[115] İbrahim
Okur, s. 184, 185.
[116] İbrahim
Okur, s. 189,190.
[117] Arslan
Terzioğlu, “Geçtiğimiz Binyılın En Büyük Bilim Adamlarından Al-Bîrûnî”, Düşünen
Siyaset Düşünce Dergisi, sayı 16, s. 46.
[118] İbrahim
Okur, Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi, Okursoy
Kitapları-5, s.179.
[119] Rivayete
göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dedelerinden Mekke’nin şehir halini almasına
vesile olan Kusayy b. Kilâb (ö. m. 480)’ın iki oğlu vardı. Mekke’nin yönetimi
ve Kâbe ve hacıların hizmeti için oluşturulan nedve (Dârünnedve denilen şehir
meclisinde toplantılara başkanlık etme), kıyâde (başkumandanlık), hicâbe
(sidâne, Kâbe’nin örtüsü ve anahtarlarının muhafazası), livâ (sancaktarlık),
sikaye (hacılara su temini) ve rifâde (yoksul hacıları doyurma) kurumların
görevlerini oğlu Abdüddâr’a vermişti. Bu vazifeler ondan da oğullarına
geçmişti; Kusayy’ın diğer oğlu Abdümenâf ise bu vazifelere önem vermemesine
rağmen daha sonra oğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel sayıca ve itibar
bakımından daha üstün olduklarını, dolayısıyla bu görevlerin artık kendilerine
verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Görevlerin taksimi konusunda Kureyşliler
üç gruba ayrıldı. Bir grup Abdüddâroğulları’nın, diğer grup
Abdümenâfoğulları’nın tarafını tutarken, üçüncü grup ise tarafsız kaldı. Aynı
görüşteki kabileler, birbirlerini desteklemek için yemin ettiler.
Abdümenâfoğulları’nın oluşturduğu topluluğun üyeleri, bir kaba konulmuş güzel
kokulu bir sıvıya ellerini batırarak Kâbe duvarına sürdüler; bundan dolayı
onlara “mutayyebîn” (güzel kokulular), yaptıkları ittifak ve yemine de
“Hilfü’l-mutayyebîn” denildi. (Hüseyin Algül, “Hilfü’l-Mutayyebîn”, DİA,
yıl:1998, C.18, s. 33)
[120] el-Mutaffifîn
83/22-28; el-İnsân 76/5, 17.
[121] Nebi
Bozkurt, “Koku”, DİA, C.26, s.150
[122] İbn
Sa‘d, C.1, s.381-383.
[123] Kettânî,
, C.2, s.268.
[124] Bakır,
s.122-123.
[125] Nebi
Bozkurt, “Koku”, DİA, c.26, s.151.
[126] M.Yaşar
Kandemir, “Ebû Hüreyre”, DİA, , C.10, 1994, s.161.
[127] Zehebî,
A‘lâmü’n-nübelâ’, II, s.604-605. (nşr. Müessetü’r-Risale, thk. Şuayb Arnavut);
M.Yaşar Kandemir, DİA, C.10, s.164; Mehmet Efendioğlu, Sahabeye
Yöneltilen Tenkitler, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 2011, s.160.
[128] Nihal
Şahin Utku, Kızıldeniz Çöl, Gemi ve Tacir, İstanbul: Klasik Yayınları,
2012, s.318.
[129] Zeki
Tez, “Sosyal ve Teknik Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağ’da Parfüm, Krem,
Kozmetik”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İstanbul
4-5 Haziran 1998 , s. 434.
[130] Sidr:
Yaprakları sabun gibi köpürebilen ve özellikle cenaze yıkamak için kullanılan
bir ağaç türüdür.
[131] Buhârî,
“Cenâiz”, 8, 9, 13.
[132] Mehmet
Şener, “Cenaze”, DİA, yıl: 1993, C.7, s.355.
[133] Geniş
bilgi için bkz: Mustafa Baktır, “İhdâd”, DİA, yıl: 2000, C. 21, s.532.
[134] Müslim,
“Talâk”, 58.
[135] Mahfuz
Söylemez, “Emeviler Döneminde Kûfe”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2000,
s.225.
[136] Fatümatüz
Zehra Kamacı, Hz.Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, İstanbul
2014, s. 138; Cevad Ali, el- Mufassalfi Târîhi ’l‘arab kable ’l-İslâm,
nşr: Dârü’s-sâkî 2001, C. 13, s.240.
[137] Tirmizî,
“Edeb”, 36; Nesâî, “Zîne”, 32.
[138] Kettânî,
C.2, s.268.
[139] J.D.
Bernal, Tarihte Bilim, (çev.Tonguç Ok), Evrensel Basım Yayın, 1.baskı,
2008, s.273.
[140] Fuat
Sezgin, İslam’da Bilim veTeknik, İstanbul Büyükşehir elediyesi Kültür
A.Ş. Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2008, C. 4, s.111.
[141] Nüveyrî
Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, C. 12, s.110.
[142] Hisbe
kitaplarına örnekler: Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe fî talebi’l-hisbe, (nşr.
Matba‘atü lecneti’t-te’lîf ve’t-tercüme ve’n-neşr), t.y., y.y.;, s.48-54;
Îbnü’l-Uhuvve, Me‘âlimü’l-kurbe fî ahkâmi’l-hisbe, Mısır, 1976, s.199-206.
[143] Îbn
Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C.1, s.209; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, C.1, s.79.
[144] Mâverdî,
el-Hâvî el-kebîr, (nşr. Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye), y.y. 1994, C.4, s.108;
Şîrâzî, Mühezzeb, C.1, s.209; Nevevî, el-Mecmû‘ Şerhi’l-Mühezzeb, (nşr.
Dâru’l-fikr), t.y., C.7, s.274-275; Şirbînî, C.1, s.520.
[145] Kalkaşandî,
Subhu’l-a‘şâ, Dımaşk, 1987, C. 2, s. 126-130.
[146] Bu
hayvanların resimleri için bkz Ek-1.
[147] Keselerin
resimleri i.in bkz. Ek-2.
[148]Ahmet Taşağıl, “Hoten”,
DİA, yıl: 1998, C. 18, s.253; Nebi Bozkurt, Turhan Baytop, “Misk”, DİA,
yıl: 2005, C.30, s.181.
[149]Abdülhalik Bakır, Ortaçağ
İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000,
s.59.
[150] Câhız,
“et-Tebessur Bi’t-Ticâre”, (trc ve nşr. Mahfuz Söylemez), s.313.
[151] Bakır,
s.60.
[152] Bakır,
s.59.
[153] Bakır,
s.62.
[154] İbn
Sînâ, el-Kânûn fi’t-Tıbb, (trc. Esin Kahya), Atatürk Kültür Merkezi,
2010, C.2, s.373.
[155] Arapça’da
J—^ (anber) yazılır, Türkçe’de amber olarak okunur.
[156] http://animals.nationalgeographic.com/animals/mammals/sperm-whale/;
ispermeçet balinasının resmi için bkz. Ek-3. (Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh
komutasındaki Habat seriyyesinde 300 kişilik İslâm ordusunun muhtemelen bu
balina çeşidini yiyerek açlıktan kurtulduklarını ve bu balığın evsafı ile
ilgili bilgiler verildiği Osman Aydınlı’nın “Habat Seriyyesi” isimli
makalesinde ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Osman Aydınlı, “Habat
Seriyyesi”, İLAM Araştırma Dergisi, C.1, s.1, 1996, s. 141-151)
[157] Sahillerden
toplanan amber içeren atık resmi için bkz. Ek-4.
[158] Abbâsîler’in
beşinci ve en meşhur halifesi.
[159] Abdülhalik Bakır, Ortaçağ
İslâm Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000,
s.65-66.
[160] İbn Sînâ, 2. Kitap, s.
465.
[161] Kalkaşandî, Subhu’l-a‘şâ,
Dımaşk 1987, C. 2, s. 126-130.
[162] Bakır, s.66, 67.
[163] Sargon Erdem, “Amber”, DİA,
yıl: 1991, C.3, s.7.
[164] Sargon Erdem, a.g.m, s.8.
[165] İbn Sînâ, 2. Kitap,
s.465.
[166] “Necâset (misk,anber,
zebâd)”, el-Mevsû’atü’l-fıkhiyye, Kuveyt, C.40, s.90-90.
[167] Bakır, s.81.
[168] İbn Sînâ
oldukça büyük olan bu ağaçların etrafını leoparların mesken tuttuğunu yazar.
(el-Kânûn fi’t-Tıbb, 2. Kitap, s.319.)
[169] Bakır,
s.74; İbn Sînâ; kâfûrun çeşitlerinin fenasuri, riyâhî ve esfer-i
ezrak olduğunu söyler. (el- Kânûn fi’t-Tıbb, 2.
Kitap, s. 319.)
[170] Bakır,
s.75
[171] İbn
Sînâ, el- Kânûnfi’t-Tıbb, (çev.Esin Kahya), 2. Kitab, Atatürk Kültür
Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2003, s. 319.
[172] Bakır, s.75.
[173] Bakır, s.69-70.
[174] İbn Sînâ, el- Kânûn fi
’t-Tıbb, 2. Kitap, s.466.
[175] Bakır,
s.70-73.
[176] İbn
Sînâ, el- Kânun fi ’t-Tıbb, Esin Kâhya (çev.), İkinci Kitap, Atatürk
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara,2003, s.466.
[177] İbn
Sînâ, s.466-467.
[178] Bakır, s.77.
[179] Bakır, s.77.
[180] Bakır, s.78.
[181] Bakır, s.78-79.
[182] Şemseddin Sami, Kâmûs-i
Türkî, s.1232.
[183] Bakır, s.81-82.
[184] Iran Körfezi’nde bulunan ve Avrupa ve Ön
Asya’yı Uzak Doğu ülkelerine bağlayan Ortaçağın önemli bir liman kentidir.
Ancak hicri 7. asırdan sonra tamamen terk edilmiştir. (Altungök, A. ve
Yıldırım, T. “Erken Ortaçağlarda Übülle Ve Siraf
Liman Kentlerinin îran Körfezi Açısından Önemi”,
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic, Volume 9/4 Spring 2014, p. 1185-1197.)
[185] Bakır, s.82-83.
[186] Bakır, s.83.
[187] Bakır, s. 83-84.
[188] Bakır, s.84.
[189] Bakır, s.85.
[190] Bakır, s. 85.
[191] Bakır, s.86-87.
[192] Bakır, s.88-89.
[193] Bakır, s.89-90.
[194] Arduvaz: Kurşuni, yeşil ve
mor renklerde olabilen çok sert bir kayaç. (TDK Sözlüğü)
[195] Bakır, s.90-91-92.
[196] Bakır, s.92-97.
[197] Bakır, s.97-100.
[198] Bakır, s.100-101.
[199] Bakır, s. 101.
[200] Bakır, s.102.
[201] Bakır, s.103.
[202] Tatriye: Tazelik ve
övücülük anlamlarına gelen tatriye kelimesi, ağaçtan tabla gibi örülen nesneler
için kullanılır.
[203] Bakır, s.105.
[204] Bakır, s.105.
[205] Bakır, s.106.
[206] Masaj merhem ve yağları.
[207] Bakır,
s.107, 108.
[208] Bu
bitkinin üç çeşidi vardır: Arabistan’da yetişen kust, güzel kokulu, hafif,
sarımtırak bir renge sahiptir. Hindistan kaynaklı kust, siyah renkli ve
hafiftir. Suriye kustunun ise öldürücü bir özelliği ve çok güçlü bir kokusu
vardır.
[209] Bakır,
s.109, 110.
[210] Bakır,
s.110, 111.
[211] Ayten
Altıntaş, Gül, İlaçların En Güzeli, Hayy Kitap, 1. baskı, İstanbul:
2009, s.75.
[212] Distilasyon:
Kaynama noktaları farklı olan iki maddenin birbirinden ayrılması için
geliştirilen yöntem (TDK Sözlüğü).
[213] Esin
Kahya, Câbir b. Hayyan, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara ,1995,
s.171.
[214] Fuat
Sezgin, C.4, s.111.
[215] Damıtma işinde kullanılan
araç.
[216] Altıntaş, s.79,80.
[217] Altıntaş, s.81, 82.
[218] Üzlifat Özgümüş,
“Gülâbdan”, DİA, yıl:1996, C.14, s.227.
[219] Bakır, s.113.
[220] Bakır, s.113, 114.
[221] Bakır, s.114.
[222] Altıntaş, s.78.
[223] Zeki Tez, s.437.
[224] Farsça gulhen, gul
(ateş), hen(hane)’den türeyen ateşhane.
[225] Sezgin, s.113,114.
[226] Bakır,
s.119.
[227] Nalan
Örs, Kalafatoğlu, Savaşçı, “Gül yağı Üretiminde Çeşitli Bileşenlerin Akımlara
Dağılımı, IV. Ulusal Kimya Mühendisliği Kongresi, 2000, Sözel
Bildirimler, I, s. 1062.
[228] Bakır,
s.115,116.
[229] Bakır,
s.116.
[230] Besbâse: Kokusu ve tadı
itibariyle havuca benzeyen bir bitki.
[231] Bakır, s.120,121.
[232] Şahin Utku, s.317.
[233] Sargon Erdem, “Buhur”, DİA,
yıl: 1992, C.6, s.384.
[234] Câhız, s.313.
[235] Sargon Erdem, “Buhur”, DİA,
yıl: 1992, C.6, s.384.
[236] Şahin Utku, s.319.
[237] îbn
Mâce, “Tahâre”, 124; Ebû Dâvud, “Tahâre”, 120.
[238] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, C. 6, 78.
[239] Ebû
Dâvud, “Tahâre”, 100.
[240]Dr.
Recai Oğur bir makalesinde mersin bitkisinin kozmetik olarak kullanımının şu
şekilde olduğunu anlatıyor: “Vücuttan oluşan kötü kokuları gidermek için mersin
bitkisinin yaprakları yakılarak külü vücuda sürülür. Dövülmüş yaprağı koltuk
altındaki kötü kokuyu giderir. Meyve suyu veya yaprağının suyu içilirse çok
terlemeyi engeller. Saçları dökülenler mersinin yaprak ve meyvalarını haşlayıp,
balla karıştırarak başlarına sürseler saçları yeniden çıkar. Saç ve sakalı
çabuk çıkarır. Yağı saça sürülse saçı siyahlaştırır. Saçlı derideki kepek,
sivilce ve çıbanları iyileştirir. Meyvası baş bitini giderir. Meyvalarının ham
olanı saç dökülmesini önler.” (Recâi Oğur, “Mersin Bitkisi Hakkında Bir
İnceleme”, Çevre Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 1994, sayı: 10, s.25)
[241] Fâtımâtüz
Zehrâ Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, înkılab
Yayınları, 2014, s.63.
[242] Kamacı, s.64.
[243] Kamacı, s. 66.
[244] Mâlik b. Enes, “Talak”,
109, îbn Mâce, “Et’ime”,34.
[245] Kamacı, s.74.
[246] îbn Sa’d, Kitâbü’t-
Tabakâti’l- Kebîr, (trc. Yusuf Ziya Keskin), C. 10, s.494; Serahsî, C.24, s.21.
[247] Kamacı, s.79, 80.
[248] Kamacı,
s.80-89.
[249] Kimyasal
peeling: Deriyi canlandırmak, gençleştirmek, sivilce ve izlerini, ciltte
istenmeyen lekeleri gidermek, görünüşünü iyileştirmek için deriye bazı
solüsyonların uygulamasıdır. Peeling uygulaması cildin yıpranmış, tazeliğini ve
parlaklığını kaybetmiş üst tabakasının soyulmasını ve dökülmesini sağlayarak ve
derinin daha alt tabakalarında yeniden bir yapılanma sürecini başlatıp;
kollajen sentezlenmesini uyararak daha genç ve sağlıklı homojen bir derinin
ortaya çıkmasını sağlar. Kimyasal peeling için en çok glikolik, laktik ve meyve
asitlerini içeren Alfa Hidroksi Asitleri (AHA) tercih edilmektedir. AHA,
meyvelerden ve diğer besinlerden elde edilen doğal asitlerdir ve yüzeysel
peeling maddesi olarak kullanılır. (http://www.turkdermatoloji.org.tr/files/file/Kimyasal
Peeling.pdf (1.7.2015))
[250] Kamacı,
s.107-109.
[251] Kamacı, s. 112- 125.
[252] Kamacı, s. 125-130.
[253] Kamacı, s. 154-159.
[254] îbn
Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”,
el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest” DîA, yıl:1988,
C.1,68-70.
[255] îbn
Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”,
el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest” DîA, yıl:1988,
C.1,68-70.
[256] Kâsânî,
Bedâyi‘, C. 1, s.279; İbrahim Bayraktar, “Bayram”, DİA, yıl:
1992, C.5, s.260.
[257] Kâsânî,
C.1, s. 269; Kamil Miras, Tecrîd-i sarîh, C.3, s. 9-37; “İddihân”, el-Mevsû
‘atü ’l-fıkhiyye, C.2, s.352.
[258] Şâfiî, Ümm,
C.2, s.172-173; Şîrâzî,Mühezzeb, C.1, s.209; Serahsî, Mebsût,
Mısır 1324, C.4, s.219; İbn Nüceym, el-Bahrür’r-râik, C. 3, s.3.
[259] Salim
Öğüt, “İhram”, DİA, C.21, s.541.
[260] Öğüt,
a.g.m., C.21, s.542.
[261] Serahsî,
C.24, s.21; Zeylaî, Tebyînü ’l-hakâik, c.6, s.49.
[262] Zeylaî,
'Tebyînü ’l-hakâik, C.1, s.26; İbn Nüceym, el-Bahru ’r-râik, C.1,
s.106.
[263] Serahsî,
C.24, s.21.
[264] Şâfiî, Ümm,
C.3, s.99-101; “Misk”, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, C.37, s.288; Itriyyatla
ilgili olarak fıkıh kitaplarının zekat, selem gibi konularına bilgi için
bakılabilir.
[265] Hayreddin
Karaman ve diğ., İlmihal, C.2, s.78-83,90; Nevevî, Riyâzü ’s-Sâlihîn,
(trc. ve şrh: Yaşar Kandemir, İ.Lüffi Çakan, Raşit Küçük), İstanbul 1998, C. 7,
s. 107-109, 115-127.
[266] Ebû
Dâvûd, “Libâs”, 4.
[267] Nevevî,
a.g.e., C.7, s.110-114.
[268] Nevevî,
a.g.e., C.7, 107 ve dev.
[269] Hayreddin
Karaman ve diğ., İlmihal, C. 2, 82-83; Ali Bardakoğlu, “Süslenme”, İslâm
’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, (Ed. İbrahim Kafi
Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006, C. 4, s.1846-1847.
[270] Faruk
Beşer, “Süslenme”, DİA, C. 38, 2010, s.180.
[271] Fahrettin
Atar ve diğ., İslâm İlmihali,M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları,
İstanbul 2015, s.260.
[272] Atar ve
diğ., s.267. İbn Rüşd, necaset terimi hakkında bilgi verirken fıkıh
bilginlerinin dört maddenin necis olduğu hususunda ittifak ettiklerini
belirtmiştir: 1. Ölü hayvan eti, 2. Domuz eti, 3. Akan kan, 4.İnsan bevli ve
dışkısı. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu ise hamrın necis olduğunu söylemişlerdir
(Bidâyetü’l-müctehid, C. 1, s.82).
[273] Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm
İlmihali, s.51-55; Atar ve diğ., s.267-268.
[274] “İstihâle”, el-Mevsû
‘atü’l-fıkhiyye, C. 3, s. 213.
[275] Çayıroğlu, a.g.e., s.
210.
[276] Geniş
bilgi için bk. C.E. Mortimer, Modern Üniversite Kimyası, /çev. ed.Turhan
Altınata), C. 1, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, s.1-5.
[277] Ulusal
Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresine katılan bilim adamları: Fatih Gültekin, Orhan
Çeker, Adem Elgün, Ahmet Gülce, Ahmet Aydın, Büllent Dede, Erdoğan Küçüköner,
Hamdi Döndüren, Hasan Yetim, İsmail Özmen, Leven Başayığıt, Mehmet Akdoğan,
Mehmet Aköz, Mehmet Gürbilek, Murat Şimşek, Mustafa Cenğiz, Mustafa Ünaldı,
Rıfat Oral, Saffet Köse, Selman Türker, Tahir Tilki.
[278] Fatih
Gültekin ve diğ., “İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik
Değerlendirilmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre
Kitabı), s. 102-107.
[279] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük
İslâm İlmihali, s.59.
[280] Serahsî,
aynı yer; el-Fetâvâ el-Hindiyye, C.1, s.42.
[281] Serahsî,
C.24, s.25.
[282] Fatih
Gültekin ve diğ., “İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik
Değerlendirilmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre
Kitabı), s. 105.
[283] Yüksel
Çayıroğlu, Helâl Gıda, İzmir: Işık Yayınları, 2014, s. 219.
[284] Çayıroğlu,
a.g.e., s. 276.
[285] Çayıroğlu,
a.g.e., s. 278.
[286] Saffet
Köse ve Murat Şimşek, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi
(Kongre Kitabı), Afyon 2011, s.121.
[287] Çayıroğlu,
a.g.e., s.277.
[288] Çayıroğlu,
a.g.e., s. 303.
[289] Rıfat
Oral, “İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı),
Afyon 2011, s.127.
[290] Murat
Şimşek, “İslam Hukuku Açısından Karışımlarda İstihlâk (Yoğaltım)”, 2.Uluslararası
helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Konya: 2013, s.411.
[291] el-Mâide-
5/90-91.
[292] Nebi Bozkurt, “İçki”, DİA,
yıl:2000, C.21, s. 455-456.
[293] Serahsî,Mebsût, C.
24, s.3.
[294] Bilmen, Kamus,
C.3, s.15-16
[295] Mustafa
Baktır, “İçki”, DİA, yıl:2000, C.21, s.460.
[296] İslâm
hukukçusu Mustafa Baktır Türkiyet Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “İçki”
maddesinde fıkıh bilginlerinin hamrın kapsamıyla ilgili delillerini şöyle
özetlemiştir. Birinci grup bazı âyetlerin (Yûsuf 12/36) dolaylı anlatımını,
bazı hadislerdeki sahâbî sözlerinde hamr-sarhoş edici içecek (seker) ayrımını
(Buhârî, “Eşribe”, 2-3; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, IV, 306-307) delil kabul
ederken ikinci grup fakihler her sarhoşluk veren (müskir) şeyin hamr, her
hamrın da haram olduğu, çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram sayıldığı
yönündeki hadisleri (yk. bk.), birçok hadis ve sahâbî sözünde çeşitli
maddelerden üretilen içeceklerin hamr olarak isimlendirilmesini (Buhârî,
“Eşribe”, 2-6) ve sahâbe uygulamasını delil gösterirler. Ancak her grubun karşı
delillere farklı yorumlar getirdiğini de belirtmek gerekir. Fakihler arasında
adlandırmayla ilgili bu görüş ayrılığı, üzümden elde edilen şarapla diğer
içkilerin haramlığının hangi delile ve metoda dayandığını açıklaması yönüyle
metodolojik bir önem taşır. Şöyle ki, birinci grup Kur’an’da sadece şarabın
yasaklandığı, diğer içkilerin ise Hz. Peygamber’in açıklamasıyla ve şaraba
kıyasen haram kılındığı, bu sebeple zannî delille sabit olduğu, ikinci grup ise
bütün sarhoş edici içkilerin Kur’an’ın açık hükmüyle haram kılındığı
görüşündedir. Bu görüş ayrılığının şarapla diğer içkilerin haramlığı arasında
amelî yönden olmasa da inanç yönüyle bir derece farklılığı meydana getirdiği
açıktır. Nitekim şarabın haramlığını inkâr edenin küfre düşeceğinde İslâm
âlimleri görüş birliği içinde iken şarap dışında kalan diğer içkilerin
haramlığını inkâr eden kimsenin küfre mi düşeceği yoksa sadece günahkâr mı
olacağı tartışmalı kalmıştır (Mustafa Baktır, “İçki”, DİA, yıl:2000, C.21,
s.460.)
[297] Buhârî,
“Eşribe”,1; Müslim, “Eşribe”, 73; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5; Tirmizî”, “Eşribe”,
1; İbn Mâce, “Eşribe”, 9; Nesâî, “Eşribe”, 22. Serahsî, Yahya b. Mâin(ra)’in
sahih olmayan üç hadisten birinin bu hadis olduğunu söylemiştir (Mebsût, C.24,
s.16).
[298] Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 4;
Buhârî, “Eşribe”, 2; Nesâî, “Eşribe”, 20; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 1; Tirmizî,
“Eşribe”, 8.
[299] Buhârî, “Eşribe”, 3.
[300] Buhârî, “Eşribe”, 6; Ebû
Dâvûd, “Eşribe”, 6; İbn Mâce, “Eşribe”, 8,
[301] Müslim, “Eşribe”, 14; Ebû
Dâvûd, “Eşribe”, 4; Tirmizî, “Eşribe”, 8; Nesâî, “Eşribe”, 18; Serahsî, C. 24,
s. 4
[302] Serahsî, Mebsût,
(trc.Musa Alak, ed.M.C.Akşit), Gümüşev yayıncılık, İstanbul 2008, C. 24, s.6.
[303] Şâh Veliyyullah Dihlevî, İslam
Düşünce Rehberi, (çev. Mehmet Erdoğan), C.2, 2003, s. 472.
[304] Serahsî,
Mebsût, C. 24, s.4; Merğînânî, el-Hidâye, C.8, s.157.
[305] Kâsânî,
C.5, s.112.
[306] Mergînânî,
el-Hidâye, C.8, s.158; Bilmen, Kamus, C.3, s.250.
[307] Fıkıh
kitaplarında tılâ’: “Üçte ikisi gidinceye (buharlaşma) kadar yaş üzüm suyunun
pişirilmesinden sonra kabarıp, keskinleşip galeyanının durduğu içecek” şeklinde
de tanımı yapılmıştır. Bu tanım aynı şekilde müsellesin de tanımıdır (Molla
Husrev, Dürerü ’l-hükkâm, C.2, s.87; el-Fetâvâ ’l-Hindiyye, C. 5,
s.412).
[308] Serahsî,
a.g.e., aynı yer.
[309] el-Fetâvâ’l-Hindiyye,
C.5, s.412; Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Yaşam,
İstanbul 1997, s.290.
[310] Molla
Hüsrev, Dürerü ’l-hükkâm, İstanbul 1976, C. 2, s.86 ve dev.; el-Fetâvâ
’l-Hindiyye, C.5, s.412.
[311] Serahsî,
C. 24, s. 5.
[312] Kâsânî,
C.5, s.116.
[313] Kâsânî,
C.5, s.116; Molla Hüsrev, C. 2, s.86.
[314] Bilmen,
Kamus, C. 3, s. 9; el-Fetâvâ’l- Hindiyye, Mısır 1310, C.5, s.409.
[315] el-Fetâvâ’l-Hindiyye,
C. 5, s.413.
[316] Salim
Özer, “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında Fukahanın Esas Aldığı
Ölçüler”, Bilimname Dergisi, sayı:18, 2010, s.72.
[317] Bilmen, Kamus,
C. 3, s. 21.
[318] Kâsâni,
C. 5, s.112.
[319] Bilmen, Kamus,
C. 3, s. 21.
[320] Bilmen, Kamus,
C.3, s.21.
[321] Serâhsî,
C. 24, s. 4.
[322] Serâhsî,
C.24, s. 6; Merğînânî, Hidâye, C.8, s.152 ve dev.
[323] Serâhsî, C.24, s.18.
[324] Molla Hüsrev, Dürerü
’l-Hükkam, C.2, s.88.
[325] Bilmen, Kamus, C.
3, s 21.
[326] Bilmen, Kamus, C.
3, s 251.
[327] Kâsânî, C.5, s. 112.
[328] Özer, s.73.
[329] Kâsânî, aynı yer.
[330] Kâsânî, aynı yer.
[331] Kâsânî, aynı yer.
[332] el-Fetâvâ
’l- Hindiyye, Mısır, C.5, s.409.
[333] Kâsânî,
C.5, s.116.
[334] el-Fetâvâ’l-
Hindiyye, aynı yer.
[335] Mergînânî,
C.2, s.152-163;Molla Hüsrev, Dürerü ’l-hükkâm fi şerhi gürer ’il-ahkâm,
C.2, s.86-88.
[336] Kâsânî,
C.5, s. 113; Zeylaî, Tebyînü ’l-hakâik, C .6, ,s. 44.
[337] Kâsânî,
C.5, s.113.
[338] Serahsî,
Mebsût, C.24, s.28.
[339] Zeylaî,
C.6, s.47; Molla Hüsrev, C.2, s. 88.
[340] Zeylaî,
Tebyînü’l-hakâik, c.6, s.44-45; Molla Husrev, C. 2, s. 86-87; İbn Nüceym,
el-Bahru’r-râık, C.8, s.247-248; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C. 6, s.448-453.
[341] Bilmen, Kamus, C. 3,
s.251-252.
[342] Kâsânî, C.5, s.117.
[343] Zeylaî, Nasbu’r-râye,
C. 4, s.363.
[344] Serahsî, Mebsût,
C.24, s.3; Serahsî,Mebsût, (trc.Musa Alak), C.24, s.4.
[345] Serahsî, C. 24, 17.
[346] Nesâî, “Eşribe”, 47.
[347] Serahsî, C.24, s.16.
[348] Serahsî, C.24, s. 3;
Kâsânî, C.5, s.113,115; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.5, s.412.
[349] Kâsânî, C.5, s. 115-117; el-Fetâvâ’l-Hindiyye,
C.5, s.412.
[350] Tirmizî, “Büyû‘”59; İbn
Mâce,” Eşribe”, 6.
[351] Tedâvi konusunda fazla
bilgi için bk. Abdullah Kahraman, “Tedavi”; DİA, yıl: 2011, C. 40,
s.254-256.
[352] İbn
Âbidîn, C.5, s.228; Bir fetvada “Esrâr’ın bey’ ü şirâsı câiz olur mu” sorusuna,
“Bazı cerâhata ilaç için olicak olur”
şeklinde cevap verilmiştir (Menteşzâde Abdürrahim Efendi, Fetâvâ, C. 2,
s. 13).
[353] İbn
Nüceym, Bahru’r-râik, C.8, s. 233, 246; İbn Âbidîn, C.1, s.210, C. 5, s.228.
[354] Serahsî,
C.24, s. 25.
[355] Serahsî,
C.24, s.21.
[356] İbn
Sa‘d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, (trc.Yusuf Ziya Keskin), (trc. Ed.
Adnan Demircan), C.10, s.494;Serahsî, C.24, s.21.
[357] Serahsî,
C.24, s.21; Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik, c.6, s.49.
[358] Serahsî,
C.24, s.21.
[359] Serahsî,
C. 24, s. 23.
[360] Serahsî,
C.24, s.23
[361] Serahsi, C. 24, s.25.
[362] Serahsî, C.24, s.25;
Serahsî, Mebsût, (terc.Musa Alak), C.24, s.37.
[363] Serahsi, C. 24, s.25.
[364] Serahsî, C.24, s 25.
[365] Serahsî, C.24, s 28.
[366] Serahsî, C.24, s 28.
[367] Cengiz
Kallek, “Fetâvâ-yı Ali Efendi”, DİA, yıl: 1995, C. 12, s.438.
[368] Vişnâb:
vişne şurûbu, şerbeti. Vişne: Meyhoşca ve koyu renkli bir cins kiraz ki şurûb
ve reçeli yapılır (Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, s. 1492).
[369] Ali
Efendi, Fetâvâ-yı Ali Efendi, C. 2, s. 246-247.
[370] bkz.
el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115; Buhârî, “Büyû‘”,
102, 112, “Zebâ’ih”, 28, 29, “Tıb”, 57; Müslim, “Hayz”, 105, “Müsâkat”, 71,
“Sayd”, 12-16; îbn Mâce, “Tahâret”, 38; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 41, “Büyû‘”, 64;
Tirmizî, “Tahâret”, 52; Nesâî, “Tahâret” 47, “Sayd”, 35. Domuzun dinen
yasaklanmasının hikmetleri olarak çeşitli sağlık riskleri, kıskanma
içgüdülerinin olmaması, tiksinti uyandırması gibi mantık çerçevesinde pek çok
izah verilebilir. Ancak günümüzde domuz çiftliklerinde hijyenik şartlarda
üretim yapılmasının da neticesi olarak dünya nüfusunun oldukça büyük bir
kısmının bu hayvanı çok tüketmesine rağmen büyük sağlık problemlerinin ortaya
çıkmaması, bu hayvanın yasak edilmesinin bir imtihan olarak kabul edilmesinin
yeterli bir gerekçe olduğunu düşündürmektedir (Domuzun eti, yağı ve derisi ile
ilgili hükümler hakkında geniş bilgi için bk. Asaf Ataseven-Mehmet Şener,
“Domuz”, DİA, yıl:1994, C. 9, s.507-509; Menderes Gürkan, “Domuz”, İslâm’da
înanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, C.1, s.417-419, Domuzun insan
sağlığına etkileri ve kullanım yerleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hans
Heinrich Reckeweg, Domuzeti ve Sağlık, (çev.M. Nuri Ergin), Hibaş
Yayınları; Reşit Haylamaz, Türkiye ’de Domuz Gerçeği, Çağlayan
Yayınları, İzmir, 1996).
[371] Çayıroğlu,
s.136
[372]Orhan Çeker,
“İstihâle”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı),
Afyon:2011, s.21.
[373] Reşit Haylamaz, Türkiye
’de Domuz Gerçeği, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997, s. 238.
[374] Gülgün
Yener, “Makyaj Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, Yasemin Yazan (ed.), Nobel
Tıb Kitabevleri, 2014, s. 163.
[375] http://www.aia-istanbul.org/files/temizlik
kitap.pdf, s.9 (2008 yılı verilerine göre, toplam 350 milyar $
hacmindeki dünya kozmetik ürünleri pazarının 1/3’ünden fazlasını AB ülkeleri
oluştururken, AB’yi ABD ve Japonya izliyor.)
[376] Dermis:
Derinin en üst tabakası olan epidermisin altındaki ikinci tabakadır. (Meltem
Önder ve Murat Orhan Öztaş, “Kozmetoloji ve Deri”, Kozmetik Bilimi, (ed.
Yasemin Yazan), s.14.)
[377] Herhangi
bir et (özellikle kemikli olursa daha net görülebilir) haşlaması soğumaya
bırakıldığında bir jel dokusu meydana gelir. Bu doku jelatindir.
[378] Hasan
Yetim, “Jelatin Üretimi, Özellikleri ve Kullanımı”, 1. Ulusal Helal ve
Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011,
s. 88-90.
[379] Kâsanî,
Bedâiu ’s-sanâyi‘, C. 1, s. 85; İbn Nüceym, , el-Bahru ’r-râik,
C.1, s.239; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, C.1, s.45.
[380] İbn
Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, C. 1, s.326-327;Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i
İslâm, Kısım 2, s. 96-97; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali,
s.59.
[381] Heyet,
“İstihale Örneklerinin Katkı Maddelerine Yönelik Değerlendirilmesi”, 1.
Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s.106.
[382] Tahlil
sonucunu gösteren rapor Ek.5’te gösterilmektedir.
[383] Levent
Başayiğit, “Topraklaşma”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi (Kongre
Kitabı), s.35.
[385] bk. İbn
Nüceym, a.g.e., aynı yer.
[386] Asit ve
alkaliler reaksiyona girdikleri zaman tuz ve su meydana gelir. Örneğin kuvvetli
bir asit olan HCl (Hidro klorik asit) ve kuvvetli bir baz olan NaOH (Sodyum
Hidroksit) reaksiyona girdiği zaman NaCl (sofra tuzu) ve H2O (su) meydana gelir.
[387] Mehmet
Akdoğan, “Yağın Sabuna Dönüşmesi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi
(Kongre Kitabı), Ankara:2011, s.46., “Sabun”, Ana Britannica, C. 18,
s. 609.
[388] Ömer
Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.59.
[389] “Sâbûn”,
el-Mevsû ‘atü ’l-fıkhiyye, C. 26, s.301-302.
[390] Yûsuf
el-Karadâvî, Fî fıkhı’l-ekalliyâti’l-Müslime, Dâru’ş-şürûk, Kâhire 2001,
s.141-142.
[391] Mahmut Kaya, “Ebû Bekir
Râzî”, DİA, yıl: 2007, C. 34, s.484.
[392] J.D. Bernal, Tarihte
Bilim, Tonguç Ok (çev.), Evrensel Basım Yayın, 1 .baskı, 2008, s.273
[393] Turhan Baytop,
“Eczacılık”, DİA, yıl:1994, C.10, s.387; Alkol, Fransızca’da alcool
olarak yazılır.
[394] Musa Tosun, “İçki (Tıp
Açısından)”, DİA, C.21, yıl:2000, s.462.
[395] C.E.Mortimer,
Modern Üniversite Kimyası, Turhan Altınata (çev.ed.), C.2, Çağlayan
Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul, 1993, s. 377-379.
[396] Erdal Atabek, Alkol ve
İnsan, Kelebek Yayınları, İstanbul 1982, s.52
[397] Rom: Genellikle şeker
kamışı ve kuru üzümden elde edilen %40 oranında alkol içeren bir içki türüdür.
[398] Atabek, s.57.
[399] el-Mâide 5 /90
[400] Mustafa
Baktır, DİA, “İçki”, C.21, s.461
[401] Necâset-i
galîza; eğer katı ise yaklaşık üç buçuk gramı (bir miskal), sıvı ise el ayasını
(avuç içini) kapsayacak miktarı ve fazlası elbisede, vücutta veya namaz kılınan
yerde bulunması namazın sıhhatine manidir. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.54;
Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s.268.
[402] Necâset-i
galîza; eğer katı ise yaklaşık üç buçuk gramı (bir miskal), sıvı ise el ayasını
(avuç içini) kapsayacak miktarı ve fazlası elbisede, vücutta veya namaz kılınan
yerde bulunması namazın sıhhatine manidir. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.54;
Atar ve diğ., İslâm İlmihali, s.268.
[403] Dihlevî,
C. 1, s.525.
[404] Hamr’ın
necis kapsamınında değirlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda fazla bilgi
için şu makaleye bk. Salim Özer “İçkinin (Alkollü İçeceklerin) Yasaklanmasında
Fukahanın Esas Aldığı Ölçüler”, Bilimname, XVIII, 2010/1,55-91.
[405] Faruk Beşer,
Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Yaşam, İstanbu 1997, s.285
(Kurtubî, VI, 288’den naklen).
[406] Hayreddin
Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul, 1993, C. 1, s.287.
[407] M.Reşîd
Rıza, “Hükmü isti‘mâli el-ispirto-el-kühûl”, Mecelletü ’l-menâr, Mısır
1922, C. 23, s.658 ve dev.
[408] Zâhid
Kevserî bir mektubunda Ebû Hanîfe’ye göre ispirtonun necis olmadığını yazmıştır
(Karaman, a.g.e., C. 1, s.288).
[409] Kâsânî,
C.5, s.113-115; Serahsî, C.24, s. 3.
[410] Kâsânî,
C.5, s.115-117; Abdulfettâh Ebû Gudde, Hanefîler’in hamrın dışındaki içkilerler
ilgili üç görüş bulunduğunu şöyle nakletmiştir: 1. Galîz necâset, 2. Hafif
neecâset, 3. Tâhir/temiz. Halil' necâset olduğunu söyleyenlere göre
sürüldükleri elbisenin veya bedenin dörtte birinden az olmaları halinde bu
bağışlanır. Ahmed ez- Zerkâ da temiz olduğunu esas alır ve öyle fetva verirdi.
Kevserî de hamr dışındaki ispirto gibi müskir içkilerin kullanımını câiz,
içilmesinin haram olduğunu ve Ebû Hanîfe’nin mezhebinin bu olduğunu söylerdi.
Bu iki değerli âlimin fetvalarında insanlara kolaylık ve telerans olduğu
açıktır. Çünkü bu tür maddeler bugün hayatın bir çok alanına girmiştir. Ancak
bu konuda ihtiyatlı davranılabilir. (Faruk Beşer, a.g.e, s.290 Aliyü’l-Kârî, Fethü
bâbi’l- inâye, C. 1, s.258’den naklen).
[411] Elmalılı,
Hak Dini Kurân Dili, II,762-763.
[412] Menderes
Gürkan, “Kolonya”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,
III, 1132; Hayreddin Karaman ve diğerleri, İlmihal, C.2, s.94.
[413] Figen
Tırnaksız, “Ağız ve Diş Bakım Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (ed. Yasemin
Yazan), s. 209.
[414] 30-10-2011
tarihli ve 28100 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan etil alkol ve metanolün
üretimi ile iç ve dış ticaretine ilişkin usul ve esaslar hakkındaki
yönetmelikte denatüre etil alkolün içine katılabilecek madde isimleri ve miktarları
belirtilmiştir. (http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111030-12.htm
(1.6.2015))
[415]Hava Dönmez Keklikoğlu,
Tahir Kurtuluş Yoldaş, Yıldız Çoruh, “Metanol Zehirlenmesi ve Putaminal
Hemoraji: Olgu Sunumu”, Journal of Neurological Sciences [Turkish]
24:(4) 13; 2007,s. 338-34.
[416] Menderes
Gürkan, “Kolonya”, İslâm ’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi,
İbrahim Kafi Dönmez (ed.), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2006, C.3,
s.1131-1132.
[417] Mehmet
Aköz, “Kandan Misk-i Anber Oluşumu”, 1. Ulusal Helâl ve Sağlıklı Gıda
Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon, 2011, s.48-49.
[418] Misk ve
amberin kullanımının hükümleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mevsûatü
’l-Fıkhiyye, Kuveyt, 1. Baskı, 1997, s.288-291.
[419] Koşineal
böceği ve üzerinde yaşadığı kaktüs resmi için bkz. Ek-6.
[420] Hasan
Murat Velioğlu, İsmail Yılmaz, Serap Duraklı Velioğlu, “Gıdalarda Kullanılan
Doğal Renklendiricilerden Karmin”, Türkiye 9. Gıda Kongresi, Bolu 24-26
Mayıs, s.347-350.
[421] Erdoğan
Küçüköner, “ Koşineal ve Şellak Üretimi”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda
Kongresi (Kongre Kitabı), Fatih Gültekin (ed.), Afyon: 2011, s.98; Harun
Şimşek, Gıda Katkı Maddeleri, Fazilet Neşriyat, 2011, s.84.
[422] Harun
Şimşek, age., s. 84-85.
[423] “O
peygamber onlara iyiliği emreder, kötülükten meneder, onlara temiz olan şeyleri
(tayyibât) helal, pis olan şeyleri (habâis) de haram kılar.” (A’râf, 7/157).
[424] Mehmet
Şener, “Hayvan”, DİA, C.17, s.95; Çayıroğlu, s. 148-149; Kâşif Hamdi
Okur, “İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel
Meseleler”, VI. İslam Hukuku Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve İslam
Fıkhı Açısından Helal Gıda Sempozyumu, Ali Kaya (ed.), Emin Yayınları,
Bursa, 2009, s.19
[425] İbn
Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C.5, s.68; bk. “Haşerât”, el-Mevsû ‘atü
’l-fıkhiyye,C.17, s.280.
[426] Muslihuddin
Mustafa, Ahterî, İstanbul 1310, C.2, s.156.
[427] Kâmûs-i
Türkî, s.1064; D.Mehmet Doğan da kırmızı
“Kırmızböceği denilen zar kanatlı bir böcekten elde edilen parlak kırmızı boya”
şeklinde; kırmızböceğini de “Parlak kırmızı
boya elde edilen kınkanatlardan böcek” şeklinde açıklamıştır. Büyük Türkçe
Sözlük, 11. Baskı, İstanbul 1996, s.648.
[428] İbn
Manzûr, Lisânü ’l- ‘Arab, “Kırmız” maddesi; Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min
cevâhiri’l-Kamûs , “kırmız” maddesi.
[429] Âsım
Efendi, Kâmûs Tercümesi, İstanbul 1233, C.2, s. 194-195.
[430] Hamdi
Döndüren, “Gıda Katkı Maddeleri ve İstihlâk”, 1. Ulusal Helal ve Sağlıklı
Gıda Kongresi (Kongre Kitabı), s. 118-120.
[431] http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00506.htm;
erişim tarihi: 07.07.2015.
[432] Yüksel
Çayıroğlu, Helâl Gıda, s.369.
[433] Yusuf Şahin, “Kozmetik
Ürünlerin Öteki Yüzü”, Sızıntı Dergisi, sayı:300, Ocak, 2004.
[434] R. Sharpe,
“Male Reproductive Health Disorders and the Potential Role of Exposure to
Environmental Chemicals”,1-56, www.chemtrust.org.uk,
2009; Mitchell RT, Childs A.J., Anderson RA, Van Den Driesche S., Saunders PT, McKinnell
C., Wallace WH, Kelnar CJ., Sharpe RM, “Do Phathalates Affect Steroidogenesis
by the Human Fetal Testis? Exposure of Human Fetal Testis Xenografts to di-n-
butyl Phthalate”, J Clin Endocrinol Metab, 2012 Mar, 97 (3): E341-8.doi:
10.1210/jc.2011-2411.Epub 2012 Jan 11.
[435] Antiperspirant:
Terlemeyi durdurarak ter kokusunu önlemeye çalışan ürünler.
[436] Philippa
Darbre, Ferdinando Mannello, Christopher Exley, “Aluminium and Breast Cancer:
Sources of Exposure, Tissue Measuments and Mechanisms of Toxicological Actions
on Breast Biology”, Journal of Inoranic Biochemistry 128, 2013, 257-261
[437] P.D.
Darbre, A. Aljarrah, W.R. Miller, N.G. Coldham, M.J. Sauner and G. S. Pope
“Consentrations of Parabens in Human Breast Tumours”, Journal of Applied
Toxicology, J. Appl, Toxicol.24, s.5-13(2004)
[438] 2011
yılında Danimarka’da 3 yaş altındaki çocukların kullanabileceği bakım
ürünlerinde bazı parabenleri (propil, iso-propil, butil, iso-butil paraben)
içeren ürünlerin kullanımını tedbir amaçlı yasaklamıştır. AB sağlık komisyonu
kozmetiklerin mikroorganizma üretmesinin sağlık açısından son derece tehlikeli
olabileceğini bu konuda etkili olan bütün parabenlerin kullanımının
yasaklanmasının doğru olamayacağını fakat kg başına 8 gramla
sınırlandırılacağını ancak bazı parabenlerin (isopropil paraben, isobutil
paraben,fenil paraben, benzil paraben, pentil paraben) Ocak 2014 itibariyle
tamamen yasaklandığını duyurmuştur.
[439] Y.
Alugonda, B. Maddileti, N. Lingam, C. Rangailah, “A Medico- Legal Study of Hair
Dye Poisoning”, J Indian Acad Forensic Med. July- September 2013, vol., 35,
No:3; Punjani, Neelam Saleem, “Paraphenylene Diamine (Hair Dye) Poisoning
Leading to Critical îlness Neuropathy”, JNeurologicalDisorders, Vol:2.
îssue:5 doi:10.4172/2329- 6895.1000180
[440]ec.europa.eu/consumers/sectors/cosmetics/files/doc/179
banned substances en.pdf
[441] Mennan
Aysan Kuzanlı, Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz?, Dharma Yayınları,
1. baskı, 2008, s.97
[442] Manuela
Gago-Dominguez, Douglas A. Bell, Mary A. Watson, Jian-Min Yuan, J. Esteban
Castelao, Kenneth K. Chan, Gerry A. Coetzee, Ronald K. Ross, Mimi C. Yu,
“Permanent hair dyes and bladder cancer: Risk modification by Cytochrome
P4501A2 and N-acetyltransferases 1 and 2,” American Association for Cancer
Research’s 93rd Annual Meeting, April 6-10, 2002.
[443] Y.
Zhang, S. Sanjose, L. Morton, R. Wang, P. Brennan, P. Hortge, P Boffetta,
Becker, Maynadle, Foretova, Cocco, Staines, Holford, Holly, Nieters, Benavente,
Bernstein, Zahm, Zheng, “Personal Use of Hair Dye and The Risk of Certain
Substypes of Non-Hodgkin Lymphema”, American Journal of Epidemiology,
2008, vol:167, s.1321- 1331
[444]Hatta
bazı diş macunu markaları etiketlerinde çocukların diş macunu yemeleri halinde
mutlaka en yakın zehirlenme birimine başvurulması gerektiği yazılır.
[445]İsmail Tokalak, Dünyada
İlaç ve Kimya Terörü, Ataç Yayınları, İstanbul 2014, s.284, www.fluoridealert.org web
sitesi bu konuda en güncel haberleri paylaşmaktadır.
[446]Tokalak, s.256-257.
[447]Kudret Livaoğlu- Ayşe
Betül Şahin, Zararlı Kimyasallardan Korunma Yöntemleriyle Sağlıklı Hayat,
İstanbul 2006, s.23.
[448]Robert Baan,
"Carcinogenicity of some aromatic amines, organic dyes, and related
exposures.”, 2008, Lancet Oncology (Vol. 9, Issue 4:322-323)
International Agency for Research on Cancer, Lyon, France.
[449] Celal Yeniçeri, Hz. Peygamber ’in Tıbbı ve
Tıbbın Fıkhı, Çamlıca Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2013, s.33.
[450] Kamacı, s.107.
[451]Sinan Yalçın, “Kozmetik
Endüstrisinin Uyguladığı Hayvan Deneyleri”, online Kozmetoloji Dergisi,
Sayı :2, cilt:5, 2006.
[452] Kasım Cemal Güven, Kozmetik
Formüler, s.35.
[453] el-En’âm
6/38.
[454] Mehmet
Şener, “Hayvan”, DİA, C. 17, 1998, s. 92-98.
[455] Şirbînî,
C.3, s.462-463, “er-rıfk bi’l hayevân”, Mevsu‘atü’l-fıkhiyye, C.22, s.296,
Bilmen, Kamus, C. 2, s.,511- 515;, c. 17, s.92-98; Hüseyin Elmalı,
“İslâm’da Hayvan Hakları”, Yeni Ümit, sayı: 98, Ekim-Kasım-Aralık 2012.
[456] Şerafeddin
el-Hicâvî, el-ıkna‘, nşr. Dâru’l-m‘arife, Beyrut, C.4, s.156.
[457] Âsım
Efendi, Kâmûs Tercümesi, C.2, s.195.
[458] Kudret
Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, s.276-277.
[459] el-
Mâide 5/6 .
[460] İbn
Âbidîn, Reddü ’l-Muhtâr, C. 1, s.90; Atar ve diğ., İslâm İlmihali,
s.273.
[461] Buhârî,
“Vudû”, 2.
[462] İbn
Âbidîn, Reddü ’l-muhtâr, C. 1, s.87-88; “Vüdû’”, el-Mevsû ‘atü
’l-fıkhiyye, C.43, s.329; Abdülkadir Şener, “Abdest”, DİA, C.1,
1988, 68-70.
[463] Atar ve diğ., İslâm
İlmihali, s. 276-277.
[464] Fatımatüz Zehra Kamacı, Hz.
Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, s. 154-159.
[465] Gülgün Yener, “Makyaj
Ürünleri”, Kozmetik Bilimi, (Ed.Yasemin Yazan), s. 171-175.
[466] Bu
testle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: www.Mustafaumar.com/2012/11/is-breatable-nail-
polish-sufficient-for- wudu/
[467] Gülgün
Yener, “Saç ve Saça Uygulanan Kozmetk Ürünler”, Kozmetik Bilimi.
(Ed.Yasemin Yazan), Nobel Tıb Kitabevleri, 2004, s. 193.
[468] Yener,
a.g.e., s.178.
[469] Yener,
a.g.e., s. 193, 194.
[470] Fatımatüz
Zehra Kamacı, Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi, s. 80-89.
[471] İbn
Mâce, “Libâs”, 34, 35; Ebû Dâvud, “Teraccül”, 19; Nesâî, “Zîne”, 65,66.
[472] Müslim,
“Libâs”, 78.
[473] Ali
Bardakoğlu, “Süslenme”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış
Ansiklopedisi, (Ed. İbrahim Kafi Dönmez), M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, İstanbul 2006, C. 4, s.1846.
[474] Buhârî,
“Libâs”, 67;
[475] Kamacı,
86; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, ( trc.Salih Tuğ), Yeni Şafak
Gazetesi Hediyesi, Ankara, 2003, C.1, s.34.( Abdulmuttalib doğduğu zaman
saçında bulunan aklar nedeniyle ona Şeybe ismi verilmişti. Amcası Muttalib onu
himayesi altına aldığından Abdulmuttalib lakabını almış ve bu isimle anılır
olmuştu. Reşit Haylamaz, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (sav),
İzmir: Işık Yayınları, 2006, C.1, s.64.)
[476] Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn,
C. 7, s. 108.
[477] İsmail Yalçın, “Saç”,
DÎA, C. 35, s. 368.
[478] Îbn Sa‘d, C. 10, s. 493.
[479] Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn,
C. 7, s. 107-109.
[480] Müslim, “Libâs”, 78,79;
Ebû Dâvud, “Teraccül”, 18; Nesâî, “Zîne”, 15; Ebû Dâvud, “Teraccül”, 20.
[481] Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn,
C. 7, s. 108-109.
[482] Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn,
C.7, s. 109.
[483] İsmail Yalçın, “Saç”, DİA,
C.35, s.368.
[484] Bir
fıkıh terimi olarak helâlin tanımları ve hükümleri hakkında geniş bilgi için
bk. Ferhat Koca, “Helâl”, DİA, yıl: 1998, C. 17, s. 175-178.
[485] Teslime
Mahmutoğlu, Gıda Endüstrisinde Güvenli Gıda Üretmek, ODTÜ Yayıncılık,
Ankara, 2007, s. 11.
[486] Vejeteryan:
Et, balık, kümes hayvanları ve bazı durumlarda yumurta, süt ve süt ürünlerini
tüketmek istemeyen insanlar. Çeşitli sınıfları vardır: Semivejeteryan: Kırmızı
et yemez, az miktarda beyaz et tüketirler. Laktovejeteryan: Hayvanın kendisini
değil, süt, yoğurt, bal, yumurta gibi ürünlerini tüketirler. Vegan: Hiçbir
şekilde hayvan ürünü yemezler, sadece sebze, tahıl, tohum, meyve gibi gıdalarla
beslenirler.
[487] Birleşik
Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Gine, Kamerun, Libya, Mali, Pakistan, Somali,
Sudan, Tunus, Türkiye, Ürdün.
[488] Anas
bin. Mohd Yunus and the others, “The Concept of Halalan Tayyiba and Its
Application in Products Marketing : A Case Study at Sabasun HyperRuncit Kuala
Terengganu, Malaysia ”, International Journal of Business and Social
Science, Vol. 1 No. 3; December 2010, s. 245. (Sabasun Kurumu, helal ve
tayyib ürünlere yalnızca sertifika vermekle kalmayıp aynı zamanda İslam
ülkelerinde devam eden savaşlara maddi destek veren ABD ve İsrail kökenli
markaları boykot edip, Müslümanlara bu ürünleri almamaları konusunda uyarılar
yapmakta ve bu marka temsicilerine boykot mektupları göndermektedir. Bu
işlemlerin de helal ve tayyib ürün kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
görüşünü savunmaktadır. s.245-247)
[489] FTIR: Fourier
Transform İnfrared( Fourier Dönüşümlü Kızılötesi Spektrum): Biyokimyasal olarak
karbonhidrat, fosfolipit, aminoasit ve protein yapı analizlerini yapan cihaz.
[490] GCx
GC-TOF-MS: Comprehensive two dimensional Gas Chromatography hyphenated with
Time-of-Flight Mass Spectrometry (İki boyutlu gaz kromotografi-uçuş zamanı
kütle spektrometresi): Bir ürün içindeki bilinen madde ile bilinmeyen maddeleri
analizini aynı anda yapar. “Kromatografi, çeşitli maddelerin, hareketli bir faz
yardımıyla, sabit bir faz arasından değişik hızlarla areket etmeleri prensibine
dayanır. Bu yöntem sayesinde klasik metotlarla birbirinden ayrılmaları çok zor
hatta imkansız olan maddeleri saf olarak ayrıştırmak mümkün olabilmektedir”
(Turgut Gündüz, Kantitatif Analiz Ders Kitabı, Ankara: Bilge Yayıncılık,
4. Baskı, 1993, s.387.)
[491] GCSM:
Gas Chromotography Mass Spectrometry (Gaz Kromotografisi Kütle Spektrometresi):
Çok bileşenli maddelerin içindeki elementlerin analizini ve madde miktarını
yapar.
[492] P.
Hashim and D. Mat Hashim, “A Review of Cosmetic and Personal Care Products:
Halal Perspective and Detection of Ingredients”, Pertanica J.
Sci&Technol. 21(2): (2013), s. 282
[493] Hashim,
agm, s.288, 289.
[494] Malezya
nüfusunun %55’ini Müslümanlar, %25’ini Budistler, %10’unu Hristiyanlar
ve%10’unu diğer din oluşturur.
[496] Ülkemizin ilk helal sertifikası düzenleyen
bağımsız kuruluşu GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama
Araştırmaları Derneği)’tir. GİMDES, Malezya JAKIM tarafından akredite edilmiş
bulunmaktadır.
[497] Nik Maheran Nik Muhammad, Filzah Md Isa, Bidin
Chee Kifli, “Positioning Malaysia as Halal-Hub:Integration Role of Supply Chain
Strategy and Halal Assurance System”, Journal of Asian Social Science, Vol.5,
No.7, s.45.
[498]Rosita Husain, Ishak
Abd.Ghani, Aziz Fikry Mohammad, Shafie Mehad, “Current Practices Among Halal
Cosmetics Manufacturers in Malaysia”, Journal of StatisticalModeline
andAnalytic, vol.3, No:1, 2012, 46-51.
[499] Husain
ve diğ., 48
[500] Narafini
Farlina Rahim, Zurina Shafii, s.480,481.
[501] İsmail Yalçın, “Yiyecek”,
DİA, C.43, s.556.
[502] Adem
Yerinde, “Tayyib”, DİA, yıl:2011, C. 40, s.197.
[503] en-Nisâ
4/ 2, 43; el-A‘râf 7/58, 32; el-Mâide 5/4, 5, 6, 87, 88, 100; Sebe’ 34/15-16;
el-Bakara 2/ 38, 57, 168, 172, 267; el-Ahkaf 46/20; et-Tevbe 9/72; es-Saf 61/12;
Âl-i İmrân 3/179; el-Hâc 22/24; Fâtır 35/10; en-Nûr 24/26, 61; en- Nahl 16/97;
İbrahim 14/24.
[504] Müslim,
“Zekât”, 64; Tirmizî, “Tefsîr”, 3.
[507] TSE Helal Sertifika Yönetmeliği TSE K 202 Genel Kurallar.
[508] Türkiye Gönüllü
Teşekküller Vakfı
[509] İslâm Dünyası STKları
Birliği
[510] Bu bilgiler GİMDES’in
resmi sitesi www.gimdes.org den alınmıştır.
[511] Salime
Leyla Gürkan, Yahudilik, s.71. (Dünya Yahudilerinin sayısının 15.5
milyon civarında olduğu düşünülmektedir.)
[512] Kaynaklar arasında Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis
kitapları da bulunmaktadır. Yararlanılan hadis kitapları şunlardır: Ahmed b.
Hanbel (Müsned) , Buhârî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Mâlik b. Enes (Muvatta’),
Müslim, Nesâî, Tirmizî.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar