Print Friendly and PDF

OSMAN KONUK

 


Hazırlayan: Namık Kemal GÜNDÜZ

Modern Türk şiirinin, özellikle de 1980 Kuşağı şiirinin niteliklerinin ortaya çıkarılması için, şairler ve eserleri üzerine yapılmış müstakil bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır.

1980 Kuşağının çok sesli ve renkli yapısı, genel değerlendirmeleri içeren bu tür bilimsel çalışmaların yapılmasını daha da güçleştirmekle beraber müstakil çalışmalara olan ihtiyacı da artırmaktadır. Bu amaçla, kuşağın şairlerinden Osman Konuk üzerine detaylı akademik bir incelemenin daha önce yapılmamış olması da göz önünde bulundurularak, “Osman Konuk’un Hayatı, Sanatı ve Şiiri Üzerine Bir İnceleme” başlıklı bu yüksek lisans tez çalışması hazırlanmıştır.

Çalışmanın amacı, şair Osman Konuk’un hayatı, sanatı ve eserleri üzerine toplanan bilgilerden hareketle şiirleri üzerine yapılan incelemeler neticesinde, şairin sanat anlayışını ve Türk şiirindeki yerini belirlemektir. Böylece hem Osman Konuk edebiyat bilimi penceresinden tanınacak; hem de 1980 Kuşağı ve Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin poetikası üzerine yapılacak muhtemel çalışmalar için, edebiyat tarihine bir katkı ve edebiyat teorisine veri sağlanmış olacaktır.

Çalışma, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin bir özetini içeren “Giriş” kısmıyla başlamakta ve esas olarak iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın, “Osman Konuk’un Hayatı, Sanatı ve Eserleri” başlıklı Birinci Bölümlünde, şairin hayatı, sanatının şekillenişi, yayınlanmış manzum ve mensur eserleri ile dergicilik faaliyetleri ve katıldığı TV programlarının yanı sıra, tarafımızca gerçekleştirilen ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan röportajı hakkında bilgiler verilmiştir. Bu bölümün oluşturulmasında, tarihsel bir yaklaşım izlenerek, şairin hayatı ve eserleri üzerine daha önce yayınlanmış kaynaklardaki bilgilerden faydalanılmakla beraber, kendisiyle yapılmış söyleşilerden özellikle tarafımızca yapılan röportaj metninden istifade edilmiştir.

“Osman Konuk’un Şiiri Üzerine Bir İnceleme” başlıklı ikinci Bölüm"de ise şairin Seni Yalnız Ben Anlarım, Tehlikeli Belki ve Beyaz Savunma isimleriyle yayınlanmış kitapları ve bu kitaplarda yer almayan fakat dergilerde yayınlanmış olan 9 adet şiir, ‘Osman Konuk Şiirinde İçerik’ ile ‘Osman Konuk Şiirinde Biçim’ ana başlıkları ve bunlara ait pek çok alt başlık kapsamında, metin merkezli yapısalcı bir yaklaşımla incelenmiştir. İnceleme sırasında şairin müstear isimle yazdığı fakat şiir sanatı açısından pek güçlü olmayan ve çalışmanın ekler kısmında listelenen 5 adet şiiri, TV programları, Küllük yazıları ve söyleşilerden faydalanılmış ancak, bu eserler ve sosyoloji alanındaki çalışmaları tezin Osman Konuk’un şiirleri üzerine odaklı bir çalışma olması nedeniyle inceleme dışında bırakılmıştır.

Osman Konuk’un şiirlerinin incelenmesinde öncelikle yayınlanmış bütün şiirleri okunarak içerik ve biçim özellikleri açısından sınıflandırılmış sonra da alt başlıklar hâlinde detaylı biçimde ele alınmıştır. Şiirler içerik açısından “Şiirde Anlam”, “Tema ve Konu”, “Şiirde Duygu”, “Şiirde Hayal” ve “Şiirde Düşünce”; biçim açısından ise “Ahenk”, “Nazım Biçimleri, “Dil ve Üslûp” başlıkları hâlinde alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir.

Tezimizin “Sonuç” kısmında, çalışma boyunca yapılan incelemelerden hareketle ulaşılan kanaatler ve sonuçlar sıralanarak değerlendirilmiştir. “Ekler” başlığı altında ise, şairin kendisiyle bizzat yapılan ve daha önce yayınlanmamış olan röportaj metni, şair hakkında yayınlanmış yazıların listesi, kitaplarında yer alan ve almayan şiirlerin listeleri, müstear isimle yayınlanmış olan şiirlerin listesi, şaire ait röportajların ve diğer yazıların listesi ile fotoğraflar verilmiştir.

Duygu ve düşüncenin güzel bir ifadesi olarak düşünülen edebiyat sanatının sadece metin ve yazar/şair ilişkisinden doğmayıp dış faktörlerin etkisinde de kalarak şekillendiği malûmdur. Bu açıdan bakıldığında uzun bir geçmişi olan Türk edebiyatının şekillenmesinde de farklı unsurlar etken olmuştur. Edebiyatımızın incelenmesi açısından yapılan tasniflerde bazı farklı noktalar olmakla beraber coğrafya değişimi, din değişimi, alfabe/dil değişimi, kültürel farklılaşma gibi unsurlar dikkate alınmıştır.

Uzun bir mazi içerisinde araştırmacılar tarafından çeşitli tasniflerle incelenmiş olan Türk edebiyatı Orta Asya medeniyetinden İslam medeniyetinin etkisine girdikten sonra yaklaşık on asır İslamî bir anlayışın hükümleri altında şekillenmiştir. 19. asırdan sonra ise sancılı bir süreçle beraber yüzünü Batı medeniyetine dönen Türk edebiyatı bir medeniyet krizi yaşamıştır. Tanpınar (ö. 1962) bu durumu "modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar”[1] cümlesiyle özetlemiştir. Tüm sancı ve gelgitlerine rağmen Türk edebiyatı 20. yüzyılın başına gelindiğinde kendisine Batı’yı rehber edinmiş bir görünüm kazanmış, bu medeniyet buhranından Batı galip çıkmıştır.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde I.Dünya Savaşı ve onu takiben İstiklâl Savaşı yıllarında dönemin getirdiği ağır şartlar ve yaşanan acıların güçlendirdiği milliyetçi duygular edebiyatta da yankısını bulmuş, şair ve yazarlarımız büyük oranda edebiyatı millî duyguların ele alındığı, vatan-millet-bağımsızlık temalarının vurgulandığı toplumsal bir amaçla işlemişlerdir.

1911’de Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin tarafından başlatılan Millî Edebiyat anlayışı bu toplumsal yaklaşımın egemenliğinde Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk on yıllık süreçte de hâkim olmuştur.

Modern Türk edebiyatı içerisinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 tarihiyle başlatılmıştır. Elbette ki bu tarih keskin bir kırılmanın veya kopuşun ifadesi değil, sadece dönemsel ayrımın işaret noktasıdır. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi Cumhuriyetin ilanından önce başlamış olan Millî Edebiyat ruhu Cumhuriyetin ilanından sonra da bir süre devam etmiş, zamanla etkisini kaybederek geri plana çekilmiştir. Bu, ağırlığını hissettirme ya da geri çekilme durumu şüphesiz toplumsal olayların paralelinde şekillenen bir durumdur. Zira edebiyatçı toplumdan kopuk değildir, eserini sosyal şartların etkisinde üretir.

Türk edebiyatının bu son döneminin adlandırılmasında edebiyat dışı bir ölçüt olan “Cumhuriyet” kavramının kullanılması da Cumhuriyetin ilanının Türk tarihinde olduğu kadar edebiyat ve edebiyat tarihinde de başlı başına bir olay olmasındandır. Bu dönem Türk edebiyatının kendi içerisinde çeşitli alt başlıklara, bölümlemelere ayrılmasında edebiyat incelemecileri tarafından farklı ölçütler kullanılmıştır. Kullanılan bu ölçütler ve bu minval üzerine oluşturulmuş araştırmalar için Adem Çalışkan’ın “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”[2] [3] başlıklı makalesinin Giriş bölümüne bakılabilir. Unutulmamalıdır ki tüm bu ayrımlar ve tasnifler sadece araştırma ve öğretim faaliyetlerinin kolay ve daha derinlikli yapılmasına hizmet etmektedir ve tamamen sun’î bölümlemelerdir.

Tez çalışmamızın ana ekseni şiir olduğu için Cumhuriyet dönemi Türk şiirine genel bir bakıştan sonra özellikle 1980 Kuşağı şiirine yakından bakmaya çalışacağız. İncelememize konu olan şair Osman Konuk’un bu kuşak içerisinde yer alması bu ayrımın nedeni olacaktır.

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin 1980’e kadar olan gelişimine kısaca bakacak olursak, Cumhuriyetin ilanından önce memleketin içerisinde bulunduğu zor şartlardan ve yaşanılan süreçten etkilenerek şekillenen Millî Edebiyat rüzgârı, Cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiştir. Toplumsal olayların önem kazandığı, büyük acıların, sancıların yaşandığı dönemlere edebiyat ve özel manada şiirin estetik kaygıyı geri plana bırakarak toplumsal mesajlara bürünmesi her dönemde görülen bir olgudur. “Ziya Gökalp’in ‘şiir devrinde şuur; şuur devrinde şiir susar.’ sözünde formülasyonunu bulan bu kollektif tutum, kökenini II.

>?3

Meşrutiyet döneminde bulur.

Hece ile yazmak, açık-sade bir dille memleket meselelerine değinmek karakteristiği ile şekillenen Millî Edebiyat yanlısı bu şiir rüzgârı 1930’lu yılların sonuna kadar egemen olmuştur.

Cumhuriyet dönemi edebiyatını günümüze değin etkileyen düşünce akımları olarak başta Atatürkçülük olmak üzere Milliyetçilik, Sosyalizm ve İslamcılık sayılabilir.[4] Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının şekillenmesinde bu düşünce akımları ve onları var eden sosyal, siyasî şartlar büyük etken olmuştur. 1910 sonrasında yerleşen milliyetçi anlayış temelde halk şiir geleneğinden beslenerek 1930’lu yıllara kadar etkin olmuştur. Bu süreçte Anadolu, Anadolu insanının yaşamı ve değerleriyle toplumsal konular epik bir anlatımla işlenirken

“1920’li yılların sonlarından itibaren memleket şiiri de ‘inkılâp edebiyatı’na dönüşür ve içerik merkezine devrimleri ve Atatürk’ü almaya yönelir.”[5] [6] [7] Öte yandan “ekonomi öğrenmek için Sovyetler Birliği ’ne giden Nâzım Hikmet ise bir tesadüf eseri, Mayakovski’nin şiiri aracılığıyla fütürizme yöneliyor; tiyatro öğrenimi için Almanya’da bulunan Ercüment Behzat (Lâv) dadaist akımın şiirimizdeki ilk örneklerini veriyordu. ”” İnci                                                 Enginün, Dada akımının şiirimizde kabul

görmemesinin Batı’yı geç takip etmemize bağlanmasına karşı çıkıp bu durumu “bütünüyle bir inançsızlık ve inkârın sonucu olan Dada akımı, yepyeni bir yaşama savaşı veren, bu yüzden yeniden destan edebiyatını canlandıran bir toplumda, elbette yer bulamazdı.”1 şeklinde yorumlayarak bu konuda sosyal faktörlerin etkili olduğunu belirtir.

İlk şiirlerini hece ölçüsüyle yazmış olan Nazım Hikmet Ran (ö. 1963), fütürist akım etkisindeki vezinsiz, serbest biçimli şiirleriyle ve 835 Satır adlı kitabı ile şiir geleneğimizde önemli bir değişimin öncüsü olmuştur. Aşk temalı lirik şiirleri de olan Nazım Hikmet, Resimli Ay dergisindeki “Putları Yıkıyoruz” başlıklı yazı dizisiyle de dönemin ünlü şairlerine “kışkırtıcı bir tavırla ve sanat dışı ölçülerle âdeta saldırır. ”[8] Nazım Hikmet, bu çıkışıyla Türk şiir geleneğinde önemli bir kırılma yaratmış ve “1990’lara kadar etkin olan Sosyalist/Marksist şairler kuşağının oluşumuna neden olmuştur.”[9]

Hayatının sonuna kadar İslamcı anlayışı takip eden, “İstiklâl Marşı” şairimiz Mehmet Âkif Ersoy (ö.                                             1936)’a göre “Islâm âleminin ve Osmanlı

devletinin çöküş sebebi, onun son asırlarda içine düşmüş olduğu cehalet ve tembelliktir”[10]. Bunu aşmak zorunda olan Müslüman toplumu Batı’nın ilim ve tekniğine ulaşmalıdır. Mehmet Âkif, dindar bir şair olmakla beraber mutasavvıf ya da mistik değildir. Safahat adlı eserinde topladığı şiirlerinde adeta toplumsal gerçekçi bir hava sezilir. Edebiyata toplumsal bir fayda amacı yükleyen Akif, “1960’lardan sonra oluşacak Yeni İslâmî Akım’ın öncü şahsiyeti olarak kabul”1 görmüştür.

Cumhuriyet öncesi dönemde şiir yazmaya başlayan ve yeni rejimin ilanından sonra da yazmaya devam eden şairler içerisinde Abdülhak Hâmit Tarhan (ö. 1937), Cenap Şahabettin (ö. 1934), Mehmet Emin Yurdakul (ö. 1944), Mehmet Âkif Ersoy, Ahmet Haşim (ö. 1933), Yahya Kemal Beyatlı (ö. 1958) öne çıkan şahsiyetlerdir. “Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri büyük ve yaratıcı hamlesini Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le yapmıştır. ”[11] [12]

İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Âkif, İslamcı anlayışı benimserken; Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük akımının etkisiyle halk geleneğinden yararlanarak dile getirdiği şiirleriyle Millî Edebiyat’ın öncülerinden olmuştur. Bu anlayışa uygun olarak hece ölçüsü ve sade dille yazan ve Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi) olarak anılan Enis Behiç Koryürek (ö. 1949), Yusuf Ziya Ortaç (ö. 1967), Halid Fahri Ozansoy (ö. 1971), Orhan Seyfi Orhon (ö. 1972), Faruk Nafiz Çamlıbel (ö. 1973) şiirlerinde Anadolu’yu ve Anadolu insanını yücelterek işlemişlerdir. Bu şairler arasında özellikle İstanbul Türkçesi ile dile getirdiği şiirlerinde samimi ve lirik bir tarz yakalayan Faruk Nafiz Çamlıbel, “Sanat”[13] şiiriyle poetik tavrını ortaya koymuştur. “Şâir burada Türk aydının hayranlıktan teslimiyete giden 150 yıllık yabancılaşma macerasının karşısına millî san’atları kültür değerlerini çıkarmıştır.”[14]

Şiirinde divan, halk ve Batı edebiyatlarından izler taşıyan Yahya Kemal, “geleneksel şiir formlarını yaşanılan günün şiir diliyle uzlaştırarak başarılı örnekler vermiş ve geçmişle hal arasındaki bu uzlaşmadan geleceğin şiirini kurarak çıkmıştır.”[15] İnci Enginün’ün ifadesiyle “Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler’de başlattığı konuşma dilini yazı dili hâline getirme tezi, Yahya Kemal’de şiirini bulmuştur.”[16] Şiirlerinin çoğu 1923’ten sonra yayınlanan Yahya Kemal, Osmanlı medeniyetine ve onun bir unsuru olan musiki ile İstanbul’a büyük bir tutkuyla bağlıdır ve bu bağ eserlerinde kendini hissettirir. Fransa’da kaldığı yıllar içerisinde edindiği poetik ve politik birikimlerini kendi ülkesine ve ulusuna uyarlayarak Türk modernleşmesinin sanat alanındaki uygulayıcısı/yürütücüsü olmak şeklinde bir misyonu üstlenen[17] [18] şair, şiirine günlük olayları asla sokmazken

                1 -w               -W r.. Ilî’-l.-ll                                             1’1                         1           1’18

nesriyle Milli Mücadele yi destekleyenlerin başında gelir.

Şiirlerinde sembolizm ve empresyonizmden izler taşıyan Ahmet Haşim, modern Türk şiirinin en önemli öncülerindendir. Şiirlerinde toplumsal olaylardan izler taşımaktan kaçınan şair, karamsar ve içe kapanık bir ruh hâli taşır. Fecr-i Âti grubu ile başladığı sanat hayatı boyunca saf şiir anlayışına bağlı kalan Haşim, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla Piyale adlı kitabına aldığı poetik metinde şiire dair görüşlerini açıklamıştır. Haşim’e göre, şairin lisanı “mûsikî ile söz arasında, sözden ziyade mûsikiye yakın”[19] [20] bir lisandır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra 1930’lu yıllarda şekillenen şiir ortamında “bağımsızlar” olarak nitelendirilebilecek şairlerden Ahmet Hamdi Tanpınar (ö.1962), Ahmet Kutsi Tecer (ö.1967), Necip Fazıl Kısakürek (ö.1983), Ahmet Muhip Dıranas (ö.1980), Cahit Sıtkı Tarancı (ö.1956), Asaf Halet Çelebi (ö.1958), Fazıl Hüsnü Dağlarca (ö.2008) gibi en göze çarpan isimlerin, ortak paydası “hece veznini temel alan bir form içerisinde sezgici, soyut, sembolik, bireyci bir içerik”tir2°

Kendisi de hocası Yahya Kemal gibi bir estet olan ve Batı’nın özellikle de Fransız sanatçılarla beraber Bergson (ö.1941) gibi düşünürlerin etkisinde kalan Ahmet Hamdi Tanpınar (ö.1962) hece ölçüsü ve sade dille yazdığı şiirlerinde imgesel ve işlenmiş bir dil kullanmakla beraber, zaman içerisinde serbest şekilli şiirler de kaleme almıştır ve folklordan hep uzak durmuştur.

Cumhuriyet dönemi Türk şiiri içerisinde bir dönem Fransa’da da felsefe eğitimi almış olan, büyük bir kırılmadan sonra sanat hayatında ve yaşamında İslami bir anlayışa geçen, kendisinden sonra gelen şairleri etkileyerek izlerini günümüz şiirine dek sürdüren Necip Fazıl Kısakürek (ö.1983), Çile adlı şiir kitabının sonuna aldığı “Poetika”sı ve kaleme aldığı çeşitli eserleri ile 1960’lardan sonra oluşan Yeni ÎslamîAkım’ın öncü şahsiyeti olmuştur.[21]

İslam tasavvufu, Hint felsefesi ve Budizm gibi kaynaklardan beslenen Doğulu bir içerikle, örtük de olsa gerçeküstücü bakış açısından ve tekniklerden yararlanan Batılı bir biçim anlayışının[22] [23] ürünü olan Asaf Halet Çelebi (ö.1958) şiiri, “kuvvetini dil, şekil ve ahenkten çok, psikolojik muhtevası ile hayâl ve masal 111    >?23

unsurlarından alır.

Ölümden korkan, varlık ötesine gitmekten çekinen, duyularına ve yaşadığı ana sımsıkı bağlı olan[24] Cahit Sıtkı Tarancı (Ö.1956), ses ve çağrışım bakımından zengin şiirlerinde yalnızlık, sıkıntı, kötümserlik, ölüm, yaşama sevinci, aşk ve kadın, bohem, tabiat, geçmişe ve çocukluğa özlem, günahkârlık duygusu ve Allah’a sığınma, millî duygular gibi konu ve temaları işlemiştir.[25]

Millî Edebiyat anlayışı, Cumhuriyet’in ilanından sonra on yıla yakın bir süre daha güçlü etkisini muhafaza ederken 1928 yılında Servet-i Fünûn dergisinde yazan altı şair ve bir hikâyeciden oluşan yedi arkadaş, müşterek parayla Yedi Meş’aleciler adıyla kitap çıkartır ve eserlerinin Mukaddime kısmında ortaya koydukları poetikalarıyla Millî Edebiyat anlayışına karşı çıkar. Sabri Esat Siyavuşgil (ö.1968), Yaşar Nabi Nayır (ö.1981), Muammer Lütfi Bahşi (ö.1947), Vasfi Mahir Kocatürk (ö.1961), Ziya Osman Saba (ö.1957), Cevdet Kudret Solok (ö.1992) ve Kenan Hûlusi Koray (ö.1943)’dan oluşan bu topluluk Cumhuriyet döneminin ilk edebî topluluğudur. Beş Hececiler’e bir tepki olarak ortaya çıkan ve şiirlerinde parnasizim akımından etkilendikleri görülen Yedi Meş’aleciler, “sadece sözde kalan ve hayata geçirilemeyen”[26] [27] iddialarıyla belirgin bir hareket niteliği kazanamamışlardır. Yedi Meş’ale topluluğuna, “edebiyatın boş alanına erkence ,?27

girme fırsatı bulan yedi Îstanbul gencinin ad konmuş girişimi olarak bakılabilir.

Ziya Osman Saba hariç YediMeş’ale grubu içerisinde yer alan diğer isimler daha sonra şiiri bırakarak edebiyat ve kültür tarihimizde farklı alanlarda dikkat çekmişlerdir. Özellikle Vasfi Mahir Kocatürk, edebiyat tarihi ve incelemeleriyle; Yaşar Nabi Nayır, Varlık dergisiyle; Cevdet Kudret Solok ise ders kitapları ve inceleme çalışmalarıyla anılmışlardır.

Ziya Osman Saba, şiirlerinde “çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, ev-aile sevgisi, yoksul yaşamalara karşı utanç ve acıma, Tanrı ’ya kulluk, kadere boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, ölüm yakınlığı, öte dünya özlemi gibi”2 konu ve temaları işlemiştir.

Toplumsal meseleleri şiirinden uzak tutan özellikle “karamsar ve gamlı bir ruh hâli içinde gurbet, yalnızlık, korku ve ölüm”[28] [29] gibi bireysel temaları işleyen Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirlerinde sembolizmin izleri görülür.

Behçet Necatigil’e göre eserlerinin özü, sayısı ve hacimleri bakımından, Tanzimat’tan beri şiirimizin en verimli sanatçısı[30] [31] olan Fazıl Hüsnü Dağlarca “âşık tarzında vezinli ve kafiyeli şiirlerini içeren”21 Havaya Çizilen Dünya adlı ilk kitabı ve Çocuk ve Allah isimli kitabındaki şiirleriyle mistik çizgiye gerçeküstü esinlerle yeni bir boyut kazandırmış, sonraki eserlerinde Millî Mücadele’den Vietnam savaşına, Cezayir’in özgürlük çabalarından Türkçeye kadar pek çok temayı kapsayan bir somutlaşma / gerçekçileşme süreci yaşamış, bununla birlikte kendisini söyleyiş ve imge bakımından hep yenileyebilmiştir.[32]

Türk şiir geleneği içerisinde ciddi bir kırılmanın ve farklılaşmanın adı olan Garip şiiri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında doğan ve İkinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki olumsuz koşulları da yaşamış olan bir neslin ürünüdür. Atatürk devrinde yetişen son edebiyat neslinden olan bu sanatçılar Orhan Veli Kanık (ö. 1950), Oktay Rifat Horozcu (ö.1988) ve Melih Cevdet Anday (ö.2002) üçlüsünden müteşekkildir.

“Cumhuriyetin kuruluşundan Garip hareketinin ortaya çıktığı 1937 yılına kadar olan süreçte Türk şiirinin gündemi, büyük ölçüde, Cumhuriyet öncesinden gelen şairler ve onların şiir anlayışları tarafından belirlenmiştir”[33] diyen Sazyek’in “avangard bir hareket” olarak nitelendirdiği Garip hareketinin “ilk ürünleri olan vezinsiz, kafiyesiz, günlük dile dayalı ve kısa şiirler Varlık ’ın 15 Eylül 1937 tarihli sayısında yayımlanır. Bu tarih aynı zamanda Garip hareketinin başlangıcını oluşturmaktadır.”[34]

Kapağında “başlangıçta devrinin tarzı içinde vezinli, kafiyeli, ‘şairane ’ hatta bazen aruzla ve Yahya Kemal’in neo-klasik şiiri tarzında örnekler vermiş olan”[35] Orhan Veli’nin; içinde ise her üç şairin de adı yazılı olarak 1941 yılında yayınlanan Garip adlı şiir kitabı, üzerinde “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir. ” cümlesi yazılı bir kuşağa sarılı olarak satışa çıkmıştır. Kitabın adı Orhan Veli’nin arkadaşı Cahit Yamaç’ın tavsiyesi ile Garip olmuştur ve bu isim, şiir anlayışları ve şiirleri garipsenen bu üç şair için çok uygun düşer.[36]

Garip’in Orhan Veli tarafından kaleme alınan ön sözünde poetikası ortaya konan ve şiiri “bir söz söyleme sanatı” olarak tanımlayan bu yeni şiir anlayışının en belirgin niteliklerini vezinsiz, kafiyesiz, her türlü söz ve mana sanatından, şâiranelikten kaçınan, parça ve mısra güzelliğinden çok bütün güzelliğini önemseyen, şiirde anlamı düz, dolaysız ve açık bir şekilde ifade eden, şiiri dinî öğreti ve ideoloji emrinde veya bunları aşılamakta bir araç olarak kullanmaktan kaçınan bir şiir şeklinde özetlemek mümkündür.

“Garip Ön Sözü”nü Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin dönüştürücü ilk manifestosu[37] olarak kabul eden Bâki Asiltürk’e göre Garip öncesi dönemde Ercüment Behzat (ö.1984) ve Nazım Hikmet’in Türk şiirine getirdikleri yeni sesin o yıllarda izleyici bulamamasının edebiyat içi ve edebiyat dışı çeşitli nedenleri vardır. Buna karşın Garip anlayışının kısa zamanda yaygınlaşıp “hareket” hâlini almış olmasında Garipçilerin geliştirdikleri şiirin kolay anlaşılır ve kolay taklit edilebilir olmasının rolü bulunmaktadır. Garip hareketinin etkin olmasında bir başka neden de hareketi başlatan şairlerin, şiir anlayışlarını derli toplu bir “manifesto” ile dillendirmiş olmasıdır.[38]

1940 Sonrası Türk şiirinde Garip dışında kalan ve şiir dünyasında öne çıkan isimler arasında ideolojik yaklaşımıyla da ilgili olarak mazi ile bağ kurmaktan kaçınan ve halka yönelerek, “halk şiiri ve dilinin derin etkilerini taşıyan şiirlerinde resim sanatının imkânlarından”[39] yararlanan Bedri Rahmi Eyüboğlu (Ö.1975); şiirlerinde özellikle ev, aile, dar gelirli insanların hayatları, aşk, ölüm, kentleşme gibi temaları işleyen ve halk kültüründen gelen unsuları, Batı şiiri ile birleştirip sonraları Divan şiirinin özelliklerinden de yararlanarak çok kapalı bir şiire ulaşan[40] Behçet Necatigil (Ö.1979); dönemin toplumcu gerçekçi şairlerinden biri olarak başta Sivas ve Tokat olmak üzere Anadolu insanını ve doğasını lirik havayla işleyen Cahit Külebi (ö.1997) sayılabilir.

Bu dönemin şairleri arasıda, avukatlık mesleğinin de sağladığı gözlemlerden faydalanarak özellikle Ege bölgesi halkının yaşamından izler taşıyan eserlerinde özlem, aşk, tabiat, yaşama sevinci ve bazı toplumsal temaları işleyen Necati Cumalı (ö.2001)’nın yanı sıra, Nâzım Hikmet’in şiir anlayışını devam ettiren ve Garip şiirine tepki gösteren toplumcu şairlerin oluşturduğu 1940 Kuşağı’ndan Enver Gökçe (ö.1981), Hasan İzzettin Dinamo (ö.1989), Ahmet Arif (ö.1991), Rıfat Ilgaz (ö.1993), Şükran Kurdakul (ö.2004), Arif Damar (ö.2010) gibi şairler de sayılabilir.

Şiire lise yıllarında başlayan ve 1946 yılında CHP Şiir Yarışması’nda “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiiriyle ikinciliği kazanarak adını duyuran Attilâ İlhan (ö.2005), Marksist dünya görüşünün ve toplumcu gerçekçiliğin temsilcisi olarak Nazım Hikmet çizgisini devam ettirme çabasıyla Mavi Hareketi içerisinde yer almış, hem Garipçiler’e hem Hisarcılar’a hem de İkinci Yeni’ye karşı bir poetik duruş sergilemiştir. Edebiyatın pek çok türünde eser veren, senaryo yazarlığı da yapan İlhan, ideolojik yanı ağır basan şiirlerinde bile mariz bir duyarlılık ve bir

melankoli[41] barındırmış,   1954 yılına kadar genelde karamsar, fakat toplumsal

konuları işlerken, bu tarihten sonra bireysel konulara kaymıştır.[42]

Poetik görüş olarak Garipçiler’e, Toplumcu Gerçekçiler’e, Maviciler’e ve İkinci Yeni’ye karşı bir duruş sergileyen; “öztürkçeci”liğe, yozlaşmaya, millî değerlerden uzaklaşmaya, sanatta ideoloji baskısına, Batı taklitçiliğine karşı çıkarak sanatta millî değerleri, yaşayan dili, sanatçının bağımsızlığını ve kuvvetini tarihinden alan bir yeniliği savunan Hisar dergisi 1950-1957 ve 1964-1980 tarihlerinde iki dönem hâlinde toplam 277 sayı olarak çıkmıştır.[43] Munis Faik Ozansoy (Ö.1975), Mustafa Necati Karaer (ö.1995), Mehmet Çınarlı (ö.1999), Gültekin Sâmanoğlu (ö.2003), İlhan Geçer (ö.2004), Feyzi Halıcı (d.1924), Bekir Sıtkı Erdoğan (d.1926), Yavuz Bülent Bakiler (d.1936) Hisar dergisi etrafında toplanan şairlerden bazılarıdır.

Garip şiiri, taraf ve aleyhtarlarıyla 1940’tan itibaren şiir ortamına ciddi bir hareketlenme getirmiş, şiirin ne olduğu, ne olması gerektiği üzerine sorgulamaların yapılmasına zemin oluşturmuştur. Geleneği reddeden, mısracı zihniyete ve “şairaneliğe” karşı çıkan, şiiri basitleştirerek, folklora açılan böylece topluma-halka açık bir şiir amaçlayan Garip şiiri 1950’den itibaren başarısız taklitçilerinin elinde kalarak, kendini tekrar etmiş ve gözden düşmüştür. 1953 yılından itibaren Yeditepe, Yenilik, A, İstanbul ve Şiir Sanatı[44] gibi dergilerde “şiirimize açılımlar getiren Garip'in de artık eskidiğini ve şiirin önünde bir engel durumuna geldiğini”[45] düşünerek yeni bir sanat arayışıyla farklı bir duruş sergileyen bazı şairler, 1956’dan sonra yayınlarıyla ağırlıklı olarak Pazar Postası gazetesinde toplanmışlardır. Bu isimler, Muzaffer Erdost’un bu yeni şekillenen şiir tarzından bahsettiği 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis gazetesindeki yazısına “İkinci Yeni” başlığını vermesiyle de edebiyat tarihimizde İkinci Yeni olarak anılan şiir hareketinin kurucusu olmuşlardır.[46]

1960’ların ilk yıllarına dek süren bu şiir hareketi içinde yer alan ve “dünya görüşü, yetişme şekilleri ve beslenme kaynakları bakımından birbirinden çok farklı olan şairlerin”4 ortak bir manifestoları olmadığı halde şiirlerindeki benzerliklere dayanarak yeni şiir anlayışını takip eden bu şairlerin tamamına “İkinci Yeniciler” denilmiştir.

İkinci Yeni şiir hareketinin ortaya çıkmasında dönemin siyasal, toplumsal, kültürel yapısı ve şiir-edebiyat ortamı etkili olmakla beraber İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği huzursuzluğu, yoksulluğu, bunalımı hisseden çoğu “parasız yatılı”, “taşra doğumlu” bu şairlerin hemen tamamının Batı dillerini ve kültürünü de bilen, takip eden kişiler olması neticesinde tıpkı Garip’te olduğu gibi İkinci Yeni’ye de Dadaizm ve sürrealizm akımları[47] [48] ile Batı şiiri[49] kaynaklık etmiştir. İkinci Yeni sanatçılarının “Şiir geldi kelimeye dayandı.”, “Şiir salt kelimeciliktir.” gibi söylemleri onların letrizm akımından da etkilendikleri görüşünü doğurmuştur.[50]

Mehmet H. Doğan, İkinci Yeni’den sonra şiirimizde yeni bir kırılmanın görülmediğini yani yeni bir dönemecin dönülmediğini belirtir ve İkinci Yeni’yi Türk şiirinin gelişimi içinde en son modernist atılım olarak görür.[51]

İkinci Yeni şairlerinin düşünsel arka-planlarını genellikle varoluşçu düşünürlerin (özellikle J. P. Sartre, Heidegger) görüşlerinin; estetik arka-planlarını ise daha çok gerçeküstücüler ve dadacıların sanat anlayışlarının belirlediğini söyleyen Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, İkinci Yeni şiirinin ana izleklerini, insanın dünyadaki yabancılığı ve kökensel yalnızlığının daha derinden duyulmasıyla ortaya çıkan bunaltı, kaygı ve ürküntü gibi kavramların oluşturduğunu belirtir.[52]

Bilincin kurduğu düzenlerin insan ve problemlerini çözemediğine tanıklık eden İkinci Yeni şairleri, bilincin biçimlendirdiği kurulu düzene[53] ve us’a ait her şeyi reddederek şiirde “anlamsızlığa kadar özgür olmak” savıyla hareket ederler ki bu tavır “ikinci Dünya Savaşı’nın getirdiği toplumsal yoksulluk ve tek partili yönetimin dayatmacı politikaları sonucunda bunalan aydının kendisini ifade ediş tarzına da uygundur.

İnci Enginün’ün postmodern anlayışın şiirimizdeki erken tezahürü sayılabileceğini söylediği İkinci Yeni[54] [55] şiiri; imgeye kapılarını sonuna kadar açar, konuşma dilini dışlayarak dilin yapısını bozar, kelimeye dayalı bir şiir üretir, sözdizimi ve sözcük deformasyonları yapar, uzak çağrışımlara yer verir, aydın ve elit kesime seslenir, bireyin bunalımını, yaşam içerisindeki sorgulamalarını dile getirir, halk şiiri ve folklorik öğelerden, basitlik, sadelik ve kolay anlaşılabilir olmaktan kaçınır, şiiri diğer sanatlarla ilişkilendirir, atonal müzik ve soyut resimle bağlar kurar, biçimin içerikten önce geldiğini söyler ve siyaset dışı kalır.

İkinci Yeni şairlerinden, şiirini halk, divan ve Batı edebiyatı unsurlarıyla oluşturan Turgut Uyar (ö.1985), hem yaratılan modern yapı ve ses, hem de modernist yaklaşımlarla yeni imgeler kurarak[56] [57] [58] “büyük kentlerde bedeni ve ruhu ablukaya alınmış bireyin trajedisini yazmaya koyulmuştur.”51.

İlk eserlerinde folklor unsurları ağırlıklı bir yer tutan Edip Cansever (ö.1986), “makineleşmenin ve kentleşmenin insanda yarattığı bunalımı ve iç çatışmaları ele almakta, alışılmış dil ve söylem kurallarına uymayan, gerçeküstü görüntülerle bezeli bir şiir yapmaktadır.”5

Cemal Süreya (ö.1990)’nın İkinci Yeni izinde “günlük yaşamayı, toplumu, kadını, maddî hazları, açlığı, basit gerçekleri, sevişmeyi, tutsaklığı, hürlüğü... kısacası hareket halinde olan ve yaşayan insan’ı”[59] anlattığı şiirlerinin “atardamarı erotizimdir.”[60] Ahmet Kabaklı, Cemal Süreya’da görülen nükte-şiir, mizahlı, istihzalı (ironik) söyleyişi Orhan Veli’ye bağlar.[61]

İkinci Yeni şiir hareketini “sivil şiir”, “sıkı şiir”, “kara şiir” olarak adlandıran Ece Ayhan (ö.2002) genel olarak lirizmden ve musikiden yoksun bir söyleyişe sahiptir; bazı eserlerinde düzyazı şiire de yönelen şair, ilk şiirlerini yayımladığı 1954’ten bu yana İkinci Yeni içinde yer almış ve gerek şiirleriyle, gerekse yazılarıyla bu şiir anlayışının oluşmasında ve gelişmesinde önemli katkıları bulunmuş bir sanatçıdır.[62]

Şiire vezin ve kafiye ile başlayıp henüz on yedi yaşında ilk şiir kitabını çıkartan İlhan Berk (ö.2008)’in eserlerinde İkinci Yeni şiirinin özellikleri görülür. Yazdığı poetik yazılarla da bu şiir hareketinin savunuculuğu sürdüren İlhan Berk, “sürrealist şiir anlayışından alınan ‘otomat yazı’ anlayışını başarılı bir biçimde uygulayarak imgeye ve çağrışıma dayalı bir şiir dili kurmuştur.”[63] [64]

İkinci Yeni şairleriyle aynı dönemde eser vermesi, İkinci Yeni şiiri ile yazdıkları arasında “daha çok dil, söylem ve biçim bakımından'"^ benzerlikler bulunması nedeniyle bu hareketin öncüleri arasında gösterilen fakat dünya görüşü, “izlek ve imge kültürü bakımından önemli ayrımlar”[65] bulunan Sezai Karakoç (d.1933) şiiri, sanat görüşü ve “diriliş’ tezi ile aynı adı taşıyan dergisi ve yayınevi sayesinde geniş bir tesir sahası yaratarak edebiyat tarihimizde kendisine önemli bir yer edinmiştir. ”[66] Şiirlerinde kullandığı kapalı ve mecazlı söyleyiş nedeniyle ancak donanımlı bir okur kitlesi tarafından takip edilen ve 1960’lardan sonra oluşacak Yeni Islamî Akım’ ın öncülerinden olan Karakoç dışında “hiçbir ikinci Yeni şairinin şiirlerinin ana kaynağı din, tasavvuf ve Divan şiiri geleneği değildir. ”[67]

Metin Eloğlu (ö.1985) Düdüklü Tencere, Oktay Rifat Perçemli Sokak, Ercüment Uçarı (ö.1996) Et, Kemal Özer (ö.2009) Gül Yordamı, Ülkü Tamer (d.1937) Soğuk Otların Altında adlı eserleriyle ikinci Yeni hareketi içerisinde değerlendirilirken bu dönem şairlerinden Ergin Günçe (ö.1983), Gülten Akın (d.1933), Özdemir İnce (d.1936) ile dönemin genç şairlerinden Ataol Behramoğlu (d.1942), Süreyya Berfe (d.1943), İsmet Özel (d.1944), Refik Durbaş (d.1944) gibi isimlerin şiirlerinde de ikinci Yeni izleri görülebilir.

İnci Enginün’e göre İkinci Yeni şiiri, “anlamsızlığı çözmeye uğraşmaktansa ne dediği açıkça anlaşılan ama şiir duygusunu kaybettiren, kalabalıkları kışkırtıcı bir şiir ihtiyacını ortaya çıkarmaya vasıta oldu.”6* Bu “ihtiyaç” neticesinde tezahür eden 1960 sonrası Türk şiiri içinde en geniş alanı 1940 Kuşağı ile bağlarını kurmaya çalışan, “şiir alanında ikinci Yeni’ye, siyasal alanda D.P.’nin baskıcı yönetimine tepki gösteren”[68] [69] genç şairlerin 27 Mayıs 1960 ihtilâlinin getirdiği görece özgürlük ortamında sosyal meselelerle ilgilenen mesaj içerikli şiirleri oluşturur. Şiirin siyasallaşması, özellikle de sanatı bir üretim biçimi olarak kabul eden Marksist şairler elinde her miting öncesinde ve anında alınması gereken tahrik edici hap niteliğine bürünmesi[70] estetik endişenin göz ardı edilmesini doğurur. Artık parti propagandası edasını taşıyan şiir ve kelimenin şiddetinden siyasal bir amaç için faydalanan şair, bir bakıma şiddete davetiye çıkartır.[71] [72] 1960 öncesi şiire başlayan şairlerden Ceyhun Atuf Kansu (ö. 1978), Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil (ö. 1984), Ahmet Arif (ö. 1991), Necati Cumalı, Can Yücel (ö. 2003), Arif Damar, Talip Apaydın (d. 1926), Ahmet Oktay (d. 1933) ve 1960’tan sonra şiire başlayan Kemal Özer, Gülten Akın, Özdemir İnce, Eray Canberk (d. 1940), Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe, İsmet Özel, Refik Durbaş şiirlerinde bu şiirin özellikleri görülebilir.

1960 sonrasında, “ikinci Yeni şiir hareketi ve Marksist sanat anlayışının anlatma tarzı, imge dünyası ve insan tipolojisi bakımından kendi kaynaklarından çok fazla uzaklaştığını iddia eden sanatkârlar, yeni bir hamle ile ‘millî kaynaklara dönme ve onları, çağın sağladığı imkanlar nisbetinde yeniden yorumlama ’ gereği duyarlar.”12 Ağırlıklı olarak halk edebiyatı kaynaklı olmakla birlikte süregelen şiir birikiminden faydalanılarak ortaya konan bu şiirde gaye mevcut ortamdan bunalan, arayışa giren bireye, cevaplarını ve çıkış yollarını kendi geçmişinde, kültüründe buldurmaktır. Şiirimizdeki bu ulusalcı anlayışın izleri İlhan Geçer, Abdürrahim Karakoç (ö.2012), Bekir Sıtkı Erdoğan, Yavuz Bülent Bakiler, Bahattin Karakoç (d.1930), Yahya Akengin (d.1946) gibi şairlerde görülebilir.

Değişen şartlar, sanat anlayışı ve bireyin sorgulamaları yeniden İslamî bir söylemi canlandırır. Daha önce Mehmet Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ile beslenen bu poetik ark, İkinci Yeni birikimiyle gelen Sezai Karakoç’la güçlenir ve 1960’tan sonra Yeni Islamî Akım'ı ortaya çıkarır. Cahit Zarifoğlu (Ö.1987), M. Akif İnan (Ö.2000), Alâeddin Özdenören (Ö.2003), Erdem Bayazıt (Ö.2008), Mustafa Miyasoğlu (d.1946), Cahit Koytak (d.1949), M. Atilla Maraş (d.1949), Ebubekir Eroğlu (d.1950), Arif Ay (d.1953) gibi isimlerin ve 1970’e kadar Marksist dünya görüşünü takip etmesine rağmen 1974’te yayımladığı Amentü şiiriyle İslamî söyleme yönelen İsmet Özel’in şiirlerinde bu poetik arkın izleri görülür.

Döneminin ideolojik saplantılarına rağmen şiiriyeti göz ardı etmeyen İsmet Özel, gerek Marksist düşünceyle; gerek 1970’lerin başlarından itibaren İslamî düşünceyle yazdıklarında söylem biçimini ve imgelem yapısını hemen hiç değiştirmemiş; her iki dönemde de egemen güçlerin insan varlığının ontolojik yapısını tehdit eden mütecaviz tavırlarına karşı dimdik ayakta durup yabancılaşma ve başkaldırıyı şiirinin ana izlekleri olarak seçmiştir.[73]

12 Mart 1971 muhtırası 1940’lı yılların ve D.P. iktidarının baskıcı ortamına bir dönüş getirir; yargılamalar, mahkûmiyetler, sürgünler 1940 Kuşağı ile bağlarını tazeleyen 1960 toplumcu gerçekçi şiirine daha da hız verir[74] ve 1970 sonrası poetika çoğu zaman politikanın gerisinde kalır. 1960 Kuşağı şairlerinin şiiri siyasi söyleme kurban etmeme konusunda daima gösterdikleri özen, 70’lerin şairlerince korunmamıştır.[75] Ağırlıklı olarak toplumcu gerçekçiliğe farklı yorumlarla yaklaşan şairlerin çıkarttıkları dergilerle şekillenen şiir ortamında Ataol Behramoğlu’nun İsmet Özel’le çıkardığı Halkın Dostları (1970-1972) ile kardeşi Nihat Behram’la çıkardığı Militan (1975-1976) adlı dergiler etkili olmuştur. 1970’ten sonra toplumcu gerçekçi eksende gelişen Türk şiirinde Adnan Yücel (ö.2002), Nihat Behram (d.1946), Ahmet Telli (d.1946), Ahmet Ada (d.1947), Yaşar Miraç (d.1953), Veysel Çolak (d.1954), Turgay Fişekçi (d.1956) öne çıkan diğer isimlerdendir.

1960-1980 arası Türk şiirinin kapılarını sonuna dek güncele açıp hayatla irtibat sağlayarak “hiçbir dönemde görülmediği ölçüde ” sivilleştiğini, gözüpek bir söylemi seçtiğini ancak “slogan tuzağından” kendini kurtaramayıp şiirin estetik boyutunun şairlerce ihmal edildiğini ve politik söylemin siyasilere rant sağladığını söyleyen Arif Ay, bu olumsuzlukların kimi şairlerin, toplumun uygarlık değerleriyle, tarihsel gerçekleriyle örtüşmeyen, “ithal malı ideolojilerden” beslenmelerinden kaynaklandığını belirtir.[76] [77]

Yukarıdaki isimlerin dışında Ahmet Necdet (ö.2010), Talât Sait Halman (d.1931), H. Hüsrev Hatemi (d.1938), Yüksel Pazarkaya (d.1940), Enis Batur (d.1952), Beşir Ayvazoğlu (d.1953) gibi isimler 1960-1980 arasında şiir evrenimizde kendine yer bulan şairler içinde sayılabilir. Yine bu dönem şairlerinden biri olarak “Batı, Divan ve Halk şiiri ile, kendinden önceki yeni Türk şairleriyle beslenen”11 Hilmi Yavuz (d.1936) zengin imgelerle örülü, kapalı anlatım ve çağrışımla bezenmiş, işlenmiş bir şiir dilini başarıyla kullanır.

1980 tarihi, hem askerî darbeyi ve Türkiye’deki toplumsal, siyasal kırılmayı işaret etmesi açısından hem de edebiyat tarihlerindeki on-yirmi yıllık bölümleme metodu bakımından Türk şiir tarihinde bir kırılma noktası olarak alınmaktadır. Gerçekten de 1980’den itibaren değişen çevresel şartlarla beraber şiirimiz de ciddi bir değişim yaşamıştır.

Bâki Asiltürk, dönemin şiirini geniş bir biçimde incelediği Türk Şiirinde 1980 Kuşağı adlı çalışmasının birinci bölümünde “kuşak” kavramının tanımı üzerindeki görüşleri derledikten sonra kavramı, “yaş yakınlığı” ve “anlayış ortaklığı” noktasında benzerlik olarak niteleyerek “daha çok, birbirine yakın yıllarda doğanların ve yaşadıkları dönem içerisinde benzer koşullardan geçenlerin tanımlanmasında”[78] bu kavrama yer verdiğini söyler. Asiltürk, yaş yakınlıklarının yanı sıra, Türk şiirinin bir bütün olduğu, bu şiirin hiçbir ayrım gözetilmeden sahiplenilmesi gerektiği konusunda hemfikir olan dönem şairleri için “kuşak” sıfatını kullanarak kendisine, önceki dönemlerden gelerek 1980 döneminde de eser veren şairleri kuşağın dışında konumlandırmanın da yolunu açar.[79] Biz de bu çalışmamızda “1980 Kuşağı” ifadesinde kavramı aynı kapsamla kullanarak önceki dönemlerde eser veren şairleri bu bahsin dışında tutacağız.

1980 Kuşağı şairleri Yeni Türkü, Üç Çiçek, Poetika, Edebiyat Dostları, Yarın, Yönelişler, Şiir Atı, Ayrım Şiir gibi dergilerde[80] şiir ve yazılarıyla “önce şiir” i amaçlayan, poetikayı politikadan ve diğer unsurlardan önce gören, şiirinin kuramsal ve güncel sorunlarını tartışan, şiiri değişik okumalara açan, şiir geçmişimize sahip çıkıp geleneği tümüyle kabullenerek geçmişteki tek bir mısranın, tek bir güzel şiirin bile yitip gitmesine razı olmayan bir anlayışı savundular.[81]

Dergiler aracılığıyla süreklilik kazanan dönem şiiri ayrıca Gösteri, Varlık, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat, Gergedan, Argos gibi kuramsal dergilerde ve 90’lardan itibaren de Sombahar, Ludingirra, Kitap-lık, Edebiyat ve Eleştiri, Dergâh, Nar, İpek Dili gibi dergilerde yer bulur.[82]

80’li yıllar şiiri üzerine yapılmış incelemelere bakıldığında, bu dönemde pek çok kişi tarafından çok sayıda şiir yayınlandığı, şairlerin tüm Türk şiir geleneğini bir bütün olarak görüp hiçbir dönem ya da grubu yadsımadan hepsinden istifade etmeye çalıştığı, “önce şiir” anlayışıyla poetikanın her şeyin önünde tutularak farklı görüşlerdeki şairlerin bile şiir-sanat ekseninde bir araya gelip yer yer aynı derginin sayfalarında ürün verdiği ve çoksesliliğin sağlandığı şeklindeki tespitler göze çarpmaktadır.

Dönemin şiir anlayışlarının tasnifinde araştırmacıların farklı sınıflandırmalara gittiği gözlenmektedir. Metin Cengiz, 80’li yıllardaki arayışları üçe ayırır:

Arayışlara gelirsek... Bunları temelde üç bölümde ele alabiliriz. İlki geleneği yeni bir şiir için bir basamak görerek bireysel temelde toplumsal sorunları da ele alan, imgesel, kapalı bir şiir. İkincisi aynı söyleyiş biçiminden yola çıkarak, bireyi, bireyin karmaşık sorunlarını yazan bir şiir. Üçüncüsü de geleneği yeni bir şiir için olanak olarak değil de yeni bir klasizm için gerekli gören anlayış.[83]

Kemal Gündüzalp ise dönem şiirini iki gruba ayırarak şöyle sınıflandırır:

Toplumcu-gerçekçi geleneği değişen dünya ve ülke koşullarında, yeni oluşumların ışığında yeniden yorumlayan ve bir bakıma 70’lerin şiirindeki olumsuzlukları aşmaya çabalayan bir kesim.

Öbür yanda, 70’lere tepkiyi de içeren, II. Yeni’nin yerinde sayan

öncülerinin izini süren, ‘kopya’ bir şair kesimi ve onların yaptığı bir şiir.8

Gündüzalp, “birikimci-toplumcu” dediği ilk gruptaki kesimin kasıtlı olarak engellenip sansürlendiğini iddia ederek[84] [85] dışlanmak istenildiklerini[86], genç ozanların 70’li yılların şairlerinden farklı olarak şiir geleneğine birikimci-bütüncü bir tavırla yaklaşıp yalnızca toplumcu şiiri değil, yaratılmış olan bütün şiiri dikkate aldıklarını[87], 70’li yıllar şiirinin zaman zaman toplum’dan dolayı unuttuğu birey’i anımsayarak bu eksikliği gidermeye çalıştığını[88], bu şairlerin şiirsel gelenekle hesaplaşarak kendilerini yenilemelerine karşın ikinci gruba aldığı ve “yenilikçi takımı” diye nitelediği kesimin kendini yenileyemediği, İstanbullu olduğunu ama Türkiyeleşemediğini “güdük” kaldığını söyler.[89] Gündüzalp çoğu zaman edebiyat dışı ölçütlere dayandırdığı bu öznel eleştirilerinin yanı sıra 80 dönemi şiirinin sanatsal kaygıyı ön plana almakla beraber şiirin “muhalif’ özelliğinin yok sayıldığını iddia ederek şiirin kendine kapandıkça özgünleştiğini ama özgürleşemediğini, yarı-bağımlı hale geldiğini belirtir.[90]

Bu dönemde yazılan şiirin İslamcı şiir ve yeraltı şiiri olarak iki ayrı kanava üstünde geliştiğinin söylenebileceğini dile getiren Hasan Bülent Kahraman, her iki şiirin de oluşumuna yol açan etkenler olarak 80’lerde ortaya çıkan ve ortak paydasının Türkiye’nin moderniteyle girdiği hesaplaşma olduğunu belirttiği, siyasal ve toplumsal yapıdaki değişimleri[91] görür ve 1980-90 şiirinin yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan modernist ‘dikta’yı kırmak istediğini, bunu da bir ölçüde başardığını söyler.[92]

80’li yılların her şeyden önce “şiiri” arayan anlayışının çoksesliği Metin Celâl tarafından “80’li yıllarda yazılan şiirin sağı, solu, Müslümanı yok, çoğunluk genelde hep aynı yere varıyor. Ormana uzaktan bakmayı bırakıp tek tek ağaçlara dikkatimizi yoğunlaştırırsak olay renklileşir. Çünkü 80’li yılların şiiri bir kuşak- akım şiiri değildir, tek tek şairlerin kendine has şiirlerinden oluşur. ”[93] [94] şeklinde yorumlanırken bu durum, Asiltürk’ün şair Haydar Ergülen’den yaptığı alıntıda şöyle dile getirilir:

Bu kadar çokrenkli bir şiir ortamında, çoğunluğun adı üzerinde birleşebileceği şair veya şairlerin olmayışı da bir bakıma ‘Büyük şair yok! ’ yanılsamasına yol açarken, bir bakıma da şiirin hayrına olmuştur. Çoğulcu bir şiir dönemi yaşıyoruz. Akımlar ise tek seslidir. Ve akımlar şairlerden çok yazın tarihçileri içindir, çünkü bunlar her şeyi derli toplu görmeyi severler. Oysa akımlar faydadan çok zarar 94 getirir şiire.

Ahmet Oktay ise 1980 Kuşağı şiirinin ana hatlarını üç oluşum olarak saptar:

Siyasal boyutun ya iyice görünmez kılındığı/dıştalandığı ya da alt katmana çekildiği modernist/entelektüalist ve içrekçi (ezoterik) eğilimlere de sahip çıkan imgeci şiir, 2. Tepkisel bir konuma yerleşen ve siyasal boyutu militanca vurgulayan toplumcu gerçekçi ve militan tavrı fazla öne sürmemesine rağmen öykülemeci olmayı tercih eden, yalın söyleyişi öne çıkaran, içrekçi öğelere uzak duran toplumsalcı şiir, 3. Ezoterik ve politik içerimlere sahip olan, dünyevi olayları eleştirmesine rağmen son kertede maddesel yaşamı da tinsel/ kültürel yaşamı da uhrevileştirmeyi öngören metafizik/İslamcı şiir.[95]

Dönem şiiri üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini yapan Bâki Asiltürk 1980 Kuşağı’nın poetik yönelimlerini, aralarında aynı şairin farklı şiirleri üzerinde bile geçişler bulunabileceği notuyla imge şiiri, anlatımcı (narrative) şiir, folklorik/mitolojik şiir, metafizik şiir, gelenekselci şiir, toplumcu şiir, beatnik- marjinalci şiir, yeni garipçi şiir şeklinde sekiz bölümde sınıflandırır.[96]

Osman Konuk ise kendisiyle yapılmış olan çeşitli röportajlarda ve soruşturma dosyalarına verdiği cevaplarda 1980 Kuşağı’nı farklı açılardan değerlendirir. —Sosyolojik olarak 80 kuşağına mensubum ama bugün 80 kuşağı diye sunulan poetik çerçevenin içinde değilim.”[97] ve “Ben 80 kuşağını temsil eden biri sayılmam. Hem şiirim hem de ortamın dışında olmam nedeniyle. Bir sözcü konumunda değilim. Aslında 80 kuşağı tartışmalarını uzaktan izliyorum. Yani 80 kuşağını konuşmak için doğru isim sayılmam. ”[98] [99] diyen Konuk, 1980 Kuşağını ikiye ayırır:

Bir 80 kuşağı var, bir de derin 80 kuşağı. 80 kuşağını temsil ettiği sanılan isimlerin çoğu, bu kuşağın asıl şiirsel değerlerini ortaya koyan insanlar değil. Mesela Hüseyin Atlansoy’u bu tartışmanın pek içinde göremezsiniz. Necat Çavuş ’u, Akif Kurtuluş ’u göremezsiniz. Kendiliğinden tartışma, Haydar Ergülen’in üzerinde kaldı. O da bütün bu doğru ve yanlış temsiller üzerine tartışmanın tarafı oldu. 50 kuşağının, 60 kuşağının starlarından sonra Türk şiirinde star sistemi dönemi kapandı gibi. O nedenle 80 kuşağı biraz mat görünüyor. Bu açıdan 90 kuşağının da Sezai Karakoç ’u, Turgut Uyar’ı, İsmet Özel ’i ve Cahit Zarifoğlu’su yok; ama sağlam normlara sahipler ve belki de bu yüzden şiirleri birbirine benziyor. Belki de modern Türk şiiri artık isimler üzerinden değil, ama güçlü ölçüler üzerinden yürüyecek"

Osman Konuk, 1980 Kuşağının başarısı olarak, kuşak şairlerinin, şiiri, kendi asıl mecrasına taşıdıklarını ve aradaki manipülasyonları aşarak Türk şiirini İkinci Yeni’ye lehimlediklerini söyler ve şöyle devam eder:

80 kuşağı iki isim üzerinden ilerlemeyi denedi: Ece Ayhan ve İsmet Özel. Ece Ayhan şiirinden ilerlenecek bir yer yoktu çünkü Ece Ayhan marjinalizmle başlayıp biten bir şiir. Türk şiiri marjinalizmi kaldırır ama temsili bu değildir. Bu açmazı, sadece Ahmet Güntan aşmıştır. İsmet Özel’in fikirsel yolculuğu, bu yolculuğun çarpıcılığı, şiirine bakışı etkilemiştir kaçınılmaz olarak. İsmet Özel şiirinden ‘doğru etkiyle’ çıkabilen iki şair Akif Kurtuluş ve Enis Akın olmuştur. Osman Konuk da demiş olayım.[100]

Kendisine 1980 Kuşağının usta-çırak ilişkisi sorulması üzerine Ece Ayhan, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Attilâ İlhan, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’yı anarak kuşağın usta şairleri olarak bu isimlerin görülebileceklerini söyleyen Konuk, genel olarak bütün bir kuşağın ortaklaşa usta sayıp karşısında diz kırdığı bir ya da birkaç şairden bahsedilemeyeceğini de -bireysel ilişkileri dışarıda tutarak- ilave eder.[101] Konuk kuşağın usta-çırak ilişkisi açısından sergilediği bu durumun yorumunu şöyle yapar:

80 kuşağı bu açıdan usta-çırak yönetimine de karşı çıkan, demokratik, eşitlikçi bir anlayışa sahiptir. 1980 kuşağı dönemin edebiyat iktidarlarına, bunları var eden piyasa ilişkilerine, köylülüğe, militarizme, kooperatifçiliğe ve gerçekten bir kanser gibi yayılmış olan 102

kötü edebiyata bir tepki olarak doğdu.

Şair kendisine sorulan, “kendinizi hangi şiir/şair kuşağı içende değerlendiriyorsunuz” şeklindeki soruya cevaben 1980 Kuşağını beyan etmiştir:

80 kuşağı. Bu kuşak hakkında çok yazıldı, tartışıldı zaten. Sosyolojik açıdan kendi kuşağımla zorunlu benzerliklerim var. Ama sanatın ve şiirin tekil evreninde her şair dünyayla biricik ve teke tek ilişki kuruyor. Kendiliğinden. Bunun dışında özel farkları ortaklıkları benim söylemem doğru olmaz.[102] [103]

Köklü bir tarihe sahip Türk edebiyatı içerisinde, Cumhuriyet’in ilanından hareketle Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri olarak adlandırılan yaklaşık yüz yıllık dönem geçmiş yüzyılların da birikiminden istifade etmekle beraber kendi içinde geleneğini oluşturmuştur. 1980’den itibaren yoğun bir çeşitlilik gösteren ve gelenekten etkin biçimde yararlanan dönem şiirinin niteliklerinin ortaya konulmasına katkı amacıyla yapılan bu çalışmada, dönemin önemli şairlerinden Osman Konuk, hayatı, sanatı ve eserleriyle incelenecektir.

BÖLÜM

OSMAN KONUK’UN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ

Hayatı

Doğumu

Şair Osman Konuk, kendisinden almış olduğumuz bilgilere göre, 10 Nisan 1961 tarihinde Afyonkarahisar’ın Emirdağ İlçesi’nin Gömü Beldesi’nde[104] doğmuştur.[105] Annesinin adı Cevahir, babasının adı ise Hüseyin’dir.

Ailesi

Osman Konuk’un ailesi üç yüz yıldır Gömü’de yaşayan, kendi ifadesi ile "köyün kurucu ailelerinden”[106] olan Türkmen kökenli bir ailedir. Babası Hüseyin Bey, çiftçilik yapmıştır. Anne tarafı ise ulemadandır.

Osman Konuk’un "ehl-i tarik bir insan, köy sınırlarının üstünde ve dışında bir kavrayışı, zihin dünyası var.”[107] diyerek tanımladığı babası Hüseyin Bey mütedeyyin bir kişidir. Şair, "son derece dindar biri”[108] olarak nitelendirdiği ve düzenli olarak Tercüman Gazetesi, Büyük Doğu Dergisi ile çeşitli tasavvuf kitapları okuyan babasının, “ilkokul mezunu olmasına rağmen derin tasavvuf bilgisi”[109]ne sahip olduğunu belirtir.

Annesi Cevahir Hanım, Afyon’un Bayat ilçesinden olup yörede Yurtçular sülalesi olarak bilinen aileye mensuptur. Şairin anne tarafından dedesi ise çevresinde “Ali Hoca, Hafız Hoca gibi isimlerle anılmış”[110] ilim sahibi bir kişidir.

Aile, şairin çocukluk yıllarında, köyde kalmak istemeyip “ehl-i tarik olma kanalının da etkisiyle”[111] İzmir’e yerleşmiştir. Ailenin diğer fertleri Afyonkarahisar’da olduğundan bura ile ilişki hiçbir zaman koparılmamıştır.

Çocukluğu, Gençliği ve Öğrenim Hayatı

Araştırmalarımız sırasında, kaynaklarda hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşamadığımız ve kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda ailesi, çocukluğu, okul hayatı ve sanatıyla ilgili bilgileri bizimle paylaşan şair Osman Konuk, öğrenim hayatına İzmir’de Hüseyin Akdağ ilkokulunda başlamış ve Şehit Fethi Bey ilkokulundan mezun olmuştur. Altı çocuklu bir ailenin evladı olan Osman Konuk’un çocukluk yıllarındaki oyun arkadaşı kendisinden bir buçuk yaş büyük olan ablasıdır. Ablasının okula başlamasıyla, evdeki oyun arkadaşını kaybeden Osman Konuk, yalnız kalmamak için ablasıyla beraber okula başlamıştır. Bu sebeple her dönem kendisinden bir iki yaş büyük çocuklar arasında kalmış ve yaş farklılığından kaynaklanan bu küçüklüğü bertaraf etmek için “bir tür kendini kanıtlamak ve var etmek çabası”[112] ile bu durumu aşmak adına saldırganlık davranışları gösteren, sık sık okulda kavga edip ceza alan bir öğrenci olmuştur. Şair bu durumu “küçük olduğum için üzerime gelen baskılara bir tür karşı koyma, daha şiddetli bir tepki gösterme, bir tür defansif saldırganlık”[113] şeklinde yorumlar.[114]

İlkokul yıllarına ilişkin olarak öğretmeninin şiirle ilgili bir ödev vermesi ve sınıfa gelen müfettişin sorusuna doğru cevap vermiş olması, şairin zihninde yer etmiş iki önemli olaydır.

Konuk, ilkokul dördüncü sınıfta, derse gelen bir müfettişin sorduğu ve diğer öğrencilerin cevaplandıramadığı soruyu, söz hakkı alıp çözer. Bu olaydan sonra şair, öğretmenin ve sınıfın gözünde “daha saygı değer ve önemli hır öğrenci”[115] olduğu kanısındadır.

İlkokul hayatını anarken “İlkokulda çok çalışkan bir öğrenci değildim. ”[116] diyen şairin, ablasını geçebildiği tek konu, her zaman birinci olduğu hızlı okuma yarışmalarıdır. Kendi değerlendirmesiyle “disiplinli ve mütevazı bir aile”[117] içerisinde yetişen Konuk, babasının simit ve gazoz alması için verdiği harçlıklarını biriktirerek çizgi romanlar satın alır. Okuduklarını sokaktaki tezgâhlardan değiştirerek Kaptan Swing, Zagor, Tommiks, Teksas gibi o yıllardaki meşhur çizgi roman serilerinin hepsini okur. Edebiyatla ilişkisini “yazmak, eser vermek ikinci bir iş gibi gelir bana. ”[118] şeklinde değerlendirerek, okumayı öncelikli kabul eden şair, okuma alışkanlığının asıl kaynağı olarak bu çizgi romanları görür. Önceleri ailesi tarafından teşvik edilen bu okuma tutkusu, ders dışı okumalarının çokluğu nedeniyle sonradan tepki almaya başlar.

Osman Konuk, bu dönemde okuduğu çizgi romanların hayal dünyasındaki yansımalarını şu şekilde aktarır:

Bu çizgi romanlar içinde kendime hayalî bir dünya kuruyor ve zihnimde yeni hikâyeler yazıyordum. Okuduğum ve sevdiğim çizgi romanların kahramanlarını kullanarak yeni kurgular oluşturuyordum. Özellikle en sevdiğim hikâyelerim farklı çizgi romanların karakterlerini bir hikâyede buluşturduğum kurgulardı. İlkokulda okuduğum bu hikâyeler okuma alışkanlığımın temeli oldular.[119]

İlkokul yıllarında eve düzenli olarak alınan Tercüman Gazetesi “Pehlivan Tefrikaları” ve gazeteyle okurlarına verilen temel eserler ile Büyük Doğu Dergisi ve babasının tasavvuf kitapları Osman Konuk’un “ilk okumalar”ı arasındaki diğer metinlerdir.[120] Ayrıca, ailesinin hassasiyetleri ve babasının talepleri doğrultusunda ilkokul 4 ve 5. sınıfta yazları Kur’an Kursu’na giderek, ailenin bütün çocukları gibi Kur’an okumayı öğrenir.

Şair, babasının tercihi üzerine 1971 yılında henüz on yaşındayken Bursa İmam Hatip Lisesfnin orta kısmına yatılı öğrenci olarak kaydolur.

Ailesinden uzakta geçen bu yıllarda daha çok kitap okumaya başlayan Konuk, “Benim kitaplarla ve edebiyatla ciddi ilişkim ortaokulda okulun kütüphanesini keşfetmemle başladı.”[121] diyerek kitaplarla, yatılı okul günlerinde perçinlenen dostluğunu dile getirir. “Evden ayrılınca çizgi romanlarla ilişkim kesildi ve ciddi olarak ilk okuduğum Peyami Safa olmuştur. Onun bütün kitaplarını yutarcasına okumuştum.”[122] diyen Osman Konuk, Peyami Safa (Ö.1961) başta olmak üzere, Türk edebiyatının önde gelen yazarlarını ve klâsiklerini bu yıllarda okumuş ve artık kitaplar onun hayatının vazgeçilmezi hâline gelmiştir. Şair, bu dönem okumalarıyla ilgili olarak kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda şunları söyler:

Okumalarım çizgi romanlardan yüksek edebiyat kitaplarına geçmişti. O dönem yaşıtlarım çocuk kitapları okurdu ama ben bu kitapları pek sevmezdim. Zaman zaman arkadaşlarımın elinde görüp o tür kitaplardan da okumuşluğum vardır ama o türdekileri pek tercih etmezdim.[123]

Osman Konuk, ortaokulda okuduğu Peyami Safa kitaplarının kendisi üzerindeki etkisi ile ilgili olarak da şunları dile getirir:

Peyami Safa romanlarının beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Peyami Safa, Türkiye ’de değeri yeterince bilinmemiş bir romancı gibi gelir bana. Dostoyevski okuyunca bunu daha iyi anlamıştım. Siyasi düşünceleri bir yana, edebî kişiliği beni gerçekten etkilemişti. İlkokul yıllarında çizgi romanlar nasıl hayal dünyamı harekete geçirdiyse, ortaokulda da Peyami Safa romanları bana yeni bir kapı açmıştı. Onun tekrar tekrar okuduğum kitapları da vardır. Yüksek edebiyatın kapısını bana Peyami Safa açmıştır.[124]

Osman Konuk, daha önce ortaokul kısmına kayıt olduğu Bursa İmam Hatip Okulu’nun lise kısmında öğrenimine devam etmiştir. Şair, bu yıllar süresince kitaplarla olan yakın ilişkisini sürdürmekle beraber spora da ilgi duymuştur. Bu yıllar için, “Benim kuşağım dönemin çalkantıları içinde kalmış bir kuşaktır. Bu kargaşa içerisinde her zaman kitaplar iyi bir arkadaş olarak yanımda yer aldılar. Bir de düzenli olarak spor yapardım.”[125] diyen şair, gençlik yıllarında atletizmle uğraşmış, basketbol oynamış ve su sporlarına ilgi duymuştur.

Şair, “Yaşıtlarım kulüplere, derneklere, partilere giderken ben sporun sivil ve rahatlatıcı dünyasını tercih ettim.”[126] diyerek bu dönem spora duyduğu ilgiyi ve sporun kendisi için bir sığınma, rahatlama aracı olduğunu ifade eder.

Osman Konuk, lise öğrenimi sırasında tanıdığı Felsefe Öğretmeni Mustafa Öz’ün de etkisiyle felsefe ve sosyoloji konularına ilgi duymaya başlamıştır. Şair, bu etkiye röportajımızda “Lise yıllarımda beni etkileyen Felsefe öğretmenim Mustafa Öz olmuştur. İstanbul Üniversitesinden mezundu ve çok iyi bir hocaydı. Sosyoloji okumamda birinci derecede etkili olmuştur. Hocayı tanır tanımaz bu kararı almıştım.”[127] diyerek değinir.

Konuk, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü (1978 - 1982)’nde tamamlamıştır. Şairin lise yıllarında ilgi duyduğu felsefe ve sosyoloji derslerinin üniversite tercihinde derin bir etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu doğru tercih onun meslek hayatına da olumlu etki yapmıştır ki bugün sosyoloji alanında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Üniversite Sonrası Hayatı

Şair Osman Konuk, üniversiteden 1982’de mezun olduktan kısa bir süre sonra evlenmiş, ardından Aralık 1982’de askerlik görevi için önce İstanbul Tuzla’ya sonra da kura ile Mardin İdil’e yedek subay olarak gitmiştir. Böylece askerlik hizmeti sırasında Güney Doğu’yu ve o bölge insanını tanıma fırsatı bulmuştur.

Askerlik hizmeti bittikten sonra bir süre iş sıkıntısı çeken şair, 1985 yılında öğretmen olarak tayin olduğu Malatya Lisesi’nde 3,5 yıl kadar öğretmenlik yapar. Bu sırada İstanbul Üniversitesi’nden hocası olan Fügen Berkay (d.1945), İnönü Üniversitesi’ne gelmiş ve şairi sosyoloji alanında yüksek lisansa davet etmiştir. Bu vesileyle üniversite çevresine yeniden dönen Konuk, öğretmenken yaptığı “Bilgi Sosyolojisi Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı İlişkisinin Analizine Giriş”[128] başlıklı yüksek lisans çalışmasının ardından asistan olarak İnönü Üniversitesi’ne girmiş daha sonra da aynı bölümde “Kültür değişmesi ve Televizyon: Televizyonun Etkileri”[129] adlı doktora çalışmasını tamamlamıştır.

Hocaları

Lise yıllarında Felsefe Öğretmeni Mustafa Öz’ün Osman Konuk üzerinde önemli tesirleri olmuştur. Onun tesiriyle felsefeye merak salmış ve sosyoloji bölümünü okumaya karar vermiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde Cahit Tanyol (ö. 2001), Baykan Sezer (ö.2002), Korkut Tuna (d.1944), Ümit Meriç (d.1946) gibi isimlerden çeşitli dersler almış ve İnönü Üniversitesine gelen Fügen Berkay danışmanlığında ise “Bilgi Sosyolojisi Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı İlişkisinin Analizine Giriş” isimli yüksek lisansını, daha sonra asistan olarak 1988’de girdiği aynı bölümde “Kültür değişmesi ve Televizyon: Televizyonun Etkileri” başlıklı doktora çalışmasını yapmıştır.

Sanatının gelişiminden ve şairliğinden söz ettiği her yerde net bir biçimde İsmet Özel’i ustası olarak anan Osman Konuk’un hocaları arasında Özel’i anmak da mümkündür. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde tekrar değinileceği ve de Sanatı başlığı altında detaylı olarak sunulacağı üzere, kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda da Konuk, “ismet Özel, benim şiirde ustamdır... Ben şiirle ilgili görgümü ismet Özelden edindim. Bilgiden çok görgümü. ”[130] sözleriyle İsmet Özel’in kendisi üzerindeki bu etkisini ifade eder.

Görevleri

Şair Osman Konuk, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden 1982 yılında mezun olduktan sonra önce İstanbul Tuzla, ardından Mardin İdil’de yedek subay olarak askerlik hizmetini yerine getirmiştir. Bir buçuk yıl kadar işsiz kaldıktan sonra ise 1985 yılında Malatya Lisesi’ne öğretmen olarak atanmıştır. Burada yaklaşık olarak üç yıl hizmet ettikten sonra, 1988’de girdiği İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde asistan, asistan doktor ve Yrd. Doç. Dr. olarak 2005 yılına kadar görev yapmıştır.

Şair, buradaki görevinden ayrılıp önce Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’ne (2005-2014); ardından ise İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Sosyoloji Bölümüne geçmiştir. Halen burada Bölüm Başkanı ( Doç. Dr.) olarak görev yapmaktadır.

Bunun yanı sıra akademik hayatın bir gereği olarak Sosyoloji Derneğinde üyelik ve pek çok akademik dergide hakemlik görevlerini de yürütmektedir.

Çocukları

Osman Konuk, evli olup biri kız diğeri de erkek olmak üzere iki çocuk babasıdır. Oğlu Yusuf Doğu, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun olmuştur. Kızı Zeynep İdil ise halen Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğrencidir. Çalışmamızın bilimsel niteliği ve şairin de isteği üzerine özel hayata duyduğumuz saygı gereği, ailesiyle ilgili daha fazla bilgi vermeyi uygun görmüyoruz.

Sanatı

Osman Konuk’un sanat, edebiyat ve şiirle ilk temaslarının ilkokul yıllarında başladığı görülmektedir. Kendisinin bizzat ifade ettiği gibi, daha ilkokul 3.sınıftayken ders esnasında, dışarıda yağan karı seyretmeye dalıp gitmesi üzerine, öğretmenin uyarısını fark etmeyince, öğretmen kendisinden “madem bu kadar etkilendin o halde kar konulu bir şiir yaz”[131] diyerek bir ödev ister. Konuk’un “şiir yazmak diye bir şey olduğuna dair ilk bilgi”[132] si, bu olay vesilesiyle olmuştur.[133]

İlkokul yıllarında her gün alınan simit ve gazoz paralarının haricinde her hafta sonu sinema için de harçlık alan şair, “Babamın son derece dindar biri olarak bana sinema parası veriyor olması ilginçtir. ”[134] diyerek hatırladığı bu durum sayesinde şiirin yanı sıra, hem görsel hem de işitsel bir sanat olan sinema hakkında da köklü bir kültür edinmeye başlar. Sinema kültürüne dair bu izler Osman Konuk’un “Melanie”[135], “Şiiriyet”[136], “Penye ve Hakikat”[137], “Tehlikeli Belki”[138],

“Kır Düğünü”[139], “Geleceğin Şiiri”[140], “Tabure ile Berjer”[141] Aşamasındaki Final”[142] gibi şiirlerine de yansımıştır.

İlkokul yıllarında okuduğu çizgi romanlar onda güçlü bir okuma sevgisi doğurmuş, babasının kitap ve dergileriyle de beslenen bu okuma kültürü, ortaokul ve lise yıllarında edebî nitelik taşıyan eserlere kayarak sürmüştür.

Çocukluk yıllarında, evlerinde babası ve arkadaşlarının bir araya gelerek yaptıkları tasavvuf içerikli sohbetlerin, kişiliğinin oluşmasında önemli bir etken olduğunu, kendisinde “sağlam ölçütler”[143] oluşturduğunu söyleyen Konuk’un şiirlerinde tasavvuf kültürü ve felsefesi görülmez ancak almış olduğu bu dinî terbiye yer yer İslamî bir hassasiyet şekli olarak kendini gösterir.

Yukarıda bahsi geçen, ilkokul yıllarındaki şiire ilk ülfet olayının ardından Osman Konuk, kendisiyle yaptığımız röportajda vermiş olduğu bilgilere göre, henüz lise öğrencisiyken üç şiirini İzmir’de çıkan bir edebiyat dergisine göndermiş fakat bu şiirlerden sadece ikisi yayınlanmıştır. Şair hakkındaki bütün kaynaklarda söz konusu dergi İzmir’de çıkan 1977 tarihli Yeni Sanat dergisi olarak anılmıştır. Ancak çalışmamız sırasında yaptığımız taramalar sonucu, İzmir’de çıkan Yeni Sanat Aylık Sanat Dergisfnin ilk sayısının Ekim 1979 tarihli olduğu, Osman Konuk’a ait şiirin ise bu derginin Şubat-Mart 1980 tarihli 5/6. sayısında yer aldığı görülmüştür.[144] Bu durumun kendisine tarafımızca hatırlatılması üzerine Osman Konuk, 1977 yılında İzmir’de çıkan bir dergide iki şiirinin yayınlandığını vurgulamakla beraber derginin adını hatırlayamamıştır. Yaptığımız araştırmalarda da bu dergi tespit edilememiş olduğu için, bu çalışmada, şairin yayınlanan ilk şiirinin tarihi olarak 1980 yılı gösterilecektir.

Konuk, 25 Mart 2012 tarihli röportajımızda, İzmir’de yayınlanan bu ilk şiirlerin öyküsünü şöyle anlatır:

İzmir ’deyken Konak ’ta Aydın Kitabevi ’ne cuma ve cumartesi günleri kitap-dergi almaya giderdim. O dergiyi çıkaranlar da oraya gelirlerdi ama hiçbir zaman tanışma konuşma gerçekleşmedi. Dergi İzmir’de çıkan bir dergi olduğu için öylesine şiir göndermiştim. Yayınlamasına şaşırdım hatta.[145]

Şair, henüz lise yıllarındayken çıkan bu ilk şiirlerinin yayınlanması üzerine hissettiklerini ise Nurettin Durman’ın gerçekleştirdiği röportajda şöyle anlatır: “Çok heyecanlanmıştım. Adımı diploma, karne gibi olmayan basılı bir kâğıdın üzerinde görünce tedirginlikle karışık bir sevinç biraz da korku hissetmiştim. ”[146]

Liseyi bitirip üniversite okumak için İstanbul’a geldiği 1980 döneminin sosyal, siyasî ve edebî hayattaki yansımalarını kendisiyle yapılmış olan röportajlarda değerlendiren Osman Konuk, bu yıllarda toplumdaki kaos ortamının ve siyasal kutuplaşmanın arttığını, bu durumun edebiyat dünyasında da görüş ayrılıklarına dayalı cephelerin oluşması ve sivrilmesi sonucunu doğurduğunu, neticede de edebiyatın ideolojik bir araç hâline dönüştürülüp kendi doğasından kaynaklanan niteliğini ve değerini kaybettiğini şu sözlerle ifade eder:

80’li yıllarda iki şey oldu; politik ve poetik. 70’lerden itibaren yaygınlaşan politik radikalizm, askerî darbeyle kanımca başlatan güçler tarafından bitirildi. Böylece, aslında politik radikalizm olmadığı ‘anlaşıldı ’. Ama o olmayan radikalizm bile bence eşsizdi. Yüz binlerce genç insan, bir hakikate inanma enerjisine sahipti. Daha sonra insanlar vitrinlerin adil bir gelecek fikrinden daha cazip olduğunu keşfetti. Ya da buna ikna edildiler. İkna olmayanlar kayboldu. Fiziksel ya da fikirsel bir kayboluş...

Benim şiire yöneldiğim yıllarda (70’lerin sonu) İkinci Yeni geç dönemini, 60 kuşağı olgunluk dönemini yaşıyordu. Ama dergilerde hâkim tarz politik şairanelik denebilecek berbat, tatsız bir şeydi. Modern Türk şiirinin geldiği yerden çok geri bir noktaydı bu. İslamcı edebiyat dergileri İslami edebiyatı, sosyalist edebiyat dergileri sosyalist edebiyatı tartışıyorlardı. Yani edebiyat dergileri ‘biraz da edebiyat yapalım ’ havasındaydı. Herkes devrim yapmakla meşguldü. [147]

Şair, 2007’de 1980 Kuşağı hakkındaki bir soruşturma dosyasında kendisine

12 Eylül darbesinin öncesi ve sonrasıyla ilgili edebî ve sosyolojik açıdan yorumu sorulunca, verdiği cevapta edebiyatın sosyal ve siyasal hayata olan katkılarını ve misyonunu vurgulamıştır:

Türkiye’de bütün darbelerin nedeni kötü edebiyattır demeyeceğim ama çok ilgisiz olduğunu da söyleyemem. Çünkü edebiyat, insanların düşünebilmesi, sorgulayabilmesi, anlayabilmesi ve anlatabilmesi ve bunlarla ilgili melekelerini canlı ve işler tutabilmeleri içindir. Edebiyat bir toplumu aptallıktan, dolayısıyla kölelikten korur. Darbecilik ensest ilişki gibi bir şeydir. Darbeler toplumları sakatlar. Sakatlıkların iyileşmesi birkaç kuşak geçmesini gerektirebilir. Dünyada darbecilerin hesap vermedikleri tek ülke Türkiye belki de. Hesap sormayan bir toplum, her zaman darbe tehlikesiyle karşı karşıyadır...

12 Eylül darbesinin şiir ortamını canlandırdığı söylenir. Bence yanıltıcıdır. 12 Eylül olmasaydı sanıyorum 80 kuşağı daha esaslı şiir hareketleri üretebilirdi. Çünkü zaten devraldığı dönemde kötü edebiyat dibe vurmuştu. Darbe zaten doğacak olan bir şiirin erken doğumuna neden olmuştur. Zaten doğacak diyorum çünkü Türk şiiri uzun süreli krizlere tahammül etmemiştir hiç. Böyle bir şey var. Türk şiirinin geist’ı diye bir şey var. Bu nedenle 80 şiiri erken doğum travmasıyla da malûldür biraz.[148]

Üniversiteyi kazanarak İstanbul’a geldiği dönemleri kastederek “Bu sırada şiir ve edebiyata ilgim yoğun şekilde devam ediyordu.”[149] diyen Osman Konuk, bu yıllarda bütün ikinci Yeni şairlerini ve takipçilerini, özellikle de “benim kuşağımın tamamı için en parlak ve cezbedici şair”[150] diye nitelediği İsmet Özel’i okumaktadır.

Sosyoloji eğitimine başladığı yıl, şiirde ustası olarak gördüğü İsmet Özel’le tanışan şair, bu olayı, “1978’de benim için iki şey başlamıştı, bir sosyoloji okumaya başladım bir de ismet Özel’le tanıştım.”[151] cümleleriyle değerlendirmektedir.

dönemde çıkan Yeni Devir gazetesine şair Mehmet Ocaktan (d.1955)’ı görmeye gittiği bir gün açık bir kapı aralığından İsmet Özel’i gören Osman Konuk, bu ilk karşılaşmanın kendisinde bıraktığı izlenimi “ismet Özel kasketli, kısa boylu, esmer, zayıf, ufak tefek, kara kuru bir adamdı. Bu benim hayalimde yarattığım ismet Özel’den farklıydı.”[152] şeklinde ifade etmiş ve İsmet Özel’le kurduğu ilk diyalogu şöyle anlatmıştır:

Mehmet Ocaktan ile bir gün Nobel ödüllerini tartışırken, ben o gençlik ateşiyle ‘Ben Nobel’i bir tek şey için isterim, o da reddetmek için.’ demiştim. ismet Özel de yanımıza gelerek ‘Biliyorsunuz Sartre bunu daha önce yapmıştı. ’ dedi ve ‘Siz güneyli misiniz?’ diye sorarak ilk kez bana ilgi gösterdi. Beni güneyli, Türkiye’nin güneyinden biri olarak düşünmüştü. ‘Hayır. ’ dedim. Yanımızdaki arkadaşlar da benim şiir yazdığımı söylemişlerdi. Böylece tanıştık ve dört yıl boyunca yoğun ve sürekli bir usta-çırak ilişkisi ve arkadaşlığımız oldu.[153]

Osman Konuk şiirinin temelinde İsmet Özel’in büyük etkisi vardır. İstanbul’da geçen öğrencilik hayatı boyunca dört yıl, sürekli olarak İsmet Özel çevresinde yer alan Osman Konuk, bu durumu açıkça dile getirir:

İsmet Özel, benim şiirde ustamdır. Şiir üzerine çokça sohbetlerimiz olmuştur... Üniversite hayatım boyunca, dört sene zarfında İsmet Özel’le çok sık görüşüyor, sürekli şiir-edebiyat üzerine sohbet ediyorduk. Ben şiirle ilgili görgümü İsmet Özel ’den edindim. Bilgiden çok görgümü. [154]

Kendisini ‘İsmet Özel şiirinden doğru etkiyle çıkabilen üç şairden birisi’[155] olarak gören Konuk, bir röportajında, kendisine yöneltilen soru üzerine, bu iddiasındaki ‘doğru etki’ ifadesini şöyle açıklamıştır:

Aslında kastettiğim, Türk şiirinin anayolu üzerinde olmakla ilgili. Ben şiire başladığım yıllarda bu yolun son parlak yolcusu İsmet Özel ’di. 70'li ve 80'li yıllarda genç şairler için mihver/pivot şair İsmet Özel’di. İsmet Özel, ustamdır. Kısa sürede yüksek bir şiir görgüsüne sahip olmam, tamamen bununla ilgilidir. Bizim yazdığımız dönemlerde İsmet Özel şiiri en yoğun biçimde okunan, tartışılan, etkili olan bir şiirdi. Bir şair ve şahsiyet olarak İsmet Özel ’in etkisi ve nüfûzu tartışılmaz. Türk şiirinin içinden geçecekse insan, ki geçmelidir, son gerçek temsille karşılaşmadan konuya girilemez. Ama bu, onun klonlanmasını, bir klon şiir yazılmasını gerektirmiyor. Kendisi de bunu istemez. Özellikle bizim kuşak üzerinde bu çok daha fazladır. Fakat bu etki genel olarak onun sihrine kapılmak biçiminde oldu birçoğunda. Doğru etkiden kastım, sihrin arkasındaki hüner ve onun kaynağındaki bilgi hikâyesidir.

Sihirbaza takılmamak yani. Bu bir metafor tabii.[156]

Konuk; şiir, edebiyat üzerine yoğun ilgisi, okumaları, arkadaşlıkları ve İsmet Özel’le olan bu yakın ilişkisi neticesinde şiire dair sağlam bir altyapı edinir. Şair, özellikle İsmet Özel’le olan arkadaşlığını hem bir şans hem de şanssızlık olarak görür. Bu duruma ilişkin olarak Konuk şunları söyler:

Bu hem çok şanslı hem çok şanssız bir başlangıç oldu. Çok şanslı çünkü bu sayede birçok zayıf, niteliksiz, ikinci ve üçüncü sınıf kalitelere takılmaktan kurtuldum. En yüksek noktadan şiire girdim. Bu bir şanssızlıktı, çünkü benim üzerimde çok büyük bir baskıydı. İsmet Özel’in şair dediği bir gençtim ve yazdıklarım en az İsmet Özel’in şiirleri kadar iyi olmalıydı. Bu noktada şunu düşünmüştüm, yazdıklarım ya İsmet Özel izinde gidecek ya da bambaşka bir yolda olacaktı. İlk şiirlerimde, özellikle Yönelişler’de yayınlananlarda bu ikilik vardır, bazı şiirlerim İsmet Özel’e bakar, bazı şiirlerim başka bir yol açmaya çalışır. Mesela oradaki ‘Kötülük’ şiiri İsmet Özel’le karşılaşıp hemen ayrılmaya çalışan bir şiir, ‘Söylenmeyene Katkı ’ ise ayrılmış bir şiirdir.[157]

Bu dönemde İsmet Özel, Osman Konuk’u şiirlerini de alarak evine gelmesi için davet eder. Genç şair, yanına dört adet şiirini alarak İsmet Özel’in evine gider. İsmet Özel, şiirleri okuyup kendi kitaplığına koyar, şiirler hakkında net bir yorumda bulunmaz ancak Konuk, Özel’in tavrından şiirleri beğendiği izlenimini edinir. Osman Konuk, bu dört şiirle ilgili olarak şunları söyler: “Bu şiirlerden başka bir kopya elimde olmadığı için şiirleri net hatırlayamıyorum ancak daha sonraki şiirlerime o şiirlerden bazı mısralar aktarmıştım. ”[158]

İstanbul’da kaldığı yıllarda Üsküdar’da bir öğrenci evinde yaşayan şair, bu dönemde kendisi gibi üniversite öğrencisi olup bugün çeşitli alanlarda tanınmış, doktor, akademisyen ve şair olan isimlerle de o dönemde tanışmıştır. Bu arkadaşlıkların temeli edebiyat, felsefe, şiir ağırlıklı paylaşımlarla şekillenmiştir.

Osman Konuk bu arkadaşlıklarına dair şunları söyler:

Üniversite yıllarında şiir-edebiyat vesilesiyle pek çok arkadaşım oldu. Felsefe bölümünde edebiyatla ilgilenen çok arkadaşımız vardı. Oktay Taftalı, Cengiz Öndersever gibi isimlerle arkadaşlığımız vardı. Bütün siyasi kamplaşmaların dışında, edebiyat-felsefe merkezli bir arkadaşlığımız vardı. Ben ilk gençlik yıllarından itibaren edebiyatın ve şiirin otonomisine inandım. Edebiyat, şiir ilişkilerim de hep bu otonomi anlayışına göre biçimlendi.

Öğrencilik yıllarımda Üsküdar’da bir evde kalıyorduk ve evimizde sürekli olarak yazan, çizen,                                                                       edebiyat, şiir, felsefe meraklısı

arkadaşlarla bir araya gelirdik. O ev o kadar çok bilinir, ziyaret edilirdi ki arkadaşlar arasında ‘Üsküdar ’daki Ev ’ adıyla anılırdı. Eve gelenler arasında İlhan Kutluer, Süleyman Portakal, Hüseyin Atlansoy, Hasan Selami Binay, Adem Turan, İhsan Deniz, Yüksel Peker, Sıtkı Caney ilk aklıma gelen isimler. Ayrıca Necat Çavuş, Adnan Özer, Akif Kurtuluş, Metin Celâl de o dönemde tanışıklığım ve arkadaşlıklarım olan şairlerdi.[159]

Şairin bu arkadaşları arasında özellikle Necat Çavuş (d.1957), Adnan Özer (d.1957), Akif Kurtuluş (d.1959), İhsan Deniz (d.1960), Metin Celâl (d.1961) ve

Hüseyin Atlansoy (d.1962) Osman Konuk’la aynı kuşak içerisinde değerlendirilen ve 1980 sonrası Türk şiirinin şekillenmesinde rol alan isimlerdir.

“Bizim örgütsel, politik angajmanlarımız yoktu ama ortamın bütün baskısını, şiddetini hissediyorduk. Biz kültür sanat merkezli bir arkadaşlık kurmuştuk.”[160] diyerek ihtilal yıllarındaki karmaşada kutuplaşmalardan ve siyasî olaylardan uzak kalmayı tercih ettiklerini ifade eden şair, 12 Eylül 1980’den sonra -bugünkü algılarımızın aksine- kısmî bir rahatlama ortamının oluştuğunu ve edebiyat, şiir merkezli diyalogların artarak sürdüğünü belirtir.

“İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi[161], bizim tabirimizle Erenler[162] adıyla andığımız bir mekân vardır. Diyebilirim ki Erenler’den geçmeyen 80 kuşağı şairi yoktur. Pek çok arkadaşımızla orada tanıştık, konuştuk, tartışmalar yaptık.”[163] diyen şair, 1980 Kuşağı olarak nitelendirilen edebiyatçılarla henüz üniversite yıllarında tanışmıştır.

Şairin İstanbul’da geçen öğrencilik yıllarında kurduğu bu arkadaşlık ilişkileri, bir başka perspektiften, şair Nurettin Durman (d. 1945)’ın “Çamlıca Caddesinde Üç Şair” başlıklı şiirinin dizelerinde de kendine yer bulur:

“Böyle başladı şarkı o zaman böyle

Genç bir şair olarak Osman Konuk

Bendeki sevinç bendeki mutluluk

Canlı hareketli bir komşuluk”[164]

İstanbul’daki öğrencilik yıllarında edebiyat dünyasından pek çok isimle tanışan, arkadaşlık kuran şair, özellikle İsmet Özel’le sürekli olarak görüşmüş, onun kültür ve bilgi birikiminden istifade etmiştir. Konuk, bu yıllarda Sezai Karakoç’la da tanışma fırsatı yakalamıştır. Diriliş’e yaptığı ziyaretlerde Sezai Karakoç’u gören Konuk, şiirlerinden birkaçını Sezai Karakoç’a okuma fırsatını yakaladığı bir günü şöyle anlatır:

İstanbul ’daki öğrencilik yıllarımda çok düzenli olmasa da Diriliş’e de gider gelir ve Sezai Karakoç’un sohbetlerine katılırdım. Yönelişler ’de yayınlanmadan çok kısa bir süre önce şiirlerimi Sezai Karakoç’a okutmuştum. Bir gün arkadaşlarla kendisini ziyarete gitmiştik ve yanımda şiirim varsa bakmak istediğini söyledi. Şiirimi okuduktan sonra bir kez de benim okumamı istedi ve birkaç yeri göstererek ‘Buraların üzerine gidin, bunlar saf şiir. ’ dedi. [165]

Şiirlerini İsmet Özel ve Sezai Karakoç’a okutma fırsatını yakalayan ve bu olaydan şevk duyan şair, bu durumu şöyle yorumlar: “Eğer İsmet Özel ya da Sezai Karakoç benim şiirlerim için olumsuz bir düşünce ifade etselerdi ya da böyle anlasaydım bu yolculuğu sürdürmezdim. ” [166]

1982 yılında Üç Çiçek Yayınları’ndan çıkan Seni Yalnız Ben Anlarım adlı ilk kitabın ve askerlik hizmetinin ardından Malatya’da öğretmenlik ve sonrasında da üniversite görevi ile hayatını sürdüren şair, bu yıllarda edebiyatla ve şiirle ilişkisini sürdürmesine rağmen kendisinin de ifade ettiği gibi yaklaşık on yıl neredeyse hiçbir şey yayınlamamıştır. Osman Konuk, bu durumu şöyle değerlendirir:

Yaklaşık olarak 1990 ile 2000 yılları arasında hemen hemen on yıl kadar bir süre hiçbir şey yayınlamadım. Bazıları bu süreyi iki kitabımın çıktığı tarih farkını gözeterek 24 yıl olarak yorumlasa da bu çok doğru değildir. 1993’e kadar bir şeyler yayınlamıştım ve 2002’ye kadar bir suskunluk süreci geçirdim. Bu on yıllık süreç benim için karanlık bir dönemdi. Kişisel bir içe kapanma dönemiydi. Ama tam bir kapanma. “Dokuz yıl sokağa çıkmadım ”. Gerçek anlamıyla sokak da diyebilirim. Tam bir atalet ve içsel kriz dönemiydi. Bazen olur, bildiğimiz dünya, ayakların altındaki toprak ve başın üstündeki gökyüzü arasında kaybolursunuz. Daha özel nedenleri anlatmaya gerek yok.

Bana göre 90’lı yıllar Türkiye için de karanlık bir dönemdir. Bunun ileride daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. O yıllar siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan kötü bir dönemdi. Simdi görüyorum ki edebiyat-şiir açısından da son derece kısır bir dönemmiş. Bir okur olarak da bunu söyleyebilirim. Zaten benim edebiyatla ilişkim aslında okuma üzerindendir. Yazmak, eser vermek ikinci bir iş gibi gelir bana. Bir yazarın da söylediği gibi, yazarın sessiz kaldığı dönem de eserine dâhildir. [167]

Şairin, bu on yıllık suskunluğunun öncesinde yazdığı dergiler ise şöyle sıralanabilir: Yeni Sanat, Oluşum, Yönelişler, Tan, ipek Dili... Konuk, şiirlerini yayımlamak için seçtiği bu dergilerin, hakiki edebiyatı öncelediklerini savunur:

Şiir dışı bir referansa gerek kalmayan dergilerdi bunlar. Şiirlerimi yayınladığım bütün dergiler, bağımsız, bir ya da birkaç kişinin olağanüstü çabalarıyla çıkan, hakiki edebiyatı önceleyen dergilerdir... Hipermarket kataloglarına benzeyen dergilerde hiçbir şey yayınlamadım, yayımlamayacağım da.[168]

2000’den sonra tekrar şiir yayınlama sürecine giren ve bu arada müstear isimlerle bazı web sitelerine ve email gruplarına üye olup yazı ve şiirler de yazan Osman Konuk, tekrar şiir yayınlamaya başlaması ile ilgili olarak şunları söyler: “Tekrar yazmaya başlamak adeta sıfırdan başlamak gibi oldu ve bu sanki daha canlı bir başlangıçtı. Şiir dilim de değişmişti. İlk kitabımdaki kadar ekonomik, yoğun bir dil kullanmadığım görülebilir sonraki şiirlerimde.”[169]

Osman Konuk, 2006 yılında Hece Yayınları’ndan, içerisinde bir bölüm olarak ilk kitabına da yer veren ikinci şiir kitabı Tehlikeli Belki'yi çıkarmasıyla kendinden yeniden söz ettirmiş, uzun bir süre uzak kaldıktan sonra edebiyat dünyasında bir kez daha ilgi görmüştür. Edebiyat çevrelerinde 80’li yıllardan Konuk şiirini tanıyanlar ve ismini hatırlayanlar ile onun şiirleriyle ilk kez karşılaşanların bu ilgileri sürerken üçüncü kitap 2009 yılında Pan Yayıncılık’tan Beyaz Savunma adıyla çıkar.

Şair, 2000’li yıllarda ayrıca Heves, Hece, Dergâh, Atlılar, Kökler, Kırklar, İtaki, Mahfil, İtibar, Beyazmanto, bachibouzouck, poetikhars gibi dergilerde çeşitli yazı ve şiirler yayınlamıştır. Bunun yanı sıra şairin, şiir ve edebiyata dair çeşitli soruşturma dosyalarına verdiği cevaplar ve yorumları Kitap Postası, Yumuşak Ge, Karagöz Edebiyat gibi dergilerde görülebilir.

Soruşturma dosyalarına verdiği cevap ve yorumlarla, kendisiyle yapılmış söyleşilerden bir seçkiyi ve kaleme aldığı Küllük serisi yazılarını Sıfır İroni adlı kitabında toplayan şair, sanat hayatına halen devam etmektedir. Konuk, şimdiye kadar çok az yayın yapmış olmasının nedeni olarak içsel sorgulamalarını görür:

Az yazmamın temel nedeni, insanlara bu yazdıklarımı mutlaka okumalısınız diyebileceğim kadar çok ve değerli bilgiye sahip olmadığımı düşünmemdir.

Yazma meselesinde hâlâ kendime sorduğum ve cevabından emin olamadığım bir açmazım var: Bazı konuları diğer tüm insanlardan daha iyi bildiğimden ve dolayısıyla onları yaymam gerektiği fikrine hiçbir zaman kendimi ikna edemedim. Ben yazmazsam dünyadaki var oluşuma aykırı davranmış olurum diyemedim kısacası.[170]

Osman Konuk, 1980 sonrası ilk kitabı ve şiirleriyle adını duyurduktan sonra, sanat hayatında önemli bir süre durağanlık görülmesine rağmen; 2000’li yıllardan itibaren yayınladığı yazı, şiir, röportaj ve kitaplarıyla günümüz edebiyat dünyasında yeniden sıkça söz edilen bir isim olmuştur.

Gençlik yıllarında yazdığı şiirlerden oluşan, Seni Yalnız Ben Anlarım adlı ilk kitabını yayınladıktan sonra uzun bir süre şiir yayınına ara veren Osman Konuk, özellikle bu kitapta yer alan şiirlerinden hareketle mistik/metafizik şiir yanlısı veya İslamcı bir şair olarak gösterilmiş; 1980 şiiri üzerine yapılan değerlendirmelerde ‘genç Müslüman şairler’ şeklindeki isimlendirme kapsamında anılmıştır.[171]

Osman Konuk’un ilk şiir kitabında, metafizik göndermeleri ve değenileri olan “İnsanlık Eğrisi”, “Kötülük” ve “Ölüm, Bütün Çağlardan Yapılı Bir An” gibi şiirler yazmış olması; metafizik bir durum olan ölüm temasına sıkça eğilmesi; modernite karşısında kuşkulu ve gelenek yanlısı bir tutum sergilemesi; Yönelişler dergisinin kadrosunda görev alması ve arkadaşlıkları; özellikle 1974’ten itibaren İslamî çizgiye yönelen İsmet Özel’le girdiği usta-çırak ilişkisi onun ‘genç Müslüman şairler’ içinde ‘mistik-metafizik’ şiir yanlısı bir şair olarak anılmasında etkili olmuştur.

Seni Yalnız Ben Anlarım sonrası yapıtları da göz önüne alınarak, bugün gelinen noktadan bakıldığında ise, Konuk’un mistik-metafizik bir şiir anlayışında olduğunu söylemenin pek de mümkün olmadığı görülür. Konuk şiiri, hayatın içinden, canlı ve somut bir şiirdir. Bu durum, Konuk’u, 1980 Kuşağı şairleri içinde, metafizik şiir anlayışı kapsamında değerlendiren Bâki Asiltürk tarafından da işaret edilmiştir.[172] [173]

Şairin kendisi hakkında yapılan “genç Müslüman şairler” gibi değerlendirmelerin edebiyat dışılığına vurgu yapar:

Şiirde ve sanatta kimlik, adres, aidiyet vurgusu genellikle sanat zayıf kaldığında başvurulan bir şey. Şöyle bir şey var: “Ben şu dünya görüşüne sahibim ayrıca iyi şiir sanat yapmama gerek yok, hakikatin sahibiyim, gerisi ayrıntı ” gibi. Şiir tamamen kolektif bilinçle üretilen bir değer olsaydı bütün sanat tarihini çöpe atmamız gerekirdi. Ama yapamıyoruz. Neden böyle olduğunu asgari dürüstlüğe ve temel bilgilere sahip herkes biliyor. Kimlik kartınız ya da pasaportunuz bazı kapıları açabilir ama şiir kapısından girmek için daha fazlasına ihtiyaç var. İnsanlar çok merak ediyorsa söyleyeyim: Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzunun içindeyim. Yani en geniş uzlaşmanın. Ama bazen tek 173

bir kişiyle bile anlaşamadığım doğrudur.

Çalışmamızın bundan sonraki kısmında, gerek şiirleri, gerekse şiir ve edebiyat üzerine söylemlerinde, sanat anlayışını ağırlıklı olarak modern dünyanın dayatması altındaki insanın, kendi özündeki değerleri yitirişi üzerine kuran sanatçının poetik görüşlerini daha detaylı inceleyeceğiz.

Osman Konuk’un Poetik Görüşleri

“Şiir yazan birisi, kabul etsin etmesin poetik bir iddia sahibidir. Değilim diyorsa zaten konu dışıdır. ”[174] [175]

Bir şairi ve onun şiir evrenini tanımak, anlamlandırmak için poetikasını doğru okumak şarttır. Bu çalışmada da Osman Konuk’un şiirini daha iyi okuyabilmek, onun sanatını daha net anlamlandırabilmek için gerek kendi şiirlerinden, yazılarından ve sözlerinden; gerekse kendisi ve şiirleri hakkında yazılıp söylenmiş metinlerden hareketle Konuk’un şiir poetikası ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.

Poetika kavramı, Yunanca’da poetike, Latince’de poetica, İtalyanca’da poetica, Fransızca’da poetique, İngilizce’de poetics, Almanca’da poetik kelimeleri 175 ile karşılanır vepoiein (yapmak, üretmek, yaratmak) fiilinden türetilmiştir.

Terim olarak adını, Aristo (ö.MÖ.322)’nun Poetika eserinden alan poetika, Orhan Okay’ın da belirttiği gibi, bir dönem Fransızcada estetiğe yakın bir anlamda kullanılırken günümüzde sadece şiir için kullanılmasıyla anlam daralmasına uğramıştır.[176]

Poetika, bizzat şairlerin kendi şiirlerinin biçimini, içeriğini, üslûbunu ve estetiğini kapsayan konularda -herhangi bir sanatçıyı ya da eseri hedef almaksızın- ortaya koyduğu görüşleri, tespitleri, önerileri içeren çalışmalardan meydana gelen bir bütündür.[177]

Konuk, ilkokul üçüncü sınıfta öğretmenin verdiği ödevle başlayan şiir yolculuğunda, kitaplarla olan sıkı dostluğu sayesinde geniş bir birikim elde etmiş ve öğrencilik yıllarında geldiği İstanbul’da, özellikle şair İsmet Özekle tanışıp onun yanında bulunarak önemli bir şiir kültürü kazanmıştır.

Gençlik yıllarından itibaren şiirle ilgilenen şair, şiiri bir farkındalık olarak görür. Şiir, Osman Konuk’a göre, modern zaman içerisinde yaşayan insanın, kendi var oluşunu, özünü hissetmesi ve bu öze çizilen sınırları, yönlendirmeleri fark etmesi ile başlayan bir rahatsız olma, duruş sergileme biçimidir. Şiir, bu yüzden bir ‘itiraz’dır ve şair ‘muhaliftir. Şiiri, “İnsanî tamlığın savunulması, modern özürlülüğün reddi, en azından ortaya konulması”[178] şeklinde niteleyen Konuk, şiirin misyonunu şu sözlerle açıklar:

Şiir aklı özgürleştirir; özgürlük denen burjuva icadı şarlatanlıktan da özgürleştirir ama. Bunu yapamasa bile niyet budur. Özgür olmayan sorumlu değildir. Sorumlu olmayan ergin sayılmaz. Tanıklığı da geçerli değildir. Şiiri bir görev bilinciyle yazmıyorum. Bu ve buna benzer şeylerle yazıyorum.[179]

Osman Konuk, İbrahim Tenekeci’ye verdiği röportajda, daha önce söylediği “şiir insanı daha insan yapıyor” söylemini açıklarken, şiirin insanı “tamlık hissi”ne yaklaştırdığını belirtir:

Daha insandan kasıt, belki şiir, etimiz, kanımız, (hadi ruhumuz da diyelim), ruhumuzla, bir zamanlar olduğumuza inanmaktan hoşlandığımız ‘tamlık hissi ’ne yaklaştırır. Belki yaratılışa ait bir eksiklik... Bize kim olduğumuzu söyleyen bir bilgi değil şiirin sağladığı. Ama belki kim olmadığımız hakkında konuşmayı mümkün kılar. Tam değiliz; yarımlığımız, eksikliğimizle yetinebilirdik. Ama sistematik bir eksiltilmeye de razı değiliz. Ben değilim. ‘Ben’ dediğim, binlerce parçadan mürekkep bir kültürel mucize, evrenin bir parçası, bir canlı, bir varlık, bir hacim ve bir bilinç. Ama inanılmaz bir şekilde Türkçe konuşuyor.[180]

Şair, insanın özünde var olan ancak modern hayatın içerisinde deforme olup kendisinden uzaklaştığımız bir ‘tam’ olma durumundan bahseder. Şiir ise bizi bu ‘tamlık hissi’ne yaklaştırır. Nitekim “hiç şiir yazmasaydınız hayatınızda ne eksik kalırdı?” şeklindeki soruya “Muhtemelen eksiksiz bir hayatım olduğunu düşünür ve bu yanılsamayla yaşayan herkes gibi olurdum. Baştan yanlış bir tamlık fikri nasıl olursa öyle. Şiirli hayatın da ekstra zorlukları var ama bunun için Allah ’a şükrediyorum.'”18 şeklinde verdiği cevapla da şiirin bu misyonuna değinir. Burada bahsi geçen şiirli hayatın zorlukları ise ‘eksikliklerin farkında olma ve rahatsızlık duyma biçiminde okunmalıdır.

Konuk, modern şiirin insanın tabiat ve Tanrı’yla olan sözleşmesinin bozulmasından, dünyayla olan ilişkisindeki gerilimden doğduğunu söylerken şiirin, aslında başlangıçta var olan tam olma halinden uzaklaşmış olmanın farkındalığından kaynaklanan bir asabiyetten doğduğunu belirtir ve bütün önemli şairlerin, bir ölçüde şiirlerini bu ilişkiden, bu gerilimden çıkardıklarını söyler:

Modern şiir insanın dünya ile doğrudan ilişkisinden doğdu. Bu nedenle modern sanat estetizmle açıklanamaz. Tabiatla ve Tanrıyla olan sözleşmenin bozulması da denebilir. Maruz kaldığımız, ya da kendimizi maruz bıraktığımız süreç, sonunda selim akıl sahibi her insanın söyleyebileceği ‘hiçbir şey böyle olmamalıydı ’ noktasına getirdi bizi. İnsanın dünyayla ilişkisinin gerilimi de sürekli. Yani ben, sabah uyanıp dünyaya yöneldiğimde, dünyayla kapanmaz bir mesafe ve gerilim halinde olduğumu hissediyorum. Hissetmesem iyi, ama hissediyorum. Bundan çıkan asabiyeti ben 24 saat yaşıyorum. Bunun için şiirin asabiyetten doğduğunu düşünüyorum.[181] [182]

Konuk’a göre şiir, “bilme, anlama, kavrama denilen zihinsel süreçlerin, çerçevelerinin, düzeneklerinin dışındaki mümkünlerin sanatı” dır ve şair, tek yol- tek akıl düşüncesini aşmada, kelimelerin bize ‘öğretilen’, ‘doğru belletilen’ anlamlarının ötesini okuyabilendir:

Dünya ve onun ifadesi olan bütün kelimeler, üzerine yapıştırdıkları anlamları göstermezler. Kelimelerin altını kazıdığımız zaman, hiç ummadığımız şeylerle karşılaşabiliriz. Şiir, bir kazı kazan oyunu değil elbette. Aslında şairin dünyayla gerilimli ilişkisi, ona ait kelimelerin altını kazımasıyla ortaya çıkan bir şey. Bu noktada sözlükler filan aradığımız anlamları, cevapları içermiyor olabilir. Aşk dediğimizde, mesela, buradan çok berbat şeyler çıkabilir. Şiir biraz da bilme, anlama, kavrama denilen zihinsel süreçlerin, çerçevelerin, düzeneklerin dışındaki mümkünlerin sanatı.[183]

Konuk, “Şiir bir sanat... Bir dertleşme, sosyalleşme, arınma, terapi aracı değil.” [184] [185] ve “Sanat arındırmaz. Bunun için kaplıcalar var.”18 gibi sözleriyle şiire yüklediği misyona göndermede bulunur. O, şiirle masaj arasında bir fark olmasını isterken[186], popüler ve kolaycı şiir algısına karşı olduğunu da belirtir.

Şiirin, tabii misyonunu, insanı ‘tamlık hissi’ne yaklaştırmak ve ‘daha insan yapmak’ şeklinde gören şair, şiire başka misyonlar yüklenilmesine, şiirin başka amaçlara ve siyasi düşüncelere alet edilmesine karşıdır. Bu tür girişimleri, şiir açısından bir eksiklik olarak görür:

Şiirin kendi tabii misyonu dışında özel bir misyonu olduğunu düşünmüyorum. Şiire bir ikinci, üçüncü özel bireysel, siyasal misyonlar yüklemek, şiirin tabii misyonu konusunda aciz olduğunu gösterir. Yazılan şey şiirse zaten şiir olmakla kendi doğal misyonunu yerine getirmiş demektir. Buna fazladan misyonlar yüklemek, aslında o doğal misyonu konusundaki yetersizliğini gösteriyordur.[187] [188] [189]

Osman Konuk’a göre şair elbette çevresindeki sorunlardan uzak ve sosyal meselelere kayıtsız olmamalıdır. Şair, şiiriyle modern hayatın içerisinde kaybolan, boğulup sesi kısılan insanın, sesi olmalı, gerekirse haykırmalıdır. Ancak bu haykırış bir çığırtkanlık, bir şov hâlini almamalı ve şiirin üstünü örtmemelidir: Elbette görev adamı, dava adamı, misyoner değil şair. Ama Amerika Ortadoğu'da bilinen bütün ‘insan ırkının aşağılık olma rekorlarını’ kırıyorsa, bu gerçek karşısında ya aklın ve dilin tutulması yazılır, ya da bildik konvansiyonel biçimlere 1     1          ,,188

başvurulur.

Konuk, şiirin doğal misyonu ve başka misyonlar yüklenmesi konusundaki görüşlerini dile getirirken “Şiir herhangi fikirsel doğrulama ya da yanlışlama için bir veri olarak kullanılamaz. Ama şiirde, şiir dışı niyetlerle okunmak istenirse her tür niyeti doğrulayacak ipuçları bulunabilir.”19 şeklindeki açıklamalarıyla şiirin, farklı amaçlar için kullanımına itiraz edip şiirin bütün bilgilerin aciz kaldığı bir noktada başladığını belirtir:

Tarih, insanlık durumu, erdem, özgürlük vs. konularında parlak fikirlerimiz olabilir. Hatta kulağımıza hayatın, evrenin sırları fısıldanmış olabilir ve bunları insanlara anlatmak müthiş bir iyi niyet, özveri, kahramanlık duygularıyla dolup taşıyor olabiliriz. Bütün bunlar için şiire başvuruyorsak doğru yerde değiliz. Herkesin çok değerli, eşsiz, mükemmel fikirleri var ama şiir bütün bu bilgilerin aciz kaldığı bir noktada başlıyor.[190]

Kendisine, pek çok şairin, şiirde belli bir mesafe aldıktan sonra roman ya da deneme türüne yönelmeye başlaması hatırlatılarak bu tür bir girişimde bulunup bulunmayacağı sorulması üzerine, “şiir, edebiyat ülkesinin hükümdarıdır, gerisi hikâye ve romandır”19 şeklindeki cevabıyla şiire ayrı bir misyon yükleyen Konuk’un benzer düşünceleri, farklı açıklamalarında da görülür:

Türkiye de, modern dönemde tek büyük meydan okuma Türk şiirinden çıktı. Nobellere şunlara bunlara burun kıvırabilecek tek karakter sağlamlığı her şeye rağmen modern şairlerde görüldü; titrek romancılarda değil.[191] [192]

Şiir ve hikâye bambaşka türler. Şiirin edebiyatı ve teorisini aşan bir tarafı var. Bu nedenle edebiyat teorisi her zaman şiirde işe yaramaz.[193]

Osman Konuk, modern şairin dik duruşuna, muhalif tavrına çok önem verir ve bunu modern şiirin temel özelliklerinden biri olarak görür: “Bütün hakiki şairler, aslında bir aptallığa, ahmaklığa, gevezeliğe itirazla başlar. Sadece kendi adına itiraz ediyor; konuşuyor yazıyor da değildir. Öyle olsaydı işimiz çok kolay olurdu. Lirik ve hoş şiirler yazardık, keyfimize bakardık.”[194]

Konuk, bir röportajda, şiirlerindeki muhalif duruşun hatırlatılması üzerine, muhalif olmayan bir sanatçı, edebiyatçı, düşünür olamayacağını söyleyerek yine ‘muhalif tavrın’ şiirin var oluşundaki yerini vurgular: “Peki muhalif olmayalım! Uyumlu olacağımız bir dünya varsa muvafık olabiliriz. Muhalif olmakta hiç ısrarlı değilim... Muhalif olmayan bir sanatçı, edebiyatçı, düşünür kategorisi olabilirse de ben bunu sadece bir mantıksal mümkün olarak görüyorum, olgusal değil. ”[195]

Ona göre “Her şair biraz da ermiştir.”[196] ve bir poetik iddia sahibidir: “Şiir yazan birisi, kabul etsin etmesin poetik bir iddia sahibidir. Değilim diyorsa zaten konu dışıdır. Her şair, kendisi yapmasaydı başka hiç kimsenin yapamayacağı bir iş yaptığını düşünür, zımnen de olsa. ”[197]

Şiiri ‘akılsızlaştırılmaya, aklın sömürgeleştirilmesine’ bir itiraz şeklinde değerlendiren şair, modern algının insana dayattığı bir ‘nedensellik’ten bahsederken “Aklımız ve dilimiz zorunlu bir nedensellik inancıyla örülü.1,198 diyerek insanın, içine itildiği ‘tek yol, tek akıl kavrayışına’ karşı tek itiraz şeklinin şiir olduğunu söyler: "Aklını şiirle bozmuş (bozmayı bozmuş anlamında) bir akılsızlaştırmaya, aklın sömürgeleştirilmesine razı olmayan her insanın yapması gerek işi bildiğim biçimiyle yapmaya çalışıyorum. Tek yol şiir değil. Ama tek yol, tek akıl kavrayışına tek itiraz şekli şiir. ”[198] [199]

Modernitenin getirdiği akıl ve nedensellik kavramlarının Osman Konuk şiirindeki yerini görmek için, Ali Ahmet C.’nin Seni Yalnız Ben Anlarım üzerine kaleme aldığı yazıdaki görüşler dikkat çekicidir:

Osman Konuk kitabındaki hemen bütün şiirlerinde çağının farkında, duyarlı, çağın insana getirdiklerinden kaygılı, 15. asırdan itibaren Tanrı ile sözleşmesini yırtan ve bireyin kendiyle, eşya ile, doğayla, dünyayla ilişkisinde kutsaldan bağını koparmış bir usla evrensel ölçekte iş görmesinin sonuçlarını gören ve bunu yüksek tinsel bir güçle gerçekçi bir anlayış içinde eleştirmekten sakınmayan bir şairdir.[200]

Konuk, şiirin aklın sömürgeleştirilmesine olan itiraz ve hakikatle olan ilişkisi bağlamında ise şunları söyler:

Yanılıyorsak bile bu kendi biricik, eşsiz, seçilmiş yanılgımız olsun. Yani yanılmaya, kandırılmaya, ‘tehlikeli belki ’ye hazır değilsen yanlış yerdesin. Doğrunun köleliği ya da yanlışın özgürlüğü. Elbette doğrudan kasıt doğru belletilmiş şeyler. Bu nedenle de şiir deyince hakikatten bahseden şairlere hep şüpheyle bakıyorum. Hakikatin şiire ihtiyacı yok. Tanrı'nın da. Hakikat avcılığı bir telafi gibi gelir bana. Hakikat makyajı çabuk akar. Şiir, biz fani dünyalıların meselesi.[201] [202]

Modern şiiri, “modernin kalbine daha modern bir şeyle saldırmak” şeklinde anladığını belirten şair, ilave eder: “Esasen saldırdığın kendinden başkası değil.”20 Ona’a göre ‘modern şiir, özürlü oluşa, parçalanışa, hafıza yitimine, metalaşmaya, değersizleştirilmeye bir itirazdır ve özünde ahlâkî bir boyut taşır’. Bu yüzden memnuniyet ve rıza duygusuyla ya da fikriyle şiir yazılmaz: “itiraz etmeyeceksek niye yazalım ki. Memnuniyet ve rıza duygusuyla, fikriyle şiir yazılmaz. Hatta yazılmaz. Bize öğretilen dil bir ‘razı etme, ikna etme setidir’. Şiir o nedenle topyekûn reddir. Şiir, bu topyekûn reddin tek beşeri yoludur.”[203]

Gerek bu sözleri gerekse genel tavrı ile muhalif bir duruş ve itiraz sahibi olan Konuk’un şiirleri okunduğunda, şairin nihilist bir tavır sergilediği gibi yanlış bir kanaat akla gelebilir. Şair ve akademisyen Bâki Asiltürk de 1980 Kuşağı üzerine hazırladığı kapsamlı çalışmasında Osman Konuk’u değerlendirirken bu noktayı açıklama gereği duyar.

Asiltürk, Konuk şiirinde, varlık ve varlığın anlamı, dünyada olmanın beyhudeliği, yaşamanın hiçbir işe yaramadığı inancı okuyanda nihilizme varan bir algı yaratırsa da şiirin üstündeki örtü kaldırıldığında derin insanî kaygı ve uyanışlarla karşılaşılacağının altını çizer: “insanın yeryüzündeki varlığına anlam arayan ve bu anlamın, yer yer beyhudelik, nihilizm çağrışımları yapsa da, insanı yücelten bir anlam olduğuna inanmak isteyen birinin kalbinden geldiği hissedilen şiirleri onun şair kimliğinin ana çizgisidir denebilir. ”[204]

Osman Konuk, modernite ile giderek yitirilen değerlerden, kaybettiklerimizden bahseder ve şiiri bu noktada bir itiraz şekli -belki de tek itiraz şekli- olarak görürken “geleneğin iyi, modernin kötü olduğu gibi toptan, düz indirgemelere pek itibar etmiyorum ”[205], “modernlik eleştirilebilir ama dışına çıkılabilir bir durum ve süreç değil...anti-modernizm modernizmin farklı bir formudur.”[206] diyerek itiraz etmek için itiraz etmenin, bir itiraz çıkmazı içine sürüklenerek değişim ve gelişime kapanmanın da yanlışlığına işaret eder. Nitekim onun “şiirde ve dünya işlerinde mutlak sadakat gerektiren biçimsel kurallar yoktur düşüncesine hep sadık kaldım.”[207] örneğindeki gibi, edebiyat ve şiir alanındaki farklı arayışları hoş gören, destekleyen nitelikteki sözleri de bu mahiyettedir.

Şairin ve şiirin misyonu üzerine yaptığı açıklamalarda, şiirin bir şey anlatıp anlatmadığına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Konuk, şiirin çok şey anlattığını; şairlerin, dünya ve dille olan mesafeleri nedeniyle, bize öğretilenlerin kurnazca düzenlenmiş razı etme mekanizmalarının eseri olduğunu gösterebileceklerini söyler:

Şiir kesinlikle bir şey anlatır. O kadar anlatır ki, en çok şiirde ‘mesaj ’ şiirin topyekûn kendisidir. Şiir yazıyorsak ayrıca bir şey anlatmaya gerek yok. Şiirde, işaret, ima ve temsil edilmiş olan her şey, bir üst politik belirlenim olarak kendiliğinden, bir kökparadigma, tohum ve imkân olarak zaten şiirde içerilmektedir... Şairler, gırtlağımıza kadar battığımız ‘şimdi ve burada ’ olmak durumunu dünya ve dille mesafeleri nedeniyle bize anlatabilirler. Biz de şimdiye kadar öğrendiklerimizin, kurnazca düzenlenmiş ‘razı etme mekanizmalarının’ eseri olduğunu farkedebiliriz. Bu farkındalık, rıza'nın araçlarından farklı bir medyumla kotarılabilir. Şiirle. Gerçeğin ve dilin kutsal şalını kaldır­dığımızda gördüğümüz şeyden pek memnun olmayabiliriz ama aptallıktan yeğdir. Sinir sistemini aldırmış ve yerine estetik protez bir sistem taktırmış gibi yazan şairleri okuyamıyorum. ‘Hiç asabı bozulmayan, başka her yeri bozulan’ şeklinde bir mısra yazmışım.[208]

Formasyon, yetenek ve çalışmayı şiirin gerektirdiği vasıflar olarak sayan şair, şiirin yazılı olmayan kriterlerinin hiçbir iş pozisyonda olmadığı kadar yüksek kalitede olduğunu belirtir.[209] Şair bütün bu donanıma sahip olmayı bile şiir için yeterli görmez. Ona göre hakiki şairde, ‘şiirsel akıl, şiirsel zekâ’ çalışır:

Bir insanın parlak bir zekâya, ciddi bir edebiyat-şiir formasyonuna, uygun ortam ve araçlara sahip olması bile çoğu zaman onu (birinci sınıf) şair yapmayabilir. Bunlar olmadan da olmuyor tabii. Ama şiirsel zekâ diye bir şey var. Yetenek muğlak olduğundan bunu tercih ediyorum. Şiirsel zekâ biraz sihirli bir şey. Anlatılabilseydi şimdiye kadar birileri tanımlamış olurdu zaten. Ama şu kadarını söyleyeyim. ‘Anlatmaktan vazgeçmeden anlatılamaz.[210]

Şiirsel zekâ, şairin itirazının, muhalefetinin ana kaynağıdır ve onu eksikliği hissedilen, fark edilen ‘tamlık hissi’ne yaklaştıran da bu kaynaktır:

Şiirle düşünmek, şiirsel düşünmek gibi değil. Başka bir yerde şiirsel akıl terimini kullanmıştım bunu karşılamak için.. şair zihninin bu formu, kendi davranışsal biçimlerini de üretir: şiire ve her şeye içkin olanlara razı olmamak, ciğerden uzlaşamamak, okullu olmamak, ders kitabı şairi olmamak, kurumsallaşmamak.[211]

Konuk, modern şairin bu dik duruşunu, itirazını şiirin var oluş sebebi olarak görür ve kurumsallaşmış devletleşmiş, silikleşip, sesi kısılmış bir şiir-şair imajına karşıdır. Ona göre bütün iyi şairlerin Orhan Veli’yi sevmesi de, onun, bütün devletleştirme çabalarına rağmen, Oktay Rifat ve Melih Cevdet gibi ‘devletlü’ bir 212

şair olmayışındandır.

Şaire göre ‘sistematik bir eksiltilme’ ve ‘aklın sömürgeleştirilmesi’ altında, dayatılan ‘nedensellik’ varken şiirde “ düşüncesizlik düşünceden daha değerlidedir. Bu durum ‘kendiliğinden olma’yı kıymetli ve anlamlı kılar.

Sanatın özsel niteliğinde süreklilik, istikrar, disiplinden çok kendiliğindenlik ve olağanüstülük var.[212] [213] [214] diyen Konuk’a göre “şiirin oluşum sürecinde bu kendiliğindenliği yitirdiğiniz zaman, şiirdeki o ruhu da kaybetmiş oluyorsunuz zaten. ”[215]

Şiirlerini nasıl yazdığına dair açıklamalarında ‘kendiliğindenliğin’ önemine değinen Konuk, şiirlerinin ilk mısraındaki sadeliğin ve şiirin çok basit bir durumdan başlamasının yanı sıra günümüz modern hayatının dil ve sembollerini kullanmasını da ilk şiirlerinde de görülen ‘sade gerçekçilik’ durumu olarak niteler ve bütün bunları mizaçla ilişkili görür. Konuk’a göre insan mizacını keşfederse aslında fıtratına ‘yani bir daha hiç öyle olamayacağı mükemmel tamlık hissine’ de yaklaşmış olur.[216] [217]

Modern Türk şiirini —şehirli, gerçekçi ve muhalif”211 olarak niteleyen Osman Konuk’a göre “şiir göz önünde olanı bilinir, görünür kılma sanatı.”dır.[218] Bunu yaparken de -gerekirse okurun gözünü çıkarabilir bu arada. Çünkü her göz önünde olan ‘bilinir’ değildir.”[219]

Konuk, Türkiye’de yüksek kültürü ve sanatı şiirin temsil ettiğini belirtirken, bunu şiirin tek başarılı çağdaşlık biçimi olmasıyla ilişkilendirir. Ona göre, buradaki yükseklik bir elitizim değildir:

Türkiye ’de yüksek kültürü ve sanatı şiir temsil ediyor. Yüksek kültür de, hakikat, güzellik ve erdem birliğini anlatan büyük hikâye. Yani paranın satın alamayacağı şeyler. Fabrikası olmayan şeyler... Türkiye’de yüksek kültürü şiirin temsil etmesi, onun tek başarılı çağdaşlık biçimi olmasıyla ilgili. ‘Bir romanımız yok, resmimiz yok, felsefemiz yok, sinemamız yok ’ denebilir. Ama bir şiirimiz yok demek kimsenin aklının ucundan geçmez... Tersinden söylenecek olursa, şiir, hem romanımız, hem resmimiz, hem sinemamız, hem felsefemizdir denecek kadar göz kamaştırıcı bir deha eseri..[220]

Konuk, Türk şiirini biricik kılan, onu tarif eden nitelik olarak ‘şiirsel akıl’ dediği bir zihin formunu görür. Ona göre bu zihin formunun ürünü olan Türk şiirinin karşılaştırılabileceği başka bir sanat ya da sanat dışı etkinlik de söz konusu değildir:

Türk şiirini biricik kılan, onu tarif eden nitelik ne olabilir o zaman. Bir zihin formu. Bu zihinsel form, karşılaştırmalı bakıldığında daha çarpıcı görülebilecek bir gelişkinlikte. Ama Modern Türk şiiriyle karşılaştırabileceğimiz başka bir sanat ya da sanat dışı etkinlik söz konusu değil. Karşılaştırılabilir olanlar çağdaş değil; çağdaş denilenler Batılı örnekler yanında çok silik. Mesela şiirsiz fikir hareketi de yok denecek kadar az Türkiye ’de. Her hareket bir şekilde şiirle bağ kurma gereği duyuyor. Yanlış kuruyor başka ama şiirsiz düşünülemeyen bir ülke Türkiye. Nedeni de modern Batılı aklın içinde kalarak söylenecek her şeyin zaten Batılılarca söylenmiş, söyleniyor olması. Şiirle düşünmek, şiirsel düşünmek gibi değil. Başka bir yerde şiirsel akıl terimini kullanmıştım bunu karşılamak için..[221]

Mehmet Öztek’e verdiği Temmuz 2006 tarihli röportajında, Türk şiirinin bugün geldiği noktanın çok yüksek olduğunu vurgulayan Konuk, —Türkiye ’de Türk Şiiri'ni tartacak ikinci bir konu yok. Hiçbir büyük Türk şairi Nobel peşinde koşmamıştır.”” derken Türk şairinin de yaptığı işin yüksekliğinin, -nerede ve kimlerle alakalı olduğu””nun farkında olup -şiirin hiçbir takasın ikamesi olmadığını veri alarak” kavraması gerektiğini aksi takdirde -bıdı bıdı, sivilceli, mırıltılı bir şiire şiir denmesinin de -bu saatten sonra”” pek mümkün olmadığını belirtir.[222] Ona göre şiiri vaz geçilemez kılan da bilimler ve sanatlar arasında ikamesinin yani bir başka ifadeyle yerine koyulabilecek bir eşi ya da benzerinin olmayışıdır.[223]

Kalpazanlıkla kendi adına para bastırma arasındaki küçük farkın şiirle şiir olmayanı ayıran bir fark[224] olduğunu söyleyen Osman Konuk, şiirin sınaması ya da sağlamasının da sade şiirde mümkün olduğunu belirtir.[225]

Sadece şiirle yeni bir dünya kurulamayacağını söyleyen[226] Osman Konuk, yüksek kalite şiirin hayat bulduğu bir ortamın var olmasını, şiirin ifade aracı olmasından çok daha önemli görür.[227]

Sanatı, edebiyatı ve şiiri tanımlarken, popüler şiir/ endüstriyel şiir ve yüksek şiir ayrımını vurgulayan şair, yüksek şiiri, en fazla birkaç yüz kişinin bildiği özel bir lehçeyle yürüyen bir kaliteler toplamı[228] olarak tanımlar ve yüksek sanatın her dönemde belli bir azınlıkla ilgili olduğunu söyler.[229]

Popüler şiirle popülerliği amaçlayan şiir ayrımını gözetmenin gerektiğini söyleyen Osman Konuk, popülist şairle, “sadece şair” ayrımını da vurgulayarak konuyu —Türkiye’nin en bilinen şairi Mehmet Akif’tir ama kimsenin aklında popüler bir Mehmet Akif imgesi yoktur.[230] örneğiyle somutlaştırır.

Osman Konuk şiiri anti-popülist bir şiirdir denilebilir. Şairin, sanat gibi göz önünde olma, hayranlık, takdir ve beğeni toplama arzularının baskın olduğu bir uğraş alanı içerisinde bile az şiir yayınlaması, yıllarca kitap çıkartmaması, ortalıkta görünmemesi Konuk’un genel olarak popüler olma karşısındaki tavrını gösterirken şiirlerinde de bu tercih hissedilir:

“fotoğrafçı sen bilirsin; halkla ilişkiler bir bilim midir?

sanattır. bu yüzden halka aram iyi değildir. ”[231]

Osman Konuk’un ideal şair imajını somutlaştırması açısından Mehmet Âkif hakkındaki fikirlerini zikretmek kanaatimizce yerinde olacaktır. Şiire ve şaire yüklediği misyon ile söz konusu popülarite ve ‘endüstriyel şiir’ karşıtlığını görmek adına okunabilecek olan Hece dergisinin Mehmet Âkif Ersoy özel sayısındaki bu yorumlarında Konuk, Mehmet Âkifi modern şiirin öncülerinden olarak görmekle beraber onun muhalif tavrına değinerek devletleştirilmiş bir Akif imajının günümüz genç okurları için onu anlamsızlaştıracağını söyler:

Mehmet Akif ve şiirine yeni kuşakların yaklaşmasındaki en büyük ve yanıltıcı engel, ağır, resmi ve devletçi bir söylemin konusu yapılması ve bir anlamca icat edilmiş bir imgeyle bilinir hale gelmesidir. Sivil bir şair olan (milletin şairi) Mehmet Akif, İstiklâl Marşı şairi olması nedeniyle törenler, anmalar, ders kitapları ve resmî müfredat içinde bu karakterinden uzaklaştırılmış ve dönemsel politik jargonların malzemesi yapılarak gerçek karakterinden uzaklaştırılmıştır. Kısaca sağcılaştırılmış bir Mehmet Âkif, hayatının her döneminde idealist, özgürlükçü ve muhalif Mehmet Âkif’in yerine konmaya çalışılmıştır. Bu durum, Mehmet Âkif’i bugünün genç okurları için giderek anlamsızlaştırmaktadır. Halbuki sivil hayatta, halk katında, Akif, tam da gerektiği şekilde anlaşılmakta ve değerlendirilmektedir. Kıraathanelerde, berber dükkânlarında ve benzeri sivil alanlarda resmi asılan tek şairdir Akif222

Şiirin tüketici ya da okur gözetilerek yapılacak bir iş olmadığını, bunun aksinin ise endüstriyel şiire çıktığını oysa şiirin tam da endüstrileştirilemeyen bir değer alanına ilişkin olduğunu[232] [233] söyleyen Konuk, bu değer alanını hakikat, güzellik ve erdem birliği yani paranın satın alamayacağı, fabrikası olmayan şeyler[234] [235] olarak çizer.

Türkiye’de her hareketin bir şekilde şiirle bağ kurma gereği duyduğunu belirten Konuk’a göre “Bu gelişkin zihin formun uzun bir gölgesi var. Geniş, yüksek. Ona uğramayan, ondan el almayan hiçbir yerli fikirsel, kültürel, sanatsal iş bir şeye benzemiyor.'225dur.

Konuk, şiirin bir doğası olduğuna inanır ve ona göre, şiir-şair düşmanlığı yapanların, genellikle yeteneksiz, orta kalite bireyler olması rastlantı değildir. Çünkü şiirin doğasını anlaması için okurun bile sanki doğuştan okur olması gerekir. [236] [237]

Okur bağlamında kendisine yöneltilen “Bir şiir bir insana ne anlatır?' sorusuna —Bence şiir insana zaten bilmediği hiçbir şey anlatamaz. O nedenle şiirden anlamanın okulu, kursu, diploması olmaz. Şair ve okur sınırı bu ‘birlikte anlama’ döngüsü tamamlandığında belirsizleşir.'221 şeklinde cevap veren Konuk, İsmet Özel’den referansla, her okurun aynı zamanda şair olduğunu belirtir.

Şiir okuru olmanın pek çok özel kalite gerektirdiğini[238] söyleyen Konuk, okurla muhatap farkına değinir ve bu farkı, “Bir şairin okuru olmasıyla muhatabı olması farklı şeylerdir. Kitabıma ilgi vardı ama bu esasa dayalı değildi.'

şeklindeki ifadelerinin hatırlatılması üzerine, “şiirle, o şiir hakkında söylenenler

r i       11          7 . r i              i       i i i-        ,,239 1 i* 1        1 1

farkı, okurla muhatap farkına karşılık geliyor       şeklinde açıklar.

Okura, bu açıdan yaklaşan Konuk, şiir yazmak, şair olmak konusuna Alman filozof Martin Heidegger (ö.1976)’in "Şiir yazmak öğrenilemez" sözünü hatırlatarak “Heidegger doğru söylüyorsa öğrenilemez bir şeyi ‘öğretmeye çalışmak’ saçma olur.[239] [240] şeklinde yaklaşır.

Konuk’un şair ve şiir üzerine düşünceleri arasında şairlerin okur zihnindeki hâllerine göndermeler vardır. Küllük serisini yazma nedenlerinden biri olarak “kolektif bellekteki göksel şair, yazar imgesini yeryüzüne indirme”[241] [242] isteğini gösteren şair, kendisiyle gerçekleştirilen bir röportajında nükteli bir üslûpla bu konuya değinir:

Şair dediğimiz insanlar taksit ödüyor, KPSS sınavına giriyor, dedikodu yapıyor ve bazılarının kötü çocukluk anıları var. Bazıları bir anne ve babadan doğmuş bile olabilirler. Hatta çok ayıp şeyler yapıyorlardır. Göğün yedi kat üstünde yaşayıp ilham perileriyle âlem yapmıyorlar ama... Belki de öyledirler bilemeyiz. Kızıyor, öfkeleniyor artistlik yapıyor, uyuz triplere giriyorlar. O yazmasaydı, yapmasaydı asla yapılamayacak iyi bir şey yapmışsa şiirde, gerisi şairle kendi 242

arasındadır. Bize ne. Ayrıca biz kimiz.

Şair, kendisinin nasıl şiir yazdığına dair yöneltilen bir soru üzerine ise alışılmış ve beklenen cevabın aksine ‘hayal gücüyle değil gerçek gücüyle’ yazdığını ifade eder:

Şiir yazmak için, vecd, ilham, müzik, aşk, uyarıcı vb. şeylere inanmam. Yazmak için öyle laboratuar koşullarına, sterilize ortama ihtiyaç duymuyorum. Her şeyin, her zaman olduğu gibi olması yeterli. Gürültülü, pis, alelade, olağan. Gerçekgücü hayalgücünü aşmışsa hayalgücünün acziyle şiir yazılamaz. Modern hayat zaten kendiliğinden olağanüstü, renkli, manyakça ve açık saçık (pornografik). Bedensel açıksaçıklık değil dediğim; bizatihi rasyonalitenin müstehcenliği. Sonuçta şiir hakkında kurulan her cümle şiire bir sınır (had) çizme çabasıdır. Her sınırlandırma sonsuz sayıda seçeneği dışarıda bırakmak anlamına gelir. Şiirin doğal sınırını kendi aklının sınırı sanma sığlığı.

Şiir tarihî bu tür poetik cesetlerle dolu.[243]

Divan ve halk şiirini derinlemesine okumadığını söyleyen Osman Konuk, şiirinin kaynakları olarak Şeyh Galip sonrası topyekûn modern Türk şiirini gösterir:

Şiirimin kaynakları Şeyh Galip sonrası topyekûn modern Türk şiiridir. Divan şiirini de Halk şiirini de özel olarak derinlemesine okumuş sayılmam. Çok gerekli olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü Türk şiiri birikimini Türkçenin içinde taşımaktadır. Türkçeyi bilen ve Modern Türk şairlerini okuyan herkes geleneğin doğal taşıyıcısıdır. Halihazırda Türk şiirinin bir yerinde iyi şiirler, yazılar yazan, dergi çıkaran herkes, en avangard gelenek karşıtları dâhil hepsi, geleneğin mirasçılarıdır.[244]

Şiirsiz bir gün bile geçirmediğini söylemesine rağmen uzun süre şiir yayınlamayan şair, şiirin yazılması hususunda özen ve çabanın önemine de değinir.

Bu noktada sürekliliği ve kendiliğindenliği anlamlı görür:

Bir şiiri bazen aylarca yazamamak gerekiyor. Yazamamak diye yazmamak gerekiyor. Binlerce kitap okumak, on binlerce şiir okumak, ‘adamlar neler yazmış’ ya ben böyle yazamam duygusu gerekiyor. Bir mısra için bazen üç yüzlük bir top kâğıt harcamak gerekiyor... Dediklerinden çok demeyip kendine sakladıklarını anlamak gerekiyor.

Biraz anladığında, bir şiirin kâğıt üstündeki haliyle, kaynağı arasındaki sürekliliğe bakmak gerekiyor.[245]

Osman Konuk, şiirin ‘hayal gücü’ ile ilişkilendirilerek gerçek ve günlük hayattan koparılıp soyut ve donuk hale getirilmesine karşıdır. Onun şiir ile hayal gücü arasında kurulan ilişkiye bakışı ve şiirin unsurlarından biri olarak kabul ettiğimiz hayal gücüne yaklaşımı ‘görsel şiir’e ilişkin yorumları sırasında da görülür:

şiir, gözlerini kapattığında biten, açtığında başlayan, basit bir açma kapama düğmesi midir? soruyu sorar sormaz koronun hep birlikte cevap verdiğini duyabiliriz. değildiiir. iyi. o değilin önemli olduğu saptandı. ama sorunlar bitmiyor. efkarlanıp, müziğin sesini açayım, şuradan bir görsel şiir okuyum ihtiyacındaki sıradan okuyucu ne yapacak. hayalgücüne mi başvuracağız yine. ah o eski, buruşuk, aslında bir gücü kalmamış hayalgücü.[246]

Konuk, günümüzde şairliğin geldiği durumu değerlendirirken de şiirin misyonundan kaynaklanan şairin asil ve asli karakterini kaybetmemesinin önemine değinir:

Şairlik kolayca parodisi yapılabilecek bir rol setine dönüştürüldü. Şair deyince kırılgan, hassas, bunalımlı, hastalıklı ya da isyankâr, nihilist anomik karakterler akla geliyor. Bir de hayatını günlük normaller içinde yaşayan ama şiiriyle yüksek, hakiki örnekler var. Her şeyin birbirine karıştığı bu yumuşak, postmodern dönemde şair kendi asil ve asli karakterini kaybetmemeli. Bunun yanında, şiir içi her tür deney, öneri, akım ve anlayış ikinci derecede tartışma konularıdır.[247]

Konuk, şiirde konuşan öznenin mutlaka şairin kendisi olarak anlaşılamayacağını, şairin bazen, konuşma imkânından mahrum olanlar ya da konuşmamayı seçenler adına da söz alabileceğini vurgulayarak bu yetkinin, şiirin beşerî duruma ilişkin oluşundan kaynaklandığını belirtir:

Şiirin beşeri duruma ilişkin olmaması düşünülemeyeceğine göre şairler her ben dediğinde kendi sıradan, önemsiz kişiliklerinden bahsetmiş olmazlar. En azından her zaman. Şairin yeteneği kendi kişisel hikâyesinden hareketle beşeri sonuçlara yükselebilmesiyle de anlaşılabilir.[248]

Osman Konuk 2008 yılında Karagöz Edebiyat dergisinin şiirin tabuları hakkındaki soruşturma dosyasına verdiği cevapta şiirin, şiiriçi ve şiirdışı normaları olduğunu; sadece yeninin değil eskinin de tabulaştırılabileceğini; kabul görüp ‘normal’ olarak addedilen şiir anlayışının, kendisinden sonra gelecek olan yeni anlayışa direnmesinden çıkarımla her normalleşen şiirin yeniliklere direneceğini; şiir yazarken bütün bu algıların sonucunda şair, bilincinde olsa da olmasa da bir otosansürün devreye girdiğini ifade eder:

Her normalleşen şiir yeniliklere direnir. Normal şiir sadece yazılan şiiri belirlemekle kalmaz, şiirsel tahayyüle sınırlar da çizer; tel örgülerle çevirir ve yasak bölgeleri işaretler. Tıpkı siyasal sınır bekçileri gibi, neyin geçip neyin geçemeyeceğine; neyin şiir neyin şiir olmadığına karar veren şiir gümrükçüleri vardır. Editörler, eleştirmenler, yayıncılar düzeni yani. Sistemin böyle işlemesi tek başına kötü değildir. Her yeni şiir programına, direnme, kendi mücadelesini yapma, bağımsızlığını kazanma şansı verir.[249] [250]

Şiirin tapusunu şairlerin elinde gören Konuk, şiirdeki bu tabu anlayışının olması gerektiğine de değinir. Şiirde ‘her şeyin mubah’ sayılamayacağını aksi takdirde şiirin bütün beşerî iddialarından vazgeçmiş olacağını söyleyen şair, ‘sıfır tabunun sıfır kaliteye’ kapı açabileceğini hatırlatır:

Tabuların kötü tabusuzluğun iyi olduğu kabulü postmodern hurafelerden biri. Tabusuzluk niye iyi olsun. Tamam, şiirsel tabular genellikle küçük feodal hâkimiyet alanlarını korumak, karşılaştırmalardan, kriterlerden ve yüksek kaliteli şiirle sınanmaktan kaçmak için üretiliyor; ama sıfır tabu da bazen sıfır kaliteye kapı açmaz 9250 mı?

Modern şiirin bir eylemsellik taşıdığını ve de insan eylemlerinin içinde en değerlilerinden biri[251] olduğunu söyleyen Konuk, şiirin kamusal kısmının, şairin eyleminin sadece görünen bir parçası olduğunu belirtir: “Yazmakla bir şey anlatmak gibi bir amaçtan çok yazmakla bir eylemde bulunmak ya da eylemsellik içinde olmak... Şiir şairin eylemidir ama şiirin kamusal kısmı bu eylemin ancak görünen parçasıdır.”[252]

Osman Konuk, Temrin dergisinin “İnziva” konulu dosyasındaki yazısında ve Edebiyatta Üç Nokta dergisinin “Dijitalleşen Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat” soruşturmasına verdiği cevaplarda teknolojinin ve sosyal medyanın, edebiyata ve şiire etkilerine değinmiştir. Günümüz insanın sosyal medyaya olan ‘bağımlığını’ bir sosyolog-şair gözüyle değerlendiren Konuk, gelişen teknoloji ve değişen yaşam biçiminin insan ilişkilerine verdiği zararı “Metropoller münzevi dolu. Issız coğrafyalardaysa şen kahkahalar.”[253] şeklinde ifade ederken kalabalıklar içinde yalnızlaşan modern insana değinir.

Sosyal medyanın en yaygın araçlarından biri olan twitter’ı, ‘fastfood edebiyat’ ve ‘zamanın ruhuna çok uygun’ şeklinde niteleyen Konuk, bu tweetlerin belki de yeni bir edebiyat türü olabileceğini ifade eder.[254] Aynı soruşturma kapsamında kâğıt uygarlığının ömrünü tamamladığını, tarihsel alışkanlıkların ve nesnelerin kutsallaştırılmasının anlamsız olduğunu dile getirerek yeniliklere açık bir tavır ortaya koyan Osman Konuk, iyi bir tweet’i kötü bir şiire tercih edeceğini söylediği gibi “bağımsız kalarak dünya hakkında bir şey söylemenin tarihte bilinen en yeni ve özgürlükçü, demokratik şekli ” olarak nitelediği blog yazarlığı için de “birçok isimsiz blog yazarı edebiyatın isimli yazarlarından çok daha iyi”[255] değerlendirmesini yapar. Bu düşüncelerinin kaynağında onun, şiiri salt metin olarak görmeyen ve yeniliklere-denemelere açık anlayışı yatar:

Bence şiir hiçbir zaman salt metin olmamıştır. Özellikle modern şiir basılı kâğıttan taşan bir eylemsellik taşır. Dijital uygarlığın şiirle etkileşimi avangard girişimlere neden olabilir. Olmayabilir de. ‘Bildiğimiz şiirin’, yani söz ve yazı hüneri olarak şiirin sonu da olabilir. Benim tahminim şiirin başka sanatlarla boyutlanarak birkaç level birden atlayacağı yönünde.[256]

Seni Yalnız Ben Anlarım adlı ilk kitabının ardından uzun süre şiir yayınlamayıp edebiyat ortamında sessizliğe bürünmesinin bir küslük durumu olmadığını, sadece bir tercih olduğunu[257], şiirin bir kere bir insanda başlayınca bitmeyeceğini[258], bu ‘süreksizliğin’ sadece şiirinde değil, biyografisinde de olduğunu, uzun süre şiir yayımlamak için hiçbir neden göremediğini[259] [260] söyleyen Konuk, kendisinin de dâhil edilerek bir dönem şiir ortamında dikkat çekip daha sonra gözden kaybolan şairler hakkında ‘yitik kuşak’ nitelemesiyle çokça yazı kaleme alındığını, oysa konunun sanat açısından daha teknik bir çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini belirtir:

Şiir ve sanat meselesinin kendine özgü bir sürekliliği, disiplini, istikrarı vardır. Ama bu başka insanlara tam tersiymiş gibi gelebilir. Mesela ben istikrarlı bir istikrarsızlık, sürekli bir süreksizlik hali yaşarım. Sanatın, şiirin formel biçimleri onların dergilerde yayınlanması, kitaplaşması elbette onu görünür hale getiriyor; ama eğer sanatla hayat arasında kopmaz bir bağ varsa sanatın görünmez biçimleri, halleri de sanata dahildir. Şiir yazdığım ve yayınladığım dönemlerde de bunu yapmadığım dönemlerde de benim şiir ve sanatla alakam hep aynıydı. Şiir yazmıyor, yayınlamıyordum; ama o dönemlerde şiirsiz bir 260 günüm geçmemiştir.

2000’li yıllarda yazılan şiir hakkında olumlu kanaat belirten Konuk, alışılmış formların dışına çıkarak yenilik arayışlarına giren genç şairleri başarılı bulurken[261], kendisinin de içinde bulunduğu orta yaş kuşağını gençlerle baştan kaybettikleri bir rekabet içinde görür.[262]

Konuk şiirinin dikkat çekici yönlerinden biri güncele dayalı unsurların sıkça görülmesidir. Onun şiirlerinde günümüze ait marka ve sanatçı adları ile sıkça karşılaşılır. Bu isim ve ifadeler bugünün okuru için çağrışım açısından anlamlı iken geleceğin okurları, değişen hayat şartları içerisinde çağrışımlarını ve anlamlarını kaybeden ya da değiştiren bu ifadeleri -en azından bazılarını- anlamakta güçlük çekecek hatta anlayamayacaktır. Şairin, bu durumun Konuk şiirinin geleceğe kalması açısından muhtemel bir risk gibi görünmesine dair söyledikleri, dikkat çekicidir:

Aktüel, yani gerçek hakkında yazmak modern şiirin tanımında var. Ama bu şiirde bir kusur sayılıyorsa evet kusurlu, defolu bir şiir. Mükemmel şiir anlayışı Yahya Kemalizmle bitti. Geleceğe kalmak gibi bir stratejim hiç olmadı... Geleceği hesaplayarak yazılabileceğine inanmıyorum pek. Geçmişten bugüne kalmış olanların da bunu planladıklarını sanmıyorum. Bugüne ‘kalamayanlar’ geleceğe yatırıma yöneliyorlar.

Geleceği geleceğin şairlerine bırakalım.[263]

Utku Özmakas, çok yerinde bir değerlendirmeyle, Osman Konuk’un şiirlerinde “sosyolojik göz” denilebilecek bir gözün devreye girdiğini ve sosyolojik gözün görme alanına takılan görüntünün vicdan ve zekâda yarattığı “rahatsızlık” nedeniyle şiire malzeme olduğunu söyleyerek Konuk şiirinin pek çok yönüyle bir “tespit şiiri” olduğunu belirtir.

Özmakas’ın aynı yazısındaki bir diğer önemli saptama ise Konuk’un şiirlerinde insana dair en genel ve en yerel tespitleri birleştirme yeteneğine ilişkindir. Özmakas’ın da dikkat çektiği gibi Konuk’un buradaki esas başarısı, yaşadığı coğrafyaya ilişkin derdi olan bir şair olarak, Türkiye’ye dönüp dönüp bakan, malzemesini oradan çıkaran ancak mesafesini de korumaktan vazgeçmeyen bir şiir yaratmasıdır.[264]

Burada şunu da vurgulamak gerekir ki Utku Özmakas’ın da ifade ettiği gibi Osman Konuk, topluma uzaktan bakan ama fildişi kuleden seslenmeyen tavrıyla toplumdaki samimiyetsizliklerin farkındadır ve bunu vurgulamak için kendi samimiyetini sorgulayarak işe başlar[265]:

“Bunlar üzgün birinin cümlelerine benzemiyorsa üzgünüm

Hürriyet okuduğum için özür dilerim

Hesap ekstremdeki artı ve arabamın full deposu için özür dilerim

Beni seversin, varsa bir hakkım onu kullanıyorum:

Tanrım mola! ”[266]

Konuk’un şiirleri ve kitapları arasında adeta açıkça konulmuş bağlantı noktaları vardır. Pek çok şair ve sanatçıda bu bağlantı noktaları daha örtükken Konuk, bir şiirinden aldığı mısra ya da kelime grubunu bir başka şiirde kullanarak veya ikinci kitabı olan Tehlikeli Belki" de ikinci bölüme “Tanınmamak İçin Şair” başlığını vermesine rağmen bu başlığı taşıyan şiiri birinci bölüme alarak arada kurmak istediği bağlantıları açıkça ortaya koyar. Hatta Tehlikeli Belki ismini - kitapta bu isimde bir şiir bulunmadığı hâlde- ikinci kitabına verirken bu başlığı taşıyan şiiri, üçüncü kitabının ikinci şiiri olarak karşımıza çıkar.

Şairin “Çim Devrimi”[267] başlıklı şiirinde parantez açarak tırnak işareti içinde verdiği (“hiç ölüm emri vermemişler şiirden anlamaz”) mısraı, “Melanie”[268] şiirinde hiç ölüm emri vermemişler şiirden anlamaz şeklinde yer alır. “Kıştan Kalan Fikirler”[269] başlıklı şiirde tam yanından pırr diye kalkan şeyleri mısraı geçerken “Tam Yanından Bir Soru”[270] şiirinde tam yanından pırr diye bir keklik kalkar mısraı görülür. “Ezbere Bir Türkiye Haritası”[271] şiirinde ise insan tanıdık birini arar kötü kararlar verirken mısraı “Quantum Perspektifinden Aşk”[272] şiirindeki insan tanıdık birini arıyor kötü kararlar verirken mısraını hatırlatır. Şair İbrahim Tenekeci, burada sıraladığımız örneklerle benzer ve ortak örnekler göstererek, bu bağlantı kurma durumunu bir devam meselesi olarak görür ki bu tespit bizim de katıldığımız bir görüştür.[273]

Utku Özmakas’ın Osman Konuk şiirini kapsamlı şekilde ele aldığı ve özellikle Tehlikeli Belki kitabı üzerinden yaptığı değerlendirmeleri içeren yazısında dikkat çekilen noktalar Konuk’un poetikasını okumak adına son derece önemlidir. Konuk daha önce de zikredildiği gibi bize öğretilen dili, bir razı etme, ikna etme seti olarak görür.[274] [275] Şiir ise bu öğretilmiş, kabul ettirilmişlik hâlinden uyanma, fark etme aracıdır. Bu manada belirsizlik hâli, dille sınırlandırılmış sonsuz ihtimale kapı aralar. Özellikle Tehlikeli Belki adlı kitapta daha eserin adından başlayarak “belki” sözcüğünün sıkça kullanılması, Özmakas’ın da ifade ettiği gibi “kesinlik, nedensellik gibi nosyonların üzerimizde yarattığı boğucu dumanı dağıtmaya çalışan bir sığınma”215" dır. Bize belletilmiş olan doğrunun köleliğindense yanlışlığın özgürlüğünü, yanılmayı tercih eden şair, "hır belkiden güzel bir adam tamamlayan”[276] [277] dizesiyle “insanın, hakikatle, tek bir doğru’yla değil belki’yle, yarılmayla, yanılmayla oluştuğunu”211 gösterir. Şairin, Herkese Benden şiirinin sonunda, okura boş bir çerçeve ısmarlaması da bu müphemliğin, bilinmezliğin, belki’nin doğurduğu bir vaad olarak okunmalıdır.[278]

Mehmet Öztek’in gerçekleştirdiği röportajda, “belki”nin sık kullanımının şiirdeki ya da yaşamdaki belirsizliğe bir tepki olup olmadığı sorusuna Konuk’un verdiği cevap yukarıdaki görüşlerimizi desteklemekle kalmaz, Tenekeci’nin de ifade ettiği devam meselesinin de şair tarafından beyanına vesile olur:

Kesinlik, belirlenmiştik, seçeneksizlik ve bunların dildeki uzantılarına yönelik tavra ilişkin olabilir. Yazdıklarıma bir bütün olarak baktığımda en eskilerden en yenilere kadar bir geçişlilik, birbirini açma, bir sonrakini çağırma biçiminde bir izlenebilirlik olduğunu görüyorum. Geçişlilik daha çok kelimeler üzerinden olmuş. "Belki” tekrarları bunun bir örneği galiba.[279] [280] [281] [282] [283]

“telefonlar şarzda, her şey yolunda / doğal felaketler ajandalarda özenle işaretli / istatistik tabloları mükemmel görünmekle'728 ; “kravatla aynı desen göğüs cebi mendilleri / bir toplum sırf bu yüzden ölmüş olabilir mi”28; "sabah evden çıkarken cebindeydi akşama dönme nedenin"727 mısralarının şairi, modern hayatın öğrettiği planlı yaşama, ‘sipariş’ hayatlara, her daim hazırlıklı olma, tedbirli davranma ihtiyacına ve mükemmel olma ‘zorunluluğu’na itiraz ederek “hatayı bile rasyonel olarak ölçülebilecek bir pay çerçevesinde algılamamızı, modernizmle birlikte üzerimize yapışan mükemmeliyet duygumuzu sorguluyor.”28

Özmakas’a göre Tehlikeli Belki ile şair, düzenliliğin toplumun sinir uçlarında yarattığı hasara karşı süreksizliğin çekiciliğine yönelirken süreklilik duygumuzun felç ettiği algımızı, yaşama bakışımızı canlandırmak istiyor. Çünkü ‘mükemmel’ sözcüğünü alaya alan şair, düzen arzumuzun düzen takıntısına dönüşme eşiğinde olduğunun farkındadır.[284]

Eserleri

Manzum Eserleri

Seni Yalnız Ben Anlarım

Şair Adnan Özer, 1982 yılında Üç Çiçek Yayınlark nı kurduktan sonra, İzmir’e gider ve Osman Konuk’a yeni kurduğu yayınevinden bahsedip kendisinin şiir kitabını basmak istediğini söyler. Osman Konuk, bu süreçte üniversite öğrenimini henüz bitirmiş ve İzmir’e ailesinin yanına dönmüştür. Adnan Özer’in bu teklifini olumlu karşılayan Konuk, kitabında Hasan Aycın (d.1955)’ın çizgilerinin olmasını istediği için Balıkesir’e giderek hazırladığı dosyayı, çizmesi için Aycın’a verir. Aycın’ın çizgilerinin tamamlanmasının ardından, Osman Konuk’un 14 şiirini içeren ve tek bölümden ibaret olan Seni Yalnız Ben Anlarım (Üç Çiçek Yayınları, İstanbul, 1982, 61 s.) adlı ilk şiir kitabı çıkmış olur.[285]

Şair, kitabı daha yayınlandığı gün, imzalayarak üniversite hayatı boyunca sürekli yanında bulunduğu ve o dönemin genç şairleri üzerinde çok etkili olan, ilk döneminde Marksist anlayışa bağlıyken 1974’ten sonra İslamî dünya görüşüne yönelen İsmet Özel ile yine üniversite yıllarında tanışma fırsatı bulduğu, Mehmet Âkif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek’ten sonra Yeni islamî Akım"ın öncü şairi ve yazarı olarak kabul edilen Sezai Karakoç’a takdim etmiştir.

Osman Konuk, kendisiyle gerçekleştirdiğimiz 25 Mart 2012 tarihli röportajımızda bu eserinin çıkış sürecini şöyle anlatır:

1982 yılında okulumu bitirdikten sonra bir gün eve geldiğimde şair Adnan Özer’i babamla otururken buldum. Adnan Özer, Üç Çiçek Yayınları ’nı kurduğunu ve benim şiir kitabımı basmak istediğini söyledi. Bu sırada askere gitmeme çok az bir zaman kalmıştı. Daha önceleri ben bir gün kitabım çıktığında içinde Hasan Aycın ’ın -ki bizim Hasan Abimizdir- çizgileri olsun istemiştim. Kitap için hazırladığım dosyayı alıp Balıkesir’e Hasan Aycın’ı görmeye gittim, ona dosyayı bırakıp İzmir’e geri döndüm. Bir iki hafta içinde Hasan Abi çizimleri bitirmişti. Galiba Hasan Aycın’ın figüratif anlamda çizdiği çok az sayıdaki örneklerden bir tanesi kitabım için yaptığı çizimlerdi.

Kitabım çıktı ve ertesi gün ben askere gittim. Kitabımı iki kişiye imzalayıp takdim ettim. Sezai Karakoç ve İsmet Özel ’e... [286]

İlk kitabı çıkar çıkmaz askere gitmesi nedeniyle kitabına olan ilgiyi yakından takip edemeyen Konuk, bununla ilişkili olarak şu anısını aktarır:

İlk kitabım çıkar çıkmaz askere gitmiştim, sonraları öğrendim ki kitabım için pek çok yazı yazılmış, şiirlerim beğeni almıştı. Adnan Özer imza günleri düzenliyordu. Ankara ’da Dost Kitabevi ’ndeki bir imza gününde dört kişiydik ve en genç olanı bendim. Garip bir şey oldu, oraya imzalanmak için getirilen kitaplarım bitti ve başka kitapçılardan kitap toplayıp getirdiler. Bu beni çok şaşırtmıştı, kitabımın bu kadar ilgi gördüğünü askerde olduğum için fark edememiştim.[287]

1979-1982 yılları arasında yazılmış şiirlerini kapsayan Seni Yalnız Ben

Anlarım daha sonra Tehlikeli Belki"mn birinci ve ikinci baskılarına bir bölüm olarak ilave edilmiştir. Şair, Tehlikeli Belki içerisine alırken şiirlerinin bir kısmında sözcük ve dize boyutunda hatta daha hacimli değişikliklere gitmiş, bazen de sözcük, mısra ya da bölümü şiirden çıkartmıştır. İlk baskıda “Ölüm, Bütün Çağlardan Yapılı Bir An”[288] başlığıyla on dördüncü sırada yer alan şiir, Tehlikeli Belki de her iki baskı için de on üçüncü sırada “Melekleri Bekletme”[289] [290] başlığı ile sunulmuştur.

Seni Yalnız Ben Anlarım"dan çıkarılabilecek ilk sonucun, “şairin çok kullanılan kimi sözcük ve sıfatlara, az alışılmış göndermeler ve nitelemelerle anlam yükle”29()mesi olduğunu söyleyen şair Haydar Ergülen, bu kitapta yer alan Osman Konuk şiirlerinin tümünü ortak bir paydada değerlendirir:

Şiirlerin tümünü ortak bir paydada değerlendirmek gerekirse, 'grotesk' bir dünya içinde sıkışıp kalmış, 'tarihsizleştirilmiş', giderek belleğini 'konformist' kaygılarla ağırlaştıran yeni insan türünün şiirleri denebilir. Konuk da ‘muhalif’ bir kimlik içinde, şair-eleştirmen olarak bakıyor bu grotesk dünyaya. Öznesinin konumu ve zamanı sürekli farklılıklar göstermesine karşın, bu yeni insan türünün değişen yüzleri, korkuları, kaçışları, yanlışları, az da olsa yaralar biriktirip sağlığa erme imkânının mevcut olması, sonunda tek ve büyük bir öznenin gövdesinde kişiselleşiyor. Konuk, bir bakıma bu özneden sorumlu kılıyor şiirini...[291]

Seni Yalnız Ben Anlarım"da yer alan şiirler, ağırlıklı olarak modern zaman içerisinde geleneğin temsil ettiği değerleri yitiren, yalnızlaşan, umudunu kaybeden, dünyayı ve insanları kirlenmiş bulan, çoğu zaman ölümü anan ve bunu kurtuluş ve rahatlama olarak gören muhalif duruşlu bir insanın iç sıkıntılarını dile getirmektedir.

Şiirlerin konu ve temaları içinde ölüm mühim bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte; “zamandan şikâyet, çocukluğa özlem ve kaçış isteği, modernitenin dayatmaları, insanların ‘insanlığını’ ve kişiliğini kaybetmesi, umutsuzluk, değişen aşk algısı ve kadın-erkek ilişkileri, kolayca yaşanıp tüketilen cinsellik, basit ve uydurma nedenlerle çıkartılan savaşlar ve mağdurları özellikle çocuklar” vb. ağırlıklı konu ve temalar olarak göze çarpmaktadır. Şair bu şiirlerde marksizmi bir dayanak noktası olarak kabul eden toplumcu gerçekçiliğin aksine sergilediği toplumsal gerçekçi yaklaşımda metafizik unsurlara sık sık başvurmaktadır. Bu kitapta yer alan şiirlerdeki öznenin, ölüm karşısındaki tavrı korku, panik ya da negatiflik içermemekle beraber; onun için ölüm, ruhanî bir rahatlamayı içerir ve cennet-cehennem mefhumunu kapsamaktan çok modernite içerisindeki sıkıntılardan bir kurtuluştur.

Şiirde içeriğe büyük önem veren şair, eserinde noktalama işaretlerinden ve büyük harf kullanımından çoğu zaman kaçınmakla beraber, sade, açık bir anlatımla ironiden ve sağlam kurulmuş imgelerinden güç alan, zıtlıklar ve duyular arası aktarmalarla, çağrışımı zenginleştiren bir sözdizimi ile dil konusunda oldukça titiz davranırken şiirlerinin tamamında serbest ölçü ve biçimden yana bir tercih kullanmıştır. Ahenk ve ritmi sağlamak için kafiyeye yaslanmak yerine sözdizimini, asonans ve aliterasyonu, sözcük ve söz öbeği tekrarlarını kullanmıştır.

Tehlikeli Belki

Osman Konuk, Tehlikeli Belki (Hece Yayınları, Ankara, 2006, 120 s.; 2. Bs., Profil Yayıncılık, İstanbul, 2012, 125 s.) adlı ikinci şiir kitabının ismini, bütün modern Batı fikriyatının dışına ve üstüne çıkabilen tek filozof şair olarak gördüğü ve kendine “Tehlikeli belkinin filozofuyum.” diyen Nietzche’nin bu sözünden hareketle koyduğunu beyan etmekle beraber bu ismin, üzerinde pek düşünülmeden, acelece konduğunu da ifade eder.

Şair İbrahim Tenekeci’ye göre hem tedirginlik uyandıran hem de itimat telkin eden Konuk şiirlerini içeren bir kitaba Tehlikeli Belki adının seçilmesi, Paul Valery’nin “Tehlikeli bir durum, anladığını sanmak...” sözünü hatırlatır.[292] Bu, “Anlaşırsak ben yokum”[293] diyen ve şiiri bir itiraz şekli olarak gören şair için çok doğru bir çağrışımdır.

Şairin, birinci baskı olarak 2006 yılında yayımlandığında Türkiye Yazarlar Birliğinden yılın şiir kitabı ödülünü alan bu eserinin ikinci baskısı yukarıda da ifade edildiği gibi Nisan 2012’de yapılmıştır.[294] Her iki baskıda da aynı düzeni koruyan şair, ikinci baskıda, gözden kaçan yazım ve baskı hatalarını düzeltmenin haricinde neredeyse hiçbir değişiklik yapmamıştır.

Şairin bu ikinci kitabı iki ana bölümden oluşmaktadır. Tehlikeli Belki (2000­2005) başlığını taşıyan ilk bölümde 2000 yılından sonra çeşitli dergilerde yayınladığı şiirlere yer veren şair, ilk kitabında yer alan şiirlerini ise Seni Yalnız Ben Anlarım (1979-1982) başlığıyla ikinci bölüm olarak eserine almıştır.

Eserin Tehlikeli Belki başlığını taşıyan birinci bölümü kendi içerisinde küçük harflerle dizilen “mutahap”, “tanınmamak için şair” ve “gencolmak (1983­1991)” başlıklarını taşıyan üç alt kısımdan oluşmaktadır. Bu alt kısımlarda sırasıyla 9, 9 ve 4 şiir olmak üzere toplam 22 şiir yer alır. İkinci bölüm, birinci şiir kitabındaki 14 şiiri bazı küçük ibare değişiklikleriyle birlikte muhafaza eder. Bu değişiklikler çalışmamızın ileriki sayfalarında ayrıca ele alınıp değerlendirilecektir.

Şair ilk kitabındaki muhalif tavrını bu eserinde de sürdürerek yer yer sivri bir dille sert bir eleştirel tavır takınarak modernite, medeniyet adı altındaki hayâsızlıklara, kapitalizme, modernitenin gösteriş meraklısı ve ruhsuz insanına, bozulan kadın-erkek ilişkilerine ve kolayca yaşanıp tüketilen cinselliğe, kısacası “hilekâr masumiyet”lerin[295] tümüne bir isyan bayrağı açıyor. Konuk bu kitapta ayrıca bir duruş ve misyon sahibi olarak idealize ettiği şair tipinin de ipuçlarını veriyor.

İlk kitapta olduğu gibi ironi, zıtlıklar, duyular arası aktarmalar, çağrışımı güçlendiren sözdizimi, -ilk kitaptakinden daha az olmakla beraber- imgeler Konuk’un temel araçları olmuştur. Tehlikeli Belki"nin dili sade olmakla beraber eser, Seni Yalnız Ben Anlarımda göre nispeten daha örtük ve “sadece muhataba anlamlı ”[296] şiirlerden oluşuyor.

Aradan geçen uzun yıllar boyunca şiirini olgunlaştıran şair, gençliğin ve ilk kitabın acemiliğini üstünden attığı Tehlikeli Belki de yine serbest ölçü ve biçimle yazdığı şiirlerinde tekrarlardan, asonans, aliterasyon gibi enstrümanlardan faydalanarak yakaladığı ritmi ve sözdiziminin farklı okumalara kapı açan çağrışımsal niteliğini bozmamak için büyük harf kullanımından ve noktalama işaretlerinden olabildiğince kaçınmaktadır. Konuk, konuşma dili havasıyla, okuruyla sohbet edercesine yazdığı şiirlerinde, yer yer okuru şaşırtan, sarsan bazen de finallerde Orhan Veli’yi hatırlatan bir anlatıma gidiyor.

Tehlikeli Belki hakkındaki yazısında, kendi göbek bağını kesen Konuk şiirinin, şiirsel ebeveynleri karşısındaki konumunu açıklamakta hiç bir sakınca görmediğini ve Konuk’un ustaları olan Ergin Günçe, İsmet Özel ve Turgut Uyar’ın tarzlarını açıkça şiirine davet ettiğini söyleyen Enis Akın, bu şiirin kekeme bir şiir olduğunu belirtir:

Kendi sesinin peşinden gitmesine kendi konuşmasının farkında olması engel olmakta, bu da onu kekeme bırakmaktadır. Bu sanki kendini besleyen, dölleyen ebeveynlerinin peşinden gitmekte, boyun eğmeye ayak direyen, gerekirse kendi sesine bir çatal batıran evladın öyküsüdür... bu davranış Türk şiiri içinde ‘kumaşı olan’ şairlerin ortak davranışıdır.[297]

Mustafa Aydoğan, Tehlikeli Belki’nin yayımlanması üzerine kaleme aldığı yazısında adını ‘kötü’ bulduğu bu kitaptaki şiirleri okuyunca yirmi dört yıl boyunca şiir kitabı yayınlamadığı için, Konuk’un şiirden ayrı kaldığını ve Konuk şiirinin bu ara nedeniyle örselendiğini, ilk kitaptaki şiirlerde yer alan yoğunluğun kaybolduğunu, Tehlikeli Belki de yer alan şiirlerde artık zekânın dalgalanmadığını, yayılmadığını; bir mimiğe, bir espriye odaklanmakla yetindiğini belirterek esere 298

olumsuz eleştiriler getirir.

Beyaz Savunma

Şairin üçüncü kitabı olan Beyaz Savunma (Pan Yayıncılık, İstanbul, 2009, 53 s.), toplam 18 şiirden oluşmasına rağmen, ironik bir biçimde, ilki “Birinci Cilt: Beyaz Savunma”, ikincisi ise “İkinci Cilt: Daha” adlı dokuzar şiirlik iki bölüme ayrılmış durumdadır. Osman Konuk, bu şiirlerinde genel olarak önceki şiirlerinde olduğu gibi, duyarsızlaşan, marka ve gösteriş meraklısı modern insana eleştiri getirir. Ancak, Beyaz Savunmamda bireyin kendini, dünyayı ve gerçeği anlamlandırma ve anlama üzerine sorgulamaları daha baskındır. Konuk şiirinin toplumsal yaklaşımı bu eserde de sürmekle beraber özellikle “Daha” başlıklı ikinci “cilf’te bireysel sorgulamalara yöneldiği görülür.[298] [299]

Eserde daha önceki kitaplarında olduğu gibi ölçüsüz ve serbest biçimden yana bir tercih kullanan Konuk, yine büyük harf ve noktalama kullanımından kaçınmış, ironiye ve imgeye yer vermiş, iç monolog ve diyalogla kırdığı akışlarda şiirin çağrışımını güçlendirmiş, özellikle şiirlerin ilk mısralarında sözün ortasından giriş yaparak okurun tamamlayacağı alanlar bırakmış, Türkçe söz dizimini zaman zaman kırarak şiir dilinde ikinci Yeni'w çağrıştıran farklı okuma ve çağrışımlara davet eden kullanımlara gitmiştir.

Beyaz Savunmamda imgeleri daha az kullanan şair ironiye ağırlık vermiştir. Kitapta yer alan şiirlerin bazıları oldukça kısayken bazıları uzun yapılarla kurulmuştur. Ayrıca Ece Ayhan tarzı düz yazı şiir örnekleri[300] de eserin son kısmında dikkati çekmektedir.[301] [302] [303]

Cihat Duman’ın değerlendirmesiyle şair, bu eserde, insanlığın tarih boyunca içselleştirdiği genel tutuma uyarak, inanmaktan bilmeye meyleder. Beyaz Savunma’’nın ilk şiiri olan “Penye ve Hakikat”, "iyiydik. penyelere inanıyorduk”30 dizesiyle başlarken kitabın son şiiri “Senaryo Aşamasındaki Final”, "seni bilirim seni günde üç kez ve her an beş kez”3303 dizesiyle başlar.[304]

Kitaplarına Girmemiş Olan Şiirleri

Şairin son şiir kitabı Beyaz Savunma’nın ardından “Yetmez Sebep”, “Seni Sonsuza Kadar Sevdim”, “Bu Bir Manzara Resmi Değildir”, “Ve Romans: Son”, “Cağaloğlu”, “Melankoli 2012”, “Etki”, “Alabele” başlıklarıyla yayınlanan 8 adet şiirinin yanı sıra, tarafımızca tespit edilebilmiş en eski tarihli Osman Konuk şiiri olan “Şiir Dostuna” başlıklı eseriyle beraber henüz kitaplarına girmemiş toplam 9 adet şiiri vardır. Bu şiirler Konuk şiirinin genel tarzına uygun örnekler olup ilerleyen yıllarda yayınlanması muhtemel şiir kitaplarında yer alacağını düşündüğümüz eserlerdir.[305] [306]

Müstear İsimle Yayınlanan Şiirleri

Yaklaşık on yıllık bir suskunluğun ardından 2000’den sonra tekrar şiir yayınlama sürecine giren Osman Konuk, bu arada müstear isimle bazı web sitelerine ve email gruplarına üye olup yazılar ve şiirler göndermiştir.

Müstear bir isimle yazdığı bu dönemin en iyi tarafı olarak "şiirin yeni sorunsallarını, yönsemelerini izleme ve daha önemlisi genç ve yeni şairleri tanıma”30 fırsatı bulmasını gören Konuk, Erin Özgür müstearıyla ilgili değerlendirmesini şöyle sürdürür:

Baktım ki kendiliğinden Erin Özgür diye bir karakter çıktı ortaya. Nerdeyse kendi üslubu, şiiri, edası olan bir karakter. İlginç bir tecrübe.

Ben en azından şunu anladım. Verili bir ben'in şaşmaz, şaşırmaz, yanılmaz, biricik çevreni hiç de öyle olmayabilirmiş. İnsanların "ben" 307 derken hangi beninden bahsettiğinden o kadar da emin olunamaz.

Şair, müstear isim kullanmasında özel bir amaç olmadığını belirterek bu durumu tesadüfî olarak değerlendirir:

Tamamen tesadüfen gerçekleşti. Bir akademisyen arkadaşım şiirle ilgili olduğumu bildiği için ciddi şiir tartışmaları olan bir mail grubunu önermişti. Ben de o gruba gençlik dönemimde de birkaç kez kullandığım bir müstearı değiştirerek üye oldum. Bir de yeniden başladığımda ne yazacağımı ben de merak ediyordum. Garip bir şey oldu. Müstearla yazmam, önceden bilinir olmanın getirdiği kamusal imajdan kurtulmamı ve aslında bir anlamda özgürleşmeyi sağladı.

Bunu tecrübe etmeden bilemiyorsunuz.[307] [308]

Şair, Erin Özgür müstearıyla Şiir Postası (siirpostasi@yahoogroups.com) grubuna ve www.zinhar.com sitesine çeşitli yazılar, yorumlar ve şiirler gönderdiği bu metinlerin bir kısmını daha sonra Ağır Ol Bay Düzyazı ve Zinhar dergilerinde ardından da kitaplarında yayınlamıştır.[309] [310] Konuk, müstear isimle yazdığı ancak sonradan kitaplarına almadığı şiirlerin, kendisini temsil etmediğini düşünür:

Müstearla yazdığım bazı şiirleri kitaplara almadım. Almadıklarım benim şiirimi temsil etmeyen, daha deneysel türdeki şiirlerdi. Ama sonrası için o şiirleri de kitaplara almayı düşünürüm. Çünkü bu şiirde temsil sorunu sandığımızdan daha karmaşık. Bence bazı şiirlerin temsil etmemesi de bir çeşit yanılsama. Buna karar verecek okurdur diye 310 düşünüyorum.

Osman Konuk’un manzum eserlerine bir bütün hâlinde bakıldığında dikkati çeken bir nokta da zaman içerisinde şiirlerini yeniden yayınlarken yaptığı değişikliklerdir. Özellikle Seni Yalnız Ben Anlarım adlı eserin ilk baskısıyla bu eserin Tehlikeli Belki içinde yer alan baskısı arasında dikkat çeken değişiklikler görülür. Şiirlerin tekrar yayınları arasında, çıkartılan/eklenen sözcük/sözcük öbeği, mısra ve bölümler olduğu gibi zaman zaman da şiirlerin başlıklarında ya da içeriklerinde değiştirmeler söz konusu olmuştur. Jönez incelemesi açısından en dikkat çekici örnek değişikliklerin sık görülmesi nedeniyle “Kötülük”[311] adlı şiirdir:

“çıplak imparatorlar, sinekler, göbekli ölüler, yorgun tavşanlar çoğalıyor, dilimde sarı tadı şaşkınlığın ve ışıklandırılmış bakışımda gece lekeleri sabunlarla çıkmayan

heybesinde fiiller babamın bana hep yaşamak kalan soğuk kahverengi bacasız bir sokaktayım

üşümek gibi ayağımın altı sıcak kuma değince

tüm üstümü örtmeyen kumaş

ürpererek bu berzahtan geçerken

başım dönüyor

hicretin ölüm aşaması gibi bir cümle aklımda

ölünün toprağını sevmedi babam

mavi gözlü adamı da, ona meymenetsiz dedi

karısını da

(bir gergedan doğurabileceği için kürtaj yaptırmış)

sonra pancurları kapalı evin penceresinden

ölünün kötü çizilmiş bir resmi

lütfen diyor öldüğüm için teşekkür edin bana

ve ben

dünyadaki tüm tütün tarlalarını satın almak istiyorum

ama babama söylediğim başka

baba (derken tam da o an zehir gibi yutkunmak) dönelim yolumuz uzun

ve bir kumaş tüccarına

kefen armağan etmeyi

ne ki haberler

mektuptan değil postacıdan beklenir

bir insan olarak (zâten) bir habercidir (üniformasız)

kumaş tüccarı

ekmekten sonra gerekir

örtün üstünüzü ”[312]

“çıplak imparatorlar, sinekler, göbekli ölüler, yorgun tavşanlar çoğalıyor dilimde sarı tadı şaşkınlığın ve

bakışımda ışıklandırılmış gece lekeleri

heybesinde filler babamın

soğuk kahverengi bacasız bir sokakta

üşümek gibi ayağımın altı sıcak kuma değince

tüm üstümü örtmeyen kumaş

ürpererek bu berzahtan geçerken

başım dönüyor

ölmenin birinci aşaması gibi bir cümle aklımda

ölünün kötü çizilmiş bir resmi

lütfen diyor öldüğüm için teşekkür edin bana ona öldüğü için teşekkür ediyoruz

ama haberler postacıyla gelecek

gelirse

bir insan olarak ve üniformasız

ekmekler kumaşlardan önce gelecek

»313

ustumu örtün

İki eserin yayınlanması sürecinde, aradan geçen yirmi dört yıldan sonra, şairin şiir tecrübesi ve anlayışıyla farklılaşan kültür atmosferinin de bu değişikliklerde etkili olduğu söylenebilir. Bu durum, bize, şiiri bir ilham ürünü ve hayal mahsulü olarak görmeyen Osman Konuk’un şiir üzerine düşünen ve çalışan bir şair olduğunu gösterir.

Mensur Eserleri

Edebiyata Dair Söyleşi ve Yazıları:

Sıfır İroni (Söyleşiler & Küllük)

Osman Konuk’un, edebiyat alanında düzyazı biçiminde yayınladığı ilk kitabı olan Sıfır ironi (160. Kilometre Yayınları, İstanbul, 2012, 205 s.) daha önce çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış olan söyleşiler ve soruşturma dosyalarına verilmiş cevaplardan bir seçki ile Küllük başlıklı seri yazılardan oluşmaktadır.

Ömer Yalçınova, “Direkt Kana Karışan Yazılar” başlıklı yazısında Sıfır İroni hakkında değerlendirmelerde bulunur:

parça parça, bazen kendi içinde tezada düşmüş gibi duran, bir sistem oluşturmaya dönük olmayan fikirleri yalnızca şair artistliği, özgürlük düşkünlüğüyle açıklanamaz. Günümüz düşünce hareketleri, akımları ve yöntemleriyle sıkı bir bağlantısı vardır. Müdahale edilmeyen, özgür bırakılan, kısıtlamalarla belirlenmeyen zihinsel bir işleyişin işaretidir.[313] [314]

Yalçınova, bu sözleriyle kitaptaki kısa, öz ve dolaysız anlatımın artı yönlerini gösterirken, aynı yazının devamında, Konuk’un —sözlerinin gelişini ve gelişimini” görmenin okurun çabasına kalmasını da eksi bir yön olarak değerlendirir.

Osman Konuk, Heves Dergisinde Küllük başlığı altında (S. 16-24, Ocak 2008-Ocak 2010), günlük tarzında bir dizi yazı kaleme almıştır. Bu yazılarda Konuk, kendi hayatı içerisinde karşılaştığı ve her insanın karşılaşabileceği türden olaylara okurlarının dikkatini çekmek ister gibidir.

Küllük yazma teklifinin ilk kez şair ve editör Ömer Şişman (d.1980)’dan geldiğini söyleyen Konuk, benzer notları 2003-2009 yılları arasında Şiir Postası e- mail grubunda yazdığını, Ömer Şişman’ın da buradan esinlenerek bu teklifi yapmış olabileceğini belirterek bu durumu Küllük yazılarının dışsal nedeni olarak değerlendirir.[315] Şair, bu yazıların kaleme alınmasındaki içsel nedeni ise boğucu ve sıkıcı olarak nitelendirdiği edebiyatın ve bilimin aşırı kurumsallaşmış dünyasından açık havaya ya da tür dışına çıkma ihtiyacı olarak görür.[316]

Küllük notlarının “biraz da kolektif bellekteki göksel şair, yazar imgesini yeryüzüne indirme fikrinden”[317] doğduğunu söyleyen Konuk, yukarıda zikredilen fikirlerini de kapsayan röportajında, Küllük yazıları için şunları söyler: “Yazma eyleminin yazıya başlamadan ve yazıdan kalktıktan sonraki, metinde saklanan boyutlarını görünür kılmak istedim biraz. Bunu da yaşantılar, izlenimler, seyahatler ve mümkün olduğu kadar denetlenmemiş fikir parçalarıyla yapmayı denedim. ”[318]

Osman Konuk, Küllük serisinin ilk yazısında, günlüğü andıran bu kısa yazıların ortaya çıkış fikrine değinirken “Günlük tutmak, her konuda olduğu gibi modern insanın iz bırakma arzusuyla da ilgili. Kayıt, sınıflama, kataloglama. Şiirsel ifadesiyle ‘unutma beni’. Tersinden söylemek gerekirse, unutulma korkusu.”[319] diyerek problemli bulup şiirlerinde de sık sık eleştirdiği, modernite algısına da göndermede bulunur.

Konuk, Küllük serisinin ikinci yazısında “Küllük nedir, ne değildir?” başlığa altında Küllük’ün edebî bir türün içerisinde değerlendirilemeyeceği, tür dışı bir yazın biçimi olduğu hakkında açıklamalarda bulunur:

Küllük edebiyat yapmadan ondan bundan bahseden tür dışı bir yazı.

Avami bir şey. Gurmeciliğe, çeşnicibaşılığa, züppeliğe yer yok. İyi çay içmek gibi sade. Ya da onun yazıdaki karşılığı. Bir parolası var. Para geçmiyor. Hatır gönüle açık. Tek kişilik ama herkese yer bulunur...

Küllük günlük değil. Deneme değil; değini, eleştiri, anı yazısı değil. Değilleri bunlar.[320]

Osman Konuk, hayatın içinden kısa notlar şeklinde tutularak hazırlanmış olan Küllük serisini Ekim 2011’den itibaren itibar                             Dergisinde    yayınlanmaya

başlamış ve yukarıda     alıntılanan görüşlerine paralel  olarak, serinin tür dışılığı

hakkındaki fikirlerini        —Küllük    itibarda. Hayırlı  yolculuklar.   Küllük’te tür

mülkiyeti yoktur. Kapı açıktır.”[321] ifadeleri ile yinelemiştir.

Konuk, itibar                   dergisinin   Ocak 2012 tarihli   4. sayısında    “Bir delinin

küllüğü.”[322] şeklindeki nitelemesi ve serinin son yazısındaki “Kararlıyım. Anı ve otobiyografi türü şeyler yazmayacağım. Küllük, korsan anı parçaları sayılmaz. ”[323] sözleriyle Küllük’ün tür dışı ve özgürlükçü karakterini bir kez daha hatırlatır.

itibar dergisinin Haziran 2012 tarihli 9. sayısında, “Küllük yazıları çevrimini tamamladı. Bu tuhaf yazı tecrübesi burada bitiyor.”[324] sözleriyle Küllük serisini noktalayan Konuk, Suavi Kemal Yazgıç’la gerçekleştirdiği röportajda, doğal ömrünü tamamladığı için seriye son verdiğini dile getirir: “Bana doğal ömrünün tamamlamış gibi geldi. Artık eskisi kadar kendiliğinden, rahat yazamadığımı fark ettim. Edebiyatın formel dünyasına karşı bir sivil yazı ferahlığını kaybetmeye başladığını hissedince tamam dedim ”.[325]

Osman Konuk’un söyleşilerinden ve soruşturma dosyalarına verdiği cevaplardan bir seçki ile Küllük serisindeki yazılarından oluşan Sıfır ironi içerisinde, şairin modernite, sanat, edebiyat, şiir-şair, modern şiir, popüler şiir, ironi, günümüz toplumu ve insanı, medya, sansür, Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, 80 şiiri gibi konular üzerindeki görüşleri ve hayat hikâyesine dair bilgiler bulunmaktadır.

Diğer Yazıları

Osman Konuk, Sıfır ironi adlı kitabına almadığı fakat daha önce Kökler, Mahfil ve Kitap Postası gibi matbu dergiler ile www.bachibouzouck.com, www.dunyabizim.com,www.160incikilometre.com,www.poetikhars.com ve www.poetikhaber.com gibi internet sitelerinde yayınlanmış olan kısa yazıları, söyleşileri ve soruşturma cevaplarında sanata, edebiyata ve şiire dair görüşlerini dile getirmiştir. Şairin bu yazılardaki görüşleri de daha önce belirttiğimiz genel sanat anlayışı paralelindedir.

Sosyoloji Alanındaki Eserleri:

Osman Konuk, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’nde aldığı lisans eğitiminin ardından İnönü Üniversitesinde başlayıp Afyon Kocatepe Üniversitesi ve İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesinde sürdürdüğü akademik çalışmaları vesilesiyle sosyoloji alanında pek çok makale yazmış, seminerlere-sempozyumlara katılmış ve çalışma alanında yayınlanan bazı kitaplara bölümler yazmıştır.

Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı

Memet Zencirkıran’ın editörlüğünü üstlendiği ve pek çok akademisyen tarafından kaleme alınmış çeşitli yazıların yer aldığı Dünden Bugüne Türkiye ’nin Toplumsal Yapısı (Nova Yayıncılık, Ankara, 2006, 696 s.; 2. Bs., Dora Yayıncılık, Bursa, 2011, 559 s.) adlı kitapta Osman Konuk’un “Bir Sorun ve Çözüm Kaynağı Olarak Türk Eğitim Sistemi”[326] başlıklı yazısı bulunmaktadır.

İdeoloji

Editörlüğünü Osman Konuk’la aynı üniversitede görev yapan şair ve akademisyen Kenan Çağan (d. 1970)’ın yaptığı İdeoloji (Hece Yayınları, Ankara, 2008, 404 s.) adlı kitapta Osman Konuk’un “İdeolojinin Sonu, Sonun İdeolojisi”[327] başlıklı yazısı bulunmaktadır.

Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem

Editörlüğünü Osman Konuk ve Ahmet Kemal Bayram’ın birlikte yaptığı Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem (Adres Yayınları, Ankara, 2009, 322 s.) adlı kitap ikilinin birlikte hazırladıkları “Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem: Bilginin Parçalanması ve Etik Arayışlar”[328] başlıklı yazıyı içermektedir.

Dergicilik Faaliyetleri

Şiir birikiminin oluşumunda ve şiir hareketlerinin ortaya çıkışında edebiyat dergilerinin önemli bir yeri vardır. Bu nedenle şairlerin dergicilik faaliyetlerine katılması, orada diğer şairlerle kurdukları dostluklar, aralarındaki etkileşimler ile edindikleri bilgi birikimi ve tecrübeler, kendi poetikaları ve şiirleri üzerinde son derece etkili olmaktadır.

Osman Konuk da bir söyleşisinde 1980 Kuşağından bahsederken, dolaylı olarak, dergilerin şiir iklimi ve şiir kuşaklarının oluşumu üzerindeki etkisini dile getiren açıklamalarda bulunur: “Herkes gibi ben de kuşağımın şairlerini severim. Aynı şiirsel iklimde ve aynı gri gökyüzünün altında doğduk, büyüdük. Aynı süreçleri yaşadık. Aynı dergileri okuduk ve aynı kültürel atmosfere maruz kaldık. "'9

1980 Kuşağının oluşumunda etkili olan ve bu dönemde şiirin gündemini belirleyen dergiler arasında Üç Çiçek, Poetika, Edebiyat Dostları, Yönelişler, Şiir Atı, Ayrım Şiir gibi genç dergiler ile Gösteri, Varlık, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat gibi kurumsal dergiler sayılabilir.[329] [330]

Osman Konuk, 1981 yılında Yönelişler Dergisfnin yayımında görev almıştır. 12 Eylül 1980 sonrası oluşan kısmî rahatlama ortamı içerisinde Osman Konuk ve arkadaşları bir dergi çıkarma çalışması içine girerler. Ebubekir Eroğlu, Adnan Tekşen, Ahmet Yücel, İlhan Kutluer, Yüksel Kanar gibi isimler bu proje içinde yer alan diğer kişilerdir. Bürde Yayınları’nın maddî desteğiyle Yönelişler Sanat ve Kültür Dergisi, 1981 yılının Nisan ayında yayın hayatına girer ve Osman Konuk bu derginin “çekirdek kadrosunda”[331] yer alır. “Dergide şiirle ilgili işleri ben yürütüyordum... Yönelişler Dergisi’yle dergiciliğin mutfağında çalıştım. Dağıtımı, satışı, postalanması, aboneler. Bütün bunlar iki yıl boyunca elimizden geçti, İstanbul’da yürüyerek dergi dağıtıyorduk.”[332] diyerek dergide üstlendiği rolü ifade eden Konuk, Yönelişler’in edebiyat dünyasına yaptığı katkıyı da şu şekilde dile getirir:

Neredeyse bir kuşak şair orada başlamış ve devam ettirmişlerdir. Adını sayabileceğim pek çok isim var: Osman Konuk, Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş, İhsan Deniz, Yılmaz Daşçıoğlu gibi.Yönelişler çok iyi bir dergiydi. Çimdi bile bakıldığında hem yaptığı iş hem de yetiştirdiği edebiyatçılar çok net görülebilir. Yönelişler belirli ölçüler içinde edebiyatı akademik dünyaya da açan bir dergiydi. Yönelişler Dergisi ’nin bir özelliği de herhangi bir siyasî ayrım yapmaksızın iyi ürünlere yer vermesiydi. Sol kimliği olan arkadaşlar da rahatlıkla şiir yayınlayabiliyordu. Edebiyat merkezli bir dergiydi.[333]

Yönelişler Dergisi, Osman Konuk’un edebiyat dünyasınca tanınmasında da ilk büyük adıma ev sahipliği yapmıştır. Daha önce Yeni Sanat ve Oluşum dergilerinde de şiir yayınlayan şair, ilk kez, Yönelişler’de yayınladığı şiirlerle dikkat çekmiştir. Osman Konuk, bu durumu “Yönelişler’de her sayı şiirlerim çıkmaya başladı ve benim edebiyat dünyasında çıkış yaptığım dergi oldu. Yeni Sanat ve Oluşum dergilerinde yayınladıklarımdan ziyade Yönelişler’de yayınladığım şiirlerle tanındım.”[334] şeklinde açıkça ifade eder: “1981 yılında Yönelişler Dergisi’nde yazdıklarımla beraber kendi şiirimin çekirdeği, tohumu atılmıştır diye düşünüyorum. Benim şiirim hâlen o tohumun açılışıdır. Bugün yazdıklarım içinde bile o dönem yazdıklarıma doğrudan ya da dolaylı göndermeler bulunabilir. ”[335]

Kendi şiirinin çekirdeğinin Yönelişler Dergisinde atıldığını ve bugüne kadar yazdıklarında bu izlerin okunabileceğini belirten Osman Konuk’un edebi kişiliğinin şekillenmesinde ve edebiyat dünyasınca tanınmasında Yönelişler dergisinin önemli katkıları olduğu görülür. Şairin kendisi de bu etkiyi açıkça dile getirmiştir.

Katıldığı Televizyon Programları

İlk kitabı Seni Yalnız Ben Anlarım"dan itibaren adını duyuran şair Osman Konuk, yaklaşık on yıl süren bir sessizlik döneminde adeta kabuğuna çekilmiş olmasına rağmen, Tehlikeli Belki ve Beyaz Savunma isimli kitaplarının yanı sıra dergilerde yazdıklarıyla da edebiyat dünyasının tanınan bir siması hâline gelmiştir. Bu vesileyle şimdiye kadar dört TV kanalında, kültür ve edebiyat sohbetlerine katılmıştır.

Şair, özellikle de Türk şiirinin irdelendiği, Ülke TV’deki 15 Mayıs 2009 tarihli “Meksika Sınırı”, Kanal 24’teki 8 Nisan 2011 tarihli “Kafa Dengi”, Cine5 kanalındaki 30 Haziran 2011 tarihli “Sıfır Noktası”, tvnet televizyonundaki 10

Kasım 2011 tarihli “Muhalif’ programlarında konuk olarak ağırlanmıştır.

Osman Konuk, bir söyleşisinde kendisine sorulan “Televizyon, muhalefeti yıpratmıyor mu?” sorusuna verdiği cevapta, mevcut şartlar altında televizyona çıkmamanın da bir tür “karşı gösteri” şeklinde yorumlanabileceğini belirtir:

Televizyon ‘büyük gösteri ’nin en somut örneği. Televizyona çıkmamak da bir tür görünmemek şeklinde karşı gösteri. Yani gösteri. ‘Ben hiç televizyona çıkmam, okkadar sert muhalifim. ’        ... Esas olarak bu

dergiye söyleşi yapmakla televizyonda konuşmak arasında sadece derece farkı var.[336] [337]

Şair, bu cevabıyla da şiirlerinde ve diğer söylemlerinde olduğu gibi, medyanın yarattığı popülerlik algısına eleştirisini sürdürür.

Yayınlanmamış Eserleri

Bugüne kadar üç şiir kitabı ve röportajlarından seçmeler ile Küllük başlıklı seri yazılarından oluşan bir mensur eser yayınlayan Osman Konuk, yukarıda bahsedildiği gibi bilimsel yayınlara da imza atmıştır. Bütün bunların yanı sıra, tarafımızca bizzat yapılmış olan ve hiçbir yerde yayınlanmamış bir röportajı da tez 337

çalışmamızın ekler kısmında yer almıştır.

Kendisiyle 25 Mart 2012 günü Afyon’da gerçekleştirdiğimiz bu sohbetin içeriğinde özellikle hayatıyla ilgili detaylı bilgiler bizzat şair tarafından sunulmuştur. Bugüne kadar pek çok yerde, şairin hayatı hakkında çıkan kısa değinilere göre, ilk kez detaylı ve bir bütün hâlinde yaşam öyküsü bu röportajın içinde yer almaktadır.

Konuk, kendisine hazırlamakta olduğu ya da tasarı mahiyetinde planladığı çalışmalar sorulduğunda, poetik metinlerini kitaplaştırmak istediğini ve kendisi için önemli olan insanlar hakkında yazmak istediğini söylemiştir:

Farklı mecralarda yazdığım şiir hakkındaki poetik metinleri düzenlemek ve belki bir kitap bölümü yapmak istiyorum. Ama hangi formatta olur bilemiyorum henüz. Kitaplardan sonra yayımlanan şiirlerin de olduğu yeni bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. Proje gibi değil ama hayatımda kendimi borçlu hissettiğim insanları yazmak istiyorum. Uzun zamandır zihnimde olan bir konu. Şimdilik sadece bir fikir. Bir fikir kendi formunu bulunca yazılabiliyor. Ben öyle yazabiliyorum yani.[338]

Şairin, bu sözlerde andığı ve hakkında yazmak istediği; kendisi için önemli şahsiyetlerden birinin Sezai Karakoç olduğu düşünülmektedir. Şair, kendisiyle yapılmış olan bir röportajda bu ipucunu vermiştir.[339] Ayrıca Konuk, bir naat yazmayı da arzulamaktadır.[340]


EKLER

Ek-1. Şair Osman Konuk ile Hayatı ve Şiiri Üzerine Bir Röportaj

(Konuşan: Namık Kemal GÜNDÜZ)

[Osman Konuk ile Afyon Kocatepe Üniversitesi M. Rıza Çerçel Kültür Merkezi’nde 25 Mart 2012 Pazar günü saat 13.00’te gerçekleştirdiğimiz röportajımız ilk kez burada sunulmuştur. Tezimizde yapılan Ek-1 şeklindeki atıflar bu metne aittir.]

Şair Osman Konuk kimdir? Hayat hikâyenizi sizden dinleyebilir miyiz?

1961’de Afyon’un Emirdağ ilçesi Gömü beldesinde doğdum. Ailem üç yüz yıldır bu köyde yaşamış, köyün kurucu ailelerindendir. Bildiğimiz kadarıyla kökenimiz bir Türkmen boyuna dayanmaktadır. Babamın ailesi çiftçi, anne tarafım ulemadandır. Anne dedemin adı Ali, Ali Hoca, Hafız Hoca gibi isimlerle anılmış biridir. Anne tarafım Bayat ilçesinden... Annemin ailesi Yurtçular olarak biliniyor Bayat ilçesinde.

Babam ehl-i tarik bir insan, köy sınırlarının üstünde ve dışında bir kavrayışı, zihin dünyası var. Bu nedenle köyde kalmak istemiyor ve ehl-i tarik olma kanalının da etkisiyle İzmir’e gidiyor. Ancak ailenin bir kısmı Afyon’da kalmıştır.

İlkokulu İzmir’de okudum. İzmir’de iki farklı ilkokulda okudum ve Şehit Fethi Bey İlkokulu’ndan mezun oldum. Şiirle ilk bilinçli tanışmam da bu okulda yaşadığım bir olay üzerine oldu. Normalde İzmir’e kar yağmazken ilkokul üçüncü sınıfta derste olduğumuz bir gün kar yağınca, dışarıdaki karı seyretmeye daldım ve öğretmeni duymamışım. Öğretmen de madem bu kadar etkilendin o halde kar konulu bir şiir yaz, diyerek ödev verdi. Şiir yazmak diye bir şey olduğuna dair ilk bilgim bu olaya dayanır.

İlkokul yıllarınızdan biraz daha bahsetseniz...

Ben ilkokula erken gittim. Benden bir buçuk yaş büyük olan ablam, evde oyun arkadaşımdı ve onun okula başlamasıyla arkadaşsız kalmamak için ben de okula başladım. Arkadaşlarımın en küçüğüydüm ve biraz geç başladığım için geri kaldım. Ancak kısa sürede eksiğimi tamamlayıp öğretmenin yaptığı sınavla herkesi geçtim. İlkokul hayatımda hep ablamla aynı sınıfta okudum. Ablam sınıf başkanı olan, en çalışkan, öğretmenin gözdesi bir öğrenciydi. Sınıfın en küçüğü olmam nedeniyle diğer öğrencilerin bana baskısı, tahakküm kurma çabaları vardı ve ben bunu kabul etmiyordum. Bu beni o dönem saldırgan yaptı, bir tür kendini kanıtlamak ve var etmek çabası oldu, birkaç kez kavga ettim ve ceza aldım.

İlkokulda çok çalışkan bir öğrenci değildim ancak hızlı okuma yarışmalarında hep birinci olurdum. Ablamı geçebildiğim tek konu ondan daha iyi okumamdı. Bir de ilkokul dördüncü sınıfta bir müfettiş gelmişti dersimize ve silindirin hacmini sordu. Bu soruyu kimse bilemedi, ben parmak kaldırdım, öğretmen bana söz hakkı vermekte tereddüt etmesine rağmen ben ısrar edince söz hakkı verdi ve ben soruyu tahtada çözdüm. Bu olaydan sonra öğretmenin ve sınıfın gözündeki yerim farklı oldu. Artık daha saygı değer ve önemli bir öğrenciydim.

İlkokula ilişkin olarak bu iki olay zihnimde yer etmiştir. Her gün kavga eden, saldırgan bir öğrenciydim. Küçük olduğum için üzerime gelen baskılara bir tür karşı koyma, daha şiddetli bir tepki gösterme, bir tür defansif saldırganlıktı.

Bu yıllarda okumalarınız nasıl şekilleniyordu, ilk okuduklarınız nelerdi?

Biz disiplinli ve mütevazı bir aileydik. Babam her gün bize bir simit ve gazoz parası verir, ayrıca hafta sonları için de bir sinema bileti parası verirdi. Babamın son derece dindar biri olarak bana sinema parası veriyor olması ilginçtir. Ben simit ve gazoz parasını biriktirir çizgi roman alırdım ve hafta sonları ise sinemaya giderdim.

İlkokul yıllarında o dönemin Kaptan Swing, Zagor, Tommiks, Teksas gibi meşhur çizgi romanlarının hepsini alır okurdum. Bitirdiklerimi ise sokaktaki tezgâhlardan değiştirerek bütün serileri okumaya çalışırdım. Benim okuma aşkımın kaynağı bu çizgi romanlardır. Okumalarım nedeniyle önce ailem tarafından teşvik edilirken sonra ders dışı okumalarımın çokluğu nedeniyle ailemden tepki almaya başlamıştım.

Bu çizgi romanlar içinde kendime hayalî bir dünya kuruyor ve zihnimde yeni hikâyeler yazıyordum. Okuduğum ve sevdiğim çizgi romanların kahramanlarını kullanarak yeni kurgular oluşturuyordum. Özellikle en sevdiğim hikâyelerim farklı çizgi romanların karakterlerini bir hikâyede buluşturduğum kurgulardı. İlkokulda okuduğum bu hikâyeler okuma alışkanlığımın temeli oldular.


Bunun yanı sıra eve her gün Tercüman gazetesi alınıyordu. O dönem Tercüman" da yer alan Pehlivan Tefrikaları ve gazeteyle verilen temel eserler ile Büyük Doğu dergisi ve babamın tasavvuf kitapları ilk okumalarım arasında yer aldılar.

Babamın ilkokul mezunu olmasına rağmen derin tasavvuf bilgisi ben de sağlam ölçütler oluşturmuştur. Ayrıca babamın arkadaşlarının katılımıyla evimizde yapılan sohbetler sanıyorum zihnimin oluşmasında farkında olmasam da beni etkilemiştir. Benim tasavvufla ilgim teorik boyutta edindiğim bilgilerden ve aldığım kültürden öte geçmemiştir.

İlkokul beşinci sınıfta başarı beklenen bir öğrenciydim ve devlet parasız yatılı okulları sınavından okuldaki en yüksek puanı aldım. O dönemde gidebileceğim bir Anadolu liseleri, o zamanki adıyla Maarif Kolejleri vardı, bir de İmam Hatip Liseleri vardı. Babamın tercihi üzerine İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmına kaydoldum. Öğretmenlerim Maarif Kolejine gitmemi istemiş fakat babam, “Benim için dinini öğrenmesi her şeyden önemlidir.” diyerek buna itiraz etmişti. 1971 yılında, on yaşında Bursa İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmına yatılı olarak kaydoldum. O dönemde İmam Hatiplerin ortaokul kısmı kapatılmıştı ve normal eğitim-öğretim müfredatı uygulanıyordu.

İlkokulda 4. ve 5. sınıfta yazları Kur’an kursuna giderek, Kur’an okumayı öğrenmiştim. Sadece ben değil ailenin bütün çocukları Kur’an okumayı öğrenmişti.

Benim kitaplarla ve edebiyatla ciddi ilişkim ortaokulda okulun kütüphanesini keşfetmemle başladı. Okulun zengin bir kütüphanesi vardı. Evden ayrılınca çizgi romanlarla ilişkim kesildi ve ciddi olarak ilk okuduğum Peyami Safa olmuştur. Onun bütün kitaplarını yutarcasına okumuştum. Daha sonra Halit Ziya’lar, Refik Halit’ler bütün romancıları okudum. Artık kitaplar hayatımın vazgeçilmezi olmuştu.

Okumalarım çizgi romanlardan yüksek edebiyat kitaplarına geçmişti. O dönem yaşıtlarım çocuk kitapları okurdu ama ben bu kitapları pek sevmezdim. Zaman zaman arkadaşlarımın elinde görüp o tür kitaplardan da okumuşluğum vardır ama o türdekileri pek tercih etmezdim.

Peyami Safa’nın sizde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Peyami Safa romanlarının beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Peyami Safa, Türkiye’de değeri yeterince bilinmemiş bir romancı gibi gelir bana. Dostoyevski 190


okuyunca bunu daha iyi anlamıştım. Siyasi düşünceleri bir yana, edebî kişiliği beni gerçekten etkilemişti. İlkokul yıllarında çizgi romanlar nasıl hayal dünyamı harekete geçirdiyse, ortaokulda da Peyami Safa romanları bana yeni bir kapı açmıştı. Onun tekrar tekrar okuduğum kitapları da vardır. Yüksek edebiyatın kapısını bana Peyami Safa açmıştır.

Kitaplar dışında ilgilendiğiniz şeyler nelerdi?

Benim kuşağım dönemin çalkantıları içinde kalmış bir kuşaktır. Bu kargaşa içerisinde her zaman kitaplar iyi bir arkadaş olarak yanımda yer aldılar. Bir de düzenli olarak spor yapardım. Atletizm, basketbol ve bütün su sporlarını yaptım. Yaşıtlarım kulüplere, derneklere, partilere giderken ben sporun sivil ve rahatlatıcı dünyasını tercih ettim.

Lise yıllarınızda sizi etkileyen, yönlendiren olaylar nelerdi?

Lise yıllarımda beni etkileyen Felsefe öğretmenim Mustafa Öz olmuştur. İstanbul Üniversitesinden mezundu ve çok iyi bir hocaydı. Sosyoloji okumamda birinci derecede etkili olmuştur. Hocayı tanır tanımaz bu kararı almıştım.

Üniversite ve İstanbul yıllarını anlatır mısınız

1978 yılında İstanbul’a gelerek üniversiteye kaydoldum. Henüz 17 yaşında bir gençtim. Bu sırada şiir ve edebiyata ilgim yoğun şekilde devam ediyordu. Bütün İkinci Yeni şairlerini ve sonra gelenleri okuyordum. Tabii ki benim kuşağımın tamamı için en parlak ve cezbedici şair İsmet Özel’di. 1978’de benim için iki şey başlamıştı, bir Sosyoloji okumaya başladım bir de İsmet Özel’le tanıştım.

İsmet Özel’le nasıl karşılaştınız?

dönem çıkan Yeni Devir gazetesine şair Mehmet Ocaktan’ı görmeye gitmiştim ve o bana kapı aralığından İsmet Özel’i göstermişti. İsmet Özel kasketli, kısa boylu, esmer, zayıf, ufak tefek, kara kuru bir adamdı. Bu benim hayalimde yarattığım İsmet Özel’den farklıydı.

Mehmet Ocaktan ile bir gün Nobel ödüllerini tartışırken, ben o gençlik ateşiyle “Ben Nobel’i bir tek şey için isterim, o da reddetmek için.” demiştim. İsmet Özel de yanımıza gelerek “Biliyorsunuz Sartre bunu daha önce yapmıştı.” dedi ve “Siz güneyli misiniz?” diye sorarak ilk kez bana ilgi gösterdi. Beni güneyli, Türkiye’nin güneyinden biri olarak düşünmüştü. “Hayır.” dedim. Yanımızdaki arkadaşlar da benim şiir yazdığımı söylemişlerdi. Böylece tanıştık ve dört yıl boyunca yoğun ve sürekli bir usta-çırak ilişkisi ve arkadaşlığımız oldu.

İsmet Özel’in sizin şiirinizin temellerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

İsmet Özel, benim şiirde ustamdır. Şiir üzerine çokça sohbetlerimiz olmuştur. Daha önce İzmir’de şiir de yayınlamıştım ama bunu İsmet Özel bilmiyordu.

Bu şiirlerin yayınlanma öyküsünü paylaşır mısınız?

İzmir’deyken Konak’ta Aydın Kitabevi'ne cuma ve cumartesi günleri kitap- dergi almaya giderdim. O dergiyi çıkaranlar da oraya gelirlerdi ama hiçbir zaman tanışma konuşma gerçekleşmedi. Dergi İzmir’de çıkan bir dergi olduğu için öylesine şiir göndermiştim. Yayınlamasına şaşırdım hatta.

Üniversite hocalarınız arasında kimler vardı?

İstanbul Üniversitesi’nde hocalarım arasında Cahit Tanyol, Baykan Sezer, Fügen Berkay, Korkut Tuna, Ümit Meriç gibi önemli isimler vardı.

İstanbul yıllarınızdan ve o dönemdeki hayatınızdan, arkadaşlıklarınızdan bahsedebilir miyiz?

İstanbul bir kampüstür. Kültür, sanat, edebiyat her yerdedir. Bir medeniyetin içindesinizdir. İstanbul siz ne isterseniz öyle olan bir şehir.

Üniversite yıllarında şiir-edebiyat vesilesiyle pek çok arkadaşım oldu. Felsefe bölümünde edebiyatla ilgilenen çok arkadaşımız vardı. Oktay Taftalı, Cengiz Öndersever gibi isimlerle arkadaşlığımız vardı. Bütün siyasi kamplaşmaların dışında, edebiyat-felsefe merkezli bir arkadaşlığımız vardı. Ben ilk gençlik yıllarından itibaren edebiyatın ve şiirin otonomisine inandım. Edebiyat, şiir ilişkilerim de hep bu otonomi anlayışına göre biçimlendi.

Öğrencilik yıllarımda Üsküdar’da bir evde kalıyorduk ve evimizde sürekli olarak yazan, çizen, edebiyat, şiir, felsefe meraklısı arkadaşlarla bir araya gelirdik. O ev o kadar çok bilinir, ziyaret edilirdi ki arkadaşlar arasında “Üsküdar’daki Ev” adıyla anılırdı. Eve gelenler arasında İlhan Kutluer, Süleyman Portakal, Hüseyin Atlansoy, Hasan Selami Binay, Adem Turan, İhsan Deniz, Yüksel Peker, Sıtkı Caney ilk aklıma gelen isimler. Ayrıca Necat Çavuş, Adnan Özer, Akif Kurtuluş, Metin Celâl de o dönemde tanışıklığım ve arkadaşlıklarım olan şairlerdi. Bizim kuşak, yani 80 Kuşağı, farklı dünya görüşlerine sahip şairlerin arkadaş olabildikleri, aynı dergilerde, aynı yayınevlerinde kitapları yayınlanan şairler kuşağıdır da. Benim ilk kitabım sosyalist bir şair arkadaşım olan Adnan Özer’in kurduğu Üç Çiçek Yayınlarından çıkmıştır.

12 Eylül 1980 darbesini nasıl anımsıyorsunuz?

İkinci sınıftayken 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Bizim örgütsel, politik angajmanlarımız yoktu ama ortamın bütün baskısını, şiddetini hissediyorduk. Biz kültür sanat merkezli bir arkadaşlık kurmuştuk. 12 Eylül sabahı radyodan Hasan Mutlucan türkülerini ve darbe bildirisini duyduk.

12 Eylül’den sonra kısmî bir rahatlama ortamı oluştu ve edebiyat, şiir merkezli diyaloglarımız daha da artmıştı. İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi, bizim tabirimizle Erenler adıyla andığımız bir mekân vardır. Diyebilirim ki Erenler’den geçmeyen 80 Kuşağı şairi yoktur. Pek çok arkadaşımızla orada tanıştık, konuştuk, tartışmalar yaptık.

Az önce kaldığımız yerden, İsmet Özel’le olan arkadaşlığınızdan devam eder misiniz?

İsmet Özel, bir gün şiirlerimi de alıp kendisini ziyaret etmem için beni davet etti. Ben de dört tane şiirimi temizce daktiloya çekip ona gittim. Şiirlerimi okudu, kitaplığına kaldırdı ve şiirlerimle ilgili olumsuz hiçbir şey söylemedi, ben tavrından olumlu izlenim edinmiştim. Bu şiirlerden başka bir kopya elimde olmadığı için şiirleri net hatırlayamıyorum ancak daha sonraki şiirlerime o şiirlerden bazı mısralar aktarmıştım.

Üniversite hayatım boyunca, dört sene zarfında İsmet Özel’le çok sık görüşüyor, sürekli şiir-edebiyat üzerine sohbet ediyorduk. Ben şiirle ilgili görgümü İsmet Özel’den edindim. Bilgiden çok görgümü... Bu hem çok şanslı hem çok şanssız bir başlangıç oldu. Çok şanslı çünkü bu sayede birçok zayıf, niteliksiz, ikinci ve üçüncü sınıf kalitelere takılmaktan kurtuldum. En yüksek noktadan şiire girdim. Bu bir şanssızlıktı, çünkü benim üzerimde çok büyük bir baskıydı. İsmet Özel’in şair dediği bir gençtim ve yazdıklarım en az İsmet Özel’in şiirleri kadar iyi olmalıydı. Bu noktada şunu düşünmüştüm, yazdıklarım ya İsmet Özel izinde gidecek ya da bambaşka bir yolda olacaktı. İlk şiirlerimde, özellikle Yönelişler" de yayınlananlarda bu ikilik vardır, bazı şiirlerim İsmet Özel’e bakar, bazı şiirlerim başka bir yol açmaya çalışır. Mesela oradaki “Kötülük” şiiri İsmet Özel’le karşılaşıp hemen ayrılmaya çalışan bir şiir, “Söylenmeyene Katkı” ise ayrılmış bir şiirdir.

Yönelişler Dergisi’nin ortaya çıkış süreci nasıl şekillenmişti? Siz bu süreçte nasıl bir rol aldınız?

1981 yılında Ebubekir Eroğlu, Adnan Tekşen, Ahmet Yücel, İlhan Kutluer, Yüksel Kanar gibi benden yaşça büyük olan ama benim sürekli görüştüğüm grupla bir dergi çıkarma projesi gündeme geldi. O zaman çıkan dergiler Mavera, Aylık Dergi, Edebiyat Dergisi, Yazko serisi. 12 Eylül’den sonra edebiyat dünyasında bir tür çeşitlilik vardı. Bu saydığım isimlerle beraber Yönelişler dergisinin çekirdek kadrosunda yer aldım. Bürde Yayınları"nın maddi desteğiyle Yönelişler Dergisi 1981 yılında çıkmaya başladı. Özellikle ilk birkaç yıl çok etkili oldu ve neredeyse bir kuşak şair orada başlamış ve devam ettirmişlerdir. Adını sayabileceğim pek çok isim var: Osman Konuk, Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş, İhsan Deniz, Yılmaz Daşçıoğlu gibi...

Dergide şiirle ilgili işleri ben yürütüyordum. Yönelişler çok iyi bir dergiydi. Şimdi bile bakıldığında hem yaptığı iş hem de yetiştirdiği edebiyatçılar çok net görülebilir. Yönelişler belirli ölçüler içinde edebiyatı akademik dünyaya da açan bir dergiydi.

Yönelişler’de her sayı şiirlerim çıkmaya başladı ve benim edebiyat dünyasında çıkış yaptığım dergi oldu. Yeni Sanat ve Oluşum dergilerinde yayınladıklarımdan ziyade Yönelişlerde yayınladığım şiirlerle tanındım.

Ben başka türleri bilemiyorum ama şiire 16-17 yaşından daha geç olarak başlanabileceğini düşünmüyorum. Bu dönemi şiir için kritik yaş olarak değerlendiriyorum. İlk şiirlerimi yayımladığımda 16 yaşındaydım. 17 yaşımda özellikle ilişkilerim, okumalarım, tanışıklıklarım sayesinde Türk şiirinin en üst noktasında bir şiir görgüsü edinmiştim. Bu beni son derece titiz yapıyordu, bazen bir şiir için yüzlerce sayfa harcıyordum. Bu az önce söylediğim hem şans hem şanssızlık meselesiydi, ya yeni bir yola girecektim ya da dönemin ruhuna uygun şeyler yazacaktım ki öyle yazdıklarım da olmuştur. 1981 yılında Yönelişler Dergisinde yazdıklarımla beraber kendi şiirimin çekirdeği, tohumu atılmıştır diye düşünüyorum. Benim şiirim hâlen o tohumun açılışıdır. Bugün yazdıklarım içinde bile o dönem yazdıklarıma doğrudan ya da dolaylı göndermeler bulunabilir.

Yönelişler Dergisiyle dergiciliğin mutfağında çalıştım. Dağıtımı, satışı, postalanması, aboneler... Bütün bunlar iki yıl boyunca elimizden geçti, İstanbul’da yürüyerek dergi dağıtıyorduk.

Yönelişler Dergisinin bir özelliği de herhangi bir siyasî ayrım yapmaksızın iyi ürünlere yer vermesiydi. Sol kimliği olan arkadaşlar da rahatlıkla şiir yayınlayabiliyordu. Edebiyat merkezli bir dergiydi.

Bu yıllarda Sezai Karakoç’la da görüşüyordunuz sanırım.

İstanbul’daki öğrencilik yıllarımda çok düzenli olmasa da Diriliş’e de gider gelir ve Sezai Karakoç’un sohbetlerine katılırdım. Yönelişler’de yayınlanmadan çok kısa bir süre önce şiirlerimi Sezai Karakoç’a okutmuştum. Bir gün arkadaşlarla kendisini ziyarete gitmiştik ve yanımda şiirim varsa bakmak istediğini söyledi. Şiirimi okuduktan sonra bir kez de benim okumamı istedi ve birkaç yeri göstererek “Buraların üzerine gidin, bunlar saf şiir.” dedi. Eğer İsmet Özel ya da Sezai Karakoç benim şiirlerim için olumsuz bir düşünce ifade etselerdi ya da böyle anlasaydım bu yolculuğu sürdürmezdim. Sezai Karakoç sadece benim ve kuşağımın değil aşağı-yukarı üç kuşağın üzerinde etkisi olan bir kaynaktır.

İlk kitabınızın yayınlanma sürecini paylaşır mısınız?

1982 yılında okulumu bitirdikten sonra bir gün eve geldiğimde şair Adnan Özer’i babamla otururken buldum. Adnan Özer, Üç Çiçek Yayınlarinı kurduğunu ve benim şiir kitabımı basmak istediğini söyledi. Bu sırada askere gitmeme çok az bir zaman kalmıştı. Daha önceleri ben bir gün kitabım çıktığında içinde Hasan Aycın’ın -ki bizim Hasan Abimizdir- çizgileri olsun istemiştim. Kitap için hazırladığım dosyayı alıp Balıkesir’e Hasan Aycın’ı görmeye gittim, ona dosyayı bırakıp İzmir’e geri döndüm. Bir iki hafta içinde Hasan Abi çizimleri bitirmişti. Galiba Hasan Aycın’ın figüratif anlamda çizdiği çok az sayıdaki örneklerden bir tanesi kitabım için yaptığı çizimlerdi.

Kitabım çıktı ve ertesi gün ben askere gittim. Kitabımı iki kişiye imzalayıp takdim ettim. Sezai Karakoç ve İsmet Özel’e.

1982 Aralık döneminde önce İstanbul Tuzla ve ardından da kura ile Mardin İdil’e yedek subay olarak askerlik görevim için gittim. Askerlik dolayısıyla bütün Güney Doğu’yu gezdim, o coğrafyayı ve insanlarını tanıma fırsatı buldum.

İlk kitabım çıkar çıkmaz askere gitmiştim, sonraları öğrendim ki kitabım için pek çok yazı yazılmış, şiirlerim beğeni almıştı. Adnan Özer imza günleri düzenliyordu. Ankara’da Dost Kitabevfndeki bir imza gününde dört kişiydik ve en genç olanı bendim. Garip bir şey oldu, oraya imzalanmak için getirilen kitaplarım bitti ve başka kitapçılardan kitap toplayıp getirdiler. Bu beni çok şaşırtmıştı, kitabımın bu kadar ilgi gördüğünü askerde olduğum için fark edememiştim.

İstanbul’dan Malatya’ya ve akademisyenliğe geçiş süreciniz nasıl şekillendi?

Askerlik bittikten sonra bir süre iş sıkıntısı çektim ama daha sonra öğretmen olarak 1985 yılında Malatya’ya tayin oldum. Malatya Lisesi’nde 3,5 yıl kadar öğretmenlik yaptım. İstanbul’dan hocam olan Fügen Berkay, İnönü Üniversitesi’ne gelmişti ve beni yüksek lisansa ve sonra da asistanlığa davet etti. Daha sonra da doktora çalışmamı yaptım. Böylece 1988 yılı itibariyle üniversiteye intisap ettim. 2005 yılında Afyon’a geldim ve o tarihten beri Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünde görev yapıyorum.

Uzun bir sessizlik süreci yaşadığınızı biliyoruz, bu konuda neler söylersiniz?

Yaklaşık olarak 1990 ile 2000 yılları arasında hemen hemen on yıl kadar bir süre hiçbir şey yayınlamadım. Bazıları bu süreyi iki kitabımın çıktığı tarih farkını gözeterek 24 yıl olarak yorumlasa da bu çok doğru değildir. 1993’e kadar bir şeyler yayınlamıştım ve 2002’ye kadar bir suskunluk süreci geçirdim. Bu on yıllık süreç benim için karanlık bir dönemdi. Kişisel bir içe kapanma dönemiydi. Ama tam bir kapanma. “Dokuz yıl sokağa çıkmadım”. Gerçek anlamıyla sokak da diyebilirim. Tam bir atalet ve içsel kriz dönemiydi. Bazen olur, bildiğimiz dünya, ayakların altındaki toprak ve başın üstündeki gökyüzü arasında kaybolursunuz. Daha özel nedenleri anlatmaya gerek yok.

Bana göre 90’lı yıllar Türkiye için de karanlık bir dönemdir. Bunun ileride daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. O yıllar siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan kötü bir dönemdi. Şimdi görüyorum ki edebiyat-şiir açısından da son derece kısır bir dönemmiş. Bir okur olarak da bunu söyleyebilirim. Zaten benim edebiyatla ilişkim aslında okuma üzerindendir. Yazmak, eser vermek ikinci bir iş gibi gelir bana. Bir yazarın da söylediği gibi yazarın sessiz kaldığı dönem de eserine dâhildir.

Tekrar yayınlama süreciniz?

2000’li yıllardan sonra tekrar yayınlamaya başladım. Bu arada müstear isimler kullanarak bazı web sitelerine, email gruplarına üye olup yazılar yazdım. Bunlar arasında özellikle Erin Özgür takma adıyla Şiir Postası (siirpostasi@yahoogroups.com) grubuna ve www.zinhar.com sitesine yazdıklarım vardır. Buralarda yazdıklarım daha sonra Ağır Ol Bay Düzyazı ve Zinhar dergilerinde de yayınlandı. Şiir Postası grubu internetin edebiyatla ilk karşılaşmasıdır diyebilirim. Ben bu grupta önce müstear isimle daha sonra da kendi adımla yazdım.

Tekrar yazmaya başlamak adeta sıfırdan başlamak gibi oldu ve bu sanki daha canlı bir başlangıçtı. Şiir dilim de değişmişti. İlk kitabımdaki kadar ekonomik, yoğun bir dil kullanmadığım görülebilir sonraki şiirlerimde.

Bu süreçte niçin müstear isim kullanma gereği duydunuz? Sizi buna iten sosyal ya da kişisel şartlara ilişkin bilgi verir misiniz?

Tamamen tesadüfen gerçekleşti. Bir akademisyen arkadaşım şiirle ilgili olduğumu bildiği için ciddi şiir tartışmaları olan bir mail grubunu önermişti. Ben de o gruba gençlik dönemimde de birkaç kez kullandığım bir müstearı değiştirerek üye oldum. Bir de yeniden başladığımda ne yazacağımı ben de merak ediyordum. Garip bir şey oldu. Müstearla yazmam, önceden bilinir olmanın getirdiği kamusal imajdan kurtulmamı ve aslında bir anlamda özgürleşmeyi sağladı. Bunu tecrübe etmeden bilemiyorsunuz.

Müstear isimle yayınladığınız şiirlerin bazılarını kitaplarınıza alırken bir kısmını dışarıda bıraktığınızı görüyoruz. Bir şair olarak, bu ayrımı yaparken hangi ölçütlerden hareket edersiniz? Bunu açıklar mısınız?

Müstearla yazdığım bazı şiirleri kitaplara almadım. Almadıklarım benim şiirimi temsil etmeyen, daha deneysel türdeki şiirlerdi. Ama sonrası için o şiirleri de kitaplara almayı düşünürüm. Çünkü bu şiirde temsil sorunu sandığımızdan daha karmaşık. Bence bazı şiirlerin temsil etmemesi de bir çeşit yanılsama. Buna karar verecek okurdur diye düşünüyorum.

Şiirinizdeki baskın konu ve temaları söyler misiniz? Osman Konuk şiirinin ana yatağı hangi vadide akmaktadır?

Ben tematik ya da kavramsal düşünerek yazamıyorum. Çok az şiirin başlığı en baştan bellidir. Kendi yazdıklarım hakkında açıklama yapmakta zorlanıyorum. Son yıllarda fark ettiğim bir şey var: Şiir, onu belirlemeye ve yönetmeye çalıştığınızda kaybolan bir şey. Kaybolduktan sonra yazdıklarınız sadece kâğıt ya da ekrandaki bir takım şekillerden ibaret oluyor. Birine bir armağan verecekseniz önce o sizde olmalı mesela. Bir an sizin olmalı.

Yumuşak Ge dergisinin “şiir cemaatleri” soruşturmasında “şiir ülkesinde, şahsen tanışsam da tanışmasam da aynı yere bağlı olduğumuzu hissettiğim şairler var” diyorsunuz. Bu şairlerin isimlerini anar mısınız? Ayrıca şairlerle aranızda olduğunu söylediğiniz bu ortak bağı nasıl yorumlarsınız acaba?

Aslında herkesin bildiği isimler çoğu. Eskiden şairleri sınıflandırırdım zihnimde. Artık bunu anlamlı görmüyorum. Büyük şairler ya da orta boy şairler yok. Dünya içinde bazı garip fikirleri paylaşan insanlar var. Ama bir süre sonra hepimiz dünya-sistem tarafından emiliyoruz. Şiir için en korkunç sonuç kurumsallaştırılması. Orada herkes ve her yazı ölü göstergelerden ibaret.

Ortak bağ konusu derin biraz. Görünce biliyorsunuz: İşte bana benzeyen biri, o kadar da yalnız değilmişiz gibi. Bu tamamen insani durumla ilgili.

Size göre şiir nedir? Şiiri meydana getiren unsurlar nelerdir?

Ne olmadığı hakkında birkaç şey söyleyebilirim. Şiir estetik haz ya da mesaj taşıyıcı bir araç- form değil, bence artık değil. Böyle olduğu zamanlar da aslında tabiatına yabancılaşma halindeydi. Hatta şiir bir sanat olmaktan çıktı. Çıkmalı da. Şiirin unsurlarının neler olduğu hakkında hiç düşünmedim. Şu anda da bir fikrim yok. Bu kısmı edebiyat biliminin konusu. Şiir yaparken bilim yapılmadığı için uzmanların işini uzmanlara bırakmak en iyisi.

Size göre Türk şiirinin temsil ettiği değerler nelerdir? Paylaşır mısınız lütfen.

Tamamen varsayımsal bir şey bu. Bana göre Türk romanı ya da hikâyesi dünya edebiyatında özel bir temsil niteliğine sahip değil. Ama Türk Şiiri farklı. Bunu ayrıntılı açıklamaya gerek yok.

Türk şiirinde kendinizi hangi şiir/ şair kuşağı içinde değerlendiriyorsunuz? Bu kuşakla örtüşen ve örtüşmeyen şiir görüşleriniz nelerdir?

80 Kuşağı. Bu kuşak hakkında çok yazıldı, tartışıldı zaten. Sosyolojik açıdan kendi kuşağımla zorunlu benzerliklerim var. Ama sanatın ve şiirin tekil evreninde her şair dünyayla biricik ve teke tek ilişki kuruyor. Kendiliğinden. Bunun dışında özel farkları ortaklıkları benim söylemem doğru olmaz.

1980 Kuşağı Türk şiiri hakkındaki görüşlerinizi paylaşır mısınız?

80 Kuşağı hakkında eleştirmenlerin, edebiyat kamusunun ortak yorumlarının birçoğuna katılıyorum. Tek bir cümle kuracak olursam da, 80 Kuşağı, şiirin Türkiye’de yeniden ayağa kalkması, kaldırılması şansını yaratan kuşaktır. Bunu anlamak için 70’lerin dünyasına bakmak gerekir.

Size göre bir metni şiir kılan ölçütler nelerdir? Bu ölçütü kim belirler? Şairin kendisi mi, edebiyat eleştirmenleri mi, okur mu yoksa kalıcı ya da popüler olmak mı?

Bir metni şiir kılan şey o metinle kurduğumuz doğrudan, aracısız, tek kelimeyle kalpten ilişki. Kalbimize giren ya da girmeyen. Kalp derken bürün varlığımıza ait bir şeyden bahsediyorum.

1980 Kuşağı şiiri üzerine yapılan değerlendirmelerde adınız İslamcı şiir/mistik-metafizik şiir gibi anlayışlar kapsamında anılmakta ve dönemin “genç Müslüman şairler”i arasında gösterilmektesiniz. Bu konuda neler söylersiniz?

Şiirde ve sanatta kimlik, adres, aidiyet vurgusu genellikle sanat zayıf kaldığında başvurulan bir şey. Şöyle bir şey var: “Ben şu dünya görüşüne sahibim ayrıca iyi şiir sanat yapmama gerek yok, hakikatin sahibiyim, gerisi ayrıntı” gibi. Şiir tamamen kolektif bilinçle üretilen bir değer olsaydı bütün sanat tarihini çöpe atmamız gerekirdi. Ama yapamıyoruz. Neden böyle olduğunu asgari dürüstlüğe ve temel bilgilere sahip herkes biliyor. Kimlik kartınız ya da pasaportunuz bazı kapıları açabilir ama şiir kapısından girmek için daha fazlasına ihtiyaç var. İnsanlar çok merak ediyorsa söyleyeyim: Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzunun içindeyim. Yani en geniş uzlaşmanın. Ama bazen tek bir kişiyle bile anlaşamadığım doğrudur.

Edebiyat ve şiir adına yapmak istediğiniz projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Farklı mecralarda yazdığım şiir hakkındaki poetik metinleri düzenlemek ve belki bir kitap bölümü yapmak istiyorum. Ama hangi formatta olur bilemiyorum henüz. Kitaplardan sonra yayımlanan şiirlerin de olduğu yeni bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. Proje gibi değil ama hayatımda kendimi borçlu hissettiğim insanları yazmak istiyorum. Uzun zamandır zihnimde olan bir konu. Şimdilik sadece bir fikir. Bir fikir kendi formunu bulunca yazılabiliyor. Ben öyle yazabiliyorum yani.

Bu samimi, güzel sohbet ve paylaştığınız bilgiler ile misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.


Ek-2. Osman Konuk Hakkında Yazılan Yazıların Yayın Yerleri

Kahraman, Mehmet; “Sen, Beni Anlarsın”, Mavera, Edebiyat Dergisi, S. 120, Aralık 1986, ss. 19-22.

Erdoğan, Mehmet; “Yitik Şairler”, Ayane, Kültür Edebiyat, S. 17, Mayıs 1989, ss. 2-3.

Kutlu, Mustafa; “Bir Kereden Ne Olur”, Yeni                   Şafak,     17 Mart 2004,

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/Mart/17/mkutlu.html, (7 Ekim 2012).

Baş, Fazıl; “Şair Tecrübenin Peşinde”, Atlılar, Bağımsız Edebiyat Dergisi, S. 15, Mart - Nisan 2005, ss. 47-49.

Ergülen, Haydar; “Osman Konuk Şiiri”, Derkenar, Edebiyat ve Kültür Dergisi, S. 14, Ocak 2006, ss. 18-19.

Eren, Burhan; “Bir Yaptılar, Pir Yaptılar”, Zaman Pazar,               7 Mayıs 2006,

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=781229&title=bir-yaptilar-pir- yaptilar&haberSayfa=1 , (14 Mayıs 2012).

Aydoğan, Mustafa; “Üç Şair Üç Ateş”, Yeni Şafak Kitap, S. 7, 5 Temmuz 2006, s. 24.

Çiçek, Betül Özel; “Tehlikeli Belki”, Anlayış, Siyaset Ekonomi Toplum Dergisi, S. 39, Ağustos 2006, s. 89.

Keklikçi, Cafer; “Tehlikeli Belki”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 198, Ağustos 2006, ss. 3-4.

Metin, Ali K.; “Tehlikeli Belki’ye Pürdikkat”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 199, Eylül 2006, ss. 4-6, 16.

Akın, Enis; “İnsanın Kendi Sesiyle Ayrılığı”, Virgül, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, S. 102, Aralık 2006, ss. 49-51.

Evrensel Gazetesi, “Kitap Fuarı Etkinliklerle Devam Ediyor”, 19 Ocak 2008, http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=23753, (28 Temmuz

.

Özmakas, Utku; “Süreksizliğin Çekiciliği”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan 2008, ss. 15-26.

Acar, Zafer; “Osman Konuk’un Parodi/ Pastiş Şiiri”, Yedi iklim, Edebiyat, Kültür, Sanat, Aylık Dergi, S. 221, Ağustos 2008, ss. 51-52.

Dara, Ramis; “Hayatı Şiirleştiren Kitaplar 7”, Akatalpa, Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 112, Nisan 2009, s. 14.

Akın, Hüseyin; “Sükûtun Kapısı”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 231, Mayıs 2009, ss. 3-5.

Özmakas, Utku; “Beyaz Savunma”, Akatalpa, Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 113, Mayıs 2009, s. 20.

Duman, Cihat; “Şiirsizliğe Karşı Bir Konuğumuzdan Beyaz Savunma”, Yeniyazı,
Kültür ve Edebiyat Dergisi
, S. 1, Temmuz - Ağustos 2009, ss. 88-92.

Kutan, M. Fatih; “Penyelere İnanıyor muyuz?”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 30 Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1782, (23 Mart 2012).

Ayçiçek, Hayati S.; “Beyaz Savunma İçin İlk Okuma Notu”, Aralık Edebiyat e- dergi,   1 Eylül 2009,        http://www.xn--aralkedebiyat-69b.com/beyaz-

savunma-icin-ilk-okuma-notu/, (1 Haziran 2014).

Algın, Hatice; “Edebiyat Mevsimi’ni Sorduk!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 16 Aralık 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=2482 , (5 Kasım 2012).

Coşkun, Müslim; “Edebiyatın Üç Kıymetli İsmi”, Millî Gazete, 26 Aralık 2009, http://www.milligazete.com.tr/makale/edebiyatin-uc-kiymetli-ismi- 147582.htm, (23 Mart 2012).

Altıyaprak, Yakup; “Tanınmamak İçin Şair”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 239, Ocak 2010, ss. 11, 16-17.

Ekinci, İdris; “Hayattan Şiire, Beyaz Savunma Üzerine Notlar”, Aşkar, Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, S. 12, Aralık-Ocak-Şubat 2009-2010.

C., Ali Ahmet; “Osman Konuk’un İlk Şiir Kitabı: ‘Seni Yalnız Ben Anlarım”, Kertenkele, Edebiyat ve Düşünce Dergisi, S. 18, Ocak - Mart 2010, ss. 89­104.

Durman, Nurettin; “Çamlıca Caddesinde Üç Şair”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 19 Mart 2010, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=3260&q= osman+konuk, (2 Ağustos 2012).

Bayrak, Onur; “Doksanlara Bir Şerh Olarak Ebedî Skor”, Fikir ve San’atta Sefer Dergisi, S. 5, Eylül-Ekim 2010, ss. 8-10.

Celep, Mustafa; “Hayal Gücü Değil Hayat Gücü: Osman Konuk Şiiri Üzerine”, Müfredat Kitap Dergisi, S. 4, Kasım-Aralık 2010, ss. 18-19.

Çalışkan, Furkan; “Anlaşırsak Ben Yokum”, Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 6 Haziran 2011,                              http://www.dunyayayenisoz.com/Yazar/Makale/Anlasirsak-Ben-

Yokum.html, (28 Temmuz 2012).

Özekinci, Orhan; “Biz O Şairi Unutamayız, Unutmayacağız!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 13 Kasım 2011, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=7900&tip=h aber, (2 Ağustos 2012).

Celâl, Metin; “Osman Konuk: Beyaz Savunma”, ty., http://www.metincelal.com/turkce/siiryazilari/edipcansever02.htm, (15 Ocak 2012).

Yusuf, Selahattin; “Tehlikeli Belki’ ve ‘Muhalefet”, Yeni Aktüel Dergisi, S. 262, 02-15 Şubat 2012, s. 83.

Tenekeci, İbrahim; “Osman Konuk Şiiri”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 7, Nisan 2012, ss. 26-31.

Kaya, Cem; “Nihayet Şiirden Bahsetmiyoruz Burada!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 2 Mayıs 2012,

http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9678&tip=h aber, (4 Haziran 2012).

Malikoğlu, Enes; “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, Yordam Dergisi, S. 15, Yaz 2012, s. 32.

Aycı, Mehmet; “Ayak İzleri Bahçeye Dönüşenlerden!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 14 Ekim 2012, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=11204&tip= haber, (3 Kasım 2012).

Yalçınova, Ömer; “Direkt Kana Karışan Yazılar”, Yeni Şafak Kitap, 28 Kasım 2012,                                 http://yenisafak.com.tr/kitap-haber/direkt-kana-karisan-yazilar-

28.11.2012-427099 , (8 Aralık 2012).

Yazgıç, Suavi Kemal; “Sıfır İroni”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 15, Aralık 2012, http://www.suavikemalyazgic.com/sifir-ironi, (27 Ocak

.

Tözeren, Ayşegül; “İki Şiir, Bir Dünya”, Karayazı, Üç Aylık Edebiyat ve Fikir Dergisi, S. 21, Ekim-Aralık 2012, ss. 7-8.

; “Herkese Osman Konuk'tan Sıfır İroni”, izafi, Edebiyat Kültür Dergisi, S. 8, Aralık-Ocak 2012-2013, ss. 40-43.

Yeni Şafak, “Şair Osman Konuk: Özel Şiir Yazma Derdim Yok”, 16 Ocak 2013, http://yenisafak.com.tr/kultur-sanat-haber/sair-osman-konuk-ozel-siir- yazma-derdim-yok-26.01.2013-456254, (27 Ocak 2013).

Karaaslan, İsa; “Dikkat Çeken Poetik Kitaplar”, Ayraç, Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi, S. 40, Şubat 2013, ss. 34-36.

Akar, Mustafa; “Tanınmamak İçin Şair”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 27, Aralık 2013, ss. 69-71.

Akın, Enis; “(Edebiyatta) Liyakat Bürokrasisinin Eleştirisine Katkı”, Natama, Hayat Memat Dergisi, S. 6, Nisan-Mayıs-Haziran 2014, ss. 2-4.

[1]  Ahmet Hamdi Tanpınar, “Türk Edebiyatında Cereyanlar”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 6. Bs., İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2000, s. 104.

[2]  Adem Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923­

1960) (A Theorical Approach to the Turkish Poetry of the Republic Era With İts Guidelines)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi/ The Journal of International Social Research, c. III, S.10, Kış 2010, s. 141.

[3] Hakan Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, Talât Sait Halman

(eds.), c. IV, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 22.

[4] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

146.

[5] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 29.

[6] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 24.

[7] İnci Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili Aylık Dil Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı

IV (Çağdaş Türk Şiiri), S. 481-482, Ocak-Şubat 1992, s. 566.

[8] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 27.

[9] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

146.

[10] Hüseyin Tuncer, Meşrutiyet Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Ders Kitapları A.Ş., 2001, s. 544.

[11] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

148.

[12] Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Yeni Türk Edebiyatı El

Kitabı (1839-2000), Ramazan Korkmaz (ed.), 4. Bs., Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2007, s. 233.

[13] Faruk Nafiz Çamlıbel, “Sanat”, Han Duvarları, İstanbul: Eflatun Yayıncılık, 2004, ss. 40-41.

[14] Birol Emil, Türk Kültür ve Edebiyatından 2/Şahsiyetler, Ankara: Akçağ Yayınları, ty., s. 248.

[15] Korkmaz ve Özcan, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, s. 233.

[16] İnci Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı”, Türkler, Hasan Celal Güzel (eds.), c. XVIII,

Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 107.

[17]   Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 24.

[18]   Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler, c. XVIII, s. 108.

[19]    Ahmet Haşim, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”, Piyale, 2. tab’, İstanbul: İkdâm Matbaası,

1928, s. 6.

[20]   Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 35.

[21] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”,

s.153.

[22] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 40.

[23]  Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2 (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), 5. Bs., İstanbul: Dergâh,

Yayınları, 1992, s. 195.

[24] Kaplan, Şiir Tahlilleri 2 (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), s. 116.

[25] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

158.

[26] Öztürk Emiroğlu, Türkiye’de Edebiyat Toplulukları, 3. Bs., Ankara: Akçağ Yayınları, 2008, s.

133.

[27] Rauf Mutluay, 100 Soruda Çağdaş Türk Edebiyatı (1908-1972), İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1973,

s. 267.

[28] Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 24. Bs., İstanbul: Varlık Yayınları, 2007, s.

365.

[29] Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, 12. Bs., İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, c. III, 2004, s.

597.

[30] Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, s. 140.

[31] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

159.

[32] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 41.

[33]  Hakan Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, 3. Bs., Ankara: Akçağ

Yayınları, 2006, s. 28.

[34] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 42.

[35] M. Orhan Okay, Poetika Dersleri, İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2011, s. 37.

[36] Yasemin Mumcu Ay, “Türk Şiirinde Garip Hareketi”, Turkish Studies /International Periodical

For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic, Vol. 4 / 1-II Winter 2009, s. 1244.

[37] Bâki Asiltürk, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Manifestolar”, Türk Edebiyatı Tarihi, Talât

Sait Halman (eds.), c. IV, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 142.

[38] Asiltürk, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Manifestolar”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 141.

[39] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”,

s.164.

[40] Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler, c. XVIII, s. 113.

[41] M. Akif İnan, Cumhuriyet'ten Sonra Türk Şiiri, Ankara: Eğitim-Bir-Sen Yayınları, 2010, s. 130.

[42] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

167.

[43] Hulusi Geçgel, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, 3. Bs., Ankara: Anı Yayıncılık, 2011, s. 148.

[44]Turan Karataş, “İkinci Yeni Türk Şiiri”, Türkler, Hasan Celal Güzel (eds.), c. XVIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 171.

[45] Geçgel, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 173.

[46] Muzaffer Erdost, “İkinci Yeni”, Son Havadis, S. 226, 19 Ağustos 1956. Karşılaştırınız Çalışkan,

“Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s. 177; Geçgel, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 163.

[47] Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler, c. XVIII, s. 114.

[48] Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, Talât Sait Halman

(eds.), c. IV, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 66.

[49] Karataş, “İkinci Yeni Türk Şiiri”, Türkler, c. XVIII, s. 171.

[50] Geçgel, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 174.

[51]  Mehmet H. Doğan, “Türk Şiirinde İkinci Yeni Dönemeci”, İkinci Yeni Şiir, 2. Bs., İstanbul:

İkaros Yayınları, 2008, s. 180.

[52] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 68-69.

[53] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 66.

[54] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 66.

[55] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, 4. Bs., İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2003, s.

120.

[56] Bâki Asiltürk, Hilesiz Terazi, 2. Bs., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011, s. 210.

[57] Alâattin Karaca, ikinci Yeni Poetikası, 2. Bs., Ankara: Hece, Yayınları, 2010, s. 104.

[58] Karaca, ikinci Yeni Poetikası, ss. 107-108.

[59] Kabaklı, Türk Edebiyatı, c. IV, s. 548.

[60] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 71.

[61] Kabaklı, Türk Edebiyatı, c. IV, s. 549.

[62] Geçgel, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, ss. 189, 191.

[63] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 69-70.

[64] Karaca, ikinci Yeni Poetikası, s. 115.

[65] Korkmaz ve Özcan, “1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 73.

[66] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.

184.

[67] Karaca, ikinci Yeni Poetikası, s. 115.

[68] Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 113.

[69] Eray Canberk, “1940 Kuşağı’ Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri”, Hece, Aylık Edebiyat Dergisi,

Yıl 5, S. 53/54/55, Mayıs/Haziran/Temmuz 2001, s. 132.

[70] Korkmaz ve Özcan, “1950                Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi,            c.            IV,          s. 92.

[71] Korkmaz ve Özcan, “1950                Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi,            c.            IV,          s. 95.

[72] Korkmaz ve Özcan, “1950                Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi,            c.            IV,          s. 104.

[73] Korkmaz ve Özcan, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, s. 295-296.

[74] Bu hızlanmada 1965’te Nâzım Hikmet’in şiirlerinin tekrar yayımlanmaya başlaması da etkilidir.

Benzer bir durum 1960 sonrasında tekrar yayımlanmaya başlayarak gündeme gelen Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinin Yeni Islami Akım üzerindeki etkisi için de söylenebilir.

[75] Hakan Arslanbenzer, “1960 Kuşağından Günümüze Şiirin En Uzun Elli Yılı”, 20. Yüzyıl Türk Şiiri

(100 Şair 100 Şiir), Enis Batur (eds.), İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006, s. 21.

[76] Arif Ay, “İki Buçuk Darbe Arası Türk Şiiri”, Hece, Aylık Edebiyat Dergisi, Yıl 5, S. 53/54/55,

Mayıs/Haziran/Temmuz 2001, 2. Bs., s. 136.

[77] Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s.126.

[78] Bâki Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013, s. 20.

[79] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, ss. 24-25.

[80] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.

[81] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 25.

[82] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.

[83] Metin Cengiz, Modernleşme ve Modern Türk Şiiri, 2. Bs., İstanbul: Şiirden/Digraf Yayıncılık,

2011, ss. 127, 136.

[84] Kemal Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, İstanbul: Şiirden/Digraf Yayıncılık, 2011, s.

172.

[85] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,   s.   49.

[86] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,   s.   51.

[87] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,     s. 100.

[88] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,     s. 176.

[89] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,     s. 180.

[90] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve    Eleştiri,     s. 183.

[91] Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2004, s. 163.

[92] Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, s. 410.

[93] Metin Celâl, Yeni Türk Şiiri, İstanbul: Çizgi Yayınları, 1999, s. 25.

[94] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 55.

[95] Ahmet Oktay, “1980 Sonrasında Şiir”, İmkânsız Poetika, İstanbul: İthaki Yayınları, 2008, ss. 64­

65.

[96] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 100.

[97]   Osman Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, (Konuşan: İbrahim Tenekeci), Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 195, Mayıs 2006, s. 13.

[98] Osman Konuk, “Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, (Konuşan: Cenk Gündoğdu),

Üç Nokta Edebiyat Dergisi, S. 9, Kış 2007 (Kasım-Aralık), s. 14.

[99] Osman Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”, (Konuşan: Murat Tokay), Kitap

Zamanı,                       S.                       8,                       4-10                       Eylül                       2006,

http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=357        ,

(14 Mayıs 2012).

[100] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[101] Konuk, “Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.

[102] Konuk, “Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.

[103] Bkz. Ek-1, s. 199.

[104] Afyonkarahisar’ın Emirdağ İlçesi’ne bağlı olan Gömü Köyü daha sonları belde olmuştur.

[105] Osman Konuk, Seni Yalnız Ben Anlarım, İstanbul: Üç Çiçek Yayınları, 1982, s. 61; Şaban Abak ve Hüseyin Atlansoy, Güldeste, İstanbul: Beyan Yayınları, 1991, s. 131; Mehmet Çetin, “Osman Konuk”, Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, c. IV, 3. Bs., Ankara: Akçağ Yayınları, 2002, s. 169; Özcan Ünlü (drl.), “Osman Konuk”, Yüz Yıllık Türk Şiir Atlası, c. II, İstanbul: Birey Yayıncılık, 2004, s. 264; Enis Batur (eds.), “Osman Konuk”, 20.Yüzyıl Türk Şiiri (100 Şair 100 Şiir), s. 139; İbrahim Tenekeci, “Osman Konuk”, Dergâh Şiirleri Güldestesi, İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2006, s. 168; İhsan Işık, “Konuk, Osman”, Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, c. VI, Ankara: Elvan Yayınları, 2006, s. 2242; Murat Yalçın (ed.), “Konuk, Osman”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, c. II, 3. Bs., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 642; ayrıca Bkz. Ek-1, s. 188.

[106] Bkz. Ek-1, s. 188.

[107] Bkz. Ek-1, s. 188.

[108] Bkz. Ek-1, s. 189.

[109] Bkz. Ek-1, s. 190.

[110] Bkz. Ek-1, s. 188.

[111] Bkz. Ek-1, s. 188.

[112] Bkz. Ek-1, s. 189.

[113] Bkz. Ek-1, s. 189.

[114] Osman Konuk’un çocukluk dönemine ilişkin bilgiler için bkz. Osman Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”, (Konuşan: Nurettin Durman), Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 22 Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haberYazdir&ArticleID=1733&tip=haber, (23 Mart 2012); Osman Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, (Konuşan: Şenay Şan), Mecidiye Anadolu Lisesi Dergisi, Yıl 3, S. 3, 2010, s. 28.

[115] Bkz. Ek-1, s. 189.

[116] Bkz. Ek-1, s. 189.

[117] Bkz. Ek-1, s. 189.

[118] Bkz. Ek-1, s. 197.

[119] Bkz. Ek-1, s. 189.

[120] Aynı bilgi için bkz. Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”.

[121] Bkz. Ek-1, s. 190.

[122] Bkz. Ek-1, s. 190.

[123] Bkz. Ek-1, s. 190.

[124] Bkz. Ek-1, ss. 190-191.

[125] Bkz. Ek-1, s. 191.

[126] Bkz. Ek-1, s. 191.

[127] Bkz. Ek-1, s. 191.

[128] Osman Konuk, “Bilgi Sosyolojisi Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı İlişkisinin Analizine Giriş”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988).

[129]  Osman Konuk, “Kültür Değişmesi ve Televizyon: Televizyonun Etkileri” (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1991).

[130] Bkz. Ek-1, ss. 192-193.

[131] Bkz. Ek-1, s. 188.

[132] Bkz. Ek-1, s. 188.

[133] Aynı anı için bkz. Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”; Osman Konuk, “160. Kilometre’nin

Anket Defterinden:       Osman Konuk”, 160. Kilometre Edebi Şeyler Şiir Dizisi,

http://160incikilometre.com/2012/10/14/160-kilometrenin-anket-defterinden-osman-konuk/, (3 Kasım 2012).

[134] Bkz. Ek-1, s. 189.

[135] Osman Konuk, “Melanie”, Tehlikeli Belki, Ankara: Hece Yayınları, 2006, ss. 52-53. Dipnotlarda

Tehlikeli Belki adıyla yapılan göndermeler aksi belirtilmedikçe bu baskıya aittir.

[136] Konuk, “Şiiriyet”, Tehlikeli Belki, ss. 66-67.

[137] Osman Konuk, “Penye ve Hakikat”, Beyaz Savunma, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2009, ss. 7-9.

[138] Konuk, “Tehlikeli Belki”, Beyaz Savunma, ss. 10-12.

[139] Konuk, “Kır Düğünü”, Beyaz Savunma, ss. 17-18.

[140] Konuk, “Geleceğin Şiiri”, Beyaz Savunma, ss. 19-23.

[141] Konuk, “Tabure ile Berjer”, Beyaz Savunma, s. 44.

[142] Konuk, “Senaryo Aşamasındaki Final”, Beyaz Savunma, ss. 51-53.

[143] Bkz. Ek-1, s. 190.

[144] Osman Konuk, “Şiir Dostuna”, Yeni Sanat Aylık Sanat Dergisi, S. 5/6, Şubat-Mart 1980, s. 25.

[145] Bkz. Ek-1, s. 192.

[146] Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”.

[147] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.

[148] Konuk, “Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 15.

[149] Bkz. Ek-1, s. 191.

[150] Bkz. Ek-1, s. 191.

[151] Bkz. Ek-1, s. 191.

[152] Bkz. Ek-1, s. 191.

[153] Bkz. Ek-1, ss. 191-192.

[154] Bkz. Ek-1, ss. 192-193.

[155] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[156] Konuk, —Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[157] Bkz. Ek-1, ss. 193-194.

[158] Bkz. Ek-1, s. 193.

[159] Bkz. Ek-1, ss. 192-193.

[160] Bkz. Ek-1, s. 193.

[161]  İdam edilerek hayatı sonlandırılan Çorlulu Ali Paşa tarafından bir külliye olarak yaptırılan Çorlulu Ali Paşa Medresesi, uzun yıllardır içerisinde çeşitli işletmelerin olduğu, kahve, nargile, çay içilen tarihi bir mekân olarak varlığını sürdürmektedir. Günümüzde olduğu gibi geçmişte de üniversite öğrencileri başta olmak üzere pek çok ziyaretçisi olan bu tarihî mekân 1980 Kuşağı şairlerinin buluşup şiir sohbeti yaptıkları, arkadaş oldukları bir yer olmuştur. Osman Konuk’un ifade ettiği bu durum, Metin Celâl tarafından da anılmıştır. Bkz. Celâl, Yeni Türk Şiiri, s. 52.

[162]  Erenler adıyla anılan bu mekân, Erenler Nargile ismiyle bugün de hizmet veren özel bir işletmedir.

[163] Bkz. Ek-1, s. 193.

[164] Nurettin Durman, —Çamlıca Caddesinde Üç Şair”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 19 Mart 2010, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=3260&q=osman+konuk, (2 Ağustos 2012).

[165] Bkz. Ek-1, s. 195.

[166] Bkz. Ek-1, s. 195. Aynı anısı için bkz. Müslim Coşkun, “Edebiyatın Üç Kıymetli İsmi”, Millî Gazete, 26 Aralık 2009, http://www.milligazete.com.tr/makale/edebiyatin-uc-kiymetli-ismi- 147582.htm, (23 Mart 2012).

[167] Bkz. Ek-1, ss. 196-197.

[168] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 14.

[169] Bkz. Ek-1, s. 197.

[170] Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”.

[171] Bkz. Mehmet Erdoğan, “Yitik Şairler”, Ayane, Kültür Edebiyat, S. 17, Mayıs 1989, ss. 2-3; Celâl, “Genç Müslüman Şiir ya da Madalyonun Öbür Yüzü”, Yeni Türk Şiiri, ss. 22-26; Adem Çalışkan, “Cumhuriyet Devri İslami Türk Edebiyatı (1960-2000)”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002), c. I, ss. 449-450; Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, ss. 100, 252.

[172] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 297.

[173] Bkz. Ek-1, ss. 199-200.

[174] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[175] Adem Çalışkan, “Türk Edebiyatında Poetika - I”, Berceste, Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Yıl 10, S. 119, Mayıs 2012, s. 2.

[176] Ali Selçuk, “Poetika Kavramı ve İkinci Yeni’nin Poetik Metinlerinde Anlam Sorunu”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 4, Ağustos 2004, s. 9.

[177] Hakan Sazyek, “Yeni Türk Edebiyatında Poetika Tarzlarına Bir Örnek: Manzum Ön Sözler”, Hece, Aylık Edebiyat Dergisi, Yıl 5, S. 53/54/54, Mayıs/ Haziran/ Temmuz 2001, s. 359.

[178]   Osman Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, (Konuşan: Mehmet Öztek),

Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 11, Temmuz 2006, s. 30.

[179]   Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[180]   Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[181]    Osman Konuk, “Şairler Şiir Yazmasaydı, Hiç Şiir Okunmasaydı Ne Eksik Kalırdı?”, Dünya Bizim

Kültür                      Sanat                      Sitesi,                       11                      Mayıs                      2012,

http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9761&tip=haber, (5 Kasım 2012).

[182]   Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[183]   Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[184]   Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[185]    Osman Konuk, “Türk Şiirinin Tabuları”, Karagöz, Edebiyat Şiir ve Temaşa Dergisi, S. 2, Nisan- Mayıs 2008, s. 28.

[186] Osman Konuk, “Modern Şiir Topyekün Argo”, (Konuşan: Suavi Kemal Yazgıç), Gerçek Hayat Dergisi, S. 438, 13 Mart 2009, s. 23.

[187] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[188] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.

[189] Osman Konuk, “Savaş Bitti’ Nasıldı?!”, Kitap Postası, S. 1, Nisan 2005, s. 13.

[190] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.

[191] Osman Konuk, “Şair Osman Konuk ile Röportaj”, (Konuşan: Işık Yanar), Medeniyet Düşünce ve Kültür Bülteni, S. 3, Temmuz 2006, s. 57.

[192] Osman Konuk, “Görüşmecim Yeşil Soğan Göndermiş”, bachibouzouck, S. 6-8, Ocak-Haziran 2006, http://www.bachibouzouck.com/review/images/Revue_6_8/1ynkonukosmangorusmecimyesilso ganm.pdf, (23 Mayıs 2014).

[193]    Osman Konuk, “Şiir Modern İktisada Düşman”, poetikhaber,                   24 Kasım 2012,

http://poetikhaber.net/haber.php?isl=oku&id=241, (8 Aralık 2012).

[194] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[195] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[196] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[197] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[198] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.

[199] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.

[200]  Ali Ahmet C., “Osman Konuk’un İlk Şiir Kitabı: ‘Seni Yalnız Ben Anlarım”, Kertenkele, Edebiyat ve Düşünce Dergisi, S. 18, Ocak - Mart 2010, s. 94.

[201] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 29.

[202] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 29.

[203] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.

[204] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 298.

[205] Osman Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, (Konuşan: Şenay Şan), Sıfır ironi, İstanbul: 160. Kilometre Yayınları, 2012, s. 49. Aslı Mecidiye Anadolu Lisesi Dergisi’nde yayınlanan bu röportaj, şairin Sıfır ironi kitabına bazı değişikliklerle aktarılmıştır.

[206]  Osman Konuk, “Gelecek Geldiğinde Kimse Olmayacak”, (Konuşan: Furkan Çalışkan), Yeni Şafak Kitap, S. 66, 13 Haziran 2012, http://yenisafak.com.tr/Kitap/?i=389917, (26 Temmuz 2012).

[207] Konuk, “160. Kilometre’nin Anket Defterinden: Osman Konuk”.

[208] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.

[209] Osman Konuk, “Aynı Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, (Konuşan: Ali Görkem Userin), İtibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 1, Ekim 2011, s. 37.

[210] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[211]  Osman Konuk, “Aslında Neden Bahsediyoruz”, Mahfil, Şiir ve Düşünce Dergisi, S. 023, 20 Haziran 2008, s. 1.

[212] Osman Konuk, “Küllük 3”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 18, Temmuz 2008, s. 21.

[213] Konuk, “Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[214]     Burhan Eren, “Bir Yaptılar, Pir Yaptılar”, Zaman Pazar,                             7 Mayıs 2006,

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=781229&title=bir-yaptilar-pir- yaptilar&haberSayfa=1 , (14 Mayıs 2012).

[215] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[216] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[217] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[218] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[219] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[220] Konuk, -Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[221] Konuk, -Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[222]  Paragraftaki tırnak içi alıntıların tamamı için bkz. Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 28.

[223] Konuk, “Şiir Modern İktisada Düşman”.

[224] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 28.

[225] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 28.

[226] Osman Konuk, “İnsan Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, (Konuşan: Osman Toprak), Yenidünya Dergisi, S. 216, Ekim 2011, s. 69.

[227] Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, s. 28.

[228] Konuk, “Popüler Şiir”, Sıfır İroni, s. 64.

[229] Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, s. 28.

[230] Konuk, “Popüler Şiir”, Sıfır İroni, s. 63.

[231] Konuk, “Bir Fotoğrafçıyla Polemik”, Tehlikeli Belki, s. 54.

[232] Osman Konuk, “Gerçek Mehmet Âkif’i Resmî Mehmet Âkif’ten Kurtarmak”, Hece, Edebiyat Dergisi, S. 133, Ocak 2008, s. 601.

[233] Konuk, “Şair Osman Konuk ile Röportaj”, s. 57.

[234] Konuk, “Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[235] Konuk, “Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[236] Konuk, “Aslında Neden Bahsediyoruz”, s. 1.

[237] Konuk, “İnsan Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, s. 69.

[238] Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, s. 28.

[239] Konuk, "Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[240] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.

[241]  Osman Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”, (Konuşan: Suavi Kemal

Yazgıç),        Dünya         Bizim         Kültür        Sanat        Sitesi,         3         Haziran        2012,

http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=10037&tip=haber ,          (4 Haziran

2012).

[242] Osman Konuk, “Şiir Cemaatleri”, Ğ (Yumuşakge) Edebiyat Eylemi, S. 8, Eylül-Ekim 2010, s. 32.

[243] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.

[244] Konuk, “Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.

[245] Konuk, —Küllük 3”, s. 20.

[246]            Osman            Konuk,            “Görülemeyen           Görsel            Şiir”,            poetikhars,

http://www.poetikhars.com/webblog/konuk/gorulemeyen-gorsel-siir , (23 Mart 2012).

[247] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.

[248] Konuk, “Aynı Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, s. 36.

[249] Konuk, “Türk Şiirinin Tabuları”, ss. 27-28.

[250] Konuk, “Türk Şiirinin Tabuları”, s. 28.

[251] Konuk, “İnsan Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, s. 69.

[252] Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”, s. 29.

[253] Konuk, “Metropoldeki Münzevi”, Sıfır ironi, s. 28.

[254] Osman Konuk, —Dijitalleşen Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, Edebiyatta Üç Nokta Dergisi, S. 7, Bahar 2012, s. 124.

[255] Konuk, —Dijitalleşen Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, s. 124.

[256] Konuk, “Dijitalleşen Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, s. 124.

[257] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.

[258]  Osman Konuk, “Öldüğüm Zaman Bir Daha Konuşuruz”, Star Kitap,           5 Temmuz 2009,

http://www.stargazete.com/kitap/oldugum-zaman-bir-daha-konusuruz-haber-198757.htm, (14 Mayıs 2012).

[259] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 27.

[260]  Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”. Osman Konuk’un, suskunluk süreci hakkındaki benzer değerlendirmeleri için bkz. Eren, “Bir Yaptılar, Pir Yaptılar”.

[261] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.

[262] Konuk, “Aynı Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, s. 37.

[263] Konuk, “Aynı Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, s. 36.

[264] Utku Özmakas, “Beyaz Savunma”, Akatalpa, Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 113, Mayıs 2009, s. 20.

[265] Utku Özmakas, “Süreksizliğin Çekiciliği”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan 2008, s. 20.

[266] Konuk, “Ucuz Mazot”, Tehlikeli Belki, s. 17.

[267] Konuk, —Çim Devrimi”, Tehlikeli Belki, ss. 30-32.

[268] Konuk, “Melanie”, Tehlikeli Belki, ss. 52-53.

[269] Konuk, “Kıştan Kalan Fikirler”, Tehlikeli Belki, ss. 45-46.

[270] Konuk, “Tam Yanından Bir Soru”, Tehlikeli Belki, ss. 61-65.

[271] Konuk, “Ezbere Bir Türkiye Haritası”, Tehlikeli Belki, ss. 36-38.

[272] Konuk, “Quantum Perspektifinden Aşk”, Tehlikeli Belki, ss. 49-51.

[273] İbrahim Tenekeci, “Osman Konuk Şiiri”, İtibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 7, Nisan 2012, s. 29.

[274] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.

[275] Özmakas, “Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 24.

[276] Konuk, "Çim Devrimi”, Tehlikeli Belki, s. 31.

[277] Özmakas, “Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 24.

[278] Konuk, “Herkese Benden”, Beyaz Savunma, s. 31.

[279] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.

[280] Konuk, “Muhatap”, Tehlikeli Belki, s. 12.

[281] Konuk, “Sakinlik”, Beyaz Savunma, s. 25.

[282] Konuk, “Tehlikeli Belki”, Beyaz Savunma, s. 10.

[283] Özmakas, “Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 25.

[284] Özmakas, “Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 26.

[285]  Seni Yalnız Ben Anlarım hakkında bkz. Mehmet Kahraman, "Sen. Beni Anlarsın”, Mavera, Edebiyat Dergisi, S. 120, Aralık 1986, ss. 19-22; Fazıl Baş, —Şair Tecrübenin Peşinde”, Atlılar, Bağımsız Edebiyat Dergisi, S. 15, Mart - Nisan 2005, ss. 47-49; Enes Malikoğlu, "Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, Yordam Dergisi, S. 15, Yaz 2012, s. 32.

[286] Bkz. Ek-1, s. 195.

[287] Bkz. Ek-1, s. 196.

[288] Konuk, “Ölüm, Bütün Çağlardan Yapılı Bir An”, Seni Yalnız Ben Anlarım, s. 57.

[289] Konuk, “Melekleri Bekletme”, Tehlikeli Belki, s. 115.

[290] Haydar Ergülen, “Osman Konuk Şiiri”, Derkenar, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, S. 14, Ocak

2006, s. 18.

[291] Ergülen, “Osman Konuk Şiiri”, s. 18.

[292] Tenekeci, “Osman Konuk Şiiri”, s. 26.

[293] Konuk, “Geleceğin Şiiri”, Beyaz Savunma, s. 23.

[294]  Konuk, —Şiirin Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”. Tehlikeli Belki hakkındaki diğer

değerlendirmeler için bkz. Mustafa Kutlu, “Bir Kereden Ne Olur”, Yeni Şafak, 17 Mart 2004, http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/Mart/17/mkutlu.html, (7 Ekim 2012); Betül Özel Çiçek, “Tehlikeli Belki”, Anlayış, Siyaset Ekonomi Toplum Dergisi, S. 39, Ağustos 2006, s. 89; Cafer Keklikçi, “Tehlikeli Belki”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 198, Ağustos 2006, ss. 3-4; Ali K. Metin, “Tehlikeli Belki’ye Pürdikkat”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 199, Eylül 2006, ss. 4-6, 16; Zafer Acar, “Osman Konuk’un Parodi/ Pastiş Şiiri”, Yedi İklim, Edebiyat, Kültür, Sanat, Aylık Dergi, S. 221, Ağustos 2008, ss. 51-52; Yakup Altıyaprak, “Tanınmamak İçin Şair”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 239, Ocak 2010, ss. 11,                                                                                          16-17; Onur Bayrak,

“Doksanlara Bir Şerh Olarak Ebedî Skor”, Fikir ve San’atta Sefer Dergisi, S. 5, Eylül-Ekim 2010, ss. 8-10; Cem Kaya, “Nihayet Şiirden Bahsetmiyoruz Burada!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 2 Mayıs 2012, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9678&tip=haber, (4 Haziran 2012); Konuk, “Gelecek Geldiğinde Kimse Olmayacak”; Malikoğlu, “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, s. 32; Mustafa Akar, “Tanınmamak İçin Şair”, İtibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 27, Aralık 2013, ss. 69-71.

[295] Konuk, “Kıştan Kalan Fikirler”, Tehlikeli Belki, s. 45.

[296] Konuk, “Muhatap”, Tehlikeli Belki, s. 14.

[297] Enis Akın, “İnsanın Kendi Sesiyle Ayrılığı”, Virgül, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, S. 102, Aralık 2006, s. 50.

[298] Mustafa Aydoğan, “Üç Şair Üç Ateş”, Yeni Şafak Kitap, S. 7, 5 Temmuz 2006, s. 24.

[299] Beyaz Savunma hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Ramis Dara, “Hayatı Şiirleştiren Kitaplar

7”, Akatalpa Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 112, Nisan 2009, s. 14; Hüseyin Akın, “Sükûtun Kapısı”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 231, Mayıs 2009, ss. 3-5; Özmakas, “Beyaz Savunma”, s. 20; Cihat Duman, “Şiirsizliğe Karşı Bir Konuğumuzdan Beyaz Savunma”, Yeniyazı, Kültür ve Edebiyat Dergisi, S. 1, Temmuz - Ağustos 2009, ss. 88-92; M. Fatih Kutan, “Penyelere İnanıyor muyuz?”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 30 Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1782, (23 Mart 2012); Hayati S. Ayçiçek, “Beyaz Savunma İçin İlk Okuma Notu”, Aralık Edebiyat e-dergi, 1 Eylül 2009, http://www.xn--aralkedebiyat-69b.com/beyaz-savunma-icin-ilk-okuma-notu/, (1 Haziran 2014); Malikoğlu, “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, s. 32; Metin Celâl, “Osman Konuk: Beyaz Savunma”, ty., http://www.metincelal.com/turkce/siiryazilari/edipcansever02.htm , (15 Ocak 2012).

[300] Beyaz Savıtnma'nm Daha başlıklı ikinci cildinde yer alan “Kahvaltıdaki Risk”, “Neler Olmadı Nelerlerdi Onlar”, “Söylerken Ne Yapıyorsun”, “Senaryo Aşamasındaki Final” gibi şiirler bu özellikleri taşımaktadır.

[301] Osman Konuk’un kitaplarında yayınlanan şiirlerin yayın yerlerinin sıralı listesi için bkz. Ek-3, ss.

204-205.

[302] Konuk, “Penye ve Hakikat”, Beyaz Savunma, s. 7.

[303] Konuk, “Senaryo Aşamasındaki Final”, Beyaz Savunma, s. 51.

[304] Duman, “Şiirsizliğe Karşı Bir Konuğumuzdan Beyaz Savunma”, s. 91.

[305] Osman Konuk’un kitaplarında yer almayan şiirlerin yayın yerleri için bkz. Ek-4, s. 206.

[306] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.

[307] Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.

[308] Bkz. Ek-1, s. 197.

[309] Osman Konuk’un müstear isimle yayınlamış olduğu şiirlerin sıralı listesi için bkz. Ek-5, ss. 207­

208.

[310] Bkz. Ek-1, s. 197.

[311] Konuk, “Kötülük”, Seni Yalnız Ben Anlarım, ss. 47-54. Karşılaştırınız —Kötülük”, Tehlikeli Belki,

ss. 104-111.

[312] Konuk, “Kötülük”, Seni Yalnız Ben Anlarım, ss. 47, 53-54.

[313] Konuk, —Kötülük”, Tehlikeli Belki, ss. 105, 109-110.

[314]   Ömer Yalçınova, —Direkt Kana Karışan Yazılar”, Yeni Şafak Kitap,           28 Kasım 2012,

http://yenisafak.com.tr/kitap-haber/direkt-kana-karisan-yazilar-28.11.2012-427099 ,      (8 Aralık

2012)                 . Sıfır İroni hakkında ayrıca bkz. Suavi Kemal Yazgıç, —Sıfır İroni”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 15, Aralık 2012, http://www.suavikemalyazgic.com/sifir-ironi, (27 Ocak

2013)                 ; Ayşegül Tözeren, —Herkese Osman Konuk'tan Sıfır İroni”, izafi, Edebiyat Kültür Dergisi, S. 8, Aralık-Ocak 2012-2013, ss. 40-43; İsa Karaaslan, —Dikkat Çeken Poetik Kitaplar”, Ayraç,

Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi, S. 40, Şubat 2013, ss. 34-36.

[315] Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”.

[316] Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”.

311 Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”.

[318] Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”.

[319] Osman Konuk, “Küllük 1”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 16, Ocak 2008, s. 1.

[320] Osman Konuk, “Küllük 2”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan 2008, s. 53.

[321] Osman Konuk, “Küllük 6”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 1, Ekim 2011, s. 54.

[322] Osman Konuk, “Küllük 8”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 4, Ocak 2012, s. 54.

[323] Osman Konuk, “Küllük 10”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 9, Haziran 2012, s. 79.

[324] Konuk, “Küllük 10”, s. 79.

[325] Konuk, “Osman Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”.

[326] Osman Konuk, “Bir Sorun ve Çözüm Kaynağı Olarak Türk Eğitim Sistemi”, Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Memet Zencirkıran (ed.), 2. Bs., Bursa: Dora Yayıncılık, 2011, ss. 383-394.

[327] Osman Konuk, “İdeolojinin Sonu, Sonun İdeolojisi”, İdeoloji, Kenan Çağan (ed.), Ankara: Hece, Yayınları, 2008, ss. 387-400.

[328] Osman Konuk ve Ahmet Kemal Bayram, “Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem: Bilginin Parçalanması ve Etik Arayışlar”, Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem, Osman Konuk ve Ahmet Kemal Bayram (eds.), Adres Yayınları, 2009, ss. 27-45.

[329] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.

[330] Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.

[331] Bkz. Ek-1, s. 194.

[332] Bkz. Ek-1, ss. 194-195.

[333] Bkz. Ek-1, ss. 194-195.

[334] Bkz. Ek-1, s. 194.

[335] Bkz. Ek-1, ss. 194-195.

[336] Konuk, “Aynı Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, s. 37.

[337] Bkz. Ek-1, ss. 188-200.

[338] Bkz. Ek-1, s. 200.

[339]  Osman Konuk, —Şair Osman Konuk, İzdiham’a Konuştu”, (Konuşan: Büşra Avşar), http://izdiham.com/Makale/osman-konuk-ile-roportaj-yaptik/4464, (1 Haziran 2014).

[340] Hatice Algın, —Edebiyat Mevsimi’ni Sorduk!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 16 Aralık 2009,

http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=2482 , (5 Kasım 2012).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar