Print Friendly and PDF

SPİRİTÜALİZM NEDİR?

 


Hazırlayan: Zehra Savan

Türkçe “ruhsal” anlamına gelen “spiritüel” sıfatı, Latince “ruh” anlamına gelen “spiritus” kelimesinden türetilmiş ve Fransızcadan Türkçeye alıntılanmıştır. Terimin isim hali olarak Batı dillerinde kullanılan “ruhsallık” (İng. spirituality) kelimesi ise esasen ilk Hristiyanlık döneminde, bu dinin akidesinin temellerinden biri olan “Kutsal Ruh” (Holy Spirit / Spiritus Sanctus) terimiyle bağlantılı olarak yaygınlık kazanmıştır.[1] Ortaçağın sonlarından itibaren ise terim hayatın mânevî boyutlarını içerecek şekilde kullanılmaya başlanmış, modern zamanlara gelindiğinde ise hem diğer dinî gelenekleri, hem de aralarında “yeni ruhçuluk”un da bulunduğu başka ezoterik inançları ve deneyimleri içerecek şekilde kapsamı genişlemiştir.[2]

Ölülerin yaşayanlarla irtibata geçmesinin mümkün olduğu ve ruhların madde üzerine etki ederek eşyaların yer değiştirmesi, çeşitli gürültüler, darbeler vb. olaylar meydana getirdikleri inancına dayanan neo-spiritüalizm veya “yeni ruhçuluk” ise, 1840’larda ABD’de başlayan ve 1920’lere dek hem Batı’da hem Batı dışı dünyada yaygınlaşan modern bir inanıştır. Bu nedenle bazı yazarlar, dinlerden ve felsefe tarihindeki ruhun maddeye karşı önceliğini savunan öğretilerden ayırmak için bu inanç biçimine “yeni ruhçuluk” (İng. neo-spiritualism) veya “deneysel spiritüalizm” adını vermeyi uygun görmüşlerdir.[3] Bu çalışmada da spiritüalizm terimi, “yeni ruhçuluk” anlamında kullanılacaktır.

Spiritüalizmin tarihçesine geçmeden önce, bu inanışın diğer ruhçuluk biçimlerinden, yani öncelikle ruh inanışını akaitlerinin temeline koyan geleneksel dinler ile maddeye karşı ruha öncelikli yer veren felsefi öğretilerden farklarını ortaya koymak yararlı olacaktır. Çünkü “spiritüel”, “spiritüalist”, “spiritüalizm” vb. terimler, genellikle ruhun varlığına, dahası ruhun orijinal ve kendine özgü yapısıyla kendisinden önce geldiği maddeyi belirlediğini ileri süren dinsel ve felsefi öğretilere atıfta bulunmak üzere kullanılmaktadır. Bir başka deyişle, bu terimler, varlık âleminde maddeye karşıt ve/veya ondan üstün bir cevher olarak ruhun varlığını önceleyen dinsel ve felsefi öğretilerin özünde yer almaktadır. Buna bağlı olarak, felsefi anlamda spiritüalizm, materyalizm karşıtı bir akımdır. Materyalizmin ruh ve madde ilişkisinde maddeyi önceleyen tutumuna karşı ruhu önceler. Spiritüalist felsefe, maddeci felsefe gibi felsefe tarihi içinde birçok görünümler altında ortaya çıkmıştır.

Bu bakımdan daha genel bir öğreti olarak spiritüalizmin, zamansal olarak öncelediği neo-spiritüalizmin ruhu maddeye göre öne çıkaran kabullerini kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte neo-spiritüalizmin temel akidesi olan ölülerin yaşayanlarla irtibata geçmesinin mümkün olduğu savı, bu öğretiye, ruh çağırma celseleri ve başka bir takım uygulamalarla deneysel bir mahiyet de kazanmıştır. Bu bakımdan da neo-spiritüalizm, saf veya salt kuramsal bir felsefe sistemi olmaktan uzaklaşmaktadır. Bu nedenlerle, aynı kavramlar etrafında ortaya çıkan farklı terimlerin yaratabileceği kafa karışıklığını gidermek yararlı olacaktır.

Spiritizm veya ispritizma, kavramın Fransa’da Allan Kardec tarafından işlenerek ilk kez sistemli bir biçimde ortaya konan haline verilen isimdir. Latin Amerika ülkelerinde aynı kavram kardecismo adıyla bilinmekte olup bilhassa Brezilya’da yerel kültürler ve Afrika kültürüyle harmanlanarak şifacılıkla ilişkilendirilmiş ve toplumun üst sınıflarında oldukça etkili bir senkretik hareket haline gelmiştir.[4] Türkçeye Fransızca üzerinden aktarılan terim Türkçeye tercüme edilerek ispritizma olarak yerleşmiştir. Yine aynı kavramın karşılığı olarak kullanılan başka bir tercüme kelime de ruhçuluktur. Ancak ruhçuluk, aynı spiritüalizm kavramında olduğu gibi felsefi bir anlama da sahiptir ve aynı ayrımın bu terim için de yapılması gerekmektedir.

Spiritüalizm, bu metafizik sistem içinde ruh, tekâmül ve ölülerle iletişim gibi konularda geleneksel dinler ve ruhçu felsefelerden farklı olan kendine özgü bir anlayışı ortaya koymaktadır. Ruhlarla iletişimin mümkün olduğu, ruhların da böyle bir iletişimi gerçekleştirme eğiliminde olduklarına duydukları inanç; spiritüalistleri, ruhlardan ahlâkî meselelerin yanı sıra Tanrı’nın doğasına ilişkin faydalı bilgiler sağlanabileceği inancına götürmüştür. Bu tür faydalı bilgiler veren ruhlara spiritüalistler rehber ruhlar (İng. guide spirit) adını verirler. Bu deneysel boyuttan dolayı spiritüalizmin, ruhlar vasıtasıyla, “Tanrı’nın doğasının yanı sıra ahlaki ve moral konularda da yaşayanlara bilgiler sağlanabileceği” deneysel bir bilim olduğu iddia edilmektedir. Bu savın, bu akımın ayırıcı vasfı olduğunu söylemek mümkündür.

Deneysel spiritüalizmi felsefi spiritüalizmden ayırmak gerekmektedir. Deneysel spiritüalizm de felsefi spiritüalizm gibi ruh-madde ilişkisinde ruha öncelik verse de onun temel iddiası ölülerin ruhlarının dirilerle temasa geçebileceği iddiasıdır. Deneysel spiritüalizm, felsefi spiritüalizme göre çok yenidir. 19. yüzyılda ileride anlatılacağı şekilde doğmuştur.

Deneysel spiritüalizme Fransızlar spiritisme veya Fransa’da bu akımı yaygınlaştırmaya çalışan Allan Kardec’in adıyla Kardecism adını vermektedir. Türkiye’de de Batıyla temas daha ziyade Fransızca ve Fransız kültürü üzerinden sağlandığı için deneysel spiritüalizm Türkiye’de, Fransızca spiritisme kelimesinin Türkçeleştirilmiş formuyla “ispritizma” olarak anılmaktadır. Bu akımın Türkiye’ye girmesinden günümüze kadar bu adlandırmanın geçerliliğini koruduğunu söylemek mümkündür. Ancak günümüzde Türkiye’de ve dünyada Fransız kültürünün egemenliğini İngiliz ve Amerikan kültürüne ve dolayısıyla İngilizceye bırakmasıyla birlikte kavramın İngilizce karşılığı olan spiritüalizm ya da bunun Türkçe tercümesi olarak ruhçuluk terimlerinin daha çok kullanıldığı görülmektedir.

BİR İNANÇ OLARAK SPİRİTÜALİZM

1840’larda ABD’de ortaya çıkmasından itibaren çeşitli spiritüalist ekoller ve gelenekler oluşmuş olmasına rağmen fiziksel bedenin ölümünden sonra varlığını sürdüren ruhlarla iletişim kurulabileceği iddiası bu ekollerin tümünde ortaktır. Bu inanca göre, ölülerin ruhları yaşayanlarla ilişki kuracak kapasitededir ve bu tür bir iletişimi arzulamaktadırlar. Bu nedenle ruhlar, insanlarla devamlı olarak temastadır. Bu temas maddesel olanaklarla kurulur ve ruhlar madde üzerinde etkide bulunarak eşyaların yer değiştirmesi, çeşitli gürültüler ve darbeler gibi fiziksel olayları meydana getirebilirler. Ruhların insanlarla iletişimine medyumlar aracılık eder ve ruhlar tümüyle gayrı maddî varlıklar olmayıp “perispri” adı verilen, maddî bir organizma olmasına rağmen duyularla algılanamayacak derecede latif bir zarfın içinde bulunur. Spiritüalizmin bu temel kavrayışı, modern Batılının insan varlığını mekanik ve olabildiğince basit algılama eğilimine uygundur.[5]

Spiritüalistler, gerekli koşulları sağlandığı her durumda, ruhlarla iletişim sağlanabileceğini iddia eder.[6] Bu maksatla düzenlenen toplantılara “celse” denilir. Bu celselerde ruhlardan “tebliğ” adı verilen bildiriler alınır. Celselerde ruhlarla temas genellikle, medyum denen, bu hususta yetenekli kişiler vasıtasıyla sağlanır. Spiritüalistlere göre ruhların madde üzerinde çeşitli fiziksel etkiler meydana getirebilmesi ancak insan bir medyum vasıtasıyla meydana gelmektedir.

Ruhlarla iletişimin mümkün olduğuna ilişkin bu temel spiritüalist iddia etrafında gelişen ve spiritüalist akide olarak adlandırılabilecek olan tanrı, evren, insan ve ruha dair metafizik inanışları şu şekilde özetlemek mümkündür:

Spiritüalistlerin Tanrı anlayışına kısaca değinmek gerekirse, onların “sonsuz zekâ” olarak kabul ettiği Tanrı, kadir-i mutlak, ezelî ve ebedî, gayrı maddî, fevkalade iyi ve adildir.[7] Tanrı mutlaktır, “hiçbir kayıt ve şarta bağlanmamıştır ve nasıl irade ederse öylece irade eder.” “Canlı, cansız, cismanî ve gayri cismanî varlıklardan müteşekkil olan kâinat, Tanrı’nın bir tezahürüdür. “Allah, bütün kâinata kelimenin ifade ettiği soyut ve somut anlamların bütün genişliği ve yetkinliği ile hiçbir kayıt ve şarta bağlanmadan, kendini salıp koyuvermiştir. Onun her zerresinde varlığını duyurmuştur.”[8] Hiçbir varlık tanrının iradesini bilemez; tanrı ilahi iradesiyle, aşkın istek ve maksadını gerçekleştirir. İlahi irade, var olan her şeyin ve her canlının düzen, yöntem, kural ve yasalar dâhilinde bulunmasını sağlar. Bu etkenlik, ilahi irade yasaları olarak adlandırılır. Kâinatın muhteşem düzeni ve ahengi bu yasalarla sağlanır. Tanrının iradesini yansıttıklarından bu yasalar, sonsuzdur ve hiçbir şekilde değişmez. Yaratıklar bu yasaların dışına çıkamazlar.[9]

Neo-spiritüalist görüşe göre, tek olan Allah Mutlak'tır; yaratılanlar ise görece (izâfî) ve görelidir (nispî). Dolayısıyla, görece ve göreli hiçbir varlık Mutlak'la kıyaslanamaz, oranlanamaz (nispet edilemez) ve yine dolayısıyla, Mutlak hiçbir şeyle, hiçbir tarzda, hiçbir yolda ilinti ve kıyas kabul etmez; O'na hiçbir değer takdir edilemez. O Mutlak olduğundan, görece ve göreli olan varlıkların sıfatlarıyla ifade edilemez; dolayısıyla, O'na kıyasa ve oranlamaya dayalı anlayış ve kabullerimize göre yakıştırılacak bir sıfat ne kadar yüksek düzeyli kabul edilirse edilsin ve ne kadar ideal olursa olsun, O'nu ifade edemez. Yaratılanların düzeninin görece ve göreli olması, bu düzeni sağlayan İlahî İrade Yasaları'nın yine göreli bir değeri olan zekâlar (ruhlar, Yüksek İdare Mekanizması) tarafından uygulanmasını gerektirmiştir.

Spiritüalizmde evren, maddî ve gayrı maddî evrenin tümüne verilen isimdir. Her sistem önce âlemi sonra evreni oluştururlar. Evren bu âlemi ve spatyom denen öteki âlemleri kapsar. En kabadan en inceye çok çeşitli maddesel elemanlardan müteşekkil olan fiziksel evren sınırsızdır ve sonsuz değişimleri vardır. Bu haliyle mânevî âlemin küçük bir kısmını oluşturur. Gerek maddî gerek mânevî âlemler, çeşitli derece ve oranlarda enerjiden oluşmuşlardır; bu itibarla görünümleri farklı olmakla birlikte her iki âlem aslında bir aynıdır. [10]

İlahi irade, evrende cârî doğa yasaları olarak ortaya çıkar. Kâinatın ahenk ve düzeni, sonsuz ve değişmez, ezelden ebede kadar hükmünü icra eden bu yasaların neticesidir. Evrende hiçbir şey sebepsiz ve sonuçsuz değildir. Bütün evren gibi her tekil varlığın

da kendisinden üstün ve farklı bir sebebi vardır ve buna sebeplilik yasası denir. Ruhçular ilahi düzen, kader gibi konuları sebeplilik prensibine bağlarlar.

Evrende carî bir diğer yasa ise tekâmül yasasıdır. Ruhların madde evrenindeki görgü ve deneyimini arttırması olarak tanımlanır. Dünya gezegenini bir tür okul olarak gören neo-spiritüalist görüşe, insan ruhunun dünya okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli nitelikler, esas olarak sevgi, şefkat, merhamet, fedakârlık gibi ruhsal yeteneklerini geliştirmiş olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak, diğerkâm olmak (kendisi kadar başkalarını da düşünmek), kısaca kendisine ve diğer canlılara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir. Ruhsal tekâmül her alandaki ruhsal gelişimi içeren bir kavram olmakla birlikte, ruhsal tekâmülün pek ileri olduğu söylenemeyecek bu gezegendeki ve bu devredeki asıl anlamı budur. Kişinin alt etmesi gereken en önemli iki düşmanı bencillik ve onu da kapsayan nefsaniyettir. Bu mücadelesinde en önemli silahları ya da yardımcıları özeleştiri (nefis denetlemesi) yapması, kendisine karşı dürüst olması ve vicdanının sesine her zaman kulak vermesidir. Spiritüalist görüşe göre reenkarnasyonlar sırasındaki deneyimler sonucunda edinilen tekâmül sürecinde zaman zaman duraklamalar olabilse de gerilemek söz konusu olamaz. “Tekâmülden maksat, varlıkların [insan ve insan ruhunun] şuurlanması ve bilgilenmesidir. Her maddî ortam, bir tekâmül yeridir. Ruhun madde evrenine girişi ve oradan çıkışı madde evreni bilgisini alıp uyguladıktan gerçekleşir.”[11]

Spiritüalizmin insan ve ruh kavrayışına göre insan, ölümlü beden ile ölümsüz bir ruhtan oluşur. İnsanıyla ruhu tam anlamıyla tanımlaması mümkün olmasa da spiritüalizme göre ruhla ilgili temel inanışa göre, Tanrı ruhları eşit olarak yaratmıştır ve ruhların maddesel boyuta inişindeki gaye tekâmül etmeleridir. Fransız Allan Kardec’in spiritizm öğretisine ve Bedri Ruhselman’ın bu öğretiyi esas alarak geliştirdiği deneysel spiritüalizme göre ruhlar, reenkarnasyon yoluyla tekâmül eder. Bu şuurlu varlıklar madde üzerinde tesir gücüne sahiptir.

Ruh ve beden birbirlerine perispri (perisprit) ile bağlanır. Perispri ruhun, insanın dünyadaki bedeninin suretini taşıyan zarfı gibidir.[12] Öte yandan beden ruhun zarfı gibidir. Spiritüalistlere göre ruhlar bütünüyle gayri maddî varlıklar değildir. “Bu zarfın (bedenin) ölümle harap olması, ruhların serbest kalmalarını intaç eder.”[13] [14] Spatyom belirtildiği gibi durağan bir mekân olmayıp ruhların daimî bir tekâmül gösterdikleri bir yerdir. Böylece insan, sebeplilik prensibine göre eylemlerinin kişisel sorumluluğu altındadır; iyi eylemlerin neticesi olarak tekâmülünü sürdürür veya kötü eylemlerin neticesi tekâmülden geri kalır. Fakat tekâmül hiç bitmez. Fiziksel beden öldükten sonra dünyada olduğu gibi öte âlemde de ruhsal olarak sürer. Diğer bir deyişle, cismanî bedenden ve maddî âlemden kurtulan ruh, “spatyom” (spatium)41 denilen öte âleme yani ruhlar âlemine geçer ve artık orada kemâl yolunda ilerlemeyi sürdürür.

SPİRİTÜALİST TERMİNOLOJİ

Bu bölüm, spiritüalist terminolojiye ilişkin kapsamlı bir terimce olmayıp burada yalnızca Peyami Safa’nın romanlarında yer aldığı tespit edilen spiritüalizm olgularının kısa tanımları verilmektedir.[15] Bazı terimler eşanlamlı olarak kullanıldığından bunlar tek bir madde altında birlikte tanımlanmıştır. Her kavramın İngilizce karşılığı parantez içinde terimin yanına eklenmiş; bazı terimler için Fransızca ve Osmanlıca karşılıklar da verilmiştir.

Burada yer verilen her kavramla ilgili daha detaylı bilgi ve olgunun romanlardaki görünümü, “Peyami Safa’nın Romanlarında Spiritüalizm” adlı bölümde ilgili roman başlığı altında verilecektir.

Aparisyon (apparition) / Görme tezahürü: Son dönem Osmanlı ispritizma ıstılahatında “temessül” olarak da kullanılan bu terim, ruhların çeşitli yollarla varlıklarını belli etme fenomenlerine verilen genel addır. Kökeni Latince “görünmek” anlamına gelen "apparere" fiiline dayanan kelime, normalde fiziksel olarak görünür olmayan bir insan, hayvan veya nesnenin görünür hale gelmesini içeren paranormal bir olayı ifade eder. Aparisyon, canlı olup o anda gözlemcinin duyum aralığı dışında bulunan birine ait olabileceği gibi, bir ölüye de ait olabilir ve bu durumda “hayalet” adını alır. Aparisyonlar sadece görsel nitelikte olmayıp beş duyudan herhangi birine hitap edebilir. Gözle görülmeyen bir varlığın hissedilmesi, böyle bir varlıktan kaynaklanan dokunma hisleri, darbe, tıkırtı, inleme, ağlama gibi kaynağı bilinmeyen seslerin işitilmesi ya da açıklanamayan kokuların alınması gibi çok çeşitli fenomenler bu kapsamda ele alınır.

Apor (apport) veya Materyalizasyon (materialization): Cisim halini alıp duyularla algılanabilir hale gelme anlamına gelen materyalizasyon, Antik Yunan inancında theophaneia olarak bilinen, esasen Hıristiyanlığın erken dönemlerinden beri varlığına inanılan ve Batı düşüncesine bu kanallardan gelmiş bir olgudur. İspritizma bağlamında ise materyalizasyon, bir ruhun, medyumdan yayılan ektoplazmayı kullanarak, paranormal transfer yoluyla görünür hale gelmesi olgusuna verilen addır. Bu görünürlük bir yüzün, bir elin ya da şemalin bütünüyle görünmesi şeklinde olabilmektedir. Maddileşerek beş duyu ile algılanabilir hale gelen şeyin bir eşya olması durumunda bu olgu apor (apport) adını almaktadır. Apor fenomenlerine poltergeist[16] faaliyeti olan mekânlarda yahut ispritizma celselerinde rastlanmaktadır. Fiziksel medyumluğun önemli bir parçası olan materyalizasyon, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başlarında oldukça yaygın ve gündem belirleyici bir olgu olmuştur.[17] Bu dönemde fiziksel medyumluğun nihai hedefi olarak görülen tam materyalizasyon, büyük bir konsantrasyon ve psişik enerji harcanmasını gerektiriyor, hatta medyumda kilo kaybına dahi neden olabiliyordu. Materyalizasyon süreci genelde benzer bir rutine dayanıyordu: Ektoplazma üretmek için gereken psişik enerjiyi toplamak üzere medyum bir kabine giriyor, kısa süre sonra ortaya çıkan beyaz bir ışık ya da ince bir beyaz tabaka ortaya çıkarak buharlı bir beyaz bulut yayıyordu. Bunun ardından ekseriya kabin perdesinin önünde bir yüz beliriyor, katılanların talihinin yaver gittiği hallerde ise tam bir beden görünüyordu. Hâzirunun oluşturduğu halkanın çevresinde döndükten sonra ruh, kabine geri dönüyor ya da müthiş bir tesirle eriyip kayboluyordu. Celse boyunca kabinde kalan medyum ise bu sürecin sonunda yorgun ve halsiz düşüyordu. Bilinen ilk materyalizasyon, 1850 yılında kısmî olarak medyum Ira Davenport tarafından gerçekleştirilmiş olsa da vücudun tümüyle göründüğü ilk tam materyalizasyon hadisesi 1860’ta Kate ve Maggie Fox’un ablası Leah Underhill aracılığıyla meydana gelmiştir.[18]

Materyalizasyon yoluyla medyumluk sürecinde trans haline geçen medyum, spiritüel varlığın fiziksel olarak tezahür edebilmesi için kullandığı maddeyi üretmekte; bu fiziksel tezahür de ektoplazmaya bağlı olarak kısmî veya tam olabilmektedir. Kardec’e göre medyumlar materyalizasyon sürecinde tamamen pasif bir rol oynamakta ve bazen derin bir uyku haline geçmektedir. Medyumların vücut enerjisi, kendi spiritüel bedenlerini (perispri) yoğunlaştırmak üzere bizzat ruhlar tarafından kullanılmaktadır. Materyalizasyon; başlangıç aşaması, kısmî ve tam olmak üzere üç şekilde gerçekleşebilmektedir. Bunlardan ilkinde ruhun gayrı maddî bedeni gözle görülecek şekilde yoğunlaşmamakla birlikte objeleri hareket ettirmesine ya da celse iştirakçilerine dokunmalarına izin vermektedir. Kısmî materyalizasyonda ruh, spiritüel bedenini kısmen yoğunlaştırarak görünür hale gelmekte; böylelikle yüzü ya da eli havada uçuyor gibi görünmekte ancak bedeninin kalan kısmı hâlâ görülememektedir. Tam materyalizasyonda ise ruh, spiritüel bedenini tamamen yoğunlaştıracak bilinç ve enerjiye sahiptir. Bütün organlarıyla tamamen maddîleşmekte ancak bu durum geçici olmaktadır. Bu son olgunun tamamen kapalı ortamlarda gerçekleştiği öne sürülmektedir.[19]

Avra (aura): Psişik hale veya halka da denir. İnsan vücudunu, hayvan ve bitkileri bir zarf gibi saran ışıklı haleler, emanasyonlar topluluğudur. Spiritüalist inanışa göre insanın fiziksel bedenini sarmalayan üç beden daha vardır: içten dışa doğru sırasıyla eterik (esîrî) beden, astral yani mental beden ve son olarak ruhsal beden. Bu son iki bedenin gözle görülmesi mümkün değildir ancak akışkan ve tartılamayan bir cevherden yapılmış olan ve fiziksel bedeni saran koruyucu alanın yani eterik bedendeki enerji görünümlerine avra denir.

Avra özel şartlar dâhilinde, çıplak gözle ve uyurgezerler tarafından görülür. Avrada görülen çeşitli renkler kişinin yaşı, cinsiyeti, zihni melekeleri ve sağlığının göstergesidir. Avranın şekli ovale yakın olup erkek ve kadınlarda farklı durumdadır. En kolay ve belirgin şekilde başın etrafında görülür. Özellikle Hıristiyanlıkta İsa veya havariler gibi kutsal kişilerin başlarının etrafında resmedilen ışıklı halenin de avra olduğuna inanılmaktadır.

Avra üç katmandan oluşur: En içteki ilk katman yarım santim kalınlığında koyu bir çevre olup buna eterik çift veya duble denir. Eterik çifti saran ve bazen silikleşen, üç ila sekiz santim genişliğindeki ikinci bölgeye iç avra denir. En dıştaki dış avra denen üçüncü bölgenin sınırsız olduğuna inanılır.

Avra, kişinin ruh hali ve sağlık durumuna göre renk değiştirir. Birden çok insanın bulunduğu bir ortama, örneğin bir ispritizma celsesine de, orada hazır bulunan kimselerin meydana getirdikleri etki ve ahenk hâkim olur ve o ortamın avrasını oluşturur.

Bilokasyon (bilocation): Bir kişinin aynı anda iki yerde birden bulunması. Spiritüalistler bilokasyonda, kişinin dublesinin başka bir mekâna giderek başkalarına göründüğüne inanırlar. Bazı durumlarda bu duble katı fiziksel formda olmayıp sadece bir aparisyon veya fantom olarak görünür. Hayvanların dublelerinin de görüldüğü bildirilmiştir.

Semavi dinlerde, örneğin Hıristiyan mistiklerinde de benzer olayların gözlendiğinden bahsedilmiştir. İslâm tasavvufunda bilokasyonu andıran “tayy-ı mekân” kavramından söz edilir. Spiritüalizme göre bu tip olaylara mistiklerin yanı sıra hastalık hallerinde ve depresyonda da rastlanmaktadır. Bu gibi durumlarda kişinin şuurlu fantomu yani dedublümanı oluşur ve gerçek bedenindeki şuur hali ortadan kalkarak dubleye geçer. Teleportasyon hadisesinde de ya beden dublesi ile uzağa gider ya da fiziksel beden demateryalizasyona uğrayarak çok kısa bir süre içinde başka bir yere taşınır. Spiritüalistler bu yeteneğin insanın ileri tekamül evrelerinde görülen ve doğa yasaları dahilinde gerçekleşen gizli bir yeteneği olduğuna inanırlar.

Darbeler (raps, rappings): Bedensiz varlıklardan gelen mesajlarla ilişkilendirilen; duvar, çatı ve mobilyalardan gelen ve çoğunlukla poltergeist (tekinsiz yer) hadiseleriyle bir arada görülen tıkırtı veya gümbürtü gibi çeşitli vurma seslerine verilen addır. Bununla yakından ilişkili olan ve darbeli konuşma da denen tiptoloji (darbla muhavere) ise ruhların darbeler vasıtasıyla haberleşmelerini ifade etmekte ve hareketle, içsel/pasif ve alfabeyle olmak üzere üç ayrı kategoride incelenmektedir.[20] 16. ve 17. yüzyıl hatta 9. yüzyıl gibi erken dönemlerde ruhların bu gibi darbeler yoluyla mesajlar gönderdiğine dair raporlar olsa da, modern anlamda bu olgu 1848 yılında temellendirilmiştir. New York’un Hydesville bölgesinde yaşayan Maggie ve Kate Fox kardeşler, bu tarihte evlerinde “Mr. Splitfoot” (Çatal Ayak) adını verdikleri bedensiz varlığa darbeler yoluyla sorular sorarak cevap aldıklarında ilk kez darbeler yoluyla ruhlarla iletişim kurulmuş, hatta bunun için bir alfabe geliştirilmiş ve kısa süre sonra da bu yöntem ve medyumluk yaygınlaşmıştır. Sonradan Fox kardeşler bu sesleri kendilerinin çıkardığını itiraf etmesine ve dönemin ünlü sihirbazı Harry Houdini’nin de kanıtladığı üzere pek çok medyumun çeşitli numaralarla benzer sesler ürettiği anlaşılmasına rağmen darbeler, modern ispritizmanın temelini atmış ve ruhlarla iletişimin önemli bir parçası olarak kalmıştır.[21] Son dönem Osmanlı ispritizma ıstılahatında da Fransızca üzerinden İngilizceden alıntılanarak aynen kullanılan[22] ve tekinsiz ev ve medyumluk olgularında halen açıklanamayan bir öğe olan darbeler, bugün halen ispritizma seanslarında sıkça kullanılmaktadır.

Duble (double): “İkinci cüz, ikiye bölünmüş, iki kat olmuş, ikileşmiş, eş, ikiz, benzer” gibi anlamlar taşıdığı söylenen dubleye, günümüz Türkçesiyle “eş beden”, Osmanlıca ise “cüz-ü sânî, vücudellatif” denilmektedir. Durugörürlerin gözlemlerine göre duble, açık mavi ve menekşe rengi gözükür. Fizik bedenle ilgisine göre, kaba veya ince bir yapıdadır ve kendisinde duyarlığı dışarı aktaracak yetenek vardır. Zekidir ve hayatiyetin yüzde seksenini kendisinde taşır. Duble hızla yer değiştirir, engellerin arkasına geçer. Ölüm anlarında mezarlıklarda görülebilir. Dublenin etrafında ruhsal mükemmelliğini yansıtan çeşitli renklerdeki ışıklı haleler (avra) vardır.[23]

Durugörü (clairvoyance): Beş duyunun dışında eşyaları ve fikirleri algılama ve görme anlamına gelir. Basit durugörüde medyum yalnızca dar bir alanda, sadece kendi yakınındaki olaylara ilişkin vizyonlar görür. Mekân içinde durugörüde, medyum uzak mesafede olan ya da gizlenen şeyleri ayrıntılarıyla görür. Zaman içinde durugörüde ise medyum, geçmiş ve geleceğe dair kehanet niteliğinde bilgiler verir. Görme yerine sesler duymanın hâkim olduğu duruişiti ise herhangi bir maddî araç veya cihaz olmadan kişinin bedensiz varlıklardan ya da uzak ortamlardan ses ve konuşmaları işitebilmesi anlamına gelir.

Duruişiti (clair audience): Hiçbir maddî araç olmadan, bilinen hiçbir cihaz kullanılmadan bedensiz varlıklardan, uzak maddesel ortamlardan gelen ses ve konuşmaları duymaktır. Duruişiti medyumluğunun çok eski bir geçmişi vardır. Duruişitir kimse sesi ses organıyla değil zihniyle işitir. Ses beynin içinde ortaya çıkar. Bu sesi medyumdan başkası işitemez. Dış âlemden gelen etkiler, nasıl ses, yazı, vizyon olarak yorumlanıyorsa, duruişitide de ses olarak yorumlanır. Etkileri ses haline çeviren medyumun kendi maddî organı, beyni ve seyyalevî bedenidir. Doğal uyurgezerlikte, ekstaz (vecd) halinde, mistik murakabede, bazı ruhsal bunalımlar durumunda kendiliğinden ortaya çıkan duruişiti olayları vardır. Duruişiti telepatiden farklıdır. Telepatide alınan etki hissi, ifadeler veya imajlar halinde ortaya çıkar. Duruişitide ise böyle bir şey yoktur. Sanki beynin içine bir mikrofon yerleştirilmiş gibidir ve tereddüde yer kalmayacak şekilde ses işitilir.[24]

Duyular Dışı İdrak (extra sensory perception - E.S.P.): ABD’li parapsikolog J.B. Rhine tarafından icat edilen E.S.P. terimi, beş duyunun dışında hissetme, anlama, algılama, bilme, görme, hareket ettirme yeteneklerini kapsamaktadır. Telepati, prekognisyon, psikokinezi, radyostezi, bilokasyon, tekinsizev, durugörü, otomatik yazı ve resim gibi olaylar terimin kapsamına girer. Maddeci bir açıdan incelenen bu olayların, ruhsal (psişik) olmayıp duyumsal olduğunu, insan beyninin ve irade gücünün bir fonksiyonu olduğunu ifade etmek için duyular dışı idrak denmiştir.[25]

Ektoplazma (ectoplasm): Bazı fiziksel medyumların bedenlerinden katı veya buhar halinde çıkan, kremsi beyaz renkte, genellikle akışkan ve ozon gibi kokan madde. Medyumlardan çıkan ektoplazmaların daha sonra şekillenerek ruhların yüzleri, el ve ayakları ve bazen de tüm bedenlerine dönüşerek materyalize olduğu durumlar görülmüştür. Bu terim ilk kez medyum Eusapia Palladino’dan çıkan ve tuhaf bir üçüncü kol görünümüne bürünen maddeyi isimlendirmek için Fransız fizyolog Charles Richet tarafından 1894 yılında üretilmiş olup Yunanca “dışsallaşmış madde” anlamına gelen ektos and plasma kelimelerinden türetilmiştir. Bazen sıcak ve ağır, bazen de soğuk ve hamurumsu olan bu maddeler, genellikle seanslar sırasında medyumların ağız, kulak, burun, göz, göbek deliği, göğüs ucu veya vajinalarından dökülerek çıkmaktadır. Spiritüalizmde bir seansta bedensiz bir varlığın materyalize olabilmesi için önce medyumun bedeninden ektoplazma üretilmesi gerektiği iddia edilir. Ektoplazma terimi ayrıca fotoğraflarda görülen anormallikler için de kullanılmaktadır. Örneğin fotoğraflarda görünen ve başka bir açıklama getirilemeyen beyaz sis veya dumanlara da ektoplazma denmekte ve hayaletlerin ya da başka bedensiz varlıkların da orada bulunduğunun kanıtı olarak gösterilmektedir.

Hami varlık (protector spirit): Hami varlık, (protector spirit / espritprotecteur), pek çok tradisyonda, eski uygarlıklarda ve çeşitli dinlerde çeşitli adlarla sözü edilen, her insana yaşamı boyunca yardım eden, ona rüyalar, sezgiler ve olaylar yoluyla mesajlar vererek yardımlarda bulunan, görünmez koruyucu varlığa spiritüalizmde verilen addır.

Spiritüalist görüşe göre, her insana yeryüzünde doğumundan önce “yaşam planı”nın hazırlanmasında yardım eden, bu planın uygulanmasını kendisine görev edinen, bunun için hamisi bulunduğu insana yaşamı boyunca yardımlarda bulunan bedensiz varlıktır. Fakat hami varlık, hamisi bulunduğu insanı koruyup kollarken ilâhî ilkelerin dışına çıkmaz, çıkamaz. Hamisi bulunduğu insanın karşısına çıkacak olayların düzenlenmesinde belli ölçülerde bir rol oynar. Bu olayların o insanın yaşam planı dâhilinde düzenlenmesine yardımcı olur, gerekirse o insanın karşısına çeşitli olaylar çıkarmak, yahut sezgi, rüya tarzında beliren tesirler göndermek yoluyla uyarılarda bulunur; kısaca, dünya yaşamının güçlüklerle dolu çetin yolunda yürürken ıstıraplı olaylara dayanabilmesine ve sınavları başarabilmesine çeşitli şekillerde yardım eder. Bununla birlikte hami varlık hamisi bulunduğu varlığa İlâhî İrade Yasaları’nın                                   gereklerini       aşan      bir       yardımda       bulunamaz,                                   o

varlığın mukadderatını değiştiremez. İlâhî İrade Yasaları hiçbir varlığa ayrıcalık tanınmasına izin vermez.

Hami varlık onun iradi hareketlerine engel olmaktan ziyade, uyarılarda bulunur. Bu uyarıların büyük bir kısmı insanın karşısına çıkarılan olayların içerdiği mesajdır. Bu yüzden insanın uyanık bulunup yapacağı tarafsız gözlemlerle “olayların dili"nden anlamaya çalışması büyük bir önem taşımaktadır.

Hami varlığın vazifesi, hamisi bulunduğu varlığın ölüm olayı ile bedenini terk etmesine kadar sürer. Bununla birlikte Spiritüalistler, hami varlığın bu yetiştirme fonksiyonunun bazen birkaç reenkarnasyon boyunca sürebileceğini belirtirler. Ruhsal tebliğlere göre, vazifeli varlıkların hamisi bağlı bulunduğu bir Ruhsal Plan olabilir ve bireyler gibi toplumların da hami varlık grupları ya da kümeleri vardır. Bunlara, eski Romalılarda Genius adı verilmiştir.

Fantom / Hayalet (phantom/ ghost): Ölü bir kişinin duyu organlarından en az biriyle algılanabilir şekilde belirmesi. Ölü bir kişiye benzer görüntü, ses gibi algıların genellikle ölen kişiyle ilgili bir yerde ortaya çıkması söz konusu olur. Deneysel ruhçuluğu savunanlar, hayaletleri popüler kültürde anlaşılan anlamda düşünmezler. Onlar da popüler kültürde anlaşılan anlamda hayaletlerin olmadığını düşünürler. Deneysel ruhçuluktaki fantom kavramı popüler kültürdekinden tamamen farklıdır. Zaten bu yüzden Türk ruhçular hayalet terimini kullanmaz, fantom terimini kullanırlar. Deneysel neo-spiritüalizme göre, fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri deneysel neo-spiritüalizmde esas olarak 3 grupta ele alınır.

Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan ektoplazmik fantomlar: Neo-

spiritüalist görüşe göre, bunlar materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan medyumun, ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin söz konusu olduğu durumlarda da medyum,                       bedensiz       varlıktan        aldığı tesir ve       imajları perispri-

akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu yine kendisi oluşturur.

Perisprinin etkisi altında, süptil maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz adıyla bilinen fantomlar.

Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü vibrasyonların o mekâna gelen hassas kişilerce paranormal olarak algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.

Gizligörü (lucidity): Manyetizörlerce bulunan bu terim psişik bir kabiliyeti ifade etmek için kullanılır. Keşşaflık anlamına gelen bu olayda, manyetik süjenin gözleri kapalı olduğu halde etrafındakileri görebildiği anlaşılmıştır. Süje genel olarak somnambül haldedir. Manyetik tedavilerde ve hastalıkların teşhisinde kullanılmıştır. Bugün bu güce durugörü adı verilmektedir. Gizligörünün ayırıcı özelliği somnambül halde elde edilmesidir. Durugörüde bu yoktur. Her uyurgezerde bir gizli görüm vardır. Ancak her durugörür uyurgezer değildir.[26]

Ksenoglosi (xenoglossy): Bu terim, C.H. Richet tarafından asıl anlamıyla poliglot medyumluğu ayırt etmek amacıyla kullanılmıştır. Poliglot medyumlukta, medyumlar tamamen bilmedikleri ve bazen asistanlarca da meçhul olan dillerde konuşur ve yazarlar. Bu hal uyurgezer süjelerde mevcut olmayan sözde-dillerde (glossolalie) yazmak ve konuşmaktan farklıdır. Sözde-dil süjenin şuuraltının en derin katmanlarından çıkar. Terimin kapsamına beş olay girer: 1) Otomatik konuşma, 2) Süjenin kelimeleri fonetik olarak tekrar ettiği duruişiti durumu, 3) Psikografi ve tiptoloji, 4) Doğrudan ses ve 5) Doğrudan yazı.[27]

Manyetizma (magnetism): Hayvansal ya da canlısal manyetizma teorisi 18. yüzyılda Alman hekim Franz Anton Mesmer tarafından geliştirilmiş olup onun adıyla mesmerizm olarak da bilinir. Bu teoriyi insanları iyileştirmek için kullanan Mesmer, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve tüm canlılarda görünmez bir doğal güç olduğuna inanıyordu ve buna hayvansal manyetizma adını verdi. Buna göre insan bedeni tıpkı bir pil gibi elektrik üretir ve manyetik bir alana sahiptir. Benzer şekilde bir mıknatısın nasıl kutupları varsa, canlı bedenlerinde de benzer bir kutupsallık vardır. Manyetik güç dengesi bozulan bir beden ya da organ işlevini yerine getirmekte zorluk çeker ve bu nedenle hastalanır. Sağlıklı bir insan bedenindeki manyetik kuvvet irade ile arttırılabilir ve istenirse başka bir yere aktarılabilir; böylece manyetizma ile başkalarına şifa verilebilir. Manyetik şifacılık da işte bu anlayıştan doğmuştur ve bu yetenek her insanda mevcuttur.

Bu şifa yönteminin uygulayıcıları manyetizör adıyla anılıyordu. Mesmerizm ya da manyetik şifacılık özellikle 1766-1925 yılları arasında etkili olmuş, hakkında yüzlerce kitap yazılmış ve çok yaygın biçimde uygulanmıştır. Anton Mesmer’in öğrencilerinden Abbe Faria, mesmerizmi temel alarak hipnotizmayı geliştirmiş ve 19. yüzyıl başlarında Fransa’ya tanıtmıştır. Faria, çeşitli deneyler yaparak trans gibi mesmerik fenomenlerin üretilmesi için özel bir güce ihtiyaç olmadığı ve bu tip fenomenlerin telkin gücüyle gerçekleştiği sonucuna varmıştır. Bundan sonra öğretiye hipnotizma (hypnotism) adını vererek yaygınlaştıran İskoç cerrah James Braid olmuştur.

Materyalizasyon (materialization): Sözcük anlamıyla maddeleşme anlamına gelmekte olup, spiritüalizmde bedenli veya bedensiz bir varlığın bedenli bir varlığa ait beden maddelerinin bir kısmını demateryalize etmesinden sonra, istediği bir biçime sokarak                     başka          bir          yerde           ortaya          çıkarması olarak

tanımlanır. Demateryalizasyon fenomeninin karşıtı olarak kabul edilir. Bilinen fizik yasalarıyla açıklanamayan demateryalizasyon ve materyalizasyon fenomenlerini neo- spiritüalist görüş, kısaca, maddî partiküller arasındaki çekim-itim dengesine yapılan ruhsal müdahaleyle, maddenin genleştirilmesi ve eski haline döndürülmesi olarak açıklar. İnsan gözü, bir maddeyi ancak belirli bir hacimde belirli bir miktarda atom ve partiküle sahipse görür.

Medyum (medium): Medyum, ruhlar âlemi ile iletişime geçebildiğini ve ölülerle canlılar arasında iletişim kurabildiğini iddia eden kişi. Türkçeye Fransızcadan (medium) geçen sözcüğün kökeni Latince medium (aracı) sözcüğüne dayanır. Medyumluk, medyumda dünyasal idrak ve iradenin görünüp görünmemesi bakımından üç grupta ele alınır: 1) Medyumun yaptıklarının farkında olduğu ve bunların kendi iradesi dâhilinde meydana geldiğini bildiği sezgisel (intuitive) medyumluk; 2) Medyumun bilinçsiz şekilde kendi iradesiyle hareket etmiyor gibi göründüğü mekanik medyumluk ve 3) Medyumun hareketleri hakkında bilinci olmasına rağmen iradesiz göründüğü otomatik medyumluk.

Medyumluk, medyumun ortaya koyduğu belirtilere göre ise fiziksel medyumluk ve zihinsel medyumluk olarak iki grupta ele alınır: 1) Fiziksel medyumluk materyalizasyon, demateryalizasyon, levitasyon, telekinezi ve benzeri fiziksel oluşumların söz konusu olduğu paranormal fenomenleri kapsar. 2) Zihinsel medyumluk ise, bilgi alışverişinin söz konusu olduğu medyumluğu, yani medyumun söz veya yazıyla bilgi aktarımını kapsar. Zihinsel medyumluk da kendi içinde çeşitli gruplara ayrılır ki, bunlardan biri sezgisel medyumluktur. Zihinsel medyumların durugörü, duruişiti, telepati ve şifacılık gibi çeşitli yetenekleri olabilir.

Spiritüalizm sözlüklerinde medyum terimi; “dünyadaki bedenini terk etmiş ruhlarla irtibat kurarak onlardan aldıkları tesirleri çeşitli tezahürler halinde dünyaya yansıtan, psişik bakımdan duyarlı (hassas) kimselere (zihinsel medyumlar) veya herhangi bir ruhsal irtibat söz konusu olmaksızın paranormal fenomenler ortaya koyabilen özel yeteneklere sahip kimselere (fiziksel medyumlar) verilen ad” olarak tanımlanır. Bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi bir medyumun paranormal bir fenomen ortaya koymasında medyumun ruhundan başka bir ruhun var olması şart değildir. Yani medyumun ruhundan başka bir ruhun söz konusu olmadığı medyumik tezahürlerin de olduğuna inanılır.

Medyumluk yeteneğinin ve genel olarak tüm psişik yeteneklerin kalıtsal olduğuna dair bir yaygın bir kanı olsa da, bu kanıtlanmış değildir. Bir kazanın, özellikle de baş veya beyindeki bir travmanın veya ağır bir duygusal şokun ardından medyumluk yetenekleri birdenbire ortaya çıkan kişilere rastlanmıştır. Bu gibi olayların kişide hâlihazırda var olan medyumluk yeteneklerini ortaya çıkarttığı iddia edilmektedir.

Batı’da ve diğer tüm kültürlerde medyumların büyük çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır. Bunun kadınların genelde daha sezgisel oluşundan kaynaklandığı düşünülebilirse de, aynı zamanda, özellikle de modern dönem öncesinde kadınların sahip olduğu daha düşük toplumsal statüyü medyumlukla aşmaya çalışma çabalarının bir sonucu olduğu da iddia edilmektedir. Spiritüalizmin altın günleri olan 19. yüzyıl ortası ve sonu arasındaki dönemde ortaya çıkan medyumların çoğu, toplumun yaratıcılık ve eğitim alanında kendilerine dayattığı kısıtlamalardan bunalmış olan ev kadınlarıydı. Medyumluk bu kadınlara ilgi ve özgürlük sağladı. Spiritüalizmin hızla popülerleşmesiyle birlikte bu durumdaki yüzlerce ev kadını evlerinin salonlarında eş ve dostlarına çay saati seansları yapmaya başladı. Bu kadınların bir kısmı medyum olduklarını sadece sınırlı bir çevreyle paylaşır ve seansları karşılığında ücret almazken, bir kısmı da ücret alarak bu işi meslek olarak yapmaya başlamıştır.

Geleneksel toplumlarda psişik yetenekler sergileyen şaman veya büyücülerden sonra, modern medyumluğun temelleri 19. yüzyılda mesmerizm ya da manyetizma teorisinin ortaya çıkmasıyla atılmıştır. Bu teoriye dayanan bazı uygulamalarda, manyetize veya hipnotize olan süjelerin transa girerek ruhların etkisine girdikleri ve ölülerden haberler getirdikleri gözlenmiştir.

Farklı bilinç halleri, vizyonlar ve bedensiz varlıkların seslerinin duyulması gibi medyumlukla ilişkilendirilen bazı fenomenler şizofrenide de gözlenmektedir. Önde gelen pek çok medyum psikolog ve psikiyatristler tarafından incelenmiş olup bazı uzmanlar medyumluğun bir tür şizofreni olduğu ve medyumlukta tezahür eden “ruhlar”ın aslında medyumun bilinçaltının derinliklerinde saklı olup kendini bağımsız bir şekilde ifade etmeye çalışan medyumun alt kişilikleri olduğu kanaatine varmıştır. Spiritüalistler ise medyumluğun psişik bir yetenek olduğuna; şizofrenler fenomen ortaya koymakta yetersiz kalırken, medyumların yeteneklerini ruhsal tekamül için ve başkalarına yardım etmek amacıyla kullandıklarına inanır. Ayrıca şizofrenler olağan gerçeklikte normal işlevlerini yerine getirme yeteneğini kaybederken, medyumların çoğu büyük oranda normal hayatlar sürer.

Medyumların akıl sağlığını araştırmakla ilgilenen psikiyatri uzmanlarının yanı sıra, psişik araştırmacılar da “ölümden sonraki yaşam”a dair kanıtlar bulmak amacıyla pek çok öncü psişik araştırmacı seanslara katılarak medyumları incelemişler ve testlere tabi tutmuşlardır. Bu testlerde bazı medyumların daha çok ilgi çekmek ve izleyici kitlelerini kaybetmemek amacıyla çeşitli hilelere ve özel efektlere başvurdukları ortaya çıkarılmış; ruhları materyalize ettiğini iddia eden pek çok medyum seanslar sırasında ruh kılığına girmiş halde yakalanmıştır. Hareketi başlattığı iddia edilen Fox kardeşler de medyumluk kariyerlerinin sonlarına doğru geçmişte bazı hilelere başvurduklarına dair itiraflarda bulunmuşlardır.

Florence Cook, Eusapia Palladino, Leonora Piper, Emanuel Swedenborg ve D. D. Home gibi isimler 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış ünlü medyumlara örnek olarak verilebilir.

Metapsişik (metapsychic): “Metafizik” terimiyle karıştırılmaması gereken “metapsişik” terimi, “insanın olağan ruhsal fenomenlerini aşan, henüz yeterince açıklanamayan, insanın birtakım bilinmeyen yetenekleriyle oluşturduğu tüm paranormal olayları konu alan araştırma alanı” olarak tanımlanır. “Bedene bağlı ruha ait” anlamındaki “psişik” sözcüğü ile “ötesinde” anlamındaki “meta” sözcüklerinden türetilen metapsişik terimi ilk kez 1905’te Paris Tıp Fakültesi fizyoloji profesörü Charles Richet tarafından kullanılmıştır. Terim hem isim hem sıfat olarak kullanılmaktadır. Metapsişik, günümüzde parapsikolojinin kapsamı alanına giren konuları parapsikoloji terimi popüler hale gelmeden önce ele almış olduğundan, parapsikolojinin öncüsü olarak da kabul edilir. Fakat parapsikologların çoğunun paranormal fenomenlerde ruhun varlığının söz konusu olmadığını ileri sürmelerine karşın, metapsişikçilerin hepsi de bu fenomenlerde kaynağın bedenli veya bedensiz bir ruh olduğunu kabul etmişlerdir. Bu yüzden kimi spiritüalistler parapsikoloji terimi yerine parapsişik ya da metapsişik terimini kullanmaktadır.

Obsesyon (obsession): Latince kökenli olup aslî manası ‘kuşatmak, işgal etmek’ (obsidere) şeklinde olan obsesyon sözcüğü zaman içinde modern Batı dillerinde ‘rahatsız etme, musallat olma’ anlamını kazanmıştır.[28] Gündelik hayatta takıntı olarak bilinen bu terim, ruhçulukta (spiritüalizm) ve ruhbilimde (psikoloji) farklı kavramları ifade edecek şekilde kullanılmaktadır. Psikiyatri sözlüklerinde kısaca “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen saplantı halindeki fikirler” olarak tanımlanır. Ruhçulukta ise, “bir bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması” olarak tanımlanır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, birinde obsede edici etken bir fikir olarak kabul edilir, diğerinde ise bu etken bir fikir değil, bu tür fikirleri obsedeye (obsesyon olayına maruz kalana) aşılayan canlı bir varlıktır.

Obsedör (obsessor): Obsedör, obsesyon olayında obsede denilen kişiyi etki altına almış olan bedensiz varlığa klasik spiritüalizmde verilen addır. Fakat günümüzde obsedörlere özgü yöntemlerle çevresine saf, iyiniyetli insanları toplayan kimseler için de kullanılmaktadır.

Ölüm (death): Spiritüalist görüşe göre, her ölüm aynı zamanda bir doğumdur; çünkü fiziksel bedenini terk etmek spatyumda doğmak demektir. Ruh’un amaç ve etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı bir varlık olduğunu kabul eden pek çok düşünür, deneysel spiritüalistler gibi, dünya yaşamını geçici bir rüya, ölüm olayını ise rüyanın bitmesiyle uyanma ve ruhun asli vatanına dönüşü olarak yorumlamıştır.

Prekognisyon (precognition): gelecekteki bir olayı muhakeme yürütmeden bilmektir.

Bkz. Premonisyon

Premonisyon (premonition): Gelecekteki olayları akla dayalı bir nedeni olmayan bir huzursuzluk, bir gerginlik, bir kaygı vb. gibi duygu hâlleriyle belli belirsiz bir biçimde hissetme fenomenine verilen addır. Parapsikolojide bu tür fenomenler için daha ziyade “felaket belirtisi” terimi kullanılır. Bu paranormal fenomen Türkçede önsezi olarak bilinir. Premonisyonların daha ziyade felaket, ölüm, tehlike gibi, olumsuz sayılan olaylardan önce belirdiği görülmektedir.

Psikografi / Otomatik yazı ve Otomatik Resim (psychography / automatic writing and automatic drawing) Otomatik yazı ve yazıcı medyumluk da denen bu psişik olayda, ruhların etkileri altına giren medyumun kolu bir kalem ve kâğıt vasıtasıyla otomatikman tebliğler alır. Bu hal bazen medyuma düşünce aktarımı tarzında olur. Doğrudan ve dolaylı psikografi tarzları vardır. Doğrudan psikografide, medyum bir mektup yazıyormuş gibi kalemi tutar ve koluna gelen etkilere kendini bırakır. Dolaylı psikografide ise ele, yazma eyleminde yardımcı bir işlevi olan, sepet, arduvaz, plançete gibi herhangi bir eşya kalem yerine ya da kalemle birlikte kullanılır. Örneğin kalem elde tutulmak yerine bir sepete konur. Bu suretle sepet içindeki kalemin kâğıt üzerinde yazdığı görülür. Bazen de kalem medyum temas etmeksizin kendiliğinden dikilir ve ruhsal tebliğler yazar. Otomatik yazı medyumluğunda irtibata geçen varlığın kendi yazı karakteri görülür. Bir medyumun, kendi yazısından farklı çok çeşitli yazı karakterleri gösteren tebliğler aldığı olur. Medyum hiç bilmediği dilde de yazı yazabilir. Bu çeşit medyumluğa otomatik resim yapanlar da girer. Bunlar desenci medyumlar ismini alırlar.[29]

Psişik yetenek (psychic ability): Psişik yetenek Metapsişik'in ve Parapsikolojinin araştırma alanında bulunan, insanın paranormal (normal dışı, normal ötesi) denilen, bilinen fizikokimyasal yasalarla açıklanamayan psişik fenomenlerde söz konusu olan yeteneklerini ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. Paranormal yetenek terimiyle eşanlamlıdır.

Parapsikologlar bu yetenekleri ESP (Duyular Dışı Algı) ve PK (Psikokinezi) paranormal yetenekleri                                                          adı            altında, Metapsişikçiler ise

zihinsel medyumluk ve fiziksel medyumluk yetenekleri adı altında iki grupta ele alırlar.

Psişik yeteneklerden başlıcaları, metapsişikteki adlarıyla şunlardır: Durugörü, duruişiti, telekinezi, psikometri, telepatlık, düşünce okuma, prekognisyon (prekognitif yetenek), post kognisyon (postkognitif duyarlık), kriptoskopi, duyarlığın dışarılaşması, ideoplasti, dermo-optik.

Ruh Fotoğrafları (spiritphotography): Hayaletleri ya da insan dışı varlıkları görünür hale getirdiği iddia edilen fotoğraflar. Tarihte kayda geçen ilk ruh fotoğrafı, Bostonlu William H. Mumler’ın 1861 yılında çekilmiş fotoğrafıdır. Mumler tek başınayken kendi fotoğrafını çekmiş ve fotoğrafı banyo ettikten sonra fotoğrafta yanında genç bir kadının durduğunu fark etmiştir. Bu kadının 12 yıl önce ölmüş kuzeni olduğunu iddia etmiştir. Spiritüalizmin yeni yeni yayılmaya başladığı bu dönemde bu olaydan sonra ruh fotoğrafları da hızla yayılan bir moda haline gelmiştir. Konu o dönemde büyük tartışmalara yol açmış ve kimileri bu fotoğrafların sahte olduğunu ya da fotoğraf makinesinde, ışıklandırmada veya banyo işlemi esnasındaki bazı kusurlardan kaynaklandığını savunmuştur. Bunların bir kısmının şarlatanlık olduğu kanıtlansa da, bu fotoğraflar o dönemde birçok insan için ölümden sonraki hayatın kanıtı olmuştur.

Rüyet (vision): Batılı vizyon teriminin kapsamına girer. Özellikle durugörü çalışmalarında süjenin reel olarak mevcut olmayan şeyleri ruhsal bir yetenekle görmesi onlar hakkında bilgi vermesi “rüyet” vasıtasıyla meydana gelmektedir. Görme organlarının yardımı yoktur. Zihinde meydana gelen manzaradır ve halüsinasyon değildir. Rüyet, ayrıca “görünüm” (aparisyon) anlamına da gelmektedir. Görünümler bedensiz varlıkların görülür şekilde belirmelerini anlatır.[30]

Seyyale / Akışkan (fluid): Manyetizma teorisine yani mesmerizme göre insan manyetizmasının temelini oluşturan kuvvettir. Manyetik tedavi, manyetik seyyale veya akışkan aracılığıyla gerçekleşir. İnsan bedeninden, özellikle de ellerden ve gözlerden kutupsallaşarak çıkan seyyale bir manyetik bedenin ya da dublenin oluşmasına neden olur. Bu kuvvet sinir merkezleriyle psişik kuvvet odaklarına etki ederek hastalıkları iyi eder. Seyyale aslında ruhsal enerjinin bir başka görünümüdür.

Bkz. Manyetizma

Somnambülizm / Uyurgezerlik (somnambulism): Uyurgezerlik ya da bilinen diğer adlarıyla uyurgezer veya uykuda gezinme, parasomni kategorisinde bir tür uyku bozukluğudur. Uyurgezerler düşük bilinç halinde olmalarına rağmen, yavaş dalga uykusu aşamasından kaynaklanan ve genellikle tam bir bilinç durumunda gerçekleştirdikleri faaliyetleri gerçekleştirirler. Bu faaliyetler kişinin yatakta oturması, banyo veya yürüyüş ya da temizlik yapması gibi basit faaliyetler olabileceği gibi araç sürme ve yemek pişirme gibi daha karmaşık faaliyetler de olabilir. Ayrıca bazı vakalarda halüsinasyon görmek gibi algı bozuklukları yaşanabildiği gibi bu durum cinayete kadar varabilir.

Uyurgezerlik genellikle basit durumlarda oluşabilmesine rağmen, tekrarlanan davranış haline geldiği ve bazen uyurken karmaşık davranışlar sergileyen insanlarda da oluşabildiğine dair raporlar bulunmaktadır. Fakat bunların meşruluğuna dair tartışmalar bulunmaktadır. Uyurgezerler, bu faaliyetlerini genellikle belleklerinde bir miktar tutar ya da hiç tutamazlar. Bu esnada uyurgezerlerin gözleri açık olmasına rağmen, göz bebekleri sönük ve üzerleri sırlı gibidir. Uyurgezerlik süre olarak 30 dakika kadar sürebileceği gibi 30 saniye kadar kısa süreler içerisinde de gerçekleşebilir.

Spatyom (next world):                   Spatyoma, tam anlamıyla karşılamasa da,

çeşitli tradisyonlarda öte-âlem                olarak        ifade        edilen        ölüm-sonrası

ortamın spiritizmdeki ya da deneysel spiritüalizmdeki karşılığı denebilir. Ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar. Bu bakımdan spiritüalistler spatyomu ruhlar âlemi olarak değil, ölüm-ötesi âlem olarak nitelendirirler. Ruhçuluğa göre, spatyomun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı, sıvı ve gaz) daha farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir. Eski Yunan tradisyonunda bu maddeler için aether terimi kullanılmıştır. Bu süptil maddelerin düşünceyle, imajinasyon yeteneğiyle şekil alabileceği kabul edilir.

Tekinsiz (poltergeist): Tekinsiz yer, tekinsiz adam olarak bilinen bu durumun esas niteliği bir yere veya insana bağlı olmasıdır. Eski çağlardan beri bilinen olgulardır. Tekinsiz yerdeki görünümler çeşitlidir. Böyle olması, bu yerlerin etki alanına giren kimselerin duyarlık derecesine ve tekinsizliği ortaya çıkaran bedensiz varlığın etki çeşidine bağlıdır. Tekinsiz yerde işitilen, görülen ve hissedilenler o yerde bulunan kişiye göredir. Kimi sadece görür, sadece duyar veya hisseder. Bunların hepsine veya bir kısmına malik olanlar da vardır. Tekinsiz yerlerde duyulan sesler, gürültüler, eşya hareketleri, görülen çehreler veya tam insan şekilleri fiziksel bir karakter taşırlar, yani sanrı veya göz aldanması değildirler. Bu fantomların kıyafetleri ekseriya diri iken giydikleri kıyafetlerdir. Genellikle elle tutulamazlar, engellerin içinden geçebilirler. Eşya üzerinde iz bırakabilirler, tekinsiz yerlerin fantomları orada bulunan başka kimselere dikkat etmezler, otomatik tarzda hareket ederler. Tekinsiz yerlerde olağandışı bir atmosfer vardır. Buraya giren duyarlı kimseler, ürperti, titreme, itilme temas, soğuk veya sıcak hava akımı, ışıklanmalar, ağlamalar veya gülmeler gibi çeşitli duygu ve hisler altında kalırlar.[31]

Teleportasyon (teleportation): Işınlanma veya teleportasyon, kişinin bedeninin veya bir eşyanın bulunduğu mekânda yok edilip, bir anda başka bir mekânda ortaya çıkarılabileceği düşüncesine verilen addır. Gerçekte yapılabileceğine dair herhangi bir deney veya olumlu bir yöntem yoktur.

Terim eski Yunancada “uzak” anlamına gelen “tele” sözcüğü ile Latincede “taşımak” anlamına gelen “portare” sözcüğünden türetilmiştir. Osmanlı Türkçesinde “tayy-ı mekân” olarak bilinen bu olgunun, kimi mistiklerde ve sûfîlerde gözlemlendiği ileri sürülmektedir. .

Telekinezi (telekinesis): “Uzaktan kontrol” ya da kısaca T.K., maddeler üzerinde düşünce gücüyle etki yapma olarak tanımlanır. Telekinezinin gerçekliğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur. 2006'da bu konudaki 380 deneyin meta analizini yapan bir çalışma, sadece yayın ön yargısına (bilimsel yayın yapan kişilerin sonuçları olumlu yorumlama payı) bağlanabilecek denli küçük bir etki bulmuştur. Telekinezi deneyleri, bilim adamları tarafından yeterince kontrollü ve tekrarlanabilir olmamaları yüzünden eleştirilmiştir. Ancak bazı deneyler telekinezinin gerçekliği konusunda bir yanılsama yaratmıştır, bu yanılsama deneyi yürütenlerin telekineziye duyduğu inançla orantılıdır

Telepati (telepathy): Telepati ya da uzaduyum, bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikolojide incelenen paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri sürülen tesir irtibatıdır. Terim eski Yunancadaki “uzak” anlamına gelen tele (rqks) sözcüğü ile “etkilenme, tesir almış olma, hissetme” anlamlarına gelenpatheia (na9sıa) sözcüğünün birleştirilmesiyle elde edilmiş olup önceden kullanılan “düşünce aktarımı” teriminin yerini almak üzere SPR’nin kurucularından Frederic W. H. Myers tarafından 1882’de ortaya atılmıştır. Birçok Doğu Bloğu ülkesinde telepati yerine “bio enformasyon" terimi kullanılmıştır.

Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Tesiri gönderen ya da düşüncesini yayan, gönderen kimseye verici (agent), gönderileni almaya çalışan kişiye alıcı denir. Telepati yeteneğine sahip bazı “alıcı” telepatların diğer insanların zihinlerini okuma yeteneği oldukları söylenir. Telepati psikokinezi ile birlikte parapsikolojik araştırmanın iki temel araştırma alanını oluşturur.

Telestezi / Kriptestezi / Teleoptik (telesthesia /cryptesthesia / teleoptic): Telestezi, insanın duyma ve anlama yeteneklerinin olağanüstü bir keskinlik kazanması şeklinde görülen psişik haldir. Terimin kapsamına giren psişik yetenekler: durugörü, duruişiti, psikometri, önsezi, telepati, önceden bilme, keşif gibi yeteneklerdir.[32]

Gizli bir duyarlık, eşyanın bilinmeyen bir mekanizma ile idrakine varılması. Lüsidite, durugörü, geleceği bilme, psikometri, rüyet, ksenoglosi, keşif, önsezi gibi olaylara kriptik denir. Kriptestezi ve telestezi aynı anlamdadır.[33]

Teleoptik ise görüş alanının dışında cereyan eden olayların görülmesidir. Örneğin A şehrinde meydana gelen B şehrinde anında seyredilir gibi rüyet halinde görülür. Medyumların, hipnotik süjelerin uzaktaki yerleri, şehirleri, ev içlerini tarif etmeleri teleoptik veya kriptoskopik-teleskopik olaylardır.[34]

Trans (trance): Trans, hipnoz veya herhangi bir medyum aracılığıyla girilen, vücudun haricî uyarıcılara kapalı olduğu yarı uyanık durum. Trans, parapsikoloji sözlüklerinde “iradi hareketlerin yokluğuyla ve düşüncenin otomatizma durumuna geçmesiyle nitelenen psikolojik ayrışma hali” veya “paranormal bir fenomenin belirdiği, değişik derinlik derecelerindeki bilinçsizlik hali” olarak tanımlanır. Ruhçuluğa göre ruh ve beden ilişkisinin, dolayısıyla perispri ve beden ilişkisinin gevşemesiyle oluşan özel bir bilinç halidir.

Metapsişikçiler sezgisel medyumluk yoluyla bilgi alınmasını sağladığından transı insanlığın mânevî alandaki en önemli bilgi alma kaynağı olarak görürler.

BÖLÜM 2: DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SPİRİTÜALİZM

SPİRİTÜALİZMİN DOĞUŞU VE DÜNYAYA YAYILIŞI

Spiritüalizm, Amerika’da 1848’de ortaya çıkmıştır. Spiritüalizmin doğuşuna neden olan ilk olaylar 1847 yılının sonlarında, New York’un Hydesville kentinde yaşayan Alman kökenli Fox ailesinin evvelce “cinli”, “perili” olarak nam yapmış evlerinde, nereden geldiği belli olmayan “darbe” seslerinin duyulması şeklinde meydana gelmiştir.[35] Tarihe Hydesville hadisesi olarak geçen bu olayın aktörleri, Fox ailesinin Leah (1814-1890), Margaretta (1833-1893) ve Catherine (1837-1892) adlı üç kızıdır.

Seslerin duyulmasından bir süre sonra ortanca ve küçük kız kardeşlerde, bu seslerin esrarengiz failine sorular sorulabilecekleri fikri doğmuştur. Sordukları soruların uygun sayıda darbelerle cevaplandığını gören iki kızlar, önce ablalarını sonra başkalarını, bu darbeleri ruhların çıkardığına, dahası sordukları sorulara ruhların darbeler şeklinde cevap verdiklerine yani ruhlarla iletişim kurduklarına ikna etmişlerdir. Anlatılanlara göre, kızlar, hayattayken işportacılık yapan Charles B. Rosma adlı birinin ruhuyla iletişim kurmuşlardı ve ruh kendilerine bu evde öldürülüp evin kilerine gömülmüş ve burada yapılan araştırmada bazı kemik parçaları bulunmuştu.[36] Bununla birlikte, Charles B. Rosma adlı bir kayıp kişinin varlığına dair herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştı.[37]

Bu hadiselerden sonra, çok geçmeden, Fox kardeşler, turneye çıkarak spiritüalizmi yaymaya girişmişler ve gittikleri her yerde büyük ilgi görmüşler,[38] bu nedenle bağlı oldukları Methodist Kiliseden çıkarılmışlardır.[39]

14 Kasım 1849, Fox kardeşler, Rochester’da, Corinthian Hall’da spiritüalist darbeleri sergilediler. Halka açık bu ilk gösteri, aynı zamanda ABD’de ve başka ülkelerde spiritüalist medyumlarca icra edilen kamusal gösterilerin de ilki olmuştur. Fox kardeşler, bu tarihten sonra şöhrete kavuşmuşlar, 1850’de aralarında William Cullen Bryant, George Bancroft, James Fenimore Cooper, Nathaniel Parker Willis, Horace Greeley, Sojourner Truth ve William Lloyd Garrison birçok ünlünün katılımıyla New York’ta halka açık bir seans düzenlemişlerdir.

Bu sırada, Kate ve Margaret Fox’un, yüzlerce kişinin katılımıyla seanslar düzenlemeye ve medyumluk yapmaya başlamasıyla, ruhlarla kendilerinin de iletişim kurduklarını iddia eden yüzlerce kişi, Fox kardeşlerin açtığı yoldan medyumluğa başlamıştır.

Spiritüalizm bu tarihten sonra yarım yüzyıl içinde, yazılı metinlere sahip herhangi bir kurumsal kimliğe kavuşmadan gelişimini sürdürmüştür. Ancak hareket, 1850’li yıllarda gezgin medyumların düzenlediği trans dersleri, kamp toplantıları, çeşitli yayınlarla belirli bir türdeşliğe kavuşmuştur. Böylece, 1852’de Spiritüalistler, Cleveland’da ilk kongrelerini yapmışlardır.[40]

Belirtmek gerekir ki bu dönemde spiritüalistler arasında çok sayıda kadın medyum şöhret bulmuş ve bunlar, spiritualistlerin çoğu gibi, köleliğin kaldırılması ve kadınlara oy hakkı verilmesi gibi mücadeleleri desteklemişlerdir.

Bununla birlikte, aynı yıllarda popüler basın spiritüalist iddiaların güvenilirliğini sorgulamaya ve çeşitli yayınlarla, spirit darbelerin aldatıcı karakterine dair insanları uyarmaya ve bilgilendirmeye başlamıştır.[41] Bu nedenle, 1880’lere gelindiğinde, spiritüalist hareketin güvenirliği medyumlara yöneltilen sahtecilik suçlamalarıyla zayıflamıştır. Öte yandan, 1888’de bizzat Margaret Fox, darbelerde hile yaptıklarını itiraf ederek kullandıkları yöntemi ifşa etmiştir. Ancak bunlar hareketi geriletmemiş aksine, aynı zaman diliminde spiritüalizm kurumsal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Günümüzde hareket, başlıca ABD, Kanada ve İngiltere’de çeşitli spiritüalist kiliselere sahiptir.

Spiritüalizm 1852’den itibaren önce İngiltere, ardından Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde yayılmaya başladı. Spiritüalizmin, yeni bir forma bürünerek “spiritizm” adını aldığı Fransa durağı hem hareketin dönüm noktalarından birini oluşturur. Spiritizm terimi, aynı olaylara dayanmakla birlikte gerçekte kuramsal olarak Amerikalıların ve İngilizlerin spiritüalizminden oldukça farklı bir yaklaşımı ifade ediyordu. Bu farklılıkların başında, Fransız spiritlerinin, evvelkilerin aksine reenkarnasyon inancını bir dogma olarak benimsemeleri gelmektedir.[42]

Fransız spirit ekolünün kurucusu, “Allan Kardec” müstear ismini kullanan Fransız eğitimci Hypolite Leon Denizard Rivail’dir. Allan Kardec (1804-1869), Lyon’da dünyaya geldi, İsviçre’de iyi bir eğitimle yetiştirildi. Paris'te Pedagojik bir enstitü açtı. Allan Kardec, ellili yaşlarının başlarında spiritüalist celselere ilgi duymaya başladı. Bir süre sonra, iletişim kurduğu ruhların, kendisinin bir Druid Rahibi olarak evvelce yaşadığını ve spiritüalist deyimle reenkarne olduğunu söylediklerini iddia etti; daha sonra yayınladığı Ruhların Kitabı’nı ise Sokrat, Swedenborg ve Napolyon’um ruhuyla işbirliği yaparak hazırladığını açıkladı. Ayrıca Allan Kardec ismini almasını kendisine “ruhsal rehberleri” söylemişti.[43] Kardec’in de aralarında bulunduğu bazı araştırmacılar, ruhlara atfedilen spiritüalist fenomenlerin, önceleri o dönemde popüler olan Franz Mesmer'in canlısal manyetizma teorisiyle izah edilebileceğini düşündüler. Ancak, Kardec canlısal manyetizmanın tanık olduğu olayları açıklamada yeterli olamayacağı kanaatine vararak spiritüalizmi kendisi araştırmaya başladı. Kardec öncelikle medyumluk olgusuna odaklanarak, bu tarz olguların spiritüel veya paranormal olarak kabul edilmesinden önce, sahtekarlık, halüsinasyon ve bilinçdışı ruhsal etkinlikler gibi olağan maddî nedenlerle açıklanıp açıklanamayacağını belirlenmesi gerektiği sonucuna vardı. Ona göre sayılan bu maddî nedenler yanında telepati ve durugörü de medyumluktan kaynaklandığı düşünülen bu tarz olguların birçoğunu açıklayabilirdi.

Kardec, medyumluğa atfedilen tutarlı olguları derleyerek, “ruhların doğası, cismani dünyayla ilişkilerini inceleyen bir bilim” olarak tanımladığı ve spiritizm adını verdiği bir felsefe vücuda getirdi. Onun görüşüne göre, gerçek medyumlar, ölmüş kişiler hakkında doğru bilgiler veriyordu. Bunun yanında, kendilerinin bilmedikleri ancak iletişimde bulundukları ruhların dilinde yazma veya konuşma gibi beceriler gösteriyorlar, ölmüş bireylerin çeşitli kişilik özelliklerini doğru bir şekilde tasvir ediyorlardı.

Allan Kardec, 1857 ile on iki yıl sonrasına rastlayan ölümü orasında beş kitap ve iki broşür yayımladı. Kardec, The Spirits’ Book (1857), The Mediums’ Book (1861), The Gospel as Explained by Spirits (1864), Heaven and Hell (1865), Genesis (1867) adlı kitaplar ve What Is Spiritism? Spiritism Reduced to its Simplest Expression adlı broşürleri ile “spiritizm” adını verdiği öğretiyi bir sistemleştirdi. Ayrıca, halen (1978) Fransa’da yayımlanmakta olan, La Revue Spirite adında aylık bir dergi de çıkartmıştır.[44] Kardec’in eserleri, aralarında Charles Richet, Camille Flammarion’un da bulunduğu spiritüalizm araştırmacıları yanında, aşağıda görüleceği üzere, Türk spiritüalizminin en etkili ismi Dr. Bedri Ruhselman üzerinde de etkili olmuştur.

BATI EDEBİYATINDA SPİRİTÜALİZM ETKİSİ

Dinlerin vaz ettiği “ölümden sonra yaşam” inancına dair kanıtlar getirdiğini iddia eden spiritüalizm akımı; 19. yüzyılda pozitivist bilim, materyalizm akımı, Darwin’in evrim teorisi ve Incil’e yöneltilen eleştiriler ile dînî inançları iyice sarsılan Hıristiyan Batı dünyasına bilinmezden uzatılmış bir yardım eli gibiydi. Akım, insanlara mevcut inançlarını doğrulama ya da bilimin yadsıyamayacağı yeni bir inanç sistemi sunmasından başka, hayal gücünü de ateşleyerek sanata yeni temalar ve açılımlar getirmiştir.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerika’dan hızla Avrupa’ya yayılan spiritüalizm akımı, edebiyatçılara, özellikle de romancılara zengin sanatsal yaratım imkânları sunmuştur. Aydın ya halktan olsun her kesimden insanı etkisi altına akım, deney yapma olanaklarının herkese açık oluşundan dolayı, herkes gibi ünlü edebiyatçıları da seans masalarının etrafına toplamıştır. Bazı yazarlar ölülerle konuşmanın mümkün olduğuna inanmasa da, yine de romanlarında spiritüalizmin sunduğu imkânlardan yararlanmaktan geri durmamış, bazıları da doğaüstü olguları okurun ilgisini çekmek amacıyla romanlarında bol bol kullanmıştır. Bir kısmı da inanmadıkları, hatta küçümsedikleri hareket aleyhinde yazılar yazmıştır.

19. yüzyılın Batılı yazar ve şairleri arasında Robert ve Elizabeth Browning, William Thackeray, Leo Tolstoy, Harriet Beecher Stowe, Dante Gabriel Rosetti, Christina Rosetti, Rudyard Kipling, Maurice Maeternlink gibi edebiyat dünyasının ünlü isimlerinin medyum seanslarına katıldıkları biliniyordu. Alfred Lord Tennyson ve Lewis Carroll da Londra Psişik Araştırmalar Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer almıştı. Ralph Waldo Emerson, Nathaniel Hawthorne, George Eliot ve George Bernard Shaw ise harekete muhalif olduklarını açıkça ifade eden yazarlar arasındaydı. Charles Dickens medyumluğu küçümsemesine ve aleyhinde yazılar yazmasına rağmen, The Pickwick Papers (1836), Bleak House (1853), Nicholas Nickleby (1838) ve Christmas Carol (1843) gibi pek çok hayalet öyküsü ve romanı kaleme almıştır.[45]

Dickens gibi Victoria Dönemi İngiliz yazarlarının, etkisi giderek artan spiritüalizmin yanı sıra, kendi dönemlerinin ayırıcı bir özelliği olarak doğaüstüne duyulan yoğun ilgiden etkilenmeleri kaçınılmazdı. Örneğin bu dönem yazarlarından Brönte kardeşlerin romanlarında paranormal olaylara ve hayaletlere sıkça rastlanmaktadır. Romancıların bu konuda öne çıkan ve aynı zamanda en bilinen eserleri, Charlotte Brönte’nin Jane Eyre (1847) ve Villette’i (1853) ve Emily Brönte’nin Wuthering Heights’’ıdır (Uğultulu Tepeler, 1847).[46]

Yine İngiltere’de Victoria döneminin en önemli şairlerinden olan Elizabeth Barrett Browning (1806-1861) de spiritüalizmle yakından ilgilenmiş; hatta bu konudaki sarsılmaz inancı, kendisi gibi şair olan kocası Robert Browning (1812-1889) ile arasında ciddi anlaşmazlığa neden olmuştur. Bu anlaşmazlığa sebep olan olay, ikisinin 1855 yılında birlikte katıldıkları ve 19. yüzyılın en ünlü medyumlarından olan Amerikalı Daniel Douglas Home’un gerçekleştirdiği “Ealing seansı” olmuştur. Home’un sahtekâr olduğuna inanan Robert Browning, daha sonra medyumu hicvetmek amacıyla ünlü “Mr. Sludge the Medium” (1864) şiirini yazmıştır. Browning “A Lovers’ Quarrel” (1855) gibi başka şiirlerinde de döner masalara ve spiritüalizmle ilgili bazı olgulara atıfta bulunmuştur.[47]

Hayatı boyunca okültizme ilgi duyan, İngilizlerin “kraliyet şairi” Alfred Lord Tennyson (1809-1892) genç yaşta ölen arkadaşı için yazdığı “In Memoriam” adlı ünlü şiirinde, “Ölülerin gerçekten yanı başımızda olmasını istiyor muyuz?” diye sorar ve ölülerle diriler birbirleriyle doğrudan iletişim kuramasalar da aralarında mistik bir birleşme olabileceğinden söz eder.[48]

19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyıl başında eserler veren, Sherlock Holmes karakterinin ünlü yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle ise hayatının büyük bölümünde hareketin en ateşli savunucularından olmuş ve spiritüalizmin tarihine ilişkin en kapsamlı eserlerden olan iki ciltlik The History of Spiritualism (1926) eserini kaleme almıştır.[49] Doyle’un ünlü The Houndof the Baskervilles (Baskerville’in Köpeği, 1902) romanının ilhamını İngiltere’nin Kara Shuck ve Whisht Köpekleri adı verilen hayalet köpek efsanelerinden aldığı söylenmektedir.[50] Doyle ayrıca Cottingley perileri vakası hakkında The Coming of the Fairies (1922) adlı eserini kaleme almış; ancak çocuklar tarafından üretilen amatörce fotoğraflardan başka kanıtı olmayan bu olayda perilerin gerçekliğini savunduğu için alay konusu olmuştur.[51]

Eserlerinde doğaüstü ve fantastiğe yoğun şekilde yer veren ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allen Poe’nun (1809-1849) bizzat spiritüalizmle ilgilenmese de, hareketin öncüsü sayılan mesmerizmle yakından ilgilendiği ve bu konuda The Facts in the Case of M. Valdemar (1845) Mesmeric Revelation (1844) gibi eserler verdiği bilinmektedir.[52]

Kızının ölümünün ardından mesmerizm, Hinduizm ve kabalizm gibi ezoterik inanış ve uygulamalara yönelen ünlü Fransız yazar ve şair Victor Hugo (1802-1885), ilk kez 1853 yılında döner masalarla ve Allen Kardec’in Fransa’ya yayılmasına öncülük ettiği spiritizm ile tanıştı ve bu seans neticesinde döner masa vasıtasıyla ölmüş kızıyla iletişim kurabileceğine inandı. Sonraki iki yıl boyunca kendisini bu uğraşa veren yazar, seanslarda pek çok “ruh” ile konuştu ve bu tecrübelerinin verdiği ilhamla pek çok şiir yazdı.[53]

1870’li yıllarda Rusya’da spiritüalizm yanlıları ile aleyhtarları arasında yaşanan hararetli tartışmalar ve bu süreçte gerçekleştirilen deneyler, Dostoyevski’ye “fantastik” öykülerini yazdırmıştır.[54] Ülke basınında ve aydınlar arasında yoğun şekilde tartışılan spiritüalizm akımını yakından izleyen yazar, Bir Yazarın Günlüğü (1876) adlı derlemesinde konuyla ilgili bir yazısına yer vermiş; bu yazıda bu olguların gerçekliği ihtimalini reddetmese de, dindar bir Hristiyan’ın geleneksel bakışıyla, insana düşman güçler tarafından üretilen bu fenomenlerin tehlikesine ve modern spiritüalizmin dînî inancın yerine geçerek kaba bir materyalizme yol açabileceğine dikkat çekmiştir.[55]

yüzyıl ortalarında okültizmle yoğun şekilde ilgilenen Amerikalı şair Sylvia Plath, 1956’da kocası Ted Hughes tarafından ruh çağırma tahtasıyla tanıştırılmış, “Pan” adında bir ruhla temas kurmuş ve spirit tecrübelerinin ilhamıyla “Ouija” ve “Dialogue over a Ouija Board” gibi pek çok şiir yazmıştır.[56]

Edebiyat dünyasında “Leo Africanus” adıyla tanınan bir “ruh”la ilk kez 1912 yılında katıldığı bir seansta tanışan İrlandalı şair William Butler Yeats (1865-1939), yaptığı araştırmalar sonucunda bu kişinin on altıncı yüzyılda yaşamış el-Hasan bin Muhammed el-Vezaz el-Fâsî adında, sonradan Hıristiyanlığa ihtida etmiş ve papanın danışmanlığını yapmış bir coğrafyacı ve yazar olduğu sonucuna ulaşmıştır. Altı yıl boyunca kartlar ve seanslarla bu “ruh”la iletişim kuran ve otomatik yazı yöntemiyle Africanus’a mektup yazarak onun cevaplarını kâğıda döken Yeats, hayatının ileriki döneminde eşinin vasıtasıyla “Öğretmenler” adını verdikleri başka ruhlarla da iletişim kurmaya devam etmiştir. Ünlü şairin öteki-ben’i ya da ikinci kişiliği olduğu iddia edilen Leo Africanus ve Yeats’in temasa geçtiği diğer ruhlar ona Per Amica Silentia Lunae, Mosada ve A Vision gibi pek çok eseri için ilham vermiştir. [57]

SPİRİTÜALİZMİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ VE YAYILIŞI

Spiritüalizmin Türkiye’ye tam olarak hangi tarihte, hangi kaynaklar üzerinden girdiği, ilk ruh çağırma celselerinin ne zaman yapıldığı hakkında henüz yeterli çalışmalar yapılmamıştır. Konu hakkındaki spiritüalist kaynaklardan birine göre hareket; 1848 yılında Hydesville’de ortaya çıktıktan bir yıl sonra New York’a, dört yıl sonra Londra ve San Francisco’ya, beş yıl sonra Küba’ya, altı yıl sonra Güney Amerika’ya ve nihayet yedi yıl sonra Türkiye’ye ulaşmıştır.[58] Buna göre spiritüalizmin 1850’li yılardan itibaren Türkiye’ye girdiğini düşünmek gerekmektedir. Bu tarih, spiritüalizmin Osmanlı devletine girişinin Avrupa’ya yayılmasıyla eşzamanlı olduğunu ifade eden dönemin spiritüalist yazarlarının aktardıkları bilgilere de uygundur. Spiritüalizmin Türkiye’ye girişinden 1950’de “Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Cemiyeti” altında kurumsallaşmasına kadar geçen yaklaşık yüzyıllık sürede hareketin Türkiye’deki seyri ve geçirdiği evreler, aşağıda kronolojik olarak şöyle özetlenebilir.

Spiritüalizmin Türkiye’ye aktarılmasında başlıca rolü oynayan aktörler, öncelikle Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Batılılar ile Saray, Saraya yakın çevreler ve aydın kesimler olmuştur. Aşağıda değinildiği gibi hareketin İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde halkın ilgisini çekmesi ise ancak II. Meşrutiyet döneminden sonra sansürün kalkmasıyla birlikte başlayan spiritüalist yayınlarla birlikte olmuştur.

1871 yılında hareketin dünyadaki durumuna dair bilgiler veren spiritüalist bir yayında[59] Türkiye’de ruh çağırma uygulamalarının oldukça yaygın olduğu belirtilmektedir. 1870 yılında İstanbul’a gelen yazar, burada çok iyi medyumlar olduğunu ve M. Repos adlı bir Fransız avukat ile Alman işadamı M. Sillerman’ın başka çok sayıda gayrimüslimle birlikte Pera’da düzenli olarak ispritizma seansları düzenlediklerini anlatır. Üst düzey devlet memurlarından kişilerin de katıldığı bu seanslarda yazma ve trans yaygın kullanılan metotlar olup iletişim kurulan ruhlar tarafından reenkarnasyon öğretisi öğretiliyordu. Hatta toplantılardan biri Ticaret Odası’nın salonunda yapılmıştı. Dönemin İstanbul Amerikan Elçiliği Sekreteri J. P. Brown ise The üniversite yayınlanan 10 Şubat 1870 tarihli mektubunda, “Diğer ülkelerde olduğu gibi burada [İstanbul’da] da medyumlar ve Spiritüalistler var” diyerek şahit olduğu harikuladelikleri anlatıyordu.[60]

Spiritüalizmin Türkiye’ye girişine ilişkin yararlanılabilecek başka bir spiritüalist kaynak, akımın İngiltere’deki önemli temsilcilerinden biri olan Emma H. Britten’ın Nineteenth Century Miracles adlı eseridir. Modern spiritüalist hareketin erken tarihine ilişkin önemli bilgiler veren bu eserde, daha 1854 yılında İstanbul’da yabancılarla birlikte Türklerin de ispritizma seansları yaptıkları aktarılır. Britten’ın bu konudaki kaynaklarından olan Mr. Lenox Horne adlı İngiliz’in bir iş için geldiği İstanbul’da katıldığı bu ruh çağırma seanslarından birinde bulunan genç hanımlardan biri, Osmanlı Sarayında Harem’e sıkça gidip gelen biri olarak Harem’deki kadınların pek çok geceler ispritizma seanslarıyla eğlendiklerini ve Senyor Orsini adında Boğaz’da oturan bir İtalyan’ın kızlarının da yuvarlak masa etrafında oturup ruhların mesajlarını kâğıda dökme formülünü Harem’den öğrendiklerini anlatır.[61]

İstanbul’da 19. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli azınlıklarla birlikte Türklerin de ispritizma deneyleri yaptıklarına dikkat çeken bu kaynaklarda üzerinde durulması gereken ve Türkiye’de spiritüalizmin tarihi açısından önemli olabilecek bir husus, ispritizma tecrübelerinde Saray ve Haremin oynadığı role işaret edilmesidir.

Osmanlı sarayı, gerekse gerek sanatsal ve kültürel açıdan Batılı yenilikleri yakından takip etmiştir. Telgraf ve elektrik, sinema makinesi gibi teknik buluşlar yanında, tiyatro ve müzik gibi sanat kolları, moda, mimari vb. Batı’da ortaya çıkan yenilikler çok kısa sürelerde Osmanlı sarayına da girmiştir. Sarayın batılı yenilikleri ne kadar yakından izlediğinin tipik bir örneği sinemadır. Dünyada sinema serüvenini başlatan Fransız Lumiere Kardeşler, "cinematographe" adını verdikleri aygıtla Paris'teki Grand Cafe'de Aralık 1895 yılında ilk kez halka açık gösteri yapmalarından bir yıl sonra Osmanlı sarayı da ilk sinema gösterilerine kapılarını açtı.[62]

Sarayın yeniliklere duyduğu ilgi, manyetizma ve hipnotizma gibi spiritüalizmle yakından ilgili olan batılı popüler akımlar için de geçerlidir.[63] Bu bağlamda Sultan Abdülmecid Han’ın şahsi hekimi olan Dr. Sigmund Spitzer’in Saray’daki manyetizma ve hipnotizma denemelerini aktardığı anılarını hatırlamak yerinde olacaktır.[64] Bu anılardan Sultan Abdülmecid’in de bu konularla yakından ilgilendiğini ve bizzat kendi huzurunda doktoruna Enderunlu Arif adında bir Saray görevlisini kullanarak bir hipnotizma seansı yaptırdığını, hatta Mabeyinci Mehmed Beye de seansın nasıl yapıldığını doktordan öğrenmesini talep ettiğini öğreniyoruz.[65] Dr. Spitzer’in “1845’ten 1850 tarihine kadar Sultan Abdülmecid Han’ın tabib-i hususilik vazifesini ifa ettiği” düşünüldüğünde bu vakanın da saray ve haremdeki ispritizma celselerinden birkaç yıl önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır.[66] [67] [68]

Sultan Abdülmecid’in hipnotizma ve manyetizmaya gösterdiği ilgi ve meraka karşın, Sultan II. Abdülhamid’in bu konuların gerek neşri, gerek tatbikiyle ilgili ciddi sansür yasakları uyguladığını Osmanlı arşiv belgelerinde görmek mümkündür. Genellikle hipnotizma (tenvim) gösterilerinin veya hipnotizma ile birlikte celb-i ruh (ispritizma) ile ilgili yayınların yasaklanmasını konu alan bu belgelerde, yetkililerin gazino veya tiyatro benzeri halka açık yerlerde yapılan bu tür gösterileri uygun (muvafk-ı maslahat) görmedikleri dikkat çekmektedir:

Beyoğlu’nda Tepebağçesi ve Concordia tiyatrolarında usul-i tenvim icra ve Glavani sokağında 4 numerolu hanede tedris etmek üzere ruhsat itası hakkında Paris Usul-i Tenvim Cemiyeti azasından Doktor Clavencsky imzasıyla verilen Fransızca varaka-i istidaiyye ile tercümesinin merbutatıyla maan gönderildiği beyanıyla istifsar-ı muameleyi havi Zabtiye nezaret-i aliyyesinden mebus tezkere takımıyla takdim kılınmış ve muma-ileyhin zikrolunan mahallerde usul-i mebhuseyi icra ve tedris etmesi muvafık-ı maslahat görünmemiş ise de...'

Sansür uygulaması sadece manyetizma ve hipnotizma türünden gösterileri değil kitap veya gazete makalelerini de kapsamaktadır:

İzmir’de tab edilmekde olan Amalia gazetesinin fi 28 Haziran sene 904 tarihli nüshasında ipnotizmaya yani usul-i tenvime dair bir makale görülmüş ve manyatizma ve ipnotizmaya aid her gün makalat ve sairenin gazetelere derci memnu bulunmuş olmasıyla badema bu misüllü mebahisin gazetelere derc ü neşrine katiyyen meydan verilmemesi içün memurin-i aidesine tenbihat-i müessire icrası hususunun Aydın vilayet-i celilesine emr ü işar buyurulması 101

Sansür döneminde ispritizma deneylerinin kanuni kovuşturmalara konu olduğunu gösteren bir vaka örneği yerli bir kaleme ait popüler bir eserde anlatılır. Türkiye'de ilk ispritizma tecrübesinin, tarihini 1896 yılı, yerini ise Bergama olarak tespitleyen esere göre hadise şu şekilde cereyan etmiştir:

Türkiye’de ilk spiritizm deneyi Bergama’da yapıldı. 1896 yılında bu deneyi gerçekleştiren kişinin adı Zorluhanzade Avnullah Kâzımî Beydir. Avnullah Bey İstanbul’dan Bergama’ya gelmiş ve orada öğretmen Emin efendi ile tanışmıştı... Çandarlılı Emin efendi Avnullah Bey’in anlattığı ruh çağırma olayını dinledi ve kendisine gösterilmesini istedi. Bir gece Belediye başkanı Dericili Ali Ağa’nın evinde toplanıldı ve ruh çağırma celsesi yapıldı. Üç ayaklı çivisiz bir masa çeşitli hareketler yaptı ve masaya konan fincan, çeşitli harflere giderek, sorulan sorulara cevaplar verdi. Olay, hemen duyuldu, ruhların davet edildiği ve gaipten haberler alındığı tüm Bergama’ya yayıldı ve Bergama’da herkes, bunu yapmak merakına düştü. Bu arada dedikodular da yayılıyordu. Bazıları, “Ölülerimizi rahatsız ediyorlar, Allah’ın işine karışıyorlar” derken, bazıları ise, “Halkın maneviyatı bozuluyor, hükümet aleyhine tertip hazırlamak için ölülerden haberler almak istiyorlar” diyorlardı. Olay sonunda, İstanbul’a saraya bildirildi. En küçük olaydan hemen kuşkulanan saray, bu işe ön ayak olanların derhal tutuklanarak, İstanbul’a yollanmalarını istedi. Böylece, Belediye Başkanı Ali Ağa, Katip Rasih Bey, Hafız Salim Efendi ve Polis Komiseri İzzet Efendi tutuklanarak İstanbul’a götürüldüler. Olayı duyan ve çok üzülen Avnullah Bey, arkadan İstanbul’a giderek, çözüm aradı. Kendisi, saraya yakın bir adam olduğu için sözü dinleniyordu. Yapılan işin, bir merak ve eğlence olduğunu anlattı. Sonuçta, tutuklular affedildiler. Kendilerine, beşer altınlık keseler verildi ve serbest bırakıldılar.[69]

Herhangi bir kaynak belirtmeden aktarıldığından Bergama celsesi vakasını doğrulama imkânı zordur.[70] Bununla birlikte bu anlatı, doğruysa eğer, Sarayın sansür döneminde ispritizma tecrübelerine nasıl yaklaştığını göstermesi bakımından bir örnek olarak kabul edilebilir.

Bununla birlikte, kitap veya süreli her tür yayın sayısında bir patlamanın yaşanacağı II. Meşrutiyet dönemine yaklaşırken, diğer bir deyişle sansürün son yıllarına doğru söz edilen yasaklama uygulamalarında bir gevşeme olduğu göze çarpmaktadır. Örneğin Matbuat İdaresine ait 1907 tarihli bir belgede manyetizma ve ispritizma ile ilgili

haftalık bir risale için yapılan bir başvurunun doğrudan reddedilmeyip işleme alındığı bildirilmektedir.

Manyatizma yahud İlm-i Ruh” namıyla ilmi ve felsefi haftalık bir risale neşrine ruhsat itası Meclis-i Ayan Zabt Sermüsevvidi Mustafa Nedim Bey tarafından takdim kılınub İdare-i Matbuata havale buyurulan arzuhalde istida kılınmış olmağla matbuat nizamnamesinin üçüncü ve dördüncü maddelerinin fıkra-i ulalarına tevfikan muma-ileyh hakkında muamele ifasıyla neticesinin inbası lüzumunun Zabtiye Nezaret-i Aliyesine emr ü iş‘ar buyurulması babında emr ü ferman hazret-i men lehü’l-emrindir[71]

İkinci Meşrutiyet döneminde sansürün kalkması ile İstanbul gibi kentlerde büyük bir yayın furyası başlamıştır. Meşrutiyetin 23 Temmuz’da ilanından sonraki iki sene zarfında 350’den fazla gazete ve dergi çıkarılmıştır.[72] Fikirlerin yazılı ve sözlü olarak serbestçe ifade edilebildiği bu dönemden spiritüalizm de nasibini almış ve kamuoyu ilk spiritüalist kitaplar ve mecmualarla tanışmıştır. Bu yayılmada büyük etkisi olan ilk yayınlardan biri ise Hasan Merzuk imzalı Cinler ile Muhabere adlı kitaptır.

Spiritizme tecrübelerinin Türkiye’de halk arasında yayılması İkinci Meşrutiyet ile başlar. Hasan Bedrettin merhumun Hasan Merzuk namı müstearı ile yazdığı bir kitap az zaman içinde çok satılmış, binlerce okuyucu bulmuştur. İsmi “Cinler ile muhabere”dir.[73]

Belirtmek gerekir ki spiritüalizmin Türkiye’de yayılarak popülerlik kazanması, akımın ruh çağırma seansları gibi renkli yönlerinin uyandırdığı ilgi ve merak açısından tıpkı Batılı başkentlere ilk kez girişinde olduğu gibi çok hızlı ve adeta bir salgın şeklinde olmuştur.[74] “İstanbul’un en kenar semtlerindeki evlere kadar” hızla yayılan akım ve kentte kısa surede “geceleri masalar etrafında toplanan büyük - küçük, âlim - cahil ispritizma meraklılarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.[75] Öyle ki “Dr. Mazhar Osman, “Spiritisme Aleyhinde” isimli kitabı ile merakı frenlemek istemiş ise de muvaffak olamamıştır.”[76]

Bu noktada spiritüalizmin halkla birlikte Osmanlı aydınları arasında da belirli bir merak uyandırdığını söylemek gerekir.[77] Bu merak da nazari olmaktan çok akımın geniş halk katmanları arasında yayılmasına neden olan renkli deneysel yönleriyle ilgilidir.[78] Spiritüalizme ilgi duyan aydınlara farklı mesleklerden birkaç örnek vermek gerekirse Şeyhülislam Musa Kazım, Tiyatrocu Ahmet Fehim Bey (1856-1930), Meclis-i Mebûsan Reisi Celaleddin Arif, Profesör Mehmet Ali Ayni[79] isimleri sayılabilir. Daha sonraki (1920-21) yıllarda İstanbul Üniversitesi ve diğer okullarda aydınlar ve hocalar tarafından Danimarkalı araştırmacı Carl Vett’in de katıldığı ruh çağırma seansları düzenlenmesi de aynı ilginin bir tezahürü olarak görülebilir.[80] Spiritüalizmin okur-yazar kesimler arasında ne derecede yaygın olduğunu gösteren bir diğer eser, Birinci Meclis’in zabıt kâtiplerinden Mahir İz’in anılarıdır. Yılların izi adını verdiği anılarında Mahir İz, bir öğretmen olarak görev yaparken Ankara’da ve İstanbul’da katıldığı ruh çağırma seanslarını anlatmaktadır.[81] Kazım Karabekir’in, 15-20 Şubat 1924 tarihlerinde İzmir’de yapılan harp oyunlarının son gecesi Atatürk, Cevat, Fevzi ve Ali Fuat Cebesoy Paşaların huzurunda yaptığı bir celse denemesi ise ispritizmaya aydınların ilgisini gösteren en dikkat çekici hadiselerden biri sayılmalıdır.[82]

Fakat belirtmek gerekir ki II. Meşrutiyet’ten itibaren Osmanlı aydınlarının spiritüalizme gösterdikleri bu ilginin Cumhuriyet döneminde de aynı yoğunlukta sürdüğünü söylemek güçtür. Aksine sonraki on yıllarda halk arasında, özellikle de genç kesimlerde, ilginç bir eğlence biçimi olarak kısmen varlığını sürdürse de spiritüalizm merakında her iki kesimde de göreli olarak bir gerileme söz konusudur. Türkiye’ye girdikten sonra spiritüalizme gösterilen ilgi açısından süreç, ilk yayınlarla birlikte aydın kesimlerin merakı ve ispritizmanın halk arasında moda olması daha sonra nispeten belirli bir azınlığın benimsediği fantastik bir inanç ve daha çok gençlik kesimlerinde görülen ilginç bir eğlence biçimine dönüşmesi şeklinde işlemiş gibi görünmektedir.

Bugün Türk spiritüalistleri, 30 Mart 1950’de kurulan Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği çatısı altında, çeşitli yayınlar ve toplantılarla faaliyetlerini sürdürmektedirler. Derneğin kurucusu Dr. Bedri Ruhselman (1898-1960), spiritüalistlerince Türkiye’de spiritüalizmin kurucusu olarak da kabul edilmektedir.

Çalışmanın bu kısmında, spiritüalizmin Türkiye’ye tanıtılmasında büyük önemi olan bazı ilk yayınlardan da bahsetmek faydalı olacaktır.

Türkiye’de İlk Spiritüalist Yayınlar

İkinci Meşrutiyet döneminde özellikle Bahaeddin Toven ve Hasan Bedrettin gibi gazeteci - yazar ve çevirmen kimlikleriyle ön plana çıkmış kişilerin yaptığı popüler yayınlar ispritizmanın geniş halk kesimlerince tanınmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda konu hakkında en çok bilinen ilk yayınlar olma özelliğini taşıdıklarından bu iki yazarın ispritizma hakkındaki yayınlarını kısaca da olsa tanıtmak faydalı olacaktır.[83]

İspritizma Mecmuası: Spiritüalizmin Türkiye’de yaygınlaşmasında önemli etkileri olan ilk yayınlardan biri 1910 yılından itibaren 12 sayı olarak yayınlanan ispritizma adlı dergidir. Derginin serlevhası altında, “Ulum-ı Ruhiyyeye Aid Taharriyat-ı Tecrübiyye ve İntikadiyye Mecmuasıdır” ibaresi bulunmakta ve ilk sayısı Kanun-ı Sani 1325 (Ocak 1910) tarihini taşımaktadır. Mecmuanın naşiri Bahaeddin (Toven)’dir.[84] İspritizma dergisi, ispritizmanın anlamı ve tarihi, metotları, ünlü medyumlar ve ispritizma tecrübeleri ile çeşitli spiritüalist olaylar ve fenomenler hakkında hemen hemen tamamı tercümelerden oluşan yazılar içeriyordu. Bunların geneli ya spiritüalizmi tanıtıcı nitelikte basit bir dille yazılmış bilimsel görünümlü makaleler veya çeşitli spiritüalist hadiselerini hikâye tarzında anlatan haber tarzındaki yazılardır. Mecmuanın bu niteliğinin Türkiye’de spiritüalizmin popülerleşmesinde oynadığı rolde önemli bir payı olmalıdır.[85]

Kuvve-i Ruhiyye (1326 / 1911)[86]: Bu küçük kitap (106 sayfa), İngiliz kimyager Sir William Crooks’un “Researches in the Phenomena of Spiritualizm”[87] adlı eserinin ispritizma mecmuasını yayınlayan Bahaeddin (Toven) tarafından yapılan tercümesinden ibarettir. Kitabın kapağında başlık altında “Yeni Tecrübeler, İspritizma Hadiselerine Dair Taharriyat” ifadeleri, müellifin adı (William Crookes) ve hemen altında ise “Londra Cemiyyet-i Kraliyesinden” ibaresi dikkati çekmektedir. Kitabın başlığından da anlaşılacağı gibi eser, ruhun varlığını bilimsel olarak ispat yönündeki tecrübelerle ilgilidir. Kimya alanında yaptığı çalışmalarla kazandığı haklı şöhreti ispritizma merakıyla zedelediği söylenen İngiliz bilim adamı William Crookes’un[88] yeni bir kuvvet olarak gördüğü “ruh” üzerinde pozitif bilim yöntemini kullanarak yaptığı deneysel çalışmalar; “İspiritizmanın Ulum-ı Cedidenin Ziyasıyla Tedkiki”, “Yeni Bir Kuvvete Dair Taharriyat-ı Tecrübiyye” (s.10), “Kuvve-i Ruhiyye Hakkında Yeni Tecrubeler” (s.24), “1870’den 1873 Seneleri Esnasında İspirit Denilen Hadisata Dair İcra edilen Taharriyat Notları” (s.42), ve “Hadisatı İzah için Dermiyan Olunan Nazariyeler” (s.76) başlıkları altında aktarılmaktadır.

Cinlerle Muhabere Yahud İspiritizm, Fakirizm, Manyatizm[89]: Yukarıda değinildiği gibi Türkiye’de spiritüalizmin yayılmasında etkin olan en önemli eserlerden biri, belki de birincisi olan bu eser, gazeteci-yazar Hasan Bedrettin[90] tarafından Hasan Merzuk müstear adıyla kaleme alınmıştır. Dr. Bedri Ruhselman’ın spiritüalizmle ilk kez bu eser vasıtasıyla tanıştığını hatırlamak, eserin Türk spiritüalizm tarihindeki yerini göstermek bakımından önemlidir.[91] Eserin konusu, “sihirbazlık, müneccimlik, ispiritizm, fakirizm gibi şeyler dâhil” olduğu “fünûn-ı mektume”dir.[92] Bu nitelemeye göre ve “mektum” kelimesinin anlamına bakarak, yazarın, “fünûn-ı mektume” terimini okült bilimler, okültizm (Fr. occult, occultisme) karşılığında kullandığı veya tercüme ettiği[93] anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, “fakirizm ve manyatizm” terimleri kitabın başlığında yer almasına rağmen, eserin konusu bilhassa, fünûn-ı mektumeden “be-tahsis eserimizin mevzunu teşkil eden ispiritizm”dir.[94] Nitekim 239 sayfalık kitabın, Malumat-ı İbtidaiye (s.13) başlıklı uzun giriş bölümü dâhil, büyük bir kısmı “İspiritizm ve Menşei”, “Avrupa’da İspiritizm”, “Medyumlar” gibi başlıklar altında daha çok spiritüalizmin tanıtılmasına hasredilmiştir.

TÜRK EDEBİYATINDA SPİRİTÜALİZM

Tanımı gereği doğaüstü olguları inceleyen, ancak bu olguların gerçekliğini en baştan kabul eden spiritüalizm akımının edebiyattaki yansımaları kaçınılmaz olarak fantastik edebiyat kavramı çerçevesi içerisinde ele alınmalıdır. Berna Moran, Türk edebiyatında Todorov’un fantastik tanımına birebir uyan, yani gerçeğe uygunluk ve olağandışılık arasındaki kararsızlığını sona kadar sürdüren bir roman olmadığını savunarak, Todorov’un tanımını biraz tadil eder ve gerçekçiliğin ayrımlarını tanımadan “bildik dünyanın ötesinde alternatif bir dünyayı işin içine katan” tüm romanları fantastik olarak tanımlar. Bu doğrultuda fantastik Türk romanlarını iki kategoride ele alır: “olağandışı” ve “garip”. Olağandışı türdeki romanlarda büyü, cinler, periler gibi bilindik dünyanın dışında apayrı bir varlık dünyasının unsurları yer alırken, garip türündeki romanlar bu tip doğaüstü unsurlara yer veriyor gibi görünse de sonunda bu unsurların aslında öyle olmayıp doğa yasalarıyla kolaylıkla açıklanabileceği anlaşılır.[95]

Tanzimat dönemi Türk edebiyatında fantastiğin küçümsendiği ve eleştirildiği görülür. Dolayısıyla Türk edebiyatında bu türde çok sayıda eser verilmez. Tanzimat sonrası yeni Türk edebiyatında da fantastik eserler yine sınırlı kalmış ve yazarlar, temel hedef olan okuru etkilemek haricinde, Batılılaşma, Doğu-Batı ikilemi ve maddecilik- ruhçuluk çatışması gibi belli meselelere yönelik tutumlarını savunmak için bir araç olarak kullanmışlardır.[96]

Bu bölümde yeni Türk edebiyatından içinde spiritüalist öğeler barındıran belli başlı eserleri örnek olarak ele alacak ve bu eserleri yukarıda anlatılan fantastik türler çerçevesinde inceleyeceğiz.

Celb-i Ruh (1910): Türkiye’de spiritüalizm içerikli edebi eserlerin hikâye türündeki ilk örneği, 1910 yılında Kanad adlı derginin, 6 Teşrinievvel 1326 tarihli birinci (ss.8- 12) ve 13 Teşrinievvel 1326 tarihli ikinci sayılarında (ss.10-13) yayınlanan “Celb-i Ruh” adlı hikâye olmalıdır.[97] Öykünün müellifi Fecr-i Âtî topluluğuna mensup edebiyatçılar arasında anılan Ali Süha'dır.[98] Öykü, ruh çağırma tecrübelerine dair duyduğu haberlerden çok etkilenen hassas bir gencin iki arkadaşıyla gerçekleştirdiği bir celsede babasının ruhundan aldığı bir felaket öngörüsünün beklentisine dayanamayıp intihar etmesine odaklanır. Öykü, Rıdvan ve Reşid adlı iki kardeşin, heyecanlı ve hayalperest arkadaşları Ferit Rıfat’ın katılımıyla Cağaloğlu’ndaki evlerinde düzenledikleri bir ispritizma celsesi sahnesiyle açılır ve babası Rıfat Bey’in ruhundan aldığı, üç ay sonra bir felaket yaşanacak mesajının ağırlığına dayanamayan Ferit Rıfat’ın iki ay sonra intihar etmesiyle kapanır. Bir ispritizma celsesinin, üç ayaklı masa, masaya vurulan darbeler, iletişimin kayıt altına alınması (muhaberat-ı zabt) gibi detaylarına varıncaya dek başarıyla tasvir edildiği öyküde, “somnambül”, “hiss-i kable’l-vukuu” gibi spiritüalist terminolojinin de kullanıldığı dikkati çekmektedir.

Bu hikâyenin, Sultan II. Abdülhamid döneminde spiritüalizm hakkında uygulanan yayın yasağının henüz kalktığı bir dönemde yayınlanmış olması, Batı edebiyatına aşina olan yazarın konuyla ilgili birikiminin Türk edebiyatına uygulanma çabası olarak değerlendirilebilir. Bu hikâyede görülen doğaüstü olaylara bir açıklama getirilmez; yani fantastiğin “olağandışı” niteliği muhafaza edilir. Ancak bu tür bilinmeyen olgularla uğraşmanın tehlikeli olduğu ve bunlara körü körüne inanmanın kötü sonuçlar doğurabileceği yönünde bir uyarı ve eleştiri ortaya konulur.

Âmâk-ı Hayal (1910): Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin romanı Âmâk-ı Hayal[99] inançlarından kuşkuya kapılmış tahsilli bir genç olan Ahmet Raci’nin, şüpheyle iyice anlamsızlaşan hayatına metafizik bir anlam bulma arayışını anlatır. İspritizma, kuşkucu Ahmet Raci’nin bir tur bilgeyi veya mürşidi kâmili temsil eden Aynalı Baba’nın rehberliğinde Budizm ve Zerdüştlük gibi dünyanın geleneksel dînî öğretilerinin duraklarını oluşturduğu metafizik yolculuğuna girişmeden önce karşılaştığı, mürşitsiz metafizik anlam arayışının başarısız bir ön evresi olarak ortaya çıkar.

.... şehrinde Garp ilimleri ile uğraşan iki cemiyet vardı. Bunlardan İspirit Cemiyeti, ruh çağırma ve buna benzer müphem şeylerden itibaren, masa çevirmek gibi eğlencelere kadar olan şeylerle uğraşıyordu. Onların en ileri gelenleri ile görüştüm. Ruhun varlığına tam olarak inanıyorlardı. Lakin gösterdikleri deliller, bence, hayal gücü oyuncağından ibaretti. Manyetizma ile uğraşan cemiyetle yakınlık kurdum. Lakin bunlardan ne çıkardı? Hiç! İnsan dünya malına malik oldukça bir takım tuhaf kuvvetlere sahip olmasını ister. İşte o kadar. Ama bu kuvvetlerin bir kısmı gizli kalmış, bence, bunun ehemmiyeti yoktu. Ben bunun üstünde şeyler arıyordum. Dört sene devam eden bu ikinci çalışma hayatımda da hiç bir şey kazanmadığımdan başka, her yeni öğrendiklerim şüphe ejderhasına yem olduğundan bir kere daha düştüm. Bu defa cehenneme düşmüştüm. Zavallı beynimin içi devamlı bir kavga meydanı idi. Birbirine muhalif fikir dalgaları hiç durmadan birbiri ile çarpışarak, zihnimi gürültü ile dolduruyordu. Zihni faaliyetim şaşılacak bir dereceyi bulmuştu. Rahat ve teselliyi kendinden geçme ve akılsızlıkta aradım. En şuh ve çapkın arkadaşlarımın en aşırı elebaşısı oldum. Bu yeme-içme gürültüsü beni uyuşturuyor, bir bakıma mutluluk veriyordu. İçiyordum... İçiyordum...[100]

Tasavvufi roman türünün bir örneği olan bu romanda kullanılan masalsı fantastik unsurlar, tasavvuf edebiyatında seyr-ü sülûktaki farklı mertebelerde tecrübe edilen ve bâtınî niteliğiyle bunları yaşayanlardan başka kimselere kapalı olan halleri anlatmak için kullanılan mecazi unsurlar olduğundan tam olarak fantastik kategorisinde değerlendirilemeyebilir. Spiritüalizm de romanın baş karakterinin tasavvufi yolculuğunda uğradığı ve bilgi anlamında bir şey elde edemediği duraklardan biri olarak ele alınır.

Ölüler Yaşıyor mu? (1932): Hüseyin Rahmi Gürpınar (1869-1944), romanlarında fantastiğe en çok yer veren yazarlarımızdan biridir. Hatta Batı’da ortaya çıkan fantezi ve paranormal gizem türünün ilk örneklerini Gürpınar vermiştir. Yazarın bu türdeki ilk romanları, her ikisi de 1912 yılında yayınlanan Cadı ve Gulyabanf dir.[101] Bu romanların yazıldığı dönem olan 20. yüzyıl başında Türk halkında batıl inançlar oldukça yaygındı; Tanzimat dönemi Türk aydını ise Batının bilimsel bakışı ile yetişiyordu. Hüseyin Rahmi, görüşleri itibariyle pozitivizm ve materyalizmi benimsemiş bir yazar olup eserlerinde temel olarak halktaki bu tip yanlış inançları eleştirmeyi ve bunlarla mücadele etmeyi hedeflemiştir. Dolayısıyla bahsi geçen romanlar ile fantastik unsurlar barındıran diğer romanlarının çoğunda fantastiği materyalizm lehine kullanmış ve bahsettiğimiz fantastik türlerden “garip”i benimsemiştir; yani romanda doğaüstü gibi tüm unsurlar bir aldatmacadan ibarettir.[102] İleride göreceğimiz gibi, Peyami Safa ise MatmazelNoraliya’nın Koltuğu romanında fantastiği onun gibi işlevsel olarak kullanacak; ancak bunu Gürpınar’ın tam aksi görüşünü savunmak amacıyla yapacak ve fantastiğin “olağandışı” türünü tercih edecektir.[103]

Burada örnek olarak ele aldığımız Ölüler Yaşıyor mu? adlı romanı ise bu anlamda bir yenilik getirir. Spiritüalizm ve materyalizm karşıtlığını işlediği ve sonunda hep materyalizmin galip çıktığı daha önceki romanlarının aksine, yazar, Ölüler Yaşıyor mu?"da spiritüalizmle empati kurmaya çalışır ve ilk kez karşı teze teslim olur. Daha önceki fantastik kurgularında ısrarla somutu ve dış gerçekliği önceleyen yazar, bu romanını açık uçlu bitirir.[104] Bu açıdan yazarın bu romanında ilk kez tam manasıyla fantastiğin “olağandışı” türünü kullandığı söylenebilir.

Gürpınar’ın bu romanı, spiritüalizme ait pek çok öğeye yer verdiği için önemlidir. Romanın başlığı bizzat spiritüalizmin temel akidesi olan ölümden sonra yaşam tezinin doğruluğunu sorgulayan bir sorudur. Gürpınar romanında neden bu konuyu işlediğini açıklamak için 11 Haziran 1932 tarihli Milliyet gazetesinde bir de yazı yayınlar. Bu yazıda müspet bilime inanmış kafaların ruhun ölümsüzlüğüne inanması mümkün olmasa da bazı bilimadamlarının bu konuda olumlu görüş bildirdiklerini söyler ve bu yazı ile sonrasında verdiği “Kaynakça” kısmında William Crookes, Aksakov, Charles Richet, Camille Flammarion gibi spiritüalist bilim insanlarının adlarını zikreder. Romanın “Başlangıç” bölümünde, “Gerçekten ruhlar gelip de mi maddî olmayan parmaklarıyla bu masa telgrafını tıkırdatıyorlar?”[105] sorusunu sorarak doğrudan spiritüalizme atıfta bulunur; ancak bu sorunun kesin bir cevabı olmadığını vurgular. Yazar roman boyunca tekinsiz ev fenomenleri, ispritizma seansları, darbeler ve medyumlar gibi spiritüalist olguları bolca kullanmıştır. Gürpınar, bu eseriyle özellikle bir romanda materyalizm karşısında spiritüalizmin felsefi anlamda tartışılması ve spiritüalist öğelerin çokça kullanılması bakımından Türk edebiyatında Peyami Safa’yı öncelemektedir.

Gökyüzü (1935): Reşat Nuri Güntekin’in Gökyüzü romanında da ispritizma seansları ve tekinsiz ev fenomenleri yoğun şekilde görülmektedir. Hatta roman kahramanları, tıpkı psişik araştırmacıların yaptığı gibi tekinsiz bir eve bu gizemi çözmek ve ruhlarla iletişim kurarak bu gizemi çözmek için giderler. Bu seansta ruhlarla iletişim kurulamaz ama roman kahramanı Sevim seanstan sonra doktorların ne olduğunu çözemedikleri bir hastalığa tutularak anlamsız sözler sayıklamaya başlar. Sonunda sorunun kaynağı batıl bir halk inanışı olan Mayongalar adlı bir cin taifesine bağlanır ve sorun ananevi yöntemlerle çözülür. Roman, dînî inancını kaybetmiş Mükerrem’in tüm bu olanlar karşısında yaşadığı şaşkınlıkla sonlanır.

Gökyüzü romanında her ne kadar spiritüalist öğelere yer verilse de, eserin tezli bir roman olmadığı; yani spiritüalizm veya materyalizm tezlerinden herhangi birini savunmak amacıyla yazılmadığı görülmektedir.

Sonsuz Panayır (1946): Halide Edib Adıvar’ın Sonsuz Panayır adlı romanında yazar, 40’lı ve 50’li yılların İstanbul’unun eğlence hayatının renkliliğinden bahisle o dönemki İstanbul sosyetesinin “ispirtizma” olarak anılan ruh çağırma merakından söz etmektedir. İspritizma, o dönemin diğer birçok moda akımı gibi bu romanda ele alınan ancak genellikle göz ardı edilen toplumsal özelliklerden sadece biri olarak ele alınır.[106] Romanda düzenlenen ruh çağırma seansları aldatmaca olup düzenleyen kişi tarafından politik amaçlarla kullanılmaktadır.[107]

Adıvar’ın fantastik öğelerden yararlandığı başka eserleri de vardır. Örneğin Barbaros Hayrettin Paşa’nın ruhunu Osmanlı’nın son günlerine taşıdığı “Denizin Anılarından - 3” (1910); Çanakkale savaşında mezarlarından kalkan ve askerlerle konuşan şehitleri anlattığı “Işıldak’ın Rüyası” (1914) ve Battal Gazinin ruhunu dirilttiği “Duatepe” (1922) adlı hikâyeleriyle Türk edebiyatında fantastiğe yeni bir işlev kazandırarak milliyetçi ve Türkçü bir kimlik yaratmayı hedefler. Bunun aksine “Kabala’nın Cadısı” adlı hikâyesinde fantastiği bu tür bir işlev yüklemeden tamamen okurun ilgisini çekmek amacıyla kullanarak öldükten sonra yaşadığı mekâna musallat olan bir hayalet öyküsü anlatır.[108]

Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961): Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında temel olarak Türkiye’de yapılan köksüz devrimler, işlemeyen mantıksız bürokrasi, Batının körü körüne taklit edildiği sığ yaşam biçimi eleştirilir. Yazar, bu romanında yeniye inanmış gibi görünse de aslında tamamen kendi menfaatlerinin peşinde olan siyasetçi, bürokrat ve aydınları hicvederek derin bir toplumsal eleştiriye tabi tutar.[109] Romanda bu gibi Batıdan hazmedilmeden olduğu gibi alınan pek çok yenilikten biri olarak spiritüalizmden de hicivle söz edilir ve İspritizma Cemiyeti adlı bir dernekte görev yapan baş karakter Hayri İrdal’ın buradaki medyumlarla tüm karşılaşmaları, medyumların aleyhine bir ironi ile sonuçlanır.[110]

Romanda ruh çağırma seansları, ruhlardan alınan tebliğler ve medyumlar gibi spiritüalist olgulara yer verilir. İspritizma Cemiyeti’nde yaşananların tümüyle yalan ve aldatmaca olduğu ve bu konunun yazar tarafından ironisine bir araç olarak kullanıldığı görülür. Hatta Tanpınar’ın romanda yer alan Taflan Deva karakterini yaratırken Peyami Safa’yı esas aldığı ve bu karakterle onun spiritüalizm ilgisini hicvettiği ve romanda onu hicveden geniş bir bölümü Safa’nın oğlunun ölümü üzerine “Acılı bir arkadaşımla alay edemem” diyerek eserden çıkardığı iddia edilmektedir.[111]

Tanpınar, bu romanından başka “Rüyalar” (1952) adlı hikâyesinde de ruh çağırma ve rüyet konularına yer vermiştir.[112]

Vâridât-ı Süleyman (1949): Şair Enis Behiç Koryürek de 1940’lı yıllarda spiritüalizme derin merak salmış ve evinde ispritizma celseleri düzenleyerek bizzat medyumluk yapmıştır. Bu celseler sırasında kendisiyle irtibat kuran Çedikçi Süleyman Çelebi adında bir Mevlevi şeyhinin ruhundan aldığı tebliğlerle yazdığı tasavvufi şiirleri Vâridât-ı Süleyman adı altında yayınlamıştır.[113] Tamamı ispritizma celselerinde bir “ruh” tarafından dikte ettirilen bir eser olarak Türk edebiyatında türünün tek örneğidir.

Koryürek, bahsi geçen ruhla tanıştığı ilk seanstan itibaren büyük bir değişim yaşamış ve bu çalışmanın “3.2. Peyami Safa’nın Spiritüalizme Bakışı” başlıklı bölümünde detaylarıyla ele alınacağı gibi, bu değişimin ruhlarla ilgisi olmayıp bir “şahsiyet ikileşmesi” vakası olduğunu söyleyen Peyami Safa tarafından eleştirilmiştir.

 



[1]               McCarroll, Pam, O’Connor, Thomas St. James ve Meakes, Elizabeth, (2005), “Assessing plurality in Spirituality Definitions”, Meier v.d. (ed.), Spirituality and Health: Multidisciplinary Explorations içinde, Kanada: Wilfrid Laurier Univ. Press, s. 43-61.

[2]                 Gorsuch, Richard L. ve William R. Miller, “Assessing spirituality”, William R. Miller (ed.), Integrating spirituality into treatment: Resources for practitioners içinde, Washington DC: American Psychological Association, 1999, s. 49.

[3] Rene Guenon, Ruhçu Yanılgı, İstanbul: İz Yayınları, 1996, s. 8.

[4]                Peter Aykroyd ve Angela Narth, A History of Ghosts: The True Story of Seances, Mediums, Ghosts, and Ghostbusters, New York: Rodale, 2009, ss. 90-91; Steven Engler ve Arthur Cesar Isaia, “Chapter 10: Kardecism”, Bettina Schmidt ve Steven Engler (ed.), Handbook of Contemporary Religions in Brazil içinde, Leiden: Brill, 2017, ss. 186-187.

[5]  Guenon, a.g.e., ss.14-15.

[6]  Guenon, a.g.e., ss. 13-14.

[7]                Haluk Egemen Sarıkaya, Neo Spiritizm Dr. Bedri Ruhselman, Modern Spiritizm Allan Kardec, İstanbul: Bilim Araştırma Merkezi Yayınevi / Taş Matbaası, 1978, s. 24.

[8]                Arıkdal, “Mutlak”, Metapsişik Terimler Sözlüğü, 3. Baskı, İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları, 1989, s.107.

[9]  Arıkdal, “İlahi İrade”, a.g.e., s.76.

[10]       Arıkdal, “Evren”, a.g.e., s.62.

[11]       Arıkdal, “Tekamül”, a.g.e., s. 162.

[12]              Allan Kardec’in icat ettiği bir terim olan perispri, ispritizma celselerinde ortaya çıkan hayallerin ve bunların tecessüdünü açıklamak üzere kullanılan bir kavramdır. 1863 tarihli Livre des esprits adlı eserinde Kardec, insanın maddî beden, ölümsüz ruh ve perispri olmak üzere üç unsurdan oluştuğunu iddia ediyordu. Cinsiyetsiz olan perispri, çeşitli temessüllerde keyfi olarak erkek ya da kadın bedeni formuna girebilmektedir. Benlik evrendeki tekâmülüne devam ettikçe tecessüd etme ihtiyacından müstağni olmakta; perispri ve ruhun birleşimi olarak varlığını sürdürmektedir. Bu tekâmülün nihai evrelerinde perisprinin maddesi de yok olmakta ve yalnızca spiritüel ruh (l’âme spirituelle) kalmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas A. Kselman, Death and Afterlife in Modern France, Princeton & New Jersey: Princeton University Press, 1993, ss.155-151; Sofie Lachapelle, Investigating the Supernatural: From Spiritism and Occultism to Psychical Research and Metaphysics in France, 1853-1931; Baltimore: The John Hopkins University Press, 2011, ss.31-32.

[13] Sarıkaya, a.g.e., s. 24.

41 Klasik Latinceden gelen “spatium” kelimesinin etimolojik gelişimi ve tarihsel süreç içinde yaşadığı anlam genişlemeleri ile ilgili olarak bkz. Ivor Leclerc, The Nature of Physical Existence, New York: Routledge, 2013, ss. 160-162; Elena Liotta, On Soul andEarth: The Psychic Value of Place, Londra & New York: Routledge, 2009, ss.65-66.

[15]              Bu bölümde yer alan terimlerin karşılıkları için alanla ilgili şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Ergün Arıkdal, Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü, 3. Baskı, İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları, 1989; Raymond Buckland, The Spirit Book: The Encyclopedia of Clairvoyance, Channeling and Spirit Communication, Detroit: Visible Ink Press, 2005; ve Rosemary Ellen Guiley, The Encyclopedia of Ghosts and Spirits, 3. baskı, New York: Checkmark Books, 2007.

[16]             Almanca “gürültü yapmak, tehditler savurmak” anlamındaki poltern fiili ile “ruh” manasındaki Geist kelimesinden türetilen Poltergeist, “belalı, gürültücü, eşyaları sağa sola fırlatan ruh veya hortlak” anlamlarında kullanılmakta olup ispritizma çalışmalarında “tekinsiz olay” veya “poltergeist aktivitesi” olarak bilinen hadiselerin kaynağı olduğuna inanılmaktadır. Parapsikoloji ise bu gibi deneyimleri yaşayanların genelde olayın mahiyetini bilmediklerini, bu tür hadiselerde kendilerinin de farkında olmadıkları psikokinetik enerjinin harekete geçtiğini öne sürmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Köse, “Hârikulâde (Parapsikoloji)”, İslam Ansiklopedisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınevi, 1997, C. 16, s. 187 ve Guiley, a.g.e., ss. 386-388.

[17]       Buckland, a.g.e., ss. 243-245.

[18] Guiley, a.g.e., s. 310.

[19]               Roland-Louis, Spiritualisme Vers la lumiere, Paris: F. Lanore, 1983, s. 382; Charles Webster Leadbeater, The Other Side of Death: Scientifically Examined and Carefully Described, Adyar, India: Theosophical Publishing House, 1954, s. 557; George de Maubertuis; L’evolution spirituelle de l’antiquite a nosjours, Paris: Editions Lanore, 2015, s. 189.

[20]       Arıkdal, “Darbeler”, a.g.e., ss.34-35.

[21]       Buckland, a.g.e., s. 341; Guiley, a.g.e., s. 409.

[22]              “Âtıl eşyâda işidilen “rap” tesmiye edilen darabât-ı zihniyyede, intikalât-ı fikriyyede ve bazı kimselerin hâ’iz oldukları hâssa-i mümtâzeleri îcâbatından olarak dâ’ire-i rü’yetleri hâricinde vukû‘

bulan müşâhedâtlarından dahi aynı mütâla‘a cârîdir. İlm ü fen bu vekâyi‘i hiçbir vakit inkâr edemez. Bazı sebük-mağzân: “Bunlar mümkin değil, olamaz, çünki akl-ı selîme sığmaz” derler. Neden mümkin olmasun? Mümkin olan şey ile mümkin olmayanın hudûdunu şimdiye kadar kim ta‘yîn edebildi? İyi düşünülsün; ulûm u sanâyi‘in bütün muzafferiyyât ve fütûhâtı evvelce gayrı mümkin addedilmemiş miydi?” Charles Richet (terc. Bahaeddin), “İspiritizma Tetebbua Layık mıdır?”, İspiritizma (Ulûm-ı RûhiyyeyeÂid Taharriyyât-ı Tecribiyye ve İntikâdiyye Mecmû ‘asıdır), Birinci sene, Numero 1, (Kanun- ı Sânî 1325 / Ocak-Şubat 1910), s. 8.

56    Arıkdal, “Duble”, a.g.e., ss.48-49

[24]       Arıkdal, “Duruişiti”, a.g.e., s.50.

[25]       Arıkdal, “Duyular Dışı İdrak”, a.g.e., s.52-53.

[26]       Arıkdal, “Gizligörü”, a.g.e., s.66.

[27]       Arıkdal, “Ksenoglosi”, a.g.e., ss.92-93.

[28]              Michiel de Vaan, “Obsession”, Etymological Dictionary of Latin and Other Italic Languages, Alexander Lubotsky (ed.), Brill: Leiden & Boston, Cilt 7, 2008, ss.551-552.

[29]       Arıkdal, “Otomatik Yazı”, a.g.e., s. 114.

[30]       Arıkdal, “Rüyet”, a.g.e., s.141-142.

[31]       Arıkdal, “Tekinsiz”, a.g.e., s. 162-163.

[32]       Arıkdal, “Telestezi”, a.g.e., s.165.

[33]       Arıkdal, “Kriptestezi”, a.g.e., s.91.

[34]       Arıkdal, “Teleoptik”, a.g.e., s.164.

[35] Guenon, a.g.e., s.22.

[36]       a.y.

[37]         Arthur Conan Doyle, The History of Spiritualism, 1. Cilt, Londra: Cassell and Company, 1926, s. 66.

[38]                Giovanni Scognamillo ve Arif Arslan, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Ruhçuluk ve Reenkaarnasyon, İstanbul: Karizma Yayınları, 1999, s. 29.

[39] Guenon, a.g.e., s. 23.

[40] Guenon, a.g.e., s. 33.

[41]              Simon Natale, “Spiritualism Exposed: Skepticism, Credulity and Spectatorship in End-of-the Century America”, European Journal of American Culture, Cilt 29, S. 2 (Temmuz 2010), s.133.

[42] Guenon, a.g.e., s.33.

[43] Sarıkaya, a.g.e., s. 6.

[44] Sarıkaya, a.g.e., s. 6.

[45]       Helen Sword, Ghostwriting Modernism, Ithaca ve Londra: Cornell University Press, 2002, s. 5.

[46]              Brönte kardeşlerin romanlarındaki paranormal olgulara ve Victoria dönemi İngilteresinin doğaüstü ve metafiziğe yönelik güçlü eğilimlerine dair detaylı bir inceleme için bkz. Sarah A. Wilburn, Possessed Victorians: Extra Spheres in Nineteenth-centuryMystical Writings, İngiltere: Ashgate Publishing, 2006.

[47]              Ünlü şair çiftin spiritüalizmle ilgili görüşlerine ve spiritüalizmin sanatlarındaki yansımalarına, bahsi geçen Ealing seansına ve D. D. Home’a dair detaylı bilgi için bkz. Christina Bernadette Therese Hill, “A Study of Spiritualism in the Life and Work of Elizabeth Barrett Browning”, Birmingham Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İngiltere 1977.

[48]              Philip Elliott, “Tennyson and Spiritualism”, Tennyson Research Bulletin, Lincoln Cilt 3, Sayı 3, (Kasım 1979), s. 89-100.

[49]              Asıl mesleği hekimlik olan Sir Arthur Ignatius Conan Doyle (1859-1930) ilk kez 1885’te tanıştığı paranormal olguların etkisinde kalarak uzun araştırmalara girişmiş ve özellikle de 1. Dünya Savaşı’nda oğlu ve bazı yakınlarının ölümü üzerine ölümden sonraki yaşama dair inancı ve spiritüalizme olan bağlılığı iyice güçlenmiştir. Ününü borçlu olduğu özellikle polisiye tarzında kurgusal eserlerinin yanı sıra spiritüalizmle ilgili pek çok kurgusal olmayan eser kaleme almış; otomatik yazı yöntemiyle medyumluk yapan eşiyle birlikte Avrupa, Amerika, Avustralya gibi pek çok ülkeyi dolaşarak hareketin misyonerliğini yapmıştır. Sonradan hile yaptıkları ortaya çıkarılan pek çok medyumu gözü kapalı savunmasından dolayı çokça eleştirilen Doyle’un hayatında spiritüalizmin rolü hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Rosemary Ellen Guiley, “Doyle, Sir Arthur Conan”, The Encyclopedia of Ghosts and Spirits, 3. baskı, New York: Checkmark Books, 2007, s. 131-133 ve Angela Fowler, “Arthur Conan Doyle’s Spiritualist British Commonwealth: ‘The great unifying force’”, English Literature in Transition, 1880-1920, Cilt 59, no 4 (2016), s. 456-472. Yazarın spiritüalizmin tarihiyle ilgili iki ciltlik eseri için bkz. Arthur Conan Doyle, The History of Spiritualism ( 2 cilt), Londra: Cassell and Company, 1926.

[50]       Bkz. Guiley, a.g.e., s. 62.

[51]              Sir Arthur Conan Doyle, The Coming of the Fairies, Londra: Hodder & Stoughton, 1922. Cottingley perileri vakası hakkında detaylı bilgi için bkz. Guiley, a.g.e., s. 104.

[52]               Poe’nun mesmerizmle ilgili kurgusal eserleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Antoine Faivre, “Borrowings and Misreading: Edgar Allan Poe’s “Mesmeric” Tales and the Strange Case of their Reception”, Aries, Cilt 7, Sayı 1 (Ocak 2007), s. 21-62.

[53]               Victor Hugo’nun bu iki yılda gerçekleştirdiği seansların tüm içeriği şurada bulunabilir: John Chambers, Victor Hugo’s Conversations with the Spirit World: A Literary Genius's Hidden Life, 2. Baskı, Rochester, Vermont: Destiny Books, 2008.

[54]              Ilya Vinitsky, “Table Talks: The Spiritualist Controversy of the 1870s and Dostoevsky”, The Russian Review, Cilt 67, Sayı 1 (Ocak 2008).

[55]       Vinitsky, a.g.e., s. 99.

[56]              Genç yaşta intihar etmesinde okült ilgilerinin payı olduğu söylenen Plath’ın şiirlerinde spiritüalizm etkisi hakkında detaylı bilgi için bkz. Harold Bloom (Ed.), Bloom’sModern Critical Views: SylviaPlath - UpdatedEdition, New York: Infobase Publishing, 2007.

[57]              Yeats’in spiritüalist eğilimleri ve ruhlarla teması hakkında detaylı bilgi için bkz. Oliver Hennessey, “Talking with the Dead: Leo Africanus, Esoteric Yeats, and Early Modern Imperialism”, ELH, Cilt 71, Sayı 4, (Kış 2004), s. 1019-1038; George Mills Harper (Ed.), Yeats and the Occult, Londra: The Macmillan Press, 1976 ve James Olney, “Sex and the Dead: “Daimones” of Yeats and Jung”, Studies in the Literary Imagination, Cilt 14, Sayı 1, (Bahar 1981), s. 43-60.

[58] Geoffrey K. Nelson, Spiritualism and Society, New York: Routledge Revivals, 2013, s.6.

[59]              Hudson Tuttle ve James M. Peebles, The Yearbook of Spiritualism for 1871, Boston: William White and Company, 1871, ss.151-153.

[60]       Tuttle ve Peebles, a.g.e., s. 152.

[61]              Emma H. Britten, Nineteenth Century Miracles: Spirits and their Work in Every Country of the Earth, New York: William Britten, 1884, ss.421-424.

[62]       Nijat Özön, Türk Sineması Tarihi, 1896-1960, İstanbul: Doruk Yayınları, 2010, s.35.

[63]             İspritizmanın öncüsü sayılabilecek olan ve hayvanî manyetizma (magnetisme animal) ya da Alman hekim Franz Friedrich Anton Mesmer’in adıyla anıldığı şekilde mesmerism adıyla bilinen manyetizma, ilk olarak 18. yüzyılda ortaya çıkmış olup 1766 ile 1925 yılları arasında konu ile ilgili yüzlerce kitap yazılmış ve neredeyse bir asır boyunca manyetizma, tıbbın önemli bir kolu olmuştur. Manyetizmanın Fransa’da ortaya çıkışının üzerinden henüz bir asır geçmeden, yani on dokuzuncu yüzyıl ortasında, Kalust Konstant adında Ermeni asıllı bir Osmanlı vatandaşının Fransız Manyetizma Derneği’nin temsilciliğini yaptığını belirtmek de yararlı olacaktır. İzmir’de yaşayan Konstant, şifacılığı “hayvanî manyetizma” şeklinde yorumluyordu. Manyetizörün hissederek yönlendirebildiği her şeye nüfuz eden manyetizma akışkanı fikrine dayanan Konstant’ın Le Magnetiseur (Cenevre) dergisinde yayımladığı çizimlerde bir hastanın nasıl iyileştirildiği anlatılmaktadır. Bkz. Thierry Zarcone, “Shamanism in Turkey: Bards, Masters of the Jinns, and Healers”, Thierry Zarcone ve Angela Hobart (ed), Shamanism and Islam: sufısm, healing rituals and spirits in the muslim world içinde (169-203), Londra & New York: I.B. Tauris, 2013, s. 158.

[64]              Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, “Sultan Abdülmecid Han’ın Sarayında (Dr. Spitser’in Hatıratı)” 5(34), (1 Teşrinievvel 1331 /14 Ekim 1915), ss. 599-621.

[65]       a.g.e., s. 610-11.

[66]              Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda kısmen yayınlanan bu hatıratın Ahmed Refik tarafından yazılan önsözünde, Dr. Spitzer’in “1845’ten 1850 tarihine kadar Sultan Abdülmecid Han’ın tabib -i hususilik vazifesini ifa” ettiği belirtilmektedir. Hatıratın mecmuada yayınlanan bu parçasının ilk kaydı da 1845 tarihini taşımaktadır.

[67]               BOA DH.MKT.1804/10 18 C 1308 / 30 Aralık 1890. Mösyö Pikman adlı bir Belçikalının Tepebaşı tiyatrosunda yapacağı manyetizma gösterisinin men edilmesine ilişkin bir emir için bkz. Y.BOA Y.PRK.ZB 32/40 9 Muharrem 1320 / 18 Nisan 1902.

[68] BOA DH.MKT 873/25 12 Ca 1322 / 25 Temmuz 1904.

[69] Ata Nirun, Türkiye ’de Ruhlar ve Ruhçular, Ankara: Destek Yayınları, 2007, ss. 75-76.

[70]                Aslında bu anlatı, Emin Efendi’ye ruh çağırma olayını anlatan Avnullah Kâzımî’nin ispritizma tecrübesini bildiğini de ima ettiğinden, ki bu zaten ilk ruh çağırma tecrübesinin en azından A. Kâzımî tarafından bir kez zaten gerçekleştirildiği anlamına gelir, kendi içinde çelişkilidir. Öte yandan II. Meşrutiyet döneminin politik figürlerinden olan Avnullah Kâzımî Bey’in (1868-1914) spiritüalizmle ilgilendiğine ilişkin kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.

[71] BOA DH.MKT 2875/3 25 C 1327 / 5 Ağustos 1907.

[72] Zafer Toprak, Milli İktisat - Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, s.1.

[73]                İshak L. Kuday ve Dr. Ali S. Akay, Spiritualizm, Spiritizm, Fakirizm, Manyetizm, Ruh Âlemi, İstanbul: Gayret Kitabevi, 1949, ss. 298-299.

[74]               “Paris aniden - 1853 yılı Nisan ayının son günleriydi - [masa] döndürme salgınının kurbanı olmuştu ve en sonunda sessizliği bozmaya mecbur kalan gazeteler bizlere, [salgının] Strasbourg, Marsilya, Bordeaux, Toulouse ve diğer tüm büyük nüfus merkezlerimizde aynı anda patlak verdiğini bildiriyordu. Bu ilk başta halk için, her yerde herkesin kahkahalar arasında teslim olduğu basit bir eğlenceden ibaretti. Üç ayaklı masalar [gueridon], [diğer türden] masalar, şapkalar, tabaklar ve leğenler - el altında her ne varsa - kullanılıyordu. Bazıları başarılı oluyordu. Bazıları ise bu deneyde başarı kazanamıyordu - ve bunların sayısı daha fazlaydı - ve bunlar başarılı olanları hilekârlıkla [supercherie]; başarılı olanlar da başarısız olanları inançsızlıkla suçluyordu. “Dönüyor, dönmüyor”: bu sözler, konuyla ilgili tüm tartışmaların özeti ve halk arasında masa meselesinin etrafında dönüp durduğu yegâne iki terimdi. Bazen safdillikte aşırılığa kaçılmasına, bazen de şüphecilikte gülünç duruma düşülmesine rağmen ciddi meselelere karşı her zaman gayet ciddiyetsiz olunan ülkemizde, masalar insanların büyük çoğunluğu için bir eğlenceden ve insanlarla vakit öldürme aracından ibaretti. Kavgalara sık rastlanıyordu ...” Jann Matlock, “Ghostly Politics”, Diacritics, Vol. 30, No. 3 (Post-Mortem: The State of Death as a Modern Construct), (Autumn 2000), ss.53-71.

[75] İshak L. Kuday ve Dr. Ali S. Akay, a.g.e., ss. 298-299.

[76]              Palmira Johnson Brummett, Image andImperialism in the Ottoman Revolutionary Press, 1908-1911: Essays andResponses, Albany & New York: State University of New York Press, 2000, s.218. Yazar, II. Meşrutiyet dönemi İstanbul’unda çıkan mizah dergilerinden hareketle bu dönemde paten kayma ve ispritizmanın, İmparatorluğu adeta istila ettiğini ve kentli Osmanlı ahalisinin hayal gücünü ele geçirdiğini belirtir.

[77]  Aslında aydınlar arasında Türkiye’de olmasa da spiritüalizme ilk duyanlardan biri Ziya Paşa’dır.

Yusuf Mardin’in Haziran - Temmuz 1970 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde yayınlanan bir yazı dizisinde bu ilgiden söz edilir. Mardin’e göre, Ziya Paşa, bir gün Rev. Charles Davis adlı bir papazdan öte âlemle temas mevzuunu duymuş ve hatta ruh çağırma celselerine de katılmıştır. Ziya Bey ispritizmaya inanmamakla birlikte papazla katıldığı bir celseden, olayın merakı mucip hususiyetinden dolayı memnun ayrılmıştır. Bununla birlikte hadiseyi aktardığı Namık Kemal, “boşuna vakit harcamışsın Hürriyet’e bir makale yazabilir, hatta bir şiir yaratabilirdin” diyerek konuya ilgisizliğini göstermiştir. Yazar Namık Kemal’in ispritizmaya bu ilgisizliğini, onun din konusundaki muhafazakâr tutumuna bağlar. Mardin aynı yerde, Ziya Paşa’nın Mabeyin Üçüncü Kâtibi bulunduğu sırada Sultan Abdülaziz’in ispritizmaya meraklı olduğunu bildiğinden de söz eder. Bu anlatı hakkında bkz. Yusuf Mardin, “Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Londra Yılları, 1867-1870”, Milliyet, 01 Temmuz 1970, s.........................................................................................

[78]               Filozof Rıza Tevfik spiritüalizme nazari olarak da ilgi duyan az sayıdaki Osmanlı aydını arasında yer almaktadır. Anılarından öğrendiğimize göre Rıza Tevfik, Beyoğlu’nda Tokatlıyan Oteli’nin karşısında kurulan ve meraklıların her hafta seanslar yaptığı bir teosofi kulübünde üç konferans vermiş ve bu konferanslar daha sonra yayınlanmıştır. Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993.

[79]                 Ali Neyzi, Hüseyin Paşa Çıkmaz: No: 4, İstanbul: Karacan Yayınları, 1983, s.36. Mehmet Ali Ayni’nin torunu Ali Neyzi anılarında, dedesinin ispritizma merakını şöyle aktarıyor: “Dedemin çatıdaki odasında yuvarlak bir tahta sehpa, ortasın da mihveri üzerinde dönen bir işaret sopası vardı. Sehpanın üstünde Arap harfleri ile alfabe çepeçevre yazılmıştı... Bunun ne olduğunu da çok sonra öğrenebildim. Mehmet Ali Ayni, çeşitli çalışmaları arasında ruhsal dünya, telepati ve benzeri konulara da ilgi sarmış. Bir tesadüf, eşi Ferite'nin medyumluk hassasına sahip olduğuna inanmış ve beraberce ruh çağırma denemeleri yapmışlar...”

[80]               Thierry Zarcone, “Occultism in an Islamic context: the case of modern Turkey from the nineteenth century to the present time”, Henrik Bogdan ve Gordan Djurdjevic (ed.), Occultism in a Global Perspective içinde. Routledge: Londra & New York, 2014, ss. 164-165.

[81]              Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2015, ss.80-81 ve 325-326. Mahir İz’in Ankara’da katıldığı celse Birinci Dünya savaşının son yıllarında gerçekleşmiştir. O zaman Ankara Hukuk mahkemesi azasından ve fevkalade kuvvetli bir medyum olan Avni Efendi adlı bir zat, her gün Valinin, kadı’nın ve başka kimselerin evlerinde düzenlenen celselerde medyumluk yapmaktadır. Bir gece Mahir İz ve arkadaşlarının daveti üzerine bir celse düzenlenir. Mahir İz’in katıldığı ikinci celse ise otuzlu yılların ikinci yarısında, Beykoz Ortaokulunda öğretmenlik yaparken aynı okulun matematik yardımcı öğretmeni Sara Hanımın medyumluk yaptığı bir celsedir.

[82]                Ali Fuat Cebesoy, Lozandan Cumhuriyete, Cilt 2, İstanbul: Temel Yayınları, 2002, ss.64-65. Cebesoy, “Karabekir’in bir İspiritizma Denemesi” başlıklı pasajda, Kazım Karabekir’in Cevat ve Fevzi Paşalarla ispritizma nazariyatı hakkında hararetli bir tartışmaya giriştiğini; Paşaları iknada sözlerinin yetersiz kaldığını görünce bir deneme yapmaya karar verdiğini; “Gazi’nin müstehzi, Müşir’in inanmayan tavırları, Karabekir Paşa’nın ciddiyeti”nin dikkati çektiğini yazar.

[83]                1910’lardan itibaren doğrudan veya dolaylı olarak spiritüalizm ile ilgili yapılan yayınlar arasında Mahmud Celâleddin Paşa’nınMiftâhu ’l-esrâr: Beka-yı Ruh, Celb-i Ervâh (İstanbul, 1326) ile Abdullah İsmail’inManyetizm (İstanbul, 1327) adlı eserleri sayılabilir. Daha geç tarihlerden bir diğer örnek Ragıb Refik’in Ölülerle Nasıl Konuşulur (İstanbul, 1336/1920) adlı tercümesidir.

[84]               Mehmet Bahaettin Toven (Mora 1881-İstanbul 1959) veya daha çok bilinen adıyla Baha Toven aslen asker kökenli bir öğretmendir. Bursa Askeri Rüştiye ve İdadisinden mezuniyetinden sonra Bursa Askeri İdadisinde “Lisan-ı Osmani muallimliği”ne başlamış, İstanbul, Beyrut ve Yemen’de görev yapmıştır. 1919’da İstanbul’a dönerek öğretmenlik ve bunun yanı sıra Vakit ve Tanin’de gazetecilik yapmıştır. Toven, lügat ve takvim çalışmaları ve çeşitli çevirileri ile tanınmaktadır. Bkz. Ali Birinci, Tarihin Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç Zât, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001, ss. 306-316.

[85]               Mecmuanın içeriğine dair bir izlenim verebilmek gayesiyle ilk sayıdaki yazıları ve yazarlarını buraya alıyoruz. İspiritizma Nedir? - Bahaeddin, (s.1), İspiritizma Tetebbua Layık mıdır? - Charles Richet / Paris Tıb Fakültesinde İlm-i Vezâifü’l-Azâ Muallimi (s.4), Tekin olmayan Evler - yazar ismi yok (s.27), Polis ve Sair Fi’n-Nevm - yazar ismi yok (s.31). Bu dört yazıdan Bahaeddin’in konuyu tanıtıcı giriş yazısı dışındakilerden ilki bilimsel görünümlü bir makale, diğer ikisi iki spiritüalist terimin (medyumluk ve tekinsiz evler) öyküsel vakalarla tanıtılmasından ibarettir.

[86] William Crookes, Kuvve-i Ruhiyye, Bahaeddin (müt.), Dersaadet: Tanin Matbaası, 1326.

[87] William Crookes, Researches in the Phenomena of Spiritualism, Londra: J. Burns, 1874.

122      Hasan Merzuk, Cinlerle Muhâbere Yahud İspiritizm, Fakirizm, Manyatizm, Dersaadet: Fünûn-ı

Mektûme Kütübhânesi, 1328.

[90]                Hasan Bedreddin (Kandiye, Girit, 1870-İstanbul 1926), İstanbul’da çeşitli gazetelerde yazarlık, çevirmenlik ve yazı İşleri müdürlüğü yapmıştır, kendisinden küçük gazetecilere “oğlum” diye hitap ettiğinden gazeteciler arasında “Beybaba” lakabıyla tanınmıştır. Bazı yazılarında “Hasan Merzuk” takma adından başka “Nakş-ı Nur” müstear adını da kullanmıştır. Girit’in Kandiye şehrinde doğduğundan çok iyi bildiği Rumcadan başka Arapça, Farsça, eski Yunanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve Almancaya hakkıyla vakıf olduğu söylenir. Bu dillere vukûfıyeti sayesinde, Şemsettin Sami'nin 1879-1880 yıllarında Türkçeye çevirdiği ve forma forma yayımlarken yarım bıraktığı V. Hugo’nun Sefiller’ini tamamladı (1912). Goethe’den Minyon (1914), Abbe Prevost’tan Manon Lesko (1923), R. Louis’den Kadın ve Kukla (1922) çevirileri ile Cinlerle muhabere yahut ispritizma, fakirizm, Manyatizm (Hasan Merzuk müstear adı ile, 1912, 2 c.), Bizans (1913), İtalya nedir (1913) gibi eserleri vardır. İbrahim Alaettin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul: Yedigün Neşriyat, 1945, s. 170.

[91] Ata Nirun, Ruhlar - Dünyada ve Türkiye ’de Ruhçuluk, İstanbul: Wizart Yayınları, 2016, s.99.

[92] Merzuk, a.g.e., s. 5.

[93]                Kitabın adının “Cinlerle Muhabere” olarak konması, okültizmin Türkiye’de o zamana dek pek tanınmamasıyla ilgili olmalıdır. Aynı zamanda bkz. Arıkdal, “Okült-Okültizm”, a.g.e., s.112-113.

[94] Merzuk, a.g.e., s. 5.

[95] Moran, a.g.e., s. 60.

[96] Moran, a.g.e, s. 64.

[97]               Ahmed Süha, “Küçük Hikâye: Celb-i Ruh”, Kanad: Haftalık musavver risale-i edebiyye, sene 1, numero 1 (6 Teşrinievvel 1326/19 Ekim 1910), ss. 8-12 ve numero 2 (13 Teşrinievvel 1326/26 Ekim 1910), ss.10-13.

[98]                Ali Suha Delilbaşı (d. 1888, İstanbul) - (ö. 15 Şubat 1960) Tıbbiye mezunudur. Hilye Kazası Belediye Tabîpliği, Edirne Merkez, Üsküdar, Niğde Hükümet Tabiplikleri, Kayseri Daru’l-Eytam Müdiri Saniliği, Ankara Şehremaneti Sıhhiye Müdürlüğü, Sıhhat ve İçtimaî Muâvenet Vekâleti Hıfzıssıhha Şubesi Mütehassıslığı ve Müdür Vekilliği, Adliye Vekâleti Mütercimliği, Ankara Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği, Yazarlık, Tiyatro Yazarlığı, TBMM VI. ve VII. Dönem Kütahya Milletvekilliği, VII. Dönem Sıhhiye ve İçtimâî Muâvenet Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. Evli ve bir çocuk babasıdır. Ali Süha, Fecr-i Âtî bildirisine ilk imzayı atan üyelerindendir. Muhit, Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Şiir ve Tefekkür gibi dergilerde yazıları çıkmıştır. Önce mensur şiirler yazmış sonra küçük hikâyelere ve tiyatro eleştirilerine yönelmiştir. Batı edebiyatından oyunlar tercüme etmiştir. Bkz. Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 5. Baskı, İstanbul: Varlık Yayınları, 1968.

[99]               Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Âmâk-ı Hayal, Sadık Albayrak (haz.), İstanbul: Tercüman Gazetesi Yayınları, 1973.

[100]      Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, a.g.e., s.22.

[101]              Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna-Howison, “Literature for the People: The Paranormal Mysteries of Hüseyin Rahmi Gürpınar”, Clues: A Journal of Detection, Cilt 30, Sayı 2, 2012.

[102]      Moran, a.g.e., s. 66.

[103]      Moran, a.g.e., s. 69.

[104]             Pelin Aslan, “Spiritüalizm, Materyalizm ve Fantastik Üzerine Farklı Bir Hüseyin Rahmi Gürpınar Anlatısı: Ölüler Yaşıyor Mu?”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literatüre, History of Turkish or Turkic, Prof. Dr. Gürer Gülsevin Armağanı, S., 6/1, (2011), s. 621.

[105]      Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ölüler Yaşıyor mu?, İstanbul: Atlas Kitabevi, 1973, ss. 9-12.

[106]              Damla Erlevent, “Halide Edib Adıvar’ın Son Dönem Romanlarında İstanbul’da Gündelik Hayat ve Müzik”, Yayımlanmamış YL Tezi, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005, s. 104.

[107]      Sema Noyan, “Türk Romanında Mistisizm”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s. 88.

[108]              Pelin Aslan, “Türk Edebiyatında Fantastik Tür Açısından Farklı Bir Durak: Halide Edip Adıvar’ın Bazı Öykülerinde Milliyetçi ‘Tayflar’”, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Sempozyumu Bildirileri, Adana: Çukurova Üniversitesi, 2012, s. 259.

[109]      Moran, a.g.e., s. 229.

[110]             Nergis Ertürk, Grammatology and Literary Modernity in Turkey, Oxford: Oxford University Press, 2011, s. 123.

[111]      Beşir Ayvazoğlu, Peyami: Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı, 3. Basım, İstanbul: Kapı Yayınları, Ocak

2008, s.413.

[112]      Acehan, a.g.e., ss. 228-230.

[113]      Detaylı bilgi için bkz. Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s. 413 ve Acehan, a.g.e., ss. 230-235.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar