OSMANLI DEVLETİ’NDE FAL VE BÜYÜ (16-19. Yüzyıllar)
Hazırlayan: YAĞMUR AZAK
“Hemişe padişah vü hem veziri
Bu faldan oldılar hep cümle şadi”[1]
Şeyhülislam Ebussuud Kur’an’dan fal bakılabileceğini söylemiştir.[2]
Tarih
boyunca insanlar, bilinmeyene merak duymuşlardır. Bilinmeyene ulaşmak için
birçok yola başvurmuşlardır. Geleceği öğrenme istekleri, mistik olaylarla
uğraşmanın en temel nedenidir. Ayrıca dileklerini gerçekleştirmek, olayların
akışını değiştirmek, hastalıklara çare bulmak, imkânsızı imkânlı kılmak için de
bu yollara başvurmuşlardır. Halkın her tabakasından insanlar için her zaman
fallar ve büyüler ilgi odağı olmuştur. Bazı devirlerde yönetim tarafından bu
uygulamalar yasaklansa da, halk arasında her zaman rağbet görmeye devam
etmiştir. Fal bakabilen, büyü yapabilen kişiler toplumda her zaman saygınlık
kazanmışlardır. Bu durum mistik olaylara duyulan ilginin en büyük kanıtıdır.
Bu mistik olaylara inanmanın temelinde,
geçmiş toplulukların hayatta kalma mücadelesi yatmaktadır. Ava çıkmadan önce
avın bereketli olup olmayacağı merakı, kuraklık zamanlarında yağmur yağdırmak
için çareler aranması, doğa olaylarının anlaşılamayıp büyüsel terimlerle
yorumlanması, hastalıklara aranan çareler, sert doğa olaylarından korunmak gibi
durumlar toplumu mistik inançlara yönlendirmiştir. Bu gibi durumlarda, toplumu
yönlendiren dini liderler ve onların yürüttükleri ayinleri zamanla şekil
değiştirerek veya yeni kültürle birleşerek günümüze kadar gelen fal ve
büyülerin temellerini oluşturmuştur. Günümüzdeki bu inanışlar, geçmişten gelen
inanışların üstüne eklenerek ilerlemiştir. Örneğin; doğa ve ruh temelli
Animizm, Şamanizm’i etkilemiştir. Şamanizm doğa ve ruh inancının yanında
büyüsel ritüeller ve dini kavramlarla şekillenmiştir. Şamanizm’i benimseyen
Türk toplumları, Müslümanlığı kabul ettikten sonra da bazı inanışlarını devam
ettirmişlerdir. Yeni benimsenen inanışlar ve yaşam koşulları doğrultusunda, fal
ve büyü varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. İslamiyet’te Kur’an-ı Kerim,
büyü ve fal işlerini tamamen yasaklamasına rağmen mistik işlere olan ilgi yok
olmamıştır. Fal ve büyü yasaklamalara karşın yok olmak yerine, zaman şartlarına
uygun olarak varlığını sürdürmüştür.
Geçmiş inanışların bir kısmının devam
etmesi ve üstüne zamanın kültürel olguları eklenerek fal ve büyüye olan rağbet
devam etmiştir. Animizim ve Şamanizm temelli inanışlar mistik, ruhani ve
büyüsel olaylardı. Animizm ’de ruhların doğada kaldıkları ve ruhların normal
insanlar gibi ihtiyaçları olduğu düşünülmüştür. Ayrıca bütün cansız varlıkların
ruhlarının olduğuna inanılmıştır. Ruh temelli animizim inancı, Şamanizm
kültürünün temellerini oluşturmuştur.[3]
Ruh ve büyüsel ritüeller temelinde oluşan Şamanizm’e ait birçok gelenek,
Müslümanlık sonrasına aktarılmıştır. Bazı gelenek göreneklerimiz ve günlük
rutinlerimizin temelinde Şamanizm’in büyüsel ritüelleri yer almaktadır.
Örneğin; Türk kutlamalarında kullanılan davul, Şamanizm temellidir. Şamanizm’de
ayinler için kullanılırken, Türklerde ise törenlerde kullanılır. Ayrıca
nazarlıklardan, kurşun dökmeye, ölünün yasının tutulmasından, ölünün
ayakkabısının kapının önüne konulmasına kadar birçok benzerlik bulunmaktadır.[4]
Koşullara ve sürece uygun olarak gelenekler şekil değiştirmiş ve varlıklarını
sürdürmüştür. Zaten önceki inanışın etkilerinin tamamen yok olması beklenemez.
Yeni inanış içinde yeni bir kalıba girerek varlığına devam eder. Önceki
inanışların büyüsel temelli olması ve bu büyülerin hayatın odak merkezinde
olmasından dolayı İslamiyet sonrasında varlığını etkili bir şekilde sürdürmeye
devam etmiştir.
İlm-i
Remil, İslamiyet sonrasında koşullara uygun olarak varlığını sürdüren fala iyi
bir örnektir. İlm-i Remil, Kur’an aracılığı ile tefe’ül temelli bakılan bir
faldır ve Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmamıştır. Çünkü tefe’ül gelecek hakkında
kesin yargılarda bulunma yöntemi değil, hayra yorma yöntemidir.[5] Ancak,
İslamiyet sonrası kullanılan falların hepsi hayra yorma amaçlı değildir.
Yıldızname, ihtilaçname gibi birçok fal çeşidi gelecek hakkında tahminlerde
bulunmaktadır. Dinin getirdiği bütün yasaklamalara rağmen, insanoğlunun
geleceği bilmek istemesi ve merak duygusu daha ağır basmıştır. İnsanlık tarihi
kadar eski olan büyü ve fal, farklı inanışlar ve farklı kültürlerde, insan
varlığını sürdürdükçe, varolmaya devam etmiştir.
Osmanlı
zamanında, gündelik hayatı idame ettirirken falın yeri azımsanamayacak kadar
önemliydi. Halk arasında günlük işleri yaparken, örneğin temizlik işlerini
yaparken, evlenirken, iş kurarken, uğurlu gün seçme önemli bir yere sahipti.
Gün seçimine göre işlerin olumlu ve olumsuz sonuçlanacağına inanılırdı.
Yönetimde de durum aynı şekildeydi. Devlet işlerini yönetirken fal önemli bir
yere sahipti. Padişahlar; atama yaparken, sefere çıkmadan önce, yeni bir inşaat
yapmadan önce hatta tahta çıkmadan önce bile falda çıkan işaretlere göre hareket
etmişlerdir. Falda çıkan kişiyi atamış, uğurlu günde yapıların inşaatlarına
başlamış, falda sefere çıkması onaylanmışsa sefere çıkmıştır, belirlenen uğurlu
günde tahta çıkıp cülus dağıtmışlardır. Fal gündelik hayatın her alanında iken
Osmanlı’da fal işleri kontrol altında tutulmuştur. İnsanların inançlarını
suistimal edip haksız kazanç sağlamaya çalışabilecek kişilerin önüne
geçilmiştir. Fal işi ile uğraşanlara ruhsat verilmiş ve denetlenmişlerdir.
Herhangi bir şikâyette, şikâyet eden haklı ise fal bakan kimselere çeşitli
cezalar verilmiştir.
Falnameler
fal ile ilgili önemli yazılı kaynaklardır. Yıldıznâme, tefe’ülnâme, hurşidnâme,
ihtilâcnâme, kıyâfetnâme ve kehânetnâme gibi çeşitli fal kitapları
bulunmaktadır.[6]
Falnamaler, fal işinin nasıl yapılması gerektiğini ve uygulama yöntemini
anlatmaktadırlar. Meyvelerden çiçeklere, ayetlerden surelere, peygamber
isimlerinden divan şairlerinin isimlerine, seğirmelerden yıldızların konumuna
kadar birçok farklı konuda falnameler yazılmıştır. Edebi, tasavvufi eserlerin ve
bazı Kur’an-ı Kerim’lerin sonuna falnameler eklenmiştir. Falların çeşitliliği,
falnamelerin de çeşitlenmesine neden olmuştur. Fal çeşitleri; tayre, ilm-i
ihtilaç, kehanet, kitfe, irafet, firaset, ilm-i kıyafet, kur’an falı, kura
falı, remil falı, yıldız falı, ilm-i ifaye, ilm-i kefdir. Alın çizgilerinden,
vücuttaki seğirmelerden, avuç içi çizgilerinden, yüz hatlarından,
kıyafetlerden, yıldızların konumundan, Kur’an’daki sure ve harflerden, hayvan
kemiklerinden, kuşların uçuşlarından, güneş ve ayın konumuna kadar daha birçok
alan fala konu olmuştur. İnsanlar geleceği tahmin edebilmek için her şeyden
yararlanmıştır. Bu durumun nedeni, olacak olanı bilememe ve insanın bilmediği
şeyden korkması, durumlar üzerinde hâkimiyet kurmak istemesidir.
Fal,
Osmanlı’da padişahlar için önemli müracaat noktaları olmuştur. Neredeyse her
padişah döneminde falın işaretlerine göre hareket ettikleri çalışmamızda açıkça
görülmektedir. Rüya tabiri önemli bir fal çeşididir. Arapça rüya, rü’yet bakmak
anlamında kullanılmaktadır.[7] Dinen de
rüya tabiri yasaklanmamıştır.[8] Hemen her
padişah rüyalara önem vermiştir ve rüyanın işaretlerine göre hareket etmiştir.
Diğer fal çeşitlerini kullanmasalar bile rüya tabiri ile ilgilenmişlerdir.
Rüya’nın gelecekte olacaklarla ilgili işaretler verdiğine inanılmaktadır. Bu
yüzden tabirine önem verilmektedir. Görünen rüya, tabirine güvenilen birisine
anlatılır ve onun yorumuna göre hareket edilir. Çalışmamızın rüya ile ilgili
kısmında, rüyanın hanedanlık içindeki dengeleri nasıl etkilediği açıkça görülecektir.
Osmanlı’nın kurulmasında bile bir rüyanın etkili olduğuna inanılmaktadır.
Sultan Osman, Şeyh Edebali’nin evinde uykuya dalar. Rüyasında “Osman Gazi
kim uyudı düşinde gördi kim bu azizlin koynundan bir ay doğar gelür Osman
Gazinün koynma girer. Bu ay kim Osman Gazinün koynına girdügi dernde göbeginden
bir ağac biter. Dahı gölgesi âlemi dutar. Gölgesin ün altmda dağlar var. Ve her
dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar
suvarur ve kimi çeşmeler akıdur. Anadan uyhudan uyandı. Sürdi geldi. Şeyhe
haber verdi. Şeyh eyidiir: 'Oğul, Osman! Sana muştutuk olsun kim Hak Ta'ala
sana ve nesiüne padişahlık verdi. Mubarek olsun- der. Ve 'benüm kızum Malinın
senün helalün oldı' der. Ve hernandem nikâh edüp kızını Osman Gaziye verdi.”[9]
Rüya; devlet içi yönetimde olduğu kadar, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında da
stratejik bir öneme sahiptir. İslami temellerde de rüya önemli bir yere sahip
olduğundan tabirinin gelecekten haberler verdiğine inanmışlardır. “Salih bir
kimsenin gördüğü güzel rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür.”
ve “Ey insanlar! şu biline ki, Müslüman kimseye gösterilen salih rüya
dışında peygamberlik müjdelerinden geriye bir şey kalmamıştır.”[10]
Ayeti ile bilinmeyenden, gelecekten haber verdiği ve bunun kıymetli olduğu
belirtilmiştir. İslamiyet, gelecekten haber alma yöntemi olan rüyayı
yasaklamamıştır. Osmanlı’da devlet işleyişinde ve günlük hayatta önemli bir
yere sahip olmuştur. Anlaşılacağı üzere fal, dinin uygun gördüğü şekillerde
veya yasakladığı şekillerde varlığını sürdürmüştür.
Büyü ise ilk zamanlarda insanların doğa
üzerinde hâkimiyet kurabilmeleri için başvurdukları yöntem olmuştur. Doğa
olaylarını anlayamadıkları için mistik olaylar gibi algılamış ve büyü ile
kontrol etmeye çalışmışlardır. Barınma, yiyecek bulma gibi ihtiyaçlarında
büyüye başvurmuşlardır. Başlarda temel ihtiyaçlar ve doğayı anlayamadıklarından
dolayı büyüye başvurmuşlardır.[11] Doğa
olaylarının anlaşılamaması ve bilimin gelişmemesinden dolayı her durum
akılcılıktan uzak sonuçlara bağlanmıştır. Ancak insanoğlunun hâkimiyet kurma
isteği ve olaylara müdahale etme isteği nedeni ile sonraki dönemlerde de büyüye
başvurulmuştur. Hemen her dönemde hem halk hem de saray içinde geleceği kontrol
etmek ve geleceği istedikleri şekillerde değiştirmek için insanlar, büyüye
başvurmuşlardır. Çalışmamızda arşiv kaynaklarından ulaşılan bilgiler ışığında,
toplumun her tabakasından insanın büyüye başvurduğu görülmektedir. Ayrıca bu iş
ile uğraşanlar toplum içinde saygı görmüşlerdir. Büyü; efsun, tılsım gibi
isimlerle anılmaktadır. İyi ve kötü yöntemli büyüler bulunmaktadır. Bağlama,
çiftleri ayırma gibi kötü amaçlı büyüler gibi koruma amaçlı büyülerde
bulunmaktadır. Saray içinde büyü işleri ile uğraşanların önemli devlet
görevlerine getirildiği ya da iyi bir mal varlığı birikimi yaptığı
görülmektedir. Çalışmamızda ayrıntılı bir şekilde ulaşabileceğiniz gibi
hükümdara danışmanlık, haremde taht mücadelesinde destekçi oldukları olmuştur.
Hocalar sarayda önemli rollerde bulunmuşlardır. Halk kesiminde ise evlilik,
kısmet açma, bağlama, iş gibi ihtiyaçlarda hocalara başvurulmuştur. Okuyuculuk
yaparak nefesleri ile karşındakini tesir altına alır veya tesiri yok ederler.
Bu üfürmeleri su gibi nesnelere de yaparak etkilerini geçirirler. Üfleme
sırasında çeşitli dualar okurlar. Bu durumu layığı ile yapmayarak, insanların
bu ihtiyaçlarından yararlanarak dolandırıcılığa başvuran hüdamlı hocalarda
mevcuttur. Gündelik hayattaki inanışlarda yer alan nazar da bir büyü çeşitidir.[12] Nazardan
sakınmak için yapılanlar koruma amaçlı büyülere girmektedir. Halk inanışında
nazar mevcuttur. Nazar, kişinin bakışları ile canlı ve cansız varlıklara zarar
vermesidir. İslamiyet’te nazar inancı mevcuttur ve Anadolu’da nazardan korunmak
için çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Bu yöntemlerden biri muskadır. Hocalar
aracılığı ile çeşitli koruma duaları yazılarak muska oluşturulur. Üçgen
şeklinde derilere sarılarak kıyafette, boyunda, hanelerde ve çeşitli yerlerde
saklanır. Nazarlıklar muska dışında halı motifi olarak da dokunmuştur. “Boncuk,
at nalı, sarımsak, yumurta kabuğu, kuru diken, çocuk pabucu, akik, kurt dişi,
tosbağa gözeği, deniz kabukları, mercan, çörekotu, çakıl taşları, hurma
çekirdeği Kur’an’da geçen sözcüklerin yazılı olduğu ve kutsal sayılan eşyalar
nazara karşı büyülü etkiye sahip olduğuna inanılan nesneler arasında yer alır.”[13]
Osmanlıda koruma amaçlı büyülere örnek olarak tılsımlı gömlekler
gösterilebilir. Tılsımı gömlekler, padişahların ve şehzadelerin savaş zamanı
kendilerini korumak için giydikleri ince ipek gömleklerdir. Üstünde koruma
duaları bulunmaktadır. Bununla ilgili Topkapı Sarayı’nda Tılsımlı Gömlekler
bölümü bulunmaktadır.
İslamiyet’te büyünün varlığı kabul edilmiş
ancak yapılması dinen yasaklanmıştır. Büyünün varlığından Kur’an-ı Kerim’de “Bakara,
Mâide, En’âm, A ’râf, Yûnus, Hûd, Hicr, İsrâ, Tâhâ, Furkân, Şuarâ, Neml, Kasas,
Sebe ’, Sâffât, Sâd, Mü’min, Zuhruf, Ahkâf, Zâriyât, Tûr, Kamer, Saf, Müddessir
sûrelerinde”[14]
bahsedildiği görülmektedir. Allah’a şirk koşmak, geleceği yönlendirerek
Allah’ın yarattığı kadere karşı çıkmak anlamında olduğu için büyüyü kesinlikle
yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, büyüden kurtuluş olarak büyü değil, dua yolu
gösterilmiştir.[15] Hz.
Muhammed’e büyü yapıldığında indirilen Nas ve Felak suresi, bu duruma örnek
olarak gösterilebilir. “De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı
çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset
ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”[16]
manasında Felak Sûresi ile “De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların
kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine,
insanların Melik’ine, insanların Ilah’ına sığınırım”[17]
manasında Nâs Sûresi indirilmiştir. Çalışma konumuz ise yasaklamalara rağmen
Osmanlı’nın her kesiminde rağbet gören fal ve büyüdür. İşlerin buna göre
ayarlanması, toplumda başvuru mercii olmaları ayrıca hocaların toplumda
saygınlık görmesidir.
Animizim,
ölülerin ruhlarının dünyada kalmaya devam ettikleri inanışıdır. Yani ölümden
sonra ruhların bu dünyadan ayrılmadığına inanmaktadırlar. Ruhların bitkilerde,
ağaçlarda ve bütün dünyada bulunduğuna inanılan bir inanış biçimidir. Animizim
terimini ilk kez İngiliz antropolog Sir Edward Burnett Tylor’un 1971 yılında
yayımlanan Primitive Culture and Anthropology isimli çalışmasında dinsel-
büyüsel temelli düşünce sisteminin en erken zamanlarını tasvir etmek için
kullanmıştır.[18]
Bütün dünyayı ruhların yaşam bulduğu yer
olarak görmüşlerdir. Ölüleri için birçok ritüelleri vardır. Ölülerin de
hayattakiler gibi beslenme ihtiyaçları olduğuna inanmaktadırlar.[19] Ölülerin
diğer dünyada aynı tarz yaşam sürecekleri inanışı vardı. Bu nedenle, canlı
olduklarına inandıkları eşyaları, eğer varsa hizmetkârları da ölüyle birlikte
gömerlerdi. İnanışa göre ölüler, diğer dünyada bu eşyalarına ihtiyaç
duyacaklardı.[20] Ölen
kişinin eşyaları asla alınmazdı. Eğer eşyalarına dokunulursa, dokunan kişiyi
öldüreceğine inanırlardı. Aynı şekilde dul kalan eşler de tekrar evlenemezdi.
Ölenin ruhu ile aralarında özel bir bağ olduğuna inanılırdı.[21]
Animizim
’de ölünün ruhu kutsal sayıldığı için, ölüm haberi gelince bütün işler
bırakılırdı. İş yapmak onun ruhuna yapılan bir hakaret olarak kabul edilirdi.
Günümüz toplumlarında sakal kesmemek, ağıt yakmak, sessizce oturmanın temelleri
bu inanıştan etkilenmiştir.
Şamanizm
animizm kökenlidir ve esirme-hayal görme metodu kullanılmıştır. Şamanizmin ayin
biçimleri animizim ile benzerlikler göstermektedir.[22]
Kendisinden önceki kültürün izlerini taşımaktadır.
Şamanizm,
içinde dinsel ögeler ve büyüler bulunduran bir inanış biçimdir.[23] Şaman,
yaratıcı ile insanlar arasındaki iletişimi sağlayan kişidir. Şamanın hem
ruhlarla iletişime geçme hem de cinler gibi varlıklarla iletişime geçme
özelliği olduğuna inanılmaktadır.[24] Doğaüstü
varlıkları görüp onlarla iletişim kurmuşlardır.[25]
Özellikle yaşam koşullarının sert olduğu yerlerde doğa üzerinde hâkimiyet
kurabilmek ve gelecekte olacakları bilmek için Şamanlara çok ihtiyaç
duymuşlardır.[26] Toplum
içinde olan saygınlıkları çok fazladır. Ölümlerinden sonra bile kabilelerini
muhafaza ettiklerine inanmışlardır.[27]
Kelimenin
kökeni hakkında birçok görüş ayrılığı vardır. “Bu kelimenin kaynağının
Turguzca saman (büyücü) , Sanskritçe sramana ( ruhlarla desteklenmiş adam),
pali dilinde samana ( kendinden geçmiş kimse), Kırgızlar ise Faghinun (Allah’ın
peygamberi) olduğu konusunda farklı görüşler vardır. ”[28]
Uygurca bügü (doğaüstü insan)[29] Çin
kaynağı olan Suy-şu’da (VIII. Yüzyılın ilk yarısı) Türklede inanılan Hu isimli
sihirbazlarından bahsedilmiştir. XI. Yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un Divanı’nda kam
kelimesi kâhin şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı devirlerde Yusuf Has Hacib’in
Kutatgu Bilig eserinde otacılar (tabipler) ile aynı tutulmuştur. Altaylı
Türklerde direk olarak kam kelimesi mevcuttur. İbn-i Sina ve Merzevi,
Türklerdeki Kâhinlerden ve kehanetlerden bahsetmiştir. Türklerdeki Şamanizm
inancının Moğol İstilası ile daha çok yaygınlaştığını savunan arkeolog ve
etnologlar vardır.(Radloff, Şeroşevsky v.s.).[30]
Şamanların yapabildiği şeyler arasında;
Hastalıklara çare bulmak, şifacı olmak
Ölen kimselerin ruhlarını göndermek
Avın bereketli geçmesine yardımcı olmak
Hayvanları
kötü ruhlardan korumak[31]
Hasta
olan insanların ruhlarının bedenlerini terk ettiklerine inandıkları için
Şamanlar, o ruhu yakalayıp hastanın bedenine geri gönderip hastayı
iyileştiriyorlardı. Ayrıca kötü ruhları yakalayıp yerin altına göndermek veya
gökyüzüne çıkıp adakları ruhlara sunmuşlardır.[32]
b.1.
Türk Toplamlarında Şamanizm
Türk
kültürü Şamanizm’den izler taşımaktadır. Türklerin eski inançlarında Şamanizm
vardı. Örneğin; Sibirya Tayga’larında bulunan Türk şamanları ruhlarını kendi
bedenlerinden çıkararak hem gökyüzü hem de yeraltına göndermektelerdi. Şamanlar
orada başka ruhlarla buluşup sonrasında tekrardan kendi bedenlerine
dönmektelerdi. Bu iki ruhlu şaman inanışı, Sibirya Türk şamanlarının en önemli
özellikleridir. Bu tarz Şaman inanışı Orta Asya Türk Şamanlarında da
bulunmaktaydı. Orta Asya ve Sibirya’da bulunan Milattan Önce iki binli
yıllarına kadar dayanan kaya resimleri bunun delili olarak sayılmaktadır.
Baykal gölünün çevresinde bulunan kaya resimleri, Şamanların M.Ö. 2000’li
yılların ortalarında, Türk Şamanlarının mevsimlik törenler düzenlediğini
göstermektedir.[33] Başka bir
kaya resminde ise iskeletler üzerine maskeler çizilmiştir. Türk Şamanlar için
ayin törenlerinde kullanılan maskeler önemli yer tutmaktalardı. Angara Nehri ve
civarındaki vadilerde kırmızı renklerle toplu olarak dolaşan Mus geyikleri
çizilmiştir. Bu geyikler hala Türkler için önemli bir yer tutmaktadır. Kayalara
çizilmiş resimlerde şamanların, geyik boynuzlu maskeler takmış olmasının nedeni
ruhlar âlemine giderken kendi ailesi ve tanıdıkları tarafından tanınmamaktır.
Şamanlara yardım eden hayvanlar da resmedilmiştir. Bunlar bölgeden bölgeye
değişmektedir. Bazı bölgede geyik bazı bölgede kurt iken deniz kenarı bir
bölgede ise, balık şeklinde olabilmektedir.[34]
Bu yardım eden hayvanlara, hayvan ana veya ana hayvan denilmektedir.
Müslümanlık döneminden sonra bile etkileri devam eden Şamanizm, Türklerin
hayatında önemli bir yer tutmaktadır.[35]
Şaman’ın
ruhunu bedenden ayırmasına vecd denir. Vecd sırasında şamanlar ruhlarla
irtibata geçer. Şaman olmaya hazırlanan bir kişi ilk vecd’i sırasında ona bu
görevi verecek olan ata ruhu ile iletişime geçer. Daha sonrasında diğer
ruhlarla irtibata geçmeye başlar. Bu ruhlar Şamanı korumak veya ona yardım
etmek için bulunurlar. Her ruhun kendine özel isimleri ve müzikleri vardır. Bu
ruhlar hayvanların siluetlerine bürünürlerdi. Şamanizm’deki inanca göre ruhlar
ateş veya bitki olarak da görünebilirlerdi. Şaman’ın seçiminde sadece
kalıtsallık geçerli değildi. Şamanla akrabalık bağı olmayan biri de
seçilebilirdi. Öbür dünyadaki ruhların istekleri önemliydi. R. Hamayon’un (1990)
Sibirya’da yürüttüğü çalışmalardan anlaşıldığı üzere, eski devirlerde, tarım ve
hayvancılık gelişmeden önce Kam’ın seçici ruhları, suda veya karada yaşayan
tabiatüstü eşlerdir. Fakat tarım ve hayvancılığın gelişmesi ile durumlar
değişir ve ruhların yerini atalarının ölü ruhları alır.[36]
Bu seçici ruhlar karşı cinsten olup şamana görünür. Hem şamanın eşi görevini
üstlenir hem de ona yardımcı ruhları bulurdu. Bu seçici eş ruha Ayami denir.[37]
Şamanizm
fal ve büyünün yoğun olarak kullanıldığı bir kültürdür. Örneğin; Göktürklerde
Şaman kehanetleri bulunmaktaydı. Örneğin; Şaman, hükümdar olan kişinin boynuna
bir bez bağlar ve sıkardı. Çıkan seslere göre hükümdarın hâkimiyet süresi
tahmin edilirdi. Kırgızlarda Şaman, müzik eşliğinde ayinde transa girer. Tekrar
normale döndüğünde o yıl içinde olacakları anlatırdı. Altaylarda ise Şaman,
insanların hayatlarında olacakları anlatırdı. Bunu ay ve güneşin hareketlerine
göre yaparlardı. Hunlar’da da yıldızlara bakarak gelecek ile ilgili tahminlerde
bulunurlardı. Şamanizm’de ateş, onlar için taptıkları şey olmaktan çok her
şeyin temizleyicisiydi. Gelecekle ilgili tahminlerinde ateşten yararlanırlardı.
Ateşin rengine göre anlamlar çıkarırlardı. Ayin sırasında ateşe adanan
kurbanlar, ateşin harlanmasına neden olurdu. Ateşin rengi yeşil ise bereket ve
bolluk, kırmızı ise yoksulluk ve savaş anlamına gelmekteydi. Şamanizmdeki başka
bir inanışa göre de ateşin bir şeyi, olup olmayacağını söylemesidir. Eğer şaman
ateşin başında aklından olayları geçirirken ateşten ses duyarlarsa, bu işin
olmayacağını anlarlardı. Ayrıca ateşin küllerinin hareketine göre bebek haberi
verirlerdi. Ateşin küllerinin hareketlerini küçük bebek hareketleri olarak
adlandırırlardı.[38]
b.2.
Müslümanlığı Kabul Eden Türklerde Şamanizm İzleri
Müslümanlığı
kabul eden Türkler, Şamanizm’in bazı izlerini taşımaya devam etmektediler.
Müslüman olan iki devlet Samani ve Bulgarlar arasında kalan Oğuzlar zamanla
Müslümanlaşmışlardır. Selçuk Oğuzları XI. Yüzyılda tamamen müslümanlaşmışlardı
ancak XV. yy’da hala şaman izlerini korumaktalardı.[39]
Selçuklu Oğuzları, Dede Korkut Kitabında bahsedilenlere göre Şamanizm ve
Animizim’ in kültürlerinden aldıklarını devam ettirmişlerdir.[40] Ölenin
arkasından yas tutmak, kurban kesmek, kurbanı adadıkları kişi etrafında
dolaştırmak, ağacı kutsal saymak gibi özelliklerini hala korumaktalardı.
Anadolu’da yaşayan Türklerin bu gelenekleri hala devam etmektedir. Çocuklarının
yaşamları uzun olsun diye Yaşar, Durmuş gibi isimlerin kullanılması, türbelere
bez bağlanması, çocuğun adının ona ağır geldiği düşünülerek değiştirilmesi gibi
adetler, inanışın izlerinden kalanlardır.[41]
Başka örnekler; ağaçlara bez bağlanması, yere bir şey düşürüldüğünde para
verilmeden alınmaması, ava veya hasada gitmeden önce kapıya bal sürülmesi,
kuşlara ekmek atılmasıdır. Ayrıca türbe ziyareti sırasında, türbeye ekmek ve su
konulurdu. Bu durum Türklerin kurban sunma geleneğinden gelmektedir.[42] Kurbanlar,
önceleri ruhlara adanırken şimdilerde Allah’a ibadet veya şükür için
adanmaktadır.
Türklerin
toplu halde mezarlar kurması, ahiret inancı, ölünün ruhu için yemek dağıtılması
veya sadaka verilmesi, ölülerin kıyafetlerinin dağıtılması, ölülerin
mezarlarının ucuna ağaç dikilmesi gibi adetler, Şamanizm’in ruh ve doğa
izlerini taşımaktadır. Başka bir örnek de, güneş battıktan sonra ölünün
gömülmemesidir. İnanışa göre güneşin batmasıyla toprak kilitlenir ve yine de
gömülmek istenirse açılan delikten kötü ruhlar dışarı çıkar. Bu inanışta da
doğa ve ruh arasındaki ilişkiler Şamanizm izleri taşımaktadır. Anadolu’da
inanılan al ruhu, lohusa kadınların ölümlerine neden olmaktadır ve buradaki
Türk inanışları, kötü ruh iyi ruh inancı da Şamanizm etkisinden
kaynaklanmaktadır. Şamanlara gösterilen saygı ile Türklerin ermiş kimselere
gösterdiği saygı ve türbeler yapmaları da benzerlik göstermektedir.[43] Günümüzde
nazardan korunduğuna inanılan kurşun dökme, Şamanizim kökenli bir inançtır.
Şamanizm’de bu işe kut kuyma adı verilir, bu da kut dökme manasındadır. Kurşun
dökme, kötü ruhların aldığı şansı yeniden onlardan almak için yapılmaktadır.[44]
Başka
bir benzerlik de davulla ilgilidir. Şamanizm ayinlerinde kullanılan en önemli
çalgı aleti olan davul, Türk toplumundaki çoğu törende kullanılmaktadır.
Müzikte kullanılan ritim şekillerinin ve toplu haldeki törenlerinde
kullanılmasının Şamanizm’in etkisinden geldiği savunulmaktadır.[45]
Şamanların şifacı özelliği İslamiyet’ten sonraki ermiş kişilerle devam
etmiştir. Örneğin, Menakıbu’l Kudsiye’ de Baba İlyas’ın önde gelen
halifelerinden Hacı Mihman’ın, nefesi ile hastaları iyileştirdiğinden
bahsedilmiştir. Ona, bu konuda şeyhinin el verdiğinden bahsedilmektedir.
Vilayetname-i Otman Baba’da ise, Otman Baba’nın konuk olduğu Musa Beğ isimli
kişinin tekkesinde, çevredeki hastaları yanına çağırıp iyileştirdiğinden
bahsedilmektedir. Diğer taraftan, gelecek hakkında haber vermeye örnek olarak,
Hacı Bektaş’ın kendini Sulucakaraöyük’ ten Kırşehir Valisi Nuruddin Caca’ya,
makamının elinden alacağı ve işkenceler göreceği şeklindeki yorumunun olduğu
gibi çıkmasıdır. Ruhun bedenden bir süreliğine ayrılması ile ilgili iki ünlü menkıbe
bulunmaktadır. Menkıbelerden birisinde, Baba İlyas’ın oğullarından Yahya Paşa,
istediği her zaman ruhunu bedeninden ayırıp tekrar kendi bedenine
getirebildiğinden bahsedilmiştir. Diğer menkıbede ise Otman Baba’nın, namaza
durduğu sırada, ruhunu bedeninden ayırıp tekrar ruhunu bedenine getirdiğinden
ve sonrasıda namazına devam ettiğinden bahsedilirdi. Bazı menkıbelerde ise göğe
çıkıp Allah ile konuşma motiflerine de sıkça rastlanmaktadır. Örneğin, Âşık
Paşa’nın mucizelerinin anlatıldığı menkıbelerde, tıpkı Hz. Muhammed’in miracı
gibi, Allah katında onunla görüşebildiğinden bahsedilmektedir.[46]
Din
adamlarının derecelerinin artmasında, Şamanizmden kalma gelenekler
sürdürülmüştür. Bu geleneklerden biri, Şamanların içsel yolculuklarını
tamamlamak için yolculuğa çıkmasıdır. Şamanlar, iç seslerine kulak vererek
enerjinin onları çağırdığı yerlere gitmişlerdir. İslamiyet’ten sonra bazı
tarikatlarda dervişi, kendini tamamlaması için yolculuğa gönderme geleneği
vardır.[47]
Geleneklerden
bir diğeri ise rüyadır. Hem Mevlevilerde hem Şamanlarda ortak özellik
rüyalardır. Rüyalarda gördüklerine göre gelecekle ilgili ipuçları edinirlerdi.
Gördükleri rüyaları kendilerine inanlara aktarırlardı. Mevlevilikte rüyaların
yedi derecesi vardır. Bu dereceler rüyalardaki renklere göre yorumlanırdı.
Dervişin rütbesi rüyalarına göre belli olurdu. Şamanizm’de de Şaman olma
kademesi rüyalardan geçmektedir. İki tarafta da o rütbeye ulaşma yolu ve alınan
dersler rüyalarla gerçekleşmektedir. Rüyalarında genellikle müzik, ruhlar ve
atalarını görmektelerdi. Rüyaların tabirleri ise görenin hislerine göre ve
atalarının yorumlarına göre belli olurdu. Örneğin; bir kadın rüyasında karnında
yer ve su gibi terimlerden birini görürse gelecekte mühim birini dünyaya
getireceği anlamına gelir.[48] Burada
yer, su kavramlarının böyle yorumlanmasının nedeni atalarının tarımla
ilgilenmesi bu kavramların bolluk-bereket olarak yorumlanmasıdır. Sadece kendi
gördükleri rüyaları değil başkalarının rüyalarını da yorumlamışlardır. Ayrıca
başkalarının rüyalarına girme özellikleri de vardır. Araplar tarafından esir
alınan bir Türk’ün söylediğine göre “Ben Türkistan’ın en maharetli büyücüleri
içerisinde bulunmaktayım. Hünkâr ile savaşa gittiğimde, düşmanın rüyalarına
girer ve savaşta büyük bir yenilgi yaşadıklarını gördürürüm” demiştir.[49]
Mevlevilik
ve Şamanizm’in başka bir ortak özelliği, kadının toplumdaki yeri ve görevidir.
Şamanizm inancında kadın hep merkezde olmuştur. Hatta şamanlar daha sonraki
devirlerde erkeklerden seçilmiştir. Başlarda kadınlar arasından seçilmiştir.
Tanrı dağlarında bulunan kız dağı, Şamanizm’de kadının yerini gösteren en
önemli örnektir. Savaşçı bir kızın yattığı dağın, kız öldükten sonra kızın
biçimini aldığına inanmışlardır. Çevre halkı kimi geceler buraya gelerek dualar
okumuşlardır. Aynı şekilde Mevlevilikte de kadının yeri önemlidir. Toplumla iç
içe yaşamışladır. Kadın ve erkek ibadetlerinde ayrım yapılmadan yan yana
yapmışlardır. Kadınlar arasında da Mevlevi halifelik görevine yükselenler
olmuştur. İki inanışta da en önemli benzerlik kadınların dinin yöneticisi
olarak görülmesidir. İbadetleri sırasında kadın ve erkeklerin kıyafet ayrımı
hem Şamanizm hem de Mevlevilikte yoktur. Bu durum eşitliğin en önemli
kanıtlarındandır. Ayrıca ayin sırasında giyilen kıyafetler iki inanışta da
kadınsı figürler taşımaktadır. Dini liderin toplumdaki yeri ve halkın duyduğu
saygı düşünülünce, bu görevin kadınlara verilmiş olması önemli bir ayrıntıdır.[50]
İsim
verme geleneği Şamanizm kökenli başka bir gelenektir. Müslümanlığı kabul
etmeden önce Türklerde isim verme merasimleri vardır. İsim verme toplumumuzda
her dönemde önemli bir yere sahiptir. İsmin kişi üzerindeki etkilerine
inanılmaktadır. Bir gence çocukluk devrinde geçici isim verilirdi. Daha
sonralarında bir başarı elde ettiği zaman hakiki ismi verilir ve çocukluk
döneminden yetişkinliğe geçmiş olur. Türklerde Müslümanlık sonrası bu adet
devam etmiştir. Başarıları sonucunda bazı isimler kazanmışlardır. Sultan
Mehmet’e Fatih ismi, Sultan Süleyman’a Kanuni ismi verilmesi örnek olarak
gösterilebilir. İsim verme geleneği günümüze kadar devam etmiştir. İsmin ezan
okunarak kulağa söylenmesi, kırkı çıkana kadar isim verilmesi gerekmesi, ölen
birinin ismini vermek için ölünün kırkının çıkmasının beklenmesi gibi adetler.[51]
Şamanizm’den izler taşımaktadır. Ayrıca ismin hayatın üzerinde büyük bir etkisi
olması, ismin uğurlu ya da ağır gelmesi, bazı inanışlardandır. Günümüzde bazı
isimlerin hem kadın hem erkeklerde kullanılması Şamanizm’de kadın erkek
eşitliğinden kaynaklanmaktadır.
Şamanizm
kökenli olup günümüzde devam eden inanışlardan en önemlisi de nazardır. Nazar
enerjisine birçok kişi inanmaktadır. Nazar birinin üzerinde kötü etki bırakan
enerjidir. Günümüzde kullanılan nazar boncuğu Şamanizm’de gök gözü olarak
anılırdı. Şamanizm inancında bu göz, kötü niyetle bakanları etkisiz hale
getirirdi. Nazardan korumak amaçlı kullanılan nazar boncuğu, şamanlar
tarafından nazar değmiş kişinin üstündeki nazar yok edildikten sonra
verilmektedir. Nazarın değmesini engellediği inancı hala günümüzde devam
etmektedir. Nazardan kurtulmak için tütsü yakılması günümüzde devam eden
inanışlardandır.[52] Tütsü
aracılığı ile kötü enerjiden kurtulduklarına inanmaktadırlar.
Nevruz
kutlamaları, Şamanizm’in inanç temellerinden etkilenmiştir. Nevruz’da
kutlanılan doğanın uyanışıdır. Şamanizm’de doğa önemli bir yer tutmaktadır.
Doğadaki her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktadırlar. En önemli yeri ağaçlar ve
bitkiler almaktadır. Nevruz kutlamalarında ateşin üstünden atlanılması, yeni
yıla girerken temizlenmek amaçlı yapılmaktadır. Ateş, Şamanizm’de temizleyici
olarak yer almaktadır.
Türklerde mezarın başına
söğüt ağacı dikilmesi ve etrafın yeşillendirilmesi, Şamanizm’de ruhların
ağaçların içinde bulunması inancından kaynaklanmaktadır. Ölen önemli devlet
büyüklerinin arkasından yağmur yağması inancı da Şamanizm’den
kaynaklanmaktadır. Özellikle öldürülen masum şehzadelerin arkasından doğanın
ağladığı düşünülmektedir. Şamanlar yağmur yağdırabilmektedirler. Öldüklerinde
ise arkalarından yağmur yağar ve doğanın ağladığı düşünülürdü.[53]
Şamanizm’de ölen kişinin cenaze töreninde müzik eşliğinde dans edilmektedir. Bu
inanış Mevlevilikte kendini, ölü yıkanırken ney çalınması ile göstermiştir.[54] Türklerin
yaşam biçiminde yerini almış olan birçok ögenin, Şamanizm temelli olduğu
görülmektedir. Gündelik hayatta kullanılan gelenek göreneklerin bir kısmı,
ruhani ve büyüsel temelli olan Şamanizmden etkilenmektedir. Bunların bir kısmı
büyüsel amaçla yapılmış olmasa bile, geçmişte yapılışlarında büyüsel kökenler
olduğu için, gündelik hayat işleyişinde bu denli büyüsel olguların yer almasına
şaşmamak gereklidir.
Fal; çeşitli materyaller
aracılığı ile durumlar hakkında tahminde bulunma, anlam çıkarma veya gelecekten
haber verme anlamına gelir. İnsanların, isteklerine ulaşmak, geleceği bilmek,
çaresiz durumlardan kurtulmak ve geleceği kontrol etmek için başvurdukları
yöntemdir. Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügat-ı Türk eserinde Irk kelimesi fal
anlamında kullanılmıştır. Fal, eski Türklerde ırk anlamına gelmekteydi.
Irklamak ise fala bakmak anlamındadır. “Kaşgarlı Mahmut ırk kelimesini
falcılık, kâhinlik, bir kimsenin gönlündekini bilmek anlamında kullanmıştır!”[55]
Irk kelimesi Anadolu’da fal, kader anlamında kullanılmaktadır.[56]
Türk ansiklopedisinin fal maddesinde çeşitli tekniklerle gelecekten ve
bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı
olarak tanımlanmıştır. Falın kelime anlamı toplumdan topluma değişmiştir.
Arapçada “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge”, batıda ise kehanet
anlamında kullanılmıştır.[57]
Hz. Muhammed hayırlı işler için fal kelimesini kullanmıştır. Fakat İslamiyet,
bu durumu gelecekten haber alma biçiminde değil, hayra yorma olarak kullanmayı
desteklemiştir. Gelecekle ilgili mevcut durumlardan anlamalar çıkarmayı uygun
görmüştür. Ancak geleceği bilmek için fal ve büyü işlerine başvurmayı uygun
görmemiştir.[58]
Kuran-ı Kerim’de fal ile ilgili şöyle bahsedilmiştir: “Leş, kan, domuz eti,
Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş,
boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar
(putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız
size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler,
dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun.
Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak
Islâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan
yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet
edendir.” Anlaşılacağı gibi İslamiyet falı tamamen yasaklamıştır. Kur’an,
fal bakmayı Allah’a şirk koşmak olarak algılamıştır. Fal,
İslam
dininde yasaklanmasına rağmen halk arasında ve yönetici kadrosunda her zaman
ilgi duyulan şey olmuştur. Bunun üzerine falnameler yazılmıştır.[59]
Falnameler ile fala bir bilim gibi yaklaşmışlardır. İnsanlar, birçok iş için
fala başvurmuşlardır. Durum böyle olunca falın, halk arasında da önemli bir
yeri her zaman olmuştur.[60] Yasaklamalar
ile insan doğasının merakı ve hâkimiyet kurma isteği çelişmiştir.
Falcı,
aletlerle ve sözlerle gelecek veya bugün hakkında bilgi veren kişilerdir.
İslamiyet’ten önce büyü yapmak anlamında kullanılan Arbama daha sonraları dilde
arpa olarak değişmiştir. “Garipten söyleyiciler, arpacılar, suya bakıcılar
ve müneccimler” isimleriyle dönemin kitaplarında falcılardan
bahsetmişlerdir.[61] Arpa
salmak kelimesi fala bakmak anlamında kullanılmıştır.[62]
Falcılar; hayvanların kürek kemikleri, ateş, ok, yay, kaşık gibi çeşitli
malzemelerle fallar bakmaktalardı. Birçok fal çeşidi bulunmaktadır.
Birçok
toplumda ve medeniyette fala rastlamak mümkündür. Fal, kendi içinde hem
kültürel hem de yaşam koşullarının etkisi ile çeşitlilik göstermektedir.
Sümerler, Akadlar, Asurlar, Hititler yıldızname ve iç organların incelenmesi
gibi fal tekniklerini kullanmışlardır.[63]
Türklerde kullanılan fal çeşitlerinden bazıları Şamanizm kalıntıları
içermektedir. Kullanılan fal çeşitleri; tayre, ilm-i ihtilaç, kehanet, kitfe,
irafet, firaset, ilm-i kıyafet, kur’an falı, kura falı, remil falı, yıldız
falı, ilm-i ifaye, ilm-i kefdir. Ayrıntılı olarak verilen fal çeşitlerinde
karşılaşılan durum ise vücut seğirmelerinden yüz yapılarına, Kur’anı Kerim’de
ki harf ve ayetlerden, falnamelerdeki meyve isimlerine, kuşların uçuşlarından
kemik şekillerine kadar birçok yöntemle fal bakılmaktadır. Her araç fal bakımı
için kullanılmıştır. Farklı araç gereçlerle gelecekten haberler alınmaya
çalışılmıştır. Anlamlar yüklenerek yorumlanmıştır. Bu kadar çeşitli materyaller
ile fal bakılabilmesi şaşırtıcı olup, aynı zamanda falın toplumdaki önemini bir
kez daha göstermiştir.
Vücudun
altındaki kasların bir noktada deri ile birlikteki hareketlerine seğirme denir.
Halk arasında seğirmeye bazı anlamlar yüklenmiştir. Olumlu olumsuz tahminlerde
bulunmuşlardır. Bu tahminlerin kaleme alınmasıyla seğirnameler ortaya
çıkmıştır.[64] Bu
fal tekniğine ilm-i ihtilaç denilmiştir.[65]
Başka bir tanım ise bir kişinin vücudunda oluşan seğirmelere göre o kişinin iş,
para, sağlık ve geleceği ile ilgili yorumlar bulunmasıdır.[66]
Mustafa Bin Bali’nin bu konu hakkındaki tanımı ise, kesin kanunları olmadan yüz
ve bedende oluşan seğirmelere manalar yüklenmesi şeklindedir.[67] Batıda
palmalogie, Araplarda ilm-i ihtilaç, Türklerde ise seğirname olarak
bilinmektedir. Seğirnamelere önceleri ilim olarak yaklaşılırken günümüzde edebi
eser olarak yaklaşılmaktadır.[68] Toplumda
en geç dönemlere kadar varlığını sürdürmüştür. Hem manzum hem mensur eserler
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dede
Korkut hikâyelerinde, seğirmelerin yorumlanması ile ilgili örnek karşımıza çıkmaktadır.
Dirse Han’ın eşinin, gözü seğirmektedir ve oğlunun başına kötü bir şey
geleceğinden korkmaktadır. Dirse Han, av sırasında oğlu Boğaç Han’ı vurur.[69] Burada
da görüldüğü gibi, Dirse Han’ın eşinin göz seğirmesi felakete yorumlanmıştır.
Gelecekle ilgili kötü tahminlerde bulunulmuştur.[70]
18.
yy’da Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifet-name’sinde, seğirmenin anlamları hakkında
bilgiler vermiştir. İbrahim Hakkı, eserinin Seğirmeler ve Sonuçları adlı
başlığında açıklamıştır. Bu başlık altında kaleme alınanlardan bazılarının
meali şu şekildedir; “Başın tepesinin seğirmesi, makamdan haber verir. Başın
önünün seğirmesi, talihe işaret eder. Başın yan tarafının seğirmesi, gerek sağ
ve gerekse sol hayırdır. Dudak üstü seğirmesinde sağda rızık, solda şenliktir.
Dudak ucu seğirmesinde sağda zarar, solda şenliktir. Dudak altı seğirmesi sağ
ve solda yahşidir. Eğer bir yerin seğirse bak buradaki hükümleri hatırla ve
şüphesiz itaat et. Damar neden oynar? Hak’tır onu depreden. O an işaretleri
anla ve müjdelerini bekle”.[71]
Seğir-nameler,
yukarıdaki yazma eserden de anlaşılacağı gibi insan vücudundaki istemsiz
kasılmalardan gelecekle ilgili tahminler çıkarmaktır. Hem olumlu hem olumsuz
olarak gelecekle ilgili birçok bilgi vermektedir.
Arapça
Kavf kelimesinden türemiştir. Bir kişinin peşinden gitmek ve bilgi toplamak
anlamındadır.[72] Bu ilim
insanların dış görünüşlerinden karakter tahmininde bulunmadır. Başka bir tanım
ise bir adamın yüzünden, biçim ve şeklinden, doğası ve ahlakı ve yeteneği
hakkında tahminde bulunmak[73] şeklindedir.
İnsanın iç dünyasının, dışına yansıdığına inanılmaktadır. Bu konu ile bu Nafs
Nişaburi “Dış terbiyedeki güzellik iç terbiyedeki güzelliğin aynasıdır”
demiştir.[74]
Kıyafet
ilminin oluşumuna ve gelişimine bakınca, Grek kültüründen temellerinin oluştuğu
ve yaygınlaştığı görülmektedir. İslam kültürüne, Batı’dan giren kıyafet ilmi,
İslam kültürü ile yoğrulmuştur. İslam kültüründe kıyafetnameler ilk olarak,
Arap edebiyatı daha sonraları Fas edebiyatı ve oradan da Türk edebiyatına
yayılmıştır.[75]
Türkçe olarak yazılan ilk kıyafetname Hamdullah Hamdi’nin
Kıyafet-name’sidir. Ayrıca Bedr-i Dilşad bin Muhhammed Oruç’un, XV. yy’da
kaleme aldığı ve Sultan
Murat’a
atfettiği Muradname kitabınında da kıyafetnameden bahsetmiştir.[76]
Kıyafetnamelerde
vücut uzuvlarının şekillerine göre yorumlar çıkarılmıştır. Uzunluk, kısalık,
kalınlık, incelik, düz ve yuvarlak biçimlerine ve renklerine göre kişilikler
yorumlanmıştır. Bu falın yorumlanma şekline örnek olarak kim tarafından
yazıldığı bilinmeyen, Bilal Elbir’in incelediği çalışma gösterilebilir. Eser
Manisa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Geniş alınlı olanların kavgacı, dar
alınlıların cahil olduğu, büyük başı olanların bilge, güçlü insanlar olduğu,
küçük başlı insanların aptal olduğu, yüzünde ben olan insanların kadir kıymet
bildiği, yassı burnu olan insanların şehvetli olduğu, eğri dişli insanların
hilekâr olduğu gibi daha bir sürü özelliğe anlamlar yüklenmiştir.[77] İnsan
vücudunda bulunan her bir uzvun renginden şekline, üstünde ben olup olmamasına,
benlerin yerlerine, etlerin sert ve yumuşak olmasına kadar her durum için
farklı anlamlar yüklenmiştir. Ancak genel olarak bakıldığında kıyafetnamelerin
yorumlama biçimlerinin benzerlik taşıdığı görülmektedir. Benzer anlamlar
yüklenmiştir.
İlm-i Kıyafetin alt dalları İlm-i Sima İlm-,
Hutut ve İlmi-i Kef’tir.
İnsanın
yüzüne bakılarak, onun karakteristik yapısı hakkında anlamlar çıkarma ilmidir.
İnsanların yüz yapılarına göre haklarında çıkarımlarda bulunulmuştur.
Örneğin;
boyu kısa olanların düzenbaz olduğu, burun delikleri büyükse haset, gözleri
küçükse ahlakı zayıf, ağzı yamuk ise yalanı fazla kişi gibi anlamlar
çıkarmışlardır.[78]
Alın
çizgilerine göre gelecek hakkında tahminde bulunma ilmidir.[79]
İnsanın ömrünün kısa ve ya uzun olacağını söyleyen ilimdir.[80]
Avuç
içindeki çizgilerin ve bu çizgilerle alakalı yıldızların yorumlanması ile
bakılan faldır. Her kişinin el çizgileri şahsına münhasırdır. O yüzden bu
falda, diğer fallardaki gibi genel varsayımlar yapılamaz. Önceden elde edilen,
ulaşılan çıkarımlar bu fal için kullanılmaz. Bu yüzden bu fala insanlar daha
çok ilgi duymaktadır.[81] Günümüzde
hala kullanılan ve varlığını sürdüren fal çeşitlerindendir.
İyafe,
kuşların uçmalarına, bir yere konmalarına, ötmelerine, yükselme alçalma gibi
hareketlerine anlamlar yüklenerek gelecek ile ilgili tahminde bulunmaktadır. Bu
fala iyafe, tayra veya zecr isimler verilmektedir.[82]
Sadece kuşların uçuşlarına göre bakılan fala tayre denir. Bu fal çeşitinde
kuşun önce uçması sağlanır sonra kuşun yaptıklarına göre yorumlar yapılırdı.
İyafe ve animizm arasında bağlantı olduğunu söyleyebiliriz. İyafede kuşların
uçması ve Araplarda ölenin ruhunun kuş biçiminde mezarının çevresinde uçması
inancı bağdaştırılmıştır. Animizmde olduğu gibi, insan ruhu doğada her canlıda
bulunurdu.[83]
İlm-i
İyafe’ye göre falın uçuş yönüne göre anlamlar çıkarılırdı. Soldan sağa doğru
uçarsa olumlu yorumlanırdı. Tam tersine doğru uçtuğunda olumsuz yorum
yapılırdı. Bu fala hâkim olan kişilerin baktığı gibi herhangibiri de basit
yorumlar çıkarabilirdi. Halk, ava çıkmadan önce kuşun uçuşuna göre avın
sonucunu tahmin ederlerdi. Bu fal ile uğraşan kişiler kuşların her haline göre
anlamlar çıkarmaktalardı. Hatta kuşların görünümü, ötüşünden, iç
organlanlarında oluşan çizgilerden ve neye konduklarından bile anlamlar
çıkarmaktalardı. Örneğin; kuru bir dala tünemişse veya kuş ötmezse kötü manalar
yüklenirdi.[84]
Koyun
kemiğinden bakılan faldır. Kemikteki çizgilere ve renklere göre anlamlar
çıkarılmaktadır. “Kitfe falına göre siyah renkli çizginin dar olması,
kıtlığa; yeşil renkli çizgi, bolluğa ve ucuzluğa; kırmızı renkli çizgi, kavga
veya kan döküleceğine; sarı renkli çizgi ise hastalığa işarettir. ”[85]
Bu
fal çeşidinde geleceği öğrenmek için suya, küreye ya da güneşe bakılarak
tahminlerde bulunulurdu.[86]
Tahminlerde bulunulması bakımından kehanete benzetilebilir. Araplarda bu falı
bakana arraf denilmektedir. Çeşitli şekillerde bakılma yöntemleri vardır.
Bunlardan biri de var olan durumlardan hareketle gelecek hakkında tahminlerde
bulunmaktır.[87]
Kehanet,
gelecek hakkında tahminlerde bulunmadır. Bu işi yapanlara kâhin denmektedir.
Kehaneti bir fal çeşidi olarak kabul etmemize rağmen faldan ayıran özellikleri
vardır. Falda belirli bir yöntem üzerinden belirli yorumlar yapılırken,
kehanette birçok durumdan birçok farklı sonuç çıkarılabilmektedir.
Direkt
olarak Kur’an kullanılarak bakılan fal çeşididir. Kur’an’dan sayfa açılır ve
açılan sayfa veya sayfadaki harfler yorumlanarak bakılır. Bu fal çeşidinde tek
harfle yorumlamanın dışında birden fazla harfle yorumlama şekilleri de vardır.[88] Tefe’ül’de
bulunma Kur’an’da herhangi bir sayfanın açılarak yorumlanmasıdır. İran’da
basılan Kur’an’ların arkasında falnameler bulunmaktadır.[89]
“Tefe'ül: ( a.i. fâl’den. c. tefe ’ ülât) 1. fal açma, fala bakma 2. hayra
yorma, uur sayma. Tefe’ülât: ( a.i tefe’ülün c.) 1. fal açmalar, fala bakmalar
2. hayra yormalar, uğur saymak”8 Kur’an falının bilinen bir
diğer adı da Danyal falıdır. Hz. Danyal’ı bu işin piri yaparak geçerliliğini
arttırmışlardır. Hz. Danyal hakkında yapılan bazı açıklamalar vardır. Ahd-i
Atîk’te isminden Dânîel olarak bahsedilmiştir. Ahd-i Atîk’te kendisine ve üç
arkadaşına bahşedilen yetenekten bahsedilmektedir. Bütün kitap ve olağanüstü
durumları anlayabilme yeteneği ve zekâsını bahşeder. Ayrıca Dânyâl’e tüm
rüyaları yorumlayabilme yeteneği verir.[90]
[91] Hayatını
Bâbil’de sürdüren Hz. Dânyâl’ın bir kuyusu bulunmaktadır. Bu kuyunun hikmeti
şudur; Hz. Âdem bilinmez sırlarını kuyuya bırakmıştır. Hz. Dânyâl o sırları
oradan almıştır. Bu yüzden bu tür eserler ona atfedilir. Ayrıca remil ilmini
kendisinin keşfettiği düşünülmektedir.[92]
Bu anlatının ışığında falnamelerin çoğu Hz. Danyal’a dayandırılmıştır.
İlm-i
tefe’ül’e zıt olarak il-mi teşe’üm vardır. Tam tersi olarak bu ilimde kötü
anlama yorma uğursuz manalar yükleme[93]
vardır. “Bu türde kurt veya çakal uluması, köpek havlaması, kedi
miyavlaması, karganın ötmesi, evin bacasına baykuş konması, haftanın belli
günlerinde yolculuğa çıkmak, merdiven altından geçmek gibi şeyler bir şekilde
uğursuzluk alameti sayılmış olmakla, ilm-i tefe ’ül karşıtı bir görüntü
içerisindedir. ”[94]
Diğer
fal çeşitlerinde olduğu gibi Kur’an falı da ilim sayılmıştır. İlm-i Remil’e
bakana remmal denilmiştir. Eskiden kum üstünde bakılırdı sonradan ise tahta
üstünde bakılmıştır. Remil bakmanın birçok çeşidi vardır. En bilinen çeşidi,
dörtlü kısımlara bölünmüş 16 satırdan meydana gelmektedir. Dörtlülerde,
satırlara on beş veya otuz arasında nokta konulması gerekmektedir. Remmal fal
esnasında bunu tahmini olarak ayarlamaktadır. Her dörtlükteki satırlar bir
önceki satırdan uzun olmalıdır.[95] Diğer
bakılma şeklinde önce abdest alınır. Üç defa İhlas suresi okunur ve fal duası
yapılır. Kur’an’dan rastgele bir sayfa açılır. Yedinci satırdan görünen ilk
harf alınır ve fal cetvelinden karşılığına bakılır. Diğer bir yöntem de Kur’an
açılır ve sağ kısımda kaç adet Allah varsa sayılır. Sol kısımdan çıkan sayı
kadar satır sayılır. Çıkan satırdaki harfin anlamı fal cetvelinde bakılır.[96] [97]
İslamiyet’in
yasaklamalarına rağmen Kur’an-ı Kerim’i fal aracı kullanmışlardır. Birçok
Kur’an’ın sonuna, falnameler eklenmiştir. Falnameler, hayra yormak amaçlı
olduğu için İslamiyet’te yasaklanmamıştır. Ancak yine de Kur’an-ı Kerim’i,
hayra yorma amaçlı bile olsa fal için kullanmak, İslami öğretiler ile
çelişmektedir.
Türkler
yıllarca hayvancılıkla uğraşmışlardır. Hayvancılıkla günlük yaşamlarını
sürdürürken ayrıca hayvanların kemikleri ile geleceği öğrenmeye çalışmışlardır.
Falın, yaşam koşullarına ve kültüre göre şekil aldığını görmekteyiz. Kürek
kemiği falı gibi Aşık kemiği falı da yaygın olarak kullanılan bir fal türüdür.
Koyun veya keçi gibi hayvanların arka diz kapağından çıkarılan aşık kemiğinden
bakılan faldır. “Aşık insan ve hayvanın topuk bağlantı ve kemiği demek olup
Arapçası ka’b ve Farsçası bûcul’dur. '”'
Aşık
kemiğinin her dört kısmının farklı isimleri vardır. “Aşık kemiğinin büyüğüne
saka, küçüğüne honek denir. Türkiye ’de ve Türkçe konuşan ülkelerde aşık
kemiğinin üst çukur tarafına yaygın olarak alçı (kazak, say, mire, bal), altına
tokan (kıt, sığa, şek, tala), yan çukuruna çiğ, diğer yanına da tüğ denir.
Kazak Türklerinde aşık kemiğinin büyüğü saka veya topaj, küçüğü de şükimayt
olarak adlandırılır. Aşığın yan yattı durumundaki tümsek tarafına büge, bügenin
karşısındaki çukur tarafına şige, aşığın dik duruşundaki ortası çukur tarafına
alşı, alşının karşısına tayke, uzunlamasına çatalımsı tarafının aşağıya gelmesi
haline ongka, ongkanın karşısına şongka denir. Ongka ve şonkga durumlarına pek
nadir rastlanır ve uğursuzluğuna inanılır. Aşığın alçı tarafındaki burun kısmı
sağa dönük ise ongkay, sola dönük ise solakay denir ki, solakay aşık pek uğurlu
sayılmaz. Ayrıca aşığın alşı tarafı Kan (Han), büğe tarafı Sofu, tayke tarafı
Taz (dazlak) ve şige tarafı Kadın olarak adlandırılır.” Anadolu’ da aşık ile
ilgili isimlendirmelere ilk olarak XV.’da Ebû Bekr-i Tihrani’nin Kitab-ı
Diyarbekiriyye adlı eserinde rastlanılmıştır. [98]
Aşık
kemiği falının temelinde hayvancılıkla geçinen bir toplum vardır. Başka bir
yüzünde ise Şamanizm kalıntıları vardır. Şöyle ki Aşık kemiği falına bakılırken
kemik atılır ve gelen şekline göre tahminde bulunulur.[99]
Şamanizm’de de kemik ruhun bulunduğu yerdir.[100]
Kültürel kalıntılar Orta Asya Türklerinde oldukça fazlaydı. Bu kültürlerde de
gelecekle ilgili tahminler yapılmaktaydı. Aşık kemiği falının da bu kültürler
sonucu ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hem aşık oyunun yaygınlığı[101] hem de
aşık kemiğinin önemli olması[102] bu falın
eski zamanlara ait bir fal olduğunun göstergesidir.
Şamanizm
kalıntılarından olan fal, İslamiyet öncesinde ve sonrasında Türklerin hayatında
hep olmuştur. Hayvan kemikleri ile bakılan kürek kemiği ve aşık kemiği falı
hayatın döngüsünü temsil eder. Ölüm ve tekrar doğmayı simgeleyen bir faldır.
İskelet canlıyı geçmiş ve geleceğe bağlamaktadır.[103]
Yapı olarak atalarından ona kalan özellikleri sonraki topluluklara
yönlendirmektedirler.[104]
Şamanizm’de ruhun kemiklerde bulunduğuna ve kemikler ile yeniden
doğulabileceğine inanılıyordu.[105] Ruhun
kemiklerle yeniden doğacağı inancı Sibirya dışındaki yerlerde de mevcuttu.
Örneğin; Bir Gagauz hikâyesinde, Âdem, farklı kemikleri bir araya getirmiş ve
bunlardan oğullarına eş yaratılması için dualar etmiştir.[106]
Anlaşıldığı gibi kemikler ile yeniden hayata dönme inancı mevcuttu.
Animizm
ve Şamanizm’in kültürel kalıntılarından biri olan Kürek kemiği falı Türkler
arasında çok yaygındır. Kazaklar kürek kemiği falı için keçi ya da tekenin
kemiğinden yararlanırlardı. Bu kemikler ateşe atılıp orada biraz bekletildikten
sonra çıkarılır ve kemikte oluşan çizgilere göre yorumlanırdı. Kapıya sırtı
dönük olarak falcı oturur. Fala baktıktan sonra kemiği arkasındaki kapıya doğru
atar. Eğer kemik kapının üst kısmına çarparsa falcının söylediklerinin hepsi
olacağı anlamına gelir.[107] Oluşan
çizgiler düz tek parça ise yol açık, kesik kesik ise yol kapalı anlamına
gelmektedir.[108] Göçebe
kültüre sahip olan topluluklarda, yaşam biçimlerine göre fal bakma işleri
şekillenmiştir. Bu durum falın bütün yasaklanmalara rağmen yok olmadan günümüze
kadar gelmesini açıklamaktadır. Bulunduğu şartlara ve kültüre göre şekil
değiştirmektedir.
Gökyüzündeki
gizemi, sırrı çözmek için birçok yıldıznameler yazılmıştır. İnsanlar gökyüzünde
kaderlerinin saklandığına inanmışlardır. Yıldızların buna göre sıralandığını ve
mesajlar taşıdığını düşünmüşlerdir. Bunlarla ilgili kitaplar yazmışlardır.
“Mezopotamyalılara göre yıldızlar göğün yazıları idi. Onlar, milletlerin ve
insanların kaderinin orada yazılı olduğuna inandıkları için bu konuda bir yorum
şekli geliştirmişlerdi. [...] Gökyüzü ile yeryüzü olayları arasındaki
münasebetle ilgili müşahadeler astrolojik kodlar halinde belirlenmişti.
İnsanlar hayat olaylarını yorumlamak için bu kodlardan faydalanıyorlardı”.[109]
Seferlerin sonuçlarını, çocuklarının hayırlı olup olmayacağını, bir işe ne
zaman başlayacaklarını, parasal durumlarını, hayatlarında sağlıklarının nasıl
olacağını, ne zaman öleceklerini, kısmetinin açık mı, kapalı mı olduğu, evlilik
hayatlarının nasıl olacağı gibi birçok soruda yıldıznameye başvurmuşlardır.
Yıldızname hesaplamalarını bir kişi yapabilse bile işin erbabı değilse, kendi
sorusunun cevabını alamaz. Bu işin ehli olan, aynı zamanda toplum tarafından
saygı duyulan hocalar tarafından fala bakılırdı.[110]
Çoğu yıldıznamelerde erkek ve kadınların burçları ayrı olarak
sınıflandırılırdı. Bazılarında kadınlarınkinin küçük bir bölümüne yer
verilirken, bazılarında da sadece burçlar başlığı altında geçmektedir. Câfer-i
Sâdık’ın olan Kur’ânâme falı ve falın bakımında yardımcı olan zarın, üzerine
yazılacak olan harfler ve bu harflerin karşılığı olan birleşimlerin sayfalarını
açıklayan bir ek oluşturulmuştur. Yıldızların, hasım-hısım sınırlarında
birbirleri ile ilişkilerine, yıldıznâme metinlerinde, ebced-i kebîr ve ebcedi
sagîr değerlerine yer verilir. Sonrasında fal baktıranın anne ismi ve kendi
isminin karşılığı olan ebced harfleri on ikiye bölünür. Çıkan sayıya göre
kitaptan karşılığındaki sayfa açılır ve o bölüm okunur.[111]
Yıldızname Osmanlı zamanında da önemli bir yere sahiptir. Bu iş ile uğraşanları
saraya görevli olarak almışlardır. Müneccimbaşılık işleri ile uğraşanlar
sarayda önem görmüşlerdir.
İnsanların
geleceği bilme merakı, onları fal işleriyle uğraşmaya itmiştir.[112]
İnsanoğlu geleceği hakkında bilgi edinmek ister ve geleceğinde kötü şeyler
varsa onları engellemek için tedbir almak ister. Olacak olanı bilme isteği
insan için hep olmuştur.[113] Bu
durumun en önemli sonuçlarından biri uğurlu ve uğursuz zamanları öğrenme
isteğidir. Örneğin; Bir yapı yapılırken ilk kazılar uğurlu güne göre atılır.
Padişahlar, cülus dağıtmadan önce uğurlu günlerini belirlerler. Bu günler
dışında iş yapıldığında o işin olumsuz sonuçlanacağı inanışı çok fazladır.
Gün
seçme ilmi, Yıldız ilminin bir koludur. Bu ilimde bir iş için hangi günün ve
hangi saatin uygun olduğuna bakmaktadırlar. Güneşin hangi burçta olduğuna ve
ayın konumuna, güneş ile ayın arasında oluşan geometrik şekillere göre anlamlar
çıkarılırdı. Bu şekillere göre uğurlu ve uğursuz saatler belirlenirdi.[114]
Falı
baktıracak kişi hazırlanan kâğıda zar gibi bir nesneyi atarak ya da gözü kapalı
bir şekilde herhangi bir yere parmağını koyarak falı baktırır. Kâğıtta gelinen
yere göre kitaptan fal yorumlanır.[115]
Tamamen talih ve şansa göre çıkan sonuç yorumlanır.
Türk
boylarında eski dönemlerde, Nevruz’un son Çarşamba’sında gapıpusma, kulağa
dayanma adetleri ile fal bakılmaktadır. Bu falda kapı dinlenir ve duyulan ifade
iyi ise hayırlı, kötü ise hayırsız yorumlanır.[116]
Çalışmamızın
bu kısmından da anlaşılacağı gibi insan vücudunun bütün uzuvlarından
seğirmelerine, kuşların kanat çırpışlarından kemiklerin üstündeki çizgilere,
Kur’anı Kerim’den Yıldıznameye kadar her türlü yöntemle fal bakılmıştır.
İnsanların bu kadar fal çeşidi çıkarmasının sebebi, bir şeylere inanmak
istemesidir. Yaşam koşullarına uygun olarak fal çeşitleri üretmişlerdir.
Fal çeşitleri içinde dinen de yasak olmayan
rüya tabiri, hem toplumda hem de yönetimde en çok başvurulan yöntem olmuştur.
Rüya da bir fal çeşididir. Arapça’da rü’yet yani bakmak kelimesinden oluşmuş
rüya kelimesi uyku sırasında ki görülerdir.[117]
Arapça’da vakıa manasında kullanılan rüya, Osmanlıca’da rüya görmek olarak
kullanılmıştır.[118]
Arapça’da vaka, olay manasında olan kelimenin[119]
Osmanlıca’da rüya olarak kullanılmasının sebebi gelecekle ilgili mesajlar
taşımasıdır.[120]
Rüyaların tabir edilmesinin sebebi olacaklarla ilgili haber verdiği
düşüncesidir. Rüyalar yorumlanırken, Kur’an-ı Kerim gibi İslami temellere
dayandırılarak yorumlanmıştır.[121] Rüyalar,
insanların bilinçaltlarının bilince gösterdiği işaretlerdir.[122] Bu
işaretler kültürel yapıdan etkilenmiştir.[123]
Bu işaretlerin yorumlanmaya başlanması ile gelecekten haberler getirdiğine
inanılmıştır. Rüya insan hayatında önemli bir yere sahiptir. Toplumun büyük
çoğunluğu rüyaları
geleceğin
habercisi olarak görmektedirler. Rüyaların tabir edildiği ve manalarının yazıldığı
eserler insanların ilgisini daha fazla çekmiştir. İslamiyet’te gayb âleminde
bilgi almada rüya yasaklanmamıştır.[124]
Rüya yorumlarında en çok Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in hadislerinden
yararlanılmıştır.[125] Rüya ile
ilgili hadislerde “Salih bir kimsenin gördüğü güzel rüya peygamberliğin kırk
altı bölümünden bir bölümdür.” ve “Ey insanlar! şu biline ki, Müslüman
kimseye gösterilen salih rüya dışında peygamberlik müjdelerinden geriye bir şey
kalmamıştır.” rüyanın gelecekte olacaklar hakkında bilgi verdiğine
inanılmaktadır. Rüya kavramı ayetlerde de çokça karşımıza çıkmaktadır. “Derken çocuk onun çaba ve tasasına ortak
olacak olgunluğa
eriştiğinde,
bunlardan birinde, (Hz. İbrahim) şöyle dedi: “Yavrucuğum! Kendimi rüyada seni
kurban ederken görüyorum; bir bakalım, sen bu işe ne dersin?” (Hz. İsmail)
Babacığım! dedi, Sana emredileni yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın!”[126]
demiştir. Bu ayet ile rüyaların gelecek hakkında mesajlar içerdiğine inanıldığı
anlaşılmaktadır. Öyle ki rüyada gönderilen mesajlara inanılmış ve uygulamaya
geçilmiştir. Rüya ile ilgili başka bir ayet; “Hani bir zamanlar Yusuf
babasına “ey babacığım!” demişti. Ben rüyamda on bir gezegen, bir de Güneşi ve
Ayı gördüm; hepsi de yerlere kapanarak beni saygıyla selamlıyorlardı.”
“(Yakup): “Ey yavrucuğum!” dedi, “Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana karşı
tuzak kurarlar; çünkü şeytan insan soyu için apaçık bir düşmandır! Zira bunun
anlamı, Rabbinin seni seçmesi sana olayların altında yatan gerçeği öğretmesi ve
tıpkı daha önceden ataların İbrahim ve İshak ’a olan nimetini tamamladığı gibi,
sana ve Yakup oğullarına da nimetini tamamlaması demektir. Gerçekten de senin
Rabbin her şeyi bilir, her hükmünde tam isabet eder.”[127]
Bu iki ayette de görüldüğü gibi Kur’an’da rüyalara önemli bir yer verilmiştir.
İslam’ın en önemli kaynağı olan Kur’an’da rüyanın gelecekten haber verdiğine
inanılmaktadır. Böylece yönetim sınıfında ve halk içinde rüya tabiri
onaylanmıştır.
Evliya
Çelebi’nin seyyahlığına başlamasındaki en önemli etken gördüğü rüyadır. Evliya
Çelebi rüyasında Ahi Çelebi Camii’sinde kendisini görür. Caminin içindeki
cemaat peygamberler, evliyalar, ilk inananlardır. Cemaatin arasında Hz.
Muhammed’i (s.a.v.) görür. Ebi Vakkas oğlu Sa’d hemen Evliya Çelebi’yi Hz
Muhammed’in huzuruna götürür. Elini öperken “Şefaat ya Resülallah”
diyeceği yerde “Seyahat ya Resülallah” der. Bunun üzerine Hz. Risalet “Allah’ım,
şefaat, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştırır” der
ardından bütün cemaatle birlikte Fatiha okunur. Evliya Çelebi uyandığında hemen
rüyasını yorumlatır. Rüyada peygamberleri görmesinin her iki dünyada rahatlık
ve mutluluk yaşayacağına işaret olduğu söylenir ayrıca ona dünyayı gezip
tanıtması için görev verildiği söylenir.[128]
Gördüğü bu rüya sonucu seyyah olup gezmeye, gördükleri yerler hakkında notlar
almaya başlar. Kendisine bu görevin verildiğini rüyadaki mesajlardan çıkarır.
Başka bir rüya örneği ise Evliya Çelebi’nin babasının rüyası ile ilgilidir.
Gördüğü rüya ile oğlunun hayatını kurtardığından, Evliya Çelebi’nin
seyahatnamesinde bahsedilmektedir. Rüyasında oğlunun denizde güç halde olduğunu
görür. Gerçekten de o sırada Evliya Çelebi fırtınada denizde günlerce mahsur
kalır. Bu rüya üzerine oğlu için dualar etmeye başlar. Ve bütün evliyalardan,
ermiş kimselerden yardım talebinde bulunur, Kevser suresini bin defa okuyup
uykuya dalar. Rüyasında Çelebi’nin Bursa’da türbesi olan Emir Sultan’dan yardım
ve seyahat dilediğini görür. O gece birçok evliya kimseler Evliya Çelebi için
seyahat izni ister. Daha sonra hep birlikte Fatiha okurlar.[129]
Evliya Çelebi Bursa dönüşü İstanbul’a ailesini ziyarete gelir. Ancak ailesi
Evliya Çelebi’nin o sırada nereden geldiği bilinmemesine rağmen babası, hoş
geldin Bursa seyyahı deyince Evliya Çelebi şaşırır. Bunu nasıl bildiğini
sorunca babası rüyasından bahseder. Bu anlatı ile rüyanın gerçekte olan veya
olacaklarla ilgili gerçek görüler olduğu sonucu çıkmaktadır. Görülen rüyaların
hiçbiri boşverilmemiş ve altlarında yatan anlamlara göre hareket edilmiştir.
Evliya Çelebi’nin gördüğü başka bir rüya onun hacca gitmesine neden olmuştur.
Hac görevini altmışlı yaşlarında yerine getirmiştir. Bir gece rüyasında babası
ve hocası, hacca gitmesi gerektiğini bu görevi yerine getirmesi gerektiğini
söylerler. Bunun üzerine hacca gitmeye karar verir.[130]
İnsanların hayatlarında rüyaların ne kadar önemli dönüm noktalarına vesile
olduğu görülmektedir.
Rüyaların
gerçekliğine inandıkları için, kötü görülen rüyalar sonrası, hayırlara vesile
olması adına yapılan adetler vardır. Örneğin; Evliya Çelebi Balıklava Kalesini
gezmiş ve orada gördüklerini yazdığı sırada uyuyakalır ve çok kötü kâbuslar
görür. Uyandığında rüyasının hayra dönüşmesi için sadaka dağıtır.[131]
Günümüzde de görülen kâbusun suya anlatılması geleneği vardır. Böylece akan
suyun kötülükleri de alıp götüreceğine inanılır.
Büyü, dua aracılığı ile
kişiler üzerinde etki gösteren, istekleri yerine getirmek için yazı veya başka
malzemelerle yapılan, ruhani varlıklar aracılığı ile iyi ya da kötü
tesirlerdir.[132] Büyü
Arapça’da sihir anlamına gelmektedir. Ancak Türkçe’de büyü kelimesini
karşılamamaktadır. Sihir ile büyü farklı şeylerdir. Sihir daha çok illüzyon
iken, büyü doğa üstü varlıkların gücünden yararlanılarak yapılan iyi yada kötü
müdahalelerdir. Önceleri insanlar, ekinlerden iyi ürün alabilmek, yapılan işin
sonuçlanması, evcil hayvanların bereketli olması, şifa bulmak gibi amaçlarla
birçok toplumda büyü yapmaktalardı.[133]
Ancak sonralarda daha çok mal mülk ve aşk için kullanmışlardır.
İnsanlar tarihin her döneminde büyüye
başvurmuşlardır. Olan durumu değiştirmek ya da olacak olana müdahale etmek için
büyüyü kullanmışlardır. Büyü her şeye yapılmaktadır. İnsana, bitkiye, hayvana
veya objeye yapılabilmektedir. Büyü sadece işin ehli kimseler tarafından
yapılabilmektedir. Bu kişilere büyücü, hoca, şeyh denmektedir. Büyüler iyi ve
kötü olarak iki sınıfa ayrılır. Bunlara ak büyü ve kara büyü de denmektedir.
İki çeşit büyünün temelinde de insanların emellerini gerçekleştirmesi vardır.
Ak büyünün gayreti iyleştirme ve korumadır. Günümüzde kullanılan ak büyüler ise
mal mülk ve aşk için yapılmaktadır. Ak büyünün zıttı kara büyüdür. Büyüyü yapan
kara büyücüdür. Büyünün amacı kötülüktür, zarar vermektir.[134]
Kırmızı büyü, kötü amaç ve niyetlere hizmet
eden, kara büyünün bir türüdür. Gerçekçi olduğu kabul edildiğinden, çok tehlikeli
bir uygulama olarak görülmektedir. İnanca göre büyünün işlemi sırasında kan
kullanıldığından şeytani büyü olarak geçmektedir.[135]
Büyüler farklı başlıklarla sınıflandırılsada temelinde hepsinin amacı aydır.
İki
farklı çeşidi bulunmaktadır. Taklit büyüsü ve temas büyüsü olarak ikiye
ayrılır.[136]
Karşıdakine
zarar vermek ya da etkisiz hale getirmek için kullanılan büyülerdir. Kişiyi
anımsatacak şekilde, onun heykeli tahta gibi malzemelerle yapılır ya da resmine
direk olarak yapılır. Bu işlem için vücudundan bir parça kullanılır saçı,
tırnağı gibi. Böylece direk olarak karşıdakine büyünün tesir etmesi beklenir.[137]
Taklit
büyüsünde kullanıldığı şekilde kişinin kullandığı bir eşya, saç veya tırnak
örnekleri ile yapılır. Böylece karşıdaki kişinin eşyası üzerinden büyü ile o
kişiye ulaşılabileceğine inanılır.[138]
Yapan
kişinin maharetleri ile olaylar ve doğa üzerinde etkili güç kullanmasıdır.
Örneğin telepati, hipnotizma gibi yöntemlerle başka yerde olabilme ya da direk
olarak karşıdakinin zihnine ve vücuduna hâkim olma, yönetme şeklinde yapılan
büyülerdir.[139]
Aktif
büyü ile taban tabana zıttır. Koruma amaçlı yapılan büyülerdendir. Nazarlıklar,
muska gibi tılsımlarla karşıdan gelen kötü büyülerden korunmak amaçlanmaktadır.
Burada karşıdakinin iradesine hâkim olma yoktur. Kişinin kendi isteği ile
olabilecek olumsuzluklardan korunma isteği vardır.[140]
Tamamen
karşıdakine zarar verme amaçlı yapılan büyülerdir. Cinler, şeytanlar ve kötü
ruhların iş birliği ile çalışan bir büyücü tarafından yapılır.[141] Ak büyü
ile yapılan uygulamalarda din ve sosyal hayattan pozitif yönde yararlanarak
çalışmalar yapılmıştır. Kara büyü ile ilgili yapılan uygulamalarda tam tersi
mevcuttur. Amaçları doğrultusunda dinin yasaklarına dahi aldırış etmeden
tabiatüstü varlıklar aracılığı ile amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır.”[142]
Ak
büyüde amaç kötülük ve zarar verme odaklı değildir. Yaptıran kişi
karşısındakini kendisine âşık etmek isteyebilir veya kocasını eve bağlamak
isteyebilir.[143] Ancak
amaç olumlu bile görünse karşıdakinin iradesi üzerinde hâkimiyet kurulduğu için
bu büyünün masumiyeti tartışılır. Ak büyünün uygulandığı alanlar şifa bulma,
doğal felaketlerden korunma ve önleme, hanesini, malını, ailesini, hayvanlarını
korumak için yapılmıştır.[144]
İslamiyet
Öncesi Türklerde Fal ve Büyü
İslamiyet Öncesi Türklerde Fal
Şamanizm’den
etkilenen Türklerin hayatında birçok Şamanist gelenek bulunmaktadır. Bunlardan
biri de faldır. Şamanların en kutsal görevinden biri fal bakarak gelecekten
haber vermektir. Türk kültüründe de fal bir hayli önemli yer tutmaktadır.
İslamiyet öncesi Türklerde fal hayatlarının her alanında bulunmaktaydı.
Akınların başarılı olup olmayacağına, kaybolan eşyalarını bulmak için hatta
evlat edinme gibi birçok alanda fal ritüellerine başvururlardı. Ve işlerini
çıkan sonuçlara göre yaparlardı.
Kürek
kemiği falı en yaygın fal çeşitlerinden biriydi. Kazaklar kaybolan, çalınan
şeylerini ve çalanlarını bu fal ile bulurlardı. Kürek falı ile ilgili
Kazakların kültüründe anlatılan bir hikâye vardır. Moğollarla ile Kazaklar
arasında olan bir savaşta Kazaklar mağlup olur. Ancak iki yerde de alanında iyi
olan cavrınşılar vardır. Kürek kemiği falına bakan Kazak cavrınşısı Moğol
atlılarının peşlerinden geldiğini, bu yüzden durmamaları gerektiğini falda
görür ve söyler. Bu sırada Moğol cavrınşısı da Kazakların yollarına devam
ettiklerini fakat onları yakın zamanda yakalayacaklarını görür ve söyler.
Moğolların komutanına atlıların ters yöne dönmelerini emretmelerini söyler.
Hala takip ediliyorlar mı diye cavrınşı kürek kemiğine bakar ve Moğolların
peşlerinden gelmeyip, döndüklerini söyler. Kazaklar peşlerinde kimse olmadığını
zannettiklerinden mola verirler. Moladayken cavrınşıdan tekrar fal açtığında
cavrınşı kürek kemiğini ateşe koyup der ki: “cav car astına catganday,
catagalıp atganday! ” (Düşman yar dibine iniyor, nerdeyse ateş etmek ezere!).
Böyle söyler söylemez Moğollar Kazakların yanı başında biterler. ”143 Bu
anlatılan hikâyeden hareketle Kürek kemiği falına inanıldığı ve önem verildiği
anlaşılmaktadır. Savaş zamanında stratejilerini dahi fala göre yapmaktadırlar.
Türklerde
yakılan kürek kemiğindeki çizgiler ile gelecek hakkında tahminde bulunmaya
yağrıncı denirdi.[145] [146] Kırgız
kültüründe de kürek kemiği falı yer bulmuştur. Kırgızlarda kürek kemiği falına
bakana coorunçu denmektedir. Manas destanında da Manasın yanında bir kürek
kemiği falcısı olduğu anlatılmaktadır. Bu falcının adı Coorunçu Kara Badiş’tir.[147] Manas
destanında Colay Han’ın akın için hazırlanırken, Targıl Taz denilen kemik falı
bakan bir kâhine danışır.[148] Bu olay
Manas Destanı’nda şu şekilde bahsedilmektedir;
“
...
Bu
sefer atlanma
Ata
uğursuz ay imiş
Ere
hayırsız yıl imiş”[149]
Manas Destanı’nda bahsedilen bu fala göre görülüyor ki kâhin, savaşın olumsuz
sonuçlanacağını ve savaşa çıkılmaması gerektiğinden bahsetmektedir. Birçok
devlet yöneticisi fala göre seferlere çıkmıştır.
Kırgızların
Manas Destanı’nda tanrılara sunulan kurban törenlerinde kullanılan etle fal
bakıldığı görülmektedir. Et kaynatılır ve suyun rengine göre fal yorumlanırdı.[150] Bu
faldan destanda şu şekilde bahsedilmektedir;
“...
Kazanı
tez kaynatıp alırsın
Kazanın
üstü köpüklenip kaynarsa
Han
ateken dirilmiş olur
Koyu
koçgul kan çıkarsa
Han
ateken tamamen ölmüş olur”[151]
Suda oluşan renge, köpüğün rengine göre devletin geleceği ile ilgili yorumda
bulunmuşlardır.
Kırım
ve Noğaylar Tatarları ile Başkurtlar topluluklarında da kürek kemiği falına
rastlanmaktadır.[152] XIX
yy’da Kırım’da bulunan papaz Minas Meditsi Nogay falcıları kuzu kürek kemiği
aracılığı ile üzerinde oluşan çizgi ve noktalardan hareketle, fal baktıranın
bir yıl içerisinde neler yaşayabileceğinden bahseder. Başına gelebilecek
felaket ya da iyi olaylar hakkında bilgi verir.[153]
Kafkas
halkında da kürek kemiği falı kullanılmaktadır. Karaçay-Malkar Türkleri, savaşa
çıkmadan önce ya da yağmalama hareketlerinden önce kürek kemiği falına
başvururlardı. Sonucunda başarı çıkar ise bu işlere kalkışırlardı.[154]
Türk
toplumlarının büyük bir kısmında görülen kürek kemiği falının, geçerliliği
kabul edilmiştir. Fala göre günlük yaşayışlarını ya da devlet işlerini
belirlemişlerdir. Bu fal çeşidinin sürekli kullanılması geçerliliğini
göstermektedir.
Türkler
de kullanılan bir diğer fal çeşidi aşık kemiği falıdır. Aşık kemiği falı birçok
Türk topluluğunda yaygındı. Kazak- Kırgızlarda evlat edinme merasimlerinde,
evlat edilen çocuğa asıktı cilik ( aşıklı ilik) verilirdi. Böylece evlat edinme
işlemi tamamlanmış olurdu.[155]
Kazaklarda aşık kemiği zar gibi kullanılarak fal bakılırdı. İlk atışta alşı
gelirse güzel yorumlanırdı. Ancak ilk seferde gelmezse tekrardan atılırdı.
İkinci atışta gelirse normal bir yorum olarak yorumlanırdı. Üçüncü defada
gelirse yorumlanmazdı. Olasılıklar olabileceği için yorum yapılmazdı.[156] Kişi
için atılırsa “alşı düşerse han, ikinci atışta tayke düşerse hanın dazlağı,
üçüncü atışta şige düşerse dazlak hanın karısı imiş denir. Yalnız üç defasında
da büğe düşerse sofunun sofusunun sofusu imiş denir.”[157]
Kazak ve Kırgızlar gelecekte olacakları bilebilmek için her zaman yanlarında
aşık kemiği taşırlardı.[158]
Kıpçak
Türklerinden olan Nogaylar savaş stratejilerini aşık kemiğine göre
belirlemişlerdir. Aşık kemiğini, davulun üstüne atıp alçının gelmesine göre
Kabardın’ın ardından gitmişlerdir. Yine aşık kemiğine göre başka bir savaş
stratejisi belirleme Özbeklerde olmuştur. Özbek hanı Muhammed Şibani Han,
Semerkant’ı Babür’den almadan önce aşık kemiğini atmıştır. “Çek, düşse de
Babırga - Dağ düşse de Babırga- Semerkant’ı ben alsam - Oma düşsün davulga!”
kelimelerini söyleyip aşık kemiğini davulun üzerine atmıştır.[159] Ayrıca
Anadolu’da İlhanlılar döneminde Türk hükümdarlar da savaşa gitmeden önce aşık
kemiği falına bakmışlardır.[160] Örneğin;
Alaeddin Eratna, Çobanlılar ile Sivas-Erzincan arasında Karanbük’te savaşırken
ordusu yenilmeye başlayınca geri çekilir. Daha sonra aşık kemiğini davulun
üzerine atar. Ve aşığın omba gelmesi üzerine savaştan galip geleceği sonucunu
çıkarır. Tekrardan saldırır ve gerçekten de savaşı kazanır.[161]
Uygurlarda
fal yaygınlığı hakkındaki bilgiler Irk Bitig adlı kitapta bahsedilmektedir. 930
senesinde yazılmış bu eserde fal ile ilgili altmış beş paragraf vardır. Her fal
“şöyle biliniz iyidir” veya "şöyle biliniz kötüdür” şeklinde
cümle ile biter ve bu cümlenin öncesinde der kelimesi bulunur. Eserde fal
bölümleri, der kelimesinden önce bulunur.[162]
Bu kitaptan bazı örnekler şu şekildedir;
"24.
Eğer asker sevketmek adlı fal gelirse tabiri şöyledir:
Asker
sevkedilirse, yer delinir;
insan
konuşursa söz tükenir.
Yol
kaybedilirse, ev bulunmaz;
İnsan yanılırsa, iş bitmez. ”[163]
İslamiyet Öncesi Türklerde Büyü
İslamiyet
öncesi inanışlarda büyü, Türk toplumlarında yaygındı. Şamanizm inancını
benimseyen toplumlarda kam aracılığı ile çeşitli büyüler yapılmaktadır.
Türklerin Şamanizm’i benimsemesi ile büyü hayatlarında önemli bir yer tutmaya
başlamıştır.
Divan-ı
Lugat-ı Türk eserinde Türklerde kullanılan büyüler ile ilgili bazı bilgiler
verilmiştir. Arwaş, arwış, arkış, yalwı kelimeleri eserde büyü manasında
kullanılmıştır. Şamanların büyü yapma işine arwaşmak, arwalmak denilmektedir.
Şamanlar
cin çarpması, ya da doğa olaylarını kontrol gibi durumlarda büyüye
başvurmuşlardır. Örneğin; Şamanlar yat denilen taşlar ile doğa olaylarına hâkim
olabilirlerdi. Bununla ilgili Kaşgarlı Mahmut şunları söylemiştir; bu durumun
Türkler arasında sık görüldüğünden bahsetmiştir. Yağma ülkesinde bizzat kendisinin
şahit olduğu bir olaydan bahsetmiştir. Şamanların yaz mevsiminde çıkan bir
yangın için kar yağdırarak söndürdüklerinden bahsetmiştir.[164]
Ayrıca insanlar yel, kovuç ve kovuz’dan yani cin çarpmasından kendilerini
korumak için şamanlara giderlerdi. Oğuzlarda kovuç yerine kovuz
kullanılmaktadır. Yel kovuz bitigi ise, cin çarpmalarına karşı muhafaza için
okuma manasındadır. Cin çarpan kişinin yüzüne soğuk su çarpılır, sonrasında ise
kovuç kovuç denilmektedir. Devamında ise üzerlik ve öd ağacı ile kişi tütsülenirdi.
Kamlar bu büyüsel işlerden sonra örüng denilen ücreti alırlar.[165] Türkler,
Şamanlar olmadan kendileri de bazı büyüler yapmaktalardı. Örneğin; nazara karşı
bahçelere, tarlalara kösgük, abakı denilen korkuluklar dikerlerdi ayrıca
hayvanlarını koruma amaçlı boyunlarına Monçuk denilen aslan tırnağı asılırdı.
Nazar;
Arapça kökenli bir kelimedir. Türkçede bakış, bakma anlamında kullanılmaktadır.
Belirli insanlarda olduğu düşünülen, kıskanarak ya da beğenerek baktıkları
kişilere, konutlara, hatta nesnelere bile zarar verdiğine inandıkları göz
anlamına sahiptir ve kem göz olarak da adlandırılır.[166]
İnsanlardaki
bu enerjinin kıskançlıktan doğduğunu ve bu kötü enerjiyi karşılarındakine
aktararak zarar verdiklerine inanırlar. Gözün yaydığı enerjiden kurtulmak için
yine gözle karşılık vermişlerdir.[167]
Göz şeklinde olan nazarlıkları kullanmışlardır. Nazarlıklarla kötü
enerjilerden, hastalıklardan korunacaklarına inanmışlardır. Anadolu’da halı
kilimlerde kullanılan üçgen figürü, nazar amaçlı kullanılanılmaktadır. Göz figürleri,
geometrik şekillerde, haç ve yıldız biçimlerinde uygulanmaktadır. İnsanlarda
bulunan bu enerjinin, bakış ile karşıdakine çeşitli zararlar vereceğine
inanılmaktadır. Nazarlıklar ile insanların bu enerjiden korunduğuna
inanılmaktadır.[168] En çok
kullanılan motif nazarlık figürleridir.
Kişiyi
nazara karşı muhafaza etmek için tütsü yakılıp “ elemtere fiş/ kem gözlere
şiş/ üzerlik çatlasın/ nazar eden patlasın” şeklinde bir dua edilir.[169] “Nazar
insanı mezara, hayvanı kazana götürür” diye atasözü bile bulunmaktadır.
Nazardan koruyan nazarlıkların birçok çeşidi bulunmaktadır. “Dua yazılı
kâğıtlar, muska, cam, taş ve çeşitli madenler ile çörek otu gibi bitkilerden
veya kaplumbağa kabuğu, kürek kemiği, kurt dişi ya da bazı deniz canlılarının
kabukları gibi hayvanlara ait parçalardan yapılmış olabilir'”[170]'6
Nazardan
korunmak için muska yöntemine başvurma halk arasında oldukça yaygındır.
Muskanın içinde nazardan koruyan dualar olduğuna inanılır. Kişinin bunu üstünde
taşıması istenir. Bazen de yutması, suda bekletip suyunu içmesi de istenir.
Muska, Arapça nüsha manasına gelmektedir.[171]
Nazar boncuğu takıldığı gibi muska yazılması da olukça yaygındır. Bebeğin
alnına kara sürülmesi de Anadolu’da kullanılan bir gelenektir. Böylece bakan
kişinin bütün dikkati alındaki karaya geçer.[172]
Muska motifi Anadolu da eşyalarda oldukça yaygın kullanılmıştır. Halı, kilim
desenlerinde muska figürlerine sıkça rastlanılır.
Türkler
arasında en çok renkli gözlü kişilerin nazarının değeceği inancı vardır. Ahıska
Türkleri arasında nazarı değen insanlar ile ilgili çeşitli inanışlar vardır.
Yaşı ilerlemiş kişilerin nazarının daha çok değeceğine inanırlardı.
İnanışlarına göre yaşlı insanlar meraklarından dolayı daha dikkatli bakar ve
nazarı değer. Her türlü canlıya ve eşyaya nazar değdirebilecek olduklarını
düşünürler. Ayrıca sütten kesilmiş daha sonra tekrar emzirilmiş kişiler ve çok
dikkatli uzun süre bakan kişilerin nazarları değmektedir.[173]
İslamiyet Sonra Türklerde Fal ve Büyü
İslamiyet Sonrası Türklerde Fal
Toplumlar
her dönemde gelecek hakkında bilgiler edinmek istemiştir. İnsanoğlunun merak
duygusu ve geleceğe hâkim olma isteği falı her dönem cazip kılmıştır.
İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra bile fal, toplumda her zaman olmuştur.
İslamiyet’in yasaklamasına ve günah saymasına rağmen hem toplum hem de
yöneticiler arasında yaygın bir şekilde kullanılmıştır. İslamiyet’e göre
geleceği Allah’tan başka kimse bilemez. Geleceği bildiğini söylemek ise Allah’a
şirk koşmaktır. Kur’an-ı Kerim’de fal ile ilgili şöyle bahsedilmiştir; “Ey
iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer
şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[174] Ayrıca
fal ile ilgili hadislerde mevcuttur; “Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in
zevcesi Âişe radiya ’llâhu anhâ’dan rivayet olunduğuna göre Âişe, Resûlullâh
salla’llâhu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işitmiştir: Melekler “Anân’e-ki,
buluttur-inerler de gökte kazâ ve hükmolunan (istikbâle ait) bâzı şeyleri
(kendi aralarında) görüşürler. Bu sırada şeytanlar (bu havâdisi) kulak hırsızlığı
yaparlar. (işittiklerini de) kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle
berâber yüz(lerce) yalan da kendiliklerinden uydururlar.”[175] Bu konu
ile ilgili bi başka hadis; “Cennet’e hesapsız girecek mü’minler efsun
etmeyenler, teşe’üm eylemeyenler, şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden
olduğuna inanmayanlar ve her hususta Allah ’a tevekkül edenlerdir”[176]
şeklindedir. Ancak fal, yasak ve günah olmasına rağmen insanlar merak
duygusunun önüne geçememiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra fal şekil değiştirmiştir.
İslami şartlara göre uygulanmıştır. En yaygını ve en itibar göreni Kur’an
falıdır. İslamiyet falı yasaklamasına rağmen falın yaygın olmasının sebebi hem
halk hem de yöneticiler arasında rağbet görmesidir.
“Hemişe
padişah vü hem veziri
Bu faldan oldılar hep cümle şadi”[177]
Beyitinde de anlaşılacağı gibi hem padişah hem
de vezirler arasında yaygın olmuştur. Ayrıca İslam liderleri de Kur’an falını
desteklemiştir. Şeyhülislam Ebussuud Kur’an’dan fal bakılabileceğini
söylemiştir.[178]
Toplumda
fal bakanlar ve baktıranlar cezalandırılırken, Kur’an falı gibi fallara bakmak
serbest olmuştur. Mesela yıldızlara bakarak gelecekle ilgili tahminde bulunmak,
Allah’ın varlığına şirk koşmak anlamına geldiği için İslamiyet’te
yasaklanmıştır.[179] Dinin
yasaklamalarına rağmen toplumda ve yönetimde fal bakan ve baktıranlar her zaman
olmuştur.
Toplumda
herkes tarafından kabul edilen, geleceğe hâkim olduğu düşünülen kişilere fal
baktırmak için başvurulurdu. Hastalıktan ne zaman kurtulacaklarını, ne zaman
evleneceklerini, o senenin bereketli geçip geçmeyeceğini öğrenmek gibi birçok
nedenlerle fala başvurmuşlardır. Fal çeşitleri arasında yıldızname önemli bir
yere sahiptir. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, yıldızlarda insanların
kaderlerinin yazılı olduğuna inanılırdı. Birçok olay yıldızlara bağlanabilirdi.
Örneğin Hz. Süleyman Saydün Paşa’nın kızı Aline ile evlenir ancak kız hep üzgün
ve mutsuzdur bunu, yıldızı düşük olmasına bağlarlar.[180]
Fala
verilen önem falcıların esnaf sınıfında yer almasından da anlaşılabilir. Ressam
Falcılar Esnafı (Esnaf-ı Falcıyan-ı Musavver) bir asker ve bir dükkândan
oluşmaktadırlar. Falcı Hoca Mehmet Efendi, Mahmut Paşa Çarşısı’nda bir dükkânda
bulunmaktadır. Büyük ve önemli devlet adamlarını, padişahları, önemli seferleri
Ketebeli yazısı ile büyük İstanbul tabağına resmetmişlerdir. Bu resimleri
dükkânının en önemli kısmına koymuşlardır. Bu dükkâna gelen müşterilere bir
akçe karşılığında, resimlerden hareketle yorumda bulunup fal bakmaktadırlar. Bu
resimler arasında Ferhad ve Şirin gibi âşıklar olduğu gibi düşmanlıklar da
bulunmaktaydı.[181] Falcılar
aracılığı ile bakılan fallar dışında türbe, kuyu gibi yerlerde de niyet
tutularak bakılan fallar vardı. Üsküp’te Baba Lokman’nın türbesi bulunmaktadır.
Bu türbede Baba Lokman sayesinde çıkan hayat suyu ve suyun içinde balıklar
bulunmaktadır. Niyeti olan insanlar bu balıklara ekmek atarak, “Eğer benim işim
hayr ile itmâm bulursa bu mâhîler benim bezl etdiğim etmeği tenâvül ede ve illâ
hayr ile işim râst olmazsa ekmeğim yemeyeler” deyip fal bakarlardı. Eğer balık,
ekmeği yerse dilekleri gerçek olurdu.[182]
Bu konu ile ilgili başka bir örnek Eyüp Mezarlığı’ndaki kuyudur. Eyüp
Mezarlığı’nda bir kuyu bulunmaktadır. Bu kuyuya Can Kuyusu denilmiştir.
Sevdiğini veya bir malını kaybeden birisi, abdest alır, iki rekât namaz kılar
ve Fatiha okur. Daha sonra kuyunun içine seslenerek kaybettiği şeyi sorar ve
kuyudan cevap gelir. Hatta rivayetlere göre Evliya Çelebi kuyuya “Osman
dayımız hayatta mı?” diye sorar. Kuyu “Edirne’den un alıyor 15 güne
gelir.’”[183]
Der. Osman dayının 15 gün sonra döndüğü söylenir.
Falı
bir ilim gibi görmede en büyük etkenlerden biri hakkında yazılan falnamelerdir.
Falnameler belirli bir falın nasıl bakılacağını açıklayan kitaplardır. Bakılma
çeşitlerine göre ayrılan falnamelerin birçoğu halkın anlayabileceği sade bir
dille yazılmıştır.
Balıkesir’de
bulunan bir cönkte falname örneği bulunmaktadır. Cönk toplumun kültürel
ögelerini içinde barındırmaktadır. İçeriğinde şiir ağırlıklı olduğu
görülmektedir. Cönk kelimesi, bizim lugatımıza Cava ve Malaya dillerinden geçmiştir.
Ayrıca, aynı anlamda Arapça’da gemi manasına gelen sefine kelimesi de
kullanılmıştır. Bu isimlendirme, cönklerin uzunlamasına bakıldığından ve içinde
farklı şeyler barındırdığından mütevellit gemiye benzetilmektedir. Cönk
yazarları topluma göre eğitim seviyeleri yüksek ya da en basitinden okur-yazar
kimselerdi. Cönklerde saz şairlerinin eserleri ve Türk kültürü hakkında önemli
bilgiler vardır. Cönkte çiçek ve meyve adlarına anlamlar yüklenerek
oluşturulmuş falname mevcuttur. Cönk Molla Davut’un eseri olup 1841-1893
seneleri arasında kaleme alınmıştır. Cönk’ü sırası ile oğlu Ahmet ardından da
torunu Davut tamamlayarak son haline getirmiştir.[184]
Meyveler veya çiçeklere iyi ya da kötü manalar yüklenerek gelecek hakkında
yorumlarda bulunmuşlardır. Bu falnamede otuz bir beyitten oluşan şiirde meyve
ve çiçeklere manalar yüklenmiştir. Bu falnameden bazı kısımlar şu şekildedir;
“Şâha
vireyim işit be hey iki gözüm
Gönlün istemiş senin yaş üzüm
Yemişler
içinde efendim o birdir
senin gönlündeki incirdir
Dost gönderecek meyvalardır
Senin gönlünde meğer ayvadır”13
Cönkte meyve, çiçek ve yemişler beş gruba
ayrılmıştır. Bu gruplar 1, 2, 4, 8 ve 16 rakamlarıyla aşağıdaki gibi
adlandırılmıştır.
“1- Elma - Yaş Üzüm - lynâr - (F)ındık -
(K)uru Üzüm - Leblebî - (K)arpuz -
Kiraz -Helva - Limon - Misk -
Lâle - Ayva - Benefşe - Erguvân
2- Armut - Yaş Üzüm - Bâdem -
lynâr - Kuru Üzüm - Pâlûze - Kiraz - Şeker -
Zerdâlî - Karpûz - Misk -
Reyhân - Hurma - Fıstık - Erguvân
incir
- Ayva - Bâdem - lynâr - Leblebi - Zerdâlî - Kayısı - Kiraz - Helva -
Pâlûze - Misk - Benefşe -
Şeftâlî - Hurma - Erguvân
8- Turunç - Fındık - Kuru Üzüm-
Leblebî- Kay(ı)sı - Bâdem - Kiraz - Gül -
Lâle- Hurma - Nergiz - Benefşe
- Kavun - Fıstık - Erguvân
16- Kavun - Karpuz - Şeker -
Pâlûze - Helvâ - Misk - Anber - Lâle - Nergiz -
Reyhân - Benefşe - Hurma - Gül
- Erguvân.”
Fala baktıracak kişi yukarıdaki kategoriden
birini aklında tutar ve hangi kategoride geçiyorsa fal bakan kişi bunları bulur
ve karşılarındaki rakamları toplar. Çıkan sayı, [185]
şiirdeki satır karşılığına göre yorumlanır.[186]
Bu falnameden hareketle toplumda fal olarak yorumlanabilecek şeylerin çeşitli
olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplumun fala olan merakı hem çeşitli falları hem de
falnameleri oluşturmuştur.
İslamiyet Sonrası Türklerde Büyü
Türkler
İslamiyet’i kabul ettikten sonra eski kültür ve inanışlarını tamamen terk
etmemişlerdir. Kabul ettikleri inanışla bunu harmanlamışlardır. Bunun örneği
olarak büyüyü alabiliriz. İslami şartlara kesinlikle uymayan büyü, hem
insanoğlunun olayları kontrol etme isteği hem de eski yaşam biçiminin bir
kalıntısı olarak günümüze kadar gelmiştir. İslamiyet büyüyü direkt olarak
yasaklamış ve büyü yapanları kâfir olarak saymıştır. İslamiyet’te bununla
ilgili ayet ve hadisler mevcuttur. İnsanı helak eden yedi günahtan birisi
olarak büyü alınmıştır. “1) Allah ’a şirk, 2) Sihir, 3) Allah ’ın katlini
haram kıldığı bir hayatı öldürmek; haklı öldürülen müstesna, 4) Fâiz kazancı
yemek, 5) Yetim malı yemek, 6) Düşmana hücûm sırasında harbten kaçmak, 7)
Zinâdan masûn olup hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlara zinâ isnâd
etmek. ”[187]
Kur’an’da Hz Muhammed’e, Yahudiler
tarafından yapılan kötü büyüden de bahsedilmektedir. Hz. Aişe bu durumu şöyle
rivayet etmiştir: “Bir kere Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e sihir
yapılmıştı. Hatta (şahs-ı Nebevî) bazı işi işlemediği hâlde yaptım sanırdı.
Nihâyet günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra bana: ‘Ey Âişe, bilir
misin? Allah bana kendisinde şifam olan şeyi bildirdi ki: Bana iki kişi geldi
(Cibrîl ve Mîkâil). Bunlardan biri başucumda, öbürüsü de ayakucumda oturdu. Ve
biri öbürüsüne: ‘Bu zatın hastalığı nedir?’ diye sordu. O da, ‘Sihirlenmiştir’
diye cevap verdi. ‘Kim sihir yapmıştı?’ diye suâline öbür melek: ‘Lebîd İbn-i
A’sam!’ diye cevap verdi. Sonra ‘Bu sihir ne ile yapılmıştır?’ diye sordu. O
da: ’Bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı
ile.’ diye cevap verdi. ‘Nerede yapılmıştır?’ suâline de: ‘Zervan kuyusunda. ’
diye cevap verdi. Sonra Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bâzı Ashâb ile
berâber) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde bana: ‘Ey Âişe!
Kuyunun etrâfındaki hurma ağacının uçları şeytan başları gibidir!’ buyurdu.
Bunun üzerine ben: ‘Yâ Resûlu’llâh! Siz o sihiri çıkarıp çözdünüz mü?’ diye
sordum. Resülu’llâh: ‘Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ verdi. Bir de o
sihiri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin şuyûundan endişe ettim.
Sonra, kuyunun kapatılmasını emrettim.’buyurdu.” [188]
Bu anlatıya göre bakıldığında sihri, sihir ile çözmekten kaçınmışlardır. Büyü
ile çözüme ulaştıklarında büyüyü meşrulaştıracaklarından dolayı şifayı
Allah’tan ve dualardan bulmayı desteklemişlerdir.
Büyü ile ilgili başka bir hadis şu
şekildedir; “Cennet’e hesapsız girecek mü’minler efsun etmeyenler, teşe ’üm
eylemeyenler, şifânın (Allah’tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmayanlar
ve her hususta Allah ’a tevekkül edenlerdir.”[189]
Görüldüğü gibi büyük günahlar arasında büyü yer almaktadır. Kaderi değiştirmek
ve Allah’a şirk koşmak anlamına gelmektedir. İslamiyet büyünün varlığını kabul
etmiştir. Böyle bir gücün olduğu kabul edilmiş ama yapanların cehennemlik
olacağı söylenmiştir. Büyünün varlığı kabul edilmiş ancak bu iş ile uğraşmak
yasaklanmıştır. Fakat yine de büyüye maruz kalınır ise bunun çözümünün büyü
değil dua ve Allah’ın şifasına sığınmak olduğu vurgulanmıştır. Büyü,
İslamiyet’te kati suretle yasaklanmıştır. Ancak insanlar dinin bütün
yasaklamalarına rağmen büyüye devam etmişlerdir. Büyüyü bir korunma aracı
olarak görmüşlerdir. Kötü olayları, hastalıkları savurmak için büyüye başvurmuşlardır.
Ancak bunlar daha önceden de bahsettiğimiz ak büyüler ve koruyucu büyüler
kategorisinde yer almaktadır. Bu durumun tam tersi olarak zarar vermek amaçlı
yapılan yani kara büyüler de vardır. Anadolu’da insanlar çeşitli amaçlarla
büyüyü kullanmışlardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir;
Felaketle
sonuçlanan doğa olaylarının zararlarını gidermek için ya da felaketle
sonuçlanabilecek doğa olaylarını önlemek için
Bazı fenalıklardan, çarpılmalardan, art
niyetliliklerden muhafaza için
Bilinmeyeni bilmek, olacağı öğrenmek
Şifa bulmak için[190]
gibi daha bir sürü nedenle büyüye başvurulmuştur.
Büyüyü
yapanlara şeyh, hoca gibi isimler verilmektedir. Büyü çeşitli şekillerde
yapılmaktadır. Saç, tırnak, elbise parçası ile yapıldığı gibi muska, kurşun
dökme, okuma gibi şekillerde de yapılmaktadır. Kurşun dökme bir büyü çeşidi
olarak kabul edilir. İnsanlar işleri ters gidince, hasta olunca ya da nazardan
korunmak için kurşun döktürürlerdi.[191]
Rukye’de büyünün bir çeşidi olarak kabul edilmiştir. Hastalıktan ya da kötü
olaylardan korumak için yapılan işlere rukye denir. Rukye, büyücülerin ve
okumaları, efsundur.[192] Rukye,
doğaüstü güçleri kullanarak bir işi gerçekleştirmedir. Rukye efsunlayarak ve
dua ile olmak üzere iki şekilde yapılır. Efsunlayarak yapılan işler büyüye
girdiği için İslam’da yasaklanmıştır. Kötü amaçlar için kullanılmaktadır. İyi
amaçlar için kullanılanı dua sınıfında yer alır.[193]
Avf b. Malik el-Eşcai’nin rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber’in
rukye hakkında söyledikleri şu şekildedir:
“Biz
Cahiliye ’de rukye yapardık. Daha sonra:
‘Ya
Resulallah, bunun hakkında ne buyurursunuz? ’ diye sorduk. Resulallah:
‘Rukyelerinizi
bana gösteriniz. Şirk olmadığı müddetçe beis yoktur.’ buyurdu.”[194]
Bu hadisten de anlaşıldığı gibi hastalık veya zararlı hayvanlara karşı yapılan
rukye İslam’da büyü olarak alınmamıştır.
Başka
bir büyü inancı olan nazar, önceleri İsabeti-i ayn olarak adlandırılmaktaydı.
Günümüzde nazar değmesi, göz değmesi olarak adlandırılmaktadır. İnsanlarda
olduğuna inanılan, bakışlarla insana, hayvana hatta cansız varlıklara verilen
zararlardır.[195] Nazar
çok beğenilen, imrenilen şeylere değmektedir. Nazardan korunmak için çeşitli
önlemler alınmıştır. Bunlardan biri de nazar muskası hazırlamaktır. Bir kâğıda
hoca tarafından dua yazılır. Yedi kat naylona sarılıp, bir bez ile üçgen şekli
verilir. Boyunda ya da vücudun sağ yanında taşınır. Başka bir yöntem de yapılan
muskanın bahçeye gömülmesi ve ya su dolu bir bardakta bekletilip daha sonra o
suyun içilmesidir. Nazardan korunmak için kullanılan diğer yollardan biri de
nazarlıktır. Nazarlıklar; nazar boncuğu, el şekli, nal, kaplumbağa kabuğu,
delikli taş, civa, yumurta kabuğu gibi birçok şekildedir. Bu nazarlıkların
üstte taşınarak ya da evde bulundurularak nazardan koruduğuna inanılmaktadır.
Nazardan kurtulmak için büyüsel ritüeller yapılmaktadır. Kurşun döktürme, köz
söndürme, tütsü yakma, tuz gezdirme gibi büyüsel adetler vardır. Köz söndürmede
eve gelen kişiler arasında kimlerden şüphelenilirse tek tek isimleri söylenirken,
her biri için ayrı köz suya atılırdı. Hangisinin ismi söylenirken cızırtı
çıkarsa ya da kömür dibe çökerse onun nazar değdirdiği düşünülürdü. Kurşun
dökmede kurşun dualar ile bir suya dökülürdü. O sırada kurşun dökülen kişi
tülbent altında oturur. Kurşun soğuyup çıkan şekillere göre nazar değdiren
kişinin hem cinsiyeti hem de fiziksel özellikleri söylenirdi. Tütsü yakmada ada
çayı, çörek otu gibi otlar yakılarak tütsü ile nazarın dağıtıldığına
inanılırdı. Tuz gezdirmede ise bir kişi eline aldığı tuza bir kere Fatiha üç
kere İhlas okur ve tuzu nazarı değdirenin başında gezdirirlerdi.[196] Görüldüğü
gibi nazara inanma sonucunda, nazardan korunmak için ya da nazardan kurtulmak
için büyüsel işlere başvurulmuştur. Hz. Muhammed’in “Nazar’dan Allah ’a
sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir.” Sözünden de anlaşıldığı gibi
İslam nazarı kabul etmiş ancak nazardan sakınmak için ya da kurtulmak için
yapılan ritüelleri kabul etmemiştir.
Hz. Muhammed’in “Sihirbaza
tatbik edilecek had cezası, kılıçla vurmaktır.” hadisinden de anlaşıldığı
üzere İslam’da büyünün cezası çok büyüktür. Ancak İslam’ın bütün
yasaklamalarına rağmen büyü varlığını sürdürmüştür. Çoğu büyü günlük hayatta
adet haline gelmiştir. İnsanoğlunun olaylara hakim olma isteği ve geleceği
değiştirme çabası oldukça, büyü bütün yasaklamalara rağmen varlığını
sürdürecektir.
Falnameler,
fallara duyulan ilginin sonucunda ortaya çıkmışlardır. Falnameler, falların
nasıl bakılacağını aşama aşama anlatmaktadırlar. Falname örneklerinin
çeşitliliğne bakıldığında, her şeyin fal aracı olarak kullanıldığı
görülmektedir. Falnamelerin temelinde, hayra yorma bulunmaktadır.[197]
Türkler’de yaygın olarak kullanılan fal, İslamiyet’te ve Kur’an’da karşımıza
hayra yorma olarak çıkmaktadır.[198] [199] “İslâmda
teşe’üm yoktur, en hayırlısı tefe’üldür, tefe’ül sizden birinizin duyduğu güzel
sözdür”191 anlaşılacağı gibi, İslamiyet’te hayra yorma amaçlı
faldan bahsedilmiştir. Bu destekleyen başka bir örnek ise şu şekildedir; “Hz.
Muhammed, iyiliğe işaret eden alâmetlere dikkat edilmesini öğüt eder; böyle
hayırlı alâmetler için fal tedbirini kullanır ve bu kelimeyi tesadüfen işitilen
her iyi söze işaret olarak izah ve bu alametlerin kabulünü tavsiye edermiş”.[200] Ayrıca
falnamelerin girişinde bulunan “Gaybı ancak Allah bilir” cümlesi ile
amacın sadece tefe’ül olduğu vurgulanmak istenmiştir. Besmele ile başlanması,
çeşitli dualar okunması ve abdest alınması da bu işin caiz kılınması için
yapılmıştır.[201]
Yıldıznâme,
tefe’ülnâme, hurşidnâme, ihtilâcnâme ve kıyafetname gibi fal kitaplarının genel
adı falnamedir. Bu falnameler farklı çeşitlerde bakılmakta ve farklı yorumları
bulunmaktadır.[202]
Gökyüzündeki gizemi çözmek için birçok
yıldıznameler yazılmıştır. İnsanlar gökyüzünde kaderlerinin yazıldığına
inanmışlardır. Yıldızların buna göre dizildiğini ve mesajlar taşıdığını
düşünmüşlerdir. Bunlarla ilgili kitaplar yazmışlardır. “Mezopotamyalılara göre
yıldızlar gökyüzünün yazarlarıydılar. Yıldızlarda
insanların
kaderleri yazılıdır ve bunu yorumlamak için kodlar oluşturmuşlardır. Bu kodlar
aracılığı ile insanların kaderleri hakkında yorumlar yapmışlardır.[203]
Seferlerin başarılı olup olmayacağı, çocuklarının hayırlı olup olmayacağı, bir
işe başlanıp başlanamayacağı, maddi durumunun nasıl olacağı nasıl hastalıklar
yaşayacağı, hangi yaşlarda ölümle karşılaşabileceği, kısmetinin bağlı mı
olduğu, hayırlı evlilik yapabilecek mi gibi birçok soruda yıldıznameye
başvurmuşlardır. Yıldızname hesaplamalarını bir kişi yapabilse bile işin üstadı
değilse, kendi sorusunun cevabını alamaz. Bu işin ehli, aynı zamanda toplum
tarafından saygı duyulan hocalar tarafından bakılır[204]
çoğu yıldıznamelerde erkek ve kadınların burçları ayrı olarak sınıflandırılır.
Bazılarında kadınlarınkinin küçük bir bölümüne yer verilirken, bazılarında da
sadece burçlar başlığı altında geçmektedir. Câfer-i Sâdık’ın eseri olan
Kur’ânâme falı ve falı bakmada kullanılan zarın üstüne yazılacak olan harfler
ve bu harflerin karşılığının hangi sayfalara ait olduğunu gösteren açıklama
koymuşur. Yıldızların, hasım-hısım sınırlarında birbirleriyle ilişkilerinin
olduğu yıldıznâme de ebced-i kebîr ve ebced-i sagîr değeri bulunmaktadır. Falı
baktıranın kendi ismi ve annesinin isminin karşılığı olan ebced harfleri 12’ye
bölünür. Çıkan sayıya göre kitanın o sayfası açılır ve manasına bakılır.[205]
Meyveler, hayvanlar ve peygamberler ile
danışanın sorduklarına cevap veren faldır. Meyve-peygamber yorumlarında,
meyvelerin tadına ve biçimlerine göre yorumlar yapılmıştır. Toplum içindeki
meyvelerin algılanış şekillerine göre, olumlu veya olumsuz anlamlar
yüklenmiştir. Peygamberlerin yaptıklarından ve halkla olan ilişkilerinden
yorumlarda bahsedilmiştir. Hayvanlar için de aynı durum söz konusudur. Toplumun
genel olarak hangi anlamları yüklediklerine göre yorumlar çıkarılmıştır.
Meyveler üzerinden danışıldığında genel olarak sağlık, para, iş, mevki, makam,
seyahatin hayırlı olup olamayacağı, aşk, hasımlar ile ilgili sorular
sorulmaktadır.[206]
Hurşidnâme
yorumlarına örnek olarak; Vişne, Hz. Ali (r.a) birlikteliğinden ulaşılan yorum
şu şekildedir; fal baktıran eğer çocuğu olsun istiyorsa, bu muradına erecektir.
Maddi anlamda istediklerine ulaşacaktır. Allah’ın adını sürekli zikreder ise
istek ve arzularına ulaşacağı nasihat edilir. Hıyar ve Yusuf (a.s)’un
birlikteliğinden şu yorum yapılmaktadır; kişinin, Yusuf ( a.s) gibi güçlü bir
geleceği olacağı ve her türlü işten arkadaşları yardımı ile hayırlısıyla
altından kalkacağı şeklinde yorumlanır. İşinin hayırlı ve mutlu sonla
sonuçlanmasını istiyor ise, Allah’a sığınması gerektiğini nasihat eder. Bakla
ve Hızır (a.s)’ı birleşiminden oluşan fal şu şekilde yorumlanmıştır; kişinin,
hasımlarının çok olduğu ve arzuladığı şeye ulaşamayacağı, sıkıntı ve
talihsizlik şeklinde yorumlanmıştır. Kişinin, isteklerinden vazgeçmesi ve
sabırla beklemesi nasihat edilir.[207]
Tefe’ül
hayra yorma anlamındadır. İlm-i remil, Yıldız falı, el falı, çiçek falı gibi
fallarda kullanıldığı gibi yaygın olarak falnamelerde de kullanılır. Osmanlı
şairlerinin kullandığı yöntem olan tefe’ül’de Kur’an-ı Kerim, Mevlana’nın
Mesnevisi, Fuzili, Hayali gibi Osmanlı şairleri ve başka milletten şairlerden
de yararlanmışlardır.[208] Danışan
için şairlerin kitaplarından, tasavvuf kitaplarından ya da Kur’an-ı Kerim’den
herhangi bir sayfa açılarak çıkan paragrafa göre anlam yorumlanır.[209] Örneğin
Haşmet Divanı’nda tarih manzumesinin başlığında, Vezir Ali Paşa için tefe’ül
yapıldığından bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Yâsin Sûresi’nin “Üçüncü
ile aziz kıldık”[210]
ayetinden dolayı üçüncü defa vezir olacağı sonucu çıkarılır. Osmanlı şairleri
tefe’ül için “Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere, Hâfız, Hayâlî, Vecdî, Yunus
Emre, Niyâzî-i Mısrî, Hâfız, Örfî, Fuzûlî, Atâyîgibi şairlerin divanları,
Mevlânâ’nın Mesnevi’si, Sa’dî-i Şîrâzî’nin Gülistân’ı Yazıcızâde Mehmed’in
Muhammediye’si, Ahmed Mürşidî’nin Ahmediye’si, Ahmed Bîcan’ın Envârü’l-Âşıkîn’i
gibi daha çok dinî muhtevalı eserlerden yararlanılmışlardır”.[211] Ayrıca
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde geçen “Bir âdem tefe’ül murâd edinse her
sahîfeyi açdıkca bi- emri Hayy-ı Kadîr hasbihâline münâsib bir şehir ve kurâ ve
kasabâtlar gele ” sözden de anlaşıldığı gibi seyahatname ile tefe’ül
bakılabileceğini söylemiştir.[212]
Tefe’ül,
Kur’an’daki ayet ve surelerin, harf yorumlanması ile yapılmaktadır. Harflere
dayalı tefeülde niyet tutulur ve Kur’an’dan herhangi bir sayfa açılır. Kitabın
sağ tarafında bulunan ayetin ilk harfi, Kur’anda hangi ayete denk geliyor ise o
ayet yorumlanır.[213] Örneğin;
elif harfi sevgilinin boyuna benzetilmiş ve güzel anlamlar yüklenmiştir.
Mutluluk, sevinç, feraha çıkma gibi anlamlar yüklenmiştir. Cem Sultan, falında
elif harfinin çıktığından bahsetmiştir.[214]
Başka bir örnek, dal harfi ile ilgilidir. Ahmet Paşa, açılan falında dal
harfinin geldiğini ve bu harfin, sevgilinin güzel dalgalı saçlarına
benzediğini, bu yüzden dal harfinin anlamının devlet ve mutluluk olduğunu
belirtmiştir. Anlaşıldığı gibi remmalcılar, toplum üzerinde harflerin bıraktığı
izlenimlere göre yorumlarda bulunmuşlardır.[215]
Sure
yorumları ile bakılan tefe’ülde, açılan sayfada çıkan sureye göre yorumlar
yapılmıştır. Örneğin; Cem Sultan’a, sevgilinin yolunda sadakatini bilme
anlamında yorumladığı, İhlas suresi çıkmıştır.[216]
Ayet üzerinden yapılan tefe’ülde de, çıkan ayet üzerinden yorumlamalar
yapılmıştır. Örneğin Ravzî, sevdiği kişi için Kur’an Falı açmıştır. Seyf âyeti
çıkması üzerine aşkına kavuşamayacağı anlamını çıkarır.[217]
Arapça
adı ihtilâcnâme, Türkçe’de adı ise seğirnamedir. İnsan vücudunda oluşan
kasılmalara anlam yüklenmesi ile bakılan fal çeşididir. Eski zamanlardan beri
vücuttaki bu kas hareketlerinin gelecekten haberler taşıdığına inanılmaktadır.[218] Bu
falname ile ilgili bir tanım şu şekildedir; İnsanın vücudunda herhangi bir yer
seğirdiği vakit, gelecek, iş, sağlık ve niyetleri ile ilgili varsayımlarda
bulunmuşlardır.[219] En eski
örneği Uygurlara ait olan seğirname,[220]
firaset ilminin bir uzantısıdır. Mevlâ Ebü’l - Hayr şöyle dedi: “Bu ilim
baştan ayağa insanın organlarının seğirmesinin insanda ilerde ortaya çıkacak
durumları ve şimdiki durumlarını (mallarını) nasıl bildirdiğinden bahseden bir
ilimdi, faydası ve amacı açıktır. Ancak anlamının zayıflığı ve tanıklarının
kapalılığı sebebiyle güvenilmez bir ilimdir. Bu ilim hakkında kısa risaleler
gördüm, fakat bunlar hastayı iyileştirmez ve susuzu sulamaz. Şeyh Dâvûd el
Antâkî tezkiresinde şöyle dedi. Seğirme organın veya bedenin istek dışı
hareketidir, yapanla ilgili bir sebepten olur, bu buhardır, maddi bir sebepten
olur, bu buharlaşmış gıdadır, şekille ilgili bir sebepten olur, bu patlamadır,
doğanın gücü yettiği zaman ortaya çıkar ve seğirme sırasında vücudun durumu
genel ve özel olarak deprem sırasındaki yerin durumu gibidir. ”[221]
Seğirnamelerde tek bir seğirmeye birden fazla anlam yüklenmiş olması
bu duruma olan güvenilirliği sorgulatmaktadır. Yorumcular, seğirnameleri Hz.
Adem’e, Hz. Danyal’a, Ca’fer-i Sâdık’a ve Hz. Zülkarneyn’e dayandırmaları bu
işi daha güvenilir kılmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.[222]
Bu
seğirname ile ilgili daha önceki kısımlarda bir falname örneği belirtmiştik.
Orada tablo halinde vücuttaki seğirmelerin ne anlama geldiği yazmaktadır. İlk
seğirname örneği, 15. yüzyılda Dede Ömer Ruşeni’ye aittir. Ömer Ruşeni,
Gazelin’de vücudundaki seğirmelerin gelecek hakkında nasıl anlamlar
taşıdığından bahsetmiştir.[223] İlk
yazılı örneklerden biri Mehmet Bin Recep’in Nevhatü’l Uşşak isimli eserinde
karşımıza çıkmaktadır.[224]
“Gözüm
seyrerdi kulak çınlar idi
Derunum
içre canım inler idi
Gice
görmüş idim bir korkulu düş
Ki
gelmemiş idi ol düş bana hoş”112 göz
seğirmesinden dolayı olumsuz şeyler olacağı anlamını çıkarmıştır. Eski
zamanlara dayanan seğirnamenin oluşum sebebi insanların bilmediği şeylere
anlamlar yüklemesi idi. Zamanla tıp ve bilimin ilerlemesi ile bu anlam
yüklemeler azalsa bile hala kaybolmamıştır. Günümüzde gözün seğirmesine olumsuz
anlamlar yüklenmektedir. Bu da fal ve geleneğin iç içe geçtiğinin kanıtıdır. Toplumda
gelenek halini alan bazı söylemler ve inanışların fal kökenli olanları
mevcuttur. Bu durumun sebebi ise falın, insanoğlunun doğası gereği tarih
boyunca varlığını sürdürmesidir. Falın, meraklara ve beklentilere cevap
vermesinden dolayı zaman içinde yok olmamış toplumsal sürece adapte olmuş ve
varlığını sürdürmüştür.
İnsanların
dış görünüşlerine göre karakterleri hakkında çıkarımlarda bulunan fal
çeşitlerinin yazıldığı kitaplardır. Bu alanda Türkler tarafından yazılan ilk
kıyafet- name, Bedri Dilşah’ın Murad-namesi’dir.[225]
[226] Bedri
Dilşah, insanların dış görünüşlerinden yararlanarak bir takım hükümlerde
bulunmaktadır. Örneğin; Küçük başlıların aklının az olduğu, gözleri yuvarlak
olanın yalancı olduğu, büyük ağızlıların sözlerinin dinlenmesi gerektiği gibi
çıkarımlarda bulunmuşlardır.[227]
Yusuf Ziya Sümbüllü’nün incelediği,
Muhammed bin Ferhâd’ın, 16. Yüzyıla ait olan ve Fransa Milli Kütüphanesi’nde
bulunan ihtilâçnâmesi ile ilgili bazı örnekler şu şekildedir:[228]
Tablo 2.1. Vücutta bölge bölge oluşan
seğirmelere göre gelecekle ilgili yapılan
tahminler.223
Bir
yerden bir yere gire |
Cemâ’atiyle
sefer iyleye |
Yüce
izzet ve mertebe bula |
Ululuk
bulub muhterem ola |
Şerîf ve devlet
bula |
Başun
ortası seğirse |
Gam
yetişe tiz def ola |
Düşmanı
kahr ola |
Eyü
haber işide |
Birazcık
gam yetişe |
Andan
eylik nakl eyleyeler |
Sağ
gözün köşesi seğirse |
Dostları
azîz duta |
Murâd hasıl olub ferah bula |
Gayet
didârla ferah bula |
Ma’rifet
işide |
Anınçün
hayr söylerler |
Sol gözü tamam
segirse |
Yüce
mertebeye yetişe |
Ferah
ve râhat bula |
Eyü
hayır ide |
Yüce
mertebeye yetişe |
Ululuk
bula |
Alnı
bütün seğirse |
Vâfur mâl bula |
Gamdan
sonra mülki eline gire |
Mâl bula eyü ‘işler göre |
Fena
vâka’dan kurtula |
Gamı
za’il ola |
Ense
seğirse |
Bir haber işide |
Murâd hâsıl ola |
Hayır
haber yetişe |
Konuk
gele |
Mektub
gele |
Sol
gözün kuyruğı seğirse |
Eser, Vatikan Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır.[229] Eserde
vücuttaki seğirmelerin bazıları şu şekilde yorumlanmıştır;
Başın
tepesi seğirir ise şeref-i devlet bula, eğer padişahlığa layık ise padişahlık
bula
Alnın
sol yanı seğirir ise sefere gide, muradına erişe
Sağ
kulağı seğirir ise güzel söz duyacaktır
Sol
gözün aşağı kapağı seğirir ise rahat ola
Beşinci
parmağı seğirir ise saadete erişeceği[230]
Bu seğirname, bir ya da en fazla iki tahminde
bulunmuştur. Bütün vücuttaki kasılmalar en ince ayrıntılarına kadar bölge bölge
incelenmiştir. İnsanlar nedenini bilemediği ve bu yüzden gizemli gelen
durumlara anlamlar yüklemişlerdir. Bunun örneklerinden biri seğirnamelerdir.
Kitâb-ı Segirname ve Billahit Tevfik
Seğirme ile ilgili bilgiler veren başka bir
metin olan, Kitâb-ı Segirname ve Billahit Tevfik, Sivas Ziyabey Yazma Eserler
Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Metinde alışıla gelmişin dışındaki uzuvların
seğirmesinden bahsedilmiştir. (Kulak memesi, kulak içi) Vücudun bütün parçaları
en üstten en alta sırasıyla alınmıştır. Seğirmelerin olumlu ve olumsuz birçok
anlamı vardır. Olumlu tahminler, olumsuz tahminlere göre daha yüksektir.
Metinde insan vücudunda bulunan seğirmelerin anlamları hakkında bazı bilgiler
verilmiştir.[231] “Bir
kişinin başı ortası seğirse, mal ve ululuk bula, padişahlığa layık ise padişah
ola. Başın çepeçevresi seğirse mal, ululuk bula, bir yâd kişinin ucundan şâd
ola. Başın sağ yanı seğirse, bir bölük halk üzere ululuk eyleye. Eğer başın sol
yanı seğirse, mübarek sefer ide, geri tiz gele. Eğer alnı seğirse, işi seferse;
seferi muradınca ola. Eğer alnın sağ yanı seğirse, oğul ucundan, ya bir dost
ucundan iyilik göre. Eğer alnın sol yanı seğirse, istediğin bula. Eğer kafası
seğirse, mal cihetinden biraz kaygı göre. Eğer sağ kulağı seğirse, iyi söz
işite, şâd ola. Eğer sol kulağı seğirse, yavuzluğuna analar. Eğer sağ kulağın
yumuşağı seğirse, bir kimse ile cenk ide kendinin eli üstün ola. Eğer sol
kulağın yumuşağı seğirse, ululuk, beylik bula.”[232]
Eserin yazarı Firdevsi’dir. Eser, Ankara
Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Eser, Firdevsî-i Rumî adı
ile kaydedilmiştir. Falnamede burçlardan bahsedilmiştir. Bahsedilen burçların
bir kısmı şu şekildedir;
el-babü’l-evvel
burc-ı hamel: Koç doğan kişilerin
özelliklerine değinir. Bu burçta doğanlara ebalis isimli cinin musallat
olduğundan bahseder. Nerelerde musallat olacağı, musallat olan kişiyi bu
durumdan kurtarmak için neler yapılması gerektiğinden ve okunması gereken
dualardan bahseder.
el-babü’s-sani
fi beyan-ı tali’-i burc-ı sevr: Boğa
burcundaki kişilerin özelliklerine değinir. Bu burçta doğanlara yeyi bin belil
isimli cinin musallat olduğundan bahseder. Nerelerde musallat olacağı, musallat
olan kişiyi bu durumdan kurtarmak için neler yapılması gerektiğinden ve
okunması gereken dualardan bahseder.
• el-bab’üs-salis yıldızı ‘utarid: İkizler burcunda doğan
kişilerin
özelliklerinden bahseder. Bu burçta
doğanlara cabir bin isimli cinin musallat olduğundan bahseder. Nerelerde
musallat olacağı, musallat olan kişiyi bu durumdan kurtarmak için neler
yapılması gerektiğinden ve okunması gereken dualardan bahseder.[233]
Eserin bir kısmında, Türklerde pek
bilinmeyen on iki hayvanlı takvimden bahsedilmektedir. Yıllara göre coğrafi
olaylardan ve o yıl doğacak kadın ve erkeklerin özelliklerinden
bahsedilmektedir. Yıldızname hesaplamaları için oldukça iyi bir örnektir. Her
yıla bir hayvan ismi verilmiştir. O yıl içinde yıldızların konumuna göre bir
yıl içinde olacakların tahmini belirtilir. Burçlardan farklı olarak o yıl
içinde doğan insanların özellikleri belitilir. “Yıllar fare, öküz, pars,
tavşan, timsahiyılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz” isimleriyle
belirtilmiştir. [234]
Falname Danyal “Aleyhi’s Selam”
Falname Danyal “Aleyhi’s-selâm” eseri,
İsveç Lund Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. İlm-i remil örnek
alınarak yazılmıştır.[235] Remil,
kum üzerine çizgi ve noktalar çizerek bakılan faldır.[236]
İslamiyet öncesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Kâğıt olmadığı için kum
üzerinde bakılmaktadır. Kökeni Hz. İdris ve Hz. Danyal’a bağlanmaktadır.[237]
Remil
falı örnek alınarak oluşturulmuş olduğundan, ilk olarak remile bakılmadan önce
yapılması gerekenlere değinilmesi gerekmektedir. İlk olarak abdest alınır.
Giysiler temiz olmalıdır. Hava bulutlu ve yağmurlu iken remil bakılmaz. Karın
dolu dolu doymuş olmamalıdır. Güneş doğduktan sonra ve öğlen vakti bitiminden
yirmi dakika sonraya kadar bakılması en uygun zamanlar olarak belirlenmiştir.
Diğer zamanlar uğursuz zamanlar olarak sayılmıştır. Bu durumda toplum içinde ki
iş yaparken belirlenen uğurlu saat ve uğursuz saatten kaynaklanmaktadır. Bir
işin hayırla sonuçlanması için uygun zaman diliminin belirlenmesi çok
yaygındır. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi gündelik hayattaki basit işler,
örneğin çamaşır yıkama için bile uygun saat ayarlanırken, bu durum fal için de
geçerlidir. Daha sonra remile bakacak kişi bütün niyet ve odağını bu fala
odaklamalı ve soldan sağa doğru noktalar konulmalıdır. Noktalar koyarken bir
önceki noktanın alt kısmının biraz önüne konularak atılmalıdır. 16 satır
üzerine saymadan atılan noktalar konulur ve noktaların tek ve çift olmalarına
göre fal yorumlanır.[238]
Bu
falnamede Remil falı, on altı farklı şekilden oluşmaktadır. Otuz iki hat ve
otuz iki şekilden oluşmuştur. Her hat, on iki noktaya karşılık gelir. Otuz iki
hattan, altmış dört nokta oluşur. Ayrıca remilin otuz iki noktası da eklenince
doksan altı olur. Remildeki on altı şekil olumlu ve olumsuz anlamlar olarak iki
kısma bölünür. Buna göre yorumlanır.[239]
[240]
Eser
Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu falnamade tek tek harfler
yorumlanmıştır. Her harfin bir yorumu mevuttur. Besmele ile falnamenin giriş
bölümü başlamıştır ve her harf tek tek yazılarak ne anlama geldiği açıklanmıştır.
Falnamade falın nasıl bakılacağı şu şekilde açıklanmıştır. Abdest alınır ve üç
kere Fatiha, bir kere İhlas, yedi kere istiğfar ve yedi kere salavattan okunur.
Sonrasında, “Allahümme inn tevekkeltü ‘aleyke ve veccehtü vechı ileyke ve
tefe’eltü bi- kitabike ’l-kerim ve ’l-furkani’l- ‘azim feerin ma hüve ’l-meknun
fi-sırrıke ’l-mektum fi- ğaybike ’l-mahzün. Allahümme ahric ll ayeten estedillü
biha ‘ala kazaike ve kaderike fi haceti. Allahümme erini ’lhakka fe-etbe‘uhu ve
erini ’l-bâtıla fe-ectenibuhû. Bi- rahmetike ya erhame’rrahimm”23
duası ile Kur’an-ı Kerim açılır. Sağ taraftaki ilk ayettin ilk harfine göre
sonrasında gelecek harflere göre anlamlar çıkarılır.
Çıkan
sonucun olumlu veya olumsuz olacağı harflerin anlamlarına göre belirlenir.
Harflerin bir kısmına olumlu bir kısmı da olumsuz anlamlar yüklenmiştir. “Elif,
Be, Se, Cim, Hı, Dal, Re, Sin, Dad, Zı, Kaf, Lam, Mim, Nun, Vav ve Ye ”
harfleri işlerin hayırlı olacağı, “Te, Ha, Zel, Ze, Şın, Sad, Tı, Ayn, Gayn,
Fe, Kef, He ve Lamelif ” harfleri ise işin olumsuz, hayırsız olacağı
anlamına gelmektedir. Ancak bekler ve dua ederse, sabır gösterirse işinin
olumluya döneceğinin işaretidir.[241]
Bu fal yorumu, tefe’ül nameye bir örnektir.
Bu
falname, gaybtan haber vermek yerine, danışılan işin hayırlı olup olmayacağı
ile ilgili haber vermektedir. Falnamenin yazarı Fedayi’dir. Fedayi yazdığı
eserlerden dinine çok bağlı ve dinin yasakladığı her şeyden uzak duran bir kişi
olduğu bellidir. Ancak bu Kur’an falını yazmasının sebepleri; Kur’an falının
Hz. Ali’ye dayandırılması[242] ve
Şeyhülislam Ebusuud Efendi’nin Kur’an falı ile ilgili “şer’an bir şey lazım
gelmeyeceği”[243]
fetvası üzerine dinen caiz sayılmıştır.
Bu
divanide ki falname Millî Kütüphane’de bulunmaktadır. Falnamede harflerin
anlamlarına göre yorum yapılır. Falname aracılığı ile fal baktıran kişi, işi
ile ilgili olumlu ve olumsuz ne sonuç olacağını merak ediyorsa, ilk önce abdest
almalıdır. Daha sonra Kur’an-ı Kerim-i öpmeli ve bir kere Fatiha, üç kere İhlâs
ve Ayete’l- Kürsî dualarını okur. Hz. Muhammed’e üç kere salavat getirdikten
sonra, danışılan konu düşünülerek Kur’an’dan rastgele bir sayfa açılır. Yedinci
satırdaki ilk harfin anlamına bakılır.[244]
Falname,
Uluborlu Alaaddin Keykubat İlçe Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu falname,
yıldızname kökenli birçok unsuru barındırmaktadır. Kişilerin doğum tarihine
göre yıldızları belirlenip, bu yıldızların hangi burçta olduğu belirlenir.
Hangi peygamberlerin bu burçtan olduğu, bu yıldızın hangi cadı, peri ya da cine
ait olduğu, bu perinin (cadı, cin) zarar verip vermeyeceği ve korunmak için
hangi muskaların yazılması gerektiğine bakılır. Falnamede büyü ve dualar
bulunmaktadır. Ayrıca falnamede uğurlu gün ve aylar belirlenir. Hayatında hangi
tür hastalıklara yakalanacağından, ölümünün ne zaman olacağına kadar, geleceği
ile ilgili birçok tahminde bulunulur. Bu falın da Hz. Danyal’dan geldiği
bahsedilmektedir ve yorumlamada Ca’fer Sadık kaynak olarak gösterilmektedir.[245]
Falname’de fal bakılmadan önce okunması
gereken dualardan bahsedilir. Esere göre ilk önce abdest alınır. Üç defa Fatiha
okunduktan sonra besmele getirilir. Salavat getirilir üç kere ve herhangi bir
sayfa açılarak sağ tarafa bakılır. Yedinci satırdaki ilk harfe bakılır. Ve
çıkan fala göre yorumlama yapılır. Harflerin yorumlarının bazıları şu
şekildedir:
Elif:
Falının
mübarek olduğu, sevincin olacağı yardım geleceği, gam ve kederin dağılacağı
anlamına gelmektedir.
Ba: Makam
mevki kazanacağı anlamındadır.
Ta: Hacca
gitmesi gerektiği anlamına gelmektedir.
Sa:
Ummadığı
yerden mal geleceği anlamına gelmektedir.[246]
Atatürk Üniversitesi
Seyfettin Özege Kitaplığı’nda bulunmaktadır. Tefe’ül amaçlı bakılan falın
aşamaları şu şekildedir; Niyet ettikten sonra, abdest alınır. Bir kere Fatiha,
üç kere İhlâs okunur ve üç kere salavattan sonra “Bismillâhirrahmânirrâhim.
Allahümme innî tevekkeltü aleyke ve teâ’leyte bi-kitabike ’l kerimi fe erini
mâhüvel meknûnu fi sırrıkel meknûnı min havlike. Allahümme entel hakku ve
kavlükel hakku Muhammedün nebiyyüke Sallâllâhu eleyke ve sellim velâ havle velâ
kuvvete illâ billâhilâliyyilâzim” duası okunur. Daha sonra Kur’an-ı Kerim
açılır, ilk sayfanın ilk satırındaki harf ile yedinci satırdaki ilk harfe
bakılır ve harfe göre yorum yapılır. Örneğin; I gelirse sevindirici haber
alacağı. I tekrar gelirse, boşuna emek verdiği. ^ gelirse, bereket. ^ tekrar
gelirse, ululuk ve rızk. o gelirse, rızkının sürekli olacağı. o tekrar gelirse,
niyetine ulaşacağı şeklinde yorumlanmıştır.[247]
Eser,
Balıkesir’de İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.[248]
Falnamede yemiş, çiçek, yiyecek ve kokulardan oluşan bir tablo vardır. Fal
baktıran kişi, zihninde bir yiyecek ismi tutar, fala bakan ise sırası ile bütün
yiyeceklerin ismini okur. Fal baktıranın aklında tuttuğu yiyecek hangi grupta
ise o bölüm işaretlenir ve grupların üstünde bulunan sayılar toplanır. Çıkan
sayı, akılda tutulan şiirin sayısını vermektedir.[249]
Diğer
falnamelerden farklı olarak direkt gelecek hakkında bilgi vermek yerine,
benzetiler ile imalı bir şekilde yaklaşılmıştır. Falnamede, yiyecek ve çiçekler
üzerinden çıkan fallar ve gruplarının bazıları şu şekildedir: “Elma ile
sevgilinin yanağı (1); badem ile gözü (6); incir, fıstık ve kaysı ile dudağı
(4, 10, 14), şeftali ile vuslatı (16), erguvan ile gözyaşı arasında benzerlik
kurulmuştur. ”[250]
Balıkesir’de
bulunan bir cönkte falname örneği bulunmaktadır. Cönklerde, saz şairlerinin
eserleri mevcut olup bunun yanında, Türk kültürü ile alakalı birçok bilgi
bulunmaktadır. Cönkün bir kısmında çiçek ve meyve adlarından bir falname
oluşturulmuştur. Cönk, 1841 ile 1893 seneleri arasında Molla Davut adlı kişi
tarafından yazılmıştır. Cönk’ü sırası ile Molla Davut’un oğlu Ahmet, ondan
sonra da torunu Davut bitirmiş ve son haline getirmiştir.[251]
Meyveler veya çiçeklere iyi ya da kötü manalar dayandırılarak gelecek hakkında
tahminde bulunmaya çalışılmıştır. Bu falnamede, meyve ve çiçeklere yüklenen
manalar aracılığı ile şiir yazılmıştır. Bu falnameden bazı kısımlar şu
şekildedir;
1
“Ah iki gözüm gönlümü alma didim
Tuttuğun
gönlündeki elma didim
2 Kalmasın hatırın dostum tek
dile
Hâtırın
hoş idelim armût ile ”[252]
Cönkte
meyve, çiçek ve yemişler beş gruba ayrılmıştır. Fala baktıracak kişi,
kategoriler halinde yazılı olan meyve, çiçek ve yemiş isimlerinin birini
aklında tutar. Hangi kategoride geçiyorsa, fal bakan kişi bunları bulur ve
karşılarındaki rakamları toplar. Çıkan sayı, şiirdeki satır karşılığına göre
yorumlanır.[253]
Yıldızname
ile benzerlik gösteren Melheme’de, gökyüzü olayları ve doğa olaylarından
yararlanarak gelecek hakkında bilgi veren yazılı eserlerdir.[254] Melheme,
mülhime, mülheme, melhame gibi adlar da verilmektedir. Genellikle Farsça’dan
çevrilmiş olan eserlerdir. Türkçe olan melhemelerin büyük bir kısmı 12 yy.’da
Selçuklularda sarayda müneccimlik yapan Ebu Hübeys’inin, Usulü’l Melâhim adlı
Farsça eserine dayanmaktadır. Milli Kütüphane Yazma Eserler Bölümü’nde
bulunmaktadır. Ay’ın, burçlar üzerindeki konumuna göre yapılması gerekenler
anlatılmaktadır. Bu eser, Manzûme-i Burûc olarak isimlendirilmiştir. Metin,
burçların isimleri ile başlamaktadır. Burçların isimleri “Hamel, Sevr,
Cevza, Seretan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akreb, Kavs, Cedy, Delv, Hüt”
şeklindedir. Eserde, Ay’ın hangi burçta olduğunun nasıl tespit edileceği ve
burçların neler yapmaları gerektiği, nelerden sakınmaları gerektiğinden
bahsedilir. Örneğin; Ay, Hamel (Koç) burcunda ise yolculuk yapmak iyidir.
Ayrıca makam sahibi kişileri görecekleri ve onlardan istekte
bulunabileceklerinden, yeni elbisenin onlara uğur getireceğinden bahseder.
Ancak ev ya da suyolu yapmak isterlerse, bunun uğursuzluk getireceği şeklinde
sırası ile burçlar yorumlanmaktadır.[255]
Gelecekle ilgili haber vermenin başka bir biçimi olan burç yorumu günümüzde
hala kullanılan ve yaygın olan bir yöntemdir. Gökyüzü hareketleri ve doğa
olaylarından yararlanarak gelecek ile ilgili tahminlerde bulunmuşlardır.
24 Divan Şairi Adına Tertip Edilmiş
Bir Kur’a Falnamesi
Falname, Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır. Falnamenin, Abdünnebî ibni Abdülcelîl tarafından yazıldığı
belirtilmektedir. Yirmi dört divan şairinin ismi ve onların isimlerine göre fal
yorumlaması yapılmıştır. Falnamede falın nasıl bakılacağı belirtilmemiştir.
Fala bakmak için tahmin edilen iki yöntem vardır. Kur’a falının bakılma
biçiminden dolayı, bu iki yöntem tahmin edilmektedir. Birinci yöntem, fal
baktıran kişi, bir şairin adını kura ile belirler ve sonrasında zar atar.
Zardaki sayıya göre şairin isminin altında bulunan şiirden bir bent seçilir.
İkinci yöntem ise, fal baktıran kişi neden fala ihtiyaç duyduğunu belirtir. Ve
niyetine göre bir şair seçilir. Zar atılarak çıkan sayıya göre bent bulunur.[256]
Falnamede belirtilen
tablonun bir kısmı ve bentlerin yorumlarının bir kısmı şu şekildedir:
Tablo
2.2. 5 Divan şairinin isimlerine göre düzenlenmiş kur’a falı253
Fal
No |
Şair
Adı |
Konu |
Varak
No |
1 |
Emrî |
Hacca
gitmek |
1b |
2 |
Bâkî |
Düşman(lar)ın
durumu |
2a |
3 |
Cevrî |
Hastanın
durumu |
2b |
4 |
Hayretî |
Ticaret
yapmak |
3a |
5 |
Hayâlî |
Kayıp
insan |
3b |
Falnamede
ilk tutulan niyet hac ile ilgilidir. İlk beş sıradaki bent, hacca
gidilebileceği son bent ise hava durumundan dolayı bunun olamayacağı ile
ilgilidir. İkinci niyette ise, içini temiz tutup, haset duygulardan arınır ise
Allah’ın, fal baktıranı koruyacağı anlatılmıştır. Üçüncü niyette ise, altında
bulunan bentlerin hepsinde hastanın iyi olacağı yönündedir. Dördüncü niyette
ise, ticaretle ilgili bentlerin bir kısmı olumlu bir kısmı ise olumsuzdur.
Beşinci niyette, ise üçüncü bentte kayıp insanın bulunamayacağından
bahsetmiştir. Ancak fala baktıranın umutsuz olmaması için tekrardan fal baktırmasını
yazmıştır.[257]
Falname,
İzmir Milli Kütüphanesi’nde eser bulunmaktadır. Kıyafet-name’nin yazarı belli
değildir.[258] Eserin
içerisinde, yüz ve vücut uzuvlarının şekillerine göre, hatta renklere göre bazı
yorumlar şu şekildedir;
Ağız:
Orta
büyüklükteki ağzın faziletli, dindar, din işleriyle uğraşan ve insani yönü
kuvvetli bir insan olmaya delil olduğu söylenir.(Orta ‘agız salih mütedenni vü
müteşerri ’ olub insaniyeti ziyade olmaga delildir.)
Alın:
Geniş olmakla birlikte üzerinde belirgin
damarların bulunmadığı alının düşmanlığa delil olduğu gibi aynı zamanda da
densizliğe ve tembelliğe delil olduğu söylenir. (Gin alın ki üzerinde uruk
olmaya husumete delildir ve tensizlige ve kahilliğe delildir)
Boy:
Uzun boyun mutluluğa ve mübarek bir
kişiliğe delil olmakla beraber gaflete düşmeye delil olduğu söylenir.(Uzun boy
şadlıga ve mübareklige delildir amma gafletden halidir.)
Et:
Yumuşak etin anlayışlı olmakla birlikte
güzel yaratılışlı olmaya delil olduğu söylenir. (Yumuşak et fehm ve letafet-i
tab’a delildir.)
Yüz:
Ateş renkli kırmızı yüzün deliliğe delil
olduğu söylenir. (Od gibi Kızıl yüzlü çocukluğa delildir ve delülüge delildir.)
”[259]
Hayvanların Dilinden Manzum Bir
Falname
Bu
Falname, Milli Kütüphane’de bulunmaktadır. Eserin adı Fâl-nâme’dir. Falname,
toplamda üç kısımdan oluşmaktadır. Hayvanlar, yıldızlar, Kur’an harfleri ve
peygamber isimlerinden oluşan bölümleri bulunmaktadır.[260]
Falnamede çıkan hayvanlara göre yorumlanan
bazı fallara örnek vermek gerekirse şu şekildedir:
Kerkes
(akbaba; kerkenez), fal baktırana, falın sırrını kimseye söylememesi konusunda
uyarır, ayrıca konu hakkında bir bilgisi olmayan herkesin bir yorum yapacağını
söyler.
Bâz
(doğan), fal baktıranın çözüm sıkıntısının çözümünün, devede olduğunu söyler.
Şâhin,
fal sahibine, kâkumun(kürklü kedi) fal baktıranın fazlaca yeteneği olduğunu
söyler.
Falnamenin, tarihi ve dini karakterler ile
ilgili bölümünde karakterlerin özelliklerine de vurgu yapılmıştır. Bölümden
bazı kısımlar şu şekildedir:
Fil, fal
baktırana, Hz. Âdem’in, ona yol göstereceğini söyler.
Seg (köpek), fal baktırana, falını Hz.
Îdrîs’e sunması durumda sabah akşam fal işine çalışacağını çünkü Hz. Îdrîs’in
okuyan, çalşkan biri olduğunu söyler.
Hûk
(domuz), Hz. Nûh’un, falına göre, fal baktıranın başarılara, ödüllere ve iç huzura
kavuşacağını bildirir. [261]
Falların, hayvanların dilinden söylenmesi,
falnamenin ilgi çekici kısmı olmuştur. Ayrıca fal işinin yaygınlığı ve
çeşitliliğine de örnek olmuştur. Daha öncelerde bahsettiğimiz gibi, çiçek
isimlerinden meyve isimlerine, harflerden surelere, çizgi ve noktalardan şair
isimlerine kadar pek çok şekillerde fal işi yapılmıştır. Fal gündelik hayattın
içinde olduğu kadar, gündelik hayattaki her şey de fal aracı olabilmiştir.
Însanların merak duygusu ve olacakları kontrol etme isteği, insanları fala
yönlendirmiştir. Bu arzdan dolayı çeşitli şekillerde falnameler yazılmıştır.
Falnameler ayrıca yazıldıkları gibi Kur’an-ı Kerim’lerin, bazı edebi ve
tasavvufi eserlerin son kısımlarına eklenmiştir. Fal işi, edebi dünyada da
gündelik hayat kadar etkili olmuştur. Osmanlı şairleri fal bakımını sağlayacak
şiirler yazmışlardır. Osmanlı da halk, aydın sınıf ve saray eşrafında fal
yaygın olarak kullanılmıştır.
OSMANLI DEVLETİ’NDE FAL VE BÜYÜ
Fal,
tarihin her döneminde varlığını sürdürmüştür. İslamiyet’in kabulünden sonra
dindeki yasaklamalara rağmen devam eden fal, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti
zamanında da devam etmiştir. Padişahların çevrelerinde bulunan devlet adamları
ve yönetimleri boyunca bağlı bulundukları tarikatlar, padişahların inanış
biçimlerini şekillendirmiştir. Sarayın yönetim bölümünde, haremde büyü ve fal
işinin yoğunlukta olduğu dönemler olmuştur. Bazı padişahlar falı yasaklamış ve
cezalar uygulamıştır. Bazı padişahlar ise fala göre seferlere çıkmış, devlet
işlerini yönetmişlerdir. Ancak bu çalışmada, padişahların devlet işlerini
yürütürken yararlandıkları falların, Kur’an-ı Kerim’in yasaklamadığı fal
çeşitleri olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmamış olan rüya
tabiri, yıldızname, eyyamname ve İlm-i Remil’den yararlanmışlardır.
Osmanlı
Devleti’nde sefere çıkmadan önce fal baktırma işi oldukça yaygındı. Falda çıkan
sonucun hayırlı olmasına göre sefer hazırlıklarına başlanırdı. Örneğin; Tüm
yıldız fallarında, IV. Murat’ın Yusuf güzelliğinde olduğundan, doğuda ve batıda
adının insanların korkuya neden olacağından bahsedilmektedir. Başka bir örnek
ise, yıldız ilmi ile uğraşan Asumani Dede’nin baktığı faldır. Sultan Selim,
için “Yürü Selim, İsmail ’i imamlar yolunda çıldır çıldır demeden kurban
edip her şeyin gavrına var”[262]
demiştir. Bu fal üzerine Selim Han, Çıldır Ovası’nda düşmanı yener sonrasında
Mısır’ı alır.[263] Falın
sonucunda başarılı olunacağı çıkınca, padişahlar bunun güvencesi ile savaşa
girmektelerdi. Çoğu savaşı da falda çıktığı için mi yoksa inançlarının kuvvetli
olmasından dolayı, falı bir araç olarak kullandıkları için mi kazandıkları
bilinmemektedir. Bilinen şu ki, fal sonucuna göre akınlara çıkmayı doğru
bulmuşlardır.
Açılan
fallar dışında rüya tabirler ile de savaşa gidilmektedir. Yavuz Sultan
Selim’in, Arabistan seferi için bir rüyadan bahsedilir. Bu rüya sonucunda Yavuz
Sultan Selim Mısır’a hareket eder. Rüya hadisesi anlatılırken, Hasan Can’ın
yaşadığı durumdan bahsedilir. Evliya Hasan Can, Sultan Selim’in yakın arkadaşı
ve Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi’nin babasıdır. Evliya Hasan Can, padişahın
yanında gecelerce sohbet etmekteydi. Ancak bir gece yorgunluktan uyuyakalır ve
padişahın yanına gidemez. Sabah padişahın karşısına gelince yorgunluktan dolayı
uyuyakaldığını söyler. Bunun üzerine padişah ne rüya gördüğünü sorar. Ancak
Hasan’nın cevabı hiç rüya görmediği olur. Padişah ise bütün gece uyuduğu halde
nasıl rüya görmediğini, bu durumun garip olduğunu söyler. Daha sonra bir iş
için Kapı-ağası Hasan’ın yanına gönderilir. Ve o sırada Kapı-ağasının
ağlayarak, hazinedâr-başı Mehmed ağa, kilerci-başı ve saray ağası ile
konuştuğunu görür. Onu böyle kederli görünce ailesinden birini vefat ettiğini
düşünerek ne olduğunu sorar. Kapı-ağası gördüğü rüyadan dolayı bu halde olduğunu
söyleyince hemen rüyayı öğrenmek ister. Padişah’ın kendisinden istediği rüya
olarak bunu anlatacağını söyler. Başlarda kapı- ağası kendi rüyasını padişaha
layık görmez ve anlatmak istemez. Ancak Hasan bunun ihanet olacağını söyleyince
anlatmak zorunda kalır.[264] Rüyaya
geçmeden önce buraya kadar ki kısımla ilgili değinilmesi gereken önemli şey,
rüyaya toplumun en başındakiler dâhil, çok önem verdikleridir. Padişahın
ısrarla bir rüya beklemesi ve rüya görmediği için şaşırması bunun en belirgin
örneklerindendir. Kapı-ağasının ise gördüğü rüyanın gelecekten haber verdiğine
inanması üzerine ağlaması, rüyanın gelecekten haber niteliği taşıdığının
toplumda yaygın bir kanı olduğudur.
Hasan
Can Padişah’ın huzuruna çıkıp kendisinin rüya görmediğini ancak Hasan’ın rüya
gördüğünü söyler ve bunun üzerine Kapı-ağası Hasan ağlayarak rüyayı anlatır. "Bu
nice gördüm ki bu eşiğinde oturdığumuz kapuyı acele ve şitâb ile dakk ildiler.
"Ne haber var?" diye ilerü vardum. Gördüm ki kapu bir cüz'îce
açılmış, ol denlü ki taşrası Arab sîmâsmda nûrânî eşhâs ile memlû; elleri
bayraklı ve müsellâh ve mükemmel olup tururlar, ve kapu dibinde dört nûrânî
kimesne turur; ellerinde birer sancak var. Dakk-ı bâb idcııün elinde pâdişâhun
ak sancağı; bana eydiir ki "Bilür misün neye gelmişüz?" Ben dahi
"Buyurun" direnv Didi ki: "Bu gördüğün eşhâs ashâb-ı
Resûlullah'dur salâvatullahi aleyhi ve sela- milıi. Bizi hazreti Resûlullah
göııderüp Selîm Hân'a selâm itdi ve buyurdı ki 'Kalkup gelsün ki Haremeyn
hıdmeti ana buyurıldı'. Ve bu dört kimesne ki görürsin, bu Sıddîk-ı a’zam ve bu
Öıner-i Fârûk ve bu Osmân-ı Zî'n-nûreyn'dür. Ben ki senün ile tekellüm eylerem,
Ali ibni Ebî Tâlib'üm. Var Selîm Hân’a söyle" didi, ve nazarumdan gâib
oldılar." Padişah da ağlayarak rüyayı dinler ve cetleri gibi olamadığı
için böyle bir rüya görüldüğünü söyler. Hızlıca sefer hazırlığına başlar.
Solak-zâde, padişahın sefere çıkmasında Kapı-ağasının rüyasının tesiri
olduğundan bahseder.[265]
Sefere
çıkmalar dışında, gelen saldırılara karşı ya da savaşta müttefik olmadan önce
de falın sonucuna göre hareket etmişlerdir. Örneğin; Sultan Süleyman’ın Mısır
seferine çıktığını duyan Mısır kralı Gavri, şehirdeki tüm remilcilere fal
baktırır. Savaşın sonucunun kötü olduğunu görünce derhal hazırlıklara başlar.[266] Yine
Sultan Süleyman Acem Seferi’ne çıktığında, Akkoyunlu Beylerinden Murat Paşa,
Sultan Süleyman’a yardıma gitmeden önce, Hafız Şirazi Divanı’ndan fal
bakmıştır. Falda şu beyit görünür;
“Duşi
ez Cenâb-ı asafpeyk-i beşâret âmed
Ve
zi hazreti Süleyman usret-i esâret âmed”
(“Gece
Asaf (Hz. Süleyman'ın veziri)'tan müjdeci geldi ve Süleyman Hazretlerinden
eğlence işareti geldi.”)
Bu
fal üzerine Murat Paşa, Sultan Süleyman’a yardıma aceme askerleri ile gider.[267] Savaş
stratejilerinin belirlenmesinde akılcılıktan çok, batıl itikatlar önemli yer
tutmuştur. Elde edilen bilgiler ışığında gaybtan haber almanın doğruluğuna
inanılmıştır. Açılan fallar ile olacak olanın görüldüğüne inanılmış ve aksi
şekilde davranılmamıştır.
Fal
açılan başka bir sefer ise Gilan Şah’ına karşı olan Akkoyunlu beyzadesi Murat
Bey ile ilgilidir. Bu fal da yine Hafız Şirazi Divanı’ndan yararlanılmıştır.
Murat Bey, Horosan taraflarında güvenliğin sağlanması ve savunma için
görevlendirilmiştir. Ancak onlara gelen bilgilere göre, şah yakınlardaydı
üstelik yanında büyük bir ordu bulunmaktaydı. III. Murat’ın yakın zamanda
aralarına katılacağı bilinse bile bütün ordu endişeliydi. O sırada bir hafız “Tanrının
rahmeti üzerinde olsun” diyerek fal açmıştır. Falda;
“Duşi
ez Cenâb-ı asafpeyk-i beşâret âmed
Ve
zi hazreti Süleyman usret-i esâret âmed”
(“Gece
Asaf (Hz. Süleyman'ın veziri)'tan müjdeci geldi ve Süleyman Hazretlerinden
eğlence işareti geldi.”) beyiti çıkar bu beyit
üzerine padişahın yetişeceği inancı artar ve bütün ordunun kendine güveni
gelir. Padişah kısa süre içinde gerçekten de yetişir.[268]
Aynı divaniden çıkan aynı beyit, farklı durumlarda farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Orduların yönetiminde falın ne kadar önemli olduğu
görülmektedir. Toplum içinde fala olan inanç ve falın sonucunun güvenilirliği
oldukça fazlaydı. Yönetim kadrosunun fala olan inancı ile yönetilen toplumda da
fala olan düşkünlük oldukça fazla görülmektedir. Falda çıkan sonucun olumlu
olması ile askerlerin cesaretlenip savaşa bütün güçleriyle dönmesi falın
toplumdaki yerinin önemli bir göstergesidir.
Hem
halk arasında hem de sarayda fal her zaman rağbet görmüştür. Müneccim ve
remilciler, Osmanlı için önemli kazaskerler ile beraber alayda geçerlerdi.
Hatta her padişahın bir müneccimbaşısı olurdu. Bu da Osmanlı’daki statülerinin
göstergesiydi.[269] Ulema
sınıfından olan remilciler esnafı (esnaf-ı remmalan), üç yüz askerden meydana
gelirdi. On beş adet dükkânları vardı. Kazasker alayı sırasında, Kur’an ve
Remil tahtaları ile meydandan remmalce sözcükler söyleyerek geçerlerdi.
Başlarının Hz. Ali olduğunu savunmaktadırlar. Hz. Ali remili ünlüdür.[270] Esnaf
sınıfından olan falcılara devlet tarafından fal bakma ruhsatları verilirdi ve
bu sayede bu işi yapmaktalardı. Gümüş mühür ve tılsım kazıcılar, hastalara,
gençlere, yaşlılara tılsımlar yapmaktalardı. Heykel, mühür üstüne tılsımlar
yapmaktalardır. Talik, nesih, rik’a şeklinde yazmışlardır. Osmanlı, kuyumcu
esnafından sayılırdı.[271] Ressam
falcılar esnafı (Esnaf-ı Falcıyan-ı Musavver) bir asker ve bir dükkândan
oluşmaktadır. Bunlardan biri olan Falcı Hoca Mehmet Efendi, Mahmut Paşa
Çarşısı’nda bir dükkânda bulunmaktadır. Önemli devlet adamlarının, padişahların
ve önemli seferlerin resimlerini Ketebe yazısı ile İstanbul tabaklarının
üzerlerine yapmıştır. Bu resimleri dükkânının en önemli kısmına koymuştur. Bu
dükkâna gelen müşterilere, bir akçe ücret karşılığında resimler üzerinden fal
yorumlardı. Bu resimler arasında Ferhad ve Şirin gibi büyük âşıkların yanı sıra
büyük düşmanlar da vardı.
“Bu
fal ıssına geldi işte ferhâd,
Çalışmakla
olsun sen de dilşad”[272]
gibi şiirleri, resimlere uygun bir şekilde okurdu. Asker alayından resimlerini
halka sergileyerek geçerdi.
Müneccimbaşları
sarayda görev alırlardı hatta Yusuf Paşa, Malta seferi sırasında yanına
Müneccimbaşı Çelebi Efendi’yi, Müneccim Hasan Küfri’yi, Müneccimek Efendi’yi ve
Sedreddinzade’yi almıştır. Bunların hepsi astronomi alanında işinin erbabı
kişilerdi.[273]
Müneccimbaşılarının takvim ve imsakiyeleri hazırlamak, padişaha şahsen takdim
etmek gibi görevleri vardı. Bu işlerin dışında, padişahın cülus dağıtımına,
saray düğünlerine, savaş ve fetihlerin zamanlarına hatta yapıların ilk başlanma
tarihlere karar verirlerdi.[274] Fatih
Sultan Mehmet zamanında yaşamış Tursun Bey’in, Tarih-i Ebü’l-feth adlı eserinde
Fatih’in, Rumeli Hisarı’nı yaptırmadan önce, temelini uğurlu gün ve saate göre
attırdığını belirtmektedir.[275] Fatih
Sultan Mehmet’in döneminde müneccimbaşlarına önem verildiği ile ilgili başka
bir örnek ise; Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Semerkand Rasathanesi müdürlüğü
görevinde olan Ali Kuşci’yi elçilik görevi için İstanbul’a gönderdiği sırada,
Fatih Sultan Mehmet, Ali Kuşçi’nin bilgi ve birikiminden etkilenir. Onun
İstanbul’da kalmasını istemiştir. Ve o dönemde astroloji alanında önemli
ilerlemeler olmuştur.[276] Ayrıca
Sultan II. Beyazıd döneminde müneccim sayılarında, astroloji ilmine ilgi ve
alakada çoğalma olmuştur.[277]
Müceccimler, padişahlar tarafından ahkâm olarak isimlendirilirlerdi.
Astrolojide ahkâm; öngörü, kehanet anlamına gelmektedir. Müneccimler, Fatih
Sultan Mehmet’in İstanbul seferi sonrası sarayda görev almaya başlamışlardır. Sarayda
önemli bir yere sahiptirler. Örneğin; “Sultan Murad-ı kâmran, efser- dih ü
kişver- sitân hem padişah, hem kahraman, sahipkıran u Cem-haşem hatta
Osmanlılarda son Nizip bozgununa kadar savaş zamanlarında müneccimler tayin
edilmiş uzun asırlar boyunca müneccimlik en yüksek âlimler arasında bile
görülmüş, Uluğ Beğ gibi bir matematikçi bile ahkâm-ı nücumla uğraşmıştır. ’”
İlmiye sınıfından olan müneccimbaşıları, müderrislik ve kadılık gibi
mesleklerle de uğraşmışlardır.[278] Bütün
padişahların bu ilme yaklaşımı aynı şekilde olmamıştır. III. Selim, I.
Abdülhamid gibi padişahlar müneccimlikten uzak durmuşlardır. Ancak müneccimler
çoğunlukla itibar görmüşlerdir. Örneğin; III. Mustafa’ya göre Avrupa’nın
gelişmesinin sebebi müneccimlik ile olayları öncesinde bilebilmeleridir. III.
Mustafa’nın bu düşüncesi ile ilgili Fransız bir yazar şöyle demiştir: “Padişah
Fransızların müneccimler vasıtası ile gelecek bütün olayları öğrendiklerine
inanmıştı. Bunun tersine bir türlü kani olmak istemiyordu. Bu kadar acayip
hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar, lakin beyhude yere çalıştım. Gel
gelelim padişah ve vezirlerinin Fransız Krallığının mükemmel müneccimlere malik
olduğuna, olacak her şeyden evvelce haberdar edildiğine samimi bir şekilde
inandıklarını gördüm. ” [279]
Tarihte
büyük devlet adamları ve âlimler, müneccimbaşıları dikkate aldığı gibi rüyaları
da dikkate almıştır. Rüyalara bu kadar önem vermelerinde dönemin İslami
tarikatları ile kurdukları ilişkilerin büyük etkisi vardır. Rüyalara önem veren
İslami tarikatların padişahı desteklemesi, hem devlet yönetiminde hem de
toplumsal yaşamda önemli bir yere sahip olması, rüyaya verilen önemi
arttırmıştır.[280] Yönetimlerini
sağlamlaştırmak ve toplum üzerinde daimi etki sağlamak isteyen padişahlar,
tarikatlar ve şeyhler ile yakın ilişkiler kurmuşlardır. Hatta sarayın kalan
yöneticileri için de bu durum geçerlidir. Osmanlı sultanları klasik dönemde
Halvetilik, Nakşibendilik, Mevlevilik gibi tarikatlarla münasebet kurmuşlardır.[281] Bu
münasebetler sebebi ile tarihte birçok rüya hadisesine rastlanmaktadır.
Rüyalar,
padişahların hayatında önemli yer tutmuşlardır. Yapılar inşa ederken, sefere
çıkarken, saltanatlarının nasıl olacağını öğrenirken, hatta ölüm zamanlarını
bile öğrenmek istediklerinde rüyaya başvurmuşlardır. Rüyanın Osmanlı Devleti’ndeki
yeri yadsınamaz. Daha önceden bahsettiğimiz örnekler bunun kanıtıdır. Öyle ki
Osmanlı Devleti’nin kurulması da bir rüya ile başlar. Sultan Osman, Şeyh
Edebali’nin evinde uykuya dalar. Rüyasında “ Osman Gazi kim uyudı düşinde
gördi kim bu azizlin koynundan bir ay doğar gelür Osman Gazinün koynma girer.
Bu ay kim Osman Gazinün koynına girdügi dernde göbeginden bir ağac biter. Dahı
gölgesi alemi dutar. Gölgesin ün altmda dağlar var. Ve her dağun dibinden sular
çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler
akıdur. Anadan uyhudan uyandı. Sürdi geldi. Şeyhe haber verdi. Şeyh eyidiir:
'Oğul, Osman! Sana muştutuk olsun kim Hak Ta'ala sana ve nesiüne padişahlık
verdi. Mubarek olsun- der. Ve 'benüm kızum Malinın senün helalün oldı' der. Ve
hernandem nikâh edüp kızını Osman Gaziye verdi. ”[282] 600 yıllık hanedanlığın oluşmasının
temellerinde de batıl itikatlar
bulunmaktadır. Devlet yönetiminde rüya
ve fal
unsurlarının
bu kadar etkili olmasının nedeni, devletin kurulmasının temelinde bu işin
olmasıdır. Bir devir kapatıp bir devir açan İstanbul’un fethinde de,
Akşemsettinin rüyası etkili olmuştur. Akşemsettin, İstanbul’u kuşatma sırasında
ölen Hz. Eyüp’ü rüyasında görür. Eyüp, kabrinin yerini Akşemsettin’e söyler.
Akşemseddin, bunun bir işaret olduğunu ve İstanbul’un alınacağı şeklinde tabir
eder.[283]
Fetihlerde, rüyalar haber verici olmuştur. Rüyalarda sırt görmeyi, güç ve
yükleri kaldırma olarak yorumlamışlardır. Fatih Sultan Mehmet rüyasında,
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile güreştiğini ve onu mağlup ettiğini
görmüştür. Bu rüya fetihte başarılı olacağı şeklinde yorumlanmıştır.[284]
Otlukbeli savaşı öncesi mağlubiyete uğrayan Sultan Mehmet, rüyasında Uzun Hasan
ile güreş tuttuklarını görür. Başlarda yenilmek üzere iken yaptığı bir hamle
ile Uzun Hasan’ın göğsüne şiddetli bir yumruk atmıştır. Ve kalbi yerinden çıkıp
yere düşmüştür. Uyandığında bu rüya, bütün ordu arasına yayılır ve herkeste
kazanma umudu oluşur. Gerçekten de ikinci karşılaşmada ordu savaşı kazanır.[285] Burada
da daha önce bahsettiğimiz gibi rüyaların, ordu üzerinde inançları nasıl
şekillendirdiğini görmekteyiz. Ordu, daha öncesinde kaybedilmiş bir savaşa
rağmen, bu görülen rüyanın onları yüreklendirmesi sonucunda kazanacaklarını
bilerek savaşa girip, savaşı kazanmışlardır. Bu rüyalar gerçekten görülmüş mü
yoksa orduyu yüreklendirmek için mi anlatılmıştır bilinmemektedir. Buna benzer
bir başka rüyayı da I. Ahmet görmüştür. I. Ahmet rüyasında, Nemce Kralı ile
güreş tutarken sırtı yere gelir ve mağlup olur. Bu rüya, Avusturya seferinde
başarısız olacağı şeklinde tabir edilir. I. Ahmet birçok kişiye rüyasını
yorumlatmıştır. Ancak yorumların hiçbiri tam anlamıyla içini rahatlatmamıştır.
Rüyasını son olarak Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine yorumlatmıştır. Hüdayi
Hazretleri rüyayı şu şekilde tabir etmiştir: “insan vücudunda en güçlü organ
sırttır. İnsan sırtında en ağır yükleri bile kolayca taşır. Cemâdât arasında
yani cansız varlıklar arasında da en güçlü olan arzdır, yeryüzüdür. İnsandaki
sırt ve arzın birleşmesinden daha büyük bir güç meydana gelir ve bu kuvvet
sayesinde sultanımız bi-iznillah Avusturya kralına ve ordusuna karşı muzaffer
olacaktır, rüyanın manası budur. ”[286]
Bu tabirden sonra Avusturya’ya sefere çıkmış ve Estergon Kalesi alınmıştır.
Ancak rüyanın iki yerde farklı şekillerde yorumlanması, o dönemin devlet
adamlarının padişahları yüreklendirmek için yaptıkları tabirler mi bilinmez.
Osmanlı’nın son dönemlerinden bu konu ile ilgili başka bir örnek, Trablusgarp
Savaşı ile ilgilidir. Trablusgarp Savaşı’ndan nasıl bir sonuçla çıkılacağı
bilinmediği gibi, savaşın öteki Arap topraklarına yayılmasından da
çekiniliyordu. Şeyhülislam Nesip Efendi, gördüğü rüyaya göre İtalyanların
yenileceğini padişaha bildirir.[287] Bu
rüyanın padişaha ulaştırılması, savaşın kazanılacağına olan inancı artırır.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Mısır seferi sırasında saray kapıağasının
gördüğü rüya, seferin başarılı olacağına olan inancı arttırmıştır. Rüyasında
dört halifeyi sancak taşırken görmüştür. Böylece Yavuz Sultan Selim’in savaşı
kazanacağına olan inanç artmıştır.[288]
Fakat rüya görenin, rüyayı doğru aktarması ve rüyanın doğru yorumlanması
önemliydi. Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa bununla ilgili bir rüya anlatır: “Hatta
evvel vakitde sadrazam rüyasında görür ki ayağına yeni çizme giyup giderken
karşısından yedi başlı bir ejder zahir olur ve üzerine yürüyüb sokar ve muabbir
rüya tabircisi Hasan Efendiye tabir ettirir.” Rüyada çizme giymesi sefere
çıkacağı, ejder görmesi ise bu işte başarılı olacağı şeklinde yorumlanır.[289] Ancak
başarı yerine mağlubiyet gelmesi, rüyalara olan güveni sarsmamıştır. Bu tip
durumlarda sorumlu, rüyayı gören kişi tutulmuştur. Yalan rüya anlattığı ya da
yanlış tabir ettirdiği şeklinde düşünülmüştür. Ama asla rüyanın güvenilirliği
sarsılmamıştır. Aslında bir diğer durum da yenilgilerde stratejik hatalar
aramak yerine, rüyaların tabirinin sorumlu tutulmasıydı.
Selim’in
sadrazamlarının tüm karşı çıkmalarına rağmen Kıbrıs’a sefere çıkmasının sebebi
ise yine rüyadır. Rüyasında Hz. Muhammed’in, Sultan Selim’e Kıbrıs’a sefere
çıkması gerektiğini söylemesi, tüm itirazlara rağmen sefere çıkmasına neden
olmuştur.[290] Yıldırım
Beyazid de rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür. Rüyasında kendisinden
istenilenleri yerine getirmiştir. Rüyasında Hz. Muhammed, Kalenderi
Şeyhlerinden Seyyid Ali Sultan ve Seyyid Rüstem Gazi’nin kendi soyundan
olduklarını ve yanlarında kırk kişi ile sefer için yardıma geleceklerini
söylemiştir. Hz. Muhammed, onlara hürmetli davranılmasını istemiştir. Gerçekten
de bu rüya hadisesinden az bir süre sonra yanlarında kırk adam ile gelmişlerdir.
Çok iyi karşılanıp Rumeli gazaları görevlerine getirilmişlerdir.[291] Görülen
bu rüya sonucunda Osmanlı Devleti’nde görev almışlardır.
Savaş
stratejilerinin belirlenmesinde rüya ne denli önemli olduğu görülmektedir.
Sonuç başarısız bile olsa batıl itikatlara olan güven asla sarsılmamış, onun
yerine tabir edende suç bulunmuştur. Önemli seferlerin başlamasında,
ittifakların kurulmasında, savunma durumlarında ve devlet içi
görevlendirmelerde fal açılmış ve sonucuna göre hareket edilmiştir. Yönetimde
bu durumlar asla göz ardı edilmemiştir. Hatta çoğu zaman tam merkezinde
olmuştur.
Devlet İşlerinin Yönetiminde Fal
Osmanlı’da
bir iş yapılmadan önce uğurlu gün ve saate göre yapmak vardı. Bu ilme eyyamname
denilmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu ilme göre yapıtların temel
çalışmaları başlatılır veya padişahların seferleri düzenlenirdi. Bu tip işlerde
gün seçme çok önemliydi. Uğurlu gün ve saate göre yapılmayan işlerin olumsuz
sonuçlanacağı inancı çok fazlaydı. Daha önce de yukarıda bunun örneklerinden
bahsettik, bu örnekler dışında vezirin mührünün verilme tarihi de uğurlu saate
göre ayarlanırdı. Sadrazamların mührü için Müneccimbaşı ve Müneccim-i Sânî’nin
zaman tablosu hazırlamaları esastı.[292]
Başka bir örnek olarak, 1791 yılında Ratip Efendi, Viyana elçisi görevine
getirilir. Ancak müneccime sorduğu zaman, uğurlu günün bir gün sonra olduğunu
öğrenir. Ve bir gün sonra görevinin başına geçmek ister ancak yerine başka biri
göreve getirilir. İşini kaybetmenin nedeni olarak yanlış gün ve saatte göreve
getirilmiş olması düşünülür.[293]
Müneccimler, yapıların inşaatlarının başlanmasında önemli roller oynamışlardır.
Onların belirlediği günde temeller atılmaya başlanmıştır. Örneğin; IV. Mustafa
döneminde olan, Alemdar Mustafa Paşa olayında yanan Bab-ı Ali binasının
tekrardan inşa çalışmalarna başlanması için, müneccimbaşı Mehmet Rakım
Efendi’nin gün belirlemiştir. Yine Mehmet Rakım Efendi’nin belirlediği günde
yanan topçu ocağı yenilenmiştir.[294]
Görüldüğü gibi, Müneccimbaşılarının belirlediği saatlere göre Osmanlı’da
yapılar dikilmiştir. Bu da sosyal hayatta ne kadar önemli bir yere sahip
olduklarının göstergesidir.
Savaşlar
ve fetihlerde Müneccimbaşılarının rolü büyüktü. Uğurlu günde işe başlanması
gerektiği düşüncesi yaygındı. Çünkü savaş ve fetihler hem padişahın
hükümdarlığı hem de halkı üzerindeki saygınlığı için önemliydi. Böylesine
önemli olan bir olayda uğurlu güne göre başlanması gerektiği düşüncesi vardı.
Savaş ve fetihlerle ilgili daha önce bazı örnekler vermiştik. Bunların dışında
1055- 1645 yıllarında yapılan Girit Seferi’ne ne zaman çıkılması gerektiğini
Müneccimbaşı Hüseyin Efendi, Müneccim Hasan Hasan Küfri ve Müneccim Müneccimek
Mehmet Efendi ayarlamıştır.[295]
Uğurlu
saat ve günlerin ayarlanmasının nedeninin temelinde, bir işin hayırlı
sonlanması yatmaktaydı. Hemen her alanda müneccimlik önemli bir yer
bulmaktaydı. Sultan III. Mustafa’nın camisinin yanına medrese inşa etmek için,
uğurlu günü belirlemesinde Müneccimbaşı Fethiyeli Halil Efendi’ye danışmıştır.[296] Ayrıca
devlette çadırın nereye kurulacağının belirlenmesi için de Müneccimlere
başvurulurdu. Çadırın kurulmak istendiği yer mühendis ve müneccimbaşlarının
yardımı ile belirlenir ve temelleri kazılırdı.[297]
Osmanlı’da uygulaması yasak olmayan fal çeşitleri yıldızname, eyyamname, rüya
tabiri, Kur’an falı ve ilm-i firasettir. Hatta 1251 yılında Mehmed Taceddin
Efendi'nin, tahsilinin ilm-i maarif ile firasete müsait olmasına ve yalandan
uzak, düzgün bir kişi olmasından dolayı tarik-i tedrise dâhil olmasına izin
verilmesi istenmiştir.[298]
Devlet
işlerinin yürütülmesinde görülen rüyanın tabiri önemliydi. Rüyaların tabirleri
ile bazı yapılar yapmışlardır. Örneğin; Sultan Beyazıd medrese ve şifahane
kurarken rüyasından etkilenmiştir. Eski İstanbul denilen yerden kaliteli
madenler çıkarılırdı. Sultan Beyazıd-ı Veli çadır kurup uyuduğu esnada
rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür. Hz. Muhammed, bu alana şifahane ve medrese
yaptırmasını istemiştir. Sultan Beyazıd-i Veli buradaki madeni kapattırıp
burada medrese ve şifahane yapmıştır.[299]
Sultan Beyazıd, başka bir rüyasında Şeyh Hazreti Koyun Baba’yı görür. Şeyh
Hazret-i Koyun Baba, Hacı Bektaş-ı Veli’nin mürididir. Önemli bir din adamıdır.
Şeyh Hazret-i Koyun Baba, öldükten sonra Sultan Beyazıd’ın rüyasına girer.
Kendi mezarının üstüne bir türbe, aşevi, misafirhane yaptırmasını ister.
Beyazıd Veli uyandıktan sonra bu istekleri yerine getirir.[300]
Sultan III. Murad, Nalıncı Dedenin Türbesini de gördüğü rüya üzerine inşa eder.
Nalıncı Dede öldüğü gece, Sultan III. Murad’ın rüyasına girer. Cenazesinin
Fatih Camisi’nde kılınmasını ve mezarına türbe yapılmasını ister. Sultan Murad,
uyanınca hemen cenazeyi Fatih Cami’sinde kıldırır. Görülen rüyalar neticesinde
yapılar kurulmuştur. Gördükleri rüyaları dikkate almışlardır. Parasal
kaynaklarını bile kapatıp, üstüne inşaatlar yapmışlardır.
Rüyalar,
padişahların özel hayatlarına yönelik aldıkları kararlarda etkili olmuştur.
Sultan II. Osman, rüyasında Hz. Peygamber’i görmüştür. Padişah tahtında Kur’an
okurken, peygamber Kur’an’ı ve padişahın arkasındaki zırhı alıp padişaha bir
tokat atar. Sultan Osman, uyanınca rüyasının anlamını sordurduğunda hac
görevini yerine getirmesi gerektiği olarak yorumlanır. Vezirleri ise tövbe
etmesi gerektiği anlamına geldiğini söylerler. Sultan, hemen Eyüp’te ataları
için kurban kestirir. Ayrıca Şeyhülislam’ın, padişahların hacca gitme
zorunlulukları yoktur fetvasını parçaladığı şeklinde rivayetler de vardır.[301] Kestiği
kurbanları, ne yazık ki görevlendirdiği kişiler Karagümrük ve şehir
kapılarından maliyetinin altında aldıkları için, satıcıların haram edip beddua
etmelerine sebep olmuştur.[302]
Rüya
tabirlerine göre ölüm zamanlarının yaklaştığını anlayanlar da vardı. Sultan
III. Murad’ın yakını olan Saatçi Hasan bir rüya görür. Bu rüyayı Sultan III.
Murad’a anlatır. Sultan III. Murad bu rüyanın anlamının kendi ölümü olduğunu
anlar. Köşküne gider ve denizi izlerken, iki Mısır gemisi III. Murad’ı
selamlamak amacıyla top atışı yapar. Sultan Murad “Eskiden donanmanın bütün
top ateşleri camları kıramaz iken, şimdi bu kadırgaların top sesiyle
düşüyorlar. Görüyorum ki benim varlığımın köşkü artık harap olmuştur.”
demiş ve ertesi günü III. Murad ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Hastalığı
sırasında saray ahalisi “bazısı düşünde saray bahçesindeki heybetli
ağaçların devrildiğine, bazısı da İstanbul’un ve Osmanlı saygınlığının simgesi
Ayasofya’nın yıkıldığına tanık oldu” gibi sık sık kötü yorumlanacak rüyalar
görülür. Hastalığı ortaya çıkmadan önce rüyasında gören silahdarı Saatçi Hasan
Paşa, İlm-i Nücum ile ilgilenmektedir. Bu rüyayı dönemin önemli bürokrat ve
tarihçisi Mustafa Ali’ye anlatınca tabirinin ölüm olduğunu söyler.
Murad rüyayı
duyunca daha önceden de bahsettiğimiz gibi öleceğini anlar ve köşküne gider.
III. Murad mistik olaylara hayli inanan bir padişahtı. Mustafa Ali bunlardan
kitabı Künhü’l- Ahbar’da bahseder. Ayrıca kitabında III. Murad’ın İlm-i Nücum
ve İlm-i Cifr’e ilgisi olduğundan bahsetmektedir.[303]
Ölüm zamanını baktırdığı bir fal ile öğrenen Mustafa Paşa da bu konu ile ilgili
başka bir örnektir. İkinci vezir Kara Lala Mustafa Paşa, bir gün Ferhad
Paşa’nın çocukları ile sohbet sırasında bir fal açtırdığını ve fal sonucuna
göre on yedi günlük ömrü kaldığını söyler. Ferhad Paşa’nın çocukları niçin bu
tarz fallar baktırdığını sorarlar ve bunlara inanmaması gerektiğini söylerler
ancak bu faldan on yedi gün sonra gayet sağlıklı iken bir anda köşkünde ölür.[304]
Ahmet
Paşa da gördüğü rüya ile yakında öleceğini anlar. Ahmet Paşa, Fatih Cami yanına
Hafız Paşa Camisini yaptırır. Gece uykusunda Fatih Sultan Mehmet’i görür. Fatih
Sultan Mehmet öfkeli bir şekilde kendi cemaatini aldığı için Ahmet Paşa’ya
kızar ve kafasını uçurur. Ahmet Paşa bu rüyadan 70 gün sonra ölür.[305]
Rüyada
peygamber görmek iyi yorumlanmıştır. Ancak rüyalar bir bütün olarak
yorumlandığından, rüyanın tamamı yorumlandığında ölüm vaktinin geldiği sonucu
çıkarılmıştır. Şeyhülislam Zekeriya Efendi de ölüm tarihini gördüğü rüyaya göre
yorumlamıştır. III. Murat döneminde şeyhülislam görevinde bulunan Zekeriya Efendi,
rüyasında Hz. Muhammed’i görmüştür (s.a.v.). Hz. Muhammed, Zekeriya Efendi’ye
kendi tarafında yer göstermiştir. Bu rüyayı gördükten bir süre sonra ölmüştür.[306] Başka
bir rüya ise Şeyhülislam Sun’ullah Efendi’nin gördüğü rüyadır. Rüyasında
gördüklerine göre yakın zamanda öleceğini anlar. Osmanlı Şeyhülislam’ı
Sun’ullah Efendi, Sadrazam Yemişçi Paşa’yı rüyasında görmüştür. Rüyasında
Sun’ullah Efendiyi Hz. Muhammed, Hz. Ali ve diğer sahabeler arasında görmüştür.
Bir anda ölüm emri gelince, Hz. Ali Zülfikar Kılıcı ile Sun’ullah Efendi’nin
başını kesmiştir. Bu rüyadan bir süre sonra sadrazam öldürülmüştür.[307]
Rüyanın içinde gelecekle
ilgili birçok haber olabildiğine inanılmaktadır. Melek Ahmet Paşanın gördüğü
rüya hem mevkii, mal-mülk hem de ölüm anlamları taşımaktadır. Melek Ahmet Paşa
rüyasında IV. Murat’ı görmüştür. IV. Murat, Ahmet Paşa’ya
“Ahmed bu somunu gördün mü, hayli lezzetli ekmektir. Bunu Kürt bir adam
pişirir. Bu ekmeği bir kere Ipşir o Kürt ’ten istedi, o adam Ipşir’e bu ekmeği
vermedi, ama gayet lezzetli ekmektir. Bir kere sana Van’ın iç kalesinde bir
ekmek verdim. Al imdi bu da öyle bir ekmektir, gönül hoşluğu ile yiyip mansur u
muzaffer olup ye ” demiş ve ekmeyi Ahmet Paşa’ya vermiştir. Melek Ahmet Paşa,
IV. Murat’a “Padişahım bu ekmeğe kan bulaşmış, nasıl yenir?” diye
sormuştur. Bunun üzerine
Murat “O
kanlı parçadan kızım İsmihan Kaya’m hatununa gönder, yıkayıp yesin ve bir
parçasını Bitlis Hanı’na ver, geri kalanını sen ye ” diye cevap vermiştir.
Melek Ahmet Paşa bu rüyayı yorumlarken Revan fethinden dönerken Van Kalesi’nde
IV. Murat’ın yaşadıklarından bahseder. IV. Murat gece uyurken yorganı yanar,
hemen bundan silahdarını mesul tutup onu görevden almıştır. Ve ertesi gün IV.
Murat “ Melek Ahmed! Şimdiden geri yakın silahdarım olup beni bir hoşça gözet.
Al şu bereketli ekmeği yiyip hayr duama devam eyle” demiştir. Rüyayı somun
ekmeğin ona verilmesi, Van Kalesi’nin görevine atanacağı, kanlı ekmeğin İsmihan
Kaya Sultan’a verilmesi onun yakın zamanda öleceği, kanlı ekmeğin bir
parçasının da Bitlis Hanının yemesi, Melek Ahmet’in onu öldürüleceği anlamında
yorumlamıştır. Çünkü IV. Murad, Bitlis Hanı hakkında Melek Ahmed Paşaya, “Ahmed
sana Diyarbakır’ı verdim. Ola ki Bitlis Hanı’ndan intikam alasın. Zira
Revan’dan gelirken sarayına konup 100 kese ihsan ettim. Ve 17 adet evlatlarına
büsbütün zeametler bağışlayıp Van kulunun Muş haracını kendine ebedî ocaklık
yoluyla hibe eyledim. Bağdad’a giderken ve gelirken gazan mübarek ola, demeye
karşılamaya gelmedi. Elbette Ahmed, Bitlis Hanı’ndan intikam al.” demiştir.
Melek Ahmet Paşa’nın son olarak kanlı ekmekten kendisinin de yemesinin ölüm
vaktinin yakın olduğu şeklinde yorumlamıştır.[308]
Rüyadaki bütün imgeler bir bütün olarak yorumlanmıştır. Aynı rüyanın içinde hem
atamasını hem de kendi ölüm zamanını görmüştür.
Rüyalar
bir bütün olarak yorumlandığı gibi rüyanın tabir edilme biçimine göre de
rüyanın çıktığına inanılmıştır. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi sırasında
rüyasında Muhammed Bahşi Hazretlerini görür. Üstünde beyaz bir keçe ve kepenek
üstünde ip kuşak vardır. Rüyasında, Bahşi Hazretleri bu giysilerle sefere
çıkacağını söyler. Uyandığında bu rüyayı Hasancan’a yorumlatır. Hasancan böyle
evliya insanların seferinin manasının ölüm olduğunu söyler. Ve Bahşi
Hazretlerinin yakında öleceği şeklinde tabir eder. Bir süre sonra Şam Hâkimi
bir mektup ile Bahşi hazretlerinin öldüğünü haberdar eder. Yavuz Sultan
Selim’in Hocası Halimi Çelebi Efendi, bu olay üzerine Sultan’a ölümünden
Hasancan’ın mesul olduğunu söyler. Gerekçe olarak ise rüyaların tabir edildiği
şekillerde çıktığını ve Hasancan öyle tabir ettiği için öldüğünü söyler.
Gerekli cezayı almasını ister. Gerçekten de Şam Hâkimi’nin gönderdiği mektuptan
Bahşi Efendi’nin ölüm tarihi ile rüyanın görüldüğü zaman aynı çıkar. Bu işten
sorumlu tutulur 200 altın ceza öder.[309]
Rüyalara verilen önem kadar doğru kişilere tabir ettirme düşüncesi de vardı.
Çünkü rüyanın yorumlandığı şekilde çıkacağına inanılırdı.
Rüyalar
aracılığı ile ölüm hakkında mesajlar verildiği de görülmektedir. İskender
Çelebi’nin, Bağdat’ta idamında İbrahim Paşa’nın etkisi büyüktür. Sürekli olarak
İskender Çelebi’yi karalamıştır. Azerbaycan seferinde meydana gelen bütün
terslikler İskender Çelebi’ye maledilmiştir. Sonuç olarak idam cezasına
çarptırılmıştır. Ancak ilginç olanı idamından sonra Sultan Süleyman’ın rüyasına
girmiştir. Rüyasında Sultan Süleyman’a bir riyakârın lafı ile onu öldürdüğü
için bağırır ve elindeki eşarpla onu boğmaya çalışır. Padişah panikle uyanır.
Ve İbrahim Paşa’ya beddua eder. Eğer yok yere öldürmeme sebep olduysan sen de
öldürül diye beddua etmiştir.[310] Sonrasında
İbrahim Paşa’nında katledilmesi dikkat çekici bir husustur.
Rüyaların,
mesajlar taşıdığına inanmışlardır. Görülen rüyalar dikkate alınmış ve mesajlar
taşıdıklarına inanılarak ona göre hareket etmişlerdir. Görülen bir rüya ile Ebü’l-Hasan-ı
Harâkâni mezarı ortaya çıkmıştır. Kars kalesini tamir ettiren Lala Mustafa
Paşa’nın bir askeri rüyasında, Ebü’l-Hasan-ı Harâkâni’yi görür. Bastığı yerin
altında kuyu olduğunu ve kazmalarını söyler. Asker uyanınca bu durumu hemen
paşaya anlatır. Askerlerle o nokta kazılır. Kuyudan “Menem şehid-i Sa’id
Harekani” yazan bir mermer çıkar. Buradaki mezar ortaya çıkmıştır.
Söylentilere göre Ebü’l-Hasan-ı Harâkâni’nin naaşı bozulmadan orada gömülü
olarak durmaktadır.[311]
Murad
zamanında rüya ve fal hadiseleri oldukça fazladır. O dönemde III. Murad’ın
bunlara inanmasında çevresindeki devlet adamlarının etkisi fazladır. Sultan,
Kanuni dönemi sonrasında tahta geçmiş olduğu için tasavvuf ve edebiyatla daha
çok ilgilenmiştir. Devletin en görkemli zamanlarında tahta geçmiş ve seferler
yapamadığı için daha çok tasavvuf ve edebiyatla ilgilenmiştir. Rüyalara olan
ilgisinde Halveti Şüca Dede etkili olmuştur. Halveti tarikatında rüyalara çok
önem verilmiştir. Müritlerinin rüyaları not alması ve şeyhle paylaşılması zorunluydu.
Hatta bir rüyadan bahsetmez ise tarikata ihanet etmiş sayılmaktaydı.[312] III.
Murad gördüğü rüyaları mektup olarak Şeyh Şüca Efendi’ye göndermiştir. 1592
yılında rüyalarını anlattığı bu mektuplar, Mirahur Nur Ağa tarafından Kitab’ül-
Menamat adı altında kitaplaştırılmıştır.[313]
O dönemde Ümmi Sinan’ın müritlerinden olan Şeyh Şücaeddin, para konusunda
açgözlü ayrıca birçok ahlak dışı davranışları olan biridir. Ancak Raziye Hatun
çok iyi rüya tabir ettiğinden bahseder. Kısa sürede III. Murad’ı tesiri altına
alır. Şeyh Şücaeddin’e sürekli olarak fal baktırmaktadır.[314]
Öyle ki III. Murad onun müridi olur. Arnavut kökenli olan ve bahçe işleri ile
uğraşan Şüca, Ümmi Sinan süflilerinden birkaç şey öğrenmiştir. Raziye Hatun’un
gördüğü bir rüyayı,[315] III.
Murad’ın bir ay içinde tahta çıkacağı şeklinde yorumlar. Bu yorumun bir kopyası
III. Murad’a gönderilir. Bir aya kalmadan sultan tahta çıkar. Tabirinin doğru
olduğunun duyulması onu kısa sürede bilinen bir kişi yapar. III. Murad, Şüca’ya
Ayasofya civarında bir ev verir. Ahlaksız hareketleri olmasına rağmen hatta
halkın şikâyetlerine rağmen padişah bunların hiçbirine aldırış etmez.
Tarihçi Mustafa Ali, III.
Murad’ın fala olan ilgisinden yararlanarak Camiü’l-Kemâlât adlı ilkinde on iki
rakamının sırrını açıklayarak Sultan Murad’ın 120 yıl yaşayacağını belirtti.
Mustafa Ali, bu iddiasının ardındaki ilm-i cefr’i, Taliü’s-Selatin adlı ilave
bir metinde yorumladı. Padişah tarafından saray kütüphanesini kullanmasına izin
verilirse daha fazla metin yazabileceğini belirtir. Padişahın tamamen fala olan
düşkünlüğünden yararlanmak istemiştir. Bu zafından yararlanarak istediklerini
elde
etmeye
çalışmıştır. Yöneticilerin fala olan düşkünlüğü yönetim zincirinde önemli bir
kırılmaya sebep olmuştur. Sırf buna göre atamaları yapmak, hatta bakan kişilere
mevki vermek yönetimdeki önemli açıklardan biridir. Son olarak da Murad’ın
tasavvuf şiirlerinden beş tanesinin üstünde Nükâtü’l-Kal fi Tazm ini’l-Makal
adını verdiği bir tabiri sundu. Mustafa Ali, Halep’e mal defterdarı olarak
atanmak istediğini belirtir. Bu isteğini yine III. Murad’ın fala olan
düşkünlüğünden yararlanarak sunar. İstidaname’yi ilm-cefr ile yorumlar. “Halep’inyıkımının,
kıyamet günlerinin bir işareti olacağını ve binyılın kapanmasından önceki 999
yılında yeryüzünde hiç Arap kalmayacağını söyler. Daha sonra bu kehaneti
tersine çevirerek, padişahın ihmaliyle bu kehanetin zamanından önce
gerçekleşmesine izin vermesinin utanç kaynağı olacağını belirtir. Durumu
düzeltmek içim Halep’e gönderilmeyi ve sonra Murad’ın Ali Şir Nevai’si' olarak
saraya dönerek onun danışmanı ve saray şairi olmayı diler. ” Yönetimin
batıl itikatlara olan düşkünlüğünden yararlanarak mal, mülk, mevki sahibi
olmaya çalışmışlardır.
Yönetimde
atamalarda, kişinin istihare ile seçilmesi de devlet yönetiminde bu işlerin
öneminin bir kanıtıdır. Sultan III. Selim askeri başarısızlıklarından dolayı
Kethüda Çerkes Meyyit Hasan Paşayı görevden almıştır. Yerine atanacak kişiyi
ise istihareye yatarak seçmiştir. III. Selim, rüyasında Cezayirli Gazi Hasan
Paşa’yı gördüğünü söyleyerek göreve onu getirmiştir.[316]
Atamalarla ilgili bir başka rüyada Sadi Paşa ile ilgilidir. Sadi Çelebi, Rumeli
Kazaskerliği görevinden sonra şeyhülislamlık görevinin kendisine verilmesini
beklemekteydi. Ancak Veziriazam İbrahim Paşa seferde olduğu için, yerine
görevde olan Ayaz Paşa Şeyhülislamlık makamını başkasına vermek istiyordu. Bu
durumdan dolayı sıkkın olan Sadi Paşa rüyasında bir evliya görür. Evliya
rüyada, Sadi paşaya Sebepleri yaratan ol malike güven ki rızk sana gelince
kapıyı çalar.” beytini okutur. Gerçekten rüyayı gördüğü gecenin sabahında
şeyhülislamlık görevi ona verilir.[317]
Daha
ileriye giderek, devlet yönetiminde hak talep ederken gerekçe olarak,
gördükleri rüyaları sunmuşlardır. Bunları yaparken, rüyalarında Hz. Muhammed’i
gördüklerini söyleyerek bu durumu gerçekçi kılmaya çalışmışlardır. Bunlardan
biri Karayazıcı Abdülhalim’dir. Osmanlı’da paralı birliklerde çalışan
Karayazıcı Abdülhalim, kendisinin bir rüya gördüğünü ve devlet yönetiminin
kendi hakkı olduğunu savunur. Öyle ki rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğü ve
yönetimi artık kendisine verildiğini söyler. Osmanlı ordu sistemine benzer bir
ordu sistemi kurar. Kendi veziriazamını atar ve halkın emirlerini yerine
getirmesini ister. Eşkiyalık yapmaya başlamıştır. Onu durdurma görevi verilen Karaman
Beylerbeyi, durdurmak yerine Karayazıcı’ya katılır.[318]
Halkın rüyalara olan inancı zaten ortada olduğu için, Karayazıcı kendi
hâkimiyetini meşrulaştırmak ve halkın desteğini almak için böyle bir rüya
ortaya atmıştır.
Rüyalar,
hemen her dönemde devlet işleyişinde önemli etkenler olmuşlardır. Görüldüğü
idda edilen rüyalar, devletin adalet sisteminde aksamalara neden olmuştur. Buna
örnek olarak, Kalenderi şeyhlerinden Otman Baba gösterilebilir. Bazı anlatılara
göre, Fatih Sultan Mehmet’in şehzadelik devirlerinde rüyalarına girerek, onu
Rum topraklarına padişah yapacağı söylenmektedir.[319]
Otman Baba ve müritleri, yakışıksız hareketlerde bulundukları için sancak
beyleri tarafından dava edilmişlerdir. II. Mehmet zamanında, haklarında
yakalama kararı çıkarılmış ve İstanbul’a cezalarını çekmeleri için
götürülmüşlerdir. Edirne’den İstanbul’a doğru giderken Otman Baba ve Müritleri,
II. Mehmet’in rüyalarına girerek onu ürkütmüşlerdir. II. Mehmet, gördüğü
rüyalardan etkilendiği için, Otman Baba ve müritlerini bırakma kararı almıştır.
İnsanlar bu duruma tepki gösterse de gördüğü rüyadan etkilenip serbest
kalmalarını istemiştir.[320]
Murat Han’ın,
döneminde eşkıyalarla mücadele etmesinin sebebi yine bir rüyadır. Devlet
işlerinin yürütülmesinde ve devletin istikbali için rüyalar önemli dönüm
noktaları olmuşlardır. Osmanlı’da, Murat Han döneminde eşkıyalar oldukça
fazlaydı. Murat Han rüyasında Hz. Ömer’i görmüştür. Hz. Ömer, korkmamasını
söyleyip Murat Han’ın belini kılıç kuşatmıştır. Uyandığında Murat Han derhal
harekete geçmiştir. Sürekli kılık değiştirip halkın arasına dolaşarak
eşkıyaları yakalamıştır.[321] Evliya
Çelebi’nin eserinde bahsettiğine göre, Hz. Ömer’i rüyasında görmesi ile bu
hadiseleri yerine getirir. Ancak Cemal Kafadar ise bu rüya hadisesinin böyle
yorumlanmasında ki nedenin, askeri meselelere yeterince ehemmiyet göstermeyen
önceki padişahlardan farklı olması için bilinçli olarak bu anlamlarda
yorumlandığıdır.[322]
Yönetimde cesaretlendirmek ve askeri kimliğini ön plana çıkarmak için rüyanın
bu şekilde yorumlandığı düşünülmektedir.
Atamalarda,
seferlerde rüya ile hareket edildiği görülmektedir. Ancak asıl ilginç olanı,
görülen rüya ile taht hakkından vazgeçen Sultan Abdülaziz’in hikâyesidir.
Sultan Abdülaziz’in döneminde devlet kötü durumda olduğundan ile tahttan indirilip
yerine Sultan Murat getirilmiştir. Sultan Murat, tahta çıkıp cülus dağıttığı
sırada valide sultan, oğlu Sultan Abdülaziz’i durumdan haberdar eder. Ancak
Sultan tahtın kendi kısmeti olmadığını gördüğü rüyadan çıkardığını söyler ve bu
konuda mücadele etmeyi tercih etmez. Gördüğü rüya şu şekildedir:
"Abdülazîz
Han Sadır ve Serasker Avnî Paşa'ya iltifât-ı firâvân eylediği eyyâm arasında
'Bu gice bir rüyâ gördüm. Ingiliz donanması İstanbul'a top atıyordu.
Taşkışla'dan asker inip sarayı ihâta eyledi. Deniz tarafına geldim, saraydan
çıktım. 'Serasker Avnî Paşa nerededir?' suâlime 'Askerler anı paraladı.'
cevâbım verdiler. Şu ne acîb rüyâ!' buyururlar. Avnî Paşa bunu istima' eder.
Bâbıâlî'ye geldiğinde Mâliye Nâzın Yusuf Paşa'yı bulur. ” “Pâdişâh beni azletmek
tasmîmin- dedir; musannâ rüyâ görmeğe başladı.' diyerek keyfiyeti hikâye eder.
Yusuf Paşa 'Sû-i zan etmeyiniz. Vükelâsını tebdîl husûsunda bir hükümdarın rüyâ
tasnîine ihtiyâcı olmaz.' ifâdesiyle Avnî Paşayı te'mîne çalışır. Hâkan-ı
merhûmun irtihâli günü karakolhâne bağçesinde Mâliye Nâzın, mezkûr rüyâyı Avnî
Paşa'ya ihtâr edince 'Saraydan Abdülazîz'in çıkarıldığı evet sahîh. Beni
askerin paraladığı yalan.' cevâbını verdi. Avnî Paşa bunu söylediği zaman
eliyle dizine de vurdu. ” Gerçekten de gördüğü rüya
aynen çıkmıştır. Padişahlık haklarından vazgeçip, gördüğü rüyadan dolayı geri
çekilmiştir. Tarih boyunca kardeş katlerine neden olan tahttan, görülen bir
rüya ile çekilmesi bu işe verdikleri önemi göstermektedir. Osmanlı
Padişahlarının hayatında rüyanın önemli yere sahip olması ve rüyalarında ki
mesajların çıkmasının ulvi, ulu insan olduklarından dolayı olduğu
düşünülmektedir.[323]
Hayrullah Efendi, Abdülaziz’i tahttan indirdiğinde tepki çekmemek ve bu işi
yasal göstermek için, rüyasında Hz. Peygamberi gördüğünü ve ona bunu yapmasının
söylendiğini dile getirir. Hayrullah Efendi, bununla ilgili fetva yayınlar.[324]
Abdülaziz’in tahttan inişinde ve tekrar tahta geçmek istememesinde rüya
hadiseleri etkili olmuştur. Bu da, daha önceden de bahsedildiği gibi batıl
itikatların Osmanlı’nın tam merkezinde yer aldığını göstermektedir.
Osmanlı
yönetiminde, batıl itikatlara olan inançtan dolayı oluşan boşluktan
yararlanarak kimileri mal-mülk sahibi, kimileri makam sahibi olmuşlardır.
Padişahlar arasında diğer fal çeşitlerine önem verenler olmasa bile hepsinin
ortak özelliği rüyalara önem vermeleridir. Fal ya da rüya tabiri ile yönetimde
atamalar yapmışlar, yapılar kurmuşlar, seferler düzenlemişler hatta taht
hakkından dahi vazgeçmişlerdir. Kimi zaman devlet adamları bu işi kullanarak
padişahı yüreklendirmiş ve askeri özelliklerini ön plana çıkarmıştır. Kimi
zaman ordular yüreklendirilmiş ve savaşların seyri değişmiştir. Bu işten
yararlanmaya çalışanlar olduğu gibi, bu işlere inanlar ve bağlı oldukları
inançlar doğrultusunda mücadelelerini verenler de olmuştur. Yönetimdeki
dengelerde, stratejilerin yanında önemli bir husus da batıl itikatlardır.
Osmanlı’da Gündelik Hayatta Fal
Osmanlı’da, gündelik yaşamda çoğu konu için
fal danışma noktası olmuştur. İnsanlar, en basit gündelik işleri bile fal
yardımı ile yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nde bu işin ehli sayılan kişilere,
doğa olaylarından gündelik hayattaki işlere kadar danışılmıştır. Örneğin; 1204
yılı Şevval’inin 22. pazar gecesinde saat 5’te başlayarak yarımşar saat arayla
beş kere hafifçe, sonrasında sabahtan akşama kadar dört, gece üç, pazartesi ise
iki defa olan depremle ilgili Müneccimbaşı (Mehmed Sadık Efendi olmalı) Âhkam-ı
Zelzele isimli yorumlarını padişaha sunmuşlardır. Bu konu ile ilgili yorumları
şu şekildedir;[325] [326] “Vilayet-i
Yunan’da cenk ve eşüb ve kan dökülmesi ziyade olacağına ve düvel-i Nasara’da
kaht u gala vü fitne vü fesadzahir olup musibetten hâli olmamalarına ve mülük-u
a’dadan birinin helakine ve ehl-i İslam’ın bahr u berde mansur olacaklarına
delildir.”32 Bu olay, gündelik hayatta müneccimlerin fikrine ne
kadar önem verdiklerinin kanıtıdır. Depremden, devletin politikası ile ilgili
çıkarımlarda bulunmuşlardır.
Gündelik hayatı düzenlerken faldan
yararlanılmıştır. Yıldız ilminin bir uzantısı olan Eyyamname’de Güneş’in hangi
burçta olduğu, Ay’ın konumu ve Güneş ile Ay arasında oluşan geometrik
şekillerden çıkan sonuca göre anlamlar oluşturulurdu. Kısacası Eyamname,
astronomik hesaplamalara göre yapılmaktadır. “Eyyam kelime anlamı olarak;
günler demektir. Zaman, hengâm, devir anlamına gelmektedir”[327]
Gün (yevm) kelimesinin çoğulu, eyyamdır. Bu iş ile uğraşan
müneccimlere halk ve yöneticiler büyük saygı göstermişlerdir.[328] Çamaşır
yıkamak ve bir şeyler dikmek gibi işlere başlamak için uğurlu günler;
pazartesi, perşembe, cumadır. Diğer günlerde başlanılan işlerin uğursuzluk ile
sonuçlanacağına inanmaktadırlar.[329]
Aşağıda verilen tabloda ise, tırnak kesme işinin sonuçları hakkında, iki farklı
bölgedeki inanışlar verilmektedir. En basit gündelik işlerden biri olan, tırnak
kesme işi için bile hesaplamalar yapılmaktadır. Bölgeden bölgeye uğurlu saatler
ve günler farkı yorumlanmıştır. Bunun sebebi, gökyüzünün konumuna göre
ayarlamaların yapılmasıdır. Gökyüzü hareketlerine göre bölgeden gölgeye
hesaplamalar yapılır ve çıkan sonuca göre en basit gündelik işler bile
düzenlenir.
Tablo 3.1. Gökyüzü hareketlerinin
hesaplamalarına göre, bölgeden bölgeye değişen,
tırnak kesme işinin sonuçları üzerine inanışlar [330]
|
Trabzon’da |
İstanbul’da |
Pazar |
Hırstan kurtulur |
Hediye alır |
Pazartesi |
Zengin olur |
Kabir azabı görmez. |
Salı |
İmanla gider |
Çocuğu ölür |
Çarşamba |
Kötü huylu olur |
Kara haber alır |
Perşembe |
Sevdiğinden miras gelir |
Zengin olur |
Cuma |
İmanı artar. |
- |
Cumartesi |
- |
Hacca gidebilir |
Toplumda, insanların doğdukları günün,
hayatlarının ilerleyişini etkilediği inancı mevcuttur.[331]
Bilhassa, insanların karakteristik özelliklerinin bu tarihlerden etkilendiği
düşüncesi hala günümüzde de mevcuttur. İnsanların burçlara, yükselenlere, doğum
haritalarına olan ilgilerini arttırmıştır. Bununla ilgili olumlu ve olumsuz
günlerin, frekansları ile yüzdelikleri çıkarılmıştır.[332]
Tablo
4.2. Geredevi’nin
“Eyyamname”sine göre iş yapmak için günlerin olumlu-
olumsuz yüzdeli hesaplanması329
Günler |
Olumlu |
Olumsuz |
||
T |
% |
T |
% |
|
Pazartesi |
22 |
81,5 |
5 |
18,5 |
Salı |
6 |
25 |
18 |
75 |
Çarşamba |
18 |
47,3 |
20 |
52,7 |
Perşembe |
26 |
78,8 |
7 |
21,2 |
Cuma |
20 |
76,9 |
6 |
23,1 |
Cumartesi |
8 |
33,3 |
16 |
66,7 |
Pazar |
11 |
57,9 |
8 |
42,1 |
Bu
tabloya göre, en olumlu günler Pazartesi, Perşembe ve Cuma çıkmıştır. Görüldüğü
gibi bu konu üzerinde çalışmalar yapılması, uğurlu günlerin tablolarının
oluşturulması ve insanların en basit günlük işlerini bile yaparken buna göre
hareket etmesi, falın gündelik hayatta önemli bir yeri olduğunun göstergesidir.
Örneğin, Eyyam eş Şehr isimli kitapta uğurlu ve uğursuz günlerinin astrolojik
hesaplamaları verilmiştir. Bu kitabın da, Cafer es-Sadık’ın olduğuna
inanılıyordu.[333] Kâtip
Çelebi’ye göre, Esma-i Hüsna ve diğer bütün kutsal kitaplar okunularak
öğrenilebilirdi. Ancak, insanın nesneleri, üzerinde hâkimiyet kurarak
kullanması ve saklı özelliklerini bilmesi için, bütün fani zevklerden
uzaklaşması gerekmekteydi. İmam Cafer es- Sadık’ın, eşya havası yani İlm-i
simyada ve cifride işinin ehli olduğuna inanılırdı. Bu yüzden bu alanda yazılan
kitaplar, Cafer es-Sadık’la atfedilmiştir.
Ebced
hesabına göre fal bakmak, Osmanlı Alevi tebaası arasında daha çok yaygındı. Bu
ilimin sonradan öğrenilemeyeceği, el verme hususuna göre yapılacağına
inanılırdı. Ebced hesabına göre Arap alfabesindeki her harfin, rakamsal bir
denkliği vardır ve sıralamalarına göre hesaplamaları değişmektedir. Bu yöntem,
Kur’an falı bakılırken kullanılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’nde, 10. Yüzyılda Abd al-Kadir al-Hüseyni adlı kişi tarafından
çoğaltılmış bir mushafın son kısmında, manzum Farsça bir Kur’an-ı Kerim falı
bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in tüm surelerinin ve harflerin sayısal karşılığı
olan tablo bulunmaktadır.[334]
Alevi
inancına göre, bu yetenek Allah tarafından Kur’an-ı Kerim ile Hz. Muhammed’e
gönderilmiştir. Hz. Muhammed daha sonra bunu Hz. Ali’ye nakletmiştir. Hz. Ali
kendisinden sonra gelen bütün imamlara nakletmiştir. İnanışa göre, Hz. Ali’nin
soyundan gelenler bütün olayları önceden bilebilirdi. Ayrıca bütün olayları bir
kitap halinde derlemişlerdir. Bu kitaptaki her harfe birer işaret gibi
yaklaşılmış ve gelecekten haber almada kullanılmıştır. Zamanla bu yönteme ebced
hesabı denilmiştir.[335] Saray,
bu tarz büyülere karşı çıksa da, padişah gömleklerinde Allah, Muhammed, Ali
isimleri ile birlikte geometrik şekiller kullanılmıştır.[336]
Yıldızname
ve onun bir uzantısı olan Eyyamname’nin toplum üzerinde etkileri olduğu
görülmektedir. Gündelik hayatı idame ettirirken, işlerinin olumlu sonuçlanması
için başvuru noktaları olmuştur. Sadece işlerini düzenlemede değil,
karakteristik özellikleri üzerinde ki etkilerine de inanılmıştır. Astrolojik
hesaplamalar için kitaplar yazılmıştır. Yıldızname, Osmanlı yönetiminde olduğu
kadar halk yaşayışında da önemli yere sahipti. Aslında yönetim ve toplum
kısmında bu tarz inanışlarda farklılıklar görülmemektedir. Yöneticilerin
benimsediği inançların, halk kültürü arasında da yaygın olduğu görülmektedir.
Yöneticiler
ve halk arasındaki benzer bir diğer inanış da rüyadır. Yıldızname dışında
rüyalar da halk yaşayışında önemli bir yer kaplamaktadır. Osmanlı Devleti’nde
saray eşrafı dışında, halkın gördüğü rüyalar da vardır. Bu rüyaların kayıt
altına alınmasının iki farklı nedeni vardır. Bir nedeni; rüyaların padişahla ya
da devlet işleri ile ilgili olmasından dolayı, bunu bildirerek karşılığında
mükâfat almaktır. Rüyanın anlamı güzel ise karşılığında mükâfatlar almışlardır.
Padişahlar rüyalara önem verdiklerinden, güzel tabirli rüyaları
ödüllendirmişlerdir. Bir diğer sebebi ise, devlet işleyişindeki aksaklıkları
düzenlemektir. Rüyaları, padişahın huzuruna çıkmak için araç olarak kullananlar
da olmuştur. Rüyanın belirli bir kısmını anlatıp, asıl mühim olan bölümünde
rüyayı anlatmayı keserler. Ve devamını yalnızca padişaha anlatacaklarını
söylerler. Ve padişahın huzuruna çıkabilmek için ya Hz. Muhammed’in ya da bir
evliyanın buyurduğunu söylemişlerdir. Padişahın huzuruna herkes kabul
edilmemekteydi. Ancak söz konusu rüya olunca, Hz. Muhammed veya evliyalara
dayandırılınca, padişah karşısına çıkmak daha kolay olmaktaydı. Böyle bir
örnek, Ankara’nın İskilip Kazası’ndan Tahir Efendi’nin, Sultan Mehmed Reşat’a bahsettiği
rüyadır. Rüyasında Hz. Muhammed’in, padişaha selamını iletmesi gerektiğini ve
sadece padişaha anlatabileceği rüya ile ilgili başka kısımlar olduğunu
söylemiştir. Gayesinin yalnızca, padişaha gördüğü rüyadan bahsetmek olduğunu
söylemiştir.[337]
Divriği
kazasında ikamet eden, Deli Hasan isimli şahısın rüyası da kayıt altına
alınmıştır. Üç gün boyunca sürekli rüyasında bir kişiyi görmüştür. Bu kişi,
rüyada tarlanın köşesinde hazine olduğunu söyler. Gördüğü rüya üzerine o yere
gider ve kazar, hazineyi bulur. Bir sürü altınla dönerken çobanla rastlaşır.
Çoban ekmek alma amacıyla elini daldırdığında altınları bulur. Altınlar
farkedilince Deli Hasan her şeyi anlatmak zorunda kalır. Daha sonralarında
buradan mı yayıldığı bilinmez ama herkes tarafından bu durum öğrenilir.
Divriği’de yaşayan ve Gümüşhane’de Emin olan Mustafa Paşa, altınları işitince
hukuka aykırı davrandığını söyleyerek koruma amaçlı gibi göstererek altınlarına
el koyar. Altınların bir bölümünü İstanbul’a armağan olarak yollar. Bu rüyanın
kayıt altına alınmasına sebep, halkın bunu duyması ve Mustafa Paşa’nın
altınlara el koyup bir kısmını İstanbul’a göndermesi üzerine rüya kayıtlara
geçmiştir.
Abdülhamit
döneminde yönetim ve politikadaki karışıklıklar ve sorunlardan dolayı
genelikle, halkın rüyaları bu olaylar üzerinedir. Abdülhamit’in bu dönemdeki
sorunlarla baş edebileceği, çözeceği şeklinde görülen rüyalarda ay ve güneş
gibi simgeler ağırlıktadır. Osmanlı Devleti’nin kaybettiği toprakları yeniden
alacağı ve devletin karşısında olanların kazanamayacağı, devletin eski gücüne
kavuşacağı şeklinde mesajlar içeren rüyalar kayıt altına alınmıştır. “Medine’nin
Şafii Müftüsü Seyyid Ahmed 23 Eylül 1906 senesinde rüyasında Kutbi zamanı
görmüş 13 Şubat 1907 numaralı belgeye göre Medine’de II. Abdülhamit için
buhar-ı şerif okunmaktaydı. O zamanlarda Müftü Seyyid Ahmet rüyasında Medine
’de ravza-i mutahharada Buharı şerif okuyan Müslümanlar görmüştür. Aralarında
bir kişiyi farkeder ve yanındakine sorunca kutb-ı zaman olduğunu öğrenir. Okuma
bitiminde kutb-ı zaman’nın yanına gidip niçin bu okumanın yapıldığını sorar.
Cevap olarak siz gündüz ne niyet ile okuyorsanız bizde gece o niyet ile
okuyoruz der.” Medine’n Şafii Müftüsü Seyyid Ahmed gördüğü rüya üzerine,
II. Abdülhamit’in devletin başına geliş nedeninin, Osmanlı’yı tekrar
güçlendirmek olduğunu ve kaybedilen toprakları yeniden alacağını söyler. Bu
duruma karşı gelmeye çalışanların başarılı olamayacağını belirtir. Harputlu Ali
Rıza Efendi’de rüyasını, II. Abdülhamit tarafından Mısır’ın tekrar Osmanlı
topraklarına katılacağı şeklinde yorumlamış ve İstanbul’a göndermiştir.
Rüyasında II. Abdülhamit’i Mısır’ın ortasında bir tepede tahtta otururken ve
halkın ona silahlarını sunarken görmüştür.[338]
Ayrıca
rüyalarda Hz. Muhammedin de görülmesi yaygındı. “kim ki beni düşünde gördü,
ol gerçek gördü, zira şeytan benim suretime giremez” Hadis-i Şerifi’nden de
anlaşıldığı gibi rüyada Hz. Muhammed’i görmeye kötü bir anlam
yüklenemeyeceğinden ötürü rüyalarda bu temanın görülmesi oldukça fazlaydı. Bu
rüyaların padişaha iletilmek istenmesinde ki en büyük neden, karşılığında
alınan ödüldür. Örneğin, Kerküklü Abdülkadir Efendi gördüğü rüyayı, II.
Abdülhamit’e anlatır ve karşılığında memuriyet ister. Bu isteğini de yine
rüyaya dayandırır.
Rüyasında
ermiş bir kişinin ona ne iş yaptığını sorduğunda, yeğeni Reşit Bey’in ceza
aldığı için görevden alındığından, bundan dolayı İstanbul’a kendisi için de
gidip memuriyet isteyemediğinden bahsetmektedir. Bunun üzerine bu kişinin
memuriyet istemesi konusunda üstelediğini ve aynı kişiyi, II. Abdülhamit’in
yanında, makamında gördüğünü, o sırada ortaya beş köpeğin çıkıp II.
Abdülhamit’e saldırdığını ve kendisinin ise köpeklerle dövüşüp yendiğinden
bahsetmektedir.[339] Bu
rüyaların gerçekten görüldüğü bilinemez ancak bu konuda sahtekârlık yaparak
istediklerini elde etmek isteyenlerin hakkında gerekli işlemler yapılmıştır. Bu
tarz rüyalara örnek olarak, Rumeli Beylerbeyi payelerinden Arap Hakkı Paşa’nın
rüyaları gösterilebilir. Hakkı Paşa, Hicaz Valisi olunca vezir olma isteği için
de gördüğü rüyayı II. Abdülhamit’e ulaştırır. Rüyası karşılığında vezirlik ve
birinci rütbeden Osmani Nişanı’nı alır. Hakkı Paşa’nın yakın arkadaşı Halepli
Ebülhüsa Efendi de istediği mertebeye gelebilmek için siyasi içerikli, yalancı
rüyalar anlatmıştır.[340]
Abdülhamit ile
ilgili görülen bir başka rüya, Osmanlı tebaasından olmayan Alman Jozef Clain
ile ilgilidir. II. Abdülhamit ile hiçbir bağlantısı ve tanışıklığı olmamasına
rağmen ısrarla rüyanın ona iletilmesini ve dikkat etmelerini istemiştir. II.
Abdülhamit’e suikast düzenleneceğini[341]
Alman olan Jozef Clain adında biri görür. Suikastin vakitini rüyasında
gördüğünü söyleyerek, Osmanlı diplomatına rüyasını iletir. Ancak bu rüya
diplomat tarafından aktarılmaz. Rüya ile ilgili ayrıntı olmamasına rağmen Jozef
Clain’in suikaste karşı gerekli tedbrilerin alınması için yaptığı gayretler ile
ilgili belgede bilgiler mevcuttur. Bu bilgiler şu şekildedir;
“Her
insan bir dereceye kadar kendi hayatını muhafaza etmeğe muktedir bulunduğundan
ihtarımın nazar -ı itibara alınmasını ve reddedilmemesini ısraren rica
ediyorum. ihtarıma ehemmiyet verilmeyecek olursa yevm-i mezkûrda zatı şevket
-i şahane-i padişahiye bir fenalık olacağından pek ziyade havf ediyorum.”
Rüyayı
gördükten sonra suikastın olacağı konusunda ısrarcı olup kendisinin bir çıkarı
olmadığını anlatmak için şu ifadeleri kullanmıştır; “Çünkü hangi sebepten
dolayı uzak bulunan Almanya’da bulunduğum halde bu rüyada görmüş olayım? Sizin
vatanınız ile asla münasebetim yok ve memleketinize ecnebi bulunduğum cihetle
zat-ı şahanenin hayatta bulunup bulunmamalarından hiçbir menfaatim yoktur.
Fakat ihtiyat ve zekavet sayesinde tehlikenin ber-taraf olunacağından fevkalade
eminim. Yoksa hangi sebepten dolayı uzak bir memlekette olan ecnebi bir adam on
iki gün evvel bunu rüyasında görmüş olsun.”[342]
Kayıt altına alınan bu olay, rüyaların gelecek hakkında önemli bilgiler
verdiğinin ve buna inanıldığının en önemli örneklerindendir. Osmanlı’da ölüm
zamanlarının geldiğini bile rüya tabirlerinden çıkarmışlardır. İlginç olan rüya
hadiselerini anlattıktan kısa bir süre sonra hepsinin gerçekten ölmesidir.
Osmanlı
yönetiminde olduğu gibi halk arasında da rüyalara önem verilmiştir. Gelecekten
mesajlar taşıdığına inanıldığı için, yönetimle ilgili görülen rüyalar
bildirilmiştir. Rüyaların gerçekliğine inanıldığı için, görülen rüyalar
doğrultusunda yönetim kimi zaman uyarılmış kimi zaman ise desteklenmiştir. Her
batıl itikatlarda olduğu gibi rüya yorumundan da yararlanmaya çalışanlar
olmuştur. Halk, güzel ödül karşılığında rüyalarını padişaha iletmek
istemişlerdir. Ancak genel olarak rüyalar devletin yönetimine destek amaçlı
iletilmeye çalışılmıştır. Halk arasında rüyaların gerçekliğine inanıldığından,
bu konuda yönetim bilgilendirilmeye çalışılmıştır.
Geleceği
bilme ve hâkim olma isteği, toplumun her tabakasında vardı. Fal, saray içinde
çok yaygın olarak kullanılırdı. Fal, sarayın harem bölümünde de çok ilgi
görmekteydi. Valide sultanlar kendi çocuklarının geleceklerini öğrenmek için
fala müracaat etmişlerdi. III. Mehmet’in eşi, baktığı fallarla olacak olanı bildiğini
düşündüğü şeyhe, eşinin ne zaman vefat edeceğini, sonrasında başa geçecek
padişahın kim olduğunu sorar. O sıralar oğlu şehzade Mahmud, halk tarafından ve
yeniçeriler tarafından sevilen biridir. Şeyhin verdiği cevap altı ay içinde
oğlunun tahtın sahibi olacağıdır. Güzel bir geleceğin oğlunu beklediğinden
bahseder. Yalnız bu fal cevabını Safiye Sultan okuyunca, III. Mehmed’i tahttan
indirme girişiminde bulunduklarını, amaçlarının hükümdarlık ve yönetim olduğunu
III. Mehmed’e söyler. 7 Haziran 1603 tarihinde III. Mehmet, şehzade Mahmud’u
boğdurarak öldürür. Şehzade Mahmud’un annesi, sadece gelecekte olanları merak
etmesine rağmen buna kimseyi inandıramaz. Şehzade annesinin fal merakı, kötü
bir sonla sonuçlanır.[343] Fal,
sarayın içinde her kademeden insanın ilgilendiği bir konu idi.
İnsanların,
olayları değiştirme isteğinden dolayı büyü doğmuştur. İnsanoğlunun tabiatında
olaylara hâkim olma ve değiştirme isteği bulunmaktadır. İnsanlar, olacak olanı
veya varolanı kendi isteklerine göre değiştirmek için çeşitli büyüsel yollara
başvurmuşlardır. Geleceği bilme ve hâkim olma isteği toplumun her tabakasında
vardı. Saray içinde çok yaygın olarak büyü kullanılırdı. Büyüyü, ak büyü ve
kara büyü olarak ikiye ayırabiliriz. Şans getirmesi, nazardan koruması için
yapılan iyi niyetli büyüler ve zarar verme amaçlı yapılan kötü niyetli büyüler
olarak sınıflandırılabilir.
Ak büyülerden biri,
tılsımlı gömleklerdir. Tılsımlı gömlekler, padişahlar ve şehzadeler arasında
çok yaygındır. Tılsımlı gömleği giyenin, türlü belalardan korunacağına
inanılırdı. Gömleklerin, incecik ipekten olmasına rağmen koruyucu dualar ile
asla kılıç geçirmez olduğuna inanırlardı. Gömleklerin üstünde “sureler,
melek isimleri, tılsımlar, geometrik şekiller, vefkler, cifrler, Esma-ı Hüsna,
peygamber isimleri ve Mühr-ü Süleyman” bulunurdu.[344]
Topkapı Sarayı Koleksiyonu’nda, en göz alıcı gömlek Cem Sultan’ındır. Gömleğin
yapımı uzun süreler almıştır.[345] Topkapı
Sarayı’nda bulunan, Osmanlı Padişah Elbiseleri koleksiyonunda 87 adet tılsımlı gömlek
mevcuttur.[346] Tılsımlı
gömlekler giyeni hastalıktan, düşmanlardan veya savaş zamanında gelecek
tehlikelerden korumak için yapılmıştır.[347]
Gömleklerin üzerinde, karelere bölünmüş geometrik şekiller, rakamlar ve harfler
bulunurdu. Gömleklerin üzerindeki karelerin içlerinde dualar ve ayetler
bulunurdu. Padişah, kıyafetinin içine bu gömleği giyerdi. Bu gömlekler arasında
en eskiye ait olan, 1480 yılına ait Cem Sultan’ın gömleğidir. III. Murad’ın iki
adet tılsımlı gömleği bulunmaktadır. Bu gömleklerden birini Konya ve Edirne şeyhlerinden Sinan Dede yapmıştır. Sinan Dede, Yavuz
Sultan Selim’e Çaldıran Savaşı öncesinde hayır duası okumuştur. Çaldıran
Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasından sonra, bunun karşılığı olarak Sinan
Dede’ye bir isteği, arzusu var mı diye sorar. Sinan Dede, Mevlevi Dergâhı’nın
bakımlarının ve onarımlarının yapılmasını arzu eder. Yavuz Sultan Selim, Kanuni
Sultan Süleyman, II. Selim devirlerinde de dergâha bakımlar devam eder. Sinan
Dede, yaşı ilerleyince bakımların kendinden sonra da devam etmesini sağlamak
için tılsımlı gömlek yapıp
Murad’a hediye
eder.[348] [349] Bu
gömleklerden bir diğerini 1582 yılında Nurbanu Sultan hediye etmiştir. Topkapı
Sarayı Müzesinde bulunan tılsımlı gömleklerden bir tanesi de III. Mehmet’e
aittir. Gömlek, Safiye Sultan tarafından verilmiştir. Tılsımlı gömlek, III.
Mehmet’in Eğri seferinden zaferle dönmesi için hazırladığı bir ak büyüdür.
Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Koleksiyonu’nun sahibi belirsiz kime
ait olduğu bilinmeyen “tılsımlı gömlek, takma yaka, tekke ile yazılı örtüler
” bulunmaktadır. Gömleklerin sahibi bilinmese bile, valide sultanların
koruma amaçlı bu işlere kalkıştığı görülmektedir.
Padişahlar
dışında sadrazamlar da tılsımlı gömleği, işleri için kullanmışlardır. Örneğin; “Allah
’ım, senden sevgimi, muhabbetimi, kulun Sultan Mustafa’nın gönlüne vermeni
dilerim, nasıl vahyini sevgilin Muhammed’in kalbine ilham etmişsen... Ruhumla
Sultan Mustafa’nın ruhunu uzlaştır. Allah, Vedud, Muhnid, Beduh, Ahiya,
Şerahiya, Adonay, Asbdot ve Şidat adlarının hürmetine, ve la ilahe illallah
Muhammedin Resullallah hürmetine”31 Tılsımlı gömleğin sahibi
Moralı Hasan Paşa’nın talebi doğrultusunda gömlek hazırlanmıştır. Hatice
Sultan’ın eşi olan Moralı Hasan Paşa’nın güç ve makam takıntısı yüzünden hem
II. Süleyman hem de
Mustafa ile
arası açılmıştır. Hasan Paşa, tekrar aralarını düzeltmek için gömlek üzerine
dileklerini yazmıştır “Tılsımlar gömlekler dışında yakaya, takkelere,
sancaklara, örtülere taslar ve mühürlere de yapılmaktaydı. Takkeler geceleri
güzel bir uyu için gündüzleri ise sarıkların içine nazardan korkmak için
giyilirdi. Üzeri sadece vefk ve cifrle yazılmış sancak, parlak sarı ipekli
kumaş üstüne siyahla cetvellenmiştir. Ayrıca bazı sancak ve âlemlerde de vefk
ve cifrler bulunur. Örneğin Yavuz Sultan Selim’in sancak âlemi gümüş üstüne
sarı yaldızlı yürek şeklindeki âlem sarı madenden levha âlemler de buna
örnektir. ”[350] Ak
büyüye başka bir örnek olarak I. Ahmet’in, Hüdai’den olan kızı için yazdığı
muska verilebilir. I. Ahmet, Hüdai’ye karşı büyük bir saygı ve sevgi
beslemekteydi. Bu sevgisinden dolayı Hüdai’nin memleketi olan Şerefli
Koçhisar’ı birçok vergiden muaf etmiştir. Hüdai’nin kızı doğumdan kısa bir
zaman sonra hastalanır. I. Ahmet, kızının şifa bulması için muska hazırlatır.[351]
Kara
büyüye örnek olarak ise Kurenadan Faik Bey ve Haremağası Cevher Ağa’nın
padişaha yaptırdığı büyüden bahsedebiliriz. Faik Bey ve Cevher Ağa,
Nuruosmaniye Cami-i Şerifi caddesinde Vaki İkbal Kıraathanesi karşısında
Edirneli okuyucu ve remilci Eşref Efendi’ye gidip, padişaha büyü yaptırmak
istemişlerdir. Amaçları, imtiyazlı olmak ve düşmanları olan kahvecibaşından
kurtulmak için büyü yaptırmak istemişlerdir. Bunun için kara büyüye
başvurmuşlardır. Bu tarz büyü yapanlar ve yaptıranlar sürgün cezası ve para
cezası almışlardır. Başka bir olay da, padişahı rahatsız etmek için Ermenilerin
büyü yaptırdığı ile ilgili gelen ihbardır. Samatya’da Kocamustafapaşa
Mahallesi’nde, Sâkin Gazcı Esnafından Yorgi Papaz’ının oğlunun ihbarına göre,
Selamsız’da bir han derûnunda bazı Ermenilerin bir takım okumalar ve yazmalar
ile padişahı rahatsız etmek istemişlerdir. Ancak kurban bayramında Yorgi
Papazı’ının oğlu bunu farketmiş ve büyüyü Ermenilere çevirmiştir. Kendi
ifadesinde büyüyü hissedebildiği ve okumasının da çok güçlü olduğunu
söylemiştir. Sıtma gibi hastalıklardan okuyarak insanları kurtarabildiğini
söylemiştir. Yine kendi ifadesinde Ermenilerin kendisine büyü yapıp, işlettiği
hanını ve parasını aldığını belirtmiştir.[352]
Büyüye olan inanç fazla olduğu için bu tarz ihbarlar kayıt altına alınmıştır.
Göz ardı edilememiştir.
Osmanlı’da
sarayın en üst rütbelisinden en düşük rütbelisine kadar büyü ile ilgilenenler
olmuştur. Arşiv kaynaklarında, sarayda çamaşırcılık işi ile uğraşan bir grup
insanın büyü işi ile uğraşmalarından bahsedilmektedir. Çok fakirken bir anda
saray çalışanlarına büyü yaparak zenginleşen kadının kızı, Kadriye bu durumdan
rahatsız olur ve annesini şikâyet etmek ister. Ancak annesi Kadriye’yi
engellemek için Kadriye’ye kötü davranıp eve kapatmıştır. Kadriye, ailesini
karşısına alarak şikâyet dilekçesini, saray çalışanı olan komşusu Yusuf Bey
aracılığı ile saraya gönderir. Dilekçede, çamaşır görevlilerinin çamaşırlara
büyü yaptırdığından bahsetmektedir.[353]
Büyün
farklı bir yöntemi olarak da insanlar, türbelerden veya evliyalardan yardım isteyerek
olaylara müdahale etmeye çalışmışlardır. Örneğin; Şeyh Mevlana Şemseddin,
Beyazıd Han ve Selim Han döneminde bulunmuştur. Mevlana Şemseddin’in insanlara
ve cinlere fetva verdiği söylenmektedir. Şemseddin, öldüğünde Edirne yoluna
gömülür. İnanışlara göre sara hastalığına yakalanmış bir kişi, 3 hafta üst üste
bu türbeye giderse bu hastalıktan kurtulurdu.[354]
Evliyalardan şifa bulmak amacı ile ilgili başka bir olay ise şu şekildedir; II.
Selim zamanında, büyük bir veba olmuştur. Trabzon’dan Yahya Efendi, Ayasofya’da
dua etmesi için çağrılmıştır. Dua ile vebanın illetinden kurtulmaya
çalışmışlardır.[355] İnsanlar
her türlü dertlerine derman aramak için evliyalardan ve türbelerden yardım
dilemişlerdir. Evliyaların mistik güçleri olduğuna ve olayları değiştirme gücü
olduğuna inanmışlardır.
Evliyalar
ölseler bile, bu güçlerinin devam ettiği düşüncesi türbelere olan ilginin
artmasına neden olmuştur. Bununla ilgili bir olay şu şekildedir; Abaza Paşa
devlete karşı ayaklanır ve Erzurum’dayken, Kanköy’de güzelliğini duyduğu Ermeni
bir kızı yakalamak için yola çıkar. Kızın evinin etrafına geldiklerinde, genç
kız ellerinden kurtulmak için Ebu İshak Sultan’nın ruhuna dua edip yardım
ister. Rivayete göre bu durumdan kurtulursa Müslüman olacağını söyler. Bir anda
kız yaşlı bir erkeğin suretine bürünür. Abaza paşa, içeride kızı bulamayınca
gider. Sonrasında kız, Ebu İshak Sultan’nın Bursa’daki türbesini ziyaret edip,
orada İslamiyet’e geçer.[356]
Evliyaların
tarihteki olaylara etkileri ile ilgili büyüsel birçok örnek vardır. Padişahların
tahtta kalma süresinden, kimin tahta çıkacağına kadar birçok olaya etki
ettikleri ile ilgili olaylar kayda alınmıştır. Örneğin, Beyazid-i Veli’nin
yanına Trabzona, Sultan Selim getirilir. Beyazid-i Veli, Sultan Selim’e sekiz
kere kuru bir dalla vurmuştur. Daha sonra bu dalı Selim’e hediye verip bir
toprağa ekmesini ister. Ektiği yerde kuru çubuğa rağmen verimli, yeşil bir
bahçe oluşmuştur. Sekiz kere o çubukla Sultan Selim’e vurması ve sekiz sene
tahtta kalması arasında ilişki kurulur. Sultan Selim’in tahtta kalma süresi,
Beyazid-i Veli’nin hikmetine dayandırılır.[357]
Tahta çıkma ile ilgili evliyalarla anlatılan başka bir rivayet ise şu
şekildedir, Gümüşlüzade Şeyh Abdurrahman’ın elini, Murat Han’ın iki oğlu öper.
Şehzade Mehmed ise ayağını öper. Bunun üzerine Gümüşlüzade “Konstantıniyye
Kalesini ta’mir ü termim edip camiler ve medreseler inşa eyle” der ve
Fatiha okur. Sonralarında Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u feth etmesi
Gümüşlüzade Şeyh Abdurrahman’a bağlanır.[358]
Sultan Selim’in, Mısır üzerine hareketi türbe ziyaretinde ettiği dua sonucuna
bağdaştırılmıştır. Sultan I. Selim, Bursa’da cetlerinin türbelerine gider ve
dua eder. Sultan Selim, Emir Sultan’ın mezarında dua ederken, ondan padişahlık
yolunu açık etmesini diler. Mezardan Mısır yolunun açık olduğuna dair ses
gelince hemen bütün ahali Fatiha okurlar. Sultan Selim, Mısır haberini alınca
derhal hazırlıklara başlar.[359] Bu
anlatılarda evliyaların hikmetleri sonucunda yürütülen devlet işleri,
padişahların yaptıklarını halk gözünde meşrulaştırmak ve destek toplamak için
araç olarak kullanılmış olabilir. Ayrıca anlatıların çoğu mistik olmakla
beraber temelinde büyüsel inanışlar olduğu için halk tarafından kolayca
inanılmıştır. Dillerden dillere anlatılan mistik olaylara inanış daha kolay
olmuş ve belkide bu yüzden bunlar kayıt altına alınmıştır.
Osmanlı’da Gündelik Yaşamda Büyü
Osmanlı’da
gündelik yaşamda büyü, önemli bir yer tutardı diyebiliriz. Büyüler, adetlerle
yoğrulmuş olarak da karşımıza çıkar. Örneğin, yeni doğmuş bir bebeğin
kırklanması aslında bir büyüdür. Bunun gibi gelenekler dışında özellikle
yapılan büyüler de vardır. Bunlardan biri ümmü sıbyan muskasıdır. Çocuk
havalesini engellemek için hazırlanmış bir muskadır. Bebeğin kundağına bu muska
iliştirilirdi.[360] Büyü
bozmak ve nazar için çörek otu yakılırdı.[361]
Çörek otu ve üzerlik otundan oluşturulan tütsü, lohusa kadının evinde kırk gece
yakılırdı ayrıca kadının başına denk gelen duvara sarımsak, soğan asılırdı.359
[362] Bunların
hepsi koruyucu geleneklerdi. İnsanlar, büyüye inanmaktalardı ve her türlü sorunda
mistik yollara başvurmaktalardı. Örneğin; Kaptan-ı Derya Elçi Mustafa Paşa’nın
notlar tuttuğu defterinde vefk ve cifr çizimler ile unutkanlığa iyi gelen bir
büyü bulunmuştur. Büyünün sol elin avuç içine yazılıp 40 gün boyunca her sabah
yalandığı takdirde unutkanlığı giderdiği şu şekilde anlatılmıştır;
“Âlim
ism-i şerinine vefk tarikiyle kırk gün ale ’s-sabah sol avucuna yazıp dili ile
yalarsa, bi-izn-i hüda; ol kimse her ne ki istima ederse hıfz eyleyip kuvvet-i
hafıza hâsıl olup nisyanda n beri olan taifi budur. Bu vech üzre her yevm
sabahleyin yazıp ırk güne değin müdavemet eyleye ”[363]
Osmanlı
yönetimi, okuyuculuk işi ile uğraşanlara izinler, ruhsatlar vermektelerdi.
Ancak usulsüzlük olmaması için ya da amacı dışında faaliyetler yapılmaması için
dükkânları denetlemekteydi. Ayrıca Osmanlı çarşısında gümüş mühür ve tılsım
kazıyıcı adı altında bir esnaf grubu bulunmaktaydı. Bu grup, şifalı taşlar ve
gümüş mühürler yaparlardı. Hastalıktan korunma veya kurtulmak için bu
yöntemlere başvurulurdu. Tılsımlar hazırlanırken doğaüstü canlılardan yardım
alındığına inanılırdı.[364]
Osmanlı’nın fal ve büyü işlerine izin verdiği, esnaf grubunun oluşmasından da
açıkça görülmektedir. Fakat Osmanlı, bazı durumlarda büyücülük işlerine
kısıtlamalar ya da yasaklar da getirmiştir. Ruhsatsız üfürükçülük yapanlara
veya kendini hoca olarak tanıtan dolandırıcılara yaptırımlar uygulanmıştır.
Mahmud Paşa'da bir dükkânda, kendi dilinde üfürükçülük etmesinden ve muskalar
yazmasından dolayı Selanik'e sürgün edilmiş olan Yahudi İsak’ı denetlemesi
için, Mustafa Çavuş gönderilmiştir. Yahudi İsak, Selanik’e sürgün edilmiş ve
tekrar bu işi yapmaması için uyarılmıştır.[365]
Osmanlı’da
kendisini hoca gibi gösteren dolandırıcılar da vardı. Büyü yaptıklarını iddia
edip bundan kazanç sağlamaktalardı. Nuruosmaniye Camisi’nden Çemberlitaş’a
kadar bu şekilde hocalar fazlasıyla mevcuttu. Bu hocaların dükkânları vardı.
Bunlara hüdamlı hocalar denirdi. Bu hocaların amaçları yalnızca paraydı.
Hüdamlı hocalara gidip delirenler dahi olmuştur. Örneğin, Kasımpaşa Merkez
Komiserliği’nde araştırılan duruma göre; Fehmi bin Mustafa, Nuruosmaniye’de
büyücülük işleri ile uğraşan Ahmet Şerkavi’nin ona hazırlayıp verdiği büyüler
yüzünden delirmiştir. Büyücü Ahmet Şerkavi, Hz. Muhammed’in torunlarından Hasan
ve Hüseyin’in yerine gönderildiğini söylemiştir. Ve buna sığınarak II.
Aldülhamid’den süvari zabitliği (denizcilik teşkilatı) görevine getirilmeyi
istemiştir.[366]
Nuruosmaniye’de bulunan başka bir hüdamlı hoca Cezayirli Hacı Mehmet’tir.
Define bulacağını söylemiş ve bir kişiyi dolandırmıştır, beş bin kuruş parasını
almıştır. Cezayirli Hacı Mehmet’in dolandırdığı kişi, Zaptiye Nezareti’ne
başvurarak bu Hüdamlı hoca hakkında şikâyetçi olmuştur. Sonucunda ise
dolandırılan kişinin zararının karşılanması ve başka kişileri de dolandırmaması
için önlem alınması kararı çıkmıştır.[367]
Osmanlı arşiv kayıtlarında, okuyuculuk yaptığını iddia ederek dolandırıcılık
yapanlar ile ilgili mahkeme kayıtları da mevcuttur. Hapis cezası ile
cezalandırılanlar da vardır. Örneğin; Rusya Devleti teba‘asından olup Hasır
İskelesi’nde tuzculuk eden Ayan Kremiyofun, sahte kontrato tanziminden bir sene
ve okuyuculuk eden Hacı Seyyid ile birâderi Hacı Mahmut’un darp maddesinden,
yirmişer güne ve borcunu ödemediği için on beşer gün, Taşkentli Ahmet’in kezâ
darp maddesinden bir hafta ve Çerçi Hristo’nun dahi silah bulundurmasından
dolayı yirmi dört saat müddetlerle ceza mahkemesince mahkum edilmelerine, ceza
sürelerinin bitiminde salıverilmelerine karar verilmiştir.[368]
Hüdamlı hocalardan çoğunun dolandırıcı olduğu anlaşılamamış, halk hocalara
gitmeye devam etmiştir. Hüdamlı hocaların bütün dertlere çare olduğuna
inanılıyordu ve bunu cinlerin vasıtası ile yaptığına inanılıyordu. Örneğin, “
evleneli yıl olmuş, yolda yolcudan haber yok. Adamın suratı bir karış,
kendisinin kısır olmadığından emin, ispata hazır, ikinci karıyı alsın, dokuz ay
on gün sonra toramanın sesini duyarsın, tazeye bunu da çıtlatmış. işte bu
ahvalde evvela boy abdesti alıp hüdamlı hocaya gidilecek, önünde diz çöküp
göbek açılacak, hoca da ağzının suyu aka aka bir şeyler yazacak. Heyecandan
yanılırsa, mürekkebi yalamaya izin var. ”[369]
Bu örnekten de anlaşıldığı gibi Hüdamlı hocalar sapkın kimselerdi ve insanların
manevi duygularını kullanarak bundan haksız kazanç sağlamaktalardı. Hüdamlı
hocaların ortaya çıkmasındaki en büyük etken, insanların büyünün varlığına
inanmasıdır. Osmanlı’ya dışarıdan da çok fazla büyücü geliyordu. Ve bunların
içinde dolandırıcı olanları da bulunmaktaydı. Osmanlı bu durumu engellemek için
önlemler almıştı. Mesela, 10 Aralık 1905 tarihinde, Kudüs Sancağı
Mutasarrıflığı’na yazılmış olan bir yazıda, İbrahim adında birinin Osmanlı’ya
girmek istediğini ama buna izin verilmeyeceği yazılmıştır. Çünkü İbrahim’in
sahte hocalık yapıp halkı dolandıracağını anlamışlardır.[370]
Sultan Abdülaziz döneminde ise bu tarz bir kayıta rastlanmıştır. Şeyhülislamlık
Makamı’na 1859 yılında bir yazı gönderilmiştir. Bu yazıda İstanbul’da
rukyehanlık ve remmallık yaparak insanları dolandıran Bağdat’lı ve Mağrip’li
insanlar olduğu ve hemen geldikleri yerlere gönderilmeleri emredilmiştir. Bu
kişiler yakalanıp eski yerlerine gönderilmiştir. Önceki mesleklerine devam
etmeleri sağlanmıştır.[371]
İnsanlar, büyüye başvurarak işlerini kontrol altında tutabileceklerini
düşünmüşlerdir. Büyünün varlığına olan inanç saray içinde ve toplumda bir hayli
mevcuttur. Mistik güçlere olan inanç da toplumun her tabakasında bulunmaktadır.
Hatta insanlar, bunu gündelik hayatlarının içine aktarmış ve geleneklerle
birleştirmişlerdir.
Haremde
kadınlar arasında büyü oldukça yaygındı. Kadınlar, durumları istedikleri gibi
kontrol edebilmek için büyüye başvurmuşlardır. Çoğu valide, şehzadelerini
korumak ve saltanatın bekası için büyüye başvurmuştur. Stephan Gerlach, saray
eşrafının Yahudi kadınlara saygı göstediğinden bahsetmiştir. Bu kadınlar büyü
ritüelleri ve fal konusunda bilgili, yetenekli kişilerdir. Sıksık saray içine
bu yeteneklerinden dolayı çağrılmaktalardır. Saray kadınlarının, Yahudi
kadınlar aracılığı ile çeşitli büyüler yaptığından bahsedilmektedir. Bütün
valideler arasında büyücü olarak en çok tanınan Hürrem’dir. Hürrem Sultan’ın,
resmi nikâh kıydırması ve Sultan Süleyman’a oğlunu öldürmesinden sorumlu olduğu
düşündüğü için halk arasında sihirbaz kadın gibi söylemler dolaşmaktadır.
Kendisinin, Kanuni Sultan Süleyman’a büyü yaptığı ve onu kontrol ettiği
düşünülmektedir.[372] Bir
diğer kara büyü de, kadınlara ilgisi fazla olan ama cinsel sorunlar yaşayan I.
İbrahim’in, bu durumuna çare bulmak için Kösem Sultan’ın, Hoca Karabaşzade
Hüseyin Efendi’yi saraya çağırmasıdır. Yaptığı büyü işe yarayınca bunun
karşılığında, I. İbrahim Karabaşzade’yi önce Galata Kadılığı’na daha sonra 1644
yılında Anadolu Kazaskerliği’ne getirir. Karabaşzade’nin, halk arasında Cinci
Hoca olarak adı duyulmasına ve Ulema sınıfından oldukça fazla tepki gelmesine
rağmen I. İbrahim onu, bu görevlere getirir. Kösem Sultan, Hoca’yı
desteklediğinden Hoca, kolayca yükselir. Ayrıca Anadolu kadılıklarını ve ilmiye
makamlarını ücret karşılığında vermiştir.[373]
Karabaşzade, yaptığı büyüye karşılık önemli görevler elde etmiştir. İslamiyet,
büyüyü kati suretle yasaklamış olmasına rağmen Karabaşzade, bu yönteme
başvurmuş ayrıca başarılı olduğu için önemli görevlere atanmıştır. Sarayın
önemli cincilerinden biri olmuştur.[374]
Valide Sultan’ın, bu hocanın yaptığı büyülere olan inancı onun sarayda hızlı
bir şekilde yükselmesine neden olmuştur. Türlü hastalıklara çareler bulması,
hatta iktidarsızlık problemini çözmesinden dolayı Valide Sultanın en önemli
adamlarından olmuştur. Karabaşzade, padişaha da bu şekilde yaklaşmıştır.[375] Kösem
Sultan’ın bu işlere olan ilgisi, küpelerinde bile yazılı olan tılsımlardan
anlaşılmaktadır.[376] Büyü
yapabilme gücü ve insanların büyüye olan inançları ile sarayda önemli bir güce
sahip olmuştur. Yönetim eşrafının, büyü ve fala olan inancı, yönetim bakımından
tehlikeli bir açıklık oluşturmaktaydı.
Tarihçi
Peçuylu İbrahim buna benzer başka bir olaydan, Safiye Sultan’ın III. Murat’a
büyü yaptırdığından bahsetmiştir. Padişahın tek eşli bir hayat sürdürmesi ve
çocuk sayısının fazla olmaması hanedan geleceği için tehlike yaratmaktadır.
Annesi Nurbanu Sultan ve İsmihan Sultan sürekli olarak cariyeler seçip
göndermelerine rağmen kızlara ilgi göstermemekteydi. İlgilendiği kızlarla ise
ilişkiye girmek istememesi, eşinin padişaha büyü yaptırdığı düşüncesini
akıllarına getirmiştir. Safiye Sultan’ın yakınında olan cariyeler sıkıştırılıp,
işkence yapılınca büyü yaptırdığını söylemek zorunda kalıp, büyüyü
bozdurmuştur. Sultan III. Murat kendisine büyü yapıldığını öğrenince, büyüyü
yapan bu cariyeleri idama mahkûm etmiştir.[377]
Kadınlar arasında daha yaygın gibi görünen bu inançlar erkekler arasında
da oldukça önemli bir yer tutmaktadır. III. Murat’ın doktoru olan Domenico,
haremdeki cariyelerin, III. Murat’ın ilgisini çekmek için büyüye
başvurduklarından bahsetmektedir. Bu konular üzerinde takıntılı olan III.
Murat, kendisine büyü yaptığını düşündüğü cariyeleri idam etmektedir. III.
Murat’ın Kitabü’l- Menamat’ında geçen rüyaları ve büyü ile ilgili söyledikleri
onun da bu işe inandığını göstermektedir. Kendisine büyü yapıldığını düşündüğünden
dolayı büyü için “neyle def’ olunmak kabildür” demiştir. Zaten fala ve
rüyalara olan düşkünlüğü bilinmektedir.[378]
III. Murat’ın büyüye olan ilgi ve inanışı da bu şekilde bilinmektedir.
Kadınlar, padişahlara çeşitli emelleri için büyüler yaptırmışlardır. Mistik
inanışlar, bu durumun olabileceğine olan inancı arttırmış ve kötü büyü yapanlar
öldürülmüştür. Büyüye ilgilisi olan başka bir Valide, Sultan Abdülaziz’in
annesi Pertevniyal’dir. Oğlunun saltanatının sonrasında, odasında V. Murat’a
karşı yaptığı büyüler çıkmıştır. Murat adı yazılı ve iğneler saplanmış bir
şekilde at kafası bulunmaktadır. Odasından bir sürü muska ve büyülü kumaşlar
çıktığı söylenmektedir.[379] Oğlunu
koruma amaçlı yaptığı düşünülse bile, karşıdakine zarar verme amaçlı olduğu
için kara büyü sınıfına girmektedir. Yönetimdeki dengeleri korumak için
Valide’nin, çözüm yolunu büyüde bulduğu görülmektedir. Valide’nin büyüye olan
inancının hayli yüksek olduğu başka bir olayda da anlaşılmaktadır. Cevdet
Paşa’nın, Sultan Abdülaziz’e büyü yaptırdığını düşündüğü için, Hulusi Efendi’ye
bir dua yazdırır ve bunu camilerde Cuma hutbelerinde okutur. Osmanlı’nın son
dönemlerinde bile, modernleşme zamanlarında dahi büyüye olan inancın varlığını
koruduğu görülmektedir.[380] V.
Murat’ın da tahta çıktığı dönemde, Velihat odasında bir sürü muska ve büyü
bulunduğundan bahsedilmektedir. V. Murat’ın validesi olan Şevkiefsar’ın da büyü
ile bir hayli ilgilendiği görülmektedir.[381]
İslami yasaklamalara rağmen istediklerine ulaşabilmek için, şifa amaçlı,
durumları değiştirmek için haremde büyüye sıkça başvurulmuştur.
Bunlar
içinde koruma amaçlı yapılan ak büyüler de vardır. Ak büyülerin en önemli
örneklerini tılsımlı gömlekler oluşturmaktadır. Padişahların başlarına
gelebilecek herhangi bir tehlikeden korumak amaçlı yaptırılmışlardır. III.
Murad’a 1582 yılında Nurbanu Sultan tılsımlı gömlek yaptırıp, hediye etmiştir.[382] III.
Mehmet’e de Safiye Sultan tarafından verilmiş gömlek bulunmaktadır. Topkapı
Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Koleksiyonu’nun kime ait olduğu bilinmeyen, sahibinin
saptanamadığı “gömlek, takma yaka, tekke ile yazılı örtüler ”
bulunmaktadır. Sahibi bilinmese bile, Valide sultanların koruma amaçlı büyülere
başvurduğu görülmektedir.[383] Amaç iyi
ya da kötü olsa da, yapılan ak büyü ya da kara büyü olsa da her türlü çözüm
yolunu büyüde bulmuşlardır. Büyünün temel amacı, kişilerin isteklerini yerine
getirme olduğundan ve bu isteklerin iktidar hırsı ile birleşmesinden dolayı,
büyünün sarayda bu kadar yaygın olması beklenen bir netice olmuştur. İstek ve
emellere ulaşmada veya olan mevcut durumu korumada en kolay yol büyü olarak
görülmüştür.
Osmanlı’da Fal ve Büyü İşlerinin
Denetimi
Arşiv
kaynaklarımda karşımıza çıkan bilgilere göre basılması yasak bazı kitaplar
bulunmaktadır. Osmanlı yönetimi okuyuculuk işi ile uğraşanlara izinler,
belgeler vermektelerdi. Ancak usulsüzlük olmaması için ya da amacı dışında
faaliyetler yapılmaması için dükkânları denetlemektedir. Örneğin, Kabasakal
Mahallesi'nde oturma izni olmadan kadılara okuyuculuk yapan Mısırlı Süleyman
Efendi’nin, ihracına ve tekrar yapmaması için ihtar edilmesine karar
verilmiştir.[384] Bu
işlerin denetlendiği ile ilgili diğer bir örnek, Aksaray’da Kâtip Cami-i Şerifi
kapısında, hastalara okuyuculuk yapan Mustafa Efendi ile ilgilidir. Mustafa
Efendi, Kemah kazasında Dedek karyesinde, Şeyh Şerâfeddin Hazretleri’nin
sülâlesindendir. Duhan Gümrüğü’nde ve Çemberlitaş’ta ve mahall-i sâirede
bulunan emirler sülâlesiden değildir diyerek görevden meni istenmiştir. Ancak
bu duruma uygun kanıt olmadığından, bu işi yapan başka hocalar da olduğundan
dolayı men edilmesi için herhangibir neden bulunamamıştır. Ayrıca Mustafa
Efendi’nin ileride uygunsuz bir harekette bulunmayacağına kefil göstermek
şartıyla, ruhsat verilmesinde bir sakınca görülmemiştir.[385]
Bu işi yapanlara ruhsat verilmiş ya da büyü kitapları denetimden geçtikten
sonra ruhsat almışlardır. İslamiyet’in büyüyü yasaklaması göz önüne alınınca,
bu işlerin şifa ve hayra yorma amaçlı olanlarına izin verildiği sonucu
çıkmaktadır. Diğer amaçlı büyüleri yaptıranlar cezalandırılmıştır.
Büyü
ile ilgili basılan kitaplar, kurul tarafından denetlendikten sonra çoğaltılıp,
dağıtılmasına izin verilmiştir. Örneğin, Kavaid-i Külliyesi ile Kitabül Büyü
adlı kitaplar, tedkik müelifât hey’etinin incelemelerinden sonra, hatalı
bilgiler barındırdığı için basımı ve dağıtımı yasaklanmıştır.[386]
Görüldüğü gibi Osmanlı yönetimi, İslamiyet’in yasaklamalarına rağmen, büyüyü
yasaklamamış ancak denetim altında tutmuştur. Bu iş ile ilgili yazılan kitaplar
denetlenmiştir. İçerik bakımından uygun olanların basılmasına izin verilmiştir.
İşini layığı ile yapmayanların dükkânları kapatılmış, bu kişiler işten men
edilmiş veya sürgün edilmiştir.
Osmanlı’da
okuyucuların, kendileri ile ilgili alınan kararlara itiraz etme hakları vardı.
Zeyrek’te taht-ı istihbarlarında bulunan dükkânlarda okuyuculuk yapan ve
şimdiye kadar herhangi yanlış bir hal ve harekette bulunmamış oldukları halde,
bugün zâbıtaca men‘ ile dükkânları kapatılmıştır. Hâlbuki benzer durumlarda
olanlar için haklarında böyle bir muamele olmayıp, işlerine devam ettiklerinden
dolayı Mehmed Pertev tarafından yapılan şikâyetle ilgili bilgi istenilmiş bu
konu hakkında yürürlükte olan hükümlere göre işlem yapılması istenilmiştir.[387] Bu işi
hakkı ile yapanların, sorunsuz büyü işlerini yürüttükleri görülmektedir.
Herhangi bir sorunla karşılaştıklarında, hakları olduğu ve itiraz edebildikleri
görülmektedir. Osmanlı tebaasından olmayan ancak okuyuculuk ile uğraşan El-Hac
Mehmet El-Haddad dürüst bir şekilde okuyuculuk yapanlardandır. Ancak kendisinin
de dükkânı mühürlenmiştir. Hatta bunun üzerine bu iş ile uğraşırken kimsenin
hakkını yemediğinden, kimseyi kandırmadığından, dürüstçe bu işi yaptığından
bahsetmektedir. Ailesinin geçimini yıllardır bu iş ile sağlamaktadır. Etrafınca
sevilen dürüst biri olmasına rağmen El-Hac Mehmet El-Haddad’ın dükkânı, Mayıs
1331(1915)’te kapanmıştır. Neden kapandığını sorar ve tekrar açılmasını talep
eder. Talebine cevaben Beşiktaş ve çevresinde okuyuculuk işleri ile uğraşıp kar
elde eden çok kişi olduğu için buna izin veremeyeceklerini belirtirler.[388]
Anlayacağımız gibi kar amaçlı, usulsüz işlerde uğraşanlar olduğu için bazen
genel olarak bölgedeki bütün bu işleri yapanlar engellenmektedir. Yalnız daha
önce de bahsettiğim gibi bu büyü konuları yalnızca şifa amaçlı ve koruma amaçlı
olanlardır. Aksini yapanların bu iş ile ilgili ruhsat alması beklenemez.
Okuyuculuk
işlerine ruhsat verildiği gibi kitapların basımına da ruhsat verilmiştir.
Böylece fal bakma işini de bazı kurallar çerçevesinde kontrol altında
tutmuşlardır. Devlet tamamen yasaklamamış ancak fal bakımı ve fal kitapları
için ruhsat vermiştir. Ruhsatsız bu işi yapanları cezalandırıp, kitapları
toplatmıştır. Ruhsat verilmediği için toplatılan kitaplardan bazıları; 1313
yılında Menakıb-ı Çehar-yar-i Güzin, Mürşidu'l- Müteehhilin, Mevlidu'n-Nebi,
Tabirname, Eski İnşa, Tuhfe-i Vehbi, Nüzhetu'l- Münşeat isimli kitaplardır.[389] Kitaplar
incelenmiş ona göre ruhsat verilmiş ya da yasaklanmıştır. Ruhsatsız olarak
basılan başka bir kitap olan Falname-i Muhiddin-i Arabi hakkında da, toplatılma
ve basan bulunur ise Zaptiye Nezareti’ne bildirilmesi kararı çıkmıştır.
Beyazıt’ta Hakkalar Çarşısı’nda, Seyid Molla Kerim’in dükkânında bulunan
Falname-i Muhiddin-i Arabi kitabının ruhsatsız basıldığı ve bir müfettiş
atanarak toplatılması kararı çıkmıştır.[390]
Toplatılan kitapların neden uygunsuz içerikleri olduğu ve ne için toplatılma
kararı çıktığı hakkında bir kayıt bulunamamıştır.
Ruhsatsız
olarak basılan kitaplardan yararlanarak bakılan fallar toplatılmış ve
engellenmiştir. Bunlardan biri, Sahaflar Çarşısı'nda İbrahim Efendi
Matbaası'nda basılmakta iken müfettişler tarafından yasak oldukları için
mühürlenen Yıldızname ve Kerem ile Aslı adlı eserlere ait taşların silinmesi
için gerekenin yapılması istenmiştir.[391]
Taşların silinmesi için müfettişle birlikte bir memurun atanması istenmiştir.
Basılan
kitaplar, içinde uygunsuz içeriği olunca da toplatılmışlardır. 20 Şevval 311
tarihinde Tabirname isimli kitap incelendikten sonra uygunsuz içerikleri olduğu
için basılması ve dağıtılması yasaklanmıştır.[392]
Kitapta geçen bir ifadeden dolayı, uygunsuz içerik kategorisine alınıp
toplatılmaktadır. Mesela, 3 Mart 310’da basılan Rumca tabirnamenin toplatılması
için matba‘alar müfettişi Vapuridi Efendi görevlendirilmiştir. Rumca tabirname
olan kitap, Galata’da ki Kurşunlu Han’da Vilasyonilipidin’in üç numaralı
matbaasında basılmaktadır. İstanbul’da, Yüksekkaldırım’da Arastidi’nin kırk
numaralı kitaphânesinde satılmaktadır. Kitapta geçen “Rüyanda ayın ortasında
bir haç gördüğünde Hristiyanların Türkler aleyhine muvaffak olduklarını
göreceksin” gibi cümleler bulunduğundan hemen toplatılmasına ve imha
edilmesine karar verilmiştir.[393] 1893’te
Tarsus’ta olan Kura’tü-l-tuyur adlı kitap Maarif Nezareti tarafından
denetlenmiş ve içerik bakımından uygunsuz olduğu için kitap yasaklanmıştır.
Yasaklı kitaplar listesine eklenip, kitap toplatılmış ve Osmanlı’ya grişi
yasaklanmıştır.[394] Bazı
yasaklı kitaplarla ilgili çeviri sıkıntısı yaşanmaktadır. İnceleyen heyet,
çeviri yapacak kimse olmadığı için zor durumda kalmıştır. Herhangi bir
mühürlememe durumunda Müslüman ve gayr-i Müslümler arasında çifte tutum
sergilenme durumu yaşanabilir. Yaşanan bu sıkıntıya örnek olarak şöyle bir olay
kaydedilmiştir; 9 Teşrini evvel 318 senesinde Rusya tebaasından olan ve
dükkânında yasaklı kitaplar bulunan Abbas Ağa için de aynı şekilde toplatılma
kararı verilmiştir. Sultan Beyazıt civarında, Rusya Devleti teba‘asından
kitapçı Abbas Ağa’nın dükkanında yasaklı kitaplardan Vaziyetnâme, Tabirnâme,
Yıldıznâme, Köroğlu, Şah İsmail, Aşık Garip, Ebâ Müslim, Muhammediye gibi
birçok kitap bulunmaktadır. Abbas Ağa’nın dükkânında birçok yasaklı kitaplar
bulunduğundan gerekenlerin derhal yapılması istenmiştir. Müfettişler tarafından
raporla bildirilmesi üzerine maliye ve zaptiye nezâret-i celîlesi müfettişleri
ile birlikte teftişe gidilmiştir. Dükkânında ise pek çok yasaklı kitap ve
yasaklı içerik olmasına rağmen, çevirmen olmadıkça kitapların teftiş edilmesine
muhalefet eylediği, gönderilen müfettiş tarafından verilen raporda ifade
olmuştur. Ancak eğer kitaplar toplatılmazsa ve matbaasına ruhsat verildiği
vakit teba‘a-i Osmâniye misillü muamele edileceği bildirilmiştir.[395] Bu konu
ile ilgili bir diğer örnek; Yeni Camii Şerif avlusunda İranlı Mehmet Ali ve
Hüsyin Ağaların kitap sergilerinde bulunarak toplatılan birer adet Muhammediye
ve Terci-i Bend ve Tabirnâme ve Yeni Şarkılar ve üçer adet Letâif-i Hayal ve
Hayatnâme kitapları Maarif Nezareti’ne gönderilmiştir.[396]
Sonrası ile ilgili kayıtlara ulaşılamamıştır ve devletin bununla ilgili nasıl
bir yol izlediği bilinmemektedir.
Toplatılan
kitapların hemen imhası istenmektedir. Örneğin; 11 Nisan 316 senesinde Müfettiş
Rıza ve Hilmi ve Raşid Efendilerin gözetiminde toplanan Yıldıznâme ve Selim
Sabit Efendi Tarih-i Umumisi'nin imhası için Parmakkapı Polis Merkezi’nden
nezarete gönderilmesi istenmiştir.[397]
17 Nisan 315 tarihinde Ebu Müslim divanından gönderilen bir nüsha, diyanetten
yasaklı içerik olarak görüldüğü için eserin basılmasına ve dağıtılmasına ruhsat
verilmemiştir. Ebu Müslim divanındaki altmış nüsha hemen imha edilmiştir.[398] Ayrıca
basılan kitaplara, herhangi bir ihbar üzerine de inceleme başlatılmıştır.
Ta‘birnâme-i Muhiddîn-i Arabî ismi ile müsemmâ ve tuhfetü’t-ta‘bir namında
diğer bir eser ile muhtî kitabın memnû‘iyeti hakkında bir karar olup
olmadığının araştırılması istenmiştir.[399]
Gümrüklerde
yapılan kontrollerde, ruhsatsız olan ya da yasaklı olan kitapların geçişine
izin verilmemiştir. Örneğin; Rusçuk’tan gelen muhâcir Ömer Ali Efendi’nin,
kitaplarından bir adet Muhammediye, bir adet Saatnâme, bir adet Yıldıznâme, bir
adet Hikâye-i Şahmerdan, bir adet Dîvân-ı Kerem kitaplarına el konmuştur.
Silifke’den gelen efendinin, iki adet Duhter-i Hindu-Abdülhak Hamid
Eserlerinden, bir adet Tarık yahut Endülüs Fethi Abdülhak Hamid Eserleri’nden,
iki adet Makber Abdülhak Hamid Eserleri’nden, bir adet İntibah Kemal Bey
kitaplarına el konmuştur. Mehmet İbrahim Efendi İskenderun’da, Ahmet Efendi
tarafından gönderilen yüz doksan dokuz adet Yeni Kıra’et, yirmi beş adet İlm-i
Eşya kitaplarına el koymuştur.[400] Bu
kitaplar gümrük kontrolleri sırasında alıkonulan kitaplardır.
Kitapların
ruhsatlarının kontrolü bu kadar sıkı iken ve ruhsatsız kitaplar toplatılırken,
konuda da dolandırıcılığa başvurulmuştur. Matbaa-i Amire’nin mührü taklit
edilerek, sahte ruhsatlar hazırlanmıştır. 3 Temmuz 315 senesinde Osmanlı’da
yasaklanan ve daha önce yüz on sekiz nüshası toplanan Yıldıznâme’nin, mühürlü
olarak kitapçıda bulunduğu ihbarı gelmiştir. Sultan Beyazıt Cami-i Şerfi
imâreti karşısında İranlı bir kitapçıda bulunan Yıldıznâme, gümrükten sahte
mühür ile geçirilmiştir. Hemen kitapların toplatılması, sahte mühürlerin önüne
geçilmesi emredilmiştir.[401] 10 Nisan
316 tarihinde, Sultan Beyazıd karşısında dükkânı olan İranlı Abbas’ın
kitapçısında, kırk bir adet kütüb-i memnû‘a, hakkaklarda kitapçılık eden Hafız
Şevki ve Emin efendilerin dükkânında Hafız Şevki ve Emin Efendi’lerin
dükkânlarında yüz on yedi adet Yıldızname ve Abdullah Efendi’nin dükkânında
Selim Sabit Efendi’nin Muhtasar Tarih-i Osmânî kitabından bir adet sahte
mühürlü kitaplar bulunmuştur. Bu sahte mühürleri hazırlayanın kim olduğu
bilinmemektedir ancak kitaplar imha edilmiştir. Bu konudaki şüpheliler daha
sorgulanmamıştır.[402] Bu iş
ile ilgilenenler, halkla oluşan arz-talep durumlarından dolayı bu konuda
sahtekârlığa başvurmuşlardır.
Osmanlı’da
fal işi ile uğraşanlar arasında devlet bünyesinde çalışanlar da olmuştur.
Mesela 1 Nisan 316 yılında, Mehmed Taceddin Efendi'nin tahsilinin ilm-i maarif
ile firasete müsait olmasına binaen ve yalandan uzak biri olduğu için tarik-i
tedrise dâhil olmasına müsaade buyrulmuştur.[403]
Bütün toplumlarda olduğu gibi falın, toplum hayatında bu kadar önemli olmasını
suistimal eden dolandırıcılar ortaya çıkmıştır. Kendilerini falcı olarak
tanıtarak, insanların mal ve paralarını almışlardır. Bu dolandırıcılar için
Osmanlı’da yaptırımlar mevcuttur. Örneğin; Mitroviçeli Kosti isimli bir kişi
Priştine Kazası’na gelerek, Ahali İslamiye’ye karşı kendisinin falcı olduğunu
göstererek, kilise adına para toplamıştır. Hristiyan hanelerden beşer, altışar
metelik toplamış ve gitmiştir. Aynı yere tekrar geldiği haber alınınca, men ve
yakalanması için hemen hazırlıklar başlamıştır.[404]
1 6. yy’da Remmal falı baktığını söyleyerek halkı dolandıran Mağripli bir kişi
hakkıda tutuklama kararı çıkmıştır.[405]
Bu konu ile ilgili başka bir örnek ise oldukça vahimdir. Sultanhisarı Mal
Sandığı'ndan çalınan beş bin kuruşu kimin çaldığını meydana çıkarmak için,
Antalya’dan Remmal Hoca İbrahim getirtilir. Falcı çalanların Mustafa, Mehmet ve
İskodralı Halil olduklarını söyleyince, fal baktıran müdür İsmail, yanında bir
adam ile bu kişilere türlü işkenceler yapar. Tırnaklarının arasına çiviler
sokmuş, baş aşağı sallandırmışlardır. Darptan dolayı kaburgaları, diz kapakları
kırılmıştır. Müdür İsmail, bunu yaptığını inkâr etmelerine rağmen, yanındaki
adamın itirafı üzerine suçlu bulunurlar. Üstelik bu işkenceler yapılırken
hocanın da orada olduğunu söylemiştir. Ceza olarak memuriyeti elinden alınıp,
beş sene Midilli’ye sürgün edilmiştir.[406]
Burada dikkat çekilmesi gereken durum, falcının sözlerine olan güvenden dolayı,
müdürün direkt şahıslara suçlu muamelesi yapmasıdır. Buradan falcıların çoğu
kişi üzerinde oluşturduğu güveni, toplumdaki yerlerini görebiliriz. Sapkın
hocalar bu durumu kullanarak, türlü uygunsuz durumlara neden olmuşlardır.
Başka
bir şikâyet olayı ilginç bir şekilde falı bakandan gelmiştir. Kudüs’te falcılık
işi ile uğraşan Hacı İbrahim fal baktığı Salih’ten şikâyetçi olmuştur.
Remmalcılık yapan İbrahim’in, Salih’e söyledikleri çıkmamıştır. Boşalan kadroya
Salih’in eşi, Salih adına başvuru yapmıştır. Salih bunu öğrenince remmala bu
işin olup olmayacağını sorar. Remmal işin gerçekleşeceğini söyler. Ancak bu iş
için bazı şeyler yapılması gerektiğini söyler. Bir hafta evinde kalması
gerektiğini söyler. Salih, İbrahim’i Cihangir’de ki evine getirir. Evinde sekiz
gün kalır, bahçeye bu işin olması için kaşıklar gömer ve bir kurban parası
alarak evden ayrılır. Bir süre sonra iş olmayınca Salih, Tophane’de falcılık
yapan İbrahim’in yanına gider ve onu tehdit eder. Bu tehditten çekinen İbrahim,
Salih’i şikâyet eder. Müfettiş yaptığı incelemede bahçede gömülü kaşıkları
bulur. Müfettiş bu durumla ilgili talimat beklediğini belirtir. Ancak neden
Salih’in dolandırılmasına rağmen şikâyette bulunmadığı bilinmemektedir.[407] Osmanlı’da
gündelik hayatın ve kültür hayatının değiştiği, akılcı faaliyetlere yönelen bir
döneme girildiği için bu tarz fal, büyü gibi işler engellenmiştir. Yine 1915
tarihinde Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti, 9 kişinin okuyuculuk işiyle uğraşıp
uğraşmadığını sormuştur. Kütahya polisi, bu kişilerin okuyuculuk yaptığını
isteyenlere yazdıklarını belirtmiştir. Ancak halktan bir şikâyet gelmediği için
hiçbir şey yapılamamıştır.[408] Bu işle
uğraşanlar ile ilgili herhangi bir kanun bulunmamaktadır.[409]
Fakat, bu iş ile uğraştığı için değil dolandırıcılıktan ceza almışlardır.
Osmanlı’nın son
zamanlarında bu iş ile uğraşanlarla mücadele verilmiştir. Aklın ve bilimin
üstünlüğünün kabul edilmeye başlandığı dönemlerdir. Örneğin; Halep’te de
okuyuculuk ve büyü işleri ile uğraşanlar bulunmaktadır. Bunların, eşi eve
bağlamadan, hastaları iyi etmeye kadar birçok büyü yaptıkları ve paralar
kazandıkları bilinmektedir. Kimse şikâyette bulunmamasına rağmen, bu işi
engellemek için bir tanesi adliyeye getirilmiştir.[410].
Hurafeler, batılların yerini bilim, sanat almıştır. Kültürel ve toplumsal
hayatı değiştirmeye çalışmışlardır. Bütün önleme çalışmalarına, bilim ve
akılcılık gelişmesine rağmen fal ve büyü işleri tamamen yok edilememiştir.
Tarih boyunca fal, zamanın şartlarına uyum sağlayarak varlığını sürdürmüştür.
Hala günümüzde insanların büyük çoğunluğu tarafından yaygın olarak tercih
edilmektedir.
Şamanizm
benzeri kültürlerde, din adamları toplum yönetiminde etkilidir. Bunun nedeni
ise dine verilen olmuştur. Temelinde fal ve büyü benzeri işler olan
kültürlerden etkilenen İslamiyet’te bu föktörleri etkin olarak görmekteyiz.
İslamiyet gaybtan haber almayı yasaklamadığı durumlar aracılığı ile fala açık
kapı bırakmıştır. Temelinde ise tefe’ül (hayra yorma) bulunmaktadır. Bu
bağlamda İslamiyet, rüya tabirini, İlm-i Remil’i yasaklamamıştır. Hatta
İslamiyet rüyayı, gelecekten haber verme aracı olarak Kur’an-ı Kerim’de
göstermiştir.
İlim,
düzenli ve tutarlı bilgi anlamına gelmektedir. Fakat bu çalışmada falın ve
büyünün ilim olarak adlandırılmasının nedeni, ele alınış biçimidir. Osmanlı Dönemi’nde
İlm-i Remil, İlm-i Kıyafet benzeri isimler kullanılarak falın, ilim olarak
kabul edildiği açıkça görülmektedir. Bu konu hakkında falnameler yazarak, falı
ilimleştirmeye çalışmışlardır.
Osmanlı
Devleti’nde 16. yüzyılın başlarında devletin astronomi ve astroloji işlerinden
sorumlu memur Müneccimbaşı idi. Bu nedenledir ki padişaha ve devlet yönetimine
bu denli yakın olan Müneccimbaşıları için, 1575 yılında Müneccimbaşı Takiyüddin
tarafından, İstanbul Rasathanesi kurulmuştur. Rasathane, dönemin Müneccimbaşılarının
görevlerinden olan takvim hazırlamak, uğurlu gün ve saatin tespitini yapmak,
Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi hadiselerinin tespitini yapmak
için kullanılırdı. Bu da, günümüzde fal ve büyüden ilim olarak bahsedilmese de,
ilim olarak adlandırdığımız astronomi ve astrolojinin temelini oluşturduğunun
göstergesidir.
Bu
çalışmadan çıkarılan başka bir sonuç ise; İslamiyet’in falı yasaklamış olmasına
rağmen, hayra yorma şeklinde, İslami şartlara uygun yorumlanan fal çeşitlerinin
görüldüğüdür. Aynı şekilde İslamiyet, büyünün varlığını kabul etmiş fakat
yasaklamıştır. Ancak gündelik hayatta gelenek haline gelmiş birçok durumda,
büyüsel alt yapı görmekteyiz. Büyü, halk yaşayışında varlığını korumaya devam
etmiştir.
Aynı
zamanda insanoğlunun umut ve merakı için başvurduğu yöntemdir fal ve büyü.
Başbakanlık Arşiv Kaynakları’ndan yapılan araştırmaya göre, fal ve büyü halk
arasında oldukça yaygındı. Hatta Osmanlı’daki, fala duyulan ilgiden dolayı, bu
durumdan yararlanmaya çalışan insanlar dahi olduğu görülmektedir. İnsanların bu
işe olan merakı devam ettiği sürece, fal ve büyüden faydalanmaya çalışmak,
kötüye kullanmak kaçınılmaz sondur.
Elbette
insanın umut ve merakı sonucunda falın, tek bir alanda kısıtlı kalmasını
beklemek olmazdı. Osmanlı Devleti’nin yönetiminde de fal, yapıların yapım
aşamasında ilk kazının yapılacağı zamanı, sefere çıkılacağı zamanı, devlet içi
atamaları, yönetimi dâhil birçok konuyu etkilemiştir. Ayrıca fal, toplumun her
tabakasına yayılmıştır. Falcılar esnafı kurulmuş, alayda yürümüşlerdir. Her
malzeme fal aracı olarak kullanılmış, birçok kitaba ruhsat alınmaya çalışılmış
ya da bu işi yapan birçok kişi ortaya çıkmıştır.
Fakat
fal ve büyü işlerini yaptıranların bu işi gizli tutmasından dolayı, bu konu ile
ilgili yeterli kaynak bulmakta sıkıntı yaşanmıştır. Ancak rüya tabirlerini bu
durumun dışında tutmak gerekir. Rüya hadisleri ile ilgili fazla kayıt ve örnek
mevcuttur. Doğruluğundan emin olamasak bile, birçok kaynak bu durumu
desteklemektedir. Ancak fal ve büyü ile ilgili tutulan kayıtların, benzer
başlıklar altında toplanılabileceği düşünüldüğünde, ulaşılamayan kayıtların da
hemen hemen aynı sonuçlara varmış olabileceği görülmektedir. Kayıtlara düşen
durumların, büyük çoğunluğunun dolandırıcılık üzerine olduğu düşünülür ise elimize
büyü ve falın geçerliliği ile ilgili fazla bir bilgi geçmemektedir. Fakat
dolandırıcılık suçu ile ilgili ceza alanların, fal ve büyü işi yaptıkları için
değil, dolandırıcılık yaptıkları için ceza aldıkları görülmektedir. Osmanlı’da
fal ve büyü işini yapanlar ile ilgili herhangi bir yaptırım görülmemektedir,
ancak Osmanlı’nın son döneminde bu işlerle mücadele edilmiştir.
Bu çalışmanın sonucunda,
falın ve büyünün, daha çok yönetimlerini sağlamlaştırmak, toplumun üzerinde
daimi etki yaratmak isteyen padişahların ve onlara destek verenlerin kullandığı
bir araç olduğunu düşünmek mümkündür. Fakat emin olduğumuz durum ise falın ve
büyünün çoğu zaman yönetimin tam merkezinde ve halkın yaşamında olduğudur.
BOA, Hatt-ı Hümayun (HAT), 1332/51912.
BOA., BOA., Posta ve Telgraf Nezâreti
Mâruzâtı (Y..PRK.PT..)
BOA., Yıldız Perakende Evrakı Zabtiye
Nezareti Maruzatı (Y..PRK.ZB..) , 6/97.
BOA., Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Erkanı
ve Saray Görevlileri Maruzatı (Y_PRK_SGE), 31/03/01.
BOA., Cevdet Zabtiye (C..ZB..), 27/27/1347.
BOA, Sadâret Defterleri (A.MKT.NZD), Dosya
No: 295, Gömlek No: 62.
BOA., Sadaret Mektubi Kalemi Meclis-i Vala
Evrakı (A.}MKT.MVL.), 22/25. BOA.,A.}MKT.MVL., 31/64.
BOA., Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri,
(DH_EUM_ADL), 15/10.
BOA.,Zaptiye Nezareti Defterleri (ZB.),
310/114.
BOA, ZB. Dosya No:444, Gömlek No: 62.
BOA., Mektubi Kalemi (MF.MKT.), 590 /6.
BOA., Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı
(TFR.I..KV..), 69/ 6867.
BOA., Dahiliye Nezâreti Mektubî Kalemi
(DH.MKT), 2568 /76.
BOA. Cevdet Adliye (C..ADL.), 35/2078.
BOA.,DH.MKT., 1736/95.
BOA., MF.MKT., 388/53.
BOA., MF.MKT., 403/28.
BOA., DH.MKT., 721/12.
BOA., MF.MKT., 203/13.
BOA., MF.MKT., 201/13.
BOA.,DH_MKT.,
24/5/1.
BOA.,MF.MKT.,
670/11.
BOA.,
MF.MKT., 500/ 24.
BOA.,MF.MKT.,
499/6/9/10.
BOA.,MF.MKT.,
195/ 3.
BOA.,
DH.MKT., 2597/ 52.
BOA.,MF.MKT.,
460/41.
BOA.,HAT,
1332/51912.
BOA.,Y_PRK_SGE,
65/01/01.
BOA.,
DH_ EUM_ADL, 15/06.
BOA.,DH_EUM_ADL,
13/01.
BOA.,DH_EUM_ADL,
23/01.
AÇA,
Mustafa, “Balıkesir’de Bulunan Bir Cönk ve İçinde Yer Alan Falı Nebat Örneği”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Araştırma Dergisi, Sayı: 59, 2011,
s.314-320.
Ahmet
Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Çev. Mümin Çevik, Dündar Günday), Cilt:
IX, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976.
AKSUN,
Ziya Nur, Osmanlı Tarihi Osmanlı Devleti’nin Tahlilli, Tenkidli Siyasi
Tarihi, Cilt: I, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994.
AKYILDIZ
Ali, Haremin Padişahı Valide Sultan, Harem ’de Hayat ve Teşkilat, Kültür
Bakanlığı Yayıncılık, İstanbul 2017.
ALİM,
Yıldız, “Manzum Bir Kur’an Falı”, İSTEM, Sayı:16, 2010, s. 184-185.
ALKAN,
Mustafa, “Milli Kütüphane 2727 Numaralı Mecmu’a’da Kayıtlı Manzum Bir Melheme”,
Turkish Studies, Volume 7/4, Ankara 2012, s.693-696.
ARDAKOÇ,
Berrin, Rüya, Gizli ilimler, Burçlar ve Fal Ansiklopedisi, Geçit
Kitabevi, İstanbul 2004.
ALTINSOY,
Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972.
AND,
Metin, Oyun ve Bügü, YKY, İstanbul 2003.
ARAT,
Reşid Rahmeti, Eski Türk Şiiri, TTK, Ankara 1991.
ARSLAN,
Ahmet Ali, “Orta Asya Türk ve Amerika Kızılderili Şamanlarının Giysileri”, Yaşayan
Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni: Bildiriler, 16-17 Nisan 2007, Hacettepe
Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007,
s.53-55.
ARSLAN,
Arif, Büyü, Fal ve Kehanet, Nesil Yayınları, İstanbul 2002.
ARTUN,
Erman, “Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri-Öğretileri-Dinleri”,
yyy.yyy. s.5.
AVNİ,
Mehmet A., Milliyetçilik, Marifet Yayınevi, İstanbul 1943.
AYDIN,
Mehmet, Dinler Tarihinde Giriş, Din Bilimleri Yayınevi, Konya 2015.
AYDIN,
Mehmet, “Fal”, DİA, Cilt: XII, İstanbul 1995, S.135.
AYDIN,
Mehmet, “Fal Maddesi”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: XII. s.134.
AYDÜZ,
Salim, Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar, İ. Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1993.
AYDÜZ,
Salim, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, (Hazırlayan Feza
Günergün), İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Yayınları,
İstanbul 1995, s. 112-113.
AYTEKİN
Fatih, Topkapı Sarayı Koleksiyonundaki Şifalı Gömleklerin Şifrelerinin
Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Tasarım, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tekstil ve Moda Tasarımı Anasanat Dalı Tekstil ve Moda Tasarımı
Bölümü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2015.
BAYAT,
Fuzuli, Ana Hatlarıyla Türk şamanlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2006.
BİLMEN,
Ömer Nasuhi Kur’anı Kerimin Türkçe mealialisi ve Tesfiri, Bilmen
Yayınevi.
BİRKAN,
Ali Fuat, “Tefeül İle Ad Verme Geleneği ve Emir Timur’un Adı”, Millî
Folklor, Cilt: XI, Sayı: 85, Ankara 2010, s. 133.
BORATAV,
Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997.
BÜKE,
Himmet, “Firdevsî-i Rumî’nin Kayıp Esei, Tali-i Mevlûd veya Tali-i Mevlûd-i
Kebir ( Bir Yıldızname ve 12 Hayvanlı Türk Takvimi)”, TÜRÜK Uluslararası
Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Yıl:4, Sayı:8, 2016,
s.68.
CEZAR,
Mustafa, Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt: IV, TTK, Ankara 2011.
ÇAĞBAYIR,
Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007.
ÇAKIR,
Müjgan, “ “Kıyafet-name”ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye
Araştırmaları Dergisi, Cilt: v, Sayı: 9, 2007, 333.
ÇAVUŞOĞLU,
Ali, Kıyafet-nâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2004.
ÇAY,
Abdulhaluk, Türk milli Kültüründe Hayvan Motifleri - I- (Koyun ve Keçi
Etrafında Oluşan Gelenekler), TKAE, Ankara 1990.
ÇELEBİ,
İlyas, “Fal”, DİA, İstanbul, 1995, Cilt: XII, s. 138-139.
ÇELEBİ
İlyas, “Fal Maddesi”, TürkAnsiklopeisi, Cilt: XII, S. 134-136.
ÇELEBİOĞLU,
Âmil, “Harflere Dair”, ETAD, MEB, İstanbul 1998, s.601-602.
ÇIBLAK,
Nilgün, “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, TÜBAR,
Cilt: XV, Sayı:15, 2004-Bahar, s.108-121.
DEMİR,
Ali Faik; AKGÜN ÇOMAK, Nebahat, Şaman Türk Dünyası, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul 2009
DEVELLİOĞLU,
Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, Ankara 1970.
DİKMEN,
Melek; ÇETİN, Kamile, “Klasik Türk Edebiyatında Tefe’ül Geleneği ve Kitap
Falının Şiire Yansıması” The Journal of Academic Social Science Studies,
Sayı:49, Sonbahar 2016, s.191.
DURMAZ,
Gülay; BAŞTÜRK, Şükrü, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil
Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3-4.
DUVARCI,
Ayşe, Türkiye’de Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser “Risale-i Falname
Li Cafer-i Sadık” ve “Tefe’ülname ”, Ersa Matbaası, Ankara 1993.
DUVARCI
Ayşe, “Tüklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar,
Uygulamalar”, Bilig, Sayı:32, s.129
DÜLGER,
Elif, “Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde Fal”, Turkish Studies
International
Periodical For The Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 101.
DÜNDAR
Peyruze, Nazlı Eray’ın Romanlarında Halk Bilimi Unsurları, İstanbul
Kültür Üniversitesi Lisansütü Eğitim Enstitüsü, (Yayınlanmış Dr Tezi), İstanbul
2019.
EBERHARD
Wolfram, Çin’in Şimal Komşuları, TTK, Ankara 1986.
EĞRİ,
Selahattin, “Meyvelerin Dilinden Niyet ve İşaretler-II”, U. Ü. Fen- Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 14, 2008/1 s.113.
ERBİR,
Bilal, “Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetname Üzerine”, Divan Edebiyatı
Araştırmaları Dergisi, Sayı: 19, İstanbul 2017, 37-58.
EREN
Metin, “Sembol Dilinin Bir Örneği Olarak Rüyalar: Türk Kültüründe Ölüme
Yorumlanan Rüyalar”, Turkish Studies International Periodical For the
Languages, Literatureand History of Turkish or Turkic, Volume 5/4, Fall
2010, s.1074-1077.
ERGİN,
Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, Giriş-Metin, TDK, Ankara 1997.
ERSOYLU
Halil, “Seğir-nâme”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten), Cilt:
XXXIII, Sayı: 1985, 1985, s.27.
ERSOYLU,
Halil, Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı, TDK, Ankara 1989.
ERSOYLU,
Halil, Fal, Falname ve Bir Çiçek Falı “ Der Aksam-ı Ezhar” Türkiyat,
Cilt: XX, İstanbul Ocak 1997, s. 202-203.
ERTAYLAN,
İsmail Hikmet, Fâlnâme, Sucuoğlu Matbaası, İ. Ü. Yayınları, İstanbul
1951.
ERZURUMLU
İSMAİL HAKKI HAZRETLERİ, Marifet name, (Sadeleştiren: M.Fuad Başar),
Alem Yayıncılık, İstanbul 2010.
ESİR,
Hasan Ali, “Anadolu Sahası Mesnevilerinde Miraç Mevzuu”, A. Ü. TAED, ^Sayı
39, Erzurum 2009, s.683-703.
ESİRGEN,
Bilge, Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün işlevi, Kocaeli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayınlanmış Dr. Tezi), Kocaeli 2014.
EŞMELİ,
İsmet; ETHEM, “Mürsel, Ahıska Türkeri’nin Günlük Hayatla İlgili Bazı Halk
İnanışları (Denizli Örneği)”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: XVII, Sayı: 34, 2018, s.332-333.
EVLİYA
ÇELEBİ B. DERVİŞ MEHEMMED ZILLI, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Hazırlayan:
Zekeriya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı), Cilt: II, YKY, İstanbul
2011.
EYUBOĞLU,
İsmet Zeki, Anadolu Büyüleri, Derin Yayınları, İstanbul 1987.
FAROQHI,
Suraıya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla,
(Çev. Elif Kılıç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara 2005.
FİNKEL,
Caroline, Rüyadan imparatorluğa Osmanlı, Osmanlı Imparatorluğu’nun Öyküsü
1300-1923, (Çev. Zülal Kılıç ), Timaş Yayınları, İstanbul 2007.
FLEISCHER,
Cornell H., Tarihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (Çev.
Ayla Ortaç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.
FROMM,
ERİCH, Rüyalar, Masallar, Mitoslar, (Çev. Aydın Arıtan; Kaan H. Ökten),
Say Yayınları, İstanbul 1995.
GÖKYAY,
Orhan Saik, “Rüyalar Üzerine”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi
Bildirileri, Cilt: IV, Ankara 1982, s.185.
GÜLHAN,
Abdülkerim, “Fal Kültürü ve Bir Manzum Nebat Falnâmesi Örneği”, Divan
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 16, Sayı:15, İstanbul 2016, s.153-154.
GÜNAY,
Ünver; GÜNGÖR, Harun, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Berikan
Yayınevi, Kayseri 2015.
GÜNALTAY,
Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, (Sadeleştiren: M. Mahfuz
Söylemez, Mustafa Hizmetli), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997.
GÜNGÖR,
Harun, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler, 16-17 Nisan
2007 Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi, “Geleneksel Türk Dininden
Anadolu’ya Taşınanlar”, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007,
s.3-5.
GÜR,
Nagihan, “Osmanlı Fal Geleneği Bağlamında Yıldızname, Falname ve Taliname
Metinleri”, Milli Folklor, Sayı: 96, 2012, s.205-206.
HALİFE,
Altay, “Kazak Türklerinde Aşık kemiği ve Aşık Oyunları”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 28, İstanbul 1984, s.49.
HAMMER,
J. Von, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt: II, İlgi Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul 2011.
HARMAN,
Ömer Faruk, “Danyal”, DİA, Cilt: VIII, İstanbul 1993, s. 480.
Hoca
Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Cilt: I.
İLOĞLU, Mustafa, Gizli ilimler Hâzinesi,
Seda Yayınları, İstanbul 2016.
İNALCIK, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı
imparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Cilt: II, Türkiye İş Bankası Yayınları,
İstanbul 2014.
İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün
Şamanizm: Materyal ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1972.
İNAN, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi,
Kültür Bakanlığı, İstanbul 1976.
İNAN, Abdulkadir, Makaleler ve
İncelemeler, Kitapevi Yayınları, Ankara 1987.
İPEK, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi
İnancının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2000.
İPŞİRLİ, Mehmet, “Zekeriya Efendi”, DİA,
Cilt: XLIV, s.212.
İSMAİL HAMİ DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı
Tarihi Kronolojisi, Cilt: II, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1948.
KAFADAR, Cemal, Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu, İki Cihan Aresinde, (Çev. Ceren Çıkın), Birleşik Yayınevi, Ankara
2010.
KAHRAMAN, Seyit Ali ve DAĞLI Yücel, Günümüz
Türkçesiye Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt: I, YKY, İstanbul 2004.
KAPLAN, Melike, “Halk Tıbbının Kökenleri:
Teşhisten Tedaviye Din ve Büyü İşleri”, Milli Folklor Uluslararası Kültür
Araştırmaları Dergisi, sayı 91, 2019, s.124.
KARA,
İsmail, “Fal, Falnâme”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt: III,
1979, s. 154- 155.
KARAL, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı
Hümayunları, Cilt: I, TDK, Ankara 1946.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi İkinci
Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı 1908-1918, Cilt: IX, TTK, Ankara 1999.
KARATAY, Fehmi Ethem, Topkapı Müzesi
Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu Cilt: I, MEB, İstanbul 1962.
KARTAL,
Ahmet, “Şeyh Baba Yusuf (?-öl. H. 918, İstanbul)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik
Bakış, Kış 1998, Sayı: 4, s. 3-4.
KÂTİP
ÇELEBİ, Keşfü’z Zunün, (Çev. Rüştü Balcı), Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul 2008.
KEMAL,
Orhan, Tavukçu, Dede Ömer Ruşeni, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği ve
Divanının Tenkildi Metni, Suna Yayınları, Erzurum 2005.
KINAY,
Aylin, “’Gün Seçme’ Geleneği Bağlamında Bir İnceleme: Geredevî’nin
Eyyâm-nâmesi”, A. Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım,
2013, s.184-188.
KIRBIYIK,
Mehmet “Kıyafet-name-i Cedide Hakkında”, A.Ü. TAED, Sayı: 39, Erzurum
2009, s. 794.
Kitabü’l
- Menamat Sultan III. Murad’ın Rüya Mektupları,
(Hazırlayan: Özgen Felek), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014.
KOÇ
KESKİN, Neslihan, “24 Divan Şairi Adına Tertip Edilmiş Bir Kur’a Falnamesi
Üzerine”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları
Dergisi, Cilt: I, Sayı:6, 2015 Yıl:3, s.90-95.
KORKMAZ,
Esat, Eski Türk inançları ve Şamanizm Terimler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar
Yayınevi, İstanbul 2003.
KOTAN,
Hüsna, “Falname Danyal 'Aleyhi’s-selâm”(Metin İnceleme Sözlük), TAED-65,
Mayıs - May 2019 Erzurum, s.133.
KÖPRÜLÜ,
Fuad, Edebiyat Araştırmaları, TTK, Ankara 1986.
KÖROĞLU,
Muhammed Ali, KÖROĞLU, Cemile Zehra, “Geleneksel Halk Sağlığı Uygulamaları: Dişli
Kasabası Örneği”, Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, Cilt:
6, Sayı: 4, 2017, s. 162.
KUZGUN,
Levent, “Bir İhtilaçname Hakkında”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve
Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 2018, Yıl: 6, Sayı:14, s.61.
MACDONALD,
Duncan Black, “Falnâme”, DİA, Cilt: IV, 1997, s. 449-450.
MENGİ,
Mine, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Cilt:
XXV, Ocak 1977, s. 305.
MİRCEA,
Eliade, Şamanizm, Kitapevi Yayınları, Ankara 1999.
M.Kemal,
Özergin, “Eski Bir Seyirme-nâme”, Türk Folklor Araştırmaları, Şubat
1967, Sayı: 211, Cilt: X, Yıl: 18, s.4331.
MUSTAFA
EFENDİ NAİMA, Târih-i Nâ’îma, (Çev. Mehmet İpşirli), Cilt II, TTK,
Ankara 2009.
Niyazioğlu
Aslı, “Rüyaların Söyledikleri”, Âşık Çelebi ve Şairler Tezkiresi Üzerine
Yazılar, (Der. Hatice Aynur-Aslı Niyazioğlu), Koç Üniversitesi Yayınları,
İstanbul 2011, s.74-75.
OCAK,
Ahmet Yaşar, Bektaşi Menakıblarında İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun
Kitapevi, İstanbul 1983.
OCAK,
Ahmet Yaşar, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler
(XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, Ankara 1999.
ÖGEL,
Bahaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: II, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985.
ÖZÇELİK,
MORKOÇ, Esma, Osmanlı Devletinde Müneccimbaşılık ve Münecimbaşı Hüseyin
Efendi, (Yayınlanmış Yükseklisans Tzi), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara 2018,
ÖZGÜL,
Metin Kayahan, Türk Edebiyatında Siyasi Rüyalar, Akçağ Yayınları,
Ankara, 1989.
ÖZKUL,
Yavuz, “Hayvanların Dilinden Manzum Bir Falname”, ETAD, Cilt: II, Sayı:
2, Ağustos 2019, s.1138.
PALA,
İskender, “Kıyafet Maddesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
Dergah Yayınları, Cilt: V, İstanbul 2002, s.339.
PALA,
İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Cilt: I-II. Akça Yayınları,
Ankara 1989, s. 120.
Peçevi
İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Hazırlayan: Bekir Sıtkı Baykal), Cilt:
I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.
RADLOFF,
Wilhelm, Sibiryadan 2, (Çev. Ahmet Temir), MEB, İstanbul 1994.
RENGİN,
Oyman, “Geleneksel Anadolu Dokumalarında Muska-Nazarlık Motifinin Kullanımı”, Akademik
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:25, Mart 2016, s.49.
ROUX,
Jean Paul, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), Kabalcı
Yayınları, İstanbul 1999.
ROUX,
Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Kabalacı Yayınları,
İstanbul 2001.
SCHİMMEL,
Annemarie, Halifenin Rüyaları, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005.
SCHUYLER,
Eugene, Türkistan, (Çev. Firdevs Çetin; Halil Çetin), Paradigma
Yayıncılık, İstanbul 2007.
SCOGNAMILLO,
Giovanni; ARSLAN, Arif, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü, Karizma
Yayınları, İstanbul 2002.
Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi, (Çev. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken
Yayınevi, 1986.
SELANİKİ
MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî, (Hazırlayan: Mehmet İpşirli), Cilt: I,
TTK, Ankara 1999.
SERTKAYA,
Ayşe Gül, “Bilinmeyen Bir Seğir-Nâme Yazması”, 15.09.2007, Ankara-Türkiye,
Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi ve Dil Eğitimi. Ankara 2011, s. 1533.
SEZER,
Şennur, Osmanlı’da Fal ve Falnameler, Milliyet Yayınları, İstanbul 1991.
SÜER,
Fatih Razaman, “Bir Seğirname Örneği”, Turkish Studies - International
Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume
6/4 Fall 2011, s. 288-296.
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya, “Seğir-name ve Seğirmek Manaları Üzerine Bir İnceleme”, A. Ü.
TAED, Sayı: 32, Erzurum 2007, s.55.
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya, “İlm-i Tefe’ül Ve Tefe’ül-nâme (Kur’an Falı) Üzerine Bir
Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: I,
Sayı:2, 2008, s.384-389.
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya, “Fal ve Falcılık Kavramı Ekseninde Türk Kültür Tarihinde Fal ve
Kehanet”, A. Ü. TAED, Cilt: XVII, Sayı: 43, Erzurum 2010. s.56.
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya, Gözitok Mehmet Akif, “Gaybi Bir İlim Şubesi Olarak İhtilaç-nameler
ve Mevlana Sevadi’nin Manzum İhtilaçnamesi”, Dedekorkut Dergisi, Sayı:
6, 2014, s.110.
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine Değerlendirme”, TİDSAD, Cilt:
VI, Sayı: 3, Sayı: 2007, Mart 2016, s.177-192.
SÜMER,
Necati, “Cahiliye Araplarında Falcılık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmaları Merkezi, Cilt: XIII, Sayı: 1, 2016, s. 145-150.
ŞAHİN,
Haşim, “Otman Baba”, DİA, Cilt: XXXIV, s.7.
ŞANLI,
İsmet , “XVI. Yüzyıl Divan Şairi Fedayi ve Fal-name-i Kur’an-ı‘Azim-i”, U.
Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 5,
2003/2, s. 167-169.
ŞEMSEDDİN
SAMİ, Kâmûs-ı Türki, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996.
ŞİMŞEK
Gizem, Türk Sinemasında Büyünün Temsili ve Büyü Filminin Görüntü
Göstergelerinin Çözümlenmesi ( Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), İstanbul
Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İsanbul 2008.
TANRIBUYURDU,
Gülçin, “Klâsik Türk Şiirinde, Kılıç Duası”, Divan Edebiyatı Araştırmaları
Dergisi 9, İstanbul 2012, s. 14.
TATÇI,
Mustafa, Edebiyattan içeri, Akçağ Yayınları, Ankara 1997.
TATLIOĞLU,
Durmuş, “Türkmen Irımları (Halk İnanışları)”, Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyah Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Sivas 2000, s. 157.
TAVKUL,
Ufuk, “Kıpçak Kökenli Türk Boylarında “Kürek Kemiği” ve “Kumalak- Taş “falı”,
Cilt: II, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Ankara
2003, s. 186-189.
TEMİZKAN,
Mehmet, “Bir Kur’ân Falı”, Milli Folklor, 2007, Yıl 19, Sayı: 74, s.
70-74.
TEZCAN,
Hülya, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’ndan Tılsımlı Gömlekler. Timaş
Yayınları, İstanbul 2011.
TİMURTAŞ,
Faruk K., Osmanlı Türkçesine Giriş I, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul
2008.
TURAN,
Osman, On iki Hayvanlı Türk Takvimi, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1941.
TURSUN
BEY, Tarih-i Ebü’l-feth, (Hazırlayan: A. Mertol Tulum), Baha Matbaası,
İstanbul 1977.
Türk
Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1979. s. 340.
UĞURLU,
Serdar; KOCA, S. Kürşad, “Türk Kültürü ve Anadolu Müslümanlığı ilişkisi”, Uluslararası
Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Sayı 22,Ekim - Kasım - Aralık 2010, s.6.
ULUDAĞ,
Süleyman, “Firaset”, DİA, Cilt: XIII, TDV, İstanbul 1996, s.116-117.
ULUĞ,
Nimet Elif, Osmanlı ’da Batıl İtikatlar ve Büyü, Doğan Egmont Yayıncılık
ve Yapımcılık A.Ş., İstanbul 2017.
UZUN,
Mustafa, Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir Araştırmaları
II, İSAV Kitaplığı, İstanbul 2001.
UZUN,
Mustafa, Kur’an (Edebiyat)” ISAM Ansiklopedisi, Cilt: XXVI.
ÜNVER,
Süheyl, Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis; Ali Kuşci, Kenan
Matbaası, İstanbul 1948.
VURAL,
Hanifi, “Fal Bakma Geleneği ve Bir Fal-ı Kur’an”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: V, Sayı: 2, Yıl: 2017/II, s.98-
102.
TANYU
Hikmet, “Büyü”, DİA, Cilt: VI., s. 502.
TEZCAN
Hülya, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’ndan Tılsımlı Gömlekler, Timaş
yayınları, İstanbul 2011.
YAŞA,
Recep, “Türklerde Animist Düşüncenin Yansımaları: Kürek Kemiği ve Aşık Kemiği Falı”,
SKAD, Cilt: II, Sayı 3, Yıl 2016, s.15-16.
YAZICI,
Muhammed, “Osmanlı ^Dünyasında Rüya Görmek Üzerine”, ASM- İnternational
Journal Of Social Sciences, Cilt: IV, Sayı, 7 Ocak 2016, s.123- 134.
Yazıcızade
Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), (Hazırlayan: Abdullah
Bakır), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2009.
YILDIZ
Naciye, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve
Tahliller, TDK, Ankara 1995.
YÜCEKAL
ERMENİTİN, Günnur, Mevlevi Usul ve Adabında Eski Türk Dininin İzleri Mevlevilikte
Şamanizm İzleri, Töre Yayınevi ve Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi,
İstanbul 2009.
ZEBİDİ,
Z. A., Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, (Çev. A.
Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1993.
WELLS,
Calvin, İnsan ve Dünyası , (Çev. Bozkurt Güvenç), İstanbul 1984.
3 Numaralı Mühimme Defteri, 966-968/1558-
1560 Özet ve Transkripsiyon, Ankara, 1993, Belge No:1301.
http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257
.pdf?sequence=1&isAllowed=y
(Erişim: 18. 05.2019)
(Erişim: 16.01.2019.)
http://earsiv.ebyu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12432/2151/Tali%20Name%
20FOATASOY.pdf?sequence=3&isAllowed=y
(Erişim:10.11.2019)
http://openaccess.29mayis.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/29mayis/961/2001
23 OKAYMO1.pdf?
sequence= 1
(Erişim:
12.12.2019)
[1] Gülay
Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil
Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3.
[2] Durmaz, Baştürk, a.g.m., s.4.
[3]Ali Faik Demir, Nebahat Akgün
Çomak, Şaman Türk Dünyası, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 11-34.
[4] Demir, Çomak, a.g.e., s. 138-186.
[5] Z. A. Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı
Tecrid-i Sarih Tercemesi, (Çev. A. Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, İstanbul 1993, s. 1.
[6] “Falnâme”, Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, Cilt: 3, İstanbul 1973, s. 154155.
[7] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1996.
[8] Berrin
Ardakoç, Rüya, Gizli İlimler, Burçlar ve Fal Ansiklopedisi, Geçit
Kitabevi, İstanbul 2004, s.13.
[9] Cemal
Kafadar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İki Cihan Aresinde, (Çev. Ceren
Çıkın), Birleşik Yayınevi, 2010 Ankara, s. 11.
[10] Saffat (37) suresi, 102. ayet
[11] Calvin Wells, İnsan ve Dünyası
, (Çev. Bozkurt Güvenç), İstanbul 1984, s. 133-134.
[12] Melike Kaplan, “Halk Tıbbının Kökenleri: Teşhisten Tedaviye Din ve
Büyü İşleri”, Milli Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi,
sayı 91, 2019, s.124.
[13] Bilge Esirgen, Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi,
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayınlanmış Dr. Tezi), Kocaeli 2014,
s.20.
[14]Bilge Esirgen, a.g.t.,
s.54.
[15] İbn Haldun, Mukaddime, İş Bankası
Yayınları, İstanbul 1988, s.6.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe
Mealialisi ve Tesfiri, El-Felak Suresi, Cilt: VIII, Bilmen Yayınevi, s.
4117-4119.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri,
En-Nas Suresi, Cilt: VIII, Bilmen Yayınevi, 4. Ayet, s. 4121-4122.
[18] Uluğ, a.g.e., s.35-39.
[19] Nimet Elif Uluğ, Osmanlı’da Batıl İtikatlar ve Büyü (1839- 1923),
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık A.Ş. İstanbul 2017, s.36.
[20] Uluğ, a.g.e., s.38.
[21] Durmuş Tatlıoğlu, “ Türkmen Irımları ( Halk İnanışları) "Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyah Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Sivas 2000, s. 157.
[22] Uluğ, a.g.e., s..40.
[23] Günay Ünver; Harun Güngör, Başlangıçtan
Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Berikan Yayınevi, Kayseri 2015, s.102.
[24] Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyal ve
Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi (TTK), Ankara 1972, s.27-41;
Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Cilt: I, s.21-40.
[25] Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, Marifet
Yayınevi, İstanbul 1943, s.89.
[26] Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıblarında
İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitapevi, İstanbul 1983, s.98.
[27] Güngör, a.g.e., s.106.
[28] Mehmet Aydın, Dinler
Tarihinde Giriş, Din Bilimleri Yayınevi, Konya 2015, s. 44.
[29]Metin
And, Oyun ve Bügü, Yapı Kredi Yayınları (YKY), İstanbul 2003, s.38.
[30] Güngör, a.g.e., s.103-105.
[31] Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk şamanlığı,
Ötüken Neşriat, İstanbul 2006, s.20.
[32] Güngör, a.g.e., s.108.
[33]Ahmet Ali Arslan, “Yaşayan Eski
Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler, 16-17 Nisan 2007 Hacettepe
Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi Orta Asya Türk ve Amerika Kızılderili
Şamanlarının Giysileri, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştrmaları
Enstitüsü Dergisi(TAED), Ankara 2007, s.53.
[34] Arslan, a.g.m.,
s.54-55.
[35]Ahmet Yaşar İpek, Alevi ve
Bektaşi İnancının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul
2000, s.50.
[36]GünnurYücekal Ermenitin, Mevlevi
Usul ve Adabında Eski Türk Dininin İzleri Mevlevilikte Şamanizm İzleri,
Töre Yayınevi ve Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2009, s.132-
133.
[37] Eliade Mircea, Şamanizm, İmge Kitapevi
Yayınları, Ankara 1999, s.99.
[38] Halil Ersoylu, “Fal, Falname ve Bir Çiçek Falı
“ Der Aksam-ı Ezhar” TAED, Cilt: XX, İstanbul Ocak 1997, s. 202-203.
[39] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm:
Materyaller ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1995, s.207.
[40] Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, TTK, Ankara 1989,
s.64-67.
[41] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm:
Materyaller ve Araştırmalar, TTK, Ankara 1995, s.207.
[42] Serdar Uğurlu, S. Kürşad Koca, “Türk Kültürü
ve Anadolu Müslümanlığı ilişkisi”, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler
E-Dergisi, Sayı: 22, Ekim - Kasım - Aralık 2010, s.6.
[43] Harun Güngör, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”, Bildiriler,
16-17 Nisan 2007 Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi Geleneksel Türk
Dininden Anadoluya Taşınanlar, Hacettepe Üniversitesi TAED, Ankara 2007,
s.3-5.
[44] Uluğ, a.g.e., s.41.
[45] Erman Artun, Türklerde İslamiyet Öncesi
İnanç Sistemleri-Öğretileri-Dinleri, yyy.yyy. s.5.
[46] Hasan Ali Esir, “Anadolu Sahası Mesnevilerinde Miraç Mevzuu”, Atatürk
Üniversitesi(A.Ü.) TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s.683-703.
[47] Ermenitin, a.g.e., s..266.
[48] Ermenitin, a.g.e., s.171-172.
[49] Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski
Dini, Kabalacı Yayınları, İstanbul 2001, s.93.
[50] Ermenitin, a.g.e., s.174-175.
[51] Ermenitin, a.g.e., s. 261-263.
[52] Ermenitin, a.g.e., s. 264-265.
[53] Ermenitin a.g.e., s. 357-358.
[54] Ermenitin a.g.e., s. 359-360.
[55] İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm....,
s.151.
[56]Ayşe Duvarcı, Türkiye’de
Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser “Risale-i Falname Li Cafer-i Sadık”
ve “Tefe’ülname ”, Ersa Matbaa, Ankara 1993, s.6.
[57] Mehmet Aydın, “Fal Maddesi”, Türk
Ansiklopedisi, Cilt: 12, s. 134.
[58] İlyas Çelebi, “Fal”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi(DİA), Cilt: 12, İstanbul, s. 138-139.
[59] Yusuf Ziya Sümbüllü, “İlm-i Tefe’ül Ve
Tefe’ül-nâme (Kur’an Falı) Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Cilt: I, Sayı:2, 2008, s.384.
[60] İsmail Hikmet Ertaylan, Falnâme,
Sucuoğlu Matbaası, İstanbul 1951, s.27.
[61] Bahaddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş,
Cilt: II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, s. 158.
[62] Duvarcı, a.g.m., s.7.
[63]İlyas Çeleci, “Fal Maddesi”, Türk
Ansiklopedisi, Cilt: 12, 135-136.
[64] Fatih Razaman Süer, “ Bir Seğirname Örneği”, Turkish Studies -
International Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish
or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 288.
[65] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah
Yayınları, İstanbul, 1979. s. 340.
[66] Halil Ersoylu, “Seğir-nâme”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı (Belleten), Cilt: XXXIII, Sayı: 1985, Ocak 1985,
s.27.
[67] Ali Çavuşoğlu, Kıyafet-nâmeler, Akçağ
Yayınları, Ankara 2004, s. 29.
[68]Yusuf Ziya Sümbüllü, Gözitok
Mehmet Akif, “Gaybi Bir İlim Şubesi Olarak İhtilaç-nameler ve Mevlana Sevadi’nin
Manzum İhtilaçnamesi”, Dedekorkut Dergisi, Sayı: 6, 2014, s.110.
[69] Yusuf Ziya Sümbüllü, “Seğir-name ve Seğirmek Manaları Üzerine Bir
İnceleme”, A. Ü. TAED, Sayı: 32, Erzurum 2007, s. 55.
[70] Bu olay kitapta şu şekilde bahsedilmiştir;
“Göksi gözel ala tağa ava çıkdun
İki vardun bir gelürsin yavrım kanı
Karanu dünde bulduğum oğul kanı
Çıksun benüm görür gözüm a Dirse Han yaman segrir” Muharrem
Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Giriş- Metin-Faksmile, Türk Dil Kurumu
Yayınları(TDK), Ankara 1997, s. 86.
[71] “İhtilâc-ı fark-ı ser
Câhdan verir haber
İhtilâc-ı pîş-i ser
Oldu devlete eser
İhtilâc-ı cenb-i ser
Sağ ve solu hayr eder
İhtilâc-ı fek-i leb
Sağda rızık ve solda tareb
İhtilâc-ı künc-i leb
Sağda zar ve solda tareb
İhtilâc-ı zir-i leb
Sağ ve solda yahşi hep
Muhtelic olsa eğer
Bir yerin eyle nazar
Bunda kim ahkâmı yâd
Şübhesiz et itimâd
Kim damar oynar neden
Hak’dır onu debreden
Anla işârâtını
Bekle beşerâtım”Erzmumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri, Marifet name, (Sadeleştiren M.Fuad Başar), Âlem
Yayıncılık, İstanbul 2010, s.84-86.
[72]Mehmet Kırbıyık,
“Kıyafet-name-i Cedide Hakkında”, A.Ü. TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s.
794.
[73] Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türki, Çağrı
Yayınları, İstanbul 1996, s.985.
[74] Gökhan Türk, Anadolu Sahasına Ait Bir
Kıyafet-Name Örneği Üzerine İnceleme, Adnan Menderes Üniversitesi,
(Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), Aydın 2007, s. 21.
[75] Türk, a.g.m., s. 22.
[76]İskender Pala “Kıyafet
Maddesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları,
İstanbul 2002, Cilt: 4, s.339. ayrıca daha ayrıntılı olarak diğer uzuvlara
yüklenen anlamlar için bknz.
[77] Bilal Erbir, “Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetname
Üzerine”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Sayı: 19, İstanbul
2017, 37-58.
[78] Mine Mengi, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı Belleten, Cilt: XXV, Ocak 1977, s. 305.
[79] Süer, a.g.m., s.288.
[80] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
Dergâh Yayınları, İstanbul 1979, s. 340.
[81] Ali Çavuşoğlu, Kıyafet-nâmeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2004,
s. 29.
[82] Necati Sümer, “Cahiliye Araplarında Falcılık”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt: XIII, Sayı: 1, 2016, s.
148.
[83] İlyas Çelebi, “İyafe”, DİA, Cilt: 23,
TDV Yayınları, İstanbul 2001, s.497.
[84] Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri,
(Sadeleştiren M. Mahfuz Söylemez- Mustafa Hizmetli), Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 1997, s. 134.
[85] Sümer, a.g.m., s.150.
[86] Süleyman Uludağ, “Firaset”, DİA, Cilt:
13, TDV Yayınları, İstanbul 1996, s.116-117.
[87] Sümer, a.g.m., s.145.
[88] Duvarcı, a.g.m., s.18.
[89] Ertaylan, a.g.e., s.7.
[90] Ferid Develiolu, Osmanlıca- Türkçe Lugat, Aydın Kitabevi,
Ankara 2003, s.1058.
[91] Ömer Faruk Harman, “Danyal”, DİA, Cilt:
8, İstanbul 1993. s. 480.
[92] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri
Sözlüğü. C.I-II. Akça Yayınları, Ankara 1989, s. 120.
[93] Develiolu, a.g.e.,s.1095.
[94] Yusuf Ziya Sümbüllü, “İlm-i Tefe’ül Ve
Tefe’ül-nâme ...”, s.387.
[95] Şennur Sezer, Osmanlı’da Fal ve Falnameler,
Milliyet Yayınları, İstanbul 1991, 5. 43.
[96] Gülay Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı
Örneği: Fal-ı Türk-i Manzum ve Dil Özellikleri”, Oğuz Türkçesi Araştırmaları
Dergisi(OĞUZTAD), Sayı: 1, Ocak 2019, s.4.
[97] Yaşa, a.g.m., s. 14.
[98] Recep Yaşa, “Türklerde Animist Düşüncenin
Yansımaları: Kürek Kemiği ve Aşık Kemiği Falı”, Sosyal ve Kültürel
Araştırmalar Dergisi(SKAD), Cilt: II, Sayı: 3, Yıl 2016, s.15-16.
[99] Esat Korkmaz, Eski Türk İnançları ve
Şamanizm Terimler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2003, s. 26.
[100] İnan,. Tarihte ve Bugün
Şamanizm..., s 51-52.
[101] Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün
Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1988, s. 166.
[102] Ögel, a.g.e., s. 253.
[103] Yaşa, a.g.m., s.7.
[104] Jean Paul, Roux, Altay Türklerinde Ölüm,
(Çev. Aykut Kazancıgil), Kabalcı, İstanbul 1999, s. 127.
[105] Mircea Eliade, Şamanizm, (Çev. İsmet
Birkan), İmge Yayınları, İstanbul 1999, s. 188-190.
[106] Yaşa a.g.m. s. 8.
[107] Wilhelm Radloff, Sibiryadan, 2, (Çev.
Ahmet Temir), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevi (MEB), İstanbul 1994, s. 256-257.
[108] Ufuk Tavkul, “Kıpçak Kökenli Türk Boylarında
“Kürek Kemiği” ve “Kumalak- Taş “falı”, C. 2, Çağdaş Türklük Araştırmaları
Sempozyumu Bildirileri 2003, Ankara, 186.
[109] Mehmet Aydın “Fal”, DİA, Cilt: 12,
İstanbul 1995, s.135.
[110] Nagihan Gür, “Osmanlı Fal Geleneği Bağlamında Yıldızname, Falname ve
Taliname Metinleri”, Milli Folklor, Sayı: 96, 2012, s.205.
[111] Gür, a.g.m., s.206.
[112]Aylin Kınay, “ ‘Gün Seçme’
Geleneği Bağlamında Bir İnceleme: Geredevî’nin Eyyâm-nâmesi”, A. Ü. Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kasım 2013, s.184.
[113] Yusuf Ziya, Sümbüllü, “Fal ve Falcılık Kavramı Ekseninde Türk
Kültür Tarihinde Fal ve Kehanet”, A.Ü. TAED, Cilt: XVII, Sayı: 43,
Erzurum 2010. s.56.
[114] Kınay, a.g.m., s.185.
[115] Sezer, a.g.e., s.37.
[116]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir
http://adkerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlm/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequence=1
&isAllowed=y
[117] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat,
Ankara 1996.
[118] Orhan Şaik Gökyay, “Rüyalar Üzerine”, II. Milletlerarası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C.IV, Ankara 1982, s.185.
[119] Şemseddin Sami, a.g.e., s.1484.
[120] Mustafa Tatçı; Halil, Çeltik, Türk
Edebiyatında Tasavvufî Rüyâ Tabirnameleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1995,s.
13.
[121] Erich Fromm, Rüyalar, Masallar, Mitoslar,
(Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten), Yay Yayınları, İstanbul 1995, s.8.
[122]Metin Eren, “Sembol Dilinin
Bir Örneği Olarak Rüyalar: Türk Kültüründe Ölüme Yorumlanan Rüyalar”, Turkish
Studies International Periodical For the Languages, Literatureand History of
Turkish or Turkic, Volume 5/4, Fall 2010, s.1074.
[123] Metin Eren, a.g.m., s.1076.
[124] Annemarie Schimmel, Halifenin Rüyaları,
Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s. 21.
[125] Metin Eren, a.g.m, s. 1077.
[126] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri,
Saffat (37) suresi, Cilt: VI, Bilmen Yayınevi, 102. Ayet, s. 2993.
[127] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Türkçe Mealialisi ve Tesfiri,
Yusuf(12) suresi 4. Ayet, Cilt: III, Bilmen Yayınevi, s.1538.
[128] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.2-5.
[129] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.72.
[130] Suraıya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan
Yirminci Yüzyıla, (Çev. Elif Kılıç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara
2005, s. 230.
[131] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.152.
[132] Arif Arslan, Büyü, Fal ve Kehanet, Nesil
Yayınları, İstanbul 2002, s.13.
[133] William A. Haviland Kültürel Antropoloji,
(Çev. Hüsamettin İnaç- Seda Çiftçi), İstanbul 2002, s.425.
[134]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir http://acikerisimarsiv.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequen
ce=1
&isAllowed=y
[135] Giovanni Scognamillo, Arif Arslan; Doğu ve
Batı Kaynaklarına Göre Büyü, Karizma Yayınları, İstanbul 2002, s. 24-32.
[136] Gizem Şimşek, Türk Sinemasında Büyünün Temsili ve Büyü Filminin
Görüntü Göstergelerinin Çözümlenmesi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, ( Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), İsanbul 2008, s.12.
[137] Şimşek, a.g.t., s.12.
[138] Dündar, a.g.t., s.61.
[139] Şimşek, a.g.t., s.13.
[140] Şimşek, a.g.t., s.13.
[141] Peyruze Dündar, Nazlı Eray’ın Romanlarında
Halk Bilimi Unsurları, İstanbul Kültür Üniversitesi Lisansütü Eğitim
Enstitüsü, (Yayınlanmış Dr. Tezi), İstanbul 2019, s. 63.
[142] H. Tanyu, “Büyü”,DİA, Cilt: 6., s. 502.
[143] Dündar, a.g.t., s.62.
[144] Sedat Veyis Örnek, Batıl İnançlar ve Büyüsel İşlemlerin
Etnolojik Tetkiki, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1966, s.39.
[145] Yaşa, a.g.m. s.9.
[146] Yaşa, a.g.m. s.8.
[147] Naciye Yıldız, Manas Destanı (W. Radloff) ve
Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, TDK, Ankara 1995 s. 398.
[148] Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler,
TTK, Ankara 1987, s. 132.
[149] İnan, Makaleler ve İncelemeler. , s.
149-150. Ayrıca destanda geçen fala ulaşmak için bknz.
[150] İnan, Makaleler ve İncelemeler., s.157.
[151]Yıldız, a.g.e., s.875 .
[152] Yaşa, a.g.m., s.10.
[153] Abdulhaluk Çay, Türk milli Kültüründe Hayvan
Motifleri, C.I, (Koyun ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenekler), Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları(TKAE), Ankara 1990, s. 64.
[154] Tavkul, a.g.m., s. 188-189.
[155] İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 253.
[156] Halife Altay, “Kazak Türklerinde Aşık kemiği ve Aşık Oyunları”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 28, İstanbul 1984, s.49
[157] Yaşa, a.g.m. s. 18.
[158] Eugene Schuyler, Türkistan, (Çev. Firdevs
Çetin - Halil Çetin), Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2007 s. 366.
[159] Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi,
Kültür Bakanlığı, İstanbul 1976, s. 156-157.
[160] Wolfram Eberhard, Çin ’in Şimal Komşuları, TTK, Ankara 1986,
s. 14-17.
[161] Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi),
(Hazırlayan Abdullah Bakır), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2009, s.910.
[162]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir
http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequence=1
[163] Reşid Rahmeti Arat, Eski
Türk Şiiri, TTK, Ankara 1991, s.878.
[164]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlm/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequence=1
&isAllowed=y
[165]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequence=1
&isAllowed=y
[166] Nazar
www.tdk.gov.tr
[167] Oyman Rengin, “Geleneksel Anadolu
Dokumalarında Muska-Nazarlık Motifinin Kullanımı”, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Mart 2016 Sayı:25, s. 49.
[168] Renin a.g.m., s. 50.
[169]Kudret Emiroğlu, Gündelik
Hayatımızın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011,
s.10.
[171] Kudret Emiroğlu, a.g.e., s. 10.
[172] İsmet Eşmeli, Mürsel Ethem, “Ahıska
Türkeri’nin Günlük Hayatla İlgili Bazı Halk İnanışları (Denizli Örneği)”, Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVII, Sayı: 34, 2016/2,
s.333.
[173] Eşmeli, Ethem, a.g.m., s.332.
[174] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur ’anı Kerimin Türkçe
mealialisi ve Tesfiri, Maide (5), 90. Cilt: II, Bilmen Yayınevi, s.819.
[175] Sahîh-i Buhârî (9), (Çev. Mehmed
Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s. 22,23.
[176] Sahîh-i Buhârî (12), ( Çev. Mehmed
Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s. 83.
[177] Gülay Durmaz, Şükrü Baştürk, “Bir Kur’an Falı Örneği: Fal-ı Türk-i
Manzum ve Dil Özellikleri”, OĞUZTAD, Sayı: 1, Ocak 2019, s.3.
[178] Durmaz, Baştürk, a.g.m., s.4.
[179] İlhan Kutluer, “İslam Literatüründe Burç”, DİA
(6), İstanbul 1992, s.422-424.
[180] Seyit Ali Kahraman, Yücel, Dağlı, Günümüz
Türkçesiye Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.I., YKY, İstanbul 2004, s.7.
[181] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 292.
[182] Dulger, a.g.m., s. 102.
[183] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.361.
[184] Mustafa Aça, Balıkesir’de Bulunan Bir Cönk ve
İçinde Yer Alan Falı Nebat Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, sayı: 59, 2011, s.314-315.
[186] Aça, a.g.m., s.318-319.
[187] Sahîh-i Buhârî (8), (Çev. Mehmed
Sofuoğlu), Ötüken, 1984, s. 224.
[188] Sahîh-i Buhârî (9), (Çev. Mehmed
Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s.53.
[189] Sahîh-i Buhârî (12), (Çev. Mehmed
Sofuoğlu), Ötüken, 1986, s.83.
[190]İsmet Zeki Eyuboğlu, Anadolu
Büyüleri, Derin Yayınları, İstanbul 1987, s. 12-14.
[191]Evliya Çelebi’nin hayatı,
büyü, tılsım, sihir
http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/7894/189257.pdf?sequence=1
&isAllowed=y
[192] Devellioğlu, a.g.e., s. 898.
[193] Arslan, a.g.e., s.84.
[194] Scognamıllo, Arslan, a.g.e., s. 168.
[195] Pertev Naili, Boratav, 100 Soruda Türk
Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997, s.103-104.
[196] Nilgün Çıblak “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık
İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilim Araştırma
Dergisi(TÜBAR), C.XV, Sayı: 15, Bahar 2004, s.108-121.
[197] Duncan Black Macdonald, “Falnâme”, DİA,
Cilt: 4, 1997, 449-450.
[198] Mustafa Uzun, Kur’an ve Edebiyat (Türk Edebiyatı), Kur’an ve Tefsir
Araştırmaları II, İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV Kitaplığı), İstanbul
2001, s. 21-38; aynı yazar, “Kur’an (Edebiyat)”, İSAM Ansiklopedisi,
Cilt: 26, 414-417
[199] Z. A. Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi,
(Çev. A. Naim), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 1.
[200] Duvarcı, a.g.m., s.12.
[201] Mustafa Uzun, “Falnâme”, DİA, 1995,
s.12.
[202] İsmail Kara, “Fal, Falnâme”. Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1979, s. 154- 155.
[203] Aydın, a.g.e., s.135.
[204] Gür, a.g.m., s.205.
[205] Gür, a.g.m., s.206.
[206] Selahattin Eğri, “Meyvelerin Dilinden Niyet ve
İşaretler-II”, Uludağ Üniversitesi(U.
Ü.) Fen-
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 9,
Sayı: 14, 2008/1 s.113.
[207] Eğri, a.g.m., s.98-100.
[208] Melek Dikmen; Kamile, Çetin, “Klasik Türk
Edebiyatında Tefe’ül Geleneği ve Kitap Falının Şiire Yansıması” The Journal
of Academic Social Science Studies, Sayı: 49, Sonbahar 2016, s.191.
[209] Ali Fuat Bilkan, “Tefeül İle Ad Verme Geleneği ve Emir Timur’un
Adı”, Millî Folklor, Cilt: XI, Sayı:85, Ankara 2010, s. 133.
[210]Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı
Kerim’in Türkçe Mealisi, Yâsîn, 36/14, Cilt: VI, Bilmen Yayınevi, s.2923.
[211] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.194-195.
[212] Elif Dülger, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde
Fal”, Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, s. 101.
[213] Âmil Çelebioğlu, “Harflere Dair”, Eski Türk
Edebiyatı Araştırmaları(ETAD), MEB, İstanbul 1998, s. 601-602.
[214] Halil Ersoylu, Cem Sultan ’ın Türkçe Divan
’ı, TDK, Ankara 1989, s.98.
[215] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.196.
[216] Dikmen; Çetin, a.g.m., s.196.
[217] Gülçin Tanrıbuyurdu, “Klâsik Türk Şiirinde
,Kılıç Duası”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
9, İstanbul 2012, s. 14.
[218] M.Kemal Özergin, “Eski Bir Seyirme-nâme”, Türk
Folklor Araştırmaları, Yıl: 18, Cilt: X, Sayı: 211, Şubat 1967, s.4331.
[219] Halil Ersoylu, “Seğir-nâme... ”, s.27.
[220] Ayşe Gül Sertkaya, “Bilinmeyen Bir
Seğir-Nâme Yazması”, 15.09.2007,
Ankara-Türkiye,
Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi ve Dil Eğitimi,
Ankara 2011, s. 1533.
[221] Katip Çelebi, Keşfü ’z Zunün, (Çev.
Rüştü Balcı), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s.77.
[222] Yusuf Ziya Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname
Üzerine Değerlendirme”, Türk Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi(TİDSAD),
Cilt: VI, Sayı: 3, 2017, s.192.
[223] Orhan Kemal, Tavukçu, Dede Ömer Ruşeni, Hayatı, Eserleri, Edebi
Kişiliği ve Divanının Tenkildi Metni, Suna Yayınları, Erzurum 2005,s. 10.
[224] Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine
Değerlendirme..” s. 177.
[225] İsmail Hikmet Ertaylan, Fâlnâme,
Sucuoğlu Matbaası, İstanbul Üniversitesi(İ. Ü.) Yayınları, İstanbul 1951, s.30.
[226] Müjgan Çakır, “ “Kıyafet-name”ler Hakkında Bir Bibliyografya
Denemesi”, Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt: v, Sayı: 9, 2007, 333.
[227] Ahmet Kartal, “Şeyh Baba Yusuf (?-öl. H. 918,
İstanbul)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik Bakış, Kış 1998, Sayı: 4, s. 3-4.
[228] Sümbüllü, “Yeni Bir İhtİlaçname Üzerine
Değerlendirme...”, s. 179-180.
[229] Levent Kuzgun, “Bir İhtilaçname Hakkında”, TÜRÜK Uluslararası
Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı:14, 2018, Yıl:6,
s.61.
[230] Kuzgun, a.g.m., s.63-64.
[231] Süer, a.g.e., s.290-291.
[232] Süer, a.g.m., s.295-295.
[233] Büke, a.g.m., s.70.
[234] Büke, a.g.m., s.72.
[235] Hüsna Kotan, “Fâlnâme Dânyâl
‘Aleyhi’s-selâm”(Metin İnceleme Sözlük), TAED, Sayı: 65, Mayıs - May
2019 Erzurum, s.133.
[236] Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük,
Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007, s.3954.
[237] Sennur Sezer, Osmanlıda Fal ve Falnameler,
Milliyet Yayınları, İstanbul 1998, s.43.
[238] Mustafa İloğlu, Gizli İlimler Hazinesi,
Seda Yayınları, İstanbul 2016, s. 288.289.
[239] Hüsna Kotan, a.g.m., s.133.
[240] Ey Allah’ım, sana tevekkül ettim ve yüzümü (yönümü) sana çevirdim,
yüce Kitabın ve büyük Furkanınla tefe’ül ettim. Saklı gaybında ve saklanmış
sırrında olan gizleri bana göster. İhtiyacım olan şeyle ilgili bana kaza ve
kaderini öğrenebileceğim bir ayet çıkar. Allah’ım bana doğruyu göster ki ona
uyayım ve bana batılı göster ki ondan uzak durayım. Rahmetinle, ey
merhametlilerin en merhametlisi.
[241] Yıldız Alim, Manzum Bir Kur’an Falı,
Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi
İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Dergisi (İSTEM),
Sayı:16, 2010, s. 184-185.
[242] Mehmet Temizkan, “Bir Kur’ân Falı”, Milli
Folklor, Sayı: 74, 2007, Yıl 19, s. 70-74.
[243] Sezen, a.g.e., s.13.
[244] İsmet Şanlı “XVI. Yüzyıl Divan Şairi Fedayi ve
Fal-name-i Kur’an-ı‘Azim-i”, U. Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt: IV, Sayı: 5, 2003, s. 167-169.
[245]Talinamehttp://earsiv.ebyu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12432/2151/Tali%20Name%20F
OATASOY.pdf?sequence=3&isAllowed=y
[246] Hanifi Vural, “Fal Bakma Geleneği ve Bir Fal-ı
Kur’an”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: V,
Sayı: 2, Yıl: 2017/II, s.98-102.
[247] Yusuf Ziya Sümbüllü “İlm-i Tefe’ül Ve
Tefe’ül-nâme ...”, s. 387-389.
[248] Abdülkerim Gülhan, “Fal Kültürü ve Bir Manzum Nebat Falnâmesi
Örneği”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 16, Sayı:15, İstanbul
2016, s.153-154. Ayrıca Bknz; Falnamenin dönem kayıtlarI ve meyveler ile ilgili
tablo için ayrıca bakınız.
[249] Gülhan, a.g.m., s.153-154.
[250] Gülhan, a.g.m., s. 155.
[251] Aça, a.g.m., s.314-315.
[252] Aça, a.g.m., s.320.
[253] Aça, a.g.m., s.318-319.
[254] Şeref Boyraz, Fal Kitabı (Melhemeler ve Halk
Kültürü), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2006, s.3.
[255] Mustafa Alkan, “ Milli Kütüphane 2727 Numaralı
Mecmu’a’da Kayıtlı Manzum Bir Melheme”, Turkish Studies, Volume 7/4,, p.
689-709, Ankara Fall 2012, s.693-696.
[256] Neslihan Koç Keskin, “24 Divan Şairi Adına
Tertip Edilmiş Bir Kur’a Falnamesi Üzerine”, TÜRÜK Uluslararası Dil,
Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt: I, Sayı:6, 2015 Yıl:3,
s.90-95.
[257] Koç, a.g.m., s. 91-93.
[258]Türk, a.g.m., s. 26.
[259] Türk, a.g.m., s. 26.
[260] Yavuz Özkul, “Hayvanların Dilinden Manzum Bir Falname”, ETAD,
Cilt: II, Sayı: 2, Ağustos 2019, s.1138. Ayrıca bknz; hayvanların minyatür
çizimleri ve beyitlerin için makaleye ayrıca bakabilirsiniz.
[261] Özkul, a.g.m., s. 1139-1144.
[262] Kahraman, Dağlı, a.g.e., 2004, s. 235.
[263] Kahraman, Dağlı, a.g.e., 2003, s.437.
[264] Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi Osmanlı
Devleti’nin Tahlilli, Tenkidli Siyasi Tarihi, C.I, Ötüken Yayınları,
İstanbul 1994, s. 220-221.
[265] Aksun, a.g.e., s. 220-221.
[266] Dulger, a.g.m., s.102.
[267] Dulger, a.g.m., s.101.
[268] Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi,
(Hazırlayan Bekir Sıtkı Baykal), C.I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981,
s.134.
[269]Elif, Dulger, a.g.m, s.
105.
[270] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 482.
[271] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s. 580.
[272] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 292.
[273] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.172.
[274] Esma Özçelik Morkoç, Osmanlı Devletinde Müneccimbaşılık ve
Münecimbaşı Hüseyin Efendi, , Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Yayınlanmış Yükseklisans Tezi), Ankara 2018, s.31-32.
[275] Tursun Bey, Tarih-i Ebü ’l-feth,
(Haırlayan: A. Mertol Tulum) Baha Matbaası, Baha Matbaası, 1977, s.12.
[276] Süheyl Ünver, Türk Pozitif İlimler
Tarihinden Bir Bahis; Ali Kuşci, Kenan Matbaası, İstanbul 1948, s.69.
[277]Salim Aydüz, “Osmanlı
Devleti’nde Müneccimbaşılık”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, (Hazırlayan
Feza Günergün), İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, Sayı 1, İstanbul 1995,
s.164.
[278] Morkoç, a.g.m., s. 35.
[279] Enver Ziya Karal, Selim III’ün Hatt-ı
Hümayunları, C. I, TDK, Ankara 1946, s.1.
[280] Muhammed Yazıcı, Osmanlı Dünyasında Rüya Görmek Üzerine, ASM- International
Journal Of Social Sciences, Cilt: IV, Sayı, 7, Ocak 2016, s.123.
[281] Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı
İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, C.II, İstanbul 2014, s.231.
[282] Cemal Kafadar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İki Cihan Aresinde,
(Çev. Ceren Çıkın), Birleşik Yayınevi, Ankara 2010, s. 11.
[283] J. Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,
C.II, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011, s.126,
[284] Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, C.I, s.533-534.
[285] J. Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,
C.I, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011, s.169.
[286] Yazıcı, a.g.m., s. 124.
[287] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi İkinci
Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı 1908-1918,
C.IX, TTK, Ankara 1999, s.283-284.
[288] Hammer, a.g.e., s. 261.
[289] Finkel, a.g.e., s.128.
[290] Yazıcı, a.g.m., s. 124.
[291] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik:
Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, Ankara 1999, s.89-90.
[292] Morkoç, a.g.m., s. 39.
[293] Morkoç, a.g.m., s. 40.
[294] Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Çev.
Mümin Çevik - Dündar Günday), C.IX, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976, s.183.
[295] Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliya
Çelebi Seyahatnamesi, C.II, (Haz. Zekeriya Kurşun - Seyit Ali Kahraman -
Yücel Dağlı), Yapıkredi Yayınları, İstanbul 2011, s.78-79.
[296] Salim Aydüz, “Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve
Müneccimbaşılar” (Yüksek Lisans Tezi), İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul 1993, s.112.
[297] Tursun Bey, a.g.e., s.44.
[298] Başbakanlık Osmanlı Arşivi(BOA), Hatt-ı Hümayun(HAT), 1332/51912,
(1251).
[300] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.210.
[301] Hammer, a.g.e., s.537.
[302] Târih-i Nâ’îma, C. II, s. 478;Mufassal Osmanlı Tarihi,
C.IV, s.1817.
[303] Cornell H. Fleıscher, Tarihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydın ve
Bürokratı, (Çev. Ayla Ortaç), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s.
157-158.
[304] Peçevi İbrahim Efendi, a.g.e., s.18.
[305] Kahraman, Dağlı, a.g.e., s.266.
[306] Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, C.I, (Haz. Mehmet
İpşirli), TTK, Ankara 1999, s.323; Mehmet, İpşirli, “Zekeriya Efendi”, DİA,
C.44, s.212.
[307] Abdülkadir Altınsoy, Osmanlı
Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972, s.53.
[308] Kahraman ve Dağlı, a.g.e., s. 154-178.
[309] Hoca Sadettin, a.g.e., s.586.
[310] İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı
Tarihi Kronolojisi, C. II, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1948, s. 92, 1971.
[311] Kahraman, Dağlı, a.g.e. C.II, s.214.
[312] Yazıcı, a.g.m., s.126, dipnot 30. (Ahmet Ödge, “Osmanlı
Dönemi Tekke Hayatına Bir Örnek: Yiğitbaşı Veli ve Tarikat Usulü”,
(Hazırlayan Güler Eren), C.IV, s.526.)
[313] Kitabü ’l - Menamat Sultan III. Murad’ın Rüya Mektupları,
(Hazırlayan Özgen Felek), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014, s.15.
[314] Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı, Osmanlı
împaratorluğu’nun Öyküsü 13001923, (Çev. Zülal Kılıç), Timaş Yayınları,
İstanbul 2007, s.77.
[315] Faris Çerçi, Gelibolulu Mustafa Ali ve Künhü ’l - Ahbar’ında II.
Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri, C. III, Kayseri 2000, s.246; Kitabü’l
-Menamat., s.11.
[316] Yazıcı, a.g.m., s.129.
[317] Aslı Niyazioğlu, “Rüyaların Söyledikleri”, Âşık
Çelebi ve Şairler Tezkiresi Üzerine Yazılar, (Der. Hatice Aynur-Aslı
Niyazioğlu), Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011, s.74-75.
[318] Finkel, a.g.e., s.82.
[319] Haşim Şahin, “Otman Baba”, DİA, C.34,
s.7.
[320] Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal..., s. 121.
[321] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 187.
[322] Cemal Kafadar, “Eyüp ’te kılıç kuşanma
Törenleri ”, Eyüp Dün Bugün, (Hazırlayan Tülay Artan), İstanbul 1994,
s.50-61.
[323] Aksun, a.g.e., s. 140-141.
[324] Finkel, a.g.e., s.215.
[325] Morkoç, a.g.m., s.41-42.
[326] Aydüz, a.g.ı., s.113.
[327] Kınay, a.g.m., s.184.
[328] Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları,
TTK, Ankara 1986, s.65.
[329] Boratav, a.g.e., s.83.
[330] Kınay, a.g.m., s.186.
[331] Osman Turan, On iki Hayvanlı Türk Takvimi, Cumhuriyet
Matbaası, İstanbul 1941, s.24.
[332] Kınay, a.g.m., s. 188.
[333] Uluğ, a.g.e., s. 162-163.
[334] Fehmi Ethem Karatay, Topkapı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar
Katalogu, C.I, MEB, İstanbul 1962, s. 129-130.
[335] Uluğ, a.g.e., s.159.
[336] Hülya Tezcan, Topkapı Sarayı Müzesi
Koleksiyonu ’ndan Tılsımlı Gömlekler, Timaş yayınları, İstanbul 2011, s.19.
[337] Yazıcı, a.g.m., s.131-132.
[338] Yazıcı, a.g.m., s.132-134.
[339] Yazıcı, a.g.m., s.133.
[340] Metin Kayahan Özgül, Türk Edebiyatında
Siyasi Rüyalar, Akçağ Yayınları, Ankara 1989, s.14, dipnot:30.
[341] Yazıcı, a.g.m., s. 134.
[342] Yazıcı, a.g.m., s.135.
[343] Ali Akyıldız, Haremin Padişahı Valide Sultan, Harem’de Hayat ve
Teşkilat, Kültür Bakanlığı Yayıncılık, İstanbul 2017, s. 296.
[344] Fatih Aytekin, Topkapı Sarayı Koleksiyonundaki Şifalı Gömleklerin
Şifrelerinin Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Tasarım, Haliç Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Tekstil ve Moda Tasarımı Anasanat Dalı Tekstil ve Moda
Tasarımı Bölümü, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2015, s.7.
[345] Uluğ, a.g.e., s. 173-174.
[346] Uluğ, a.g.e., s.158.
[347] Aytekin, a.g.t. s.8.
[348] Uluğ, a.g.e., s 173.
[349] Uluğ, a.g.e., s.176-177.
[350] Uluğ, a.g.e., s.180.
[351] Faroqhi, a.g.e., s. 226.
[352] BOA., Yıldız Perakende Evrakı Zabtiye
Nezareti Maruzatı(Y..PRK.ZB), 6 / 97, (16 Teşrini Sani 306).
[353] BOA., Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Erkanı
ve Saray Görevlileri Maruzatı, (YPRKSGE), 31/03/01.
[354] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 321.
[355] Kahraman Dağlı, a.g.e., s. 93.
[356] Kahraman Dağlı, a.g.e., C. II, s.65.
[357] Kahraman Dağlı, a.g.e., s.425.
[358] Kahraman Dağlı, a.g.e., Cilt: II, s.53.
[359] Kahraman Dağlı, a.g.e., Cilt II, s.63.
[360]Folklorhttp://openaccess.29mayis.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/29mayis/961/2001
23 OKA
YMO1.pdf?sequence=1
Erişim Tarihi:12.12.2019)
[361] Muhammed Ali Köroğlu, Cemile
Zehra Köroğlu, “Geleneksel Halk Sağlığı Uygulamaları: Dişli Kasabası Örneği”,
Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, Cilt:6, Sayı:4, 2017, s. 162.
[362]Ayşe Duvarcı, “Tüklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve
Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar,
Uygulamalar”, Bilig, Sayı:32, s.129.
[363] Uluğ, a.g.e., s. 179-180.
[364] Uluğ, a.g.e., s181.
[365] BOA., Cevdet Zabtiye (C..ZB..), 27/1347.
[366] Uluğ, a.g.e., s187.
[367] BOA., Dahiliye Nezâreti Mektubî Kalemi
(DH.MKT), 2568 /76 ,(29 Teşrini Sani 319/5 Ramazan Sene 31)
[368] BOA.,Zaptiye Nezareti Defterleri, (ZB.), 310
/114, (22 Kanuni Sani 322/15 Şubat Sene 32).
[369] Uluğ, a.g.e., s.187.
[370] BOA, Zabtiye Nezareti Evrakı (ZB), Dosya
No:444, Gömlek No: 62, (27.TS.1321).
[371] BOA, Sadâret Defterleri, (A.MKT.NZD), Dosya No: 295, Gömlek No:
62, (19.R.1276).
[372] Akyıldız, a.g.e., s.295.
[373] Akyıldız, a.g.e. s.299.
[374] Tezcan, a.g.e., s.43-44.
[375] Hammer, a.g.e., s.611, 2011.
[376] Akyıldız, a.g.e., s. 300.
[377] Hammer, a.g.e., s.477.
[378] Akyıldız, a.g.e., s.297.
[379] Akyıldız, a.g.e., s. 302.
[380] Akyıldız, a.g.e., s. 302.
[381] Akyıldız, a.g.e., s. 303.
[382] Akyıldız, a.g.e., s. 295.
[383] Akyıldız, a.g.e., s. 297-298.
[384] BOA., SadaretMektubi Kalemi Meclis-i Vala
Evrakı, (A.}MKT.MVL.), 22 /25, (21 Muharrem 66).
[385] BOk.A.}MKT.MVL„ 31/64 , (8 Eylül 66).
[386] BOA., Mektubi Kalemi (MF.MKT), 590/6,
(26 Recep Sene 319 / 25 Teşrîn-i Evvel sene 317).
[387] BOA., DH.MKT., 1736/95/, (12 Haziran Sene 306).
[388] BOA., Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri, (DHEUMADL), 15/10.
[389] BOA., MF.MKT., 388 /53, (25 Recep Sene
315 /Fî 8 Kânûn-i Evvel Sene 313).
[390] BOA., MF.MKT., 403/28, (19 Haziran 819).
[391] BOA., DH.MKT., 721 /12, (7 Zilka‘de Sene 321/12 Kânûn-i Sânî
Sene 319).
[392] BOA., MF.MKT., 203 /13, (20 Şevval Sene 311 / 14 Nisan Sene
310).
[393] BOA., MF.MKT, 201 /13, (13 Şevval Sene 311 / 7 Nisa Sene
310).
[394] BOA., DH MKT, 24/5/1.
[395] BOA., MF.MKT., 670/11, (3 Recep Sene 320 / Fî 22 Eylül Sene
318).
[396] MF.MKT., 500 / 24, (21 Zilhicce Sene 317 / Fî 8
Nisan Sene 316).
[397] BOA., MF.MKT., 499 /9, (24 L Sene 316 11 Nisan Sene 316).
[398] BOA., MF.MKT., 195 /3, (20 Kânûn-i Sânî sene 309 ve 17
Haziran 315).
[399] BOA., DH.MKT., 2597/52, (4 Zilka‘de Sene
319 ve 25 Şubat Sene 317).
[400] BOA., MF.MKT., 460/41, (7 Rebîül-Ahir Sene 317 2 Ağustos Sene
315).
[401] BOA., MF.MKT., 499 /6, (14 Zilhicce Sene 317 ve Fî 1 Nisan
Sene 316).
[402] BOA., MF.MKT., 499 /10, (16 Muharrem Sene 318 ve Fî 2 Mayıs
Sene 316).
[403] BOA., HAT, 1332 /51912, (1251).
[404] BOA., Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı, (TFR.I..KV..),
69 / 6867, (5 Ağustos 320).
[405] 3 Numaralı Mühimme Defteri, 966-968/1558- 1560
Özet ve Transkripsiyon, Ankara, 1993, Belge No:1301.
[406] BOA, Cevdet Adliye (C..ADL.), 35 / 2078, (Evasıt-ı Şaban Sene
280).
[407] BOA.,YPRKSGE, 65/01/01.
[408] BOA., DH_ EUM_ADL, 15/06.
[409] BOA., DHEUMADL, 13/01.
[410] BOA.,DH EUM ADL, 23-01.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar