Print Friendly and PDF

OSMANLI DEVLETİ’NDE FAL VE BÜYÜ (16-19. Yüzyıllar)

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: YAĞMUR AZAK

 

“Hemişe padişah vü hem veziri

Bu faldan oldılar hep cümle şadi”[1]

Şeyhülislam Ebussuud Kur’an’dan fal bakılabileceğini söylemiştir.[2]

 

Tarih boyunca insanlar, bilinmeyene merak duymuşlardır. Bilinmeyene ulaşmak için birçok yola başvurmuşlardır. Geleceği öğrenme istekleri, mistik olaylarla uğraşmanın en temel nedenidir. Ayrıca dileklerini gerçekleştirmek, olayların akışını değiştirmek, hastalıklara çare bulmak, imkânsızı imkânlı kılmak için de bu yollara başvurmuşlardır. Halkın her tabakasından insanlar için her zaman fallar ve büyüler ilgi odağı olmuştur. Bazı devirlerde yönetim tarafından bu uygulamalar yasaklansa da, halk arasında her zaman rağbet görmeye devam etmiştir. Fal bakabilen, büyü yapabilen kişiler toplumda her zaman saygınlık kazanmışlardır. Bu durum mistik olaylara duyulan ilginin en büyük kanıtıdır.

Bu mistik olaylara inanmanın temelinde, geçmiş toplulukların hayatta kalma mücadelesi yatmaktadır. Ava çıkmadan önce avın bereketli olup olmayacağı merakı, kuraklık zamanlarında yağmur yağdırmak için çareler aranması, doğa olaylarının anlaşılamayıp büyüsel terimlerle yorumlanması, hastalıklara aranan çareler, sert doğa olaylarından korunmak gibi durumlar toplumu mistik inançlara yönlendirmiştir. Bu gibi durumlarda, toplumu yönlendiren dini liderler ve onların yürüttükleri ayinleri zamanla şekil değiştirerek veya yeni kültürle birleşerek günümüze kadar gelen fal ve büyülerin temellerini oluşturmuştur. Günümüzdeki bu inanışlar, geçmişten gelen inanışların üstüne eklenerek ilerlemiştir. Örneğin; doğa ve ruh temelli Animizm, Şamanizm’i etkilemiştir. Şamanizm doğa ve ruh inancının yanında büyüsel ritüeller ve dini kavramlarla şekillenmiştir. Şamanizm’i benimseyen Türk toplumları, Müslümanlığı kabul ettikten sonra da bazı inanışlarını devam ettirmişlerdir. Yeni benimsenen inanışlar ve yaşam koşulları doğrultusunda, fal ve büyü varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. İslamiyet’te Kur’an-ı Kerim, büyü ve fal işlerini tamamen yasaklamasına rağmen mistik işlere olan ilgi yok olmamıştır. Fal ve büyü yasaklamalara karşın yok olmak yerine, zaman şartlarına uygun olarak varlığını sürdürmüştür.

Geçmiş inanışların bir kısmının devam etmesi ve üstüne zamanın kültürel olguları eklenerek fal ve büyüye olan rağbet devam etmiştir. Animizim ve Şamanizm temelli inanışlar mistik, ruhani ve büyüsel olaylardı. Animizm ’de ruhların doğada kaldıkları ve ruhların normal insanlar gibi ihtiyaçları olduğu düşünülmüştür. Ayrıca bütün cansız varlıkların ruhlarının olduğuna inanılmıştır. Ruh temelli animizim inancı, Şamanizm kültürünün temellerini oluşturmuştur.[3] Ruh ve büyüsel ritüeller temelinde oluşan Şamanizm’e ait birçok gelenek, Müslümanlık sonrasına aktarılmıştır. Bazı gelenek göreneklerimiz ve günlük rutinlerimizin temelinde Şamanizm’in büyüsel ritüelleri yer almaktadır. Örneğin; Türk kutlamalarında kullanılan davul, Şamanizm temellidir. Şamanizm’de ayinler için kullanılırken, Türklerde ise törenlerde kullanılır. Ayrıca nazarlıklardan, kurşun dökmeye, ölünün yasının tutulmasından, ölünün ayakkabısının kapının önüne konulmasına kadar birçok benzerlik bulunmaktadır.[4] Koşullara ve sürece uygun olarak gelenekler şekil değiştirmiş ve varlıklarını sürdürmüştür. Zaten önceki inanışın etkilerinin tamamen yok olması beklenemez. Yeni inanış içinde yeni bir kalıba girerek varlığına devam eder. Önceki inanışların büyüsel temelli olması ve bu büyülerin hayatın odak merkezinde olmasından dolayı İslamiyet sonrasında varlığını etkili bir şekilde sürdürmeye devam etmiştir.

İlm-i Remil, İslamiyet sonrasında koşullara uygun olarak varlığını sürdüren fala iyi bir örnektir. İlm-i Remil, Kur’an aracılığı ile tefe’ül temelli bakılan bir faldır ve Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmamıştır. Çünkü tefe’ül gelecek hakkında kesin yargılarda bulunma yöntemi değil, hayra yorma yöntemidir.[5] Ancak, İslamiyet sonrası kullanılan falların hepsi hayra yorma amaçlı değildir. Yıldızname, ihtilaçname gibi birçok fal çeşidi gelecek hakkında tahminlerde bulunmaktadır. Dinin getirdiği bütün yasaklamalara rağmen, insanoğlunun geleceği bilmek istemesi ve merak duygusu daha ağır basmıştır. İnsanlık tarihi kadar eski olan büyü ve fal, farklı inanışlar ve farklı kültürlerde, insan varlığını sürdürdükçe, varolmaya devam etmiştir.

Osmanlı zamanında, gündelik hayatı idame ettirirken falın yeri azımsanamayacak kadar önemliydi. Halk arasında günlük işleri yaparken, örneğin temizlik işlerini yaparken, evlenirken, iş kurarken, uğurlu gün seçme önemli bir yere sahipti. Gün seçimine göre işlerin olumlu ve olumsuz sonuçlanacağına inanılırdı. Yönetimde de durum aynı şekildeydi. Devlet işlerini yönetirken fal önemli bir yere sahipti. Padişahlar; atama yaparken, sefere çıkmadan önce, yeni bir inşaat yapmadan önce hatta tahta çıkmadan önce bile falda çıkan işaretlere göre hareket etmişlerdir. Falda çıkan kişiyi atamış, uğurlu günde yapıların inşaatlarına başlamış, falda sefere çıkması onaylanmışsa sefere çıkmıştır, belirlenen uğurlu günde tahta çıkıp cülus dağıtmışlardır. Fal gündelik hayatın her alanında iken Osmanlı’da fal işleri kontrol altında tutulmuştur. İnsanların inançlarını suistimal edip haksız kazanç sağlamaya çalışabilecek kişilerin önüne geçilmiştir. Fal işi ile uğraşanlara ruhsat verilmiş ve denetlenmişlerdir. Herhangi bir şikâyette, şikâyet eden haklı ise fal bakan kimselere çeşitli cezalar verilmiştir.

Falnameler fal ile ilgili önemli yazılı kaynaklardır. Yıldıznâme, tefe’ülnâme, hurşidnâme, ihtilâcnâme, kıyâfetnâme ve kehânetnâme gibi çeşitli fal kitapları bulunmaktadır.[6] Falnamaler, fal işinin nasıl yapılması gerektiğini ve uygulama yöntemini anlatmaktadırlar. Meyvelerden çiçeklere, ayetlerden surelere, peygamber isimlerinden divan şairlerinin isimlerine, seğirmelerden yıldızların konumuna kadar birçok farklı konuda falnameler yazılmıştır. Edebi, tasavvufi eserlerin ve bazı Kur’an-ı Kerim’lerin sonuna falnameler eklenmiştir. Falların çeşitliliği, falnamelerin de çeşitlenmesine neden olmuştur. Fal çeşitleri; tayre, ilm-i ihtilaç, kehanet, kitfe, irafet, firaset, ilm-i kıyafet, kur’an falı, kura falı, remil falı, yıldız falı, ilm-i ifaye, ilm-i kefdir. Alın çizgilerinden, vücuttaki seğirmelerden, avuç içi çizgilerinden, yüz hatlarından, kıyafetlerden, yıldızların konumundan, Kur’an’daki sure ve harflerden, hayvan kemiklerinden, kuşların uçuşlarından, güneş ve ayın konumuna kadar daha birçok alan fala konu olmuştur. İnsanlar geleceği tahmin edebilmek için her şeyden yararlanmıştır. Bu durumun nedeni, olacak olanı bilememe ve insanın bilmediği şeyden korkması, durumlar üzerinde hâkimiyet kurmak istemesidir.

Fal, Osmanlı’da padişahlar için önemli müracaat noktaları olmuştur. Neredeyse her padişah döneminde falın işaretlerine göre hareket ettikleri çalışmamızda açıkça görülmektedir. Rüya tabiri önemli bir fal çeşididir. Arapça rüya, rü’yet bakmak anlamında kullanılmaktadır.[7] Dinen de rüya tabiri yasaklanmamıştır.[8] Hemen her padişah rüyalara önem vermiştir ve rüyanın işaretlerine göre hareket etmiştir. Diğer fal çeşitlerini kullanmasalar bile rüya tabiri ile ilgilenmişlerdir. Rüya’nın gelecekte olacaklarla ilgili işaretler verdiğine inanılmaktadır. Bu yüzden tabirine önem verilmektedir. Görünen rüya, tabirine güvenilen birisine anlatılır ve onun yorumuna göre hareket edilir. Çalışmamızın rüya ile ilgili kısmında, rüyanın hanedanlık içindeki dengeleri nasıl etkilediği açıkça görülecektir. Osmanlı’nın kurulmasında bile bir rüyanın etkili olduğuna inanılmaktadır. Sultan Osman, Şeyh Edebali’nin evinde uykuya dalar. Rüyasında “Osman Gazi kim uyudı düşinde gördi kim bu azizlin koynundan bir ay doğar gelür Osman Gazinün koynma girer. Bu ay kim Osman Gazinün koynına girdügi dernde göbeginden bir ağac biter. Dahı gölgesi âlemi dutar. Gölgesin ün altmda dağlar var. Ve her dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler akıdur. Anadan uyhudan uyandı. Sürdi geldi. Şeyhe haber verdi. Şeyh eyidiir: 'Oğul, Osman! Sana muştutuk olsun kim Hak Ta'ala sana ve nesiüne padişahlık verdi. Mubarek olsun- der. Ve 'benüm kızum Malinın senün helalün oldı' der. Ve hernandem nikâh edüp kızını Osman Gaziye verdi.”[9] Rüya; devlet içi yönetimde olduğu kadar, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında da stratejik bir öneme sahiptir. İslami temellerde de rüya önemli bir yere sahip olduğundan tabirinin gelecekten haberler verdiğine inanmışlardır. “Salih bir kimsenin gördüğü güzel rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür.” ve “Ey insanlar! şu biline ki, Müslüman kimseye gösterilen salih rüya dışında peygamberlik müjdelerinden geriye bir şey kalmamıştır.”[10] Ayeti ile bilinmeyenden, gelecekten haber verdiği ve bunun kıymetli olduğu belirtilmiştir. İslamiyet, gelecekten haber alma yöntemi olan rüyayı yasaklamamıştır. Osmanlı’da devlet işleyişinde ve günlük hayatta önemli bir yere sahip olmuştur. Anlaşılacağı üzere fal, dinin uygun gördüğü şekillerde veya yasakladığı şekillerde varlığını sürdürmüştür.

Büyü ise ilk zamanlarda insanların doğa üzerinde hâkimiyet kurabilmeleri için başvurdukları yöntem olmuştur. Doğa olaylarını anlayamadıkları için mistik olaylar gibi algılamış ve büyü ile kontrol etmeye çalışmışlardır. Barınma, yiyecek bulma gibi ihtiyaçlarında büyüye başvurmuşlardır. Başlarda temel ihtiyaçlar ve doğayı anlayamadıklarından dolayı büyüye başvurmuşlardır.[11] Doğa olaylarının anlaşılamaması ve bilimin gelişmemesinden dolayı her durum akılcılıktan uzak sonuçlara bağlanmıştır. Ancak insanoğlunun hâkimiyet kurma isteği ve olaylara müdahale etme isteği nedeni ile sonraki dönemlerde de büyüye başvurulmuştur. Hemen her dönemde hem halk hem de saray içinde geleceği kontrol etmek ve geleceği istedikleri şekillerde değiştirmek için insanlar, büyüye başvurmuşlardır. Çalışmamızda arşiv kaynaklarından ulaşılan bilgiler ışığında, toplumun her tabakasından insanın büyüye başvurduğu görülmektedir. Ayrıca bu iş ile uğraşanlar toplum içinde saygı görmüşlerdir. Büyü; efsun, tılsım gibi isimlerle anılmaktadır. İyi ve kötü yöntemli büyüler bulunmaktadır. Bağlama, çiftleri ayırma gibi kötü amaçlı büyüler gibi koruma amaçlı büyülerde bulunmaktadır. Saray içinde büyü işleri ile uğraşanların önemli devlet görevlerine getirildiği ya da iyi bir mal varlığı birikimi yaptığı görülmektedir. Çalışmamızda ayrıntılı bir şekilde ulaşabileceğiniz gibi hükümdara danışmanlık, haremde taht mücadelesinde destekçi oldukları olmuştur. Hocalar sarayda önemli rollerde bulunmuşlardır. Halk kesiminde ise evlilik, kısmet açma, bağlama, iş gibi ihtiyaçlarda hocalara başvurulmuştur. Okuyuculuk yaparak nefesleri ile karşındakini tesir altına alır veya tesiri yok ederler. Bu üfürmeleri su gibi nesnelere de yaparak etkilerini geçirirler. Üfleme sırasında çeşitli dualar okurlar. Bu durumu layığı ile yapmayarak, insanların bu ihtiyaçlarından yararlanarak dolandırıcılığa başvuran hüdamlı hocalarda mevcuttur. Gündelik hayattaki inanışlarda yer alan nazar da bir büyü çeşitidir.[12] Nazardan sakınmak için yapılanlar koruma amaçlı büyülere girmektedir. Halk inanışında nazar mevcuttur. Nazar, kişinin bakışları ile canlı ve cansız varlıklara zarar vermesidir. İslamiyet’te nazar inancı mevcuttur ve Anadolu’da nazardan korunmak için çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Bu yöntemlerden biri muskadır. Hocalar aracılığı ile çeşitli koruma duaları yazılarak muska oluşturulur. Üçgen şeklinde derilere sarılarak kıyafette, boyunda, hanelerde ve çeşitli yerlerde saklanır. Nazarlıklar muska dışında halı motifi olarak da dokunmuştur. “Boncuk, at nalı, sarımsak, yumurta kabuğu, kuru diken, çocuk pabucu, akik, kurt dişi, tosbağa gözeği, deniz kabukları, mercan, çörekotu, çakıl taşları, hurma çekirdeği Kur’an’da geçen sözcüklerin yazılı olduğu ve kutsal sayılan eşyalar nazara karşı büyülü etkiye sahip olduğuna inanılan nesneler arasında yer alır.”[13] Osmanlıda koruma amaçlı büyülere örnek olarak tılsımlı gömlekler gösterilebilir. Tılsımı gömlekler, padişahların ve şehzadelerin savaş zamanı kendilerini korumak için giydikleri ince ipek gömleklerdir. Üstünde koruma duaları bulunmaktadır. Bununla ilgili Topkapı Sarayı’nda Tılsımlı Gömlekler bölümü bulunmaktadır.

İslamiyet’te büyünün varlığı kabul edilmiş ancak yapılması dinen yasaklanmıştır. Büyünün varlığından Kur’an-ı Kerim’de “Bakara, Mâide, En’âm, A ’râf, Yûnus, Hûd, Hicr, İsrâ, Tâhâ, Furkân, Şuarâ, Neml, Kasas, Sebe ’, Sâffât, Sâd, Mü’min, Zuhruf, Ahkâf, Zâriyât, Tûr, Kamer, Saf, Müddessir sûrelerinde”[14] bahsedildiği görülmektedir. Allah’a şirk koşmak, geleceği yönlendirerek Allah’ın yarattığı kadere karşı çıkmak anlamında olduğu için büyüyü kesinlikle yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, büyüden kurtuluş olarak büyü değil, dua yolu gösterilmiştir.[15] Hz. Muhammed’e büyü yapıldığında indirilen Nas ve Felak suresi, bu duruma örnek olarak gösterilebilir. “De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”[16] manasında Felak Sûresi ile “De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların Ilah’ına sığınırım”[17] manasında Nâs Sûresi indirilmiştir. Çalışma konumuz ise yasaklamalara rağmen Osmanlı’nın her kesiminde rağbet gören fal ve büyüdür. İşlerin buna göre ayarlanması, toplumda başvuru mercii olmaları ayrıca hocaların toplumda saygınlık görmesidir.

Animizim

Animizim, ölülerin ruhlarının dünyada kalmaya devam ettikleri inanışıdır. Yani ölümden sonra ruhların bu dünyadan ayrılmadığına inanmaktadırlar. Ruhların bitkilerde, ağaçlarda ve bütün dünyada bulunduğuna inanılan bir inanış biçimidir. Animizim terimini ilk kez İngiliz antropolog Sir Edward Burnett Tylor’un 1971 yılında yayımlanan Primitive Culture and Anthropology isimli çalışmasında dinsel- büyüsel temelli düşünce sisteminin en erken zamanlarını tasvir etmek için kullanmıştır.[18]

Bütün dünyayı ruhların yaşam bulduğu yer olarak görmüşlerdir. Ölüleri için birçok ritüelleri vardır. Ölülerin de hayattakiler gibi beslenme ihtiyaçları olduğuna inanmaktadırlar.[19] Ölülerin diğer dünyada aynı tarz yaşam sürecekleri inanışı vardı. Bu nedenle, canlı olduklarına inandıkları eşyaları, eğer varsa hizmetkârları da ölüyle birlikte gömerlerdi. İnanışa göre ölüler, diğer dünyada bu eşyalarına ihtiyaç duyacaklardı.[20] Ölen kişinin eşyaları asla alınmazdı. Eğer eşyalarına dokunulursa, dokunan kişiyi öldüreceğine inanırlardı. Aynı şekilde dul kalan eşler de tekrar evlenemezdi. Ölenin ruhu ile aralarında özel bir bağ olduğuna inanılırdı.[21]

Animizim ’de ölünün ruhu kutsal sayıldığı için, ölüm haberi gelince bütün işler bırakılırdı. İş yapmak onun ruhuna yapılan bir hakaret olarak kabul edilirdi. Günümüz toplumlarında sakal kesmemek, ağıt yakmak, sessizce oturmanın temelleri bu inanıştan etkilenmiştir.

b. Şamanizm

Şamanizm animizm kökenlidir ve esirme-hayal görme metodu kullanılmıştır. Şamanizmin ayin biçimleri animizim ile benzerlikler göstermektedir.[22] Kendisinden önceki kültürün izlerini taşımaktadır.

Şamanizm, içinde dinsel ögeler ve büyüler bulunduran bir inanış biçimdir.[23] Şaman, yaratıcı ile insanlar arasındaki iletişimi sağlayan kişidir. Şamanın hem ruhlarla iletişime geçme hem de cinler gibi varlıklarla iletişime geçme özelliği olduğuna inanılmaktadır.[24] Doğaüstü varlıkları görüp onlarla iletişim kurmuşlardır.[25] Özellikle yaşam koşullarının sert olduğu yerlerde doğa üzerinde hâkimiyet kurabilmek ve gelecekte olacakları bilmek için Şamanlara çok ihtiyaç duymuşlardır.[26] Toplum içinde olan saygınlıkları çok fazladır. Ölümlerinden sonra bile kabilelerini muhafaza ettiklerine inanmışlardır.[27]

Kelimenin kökeni hakkında birçok görüş ayrılığı vardır. “Bu kelimenin kaynağının Turguzca saman (büyücü) , Sanskritçe sramana ( ruhlarla desteklenmiş adam), pali dilinde samana ( kendinden geçmiş kimse), Kırgızlar ise Faghinun (Allah’ın peygamberi) olduğu konusunda farklı görüşler vardır. ”[28] Uygurca bügü (doğaüstü insan)[29] Çin kaynağı olan Suy-şu’da (VIII. Yüzyılın ilk yarısı) Türklede inanılan Hu isimli sihirbazlarından bahsedilmiştir. XI. Yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un Divanı’nda kam kelimesi kâhin şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı devirlerde Yusuf Has Hacib’in Kutatgu Bilig eserinde otacılar (tabipler) ile aynı tutulmuştur. Altaylı Türklerde direk olarak kam kelimesi mevcuttur. İbn-i Sina ve Merzevi, Türklerdeki Kâhinlerden ve kehanetlerden bahsetmiştir. Türklerdeki Şamanizm inancının Moğol İstilası ile daha çok yaygınlaştığını savunan arkeolog ve etnologlar vardır.(Radloff, Şeroşevsky v.s.).[30]

Şamanların yapabildiği şeyler arasında;

Hastalıklara çare bulmak, şifacı olmak

Ölen kimselerin ruhlarını göndermek

Olacakları görmek

Avın bereketli geçmesine yardımcı olmak

Kötü ruhlardan korumak

Dini merasimleri yönetmek

Mevsim merasimlerini yönetmek

Hayvanları kötü ruhlardan korumak[31]

Hasta olan insanların ruhlarının bedenlerini terk ettiklerine inandıkları için Şamanlar, o ruhu yakalayıp hastanın bedenine geri gönderip hastayı iyileştiriyorlardı. Ayrıca kötü ruhları yakalayıp yerin altına göndermek veya gökyüzüne çıkıp adakları ruhlara sunmuşlardır.[32]

b.1. Türk Toplamlarında Şamanizm

Türk kültürü Şamanizm’den izler taşımaktadır. Türklerin eski inançlarında Şamanizm vardı. Örneğin; Sibirya Tayga’larında bulunan Türk şamanları ruhlarını kendi bedenlerinden çıkararak hem gökyüzü hem de yeraltına göndermektelerdi. Şamanlar orada başka ruhlarla buluşup sonrasında tekrardan kendi bedenlerine dönmektelerdi. Bu iki ruhlu şaman inanışı, Sibirya Türk şamanlarının en önemli özellikleridir. Bu tarz Şaman inanışı Orta Asya Türk Şamanlarında da bulunmaktaydı. Orta Asya ve Sibirya’da bulunan Milattan Önce iki binli yıllarına kadar dayanan kaya resimleri bunun delili olarak sayılmaktadır. Baykal gölünün çevresinde bulunan kaya resimleri, Şamanların M.Ö. 2000’li yılların ortalarında, Türk Şamanlarının mevsimlik törenler düzenlediğini göstermektedir.[33] Başka bir kaya resminde ise iskeletler üzerine maskeler çizilmiştir. Türk Şamanlar için ayin törenlerinde kullanılan maskeler önemli yer tutmaktalardı. Angara Nehri ve civarındaki vadilerde kırmızı renklerle toplu olarak dolaşan Mus geyikleri çizilmiştir. Bu geyikler hala Türkler için önemli bir yer tutmaktadır. Kayalara çizilmiş resimlerde şamanların, geyik boynuzlu maskeler takmış olmasının nedeni ruhlar âlemine giderken kendi ailesi ve tanıdıkları tarafından tanınmamaktır. Şamanlara yardım eden hayvanlar da resmedilmiştir. Bunlar bölgeden bölgeye değişmektedir. Bazı bölgede geyik bazı bölgede kurt iken deniz kenarı bir bölgede ise, balık şeklinde olabilmektedir.[34] Bu yardım eden hayvanlara, hayvan ana veya ana hayvan denilmektedir. Müslümanlık döneminden sonra bile etkileri devam eden Şamanizm, Türklerin hayatında önemli bir yer tutmaktadır.[35]

Şaman’ın ruhunu bedenden ayırmasına vecd denir. Vecd sırasında şamanlar ruhlarla irtibata geçer. Şaman olmaya hazırlanan bir kişi ilk vecd’i sırasında ona bu görevi verecek olan ata ruhu ile iletişime geçer. Daha sonrasında diğer ruhlarla irtibata geçmeye başlar. Bu ruhlar Şamanı korumak veya ona yardım etmek için bulunurlar. Her ruhun kendine özel isimleri ve müzikleri vardır. Bu ruhlar hayvanların siluetlerine bürünürlerdi. Şamanizm’deki inanca göre ruhlar ateş veya bitki olarak da görünebilirlerdi. Şaman’ın seçiminde sadece kalıtsallık geçerli değildi. Şamanla akrabalık bağı olmayan biri de seçilebilirdi. Öbür dünyadaki ruhların istekleri önemliydi. R. Hamayon’un (1990) Sibirya’da yürüttüğü çalışmalardan anlaşıldığı üzere, eski devirlerde, tarım ve hayvancılık gelişmeden önce Kam’ın seçici ruhları, suda veya karada yaşayan tabiatüstü eşlerdir. Fakat tarım ve hayvancılığın gelişmesi ile durumlar değişir ve ruhların yerini atalarının ölü ruhları alır.[36] Bu seçici ruhlar karşı cinsten olup şamana görünür. Hem şamanın eşi görevini üstlenir hem de ona yardımcı ruhları bulurdu. Bu seçici eş ruha Ayami denir.[37]

Şamanizm fal ve büyünün yoğun olarak kullanıldığı bir kültürdür. Örneğin; Göktürklerde Şaman kehanetleri bulunmaktaydı. Örneğin; Şaman, hükümdar olan kişinin boynuna bir bez bağlar ve sıkardı. Çıkan seslere göre hükümdarın hâkimiyet süresi tahmin edilirdi. Kırgızlarda Şaman, müzik eşliğinde ayinde transa girer. Tekrar normale döndüğünde o yıl içinde olacakları anlatırdı. Altaylarda ise Şaman, insanların hayatlarında olacakları anlatırdı. Bunu ay ve güneşin hareketlerine göre yaparlardı. Hunlar’da da yıldızlara bakarak gelecek ile ilgili tahminlerde bulunurlardı. Şamanizm’de ateş, onlar için taptıkları şey olmaktan çok her şeyin temizleyicisiydi. Gelecekle ilgili tahminlerinde ateşten yararlanırlardı. Ateşin rengine göre anlamlar çıkarırlardı. Ayin sırasında ateşe adanan kurbanlar, ateşin harlanmasına neden olurdu. Ateşin rengi yeşil ise bereket ve bolluk, kırmızı ise yoksulluk ve savaş anlamına gelmekteydi. Şamanizmdeki başka bir inanışa göre de ateşin bir şeyi, olup olmayacağını söylemesidir. Eğer şaman ateşin başında aklından olayları geçirirken ateşten ses duyarlarsa, bu işin olmayacağını anlarlardı. Ayrıca ateşin küllerinin hareketine göre bebek haberi verirlerdi. Ateşin küllerinin hareketlerini küçük bebek hareketleri olarak adlandırırlardı.[38]

b.2. Müslümanlığı Kabul Eden Türklerde Şamanizm İzleri

Müslümanlığı kabul eden Türkler, Şamanizm’in bazı izlerini taşımaya devam etmektediler. Müslüman olan iki devlet Samani ve Bulgarlar arasında kalan Oğuzlar zamanla Müslümanlaşmışlardır. Selçuk Oğuzları XI. Yüzyılda tamamen müslümanlaşmışlardı ancak XV. yy’da hala şaman izlerini korumaktalardı.[39] Selçuklu Oğuzları, Dede Korkut Kitabında bahsedilenlere göre Şamanizm ve Animizim’ in kültürlerinden aldıklarını devam ettirmişlerdir.[40] Ölenin arkasından yas tutmak, kurban kesmek, kurbanı adadıkları kişi etrafında dolaştırmak, ağacı kutsal saymak gibi özelliklerini hala korumaktalardı. Anadolu’da yaşayan Türklerin bu gelenekleri hala devam etmektedir. Çocuklarının yaşamları uzun olsun diye Yaşar, Durmuş gibi isimlerin kullanılması, türbelere bez bağlanması, çocuğun adının ona ağır geldiği düşünülerek değiştirilmesi gibi adetler, inanışın izlerinden kalanlardır.[41] Başka örnekler; ağaçlara bez bağlanması, yere bir şey düşürüldüğünde para verilmeden alınmaması, ava veya hasada gitmeden önce kapıya bal sürülmesi, kuşlara ekmek atılmasıdır. Ayrıca türbe ziyareti sırasında, türbeye ekmek ve su konulurdu. Bu durum Türklerin kurban sunma geleneğinden gelmektedir.[42] Kurbanlar, önceleri ruhlara adanırken şimdilerde Allah’a ibadet veya şükür için adanmaktadır.

Türklerin toplu halde mezarlar kurması, ahiret inancı, ölünün ruhu için yemek dağıtılması veya sadaka verilmesi, ölülerin kıyafetlerinin dağıtılması, ölülerin mezarlarının ucuna ağaç dikilmesi gibi adetler, Şamanizm’in ruh ve doğa izlerini taşımaktadır. Başka bir örnek de, güneş battıktan sonra ölünün gömülmemesidir. İnanışa göre güneşin batmasıyla toprak kilitlenir ve yine de gömülmek istenirse açılan delikten kötü ruhlar dışarı çıkar. Bu inanışta da doğa ve ruh arasındaki ilişkiler Şamanizm izleri taşımaktadır. Anadolu’da inanılan al ruhu, lohusa kadınların ölümlerine neden olmaktadır ve buradaki Türk inanışları, kötü ruh iyi ruh inancı da Şamanizm etkisinden kaynaklanmaktadır. Şamanlara gösterilen saygı ile Türklerin ermiş kimselere gösterdiği saygı ve türbeler yapmaları da benzerlik göstermektedir.[43] Günümüzde nazardan korunduğuna inanılan kurşun dökme, Şamanizim kökenli bir inançtır. Şamanizm’de bu işe kut kuyma adı verilir, bu da kut dökme manasındadır. Kurşun dökme, kötü ruhların aldığı şansı yeniden onlardan almak için yapılmaktadır.[44]

Başka bir benzerlik de davulla ilgilidir. Şamanizm ayinlerinde kullanılan en önemli çalgı aleti olan davul, Türk toplumundaki çoğu törende kullanılmaktadır. Müzikte kullanılan ritim şekillerinin ve toplu haldeki törenlerinde kullanılmasının Şamanizm’in etkisinden geldiği savunulmaktadır.[45] Şamanların şifacı özelliği İslamiyet’ten sonraki ermiş kişilerle devam etmiştir. Örneğin, Menakıbu’l Kudsiye’ de Baba İlyas’ın önde gelen halifelerinden Hacı Mihman’ın, nefesi ile hastaları iyileştirdiğinden bahsedilmiştir. Ona, bu konuda şeyhinin el verdiğinden bahsedilmektedir. Vilayetname-i Otman Baba’da ise, Otman Baba’nın konuk olduğu Musa Beğ isimli kişinin tekkesinde, çevredeki hastaları yanına çağırıp iyileştirdiğinden bahsedilmektedir. Diğer taraftan, gelecek hakkında haber vermeye örnek olarak, Hacı Bektaş’ın kendini Sulucakaraöyük’ ten Kırşehir Valisi Nuruddin Caca’ya, makamının elinden alacağı ve işkenceler göreceği şeklindeki yorumunun olduğu gibi çıkmasıdır. Ruhun bedenden bir süreliğine ayrılması ile ilgili iki ünlü menkıbe bulunmaktadır. Menkıbelerden birisinde, Baba İlyas’ın oğullarından Yahya Paşa, istediği her zaman ruhunu bedeninden ayırıp tekrar kendi bedenine getirebildiğinden bahsedilmiştir. Diğer menkıbede ise Otman Baba’nın, namaza durduğu sırada, ruhunu bedeninden ayırıp tekrar ruhunu bedenine getirdiğinden ve sonrasıda namazına devam ettiğinden bahsedilirdi. Bazı menkıbelerde ise göğe çıkıp Allah ile konuşma motiflerine de sıkça rastlanmaktadır. Örneğin, Âşık Paşa’nın mucizelerinin anlatıldığı menkıbelerde, tıpkı Hz. Muhammed’in miracı gibi, Allah katında onunla görüşebildiğinden bahsedilmektedir.[46]

Din adamlarının derecelerinin artmasında, Şamanizmden kalma gelenekler sürdürülmüştür. Bu geleneklerden biri, Şamanların içsel yolculuklarını tamamlamak için yolculuğa çıkmasıdır. Şamanlar, iç seslerine kulak vererek enerjinin onları çağırdığı yerlere gitmişlerdir. İslamiyet’ten sonra bazı tarikatlarda dervişi, kendini tamamlaması için yolculuğa gönderme geleneği vardır.[47]

Geleneklerden bir diğeri ise rüyadır. Hem Mevlevilerde hem Şamanlarda ortak özellik rüyalardır. Rüyalarda gördüklerine göre gelecekle ilgili ipuçları edinirlerdi. Gördükleri rüyaları kendilerine inanlara aktarırlardı. Mevlevilikte rüyaların yedi derecesi vardır. Bu dereceler rüyalardaki renklere göre yorumlanırdı. Dervişin rütbesi rüyalarına göre belli olurdu. Şamanizm’de de Şaman olma kademesi rüyalardan geçmektedir. İki tarafta da o rütbeye ulaşma yolu ve alınan dersler rüyalarla gerçekleşmektedir. Rüyalarında genellikle müzik, ruhlar ve atalarını görmektelerdi. Rüyaların tabirleri ise görenin hislerine göre ve atalarının yorumlarına göre belli olurdu. Örneğin; bir kadın rüyasında karnında yer ve su gibi terimlerden birini görürse gelecekte mühim birini dünyaya getireceği anlamına gelir.[48] Burada yer, su kavramlarının böyle yorumlanmasının nedeni atalarının tarımla ilgilenmesi bu kavramların bolluk-bereket olarak yorumlanmasıdır. Sadece kendi gördükleri rüyaları değil başkalarının rüyalarını da yorumlamışlardır. Ayrıca başkalarının rüyalarına girme özellikleri de vardır. Araplar tarafından esir alınan bir Türk’ün söylediğine göre “Ben Türkistan’ın en maharetli büyücüleri içerisinde bulunmaktayım. Hünkâr ile savaşa gittiğimde, düşmanın rüyalarına girer ve savaşta büyük bir yenilgi yaşadıklarını gördürürüm” demiştir.[49]

Mevlevilik ve Şamanizm’in başka bir ortak özelliği, kadının toplumdaki yeri ve görevidir. Şamanizm inancında kadın hep merkezde olmuştur. Hatta şamanlar daha sonraki devirlerde erkeklerden seçilmiştir. Başlarda kadınlar arasından seçilmiştir. Tanrı dağlarında bulunan kız dağı, Şamanizm’de kadının yerini gösteren en önemli örnektir. Savaşçı bir kızın yattığı dağın, kız öldükten sonra kızın biçimini aldığına inanmışlardır. Çevre halkı kimi geceler buraya gelerek dualar okumuşlardır. Aynı şekilde Mevlevilikte de kadının yeri önemlidir. Toplumla iç içe yaşamışladır. Kadın ve erkek ibadetlerinde ayrım yapılmadan yan yana yapmışlardır. Kadınlar arasında da Mevlevi halifelik görevine yükselenler olmuştur. İki inanışta da en önemli benzerlik kadınların dinin yöneticisi olarak görülmesidir. İbadetleri sırasında kadın ve erkeklerin kıyafet ayrımı hem Şamanizm hem de Mevlevilikte yoktur. Bu durum eşitliğin en önemli kanıtlarındandır. Ayrıca ayin sırasında giyilen kıyafetler iki inanışta da kadınsı figürler taşımaktadır. Dini liderin toplumdaki yeri ve halkın duyduğu saygı düşünülünce, bu görevin kadınlara verilmiş olması önemli bir ayrıntıdır.[50]

İsim verme geleneği Şamanizm kökenli başka bir gelenektir. Müslümanlığı kabul etmeden önce Türklerde isim verme merasimleri vardır. İsim verme toplumumuzda her dönemde önemli bir yere sahiptir. İsmin kişi üzerindeki etkilerine inanılmaktadır. Bir gence çocukluk devrinde geçici isim verilirdi. Daha sonralarında bir başarı elde ettiği zaman hakiki ismi verilir ve çocukluk döneminden yetişkinliğe geçmiş olur. Türklerde Müslümanlık sonrası bu adet devam etmiştir. Başarıları sonucunda bazı isimler kazanmışlardır. Sultan Mehmet’e Fatih ismi, Sultan Süleyman’a Kanuni ismi verilmesi örnek olarak gösterilebilir. İsim verme geleneği günümüze kadar devam etmiştir. İsmin ezan okunarak kulağa söylenmesi, kırkı çıkana kadar isim verilmesi gerekmesi, ölen birinin ismini vermek için ölünün kırkının çıkmasının beklenmesi gibi adetler.[51] Şamanizm’den izler taşımaktadır. Ayrıca ismin hayatın üzerinde büyük bir etkisi olması, ismin uğurlu ya da ağır gelmesi, bazı inanışlardandır. Günümüzde bazı isimlerin hem kadın hem erkeklerde kullanılması Şamanizm’de kadın erkek eşitliğinden kaynaklanmaktadır.

Şamanizm kökenli olup günümüzde devam eden inanışlardan en önemlisi de nazardır. Nazar enerjisine birçok kişi inanmaktadır. Nazar birinin üzerinde kötü etki bırakan enerjidir. Günümüzde kullanılan nazar boncuğu Şamanizm’de gök gözü olarak anılırdı. Şamanizm inancında bu göz, kötü niyetle bakanları etkisiz hale getirirdi. Nazardan korumak amaçlı kullanılan nazar boncuğu, şamanlar tarafından nazar değmiş kişinin üstündeki nazar yok edildikten sonra verilmektedir. Nazarın değmesini engellediği inancı hala günümüzde devam etmektedir. Nazardan kurtulmak için tütsü yakılması günümüzde devam eden inanışlardandır.[52] Tütsü aracılığı ile kötü enerjiden kurtulduklarına inanmaktadırlar.

Nevruz kutlamaları, Şamanizm’in inanç temellerinden etkilenmiştir. Nevruz’da kutlanılan doğanın uyanışıdır. Şamanizm’de doğa önemli bir yer tutmaktadır. Doğadaki her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktadırlar. En önemli yeri ağaçlar ve bitkiler almaktadır. Nevruz kutlamalarında ateşin üstünden atlanılması, yeni yıla girerken temizlenmek amaçlı yapılmaktadır. Ateş, Şamanizm’de temizleyici olarak yer almaktadır.

Türklerde mezarın başına söğüt ağacı dikilmesi ve etrafın yeşillendirilmesi, Şamanizm’de ruhların ağaçların içinde bulunması inancından kaynaklanmaktadır. Ölen önemli devlet büyüklerinin arkasından yağmur yağması inancı da Şamanizm’den kaynaklanmaktadır. Özellikle öldürülen masum şehzadelerin arkasından doğanın ağladığı düşünülmektedir. Şamanlar yağmur yağdırabilmektedirler. Öldüklerinde ise arkalarından yağmur yağar ve doğanın ağladığı düşünülürdü.[53] Şamanizm’de ölen kişinin cenaze töreninde müzik eşliğinde dans edilmektedir. Bu inanış Mevlevilikte kendini, ölü yıkanırken ney çalınması ile göstermiştir.[54] Türklerin yaşam biçiminde yerini almış olan birçok ögenin, Şamanizm temelli olduğu görülmektedir. Gündelik hayatta kullanılan gelenek göreneklerin bir kısmı, ruhani ve büyüsel temelli olan Şamanizmden etkilenmektedir. Bunların bir kısmı büyüsel amaçla yapılmış olmasa bile, geçmişte yapılışlarında büyüsel kökenler olduğu için, gündelik hayat işleyişinde bu denli büyüsel olguların yer almasına şaşmamak gereklidir.

BÖLÜM

FAL ve BÜYÜ ÇEŞİTLERİ

Fal; çeşitli materyaller aracılığı ile durumlar hakkında tahminde bulunma, anlam çıkarma veya gelecekten haber verme anlamına gelir. İnsanların, isteklerine ulaşmak, geleceği bilmek, çaresiz durumlardan kurtulmak ve geleceği kontrol etmek için başvurdukları yöntemdir. Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügat-ı Türk eserinde Irk kelimesi fal anlamında kullanılmıştır. Fal, eski Türklerde ırk anlamına gelmekteydi. Irklamak ise fala bakmak anlamındadır. “Kaşgarlı Mahmut ırk kelimesini falcılık, kâhinlik, bir kimsenin gönlündekini bilmek anlamında kullanmıştır!”[55] Irk kelimesi Anadolu’da fal, kader anlamında kullanılmaktadır.[56] Türk ansiklopedisinin fal maddesinde çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı olarak tanımlanmıştır. Falın kelime anlamı toplumdan topluma değişmiştir. Arapçada “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge”, batıda ise kehanet anlamında kullanılmıştır.[57] Hz. Muhammed hayırlı işler için fal kelimesini kullanmıştır. Fakat İslamiyet, bu durumu gelecekten haber alma biçiminde değil, hayra yorma olarak kullanmayı desteklemiştir. Gelecekle ilgili mevcut durumlardan anlamalar çıkarmayı uygun görmüştür. Ancak geleceği bilmek için fal ve büyü işlerine başvurmayı uygun görmemiştir.[58] Kuran-ı Kerim’de fal ile ilgili şöyle bahsedilmiştir: “Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak Islâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.” Anlaşılacağı gibi İslamiyet falı tamamen yasaklamıştır. Kur’an, fal bakmayı Allah’a şirk koşmak olarak algılamıştır. Fal,

İslam dininde yasaklanmasına rağmen halk arasında ve yönetici kadrosunda her zaman ilgi duyulan şey olmuştur. Bunun üzerine falnameler yazılmıştır.[59] Falnameler ile fala bir bilim gibi yaklaşmışlardır. İnsanlar, birçok iş için fala başvurmuşlardır. Durum böyle olunca falın, halk arasında da önemli bir yeri her zaman olmuştur.[60] Yasaklamalar ile insan doğasının merakı ve hâkimiyet kurma isteği çelişmiştir.

Falcı, aletlerle ve sözlerle gelecek veya bugün hakkında bilgi veren kişilerdir. İslamiyet’ten önce büyü yapmak anlamında kullanılan Arbama daha sonraları dilde arpa olarak değişmiştir. “Garipten söyleyiciler, arpacılar, suya bakıcılar ve müneccimler” isimleriyle dönemin kitaplarında falcılardan bahsetmişlerdir.[61] Arpa salmak kelimesi fala bakmak anlamında kullanılmıştır.[62] Falcılar; hayvanların kürek kemikleri, ateş, ok, yay, kaşık gibi çeşitli malzemelerle fallar bakmaktalardı. Birçok fal çeşidi bulunmaktadır.

Fal Çeşitleri

Birçok toplumda ve medeniyette fala rastlamak mümkündür. Fal, kendi içinde hem kültürel hem de yaşam koşullarının etkisi ile çeşitlilik göstermektedir. Sümerler, Akadlar, Asurlar, Hititler yıldızname ve iç organların incelenmesi gibi fal tekniklerini kullanmışlardır.[63] Türklerde kullanılan fal çeşitlerinden bazıları Şamanizm kalıntıları içermektedir. Kullanılan fal çeşitleri; tayre, ilm-i ihtilaç, kehanet, kitfe, irafet, firaset, ilm-i kıyafet, kur’an falı, kura falı, remil falı, yıldız falı, ilm-i ifaye, ilm-i kefdir. Ayrıntılı olarak verilen fal çeşitlerinde karşılaşılan durum ise vücut seğirmelerinden yüz yapılarına, Kur’anı Kerim’de ki harf ve ayetlerden, falnamelerdeki meyve isimlerine, kuşların uçuşlarından kemik şekillerine kadar birçok yöntemle fal bakılmaktadır. Her araç fal bakımı için kullanılmıştır. Farklı araç gereçlerle gelecekten haberler alınmaya çalışılmıştır. Anlamlar yüklenerek yorumlanmıştır. Bu kadar çeşitli materyaller ile fal bakılabilmesi şaşırtıcı olup, aynı zamanda falın toplumdaki önemini bir kez daha göstermiştir.

İlm-i İhtilaç (Seğirname)

Vücudun altındaki kasların bir noktada deri ile birlikteki hareketlerine seğirme denir. Halk arasında seğirmeye bazı anlamlar yüklenmiştir. Olumlu olumsuz tahminlerde bulunmuşlardır. Bu tahminlerin kaleme alınmasıyla seğirnameler ortaya çıkmıştır.[64] Bu fal tekniğine ilm-i ihtilaç denilmiştir.[65] Başka bir tanım ise bir kişinin vücudunda oluşan seğirmelere göre o kişinin iş, para, sağlık ve geleceği ile ilgili yorumlar bulunmasıdır.[66] Mustafa Bin Bali’nin bu konu hakkındaki tanımı ise, kesin kanunları olmadan yüz ve bedende oluşan seğirmelere manalar yüklenmesi şeklindedir.[67] Batıda palmalogie, Araplarda ilm-i ihtilaç, Türklerde ise seğirname olarak bilinmektedir. Seğirnamelere önceleri ilim olarak yaklaşılırken günümüzde edebi eser olarak yaklaşılmaktadır.[68] Toplumda en geç dönemlere kadar varlığını sürdürmüştür. Hem manzum hem mensur eserler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dede Korkut hikâyelerinde, seğirmelerin yorumlanması ile ilgili örnek karşımıza çıkmaktadır. Dirse Han’ın eşinin, gözü seğirmektedir ve oğlunun başına kötü bir şey geleceğinden korkmaktadır. Dirse Han, av sırasında oğlu Boğaç Han’ı vurur.[69] Burada da görüldüğü gibi, Dirse Han’ın eşinin göz seğirmesi felakete yorumlanmıştır. Gelecekle ilgili kötü tahminlerde bulunulmuştur.[70]

18. yy’da Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifet-name’sinde, seğirmenin anlamları hakkında bilgiler vermiştir. İbrahim Hakkı, eserinin Seğirmeler ve Sonuçları adlı başlığında açıklamıştır. Bu başlık altında kaleme alınanlardan bazılarının meali şu şekildedir; “Başın tepesinin seğirmesi, makamdan haber verir. Başın önünün seğirmesi, talihe işaret eder. Başın yan tarafının seğirmesi, gerek sağ ve gerekse sol hayırdır. Dudak üstü seğirmesinde sağda rızık, solda şenliktir. Dudak ucu seğirmesinde sağda zarar, solda şenliktir. Dudak altı seğirmesi sağ ve solda yahşidir. Eğer bir yerin seğirse bak buradaki hükümleri hatırla ve şüphesiz itaat et. Damar neden oynar? Hak’tır onu depreden. O an işaretleri anla ve müjdelerini bekle”.[71]

Seğir-nameler, yukarıdaki yazma eserden de anlaşılacağı gibi insan vücudundaki istemsiz kasılmalardan gelecekle ilgili tahminler çıkarmaktır. Hem olumlu hem olumsuz olarak gelecekle ilgili birçok bilgi vermektedir.

İlm-i Kıyafet

Arapça Kavf kelimesinden türemiştir. Bir kişinin peşinden gitmek ve bilgi toplamak anlamındadır.[72] Bu ilim insanların dış görünüşlerinden karakter tahmininde bulunmadır. Başka bir tanım ise bir adamın yüzünden, biçim ve şeklinden, doğası ve ahlakı ve yeteneği hakkında tahminde bulunmak[73] şeklindedir. İnsanın iç dünyasının, dışına yansıdığına inanılmaktadır. Bu konu ile bu Nafs Nişaburi “Dış terbiyedeki güzellik iç terbiyedeki güzelliğin aynasıdır” demiştir.[74]

Kıyafet ilminin oluşumuna ve gelişimine bakınca, Grek kültüründen temellerinin oluştuğu ve yaygınlaştığı görülmektedir. İslam kültürüne, Batı’dan giren kıyafet ilmi, İslam kültürü ile yoğrulmuştur. İslam kültüründe kıyafetnameler ilk olarak, Arap edebiyatı daha sonraları Fas edebiyatı ve oradan da Türk edebiyatına yayılmıştır.[75] Türkçe olarak yazılan ilk kıyafetname Hamdullah Hamdi’nin Kıyafet-name’sidir. Ayrıca Bedr-i Dilşad bin Muhhammed Oruç’un, XV. yy’da kaleme aldığı ve Sultan

Murat’a atfettiği Muradname kitabınında da kıyafetnameden bahsetmiştir.[76]

Kıyafetnamelerde vücut uzuvlarının şekillerine göre yorumlar çıkarılmıştır. Uzunluk, kısalık, kalınlık, incelik, düz ve yuvarlak biçimlerine ve renklerine göre kişilikler yorumlanmıştır. Bu falın yorumlanma şekline örnek olarak kim tarafından yazıldığı bilinmeyen, Bilal Elbir’in incelediği çalışma gösterilebilir. Eser Manisa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Geniş alınlı olanların kavgacı, dar alınlıların cahil olduğu, büyük başı olanların bilge, güçlü insanlar olduğu, küçük başlı insanların aptal olduğu, yüzünde ben olan insanların kadir kıymet bildiği, yassı burnu olan insanların şehvetli olduğu, eğri dişli insanların hilekâr olduğu gibi daha bir sürü özelliğe anlamlar yüklenmiştir.[77] İnsan vücudunda bulunan her bir uzvun renginden şekline, üstünde ben olup olmamasına, benlerin yerlerine, etlerin sert ve yumuşak olmasına kadar her durum için farklı anlamlar yüklenmiştir. Ancak genel olarak bakıldığında kıyafetnamelerin yorumlama biçimlerinin benzerlik taşıdığı görülmektedir. Benzer anlamlar yüklenmiştir.

İlm-i Kıyafetin alt dalları İlm-i Sima İlm-, Hutut ve İlmi-i Kef’tir.

İlm-i Sima

İnsanın yüzüne bakılarak, onun karakteristik yapısı hakkında anlamlar çıkarma ilmidir. İnsanların yüz yapılarına göre haklarında çıkarımlarda bulunulmuştur.

Örneğin; boyu kısa olanların düzenbaz olduğu, burun delikleri büyükse haset, gözleri küçükse ahlakı zayıf, ağzı yamuk ise yalanı fazla kişi gibi anlamlar çıkarmışlardır.[78]

İlm-i Hutut

Alın çizgilerine göre gelecek hakkında tahminde bulunma ilmidir.[79] İnsanın ömrünün kısa ve ya uzun olacağını söyleyen ilimdir.[80]

İlm-i Kef

Avuç içindeki çizgilerin ve bu çizgilerle alakalı yıldızların yorumlanması ile bakılan faldır. Her kişinin el çizgileri şahsına münhasırdır. O yüzden bu falda, diğer fallardaki gibi genel varsayımlar yapılamaz. Önceden elde edilen, ulaşılan çıkarımlar bu fal için kullanılmaz. Bu yüzden bu fala insanlar daha çok ilgi duymaktadır.[81] Günümüzde hala kullanılan ve varlığını sürdüren fal çeşitlerindendir.

İlm-i İyafe

İyafe, kuşların uçmalarına, bir yere konmalarına, ötmelerine, yükselme alçalma gibi hareketlerine anlamlar yüklenerek gelecek ile ilgili tahminde bulunmaktadır. Bu fala iyafe, tayra veya zecr isimler verilmektedir.[82] Sadece kuşların uçuşlarına göre bakılan fala tayre denir. Bu fal çeşitinde kuşun önce uçması sağlanır sonra kuşun yaptıklarına göre yorumlar yapılırdı. İyafe ve animizm arasında bağlantı olduğunu söyleyebiliriz. İyafede kuşların uçması ve Araplarda ölenin ruhunun kuş biçiminde mezarının çevresinde uçması inancı bağdaştırılmıştır. Animizmde olduğu gibi, insan ruhu doğada her canlıda bulunurdu.[83]

İlm-i İyafe’ye göre falın uçuş yönüne göre anlamlar çıkarılırdı. Soldan sağa doğru uçarsa olumlu yorumlanırdı. Tam tersine doğru uçtuğunda olumsuz yorum yapılırdı. Bu fala hâkim olan kişilerin baktığı gibi herhangibiri de basit yorumlar çıkarabilirdi. Halk, ava çıkmadan önce kuşun uçuşuna göre avın sonucunu tahmin ederlerdi. Bu fal ile uğraşan kişiler kuşların her haline göre anlamlar çıkarmaktalardı. Hatta kuşların görünümü, ötüşünden, iç organlanlarında oluşan çizgilerden ve neye konduklarından bile anlamlar çıkarmaktalardı. Örneğin; kuru bir dala tünemişse veya kuş ötmezse kötü manalar yüklenirdi.[84]

Kıtfe

Koyun kemiğinden bakılan faldır. Kemikteki çizgilere ve renklere göre anlamlar çıkarılmaktadır. “Kitfe falına göre siyah renkli çizginin dar olması, kıtlığa; yeşil renkli çizgi, bolluğa ve ucuzluğa; kırmızı renkli çizgi, kavga veya kan döküleceğine; sarı renkli çizgi ise hastalığa işarettir. ”[85]

İrafet

Bu fal çeşidinde geleceği öğrenmek için suya, küreye ya da güneşe bakılarak tahminlerde bulunulurdu.[86] Tahminlerde bulunulması bakımından kehanete benzetilebilir. Araplarda bu falı bakana arraf denilmektedir. Çeşitli şekillerde bakılma yöntemleri vardır. Bunlardan biri de var olan durumlardan hareketle gelecek hakkında tahminlerde bulunmaktır.[87]

Kehanet

Kehanet, gelecek hakkında tahminlerde bulunmadır. Bu işi yapanlara kâhin denmektedir. Kehaneti bir fal çeşidi olarak kabul etmemize rağmen faldan ayıran özellikleri vardır. Falda belirli bir yöntem üzerinden belirli yorumlar yapılırken, kehanette birçok durumdan birçok farklı sonuç çıkarılabilmektedir.

Kur’an Falı

Direkt olarak Kur’an kullanılarak bakılan fal çeşididir. Kur’an’dan sayfa açılır ve açılan sayfa veya sayfadaki harfler yorumlanarak bakılır. Bu fal çeşidinde tek harfle yorumlamanın dışında birden fazla harfle yorumlama şekilleri de vardır.[88] Tefe’ül’de bulunma Kur’an’da herhangi bir sayfanın açılarak yorumlanmasıdır. İran’da basılan Kur’an’ların arkasında falnameler bulunmaktadır.[89] “Tefe'ül: ( a.i. fâl’den. c. tefe ’ ülât) 1. fal açma, fala bakma 2. hayra yorma, uur sayma. Tefe’ülât: ( a.i tefe’ülün c.) 1. fal açmalar, fala bakmalar 2. hayra yormalar, uğur saymak”8 Kur’an falının bilinen bir diğer adı da Danyal falıdır. Hz. Danyal’ı bu işin piri yaparak geçerliliğini arttırmışlardır. Hz. Danyal hakkında yapılan bazı açıklamalar vardır. Ahd-i Atîk’te isminden Dânîel olarak bahsedilmiştir. Ahd-i Atîk’te kendisine ve üç arkadaşına bahşedilen yetenekten bahsedilmektedir. Bütün kitap ve olağanüstü durumları anlayabilme yeteneği ve zekâsını bahşeder. Ayrıca Dânyâl’e tüm rüyaları yorumlayabilme yeteneği verir.[90] [91] Hayatını Bâbil’de sürdüren Hz. Dânyâl’ın bir kuyusu bulunmaktadır. Bu kuyunun hikmeti şudur; Hz. Âdem bilinmez sırlarını kuyuya bırakmıştır. Hz. Dânyâl o sırları oradan almıştır. Bu yüzden bu tür eserler ona atfedilir. Ayrıca remil ilmini kendisinin keşfettiği düşünülmektedir.[92] Bu anlatının ışığında falnamelerin çoğu Hz. Danyal’a dayandırılmıştır.

İlm-i tefe’ül’e zıt olarak il-mi teşe’üm vardır. Tam tersi olarak bu ilimde kötü anlama yorma uğursuz manalar yükleme[93] vardır. “Bu türde kurt veya çakal uluması, köpek havlaması, kedi miyavlaması, karganın ötmesi, evin bacasına baykuş konması, haftanın belli günlerinde yolculuğa çıkmak, merdiven altından geçmek gibi şeyler bir şekilde uğursuzluk alameti sayılmış olmakla, ilm-i tefe ’ül karşıtı bir görüntü içerisindedir. ”[94]

Diğer fal çeşitlerinde olduğu gibi Kur’an falı da ilim sayılmıştır. İlm-i Remil’e bakana remmal denilmiştir. Eskiden kum üstünde bakılırdı sonradan ise tahta üstünde bakılmıştır. Remil bakmanın birçok çeşidi vardır. En bilinen çeşidi, dörtlü kısımlara bölünmüş 16 satırdan meydana gelmektedir. Dörtlülerde, satırlara on beş veya otuz arasında nokta konulması gerekmektedir. Remmal fal esnasında bunu tahmini olarak ayarlamaktadır. Her dörtlükteki satırlar bir önceki satırdan uzun olmalıdır.[95] Diğer bakılma şeklinde önce abdest alınır. Üç defa İhlas suresi okunur ve fal duası yapılır. Kur’an’dan rastgele bir sayfa açılır. Yedinci satırdan görünen ilk harf alınır ve fal cetvelinden karşılığına bakılır. Diğer bir yöntem de Kur’an açılır ve sağ kısımda kaç adet Allah varsa sayılır. Sol kısımdan çıkan sayı kadar satır sayılır. Çıkan satırdaki harfin anlamı fal cetvelinde bakılır.[96] [97]

İslamiyet’in yasaklamalarına rağmen Kur’an-ı Kerim’i fal aracı kullanmışlardır. Birçok Kur’an’ın sonuna, falnameler eklenmiştir. Falnameler, hayra yormak amaçlı olduğu için İslamiyet’te yasaklanmamıştır. Ancak yine de Kur’an-ı Kerim’i, hayra yorma amaçlı bile olsa fal için kullanmak, İslami öğretiler ile çelişmektedir.

Aşık Kemiği Falı

Türkler yıllarca hayvancılıkla uğraşmışlardır. Hayvancılıkla günlük yaşamlarını sürdürürken ayrıca hayvanların kemikleri ile geleceği öğrenmeye çalışmışlardır. Falın, yaşam koşullarına ve kültüre göre şekil aldığını görmekteyiz. Kürek kemiği falı gibi Aşık kemiği falı da yaygın olarak kullanılan bir fal türüdür. Koyun veya keçi gibi hayvanların arka diz kapağından çıkarılan aşık kemiğinden bakılan faldır. “Aşık insan ve hayvanın topuk bağlantı ve kemiği demek olup Arapçası ka’b ve Farsçası bûcul’dur. '”'

Aşık kemiğinin her dört kısmının farklı isimleri vardır. “Aşık kemiğinin büyüğüne saka, küçüğüne honek denir. Türkiye ’de ve Türkçe konuşan ülkelerde aşık kemiğinin üst çukur tarafına yaygın olarak alçı (kazak, say, mire, bal), altına tokan (kıt, sığa, şek, tala), yan çukuruna çiğ, diğer yanına da tüğ denir. Kazak Türklerinde aşık kemiğinin büyüğü saka veya topaj, küçüğü de şükimayt olarak adlandırılır. Aşığın yan yattı durumundaki tümsek tarafına büge, bügenin karşısındaki çukur tarafına şige, aşığın dik duruşundaki ortası çukur tarafına alşı, alşının karşısına tayke, uzunlamasına çatalımsı tarafının aşağıya gelmesi haline ongka, ongkanın karşısına şongka denir. Ongka ve şonkga durumlarına pek nadir rastlanır ve uğursuzluğuna inanılır. Aşığın alçı tarafındaki burun kısmı sağa dönük ise ongkay, sola dönük ise solakay denir ki, solakay aşık pek uğurlu sayılmaz. Ayrıca aşığın alşı tarafı Kan (Han), büğe tarafı Sofu, tayke tarafı Taz (dazlak) ve şige tarafı Kadın olarak adlandırılır.” Anadolu’ da aşık ile ilgili isimlendirmelere ilk olarak XV.’da Ebû Bekr-i Tihrani’nin Kitab-ı Diyarbekiriyye adlı eserinde rastlanılmıştır. [98]

Aşık kemiği falının temelinde hayvancılıkla geçinen bir toplum vardır. Başka bir yüzünde ise Şamanizm kalıntıları vardır. Şöyle ki Aşık kemiği falına bakılırken kemik atılır ve gelen şekline göre tahminde bulunulur.[99] Şamanizm’de de kemik ruhun bulunduğu yerdir.[100] Kültürel kalıntılar Orta Asya Türklerinde oldukça fazlaydı. Bu kültürlerde de gelecekle ilgili tahminler yapılmaktaydı. Aşık kemiği falının da bu kültürler sonucu ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hem aşık oyunun yaygınlığı[101] hem de aşık kemiğinin önemli olması[102] bu falın eski zamanlara ait bir fal olduğunun göstergesidir.

Kürek Kemiği Falı

Şamanizm kalıntılarından olan fal, İslamiyet öncesinde ve sonrasında Türklerin hayatında hep olmuştur. Hayvan kemikleri ile bakılan kürek kemiği ve aşık kemiği falı hayatın döngüsünü temsil eder. Ölüm ve tekrar doğmayı simgeleyen bir faldır. İskelet canlıyı geçmiş ve geleceğe bağlamaktadır.[103] Yapı olarak atalarından ona kalan özellikleri sonraki topluluklara yönlendirmektedirler.[104] Şamanizm’de ruhun kemiklerde bulunduğuna ve kemikler ile yeniden doğulabileceğine inanılıyordu.[105] Ruhun kemiklerle yeniden doğacağı inancı Sibirya dışındaki yerlerde de mevcuttu. Örneğin; Bir Gagauz hikâyesinde, Âdem, farklı kemikleri bir araya getirmiş ve bunlardan oğullarına eş yaratılması için dualar etmiştir.[106] Anlaşıldığı gibi kemikler ile yeniden hayata dönme inancı mevcuttu.

Animizm ve Şamanizm’in kültürel kalıntılarından biri olan Kürek kemiği falı Türkler arasında çok yaygındır. Kazaklar kürek kemiği falı için keçi ya da tekenin kemiğinden yararlanırlardı. Bu kemikler ateşe atılıp orada biraz bekletildikten sonra çıkarılır ve kemikte oluşan çizgilere göre yorumlanırdı. Kapıya sırtı dönük olarak falcı oturur. Fala baktıktan sonra kemiği arkasındaki kapıya doğru atar. Eğer kemik kapının üst kısmına çarparsa falcının söylediklerinin hepsi olacağı anlamına gelir.[107] Oluşan çizgiler düz tek parça ise yol açık, kesik kesik ise yol kapalı anlamına gelmektedir.[108] Göçebe kültüre sahip olan topluluklarda, yaşam biçimlerine göre fal bakma işleri şekillenmiştir. Bu durum falın bütün yasaklanmalara rağmen yok olmadan günümüze kadar gelmesini açıklamaktadır. Bulunduğu şartlara ve kültüre göre şekil değiştirmektedir.

Yıldızname

Gökyüzündeki gizemi, sırrı çözmek için birçok yıldıznameler yazılmıştır. İnsanlar gökyüzünde kaderlerinin saklandığına inanmışlardır. Yıldızların buna göre sıralandığını ve mesajlar taşıdığını düşünmüşlerdir. Bunlarla ilgili kitaplar yazmışlardır. “Mezopotamyalılara göre yıldızlar göğün yazıları idi. Onlar, milletlerin ve insanların kaderinin orada yazılı olduğuna inandıkları için bu konuda bir yorum şekli geliştirmişlerdi. [...] Gökyüzü ile yeryüzü olayları arasındaki münasebetle ilgili müşahadeler astrolojik kodlar halinde belirlenmişti. İnsanlar hayat olaylarını yorumlamak için bu kodlardan faydalanıyorlardı”.[109] Seferlerin sonuçlarını, çocuklarının hayırlı olup olmayacağını, bir işe ne zaman başlayacaklarını, parasal durumlarını, hayatlarında sağlıklarının nasıl olacağını, ne zaman öleceklerini, kısmetinin açık mı, kapalı mı olduğu, evlilik hayatlarının nasıl olacağı gibi birçok soruda yıldıznameye başvurmuşlardır. Yıldızname hesaplamalarını bir kişi yapabilse bile işin erbabı değilse, kendi sorusunun cevabını alamaz. Bu işin ehli olan, aynı zamanda toplum tarafından saygı duyulan hocalar tarafından fala bakılırdı.[110] Çoğu yıldıznamelerde erkek ve kadınların burçları ayrı olarak sınıflandırılırdı. Bazılarında kadınlarınkinin küçük bir bölümüne yer verilirken, bazılarında da sadece burçlar başlığı altında geçmektedir. Câfer-i Sâdık’ın olan Kur’ânâme falı ve falın bakımında yardımcı olan zarın, üzerine yazılacak olan harfler ve bu harflerin karşılığı olan birleşimlerin sayfalarını açıklayan bir ek oluşturulmuştur. Yıldızların, hasım-hısım sınırlarında birbirleri ile ilişkilerine, yıldıznâme metinlerinde, ebced-i kebîr ve ebced­i sagîr değerlerine yer verilir. Sonrasında fal baktıranın anne ismi ve kendi isminin karşılığı olan ebced harfleri on ikiye bölünür. Çıkan sayıya göre kitaptan karşılığındaki sayfa açılır ve o bölüm okunur.[111] Yıldızname Osmanlı zamanında da önemli bir yere sahiptir. Bu iş ile uğraşanları saraya görevli olarak almışlardır. Müneccimbaşılık işleri ile uğraşanlar sarayda önem görmüşlerdir.

Eyyamname ve Gün Seçme İlmi

İnsanların geleceği bilme merakı, onları fal işleriyle uğraşmaya itmiştir.[112] İnsanoğlu geleceği hakkında bilgi edinmek ister ve geleceğinde kötü şeyler varsa onları engellemek için tedbir almak ister. Olacak olanı bilme isteği insan için hep olmuştur.[113] Bu durumun en önemli sonuçlarından biri uğurlu ve uğursuz zamanları öğrenme isteğidir. Örneğin; Bir yapı yapılırken ilk kazılar uğurlu güne göre atılır. Padişahlar, cülus dağıtmadan önce uğurlu günlerini belirlerler. Bu günler dışında iş yapıldığında o işin olumsuz sonuçlanacağı inanışı çok fazladır.

Gün seçme ilmi, Yıldız ilminin bir koludur. Bu ilimde bir iş için hangi günün ve hangi saatin uygun olduğuna bakmaktadırlar. Güneşin hangi burçta olduğuna ve ayın konumuna, güneş ile ayın arasında oluşan geometrik şekillere göre anlamlar çıkarılırdı. Bu şekillere göre uğurlu ve uğursuz saatler belirlenirdi.[114]

Kura Falı

Falı baktıracak kişi hazırlanan kâğıda zar gibi bir nesneyi atarak ya da gözü kapalı bir şekilde herhangi bir yere parmağını koyarak falı baktırır. Kâğıtta gelinen yere göre kitaptan fal yorumlanır.[115] Tamamen talih ve şansa göre çıkan sonuç yorumlanır.

Kulak Falı

Türk boylarında eski dönemlerde, Nevruz’un son Çarşamba’sında gapıpusma, kulağa dayanma adetleri ile fal bakılmaktadır. Bu falda kapı dinlenir ve duyulan ifade iyi ise hayırlı, kötü ise hayırsız yorumlanır.[116]

Çalışmamızın bu kısmından da anlaşılacağı gibi insan vücudunun bütün uzuvlarından seğirmelerine, kuşların kanat çırpışlarından kemiklerin üstündeki çizgilere, Kur’anı Kerim’den Yıldıznameye kadar her türlü yöntemle fal bakılmıştır. İnsanların bu kadar fal çeşidi çıkarmasının sebebi, bir şeylere inanmak istemesidir. Yaşam koşullarına uygun olarak fal çeşitleri üretmişlerdir.

Rüya Tabiri

Fal çeşitleri içinde dinen de yasak olmayan rüya tabiri, hem toplumda hem de yönetimde en çok başvurulan yöntem olmuştur. Rüya da bir fal çeşididir. Arapça’da rü’yet yani bakmak kelimesinden oluşmuş rüya kelimesi uyku sırasında ki görülerdir.[117] Arapça’da vakıa manasında kullanılan rüya, Osmanlıca’da rüya görmek olarak kullanılmıştır.[118] Arapça’da vaka, olay manasında olan kelimenin[119] Osmanlıca’da rüya olarak kullanılmasının sebebi gelecekle ilgili mesajlar taşımasıdır.[120] Rüyaların tabir edilmesinin sebebi olacaklarla ilgili haber verdiği düşüncesidir. Rüyalar yorumlanırken, Kur’an-ı Kerim gibi İslami temellere dayandırılarak yorumlanmıştır.[121] Rüyalar, insanların bilinçaltlarının bilince gösterdiği işaretlerdir.[122] Bu işaretler kültürel yapıdan etkilenmiştir.[123] Bu işaretlerin yorumlanmaya başlanması ile gelecekten haberler getirdiğine inanılmıştır. Rüya insan hayatında önemli bir yere sahiptir. Toplumun büyük çoğunluğu rüyaları

geleceğin habercisi olarak görmektedirler. Rüyaların tabir edildiği ve manalarının yazıldığı eserler insanların ilgisini daha fazla çekmiştir. İslamiyet’te gayb âleminde bilgi almada rüya yasaklanmamıştır.[124] Rüya yorumlarında en çok Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in hadislerinden yararlanılmıştır.[125] Rüya ile ilgili hadislerde “Salih bir kimsenin gördüğü güzel rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür.” ve “Ey insanlar! şu biline ki, Müslüman kimseye gösterilen salih rüya dışında peygamberlik müjdelerinden geriye bir şey kalmamıştır.” rüyanın gelecekte olacaklar hakkında bilgi verdiğine inanılmaktadır. Rüya kavramı ayetlerde de çokça karşımıza çıkmaktadır.  “Derken çocuk onun çaba ve tasasına ortak olacak olgunluğa

eriştiğinde, bunlardan birinde, (Hz. İbrahim) şöyle dedi: “Yavrucuğum! Kendimi rüyada seni kurban ederken görüyorum; bir bakalım, sen bu işe ne dersin?” (Hz. İsmail) Babacığım! dedi, Sana emredileni yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın!”[126] demiştir. Bu ayet ile rüyaların gelecek hakkında mesajlar içerdiğine inanıldığı anlaşılmaktadır. Öyle ki rüyada gönderilen mesajlara inanılmış ve uygulamaya geçilmiştir. Rüya ile ilgili başka bir ayet; “Hani bir zamanlar Yusuf babasına “ey babacığım!” demişti. Ben rüyamda on bir gezegen, bir de Güneşi ve Ayı gördüm; hepsi de yerlere kapanarak beni saygıyla selamlıyorlardı.” “(Yakup): “Ey yavrucuğum!” dedi, “Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana karşı tuzak kurarlar; çünkü şeytan insan soyu için apaçık bir düşmandır! Zira bunun anlamı, Rabbinin seni seçmesi sana olayların altında yatan gerçeği öğretmesi ve tıpkı daha önceden ataların İbrahim ve İshak ’a olan nimetini tamamladığı gibi, sana ve Yakup oğullarına da nimetini tamamlaması demektir. Gerçekten de senin Rabbin her şeyi bilir, her hükmünde tam isabet eder.”[127] Bu iki ayette de görüldüğü gibi Kur’an’da rüyalara önemli bir yer verilmiştir. İslam’ın en önemli kaynağı olan Kur’an’da rüyanın gelecekten haber verdiğine inanılmaktadır. Böylece yönetim sınıfında ve halk içinde rüya tabiri onaylanmıştır.

Evliya Çelebi’nin seyyahlığına başlamasındaki en önemli etken gördüğü rüyadır. Evliya Çelebi rüyasında Ahi Çelebi Camii’sinde kendisini görür. Caminin içindeki cemaat peygamberler, evliyalar, ilk inananlardır. Cemaatin arasında Hz. Muhammed’i (s.a.v.) görür. Ebi Vakkas oğlu Sa’d hemen Evliya Çelebi’yi Hz Muhammed’in huzuruna götürür. Elini öperken “Şefaat ya Resülallah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resülallah” der. Bunun üzerine Hz. Risalet “Allah’ım, şefaat, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştırır” der ardından bütün cemaatle birlikte Fatiha okunur. Evliya Çelebi uyandığında hemen rüyasını yorumlatır. Rüyada peygamberleri görmesinin her iki dünyada rahatlık ve mutluluk yaşayacağına işaret olduğu söylenir ayrıca ona dünyayı gezip tanıtması için görev verildiği söylenir.[128] Gördüğü bu rüya sonucu seyyah olup gezmeye, gördükleri yerler hakkında notlar almaya başlar. Kendisine bu görevin verildiğini rüyadaki mesajlardan çıkarır. Başka bir rüya örneği ise Evliya Çelebi’nin babasının rüyası ile ilgilidir. Gördüğü rüya ile oğlunun hayatını kurtardığından, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bahsedilmektedir. Rüyasında oğlunun denizde güç halde olduğunu görür. Gerçekten de o sırada Evliya Çelebi fırtınada denizde günlerce mahsur kalır. Bu rüya üzerine oğlu için dualar etmeye başlar. Ve bütün evliyalardan, ermiş kimselerden yardım talebinde bulunur, Kevser suresini bin defa okuyup uykuya dalar. Rüyasında Çelebi’nin Bursa’da türbesi olan Emir Sultan’dan yardım ve seyahat dilediğini görür. O gece birçok evliya kimseler Evliya Çelebi için seyahat izni ister. Daha sonra hep birlikte Fatiha okurlar.[129] Evliya Çelebi Bursa dönüşü İstanbul’a ailesini ziyarete gelir. Ancak ailesi Evliya Çelebi’nin o sırada nereden geldiği bilinmemesine rağmen babası, hoş geldin Bursa seyyahı deyince Evliya Çelebi şaşırır. Bunu nasıl bildiğini sorunca babası rüyasından bahseder. Bu anlatı ile rüyanın gerçekte olan veya olacaklarla ilgili gerçek görüler olduğu sonucu çıkmaktadır. Görülen rüyaların hiçbiri boşverilmemiş ve altlarında yatan anlamlara göre hareket edilmiştir. Evliya Çelebi’nin gördüğü başka bir rüya onun hacca gitmesine neden olmuştur. Hac görevini altmışlı yaşlarında yerine getirmiştir. Bir gece rüyasında babası ve hocası, hacca gitmesi gerektiğini bu görevi yerine getirmesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine hacca gitmeye karar verir.[130] İnsanların hayatlarında rüyaların ne kadar önemli dönüm noktalarına vesile olduğu görülmektedir.

Rüyaların gerçekliğine inandıkları için, kötü görülen rüyalar sonrası, hayırlara vesile olması adına yapılan adetler vardır. Örneğin; Evliya Çelebi Balıklava Kalesini gezmiş ve orada gördüklerini yazdığı sırada uyuyakalır ve çok kötü kâbuslar görür. Uyandığında rüyasının hayra dönüşmesi için sadaka dağıtır.[131] Günümüzde de görülen kâbusun suya anlatılması geleneği vardır. Böylece akan suyun kötülükleri de alıp götüreceğine inanılır.

Büyü Çeşitleri

Büyü, dua aracılığı ile kişiler üzerinde etki gösteren, istekleri yerine getirmek için yazı veya başka malzemelerle yapılan, ruhani varlıklar aracılığı ile iyi ya da kötü tesirlerdir.[132] Büyü Arapça’da sihir anlamına gelmektedir. Ancak Türkçe’de büyü kelimesini karşılamamaktadır. Sihir ile büyü farklı şeylerdir. Sihir daha çok illüzyon iken, büyü doğa üstü varlıkların gücünden yararlanılarak yapılan iyi yada kötü müdahalelerdir. Önceleri insanlar, ekinlerden iyi ürün alabilmek, yapılan işin sonuçlanması, evcil hayvanların bereketli olması, şifa bulmak gibi amaçlarla birçok toplumda büyü yapmaktalardı.[133] Ancak sonralarda daha çok mal mülk ve aşk için kullanmışlardır.

İnsanlar tarihin her döneminde büyüye başvurmuşlardır. Olan durumu değiştirmek ya da olacak olana müdahale etmek için büyüyü kullanmışlardır. Büyü her şeye yapılmaktadır. İnsana, bitkiye, hayvana veya objeye yapılabilmektedir. Büyü sadece işin ehli kimseler tarafından yapılabilmektedir. Bu kişilere büyücü, hoca, şeyh denmektedir. Büyüler iyi ve kötü olarak iki sınıfa ayrılır. Bunlara ak büyü ve kara büyü de denmektedir. İki çeşit büyünün temelinde de insanların emellerini gerçekleştirmesi vardır. Ak büyünün gayreti iyleştirme ve korumadır. Günümüzde kullanılan ak büyüler ise mal mülk ve aşk için yapılmaktadır. Ak büyünün zıttı kara büyüdür. Büyüyü yapan kara büyücüdür. Büyünün amacı kötülüktür, zarar vermektir.[134]

Kırmızı Büyü

Kırmızı büyü, kötü amaç ve niyetlere hizmet eden, kara büyünün bir türüdür. Gerçekçi olduğu kabul edildiğinden, çok tehlikeli bir uygulama olarak görülmektedir. İnanca göre büyünün işlemi sırasında kan kullanıldığından şeytani büyü olarak geçmektedir.[135] Büyüler farklı başlıklarla sınıflandırılsada temelinde hepsinin amacı aydır.

Sempatik Büyü

İki farklı çeşidi bulunmaktadır. Taklit büyüsü ve temas büyüsü olarak ikiye ayrılır.[136]

Taklit büyü

Karşıdakine zarar vermek ya da etkisiz hale getirmek için kullanılan büyülerdir. Kişiyi anımsatacak şekilde, onun heykeli tahta gibi malzemelerle yapılır ya da resmine direk olarak yapılır. Bu işlem için vücudundan bir parça kullanılır saçı, tırnağı gibi. Böylece direk olarak karşıdakine büyünün tesir etmesi beklenir.[137]

Temas büyü

Taklit büyüsünde kullanıldığı şekilde kişinin kullandığı bir eşya, saç veya tırnak örnekleri ile yapılır. Böylece karşıdaki kişinin eşyası üzerinden büyü ile o kişiye ulaşılabileceğine inanılır.[138]

Aktif Büyü

Yapan kişinin maharetleri ile olaylar ve doğa üzerinde etkili güç kullanmasıdır. Örneğin telepati, hipnotizma gibi yöntemlerle başka yerde olabilme ya da direk olarak karşıdakinin zihnine ve vücuduna hâkim olma, yönetme şeklinde yapılan büyülerdir.[139]

Pasif Büyü

Aktif büyü ile taban tabana zıttır. Koruma amaçlı yapılan büyülerdendir. Nazarlıklar, muska gibi tılsımlarla karşıdan gelen kötü büyülerden korunmak amaçlanmaktadır. Burada karşıdakinin iradesine hâkim olma yoktur. Kişinin kendi isteği ile olabilecek olumsuzluklardan korunma isteği vardır.[140]

Kara Büyü

Tamamen karşıdakine zarar verme amaçlı yapılan büyülerdir. Cinler, şeytanlar ve kötü ruhların iş birliği ile çalışan bir büyücü tarafından yapılır.[141] Ak büyü ile yapılan uygulamalarda din ve sosyal hayattan pozitif yönde yararlanarak çalışmalar yapılmıştır. Kara büyü ile ilgili yapılan uygulamalarda tam tersi mevcuttur. Amaçları doğrultusunda dinin yasaklarına dahi aldırış etmeden tabiatüstü varlıklar aracılığı ile amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır.”[142]

Ak Büyü

Ak büyüde amaç kötülük ve zarar verme odaklı değildir. Yaptıran kişi karşısındakini kendisine âşık etmek isteyebilir veya kocasını eve bağlamak isteyebilir.[143] Ancak amaç olumlu bile görünse karşıdakinin iradesi üzerinde hâkimiyet kurulduğu için bu büyünün masumiyeti tartışılır. Ak büyünün uygulandığı alanlar şifa bulma, doğal felaketlerden korunma ve önleme, hanesini, malını, ailesini, hayvanlarını korumak için yapılmıştır.[144]

İslamiyet Öncesi Türklerde Fal ve Büyü

İslamiyet Öncesi Türklerde Fal

Şamanizm’den etkilenen Türklerin hayatında birçok Şamanist gelenek bulunmaktadır. Bunlardan biri de faldır. Şamanların en kutsal görevinden biri fal bakarak gelecekten haber vermektir. Türk kültüründe de fal bir hayli önemli yer tutmaktadır. İslamiyet öncesi Türklerde fal hayatlarının her alanında bulunmaktaydı. Akınların başarılı olup olmayacağına, kaybolan eşyalarını bulmak için hatta evlat edinme gibi birçok alanda fal ritüellerine başvururlardı. Ve işlerini çıkan sonuçlara göre yaparlardı.

Kürek kemiği falı en yaygın fal çeşitlerinden biriydi. Kazaklar kaybolan, çalınan şeylerini ve çalanlarını bu fal ile bulurlardı. Kürek falı ile ilgili Kazakların kültüründe anlatılan bir hikâye vardır. Moğollarla ile Kazaklar arasında olan bir savaşta Kazaklar mağlup olur. Ancak iki yerde de alanında iyi olan cavrınşılar vardır. Kürek kemiği falına bakan Kazak cavrınşısı Moğol atlılarının peşlerinden geldiğini, bu yüzden durmamaları gerektiğini falda görür ve söyler. Bu sırada Moğol cavrınşısı da Kazakların yollarına devam ettiklerini fakat onları yakın zamanda yakalayacaklarını görür ve söyler. Moğolların komutanına atlıların ters yöne dönmelerini emretmelerini söyler. Hala takip ediliyorlar mı diye cavrınşı kürek kemiğine bakar ve Moğolların peşlerinden gelmeyip, döndüklerini söyler. Kazaklar peşlerinde kimse olmadığını zannettiklerinden mola verirler. Moladayken cavrınşıdan tekrar fal açtığında cavrınşı kürek kemiğini ateşe koyup der ki: “cav car astına catganday, catagalıp atganday! ” (Düşman yar dibine iniyor, nerdeyse ateş etmek ezere!). Böyle söyler söylemez Moğollar Kazakların yanı başında biterler. ”143 Bu anlatılan hikâyeden hareketle Kürek kemiği falına inanıldığı ve önem verildiği anlaşılmaktadır. Savaş zamanında stratejilerini dahi fala göre yapmaktadırlar.

Türklerde yakılan kürek kemiğindeki çizgiler ile gelecek hakkında tahminde bulunmaya yağrıncı denirdi.[145] [146] Kırgız kültüründe de kürek kemiği falı yer bulmuştur. Kırgızlarda kürek kemiği falına bakana coorunçu denmektedir. Manas destanında da Manasın yanında bir kürek kemiği falcısı olduğu anlatılmaktadır. Bu falcının adı Coorunçu Kara Badiş’tir.[147] Manas destanında Colay Han’ın akın için hazırlanırken, Targıl Taz denilen kemik falı bakan bir kâhine danışır.[148] Bu olay Manas Destanı’nda şu şekilde bahsedilmektedir;

“ ...

Bu sefer atlanma

Ata uğursuz ay imiş

Ere hayırsız yıl imiş”[149] Manas Destanı’nda bahsedilen bu fala göre görülüyor ki kâhin, savaşın olumsuz sonuçlanacağını ve savaşa çıkılmaması gerektiğinden bahsetmektedir. Birçok devlet yöneticisi fala göre seferlere çıkmıştır.

Kırgızların Manas Destanı’nda tanrılara sunulan kurban törenlerinde kullanılan etle fal bakıldığı görülmektedir. Et kaynatılır ve suyun rengine göre fal yorumlanırdı.[150] Bu faldan destanda şu şekilde bahsedilmektedir;

“...

Kazanı tez kaynatıp alırsın

Kazanın üstü köpüklenip kaynarsa

Han ateken dirilmiş olur

Koyu koçgul kan çıkarsa

Han ateken tamamen ölmüş olur”[151] Suda oluşan renge, köpüğün rengine göre devletin geleceği ile ilgili yorumda bulunmuşlardır.

Kırım ve Noğaylar Tatarları ile Başkurtlar topluluklarında da kürek kemiği falına rastlanmaktadır.[152] XIX yy’da Kırım’da bulunan papaz Minas Meditsi Nogay falcıları kuzu kürek kemiği aracılığı ile üzerinde oluşan çizgi ve noktalardan hareketle, fal baktıranın bir yıl içerisinde neler yaşayabileceğinden bahseder. Başına gelebilecek felaket ya da iyi olaylar hakkında bilgi verir.[153]

Kafkas halkında da kürek kemiği falı kullanılmaktadır. Karaçay-Malkar Türkleri, savaşa çıkmadan önce ya da yağmalama hareketlerinden önce kürek kemiği falına başvururlardı. Sonucunda başarı çıkar ise bu işlere kalkışırlardı.[154]

Türk toplumlarının büyük bir kısmında görülen kürek kemiği falının, geçerliliği kabul edilmiştir. Fala göre günlük yaşayışlarını ya da devlet işlerini belirlemişlerdir. Bu fal çeşidinin sürekli kullanılması geçerliliğini göstermektedir.

Türkler de kullanılan bir diğer fal çeşidi aşık kemiği falıdır. Aşık kemiği falı birçok Türk topluluğunda yaygındı. Kazak- Kırgızlarda evlat edinme merasimlerinde, evlat edilen çocuğa asıktı cilik ( aşıklı ilik) verilirdi. Böylece evlat edinme işlemi tamamlanmış olurdu.[155] Kazaklarda aşık kemiği zar gibi kullanılarak fal bakılırdı. İlk atışta alşı gelirse güzel yorumlanırdı. Ancak ilk seferde gelmezse tekrardan atılırdı. İkinci atışta gelirse normal bir yorum olarak yorumlanırdı. Üçüncü defada gelirse yorumlanmazdı. Olasılıklar olabileceği için yorum yapılmazdı.[156] Kişi için atılırsa “alşı düşerse han, ikinci atışta tayke düşerse hanın dazlağı, üçüncü atışta şige düşerse dazlak hanın karısı imiş denir. Yalnız üç defasında da büğe düşerse sofunun sofusunun sofusu imiş denir.”[157] Kazak ve Kırgızlar gelecekte olacakları bilebilmek için her zaman yanlarında aşık kemiği taşırlardı.[158]

Kıpçak Türklerinden olan Nogaylar savaş stratejilerini aşık kemiğine göre belirlemişlerdir. Aşık kemiğini, davulun üstüne atıp alçının gelmesine göre Kabardın’ın ardından gitmişlerdir. Yine aşık kemiğine göre başka bir savaş stratejisi belirleme Özbeklerde olmuştur. Özbek hanı Muhammed Şibani Han, Semerkant’ı Babür’den almadan önce aşık kemiğini atmıştır. “Çek, düşse de Babırga - Dağ düşse de Babırga- Semerkant’ı ben alsam - Oma düşsün davulga!” kelimelerini söyleyip aşık kemiğini davulun üzerine atmıştır.[159] Ayrıca Anadolu’da İlhanlılar döneminde Türk hükümdarlar da savaşa gitmeden önce aşık kemiği falına bakmışlardır.[160] Örneğin; Alaeddin Eratna, Çobanlılar ile Sivas-Erzincan arasında Karanbük’te savaşırken ordusu yenilmeye başlayınca geri çekilir. Daha sonra aşık kemiğini davulun üzerine atar. Ve aşığın omba gelmesi üzerine savaştan galip geleceği sonucunu çıkarır. Tekrardan saldırır ve gerçekten de savaşı kazanır.[161]

Uygurlarda fal yaygınlığı hakkındaki bilgiler Irk Bitig adlı kitapta bahsedilmektedir. 930 senesinde yazılmış bu eserde fal ile ilgili altmış beş paragraf vardır. Her fal “şöyle biliniz iyidir” veya "şöyle biliniz kötüdür” şeklinde cümle ile biter ve bu cümlenin öncesinde der kelimesi bulunur. Eserde fal bölümleri, der kelimesinden önce bulunur.[162] Bu kitaptan bazı örnekler şu şekildedir;

"24. Eğer asker sevketmek adlı fal gelirse tabiri şöyledir:

Asker sevkedilirse, yer delinir;

insan konuşursa söz tükenir.

Yol kaybedilirse, ev bulunmaz;

İnsan yanılırsa, iş bitmez. ”[163]

İslamiyet Öncesi Türklerde Büyü

İslamiyet öncesi inanışlarda büyü, Türk toplumlarında yaygındı. Şamanizm inancını benimseyen toplumlarda kam aracılığı ile çeşitli büyüler yapılmaktadır. Türklerin Şamanizm’i benimsemesi ile büyü hayatlarında önemli bir yer tutmaya başlamıştır.

Divan-ı Lugat-ı Türk eserinde Türklerde kullanılan büyüler ile ilgili bazı bilgiler verilmiştir. Arwaş, arwış, arkış, yalwı kelimeleri eserde büyü manasında kullanılmıştır. Şamanların büyü yapma işine arwaşmak, arwalmak denilmektedir.

Şamanlar cin çarpması, ya da doğa olaylarını kontrol gibi durumlarda büyüye başvurmuşlardır. Örneğin; Şamanlar yat denilen taşlar ile doğa olaylarına hâkim olabilirlerdi. Bununla ilgili Kaşgarlı Mahmut şunları söylemiştir; bu durumun Türkler arasında sık görüldüğünden bahsetmiştir. Yağma ülkesinde bizzat kendisinin şahit olduğu bir olaydan bahsetmiştir. Şamanların yaz mevsiminde çıkan bir yangın için kar yağdırarak söndürdüklerinden bahsetmiştir.[164] Ayrıca insanlar yel, kovuç ve kovuz’dan yani cin çarpmasından kendilerini korumak için şamanlara giderlerdi. Oğuzlarda kovuç yerine kovuz kullanılmaktadır. Yel kovuz bitigi ise, cin çarpmalarına karşı muhafaza için okuma manasındadır. Cin çarpan kişinin yüzüne soğuk su çarpılır, sonrasında ise kovuç kovuç denilmektedir. Devamında ise üzerlik ve öd ağacı ile kişi tütsülenirdi. Kamlar bu büyüsel işlerden sonra örüng denilen ücreti alırlar.[165] Türkler, Şamanlar olmadan kendileri de bazı büyüler yapmaktalardı. Örneğin; nazara karşı bahçelere, tarlalara kösgük, abakı denilen korkuluklar dikerlerdi ayrıca hayvanlarını koruma amaçlı boyunlarına Monçuk denilen aslan tırnağı asılırdı.

Nazar; Arapça kökenli bir kelimedir. Türkçede bakış, bakma anlamında kullanılmaktadır. Belirli insanlarda olduğu düşünülen, kıskanarak ya da beğenerek baktıkları kişilere, konutlara, hatta nesnelere bile zarar verdiğine inandıkları göz anlamına sahiptir ve kem göz olarak da adlandırılır.[166]

İnsanlardaki bu enerjinin kıskançlıktan doğduğunu ve bu kötü enerjiyi karşılarındakine aktararak zarar verdiklerine inanırlar. Gözün yaydığı enerjiden kurtulmak için yine gözle karşılık vermişlerdir.[167] Göz şeklinde olan nazarlıkları kullanmışlardır. Nazarlıklarla kötü enerjilerden, hastalıklardan korunacaklarına inanmışlardır. Anadolu’da halı kilimlerde kullanılan üçgen figürü, nazar amaçlı kullanılanılmaktadır. Göz figürleri, geometrik şekillerde, haç ve yıldız biçimlerinde uygulanmaktadır. İnsanlarda bulunan bu enerjinin, bakış ile karşıdakine çeşitli zararlar vereceğine inanılmaktadır. Nazarlıklar ile insanların bu enerjiden korunduğuna inanılmaktadır.[168] En çok kullanılan motif nazarlık figürleridir.

Kişiyi nazara karşı muhafaza etmek için tütsü yakılıp “ elemtere fiş/ kem gözlere şiş/ üzerlik çatlasın/ nazar eden patlasın” şeklinde bir dua edilir.[169] “Nazar insanı mezara, hayvanı kazana götürür” diye atasözü bile bulunmaktadır. Nazardan koruyan nazarlıkların birçok çeşidi bulunmaktadır. “Dua yazılı kâğıtlar, muska, cam, taş ve çeşitli madenler ile çörek otu gibi bitkilerden veya kaplumbağa kabuğu, kürek kemiği, kurt dişi ya da bazı deniz canlılarının kabukları gibi hayvanlara ait parçalardan yapılmış olabilir'”[170]'6

Nazardan korunmak için muska yöntemine başvurma halk arasında oldukça yaygındır. Muskanın içinde nazardan koruyan dualar olduğuna inanılır. Kişinin bunu üstünde taşıması istenir. Bazen de yutması, suda bekletip suyunu içmesi de istenir. Muska, Arapça nüsha manasına gelmektedir.[171] Nazar boncuğu takıldığı gibi muska yazılması da olukça yaygındır. Bebeğin alnına kara sürülmesi de Anadolu’da kullanılan bir gelenektir. Böylece bakan kişinin bütün dikkati alındaki karaya geçer.[172] Muska motifi Anadolu da eşyalarda oldukça yaygın kullanılmıştır. Halı, kilim desenlerinde muska figürlerine sıkça rastlanılır.

Türkler arasında en çok renkli gözlü kişilerin nazarının değeceği inancı vardır. Ahıska Türkleri arasında nazarı değen insanlar ile ilgili çeşitli inanışlar vardır. Yaşı ilerlemiş kişilerin nazarının daha çok değeceğine inanırlardı. İnanışlarına göre yaşlı insanlar meraklarından dolayı daha dikkatli bakar ve nazarı değer. Her türlü canlıya ve eşyaya nazar değdirebilecek olduklarını düşünürler. Ayrıca sütten kesilmiş daha sonra tekrar emzirilmiş kişiler ve çok dikkatli uzun süre bakan kişilerin nazarları değmektedir.[173]

İslamiyet Sonra Türklerde Fal ve Büyü

İslamiyet Sonrası Türklerde Fal

Toplumlar her dönemde gelecek hakkında bilgiler edinmek istemiştir. İnsanoğlunun merak duygusu ve geleceğe hâkim olma isteği falı her dönem cazip kılmıştır. İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra bile fal, toplumda her zaman olmuştur. İslamiyet’in yasaklamasına ve günah saymasına rağmen hem toplum hem de yöneticiler arasında yaygın bir şekilde kullanılmıştır. İslamiyet’e göre geleceği Allah’tan başka kimse bilemez. Geleceği bildiğini söylemek ise Allah’a şirk koşmaktır. Kur’an-ı Kerim’de fal ile ilgili şöyle bahsedilmiştir; “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[174] Ayrıca fal ile ilgili hadislerde mevcuttur; “Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in zevcesi Âişe radiya ’llâhu anhâ’dan rivayet olunduğuna göre Âişe, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işitmiştir: Melekler “Anân’e-ki, buluttur-inerler de gökte kazâ ve hükmolunan (istikbâle ait) bâzı şeyleri (kendi aralarında) görüşürler. Bu sırada şeytanlar (bu havâdisi) kulak hırsızlığı yaparlar. (işittiklerini de) kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle berâber yüz(lerce) yalan da kendiliklerinden uydururlar.”[175] Bu konu ile ilgili bi başka hadis; “Cennet’e hesapsız girecek mü’minler efsun etmeyenler, teşe’üm eylemeyenler, şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmayanlar ve her hususta Allah ’a tevekkül edenlerdir”[176] şeklindedir. Ancak fal, yasak ve günah olmasına rağmen insanlar merak duygusunun önüne geçememiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra fal şekil değiştirmiştir. İslami şartlara göre uygulanmıştır. En yaygını ve en itibar göreni Kur’an falıdır. İslamiyet falı yasaklamasına rağmen falın yaygın olmasının sebebi hem halk hem de yöneticiler arasında rağbet görmesidir.

“Hemişe padişah vü hem veziri

Bu faldan oldılar hep cümle şadi”[177]

 Beyitinde de anlaşılacağı gibi hem padişah hem de vezirler arasında yaygın olmuştur. Ayrıca İslam liderleri de Kur’an falını desteklemiştir. Şeyhülislam Ebussuud Kur’an’dan fal bakılabileceğini söylemiştir.[178] Toplumda fal bakanlar ve baktıranlar cezalandırılırken, Kur’an falı gibi fallara bakmak serbest olmuştur. Mesela yıldızlara bakarak gelecekle ilgili tahminde bulunmak, Allah’ın varlığına şirk koşmak anlamına geldiği için İslamiyet’te yasaklanmıştır.[179] Dinin yasaklamalarına rağmen toplumda ve yönetimde fal bakan ve baktıranlar her zaman olmuştur.

Toplumda herkes tarafından kabul edilen, geleceğe hâkim olduğu düşünülen kişilere fal baktırmak için başvurulurdu. Hastalıktan ne zaman kurtulacaklarını, ne zaman evleneceklerini, o senenin bereketli geçip geçmeyeceğini öğrenmek gibi birçok nedenlerle fala başvurmuşlardır. Fal çeşitleri arasında yıldızname önemli bir yere sahiptir. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, yıldızlarda insanların kaderlerinin yazılı olduğuna inanılırdı. Birçok olay yıldızlara bağlanabilirdi. Örneğin Hz. Süleyman Saydün Paşa’nın kızı Aline ile evlenir ancak kız hep üzgün ve mutsuzdur bunu, yıldızı düşük olmasına bağlarlar.[180]

Fala verilen önem falcıların esnaf sınıfında yer almasından da anlaşılabilir. Ressam Falcılar Esnafı (Esnaf-ı Falcıyan-ı Musavver) bir asker ve bir dükkândan oluşmaktadırlar. Falcı Hoca Mehmet Efendi, Mahmut Paşa Çarşısı’nda bir dükkânda bulunmaktadır. Büyük ve önemli devlet adamlarını, padişahları, önemli seferleri Ketebeli yazısı ile büyük İstanbul tabağına resmetmişlerdir. Bu resimleri dükkânının en önemli kısmına koymuşlardır. Bu dükkâna gelen müşterilere bir akçe karşılığında, resimlerden hareketle yorumda bulunup fal bakmaktadırlar. Bu resimler arasında Ferhad ve Şirin gibi âşıklar olduğu gibi düşmanlıklar da bulunmaktaydı.[181] Falcılar aracılığı ile bakılan fallar dışında türbe, kuyu gibi yerlerde de niyet tutularak bakılan fallar vardı. Üsküp’te Baba Lokman’nın türbesi bulunmaktadır. Bu türbede Baba Lokman sayesinde çıkan hayat suyu ve suyun içinde balıklar bulunmaktadır. Niyeti olan insanlar bu balıklara ekmek atarak, “Eğer benim işim hayr ile itmâm bulursa bu mâhîler benim bezl etdiğim etmeği tenâvül ede ve illâ hayr ile işim râst olmazsa ekmeğim yemeyeler” deyip fal bakarlardı. Eğer balık, ekmeği yerse dilekleri gerçek olurdu.[182] Bu konu ile ilgili başka bir örnek Eyüp Mezarlığı’ndaki kuyudur. Eyüp Mezarlığı’nda bir kuyu bulunmaktadır. Bu kuyuya Can Kuyusu denilmiştir. Sevdiğini veya bir malını kaybeden birisi, abdest alır, iki rekât namaz kılar ve Fatiha okur. Daha sonra kuyunun içine seslenerek kaybettiği şeyi sorar ve kuyudan cevap gelir. Hatta rivayetlere göre Evliya Çelebi kuyuya “Osman dayımız hayatta mı?” diye sorar. Kuyu “Edirne’den un alıyor 15 güne gelir.’”[183] Der. Osman dayının 15 gün sonra döndüğü söylenir.

Falı bir ilim gibi görmede en büyük etkenlerden biri hakkında yazılan falnamelerdir. Falnameler belirli bir falın nasıl bakılacağını açıklayan kitaplardır. Bakılma çeşitlerine göre ayrılan falnamelerin birçoğu halkın anlayabileceği sade bir dille yazılmıştır.

Balıkesir’de bulunan bir cönkte falname örneği bulunmaktadır. Cönk toplumun kültürel ögelerini içinde barındırmaktadır. İçeriğinde şiir ağırlıklı olduğu görülmektedir. Cönk kelimesi, bizim lugatımıza Cava ve Malaya dillerinden geçmiştir. Ayrıca, aynı anlamda Arapça’da gemi manasına gelen sefine kelimesi de kullanılmıştır. Bu isimlendirme, cönklerin uzunlamasına bakıldığından ve içinde farklı şeyler barındırdığından mütevellit gemiye benzetilmektedir. Cönk yazarları topluma göre eğitim seviyeleri yüksek ya da en basitinden okur-yazar kimselerdi. Cönklerde saz şairlerinin eserleri ve Türk kültürü hakkında önemli bilgiler vardır. Cönkte çiçek ve meyve adlarına anlamlar yüklenerek oluşturulmuş falname mevcuttur. Cönk Molla Davut’un eseri olup 1841-1893 seneleri arasında kaleme alınmıştır. Cönk’ü sırası ile oğlu Ahmet ardından da torunu Davut tamamlayarak son haline getirmiştir.[184] Meyveler veya çiçeklere iyi ya da kötü manalar yüklenerek gelecek hakkında yorumlarda bulunmuşlardır. Bu falnamede otuz bir beyitten oluşan şiirde meyve ve çiçeklere manalar yüklenmiştir. Bu falnameden bazı kısımlar şu şekildedir;

“Şâha vireyim işit be hey iki gözüm

Gönlün istemiş senin yaş üzüm

Yemişler içinde efendim o birdir

senin gönlündeki incirdir

Dost gönderecek meyvalardır

Senin gönlünde meğer ayvadır”13

Cönkte meyve, çiçek ve yemişler beş gruba ayrılmıştır. Bu gruplar 1, 2, 4, 8 ve 16 rakamlarıyla aşağıdaki gibi adlandırılmıştır.

1- Elma - Yaş Üzüm - lynâr - (F)ındık - (K)uru Üzüm - Leblebî - (K)arpuz -

Kiraz -Helva - Limon - Misk - Lâle - Ayva - Benefşe - Erguvân

2- Armut - Yaş Üzüm - Bâdem - lynâr - Kuru Üzüm - Pâlûze - Kiraz - Şeker -

Zerdâlî - Karpûz - Misk - Reyhân - Hurma - Fıstık - Erguvân

incir - Ayva - Bâdem - lynâr - Leblebi - Zerdâlî - Kayısı - Kiraz - Helva -

Pâlûze - Misk - Benefşe - Şeftâlî - Hurma - Erguvân

8- Turunç - Fındık - Kuru Üzüm- Leblebî- Kay(ı)sı - Bâdem - Kiraz - Gül -

Lâle- Hurma - Nergiz - Benefşe - Kavun - Fıstık - Erguvân

16- Kavun - Karpuz - Şeker - Pâlûze - Helvâ - Misk - Anber - Lâle - Nergiz -

Reyhân - Benefşe - Hurma - Gül - Erguvân.”

Fala baktıracak kişi yukarıdaki kategoriden birini aklında tutar ve hangi kategoride geçiyorsa fal bakan kişi bunları bulur ve karşılarındaki rakamları toplar. Çıkan sayı, [185] şiirdeki satır karşılığına göre yorumlanır.[186] Bu falnameden hareketle toplumda fal olarak yorumlanabilecek şeylerin çeşitli olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplumun fala olan merakı hem çeşitli falları hem de falnameleri oluşturmuştur.

İslamiyet Sonrası Türklerde Büyü

Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra eski kültür ve inanışlarını tamamen terk etmemişlerdir. Kabul ettikleri inanışla bunu harmanlamışlardır. Bunun örneği olarak büyüyü alabiliriz. İslami şartlara kesinlikle uymayan büyü, hem insanoğlunun olayları kontrol etme isteği hem de eski yaşam biçiminin bir kalıntısı olarak günümüze kadar gelmiştir. İslamiyet büyüyü direkt olarak yasaklamış ve büyü yapanları kâfir olarak saymıştır. İslamiyet’te bununla ilgili ayet ve hadisler mevcuttur. İnsanı helak eden yedi günahtan birisi olarak büyü alınmıştır. “1) Allah ’a şirk, 2) Sihir, 3) Allah ’ın katlini haram kıldığı bir hayatı öldürmek; haklı öldürülen müstesna, 4) Fâiz kazancı yemek, 5) Yetim malı yemek, 6) Düşmana hücûm sırasında harbten kaçmak, 7) Zinâdan masûn olup hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlara zinâ isnâd etmek. ”[187]

Kur’an’da Hz Muhammed’e, Yahudiler tarafından yapılan kötü büyüden de bahsedilmektedir. Hz. Aişe bu durumu şöyle rivayet etmiştir: “Bir kere Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e sihir yapılmıştı. Hatta (şahs-ı Nebevî) bazı işi işlemediği hâlde yaptım sanırdı. Nihâyet günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra bana: ‘Ey Âişe, bilir misin? Allah bana kendisinde şifam olan şeyi bildirdi ki: Bana iki kişi geldi (Cibrîl ve Mîkâil). Bunlardan biri başucumda, öbürüsü de ayakucumda oturdu. Ve biri öbürüsüne: ‘Bu zatın hastalığı nedir?’ diye sordu. O da, ‘Sihirlenmiştir’ diye cevap verdi. ‘Kim sihir yapmıştı?’ diye suâline öbür melek: ‘Lebîd İbn-i A’sam!’ diye cevap verdi. Sonra ‘Bu sihir ne ile yapılmıştır?’ diye sordu. O da: ’Bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile.’ diye cevap verdi. ‘Nerede yapılmıştır?’ suâline de: ‘Zervan kuyusunda. ’ diye cevap verdi. Sonra Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bâzı Ashâb ile berâber) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde bana: ‘Ey Âişe! Kuyunun etrâfındaki hurma ağacının uçları şeytan başları gibidir!’ buyurdu. Bunun üzerine ben: ‘Yâ Resûlu’llâh! Siz o sihiri çıkarıp çözdünüz mü?’ diye sordum. Resülu’llâh: ‘Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ verdi. Bir de o sihiri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin şuyûundan endişe ettim. Sonra, kuyunun kapatılmasını emrettim.’buyurdu.” [188] Bu anlatıya göre bakıldığında sihri, sihir ile çözmekten kaçınmışlardır. Büyü ile çözüme ulaştıklarında büyüyü meşrulaştıracaklarından dolayı şifayı Allah’tan ve dualardan bulmayı desteklemişlerdir.

Büyü ile ilgili başka bir hadis şu şekildedir; “Cennet’e hesapsız girecek mü’minler efsun etmeyenler, teşe ’üm eylemeyenler, şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmayanlar ve her hususta Allah ’a tevekkül edenlerdir.”[189] Görüldüğü gibi büyük günahlar arasında büyü yer almaktadır. Kaderi değiştirmek ve Allah’a şirk koşmak anlamına gelmektedir. İslamiyet büyünün varlığını kabul etmiştir. Böyle bir gücün olduğu kabul edilmiş ama yapanların cehennemlik olacağı söylenmiştir. Büyünün varlığı kabul edilmiş ancak bu iş ile uğraşmak yasaklanmıştır. Fakat yine de büyüye maruz kalınır ise bunun çözümünün büyü değil dua ve Allah’ın şifasına sığınmak olduğu vurgulanmıştır. Büyü, İslamiyet’te kati suretle yasaklanmıştır. Ancak insanlar dinin bütün yasaklamalarına rağmen büyüye devam etmişlerdir. Büyüyü bir korunma aracı olarak görmüşlerdir. Kötü olayları, hastalıkları savurmak için büyüye başvurmuşlardır. Ancak bunlar daha önceden de bahsettiğimiz ak büyüler ve koruyucu büyüler kategorisinde yer almaktadır. Bu durumun tam tersi olarak zarar vermek amaçlı yapılan yani kara büyüler de vardır. Anadolu’da insanlar çeşitli amaçlarla büyüyü kullanmışlardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir;

Felaketle sonuçlanan doğa olaylarının zararlarını gidermek için ya da felaketle sonuçlanabilecek doğa olaylarını önlemek için

Doğumları kolaylaştırmak için

Bazı fenalıklardan, çarpılmalardan, art niyetliliklerden muhafaza için

Bilinmeyeni bilmek, olacağı öğrenmek

Hazine bulmak

Şifa bulmak için[190] gibi daha bir sürü nedenle büyüye başvurulmuştur.

Büyüyü yapanlara şeyh, hoca gibi isimler verilmektedir. Büyü çeşitli şekillerde yapılmaktadır. Saç, tırnak, elbise parçası ile yapıldığı gibi muska, kurşun dökme, okuma gibi şekillerde de yapılmaktadır. Kurşun dökme bir büyü çeşidi olarak kabul edilir. İnsanlar işleri ters gidince, hasta olunca ya da nazardan korunmak için kurşun döktürürlerdi.[191] Rukye’de büyünün bir çeşidi olarak kabul edilmiştir. Hastalıktan ya da kötü olaylardan korumak için yapılan işlere rukye denir. Rukye, büyücülerin ve okumaları, efsundur.[192] Rukye, doğaüstü güçleri kullanarak bir işi gerçekleştirmedir. Rukye efsunlayarak ve dua ile olmak üzere iki şekilde yapılır. Efsunlayarak yapılan işler büyüye girdiği için İslam’da yasaklanmıştır. Kötü amaçlar için kullanılmaktadır. İyi amaçlar için kullanılanı dua sınıfında yer alır.[193] Avf b. Malik el-Eşcai’nin rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber’in rukye hakkında söyledikleri şu şekildedir:

“Biz Cahiliye ’de rukye yapardık. Daha sonra:

‘Ya Resulallah, bunun hakkında ne buyurursunuz? ’ diye sorduk. Resulallah:

‘Rukyelerinizi bana gösteriniz. Şirk olmadığı müddetçe beis yoktur.’ buyurdu.”[194] Bu hadisten de anlaşıldığı gibi hastalık veya zararlı hayvanlara karşı yapılan rukye İslam’da büyü olarak alınmamıştır.

Başka bir büyü inancı olan nazar, önceleri İsabeti-i ayn olarak adlandırılmaktaydı. Günümüzde nazar değmesi, göz değmesi olarak adlandırılmaktadır. İnsanlarda olduğuna inanılan, bakışlarla insana, hayvana hatta cansız varlıklara verilen zararlardır.[195] Nazar çok beğenilen, imrenilen şeylere değmektedir. Nazardan korunmak için çeşitli önlemler alınmıştır. Bunlardan biri de nazar muskası hazırlamaktır. Bir kâğıda hoca tarafından dua yazılır. Yedi kat naylona sarılıp, bir bez ile üçgen şekli verilir. Boyunda ya da vücudun sağ yanında taşınır. Başka bir yöntem de yapılan muskanın bahçeye gömülmesi ve ya su dolu bir bardakta bekletilip daha sonra o suyun içilmesidir. Nazardan korunmak için kullanılan diğer yollardan biri de nazarlıktır. Nazarlıklar; nazar boncuğu, el şekli, nal, kaplumbağa kabuğu, delikli taş, civa, yumurta kabuğu gibi birçok şekildedir. Bu nazarlıkların üstte taşınarak ya da evde bulundurularak nazardan koruduğuna inanılmaktadır. Nazardan kurtulmak için büyüsel ritüeller yapılmaktadır. Kurşun döktürme, köz söndürme, tütsü yakma, tuz gezdirme gibi büyüsel adetler vardır. Köz söndürmede eve gelen kişiler arasında kimlerden şüphelenilirse tek tek isimleri söylenirken, her biri için ayrı köz suya atılırdı. Hangisinin ismi söylenirken cızırtı çıkarsa ya da kömür dibe çökerse onun nazar değdirdiği düşünülürdü. Kurşun dökmede kurşun dualar ile bir suya dökülürdü. O sırada kurşun dökülen kişi tülbent altında oturur. Kurşun soğuyup çıkan şekillere göre nazar değdiren kişinin hem cinsiyeti hem de fiziksel özellikleri söylenirdi. Tütsü yakmada ada çayı, çörek otu gibi otlar yakılarak tütsü ile nazarın dağıtıldığına inanılırdı. Tuz gezdirmede ise bir kişi eline aldığı tuza bir kere Fatiha üç kere İhlas okur ve tuzu nazarı değdirenin başında gezdirirlerdi.[196] Görüldüğü gibi nazara inanma sonucunda, nazardan korunmak için ya da nazardan kurtulmak için büyüsel işlere başvurulmuştur. Hz. Muhammed’in “Nazar’dan Allah ’a sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir.” Sözünden de anlaşıldığı gibi İslam nazarı kabul etmiş ancak nazardan sakınmak için ya da kurtulmak için yapılan ritüelleri kabul etmemiştir.

Hz. Muhammed’in “Sihirbaza tatbik edilecek had cezası, kılıçla vurmaktır.” hadisinden de anlaşıldığı üzere İslam’da büyünün cezası çok büyüktür. Ancak İslam’ın bütün yasaklamalarına rağmen büyü varlığını sürdürmüştür. Çoğu büyü günlük hayatta adet haline gelmiştir. İnsanoğlunun olaylara hakim olma isteği ve geleceği değiştirme çabası oldukça, büyü bütün yasaklamalara rağmen varlığını sürdürecektir.

BÖLÜM
FALNAMELER

Falname

Falnameler, fallara duyulan ilginin sonucunda ortaya çıkmışlardır. Falnameler, falların nasıl bakılacağını aşama aşama anlatmaktadırlar. Falname örneklerinin çeşitliliğne bakıldığında, her şeyin fal aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Falnamelerin temelinde, hayra yorma bulunmaktadır.[197] Türkler’de yaygın olarak kullanılan fal, İslamiyet’te ve Kur’an’da karşımıza hayra yorma olarak çıkmaktadır.[198] [199] “İslâmda teşe’üm yoktur, en hayırlısı tefe’üldür, tefe’ül sizden birinizin duyduğu güzel sözdür”191 anlaşılacağı gibi, İslamiyet’te hayra yorma amaçlı faldan bahsedilmiştir. Bu destekleyen başka bir örnek ise şu şekildedir; “Hz. Muhammed, iyiliğe işaret eden alâmetlere dikkat edilmesini öğüt eder; böyle hayırlı alâmetler için fal tedbirini kullanır ve bu kelimeyi tesadüfen işitilen her iyi söze işaret olarak izah ve bu alametlerin kabulünü tavsiye edermiş”.[200] Ayrıca falnamelerin girişinde bulunan “Gaybı ancak Allah bilir” cümlesi ile amacın sadece tefe’ül olduğu vurgulanmak istenmiştir. Besmele ile başlanması, çeşitli dualar okunması ve abdest alınması da bu işin caiz kılınması için yapılmıştır.[201]

Yıldıznâme, tefe’ülnâme, hurşidnâme, ihtilâcnâme ve kıyafetname gibi fal kitaplarının genel adı falnamedir. Bu falnameler farklı çeşitlerde bakılmakta ve farklı yorumları bulunmaktadır.[202]

Yıldızname

Gökyüzündeki gizemi çözmek için birçok yıldıznameler yazılmıştır. İnsanlar gökyüzünde kaderlerinin yazıldığına inanmışlardır. Yıldızların buna göre dizildiğini ve mesajlar taşıdığını düşünmüşlerdir. Bunlarla ilgili kitaplar yazmışlardır. “Mezopotamyalılara göre yıldızlar gökyüzünün yazarlarıydılar. Yıldızlarda

insanların kaderleri yazılıdır ve bunu yorumlamak için kodlar oluşturmuşlardır. Bu kodlar aracılığı ile insanların kaderleri hakkında yorumlar yapmışlardır.[203] Seferlerin başarılı olup olmayacağı, çocuklarının hayırlı olup olmayacağı, bir işe başlanıp başlanamayacağı, maddi durumunun nasıl olacağı nasıl hastalıklar yaşayacağı, hangi yaşlarda ölümle karşılaşabileceği, kısmetinin bağlı mı olduğu, hayırlı evlilik yapabilecek mi gibi birçok soruda yıldıznameye başvurmuşlardır. Yıldızname hesaplamalarını bir kişi yapabilse bile işin üstadı değilse, kendi sorusunun cevabını alamaz. Bu işin ehli, aynı zamanda toplum tarafından saygı duyulan hocalar tarafından bakılır[204] çoğu yıldıznamelerde erkek ve kadınların burçları ayrı olarak sınıflandırılır. Bazılarında kadınlarınkinin küçük bir bölümüne yer verilirken, bazılarında da sadece burçlar başlığı altında geçmektedir. Câfer-i Sâdık’ın eseri olan Kur’ânâme falı ve falı bakmada kullanılan zarın üstüne yazılacak olan harfler ve bu harflerin karşılığının hangi sayfalara ait olduğunu gösteren açıklama koymuşur. Yıldızların, hasım-hısım sınırlarında birbirleriyle ilişkilerinin olduğu yıldıznâme de ebced-i kebîr ve ebced-i sagîr değeri bulunmaktadır. Falı baktıranın kendi ismi ve annesinin isminin karşılığı olan ebced harfleri 12’ye bölünür. Çıkan sayıya göre kitanın o sayfası açılır ve manasına bakılır.[205]

2.1.2 Hurşidnâme

Meyveler, hayvanlar ve peygamberler ile danışanın sorduklarına cevap veren faldır. Meyve-peygamber yorumlarında, meyvelerin tadına ve biçimlerine göre yorumlar yapılmıştır. Toplum içindeki meyvelerin algılanış şekillerine göre, olumlu veya olumsuz anlamlar yüklenmiştir. Peygamberlerin yaptıklarından ve halkla olan ilişkilerinden yorumlarda bahsedilmiştir. Hayvanlar için de aynı durum söz konusudur. Toplumun genel olarak hangi anlamları yüklediklerine göre yorumlar çıkarılmıştır. Meyveler üzerinden danışıldığında genel olarak sağlık, para, iş, mevki, makam, seyahatin hayırlı olup olamayacağı, aşk, hasımlar ile ilgili sorular sorulmaktadır.[206]

Hurşidnâme yorumlarına örnek olarak; Vişne, Hz. Ali (r.a) birlikteliğinden ulaşılan yorum şu şekildedir; fal baktıran eğer çocuğu olsun istiyorsa, bu muradına erecektir. Maddi anlamda istediklerine ulaşacaktır. Allah’ın adını sürekli zikreder ise istek ve arzularına ulaşacağı nasihat edilir. Hıyar ve Yusuf (a.s)’un birlikteliğinden şu yorum yapılmaktadır; kişinin, Yusuf ( a.s) gibi güçlü bir geleceği olacağı ve her türlü işten arkadaşları yardımı ile hayırlısıyla altından kalkacağı şeklinde yorumlanır. İşinin hayırlı ve mutlu sonla sonuçlanmasını istiyor ise, Allah’a sığınması gerektiğini nasihat eder. Bakla ve Hızır (a.s)’ı birleşiminden oluşan fal şu şekilde yorumlanmıştır; kişinin, hasımlarının çok olduğu ve arzuladığı şeye ulaşamayacağı, sıkıntı ve talihsizlik şeklinde yorumlanmıştır. Kişinin, isteklerinden vazgeçmesi ve sabırla beklemesi nasihat edilir.[207]

Tefe’ülnâme

Tefe’ül hayra yorma anlamındadır. İlm-i remil, Yıldız falı, el falı, çiçek falı gibi fallarda kullanıldığı gibi yaygın olarak falnamelerde de kullanılır. Osmanlı şairlerinin kullandığı yöntem olan tefe’ül’de Kur’an-ı Kerim, Mevlana’nın Mesnevisi, Fuzili, Hayali gibi Osmanlı şairleri ve başka milletten şairlerden de yararlanmışlardır.[208] Danışan için şairlerin kitaplarından, tasavvuf kitaplarından ya da Kur’an-ı Kerim’den herhangi bir sayfa açılarak çıkan paragrafa göre anlam yorumlanır.[209] Örneğin Haşmet Divanı’nda tarih manzumesinin başlığında, Vezir Ali Paşa için tefe’ül yapıldığından bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Yâsin Sûresi’nin “Üçüncü ile aziz kıldık”[210] ayetinden dolayı üçüncü defa vezir olacağı sonucu çıkarılır. Osmanlı şairleri tefe’ül için “Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere, Hâfız, Hayâlî, Vecdî, Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî, Hâfız, Örfî, Fuzûlî, Atâyîgibi şairlerin divanları, Mevlânâ’nın Mesnevi’si, Sa’dî-i Şîrâzî’nin Gülistân’ı Yazıcızâde Mehmed’in Muhammediye’si, Ahmed Mürşidî’nin Ahmediye’si, Ahmed Bîcan’ın Envârü’l-Âşıkîn’i gibi daha çok dinî muhtevalı eserlerden yararlanılmışlardır”.[211] Ayrıca Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde geçen “Bir âdem tefe’ül murâd edinse her sahîfeyi açdıkca bi- emri Hayy-ı Kadîr hasbihâline münâsib bir şehir ve kurâ ve kasabâtlar gele ” sözden de anlaşıldığı gibi seyahatname ile tefe’ül bakılabileceğini söylemiştir.[212]

Tefe’ül, Kur’an’daki ayet ve surelerin, harf yorumlanması ile yapılmaktadır. Harflere dayalı tefeülde niyet tutulur ve Kur’an’dan herhangi bir sayfa açılır. Kitabın sağ tarafında bulunan ayetin ilk harfi, Kur’anda hangi ayete denk geliyor ise o ayet yorumlanır.[213] Örneğin; elif harfi sevgilinin boyuna benzetilmiş ve güzel anlamlar yüklenmiştir. Mutluluk, sevinç, feraha çıkma gibi anlamlar yüklenmiştir. Cem Sultan, falında elif harfinin çıktığından bahsetmiştir.[214] Başka bir örnek, dal harfi ile ilgilidir. Ahmet Paşa, açılan falında dal harfinin geldiğini ve bu harfin, sevgilinin güzel dalgalı saçlarına benzediğini, bu yüzden dal harfinin anlamının devlet ve mutluluk olduğunu belirtmiştir. Anlaşıldığı gibi remmalcılar, toplum üzerinde harflerin bıraktığı izlenimlere göre yorumlarda bulunmuşlardır.[215]

Sure yorumları ile bakılan tefe’ülde, açılan sayfada çıkan sureye göre yorumlar yapılmıştır. Örneğin; Cem Sultan’a, sevgilinin yolunda sadakatini bilme anlamında yorumladığı, İhlas suresi çıkmıştır.[216] Ayet üzerinden yapılan tefe’ülde de, çıkan ayet üzerinden yorumlamalar yapılmıştır. Örneğin Ravzî, sevdiği kişi için Kur’an Falı açmıştır. Seyf âyeti çıkması üzerine aşkına kavuşamayacağı anlamını çıkarır.[217]

İhtilâcnâme

Arapça adı ihtilâcnâme, Türkçe’de adı ise seğirnamedir. İnsan vücudunda oluşan kasılmalara anlam yüklenmesi ile bakılan fal çeşididir. Eski zamanlardan beri vücuttaki bu kas hareketlerinin gelecekten haberler taşıdığına inanılmaktadır.[218] Bu falname ile ilgili bir tanım şu şekildedir; İnsanın vücudunda herhangi bir yer seğirdiği vakit, gelecek, iş, sağlık ve niyetleri ile ilgili varsayımlarda bulunmuşlardır.[219] En eski örneği Uygurlara ait olan seğirname,[220] firaset ilminin bir uzantısıdır. Mevlâ Ebü’l - Hayr şöyle dedi: “Bu ilim baştan ayağa insanın organlarının seğirmesinin insanda ilerde ortaya çıkacak durumları ve şimdiki durumlarını (mallarını) nasıl bildirdiğinden bahseden bir ilimdi, faydası ve amacı açıktır. Ancak anlamının zayıflığı ve tanıklarının kapalılığı sebebiyle güvenilmez bir ilimdir. Bu ilim hakkında kısa risaleler gördüm, fakat bunlar hastayı iyileştirmez ve susuzu sulamaz. Şeyh Dâvûd el Antâkî tezkiresinde şöyle dedi. Seğirme organın veya bedenin istek dışı hareketidir, yapanla ilgili bir sebepten olur, bu buhardır, maddi bir sebepten olur, bu buharlaşmış gıdadır, şekille ilgili bir sebepten olur, bu patlamadır, doğanın gücü yettiği zaman ortaya çıkar ve seğirme sırasında vücudun durumu genel ve özel olarak deprem sırasındaki yerin durumu gibidir. ”[221] Seğirnamelerde tek bir seğirmeye birden fazla anlam yüklenmiş olması bu duruma olan güvenilirliği sorgulatmaktadır. Yorumcular, seğirnameleri Hz. Adem’e, Hz. Danyal’a, Ca’fer-i Sâdık’a ve Hz. Zülkarneyn’e dayandırmaları bu işi daha güvenilir kılmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.[222]

Bu seğirname ile ilgili daha önceki kısımlarda bir falname örneği belirtmiştik. Orada tablo halinde vücuttaki seğirmelerin ne anlama geldiği yazmaktadır. İlk seğirname örneği, 15. yüzyılda Dede Ömer Ruşeni’ye aittir. Ömer Ruşeni, Gazelin’de vücudundaki seğirmelerin gelecek hakkında nasıl anlamlar taşıdığından bahsetmiştir.[223] İlk yazılı örneklerden biri Mehmet Bin Recep’in Nevhatü’l Uşşak isimli eserinde karşımıza çıkmaktadır.[224]

“Gözüm seyrerdi kulak çınlar idi

Derunum içre canım inler idi

Gice görmüş idim bir korkulu düş

Ki gelmemiş idi ol düş bana hoş”112 göz seğirmesinden dolayı olumsuz şeyler olacağı anlamını çıkarmıştır. Eski zamanlara dayanan seğirnamenin oluşum sebebi insanların bilmediği şeylere anlamlar yüklemesi idi. Zamanla tıp ve bilimin ilerlemesi ile bu anlam yüklemeler azalsa bile hala kaybolmamıştır. Günümüzde gözün seğirmesine olumsuz anlamlar yüklenmektedir. Bu da fal ve geleneğin iç içe geçtiğinin kanıtıdır. Toplumda gelenek halini alan bazı söylemler ve inanışların fal kökenli olanları mevcuttur. Bu durumun sebebi ise falın, insanoğlunun doğası gereği tarih boyunca varlığını sürdürmesidir. Falın, meraklara ve beklentilere cevap vermesinden dolayı zaman içinde yok olmamış toplumsal sürece adapte olmuş ve varlığını sürdürmüştür.

Kıyafet-name

İnsanların dış görünüşlerine göre karakterleri hakkında çıkarımlarda bulunan fal çeşitlerinin yazıldığı kitaplardır. Bu alanda Türkler tarafından yazılan ilk kıyafet- name, Bedri Dilşah’ın Murad-namesi’dir.[225] [226] Bedri Dilşah, insanların dış görünüşlerinden yararlanarak bir takım hükümlerde bulunmaktadır. Örneğin; Küçük başlıların aklının az olduğu, gözleri yuvarlak olanın yalancı olduğu, büyük ağızlıların sözlerinin dinlenmesi gerektiği gibi çıkarımlarda bulunmuşlardır.[227]

Falname Örnekleri

İhtilâcnâme

Yusuf Ziya Sümbüllü’nün incelediği, Muhammed bin Ferhâd’ın, 16. Yüzyıla ait olan ve Fransa Milli Kütüphanesi’nde bulunan ihtilâçnâmesi ile ilgili bazı örnekler şu şekildedir:[228]

Tablo 2.1. Vücutta bölge bölge oluşan seğirmelere göre gelecekle ilgili yapılan
tahminler.223

Bir yerden bir yere gire

Cemâ’atiyle sefer iyleye

Yüce izzet ve mertebe bula

Ululuk bulub muhterem ola

Şerîf   ve

devlet bula

Başun ortası seğirse

Gam yetişe tiz def ola

Düşmanı kahr ola

Eyü haber işide

Birazcık gam yetişe

Andan eylik nakl eyleyeler

Sağ gözün köşesi seğirse

Dostları azîz duta

Murâd hasıl

olub    ferah

bula

Gayet didârla ferah bula

Ma’rifet işide

Anınçün hayr söylerler

Sol   gözü

tamam segirse

Yüce mertebeye yetişe

Ferah ve râhat bula

Eyü hayır ide

Yüce mertebeye yetişe

Ululuk bula

Alnı bütün seğirse

Vâfur  mâl

bula

Gamdan sonra mülki           eline

gire

Mâl   bula

eyü  ‘işler

göre

Fena vâka’dan kurtula

Gamı za’il ola

Ense seğirse

Bir    haber

işide

Murâd  hâsıl

ola

Hayır haber yetişe

Konuk gele

Mektub gele

Sol gözün kuyruğı seğirse

 

Bir İhtilâcnâme Örneği

Eser, Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.[229] Eserde vücuttaki seğirmelerin bazıları şu şekilde yorumlanmıştır;

Başın tepesi seğirir ise şeref-i devlet bula, eğer padişahlığa layık ise padişahlık bula

Alnın sol yanı seğirir ise sefere gide, muradına erişe

Sağ kulağı seğirir ise güzel söz duyacaktır

Sol gözün aşağı kapağı seğirir ise rahat ola

Beşinci parmağı seğirir ise saadete erişeceği[230]

Bu seğirname, bir ya da en fazla iki tahminde bulunmuştur. Bütün vücuttaki kasılmalar en ince ayrıntılarına kadar bölge bölge incelenmiştir. İnsanlar nedenini bilemediği ve bu yüzden gizemli gelen durumlara anlamlar yüklemişlerdir. Bunun örneklerinden biri seğirnamelerdir.

Kitâb-ı Segirname ve Billahit Tevfik

Seğirme ile ilgili bilgiler veren başka bir metin olan, Kitâb-ı Segirname ve Billahit Tevfik, Sivas Ziyabey Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Metinde alışıla gelmişin dışındaki uzuvların seğirmesinden bahsedilmiştir. (Kulak memesi, kulak içi) Vücudun bütün parçaları en üstten en alta sırasıyla alınmıştır. Seğirmelerin olumlu ve olumsuz birçok anlamı vardır. Olumlu tahminler, olumsuz tahminlere göre daha yüksektir. Metinde insan vücudunda bulunan seğirmelerin anlamları hakkında bazı bilgiler verilmiştir.[231] “Bir kişinin başı ortası seğirse, mal ve ululuk bula, padişahlığa layık ise padişah ola. Başın çepeçevresi seğirse mal, ululuk bula, bir yâd kişinin ucundan şâd ola. Başın sağ yanı seğirse, bir bölük halk üzere ululuk eyleye. Eğer başın sol yanı seğirse, mübarek sefer ide, geri tiz gele. Eğer alnı seğirse, işi seferse; seferi muradınca ola. Eğer alnın sağ yanı seğirse, oğul ucundan, ya bir dost ucundan iyilik göre. Eğer alnın sol yanı seğirse, istediğin bula. Eğer kafası seğirse, mal cihetinden biraz kaygı göre. Eğer sağ kulağı seğirse, iyi söz işite, şâd ola. Eğer sol kulağı seğirse, yavuzluğuna analar. Eğer sağ kulağın yumuşağı seğirse, bir kimse ile cenk ide kendinin eli üstün ola. Eğer sol kulağın yumuşağı seğirse, ululuk, beylik bula.”[232]

Tali'-i Mevlüd-i Kebir

Eserin yazarı Firdevsi’dir. Eser, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Eser, Firdevsî-i Rumî adı ile kaydedilmiştir. Falnamede burçlardan bahsedilmiştir. Bahsedilen burçların bir kısmı şu şekildedir;

el-babü’l-evvel burc-ı hamel: Koç doğan kişilerin özelliklerine değinir. Bu burçta doğanlara ebalis isimli cinin musallat olduğundan bahseder. Nerelerde musallat olacağı, musallat olan kişiyi bu durumdan kurtarmak için neler yapılması gerektiğinden ve okunması gereken dualardan bahseder.

el-babü’s-sani fi beyan-ı tali’-i burc-ı sevr: Boğa burcundaki kişilerin özelliklerine değinir. Bu burçta doğanlara yeyi bin belil isimli cinin musallat olduğundan bahseder. Nerelerde musallat olacağı, musallat olan kişiyi bu durumdan kurtarmak için neler yapılması gerektiğinden ve okunması gereken dualardan bahseder.

       el-bab’üs-salis yıldızı ‘utarid:     İkizler burcunda doğan kişilerin

özelliklerinden bahseder. Bu burçta doğanlara cabir bin isimli cinin musallat olduğundan bahseder. Nerelerde musallat olacağı, musallat olan kişiyi bu durumdan kurtarmak için neler yapılması gerektiğinden ve okunması gereken dualardan bahseder.[233]

Eserin bir kısmında, Türklerde pek bilinmeyen on iki hayvanlı takvimden bahsedilmektedir. Yıllara göre coğrafi olaylardan ve o yıl doğacak kadın ve erkeklerin özelliklerinden bahsedilmektedir. Yıldızname hesaplamaları için oldukça iyi bir örnektir. Her yıla bir hayvan ismi verilmiştir. O yıl içinde yıldızların konumuna göre bir yıl içinde olacakların tahmini belirtilir. Burçlardan farklı olarak o yıl içinde doğan insanların özellikleri belitilir. “Yıllar fare, öküz, pars, tavşan, timsahiyılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz” isimleriyle belirtilmiştir. [234]

Falname Danyal “Aleyhi’s Selam”

Falname Danyal “Aleyhi’s-selâm” eseri, İsveç Lund Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. İlm-i remil örnek alınarak yazılmıştır.[235] Remil, kum üzerine çizgi ve noktalar çizerek bakılan faldır.[236] İslamiyet öncesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Kâğıt olmadığı için kum üzerinde bakılmaktadır. Kökeni Hz. İdris ve Hz. Danyal’a bağlanmaktadır.[237]

Remil falı örnek alınarak oluşturulmuş olduğundan, ilk olarak remile bakılmadan önce yapılması gerekenlere değinilmesi gerekmektedir. İlk olarak abdest alınır. Giysiler temiz olmalıdır. Hava bulutlu ve yağmurlu iken remil bakılmaz. Karın dolu dolu doymuş olmamalıdır. Güneş doğduktan sonra ve öğlen vakti bitiminden yirmi dakika sonraya kadar bakılması en uygun zamanlar olarak belirlenmiştir. Diğer zamanlar uğursuz zamanlar olarak sayılmıştır. Bu durumda toplum içinde ki iş yaparken belirlenen uğurlu saat ve uğursuz saatten kaynaklanmaktadır. Bir işin hayırla sonuçlanması için uygun zaman diliminin belirlenmesi çok yaygındır. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi gündelik hayattaki basit işler, örneğin çamaşır yıkama için bile uygun saat ayarlanırken, bu durum fal için de geçerlidir. Daha sonra remile bakacak kişi bütün niyet ve odağını bu fala odaklamalı ve soldan sağa doğru noktalar konulmalıdır. Noktalar koyarken bir önceki noktanın alt kısmının biraz önüne konularak atılmalıdır. 16 satır üzerine saymadan atılan noktalar konulur ve noktaların tek ve çift olmalarına göre fal yorumlanır.[238]

Bu falnamede Remil falı, on altı farklı şekilden oluşmaktadır. Otuz iki hat ve otuz iki şekilden oluşmuştur. Her hat, on iki noktaya karşılık gelir. Otuz iki hattan, altmış dört nokta oluşur. Ayrıca remilin otuz iki noktası da eklenince doksan altı olur. Remildeki on altı şekil olumlu ve olumsuz anlamlar olarak iki kısma bölünür. Buna göre yorumlanır.[239] [240]

Manzum Bir Kur’an Falı

Eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu falnamade tek tek harfler yorumlanmıştır. Her harfin bir yorumu mevuttur. Besmele ile falnamenin giriş bölümü başlamıştır ve her harf tek tek yazılarak ne anlama geldiği açıklanmıştır. Falnamade falın nasıl bakılacağı şu şekilde açıklanmıştır. Abdest alınır ve üç kere Fatiha, bir kere İhlas, yedi kere istiğfar ve yedi kere salavattan okunur. Sonrasında, “Allahümme inn tevekkeltü ‘aleyke ve veccehtü vechı ileyke ve tefe’eltü bi- kitabike ’l-kerim ve ’l-furkani’l- ‘azim feerin ma hüve ’l-meknun fi-sırrıke ’l-mektum fi- ğaybike ’l-mahzün. Allahümme ahric ll ayeten estedillü biha ‘ala kazaike ve kaderike fi haceti. Allahümme erini ’lhakka fe-etbe‘uhu ve erini ’l-bâtıla fe-ectenibuhû. Bi- rahmetike ya erhame’rrahimm”23 duası ile Kur’an-ı Kerim açılır. Sağ taraftaki ilk ayettin ilk harfine göre sonrasında gelecek harflere göre anlamlar çıkarılır.

Çıkan sonucun olumlu veya olumsuz olacağı harflerin anlamlarına göre belirlenir. Harflerin bir kısmına olumlu bir kısmı da olumsuz anlamlar yüklenmiştir. “Elif, Be, Se, Cim, Hı, Dal, Re, Sin, Dad, Zı, Kaf, Lam, Mim, Nun, Vav ve Ye ” harfleri işlerin hayırlı olacağı, “Te, Ha, Zel, Ze, Şın, Sad, Tı, Ayn, Gayn, Fe, Kef, He ve Lamelif ” harfleri ise işin olumsuz, hayırsız olacağı anlamına gelmektedir. Ancak bekler ve dua ederse, sabır gösterirse işinin olumluya döneceğinin işaretidir.[241] Bu fal yorumu, tefe’ül nameye bir örnektir.

Fal-Name-i Kur’an-I Azım’i

Bu falname, gaybtan haber vermek yerine, danışılan işin hayırlı olup olmayacağı ile ilgili haber vermektedir. Falnamenin yazarı Fedayi’dir. Fedayi yazdığı eserlerden dinine çok bağlı ve dinin yasakladığı her şeyden uzak duran bir kişi olduğu bellidir. Ancak bu Kur’an falını yazmasının sebepleri; Kur’an falının Hz. Ali’ye dayandırılması[242] ve Şeyhülislam Ebusuud Efendi’nin Kur’an falı ile ilgili “şer’an bir şey lazım gelmeyeceği”[243] fetvası üzerine dinen caiz sayılmıştır.

Bu divanide ki falname Millî Kütüphane’de bulunmaktadır. Falnamede harflerin anlamlarına göre yorum yapılır. Falname aracılığı ile fal baktıran kişi, işi ile ilgili olumlu ve olumsuz ne sonuç olacağını merak ediyorsa, ilk önce abdest almalıdır. Daha sonra Kur’an-ı Kerim-i öpmeli ve bir kere Fatiha, üç kere İhlâs ve Ayete’l- Kürsî dualarını okur. Hz. Muhammed’e üç kere salavat getirdikten sonra, danışılan konu düşünülerek Kur’an’dan rastgele bir sayfa açılır. Yedinci satırdaki ilk harfin anlamına bakılır.[244]

Tali'-Name

Falname, Uluborlu Alaaddin Keykubat İlçe Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu falname, yıldızname kökenli birçok unsuru barındırmaktadır. Kişilerin doğum tarihine göre yıldızları belirlenip, bu yıldızların hangi burçta olduğu belirlenir. Hangi peygamberlerin bu burçtan olduğu, bu yıldızın hangi cadı, peri ya da cine ait olduğu, bu perinin (cadı, cin) zarar verip vermeyeceği ve korunmak için hangi muskaların yazılması gerektiğine bakılır. Falnamede büyü ve dualar bulunmaktadır. Ayrıca falnamede uğurlu gün ve aylar belirlenir. Hayatında hangi tür hastalıklara yakalanacağından, ölümünün ne zaman olacağına kadar, geleceği ile ilgili birçok tahminde bulunulur. Bu falın da Hz. Danyal’dan geldiği bahsedilmektedir ve yorumlamada Ca’fer Sadık kaynak olarak gösterilmektedir.[245]

Kur’an Falı

Falname’de fal bakılmadan önce okunması gereken dualardan bahsedilir. Esere göre ilk önce abdest alınır. Üç defa Fatiha okunduktan sonra besmele getirilir. Salavat getirilir üç kere ve herhangi bir sayfa açılarak sağ tarafa bakılır. Yedinci satırdaki ilk harfe bakılır. Ve çıkan fala göre yorumlama yapılır. Harflerin yorumlarının bazıları şu şekildedir:

Elif: Falının mübarek olduğu, sevincin olacağı yardım geleceği, gam ve kederin dağılacağı anlamına gelmektedir.

Ba: Makam mevki kazanacağı anlamındadır.

Ta: Hacca gitmesi gerektiği anlamına gelmektedir.

Sa: Ummadığı yerden mal geleceği anlamına gelmektedir.[246]

Tertîb-i Fâl-ı Kur’ân-ı Mecîd

Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özege Kitaplığı’nda bulunmaktadır. Tefe’ül amaçlı bakılan falın aşamaları şu şekildedir; Niyet ettikten sonra, abdest alınır. Bir kere Fatiha, üç kere İhlâs okunur ve üç kere salavattan sonra “Bismillâhirrahmânirrâhim. Allahümme innî tevekkeltü aleyke ve teâ’leyte bi-kitabike ’l kerimi fe erini mâhüvel meknûnu fi sırrıkel meknûnı min havlike. Allahümme entel hakku ve kavlükel hakku Muhammedün nebiyyüke Sallâllâhu eleyke ve sellim velâ havle velâ kuvvete illâ billâhilâliyyilâzim” duası okunur. Daha sonra Kur’an-ı Kerim açılır, ilk sayfanın ilk satırındaki harf ile yedinci satırdaki ilk harfe bakılır ve harfe göre yorum yapılır. Örneğin; I gelirse sevindirici haber alacağı. I tekrar gelirse, boşuna emek verdiği. ^ gelirse, bereket. ^ tekrar gelirse, ululuk ve rızk. o gelirse, rızkının sürekli olacağı. o tekrar gelirse, niyetine ulaşacağı şeklinde yorumlanmıştır.[247]

Manzum Falnâme Nüshası

Eser, Balıkesir’de İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.[248] Falnamede yemiş, çiçek, yiyecek ve kokulardan oluşan bir tablo vardır. Fal baktıran kişi, zihninde bir yiyecek ismi tutar, fala bakan ise sırası ile bütün yiyeceklerin ismini okur. Fal baktıranın aklında tuttuğu yiyecek hangi grupta ise o bölüm işaretlenir ve grupların üstünde bulunan sayılar toplanır. Çıkan sayı, akılda tutulan şiirin sayısını vermektedir.[249]

Diğer falnamelerden farklı olarak direkt gelecek hakkında bilgi vermek yerine, benzetiler ile imalı bir şekilde yaklaşılmıştır. Falnamede, yiyecek ve çiçekler üzerinden çıkan fallar ve gruplarının bazıları şu şekildedir: “Elma ile sevgilinin yanağı (1); badem ile gözü (6); incir, fıstık ve kaysı ile dudağı (4, 10, 14), şeftali ile vuslatı (16), erguvan ile gözyaşı arasında benzerlik kurulmuştur. ”[250]

Bir Cönk Falı

Balıkesir’de bulunan bir cönkte falname örneği bulunmaktadır. Cönklerde, saz şairlerinin eserleri mevcut olup bunun yanında, Türk kültürü ile alakalı birçok bilgi bulunmaktadır. Cönkün bir kısmında çiçek ve meyve adlarından bir falname oluşturulmuştur. Cönk, 1841 ile 1893 seneleri arasında Molla Davut adlı kişi tarafından yazılmıştır. Cönk’ü sırası ile Molla Davut’un oğlu Ahmet, ondan sonra da torunu Davut bitirmiş ve son haline getirmiştir.[251] Meyveler veya çiçeklere iyi ya da kötü manalar dayandırılarak gelecek hakkında tahminde bulunmaya çalışılmıştır. Bu falnamede, meyve ve çiçeklere yüklenen manalar aracılığı ile şiir yazılmıştır. Bu falnameden bazı kısımlar şu şekildedir;

1 “Ah iki gözüm gönlümü alma didim

Tuttuğun gönlündeki elma didim

2 Kalmasın hatırın dostum tek dile

Hâtırın hoş idelim armût ile ”[252]

Cönkte meyve, çiçek ve yemişler beş gruba ayrılmıştır. Fala baktıracak kişi, kategoriler halinde yazılı olan meyve, çiçek ve yemiş isimlerinin birini aklında tutar. Hangi kategoride geçiyorsa, fal bakan kişi bunları bulur ve karşılarındaki rakamları toplar. Çıkan sayı, şiirdeki satır karşılığına göre yorumlanır.[253]

Melheme

Yıldızname ile benzerlik gösteren Melheme’de, gökyüzü olayları ve doğa olaylarından yararlanarak gelecek hakkında bilgi veren yazılı eserlerdir.[254] Melheme, mülhime, mülheme, melhame gibi adlar da verilmektedir. Genellikle Farsça’dan çevrilmiş olan eserlerdir. Türkçe olan melhemelerin büyük bir kısmı 12 yy.’da Selçuklularda sarayda müneccimlik yapan Ebu Hübeys’inin, Usulü’l Melâhim adlı Farsça eserine dayanmaktadır. Milli Kütüphane Yazma Eserler Bölümü’nde bulunmaktadır. Ay’ın, burçlar üzerindeki konumuna göre yapılması gerekenler anlatılmaktadır. Bu eser, Manzûme-i Burûc olarak isimlendirilmiştir. Metin, burçların isimleri ile başlamaktadır. Burçların isimleri “Hamel, Sevr, Cevza, Seretan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akreb, Kavs, Cedy, Delv, Hüt” şeklindedir. Eserde, Ay’ın hangi burçta olduğunun nasıl tespit edileceği ve burçların neler yapmaları gerektiği, nelerden sakınmaları gerektiğinden bahsedilir. Örneğin; Ay, Hamel (Koç) burcunda ise yolculuk yapmak iyidir. Ayrıca makam sahibi kişileri görecekleri ve onlardan istekte bulunabileceklerinden, yeni elbisenin onlara uğur getireceğinden bahseder. Ancak ev ya da suyolu yapmak isterlerse, bunun uğursuzluk getireceği şeklinde sırası ile burçlar yorumlanmaktadır.[255] Gelecekle ilgili haber vermenin başka bir biçimi olan burç yorumu günümüzde hala kullanılan ve yaygın olan bir yöntemdir. Gökyüzü hareketleri ve doğa olaylarından yararlanarak gelecek ile ilgili tahminlerde bulunmuşlardır.

24 Divan Şairi Adına Tertip Edilmiş Bir Kur’a Falnamesi

Falname, Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Falnamenin, Abdünnebî ibni Abdülcelîl tarafından yazıldığı belirtilmektedir. Yirmi dört divan şairinin ismi ve onların isimlerine göre fal yorumlaması yapılmıştır. Falnamede falın nasıl bakılacağı belirtilmemiştir. Fala bakmak için tahmin edilen iki yöntem vardır. Kur’a falının bakılma biçiminden dolayı, bu iki yöntem tahmin edilmektedir. Birinci yöntem, fal baktıran kişi, bir şairin adını kura ile belirler ve sonrasında zar atar. Zardaki sayıya göre şairin isminin altında bulunan şiirden bir bent seçilir. İkinci yöntem ise, fal baktıran kişi neden fala ihtiyaç duyduğunu belirtir. Ve niyetine göre bir şair seçilir. Zar atılarak çıkan sayıya göre bent bulunur.[256]

Falnamede belirtilen tablonun bir kısmı ve bentlerin yorumlarının bir kısmı şu şekildedir:

Tablo 2.2. 5 Divan şairinin isimlerine göre düzenlenmiş kur’a falı253

Fal No

Şair Adı

Konu

Varak No

1

Emrî

Hacca gitmek

1b

2

Bâkî

Düşman(lar)ın durumu

2a

3

Cevrî

Hastanın durumu

2b

4

Hayretî

Ticaret yapmak

3a

5

Hayâlî

Kayıp insan

3b

 

Falnamede ilk tutulan niyet hac ile ilgilidir. İlk beş sıradaki bent, hacca gidilebileceği son bent ise hava durumundan dolayı bunun olamayacağı ile ilgilidir. İkinci niyette ise, içini temiz tutup, haset duygulardan arınır ise Allah’ın, fal baktıranı koruyacağı anlatılmıştır. Üçüncü niyette ise, altında bulunan bentlerin hepsinde hastanın iyi olacağı yönündedir. Dördüncü niyette ise, ticaretle ilgili bentlerin bir kısmı olumlu bir kısmı ise olumsuzdur. Beşinci niyette, ise üçüncü bentte kayıp insanın bulunamayacağından bahsetmiştir. Ancak fala baktıranın umutsuz olmaması için tekrardan fal baktırmasını yazmıştır.[257]

Kıyafet-name

Falname, İzmir Milli Kütüphanesi’nde eser bulunmaktadır. Kıyafet-name’nin yazarı belli değildir.[258] Eserin içerisinde, yüz ve vücut uzuvlarının şekillerine göre, hatta renklere göre bazı yorumlar şu şekildedir;

Ağız: Orta büyüklükteki ağzın faziletli, dindar, din işleriyle uğraşan ve insani yönü kuvvetli bir insan olmaya delil olduğu söylenir.(Orta ‘agız salih mütedenni vü müteşerri ’ olub insaniyeti ziyade olmaga delildir.)

Alın: Geniş olmakla birlikte üzerinde belirgin damarların bulunmadığı alının düşmanlığa delil olduğu gibi aynı zamanda da densizliğe ve tembelliğe delil olduğu söylenir. (Gin alın ki üzerinde uruk olmaya husumete delildir ve tensizlige ve kahilliğe delildir)

Boy: Uzun boyun mutluluğa ve mübarek bir kişiliğe delil olmakla beraber gaflete düşmeye delil olduğu söylenir.(Uzun boy şadlıga ve mübareklige delildir amma gafletden halidir.)

Et: Yumuşak etin anlayışlı olmakla birlikte güzel yaratılışlı olmaya delil olduğu söylenir. (Yumuşak et fehm ve letafet-i tab’a delildir.)

Yüz: Ateş renkli kırmızı yüzün deliliğe delil olduğu söylenir. (Od gibi Kızıl yüzlü çocukluğa delildir ve delülüge delildir.) ”[259]

Hayvanların Dilinden Manzum Bir Falname

Bu Falname, Milli Kütüphane’de bulunmaktadır. Eserin adı Fâl-nâme’dir. Falname, toplamda üç kısımdan oluşmaktadır. Hayvanlar, yıldızlar, Kur’an harfleri ve peygamber isimlerinden oluşan bölümleri bulunmaktadır.[260]

Falnamede çıkan hayvanlara göre yorumlanan bazı fallara örnek vermek gerekirse şu şekildedir:

Kerkes (akbaba; kerkenez), fal baktırana, falın sırrını kimseye söylememesi konusunda uyarır, ayrıca konu hakkında bir bilgisi olmayan herkesin bir yorum yapacağını söyler.

Bâz (doğan), fal baktıranın çözüm sıkıntısının çözümünün, devede olduğunu söyler.

Şâhin, fal sahibine, kâkumun(kürklü kedi) fal baktıranın fazlaca yeteneği olduğunu söyler.

Falnamenin, tarihi ve dini karakterler ile ilgili bölümünde karakterlerin özelliklerine de vurgu yapılmıştır. Bölümden bazı kısımlar şu şekildedir:

Fil, fal baktırana, Hz. Âdem’in, ona yol göstereceğini söyler.

Seg (köpek), fal baktırana, falını Hz. Îdrîs’e sunması durumda sabah akşam fal işine çalışacağını çünkü Hz. Îdrîs’in okuyan, çalşkan biri olduğunu söyler.

Hûk (domuz), Hz. Nûh’un, falına göre, fal baktıranın başarılara, ödüllere ve iç huzura kavuşacağını bildirir. [261]

Falların, hayvanların dilinden söylenmesi, falnamenin ilgi çekici kısmı olmuştur. Ayrıca fal işinin yaygınlığı ve çeşitliliğine de örnek olmuştur. Daha öncelerde bahsettiğimiz gibi, çiçek isimlerinden meyve isimlerine, harflerden surelere, çizgi ve noktalardan şair isimlerine kadar pek çok şekillerde fal işi yapılmıştır. Fal gündelik hayattın içinde olduğu kadar, gündelik hayattaki her şey de fal aracı olabilmiştir. Însanların merak duygusu ve olacakları kontrol etme isteği, insanları fala yönlendirmiştir. Bu arzdan dolayı çeşitli şekillerde falnameler yazılmıştır. Falnameler ayrıca yazıldıkları gibi Kur’an-ı Kerim’lerin, bazı edebi ve tasavvufi eserlerin son kısımlarına eklenmiştir. Fal işi, edebi dünyada da gündelik hayat kadar etkili olmuştur. Osmanlı şairleri fal bakımını sağlayacak şiirler yazmışlardır. Osmanlı da halk, aydın sınıf ve saray eşrafında fal yaygın olarak kullanılmıştır.

BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDE FAL VE BÜYÜ

Osmanlı Devleti’nde Fal

Fal, tarihin her döneminde varlığını sürdürmüştür. İslamiyet’in kabulünden sonra dindeki yasaklamalara rağmen devam eden fal, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti zamanında da devam etmiştir. Padişahların çevrelerinde bulunan devlet adamları ve yönetimleri boyunca bağlı bulundukları tarikatlar, padişahların inanış biçimlerini şekillendirmiştir. Sarayın yönetim bölümünde, haremde büyü ve fal işinin yoğunlukta olduğu dönemler olmuştur. Bazı padişahlar falı yasaklamış ve cezalar uygulamıştır. Bazı padişahlar ise fala göre seferlere çıkmış, devlet işlerini yönetmişlerdir. Ancak bu çalışmada, padişahların devlet işlerini yürütürken yararlandıkları falların, Kur’an-ı Kerim’in yasaklamadığı fal çeşitleri olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmamış olan rüya tabiri, yıldızname, eyyamname ve İlm-i Remil’den yararlanmışlardır.

Fal ile Sefere Çıkma

Osmanlı Devleti’nde sefere çıkmadan önce fal baktırma işi oldukça yaygındı. Falda çıkan sonucun hayırlı olmasına göre sefer hazırlıklarına başlanırdı. Örneğin; Tüm yıldız fallarında, IV. Murat’ın Yusuf güzelliğinde olduğundan, doğuda ve batıda adının insanların korkuya neden olacağından bahsedilmektedir. Başka bir örnek ise, yıldız ilmi ile uğraşan Asumani Dede’nin baktığı faldır. Sultan Selim, için “Yürü Selim, İsmail ’i imamlar yolunda çıldır çıldır demeden kurban edip her şeyin gavrına var”[262] demiştir. Bu fal üzerine Selim Han, Çıldır Ovası’nda düşmanı yener sonrasında Mısır’ı alır.[263] Falın sonucunda başarılı olunacağı çıkınca, padişahlar bunun güvencesi ile savaşa girmektelerdi. Çoğu savaşı da falda çıktığı için mi yoksa inançlarının kuvvetli olmasından dolayı, falı bir araç olarak kullandıkları için mi kazandıkları bilinmemektedir. Bilinen şu ki, fal sonucuna göre akınlara çıkmayı doğru bulmuşlardır.

Açılan fallar dışında rüya tabirler ile de savaşa gidilmektedir. Yavuz Sultan Selim’in, Arabistan seferi için bir rüyadan bahsedilir. Bu rüya sonucunda Yavuz Sultan Selim Mısır’a hareket eder. Rüya hadisesi anlatılırken, Hasan Can’ın yaşadığı durumdan bahsedilir. Evliya Hasan Can, Sultan Selim’in yakın arkadaşı ve Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi’nin babasıdır. Evliya Hasan Can, padişahın yanında gecelerce sohbet etmekteydi. Ancak bir gece yorgunluktan uyuyakalır ve padişahın yanına gidemez. Sabah padişahın karşısına gelince yorgunluktan dolayı uyuyakaldığını söyler. Bunun üzerine padişah ne rüya gördüğünü sorar. Ancak Hasan’nın cevabı hiç rüya görmediği olur. Padişah ise bütün gece uyuduğu halde nasıl rüya görmediğini, bu durumun garip olduğunu söyler. Daha sonra bir iş için Kapı-ağası Hasan’ın yanına gönderilir. Ve o sırada Kapı-ağasının ağlayarak, hazinedâr-başı Mehmed ağa, kilerci-başı ve saray ağası ile konuştuğunu görür. Onu böyle kederli görünce ailesinden birini vefat ettiğini düşünerek ne olduğunu sorar. Kapı-ağası gördüğü rüyadan dolayı bu halde olduğunu söyleyince hemen rüyayı öğrenmek ister. Padişah’ın kendisinden istediği rüya olarak bunu anlatacağını söyler. Başlarda kapı- ağası kendi rüyasını padişaha layık görmez ve anlatmak istemez. Ancak Hasan bunun ihanet olacağını söyleyince anlatmak zorunda kalır.[264] Rüyaya geçmeden önce buraya kadar ki kısımla ilgili değinilmesi gereken önemli şey, rüyaya toplumun en başındakiler dâhil, çok önem verdikleridir. Padişahın ısrarla bir rüya beklemesi ve rüya görmediği için şaşırması bunun en belirgin örneklerindendir. Kapı-ağasının ise gördüğü rüyanın gelecekten haber verdiğine inanması üzerine ağlaması, rüyanın gelecekten haber niteliği taşıdığının toplumda yaygın bir kanı olduğudur.

Hasan Can Padişah’ın huzuruna çıkıp kendisinin rüya görmediğini ancak Hasan’ın rüya gördüğünü söyler ve bunun üzerine Kapı-ağası Hasan ağlayarak rüyayı anlatır. "Bu nice gördüm ki bu eşiğinde oturdığumuz kapuyı acele ve şitâb ile dakk ildiler. "Ne haber var?" diye ilerü vardum. Gördüm ki kapu bir cüz'îce açılmış, ol denlü ki taşrası Arab sîmâsmda nûrânî eşhâs ile memlû; elleri bayraklı ve müsellâh ve mükemmel olup tururlar, ve kapu dibinde dört nûrânî kimesne turur; ellerinde birer sancak var. Dakk-ı bâb idcııün elinde pâdişâhun ak sancağı; bana eydiir ki "Bilür misün neye gelmişüz?" Ben dahi "Buyurun" direnv Didi ki: "Bu gördüğün eşhâs ashâb-ı Resûlullah'dur salâvatullahi aleyhi ve sela- milıi. Bizi hazreti Resûlullah göııderüp Selîm Hân'a selâm itdi ve buyurdı ki 'Kalkup gelsün ki Haremeyn hıdmeti ana buyurıldı'. Ve bu dört kimesne ki görürsin, bu Sıddîk-ı a’zam ve bu Öıner-i Fârûk ve bu Osmân-ı Zî'n-nûreyn'dür. Ben ki senün ile tekellüm eylerem, Ali ibni Ebî Tâlib'üm. Var Selîm Hân’a söyle" didi, ve nazarumdan gâib oldılar." Padişah da ağlayarak rüyayı dinler ve cetleri gibi olamadığı için böyle bir rüya görüldüğünü söyler. Hızlıca sefer hazırlığına başlar. Solak-zâde, padişahın sefere çıkmasında Kapı-ağasının rüyasının tesiri olduğundan bahseder.[265]

Sefere çıkmalar dışında, gelen saldırılara karşı ya da savaşta müttefik olmadan önce de falın sonucuna göre hareket etmişlerdir. Örneğin; Sultan Süleyman’ın Mısır seferine çıktığını duyan Mısır kralı Gavri, şehirdeki tüm remilcilere fal baktırır. Savaşın sonucunun kötü olduğunu görünce derhal hazırlıklara başlar.[266] Yine Sultan Süleyman Acem Seferi’ne çıktığında, Akkoyunlu Beylerinden Murat Paşa, Sultan Süleyman’a yardıma gitmeden önce, Hafız Şirazi Divanı’ndan fal bakmıştır. Falda şu beyit görünür;

“Duşi ez Cenâb-ı asafpeyk-i beşâret âmed

Ve zi hazreti Süleyman usret-i esâret âmed”

(“Gece Asaf (Hz. Süleyman'ın veziri)'tan müjdeci geldi ve Süleyman Hazretlerinden eğlence işareti geldi.”)

Bu fal üzerine Murat Paşa, Sultan Süleyman’a yardıma aceme askerleri ile gider.[267] Savaş stratejilerinin belirlenmesinde akılcılıktan çok, batıl itikatlar önemli yer tutmuştur. Elde edilen bilgiler ışığında gaybtan haber almanın doğruluğuna inanılmıştır. Açılan fallar ile olacak olanın görüldüğüne inanılmış ve aksi şekilde davranılmamıştır.

Fal açılan başka bir sefer ise Gilan Şah’ına karşı olan Akkoyunlu beyzadesi Murat Bey ile ilgilidir. Bu fal da yine Hafız Şirazi Divanı’ndan yararlanılmıştır. Murat Bey, Horosan taraflarında güvenliğin sağlanması ve savunma için görevlendirilmiştir. Ancak onlara gelen bilgilere göre, şah yakınlardaydı üstelik yanında büyük bir ordu bulunmaktaydı. III. Murat’ın yakın zamanda aralarına katılacağı bilinse bile bütün ordu endişeliydi. O sırada bir hafız “Tanrının rahmeti üzerinde olsun” diyerek fal açmıştır. Falda;

“Duşi ez Cenâb-ı asafpeyk-i beşâret âmed

Ve zi hazreti Süleyman usret-i esâret âmed”

(“Gece Asaf (Hz. Süleyman'ın veziri)'tan müjdeci geldi ve Süleyman Hazretlerinden eğlence işareti geldi.”) beyiti çıkar bu beyit üzerine padişahın yetişeceği inancı artar ve bütün ordunun kendine güveni gelir. Padişah kısa süre içinde gerçekten de yetişir.[268] Aynı divaniden çıkan aynı beyit, farklı durumlarda farklı şekillerde yorumlanmıştır. Orduların yönetiminde falın ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Toplum içinde fala olan inanç ve falın sonucunun güvenilirliği oldukça fazlaydı. Yönetim kadrosunun fala olan inancı ile yönetilen toplumda da fala olan düşkünlük oldukça fazla görülmektedir. Falda çıkan sonucun olumlu olması ile askerlerin cesaretlenip savaşa bütün güçleriyle dönmesi falın toplumdaki yerinin önemli bir göstergesidir.

Hem halk arasında hem de sarayda fal her zaman rağbet görmüştür. Müneccim ve remilciler, Osmanlı için önemli kazaskerler ile beraber alayda geçerlerdi. Hatta her padişahın bir müneccimbaşısı olurdu. Bu da Osmanlı’daki statülerinin göstergesiydi.[269] Ulema sınıfından olan remilciler esnafı (esnaf-ı remmalan), üç yüz askerden meydana gelirdi. On beş adet dükkânları vardı. Kazasker alayı sırasında, Kur’an ve Remil tahtaları ile meydandan remmalce sözcükler söyleyerek geçerlerdi. Başlarının Hz. Ali olduğunu savunmaktadırlar. Hz. Ali remili ünlüdür.[270] Esnaf sınıfından olan falcılara devlet tarafından fal bakma ruhsatları verilirdi ve bu sayede bu işi yapmaktalardı. Gümüş mühür ve tılsım kazıcılar, hastalara, gençlere, yaşlılara tılsımlar yapmaktalardı. Heykel, mühür üstüne tılsımlar yapmaktalardır. Talik, nesih, rik’a şeklinde yazmışlardır. Osmanlı, kuyumcu esnafından sayılırdı.[271] Ressam falcılar esnafı (Esnaf-ı Falcıyan-ı Musavver) bir asker ve bir dükkândan oluşmaktadır. Bunlardan biri olan Falcı Hoca Mehmet Efendi, Mahmut Paşa Çarşısı’nda bir dükkânda bulunmaktadır. Önemli devlet adamlarının, padişahların ve önemli seferlerin resimlerini Ketebe yazısı ile İstanbul tabaklarının üzerlerine yapmıştır. Bu resimleri dükkânının en önemli kısmına koymuştur. Bu dükkâna gelen müşterilere, bir akçe ücret karşılığında resimler üzerinden fal yorumlardı. Bu resimler arasında Ferhad ve Şirin gibi büyük âşıkların yanı sıra büyük düşmanlar da vardı.

“Bu fal ıssına geldi işte ferhâd,

Çalışmakla olsun sen de dilşad”[272] gibi şiirleri, resimlere uygun bir şekilde okurdu. Asker alayından resimlerini halka sergileyerek geçerdi.

Müneccimbaşları sarayda görev alırlardı hatta Yusuf Paşa, Malta seferi sırasında yanına Müneccimbaşı Çelebi Efendi’yi, Müneccim Hasan Küfri’yi, Müneccimek Efendi’yi ve Sedreddinzade’yi almıştır. Bunların hepsi astronomi alanında işinin erbabı kişilerdi.[273] Müneccimbaşılarının takvim ve imsakiyeleri hazırlamak, padişaha şahsen takdim etmek gibi görevleri vardı. Bu işlerin dışında, padişahın cülus dağıtımına, saray düğünlerine, savaş ve fetihlerin zamanlarına hatta yapıların ilk başlanma tarihlere karar verirlerdi.[274] Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamış Tursun Bey’in, Tarih-i Ebü’l-feth adlı eserinde Fatih’in, Rumeli Hisarı’nı yaptırmadan önce, temelini uğurlu gün ve saate göre attırdığını belirtmektedir.[275] Fatih Sultan Mehmet’in döneminde müneccimbaşlarına önem verildiği ile ilgili başka bir örnek ise; Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Semerkand Rasathanesi müdürlüğü görevinde olan Ali Kuşci’yi elçilik görevi için İstanbul’a gönderdiği sırada, Fatih Sultan Mehmet, Ali Kuşçi’nin bilgi ve birikiminden etkilenir. Onun İstanbul’da kalmasını istemiştir. Ve o dönemde astroloji alanında önemli ilerlemeler olmuştur.[276] Ayrıca Sultan II. Beyazıd döneminde müneccim sayılarında, astroloji ilmine ilgi ve alakada çoğalma olmuştur.[277] Müceccimler, padişahlar tarafından ahkâm olarak isimlendirilirlerdi. Astrolojide ahkâm; öngörü, kehanet anlamına gelmektedir. Müneccimler, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul seferi sonrası sarayda görev almaya başlamışlardır. Sarayda önemli bir yere sahiptirler. Örneğin; “Sultan Murad-ı kâmran, efser- dih ü kişver- sitân hem padişah, hem kahraman, sahipkıran u Cem-haşem hatta Osmanlılarda son Nizip bozgununa kadar savaş zamanlarında müneccimler tayin edilmiş uzun asırlar boyunca müneccimlik en yüksek âlimler arasında bile görülmüş, Uluğ Beğ gibi bir matematikçi bile ahkâm-ı nücumla uğraşmıştır. ’” İlmiye sınıfından olan müneccimbaşıları, müderrislik ve kadılık gibi mesleklerle de uğraşmışlardır.[278] Bütün padişahların bu ilme yaklaşımı aynı şekilde olmamıştır. III. Selim, I. Abdülhamid gibi padişahlar müneccimlikten uzak durmuşlardır. Ancak müneccimler çoğunlukla itibar görmüşlerdir. Örneğin; III. Mustafa’ya göre Avrupa’nın gelişmesinin sebebi müneccimlik ile olayları öncesinde bilebilmeleridir. III. Mustafa’nın bu düşüncesi ile ilgili Fransız bir yazar şöyle demiştir: “Padişah Fransızların müneccimler vasıtası ile gelecek bütün olayları öğrendiklerine inanmıştı. Bunun tersine bir türlü kani olmak istemiyordu. Bu kadar acayip hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar, lakin beyhude yere çalıştım. Gel gelelim padişah ve vezirlerinin Fransız Krallığının mükemmel müneccimlere malik olduğuna, olacak her şeyden evvelce haberdar edildiğine samimi bir şekilde inandıklarını gördüm. ” [279]

Tarihte büyük devlet adamları ve âlimler, müneccimbaşıları dikkate aldığı gibi rüyaları da dikkate almıştır. Rüyalara bu kadar önem vermelerinde dönemin İslami tarikatları ile kurdukları ilişkilerin büyük etkisi vardır. Rüyalara önem veren İslami tarikatların padişahı desteklemesi, hem devlet yönetiminde hem de toplumsal yaşamda önemli bir yere sahip olması, rüyaya verilen önemi arttırmıştır.[280] Yönetimlerini sağlamlaştırmak ve toplum üzerinde daimi etki sağlamak isteyen padişahlar, tarikatlar ve şeyhler ile yakın ilişkiler kurmuşlardır. Hatta sarayın kalan yöneticileri için de bu durum geçerlidir. Osmanlı sultanları klasik dönemde Halvetilik, Nakşibendilik, Mevlevilik gibi tarikatlarla münasebet kurmuşlardır.[281] Bu münasebetler sebebi ile tarihte birçok rüya hadisesine rastlanmaktadır.

Rüyalar, padişahların hayatında önemli yer tutmuşlardır. Yapılar inşa ederken, sefere çıkarken, saltanatlarının nasıl olacağını öğrenirken, hatta ölüm zamanlarını bile öğrenmek istediklerinde rüyaya başvurmuşlardır. Rüyanın Osmanlı Devleti’ndeki yeri yadsınamaz. Daha önceden bahsettiğimiz örnekler bunun kanıtıdır. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin kurulması da bir rüya ile başlar. Sultan Osman, Şeyh Edebali’nin evinde uykuya dalar. Rüyasında “ Osman Gazi kim uyudı düşinde gördi kim bu azizlin koynundan bir ay doğar gelür Osman Gazinün koynma girer. Bu ay kim Osman Gazinün koynına girdügi dernde göbeginden bir ağac biter. Dahı gölgesi alemi dutar. Gölgesin ün altmda dağlar var. Ve her dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler akıdur. Anadan uyhudan uyandı. Sürdi geldi. Şeyhe haber verdi. Şeyh eyidiir: 'Oğul, Osman! Sana muştutuk olsun kim Hak Ta'ala sana ve nesiüne padişahlık verdi. Mubarek olsun- der. Ve 'benüm kızum Malinın senün helalün oldı' der. Ve hernandem nikâh edüp kızını                    Osman  Gaziye verdi. ”[282]    600 yıllık    hanedanlığın oluşmasının

temellerinde  de batıl  itikatlar bulunmaktadır. Devlet  yönetiminde rüya ve fal

unsurlarının bu kadar etkili olmasının nedeni, devletin kurulmasının temelinde bu işin olmasıdır. Bir devir kapatıp bir devir açan İstanbul’un fethinde de, Akşemsettinin rüyası etkili olmuştur. Akşemsettin, İstanbul’u kuşatma sırasında ölen Hz. Eyüp’ü rüyasında görür. Eyüp, kabrinin yerini Akşemsettin’e söyler. Akşemseddin, bunun bir işaret olduğunu ve İstanbul’un alınacağı şeklinde tabir eder.[283] Fetihlerde, rüyalar haber verici olmuştur. Rüyalarda sırt görmeyi, güç ve yükleri kaldırma olarak yorumlamışlardır. Fatih Sultan Mehmet rüyasında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile güreştiğini ve onu mağlup ettiğini görmüştür. Bu rüya fetihte başarılı olacağı şeklinde yorumlanmıştır.[284] Otlukbeli savaşı öncesi mağlubiyete uğrayan Sultan Mehmet, rüyasında Uzun Hasan ile güreş tuttuklarını görür. Başlarda yenilmek üzere iken yaptığı bir hamle ile Uzun Hasan’ın göğsüne şiddetli bir yumruk atmıştır. Ve kalbi yerinden çıkıp yere düşmüştür. Uyandığında bu rüya, bütün ordu arasına yayılır ve herkeste kazanma umudu oluşur. Gerçekten de ikinci karşılaşmada ordu savaşı kazanır.[285] Burada da daha önce bahsettiğimiz gibi rüyaların, ordu üzerinde inançları nasıl şekillendirdiğini görmekteyiz. Ordu, daha öncesinde kaybedilmiş bir savaşa rağmen, bu görülen rüyanın onları yüreklendirmesi sonucunda kazanacaklarını bilerek savaşa girip, savaşı kazanmışlardır. Bu rüyalar gerçekten görülmüş mü yoksa orduyu yüreklendirmek için mi anlatılmıştır bilinmemektedir. Buna benzer bir başka rüyayı da I. Ahmet görmüştür. I. Ahmet rüyasında, Nemce Kralı ile güreş tutarken sırtı yere gelir ve mağlup olur. Bu rüya, Avusturya seferinde başarısız olacağı şeklinde tabir edilir. I. Ahmet birçok kişiye rüyasını yorumlatmıştır. Ancak yorumların hiçbiri tam anlamıyla içini rahatlatmamıştır. Rüyasını son olarak Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine yorumlatmıştır. Hüdayi Hazretleri rüyayı şu şekilde tabir etmiştir: “insan vücudunda en güçlü organ sırttır. İnsan sırtında en ağır yükleri bile kolayca taşır. Cemâdât arasında yani cansız varlıklar arasında da en güçlü olan arzdır, yeryüzüdür. İnsandaki sırt ve arzın birleşmesinden daha büyük bir güç meydana gelir ve bu kuvvet sayesinde sultanımız bi-iznillah Avusturya kralına ve ordusuna karşı muzaffer olacaktır, rüyanın manası budur. ”[286] Bu tabirden sonra Avusturya’ya sefere çıkmış ve Estergon Kalesi alınmıştır. Ancak rüyanın iki yerde farklı şekillerde yorumlanması, o dönemin devlet adamlarının padişahları yüreklendirmek için yaptıkları tabirler mi bilinmez. Osmanlı’nın son dönemlerinden bu konu ile ilgili başka bir örnek, Trablusgarp Savaşı ile ilgilidir. Trablusgarp Savaşı’ndan nasıl bir sonuçla çıkılacağı bilinmediği gibi, savaşın öteki Arap topraklarına yayılmasından da çekiniliyordu. Şeyhülislam Nesip Efendi, gördüğü rüyaya göre İtalyanların yenileceğini padişaha bildirir.[287] Bu rüyanın padişaha ulaştırılması, savaşın kazanılacağına olan inancı artırır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Mısır seferi sırasında saray kapıağasının gördüğü rüya, seferin başarılı olacağına olan inancı arttırmıştır. Rüyasında dört halifeyi sancak taşırken görmüştür. Böylece Yavuz Sultan Selim’in savaşı kazanacağına olan inanç artmıştır.[288] Fakat rüya görenin, rüyayı doğru aktarması ve rüyanın doğru yorumlanması önemliydi. Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa bununla ilgili bir rüya anlatır: “Hatta evvel vakitde sadrazam rüyasında görür ki ayağına yeni çizme giyup giderken karşısından yedi başlı bir ejder zahir olur ve üzerine yürüyüb sokar ve muabbir rüya tabircisi Hasan Efendiye tabir ettirir.” Rüyada çizme giymesi sefere çıkacağı, ejder görmesi ise bu işte başarılı olacağı şeklinde yorumlanır.[289] Ancak başarı yerine mağlubiyet gelmesi, rüyalara olan güveni sarsmamıştır. Bu tip durumlarda sorumlu, rüyayı gören kişi tutulmuştur. Yalan rüya anlattığı ya da yanlış tabir ettirdiği şeklinde düşünülmüştür. Ama asla rüyanın güvenilirliği sarsılmamıştır. Aslında bir diğer durum da yenilgilerde stratejik hatalar aramak yerine, rüyaların tabirinin sorumlu tutulmasıydı.

Selim’in sadrazamlarının tüm karşı çıkmalarına rağmen Kıbrıs’a sefere çıkmasının sebebi ise yine rüyadır. Rüyasında Hz. Muhammed’in, Sultan Selim’e Kıbrıs’a sefere çıkması gerektiğini söylemesi, tüm itirazlara rağmen sefere çıkmasına neden olmuştur.[290] Yıldırım Beyazid de rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür. Rüyasında kendisinden istenilenleri yerine getirmiştir. Rüyasında Hz. Muhammed, Kalenderi Şeyhlerinden Seyyid Ali Sultan ve Seyyid Rüstem Gazi’nin kendi soyundan olduklarını ve yanlarında kırk kişi ile sefer için yardıma geleceklerini söylemiştir. Hz. Muhammed, onlara hürmetli davranılmasını istemiştir. Gerçekten de bu rüya hadisesinden az bir süre sonra yanlarında kırk adam ile gelmişlerdir. Çok iyi karşılanıp Rumeli gazaları görevlerine getirilmişlerdir.[291] Görülen bu rüya sonucunda Osmanlı Devleti’nde görev almışlardır.

Savaş stratejilerinin belirlenmesinde rüya ne denli önemli olduğu görülmektedir. Sonuç başarısız bile olsa batıl itikatlara olan güven asla sarsılmamış, onun yerine tabir edende suç bulunmuştur. Önemli seferlerin başlamasında, ittifakların kurulmasında, savunma durumlarında ve devlet içi görevlendirmelerde fal açılmış ve sonucuna göre hareket edilmiştir. Yönetimde bu durumlar asla göz ardı edilmemiştir. Hatta çoğu zaman tam merkezinde olmuştur.

Devlet İşlerinin Yönetiminde Fal

Osmanlı’da bir iş yapılmadan önce uğurlu gün ve saate göre yapmak vardı. Bu ilme eyyamname denilmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu ilme göre yapıtların temel çalışmaları başlatılır veya padişahların seferleri düzenlenirdi. Bu tip işlerde gün seçme çok önemliydi. Uğurlu gün ve saate göre yapılmayan işlerin olumsuz sonuçlanacağı inancı çok fazlaydı. Daha önce de yukarıda bunun örneklerinden bahsettik, bu örnekler dışında vezirin mührünün verilme tarihi de uğurlu saate göre ayarlanırdı. Sadrazamların mührü için Müneccimbaşı ve Müneccim-i Sânî’nin zaman tablosu hazırlamaları esastı.[292] Başka bir örnek olarak, 1791 yılında Ratip Efendi, Viyana elçisi görevine getirilir. Ancak müneccime sorduğu zaman, uğurlu günün bir gün sonra olduğunu öğrenir. Ve bir gün sonra görevinin başına geçmek ister ancak yerine başka biri göreve getirilir. İşini kaybetmenin nedeni olarak yanlış gün ve saatte göreve getirilmiş olması düşünülür.[293] Müneccimler, yapıların inşaatlarının başlanmasında önemli roller oynamışlardır. Onların belirlediği günde temeller atılmaya başlanmıştır. Örneğin; IV. Mustafa döneminde olan, Alemdar Mustafa Paşa olayında yanan Bab-ı Ali binasının tekrardan inşa çalışmalarna başlanması için, müneccimbaşı Mehmet Rakım Efendi’nin gün belirlemiştir. Yine Mehmet Rakım Efendi’nin belirlediği günde yanan topçu ocağı yenilenmiştir.[294] Görüldüğü gibi, Müneccimbaşılarının belirlediği saatlere göre Osmanlı’da yapılar dikilmiştir. Bu da sosyal hayatta ne kadar önemli bir yere sahip olduklarının göstergesidir.

Savaşlar ve fetihlerde Müneccimbaşılarının rolü büyüktü. Uğurlu günde işe başlanması gerektiği düşüncesi yaygındı. Çünkü savaş ve fetihler hem padişahın hükümdarlığı hem de halkı üzerindeki saygınlığı için önemliydi. Böylesine önemli olan bir olayda uğurlu güne göre başlanması gerektiği düşüncesi vardı. Savaş ve fetihlerle ilgili daha önce bazı örnekler vermiştik. Bunların dışında 1055- 1645 yıllarında yapılan Girit Seferi’ne ne zaman çıkılması gerektiğini Müneccimbaşı Hüseyin Efendi, Müneccim Hasan Hasan Küfri ve Müneccim Müneccimek Mehmet Efendi ayarlamıştır.[295]

Uğurlu saat ve günlerin ayarlanmasının nedeninin temelinde, bir işin hayırlı sonlanması yatmaktaydı. Hemen her alanda müneccimlik önemli bir yer bulmaktaydı. Sultan III. Mustafa’nın camisinin yanına medrese inşa etmek için, uğurlu günü belirlemesinde Müneccimbaşı Fethiyeli Halil Efendi’ye danışmıştır.[296] Ayrıca devlette çadırın nereye kurulacağının belirlenmesi için de Müneccimlere başvurulurdu. Çadırın kurulmak istendiği yer mühendis ve müneccimbaşlarının yardımı ile belirlenir ve temelleri kazılırdı.[297] Osmanlı’da uygulaması yasak olmayan fal çeşitleri yıldızname, eyyamname, rüya tabiri, Kur’an falı ve ilm-i firasettir. Hatta 1251 yılında Mehmed Taceddin Efendi'nin, tahsilinin ilm-i maarif ile firasete müsait olmasına ve yalandan uzak, düzgün bir kişi olmasından dolayı tarik-i tedrise dâhil olmasına izin verilmesi istenmiştir.[298]

Devlet işlerinin yürütülmesinde görülen rüyanın tabiri önemliydi. Rüyaların tabirleri ile bazı yapılar yapmışlardır. Örneğin; Sultan Beyazıd medrese ve şifahane kurarken rüyasından etkilenmiştir. Eski İstanbul denilen yerden kaliteli madenler çıkarılırdı. Sultan Beyazıd-ı Veli çadır kurup uyuduğu esnada rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür. Hz. Muhammed, bu alana şifahane ve medrese yaptırmasını istemiştir. Sultan Beyazıd-i Veli buradaki madeni kapattırıp burada medrese ve şifahane yapmıştır.[299] Sultan Beyazıd, başka bir rüyasında Şeyh Hazreti Koyun Baba’yı görür. Şeyh Hazret-i Koyun Baba, Hacı Bektaş-ı Veli’nin mürididir. Önemli bir din adamıdır. Şeyh Hazret-i Koyun Baba, öldükten sonra Sultan Beyazıd’ın rüyasına girer. Kendi mezarının üstüne bir türbe, aşevi, misafirhane yaptırmasını ister. Beyazıd Veli uyandıktan sonra bu istekleri yerine getirir.[300] Sultan III. Murad, Nalıncı Dedenin Türbesini de gördüğü rüya üzerine inşa eder. Nalıncı Dede öldüğü gece, Sultan III. Murad’ın rüyasına girer. Cenazesinin Fatih Camisi’nde kılınmasını ve mezarına türbe yapılmasını ister. Sultan Murad, uyanınca hemen cenazeyi Fatih Cami’sinde kıldırır. Görülen rüyalar neticesinde yapılar kurulmuştur. Gördükleri rüyaları dikkate almışlardır. Parasal kaynaklarını bile kapatıp, üstüne inşaatlar yapmışlardır.

Rüyalar, padişahların özel hayatlarına yönelik aldıkları kararlarda etkili olmuştur. Sultan II. Osman, rüyasında Hz. Peygamber’i görmüştür. Padişah tahtında Kur’an okurken, peygamber Kur’an’ı ve padişahın arkasındaki zırhı alıp padişaha bir tokat atar. Sultan Osman, uyanınca rüyasının anlamını sordurduğunda hac görevini yerine getirmesi gerektiği olarak yorumlanır. Vezirleri ise tövbe etmesi gerektiği anlamına geldiğini söylerler. Sultan, hemen Eyüp’te ataları için kurban kestirir. Ayrıca Şeyhülislam’ın, padişahların hacca gitme zorunlulukları yoktur fetvasını parçaladığı şeklinde rivayetler de vardır.[301] Kestiği kurbanları, ne yazık ki görevlendirdiği kişiler Karagümrük ve şehir kapılarından maliyetinin altında aldıkları için, satıcıların haram edip beddua etmelerine sebep olmuştur.[302]

Rüya tabirlerine göre ölüm zamanlarının yaklaştığını anlayanlar da vardı. Sultan III. Murad’ın yakını olan Saatçi Hasan bir rüya görür. Bu rüyayı Sultan III. Murad’a anlatır. Sultan III. Murad bu rüyanın anlamının kendi ölümü olduğunu anlar. Köşküne gider ve denizi izlerken, iki Mısır gemisi III. Murad’ı selamlamak amacıyla top atışı yapar. Sultan Murad “Eskiden donanmanın bütün top ateşleri camları kıramaz iken, şimdi bu kadırgaların top sesiyle düşüyorlar. Görüyorum ki benim varlığımın köşkü artık harap olmuştur.” demiş ve ertesi günü III. Murad ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Hastalığı sırasında saray ahalisi “bazısı düşünde saray bahçesindeki heybetli ağaçların devrildiğine, bazısı da İstanbul’un ve Osmanlı saygınlığının simgesi Ayasofya’nın yıkıldığına tanık oldu” gibi sık sık kötü yorumlanacak rüyalar görülür. Hastalığı ortaya çıkmadan önce rüyasında gören silahdarı Saatçi Hasan Paşa, İlm-i Nücum ile ilgilenmektedir. Bu rüyayı dönemin önemli bürokrat ve tarihçisi Mustafa Ali’ye anlatınca tabirinin ölüm olduğunu söyler.

Murad rüyayı duyunca daha önceden de bahsettiğimiz gibi öleceğini anlar ve köşküne gider. III. Murad mistik olaylara hayli inanan bir padişahtı. Mustafa Ali bunlardan kitabı Künhü’l- Ahbar’da bahseder. Ayrıca kitabında III. Murad’ın İlm-i Nücum ve İlm-i Cifr’e ilgisi olduğundan bahsetmektedir.[303] Ölüm zamanını baktırdığı bir fal ile öğrenen Mustafa Paşa da bu konu ile ilgili başka bir örnektir. İkinci vezir Kara Lala Mustafa Paşa, bir gün Ferhad Paşa’nın çocukları ile sohbet sırasında bir fal açtırdığını ve fal sonucuna göre on yedi günlük ömrü kaldığını söyler. Ferhad Paşa’nın çocukları niçin bu tarz fallar baktırdığını sorarlar ve bunlara inanmaması gerektiğini söylerler ancak bu faldan on yedi gün sonra gayet sağlıklı iken bir anda köşkünde ölür.[304]

Ahmet Paşa da gördüğü rüya ile yakında öleceğini anlar. Ahmet Paşa, Fatih Cami yanına Hafız Paşa Camisini yaptırır. Gece uykusunda Fatih Sultan Mehmet’i görür. Fatih Sultan Mehmet öfkeli bir şekilde kendi cemaatini aldığı için Ahmet Paşa’ya kızar ve kafasını uçurur. Ahmet Paşa bu rüyadan 70 gün sonra ölür.[305]

Rüyada peygamber görmek iyi yorumlanmıştır. Ancak rüyalar bir bütün olarak yorumlandığından, rüyanın tamamı yorumlandığında ölüm vaktinin geldiği sonucu çıkarılmıştır. Şeyhülislam Zekeriya Efendi de ölüm tarihini gördüğü rüyaya göre yorumlamıştır. III. Murat döneminde şeyhülislam görevinde bulunan Zekeriya Efendi, rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür (s.a.v.). Hz. Muhammed, Zekeriya Efendi’ye kendi tarafında yer göstermiştir. Bu rüyayı gördükten bir süre sonra ölmüştür.[306] Başka bir rüya ise Şeyhülislam Sun’ullah Efendi’nin gördüğü rüyadır. Rüyasında gördüklerine göre yakın zamanda öleceğini anlar. Osmanlı Şeyhülislam’ı Sun’ullah Efendi, Sadrazam Yemişçi Paşa’yı rüyasında görmüştür. Rüyasında Sun’ullah Efendiyi Hz. Muhammed, Hz. Ali ve diğer sahabeler arasında görmüştür. Bir anda ölüm emri gelince, Hz. Ali Zülfikar Kılıcı ile Sun’ullah Efendi’nin başını kesmiştir. Bu rüyadan bir süre sonra sadrazam öldürülmüştür.[307]

Rüyanın içinde gelecekle ilgili birçok haber olabildiğine inanılmaktadır. Melek Ahmet Paşanın gördüğü rüya hem mevkii, mal-mülk hem de ölüm anlamları taşımaktadır. Melek Ahmet Paşa rüyasında IV. Murat’ı görmüştür. IV. Murat, Ahmet Paşa’ya “Ahmed bu somunu gördün mü, hayli lezzetli ekmektir. Bunu Kürt bir adam pişirir. Bu ekmeği bir kere Ipşir o Kürt ’ten istedi, o adam Ipşir’e bu ekmeği vermedi, ama gayet lezzetli ekmektir. Bir kere sana Van’ın iç kalesinde bir ekmek verdim. Al imdi bu da öyle bir ekmektir, gönül hoşluğu ile yiyip mansur u muzaffer olup ye ” demiş ve ekmeyi Ahmet Paşa’ya vermiştir. Melek Ahmet Paşa, IV. Murat’a “Padişahım bu ekmeğe kan bulaşmış, nasıl yenir?” diye sormuştur. Bunun üzerine

Murat “O kanlı parçadan kızım İsmihan Kaya’m hatununa gönder, yıkayıp yesin ve bir parçasını Bitlis Hanı’na ver, geri kalanını sen ye ” diye cevap vermiştir. Melek Ahmet Paşa bu rüyayı yorumlarken Revan fethinden dönerken Van Kalesi’nde IV. Murat’ın yaşadıklarından bahseder. IV. Murat gece uyurken yorganı yanar, hemen bundan silahdarını mesul tutup onu görevden almıştır. Ve ertesi gün IV. Murat “ Melek Ahmed! Şimdiden geri yakın silahdarım olup beni bir hoşça gözet. Al şu bereketli ekmeği yiyip hayr duama devam eyle” demiştir. Rüyayı somun ekmeğin ona verilmesi, Van Kalesi’nin görevine atanacağı, kanlı ekmeğin İsmihan Kaya Sultan’a verilmesi onun yakın zamanda öleceği, kanlı ekmeğin bir parçasının da Bitlis Hanının yemesi, Melek Ahmet’in onu öldürüleceği anlamında yorumlamıştır. Çünkü IV. Murad, Bitlis Hanı hakkında Melek Ahmed Paşaya, “Ahmed sana Diyarbakır’ı verdim. Ola ki Bitlis Hanı’ndan intikam alasın. Zira Revan’dan gelirken sarayına konup 100 kese ihsan ettim. Ve 17 adet evlatlarına büsbütün zeametler bağışlayıp Van kulunun Muş haracını kendine ebedî ocaklık yoluyla hibe eyledim. Bağdad’a giderken ve gelirken gazan mübarek ola, demeye karşılamaya gelmedi. Elbette Ahmed, Bitlis Hanı’ndan intikam al.” demiştir. Melek Ahmet Paşa’nın son olarak kanlı ekmekten kendisinin de yemesinin ölüm vaktinin yakın olduğu şeklinde yorumlamıştır.[308] Rüyadaki bütün imgeler bir bütün olarak yorumlanmıştır. Aynı rüyanın içinde hem atamasını hem de kendi ölüm zamanını görmüştür.

Rüyalar bir bütün olarak yorumlandığı gibi rüyanın tabir edilme biçimine göre de rüyanın çıktığına inanılmıştır. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi sırasında rüyasında Muhammed Bahşi Hazretlerini görür. Üstünde beyaz bir keçe ve kepenek üstünde ip kuşak vardır. Rüyasında, Bahşi Hazretleri bu giysilerle sefere çıkacağını söyler. Uyandığında bu rüyayı Hasancan’a yorumlatır. Hasancan böyle evliya insanların seferinin manasının ölüm olduğunu söyler. Ve Bahşi Hazretlerinin yakında öleceği şeklinde tabir eder. Bir süre sonra Şam Hâkimi bir mektup ile Bahşi hazretlerinin öldüğünü haberdar eder. Yavuz Sultan Selim’in Hocası Halimi Çelebi Efendi, bu olay üzerine Sultan’a ölümünden Hasancan’ın mesul olduğunu söyler. Gerekçe olarak ise rüyaların tabir edildiği şekillerde çıktığını ve Hasancan öyle tabir ettiği için öldüğünü söyler. Gerekli cezayı almasını ister. Gerçekten de Şam Hâkimi’nin gönderdiği mektuptan Bahşi Efendi’nin ölüm tarihi ile rüyanın görüldüğü zaman aynı çıkar. Bu işten sorumlu tutulur 200 altın ceza öder.[309] Rüyalara verilen önem kadar doğru kişilere tabir ettirme düşüncesi de vardı. Çünkü rüyanın yorumlandığı şekilde çıkacağına inanılırdı.

Rüyalar aracılığı ile ölüm hakkında mesajlar verildiği de görülmektedir. İskender Çelebi’nin, Bağdat’ta idamında İbrahim Paşa’nın etkisi büyüktür. Sürekli olarak İskender Çelebi’yi karalamıştır. Azerbaycan seferinde meydana gelen bütün terslikler İskender Çelebi’ye maledilmiştir. Sonuç olarak idam cezasına çarptırılmıştır. Ancak ilginç olanı idamından sonra Sultan Süleyman’ın rüyasına girmiştir. Rüyasında Sultan Süleyman’a bir riyakârın lafı ile onu öldürdüğü için bağırır ve elindeki eşarpla onu boğmaya çalışır. Padişah panikle uyanır. Ve İbrahim Paşa’ya beddua eder. Eğer yok yere öldürmeme sebep olduysan sen de öldürül diye beddua etmiştir.[310] Sonrasında İbrahim Paşa’nında katledilmesi dikkat çekici bir husustur.

Rüyaların, mesajlar taşıdığına inanmışlardır. Görülen rüyalar dikkate alınmış ve mesajlar taşıdıklarına inanılarak ona göre hareket etmişlerdir. Görülen bir rüya ile Ebü’l-Hasan-ı Harâkâni mezarı ortaya çıkmıştır. Kars kalesini tamir ettiren Lala Mustafa Paşa’nın bir askeri rüyasında, Ebü’l-Hasan-ı Harâkâni’yi görür. Bastığı yerin altında kuyu olduğunu ve kazmalarını söyler. Asker uyanınca bu durumu hemen paşaya anlatır. Askerlerle o nokta kazılır. Kuyudan “Menem şehid-i Sa’id Harekani” yazan bir mermer çıkar. Buradaki mezar ortaya çıkmıştır. Söylentilere göre Ebü’l-Hasan-ı Harâkâni’nin naaşı bozulmadan orada gömülü olarak durmaktadır.[311]

Murad zamanında rüya ve fal hadiseleri oldukça fazladır. O dönemde III. Murad’ın bunlara inanmasında çevresindeki devlet adamlarının etkisi fazladır. Sultan, Kanuni dönemi sonrasında tahta geçmiş olduğu için tasavvuf ve edebiyatla daha çok ilgilenmiştir. Devletin en görkemli zamanlarında tahta geçmiş ve seferler yapamadığı için daha çok tasavvuf ve edebiyatla ilgilenmiştir. Rüyalara olan ilgisinde Halveti Şüca Dede etkili olmuştur. Halveti tarikatında rüyalara çok önem verilmiştir. Müritlerinin rüyaları not alması ve şeyhle paylaşılması zorunluydu. Hatta bir rüyadan bahsetmez ise tarikata ihanet etmiş sayılmaktaydı.[312] III. Murad gördüğü rüyaları mektup olarak Şeyh Şüca Efendi’ye göndermiştir. 1592 yılında rüyalarını anlattığı bu mektuplar, Mirahur Nur Ağa tarafından Kitab’ül- Menamat adı altında kitaplaştırılmıştır.[313] O dönemde Ümmi Sinan’ın müritlerinden olan Şeyh Şücaeddin, para konusunda açgözlü ayrıca birçok ahlak dışı davranışları olan biridir. Ancak Raziye Hatun çok iyi rüya tabir ettiğinden bahseder. Kısa sürede III. Murad’ı tesiri altına alır. Şeyh Şücaeddin’e sürekli olarak fal baktırmaktadır.[314] Öyle ki III. Murad onun müridi olur. Arnavut kökenli olan ve bahçe işleri ile uğraşan Şüca, Ümmi Sinan süflilerinden birkaç şey öğrenmiştir. Raziye Hatun’un gördüğü bir rüyayı,[315] III. Murad’ın bir ay içinde tahta çıkacağı şeklinde yorumlar. Bu yorumun bir kopyası III. Murad’a gönderilir. Bir aya kalmadan sultan tahta çıkar. Tabirinin doğru olduğunun duyulması onu kısa sürede bilinen bir kişi yapar. III. Murad, Şüca’ya Ayasofya civarında bir ev verir. Ahlaksız hareketleri olmasına rağmen hatta halkın şikâyetlerine rağmen padişah bunların hiçbirine aldırış etmez.

Tarihçi Mustafa Ali, III. Murad’ın fala olan ilgisinden yararlanarak Camiü’l-Kemâlât adlı ilkinde on iki rakamının sırrını açıklayarak Sultan Murad’ın 120 yıl yaşayacağını belirtti. Mustafa Ali, bu iddiasının ardındaki ilm-i cefr’i, Taliü’s-Selatin adlı ilave bir metinde yorumladı. Padişah tarafından saray kütüphanesini kullanmasına izin verilirse daha fazla metin yazabileceğini belirtir. Padişahın tamamen fala olan düşkünlüğünden yararlanmak istemiştir. Bu zafından yararlanarak istediklerini elde

etmeye çalışmıştır. Yöneticilerin fala olan düşkünlüğü yönetim zincirinde önemli bir kırılmaya sebep olmuştur. Sırf buna göre atamaları yapmak, hatta bakan kişilere mevki vermek yönetimdeki önemli açıklardan biridir. Son olarak da Murad’ın tasavvuf şiirlerinden beş tanesinin üstünde Nükâtü’l-Kal fi Tazm ini’l-Makal adını verdiği bir tabiri sundu. Mustafa Ali, Halep’e mal defterdarı olarak atanmak istediğini belirtir. Bu isteğini yine III. Murad’ın fala olan düşkünlüğünden yararlanarak sunar. İstidaname’yi ilm-cefr ile yorumlar. “Halep’inyıkımının, kıyamet günlerinin bir işareti olacağını ve binyılın kapanmasından önceki 999 yılında yeryüzünde hiç Arap kalmayacağını söyler. Daha sonra bu kehaneti tersine çevirerek, padişahın ihmaliyle bu kehanetin zamanından önce gerçekleşmesine izin vermesinin utanç kaynağı olacağını belirtir. Durumu düzeltmek içim Halep’e gönderilmeyi ve sonra Murad’ın Ali Şir Nevai’si' olarak saraya dönerek onun danışmanı ve saray şairi olmayı diler. ” Yönetimin batıl itikatlara olan düşkünlüğünden yararlanarak mal, mülk, mevki sahibi olmaya çalışmışlardır.

Yönetimde atamalarda, kişinin istihare ile seçilmesi de devlet yönetiminde bu işlerin öneminin bir kanıtıdır. Sultan III. Selim askeri başarısızlıklarından dolayı Kethüda Çerkes Meyyit Hasan Paşayı görevden almıştır. Yerine atanacak kişiyi ise istihareye yatarak seçmiştir. III. Selim, rüyasında Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı gördüğünü söyleyerek göreve onu getirmiştir.[316] Atamalarla ilgili bir başka rüyada Sadi Paşa ile ilgilidir. Sadi Çelebi, Rumeli Kazaskerliği görevinden sonra şeyhülislamlık görevinin kendisine verilmesini beklemekteydi. Ancak Veziriazam İbrahim Paşa seferde olduğu için, yerine görevde olan Ayaz Paşa Şeyhülislamlık makamını başkasına vermek istiyordu. Bu durumdan dolayı sıkkın olan Sadi Paşa rüyasında bir evliya görür. Evliya rüyada, Sadi paşaya Sebepleri yaratan ol malike güven ki rızk sana gelince kapıyı çalar.” beytini okutur. Gerçekten rüyayı gördüğü gecenin sabahında şeyhülislamlık görevi ona verilir.[317]

Daha ileriye giderek, devlet yönetiminde hak talep ederken gerekçe olarak, gördükleri rüyaları sunmuşlardır. Bunları yaparken, rüyalarında Hz. Muhammed’i gördüklerini söyleyerek bu durumu gerçekçi kılmaya çalışmışlardır. Bunlardan biri Karayazıcı Abdülhalim’dir. Osmanlı’da paralı birliklerde çalışan Karayazıcı Abdülhalim, kendisinin bir rüya gördüğünü ve devlet yönetiminin kendi hakkı olduğunu savunur. Öyle ki rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğü ve yönetimi artık kendisine verildiğini söyler. Osmanlı ordu sistemine benzer bir ordu sistemi kurar. Kendi veziriazamını atar ve halkın emirlerini yerine getirmesini ister. Eşkiyalık yapmaya başlamıştır. Onu durdurma görevi verilen Karaman Beylerbeyi, durdurmak yerine Karayazıcı’ya katılır.[318] Halkın rüyalara olan inancı zaten ortada olduğu için, Karayazıcı kendi hâkimiyetini meşrulaştırmak ve halkın desteğini almak için böyle bir rüya ortaya atmıştır.

Rüyalar, hemen her dönemde devlet işleyişinde önemli etkenler olmuşlardır. Görüldüğü idda edilen rüyalar, devletin adalet sisteminde aksamalara neden olmuştur. Buna örnek olarak, Kalenderi şeyhlerinden Otman Baba gösterilebilir. Bazı anlatılara göre, Fatih Sultan Mehmet’in şehzadelik devirlerinde rüyalarına girerek, onu Rum topraklarına padişah yapacağı söylenmektedir.[319] Otman Baba ve müritleri, yakışıksız hareketlerde bulundukları için sancak beyleri tarafından dava edilmişlerdir. II. Mehmet zamanında, haklarında yakalama kararı çıkarılmış ve İstanbul’a cezalarını çekmeleri için götürülmüşlerdir. Edirne’den İstanbul’a doğru giderken Otman Baba ve Müritleri, II. Mehmet’in rüyalarına girerek onu ürkütmüşlerdir. II. Mehmet, gördüğü rüyalardan etkilendiği için, Otman Baba ve müritlerini bırakma kararı almıştır. İnsanlar bu duruma tepki gösterse de gördüğü rüyadan etkilenip serbest kalmalarını istemiştir.[320]

Murat Han’ın, döneminde eşkıyalarla mücadele etmesinin sebebi yine bir rüyadır. Devlet işlerinin yürütülmesinde ve devletin istikbali için rüyalar önemli dönüm noktaları olmuşlardır. Osmanlı’da, Murat Han döneminde eşkıyalar oldukça fazlaydı. Murat Han rüyasında Hz. Ömer’i görmüştür. Hz. Ömer, korkmamasını söyleyip Murat Han’ın belini kılıç kuşatmıştır. Uyandığında Murat Han derhal harekete geçmiştir. Sürekli kılık değiştirip halkın arasına dolaşarak eşkıyaları yakalamıştır.[321] Evliya Çelebi’nin eserinde bahsettiğine göre, Hz. Ömer’i rüyasında görmesi ile bu hadiseleri yerine getirir. Ancak Cemal Kafadar ise bu rüya hadisesinin böyle yorumlanmasında ki nedenin, askeri meselelere yeterince ehemmiyet göstermeyen önceki padişahlardan farklı olması için bilinçli olarak bu anlamlarda yorumlandığıdır.[322] Yönetimde cesaretlendirmek ve askeri kimliğini ön plana çıkarmak için rüyanın bu şekilde yorumlandığı düşünülmektedir.

Atamalarda, seferlerde rüya ile hareket edildiği görülmektedir. Ancak asıl ilginç olanı, görülen rüya ile taht hakkından vazgeçen Sultan Abdülaziz’in hikâyesidir. Sultan Abdülaziz’in döneminde devlet kötü durumda olduğundan ile tahttan indirilip yerine Sultan Murat getirilmiştir. Sultan Murat, tahta çıkıp cülus dağıttığı sırada valide sultan, oğlu Sultan Abdülaziz’i durumdan haberdar eder. Ancak Sultan tahtın kendi kısmeti olmadığını gördüğü rüyadan çıkardığını söyler ve bu konuda mücadele etmeyi tercih etmez. Gördüğü rüya şu şekildedir:

"Abdülazîz Han Sadır ve Serasker Avnî Paşa'ya iltifât-ı firâvân eylediği eyyâm arasında 'Bu gice bir rüyâ gördüm. Ingiliz donanması İstanbul'a top atıyordu. Taşkışla'dan asker inip sarayı ihâta eyledi. Deniz tarafına geldim, saraydan çıktım. 'Serasker Avnî Paşa nerededir?' suâlime 'Askerler anı paraladı.' cevâbım verdiler. Şu ne acîb rüyâ!' buyururlar. Avnî Paşa bunu istima' eder. Bâbıâlî'ye geldiğinde Mâliye Nâzın Yusuf Paşa'yı bulur. ” “Pâdişâh beni azletmek tasmîmin- dedir; musannâ rüyâ görmeğe başladı.' diyerek keyfiyeti hikâye eder. Yusuf Paşa 'Sû-i zan etmeyiniz. Vükelâsını tebdîl husûsunda bir hükümdarın rüyâ tasnîine ihtiyâcı olmaz.' ifâdesiyle Avnî Paşayı te'mîne çalışır. Hâkan-ı merhûmun irtihâli günü karakolhâne bağçesinde Mâliye Nâzın, mezkûr rüyâyı Avnî Paşa'ya ihtâr edince 'Saraydan Abdülazîz'in çıkarıldığı evet sahîh. Beni askerin paraladığı yalan.' cevâbını verdi. Avnî Paşa bunu söylediği zaman eliyle dizine de vurdu. ” Gerçekten de gördüğü rüya aynen çıkmıştır. Padişahlık haklarından vazgeçip, gördüğü rüyadan dolayı geri çekilmiştir. Tarih boyunca kardeş katlerine neden olan tahttan, görülen bir rüya ile çekilmesi bu işe verdikleri önemi göstermektedir. Osmanlı Padişahlarının hayatında rüyanın önemli yere sahip olması ve rüyalarında ki mesajların çıkmasının ulvi, ulu insan olduklarından dolayı olduğu düşünülmektedir.[323] Hayrullah Efendi, Abdülaziz’i tahttan indirdiğinde tepki çekmemek ve bu işi yasal göstermek için, rüyasında Hz. Peygamberi gördüğünü ve ona bunu yapmasının söylendiğini dile getirir. Hayrullah Efendi, bununla ilgili fetva yayınlar.[324] Abdülaziz’in tahttan inişinde ve tekrar tahta geçmek istememesinde rüya hadiseleri etkili olmuştur. Bu da, daha önceden de bahsedildiği gibi batıl itikatların Osmanlı’nın tam merkezinde yer aldığını göstermektedir.

Osmanlı yönetiminde, batıl itikatlara olan inançtan dolayı oluşan boşluktan yararlanarak kimileri mal-mülk sahibi, kimileri makam sahibi olmuşlardır. Padişahlar arasında diğer fal çeşitlerine önem verenler olmasa bile hepsinin ortak özelliği rüyalara önem vermeleridir. Fal ya da rüya tabiri ile yönetimde atamalar yapmışlar, yapılar kurmuşlar, seferler düzenlemişler hatta taht hakkından dahi vazgeçmişlerdir. Kimi zaman devlet adamları bu işi kullanarak padişahı yüreklendirmiş ve askeri özelliklerini ön plana çıkarmıştır. Kimi zaman ordular yüreklendirilmiş ve savaşların seyri değişmiştir. Bu işten yararlanmaya çalışanlar olduğu gibi, bu işlere inanlar ve bağlı oldukları inançlar doğrultusunda mücadelelerini verenler de olmuştur. Yönetimdeki dengelerde, stratejilerin yanında önemli bir husus da batıl itikatlardır.

Osmanlı’da Gündelik Hayatta Fal

Osmanlı’da, gündelik yaşamda çoğu konu için fal danışma noktası olmuştur. İnsanlar, en basit gündelik işleri bile fal yardımı ile yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nde bu işin ehli sayılan kişilere, doğa olaylarından gündelik hayattaki işlere kadar danışılmıştır. Örneğin; 1204 yılı Şevval’inin 22. pazar gecesinde saat 5’te başlayarak yarımşar saat arayla beş kere hafifçe, sonrasında sabahtan akşama kadar dört, gece üç, pazartesi ise iki defa olan depremle ilgili Müneccimbaşı (Mehmed Sadık Efendi olmalı) Âhkam-ı Zelzele isimli yorumlarını padişaha sunmuşlardır. Bu konu ile ilgili yorumları şu şekildedir;[325] [326] “Vilayet-i Yunan’da cenk ve eşüb ve kan dökülmesi ziyade olacağına ve düvel-i Nasara’da kaht u gala vü fitne vü fesadzahir olup musibetten hâli olmamalarına ve mülük-u a’dadan birinin helakine ve ehl-i İslam’ın bahr u berde mansur olacaklarına delildir.”32 Bu olay, gündelik hayatta müneccimlerin fikrine ne kadar önem verdiklerinin kanıtıdır. Depremden, devletin politikası ile ilgili çıkarımlarda bulunmuşlardır.

Gündelik hayatı düzenlerken faldan yararlanılmıştır. Yıldız ilminin bir uzantısı olan Eyyamname’de Güneş’in hangi burçta olduğu, Ay’ın konumu ve Güneş ile Ay arasında oluşan geometrik şekillerden çıkan sonuca göre anlamlar oluşturulurdu. Kısacası Eyamname, astronomik hesaplamalara göre yapılmaktadır. “Eyyam kelime anlamı olarak; günler demektir. Zaman, hengâm, devir anlamına gelmektedir”[327] Gün (yevm) kelimesinin çoğulu, eyyamdır. Bu iş ile uğraşan müneccimlere halk ve yöneticiler büyük saygı göstermişlerdir.[328] Çamaşır yıkamak ve bir şeyler dikmek gibi işlere başlamak için uğurlu günler; pazartesi, perşembe, cumadır. Diğer günlerde başlanılan işlerin uğursuzluk ile sonuçlanacağına inanmaktadırlar.[329] Aşağıda verilen tabloda ise, tırnak kesme işinin sonuçları hakkında, iki farklı bölgedeki inanışlar verilmektedir. En basit gündelik işlerden biri olan, tırnak kesme işi için bile hesaplamalar yapılmaktadır. Bölgeden bölgeye uğurlu saatler ve günler farkı yorumlanmıştır. Bunun sebebi, gökyüzünün konumuna göre ayarlamaların yapılmasıdır. Gökyüzü hareketlerine göre bölgeden gölgeye hesaplamalar yapılır ve çıkan sonuca göre en basit gündelik işler bile düzenlenir.

Tablo 3.1. Gökyüzü hareketlerinin hesaplamalarına göre, bölgeden bölgeye değişen,
tırnak kesme işinin sonuçları üzerine inanışlar
[330]

 

Trabzon’da

İstanbul’da

Pazar

Hırstan kurtulur

Hediye alır

Pazartesi

Zengin olur

Kabir azabı görmez.

Salı

İmanla gider

Çocuğu ölür

Çarşamba

Kötü huylu olur

Kara haber alır

Perşembe

Sevdiğinden miras gelir

Zengin olur

Cuma

İmanı artar.

-

Cumartesi

-

Hacca gidebilir

Toplumda, insanların doğdukları günün, hayatlarının ilerleyişini etkilediği inancı mevcuttur.[331] Bilhassa, insanların karakteristik özelliklerinin bu tarihlerden etkilendiği düşüncesi hala günümüzde de mevcuttur. İnsanların burçlara, yükselenlere, doğum haritalarına olan ilgilerini arttırmıştır. Bununla ilgili olumlu ve olumsuz günlerin, frekansları ile yüzdelikleri çıkarılmıştır.[332]

Tablo 4.2. Geredevi’nin “Eyyamname”sine göre iş yapmak için günlerin olumlu-
olumsuz yüzdeli hesaplanması329

Günler

Olumlu

Olumsuz

T

%

T

%

Pazartesi

22

81,5

5

18,5

Salı

6

25

18

75

Çarşamba

18

47,3

20

52,7

Perşembe

26

78,8

7

21,2

Cuma

20

76,9

6

23,1

Cumartesi

8

33,3

16

66,7

Pazar

11

57,9

8

42,1

 

Bu tabloya göre, en olumlu günler Pazartesi, Perşembe ve Cuma çıkmıştır. Görüldüğü gibi bu konu üzerinde çalışmalar yapılması, uğurlu günlerin tablolarının oluşturulması ve insanların en basit günlük işlerini bile yaparken buna göre hareket etmesi, falın gündelik hayatta önemli bir yeri olduğunun göstergesidir. Örneğin, Eyyam eş Şehr isimli kitapta uğurlu ve uğursuz günlerinin astrolojik hesaplamaları verilmiştir. Bu kitabın da, Cafer es-Sadık’ın olduğuna inanılıyordu.[333] Kâtip Çelebi’ye göre, Esma-i Hüsna ve diğer bütün kutsal kitaplar okunularak öğrenilebilirdi. Ancak, insanın nesneleri, üzerinde hâkimiyet kurarak kullanması ve saklı özelliklerini bilmesi için, bütün fani zevklerden uzaklaşması gerekmekteydi. İmam Cafer es- Sadık’ın, eşya havası yani İlm-i simyada ve cifride işinin ehli olduğuna inanılırdı. Bu yüzden bu alanda yazılan kitaplar, Cafer es-Sadık’la atfedilmiştir.

Ebced hesabına göre fal bakmak, Osmanlı Alevi tebaası arasında daha çok yaygındı. Bu ilimin sonradan öğrenilemeyeceği, el verme hususuna göre yapılacağına inanılırdı. Ebced hesabına göre Arap alfabesindeki her harfin, rakamsal bir denkliği vardır ve sıralamalarına göre hesaplamaları değişmektedir. Bu yöntem, Kur’an falı bakılırken kullanılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde, 10. Yüzyılda Abd al-Kadir al-Hüseyni adlı kişi tarafından çoğaltılmış bir mushafın son kısmında, manzum Farsça bir Kur’an-ı Kerim falı bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in tüm surelerinin ve harflerin sayısal karşılığı olan tablo bulunmaktadır.[334]

Alevi inancına göre, bu yetenek Allah tarafından Kur’an-ı Kerim ile Hz. Muhammed’e gönderilmiştir. Hz. Muhammed daha sonra bunu Hz. Ali’ye nakletmiştir. Hz. Ali kendisinden sonra gelen bütün imamlara nakletmiştir. İnanışa göre, Hz. Ali’nin soyundan gelenler bütün olayları önceden bilebilirdi. Ayrıca bütün olayları bir kitap halinde derlemişlerdir. Bu kitaptaki her harfe birer işaret gibi yaklaşılmış ve gelecekten haber almada kullanılmıştır. Zamanla bu yönteme ebced hesabı denilmiştir.[335] Saray, bu tarz büyülere karşı çıksa da, padişah gömleklerinde Allah, Muhammed, Ali isimleri ile birlikte geometrik şekiller kullanılmıştır.[336]

Yıldızname ve onun bir uzantısı olan Eyyamname’nin toplum üzerinde etkileri olduğu görülmektedir. Gündelik hayatı idame ettirirken, işlerinin olumlu sonuçlanması için başvuru noktaları olmuştur. Sadece işlerini düzenlemede değil, karakteristik özellikleri üzerinde ki etkilerine de inanılmıştır. Astrolojik hesaplamalar için kitaplar yazılmıştır. Yıldızname, Osmanlı yönetiminde olduğu kadar halk yaşayışında da önemli yere sahipti. Aslında yönetim ve toplum kısmında bu tarz inanışlarda farklılıklar görülmemektedir. Yöneticilerin benimsediği inançların, halk kültürü arasında da yaygın olduğu görülmektedir.

Yöneticiler ve halk arasındaki benzer bir diğer inanış da rüyadır. Yıldızname dışında rüyalar da halk yaşayışında önemli bir yer kaplamaktadır. Osmanlı Devleti’nde saray eşrafı dışında, halkın gördüğü rüyalar da vardır. Bu rüyaların kayıt altına alınmasının iki farklı nedeni vardır. Bir nedeni; rüyaların padişahla ya da devlet işleri ile ilgili olmasından dolayı, bunu bildirerek karşılığında mükâfat almaktır. Rüyanın anlamı güzel ise karşılığında mükâfatlar almışlardır. Padişahlar rüyalara önem verdiklerinden, güzel tabirli rüyaları ödüllendirmişlerdir. Bir diğer sebebi ise, devlet işleyişindeki aksaklıkları düzenlemektir. Rüyaları, padişahın huzuruna çıkmak için araç olarak kullananlar da olmuştur. Rüyanın belirli bir kısmını anlatıp, asıl mühim olan bölümünde rüyayı anlatmayı keserler. Ve devamını yalnızca padişaha anlatacaklarını söylerler. Ve padişahın huzuruna çıkabilmek için ya Hz. Muhammed’in ya da bir evliyanın buyurduğunu söylemişlerdir. Padişahın huzuruna herkes kabul edilmemekteydi. Ancak söz konusu rüya olunca, Hz. Muhammed veya evliyalara dayandırılınca, padişah karşısına çıkmak daha kolay olmaktaydı. Böyle bir örnek, Ankara’nın İskilip Kazası’ndan Tahir Efendi’nin, Sultan Mehmed Reşat’a bahsettiği rüyadır. Rüyasında Hz. Muhammed’in, padişaha selamını iletmesi gerektiğini ve sadece padişaha anlatabileceği rüya ile ilgili başka kısımlar olduğunu söylemiştir. Gayesinin yalnızca, padişaha gördüğü rüyadan bahsetmek olduğunu söylemiştir.[337]

Divriği kazasında ikamet eden, Deli Hasan isimli şahısın rüyası da kayıt altına alınmıştır. Üç gün boyunca sürekli rüyasında bir kişiyi görmüştür. Bu kişi, rüyada tarlanın köşesinde hazine olduğunu söyler. Gördüğü rüya üzerine o yere gider ve kazar, hazineyi bulur. Bir sürü altınla dönerken çobanla rastlaşır. Çoban ekmek alma amacıyla elini daldırdığında altınları bulur. Altınlar farkedilince Deli Hasan her şeyi anlatmak zorunda kalır. Daha sonralarında buradan mı yayıldığı bilinmez ama herkes tarafından bu durum öğrenilir. Divriği’de yaşayan ve Gümüşhane’de Emin olan Mustafa Paşa, altınları işitince hukuka aykırı davrandığını söyleyerek koruma amaçlı gibi göstererek altınlarına el koyar. Altınların bir bölümünü İstanbul’a armağan olarak yollar. Bu rüyanın kayıt altına alınmasına sebep, halkın bunu duyması ve Mustafa Paşa’nın altınlara el koyup bir kısmını İstanbul’a göndermesi üzerine rüya kayıtlara geçmiştir.

Abdülhamit döneminde yönetim ve politikadaki karışıklıklar ve sorunlardan dolayı genelikle, halkın rüyaları bu olaylar üzerinedir. Abdülhamit’in bu dönemdeki sorunlarla baş edebileceği, çözeceği şeklinde görülen rüyalarda ay ve güneş gibi simgeler ağırlıktadır. Osmanlı Devleti’nin kaybettiği toprakları yeniden alacağı ve devletin karşısında olanların kazanamayacağı, devletin eski gücüne kavuşacağı şeklinde mesajlar içeren rüyalar kayıt altına alınmıştır. “Medine’nin Şafii Müftüsü Seyyid Ahmed 23 Eylül 1906 senesinde rüyasında Kutbi zamanı görmüş 13 Şubat 1907 numaralı belgeye göre Medine’de II. Abdülhamit için buhar-ı şerif okunmaktaydı. O zamanlarda Müftü Seyyid Ahmet rüyasında Medine ’de ravza-i mutahharada Buharı şerif okuyan Müslümanlar görmüştür. Aralarında bir kişiyi farkeder ve yanındakine sorunca kutb-ı zaman olduğunu öğrenir. Okuma bitiminde kutb-ı zaman’nın yanına gidip niçin bu okumanın yapıldığını sorar. Cevap olarak siz gündüz ne niyet ile okuyorsanız bizde gece o niyet ile okuyoruz der.” Medine’n Şafii Müftüsü Seyyid Ahmed gördüğü rüya üzerine, II. Abdülhamit’in devletin başına geliş nedeninin, Osmanlı’yı tekrar güçlendirmek olduğunu ve kaybedilen toprakları yeniden alacağını söyler. Bu duruma karşı gelmeye çalışanların başarılı olamayacağını belirtir. Harputlu Ali Rıza Efendi’de rüyasını, II. Abdülhamit tarafından Mısır’ın tekrar Osmanlı topraklarına katılacağı şeklinde yorumlamış ve İstanbul’a göndermiştir. Rüyasında II. Abdülhamit’i Mısır’ın ortasında bir tepede tahtta otururken ve halkın ona silahlarını sunarken görmüştür.[338]

Ayrıca rüyalarda Hz. Muhammedin de görülmesi yaygındı. “kim ki beni düşünde gördü, ol gerçek gördü, zira şeytan benim suretime giremez” Hadis-i Şerifi’nden de anlaşıldığı gibi rüyada Hz. Muhammed’i görmeye kötü bir anlam yüklenemeyeceğinden ötürü rüyalarda bu temanın görülmesi oldukça fazlaydı. Bu rüyaların padişaha iletilmek istenmesinde ki en büyük neden, karşılığında alınan ödüldür. Örneğin, Kerküklü Abdülkadir Efendi gördüğü rüyayı, II. Abdülhamit’e anlatır ve karşılığında memuriyet ister. Bu isteğini de yine rüyaya dayandırır.

Rüyasında ermiş bir kişinin ona ne iş yaptığını sorduğunda, yeğeni Reşit Bey’in ceza aldığı için görevden alındığından, bundan dolayı İstanbul’a kendisi için de gidip memuriyet isteyemediğinden bahsetmektedir. Bunun üzerine bu kişinin memuriyet istemesi konusunda üstelediğini ve aynı kişiyi, II. Abdülhamit’in yanında, makamında gördüğünü, o sırada ortaya beş köpeğin çıkıp II. Abdülhamit’e saldırdığını ve kendisinin ise köpeklerle dövüşüp yendiğinden bahsetmektedir.[339] Bu rüyaların gerçekten görüldüğü bilinemez ancak bu konuda sahtekârlık yaparak istediklerini elde etmek isteyenlerin hakkında gerekli işlemler yapılmıştır. Bu tarz rüyalara örnek olarak, Rumeli Beylerbeyi payelerinden Arap Hakkı Paşa’nın rüyaları gösterilebilir. Hakkı Paşa, Hicaz Valisi olunca vezir olma isteği için de gördüğü rüyayı II. Abdülhamit’e ulaştırır. Rüyası karşılığında vezirlik ve birinci rütbeden Osmani Nişanı’nı alır. Hakkı Paşa’nın yakın arkadaşı Halepli Ebülhüsa Efendi de istediği mertebeye gelebilmek için siyasi içerikli, yalancı rüyalar anlatmıştır.[340]

Abdülhamit ile ilgili görülen bir başka rüya, Osmanlı tebaasından olmayan Alman Jozef Clain ile ilgilidir. II. Abdülhamit ile hiçbir bağlantısı ve tanışıklığı olmamasına rağmen ısrarla rüyanın ona iletilmesini ve dikkat etmelerini istemiştir. II. Abdülhamit’e suikast düzenleneceğini[341] Alman olan Jozef Clain adında biri görür. Suikastin vakitini rüyasında gördüğünü söyleyerek, Osmanlı diplomatına rüyasını iletir. Ancak bu rüya diplomat tarafından aktarılmaz. Rüya ile ilgili ayrıntı olmamasına rağmen Jozef Clain’in suikaste karşı gerekli tedbrilerin alınması için yaptığı gayretler ile ilgili belgede bilgiler mevcuttur. Bu bilgiler şu şekildedir;

“Her insan bir dereceye kadar kendi hayatını muhafaza etmeğe muktedir bulunduğundan ihtarımın nazar -ı itibara alınmasını ve reddedilmemesini ısraren rica ediyorum. ihtarıma ehemmiyet verilmeyecek olursa yevm-i mezkûrda zat­ı şevket -i şahane-i padişahiye bir fenalık olacağından pek ziyade havf ediyorum.”

Rüyayı gördükten sonra suikastın olacağı konusunda ısrarcı olup kendisinin bir çıkarı olmadığını anlatmak için şu ifadeleri kullanmıştır; “Çünkü hangi sebepten dolayı uzak bulunan Almanya’da bulunduğum halde bu rüyada görmüş olayım? Sizin vatanınız ile asla münasebetim yok ve memleketinize ecnebi bulunduğum cihetle zat-ı şahanenin hayatta bulunup bulunmamalarından hiçbir menfaatim yoktur. Fakat ihtiyat ve zekavet sayesinde tehlikenin ber-taraf olunacağından fevkalade eminim. Yoksa hangi sebepten dolayı uzak bir memlekette olan ecnebi bir adam on iki gün evvel bunu rüyasında görmüş olsun.”[342] Kayıt altına alınan bu olay, rüyaların gelecek hakkında önemli bilgiler verdiğinin ve buna inanıldığının en önemli örneklerindendir. Osmanlı’da ölüm zamanlarının geldiğini bile rüya tabirlerinden çıkarmışlardır. İlginç olan rüya hadiselerini anlattıktan kısa bir süre sonra hepsinin gerçekten ölmesidir.

Osmanlı yönetiminde olduğu gibi halk arasında da rüyalara önem verilmiştir. Gelecekten mesajlar taşıdığına inanıldığı için, yönetimle ilgili görülen rüyalar bildirilmiştir. Rüyaların gerçekliğine inanıldığı için, görülen rüyalar doğrultusunda yönetim kimi zaman uyarılmış kimi zaman ise desteklenmiştir. Her batıl itikatlarda olduğu gibi rüya yorumundan da yararlanmaya çalışanlar olmuştur. Halk, güzel ödül karşılığında rüyalarını padişaha iletmek istemişlerdir. Ancak genel olarak rüyalar devletin yönetimine destek amaçlı iletilmeye çalışılmıştır. Halk arasında rüyaların gerçekliğine inanıldığından, bu konuda yönetim bilgilendirilmeye çalışılmıştır.

Haremde Fal

Geleceği bilme ve hâkim olma isteği, toplumun her tabakasında vardı. Fal, saray içinde çok yaygın olarak kullanılırdı. Fal, sarayın harem bölümünde de çok ilgi görmekteydi. Valide sultanlar kendi çocuklarının geleceklerini öğrenmek için fala müracaat etmişlerdi. III. Mehmet’in eşi, baktığı fallarla olacak olanı bildiğini düşündüğü şeyhe, eşinin ne zaman vefat edeceğini, sonrasında başa geçecek padişahın kim olduğunu sorar. O sıralar oğlu şehzade Mahmud, halk tarafından ve yeniçeriler tarafından sevilen biridir. Şeyhin verdiği cevap altı ay içinde oğlunun tahtın sahibi olacağıdır. Güzel bir geleceğin oğlunu beklediğinden bahseder. Yalnız bu fal cevabını Safiye Sultan okuyunca, III. Mehmed’i tahttan indirme girişiminde bulunduklarını, amaçlarının hükümdarlık ve yönetim olduğunu III. Mehmed’e söyler. 7 Haziran 1603 tarihinde III. Mehmet, şehzade Mahmud’u boğdurarak öldürür. Şehzade Mahmud’un annesi, sadece gelecekte olanları merak etmesine rağmen buna kimseyi inandıramaz. Şehzade annesinin fal merakı, kötü bir sonla sonuçlanır.[343] Fal, sarayın içinde her kademeden insanın ilgilendiği bir konu idi.

Osmanlı Devleti’nde Büyü

İnsanların, olayları değiştirme isteğinden dolayı büyü doğmuştur. İnsanoğlunun tabiatında olaylara hâkim olma ve değiştirme isteği bulunmaktadır. İnsanlar, olacak olanı veya varolanı kendi isteklerine göre değiştirmek için çeşitli büyüsel yollara başvurmuşlardır. Geleceği bilme ve hâkim olma isteği toplumun her tabakasında vardı. Saray içinde çok yaygın olarak büyü kullanılırdı. Büyüyü, ak büyü ve kara büyü olarak ikiye ayırabiliriz. Şans getirmesi, nazardan koruması için yapılan iyi niyetli büyüler ve zarar verme amaçlı yapılan kötü niyetli büyüler olarak sınıflandırılabilir.

Ak büyülerden biri, tılsımlı gömleklerdir. Tılsımlı gömlekler, padişahlar ve şehzadeler arasında çok yaygındır. Tılsımlı gömleği giyenin, türlü belalardan korunacağına inanılırdı. Gömleklerin, incecik ipekten olmasına rağmen koruyucu dualar ile asla kılıç geçirmez olduğuna inanırlardı. Gömleklerin üstünde “sureler, melek isimleri, tılsımlar, geometrik şekiller, vefkler, cifrler, Esma-ı Hüsna, peygamber isimleri ve Mühr-ü Süleyman” bulunurdu.[344] Topkapı Sarayı Koleksiyonu’nda, en göz alıcı gömlek Cem Sultan’ındır. Gömleğin yapımı uzun süreler almıştır.[345] Topkapı Sarayı’nda bulunan, Osmanlı Padişah Elbiseleri koleksiyonunda 87 adet tılsımlı gömlek mevcuttur.[346] Tılsımlı gömlekler giyeni hastalıktan, düşmanlardan veya savaş zamanında gelecek tehlikelerden korumak için yapılmıştır.[347] Gömleklerin üzerinde, karelere bölünmüş geometrik şekiller, rakamlar ve harfler bulunurdu. Gömleklerin üzerindeki karelerin içlerinde dualar ve ayetler bulunurdu. Padişah, kıyafetinin içine bu gömleği giyerdi. Bu gömlekler arasında en eskiye ait olan, 1480 yılına ait Cem Sultan’ın gömleğidir. III. Murad’ın iki adet tılsımlı gömleği bulunmaktadır. Bu gömleklerden birini Konya ve Edirne şeyhlerinden Sinan Dede yapmıştır. Sinan Dede, Yavuz Sultan Selim’e Çaldıran Savaşı öncesinde hayır duası okumuştur. Çaldıran Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasından sonra, bunun karşılığı olarak Sinan Dede’ye bir isteği, arzusu var mı diye sorar. Sinan Dede, Mevlevi Dergâhı’nın bakımlarının ve onarımlarının yapılmasını arzu eder. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim devirlerinde de dergâha bakımlar devam eder. Sinan Dede, yaşı ilerleyince bakımların kendinden sonra da devam etmesini sağlamak için tılsımlı gömlek yapıp

Murad’a hediye eder.[348] [349] Bu gömleklerden bir diğerini 1582 yılında Nurbanu Sultan hediye etmiştir. Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan tılsımlı gömleklerden bir tanesi de III. Mehmet’e aittir. Gömlek, Safiye Sultan tarafından verilmiştir. Tılsımlı gömlek, III. Mehmet’in Eğri seferinden zaferle dönmesi için hazırladığı bir ak büyüdür. Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Koleksiyonu’nun sahibi belirsiz kime ait olduğu bilinmeyen “tılsımlı gömlek, takma yaka, tekke ile yazılı örtüler ” bulunmaktadır. Gömleklerin sahibi bilinmese bile, valide sultanların koruma amaçlı bu işlere kalkıştığı görülmektedir.

Padişahlar dışında sadrazamlar da tılsımlı gömleği, işleri için kullanmışlardır. Örneğin; “Allah ’ım, senden sevgimi, muhabbetimi, kulun Sultan Mustafa’nın gönlüne vermeni dilerim, nasıl vahyini sevgilin Muhammed’in kalbine ilham etmişsen... Ruhumla Sultan Mustafa’nın ruhunu uzlaştır. Allah, Vedud, Muhnid, Beduh, Ahiya, Şerahiya, Adonay, Asbdot ve Şidat adlarının hürmetine, ve la ilahe illallah Muhammedin Resullallah hürmetine”31 Tılsımlı gömleğin sahibi Moralı Hasan Paşa’nın talebi doğrultusunda gömlek hazırlanmıştır. Hatice Sultan’ın eşi olan Moralı Hasan Paşa’nın güç ve makam takıntısı yüzünden hem II. Süleyman hem de

Mustafa ile arası açılmıştır. Hasan Paşa, tekrar aralarını düzeltmek için gömlek üzerine dileklerini yazmıştır “Tılsımlar gömlekler dışında yakaya, takkelere, sancaklara, örtülere taslar ve mühürlere de yapılmaktaydı. Takkeler geceleri güzel bir uyu için gündüzleri ise sarıkların içine nazardan korkmak için giyilirdi. Üzeri sadece vefk ve cifrle yazılmış sancak, parlak sarı ipekli kumaş üstüne siyahla cetvellenmiştir. Ayrıca bazı sancak ve âlemlerde de vefk ve cifrler bulunur. Örneğin Yavuz Sultan Selim’in sancak âlemi gümüş üstüne sarı yaldızlı yürek şeklindeki âlem sarı madenden levha âlemler de buna örnektir. ”[350] Ak büyüye başka bir örnek olarak I. Ahmet’in, Hüdai’den olan kızı için yazdığı muska verilebilir. I. Ahmet, Hüdai’ye karşı büyük bir saygı ve sevgi beslemekteydi. Bu sevgisinden dolayı Hüdai’nin memleketi olan Şerefli Koçhisar’ı birçok vergiden muaf etmiştir. Hüdai’nin kızı doğumdan kısa bir zaman sonra hastalanır. I. Ahmet, kızının şifa bulması için muska hazırlatır.[351]

Kara büyüye örnek olarak ise Kurenadan Faik Bey ve Haremağası Cevher Ağa’nın padişaha yaptırdığı büyüden bahsedebiliriz. Faik Bey ve Cevher Ağa, Nuruosmaniye Cami-i Şerifi caddesinde Vaki İkbal Kıraathanesi karşısında Edirneli okuyucu ve remilci Eşref Efendi’ye gidip, padişaha büyü yaptırmak istemişlerdir. Amaçları, imtiyazlı olmak ve düşmanları olan kahvecibaşından kurtulmak için büyü yaptırmak istemişlerdir. Bunun için kara büyüye başvurmuşlardır. Bu tarz büyü yapanlar ve yaptıranlar sürgün cezası ve para cezası almışlardır. Başka bir olay da, padişahı rahatsız etmek için Ermenilerin büyü yaptırdığı ile ilgili gelen ihbardır. Samatya’da Kocamustafapaşa Mahallesi’nde, Sâkin Gazcı Esnafından Yorgi Papaz’ının oğlunun ihbarına göre, Selamsız’da bir han derûnunda bazı Ermenilerin bir takım okumalar ve yazmalar ile padişahı rahatsız etmek istemişlerdir. Ancak kurban bayramında Yorgi Papazı’ının oğlu bunu farketmiş ve büyüyü Ermenilere çevirmiştir. Kendi ifadesinde büyüyü hissedebildiği ve okumasının da çok güçlü olduğunu söylemiştir. Sıtma gibi hastalıklardan okuyarak insanları kurtarabildiğini söylemiştir. Yine kendi ifadesinde Ermenilerin kendisine büyü yapıp, işlettiği hanını ve parasını aldığını belirtmiştir.[352] Büyüye olan inanç fazla olduğu için bu tarz ihbarlar kayıt altına alınmıştır. Göz ardı edilememiştir.

Osmanlı’da sarayın en üst rütbelisinden en düşük rütbelisine kadar büyü ile ilgilenenler olmuştur. Arşiv kaynaklarında, sarayda çamaşırcılık işi ile uğraşan bir grup insanın büyü işi ile uğraşmalarından bahsedilmektedir. Çok fakirken bir anda saray çalışanlarına büyü yaparak zenginleşen kadının kızı, Kadriye bu durumdan rahatsız olur ve annesini şikâyet etmek ister. Ancak annesi Kadriye’yi engellemek için Kadriye’ye kötü davranıp eve kapatmıştır. Kadriye, ailesini karşısına alarak şikâyet dilekçesini, saray çalışanı olan komşusu Yusuf Bey aracılığı ile saraya gönderir. Dilekçede, çamaşır görevlilerinin çamaşırlara büyü yaptırdığından bahsetmektedir.[353]

Büyün farklı bir yöntemi olarak da insanlar, türbelerden veya evliyalardan yardım isteyerek olaylara müdahale etmeye çalışmışlardır. Örneğin; Şeyh Mevlana Şemseddin, Beyazıd Han ve Selim Han döneminde bulunmuştur. Mevlana Şemseddin’in insanlara ve cinlere fetva verdiği söylenmektedir. Şemseddin, öldüğünde Edirne yoluna gömülür. İnanışlara göre sara hastalığına yakalanmış bir kişi, 3 hafta üst üste bu türbeye giderse bu hastalıktan kurtulurdu.[354] Evliyalardan şifa bulmak amacı ile ilgili başka bir olay ise şu şekildedir; II. Selim zamanında, büyük bir veba olmuştur. Trabzon’dan Yahya Efendi, Ayasofya’da dua etmesi için çağrılmıştır. Dua ile vebanın illetinden kurtulmaya çalışmışlardır.[355] İnsanlar her türlü dertlerine derman aramak için evliyalardan ve türbelerden yardım dilemişlerdir. Evliyaların mistik güçleri olduğuna ve olayları değiştirme gücü olduğuna inanmışlardır.

Evliyalar ölseler bile, bu güçlerinin devam ettiği düşüncesi türbelere olan ilginin artmasına neden olmuştur. Bununla ilgili bir olay şu şekildedir; Abaza Paşa devlete karşı ayaklanır ve Erzurum’dayken, Kanköy’de güzelliğini duyduğu Ermeni bir kızı yakalamak için yola çıkar. Kızın evinin etrafına geldiklerinde, genç kız ellerinden kurtulmak için Ebu İshak Sultan’nın ruhuna dua edip yardım ister. Rivayete göre bu durumdan kurtulursa Müslüman olacağını söyler. Bir anda kız yaşlı bir erkeğin suretine bürünür. Abaza paşa, içeride kızı bulamayınca gider. Sonrasında kız, Ebu İshak Sultan’nın Bursa’daki türbesini ziyaret edip, orada İslamiyet’e geçer.[356]

Evliyaların tarihteki olaylara etkileri ile ilgili büyüsel birçok örnek vardır. Padişahların tahtta kalma süresinden, kimin tahta çıkacağına kadar birçok olaya etki ettikleri ile ilgili olaylar kayda alınmıştır. Örneğin, Beyazid-i Veli’nin yanına Trabzona, Sultan Selim getirilir. Beyazid-i Veli, Sultan Selim’e sekiz kere kuru bir dalla vurmuştur. Daha sonra bu dalı Selim’e hediye verip bir toprağa ekmesini ister. Ektiği yerde kuru çubuğa rağmen verimli, yeşil bir bahçe oluşmuştur. Sekiz kere o çubukla Sultan Selim’e vurması ve sekiz sene tahtta kalması arasında ilişki kurulur. Sultan Selim’in tahtta kalma süresi, Beyazid-i Veli’nin hikmetine dayandırılır.[357] Tahta çıkma ile ilgili evliyalarla anlatılan başka bir rivayet ise şu şekildedir, Gümüşlüzade Şeyh Abdurrahman’ın elini, Murat Han’ın iki oğlu öper. Şehzade Mehmed ise ayağını öper. Bunun üzerine Gümüşlüzade “Konstantıniyye Kalesini ta’mir ü termim edip camiler ve medreseler inşa eyle” der ve Fatiha okur. Sonralarında Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u feth etmesi Gümüşlüzade Şeyh Abdurrahman’a bağlanır.[358] Sultan Selim’in, Mısır üzerine hareketi türbe ziyaretinde ettiği dua sonucuna bağdaştırılmıştır. Sultan I. Selim, Bursa’da cetlerinin türbelerine gider ve dua eder. Sultan Selim, Emir Sultan’ın mezarında dua ederken, ondan padişahlık yolunu açık etmesini diler. Mezardan Mısır yolunun açık olduğuna dair ses gelince hemen bütün ahali Fatiha okurlar. Sultan Selim, Mısır haberini alınca derhal hazırlıklara başlar.[359] Bu anlatılarda evliyaların hikmetleri sonucunda yürütülen devlet işleri, padişahların yaptıklarını halk gözünde meşrulaştırmak ve destek toplamak için araç olarak kullanılmış olabilir. Ayrıca anlatıların çoğu mistik olmakla beraber temelinde büyüsel inanışlar olduğu için halk tarafından kolayca inanılmıştır. Dillerden dillere anlatılan mistik olaylara inanış daha kolay olmuş ve belkide bu yüzden bunlar kayıt altına alınmıştır.

Osmanlı’da Gündelik Yaşamda Büyü

Osmanlı’da gündelik yaşamda büyü, önemli bir yer tutardı diyebiliriz. Büyüler, adetlerle yoğrulmuş olarak da karşımıza çıkar. Örneğin, yeni doğmuş bir bebeğin kırklanması aslında bir büyüdür. Bunun gibi gelenekler dışında özellikle yapılan büyüler de vardır. Bunlardan biri ümmü sıbyan muskasıdır. Çocuk havalesini engellemek için hazırlanmış bir muskadır. Bebeğin kundağına bu muska iliştirilirdi.[360] Büyü bozmak ve nazar için çörek otu yakılırdı.[361] Çörek otu ve üzerlik otundan oluşturulan tütsü, lohusa kadının evinde kırk gece yakılırdı ayrıca kadının başına denk gelen duvara sarımsak, soğan asılırdı.359 [362] Bunların hepsi koruyucu geleneklerdi. İnsanlar, büyüye inanmaktalardı ve her türlü sorunda mistik yollara başvurmaktalardı. Örneğin; Kaptan-ı Derya Elçi Mustafa Paşa’nın notlar tuttuğu defterinde vefk ve cifr çizimler ile unutkanlığa iyi gelen bir büyü bulunmuştur. Büyünün sol elin avuç içine yazılıp 40 gün boyunca her sabah yalandığı takdirde unutkanlığı giderdiği şu şekilde anlatılmıştır;

“Âlim ism-i şerinine vefk tarikiyle kırk gün ale ’s-sabah sol avucuna yazıp dili ile yalarsa, bi-izn-i hüda; ol kimse her ne ki istima ederse hıfz eyleyip kuvvet-i hafıza hâsıl olup nisyanda n beri olan taifi budur. Bu vech üzre her yevm sabahleyin yazıp ırk güne değin müdavemet eyleye ”[363]

Osmanlı yönetimi, okuyuculuk işi ile uğraşanlara izinler, ruhsatlar vermektelerdi. Ancak usulsüzlük olmaması için ya da amacı dışında faaliyetler yapılmaması için dükkânları denetlemekteydi. Ayrıca Osmanlı çarşısında gümüş mühür ve tılsım kazıyıcı adı altında bir esnaf grubu bulunmaktaydı. Bu grup, şifalı taşlar ve gümüş mühürler yaparlardı. Hastalıktan korunma veya kurtulmak için bu yöntemlere başvurulurdu. Tılsımlar hazırlanırken doğaüstü canlılardan yardım alındığına inanılırdı.[364] Osmanlı’nın fal ve büyü işlerine izin verdiği, esnaf grubunun oluşmasından da açıkça görülmektedir. Fakat Osmanlı, bazı durumlarda büyücülük işlerine kısıtlamalar ya da yasaklar da getirmiştir. Ruhsatsız üfürükçülük yapanlara veya kendini hoca olarak tanıtan dolandırıcılara yaptırımlar uygulanmıştır. Mahmud Paşa'da bir dükkânda, kendi dilinde üfürükçülük etmesinden ve muskalar yazmasından dolayı Selanik'e sürgün edilmiş olan Yahudi İsak’ı denetlemesi için, Mustafa Çavuş gönderilmiştir. Yahudi İsak, Selanik’e sürgün edilmiş ve tekrar bu işi yapmaması için uyarılmıştır.[365]

Osmanlı’da kendisini hoca gibi gösteren dolandırıcılar da vardı. Büyü yaptıklarını iddia edip bundan kazanç sağlamaktalardı. Nuruosmaniye Camisi’nden Çemberlitaş’a kadar bu şekilde hocalar fazlasıyla mevcuttu. Bu hocaların dükkânları vardı. Bunlara hüdamlı hocalar denirdi. Bu hocaların amaçları yalnızca paraydı. Hüdamlı hocalara gidip delirenler dahi olmuştur. Örneğin, Kasımpaşa Merkez Komiserliği’nde araştırılan duruma göre; Fehmi bin Mustafa, Nuruosmaniye’de büyücülük işleri ile uğraşan Ahmet Şerkavi’nin ona hazırlayıp verdiği büyüler yüzünden delirmiştir. Büyücü Ahmet Şerkavi, Hz. Muhammed’in torunlarından Hasan ve Hüseyin’in yerine gönderildiğini söylemiştir. Ve buna sığınarak II. Aldülhamid’den süvari zabitliği (denizcilik teşkilatı) görevine getirilmeyi istemiştir.[366] Nuruosmaniye’de bulunan başka bir hüdamlı hoca Cezayirli Hacı Mehmet’tir. Define bulacağını söylemiş ve bir kişiyi dolandırmıştır, beş bin kuruş parasını almıştır. Cezayirli Hacı Mehmet’in dolandırdığı kişi, Zaptiye Nezareti’ne başvurarak bu Hüdamlı hoca hakkında şikâyetçi olmuştur. Sonucunda ise dolandırılan kişinin zararının karşılanması ve başka kişileri de dolandırmaması için önlem alınması kararı çıkmıştır.[367] Osmanlı arşiv kayıtlarında, okuyuculuk yaptığını iddia ederek dolandırıcılık yapanlar ile ilgili mahkeme kayıtları da mevcuttur. Hapis cezası ile cezalandırılanlar da vardır. Örneğin; Rusya Devleti teba‘asından olup Hasır İskelesi’nde tuzculuk eden Ayan Kremiyofun, sahte kontrato tanziminden bir sene ve okuyuculuk eden Hacı Seyyid ile birâderi Hacı Mahmut’un darp maddesinden, yirmişer güne ve borcunu ödemediği için on beşer gün, Taşkentli Ahmet’in kezâ darp maddesinden bir hafta ve Çerçi Hristo’nun dahi silah bulundurmasından dolayı yirmi dört saat müddetlerle ceza mahkemesince mahkum edilmelerine, ceza sürelerinin bitiminde salıverilmelerine karar verilmiştir.[368] Hüdamlı hocalardan çoğunun dolandırıcı olduğu anlaşılamamış, halk hocalara gitmeye devam etmiştir. Hüdamlı hocaların bütün dertlere çare olduğuna inanılıyordu ve bunu cinlerin vasıtası ile yaptığına inanılıyordu. Örneğin, “ evleneli yıl olmuş, yolda yolcudan haber yok. Adamın suratı bir karış, kendisinin kısır olmadığından emin, ispata hazır, ikinci karıyı alsın, dokuz ay on gün sonra toramanın sesini duyarsın, tazeye bunu da çıtlatmış. işte bu ahvalde evvela boy abdesti alıp hüdamlı hocaya gidilecek, önünde diz çöküp göbek açılacak, hoca da ağzının suyu aka aka bir şeyler yazacak. Heyecandan yanılırsa, mürekkebi yalamaya izin var. ”[369] Bu örnekten de anlaşıldığı gibi Hüdamlı hocalar sapkın kimselerdi ve insanların manevi duygularını kullanarak bundan haksız kazanç sağlamaktalardı. Hüdamlı hocaların ortaya çıkmasındaki en büyük etken, insanların büyünün varlığına inanmasıdır. Osmanlı’ya dışarıdan da çok fazla büyücü geliyordu. Ve bunların içinde dolandırıcı olanları da bulunmaktaydı. Osmanlı bu durumu engellemek için önlemler almıştı. Mesela, 10 Aralık 1905 tarihinde, Kudüs Sancağı Mutasarrıflığı’na yazılmış olan bir yazıda, İbrahim adında birinin Osmanlı’ya girmek istediğini ama buna izin verilmeyeceği yazılmıştır. Çünkü İbrahim’in sahte hocalık yapıp halkı dolandıracağını anlamışlardır.[370] Sultan Abdülaziz döneminde ise bu tarz bir kayıta rastlanmıştır. Şeyhülislamlık Makamı’na 1859 yılında bir yazı gönderilmiştir. Bu yazıda İstanbul’da rukyehanlık ve remmallık yaparak insanları dolandıran Bağdat’lı ve Mağrip’li insanlar olduğu ve hemen geldikleri yerlere gönderilmeleri emredilmiştir. Bu kişiler yakalanıp eski yerlerine gönderilmiştir. Önceki mesleklerine devam etmeleri sağlanmıştır.[371] İnsanlar, büyüye başvurarak işlerini kontrol altında tutabileceklerini düşünmüşlerdir. Büyünün varlığına olan inanç saray içinde ve toplumda bir hayli mevcuttur. Mistik güçlere olan inanç da toplumun her tabakasında bulunmaktadır. Hatta insanlar, bunu gündelik hayatlarının içine aktarmış ve geleneklerle birleştirmişlerdir.

Haremde Büyü

Haremde kadınlar arasında büyü oldukça yaygındı. Kadınlar, durumları istedikleri gibi kontrol edebilmek için büyüye başvurmuşlardır. Çoğu valide, şehzadelerini korumak ve saltanatın bekası için büyüye başvurmuştur. Stephan Gerlach, saray eşrafının Yahudi kadınlara saygı göstediğinden bahsetmiştir. Bu kadınlar büyü ritüelleri ve fal konusunda bilgili, yetenekli kişilerdir. Sıksık saray içine bu yeteneklerinden dolayı çağrılmaktalardır. Saray kadınlarının, Yahudi kadınlar aracılığı ile çeşitli büyüler yaptığından bahsedilmektedir. Bütün valideler arasında büyücü olarak en çok tanınan Hürrem’dir. Hürrem Sultan’ın, resmi nikâh kıydırması ve Sultan Süleyman’a oğlunu öldürmesinden sorumlu olduğu düşündüğü için halk arasında sihirbaz kadın gibi söylemler dolaşmaktadır. Kendisinin, Kanuni Sultan Süleyman’a büyü yaptığı ve onu kontrol ettiği düşünülmektedir.[372] Bir diğer kara büyü de, kadınlara ilgisi fazla olan ama cinsel sorunlar yaşayan I. İbrahim’in, bu durumuna çare bulmak için Kösem Sultan’ın, Hoca Karabaşzade Hüseyin Efendi’yi saraya çağırmasıdır. Yaptığı büyü işe yarayınca bunun karşılığında, I. İbrahim Karabaşzade’yi önce Galata Kadılığı’na daha sonra 1644 yılında Anadolu Kazaskerliği’ne getirir. Karabaşzade’nin, halk arasında Cinci Hoca olarak adı duyulmasına ve Ulema sınıfından oldukça fazla tepki gelmesine rağmen I. İbrahim onu, bu görevlere getirir. Kösem Sultan, Hoca’yı desteklediğinden Hoca, kolayca yükselir. Ayrıca Anadolu kadılıklarını ve ilmiye makamlarını ücret karşılığında vermiştir.[373] Karabaşzade, yaptığı büyüye karşılık önemli görevler elde etmiştir. İslamiyet, büyüyü kati suretle yasaklamış olmasına rağmen Karabaşzade, bu yönteme başvurmuş ayrıca başarılı olduğu için önemli görevlere atanmıştır. Sarayın önemli cincilerinden biri olmuştur.[374] Valide Sultan’ın, bu hocanın yaptığı büyülere olan inancı onun sarayda hızlı bir şekilde yükselmesine neden olmuştur. Türlü hastalıklara çareler bulması, hatta iktidarsızlık problemini çözmesinden dolayı Valide Sultanın en önemli adamlarından olmuştur. Karabaşzade, padişaha da bu şekilde yaklaşmıştır.[375] Kösem Sultan’ın bu işlere olan ilgisi, küpelerinde bile yazılı olan tılsımlardan anlaşılmaktadır.[376] Büyü yapabilme gücü ve insanların büyüye olan inançları ile sarayda önemli bir güce sahip olmuştur. Yönetim eşrafının, büyü ve fala olan inancı, yönetim bakımından tehlikeli bir açıklık oluşturmaktaydı.

Tarihçi Peçuylu İbrahim buna benzer başka bir olaydan, Safiye Sultan’ın III. Murat’a büyü yaptırdığından bahsetmiştir. Padişahın tek eşli bir hayat sürdürmesi ve çocuk sayısının fazla olmaması hanedan geleceği için tehlike yaratmaktadır. Annesi Nurbanu Sultan ve İsmihan Sultan sürekli olarak cariyeler seçip göndermelerine rağmen kızlara ilgi göstermemekteydi. İlgilendiği kızlarla ise ilişkiye girmek istememesi, eşinin padişaha büyü yaptırdığı düşüncesini akıllarına getirmiştir. Safiye Sultan’ın yakınında olan cariyeler sıkıştırılıp, işkence yapılınca büyü yaptırdığını söylemek zorunda kalıp, büyüyü bozdurmuştur. Sultan III. Murat kendisine büyü yapıldığını öğrenince, büyüyü yapan bu cariyeleri idama mahkûm etmiştir.[377] Kadınlar arasında daha yaygın gibi görünen bu inançlar erkekler arasında da oldukça önemli bir yer tutmaktadır. III. Murat’ın doktoru olan Domenico, haremdeki cariyelerin, III. Murat’ın ilgisini çekmek için büyüye başvurduklarından bahsetmektedir. Bu konular üzerinde takıntılı olan III. Murat, kendisine büyü yaptığını düşündüğü cariyeleri idam etmektedir. III. Murat’ın Kitabü’l- Menamat’ında geçen rüyaları ve büyü ile ilgili söyledikleri onun da bu işe inandığını göstermektedir. Kendisine büyü yapıldığını düşündüğünden dolayı büyü için “neyle def’ olunmak kabildür” demiştir. Zaten fala ve rüyalara olan düşkünlüğü bilinmektedir.[378] III. Murat’ın büyüye olan ilgi ve inanışı da bu şekilde bilinmektedir. Kadınlar, padişahlara çeşitli emelleri için büyüler yaptırmışlardır. Mistik inanışlar, bu durumun olabileceğine olan inancı arttırmış ve kötü büyü yapanlar öldürülmüştür. Büyüye ilgilisi olan başka bir Valide, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal’dir. Oğlunun saltanatının sonrasında, odasında V. Murat’a karşı yaptığı büyüler çıkmıştır. Murat adı yazılı ve iğneler saplanmış bir şekilde at kafası bulunmaktadır. Odasından bir sürü muska ve büyülü kumaşlar çıktığı söylenmektedir.[379] Oğlunu koruma amaçlı yaptığı düşünülse bile, karşıdakine zarar verme amaçlı olduğu için kara büyü sınıfına girmektedir. Yönetimdeki dengeleri korumak için Valide’nin, çözüm yolunu büyüde bulduğu görülmektedir. Valide’nin büyüye olan inancının hayli yüksek olduğu başka bir olayda da anlaşılmaktadır. Cevdet Paşa’nın, Sultan Abdülaziz’e büyü yaptırdığını düşündüğü için, Hulusi Efendi’ye bir dua yazdırır ve bunu camilerde Cuma hutbelerinde okutur. Osmanlı’nın son dönemlerinde bile, modernleşme zamanlarında dahi büyüye olan inancın varlığını koruduğu görülmektedir.[380] V. Murat’ın da tahta çıktığı dönemde, Velihat odasında bir sürü muska ve büyü bulunduğundan bahsedilmektedir. V. Murat’ın validesi olan Şevkiefsar’ın da büyü ile bir hayli ilgilendiği görülmektedir.[381] İslami yasaklamalara rağmen istediklerine ulaşabilmek için, şifa amaçlı, durumları değiştirmek için haremde büyüye sıkça başvurulmuştur.

Bunlar içinde koruma amaçlı yapılan ak büyüler de vardır. Ak büyülerin en önemli örneklerini tılsımlı gömlekler oluşturmaktadır. Padişahların başlarına gelebilecek herhangi bir tehlikeden korumak amaçlı yaptırılmışlardır. III. Murad’a 1582 yılında Nurbanu Sultan tılsımlı gömlek yaptırıp, hediye etmiştir.[382] III. Mehmet’e de Safiye Sultan tarafından verilmiş gömlek bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Koleksiyonu’nun kime ait olduğu bilinmeyen, sahibinin saptanamadığı “gömlek, takma yaka, tekke ile yazılı örtüler ” bulunmaktadır. Sahibi bilinmese bile, Valide sultanların koruma amaçlı büyülere başvurduğu görülmektedir.[383] Amaç iyi ya da kötü olsa da, yapılan ak büyü ya da kara büyü olsa da her türlü çözüm yolunu büyüde bulmuşlardır. Büyünün temel amacı, kişilerin isteklerini yerine getirme olduğundan ve bu isteklerin iktidar hırsı ile birleşmesinden dolayı, büyünün sarayda bu kadar yaygın olması beklenen bir netice olmuştur. İstek ve emellere ulaşmada veya olan mevcut durumu korumada en kolay yol büyü olarak görülmüştür.

Osmanlı’da Fal ve Büyü İşlerinin Denetimi

Arşiv kaynaklarımda karşımıza çıkan bilgilere göre basılması yasak bazı kitaplar bulunmaktadır. Osmanlı yönetimi okuyuculuk işi ile uğraşanlara izinler, belgeler vermektelerdi. Ancak usulsüzlük olmaması için ya da amacı dışında faaliyetler yapılmaması için dükkânları denetlemektedir. Örneğin, Kabasakal Mahallesi'nde oturma izni olmadan kadılara okuyuculuk yapan Mısırlı Süleyman Efendi’nin, ihracına ve tekrar yapmaması için ihtar edilmesine karar verilmiştir.[384] Bu işlerin denetlendiği ile ilgili diğer bir örnek, Aksaray’da Kâtip Cami-i Şerifi kapısında, hastalara okuyuculuk yapan Mustafa Efendi ile ilgilidir. Mustafa Efendi, Kemah kazasında Dedek karyesinde, Şeyh Şerâfeddin Hazretleri’nin sülâlesindendir. Duhan Gümrüğü’nde ve Çemberlitaş’ta ve mahall-i sâirede bulunan emirler sülâlesiden değildir diyerek görevden meni istenmiştir. Ancak bu duruma uygun kanıt olmadığından, bu işi yapan başka hocalar da olduğundan dolayı men edilmesi için herhangibir neden bulunamamıştır. Ayrıca Mustafa Efendi’nin ileride uygunsuz bir harekette bulunmayacağına kefil göstermek şartıyla, ruhsat verilmesinde bir sakınca görülmemiştir.[385] Bu işi yapanlara ruhsat verilmiş ya da büyü kitapları denetimden geçtikten sonra ruhsat almışlardır. İslamiyet’in büyüyü yasaklaması göz önüne alınınca, bu işlerin şifa ve hayra yorma amaçlı olanlarına izin verildiği sonucu çıkmaktadır. Diğer amaçlı büyüleri yaptıranlar cezalandırılmıştır.

Büyü ile ilgili basılan kitaplar, kurul tarafından denetlendikten sonra çoğaltılıp, dağıtılmasına izin verilmiştir. Örneğin, Kavaid-i Külliyesi ile Kitabül Büyü adlı kitaplar, tedkik müelifât hey’etinin incelemelerinden sonra, hatalı bilgiler barındırdığı için basımı ve dağıtımı yasaklanmıştır.[386] Görüldüğü gibi Osmanlı yönetimi, İslamiyet’in yasaklamalarına rağmen, büyüyü yasaklamamış ancak denetim altında tutmuştur. Bu iş ile ilgili yazılan kitaplar denetlenmiştir. İçerik bakımından uygun olanların basılmasına izin verilmiştir. İşini layığı ile yapmayanların dükkânları kapatılmış, bu kişiler işten men edilmiş veya sürgün edilmiştir.

Osmanlı’da okuyucuların, kendileri ile ilgili alınan kararlara itiraz etme hakları vardı. Zeyrek’te taht-ı istihbarlarında bulunan dükkânlarda okuyuculuk yapan ve şimdiye kadar herhangi yanlış bir hal ve harekette bulunmamış oldukları halde, bugün zâbıtaca men‘ ile dükkânları kapatılmıştır. Hâlbuki benzer durumlarda olanlar için haklarında böyle bir muamele olmayıp, işlerine devam ettiklerinden dolayı Mehmed Pertev tarafından yapılan şikâyetle ilgili bilgi istenilmiş bu konu hakkında yürürlükte olan hükümlere göre işlem yapılması istenilmiştir.[387] Bu işi hakkı ile yapanların, sorunsuz büyü işlerini yürüttükleri görülmektedir. Herhangi bir sorunla karşılaştıklarında, hakları olduğu ve itiraz edebildikleri görülmektedir. Osmanlı tebaasından olmayan ancak okuyuculuk ile uğraşan El-Hac Mehmet El-Haddad dürüst bir şekilde okuyuculuk yapanlardandır. Ancak kendisinin de dükkânı mühürlenmiştir. Hatta bunun üzerine bu iş ile uğraşırken kimsenin hakkını yemediğinden, kimseyi kandırmadığından, dürüstçe bu işi yaptığından bahsetmektedir. Ailesinin geçimini yıllardır bu iş ile sağlamaktadır. Etrafınca sevilen dürüst biri olmasına rağmen El-Hac Mehmet El-Haddad’ın dükkânı, Mayıs 1331(1915)’te kapanmıştır. Neden kapandığını sorar ve tekrar açılmasını talep eder. Talebine cevaben Beşiktaş ve çevresinde okuyuculuk işleri ile uğraşıp kar elde eden çok kişi olduğu için buna izin veremeyeceklerini belirtirler.[388] Anlayacağımız gibi kar amaçlı, usulsüz işlerde uğraşanlar olduğu için bazen genel olarak bölgedeki bütün bu işleri yapanlar engellenmektedir. Yalnız daha önce de bahsettiğim gibi bu büyü konuları yalnızca şifa amaçlı ve koruma amaçlı olanlardır. Aksini yapanların bu iş ile ilgili ruhsat alması beklenemez.

Okuyuculuk işlerine ruhsat verildiği gibi kitapların basımına da ruhsat verilmiştir. Böylece fal bakma işini de bazı kurallar çerçevesinde kontrol altında tutmuşlardır. Devlet tamamen yasaklamamış ancak fal bakımı ve fal kitapları için ruhsat vermiştir. Ruhsatsız bu işi yapanları cezalandırıp, kitapları toplatmıştır. Ruhsat verilmediği için toplatılan kitaplardan bazıları; 1313 yılında Menakıb-ı Çehar-yar-i Güzin, Mürşidu'l- Müteehhilin, Mevlidu'n-Nebi, Tabirname, Eski İnşa, Tuhfe-i Vehbi, Nüzhetu'l- Münşeat isimli kitaplardır.[389] Kitaplar incelenmiş ona göre ruhsat verilmiş ya da yasaklanmıştır. Ruhsatsız olarak basılan başka bir kitap olan Falname-i Muhiddin-i Arabi hakkında da, toplatılma ve basan bulunur ise Zaptiye Nezareti’ne bildirilmesi kararı çıkmıştır. Beyazıt’ta Hakkalar Çarşısı’nda, Seyid Molla Kerim’in dükkânında bulunan Falname-i Muhiddin-i Arabi kitabının ruhsatsız basıldığı ve bir müfettiş atanarak toplatılması kararı çıkmıştır.[390] Toplatılan kitapların neden uygunsuz içerikleri olduğu ve ne için toplatılma kararı çıktığı hakkında bir kayıt bulunamamıştır.

Ruhsatsız olarak basılan kitaplardan yararlanarak bakılan fallar toplatılmış ve engellenmiştir. Bunlardan biri, Sahaflar Çarşısı'nda İbrahim Efendi Matbaası'nda basılmakta iken müfettişler tarafından yasak oldukları için mühürlenen Yıldızname ve Kerem ile Aslı adlı eserlere ait taşların silinmesi için gerekenin yapılması istenmiştir.[391] Taşların silinmesi için müfettişle birlikte bir memurun atanması istenmiştir.

Basılan kitaplar, içinde uygunsuz içeriği olunca da toplatılmışlardır. 20 Şevval 311 tarihinde Tabirname isimli kitap incelendikten sonra uygunsuz içerikleri olduğu için basılması ve dağıtılması yasaklanmıştır.[392] Kitapta geçen bir ifadeden dolayı, uygunsuz içerik kategorisine alınıp toplatılmaktadır. Mesela, 3 Mart 310’da basılan Rumca tabirnamenin toplatılması için matba‘alar müfettişi Vapuridi Efendi görevlendirilmiştir. Rumca tabirname olan kitap, Galata’da ki Kurşunlu Han’da Vilasyonilipidin’in üç numaralı matbaasında basılmaktadır. İstanbul’da, Yüksekkaldırım’da Arastidi’nin kırk numaralı kitaphânesinde satılmaktadır. Kitapta geçen “Rüyanda ayın ortasında bir haç gördüğünde Hristiyanların Türkler aleyhine muvaffak olduklarını göreceksin” gibi cümleler bulunduğundan hemen toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilmiştir.[393] 1893’te Tarsus’ta olan Kura’tü-l-tuyur adlı kitap Maarif Nezareti tarafından denetlenmiş ve içerik bakımından uygunsuz olduğu için kitap yasaklanmıştır. Yasaklı kitaplar listesine eklenip, kitap toplatılmış ve Osmanlı’ya grişi yasaklanmıştır.[394] Bazı yasaklı kitaplarla ilgili çeviri sıkıntısı yaşanmaktadır. İnceleyen heyet, çeviri yapacak kimse olmadığı için zor durumda kalmıştır. Herhangi bir mühürlememe durumunda Müslüman ve gayr-i Müslümler arasında çifte tutum sergilenme durumu yaşanabilir. Yaşanan bu sıkıntıya örnek olarak şöyle bir olay kaydedilmiştir; 9 Teşrini evvel 318 senesinde Rusya tebaasından olan ve dükkânında yasaklı kitaplar bulunan Abbas Ağa için de aynı şekilde toplatılma kararı verilmiştir. Sultan Beyazıt civarında, Rusya Devleti teba‘asından kitapçı Abbas Ağa’nın dükkanında yasaklı kitaplardan Vaziyetnâme, Tabirnâme, Yıldıznâme, Köroğlu, Şah İsmail, Aşık Garip, Ebâ Müslim, Muhammediye gibi birçok kitap bulunmaktadır. Abbas Ağa’nın dükkânında birçok yasaklı kitaplar bulunduğundan gerekenlerin derhal yapılması istenmiştir. Müfettişler tarafından raporla bildirilmesi üzerine maliye ve zaptiye nezâret-i celîlesi müfettişleri ile birlikte teftişe gidilmiştir. Dükkânında ise pek çok yasaklı kitap ve yasaklı içerik olmasına rağmen, çevirmen olmadıkça kitapların teftiş edilmesine muhalefet eylediği, gönderilen müfettiş tarafından verilen raporda ifade olmuştur. Ancak eğer kitaplar toplatılmazsa ve matbaasına ruhsat verildiği vakit teba‘a-i Osmâniye misillü muamele edileceği bildirilmiştir.[395] Bu konu ile ilgili bir diğer örnek; Yeni Camii Şerif avlusunda İranlı Mehmet Ali ve Hüsyin Ağaların kitap sergilerinde bulunarak toplatılan birer adet Muhammediye ve Terci-i Bend ve Tabirnâme ve Yeni Şarkılar ve üçer adet Letâif-i Hayal ve Hayatnâme kitapları Maarif Nezareti’ne gönderilmiştir.[396] Sonrası ile ilgili kayıtlara ulaşılamamıştır ve devletin bununla ilgili nasıl bir yol izlediği bilinmemektedir.

Toplatılan kitapların hemen imhası istenmektedir. Örneğin; 11 Nisan 316 senesinde Müfettiş Rıza ve Hilmi ve Raşid Efendilerin gözetiminde toplanan Yıldıznâme ve Selim Sabit Efendi Tarih-i Umumisi'nin imhası için Parmakkapı Polis Merkezi’nden nezarete gönderilmesi istenmiştir.[397] 17 Nisan 315 tarihinde Ebu Müslim divanından gönderilen bir nüsha, diyanetten yasaklı içerik olarak görüldüğü için eserin basılmasına ve dağıtılmasına ruhsat verilmemiştir. Ebu Müslim divanındaki altmış nüsha hemen imha edilmiştir.[398] Ayrıca basılan kitaplara, herhangi bir ihbar üzerine de inceleme başlatılmıştır. Ta‘birnâme-i Muhiddîn-i Arabî ismi ile müsemmâ ve tuhfetü’t-ta‘bir namında diğer bir eser ile muhtî kitabın memnû‘iyeti hakkında bir karar olup olmadığının araştırılması istenmiştir.[399]

Gümrüklerde yapılan kontrollerde, ruhsatsız olan ya da yasaklı olan kitapların geçişine izin verilmemiştir. Örneğin; Rusçuk’tan gelen muhâcir Ömer Ali Efendi’nin, kitaplarından bir adet Muhammediye, bir adet Saatnâme, bir adet Yıldıznâme, bir adet Hikâye-i Şahmerdan, bir adet Dîvân-ı Kerem kitaplarına el konmuştur. Silifke’den gelen efendinin, iki adet Duhter-i Hindu-Abdülhak Hamid Eserlerinden, bir adet Tarık yahut Endülüs Fethi Abdülhak Hamid Eserleri’nden, iki adet Makber Abdülhak Hamid Eserleri’nden, bir adet İntibah Kemal Bey kitaplarına el konmuştur. Mehmet İbrahim Efendi İskenderun’da, Ahmet Efendi tarafından gönderilen yüz doksan dokuz adet Yeni Kıra’et, yirmi beş adet İlm-i Eşya kitaplarına el koymuştur.[400] Bu kitaplar gümrük kontrolleri sırasında alıkonulan kitaplardır.

Kitapların ruhsatlarının kontrolü bu kadar sıkı iken ve ruhsatsız kitaplar toplatılırken, konuda da dolandırıcılığa başvurulmuştur. Matbaa-i Amire’nin mührü taklit edilerek, sahte ruhsatlar hazırlanmıştır. 3 Temmuz 315 senesinde Osmanlı’da yasaklanan ve daha önce yüz on sekiz nüshası toplanan Yıldıznâme’nin, mühürlü olarak kitapçıda bulunduğu ihbarı gelmiştir. Sultan Beyazıt Cami-i Şerfi imâreti karşısında İranlı bir kitapçıda bulunan Yıldıznâme, gümrükten sahte mühür ile geçirilmiştir. Hemen kitapların toplatılması, sahte mühürlerin önüne geçilmesi emredilmiştir.[401] 10 Nisan 316 tarihinde, Sultan Beyazıd karşısında dükkânı olan İranlı Abbas’ın kitapçısında, kırk bir adet kütüb-i memnû‘a, hakkaklarda kitapçılık eden Hafız Şevki ve Emin efendilerin dükkânında Hafız Şevki ve Emin Efendi’lerin dükkânlarında yüz on yedi adet Yıldızname ve Abdullah Efendi’nin dükkânında Selim Sabit Efendi’nin Muhtasar Tarih-i Osmânî kitabından bir adet sahte mühürlü kitaplar bulunmuştur. Bu sahte mühürleri hazırlayanın kim olduğu bilinmemektedir ancak kitaplar imha edilmiştir. Bu konudaki şüpheliler daha sorgulanmamıştır.[402] Bu iş ile ilgilenenler, halkla oluşan arz-talep durumlarından dolayı bu konuda sahtekârlığa başvurmuşlardır.

Osmanlı’da fal işi ile uğraşanlar arasında devlet bünyesinde çalışanlar da olmuştur. Mesela 1 Nisan 316 yılında, Mehmed Taceddin Efendi'nin tahsilinin ilm-i maarif ile firasete müsait olmasına binaen ve yalandan uzak biri olduğu için tarik-i tedrise dâhil olmasına müsaade buyrulmuştur.[403] Bütün toplumlarda olduğu gibi falın, toplum hayatında bu kadar önemli olmasını suistimal eden dolandırıcılar ortaya çıkmıştır. Kendilerini falcı olarak tanıtarak, insanların mal ve paralarını almışlardır. Bu dolandırıcılar için Osmanlı’da yaptırımlar mevcuttur. Örneğin; Mitroviçeli Kosti isimli bir kişi Priştine Kazası’na gelerek, Ahali İslamiye’ye karşı kendisinin falcı olduğunu göstererek, kilise adına para toplamıştır. Hristiyan hanelerden beşer, altışar metelik toplamış ve gitmiştir. Aynı yere tekrar geldiği haber alınınca, men ve yakalanması için hemen hazırlıklar başlamıştır.[404] 1 6. yy’da Remmal falı baktığını söyleyerek halkı dolandıran Mağripli bir kişi hakkıda tutuklama kararı çıkmıştır.[405] Bu konu ile ilgili başka bir örnek ise oldukça vahimdir. Sultanhisarı Mal Sandığı'ndan çalınan beş bin kuruşu kimin çaldığını meydana çıkarmak için, Antalya’dan Remmal Hoca İbrahim getirtilir. Falcı çalanların Mustafa, Mehmet ve İskodralı Halil olduklarını söyleyince, fal baktıran müdür İsmail, yanında bir adam ile bu kişilere türlü işkenceler yapar. Tırnaklarının arasına çiviler sokmuş, baş aşağı sallandırmışlardır. Darptan dolayı kaburgaları, diz kapakları kırılmıştır. Müdür İsmail, bunu yaptığını inkâr etmelerine rağmen, yanındaki adamın itirafı üzerine suçlu bulunurlar. Üstelik bu işkenceler yapılırken hocanın da orada olduğunu söylemiştir. Ceza olarak memuriyeti elinden alınıp, beş sene Midilli’ye sürgün edilmiştir.[406] Burada dikkat çekilmesi gereken durum, falcının sözlerine olan güvenden dolayı, müdürün direkt şahıslara suçlu muamelesi yapmasıdır. Buradan falcıların çoğu kişi üzerinde oluşturduğu güveni, toplumdaki yerlerini görebiliriz. Sapkın hocalar bu durumu kullanarak, türlü uygunsuz durumlara neden olmuşlardır.

Başka bir şikâyet olayı ilginç bir şekilde falı bakandan gelmiştir. Kudüs’te falcılık işi ile uğraşan Hacı İbrahim fal baktığı Salih’ten şikâyetçi olmuştur. Remmalcılık yapan İbrahim’in, Salih’e söyledikleri çıkmamıştır. Boşalan kadroya Salih’in eşi, Salih adına başvuru yapmıştır. Salih bunu öğrenince remmala bu işin olup olmayacağını sorar. Remmal işin gerçekleşeceğini söyler. Ancak bu iş için bazı şeyler yapılması gerektiğini söyler. Bir hafta evinde kalması gerektiğini söyler. Salih, İbrahim’i Cihangir’de ki evine getirir. Evinde sekiz gün kalır, bahçeye bu işin olması için kaşıklar gömer ve bir kurban parası alarak evden ayrılır. Bir süre sonra iş olmayınca Salih, Tophane’de falcılık yapan İbrahim’in yanına gider ve onu tehdit eder. Bu tehditten çekinen İbrahim, Salih’i şikâyet eder. Müfettiş yaptığı incelemede bahçede gömülü kaşıkları bulur. Müfettiş bu durumla ilgili talimat beklediğini belirtir. Ancak neden Salih’in dolandırılmasına rağmen şikâyette bulunmadığı bilinmemektedir.[407] Osmanlı’da gündelik hayatın ve kültür hayatının değiştiği, akılcı faaliyetlere yönelen bir döneme girildiği için bu tarz fal, büyü gibi işler engellenmiştir. Yine 1915 tarihinde Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti, 9 kişinin okuyuculuk işiyle uğraşıp uğraşmadığını sormuştur. Kütahya polisi, bu kişilerin okuyuculuk yaptığını isteyenlere yazdıklarını belirtmiştir. Ancak halktan bir şikâyet gelmediği için hiçbir şey yapılamamıştır.[408] Bu işle uğraşanlar ile ilgili herhangi bir kanun bulunmamaktadır.[409] Fakat, bu iş ile uğraştığı için değil dolandırıcılıktan ceza almışlardır.

Osmanlı’nın son zamanlarında bu iş ile uğraşanlarla mücadele verilmiştir. Aklın ve bilimin üstünlüğünün kabul edilmeye başlandığı dönemlerdir. Örneğin; Halep’te de okuyuculuk ve büyü işleri ile uğraşanlar bulunmaktadır. Bunların, eşi eve bağlamadan, hastaları iyi etmeye kadar birçok büyü yaptıkları ve paralar kazandıkları bilinmektedir. Kimse şikâyette bulunmamasına rağmen, bu işi engellemek için bir tanesi adliyeye getirilmiştir.[410]. Hurafeler, batılların yerini bilim, sanat almıştır. Kültürel ve toplumsal hayatı değiştirmeye çalışmışlardır. Bütün önleme çalışmalarına, bilim ve akılcılık gelişmesine rağmen fal ve büyü işleri tamamen yok edilememiştir. Tarih boyunca fal, zamanın şartlarına uyum sağlayarak varlığını sürdürmüştür. Hala günümüzde insanların büyük çoğunluğu tarafından yaygın olarak tercih edilmektedir.

SONUÇ

Fal ve büyü benzeri gizli ilimlere duyulan merakın temelinde, insanoğlunun hayatta kalma çabası yatmaktadır. İnsanlar hayatta kalabilmek, geçimlerini sağlamak, günlük işlerini yürütebilmek için doğa olaylarını mistik emellere dayandırmış, bunlarla baş etmek için gizli ilimlere başvurmuşlardır.

Şamanizm benzeri kültürlerde, din adamları toplum yönetiminde etkilidir. Bunun nedeni ise dine verilen olmuştur. Temelinde fal ve büyü benzeri işler olan kültürlerden etkilenen İslamiyet’te bu föktörleri etkin olarak görmekteyiz. İslamiyet gaybtan haber almayı yasaklamadığı durumlar aracılığı ile fala açık kapı bırakmıştır. Temelinde ise tefe’ül (hayra yorma) bulunmaktadır. Bu bağlamda İslamiyet, rüya tabirini, İlm-i Remil’i yasaklamamıştır. Hatta İslamiyet rüyayı, gelecekten haber verme aracı olarak Kur’an-ı Kerim’de göstermiştir.

İlim, düzenli ve tutarlı bilgi anlamına gelmektedir. Fakat bu çalışmada falın ve büyünün ilim olarak adlandırılmasının nedeni, ele alınış biçimidir. Osmanlı Dönemi’nde İlm-i Remil, İlm-i Kıyafet benzeri isimler kullanılarak falın, ilim olarak kabul edildiği açıkça görülmektedir. Bu konu hakkında falnameler yazarak, falı ilimleştirmeye çalışmışlardır.

Osmanlı Devleti’nde 16. yüzyılın başlarında devletin astronomi ve astroloji işlerinden sorumlu memur Müneccimbaşı idi. Bu nedenledir ki padişaha ve devlet yönetimine bu denli yakın olan Müneccimbaşıları için, 1575 yılında Müneccimbaşı Takiyüddin tarafından, İstanbul Rasathanesi kurulmuştur. Rasathane, dönemin Müneccimbaşılarının görevlerinden olan takvim hazırlamak, uğurlu gün ve saatin tespitini yapmak, Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi hadiselerinin tespitini yapmak için kullanılırdı. Bu da, günümüzde fal ve büyüden ilim olarak bahsedilmese de, ilim olarak adlandırdığımız astronomi ve astrolojinin temelini oluşturduğunun göstergesidir.

Bu çalışmadan çıkarılan başka bir sonuç ise; İslamiyet’in falı yasaklamış olmasına rağmen, hayra yorma şeklinde, İslami şartlara uygun yorumlanan fal çeşitlerinin görüldüğüdür. Aynı şekilde İslamiyet, büyünün varlığını kabul etmiş fakat yasaklamıştır. Ancak gündelik hayatta gelenek haline gelmiş birçok durumda, büyüsel alt yapı görmekteyiz. Büyü, halk yaşayışında varlığını korumaya devam etmiştir.

Aynı zamanda insanoğlunun umut ve merakı için başvurduğu yöntemdir fal ve büyü. Başbakanlık Arşiv Kaynakları’ndan yapılan araştırmaya göre, fal ve büyü halk arasında oldukça yaygındı. Hatta Osmanlı’daki, fala duyulan ilgiden dolayı, bu durumdan yararlanmaya çalışan insanlar dahi olduğu görülmektedir. İnsanların bu işe olan merakı devam ettiği sürece, fal ve büyüden faydalanmaya çalışmak, kötüye kullanmak kaçınılmaz sondur.

Elbette insanın umut ve merakı sonucunda falın, tek bir alanda kısıtlı kalmasını beklemek olmazdı. Osmanlı Devleti’nin yönetiminde de fal, yapıların yapım aşamasında ilk kazının yapılacağı zamanı, sefere çıkılacağı zamanı, devlet içi atamaları, yönetimi dâhil birçok konuyu etkilemiştir. Ayrıca fal, toplumun her tabakasına yayılmıştır. Falcılar esnafı kurulmuş, alayda yürümüşlerdir. Her malzeme fal aracı olarak kullanılmış, birçok kitaba ruhsat alınmaya çalışılmış ya da bu işi yapan birçok kişi ortaya çıkmıştır.

Fakat fal ve büyü işlerini yaptıranların bu işi gizli tutmasından dolayı, bu konu ile ilgili yeterli kaynak bulmakta sıkıntı yaşanmıştır. Ancak rüya tabirlerini bu durumun dışında tutmak gerekir. Rüya hadisleri ile ilgili fazla kayıt ve örnek mevcuttur. Doğruluğundan emin olamasak bile, birçok kaynak bu durumu desteklemektedir. Ancak fal ve büyü ile ilgili tutulan kayıtların, benzer başlıklar altında toplanılabileceği düşünüldüğünde, ulaşılamayan kayıtların da hemen hemen aynı sonuçlara varmış olabileceği görülmektedir. Kayıtlara düşen durumların, büyük çoğunluğunun dolandırıcılık üzerine olduğu düşünülür ise elimize büyü ve falın geçerliliği ile ilgili fazla bir bilgi geçmemektedir. Fakat dolandırıcılık suçu ile ilgili ceza alanların, fal ve büyü işi yaptıkları için değil, dolandırıcılık yaptıkları için ceza aldıkları görülmektedir. Osmanlı’da fal ve büyü işini yapanlar ile ilgili herhangi bir yaptırım görülmemektedir, ancak Osmanlı’nın son döneminde bu işlerle mücadele edilmiştir.

Bu çalışmanın sonucunda, falın ve büyünün, daha çok yönetimlerini sağlamlaştırmak, toplumun üzerinde daimi etki yaratmak isteyen padişahların ve onlara destek verenlerin kullandığı bir araç olduğunu düşünmek mümkündür. Fakat emin olduğumuz durum ise falın ve büyünün çoğu zaman yönetimin tam merkezinde ve halkın yaşamında olduğudur.

KAYNAKÇA

Arşiv Kaynakları

BOA, Hatt-ı Hümayun (HAT), 1332/51912.

BOA., BOA., Posta ve Telgraf Nezâreti Mâruzâtı (Y..PRK.PT..)

BOA., Yıldız Perakende Evrakı Zabtiye Nezareti Maruzatı (Y..PRK.ZB..) , 6/97.

BOA., Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Erkanı ve Saray Görevlileri Maruzatı (Y_PRK_SGE), 31/03/01.

BOA., Cevdet Zabtiye (C..ZB..), 27/27/1347.

BOA, Sadâret Defterleri (A.MKT.NZD), Dosya No: 295, Gömlek No: 62.

BOA., Sadaret Mektubi Kalemi Meclis-i Vala Evrakı (A.}MKT.MVL.), 22/25. BOA.,A.}MKT.MVL., 31/64.

BOA., Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri, (DH_EUM_ADL), 15/10.

BOA.,Zaptiye Nezareti Defterleri (ZB.), 310/114.

BOA, ZB. Dosya No:444, Gömlek No: 62.

BOA., Mektubi Kalemi (MF.MKT.), 590 /6.

BOA., Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı (TFR.I..KV..), 69/ 6867.

BOA., Dahiliye Nezâreti Mektubî Kalemi (DH.MKT), 2568 /76.

BOA. Cevdet Adliye (C..ADL.), 35/2078.

BOA.,DH.MKT., 1736/95.

BOA., MF.MKT., 388/53.

BOA., MF.MKT., 403/28.

BOA., DH.MKT., 721/12.

BOA., MF.MKT., 203/13.

BOA., MF.MKT., 201/13.

BOA.,DH_MKT., 24/5/1.

BOA.,MF.MKT., 670/11.

BOA., MF.MKT., 500/ 24.

BOA.,MF.MKT., 499/6/9/10.

BOA.,MF.MKT., 195/ 3.

BOA., DH.MKT., 2597/ 52.

BOA.,MF.MKT., 460/41.

BOA.,HAT, 1332/51912.

BOA.,Y_PRK_SGE, 65/01/01.

BOA., DH_ EUM_ADL, 15/06.

BOA.,DH_EUM_ADL, 13/01.

BOA.,DH_EUM_ADL, 23/01.

Araştırma ve İnceleme Eserler

AÇA, Mustafa, “Balıkesir’de Bulunan Bir Cönk ve İçinde Yer Alan Falı Nebat Örneği”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Araştırma Dergisi, Sayı: 59, 2011, s.314-320.

Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Çev. Mümin Çevik, Dündar Günday), Cilt: IX, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976.

AKSUN, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi Osmanlı Devleti’nin Tahlilli, Tenkidli Siyasi Tarihi, Cilt: I, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994.

AKYILDIZ Ali, Haremin Padişahı Valide Sultan, Harem ’de Hayat ve Teşkilat, Kültür Bakanlığı Yayıncılık, İstanbul 2017.

ALİM, Yıldız, “Manzum Bir Kur’an Falı”, İSTEM, Sayı:16, 2010, s. 184-185.

ALKAN, Mustafa, “Milli Kütüphane 2727 Numaralı Mecmu’a’da Kayıtlı Manzum Bir Melheme”, Turkish Studies, Volume 7/4, Ankara 2012, s.693-696.

ARDAKOÇ, Berrin, Rüya, Gizli ilimler, Burçlar ve Fal Ansiklopedisi, Geçit Kitabevi, İstanbul 2004.

ALTINSOY, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972.

AND, Metin, Oyun ve Bügü, YKY, İstanbul 2003.

ARAT, Reşid Rahmeti, Eski Türk Şiiri, TTK, Ankara 1991.

ARSLAN, Ahmet Ali, “Orta Asya Türk ve Amerika Kızılderili Şamanlarının Giysileri”, Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni: Bildiriler, 16-17 Nisan 2007, Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007, s.53-55.

ARSLAN, Arif, Büyü, Fal ve Kehanet, Nesil Yayınları, İstanbul 2002.

ARTUN, Erman, “Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri-Öğretileri-Dinleri”, yyy.yyy. s.5.

AVNİ, Mehmet A., Milliyetçilik, Marifet Yayınevi, İstanbul 1943.

AYDIN, Mehmet, Dinler Tarihinde Giriş, Din Bilimleri Yayınevi, Konya 2015.

AYDIN, Mehmet, “Fal”, DİA, Cilt: XII, İstanbul 1995, S.135.

AYDIN, Mehmet, “Fal Maddesi”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: XII. s.134.

AYDÜZ, Salim, Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1993.

AYDÜZ, Salim, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları,                                (Hazırlayan Feza Günergün), İ. Ü. Edebiyat Fakültesi

Yayınları, İstanbul 1995, s. 112-113.

AYTEKİN Fatih, Topkapı Sarayı Koleksiyonundaki Şifalı Gömleklerin Şifrelerinin Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Tasarım, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tekstil ve Moda Tasarımı Anasanat Dalı Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2015.

BAYAT, Fuzuli, Ana Hatlarıyla Türk şamanlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2006.

BİLMEN, Ömer Nasuhi Kur’anı Kerimin Türkçe mealialisi ve Tesfiri, Bilmen Yayınevi.

BİRKAN, Ali Fuat, “Tefeül İle Ad Verme Geleneği ve Emir Timur’un Adı”, Millî Folklor, Cilt: XI, Sayı: 85, Ankara 2010, s. 133.

BORATAV, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997.

BÜKE, Himmet, “Firdevsî-i Rumî’nin Kayıp Esei, Tali-i Mevlûd veya Tali-i Mevlûd-i Kebir ( Bir Yıldızname ve 12 Hayvanlı Türk Takvimi)”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Yıl:4, Sayı:8, 2016, s.68.

CEZAR, Mustafa, Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt: IV, TTK, Ankara 2011.

ÇAĞBAYIR, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007.

ÇAKIR, Müjgan, “ “Kıyafet-name”ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt: v, Sayı: 9, 2007, 333.

ÇAVUŞOĞLU, Ali, Kıyafet-nâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2004.

ÇAY, Abdulhaluk, Türk milli Kültüründe Hayvan Motifleri - I- (Koyun ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenekler), TKAE, Ankara 1990.

ÇELEBİ, İlyas, “Fal”, DİA, İstanbul, 1995, Cilt: XII, s. 138-139.

ÇELEBİ İlyas, “Fal Maddesi”, TürkAnsiklopeisi, Cilt: XII, S. 134-136.

ÇELEBİOĞLU, Âmil, “Harflere Dair”, ETAD, MEB, İstanbul 1998, s.601-602.

ÇIBLAK, Nilgün, “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, TÜBAR, Cilt: XV, Sayı:15, 2004-Bahar, s.108-121.

DEMİR, Ali Faik; AKGÜN ÇOMAK, Nebahat, Şaman Türk Dünyası, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 2009

DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, Ankara 1970.

DİKMEN, Melek; ÇETİN, Kamile, “Klasik Türk Edebiyatında Tefe’ül Geleneği ve Kitap Falının Şiire Yansıması” The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı:49, Sonbahar 2016, s.191.

DURMAZ, Gülay; BAŞTÜRK, Şükrü, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3-4.

DUVARCI, Ayşe, Türkiye’de Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser “Risale-i Falname Li Cafer-i Sadık” ve “Tefe’ülname ”, Ersa Matbaası, Ankara 1993.

DUVARCI Ayşe, “Tüklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar”, Bilig, Sayı:32, s.129

DÜLGER, Elif,       “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Fal”, Turkish Studies

International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 101.

DÜNDAR Peyruze, Nazlı Eray’ın Romanlarında Halk Bilimi Unsurları, İstanbul Kültür Üniversitesi Lisansütü Eğitim Enstitüsü, (Yayınlanmış Dr Tezi), İstanbul 2019.

EBERHARD Wolfram, Çin’in Şimal Komşuları, TTK, Ankara 1986.

EĞRİ, Selahattin, “Meyvelerin Dilinden Niyet ve İşaretler-II”, U. Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 14, 2008/1 s.113.

ERBİR, Bilal, “Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetname Üzerine”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Sayı: 19, İstanbul 2017, 37-58.

EREN Metin, “Sembol Dilinin Bir Örneği Olarak Rüyalar: Türk Kültüründe Ölüme Yorumlanan Rüyalar”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literatureand History of Turkish or Turkic, Volume 5/4, Fall 2010, s.1074-1077.

ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, Giriş-Metin, TDK, Ankara 1997.

ERSOYLU Halil, “Seğir-nâme”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten), Cilt: XXXIII, Sayı: 1985, 1985, s.27.

ERSOYLU, Halil, Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı, TDK, Ankara 1989.

ERSOYLU, Halil, Fal, Falname ve Bir Çiçek Falı “ Der Aksam-ı Ezhar” Türkiyat, Cilt: XX, İstanbul Ocak 1997, s. 202-203.

ERTAYLAN, İsmail Hikmet, Fâlnâme, Sucuoğlu Matbaası, İ. Ü. Yayınları, İstanbul 1951.

ERZURUMLU İSMAİL HAKKI HAZRETLERİ, Marifet name, (Sadeleştiren: M.Fuad Başar), Alem Yayıncılık, İstanbul 2010.

ESİR, Hasan Ali, “Anadolu Sahası Mesnevilerinde Miraç Mevzuu”, A. Ü. TAED, ^Sayı 39, Erzurum 2009, s.683-703.

ESİRGEN, Bilge, Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün işlevi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayınlanmış Dr. Tezi), Kocaeli 2014.

EŞMELİ, İsmet; ETHEM, “Mürsel, Ahıska Türkeri’nin Günlük Hayatla İlgili Bazı Halk İnanışları (Denizli Örneği)”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVII, Sayı: 34, 2018, s.332-333.

EVLİYA ÇELEBİ B. DERVİŞ MEHEMMED ZILLI, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Hazırlayan: Zekeriya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı), Cilt: II, YKY, İstanbul 2011.

EYUBOĞLU, İsmet Zeki, Anadolu Büyüleri, Derin Yayınları, İstanbul 1987.

FAROQHI, Suraıya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, (Çev. Elif Kılıç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara 2005.

FİNKEL, Caroline, Rüyadan imparatorluğa Osmanlı, Osmanlı Imparatorluğu’nun Öyküsü 1300-1923, (Çev. Zülal Kılıç ), Timaş Yayınları, İstanbul 2007.

FLEISCHER, Cornell H., Tarihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (Çev. Ayla Ortaç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.

FROMM, ERİCH, Rüyalar, Masallar, Mitoslar, (Çev. Aydın Arıtan; Kaan H. Ökten), Say Yayınları, İstanbul 1995.

GÖKYAY, Orhan Saik, “Rüyalar Üzerine”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt: IV, Ankara 1982, s.185.

GÜLHAN, Abdülkerim, “Fal Kültürü ve Bir Manzum Nebat Falnâmesi Örneği”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 16, Sayı:15, İstanbul 2016, s.153-154.

GÜNAY, Ünver; GÜNGÖR, Harun, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Berikan Yayınevi, Kayseri 2015.

GÜNALTAY, Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, (Sadeleştiren: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997.

GÜNGÖR, Harun, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler, 16-17 Nisan 2007 Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi, “Geleneksel Türk Dininden Anadolu’ya Taşınanlar”, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007, s.3-5.

GÜR, Nagihan, “Osmanlı Fal Geleneği Bağlamında Yıldızname, Falname ve Taliname Metinleri”, Milli Folklor, Sayı: 96, 2012, s.205-206.

HALİFE, Altay, “Kazak Türklerinde Aşık kemiği ve Aşık Oyunları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 28, İstanbul 1984, s.49.

HAMMER, J. Von, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt: II, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011.

HARMAN, Ömer Faruk, “Danyal”, DİA, Cilt: VIII, İstanbul 1993, s. 480.

Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Cilt: I.

İLOĞLU, Mustafa, Gizli ilimler Hâzinesi, Seda Yayınları, İstanbul 2016.

İNALCIK, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı imparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Cilt: II, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2014.

İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyal ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1972.

İNAN, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı, İstanbul 1976.

İNAN, Abdulkadir, Makaleler ve İncelemeler, Kitapevi Yayınları, Ankara 1987.

İPEK, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi İnancının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2000.

İPŞİRLİ, Mehmet, “Zekeriya Efendi”, DİA, Cilt: XLIV, s.212.

İSMAİL HAMİ DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt: II, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1948.

KAFADAR, Cemal, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İki Cihan Aresinde, (Çev. Ceren Çıkın), Birleşik Yayınevi, Ankara 2010.

KAHRAMAN, Seyit Ali ve DAĞLI Yücel, Günümüz Türkçesiye Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt: I, YKY, İstanbul 2004.

KAPLAN, Melike, “Halk Tıbbının Kökenleri: Teşhisten Tedaviye Din ve Büyü İşleri”, Milli Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, sayı 91, 2019, s.124.

KARA, İsmail, “Fal, Falnâme”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt: III, 1979, s. 154- 155.

KARAL, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, Cilt: I, TDK, Ankara 1946.

KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı 1908-1918, Cilt: IX, TTK, Ankara 1999.

KARATAY, Fehmi Ethem, Topkapı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu Cilt: I, MEB, İstanbul 1962.

KARTAL, Ahmet, “Şeyh Baba Yusuf (?-öl. H. 918, İstanbul)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik Bakış, Kış 1998, Sayı: 4, s. 3-4.

KÂTİP ÇELEBİ, Keşfü’z Zunün, (Çev. Rüştü Balcı), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2008.

KEMAL, Orhan, Tavukçu, Dede Ömer Ruşeni, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği ve Divanının Tenkildi Metni, Suna Yayınları, Erzurum 2005.

KINAY, Aylin, “’Gün Seçme’ Geleneği Bağlamında Bir İnceleme: Geredevî’nin Eyyâm-nâmesi”, A. Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım, 2013, s.184-188.

KIRBIYIK, Mehmet “Kıyafet-name-i Cedide Hakkında”, A.Ü. TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s. 794.

Kitabü’l - Menamat Sultan III. Murad’ın Rüya Mektupları, (Hazırlayan: Özgen Felek), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014.

KOÇ KESKİN, Neslihan, “24 Divan Şairi Adına Tertip Edilmiş Bir Kur’a Falnamesi Üzerine”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt: I, Sayı:6, 2015 Yıl:3, s.90-95.

KORKMAZ, Esat, Eski Türk inançları ve Şamanizm Terimler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2003.

KOTAN, Hüsna, “Falname Danyal 'Aleyhi’s-selâm”(Metin İnceleme Sözlük), TAED-65, Mayıs - May 2019 Erzurum, s.133.

KÖPRÜLÜ, Fuad, Edebiyat Araştırmaları, TTK, Ankara 1986.

KÖROĞLU, Muhammed Ali, KÖROĞLU, Cemile Zehra, “Geleneksel Halk Sağlığı Uygulamaları: Dişli Kasabası Örneği”, Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 4, 2017, s. 162.

KUZGUN, Levent, “Bir İhtilaçname Hakkında”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 2018, Yıl: 6, Sayı:14, s.61.

MACDONALD, Duncan Black, “Falnâme”, DİA, Cilt: IV, 1997, s. 449-450.

MENGİ, Mine, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Cilt: XXV, Ocak 1977, s. 305.

MİRCEA, Eliade, Şamanizm, Kitapevi Yayınları, Ankara 1999.

M.Kemal, Özergin, “Eski Bir Seyirme-nâme”, Türk Folklor Araştırmaları, Şubat 1967, Sayı: 211, Cilt: X, Yıl: 18, s.4331.

MUSTAFA EFENDİ NAİMA, Târih-i Nâ’îma, (Çev. Mehmet İpşirli), Cilt II, TTK, Ankara 2009.

Niyazioğlu Aslı, “Rüyaların Söyledikleri”, Âşık Çelebi ve Şairler Tezkiresi Üzerine Yazılar, (Der. Hatice Aynur-Aslı Niyazioğlu), Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011, s.74-75.

OCAK, Ahmet Yaşar, Bektaşi Menakıblarında İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitapevi, İstanbul 1983.

OCAK, Ahmet Yaşar, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, Ankara 1999.

ÖGEL, Bahaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985.

ÖZÇELİK, MORKOÇ, Esma, Osmanlı Devletinde Müneccimbaşılık ve Münecimbaşı Hüseyin Efendi, (Yayınlanmış Yükseklisans Tzi), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2018,

ÖZGÜL, Metin Kayahan, Türk Edebiyatında Siyasi Rüyalar, Akçağ Yayınları, Ankara, 1989.

ÖZKUL, Yavuz, “Hayvanların Dilinden Manzum Bir Falname”, ETAD, Cilt: II, Sayı: 2, Ağustos 2019, s.1138.

PALA, İskender, “Kıyafet Maddesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, Cilt: V, İstanbul 2002, s.339.

PALA, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Cilt: I-II. Akça Yayınları, Ankara 1989, s. 120.

Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Hazırlayan: Bekir Sıtkı Baykal), Cilt: I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.

RADLOFF, Wilhelm, Sibiryadan 2, (Çev. Ahmet Temir), MEB, İstanbul 1994.

RENGİN, Oyman, “Geleneksel Anadolu Dokumalarında Muska-Nazarlık Motifinin Kullanımı”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:25, Mart 2016, s.49.

ROUX, Jean Paul, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), Kabalcı Yayınları, İstanbul 1999.

ROUX, Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Kabalacı Yayınları, İstanbul 2001.

SCHİMMEL, Annemarie, Halifenin Rüyaları, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005.

SCHUYLER, Eugene, Türkistan, (Çev. Firdevs Çetin; Halil Çetin), Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2007.

SCOGNAMILLO, Giovanni; ARSLAN, Arif, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü, Karizma Yayınları, İstanbul 2002.

Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken Yayınevi, 1986.

SELANİKİ MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî, (Hazırlayan: Mehmet İpşirli), Cilt: I, TTK, Ankara 1999.

SERTKAYA, Ayşe Gül, “Bilinmeyen Bir Seğir-Nâme Yazması”, 15.09.2007, Ankara-Türkiye, Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi ve Dil Eğitimi. Ankara 2011, s. 1533.

SEZER, Şennur, Osmanlı’da Fal ve Falnameler, Milliyet Yayınları, İstanbul 1991.

SÜER, Fatih Razaman, “Bir Seğirname Örneği”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 6/4 Fall 2011, s. 288-296.

SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, “Seğir-name ve Seğirmek Manaları Üzerine Bir İnceleme”, A. Ü. TAED, Sayı: 32, Erzurum 2007, s.55.

SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, “İlm-i Tefe’ül Ve Tefe’ül-nâme (Kur’an Falı) Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: I, Sayı:2, 2008, s.384-389.

SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, “Fal ve Falcılık Kavramı Ekseninde Türk Kültür Tarihinde Fal ve Kehanet”, A. Ü. TAED, Cilt: XVII, Sayı: 43, Erzurum 2010. s.56.

SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, Gözitok Mehmet Akif, “Gaybi Bir İlim Şubesi Olarak İhtilaç-nameler ve Mevlana Sevadi’nin Manzum İhtilaçnamesi”, Dedekorkut Dergisi, Sayı: 6, 2014, s.110.

SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine Değerlendirme”, TİDSAD, Cilt: VI, Sayı: 3, Sayı: 2007, Mart 2016, s.177-192.

SÜMER, Necati, “Cahiliye Araplarında Falcılık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt: XIII, Sayı: 1, 2016, s. 145-150.

ŞAHİN, Haşim, “Otman Baba”, DİA, Cilt: XXXIV, s.7.

ŞANLI, İsmet , “XVI. Yüzyıl Divan Şairi Fedayi ve Fal-name-i Kur’an-ı‘Azim-i”, U. Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 5, 2003/2, s. 167-169.

ŞEMSEDDİN SAMİ, Kâmûs-ı Türki, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996.

ŞİMŞEK Gizem, Türk Sinemasında Büyünün Temsili ve Büyü Filminin Görüntü Göstergelerinin Çözümlenmesi ( Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İsanbul 2008.

TANRIBUYURDU, Gülçin, “Klâsik Türk Şiirinde, Kılıç Duası”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 9, İstanbul 2012, s. 14.

TATÇI, Mustafa, Edebiyattan içeri, Akçağ Yayınları, Ankara 1997.

TATLIOĞLU, Durmuş, “Türkmen Irımları (Halk İnanışları)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyah Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Sivas 2000, s. 157.

TAVKUL, Ufuk, “Kıpçak Kökenli Türk Boylarında “Kürek Kemiği” ve “Kumalak- Taş “falı”, Cilt: II, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Ankara 2003, s. 186-189.

TEMİZKAN, Mehmet, “Bir Kur’ân Falı”, Milli Folklor, 2007, Yıl 19, Sayı: 74, s. 70-74.

TEZCAN, Hülya, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’ndan Tılsımlı Gömlekler. Timaş Yayınları, İstanbul 2011.

TİMURTAŞ, Faruk K., Osmanlı Türkçesine Giriş I, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2008.

TURAN, Osman, On iki Hayvanlı Türk Takvimi, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1941.

TURSUN BEY, Tarih-i Ebü’l-feth, (Hazırlayan: A. Mertol Tulum), Baha Matbaası, İstanbul 1977.

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1979. s. 340.

UĞURLU, Serdar; KOCA, S. Kürşad, “Türk Kültürü ve Anadolu Müslümanlığı ilişkisi”, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Sayı 22,Ekim - Kasım - Aralık 2010, s.6.

ULUDAĞ, Süleyman, “Firaset”, DİA, Cilt: XIII, TDV, İstanbul 1996, s.116-117.

ULUĞ, Nimet Elif, Osmanlı ’da Batıl İtikatlar ve Büyü, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık A.Ş., İstanbul 2017.

UZUN, Mustafa, Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir Araştırmaları II, İSAV Kitaplığı, İstanbul 2001.

UZUN, Mustafa, Kur’an (Edebiyat)” ISAM Ansiklopedisi, Cilt: XXVI.

ÜNVER, Süheyl, Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis; Ali Kuşci, Kenan Matbaası, İstanbul 1948.

VURAL, Hanifi, “Fal Bakma Geleneği ve Bir Fal-ı Kur’an”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: V, Sayı: 2, Yıl: 2017/II,                               s.98-

102.

TANYU Hikmet, “Büyü”, DİA, Cilt: VI., s. 502.

TEZCAN Hülya, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’ndan Tılsımlı Gömlekler, Timaş yayınları, İstanbul 2011.

YAŞA, Recep, “Türklerde Animist Düşüncenin Yansımaları: Kürek Kemiği ve Aşık Kemiği Falı”, SKAD, Cilt: II, Sayı 3, Yıl 2016, s.15-16.

YAZICI, Muhammed, “Osmanlı ^Dünyasında Rüya Görmek Üzerine”, ASM- İnternational Journal Of Social Sciences, Cilt: IV, Sayı, 7 Ocak 2016, s.123- 134.

Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), (Hazırlayan: Abdullah Bakır), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2009.

YILDIZ Naciye, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, TDK, Ankara 1995.

YÜCEKAL ERMENİTİN, Günnur, Mevlevi Usul ve Adabında Eski Türk Dininin İzleri Mevlevilikte Şamanizm İzleri, Töre Yayınevi ve Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2009.

ZEBİDİ, Z. A., Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, (Çev. A. Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1993.

WELLS, Calvin, İnsan ve Dünyası , (Çev. Bozkurt Güvenç), İstanbul 1984.

3 Numaralı Mühimme Defteri, 966-968/1558- 1560 Özet ve Transkripsiyon, Ankara, 1993, Belge No:1301.

Elektronik Kaynaklar

http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257 .pdf?sequence=1&isAllowed=y

(Erişim: 18. 05.2019)

www.tdk.gov.tr

(Erişim: 16.01.2019.)

http://earsiv.ebyu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12432/2151/Tali%20Name%

20FOATASOY.pdf?sequence=3&isAllowed=y

(Erişim:10.11.2019)

http://openaccess.29mayis.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/29mayis/961/2001 23 OKAYMO1.pdf? sequence= 1

(Erişim: 12.12.2019)



[1]    Gülay Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3.

[2]    Durmaz, Baştürk, a.g.m., s.4.

[3]Ali Faik Demir, Nebahat Akgün Çomak, Şaman Türk Dünyası, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 11-34.

[4] Demir, Çomak, a.g.e., s. 138-186.

[5] Z. A. Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, (Çev. A. Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 1.

[6] “Falnâme”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, Cilt: 3, İstanbul 1973, s. 154­155.

[7] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1996.

[8] Berrin Ardakoç, Rüya, Gizli İlimler, Burçlar ve Fal Ansiklopedisi, Geçit Kitabevi, İstanbul 2004, s.13.

[9]  Cemal Kafadar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İki Cihan Aresinde, (Çev. Ceren Çıkın), Birleşik Yayınevi, 2010 Ankara, s. 11.

[10]            Saffat (37) suresi, 102. ayet

[11]            Calvin Wells, İnsan ve Dünyası , (Çev. Bozkurt Güvenç), İstanbul 1984, s. 133-134.

[12] Melike Kaplan, “Halk Tıbbının Kökenleri: Teşhisten Tedaviye Din ve Büyü İşleri”, Milli Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, sayı 91, 2019, s.124.

[13]  Bilge Esirgen, Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayınlanmış Dr. Tezi), Kocaeli 2014, s.20.

[14]Bilge Esirgen, a.g.t., s.54.

[15] İbn Haldun, Mukaddime, İş Bankası Yayınları, İstanbul 1988, s.6.

[16]  Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri, El-Felak Suresi, Cilt: VIII, Bilmen Yayınevi, s. 4117-4119.

[17]  Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri, En-Nas Suresi, Cilt: VIII, Bilmen Yayınevi, 4. Ayet, s. 4121-4122.

[18] Uluğ, a.g.e., s.35-39.

[19] Nimet Elif Uluğ, Osmanlı’da Batıl İtikatlar ve Büyü (1839- 1923), Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık A.Ş. İstanbul 2017, s.36.

[20] Uluğ, a.g.e., s.38.

[21]   Durmuş Tatlıoğlu, “ Türkmen Irımları ( Halk İnanışları) "Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyah Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Sivas 2000, s. 157.

[22] Uluğ, a.g.e., s..40.

[23]  Günay Ünver; Harun Güngör, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Berikan Yayınevi, Kayseri 2015, s.102.

[24]  Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyal ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi (TTK), Ankara 1972, s.27-41; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Cilt: I, s.21-40.

[25] Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, Marifet Yayınevi, İstanbul 1943, s.89.

[26]  Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıblarında İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitapevi, İstanbul 1983, s.98.

[27] Güngör, a.g.e., s.106.

[28] Mehmet Aydın, Dinler Tarihinde Giriş, Din Bilimleri Yayınevi, Konya 2015, s. 44.

[29]Metin And, Oyun ve Bügü, Yapı Kredi Yayınları (YKY), İstanbul 2003, s.38.

[30] Güngör, a.g.e., s.103-105.

[31] Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk şamanlığı, Ötüken Neşriat, İstanbul 2006, s.20.

[32] Güngör, a.g.e., s.108.

[33]Ahmet Ali Arslan, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler, 16-17 Nisan 2007 Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi Orta Asya Türk ve Amerika Kızılderili Şamanlarının Giysileri, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştrmaları Enstitüsü Dergisi(TAED), Ankara 2007, s.53.

[34] Arslan, a.g.m., s.54-55.

[35]Ahmet Yaşar İpek, Alevi ve Bektaşi İnancının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2000, s.50.

[36]GünnurYücekal Ermenitin, Mevlevi Usul ve Adabında Eski Türk Dininin İzleri Mevlevilikte Şamanizm İzleri, Töre Yayınevi ve Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2009, s.132- 133.

[37] Eliade Mircea, Şamanizm, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara 1999, s.99.

[38] Halil Ersoylu, “Fal, Falname ve Bir Çiçek Falı “ Der Aksam-ı Ezhar” TAED, Cilt: XX, İstanbul Ocak 1997, s. 202-203.

[39] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1995, s.207.

[40] Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, TTK, Ankara 1989, s.64-67.

[41] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1995, s.207.

[42]  Serdar Uğurlu, S. Kürşad Koca, “Türk Kültürü ve Anadolu Müslümanlığı ilişkisi”, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Sayı: 22, Ekim - Kasım - Aralık 2010, s.6.

[43] Harun Güngör, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler, 16-17 Nisan 2007 Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi Geleneksel Türk Dininden Anadoluya Taşınanlar, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007, s.3-5.

[44] Uluğ, a.g.e., s.41.

[45] Erman Artun, Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri-Öğretileri-Dinleri, yyy.yyy. s.5.

[46]  Hasan Ali Esir, “Anadolu Sahası Mesnevilerinde Miraç Mevzuu”, Atatürk Üniversitesi(A.Ü.) TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s.683-703.

[47] Ermenitin, a.g.e., s..266.

[48] Ermenitin, a.g.e., s.171-172.

[49] Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Kabalacı Yayınları, İstanbul 2001, s.93.

[50] Ermenitin, a.g.e., s.174-175.

[51] Ermenitin, a.g.e., s. 261-263.

[52] Ermenitin, a.g.e., s. 264-265.

[53] Ermenitin a.g.e., s. 357-358.

[54] Ermenitin a.g.e., s. 359-360.

[55] İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm...., s.151.

[56]Ayşe Duvarcı, Türkiye’de Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser “Risale-i Falname Li Cafer-i Sadık” ve “Tefe’ülname ”, Ersa Matbaa, Ankara 1993, s.6.

[57] Mehmet Aydın, “Fal Maddesi”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: 12, s. 134.

[58] İlyas Çelebi, “Fal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi(DİA), Cilt: 12, İstanbul, s. 138-139.

[59] Yusuf Ziya Sümbüllü, “İlm-i Tefe’ül Ve Tefe’ül-nâme (Kur’an Falı) Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: I, Sayı:2, 2008, s.384.

[60] İsmail Hikmet Ertaylan, Falnâme, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul 1951, s.27.

[61] Bahaddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, s. 158.

[62] Duvarcı, a.g.m., s.7.

[63]İlyas Çeleci, “Fal Maddesi”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: 12, 135-136.

[64] Fatih Razaman Süer, “ Bir Seğirname Örneği”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 288.

[65] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1979. s. 340.

[66] Halil Ersoylu, “Seğir-nâme”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten), Cilt: XXXIII, Sayı: 1985, Ocak 1985, s.27.

[67] Ali Çavuşoğlu, Kıyafet-nâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 29.

[68]Yusuf Ziya Sümbüllü, Gözitok Mehmet Akif, “Gaybi Bir İlim Şubesi Olarak İhtilaç-nameler ve Mevlana Sevadi’nin Manzum İhtilaçnamesi”, Dedekorkut Dergisi, Sayı: 6, 2014, s.110.

[69] Yusuf Ziya Sümbüllü, “Seğir-name ve Seğirmek Manaları Üzerine Bir İnceleme”, A. Ü. TAED, Sayı: 32, Erzurum 2007, s. 55.

[70] Bu olay kitapta şu şekilde bahsedilmiştir;

“Göksi gözel ala tağa ava çıkdun

İki vardun bir gelürsin yavrım kanı

Karanu dünde bulduğum oğul kanı

Çıksun benüm görür gözüm a Dirse Han yaman segrir” Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Giriş- Metin-Faksmile, Türk Dil Kurumu Yayınları(TDK), Ankara 1997, s. 86.

[71] “İhtilâc-ı fark-ı ser

Câhdan verir haber

İhtilâc-ı pîş-i ser

Oldu devlete eser

İhtilâc-ı cenb-i ser

Sağ ve solu hayr eder

İhtilâc-ı fek-i leb

Sağda rızık ve solda tareb

İhtilâc-ı künc-i leb

Sağda zar ve solda tareb

İhtilâc-ı zir-i leb

Sağ ve solda yahşi hep

Muhtelic olsa eğer

Bir yerin eyle nazar

Bunda kim ahkâmı yâd

Şübhesiz et itimâd

Kim damar oynar neden

Hak’dır onu debreden

Anla işârâtını

Bekle beşerâtım”Erzmumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifet name, (Sadeleştiren M.Fuad Başar), Âlem Yayıncılık, İstanbul 2010, s.84-86.

[72]Mehmet Kırbıyık, “Kıyafet-name-i Cedide Hakkında”, A.Ü. TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s.

794.

[73] Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türki, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996, s.985.

[74] Gökhan Türk, Anadolu Sahasına Ait Bir Kıyafet-Name Örneği Üzerine İnceleme, Adnan Menderes Üniversitesi, (Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), Aydın 2007, s. 21.

[75] Türk, a.g.m., s. 22.

[76]İskender Pala “Kıyafet Maddesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2002, Cilt: 4, s.339. ayrıca daha ayrıntılı olarak diğer uzuvlara yüklenen anlamlar için bknz.

[77] Bilal Erbir, “Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetname Üzerine”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Sayı: 19, İstanbul 2017, 37-58.

[78] Mine Mengi, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Cilt: XXV, Ocak 1977, s. 305.

[79] Süer, a.g.m., s.288.

[80] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1979, s. 340.

[81] Ali Çavuşoğlu, Kıyafet-nâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 29.

[82] Necati Sümer, “Cahiliye Araplarında Falcılık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt: XIII, Sayı: 1, 2016, s. 148.

[83] İlyas Çelebi, “İyafe”, DİA, Cilt: 23, TDV Yayınları, İstanbul 2001, s.497.

[84] Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, (Sadeleştiren M. Mahfuz Söylemez- Mustafa Hizmetli), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997, s. 134.

[85] Sümer, a.g.m., s.150.

[86] Süleyman Uludağ, “Firaset”, DİA, Cilt: 13, TDV Yayınları, İstanbul 1996, s.116-117.

[87] Sümer, a.g.m., s.145.

[88] Duvarcı, a.g.m., s.18.

[89] Ertaylan, a.g.e., s.7.

[90] Ferid Develiolu, Osmanlıca- Türkçe Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara 2003, s.1058.

[91] Ömer Faruk Harman, “Danyal”, DİA, Cilt: 8, İstanbul 1993. s. 480.

[92] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. C.I-II. Akça Yayınları, Ankara 1989, s. 120.

[93] Develiolu, a.g.e.,s.1095.

[94] Yusuf Ziya Sümbüllü, “İlm-i Tefe’ül Ve Tefe’ül-nâme ...”, s.387.

[95] Şennur Sezer, Osmanlı’da Fal ve Falnameler, Milliyet Yayınları, İstanbul 1991, 5. 43.

[96] Gülay Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil Özellikleri”, Oğuz Türkçesi Araştırmaları Dergisi(OĞUZTAD), Sayı: 1, Ocak 2019, s.4.

[97] Yaşa, a.g.m., s. 14.

[98] Recep Yaşa, “Türklerde Animist Düşüncenin Yansımaları: Kürek Kemiği ve Aşık Kemiği Falı”, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi(SKAD), Cilt: II, Sayı: 3, Yıl 2016, s.15-16.

[99]  Esat Korkmaz, Eski Türk İnançları ve Şamanizm Terimler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2003, s. 26.

[100]          İnan,. Tarihte ve Bugün Şamanizm..., s 51-52.

[101]          Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1988, s. 166.

[102] Ögel, a.g.e., s. 253.

[103] Yaşa, a.g.m., s.7.

[104] Jean Paul, Roux, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), Kabalcı, İstanbul 1999, s. 127.

[105] Mircea Eliade, Şamanizm, (Çev. İsmet Birkan), İmge Yayınları, İstanbul 1999, s. 188-190.

[106] Yaşa a.g.m. s. 8.

[107] Wilhelm Radloff, Sibiryadan, 2, (Çev. Ahmet Temir), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevi (MEB), İstanbul 1994, s. 256-257.

[108] Ufuk Tavkul, “Kıpçak Kökenli Türk Boylarında “Kürek Kemiği” ve “Kumalak- Taş “falı”, C. 2, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri 2003, Ankara, 186.

[109] Mehmet Aydın “Fal”, DİA, Cilt: 12, İstanbul 1995, s.135.

[110] Nagihan Gür, “Osmanlı Fal Geleneği Bağlamında Yıldızname, Falname ve Taliname Metinleri”, Milli Folklor, Sayı: 96, 2012, s.205.

[111] Gür, a.g.m., s.206.

[112]Aylin Kınay, “ ‘Gün Seçme’ Geleneği Bağlamında Bir İnceleme: Geredevî’nin Eyyâm-nâmesi”, A. Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım 2013, s.184.

[113]  Yusuf Ziya, Sümbüllü, “Fal ve Falcılık Kavramı Ekseninde Türk Kültür Tarihinde Fal ve Kehanet”, A.Ü. TAED, Cilt: XVII, Sayı: 43, Erzurum 2010. s.56.

[114] Kınay, a.g.m., s.185.

[115] Sezer, a.g.e., s.37.

[117] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1996.

[118] Orhan Şaik Gökyay, “Rüyalar Üzerine”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C.IV, Ankara 1982, s.185.

[119] Şemseddin Sami, a.g.e., s.1484.

[120] Mustafa Tatçı; Halil, Çeltik, Türk Edebiyatında Tasavvufî Rüyâ Tabirnameleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1995,s. 13.

[121] Erich Fromm, Rüyalar, Masallar, Mitoslar, (Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten), Yay Yayınları, İstanbul 1995, s.8.

[122]Metin Eren, “Sembol Dilinin Bir Örneği Olarak Rüyalar: Türk Kültüründe Ölüme Yorumlanan Rüyalar”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literatureand History of Turkish or Turkic, Volume 5/4, Fall 2010, s.1074.

[123] Metin Eren, a.g.m., s.1076.

[124]  Annemarie Schimmel, Halifenin Rüyaları, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s. 21.

[125] Metin Eren, a.g.m, s. 1077.

[126]  Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri, Saffat (37) suresi, Cilt: VI, Bilmen Yayınevi, 102. Ayet, s. 2993.

[127] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri, Yusuf(12) suresi 4. Ayet, Cilt: III, Bilmen Yayınevi, s.1538.

[128] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.2-5.

[129] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.72.

[130]  Suraıya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, (Çev. Elif Kılıç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara 2005, s. 230.

[131] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.152.

[132] Arif Arslan, Büyü, Fal ve Kehanet, Nesil Yayınları, İstanbul 2002, s.13.

[133] William A. Haviland Kültürel Antropoloji, (Çev. Hüsamettin İnaç- Seda Çiftçi), İstanbul 2002, s.425.

[135] Giovanni Scognamillo, Arif Arslan; Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü, Karizma Yayınları, İstanbul 2002, s. 24-32.

[136]  Gizem Şimşek, Türk Sinemasında Büyünün Temsili ve Büyü Filminin Görüntü Göstergelerinin Çözümlenmesi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ( Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), İsanbul 2008, s.12.

[137] Şimşek, a.g.t., s.12.

[138] Dündar, a.g.t., s.61.

[139] Şimşek, a.g.t., s.13.

[140] Şimşek, a.g.t., s.13.

[141] Peyruze Dündar, Nazlı Eray’ın Romanlarında Halk Bilimi Unsurları, İstanbul Kültür Üniversitesi Lisansütü Eğitim Enstitüsü, (Yayınlanmış Dr. Tezi), İstanbul 2019, s. 63.

[142]  H. Tanyu, “Büyü”,DİA, Cilt: 6., s. 502.

[143] Dündar, a.g.t., s.62.

[144]  Sedat Veyis Örnek, Batıl İnançlar ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1966, s.39.

[145] Yaşa, a.g.m. s.9.

[146] Yaşa, a.g.m. s.8.

[147] Naciye Yıldız, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, TDK, Ankara 1995 s. 398.

[148] Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, TTK, Ankara 1987, s. 132.

[149] İnan, Makaleler ve İncelemeler. , s. 149-150. Ayrıca destanda geçen fala ulaşmak için bknz.

[150] İnan, Makaleler ve İncelemeler., s.157.

[151]Yıldız, a.g.e., s.875 .

[152] Yaşa, a.g.m., s.10.

[153] Abdulhaluk Çay, Türk milli Kültüründe Hayvan Motifleri, C.I, (Koyun ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenekler), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları(TKAE), Ankara 1990, s. 64.

[154] Tavkul, a.g.m., s. 188-189.

[155] İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 253.

[156]  Halife Altay, “Kazak Türklerinde Aşık kemiği ve Aşık Oyunları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 28, İstanbul 1984, s.49

[157] Yaşa, a.g.m. s. 18.

[158] Eugene Schuyler, Türkistan, (Çev. Firdevs Çetin - Halil Çetin), Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2007 s. 366.

[159] Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı, İstanbul 1976, s. 156-157.

[160] Wolfram Eberhard, Çin ’in Şimal Komşuları, TTK, Ankara 1986, s. 14-17.

[161] Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), (Hazırlayan Abdullah Bakır), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2009, s.910.

[163] Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, TTK, Ankara 1991, s.878.

[167]  Oyman Rengin, “Geleneksel Anadolu Dokumalarında Muska-Nazarlık Motifinin Kullanımı”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Mart 2016 Sayı:25, s. 49.

[168] Renin a.g.m., s. 50.

[169]Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s.10.

166 Renin, a.g.m., s.51.

[171] Kudret Emiroğlu, a.g.e., s. 10.

[172]  İsmet Eşmeli, Mürsel Ethem, “Ahıska Türkeri’nin Günlük Hayatla İlgili Bazı Halk İnanışları (Denizli Örneği)”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVII, Sayı: 34, 2016/2, s.333.

[173] Eşmeli, Ethem, a.g.m., s.332.

[174] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur ’anı Kerimin Türkçe mealialisi ve Tesfiri, Maide (5), 90. Cilt: II, Bilmen Yayınevi, s.819.

[175] Sahîh-i Buhârî (9), (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s. 22,23.

[176] Sahîh-i Buhârî (12), ( Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s. 83.

[177] Gülay Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3.

[178] Durmaz, Baştürk, a.g.m., s.4.

[179] İlhan Kutluer, “İslam Literatüründe Burç”, DİA (6), İstanbul 1992, s.422-424.

[180] Seyit Ali Kahraman, Yücel, Dağlı, Günümüz Türkçesiye Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.I., YKY, İstanbul 2004, s.7.

[181] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 292.

[182] Dulger, a.g.m., s. 102.

[183] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.361.

[184] Mustafa Aça, Balıkesir’de Bulunan Bir Cönk ve İçinde Yer Alan Falı Nebat Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı: 59, 2011, s.314-315.

183 Aça, a.g.m., s.316-317.

[186] Aça, a.g.m., s.318-319.

[187] Sahîh-i Buhârî (8), (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, 1984, s. 224.

[188] Sahîh-i Buhârî (9), (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s.53.

[189] Sahîh-i Buhârî (12), (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s.83.

[190]İsmet Zeki Eyuboğlu, Anadolu Büyüleri, Derin Yayınları, İstanbul 1987, s. 12-14.

[192] Devellioğlu, a.g.e., s. 898.

[193] Arslan, a.g.e., s.84.

[194] Scognamıllo, Arslan, a.g.e., s. 168.

[195] Pertev Naili, Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997, s.103-104.

[196] Nilgün Çıblak “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilim Araştırma Dergisi(TÜBAR), C.XV, Sayı: 15, Bahar 2004, s.108-121.

[197] Duncan Black Macdonald, “Falnâme”, DİA, Cilt: 4, 1997, 449-450.

[198]  Mustafa Uzun, Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir Araştırmaları II, İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV Kitaplığı), İstanbul 2001, s. 21-38; aynı yazar, “Kur’an (Edebiyat)”, İSAM Ansiklopedisi, Cilt: 26, 414-417

[199] Z. A. Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, (Çev. A. Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 1.

[200] Duvarcı, a.g.m., s.12.

[201] Mustafa Uzun, “Falnâme”, DİA, 1995, s.12.

[202] İsmail Kara, “Fal, Falnâme”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1979, s. 154- 155.

[203] Aydın, a.g.e., s.135.

[204] Gür, a.g.m., s.205.

[205] Gür, a.g.m., s.206.

[206]  Selahattin Eğri, “Meyvelerin Dilinden Niyet ve İşaretler-II”,   Uludağ Üniversitesi(U. Ü.) Fen-

Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 14, 2008/1 s.113.

[207] Eğri, a.g.m., s.98-100.

[208] Melek Dikmen; Kamile, Çetin, “Klasik Türk Edebiyatında Tefe’ül Geleneği ve Kitap Falının Şiire Yansıması” The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 49, Sonbahar 2016, s.191.

[209] Ali Fuat Bilkan, “Tefeül İle Ad Verme Geleneği ve Emir Timur’un Adı”, Millî Folklor, Cilt: XI, Sayı:85, Ankara 2010, s. 133.

[210]Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Mealisi, Yâsîn, 36/14, Cilt: VI, Bilmen Yayınevi, s.2923.

[211] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.194-195.

[212] Elif Dülger, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Fal”, Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 101.

[213]  Âmil Çelebioğlu, “Harflere Dair”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları(ETAD), MEB, İstanbul 1998, s. 601-602.

[214] Halil Ersoylu, Cem Sultan ’ın Türkçe Divan ’ı, TDK, Ankara 1989, s.98.

[215] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.196.

[216] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.196.

[217] Gülçin Tanrıbuyurdu, “Klâsik Türk Şiirinde ,Kılıç Duası”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi

9, İstanbul 2012, s. 14.

[218] M.Kemal Özergin, “Eski Bir Seyirme-nâme”, Türk Folklor Araştırmaları, Yıl: 18, Cilt: X, Sayı: 211, Şubat 1967, s.4331.

[219] Halil Ersoylu, “Seğir-nâme... ”, s.27.

[220]    Ayşe Gül Sertkaya, “Bilinmeyen Bir Seğir-Nâme Yazması”,      15.09.2007, Ankara-Türkiye,

Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi ve Dil Eğitimi, Ankara 2011, s. 1533.

[221] Katip Çelebi, Keşfü ’z Zunün, (Çev. Rüştü Balcı), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s.77.

[222]  Yusuf Ziya Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine Değerlendirme”, Türk Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi(TİDSAD), Cilt: VI, Sayı: 3, 2017, s.192.

[223] Orhan Kemal, Tavukçu, Dede Ömer Ruşeni, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği ve Divanının Tenkildi Metni, Suna Yayınları, Erzurum 2005,s. 10.

[224] Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine Değerlendirme..” s. 177.

[225]  İsmail Hikmet Ertaylan, Fâlnâme, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul Üniversitesi(İ. Ü.) Yayınları, İstanbul 1951, s.30.

[226] Müjgan Çakır, “ “Kıyafet-name”ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt: v, Sayı: 9, 2007, 333.

[227] Ahmet Kartal, “Şeyh Baba Yusuf (?-öl. H. 918, İstanbul)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik Bakış, Kış 1998, Sayı: 4, s. 3-4.

[228] Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine Değerlendirme...”, s. 179-180.

[229]  Levent Kuzgun, “Bir İhtilaçname Hakkında”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı:14, 2018, Yıl:6, s.61.

[230] Kuzgun, a.g.m., s.63-64.

[231] Süer, a.g.e., s.290-291.

[232] Süer, a.g.m., s.295-295.

[233] Büke, a.g.m., s.70.

[234] Büke, a.g.m., s.72.

[235] Hüsna Kotan, “Fâlnâme Dânyâl ‘Aleyhi’s-selâm”(Metin İnceleme Sözlük), TAED, Sayı: 65, Mayıs - May 2019 Erzurum, s.133.

[236] Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007, s.3954.

[237] Sennur Sezer, Osmanlıda Fal ve Falnameler, Milliyet Yayınları, İstanbul 1998, s.43.

[238] Mustafa İloğlu, Gizli İlimler Hazinesi, Seda Yayınları, İstanbul 2016, s. 288.289.

[239] Hüsna Kotan, a.g.m., s.133.

[240] Ey Allah’ım, sana tevekkül ettim ve yüzümü (yönümü) sana çevirdim, yüce Kitabın ve büyük Furkanınla tefe’ül ettim. Saklı gaybında ve saklanmış sırrında olan gizleri bana göster. İhtiyacım olan şeyle ilgili bana kaza ve kaderini öğrenebileceğim bir ayet çıkar. Allah’ım bana doğruyu göster ki ona uyayım ve bana batılı göster ki ondan uzak durayım. Rahmetinle, ey merhametlilerin en merhametlisi.

[241] Yıldız Alim, Manzum Bir Kur’an Falı, Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Dergisi (İSTEM), Sayı:16, 2010, s. 184-185.

[242] Mehmet Temizkan, “Bir Kur’ân Falı”, Milli Folklor, Sayı: 74, 2007, Yıl 19, s. 70-74.

[243] Sezen, a.g.e., s.13.

[244] İsmet Şanlı “XVI. Yüzyıl Divan Şairi Fedayi ve Fal-name-i Kur’an-ı‘Azim-i”, U. Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: IV, Sayı: 5, 2003, s. 167-169.

[246] Hanifi Vural, “Fal Bakma Geleneği ve Bir Fal-ı Kur’an”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: V, Sayı: 2, Yıl: 2017/II, s.98-102.

[247] Yusuf Ziya Sümbüllü “İlm-i Tefe’ül Ve Tefe’ül-nâme ...”, s. 387-389.

[248]  Abdülkerim Gülhan, “Fal Kültürü ve Bir Manzum Nebat Falnâmesi Örneği”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 16, Sayı:15, İstanbul 2016, s.153-154. Ayrıca Bknz; Falnamenin dönem kayıtlarI ve meyveler ile ilgili tablo için ayrıca bakınız.

[249] Gülhan, a.g.m., s.153-154.

[250] Gülhan, a.g.m., s. 155.

[251] Aça, a.g.m., s.314-315.

[252] Aça, a.g.m., s.320.

[253] Aça, a.g.m., s.318-319.

[254] Şeref Boyraz, Fal Kitabı (Melhemeler ve Halk Kültürü), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2006, s.3.

[255] Mustafa Alkan, “ Milli Kütüphane 2727 Numaralı Mecmu’a’da Kayıtlı Manzum Bir Melheme”, Turkish Studies, Volume 7/4,, p. 689-709, Ankara Fall 2012, s.693-696.

[256]  Neslihan Koç Keskin, “24 Divan Şairi Adına Tertip Edilmiş Bir Kur’a Falnamesi Üzerine”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt: I, Sayı:6, 2015 Yıl:3, s.90-95.

[257] Koç, a.g.m., s. 91-93.

[258]Türk, a.g.m., s. 26.

[259] Türk, a.g.m., s. 26.

[260]  Yavuz Özkul, “Hayvanların Dilinden Manzum Bir Falname”, ETAD, Cilt: II, Sayı: 2, Ağustos 2019, s.1138. Ayrıca bknz; hayvanların minyatür çizimleri ve beyitlerin için makaleye ayrıca bakabilirsiniz.

[261] Özkul, a.g.m., s. 1139-1144.

[262] Kahraman, Dağlı, a.g.e., 2004, s. 235.

[263] Kahraman, Dağlı, a.g.e., 2003, s.437.

[264] Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi Osmanlı Devleti’nin Tahlilli, Tenkidli Siyasi Tarihi, C.I, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994, s. 220-221.

[265] Aksun, a.g.e., s. 220-221.

[266] Dulger, a.g.m., s.102.

[267] Dulger, a.g.m., s.101.

[268]  Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Hazırlayan Bekir Sıtkı Baykal), C.I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s.134.

[269]Elif, Dulger, a.g.m, s. 105.

[270] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 482.

[271] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 580.

[272] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 292.

[273] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.172.

[274] Esma Özçelik Morkoç, Osmanlı Devletinde Müneccimbaşılık ve Münecimbaşı Hüseyin Efendi, , Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), Ankara 2018, s.31-32.

[275] Tursun Bey, Tarih-i Ebü ’l-feth, (Haırlayan: A. Mertol Tulum) Baha Matbaası, Baha Matbaası, 1977, s.12.

[276]  Süheyl Ünver, Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis; Ali Kuşci, Kenan Matbaası, İstanbul 1948, s.69.

[277]Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, (Hazırlayan Feza Günergün), İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, Sayı 1, İstanbul 1995, s.164.

[278] Morkoç, a.g.m., s. 35.

[279] Enver Ziya Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, C. I, TDK, Ankara 1946, s.1.

[280] Muhammed Yazıcı, Osmanlı Dünyasında Rüya Görmek Üzerine, ASM- International Journal Of Social Sciences, Cilt: IV, Sayı, 7, Ocak 2016, s.123.

[281] Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, C.II, İstanbul 2014, s.231.

[282] Cemal Kafadar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İki Cihan Aresinde, (Çev. Ceren Çıkın), Birleşik Yayınevi, Ankara 2010, s. 11.

[283] J. Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.II, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011, s.126,

[284] Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, C.I, s.533-534.

[285] J. Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.I, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011, s.169.

[286] Yazıcı, a.g.m., s. 124.

[287]  Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı 1908-1918,

C.IX, TTK, Ankara 1999,  s.283-284.

[288] Hammer, a.g.e., s. 261.

[289] Finkel, a.g.e., s.128.

[290] Yazıcı, a.g.m., s. 124.

[291]  Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, Ankara 1999, s.89-90.

[292] Morkoç, a.g.m., s. 39.

[293] Morkoç, a.g.m., s. 40.

[294] Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Çev. Mümin Çevik - Dündar Günday), C.IX, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976, s.183.

[295]  Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.II, (Haz. Zekeriya Kurşun - Seyit Ali Kahraman - Yücel Dağlı), Yapıkredi Yayınları, İstanbul 2011, s.78-79.

[296] Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar” (Yüksek Lisans Tezi), İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1993, s.112.

[297] Tursun Bey, a.g.e., s.44.

[298] Başbakanlık Osmanlı Arşivi(BOA), Hatt-ı Hümayun(HAT), 1332/51912, (1251).

291 Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 39.

[300] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.210.

[301] Hammer, a.g.e., s.537.

[302] Târih-i Nâ’îma, C. II, s. 478;Mufassal Osmanlı Tarihi, C.IV, s.1817.

[303]  Cornell H. Fleıscher, Tarihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (Çev. Ayla Ortaç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 157-158.

[304] Peçevi İbrahim Efendi, a.g.e., s.18.

[305] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.266.

[306] Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, C.I, (Haz. Mehmet İpşirli), TTK, Ankara 1999, s.323; Mehmet, İpşirli, “Zekeriya Efendi”, DİA, C.44, s.212.

[307] Abdülkadir Altınsoy, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972, s.53.

[308] Kahraman ve Dağlı, a.g.e., s. 154-178.

[309] Hoca Sadettin, a.g.e., s.586.

[310]  İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. II, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1948, s. 92, 1971.

[311] Kahraman, Dağlı, a.g.e. C.II, s.214.

[312] Yazıcı, a.g.m., s.126, dipnot 30. (Ahmet Ödge, “Osmanlı Dönemi Tekke Hayatına Bir Örnek: Yiğitbaşı Veli ve Tarikat Usulü”, (Hazırlayan Güler Eren), C.IV, s.526.)

[313] Kitabü ’l - Menamat Sultan III. Murad’ın Rüya Mektupları, (Hazırlayan Özgen Felek), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014, s.15.

[314]  Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı, Osmanlı împaratorluğu’nun Öyküsü 1300­1923, (Çev. Zülal Kılıç), Timaş Yayınları, İstanbul 2007, s.77.

[315] Faris Çerçi, Gelibolulu Mustafa Ali ve Künhü ’l - Ahbar’ında II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri, C. III, Kayseri 2000, s.246; Kitabü’l -Menamat., s.11.

[316] Yazıcı, a.g.m., s.129.

[317] Aslı Niyazioğlu, “Rüyaların Söyledikleri”, Âşık Çelebi ve Şairler Tezkiresi Üzerine Yazılar, (Der. Hatice Aynur-Aslı Niyazioğlu), Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011, s.74-75.

[318] Finkel, a.g.e., s.82.

[319] Haşim Şahin, “Otman Baba”, DİA, C.34, s.7.

[320] Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal..., s. 121.

[321] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 187.

[322] Cemal Kafadar, “Eyüp ’te kılıç kuşanma Törenleri ”, Eyüp Dün Bugün, (Hazırlayan Tülay Artan), İstanbul 1994, s.50-61.

[323] Aksun, a.g.e., s. 140-141.

[324] Finkel, a.g.e., s.215.

[325] Morkoç, a.g.m., s.41-42.

[326] Aydüz, a.g.ı., s.113.

[327] Kınay, a.g.m., s.184.

[328] Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, TTK, Ankara 1986, s.65.

[329] Boratav, a.g.e., s.83.

[330] Kınay, a.g.m., s.186.

[331] Osman Turan, On iki Hayvanlı Türk Takvimi, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1941, s.24.

[332] Kınay, a.g.m., s. 188.

[333] Uluğ, a.g.e., s. 162-163.

[334]  Fehmi Ethem Karatay, Topkapı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Katalogu, C.I, MEB, İstanbul 1962, s. 129-130.

[335] Uluğ, a.g.e., s.159.

[336]  Hülya Tezcan, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu ’ndan Tılsımlı Gömlekler, Timaş yayınları, İstanbul 2011, s.19.

[337] Yazıcı, a.g.m., s.131-132.

[338] Yazıcı, a.g.m., s.132-134.

[339] Yazıcı, a.g.m., s.133.

[340] Metin Kayahan Özgül, Türk Edebiyatında Siyasi Rüyalar, Akçağ Yayınları, Ankara 1989, s.14, dipnot:30.

[341] Yazıcı, a.g.m., s. 134.

[342] Yazıcı, a.g.m., s.135.

[343]  Ali Akyıldız, Haremin Padişahı Valide Sultan, Harem’de Hayat ve Teşkilat, Kültür Bakanlığı Yayıncılık, İstanbul 2017, s. 296.

[344] Fatih Aytekin, Topkapı Sarayı Koleksiyonundaki Şifalı Gömleklerin Şifrelerinin Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Tasarım, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tekstil ve Moda Tasarımı Anasanat Dalı Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2015, s.7.

[345] Uluğ, a.g.e., s. 173-174.

[346] Uluğ, a.g.e., s.158.

[347] Aytekin, a.g.t. s.8.

[348] Uluğ, a.g.e., s 173.

[349] Uluğ, a.g.e., s.176-177.

[350] Uluğ, a.g.e., s.180.

[351] Faroqhi, a.g.e., s. 226.

[352] BOA., Yıldız Perakende Evrakı Zabtiye Nezareti Maruzatı(Y..PRK.ZB), 6 / 97, (16 Teşrini Sani 306).

[353] BOA., Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Erkanı ve Saray Görevlileri Maruzatı, (YPRKSGE), 31/03/01.

[354] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 321.

[355] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 93.

[356] Kahraman Dağlı, a.g.e., C. II, s.65.

[357] Kahraman Dağlı, a.g.e., s.425.

[358] Kahraman Dağlı, a.g.e., Cilt: II, s.53.

[359] Kahraman Dağlı, a.g.e., Cilt II, s.63.

[361] Muhammed Ali Köroğlu, Cemile Zehra Köroğlu, “Geleneksel Halk Sağlığı Uygulamaları: Dişli Kasabası Örneği”, Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, Cilt:6, Sayı:4, 2017, s. 162.

[362]Ayşe  Duvarcı, “Tüklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar,

Uygulamalar”, Bilig, Sayı:32, s.129.

[363] Uluğ, a.g.e., s. 179-180.

[364] Uluğ, a.g.e., s181.

[365] BOA., Cevdet Zabtiye (C..ZB..), 27/1347.

[366] Uluğ, a.g.e., s187.

[367] BOA., Dahiliye Nezâreti Mektubî Kalemi (DH.MKT), 2568 /76 ,(29 Teşrini Sani 319/5 Ramazan Sene 31)

[368] BOA.,Zaptiye Nezareti Defterleri, (ZB.), 310 /114, (22 Kanuni Sani 322/15 Şubat Sene 32).

[369] Uluğ, a.g.e., s.187.

[370]  BOA, Zabtiye Nezareti Evrakı (ZB), Dosya No:444, Gömlek No: 62, (27.TS.1321).

[371]  BOA, Sadâret Defterleri, (A.MKT.NZD), Dosya No: 295, Gömlek No: 62, (19.R.1276).

[372] Akyıldız, a.g.e., s.295.

[373] Akyıldız, a.g.e. s.299.

[374] Tezcan, a.g.e., s.43-44.

[375] Hammer, a.g.e., s.611, 2011.

[376] Akyıldız, a.g.e., s. 300.

[377] Hammer, a.g.e., s.477.

[378] Akyıldız, a.g.e., s.297.

[379] Akyıldız, a.g.e., s. 302.

[380] Akyıldız, a.g.e., s. 302.

[381] Akyıldız, a.g.e., s. 303.

[382] Akyıldız, a.g.e., s. 295.

[383] Akyıldız, a.g.e., s. 297-298.

[384] BOA., SadaretMektubi Kalemi Meclis-i Vala Evrakı, (A.}MKT.MVL.), 22 /25, (21 Muharrem 66).

[385] BOk.A.}MKT.MVL„ 31/64 , (8 Eylül 66).

[386] BOA., Mektubi Kalemi (MF.MKT), 590/6, (26 Recep Sene 319 / 25 Teşrîn-i Evvel sene 317).

[387] BOA., DH.MKT., 1736/95/, (12 Haziran Sene 306).

[388] BOA., Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri, (DHEUMADL), 15/10.

[389]  BOA., MF.MKT., 388 /53, (25 Recep Sene 315 /Fî 8 Kânûn-i Evvel Sene 313).

[390] BOA., MF.MKT., 403/28, (19 Haziran 819).

[391] BOA., DH.MKT., 721 /12, (7 Zilka‘de Sene 321/12 Kânûn-i Sânî Sene 319).

[392] BOA., MF.MKT., 203 /13, (20 Şevval Sene 311 / 14 Nisan Sene 310).

[393] BOA., MF.MKT, 201 /13, (13 Şevval Sene 311 / 7 Nisa Sene 310).

[394] BOA., DH MKT, 24/5/1.

[395] BOA., MF.MKT., 670/11, (3 Recep Sene 320 / Fî 22 Eylül Sene 318).

[396] MF.MKT., 500 / 24, (21 Zilhicce Sene 317 / Fî 8 Nisan Sene 316).

[397] BOA., MF.MKT., 499 /9, (24 L Sene 316 11 Nisan Sene 316).

[398] BOA., MF.MKT., 195 /3, (20 Kânûn-i Sânî sene 309 ve 17 Haziran 315).

[399] BOA., DH.MKT., 2597/52, (4 Zilka‘de Sene 319 ve 25 Şubat Sene 317).

[400] BOA., MF.MKT., 460/41, (7 Rebîül-Ahir Sene 317 2 Ağustos Sene 315).

[401] BOA., MF.MKT., 499 /6, (14 Zilhicce Sene 317 ve Fî 1 Nisan Sene 316).

[402] BOA., MF.MKT., 499 /10, (16 Muharrem Sene 318 ve Fî 2 Mayıs Sene 316).

[403] BOA., HAT, 1332 /51912, (1251).

[404] BOA., Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı, (TFR.I..KV..), 69 / 6867, (5 Ağustos 320).

[405] 3 Numaralı Mühimme Defteri, 966-968/1558- 1560 Özet ve Transkripsiyon, Ankara, 1993, Belge No:1301.

[406] BOA, Cevdet Adliye (C..ADL.), 35 / 2078, (Evasıt-ı Şaban Sene 280).

[407] BOA.,YPRKSGE, 65/01/01.

[408] BOA., DH_ EUM_ADL, 15/06.

[409] BOA., DHEUMADL, 13/01.

[410] BOA.,DH EUM ADL, 23-01.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar