OSMAN KONUK
Hazırlayan: Namık
Kemal GÜNDÜZ
1980 Kuşağının çok sesli ve renkli yapısı, genel
değerlendirmeleri içeren bu tür bilimsel çalışmaların yapılmasını daha da
güçleştirmekle beraber müstakil çalışmalara olan ihtiyacı da artırmaktadır. Bu
amaçla, kuşağın şairlerinden Osman Konuk üzerine detaylı akademik bir
incelemenin daha önce yapılmamış olması da göz önünde bulundurularak, “Osman
Konuk’un Hayatı, Sanatı ve Şiiri Üzerine Bir İnceleme” başlıklı bu yüksek
lisans tez çalışması hazırlanmıştır.
Çalışmanın amacı, şair Osman Konuk’un hayatı, sanatı ve
eserleri üzerine toplanan bilgilerden hareketle şiirleri üzerine yapılan
incelemeler neticesinde, şairin sanat anlayışını ve Türk şiirindeki yerini
belirlemektir. Böylece hem Osman Konuk edebiyat bilimi penceresinden tanınacak;
hem de 1980 Kuşağı ve Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin poetikası üzerine
yapılacak muhtemel çalışmalar için, edebiyat tarihine bir katkı ve edebiyat
teorisine veri sağlanmış olacaktır.
Çalışma, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin bir özetini içeren
“Giriş” kısmıyla başlamakta ve esas olarak iki bölümden oluşmaktadır.
Çalışmanın, “Osman Konuk’un Hayatı, Sanatı ve Eserleri” başlıklı Birinci
Bölümlünde, şairin hayatı, sanatının şekillenişi, yayınlanmış manzum ve
mensur eserleri ile dergicilik faaliyetleri ve katıldığı TV programlarının yanı
sıra, tarafımızca gerçekleştirilen ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan
röportajı hakkında bilgiler verilmiştir. Bu bölümün oluşturulmasında, tarihsel
bir yaklaşım izlenerek, şairin hayatı ve eserleri üzerine daha önce yayınlanmış
kaynaklardaki bilgilerden faydalanılmakla beraber, kendisiyle yapılmış
söyleşilerden özellikle tarafımızca yapılan röportaj metninden istifade
edilmiştir.
“Osman Konuk’un Şiiri Üzerine Bir İnceleme” başlıklı ikinci
Bölüm"de ise şairin Seni Yalnız Ben Anlarım, Tehlikeli Belki ve
Beyaz Savunma isimleriyle yayınlanmış kitapları ve bu kitaplarda yer
almayan fakat dergilerde yayınlanmış olan 9 adet şiir, ‘Osman Konuk Şiirinde
İçerik’ ile ‘Osman Konuk Şiirinde Biçim’ ana başlıkları ve bunlara ait pek çok
alt başlık kapsamında, metin merkezli yapısalcı bir yaklaşımla incelenmiştir.
İnceleme sırasında şairin müstear isimle yazdığı fakat şiir sanatı açısından
pek güçlü olmayan ve çalışmanın ekler kısmında listelenen 5 adet şiiri, TV
programları, Küllük yazıları ve söyleşilerden faydalanılmış ancak, bu eserler
ve sosyoloji alanındaki çalışmaları tezin Osman Konuk’un şiirleri üzerine
odaklı bir çalışma olması nedeniyle inceleme dışında bırakılmıştır.
Osman Konuk’un şiirlerinin incelenmesinde öncelikle
yayınlanmış bütün şiirleri okunarak içerik ve biçim özellikleri açısından
sınıflandırılmış sonra da alt başlıklar hâlinde detaylı biçimde ele alınmıştır.
Şiirler içerik açısından “Şiirde Anlam”, “Tema ve Konu”, “Şiirde Duygu”,
“Şiirde Hayal” ve “Şiirde Düşünce”; biçim açısından ise “Ahenk”, “Nazım
Biçimleri, “Dil ve Üslûp” başlıkları hâlinde alt başlıklara ayrılarak
incelenmiştir.
Tezimizin “Sonuç” kısmında, çalışma boyunca yapılan
incelemelerden hareketle ulaşılan kanaatler ve sonuçlar sıralanarak
değerlendirilmiştir. “Ekler” başlığı altında ise, şairin kendisiyle bizzat
yapılan ve daha önce yayınlanmamış olan röportaj metni, şair hakkında
yayınlanmış yazıların listesi, kitaplarında yer alan ve almayan şiirlerin
listeleri, müstear isimle yayınlanmış olan şiirlerin listesi, şaire ait
röportajların ve diğer yazıların listesi ile fotoğraflar verilmiştir.
Duygu ve düşüncenin güzel bir ifadesi olarak düşünülen edebiyat
sanatının sadece metin ve yazar/şair ilişkisinden doğmayıp dış faktörlerin
etkisinde de kalarak şekillendiği malûmdur. Bu açıdan bakıldığında uzun bir
geçmişi olan Türk edebiyatının şekillenmesinde de farklı unsurlar etken
olmuştur. Edebiyatımızın incelenmesi açısından yapılan tasniflerde bazı farklı
noktalar olmakla beraber coğrafya değişimi, din değişimi, alfabe/dil değişimi,
kültürel farklılaşma gibi unsurlar dikkate alınmıştır.
Uzun bir mazi içerisinde araştırmacılar tarafından çeşitli
tasniflerle incelenmiş olan Türk edebiyatı Orta Asya medeniyetinden İslam
medeniyetinin etkisine girdikten sonra yaklaşık on asır İslamî bir anlayışın
hükümleri altında şekillenmiştir. 19. asırdan sonra ise sancılı bir süreçle
beraber yüzünü Batı medeniyetine dönen Türk edebiyatı bir medeniyet krizi
yaşamıştır. Tanpınar (ö. 1962) bu durumu "modern Türk edebiyatı bir
medeniyet kriziyle başlar”[1] cümlesiyle
özetlemiştir. Tüm sancı ve gelgitlerine rağmen Türk edebiyatı 20. yüzyılın
başına gelindiğinde kendisine Batı’yı rehber edinmiş bir görünüm kazanmış, bu
medeniyet buhranından Batı galip çıkmıştır.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde I.Dünya Savaşı ve onu takiben
İstiklâl Savaşı yıllarında dönemin getirdiği ağır şartlar ve yaşanan acıların
güçlendirdiği milliyetçi duygular edebiyatta da yankısını bulmuş, şair ve
yazarlarımız büyük oranda edebiyatı millî duyguların ele alındığı,
vatan-millet-bağımsızlık temalarının vurgulandığı toplumsal bir amaçla
işlemişlerdir.
1911’de Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin
tarafından başlatılan Millî Edebiyat anlayışı bu toplumsal yaklaşımın
egemenliğinde Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk on yıllık süreçte de hâkim
olmuştur.
Modern Türk edebiyatı içerisinde Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı, Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 tarihiyle başlatılmıştır. Elbette ki
bu tarih keskin bir kırılmanın veya kopuşun ifadesi değil, sadece dönemsel
ayrımın işaret noktasıdır. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi Cumhuriyetin
ilanından önce başlamış olan Millî Edebiyat ruhu Cumhuriyetin ilanından sonra
da bir süre devam etmiş, zamanla etkisini kaybederek geri plana çekilmiştir.
Bu, ağırlığını hissettirme ya da geri çekilme durumu şüphesiz toplumsal
olayların paralelinde şekillenen bir durumdur. Zira edebiyatçı toplumdan kopuk
değildir, eserini sosyal şartların etkisinde üretir.
Türk edebiyatının bu son döneminin adlandırılmasında
edebiyat dışı bir ölçüt olan “Cumhuriyet” kavramının kullanılması da
Cumhuriyetin ilanının Türk tarihinde olduğu kadar edebiyat ve edebiyat
tarihinde de başlı başına bir olay olmasındandır. Bu dönem Türk edebiyatının
kendi içerisinde çeşitli alt başlıklara, bölümlemelere ayrılmasında edebiyat
incelemecileri tarafından farklı ölçütler kullanılmıştır. Kullanılan bu
ölçütler ve bu minval üzerine oluşturulmuş araştırmalar için Adem Çalışkan’ın “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”[2] [3] başlıklı
makalesinin Giriş bölümüne bakılabilir. Unutulmamalıdır ki tüm bu
ayrımlar ve tasnifler sadece araştırma ve öğretim faaliyetlerinin kolay ve daha
derinlikli yapılmasına hizmet etmektedir ve tamamen sun’î bölümlemelerdir.
Tez çalışmamızın ana ekseni şiir olduğu için Cumhuriyet
dönemi Türk şiirine genel bir bakıştan sonra özellikle 1980 Kuşağı şiirine
yakından bakmaya çalışacağız. İncelememize konu olan şair Osman Konuk’un bu
kuşak içerisinde yer alması bu ayrımın nedeni olacaktır.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin 1980’e kadar olan
gelişimine kısaca bakacak olursak, Cumhuriyetin ilanından önce memleketin
içerisinde bulunduğu zor şartlardan ve yaşanılan süreçten etkilenerek
şekillenen Millî Edebiyat rüzgârı, Cumhuriyetin ilanından sonra da devam
etmiştir. Toplumsal olayların önem kazandığı, büyük acıların, sancıların
yaşandığı dönemlere edebiyat ve özel manada şiirin estetik kaygıyı geri plana
bırakarak toplumsal mesajlara bürünmesi her dönemde görülen bir olgudur. “Ziya
Gökalp’in ‘şiir devrinde şuur; şuur devrinde şiir susar.’ sözünde
formülasyonunu bulan bu kollektif tutum, kökenini II.
>?3
Meşrutiyet döneminde bulur.
Hece ile yazmak, açık-sade bir dille memleket meselelerine
değinmek karakteristiği ile şekillenen Millî Edebiyat yanlısı bu şiir rüzgârı
1930’lu yılların sonuna kadar egemen olmuştur.
Cumhuriyet dönemi edebiyatını günümüze değin etkileyen
düşünce akımları olarak başta Atatürkçülük olmak üzere Milliyetçilik,
Sosyalizm ve İslamcılık sayılabilir.[4] Cumhuriyet dönemi Türk
edebiyatının şekillenmesinde bu düşünce akımları ve onları var eden sosyal,
siyasî şartlar büyük etken olmuştur. 1910 sonrasında yerleşen milliyetçi
anlayış temelde halk şiir geleneğinden beslenerek 1930’lu yıllara kadar etkin
olmuştur. Bu süreçte Anadolu, Anadolu insanının yaşamı ve değerleriyle
toplumsal konular epik bir anlatımla işlenirken
“1920’li yılların sonlarından itibaren memleket şiiri de
‘inkılâp edebiyatı’na dönüşür ve içerik merkezine devrimleri ve Atatürk’ü
almaya yönelir.”[5] [6] [7] Öte yandan “ekonomi öğrenmek için Sovyetler Birliği ’ne
giden Nâzım Hikmet ise bir tesadüf eseri, Mayakovski’nin şiiri aracılığıyla
fütürizme yöneliyor; tiyatro öğrenimi için Almanya’da bulunan Ercüment Behzat
(Lâv) dadaist akımın şiirimizdeki ilk örneklerini veriyordu. ”” İnci Enginün,
Dada akımının şiirimizde kabul
görmemesinin Batı’yı geç takip etmemize bağlanmasına karşı
çıkıp bu durumu “bütünüyle bir inançsızlık ve inkârın sonucu olan Dada
akımı, yepyeni bir yaşama savaşı veren, bu yüzden yeniden destan edebiyatını
canlandıran bir toplumda, elbette yer bulamazdı.”1 şeklinde
yorumlayarak bu konuda sosyal faktörlerin etkili olduğunu belirtir.
İlk şiirlerini hece ölçüsüyle yazmış olan Nazım Hikmet Ran
(ö. 1963), fütürist akım etkisindeki vezinsiz, serbest biçimli şiirleriyle ve 835
Satır adlı kitabı ile şiir geleneğimizde önemli bir değişimin öncüsü
olmuştur. Aşk temalı lirik şiirleri de olan Nazım Hikmet, Resimli Ay
dergisindeki “Putları Yıkıyoruz” başlıklı yazı dizisiyle de dönemin ünlü
şairlerine “kışkırtıcı bir tavırla ve sanat dışı ölçülerle âdeta saldırır. ”[8] Nazım Hikmet,
bu çıkışıyla Türk şiir geleneğinde önemli bir kırılma yaratmış ve “1990’lara
kadar etkin olan Sosyalist/Marksist şairler kuşağının oluşumuna neden
olmuştur.”[9]
Hayatının sonuna kadar İslamcı anlayışı takip eden,
“İstiklâl Marşı” şairimiz Mehmet Âkif Ersoy (ö. 1936)’a
göre “Islâm âleminin ve Osmanlı
devletinin çöküş sebebi, onun son asırlarda içine düşmüş
olduğu cehalet ve tembelliktir”[10]. Bunu aşmak zorunda olan Müslüman toplumu Batı’nın ilim ve
tekniğine ulaşmalıdır. Mehmet Âkif, dindar bir şair olmakla beraber mutasavvıf
ya da mistik değildir. Safahat adlı eserinde topladığı şiirlerinde adeta
toplumsal gerçekçi bir hava sezilir. Edebiyata toplumsal bir fayda amacı
yükleyen Akif, “1960’lardan sonra oluşacak Yeni İslâmî Akım’ın öncü
şahsiyeti olarak kabul”1 görmüştür.
Cumhuriyet öncesi dönemde şiir yazmaya başlayan ve yeni
rejimin ilanından sonra da yazmaya devam eden şairler içerisinde Abdülhak Hâmit
Tarhan (ö. 1937), Cenap Şahabettin (ö. 1934), Mehmet Emin Yurdakul (ö. 1944),
Mehmet Âkif Ersoy, Ahmet Haşim (ö. 1933), Yahya Kemal Beyatlı (ö. 1958) öne
çıkan şahsiyetlerdir. “Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri büyük ve yaratıcı
hamlesini Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le yapmıştır. ”[11] [12]
İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Âkif, İslamcı anlayışı
benimserken; Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük akımının etkisiyle halk
geleneğinden yararlanarak dile getirdiği şiirleriyle Millî Edebiyat’ın
öncülerinden olmuştur. Bu anlayışa uygun olarak hece ölçüsü ve sade dille yazan
ve Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi) olarak anılan Enis Behiç Koryürek
(ö. 1949), Yusuf Ziya Ortaç (ö. 1967), Halid Fahri Ozansoy (ö. 1971), Orhan
Seyfi Orhon (ö. 1972), Faruk Nafiz Çamlıbel (ö. 1973) şiirlerinde Anadolu’yu ve
Anadolu insanını yücelterek işlemişlerdir. Bu şairler arasında özellikle
İstanbul Türkçesi ile dile getirdiği şiirlerinde samimi ve lirik bir tarz
yakalayan Faruk Nafiz Çamlıbel, “Sanat”[13] şiiriyle poetik
tavrını ortaya koymuştur. “Şâir burada Türk aydının hayranlıktan teslimiyete
giden 150 yıllık yabancılaşma macerasının karşısına millî san’atları kültür
değerlerini çıkarmıştır.”[14]
Şiirinde divan, halk ve Batı edebiyatlarından izler taşıyan
Yahya Kemal, “geleneksel şiir formlarını yaşanılan günün şiir diliyle uzlaştırarak
başarılı örnekler vermiş ve geçmişle hal arasındaki bu uzlaşmadan geleceğin
şiirini kurarak çıkmıştır.”[15] İnci Enginün’ün
ifadesiyle “Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler’de başlattığı konuşma dilini
yazı dili hâline getirme tezi, Yahya Kemal’de şiirini bulmuştur.”[16] Şiirlerinin çoğu
1923’ten sonra yayınlanan Yahya Kemal, Osmanlı medeniyetine ve onun bir unsuru
olan musiki ile İstanbul’a büyük bir tutkuyla bağlıdır ve bu bağ eserlerinde
kendini hissettirir. Fransa’da kaldığı yıllar içerisinde edindiği poetik ve
politik birikimlerini kendi ülkesine ve ulusuna uyarlayarak Türk
modernleşmesinin sanat alanındaki uygulayıcısı/yürütücüsü olmak şeklinde bir
misyonu üstlenen[17] [18] şair,
şiirine günlük olayları asla sokmazken
• 1 -w -W r.. Ilî’-l.-ll 1’1 1 1’18
nesriyle Milli Mücadele yi destekleyenlerin başında gelir.
Şiirlerinde sembolizm ve empresyonizmden izler taşıyan
Ahmet Haşim, modern Türk şiirinin en önemli öncülerindendir. Şiirlerinde
toplumsal olaylardan izler taşımaktan kaçınan şair, karamsar ve içe kapanık bir
ruh hâli taşır. Fecr-i Âti grubu ile başladığı sanat hayatı boyunca saf şiir
anlayışına bağlı kalan Haşim, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla Piyale
adlı kitabına aldığı poetik metinde şiire dair görüşlerini açıklamıştır.
Haşim’e göre, şairin lisanı “mûsikî ile söz arasında, sözden ziyade mûsikiye
yakın”[19] [20] bir
lisandır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra 1930’lu yıllarda şekillenen
şiir ortamında “bağımsızlar” olarak nitelendirilebilecek şairlerden Ahmet Hamdi
Tanpınar (ö.1962), Ahmet Kutsi Tecer (ö.1967), Necip Fazıl Kısakürek (ö.1983),
Ahmet Muhip Dıranas (ö.1980), Cahit Sıtkı Tarancı (ö.1956), Asaf Halet Çelebi
(ö.1958), Fazıl Hüsnü Dağlarca (ö.2008) gibi en göze çarpan isimlerin, ortak
paydası “hece veznini temel alan bir form içerisinde sezgici, soyut,
sembolik, bireyci bir içerik”tir2°
Kendisi de hocası Yahya Kemal gibi bir estet olan ve
Batı’nın özellikle de Fransız sanatçılarla beraber Bergson (ö.1941) gibi
düşünürlerin etkisinde kalan Ahmet Hamdi Tanpınar (ö.1962) hece ölçüsü ve sade
dille yazdığı şiirlerinde imgesel ve işlenmiş bir dil kullanmakla beraber,
zaman içerisinde serbest şekilli şiirler de kaleme almıştır ve folklordan hep
uzak durmuştur.
Cumhuriyet dönemi Türk şiiri içerisinde bir dönem Fransa’da
da felsefe eğitimi almış olan, büyük bir kırılmadan sonra sanat hayatında ve
yaşamında İslami bir anlayışa geçen, kendisinden sonra gelen şairleri
etkileyerek izlerini günümüz şiirine dek sürdüren Necip Fazıl Kısakürek
(ö.1983), Çile adlı şiir kitabının sonuna aldığı “Poetika”sı ve kaleme
aldığı çeşitli eserleri ile 1960’lardan sonra oluşan Yeni ÎslamîAkım’ın
öncü şahsiyeti olmuştur.[21]
İslam tasavvufu, Hint felsefesi ve Budizm gibi kaynaklardan
beslenen Doğulu bir içerikle, örtük de olsa gerçeküstücü bakış açısından ve
tekniklerden yararlanan Batılı bir biçim anlayışının[22] [23] ürünü olan Asaf Halet Çelebi
(ö.1958) şiiri, “kuvvetini dil, şekil ve ahenkten çok, psikolojik muhtevası
ile hayâl ve masal 111 >?23
unsurlarından alır.
Ölümden korkan, varlık ötesine gitmekten çekinen,
duyularına ve yaşadığı ana sımsıkı bağlı olan[24] Cahit Sıtkı Tarancı (Ö.1956),
ses ve çağrışım bakımından zengin şiirlerinde yalnızlık, sıkıntı, kötümserlik,
ölüm, yaşama sevinci, aşk ve kadın, bohem, tabiat, geçmişe ve çocukluğa özlem,
günahkârlık duygusu ve Allah’a sığınma, millî duygular gibi konu ve temaları
işlemiştir.[25]
Millî Edebiyat anlayışı, Cumhuriyet’in ilanından sonra on
yıla yakın bir süre daha güçlü etkisini muhafaza ederken 1928 yılında Servet-i
Fünûn dergisinde yazan altı şair ve bir hikâyeciden oluşan yedi arkadaş,
müşterek parayla Yedi Meş’aleciler adıyla kitap çıkartır ve eserlerinin Mukaddime
kısmında ortaya koydukları poetikalarıyla Millî Edebiyat anlayışına karşı
çıkar. Sabri Esat Siyavuşgil (ö.1968), Yaşar Nabi Nayır (ö.1981), Muammer Lütfi
Bahşi (ö.1947), Vasfi Mahir Kocatürk (ö.1961), Ziya Osman Saba (ö.1957), Cevdet
Kudret Solok (ö.1992) ve Kenan Hûlusi Koray (ö.1943)’dan oluşan bu topluluk
Cumhuriyet döneminin ilk edebî topluluğudur. Beş Hececiler’e bir tepki olarak
ortaya çıkan ve şiirlerinde parnasizim akımından etkilendikleri görülen Yedi
Meş’aleciler, “sadece sözde kalan ve hayata geçirilemeyen”[26] [27] iddialarıyla belirgin
bir hareket niteliği kazanamamışlardır. Yedi Meş’ale topluluğuna, “edebiyatın
boş alanına erkence ,?27
girme fırsatı bulan yedi Îstanbul gencinin ad konmuş
girişimi olarak bakılabilir.
Ziya Osman Saba hariç YediMeş’ale grubu içerisinde
yer alan diğer isimler daha sonra şiiri bırakarak edebiyat ve kültür
tarihimizde farklı alanlarda dikkat çekmişlerdir. Özellikle Vasfi Mahir Kocatürk,
edebiyat tarihi ve incelemeleriyle; Yaşar Nabi Nayır, Varlık dergisiyle;
Cevdet Kudret Solok ise ders kitapları ve inceleme çalışmalarıyla
anılmışlardır.
Ziya Osman Saba, şiirlerinde “çocukluk özlemi, anılara
düşkünlük, ev-aile sevgisi, yoksul yaşamalara karşı utanç ve acıma, Tanrı ’ya
kulluk, kadere boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, ölüm yakınlığı, öte
dünya özlemi gibi”2 konu ve temaları işlemiştir.
Toplumsal meseleleri şiirinden uzak tutan özellikle “karamsar
ve gamlı bir ruh hâli içinde gurbet, yalnızlık, korku ve ölüm”[28] [29] gibi
bireysel temaları işleyen Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirlerinde sembolizmin izleri
görülür.
Behçet Necatigil’e göre eserlerinin özü, sayısı ve
hacimleri bakımından, Tanzimat’tan beri şiirimizin en verimli sanatçısı[30] [31] olan Fazıl
Hüsnü Dağlarca “âşık tarzında vezinli ve kafiyeli şiirlerini içeren”21
Havaya Çizilen Dünya adlı ilk kitabı ve Çocuk ve Allah isimli
kitabındaki şiirleriyle mistik çizgiye gerçeküstü esinlerle yeni bir boyut
kazandırmış, sonraki eserlerinde Millî Mücadele’den Vietnam savaşına,
Cezayir’in özgürlük çabalarından Türkçeye kadar pek çok temayı kapsayan bir
somutlaşma / gerçekçileşme süreci yaşamış, bununla birlikte kendisini söyleyiş
ve imge bakımından hep yenileyebilmiştir.[32]
Türk şiir geleneği içerisinde ciddi bir kırılmanın ve
farklılaşmanın adı olan Garip şiiri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında doğan ve
İkinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki olumsuz koşulları da yaşamış olan bir
neslin ürünüdür. Atatürk devrinde yetişen son edebiyat neslinden olan bu sanatçılar
Orhan Veli Kanık (ö. 1950), Oktay Rifat Horozcu (ö.1988) ve Melih Cevdet Anday
(ö.2002) üçlüsünden müteşekkildir.
“Cumhuriyetin kuruluşundan Garip hareketinin ortaya çıktığı
1937 yılına kadar olan süreçte Türk şiirinin gündemi, büyük ölçüde, Cumhuriyet
öncesinden gelen şairler ve onların şiir anlayışları tarafından belirlenmiştir”[33] diyen Sazyek’in “avangard bir hareket” olarak
nitelendirdiği Garip hareketinin “ilk ürünleri olan vezinsiz, kafiyesiz,
günlük dile dayalı ve kısa şiirler Varlık ’ın 15 Eylül 1937 tarihli sayısında
yayımlanır. Bu tarih aynı zamanda Garip hareketinin başlangıcını
oluşturmaktadır.”[34]
Kapağında “başlangıçta devrinin tarzı içinde vezinli,
kafiyeli, ‘şairane ’ hatta bazen aruzla ve Yahya Kemal’in neo-klasik şiiri
tarzında örnekler vermiş olan”[35] Orhan Veli’nin; içinde
ise her üç şairin de adı yazılı olarak 1941 yılında yayınlanan Garip
adlı şiir kitabı, üzerinde “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet
edecektir. ” cümlesi yazılı bir kuşağa sarılı olarak satışa çıkmıştır.
Kitabın adı Orhan Veli’nin arkadaşı Cahit Yamaç’ın tavsiyesi ile Garip
olmuştur ve bu isim, şiir anlayışları ve şiirleri garipsenen bu üç şair için
çok uygun düşer.[36]
Garip’in Orhan Veli tarafından kaleme alınan ön sözünde
poetikası ortaya konan ve şiiri “bir söz söyleme sanatı” olarak tanımlayan bu
yeni şiir anlayışının en belirgin niteliklerini vezinsiz, kafiyesiz, her türlü
söz ve mana sanatından, şâiranelikten kaçınan, parça ve mısra güzelliğinden çok
bütün güzelliğini önemseyen, şiirde anlamı düz, dolaysız ve açık bir şekilde
ifade eden, şiiri dinî öğreti ve ideoloji emrinde veya bunları aşılamakta bir
araç olarak kullanmaktan kaçınan bir şiir şeklinde özetlemek mümkündür.
“Garip Ön Sözü”nü Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin
dönüştürücü ilk manifestosu[37] olarak kabul
eden Bâki Asiltürk’e göre Garip öncesi dönemde Ercüment Behzat (ö.1984) ve
Nazım Hikmet’in Türk şiirine getirdikleri yeni sesin o yıllarda izleyici
bulamamasının edebiyat içi ve edebiyat dışı çeşitli nedenleri vardır. Buna
karşın Garip anlayışının kısa zamanda yaygınlaşıp “hareket” hâlini almış
olmasında Garipçilerin geliştirdikleri şiirin kolay anlaşılır ve kolay taklit
edilebilir olmasının rolü bulunmaktadır. Garip hareketinin etkin olmasında bir
başka neden de hareketi başlatan şairlerin, şiir anlayışlarını derli toplu bir
“manifesto” ile dillendirmiş olmasıdır.[38]
1940 Sonrası Türk şiirinde Garip dışında kalan ve
şiir dünyasında öne çıkan isimler arasında ideolojik yaklaşımıyla da ilgili
olarak mazi ile bağ kurmaktan kaçınan ve halka yönelerek, “halk şiiri ve
dilinin derin etkilerini taşıyan şiirlerinde resim sanatının imkânlarından”[39] yararlanan Bedri Rahmi
Eyüboğlu (Ö.1975); şiirlerinde özellikle ev, aile, dar gelirli insanların
hayatları, aşk, ölüm, kentleşme gibi temaları işleyen ve halk kültüründen gelen
unsuları, Batı şiiri ile birleştirip sonraları Divan şiirinin özelliklerinden
de yararlanarak çok kapalı bir şiire ulaşan[40] Behçet Necatigil
(Ö.1979); dönemin toplumcu gerçekçi şairlerinden biri olarak başta Sivas ve
Tokat olmak üzere Anadolu insanını ve doğasını lirik havayla işleyen Cahit
Külebi (ö.1997) sayılabilir.
Bu dönemin şairleri arasıda, avukatlık mesleğinin de
sağladığı gözlemlerden faydalanarak özellikle Ege bölgesi halkının yaşamından
izler taşıyan eserlerinde özlem, aşk, tabiat, yaşama sevinci ve bazı toplumsal
temaları işleyen Necati Cumalı (ö.2001)’nın yanı sıra, Nâzım Hikmet’in şiir
anlayışını devam ettiren ve Garip şiirine tepki gösteren toplumcu şairlerin
oluşturduğu 1940 Kuşağı’ndan Enver Gökçe (ö.1981), Hasan İzzettin Dinamo
(ö.1989), Ahmet Arif (ö.1991), Rıfat Ilgaz (ö.1993), Şükran Kurdakul (ö.2004),
Arif Damar (ö.2010) gibi şairler de sayılabilir.
Şiire lise yıllarında başlayan ve 1946 yılında CHP Şiir
Yarışması’nda “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiiriyle ikinciliği kazanarak adını duyuran
Attilâ İlhan (ö.2005), Marksist dünya görüşünün ve toplumcu gerçekçiliğin
temsilcisi olarak Nazım Hikmet çizgisini devam ettirme çabasıyla Mavi
Hareketi içerisinde yer almış, hem Garipçiler’e hem Hisarcılar’a hem de
İkinci Yeni’ye karşı bir poetik duruş sergilemiştir. Edebiyatın pek çok türünde
eser veren, senaryo yazarlığı da yapan İlhan, ideolojik yanı ağır basan
şiirlerinde bile mariz bir duyarlılık ve bir
melankoli[41] barındırmış, 1954 yılına kadar genelde karamsar, fakat
toplumsal
konuları işlerken, bu tarihten sonra bireysel konulara
kaymıştır.[42]
Poetik görüş olarak Garipçiler’e, Toplumcu Gerçekçiler’e,
Maviciler’e ve İkinci Yeni’ye karşı bir duruş sergileyen; “öztürkçeci”liğe,
yozlaşmaya, millî değerlerden uzaklaşmaya, sanatta ideoloji baskısına, Batı
taklitçiliğine karşı çıkarak sanatta millî değerleri, yaşayan dili, sanatçının
bağımsızlığını ve kuvvetini tarihinden alan bir yeniliği savunan Hisar
dergisi 1950-1957 ve 1964-1980 tarihlerinde iki dönem hâlinde toplam 277 sayı
olarak çıkmıştır.[43] Munis Faik
Ozansoy (Ö.1975), Mustafa Necati Karaer (ö.1995), Mehmet Çınarlı (ö.1999),
Gültekin Sâmanoğlu (ö.2003), İlhan Geçer (ö.2004), Feyzi Halıcı (d.1924), Bekir
Sıtkı Erdoğan (d.1926), Yavuz Bülent Bakiler (d.1936) Hisar dergisi
etrafında toplanan şairlerden bazılarıdır.
Garip şiiri, taraf ve aleyhtarlarıyla 1940’tan itibaren
şiir ortamına ciddi bir hareketlenme getirmiş, şiirin ne olduğu, ne olması
gerektiği üzerine sorgulamaların yapılmasına zemin oluşturmuştur. Geleneği
reddeden, mısracı zihniyete ve “şairaneliğe” karşı çıkan, şiiri
basitleştirerek, folklora açılan böylece topluma-halka açık bir şiir amaçlayan
Garip şiiri 1950’den itibaren başarısız taklitçilerinin elinde kalarak, kendini
tekrar etmiş ve gözden düşmüştür. 1953 yılından itibaren Yeditepe, Yenilik,
A, İstanbul ve Şiir Sanatı[44] gibi dergilerde “şiirimize
açılımlar getiren Garip'in de artık eskidiğini ve şiirin önünde bir engel
durumuna geldiğini”[45] düşünerek
yeni bir sanat arayışıyla farklı bir duruş sergileyen bazı şairler, 1956’dan
sonra yayınlarıyla ağırlıklı olarak Pazar Postası gazetesinde
toplanmışlardır. Bu isimler, Muzaffer Erdost’un bu yeni şekillenen şiir
tarzından bahsettiği 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis gazetesindeki
yazısına “İkinci Yeni” başlığını vermesiyle de edebiyat tarihimizde İkinci Yeni
olarak anılan şiir hareketinin kurucusu olmuşlardır.[46]
1960’ların ilk yıllarına dek süren bu şiir hareketi içinde
yer alan ve “dünya görüşü, yetişme şekilleri ve beslenme kaynakları
bakımından birbirinden çok farklı olan şairlerin”4 ortak bir
manifestoları olmadığı halde şiirlerindeki benzerliklere dayanarak yeni şiir
anlayışını takip eden bu şairlerin tamamına “İkinci Yeniciler” denilmiştir.
İkinci Yeni şiir hareketinin ortaya çıkmasında dönemin
siyasal, toplumsal, kültürel yapısı ve şiir-edebiyat ortamı etkili olmakla
beraber İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği huzursuzluğu, yoksulluğu, bunalımı
hisseden çoğu “parasız yatılı”, “taşra doğumlu” bu şairlerin hemen tamamının
Batı dillerini ve kültürünü de bilen, takip eden kişiler olması neticesinde
tıpkı Garip’te olduğu gibi İkinci Yeni’ye de Dadaizm ve sürrealizm akımları[47] [48] ile Batı
şiiri[49] kaynaklık
etmiştir. İkinci Yeni sanatçılarının “Şiir geldi kelimeye dayandı.”, “Şiir
salt kelimeciliktir.” gibi söylemleri onların letrizm akımından da
etkilendikleri görüşünü doğurmuştur.[50]
Mehmet H. Doğan, İkinci Yeni’den sonra şiirimizde yeni bir
kırılmanın görülmediğini yani yeni bir dönemecin dönülmediğini belirtir ve
İkinci Yeni’yi Türk şiirinin gelişimi içinde en son modernist atılım olarak
görür.[51]
İkinci Yeni şairlerinin düşünsel arka-planlarını genellikle
varoluşçu düşünürlerin (özellikle J. P. Sartre, Heidegger) görüşlerinin;
estetik arka-planlarını ise daha çok gerçeküstücüler ve dadacıların sanat
anlayışlarının belirlediğini söyleyen Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, İkinci
Yeni şiirinin ana izleklerini, insanın dünyadaki yabancılığı ve kökensel
yalnızlığının daha derinden duyulmasıyla ortaya çıkan bunaltı, kaygı ve ürküntü
gibi kavramların oluşturduğunu belirtir.[52]
Bilincin kurduğu düzenlerin insan ve problemlerini
çözemediğine tanıklık eden İkinci Yeni şairleri, bilincin biçimlendirdiği
kurulu düzene[53] ve us’a ait
her şeyi reddederek şiirde “anlamsızlığa kadar özgür olmak” savıyla
hareket ederler ki bu tavır “ikinci Dünya Savaşı’nın getirdiği toplumsal
yoksulluk ve tek partili yönetimin dayatmacı politikaları sonucunda bunalan
aydının kendisini ifade ediş tarzına da uygundur.
İnci Enginün’ün postmodern anlayışın şiirimizdeki erken
tezahürü sayılabileceğini söylediği İkinci Yeni[54] [55] şiiri; imgeye kapılarını
sonuna kadar açar, konuşma dilini dışlayarak dilin yapısını bozar, kelimeye
dayalı bir şiir üretir, sözdizimi ve sözcük deformasyonları yapar, uzak çağrışımlara
yer verir, aydın ve elit kesime seslenir, bireyin bunalımını, yaşam
içerisindeki sorgulamalarını dile getirir, halk şiiri ve folklorik öğelerden,
basitlik, sadelik ve kolay anlaşılabilir olmaktan kaçınır, şiiri diğer
sanatlarla ilişkilendirir, atonal müzik ve soyut resimle bağlar kurar, biçimin
içerikten önce geldiğini söyler ve siyaset dışı kalır.
İkinci Yeni şairlerinden, şiirini halk, divan ve Batı
edebiyatı unsurlarıyla oluşturan Turgut Uyar (ö.1985), hem yaratılan modern
yapı ve ses, hem de modernist yaklaşımlarla yeni imgeler kurarak[56] [57] [58] “büyük
kentlerde bedeni ve ruhu ablukaya alınmış bireyin trajedisini yazmaya
koyulmuştur.”51.
İlk eserlerinde folklor unsurları ağırlıklı bir yer tutan
Edip Cansever (ö.1986), “makineleşmenin ve kentleşmenin insanda yarattığı
bunalımı ve iç çatışmaları ele almakta, alışılmış dil ve söylem kurallarına
uymayan, gerçeküstü görüntülerle bezeli bir şiir yapmaktadır.”5
Cemal Süreya (ö.1990)’nın İkinci Yeni izinde “günlük
yaşamayı, toplumu, kadını, maddî hazları, açlığı, basit gerçekleri, sevişmeyi,
tutsaklığı, hürlüğü... kısacası hareket halinde olan ve yaşayan insan’ı”[59] anlattığı
şiirlerinin “atardamarı erotizimdir.”[60]
Ahmet Kabaklı, Cemal Süreya’da görülen nükte-şiir, mizahlı, istihzalı (ironik)
söyleyişi Orhan Veli’ye bağlar.[61]
İkinci Yeni şiir hareketini “sivil şiir”, “sıkı şiir”,
“kara şiir” olarak adlandıran Ece Ayhan (ö.2002) genel olarak lirizmden ve
musikiden yoksun bir söyleyişe sahiptir; bazı eserlerinde düzyazı şiire de
yönelen şair, ilk şiirlerini yayımladığı 1954’ten bu yana İkinci Yeni içinde
yer almış ve gerek şiirleriyle, gerekse yazılarıyla bu şiir anlayışının
oluşmasında ve gelişmesinde önemli katkıları bulunmuş bir sanatçıdır.[62]
Şiire vezin ve kafiye ile başlayıp henüz on yedi yaşında
ilk şiir kitabını çıkartan İlhan Berk (ö.2008)’in eserlerinde İkinci Yeni
şiirinin özellikleri görülür. Yazdığı poetik yazılarla da bu şiir hareketinin
savunuculuğu sürdüren İlhan Berk, “sürrealist şiir anlayışından alınan
‘otomat yazı’ anlayışını başarılı bir biçimde uygulayarak imgeye ve çağrışıma
dayalı bir şiir dili kurmuştur.”[63] [64]
İkinci Yeni şairleriyle aynı dönemde eser vermesi, İkinci
Yeni şiiri ile yazdıkları arasında “daha çok dil, söylem ve biçim
bakımından'"^ benzerlikler bulunması nedeniyle bu hareketin öncüleri
arasında gösterilen fakat dünya görüşü, “izlek ve imge kültürü bakımından
önemli ayrımlar”[65] bulunan Sezai Karakoç
(d.1933) şiiri, sanat görüşü ve “diriliş’ tezi ile aynı adı taşıyan dergisi
ve yayınevi sayesinde geniş bir tesir sahası yaratarak edebiyat tarihimizde
kendisine önemli bir yer edinmiştir. ”[66] Şiirlerinde kullandığı kapalı
ve mecazlı söyleyiş nedeniyle ancak donanımlı bir okur kitlesi tarafından takip
edilen ve 1960’lardan sonra oluşacak Yeni Islamî Akım’ ın öncülerinden
olan Karakoç dışında “hiçbir ikinci Yeni şairinin şiirlerinin ana kaynağı
din, tasavvuf ve Divan şiiri geleneği değildir. ”[67]
Metin Eloğlu (ö.1985) Düdüklü Tencere, Oktay Rifat Perçemli
Sokak, Ercüment Uçarı (ö.1996) Et, Kemal Özer (ö.2009) Gül
Yordamı, Ülkü Tamer (d.1937) Soğuk Otların Altında adlı eserleriyle ikinci
Yeni hareketi içerisinde değerlendirilirken bu dönem şairlerinden Ergin
Günçe (ö.1983), Gülten Akın (d.1933), Özdemir İnce (d.1936) ile dönemin genç
şairlerinden Ataol Behramoğlu (d.1942), Süreyya Berfe (d.1943), İsmet Özel
(d.1944), Refik Durbaş (d.1944) gibi isimlerin şiirlerinde de ikinci Yeni
izleri görülebilir.
İnci Enginün’e göre İkinci Yeni şiiri, “anlamsızlığı
çözmeye uğraşmaktansa ne dediği açıkça anlaşılan ama şiir duygusunu
kaybettiren, kalabalıkları kışkırtıcı bir şiir ihtiyacını ortaya çıkarmaya
vasıta oldu.”6* Bu “ihtiyaç” neticesinde tezahür eden 1960
sonrası Türk şiiri içinde en geniş alanı 1940 Kuşağı ile bağlarını kurmaya
çalışan, “şiir alanında ikinci Yeni’ye, siyasal alanda D.P.’nin baskıcı
yönetimine tepki gösteren”[68] [69] genç
şairlerin 27 Mayıs 1960 ihtilâlinin getirdiği görece özgürlük ortamında sosyal
meselelerle ilgilenen mesaj içerikli şiirleri oluşturur. Şiirin siyasallaşması,
özellikle de sanatı bir üretim biçimi olarak kabul eden Marksist şairler elinde
her miting öncesinde ve anında alınması gereken tahrik edici hap niteliğine
bürünmesi[70] estetik
endişenin göz ardı edilmesini doğurur. Artık parti propagandası edasını taşıyan
şiir ve kelimenin şiddetinden siyasal bir amaç için faydalanan şair, bir bakıma
şiddete davetiye çıkartır.[71] [72] 1960 öncesi
şiire başlayan şairlerden Ceyhun Atuf Kansu (ö. 1978), Enver Gökçe, Hasan
Hüseyin Korkmazgil (ö. 1984), Ahmet Arif (ö. 1991), Necati Cumalı, Can Yücel
(ö. 2003), Arif Damar, Talip Apaydın (d. 1926), Ahmet Oktay (d. 1933) ve 1960’tan
sonra şiire başlayan Kemal Özer, Gülten Akın, Özdemir İnce, Eray Canberk (d.
1940), Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe, İsmet Özel, Refik Durbaş şiirlerinde bu
şiirin özellikleri görülebilir.
1960 sonrasında, “ikinci Yeni şiir hareketi ve Marksist
sanat anlayışının anlatma tarzı, imge dünyası ve insan tipolojisi bakımından
kendi kaynaklarından çok fazla uzaklaştığını iddia eden sanatkârlar, yeni bir
hamle ile ‘millî kaynaklara dönme ve onları, çağın sağladığı imkanlar
nisbetinde yeniden yorumlama ’ gereği duyarlar.”12 Ağırlıklı
olarak halk edebiyatı kaynaklı olmakla birlikte süregelen şiir birikiminden
faydalanılarak ortaya konan bu şiirde gaye mevcut ortamdan bunalan, arayışa
giren bireye, cevaplarını ve çıkış yollarını kendi geçmişinde, kültüründe buldurmaktır.
Şiirimizdeki bu ulusalcı anlayışın izleri İlhan Geçer, Abdürrahim Karakoç
(ö.2012), Bekir Sıtkı Erdoğan, Yavuz Bülent Bakiler, Bahattin Karakoç (d.1930),
Yahya Akengin (d.1946) gibi şairlerde görülebilir.
Değişen şartlar, sanat anlayışı ve bireyin sorgulamaları
yeniden İslamî bir söylemi canlandırır. Daha önce Mehmet Âkif Ersoy, Necip
Fazıl Kısakürek ile beslenen bu poetik ark, İkinci Yeni birikimiyle gelen Sezai
Karakoç’la güçlenir ve 1960’tan sonra Yeni Islamî Akım'ı ortaya çıkarır.
Cahit Zarifoğlu (Ö.1987), M. Akif İnan (Ö.2000), Alâeddin Özdenören (Ö.2003),
Erdem Bayazıt (Ö.2008), Mustafa Miyasoğlu (d.1946), Cahit Koytak (d.1949), M.
Atilla Maraş (d.1949), Ebubekir Eroğlu (d.1950), Arif Ay (d.1953) gibi
isimlerin ve 1970’e kadar Marksist dünya görüşünü takip etmesine rağmen 1974’te
yayımladığı Amentü şiiriyle İslamî söyleme yönelen İsmet Özel’in
şiirlerinde bu poetik arkın izleri görülür.
Döneminin ideolojik saplantılarına rağmen şiiriyeti göz
ardı etmeyen İsmet Özel, gerek Marksist düşünceyle; gerek 1970’lerin
başlarından itibaren İslamî düşünceyle yazdıklarında söylem biçimini ve imgelem
yapısını hemen hiç değiştirmemiş; her iki dönemde de egemen güçlerin insan
varlığının ontolojik yapısını tehdit eden mütecaviz tavırlarına karşı dimdik
ayakta durup yabancılaşma ve başkaldırıyı şiirinin ana izlekleri olarak
seçmiştir.[73]
12 Mart 1971 muhtırası 1940’lı yılların ve D.P. iktidarının
baskıcı ortamına bir dönüş getirir; yargılamalar, mahkûmiyetler, sürgünler 1940
Kuşağı ile bağlarını tazeleyen 1960 toplumcu gerçekçi şiirine daha da hız verir[74] ve 1970
sonrası poetika çoğu zaman politikanın gerisinde kalır. 1960 Kuşağı şairlerinin
şiiri siyasi söyleme kurban etmeme konusunda daima gösterdikleri özen, 70’lerin
şairlerince korunmamıştır.[75] Ağırlıklı
olarak toplumcu gerçekçiliğe farklı yorumlarla yaklaşan şairlerin çıkarttıkları
dergilerle şekillenen şiir ortamında Ataol Behramoğlu’nun İsmet Özel’le
çıkardığı Halkın Dostları (1970-1972) ile kardeşi Nihat Behram’la
çıkardığı Militan (1975-1976) adlı dergiler etkili olmuştur. 1970’ten
sonra toplumcu gerçekçi eksende gelişen Türk şiirinde Adnan Yücel (ö.2002),
Nihat Behram (d.1946), Ahmet Telli (d.1946), Ahmet Ada (d.1947), Yaşar Miraç
(d.1953), Veysel Çolak (d.1954), Turgay Fişekçi (d.1956) öne çıkan diğer isimlerdendir.
1960-1980 arası Türk şiirinin kapılarını sonuna dek güncele
açıp hayatla irtibat sağlayarak “hiçbir dönemde görülmediği ölçüde ”
sivilleştiğini, gözüpek bir söylemi seçtiğini ancak “slogan tuzağından”
kendini kurtaramayıp şiirin estetik boyutunun şairlerce ihmal edildiğini ve
politik söylemin siyasilere rant sağladığını söyleyen Arif Ay, bu
olumsuzlukların kimi şairlerin, toplumun uygarlık değerleriyle, tarihsel
gerçekleriyle örtüşmeyen, “ithal malı ideolojilerden” beslenmelerinden
kaynaklandığını belirtir.[76] [77]
Yukarıdaki isimlerin dışında Ahmet Necdet (ö.2010), Talât
Sait Halman (d.1931), H. Hüsrev Hatemi (d.1938), Yüksel Pazarkaya (d.1940),
Enis Batur (d.1952), Beşir Ayvazoğlu (d.1953) gibi isimler 1960-1980 arasında
şiir evrenimizde kendine yer bulan şairler içinde sayılabilir. Yine bu dönem
şairlerinden biri olarak “Batı, Divan ve Halk şiiri ile, kendinden önceki
yeni Türk şairleriyle beslenen”11 Hilmi Yavuz (d.1936) zengin
imgelerle örülü, kapalı anlatım ve çağrışımla bezenmiş, işlenmiş bir şiir dilini
başarıyla kullanır.
1980 tarihi, hem askerî darbeyi ve Türkiye’deki toplumsal,
siyasal kırılmayı işaret etmesi açısından hem de edebiyat tarihlerindeki
on-yirmi yıllık bölümleme metodu bakımından Türk şiir tarihinde bir kırılma
noktası olarak alınmaktadır. Gerçekten de 1980’den itibaren değişen çevresel
şartlarla beraber şiirimiz de ciddi bir değişim yaşamıştır.
Bâki Asiltürk, dönemin şiirini geniş bir biçimde incelediği
Türk Şiirinde 1980 Kuşağı adlı çalışmasının birinci bölümünde “kuşak”
kavramının tanımı üzerindeki görüşleri derledikten sonra kavramı, “yaş
yakınlığı” ve “anlayış ortaklığı” noktasında benzerlik olarak niteleyerek “daha
çok, birbirine yakın yıllarda doğanların ve yaşadıkları dönem içerisinde benzer
koşullardan geçenlerin tanımlanmasında”[78] bu kavrama yer verdiğini
söyler. Asiltürk, yaş yakınlıklarının yanı sıra, Türk şiirinin bir bütün
olduğu, bu şiirin hiçbir ayrım gözetilmeden sahiplenilmesi gerektiği konusunda
hemfikir olan dönem şairleri için “kuşak” sıfatını kullanarak kendisine, önceki
dönemlerden gelerek 1980 döneminde de eser veren şairleri kuşağın dışında
konumlandırmanın da yolunu açar.[79] Biz de bu
çalışmamızda “1980 Kuşağı” ifadesinde kavramı aynı kapsamla kullanarak önceki
dönemlerde eser veren şairleri bu bahsin dışında tutacağız.
1980 Kuşağı şairleri Yeni Türkü, Üç Çiçek, Poetika,
Edebiyat Dostları, Yarın, Yönelişler, Şiir Atı, Ayrım Şiir gibi dergilerde[80] şiir ve
yazılarıyla “önce şiir” i amaçlayan, poetikayı politikadan ve diğer unsurlardan
önce gören, şiirinin kuramsal ve güncel sorunlarını tartışan, şiiri değişik
okumalara açan, şiir geçmişimize sahip çıkıp geleneği tümüyle kabullenerek
geçmişteki tek bir mısranın, tek bir güzel şiirin bile yitip gitmesine razı
olmayan bir anlayışı savundular.[81]
Dergiler aracılığıyla süreklilik kazanan dönem şiiri ayrıca
Gösteri, Varlık, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat, Gergedan, Argos gibi
kuramsal dergilerde ve 90’lardan itibaren de Sombahar, Ludingirra,
Kitap-lık, Edebiyat ve Eleştiri, Dergâh, Nar, İpek Dili gibi dergilerde yer
bulur.[82]
80’li yıllar şiiri üzerine yapılmış incelemelere
bakıldığında, bu dönemde pek çok kişi tarafından çok sayıda şiir yayınlandığı,
şairlerin tüm Türk şiir geleneğini bir bütün olarak görüp hiçbir dönem ya da
grubu yadsımadan hepsinden istifade etmeye çalıştığı, “önce şiir” anlayışıyla
poetikanın her şeyin önünde tutularak farklı görüşlerdeki şairlerin bile
şiir-sanat ekseninde bir araya gelip yer yer aynı derginin sayfalarında ürün
verdiği ve çoksesliliğin sağlandığı şeklindeki tespitler göze çarpmaktadır.
Dönemin şiir anlayışlarının tasnifinde araştırmacıların
farklı sınıflandırmalara gittiği gözlenmektedir. Metin Cengiz, 80’li yıllardaki
arayışları üçe ayırır:
Arayışlara gelirsek...
Bunları temelde üç bölümde ele alabiliriz. İlki geleneği yeni bir şiir için bir
basamak görerek bireysel temelde toplumsal sorunları da ele alan, imgesel,
kapalı bir şiir. İkincisi aynı söyleyiş biçiminden yola çıkarak, bireyi,
bireyin karmaşık sorunlarını yazan bir şiir. Üçüncüsü de geleneği yeni bir şiir
için olanak olarak değil de yeni bir klasizm için gerekli gören anlayış.[83]
Kemal Gündüzalp ise dönem şiirini
iki gruba ayırarak şöyle sınıflandırır:
Toplumcu-gerçekçi geleneği
değişen dünya ve ülke koşullarında, yeni oluşumların ışığında yeniden
yorumlayan ve bir bakıma 70’lerin şiirindeki olumsuzlukları aşmaya çabalayan
bir kesim.
Öbür yanda, 70’lere tepkiyi de
içeren, II. Yeni’nin yerinde sayan
öncülerinin izini süren, ‘kopya’ bir şair kesimi ve onların
yaptığı bir şiir.8
Gündüzalp, “birikimci-toplumcu” dediği ilk gruptaki kesimin
kasıtlı olarak engellenip sansürlendiğini iddia ederek[84] [85] dışlanmak istenildiklerini[86], genç
ozanların 70’li yılların şairlerinden farklı olarak şiir geleneğine
birikimci-bütüncü bir tavırla yaklaşıp yalnızca toplumcu şiiri değil, yaratılmış
olan bütün şiiri dikkate aldıklarını[87], 70’li yıllar şiirinin zaman
zaman toplum’dan dolayı unuttuğu birey’i anımsayarak bu eksikliği gidermeye
çalıştığını[88], bu
şairlerin şiirsel gelenekle hesaplaşarak kendilerini yenilemelerine karşın
ikinci gruba aldığı ve “yenilikçi takımı” diye nitelediği kesimin kendini
yenileyemediği, İstanbullu olduğunu ama Türkiyeleşemediğini “güdük” kaldığını
söyler.[89] Gündüzalp
çoğu zaman edebiyat dışı ölçütlere dayandırdığı bu öznel eleştirilerinin yanı
sıra 80 dönemi şiirinin sanatsal kaygıyı ön plana almakla beraber şiirin
“muhalif’ özelliğinin yok sayıldığını iddia ederek şiirin kendine kapandıkça
özgünleştiğini ama özgürleşemediğini, yarı-bağımlı hale geldiğini belirtir.[90]
Bu dönemde yazılan şiirin İslamcı şiir ve yeraltı şiiri
olarak iki ayrı kanava üstünde geliştiğinin söylenebileceğini dile getiren
Hasan Bülent Kahraman, her iki şiirin de oluşumuna yol açan etkenler olarak
80’lerde ortaya çıkan ve ortak paydasının Türkiye’nin moderniteyle girdiği
hesaplaşma olduğunu belirttiği, siyasal ve toplumsal yapıdaki değişimleri[91] görür ve
1980-90 şiirinin yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan modernist ‘dikta’yı kırmak
istediğini, bunu da bir ölçüde başardığını söyler.[92]
80’li yılların her şeyden önce “şiiri” arayan anlayışının
çoksesliği Metin Celâl tarafından “80’li yıllarda yazılan şiirin sağı, solu,
Müslümanı yok, çoğunluk genelde hep aynı yere varıyor. Ormana uzaktan bakmayı
bırakıp tek tek ağaçlara dikkatimizi yoğunlaştırırsak olay renklileşir. Çünkü
80’li yılların şiiri bir kuşak- akım şiiri değildir, tek tek şairlerin kendine
has şiirlerinden oluşur. ”[93] [94]
şeklinde yorumlanırken bu durum, Asiltürk’ün şair Haydar Ergülen’den yaptığı
alıntıda şöyle dile getirilir:
Bu
kadar çokrenkli bir şiir ortamında, çoğunluğun adı üzerinde birleşebileceği
şair veya şairlerin olmayışı da bir bakıma ‘Büyük şair yok! ’ yanılsamasına yol
açarken, bir bakıma da şiirin hayrına olmuştur. Çoğulcu bir şiir dönemi
yaşıyoruz. Akımlar ise tek seslidir. Ve akımlar şairlerden çok yazın
tarihçileri içindir, çünkü bunlar her şeyi derli toplu görmeyi severler. Oysa
akımlar faydadan çok zarar 94 getirir şiire.
Ahmet Oktay ise 1980 Kuşağı şiirinin ana hatlarını üç
oluşum olarak saptar:
Siyasal boyutun ya iyice görünmez kılındığı/dıştalandığı ya
da alt katmana çekildiği modernist/entelektüalist ve içrekçi (ezoterik)
eğilimlere de sahip çıkan imgeci şiir, 2. Tepkisel bir konuma yerleşen ve
siyasal boyutu militanca vurgulayan toplumcu gerçekçi ve militan tavrı fazla
öne sürmemesine rağmen öykülemeci olmayı tercih eden, yalın söyleyişi öne
çıkaran, içrekçi öğelere uzak duran toplumsalcı şiir, 3. Ezoterik ve politik
içerimlere sahip olan, dünyevi olayları eleştirmesine rağmen son kertede
maddesel yaşamı da tinsel/ kültürel yaşamı da uhrevileştirmeyi öngören metafizik/İslamcı
şiir.[95]
Dönem şiiri üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini yapan
Bâki Asiltürk 1980 Kuşağı’nın poetik yönelimlerini, aralarında aynı şairin
farklı şiirleri üzerinde bile geçişler bulunabileceği notuyla imge şiiri,
anlatımcı (narrative) şiir, folklorik/mitolojik şiir, metafizik şiir,
gelenekselci şiir, toplumcu şiir, beatnik- marjinalci şiir, yeni garipçi şiir
şeklinde sekiz bölümde sınıflandırır.[96]
Osman Konuk ise kendisiyle yapılmış olan çeşitli
röportajlarda ve soruşturma dosyalarına verdiği cevaplarda 1980 Kuşağı’nı
farklı açılardan değerlendirir. —Sosyolojik olarak 80 kuşağına mensubum ama
bugün 80 kuşağı diye sunulan poetik çerçevenin içinde değilim.”[97] ve “Ben 80 kuşağını
temsil eden biri sayılmam. Hem şiirim hem de ortamın dışında olmam nedeniyle.
Bir sözcü konumunda değilim. Aslında 80 kuşağı tartışmalarını uzaktan
izliyorum. Yani 80 kuşağını konuşmak için doğru isim sayılmam. ”[98] [99]
diyen Konuk, 1980 Kuşağını ikiye ayırır:
Bir 80 kuşağı var, bir de
derin 80 kuşağı. 80 kuşağını temsil ettiği sanılan isimlerin çoğu, bu kuşağın
asıl şiirsel değerlerini ortaya koyan insanlar değil. Mesela Hüseyin Atlansoy’u
bu tartışmanın pek içinde göremezsiniz. Necat Çavuş ’u, Akif Kurtuluş ’u
göremezsiniz. Kendiliğinden tartışma, Haydar Ergülen’in üzerinde kaldı. O da
bütün bu doğru ve yanlış temsiller üzerine tartışmanın tarafı oldu. 50
kuşağının, 60 kuşağının starlarından sonra Türk şiirinde star sistemi dönemi
kapandı gibi. O nedenle 80 kuşağı biraz mat görünüyor. Bu açıdan 90 kuşağının
da Sezai Karakoç ’u, Turgut Uyar’ı, İsmet Özel ’i ve Cahit Zarifoğlu’su yok;
ama sağlam normlara sahipler ve belki de bu yüzden şiirleri birbirine benziyor.
Belki de modern Türk şiiri artık isimler üzerinden değil, ama güçlü ölçüler
üzerinden yürüyecek"
Osman Konuk, 1980 Kuşağının başarısı olarak, kuşak
şairlerinin, şiiri, kendi asıl mecrasına taşıdıklarını ve aradaki
manipülasyonları aşarak Türk şiirini İkinci Yeni’ye lehimlediklerini söyler ve
şöyle devam eder:
80 kuşağı iki isim
üzerinden ilerlemeyi denedi: Ece Ayhan ve İsmet Özel. Ece Ayhan şiirinden
ilerlenecek bir yer yoktu çünkü Ece Ayhan marjinalizmle başlayıp biten bir
şiir. Türk şiiri marjinalizmi kaldırır ama temsili bu değildir. Bu açmazı,
sadece Ahmet Güntan aşmıştır. İsmet Özel’in fikirsel yolculuğu, bu yolculuğun çarpıcılığı,
şiirine bakışı etkilemiştir kaçınılmaz olarak. İsmet Özel şiirinden ‘doğru
etkiyle’ çıkabilen iki şair Akif Kurtuluş ve Enis Akın olmuştur. Osman Konuk da
demiş olayım.[100]
Kendisine 1980 Kuşağının usta-çırak ilişkisi sorulması
üzerine Ece Ayhan, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Attilâ İlhan, Sezai Karakoç ve
Cemal Süreya’yı anarak kuşağın usta şairleri olarak bu isimlerin
görülebileceklerini söyleyen Konuk, genel olarak bütün bir kuşağın ortaklaşa
usta sayıp karşısında diz kırdığı bir ya da birkaç şairden bahsedilemeyeceğini
de -bireysel ilişkileri dışarıda tutarak- ilave eder.[101] Konuk kuşağın usta-çırak
ilişkisi açısından sergilediği bu durumun yorumunu şöyle yapar:
80 kuşağı bu açıdan
usta-çırak yönetimine de karşı çıkan, demokratik, eşitlikçi bir anlayışa
sahiptir. 1980 kuşağı dönemin edebiyat iktidarlarına, bunları var eden piyasa
ilişkilerine, köylülüğe, militarizme, kooperatifçiliğe ve gerçekten bir kanser
gibi yayılmış olan 102
kötü
edebiyata bir tepki olarak doğdu.
Şair kendisine sorulan, “kendinizi
hangi şiir/şair kuşağı içende değerlendiriyorsunuz” şeklindeki soruya cevaben
1980 Kuşağını beyan etmiştir:
80
kuşağı. Bu kuşak hakkında çok yazıldı, tartışıldı zaten. Sosyolojik açıdan
kendi kuşağımla zorunlu benzerliklerim var. Ama sanatın ve şiirin tekil
evreninde her şair dünyayla biricik ve teke tek ilişki kuruyor. Kendiliğinden.
Bunun dışında özel farkları ortaklıkları benim söylemem doğru olmaz.[102] [103]
Köklü bir tarihe sahip Türk edebiyatı içerisinde,
Cumhuriyet’in ilanından hareketle Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri olarak
adlandırılan yaklaşık yüz yıllık dönem geçmiş yüzyılların da birikiminden
istifade etmekle beraber kendi içinde geleneğini oluşturmuştur. 1980’den
itibaren yoğun bir çeşitlilik gösteren ve gelenekten etkin biçimde yararlanan
dönem şiirinin niteliklerinin ortaya konulmasına katkı amacıyla yapılan bu
çalışmada, dönemin önemli şairlerinden Osman Konuk, hayatı, sanatı ve
eserleriyle incelenecektir.
OSMAN KONUK’UN HAYATI, SANATI VE
ESERLERİ
Şair Osman Konuk, kendisinden almış
olduğumuz bilgilere göre, 10 Nisan 1961 tarihinde Afyonkarahisar’ın Emirdağ
İlçesi’nin Gömü Beldesi’nde[104] doğmuştur.[105] Annesinin adı Cevahir, babasının adı
ise Hüseyin’dir.
Osman Konuk’un ailesi üç yüz yıldır Gömü’de yaşayan, kendi
ifadesi ile "köyün kurucu ailelerinden”[106]
olan Türkmen kökenli bir ailedir. Babası Hüseyin Bey, çiftçilik yapmıştır. Anne
tarafı ise ulemadandır.
Osman Konuk’un "ehl-i tarik bir insan, köy
sınırlarının üstünde ve dışında bir kavrayışı, zihin dünyası var.”[107] diyerek tanımladığı
babası Hüseyin Bey mütedeyyin bir kişidir. Şair, "son derece dindar
biri”[108] olarak nitelendirdiği
ve düzenli olarak Tercüman Gazetesi, Büyük Doğu Dergisi ile çeşitli
tasavvuf kitapları okuyan babasının, “ilkokul mezunu olmasına rağmen derin
tasavvuf bilgisi”[109]ne sahip olduğunu
belirtir.
Annesi Cevahir Hanım, Afyon’un Bayat ilçesinden olup yörede
Yurtçular sülalesi olarak bilinen aileye mensuptur. Şairin anne tarafından
dedesi ise çevresinde “Ali Hoca, Hafız Hoca gibi isimlerle anılmış”[110] ilim sahibi bir
kişidir.
Aile, şairin çocukluk yıllarında, köyde kalmak istemeyip “ehl-i
tarik olma kanalının da etkisiyle”[111]
İzmir’e yerleşmiştir. Ailenin diğer fertleri Afyonkarahisar’da olduğundan bura
ile ilişki hiçbir zaman koparılmamıştır.
Çocukluğu, Gençliği
ve Öğrenim Hayatı
Araştırmalarımız sırasında, kaynaklarda hayatıyla ilgili
ayrıntılı bilgilere ulaşamadığımız ve kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda
ailesi, çocukluğu, okul hayatı ve sanatıyla ilgili bilgileri bizimle paylaşan
şair Osman Konuk, öğrenim hayatına İzmir’de Hüseyin Akdağ ilkokulunda
başlamış ve Şehit Fethi Bey ilkokulundan mezun olmuştur. Altı çocuklu
bir ailenin evladı olan Osman Konuk’un çocukluk yıllarındaki oyun arkadaşı
kendisinden bir buçuk yaş büyük olan ablasıdır. Ablasının okula başlamasıyla,
evdeki oyun arkadaşını kaybeden Osman Konuk, yalnız kalmamak için ablasıyla
beraber okula başlamıştır. Bu sebeple her dönem kendisinden bir iki yaş büyük
çocuklar arasında kalmış ve yaş farklılığından kaynaklanan bu küçüklüğü bertaraf
etmek için “bir tür kendini kanıtlamak ve var etmek çabası”[112] ile bu durumu aşmak
adına saldırganlık davranışları gösteren, sık sık okulda kavga edip ceza alan
bir öğrenci olmuştur. Şair bu durumu “küçük olduğum için üzerime gelen
baskılara bir tür karşı koyma, daha şiddetli bir tepki gösterme, bir tür
defansif saldırganlık”[113] şeklinde yorumlar.[114]
İlkokul yıllarına ilişkin olarak öğretmeninin şiirle ilgili
bir ödev vermesi ve sınıfa gelen müfettişin sorusuna doğru cevap vermiş olması,
şairin zihninde yer etmiş iki önemli olaydır.
Konuk, ilkokul dördüncü sınıfta, derse gelen bir müfettişin
sorduğu ve diğer öğrencilerin cevaplandıramadığı soruyu, söz hakkı alıp çözer.
Bu olaydan sonra şair, öğretmenin ve sınıfın gözünde “daha saygı değer ve
önemli hır öğrenci”[115] olduğu
kanısındadır.
İlkokul hayatını anarken “İlkokulda çok çalışkan bir
öğrenci değildim. ”[116] diyen
şairin, ablasını geçebildiği tek konu, her zaman birinci olduğu hızlı okuma
yarışmalarıdır. Kendi değerlendirmesiyle “disiplinli ve mütevazı bir aile”[117] içerisinde
yetişen Konuk, babasının simit ve gazoz alması için verdiği harçlıklarını
biriktirerek çizgi romanlar satın alır. Okuduklarını sokaktaki tezgâhlardan
değiştirerek Kaptan Swing, Zagor, Tommiks, Teksas gibi o yıllardaki meşhur
çizgi roman serilerinin hepsini okur. Edebiyatla ilişkisini “yazmak, eser
vermek ikinci bir iş gibi gelir bana. ”[118] şeklinde değerlendirerek,
okumayı öncelikli kabul eden şair, okuma alışkanlığının asıl kaynağı olarak bu
çizgi romanları görür. Önceleri ailesi tarafından teşvik edilen bu okuma
tutkusu, ders dışı okumalarının çokluğu nedeniyle sonradan tepki almaya başlar.
Osman Konuk, bu dönemde okuduğu çizgi romanların hayal
dünyasındaki yansımalarını şu şekilde aktarır:
Bu çizgi romanlar içinde
kendime hayalî bir dünya kuruyor ve zihnimde yeni hikâyeler yazıyordum.
Okuduğum ve sevdiğim çizgi romanların kahramanlarını kullanarak yeni kurgular
oluşturuyordum. Özellikle en sevdiğim hikâyelerim farklı çizgi romanların
karakterlerini bir hikâyede buluşturduğum kurgulardı. İlkokulda okuduğum bu
hikâyeler okuma alışkanlığımın temeli oldular.[119]
İlkokul yıllarında eve düzenli olarak alınan Tercüman
Gazetesi “Pehlivan Tefrikaları” ve gazeteyle okurlarına verilen temel
eserler ile Büyük Doğu Dergisi ve babasının tasavvuf kitapları Osman
Konuk’un “ilk okumalar”ı arasındaki diğer metinlerdir.[120] Ayrıca, ailesinin
hassasiyetleri ve babasının talepleri doğrultusunda ilkokul 4 ve 5. sınıfta
yazları Kur’an Kursu’na giderek, ailenin bütün çocukları gibi Kur’an okumayı
öğrenir.
Şair, babasının tercihi üzerine 1971 yılında henüz on
yaşındayken Bursa İmam Hatip Lisesfnin orta kısmına yatılı öğrenci
olarak kaydolur.
Ailesinden uzakta geçen bu yıllarda daha çok kitap okumaya
başlayan Konuk, “Benim kitaplarla ve edebiyatla ciddi ilişkim ortaokulda
okulun kütüphanesini keşfetmemle başladı.”[121]
diyerek kitaplarla, yatılı okul günlerinde perçinlenen dostluğunu dile getirir.
“Evden ayrılınca çizgi romanlarla ilişkim kesildi ve ciddi olarak ilk
okuduğum Peyami Safa olmuştur. Onun bütün kitaplarını yutarcasına okumuştum.”[122] diyen Osman Konuk,
Peyami Safa (Ö.1961) başta olmak üzere, Türk edebiyatının önde gelen
yazarlarını ve klâsiklerini bu yıllarda okumuş ve artık kitaplar onun hayatının
vazgeçilmezi hâline gelmiştir. Şair, bu dönem okumalarıyla ilgili olarak
kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda şunları söyler:
Okumalarım çizgi
romanlardan yüksek edebiyat kitaplarına geçmişti. O dönem yaşıtlarım çocuk
kitapları okurdu ama ben bu kitapları pek sevmezdim. Zaman zaman arkadaşlarımın
elinde görüp o tür kitaplardan da okumuşluğum vardır ama o türdekileri pek
tercih etmezdim.[123]
Osman Konuk, ortaokulda okuduğu Peyami Safa kitaplarının
kendisi üzerindeki etkisi ile ilgili olarak da şunları dile getirir:
Peyami Safa romanlarının
beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Peyami Safa, Türkiye ’de değeri yeterince
bilinmemiş bir romancı gibi gelir bana. Dostoyevski okuyunca bunu daha iyi
anlamıştım. Siyasi düşünceleri bir yana, edebî kişiliği beni gerçekten
etkilemişti. İlkokul yıllarında çizgi romanlar nasıl hayal dünyamı harekete geçirdiyse,
ortaokulda da Peyami Safa romanları bana yeni bir kapı açmıştı. Onun tekrar
tekrar okuduğum kitapları da vardır. Yüksek edebiyatın kapısını bana Peyami
Safa açmıştır.[124]
Osman Konuk, daha önce ortaokul kısmına kayıt olduğu Bursa
İmam Hatip Okulu’nun lise kısmında öğrenimine devam etmiştir. Şair, bu
yıllar süresince kitaplarla olan yakın ilişkisini sürdürmekle beraber spora da
ilgi duymuştur. Bu yıllar için, “Benim kuşağım dönemin çalkantıları içinde
kalmış bir kuşaktır. Bu kargaşa içerisinde her zaman kitaplar iyi bir arkadaş
olarak yanımda yer aldılar. Bir de düzenli olarak spor yapardım.”[125] diyen şair, gençlik
yıllarında atletizmle uğraşmış, basketbol oynamış ve su sporlarına ilgi
duymuştur.
Şair, “Yaşıtlarım kulüplere, derneklere, partilere
giderken ben sporun sivil ve rahatlatıcı dünyasını tercih ettim.”[126] diyerek bu dönem
spora duyduğu ilgiyi ve sporun kendisi için bir sığınma, rahatlama aracı
olduğunu ifade eder.
Osman Konuk, lise öğrenimi sırasında tanıdığı Felsefe
Öğretmeni Mustafa Öz’ün de etkisiyle felsefe ve sosyoloji konularına ilgi
duymaya başlamıştır. Şair, bu etkiye röportajımızda “Lise yıllarımda beni
etkileyen Felsefe öğretmenim Mustafa Öz olmuştur. İstanbul Üniversitesinden
mezundu ve çok iyi bir hocaydı. Sosyoloji okumamda birinci derecede etkili
olmuştur. Hocayı tanır tanımaz bu kararı almıştım.”[127]
diyerek değinir.
Konuk, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Bölümü (1978 - 1982)’nde tamamlamıştır. Şairin lise
yıllarında ilgi duyduğu felsefe ve sosyoloji derslerinin üniversite tercihinde
derin bir etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu doğru tercih onun meslek
hayatına da olumlu etki yapmıştır ki bugün sosyoloji alanında öğretim üyesi
olarak çalışmaktadır.
Şair Osman Konuk, üniversiteden 1982’de mezun olduktan kısa
bir süre sonra evlenmiş, ardından Aralık 1982’de askerlik görevi için önce
İstanbul Tuzla’ya sonra da kura ile Mardin İdil’e yedek subay olarak gitmiştir.
Böylece askerlik hizmeti sırasında Güney Doğu’yu ve o bölge insanını tanıma
fırsatı bulmuştur.
Askerlik hizmeti bittikten sonra bir süre iş sıkıntısı
çeken şair, 1985 yılında öğretmen olarak tayin olduğu Malatya Lisesi’nde 3,5
yıl kadar öğretmenlik yapar. Bu sırada İstanbul Üniversitesi’nden hocası olan
Fügen Berkay (d.1945), İnönü Üniversitesi’ne gelmiş ve şairi sosyoloji alanında
yüksek lisansa davet etmiştir. Bu vesileyle üniversite çevresine yeniden dönen
Konuk, öğretmenken yaptığı “Bilgi Sosyolojisi Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı
İlişkisinin Analizine Giriş”[128] başlıklı
yüksek lisans çalışmasının ardından asistan olarak İnönü Üniversitesi’ne girmiş
daha sonra da aynı bölümde “Kültür değişmesi ve Televizyon: Televizyonun
Etkileri”[129] adlı
doktora çalışmasını tamamlamıştır.
Lise yıllarında Felsefe Öğretmeni Mustafa Öz’ün Osman Konuk
üzerinde önemli tesirleri olmuştur. Onun tesiriyle felsefeye merak salmış ve
sosyoloji bölümünü okumaya karar vermiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde Cahit Tanyol (ö. 2001), Baykan Sezer (ö.2002), Korkut
Tuna (d.1944), Ümit Meriç (d.1946) gibi isimlerden çeşitli dersler almış ve
İnönü Üniversitesine gelen Fügen Berkay danışmanlığında ise “Bilgi Sosyolojisi
Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı İlişkisinin Analizine Giriş” isimli yüksek
lisansını, daha sonra asistan olarak 1988’de girdiği aynı bölümde “Kültür
değişmesi ve Televizyon: Televizyonun Etkileri” başlıklı doktora çalışmasını
yapmıştır.
Sanatının gelişiminden ve şairliğinden söz ettiği her yerde
net bir biçimde İsmet Özel’i ustası olarak anan Osman Konuk’un hocaları
arasında Özel’i anmak da mümkündür. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde tekrar
değinileceği ve de Sanatı başlığı altında detaylı olarak sunulacağı
üzere, kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda da Konuk, “ismet Özel,
benim şiirde ustamdır... Ben şiirle ilgili görgümü ismet Özelden edindim.
Bilgiden çok görgümü. ”[130] sözleriyle
İsmet Özel’in kendisi üzerindeki bu etkisini ifade eder.
Şair Osman Konuk, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümü’nden 1982 yılında mezun olduktan sonra önce İstanbul Tuzla,
ardından Mardin İdil’de yedek subay olarak askerlik hizmetini yerine
getirmiştir. Bir buçuk yıl kadar işsiz kaldıktan sonra ise 1985 yılında Malatya
Lisesi’ne öğretmen olarak atanmıştır. Burada yaklaşık olarak üç yıl hizmet
ettikten sonra, 1988’de girdiği İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümü’nde asistan, asistan doktor ve Yrd. Doç. Dr. olarak 2005
yılına kadar görev yapmıştır.
Şair, buradaki görevinden ayrılıp önce Afyon Kocatepe
Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’ne (2005-2014);
ardından ise İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler
Fakültesi, Sosyoloji Bölümüne geçmiştir. Halen burada Bölüm Başkanı ( Doç. Dr.)
olarak görev yapmaktadır.
Bunun yanı sıra akademik hayatın bir gereği olarak Sosyoloji
Derneğinde üyelik ve pek çok akademik dergide hakemlik görevlerini de
yürütmektedir.
Osman Konuk, evli olup biri kız diğeri de erkek olmak üzere
iki çocuk babasıdır. Oğlu Yusuf Doğu, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden
mezun olmuştur. Kızı Zeynep İdil ise halen Boğaziçi Üniversitesi Felsefe
Bölümü’nde öğrencidir. Çalışmamızın bilimsel niteliği ve şairin de isteği
üzerine özel hayata duyduğumuz saygı gereği, ailesiyle ilgili daha fazla bilgi
vermeyi uygun görmüyoruz.
Osman Konuk’un sanat, edebiyat ve şiirle ilk temaslarının
ilkokul yıllarında başladığı görülmektedir. Kendisinin bizzat ifade ettiği
gibi, daha ilkokul 3.sınıftayken ders esnasında, dışarıda yağan karı seyretmeye
dalıp gitmesi üzerine, öğretmenin uyarısını fark etmeyince, öğretmen
kendisinden “madem bu kadar etkilendin o halde kar konulu bir şiir yaz”[131] diyerek bir ödev
ister. Konuk’un “şiir yazmak diye bir şey olduğuna dair ilk bilgi”[132] si, bu olay
vesilesiyle olmuştur.[133]
İlkokul yıllarında her gün alınan simit ve gazoz
paralarının haricinde her hafta sonu sinema için de harçlık alan şair, “Babamın
son derece dindar biri olarak bana sinema parası veriyor olması ilginçtir. ”[134] diyerek hatırladığı
bu durum sayesinde şiirin yanı sıra, hem görsel hem de işitsel bir sanat olan
sinema hakkında da köklü bir kültür edinmeye başlar. Sinema kültürüne dair bu
izler Osman Konuk’un “Melanie”[135], “Şiiriyet”[136], “Penye ve
Hakikat”[137], “Tehlikeli
Belki”[138],
“Kır Düğünü”[139], “Geleceğin Şiiri”[140], “Tabure
ile Berjer”[141] Aşamasındaki
Final”[142] gibi
şiirlerine de yansımıştır.
İlkokul yıllarında okuduğu çizgi romanlar onda güçlü bir
okuma sevgisi doğurmuş, babasının kitap ve dergileriyle de beslenen bu okuma
kültürü, ortaokul ve lise yıllarında edebî nitelik taşıyan eserlere kayarak
sürmüştür.
Çocukluk yıllarında, evlerinde babası ve arkadaşlarının bir
araya gelerek yaptıkları tasavvuf içerikli sohbetlerin, kişiliğinin oluşmasında
önemli bir etken olduğunu, kendisinde “sağlam ölçütler”[143]
oluşturduğunu söyleyen Konuk’un şiirlerinde tasavvuf kültürü ve felsefesi
görülmez ancak almış olduğu bu dinî terbiye yer yer İslamî bir hassasiyet şekli
olarak kendini gösterir.
Yukarıda bahsi geçen, ilkokul yıllarındaki şiire ilk ülfet
olayının ardından Osman Konuk, kendisiyle yaptığımız röportajda vermiş olduğu
bilgilere göre, henüz lise öğrencisiyken üç şiirini İzmir’de çıkan bir edebiyat
dergisine göndermiş fakat bu şiirlerden sadece ikisi yayınlanmıştır. Şair
hakkındaki bütün kaynaklarda söz konusu dergi İzmir’de çıkan 1977 tarihli Yeni
Sanat dergisi olarak anılmıştır. Ancak çalışmamız sırasında yaptığımız
taramalar sonucu, İzmir’de çıkan Yeni Sanat Aylık Sanat Dergisfnin ilk
sayısının Ekim 1979 tarihli olduğu, Osman Konuk’a ait şiirin ise bu derginin
Şubat-Mart 1980 tarihli 5/6. sayısında yer aldığı görülmüştür.[144] Bu durumun
kendisine tarafımızca hatırlatılması üzerine Osman Konuk, 1977 yılında İzmir’de
çıkan bir dergide iki şiirinin yayınlandığını vurgulamakla beraber derginin
adını hatırlayamamıştır. Yaptığımız araştırmalarda da bu dergi tespit
edilememiş olduğu için, bu çalışmada, şairin yayınlanan ilk şiirinin tarihi
olarak 1980 yılı gösterilecektir.
Konuk, 25 Mart 2012 tarihli röportajımızda, İzmir’de
yayınlanan bu ilk şiirlerin öyküsünü şöyle anlatır:
İzmir ’deyken Konak ’ta
Aydın Kitabevi ’ne cuma ve cumartesi günleri kitap-dergi almaya giderdim. O
dergiyi çıkaranlar da oraya gelirlerdi ama hiçbir zaman tanışma konuşma
gerçekleşmedi. Dergi İzmir’de çıkan bir dergi olduğu için öylesine şiir
göndermiştim. Yayınlamasına şaşırdım hatta.[145]
Şair, henüz lise yıllarındayken çıkan bu ilk şiirlerinin
yayınlanması üzerine hissettiklerini ise Nurettin Durman’ın gerçekleştirdiği
röportajda şöyle anlatır: “Çok heyecanlanmıştım. Adımı diploma, karne gibi
olmayan basılı bir kâğıdın üzerinde görünce tedirginlikle karışık bir sevinç
biraz da korku hissetmiştim. ”[146]
Liseyi bitirip üniversite okumak için İstanbul’a geldiği
1980 döneminin sosyal, siyasî ve edebî hayattaki yansımalarını kendisiyle
yapılmış olan röportajlarda değerlendiren Osman Konuk, bu yıllarda toplumdaki
kaos ortamının ve siyasal kutuplaşmanın arttığını, bu durumun edebiyat
dünyasında da görüş ayrılıklarına dayalı cephelerin oluşması ve sivrilmesi
sonucunu doğurduğunu, neticede de edebiyatın ideolojik bir araç hâline dönüştürülüp
kendi doğasından kaynaklanan niteliğini ve değerini kaybettiğini şu sözlerle
ifade eder:
80’li yıllarda iki şey
oldu; politik ve poetik. 70’lerden itibaren yaygınlaşan politik radikalizm,
askerî darbeyle kanımca başlatan güçler tarafından bitirildi. Böylece, aslında
politik radikalizm olmadığı ‘anlaşıldı ’. Ama o olmayan radikalizm bile bence
eşsizdi. Yüz binlerce genç insan, bir hakikate inanma enerjisine sahipti. Daha
sonra insanlar vitrinlerin adil bir gelecek fikrinden daha cazip olduğunu
keşfetti. Ya da buna ikna edildiler. İkna olmayanlar kayboldu. Fiziksel ya da
fikirsel bir kayboluş...
Benim şiire yöneldiğim
yıllarda (70’lerin sonu) İkinci Yeni geç dönemini, 60 kuşağı olgunluk dönemini
yaşıyordu. Ama dergilerde hâkim tarz politik şairanelik denebilecek berbat,
tatsız bir şeydi. Modern Türk şiirinin geldiği yerden çok geri bir noktaydı bu.
İslamcı edebiyat dergileri İslami edebiyatı, sosyalist edebiyat dergileri
sosyalist edebiyatı tartışıyorlardı. Yani edebiyat dergileri ‘biraz da edebiyat
yapalım ’ havasındaydı. Herkes devrim yapmakla meşguldü. [147]
Şair, 2007’de 1980 Kuşağı hakkındaki bir soruşturma
dosyasında kendisine
12 Eylül darbesinin öncesi ve sonrasıyla ilgili edebî ve
sosyolojik açıdan yorumu sorulunca, verdiği cevapta edebiyatın sosyal ve
siyasal hayata olan katkılarını ve misyonunu vurgulamıştır:
Türkiye’de bütün
darbelerin nedeni kötü edebiyattır demeyeceğim ama çok ilgisiz olduğunu da
söyleyemem. Çünkü edebiyat, insanların düşünebilmesi, sorgulayabilmesi,
anlayabilmesi ve anlatabilmesi ve bunlarla ilgili melekelerini canlı ve işler
tutabilmeleri içindir. Edebiyat bir toplumu aptallıktan, dolayısıyla kölelikten
korur. Darbecilik ensest ilişki gibi bir şeydir. Darbeler toplumları sakatlar.
Sakatlıkların iyileşmesi birkaç kuşak geçmesini gerektirebilir. Dünyada
darbecilerin hesap vermedikleri tek ülke Türkiye belki de. Hesap sormayan bir
toplum, her zaman darbe tehlikesiyle karşı karşıyadır...
12 Eylül darbesinin şiir
ortamını canlandırdığı söylenir. Bence yanıltıcıdır. 12 Eylül olmasaydı sanıyorum
80 kuşağı daha esaslı şiir hareketleri üretebilirdi. Çünkü zaten devraldığı
dönemde kötü edebiyat dibe vurmuştu. Darbe zaten doğacak olan bir şiirin erken
doğumuna neden olmuştur. Zaten doğacak diyorum çünkü Türk şiiri uzun süreli
krizlere tahammül etmemiştir hiç. Böyle bir şey var. Türk şiirinin geist’ı diye
bir şey var. Bu nedenle 80 şiiri erken doğum travmasıyla da malûldür biraz.[148]
Üniversiteyi kazanarak İstanbul’a geldiği dönemleri
kastederek “Bu sırada şiir ve edebiyata ilgim yoğun şekilde devam ediyordu.”[149] diyen Osman Konuk, bu
yıllarda bütün ikinci Yeni şairlerini ve takipçilerini, özellikle de “benim
kuşağımın tamamı için en parlak ve cezbedici şair”[150]
diye nitelediği İsmet Özel’i okumaktadır.
Sosyoloji eğitimine başladığı yıl, şiirde ustası olarak
gördüğü İsmet Özel’le tanışan şair, bu olayı, “1978’de benim için iki şey
başlamıştı, bir sosyoloji okumaya başladım bir de ismet Özel’le tanıştım.”[151] cümleleriyle
değerlendirmektedir.
dönemde çıkan Yeni Devir gazetesine şair Mehmet
Ocaktan (d.1955)’ı görmeye gittiği bir gün açık bir kapı aralığından İsmet
Özel’i gören Osman Konuk, bu ilk karşılaşmanın kendisinde bıraktığı izlenimi “ismet
Özel kasketli, kısa boylu, esmer, zayıf, ufak tefek, kara kuru bir adamdı. Bu
benim hayalimde yarattığım ismet Özel’den farklıydı.”[152]
şeklinde ifade etmiş ve İsmet Özel’le kurduğu ilk diyalogu şöyle anlatmıştır:
Mehmet Ocaktan ile bir
gün Nobel ödüllerini tartışırken, ben o gençlik ateşiyle ‘Ben Nobel’i bir tek
şey için isterim, o da reddetmek için.’ demiştim. ismet Özel de yanımıza
gelerek ‘Biliyorsunuz Sartre bunu daha önce yapmıştı. ’ dedi ve ‘Siz güneyli
misiniz?’ diye sorarak ilk kez bana ilgi gösterdi. Beni güneyli, Türkiye’nin
güneyinden biri olarak düşünmüştü. ‘Hayır. ’ dedim. Yanımızdaki arkadaşlar da
benim şiir yazdığımı söylemişlerdi. Böylece tanıştık ve dört yıl boyunca yoğun
ve sürekli bir usta-çırak ilişkisi ve arkadaşlığımız oldu.[153]
Osman Konuk şiirinin temelinde İsmet Özel’in büyük etkisi
vardır. İstanbul’da geçen öğrencilik hayatı boyunca dört yıl, sürekli olarak
İsmet Özel çevresinde yer alan Osman Konuk, bu durumu açıkça dile getirir:
İsmet Özel, benim şiirde
ustamdır. Şiir üzerine çokça sohbetlerimiz olmuştur... Üniversite hayatım
boyunca, dört sene zarfında İsmet Özel’le çok sık görüşüyor, sürekli şiir-edebiyat
üzerine sohbet ediyorduk. Ben şiirle ilgili görgümü İsmet Özel ’den edindim.
Bilgiden çok görgümü. [154]
Kendisini ‘İsmet Özel şiirinden doğru etkiyle çıkabilen üç
şairden birisi’[155] olarak
gören Konuk, bir röportajında, kendisine yöneltilen soru üzerine, bu
iddiasındaki ‘doğru etki’ ifadesini şöyle açıklamıştır:
Aslında kastettiğim, Türk
şiirinin anayolu üzerinde olmakla ilgili. Ben şiire başladığım yıllarda bu
yolun son parlak yolcusu İsmet Özel ’di. 70'li ve 80'li yıllarda genç şairler
için mihver/pivot şair İsmet Özel’di. İsmet Özel, ustamdır. Kısa sürede yüksek
bir şiir görgüsüne sahip olmam, tamamen bununla ilgilidir. Bizim yazdığımız
dönemlerde İsmet Özel şiiri en yoğun biçimde okunan, tartışılan, etkili olan
bir şiirdi. Bir şair ve şahsiyet olarak İsmet Özel ’in etkisi ve nüfûzu
tartışılmaz. Türk şiirinin içinden geçecekse insan, ki geçmelidir, son gerçek
temsille karşılaşmadan konuya girilemez. Ama bu, onun klonlanmasını, bir klon
şiir yazılmasını gerektirmiyor. Kendisi de bunu istemez. Özellikle bizim kuşak
üzerinde bu çok daha fazladır. Fakat bu etki genel olarak onun sihrine kapılmak
biçiminde oldu birçoğunda. Doğru etkiden kastım, sihrin arkasındaki hüner ve
onun kaynağındaki bilgi hikâyesidir.
Sihirbaza
takılmamak yani. Bu bir metafor tabii.[156]
Konuk; şiir, edebiyat üzerine yoğun ilgisi, okumaları,
arkadaşlıkları ve İsmet Özel’le olan bu yakın ilişkisi neticesinde şiire dair
sağlam bir altyapı edinir. Şair, özellikle İsmet Özel’le olan arkadaşlığını hem
bir şans hem de şanssızlık olarak görür. Bu duruma ilişkin olarak Konuk şunları
söyler:
Bu hem çok şanslı hem çok
şanssız bir başlangıç oldu. Çok şanslı çünkü bu sayede birçok zayıf,
niteliksiz, ikinci ve üçüncü sınıf kalitelere takılmaktan kurtuldum. En yüksek
noktadan şiire girdim. Bu bir şanssızlıktı, çünkü benim üzerimde çok büyük bir
baskıydı. İsmet Özel’in şair dediği bir gençtim ve yazdıklarım en az İsmet
Özel’in şiirleri kadar iyi olmalıydı. Bu noktada şunu düşünmüştüm, yazdıklarım
ya İsmet Özel izinde gidecek ya da bambaşka bir yolda olacaktı. İlk
şiirlerimde, özellikle Yönelişler’de yayınlananlarda bu ikilik vardır, bazı
şiirlerim İsmet Özel’e bakar, bazı şiirlerim başka bir yol açmaya çalışır.
Mesela oradaki ‘Kötülük’ şiiri İsmet Özel’le karşılaşıp hemen ayrılmaya çalışan
bir şiir, ‘Söylenmeyene Katkı ’ ise ayrılmış bir şiirdir.[157]
Bu dönemde İsmet Özel, Osman Konuk’u
şiirlerini de alarak evine gelmesi için davet eder. Genç şair, yanına dört adet
şiirini alarak İsmet Özel’in evine gider. İsmet Özel, şiirleri okuyup kendi
kitaplığına koyar, şiirler hakkında net bir yorumda bulunmaz ancak Konuk,
Özel’in tavrından şiirleri beğendiği izlenimini edinir. Osman Konuk, bu dört
şiirle ilgili olarak şunları söyler: “Bu şiirlerden başka bir kopya elimde
olmadığı için şiirleri net hatırlayamıyorum ancak daha sonraki şiirlerime o
şiirlerden bazı mısralar aktarmıştım. ”[158]
İstanbul’da kaldığı yıllarda Üsküdar’da bir öğrenci evinde
yaşayan şair, bu dönemde kendisi gibi üniversite öğrencisi olup bugün çeşitli
alanlarda tanınmış, doktor, akademisyen ve şair olan isimlerle de o dönemde
tanışmıştır. Bu arkadaşlıkların temeli edebiyat, felsefe, şiir ağırlıklı
paylaşımlarla şekillenmiştir.
Osman Konuk bu arkadaşlıklarına dair
şunları söyler:
Üniversite yıllarında
şiir-edebiyat vesilesiyle pek çok arkadaşım oldu. Felsefe bölümünde edebiyatla
ilgilenen çok arkadaşımız vardı. Oktay Taftalı, Cengiz Öndersever gibi
isimlerle arkadaşlığımız vardı. Bütün siyasi kamplaşmaların dışında,
edebiyat-felsefe merkezli bir arkadaşlığımız vardı. Ben ilk gençlik yıllarından
itibaren edebiyatın ve şiirin otonomisine inandım. Edebiyat, şiir ilişkilerim
de hep bu otonomi anlayışına göre biçimlendi.
Öğrencilik yıllarımda
Üsküdar’da bir evde kalıyorduk ve evimizde sürekli olarak yazan, çizen, edebiyat,
şiir, felsefe meraklısı
arkadaşlarla bir araya
gelirdik. O ev o kadar çok bilinir, ziyaret edilirdi ki arkadaşlar arasında
‘Üsküdar ’daki Ev ’ adıyla anılırdı. Eve gelenler arasında İlhan Kutluer,
Süleyman Portakal, Hüseyin Atlansoy, Hasan Selami Binay, Adem Turan, İhsan
Deniz, Yüksel Peker, Sıtkı Caney ilk aklıma gelen isimler. Ayrıca Necat Çavuş,
Adnan Özer, Akif Kurtuluş, Metin Celâl de o dönemde tanışıklığım ve
arkadaşlıklarım olan şairlerdi.[159]
Şairin bu arkadaşları arasında özellikle Necat Çavuş
(d.1957), Adnan Özer (d.1957), Akif Kurtuluş (d.1959), İhsan Deniz (d.1960),
Metin Celâl (d.1961) ve
Hüseyin Atlansoy (d.1962) Osman Konuk’la aynı kuşak
içerisinde değerlendirilen ve 1980 sonrası Türk şiirinin şekillenmesinde rol
alan isimlerdir.
“Bizim örgütsel, politik angajmanlarımız yoktu ama ortamın
bütün baskısını, şiddetini hissediyorduk. Biz kültür sanat merkezli bir
arkadaşlık kurmuştuk.”[160] diyerek ihtilal yıllarındaki karmaşada kutuplaşmalardan ve
siyasî olaylardan uzak kalmayı tercih ettiklerini ifade eden şair, 12 Eylül
1980’den sonra -bugünkü algılarımızın aksine- kısmî bir rahatlama ortamının
oluştuğunu ve edebiyat, şiir merkezli diyalogların artarak sürdüğünü belirtir.
“İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi[161], bizim
tabirimizle Erenler[162] adıyla
andığımız bir mekân vardır. Diyebilirim ki Erenler’den geçmeyen 80 kuşağı şairi
yoktur. Pek çok arkadaşımızla orada tanıştık, konuştuk, tartışmalar yaptık.”[163] diyen şair, 1980 Kuşağı olarak nitelendirilen
edebiyatçılarla henüz üniversite yıllarında tanışmıştır.
Şairin İstanbul’da geçen öğrencilik yıllarında kurduğu bu
arkadaşlık ilişkileri, bir başka perspektiften, şair Nurettin Durman (d.
1945)’ın “Çamlıca Caddesinde Üç Şair” başlıklı şiirinin dizelerinde de kendine
yer bulur:
“Böyle
başladı şarkı o zaman böyle
Genç
bir şair olarak Osman Konuk
Bendeki
sevinç bendeki mutluluk
Canlı
hareketli bir komşuluk”[164]
İstanbul’daki öğrencilik yıllarında edebiyat dünyasından
pek çok isimle tanışan, arkadaşlık kuran şair, özellikle İsmet Özel’le sürekli
olarak görüşmüş, onun kültür ve bilgi birikiminden istifade etmiştir. Konuk, bu
yıllarda Sezai Karakoç’la da tanışma fırsatı yakalamıştır. Diriliş’e
yaptığı ziyaretlerde Sezai Karakoç’u gören Konuk, şiirlerinden birkaçını Sezai
Karakoç’a okuma fırsatını yakaladığı bir günü şöyle anlatır:
İstanbul ’daki öğrencilik
yıllarımda çok düzenli olmasa da Diriliş’e de gider gelir ve Sezai Karakoç’un
sohbetlerine katılırdım. Yönelişler ’de yayınlanmadan çok kısa bir süre önce
şiirlerimi Sezai Karakoç’a okutmuştum. Bir gün arkadaşlarla kendisini ziyarete
gitmiştik ve yanımda şiirim varsa bakmak istediğini söyledi. Şiirimi okuduktan
sonra bir kez de benim okumamı istedi ve birkaç yeri göstererek ‘Buraların
üzerine gidin, bunlar saf şiir. ’ dedi. [165]
Şiirlerini İsmet Özel ve Sezai Karakoç’a okutma fırsatını
yakalayan ve bu olaydan şevk duyan şair, bu durumu şöyle yorumlar: “Eğer
İsmet Özel ya da Sezai Karakoç benim şiirlerim için olumsuz bir düşünce ifade
etselerdi ya da böyle anlasaydım bu yolculuğu sürdürmezdim. ” [166]
1982 yılında Üç Çiçek Yayınları’ndan çıkan Seni Yalnız
Ben Anlarım adlı ilk kitabın ve askerlik hizmetinin ardından Malatya’da
öğretmenlik ve sonrasında da üniversite görevi ile hayatını sürdüren şair, bu
yıllarda edebiyatla ve şiirle ilişkisini sürdürmesine rağmen kendisinin de
ifade ettiği gibi yaklaşık on yıl neredeyse hiçbir şey yayınlamamıştır. Osman
Konuk, bu durumu şöyle değerlendirir:
Yaklaşık olarak 1990 ile
2000 yılları arasında hemen hemen on yıl kadar bir süre hiçbir şey
yayınlamadım. Bazıları bu süreyi iki kitabımın çıktığı tarih farkını gözeterek
24 yıl olarak yorumlasa da bu çok doğru değildir. 1993’e kadar bir şeyler
yayınlamıştım ve 2002’ye kadar bir suskunluk süreci geçirdim. Bu on yıllık
süreç benim için karanlık bir dönemdi. Kişisel bir içe kapanma dönemiydi. Ama
tam bir kapanma. “Dokuz yıl sokağa çıkmadım ”. Gerçek anlamıyla sokak da
diyebilirim. Tam bir atalet ve içsel kriz dönemiydi. Bazen olur, bildiğimiz
dünya, ayakların altındaki toprak ve başın üstündeki gökyüzü arasında
kaybolursunuz. Daha özel nedenleri anlatmaya gerek yok.
Bana göre 90’lı yıllar
Türkiye için de karanlık bir dönemdir. Bunun ileride daha iyi anlaşılacağına
inanıyorum. O yıllar siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan kötü bir
dönemdi. Simdi görüyorum ki edebiyat-şiir açısından da son derece kısır bir
dönemmiş. Bir okur olarak da bunu söyleyebilirim. Zaten benim edebiyatla
ilişkim aslında okuma üzerindendir. Yazmak, eser vermek ikinci bir iş gibi
gelir bana. Bir yazarın da söylediği gibi, yazarın sessiz kaldığı dönem de
eserine dâhildir. [167]
Şairin, bu on yıllık suskunluğunun öncesinde yazdığı
dergiler ise şöyle sıralanabilir: Yeni Sanat, Oluşum, Yönelişler, Tan, ipek
Dili... Konuk, şiirlerini yayımlamak için seçtiği bu dergilerin, hakiki
edebiyatı öncelediklerini savunur:
Şiir dışı bir referansa
gerek kalmayan dergilerdi bunlar. Şiirlerimi yayınladığım bütün dergiler,
bağımsız, bir ya da birkaç kişinin olağanüstü çabalarıyla çıkan, hakiki
edebiyatı önceleyen dergilerdir... Hipermarket kataloglarına benzeyen
dergilerde hiçbir şey yayınlamadım, yayımlamayacağım da.[168]
2000’den sonra tekrar şiir yayınlama sürecine giren ve bu
arada müstear isimlerle bazı web sitelerine ve email gruplarına üye olup yazı
ve şiirler de yazan Osman Konuk, tekrar şiir yayınlamaya başlaması ile ilgili
olarak şunları söyler: “Tekrar yazmaya başlamak adeta sıfırdan başlamak gibi
oldu ve bu sanki daha canlı bir başlangıçtı. Şiir dilim de değişmişti. İlk
kitabımdaki kadar ekonomik, yoğun bir dil kullanmadığım görülebilir sonraki
şiirlerimde.”[169]
Osman Konuk, 2006 yılında Hece Yayınları’ndan, içerisinde
bir bölüm olarak ilk kitabına da yer veren ikinci şiir kitabı Tehlikeli
Belki'yi çıkarmasıyla kendinden yeniden söz ettirmiş, uzun bir süre uzak
kaldıktan sonra edebiyat dünyasında bir kez daha ilgi görmüştür. Edebiyat
çevrelerinde 80’li yıllardan Konuk şiirini tanıyanlar ve ismini hatırlayanlar
ile onun şiirleriyle ilk kez karşılaşanların bu ilgileri sürerken üçüncü kitap
2009 yılında Pan Yayıncılık’tan Beyaz Savunma adıyla çıkar.
Şair, 2000’li yıllarda ayrıca Heves, Hece, Dergâh,
Atlılar, Kökler, Kırklar, İtaki, Mahfil, İtibar, Beyazmanto, bachibouzouck,
poetikhars gibi dergilerde çeşitli yazı ve şiirler yayınlamıştır. Bunun
yanı sıra şairin, şiir ve edebiyata dair çeşitli soruşturma dosyalarına verdiği
cevaplar ve yorumları Kitap Postası, Yumuşak Ge, Karagöz Edebiyat gibi
dergilerde görülebilir.
Soruşturma dosyalarına verdiği cevap ve yorumlarla,
kendisiyle yapılmış söyleşilerden bir seçkiyi ve kaleme aldığı Küllük
serisi yazılarını Sıfır İroni adlı kitabında toplayan şair, sanat
hayatına halen devam etmektedir. Konuk, şimdiye kadar çok az yayın yapmış
olmasının nedeni olarak içsel sorgulamalarını görür:
Az yazmamın temel nedeni,
insanlara bu yazdıklarımı mutlaka okumalısınız diyebileceğim kadar çok ve
değerli bilgiye sahip olmadığımı düşünmemdir.
Yazma meselesinde hâlâ
kendime sorduğum ve cevabından emin olamadığım bir açmazım var: Bazı konuları
diğer tüm insanlardan daha iyi bildiğimden ve dolayısıyla onları yaymam
gerektiği fikrine hiçbir zaman kendimi ikna edemedim. Ben yazmazsam dünyadaki
var oluşuma aykırı davranmış olurum diyemedim kısacası.[170]
Osman Konuk, 1980 sonrası ilk kitabı ve şiirleriyle adını
duyurduktan sonra, sanat hayatında önemli bir süre durağanlık görülmesine
rağmen; 2000’li yıllardan itibaren yayınladığı yazı, şiir, röportaj ve
kitaplarıyla günümüz edebiyat dünyasında yeniden sıkça söz edilen bir isim
olmuştur.
Gençlik yıllarında yazdığı şiirlerden oluşan, Seni
Yalnız Ben Anlarım adlı ilk kitabını yayınladıktan sonra uzun bir süre şiir
yayınına ara veren Osman Konuk, özellikle bu kitapta yer alan şiirlerinden
hareketle mistik/metafizik şiir yanlısı veya İslamcı bir şair olarak
gösterilmiş; 1980 şiiri üzerine yapılan değerlendirmelerde ‘genç Müslüman
şairler’ şeklindeki isimlendirme kapsamında anılmıştır.[171]
Osman Konuk’un ilk şiir kitabında, metafizik göndermeleri
ve değenileri olan “İnsanlık Eğrisi”, “Kötülük” ve “Ölüm, Bütün Çağlardan
Yapılı Bir An” gibi şiirler yazmış olması; metafizik bir durum olan ölüm
temasına sıkça eğilmesi; modernite karşısında kuşkulu ve gelenek yanlısı bir
tutum sergilemesi; Yönelişler dergisinin kadrosunda görev alması ve
arkadaşlıkları; özellikle 1974’ten itibaren İslamî çizgiye yönelen İsmet
Özel’le girdiği usta-çırak ilişkisi onun ‘genç Müslüman şairler’ içinde
‘mistik-metafizik’ şiir yanlısı bir şair olarak anılmasında etkili olmuştur.
Seni Yalnız Ben Anlarım
sonrası yapıtları da göz önüne alınarak, bugün gelinen noktadan bakıldığında
ise, Konuk’un mistik-metafizik bir şiir anlayışında olduğunu söylemenin pek de
mümkün olmadığı görülür. Konuk şiiri, hayatın içinden, canlı ve somut bir
şiirdir. Bu durum, Konuk’u, 1980 Kuşağı şairleri içinde, metafizik şiir
anlayışı kapsamında değerlendiren Bâki Asiltürk tarafından da işaret
edilmiştir.[172] [173]
Şairin kendisi hakkında yapılan “genç Müslüman şairler”
gibi değerlendirmelerin edebiyat dışılığına vurgu yapar:
Şiirde ve sanatta kimlik,
adres, aidiyet vurgusu genellikle sanat zayıf kaldığında başvurulan bir şey.
Şöyle bir şey var: “Ben şu dünya görüşüne sahibim ayrıca iyi şiir sanat yapmama
gerek yok, hakikatin sahibiyim, gerisi ayrıntı ” gibi. Şiir tamamen kolektif
bilinçle üretilen bir değer olsaydı bütün sanat tarihini çöpe atmamız
gerekirdi. Ama yapamıyoruz. Neden böyle olduğunu asgari dürüstlüğe ve temel
bilgilere sahip herkes biliyor. Kimlik kartınız ya da pasaportunuz bazı kapıları
açabilir ama şiir kapısından girmek için daha fazlasına ihtiyaç var. İnsanlar
çok merak ediyorsa söyleyeyim: Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzunun
içindeyim. Yani en geniş uzlaşmanın. Ama bazen tek 173
bir
kişiyle bile anlaşamadığım doğrudur.
Çalışmamızın bundan sonraki kısmında, gerek şiirleri,
gerekse şiir ve edebiyat üzerine söylemlerinde, sanat anlayışını ağırlıklı
olarak modern dünyanın dayatması altındaki insanın, kendi özündeki değerleri
yitirişi üzerine kuran sanatçının poetik görüşlerini daha detaylı
inceleyeceğiz.
Osman Konuk’un Poetik Görüşleri
“Şiir yazan birisi, kabul etsin etmesin poetik
bir iddia sahibidir. Değilim diyorsa zaten konu dışıdır. ”[174] [175]
Bir şairi ve onun şiir evrenini tanımak, anlamlandırmak
için poetikasını doğru okumak şarttır. Bu çalışmada da Osman Konuk’un şiirini
daha iyi okuyabilmek, onun sanatını daha net anlamlandırabilmek için gerek
kendi şiirlerinden, yazılarından ve sözlerinden; gerekse kendisi ve şiirleri
hakkında yazılıp söylenmiş metinlerden hareketle Konuk’un şiir poetikası ortaya
çıkarılmaya çalışılacaktır.
Poetika kavramı, Yunanca’da poetike, Latince’de poetica,
İtalyanca’da poetica, Fransızca’da poetique, İngilizce’de poetics,
Almanca’da poetik kelimeleri 175 ile
karşılanır vepoiein (yapmak, üretmek, yaratmak) fiilinden türetilmiştir.
Terim olarak adını, Aristo (ö.MÖ.322)’nun Poetika
eserinden alan poetika, Orhan Okay’ın da belirttiği gibi, bir dönem Fransızcada
estetiğe yakın bir anlamda kullanılırken günümüzde sadece şiir için
kullanılmasıyla anlam daralmasına uğramıştır.[176]
Poetika, bizzat şairlerin kendi şiirlerinin biçimini,
içeriğini, üslûbunu ve estetiğini kapsayan konularda -herhangi bir sanatçıyı ya
da eseri hedef almaksızın- ortaya koyduğu görüşleri, tespitleri, önerileri
içeren çalışmalardan meydana gelen bir bütündür.[177]
Konuk, ilkokul üçüncü sınıfta öğretmenin verdiği ödevle
başlayan şiir yolculuğunda, kitaplarla olan sıkı dostluğu sayesinde geniş bir
birikim elde etmiş ve öğrencilik yıllarında geldiği İstanbul’da, özellikle şair
İsmet Özekle tanışıp onun yanında bulunarak önemli bir şiir kültürü
kazanmıştır.
Gençlik yıllarından itibaren şiirle ilgilenen şair, şiiri
bir farkındalık olarak görür. Şiir, Osman Konuk’a göre, modern zaman içerisinde
yaşayan insanın, kendi var oluşunu, özünü hissetmesi ve bu öze çizilen
sınırları, yönlendirmeleri fark etmesi ile başlayan bir rahatsız olma, duruş
sergileme biçimidir. Şiir, bu yüzden bir ‘itiraz’dır ve şair ‘muhaliftir.
Şiiri, “İnsanî tamlığın savunulması, modern özürlülüğün reddi, en azından
ortaya konulması”[178] şeklinde niteleyen
Konuk, şiirin misyonunu şu sözlerle açıklar:
Şiir aklı özgürleştirir;
özgürlük denen burjuva icadı şarlatanlıktan da özgürleştirir ama. Bunu yapamasa
bile niyet budur. Özgür olmayan sorumlu değildir. Sorumlu olmayan ergin
sayılmaz. Tanıklığı da geçerli değildir. Şiiri bir görev bilinciyle yazmıyorum.
Bu ve buna benzer şeylerle yazıyorum.[179]
Osman Konuk, İbrahim Tenekeci’ye verdiği röportajda, daha
önce söylediği “şiir insanı daha insan yapıyor” söylemini açıklarken,
şiirin insanı “tamlık hissi”ne yaklaştırdığını belirtir:
Daha insandan kasıt,
belki şiir, etimiz, kanımız, (hadi ruhumuz da diyelim), ruhumuzla, bir zamanlar
olduğumuza inanmaktan hoşlandığımız ‘tamlık hissi ’ne yaklaştırır. Belki yaratılışa
ait bir eksiklik... Bize kim olduğumuzu söyleyen bir bilgi değil şiirin
sağladığı. Ama belki kim olmadığımız hakkında konuşmayı mümkün kılar. Tam
değiliz; yarımlığımız, eksikliğimizle yetinebilirdik. Ama sistematik bir
eksiltilmeye de razı değiliz. Ben değilim. ‘Ben’ dediğim, binlerce parçadan
mürekkep bir kültürel mucize, evrenin bir parçası, bir canlı, bir varlık, bir
hacim ve bir bilinç. Ama inanılmaz bir şekilde Türkçe konuşuyor.[180]
Şair, insanın özünde var olan ancak modern hayatın
içerisinde deforme olup kendisinden uzaklaştığımız bir ‘tam’ olma durumundan
bahseder. Şiir ise bizi bu ‘tamlık hissi’ne yaklaştırır. Nitekim “hiç şiir
yazmasaydınız hayatınızda ne eksik kalırdı?” şeklindeki soruya “Muhtemelen
eksiksiz bir hayatım olduğunu düşünür ve bu yanılsamayla yaşayan herkes gibi
olurdum. Baştan yanlış bir tamlık fikri nasıl olursa öyle. Şiirli hayatın da
ekstra zorlukları var ama bunun için Allah ’a şükrediyorum.'”18
şeklinde verdiği cevapla da şiirin bu misyonuna değinir. Burada bahsi geçen
şiirli hayatın zorlukları ise ‘eksikliklerin farkında olma ve rahatsızlık duyma
biçiminde okunmalıdır.
Konuk, modern şiirin insanın tabiat ve Tanrı’yla olan
sözleşmesinin bozulmasından, dünyayla olan ilişkisindeki gerilimden doğduğunu
söylerken şiirin, aslında başlangıçta var olan tam olma halinden uzaklaşmış
olmanın farkındalığından kaynaklanan bir asabiyetten doğduğunu belirtir ve
bütün önemli şairlerin, bir ölçüde şiirlerini bu ilişkiden, bu gerilimden
çıkardıklarını söyler:
Modern şiir insanın dünya
ile doğrudan ilişkisinden doğdu. Bu nedenle modern sanat estetizmle
açıklanamaz. Tabiatla ve Tanrıyla olan sözleşmenin bozulması da denebilir.
Maruz kaldığımız, ya da kendimizi maruz bıraktığımız süreç, sonunda selim akıl
sahibi her insanın söyleyebileceği ‘hiçbir şey böyle olmamalıydı ’ noktasına
getirdi bizi. İnsanın dünyayla ilişkisinin gerilimi de sürekli. Yani ben, sabah
uyanıp dünyaya yöneldiğimde, dünyayla kapanmaz bir mesafe ve gerilim halinde
olduğumu hissediyorum. Hissetmesem iyi, ama hissediyorum. Bundan çıkan
asabiyeti ben 24 saat yaşıyorum. Bunun için şiirin asabiyetten doğduğunu
düşünüyorum.[181] [182]
Konuk’a göre şiir, “bilme, anlama, kavrama denilen
zihinsel süreçlerin, çerçevelerinin, düzeneklerinin dışındaki mümkünlerin
sanatı” dır ve şair, tek yol- tek akıl düşüncesini aşmada, kelimelerin bize
‘öğretilen’, ‘doğru belletilen’ anlamlarının ötesini okuyabilendir:
Dünya ve onun ifadesi
olan bütün kelimeler, üzerine yapıştırdıkları anlamları göstermezler.
Kelimelerin altını kazıdığımız zaman, hiç ummadığımız şeylerle
karşılaşabiliriz. Şiir, bir kazı kazan oyunu değil elbette. Aslında şairin
dünyayla gerilimli ilişkisi, ona ait kelimelerin altını kazımasıyla ortaya
çıkan bir şey. Bu noktada sözlükler filan aradığımız anlamları, cevapları
içermiyor olabilir. Aşk dediğimizde, mesela, buradan çok berbat şeyler
çıkabilir. Şiir biraz da bilme, anlama, kavrama denilen zihinsel süreçlerin,
çerçevelerin, düzeneklerin dışındaki mümkünlerin sanatı.[183]
Konuk, “Şiir bir sanat... Bir
dertleşme, sosyalleşme, arınma, terapi aracı değil.” [184] [185] ve “Sanat arındırmaz.
Bunun için kaplıcalar var.”18 gibi sözleriyle şiire yüklediği
misyona göndermede bulunur. O, şiirle masaj arasında bir fark olmasını isterken[186], popüler ve
kolaycı şiir algısına karşı olduğunu da belirtir.
Şiirin, tabii misyonunu, insanı ‘tamlık hissi’ne
yaklaştırmak ve ‘daha insan yapmak’ şeklinde gören şair, şiire başka misyonlar
yüklenilmesine, şiirin başka amaçlara ve siyasi düşüncelere alet edilmesine
karşıdır. Bu tür girişimleri, şiir açısından bir eksiklik olarak görür:
Şiirin kendi tabii
misyonu dışında özel bir misyonu olduğunu düşünmüyorum. Şiire bir ikinci,
üçüncü özel bireysel, siyasal misyonlar yüklemek, şiirin tabii misyonu
konusunda aciz olduğunu gösterir. Yazılan şey şiirse zaten şiir olmakla kendi
doğal misyonunu yerine getirmiş demektir. Buna fazladan misyonlar yüklemek,
aslında o doğal misyonu konusundaki yetersizliğini gösteriyordur.[187] [188] [189]
Osman Konuk’a göre şair elbette çevresindeki sorunlardan
uzak ve sosyal meselelere kayıtsız olmamalıdır. Şair, şiiriyle modern hayatın
içerisinde kaybolan, boğulup sesi kısılan insanın, sesi olmalı, gerekirse
haykırmalıdır. Ancak bu haykırış bir çığırtkanlık, bir şov hâlini almamalı ve
şiirin üstünü örtmemelidir: —Elbette görev adamı, dava
adamı, misyoner değil şair. Ama Amerika Ortadoğu'da bilinen bütün ‘insan
ırkının aşağılık olma rekorlarını’ kırıyorsa, bu gerçek karşısında ya aklın ve
dilin tutulması yazılır, ya da bildik konvansiyonel biçimlere 1 1 ,,188
başvurulur.
Konuk, şiirin doğal misyonu ve başka misyonlar yüklenmesi
konusundaki görüşlerini dile getirirken “Şiir herhangi fikirsel doğrulama ya
da yanlışlama için bir veri olarak kullanılamaz. Ama şiirde, şiir dışı
niyetlerle okunmak istenirse her tür niyeti doğrulayacak ipuçları bulunabilir.”19
şeklindeki açıklamalarıyla şiirin, farklı amaçlar için kullanımına itiraz edip
şiirin bütün bilgilerin aciz kaldığı bir noktada başladığını belirtir:
Tarih,
insanlık durumu, erdem, özgürlük vs. konularında parlak fikirlerimiz olabilir.
Hatta kulağımıza hayatın, evrenin sırları fısıldanmış olabilir ve bunları
insanlara anlatmak müthiş bir iyi niyet, özveri, kahramanlık duygularıyla dolup
taşıyor olabiliriz. Bütün bunlar için şiire başvuruyorsak doğru yerde değiliz.
Herkesin çok değerli, eşsiz, mükemmel fikirleri var ama şiir bütün bu
bilgilerin aciz kaldığı bir noktada başlıyor.[190]
Kendisine, pek çok şairin, şiirde belli bir mesafe aldıktan
sonra roman ya da deneme türüne yönelmeye başlaması hatırlatılarak bu tür bir
girişimde bulunup bulunmayacağı sorulması üzerine, “şiir, edebiyat ülkesinin
hükümdarıdır, gerisi hikâye ve romandır”19 şeklindeki cevabıyla
şiire ayrı bir misyon yükleyen Konuk’un benzer düşünceleri, farklı
açıklamalarında da görülür:
Türkiye
de, modern dönemde tek büyük meydan okuma Türk şiirinden çıktı. Nobellere
şunlara bunlara burun kıvırabilecek tek karakter sağlamlığı her şeye rağmen
modern şairlerde görüldü; titrek romancılarda değil.[191] [192]
Şiir
ve hikâye bambaşka türler. Şiirin edebiyatı ve teorisini aşan bir tarafı var.
Bu nedenle edebiyat teorisi her zaman şiirde işe yaramaz.[193]
Osman Konuk, modern şairin dik duruşuna, muhalif tavrına
çok önem verir ve bunu modern şiirin temel özelliklerinden biri olarak görür: “Bütün
hakiki şairler, aslında bir aptallığa, ahmaklığa, gevezeliğe itirazla başlar.
Sadece kendi adına itiraz ediyor; konuşuyor yazıyor da değildir. Öyle olsaydı
işimiz çok kolay olurdu. Lirik ve hoş şiirler yazardık, keyfimize bakardık.”[194]
Konuk, bir röportajda, şiirlerindeki muhalif duruşun
hatırlatılması üzerine, muhalif olmayan bir sanatçı, edebiyatçı, düşünür
olamayacağını söyleyerek yine ‘muhalif tavrın’ şiirin var oluşundaki yerini
vurgular: “Peki muhalif olmayalım! Uyumlu olacağımız bir dünya varsa muvafık
olabiliriz. Muhalif olmakta hiç ısrarlı değilim... Muhalif olmayan bir sanatçı,
edebiyatçı, düşünür kategorisi olabilirse de ben bunu sadece bir mantıksal
mümkün olarak görüyorum, olgusal değil. ”[195]
Ona göre “Her şair biraz da ermiştir.”[196] ve bir
poetik iddia sahibidir: “Şiir yazan birisi, kabul etsin etmesin poetik bir
iddia sahibidir. Değilim diyorsa zaten konu dışıdır. Her şair, kendisi
yapmasaydı başka hiç kimsenin yapamayacağı bir iş yaptığını düşünür, zımnen de
olsa. ”[197]
Şiiri ‘akılsızlaştırılmaya, aklın sömürgeleştirilmesine’
bir itiraz şeklinde değerlendiren şair, modern algının insana dayattığı bir
‘nedensellik’ten bahsederken “Aklımız ve dilimiz zorunlu bir nedensellik
inancıyla örülü.1,198 diyerek insanın, içine itildiği ‘tek yol,
tek akıl kavrayışına’ karşı tek itiraz şeklinin şiir olduğunu söyler: "Aklını
şiirle bozmuş (bozmayı bozmuş anlamında) bir akılsızlaştırmaya, aklın
sömürgeleştirilmesine razı olmayan her insanın yapması gerek işi bildiğim
biçimiyle yapmaya çalışıyorum. Tek yol şiir değil. Ama tek yol, tek akıl
kavrayışına tek itiraz şekli şiir. ”[198] [199]
Modernitenin getirdiği akıl ve nedensellik kavramlarının
Osman Konuk şiirindeki yerini görmek için, Ali Ahmet C.’nin Seni Yalnız Ben
Anlarım üzerine kaleme aldığı yazıdaki görüşler dikkat çekicidir:
Osman Konuk kitabındaki
hemen bütün şiirlerinde çağının farkında, duyarlı, çağın insana
getirdiklerinden kaygılı, 15. asırdan itibaren Tanrı ile sözleşmesini yırtan ve
bireyin kendiyle, eşya ile, doğayla, dünyayla ilişkisinde kutsaldan bağını
koparmış bir usla evrensel ölçekte iş görmesinin sonuçlarını gören ve bunu
yüksek tinsel bir güçle gerçekçi bir anlayış içinde eleştirmekten sakınmayan
bir şairdir.[200]
Konuk, şiirin aklın sömürgeleştirilmesine olan itiraz ve
hakikatle olan ilişkisi bağlamında ise şunları söyler:
Yanılıyorsak bile bu
kendi biricik, eşsiz, seçilmiş yanılgımız olsun. Yani yanılmaya, kandırılmaya,
‘tehlikeli belki ’ye hazır değilsen yanlış yerdesin. Doğrunun köleliği ya da
yanlışın özgürlüğü. Elbette doğrudan kasıt doğru belletilmiş şeyler. Bu nedenle
de şiir deyince hakikatten bahseden şairlere hep şüpheyle bakıyorum. Hakikatin
şiire ihtiyacı yok. Tanrı'nın da. Hakikat avcılığı bir telafi gibi gelir bana.
Hakikat makyajı çabuk akar. Şiir, biz fani dünyalıların meselesi.[201] [202]
Modern şiiri, “modernin kalbine daha modern bir şeyle
saldırmak” şeklinde anladığını belirten şair, ilave eder: “Esasen
saldırdığın kendinden başkası değil.”20 Ona’a göre ‘modern şiir,
özürlü oluşa, parçalanışa, hafıza yitimine, metalaşmaya, değersizleştirilmeye
bir itirazdır ve özünde ahlâkî bir boyut taşır’. Bu yüzden memnuniyet ve rıza
duygusuyla ya da fikriyle şiir yazılmaz: “itiraz etmeyeceksek niye yazalım
ki. Memnuniyet ve rıza duygusuyla, fikriyle şiir yazılmaz. Hatta yazılmaz. Bize
öğretilen dil bir ‘razı etme, ikna etme setidir’. Şiir o nedenle topyekûn
reddir. Şiir, bu topyekûn reddin tek beşeri yoludur.”[203]
Gerek bu sözleri gerekse genel tavrı ile muhalif bir
duruş ve itiraz sahibi olan Konuk’un şiirleri okunduğunda, şairin
nihilist bir tavır sergilediği gibi yanlış bir kanaat akla gelebilir. Şair ve
akademisyen Bâki Asiltürk de 1980 Kuşağı üzerine hazırladığı kapsamlı
çalışmasında Osman Konuk’u değerlendirirken bu noktayı açıklama gereği duyar.
Asiltürk, Konuk şiirinde, varlık ve varlığın anlamı,
dünyada olmanın beyhudeliği, yaşamanın hiçbir işe yaramadığı inancı okuyanda
nihilizme varan bir algı yaratırsa da şiirin üstündeki örtü kaldırıldığında
derin insanî kaygı ve uyanışlarla karşılaşılacağının altını çizer: “insanın
yeryüzündeki varlığına anlam arayan ve bu anlamın, yer yer beyhudelik, nihilizm
çağrışımları yapsa da, insanı yücelten bir anlam olduğuna inanmak isteyen
birinin kalbinden geldiği hissedilen şiirleri onun şair kimliğinin ana çizgisidir
denebilir. ”[204]
Osman Konuk, modernite ile giderek yitirilen değerlerden,
kaybettiklerimizden bahseder ve şiiri bu noktada bir itiraz şekli -belki de tek
itiraz şekli- olarak görürken “geleneğin iyi, modernin kötü olduğu gibi
toptan, düz indirgemelere pek itibar etmiyorum ”[205],
“modernlik eleştirilebilir ama dışına çıkılabilir bir durum ve süreç
değil...anti-modernizm modernizmin farklı bir formudur.”[206]
diyerek itiraz etmek için itiraz etmenin, bir itiraz çıkmazı içine sürüklenerek
değişim ve gelişime kapanmanın da yanlışlığına işaret eder. Nitekim onun “şiirde
ve dünya işlerinde mutlak sadakat gerektiren biçimsel kurallar yoktur
düşüncesine hep sadık kaldım.”[207] örneğindeki gibi,
edebiyat ve şiir alanındaki farklı arayışları hoş gören, destekleyen nitelikteki
sözleri de bu mahiyettedir.
Şairin ve şiirin misyonu üzerine yaptığı açıklamalarda,
şiirin bir şey anlatıp anlatmadığına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Konuk,
şiirin çok şey anlattığını; şairlerin, dünya ve dille olan mesafeleri
nedeniyle, bize öğretilenlerin kurnazca düzenlenmiş razı etme mekanizmalarının
eseri olduğunu gösterebileceklerini söyler:
Şiir kesinlikle bir şey
anlatır. O kadar anlatır ki, en çok şiirde ‘mesaj ’ şiirin topyekûn kendisidir.
Şiir yazıyorsak ayrıca bir şey anlatmaya gerek yok. Şiirde, işaret, ima ve
temsil edilmiş olan her şey, bir üst politik belirlenim olarak kendiliğinden,
bir kökparadigma, tohum ve imkân olarak zaten şiirde içerilmektedir... Şairler,
gırtlağımıza kadar battığımız ‘şimdi ve burada ’ olmak durumunu dünya ve dille
mesafeleri nedeniyle bize anlatabilirler. Biz de şimdiye kadar
öğrendiklerimizin, kurnazca düzenlenmiş ‘razı etme mekanizmalarının’ eseri
olduğunu farkedebiliriz. Bu farkındalık, rıza'nın araçlarından farklı bir
medyumla kotarılabilir. Şiirle. Gerçeğin ve dilin kutsal şalını kaldırdığımızda
gördüğümüz şeyden pek memnun olmayabiliriz ama aptallıktan yeğdir. Sinir
sistemini aldırmış ve yerine estetik protez bir sistem taktırmış gibi yazan
şairleri okuyamıyorum. ‘Hiç asabı bozulmayan, başka her yeri bozulan’ şeklinde
bir mısra yazmışım.[208]
Formasyon, yetenek ve çalışmayı şiirin gerektirdiği
vasıflar olarak sayan şair, şiirin yazılı olmayan kriterlerinin hiçbir iş
pozisyonda olmadığı kadar yüksek kalitede olduğunu belirtir.[209] Şair bütün
bu donanıma sahip olmayı bile şiir için yeterli görmez. Ona göre hakiki şairde,
‘şiirsel akıl, şiirsel zekâ’ çalışır:
Bir insanın parlak bir
zekâya, ciddi bir edebiyat-şiir formasyonuna, uygun ortam ve araçlara sahip
olması bile çoğu zaman onu (birinci sınıf) şair yapmayabilir. Bunlar olmadan da
olmuyor tabii. Ama şiirsel zekâ diye bir şey var. Yetenek muğlak olduğundan
bunu tercih ediyorum. Şiirsel zekâ biraz sihirli bir şey. Anlatılabilseydi
şimdiye kadar birileri tanımlamış olurdu zaten. Ama şu kadarını söyleyeyim.
‘Anlatmaktan vazgeçmeden anlatılamaz.[210]
Şiirsel zekâ, şairin itirazının, muhalefetinin ana
kaynağıdır ve onu eksikliği hissedilen, fark edilen ‘tamlık hissi’ne
yaklaştıran da bu kaynaktır:
Şiirle düşünmek, şiirsel
düşünmek gibi değil. Başka bir yerde şiirsel akıl terimini kullanmıştım bunu
karşılamak için.. şair zihninin bu formu, kendi davranışsal biçimlerini de
üretir: şiire ve her şeye içkin olanlara razı olmamak, ciğerden uzlaşamamak,
okullu olmamak, ders kitabı şairi olmamak, kurumsallaşmamak.[211]
Konuk, modern şairin bu dik duruşunu, itirazını şiirin var
oluş sebebi olarak görür ve kurumsallaşmış devletleşmiş, silikleşip, sesi
kısılmış bir şiir-şair imajına karşıdır. Ona göre bütün iyi şairlerin Orhan
Veli’yi sevmesi de, onun, bütün devletleştirme çabalarına rağmen, Oktay Rifat
ve Melih Cevdet gibi ‘devletlü’ bir 212
şair olmayışındandır.
Şaire göre ‘sistematik bir eksiltilme’ ve ‘aklın
sömürgeleştirilmesi’ altında, dayatılan ‘nedensellik’ varken şiirde “ düşüncesizlik
düşünceden daha değerlidedir. Bu durum ‘kendiliğinden olma’yı kıymetli ve
anlamlı kılar.
Sanatın özsel niteliğinde süreklilik, istikrar, disiplinden
çok kendiliğindenlik ve olağanüstülük var.”[212] [213] [214] diyen
Konuk’a göre “şiirin oluşum sürecinde bu kendiliğindenliği yitirdiğiniz
zaman, şiirdeki o ruhu da kaybetmiş oluyorsunuz zaten. ”[215]
Şiirlerini nasıl yazdığına dair açıklamalarında
‘kendiliğindenliğin’ önemine değinen Konuk, şiirlerinin ilk mısraındaki
sadeliğin ve şiirin çok basit bir durumdan başlamasının yanı sıra günümüz
modern hayatının dil ve sembollerini kullanmasını da ilk şiirlerinde de görülen
‘sade gerçekçilik’ durumu olarak niteler ve bütün bunları mizaçla ilişkili
görür. Konuk’a göre insan mizacını keşfederse aslında fıtratına ‘yani bir daha
hiç öyle olamayacağı mükemmel tamlık hissine’ de yaklaşmış olur.[216] [217]
Modern Türk şiirini —şehirli, gerçekçi ve muhalif”211
olarak niteleyen Osman Konuk’a göre “şiir göz önünde olanı bilinir, görünür
kılma sanatı.”dır.[218] Bunu
yaparken de -gerekirse okurun gözünü çıkarabilir bu arada. Çünkü her göz
önünde olan ‘bilinir’ değildir.”[219]
Konuk, Türkiye’de yüksek kültürü ve sanatı şiirin temsil
ettiğini belirtirken, bunu şiirin tek başarılı çağdaşlık biçimi olmasıyla
ilişkilendirir. Ona göre, buradaki yükseklik bir elitizim değildir:
Türkiye ’de yüksek
kültürü ve sanatı şiir temsil ediyor. Yüksek kültür de, hakikat, güzellik ve
erdem birliğini anlatan büyük hikâye. Yani paranın satın alamayacağı şeyler.
Fabrikası olmayan şeyler... Türkiye’de yüksek kültürü şiirin temsil etmesi,
onun tek başarılı çağdaşlık biçimi olmasıyla ilgili. ‘Bir romanımız yok,
resmimiz yok, felsefemiz yok, sinemamız yok ’ denebilir. Ama bir şiirimiz yok
demek kimsenin aklının ucundan geçmez... Tersinden söylenecek olursa, şiir, hem
romanımız, hem resmimiz, hem sinemamız, hem felsefemizdir denecek kadar göz
kamaştırıcı bir deha eseri..[220]
Konuk, Türk şiirini biricik kılan, onu tarif eden nitelik
olarak ‘şiirsel akıl’ dediği bir zihin formunu görür. Ona göre bu zihin
formunun ürünü olan Türk şiirinin karşılaştırılabileceği başka bir sanat ya da
sanat dışı etkinlik de söz konusu değildir:
Türk şiirini biricik
kılan, onu tarif eden nitelik ne olabilir o zaman. Bir zihin formu. Bu zihinsel
form, karşılaştırmalı bakıldığında daha çarpıcı görülebilecek bir
gelişkinlikte. Ama Modern Türk şiiriyle karşılaştırabileceğimiz başka bir sanat
ya da sanat dışı etkinlik söz konusu değil. Karşılaştırılabilir olanlar çağdaş
değil; çağdaş denilenler Batılı örnekler yanında çok silik. Mesela şiirsiz
fikir hareketi de yok denecek kadar az Türkiye ’de. Her hareket bir şekilde
şiirle bağ kurma gereği duyuyor. Yanlış kuruyor başka ama şiirsiz düşünülemeyen
bir ülke Türkiye. Nedeni de modern Batılı aklın içinde kalarak söylenecek her
şeyin zaten Batılılarca söylenmiş, söyleniyor olması. Şiirle düşünmek, şiirsel
düşünmek gibi değil. Başka bir yerde şiirsel akıl terimini kullanmıştım bunu
karşılamak için..[221]
Mehmet Öztek’e verdiği Temmuz 2006 tarihli röportajında,
Türk şiirinin bugün geldiği noktanın çok yüksek olduğunu vurgulayan Konuk, —Türkiye
’de Türk Şiiri'ni tartacak ikinci bir konu yok. Hiçbir büyük Türk şairi Nobel
peşinde koşmamıştır.”” derken Türk şairinin de yaptığı işin yüksekliğinin, -nerede
ve kimlerle alakalı olduğu””nun farkında olup -şiirin hiçbir takasın
ikamesi olmadığını veri alarak” kavraması gerektiğini aksi takdirde -bıdı
bıdı, sivilceli, mırıltılı bir şiire şiir denmesinin de -bu saatten
sonra”” pek mümkün olmadığını belirtir.[222] Ona göre şiiri vaz
geçilemez kılan da bilimler ve sanatlar arasında ikamesinin yani bir başka
ifadeyle yerine koyulabilecek bir eşi ya da benzerinin olmayışıdır.[223]
Kalpazanlıkla kendi adına para bastırma arasındaki küçük
farkın şiirle şiir olmayanı ayıran bir fark[224] olduğunu söyleyen Osman
Konuk, şiirin sınaması ya da sağlamasının da sade şiirde mümkün olduğunu
belirtir.[225]
Sadece şiirle yeni bir dünya kurulamayacağını söyleyen[226] Osman
Konuk, yüksek kalite şiirin hayat bulduğu bir ortamın var olmasını, şiirin
ifade aracı olmasından çok daha önemli görür.[227]
Sanatı, edebiyatı ve şiiri tanımlarken, popüler şiir/
endüstriyel şiir ve yüksek şiir ayrımını vurgulayan şair, yüksek
şiiri, en fazla birkaç yüz kişinin bildiği özel bir lehçeyle yürüyen bir
kaliteler toplamı[228] olarak tanımlar
ve yüksek sanatın her dönemde belli bir azınlıkla ilgili olduğunu söyler.[229]
Popüler şiirle popülerliği amaçlayan şiir ayrımını
gözetmenin gerektiğini söyleyen Osman Konuk, popülist şairle, “sadece şair”
ayrımını da vurgulayarak konuyu —Türkiye’nin en bilinen şairi Mehmet
Akif’tir ama kimsenin aklında popüler bir Mehmet Akif imgesi yoktur. ’[230] örneğiyle
somutlaştırır.
Osman Konuk şiiri anti-popülist bir şiirdir denilebilir.
Şairin, sanat gibi göz önünde olma, hayranlık, takdir ve beğeni toplama arzularının
baskın olduğu bir uğraş alanı içerisinde bile az şiir yayınlaması, yıllarca
kitap çıkartmaması, ortalıkta görünmemesi Konuk’un genel olarak popüler olma
karşısındaki tavrını gösterirken şiirlerinde de bu tercih hissedilir:
“fotoğrafçı
sen bilirsin; halkla ilişkiler bir bilim midir?
sanattır.
bu yüzden halka aram iyi değildir. ”[231]
Osman Konuk’un ideal şair imajını somutlaştırması açısından
Mehmet Âkif hakkındaki fikirlerini zikretmek kanaatimizce yerinde olacaktır.
Şiire ve şaire yüklediği misyon ile söz konusu popülarite ve ‘endüstriyel şiir’
karşıtlığını görmek adına okunabilecek olan Hece dergisinin Mehmet Âkif
Ersoy özel sayısındaki bu yorumlarında Konuk, Mehmet Âkifi modern şiirin
öncülerinden olarak görmekle beraber onun muhalif tavrına değinerek devletleştirilmiş
bir Akif imajının günümüz genç okurları için onu anlamsızlaştıracağını söyler:
Mehmet Akif ve şiirine
yeni kuşakların yaklaşmasındaki en büyük ve yanıltıcı engel, ağır, resmi ve
devletçi bir söylemin konusu yapılması ve bir anlamca icat edilmiş bir imgeyle
bilinir hale gelmesidir. Sivil bir şair olan (milletin şairi) Mehmet Akif,
İstiklâl Marşı şairi olması nedeniyle törenler, anmalar, ders kitapları ve
resmî müfredat içinde bu karakterinden uzaklaştırılmış ve dönemsel politik
jargonların malzemesi yapılarak gerçek karakterinden uzaklaştırılmıştır. Kısaca
sağcılaştırılmış bir Mehmet Âkif, hayatının her döneminde idealist, özgürlükçü
ve muhalif Mehmet Âkif’in yerine konmaya çalışılmıştır. Bu durum, Mehmet Âkif’i
bugünün genç okurları için giderek anlamsızlaştırmaktadır. Halbuki sivil
hayatta, halk katında, Akif, tam da gerektiği şekilde anlaşılmakta ve
değerlendirilmektedir. Kıraathanelerde, berber dükkânlarında ve benzeri sivil
alanlarda resmi asılan tek şairdir Akif222
Şiirin tüketici ya da okur gözetilerek yapılacak bir iş
olmadığını, bunun aksinin ise endüstriyel şiire çıktığını oysa şiirin tam da
endüstrileştirilemeyen bir değer alanına ilişkin olduğunu[232] [233] söyleyen Konuk, bu değer
alanını hakikat, güzellik ve erdem birliği yani paranın satın alamayacağı,
fabrikası olmayan şeyler[234] [235] olarak
çizer.
Türkiye’de her hareketin bir şekilde şiirle bağ kurma
gereği duyduğunu belirten Konuk’a göre “Bu gelişkin zihin formun uzun bir
gölgesi var. Geniş, yüksek. Ona uğramayan, ondan el almayan hiçbir yerli
fikirsel, kültürel, sanatsal iş bir şeye benzemiyor.'225dur.
Konuk, şiirin bir doğası olduğuna inanır ve ona göre,
şiir-şair düşmanlığı yapanların, genellikle yeteneksiz, orta kalite bireyler
olması rastlantı değildir. Çünkü şiirin doğasını anlaması için okurun bile
sanki doğuştan okur olması gerekir. [236] [237]
Okur bağlamında kendisine yöneltilen “Bir şiir bir
insana ne anlatır?' sorusuna —Bence şiir insana zaten bilmediği hiçbir
şey anlatamaz. O nedenle şiirden anlamanın okulu, kursu, diploması olmaz. Şair
ve okur sınırı bu ‘birlikte anlama’ döngüsü tamamlandığında belirsizleşir.'221
şeklinde cevap veren Konuk, İsmet Özel’den referansla, her okurun aynı zamanda
şair olduğunu belirtir.
Şiir okuru olmanın pek çok özel kalite gerektirdiğini[238] söyleyen
Konuk, okurla muhatap farkına değinir ve bu farkı, “Bir şairin okuru
olmasıyla muhatabı olması farklı şeylerdir. Kitabıma ilgi vardı ama bu esasa
dayalı değildi.'
şeklindeki ifadelerinin
hatırlatılması üzerine, “şiirle, o şiir hakkında söylenenler
r i 11 7 . r i i i
i i- ,,239 1 i* 1 1
1
farkı, okurla
muhatap farkına karşılık geliyor şeklinde açıklar.
Okura, bu açıdan yaklaşan Konuk, şiir yazmak, şair olmak
konusuna Alman filozof Martin Heidegger (ö.1976)’in "Şiir yazmak
öğrenilemez" sözünü hatırlatarak “Heidegger doğru söylüyorsa
öğrenilemez bir şeyi ‘öğretmeye çalışmak’ saçma olur.’[239] [240] şeklinde yaklaşır.
Konuk’un şair ve şiir üzerine düşünceleri arasında
şairlerin okur zihnindeki hâllerine göndermeler vardır. Küllük serisini
yazma nedenlerinden biri olarak “kolektif bellekteki göksel şair, yazar
imgesini yeryüzüne indirme”[241] [242]
isteğini gösteren şair, kendisiyle gerçekleştirilen bir röportajında nükteli
bir üslûpla bu konuya değinir:
Şair dediğimiz insanlar
taksit ödüyor, KPSS sınavına giriyor, dedikodu yapıyor ve bazılarının kötü
çocukluk anıları var. Bazıları bir anne ve babadan doğmuş bile olabilirler.
Hatta çok ayıp şeyler yapıyorlardır. Göğün yedi kat üstünde yaşayıp ilham perileriyle
âlem yapmıyorlar ama... Belki de öyledirler bilemeyiz. Kızıyor, öfkeleniyor
artistlik yapıyor, uyuz triplere giriyorlar. O yazmasaydı, yapmasaydı asla
yapılamayacak iyi bir şey yapmışsa şiirde, gerisi şairle kendi 242
arasındadır.
Bize ne. Ayrıca biz kimiz.
Şair, kendisinin nasıl şiir yazdığına dair yöneltilen bir
soru üzerine ise alışılmış ve beklenen cevabın aksine ‘hayal gücüyle değil
gerçek gücüyle’ yazdığını ifade eder:
Şiir yazmak için, vecd,
ilham, müzik, aşk, uyarıcı vb. şeylere inanmam. Yazmak için öyle laboratuar
koşullarına, sterilize ortama ihtiyaç duymuyorum. Her şeyin, her zaman olduğu
gibi olması yeterli. Gürültülü, pis, alelade, olağan. Gerçekgücü hayalgücünü
aşmışsa hayalgücünün acziyle şiir yazılamaz. Modern hayat zaten kendiliğinden olağanüstü,
renkli, manyakça ve açık saçık (pornografik). Bedensel açıksaçıklık değil
dediğim; bizatihi rasyonalitenin müstehcenliği. Sonuçta şiir hakkında kurulan
her cümle şiire bir sınır (had) çizme çabasıdır. Her sınırlandırma sonsuz
sayıda seçeneği dışarıda bırakmak anlamına gelir. Şiirin doğal sınırını kendi
aklının sınırı sanma sığlığı.
Şiir
tarihî bu tür poetik cesetlerle dolu.[243]
Divan ve halk şiirini derinlemesine okumadığını söyleyen
Osman Konuk, şiirinin kaynakları olarak Şeyh Galip sonrası topyekûn modern Türk
şiirini gösterir:
Şiirimin kaynakları Şeyh
Galip sonrası topyekûn modern Türk şiiridir. Divan şiirini de Halk şiirini de
özel olarak derinlemesine okumuş sayılmam. Çok gerekli olduğunu da
düşünmüyorum. Çünkü Türk şiiri birikimini Türkçenin içinde taşımaktadır.
Türkçeyi bilen ve Modern Türk şairlerini okuyan herkes geleneğin doğal
taşıyıcısıdır. Halihazırda Türk şiirinin bir yerinde iyi şiirler, yazılar
yazan, dergi çıkaran herkes, en avangard gelenek karşıtları dâhil hepsi,
geleneğin mirasçılarıdır.[244]
Şiirsiz bir gün bile geçirmediğini söylemesine rağmen uzun
süre şiir yayınlamayan şair, şiirin yazılması hususunda özen ve çabanın önemine
de değinir.
Bu noktada sürekliliği ve
kendiliğindenliği anlamlı görür:
Bir şiiri bazen aylarca
yazamamak gerekiyor. Yazamamak diye yazmamak gerekiyor. Binlerce kitap okumak,
on binlerce şiir okumak, ‘adamlar neler yazmış’ ya ben böyle yazamam duygusu
gerekiyor. Bir mısra için bazen üç yüzlük bir top kâğıt harcamak gerekiyor...
Dediklerinden çok demeyip kendine sakladıklarını anlamak gerekiyor.
Biraz anladığında, bir
şiirin kâğıt üstündeki haliyle, kaynağı arasındaki sürekliliğe bakmak
gerekiyor.[245]
Osman Konuk, şiirin ‘hayal gücü’ ile ilişkilendirilerek
gerçek ve günlük hayattan koparılıp soyut ve donuk hale getirilmesine karşıdır.
Onun şiir ile hayal gücü arasında kurulan ilişkiye bakışı ve şiirin
unsurlarından biri olarak kabul ettiğimiz hayal gücüne yaklaşımı ‘görsel şiir’e
ilişkin yorumları sırasında da görülür:
şiir, gözlerini
kapattığında biten, açtığında başlayan, basit bir açma kapama düğmesi midir?
soruyu sorar sormaz koronun hep birlikte cevap verdiğini duyabiliriz.
değildiiir. iyi. o değilin önemli olduğu saptandı. ama sorunlar bitmiyor.
efkarlanıp, müziğin sesini açayım, şuradan bir görsel şiir okuyum ihtiyacındaki
sıradan okuyucu ne yapacak. hayalgücüne mi başvuracağız yine. ah o eski,
buruşuk, aslında bir gücü kalmamış hayalgücü.[246]
Konuk, günümüzde şairliğin geldiği durumu değerlendirirken
de şiirin misyonundan kaynaklanan şairin asil ve asli karakterini kaybetmemesinin
önemine değinir:
Şairlik kolayca parodisi
yapılabilecek bir rol setine dönüştürüldü. Şair deyince kırılgan, hassas,
bunalımlı, hastalıklı ya da isyankâr, nihilist anomik karakterler akla geliyor.
Bir de hayatını günlük normaller içinde yaşayan ama şiiriyle yüksek, hakiki örnekler
var. Her şeyin birbirine karıştığı bu yumuşak, postmodern dönemde şair kendi
asil ve asli karakterini kaybetmemeli. Bunun yanında, şiir içi her tür deney,
öneri, akım ve anlayış ikinci derecede tartışma konularıdır.[247]
Konuk, şiirde konuşan öznenin mutlaka şairin kendisi olarak
anlaşılamayacağını, şairin bazen, konuşma imkânından mahrum olanlar ya da
konuşmamayı seçenler adına da söz alabileceğini vurgulayarak bu yetkinin,
şiirin beşerî duruma ilişkin oluşundan kaynaklandığını belirtir:
Şiirin beşeri duruma
ilişkin olmaması düşünülemeyeceğine göre şairler her ben dediğinde kendi
sıradan, önemsiz kişiliklerinden bahsetmiş olmazlar. En azından her zaman.
Şairin yeteneği kendi kişisel hikâyesinden hareketle beşeri sonuçlara
yükselebilmesiyle de anlaşılabilir.[248]
Osman Konuk 2008 yılında Karagöz Edebiyat dergisinin şiirin
tabuları hakkındaki soruşturma dosyasına verdiği cevapta şiirin, şiiriçi ve
şiirdışı normaları olduğunu; sadece yeninin değil eskinin de
tabulaştırılabileceğini; kabul görüp ‘normal’ olarak addedilen şiir
anlayışının, kendisinden sonra gelecek olan yeni anlayışa direnmesinden
çıkarımla her normalleşen şiirin yeniliklere direneceğini; şiir yazarken bütün
bu algıların sonucunda şair, bilincinde olsa da olmasa da bir otosansürün
devreye girdiğini ifade eder:
Her normalleşen şiir
yeniliklere direnir. Normal şiir sadece yazılan şiiri belirlemekle kalmaz,
şiirsel tahayyüle sınırlar da çizer; tel örgülerle çevirir ve yasak bölgeleri
işaretler. Tıpkı siyasal sınır bekçileri gibi, neyin geçip neyin geçemeyeceğine;
neyin şiir neyin şiir olmadığına karar veren şiir gümrükçüleri vardır.
Editörler, eleştirmenler, yayıncılar düzeni yani. Sistemin böyle işlemesi tek
başına kötü değildir. Her yeni şiir programına, direnme, kendi mücadelesini
yapma, bağımsızlığını kazanma şansı verir.[249] [250]
Şiirin tapusunu şairlerin elinde gören Konuk, şiirdeki bu
tabu anlayışının olması gerektiğine de değinir. Şiirde ‘her şeyin mubah’
sayılamayacağını aksi takdirde şiirin bütün beşerî iddialarından vazgeçmiş
olacağını söyleyen şair, ‘sıfır tabunun sıfır kaliteye’ kapı açabileceğini
hatırlatır:
Tabuların kötü
tabusuzluğun iyi olduğu kabulü postmodern hurafelerden biri. Tabusuzluk niye
iyi olsun. Tamam, şiirsel tabular genellikle küçük feodal hâkimiyet alanlarını
korumak, karşılaştırmalardan, kriterlerden ve yüksek kaliteli şiirle
sınanmaktan kaçmak için üretiliyor; ama sıfır tabu da bazen sıfır kaliteye kapı
açmaz 9250 mı?
Modern şiirin bir eylemsellik taşıdığını ve de insan
eylemlerinin içinde en değerlilerinden biri[251] olduğunu söyleyen Konuk,
şiirin kamusal kısmının, şairin eyleminin sadece görünen bir parçası olduğunu
belirtir: “Yazmakla bir şey anlatmak gibi bir amaçtan çok yazmakla bir
eylemde bulunmak ya da eylemsellik içinde olmak... Şiir şairin eylemidir ama
şiirin kamusal kısmı bu eylemin ancak görünen parçasıdır.”[252]
Osman Konuk, Temrin dergisinin “İnziva” konulu
dosyasındaki yazısında ve Edebiyatta Üç Nokta dergisinin “Dijitalleşen
Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat” soruşturmasına verdiği cevaplarda
teknolojinin ve sosyal medyanın, edebiyata ve şiire etkilerine değinmiştir.
Günümüz insanın sosyal medyaya olan ‘bağımlığını’ bir sosyolog-şair gözüyle
değerlendiren Konuk, gelişen teknoloji ve değişen yaşam biçiminin insan
ilişkilerine verdiği zararı “Metropoller münzevi dolu. Issız
coğrafyalardaysa şen kahkahalar.”[253]
şeklinde ifade ederken kalabalıklar içinde yalnızlaşan modern insana değinir.
Sosyal medyanın en yaygın araçlarından biri olan twitter’ı,
‘fastfood edebiyat’ ve ‘zamanın ruhuna çok uygun’ şeklinde niteleyen Konuk, bu
tweetlerin belki de yeni bir edebiyat türü olabileceğini ifade eder.[254] Aynı
soruşturma kapsamında kâğıt uygarlığının ömrünü tamamladığını, tarihsel
alışkanlıkların ve nesnelerin kutsallaştırılmasının anlamsız olduğunu dile
getirerek yeniliklere açık bir tavır ortaya koyan Osman Konuk, iyi bir tweet’i
kötü bir şiire tercih edeceğini söylediği gibi “bağımsız kalarak dünya
hakkında bir şey söylemenin tarihte bilinen en yeni ve özgürlükçü, demokratik
şekli ” olarak nitelediği blog yazarlığı için de “birçok isimsiz blog
yazarı edebiyatın isimli yazarlarından çok daha iyi”[255] değerlendirmesini
yapar. Bu düşüncelerinin kaynağında onun, şiiri salt metin olarak görmeyen ve
yeniliklere-denemelere açık anlayışı yatar:
Bence şiir hiçbir zaman
salt metin olmamıştır. Özellikle modern şiir basılı kâğıttan taşan bir
eylemsellik taşır. Dijital uygarlığın şiirle etkileşimi avangard girişimlere
neden olabilir. Olmayabilir de. ‘Bildiğimiz şiirin’, yani söz ve yazı hüneri
olarak şiirin sonu da olabilir. Benim tahminim şiirin başka sanatlarla
boyutlanarak birkaç level birden atlayacağı yönünde.[256]
Seni Yalnız Ben Anlarım
adlı ilk kitabının ardından uzun süre şiir yayınlamayıp edebiyat ortamında
sessizliğe bürünmesinin bir küslük durumu olmadığını, sadece bir tercih
olduğunu[257], şiirin bir
kere bir insanda başlayınca bitmeyeceğini[258], bu ‘süreksizliğin’ sadece
şiirinde değil, biyografisinde de olduğunu, uzun süre şiir yayımlamak için
hiçbir neden göremediğini[259] [260] söyleyen
Konuk, kendisinin de dâhil edilerek bir dönem şiir ortamında dikkat çekip daha
sonra gözden kaybolan şairler hakkında ‘yitik kuşak’ nitelemesiyle çokça yazı
kaleme alındığını, oysa konunun sanat açısından daha teknik bir çerçevede
değerlendirilmesi gerektiğini belirtir:
Şiir
ve sanat meselesinin kendine özgü bir sürekliliği, disiplini, istikrarı vardır.
Ama bu başka insanlara tam tersiymiş gibi gelebilir. Mesela ben istikrarlı bir
istikrarsızlık, sürekli bir süreksizlik hali yaşarım. Sanatın, şiirin formel
biçimleri onların dergilerde yayınlanması, kitaplaşması elbette onu görünür
hale getiriyor; ama eğer sanatla hayat arasında kopmaz bir bağ varsa sanatın
görünmez biçimleri, halleri de sanata dahildir. Şiir yazdığım ve yayınladığım
dönemlerde de bunu yapmadığım dönemlerde de benim şiir ve sanatla alakam hep
aynıydı. Şiir yazmıyor, yayınlamıyordum; ama o dönemlerde şiirsiz bir 260 günüm geçmemiştir.
2000’li yıllarda yazılan şiir hakkında olumlu kanaat
belirten Konuk, alışılmış formların dışına çıkarak yenilik arayışlarına giren
genç şairleri başarılı bulurken[261], kendisinin
de içinde bulunduğu orta yaş kuşağını gençlerle baştan kaybettikleri bir
rekabet içinde görür.[262]
Konuk şiirinin dikkat çekici yönlerinden biri güncele
dayalı unsurların sıkça görülmesidir. Onun şiirlerinde günümüze ait marka ve
sanatçı adları ile sıkça karşılaşılır. Bu isim ve ifadeler bugünün okuru için
çağrışım açısından anlamlı iken geleceğin okurları, değişen hayat şartları
içerisinde çağrışımlarını ve anlamlarını kaybeden ya da değiştiren bu ifadeleri
-en azından bazılarını- anlamakta güçlük çekecek hatta anlayamayacaktır.
Şairin, bu durumun Konuk şiirinin geleceğe kalması açısından muhtemel bir risk
gibi görünmesine dair söyledikleri, dikkat çekicidir:
Aktüel, yani gerçek
hakkında yazmak modern şiirin tanımında var. Ama bu şiirde bir kusur
sayılıyorsa evet kusurlu, defolu bir şiir. Mükemmel şiir anlayışı Yahya
Kemalizmle bitti. Geleceğe kalmak gibi bir stratejim hiç olmadı... Geleceği
hesaplayarak yazılabileceğine inanmıyorum pek. Geçmişten bugüne kalmış
olanların da bunu planladıklarını sanmıyorum. Bugüne ‘kalamayanlar’ geleceğe
yatırıma yöneliyorlar.
Geleceği
geleceğin şairlerine bırakalım.[263]
Utku Özmakas, çok yerinde bir değerlendirmeyle, Osman
Konuk’un şiirlerinde “sosyolojik göz” denilebilecek bir gözün devreye girdiğini
ve sosyolojik gözün görme alanına takılan görüntünün vicdan ve zekâda
yarattığı “rahatsızlık” nedeniyle şiire malzeme olduğunu söyleyerek Konuk
şiirinin pek çok yönüyle bir “tespit şiiri” olduğunu belirtir.
Özmakas’ın aynı yazısındaki bir diğer önemli saptama ise
Konuk’un şiirlerinde insana dair en genel ve en yerel tespitleri birleştirme
yeteneğine ilişkindir. Özmakas’ın da dikkat çektiği gibi Konuk’un buradaki esas
başarısı, yaşadığı coğrafyaya ilişkin derdi olan bir şair olarak, Türkiye’ye
dönüp dönüp bakan, malzemesini oradan çıkaran ancak mesafesini de korumaktan
vazgeçmeyen bir şiir yaratmasıdır.[264]
Burada şunu da vurgulamak gerekir ki Utku Özmakas’ın da
ifade ettiği gibi Osman Konuk, topluma uzaktan bakan ama fildişi kuleden
seslenmeyen tavrıyla toplumdaki samimiyetsizliklerin farkındadır ve bunu
vurgulamak için kendi samimiyetini sorgulayarak işe başlar[265]:
“Bunlar
üzgün birinin cümlelerine benzemiyorsa üzgünüm
Hürriyet
okuduğum için özür dilerim
Hesap
ekstremdeki artı ve arabamın full deposu için özür dilerim
Beni
seversin, varsa bir hakkım onu kullanıyorum:
Tanrım
mola! ”[266]
Konuk’un şiirleri ve kitapları arasında adeta açıkça
konulmuş bağlantı noktaları vardır. Pek çok şair ve sanatçıda bu bağlantı
noktaları daha örtükken Konuk, bir şiirinden aldığı mısra ya da kelime grubunu
bir başka şiirde kullanarak veya ikinci kitabı olan Tehlikeli Belki"
de ikinci bölüme “Tanınmamak İçin Şair” başlığını vermesine rağmen bu başlığı
taşıyan şiiri birinci bölüme alarak arada kurmak istediği bağlantıları açıkça
ortaya koyar. Hatta Tehlikeli Belki ismini - kitapta bu isimde bir şiir
bulunmadığı hâlde- ikinci kitabına verirken bu başlığı taşıyan şiiri, üçüncü
kitabının ikinci şiiri olarak karşımıza çıkar.
Şairin “Çim Devrimi”[267] başlıklı şiirinde parantez
açarak tırnak işareti içinde verdiği (“hiç ölüm emri vermemişler şiirden
anlamaz”) mısraı, “Melanie”[268] şiirinde
hiç ölüm emri vermemişler şiirden anlamaz şeklinde yer alır. “Kıştan
Kalan Fikirler”[269] başlıklı
şiirde tam yanından pırr diye kalkan şeyleri mısraı geçerken “Tam
Yanından Bir Soru”[270] şiirinde tam
yanından pırr diye bir keklik kalkar mısraı görülür. “Ezbere Bir Türkiye
Haritası”[271] şiirinde
ise insan tanıdık birini arar kötü kararlar verirken mısraı “Quantum
Perspektifinden Aşk”[272] şiirindeki
insan tanıdık birini arıyor kötü kararlar verirken mısraını hatırlatır.
Şair İbrahim Tenekeci, burada sıraladığımız örneklerle benzer ve ortak örnekler
göstererek, bu bağlantı kurma durumunu bir devam meselesi olarak görür
ki bu tespit bizim de katıldığımız bir görüştür.[273]
Utku Özmakas’ın Osman Konuk şiirini kapsamlı şekilde ele
aldığı ve özellikle Tehlikeli Belki kitabı üzerinden yaptığı
değerlendirmeleri içeren yazısında dikkat çekilen noktalar Konuk’un poetikasını
okumak adına son derece önemlidir. Konuk daha önce de zikredildiği gibi bize
öğretilen dili, bir razı etme, ikna etme seti olarak görür.[274] [275] Şiir ise bu öğretilmiş, kabul
ettirilmişlik hâlinden uyanma, fark etme aracıdır. Bu manada belirsizlik hâli,
dille sınırlandırılmış sonsuz ihtimale kapı aralar. Özellikle Tehlikeli
Belki adlı kitapta daha eserin adından başlayarak “belki” sözcüğünün sıkça
kullanılması, Özmakas’ın da ifade ettiği gibi “kesinlik, nedensellik gibi
nosyonların üzerimizde yarattığı boğucu dumanı dağıtmaya çalışan bir sığınma”215"
dır. Bize belletilmiş olan doğrunun köleliğindense yanlışlığın özgürlüğünü,
yanılmayı tercih eden şair, "hır belkiden güzel bir adam tamamlayan”[276] [277] dizesiyle “insanın,
hakikatle, tek bir doğru’yla değil belki’yle, yarılmayla, yanılmayla
oluştuğunu”211 gösterir. Şairin, Herkese Benden şiirinin
sonunda, okura boş bir çerçeve ısmarlaması da bu müphemliğin, bilinmezliğin,
belki’nin doğurduğu bir vaad olarak okunmalıdır.[278]
Mehmet Öztek’in gerçekleştirdiği röportajda, “belki”nin sık
kullanımının şiirdeki ya da yaşamdaki belirsizliğe bir tepki olup olmadığı
sorusuna Konuk’un verdiği cevap yukarıdaki görüşlerimizi desteklemekle kalmaz,
Tenekeci’nin de ifade ettiği devam meselesinin de şair tarafından
beyanına vesile olur:
Kesinlik,
belirlenmiştik, seçeneksizlik ve bunların dildeki uzantılarına yönelik tavra
ilişkin olabilir. Yazdıklarıma bir bütün olarak baktığımda en eskilerden en
yenilere kadar bir geçişlilik, birbirini açma, bir sonrakini çağırma biçiminde
bir izlenebilirlik olduğunu görüyorum. Geçişlilik daha çok kelimeler üzerinden
olmuş. "Belki” tekrarları bunun bir örneği galiba.[279] [280] [281] [282] [283]
“telefonlar şarzda, her şey yolunda / doğal felaketler
ajandalarda özenle işaretli / istatistik tabloları mükemmel görünmekle'728 ; “kravatla aynı desen göğüs cebi mendilleri / bir
toplum sırf bu yüzden ölmüş olabilir mi”28; "sabah evden
çıkarken cebindeydi akşama dönme nedenin"727 mısralarının
şairi, modern hayatın öğrettiği planlı yaşama, ‘sipariş’ hayatlara, her daim
hazırlıklı olma, tedbirli davranma ihtiyacına ve mükemmel olma ‘zorunluluğu’na
itiraz ederek “hatayı bile rasyonel olarak ölçülebilecek bir pay
çerçevesinde algılamamızı, modernizmle birlikte üzerimize yapışan mükemmeliyet
duygumuzu sorguluyor.”28
Özmakas’a göre Tehlikeli Belki ile şair,
düzenliliğin toplumun sinir uçlarında yarattığı hasara karşı süreksizliğin
çekiciliğine yönelirken süreklilik duygumuzun felç ettiği algımızı, yaşama
bakışımızı canlandırmak istiyor. Çünkü ‘mükemmel’ sözcüğünü alaya alan şair,
düzen arzumuzun düzen takıntısına dönüşme eşiğinde olduğunun farkındadır.[284]
Şair Adnan Özer, 1982 yılında Üç Çiçek Yayınlark nı
kurduktan sonra, İzmir’e gider ve Osman Konuk’a yeni kurduğu yayınevinden
bahsedip kendisinin şiir kitabını basmak istediğini söyler. Osman Konuk, bu
süreçte üniversite öğrenimini henüz bitirmiş ve İzmir’e ailesinin yanına
dönmüştür. Adnan Özer’in bu teklifini olumlu karşılayan Konuk, kitabında Hasan
Aycın (d.1955)’ın çizgilerinin olmasını istediği için Balıkesir’e giderek
hazırladığı dosyayı, çizmesi için Aycın’a verir. Aycın’ın çizgilerinin tamamlanmasının
ardından, Osman Konuk’un 14 şiirini içeren ve tek bölümden ibaret olan Seni
Yalnız Ben Anlarım (Üç Çiçek Yayınları, İstanbul, 1982, 61 s.) adlı ilk
şiir kitabı çıkmış olur.[285]
Şair, kitabı daha yayınlandığı gün, imzalayarak üniversite
hayatı boyunca sürekli yanında bulunduğu ve o dönemin genç şairleri üzerinde
çok etkili olan, ilk döneminde Marksist anlayışa bağlıyken 1974’ten sonra
İslamî dünya görüşüne yönelen İsmet Özel ile yine üniversite yıllarında tanışma
fırsatı bulduğu, Mehmet Âkif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek’ten sonra Yeni
islamî Akım"ın öncü şairi ve yazarı olarak kabul edilen Sezai
Karakoç’a takdim etmiştir.
Osman Konuk, kendisiyle gerçekleştirdiğimiz 25 Mart 2012
tarihli röportajımızda bu eserinin çıkış sürecini şöyle anlatır:
1982 yılında okulumu
bitirdikten sonra bir gün eve geldiğimde şair Adnan Özer’i babamla otururken
buldum. Adnan Özer, Üç Çiçek Yayınları ’nı kurduğunu ve benim şiir kitabımı
basmak istediğini söyledi. Bu sırada askere gitmeme çok az bir zaman kalmıştı.
Daha önceleri ben bir gün kitabım çıktığında içinde Hasan Aycın ’ın -ki bizim
Hasan Abimizdir- çizgileri olsun istemiştim. Kitap için hazırladığım dosyayı
alıp Balıkesir’e Hasan Aycın’ı görmeye gittim, ona dosyayı bırakıp İzmir’e geri
döndüm. Bir iki hafta içinde Hasan Abi çizimleri bitirmişti. Galiba Hasan
Aycın’ın figüratif anlamda çizdiği çok az sayıdaki örneklerden bir tanesi
kitabım için yaptığı çizimlerdi.
Kitabım
çıktı ve ertesi gün ben askere gittim. Kitabımı iki kişiye imzalayıp takdim
ettim. Sezai Karakoç ve İsmet Özel ’e... [286]
İlk kitabı çıkar çıkmaz askere gitmesi nedeniyle kitabına
olan ilgiyi yakından takip edemeyen Konuk, bununla ilişkili olarak şu anısını
aktarır:
İlk kitabım çıkar çıkmaz
askere gitmiştim, sonraları öğrendim ki kitabım için pek çok yazı yazılmış,
şiirlerim beğeni almıştı. Adnan Özer imza günleri düzenliyordu. Ankara ’da Dost
Kitabevi ’ndeki bir imza gününde dört kişiydik ve en genç olanı bendim. Garip
bir şey oldu, oraya imzalanmak için getirilen kitaplarım bitti ve başka
kitapçılardan kitap toplayıp getirdiler. Bu beni çok şaşırtmıştı, kitabımın bu
kadar ilgi gördüğünü askerde olduğum için fark edememiştim.[287]
1979-1982 yılları arasında yazılmış şiirlerini kapsayan Seni
Yalnız Ben
Anlarım daha sonra Tehlikeli
Belki"mn birinci ve ikinci baskılarına bir bölüm olarak ilave
edilmiştir. Şair, Tehlikeli Belki içerisine alırken şiirlerinin bir
kısmında sözcük ve dize boyutunda hatta daha hacimli değişikliklere gitmiş,
bazen de sözcük, mısra ya da bölümü şiirden çıkartmıştır. İlk baskıda “Ölüm,
Bütün Çağlardan Yapılı Bir An”[288] başlığıyla
on dördüncü sırada yer alan şiir, Tehlikeli Belki de her iki baskı için
de on üçüncü sırada “Melekleri Bekletme”[289] [290] başlığı ile sunulmuştur.
Seni Yalnız Ben Anlarım"dan çıkarılabilecek ilk sonucun, “şairin çok kullanılan
kimi sözcük ve sıfatlara, az alışılmış göndermeler ve nitelemelerle anlam
yükle”29()mesi olduğunu söyleyen şair Haydar Ergülen, bu kitapta
yer alan Osman Konuk şiirlerinin tümünü ortak bir paydada değerlendirir:
Şiirlerin tümünü ortak
bir paydada değerlendirmek gerekirse, 'grotesk' bir dünya içinde sıkışıp
kalmış, 'tarihsizleştirilmiş', giderek belleğini 'konformist' kaygılarla
ağırlaştıran yeni insan türünün şiirleri denebilir. Konuk da ‘muhalif’ bir
kimlik içinde, şair-eleştirmen olarak bakıyor bu grotesk dünyaya. Öznesinin
konumu ve zamanı sürekli farklılıklar göstermesine karşın, bu yeni insan
türünün değişen yüzleri, korkuları, kaçışları, yanlışları, az da olsa yaralar
biriktirip sağlığa erme imkânının mevcut olması, sonunda tek ve büyük bir
öznenin gövdesinde kişiselleşiyor. Konuk, bir bakıma bu özneden sorumlu kılıyor
şiirini...[291]
Seni Yalnız Ben Anlarım"da yer alan şiirler, ağırlıklı olarak modern zaman
içerisinde geleneğin temsil ettiği değerleri yitiren, yalnızlaşan, umudunu
kaybeden, dünyayı ve insanları kirlenmiş bulan, çoğu zaman ölümü anan ve bunu
kurtuluş ve rahatlama olarak gören muhalif duruşlu bir insanın iç
sıkıntılarını dile getirmektedir.
Şiirlerin konu ve temaları içinde ölüm mühim bir yer
tutmaktadır. Bununla birlikte; “zamandan şikâyet, çocukluğa özlem ve kaçış
isteği, modernitenin dayatmaları, insanların ‘insanlığını’ ve kişiliğini
kaybetmesi, umutsuzluk, değişen aşk algısı ve kadın-erkek ilişkileri, kolayca
yaşanıp tüketilen cinsellik, basit ve uydurma nedenlerle çıkartılan savaşlar ve
mağdurları özellikle çocuklar” vb. ağırlıklı konu ve temalar olarak göze
çarpmaktadır. Şair bu şiirlerde marksizmi bir dayanak noktası olarak kabul eden
toplumcu gerçekçiliğin aksine sergilediği toplumsal gerçekçi yaklaşımda
metafizik unsurlara sık sık başvurmaktadır. Bu kitapta yer alan şiirlerdeki
öznenin, ölüm karşısındaki tavrı korku, panik ya da negatiflik içermemekle
beraber; onun için ölüm, ruhanî bir rahatlamayı içerir ve cennet-cehennem
mefhumunu kapsamaktan çok modernite içerisindeki sıkıntılardan bir kurtuluştur.
Osman Konuk, Tehlikeli Belki (Hece Yayınları,
Ankara, 2006, 120 s.; 2. Bs., Profil Yayıncılık, İstanbul, 2012, 125 s.) adlı
ikinci şiir kitabının ismini, bütün modern Batı fikriyatının dışına ve üstüne
çıkabilen tek filozof şair olarak gördüğü ve kendine “Tehlikeli belkinin
filozofuyum.” diyen Nietzche’nin bu sözünden hareketle koyduğunu beyan
etmekle beraber bu ismin, üzerinde pek düşünülmeden, acelece konduğunu da ifade
eder.
Şair İbrahim Tenekeci’ye göre hem tedirginlik uyandıran hem
de itimat telkin eden Konuk şiirlerini içeren bir kitaba Tehlikeli Belki
adının seçilmesi, Paul Valery’nin “Tehlikeli bir durum, anladığını
sanmak...” sözünü hatırlatır.[292] Bu, “Anlaşırsak ben yokum”[293] diyen ve şiiri bir
itiraz şekli olarak gören şair için çok doğru bir çağrışımdır.
Şairin, birinci baskı olarak 2006 yılında yayımlandığında Türkiye
Yazarlar Birliğinden yılın şiir kitabı ödülünü alan bu eserinin ikinci
baskısı yukarıda da ifade edildiği gibi Nisan 2012’de yapılmıştır.[294] Her iki
baskıda da aynı düzeni koruyan şair, ikinci baskıda, gözden kaçan yazım ve
baskı hatalarını düzeltmenin haricinde neredeyse hiçbir değişiklik yapmamıştır.
Şairin bu ikinci kitabı iki ana bölümden oluşmaktadır. Tehlikeli
Belki (20002005) başlığını taşıyan ilk bölümde 2000 yılından sonra çeşitli
dergilerde yayınladığı şiirlere yer veren şair, ilk kitabında yer alan
şiirlerini ise Seni Yalnız Ben Anlarım (1979-1982) başlığıyla ikinci
bölüm olarak eserine almıştır.
Eserin Tehlikeli Belki başlığını taşıyan birinci
bölümü kendi içerisinde küçük harflerle dizilen “mutahap”, “tanınmamak için
şair” ve “gencolmak (19831991)” başlıklarını taşıyan üç alt kısımdan
oluşmaktadır. Bu alt kısımlarda sırasıyla 9, 9 ve 4 şiir olmak üzere toplam 22
şiir yer alır. İkinci bölüm, birinci şiir kitabındaki 14 şiiri bazı küçük ibare
değişiklikleriyle birlikte muhafaza eder. Bu değişiklikler çalışmamızın ileriki
sayfalarında ayrıca ele alınıp değerlendirilecektir.
Şair ilk kitabındaki muhalif tavrını bu eserinde de
sürdürerek yer yer sivri bir dille sert bir eleştirel tavır takınarak
modernite, medeniyet adı altındaki hayâsızlıklara, kapitalizme, modernitenin
gösteriş meraklısı ve ruhsuz insanına, bozulan kadın-erkek ilişkilerine ve
kolayca yaşanıp tüketilen cinselliğe, kısacası “hilekâr masumiyet”lerin[295] tümüne bir
isyan bayrağı açıyor. Konuk bu kitapta ayrıca bir duruş ve misyon sahibi olarak
idealize ettiği şair tipinin de ipuçlarını veriyor.
İlk kitapta olduğu gibi ironi, zıtlıklar, duyular arası
aktarmalar, çağrışımı güçlendiren sözdizimi, -ilk kitaptakinden daha az olmakla
beraber- imgeler Konuk’un temel araçları olmuştur. Tehlikeli Belki"nin
dili sade olmakla beraber eser, Seni Yalnız Ben Anlarımda göre nispeten
daha örtük ve “sadece muhataba anlamlı ”[296] şiirlerden oluşuyor.
Aradan geçen uzun yıllar boyunca şiirini olgunlaştıran
şair, gençliğin ve ilk kitabın acemiliğini üstünden attığı Tehlikeli Belki
de yine serbest ölçü ve biçimle yazdığı şiirlerinde tekrarlardan, asonans,
aliterasyon gibi enstrümanlardan faydalanarak yakaladığı ritmi ve sözdiziminin
farklı okumalara kapı açan çağrışımsal niteliğini bozmamak için büyük harf
kullanımından ve noktalama işaretlerinden olabildiğince kaçınmaktadır. Konuk,
konuşma dili havasıyla, okuruyla sohbet edercesine yazdığı şiirlerinde, yer yer
okuru şaşırtan, sarsan bazen de finallerde Orhan Veli’yi hatırlatan bir
anlatıma gidiyor.
Tehlikeli Belki hakkındaki yazısında, kendi göbek bağını
kesen Konuk şiirinin, şiirsel ebeveynleri karşısındaki konumunu açıklamakta hiç
bir sakınca görmediğini ve Konuk’un ustaları olan Ergin Günçe, İsmet Özel ve
Turgut Uyar’ın tarzlarını açıkça şiirine davet ettiğini söyleyen Enis Akın, bu
şiirin kekeme bir şiir olduğunu belirtir:
Kendi
sesinin peşinden gitmesine kendi konuşmasının farkında olması engel olmakta, bu
da onu kekeme bırakmaktadır. Bu sanki kendini besleyen, dölleyen ebeveynlerinin
peşinden gitmekte, boyun eğmeye ayak direyen, gerekirse kendi sesine bir çatal
batıran evladın öyküsüdür... bu davranış Türk şiiri içinde ‘kumaşı olan’
şairlerin ortak davranışıdır.[297]
Mustafa Aydoğan, Tehlikeli Belki’nin yayımlanması üzerine
kaleme aldığı yazısında adını ‘kötü’ bulduğu bu kitaptaki şiirleri okuyunca
yirmi dört yıl boyunca şiir kitabı yayınlamadığı için, Konuk’un şiirden ayrı kaldığını
ve Konuk şiirinin bu ara nedeniyle örselendiğini, ilk kitaptaki şiirlerde yer
alan yoğunluğun kaybolduğunu, Tehlikeli Belki de yer alan şiirlerde
artık zekânın dalgalanmadığını, yayılmadığını; bir mimiğe, bir espriye
odaklanmakla yetindiğini belirterek esere 298
Şairin üçüncü kitabı olan Beyaz Savunma (Pan
Yayıncılık, İstanbul, 2009, 53 s.), toplam 18 şiirden oluşmasına rağmen, ironik
bir biçimde, ilki “Birinci Cilt: Beyaz Savunma”, ikincisi ise “İkinci Cilt:
Daha” adlı dokuzar şiirlik iki bölüme ayrılmış durumdadır. Osman Konuk, bu
şiirlerinde genel olarak önceki şiirlerinde olduğu gibi, duyarsızlaşan, marka
ve gösteriş meraklısı modern insana eleştiri getirir. Ancak, Beyaz
Savunmamda bireyin kendini, dünyayı ve gerçeği anlamlandırma ve anlama
üzerine sorgulamaları daha baskındır. Konuk şiirinin toplumsal yaklaşımı bu
eserde de sürmekle beraber özellikle “Daha” başlıklı ikinci “cilf’te bireysel
sorgulamalara yöneldiği görülür.[298] [299]
Eserde daha önceki kitaplarında olduğu gibi ölçüsüz ve
serbest biçimden yana bir tercih kullanan Konuk, yine büyük harf ve noktalama
kullanımından kaçınmış, ironiye ve imgeye yer vermiş, iç monolog ve diyalogla
kırdığı akışlarda şiirin çağrışımını güçlendirmiş, özellikle şiirlerin ilk
mısralarında sözün ortasından giriş yaparak okurun tamamlayacağı alanlar
bırakmış, Türkçe söz dizimini zaman zaman kırarak şiir dilinde ikinci Yeni'w
çağrıştıran farklı okuma ve çağrışımlara davet eden kullanımlara gitmiştir.
Beyaz Savunmamda
imgeleri daha az kullanan şair ironiye ağırlık vermiştir. Kitapta yer alan
şiirlerin bazıları oldukça kısayken bazıları uzun yapılarla kurulmuştur. Ayrıca
Ece Ayhan tarzı düz yazı şiir örnekleri[300] de eserin son kısmında
dikkati çekmektedir.[301] [302] [303]
Cihat Duman’ın değerlendirmesiyle
şair, bu eserde, insanlığın tarih boyunca içselleştirdiği genel tutuma uyarak,
inanmaktan bilmeye meyleder. Beyaz Savunma’’nın ilk şiiri olan “Penye ve
Hakikat”, "iyiydik. penyelere inanıyorduk”30 dizesiyle
başlarken kitabın son şiiri “Senaryo Aşamasındaki Final”, "seni bilirim
seni günde üç kez ve her an beş kez”3303 dizesiyle başlar.[304]
Kitaplarına Girmemiş
Olan Şiirleri
Şairin son şiir kitabı Beyaz
Savunma’nın ardından “Yetmez Sebep”, “Seni Sonsuza Kadar Sevdim”, “Bu Bir
Manzara Resmi Değildir”, “Ve Romans: Son”, “Cağaloğlu”, “Melankoli 2012”,
“Etki”, “Alabele” başlıklarıyla yayınlanan 8 adet şiirinin yanı sıra,
tarafımızca tespit edilebilmiş en eski tarihli Osman Konuk şiiri olan “Şiir
Dostuna” başlıklı eseriyle beraber henüz kitaplarına girmemiş toplam 9 adet
şiiri vardır. Bu şiirler Konuk şiirinin genel tarzına uygun örnekler olup ilerleyen
yıllarda yayınlanması muhtemel şiir kitaplarında yer alacağını düşündüğümüz
eserlerdir.[305] [306]
Müstear İsimle
Yayınlanan Şiirleri
Yaklaşık on yıllık bir suskunluğun ardından 2000’den sonra
tekrar şiir yayınlama sürecine giren Osman Konuk, bu arada müstear isimle bazı
web sitelerine ve email gruplarına üye olup yazılar ve şiirler göndermiştir.
Müstear bir isimle yazdığı bu dönemin en iyi tarafı olarak "şiirin
yeni sorunsallarını, yönsemelerini izleme ve daha önemlisi genç ve yeni
şairleri tanıma”30 fırsatı bulmasını gören Konuk, Erin Özgür
müstearıyla ilgili değerlendirmesini şöyle sürdürür:
Baktım ki kendiliğinden
Erin Özgür diye bir karakter çıktı ortaya. Nerdeyse kendi üslubu, şiiri, edası
olan bir karakter. İlginç bir tecrübe.
Ben
en azından şunu anladım. Verili bir ben'in şaşmaz, şaşırmaz, yanılmaz, biricik
çevreni hiç de öyle olmayabilirmiş. İnsanların "ben" 307 derken hangi beninden
bahsettiğinden o kadar da emin olunamaz.
Şair, müstear isim kullanmasında özel bir amaç olmadığını
belirterek bu durumu tesadüfî olarak değerlendirir:
Tamamen tesadüfen
gerçekleşti. Bir akademisyen arkadaşım şiirle ilgili olduğumu bildiği için
ciddi şiir tartışmaları olan bir mail grubunu önermişti. Ben de o gruba gençlik
dönemimde de birkaç kez kullandığım bir müstearı değiştirerek üye oldum. Bir de
yeniden başladığımda ne yazacağımı ben de merak ediyordum. Garip bir şey oldu.
Müstearla yazmam, önceden bilinir olmanın getirdiği kamusal imajdan kurtulmamı
ve aslında bir anlamda özgürleşmeyi sağladı.
Bunu
tecrübe etmeden bilemiyorsunuz.[307] [308]
Şair, Erin Özgür müstearıyla Şiir Postası (siirpostasi@yahoogroups.com) grubuna ve
www.zinhar.com sitesine çeşitli yazılar, yorumlar
ve şiirler gönderdiği bu metinlerin bir kısmını daha sonra Ağır Ol Bay
Düzyazı ve Zinhar dergilerinde ardından da kitaplarında
yayınlamıştır.[309] [310] Konuk,
müstear isimle yazdığı ancak sonradan kitaplarına almadığı şiirlerin, kendisini
temsil etmediğini düşünür:
Müstearla yazdığım bazı
şiirleri kitaplara almadım. Almadıklarım benim şiirimi temsil etmeyen, daha
deneysel türdeki şiirlerdi. Ama sonrası için o şiirleri de kitaplara almayı
düşünürüm. Çünkü bu şiirde temsil sorunu sandığımızdan daha karmaşık. Bence
bazı şiirlerin temsil etmemesi de bir çeşit yanılsama. Buna karar verecek
okurdur diye 310 düşünüyorum.
Osman Konuk’un manzum eserlerine bir bütün hâlinde
bakıldığında dikkati çeken bir nokta da zaman içerisinde şiirlerini yeniden
yayınlarken yaptığı değişikliklerdir. Özellikle Seni Yalnız Ben Anlarım
adlı eserin ilk baskısıyla bu eserin Tehlikeli Belki içinde yer alan
baskısı arasında dikkat çeken değişiklikler görülür. Şiirlerin tekrar yayınları
arasında, çıkartılan/eklenen sözcük/sözcük öbeği, mısra ve bölümler olduğu gibi
zaman zaman da şiirlerin başlıklarında ya da içeriklerinde değiştirmeler söz
konusu olmuştur. Jönez incelemesi açısından en dikkat çekici örnek
değişikliklerin sık görülmesi nedeniyle “Kötülük”[311] adlı şiirdir:
“çıplak
imparatorlar, sinekler, göbekli ölüler, yorgun tavşanlar çoğalıyor, dilimde
sarı tadı şaşkınlığın ve ışıklandırılmış bakışımda gece lekeleri sabunlarla
çıkmayan
heybesinde
fiiller babamın bana hep yaşamak kalan soğuk kahverengi bacasız bir sokaktayım
üşümek
gibi ayağımın altı sıcak kuma değince
tüm
üstümü örtmeyen kumaş
ürpererek
bu berzahtan geçerken
başım
dönüyor
hicretin
ölüm aşaması gibi bir cümle aklımda
ölünün
toprağını sevmedi babam
mavi
gözlü adamı da, ona meymenetsiz dedi
karısını
da
(bir
gergedan doğurabileceği için kürtaj yaptırmış)
sonra
pancurları kapalı evin penceresinden
ölünün
kötü çizilmiş bir resmi
lütfen
diyor öldüğüm için teşekkür edin bana
ve
ben
dünyadaki
tüm tütün tarlalarını satın almak istiyorum
ama
babama söylediğim başka
baba
(derken tam da o an zehir gibi yutkunmak) dönelim yolumuz uzun
ve
bir kumaş tüccarına
kefen
armağan etmeyi
ne
ki haberler
mektuptan
değil postacıdan beklenir
bir
insan olarak (zâten) bir habercidir (üniformasız)
kumaş
tüccarı
ekmekten
sonra gerekir
örtün
üstünüzü ”[312]
“çıplak
imparatorlar, sinekler, göbekli ölüler, yorgun tavşanlar çoğalıyor dilimde sarı
tadı şaşkınlığın ve
bakışımda
ışıklandırılmış gece lekeleri
heybesinde
filler babamın
soğuk
kahverengi bacasız bir sokakta
üşümek
gibi ayağımın altı sıcak kuma değince
tüm
üstümü örtmeyen kumaş
ürpererek
bu berzahtan geçerken
başım
dönüyor
ölmenin
birinci aşaması gibi bir cümle aklımda
ölünün
kötü çizilmiş bir resmi
lütfen
diyor öldüğüm için teşekkür edin bana ona öldüğü için teşekkür ediyoruz
ama
haberler postacıyla gelecek
gelirse
bir
insan olarak ve üniformasız
ekmekler
kumaşlardan önce gelecek
»313
ustumu
örtün
İki eserin yayınlanması sürecinde, aradan geçen yirmi dört
yıldan sonra, şairin şiir tecrübesi ve anlayışıyla farklılaşan kültür
atmosferinin de bu değişikliklerde etkili olduğu söylenebilir. Bu durum, bize,
şiiri bir ilham ürünü ve hayal mahsulü olarak görmeyen Osman Konuk’un şiir
üzerine düşünen ve çalışan bir şair olduğunu gösterir.
Edebiyata Dair
Söyleşi ve Yazıları:
Sıfır İroni
(Söyleşiler & Küllük)
Osman Konuk’un, edebiyat alanında düzyazı biçiminde
yayınladığı ilk kitabı olan Sıfır ironi (160. Kilometre Yayınları,
İstanbul, 2012, 205 s.) daha önce çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış olan
söyleşiler ve soruşturma dosyalarına verilmiş cevaplardan bir seçki ile Küllük
başlıklı seri yazılardan oluşmaktadır.
Ömer Yalçınova, “Direkt Kana Karışan Yazılar” başlıklı
yazısında Sıfır İroni hakkında değerlendirmelerde bulunur:
parça parça, bazen kendi
içinde tezada düşmüş gibi duran, bir sistem oluşturmaya dönük olmayan fikirleri
yalnızca şair artistliği, özgürlük düşkünlüğüyle açıklanamaz. Günümüz düşünce
hareketleri, akımları ve yöntemleriyle sıkı bir bağlantısı vardır. Müdahale
edilmeyen, özgür bırakılan, kısıtlamalarla belirlenmeyen zihinsel bir işleyişin
işaretidir.[313] [314]
Yalçınova, bu sözleriyle kitaptaki kısa, öz ve dolaysız
anlatımın artı yönlerini gösterirken, aynı yazının devamında, Konuk’un —sözlerinin
gelişini ve gelişimini” görmenin okurun çabasına kalmasını da eksi bir yön
olarak değerlendirir.
Osman Konuk, Heves Dergisinde Küllük başlığı altında
(S. 16-24, Ocak 2008-Ocak 2010), günlük tarzında bir dizi yazı kaleme almıştır.
Bu yazılarda Konuk, kendi hayatı içerisinde karşılaştığı ve her insanın
karşılaşabileceği türden olaylara okurlarının dikkatini çekmek ister gibidir.
Küllük yazma
teklifinin ilk kez şair ve editör Ömer Şişman (d.1980)’dan geldiğini söyleyen
Konuk, benzer notları 2003-2009 yılları arasında Şiir Postası e- mail grubunda
yazdığını, Ömer Şişman’ın da buradan esinlenerek bu teklifi yapmış
olabileceğini belirterek bu durumu Küllük yazılarının dışsal nedeni
olarak değerlendirir.[315] Şair, bu
yazıların kaleme alınmasındaki içsel nedeni ise boğucu ve sıkıcı olarak
nitelendirdiği edebiyatın ve bilimin aşırı kurumsallaşmış dünyasından açık
havaya ya da tür dışına çıkma ihtiyacı olarak görür.[316]
Küllük notlarının “biraz
da kolektif bellekteki göksel şair, yazar imgesini yeryüzüne indirme fikrinden”[317] doğduğunu söyleyen
Konuk, yukarıda zikredilen fikirlerini de kapsayan röportajında, Küllük
yazıları için şunları söyler: “Yazma eyleminin yazıya başlamadan ve yazıdan
kalktıktan sonraki, metinde saklanan boyutlarını görünür kılmak istedim biraz.
Bunu da yaşantılar, izlenimler, seyahatler ve mümkün olduğu kadar denetlenmemiş
fikir parçalarıyla yapmayı denedim. ”[318]
Osman Konuk, Küllük serisinin ilk yazısında, günlüğü
andıran bu kısa yazıların ortaya çıkış fikrine değinirken “Günlük tutmak,
her konuda olduğu gibi modern insanın iz bırakma arzusuyla da ilgili. Kayıt,
sınıflama, kataloglama. Şiirsel ifadesiyle ‘unutma beni’. Tersinden söylemek
gerekirse, unutulma korkusu.”[319] diyerek problemli
bulup şiirlerinde de sık sık eleştirdiği, modernite algısına da göndermede
bulunur.
Konuk, Küllük serisinin ikinci yazısında “Küllük
nedir, ne değildir?” başlığa altında Küllük’ün edebî bir türün içerisinde
değerlendirilemeyeceği, tür dışı bir yazın biçimi olduğu hakkında açıklamalarda
bulunur:
Küllük edebiyat yapmadan
ondan bundan bahseden tür dışı bir yazı.
Avami bir şey.
Gurmeciliğe, çeşnicibaşılığa, züppeliğe yer yok. İyi çay içmek gibi sade. Ya da
onun yazıdaki karşılığı. Bir parolası var. Para geçmiyor. Hatır gönüle açık.
Tek kişilik ama herkese yer bulunur...
Küllük
günlük değil. Deneme değil; değini, eleştiri, anı yazısı değil. Değilleri
bunlar.[320]
Osman Konuk, hayatın içinden kısa notlar şeklinde tutularak
hazırlanmış olan Küllük serisini Ekim 2011’den itibaren itibar Dergisinde yayınlanmaya
başlamış ve yukarıda alıntılanan görüşlerine paralel olarak, serinin tür dışılığı
hakkındaki fikirlerini —Küllük itibarda. Hayırlı yolculuklar. Küllük’te tür
mülkiyeti yoktur. Kapı açıktır.”[321] ifadeleri ile yinelemiştir.
Konuk, itibar dergisinin Ocak 2012 tarihli 4. sayısında “Bir
delinin
küllüğü.”[322] şeklindeki nitelemesi ve serinin son yazısındaki “Kararlıyım.
Anı ve otobiyografi türü şeyler yazmayacağım. Küllük, korsan anı parçaları
sayılmaz. ”[323] sözleriyle
Küllük’ün tür dışı ve özgürlükçü karakterini bir kez daha hatırlatır.
itibar dergisinin
Haziran 2012 tarihli 9. sayısında, “Küllük yazıları çevrimini tamamladı. Bu
tuhaf yazı tecrübesi burada bitiyor.”[324] sözleriyle Küllük serisini
noktalayan Konuk, Suavi Kemal Yazgıç’la gerçekleştirdiği röportajda, doğal
ömrünü tamamladığı için seriye son verdiğini dile getirir: “Bana doğal
ömrünün tamamlamış gibi geldi. Artık eskisi kadar kendiliğinden, rahat
yazamadığımı fark ettim. Edebiyatın formel dünyasına karşı bir sivil yazı
ferahlığını kaybetmeye başladığını hissedince tamam dedim ”.[325]
Osman Konuk, Sıfır ironi adlı kitabına almadığı
fakat daha önce Kökler, Mahfil ve Kitap Postası gibi matbu
dergiler ile www.bachibouzouck.com, www.dunyabizim.com,www.160incikilometre.com,www.poetikhars.com
ve www.poetikhaber.com gibi internet sitelerinde yayınlanmış olan kısa yazıları, söyleşileri ve soruşturma cevaplarında sanata, edebiyata ve
şiire dair görüşlerini dile getirmiştir. Şairin bu yazılardaki görüşleri de
daha önce belirttiğimiz genel sanat anlayışı paralelindedir.
Sosyoloji Alanındaki
Eserleri:
Dünden Bugüne
Türkiye’nin Toplumsal Yapısı
Memet Zencirkıran’ın editörlüğünü üstlendiği
ve pek çok akademisyen tarafından kaleme alınmış çeşitli yazıların yer aldığı Dünden
Bugüne Türkiye ’nin Toplumsal Yapısı (Nova Yayıncılık, Ankara, 2006, 696
s.; 2. Bs., Dora Yayıncılık, Bursa, 2011, 559 s.) adlı kitapta Osman Konuk’un
“Bir Sorun ve Çözüm Kaynağı Olarak Türk Eğitim Sistemi”[326] başlıklı yazısı bulunmaktadır.
Editörlüğünü Osman Konuk’la aynı
üniversitede görev yapan şair ve akademisyen Kenan Çağan (d. 1970)’ın yaptığı İdeoloji
(Hece Yayınları, Ankara, 2008, 404 s.) adlı kitapta Osman Konuk’un “İdeolojinin
Sonu, Sonun İdeolojisi”[327] başlıklı yazısı bulunmaktadır.
Editörlüğünü Osman Konuk ve Ahmet Kemal Bayram’ın birlikte
yaptığı Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem (Adres Yayınları, Ankara, 2009, 322
s.) adlı kitap ikilinin birlikte hazırladıkları “Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem:
Bilginin Parçalanması ve Etik Arayışlar”[328] başlıklı yazıyı içermektedir.
Şiir birikiminin oluşumunda ve şiir hareketlerinin ortaya
çıkışında edebiyat dergilerinin önemli bir yeri vardır. Bu nedenle şairlerin
dergicilik faaliyetlerine katılması, orada diğer şairlerle kurdukları
dostluklar, aralarındaki etkileşimler ile edindikleri bilgi birikimi ve
tecrübeler, kendi poetikaları ve şiirleri üzerinde son derece etkili
olmaktadır.
Osman Konuk da bir söyleşisinde 1980 Kuşağından
bahsederken, dolaylı olarak, dergilerin şiir iklimi ve şiir kuşaklarının
oluşumu üzerindeki etkisini dile getiren açıklamalarda bulunur: “Herkes gibi
ben de kuşağımın şairlerini severim. Aynı şiirsel iklimde ve aynı gri
gökyüzünün altında doğduk, büyüdük. Aynı süreçleri yaşadık. Aynı dergileri
okuduk ve aynı kültürel atmosfere maruz kaldık. "'9
1980 Kuşağının oluşumunda etkili olan ve bu dönemde şiirin
gündemini belirleyen dergiler arasında Üç Çiçek, Poetika, Edebiyat Dostları,
Yönelişler, Şiir Atı, Ayrım Şiir gibi genç dergiler ile Gösteri, Varlık,
Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat gibi kurumsal dergiler sayılabilir.[329] [330]
Osman Konuk, 1981 yılında Yönelişler Dergisfnin
yayımında görev almıştır. 12 Eylül 1980 sonrası oluşan kısmî rahatlama ortamı
içerisinde Osman Konuk ve arkadaşları bir dergi çıkarma çalışması içine
girerler. Ebubekir Eroğlu, Adnan Tekşen, Ahmet Yücel, İlhan Kutluer, Yüksel
Kanar gibi isimler bu proje içinde yer alan diğer kişilerdir. Bürde
Yayınları’nın maddî desteğiyle Yönelişler Sanat ve Kültür Dergisi, 1981
yılının Nisan ayında yayın hayatına girer ve Osman Konuk bu derginin “çekirdek
kadrosunda”[331] yer alır. “Dergide
şiirle ilgili işleri ben yürütüyordum... Yönelişler Dergisi’yle dergiciliğin
mutfağında çalıştım. Dağıtımı, satışı, postalanması, aboneler. Bütün bunlar iki
yıl boyunca elimizden geçti, İstanbul’da yürüyerek dergi dağıtıyorduk.”[332] diyerek dergide
üstlendiği rolü ifade eden Konuk, Yönelişler’in edebiyat dünyasına
yaptığı katkıyı da şu şekilde dile getirir:
Neredeyse bir kuşak şair
orada başlamış ve devam ettirmişlerdir. Adını sayabileceğim pek çok isim var:
Osman Konuk, Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş, İhsan Deniz, Yılmaz Daşçıoğlu
gibi.Yönelişler çok iyi bir dergiydi. Çimdi bile bakıldığında hem yaptığı iş
hem de yetiştirdiği edebiyatçılar çok net görülebilir. Yönelişler belirli
ölçüler içinde edebiyatı akademik dünyaya da açan bir dergiydi. Yönelişler
Dergisi ’nin bir özelliği de herhangi bir siyasî ayrım yapmaksızın iyi ürünlere
yer vermesiydi. Sol kimliği olan arkadaşlar da rahatlıkla şiir
yayınlayabiliyordu. Edebiyat merkezli bir dergiydi.[333]
Yönelişler Dergisi,
Osman Konuk’un edebiyat dünyasınca tanınmasında da ilk büyük adıma ev sahipliği
yapmıştır. Daha önce Yeni Sanat ve Oluşum dergilerinde de şiir
yayınlayan şair, ilk kez, Yönelişler’de yayınladığı şiirlerle dikkat
çekmiştir. Osman Konuk, bu durumu “Yönelişler’de her sayı şiirlerim çıkmaya
başladı ve benim edebiyat dünyasında çıkış yaptığım dergi oldu. Yeni Sanat ve
Oluşum dergilerinde yayınladıklarımdan ziyade Yönelişler’de yayınladığım
şiirlerle tanındım.”[334] şeklinde açıkça ifade
eder: “1981 yılında Yönelişler Dergisi’nde yazdıklarımla beraber kendi
şiirimin çekirdeği, tohumu atılmıştır diye düşünüyorum. Benim şiirim hâlen o
tohumun açılışıdır. Bugün yazdıklarım içinde bile o dönem yazdıklarıma doğrudan
ya da dolaylı göndermeler bulunabilir. ”[335]
Kendi şiirinin çekirdeğinin Yönelişler Dergisinde
atıldığını ve bugüne kadar yazdıklarında bu izlerin okunabileceğini belirten
Osman Konuk’un edebi kişiliğinin şekillenmesinde ve edebiyat dünyasınca
tanınmasında Yönelişler dergisinin önemli katkıları olduğu görülür.
Şairin kendisi de bu etkiyi açıkça dile getirmiştir.
Katıldığı Televizyon Programları
İlk kitabı Seni Yalnız Ben Anlarım"dan itibaren
adını duyuran şair Osman Konuk, yaklaşık on yıl süren bir sessizlik döneminde
adeta kabuğuna çekilmiş olmasına rağmen, Tehlikeli Belki ve Beyaz
Savunma isimli kitaplarının yanı sıra dergilerde yazdıklarıyla da edebiyat
dünyasının tanınan bir siması hâline gelmiştir. Bu vesileyle şimdiye kadar dört
TV kanalında, kültür ve edebiyat sohbetlerine katılmıştır.
Şair, özellikle de Türk şiirinin irdelendiği, Ülke TV’deki
15 Mayıs 2009 tarihli “Meksika Sınırı”, Kanal 24’teki 8 Nisan 2011 tarihli
“Kafa Dengi”, Cine5 kanalındaki 30 Haziran 2011 tarihli “Sıfır Noktası”, tvnet
televizyonundaki 10
Kasım 2011 tarihli “Muhalif’
programlarında konuk olarak ağırlanmıştır.
Osman Konuk, bir söyleşisinde kendisine sorulan “Televizyon,
muhalefeti yıpratmıyor mu?” sorusuna verdiği cevapta, mevcut şartlar
altında televizyona çıkmamanın da bir tür “karşı gösteri” şeklinde
yorumlanabileceğini belirtir:
Televizyon ‘büyük gösteri
’nin en somut örneği. Televizyona çıkmamak da bir tür görünmemek şeklinde karşı
gösteri. Yani gösteri. ‘Ben hiç televizyona çıkmam, okkadar sert muhalifim. ’ ... Esas olarak bu
dergiye söyleşi yapmakla
televizyonda konuşmak arasında sadece derece farkı var.[336] [337]
Şair, bu cevabıyla da şiirlerinde ve diğer söylemlerinde
olduğu gibi, medyanın yarattığı popülerlik algısına eleştirisini sürdürür.
Bugüne kadar üç şiir kitabı ve röportajlarından seçmeler
ile Küllük başlıklı seri yazılarından oluşan bir mensur eser yayınlayan
Osman Konuk, yukarıda bahsedildiği gibi bilimsel yayınlara da imza atmıştır.
Bütün bunların yanı sıra, tarafımızca bizzat yapılmış olan ve hiçbir yerde
yayınlanmamış bir röportajı da tez 337
çalışmamızın ekler kısmında yer
almıştır.
Kendisiyle 25 Mart 2012 günü Afyon’da gerçekleştirdiğimiz
bu sohbetin içeriğinde özellikle hayatıyla ilgili detaylı bilgiler bizzat şair
tarafından sunulmuştur. Bugüne kadar pek çok yerde, şairin hayatı hakkında
çıkan kısa değinilere göre, ilk kez detaylı ve bir bütün hâlinde yaşam öyküsü
bu röportajın içinde yer almaktadır.
Konuk, kendisine hazırlamakta olduğu ya da tasarı
mahiyetinde planladığı çalışmalar sorulduğunda, poetik metinlerini
kitaplaştırmak istediğini ve kendisi için önemli olan insanlar hakkında yazmak
istediğini söylemiştir:
Farklı mecralarda
yazdığım şiir hakkındaki poetik metinleri düzenlemek ve belki bir kitap bölümü
yapmak istiyorum. Ama hangi formatta olur bilemiyorum henüz. Kitaplardan sonra
yayımlanan şiirlerin de olduğu yeni bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. Proje gibi
değil ama hayatımda kendimi borçlu hissettiğim insanları yazmak istiyorum. Uzun
zamandır zihnimde olan bir konu. Şimdilik sadece bir fikir. Bir fikir kendi
formunu bulunca yazılabiliyor. Ben öyle yazabiliyorum yani.[338]
Şairin, bu sözlerde andığı ve hakkında yazmak istediği;
kendisi için önemli şahsiyetlerden birinin Sezai Karakoç olduğu
düşünülmektedir. Şair, kendisiyle yapılmış olan bir röportajda bu ipucunu
vermiştir.[339] Ayrıca
Konuk, bir naat yazmayı da arzulamaktadır.[340]
EKLER
Ek-1. Şair Osman Konuk ile Hayatı ve Şiiri Üzerine Bir Röportaj
[Osman Konuk ile Afyon Kocatepe Üniversitesi M. Rıza Çerçel
Kültür Merkezi’nde 25 Mart 2012 Pazar günü saat 13.00’te gerçekleştirdiğimiz
röportajımız ilk kez burada sunulmuştur. Tezimizde yapılan Ek-1 şeklindeki
atıflar bu metne aittir.]
Şair
Osman Konuk kimdir? Hayat hikâyenizi sizden dinleyebilir miyiz?
1961’de Afyon’un Emirdağ ilçesi Gömü beldesinde doğdum. Ailem
üç yüz yıldır bu köyde yaşamış, köyün kurucu ailelerindendir. Bildiğimiz
kadarıyla kökenimiz bir Türkmen boyuna dayanmaktadır. Babamın ailesi çiftçi,
anne tarafım ulemadandır. Anne dedemin adı Ali, Ali Hoca, Hafız Hoca gibi
isimlerle anılmış biridir. Anne tarafım Bayat ilçesinden... Annemin ailesi
Yurtçular olarak biliniyor Bayat ilçesinde.
Babam ehl-i tarik bir insan, köy sınırlarının üstünde ve
dışında bir kavrayışı, zihin dünyası var. Bu nedenle köyde kalmak istemiyor ve
ehl-i tarik olma kanalının da etkisiyle İzmir’e gidiyor. Ancak ailenin bir
kısmı Afyon’da kalmıştır.
İlkokulu İzmir’de okudum. İzmir’de iki farklı ilkokulda okudum
ve Şehit Fethi Bey İlkokulu’ndan mezun oldum. Şiirle ilk bilinçli tanışmam da
bu okulda yaşadığım bir olay üzerine oldu. Normalde İzmir’e kar yağmazken
ilkokul üçüncü sınıfta derste olduğumuz bir gün kar yağınca, dışarıdaki karı
seyretmeye daldım ve öğretmeni duymamışım. Öğretmen de madem bu kadar
etkilendin o halde kar konulu bir şiir yaz, diyerek ödev verdi. Şiir yazmak diye
bir şey olduğuna dair ilk bilgim bu olaya dayanır.
İlkokul
yıllarınızdan biraz daha bahsetseniz...
Ben ilkokula erken gittim. Benden bir buçuk yaş büyük olan
ablam, evde oyun arkadaşımdı ve onun okula başlamasıyla arkadaşsız kalmamak
için ben de okula başladım. Arkadaşlarımın en küçüğüydüm ve biraz geç
başladığım için geri kaldım. Ancak kısa sürede eksiğimi tamamlayıp öğretmenin
yaptığı sınavla herkesi geçtim. İlkokul hayatımda hep ablamla aynı sınıfta
okudum. Ablam sınıf başkanı olan, en çalışkan, öğretmenin gözdesi bir
öğrenciydi. Sınıfın en küçüğü olmam nedeniyle diğer öğrencilerin bana baskısı,
tahakküm kurma çabaları vardı ve ben bunu kabul etmiyordum. Bu beni o dönem
saldırgan yaptı, bir tür kendini kanıtlamak ve var etmek çabası oldu, birkaç
kez kavga ettim ve ceza aldım.
İlkokulda çok çalışkan bir öğrenci değildim ancak hızlı okuma
yarışmalarında hep birinci olurdum. Ablamı geçebildiğim tek konu ondan daha iyi
okumamdı. Bir de ilkokul dördüncü sınıfta bir müfettiş gelmişti dersimize ve
silindirin hacmini sordu. Bu soruyu kimse bilemedi, ben parmak kaldırdım,
öğretmen bana söz hakkı vermekte tereddüt etmesine rağmen ben ısrar edince söz
hakkı verdi ve ben soruyu tahtada çözdüm. Bu olaydan sonra öğretmenin ve
sınıfın gözündeki yerim farklı oldu. Artık daha saygı değer ve önemli bir
öğrenciydim.
İlkokula ilişkin olarak bu iki olay zihnimde yer etmiştir. Her
gün kavga eden, saldırgan bir öğrenciydim. Küçük olduğum için üzerime gelen
baskılara bir tür karşı koyma, daha şiddetli bir tepki gösterme, bir tür
defansif saldırganlıktı.
Bu
yıllarda okumalarınız nasıl şekilleniyordu, ilk okuduklarınız nelerdi?
Biz disiplinli ve mütevazı bir aileydik. Babam her gün bize
bir simit ve gazoz parası verir, ayrıca hafta sonları için de bir sinema bileti
parası verirdi. Babamın son derece dindar biri olarak bana sinema parası
veriyor olması ilginçtir. Ben simit ve gazoz parasını biriktirir çizgi roman
alırdım ve hafta sonları ise sinemaya giderdim.
İlkokul yıllarında o dönemin Kaptan Swing, Zagor, Tommiks,
Teksas gibi meşhur çizgi romanlarının hepsini alır okurdum. Bitirdiklerimi ise
sokaktaki tezgâhlardan değiştirerek bütün serileri okumaya çalışırdım. Benim
okuma aşkımın kaynağı bu çizgi romanlardır. Okumalarım nedeniyle önce ailem
tarafından teşvik edilirken sonra ders dışı okumalarımın çokluğu nedeniyle
ailemden tepki almaya başlamıştım.
Bu çizgi romanlar içinde kendime hayalî bir dünya kuruyor ve
zihnimde yeni hikâyeler yazıyordum. Okuduğum ve sevdiğim çizgi romanların
kahramanlarını kullanarak yeni kurgular oluşturuyordum. Özellikle en sevdiğim
hikâyelerim farklı çizgi romanların karakterlerini bir hikâyede buluşturduğum
kurgulardı. İlkokulda okuduğum bu hikâyeler okuma alışkanlığımın temeli
oldular.
Bunun yanı sıra eve her gün Tercüman gazetesi alınıyordu. O
dönem Tercüman" da yer alan Pehlivan Tefrikaları ve
gazeteyle verilen temel eserler ile Büyük Doğu dergisi ve babamın
tasavvuf kitapları ilk okumalarım arasında yer aldılar.
Babamın ilkokul mezunu olmasına rağmen derin tasavvuf bilgisi
ben de sağlam ölçütler oluşturmuştur. Ayrıca babamın arkadaşlarının katılımıyla
evimizde yapılan sohbetler sanıyorum zihnimin oluşmasında farkında olmasam da
beni etkilemiştir. Benim tasavvufla ilgim teorik boyutta edindiğim bilgilerden
ve aldığım kültürden öte geçmemiştir.
İlkokul beşinci sınıfta başarı beklenen bir öğrenciydim ve
devlet parasız yatılı okulları sınavından okuldaki en yüksek puanı aldım. O
dönemde gidebileceğim bir Anadolu liseleri, o zamanki adıyla Maarif Kolejleri
vardı, bir de İmam Hatip Liseleri vardı. Babamın tercihi üzerine İmam Hatip
Lisesi’nin orta kısmına kaydoldum. Öğretmenlerim Maarif Kolejine gitmemi
istemiş fakat babam, “Benim için dinini öğrenmesi her şeyden önemlidir.”
diyerek buna itiraz etmişti. 1971 yılında, on yaşında Bursa İmam Hatip
Lisesi’nin orta kısmına yatılı olarak kaydoldum. O dönemde İmam Hatiplerin
ortaokul kısmı kapatılmıştı ve normal eğitim-öğretim müfredatı uygulanıyordu.
İlkokulda 4. ve 5. sınıfta yazları Kur’an kursuna giderek,
Kur’an okumayı öğrenmiştim. Sadece ben değil ailenin bütün çocukları Kur’an
okumayı öğrenmişti.
Benim kitaplarla ve edebiyatla ciddi ilişkim ortaokulda okulun
kütüphanesini keşfetmemle başladı. Okulun zengin bir kütüphanesi vardı. Evden
ayrılınca çizgi romanlarla ilişkim kesildi ve ciddi olarak ilk okuduğum Peyami
Safa olmuştur. Onun bütün kitaplarını yutarcasına okumuştum. Daha sonra Halit
Ziya’lar, Refik Halit’ler bütün romancıları okudum. Artık kitaplar hayatımın
vazgeçilmezi olmuştu.
Okumalarım çizgi romanlardan yüksek edebiyat kitaplarına
geçmişti. O dönem yaşıtlarım çocuk kitapları okurdu ama ben bu kitapları pek
sevmezdim. Zaman zaman arkadaşlarımın elinde görüp o tür kitaplardan da
okumuşluğum vardır ama o türdekileri pek tercih etmezdim.
Peyami
Safa’nın sizde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Peyami Safa romanlarının beni çok
etkilediğini hatırlıyorum. Peyami Safa, Türkiye’de değeri yeterince bilinmemiş
bir romancı gibi gelir bana. Dostoyevski 190
okuyunca bunu daha iyi anlamıştım. Siyasi
düşünceleri bir yana, edebî kişiliği beni gerçekten etkilemişti. İlkokul
yıllarında çizgi romanlar nasıl hayal dünyamı harekete geçirdiyse, ortaokulda
da Peyami Safa romanları bana yeni bir kapı açmıştı. Onun tekrar tekrar
okuduğum kitapları da vardır. Yüksek edebiyatın kapısını bana Peyami Safa
açmıştır.
Kitaplar
dışında ilgilendiğiniz şeyler nelerdi?
Benim kuşağım dönemin çalkantıları içinde kalmış bir kuşaktır.
Bu kargaşa içerisinde her zaman kitaplar iyi bir arkadaş olarak yanımda yer
aldılar. Bir de düzenli olarak spor yapardım. Atletizm, basketbol ve bütün su
sporlarını yaptım. Yaşıtlarım kulüplere, derneklere, partilere giderken ben
sporun sivil ve rahatlatıcı dünyasını tercih ettim.
Lise
yıllarınızda sizi etkileyen, yönlendiren olaylar nelerdi?
Lise yıllarımda beni etkileyen Felsefe öğretmenim Mustafa Öz
olmuştur. İstanbul Üniversitesinden mezundu ve çok iyi bir hocaydı. Sosyoloji
okumamda birinci derecede etkili olmuştur. Hocayı tanır tanımaz bu kararı
almıştım.
Üniversite
ve İstanbul yıllarını anlatır mısınız
1978 yılında İstanbul’a gelerek üniversiteye kaydoldum. Henüz
17 yaşında bir gençtim. Bu sırada şiir ve edebiyata ilgim yoğun şekilde devam
ediyordu. Bütün İkinci Yeni şairlerini ve sonra gelenleri okuyordum. Tabii ki
benim kuşağımın tamamı için en parlak ve cezbedici şair İsmet Özel’di. 1978’de
benim için iki şey başlamıştı, bir Sosyoloji okumaya başladım bir de İsmet
Özel’le tanıştım.
İsmet
Özel’le nasıl karşılaştınız?
dönem çıkan Yeni Devir gazetesine şair Mehmet Ocaktan’ı
görmeye gitmiştim ve o bana kapı aralığından İsmet Özel’i göstermişti. İsmet
Özel kasketli, kısa boylu, esmer, zayıf, ufak tefek, kara kuru bir adamdı. Bu
benim hayalimde yarattığım İsmet Özel’den farklıydı.
Mehmet Ocaktan ile bir gün Nobel ödüllerini tartışırken, ben o
gençlik ateşiyle “Ben Nobel’i bir tek şey için isterim, o da reddetmek için.”
demiştim. İsmet Özel de yanımıza gelerek “Biliyorsunuz Sartre bunu daha önce
yapmıştı.” dedi ve “Siz güneyli misiniz?” diye sorarak ilk kez bana ilgi
gösterdi. Beni güneyli, Türkiye’nin güneyinden biri olarak düşünmüştü. “Hayır.”
dedim. Yanımızdaki arkadaşlar da benim şiir yazdığımı söylemişlerdi. Böylece
tanıştık ve dört yıl boyunca yoğun ve sürekli bir usta-çırak ilişkisi ve
arkadaşlığımız oldu.
İsmet
Özel’in sizin şiirinizin temellerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
İsmet Özel, benim şiirde ustamdır. Şiir üzerine çokça
sohbetlerimiz olmuştur. Daha önce İzmir’de şiir de yayınlamıştım ama bunu İsmet
Özel bilmiyordu.
Bu
şiirlerin yayınlanma öyküsünü paylaşır mısınız?
İzmir’deyken Konak’ta Aydın Kitabevi'ne cuma ve
cumartesi günleri kitap- dergi almaya giderdim. O dergiyi çıkaranlar da oraya
gelirlerdi ama hiçbir zaman tanışma konuşma gerçekleşmedi. Dergi İzmir’de çıkan
bir dergi olduğu için öylesine şiir göndermiştim. Yayınlamasına şaşırdım hatta.
Üniversite
hocalarınız arasında kimler vardı?
İstanbul Üniversitesi’nde hocalarım arasında Cahit Tanyol,
Baykan Sezer, Fügen Berkay, Korkut Tuna, Ümit Meriç gibi önemli isimler vardı.
İstanbul
yıllarınızdan ve o dönemdeki hayatınızdan, arkadaşlıklarınızdan bahsedebilir
miyiz?
İstanbul bir kampüstür. Kültür, sanat, edebiyat her yerdedir.
Bir medeniyetin içindesinizdir. İstanbul siz ne isterseniz öyle olan bir şehir.
Üniversite yıllarında şiir-edebiyat vesilesiyle pek çok
arkadaşım oldu. Felsefe bölümünde edebiyatla ilgilenen çok arkadaşımız vardı.
Oktay Taftalı, Cengiz Öndersever gibi isimlerle arkadaşlığımız vardı. Bütün
siyasi kamplaşmaların dışında, edebiyat-felsefe merkezli bir arkadaşlığımız
vardı. Ben ilk gençlik yıllarından itibaren edebiyatın ve şiirin otonomisine
inandım. Edebiyat, şiir ilişkilerim de hep bu otonomi anlayışına göre
biçimlendi.
Öğrencilik yıllarımda Üsküdar’da bir evde kalıyorduk ve
evimizde sürekli olarak yazan, çizen, edebiyat, şiir, felsefe meraklısı
arkadaşlarla bir araya gelirdik. O ev o kadar çok bilinir, ziyaret edilirdi ki
arkadaşlar arasında “Üsküdar’daki Ev” adıyla anılırdı. Eve gelenler arasında
İlhan Kutluer, Süleyman Portakal, Hüseyin Atlansoy, Hasan Selami Binay, Adem
Turan, İhsan Deniz, Yüksel Peker, Sıtkı Caney ilk aklıma gelen isimler. Ayrıca
Necat Çavuş, Adnan Özer, Akif Kurtuluş, Metin Celâl de o dönemde tanışıklığım
ve arkadaşlıklarım olan şairlerdi. Bizim kuşak, yani 80 Kuşağı, farklı dünya
görüşlerine sahip şairlerin arkadaş olabildikleri, aynı dergilerde, aynı
yayınevlerinde kitapları yayınlanan şairler kuşağıdır da. Benim ilk kitabım
sosyalist bir şair arkadaşım olan Adnan Özer’in kurduğu Üç Çiçek Yayınlarından
çıkmıştır.
12
Eylül 1980 darbesini nasıl anımsıyorsunuz?
İkinci sınıftayken 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Bizim örgütsel,
politik angajmanlarımız yoktu ama ortamın bütün baskısını, şiddetini
hissediyorduk. Biz kültür sanat merkezli bir arkadaşlık kurmuştuk. 12 Eylül
sabahı radyodan Hasan Mutlucan türkülerini ve darbe bildirisini duyduk.
12 Eylül’den sonra kısmî bir rahatlama ortamı oluştu ve
edebiyat, şiir merkezli diyaloglarımız daha da artmıştı. İstanbul’da Çorlulu
Ali Paşa Medresesi, bizim tabirimizle Erenler adıyla andığımız bir mekân
vardır. Diyebilirim ki Erenler’den geçmeyen 80 Kuşağı şairi yoktur. Pek çok
arkadaşımızla orada tanıştık, konuştuk, tartışmalar yaptık.
Az önce
kaldığımız yerden, İsmet Özel’le olan arkadaşlığınızdan devam eder misiniz?
İsmet Özel, bir gün şiirlerimi de alıp kendisini ziyaret etmem
için beni davet etti. Ben de dört tane şiirimi temizce daktiloya çekip ona
gittim. Şiirlerimi okudu, kitaplığına kaldırdı ve şiirlerimle ilgili olumsuz
hiçbir şey söylemedi, ben tavrından olumlu izlenim edinmiştim. Bu şiirlerden
başka bir kopya elimde olmadığı için şiirleri net hatırlayamıyorum ancak daha
sonraki şiirlerime o şiirlerden bazı mısralar aktarmıştım.
Üniversite hayatım boyunca, dört sene zarfında İsmet Özel’le
çok sık görüşüyor, sürekli şiir-edebiyat üzerine sohbet ediyorduk. Ben şiirle
ilgili görgümü İsmet Özel’den edindim. Bilgiden çok görgümü... Bu hem çok
şanslı hem çok şanssız bir başlangıç oldu. Çok şanslı çünkü bu sayede birçok
zayıf, niteliksiz, ikinci ve üçüncü sınıf kalitelere takılmaktan kurtuldum. En
yüksek noktadan şiire girdim. Bu bir şanssızlıktı, çünkü benim üzerimde çok
büyük bir baskıydı. İsmet Özel’in şair dediği bir gençtim ve yazdıklarım en az
İsmet Özel’in şiirleri kadar iyi olmalıydı. Bu noktada şunu düşünmüştüm,
yazdıklarım ya İsmet Özel izinde gidecek ya da bambaşka bir yolda olacaktı. İlk
şiirlerimde, özellikle Yönelişler" de yayınlananlarda bu ikilik
vardır, bazı şiirlerim İsmet Özel’e bakar, bazı şiirlerim başka bir yol açmaya
çalışır. Mesela oradaki “Kötülük” şiiri İsmet Özel’le karşılaşıp hemen
ayrılmaya çalışan bir şiir, “Söylenmeyene Katkı” ise ayrılmış bir şiirdir.
Yönelişler
Dergisi’nin ortaya çıkış süreci nasıl şekillenmişti? Siz bu süreçte nasıl bir
rol aldınız?
1981 yılında Ebubekir Eroğlu, Adnan Tekşen, Ahmet Yücel, İlhan
Kutluer, Yüksel Kanar gibi benden yaşça büyük olan ama benim sürekli görüştüğüm
grupla bir dergi çıkarma projesi gündeme geldi. O zaman çıkan dergiler Mavera,
Aylık Dergi, Edebiyat Dergisi, Yazko serisi. 12 Eylül’den sonra edebiyat
dünyasında bir tür çeşitlilik vardı. Bu saydığım isimlerle beraber Yönelişler
dergisinin çekirdek kadrosunda yer aldım. Bürde Yayınları"nın maddi
desteğiyle Yönelişler Dergisi 1981 yılında çıkmaya başladı. Özellikle
ilk birkaç yıl çok etkili oldu ve neredeyse bir kuşak şair orada başlamış ve
devam ettirmişlerdir. Adını sayabileceğim pek çok isim var: Osman Konuk,
Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş, İhsan Deniz, Yılmaz Daşçıoğlu gibi...
Dergide şiirle ilgili işleri ben yürütüyordum. Yönelişler
çok iyi bir dergiydi. Şimdi bile bakıldığında hem yaptığı iş hem de
yetiştirdiği edebiyatçılar çok net görülebilir. Yönelişler belirli
ölçüler içinde edebiyatı akademik dünyaya da açan bir dergiydi.
Yönelişler’de her sayı şiirlerim çıkmaya başladı ve
benim edebiyat dünyasında çıkış yaptığım dergi oldu. Yeni Sanat ve Oluşum
dergilerinde yayınladıklarımdan ziyade Yönelişlerde yayınladığım
şiirlerle tanındım.
Ben başka türleri bilemiyorum ama şiire 16-17 yaşından daha
geç olarak başlanabileceğini düşünmüyorum. Bu dönemi şiir için kritik yaş
olarak değerlendiriyorum. İlk şiirlerimi yayımladığımda 16 yaşındaydım. 17
yaşımda özellikle ilişkilerim, okumalarım, tanışıklıklarım sayesinde Türk şiirinin
en üst noktasında bir şiir görgüsü edinmiştim. Bu beni son derece titiz
yapıyordu, bazen bir şiir için yüzlerce sayfa harcıyordum. Bu az önce
söylediğim hem şans hem şanssızlık meselesiydi, ya yeni bir yola girecektim ya
da dönemin ruhuna uygun şeyler yazacaktım ki öyle yazdıklarım da olmuştur. 1981
yılında Yönelişler Dergisinde yazdıklarımla beraber kendi şiirimin
çekirdeği, tohumu atılmıştır diye düşünüyorum. Benim şiirim hâlen o tohumun
açılışıdır. Bugün yazdıklarım içinde bile o dönem yazdıklarıma doğrudan ya da
dolaylı göndermeler bulunabilir.
Yönelişler Dergisiyle dergiciliğin mutfağında çalıştım.
Dağıtımı, satışı, postalanması, aboneler... Bütün bunlar iki yıl boyunca
elimizden geçti, İstanbul’da yürüyerek dergi dağıtıyorduk.
Yönelişler Dergisinin bir özelliği de herhangi bir
siyasî ayrım yapmaksızın iyi ürünlere yer vermesiydi. Sol kimliği olan
arkadaşlar da rahatlıkla şiir yayınlayabiliyordu. Edebiyat merkezli bir
dergiydi.
Bu
yıllarda Sezai Karakoç’la da görüşüyordunuz sanırım.
İstanbul’daki öğrencilik yıllarımda çok düzenli olmasa da Diriliş’e
de gider gelir ve Sezai Karakoç’un sohbetlerine katılırdım. Yönelişler’de
yayınlanmadan çok kısa bir süre önce şiirlerimi Sezai Karakoç’a okutmuştum. Bir
gün arkadaşlarla kendisini ziyarete gitmiştik ve yanımda şiirim varsa bakmak
istediğini söyledi. Şiirimi okuduktan sonra bir kez de benim okumamı istedi ve
birkaç yeri göstererek “Buraların üzerine gidin, bunlar saf şiir.” dedi.
Eğer İsmet Özel ya da Sezai Karakoç benim şiirlerim için olumsuz bir düşünce
ifade etselerdi ya da böyle anlasaydım bu yolculuğu sürdürmezdim. Sezai Karakoç
sadece benim ve kuşağımın değil aşağı-yukarı üç kuşağın üzerinde etkisi olan
bir kaynaktır.
İlk
kitabınızın yayınlanma sürecini paylaşır mısınız?
1982 yılında okulumu bitirdikten sonra bir gün eve geldiğimde
şair Adnan Özer’i babamla otururken buldum. Adnan Özer, Üç Çiçek Yayınlarinı
kurduğunu ve benim şiir kitabımı basmak istediğini söyledi. Bu sırada askere
gitmeme çok az bir zaman kalmıştı. Daha önceleri ben bir gün kitabım çıktığında
içinde Hasan Aycın’ın -ki bizim Hasan Abimizdir- çizgileri olsun istemiştim.
Kitap için hazırladığım dosyayı alıp Balıkesir’e Hasan Aycın’ı görmeye gittim,
ona dosyayı bırakıp İzmir’e geri döndüm. Bir iki hafta içinde Hasan Abi
çizimleri bitirmişti. Galiba Hasan Aycın’ın figüratif anlamda çizdiği çok az
sayıdaki örneklerden bir tanesi kitabım için yaptığı çizimlerdi.
Kitabım çıktı ve ertesi gün ben askere gittim. Kitabımı iki
kişiye imzalayıp takdim ettim. Sezai Karakoç ve İsmet Özel’e.
1982 Aralık döneminde önce İstanbul Tuzla ve ardından da kura
ile Mardin İdil’e yedek subay olarak askerlik görevim için gittim. Askerlik
dolayısıyla bütün Güney Doğu’yu gezdim, o coğrafyayı ve insanlarını tanıma
fırsatı buldum.
İlk kitabım çıkar çıkmaz askere gitmiştim, sonraları öğrendim
ki kitabım için pek çok yazı yazılmış, şiirlerim beğeni almıştı. Adnan Özer
imza günleri düzenliyordu. Ankara’da Dost Kitabevfndeki bir imza gününde
dört kişiydik ve en genç olanı bendim. Garip bir şey oldu, oraya imzalanmak için
getirilen kitaplarım bitti ve başka kitapçılardan kitap toplayıp getirdiler. Bu
beni çok şaşırtmıştı, kitabımın bu kadar ilgi gördüğünü askerde olduğum için
fark edememiştim.
İstanbul’dan
Malatya’ya ve akademisyenliğe geçiş süreciniz nasıl şekillendi?
Askerlik bittikten sonra bir süre iş sıkıntısı çektim ama daha
sonra öğretmen olarak 1985 yılında Malatya’ya tayin oldum. Malatya Lisesi’nde
3,5 yıl kadar öğretmenlik yaptım. İstanbul’dan hocam olan Fügen Berkay, İnönü
Üniversitesi’ne gelmişti ve beni yüksek lisansa ve sonra da asistanlığa davet
etti. Daha sonra da doktora çalışmamı yaptım. Böylece 1988 yılı itibariyle
üniversiteye intisap ettim. 2005 yılında Afyon’a geldim ve o tarihten beri
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünde görev yapıyorum.
Uzun
bir sessizlik süreci yaşadığınızı biliyoruz, bu konuda neler söylersiniz?
Yaklaşık olarak 1990 ile 2000 yılları arasında hemen hemen on
yıl kadar bir süre hiçbir şey yayınlamadım. Bazıları bu süreyi iki kitabımın
çıktığı tarih farkını gözeterek 24 yıl olarak yorumlasa da bu çok doğru
değildir. 1993’e kadar bir şeyler yayınlamıştım ve 2002’ye kadar bir suskunluk
süreci geçirdim. Bu on yıllık süreç benim için karanlık bir dönemdi. Kişisel
bir içe kapanma dönemiydi. Ama tam bir kapanma. “Dokuz yıl sokağa çıkmadım”.
Gerçek anlamıyla sokak da diyebilirim. Tam bir atalet ve içsel kriz dönemiydi.
Bazen olur, bildiğimiz dünya, ayakların altındaki toprak ve başın üstündeki
gökyüzü arasında kaybolursunuz. Daha özel nedenleri anlatmaya gerek yok.
Bana göre 90’lı yıllar Türkiye için de karanlık bir dönemdir.
Bunun ileride daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. O yıllar siyasi, sosyal,
ekonomik, kültürel her açıdan kötü bir dönemdi. Şimdi görüyorum ki
edebiyat-şiir açısından da son derece kısır bir dönemmiş. Bir okur olarak da
bunu söyleyebilirim. Zaten benim edebiyatla ilişkim aslında okuma üzerindendir.
Yazmak, eser vermek ikinci bir iş gibi gelir bana. Bir yazarın da söylediği
gibi yazarın sessiz kaldığı dönem de eserine dâhildir.
2000’li yıllardan sonra tekrar yayınlamaya başladım. Bu arada
müstear isimler kullanarak bazı web sitelerine, email gruplarına üye olup
yazılar yazdım. Bunlar arasında özellikle Erin Özgür takma adıyla Şiir
Postası (siirpostasi@yahoogroups.com)
grubuna ve www.zinhar.com sitesine
yazdıklarım vardır. Buralarda yazdıklarım daha sonra Ağır Ol Bay Düzyazı
ve Zinhar dergilerinde de yayınlandı. Şiir Postası grubu internetin
edebiyatla ilk karşılaşmasıdır diyebilirim. Ben bu grupta önce müstear isimle
daha sonra da kendi adımla yazdım.
Tekrar yazmaya başlamak adeta sıfırdan başlamak gibi oldu ve
bu sanki daha canlı bir başlangıçtı. Şiir dilim de değişmişti. İlk kitabımdaki
kadar ekonomik, yoğun bir dil kullanmadığım görülebilir sonraki şiirlerimde.
Bu
süreçte niçin müstear isim kullanma gereği duydunuz? Sizi buna iten sosyal ya
da kişisel şartlara ilişkin bilgi verir misiniz?
Tamamen tesadüfen gerçekleşti. Bir akademisyen arkadaşım
şiirle ilgili olduğumu bildiği için ciddi şiir tartışmaları olan bir mail
grubunu önermişti. Ben de o gruba gençlik dönemimde de birkaç kez kullandığım
bir müstearı değiştirerek üye oldum. Bir de yeniden başladığımda ne yazacağımı
ben de merak ediyordum. Garip bir şey oldu. Müstearla yazmam, önceden bilinir
olmanın getirdiği kamusal imajdan kurtulmamı ve aslında bir anlamda
özgürleşmeyi sağladı. Bunu tecrübe etmeden bilemiyorsunuz.
Müstear isimle yayınladığınız şiirlerin bazılarını
kitaplarınıza alırken bir kısmını dışarıda bıraktığınızı görüyoruz. Bir şair
olarak, bu ayrımı yaparken hangi ölçütlerden hareket edersiniz? Bunu açıklar
mısınız?
Müstearla yazdığım bazı şiirleri kitaplara almadım.
Almadıklarım benim şiirimi temsil etmeyen, daha deneysel türdeki şiirlerdi. Ama
sonrası için o şiirleri de kitaplara almayı düşünürüm. Çünkü bu şiirde temsil
sorunu sandığımızdan daha karmaşık. Bence bazı şiirlerin temsil etmemesi de bir
çeşit yanılsama. Buna karar verecek okurdur diye düşünüyorum.
Şiirinizdeki
baskın konu ve temaları söyler misiniz? Osman Konuk şiirinin ana yatağı hangi
vadide akmaktadır?
Ben tematik ya da kavramsal düşünerek yazamıyorum. Çok az
şiirin başlığı en baştan bellidir. Kendi yazdıklarım hakkında açıklama yapmakta
zorlanıyorum. Son yıllarda fark ettiğim bir şey var: Şiir, onu belirlemeye ve
yönetmeye çalıştığınızda kaybolan bir şey. Kaybolduktan sonra yazdıklarınız
sadece kâğıt ya da ekrandaki bir takım şekillerden ibaret oluyor. Birine bir
armağan verecekseniz önce o sizde olmalı mesela. Bir an sizin olmalı.
Yumuşak Ge dergisinin “şiir cemaatleri” soruşturmasında
“şiir ülkesinde, şahsen tanışsam da tanışmasam da aynı yere bağlı olduğumuzu
hissettiğim şairler var” diyorsunuz. Bu şairlerin isimlerini anar mısınız?
Ayrıca şairlerle aranızda olduğunu söylediğiniz bu ortak bağı nasıl
yorumlarsınız acaba?
Aslında herkesin bildiği isimler çoğu. Eskiden şairleri
sınıflandırırdım zihnimde. Artık bunu anlamlı görmüyorum. Büyük şairler ya da
orta boy şairler yok. Dünya içinde bazı garip fikirleri paylaşan insanlar var.
Ama bir süre sonra hepimiz dünya-sistem tarafından emiliyoruz. Şiir için en
korkunç sonuç kurumsallaştırılması. Orada herkes ve her yazı ölü göstergelerden
ibaret.
Ortak bağ konusu derin biraz. Görünce biliyorsunuz: İşte bana
benzeyen biri, o kadar da yalnız değilmişiz gibi. Bu tamamen insani durumla
ilgili.
Size
göre şiir nedir? Şiiri meydana getiren unsurlar nelerdir?
Ne olmadığı hakkında birkaç şey söyleyebilirim. Şiir estetik
haz ya da mesaj taşıyıcı bir araç- form değil, bence artık değil. Böyle olduğu
zamanlar da aslında tabiatına yabancılaşma halindeydi. Hatta şiir bir sanat
olmaktan çıktı. Çıkmalı da. Şiirin unsurlarının neler olduğu hakkında hiç
düşünmedim. Şu anda da bir fikrim yok. Bu kısmı edebiyat biliminin konusu. Şiir
yaparken bilim yapılmadığı için uzmanların işini uzmanlara bırakmak en iyisi.
Size göre Türk şiirinin temsil ettiği değerler nelerdir?
Paylaşır mısınız lütfen.
Tamamen varsayımsal bir şey bu. Bana göre Türk romanı ya da
hikâyesi dünya edebiyatında özel bir temsil niteliğine sahip değil. Ama Türk
Şiiri farklı. Bunu ayrıntılı açıklamaya gerek yok.
Türk şiirinde kendinizi hangi şiir/ şair kuşağı içinde
değerlendiriyorsunuz? Bu kuşakla örtüşen ve örtüşmeyen şiir görüşleriniz
nelerdir?
80 Kuşağı. Bu kuşak hakkında çok yazıldı, tartışıldı zaten.
Sosyolojik açıdan kendi kuşağımla zorunlu benzerliklerim var. Ama sanatın ve
şiirin tekil evreninde her şair dünyayla biricik ve teke tek ilişki kuruyor.
Kendiliğinden. Bunun dışında özel farkları ortaklıkları benim söylemem doğru
olmaz.
1980
Kuşağı Türk şiiri hakkındaki görüşlerinizi paylaşır mısınız?
80 Kuşağı hakkında eleştirmenlerin, edebiyat kamusunun ortak
yorumlarının birçoğuna katılıyorum. Tek bir cümle kuracak olursam da, 80
Kuşağı, şiirin Türkiye’de yeniden ayağa kalkması, kaldırılması şansını yaratan
kuşaktır. Bunu anlamak için 70’lerin dünyasına bakmak gerekir.
Size göre bir metni şiir kılan ölçütler nelerdir? Bu ölçütü
kim belirler? Şairin kendisi mi, edebiyat eleştirmenleri mi, okur mu yoksa
kalıcı ya da popüler olmak mı?
Bir metni şiir kılan şey o metinle kurduğumuz doğrudan,
aracısız, tek kelimeyle kalpten ilişki. Kalbimize giren ya da girmeyen. Kalp
derken bürün varlığımıza ait bir şeyden bahsediyorum.
1980 Kuşağı şiiri üzerine yapılan değerlendirmelerde adınız
İslamcı şiir/mistik-metafizik şiir gibi anlayışlar kapsamında anılmakta ve
dönemin “genç Müslüman şairler”i arasında gösterilmektesiniz. Bu konuda neler
söylersiniz?
Şiirde ve sanatta kimlik, adres, aidiyet vurgusu genellikle
sanat zayıf kaldığında başvurulan bir şey. Şöyle bir şey var: “Ben şu dünya
görüşüne sahibim ayrıca iyi şiir sanat yapmama gerek yok, hakikatin sahibiyim,
gerisi ayrıntı” gibi. Şiir tamamen kolektif bilinçle üretilen bir değer olsaydı
bütün sanat tarihini çöpe atmamız gerekirdi. Ama yapamıyoruz. Neden böyle
olduğunu asgari dürüstlüğe ve temel bilgilere sahip herkes biliyor. Kimlik
kartınız ya da pasaportunuz bazı kapıları açabilir ama şiir kapısından girmek
için daha fazlasına ihtiyaç var. İnsanlar çok merak ediyorsa söyleyeyim:
Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzunun içindeyim. Yani en geniş uzlaşmanın.
Ama bazen tek bir kişiyle bile anlaşamadığım doğrudur.
Edebiyat
ve şiir adına yapmak istediğiniz projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Farklı mecralarda yazdığım şiir hakkındaki poetik metinleri
düzenlemek ve belki bir kitap bölümü yapmak istiyorum. Ama hangi formatta olur
bilemiyorum henüz. Kitaplardan sonra yayımlanan şiirlerin de olduğu yeni bir
kitap çıkarmayı düşünüyorum. Proje gibi değil ama hayatımda kendimi borçlu
hissettiğim insanları yazmak istiyorum. Uzun zamandır zihnimde olan bir konu.
Şimdilik sadece bir fikir. Bir fikir kendi formunu bulunca yazılabiliyor. Ben
öyle yazabiliyorum yani.
Bu
samimi, güzel sohbet ve paylaştığınız bilgiler ile misafirperverliğiniz için
çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Ek-2. Osman Konuk Hakkında
Yazılan Yazıların Yayın Yerleri
Kahraman, Mehmet; “Sen, Beni Anlarsın”, Mavera,
Edebiyat Dergisi, S. 120, Aralık 1986, ss. 19-22.
Erdoğan, Mehmet; “Yitik Şairler”, Ayane,
Kültür Edebiyat, S. 17, Mayıs 1989, ss. 2-3.
Kutlu, Mustafa; “Bir Kereden Ne Olur”, Yeni Şafak, 17 Mart 2004,
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/Mart/17/mkutlu.html,
(7 Ekim 2012).
Baş, Fazıl; “Şair Tecrübenin Peşinde”, Atlılar,
Bağımsız Edebiyat Dergisi, S. 15, Mart - Nisan 2005, ss. 47-49.
Ergülen, Haydar; “Osman Konuk Şiiri”, Derkenar,
Edebiyat ve Kültür Dergisi, S. 14, Ocak 2006, ss. 18-19.
Eren, Burhan; “Bir Yaptılar, Pir Yaptılar”, Zaman Pazar, 7 Mayıs 2006,
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=781229&title=bir-yaptilar-pir-
yaptilar&haberSayfa=1
, (14 Mayıs 2012).
Aydoğan, Mustafa; “Üç Şair Üç Ateş”, Yeni
Şafak Kitap, S. 7, 5 Temmuz 2006, s. 24.
Çiçek, Betül Özel; “Tehlikeli Belki”, Anlayış,
Siyaset Ekonomi Toplum Dergisi, S. 39, Ağustos 2006, s. 89.
Keklikçi, Cafer; “Tehlikeli Belki”, Dergâh,
Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 198, Ağustos 2006, ss. 3-4.
Metin, Ali K.; “Tehlikeli Belki’ye
Pürdikkat”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 199, Eylül 2006,
ss. 4-6, 16.
Akın, Enis; “İnsanın Kendi Sesiyle
Ayrılığı”, Virgül, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, S. 102, Aralık 2006,
ss. 49-51.
Evrensel Gazetesi, “Kitap Fuarı Etkinliklerle Devam Ediyor”, 19 Ocak 2008, http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=23753, (28 Temmuz
Özmakas, Utku; “Süreksizliğin Çekiciliği”, Heves,
Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan 2008, ss. 15-26.
Acar, Zafer; “Osman Konuk’un Parodi/ Pastiş
Şiiri”, Yedi iklim, Edebiyat, Kültür, Sanat, Aylık Dergi, S. 221, Ağustos
2008, ss. 51-52.
Dara, Ramis; “Hayatı Şiirleştiren Kitaplar
7”, Akatalpa, Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 112, Nisan 2009, s. 14.
Akın, Hüseyin; “Sükûtun Kapısı”, Dergâh,
Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 231, Mayıs 2009, ss. 3-5.
Özmakas, Utku; “Beyaz Savunma”, Akatalpa,
Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 113, Mayıs 2009, s. 20.
Duman, Cihat; “Şiirsizliğe Karşı Bir Konuğumuzdan Beyaz
Savunma”, Yeniyazı,
Kültür ve Edebiyat Dergisi, S. 1, Temmuz - Ağustos 2009, ss. 88-92.
Kutan, M.
Fatih; “Penyelere İnanıyor muyuz?”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 30
Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1782,
(23 Mart 2012).
Ayçiçek, Hayati S.; “Beyaz Savunma İçin İlk Okuma
Notu”, Aralık Edebiyat e- dergi, 1
Eylül 2009, http://www.xn--aralkedebiyat-69b.com/beyaz-
savunma-icin-ilk-okuma-notu/, (1 Haziran
2014).
Algın, Hatice;
“Edebiyat Mevsimi’ni Sorduk!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 16
Aralık 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=2482
, (5 Kasım 2012).
Coşkun, Müslim; “Edebiyatın Üç Kıymetli
İsmi”, Millî Gazete, 26 Aralık 2009, http://www.milligazete.com.tr/makale/edebiyatin-uc-kiymetli-ismi-
147582.htm,
(23 Mart 2012).
Altıyaprak, Yakup; “Tanınmamak İçin Şair”, Dergâh,
Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 239, Ocak 2010, ss. 11, 16-17.
Ekinci, İdris; “Hayattan Şiire, Beyaz
Savunma Üzerine Notlar”, Aşkar, Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, S. 12,
Aralık-Ocak-Şubat 2009-2010.
C., Ali Ahmet; “Osman Konuk’un İlk Şiir
Kitabı: ‘Seni Yalnız Ben Anlarım”, Kertenkele, Edebiyat ve Düşünce Dergisi,
S. 18, Ocak - Mart 2010, ss. 89104.
Durman,
Nurettin; “Çamlıca Caddesinde Üç Şair”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi,
19 Mart 2010, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=3260&q=
osman+konuk,
(2 Ağustos 2012).
Bayrak, Onur;
“Doksanlara Bir Şerh Olarak Ebedî Skor”, Fikir ve San’atta Sefer Dergisi,
S. 5, Eylül-Ekim 2010, ss. 8-10.
Celep, Mustafa;
“Hayal Gücü Değil Hayat Gücü: Osman Konuk Şiiri Üzerine”, Müfredat Kitap
Dergisi, S. 4, Kasım-Aralık 2010, ss. 18-19.
Çalışkan, Furkan; “Anlaşırsak Ben
Yokum”, Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 6 Haziran 2011, http://www.dunyayayenisoz.com/Yazar/Makale/Anlasirsak-Ben-
Yokum.html,
(28 Temmuz 2012).
Özekinci,
Orhan; “Biz O Şairi Unutamayız, Unutmayacağız!”, Dünya Bizim Kültür Sanat
Sitesi, 13 Kasım 2011, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=7900&tip=h
aber,
(2 Ağustos 2012).
Celâl, Metin;
“Osman Konuk: Beyaz Savunma”, ty., http://www.metincelal.com/turkce/siiryazilari/edipcansever02.htm,
(15 Ocak 2012).
Yusuf, Selahattin; “Tehlikeli Belki’ ve
‘Muhalefet”, Yeni Aktüel Dergisi, S. 262, 02-15 Şubat 2012, s. 83.
Tenekeci, İbrahim; “Osman Konuk Şiiri”, itibar,
Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 7, Nisan 2012, ss. 26-31.
Kaya, Cem; “Nihayet Şiirden Bahsetmiyoruz
Burada!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 2 Mayıs 2012,
http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9678&tip=h
aber,
(4 Haziran 2012).
Malikoğlu,
Enes; “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, Yordam Dergisi, S. 15, Yaz
2012, s. 32.
Aycı, Mehmet;
“Ayak İzleri Bahçeye Dönüşenlerden!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi,
14 Ekim 2012, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=11204&tip=
haber,
(3 Kasım 2012).
Yalçınova, Ömer; “Direkt Kana Karışan
Yazılar”, Yeni Şafak Kitap, 28 Kasım 2012, http://yenisafak.com.tr/kitap-haber/direkt-kana-karisan-yazilar-
28.11.2012-427099
, (8 Aralık 2012).
Yazgıç, Suavi Kemal; “Sıfır İroni”, itibar, Aylık
Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 15, Aralık 2012, http://www.suavikemalyazgic.com/sifir-ironi, (27 Ocak
Tözeren, Ayşegül; “İki Şiir, Bir Dünya”, Karayazı,
Üç Aylık Edebiyat ve Fikir Dergisi, S. 21, Ekim-Aralık 2012, ss. 7-8.
; “Herkese Osman
Konuk'tan Sıfır İroni”, izafi, Edebiyat Kültür Dergisi, S. 8,
Aralık-Ocak 2012-2013, ss. 40-43.
Yeni Şafak, “Şair Osman Konuk: Özel
Şiir Yazma Derdim Yok”, 16 Ocak 2013, http://yenisafak.com.tr/kultur-sanat-haber/sair-osman-konuk-ozel-siir-
yazma-derdim-yok-26.01.2013-456254,
(27 Ocak 2013).
Karaaslan, İsa; “Dikkat Çeken Poetik
Kitaplar”, Ayraç, Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi, S. 40, Şubat
2013, ss. 34-36.
Akar, Mustafa; “Tanınmamak İçin Şair”, itibar,
Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 27, Aralık 2013, ss. 69-71.
[1] Ahmet Hamdi
Tanpınar, “Türk Edebiyatında Cereyanlar”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 6.
Bs., İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2000, s. 104.
[2] Adem Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet
Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923
1960) (A Theorical Approach to the
Turkish Poetry of the Republic Era With İts Guidelines)”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi/ The Journal of International Social Research,
c. III, S.10, Kış 2010, s. 141.
[3] Hakan Sazyek,
“Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, Talât Sait
Halman
(eds.), c. IV, Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 22.
[4] Çalışkan, “Ana Çizgileriyle
Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
146.
[5] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 29.
[6] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 24.
[7] İnci Enginün,
“Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili Aylık Dil Dergisi, Türk Şiiri Özel
Sayısı
IV (Çağdaş Türk Şiiri), S. 481-482, Ocak-Şubat 1992, s. 566.
[8] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 27.
[9] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
146.
[10] Hüseyin Tuncer, Meşrutiyet
Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Ders Kitapları A.Ş., 2001, s. 544.
[11] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
148.
[12] Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, “Cumhuriyet
Dönemi Türk Şiiri”, Yeni Türk Edebiyatı El
Kitabı
(1839-2000), Ramazan Korkmaz (ed.), 4.
Bs., Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2007, s. 233.
[13] Faruk Nafiz Çamlıbel,
“Sanat”, Han Duvarları, İstanbul: Eflatun Yayıncılık, 2004, ss. 40-41.
[14] Birol Emil, Türk
Kültür ve Edebiyatından 2/Şahsiyetler, Ankara: Akçağ Yayınları, ty., s.
248.
[15] Korkmaz ve Özcan,
“Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, s. 233.
[16] İnci Enginün,
“Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı”, Türkler, Hasan Celal Güzel (eds.),
c. XVIII,
Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 107.
[17] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk
Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 24.
[18] Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler,
c. XVIII, s. 108.
[19] Ahmet Haşim, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”, Piyale,
2. tab’, İstanbul: İkdâm Matbaası,
1928, s.
6.
[20] Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk
Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 35.
[21] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”,
s.153.
[22] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 40.
[23] Mehmet Kaplan, Şiir
Tahlilleri 2 (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), 5. Bs., İstanbul: Dergâh,
Yayınları,
1992, s. 195.
[24] Kaplan, Şiir
Tahlilleri 2 (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), s. 116.
[25] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
158.
[26] Öztürk Emiroğlu, Türkiye’de
Edebiyat Toplulukları, 3. Bs., Ankara: Akçağ Yayınları, 2008, s.
133.
[27] Rauf Mutluay, 100 Soruda Çağdaş Türk
Edebiyatı (1908-1972), İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1973,
s. 267.
[28] Behçet Necatigil, Edebiyatımızda
İsimler Sözlüğü, 24. Bs., İstanbul: Varlık Yayınları, 2007, s.
365.
[29] Ahmet Kabaklı, Türk
Edebiyatı, 12. Bs., İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, c. III, 2004,
s.
597.
[30] Necatigil, Edebiyatımızda
İsimler Sözlüğü, s. 140.
[31] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
159.
[32] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 41.
[33] Hakan Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk
Şiirinde Garip Hareketi, 3. Bs., Ankara: Akçağ
Yayınları,
2006, s. 28.
[34] Sazyek, “Cumhuriyet
Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 42.
[35] M. Orhan Okay, Poetika
Dersleri, İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2011, s. 37.
[36] Yasemin Mumcu Ay, “Türk Şiirinde Garip
Hareketi”, Turkish Studies /International Periodical
For The Languages, Literatüre and
History of Turkish or Turkic, Vol. 4 /
1-II Winter 2009, s. 1244.
[37] Bâki Asiltürk,
“Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Manifestolar”, Türk Edebiyatı Tarihi,
Talât
Sait Halman (eds.), c. IV,
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 142.
[38] Asiltürk, “Cumhuriyet
Dönemi Türk Şiirinde Manifestolar”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s.
141.
[39] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”,
s.164.
[40] Enginün, “Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler, c. XVIII, s. 113.
[41] M. Akif İnan, Cumhuriyet'ten
Sonra Türk Şiiri, Ankara: Eğitim-Bir-Sen Yayınları, 2010, s. 130.
[42] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
167.
[43] Hulusi Geçgel, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, 3. Bs., Ankara: Anı Yayıncılık, 2011, s. 148.
[44]Turan Karataş, “İkinci Yeni Türk Şiiri”, Türkler,
Hasan Celal Güzel (eds.), c. XVIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.
171.
[45] Geçgel, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, s. 173.
[46] Muzaffer Erdost,
“İkinci Yeni”, Son Havadis, S. 226, 19 Ağustos 1956. Karşılaştırınız
Çalışkan,
“Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri
Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s. 177; Geçgel, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, s. 163.
[47] Enginün, “Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı” , Türkler, c. XVIII, s. 114.
[48] Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, “1950 Sonrası”,
Türk Edebiyatı Tarihi, Talât Sait Halman
(eds.), c. IV, Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007, s. 66.
[49] Karataş, “İkinci Yeni
Türk Şiiri”, Türkler, c. XVIII, s. 171.
[50] Geçgel, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, s. 174.
[51] Mehmet H. Doğan,
“Türk Şiirinde İkinci Yeni Dönemeci”, İkinci Yeni Şiir, 2. Bs.,
İstanbul:
İkaros
Yayınları, 2008, s. 180.
[52] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 68-69.
[53] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 66.
[54] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 66.
[55] İnci Enginün, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, 4. Bs., İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2003, s.
120.
[56] Bâki Asiltürk, Hilesiz
Terazi, 2. Bs., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011, s. 210.
[57] Alâattin Karaca, ikinci
Yeni Poetikası, 2. Bs., Ankara: Hece, Yayınları, 2010, s. 104.
[58] Karaca, ikinci
Yeni Poetikası, ss. 107-108.
[59] Kabaklı, Türk Edebiyatı,
c. IV, s. 548.
[60] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 71.
[61] Kabaklı, Türk
Edebiyatı, c. IV, s. 549.
[62] Geçgel, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, ss. 189, 191.
[63] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 69-70.
[64] Karaca, ikinci
Yeni Poetikası, s. 115.
[65] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s. 73.
[66] Çalışkan, “Ana
Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, s.
184.
[67] Karaca, ikinci
Yeni Poetikası, s. 115.
[68] Enginün, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, s. 113.
[69] Eray Canberk, “1940
Kuşağı’ Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri”, Hece, Aylık Edebiyat Dergisi,
Yıl 5,
S. 53/54/55, Mayıs/Haziran/Temmuz 2001, s. 132.
[70] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s.
92.
[71] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s.
95.
[72] Korkmaz ve Özcan,
“1950 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. IV, s.
104.
[73] Korkmaz ve Özcan,
“Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, s. 295-296.
[74] Bu hızlanmada 1965’te
Nâzım Hikmet’in şiirlerinin tekrar yayımlanmaya başlaması da etkilidir.
Benzer bir durum 1960 sonrasında
tekrar yayımlanmaya başlayarak gündeme gelen Necip Fazıl Kısakürek’in
eserlerinin Yeni Islami Akım üzerindeki etkisi için de söylenebilir.
[75] Hakan Arslanbenzer, “1960 Kuşağından Günümüze
Şiirin En Uzun Elli Yılı”, 20. Yüzyıl Türk Şiiri
(100 Şair 100 Şiir), Enis Batur (eds.), İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, 2006, s. 21.
[76] Arif Ay, “İki Buçuk
Darbe Arası Türk Şiiri”, Hece, Aylık Edebiyat Dergisi, Yıl 5, S.
53/54/55,
Mayıs/Haziran/Temmuz 2001, 2.
Bs., s. 136.
[77] Enginün, Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı, s.126.
[78] Bâki Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013, s. 20.
[79] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, ss. 24-25.
[80] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.
[81] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 25.
[82] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.
[83] Metin Cengiz, Modernleşme
ve Modern Türk Şiiri, 2. Bs., İstanbul: Şiirden/Digraf Yayıncılık,
2011, ss.
127, 136.
[84] Kemal Gündüzalp, ‘1980
Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, İstanbul: Şiirden/Digraf Yayıncılık, 2011, s.
172.
[85] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 49.
[86] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 51.
[87] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 100.
[88] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 176.
[89] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 180.
[90] Gündüzalp, ‘1980 Sonrası Şiiri’ ve Eleştiri, s. 183.
[91] Hasan Bülent
Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2004,
s. 163.
[92] Kahraman, Türk
Şiiri, Modernizm, Şiir, s. 410.
[93] Metin Celâl, Yeni
Türk Şiiri, İstanbul: Çizgi Yayınları, 1999, s. 25.
[94] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 55.
[95] Ahmet Oktay, “1980
Sonrasında Şiir”, İmkânsız Poetika, İstanbul: İthaki Yayınları, 2008,
ss. 64
65.
[96] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 100.
[97] Osman Konuk,
“Anlatmaktan Vazgeçmeden Anlatılamaz”, (Konuşan: İbrahim Tenekeci), Dergâh,
Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 195, Mayıs 2006, s. 13.
[98] Osman Konuk,
“Türkiye’de Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, (Konuşan: Cenk Gündoğdu),
Üç
Nokta Edebiyat Dergisi, S. 9, Kış 2007
(Kasım-Aralık), s. 14.
[99] Osman Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”, (Konuşan: Murat Tokay), Kitap
Zamanı, S. 8, 4-10 Eylül 2006,
http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=357 ,
(14 Mayıs
2012).
[100] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[101] Konuk, “Türkiye’de
Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.
[102] Konuk, “Türkiye’de
Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.
[103] Bkz. Ek-1, s. 199.
[104] Afyonkarahisar’ın
Emirdağ İlçesi’ne bağlı olan Gömü Köyü daha sonları belde olmuştur.
[105] Osman Konuk, Seni
Yalnız Ben Anlarım, İstanbul: Üç Çiçek Yayınları, 1982, s. 61; Şaban Abak
ve Hüseyin Atlansoy, Güldeste, İstanbul: Beyan Yayınları, 1991, s. 131;
Mehmet Çetin, “Osman Konuk”, Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi,
c. IV, 3. Bs., Ankara: Akçağ Yayınları, 2002, s. 169; Özcan Ünlü (drl.), “Osman
Konuk”, Yüz Yıllık Türk Şiir Atlası, c. II, İstanbul: Birey Yayıncılık,
2004, s. 264; Enis Batur (eds.), “Osman Konuk”, 20.Yüzyıl Türk Şiiri (100
Şair 100 Şiir), s. 139; İbrahim Tenekeci, “Osman Konuk”, Dergâh Şiirleri
Güldestesi, İstanbul: Dergâh, Yayınları, 2006, s. 168; İhsan Işık, “Konuk,
Osman”, Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi, c. VI, Ankara: Elvan Yayınları, 2006, s. 2242; Murat Yalçın
(ed.), “Konuk, Osman”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi,
c. II, 3. Bs., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 642; ayrıca Bkz. Ek-1,
s. 188.
[106] Bkz. Ek-1, s. 188.
[107] Bkz. Ek-1, s. 188.
[108] Bkz. Ek-1, s. 189.
[109] Bkz. Ek-1, s. 190.
[110] Bkz. Ek-1, s. 188.
[111] Bkz. Ek-1, s. 188.
[112] Bkz. Ek-1, s. 189.
[113] Bkz. Ek-1, s. 189.
[114] Osman Konuk’un
çocukluk dönemine ilişkin bilgiler için bkz. Osman Konuk, “Sınıfın En İrisini
Dövünce...!”, (Konuşan: Nurettin Durman), Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi,
22 Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haberYazdir&ArticleID=1733&tip=haber, (23 Mart 2012); Osman Konuk, “Osman Konuk ile Söyleşi”,
(Konuşan: Şenay Şan), Mecidiye Anadolu Lisesi Dergisi, Yıl 3, S. 3, 2010,
s. 28.
[115] Bkz. Ek-1, s. 189.
[116] Bkz. Ek-1, s. 189.
[117] Bkz. Ek-1, s. 189.
[118] Bkz. Ek-1, s. 197.
[119] Bkz. Ek-1, s. 189.
[120] Aynı bilgi için bkz.
Konuk, “Sınıfın En İrisini Dövünce...!”.
[121] Bkz. Ek-1, s. 190.
[122] Bkz. Ek-1, s. 190.
[123] Bkz. Ek-1, s. 190.
[124] Bkz. Ek-1, ss.
190-191.
[125] Bkz. Ek-1, s. 191.
[126] Bkz. Ek-1, s. 191.
[127] Bkz. Ek-1, s. 191.
[128] Osman Konuk, “Bilgi
Sosyolojisi Açısından Bilgi ve Sosyal Yapı İlişkisinin Analizine Giriş”, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988).
[129] Osman Konuk, “Kültür
Değişmesi ve Televizyon: Televizyonun Etkileri” (Yayınlanmamış Doktora Tezi,
İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1991).
[130] Bkz. Ek-1, ss.
192-193.
[131] Bkz. Ek-1, s. 188.
[132] Bkz. Ek-1, s. 188.
[133] Aynı anı için bkz. Konuk, “Sınıfın
En İrisini Dövünce...!”; Osman Konuk, “160. Kilometre’nin
Anket Defterinden: Osman Konuk”, 160. Kilometre Edebi
Şeyler Şiir Dizisi,
http://160incikilometre.com/2012/10/14/160-kilometrenin-anket-defterinden-osman-konuk/, (3 Kasım 2012).
[134] Bkz. Ek-1, s. 189.
[135] Osman Konuk,
“Melanie”, Tehlikeli Belki, Ankara: Hece Yayınları, 2006, ss. 52-53.
Dipnotlarda
Tehlikeli Belki adıyla yapılan göndermeler aksi belirtilmedikçe bu baskıya
aittir.
[136] Konuk, “Şiiriyet”, Tehlikeli
Belki, ss. 66-67.
[137] Osman Konuk, “Penye
ve Hakikat”, Beyaz Savunma, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2009, ss. 7-9.
[138] Konuk, “Tehlikeli
Belki”, Beyaz Savunma, ss. 10-12.
[139] Konuk, “Kır Düğünü”, Beyaz
Savunma, ss. 17-18.
[140] Konuk, “Geleceğin
Şiiri”, Beyaz Savunma, ss. 19-23.
[141] Konuk, “Tabure ile
Berjer”, Beyaz Savunma, s. 44.
[142] Konuk, “Senaryo
Aşamasındaki Final”, Beyaz Savunma, ss. 51-53.
[143] Bkz. Ek-1, s. 190.
[144] Osman Konuk, “Şiir
Dostuna”, Yeni Sanat Aylık Sanat Dergisi, S. 5/6, Şubat-Mart 1980, s.
25.
[145] Bkz. Ek-1, s. 192.
[146] Konuk, “Sınıfın En
İrisini Dövünce...!”.
[147] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.
[148] Konuk, “Türkiye’de
Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 15.
[149] Bkz. Ek-1, s. 191.
[150] Bkz. Ek-1, s. 191.
[151] Bkz. Ek-1, s. 191.
[152] Bkz. Ek-1, s. 191.
[153] Bkz. Ek-1, ss.
191-192.
[154] Bkz. Ek-1, ss.
192-193.
[155] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[156] Konuk, —Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[157] Bkz. Ek-1, ss.
193-194.
[158] Bkz. Ek-1, s. 193.
[159] Bkz. Ek-1, ss.
192-193.
[160] Bkz. Ek-1, s. 193.
[161] İdam edilerek hayatı
sonlandırılan Çorlulu Ali Paşa tarafından bir külliye olarak yaptırılan Çorlulu
Ali Paşa Medresesi, uzun yıllardır içerisinde çeşitli işletmelerin olduğu,
kahve, nargile, çay içilen tarihi bir mekân olarak varlığını sürdürmektedir.
Günümüzde olduğu gibi geçmişte de üniversite öğrencileri başta olmak üzere pek
çok ziyaretçisi olan bu tarihî mekân 1980 Kuşağı şairlerinin buluşup şiir
sohbeti yaptıkları, arkadaş oldukları bir yer olmuştur. Osman Konuk’un ifade
ettiği bu durum, Metin Celâl tarafından da anılmıştır. Bkz. Celâl, Yeni Türk
Şiiri, s. 52.
[162] Erenler
adıyla anılan bu mekân, Erenler Nargile ismiyle bugün de hizmet veren
özel bir işletmedir.
[163] Bkz. Ek-1, s. 193.
[164] Nurettin Durman,
—Çamlıca Caddesinde Üç Şair”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 19 Mart
2010, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=3260&q=osman+konuk, (2 Ağustos 2012).
[165] Bkz. Ek-1, s. 195.
[166] Bkz. Ek-1, s. 195.
Aynı anısı için bkz. Müslim Coşkun, “Edebiyatın Üç Kıymetli İsmi”, Millî
Gazete, 26 Aralık 2009,
http://www.milligazete.com.tr/makale/edebiyatin-uc-kiymetli-ismi- 147582.htm,
(23 Mart 2012).
[167] Bkz. Ek-1, ss.
196-197.
[168] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 14.
[169] Bkz. Ek-1, s. 197.
[170] Konuk, “Sınıfın En
İrisini Dövünce...!”.
[171] Bkz. Mehmet Erdoğan,
“Yitik Şairler”, Ayane, Kültür Edebiyat, S. 17, Mayıs 1989, ss. 2-3;
Celâl, “Genç Müslüman Şiir ya da Madalyonun Öbür Yüzü”, Yeni Türk Şiiri,
ss. 22-26; Adem Çalışkan, “Cumhuriyet Devri İslami Türk Edebiyatı (1960-2000)”,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2002), c. I, ss. 449-450; Asiltürk, Türk Şiirinde 1980
Kuşağı, ss. 100, 252.
[172] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 297.
[173] Bkz. Ek-1, ss.
199-200.
[174] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[175] Adem Çalışkan, “Türk
Edebiyatında Poetika - I”, Berceste, Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Yıl
10, S. 119, Mayıs 2012, s. 2.
[176] Ali Selçuk, “Poetika
Kavramı ve İkinci Yeni’nin Poetik Metinlerinde Anlam Sorunu”, Heves, Şiir
Eleştiri Dergisi, S. 4, Ağustos 2004, s. 9.
[177] Hakan Sazyek, “Yeni
Türk Edebiyatında Poetika Tarzlarına Bir Örnek: Manzum Ön Sözler”, Hece,
Aylık Edebiyat Dergisi, Yıl 5, S. 53/54/54, Mayıs/ Haziran/ Temmuz 2001, s.
359.
[178] Osman Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum,
Gerçekgücüyle Yazıyorum”, (Konuşan: Mehmet Öztek),
Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 11, Temmuz 2006, s. 30.
[179] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden
Anlatılamaz”, s. 13.
[180] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden
Anlatılamaz”, s. 13.
[181] Osman Konuk, “Şairler Şiir Yazmasaydı, Hiç
Şiir Okunmasaydı Ne Eksik Kalırdı?”, Dünya Bizim
Kültür Sanat Sitesi, 11 Mayıs 2012,
http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9761&tip=haber, (5 Kasım 2012).
[182] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu
Düşünüyorum”.
[183] Konuk, “Şiirin Asabiyetten Doğduğunu
Düşünüyorum”.
[184] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden
Anlatılamaz”, s. 13.
[185] Osman Konuk, “Türk Şiirinin Tabuları”, Karagöz,
Edebiyat Şiir ve Temaşa Dergisi, S. 2, Nisan- Mayıs 2008, s. 28.
[186] Osman Konuk, “Modern
Şiir Topyekün Argo”, (Konuşan: Suavi Kemal Yazgıç), Gerçek Hayat Dergisi,
S. 438, 13 Mart 2009, s. 23.
[187] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[188] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.
[189] Osman Konuk, “Savaş
Bitti’ Nasıldı?!”, Kitap Postası, S. 1, Nisan 2005, s. 13.
[190] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.
[191] Osman Konuk, “Şair
Osman Konuk ile Röportaj”, (Konuşan: Işık Yanar), Medeniyet Düşünce ve
Kültür Bülteni, S. 3, Temmuz 2006, s. 57.
[192] Osman Konuk,
“Görüşmecim Yeşil Soğan Göndermiş”, bachibouzouck, S. 6-8, Ocak-Haziran
2006, http://www.bachibouzouck.com/review/images/Revue_6_8/1ynkonukosmangorusmecimyesilso ganm.pdf,
(23 Mayıs 2014).
[193] Osman Konuk, “Şiir
Modern İktisada Düşman”, poetikhaber, 24
Kasım 2012,
http://poetikhaber.net/haber.php?isl=oku&id=241, (8 Aralık 2012).
[194] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[195] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[196] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[197] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[198] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.
[199] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.
[200] Ali Ahmet C., “Osman
Konuk’un İlk Şiir Kitabı: ‘Seni Yalnız Ben Anlarım”, Kertenkele, Edebiyat ve
Düşünce Dergisi, S. 18, Ocak - Mart 2010, s. 94.
[201] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 29.
[202] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 29.
[203] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.
[204] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 298.
[205] Osman Konuk, “Osman
Konuk ile Söyleşi”, (Konuşan: Şenay Şan), Sıfır ironi, İstanbul: 160.
Kilometre Yayınları, 2012, s. 49. Aslı Mecidiye Anadolu Lisesi Dergisi’nde
yayınlanan bu röportaj, şairin Sıfır ironi kitabına bazı değişikliklerle
aktarılmıştır.
[206] Osman Konuk,
“Gelecek Geldiğinde Kimse Olmayacak”, (Konuşan: Furkan Çalışkan), Yeni Şafak
Kitap, S. 66, 13 Haziran 2012,
http://yenisafak.com.tr/Kitap/?i=389917, (26
Temmuz 2012).
[207] Konuk, “160.
Kilometre’nin Anket Defterinden: Osman Konuk”.
[208] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.
[209] Osman Konuk, “Aynı
Şiirde İki Kere Yıkanılmaz”, (Konuşan: Ali Görkem Userin), İtibar, Aylık
Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 1, Ekim 2011, s. 37.
[210] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[211] Osman Konuk,
“Aslında Neden Bahsediyoruz”, Mahfil, Şiir ve Düşünce Dergisi, S. 023,
20 Haziran 2008, s. 1.
[212] Osman Konuk, “Küllük
3”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 18, Temmuz 2008, s. 21.
[213] Konuk, “Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[214] Burhan Eren, “Bir
Yaptılar, Pir Yaptılar”, Zaman Pazar, 7
Mayıs 2006,
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=781229&title=bir-yaptilar-pir- yaptilar&haberSayfa=1
, (14 Mayıs 2012).
[215] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[216] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[217] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[218] Konuk, “Anlatmaktan Vazgeçmeden
Anlatılamaz”, s. 13.
[219] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[220] Konuk, -Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[221] Konuk, -Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[222] Paragraftaki tırnak
içi alıntıların tamamı için bkz. Konuk, “Hayalgücüyle Yazmıyorum, Gerçekgücüyle
Yazıyorum”, s. 28.
[223] Konuk, “Şiir Modern
İktisada Düşman”.
[224] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 28.
[225] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 28.
[226] Osman Konuk, “İnsan
Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, (Konuşan: Osman Toprak), Yenidünya
Dergisi, S. 216, Ekim 2011, s. 69.
[227] Konuk, “Osman Konuk
ile Söyleşi”, s. 28.
[228] Konuk, “Popüler
Şiir”, Sıfır İroni, s. 64.
[229] Konuk, “Osman Konuk
ile Söyleşi”, s. 28.
[230] Konuk, “Popüler
Şiir”, Sıfır İroni, s. 63.
[231] Konuk, “Bir
Fotoğrafçıyla Polemik”, Tehlikeli Belki, s. 54.
[232] Osman Konuk, “Gerçek
Mehmet Âkif’i Resmî Mehmet Âkif’ten Kurtarmak”, Hece, Edebiyat Dergisi,
S. 133, Ocak 2008, s. 601.
[233] Konuk, “Şair Osman
Konuk ile Röportaj”, s. 57.
[234] Konuk, “Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[235] Konuk, “Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[236] Konuk, “Aslında Neden
Bahsediyoruz”, s. 1.
[237] Konuk, “İnsan
Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, s. 69.
[238] Konuk, “Osman Konuk
ile Söyleşi”, s. 28.
[239] Konuk, "Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[240] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.
[241] Osman Konuk, “Osman
Konuk ile Küllük Notlarını Konuştuk”, (Konuşan: Suavi Kemal
Yazgıç), Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 3 Haziran 2012,
http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=10037&tip=haber
, (4
Haziran
2012).
[242] Osman Konuk, “Şiir Cemaatleri”, Ğ
(Yumuşakge) Edebiyat Eylemi, S. 8, Eylül-Ekim 2010, s. 32.
[243] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 31.
[244] Konuk, “Türkiye’de
Darbelerin Sebebi Kötü Edebiyattır...”, s. 14.
[245] Konuk, —Küllük 3”, s.
20.
[246] Osman Konuk, “Görülemeyen Görsel Şiir”, poetikhars,
http://www.poetikhars.com/webblog/konuk/gorulemeyen-gorsel-siir
, (23 Mart 2012).
[247] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.
[248] Konuk, “Aynı Şiirde
İki Kere Yıkanılmaz”, s. 36.
[249] Konuk, “Türk Şiirinin
Tabuları”, ss. 27-28.
[250] Konuk, “Türk Şiirinin
Tabuları”, s. 28.
[251] Konuk, “İnsan
Eylemlerinin En Değerlisi Şiirdir”, s. 69.
[252] Konuk, “Osman Konuk
ile Söyleşi”, s. 29.
[253] Konuk, “Metropoldeki
Münzevi”, Sıfır ironi, s. 28.
[254] Osman Konuk,
—Dijitalleşen Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, Edebiyatta
Üç Nokta Dergisi, S. 7, Bahar 2012, s. 124.
[255] Konuk, —Dijitalleşen
Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, s. 124.
[256] Konuk, “Dijitalleşen
Hayat Karşısında Sanat ve Edebiyat Soruşturması”, s. 124.
[257] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.
[258] Osman Konuk, “Öldüğüm Zaman Bir
Daha Konuşuruz”, Star Kitap, 5
Temmuz 2009,
http://www.stargazete.com/kitap/oldugum-zaman-bir-daha-konusuruz-haber-198757.htm, (14 Mayıs 2012).
[259] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 27.
[260] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”. Osman Konuk’un, suskunluk süreci
hakkındaki benzer değerlendirmeleri için bkz. Eren, “Bir Yaptılar, Pir
Yaptılar”.
[261] Konuk, “Şiirin
Asabiyetten Doğduğunu Düşünüyorum”.
[262] Konuk, “Aynı Şiirde
İki Kere Yıkanılmaz”, s. 37.
[263] Konuk, “Aynı Şiirde
İki Kere Yıkanılmaz”, s. 36.
[264] Utku Özmakas, “Beyaz
Savunma”, Akatalpa, Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 113, Mayıs 2009, s. 20.
[265] Utku Özmakas,
“Süreksizliğin Çekiciliği”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan
2008, s. 20.
[266] Konuk, “Ucuz Mazot”, Tehlikeli
Belki, s. 17.
[267] Konuk, —Çim Devrimi”,
Tehlikeli Belki, ss. 30-32.
[268] Konuk, “Melanie”, Tehlikeli
Belki, ss. 52-53.
[269] Konuk, “Kıştan Kalan
Fikirler”, Tehlikeli Belki, ss. 45-46.
[270] Konuk, “Tam Yanından
Bir Soru”, Tehlikeli Belki, ss. 61-65.
[271] Konuk, “Ezbere Bir
Türkiye Haritası”, Tehlikeli Belki, ss. 36-38.
[272] Konuk, “Quantum
Perspektifinden Aşk”, Tehlikeli Belki, ss. 49-51.
[273] İbrahim Tenekeci,
“Osman Konuk Şiiri”, İtibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 7,
Nisan 2012, s. 29.
[274] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 12.
[275] Özmakas,
“Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 24.
[276] Konuk, "Çim
Devrimi”, Tehlikeli Belki, s. 31.
[277] Özmakas,
“Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 24.
[278] Konuk, “Herkese
Benden”, Beyaz Savunma, s. 31.
[279] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 30.
[280] Konuk, “Muhatap”, Tehlikeli
Belki, s. 12.
[281] Konuk, “Sakinlik”, Beyaz
Savunma, s. 25.
[282] Konuk, “Tehlikeli
Belki”, Beyaz Savunma, s. 10.
[283] Özmakas,
“Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 25.
[284] Özmakas,
“Süreksizliğin Çekiciliği”, s. 26.
[285] Seni Yalnız Ben
Anlarım hakkında bkz. Mehmet Kahraman, "Sen. Beni Anlarsın”, Mavera,
Edebiyat Dergisi, S. 120, Aralık 1986, ss. 19-22; Fazıl Baş, —Şair
Tecrübenin Peşinde”, Atlılar, Bağımsız Edebiyat Dergisi, S. 15, Mart -
Nisan 2005, ss. 47-49; Enes Malikoğlu, "Osman Konuk’un Mütevazı Şiir
Tarihi”, Yordam Dergisi, S. 15, Yaz 2012, s. 32.
[286] Bkz. Ek-1, s. 195.
[287] Bkz. Ek-1, s. 196.
[288] Konuk, “Ölüm, Bütün Çağlardan
Yapılı Bir An”, Seni Yalnız Ben Anlarım, s. 57.
[289] Konuk, “Melekleri
Bekletme”, Tehlikeli Belki, s. 115.
[290] Haydar Ergülen,
“Osman Konuk Şiiri”, Derkenar, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, S. 14,
Ocak
2006, s.
18.
[291] Ergülen, “Osman Konuk
Şiiri”, s. 18.
[292] Tenekeci, “Osman
Konuk Şiiri”, s. 26.
[293] Konuk, “Geleceğin
Şiiri”, Beyaz Savunma, s. 23.
[294] Konuk, —Şiirin Asabiyetten
Doğduğunu Düşünüyorum”. Tehlikeli Belki hakkındaki diğer
değerlendirmeler için bkz.
Mustafa Kutlu, “Bir Kereden Ne Olur”, Yeni Şafak, 17 Mart 2004, http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/Mart/17/mkutlu.html, (7 Ekim 2012); Betül Özel Çiçek, “Tehlikeli Belki”, Anlayış,
Siyaset Ekonomi Toplum Dergisi, S. 39, Ağustos 2006, s. 89; Cafer Keklikçi,
“Tehlikeli Belki”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 198,
Ağustos 2006, ss. 3-4; Ali K. Metin, “Tehlikeli Belki’ye Pürdikkat”, Dergâh,
Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 199, Eylül 2006, ss. 4-6, 16; Zafer Acar,
“Osman Konuk’un Parodi/ Pastiş Şiiri”, Yedi İklim, Edebiyat, Kültür, Sanat,
Aylık Dergi, S. 221, Ağustos 2008, ss. 51-52; Yakup Altıyaprak, “Tanınmamak
İçin Şair”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 239, Ocak 2010,
ss. 11, 16-17;
Onur Bayrak,
“Doksanlara Bir Şerh Olarak Ebedî Skor”, Fikir ve
San’atta Sefer Dergisi, S. 5, Eylül-Ekim 2010, ss. 8-10; Cem Kaya, “Nihayet
Şiirden Bahsetmiyoruz Burada!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 2 Mayıs
2012,
http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9678&tip=haber, (4 Haziran 2012); Konuk, “Gelecek Geldiğinde Kimse
Olmayacak”; Malikoğlu, “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, s. 32; Mustafa
Akar, “Tanınmamak İçin Şair”, İtibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi,
S. 27, Aralık 2013, ss. 69-71.
[295] Konuk, “Kıştan Kalan
Fikirler”, Tehlikeli Belki, s. 45.
[296] Konuk, “Muhatap”, Tehlikeli
Belki, s. 14.
[297] Enis Akın, “İnsanın
Kendi Sesiyle Ayrılığı”, Virgül, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, S.
102, Aralık 2006, s. 50.
[298] Mustafa Aydoğan, “Üç
Şair Üç Ateş”, Yeni Şafak Kitap, S. 7, 5 Temmuz 2006, s. 24.
[299] Beyaz Savunma hakkındaki
değerlendirmeler için bkz. Ramis Dara, “Hayatı Şiirleştiren Kitaplar
7”, Akatalpa
Şiir ve Eleştiri Dergisi, S. 112, Nisan 2009, s. 14; Hüseyin Akın, “Sükûtun
Kapısı”, Dergâh, Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, S. 231, Mayıs 2009, ss.
3-5; Özmakas, “Beyaz Savunma”, s. 20; Cihat Duman, “Şiirsizliğe Karşı Bir
Konuğumuzdan Beyaz Savunma”, Yeniyazı, Kültür ve Edebiyat Dergisi, S. 1,
Temmuz - Ağustos 2009, ss. 88-92; M. Fatih Kutan, “Penyelere İnanıyor muyuz?”, Dünya
Bizim Kültür Sanat Sitesi, 30 Ağustos 2009, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1782, (23 Mart 2012); Hayati S. Ayçiçek, “Beyaz Savunma İçin İlk
Okuma Notu”, Aralık Edebiyat e-dergi, 1 Eylül 2009,
http://www.xn--aralkedebiyat-69b.com/beyaz-savunma-icin-ilk-okuma-notu/, (1
Haziran 2014); Malikoğlu, “Osman Konuk’un Mütevazı Şiir Tarihi”, s. 32; Metin
Celâl, “Osman Konuk: Beyaz Savunma”, ty.,
http://www.metincelal.com/turkce/siiryazilari/edipcansever02.htm , (15 Ocak 2012).
[300] Beyaz Savıtnma'nm
Daha başlıklı ikinci cildinde yer alan “Kahvaltıdaki Risk”, “Neler Olmadı
Nelerlerdi Onlar”, “Söylerken Ne Yapıyorsun”, “Senaryo Aşamasındaki Final” gibi
şiirler bu özellikleri taşımaktadır.
[301] Osman Konuk’un
kitaplarında yayınlanan şiirlerin yayın yerlerinin sıralı listesi için bkz.
Ek-3, ss.
204-205.
[302] Konuk, “Penye ve
Hakikat”, Beyaz Savunma, s. 7.
[303] Konuk, “Senaryo
Aşamasındaki Final”, Beyaz Savunma, s. 51.
[304] Duman, “Şiirsizliğe
Karşı Bir Konuğumuzdan Beyaz Savunma”, s. 91.
[305] Osman Konuk’un
kitaplarında yer almayan şiirlerin yayın yerleri için bkz. Ek-4, s. 206.
[306] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.
[307] Konuk, “Hayalgücüyle
Yazmıyorum, Gerçekgücüyle Yazıyorum”, s. 32.
[308] Bkz. Ek-1, s. 197.
[309] Osman Konuk’un
müstear isimle yayınlamış olduğu şiirlerin sıralı listesi için bkz. Ek-5, ss.
207
208.
[310] Bkz. Ek-1, s. 197.
[311] Konuk, “Kötülük”, Seni
Yalnız Ben Anlarım, ss. 47-54. Karşılaştırınız —Kötülük”, Tehlikeli
Belki,
ss.
104-111.
[312] Konuk, “Kötülük”, Seni
Yalnız Ben Anlarım, ss. 47, 53-54.
[313] Konuk, —Kötülük”, Tehlikeli
Belki, ss. 105, 109-110.
[314] Ömer Yalçınova,
—Direkt Kana Karışan Yazılar”, Yeni Şafak Kitap, 28 Kasım 2012,
http://yenisafak.com.tr/kitap-haber/direkt-kana-karisan-yazilar-28.11.2012-427099
, (8
Aralık
2012)
.
Sıfır İroni hakkında ayrıca bkz. Suavi Kemal Yazgıç, —Sıfır İroni”, itibar,
Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 15, Aralık 2012,
http://www.suavikemalyazgic.com/sifir-ironi, (27
Ocak
2013)
;
Ayşegül Tözeren, —Herkese Osman Konuk'tan Sıfır İroni”, izafi, Edebiyat
Kültür Dergisi, S. 8, Aralık-Ocak 2012-2013, ss. 40-43; İsa Karaaslan,
—Dikkat Çeken Poetik Kitaplar”, Ayraç,
Aylık
Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi, S. 40,
Şubat 2013, ss. 34-36.
[315] Konuk, “Osman Konuk
ile Küllük Notlarını Konuştuk”.
[316] Konuk, “Osman Konuk
ile Küllük Notlarını Konuştuk”.
[318] Konuk, “Osman Konuk
ile Küllük Notlarını Konuştuk”.
[319] Osman Konuk, “Küllük
1”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 16, Ocak 2008, s. 1.
[320] Osman Konuk, “Küllük
2”, Heves, Şiir Eleştiri Dergisi, S. 17, Nisan 2008, s. 53.
[321] Osman Konuk, “Küllük
6”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 1, Ekim 2011, s. 54.
[322] Osman Konuk, “Küllük
8”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 4, Ocak 2012, s. 54.
[323] Osman Konuk, “Küllük
10”, itibar, Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, S. 9, Haziran 2012, s.
79.
[324] Konuk, “Küllük 10”,
s. 79.
[325] Konuk, “Osman Konuk
ile Küllük Notlarını Konuştuk”.
[326] Osman Konuk, “Bir
Sorun ve Çözüm Kaynağı Olarak Türk Eğitim Sistemi”, Dünden Bugüne
Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Memet Zencirkıran (ed.), 2. Bs., Bursa: Dora
Yayıncılık, 2011, ss. 383-394.
[327] Osman Konuk,
“İdeolojinin Sonu, Sonun İdeolojisi”, İdeoloji, Kenan Çağan (ed.),
Ankara: Hece, Yayınları, 2008, ss. 387-400.
[328] Osman Konuk ve Ahmet
Kemal Bayram, “Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem: Bilginin Parçalanması ve Etik
Arayışlar”, Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem, Osman Konuk ve Ahmet Kemal
Bayram (eds.), Adres Yayınları, 2009, ss. 27-45.
[329] Konuk, “Anlatmaktan
Vazgeçmeden Anlatılamaz”, s. 13.
[330] Asiltürk, Türk
Şiirinde 1980 Kuşağı, s. 44.
[331] Bkz. Ek-1, s. 194.
[332] Bkz. Ek-1, ss.
194-195.
[333] Bkz. Ek-1, ss.
194-195.
[334] Bkz. Ek-1, s. 194.
[335] Bkz. Ek-1, ss.
194-195.
[336] Konuk, “Aynı Şiirde
İki Kere Yıkanılmaz”, s. 37.
[337] Bkz. Ek-1, ss.
188-200.
[338] Bkz. Ek-1, s. 200.
[339] Osman Konuk, —Şair
Osman Konuk, İzdiham’a Konuştu”, (Konuşan: Büşra Avşar), http://izdiham.com/Makale/osman-konuk-ile-roportaj-yaptik/4464, (1 Haziran 2014).
[340] Hatice Algın,
—Edebiyat Mevsimi’ni Sorduk!”, Dünya Bizim Kültür Sanat Sitesi, 16
Aralık 2009,
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=2482
, (5 Kasım 2012).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar