SPİRİTÜALİZM NEDİR?
Hazırlayan:
Zehra Savan
Türkçe “ruhsal” anlamına gelen “spiritüel” sıfatı, Latince “ruh”
anlamına gelen “spiritus” kelimesinden türetilmiş ve Fransızcadan Türkçeye
alıntılanmıştır. Terimin isim hali olarak Batı dillerinde kullanılan
“ruhsallık” (İng. spirituality) kelimesi ise esasen ilk Hristiyanlık
döneminde, bu dinin akidesinin temellerinden biri olan “Kutsal Ruh” (Holy
Spirit / Spiritus Sanctus) terimiyle bağlantılı olarak yaygınlık
kazanmıştır.[1]
Ortaçağın sonlarından itibaren ise terim hayatın mânevî boyutlarını içerecek
şekilde kullanılmaya başlanmış, modern zamanlara gelindiğinde ise hem diğer
dinî gelenekleri, hem de aralarında “yeni ruhçuluk”un da bulunduğu başka
ezoterik inançları ve deneyimleri içerecek şekilde kapsamı genişlemiştir.[2]
Ölülerin yaşayanlarla irtibata geçmesinin mümkün olduğu ve
ruhların madde üzerine etki ederek eşyaların yer değiştirmesi, çeşitli
gürültüler, darbeler vb. olaylar meydana getirdikleri inancına dayanan neo-spiritüalizm
veya “yeni ruhçuluk” ise, 1840’larda ABD’de başlayan ve 1920’lere
dek hem Batı’da hem Batı dışı dünyada yaygınlaşan modern bir inanıştır. Bu
nedenle bazı yazarlar, dinlerden ve felsefe tarihindeki ruhun maddeye karşı
önceliğini savunan öğretilerden ayırmak için bu inanç biçimine “yeni ruhçuluk”
(İng. neo-spiritualism) veya “deneysel spiritüalizm” adını
vermeyi uygun görmüşlerdir.[3]
Bu çalışmada da spiritüalizm terimi, “yeni ruhçuluk” anlamında kullanılacaktır.
Spiritüalizmin tarihçesine geçmeden önce, bu inanışın diğer
ruhçuluk biçimlerinden, yani öncelikle ruh inanışını akaitlerinin temeline
koyan geleneksel dinler ile maddeye karşı ruha öncelikli yer veren felsefi
öğretilerden farklarını ortaya koymak yararlı olacaktır. Çünkü “spiritüel”,
“spiritüalist”, “spiritüalizm” vb. terimler, genellikle ruhun varlığına, dahası
ruhun orijinal ve kendine özgü yapısıyla kendisinden önce geldiği maddeyi
belirlediğini ileri süren dinsel ve felsefi öğretilere atıfta bulunmak üzere
kullanılmaktadır. Bir başka deyişle, bu terimler, varlık âleminde maddeye
karşıt ve/veya ondan üstün bir cevher olarak ruhun varlığını önceleyen dinsel
ve felsefi öğretilerin özünde yer almaktadır. Buna bağlı olarak, felsefi
anlamda spiritüalizm, materyalizm karşıtı bir akımdır. Materyalizmin ruh ve
madde ilişkisinde maddeyi önceleyen tutumuna karşı ruhu önceler. Spiritüalist
felsefe, maddeci felsefe gibi felsefe tarihi içinde birçok görünümler altında ortaya
çıkmıştır.
Bu bakımdan daha genel bir öğreti olarak spiritüalizmin, zamansal
olarak öncelediği neo-spiritüalizmin ruhu maddeye göre öne çıkaran kabullerini
kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte neo-spiritüalizmin temel
akidesi olan ölülerin yaşayanlarla irtibata geçmesinin mümkün olduğu savı, bu
öğretiye, ruh çağırma celseleri ve başka bir takım uygulamalarla deneysel bir
mahiyet de kazanmıştır. Bu bakımdan da neo-spiritüalizm, saf veya salt kuramsal
bir felsefe sistemi olmaktan uzaklaşmaktadır. Bu nedenlerle, aynı kavramlar
etrafında ortaya çıkan farklı terimlerin yaratabileceği kafa karışıklığını
gidermek yararlı olacaktır.
Spiritizm veya ispritizma, kavramın Fransa’da Allan Kardec tarafından
işlenerek ilk kez sistemli bir biçimde ortaya konan haline verilen isimdir.
Latin Amerika ülkelerinde aynı kavram kardecismo adıyla bilinmekte olup
bilhassa Brezilya’da yerel kültürler ve Afrika kültürüyle harmanlanarak
şifacılıkla ilişkilendirilmiş ve toplumun üst sınıflarında oldukça etkili bir
senkretik hareket haline gelmiştir.[4]
Türkçeye Fransızca üzerinden aktarılan terim Türkçeye tercüme edilerek ispritizma
olarak yerleşmiştir. Yine aynı kavramın karşılığı olarak kullanılan başka bir
tercüme kelime de ruhçuluktur. Ancak ruhçuluk, aynı spiritüalizm
kavramında olduğu gibi felsefi bir anlama da sahiptir ve aynı ayrımın bu terim
için de yapılması gerekmektedir.
Spiritüalizm, bu metafizik sistem içinde ruh, tekâmül ve ölülerle
iletişim gibi konularda geleneksel dinler ve ruhçu felsefelerden farklı olan
kendine özgü bir anlayışı ortaya koymaktadır. Ruhlarla iletişimin mümkün
olduğu, ruhların da böyle bir iletişimi gerçekleştirme eğiliminde olduklarına
duydukları inanç; spiritüalistleri, ruhlardan ahlâkî meselelerin yanı sıra
Tanrı’nın doğasına ilişkin faydalı bilgiler sağlanabileceği inancına
götürmüştür. Bu tür faydalı bilgiler veren ruhlara spiritüalistler rehber
ruhlar (İng. guide spirit) adını verirler. Bu deneysel boyuttan dolayı
spiritüalizmin, ruhlar vasıtasıyla, “Tanrı’nın doğasının yanı sıra ahlaki ve
moral konularda da yaşayanlara bilgiler sağlanabileceği” deneysel bir bilim
olduğu iddia edilmektedir. Bu savın, bu akımın ayırıcı vasfı olduğunu söylemek
mümkündür.
Deneysel spiritüalizmi felsefi spiritüalizmden ayırmak
gerekmektedir. Deneysel spiritüalizm de felsefi spiritüalizm gibi ruh-madde
ilişkisinde ruha öncelik verse de onun temel iddiası ölülerin ruhlarının
dirilerle temasa geçebileceği iddiasıdır. Deneysel spiritüalizm, felsefi
spiritüalizme göre çok yenidir. 19. yüzyılda ileride anlatılacağı şekilde
doğmuştur.
Deneysel spiritüalizme Fransızlar spiritisme veya Fransa’da
bu akımı yaygınlaştırmaya çalışan Allan Kardec’in adıyla Kardecism adını
vermektedir. Türkiye’de de Batıyla temas daha ziyade Fransızca ve Fransız
kültürü üzerinden sağlandığı için deneysel spiritüalizm Türkiye’de, Fransızca spiritisme
kelimesinin Türkçeleştirilmiş formuyla “ispritizma” olarak anılmaktadır. Bu
akımın Türkiye’ye girmesinden günümüze kadar bu adlandırmanın geçerliliğini
koruduğunu söylemek mümkündür. Ancak günümüzde Türkiye’de ve dünyada Fransız
kültürünün egemenliğini İngiliz ve Amerikan kültürüne ve dolayısıyla
İngilizceye bırakmasıyla birlikte kavramın İngilizce karşılığı olan
spiritüalizm ya da bunun Türkçe tercümesi olarak ruhçuluk terimlerinin daha çok
kullanıldığı görülmektedir.
1840’larda ABD’de ortaya çıkmasından itibaren çeşitli spiritüalist
ekoller ve gelenekler oluşmuş olmasına rağmen fiziksel bedenin ölümünden sonra
varlığını sürdüren ruhlarla iletişim kurulabileceği iddiası bu ekollerin
tümünde ortaktır. Bu inanca göre, ölülerin ruhları yaşayanlarla ilişki kuracak
kapasitededir ve bu tür bir iletişimi arzulamaktadırlar. Bu nedenle ruhlar,
insanlarla devamlı olarak temastadır. Bu temas maddesel olanaklarla kurulur ve
ruhlar madde üzerinde etkide bulunarak eşyaların yer değiştirmesi, çeşitli
gürültüler ve darbeler gibi fiziksel olayları meydana getirebilirler. Ruhların
insanlarla iletişimine medyumlar aracılık eder ve ruhlar tümüyle gayrı maddî
varlıklar olmayıp “perispri” adı verilen, maddî bir organizma olmasına rağmen
duyularla algılanamayacak derecede latif bir zarfın içinde bulunur.
Spiritüalizmin bu temel kavrayışı, modern Batılının insan varlığını mekanik ve
olabildiğince basit algılama eğilimine uygundur.[5]
Spiritüalistler, gerekli koşulları sağlandığı her durumda,
ruhlarla iletişim sağlanabileceğini iddia eder.[6] Bu
maksatla düzenlenen toplantılara “celse” denilir. Bu celselerde ruhlardan
“tebliğ” adı verilen bildiriler alınır. Celselerde ruhlarla temas genellikle,
medyum denen, bu hususta yetenekli kişiler vasıtasıyla sağlanır.
Spiritüalistlere göre ruhların madde üzerinde çeşitli fiziksel etkiler meydana
getirebilmesi ancak insan bir medyum vasıtasıyla meydana gelmektedir.
Ruhlarla iletişimin mümkün olduğuna ilişkin bu temel spiritüalist
iddia etrafında gelişen ve spiritüalist akide olarak adlandırılabilecek olan
tanrı, evren, insan ve ruha dair metafizik inanışları şu şekilde özetlemek
mümkündür:
Spiritüalistlerin Tanrı anlayışına kısaca değinmek gerekirse, onların
“sonsuz zekâ” olarak kabul ettiği Tanrı, kadir-i mutlak, ezelî ve ebedî, gayrı
maddî, fevkalade iyi ve adildir.[7]
Tanrı mutlaktır, “hiçbir kayıt ve şarta bağlanmamıştır ve nasıl irade ederse
öylece irade eder.” “Canlı, cansız, cismanî ve gayri cismanî varlıklardan
müteşekkil olan kâinat, Tanrı’nın bir tezahürüdür. “Allah, bütün kâinata
kelimenin ifade ettiği soyut ve somut anlamların bütün genişliği ve yetkinliği
ile hiçbir kayıt ve şarta bağlanmadan, kendini salıp koyuvermiştir. Onun her
zerresinde varlığını duyurmuştur.”[8]
Hiçbir varlık tanrının iradesini bilemez; tanrı ilahi iradesiyle, aşkın istek
ve maksadını gerçekleştirir. İlahi irade, var olan her şeyin ve her canlının
düzen, yöntem, kural ve yasalar dâhilinde bulunmasını sağlar. Bu etkenlik, ilahi
irade yasaları olarak adlandırılır. Kâinatın muhteşem düzeni ve ahengi bu
yasalarla sağlanır. Tanrının iradesini yansıttıklarından bu yasalar, sonsuzdur
ve hiçbir şekilde değişmez. Yaratıklar bu yasaların dışına çıkamazlar.[9]
Neo-spiritüalist görüşe göre, tek olan Allah Mutlak'tır;
yaratılanlar ise görece (izâfî) ve görelidir (nispî). Dolayısıyla, görece ve
göreli hiçbir varlık Mutlak'la kıyaslanamaz, oranlanamaz (nispet edilemez) ve
yine dolayısıyla, Mutlak hiçbir şeyle, hiçbir tarzda, hiçbir yolda ilinti ve
kıyas kabul etmez; O'na hiçbir değer takdir edilemez. O Mutlak olduğundan,
görece ve göreli olan varlıkların sıfatlarıyla ifade edilemez; dolayısıyla,
O'na kıyasa ve oranlamaya dayalı anlayış ve kabullerimize göre yakıştırılacak
bir sıfat ne kadar yüksek düzeyli kabul edilirse edilsin ve ne kadar ideal
olursa olsun, O'nu ifade edemez. Yaratılanların düzeninin görece ve göreli
olması, bu düzeni sağlayan İlahî İrade Yasaları'nın yine göreli bir değeri olan
zekâlar (ruhlar, Yüksek İdare Mekanizması) tarafından uygulanmasını
gerektirmiştir.
Spiritüalizmde evren, maddî ve gayrı maddî evrenin tümüne verilen
isimdir. Her sistem önce âlemi sonra evreni oluştururlar. Evren bu âlemi ve
spatyom denen öteki âlemleri kapsar. En kabadan en inceye çok çeşitli maddesel
elemanlardan müteşekkil olan fiziksel evren sınırsızdır ve sonsuz değişimleri
vardır. Bu haliyle mânevî âlemin küçük bir kısmını oluşturur. Gerek maddî gerek
mânevî âlemler, çeşitli derece ve oranlarda enerjiden oluşmuşlardır; bu
itibarla görünümleri farklı olmakla birlikte her iki âlem aslında bir aynıdır. [10]
İlahi irade, evrende cârî doğa yasaları olarak ortaya çıkar.
Kâinatın ahenk ve düzeni, sonsuz ve değişmez, ezelden ebede kadar hükmünü icra
eden bu yasaların neticesidir. Evrende hiçbir şey sebepsiz ve sonuçsuz
değildir. Bütün evren gibi her tekil varlığın
da kendisinden üstün ve farklı bir sebebi vardır ve buna
sebeplilik yasası denir. Ruhçular ilahi düzen, kader gibi konuları sebeplilik
prensibine bağlarlar.
Evrende carî bir diğer yasa ise tekâmül yasasıdır. Ruhların madde
evrenindeki görgü ve deneyimini arttırması olarak tanımlanır. Dünya gezegenini
bir tür okul olarak gören neo-spiritüalist görüşe, insan ruhunun dünya
okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli nitelikler, esas olarak
sevgi, şefkat, merhamet, fedakârlık gibi ruhsal yeteneklerini geliştirmiş
olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak, diğerkâm olmak (kendisi kadar
başkalarını da düşünmek), kısaca kendisine ve diğer canlılara karşı
vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir. Ruhsal tekâmül her alandaki
ruhsal gelişimi içeren bir kavram olmakla birlikte, ruhsal tekâmülün pek ileri
olduğu söylenemeyecek bu gezegendeki ve bu devredeki asıl anlamı budur. Kişinin
alt etmesi gereken en önemli iki düşmanı bencillik ve onu da kapsayan
nefsaniyettir. Bu mücadelesinde en önemli silahları ya da yardımcıları
özeleştiri (nefis denetlemesi) yapması, kendisine karşı dürüst olması ve
vicdanının sesine her zaman kulak vermesidir. Spiritüalist görüşe göre
reenkarnasyonlar sırasındaki deneyimler sonucunda edinilen tekâmül sürecinde
zaman zaman duraklamalar olabilse de gerilemek söz konusu olamaz. “Tekâmülden
maksat, varlıkların [insan ve insan ruhunun] şuurlanması ve bilgilenmesidir.
Her maddî ortam, bir tekâmül yeridir. Ruhun madde evrenine girişi ve oradan
çıkışı madde evreni bilgisini alıp uyguladıktan gerçekleşir.”[11]
Spiritüalizmin insan ve ruh kavrayışına göre insan, ölümlü beden
ile ölümsüz bir ruhtan oluşur. İnsanıyla ruhu tam anlamıyla tanımlaması mümkün
olmasa da spiritüalizme göre ruhla ilgili temel inanışa göre, Tanrı ruhları
eşit olarak yaratmıştır ve ruhların maddesel boyuta inişindeki gaye tekâmül
etmeleridir. Fransız Allan Kardec’in spiritizm öğretisine ve Bedri Ruhselman’ın
bu öğretiyi esas alarak geliştirdiği deneysel spiritüalizme göre ruhlar,
reenkarnasyon yoluyla tekâmül eder. Bu şuurlu varlıklar madde üzerinde tesir
gücüne sahiptir.
Ruh ve beden birbirlerine perispri (perisprit) ile
bağlanır. Perispri ruhun, insanın dünyadaki bedeninin suretini taşıyan zarfı gibidir.[12]
Öte yandan beden ruhun zarfı gibidir. Spiritüalistlere göre ruhlar bütünüyle
gayri maddî varlıklar değildir. “Bu zarfın (bedenin) ölümle harap olması,
ruhların serbest kalmalarını intaç eder.”[13] [14]
Spatyom belirtildiği gibi durağan bir mekân olmayıp ruhların daimî bir tekâmül
gösterdikleri bir yerdir. Böylece insan, sebeplilik prensibine göre
eylemlerinin kişisel sorumluluğu altındadır; iyi eylemlerin neticesi olarak
tekâmülünü sürdürür veya kötü eylemlerin neticesi tekâmülden geri kalır. Fakat
tekâmül hiç bitmez. Fiziksel beden öldükten sonra dünyada olduğu gibi öte
âlemde de ruhsal olarak sürer. Diğer bir deyişle, cismanî bedenden ve maddî
âlemden kurtulan ruh, “spatyom” (spatium)41 denilen öte âleme
yani ruhlar âlemine geçer ve artık orada kemâl yolunda ilerlemeyi sürdürür.
Bu bölüm, spiritüalist terminolojiye ilişkin kapsamlı bir terimce
olmayıp burada yalnızca Peyami Safa’nın romanlarında yer aldığı tespit edilen
spiritüalizm olgularının kısa tanımları verilmektedir.[15] Bazı
terimler eşanlamlı olarak kullanıldığından bunlar tek bir madde altında
birlikte tanımlanmıştır. Her kavramın İngilizce karşılığı parantez içinde
terimin yanına eklenmiş; bazı terimler için Fransızca ve Osmanlıca karşılıklar
da verilmiştir.
Burada yer verilen her kavramla ilgili daha detaylı bilgi ve
olgunun romanlardaki görünümü, “Peyami Safa’nın Romanlarında Spiritüalizm” adlı
bölümde ilgili roman başlığı altında verilecektir.
Aparisyon (apparition) / Görme tezahürü: Son dönem
Osmanlı ispritizma ıstılahatında “temessül” olarak da kullanılan bu terim,
ruhların çeşitli yollarla varlıklarını belli etme fenomenlerine verilen genel
addır. Kökeni Latince “görünmek” anlamına gelen "apparere" fiiline
dayanan kelime, normalde fiziksel olarak görünür olmayan bir insan, hayvan veya
nesnenin görünür hale gelmesini içeren paranormal bir olayı ifade eder.
Aparisyon, canlı olup o anda gözlemcinin duyum aralığı dışında bulunan birine
ait olabileceği gibi, bir ölüye de ait olabilir ve bu durumda “hayalet” adını
alır. Aparisyonlar sadece görsel nitelikte olmayıp beş duyudan herhangi birine
hitap edebilir. Gözle görülmeyen bir varlığın hissedilmesi, böyle bir varlıktan
kaynaklanan dokunma hisleri, darbe, tıkırtı, inleme, ağlama gibi kaynağı
bilinmeyen seslerin işitilmesi ya da açıklanamayan kokuların alınması gibi çok
çeşitli fenomenler bu kapsamda ele alınır.
Apor (apport) veya Materyalizasyon (materialization): Cisim
halini alıp duyularla algılanabilir hale gelme anlamına gelen materyalizasyon,
Antik Yunan inancında theophaneia olarak bilinen, esasen Hıristiyanlığın
erken dönemlerinden beri varlığına inanılan ve Batı düşüncesine bu kanallardan
gelmiş bir olgudur. İspritizma bağlamında ise materyalizasyon, bir ruhun,
medyumdan yayılan ektoplazmayı kullanarak, paranormal transfer yoluyla görünür
hale gelmesi olgusuna verilen addır. Bu görünürlük bir yüzün, bir elin ya da
şemalin bütünüyle görünmesi şeklinde olabilmektedir. Maddileşerek beş duyu ile
algılanabilir hale gelen şeyin bir eşya olması durumunda bu olgu apor (apport)
adını almaktadır. Apor fenomenlerine poltergeist[16] faaliyeti
olan mekânlarda yahut ispritizma celselerinde rastlanmaktadır. Fiziksel
medyumluğun önemli bir parçası olan materyalizasyon, on dokuzuncu yüzyıl sonu
ve yirminci yüzyıl başlarında oldukça yaygın ve gündem belirleyici bir olgu
olmuştur.[17]
Bu dönemde fiziksel medyumluğun nihai hedefi olarak görülen tam
materyalizasyon, büyük bir konsantrasyon ve psişik enerji harcanmasını
gerektiriyor, hatta medyumda kilo kaybına dahi neden olabiliyordu.
Materyalizasyon süreci genelde benzer bir rutine dayanıyordu: Ektoplazma
üretmek için gereken psişik enerjiyi toplamak üzere medyum bir kabine giriyor,
kısa süre sonra ortaya çıkan beyaz bir ışık ya da ince bir beyaz tabaka ortaya
çıkarak buharlı bir beyaz bulut yayıyordu. Bunun ardından ekseriya kabin
perdesinin önünde bir yüz beliriyor, katılanların talihinin yaver gittiği
hallerde ise tam bir beden görünüyordu. Hâzirunun oluşturduğu halkanın çevresinde
döndükten sonra ruh, kabine geri dönüyor ya da müthiş bir tesirle eriyip
kayboluyordu. Celse boyunca kabinde kalan medyum ise bu sürecin sonunda yorgun
ve halsiz düşüyordu. Bilinen ilk materyalizasyon, 1850 yılında kısmî olarak
medyum Ira Davenport tarafından gerçekleştirilmiş olsa da vücudun tümüyle
göründüğü ilk tam materyalizasyon hadisesi 1860’ta Kate ve Maggie Fox’un ablası
Leah Underhill aracılığıyla meydana gelmiştir.[18]
Materyalizasyon yoluyla medyumluk sürecinde trans haline geçen
medyum, spiritüel varlığın fiziksel olarak tezahür edebilmesi için kullandığı
maddeyi üretmekte; bu fiziksel tezahür de ektoplazmaya bağlı olarak kısmî veya
tam olabilmektedir. Kardec’e göre medyumlar materyalizasyon sürecinde tamamen
pasif bir rol oynamakta ve bazen derin bir uyku haline geçmektedir. Medyumların
vücut enerjisi, kendi spiritüel bedenlerini (perispri) yoğunlaştırmak üzere
bizzat ruhlar tarafından kullanılmaktadır. Materyalizasyon; başlangıç aşaması,
kısmî ve tam olmak üzere üç şekilde gerçekleşebilmektedir. Bunlardan ilkinde
ruhun gayrı maddî bedeni gözle görülecek şekilde yoğunlaşmamakla birlikte
objeleri hareket ettirmesine ya da celse iştirakçilerine dokunmalarına izin
vermektedir. Kısmî materyalizasyonda ruh, spiritüel bedenini kısmen
yoğunlaştırarak görünür hale gelmekte; böylelikle yüzü ya da eli havada uçuyor
gibi görünmekte ancak bedeninin kalan kısmı hâlâ görülememektedir. Tam
materyalizasyonda ise ruh, spiritüel bedenini tamamen yoğunlaştıracak bilinç ve
enerjiye sahiptir. Bütün organlarıyla tamamen maddîleşmekte ancak bu durum
geçici olmaktadır. Bu son olgunun tamamen kapalı ortamlarda gerçekleştiği öne
sürülmektedir.[19]
Avra (aura): Psişik hale veya halka da denir. İnsan vücudunu, hayvan ve
bitkileri bir zarf gibi saran ışıklı haleler, emanasyonlar topluluğudur.
Spiritüalist inanışa göre insanın fiziksel bedenini sarmalayan üç beden daha
vardır: içten dışa doğru sırasıyla eterik (esîrî) beden, astral yani mental
beden ve son olarak ruhsal beden. Bu son iki bedenin gözle görülmesi mümkün
değildir ancak akışkan ve tartılamayan bir cevherden yapılmış olan ve fiziksel
bedeni saran koruyucu alanın yani eterik bedendeki enerji görünümlerine avra
denir.
Avra özel şartlar dâhilinde, çıplak gözle ve uyurgezerler
tarafından görülür. Avrada görülen çeşitli renkler kişinin yaşı, cinsiyeti,
zihni melekeleri ve sağlığının göstergesidir. Avranın şekli ovale yakın olup
erkek ve kadınlarda farklı durumdadır. En kolay ve belirgin şekilde başın
etrafında görülür. Özellikle Hıristiyanlıkta İsa veya havariler gibi kutsal kişilerin
başlarının etrafında resmedilen ışıklı halenin de avra olduğuna inanılmaktadır.
Avra üç katmandan oluşur: En içteki ilk katman yarım santim
kalınlığında koyu bir çevre olup buna eterik çift veya duble denir. Eterik
çifti saran ve bazen silikleşen, üç ila sekiz santim genişliğindeki ikinci
bölgeye iç avra denir. En dıştaki dış avra denen üçüncü bölgenin sınırsız
olduğuna inanılır.
Avra, kişinin ruh hali ve sağlık durumuna göre renk değiştirir.
Birden çok insanın bulunduğu bir ortama, örneğin bir ispritizma celsesine de,
orada hazır bulunan kimselerin meydana getirdikleri etki ve ahenk hâkim olur ve
o ortamın avrasını oluşturur.
Bilokasyon (bilocation): Bir kişinin aynı anda iki
yerde birden bulunması. Spiritüalistler bilokasyonda, kişinin dublesinin başka
bir mekâna giderek başkalarına göründüğüne inanırlar. Bazı durumlarda bu duble
katı fiziksel formda olmayıp sadece bir aparisyon veya fantom olarak görünür.
Hayvanların dublelerinin de görüldüğü bildirilmiştir.
Semavi dinlerde, örneğin Hıristiyan mistiklerinde de benzer
olayların gözlendiğinden bahsedilmiştir. İslâm tasavvufunda bilokasyonu andıran
“tayy-ı mekân” kavramından söz edilir. Spiritüalizme göre bu tip olaylara
mistiklerin yanı sıra hastalık hallerinde ve depresyonda da rastlanmaktadır. Bu
gibi durumlarda kişinin şuurlu fantomu yani dedublümanı oluşur ve gerçek
bedenindeki şuur hali ortadan kalkarak dubleye geçer. Teleportasyon hadisesinde
de ya beden dublesi ile uzağa gider ya da fiziksel beden demateryalizasyona
uğrayarak çok kısa bir süre içinde başka bir yere taşınır. Spiritüalistler bu
yeteneğin insanın ileri tekamül evrelerinde görülen ve doğa yasaları dahilinde
gerçekleşen gizli bir yeteneği olduğuna inanırlar.
Darbeler (raps, rappings): Bedensiz
varlıklardan gelen mesajlarla ilişkilendirilen; duvar, çatı ve mobilyalardan
gelen ve çoğunlukla poltergeist (tekinsiz yer) hadiseleriyle bir arada görülen
tıkırtı veya gümbürtü gibi çeşitli vurma seslerine verilen addır. Bununla
yakından ilişkili olan ve darbeli konuşma da denen tiptoloji (darbla muhavere)
ise ruhların darbeler vasıtasıyla haberleşmelerini ifade etmekte ve hareketle,
içsel/pasif ve alfabeyle olmak üzere üç ayrı kategoride incelenmektedir.[20]
16. ve 17. yüzyıl hatta 9. yüzyıl gibi erken dönemlerde ruhların bu gibi
darbeler yoluyla mesajlar gönderdiğine dair raporlar olsa da, modern anlamda bu
olgu 1848 yılında temellendirilmiştir. New York’un Hydesville bölgesinde
yaşayan Maggie ve Kate Fox kardeşler, bu tarihte evlerinde “Mr. Splitfoot”
(Çatal Ayak) adını verdikleri bedensiz varlığa darbeler yoluyla sorular sorarak
cevap aldıklarında ilk kez darbeler yoluyla ruhlarla iletişim kurulmuş, hatta
bunun için bir alfabe geliştirilmiş ve kısa süre sonra da bu yöntem ve
medyumluk yaygınlaşmıştır. Sonradan Fox kardeşler bu sesleri kendilerinin
çıkardığını itiraf etmesine ve dönemin ünlü sihirbazı Harry Houdini’nin de
kanıtladığı üzere pek çok medyumun çeşitli numaralarla benzer sesler ürettiği
anlaşılmasına rağmen darbeler, modern ispritizmanın temelini atmış ve ruhlarla
iletişimin önemli bir parçası olarak kalmıştır.[21] Son dönem
Osmanlı ispritizma ıstılahatında da Fransızca üzerinden İngilizceden
alıntılanarak aynen kullanılan[22]
ve tekinsiz ev ve medyumluk olgularında halen açıklanamayan bir öğe olan
darbeler, bugün halen ispritizma seanslarında sıkça kullanılmaktadır.
Duble (double): “İkinci cüz, ikiye bölünmüş, iki kat olmuş, ikileşmiş, eş, ikiz,
benzer” gibi anlamlar taşıdığı söylenen dubleye, günümüz Türkçesiyle “eş
beden”, Osmanlıca ise “cüz-ü sânî, vücudellatif” denilmektedir. Durugörürlerin
gözlemlerine göre duble, açık mavi ve menekşe rengi gözükür. Fizik bedenle
ilgisine göre, kaba veya ince bir yapıdadır ve kendisinde duyarlığı dışarı
aktaracak yetenek vardır. Zekidir ve hayatiyetin yüzde seksenini kendisinde
taşır. Duble hızla yer değiştirir, engellerin arkasına geçer. Ölüm anlarında
mezarlıklarda görülebilir. Dublenin etrafında ruhsal mükemmelliğini yansıtan
çeşitli renklerdeki ışıklı haleler (avra) vardır.[23]
Durugörü (clairvoyance): Beş duyunun dışında eşyaları
ve fikirleri algılama ve görme anlamına gelir. Basit durugörüde medyum yalnızca
dar bir alanda, sadece kendi yakınındaki olaylara ilişkin vizyonlar görür.
Mekân içinde durugörüde, medyum uzak mesafede olan ya da gizlenen şeyleri
ayrıntılarıyla görür. Zaman içinde durugörüde ise medyum, geçmiş ve geleceğe
dair kehanet niteliğinde bilgiler verir. Görme yerine sesler duymanın hâkim
olduğu duruişiti ise herhangi bir maddî araç veya cihaz olmadan kişinin
bedensiz varlıklardan ya da uzak ortamlardan ses ve konuşmaları işitebilmesi
anlamına gelir.
Duruişiti (clair audience): Hiçbir
maddî araç olmadan, bilinen hiçbir cihaz kullanılmadan bedensiz varlıklardan,
uzak maddesel ortamlardan gelen ses ve konuşmaları duymaktır. Duruişiti
medyumluğunun çok eski bir geçmişi vardır. Duruişitir kimse sesi ses organıyla
değil zihniyle işitir. Ses beynin içinde ortaya çıkar. Bu sesi medyumdan
başkası işitemez. Dış âlemden gelen etkiler, nasıl ses, yazı, vizyon olarak
yorumlanıyorsa, duruişitide de ses olarak yorumlanır. Etkileri ses haline
çeviren medyumun kendi maddî organı, beyni ve seyyalevî bedenidir. Doğal
uyurgezerlikte, ekstaz (vecd) halinde, mistik murakabede, bazı ruhsal
bunalımlar durumunda kendiliğinden ortaya çıkan duruişiti olayları vardır.
Duruişiti telepatiden farklıdır. Telepatide alınan etki hissi, ifadeler veya
imajlar halinde ortaya çıkar. Duruişitide ise böyle bir şey yoktur. Sanki
beynin içine bir mikrofon yerleştirilmiş gibidir ve tereddüde yer kalmayacak
şekilde ses işitilir.[24]
Duyular Dışı İdrak (extra sensory perception - E.S.P.): ABD’li
parapsikolog J.B. Rhine tarafından icat edilen E.S.P. terimi, beş duyunun
dışında hissetme, anlama, algılama, bilme, görme, hareket ettirme yeteneklerini
kapsamaktadır. Telepati, prekognisyon, psikokinezi, radyostezi, bilokasyon,
tekinsizev, durugörü, otomatik yazı ve resim gibi olaylar terimin kapsamına
girer. Maddeci bir açıdan incelenen bu olayların, ruhsal (psişik) olmayıp
duyumsal olduğunu, insan beyninin ve irade gücünün bir fonksiyonu olduğunu
ifade etmek için duyular dışı idrak denmiştir.[25]
Ektoplazma (ectoplasm): Bazı fiziksel medyumların
bedenlerinden katı veya buhar halinde çıkan, kremsi beyaz renkte, genellikle
akışkan ve ozon gibi kokan madde. Medyumlardan çıkan ektoplazmaların daha sonra
şekillenerek ruhların yüzleri, el ve ayakları ve bazen de tüm bedenlerine
dönüşerek materyalize olduğu durumlar görülmüştür. Bu terim ilk kez medyum
Eusapia Palladino’dan çıkan ve tuhaf bir üçüncü kol görünümüne bürünen maddeyi
isimlendirmek için Fransız fizyolog Charles Richet tarafından 1894 yılında
üretilmiş olup Yunanca “dışsallaşmış madde” anlamına gelen ektos and plasma
kelimelerinden türetilmiştir. Bazen sıcak ve ağır, bazen de soğuk ve hamurumsu
olan bu maddeler, genellikle seanslar sırasında medyumların ağız, kulak, burun,
göz, göbek deliği, göğüs ucu veya vajinalarından dökülerek çıkmaktadır.
Spiritüalizmde bir seansta bedensiz bir varlığın materyalize olabilmesi için
önce medyumun bedeninden ektoplazma üretilmesi gerektiği iddia edilir.
Ektoplazma terimi ayrıca fotoğraflarda görülen anormallikler için de
kullanılmaktadır. Örneğin fotoğraflarda görünen ve başka bir açıklama
getirilemeyen beyaz sis veya dumanlara da ektoplazma denmekte ve hayaletlerin
ya da başka bedensiz varlıkların da orada bulunduğunun kanıtı olarak
gösterilmektedir.
Hami varlık (protector spirit): Hami
varlık, (protector spirit / espritprotecteur), pek çok
tradisyonda, eski uygarlıklarda ve çeşitli dinlerde çeşitli adlarla sözü
edilen, her insana yaşamı boyunca yardım eden, ona rüyalar, sezgiler ve olaylar
yoluyla mesajlar vererek yardımlarda bulunan, görünmez koruyucu varlığa
spiritüalizmde verilen addır.
Spiritüalist
görüşe göre, her insana yeryüzünde doğumundan önce “yaşam planı”nın
hazırlanmasında yardım eden, bu planın uygulanmasını kendisine görev edinen,
bunun için hamisi bulunduğu insana yaşamı boyunca yardımlarda bulunan bedensiz
varlıktır. Fakat hami varlık, hamisi bulunduğu insanı koruyup kollarken ilâhî
ilkelerin dışına çıkmaz, çıkamaz. Hamisi bulunduğu insanın karşısına çıkacak
olayların düzenlenmesinde belli ölçülerde bir rol oynar. Bu olayların o insanın
yaşam planı dâhilinde düzenlenmesine yardımcı olur, gerekirse o insanın
karşısına çeşitli olaylar çıkarmak, yahut sezgi, rüya tarzında beliren tesirler
göndermek yoluyla uyarılarda bulunur; kısaca, dünya yaşamının güçlüklerle dolu
çetin yolunda yürürken ıstıraplı olaylara dayanabilmesine ve sınavları
başarabilmesine çeşitli şekillerde yardım eder. Bununla birlikte hami varlık
hamisi bulunduğu varlığa İlâhî İrade Yasaları’nın gereklerini aşan bir yardımda bulunamaz, o
varlığın mukadderatını değiştiremez. İlâhî İrade Yasaları hiçbir
varlığa ayrıcalık tanınmasına izin vermez.
Hami varlık onun iradi hareketlerine engel olmaktan ziyade,
uyarılarda bulunur. Bu uyarıların büyük bir kısmı insanın karşısına çıkarılan
olayların içerdiği mesajdır. Bu yüzden insanın uyanık bulunup yapacağı tarafsız
gözlemlerle “olayların dili"nden anlamaya çalışması büyük bir önem
taşımaktadır.
Hami varlığın vazifesi, hamisi bulunduğu varlığın ölüm olayı ile
bedenini terk etmesine kadar sürer. Bununla birlikte Spiritüalistler, hami
varlığın bu yetiştirme fonksiyonunun bazen birkaç reenkarnasyon boyunca
sürebileceğini belirtirler. Ruhsal tebliğlere göre, vazifeli varlıkların hamisi
bağlı bulunduğu bir Ruhsal Plan olabilir ve bireyler gibi toplumların da hami
varlık grupları ya da kümeleri vardır. Bunlara, eski Romalılarda Genius adı
verilmiştir.
Fantom / Hayalet (phantom/ ghost): Ölü bir
kişinin duyu organlarından en az biriyle algılanabilir şekilde belirmesi. Ölü
bir kişiye benzer görüntü, ses gibi algıların genellikle ölen kişiyle ilgili
bir yerde ortaya çıkması söz konusu olur. Deneysel ruhçuluğu savunanlar,
hayaletleri popüler kültürde anlaşılan anlamda düşünmezler. Onlar da popüler
kültürde anlaşılan anlamda hayaletlerin olmadığını düşünürler. Deneysel
ruhçuluktaki fantom kavramı popüler kültürdekinden tamamen farklıdır. Zaten bu
yüzden Türk ruhçular hayalet terimini kullanmaz, fantom terimini kullanırlar.
Deneysel neo-spiritüalizme göre, fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda
oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri
deneysel neo-spiritüalizmde esas olarak 3 grupta ele alınır.
Fiziksel
medyumluk deneylerinde oluşan ektoplazmik fantomlar: Neo-
spiritüalist
görüşe göre, bunlar materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan
medyumun, ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu
fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata geçilmiş
olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin söz konusu olduğu
durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı
tesir ve imajları perispri-
akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu yine kendisi
oluşturur.
Perisprinin
etkisi altında, süptil maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz
adıyla bilinen fantomlar.
Tekinsizyer
fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen
kişinin bıraktığı imaj yüklü vibrasyonların o mekâna gelen hassas kişilerce
paranormal olarak algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.
Gizligörü (lucidity): Manyetizörlerce bulunan bu
terim psişik bir kabiliyeti ifade etmek için kullanılır. Keşşaflık anlamına
gelen bu olayda, manyetik süjenin gözleri kapalı olduğu halde etrafındakileri
görebildiği anlaşılmıştır. Süje genel olarak somnambül haldedir. Manyetik
tedavilerde ve hastalıkların teşhisinde kullanılmıştır. Bugün bu güce durugörü
adı verilmektedir. Gizligörünün ayırıcı özelliği somnambül halde elde
edilmesidir. Durugörüde bu yoktur. Her uyurgezerde bir gizli görüm vardır.
Ancak her durugörür uyurgezer değildir.[26]
Ksenoglosi (xenoglossy): Bu terim, C.H. Richet
tarafından asıl anlamıyla poliglot medyumluğu ayırt etmek amacıyla
kullanılmıştır. Poliglot medyumlukta, medyumlar tamamen bilmedikleri ve bazen
asistanlarca da meçhul olan dillerde konuşur ve yazarlar. Bu hal uyurgezer
süjelerde mevcut olmayan sözde-dillerde (glossolalie) yazmak ve
konuşmaktan farklıdır. Sözde-dil süjenin şuuraltının en derin katmanlarından
çıkar. Terimin kapsamına beş olay girer: 1) Otomatik konuşma, 2) Süjenin
kelimeleri fonetik olarak tekrar ettiği duruişiti durumu, 3) Psikografi ve
tiptoloji, 4) Doğrudan ses ve 5) Doğrudan yazı.[27]
Manyetizma (magnetism): Hayvansal ya da canlısal
manyetizma teorisi 18. yüzyılda Alman hekim Franz Anton Mesmer tarafından
geliştirilmiş olup onun adıyla mesmerizm olarak da bilinir. Bu teoriyi
insanları iyileştirmek için kullanan Mesmer, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve
tüm canlılarda görünmez bir doğal güç olduğuna inanıyordu ve buna hayvansal
manyetizma adını verdi. Buna göre insan bedeni tıpkı bir pil gibi elektrik
üretir ve manyetik bir alana sahiptir. Benzer şekilde bir mıknatısın nasıl
kutupları varsa, canlı bedenlerinde de benzer bir kutupsallık vardır. Manyetik
güç dengesi bozulan bir beden ya da organ işlevini yerine getirmekte zorluk
çeker ve bu nedenle hastalanır. Sağlıklı bir insan bedenindeki manyetik kuvvet
irade ile arttırılabilir ve istenirse başka bir yere aktarılabilir; böylece
manyetizma ile başkalarına şifa verilebilir. Manyetik şifacılık da işte bu
anlayıştan doğmuştur ve bu yetenek her insanda mevcuttur.
Bu şifa yönteminin uygulayıcıları manyetizör adıyla anılıyordu.
Mesmerizm ya da manyetik şifacılık özellikle 1766-1925 yılları arasında etkili
olmuş, hakkında yüzlerce kitap yazılmış ve çok yaygın biçimde uygulanmıştır.
Anton Mesmer’in öğrencilerinden Abbe Faria, mesmerizmi temel alarak
hipnotizmayı geliştirmiş ve 19. yüzyıl başlarında Fransa’ya tanıtmıştır. Faria,
çeşitli deneyler yaparak trans gibi mesmerik fenomenlerin üretilmesi için özel
bir güce ihtiyaç olmadığı ve bu tip fenomenlerin telkin gücüyle gerçekleştiği sonucuna
varmıştır. Bundan sonra öğretiye hipnotizma (hypnotism) adını vererek
yaygınlaştıran İskoç cerrah James Braid olmuştur.
Materyalizasyon
(materialization): Sözcük anlamıyla maddeleşme anlamına gelmekte olup,
spiritüalizmde bedenli veya bedensiz bir varlığın bedenli bir varlığa ait
beden maddelerinin bir kısmını demateryalize etmesinden sonra, istediği bir
biçime sokarak başka bir yerde ortaya çıkarması olarak
tanımlanır. Demateryalizasyon fenomeninin karşıtı olarak kabul
edilir. Bilinen fizik yasalarıyla açıklanamayan demateryalizasyon ve
materyalizasyon fenomenlerini neo- spiritüalist görüş, kısaca, maddî
partiküller arasındaki çekim-itim dengesine yapılan ruhsal müdahaleyle,
maddenin genleştirilmesi ve eski haline döndürülmesi olarak açıklar. İnsan
gözü, bir maddeyi ancak belirli bir hacimde belirli bir miktarda atom ve
partiküle sahipse görür.
Medyum (medium): Medyum, ruhlar âlemi ile iletişime geçebildiğini ve ölülerle
canlılar arasında iletişim kurabildiğini iddia eden kişi. Türkçeye Fransızcadan
(medium) geçen sözcüğün kökeni Latince medium (aracı) sözcüğüne
dayanır. Medyumluk, medyumda dünyasal idrak ve iradenin görünüp görünmemesi
bakımından üç grupta ele alınır: 1) Medyumun yaptıklarının farkında olduğu ve
bunların kendi iradesi dâhilinde meydana geldiğini bildiği sezgisel (intuitive)
medyumluk; 2) Medyumun bilinçsiz şekilde kendi iradesiyle hareket etmiyor
gibi göründüğü mekanik medyumluk ve 3) Medyumun hareketleri hakkında bilinci
olmasına rağmen iradesiz göründüğü otomatik medyumluk.
Medyumluk, medyumun ortaya koyduğu belirtilere göre ise fiziksel
medyumluk ve zihinsel medyumluk olarak iki grupta ele alınır: 1) Fiziksel
medyumluk materyalizasyon, demateryalizasyon, levitasyon, telekinezi ve benzeri
fiziksel oluşumların söz konusu olduğu paranormal fenomenleri kapsar. 2)
Zihinsel medyumluk ise, bilgi alışverişinin söz konusu olduğu medyumluğu, yani
medyumun söz veya yazıyla bilgi aktarımını kapsar. Zihinsel medyumluk da kendi
içinde çeşitli gruplara ayrılır ki, bunlardan biri sezgisel medyumluktur.
Zihinsel medyumların durugörü, duruişiti, telepati ve şifacılık gibi çeşitli
yetenekleri olabilir.
Spiritüalizm sözlüklerinde medyum terimi; “dünyadaki bedenini terk
etmiş ruhlarla irtibat kurarak onlardan aldıkları tesirleri çeşitli tezahürler
halinde dünyaya yansıtan, psişik bakımdan duyarlı (hassas) kimselere (zihinsel
medyumlar) veya herhangi bir ruhsal irtibat söz konusu olmaksızın paranormal
fenomenler ortaya koyabilen özel yeteneklere sahip kimselere (fiziksel
medyumlar) verilen ad” olarak tanımlanır. Bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi
bir medyumun paranormal bir fenomen ortaya koymasında medyumun ruhundan başka
bir ruhun var olması şart değildir. Yani medyumun ruhundan başka bir ruhun söz
konusu olmadığı medyumik tezahürlerin de olduğuna inanılır.
Medyumluk yeteneğinin ve genel olarak tüm psişik yeteneklerin
kalıtsal olduğuna dair bir yaygın bir kanı olsa da, bu kanıtlanmış değildir.
Bir kazanın, özellikle de baş veya beyindeki bir travmanın veya ağır bir
duygusal şokun ardından medyumluk yetenekleri birdenbire ortaya çıkan kişilere
rastlanmıştır. Bu gibi olayların kişide hâlihazırda var olan medyumluk
yeteneklerini ortaya çıkarttığı iddia edilmektedir.
Batı’da ve diğer tüm kültürlerde medyumların büyük çoğunluğu
kadınlardan oluşmaktadır. Bunun kadınların genelde daha sezgisel oluşundan
kaynaklandığı düşünülebilirse de, aynı zamanda, özellikle de modern dönem
öncesinde kadınların sahip olduğu daha düşük toplumsal statüyü medyumlukla
aşmaya çalışma çabalarının bir sonucu olduğu da iddia edilmektedir.
Spiritüalizmin altın günleri olan 19. yüzyıl ortası ve sonu arasındaki dönemde
ortaya çıkan medyumların çoğu, toplumun yaratıcılık ve eğitim alanında
kendilerine dayattığı kısıtlamalardan bunalmış olan ev kadınlarıydı. Medyumluk
bu kadınlara ilgi ve özgürlük sağladı. Spiritüalizmin hızla popülerleşmesiyle
birlikte bu durumdaki yüzlerce ev kadını evlerinin salonlarında eş ve
dostlarına çay saati seansları yapmaya başladı. Bu kadınların bir kısmı medyum
olduklarını sadece sınırlı bir çevreyle paylaşır ve seansları karşılığında
ücret almazken, bir kısmı da ücret alarak bu işi meslek olarak yapmaya
başlamıştır.
Geleneksel toplumlarda psişik yetenekler sergileyen şaman veya
büyücülerden sonra, modern medyumluğun temelleri 19. yüzyılda mesmerizm ya da
manyetizma teorisinin ortaya çıkmasıyla atılmıştır. Bu teoriye dayanan bazı
uygulamalarda, manyetize veya hipnotize olan süjelerin transa girerek ruhların
etkisine girdikleri ve ölülerden haberler getirdikleri gözlenmiştir.
Farklı bilinç halleri, vizyonlar ve bedensiz varlıkların
seslerinin duyulması gibi medyumlukla ilişkilendirilen bazı fenomenler
şizofrenide de gözlenmektedir. Önde gelen pek çok medyum psikolog ve
psikiyatristler tarafından incelenmiş olup bazı uzmanlar medyumluğun bir tür
şizofreni olduğu ve medyumlukta tezahür eden “ruhlar”ın aslında medyumun
bilinçaltının derinliklerinde saklı olup kendini bağımsız bir şekilde ifade
etmeye çalışan medyumun alt kişilikleri olduğu kanaatine varmıştır.
Spiritüalistler ise medyumluğun psişik bir yetenek olduğuna; şizofrenler
fenomen ortaya koymakta yetersiz kalırken, medyumların yeteneklerini ruhsal
tekamül için ve başkalarına yardım etmek amacıyla kullandıklarına inanır.
Ayrıca şizofrenler olağan gerçeklikte normal işlevlerini yerine getirme
yeteneğini kaybederken, medyumların çoğu büyük oranda normal hayatlar sürer.
Medyumların akıl sağlığını araştırmakla ilgilenen psikiyatri
uzmanlarının yanı sıra, psişik araştırmacılar da “ölümden sonraki yaşam”a dair
kanıtlar bulmak amacıyla pek çok öncü psişik araştırmacı seanslara katılarak
medyumları incelemişler ve testlere tabi tutmuşlardır. Bu testlerde bazı
medyumların daha çok ilgi çekmek ve izleyici kitlelerini kaybetmemek amacıyla
çeşitli hilelere ve özel efektlere başvurdukları ortaya çıkarılmış; ruhları
materyalize ettiğini iddia eden pek çok medyum seanslar sırasında ruh kılığına
girmiş halde yakalanmıştır. Hareketi başlattığı iddia edilen Fox kardeşler de
medyumluk kariyerlerinin sonlarına doğru geçmişte bazı hilelere başvurduklarına
dair itiraflarda bulunmuşlardır.
Florence Cook, Eusapia Palladino, Leonora Piper, Emanuel
Swedenborg ve D. D. Home gibi isimler 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış ünlü
medyumlara örnek olarak verilebilir.
Metapsişik (metapsychic): “Metafizik” terimiyle
karıştırılmaması gereken “metapsişik” terimi, “insanın olağan ruhsal
fenomenlerini aşan, henüz yeterince açıklanamayan, insanın birtakım bilinmeyen
yetenekleriyle oluşturduğu tüm paranormal olayları konu alan araştırma alanı”
olarak tanımlanır. “Bedene bağlı ruha ait” anlamındaki “psişik” sözcüğü ile
“ötesinde” anlamındaki “meta” sözcüklerinden türetilen metapsişik terimi ilk
kez 1905’te Paris Tıp Fakültesi fizyoloji profesörü Charles Richet tarafından
kullanılmıştır. Terim hem isim hem sıfat olarak kullanılmaktadır. Metapsişik,
günümüzde parapsikolojinin kapsamı alanına giren konuları parapsikoloji terimi
popüler hale gelmeden önce ele almış olduğundan, parapsikolojinin öncüsü olarak
da kabul edilir. Fakat parapsikologların çoğunun paranormal fenomenlerde ruhun
varlığının söz konusu olmadığını ileri sürmelerine karşın, metapsişikçilerin
hepsi de bu fenomenlerde kaynağın bedenli veya bedensiz bir ruh olduğunu kabul
etmişlerdir. Bu yüzden kimi spiritüalistler parapsikoloji terimi yerine parapsişik
ya da metapsişik terimini kullanmaktadır.
Obsesyon (obsession): Latince kökenli olup aslî
manası ‘kuşatmak, işgal etmek’ (obsidere) şeklinde olan obsesyon sözcüğü zaman
içinde modern Batı dillerinde ‘rahatsız etme, musallat olma’ anlamını kazanmıştır.[28]
Gündelik hayatta takıntı olarak bilinen bu terim, ruhçulukta (spiritüalizm) ve
ruhbilimde (psikoloji) farklı kavramları ifade edecek şekilde kullanılmaktadır.
Psikiyatri sözlüklerinde kısaca “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan
atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen
saplantı halindeki fikirler” olarak tanımlanır. Ruhçulukta ise, “bir bedensiz
ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması” olarak
tanımlanır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, birinde obsede edici etken
bir fikir olarak kabul edilir, diğerinde ise bu etken bir fikir değil, bu tür
fikirleri obsedeye (obsesyon olayına maruz kalana) aşılayan canlı bir
varlıktır.
Obsedör (obsessor): Obsedör, obsesyon olayında
obsede denilen kişiyi etki altına almış olan bedensiz varlığa klasik
spiritüalizmde verilen addır. Fakat günümüzde obsedörlere özgü yöntemlerle
çevresine saf, iyiniyetli insanları toplayan kimseler için de kullanılmaktadır.
Ölüm (death): Spiritüalist görüşe göre, her ölüm aynı zamanda bir doğumdur;
çünkü fiziksel bedenini terk etmek spatyumda doğmak demektir. Ruh’un amaç ve
etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı bir varlık olduğunu kabul eden pek çok
düşünür, deneysel spiritüalistler gibi, dünya yaşamını geçici bir rüya, ölüm
olayını ise rüyanın bitmesiyle uyanma ve ruhun asli vatanına dönüşü olarak
yorumlamıştır.
Prekognisyon (precognition): gelecekteki
bir olayı muhakeme yürütmeden bilmektir.
Bkz. Premonisyon
Premonisyon (premonition): Gelecekteki
olayları akla dayalı bir nedeni olmayan bir huzursuzluk, bir gerginlik, bir
kaygı vb. gibi duygu hâlleriyle belli belirsiz bir biçimde hissetme fenomenine
verilen addır. Parapsikolojide bu tür fenomenler için daha ziyade “felaket
belirtisi” terimi kullanılır. Bu paranormal fenomen Türkçede önsezi olarak
bilinir. Premonisyonların daha ziyade felaket, ölüm, tehlike gibi, olumsuz
sayılan olaylardan önce belirdiği görülmektedir.
Psikografi / Otomatik yazı ve Otomatik Resim (psychography /
automatic writing and automatic drawing) Otomatik yazı ve yazıcı
medyumluk da denen bu psişik olayda, ruhların etkileri altına giren medyumun
kolu bir kalem ve kâğıt vasıtasıyla otomatikman tebliğler alır. Bu hal bazen
medyuma düşünce aktarımı tarzında olur. Doğrudan ve dolaylı psikografi tarzları
vardır. Doğrudan psikografide, medyum bir mektup yazıyormuş gibi kalemi tutar
ve koluna gelen etkilere kendini bırakır. Dolaylı psikografide ise ele, yazma
eyleminde yardımcı bir işlevi olan, sepet, arduvaz, plançete gibi herhangi bir
eşya kalem yerine ya da kalemle birlikte kullanılır. Örneğin kalem elde
tutulmak yerine bir sepete konur. Bu suretle sepet içindeki kalemin kâğıt
üzerinde yazdığı görülür. Bazen de kalem medyum temas etmeksizin kendiliğinden
dikilir ve ruhsal tebliğler yazar. Otomatik yazı medyumluğunda irtibata geçen
varlığın kendi yazı karakteri görülür. Bir medyumun, kendi yazısından farklı
çok çeşitli yazı karakterleri gösteren tebliğler aldığı olur. Medyum hiç
bilmediği dilde de yazı yazabilir. Bu çeşit medyumluğa otomatik resim yapanlar
da girer. Bunlar desenci medyumlar ismini alırlar.[29]
Psişik yetenek (psychic ability): Psişik
yetenek Metapsişik'in ve Parapsikolojinin araştırma alanında bulunan, insanın
paranormal (normal dışı, normal ötesi) denilen, bilinen fizikokimyasal
yasalarla açıklanamayan psişik fenomenlerde söz konusu olan yeteneklerini ifade
etmek üzere kullanılan bir terimdir. Paranormal yetenek terimiyle eşanlamlıdır.
Parapsikologlar bu yetenekleri
ESP (Duyular Dışı Algı) ve PK (Psikokinezi) paranormal yetenekleri adı altında, Metapsişikçiler ise
zihinsel medyumluk ve fiziksel medyumluk yetenekleri adı altında
iki grupta ele alırlar.
Psişik yeteneklerden başlıcaları, metapsişikteki adlarıyla
şunlardır: Durugörü, duruişiti, telekinezi, psikometri, telepatlık, düşünce
okuma, prekognisyon (prekognitif yetenek), post kognisyon (postkognitif
duyarlık), kriptoskopi, duyarlığın dışarılaşması, ideoplasti, dermo-optik.
Ruh Fotoğrafları (spiritphotography): Hayaletleri
ya da insan dışı varlıkları görünür hale getirdiği iddia edilen fotoğraflar.
Tarihte kayda geçen ilk ruh fotoğrafı, Bostonlu William H. Mumler’ın 1861
yılında çekilmiş fotoğrafıdır. Mumler tek başınayken kendi fotoğrafını çekmiş
ve fotoğrafı banyo ettikten sonra fotoğrafta yanında genç bir kadının durduğunu
fark etmiştir. Bu kadının 12 yıl önce ölmüş kuzeni olduğunu iddia etmiştir.
Spiritüalizmin yeni yeni yayılmaya başladığı bu dönemde bu olaydan sonra ruh
fotoğrafları da hızla yayılan bir moda haline gelmiştir. Konu o dönemde büyük
tartışmalara yol açmış ve kimileri bu fotoğrafların sahte olduğunu ya da
fotoğraf makinesinde, ışıklandırmada veya banyo işlemi esnasındaki bazı
kusurlardan kaynaklandığını savunmuştur. Bunların bir kısmının şarlatanlık
olduğu kanıtlansa da, bu fotoğraflar o dönemde birçok insan için ölümden
sonraki hayatın kanıtı olmuştur.
Rüyet (vision): Batılı vizyon teriminin kapsamına girer. Özellikle durugörü
çalışmalarında süjenin reel olarak mevcut olmayan şeyleri ruhsal bir yetenekle
görmesi onlar hakkında bilgi vermesi “rüyet” vasıtasıyla meydana gelmektedir.
Görme organlarının yardımı yoktur. Zihinde meydana gelen manzaradır ve
halüsinasyon değildir. Rüyet, ayrıca “görünüm” (aparisyon) anlamına da
gelmektedir. Görünümler bedensiz varlıkların görülür şekilde belirmelerini anlatır.[30]
Seyyale / Akışkan (fluid): Manyetizma
teorisine yani mesmerizme göre insan manyetizmasının temelini oluşturan
kuvvettir. Manyetik tedavi, manyetik seyyale veya akışkan aracılığıyla
gerçekleşir. İnsan bedeninden, özellikle de ellerden ve gözlerden kutupsallaşarak
çıkan seyyale bir manyetik bedenin ya da dublenin oluşmasına neden olur. Bu
kuvvet sinir merkezleriyle psişik kuvvet odaklarına etki ederek hastalıkları
iyi eder. Seyyale aslında ruhsal enerjinin bir başka görünümüdür.
Bkz. Manyetizma
Somnambülizm / Uyurgezerlik (somnambulism):
Uyurgezerlik ya da bilinen diğer adlarıyla uyurgezer veya uykuda gezinme,
parasomni kategorisinde bir tür uyku bozukluğudur. Uyurgezerler düşük bilinç
halinde olmalarına rağmen, yavaş dalga uykusu aşamasından kaynaklanan ve
genellikle tam bir bilinç durumunda gerçekleştirdikleri faaliyetleri
gerçekleştirirler. Bu faaliyetler kişinin yatakta oturması, banyo veya yürüyüş
ya da temizlik yapması gibi basit faaliyetler olabileceği gibi araç sürme ve
yemek pişirme gibi daha karmaşık faaliyetler de olabilir. Ayrıca bazı vakalarda
halüsinasyon görmek gibi algı bozuklukları yaşanabildiği gibi bu durum cinayete
kadar varabilir.
Uyurgezerlik genellikle basit durumlarda oluşabilmesine rağmen,
tekrarlanan davranış haline geldiği ve bazen uyurken karmaşık davranışlar
sergileyen insanlarda da oluşabildiğine dair raporlar bulunmaktadır. Fakat
bunların meşruluğuna dair tartışmalar bulunmaktadır. Uyurgezerler, bu
faaliyetlerini genellikle belleklerinde bir miktar tutar ya da hiç tutamazlar.
Bu esnada uyurgezerlerin gözleri açık olmasına rağmen, göz bebekleri sönük ve
üzerleri sırlı gibidir. Uyurgezerlik süre olarak 30 dakika kadar sürebileceği
gibi 30 saniye kadar kısa süreler içerisinde de gerçekleşebilir.
Spatyom (next world): Spatyoma, tam anlamıyla
karşılamasa da,
çeşitli
tradisyonlarda öte-âlem olarak ifade edilen ölüm-sonrası
ortamın spiritizmdeki ya da deneysel spiritüalizmdeki karşılığı
denebilir. Ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda
'perispri'leri ile bulunurlar. Bu bakımdan spiritüalistler spatyomu ruhlar
âlemi olarak değil, ölüm-ötesi âlem olarak nitelendirirler. Ruhçuluğa göre,
spatyomun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı, sıvı ve gaz) daha
farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok
daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir.
Eski Yunan tradisyonunda bu maddeler için aether terimi kullanılmıştır.
Bu süptil maddelerin düşünceyle, imajinasyon yeteneğiyle şekil alabileceği
kabul edilir.
Tekinsiz (poltergeist): Tekinsiz yer, tekinsiz adam
olarak bilinen bu durumun esas niteliği bir yere veya insana bağlı olmasıdır.
Eski çağlardan beri bilinen olgulardır. Tekinsiz yerdeki görünümler çeşitlidir.
Böyle olması, bu yerlerin etki alanına giren kimselerin duyarlık derecesine ve
tekinsizliği ortaya çıkaran bedensiz varlığın etki çeşidine bağlıdır. Tekinsiz
yerde işitilen, görülen ve hissedilenler o yerde bulunan kişiye göredir. Kimi
sadece görür, sadece duyar veya hisseder. Bunların hepsine veya bir kısmına
malik olanlar da vardır. Tekinsiz yerlerde duyulan sesler, gürültüler, eşya
hareketleri, görülen çehreler veya tam insan şekilleri fiziksel bir karakter
taşırlar, yani sanrı veya göz aldanması değildirler. Bu fantomların kıyafetleri
ekseriya diri iken giydikleri kıyafetlerdir. Genellikle elle tutulamazlar,
engellerin içinden geçebilirler. Eşya üzerinde iz bırakabilirler, tekinsiz yerlerin
fantomları orada bulunan başka kimselere dikkat etmezler, otomatik tarzda
hareket ederler. Tekinsiz yerlerde olağandışı bir atmosfer vardır. Buraya giren
duyarlı kimseler, ürperti, titreme, itilme temas, soğuk veya sıcak hava akımı,
ışıklanmalar, ağlamalar veya gülmeler gibi çeşitli duygu ve hisler altında
kalırlar.[31]
Teleportasyon (teleportation): Işınlanma
veya teleportasyon, kişinin bedeninin veya bir eşyanın bulunduğu mekânda yok
edilip, bir anda başka bir mekânda ortaya çıkarılabileceği düşüncesine verilen
addır. Gerçekte yapılabileceğine dair herhangi bir deney veya olumlu bir yöntem
yoktur.
Terim eski Yunancada “uzak” anlamına gelen “tele” sözcüğü ile
Latincede “taşımak” anlamına gelen “portare” sözcüğünden türetilmiştir.
Osmanlı Türkçesinde “tayy-ı mekân” olarak bilinen bu olgunun, kimi mistiklerde
ve sûfîlerde gözlemlendiği ileri sürülmektedir. .
Telekinezi (telekinesis): “Uzaktan kontrol” ya da kısaca
T.K., maddeler üzerinde düşünce gücüyle etki yapma olarak tanımlanır.
Telekinezinin gerçekliğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur. 2006'da bu
konudaki 380 deneyin meta analizini yapan bir çalışma, sadece yayın ön
yargısına (bilimsel yayın yapan kişilerin sonuçları olumlu yorumlama payı) bağlanabilecek
denli küçük bir etki bulmuştur. Telekinezi deneyleri, bilim adamları tarafından
yeterince kontrollü ve tekrarlanabilir olmamaları yüzünden eleştirilmiştir.
Ancak bazı deneyler telekinezinin gerçekliği konusunda bir yanılsama
yaratmıştır, bu yanılsama deneyi yürütenlerin telekineziye duyduğu inançla
orantılıdır
Telepati (telepathy): Telepati ya da uzaduyum,
bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri
sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikolojide
incelenen paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama
yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri
sürülen tesir irtibatıdır. Terim eski Yunancadaki “uzak” anlamına gelen tele
(rqks) sözcüğü ile “etkilenme, tesir almış olma, hissetme” anlamlarına gelenpatheia
(na9sıa) sözcüğünün birleştirilmesiyle elde edilmiş olup önceden kullanılan
“düşünce aktarımı” teriminin yerini almak üzere SPR’nin kurucularından Frederic
W. H. Myers tarafından 1882’de ortaya atılmıştır. Birçok Doğu Bloğu ülkesinde
telepati yerine “bio enformasyon" terimi kullanılmıştır.
Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır.
Tesiri gönderen ya da düşüncesini yayan, gönderen kimseye verici (agent),
gönderileni almaya çalışan kişiye alıcı denir. Telepati yeteneğine sahip bazı
“alıcı” telepatların diğer insanların zihinlerini okuma yeteneği oldukları
söylenir. Telepati psikokinezi ile birlikte parapsikolojik araştırmanın iki
temel araştırma alanını oluşturur.
Telestezi / Kriptestezi / Teleoptik (telesthesia /cryptesthesia
/ teleoptic): Telestezi, insanın duyma ve anlama yeteneklerinin olağanüstü bir
keskinlik kazanması şeklinde görülen psişik haldir. Terimin kapsamına giren
psişik yetenekler: durugörü, duruişiti, psikometri, önsezi, telepati, önceden
bilme, keşif gibi yeteneklerdir.[32]
Gizli bir duyarlık, eşyanın bilinmeyen bir mekanizma ile idrakine
varılması. Lüsidite, durugörü, geleceği bilme, psikometri, rüyet, ksenoglosi,
keşif, önsezi gibi olaylara kriptik denir. Kriptestezi ve telestezi aynı
anlamdadır.[33]
Teleoptik ise görüş alanının dışında cereyan eden olayların
görülmesidir. Örneğin A şehrinde meydana gelen B şehrinde anında seyredilir
gibi rüyet halinde görülür. Medyumların, hipnotik süjelerin uzaktaki yerleri,
şehirleri, ev içlerini tarif etmeleri teleoptik veya kriptoskopik-teleskopik
olaylardır.[34]
Trans (trance): Trans, hipnoz veya herhangi bir medyum aracılığıyla girilen,
vücudun haricî uyarıcılara kapalı olduğu yarı uyanık durum. Trans,
parapsikoloji sözlüklerinde “iradi hareketlerin yokluğuyla ve düşüncenin
otomatizma durumuna geçmesiyle nitelenen psikolojik ayrışma hali” veya
“paranormal bir fenomenin belirdiği, değişik derinlik derecelerindeki
bilinçsizlik hali” olarak tanımlanır. Ruhçuluğa göre ruh ve beden ilişkisinin,
dolayısıyla perispri ve beden ilişkisinin gevşemesiyle oluşan özel bir bilinç
halidir.
Metapsişikçiler sezgisel medyumluk yoluyla bilgi alınmasını
sağladığından transı insanlığın mânevî alandaki en önemli bilgi alma kaynağı
olarak görürler.
BÖLÜM 2: DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SPİRİTÜALİZM
SPİRİTÜALİZMİN
DOĞUŞU VE DÜNYAYA YAYILIŞI
Spiritüalizm, Amerika’da 1848’de ortaya çıkmıştır. Spiritüalizmin
doğuşuna neden olan ilk olaylar 1847 yılının sonlarında, New York’un Hydesville
kentinde yaşayan Alman kökenli Fox ailesinin evvelce “cinli”, “perili” olarak
nam yapmış evlerinde, nereden geldiği belli olmayan “darbe” seslerinin
duyulması şeklinde meydana gelmiştir.[35] Tarihe
Hydesville hadisesi olarak geçen bu olayın aktörleri, Fox ailesinin Leah
(1814-1890), Margaretta (1833-1893) ve Catherine (1837-1892) adlı üç kızıdır.
Seslerin duyulmasından bir süre sonra ortanca ve küçük kız
kardeşlerde, bu seslerin esrarengiz failine sorular sorulabilecekleri fikri
doğmuştur. Sordukları soruların uygun sayıda darbelerle cevaplandığını gören
iki kızlar, önce ablalarını sonra başkalarını, bu darbeleri ruhların
çıkardığına, dahası sordukları sorulara ruhların darbeler şeklinde cevap
verdiklerine yani ruhlarla iletişim kurduklarına ikna etmişlerdir.
Anlatılanlara göre, kızlar, hayattayken işportacılık yapan Charles B. Rosma
adlı birinin ruhuyla iletişim kurmuşlardı ve ruh kendilerine bu evde öldürülüp
evin kilerine gömülmüş ve burada yapılan araştırmada bazı kemik parçaları
bulunmuştu.[36]
Bununla birlikte, Charles B. Rosma adlı bir kayıp kişinin varlığına dair
herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştı.[37]
Bu hadiselerden sonra, çok geçmeden, Fox kardeşler, turneye
çıkarak spiritüalizmi yaymaya girişmişler ve gittikleri her yerde büyük ilgi
görmüşler,[38]
bu nedenle bağlı oldukları Methodist Kiliseden çıkarılmışlardır.[39]
14 Kasım 1849, Fox kardeşler, Rochester’da, Corinthian Hall’da
spiritüalist darbeleri sergilediler. Halka açık bu ilk gösteri, aynı zamanda
ABD’de ve başka ülkelerde spiritüalist medyumlarca icra edilen kamusal
gösterilerin de ilki olmuştur. Fox kardeşler, bu tarihten sonra şöhrete
kavuşmuşlar, 1850’de aralarında William Cullen Bryant, George Bancroft, James
Fenimore Cooper, Nathaniel Parker Willis, Horace Greeley, Sojourner Truth ve
William Lloyd Garrison birçok ünlünün katılımıyla New York’ta halka açık bir
seans düzenlemişlerdir.
Bu sırada, Kate ve Margaret Fox’un, yüzlerce kişinin katılımıyla
seanslar düzenlemeye ve medyumluk yapmaya başlamasıyla, ruhlarla kendilerinin
de iletişim kurduklarını iddia eden yüzlerce kişi, Fox kardeşlerin açtığı
yoldan medyumluğa başlamıştır.
Spiritüalizm bu tarihten sonra yarım yüzyıl içinde, yazılı
metinlere sahip herhangi bir kurumsal kimliğe kavuşmadan gelişimini
sürdürmüştür. Ancak hareket, 1850’li yıllarda gezgin medyumların düzenlediği
trans dersleri, kamp toplantıları, çeşitli yayınlarla belirli bir türdeşliğe
kavuşmuştur. Böylece, 1852’de Spiritüalistler, Cleveland’da ilk kongrelerini
yapmışlardır.[40]
Belirtmek gerekir ki bu dönemde spiritüalistler arasında çok
sayıda kadın medyum şöhret bulmuş ve bunlar, spiritualistlerin çoğu gibi,
köleliğin kaldırılması ve kadınlara oy hakkı verilmesi gibi mücadeleleri
desteklemişlerdir.
Bununla birlikte, aynı yıllarda popüler basın spiritüalist
iddiaların güvenilirliğini sorgulamaya ve çeşitli yayınlarla, spirit darbelerin
aldatıcı karakterine dair insanları uyarmaya ve bilgilendirmeye başlamıştır.[41]
Bu nedenle, 1880’lere gelindiğinde, spiritüalist hareketin güvenirliği
medyumlara yöneltilen sahtecilik suçlamalarıyla zayıflamıştır. Öte yandan,
1888’de bizzat Margaret Fox, darbelerde hile yaptıklarını itiraf ederek
kullandıkları yöntemi ifşa etmiştir. Ancak bunlar hareketi geriletmemiş aksine,
aynı zaman diliminde spiritüalizm kurumsal bir nitelik kazanmaya başlamıştır.
Günümüzde hareket, başlıca ABD, Kanada ve İngiltere’de çeşitli spiritüalist
kiliselere sahiptir.
Spiritüalizm 1852’den itibaren önce İngiltere, ardından Almanya ve
Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde yayılmaya başladı. Spiritüalizmin, yeni
bir forma bürünerek “spiritizm” adını aldığı Fransa durağı hem hareketin dönüm
noktalarından birini oluşturur. Spiritizm terimi, aynı olaylara dayanmakla
birlikte gerçekte kuramsal olarak Amerikalıların ve İngilizlerin
spiritüalizminden oldukça farklı bir yaklaşımı ifade ediyordu. Bu
farklılıkların başında, Fransız spiritlerinin, evvelkilerin aksine
reenkarnasyon inancını bir dogma olarak benimsemeleri gelmektedir.[42]
Fransız spirit ekolünün kurucusu, “Allan Kardec” müstear ismini
kullanan Fransız eğitimci Hypolite Leon Denizard Rivail’dir. Allan Kardec
(1804-1869), Lyon’da dünyaya geldi, İsviçre’de iyi bir eğitimle yetiştirildi.
Paris'te Pedagojik bir enstitü açtı. Allan Kardec, ellili yaşlarının başlarında
spiritüalist celselere ilgi duymaya başladı. Bir süre sonra, iletişim kurduğu
ruhların, kendisinin bir Druid Rahibi olarak evvelce yaşadığını ve spiritüalist
deyimle reenkarne olduğunu söylediklerini iddia etti; daha sonra yayınladığı Ruhların
Kitabı’nı ise Sokrat, Swedenborg ve Napolyon’um ruhuyla işbirliği yaparak
hazırladığını açıkladı. Ayrıca Allan Kardec ismini almasını kendisine “ruhsal
rehberleri” söylemişti.[43]
Kardec’in de aralarında bulunduğu bazı araştırmacılar, ruhlara atfedilen
spiritüalist fenomenlerin, önceleri o dönemde popüler olan Franz Mesmer'in
canlısal manyetizma teorisiyle izah edilebileceğini düşündüler. Ancak, Kardec
canlısal manyetizmanın tanık olduğu olayları açıklamada yeterli olamayacağı kanaatine
vararak spiritüalizmi kendisi araştırmaya başladı. Kardec öncelikle medyumluk
olgusuna odaklanarak, bu tarz olguların spiritüel veya paranormal olarak kabul
edilmesinden önce, sahtekarlık, halüsinasyon ve bilinçdışı ruhsal etkinlikler
gibi olağan maddî nedenlerle açıklanıp açıklanamayacağını belirlenmesi
gerektiği sonucuna vardı. Ona göre sayılan bu maddî nedenler yanında telepati
ve durugörü de medyumluktan kaynaklandığı düşünülen bu tarz olguların birçoğunu
açıklayabilirdi.
Kardec, medyumluğa atfedilen tutarlı olguları derleyerek,
“ruhların doğası, cismani dünyayla ilişkilerini inceleyen bir bilim” olarak
tanımladığı ve spiritizm adını verdiği bir felsefe vücuda getirdi. Onun
görüşüne göre, gerçek medyumlar, ölmüş kişiler hakkında doğru bilgiler veriyordu.
Bunun yanında, kendilerinin bilmedikleri ancak iletişimde bulundukları ruhların
dilinde yazma veya konuşma gibi beceriler gösteriyorlar, ölmüş bireylerin
çeşitli kişilik özelliklerini doğru bir şekilde tasvir ediyorlardı.
Allan Kardec, 1857 ile on iki yıl sonrasına rastlayan ölümü
orasında beş kitap ve iki broşür yayımladı. Kardec, The Spirits’ Book
(1857), The Mediums’ Book (1861), The Gospel as Explained by Spirits
(1864), Heaven and Hell (1865), Genesis (1867) adlı kitaplar ve What
Is Spiritism? Spiritism Reduced to its Simplest Expression adlı broşürleri
ile “spiritizm” adını verdiği öğretiyi bir sistemleştirdi. Ayrıca, halen (1978)
Fransa’da yayımlanmakta olan, La Revue Spirite adında aylık bir dergi de
çıkartmıştır.[44]
Kardec’in eserleri, aralarında Charles Richet, Camille Flammarion’un da
bulunduğu spiritüalizm araştırmacıları yanında, aşağıda görüleceği üzere, Türk
spiritüalizminin en etkili ismi Dr. Bedri Ruhselman üzerinde de etkili
olmuştur.
BATI
EDEBİYATINDA SPİRİTÜALİZM ETKİSİ
Dinlerin vaz ettiği “ölümden sonra yaşam” inancına dair kanıtlar
getirdiğini iddia eden spiritüalizm akımı; 19. yüzyılda pozitivist bilim,
materyalizm akımı, Darwin’in evrim teorisi ve Incil’e yöneltilen eleştiriler
ile dînî inançları iyice sarsılan Hıristiyan Batı dünyasına bilinmezden
uzatılmış bir yardım eli gibiydi. Akım, insanlara mevcut inançlarını doğrulama
ya da bilimin yadsıyamayacağı yeni bir inanç sistemi sunmasından başka, hayal
gücünü de ateşleyerek sanata yeni temalar ve açılımlar getirmiştir.
yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Amerika’dan hızla Avrupa’ya yayılan spiritüalizm
akımı, edebiyatçılara, özellikle de romancılara zengin sanatsal yaratım
imkânları sunmuştur. Aydın ya halktan olsun her kesimden insanı etkisi altına
akım, deney yapma olanaklarının herkese açık oluşundan dolayı, herkes gibi ünlü
edebiyatçıları da seans masalarının etrafına toplamıştır. Bazı yazarlar
ölülerle konuşmanın mümkün olduğuna inanmasa da, yine de romanlarında
spiritüalizmin sunduğu imkânlardan yararlanmaktan geri durmamış, bazıları da
doğaüstü olguları okurun ilgisini çekmek amacıyla romanlarında bol bol
kullanmıştır. Bir kısmı da inanmadıkları, hatta küçümsedikleri hareket
aleyhinde yazılar yazmıştır.
19. yüzyılın Batılı yazar ve şairleri arasında Robert ve Elizabeth
Browning, William Thackeray, Leo Tolstoy, Harriet Beecher Stowe, Dante Gabriel
Rosetti, Christina Rosetti, Rudyard Kipling, Maurice Maeternlink gibi edebiyat
dünyasının ünlü isimlerinin medyum seanslarına katıldıkları biliniyordu. Alfred
Lord Tennyson ve Lewis Carroll da Londra Psişik Araştırmalar Cemiyeti’nin
kurucu üyeleri arasında yer almıştı. Ralph Waldo Emerson, Nathaniel Hawthorne,
George Eliot ve George Bernard Shaw ise harekete muhalif olduklarını açıkça
ifade eden yazarlar arasındaydı. Charles Dickens medyumluğu küçümsemesine ve
aleyhinde yazılar yazmasına rağmen, The Pickwick Papers (1836), Bleak
House (1853), Nicholas Nickleby (1838) ve Christmas Carol
(1843) gibi pek çok hayalet öyküsü ve romanı kaleme almıştır.[45]
Dickens gibi Victoria Dönemi İngiliz yazarlarının, etkisi giderek
artan spiritüalizmin yanı sıra, kendi dönemlerinin ayırıcı bir özelliği olarak
doğaüstüne duyulan yoğun ilgiden etkilenmeleri kaçınılmazdı. Örneğin bu dönem
yazarlarından Brönte kardeşlerin romanlarında paranormal olaylara ve
hayaletlere sıkça rastlanmaktadır. Romancıların bu konuda öne çıkan ve aynı
zamanda en bilinen eserleri, Charlotte Brönte’nin Jane Eyre (1847) ve Villette’i
(1853) ve Emily Brönte’nin Wuthering Heights’’ıdır (Uğultulu Tepeler,
1847).[46]
Yine İngiltere’de Victoria döneminin en önemli şairlerinden olan
Elizabeth Barrett Browning (1806-1861) de spiritüalizmle yakından ilgilenmiş;
hatta bu konudaki sarsılmaz inancı, kendisi gibi şair olan kocası Robert
Browning (1812-1889) ile arasında ciddi anlaşmazlığa neden olmuştur. Bu
anlaşmazlığa sebep olan olay, ikisinin 1855 yılında birlikte katıldıkları ve
19. yüzyılın en ünlü medyumlarından olan Amerikalı Daniel Douglas Home’un
gerçekleştirdiği “Ealing seansı” olmuştur. Home’un sahtekâr olduğuna inanan
Robert Browning, daha sonra medyumu hicvetmek amacıyla ünlü “Mr. Sludge the
Medium” (1864) şiirini yazmıştır. Browning “A Lovers’ Quarrel” (1855) gibi
başka şiirlerinde de döner masalara ve spiritüalizmle ilgili bazı olgulara
atıfta bulunmuştur.[47]
Hayatı boyunca okültizme ilgi duyan, İngilizlerin “kraliyet şairi”
Alfred Lord Tennyson (1809-1892) genç yaşta ölen arkadaşı için yazdığı “In
Memoriam” adlı ünlü şiirinde, “Ölülerin gerçekten yanı başımızda olmasını
istiyor muyuz?” diye sorar ve ölülerle diriler birbirleriyle doğrudan iletişim
kuramasalar da aralarında mistik bir birleşme olabileceğinden söz eder.[48]
19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyıl başında eserler veren,
Sherlock Holmes karakterinin ünlü yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle ise
hayatının büyük bölümünde hareketin en ateşli savunucularından olmuş ve
spiritüalizmin tarihine ilişkin en kapsamlı eserlerden olan iki ciltlik The
History of Spiritualism (1926) eserini kaleme almıştır.[49] Doyle’un
ünlü The Houndof the Baskervilles (Baskerville’in Köpeği, 1902)
romanının ilhamını İngiltere’nin Kara Shuck ve Whisht Köpekleri adı verilen
hayalet köpek efsanelerinden aldığı söylenmektedir.[50] Doyle
ayrıca Cottingley perileri vakası hakkında The Coming of the Fairies
(1922) adlı eserini kaleme almış; ancak çocuklar tarafından üretilen amatörce
fotoğraflardan başka kanıtı olmayan bu olayda perilerin gerçekliğini savunduğu
için alay konusu olmuştur.[51]
Eserlerinde doğaüstü ve fantastiğe yoğun şekilde yer veren ünlü
Amerikalı şair ve yazar Edgar Allen Poe’nun (1809-1849) bizzat spiritüalizmle
ilgilenmese de, hareketin öncüsü sayılan mesmerizmle yakından ilgilendiği ve bu
konuda The Facts in the Case of M. Valdemar (1845) Mesmeric
Revelation (1844) gibi eserler verdiği bilinmektedir.[52]
Kızının ölümünün ardından mesmerizm, Hinduizm ve kabalizm gibi
ezoterik inanış ve uygulamalara yönelen ünlü Fransız yazar ve şair Victor Hugo
(1802-1885), ilk kez 1853 yılında döner masalarla ve Allen Kardec’in Fransa’ya
yayılmasına öncülük ettiği spiritizm ile tanıştı ve bu seans neticesinde döner
masa vasıtasıyla ölmüş kızıyla iletişim kurabileceğine inandı. Sonraki iki yıl
boyunca kendisini bu uğraşa veren yazar, seanslarda pek çok “ruh” ile konuştu
ve bu tecrübelerinin verdiği ilhamla pek çok şiir yazdı.[53]
1870’li yıllarda Rusya’da spiritüalizm yanlıları ile aleyhtarları
arasında yaşanan hararetli tartışmalar ve bu süreçte gerçekleştirilen deneyler,
Dostoyevski’ye “fantastik” öykülerini yazdırmıştır.[54] Ülke
basınında ve aydınlar arasında yoğun şekilde tartışılan spiritüalizm akımını
yakından izleyen yazar, Bir Yazarın Günlüğü (1876) adlı derlemesinde
konuyla ilgili bir yazısına yer vermiş; bu yazıda bu olguların gerçekliği
ihtimalini reddetmese de, dindar bir Hristiyan’ın geleneksel bakışıyla, insana
düşman güçler tarafından üretilen bu fenomenlerin tehlikesine ve modern
spiritüalizmin dînî inancın yerine geçerek kaba bir materyalizme yol
açabileceğine dikkat çekmiştir.[55]
yüzyıl
ortalarında okültizmle yoğun şekilde ilgilenen Amerikalı şair Sylvia Plath,
1956’da kocası Ted Hughes tarafından ruh çağırma tahtasıyla tanıştırılmış,
“Pan” adında bir ruhla temas kurmuş ve spirit tecrübelerinin ilhamıyla “Ouija”
ve “Dialogue over a Ouija Board” gibi pek çok şiir yazmıştır.[56]
Edebiyat dünyasında “Leo Africanus” adıyla tanınan bir “ruh”la ilk
kez 1912 yılında katıldığı bir seansta tanışan İrlandalı şair William Butler
Yeats (1865-1939), yaptığı araştırmalar sonucunda bu kişinin on altıncı
yüzyılda yaşamış el-Hasan bin Muhammed el-Vezaz el-Fâsî adında, sonradan
Hıristiyanlığa ihtida etmiş ve papanın danışmanlığını yapmış bir coğrafyacı ve
yazar olduğu sonucuna ulaşmıştır. Altı yıl boyunca kartlar ve seanslarla bu
“ruh”la iletişim kuran ve otomatik yazı yöntemiyle Africanus’a mektup yazarak
onun cevaplarını kâğıda döken Yeats, hayatının ileriki döneminde eşinin
vasıtasıyla “Öğretmenler” adını verdikleri başka ruhlarla da iletişim kurmaya
devam etmiştir. Ünlü şairin öteki-ben’i ya da ikinci kişiliği olduğu iddia
edilen Leo Africanus ve Yeats’in temasa geçtiği diğer ruhlar ona Per Amica
Silentia Lunae, Mosada ve A Vision gibi pek çok eseri için ilham
vermiştir. [57]
SPİRİTÜALİZMİN
TÜRKİYE’YE GİRİŞİ VE YAYILIŞI
Spiritüalizmin Türkiye’ye tam olarak hangi tarihte, hangi
kaynaklar üzerinden girdiği, ilk ruh çağırma celselerinin ne zaman yapıldığı
hakkında henüz yeterli çalışmalar yapılmamıştır. Konu hakkındaki spiritüalist
kaynaklardan birine göre hareket; 1848 yılında Hydesville’de ortaya çıktıktan
bir yıl sonra New York’a, dört yıl sonra Londra ve San Francisco’ya, beş yıl
sonra Küba’ya, altı yıl sonra Güney Amerika’ya ve nihayet yedi yıl sonra
Türkiye’ye ulaşmıştır.[58]
Buna göre spiritüalizmin 1850’li yılardan itibaren Türkiye’ye girdiğini
düşünmek gerekmektedir. Bu tarih, spiritüalizmin Osmanlı devletine girişinin
Avrupa’ya yayılmasıyla eşzamanlı olduğunu ifade eden dönemin spiritüalist
yazarlarının aktardıkları bilgilere de uygundur. Spiritüalizmin Türkiye’ye
girişinden 1950’de “Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Cemiyeti”
altında kurumsallaşmasına kadar geçen yaklaşık yüzyıllık sürede hareketin
Türkiye’deki seyri ve geçirdiği evreler, aşağıda kronolojik olarak şöyle
özetlenebilir.
Spiritüalizmin Türkiye’ye aktarılmasında başlıca rolü oynayan
aktörler, öncelikle Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Batılılar ile
Saray, Saraya yakın çevreler ve aydın kesimler olmuştur. Aşağıda değinildiği
gibi hareketin İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde halkın ilgisini çekmesi
ise ancak II. Meşrutiyet döneminden sonra sansürün kalkmasıyla birlikte
başlayan spiritüalist yayınlarla birlikte olmuştur.
1871 yılında hareketin dünyadaki durumuna dair bilgiler veren
spiritüalist bir yayında[59]
Türkiye’de ruh çağırma uygulamalarının oldukça yaygın olduğu belirtilmektedir.
1870 yılında İstanbul’a gelen yazar, burada çok iyi medyumlar olduğunu ve M.
Repos adlı bir Fransız avukat ile Alman işadamı M. Sillerman’ın başka çok
sayıda gayrimüslimle birlikte Pera’da düzenli olarak ispritizma seansları
düzenlediklerini anlatır. Üst düzey devlet memurlarından kişilerin de katıldığı
bu seanslarda yazma ve trans yaygın kullanılan metotlar olup iletişim kurulan
ruhlar tarafından reenkarnasyon öğretisi öğretiliyordu. Hatta toplantılardan
biri Ticaret Odası’nın salonunda yapılmıştı. Dönemin İstanbul Amerikan Elçiliği
Sekreteri J. P. Brown ise The üniversite yayınlanan 10 Şubat 1870
tarihli mektubunda, “Diğer ülkelerde olduğu gibi burada [İstanbul’da] da
medyumlar ve Spiritüalistler var” diyerek şahit olduğu harikuladelikleri
anlatıyordu.[60]
Spiritüalizmin Türkiye’ye girişine ilişkin yararlanılabilecek
başka bir spiritüalist kaynak, akımın İngiltere’deki önemli temsilcilerinden
biri olan Emma H. Britten’ın Nineteenth Century Miracles adlı eseridir.
Modern spiritüalist hareketin erken tarihine ilişkin önemli bilgiler veren bu
eserde, daha 1854 yılında İstanbul’da yabancılarla birlikte Türklerin de
ispritizma seansları yaptıkları aktarılır. Britten’ın bu konudaki
kaynaklarından olan Mr. Lenox Horne adlı İngiliz’in bir iş için geldiği
İstanbul’da katıldığı bu ruh çağırma seanslarından birinde bulunan genç
hanımlardan biri, Osmanlı Sarayında Harem’e sıkça gidip gelen biri olarak
Harem’deki kadınların pek çok geceler ispritizma seanslarıyla eğlendiklerini ve
Senyor Orsini adında Boğaz’da oturan bir İtalyan’ın kızlarının da yuvarlak masa
etrafında oturup ruhların mesajlarını kâğıda dökme formülünü Harem’den
öğrendiklerini anlatır.[61]
İstanbul’da 19. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli
azınlıklarla birlikte Türklerin de ispritizma deneyleri yaptıklarına dikkat
çeken bu kaynaklarda üzerinde durulması gereken ve Türkiye’de spiritüalizmin
tarihi açısından önemli olabilecek bir husus, ispritizma tecrübelerinde Saray
ve Haremin oynadığı role işaret edilmesidir.
Osmanlı sarayı, gerekse gerek sanatsal ve kültürel açıdan Batılı
yenilikleri yakından takip etmiştir. Telgraf ve elektrik, sinema makinesi gibi
teknik buluşlar yanında, tiyatro ve müzik gibi sanat kolları, moda, mimari vb.
Batı’da ortaya çıkan yenilikler çok kısa sürelerde Osmanlı sarayına da
girmiştir. Sarayın batılı yenilikleri ne kadar yakından izlediğinin tipik bir
örneği sinemadır. Dünyada sinema serüvenini başlatan Fransız Lumiere Kardeşler,
"cinematographe" adını verdikleri aygıtla Paris'teki Grand Cafe'de
Aralık 1895 yılında ilk kez halka açık gösteri yapmalarından bir yıl sonra
Osmanlı sarayı da ilk sinema gösterilerine kapılarını açtı.[62]
Sarayın yeniliklere duyduğu ilgi, manyetizma ve hipnotizma gibi
spiritüalizmle yakından ilgili olan batılı popüler akımlar için de geçerlidir.[63]
Bu bağlamda Sultan Abdülmecid Han’ın şahsi hekimi olan Dr. Sigmund Spitzer’in
Saray’daki manyetizma ve hipnotizma denemelerini aktardığı anılarını hatırlamak
yerinde olacaktır.[64]
Bu anılardan Sultan Abdülmecid’in de bu konularla yakından ilgilendiğini ve
bizzat kendi huzurunda doktoruna Enderunlu Arif adında bir Saray görevlisini
kullanarak bir hipnotizma seansı yaptırdığını, hatta Mabeyinci Mehmed Beye de
seansın nasıl yapıldığını doktordan öğrenmesini talep ettiğini öğreniyoruz.[65]
Dr. Spitzer’in “1845’ten 1850 tarihine kadar Sultan Abdülmecid Han’ın tabib-i
hususilik vazifesini ifa ettiği” düşünüldüğünde bu vakanın da saray ve
haremdeki ispritizma celselerinden birkaç yıl önce gerçekleştiği
anlaşılmaktadır.[66]
[67]
[68]
Sultan Abdülmecid’in hipnotizma ve manyetizmaya gösterdiği ilgi ve
meraka karşın, Sultan II. Abdülhamid’in bu konuların gerek neşri, gerek
tatbikiyle ilgili ciddi sansür yasakları uyguladığını Osmanlı arşiv
belgelerinde görmek mümkündür. Genellikle hipnotizma (tenvim)
gösterilerinin veya hipnotizma ile birlikte celb-i ruh (ispritizma) ile
ilgili yayınların yasaklanmasını konu alan bu belgelerde, yetkililerin gazino
veya tiyatro benzeri halka açık yerlerde yapılan bu tür gösterileri uygun (muvafk-ı
maslahat) görmedikleri dikkat çekmektedir:
Beyoğlu’nda Tepebağçesi ve Concordia tiyatrolarında usul-i tenvim
icra ve Glavani sokağında 4 numerolu hanede tedris etmek üzere ruhsat itası
hakkında Paris Usul-i Tenvim Cemiyeti azasından Doktor Clavencsky imzasıyla
verilen Fransızca varaka-i istidaiyye ile tercümesinin merbutatıyla maan
gönderildiği beyanıyla istifsar-ı muameleyi havi Zabtiye nezaret-i aliyyesinden
mebus tezkere takımıyla takdim kılınmış ve muma-ileyhin zikrolunan mahallerde
usul-i mebhuseyi icra ve tedris etmesi muvafık-ı maslahat görünmemiş ise de...'
Sansür uygulaması sadece manyetizma ve hipnotizma türünden
gösterileri değil kitap veya gazete makalelerini de kapsamaktadır:
İzmir’de tab edilmekde olan Amalia gazetesinin fi 28 Haziran sene
904 tarihli nüshasında ipnotizmaya yani usul-i tenvime dair bir makale görülmüş
ve manyatizma ve ipnotizmaya aid her gün makalat ve sairenin gazetelere derci
memnu bulunmuş olmasıyla badema bu misüllü mebahisin gazetelere derc ü neşrine
katiyyen meydan verilmemesi içün memurin-i aidesine tenbihat-i müessire icrası
hususunun Aydın vilayet-i celilesine emr ü işar buyurulması 101
Sansür döneminde ispritizma deneylerinin kanuni kovuşturmalara
konu olduğunu gösteren bir vaka örneği yerli bir kaleme ait popüler bir eserde
anlatılır. Türkiye'de ilk ispritizma tecrübesinin, tarihini 1896 yılı, yerini
ise Bergama olarak tespitleyen esere göre hadise şu şekilde cereyan etmiştir:
Türkiye’de ilk spiritizm deneyi Bergama’da yapıldı. 1896 yılında
bu deneyi gerçekleştiren kişinin adı Zorluhanzade Avnullah Kâzımî Beydir.
Avnullah Bey İstanbul’dan Bergama’ya gelmiş ve orada öğretmen Emin efendi ile
tanışmıştı... Çandarlılı Emin efendi Avnullah Bey’in anlattığı ruh çağırma
olayını dinledi ve kendisine gösterilmesini istedi. Bir gece Belediye başkanı
Dericili Ali Ağa’nın evinde toplanıldı ve ruh çağırma celsesi yapıldı. Üç ayaklı
çivisiz bir masa çeşitli hareketler yaptı ve masaya konan fincan, çeşitli
harflere giderek, sorulan sorulara cevaplar verdi. Olay, hemen duyuldu,
ruhların davet edildiği ve gaipten haberler alındığı tüm Bergama’ya yayıldı ve
Bergama’da herkes, bunu yapmak merakına düştü. Bu arada dedikodular da
yayılıyordu. Bazıları, “Ölülerimizi rahatsız ediyorlar, Allah’ın işine
karışıyorlar” derken, bazıları ise, “Halkın maneviyatı bozuluyor, hükümet
aleyhine tertip hazırlamak için ölülerden haberler almak istiyorlar”
diyorlardı. Olay sonunda, İstanbul’a saraya bildirildi. En küçük olaydan hemen
kuşkulanan saray, bu işe ön ayak olanların derhal tutuklanarak, İstanbul’a
yollanmalarını istedi. Böylece, Belediye Başkanı Ali Ağa, Katip Rasih Bey,
Hafız Salim Efendi ve Polis Komiseri İzzet Efendi tutuklanarak İstanbul’a
götürüldüler. Olayı duyan ve çok üzülen Avnullah Bey, arkadan İstanbul’a
giderek, çözüm aradı. Kendisi, saraya yakın bir adam olduğu için sözü
dinleniyordu. Yapılan işin, bir merak ve eğlence olduğunu anlattı. Sonuçta,
tutuklular affedildiler. Kendilerine, beşer altınlık keseler verildi ve serbest
bırakıldılar.[69]
Herhangi bir kaynak belirtmeden aktarıldığından Bergama celsesi
vakasını doğrulama imkânı zordur.[70]
Bununla birlikte bu anlatı, doğruysa eğer, Sarayın sansür döneminde ispritizma
tecrübelerine nasıl yaklaştığını göstermesi bakımından bir örnek olarak kabul
edilebilir.
Bununla birlikte, kitap veya süreli her tür yayın sayısında bir
patlamanın yaşanacağı II. Meşrutiyet dönemine yaklaşırken, diğer bir deyişle
sansürün son yıllarına doğru söz edilen yasaklama uygulamalarında bir gevşeme
olduğu göze çarpmaktadır. Örneğin Matbuat İdaresine ait 1907 tarihli bir
belgede manyetizma ve ispritizma ile ilgili
haftalık bir risale için yapılan bir başvurunun doğrudan
reddedilmeyip işleme alındığı bildirilmektedir.
Manyatizma yahud İlm-i Ruh” namıyla ilmi ve felsefi haftalık bir
risale neşrine ruhsat itası Meclis-i Ayan Zabt Sermüsevvidi Mustafa Nedim Bey
tarafından takdim kılınub İdare-i Matbuata havale buyurulan arzuhalde istida
kılınmış olmağla matbuat nizamnamesinin üçüncü ve dördüncü maddelerinin fıkra-i
ulalarına tevfikan muma-ileyh hakkında muamele ifasıyla neticesinin inbası
lüzumunun Zabtiye Nezaret-i Aliyesine emr ü iş‘ar buyurulması babında emr ü
ferman hazret-i men lehü’l-emrindir[71]
İkinci Meşrutiyet döneminde sansürün kalkması ile İstanbul gibi
kentlerde büyük bir yayın furyası başlamıştır. Meşrutiyetin 23 Temmuz’da
ilanından sonraki iki sene zarfında 350’den fazla gazete ve dergi
çıkarılmıştır.[72]
Fikirlerin yazılı ve sözlü olarak serbestçe ifade edilebildiği bu dönemden
spiritüalizm de nasibini almış ve kamuoyu ilk spiritüalist kitaplar ve
mecmualarla tanışmıştır. Bu yayılmada büyük etkisi olan ilk yayınlardan biri
ise Hasan Merzuk imzalı Cinler ile Muhabere adlı kitaptır.
Spiritizme tecrübelerinin Türkiye’de halk arasında yayılması
İkinci Meşrutiyet ile başlar. Hasan Bedrettin merhumun Hasan Merzuk namı
müstearı ile yazdığı bir kitap az zaman içinde çok satılmış, binlerce okuyucu
bulmuştur. İsmi “Cinler ile muhabere”dir.[73]
Belirtmek gerekir ki spiritüalizmin Türkiye’de yayılarak
popülerlik kazanması, akımın ruh çağırma seansları gibi renkli yönlerinin
uyandırdığı ilgi ve merak açısından tıpkı Batılı başkentlere ilk kez girişinde
olduğu gibi çok hızlı ve adeta bir salgın şeklinde olmuştur.[74]
“İstanbul’un en kenar semtlerindeki evlere kadar” hızla yayılan akım ve kentte
kısa surede “geceleri masalar etrafında toplanan büyük - küçük, âlim - cahil
ispritizma meraklılarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.[75] Öyle ki
“Dr. Mazhar Osman, “Spiritisme Aleyhinde” isimli kitabı ile merakı
frenlemek istemiş ise de muvaffak olamamıştır.”[76]
Bu noktada spiritüalizmin halkla birlikte Osmanlı aydınları
arasında da belirli bir merak uyandırdığını söylemek gerekir.[77]
Bu merak da nazari olmaktan çok akımın geniş halk katmanları arasında
yayılmasına neden olan renkli deneysel yönleriyle ilgilidir.[78]
Spiritüalizme ilgi duyan aydınlara farklı mesleklerden birkaç örnek vermek
gerekirse Şeyhülislam Musa Kazım, Tiyatrocu Ahmet Fehim Bey (1856-1930),
Meclis-i Mebûsan Reisi Celaleddin Arif, Profesör Mehmet Ali Ayni[79]
isimleri sayılabilir. Daha sonraki (1920-21) yıllarda İstanbul Üniversitesi ve
diğer okullarda aydınlar ve hocalar tarafından Danimarkalı araştırmacı Carl
Vett’in de katıldığı ruh çağırma seansları düzenlenmesi de aynı ilginin bir
tezahürü olarak görülebilir.[80]
Spiritüalizmin okur-yazar kesimler arasında ne derecede yaygın olduğunu
gösteren bir diğer eser, Birinci Meclis’in zabıt kâtiplerinden Mahir İz’in
anılarıdır. Yılların izi adını verdiği anılarında Mahir İz, bir öğretmen
olarak görev yaparken Ankara’da ve İstanbul’da katıldığı ruh çağırma
seanslarını anlatmaktadır.[81]
Kazım Karabekir’in, 15-20 Şubat 1924 tarihlerinde İzmir’de yapılan harp
oyunlarının son gecesi Atatürk, Cevat, Fevzi ve Ali Fuat Cebesoy Paşaların
huzurunda yaptığı bir celse denemesi ise ispritizmaya aydınların ilgisini
gösteren en dikkat çekici hadiselerden biri sayılmalıdır.[82]
Fakat belirtmek gerekir ki II. Meşrutiyet’ten itibaren Osmanlı
aydınlarının spiritüalizme gösterdikleri bu ilginin Cumhuriyet döneminde de
aynı yoğunlukta sürdüğünü söylemek güçtür. Aksine sonraki on yıllarda halk
arasında, özellikle de genç kesimlerde, ilginç bir eğlence biçimi olarak kısmen
varlığını sürdürse de spiritüalizm merakında her iki kesimde de göreli olarak
bir gerileme söz konusudur. Türkiye’ye girdikten sonra spiritüalizme gösterilen
ilgi açısından süreç, ilk yayınlarla birlikte aydın kesimlerin merakı ve
ispritizmanın halk arasında moda olması daha sonra nispeten belirli bir azınlığın
benimsediği fantastik bir inanç ve daha çok gençlik kesimlerinde görülen ilginç
bir eğlence biçimine dönüşmesi şeklinde işlemiş gibi görünmektedir.
Bugün Türk spiritüalistleri, 30 Mart 1950’de kurulan Metapsişik
Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği çatısı altında, çeşitli yayınlar ve
toplantılarla faaliyetlerini sürdürmektedirler. Derneğin kurucusu Dr. Bedri
Ruhselman (1898-1960), spiritüalistlerince Türkiye’de spiritüalizmin kurucusu
olarak da kabul edilmektedir.
Çalışmanın bu kısmında, spiritüalizmin Türkiye’ye tanıtılmasında
büyük önemi olan bazı ilk yayınlardan da bahsetmek faydalı olacaktır.
Türkiye’de İlk Spiritüalist Yayınlar
İkinci Meşrutiyet döneminde özellikle Bahaeddin Toven ve Hasan
Bedrettin gibi gazeteci - yazar ve çevirmen kimlikleriyle ön plana çıkmış
kişilerin yaptığı popüler yayınlar ispritizmanın geniş halk kesimlerince
tanınmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda konu hakkında en çok bilinen ilk
yayınlar olma özelliğini taşıdıklarından bu iki yazarın ispritizma hakkındaki
yayınlarını kısaca da olsa tanıtmak faydalı olacaktır.[83]
İspritizma Mecmuası: Spiritüalizmin Türkiye’de yaygınlaşmasında önemli etkileri olan
ilk yayınlardan biri 1910 yılından itibaren 12 sayı olarak yayınlanan ispritizma
adlı dergidir. Derginin serlevhası altında, “Ulum-ı Ruhiyyeye Aid
Taharriyat-ı Tecrübiyye ve İntikadiyye Mecmuasıdır” ibaresi bulunmakta ve ilk
sayısı Kanun-ı Sani 1325 (Ocak 1910) tarihini taşımaktadır. Mecmuanın naşiri
Bahaeddin (Toven)’dir.[84]
İspritizma dergisi, ispritizmanın anlamı ve tarihi, metotları, ünlü
medyumlar ve ispritizma tecrübeleri ile çeşitli spiritüalist olaylar ve
fenomenler hakkında hemen hemen tamamı tercümelerden oluşan yazılar içeriyordu.
Bunların geneli ya spiritüalizmi tanıtıcı nitelikte basit bir dille yazılmış
bilimsel görünümlü makaleler veya çeşitli spiritüalist hadiselerini hikâye
tarzında anlatan haber tarzındaki yazılardır. Mecmuanın bu niteliğinin
Türkiye’de spiritüalizmin popülerleşmesinde oynadığı rolde önemli bir payı
olmalıdır.[85]
Kuvve-i Ruhiyye (1326 / 1911)[86]:
Bu küçük kitap (106 sayfa), İngiliz kimyager Sir William Crooks’un
“Researches in the Phenomena of Spiritualizm”[87] adlı
eserinin ispritizma mecmuasını yayınlayan Bahaeddin (Toven) tarafından
yapılan tercümesinden ibarettir. Kitabın kapağında başlık altında “Yeni Tecrübeler,
İspritizma Hadiselerine Dair Taharriyat” ifadeleri, müellifin adı (William
Crookes) ve hemen altında ise “Londra Cemiyyet-i Kraliyesinden” ibaresi dikkati
çekmektedir. Kitabın başlığından da anlaşılacağı gibi eser, ruhun varlığını
bilimsel olarak ispat yönündeki tecrübelerle ilgilidir. Kimya alanında yaptığı
çalışmalarla kazandığı haklı şöhreti ispritizma merakıyla zedelediği söylenen
İngiliz bilim adamı William Crookes’un[88] yeni
bir kuvvet olarak gördüğü “ruh” üzerinde pozitif bilim yöntemini kullanarak
yaptığı deneysel çalışmalar; “İspiritizmanın Ulum-ı Cedidenin Ziyasıyla
Tedkiki”, “Yeni Bir Kuvvete Dair Taharriyat-ı Tecrübiyye” (s.10), “Kuvve-i
Ruhiyye Hakkında Yeni Tecrubeler” (s.24), “1870’den 1873 Seneleri Esnasında
İspirit Denilen Hadisata Dair İcra edilen Taharriyat Notları” (s.42), ve
“Hadisatı İzah için Dermiyan Olunan Nazariyeler” (s.76) başlıkları altında
aktarılmaktadır.
Cinlerle Muhabere Yahud İspiritizm, Fakirizm, Manyatizm[89]: Yukarıda
değinildiği gibi Türkiye’de spiritüalizmin yayılmasında etkin olan en önemli
eserlerden biri, belki de birincisi olan bu eser, gazeteci-yazar Hasan
Bedrettin[90]
tarafından Hasan Merzuk müstear adıyla kaleme alınmıştır. Dr. Bedri
Ruhselman’ın spiritüalizmle ilk kez bu eser vasıtasıyla tanıştığını hatırlamak,
eserin Türk spiritüalizm tarihindeki yerini göstermek bakımından önemlidir.[91]
Eserin konusu, “sihirbazlık, müneccimlik, ispiritizm, fakirizm gibi şeyler
dâhil” olduğu “fünûn-ı mektume”dir.[92] Bu
nitelemeye göre ve “mektum” kelimesinin anlamına bakarak, yazarın, “fünûn-ı
mektume” terimini okült bilimler, okültizm (Fr. occult, occultisme) karşılığında
kullandığı veya tercüme ettiği[93]
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, “fakirizm ve manyatizm” terimleri kitabın
başlığında yer almasına rağmen, eserin konusu bilhassa, fünûn-ı mektumeden
“be-tahsis eserimizin mevzunu teşkil eden ispiritizm”dir.[94] Nitekim
239 sayfalık kitabın, Malumat-ı İbtidaiye (s.13) başlıklı uzun giriş
bölümü dâhil, büyük bir kısmı “İspiritizm ve Menşei”, “Avrupa’da İspiritizm”,
“Medyumlar” gibi başlıklar altında daha çok spiritüalizmin tanıtılmasına
hasredilmiştir.
TÜRK
EDEBİYATINDA SPİRİTÜALİZM
Tanımı gereği doğaüstü olguları inceleyen, ancak bu olguların
gerçekliğini en baştan kabul eden spiritüalizm akımının edebiyattaki
yansımaları kaçınılmaz olarak fantastik edebiyat kavramı çerçevesi içerisinde
ele alınmalıdır. Berna Moran, Türk edebiyatında Todorov’un fantastik tanımına
birebir uyan, yani gerçeğe uygunluk ve olağandışılık arasındaki kararsızlığını
sona kadar sürdüren bir roman olmadığını savunarak, Todorov’un tanımını biraz
tadil eder ve gerçekçiliğin ayrımlarını tanımadan “bildik dünyanın ötesinde
alternatif bir dünyayı işin içine katan” tüm romanları fantastik olarak
tanımlar. Bu doğrultuda fantastik Türk romanlarını iki kategoride ele alır:
“olağandışı” ve “garip”. Olağandışı türdeki romanlarda büyü, cinler, periler
gibi bilindik dünyanın dışında apayrı bir varlık dünyasının unsurları yer
alırken, garip türündeki romanlar bu tip doğaüstü unsurlara yer veriyor gibi
görünse de sonunda bu unsurların aslında öyle olmayıp doğa yasalarıyla
kolaylıkla açıklanabileceği anlaşılır.[95]
Tanzimat dönemi Türk edebiyatında fantastiğin küçümsendiği ve
eleştirildiği görülür. Dolayısıyla Türk edebiyatında bu türde çok sayıda eser
verilmez. Tanzimat sonrası yeni Türk edebiyatında da fantastik eserler yine
sınırlı kalmış ve yazarlar, temel hedef olan okuru etkilemek haricinde,
Batılılaşma, Doğu-Batı ikilemi ve maddecilik- ruhçuluk çatışması gibi belli
meselelere yönelik tutumlarını savunmak için bir araç olarak kullanmışlardır.[96]
Bu bölümde yeni Türk edebiyatından içinde spiritüalist öğeler
barındıran belli başlı eserleri örnek olarak ele alacak ve bu eserleri yukarıda
anlatılan fantastik türler çerçevesinde inceleyeceğiz.
Celb-i Ruh (1910): Türkiye’de spiritüalizm içerikli edebi eserlerin hikâye türündeki
ilk örneği, 1910 yılında Kanad adlı derginin, 6 Teşrinievvel 1326
tarihli birinci (ss.8- 12) ve 13 Teşrinievvel 1326 tarihli ikinci sayılarında
(ss.10-13) yayınlanan “Celb-i Ruh” adlı hikâye olmalıdır.[97] Öykünün
müellifi Fecr-i Âtî topluluğuna mensup edebiyatçılar arasında anılan Ali
Süha'dır.[98]
Öykü, ruh çağırma tecrübelerine dair duyduğu haberlerden çok etkilenen hassas
bir gencin iki arkadaşıyla gerçekleştirdiği bir celsede babasının ruhundan
aldığı bir felaket öngörüsünün beklentisine dayanamayıp intihar etmesine
odaklanır. Öykü, Rıdvan ve Reşid adlı iki kardeşin, heyecanlı ve hayalperest
arkadaşları Ferit Rıfat’ın katılımıyla Cağaloğlu’ndaki evlerinde düzenledikleri
bir ispritizma celsesi sahnesiyle açılır ve babası Rıfat Bey’in ruhundan
aldığı, üç ay sonra bir felaket yaşanacak mesajının ağırlığına dayanamayan
Ferit Rıfat’ın iki ay sonra intihar etmesiyle kapanır. Bir ispritizma
celsesinin, üç ayaklı masa, masaya vurulan darbeler, iletişimin kayıt altına
alınması (muhaberat-ı zabt) gibi detaylarına varıncaya dek başarıyla
tasvir edildiği öyküde, “somnambül”, “hiss-i kable’l-vukuu” gibi spiritüalist
terminolojinin de kullanıldığı dikkati çekmektedir.
Bu hikâyenin, Sultan II. Abdülhamid döneminde spiritüalizm
hakkında uygulanan yayın yasağının henüz kalktığı bir dönemde yayınlanmış
olması, Batı edebiyatına aşina olan yazarın konuyla ilgili birikiminin Türk
edebiyatına uygulanma çabası olarak değerlendirilebilir. Bu hikâyede görülen
doğaüstü olaylara bir açıklama getirilmez; yani fantastiğin “olağandışı”
niteliği muhafaza edilir. Ancak bu tür bilinmeyen olgularla uğraşmanın
tehlikeli olduğu ve bunlara körü körüne inanmanın kötü sonuçlar doğurabileceği
yönünde bir uyarı ve eleştiri ortaya konulur.
Âmâk-ı Hayal (1910): Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin romanı Âmâk-ı Hayal[99]
inançlarından kuşkuya kapılmış tahsilli bir genç olan Ahmet Raci’nin, şüpheyle
iyice anlamsızlaşan hayatına metafizik bir anlam bulma arayışını anlatır.
İspritizma, kuşkucu Ahmet Raci’nin bir tur bilgeyi veya mürşidi kâmili temsil
eden Aynalı Baba’nın rehberliğinde Budizm ve Zerdüştlük gibi dünyanın
geleneksel dînî öğretilerinin duraklarını oluşturduğu metafizik yolculuğuna
girişmeden önce karşılaştığı, mürşitsiz metafizik anlam arayışının başarısız bir
ön evresi olarak ortaya çıkar.
.... şehrinde Garp ilimleri ile uğraşan iki cemiyet vardı.
Bunlardan İspirit Cemiyeti, ruh çağırma ve buna benzer müphem şeylerden
itibaren, masa çevirmek gibi eğlencelere kadar olan şeylerle uğraşıyordu.
Onların en ileri gelenleri ile görüştüm. Ruhun varlığına tam olarak
inanıyorlardı. Lakin gösterdikleri deliller, bence, hayal gücü oyuncağından
ibaretti. Manyetizma ile uğraşan cemiyetle yakınlık kurdum. Lakin bunlardan ne
çıkardı? Hiç! İnsan dünya malına malik oldukça bir takım tuhaf kuvvetlere sahip
olmasını ister. İşte o kadar. Ama bu kuvvetlerin bir kısmı gizli kalmış, bence,
bunun ehemmiyeti yoktu. Ben bunun üstünde şeyler arıyordum. Dört sene devam
eden bu ikinci çalışma hayatımda da hiç bir şey kazanmadığımdan başka, her yeni
öğrendiklerim şüphe ejderhasına yem olduğundan bir kere daha düştüm. Bu defa
cehenneme düşmüştüm. Zavallı beynimin içi devamlı bir kavga meydanı idi.
Birbirine muhalif fikir dalgaları hiç durmadan birbiri ile çarpışarak, zihnimi
gürültü ile dolduruyordu. Zihni faaliyetim şaşılacak bir dereceyi bulmuştu.
Rahat ve teselliyi kendinden geçme ve akılsızlıkta aradım. En şuh ve çapkın
arkadaşlarımın en aşırı elebaşısı oldum. Bu yeme-içme gürültüsü beni
uyuşturuyor, bir bakıma mutluluk veriyordu. İçiyordum... İçiyordum...[100]
Tasavvufi roman türünün bir örneği olan bu romanda kullanılan
masalsı fantastik unsurlar, tasavvuf edebiyatında seyr-ü sülûktaki farklı
mertebelerde tecrübe edilen ve bâtınî niteliğiyle bunları yaşayanlardan başka
kimselere kapalı olan halleri anlatmak için kullanılan mecazi unsurlar
olduğundan tam olarak fantastik kategorisinde değerlendirilemeyebilir.
Spiritüalizm de romanın baş karakterinin tasavvufi yolculuğunda uğradığı ve
bilgi anlamında bir şey elde edemediği duraklardan biri olarak ele alınır.
Ölüler Yaşıyor mu? (1932): Hüseyin Rahmi Gürpınar (1869-1944), romanlarında fantastiğe en çok
yer veren yazarlarımızdan biridir. Hatta Batı’da ortaya çıkan fantezi ve
paranormal gizem türünün ilk örneklerini Gürpınar vermiştir. Yazarın bu türdeki
ilk romanları, her ikisi de 1912 yılında yayınlanan Cadı ve Gulyabanf
dir.[101]
Bu romanların yazıldığı dönem olan 20. yüzyıl başında Türk halkında batıl
inançlar oldukça yaygındı; Tanzimat dönemi Türk aydını ise Batının bilimsel
bakışı ile yetişiyordu. Hüseyin Rahmi, görüşleri itibariyle pozitivizm ve
materyalizmi benimsemiş bir yazar olup eserlerinde temel olarak halktaki bu tip
yanlış inançları eleştirmeyi ve bunlarla mücadele etmeyi hedeflemiştir.
Dolayısıyla bahsi geçen romanlar ile fantastik unsurlar barındıran diğer
romanlarının çoğunda fantastiği materyalizm lehine kullanmış ve bahsettiğimiz
fantastik türlerden “garip”i benimsemiştir; yani romanda doğaüstü gibi tüm
unsurlar bir aldatmacadan ibarettir.[102] İleride
göreceğimiz gibi, Peyami Safa ise MatmazelNoraliya’nın Koltuğu romanında
fantastiği onun gibi işlevsel olarak kullanacak; ancak bunu Gürpınar’ın tam
aksi görüşünü savunmak amacıyla yapacak ve fantastiğin “olağandışı” türünü
tercih edecektir.[103]
Burada örnek olarak ele aldığımız Ölüler Yaşıyor mu? adlı
romanı ise bu anlamda bir yenilik getirir. Spiritüalizm ve materyalizm karşıtlığını
işlediği ve sonunda hep materyalizmin galip çıktığı daha önceki romanlarının
aksine, yazar, Ölüler Yaşıyor mu?"da spiritüalizmle empati kurmaya
çalışır ve ilk kez karşı teze teslim olur. Daha önceki fantastik kurgularında
ısrarla somutu ve dış gerçekliği önceleyen yazar, bu romanını açık uçlu
bitirir.[104]
Bu açıdan yazarın bu romanında ilk kez tam manasıyla fantastiğin “olağandışı”
türünü kullandığı söylenebilir.
Gürpınar’ın bu romanı, spiritüalizme ait pek çok öğeye yer verdiği
için önemlidir. Romanın başlığı bizzat spiritüalizmin temel akidesi olan
ölümden sonra yaşam tezinin doğruluğunu sorgulayan bir sorudur. Gürpınar
romanında neden bu konuyu işlediğini açıklamak için 11 Haziran 1932 tarihli Milliyet
gazetesinde bir de yazı yayınlar. Bu yazıda müspet bilime inanmış kafaların
ruhun ölümsüzlüğüne inanması mümkün olmasa da bazı bilimadamlarının bu konuda
olumlu görüş bildirdiklerini söyler ve bu yazı ile sonrasında verdiği
“Kaynakça” kısmında William Crookes, Aksakov, Charles Richet, Camille Flammarion
gibi spiritüalist bilim insanlarının adlarını zikreder. Romanın “Başlangıç”
bölümünde, “Gerçekten ruhlar gelip de mi maddî olmayan parmaklarıyla bu masa
telgrafını tıkırdatıyorlar?”[105]
sorusunu sorarak doğrudan spiritüalizme atıfta bulunur; ancak bu sorunun kesin
bir cevabı olmadığını vurgular. Yazar roman boyunca tekinsiz ev fenomenleri,
ispritizma seansları, darbeler ve medyumlar gibi spiritüalist olguları bolca
kullanmıştır. Gürpınar, bu eseriyle özellikle bir romanda materyalizm
karşısında spiritüalizmin felsefi anlamda tartışılması ve spiritüalist öğelerin
çokça kullanılması bakımından Türk edebiyatında Peyami Safa’yı öncelemektedir.
Gökyüzü (1935): Reşat Nuri Güntekin’in Gökyüzü romanında da ispritizma
seansları ve tekinsiz ev fenomenleri yoğun şekilde görülmektedir. Hatta roman
kahramanları, tıpkı psişik araştırmacıların yaptığı gibi tekinsiz bir eve bu
gizemi çözmek ve ruhlarla iletişim kurarak bu gizemi çözmek için giderler. Bu
seansta ruhlarla iletişim kurulamaz ama roman kahramanı Sevim seanstan sonra
doktorların ne olduğunu çözemedikleri bir hastalığa tutularak anlamsız sözler
sayıklamaya başlar. Sonunda sorunun kaynağı batıl bir halk inanışı olan
Mayongalar adlı bir cin taifesine bağlanır ve sorun ananevi yöntemlerle
çözülür. Roman, dînî inancını kaybetmiş Mükerrem’in tüm bu olanlar karşısında
yaşadığı şaşkınlıkla sonlanır.
Gökyüzü romanında her ne kadar spiritüalist öğelere yer verilse de,
eserin tezli bir roman olmadığı; yani spiritüalizm veya materyalizm tezlerinden
herhangi birini savunmak amacıyla yazılmadığı görülmektedir.
Sonsuz Panayır (1946): Halide Edib Adıvar’ın Sonsuz Panayır adlı romanında yazar,
40’lı ve 50’li yılların İstanbul’unun eğlence hayatının renkliliğinden bahisle
o dönemki İstanbul sosyetesinin “ispirtizma” olarak anılan ruh çağırma
merakından söz etmektedir. İspritizma, o dönemin diğer birçok moda akımı gibi
bu romanda ele alınan ancak genellikle göz ardı edilen toplumsal özelliklerden
sadece biri olarak ele alınır.[106]
Romanda düzenlenen ruh çağırma seansları aldatmaca olup düzenleyen kişi
tarafından politik amaçlarla kullanılmaktadır.[107]
Adıvar’ın fantastik öğelerden yararlandığı başka eserleri de
vardır. Örneğin Barbaros Hayrettin Paşa’nın ruhunu Osmanlı’nın son günlerine
taşıdığı “Denizin Anılarından - 3” (1910); Çanakkale savaşında mezarlarından
kalkan ve askerlerle konuşan şehitleri anlattığı “Işıldak’ın Rüyası” (1914) ve
Battal Gazinin ruhunu dirilttiği “Duatepe” (1922) adlı hikâyeleriyle Türk
edebiyatında fantastiğe yeni bir işlev kazandırarak milliyetçi ve Türkçü bir
kimlik yaratmayı hedefler. Bunun aksine “Kabala’nın Cadısı” adlı hikâyesinde
fantastiği bu tür bir işlev yüklemeden tamamen okurun ilgisini çekmek amacıyla
kullanarak öldükten sonra yaşadığı mekâna musallat olan bir hayalet öyküsü
anlatır.[108]
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961): Ahmet Hamdi
Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında temel olarak Türkiye’de
yapılan köksüz devrimler, işlemeyen mantıksız bürokrasi, Batının körü körüne
taklit edildiği sığ yaşam biçimi eleştirilir. Yazar, bu romanında yeniye
inanmış gibi görünse de aslında tamamen kendi menfaatlerinin peşinde olan
siyasetçi, bürokrat ve aydınları hicvederek derin bir toplumsal eleştiriye tabi
tutar.[109]
Romanda bu gibi Batıdan hazmedilmeden olduğu gibi alınan pek çok yenilikten
biri olarak spiritüalizmden de hicivle söz edilir ve İspritizma Cemiyeti adlı
bir dernekte görev yapan baş karakter Hayri İrdal’ın buradaki medyumlarla tüm
karşılaşmaları, medyumların aleyhine bir ironi ile sonuçlanır.[110]
Romanda ruh çağırma seansları, ruhlardan alınan tebliğler ve
medyumlar gibi spiritüalist olgulara yer verilir. İspritizma Cemiyeti’nde
yaşananların tümüyle yalan ve aldatmaca olduğu ve bu konunun yazar tarafından
ironisine bir araç olarak kullanıldığı görülür. Hatta Tanpınar’ın romanda yer
alan Taflan Deva karakterini yaratırken Peyami Safa’yı esas aldığı ve bu
karakterle onun spiritüalizm ilgisini hicvettiği ve romanda onu hicveden geniş
bir bölümü Safa’nın oğlunun ölümü üzerine “Acılı bir arkadaşımla alay edemem”
diyerek eserden çıkardığı iddia edilmektedir.[111]
Tanpınar, bu romanından başka “Rüyalar” (1952) adlı hikâyesinde de
ruh çağırma ve rüyet konularına yer vermiştir.[112]
Vâridât-ı Süleyman (1949): Şair Enis Behiç Koryürek de 1940’lı yıllarda spiritüalizme derin
merak salmış ve evinde ispritizma celseleri düzenleyerek bizzat medyumluk
yapmıştır. Bu celseler sırasında kendisiyle irtibat kuran Çedikçi Süleyman
Çelebi adında bir Mevlevi şeyhinin ruhundan aldığı tebliğlerle yazdığı
tasavvufi şiirleri Vâridât-ı Süleyman adı altında yayınlamıştır.[113]
Tamamı ispritizma celselerinde bir “ruh” tarafından dikte ettirilen bir eser
olarak Türk edebiyatında türünün tek örneğidir.
Koryürek, bahsi geçen ruhla tanıştığı ilk seanstan itibaren büyük
bir değişim yaşamış ve bu çalışmanın “3.2. Peyami Safa’nın Spiritüalizme
Bakışı” başlıklı bölümünde detaylarıyla ele alınacağı gibi, bu değişimin
ruhlarla ilgisi olmayıp bir “şahsiyet ikileşmesi” vakası olduğunu söyleyen
Peyami Safa tarafından eleştirilmiştir.
[1] McCarroll, Pam, O’Connor, Thomas
St. James ve Meakes, Elizabeth, (2005), “Assessing plurality in Spirituality
Definitions”, Meier v.d. (ed.), Spirituality and Health: Multidisciplinary
Explorations içinde, Kanada: Wilfrid Laurier Univ. Press, s. 43-61.
[2] Gorsuch, Richard L. ve William
R. Miller, “Assessing spirituality”, William R. Miller (ed.), Integrating
spirituality into treatment: Resources for practitioners içinde, Washington
DC: American Psychological Association, 1999, s. 49.
[3] Rene Guenon, Ruhçu Yanılgı, İstanbul: İz
Yayınları, 1996, s. 8.
[4] Peter Aykroyd ve Angela Narth, A
History of Ghosts: The True Story of Seances, Mediums, Ghosts, and
Ghostbusters, New York: Rodale, 2009, ss. 90-91; Steven Engler ve Arthur
Cesar Isaia, “Chapter 10: Kardecism”, Bettina Schmidt ve Steven Engler (ed.), Handbook
of Contemporary Religions in Brazil içinde, Leiden: Brill, 2017, ss.
186-187.
[5] Guenon, a.g.e., ss.14-15.
[6] Guenon, a.g.e., ss. 13-14.
[7] Haluk Egemen Sarıkaya, Neo
Spiritizm Dr. Bedri Ruhselman, Modern Spiritizm Allan Kardec, İstanbul:
Bilim Araştırma Merkezi Yayınevi / Taş Matbaası, 1978, s. 24.
[8] Arıkdal, “Mutlak”, Metapsişik
Terimler Sözlüğü, 3. Baskı, İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları, 1989, s.107.
[9] Arıkdal, “İlahi İrade”, a.g.e., s.76.
[10] Arıkdal, “Evren”, a.g.e., s.62.
[11] Arıkdal, “Tekamül”, a.g.e., s.
162.
[12] Allan Kardec’in icat ettiği bir
terim olan perispri, ispritizma celselerinde ortaya çıkan hayallerin ve
bunların tecessüdünü açıklamak üzere kullanılan bir kavramdır. 1863 tarihli Livre
des esprits adlı eserinde Kardec, insanın maddî beden, ölümsüz ruh ve perispri
olmak üzere üç unsurdan oluştuğunu iddia ediyordu. Cinsiyetsiz olan perispri,
çeşitli temessüllerde keyfi olarak erkek ya da kadın bedeni formuna
girebilmektedir. Benlik evrendeki tekâmülüne devam ettikçe tecessüd etme
ihtiyacından müstağni olmakta; perispri ve ruhun birleşimi olarak varlığını
sürdürmektedir. Bu tekâmülün nihai evrelerinde perisprinin maddesi de yok
olmakta ve yalnızca spiritüel ruh (l’âme spirituelle) kalmaktadır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas A. Kselman, Death and Afterlife in Modern
France, Princeton & New Jersey: Princeton University Press, 1993,
ss.155-151; Sofie Lachapelle, Investigating the Supernatural: From Spiritism
and Occultism to Psychical Research and Metaphysics in France, 1853-1931; Baltimore:
The John Hopkins University Press, 2011, ss.31-32.
[13] Sarıkaya, a.g.e., s. 24.
41 Klasik
Latinceden gelen “spatium” kelimesinin etimolojik gelişimi ve tarihsel süreç
içinde yaşadığı anlam genişlemeleri ile ilgili olarak bkz. Ivor Leclerc, The
Nature of Physical Existence, New York: Routledge, 2013, ss. 160-162; Elena
Liotta, On Soul andEarth: The Psychic Value of Place, Londra & New
York: Routledge, 2009, ss.65-66.
[15] Bu bölümde yer alan terimlerin
karşılıkları için alanla ilgili şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Ergün
Arıkdal, Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü, 3. Baskı, İstanbul:
Ruh ve Madde Yayınları, 1989; Raymond Buckland, The Spirit Book: The
Encyclopedia of Clairvoyance, Channeling and Spirit Communication, Detroit:
Visible Ink Press, 2005; ve Rosemary Ellen Guiley, The Encyclopedia of
Ghosts and Spirits, 3. baskı, New York: Checkmark Books, 2007.
[16] Almanca “gürültü yapmak, tehditler
savurmak” anlamındaki poltern fiili ile “ruh” manasındaki Geist kelimesinden
türetilen Poltergeist, “belalı, gürültücü, eşyaları sağa sola fırlatan
ruh veya hortlak” anlamlarında kullanılmakta olup ispritizma çalışmalarında
“tekinsiz olay” veya “poltergeist aktivitesi” olarak bilinen hadiselerin
kaynağı olduğuna inanılmaktadır. Parapsikoloji ise bu gibi deneyimleri
yaşayanların genelde olayın mahiyetini bilmediklerini, bu tür hadiselerde
kendilerinin de farkında olmadıkları psikokinetik enerjinin harekete geçtiğini
öne sürmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Köse, “Hârikulâde
(Parapsikoloji)”, İslam Ansiklopedisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınevi, 1997, C. 16, s. 187 ve Guiley, a.g.e., ss. 386-388.
[17] Buckland, a.g.e., ss. 243-245.
[18] Guiley, a.g.e., s. 310.
[19] Roland-Louis, Spiritualisme
Vers la lumiere, Paris: F. Lanore, 1983, s. 382; Charles Webster
Leadbeater, The Other Side of Death: Scientifically Examined and Carefully
Described, Adyar, India: Theosophical Publishing House, 1954, s. 557;
George de Maubertuis; L’evolution spirituelle de l’antiquite a nosjours,
Paris: Editions Lanore, 2015, s. 189.
[20] Arıkdal, “Darbeler”, a.g.e.,
ss.34-35.
[21] Buckland, a.g.e., s. 341; Guiley, a.g.e.,
s. 409.
[22] “Âtıl eşyâda işidilen “rap”
tesmiye edilen darabât-ı zihniyyede, intikalât-ı fikriyyede ve bazı kimselerin
hâ’iz oldukları hâssa-i mümtâzeleri îcâbatından olarak dâ’ire-i rü’yetleri
hâricinde vukû‘
bulan müşâhedâtlarından dahi
aynı mütâla‘a cârîdir. İlm ü fen bu vekâyi‘i hiçbir vakit inkâr edemez. Bazı
sebük-mağzân: “Bunlar mümkin değil, olamaz, çünki akl-ı selîme sığmaz” derler.
Neden mümkin olmasun? Mümkin olan şey ile mümkin olmayanın hudûdunu şimdiye
kadar kim ta‘yîn edebildi? İyi düşünülsün; ulûm u sanâyi‘in bütün muzafferiyyât
ve fütûhâtı evvelce gayrı mümkin addedilmemiş miydi?” Charles Richet (terc.
Bahaeddin), “İspiritizma Tetebbua Layık mıdır?”, İspiritizma (Ulûm-ı
RûhiyyeyeÂid Taharriyyât-ı Tecribiyye ve İntikâdiyye Mecmû ‘asıdır),
Birinci sene, Numero 1, (Kanun- ı Sânî 1325 / Ocak-Şubat 1910), s. 8.
56 Arıkdal, “Duble”, a.g.e., ss.48-49
[24] Arıkdal, “Duruişiti”, a.g.e.,
s.50.
[25] Arıkdal, “Duyular Dışı İdrak”, a.g.e.,
s.52-53.
[26] Arıkdal, “Gizligörü”, a.g.e.,
s.66.
[27] Arıkdal, “Ksenoglosi”, a.g.e.,
ss.92-93.
[28] Michiel de Vaan, “Obsession”, Etymological
Dictionary of Latin and Other Italic Languages, Alexander Lubotsky (ed.),
Brill: Leiden & Boston, Cilt 7, 2008, ss.551-552.
[29] Arıkdal, “Otomatik Yazı”, a.g.e.,
s. 114.
[30] Arıkdal, “Rüyet”, a.g.e.,
s.141-142.
[31] Arıkdal, “Tekinsiz”, a.g.e., s.
162-163.
[32] Arıkdal, “Telestezi”, a.g.e.,
s.165.
[33] Arıkdal, “Kriptestezi”, a.g.e.,
s.91.
[34] Arıkdal, “Teleoptik”, a.g.e.,
s.164.
[35] Guenon, a.g.e., s.22.
[36] a.y.
[37] Arthur Conan Doyle, The History of
Spiritualism, 1. Cilt, Londra: Cassell and Company, 1926, s. 66.
[38] Giovanni Scognamillo ve Arif
Arslan, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Ruhçuluk ve Reenkaarnasyon,
İstanbul: Karizma Yayınları, 1999, s. 29.
[39] Guenon, a.g.e., s. 23.
[40] Guenon, a.g.e., s. 33.
[41] Simon Natale, “Spiritualism
Exposed: Skepticism, Credulity and Spectatorship in End-of-the Century
America”, European Journal of American Culture, Cilt 29, S. 2 (Temmuz
2010), s.133.
[42] Guenon, a.g.e., s.33.
[43] Sarıkaya, a.g.e., s. 6.
[44] Sarıkaya, a.g.e., s. 6.
[45] Helen Sword, Ghostwriting Modernism,
Ithaca ve Londra: Cornell University Press, 2002, s. 5.
[46] Brönte kardeşlerin romanlarındaki
paranormal olgulara ve Victoria dönemi İngilteresinin doğaüstü ve metafiziğe
yönelik güçlü eğilimlerine dair detaylı bir inceleme için bkz. Sarah A.
Wilburn, Possessed Victorians: Extra Spheres in Nineteenth-centuryMystical
Writings, İngiltere: Ashgate Publishing, 2006.
[47] Ünlü şair çiftin spiritüalizmle
ilgili görüşlerine ve spiritüalizmin sanatlarındaki yansımalarına, bahsi geçen
Ealing seansına ve D. D. Home’a dair detaylı bilgi için bkz. Christina
Bernadette Therese Hill, “A Study of Spiritualism in the Life and Work of
Elizabeth Barrett Browning”, Birmingham Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, İngiltere 1977.
[48] Philip Elliott, “Tennyson and
Spiritualism”, Tennyson Research Bulletin, Lincoln Cilt 3, Sayı 3,
(Kasım 1979), s. 89-100.
[49] Asıl mesleği hekimlik olan Sir
Arthur Ignatius Conan Doyle (1859-1930) ilk kez 1885’te tanıştığı paranormal
olguların etkisinde kalarak uzun araştırmalara girişmiş ve özellikle de 1.
Dünya Savaşı’nda oğlu ve bazı yakınlarının ölümü üzerine ölümden sonraki yaşama
dair inancı ve spiritüalizme olan bağlılığı iyice güçlenmiştir. Ününü borçlu
olduğu özellikle polisiye tarzında kurgusal eserlerinin yanı sıra
spiritüalizmle ilgili pek çok kurgusal olmayan eser kaleme almış; otomatik yazı
yöntemiyle medyumluk yapan eşiyle birlikte Avrupa, Amerika, Avustralya gibi pek
çok ülkeyi dolaşarak hareketin misyonerliğini yapmıştır. Sonradan hile
yaptıkları ortaya çıkarılan pek çok medyumu gözü kapalı savunmasından dolayı
çokça eleştirilen Doyle’un hayatında spiritüalizmin rolü hakkında daha detaylı
bilgi için bkz. Rosemary Ellen Guiley, “Doyle, Sir Arthur Conan”, The
Encyclopedia of Ghosts and Spirits, 3. baskı, New York: Checkmark Books,
2007, s. 131-133 ve Angela Fowler, “Arthur Conan Doyle’s Spiritualist British Commonwealth:
‘The great unifying force’”, English Literature in Transition, 1880-1920,
Cilt 59, no 4 (2016), s. 456-472. Yazarın spiritüalizmin tarihiyle ilgili iki
ciltlik eseri için bkz. Arthur Conan Doyle, The History of Spiritualism
( 2 cilt), Londra: Cassell and Company, 1926.
[50] Bkz. Guiley, a.g.e., s. 62.
[51] Sir Arthur Conan Doyle, The
Coming of the Fairies, Londra: Hodder & Stoughton, 1922. Cottingley
perileri vakası hakkında detaylı bilgi için bkz. Guiley, a.g.e., s. 104.
[52] Poe’nun mesmerizmle ilgili
kurgusal eserleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Antoine Faivre, “Borrowings
and Misreading: Edgar Allan Poe’s “Mesmeric” Tales and the Strange Case of
their Reception”, Aries, Cilt 7, Sayı 1 (Ocak 2007), s. 21-62.
[53] Victor Hugo’nun bu iki yılda
gerçekleştirdiği seansların tüm içeriği şurada bulunabilir: John Chambers, Victor
Hugo’s Conversations with the Spirit World: A Literary Genius's Hidden Life,
2. Baskı, Rochester, Vermont: Destiny Books, 2008.
[54] Ilya Vinitsky, “Table Talks: The
Spiritualist Controversy of the 1870s and Dostoevsky”, The Russian Review,
Cilt 67, Sayı 1 (Ocak 2008).
[55] Vinitsky, a.g.e., s. 99.
[56] Genç yaşta intihar etmesinde okült
ilgilerinin payı olduğu söylenen Plath’ın şiirlerinde spiritüalizm etkisi
hakkında detaylı bilgi için bkz. Harold Bloom (Ed.), Bloom’sModern Critical
Views: SylviaPlath - UpdatedEdition, New York: Infobase Publishing, 2007.
[57] Yeats’in spiritüalist eğilimleri
ve ruhlarla teması hakkında detaylı bilgi için bkz. Oliver Hennessey, “Talking
with the Dead: Leo Africanus, Esoteric Yeats, and Early Modern Imperialism”, ELH,
Cilt 71, Sayı 4, (Kış 2004), s. 1019-1038; George Mills Harper (Ed.), Yeats
and the Occult, Londra: The Macmillan Press, 1976 ve James Olney, “Sex and
the Dead: “Daimones” of Yeats and Jung”, Studies in the Literary
Imagination, Cilt 14, Sayı 1, (Bahar 1981), s. 43-60.
[58] Geoffrey K. Nelson, Spiritualism and
Society, New York: Routledge Revivals, 2013, s.6.
[59] Hudson Tuttle ve James M. Peebles,
The Yearbook of Spiritualism for 1871, Boston: William White and
Company, 1871, ss.151-153.
[60] Tuttle ve Peebles, a.g.e., s. 152.
[61] Emma H. Britten, Nineteenth
Century Miracles: Spirits and their Work in Every Country of the Earth, New
York: William Britten, 1884, ss.421-424.
[62] Nijat Özön, Türk Sineması Tarihi,
1896-1960, İstanbul: Doruk Yayınları, 2010, s.35.
[63] İspritizmanın öncüsü sayılabilecek
olan ve hayvanî manyetizma (magnetisme animal) ya da Alman hekim Franz
Friedrich Anton Mesmer’in adıyla anıldığı şekilde mesmerism adıyla
bilinen manyetizma, ilk olarak 18. yüzyılda ortaya çıkmış olup 1766 ile 1925
yılları arasında konu ile ilgili yüzlerce kitap yazılmış ve neredeyse bir asır
boyunca manyetizma, tıbbın önemli bir kolu olmuştur. Manyetizmanın Fransa’da
ortaya çıkışının üzerinden henüz bir asır geçmeden, yani on dokuzuncu yüzyıl
ortasında, Kalust Konstant adında Ermeni asıllı bir Osmanlı vatandaşının
Fransız Manyetizma Derneği’nin temsilciliğini yaptığını belirtmek de yararlı
olacaktır. İzmir’de yaşayan Konstant, şifacılığı “hayvanî manyetizma” şeklinde
yorumluyordu. Manyetizörün hissederek yönlendirebildiği her şeye nüfuz eden
manyetizma akışkanı fikrine dayanan Konstant’ın Le Magnetiseur (Cenevre)
dergisinde yayımladığı çizimlerde bir hastanın nasıl iyileştirildiği anlatılmaktadır.
Bkz. Thierry Zarcone, “Shamanism in Turkey: Bards, Masters of the Jinns, and
Healers”, Thierry Zarcone ve Angela Hobart (ed), Shamanism and Islam:
sufısm, healing rituals and spirits in the muslim world içinde (169-203),
Londra & New York: I.B. Tauris, 2013, s. 158.
[64] Târîh-i Osmânî Encümeni
Mecmuası, “Sultan Abdülmecid Han’ın Sarayında (Dr. Spitser’in Hatıratı)”
5(34), (1 Teşrinievvel 1331 /14 Ekim 1915), ss. 599-621.
[65] a.g.e., s. 610-11.
[66] Târîh-i Osmânî Encümeni
Mecmuası’nda kısmen yayınlanan bu hatıratın Ahmed Refik tarafından yazılan
önsözünde, Dr. Spitzer’in “1845’ten 1850 tarihine kadar Sultan Abdülmecid
Han’ın tabib -i hususilik vazifesini ifa” ettiği belirtilmektedir. Hatıratın
mecmuada yayınlanan bu parçasının ilk kaydı da 1845 tarihini taşımaktadır.
[67] BOA DH.MKT.1804/10 18 C 1308 / 30
Aralık 1890. Mösyö Pikman adlı bir Belçikalının Tepebaşı tiyatrosunda yapacağı
manyetizma gösterisinin men edilmesine ilişkin bir emir için bkz. Y.BOA
Y.PRK.ZB 32/40 9 Muharrem 1320 / 18 Nisan 1902.
[68] BOA DH.MKT 873/25 12 Ca 1322 / 25 Temmuz 1904.
[69] Ata Nirun, Türkiye ’de Ruhlar ve Ruhçular,
Ankara: Destek Yayınları, 2007, ss. 75-76.
[70] Aslında bu anlatı, Emin
Efendi’ye ruh çağırma olayını anlatan Avnullah Kâzımî’nin ispritizma
tecrübesini bildiğini de ima ettiğinden, ki bu zaten ilk ruh çağırma
tecrübesinin en azından A. Kâzımî tarafından bir kez zaten gerçekleştirildiği
anlamına gelir, kendi içinde çelişkilidir. Öte yandan II. Meşrutiyet döneminin
politik figürlerinden olan Avnullah Kâzımî Bey’in (1868-1914) spiritüalizmle
ilgilendiğine ilişkin kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.
[71] BOA DH.MKT 2875/3 25 C 1327 / 5 Ağustos 1907.
[72] Zafer Toprak, Milli İktisat - Milli
Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, s.1.
[73] İshak L. Kuday ve Dr. Ali S.
Akay, Spiritualizm, Spiritizm, Fakirizm, Manyetizm, Ruh Âlemi, İstanbul:
Gayret Kitabevi, 1949, ss. 298-299.
[74] “Paris aniden - 1853 yılı Nisan
ayının son günleriydi - [masa] döndürme salgınının kurbanı olmuştu ve en
sonunda sessizliği bozmaya mecbur kalan gazeteler bizlere, [salgının]
Strasbourg, Marsilya, Bordeaux, Toulouse ve diğer tüm büyük nüfus
merkezlerimizde aynı anda patlak verdiğini bildiriyordu. Bu ilk başta halk
için, her yerde herkesin kahkahalar arasında teslim olduğu basit bir eğlenceden
ibaretti. Üç ayaklı masalar [gueridon], [diğer türden] masalar,
şapkalar, tabaklar ve leğenler - el altında her ne varsa - kullanılıyordu.
Bazıları başarılı oluyordu. Bazıları ise bu deneyde başarı kazanamıyordu - ve
bunların sayısı daha fazlaydı - ve bunlar başarılı olanları hilekârlıkla [supercherie];
başarılı olanlar da başarısız olanları inançsızlıkla suçluyordu. “Dönüyor,
dönmüyor”: bu sözler, konuyla ilgili tüm tartışmaların özeti ve halk arasında
masa meselesinin etrafında dönüp durduğu yegâne iki terimdi. Bazen safdillikte
aşırılığa kaçılmasına, bazen de şüphecilikte gülünç duruma düşülmesine rağmen
ciddi meselelere karşı her zaman gayet ciddiyetsiz olunan ülkemizde, masalar
insanların büyük çoğunluğu için bir eğlenceden ve insanlarla vakit öldürme
aracından ibaretti. Kavgalara sık rastlanıyordu ...” Jann Matlock, “Ghostly
Politics”, Diacritics, Vol. 30, No. 3 (Post-Mortem: The State of
Death as a Modern Construct), (Autumn 2000), ss.53-71.
[75] İshak L. Kuday ve Dr. Ali S. Akay, a.g.e.,
ss. 298-299.
[76] Palmira Johnson Brummett, Image
andImperialism in the Ottoman Revolutionary Press, 1908-1911: Essays
andResponses, Albany & New York: State University of New York Press,
2000, s.218. Yazar, II. Meşrutiyet dönemi İstanbul’unda çıkan mizah
dergilerinden hareketle bu dönemde paten kayma ve ispritizmanın, İmparatorluğu
adeta istila ettiğini ve kentli Osmanlı ahalisinin hayal gücünü ele geçirdiğini
belirtir.
[77] Aslında aydınlar arasında Türkiye’de olmasa da
spiritüalizme ilk duyanlardan biri Ziya Paşa’dır.
Yusuf
Mardin’in Haziran - Temmuz 1970 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde
yayınlanan bir yazı dizisinde bu ilgiden söz edilir. Mardin’e göre, Ziya Paşa,
bir gün Rev. Charles Davis adlı bir papazdan öte âlemle temas mevzuunu duymuş
ve hatta ruh çağırma celselerine de katılmıştır. Ziya Bey ispritizmaya
inanmamakla birlikte papazla katıldığı bir celseden, olayın merakı mucip hususiyetinden
dolayı memnun ayrılmıştır. Bununla birlikte hadiseyi aktardığı Namık Kemal,
“boşuna vakit harcamışsın Hürriyet’e bir makale yazabilir, hatta bir şiir
yaratabilirdin” diyerek konuya ilgisizliğini göstermiştir. Yazar Namık Kemal’in
ispritizmaya bu ilgisizliğini, onun din konusundaki muhafazakâr tutumuna
bağlar. Mardin aynı yerde, Ziya Paşa’nın Mabeyin Üçüncü Kâtibi bulunduğu sırada
Sultan Abdülaziz’in ispritizmaya meraklı olduğunu bildiğinden de söz eder. Bu
anlatı hakkında bkz. Yusuf Mardin, “Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Londra
Yılları, 1867-1870”, Milliyet, 01 Temmuz 1970, s.........................................................................................
[78] Filozof Rıza Tevfik spiritüalizme
nazari olarak da ilgi duyan az sayıdaki Osmanlı aydını arasında yer almaktadır.
Anılarından öğrendiğimize göre Rıza Tevfik, Beyoğlu’nda Tokatlıyan Oteli’nin
karşısında kurulan ve meraklıların her hafta seanslar yaptığı bir teosofi
kulübünde üç konferans vermiş ve bu konferanslar daha sonra yayınlanmıştır.
Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993.
[79] Ali Neyzi, Hüseyin Paşa
Çıkmaz: No: 4, İstanbul: Karacan Yayınları, 1983, s.36. Mehmet Ali Ayni’nin
torunu Ali Neyzi anılarında, dedesinin ispritizma merakını şöyle aktarıyor:
“Dedemin çatıdaki odasında yuvarlak bir tahta sehpa, ortasın da mihveri
üzerinde dönen bir işaret sopası vardı. Sehpanın üstünde Arap harfleri ile
alfabe çepeçevre yazılmıştı... Bunun ne olduğunu da çok sonra öğrenebildim.
Mehmet Ali Ayni, çeşitli çalışmaları arasında ruhsal dünya, telepati ve benzeri
konulara da ilgi sarmış. Bir tesadüf, eşi Ferite'nin medyumluk hassasına sahip
olduğuna inanmış ve beraberce ruh çağırma denemeleri yapmışlar...”
[80] Thierry Zarcone, “Occultism in an
Islamic context: the case of modern Turkey from the nineteenth century to the
present time”, Henrik Bogdan ve Gordan Djurdjevic (ed.), Occultism in a
Global Perspective içinde. Routledge: Londra & New York, 2014, ss.
164-165.
[81] Mahir İz, Yılların İzi,
İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2015, ss.80-81 ve 325-326. Mahir İz’in Ankara’da
katıldığı celse Birinci Dünya savaşının son yıllarında gerçekleşmiştir. O zaman
Ankara Hukuk mahkemesi azasından ve fevkalade kuvvetli bir medyum olan Avni
Efendi adlı bir zat, her gün Valinin, kadı’nın ve başka kimselerin evlerinde
düzenlenen celselerde medyumluk yapmaktadır. Bir gece Mahir İz ve arkadaşlarının
daveti üzerine bir celse düzenlenir. Mahir İz’in katıldığı ikinci celse ise
otuzlu yılların ikinci yarısında, Beykoz Ortaokulunda öğretmenlik yaparken aynı
okulun matematik yardımcı öğretmeni Sara Hanımın medyumluk yaptığı bir
celsedir.
[82] Ali Fuat Cebesoy, Lozandan
Cumhuriyete, Cilt 2, İstanbul: Temel Yayınları, 2002, ss.64-65. Cebesoy,
“Karabekir’in bir İspiritizma Denemesi” başlıklı pasajda, Kazım Karabekir’in
Cevat ve Fevzi Paşalarla ispritizma nazariyatı hakkında hararetli bir tartışmaya
giriştiğini; Paşaları iknada sözlerinin yetersiz kaldığını görünce bir deneme
yapmaya karar verdiğini; “Gazi’nin müstehzi, Müşir’in inanmayan tavırları,
Karabekir Paşa’nın ciddiyeti”nin dikkati çektiğini yazar.
[83] 1910’lardan itibaren doğrudan
veya dolaylı olarak spiritüalizm ile ilgili yapılan yayınlar arasında Mahmud
Celâleddin Paşa’nınMiftâhu ’l-esrâr: Beka-yı Ruh, Celb-i Ervâh
(İstanbul, 1326) ile Abdullah İsmail’inManyetizm (İstanbul, 1327) adlı
eserleri sayılabilir. Daha geç tarihlerden bir diğer örnek Ragıb Refik’in Ölülerle
Nasıl Konuşulur (İstanbul, 1336/1920) adlı tercümesidir.
[84] Mehmet Bahaettin Toven (Mora
1881-İstanbul 1959) veya daha çok bilinen adıyla Baha Toven aslen asker kökenli
bir öğretmendir. Bursa Askeri Rüştiye ve İdadisinden mezuniyetinden sonra Bursa
Askeri İdadisinde “Lisan-ı Osmani muallimliği”ne başlamış, İstanbul, Beyrut ve
Yemen’de görev yapmıştır. 1919’da İstanbul’a dönerek öğretmenlik ve bunun yanı
sıra Vakit ve Tanin’de gazetecilik yapmıştır. Toven, lügat ve
takvim çalışmaları ve çeşitli çevirileri ile tanınmaktadır. Bkz. Ali Birinci, Tarihin
Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç Zât, İstanbul: Dergâh Yayınları,
2001, ss. 306-316.
[85] Mecmuanın içeriğine dair bir
izlenim verebilmek gayesiyle ilk sayıdaki yazıları ve yazarlarını buraya
alıyoruz. İspiritizma Nedir? - Bahaeddin, (s.1), İspiritizma Tetebbua
Layık mıdır? - Charles Richet / Paris Tıb Fakültesinde İlm-i Vezâifü’l-Azâ
Muallimi (s.4), Tekin olmayan Evler - yazar ismi yok (s.27), Polis ve
Sair Fi’n-Nevm - yazar ismi yok (s.31). Bu dört yazıdan Bahaeddin’in konuyu
tanıtıcı giriş yazısı dışındakilerden ilki bilimsel görünümlü bir makale, diğer
ikisi iki spiritüalist terimin (medyumluk ve tekinsiz evler) öyküsel vakalarla
tanıtılmasından ibarettir.
[86] William Crookes, Kuvve-i Ruhiyye,
Bahaeddin (müt.), Dersaadet: Tanin Matbaası, 1326.
[87] William Crookes, Researches in the Phenomena
of Spiritualism, Londra: J. Burns, 1874.
[90] Hasan Bedreddin (Kandiye, Girit,
1870-İstanbul 1926), İstanbul’da çeşitli gazetelerde yazarlık, çevirmenlik ve
yazı İşleri müdürlüğü yapmıştır, kendisinden küçük gazetecilere “oğlum” diye
hitap ettiğinden gazeteciler arasında “Beybaba” lakabıyla tanınmıştır. Bazı
yazılarında “Hasan Merzuk” takma adından başka “Nakş-ı Nur” müstear adını da
kullanmıştır. Girit’in Kandiye şehrinde doğduğundan çok iyi bildiği Rumcadan
başka Arapça, Farsça, eski Yunanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve
Almancaya hakkıyla vakıf olduğu söylenir. Bu dillere vukûfıyeti sayesinde,
Şemsettin Sami'nin 1879-1880 yıllarında Türkçeye çevirdiği ve forma forma
yayımlarken yarım bıraktığı V. Hugo’nun Sefiller’ini tamamladı (1912).
Goethe’den Minyon (1914), Abbe Prevost’tan Manon Lesko (1923), R.
Louis’den Kadın ve Kukla (1922) çevirileri ile Cinlerle muhabere
yahut ispritizma, fakirizm, Manyatizm (Hasan Merzuk müstear adı ile, 1912,
2 c.), Bizans (1913), İtalya nedir (1913) gibi eserleri vardır.
İbrahim Alaettin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul: Yedigün
Neşriyat, 1945, s. 170.
[91] Ata Nirun, Ruhlar - Dünyada ve Türkiye ’de
Ruhçuluk, İstanbul: Wizart Yayınları, 2016, s.99.
[92] Merzuk, a.g.e., s. 5.
[93] Kitabın adının “Cinlerle
Muhabere” olarak konması, okültizmin Türkiye’de o zamana dek pek tanınmamasıyla
ilgili olmalıdır. Aynı zamanda bkz. Arıkdal, “Okült-Okültizm”, a.g.e.,
s.112-113.
[94] Merzuk, a.g.e., s. 5.
[95] Moran, a.g.e., s. 60.
[96] Moran, a.g.e, s. 64.
[97] Ahmed Süha, “Küçük Hikâye: Celb-i
Ruh”, Kanad: Haftalık musavver risale-i edebiyye, sene 1, numero 1 (6
Teşrinievvel 1326/19 Ekim 1910), ss. 8-12 ve numero 2 (13 Teşrinievvel 1326/26
Ekim 1910), ss.10-13.
[98] Ali Suha Delilbaşı (d. 1888,
İstanbul) - (ö. 15 Şubat 1960) Tıbbiye mezunudur. Hilye Kazası Belediye
Tabîpliği, Edirne Merkez, Üsküdar, Niğde Hükümet Tabiplikleri, Kayseri
Daru’l-Eytam Müdiri Saniliği, Ankara Şehremaneti Sıhhiye Müdürlüğü, Sıhhat ve
İçtimaî Muâvenet Vekâleti Hıfzıssıhha Şubesi Mütehassıslığı ve Müdür Vekilliği,
Adliye Vekâleti Mütercimliği, Ankara Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği, Yazarlık,
Tiyatro Yazarlığı, TBMM VI. ve VII. Dönem Kütahya Milletvekilliği, VII. Dönem
Sıhhiye ve İçtimâî Muâvenet Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. Evli ve bir çocuk
babasıdır. Ali Süha, Fecr-i Âtî bildirisine ilk imzayı atan üyelerindendir.
Muhit, Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Şiir ve Tefekkür gibi dergilerde yazıları
çıkmıştır. Önce mensur şiirler yazmış sonra küçük hikâyelere ve tiyatro
eleştirilerine yönelmiştir. Batı edebiyatından oyunlar tercüme etmiştir. Bkz.
Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 5. Baskı, İstanbul:
Varlık Yayınları, 1968.
[99] Şehbenderzade Filibeli Ahmed
Hilmi, Âmâk-ı Hayal, Sadık Albayrak (haz.), İstanbul: Tercüman Gazetesi
Yayınları, 1973.
[100] Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, a.g.e.,
s.22.
[101] Özgür Çiçek ve Irmak
Ertuna-Howison, “Literature for the People: The Paranormal Mysteries of Hüseyin
Rahmi Gürpınar”, Clues: A Journal of Detection, Cilt 30, Sayı 2, 2012.
[102] Moran, a.g.e., s. 66.
[103] Moran, a.g.e., s. 69.
[104] Pelin Aslan, “Spiritüalizm, Materyalizm
ve Fantastik Üzerine Farklı Bir Hüseyin Rahmi Gürpınar Anlatısı: Ölüler Yaşıyor
Mu?”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages,
Literatüre, History of Turkish or Turkic, Prof. Dr. Gürer Gülsevin Armağanı,
S., 6/1, (2011), s. 621.
[105] Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ölüler Yaşıyor
mu?, İstanbul: Atlas Kitabevi, 1973, ss. 9-12.
[106] Damla Erlevent, “Halide Edib
Adıvar’ın Son Dönem Romanlarında İstanbul’da Gündelik Hayat ve Müzik”, Yayımlanmamış
YL Tezi, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
2005, s. 104.
[107] Sema Noyan, “Türk Romanında Mistisizm”, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, s. 88.
[108] Pelin Aslan, “Türk Edebiyatında
Fantastik Tür Açısından Farklı Bir Durak: Halide Edip Adıvar’ın Bazı
Öykülerinde Milliyetçi ‘Tayflar’”, Çukurova Üniversitesi Türkoloji
Sempozyumu Bildirileri, Adana: Çukurova Üniversitesi, 2012, s. 259.
[109] Moran, a.g.e., s. 229.
[110] Nergis Ertürk, Grammatology and
Literary Modernity in Turkey, Oxford: Oxford University Press, 2011, s.
123.
[111] Beşir Ayvazoğlu, Peyami: Hayatı,
Sanatı, Felsefesi, Dramı, 3. Basım, İstanbul: Kapı Yayınları, Ocak
2008, s.413.
[112] Acehan, a.g.e., ss. 228-230.
[113] Detaylı bilgi için bkz. Beşir Ayvazoğlu,
a.g.e., s. 413 ve Acehan, a.g.e., ss. 230-235.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar