Maarri ve Hayyam
Hazırlayan:
Işıl UÇAŞ
Araplar'ın
gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Ala el-Maarri (973-1057) Suriye'de yaşadı,
saray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal
adaletsizlik, acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu
olarak iman yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi diliyle
eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri diyerek alaya aldı.[1]
Ebu’l-Ala
el-Maarri (1057): Arap edebiyat tarihindeki en büyük özgür düşünürdür. Dini
itikat konularında agnostik bir tutum içerisine girmiştir. Aklı, insanın yegâne
değerli ustası olarak kabul etmiş, döneminin tüm dini inançlarını gülünç
bularak, hepsini bir kenara itmiştir.
İncelediğimiz
eserde Hayyam’ın felsefî yönü ve rubailerine yansıyan fikirler üzerinde
durulurken dikkatimizi çeken bir nokta da kendisinden yaklaşık bir asır evvel
yaşamış olan ünlü Arap şairi Ebu’l Ala el- Maarri ile karşılaştırılması oldu.
Bu karşılaştırmalarda Hüseyin Daniş’in tespitlerinden yola çıkarak Maarri ile
Hayyam arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerinde duracağız. Hüseyin
Daniş, Maarri’nin Lüzummiyat’ını İngilizceye tercüme etmiş olan Emin
Reyhani’nin şu ifadesine yer veriyor:
“Her kim bu kitapta Ebu ’l Ala’dan tercüme edilen şiirleri Ömer
Hayyam’ın rubaiyatıyla birlikte okuyacak olursa bu iki şairin inancının yahut
inançsızlığının bazı aşamalarının şeklen ve manen dikkat çekici olan
benzerliklerini elbette görür. Ömer’in şüpheciliği ve karamsarlığı birçok
yanlarıyla Maarrî’den ilham alınmış gibidir. Lakin Arap şairi dinî fikirlerinde
İranlı şairden daha cesurdur. Ben, Ömer eser çalan biriydi demiyorum. Yalnız
şunu söylemek istiyorum: Fransız Voltaire hür fikirlerini ve şüphesinin büyük
bir kısmını nasıl Hobbes, Locke, Bayle ’den aldıysa Ömer de Maarri ’den
almıştır. Bu görüşlerimin redd yahut kabulünü her iki şairin sözlerini
karşılaştıracak olan okurlarıma bırakıyorum.”
Hüseyin
Daniş de Hayyam ile Maarri’nin aslında birbirinden ayrı iki şahsiyet
olduklarına ve mizaçlarının uyuşmadığına dikkat çekiyor. Hayata karşı bakış
açıları ve dünyaya karşı aldıkları vaziyetlerin epeyce farklı olduğunu
belirtmektedir. Hayyam’ın karamsarlığı sadece şiirleriyle, şairaneliği ile
sınırlı kalmıştır, hayatına hâkim olmamıştır. Maarri’nin karamsarlığı ise
Hayyam’ınki gibi görüş belirtmek ve şairanelikten ibaret kalmıyor adeta ruhuna
ve tüm benliğine sinmiştir. Bu karamsarlık bir kâbus gibi ruhuna çökmüş ve
ömrünü karartmıştır. Hayyam’ın umutsuzluğunda dünyanın karamsarlıklarına karşı
alaycı bir tebessüm hatta acıma vardır. Maarri’de ise son derece ciddi,
ağırbaşlı bir söyleyiş tarzı dikkat çeker ve bu ciddiyeti hayatına karamsar bir
felsefeyle yansıtır. Maarri’de mantık hissiyata üstün gelir ve ömrünü de
haramdan kaçınarak tam bir zahit gibi geçirmiştir. Halbuki Hayyam yaradılışça
zarif ve zevke düşkün, güzelliklere tutkundur. Dünya’da hayatın en hoş ve en iyi
tarafından değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu açıdan Epiküryenlere
yakındır. İnsanlara fazilet ve ahlâk dersi vermeye hiç meraklı değildir.
Maarri’yi ise ahlâk meseleleri inanç meselelerinden daha çok ilgilendirmiştir.
Dünya zevki yerine zühd ve takvayı benimseyen bilginler arasında yer almıştır.
Hayyam ve
Maarri’nin mizaç farklılıklarına değinen Daniş, her iki şairin ortak noktaları
üzerinde de duruyor. Her ikisi de tabii ve ilâhi ilimlerde lâedriyedendir.
Maarri ile Hayyam arasındaki benzer bir nokta da fikirlerini söyleyişlerindeki
cesarettir. Maarri lâedriyye felsefesine bağlı fikirlerini hem daha samimi hem
de Hayyam’a göre daha büyük bir cesaretle açıklamıştır. Son derece mutaassıp ve
zorba bir devirde birçok karşıtının öfkesine ve kötü maksadına rağmen
felaketlerden korunarak 84 yaşına kadar doğum yeri olan Maarretün Numan
kasabasında yaşayabilmiştir. Hüseyin Daniş; Hayyam ve Maarri’nin Cebriyye
(Fatalizm) inancında oluşlarını diğer bir ortak bir nokta olarak belirliyor.
Maarri,
Haleb’in 84 kilometre güneyinde bulunan Maarretü’n-Numan kasabasında M. 974
yılında doğmuş, yine aynı kasabada M.1058’de ölmüştür. Bir rivayete göre sekiz
yaşındayken gözleri kör olmuş. Zengin ve ilim irfanla tanınmış bir aileye
mensup olan Maarri 12 yaşındayken Antakya’ya şehir kütüphanesine hafızlık
etmeye gider. Bir kere dinlediği kitabı hafızasına yer etmesi, kitabı olduğu
gibi tekrar edebilmesi insanları daima etkilemiş ve şaşırtmıştır. Hafızasının
kudretine dair birçok hikâye nakledilmiştir.
Maarri
hakkında da tıpkı Hayyam da olduğu gibi birbirini tutmayan çok zıt fikirlerin
yürütüldüğünü görüyoruz. Kimilerince dinsizlikle, zındıklıkla itham edilmiş
kimileri de onu dindar, sofu, zahit olarak nitelendirmiş; Hak yoluna nefsini
adamış biri olarak Allah katında en yüksek makamda görmüşlerdir. Maarri’nin de
tıpkı Hayyam gibi birbirine bu denli zıt yaklaşımlar içinde
değerlendirilmesinin sebebi ne olabilir? Bu konunun anlaşılabilmesi için
Maarinin felsefine değineceğiz.
Maarri’nin Felsefesi
Maarri’nin
fikirlerini tespit etme konusunda Lüzumiyyat isimli
eserinin kaynak alındığını görüyoruz. A. Seni Yurtman “Maarri
Divanından Seçmeler” 1isimli eserinde Ebu’l
Ala’nın Felsefî Fikirleri bölümünde onun fikirlerini
Lüzumiyyat’ından seçtiğini belirtmektedir. Bedrettin Aytaç da Ebu’l-Ala
el Maarri’nin Lüzumiyyatında Kadın adlı makalesinde şairin hayata
ilişkin çeşitli görüşlerinin ve felsefesinin yer aldığı Lüzumiyyatından yola
çıkarak Maarri’nin kadına bakış açısını incelediğini belirtmektedir.
Aşağıda
Maarri’ye ait şiir örnekleri, A. Seni Yurtman’ın
Maarri Divanından Seçmeler kitabından
alınmıştır.
“Bize dediniz ki: Bir sâni ’-i kadîm vardır. Biz de size dedik ki:
Sözünüzü tasdik ederiz; biz de öyle diyoruz. Sonra öyle zu’mmettiniz ki: O
sâni’ zaman ve mekândan müzezzehtir. Haydi, söyleyiniz: Bu öyle bir kelamdır ki
onda bir sır vardır. Manasını bizim aklımız almaz! ”
Maarri, bu
beyitte Allah’a inandığını fakat zamandan ve mekândan münezzeh oluşuna aklının
ermediğini söylemektedir. Allah’ın varlığını algılamayı insan aklının sınırlarının
ötesinde değerlendirmektedir. Bu gerçeği, aklın sınırlarını zorlaması
bakımından değerlendirmesi agnostik bakış açısını yansıtmaktadır.
“Tevratı -Hz. Musa’nın kitabını-
okuyanlar, onu okuma aşkıyla değil ondan menfaat edinmek maksadıyla okuyorlar.
Şu şeriatlar, bizim aramıza birtakım ayrılıklar ve türlü türlü düşmanlıklar
koymuştur.”
“Öyle birbirini tutmayan şeriat hükümleri ki buna karşı
susmaktan gayrı elden bir şey gelmez. Ona karşı, cehennem korkusuyla Allah ’a
sığınırız. Nasıl olur: Beri taraftan sakat edilen bir elin diyeti şeraitçe beş
yüz dirhem gümüş iken bir çeyrek altını çalanın, bu suçundan dolayı eli
kesiliyor. ”
“Şu insanlar, din
perdesi arkasına geçerek öyle işler yapıyorlar ki dinsizlerden hiç farkları
kalmıyor. Biz, onların bu yalanlarına inanmak için, aklın gösterdiği doğru yolu
inkâr ederiz. Halbuki hürmete ve inanmaya layık bir şey varsa o da akıldır. ”
Yukarıdaki
şiirler onun kendi zamanındaki din ve şeriat anlayışının yanlış algılanışına ve
uygulanışına dair fikirlerini içermektedir. Bu ve benzeri fikirlerinden dolayı
da zamanının din âlimlerince eleştirilere uğramışsa da inandığını söylemekten
çekinmediğini, benzer düşünceleri ihtiva eden şiirler söylediğini görüyoruz.
Şeriat hükümlerinin mantıksızlığına inanması ve bunu açıkça dile getirebilmesi
yaşadığı zaman için oldukça cesur bir ifade tarzı olması dolayısıyla
beyanındaki cesaret yönünden Hayyam’dan daha ileri bir seviyededir. Maarri,
şeriat hükümlerine körü körüne bağlanmayıp bu hükümleri filozofça sorgulayarak
bu anlamda insan vicdanını ve aklı en büyük muhakeme makamı olarak görüyor.
“Diyorlar ki ben uzun müddet mezarda yattıktan sonra tekrar
dirilecekmişim; sonra da cennete gidip orada güzel hurilerle çocuklar arasında
zevk ve sefa sürecekmişim. A zavallı adam, senin aklına ne oldu ki bu kadar
derin bir vesveseye uğradın? ”
“Ey yıldızlar, sizler gökte pek eski zamandan beri varsınız. Sizler,
âlimlerde müdekkiklerde fikirler, bilgiler uyandırdınız. Evet, siz müneccime
varlıkların bir ölümü, sonu olduğunu da anlattınız. Fakat şu tekrar dirilme
keyfiyetini de söyler misiniz?”
Maarri,
yukarıdaki şiirlerinde dirilişe inanmadığını o zamanda söylenilemeyecek bir
beyan cesaretiyle ifade etmektedir. Görüşleri ve ifade şekli Hayyam ile
aynıdır. Beyan şekli açısından Hayyam’dan daha cesur olduğunu bu şiirinde de
görmekteyiz.
“Taşkın, aşkın sözler, şarap içmeler, insanları öldürüp sırtlanlara
yedirmeler, bir devletin devrilmesi, yerine başkasının kurulması... İşte
dünyanın hali, böyle kılıktan kılığa girmekten ibaret...
Kimse ölümün elinden kurtulmuyor sonra da
cehennem ateşiyle tehdit ediyor.Ey muzdarip cisim, dağıl!.. Senin hadiseleri
toplaman -başından türlü macera geçmesi- artık çekilir şey değildir. Sen şu
dünyada kiminle dost olsan, onun sana göstereceği dostluk mutlaka bir çıkarı
içindir.”
“Gülüyoruz; fakat bu gülüşümüz hakikâtte bir yüzsüzlüktür,
utanmazlıktır. Bu dünya evladına yakışan ağlamaktır. Feleğin darbeleri bizi
kırıp geçiriyor, kırılan bir cam gibi bir daha birleşip pekişmemize imkân
yoktur. ”
Maarri’nin
yukarıdaki iki şiirinde son derece karamsar olduğunu görüyoruz. Dünyanın
halinden, insanın gerçek bir dostunun olamayacağından, varlığın sadece bu dünya
ile sınırlı olmasından duyduğu üzüntüyü ve karamsarlığını açıkça ifade
etmiştir. Maarri’nin karamsarlığının bazen çok ileri gittiğini gördüğümüz
aşağıdaki şiirlerinde karamsarlığın adeta onun mizacını oluşturduğunu
söyleyebiliriz.
“Ben üç
türlü hapishanede bulunuyorum. Fena haberi öğrenmeye kalkışma, ondan bir şey
sorma. Onların biri, körlüğüm, biri evimden bir yere çıkamayışım, biri de
ruhumun şu pis cesedin içinde bulunuşudur.”
“Eğer
varlık olmasaydı, yokluğun ne olduğunu bilmeyecektik. Vücuda gelimiz, bizim
için bir beladır. Anaların tattıkları bir zevk bizim için bir musibet sebebi
olmuştur. Allah onu vermez olaydı!..”
Maarrii,
bir rasyonalist gibi duyu bilgisinin insana zann ve şüphe vereceğini savunuyor.
Rasyonalistlere gore gerçeğe ancak akıl yoluyla varılabilir, duyu bilgisi
değişken olacağı için rasyonelistler duyu bilgisine de şüphe ile bakarlar.
Maarri’nin de geleneklere ve oteritelerin ileri sürdüğü bakış açılarına itibar
etmeyerek aklı her şeyden üstün tutmasını rasyonalizm ile bağdaştırabiliriz.
Dini sahadaki rasyonalizm, dinin akla uygunluğunu dile getirmektedir. Çünkü din
de akıl da Allah vergisidir ve bunlar hiçbir zaman birbirleriyle çatışmazlar.
Bu görüşe gore ancak akla güvenilebilir. Dini inançlarda ancak mantığa uygun
düşen ve tabii bilgilerin aydınlattığı ve tasdik ettiği şeylere inanılabilir.
Dini rasyonalistler, aklın anlama ve kavrama gücünü aşan her türlü dogmayı
reddederler.
Maarri ve
Hayyam arasında tespit ettiğimiz çeşitli benzerlikleri şöyle
gruplandırabiliriz:
1.
Her ikisi de hayat ve din karşısında
rasyonalistlerdir.
2. Her ikisi de hayatın çeşitli durumları karşısında karamsar
bir yaklaşıma bürünmektedirler.
3. Her ikisinin de yaşadıkları dönemde saygı duyulan
şahsiyetlerden olup hem takdir edilmiş olmaları hem de uç noktalarda olumsuz
eleştirilere maruz kalarak dinsizlikle itham edilmeleri bakımından ortak
özelliklere sahiptir.
4. Her ikisi de aklın her şeyi anlamakta yeterli olamayacağı
görüşünde olmalarıyla da agnostik bir tutum içindedirler.
5. Her ikisi de düşüncelerini açıkça ve cesurca ifade
etmişlerdir. Fakat ifade ediş tarzları biraz faklıdır. Hayyam hayata dair olan
farkındalıklarını alaycı, müstehzi bir tarzda ifade ederken Maarri ise son
derece sert ve katı bir şekilde adeta haykırmaktadır. Hayyam’ın ifade tarzı
bizde bir tebessüm oluştururken Maarri ise bizi ciddiyete davet etmektedir.
6.
Her ikisi de din adamları tarafından
hem kendi zamanlarında hem günümüzde olumsuz eleştirilere maruz kalmışlardır.
7.
Her ikisi de zamanlarının şeriat
anlayışını ve din adamlarının tutucu davranışlarını eleştirmişlerdir.
[1] Metin
Devrim, “Dünya Edebiyatından Bilgiler”, http://www.circassiancenter.com/cc- turkiye/edebiyat/genel_konular/108_dunyaedebiyati-01.htm, (18.11.2011)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar