Print Friendly and PDF

ÜNSÎ HASAN EFENDİ

 


Hazırlayan: Savaş UZUN

A. Hayatı ( Çocukluğu, Gençlik Dönemi, Eğitimi, Yaptığı İşler, Vefatı)

A’rac Hasan Efendi ismiyle meşhur olan(1) Hasan Ünsî Efendi 1055/1645 tarihinde Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğmuştur. İbrâhim Hâs eserinde Ünsî Efendi’nin velâdetini ve künyesini ifade ederken: "Velâdetleri Kastamonu kurbanda Taşköprü nâm şehirde hicretin bin elli beş senesinde vâki' olmuştur. t2> Künyesi "Şeyh Ünsî Hasan ibn Şeyh Receb ibn Şeyh Şehid Muhammet!... ” demekledir.

Hasan Ünsî Efendi’nin babası Receb Efendi, Bayrâmiyye mensuplarından ehl- i tarîk bir şahsiyettir. Bu yüzdendir ki tasavvufa meyli babasından gelmektedir. Hasan Ünsî Efendi ilk tahsiline doğduğu yer olan Taşköprü’de başlamıştır.

Genç yaşlarda iken Taşköprü’den İstanbul’a gelerek zamanın ulemâsına Ayasofya Câmii’nde Beyzâvî Tefsiri ve Mesnevî dersleri okutmuştur (1665)(4). Bu onun genç yaşta ve memleketinde iyi bir eğilim aldığını göstermektedir. Ayasofya Câmii’nde kaldığı sürede meclisine gelenlerin müşkillerini halleder, sorularını cevaplar ve etrafında ilmiyle âmil bir zât olarak tanınır. l5) Bu arada kendisi de döneminin meşhur meşâyıhlarını ziyarete gider, sohbetlerinde bulunurdu.

Ünsî Efendi Arapça ve Farsça’yı bu dillerde şiir yazacak kadar iyi bilirdi. Dîvânında Arapça ve Farsça şiirleri vardır. ,6)

Babası Şeyh Receb Efendi vasıtasıyla tasavvufa aşina olan Ünsî Efendi bir süre müderrislik yaparsa da bu görevinden ayrılarak Karabaş Velî’ye intisab eder. Tarikatı ve intisâbı ile ilgili geniş bilgi daha sonra verilecektir.

Tasavvuf ve tarikat erbâbına karşı olan grupların yaygın olduğu bu dönemde Hasan Ünsî Efendi'yi onlara karşı mücadele ederken görmekteyiz. Bu gruplar zikir ehline karşı en onulmaz en amansız mücadelelerini vermekte, zikir yapılmasına mani olmak için ellerinden geleni yapmakladırlar. O kadar ileri giderler ki zikir yapılan tekkelerin yıkılmasını bile isterler. İşte böyle bir ortamda Ünsî Efendi’nin de kaldığı Acem Ağa Camii hücrelerinde kalan bazı talebeler de Ünsî Efendiye zarar vermeye başlarlar. Bunlar arasında bir dönem onun talebeliğini yapmış olanlar da vardır. Menâkıbnâme 'de anlatılanlara göre bu talebelerin işi çığırından çıkardıkları bir dönemde hiçbir hastalıkları yokken günde birer ikişer öldükleri, Ünsî Efendi'nin ise buna karşılık “Allah’a şükür olsun ki bu camii inkar ehlinden pâk eyledi” dediği kaydedilir.l7)

Yine bu dönemlerde Hasan Efendi’nin karşısında olanlardan birisi, zamanın İstanbul Kaymakamı Kara Hasanoğlu diye bilinen Mustafa Paşa’ya giderek, Hasan Efendi’nin devrân yaptırdığını söyleyip onu şikâyet eder. Paşa “Onu da ref edelim” der, ancak o gün başına türlü işler gelir. Hasan Efcndi’yi tanıyanların “buyurduğunuz şeyh Ünsî Hasan Efendi, Fuzalâ-yı dehrden bir ehl-i Hak allâmedir ve mecmû-ı ulemâ vü sülehâ kalında, makbul mu ‘teber bir zâttır. Bundan başka dâima riyâzât ve mücâhede üzere kaimü ’l-leyl ve sâimü 'n-nehardır. Ferîd-i asr ve sâhibü ’t-tasarruf ve müstecâbü ’d-duâdır. Ve münzevîdir. Bir kimsenin da ’vetine varmaz ve taamını yiyip kahvesini içmez. Şimdi Islambol 'da onun gibi bir zât yoktur. Herkes şeyhi böyle bilirler ve böyle mişâhede olunmuştur. Onun hakkında söylenen kubhiyyet mecmû ’ı ifk ü iftiradır. Sakın devletli hata edersin. Devletin ber-aks olur. ” şeklindeki telkini üzerine kararından vazgeçer ve kendisine bir tekke tevcih etmek isler.  

1684 yılında İstanbul’da Alayköşkü yakınlarında Karaki Mahallesinde bulunan Saçlı Emir ve Aydın Dede tekkesi diye bilinen zâviyede şeyh olan Aydmoğlu Mehmed Efendi’de aynı şekilde şikâyet edilir ve görevine son verilir. Bunun üzerine Kaymakam Mustafa Paşa, bu tekkeyi Ünsî Hasan Efendi’ye teslim etmiş ve Ünsî Efendi buraya naklolmuştur.l9>

Aydmoğlu Tekkesinin bânisi II. Beyazıt devrinin müderrislerinden bir ara İstanbul kadılığı da yapmış olan Saçlı Emir lakabıyla anılan Tebrizli Muhiddin Mehmed Efendi’dir. Küçük bir mescid iken Aydmoğlu şeyh Mehmed Efendi tarafından bir minber ilâve edilmiş ve camiye çevrilmiştir. Kadirî larikına bağlı bu zâtın adına izâfeten Aydınoğlu Tekkesi diye bilinen tekke, adı geçen şeyhin meşihatının kaldırılmasıyla Ünsî Efendi’ye teslim edilmiş ve bundan sonra Ünsî Hasan Efendi Tekkesi diye adlandırılmıştır.[29]

Ünsî Hasan Elendi Aydmoğlu Tekkesine geçinceye kadar evlenmemiştir. Tekkeye geçtikten sonra dostlarının ısrarı ile sâliha bir hanımla evlenmiş ve bu eşinden Fâtıma adında bir kızı olmuştur. Kızı Fâtıma büyüyüp baliğa olunca babasını terk ederek Tophâne’de Finiz Ağa hamamında dellâke olmuş ve ömrünü bu meslekle geçirmiştir. Şeyh’in vefatlarından sonra mirasçı olarak gelmiş. şer'an kendisine düşenleri almış, bu arada pek çok dervişi ta'cîz ve rencide etmiştir. Menâkıbnâme’ye göre kızı Hicrî 1154 senesinde hayatla idi. Kızının zâviyeyi terk etmesinden pek mahzun olan şeyh halim selim bir insan iken celâl sahibi birisi olur.[30]'

Ünsî Hasan Elendi yukarıda değindiğimiz meşayih ziyaretlerinden birini Karabaş Velî’ye yapar. Ünsî Efendi’nin tarikatı ve intisabı anlatılırken ayrıntılarıyla temas edileceği üzere ziyaretlerin ilkinde Ünsî Efendi Karabaş Velî’nin tekkesinden ayrılmak istemez, kendisine izin verilmedikçe buradan ayrılmayacağını beyan eder. Karabaş Velî de ona ayrı bir değer vererek hacca giderken halifelerini ona emanet etmiştir.

Her an şerîat ve tarikat üzere olan Ünsî Hasan Efendi ölmeden evvel dervişlerini toplamış ve “Sîzler yolumuza aykırı hareket eder, İslâmın emirlerinin dışına çıkarsanız haram ve mekruhlara meylederseniz, ahirel günü hesabını laleb ederim. Bu Halvetiyye yolu hepimize Allah ’ın bir emanetidir. Bunu koruyun ki Allah sizden hoşnut olsun ” demiştir.

Menâkıbnâmede vefatı ile ilgili olarak verilen bigiler şöyledir: “Hazret-i Şeyh bu fakire buyururlar idi ki, pîr-i tarîkimiz sened-i saâdetimiz sultânüi-ârifîn, bürhânü’l-vâsilîn şeyhü’ş-şüyuh Hazret-i Pîr Sultan Şa'ban Efendi Hazretlerinin dar-ı bekâya teşrif buyurdukları tarihden bu vakte gelinceye kaç sene mürur etmişdir diye sual buyururlar idi. Fakir dahi hesâb edip Hazret-i Şeyhe filan kadar sene geçmişdir, derdim.

Yine bir gün Hazret-i Şeyh buyurdular ki, Hz. Pîr Sultan Şa ‘bân Efendi ’nin âhirete teşrifleri senesi tarihinden yiiz altmış sene tamam olmaya kaç sene kalmışdır, hesâb eyle dediler. Fakîr dahi hesab ettim. Şu kadar sene kaldı, dedim. Hz. Şeyh sükût etti. Fakîr Hz. Şeyh ’in bu suallerinin sırrına asla eremedim ve kendilerine dahi sormağa cesaret edemedim. Pes derûnumda bir acep dağdağa peyda oldu. Zira bilirim ki, Hazret her ne sual buyururlar ise onda bir hikmet vardır, tehî değildir. Şu kadar anladım ki, Hazret-i Pîr Sultan Şa'ban Efendi'rıin intikâli tarihinden vüz altmış sene tamamında bir emr-i azîm vâki olacaktır. Hazret-i Pîr hicretin 976 (1568) senesi dâr-ı bekaya rıhlet buyurmuşlardır. Bu fakîr bu tarihe yüz altmış daha zamm eyledim tamam bin yüz otuz altı oldu. Fehm eyledim aceb nesne zuhur eder. Lâkin bilmezdim ki ol nesne nedir. Şol kadar ki kaçan Hz. Pîr Sultan Şa'ban Efendi’nin intikali tarihini sual eyleseler gönlümde bir hüzn-i kesîr zâhir olurdu ki, birkaç gün aceb ızdırab verirdi. Ve bilirdim ki bin yüz otuz altı senesi geldikde cümlemize bir keder-i azîm ve gussa-i tavîle erişir. Amma söylemezdim ve bilmezdim ki bu gam ve keder bize nerden erişir. Çün hicretin 1135 (1722) senesi dahil oldu, lyd-ı şerifden sonra Hazret-i Şeyh bir mikdar münharifü ’l-mizâc oldular. Bildim ki Hazret-i Şeyhin sual ve dikkat buyurdukları bu imiş ve anladım ki 1136 senesi Hazret-i Şeyh âhirete teşrif buyururlar. Fakîr perişan oldum. Ağlamayla başladım ve günden güne kederim ziyade oldu. Ağladığımı gören pirdaşlarım dedi ki, sana ne oldu, ne ağlarsın, derdin nedir bize söyle, Allah Kerîmdir, bir çare ederiz diye teselli ederler idi. Fakîr, sükût ederdim. Benim isejirâk-ı şeyhe lâkatim yoktu. Yine zâr zâr ağlardım. Bir gün pirdaşlarım Hazret-i Şeyhe demişler ki, Sultânım, İbrahim Çelebi kaç gündür hemen ağlar sebebini sual ederiz söylemez, bilmeziz ne oldu; bir dua buyursanız, demişler. Hazret-i Şeyh buyurmuşlar ki, onun vâkıf olduğu şeyi sizler bilmezsiz deyip, Fâtiha buyurmuşlar. Der-akab benden ağlamak gitdi. Pîrdaşlarım fakire eyittiler, senin ağladığını Hazret-i Şeyh 'e söyledik Fâtiha buyurdular. Elhamdülillah hele gözün yaşı dindi dediler. ”(12)

Ayvansarâyi ’nin Vefeyât ’mda Ünsî Efendi ile ilgili kısımda şeyhin irtihâli için “ e ti­ne beü’l-azîm” terkibiyle tarih düşüldüğü kayıtlıdır.  Ünsî Hasan Elendi aynı zamanda kendisi de vefatına tarih düşüren sûfilerden birisidir. Bu tarihlerden bazıları şöyledir:

(Kendi vefatlarına buyurdukları tarihdir)

Gelüp düferd didi târih buna hoş düşdi ma 'ter

Mübârek bu libâs ile kabr-i Ünsi 'ye mu 'teber Sene-1136

(Kırk sene evvel buyurdukları ınutk-ı kirâmileridir)

Yazı eski yeni tezyin yazan hâce Koca miskin

Sevvedehû sâhibisin kable sinin-i erba 'in

Menâkıbnâme yazarı İbrahim Çelebi bu tarih manzumesini vefatlarından kırk sene evvel yazmış ve türbesinde kullanılacak sandukanın örtüsüne işletmiştir.

(Bu dahi diğer târihleridir)

Bildi ömri târihin oldı hasen gamdan esen

Kini ’am dâr-ı muttakin evc-i zihî cây-ı hasen

( Sinn-i şerifleriyle zâtlarına lafz-ı târihleridir)

Binyüz oluz allı senesi vifâk

İrişdim seksen bire hi ’l-ittifâk

Çün ömür bunda tamâm oldı hemân Hicret itdim dosta bundan bi ’r-refâk  

Burada Ünsî Efendi hangi yılda vefat edeeeğini lafzen beyan etmişlerdir.

Halifelerinden Tımarhânecizâde Mehmed Garib Efendi’yi yerine vekil bırakarak ruhunu teslim etmiştir. Talebelerinden Mustafa Efendi gasletmiş, Ayasofya Camii’nde Koca Mustafa Paşa Dergâhı şeyhi olan Seyyid Nureddin Elendi cenaze namazını kıldırmışlır. Cenâze namazında İstanbul’un önde gelen âlim ve âriileri hazır bulunmuşlardır. )l5> Menâkıbnâme’de Ünsî Efendi’nin vefatları ve defnedilmesiyle ilgili bilgiler İbrâhim cl-Hâs’ın ağzından ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Hz. Şeyh’in vasiyetlerinden birisi de, cenazesinin kabre İbrâhim Çelebi tarafından konulması idi. Bu konu Menâkıbnâme’de şöyle geçmektedir: ‘‘Fakire buyurdular ki, sen bir nesne kabul etmedin, bârî ben vefat eylediğimde beni kabrime sen indir. Kimse yapışmasın zira benim cesedimi kabrime komada nice esrar vardır dediler. Ba’dehu Mehmed Efendiye teveccüh edip söylediler ki, Mehmed efendi ol vaki İbrâhim Çelebi bu tenbihimi unutur, sen hatırına gelir dedi. Ve buyurdular ki, beni kabre kodukta bize telkin vermek hacet değildir. Zira biz Allah ’ı biliriz, deyip Mehmed Efendiye buyurdular ki şeriat yerine gelmek için hemen sen “min Rabbik” de, kifayet eder, dedi. (...) Dervişân Hz. Şeyh’in huzurundan taşra çıkdılar. Hz. Şeyh fakiri alıkodu ve buyurdular ki beni kabrime indirdiğin zaman başımın altına toprağı ziyadece çek, yüksek olsun. Ve sağ yanıma meylettir deyip bazı gizli nesneler ve sözler söyledi. Ve bu fakiri kendi türbe-i şerifleri ve vakfına kâtip tayin buyurdular. (...) 1136 (1723) senesi muharremi erişti. Hz. Şeyh 'in inhirâf-ı mîzâcı ziyâde oldu. Fukara nâ-ümid oldu, çün mâh-ı Safer dâhi! oldu. Çün mâh-ı Saferin onuncu günü oldu, ol gece pazartesi gecesiydi. Hz. Şeyh hâlet-i nez’e geldiler, ve “Âh!” diye feryat ve figana başladılar. Mehmed Efendi tilâvet-i Kur 'ân eyledi. Ol gece saat altıya vardıkda Hz. Şeyh dâr-ı bekaya teşrif buyurdular. (...) Ertesi gün teçhiz ve tekfin ve sair levâzımat buyurdukları üzere tamam tedarik edip hazır eyledik. Şeyhi gasletmek için teneşirin etrafına çarşaf gerdik, onun içinde gaslettik. Malumdur ki ehlullâhın vücud-ı şerifi şâir nâsın gözüne haramdır. Zira onlar Hak ile Hak olmuşlardır. Onun için onların vücud-ı şerifleri şâirlerine nâ- mahremdir ve âdâb-ı tarikat dahi böyledir. (...) Şeyh 'in gasledilmesi işleminden sonra merkad-i şerife koyacak vakit gelmiş, fakir şeyhin vasiyyet buyurduklarını külliyen unutmuşum. Mehmed Efendi şeyhin vasiyyetini fakire hatırlattılar. Hemen o vaki gizli âşikar her şey aklıma geldi ve şeyhi lutf ile kucağıma alıp ta’zim ile kabr-i şerife koydum. Badehu mübarek kadem-i şeriflerin bûs edip veda eyledim. ”!i6i         1

Aydınoğlu Tekkesi’nin şeyhi olan Ünsî Hasan Elendi seksen bir yıl gibi uzun bir ömür yaşamış ve 10 Safer 1136 Pazarlesi/1723 günü akşam 6. OO’da vefat etmiştir. Salkımsöğüt’teki tekkesinde bulunan üzeri kurşun örtülü taş türbede medfundur.  

Hasan Efendi’nin eenâzesi önce tekkesi haziresine defn edilmiş, daha sonra mezarının üstüne bir türbe inşaa edilmiştir.

  Belli Özellikleri

1.                              Fiziki Özellikleri

İbrâhim Hâs onun fiziki özelliklerini şöyle tasvir etmiştir: "Efendimin yüzü gayet nurlu ve yuvarlak idi. Rengi sarışın ve beyaza çalardı. Gözleri siyah kaşları hilal gibi, çekme burunlu idi. Yanakları üzerinde belirgin bir kırmızılık vardı.

Dudakları ince ve küçük dişleri beyazdı. Fasih ve tesirli konuşurdu. Vücudu zayıf idi. Elleri pek güzeldi. Boyu orta idi. ” <1S)

Hasan Ünsî Elendi eski elbiseleri giymeyi severdi. Gösterişli şeylere kıymet vermezdi. Dervişlerine alaca kaftan, süslü ve pahalı giyecek giymemelerini tavsiye ederdi. Giyen olursa onlara da bir şey söylemezdi. Giydiği herhangi bir elbiseyi parçalanıncaya kadar giyer öyle yenisini alırdı. Menâkıbnâme’den öğrendiğimize göre bir elbisesini kırk beş sene giymiş ısıtmadığı için çıkarmak zorunda kalmıştı. Başına Şa'banî erkânı yolunda siyah tâc sarart bu tâc Şeyh Karabaş Velî Efendi’nin kendisine miras olarak bıraktığı tâcdır), üzerinden de beyaz risale sarkıtırdı.

Günlük Hayatın İçindeki Özellikleri

Daima Allahü Tcâlâ’nın emir ve yasaklarından bahseder, mânevi sırları açmazdı. Hasan Ünsî Efendi, zâhiri ve bâtmî ilimlerde kemale ermişti. Zühd ve takva sahibi idi. İnsanlardan uzak olarak, inzivâî bir hayat yaşardı. İbrahim Has eserinde Aydmoğlu Tekkesinde iken kırk bir sene içinde üç defa dışında dışarıya çıkmamıştır. Bu üç ise şunlardır: Birinde oturduğu tekke zelzeleden harap olduğu zaman Sultan Ahmed Camii’ne Cuma namazına gittiğinde, birisinde Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi’nin türbesini ziyarete, bir diğerinde de ordu sefere çıkarken bir Hatt-ı Hümâyun ile davet olunduğu zaman Ok Meydanı’na dua için gitmişlerdir. I,9) Ömrünü sürekli riyâzet ve mücâhede ile geçiren Ünsî Efendi kendi ifadesi ile altmış sene ayaklarını uzatıp yatmamıştır. Dervişlerine, yanım üzere yatmadım ve ayaklarımı uzatmadım bunlardan mâada nice meşakkatler ve mihnetler çektim ki, söylesem inanılmaya” derdi.

Ömrü boyunca aç ve susuz çok büyük emekler çektiğini İbrâhim Çelebi’nin eserinde anlatıldığı haliyle kendisinden şöyle öğrenmekteyiz: " İlm-i zahir için nice meşakkatler ve nice zahmetler çekdim ki tabir olunmaz. Ya ilm-i bâtın için nice derd ü belâ ve nice cevr ü eza mübtelası oldum. Şöyle ki yemeği içmeyi terk eyledim. Ale ’d-devam perhiz üzre idim. Ve uyhuyu terk edip gece ve gündüz sa 'yi beliğ ile işime meşgul idim. Câ- be-câ uyku gelir uyur oldum. Çileye dahi alışdım. Uyumağa başladım. Bu kez çileyi bırakdım. Perçem salıverdim. Perçemi bir ip ile tavanın halkasına bağladım, işime olur idim. Uyku gelip tapındıkda ol ip perçemimden çekerdi. Gözüm açılırdı. Bir nice sene dahi bıı hal de oldum. Buna dahi alışdım ip perçemimden çekdikçe uyanmaz oldum. Şöyle ki, başım perçemimden asılı rahat ile uyur oldum. Perçemimi tıraş ellim. Bir lemrenli ok tedarik eyledim. Okun yelek tarafını yere va'z edip demrenini alınma dayadım. Uyku gelip dayandıkça okun demreni alınma balar idi. Gözüm açılır idi. Şöyle ki alnımanasır oldu. Bundan ileri büyük mücahede ve nice mihnet ve derd çektim ki, söylesem itikad olunmayacak mertebedir. Yedi gün aç kaldım şakirdlerim ve dervişlerim ve halifelerimkatı çok idi. Ekserisi ganiler idi. Onlardan nesne taleb etmedim. Şöyle ki namazı ayakta kılamaz oldum. Olduğum odanın rafları üzre fareden kalma kuru ekmek ufakları olur, onu aradım bulamadım. Ve bir kimseye bu hali izhar etmedim. Bundan yüce nice riyâzeller çektim ki helak olmağa bir ramak kalmış idi. Allahu Teâlâ bana sonra rızk ihsân eyledi. Sırr-ı Hudâ’ya böyle böyle nice riyâzel ve mücâhede ile eriştim. "(2h. O sohbet meclislerinde tevhid sırlarıyla ilgili olarak bir şey söylemez ve söyletmezdi sadece ima ile yetinirdi.

Hasan Ünsî Efendi genellikle seccade üzerinde bazen de minder üzerinde oturur, yastığa dayanmazdı. Sürekli abdestli dolaşır, abdest aldığında ayaklarını . her zaman yıkar mesh etmezdi. Namazlara özellikle sabah namazına çok dikkat ederdi. Dervişlerinden Mustafa isminde bir derviş sabah namazım aksatır olmuştur. Şeyh diğer dervişlere onu çağırmalarını tenbih ederdi. Üç gün böyle devam edince üçüncü gün yine dervişlere “Mustafa ’yı çağırın namaza gelsin ” buyurmuştur, yine gelmeyince onu dergâhtan ihraç eylemişlerdir. İbrahim Çelebi Şeyhe onu tekrar dergâha almasını tekkede ihtiyaç olduğunu söylediği zaman şeyh ona: “ üç gündür namaza gelmediğini tenbihini dinlemediğini söyler ve belki size de sirayet eder” diyerek onun isteğini kabul etmemiştir.  

Ünsî Elendi, tekkesinde kahve tütün içirmez' şeyhinin elinde kahve fincanı görmediğini söyler, sigara içene de feyzinin olmayacağını söylerdi. Hatta bu konuda sûlîlerinden bazıları tütün içiyor diye pirdaşı Şeyh Nasûhî Efendi’yi azarladığı rivayet edilmektedir. Bu olay Menâkıbnâme’de şöyle anlatılmaktadır:

Şeyh Ünsî, duası makbul bir şeyh idi. Ordu 1127 (1715) Mora seferine çıktığı zaman birkaç mahalde dualar edildi. Sıra Ayasofya Camii’ne geldiğinde Şeyh Muhammed Nasûhî Efendi sûiîleriyle camiye uğramadan evvel -hem pirdaşı hem de şeyhi makamında olmakla- Şeyh Ünsî’nin tekkesine geldi. Şeyh Ünsî tarikat adap ve usulüne son derece titiz davranan bir şeyh idi. Tekkesinde tütün ve kahve içilmezdi. “Ben Karabaş Velî'nin elinde kahve fincanı görmedim. Tütün içene benden feyz yokdur” derdi. Fakat, Şeyh Nasûhî’nin kendisi içmemekle birlikte içene de bir şey söylemezdi. Karşılıklı sohbet ve ikramdan sonra Nasûhî’nin sûfîleri aşağıda çubuklarını çıkarıp tütün içmeye başladılar. Şeyh Ünsî, Nasûhî dervişlerinin tekkede tütün içtiklerini anlayınca, Nasûhî Efendi’ye “ Sen tülün içermişin’’ diye sordu. Nasûhî “yok” dedi. Ben içer miyim? Nasûhî “yok” dedi. Ünsî “Ya senin şeyhin içer miydi” diye sordu. Nasûhî "yok" dedi. Ünsî Ya senin sûfîlerin ellerindeki tiltün çubuğunu neylerler? Hiçin duhana ruhsat ve niçin tarikatta olmayan nesneye cevaz gösterirsin? Ulan utan deyince, Şeyh Nasûhî Efendi gerçi sustu ama incindiğini de belli etti. ”,

Gece veya gündüz kapısına gelip de “Hû” diyene kapısını açardı. Kimse onu uyurken görmemişti. Seksen bir yıllık ömrü bu hal üzere geçmiştir.

Saray ve Devlet Adamlarıyla İlişkileri

Uzun saltanatı boyunca (1058-1099/1648-1687) meşayihla iyi ilişkiler içerisinde olan XVII. yüzyıl sultanlarından biri de IV. Mehmed’tir.

IV. Mehmed Karabaş Velî Ali Alâaddin el-Atvel’in vaaz meclislerine katılarak kendisine olan hayranlık hislerini dile getirmiştir. İşte Karabaş Veli’ye olan bu hayranlığı sonucunda Ünsî Hasan Elendi ile de tanışmış ve saraydan ona biat edenler de olmuştur. Ünsî Elendi ile Sultan IV. Mehmed’in münasebetleri Menâkıbnâme’de şöyle anlatılmaktadır:

IV. Mehmed’in çok sevdiği çuhadarlarından Kara Mehmed Ağa’nın dizlerine günün birinde bir ağrı iner ve kötürüm olur. Padişah bunun üzerine Hekimbaşısı Salih Elendi’ye Çuhadar’m iyileştirilmesini emreder. Hekimbaşı ve diğer hekimler her ne tedavi uyguladılarsa da ağrıyı giderip tedaviyi gerçekleştiremezler. IV. Mehmed adeti üzere çuhadar’m odasına gelip hal hatırını sorduğu bir günde Mehmed Ağa "Sultanım ben nefese muhtacım” diye cevap verir. Bunun üzerine padişah "şimdi öyle ehl-i nefes kim vardır” diye sorunca oradakiler, Pâdişâhım, Üsküdar 'da Eski Valide Camii ’nde Şeyh Karabaş Ali Efendi malûm-ı hümâyununuzdur. O zât, ehl-i nefes nefesi her derde kimyâ-yı e'azimdir" diye verirler. Sultan IV. Mehmed Cuma’ vaazlarından tanıdığı şeyhin adını duyunca, Haseki Ağa’ya ‘‘Üsküdar’a var, şeyhe la’zîm eyle. Eğer kendileri gelirse gelsin, mehmed ’e okuyuversin. Eğer kendileri gelmeyip halife gönderir ise, onu la ‘zîm ile gelir, okusun ” der. Haseki Ağa hemen Üsküdar’a gidip şeyhle görüşüp Padişahın arzusunu bildirir. Bunun üzerine şeyh Ünsî Hasan Efendi’yi çağırır. Ünsî Elendi şeyhin yanma geldiğinde, ‘‘Hasan Efendi, var oğul şu hastayı okuyuver ” der. Hasan Elendi, Haseki Ağa ile birlikte saraya varıp hasta çuhadarın odasına girer. Çuhadar Kara Mehmed, Ünsî Hasan Efendi.-yi görünce ağlamaya başlar ve onu karşılamak için ayağa kalkamadığı için özür diler. Hasan Elendi hastaya üzülmemesini, elem çekmemesini söyleyerek teselli eder iyileşeceğini müjdeler. Sonra ayaklarını uzattırıp okur. ‘‘İnşallah bir daha onmaya hacet kalmaz" diyerek odadan dışarı çıkarken, hastanın ayağındaki ağrı geçer ve rahatlar. Çuhadar ertesi gün ayağa kalkıp odada gezmeye başlar. Daha ertesi gün ayağına kuvvet gelip odadan dışarı çıkıp gezer. Öyleki bir hafta sonra padişah ile birlikte ava bile gider.125'

Bu olaydan sonra Padişah IV. Mehmed, Hasan Ünsî Efendi’nin bundan sonra Harem-i Hümâyun’da va’z etmesini arzular. Hasan Efendi de padişahın bu isteğini “şeyhimin izni olmadan mümkün değildir, buraya dahi onun izni ile gelmişiz ” diye cevaplar. Bunun üzerine Sultan Mehmed, Şeyh Karabaş Velî’den izin taleb eder. Şeyh de Ünsî Efendi’nin sarayda va’z ve sema’ etmesine izin verir.  

İzin alınması ile beraber Şeyh Hasan Ünsî Efendi, Harem-i Hümâyunda saray mensuplarına iki sene va’z ve va’zdan sonra devran ve zikrullah ettirir. Sarayda, Has oda, Hazîne ve Kiler mensuplarından; Enderûn-ı Hümâyun ağalarından pek çoğu Ünsî Efendi’ye bey’at etmiş ve devrâna katılmışlardır. Şey Ünsî Efendi sarydan ayrıldığı zaman içlerinden kabiliyetli olan birini halife tayin edip kalanlarını da ona emanet etmiştir.|2T>

Tarikata İntisâbı ve Hilâfeti, Zâviyesi, Halifeleri

Halveti Tarikatı’nın Cemâliyye şubesinin en önemli kolu Şa’bâniyye’dir. Şeyh Şa'bân-ı Velî bu erkânda Hazret-i Pîr olarak bilinir. (28’Hasan Ünsî Efendi de Şa‘bâniyye/nin Karabaşiyye koluna bağlı bir mürşid-i kamildir. Ünsî Efendi’nin mürşidi tarikat yolunda Pîr-i Sânî olarak anılan Şeyh Karabaş Velî’dir. Ünsî Efendi’nin Karabaş Velî’ye intisâbı biraz sonra ayrıntılı olarak ele alınacak ancak ondan önce Ünsî Efendi’nin tarikata intisâbmdan önceki durumunu kısaca hatırlatmada fayda vardır.

Şeyh Hasan Ünsî Efendi tasavvufa intisâbmdan önce zühd ve takva sahibi ilmiyle âmil ve medrese tahsili ile meşgul olan bir şahsiyetti. Babasının Bayrâmî olması münasebetiyle her ne kadar tasavvufî hayatın içinde değilse de çok da uzak sayılmazdı. İlme daha çok önem veriyordu. Kendisini ilim ortamında bulmuş, hatta genç yaşta iken İstanbul’da Ayasofya Camii’nde Beyzâvî Tefsiri ve Mesnevî-i Şerîf dersleri vermişti. Alimlerle beraber oluyor onların sorularına cevaplar veriyor, müşkillerini hallediyordu. Bu dönemde bazı ilim erbabları tasavvufa karşı oldukları için düşüncelerini küfürlerle dile getiriyorlar âdeta tasavvuf erbabı ile alay ediyorlar; Mesela “Mevlevîlere” “Levlevîler” diyorlardı. İşle böyle bir ortamda Ünsî Efendi Ayasofya’da hücrenişîn olarak görev yapıyordu. Tasavvufa inlisâb etmese de meşâyihleri ziyaret etmekten de geri kalmıyor, onların sohbetlerine katılıyordu.

Ünsî’nin tasavvufa intisabı böyle bir ortamda kendi komşusu ve hemşehrisi Ali Efendi vasıtasıyla olmuştur. Ali Efendi ona Şeyh Karabaş Velî'den söz eder ve beraber ziyarete giderler. Bu olay ve Ünsî Efendi’nin tarikata intisabı Menâkıbnâme’de İbrahim el-Has tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Bir gün Üsküdar ’a vardım. Orada bir hemşehri ile mülâki oldum. O dedi ki, Üsküdar ’da Eski Vâlide lekyesinde Şeyh Karabaş Ali Efendi namında bir şeyh vardır, deyip azîm vasf eyledi. Ama varıp görüşmedim, dedi. İstanbul’a geldim, Şeyh Ünsî Hasan Efendi ’nin odasına vardım. Ona dedim ki, Üsküdar ’a Kastamonu 'dan şeyh gelmiş, bir âlim, fâzıl ve perhîzkâr, riyâzat ve mücâhedesi’nin sonu yok, hâl ve tasarruf sahibi bir zâtmış. Karabaş Ali Efendi derlermiş. Çok telif âtı varmış gel gidelim, onunla görüşelim. Hasan Efendi’de, olur dedi. Beraber Üsküdar’a geçip Eski Vâlide Tekyesine vardık. Orada Şeyh Karabaş Ali Efendi Hazretleriyle buluştuk. Şeyh Hazretleri bizi görünce, buyurdular ki, Hasan Efendi seni çok arzu ederdim. Şükür Hüdâ-yı Taâlâ’ya ki, mülâkal müyesser oldu. Sonra Asâdâr Osman Efendi ’yi yanına çağırttı. Osman Efendi gelince, Osman sana dediğim bunlardır dedi ve güler yüzlü bir tavırla Hasarı Efendi ’yi işaret elliler. Şeyh bir mikdar sohbet etti. Hasan Efendi sustu. Şeyhin huzurunda yarım saat kadar oturduk. Sonra kalkıp gidecek olduk, Hasan Efendi’ye kalk gidelim, ikindi yakındır dedim. İkimiz birden kalktık. Ben Şeyhe Selam verip veda eyledim. Hasan Efendi Şeyhin elini ve dizini öptü. Ben taaccüp eyledim zira onun bu şekilde davranması meşrebine uygun değildi. Şeyhin huzurundan çıktık bu davranışının sebebini sordum. Hasan Efendi bir şey söylemedi, durdu. Buyrun gidelim dedim. Siz buyrun ben gitmem burada kalırım dedi. Ona burada kalmanız neden icabetti medresede odan, öğrencilerin ve kitapların var. Onları nasıl feda edersin şimdi gidelim sonra yine geliriz dedim. Odasının anahtarlarını üzerime attı. Hücremde ne kadar kitabım varsa hepsi senin olsun, talebelerime de söyle kendilerine başka bir hoca bulsunlar. Bugünden sonra ben İstanbul'a gitmem meğer ki izin ola, deyip Şeyh ’in hizmetinde kaldı. Çok ısrar ettiğim halde çâre olmadı. 129>

Ünsî Hasan Efendi bu tarihten itibaren Şeyhi Karabaş Velî’nin tekkesinde hizmet etmeye başladı. Burada geçen günleri daha önce de değindiğimiz gibi riyazet ve mücâhede ile geçmiştir. O kadar ki ayakta namaz kılamayacak hale gelmiştir. Onun bu hali karşısında Şeyhi Karabaş Velî'nin ‘'Otuz iki bin adem elime yapışıp bey ’al etmişdir ve altı yüz seksen beş halifem vardır, içlerinde Ünsî Hasan Efendi gibi ârif-i billâh, sûhib-i sır ve vâkıfü’l-hakâyık bir başkası yokdur. " dediği rivayet olunur. |3Ü) Karabaş Velî, Ünsî Hasan Efendi 'ye ayrı bir değer vermiş, dervişleri arasında yerinin farklı olduğunu her fırsatta dile gelirmiş, halta onunla ders müzakeresi bile yapmıştır.|31J

Karabaş Velî giydiği tacdan dolayı lakab sahibi olan bir mutasavvıftır. ,32) Tasavvufla her rengin anlamı ve sırrı vardır. Ancak bütün mutasavvıfların amacı siyah rengin hakim olduğu makama ulaşmaktır. Bütün tarikatlarda arake ve taçlar belli makamlara işarettir. Şa'bâniyye’de de beyaz sâlik tacı; yeşil velâyet tacı; siyah rü’yet tacı, hilâfet tacı; siyah üzerine beyaz risaleli tac mürşid tacıdır. Mürşid tacına tâc-ı şerifte denir. (33j Siyah tevhidin, hakikatin rengidir. Zat sırrına eren sâlik siyah kisve giymeye hak kazanmıştır.

Hasan Ünsî Efendi manevi mertebeleri birer birer aşıp tevhid-i zâtiyyeye ulaşarak “Hû” esmasını çekmeye başlayınca şeyhi tarafından siyah kisve-i şerîf giydirilmiş ve bu kisvenin hıfzında, korunmasında aşırı özen göstermesi gerektiği belirtilmiştir. Kısa bir süre sonra da kendisine hilafet verilmiştir.

Genelde Halvetîlik ve bunun ana kollarından birisi olan Şa'bânîlik erkânında siyah rengin önemi çok fazladır. Ünsî Efendi’nin bir sohbetinde bahsettiği Kelâm-ı Azîz’den alma şu satırlar bunu güzel bir şekilde açıklamaktadır: “Tarîkımızda âdâb bııdur ki, kisveli olan sûfîler kisve-i şerife kemâl-i ta‘zim üzere daim olmak gerekdir. Sîzler ne zaman bir kimsenin başında kisve görseniz ona ta ‘zim ve itibar ediniz. "Zira kisveye hürmet etmek onun sahibine hürmet etmekdir. Ve kisveli olanlar gece ve gündüz kisveyi başlarından çıkarmaz, ta vefat edinceye dek. Vefat edince cenazesinde çıkarırlar. İmdi tankımızda âyîn ve âdâb böyledir. Tıraş olduk da ve hamama girdikde ve bunun gibi yerlerde çıkarırlar. Bunların gayrı yerlerde çıkmaz. Kademgâha girdik de imkânı varsa çıkarılır, bir pâk yüksecik yere korlar. Eğer imkânı yoksa üzerine bir pâk nesne ve bir pâk bez örterler. Ve dahi kar ve yağmur yağdık da üzerine başka başlık giymezler. Kisveye çiçek ve hilal sokmazlar. Ve kisve risalesin giymezler1'41. Ona sünnet bezi derler. Risâle dahi derler. Namazda sol tarafına salıverirler. Ve bunların cümlesi kisve-i şerife ta'zim içindir. Kisveyi gayetde hıfz etmek gerekdir. i35)

Hasan Ünsî Efendi’nin başından geçen şu hadise de Şa’bâniyye’de ve ayrı bir kol olan Kabâşiyye’de siyah rengin önemini ortaya koymaktadır: “Bir gün Şeyh Karabaş Velî, Hasan Efendi ’yi huzuruna çağırır. Bir sıîfî gidip Hasan Efendi ’ye “Şeyh seni ister ’’ diye haber verir. O sırada Hasan Efendi ’nin başında siyah destar vardır. Adâb-ı tarikat üzere şeyhin huzuruna siyah destarla değil beyaz destarla gidilir. Diğer taraftan da şeyh herhangi bir emir verirse oyalanmamak gerekir. Ünsî bu emri alınca, başındaki siyahı çıkarıp beyaz destar sarmaya vakit bulamaz. [31] [32] [33] [34]

Siyahın üzerine bir beyaz gömlek parçası sarıp öylece şeyhin huzuruna varır. Karabaş Velî Hasan Efendi niye geç geldin diye sorunca, Ünsî Sultanım bir mikdar işim vardı diye cevap verir. Karabaş Velî daha sonra Ünsî Efendi ’nin başındaki gömlek parçasını çözer. Siyah sarık ortaya çıkar. Bunun üzerine “Hasan Efendi sana izin yanıma geldiğin zaman bundan böyle siyah ile gel sana izin bundan sonra tarikatta her ne işlersen işle” diye izn ü inayet buyururlar.

Bu şekilde izin verilmesi Hasan Ünsî Elendi’nin hilafetine işaret etmektedir. İbrahim Hâs'ın naklettiğine göre Ünsî Elendi’nin dışında hiç kimse şeyhin huzuruna siyah giyerek gitmemiştir. ,37)

Ünsî Efendi Karabaş Velî tarafından 1075 (1664) tarihinde138’ seyr ü sülûkunu tamamladıktan sonra Şa’baniyye’yi İstanbul’da yaymak üzere görevlendirilmiştir. Görevlendirme Menâkıbnâme’de şöyle anlatılmaktadır: “ Şeyh Hasan Ünsî Hazretleri, hilafet ile memur olduktan sonra hicretin 1075 (1664) tarihinde Şeyh Karabaş Ali Efendi Hazretleri, Hasan Efendi Hazretlerine buyurdular ki; sen İstanbul’a var dilediğin yerde otur Allah kulların irşâd eyle deyü bir azîm dua' buyurdular. Ve Hazreti Şeyh Hasarı Efendi dahi hemen İstanbul ’a gelip Ayasofya-i Kebîr kurbunda Acem Ağa Camii 'ne geldi anda oturmuşlardır. Bir müddet mütemekkin oldular. Devrân ile Zikrullah iderler idi. Bey ’at kerdeleri katı çok idi. Ve içlerinde acib mücâhid ve keşf ü keramet sahibi kimseler var idi. Şöyle ki hilâfete sezâlar idi.

Hasan Ünsî Efendi bir sohbetinde Şa’baniyye’deki hilâfetle ilgili uygulamaları şöyle anlatır: “Tarîkımızda bir sûfî halife oldukda me ’mur buyrulduğu mahalle gidip onda mukim olur. Ve bir sene mürurunda şeyhini ziyaret gelir. Eğer ona siyah destar verilmemiş ise ve siyaha istihkakı olup müstehak ise şeyh ona siyah verir. Yâhııd ol halife kendi gibi bir halife çıkarır, terbiye için şeyhe gönderir. Ba dehâ şeyh onun ile siyah destâr irsal eder. Eğer şeyh vefat eylemiş ise bir halife çıkardıktan sonra siyahı sarar. (...) İrşâd ile giden halifeye meşayıh teberrüken kisve giydirir. Amma siyaha izin vermezler, tâ müstehak olmayınca. Ve dahi sakalı tıraşlı bıyıklı sûfîye iktizasına göre tekmilden sonra hilâfet verilmek caiz olur. Amma şâir halifeler gibi halka bey 'at vermeğe ve terbiye etmeğe izin verilmez, her ne kadar terbiyeye kadir ise de. Ve sakalsız sûfîlerin dışarısına kisve giydirilmez. Ve nâ-bâliğa bey 'at vermezler ve kisve giydirmezler. Tâ bulûğa gelmedikçe. ”140

Hasan Ünsî Efendi irşâd ile görevlendirilip İstanbul’a gönderildikten sonra on dokuz seneden fazla Acem Ağa Camii’nde oturmuş (1664-1683), bu tarihten sonra daha önce değindiğimiz şekliyle İstanbul Kaymakamı Karahasanoğlu Mustafa Paşa tarafından kendisine tevcih edilen Saçlı Emir veya Aydmoğlu Tekkesi diye adlandırılan tekkeye geçmiştir. 14 *' Ancak tekke eski olduğu için bakım istemektedir. Vezîr-i azam Maktul İbrahim Paşa'nın öncülüğüyle tekke yeniden inşa edilmeye başlanır.

Tekke Eminönü İlçesinde, eskiden “Salkımsöğüt” olarak anılan semtte, Hocapaşa Mahallesi’nde, Alemdar ve Hüdâvendigâr kavşağında yer almaktadır.

Tekkenin bânisi, II. Bayezid devri ulemasından “Saçlı Emir” lakaplı Tebrizli Muhyiddin Mehmed Efendi’dir. Mescid-zâviye niteliği taşıyan bu yapıya Aydmoğlu Şeyh Mehmed tarafından bir minber ilave edilmiş ve camiye çevrilmiştir. Kadiri olan bu zâtın adına izafeten Aydmoğlu Tekkesi diye de bilinen tekke, adı geçen şeyhin meşihatının kaldırılmasıyla Ünsî Hasan Efendi’ye tevcih edilmiş ve ondan sonra da Ünsî Hasan Elendi Tekkesi diye adlandırılmıştır.t42>

Ahmed Hasîb Efendi’nin manzum olarak kaleme aldığı İstanbul Tekkeleri konulu “Dergâhnâme”sinde, Aydınoğlu Tekkesi ve A'rac Hasan Ünsî Efendi’den şu şekilde bahsedilmektedir:

Rûşenâ eyle dili zulmet-i mihnet kededen

Şem ‘-i âmâlini yak Tekye-i Aydın Dede 'den

Eldeki varını sar f eyle der-i tevhide

A ‘rec 'in tekyesine eyle kadem-rencîdet4i)

Hasan Ünsî Efendi’nin hayatını konu alan bir eser kaleme alan Hüseyin Vassaf. Ünsî Efendi’nin türbesiyle ilgili olarak "Türbeleri el-yevm ma’mur olup fî-yevmina hazâ bu dergâhta postnişîn-i reşâdet olan Şeyh îzzi Efendi Hazretleri türbe ve dergâhın imarı hususunda pek büyük fedakârlık izhar buyurmuşlardır. ”l44> demektedir.

İstanbul Ansiklopedisi’nin "Aydınoğlu Dergâhı ve Mescidi” maddesinde şu bilgiler verilmektedir:

"1934 Belediye Şehir Rehberine göre 1 numaralı Hocapaşa mahallesinde Sirkeci'den Sultanahmed’e giden tramvay yolu üzerinde, Muradhüdâvendigar Caddesi ile Alemdar Caddesi Kavşağı köşesinde, Sirkeciden gelindiğine göre sağ koldadır. Ahşap harem, ahşap selamlık, yarı ahşap semâhane, mescid ve bir türbe ile şadırvanlı, fıskiyeli ve üstü camekân örtülü bir taş avlu ve hazirelerden mürekkeb bir yapıdır. Yalnız türbe, taş avlu ve fevkani semâhane mescidin 1948’deki durumunu gösteren aşağıdaki notlar İstanbul Ansiklopedisi arşivinden alınmıştır:

Dergâhın yeşil yağlı boyalı avlu kapusunun sağında bir pencere iki küçük sebil vardır, lülesi kopmuş, muattal haldedir; avlu kapusundan girilince sağa dönülerek birkaç basamak taş merdivenle inilir ve dergâhın cümle kapusu ile karşılaşılır. Cümle kapusu, fevkani semâhane mescidin alt kısmına açılır. Bu alt katta erkân minderleri ile döşeli bir intizar odası vardır. Bu odadan şeyhin hücresine çıkılırdı. İntizar odasının önünden sola doğru ilerleyince, sol tarafta bu binanın içine yerleştirilmiş Hasan Ünsî Efendi'nin müstakil taş türbesi görülür. Türbenin küçük demir kapısı yeşil yağlı boya ile sarı yaldıza boyanmıştır. Üzerinde "Merkad-i münevvere-! Hazrel-i Hasani’l-Ünsî kaddese sırrehülaziz 1136" kitabesi vardır. (...)Türbe geçilince genişçe bir taş avluya çıkılır. Bu avlunun bir kısmı dergâha göçen derviş ve tekke mensuplarına kabristan olarak ayrılmıştır. Avlunun ortasında fıskiyeli mermer bir şadırvan vardır. Üst kısmının köşeleri sikke şeklinde mermerler ile süslenmiştir. Avlunun, bu şadırvan bulunan kısmının üstü demir çubuktan çerçeveler içinde yüksek bir camekan ile örtülmüştür. Şadırvanın karşısında sol tarafta kahve ocağı vardır. Mustatil şeklinde uzunca bir odadır. Kahve ocağının üstü misafirlerin oturma odalarıdır. Bu kısmın karşısına gelen odalar da dergâhın daimi mihmanlarınm yatak hücreleri idi. Fevkani semahane-mescide bu taş avludan ahşap bir merdiven ile çıkılır. Semahane-mescidin dördü tramvay caddesine, yedisi iki avluya ve yedisi de Hasan Ünsî Türbesinin kubbesi yükselen boşluğa açılmış 18 penceresi ve çatının ortasında da tavan ışığı alan ahşap ve 16 küçük pencereli bir fener vardır. Büyük pencerelerin camları buzlu olduğundan semahane mescide en bol ışık tavandaki fenerden gelir. Tavan, muşamba üzerine yağlı boyalı, bütün duvarlarda kalem işleri ile süslüdür. Mihrabın üst kısmında ahşap ve yağlı boya ve tezyin edilmiş bir korniş vardır. Bu kornişin sağ başında “İsm-i Celâl” ve ortasında da “Kalallahu Teâlâ Küllema dehale aleyha zekeriyyel mihrab” yazılıdır. Mihrab duvarının karşısına gelen duvarın önü 8 sütun ile ayrılmış olup âyine iştirak etmeyen misafirler burada dururlardı, ki bu kısımda bulunan küçük bir kapudan hareme geçilir. Sütunların üstünde kafesli bir kadınlar mahfili vardır. Ayin ve ibadetlere gerek tekke mensubu. gerekse misafir veya ziyaretçi kadınlar buradan iştirak ederlerdi. Ahşap minareye de bu sütunlu kısımda bulunan kapıdan çıkılırdı ki, 1948 yılı itibarı ile bu minare mevcut değildi. Minber ahşap ve yağlı boya çiçek nakışlıdır. Üzerinde ‘‘Kelime-i Şahadet” oyulmuş gayet güzel bir tunç alem vardır. ”l45)

Cuma günleri devran kurulan bu dergâhta'46’ görev yapan şeyhlerl47) sırasıyla şunlardır:

Şeyh Kutub Ahmed Efendi (öl. 1075).

Aydıııîzâde eş-Şeyh MehmedEfendi el-Kadirî (öl. 1095).

Şeyh Ünsî Hasan Efendi (öl 1136).

Timarhânecizâde eş-Şeyh Mehmed Garib Efendi (öl. 1155).

Şeyh îbrâhim-i Has Efendi

Şeyh Seyyid Muhyiddin Efendi (öl. 1174).

Şeyh Mehmed Rüşdî Efendi (öl. 1203).

Şeyh SeyyidHacı Ali Efendi (öl. 1210).

Şeyh Sun ‘ullah Efendi (öl. 1228).

Şeyh Mehmed Esrar Efendi (öl. 1259).

Şeyh Usturacı Seyyid Hilmi Efendi, el-Halvetî (öl. 1282).

Şeyh Mehmed Fehmi Hayâli Efendi (öl. 1312).

Şeyh Mehmed Bedreddin İzzl Efendi (öl. 1339).

Şeyh Saadeddin Süheyl Efendi.

Şeyh Hafız Bekir Sıdkı Ateşli Efendi.

Bu isimlerden anlaşılaeağı üzere, Aydmoğlu Dergâhı Önee bir Halveti Tekkesi iken Aydınoğlu’nun şeyhliği zamanında Kadiriyyeye geçmiş, Hasan Ünsî Efendi'nin gelmesiyle Şa’baniyye’den olmuş, daha sonra Cerrâhilere verilmiş, 1310'da irşâd makamına geçen İzzi Efendi ile de Kadiriyye'nin Üveysiyye- Enveriyye kollarına intikal etmiştir.l4t’’

Dergâhta faaliyet gösteren bütün şeyhler titiz bir tarikat asalet ve kibarlığı ile tanınmış âlim ve mutasavvıf şahsiyetlerdi. Bu dergâh, Hasan Ünsî Efendi ve İzzî Efendi ile de iki riyâzel hârikasına şâhit olmuştur.

Aydmoğlu Dergâhımın tasavvuf bakımından feyizli havasını, kendisi de dergâhtan ayrılmayarak inzivâyı seçen, çeşitli eserlerin sahibi İbrâhim Has Efendi’den dinlemek en doğru yoldur. Hicrî 1160 (1747)’da tarikdaşı Büyükçekmeceli Nesimîzâde Şeyh LütlT Efendi’ye yazdığı mektupta:

“...Birbirimizi unutmak mümkün değildir. Bilirsiniz ki kırk seneden mütecaviz bir zamandır sizinle bu dergâhta bende olduk. Bu dergâh ne dergâhtır ki beyânı akl- ı külden hariçtir. Kendimizi burada bildik, burada bulduk. Kendi yüzümüzü anda gördük, varlığı anda bitirdik, yokluğu anda şikâr ettik. Hususa sizinle hem-derd idik. Andapâk olduk, anda taze can bulduk. Anda her müşkil fetholdu. 01 ki aynı mürşidden câri feyz-i hakikatdir. Nasıl unutalım. Cümleden kat ’-ı nazar bir pınar sızıntısıyız, ol pınardan sızıp zuhur etmişiz, ondan bir katreyiz, mahv ü fenâmız yine ol pınarda fenâ bulur. Al el husus hubb-ı sivâ, sâhib-i Hudâya bu kurbiyetde mübeddel oldu. Bu muhabbet ne muhabbettir ki, beyan u imâsı kabil değildir... "diyor. l49>

Aydınoğlu Tekkesi 1925 yılında kapatıldıktan sonra metruk kalarak harap olma yoluna girmiş ve 196ü’larda da yıktırılmıştır. Günümüzde tekkeden arta kalanlar Ünsî Hasan Efendimin türbesi, hazîre, şadırvan ve yıktırıldıktan sonra geriye çekilerek yeniden yaptırılan ihata duvarıdır.'5U'

Şeyh Hasan Ünsî Efendi, vefatına yakın Ser-tarik Mehmed Efendimin siyah giymesine izin ve hilâfet vermiştir. Ancak Mehmed Efendi siyahı sağlığında giyememiştir. Bu kisve vefatından sonra sandukasına konmuştur. Mehmed Efendi yirmi sene tekkede şeyh olmuş ancak kendisinden sonra bir dervişe kisve giydirememiş ve tekkeye bir halîfe yetiştirememiştir. Ömrünü kendi manevi zevki içinde geçirip gitmiştir.(5|J

Ünsî Efendi’den sonra bu kol devam etmemiştir ancak onun halifeleri kendi manevi zevkleri içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bu halifeler sırasıyla şunlardır.

Ser-tarîk Mehmed Efendi

Hasan Ünsî Efendi'nin tekkesinde ser-tarik olan ve uzun bir zaman tekkenin camiinde imam-hatiplik yapan Mehmed Efendi aynı zamanda hafızdır. [35]

Timarhânecizâde Mehmed Garib olarak anılmakladır. Zâkir Şükrü, Aydınoğlu Tekkesi şeyhleri arasında onu şu şekilde anar: “Timarhânecizâde eş-Şeyh Mehmed Garib Efendi. Hâlife-i Ünsî Hasan Efendi, vefat: sene 1155, Tekkede medfun.” [36]'

Ünsî Efendi’den sonra lekkenişin olmuş ve yirmi sene burada görev yapmıştır. Alim ve fazıl bir zal olmakla birlikle halife yetiştirememişlir. Bu zat hakkında “Mehmed Efendi yirmi sene lekye-i mezbûrda şeyh olmuştur. Aziz hazretlerinden sonra hevasına tabi oldu. Bir halife çıkaramadı. Ve bir dervişe kisve giydiremedi. Hemen kendi mezâkı icrasıyle ömür geçirdi” denmektedir. l54>

İbrahim Çelebi ( Derdmend İbrahim Has )

İbrahim-i Has veya Şakiroğlu İbrahim Çelebi, Ünsî Efendi’nin Menâkıbnâme'sini yazan derviş ve halifelerindendir. 155) Söz konusu menâkıbnâme. uzun yıllar içinde Ünsî Efendi’den duyulan sözlerin ve kaydedilen notların 1155 (1742)’de bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştır. İbrahim Çelebi menâkıbm nasıl yazıldığını anlatırken şunları söylemektedir:

“Şeyh Ünsî Hasan Efendi (ks. ) Hazretlerinin kendilerinden sadır olan harikuladelerinden kendi gördüğüm ve mevsukun bih kimselerden sıhhati üzere ıstimâ eylediğim ve nice edille ile meşhur ve mütevatir olan kerâmât-ı celîle ve mükâşefât-ı cemîle ve tasarrufât-ı cezîlerinin ba’zısını küstahâne cem ve tahrîrine cesâret eyledim ki kıraat-ı gûş eden âşıkan ve tâlibân ve dervişân hazerâtları Şeyh Ünsî Hazretleri ’nin türbe-i münevver eleri ziyârellerine vesile olup ilâ yevmi ’l-kıyam yâd olalart56>. Ve Menâkıb-ı Ünsî'yi kıraat buyuran ihvan ve âşıkan ve tâlibân ve muhibbânın kemâl-i kerem ve inâyet-i mürüvvetierinden mercû ve mütemennidir ki Hazret-i Şeyh Ünsî Hasan Efendi (ks. ) hazretlerinin rûh-ı tayyibelerine ihdâen bir Fatiha-i şerife kıraat buyrııp, rûh-ı şeriflerine irsal buyurulmak kemâl-i ricâ ve niyazdır. Ümiddir ki diriğ buyurulmaya. Rûh-ı şeriflerine bir Fatihadan sonra bu fakîr-i pür-taksir, âciz, mücrim, hakir, Hâs İbrâhim ’e-Şâkir Derdmendi dahi yâd buyurmaları e/tâf-ı mürüvvetlerinden tekrâr-bit 'tekrar ez-mercûdur.

İbrahim Çelebi vefat ettiği zaman şeyhi Ünsî Efendi gibi tekkenin haziresine gömülmüştür. |5K)

İbrahim Çelebi’nin şeyhinden derlediği menâkıbnâme ve sohbetlerinin dışında ihvanına yazdığı mektupları da bulunmaktadır. 091

Mustafa Ağa

Kadıoğlu Mustafa Ağa, vezir ağası iken Ünsî Efendi’ye bir türlü kabul ettirilemeyen Aydmoğlu Tekkesi’nin beratını vermeye gittiği zaman, Şeyhin hem seni kabul edeyim, hem de tekyeyi sözüne mazhar olmuş, daha sonra devlet hizmetinden ayrılıp Hasan Ünsî Efendi’nin hizmetine girerek uzun zaman halvet, riyâzat ve mücâhede çekerek seyr ü sülük çıkarmış ve hilâfet almıştır. Kadıoğlu lakabıyla şöhret bulan bu zât, şeyhi tarafından doğum yeri olan Kastamonu’nun [37] [38] Taşköprü kazasına irşâd göreviyle görevlendirilmiş ve kalan ömrünü Taşköprü’deki Şa'bani tekkesinde geçirmiş ve burada vefat etmiştir. löü>

Abdullah Sıdkî

Ünsî Hasan Elendi’nin yetiştirdiği kişilerden birisi de aynı zamanda divan sahibi bir şair olan Şeyh Abdullah Sıdkî’dir. Ünsî Efendi tarafından Kefe’ye hilâfetle görevlendirilen Sıdkî Efendi, üç sene kadar şeyhlik yapmış, daha sonra İstanbul’a dönmüş, 73 yaşında vefat etmiştir (öl. 1160/1747). Divanını oğlu İsmâil mürettep hale getirmiştir.Ibl                                               ,

A‘rec Mustafa Efendi

Hulefâdan olduğu belirtilen ve Menâkıbnâme’de isminden bir vesileyle bahsedilen Mustafa Efendihakkında şimdilik fazla bilgimiz yoktur.  

İbreti Şeyh Mustafa

Aynı zamanda şair olan İbretî, İbrahim Çelebi’nin ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla Ünsî’nin halifelerindendir. 1757 senesinde vefat etmiştir.!63)

Yukarıdaki halifelerin dışında Menâkıbnâme’de Ünsî Elendi’nin kızı Fatıma ile birlikte bir yerde anılan Pir Osman Dede Efendi de vardır. Elimizde çok fazla bir bilgi bulunmamaktadır.(64;

D.    Eserleri

Şeyh Ünsî Hasan Efendi'nin bilinen üç eseri vardır.

1.     Divan

Şeyh Hasan Ünsî Elendi, Menâkıbnâme’nin bildirdiği şekliyle “Arabi, Fârisî ve Türki sisine üzerine üzerine çok nazm demiştir ve her birinde nice esrar ve me ’ânî beyan etmiştir. Miıdevven divanı vardır. İlahiyatı ser-be-ser esrar ve hakayıkdır. Iö5) Şiirlerinde “Ünsî” mahlasını kullanarak yazdığı divanında hece ve aruzla yazılmış dört yüzden fazla şiir bulunmaktadır. Bu şiirler, tasavvuf? muhtevada, ahenkli ve aşıkâne şiirlerdir.

Ünsî Efendimin bizzat telif ettiği tek eseri Divan’ıdır. Ömrünün son günlerinde dervişi Îbrahim-Has’a. dağınık haldeki şiirlerinin, vefatından sonra yazılış sırasına göre tertibini vasiyet etmiştir:

“Şu İlâhileri divan eyle diye kendi ilahilerini işaret buyururlar idi. Ammâ İlâhileri fakire henüz teslim buyurmamışlar idi. Ve buyurdular ki müretteb olmasın, hemen eline gireni yaz, divan eyle dediler. (...) Bir gün Hazret-i Şeyh bu fakire yine buyurdular ki, hayli zamandır sana demiş idim ki ol vakt şol İlâhilerimi divan eyle. Şimdi ol vaki geldi, sen bu İlâhileri al deyip cümlesini bir sandık ile fakire teslim buyurdular ve nâ-elıl eline vermeden gayet ihtirâz eyle diye tenbih ve te'kid buyurdular(...) Tekyelerinde tevhid ve devran oldukda, esrâr-ı ilâhiyyeden olan ilâhiyyâtı okutmazlar idi. Zâhirden, duâya ve münâcâta müteallik olan ilâhiyyâtı okuyun derler idi. ”<66)

Ünsî Efendi’nin divanında bulunan İlâhiler şiir tekniği yönünden zayıf olamakla beraber içerik yönünden son derece doludur. Ünsî Efendi Niyâzî Mısrî’nin yaşadığı dönemde yaşamıştır. Bu sebeple İlâhilerinde hem ifade tarzı. hem de işlediği konular bakımından, Niyâzî Mısrî ve Yunus Emre tarzı hemen göze çarpmaktadır. Yunus Emre o kadar etki etmiştir ki eserde Yunus Emre’nin şiirine nazire bile vardır.

NAZİRE-İ YÛNUS EMREM

Çoban çevgânma bir keçe dakmış

Varır bedestanda sataram deyü

Kedi salhâneden bir peçe kapmış

Varıram külhanda öterem deyü

Kim âmin der kim buyurur du’âyı

Serseridir bilmez gezer devâyı

Saksağan Sahrâda yapmış yuvâyı

 Ben de bülbül gibi öterem deyü

Sen mekteb-i aşka gir al bir sabak

Oku aşk ebcedin var tahtaya bak

Bu alınmış meydâna gelmiş kabak

Ben de lezizeye sükkerem deyü

Bu rumûzı sanma durur hâtıra

Kimya katasın altun olur bakıra

Geldi şol meydâna çökdi çekirge

Ben de deve yükin çekerem deyü

Baht yıldızın doğdurunca şu aylar

Şâd olur vaktiyle gedâlar bâylar

Tek dururken taşa geldi bu çaylar

 Ben de deryâ ile coşaram deyü

Ma’şûkını bulur âşık görişür

Nâz içinde nice niyâz karışır

Toz içre tosbağı durmaz çalışır

Ben de minâreye çıkaram deyü

Kahr içinde niceler lütfa yeldi

Erenler âlemin hâline yetdi

Susâmın da’vâsı âlemi tutdı

Ben de sünbül ile kokaram deyü

Karıncayı görün yelüp yepürmüş

 Emekleyüp yürür ağzı köpürmüş

 Anka ile da’va ider oturmuş

Ben de Kaf dağını aşaram deyü

Ab-ı hayât içsem ömrüm ümidim

Ne şeyh oldum ne sûfı ne müridim

Bu sevdâya düşmüş nefs-i pelidim

Ben de şol Hızr ile yaşaram deyü

Tâlilerin kanad iledir her işi

Kargaya kanad gelir hayvânm leşi

Serçe inandırmak isler baykuşı

Şâhin ile şikâr iderem deyü

Kim yemese nice sille felekden

Adem başın fark eylemez kelekden

Kendin büyük görür idi melekden

 Ben de insan ile gezerem deyü

Er olan kendüyi görüp ne satar

Aşkdan gerek âşıklara bir eser

 Bir yayayı gördüm yelüben koşar

Ben de cirânları geçerem deyü

Gelmişem ol ilden bu garîb ile

Düşmüşem bu dilden bir dahi dile

 Kemterler içinde bu derd o dile

Ünsî yanup oda düterem deydi*

Ü Nüshası 67/b : 245 numaralı İlâhi.

Ünsî Efendi’nin şiirlerinde kafiye tekniği, redif kullanımı ve vezin yönünden göze çarpan aksaklıklar vardır. Ünsî Efendi bütün bu şiirlerinde samimi ancak iddiasızdır.

Kelâm-ı Azîz

Bu eser de İbrahim el-Has taralından derlenmiş'[39]’, Ünsî Hasan Efendimin sohbetlerini ihtiva etmekledir. İbrahim Çelebi eserin giriş kısmında şunları söylemekledir:

"Bu fakîr-i dil-rîş Hâs İbrahim Derviş ekser meclis-i sa'âdetlerinde fukara ile ma'an hazır olur idim. Huzûr-ı sa’âdeti erinden taşra çıkdıkda ol meclisde buyurdukları kelâm-ı dürer-bârların muhkem hıfz edip bulunduğum mecliste buyurdukları kelâm-ı kirâmîlerin buyurdukları vech üzere cem 'ine mübâşeret eylemek derûn-ı fakiraneme cây-gîr idi. Lehü i-ham d müyesser oldu. Bu fakîr-i derd-mende Hazret-i Şeyh K. S. Hazretlerinin dest-i kirâmîlerinde levbe müyesser olaldan tâ Hazret-i Şeyh K. S. Hazretlerinin vefatlarına gelince fukârâ ve hulefâlarına alenen her ne gûnâ buyurdular ise, ol kelimâl-ı derârîleri bir yere getirip cem ’ eyledim. Ve ismini Kelâm-ı Aûz tesmiye eyledim. Kırâ 'at ve gûş buyuran ihvân ve tullâb-ı âşıkân hazerâtı Hazret-i Şeyhin kelamlarının esrâr-ı me 'anilerinden zevk-yâb olduklarında Hazret-i Şeyhin rûh-ı tayyibelerine Fâtiha ile yâd buyurduklarında bu fakîr-i derd-mend Hâs İbrâhîm müstemendi yâd buyurmaları mercûdur. Ümîddir ki diriğ buyurmayalar.

Sırr-ı Ehadiyyet

Kaynaklarda Ünsî Efendi’nin Sırr-ı Ahadiyyet isimli bir eserinden söz edilmekte ise de, ,69) nüshası olmayıp sözü edilen bu eserin. sohbetlerin derlenmesinden oluşan Kelâm-ı Azîz olması muhtemeldir.  

SONUÇ

Ünsî Hasan Efendi’nin hayatı, eserleri, dönemi ve divânının tenkidli metninden oluşan çalışmamızı ortaya koymuş bulunuyoruz.

Osmanlı Devleti XVII. yy. da, siyasî, içtimâi, iktisâdı, İlmî ve askerî bakımdan sıkıntılı bir dönem yaşamıştır. Bu sıkıntının en büyük sebebi, çocuk yaşta tahta oturan hükümdarların devlet yönetiminde aciz kalmaları olmuştur. Devlet idaresi Valide Sultanların eline kalmıştır. Devlet böyle bir ortamda dışarıda savaşlarla uğraşırken; içeride Celâli isyanları ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu olumsuzlukların etkisiyle sağlam temeller üzerinde duran ilmiye teşkilatı da bozulma sürecine girmiş ve ehliyetsiz kişilerin eline kalmıştır.

Bütün bu olumsuzluklar karşısında Batı sürekli bir yükselme içindedir. Aydınlar bu durumun çözümü için bir takım risale ve lâyihalar hazırlasalar da bir türlü çıkış yolunu bulamazlar.

Bütün bu olumsuzluklardan ilmiye teşkilatı da etkilense bile ilim ve kültür alanında zirve boyutlu mesafelerinalınmasına devam edilmiştir. Bu faaliyetler ilim, medeniyet ve sanat adına sevindiricidir. Hatta edebiyatta, musikide ve hat sanatında büyük isimler yetişmiştir.

Türk-Osmanlı toplumunun hemen her alanında izleri görülen tasavvuf XVII. yy’da da canlı ve dinamik olup tekke ve zâviyelerin işlevleri âdeta artmıştır. Bu mekanlardan topluma akseden olumlu tesirler sonucu bir taraftan halk eğitilirken diğer tarttan terbiye edilmiş üstün moralli bir toplumla devlet idaresinin sağlıklı yürütülmesi temin edilmiştir. Ancak zaman zaman olumsuzluklar da yaşanmıştır.

Halvetilik’in halk arasında olmaktan çok devlet idaresinde bulunanlar, hatla saray mensupları arasında gördüğü itibar inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Padişahlar arasında en fazla Halvetilik ve bağlantılı şubelerine rağbet edilmiştir.

Karabaş Velî IV. Mehmed ile olan yakın ilişkileri sonucu Limni adasına sürgüne gönderilmiştir. IV. Mehmed’in Karabaş Velîmin sohbet ve vaazlarını kaçırmadığı bilinir. Şeyhin vaazlarından çok etkilenmesinin sonucu olmalı ki. "Bir gün İbrâhim Edhem gibi tacı tahtı terk edip dağlara çıkacağım” dermiş. Ünsî Hasan Efendi işte böyle bir zatın halifesidir.

Ünsî Efendi'nin halifelerinden İbrâhim el-Has tarafından kaleme alınan ''Menâkıb-nâme-i ÜnsîHasan Efendi” isimli eserde Karabaş Velî’nin, 32 bin kişiye el verdiğini, 685 halife yetiştirdiğini, bunların içinde Ünsî Hasan Efendi gibisinin bulunmadığını söylediği kayıtlıdır.

İşte biz bu çalışmada, kanaatimizce tasavvuf edebiyatımızda. bilhassa günümüzde lâyık olduğu şekilde tanınmamış olan, Ünsî Efendimin dîvânının tenkidli metnini ortaya koymaya çalıştık. Bu arada onun hayatı, dönemi ve eserlerinden de bahisler açtık ve aşağıdaki bilgilere ulaştık:

1. Bilindiği üzere Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı ürünleri olan dîvânlar ve şiir mecmualarında aruz ve hece vezinleri müştereken kullanılmıştır. Hatta Yunus Emre’nin dîvânı baştan sona hece vezni ile yazılmıştır. Bu çalışmanın konusu olan

Ünsî Hasan Efendi’de Yunus vadisinde dîvânında hece veznini kullanmuştır. Bazı şiirlerindeki hece sayıları bazı aruz kalıplarına uygun gibi görünüyorsa da sonuç itibarı ile onların da hece ile yazılmış oldukları kanaatma vardık.

2.     Dîvân mürettep bir dîvân değildir. Ünsî Efendimin halifesi İbrâhim el-Hâs tarafından eline geldiği şekliyle yazılarak dîvân oluşturulmuştur. Bu konuda onun hayatının anlatıldığı Menâkıb-nâme-i Ünsî Hasan Efendi adlı eserde bilgi vardır. Dîvân şiir tekniği yönünden zayıf ancak içerik yönüyle okuyanları tatmin edecek derecede doludur. Ahenk açısından da kusursuz denebilir. Tasavvuf! öğütleri ihtiva eder.

3.                        Eser yazılırken belli bir amaç güdülmemiştir. Sohbetlerde okumak, manevi zevki dile getirmek için yazılmıştır.

4.     Eserin sahibi ile ilgili ulaşılan bilgiler sonucu Tasavvuf Edebiyatı’nda çok bilinmeyen bir şahsiyetin varlığına ve iddiasız şiirlerinin olduğuna ışık tutulmuş; böylesi samimi duyguların bulunduğu bir eser kültür hayatımıza yeniden kazandırılmıştır.


 



*’ A. g, e., vr. 27a.

,9’ İbrâhim el-Hâs: A. g. e., vr. 29b-31b.

iWl Tekke ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ayvansarâyî Hüseyin: Vefayât-ı Hadikatö’I-Cevâmî‘, İÜ Ktp. , TY, nr. 2464, C. I, s. 30-31; KOÇU, Reşat Ekrem: İst. A , C. III, s. 1520-1526;

TANMAN, M. Baha: "Aydmoğlu Tekkesi”, DBİA, C. I, s. 482-484; ÖZDAMAR, Mustafa: Dersaâdet Dergâhları, s. 56; TELCİ, Cahit: "İstanbul Tekkeleri Hakkında 1885 Tarihli Bir İstatistik”, 50. Yıl Atatürkçülük Armağanı, Akademi Kit., İzmir 1994, s. 202; İbrahim el-Has: A. g. e., vr. 30a vd.

İbrahim el-Hâs: A. g. e., vr. 32b-33a.

[31] Risale : Soliyenin taçlarına (başlık) ilave edilen parça hakkında kullanılır, bir tabirdir. Siyah

bezden yapdan ve eni beş santim kadar olan risâle tacın ön kısmına sarılırdı. ( Bkz. PAKALIN, M.

Zeki: OTDTS, C. III, s. 50.

5’ İbrâhim el-Has: Kelâm-ı Aziz, s. 330.

491KAHYAOĞLU, M. Baha: A. g. m., s. 1522-1523.

i50' TANMAN, M. Baha: A. g. e., s. 238.

l51> KURNAZ, Cemal, Mustafa TATCI: A. g. m., s. 111.

52’KURNAZ, Cemal, Mustafa, TATCI: “Şeyh Haşan Ünsî”, Tasavvuf, yıl: 3, S. 7, s. 111.

KUT, Turgut: "İstanbul Hankâhları Meşayıhı”, Journal Of Turkish Studics, Abdülbaki Gölpınarh Hatıra Sayısı, I, Harvard 1995, s. 14; Mehmed Süreyya: Sicill-i Osmânî, Haz. Seyit Ali Kahraman, C. 5, İstanbul 1996, s. 1645.

i54> KURNAZ, Cemal, Mustafa TATCI: A. g. m., s. 111.

1551 A. g. m., aynı yer.

1561 İbrahim el-Ünsi: Menâkıb-ı Ünsî, vr. 4a

f'7'İbrahim el-Has: Menâkıb-ı Ünsî, vr. 117a.

,5SI Hüseyin Vassaf: Sefine-i Evliya, C. IV, s. 23-24.

[38]' Daha önce bu mektuplardan Büyükçekmeceli Nesîmi-zâde Şeyh Mustafa Efendi’ye yazdığı bir mektubundanahntılar yapmıştık. Bkz. : KAHYAOĞLU, M. Baha: “Aydmoğlu Dergâhı ve Mescidi”, s. 1523.

1671 Hüseyin Vassaf: Kelâm-ı Aziz, (Derleyen İbrahim el-Has), MÜ. İlâhiyat Fak. Ktp. Yz. Nüsha (Tasnif dışı yazma).

|6S’İbrahim el-Has: Kelâm-ı Aziz, s. 319, 320.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar