DÎVÂN-I HİKMET’TE SOSYOLOJİK ÖGELER
A. MÜRŞİT
KİMDİR?
Mürşit
kelimesi sözlükte, irşat eden doğru yol gösteren anlamına[1]
gelmektedir. Tasavvuf kavramı olarak mürşit, hakka yaklaşma yolculuğunu
tamamlamış, irşada yetkili kılınmış, büyüklerinden el almış mutasavvıf kişi
demektir.[2] Bilgileri ve davranışları ile
insanlara dini bilgiler veren, onlara doğru yolu gösteren, söz ve davranış
bütünlüğü içinde olan, olgun insandır. Tasavvuf geleneğinde mürşit, müritleri
tarikatın eğitim kural ve yöntemleri ile yetiştiren kişidir. Mürşit yerine
şeyh, postnişin, seccadenesîn adları da kullanılmaktadır.
Ehli
tasavvuf, ilk ve gerçek mürşit olarak Hz. Muhammed"i kabul etmekle beraber
daha sonra irşat görevini ancak tasavvuf ve tarikat yolunda olanlara
hasretmişlerdir.[3] [4]
Bu kişilik aynı zamanda müritlerine her haliyle örnek olabilen kişidir. Hz.
Peygamber'in dini ve dünyevi kişiliğini kendisine örnek olarak kabul ederek,
onun manevi şahsiyetini nesilden nesle canlı olarak intikal ettiren insandır. Mürşit,
içinde yaşadığı toplumun sosyal yapısını, sosyal yapıya tesir eden sosyal,
kültürel ve ekonomik dinamikleri iyi tanımlamalı; kısaca içinde yaşadığımız
bilgi toplumun sağlıklı bir üyesi olmalı ve müritlerini de bu bilgiler ışığında
4sosyalleştirm elidir.
Toplumsal
düzenin olmadığı toplumlarda dini hayatın yaşanması da zordur. Bu bakımdan
Mürşitler, hem müritleri arasında hem de geniş manada toplumsal huzuru temin
edici bu ilkelere dikkat etmeli ve eğitim ve öğretimlerde bunu
vurgulamalıdırlar. Mürşit'in verdiği eğitim-öğretim, toplumsal bütünlüğü
sağlamada bir vasıta olmalıdır. Çünkü İslam dini bütün mü'minleri kardeş
saymıştır.[5] Bu anlayıştan yola çıkarak
mürşit toplumu oluşturan bireyler arasında kendi dini anlayışına uygun olsun ya
da olmasın ayrım yapamaz ve yapmamalıdır.
Tarihsel
sürece baktığımızda tarikat, tasavvuf vb. mekteplerin tarihinin H.3. yy kadar
gittiğine şahitlik etmekteyiz. Bu eğitim merkezlerinin toplumun ihya ve
imarında çok önemli görevler üstlendiklerine şahitlik etmekteyiz. Tarihte
eğitim işleyişinin çoğunlukla tekke ve tarikatlar aracılığıyla yapıldığını
bilmekteyiz.
Mürşitler toplumun aynı
zamanda öğretmenleridirler onlarda hiçbir zaman umutsuzluk yoktur bilirler ki
mürşit umutsuz olursa mürit tamamen umutsuzluğa kapılır. Bu yüzden onlar
toplumu oluşturan bireylerin hem dini bilgiler konusunda onların eksikliklerini
giderirler hem de ahlaki konularda bireylerin yetişmesinde aktif görev
üstlenirler. Mürşitlerin yetiştirdiği talebeler toplumun ihtiyaçları
doğrultusunda eğitim alır ve toplumun ihtiyacı olan o eğitimle topumun sosyal
ve kültürel kalkınmasına yardımcı olurlar. Nitekim geçmişte Anadoludaki irşat
faaliyetlerine baktığımızda eren, mürşit ya da velî adıyla faaliyet gösteren
kişilerin çiftçilik, ticaret, el zanaatları vb. değişik mesleklerde öncü bir
rol izlediklerini görürüz.
Bunların bu şekilde faaliyet
göstermeleri toplumun kendilerini benimsemelerinde ve takip etmelerinde çok
önemli etki meydana gtirmiştir. Nitekim islâmın yayılma seyrine baktığımızda
Orta doğu, Asya bölgesi, Kafkaslar, Anadolu, Balkanlar, Afrika’nın kuzeyi ve
daha pek çok bölgenin müslümanlaşmasında öncülüğü daima sûfi dervişlerin
yaptığını görmekteyiz.
B.
BİR MÜRŞİT OLARAK HOCA AHMED YESEVÎ
Orta Asya coğrafyasının
İslam’la tanışmasında çok büyük bir role sahip olan tarikatlar arasında
Yeseviyye’nin ve onun kurucusu olan Hoca Ahmed Yesevî’nin apayrı bir yeri
vardır. 13. Asırda bölgeye damgasını vuran Yesevî, yine kendisi gibi sûfi bir
şeyh olan Yusuf Hemedânî’den ders almış onun terbiye ve irşadından yararlanmıştır.
6Olgun, ileri
görüşlü ve muhakemeli bir Türk mutasavvıfıdır. Aynı zamanda Hanefî mezbebine
bağlı olan ve aynı zamanda hanefi mezhebinde bir fakih ve şeriat âlimi olan
Yesevî, irşat anlayışı içinde şeriatla tarikatı içselleştirmeyi
başarabilmiştir.[6] [7]
Bir mürşit
olarak toplumun önünde topluma yön veren insanların yaşantılarına daha fazla
dikkat çekmiştir. Eleştirilerini islamı yanlış anlayan ya da islamı kendi çıkarları
için yanlış yorumlayan zamane şeyhi, molla, müftü vb. din adamlarına yapmıştır.
Toplumun
önemli bir kesimini oluşturan diğer zümreler için son derece içten, samimi bir
yaklaşımla yeni bir anlayış ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Onun irşat anlayışı
son derece özgündür. Düşüncelerinin özünde Hak’kı bilmeye önce kendini bilmekle
başlar. Ardından nefsini öldürerek ölmeden önce ölme fikriyatını
kuvvetlendirmiştir ve nihayetinde kâmil insan öğretisini sistemleştirmiştir.
Yetiştirdiği talebeleriyle de bu düşüncesini geniş bir coğrafyaya ulaştırma
imkânı bulmuştur.
Hoca Ahmed
Yesevî, yazmış olduğu hikmetlerinde genellikle İslam anlayışının temeli olan
Kur’an ve Sünnet’e tâbi olmayı nasihat etmiştir. Müridlerine temel İslam
prensibi olarak haram ve helal konularında titiz ve dikkatli davranmayı
istemektedir. İbadetlerini yerine getirirken ihlas ve samimiyeti, tevazu ve
takvayı elden bırakmamıştır. Özellikle kulun Rab’binden uzaklaşmasına gerekçe
olarak gösterilen riya gibi manevi kişiliğe zarar veren duygulardan sıyrılmanın
önemine işaret etmiştir.
Yesevî’nin
tasavvuf tarihindeki önemi, İslam’ın Türkler arasında ilk yayılmaya başladığı
sıralarda, Türkler arasında ilk defa bir tasavvuf arayanı olarak ortaya
çıkmıştır. Ayrıca Yesevîlik tarikatı bir Türk tarafından yine Türkler arasında
kurulması cihetinden de önemlidir. İslam öncesi inançların etkisi devam etmekteydi. Bununla
birlikte dinle alakası olmayan yorumlar, İslamiyet adı altında çoğu göçebe,
tarım ve hayvancılıkla uğraşan yeni Müslüman halka veriliyordu. İşte tam bu
noktada Hoca Ahmed Yesevî’nin hurafelerden uzak, Kur’an ve sünnete dayalı bir
İslam anlayışının bölge halkı üzerinde büyük bir etkisinin olduğu neredeyse
herkes tarafından zikredilen bir husustur. O, bu misyonu toplumun ihtiyacını
görerek üstlenmiştir. Onun insanların dindarlaşması ve Müslümanlaşması adına
yaptıkları, yeni bir çığır açma niteliğinde görülmüştür. Ayrıca dini
ilimlerdeki derin bilgisi ve yüksek bir ahlak anlayışıyla o, zamanın çoğu
göçebe olan insanlarına İslam’ı anlayacakları bir şekilde aktarmış olması onu,
bölgenin en çok tanınan şahsiyeti haline getirmiştir.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin halkla güçlü bir diyalog kurmasındaki en büyük etkenlerden biri ve
hatta en önemlisi halkın anlayabileceği bir dille didaktik olarak yazması
’Hikmet’ adı verilen şiirlerle canlılık ve samimiyet oluşturmasıdır. Türk
Tasavvuf Tarihi’nin iyi bilinmesi de yine Hoca Ahmed Yesevî’nin iyi
anlaşılmasına bağlıdır. Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatı boyunca Kur’an ve Sünnet’e
bağlı kalması, hem kendi zamanının insanları üzerinde hem de kendinden
sonrakiler üzerinde etkili olmuş ve derin izler bırakmıştır. Özellikle
Nakşibendîlik ve Bektaşiliğin incelenmesiyle bu daha da iyi anlaşılmaktadır.
Özetle Hoca
Ahmed Yesevî, İslamiyet’i Türkler arasında yerli lisanla göçebe Türklerin duygu
dünyalarına sindirmeyi başarmıştır. Böylelikle Yesi şehri ve Hoca Ahmet Yesevî
cazibenin merkezi haline gelmiştir Diğer taraftan Kur’an ve hadis temelli ekolü
bölgede faaliyet gösteren batın mezhep ve ekollere karşı zırh görevi görmüştür.
Kurmuş olduğu Yesevî tarikatı aracılığıyla islamın insanlara sistemli bir
şkilde ulaşmasını sağlamıştır. İslam dininin Müslüman Türk kültürünün bir
parçası olmasını sağlamıştır.[8]
C.
HOCA AHMED YESEVÎ’NİN HAYATI
Hoca Ahmed Yesevî’nin doğum tarihî ile ilgili net bir bilgiye şu ana
kadar ulaşmış değiliz; ancak birtakım verilerden yola çıkarak tahmini bir
dönemden bahsetmemiz mümkün. Hoca Ahmed Yesevi’nin Arslan Baba’dan sonra
eğitimiyle çok yakından ilgilenen dönemin ünlü mutasavvıfı Yusuf el-Hemedani’ye
(ö.H. 535/1140-41) bağlanması ve onun
müridlerinden
oluşu göz önünde bulundurulduğunda Xl. yüzyılın ikinci yarısında doğma ihtimali
kuvvetli bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır..
Yine bazı
kaynaklardan yola çıkarak 1093? yılında dünyaya geldiği, 73 yaşına geldikten
sonra 1166? yılında dünyadan göç ettiği tahmin edilmektedir. Fakat burada Hoca
Ahmed Yesevî’nin bir hikmetine bakacak olursak onun yüz yirmi beş yaşından
sonraki bir dönemde vefat ettiği ihtimali de ortaya çıkmaktadır. Yapılan tüm
bilimsel çalışmalara rağmen kesin bilgiye ulaşamasak da Hoca Ahmet Yesevî ile
ilgili en büyük kaynak yine onun kaleminden çıkan hikmetler olmuştur. Bir
hikmetinde kaleminden şu mısralar dökülür:
Dostlar feyiz ve ferahlık alamadım
Yaşım yüz yirmi beşe ulaştı bilemedim
Hak teâlaya gerektiği gibi ibadet kılamadım
İşitip anlayarak yer altına girdi kul Hâce Ahmed [9]
Tabi bu
beyitin Yesevi’ye ait olup olmadığı bilimsel olarak kanıtlanamadığı için
araştırmacılarda bir soru işaretine sebep olmuş olabilir. Babası, bölgenin
hatrı sayılır kişilerindendir. Özellikle etrafında birtakım kerametleri ile
tanınan ve soyunun Hz. Ali’ye dayandığı bölge halkı tarafından da kabul edilen
Şeyh İbrahim’dir. Şeyh İbrahim ve Ayşe Hatun’un Ahmed adında bir oğulları
dünyaya gelmiştir. Aynı zamanda Hoca Ahmed Yesevî’nin Gevher Şehnaz adında bir
ablasının olduğu bilinmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî 7 yaşında iken babasını kaybetmiştir. Daha sonra da ablası Gevher
Şehnaz’ın onu büyütmesi annesi Ayşe Hatun’un babasından daha önce öldüğü
sonucunu bizlere vermektedir. Hoca Ahmed Yesevî, yedi yaşında babasından yetim
kalınca, diğer manevî bir babadan terbiye gördü. Hazret-i Peygamber'in manevî
işaretiyle ashaptan Şeyh Baba Arslan, Sayram'a gelerek onu irşat ettiği gerek
menkıbelerde gerekse aşağıdaki beyitlerde yer vurgulanmaktadır.
Yedi yaşta
Arslan Baba’m arayıp buldu;
Her sırrı
görüp perde ile sarıp kapadı
Allah’a
hamd olsun, gördüm” dedi, izimi öptü;
O sebepten
altmış üçte girdim yere.[10]
Yine on
altıncı ve on sekizinci hikmetlerinde bahsettiği buluşma şu şekilde
geçmektedir.
Gariplikte
Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü
sırları perde ile sarıp örttü;
Allah’a
hamd olsun, gördüm” dedi izimi öptü,
Bu sırları
görüp hayran kaldım ben işte[11]
Bu
hikmetler ve benzerlerini okuduğumuzda aslında anlatılan menkıbenin aslını Hoca
Ahmed Yesevi’nin doğruladığını görüyoruz. Örneğin Arslan Baba’nın onunla
karşılaştığında izini öpüp şükretmesi aldığı sorumluluğun yerine
getirilmesindeki bir şükür imaresi dir. Zikir öğretip merhamet eylemesi onun
manevi eğitimiyle ilgilenmesine somut bir örnek teşkil etmektedir. Yine yedi
yaşında buluştuklarına dair rivayetleri doğrulamış oluyor. Arslan Baba’nın Hoca
Ahmed Yesevî’yi eğitmesi meselesiyle ilgili Hâkim Ata’nın şiirlerinde şöyle
ifade edilmektedir:
Subhan İzim
ezdurdi [buyurdi], ol Mustafa buyurdi,
Arslan
babam yetkürdi Şeyhim Ahmed Yessevi.
Mustafaning
hurmasın yedi, kiydi hırkasın,
Tuttı Ka’be
halkasın Şeyhim Ahmed Yessevî[12]
Dönemin
önemli eğitim ve kültür merkezlerinden sayılan Buhara şehrine giden Hoca Ahmed
Yesevî, burada ünlü mutasavvıflarından Yûsuf Hemedânî’nin öğrencisi olarak
eğitimine kaldığı yerden devam etti. Kimi kaynaklarda Yesevî’nin Şihâbeddin
Sühreverdî, Ebu’n-Necîb Sühreverdî’ gibi mürşitlerden de ilim tahsil ettiği
iddia edilmektedir. Babasının halifesi olan Mûsâ Şeyh ile yakın ilişki
içerisinde bulunan Hoca Ahmed Yesevî’nin bu sayede önemli derecede tasavvufî eğitim
almış olması muhtemeldir.
Eğitim
sürecini tamamladıktan sonra Yesi’ye dönerek burada bir dergâh kuran Hoca Ahmed
Yesevî, etrafındaki insanları gerek dînî gerekse ahlâkî yönden yetişmelerine
yardımcı olmuştur. Hoca Ahmed Yesevî, tasavvufî konudaki düşüncelerini
anlaşılır bir Türkçe ile anlatmış, hikmet adı verilen bu şiirler zamanla bir
araya getirilip Dîvân-ı Hikmet eseri meydana getirilmiştir. Menkıbevî hayat
hikayesinde ağaçtan tahta kaşık yapıp satarak geçimini temin ettiği ifade
edilmektedir. Babasının Şeyh olması bunun yanında annesinin şeyh kızı olması
dönemin kültürlü ve aydın kesimi sayılan bir çevresinde yetiştiği sonucunu biz
vermektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî, dergâhındaki zikir meclislerinin usulü açısından dönemindeki bazı
âlimler tarafından eleştirildiği iddia edilmektedir. 13Hoca Ahmed Yesevî altmış üç yaşına geldiğinde
dergâhın bahçesinde talebelerine bir çilehane hazırlatır, vefatına kadar burada
ibadet ve zikirle meşgul olur. Çilehanesinde ne kadarlık bir süre kaldığı
bilinmemektedir, kimi rivayetlerde ömrünün geri kalanını burada geçirdiği iddia
edilmektedir.12 [13] [14]
Bugün Kazakistan’ın Otrar şehrindeki adına yapılmış Arslan Baba türbesi
tarihteki varlığına en büyük delildir. Bu büyük zatın kabri Emir Timur
tarafından yaptırılmıştır.
D.
AHMED YESEVÎ’NİN YETİŞMİŞ OLDUĞU SOSYO KÜLTÜREL
ÇEVRE
Hoca Ahmed Yesevî'nin hayatını
geçirdiği Maveraünnehir'deki Buhara ile Seyhun'un doğusunda yer alan Sayram ve
Yesi, bölgesine baktığımızda bu bölgenin Hoca Ahmed Yesevî’nin doğumundan çok
daha önceleri İslam devleti sınırları içerisine girdiğini ve halkının büyük
çoğunluğu Türklerden oluşan İslam'ın yayıldığı bir bölge olduğunu biliyoruz.
Nitekim Buhara ve Semerkant’ı içine alan Maveraünnehr, Emevîler devrinde
fethedilmiş, bölge halkı Samaniler (819-1005) döneminde, Halife Mu'tasım
(833-842) zamanında büyük çapta İslamiyet’i kabul etmiştir.
Hoca Ahmed Yesevî
(1093-1166?), akıl, felsefe ve hayatı yorumlama açısından ünlü İslam düşünürü
Fârâbî ile aynı toplraklarda yasamış bir gönül insanıdır. Fârâbî (872-950?)
Hoca Ahmet Yesevî’den önce yaşamış bir düşünürdür. Hoca Ahmet Yesevî Hazretleri
adeta Fârâbî’nin düşüncesini tamamlamış bu düşünceyi topluma entegre etmiş bir
gönül insanıdır. Yesevî’nin çağlar aşan sosyolojik olarak toplum okuma etkisi
Fârâbî düşüncesinin o topraklarda kök salmasının ya da meyve vermeye
başlamasının bir tezahürüdür. [15]
960'ta muhtemelen Şaş ve Farab
(Otrar) arasındaki hattın berisinde kalan Türklerden 200.000 çadırlık bir grup,
İslamiyet’i kabul ettikleri gibi, X. yüzyılın ilk yarısında Kaşgar ve Balasagun
çevrelerinde İslamiyet büyük oranda yayılmıştır. [16]
Bunun yanında Yesevi anlayışının etkili olduğu Sırderya, İlek ve Fergana
bölgelerindeki bazı Türk boylarının Mazdeizm ve Muğ dini, Man, Senevi veya
düalist mezheplere mensup oldukları tarihte bilinen bir gerçektir.
İşte böyle
bir bölgede yaşamış daha hayattayken kendisiyle ilgili menkıbeler yazılmış bir
şahsiyetten bahsetmekteyiz. Fuat Köprülü Hoca’nın anlatımına göre bu menkıbeler
nesilden nesle aktarılageldiği için birtakım değişimlere uğraması doğaldır.
Arslan Baba'ya intisabı ile ilgili de menkıbe oldukça meşhurdur. Bu
araştırmamızda kendisiyle ilgili başvurduğumuz hemen hemen tüm kaynaklarda bu
menkıbeden bahsedilmektedir. Hazreti Muhammed'in gazvelerinden birinin sonunda
ashabın erzağı tükenir ve peygamberimize erzaklarının bittiğini ve yiyecek
hiçbir şeylerinin kalmadığını arz ederler. Bu durum karşısında Peygamberimiz
Allah’a niyazda bulunur. Cebrail a.s cennetten bir tabak içerisinde hurma
getirir. Söz konusu hurmalardan bir tanesi yere düşünce Cebrail aleyhisselâm:
"Bu hurma ümmetinizden Ahmed isimli bir şahsın kısmetidir." der.
Peygamberimiz
etrafında bulunan topluluğa dönerek, bunun bir emanet olduğunu ve bu emaneti
sahibine kimin ulaştırmak istediğini sorar. O sırada etrafında bulunan ve aynı
zamanda Hoca Ahmet Yesevî’nin yaşadığı bölgeden göç ettiği sanılan içerisinde
Arslan Baba adında bir sahabe bu göreve talip olur. Peygamber efndimiz de
hurmayı Arslan Baba’nın damağına yerleştirir ve Arslan Baba’yı Türkistan
bölgesine gönderir. Rivayetlerde Arslan Baha’nın emaneti sahibine teslim etmek
için yaklaşık 500 yıl aradığı iddia edilmektedir.. Sayram bölgesinden Yesi
şehrine gelen ve aynı zamanda hem öksüz hem de yetim kalan Hoca Ahmed Yesevi,
Arslan Baha'yı görür görmez hurmayı sorduğu ve Arslan Baba’nın da emaneti
sahibine teslim ettiği anlatılmaktadır.[17]
[18]
Bu şekilde
bir olayın yaşanması günlük yaşantımızda mümkün olmayan bir hadise aslında
burada üzerinde durmamız gereken konu o dönemin İslam anlayışında menkıbelerin
halk üzerinde önemli bir yer tuttuğu ve İslam anlayışının menkıbevi bir
anlayışla yaşandığı izlenimi vermesidir. Bu, Hoca Ahmed Yesevî’nin manevi
kişiliğini daha da yüceltme hadisesinden başka bir şey değildir.
Türbe
içerisinde bulunan üç kabir Arslan Baba’nın talebelerine ait olması, Arslan
Baba’nın menkîbevî bir kişilik olmaktan ziyade gerçek bir kişilik olduğu
iddiasını güçlendirmektedir. Türbede kabirleri bulunan bu dervişlerin Türkistan
dervişlerinden Şir Mamhet Baha, Karlıgaç Baba ve Laçın Baba olduklarına dair
değişik kaynaklardan 18 anlaşılmaktadır.
Arslan Baha
(Arstan Bah) Orta Asya’nın önemli irşat önderlerinden biri olup sababe
döneminde ilk Müslümanlardan Hz. Ebu Bekir ile görüşüp İslam’ı kabul ettiği
sanılmaktadır. Daha sonra Türkistan bozkırlarında İslam’ı irşat vazifesini
üstlenen çok önemli bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır.
Arslan
Baba’dan ilim tahsil eden Hoca Ahmed Yesevî kısa zamanda ilmiyle adından söz
ettirdiği düşünülmektdir. Fakat kısa bir zaman sonra Arslan Baba’nın vefat ettiği
tahmin edilmektedir. Ahmed Yesevi’nin hocası olması şüphesiz çok önemli fakat
bir diğer önem arz eden tarafı da Türkistan bozkırlarında İslam’ı anlatan
önemli bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Hattâ tasavvufi hayat felsefesi
Hoca Ahmed Yesevî o topraklarda doğduğunda yaygındı. Bu da Arslan Baba’nın o
bölgedeki etkisinin bir tezahürüdür. Arslan Baha ile Hoca Ahmed Yesevî
arasındaki bu buluşmayı bizlere ulaştıran en büyük kaynak hiç şüphesiz Hoca
Ahmed Yesevî’nin hikmetleridir. Hikmetlerde bu buluşma şu şekilde geçmektedir.
Yedi yaşta
Arslan Babam arayıp buldu
Her sırrı
görüp perde ile sarıp kapadı
“Allah’a
hamd olsun gördüm” dedi, izimi öptü
O nedenle
altmış üçte girdim yere [19]
Yukarıdaki
dizelerden de anlıyoruz ki buluşma yedi yaşında gerçekleşmiş. Ve Aynı zamanda
Arslan Baba’nın buluşma esnasında Allah’a hamd edip şükür nişanesi olarak izini
öpmesi, aldığı sorumluluğun yerine getirilmesindeki mutluluk olarak
değerlendirilebilir.
Ağzını aç
ey çocuk, emânetini vereyim;
Özünü
yutmadım, aç ağzına koyayım,
Hak Rasûlün
buyruğunu ümmet olsam, işleyeyim”
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Söz konusu
hurmanın gerçk hurma olmaktan ziyade soyut bir ifade olarak düşünülebilir. Söz
konusu görevin yerine getirilmesi ümmet olmanın sorumluluğu olarak görmektedir.
Ağzımı
açtım, koydular, hurma kokusu eyledi mest;
İki
dünyadan geçip vallah oldum Hakk-perest;
Şeyh-molla
toplandı, alıp yürüdüler el-ele
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Babam dedi:
Ey oğlum, zorluk vermedin bana,
Beş yüz
yıldır damakta saklar idim ben sana”,
“Özünü siz
alıp kabuğunu verdiniz bana;
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Babam dedi:
“Ey yavrum, karşımda dur, öleyim;
Namâzını
kılıp göm, cânı tasadduk eyleyeyim,
Yardım
eylese Mustafâ, İlliyyin Cennetine gireyim”,
Arslan Baba’m
sözlerini işitiniz teberrük.
Ağlayarak
dedim: Ey Baba, genç çocuğum bilemem
Kabrinizi
kazsalar ben götürüp koyamam
Hakk
Mustafâ sünnetini, çocuğum, bilemem;
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.[20]
Yukarıdaki
hikmetlerde de söz konusu emanetin teslim sürecini adeta bir tören havasına
büründürüldüğünü anlamaktayız. Eserin yazıldığı dönemi göz önünde
bulundurduğumuzda dönemin diğer eserleriyle paralel sembolik bir anlatım
tarzının tercih edildiğini söyleyebiliriz. Nitekim yaklaşık aynı dönemlere denk
gelen Kutadgu Bilig adlı eserde bu tür sembolik anlatılar mevcuttur.
Arslan Baba
Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatında ayrı bir yeri vardır. Hoca Ahmed Yesevî
babasını kaybettikten sonra Arslan Baba ona hem babalık hem de hocalık
yapmıştır. Yani hem maddi hem de manevi eğitimini üstlenmiştir.
Menkıbeye
göre Arslan Baba Peygamberimizin sahabelerindendir. Bir gün ashapla Arslan
Baba’nın evinde otururken ashap peygamberimizden hiç azıklarının kalmadığı
gerekçesiyle Allah’a dua etmesini isterler. Peygamberimiz dua ettikten sonra
Cebrail a.s bir tabak hurma getirir. Bir tane hurma tabaktan yere düşünce
Cebrail a.s: “O hurma ümmetimden daha sonra gelecek Ahmed adlı birinin
kısmetidir.” der. Peygamberiz de bu emaneti kimin üstleneceğini sorduğunda
Arslan Baba bu emaneti Allah’ın inayeti Peygamberimin himmetiyle emaneti
sahibine teslim edebileceğini söyler ve bu kutlu görevi üstlenir.
Efendimiz
bu emaneti Arslan Baba’nın damağına yerleştirir ve Ahmed’i nerde ve nasıl
bulabileceğini anlatırken onun manevi eğitimiyle de ilgilenmesini emreder.
Burada şuna dikkat çekmek gerekir ki Peygamberimizin yaşadığı dönem ile Arslan
Baba olarak bilinen bu büyük şahsiyet Ahmed Yesevi ile karşılaştığı dönem
arasında 5 asra yakın bir zaman dilimi mevcut bu buluşmanın muhtemel ki rüyada
gerçekleştiği daha sonradan menkıbeye dönüştüğü düşünülebilir. İşte bu
doğrultuda aldığı emaneti Hoca Ahmed Yeseviye iletmek için asırlarca
beklemiştir. Yaklaşık dört yüz yıl Türkistan bozkırlarında Hoca Ahmed Yesevi’yi
aramıştır. Hoca Ahmed Yesevi’yi yedi yaşında bulduğunda Ahmed Yesevi’nin hemen
hurmayı sorması yine menkıbelerde geçmektedir. Tabi 7 yaşındaki bir çocuğu
Arslan Baba’nın arayıp bulması peygamberimizin manevi işaretine bir örnektir.
Yine
kaynakların bize verdiği bilgiye göre emaneti teslim ederken Arslan Baba’nın
hurmayı vermekle görevinin bitmediğini “kalbinde olan öze” talip olduğunu ifade
eder. Arslan Baba Hoca Ahmed Yesevi’nin hocası olması şüphesiz çok önemli fakat
bir diğer önem arz eden tarafı da Türkistan bozkırlarında islamı anlatan önemli
bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve hatta tasavvufi hayat felsefesi Hoca
Ahmed Yesevi o topraklarda doğduğunda yaygındı. Bu da Arslan Baba’nın o
bölgedeki etkisinin bir tezahürüdür. Yine on altıncı ve on sekizinci
hikmetlerinde bahsettiği buluşma şu şekilde geçmektedir.
Gariplikte Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü sırları perde ile sarıp örttü;
Allah’a hamd olsun, gördüm” dedi izimi öptü,
Bu sırları görüp hayran kaldım ben işte[21]
Pişman olmuş bir kulum, aşk yolunda bülbülüm,
Arslan Baba’ya köleyim kölen olur Hoca Ahmed[22]
Bu
hikmetler ve benzerlerini okuduğumuzda aslında anlatılan menkıbenin aslını Hoca
Ahmed Yesevî’nin doğruladığını görüyoruz. Örneğin Arslan Baba’nın onunla
karşılaştığında izini öpüp şükretmesi aldığı sorumluluğun yerine getirilmesindeki
bir şükür imaresi. Zikir öğretip merhamet eylemesi onun manevi eğitimiyle
ilgilenmesine somut bir örnek teşkil etmektedir. Yine yedi yaşında
buluştuklarına dair rivayetleri doğrulamış oluyor. Arslan Bâb’ın Hoca Ahmed
Yesevî’yi eğitmesi hususunda ise Hâkim Ata hikmetlerinde şöyle yazmaktadır:
Subhan İzim
ezdurdi [buyurdi], ol Mustafa buyurdi,
Arslanbabam
yetkürdi Şeyhim Ahmed Yessevî.
Mustafaning
hurmasın yedi, kiydi hırkasın,
Tuttı Ka’be
halkasın Şeyhim Ahmed Yessevî[23]
Bu
kavuşmanın ardından beraberliklerinin uzun sürdüğünü söyleyemiyoruz kaynaklara
göre aynı yıl ya da bir yıl sonra Arslan Baba’nın hayatını kaybettiğini
anlıyoruz. Bir yıllık süre kısa gibi görünse de Hoca Ahmed Yesevî bu kısa süre
içerisinde Arslan Baba’dan çok büyük feyiz almış ve daha sonra Hocası Yusuf
Hemedani’ye intisap etmiştir.
Arslan
Baba’nın Hoca Ahmed Yesevî’yi bu kadar yıl araması ve bir çocuğun terbiyesini
üstlenmesini kaynaklarımız peygamberimizin manevi bir işareti olarak
değerlendirilmektedir.
Bugün
Kazakistan’ın Otrar şehrindeki adına yapılmış Arslan Baba türbesi tarihteki
varlığının delilidir. Bu büyük zâtın kabri Emir Timur tarafından
yaptırılmıstır. Rivayet edildiğine göre, Emir Timur, Hoca Ahmed Yesevî’nin
kabri üstüne muhteşem bir türbe yaptırmaya niyet eder. Lakin her ne kadar
çalıssalar da, yapılan bina her gece bir öküz tarafından yıkılır. Emir Timur’a
bir gece rüyasında önce Arslan Bâb’a, ondan sonra da onun talebesi Hoca Ahmed
Yesevî’ye türbe yaptırması gerektiği bildirilir. Emir Timur Arslan Bâb’a türbe
yaptırdıktan sonra Ahmed Yesevî’nin kabri üstüne türbe yaptırmayı başarır.
Hoca Ahmed
Yesevî, Arslan Baba'nın vefatından bir müddet sonra o dönem Asya’nın önemli
ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Buhara'ya gitmiştir. Bu şehirde devrin
önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf el-Hemedani’nin rahle-i
tedrisesinden geçmek için eğitimine başlamıştır. Bu bağlamda eğitim sürecine
baktığımızda Hoca Ahmed Yesevi’nin dönemin önde gelen ilim merkezlerinde ve
aynı zamanda ünlü mutasavvıflardan eğitim alması son derce entelektüel bir
kişiliğe sahip olduğu izlenimini vermektedir. [24]
Yusuf
Hemedani, Hemedân kasabasında M. 1049 tarihinde doğmuştur. Hicrî 460/1068
tarihinden sonra Bağdat’a geçerek Şeyh Ebu İshak Şirazi’den ilim tahsil
etmiştir.
Hadis, Fıkıh,
Hilaf ve Nazar'da ilimlerinde kendini son derce geliştirmiş bir bilim adamıdır.
Hemedâni, İsfahan ve Semerkand'da uzun süre hadis tahsil etti. Yusuf Hemedânî
Nizamiye Medresesinde ders verecek kadar parlak bir ilmi kariyere sahipti.
Kaynaklara göre, bu zatın şeyhi Gazali'nin de şeyhidir. Hoca Ahmed Yesevî,
Hanefi mezhebinde fıkıh âlimi olan bu hocası ile çeşitli bölgelerde yolculuklar
yaptı. Yûsuf el-Hemedânî tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Merv’de bir
tekke açarak irşad faaliyetine başladı. “Horasan kâbesi” denilen bu tekkeye
sûfîlerin yanı sıra âlimler de devam ediyordu. Sürekli bu tekkede kalmayıp
irşad için birçok şehre seyahat eden Hemedânî 506 (1112) yılında büyük vâiz ve
sûfî unvanıyla tekrar Bağdat’a döndü.
Daha önce
ders okuduğu Nizâmiye Medresesi’ndeki vaazları halktan büyük bir ilgi gördü.
Hayatının son yıllarını Merv ve Herat’ta geçiren Yûsuf el-Hemedânî, Herat’tan
Merv’e dönerken Bağşûr yakınlarındaki Bâmeîn’de vefat etti (22 Rebîülevvel
535/5 Kasım 1140) ve buraya defnedildi. Ardından İbnü’n-Neccâr adlı bir müridi
kabrini Merv’e nakletti. Mezarı bugün Türkmenistan sınırları içinde Merv
yakınlarındaki Bayramali denilen yerde olup Hâce Yûsuf adıyla bir
ziyaretgâhtır. Yûsuf el-Hemedânî birçok mürid yetiştirmiştir. Meşhur şair
Senâî, Radıyyüddin Ali Lala’nın babası Şeyh Saîd Lala ve Ebû Sâlih Abdullah
et-Tabaki er- Rûmî onun önde gelen müridleri arasında zikredilir. Hâce
Abdullah-ı Beraki, Hasan-ı Endaki, Hoca Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik-ı Gucdüvânî
en meşhur halifeleridir.
Yusuf
Hemedani, Hz. Peygamber(salla'llâhü aleyhi ve sellem)'in sünnetlerine sıkı
sıkıya bağlı biriydi. Sade bir yaşantıya sahipti; odasında, hasır, keçe, ibrik,
iki yastık ve bir tencereden başka eşya yoktu. Hoca Abdulhalik Gicduvâni, Yusuf
Hamedani hakkında şunları bildirmektedir: “Yalın ayak otuz defa hacca gitmişti,
Kuran’ı ezbere bin defa hatmetmişti. Tefsir, hadis, fıkıh, usul, füru ve kelama
dair yedi yüze yakın kitabı ezberlemişti, iki yüz on üç şeyh ile sohbet
etmişti. Zamanının çoğunu oruçla geçirirdi. Sekiz bin putperesti Müslüman
kılmayı başarmıştı, tövbe ettirip, doğru yola salan kişilerin sayısını kimse
bilmezdi.”
Tarihi
kaynakların verdiği bilgilere göre Selçuklu Hanı Sultan Sencer Yusuf
Hemedani’ye bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Bugün gerek Sultan Sencer’in
kabri gerekse Yusuf Hemedani’nin kabri Türkmenistan’ın Merv şehrinde
bulunmaktadır. Şeyhindeki yukarıda bahsedilen bu özelliklerin, aynen Hoca Ahmed
Yesevi'ye de yansıdığını ve onun da sade bir hayat sürdüğünü görmekteyiz. Şeyhi
vefat edince, yaptığı vasiyet üzerine, halifeleri art arda irşat makamına
geçerler. Müridleri sırasıyla Abdullah Berki, Hasan Endaki, Ahmed
Yesevi ve Ahdülhalık Gücdüvanidir. Bu sıra doğrultusunda bir süre irşad
makamında bulunan Hoca Ahmed Yesevi, nöbeti Abdülhalık Gücdüvani'ye bırakıp
Yesi'ye döner, vefat edene kadar burada kalır ve burada kendini halkının
eğitimi ve irşat faaliyetlerine adar. 63 yaşına girdikten sonra Hoca Ahmed
Yesevî, tekkesinin bir tarafına mahzen olarak bilinen bir çilehane yaptırmış
zamanının büyük çoğunluğunu burada geçirmiştir. Onun bu şekilde bir davranış içerisine
girmesi Hz. Peygamberimizin 63 yaşında dünyadan göç etmesiyle alakalıdır.[25] Yani Peygamber efendimizin
ölüm yaşına hürmeten böyle bir karar aldığı anlaşılmaktadır.
Yer altına
kazdırdığı bu çilehanesi onun peygamber aşkının nasıl bir doruk noktaya
çıktığının izlenimini vermektedir. Bu çilehanede hem nefis terbiyesiyle
mücadele ederken aynı zamanda da dönemin ilim ve irfan hareketine desteğini
esirgemeden devam ettirdiğini hikmetlerinden anlıyoruz. O, dönemin sosyal
yapısını çok iyi okuyarak çevresindeki ümmî insanları hikmetleriyle İslam’ı
anlamaları konusundaki nasihatleriyle dikkat çekmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevi’yi kalplerde ve gönüllerde yaşatan sevginin halkla sürekli diyalog
halinde olmasından kaynaklanmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde Türkistan
bölgesinde bilinçli bir itibarsızlaştırma çalışmaları yapılsa da Sovyetler
birliğinin dağılmasının ardından bölgede ortaya çıkan bağımsız Türk
Cumhuriyetlerindeki dini hareketlilik oldukça dikkat çekicidir. Türk
Cumhuriyetlerindeki soydaşlarımızın dini inanç ve faaliyetlerine baskı
kaldırılınca bu bölgedeki insanların manevi merkezlere olan ilgilerinde dikkat
çekici bir artış yaşanmıştır. Bu bağlamda Yesevi Hazretlerinin istirahat mekânı
bugün sadece Kazakistan’dan gelen ziyaretçilerin değil tüm dünyadan ziyaretçi
akınına uğramaktadır.
E.
ANADOLUNUN İSLAMLAŞMASI
VE TÜRKLEŞMESİNDE AHMED
Hoca Ahmed
Yesevi’yi başarılı kılan en büyük etmenlerden bir tanesi onun son derce ihlaslı
ve samimi oluşundan kaynaklanmaktadır. Geleneksel toplumlarda kalıplaşmış
inanç, tutum ve davranışların dışına çıkabilmek, toplumun aksayan yönlerini
tenkit edebilmek veya yanlışlıklarını ifade edebilmek oldukça güçtür. İlâhî
uyarıcı ve aynı zamanda insanlara rehberlik görevini üstlenen peygamberler dahi
toplumlarına onların inanç, tutum ve davranışlarındaki yanlışları gösterip
hakikatleri anlatırken, büyük işkence ve eziyet ile karşılaşmışlar hatta
birçoğu geleneğe aykırı girişimde bulunduğu için meczup olarak
nitelendirilmişlerdir. [26]
Hoca Ahmed
Yesevî'nin Yesi bölgesinde dergâh inşa edip özellikle bölgenin göçebe Türk
topluluklarına yönelik şuurlu bir tebliğ ve irşat faaliyeti yürütmüştür. Tarihî
seyir içerisinde dil, kültür ve dînî hayatının şekillenmesi açısından önemli
bir sosyo-dini hadisele olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca milli kimliğin
oluşması noktasında da çok önemli bir hadise olarak görebiliriz. Bu bağlamda
ilkeli, yöntemli bir eğitim anlayışına sahip olduğu noktasında talebeleriyle
arasında sıkı bir bağ kurması Hoca Ahmed Yesevî’nin güçlü bir liderliğe sahip
olduğuna işarettir.
Tarihi
olaylardan şunu anlıyoruz ki millet olarak tarihte var olmanın önemli
etmenlerinden bir tanesinin maddi gücü temsil eden kesimle manevi gücü temsil
eden kesim ortak bir ülkü etrafında birleşmişlerdir. Ortak ideale yürüyen
toplumlarda medeniyet inşası çok daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim
Anadolu ve diğer bölgelerdeki askeri fetihlerin ardından maneviyatı temsil eden
Yesevi gibi dînî liderler de o medeniyete mana üflemişler, ruh vermişlerdir. Bu
iki aşamalı durumdan biri sarsıldığı zaman medeniyet sıkıntıya düşmüş toplum
yok olma tehlikesi vuku bulmuştur. [27]
Hoca Ahmed Yesevî dergâhında yetiştirdiği talebelerini dünyanın birçok
bölgesine olduğu gibi Anadolu’ya da gönderdiğini değişik kaynaklarda
görmekteyiz. Anadolu’nun İslamlaşması Türkleşmesi noktasında önemli etkisinin
olduğunu görmekteyiz.
Vatan
sevgisi, evrensel bir hususiyet olmakla beraber kimi Türklerde daha fazla
olduğu iddia edilmektedir. [28] Türkler vatan sevgisiyle
yoğurulmuş ülkülerine yol alırken gazi, ahi, abdal, alp, gibi sıfatlarla
anılmışlardır. Bu sıfatlarla ülkülerinin peşinden koşanlar Anadolu’nun ya da
diğer gittikleri bölgelerin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli roller
oynamışlardır. Anadolu’ya kadar gelen bu grupların İstanbul’un fethinde dahi
görev aldıkları düşünülmektedir.
Tanrı
hizmeti bildikleri fetihlerin ardından bir kısmı şehirlere yerleşip kurdukları
iş yerleri, dükkânlar, çarşı ve pazarlarla bu yeni fethedilen yerlerin ekonomik
hayatına düzen getirdikleri, bunun yanında kurdukları zaviyelerde bir yandan
gelen gideni barındırdıkları diğer yandan da yolcu ve yoksulun güvencesi
olduklarını görüyoruz. Hoca Ahmed Yesevî’nin gayretleri insanları sadece dini,
ruhî ve ahlakî yönden eğitmekle yetinmemiş güvenlik, ticaret ve birlikte yaşam
açısından da olmuştur. Bu bakımdan onun öğretileri din ile yaşamı birleştiren
bir yaşam olmuştur. Böylelikle İslam'ın evrensel mesajı ile yerel yaşamı
harmanlamayı bilmiştir.
Ticaret
yollarının güvenliğine katkı sağlayarak da Anadolu’nun güven ve sükûn yurdu
haline getirilmesi için uğraşmışlardır. Anadolu’nun fethine ve bu topraklara
yapılan gazalara ilişkin menkıbeler halk arasında anlatılmaktadır. İlk İslam
sahabe gazilerinin bu dileği asırlar boyu Anadolu’nun İslam’a açılması, sonunda
da İstanbul’un fethi ideali olarak devam etmiştir.
Türkler
için önce Anadolu sonra İstanbul fethi birer “Kızılelma” olmuştur. Hoca Ahmed
Yesevi de Kızılelma’ya giden bu kutlu yolun kilometre taşlarını üretmiş ve bu
kutlu yolda hedef belirlemiştir. 29Dur
durak bilmeden gece gündüz bu toplum inşasına ve dini hareketlilik meydana
getirmeye çalışmıştır. Zamanla artan etkisi gittikçe genişleyen halkalar
halinde önce Yesi çevresini sonra Orta Asya ve kuzey bozkırlarındaki Türkleri
sarmış ve nihayet Batı Türklerine ulaşarak Anadolu daha sonra da Rumeli’nin
Türkleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Fransız
araştırmacı Babinger “Anadolu’da İslamiyet” adlı makalesinde Türklerin cemaat
halinde Anadolu’ya geldiklerini tek bir seferde bu akının gerçekleşmediğini
gruplar halinde Anadolu’ya akınların yapıldığından bahseder ki evet birçok
kaynak da zaten Fransız yazarı doğrular niteliktedir. Bir de Cengizhan
istilasını gözardı etmemek lazım bu istilalarla büyük kitleler Anadolu’ya akın
etmişler bu kitlelerin arasında Horasan dervişlerinin de olması şüphesiz
kaçınılmazdır. Horasan membaından ortaya çıkan Türkleşme ve İslamlaşma damarı
Anadolu’dan Rumeli’ye ve hatta balkanlara kadar sessiz ama derinden bir ruhla
akmıştır.
Bu müthiş
faaliyetin ana kahramanı Anadolu Rumeli ve Balkanlardaki Türkleşme ve
İslamlaşma membaının ana damarı Hoca Ahmed Yesevî’dir. Hoca Ahmed Yesevî
ideolojisi belli bir grubun mutluluğu için değil Tüm insanlığın birlik ve
beraberliğinin temini için oluşan bir anlayış niteliği taşımıştır.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin yaşamış olduğu bölgede başlattığı hikmetli söz söyleme
geleneğiAnadolu ve Balkan coğrafyasında zamanı ve nesilleri birbiriyle
buluşturan “Yunus [29] geleneği, Hacı Bektaş geleneği
olarak devam etmiştir. Bu perspektiften bakıldığında Hoca Ahmed Yesevî’nin
Anadolu’ya etkisi anlaşılmaktadır.[30]
Ayrıca
Yunus Emre ve onun açtığı çığırda yürüyenlerin yetişmesinde Hoca Ahmet
Yesevî’nin etkisi görülmektdir. Türkistan’ın Pîri’nin “Miskin Ahmed Yesevi”
mahlasını kullanışı ile Yunus Emre’nin kendini “Miskin Yunus” diye
tapşırmasında bu etkiyi görbiliriz.
Aşkın
eyledi şeydâ beni. Cümle âlem bildi beni
Kaygım
sensin gece gündüz, bana sen gereksin[31]
Beyitiyle
bir hikmetine başlayan Hoca Ahmed Yesevi’ye Yunus Emre iki asır sonra aynı
duygu ve ruhla şöyle seslenir.
Aşkın aldı
benden beni , bana seni gerek eni
Ben yanarım
dün ü günü / bana seni gerek seni[32] dizeleriyle bu etkiyi devam
ettirdiğini anlamaktayız. Hoca Ahmed Yesevî’deki aşkın evrensel bir aşk
olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Hoca Ahmed Yesevi bir hikmetinde şöyle
sesleniyor:
Sünnet imiş
kâfir de olsa verime zarar
Gönlü katı
gönül inciticiden Allah şikâyetçi[33]
Bu
dizelerde aydınlardan işittiğime göre kâfir de olsa incitmeyeceksin, bu anlayış
peygamber uygulamasıdır. Katı yürekli olup gönül kıranların yerinin cehennem
olduğunu dile getirmektedir. Bu sevgi hoşgörü anlayışı bu Anadolu topraklarında
Ne olursan ol yine gel diyen bir ‘Mevlana’dan Yaratılanı hoş gör Yaradandan
ötürü anlayışı ile evrensel bir sevgi toplumu meydana getirmeye çalışan Yunus’a
ulaşıldığını göstermektedir.[34] Buradan hareketle John
Locke’de, J. J Ruysseau’da olduğu gibi insanların doğuştan birlikte yaşamaya ve
anlaşmaya uygun olduklarını vurguladığı insanlığın evrensel sevgi ve
hoşgörüsüyle adalete davet edildiği anlaşılmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin meydana getirdiği düşünce ekseni zamanla Türkistan coğrafyasını
aşarak Kafkasya, Anadolu ve Balkanlar'a kadar uzandığı görülmektedir.
Anadolu'nun müslümanlaşmasında ve Osmanlının kuruluş aşamasında Alperen,
derviş, ya da gazi adıyla anılan Alperenlerin ruh kaynağı Hoca Ahmed Yesevî’ye
uzanmaktadır.
Osmanlı
ordusu içerisinde Yeniçeriler olarak adlandırılan ordu üzerinde manevi etkiye
sahip olan Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya gönderen kişinin Hoca Ahmed Yesevî
olduğu çeşitli menkıbelerde anlatılmaktadır. Hoca Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş-ı
Velî’nin yaşadığı dönemler farklı olup yaklaşık 150 yıllık bir zaman dilimi
vardır. Bu bağlamda Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu topraklarına gelmesinde Yesevî
felsefesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Yine Tasavvuf edebiyatının
Anadolu’daki en büyük temsilcilerinden biri olan Yunus Emre'nin Tapduk Emre’den
başlayarak Sarı Saltuk vasıtasıyla Yesevi’ye dayandığını görmekteyiz.
Avrupa'nın
doğusuna İslam'ı anlatma göreviyle görevlendirilen Sarı Saltuk, Hoca Ahmed
Yesevî dervişlerindendir. Hoca Ahmed Yesevî ömrünü eğitime adamış bir
mürşittir. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, Anadolu ve Balkanlarda ondan
fazla Yesevî büyüğünün tekke ve türbesinden bahsedilmektedir.[35] Ve ayrıca kinaye de olsa etrafında
99.000 müridin toplandığı rivayet edilmiştir[36].
Buradaki sayının mübalağalı olduğu düşünülebilir. Velev ki mübalağa olsa da
Yesevi hazretlerinin insan eğitimi dolayısıyla da toplum eğitimine verdiği
önemi görmekteyiz.
Onun dini
anlama ve yorumlama anlayışına baktığımız zaman keskin bir tasavvuf anlayışının
kaidelerini vazgeçilmez kurallarını ortaya koyup etrafındaki bireyleri buna
zorlamak olmamıştır. Yesevi’yi kendi zamanının ötesine taşıyan en büyük özellik
de onun ibadet anlayışıdır. O ibadetin korkuyla yapılmaması gerektiğinden
bahseder Yesevi:”Korkuyla yapılan ibadet kölenin ibadetidir. İbadet insanı
aşka, irfana ulaştırmalıdır.” diyerek ibdette aslolanın samimiyet olduğunu
vurgular. Sevgiye, irfana hoşgörüye giden yolu bir kaşık ustasının sabrıyla
yontar ve bunda da oldukça başarılı olur.
O kendi düşünce dünyasında oluşturduğu bir tefekkür
sistemi vardır ki bu aynı zamanda eğitim sürecinde cevabını aradığı sorulardır.
Bunlar benlik nedir, insan kötülüklerden kendisini nasıl korur, edep nedir, ahlak
nedir vb sorular. Bu soruların cevvabını bulduktan sonra bunların bir de
etrafındaki samimi Müslümanlara ya da islamı tanımak isteyen diğer din
mensuplarına aktarılması gerekir. İşte tam da bu noktada Yesevi hazretlerinin
başarısı ortaya çıkıyor hem mutasavvıf dervişleri hem de kitleleri etkilemeyi
başarmıştır. Yani edebiyat sanatçılarının tabiriyle halk için sanat anlayışı
gibi tamamen toplum algısına uygun ve toplumu eğitmeye elverişli bir din
anlayışı ile karşımıza çıktığını görüyoruz.
O
insanların ebedi saadet yolunu açmaya çalışmış. İyi bir birey kâmil bir insan
sağlıklı bir toplum oluşturmada şeriat konularını ön plana aldığını
görmekteyiz. Bu çalışma bize gösteriyor ki Türklerin yurt edindikleri
memleketleri ihya edip oraları vatan yapmalarında maddi gücü temsil eden
kahramanlarla manevi gücü temsil eden velilerin yoğurduğu bir anlayış hep
başarılı olmuştur. Anadolu topraklarında 13 ve 14. yy sisyasi hâkimiyet
sağlanmıştı. Yesevi dervişleri ile başlayan Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı
Veli ile devam edegelen süreçte Anadolu topraklarında manevi hâkimiyet de
sağlanmış olur.
Hoca Ahmed Yesevî Dervişleri ve Balkanlardaki
Faaliyetleri
Türkistan’da
doğan Yesevîlik, Orta Asya, Hindistan ve Anadolu coğrafyalarına doğru bir
yayılma göstermiş ve Anadolu’ya gelen dervişlerin bir kısmı Batıya doğru
hareketlerine devam ederek Balkanlara kadar uzanmıştır. Anadolu ve Balkanların
İslamlaşmasında oldukça önemli roller üstlenen Yesevî dervişlerinin bir kısmı,
doğrudan Hoca Ahmed Yesevî’nin müridi olmuş, bir kısmı ise bu imkâna sahip
olmamakla birlikte Yesevî tarikatının/geleneğinin mensubu olarak söz konusu
coğrafyalarda irşat faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Eserleri ve menkıbeleri
bugünlere kadar ulaşan Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk ve Yunus Emre gibi
değerli şahsiyetler de aynı kaynaktan, Hoca Ahmed Yesevî geleneğinden
beslenmişlerdir.
Türkistan’dan
çıkarak Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyaya yayılan Hoca Ahmed Yesevî
dervişlerine genel olarak Horasan Erenleri veya Alperenler adı verilmiştir.
Balkan coğrafyasının her tarafına yayılan gönüllü dervişler, tekke ve zaviyeler
açarak buralara yerleşmişlerdir. Tekke ve zaviyeler, genellikle kırsal
alanlardaki boş ve tenha yerlerde veya ırmak ve benzeri su kenarlarında
açılmışlardır. Tenha yerlerde tekkeler inşa ederek buraları iskâna açan
dervişler, müritleri ile beraber ziraatle ve hayvancılıkla meşgul olmuşlardır.
Söz konusu dervişler, günümüzdeki başkalarının yardımlarıyla geçinen ve hiçbir
iş yapmayan derviş algısının tam aksine birer meslek sahibi olarak geçimlerini
kendileri sağlamış ve hatta bu şekilde çevrelerine katkıda bulunmuşlardır.
Yesevî
tarikatına mensup dervişler, bu konuda da Hoca Ahmed Yesevî’yi örnek almışlar
ve onun gibi yaşamışlardır. Beldelerin fethinden önce kalplerin fethine çalışan
derviş ve halîfeleri onun adını ölümsüzleştirmişlerdir. Öyle ki ıssız yerlerde
ya da su kenarlarında kurulan tekke ve zaviyeler, sundukları çok yönlü
hizmetlerle Balkanların İslamlaşmasında oldukça önemli bir rol oynamışlardır.
Issız
yerlerde kurulan tekkeler vasıtasıyla bu toprakların hem imarı hem de emniyeti
mümkün kılınmıştır. Bu zaviyelerde ihtiyaç sahibi insanlara yiyecek ve giyecek
yardımları yapılmış ve ayrıca yolculara ve misafirlere kalacak yer temin
edilmiştir. Öte yandan su kenarlarında kurulan tekkelerin yanına değirmenler
yapılarak bir anlamda dervişlerin günlük rızkı karşılanırken diğer yandan
değirmen hizmetinden yararlanacak yerel halkla doğrudan iletişim kurma imkânı
sağlanmıştır.
Su
bulunmayan yerlerde ise söz konusu dervişler kuyular açarak hem bu işteki
tecrübelerini yerel halkla paylaşmış hem de su ihtiyaçlarını karşılamada onlara
yardımcı olmuşlardır. Dervişlerin Yesevî Türkistanı’ndan getirdikleri sözlü
kültürün icra ve aktarım mekânları olarak tekke ve zaviyeler, açıldıkları
bölgelerde birer ilimve kültür merkezleri hâline gelmişlerdir. Yesevî’nin
hikmetleriyle ve benzeri deyişlerle gayrimüslim halka İslam’ı tebliğ eden
dervişler, sözlü kültürün en önemli taşıyıcıları olarak Türkçenin
öğretilmesinde ve yaygınlaşmasında büyük rol oynamışlardır. Aynı zamanda bir
eğitim yuvası işlevi gören tekkeler, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan
insanların bu alandaki ihtiyaçlarını karşılamışlardır.
İslam’ı
tebliğ anlamında dervişler arasında bir amaç birliği var olsa da bunun nasıl
yapılacağı noktasında farklı yöntemler uygulandığı görülmektedir. Nitekim bazı
tekkeler okçuluk, güreş gibi sportif faaliyetleri ile ön plana çıkarken
bazılarının birer küçük hastane vazifesi görerek insanlara hizmet ettikleri
bilinmektedir.
Dervişler
her ne kadar tekke ve zaviyeleri kendileri için mekân bellemiş olsalar da bu
durum onlar için münzevi bir yaşam anlamına gelmemiştir. Başkalarına muhtaç bir
hayat değil, aksine başkalarının ihtiyaçlarını karşılayacak bir yaşam
felsefesine sahip olmuşlardır. İslam’ı sadece anlatmakla yetinmeyip yaşantıları
ile birlikte yerel halka model teşkil etmişlerdir.
Dervişlerin
bizzat kendi yaşam tarzlarıyla gösterdikleri İslam ahlak ve adaleti,
Balkanların Osmanlılar tarafından fethedilmesinde oldukça kolaylaştırıcı bir
etki yapmıştır. Kendi zalim hükümdarlarından bîzâr olan gayrimüslim halk,
dervişlerin şahsında gördükleri İslam dinine karşı olumlu bir yaklaşım
göstermiş ve gerek fetih sırasında, gerekse Osmanlı yönetimine tabi
olduklarında bir direnç göstermemişlerdir. Nitekim 1402-1413 yılları arasındaki
Fetret Dönemi’nde Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında yaşanan taht kavgaları
sırasında ortaya çıkan kaos ortamını fırsat bilip herhangi bir isyan hareketine
girişmemeleri, tarihçiler tarafından Osmanlı yönetim anlayışına karşı duyulan
memnuniyetin bir nişanesi olarak kabul edilmiştir.
Bu durum
tek bir gelişmede gözlenmemiş, başta Selanik ve İstanbul’un fetihleri olmak
üzere birçok gelişmede benzeri örneklerle karşılaşılmıştır. Kısacası söz konusu
dervişler, bir anlamda kılıçların fethinden önce gönüllerin fethini
gerçekleştirerek Balkanların Osmanlı toprağı hâline gelmelerini
kolaylaştırmışlardır.
F.
ANADOLUYA GELEN HOCA AHMED YESEVÎ ERENLERİ
Askeri
dehalar, önemli siyasetçiler, zenginler vs. kendi dönemlerinden kısa bir süre
sonra unutulabilir ancak manevi önderler zamana meydan okurlar ve hatta yıllar
asırlar geçtikçe kıymetleri daha da artabilir. Örneğin Hoca Ahmed Yesevi,
Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ve nice Anadolu erenleri asırlardır
etkileri devam etmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin işaretiyle Anadolu topraklarına gelip buraların yurt edinmesinde
büyük emekleri olan müridler şüphesiz çok önemlidir. Bu müridler almış
oldukları kutlu dava bayrağını en yükseğe taşımak ve görevlerini bihakkın
yerine getirmek için özverili bir şekilde çalışmışlardır. Anadolunun fethi
sırasında diğer tarikat ve cemaat mensupları gibi yesevi erenleri de ön
saflarda Anadolunun yurt edinilmesinde üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine
getirmişlerdir. Fetih sonrasında ise halkın yerleşik hayatta karşılarına çıkan zorlukları
aşmada onlara kılavuzluk yapmışlardır. Yani Hoca Ahmed Yesevî erenleri hak
davasında halkının yanında onlarla birlikte bu toprakların inşaa ve ihyasında
yer edinmişlerdir. Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerinden yaklaşık iki yüz yıl sonra
yaşadığı sanılan Evliya Çelebi’nin Seyehatname’sinden de bu duruma işaret
dilmektedir.
Evliya
Çelebi’nin Yesevi erenleriyle ilgili bilgileri halk arasındaki menkıbelerden
yararlanarak aktardığı söylenmektedir. Evliyâ Çelebi, bütün Osmanlı ülkesini
kapsayan gezileri sırasında görüp karşılaştıklarını kaleme aldığı eserinde
belki kendisinin de Hoca Ahmet Yesevî ailesinden olması sebebiyle pek çok
Yesevî mensubundan, onların kabir ve tekkelerinden bahsetmektedir. Verdiği
bilgiler, genellikle halktan duyduğu menkîbe türü rivayetlerden oluşmakla
birlikte, o günün Anadolu coğrafyasında aradan geçen dört-beş asırlık zamana
rağmen Yesevîliğin izlerini ve ona duyulan sevgiyi göstermesi açısından ilgi
çekicidir. Evliya Çelebi’nin halktan edindiği bilgi ya da düşünceler Hoca Ahmed
Yesvi’nin insanlar üzerindeki etkisini anlayabilmek açısından önemlidir.
Evliyâ
Çelebi’nin halk rivayetlerinden oluşan tesbitlerinin zaman zaman tarihi
bilgilerle çeliştiğini belirtilmektedir. Bu yüzden onun gerek Hacı Bektaş-ı
Velî ve gerekse diğer bazı Anadolu velîleriyle ilgili verdiği bilgiler tarihi
açıdan ihtiyatla kullanılmalıdır. Ancak bütün bunlara rağmen bu bilgiler, halk
kültürü açısından ve halkın Horasan erenleri ile Yesevî erenlerine gösterdiği
teveccüh bakımından ilgi çekicidir. Evliyâ Çelebi, batı Türkleri arasında Hoca
Ahmed Yesevî izlerini gösterecek bilgiler vermektedir. Türkistandan başlayıp
Azerbaycan, Anadolu balkanlara kadar binlerce Yesevi ereni bu toprakların
insanını maneviyat bakımından işlemişler ve onlar üzerinde ciddi etkilerde bulunmuşlardır.
Hoca Ahmed
Yesevî kitlelerle iletişim kurmada yeni bir dil, yeni bir üslup kullanarak
başarılı olmuştur. Böylece geliştirdiği bu üslup sayesinde İslamî çeçeveyle
oluşmuş fikirlrini rahatlıkla yayabilmiştir. Anlatımdaki sadelik bozkır
insanıyla kurduğu yakın ilişki hedefine daha hızlı ulaşmasını sağlamıştır.
Türklerin
kültürel yaşantılarına hiç de yabancı olmayan bu yeni dil ve üslup ile
toplumsal hayatın tüm kesimleri üzerinde etkisini hissettirmiştir. Yesevi de
Türk boylarının İslamiyet’i benimseyip dil ve kültür ortaklığı sonucu Türkistan
bozkırlarında dağınık vaziyett yaşayan grupların bir araya gelmelerini ve
birliktelik oluşturmalarını sağlamıştır. Tabi bu birliktliği sağlayabilmesi
Ahmed Yesevi'nin bilge kişiliğinin bir tezahürü olduğunu söyleyebiliriz.
Yahya Kemal
Beyatlı'nın Fuat Köprülü'ye hitaben; “Şu Ahmed Yesevî’yi iyice incelemek lazım.
Bizim milliyetimiz onda gizlidir.”[37]
Yesevi hazretlerinin üzerinde çalışmanın gerekliliğini vurgulaması Fuad Köprülü
üzerinde Yesevî ile ilgili etki bıraktığı düşünülmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî peygamberimizi tüm yönleriyle örnek alarak tasavvuf anlayışına sünnî bir
anlayış kazandırdığı söylenebilir. Bu çabasıyla gerek etrafında gerekse uzak
coğrafyalarda yolundan gidenlerin ayrışmalarına izin vermemiştir. İşte Ahmed
Yesevi’nin bu çabaları sosyal hayata aktif bir eylemlilik de kazandırdığını
söyleyebiliriz. Zaten Hoca Ahmed Yesevî müslümanların uymak zorunda olduğu
Allah'ın varlığına, birliğine ve sıfatlarına dayalı tevhid inancına
hikmetlerinde ağırlıklı olarak yer vermesi bu birlikteliği sağlamaya dönük
olarak değerlendirilebilir.
Bu yüzden
de kabile düzeninin hâkim olduğu bozkır insanının kalbinde bu inancı
kökleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Bugün eski Sovyetlerin dağılmasıyla
ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleriyle beraber Hoca Ahmed Yesevî'nin fikirlerinin
insanların gönlüne yeniden başlaması, bu inancın kökleştiğinin ifadesidir.
Anadolu ve
Balkanlar’da beldelerin fethiyle beraber, hatta ondan önce kalplerin fethini
sağlayarak islamî hükümlere bağlı bir din birliği sağlamak. Anadolu ve
Balkanlar’da İslâm’ın yayılmasında Hoca Ahmed Yesevî dervişlerinin diğer
tarikat mensuplarıyla birlikte bu birlikteliğe önemli katkılar sunmuşlardır.
İran’dan
esen Şîa rüzgârına karşı Ehl-i sünnet İslâmı’nı yaymamaya çalışmışlardır.
Türkler genellikle İranlılar vasıtasıyla Müslüman olduklarından İran kültürüyle
ilk zamanlardan itibaren temasa geçmişlerdir. İran’daki “şia” etkisi zaman
zaman Türk bölgelerine uzanarak o bölgelere tesir nüfuzunu ulaştırmaya özel bir
özen gösterirlerdi. Hoca Ahmed Yesevî’nin başlattığı sünnî İslâm çizgisi,
Anadolu ve Balkanlar’da şiilik ve kızılbaşlık temayüllerine karşı da bir siper
görevi olmuştur.
Türkçe’nin
tasavvuf dili olmasını sağlamak. Hoca Ahmed Yesevî’nin Anadolu ve Orta Asya’da
belki de en önemli hizmeti Türkçe’ye gösterdiği titizliktir. Türkçe yazan ilk
tarikat kurucusu olması sebebiyle Türk halkının diline sahip çıkmış ve
kendisinden sonraki takipçileri sayesinde Türk dilinin din ve tasavvuf dili
olmasını sağlamıştır. Belki Ahmed Yesevî, Türkçe yazmasa Yunus olmayacak,
Türkçe tekke dili olmayacaktı.
Ülkü ve
mefkûre birliğini temin Hoca Ahmed Yesevî müridlerine ve genelde Türk halkına
İslâm mefkûresi etrafında toplanmayı öğütlemiş ve en uç Türk kabilelerini
birleştirmeyi başarmıştır. Moğol istilasından sonraki dönemde de Anadolu
birliğinin yeniden kurulması onun attığı temeller sayesinde gerçekleşmiştir.[38] İktisâdı hayata canlılık,
dervişleri meslek sahibi yapmak. Evliyâ Çelebi’nin Yesevî tekkelerini
anlatırken verdiği bilgilerden Yesevî erlerinin bir meslek ve sanat sahibi
olmaya özen gösterdikleri anlaşılmaktadır. Ahmed Yesevî’nin bizzat kendisinin
“el emeği” ile geçinmek için tahta kaşık yontup satması, bu çığırın açılmasının
sebebi olarak düşünülebilir. Ayrıca sanıldığı gibi tekke mensuplarının hazır
yiyici değil, üretici olduğunu gösterir.
Tüm bu
bilgiler ışığında baktığımız zaman Yesevî dervişleri Anadolu ve diğer
bölgelerde dini sosyal hayatta çok aktif bir rol üstlendiklerini
söyleyebiliriz.
G.
AHMED YESEVÎ TÜRBESİ’NİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ
ETKİSİ
Türbeler
toplumları yaşantısıyla etkilemiş kişiliklerin Tanrı’yla yakınlığına gerekçe
gösterilerek yapılan yapılardır. Bu vesileyle türbe etraflarında ya da içinde
yapılan kimi ritüllerin insanların Allah’ın dileklerini kabul etmesi için
türbede meftun bulunan zatları aracı kıkldıkları görülmektedir.
Bu bağlamda
türbelerde yatan kişilikler de artık bölge halkı ya da diğer insanlar için
ermiş, Allah’ın ikramına kavuşmuş kişilik olarak görülmektedir. Günümüzde
değişik bölgelerde insanların ziyaret mekânı haline getirdikleri türbeler
bulunmaktadır. İnsanlar değişik dönemlerde bu mekânları ziyaret ederek değişik
şekillerde dileklerini dilemektedir.
Türk
topluluklarında diğer toplumlarda olduğu gibi çeşitli uygulamalar ile türbe,
adak ve ziyaret yerleri önemli bir yer tutmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi türbesi
de önemli ziyaret mekânı olarak karşımıza çıkmaktadır. Döneminin önde gelen
mimârî şâheserlerinden bir tanesidir. Hoca Ahmed Yesevî Türbesi’nin yapımı ile
ilgili değişik menkıbeler anlatılmaktadır. Bir rivayete göre Hoca Ahmed Yesevî
ölümünün ardından kerametleri devam etmiştir. Türk Hanı Emir Timur’un rüyasında
Buharâ’nın fethini müjdelemiştir.. Emir Timur’un bu işaret üzerine Buhara
üzerine sefere çıktığına inanılmaktadır. Söz konusu sefer zaferle sonuçlanınca
Emir Timur manevi bir şükran hissiyle Hoca Ahmed Yesevî’nin kabrinin üzerine
bir türbe inşa edilmesi emrini vermiştir. Dönemin ünlü mimarı Hoca Hüseyin
Şirazi adlı bir mimar tarafından türbenin inşası tamamlanmıştır.
Bugün
Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan Hoca Ahmed Yesevî türbesinde dönemin
mimari izlerini mümkündür.[39] Devrin mimarî şâheserlerinden
olan türbenin yapımı iki yılda tamamlanmıştır. Türbe etrafında mscit, dergâh,
hamam, mutfak ve mahznin de bulunduğu külliye şeklindedir. Bu şekilde muazzam
bir eserin yapılması Emir Timur’un Hoca Ahmed Yesevî’ye duyduğu muhabbet ve
Hoca Ahmed Yesevî’nin manevi şahsına olan inancını göstermektedir.
Kazakistan’ın
Sovyetler Birliği’nin bir parçası olduğu ve yaklaşık bir asra yakın bir dönemde
türbenin Müslüman Türk boyları tarafından itibarının korunduğu anlaşılmaktadır.
Son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda Hoca Ahmed Yesevi Türbesi’nin asli
maksadına uygun bir ziyaret mekânı olarak yeniden ihyası yolunda önemli
çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmını Türkiye Cumhuriyeti
Kültür Bakanlığı taahhüt etmiş ve 1993 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü
yenileme çalışmalarına başlamıştır.
Kültür
Bakanlığı 1993 yılında başlattığı yenileme çalışmasını 2000 yılında
tamamlamıştır. Bugün Türk dünyasının önemli ziyaret mekânı haline gelen türbeye
bölge halkının çok yoğun bir ilgisi vardır.[40]
Bu bölge bulunduğum yıllarda edindiğim izlenimde insanların türbe yakınından
geçerken ve hatta araba kullanırken dahi ellerini açıp dua okumaları türbenin insanlar
üzrinde manevi etkisinin devam ettiğinin işaretidir. Bunun yanında önemli
toplumsal tören öncesinde bölge halkının türbeyi ziyaret ettikleri
gözlenmektedir. Bu bölgedeki insanlar için dindarlığın başlangıç merkezi ya da
tövbelerin yapıldığı bu yapının insanları yeniden etkileyerek aktifleştirdiği
anlaşılmaktadır.
Dünyada
iken insanları etrafında toplayan ve onları nasihatleriyle yönlendiren Hoca
Ahmed Yesevî’nin bugün de ruhaniyetiyle bölge insanları üzerinde fikirleriyle
milyonlarca insan üzerinde etkili olduğu görülmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
AHMED
YESEVÎ’NİN SOSYO KÜLTÜREL ALANA ETKİLERİ
A.
YESEVÎLİK VE TOPLUM
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Tarihi
kaynaklardan çıkardığımız sonuca göre Yesevîlik önce Seyhun ırmağı ve Taşkent
bölgesinde etkili olmuş. Daha sonraki dönemlerde Hoca Ahmed Yesevî
Hazretlerinin müridleri tarafından Anadoluya Balkanlara kadar gelen bir
tarikattır.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin şeyhleri tarikatlarını yayma noktasında oldukça arzulu olmuşlardır.
Yeseviliğin yayılma noktasındaki başarının esası Hoca Ahmed Yesevî’den
olmasının yanında kendisinden önce gelen mutasavvıfların zemin hazırlamasının
etkisi büyüktür.[41]12.asırda Hoca Ahmed Yesevî’nin
başlattığı bu süreç, manevi olgunluğa erişmiştir. Böylelikle toplum üzerinde
büyük etkisi olan Hoca Ahmed Yesevî'nin mânevî şahsiyetini ortaya koymaktadır.
Onun başlattığı Türk tasavvuf hareketi Yûnus Emre'nin dilinde Anadolu'da kemâle
ermiş ve zirve dönemini yaşamıştır.[42]
Bu manevi olgunluk dönemiyle birlikte Anadolu coğrafyası başta olmak üzere
Yeseviliğin ulaştığı tüm coğrafyada derin etkisini göstermiştir.
Yeseviliğin
toplum üzerinde değişik tarikat ya da anlayışlarla da etkisinin sirayet
ettiğinden bahsedebiliriz. Örneğin Nakşibendi tarikatının kurucusu olarak
bilinen Bahaüddin Nakşibend olarak bilinen kaynaklardan Kasam Şeyh’in
vasıtasıyla Yesevîlik tesiri altında kaldığı iddia edilmektedir. Abdü’l-Hâlık Gücdüvânî’nin, Hoca
Ahmed Yesevî’den sonra Yusuf Hemedânî’nin halifesi olması dolayısıyla da
Yesevîlik tesiri altında kalmış olabileceği iddialar arasındadır.
Hac Bektaş-ı
Velî ile ilgili olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin Horasan’da başlattığı ekolün
Anadoluda Bektaşilik adıyla ete kemiğe bürünmüş şekli olduğu ifade
edilmektedir. Hoca Ahmed Yesevî’nin eserlerinden Fakr-nâme ve Divan-ı Hikmet’in
Hacı Bektaşı Velî’y ait olan Makâlât adlı eser arasındaki bu benzerlik bu
iddiayı ortaya koymaktadır. Eserlerin içeriğinde Türklük fikririn ön plana
çıkması benzerliklerdendir.
Bunun
yanında gerek Anadolu coğrafyasında gerekse Balkanlarda yaşayan insanlar Hacı
Bektaş-ı Velî’nin bu coğrafyaya Ahmed Yesevî’nin işaretiyle geldiğin
düşünmekteler. Hoca Ahmed Yesevî’nin Türkistan coğrafyasında ortaya koyduğu
ekol, Anadolu ve Balkanlarda Hacı Bektaş-ı Veli felsefesiyle devam etmiştir.
Her iki Türk büyüğünün ilim meclislerinde kadın erkek ayrımı yapmaması
açısından gerek kadın erkek eşitliği açısından gerekse kadının eğitimine
verdiği önem açısından ortak yön olarak değerlendirilebilir.[43]
Bugün Anadolu
ve Balkanlarda aradan çok uzun süre geçmesine rağmen gerek halifelerinin
gerekse soyundan geldiği iddia edilen kişilerce Yesevî menkîbesi ya da
Yesevîlik uygulamaları özellikle yaşlı kuşak arasında devam etmektedir.
B.
AHMED YESEVİNİN
ESERLERİ VE KISA TAHLİLİ
Divan-ı
Hikmet Hoca Ahmed Yesevî’nin yazmış olduğu dînî tasavvufî şiirlerin toplandığı
ve aynı zamanda geçiş dönemi eserlerinden bir tanesidir. Hayırlı anlamına gelen
hikmet sözü Hoca Ahmed Yesevî fikriyatının dörtlüklere dökülmüş şeklidir. Eser
eski Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olup Allah’a yakarış, Pygamber sevgisi,
İslam öğretileri ve toplumsal tenkit gibi konular bulunmaktadır. Hoca Ahmed
Yesevî aldığı eğitim neticesinde, gerek Arapça gerekse Farsça gibi dönemin ilim
ve kültür dili olarak dillerini çok iyi öğrenmesine karşın, doğup yetiştiği yer
olan Yesi’ye döndükten sonra kendi halkına ana dilleri olan Türkçe’yle hitap
etmiştir. Horasan bozkırlarında yarı göçebe kültürüyle yaşayan Türk boylarına
onların ana dilleriyle seslenmesi bölge halkı üzerindeki etkisine işaret
etmektedir. Belirli bir azınlığın konuştuğu konuşma dilini bir tasavvuf dili
haline getirmesi önemli bir başarı olarak görülmektedir. Bu hareketin bilinçli
yapıldığı aşağıdaki hikmetlerde ortaya konmuştur:
Hoş
görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe'yi
Ariflerden
işitsen açar gönül ülkesini
Âyet hadis
anlamı Türkçe olsa uygundur,
Anlamına
yetenler yere koyar börkünü..
Miskin,
zayıf Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet,
Fars dilini
bilse de söylemekte Türkçeyi[44]
Divan-ı
Hikmet toplumun dînî sosyolojik yapısına önemli katkıda bulunmuş özgün bir
yapıt olarak değrlendirilmektedir. Adı geçen eserde Kur'an-ı Kerim'in
öğretileri İslâm menkıbeleri, Hz. Peygamber’in hayatına dair hikâyeler, toplum
düzeninden şikâyet ve kıyametin yakınlaştığını hatırlatan şiirler vardır.
Hazreti Peygamber'in hadislerinin birincil kaynak olması bu bağlamda önemli bir
yer tutmaktadır. Böylece dağınık Türk kabileleri arasında milli birliği tesis
etme noktasındaki milletleşme süreci olarak değerlendirilmektedir. Bu vesileyle
Divan-ı Hikmet Türk boyları arasında geniş bir coğrafyaya yayılmış ve aynı zamanda
Türk toplulukları üzerinde derin etki bırakan bir eser olarak
değerlendirilmektedir.[45]
Öte yandan
Dîvân-ı Hikmet, bozkır göçebelerinin eğitim ve kültür algılarını göz önünde
bulundurularak oluşturulmuş ve aynı zamanda göçebe Türklere edebî zevki tattırmış
bir eserdir. Üslubunun basitliği yanında içeriğindeki derin mânâ eserin
asırlardır zinde olmasına sağlamıştır. Bu bağlamda hikmetlerin yıllarca
insanların hafızalarında yer edişi, hemen her toplulukta ilahî olarak okunuşu
ve Hoca Ahmed Yesevî’den sonra gelen birçok Yesevî dervişinin aynı üslup ve
içerik bağlamında şiirler yazması bu etkinin bir tezahürü olarak
değerlendirilebilir.
İslâmiyet’i
kabul edişinin üzerinden çok uzun bir zaman geçmemiş bir toplum için
hikmetlerin içerik ve üslup bakımından bu denli olması basit olması muhatabının
sosyo kültür seviyesine göre makul karşılanabilir.[46]
Asıl amacın sanat sanat içindir anlayışından ziyade, sanat toplum için
yaklaşımı olduğu görülmektedir. Didaktik içerikli şiirlerle İslâmiyet’e yeni
girmiş fakat inceliklerini öğrenememiş ya da İslam’la tanışmamış Türk
topluluklarına ulaşma gayreti hikmetlerdeki içerikten anlaşılmaktadır.
Şiirlerin
eski Türk geleneklerine ve Şamanizm’den kalma ritüellerle kaynaştırmaya
çalışıldığı da anlaşılmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi meclislerinde eski Türk
kültür geleneğinin etkisiyle olsa gerek kadınlarla ve erkeklerin aynı mecliste
zikir halkası oluşturdukları iddia edilmektedir. Bu durum Horasan ulemasının
tepkisini alsa da Hoca Ahmed Yesevî’nin bu tepki karşısında tavrını değiştirmediği
anlaşılmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi Türk’lerin kültürel algısını İslam’la
yoğurmuş Türk İslam kültür sentezini çok iyi harmanlamasıyla 47
başarıya ulaştığı anlaşılmaktadır.
Dönemin
tarikat anlayışı ile günümüzdeki tarikat anlayışı karıştırılmamalıdır. Hoca
Ahmed Yesevî’nin tarikat anlayışının derinlikli bir tarikat anlayışı olmadığı
islami kuralların basit bir şekilde toluma Kuran ve sünnet ışığında aktarıldığı
mektepler olduğu düşünülmelidir. İslamî kuralların iyice öğrenildikten sonra
tarikatta derinlik aşamasına geçilebileceğinden bahsetmektedir. Aksi durumda
kişinin sapabileceğini İslam'ın özünden uzaklaşılabileceğini özellikle
vurgulamaktadır. Nitekim aşağıdaki dizelerde şöyle seslenmektedir.
Tarikata
şeriatsız girenlerin,
Şeytân
gelip imanını alır imiş.
İşbu yolu
Pîrsiz iddia eyleyenleri,
1111‘‘48
Şaşkın olup
ara yolda kalır imiş.
Yukarıdaki
dizelerde İslamın özünü tam manasıyla özümseyememiş kişilerin ya da grupların
şeytanın vesvesesine kapılabilecekleri iddia edilmektedir.
Ayrıca Hoca
Ahmed Yesevî’nin İslam anlayışında Peygamber sevgisini ön plana çıkarmıştır.
Çünkü Kuran’ın somut bir şekilde yaşantıya aktarılması peygamber
uygulamalarında saklı olduğuna dikkat çekilmektedir. Aslında Hoca Ahmed
Yesevi’nin dini öğretisi Kuran ve sünnet ışığında temellendirmekte ve Allah’a
samimi bir kul olma çizgisinde yürümeyi hedeflemektedir.
Dîvân-ı
Hikmet’in giriş bölümünü oluşturan bir mukaddime tarzında olduğu söylenebilir.
Çağatay Türkçesi’yle yazıldığı bilinmektedir. İçerik itibariyle Yesevi düşüncesiyle
tam manasıyle örtüştüğü için Hoca Ahmed Yesevî’ye ait olma olasılığını da
artırmaktadır. Ortaya koyduğu tarikat anlayışı noktasında müridlerinin ve Hoca
Ahmed Yesevi yolunun takipçileri [47] [48]
için teknik birtakım öğretiler aktarılmaktadır. Örneğin Dört Kapı (şeriat,
tarikat, marifet ve hakikat)Kırk makamla ilgili esasları ortaya koyan bir
eserdir.
Fakr-nâme
geleneği, Ebu’l-Hasan Harakanî ile başlasa da Hoca Ahmed Yesevî ve Âşık Paşa
ile sürüp giden bir tasavvufi anlayış olduğu anlaşılmaktadır. Tarikata yeni
giren bireylerin tarikatta uyması gereken kimi kurallara uyumlu hale
getirilmesi anlatılmaktadır. Bir bakıma müridlerin eğitim öncesi
hazırbulunuşluk düzylerinin artırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Tarikat
anlayışının ana omurgasını oluşturan bir hırka bir hurma anlayışı çerçevesinde
müridin dünyevi zevkl ve arzulara karşı önleyici bilgiler içermektedir.
Gerek Hoca
Ahmed Yesevî’nin gerekse Aşık Paşa, Yunus Emre gibi sanatçıların Farknameleri
olsun didaktik içerikli eserlerdir. Bu bağlamda Divan-ı Hikmet eserini göz
önünde bulundurduğumuzda biçim bakımından farklılık dikkat çekmektedir. Çünkü
Farkname didaktik özellikleri olan bir kitap iken Divan-ı Hikmet çoğu yerde
tenkit içerikli özelliği bulunmaktadır. Her iki eserin ortak yönü için içerik bakımından
aynı düşünce doğrultusunda yazıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin Ahmed Yesevi’nin
Fakr-namesi ile Divan-ı Hikmetteki şiirlerin benzerliği açısından şöyle bir
ortaklığı görebiliriz.
O Şeyhler
ki yetiştirmiş oldukları talbelerinden maddi bir beklenti içerisinde
bulunurlar. İlimleriyle amel etmeyip bidat ehlini makbul görürler[49] şeklind zamane Şeyhlerinden
yakınmaktadır. Diğer taraftan Divan-ı Hikmet’te ise
Gerçek şeyh
olsa, dünyâ mâlını sevmez, bilin,
Vücûdu
girse, cehennem içre yanmaz, bilin,
“Allah” deyip
geceleri uyumaz, bilin,
Yüzünü
görsen, dolunay gibi olur imiş.[50]
diyerek
görüş ve düşüncelerinin her iki eserde de aynı doğrultuda olduğu
gözlenmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevi’ye ait olduğu sanılan bir diğer eserdir. Tamamen tarikat kuralları
hakkında bilgi veren teknik bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Yedi bölümden
oluşan eserde dervişlerin uyması gereken kuralların yanı sıra bir derviş
bulunması geerekli hasleetler kısımlar halinde sıralanmaktadır. Marifet,
Cömertlik, Doğruluk, dürüstlük Sağlam inanç, Tevekkül ve Tefekkür gibi adımlar
birinci bölümü oluşturmaktadır.
Tarikat
temellerinin oluştuğu ikinci bölümde ise İlim, Hikmet, Sabır, Rıza, İhlas,
Allah’a yakınlık (Kurb) kısımları yer alır. Tarikat vacibi ya da yerine
getirilmesi gerekli kuralların olduğu bölümde ise Talep, Arzu, istek, Korku,
Ümit, Zikir, Fikir kısımları bulunur.
Bir diğer
bölüm ise tarikat sünneti olarak adlandıracağımız bölümdür. Bu bölümde de
namazların cemaatle eda edilmesi, gecenin bir bölümünde kalkıp ibadet ve
zikirle meşgul olunması, Temizlik imandandır düsturunca hareket edilmesi,
Abdestli olmaya gayret etmek, Tâzim ve zikir ve son bölümde ise gerek aile
büyükleri için gerekse mülki idere amirleri için dua ve niyazda bulunmak.
Beşinci
bölüm olarak karşımıza çıkan bu bölümdee ise tarikat müstehapları olarak
adlandırılan kısımlarla karşılaşmaktayız. Bunlar misafire izzet-i ikramda
bulunmak, güzel davranışla muamelede bulunmak, kendi hane-i saadetinde
misafirle yapılan hoş sohbeti bereket olarak görmek, misafirin gönül hoşluğuyla
gönderilmesi, misafirin ihtiyaçlarının karşılanması, mü’min bir kula hizmette
bulunmak.
Altıncı
bölüm altı kısımdan oluşmaktadır. Bunlar Mürşidin huzurunda bulunurken edep
çizgisinden ayrılmamak, içerisindeki ben duygusunu yok edip kendini en aşağıda
görebilmek, konuşma adabına uyarak şeyhten önce konuşmamak ve son kısımda ise
şeyh, öğretmen vb. ders aldığı kişilere son derece içten ve samimi bir
bağlılıkla bağlanmak.
Yedinci ve
son bölümü oluşturan bu bölüme baktığımızda ise mürid kabul etme hakkında
olduğu görülmektedir. Bu bölümde şeyhte bulunması gereken vasıfları anlatarak
kendisine bağlanan müridin beklentilerini boşa çıkarmasın ki Hak’kın,
peygamberin, mezhep âlimlerinin vs. yanında mahcup olmasın. [51]
Hoca Ahmed
Yesevî’ye isnat edilen bu eserde Hoca Ahmed Yesevî’nin sözlerinden oluşan kırk
makam hakkında bilgi veren bir eserdir. Hoca Ahmed Yesevî’nin Allah’a kırk
makamdan ulaşılabilir anlayışı doğrultusunda oluşan bir yapıttır.
Eserde ilk
on makamın şeriatla ilgili olduğunu ikinci on makamın ise tarikatla ilgili
olduğunu, üçüncü on makamın ise marifetle ilgili olduğunu ve son on makamın ise
hakikatla ilgili olduğunu bilinmektedir.
Şeriata ait
makamlara baktığımızda Birinci makamda iman esaslarıyla başladığını
görmekteyiz. İkinci makamda ise İslam'ın beş şartı aktarılmaktadır. Üçüncü
makamda ise gerksiz sözlerden dedikodu gibi zararlı hasletlerden uzak
durulmasıdır. Dördüncü makamda ise ilmin kadın-erkek herkese farz olduğu
anlayışı bulunmaktadır. Beşinci makamda ise evliliğin fazileti üzerinde
durulmaktadır. Konuyla ilgili gerek ayet gerekse hadislerle konunun ehemmiyeti
üzerinde durulmaktadır.
Altıncı
makama geldiğimizde rızkın helal yollardan sağlanması, yedinci makamda
Peygamberimizin sünnetine olan bağlılık sekizinci makamda şefkat ve merhamet
anlatılmaktadır. Dokuzuncu makamda Helal giymenin önemi üzerinde durulurken
sonuncu makam olam onuncu makamda nefsin heva ve arzularından uzak durulması
anlatılmıştır.
Tarikat
makamları da şeriat makamları gibi on makamdan oluşmaktadır. Birinci makamda
tevbenin önemi üzerinde durulurken ikinci makamda saç kestirme üzerinde
durulmaktadır. Kuran-ı Kerimde: “Saçlarınızı tıraş etmiş olarak korkmadan
Mescidi Haram’a girceksiniz.52 bu
uygulamanın tarikatlarda olduğu gibi Yesevîlikte de mürid olma isteğiyle gelen
kişinin şeyh tarafından tevbe ettirildikten sonra başının üç tarafından saçının
sembolik olarak kesilmesi anlayışından geldiği sanılmaktadır.[52] [53]
Üçüncü
makamda mürid olmak, dördüncü makamda korku ve ümit arasında olmak
anlatılmaktadır. Beşinci makamda öfkeyi yok etmenin üzerinde durulurken altıncı
makamda hizmet etme hakkındadır. Yedinci makamda ise sepet, makas ve kandile
sahip olmak vardır. Sekizinci makamda Allah’ın rahmet ve merhametinden ümidi
kesmemk, dokuzuncu makamda kalbin samimiyetle Allah’a yönelmesidir. Onuncu ve
son makamda ise kişinin inzivaya çekilmesi ya da dünyadan kalben
uzaklaşmasıdır. Yukarıda bahsi geçen makamlar şeriat makamlarıdır. Aynı şekilde
marifet makamları da on tanedir.
Marifet
makamlarında birinci makamda Nefsin edebi bulunmaktadır. İkinci makam korkmak,
üçüncü makam mâsivadan uzak oluşu, dördüncü makamda doğruluk ve ihlas, beşinci
makamda utanma, altıncı makamda cömertlik, yedinci makamda ilim, sekizinci
makamda salih amel üzerinde durulmaktadır. Dokuzuncu makamda kalp temizliği
üzerinde durulurken onuncu ve son makam ise nefsi tanımaktır.
Hakikatin
makamlarına baktığımızda ise birinci makam teslim olmaktır. İkinci makam
evrensel bir bakış açısıyla herkesi eşit görebilmektir. Üçüncü ise kaynağını
bilmediğin bir yiyeceği yememek, dördüncü yedi uzvunu hak yolunda hizmete feda
eylemek, beşinci ise hayvan sevgisi hakkındadır. Altıncı makamda manevi eğitim
hakkında olurken yedinci makamda dili korumanın önemi vurgulanmaktadır.
Sekizinci makamda Allah’a yalvarmak ve dokuzuncu makamda ise Allah’ın
birliğinin idrak edilmesi bulunmaktadır. Onuncu ve son makamda ise kalp gözünün
açılması ve din ilminin anlaşılması üzerinde durulmaktadır.[54]
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AHMED YESEVÎ’NİN DİVAN-I HİKMET ADLI ESERİNDEKİ SOSYOLOJİK ÖGELER
İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği akıl sayesinde düşünme, akletme
gibi ritüelleri yerine getirebilen ve doğadaki diğer varlıklara hükmedebilme
özelliğine sahip bir varlıktır. İnsanlar bir araya geldiklerinde toplumu
meydana getirirler. Sosyoloji de toplumsal hayatın bilimidir. Toplumu meydana
getiren kişilerin ilişkilerini ortaya koyan bir sistemdir. Sosyolojide birey
değil toplum incelenir. Yani bireysel farklılıklardan ziyade toplumsal
farklılıklar onun ilgisini çekmektedir. Ancak şunu belirtmeliyiz ki toplumun
bir parçası olan insan davranışları da toplumu yakından ilgilendirmektedir.
Toplum içerisinde iyi karakterli ya da kötü karakterli insanlar bulunabilir.
İslam toplumun bir parçası olan insanın nihâi olarak tekrar döneceği Rab’bine
karşı sorumluluklarını hatırlatarak bu minvalde ömür sürmesini istemektedir.
Kuran-ı Kerimde 65 yerde insan kelimesi geçmektedir.[55] Bu ayetler doğrultusunda
Allah’ın insanı yeryüzünde halife olarak görmektedir. İyiliğin hâkim kılınması
için, insana kalp, akıl ve merhamet gibi melekeler verilmiştir. Allah insandan
yaşadığı dünyada imtihanda olduğunu ve bu imtihanın gereği olarak cimrilik,
haset, böbürlenme ve inkârcılık vb. zaaflara düşmemesini istemektedir. Bu
zaaflara düştüğü takdirde aşağıların aşağısına itileceğini beyan etmektedir.[56]
Hoca Ahmed Yesevî Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak gördüğü insana
evrensel sevgiyle yaklaşmaktadır. Kuran-ı Kerim ve hadislerle paralel bir bakış
açısıyla güzel hasletleri talep etmeleri durumunda insanlara aktarmak
istediğini dile getirmektedir. Sevginin meydana getirdiği merhamet ve şefkat
anlayışı üzerinde kurulan bir anlayışı müridlerine aktarmaktadır. Aşağıdaki
dizler de Hoca Ahmed Yesevi’nin insana bakışını özetler niteliktedir.
Sünnet imiş
kâfir de olsa verme zarar,
Gönlü katı,
gönül incitenden Allah şikâyetçi
Allah
şâhid, öyle kula “Siccîn”hazır
Bilgelerden
işitip bu sözü söyledim ben işte[57]
Yukarıdaki
dizelerde hümanist bir yaklaşım görülmektedir. Ayrıca evrensel sevginin
peygamber uygulaması olduğunu belirterek gönül katılığına karşı etrafındaki
insanlar uyarılmaktadır. Aynı zamanda gönlü katı kişiler için cehennem tehdit
unsuru olarak kullanılmaktadır.
Nerede
görsen gönlü kırık, merhem ol sen,
Öyle mazlûm
yolda kalsa, yoldaşı ol sen,
Mahşer günü
dergâhına yakın ol sen,
Ben-benlik
güden kişilerden kaçtım ben işte.
Modern
çağın bencil insan tiplemesine karşın Hoca Ahmed Yesevi’nin geleneksel hümanist
bir anlayışla insana yaklaştığı anlaşılmaktadır. Toplumsal ilişkilerini canlı
tutan tiplemelerin mahşer gününde Peygamber dergâhına yakın olacakları
vurgulanmaktadır.
Garîb,
fakîr, yetimleri Rasûl sordu
O gece
Mirâc’a çıkıp Hakk cemâlini gördü
Geri gelip
indiğinde fakirlerin hâlini sordu
Garîblerin
izini arayıp indim ben işte.[58]
Peygamberimizin
miraç hadisesi telmih sanatıyla aktarılırken toplumu oluşturan ihtiyaç
sahipleriyle ilgilenmenin Allah’a yakınlaşmaya vesile olacağını iddia
etmektedir. Ayrıca kendisinin de bu çizgide gideceğini takipçilerine
duyurmaktadır. Çünkü insan tarihin,
cografyanın, ahlâkın, estetiğin, felsefenin, hukukun, siyasetin, ekonominin,
din ve inançlar ile bilimin hem konusu, hem öznesi, hem de malzemesidir. [59]
Hoca Ahmed
Yesevî, insanı bu anlayış doğrultusunda akıl, idrak, irade ile tasvir ederek
hakikate mutlak surette ulaşması gerektiğini belirtir. İslâmî kimlik
oluşturulmasında geniş kitlelere rehber olmaktadır. İnsanın ezelden yaptığı bu
anlaşmaya sâdık kalması, insan olmanın gereğidir: Pîr-i Türkistan olarak
bilinen Hoca Ahmed Yesevî hikmetlerine besmeleyle başladıktan sonra bireyi
yukarıdaki düsturla ele almaktadır.
Yüce
Allahın Kuran-ı Kerim’ini hem yetim hem de öksüz olan peygamberimiz vasıtasıyla
insanlığa ulaştırmıştır. Hoca Ahmed Yesevi de bu ayrıntı dikkatini çekerek
hikmetlerine yetim ve gariplerden başlamış olabilir. Çünkü yetimler toplumun en
âciz diyebileceğimiz kesimini oluşturmaktadır. Kur’an-ı Kerimde de yüce
Rab’bimiz :”Sakın yetimin malına dokunma”[60]
diyerek yetim hakkını yemenin günah olduğunu belirtirken yetimin mutlululğunun
toplumun mutluluğu olduğunu dile getirmiştir.
Kuran-ı
Kerim’in bir tefsiri olduğu olduğu iddia edilen hikmetlerde de toplıumun en
zayıf tabakasından başlanarak inşâ ve ihyâ sürecine girdiği görülmektedir. Bir
diğer taraftan insanı kendi bütünlüğü içinde değerlendiren Hoca Ahmed Yesevî,
Kur’an’da:“Biz insanı en güzel biçimde yarattık”[61]
âyeti hükmünce insanın güzelliğinin idrakindedir. Ahsen-i takvim sırrına mazhar
olan varlıkların en şereflisi, Allah’ın yeryüzündeki halifesi insanın; “insan
zayıf yaratılmıştı”[62] ve “Doğrusu insan hırslı ve huysuz
yaratılmıştır”[63] âyetlerindeki ifadelerle süfli
yanlarını da bildirmektedir.
Ayrıca Hoca
Ahmed Yesevî varlıkların en şereflisi olan insanın zayıf yönlerini de dikkate
alarak kâmil bir kişilik meydana getirmeye çalışmıştır. İnsan-ı Kâmil
mertebesine ulaşma yolunda Hz. Muhammed’i örnek alarak somutlaştırma yoluna
gittiği görülmektedir
Garip
yetimlerin başını okşayıp onların gönlünü aldıktan sonra toplumun bu katmanında
bulunan kesimlerine karşı tavırlı olanlardan da uzaklaştığını dile
getirmektedir. Herhangi bir toplumsal çatışmanın ya da kutuplaşmanın Hoca Ahmed
Yesevî felsefesinde yerinin olmadığını çok açık bir şekilde görülmektedir.
Bir diğer
insan anlayışında Hoca Ahmed Yesevî insanlığa tok gözlü olması noktasında çağrı
yapmaktadır. Eğer açgözlü olursa insan-ı kâmil mertebesine ulaşmasının mümkün
olmadığını dile getirmektedir. Toplumun insanca yaşam değerlerine zarar veren
tiplemelerden uzaklaşmanın da son derece faziletli olduğundan bahsetmektedir.
Aslında iki tür tipleme ön plana çıkmaktadır. Biri toplumun en mağdur kesimi
diğeri de toplumu sömüren bir türlü gözü doymayan kesimidir. Toplumun ekonomik
ve sosyal ihyasında, iki kesim arasındaki dengeyi yakalamayı amaçlamaktadır.
B. DÎVÂN-I HİKMET’TE DÜNYA VE ÂHİRET İNANCI
Dünya,
Allah’ın yarattığı tüm varlıkların geçici bir süre kaldıkları mekânın adıdır.
Kuran-ı Kerimde bahsedilen önemli konulardan bir tanesi de kıyametin kopması ve
sonrasında ahiret hayatının başlamasıdır. Birçok ayette kıyametin kopuş sahnesi
tekrarlanarak insanlarda bu bilinç canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Bunda
hikmetlerin birinci derecede muhatapları olan Türk topluluklarının inanç
değerlerlerinden kaynaklandığı söylenebilir.
Değişik din
ve toplumlarda da İslam’ın ahiret inancıyla paralel şekilde bu dünyanın
geçiciliğine inanılmaktadır. Nitekim ahirette kurulacak ilahi yargılamanın
gerçekliğine ve bu yargılama sonucunda haksızlığa uğramayacaklarına dair
Kur’anın birçok yerinde ayetler bulunmaktadır. Örneğin:“Kim zerre miktarı hayır
işlemişse karşılığını alacaktır, kim de zerre miktarı kötülük iilemişse
karşılığını görecektir.[64]” hükmü yer almaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî de bu ilahi ferman doğrultusunda gerek kendisiyle ilgili gerekse içinden
çıktığı topluma ahiretin yakınlığını, dünyanın geçiciliğine dair kimi
hatırlatmalarda bulunmaktadır. Kendisinin söz konusu hayata hazır olamayışının
verdiği tedirginlik de satır aralarında anlaşılmaktadır. İnsanlar mensubu
oldukları kimi inanç sistemlerinin etkisiyle dünyanın geçici bir yer olduğuna
inanmaktadırlar. Bu inanış şekli sadece islamî manada değil; değişik dinlerin
etkisiyle diğer toplumlarda ahiret inancı görülmektedir. Bu bağlamda geçmiş
toplumlardan kalan çeşitli lahidler, kurganlar ya da cenaze törenlerinin
yapıldığına dair izler bu inancın diğer toplumlarda da olduğunun işaretidir.
Kur’an-ı
Kerimde âhiret hayatının dünya hayatından üstün olduğunu vurgulamak için
aşağıdaki aytelerle insanları uyarmaktadır: “Dünya hayatı geçici ve önemsiz,
âhiret hayatı ise kalıcı ve değerlidir.”[65]
Bu bağlamda
ahiretin daha üstün ve kalıcı bir yer olduğunu vurgulayan İslam dini
mensuplarının bu dünyayı ahiret hayatına hazırlık yeri olarak görmelerini
istemektedir. “Dünya ahiretin tarlasıdır” sözü de asıl zenginliğin ya da
birikimin kullanılacağı yerin ahiret olduğuna işaret etmektedir. Hoca Ahmed
Yesevî de âhiret için hazırlığın önemini bildiren aşağıdaki dizelerle bu
hazırlığı yapamamanın üzüntüsüyle hayıflandığı anlaşılmaktadır.
Altmış üçe
yaşım ulaştı, geçtim gâfil;
Hakk emrini
sıkı tutmadım, kendim câhil;
Oruç, namâz kazaya bırakıp oldum ergin;
Kötüyû izleyip iyilerden geçtim ben işte.[66]
Yukarıdaki
dizelerde 63 yaşına gelmesine rağmen kendisini kıyamet ve ahiret hayatına hazır
hissetmemektedir. Ve bunun ana sebeplerinden birinin de toplum yapısının bu
hazırlığa uygun olmamasına bağlamaktadır. Eleştirel bir bakış açısıyla
ibadetten uzaklaşanların dikkatini çekmektedir.
Kul Hoca
Ahmed, gaflet ile ömrün geçti,
Vah ne
hasret, gözden, dizden kuvvet gitti,
Vah ne
yazık, pişmanlığın vakti yetişti;
Amel kılmadan Kervân olup göçtüm ben işte.[67]
Yukaridaki
dizelerlde de öz eleştiri yapması dikkat çekmektedir. Yani başkalarını
suçlamadan ömrünün gaflet içinde geçtiğini, gençliğindeki o heyecanın
kaybolduğu, yeteri kadar amel işleyemediğini dile getirmektedir. Kendisini
takip eden sosyal gruplara bu durumla ilgili düşünme ve muhasebe fırsatı
tanımaktadır.
Ey
dostlarım, ölsem ben, bilmem ki hâlim ne olur;
Kabre girip
yatsam ben, bilmem ki hâlim ne olur.
Götürüp
kabre koysalar, arkaya bakmadan dönseler,
Soru-suâlim sorsalar, bilmem ki hâlim ne olur.[68]
Hoca Ahmed
Yesevi yukarıdaki dizelerde kabir ahiret hayatının bir önceki eşiği olan kabir
hayatını da göz önünde bulundurmaktadır. Varsayım metoduyla kabir hayatını
düşünmektedir. 63 yaştan sonra Allah ve Resulü bu dünyadan göç etti diyerek
kendisine yer altında bir mahzen kazdırıp dünyadan belli noktada elini eteğini
çekmesi yukarıdaki dizelerle bağlantılı olabilir. Aynı zamanda mahzen, ahiret
sahnesine sembolik bir hazırlık olarak değerlendirilmektedir.
C.
DÎVÂN-I HİKMET’TE ÂLİM- CÂHİL ANLAYIŞI
Âlim,
toplumsal yaşam üzerinde son derece etkili olan bir karakterdir. Âlimler bilgi
ve kültürleriyle etraflarına ışık saçan toplumun kültürel değişimine öncülük
eden ve mevcut kültürü daha da popüler hale getirip yeni bir anlayış kazandıran
insanlardır. Bu vesileyle onların söz ve davranışları toplum nezninde çok hızlı
bir şekilde karşılık bulur. Kitleleri fikirleriyle yönlendirebilen insanlardır.
Gönlüm
katı, dilim acı, özüm zâlim;
Kur’ân
okuyup amel kılmıyor sahte alîm,
Garîb
cânımı harcayayım, yoktur mâlim;
Hakk’tan
korkup ateşe düşmeden piştim ben işte[69]
Hoca Ahmed
Yesevî yukarıdaki dizelerde gerek yaşadığı dönemin gerekse günümüze ışık tutan
çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Toplumun önde gelen ilim adamlarının
teorik bilgilerini hayata geçirmemelerinden yakınmaktadır. Yani Kur’an okumanın
tek başına yeterli olmadığını Kur’anî bir hayat yaşaması gerektiğini
vurgulamaktadır. Haktan korkup ahireti yaşamadan gönül dünyasında pişmesini
dile getirmektedir. Yaşamış olduğu dönemdeki kimi insanların dini kendi
yaşamlarına alet ettikleriyle ilgili de şikâyetlerini dile getirmesi dönemin
din-toplum hayatı hakkında izlenim edinmemizi sağlamaktadır.
Arş üstünde
namaz kılıp dizimi büktüm;
Dileğimi
deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Yalancı
âşık, sahte sûfî gördüm, kötüledim
O nedenle
altmış üçte girdim yere.[70]
İslamın
yaşanmasında insana lazım gelen en büyük nitelik kişinin riyadan uzak
kalmasıdır. Toplumun masum damarını insanların temiz duygularını sömüren
sahtecilik yapmacıklık vb. hasletler hem sahibine hem de etrafındaki insanlara
zarar vermektedir. Kenisinin bu nedenle söz konusu sahte sûfi ve yalancı
âşıklardan uzak kalma maksadıyla yer altına girdiğini söylerken bir diğer
taraftan da yolundan giden sufilere mesaj vererek hem bu şekilde bir sahtecilik
ve yalancılığın içerisinde olmamalarını hem de bu tip insanlara karşı duyarlı
olmalarını öğütlemektedir.
Ey dostlar
câhil ile yakın olup,
Bağrım
yanıp Cândan doyup öldüm ben işte,
Doğru
söylesem eğri yola boynumu çeker,
71
Kanlar
yutup gâm zehrine doydum ben işte.
Kul Hoca
Ahmed, sözünü câhillere söyleme,
Söz
söyleyip, câhile, değersiz pûla satma,
Açlıktan
ölsen bile, nâmerdden aslâ minnet çekme,
A rslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.[71]
[72]
Yukarıdaki
dizelerde bahsi geçen cahil kavramının okuzyazar olup belirli bir eğitim
seviseyine ulaşmış ancak ilmiyle amel etmeyen bu manada kendi heves ve arzuları
uğruna toplumun zararına çalışan insanlardan bahsettiği anlaşılmaktadır.
İnsanları kötü yola yani dînin istemediği yaşama veya davranışlara yönlendiren
kimselerdir. Bu tip insanların zararlı yönlerini somutlaştırma adına Hoca Ahmed
Yesevî’nin benzetmesi dikkat çekmektedir. Ayrıca “cahil ile cehenneme kılmayın
sefer” sözü de dikkat çekmektedir. Bu somutlamayla toplum inşasında cahil
kavramının Hoca Ahmed Yesevi açısından son derece dikkat edilmesi gereken
sosyolojik bir öge olduğu anlaşılmaktadır.
Bir şey
umma câhillerden kadrini bilmez,
Karanlık
içinde yol şaşırsan yola salmaz
Boyun büküp
yalvarsan elini tutmaz,
Cahilleri
şikayet ederek geldim ben işte73
Aslında
yukarıdaki dizelerde Hoca Ahmed Yesevi’nin 63 yaştan sonra yer altına
girmesindeki tek nedenin peygamberimizin 63 yaşında vefat etmesi değil değişik
etmenlerin de olduğunu Hoca Ahmed Yesevi bizlere aktarmaktadır. Yer altına inme
sebeplerinden bir tanesinin de topluma zarar verdiğine inandığı cahil
tiplemelrinden uzak kalma arzusu olduğu anlaşılmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi
cahil sıfatıyla eleştirdiği kişilerden son dercere muzdarip olduğunu
“karanlıkta şaşırsan yol gösteremez” sözünden anlamaktayız. Bu tip insanların
toplum hayatına kazandırılmasına olan inancını tamamen kaybettiğini dile
getirmektedir.
Alîm odur
şeriatta sefer eylese,
Tarîkatın
pazarına yerini koysa,
Muhabbetin
deryâsıdan inci alsa,
Öyle alîm,
gerçek alîm olur dostlarıma.
Hikmetlere
baktığımız zaman ise cahil tiplemesinin ardından âlim tiplemesine
değinmektedir. Yukarıdaki dizlerde de ideal âlim tiplmesine vurgulanmaktadır.
Gerçek âlimlerin ilimleriyle meşgul olmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Hoca Ahmed Yesevî’ye göre âlimler hayatın zorlu şartlarından asla kaçınmayan her
türlü zorluğun üstesinden gelebilen ve aynı zamanda saygıda kusur edilmemesi
gereken kimselerdir. İçinden yetiştiği topluma seslenerek âlimlerin toplumun
aynası ve meşalesi olduklarını söyleyerek onların hem doğru yanlış
kavramlarının ayırt edilmesinde öncü rollerine hem de âlim izzet ve şerefine
saygı duymanın cennete girmeye vesile olacağından bahsetmektedir. Hoca Ahmed
Yesevî’ye göre âlimler Allah dostu ve âhiret tasası güden insanlardır.
Âlimim diye
kitap okur Manâsını bilmez,
Çoğu ayetin
Manâsını aslâ bilmez,
Büyüklenme,
ben-benliği dini tutmaz,
Alîm değil
câhildir dostlarıma.
Büyüklenme
şeytâna neler eyledi,
Büyüklendiğinden
lanet arzûsunu ona saldı,
Melekler
görüp orada secde eyledi,
Secde eyleyip
âmîn oldu dostlarıma.[73]
Cahilliğin
baş etkenlerinden birisi de âlimim diye benlik kavgasına girilmesidir. Bu tür
bir davranışın şeytanı nereye götürdüyse riyâ nehrine düşen insanı da felakete
sürükleyeceğinden bahsetmektedir. Bu durum için çarpıcı örneği ise şeytanın
içine düştüğü durumu örnek gösterek Kuran kaynaklı alıntılarla kitleleri bu
çarpıklıktan kurtarmak içn uyarmaktadır.
Doğru-yanlışı
beyânını alîm bilir,
Helâl-harâm
farkını avâm nereden bilir?
Âlimlerden
avâmîler çok fayda olur,
Bu dünyada
iyi adını edinir, dostlar.
Câhil avâm
alîm sözünü hiç dinlemez,
Değme câhil
özünü hiç anlamaz.
Âlimi Allah
avâma denk eylemez,
Her alîm
yüz bin avâma yeter, dostlar.[74]
Onlar
hayatta karşılaştıkları her türlü problemi ilimle çözen ve haksız yere fetva
vermeyen kimselerdir. Hoca Ahme Yesevî’ye göre ilmiyle amel etmeyen âlim,
ilmini çiğnemektedir. Ona göre sahte âlimlerin ömürleri, dünya malı ve benlik
içinde geçer. Gerçek âlimler ise, Ahmed Yesevî nezdinde, ibadetlerini yerine
getiren kullardır. Onlarda Hakk korkusu ve âhiret tasası bulunur.
Bu bağlamda
baktığımızda Yesevî felsefesinde iki tür âlim tiplemesiyle karşılaştığımızı
söyleyebiliriz: Biri ilmiyle amel eden can âlim şeklinde nitelendirilen
âlimdir. Nitekim can âlim şeklinde nitelendirilen âlimlerin zamanla âriflik
mertebesine çıkmalarından bahseder. Bir diğer âlim tiplemesi de riyâ çukurunda
debelenen, dünyevi hırs ve ihtirasların kurbanı olmuş, ilmiyle amel etmeyen
âlim tiplemesidir. Can âlim için şunu da ekleyebiliriz ki can âlimleri zamanla
ârif olarak toplumun karşısına çıkmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî, ârifleri, mertlik deryasının gerçek yolcuları olarak görmektedir. Gönül
ülkesine kapılar açan ve ilmiyle amelini birleştirebilen kişiyi, Allah âriflik
mertebesin çıkartacağını ifade etmektedir. Ârifler, insanların dertleriyle
dertlenen, dünyevi heves ve arzularının esiri olmayan, bencillik hastalığından
uzak duran insanlardır. [75] Kısacası gerçek âlimler ve
ârifler toplumun önünde birer fenerdir. Onlar arkalarından kendilerini takip
eden kitlelere yol açan destur veren kimseler oduğunu beyan etmektedir.
Cahiller modern çağın insan tiplemesinde olduğu gibi bencil, kendi çıkarları
uğruna diğer insanlardan nemalanan tipler oldukları anlaşılmaktadır.
Ç. DÎVÂN-I HİKMETE GÖRE GARİP - YETİM -FAKİR
Garip,
yaşadığı toplumda kimsesi olmayan ya da büyük kalabalıklar içerisinde kendini,
yalnız hisseden ve toplumun alt tabakasını oluşturan gurubundaki insanlardır.
Kimsesiz zavallı gibi anlamlara gelmektedir. Yetim ise bireyin yaşadığı
toplumda sosyal olayları, sevinçleri, üzüntüleri paylaştığı babasını kaybetmiş
kimse olarak tanımlanır. Fakir ise günlük yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamakta
zorluk çeken kimse anlamındadır. Yaşadığımız toplum ve olaylarla ilişki kurmak,
birey olarak hem sorunların hemde sorunlar yumağı içerisinde ezilen gurupların
farkında olmaktır.
Sorumluluk
ise çevredeki sorunlara karşı toplumsal farkındalık oluşturmayı, sosyal
sorunları belirlemeyi ve bu sorunlara karşı çözüm üretmek için gereken
çalışmaları yapmayı gerektirir. Sosyal sorunların çözümünde bireysel çaba ve
gayretler önemlidir.
Toplumsal
ve sosyal sorunlara karşı duyarlı ve bu sorunların çözümü için elini taşın
altına koyan insanlar toplumda farkındalık oluşturabilen insanlardır. Garip,
yetim fakir olarak nitlendirilen insanların toplumda ikincil duruma düşürülmesi
toplumsal birlikteliğe, toplum huzuru, sosyal adalet gibi pek çok noktada
problem ortaya çıkaracaktır.
İslam dini
toplumsal barışı ve sosyal adaleti sağlama noktasında Kur’an-ı Kerim’in pek çok
ayetinde insanları uyarmaktadır. Nitekim aşağıdaki ayetlerde:Hayır! Hayır!
Doğrusu 77 sız yetime
ikram etmiyorsunuz.
“Allah’a
kulluk ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ellerinizin altında
bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi
asla sevmez.”[76] [77]
Yukarıdaki
ayetlerde Allah’u Teâlânın topluma mesajı okunmaktadır. İyi bir kul olmanın
şartlarının sıralandığı ayetlerde yetimlere, yoksullara karşı toplumsal
sorumluluklar hatırlatılmaktadır. Hoca Ahmed Yesevî de yetim olarak yetişmiş
bir kişiliktir. Yazmış olduğu hikmetlerinde ayet, hadis paralelinde yetimlerle
ilgilenmenin önemine inanmaktadır. Ve topluma çağrıda bulunmaktadır. Aşağıdaki
dizlerde şöyle ifade etmektedir.
Garip, fakir yetimleri Resul sordu
O gece Mirâc’a çıkıp Hakk cemalini gördü
Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte
Garîb, fakîr, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o kulundan Rahîm Allah.
Ey habersiz, sen bir sebep, Zât’ı saklar;
Hak Mustafâ öğüdünü işitip dedim ben işte[78].
Birinci
hikmette Peygamberimizin miraç hadisesi henüz gerçekleşmeden toplumun en masum
kitlesini oluşturan garip, yetim ve fakirlerin halini sorduğunu onlarla
ilgilendiğinden bahsetmektedir. Toplumun tüm kesimleri için yapmış olduğu genel
çağrıda garip, fakir ve yetimlerle ilgilenmenin Allah’a yakınlaşma vesilesi
olarak görmektedir.
Dini
uygulamalarda insanlar Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirirken verilmiş
olan bir görevi yerine getirmektedirler. Bunun dışındaki güzel davranışlar
Allah’ın hoşuna giden güzel hasletler olarak adlandırılmaktadır. Din toplum
münasebetleri çerçevesinde toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı çalışmalar
şüphesiz ki çok önmlidir. Bu bağlamda Hoca Ahmed Yesevî bir toplumun inşâ ve ihyâsına
toplumun en alt tabakasından başladığı görülmektedir. Hoca Ahmed Yesevî’nin bu
konuda sosyal adaletin temini noktasında toplumun alt katmanını oluşturan
garip, yetim ve fakirlerden başlamıştır.
D.
DÎVÂN-I HİKMET’TE EĞİTİM ÖĞRETİM YAKLAŞIMI
Eğitim, toplumun
değer yargılarını edininlen bilgi, birikim ve deneyimlerin planlı bir şekilde
aktarılmasıdır. Eğitim kurumlan bireylerin sosyalleşmesine, sosyal ve kültürel
değerler kazanmasına katkı sağlayarak toplumsal yapının sağlılıklı bir şekilde
devamlılığını sağlar. Eğitim, bir yandan bireylere toplumun kültürünü
değerlerini kazandırmakta ve onların kişiliklerini geliştirmelerine zemin
hazırlamakta diğer yandan da onlara toplumun yapısını değiştirici ve onları
ileriye götürücü, eleştirici düşünme becerisi kazandırmaya çalışmaktadır.[79]
Bu bağlamda
eğitim toplumun yetenekli kişilerini yüksek konumlara gelmesini de
sağlamaktadır. Bu sayede toplumdaki hareketliliğin hız kazanmasına ve
dolayısıyla toplumsal düzenin yeni görüşler ve değerler yönünde değişmesine de
yol açmaktadır. Toplum ve eğitimin karşılıklı konulmuş iki ayna gibi olduğu ve
birinin diğerini tümüyle etkilemesinin de söz konusu olamayacağı”
unutulmamalıdır.[80]
İslam dini
ilim ve irfan dinidir. İslam, bilgiye büyük önem vermektedir. Kur’an’da eğitim
ve öğretimin önemini gösteren pek çok ayet bulunmaktadır. “Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?”[81] “Oku! Yaratan Rabb’inin adıyla
oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku, Rabb’in sonsuz kerem sahibidir. O, insana
kalemle yazı yazmayı ve bilmediğini öğretendir.”[82]
gibi ayetler bunlardan bazılarıdır.
İslam
öğrenmeye, öğretmeye, araştırmaya, toplumdaki her ferdin kendisini aydınlık bir
geleceğ hazırlamasını istemektedir. İslam’da ilk gelen emrin, ayetin
"Oku" olması İslam’ın eğitime verdiği önemi ortaya koyan önemli bir
kanıt niteliği taşımaktadır. Söz konusu bu ayetin devamında öğrenirken de tarih
boyunca en önemli bir ilim aracı olan kalemden bahsetmesi de eğitim ve ilme
verilen değer olarak nitelendirilebilir.
Peygamberimiz
de hicretten sonra ilk işinin, Mescid-i Nebi’nin yanına “suffe” (eğitim
amacıyla oluşturulan odalar) denilen bir eğitim merkezi yaptırması, eğitim ve
öğretime verdiği önemi kanıtlar niteliktedir
Bedir
Savaşı sonrasında esirlerini, 10 okuma yazma bilmeyen müslümana okuma yazma
öğretmesi karşılığında serbest bırakması gerek İslam dininin gerekse onun
peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’(s.a.s)nın eğitime verdiği değeri ortaya
koymaktadır.
Peygamberimizin
aşağıda zikredilen hadisleri İslam’ın eğitim ve ilme verdiği önemin
delillendirmektedir
“İlim ve
hikmet, Müslümanın yitiğidir. Nerede bulursa onu alır.”[83]
“İlim öğrenmek her Müslümana farzdır. Allah, ilim öğrenmek amacıyla yola çıkan
kimseye cennetin yolunu kolaylaştırır.” [84]
Hadislerden de anlaşılıyor ki eğitim her zaman öncelikli mesele olmuştur.
Hoca Ahmed
Yesevî de küçük yaşta eğitim hayatına başlamış ve ömrünü ilim irfan yolunda
geçirmiştir. Hem toplumun kültürüne uyum sağlamış hem de kültürün gelecek
kuşaklara aktarılması noktasında öncü bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî, Peygamberimizin Mescid-i Nebî’nin yanına yaptırdığı suffeler gibi
dergâhının yanına talebeler için derslikler hazırlatmıştır. Burada hem
talebelerini yetiştirmiş hem de hikmetler aracılığıyla asırlar sonrasına
milyonlarca kitleye sesini ulaştırmaya çalışmıştır. Dergâhında yetiştirdiği yüz
binlere varan eğitim gönüllülerini Anadolu, Balkanlar ya da değişik
coğrafyalara, göndermiştir.
Hikmetler
aracılığıyla toplumu eğitme metodu özgün bir eğitim metodu ortaya koymaya
çalıştığını kanıtlar niteliktedir. Ona göre ilim öğrenmek farzdır ve toplumun
tüm paydaşlarının eğitim sürecine katılmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Bu
konudaki hikmetlerinde şöyle demektedir:
Erkek ve
kadına, oğul-kıza ilim farz dedi,
“Taleb
ül-ilmi farizatun” deyip Rasûl söyledi,
“Ma yecüzu
bihis-salât” ilim zarûrî,
Diri
varsınız, ta ölene dek okuyun, dostlar.[85]
Yukarıdaki
dizlerde Hoca Ahmed Yesevî düşüncesini tanık gösterme metoduyla aktarmaktadır.
Yani düşüncesinin doğruluğunu hadisle desteklemektedir Eğitimin kadın erkek
herkese farz olduğunu söyleyerek eğitimde eşitlik noktasında önemli bir adım
atmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî ilmini ayet ve hadis ışığında aktarırken hikmetlerini de bu bağlamda
dile getirmiştir. Bir diğer yandan ise ibadetlerin yerine getirilebilmesi için
ilmin farz olduğunu ifade etmektedir. İbadetlerdeki uygulamaların kaynağından
öğrenmeyi tavsiye etmektedir. Çünkü ilmi eksikliği olan insanlar kandırılmaya
müsait tiplemelerdir. Bu bağlamda sahte şeyh ve müritlere karşı toplumu
uyarmaktadır. Bir diğer mesele de ilmin yanında ilim adamına verilen değerden
bahsetmektedir.
Âlimi tut
izzet, eyle ikrâm,
Âlimi
Kur’ân içre öğer, dostlar.
Âlimler
açar cümle müşkülâtı,
Câhiller
cehlini kim döker, dostlar.[86]
Hoca Ahmed
Yesevî bu noktada gerçek âlimlerin övülmeye layık saygıda kusur edilmemesi
gereken tipler olduğunu dile getirmektedir. Hoca Ahmed Yesevî’nin düşünce
dünyasında ulemâ tüm zorlukları çözüme kavuşturan, cehâleti yok etmek için
mücâdele veren kahramanlar olarak gösterilmektedir. İyiyi kötüyü ayırt
edebilen, haram helal mefhumunu oturtabilmiş ve bunun yanında toplumun alt
tabakasına fayda sağlayan tiplemeler olarak görmektedir.
Bismillah
deyip beyan ederek hikmet söyleyip
Taleb
edenlere inci, cevher saçtım ben işte
Riyazeti
sıkı çekip kanlar yutup
İkinci
defterin sözlerini açtım ben işte[87]
Divan-ı
Hikmet’te eğitimin muhatabı, toplumun kesimlerinden oluşmaktadır. Talep eden,
bu konuda istekli olan herkesin bu halkada kendisine yer bulabileceğinden
bahsetmektedir. Ayrıca kendi sarf ettiği sözlerin inci cevher kadar değerli
olduğunu vurgulamaktadır. Divan- ı Hikmet’te ele alınan eğitim hiyerarşisinde
mescid, medrese gibi eğitim aşamalarının yanında kişinin kendi kendisini
eğitmesinden de bahsetmektedir.
Kul Hoca
Ahmed Hakk zikrini söyle daima
Hakk’dan
korkup dinmeden ağla boyuna
Namaz kılıp
oruç tutup her sabah akşam
Böyle yapıp
muradıma erdim ben işte[88]
Yani
kişinin eğitimin belli dönemlerinde eğitimi oluşturan dış etmenlerden farklı
olarak kendi bireysel çabasıyla mertebeler aşabileceğinden bahsetmektedir. Hoca
Ahmed Yesevi eğitimin tasavvuf kısmıyla ilgilendiği için zikrin dilden
düşmemesi, tefekkür boyutunun ihmal edilmemesi bunun yanında namaz ve oruç gibi
bedeni ibadetlerin aksatılmaması sonucunda kendisinde hal değişiminin
oluşmasından bahsetmektedir
Hoca Ahmed
Yesvî’nin eğitim -kültür halkasında kendisine yer bulamayacak kişiler arasında
cahil olarak nitelendirdiği gurup öne çıkmaktadır. Cahillerden uzak olmanın
gerekçesi aşağıdaki dörtlükte ifade etmektedir:
Cahil ile
geçen ömrüm nar sakar
Cahil olsan
cehennem ondan çekinir
Cahil ile
cehenneme doğru kılmayın sefer
Câhiller
içinde yaprak gibi soldum ben işte.[89]
Cahil
insanlarla geçen ömrün tamamen zarar ve ziyan olduğunu belirtirken cahille yol
yürümenin sakıncasını ifade ederken birlikteliğin sonucu cehnnem olduğunu
vurgulamıştır.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin eğitim muhatapları evvel emirde yetişkinlerdir. Çünkü onun
taliplerinde aradığı özellikler, özellikle de cahil olmama ki burada
bilgisizlikten ziyade kalbi katılaşmışlığı anlatır, ancak yetişkin özellikleri
olabilir. Yetişkinlerden de öğrenme arzusuyla kendisine yönelenlerdir. Bunlar
arasında gariplerin, fakirlerin ve yetimlerin özel yeri vardır. Cahillerin,
yani kalbi katılaştığı için söz dinlemeyen, öğüt almayan insanların ise onun
eğitimine muhatap olmaları söz konusu değildir.[90]Hoca
Ahmed Yesevî’nin Eğitim Yöntem ve tekniklerinin başında şüphesiz ki sohbet
yöntemi gelmektedir. Nitekim sohbet halkalarından çok haz aldığını bir
hikmetinde şöyle dile getirmiştir.
Bir diğer
yöntem olarak da bireysel olarak kendini eğitme noktasında düşüncesini dile
getirmektedir. Zaten müridin kelime manasından bunu hemen fark etmek mümkündür.
O halde tasavvufî eğitimde ilk motivasyonu, müridin eğitilmek irade ve isteği
oluşturur.
Tasavvufi
eğitim, çoğu zaman kişiyi çocuk yaştan itibaren eğitme imkânını bulamamaktadır.
Bu yüzden tasavvufî eğitim, genellikle dini mükellefiyete sahip ergen ve
yetişkinleri hedef kitle olarak seçmektedir. Küçük yaşlardan itibaren bir
çocuğu eğiterek yetiştirmenin kolaylığı ve neticede başarı oranının yüksek
olacağı ortadadır. Oysa ergen ve yetişkinler için aynı şeyi söylemek pek kolay
olmayacaktır. Zira belli bir yaşın üzerine çıkmış insanların, değişik
şahsiyetler kazandığı, farklı eğitimlerden geçtiği, yerleşmiş tavır ve
davranışlara sahip olduğu muhakkaktır.
Eğer bu
insanlar arzu edilen bir karaktere ve davranış kalıplarına ulaşmamışlarsa,
bunları yeniden eğiterek istenilen “insan tipi”ne ulaştırmanın zorluğu
bilinmektedir, işte tasavvufî eğitim bunu başarmayı hedeflemektedir.
Bu
anlayıştan hareketle kişinin eğiticiye, yani mürşide tam teslimiyetle
bağlanması istenir. Bazıları buna, kişinin hürriyetini elinden alındığından
dolayı karşı çıkabilirler. Tasavvufta müridin şeyhine şartsız teslimiyetini,
insan hürriyetini engelleyici bir durum olarak değerlendirmemek lazımdır. Çünkü
kişinin iradesiyle istediğini yapması, onun hürriyete sahip olduğunun
işaretidir. [91]Bu bağlamda Hoca Ahmed
Yesvî’nin eğitim yöntemine dair kimi yöntemlerine dğinebiliriz.
Riyazet
nefsin istek ve arzularını kırmak, nefis terbiyesi gibi mânâlara gelmktedir.
Hoca Ahmed Yesevî’nin eğitiminde riyâzet yöntemi önemli yer tutmaktadır, çünkü
eğitim bir sabır işidir. Ve özellikle tasavvuf eğitimi gibi ağır bir eğitim
sürecinde riyâzet kavramı ön plana çıkmaktadır. Nitekim Divan-ı Hikmet’te
müridin kazanması gerekli özellikleri içeren hikmetlerde riyazetin önemine
vurgulanmaktadır.
Hikmetimden
nasîb alan göze sürsün,
İhlâs ile
göze sürüp Cemâl görsün,
Şartı odur
riyâzete boyun sunsun,
Cânlar
geçip Sevgili’yi gördüm ben işte.[92]
Dua
yakarıştır. Varılmak istenen hedeflere ilâhi gücün yardımına duyulan
ihtiyaçtır. Kur’an-ı Kerimde: “Bana dua edin duanızı kabul edeyim.”[93]buyurulmaktadır. Bunun yanında
yapmış olduğumuz ibadetler de bir bakıma duadan ibarettir. Yazmış olduğu
hikmetleri bir bakıma Kuran’ın bir tefsiri niteliğinde olan Divan-ı Hikmet dua
edin emrine uyarak aşağıdaki hikmetler gibi hikmetlerle yaratana yakarışta
bulunmaktadır. Bir anlamda eğitimin bir parçası olarak da duayı görmektedir.
Kuran-ı Kerimde Allah’ın kullarına nasıl dua etmeleri gerektiğini çeşitli
ayetlerde tekrar ederek inanaları Kuran’la eğitmektedir. Benzer bir metodla da
Yesevi müridlerini duaya yönlendirmektedir. Benzer bir metodla da Yesevi
müridlerini dua yöntemiyle eğitmiştir.
Âsî, câfî
kulun geldi dergâhına,
Elimi tutup
yola koy “Ente’l-Hâdî”,
Kudretli
Kâdir ağlayıp geldim kapına,
Elimi tutup
yola koy “Ente’l-Hâdî”,
Yukarıdaki
hikmette gerçek hidayete erdirilişinin Cenab-ı Mevla olduğunu ama dergâhın da
hidayete giden yolda vesile olduğunu, nefsin ve kişinin hidayet yolunda
eğitilmesinde işlev göreceğine dikkat çekiyor. Dolaysıyla Hoca Ahmed Yesevî’nin
eğitim kurumunun ve eğitim sürecinin dini ve sosyal bütünleşmeye katkısının
farkında olduğunu söylemek mümkündür.
Yolsuz yola
girdim dostlar hâlim harâb,
Halktan
sorsam hiç kimse vermez bana cevâp,
Hâlık’ımsın
yol göster bana yüce Yaradan,
Elimi tutup
yola koy Ente’l-Hâdî”
Yukarıdaki
hikmette ise hak yola girmenin, yolda yürümenin sıkıntılı olacağını, yol
alınamayacağını bu vesileyle hak yolda yürüyebilmek için de yine yüce yaratıcıdan
yardım talep ediyor. Yani kişinin hak yolda tek başına yürümsinin sıkıntılar
doğuracağını toplumsal bütünlüğ zarar verecek bir durumun oluşabileceğini
öngörüyor.
Geceleri
tan atana kadar yatmak işim,
Seherde
kalkıp duâ etmedi dumanlı başım,
Pişmânlıkta
akar mı ki gözde yaşım,
Elimi tutup yola koy Ente’l-Hâdî[94]”
Büyük bir
pişmanlık ve yakarışla hayıflanmaktadır. Zamanını boşa geçirdiğini zaman
kavramının kendisi için hiçbir anlam ifade etmediğini ama bu gidişin bir son
bulması gerektiğini belirtiyor.
Eğitim,
toplumdaki mevcut bireylerin gerekli bilgi, beceri ve anlayış edinmelerine ve
kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme süreci diyebiliriz. Bu bağlamda
bilginin muhatabına aktarılmasında değişik yöntemler kullanılmaktadır. Eğitim
uzmanlarının geleneksel eğitim metodu katagorisinde gördükleri öğüt verme
yöntemi insanlar arası samimi ilişkilerin temellerinin atıldığı önemli sosyal
teknik olarak değerlendirilebilir.
Din
insanlara öğüt verme metoduyla aktarılmıştır. Öyleki peygamberimizin: “Din
nasihattır.[95]” hadis-i şerifinden yola
çıkarak bu metodun etkin bir şkilde uygulandığı söylenebilir. Hoca Ahmed
Yesevî’nin insan eğitimi anlayışında önemli bir sorun, kişiler arası etkileşim
ve toplumsal bütünleşme olayıdır. O, öğretici çalışmalarında; dinî motif ve
değerler, bunlarla ilgili bilgiler, deyim, atasözü ve menkıbeler aracılığıyla
toplumsal bilincin canlı tutulmasına katkıda bulunur.
Hoca Ahmed
Yesevî karmaşık ifadelerden, özellikle felsefî değerlendirmelerden uzak durmaya
çaba göstermiştir. Günümüz pedagojisinde önemli yer tutan yakından uzağa,
bilinenden bilinmeyene ve basitten karmaşığa ilkelerini o dönemde en güzel
şekilde uygulamıştır.
Öğüt
vermenin de bir metod olarak hikmetlerde kullanıldığı görülmektedir. İlmin en
büyük yöntemlerinden bir tanesi de öğüt verme yani nasihat yöntemidir.
Hikmetlerde nasihat diliyle farklı bir yaklaşım sergilenmeye çalışılmıştır
aşağıdaki hikmetlerde nasihatin örneklerini görüyoruz. Çevresindeki
muhataplarına samimi bir dille “dostlar” şeklinde hitap etmektedir.
Cemâl için
cânı kurbân eylemedikçe
İsmâil gibi
cemâl arzû eylemeyin dostlar.
Cândan
geçip tarikata girmedikçe
Aşığım
deyip yalan dava eylemeyin dostlar[96]
Yukarıdaki
hikmetlerde yine telmih sanatı üzrinden mesajını aktardığı anlaşılmaktadır.
Samimiyet duygusuna vurgu yapılan yukarıdaki hikmetlerde büyük hedeflere
ulaşmak büyük fedakârlıkların yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çekilen
onca sıkıntının ardından güzelliklrin yaşanacağına dair ümit aşılamaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî’yi döneminde özgün kılan en büyük özelliklerden bir tanesi de
muhataplarının diliyle hikmet söylemesi olmuştur. Eğitimin önündeki en büyük
engellerden birisi hiç şüphesiz yabancı dilde eğitimdir. HocaAhmed Yesevi’nin
muhataplarına baktığımız zaman garip, yetim, gönlü kırık bir topluluktan
oluşmaktadır. Bu vesileyle dilin Türkçe olması Yesevinin halk arasındaki
kabullenişini artırmıştır. Bunun yanında üslup açısından baktığımızda içten ve
samimi bir dil kullanılması hikmetlerde canlılığı sağlamıştır.
Yesevi’nin
muhataplarına Türkçe seslenişi dönemin uleması tarafından eleştirilmiştir. Bu
durumun onları son derece rahatsız etmesi hikmetlere de yansımıştır. İletişimin
başarılı ve etkin olması için kaynağın gönderildiği mesajın anlaşılır olması önemlidir.
H. Ahmed Yesevî’nin kendi dilini ve anlayacağı, açık net kodları kullanması
etkinliğini artırmıştır. Bunun farkında olan Hoca Ahmed Yesevî gönül diliyle
hitap etmiş, kendini eleştiren ulemaya aldırış etmemiştir.
Hoş
görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi
Ariflerden
işitsen açar gönül ülkesini
Ayet hadis
anlamı Türkçe olsa uygundur,
Anlamına
yetenler yere koyar börkünü.
Miskin,
zayıf Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet,
Farsça
dilini bilerek güzel söylemekte Türkçe’yi.[97]
Dizeleriyle
muhataplarının diliyle seslenmenin yani Türkçe iletişim kurması son derece
önemlidir. Dönemin edebiyat ve şiir dili olan Farsça ve Arapça karşısında
Türkçe’nin de tasavvuf dili olmasını sağlamıştır. Bu durum Hoca Ahmed
Yesevi’nin Farsça bilmediği anlamında değrlendirilmemelidir. Nitekim yukarıdaki
hikmetlerde Farsçayı bilmesine rağmen Türkçyi tercih ettiğini ifade etmektedir.
E.
DÎVÂN-I HİKMET’TE KABİR OLGUSU
Kabir
herkesin, her insanın karşı karşıya kaldığı veya kalacağı bir gerçekliktir.
Kabir, ölümü sürekli hatırlatır. Ölüm ise yokluğu, acizliği, çaresizliği ifad
etmektedir. Bu ise bir insanın gerçek varlık/yaratıcı karşısındaki kulluğunu
hatırlatır, yaratıcıya bağlılığı artırır. Ayrıca kabir yalnızlığı sağlar. Dünya
işlerinden, meşgalelerinden insanı soyutlar düşünmeyi ve derinleşmeyi sağlar.
Bütün bunlar aslında nefis terbiyesini güçlendiren bir niteliğe de sahiptir.
Çilehâne bir bakıma kabir gibi tasavvufta sürekli bir eğitim ve ibadet
usulüdür. Hoca Ahmed Yesevî’de bu usulü kullanmıştır. Beyitlerinde kabiri ve
onun pisiko-sosyal işlevlerini anlatmıştır.
Din eğitimi
kişinin manevi gelişimine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla gerek
birey eğitiminde gerekse dînî eğitimde ortak payda insan ve insanın eğitimidir.[98] Bu bağlamda Yesevi kendi
nefsiyle mücadele etmek ve tefekküre dalmak için kendisine bir çilehane ya da
kabir diyebileceğimiz bir mekân oluşturarak zamanının belli bir bölümünü burada
geçirdiğinden bahsetmektedir. Bu çile uygulaması Hz. Musa gibi ya da
Peygamberimiz (s.a.v) gibi peygamberlerin de uyguladığı bir yöntemdir. Hz.
Musa’nın Tur dağında 40 gün inzivaya çekilmesi Kuran-ı Kerimde anlatılmaktadır:
“Bana ibadet etmesi için
Musa'ya otuz
gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği
vakit kırk geceyi buldu. Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmimin içinde benim
yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. [99]
Bu konu
Tevrat’ın Huruc babında da vurgulanmış ve Hz. Musa’nın 40 gece Tur dağında
kaldığı beyan edilmiştir. Peygamberimizin Hira Nur dağında zamanının belli bir
bölümünü geçirmesi bazen aylarca burada kalıp tefekküre dalması Hoca Ahmed
Yesevî için ilham kaynağı olmalı ki kendisi de bu yöntemi tercih etmiştir.
Aşağıdaki hikmetlerde de asıl maksadının ne olduğunu bizlere aktarmaktadır:
Ey dostlar
hasb-i hâlimi söyleyeyim,
Ne sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim,
Gerçek
dertliye bu sözümü bildireyim,
O sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim.
Yukarıdaki
hikmetlerde kabir hayatı yaşamasının asıl nedenini Allah korkusu ve kulluk
bilinci olduğunu ifad ediyor. Bu gerekçleri gerçektn Allah’a kul olmayı dert
edinen salih kimselere söylemek istediğini d vurgulamaktadır.
Kâbir
içinde gece-gündüz ibâdet eyledim,
Nâfile
namâz kılıp adet eyledim,
Her ne cefâ
gelse ona dayandım,
O sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim.
Kabir içerisindeki
zamanını nasıl dğerlendirdiğiyle ilgili olarak da sürekli ibadetle meşgul
olduğunu, nefsine ağır gelen her türlü eziyete sabırla göğüs gerdiğini ifade
etmektedir.
Kabre
girmek Rasûlullah sünnetleri,
İbâdet
eylemek Hakk Rasûlü’nün âdetleri,
Garîblere
rahmet eylemek şefkatleri,
O sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim.
Çilehane de
sembolik bir kabir olduğu için bu uygulamanın pygamberimizin sünneti olduğuna
inanmaktadır. Kabir içindeki zamanın değerlendirilmesiyle ilgili olarak yine
peygamberimizin uygulamalarından yola çıkarak yaptığı anlaşılmaktadır. Yine
Hoca Ahmed Yesevî’nin hassas olduğu toplumun bir parçası olan gariplerin
peygamberimiz tarafından korunduğu yukarıdaki hikmette dile getirilmektedir.
Ey evlad
ümmetlerin derdi örter,
Yanlış,
noksan günâhları dağdan artar,
Dini
bırakıp dünyâ mâlını kendine çeker,
O sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim.[100]
Toplumun
dünyevileşmenin etkisiyle ibadetten uzaklaştığını ve böylece günahların dağları
aşacak seviyeye ulaşması Hoca Ahmed Yesevî’de kaygıya neden olmaktadır. Bu
durumda kendisinin böyle bir ortamda topluma faydasının olamayacağını anlayıp
toplumdan uzaklaşma adına böyle bir yöntemi seçtiğini söyleyebiliriz.
Bu bağlamda
çile döneminde dervişlerin ya da mutasavvıfların birinci amacı ibadet ve
riyazetle manevi olgunluğun zirvesine tırmanmaktır. Yukarıdaki hikmetlerden
Hoca Ahmed Yesevî’nin kulluk bilincine, insan-ı kâmil mertebesine ulaşmak için
böyle bir yöntemi sçtiğini söyleyebiliriz. Nitekim bir hikmetinde:
Kabir
içinde Mustafâ’yı hazır gördüm,
Selam verip
edep ile şaşırıp kaldım,
Âsî-Câfi
ümmetlerinin halini sordum,
O sebepten
Hakk’tan korkup kabre girdim.
Yukarıdaki
hikmette Peygamberimizle kabirde görüştüğünü ve bu durum karşısında yaşadığı
şaşkınlığı dile getirdikten sonra dünyevî tutku ve arzuları dolaysıyla günah
deryasında olduğuna inandığı İslam ümmetinin halini peygamberimize sorduğunu
dile getirmektedir. Böylece kabir uygulamasının kaçış mekânlarından ziyade
olgunlaşma mekânları olduğunu, toplum için neler yapılabileceğinin tefekkür
edildiği mekânlar olduğunu hikmetlerle bizlere aktarmaktadır. Bir bakıma
kabirdeki tefekkür döneminde içerisindeki peygamber sevgisinin en üst noktaya
eriştiğini de aktarmaktadır.
F.
DÎVÂN- I HİKMET’TE PEYGAMBERLER VE HZ.
MUHAMMED
Kur’an-ı
Kerim'e ve Hz.Muhammed"in (sav) sünnetine bağlılığını dile getiren Hoca
Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet eseri Allah, Peygamber ve İnsan sevgisi
temeline oturmaktadır.
Kuran-ı
Kerim’de ayeti kerimin hükmüyle ”De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki,
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[101]
Yani peygamber sevgisi Kuran’ın emridir. Peygamber Kuran’ın fiiliyata yansıyan
şeklidir. Bu vesileyle Hoca Ahmed Yesevî’nin peygamber sevgisi ileri bir
düzeydedir ki, ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra gelen insanların
yapmadıkları bir fiille peygamber sevgisini somut şekilde göstermiştir. Altmış
üç yaşına geldiği zaman, Allah Resülü yeryüzünden göç ettiği gerekçesiyle
yeryüzünde gezip dolaşmayı kendisine ar edinmiştir.
36. Hikmetteki
peygamber sevgisi de gönül dünyasından akan peygamber sevgisinin bir
tezahürüdür. Peygamber aşkının mana âleminden yansımasıdır. Divan-ı Hikmette
birçok beyitte hatta 2, 8, 9, 10, 13. ise tamamen yer altına giriş sebebi
üzerinde durarak bizim böyle düşünmemizi desteklemektedir.[102]
Öte yandan
Hoca Ahmed Yesevî, peygamber sevgisi sırrına erebilmeyi nasip etmesi için
Allah"a niyazda bulunur. İslamiyet’i tebliğ vazifesiyle gönderilen
Peygamber Efendimiz"in (sav) yüceliğini ve değerini bilmeden yaşamanın
anlamsızlığına dikkat çekmektedir. Hoca Ahmet Yesevî, bu anlayıştan mahrum
bulunanların Peygamberin kadrini bilemeyecekleri gibi, diğer insanlara da
sevgiyle yaklaşamayacakları görüşündedir.
Hoca Ahmed
Yesevî'ye göre peygamberi sevmek, gerçek anlamda peygamberi tanımak ve
yaptıklarını yapmakla mümkün olabilir. Hoca Ahmed Yesevî'ye göre, sünnet-i
seniyyeye ittiba etmek, gerçek anlamda Allah'a inananlar arasına girmeye vesile
olduğundan, büyük bir öneme sahiptir. Özellikle, nefis ve şeytanın hücumları
zamanında bu gerçeğe riayet etmek ayrı bir önem taşır.
Öte yandan
Divan-ı hikmette görüleceği üzere Hoca Ahmed Yesevî sadece son peygamber Hz.
Muhammed’i değil diğer peygamberlerden de bahsetmektedir. H.Ahmed Yesevî’nin
hem peygamber efendimizin hayatını hem de diğer peygamberlerle ilgili Kuran’da
geçen kıssaları divanı hikmette kullandığını görmekteyiz. Böylelikle insanların
ders almaları için bahsedilen Kuran’daki peeygamber kıssalarıyla toplumuna
mesaj vermektedir. Hz. Âdem, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsa, Hz. Îsa, Hz. Yûsuf, Hz.
Yunus, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Eyyüp, Hz. Lokman gibi peygamber
isimleri dikkati çekmektedir.
Zekeriyyâ
gibi bu başıma bıçkı koysam
Eyyub gibi
bu bedenime kurtu koysam
Musa gibi
Tur dağında ibadet eylesem,
Bu iş ile
yâ Rab, seni bulur muyum?[103]
Hoca Ahmed
Yesevi Allaha ulaşma arzusuyla kendinden geçerken diğer peygamberlerin başından
geçen önemli olayları hatırlayarak Zekeriyya a.s başına bıçkı koyması(Bıçkı
koyma Hz. Zekeriyyâ (a.s) zamânından kalma bir gelenek olduğu da öne
sürülmüştür. Rivâyete göre Zekeriyyâ (a.s) muhâlifleri tarafından testere ile
kesilip idam edilirken Allah ı zikretmekle meşgul olmuş, böylece zikr-i erre
(testere zikri) gelenek olmuştur. Eyüp a.s amansız bir hastalık sonucu Rabbinin
ikramına kavuşması, (Eyyub
aleyhisselam çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusûr etmeyip şikâyette
bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibâdet ehline ve akıl sâhiplerine
örnek oldu) Bu durum Kuran-ı Kerim’de:
“(Biz ona): “Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve
içilecek soğuk bir su” dedik.”
“Ve ona, bütün
ailesini ve beraberlerinde bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak
bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun.” “(Bir de dedik ki): “Eline
bir demet al da onunla (eşine) vur; yemininde durmamazlık etme.” Doğrusu biz
onu sabırlı bulduk. O ne güzel kul! O hakikaten daima Allah’a yönelmektedir.”[104] Musa a.s Tur dağında ibadet
ederken Rabbiyle konuşması Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla
konuşunca: ("Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:)
"Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse,
sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti.
Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim).
Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.)[105]
kıssaları Yesevide bir arayış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yunus gibi
deniz içinde balık olsam,
Yusuf gibi
kuyu içinde gece-gündüz olsam,
Yâkub gibi
Yusuf için ağlayıp inlesem,
Bu iş ile
yâ Rab, seni bulur muyum?
Ynus a.s
balık içinde rabbinden af dilemesi Yusuf a.s. meşhur kıssasında anlatılanlar sonucu
Allah’ın ikramıyla ödüllendirilmesi, bunun yanında Yakup a.s. nin biricik oğlu
Yusuf’un kaybı karşısında metanetini koruması Hoca Ahmet Yesevî’ye göre Rabbine
kavuşma sebebidir. Kuran-ı Kerimde geçen kıssalar olaylar karşısında insanlara
yol gösteren onları eğiten öğretici kılavuzlardır. Yesevi de bu kıssaları
anlatırken bir yandan toplumunu peygamber kıssalarıyla bilgilendirirken ve
eğitirken diğer yandan samimi olarak kendisine de bir yol aramaktadır.
Bütün
halklar Âdem Ata’ya doğru ardınca gidince
“Ey babamız
şimdi bizi kolla” deyince
“Ruhsat
yok, benden geçti evlat” deyince
“İbrahim’e
gidelim” deyip söyler imiş
İbrahim’e
gidip söyleyince Adem Ata
“Şefaat
eyle bunlara sen hepsi hata”
O da der
“Sizden yakın Âdem Ata”
“Musa
tarafına gidelim” deyip söyler imiş
Tacını alıp
kısıp koyup arş altında
Feryad edip
ağlayıp durunca işte o günde
“Ya Kadîr,
Ya Gafûr” dediğinde
“Ya Habibim
başını kaldır” deyip söylerimiş[106]
Peygamberimizin
Kuranın ifadesiyle de nebiler nebisi olma vasfını yukarıdaki dizelerde görmekteyiz.
Ahirette şefaat hakkının efendimize ait olduğunu ve diğer peygamberlerin
efendimize tabi olduğunu ve aynı zamanda son peygamberi Hz. Muhammed olduğunu
hem yaşadığı topluma hem de insanlığa aktarmaktadır. Son dörtlükte H.Ahmed
Yesevî peygamberimizin kıyamette yaşayacağı sahneyi kendi üslubunca
canlandırarak sonuçta Allah’a inananların ve peygamber ümmetinin cennete
gireceği müjdesini de akratmış olmaktadır.
Kısacası
Hoca Ahmed Yesevî'de Peygambere bağlılık bir özlem ve hasrettir. Peygamber
ahlâkı ile ahlaklanmak ve gereğini yaşamak ibadet hükmünde değerlendirilmiştir.
Büyük bir muhabbetle bağlı olduğu Peygamber Efendimiz'in (sav) beşeri
ilişkilerde gösterdiği engin hoşgörü ve sevgiyi nasıl ve nerede kullanılması
gerektiği üzerinde durarak, aynı istikamette yürümeyi kendisine şiar
edinmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî bu beyitlerle halkına güçlü ilim, görüş karakter, sevgi, ahlak ve
örneklik sahibi peygamber inancı oluşmasını halkın diliyle gerçekleştirmeye
çalışmaktadır. İnsanları/inananları ve onların oluşturduğu eylemsel yapıyı
yönlendirecek ve değiştirecek bir lider tiplemesinin devamına çalışıyor. Marx
Weber’in bakışı ile karizmatik bir liderin (Hz. Peygamberimizin) insanların
yaşamlarında etkinliğini artırmaya çalışıyor. Aşağıdaki beyitlerde de buna
açıkça işaret edilmektedir.
On sekiz
bin âleme server olan Muhammed;
Otuz üç bin
ashâba rehber olan Muhammed.
Çıplaklık
ve açlığa kanaatlı Muhammed;
Âsî, câfi
ümmete şefâatlı Muhammed.[107]
Peygamberimizin
insanlığa gönderilen en son peygamber olduğunu vurguladıktan sonra sahabelere
rehber olduğunu dile getirmiştir. Peygamberimizin hayatının değişik
dönemlerinde açlık ve yoksullukla imtihan edildiğini ve her türlü insan
tiplemesine karşı sevgi ve şefkatli olduğunu vurgulamıştır.
Geceleri
yatıp uyumaz, tilâvetli Muhammed;
Garîb ile
yetime mürüvvetli Muhammed.
Yoldan azan
günâhkâra hidâyetli Muhammed;
Muhtâç
düşse herkese, kifâyetli Muhammed.[108]
Yesevi’ye
göre peygamberimizin en büyük özelliği özellikle garip ve yetimlere olan
düşkünlüğüdür. Miraca çıkmadan, miraçtan döndükten sonra ilk sorduğu kişilerin
yetimler olduğunu birçok hikmetinde dile getirmektedir. Efendimiz cennetle
müjdelenen, Rab’bimizin habibim dediği bir peygamber olmasına rağmen geceleri
ayakları şişinceye kadar namaz kılması kendisini ibadete vermesi de Hoca Ahmed
Yesevi’yi çok etkilemiş olmalı ki tilavetli muhammed şeklinde seslenmektedir.
Sonuç
olarak yukarıdaki dörtlükler gibi onlarca dörtlük Divan-ı Hikmette
bulunmaktadır. Yesevi’nin peygamberimizi çevresindeki topluluğa son derce sade
ve etkili bir şekilde aktardığını görüyoruz. Hoca Ahmed Yesevî benzer şekilde
Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş onunla her türlü eziyete göğüs germiş sahabe
ve halifelere de Divan-ı Hikmet’lerinde yer vermiştir.
G.
DÎVÂN-I HİKMET’TE SAHÂBELER VE DÖRT HALİFE
TİPLEMESİ
Pîri Türkistan
olarak adlandırılan Hoca Ahmed Yesevi Allah aşkını ve peygamber sevgisini
hücrelerinde hisseden ve bu aşkla kendisinden geçecek kadar aşk sarhoşu olan
bir şahsiyettir. Böyle birinin halifelerin yerinde olmayı çok isteyebileceğini
tahmin edebiliriz.
Peygamberi
seven birinin peygamberin arkadaşlarına da muhabet beslemesi doğaldır. Hoca
Ahmed Yesevî de hikmetlerinde sahaberlere arkadaşlar diye hitap ederek
sahabeleri kendisine oldukça yakın görmektedir. Sahabelerin yanında dört
halifeye karşı ayrı bir muhabbet beslediğini de ayrıca görmekteyiz.
Gurbet
değdi Mustafâ gibi erenlere,
Otuz üç bin
Sahâbe ve arkadaşlara,
Ebû Bekir,
Ömer, Osmân, Murtaza’ya
Gurbet
değdi onlara hem, söyleyeyim ben işte[109]
Arslan
Babamı sorsanız, Peygamber’e saygılı,
Sahâbeler
ulusu, Rabb’in seçkin kulu,
Yattığı
yeri perîşân, bir diken kulübesi;
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Yukarıdaki
dörtlüklere baktığımızda başta peygamberimiz ve sahabelerin hicretine vurgu
yapıldığını görmekteyiz. Hoca Ahmed Yesevî’nin de yetiştiği dönemlerde çeşitli
sebeplerle hicret olayının yaşandığını unutulmamalıdır. Peygamber efendimizin
vefatından sonra da dünyanın değişik bölgelerine binlerce sahabenin islamı
anlatmak ve öğretilerini insanlara aktarmak için göç ettikleri bilinmektedir.
Dönemsel olarak sahabe dönemi ile Hoca Ahmed Yesevî’nin yaşadığı dönem arasında
uzun bir zaman dilimi olsa da kimi ilmî ve kültürel uygulamaların ortak
noktalarının olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin
sahabenin İslam’ı yaymak için dünyanın değişik yerlerine göç etmesi ile Hoca
Ahmed Yesevî’nin yetiştirdiği Alperenlerin dünyanın değişik bölgelerine göç
etmeleri dînî ve kültürel öğeleri farklı bölgelere taşımaları aynı ideale
yürüyen farklı yüzyıl erenleri olduğunu bizlere göstermektedir. Sahabeler
Alperenler için Hz. Peygamber’in güçlü karizmatik liderliğine nasıl bağlı
kaldıklarına örnek tipler olarak gösterilmiştir.
Çarşamba
günü işitip ansızın Hazret vardılar;
Arslan
Bâb’ın evine o gün misâfir oldular,
Yattığı
yeri perîşân görüp hayrân kaldılar;
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
O Muhammed
Mustafâ durup duâ eylediler,
Melekler
âmîn deyip elini açarak durdular,
“Şöyle
ümmet verdin” deyip Hakk şükrünü eylediler,
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.[110]
Arslan Baba
Hoca Ahmet Yesevî’nin ilkı hocası aynı zamanda kendisinin çok değişik
kaynaklarda sahabe olduğu geçmektedir ki Hoc Ahmed Yesevî de bu durumu kanıtlar
nitelikte hikmetiyle destek vermektedir. Arslan Baba’nın Peygamberimizin
hayranlığını kazandığını ve bunun neticesinde peygamberimizin duasına mazhar olduğunu
ve duaya da meleklerin icap ettiğini söylemesi kendisinin çok değerli
birisinden eğitim aldığının göstergesidir. Yani Hoca Ahmed Yesevî’nin ilk
manevi eğitimiyle ilgilenen hocasının ne denli kıymetli bir şahsiyet olduğunu
bizlere göstermektedir.
Gördüğü
zamân inanan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır
Üstün olup
dayanan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır
Dertleşende
ağlayan, kulluğa bel bağlayan,
İç bağrını
dağlayan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır;
Bir
sözünden dönmeyen, sırrını aslâ demeyen,
Gâfil olup
yatmayan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır;
Dediği
sözüne yeten, nefs ve hevâdan giden,
Hak Rasûl’u
güçlendiren Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır;
Muhammed’e
kayınbaba, kılmış değil hiç hatâ,
Boynuna
koyan futa Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır;
Kul Hoca
Ahmed tasdîk eyte, mağara dostunu ayrı tut,
Ariflikte
bil sâdık Ebâ Bekr-i Sıddîk’dır;[111]
Hz. Ebu
Bekr’in peygamber efendimizin hayatında müstesna bir yerinin olduğunu
biliyoruz. Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri de yukarıdaki beyitlerle hem bu
dostluğu anlatıyor hem de etrafındaki insanlara dolaylı yoldan mesaj
vermektedir. Efendimizin hicret yolculuğundaki tek arkadaşını anlatırken
hicrete dair bir takım menkıbeleri de satırlara aktarmış olduğunu
gözlemlemekteyiz.
İyi bir
arkadaş sözünden dönmemeli, kararından vazgeçmemeli, gafil olmamalı gibi
uyarılarla Ebu Bekr’in arkadaşlığını ve samimiyetini gözler önüne sermektedir.
Ebu Bekr âlimlikten âriflik mertebesine ulaşmış peygamberimizin hem kayınbabası
hem de hicret esnasında en yakınındaki mağara dostudur. İslami öğretiler
çerçevesinde iyi bir dostun hangi özelliklere sahip olması gerektiğini
aktarmaktadır.
İkincisi
dost olan adâletli Ömer’dir;
Mü’minlikte
dost olan adâletli Ömer’dir.
Bilal’e
ezan okutan, şeriatı bildiren,
Din sözünü
anlatan adâletli Ömer’dir.
Kâbe
kapısını açtıran, bütün putları kırdıran,
Rasûl
gönlünü dindiren adâletli Ömer’dir.
Şeriâtı
gözeten, tarikatı doğru tutan,
Hakîkati
iyi bilen adâletli Ömer’dir.[112]
İsalm’ın
yeni filizlendiği dönemlerde 40. Müslüman olarak İslam safına geçen Hz. Ömer
Müslüman olmasıyla Peygamber Efendimiz çok mutlu olmuştur. Kimi kaynaklarda peygamberimizin
duasıyla islamla müşerref olduğu nakledilir. Güçlü kuvvetli, savaşçı birisinin
islamla müşerref olması Müslümanların gücüne güç katmıştır şüphesiz. Ancak Hz.
Ömer halifeliği döneminde adaletiyle nam salmış İslam'ın adalet anlayışını
devlet yönetiminde hâkim kılmış biridir. Adalet timsali bir Ömer’i anlatarak
Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri etrafındaki kalabalıklara ve devlet büyüklerine
mesaj vermiş, örnek lider ve kişilikler sunmuş, hatırlatmalar yapmıştır.
Üçüncü
dostu yâr olan hayâ sâhibi Osmân’dır
Her nefeste
yâr olan hayâ sâhibi Osmân’dır.
Hak
Rasûl’ûn damadı, dinimizin âbadı,
Kölelerin
azad edicisi hayâ sâhibi Osmân’dır.
Çoklar
gelip yaya, koymadılar şehzâde,
Şehîd
eylediler orada, hayâ sâhibi Osmân’dır.
Târif
eyledin Osmân’ı, Hoca Ahmed sen onu,
Yoktur
şüphesi, gümânı, hayâ sâhibi Osmân’dır[113]
Hz. Osman
da hayâ sahibi kişiliğiyle İslam tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Allah
aşkıyla ve resulünün muhabetiyle mükemmel bir kişilik ortaya çıkması bakımından
önemlidir. Hoca Ahmed Yesevî’nin kurmuş olduğu tasavvuf felsefesinin
temellerinin Hz. Osaman’a dayandırıldığını göz önünde bulundurursak bir bakıma
Hoca Ahmet Yesevî’nin Hz. Osman yolunda ilerleyen bir mürşit olduğu sonucunu
çıkarabiliriz.
Hz. Osman
ilmi derinliklere ulaşmış efendimizin damadı olma şerefine ulaşmış biridir.
İslam'ın edep çizgisinde hayat süren ağzından dökülen kelimelerin inci mercan
gibi değerli olduğu noktasına vurgu yapmaktadır. Ve yine İslam dünyasının en
üzüntülü olaylarından birisi olan Hz Osman’ın şehit edilmesi meselesini
aktarırken bizlere de değerlere sahip çıkmanın gerekliliğinden bahsetmektedir.
Dördüncüsü
dost olan Hakk arslanı Alî’dir,
Hem
Mirâc’da yar olan Hakk arslanı Alî’dir.
Dediği sözü
rahmânî, görsen yüzü ûrânî,
Kâfirlerin
kıranı Hakk arslanı Alî’dir.
Düşmanlara
mukâbil, oldu kâfire kâtil,
Kılan
bâtılı zâil Hakk arslanı Alî’dir.
Rahmet
eyleye bir ve var, her ne kılsa gücü var,
Hoca
Ahmed’e mededkâr Hakk arslanı Alî’dir.[114]
İslamın son
halifesi Hz. Ali’nin hikmetlerde kendisinden övgüyle bahsedilmekte olduğu görülmektedir.
Allah’ın Arslanı sıfatını kazanmış yapmış olduğu kahramanlıklarla Müslümanların
yüzakı olmuştur. Hoca Ahmed Yesevî aslında dört halifeyi hikmetlerinde işlerken
topluma önemli mesajlar vermektedir. Ebu Bekr gibi sadık olun, Ömer gibi
adaletli, Osman gibi edepli ve Hz. Ali gibi de cesur ve güvenilir olun mesajı
vermektedir. İslam tarihinde yaşamış rol model olacak, öykülenecek önemli
tiplemeleri işleyerek toplum ihyasında önemli işler çıkarmaktadır.
H.
DİVÂN-I HİKMET’TE MEZHEPLER VE HANEFİ MEZHEBİYLE
İLGİLİ TUTUMU
Kişisel doktrin yol ya da düşünce anlayış manalarına gelen mezhep
kavramı kendine özgü oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini dile getirmiştir.
Peygamberimiz döneminde bulunmayan hatta dört halife dönminde de görülmeyen
mezhep kavramı değişik toplumsal veya siyasi sebeplerle ortaya çıkmıştır.
Sebepleri içerisinde toplumların önceki dini inançlarının etkisi olması
Hoca Ahmed Yesevî’nin de İslam anlayışındaki farklılıklarını yaşamış olduğu
dönemde Türklerin İslam’ı henüz yeni öğrenirken diğer taraftan da önceki
dinlerindeki bazı uygulamaların henüz toplum hafızasından silinmemiş olması
bunda etkili olmuştur.[115]
Bu dönemdeki mezhep olgularına baktığımızda aslında Mu’tezile
mezbebinin bölgeye biraz daha hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Hoca Ahmed
Yesevî’nin düşüncesi mezhepler üstü bir düşüncedir. Öyle ki en büyük amacı
parçalanmış, fırkalara ayrılmış grupların tek bir idea etrafında birleşmesi
olmuştur. Tam da bu noktada mu’tezile mezhebindeki siyasi duruştan olsa gerek
Yesevi bu mezhebe karşı uzak kalmayı yeğlemiştir. Mu’tezile mezhebi felsefeyi
ön plana çıkaran bir mezhep oluşu da bunda şüphesiz etkisi olmuştur. Öyle ki
göçebe Türk boylarına felsefi bir yaklaşım yeterli başarıyı getirmeyecektir.
Diğer taraftan dönemin etkili mezheplerinden bir diğeri olan Şii’liğin
peygamberimizin yakın çevresine karşı olan sert eleştirel tutumu Allah ve
resulü ve onun yakınlarına gönülden muhabbetle bağlı olan Hoca Ahmed Yesevî
için bu anlayışa da uzak olmaya itmiştir.
Hoca Ahmet Yesevî’nin yukarıda bahsettiğimiz dağınık halde bulunan Türk
boylarını bir araya getirmek ve bunun yanında siyasi ve iktisadi birlikteliğin
yanında İslam'ın sade anlaşılır bir şekilde aktarılması yönünde Hanefi
mezhebini kendine oldukça yakın gördüğünü gözlemliyoruz. Öyle ki Ebu Hanife’nin
Fıkh-ı Ekber adlı eserindeki iman - amel meselelerinde paylaşmış olduğu
görüşlerin Yesevi’de şiirle işlendiğine şahitlik ediyoruz.
İmam-ı Azam Ebu Hanîfe’ye göre tevhidin aslı, buna îman etmenin en
doğru yolu şudur: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten
sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, mizan,
cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır, demek gerekir. Yüce
Allah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır.
O’na hiçbir şey denk değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. [116]Bunun amel-iman noktasında
yine Ebu Hanife, îman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde
bulunanların îmanı, îman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez,
fakat yakîn ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Allah’a ortak koşmak ve küfür
dışında, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü’min olarak ölen
kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap
eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz. Herhangi bir amele riya karıştığı
zaman, o amelin ecrini yok eder. Keza ucüb (kendi amelini üstün görmek) de
böyledir.
Bu noktada Yesevi’nin bu konuyla ilgili hikmetlerine kulak vermekte
yarar vardır şöyle buyuruyor;
Ahir zaman şeyhlerinden
söz edeyim,
İman-İslam
bilmeden şeyhlik kılar imiş,
İlim
öğrenmez, amel eylemez, ma’na anlamaz,
Ahiretde
kara yüzlü olur imiş.[117]
Tamamen gösteriş için yapılan bir ibadet anlayışı dinin kendi çıkarları
için kullanan insanlardan duyduğu rahatsızlığı son derece açık bir şekilde dile
getirmektedir. Yesevi sürekli üzerinde durduğu kavram aşk kavramı olmuştur.
Yapılan ibadette eğer gönülden bağlılık samimiyetin oluşacağını aşksız yapılan
ibadetin eksik kalacağını dile getirirken aşağıdaki hikmetleri söylemiştir.
Aşksız kişi
insan değildir anlasanız
Muhabbetsizler
şeytan kavmi dinleseniz
Aşkdan
başka sözü eğer söyleseniz
Elinizden
iman-İslam gitti olmalı[118]
Ebu Hanîfe’ye göre Peygamberlerin (salât ve selâm olsun) şefaati
haktır. Peygamberimizin (s.a.) şefaati, günahkâr mü’minler ve onlardan büyük
günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir. Hoca Ahmed
Yesevî’nin Divân’da en çok vurguladığı bir konu da şefaat konusudur. Bunun
sebebi de hikmetlerinin en temel konularından birisinin Hz. Muhammed sevgisi
olmasıdır. İşte Yesevî, her vesileyle Hz. Muhammed’in şefaatini dile getirmekte
ve ümidini ona bağladığını isbat etmektedir. Bu bağlamda biz birkaç örnekle
yetineceğiz.
Kul Hoca
Ahmed, dünyayı bıraksan işin biter
Göğsünden
çıkan ahın arşa yeter
Can
verirken Hakk Mustafa elin tutar
120
O sebepten
Hakka sığındım geldim ben işte.
İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Hoca Ahmed Yesevî düşüncesinin ortaklık
noktası bulunmaktadır. Tevhîd, ilâhî isim ve sıfatlar, bu sıfatların temel
karakteristik özellikleri, peygamberlik ve peygamberler, melekler ve diğer
gaybî varlıklar, kabir hayatı, kabir nimeti ve azabı, kıyamet alametleri,
ahiret menzilleri, şefaat, cennet, cehnnem, kevser, mizan gibi konularda Fıkh-ı
ekber’i yansıtan itikâdî görüşleri savunduğu görülmektedir. Denilebilir ki
Divân-ı Hikmet, fıkh-ı ekber’de geçen itikâdî anlayışa dayalı bir şekilde
oluşturulmuş bir tasavvufî anlayış geliştirmiştir.[119]
[120]
Bu durumda Hoca Ahmed Yesevi’nin mezhep çatışmasına girmeden kendi
düşüncesini Hanefi anlayış içerisinde sistemli bir şekilde aktardığını
görüyoruz. Tabi tasavvufi bir bakış açısıyla ele aldığını da yadsıyamayız. Son
olarak M. Salih Geçit Hocanın bir cümlesiyle konuyu bağlamak gerekirse “Divân-ı
Hikmet’i Fıkh-ı Ekber’in tasavvufî formatı, Hoca Ahmed Yesevî’yi de Ebu
Hanîfe’nin mutasavvıf bir tipolojisi olarak tanıtmanın mümkün olduğunu
söylersek yeridir. “ ifadesinin durumu açıklayıcı olduğunu düşünüyoruz.
İ. DİVÂN-I HİKMET’TE İLAHİ AŞK
İlahi aşk,
Allah’a duyulan derin muhabbetin adıdır. Tasavvufi bir kavram olarak karşımıza
çıkan bu kavram vahdet-i vücud düşüncesinin bir tezahürüdür. Kâinatta bulunan
her şey Allah’ın eseridir. Tüm varlık tek olan yaratıcıda birleşir. Aşk iki
türlüdür: mecazî aşk ve gerçek aşk. Dünyalık sevgiler mecâzî aşk anlayışına
dahil olurken Hoca Ahmed Yesevî’nin peşinden koştuğu aşk gerçek aşk olarak
nitelediğimiz ilahi aşk olduğunu görebiliyoruz.
Konumuz
açısından baktığımızda sosyoloji ile tasavvuf farklı konularmış gibi
görülebilir ancak kişinin ilahi aşkla kalbinde açtığı pencereden topluma bakabiliriz.
Öyle ki her türlü toplumsal gerçekliğin bilimsel araştırmasını yapan sosyoloji[121] insanların mistik aşka
yönelme sebepleri şüphesiz ki sosyolojinin konusudur.
Gerek klasik edebiyattaki
muhabbet ve aşk dengesini gözetmesi, gerekse vuslat-ı ilâhîyi
gerçekleştirebilmek için âbid ve zâhid tipinin temsil ettiği akıl yolu ile ârif
âşık tipinin temsilciliğini yaptığı aşk yolunu savunmadaki aşk yönündeki
tercihi, onun tam bir aşk adamı olduğunu göstermektedir.[122]
Aşk onun için olmazsa olmazdır. Aşkı bilmeyen, aşkı tanımayan insanlar Hoca
Ahmed Yeseevî’ye göre katı kalpli sert ruhlu insanlardır. Hatta benzetmesini
daha da ileri görürerek aşksız insanın hayvandan bir farkının olmayacağını dile
getirir.
Ârif aşık öz canını ateşte
yakmaz
Dertsizlere çakmağını yakıp
çakmaz
Dünya gelip cilve eylese dönüp
bakmaz
Aşksız insan hayvandan beter dostlar[123] diyerek kalbin aşkla
tanışmasını tavsiye eder.
Yesevi bilir ki Rabbine ancak
aşkla kavuşabilir. Kişinin içinde aşk coşkusu yoksa Rabbiyle hemhal olamaz.
Kendisinin de aşk ateşiyle yanıp tutuştuğunu bunun için aşkı derinden yaşamak
için zaman zaman inzivaya çekildiğinden bahsetmektedir. İlahi aşkla yaşadığı
duyguları Hoca ahmed Yesevî Hazretlerinden dinleyelim:
Her sabâh vakti boynumu büküp
“Rabbim”desem,
Rabbim benim murâdımı verir mi
ki?
Kanlar döküp gözlerimden
ağlayıp inlesem,
Tanrım benim gönlümün hâlini
sorar mı ki?[124]
“Yâ Râbbenâ”zikrini deyip
zâkir olsam,
Sayısız sıkıntıyı başa alıp
şükreder olsam,
İyilerin sohbetinde hâzır
olsam,
Fakîr kulun feyz-fetih alır mı
ki?[125]
Yukarıdaki
hikmetlerde Hoca Ahmet Yesevî Hazretlerinde ilahi aşkın başlangıcını görmek
mümkün. Bunun yanında bir çekingenlik söz konusu. Sevgiliye halini arz etme
isteğinin bir tedirginliği dikkat çekiyor. Tabi bu iseğini dile getirirken de
her türlü cefaya razıdır. Sayısız eziyet ve sıkıntı karşısında pes etmeyeceğini
tüm sıkıntılara şükreder bir tavır içerisinde olacağını kararlı bir şekilde
dile getiriyor. Aşkın değişik safhalaraı olabilmektedir aşağıdaki dizelerde ise
Hoca Ahmet Yesevî’nin aşkta yeni bir mertebeye atladığını gözlemliyoruz. Sözü
Yesevi hazretlerine bırakalım:
Aşk yolunda yok olayım, Hakk
bir ve var,
Her ne eylesen, âşık eyle ey
Allah’ım,
Elimi açıp dua kılayım, Azîm
Cebbâr,
Her ne eylesen, âşık eyle ey
Allah’ım.[126]
Aşka düştükten sonra ve aşkla
tanıştıktan sonra yüreğinin aşk ateşiyle nasıl da dağlandığını görülmektedir.
Aşkın ateşiyle yanıp kavrulduğunu bu kavrulma ile yok olma isteğinin kendisinde
çok etkili bir şekilde oluştuğundan bahsetmektedir. Dermânı olmayan bu aşk
hastalığından kurtulmaya da niyeti yoktur. Çünkü nişansızlık ve mekânsızlık
boyutunda Cenab-ı Hakk’tan aşk dersini almaya başlamış ve aydınlanmıştır.[127] Hoca Ahmed Yesevî, daha
sonraları Yûnus Emre gibi pek çok Anadolu erenine de ilham verecek tarzda
aşağıdaki dizelerinde yaşadığı aşk tecrübesini kendince şöyle dillendirir:
Aşkın eyledi şeydâ beni cümle,
âlem bildi beni,
Kaygım sensin gece gündüz,
bana sen gereksin.
Taâla’llah Zîhî ma ni, sen
yarattın cisim ve cânı,
Kulluk eyleyim gece gündüz,
bana sen gereksin.
Fedâ olsun sana cânım, döker
olsan benim kanım,
Ben kulunum sen sultânım, bana
sen gereksin.
Âlimlere kitap gerek, sûfîlere
mescid gerek,
Mecnûn’lara Leylâ gerek, bana
sen gereksin.[128] [129]
Aşk pazarıdır bu canlar
satılır
Satarım
canımı kimseler almaz
Âşık, bir kişidir, Bu dünya
malın
130
Ahıret korkusun bir pula
saymaz
Aşk şarabını içen Hoca Ahmed
Yesevî’deki ilahî aşkın yüreğindeki kemikleşmiş halini yukarıdaki dizelerde
görüyoruz. Bu damar Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin makamından Anadolu’da
karşımıza Yunus olarak, Mevlana olarak ve Hacı Bektaş olarak çıkacaktır. Gerçek
âşıklar diğer insanların hızırı olmuşlardır. Onlara yol gösterirler. Onlar
dünya derdini terk etmişlerdir. Dünya sevgisi ve yaşama arzusundan binlerce
talakla boşanmışlardır. Toplumun onlar üzerindeki kimi olumsuz düşüncelerine
kulak asmazlar zaten onlar cahillerle muhabbet kurmazlar. Belki çok sıkıntı
çekmektedirler ama onlar dünyalık her sıkıntıya sabrederler dünyevi sıkıntıları
önemsemezler.
Kul Hoca
Ahmed, raks ve semâ herkese yok,
Taklit ile
yapsa semâ, gire ceheneme,
Bu rivayet
gizli idi, söylesem hepsini,
Hakk’ı
bulup raks ve semâ yaptı, dostlar[130]
Hâs aşkını
göster bana, şükreder olayım,
“Erre”
koysa, Zekeriyya gibi zikreder olayım,
Eyyûb gibi
belâsına sabreder olayım,
Her ne
eylesen, âşık eyle ey Allah’ım.131 [131]
Gerçek âşık
sahte âşıkla sema etmez. Bunu yukarıdaki dizelerde de olduğu gibi yalandan aşk
yapmış olsa bu, cehenneme giriş sebebidir. Âşıkların bildiği sırları başkası
bilmez çünkü o Allah aşkıyla öyle bir hal almıştır ki Cenab-ı Hakk’ın “Sekahüm
Rabbühüm” hitabına muhatap olmuştur. Sonuç olarak Yesevi Hazretlerinin
tasavvufi ilahi aşkı çok derinden yaşadığını ve Hikmetlerindeki satır
aralarında bizlere bu aşkın güzelliğini sözle anlattığını ve aktardığını
anlıyoruz. Dîvân-ı Hikmet’in en birincil teması aşktır, denilebilir. Gerek
klasik edebiyattaki muhabbet ve aşk dengesini gözetmesi, gerek vuslat-ı ilâhîyi
gerçekleştirebilmek için âbid ve zâhid tipinin temsil ettiği akıl yolu ile ârif
âşık tipinin temsilciliğini yaptığı aşk yolunu savunmadaki aşk yönündeki
tercihi, onun tam bir aşk insanı olduğunu göstermektedir.
Ey âşık,
derd ve hâlet peydâ eyle,
Mansûr
gibi, “Ene’l-Hak” diye kavga eyle,
Dünyâ
koyup, âhiretin sevdâ eyle,
Sevdâ kılan
Hakk didârını görür olacak.85
Âşıkların
efendisi Hoca Ahmed Yesevî şiirlerinde, en büyük aşk şehidi Hallâc-ı Mansûr
başta olmak üzere, Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî gibi sûfîlerin yanı sıra o, Hakk
yolundan asla dönmeyerek cânlarını Allah yolunda feda edenlerdir. Zekeriyyâ
(a.s.) vb. gibi peygamberleri de şiirlerinde aşk yolunun örnek şahsiyetleri
olarak muhatabının önüne koymaktadır. Ayrıca o, klasik aşk edebiyatının
simgesel kişiliklerinden Leylâ ile Mecnûn, Ferhat ile Şirin, gibi figürlere de
şiirlerinde yer vererek, beşerî hayvânî aşktan ilâhî aşka giden yoldaki süreci
büyük bir ustalıkla anlatmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî, mısralarında aslında hayatı özetlemektedir. Onun en büyük korkusu
insanoğlunun dünyayı masum bulup, onun tuzaklarına düşmesidir. Zaten bu
tuzaklara karşı etrafında toplanan insanları sürekli uyarmaktadır.
Yesevî, her
biri bir hikmet pınarı olan mısralarında kaybedenlerden dünyadaki bilgili
câhiller olarak bahseder. Bunlar, aşktan ve Aşkullahtan nasiplenmemiş
gâfillerdir der. Kulluğun manevî lezzetinden mahrum kalan bu gafil güruh iki
hem bu dünyada hem de ahirette nasipsizdirler. Gelmiş geçmiş tüm âşıkların tek
bir menzili var o da Hakk’ı temaşadır. Bu şerefle müşerref olmaktan daha büyük
bir devlet mi vardır? Sonsuz saadet, o devlete nâil
133
olan
âşıklarındır.[132]
Sonuş
olarak ilahi aşkı bizahtihi yaşayıp ve hikmetler aracılığıyla insanlığa sunan
Yesevi hazretlerinin kurup büyüttüğü tarikattan yetişen dervişler, Anadolu’da
gezip dolaşarak alperenler ve gazi dervişler yetiştirmiştir. İslâm’a yeni
girmiş olan Türk obalarını dolaşan cihangir dervişler, tekke yoluyla İslâm’ı
yayma yolunda önemli roller üstlenmişlerdir.
Yesevî’nin
hikmetlerinde anlatılan tasavvufî ilkeler Anadolu’da Yesevî’ye mensup
Nakşibendîye ve Bektâşîye tarikatlarında, Horasan’da ise Haydârîlik gibi
tarikatlarda yaşamıştır. Kaynağını Yesevîlik’ten alan Nakşibendîlik ve
Bektâşîlik İslâm’ın halk arasında canlı kalmasını sağlamıştır. Hoca Ahmed
Yesevi toplumu anlama gayretine sahip olmuş, manevi yönelişi ile toplumunun
rehberi olmayı başarmıştır.
J. DÎVÂN-I HİKMET’TE CENNET CEHENNEM OLGUSU
Pîr-i Türkistân
Hoca Ahmed Yesevî, sade ve yalın söyleşiyle oluşturduğu Dîvân-ı Hikmet’i,
sembolik anlatımlarla zenginleştirdiği görülür. Bu tür anlatımın edebiyatımızda
geçiş dönemi olarak adlandırdığı dönemde Yusuf Has Hacip’in kaleme aldığı
Kutatgu Bilig adlı alegorik eserde de rastlanmaktadır. Eserde somutlaştırma
metodunu kullandığını anlıyoruz.
Bir ifade
tarzı olarak her kültürde başvurulan sembolik anlatım, insana duygu ve
düşüncelerini iletmede geniş bir ifade alanı sunarken muhataplarının da mesajı
çok daha hızlı ve anlaşılır bir şekilde algılamasını sağlamaktadır. Hoca Ahmed
Yesevi de en temel amacı bulunduğu bölgeledeki insanlara İslam'ın en güzel ve
en sade şeklinde aktarılması olduğu için kimi hikmetlerinde sembolik bir ifade
zenginliğiyle konuyu ele aldığı anlaşılmaktadır.[133]
Halk aldığı
mesajlarda kendinden unsurlar (anadil gibi) gördüğünde daha çok etkilenmekte
çünkü onlarda aidiyet duygusu yaşatmakta, bu da benimseme ve içselleştirmeyi
hızlandırmaktadır. Aşağıdaki hikmetlerde soyut bir kavram olan cennet ve
cehennemin somutlaştırma metoduyla insanlara anlaşılır kılınmaya çalışıldığını
görıyoruz;
Cennet
cehennem çekişir, çekişmekte beyân var;
Cehennem
der: “Ben üstünüm, bende Firavn, Hâmân var”
Cennet der:
“Ne dersin, sözü bilmez söylersin;
Sende Firavn
olsa, bende Yûsuf Kenân var.”
Cennet ile
cehennemi karşılıklı konuşturarak ya da tartıştırarak kendisinin daha üstün
olduğunu kabul ettirmeye çalışan iki farklı tipleme meydana getirdiği
görülmektedir. Aynı zamanda telmih sanatıyla kimi hatırlatmalarda bulunarak
akılda kalıcılığı canlılığı sağladığı anlaşılmaktadır. Yukarıdaki hikmetlerde
cehennemin içerisinde Firavun ve yardımcısı Haman’ı barındırdığını dile
getirirken karşılığında cennetin bilakis üntünlüğün kendisinde olduğunu dile
getirip kendisinde Yusuf a.s olduğunu dile getirmektedir. Tabi burada bu
dünyanın sonunda iyilerin cennette kötülerin de cehennemde olacaklarını
anlatarak topluma önemli bir mesaj vermektedir.
İnsanlar
somut şeyleri daha kolay, daha etkileyici ve daha kalıcı öğrenmekte ve yaşamaktadırlar.
H.Ahmed Yesevî’de bu ilkeden istifade ederek İslam’ın öğretilerini etkileyici
ve kalıcı şekilde halka öğretme yoluna gitmiştir.
Cehennem
der: “Ben üstünüm, cimri kullar bende var
Cimrilerin
boynunda ateşli zincir-kelepçe var.”
Cennet der:
“Ben üstünüm, peygamberler bende var;
Peygamberler
önünde Kevser, hûrî-gılmân var.”
Cimrilik
Allah’ın kullarında hiç sevmediği bir davranıştır. Cimriler toplumların da
sevmediği ve istemediği insan tipleridir. Kuran-ı Kerimde: “Allah’ın lütfundan
kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için
hayırlı olduğunu sanmasınlar bilakis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri
şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası
Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır[134].
Bu ayeti yukarıda alegorik bir şekilde insanların zihin dünyasına nakşetmiştir.
Yukarıdaki
dizelerde cennet ve cehennemin sahipleri anlatılırken aynı zamanda buraların
özellikleri de canlandırma yöntemiyle aktarım yapılmıştır. Örneğin cehennem
yine üstünlüğüne gerekçe olarak bütün gayri müslim ve Yahudilerin kendisinde
olduğunu ve azaptan kaynaklı inlemelerin cehennemde olduğunu dile
getirmektedir. Cennet ise tam bir karşıtlık ilkesiyle bu duruma karşı çıkıp
gönlünde ayet ve hadis barındıran gerçek Allah dostlerının bulunduğunu dile
getirmektedir. Bu anlatımla da insanlara yaşantıları noktasında rehberlik
ettiğini göüyoruz
Cehennem
der “Ben üstünüm, münâfıklar bende var
Münâfıklar
boynunda ateşten tasma-kelepçe var. “
Cennet der:
“Ben üstünüm, zâkir kullar bende var
Zâkirlerin
gönlünde Sübhân’ın zikri ve fikri var.”
Münafık,
gönülden inanmadığı halde iman ilkelerini benimsediğini söyleyen Müslümanmış
gibi görünen çift şahsiyetli tiplemelerdir. Çünkü onlar toplumun en sinsi ve
aynı zamanda dış görünüşte kendilerini gizleyebildikleri için toplum düzenini
en çok tehdit eden grubu olarak görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde
münafıklarla ilgili ayetler bulunmaktadır. Nitekim örnek verecek olursak:“
İnsanlardan bazıları vardır ki inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe
inandık” derler. Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar;
hâlbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar.”[135] buyurulmaktadır.
Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri de yukarıdaki dizelerde
cehennemi kişileştirerek içerisinin münafıklarla dolu olduğunu, toplum düzenine
zarar veren böyle bir grubun kendisinde toplandığı için üstünlüğün kendisinde
olması gerktiğini vurgulamaktadır. Cennet ise: “Tam tersi üstünlüğün kendisinde
olduğunu çünkü “Allah’ı zikren ve fikren hatırından çıkarmayan samimi
tek kişilikli kulların kendisinde olduğunu” söylemektedir. Yukarıdaki
hikmetlerle Hoca Ahmed Yesevî ihlaslı bir toplum inşasında münafık ve münafık
tiplemeli insanlara dikkat edilmesini tavsiye etmiştir. Münafıkların yerinin
cehennem olduğunu ifade ederken karşılığında kalbinde eğrilik bulunmayan
Allah’ı zikreden zakir kulların yerinin cennet olduğu müjdesini vermiştir.
Cehennem orada tek durdu, cennet özrünü söyledi,
Kul Hoca Ahmed ne bildi, bildirici Yezdân var.
Şüphesiz bilin, bu dünyâ bütün halktan geçer ha;
İnanma malına, bir gün elden gider ha.
Ata, ana, kardeşler nereye gitti, fikir eyle
Dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ha.
Dünyâ için gâm yeme, Hakk’tan başkasını deme,
Kişi mâlını yeme, Sırât üzerinde tutar ha.
Çoluk-çocuk, kardeş hiç kimse olmuyor yoldaş,
Yiğit ol garîb baş, ömrün yel gibi geçer ha.
Kul Hoca Ahmed ibâdet eyle, ömrün bilmem kaç yıl,
Aslını bilsen su ve toprak, yine toprağa gider ha.[136]
Tarihi
olayları ve şahsiyetleri değerlendirirken dönemin sosya ekonomik ve kültürel
seviyeyi göz önünde bulundurmak çok önemlidir. Hoca Ahmed Yesevî yaşadığı
dönemdeki topluma cennet ve cehennem kavramlarını ne kadar etkili bir şekilde
aktardığını görülmektedir. Bu karşılıklı çekişmenin sonunda insanlara dünyanın
geçiciliğini yine onların hayatından örneklerle anlatıyor. Kendilerinden daha
önce yaşamış olan toplumları düşünmelerini akletmelerini söylerken bu dünyanın
sonunda bir ahiret hayatının varlığı noktasında uyarılarda bulunmaktadır.
Zenginliğin,
evladın vb. dünyalık olguların her an bitebileceğini insanın tekrar diğer
insanlarla eşit seviyeye düşeceği bir kabir yolculuğu kısmını hatırlatmaktadır.
Son dizeyle de topluma çok etkili bir mesaj vermektedir insanın üç beş damla su
ve topraktan ibaret olduğunu kibre, enaniyete kapılmamasını kendine özgü
üslubuyla aktarmaktadır. Bütün bu mesajların toplumda etkili bir şekilde
karşılık bulması için dil ve üslup çok önemlidir. Bu bağlamda Divan-ı Hikme’in
dil özelliklerine bakmakta fayda var.
K. DÎVÂN-I HİKMET’TE DİL VE TÜRKÇE
Dil,
insanlar arasında iletişimi sağlayan en etkili iletişim aracı olarak
tanımlanmıştır. İlk insanın dünyada var olduğundan beri dil de varlığını
sürdürmüştür. Nitekim Kur’an-ı Kerimde:”Onun kanıtlarından biri de gökleri ve
yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda
bilenler için ibretler vardır.”[137] Bu vesileyle insanlar
topluluklar halinde yaşayıp toplumsal bir ortam oluşturma erdemine ancak dil
ile ulaştıkları söylenebilir
Buradan
hareketle dilin toplumsal birlikteliği sağlayan, toplumsal ilişkilerde insanlar
arasında sıkı ilişkilerin oluşmasında katkı sağlayan önemli bir iletişim
bağıdır. Tarihin değişik dönemlerinde toplumlar içerisinde bulundukları
buhranlardan kurtulmak için dili etkin bir şekilde kullanmışlardır. Yakın
tarihimize baktığımızda Kurtuluş savaşı yıllarında yazılan eserlerle halkın
birlikteliği sağlanmış, yapılan nutuklarla askerî güce güç katılmıştır. Bu
bağlamda insan ya da insan toplulukları arasındaki anlaşmazlıkların kaynağı
iletişim eksikliğidir. Toplulukları birlikte tutan işte bu dil yani
iletişimdir.[138]
Hoca Ahmed
Yesevî de etrefındaki topluluklarla daha etkili iletişim kurabilmek için bölge
insanının iletişimde kullandığı Türkçe’yi tercih etmiştir. Bu tercihinin ne
derece isabetli olduğunu bugün daha iyi görebilmekteyiz. Aşağıdaki hikmetlerde
bu durumu şöyle anlatmaktadır;
Hoş görmemekte âlimler sizin
dediğiniz Türkçe’yi,
Ariflerden işitsen açar gönül
ülkesini,
Âyet hadîs anlamı Türkçe olsa
uygundur,
Manâsına yetenler yere koyar
börkünü...
Miskîn, zayıf Hoca Ahmed yedi
ceddine rahmet,
Farsça dilini bilerek güzel
söylemekte Türkçe’yi...[139]
Hoca Ahmed Yesevî’nin içinde
yaşadığı dönemde Türk toplumu bozkırda yarı göçebe hayatı yaşayan insanlardan
oluşmaktaydı. Belki tasavvuf adına yeni yeni anlayışlar çıkıyordu ama
Yesevî’nin hedef kitlesi olan Türk boyları arasında İslamiyet yeni yeni kök
salıyordu. Bir toplumda dinsel ve kültürel değişim yapmanın en etkili
yollarından birisi muhataplarının diliyle onlara hitap etmektir.
Toplumunu tanıyan, toplumun
hassasiyetlerini bilen, toplumu etkilemesini beceren âdeta bir toplumbilimci
olduğunu düşündüğümüz Hoca Ahmed Yesevi, dönemindeki diğer mürşitlerden farklı
olarak halkın kullandığı dili kullanmayı tercih etmiştir. Edebiyat ve sanat
dilinin Farsça olduğu, Resmî dilin Arapça olduğu bir dönemde Türkçe’yle
etrafındaki Türk topluluklarına seslenmiştir. Halkın kullandığı dilin tasavvuf
geleneği ve literatürüne de aktarılmasında Hoca Ahmed Yesevî’nin başarısı
gözlenmektedir.[140]
Bütün bu
değişim ve dönüşüm ekseninde Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri söz konusu Türkçeyle
tasavvvufî şiirler söylerken bir diğer taraftan da kendisini Türkçe hikmetler
söylediği için eleştiren âlimlerle mücadele etmiştir. Sürekli tekrar ettiği bir
şey mücadelesini hep ilim meclisinden insanlarla yapmış olması. Ama bütün
sıkıntılara rağmen Türkçe söylemekten etrafındaki insanların diliyle onlara
hitap etmekten mutluluk duymaktadır. Bu arada eleştirilere de kulak asmadığı
görülmektedir.
Yukarıdaki
dizelerde kendisine karşı son derece özgüvenli davrandığını da söylenebilir.
Fars dilini bilse de Türkçeyi güzel söylediğinden ve bu durumdan memnun
olduğundan bahsetmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin bu tutumu Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t Türk adlı eserini Ali
Şir Nevaî’nin Muhakemet’ül Lugateyn adlı eserleriyle Türkçenin ayakta kalması
için verilen mücadeleyi bizlere hatırlatmaktadır.
Divan-ı
Hikmet Kutadgu Bilig’den sonraki en eski İslami Türk edebiyatı örneğidir.
Ayrıca eski halk edebiyatının birçok unsurunu kullanarak İslam’ı milli şekil ve
vezinle ifade eden ilk eserdir. Divan-ı Hikmet, “Kutadgu Bilig” ve
“Atabetül-Hakayik” eserlerindeki dilin devamıdır. Türkçeye sahip çıkmanın
ötesinde içinden çıktığı, mensubu olduğu Türk milletine sahip çıkmak vardır.
Halkına sahip çıkmanın ötesinde bir anlamda dinine sahip çıkmak vardır. Bütün
bu çabalarla halkının gözünde itibar kazanmayı başarmıştır.
Hoca Ahmed
Yesevî İslam’ın öğretilerini, ilkelerini dünya ve yaşam anlayışını, ait olduğu
^milletin dili ile millete mal ederek anlatabilmiş, bunların benimsenmesini ve
içselleştirilmesini hızlandırmış, daha kalıcı hale gelmesini sağlamıştır. Kendi
milletinin kendi dili ile literatüre aktarmayı başarmıştır.
Bu bağlamda
Hoca Ahmed Yesevî ile Türk dili ve edebiyatı irfan ve mana olarak
birleştirilmiş bir değer yargısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk
Edebiyatı’nın “İlk Türk Mutasavvıfı” şöhretini almayı başarmıştır. O, ana
dilini mana diline getirebilmiş Türklerin “ruh hamurkârı, ortak mayası”dır.[141] Öyle ki Hikmetleri’nin tesiri
yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Bunu öğrencisi ve takipçisi olan Yunus Emre
de şu şekilde görmek mümkündür.
Aşkın aldı
benden beni
Bana seni
gerek seni
Ben yanarım
tünü günü,
Bana seni
gerek seni[142]
Yunus Emre
Işkıng
kıldı şeyda mini
Cümle âlem
bildi mini
Kaygum
sinsin tüni küni
Minge sin
ok kirek sin[143]
Ahmed Yesevî
Hoca Ahmed
Yesevî “Türkçe yetersizdir” diyenlere cevabını Divan-ı Hikmetle fazlasıyla
vermiştir. H.Ahmed Yesevî günümüzde de insanlığın ihtiyacı olan kardeşliği,
dostluğu, vatan sevgisini anlatan hikmetleri Türkçe ile dile getirmiş sevgi ve
hoşgörüye dayalı sade ve temiz söylemleriyle bir buluşma noktası
oluşturulmasını sağlamıştır.
Hoca Ahmed
Yesevî, yeni bir dine geçmeye ve alışmaya çalışan göçebe Türk kavimlerinin hem
Türklüklerini, dillerini muhafaza etmelerinde hem de İslamiyet’i kabul
etmelerinde kilit bir rol oynamıştır. Ulusal birlik ve beraberliğin yanı sıra
İslam ile bütünleştiren 12. yy’da evet diyerek Hoca Ahmed Yeseevî günümüzde
örnek teşkil edebilir.[144]
L.
DÎVAN-I HİKMET’TE BİREY VE TOPLUM
Toplumsal
gelişimde bireyin, bireysel başarıları ve içinde bulunduğu topluma olan katkısı
önemlidir. Toplumun ilerleme kaydetmesinde, bireylerin kişisel gelişimi ve
davranışları, toplumun şekillenmesinde etkili faktörlerden birisidir. Bu
bağlamda, birey ve toplum sürekli bir etkileşim halindedir. Bu etkileşme,
bireyin hayata gözlerini açmasıyla-yeni psikolojik görüşlere göre henüz anne
karnındayken başlar ve hayatın sonuna kadar devam eder. Bireylerin toplumun
gelişimi için öncelikle kendi gelişimlerini sağlıklı olarak sağlaması gerekmektedir.
Böylelikle toplum bireyi şekillendirirken birey de toplumu etkileyip
değiştirebilir.
Toplum
içerisinde kanaat önderi, halk bilgesi, gibi sıfatlarla anılan “iyi hayat”ı öne
çıkaran, “güzel yaşama”yı öğreten kişilikler bulunabilir. Hoca Ahmed Yesevî de,
yüzlerce yıldan beri, insanlığı iyiliğe, güzelliğe, mutluluğa, barışa ve
adalete çağıran önemli bir kişiliktir. O iyilikle, güzellikle, adalet
çağrısıyla, barış çağrısıyla ve samimi Müslüman olma çağrısıyla ideal bir
toplum meydana getirme çabası içinde olmuştur. Bu bağlamda yapılan bu
çabalarının nihai bir gayesi vardır o da mutlu bir birey ve yaşanılabilir bir
toplum meydana getirmektir.
Divan-ı
Hikmet bu bilgeliğin heyecanı olmuş, ahlak ilkelerini içeren, ilahi aşkın
söylemsel bir tezahürdür. O bireyde olması gereken nitelikleri gönül
dünyasından damıtıp satır aralarına nakşederken diğer taraftan da özgür
toplumun değerlerini baltalayan riyakârlıkla, cahillikle, sahtecilikle vb.
durumlarla mücadele etmiştir. Manevi önder olarak toplum karşısına çıkarak
sosyal, kültürel ve ahlâkî değerlere ters düşen tembelliği irşat edenlerle,
perişanlığı, yoksulluğu, miskinliği çalışmadan emek vermeden cennet
pazarlayanlarla mücadele halinde olmuştur.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin bireye ve topluma dair mesajları dikkatlice incelendiğinde
görülecektir ki aslında o ahirete yönelik bir hayat nizamından ziyade bu
dünyaya dair bir hayat felsefesi ortaya koymaktadır. Cahillikle mücadelesi
bireyin bu dünyada mutlu olması içindir. Cimrilikle, bağnazlıkla, israfla,
sahte şeyhlerle v.s mücadelesi tamamen yaşanabilir özgür ve müreffeh bir birey
ve toplum yaşantısı içindir. Zaten ideal bir hayatın sonu da ulaşılmak için
arzulanan bir ahiret hayatını getirecektir.[145]
Hoca Ahmed
Yesevi Hazretlerinin aslında en büyük özelliklerinden biri de insanların
dünyaya tamahkârlığına gem vurmak olmuştur. Bu özellik tasavvuf geleneğinin bir
yansıması olabilir. Ancak Hoca Ahmed Yesevî bu dünyanın geçiciliğini, göze hoş
gelen nefsin istek ve arzularına hitap eden dünyevi melekelere karşı bireyi
dizginlemektedir. Bu dizginlemeyi aşağıdaki hikmetlerde görbilmekteyiz.
Mağrur
olmayın, ey dostlarım, eğlenip
Gece gündüz
yalan söyleyip, boşuna yatıp;
Can alıcı
gelir imiş, bir gün yetip
Böyle yerde
gâfil yürüse olmaz imiş.
Dünya benim mülküm diyen sultanlara
Âlem malını sayısız yığıp alanlara
Yeme ve içme ile meşgul olanlara
Ölüm gelse bir vefa eylemez imiş[146]
Yukarıdaki
hikmetlerde toplumun büyük bir kesimine benlik duygusuna kapılmamaları yönünde
çağrıda bulunmaktadır. Benlik duygusuyla oluşan kimi zararlı davranışların
beraberinde başka zararlı davranışlara kapı aralayacağını belirtmektedir.
Dünyada makam, mevki şan şöhret peşinde koşarken dünyadan göç edeceğini hesap
edemeyen kesimler için ölümün bir ibret vesilesi olmaktan çıkabileceğini
belirtmektedir. Öte yandan düşüncesinin toplum tarafından daha rahat
kabullenilmesi için aşağıdaki hikmetlerle çağrısını devam ettirmektdir.
Mûsâ, İmran kalmadı, taht-ı Süleyman kalmadı,
Bin yaşlı Lokman kalmadı, dünyayı bırakıp giderim[147]
Bu değişim
ve dönüşüm algısını oluştururken diğer birçok hikmetinde olduğu gibi tarihte
yaşamış önemli şahsiyetleri toplum hafızasına tekrar sunmaktadır. Hz. Musa
gibi, Sultan Süleyman gibi dünyaya damgasını vuran şahsiyetleri örnek
göstererek düşüncesini somut örneklerle sürdürmektedir. Hoca Ahmed Yesevî
insanların dünyadan tamamen el etek çekmelerini istiyor gibi bir sonuç
çıkarmamalıyız.
Nitekim
böyle bir mistik anlayışta olsaydı yetiştirdiği erenlere değişik meslekler
öğrenmelerini ve gittikleri yerlerde insanları bu doğrultuda eğitmelerini tavsiye
etmezdi. İddiamız odur ki Yesevi dünyanın geçiciliğini ahiretin önemini
vurgularken aslında dünyayı tamamen boşlayıp toplum düzenine zarar veren
grupları uyarmaktadır.[148] Topluma yapmış olduğu
çağrıyla dünya-ahiret dengesini oluşturup mutlu bir birey huzurlu, özgür ve
müreffeh bir toplum inşa etmeye çalışmaktadır. Bu vesileyle toplumun önünde
bulunan, toplum üzerinde etkinliği bulunan kimi kesimler için de ayrıca
uyarılarda bulunmaktarır.
M. DÎVÂN-I HİKMET’TE MÜRŞİT VE SAHTE ŞEYHLERLE İLGİLİ
Mürşid,
doğru yolu gösteren kılavuz, gafletten uyandıran, insanlara doğru yolu bulmada
rehberlik eden karizmatik lider anlamındadır. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i
Seniyye’ye ait ölçüleri hayata geçirerek bu ölçüleri nefsinde bizzat yaşayan ve
müridlerini dinin esasları, dini hayat, tevhit ve marifetullah konusunda
terbiye ederler. Mürid, mürşidine derin bir saygı duyar. Müridin mürşide
duyduğu saygının sebebi mürşidin ona sağladığı herhangi bir maddi çıkar
değildir. Onu müridin gözünde saygıdeğer kılan tek şey onun kişiliğidir.
Müridin tercihinde ve mürşidin teveccühünün temelinde mürşidin ehliyetine olan
derin inanç yatar.
Mürşidin
hayatı hareketli ve çalkantılıdır. Mürşitlik nefse hâkimiyet, feragat ve hizmet
noktasında devamlı olarak müteyakkız olmayı gerektirir. Hayatı uğrunda hiçbir
fedakârlıktan çekinmediği bir fedakârlıktır.[149]Onlar
toplum nezdinde karizmatik lider olarak kabul görürler. Karizmatik liderler
toplumun mevcut durumunu eleştirmek için bir geleneğe idealize edilmiş bir
geçmişe dayanabilir. Bu durumda lider yenilikçi ve değişimci konumunu
sürdürmekle birlikte gelecekle ilgisini tamamen kesmeden kaybolmuş bir geçmişi
veya yozlaşmış bir geleneği canlandırmaya çalışabilir.[150]
Karizmatik
lider çevresindekileri kendinde çeşitli sezgiler bulunduğuna inandırabilir.
Başkalarını kendine adatır ve buna dayanarak da o kişiler üzerinde etkide
bulunur.[151] Bu etkiyi ortaya koyarken
kişisel çıkarları ön plana alabilir. Hoca Ahmed Yesevî’nin mürşitlerle ve
şeyhlerle ilgili düşüncesi bu bağlamda oldukça önemlidir. Zira o İslam'ın en
sade haliyle anlatılması ve anlaşılası yönünde çalışma sarf ederken toplumun
diğer bireylerinin sahte mürşit ya da şeyhlerce kandırılmasına karşı
çıkmaktadır.. Bu konuda Yesevi’nin görüşlerini en somut bir şekilde aktaran
şüphesiz ki hikmetlerdir:
Kâdı olan
âlimler, para-rüşvet yiyenler,
Öyle kâdı
yerini sakar ateşinde gördüm.
Müftü olan
âlimler, haksız fetvâ verenler,
Öyle müftü
yerini Sırât köprüsünde gördüm.
Toplum
içerisinde insanların değer verdiği kişiler arasında âlim, hoca ya da şeyh şeklinde
algılansın sonuçta bu sıfatlar dini hassasiyeti gözeten ya da gözetmesi gereken
grup olarak bilinmektedir Hoca Ahmed Yesevî bu hassasiyeti gözetmeyen dini
kendi çıkar ilişkileri için kullannan insanlarla mücadele etmiştir. Adaleti
tesis etkemle yükümlü kadıların ya çıkar ilşkisiyle haksız fetva veren
müftülerin yerinin cehennem olduğu uyarısını yaparken içinde bulunduğu toplumu
bu tip insanlara karşı uyarmaktadır. O dönemin sosyal şartlarından kesitler de
sunuyor. Öyle ki toplumun adalet sisteminin yozlaşması ve dinin kişisel
çıkarlara alet edilmesi toplumun içten çürümüesine sebeptir. Bütün bu
yanlışların gözleyip toplumun bu konudaki hassasiyetini artırma görevini
üstlendiği görülmektedir.
Âlimim diye
kitap okur Manâsını bilmez,
Çoğu ayetin
Manâsını aslâ bilmez,
Büyüklenme,
ben-benliği dini tutmaz,
Alîm değil
câhildir dostlarıma.
Yukarıdaki
dizelerde bugünün İslam dünyasının en büyük sosyal ve kültürel sıkıntısı olan
okumama hastalığına yönelik hikmetleri görmekteyiz. Manasını bilmeden okunan
Kukanın insanın kurtuluşuna vesile olamayacağını belirtmektedir. Ve ayrıca ilim
ehlindeki kibrin insanı nasıl bir felakete sürükleyebileceğinin ikâzını
yapmaktadır. Öyle ki şeytan da ilim sahibiydi fakat büyüklenmesi onu melek
konumundan şeytan konumuna itmiştir. Hoca Ahmed Yesevî büyüklenmenin kibrin
âlimlerde olmaması gerektiğini ilim ile ahlâkın, mütevazılığın bütünleştiğinde
âlim olmasının anlamlı olacağını vurgulamaktadır.
Dünyâ benim
diyenler, cihân mâlını alanlar,
Kerkenez
kuşu gibi olup o harâma batmışlar.
Molla,
müftü olanlar, yanlış fetvâ verenler
Akı kara
eyleyenler o cehenneme girmişler.
Kul Hoca
Ahmed bilmişsin, Hakk yoluna girmişsin,
Hakk yoluna
girenler Hakk cemâlini görmüşler.[152]
Yukarıdaki
dizelerde H.Ahmed Yesevî dünyaya düşkünlüğü helal haram gözetmeksizin mala
mülke sahip olanları ilginç bir benzetmeyle kerkenez kuşuna benzetmektedir. Bu
şekilde somut bir benzetmeye gitmesinin nedeni kerkenez kuşlarının ekseriyetle
tarla faresi ve köstebek avlayarak beslenen bir kuş türü olduğu
anlaşılmaktadır. Yesevî Hazretleri topumuna verdiği mesajda harama batanların
kerkenez kuşu gibi necis şeylerle beslendiğini dile getirmektedir. Haramın
temizi olmaz mesajını vermektedir.
Topluma yön
verecek, onu aydınlatacak, hak yolunda adalet çizgisinde yürüyerek örnek olacak
ilim sahibi insanların gösterişten haramdan uzak yaşamaları gerektiğini
gerçekten ahlak ilkeleri ile mücehhez olmalarının lüzumlu olduğunu
vurgulamaktadır. Hak yolunda samimiyetle yürüyen sadıkların güzelliklerle
karşılaşacağını Hakk cemâlini görme seviyesine kadar çıkabileceklerini
vurgulamaktadır.
Başına
sarık vurur ilmi yok neye yarar,
Oku yok
yayını çeker âhir zaman şeyhleri,
Alayından
al eyler muameleni mâl eyler
Sâhipsiz
ömrünü yel eyler âhir zaman şeyhleri
Şeyhlik
uludur Hazret’e ulaştıran iştir,
Aş vermez
bağrı taştır âhir zamân şeyhleri,
Miskîn
Ahmed nerdesin Hakk yolunda ne edesin,
İlmin yok
ne hâldesin âhir zamân şeyhleri.[153]
Tasavvufta
manevi bir eğitim görmüş; irşad, icazet ve liyakatini haiz, Hz.Peygamber'e
ulaşan bir silsileye sahip kişiler hakkında kullanılır.[154]
Yukarıdaki hikmetlerde de H. Ahmed Yesevî şeyhlerle ilgili eleştirisini dile
getirmektedir. İlimsiz irfansız şekle önem veren dini kendi çıkarlarına âlet
eden, çıkarcı ve bencil bir güruhtan yakınmaktadır. Çağımızın en büyük din
toplum münasebetlerindeki sıkıntılardan birisidir. Dış görünüşle insanların
dini duygularının istismar edilmesine karşı çıkmaktadır. Şeyhlik ulu bir
makamdır öyle ki Allah’a ve peygamberine yakınlaştıran bir makamdır. Ancak
ihlas ve samimiyetle ulaşılabilecek böyle ulvi bir makamın riyakar insanca
işgal edildiğini dile getirmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî yukarıdaki dörtlüklerde muhataplarına sesleniyor ki bu sesleniş asırları
aşıp günümüz Müslümanlarında yankı bulması gerekiyor. Gerek etrafındaki samimi
mü’minlere gerekse günümüz insanına beni dinleyin ben size gerçek şeyhteki
özellikleri sayayım diyor. Dünya malını sevmeyen, gece gündüz Allahı zikreden
bu zikirle cehenneme girse ateşi hissetmeyen o derece samimi bir Müslüman
tiplemesidir.
Eğer bu
özellikleri taşımıyorsa onun aklına ahmak deyin aklını kullanmasını tavsiye
edin. Son olarak tarihi uyarısında bulunurken Kuran ve sünnet yolunda ilerleyen
peygamberi bir hayatı örnek alan kişilerin maşukuna erişebileceği uyarısında
bulunmaktadır.
Gerçek şeyh
olsa, dünya malını sevmez, bilin,
Vücudu
girse, cehennem içre yanmaz,bilin
“Allahe
deyip geceleri uyumaz, bilin,
Yüzünü
görsen dolunay gibi olur imiş[155]
Yukarıdaki
hikmetlerde şeyh olmanın şartları/sıfatları dile getirilmektdir. Ona göre şeyh
dünya malını sevmez, geceleri uyumaz ve yüzü nurlu olur. Kişiyi manevi olarak
çöküntüye iten riyadan da uzak olur.
N. DÎVÂN-I HİKMET’TE RİYA VE ZARARLARI
Allah için
yapılması gereken amel ve ibadeti kullara gösteriş olsun diye yapma anlamında
ahlâkî bir terim olan riyâ “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî
amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak
tarzda davranma olarak açıklanmaktadır. Tanrı’nın buyruklarına uygun
davrandığını göstererek kendini iyi bir Müslüman olarak tanıtmayı, böylece halk
arasında hak etmediği bir yer edinmeyi, bu yolla çıkar sağlamayı isteyen
kimsenin tutum ve davranışı” olarak tanımlanmıştır.[156]
Her
toplumda insanların nasıl davranmaları gerektiğini bildiren çeşitli toplumsal
ve dinsel kurallar bulunmaktadır. İnsanlar dünyaya gelme süreciyle birlikte
sosyalleşme süreçleri başlamaktadır. Bu süreç içerisinde belli kurallara göre
hareket ederler. Bazen kendilerinden beklenen hareketin dışına çıktıkları
görülebilir.
Bu bağlamda
sosyolojide toplumsal normlara göre hareket edenlerle ilgili olumlu sapma
nitelemesi yapılır, yani kişilerin daha erdemli davranış normlarına doğru
yönelmesidir. Olumsuz sapma ise onaylanmayan aşağı ve yetersiz davranış
örüntüleri anlamına gelmektedir. Olumsuz sapma davranışı içerisindeki bireyler
toplumun genel ahlak kurallarının dışına çıkarken toplumsal değerleri kendi
çıkarları için kullanmaktan geri durmazlar. Olumsuz 158 sapkın kişiler genellikle toplumu tarafından
aşağı sosyal statülere yerleştirilirler.
İslam dini
mükemmel bir insan sağlıklı bir toplum inşasında kimi zararlı davranışlara
karşı tavır almıştır. Riyâ konusunda Kur’an-ı Kerimde: “Ve bunlar Allah’a ve
ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf
edenlerdir. Bir kimsenin arkadaşı şeytan olursa o ne kötü bir arkadaştır.”[157] [158]
Bir başka ayette ise : “Vay haline o namaz kılanların ki, Onlar namazlarının
özünden uzaktırlar. Onlar halka gösteriş yaparlar.”[159]
Bu anlayış çerçevesinde baktığımızda aynı zamanda ahlak kitabı olan Divan-ı
Hikmet’teki hikmetlerin bu doğrultuda yazıldığı anlaşılmaktadır. Hoca Ahmed
Yesevî mallarını ve her türlü sermayesini gösteriş için kullananları
eleştirmiştir. Bu düşünce doğrultusunda;
“Zâlimleri şikâyet etme, zâlim kendin,
Huyun riyâ, etki etmez halka sözün,
Dünyâ malını dolu verdim doymaz gözün,
Harîsleri “Siccin” içine saldım ben işte.[160]
Riyakâr
insanların diğer insanlar üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağından
bahsederken asıl problemin kendisinde olduğundan bahsetmektedir. Riyakârlık
insanda öylesine bir tamahkârlık durumu ortaya çıarır ki bu tür insanların ne
yapılsa gözü doymaz.
Aşkın
bağını gezmeden âşık olunmaz,
Hakirlik-ağlamaklık çekmedikçe nefsin ölmez,
Bir damlaya râzı olmadan o inci olmaz,
Râzı olup hâs cevherinden aldım ben işte.[161]
Riya öyle
zararlı bir kötü haslettir ki ondan kurtulmak için nefsin çok da hoşuna
gitmeyen hakirlik gibi ya da ağlamaklık gibi durumlara düşmeden kişi bundan
kurtulamaz.
Tamahkârlığı
bırakmalı deniz içerisinde damlaya razı olmalı. Zira bu kötü davranış sürdüğü
sürece kılınan namazların, oruçların vb. ibadetlerin faydası olmayacağı
vurgulanmıştır.
Gerçek
gönülde namâz kıl ki Allah bilsin,
Halk içinde
rüsvâ ol ki âlem gülsün,
Toprak gibi
hor görül ki nefsin ölsün,
Himmet
versen nefsimi yenip ağlasam ben[162]
Kul Hoca
Ahmed nasîhatı özüne eyle,
Ey habersiz
halkı bırakıp özünü bil,
Dağdan ağır
günâhın var özüne gel,
Hakk
cemâlini göstermese perîşân olunur[163]
Riya her
türlü ibadetin samimiyetine gölge düşüren bir manevi hastalıktır. Bu hastalığın
en çok görüldüğü yer de ibadetin topluma açık yapılan bölümlerinde görülebilir.
Örneğin namaz gibi, zekât gibi... Kişi birilerini yargılamadan önce empati
kurarak kendi durumunu gözden geçirmelidir. Kişi kendini düzeltirse toplum
düzelecektir. Sonuç olarak riyakâr birey ve dolaylı olarak riyakâr bir toplumun
ortaya çıkmaması için Hoca Ahmed Yesevi hazretleri bir inasan için çok zor
olanı tercih ederek insanların önce kendi nefislerini sorgulamaları gerektiğini
ifade etmektedir.
O. DÎVAN-I HİKMETTE SÛFİ TİPLEMELERİ
Tasavvuf
yolunda nefis mücâhedesini sürdürmekte olanlara mürîd ve mutasavvıf, bu
mücâhedeyi tamamlayıp kemâle ermiş olanlara sûfî denilmektedir.[164] Tarih boyuncu tasavvufî
düşünce insanı Allah’a vasıl kılmış, Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Bahauddin
Nakşibend gibi Türk dünyasının da yakından tanıdığı büyük sûfileri yetiştirmiştir.
Bunun neticesi olarak tasavvuf erbabı halkın gözünde büyük bir sevgi ve
iltifata mazhar olmuştur. Öyle ki sufilerin halkın gözündeki yeri sultanlardan
bile yüksek olmuştur.
Halkın
maneviyat büyüklerine gösterdiği bu saygı ve sevgi sebebi ile kötü niyetli pek
çok kimse sûfi kılığına bürünerek insanların güzel duygularını şahsi çıkarları
için istismar etmişlerdir. Sûfiler hem şiirlerinde hem de eserlerinde sahte
sufilerin özelliklerini ortaya koymaya çalışmışlar, gerçek sufiler ile sufi
geçinenlerin özelliklerini ayrıntıları ile açıklamışlardır.
Sufilere
göre İslam tarihinin her döneminde Müslümanların çektiği sıkıntıların baş
sebebi iyi yetişmemiş, haris dünya meftunu âlim ve sufi kesimlerinin ortalığı
kaplaması, böylece hem kendilerini hem de Müslümanları yoldan çıkarmalarıdır.
Bu durum maalesef bugün dahi geçerliliğini sürdürmektedir. Hoca Ahmed
Yesevî’nin manevi takipçilerinden, Yesevîliğin devamı durumunda sayılabilecek
olan Nakşiliğin önde gelenlerinden İmam Rabbani aynı gerçeği Hindistan coğrafyasında
şöyle ifade etmiştir:
“Din
büyüklerinden birisi şeytanı boş otururken gördü. Şeytan insanları yoldan
çıkarmak ve vesvese vermekle zihnini meşgul etmiyordu. O zât bu işin hikmetini
sordu. Şeytan: Bu dönemde kötü âlimler bana çok yardım ettiler ve beni bu işle
uğraşmaktan kurtardılar, diye cevap verdi. Gerçekten de bu dönemde din
işlerinde zuhûr eden gevşeklik, yağcılık (ikiyüzlülük) ve dini yayma
konusundaki her eksiklik, kötü âlimlerin ve niyetlerinin bozukluğundandır der.[165] Hoca Ahmed Yesevi de bu
durumu aşağıdaki dizelerle ifade eder;
Görünüşü
sûfiye benzer, kîyâmetten korkmazlar;
Günâh ve
harâm hâsılı, günâhlardan ürkmezler,
Riyâ
tesbîhi elinde, ağlayıp yaşını dökmezler;
Arslan
Baba’m sözlerini işitiniz teberrük. [166]
Sûfî
olmayıp neylesin evde yapacak işi yok,
Sûfîlik
iddiası eder halka vermeğe aşı yok,
Ah-vah
derler yine gözünde damla yaşı yok,
Sûfî-nakş
oldun velî, aslâ müslümân olmadın.[167]
Yukarıdaki
hikmetlerde ve sözkonusu konuyla ilgili diğer hikmetlerde toplum içerisinde
sûfîyim diye gezen tiplemeleri çok iyi gözlemlemiş. Yapılan yanlışları dile
getirirken gerçek sûfîliğin nasıl olması gerektiğini de ifade etmektedir. Sahte
sûfîlerin riyakârlık teşbihiyle gezdiğini dile getirirken dış görünüşle
insanların aldatıldığına dikkat çekmektedir. Bu tip insanların bu dünyada
insanlara hiçbir faydasının olmadığı gibi ahirette de yalnız kalacakları ifade
edilmiştir. Birçok meselede olduğu gibi sûfi tiplemesi konusunda da toplum
dolaylı olarak bu tip insanların samimi duygularını sömüren sahtekârlara karşı uyarılmaktadır.
Ö. DÎVAN-I HİKMETTE HELAL-HARAM OLGUSU
Din, kişi
ve toplumlar üzerinde etkili olan ve onlarla varlığını devam ettiren bir
müessesedir. Bu sebepledir ki, insanların helal ve haram telakkilerini
etkilemekte hatta şekillendirmekte ve tesbit etmektedir. Öyleyse din ile sıkı
bir ilişki içinde olan helal ve haram kavramlarının ortaya çıkışını dinin,
dolayısıyla insanlığın tarihine kadar gerilere götürmek mümkündür.
Tarihin hiç
bir döneminde dinsiz bir toplum olmadığı gibi, helal ve haramları bulunmayan
bir din de görülmemiştir. Var olan her helal ve haram telakkisi, menşei
itibariyle, ister beşeri ve ilahi olsun, isterse toplumsal bir gereklilik veya
kültürel bir kalıtım olarak nakledilegelmiş bulunsun, uygulamada mutlaka dini
bir görünüm sergilemiş; her devirde dini bir değer olarak kabul edilmektedir.
Tarihin ilk devirlerinden bugüne kadar, toplum halinde yaşamak zorunda olan
insanlar, kendi aralarınndaki düzeni sağlayabilmek için belli prensiplere sadık
kalmak mecburiyetini hissetmişlerdir. İnsan hakları ve hürriyeti konusunda
yoğunlaşan toplumsal sorumluluk, kişilerin karşılıklı fedakârlık anlayışına
dayalı bir hayat tarzını benimsemesine yol açmıştır.
Sınırsız
bir hürriyet, sonsuz bir hak anlayışı, tarihin hiç bir döneminde yaşama şansına
kavuşmamıştır. İnsanlar, kendileri için istedikleri şeylerin başkalarınca da
arzu edebileceğini, makul karşılamış ve asgari müştereklerde bir araya gelmek
durumunda kalmışlardır. Bu bağlamda dini gelişim ve dini davranış seviyeleri
açısından dini içselleştirme biçimleri önemi bir harket olarak karşımıza
çıkmaktadır.
İnsanlar
bireysel ve toplumsal yaşayışlarını bir yandan kendi milli değerleri ve
tecrübeleri, örf ve adetleri doğrultusunda düzenlemeye çalışmışlar, diğer
yandan da ilahi kaynaklı emir ve yasaklara dayanmayı ihmal etmemişlerdir.
Netice itibariyle insanlar arası ilişkiler ile Tanrımsan münasebetleri, iki
temele dayalı olarak gelişmiştir. Ancak ilahi kaynaklı hükümler, insanlar arası
ilişkilerin, Tanrı-kul iletişiminin esas unsurunu teşkil etmiş, insanların
düşünce yapıları, yaşayış tarzları üzerinde etkili olmuştur.[168]
Birlikte
yaşamak insanların tabii bir özelliği olduğuna göre insanlar arasındaki
ilişkiyi düzene koyacak elbette ilahi bir otoriteye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
da Allah’ın yasakladığı zararlı davranışların terk dilmesiyle aşılabilir. Çünkü
böyle bir otorite olmazsa toplum kısaca kaosa sürüklenir.[169]
Nefsini tam olarak terbiye edebilen kişi, güzel ahlak sahibi, dinde fakih,
dünya işlerinde zahid olduğu gibi, kalbi de marifet nuru ile nurlanmıştır.
Ancak, her terbiye edilen nefis, bu vasıfları kazanmayabilir. İnsana düşen
görev, nefsinin kabiliyeti ne olursa olsun, nefsini terbiye etmesidir.
Nefis, tam
manasıyla terbiye edildiğinde, dini emir ve yasaklara uyabilmekte ve
yaratıcısını da memnun edebilmektedir[170]Bu
bağlamda din ve dindarlık tipleri konusunda yaptığı çalışmalarla psikoloji
çevrelerini derinden etkileyen Amerikalı psikolog Gordon W. Allport’un yaptığı
dindarlık tipolojisi ve dinsel önyargı konularında yaptığı çalışmalar çok
önemli bir meseleyi dikkate sunmaktadır. Gordon W. Allport dindarlık
tipolojilerini içsel ve dışsal olarak iki zıt gruba ayırmaktadır. Dışsal
dindarlık bireyin dini kendi kişisel çıkarlerı için kullanmasına
dayandırmaktadır. İçsel dindarlık ise dışsal dindarlıkla tamamen zıtlık
içerisindedir.[171]
Buna
mukabil, değişik kaynaklarda “fonksiyonel din” olarak da adlandırılan dışsal
dindarlık yaklaşımında, dinî değerler birinci derecede öneme haiz bir konumda
değildir. Bu yaklaşımda din ya da dindarlık, daha çok, kişisel istek arzuların
etkisiyle makam, mevki,para vs, amaçlara ulaşmada araç durumundadır.
Bu noktadan
hareketle ifade dış güdümlü ya da dışsal dindarlık anlayışındaki tiplemeler,
kendi istek ve arzuları için dinin temel ilkelerini değiştirmeyi ya da dini
yaşantılarına uygun hale getirmeyi göze alabilen bir karakter olarak karşımıza
çıkmaktadır. İç güdümlü ya da dini değerleri içselleştirmiş dindarlıkta ise
yukarıda bahsedilenlerin tam tersi söz konusudur. Maddi potansiyeli ve
ihtiyaçları ne olursa olsun içtenlikle dini değerlerine sahip çıkmayı
yeğlemektedir. Nitekim Ku’ran-ı Kerimde bu tiplemelerle ilgili Müslümanlar
uyarılmış özellikle dışsal güdümlü tiplemelere karşı toplum uyarılmıştır.
Kur’an-ı
Kerim’de: “Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini
kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız
diye. Oysa o kitaptan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa
o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle)
yalan söylerler.[172] Öte yandan bir başka ayette
de ibadetlerini içtenlikle yerine getirenler içten ve samimi kullar için
mükâfatın sınırsız olduğu vurgulanmıştır: “Fakat iman edip sâlih amel
işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.[173]
Divan-ı
Hikmet de din toplum münasebetleri noktasında insanların dini kaynaklı emir ve
yasakları doğru algılamalarını öncelik kılmış. Dinin öğretilme işlevini yürüten
insanların da dini emir ve yasaklar karşısında hassas olmaları gerektiğini
vurgulamıştır. Öyle ki bu konumdaki insanların dinin yasaklarıyla hemhal olmalarını
oldukça yanlış bulmuş ve bunu Kur’an-ı Kerimde olduğu gibi ikiyüzlülük olarak
nitelendirmiştir.
Hoca Ahmed
Yesevî bu bağlamda gerçek bir müslümanın Allah’ın emir ve yasaklarına tam bir
teslimiyetle bağlanılması gerektiğini vurgularken müridlerine samimi bir dille
çağrı yapmaktadır.
Söyleyim
size, dostlarım, kimler gelip gidesi,
Müslümanlar
gönlünden mihribânlık gidesi.
Müslümanız
diyeler, haram-şüpheli yiyeler,
Yemem diye
hem inkâr eder, âhir zaman belgisi[174]
Davranışların
benimsenmesinin içselleştirilme ile sonuçlanmadığında insanlara ahlaki ve dini
değerlerin dışına daha kolay çıkmaya meyilli oldukları anlaşılıyor. Hoca
AhmetYesevî’de bu davranışın içselleştirildiği yukarıdaki hikmetlerden
anlaşılıyor. Helal-haram noktasında oldukça keskin bir duruş sergilemektedir.
İçinde yaşadığı toplumda böyle bir hassasiyetin köreldiğini ve bu durumdan
oldukça şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır.
Âhir zaman
Müslümanı hem namaz, oruç, zekat vs. ibadetleri yerine getirip hem de haram
yemeyi tam bir münâfıklık alameti olarak görmektedir. Âlimlerin böyle bir
davranış içerisinde oluşunu ise dini kaybetmeye kadar varan bir tehlikeli durum
olarak görmektedir.
Sonuç
olarak gerçek Müslümanlığın İslam dininin emir ve yasaklarından olan helalinden
yemek ya da haramdan uzak kalma olgusu Hoca Ahmed Yesvî için olmazsa olmaz bir
tutumdur. Buna dikkat edilmemesinin ahir zaman alametlerinden olduğunu
vurgulamaktadır.
Toplumun ön
planında tutulan insanlarda helal-haram olgusu yerleşmediği zaman toplumun alt
katmanlarındaki insanların hakkını kendi lehlerine kullandıkları
görülebilmektedir. Bu da ideal toplum çerçevesinde toplumun dinamiklerini
olumsuz etkileyen bir durum ortaya çıkarmaktadır.
P. DÎVÂN-I HİKMET’TE KABİR, ÂHİRET, HESAP
Yaratılan
bütün varlıklar için kaçınılmaz bir hakikat olan ölüm, en çok insanoğlunun
dikkatini çekmiştir. Bu sebeple insan, ölümü hem merak etmiş hem de diğer
varlıklara göre farklı şekillerde algılamıştır. Ölüme değişik anlamlar yükleyen
insan, dünyadaki yaşam tarzına göre ölüm konusunda söz ve eylemlerini biçimlendirmiştir.
Ölümden korkanlar olduğu gibi, onu aşk ile karşılayanlar da olmuştur. Özellikle
yüce, aşkın, kutsal kabul ettikleri Allah inancına sahip insanlar, ölümden
korkmalarının yanında, onu hayatın bir gerçeği olarak kabul etmişlerdir.
Hoca Ahmed
Yesevî, ölümü yüce sevgilisine karşı çektiği hasreti sona erdiren bir sebep
olarak görmektedir. Ona göre ömrü bu hasretle geçmiş, dolayısıyla nefsine
uyarak Rabbinin emirlerine tam manasıyla uymadığı için de dünya hayatının
hakkını vermemiştir. İşte ölüm, hem nefsine uymayı sonlandırdığı hem de Rabbine
olan hasreti bitirdiği için sevimli bir haldir. Dünyada iken bu hali yaşamak,
ancak ölümle mümkün olabilir.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’inde pek çok yerde “Ölmeden önce ölünüz.” anlayışına
rastlamak mümkündür. Öyle ki, şiirlerinde kendisinin ifade ettiği gibi altmış
üç yaşına geldiğinde toprağa girdiği ve duygusunu bizzat tecrübe ettiği
anlaşılmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin terennüm ettiği ölümden asıl maksadı; “manevî hastalık” kabul edilen
kibir, gurur, enaniyet, haset, kıskançlık gibi duygu ve düşüncelerin
dizginlenmesi, hâkimiyet altına alınması ve nihayet etkisiz hale getirilmesi
olduğunu vurgulamak gerekir. Nitekim aşağıdaki dizelerde Hoca Ahmet Yesevî
şöyle seslenmektedir;
“Külli men
aleyha fan” âyetinde,
Bir
Allah’dan başka mahlûk ölür imiş,
İsrâfil
Sür’u alıp üflediğinde,
Kabirden
yeni deri giydirilerek kopar imiş.
Hoca Ahmed
Yesevî bu dizelerle Allahtan başka tüm mahlûkatın ölümlü olduğunu bunun
kaçınılmaz bir gerçek olduğunu vurgulamaktadır. Ahiret ve yeniden diriliş
vurgulanırken ahiret hayatının başlangıcına vurgu yapmaktadır. Hesap ve sonrası
için çarpıcı açıklamalarda bulunan Hoca Ahmed Yesevî etrafındaki topluluğa da
özellikle kaçınılması gereken yasaklar ve öncelik vermesi gereken ibadetlerden
bilgi vermektedir. Verilecek bir hesap ve sonrasında cehennem ateşi
görüldüğünde kişinin çaresiz bir şekilde çığlıklar atacağını söylemektedir.
Böylece kıyamet ve ahiret sahnesini gözünde canlandırmaktadır.
Bütün
halklar Âdem Ata’ya doğru ardınca gidince,
“Ey babamız
şimdi bizi kolla” deyince,
“Ruhsat
yok, benden geçti evlat” deyince,
“İbrâhim’e
gidelim”deyip söyler imiş
Alıp gel
ümmetini dergâhıma,
Bağışlayım
hepsini ben sizlere,
Dâhil
eyleyim hepsini cennetime
Böyle
diyerek Hakk’tan nidâ gelir imiş[175]
Yukarıdaki
dizelerde kıyamette yaşanılacağına inanılan bir sahne çok çarpıcı bir şekilde
anlatılmaktadır. İnsanların kabir hayatından sonra ahiret hayatını çok çetin
bir şekilde atlattıktan sonra hesabı verememeleri üzerine kurgulanmış bir
sahneden bahsediyoruz. Hoca Ahmed Yesevi hazretleri Hz. Âdem, Hz İbrahim ve Hz.
Musa gibi peygamberlerin son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) şefaat noktasında
ümmetine yardımcı olmasını dile getirirken. Rabbimizin efendimizin duasını geri
çevirmediğini aktarmıştır.
Öyle ki
efendimizin duası içine asi kulların da gireceğini ve bağışlanacağını dile
getirmiştir. Burada mesaj çok açık ve nettir. Etrafındaki topluluğu kıyamet,
ahiret ve hesap gibi kavramlarla motive ederken tamamen ümitsizliğe
kapılmamaları gerektiği noktasında da müjde vermektedir.
R. DÎVÂN-I HİKMET’TE TARİKAT-DİN İLİŞKİSİ
İlahiyat
terminolojisinde genel olarak “din”,”mezhep”,tarikat gibi kavramlar söz konusu
iken din sosyolojisi sosyal grup ve sosyal hareket kavramlarından hareketle
“dînî grup” ve dînî hareket kavramlarını kullanır.[176]
Tarikat, aynı mezhebe mensup insanların dini alandaki manevi açlığını doyurmak
gayesiyle oluşturdukları gruplaşma diyebiliriz.
Tarikatlar
mezhepler içerisinde dinin farklı yorumlanması ya da mevcut duruma karşı
çıkarak oluşturdukları anlayış biçimidir. Mezhep olarak aynı mezhebe mensup
kişilerin tarikat olarak farklılık gösterdikleri ya da hiçbir tarikata aidiyet
duygusuyla bağlanmadıklarını görebiliriz. Diğer dinlerde mezhep kavramı daha
radikal bir tutum sergilemektedir. Örneğin Hıristiyanlıkta mezhepler sadece
kendilerinin hak olduğunu diğer mezhepleri batın olduklarını ileri sürerler.
Gerek mezhepler gerekse tarikatlar karizmatik liderler etrafında şekillenir ve
varlıklarını sürdürürler. Liderler geliştirdikleri yeni anlayış doğrultusunda
etraflarına insanları toplayarak yeni bir hareket meydana getirirler.
Hoca Ahmed
Yesevî bu bağlamda içinde yetiştiği toplumun İslam anlayışına ve İslam'ın
anlatılmasındaki üsluba karşı çıktığı için böyle bir hareketi meydana
getirdiğini söyleyebiliriz. Hoca Ahmed Yesevî Kuran ve sünnete son derece bağlı
birisidir. O geliştirdiği tarikat anlayışında bireylerin önce islamı
anlamaları, özümsemeleri gerektiğini vurgularken aşağıdaki dizeler kaleminden
satırlara dökülmüştür;
Tarikate
şeriatsiz girenlerin,
Şeytân
gelip imânını alır imiş.
Hoca Ahmed
Yesevî yukarıdaki dizelerde herhangi bir tarikate mensup olmanın öncelikli
adımlarının olduğunu ve adımların atılmaması durumunda kişinin felaketle
karşılaşabileceğini vurgulamıştır.
İşbu yolu
Pîrsiz iddia eyleyenleri,
Şaşkın olup
ara yolda kalır imiş.
Dini
hareketlerde karizmatik lider çok önemlidir. Hoca Ahmed Yesevî için karizmatik
lider Hz. Muhammed’den başkası değildir. O tüm söylemlerini peygamberimizin
sünneti ve hadisleri doğrultusunda söylediği için fikir menbaını ayet ve
hadisten alan Yesevî Peygamberimize son derece bağlı bir mürit gibi kendini
görmektedir Günümüz İslam toplumlarında görülen peygambersiz bir din anlayışına
Yesevi yukarıdaki dizelerle cevap vermektedir. Pîrsiz menzile ulaşmanın mümkün
olmadığını her insanın mutlaka pirine bağlı olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Nitekim aşağıdaki dizelere dikkat edilirse;
“Elest’
şarâbını Pîr-i Kâmil doyasıya verdi,
İçiverdim
mikdârım kadar koyuverdi,
Kul Hoca
Ahmed içim dışım yanıverdi,
Tâliplere
inci-cevher saçtım dostlar.[177]
Tarikatte
hedefe ulaşmanın en önemli yollarından bir tanesi de mürşidin icazetli ve
iradeli olmasıdır. Zaten bu özellikleri taşımayan kişinin başarılı olması
imkânsızdır. Ayrıca bu tiplemelerden uzak durulması istenmektedir. Bu tür
insanların diğer müritler üzerindeki olumsuz etki ortaya koyabileceği üzerinde
durulmaktadır. İkinci dörtlükteki iradeyi ve icazet ehline sözü bugünkü İslam
toplumlarında karşılığı olan bir meseledir. Öyle ki icâzet ehli olmayan
mürşitler müritlerinin aklına ve beynine hükmedebilirler.
Ey dostlar,
hiç bilmedim ben yolumu;
Saâdete
bağlamadım ben belimi;
Mâsivâdan
hiç çekmedim ben dilimi;
Câhilliğim
beni rezil eyler imiş.
Nitekim
yukarıda bahsedilen gibi tarikata hazırbulunuşluk düzeyine ulaşmadan girilirse kişinin
cahilliği onu rezil edermiş. Tarikatlar dünyevileşmenin değil manevileşmenin
doruk noktaya ulaştğı yerler olmalıdır. Oralarda madde değil mana ön plandadır.
Masivadan yani Allahı düşünmekten kişi kendini alıkoyup dünyevi şeyler
düşünürse cahilliği onun ipliğini pazara çıkartacağından bahsetmektedir.
Ondan sonra
mücâhede elbisesini giyip,
Riyâzetin
potasında eriyip akıp,
Ben-benlikten
geçip özünü saf kılıp,
179
İzzet
râhatını satıp horlanmayı almak gerek.
İşbu yola
ey kardeş Pîrsiz girme;
Hak yâdından
bir an gâfil olup yürüme;
Mâsivâya
-akıllı isen-, gönül verme;
Lânetli
şeytân kendi yoluna salar imiş.[178] [179]
Sonuç
olarak tarikat din ilişkisine genel olarak baktığımızda tarikatta çok hassas
bir ilişki olduğunu görüyoruz. Yani Yesevi Hazretlerinin de yukarıdaki
dizelerde belirttiği gibi mürşidin çok iyi seçilmesi gerektiği gibi müridin de
tarikat için hazırbulunuşluğunun yüksek seviyde olması gerekir. İman noktasında
eksikliği olan insanların tarikat uygulamalarında imanını zedeleyici kimi
durumlarla karşılaşabileceği noktasında toplum uyarılmaktadır.
S. DÎVÂN-I HİKMET’TE HALLAC-I MANSUR ETKİSİ
Hoca Ahmed
Yesevî’den iki buçuk asır önce yaşamış olan ve Dîvân-ı Hikmet’te Hoca Ahmed
Yesevî’nin Mansur olarak söz ettiği Hallâc-ı Mansur (Ö.309/922), Farisi asıllı bir
sufîdir. Hallâc, iki defa beşer yıllık periyotlar halinde Türk illerine seyahat
etmiş ve oraların İslamlaşmasında büyük çaba göstermiştir. Hallâc’ın,
Maverâunnehr, Kirman ve Sicistan bölgelerini dolaştığı; buralarda verdiği
vaazların büyük ilgi topladığı bilinmekte ve “Hallâc-ı Esrâr” lakabını da bu
dönemde aldığı düşünülmektedir.
Hallâc’ın
fikirleri ve eylemleri kendi döneminde olduğu kadar kendinden sonra da
tartışılmıştır ve halen de tartışılmaya devam etmektedir. Onunla ilgili
tartışmalarda insanların üç gruba ayrıldıklarını görmekteyiz. Bunlar;
destekleyip savunanlar, söylediklerini kabul etmeyenler, bir de herhangi bir
şekilde yargısal tutum almaktan kaçınanlar..
Pîr-i
Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Hallâc’ı destekleyen, fikirlerini onaylayanların
başında yer almaktadır. Hoca Ahmet Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’te ona övgüde
bulunur, yaptıklarını onaylar. Nitekim aşağıdaki dizelerde bu desteğin
tezahütüne şahitlik etmekteyiz.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin diğer hikmetlerinde de kendisi ile Mansur arasında kurmuş düşünce
yakınlığını gösteren benzer başka ifadeleri de mevcuttur:
Mansur gibi
cemal için kavga eyledim
Pirsiz
yürüyüp dert ve sıkıntı peyda eyledim.
O sebepten
Hakka sığınıp geldim ben işte
Zatı
ulu rabbim, sığınıp geldim sana [180]
Hallâc
aşkın sembolü olmuş bir sufıdir. Hoca Ahmed Yesevî de buna vurgu yapmaktadır.
Kelime olarak aşırı bir sevgiyi ifade eden aşk, denilebilir ki en ileri boyutta
Hallâc’ın dilinden gündeme gelmiş ve sonunda aşkı hayatına mal olmuştur.
İdamından önce Hallâc’a “Aşk nedir?” diye sorduklarında; “Siz onu bugün, yarın
ve sonraki gün göreceksiniz!” diye cevap verir. İlk gün onun ellerini
ayaklarını keserler, ertesi gün asarlar, üçüncü gün ise, bedenini yakıp
küllerini Dicle nehrine dökerler.* [181]
Hallâc’ın
hayatına ve düşüncelerine baktığımızda ene’l-hakk ifadesi ile dışa vuran
duygunun kaynağının da “aşk” olduğunu anlıyoruz. Feridüddîn Attâr, bunu
Hallâc’ın ağzından, “Aşk namazı için iki rekât yeter.” cümlesiyle bize aktarır.
Bu sözü; “Aşk sırrına agâh olan kişi kanla abdest almalıdır” şeklinde yorumlar.
Hallâc ile Hoca Ahmet Yesevî’nin düşünce dünyalarında ortak birçok noktadan
bahsedilebilir, en fazla öne çıkan ortak yön ise aşkın her ikisinde de yaratıcı
ve varoluşsal fikriyatın temeli olmasıdır. Hoca Ahmed Yesevî ve Hallâc’da aşk,
varlığa işaret eder ve onu anlatır, onu buldurur. Böyle bir arzu olarak açığa
çıkar. Bir şeye benzetilir, bir yerde gösterilir ve bütün imalar onun varlığına
dönüktür. Farklı hikmetlerinde karşımıza çıkan;
“Âşık
değil, sevdiğine can vermese”,
“Aşk yoluna
girenler, Hak didarın görürler
“Aşk
yolunda yok olayım Bir ve Var’ım”
“Muhabbetli
âşıkları Hüda sevdi”
dizeleri de
bunu açıkça göstermektedir. Hallâc-ı Mansurun idam edilme durumu İslam
tarihinin çok önemli hadiselerinden bir tanesidir. Yukarıdaki dizelerde kendisinin
Tasavvuf! bir inançla “Enel hak” sözünü söylemesinden sonra idam edilişi
anlatılmaktadır. Bu menkıbede en dikkat çeken bölümlerden bir tanesi de
kendisinin idamına mollaların karar kılması ki bu durumu batın va zahir
şeklinde açıklamaktadır. Yesevî’de yaşadığı dönemin mollalarından şikâyet eden
bir mürşit olarak kendini Mansur’a oldukça yakın hissettiğini söyleyebiliriz.
Beyitlerine
bakıldığında Hoca Ahmed Yesevî, Hallâc-ı Mansur’u anlamaya çalıştığı aşk
konusunda onunla benzr noktada olduğu söylenebilir. Yukarıda alıntıladığımız
ifadeleri de bunu ortaya koymaktadır. Netice itibariyle, Hoca Ahmed Yesevî’nin
hikmetlerinde Hallâc’ın aşk konusundaki görüşlerine yer vermesi, kendini ona
benzetiyor olması, ona karşı yapılanları yorumlayış biçimi ve zahir-batın
konusundaki değerlendirmeleri birlikte düşünüldüğünde, Yesevî’nin düşünce
dünyasında Hallâc’ın yeri daha açık bir şekilde görülecektir.[182]
Ş. DÎVÂN-I HİKMET’TE KADIN TİPLEMESİ
Tarihte
herghangi bir kavim ya da millet için kadın varlığını erkekten ayrı düşünmek
elbette ki mümkün değildir.[183] Tarihî serüvende kadının
toplumdaki yerini araştırdığımızda hiç de iç açıcı bir durumla
karşılaşamadığımızı söyleyebiliriz. Buna birkaç örnek vermek gerekirse örneğin
eski Çin kültüründe kadın kocasının kölesi sayılır ve kocası ve çocuklarıyla
aynı sofraya dahi oturamadığı söylenmektedir. Diğer taraftan Yahudi inancına
mensup erkeklerin her sabah uyandıklarında Allah’a kendilerini kadın olarak
yatratmadığı için dua ettiklerini, Hıristiyan erkeklerin de diğer dinlerdeki ve
kültürlerdeki gibi kadına değer vermediklerini Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten
yeryüzüne indirilmesi olayında kadını suçladıklarını görüyoruz. Diğer eski din
ya da kültürlerden sayabileceğimiz Hint kültürü ve Yunan kültüründe de bakış
açısının farklı olmadığını kaynaklardan görmek mümkündür.
Türk
tarihinde ise durum tam tersi yönde olmuştur. Kadın divanda karar heyetininin
içerisinde hükümdarın da hemen yanında bulunmuştur. Kadın Türk kültüründe at ve
silahtan sonra korunması gereken ve paylaşılmayan üçüncü kutsal emanet olarak
görülmüştür.
Böylelikle
eski Türk tarihinde kadının yerini töreler belirlerken Osmanlı döneminde din
belirleyici olmuştur. Bunun yanında Cumhuriyet döneminde ise medenî hukuk
kadına belli haklar ilave ederek kadını erkekle eşit hukukî statüye
ulaştırmıştır. Hoca Ahmed Yesevî’nin düşünce dünyasında ise kadın erkek
ayrımının olmadığını tarihten gelen Türk töresi etkisinin İslam’la
harmanlanarak yeni bir anlayış ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Hoca Ahmed
Yesevî aynı zamanda geleneği ve yerelliği de dikkate alarak tüm insanlara
kadın-erkek ayrımı yapmadan sevgiyi, muhabbeti, cömertliği, riyadan uzak
durmayı vs. tavsiye etmiştir. Dönemindeki diğer dînî liderlerden farklı olarak
kadınlı erkekli zikir meclisleri düzenlediği için eleştirilmiştir.
Hoca Ahmed
Yesevî’ye göre insan olmak, güzel ahlaka sahip olmak, cömertlik, hal ehli
olmak, manevi makamlara ulaşmak sadece erkek için değil; kadın için de söz
konusu olmalıdır. Bu çalışmamızda hikmetlerdeki kadın tiplemelerini
incelediğimiz zaman Müslüman kadın tiplerine örnek olarak peygambere yakın
isimlerin seçilmesi kadınlara güven isnat edilmesi bakımından önemlidir. Kur’an
cahiliye döneminde Araplarda yaygın olan kadınının ezilen, hor görülen, söz ve
fikirlerine itibar edilmeyen bir durumdan cennet anaların ayakları altındadır.
Hadisi ile kadının statüsünü en üst mertebeye çıkarmıştır.
Yesevî de
toplumdaki kadın statüsüne bu pencereden bakıp Hz. Muhammed’in annesine
hikmetlerde yer verdiğini görüyoruz. Türk toplum geleneğindeki “Ana gibi yâr
olmaz” deyişi aynı değerin tezahürüdür.
Diğer
yandan hikmetlerde Peygamberimizin ilk eşi olan Hz. Hatice İslam toplumundaki
kadın tiplemesine çok önemli bir örnektir. Hz. Hatice yaşadığı dönemde
ticaretle uğraşan toplumun önde gelen zenginlerinden bir tanesidir. Ve aynı
zamanda eşine son derce sevgiyle bağlı bir eş profili olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ayrıca aile, çoluk çocuk, ev bark, ehl-i iyal gibi bir yönüyle
kadını ifade eden terimlerin kullanılması Hoca Ahmed Yesevî’nin anlayışında
kadının önemini ortaya çıkarır.
Allah için
yapılacak bazı fedakârlıklardan söz edilirken mutlaka ehl-i iyalden, çoluk
çocuktan geçmek gibi epik düşüncede karşımıza çıkan rakibi övmek, rakibi
büyütmek ve sonunda rakibi yenmek suretiyle kendisinin daha büyük olduğunu
göstermek açısından dikkat çekicidir. Burada Hakk’a sığınmak için evlat, kadın
ve aileden tamamen vazgeçmek fedakârlık edilmesi gereken önemli unsurlar olarak
sıralanmıştır. İlahi aşk ve tasavvufi fikir açıklanırken de klasik İslam
kültüründe önemli tipler olan Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, gibi çiftlere
telmihler yapılmıştır.
Allah’ın
onları aşk ateşi ile nasıl yaktığı, bu büyük aşklara rağmen ibret dersinin hep
kadın üzerinden örneklerle belirtilmesi kadının bir ilham kaynağı olarak
düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. İlahi aşk yoluna giren müritlerin
hayatlarındaki önemli kavramlardan fedakârlık edecekleri kadına verilen değer
bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî ile ilgili söylenegelen menkıbelerde kadın ile erkeğin aynı ortamda
bulunup ibadet, zikir yapabilmeleri; kadınların mürit olabilmeleri, kadın
erenlerin söz hakkına sahip olmaları da bu düşünce yapısı içinde cinsiyet
ayrımı yapılmadığını, kadınla erkeğin bir tutulduğunu ve bir tutulması
gerektiğini bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır.
Kadınla
erkeğin eşit olması gerektiği, kadınla erkeğin birbirinin zıttı değil;
bütünleştirici ve tamamlayıcı parçası olduğu dolayısıyla kadının da erkeğin
bulunduğu mekânlarda ve manevi makamlarda bulunabileceği fikri sembolik
anlatımlarla ifade edilerek 185
Hoca Ahmed
Yesevı anlayışı içinde kendine yer bulmuştur.
Hoca Ahmed
Yesevı Türk İslam tarihinin yetiştirdiği büyük din âlimlerinden; karizmatik
liderlerinden biri olduğunu bu esriyle kanıtlamaktadır. Menkîbeye dayalı olsa
da peygamberimizin işaretiyle kendisine verilen bir emanet ve bu emanetin
gereği olan ilim irfan yolunda adanmış bir ömrü din ve toplum uğruna vakfettiği
anlaşılmaktadır.
Hoca Ahmed
Yesevî Türk töresi ile İslam anlayışını harmanlayıp yeni bir ruhla kitleleri
harekete geçirme başarısını sağladığı görülmektedir. İslam’ın anlatılmasında
toplumun farklı katmanlarını göz önünde bulundurarak hem döneme ayna tutmuş hem
de dönemin toplumları hakkında bizlere ipucu vermektedir.
Hoca Ahmed
Yesevî, gerçekten de bu ilkeyle hareket etmiş ve toplumun zihniyet dünyasına,
gönüllerine, eylemlerine bu yaklaşımıyla nüfuz etmiştir. Tercih ettiği dille
Kur’an ve hadis bağlılığıyla yeni anlayış oluşturmayı başarmıştır. Arap-Fars
kültürü baskısının olduğu bir atmosferde toplumunun töresini ve kültürünü de
dikkate alarak İslam ile yoğurup kendi içinden çıktığı toplumsal çizgisini
bozmadan özgün bir anlayış ortaya koymuştur. Bunun yanında uğruna mücadele
ettiği toplumundan da kimi zaman uzak kalmayı tercih etmiştir. Bu bağlamda, gelenekselleşmiş
bir zaman kültür ve din anlayışına sahip insanlar tarafından dışlanmış, hatta
kâfir ithamlarıyla da karşılaşmıştır
Toplumu
oluşturan arif, âlim, müftü, kadı, âhir zaman şeyhleri, rehber, hoca, mana
bilmeyenler/câhil şeyhler, garip, yetim, fakir, miskin, cömertlik eyleyenler,
yetim gönlünü alanlar, asi, zâlim olup zulmedenler, zengin-fakir vs. büyük bir
toplumsal kitleyi muhatap alarak topluma ayna tutmayı bşarabilmiştir. Toplumsal
ve dinsel konularda toplum içerisinde iyi bir gözlemci olarak yaşadığı dönemi
betimlememize yardımcı olmuştur. İslâm’ın geniş kesimlerce benimsenip kısa
sürede bölgede kabullenilmesinde, sevilmesinde Hoca Ahmed Yesevî’nin toplumsal
bir varlık olarak insana hoşgörü, merhamet çizgisinden hareketle
185 Derya ÖZCAN,
Derya ÖZCAN, “Divan-ı Hikmet'in Türkçe Çevirileri Üzerine Eleştirel
Düşünceler " Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası
Sempozyumu C1. 26-28 Eylül 2016 İstanbul s.89 insanlara
yapıcı eleştirilerle yaklaşması etkili olmuştur. Oluşturduğu misyon evrensel
insan sevgisine dönüşmüştür.
Işkıng
kıldı şeyda mini cümle âlem bildi mini
Kaygum
sinsin tüni küni minge sin ok kireksin
Beyitiyle bir
hikmetine başlayan Ahmed Yesevi’ye Yunus Emre’nin
Işkun aldı
benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarın
düni güni bana seni gerek seni
derken. Hoca
Ahmed Yesevi’nin aynı zamanda bir Yunus bir Hacı Bektaşi Veli vb Anadolu ruhuna
sirayet ettiği anlaşılmıştır. Bugün Sünnî İslam’ın bu topraklarda yayılmasında
ve günümüzde etkinliğini muhafaza etmesinde Yesevî dervişlerinin payının olduğu
görülmektedir. Müslüman Türk- şuurunun büyük liderinden, birleştirici ve
toplayıcı mürşidlerinden biri olmaya devam etmektedir.
Artık dünya
milletleri Hoca Ahmed Yesevi’yi eskisinden çok daha iyi tanıyor. 2016 yılında
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO tarafından Hoca
Ahmed Yesevi yılı ilan edilmesi yıl boyu süren etkinlikler tanıtım noktasında
büyük mesafelerin alındığını göstermektedir. Ancak unutulmamalıdır ki medyatik
tanıtımlar ancak bilimsel çalışmalar kadar etkili olmayacaktır.
Bugün, Türk
Dünyasını oluşturan Türk devletleri; Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler,
Azeriler vs. hepsi Hoca Ahmed Yesevî’nin topluma hizmetini tanımaktadır. Onun
sevgisi ve yüce şahsiyeti Müslüman Türk Dünyası'nın manevi bütünlüğünün
oluşturulmasında şemsiyye işlevi görebilir. Bu bağlamda Başbakanlıkça ölümünün
900. yıl dönümü olması hasebiyle 1993 yılı Hoca Ahmed Yesevi yılı ilan edilmiş
ve Hoca Ahmed Yesevî’nin tanıtımı için büyük emekler sarf edilmiştir.
KAYNAKÇA
ABUL,
Levent Lamia, “Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde Sembolik Dil” ,Diyanet
İlmîDerg, i C53, S.1 Ocak-Şubat-Mart, 2017
ALLPORT,
Gordon W. “Birey ve Dini” ,Çev: Bilal Sambur, Elis Yay. Ankara 2016
AMMAN,
Mehmet Tayfun , “Anlamak ve Arınmak”, Sosyoloji il Tasavvuf Arasında Köprülerin
Kurulması, Akademik Platform İslam Araştırmaları Dergisi, 2007
ATLAS,
Özgür, “Eğitimin Toplumsallaşmadaki Rolü Eğitimin İşlevleri”, www.yeditepeatlas.com,
Erişim: 9,2. 2018
BAKIŞ,
Rıza, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Düşüncesinde Hallâc-ı Mansûr” , Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı,
Ankara,2016
BAŞ, Eyüp,
“Ahmed Yesevî’nin Bektaşîlik, Alevîlik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dini
Hayatındaki İzleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.52, S.2 Ankara, 2011
BİREKUL,
Mehmet “Peygamber Günlerinde Kadın”, Sosyolojik Bir İnceleme, Yediveren
yay. 2004 Konya
BİLGİN
Vejdi , “Çağdaş Bir Fenomen: Yeni Dînî Hareketler”, Din Sosyolojisi:
Editör Mehmet BAYYİĞİT, Palet Yay. Konya, 2003
CUNBUR,
Müjgân, “A. Yesevi’nin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri”, Erdem AKMDergisi,
Hoca Ahmed Yesevi Özel Sayısı, c. 7, TTK Basımevi Ankara 1995,
ÇAPÇIOĞLU, İhsan, M.Cem Salih, Nuran ERDOĞRUCA, “Max Weber
Sosyolojisinde
Karizmatik Genel ve Dini Liderlik”, www.academia.edu
ÇELEPİ,
Mehmet Surur, “Kültürel Bellek Çerçevesinde Ahmed Yesevî ile anlam Bulan
Âlim-Devlet Bütünleşmesi”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi S.25, 2016, s.181-198
ÇETİNKAYA,
Bayram Ali, “Hoca Ahmed Yesevî Öğretisinde Âlim ve Ârif Olguları”, Diyanet
İlmî Dergi C.52, Ekim-Kasım-Aralık 2016 s.70
ÇETİNKAYA,
Bayram Ali, “Hoca Ahmed Yesevî İrfanında Aşk Yolunda / Kapısında Âşık” Akademi
Ar Dergisi, S2, Haziran 2017
DERİN,
Süleyman, “Sufı Yolunun Korunması: Divan-ı Hikmet’te Sufi Kılığına Bürünenlerin
Özellikleri” Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu
Bildiri Kitabı, Ankara,2017
DİNÇER,
Mehmet, “Eğitimin Toplumsal Değişme Sürecindeki Gücü”, Ege Eğitim Dergisi,
2003
DOĞAN,
İsmail, “Vatandaşlık Demokrasi ve İnsan Hakları ”, 6. Baskıdan Tıpkı Basım,
Pegema Yay. Eylül 2007
^ERASLAN,
Kemal, “Ahmet Yesevî”, Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler, Kültür Bakanlığı
Yay. Ankara, 1983. s.132
ERASLAN,
Kemal”Ahmed Yesevî”, Hoca Ahmed Yeseî Seçme Makaleler, Ahmet Yesevî
Üniv. Yay. Ankara, 2017
ERASLAN,
Kemal, Necdet TOSUN, “Yesevi’nin Fakr-namesi ve iki Farsça Risalesi”, Ahmet
Yesevî Üniversitesi yay. Ankara, 2016
ERDEM,
Mustafa, “İlahi Dinlerin Kutsal Kitaplarında Helal ve Haram Anlayışı Üzerine
Bir Araştırma”, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Derg. Ankara,1994
ERTEN
Hayri, “Şâir Mirze Elekber Sabir’in Hophopnâme’sindeki Gözlemlerine Din
Sosyolojisi Açisindan Bir Yaklaşım” Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.22, Konya 2006
EVERDİ,
Ezel, Mustafa Kutlu, İsmail Kara, Türk Dili ve Edeb. Ansiklopedisi, Dergâh
yay. C3, 1998,İstanbul
Ferîdüddîn
Attâr, Tezkiratü’l-Evliya,“Halk Şiirinde Hallâc-ı Mansûr “ A. Schimmel,
Sind s.535
FICHTER
Joseph H, “Sosyoloji Nedir” Çev. Nilgün ÇELEBİ, Anı Yay. Ankara 2012
GEÇİT M.
Salih, “Hoca Ahmed-i Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde Ebû Hanîfe’nin Fıkhı Ekber
Yansımaları” Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu
Bildiri Kitabı, Ankara 2017
GÖKTAŞ,
Vahit “Tasavvufi Terbiye’nin Günümüz Din Eğitim-Öğretimine Sunabileceği
İmkânlar”, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara,2011
HADÎS-İ
ŞERÎF
Tirmîzî, Kütüb-ü
Sitte, İlim, 19
İbn-i Mace,
Kütüb-ü Sitte, Mukaddime, 17
Müslim İman
95/55
HASAN,
Nadirhan,“Arslan Bâb ve Ahmed Yesevî”,Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma
Dergisi, İstanbul 2009
HASAN,
Nadirhan, “Hoca Ahmet Yesevî Hayatı Eserleri Tarikatı Tetkikine Dair Bazı
Meseleler “Araşan Sosyal Bilimler Dergisi ,5-6 Bişkek 2008
HOCA Ahmed
Yesevî “Divan- ı Hikmet”, Hazırlayan: Hayati BİCE, T.D.V yay. 2010
,Ankara
İLBAY,
Ramazan, “Dilin İnsan ve Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi” www.milliedebiyat.com, 12.03.2018
İBN-İ
HALDUN, “Mukaddime””, Çev. Halil KENDİR, Ankara 2004
KARA Hanifi
“Hanifi, İslamda Mezheplerin Ortaya Çıkışı ve Sepepleri” Erişim 09.10.2018 www.antoloji.com
KARTAL,
Ahmet, “Ahmed-i Yesevî’de Kişiyi Allah’tan Uzaklaştıran Bir İllet: Riyâ” 1.
Uluslararası H.Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ankara, 2016
KENJETAY
Dosay ,“Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvuf
İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, İstanbul, 1999, sİ
KEYİFLİ,
Şükrü,“Yaygın Din Eğitimi Açısından Mürşit Kavramının Değerlendirilmesi” Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlıurfa 2018
KORKMAZ
Seyfullah, “Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Veli, Aralarındaki Bağlar, Fikirleri,
Tesirleri ve Türk İslâm Edebiyatına Katkıları”,www.erciyes.edu.tr,
Erişim: 1.1.2019
KÖPRÜLÜ M. Fuad "Ahmed Yesevî' İA, MEB Yay. ,
İstanbul 1965, c. I, s. 214
KUR’AN-I KERİM
Alak Suresi96/ 1-5
Âli İmran
Suresi3 /31,78,180
Âraf
Suresi7/142, 143
Bakara
Suresi2/ 8,9
Duha 93/ 9
Fecr suresi89/17
Hucurat 49/10
Maun Suresi 107/4-6
Meâric 79/19
Mü’min suresi40/ 60
Nisa4 /28,36,38,77
Rum Suresi30 /22
Sad Suresi38/ 42,43,44
Tin suresi95 /4-6
Zilzâl99/ 7,8
Zümer Suresi39/ 9
KUTLUER İhan,“Islam Ansiklopedisi'',C.22, T.D.V
İslam Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 2014
MISIRLI, Hasan, “Anadolu ve Balkanlar'da Yesevî İzleri”
Altınoluk Dergisi, S.90,Ağustos,1993
OKUMUŞ,
Ejder, “Sosyolojik Okuma Yaklaşımıyla Hoca Ahmed Yesevî “ Diyanet İlmî Dergi
,C.52, S.4 Ekim-Kasım-Aralık, Ankara,2016
OKUR, Kâşif Hamdi, “Yesevî Muhibbi Bir Hanefî Fakîh:
Sığnâkî’nin İbadet Dili Anlayışı”, Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı
ÖGKE,
Ahmet, “Ahmed-i Yesevî’de İlâhî Aşk”, Diyanet İlmî Dergi c. 52 Ekim-
Kasım-Aralık, Ankara,2016
ÖGKE Ahmet,
“ Ahmed-i Yesevî’de İlahî Aşk” ,Diyanet İlmî Dergi, C.52 S 4 Ekim-
Kasım-Aralık, Ankara 2016
ÖNGÖREN,
Reşat “TDVİslam Ansiklopdisi “ C.37, Ankara,2009
ÖZCAN
Mehmet Fatih, “Divan-ı Hikmet’te Türkçe ve Türkçecilik Üstüne”, Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı C.2,
Ankara 2017
ÖZCAN
Mehmet Fatih, “Divan-ı Hikmet’te Türkçe ve Türkçecilik Üstüne”, Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı,
C2,İstanbul, 2016
ÖZCAN,
Derya, “Divan-ı Hikmet'in Türkçe Çevirileri Üzerine Eleştirel Düşünceler "
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyum Bildiri Kitabı,
C1. 26-28 Eylül, İstanbul 2016
ÖZKÖSE,
Kadir “Ahmed Yesevî ve Dîvan-ı Hikmet”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma
Dergisi, S.16, İstanbul 2006
ÖZKESE
Kadir, “Anadolu Tasavvuf Önderleri” , Ensar yay, Konya 2008
ÖZKESE
Kadir, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Tasavvufî Zümre Akımların
Rolü”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.VII/1,Sivas, 2003
TAŞDELEN
Vefa, “Ahmed Yesevî’de Şahsiyet ve Değer Eğitimi”, Geçmişten Geleceğe Hoca
Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı, C2, Aralık,
İstanbul,2016
TAŞDELEN,
“Vefa “Ahmet Yesevî’de Şahsiyet ve Değer Eğitimi” ,Geçmişten Geeleceğe Hoca
Ahmet Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı, C.2, İstanbul,2016
TÜRER Osman
, “Türk Dünyasında İslam’ın yerleşmesi ve Muhafazasında Sufi Tarikatlar ve
Ahmet Yesevinin Rolü””,Milletleraraası H. Ahmet Yesevi Sempozyumu Bildiri
Kitabı, Kayseri,1993
TOKSARI
Ali, “Bir Sivil İtaatsizlik Aracı Olarak Din”,.Bilimnâme III, 2003
TOPUZ,
İlhan, “Gazali’de Dini Tutum ve Davranışlar -Dini Yaşam Biçimleri”, Marife,
Konya, 2011,
TOSUN
Necdet, “Ahmed Yesevî ”Ahmed Yesevi İnceleme Araştırma Dizisi” A.Y.Ü yay.
Ankara, 2015
TOSUN
Cemal, “Hoca Ahmed Y esevi, Hayatı, Eserleri ve Toplumu Eğitme Metodu”,Dini
Araştırmalar Dergisi, C.2, Ocak-Nisan, Ankara, 2000
TOSUN
Necdet, İslam Ansiklopedisi, C44. “Yusuf Hemedani Hayatı ve Eserleri”, TDV
Yay. 2013
TOSUN
Cemal, “H.Ahmed Yesevî Hayatı Eserleri ve Toplumu Eğitm Metodu” Dini
Araştırmalar Dergisi, Ocak-Nisan, Ankara 2000
TOSUN,
Necdet “Ahmet Yesevi’nin Yeni Bulunmuş iki Farsça Risalesi” Ahmet Yesevi
Üniversitesi yay. Ankara 2016
TOSUN
Cemal, “Hoca Ahmet Yesvî’nin Divan-ı Hikmetinde Eğitim”, Diyanet İlmi Dergi,
c.52, Ankara,2016
GÖZÜTOK,
Şakir, “Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi” Elmalı’da Kişilik Oluşumu ve Nefsin
Terbiyesi” Antalya, 2013
TÜRER,
Osman, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Türk İslam Tarihindeki Yeri ve Tasavvufi
Şahsiyeti”, Atatürk Üniv. İlahiyet Tetkikleri Dergisi, Erzurum, 1995
CAFEROĞLU,
Ahmet, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,1969
ÜLGENER,
Sabri F. “Aydınlar Sosyolojisi ve Çağımız Aydını”, İstanbul Üniv. İktisat
Fak. Mecmuası, İstanbul üniv. İktisat Fak. Yay. İstanbul,1954
YILDIRIM,
Ahmet, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde Hz. Peygamber Tasavvuru”,Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul
2016
WACH,
Joachim “Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit iletişimi”, Almancadan Çev.
Battal Arvâsî, İletişim Dergisi, Ankara, 2002
YILMAZ,
Kâşif, “Ahmet Yesevi’nin Şöhreti ve Tesiri”, Türkiyat Araştırmaları
Dergisi”, S 3,Konya, 1999
YILMAZ,
Hasan Kâmil, “Ahmed Yesevî ve Yunus Emre Karşılaştırma ve Değerlendirme”, http://hasankamilyilmaz.com Erişim:
10.06.2018
YILMAZ,
Hasan Kâmil “Şeyh veya Mürşid” AltınolukDergisi,S11, İstanbul, 1995
YILMAZ,
Kâşif, “H. Ahmed Yesevi’nin Şöhreti ve Tesiri” Türkiyat Araştırmaları
Degisi, S.3, Ankara, 2010
[1] Türkçe Sözlük, Mürşid mad. Türk Dil
Kurumu yayınları, Ankara. 1969, s. 545
[2] Türk Dili ve Edeb. Ansiklopedisi, Tasavvuf
mad. Dergâh yay. C3, s5480. Kollektif Yayımlayanlar Yayım Kurulu Ezel
Everdi Mustafa Kutlu, İsmail Kara
[3]Ö. Faruk ALTIPARMAK, “ Tarikat
Geleneğinde Mürit-Mürşit İlişkisi”, Harran Ün. Glahiyat Fak. Dergisi, Yıl:
10, S 14, s.37-55
[4] Şükrü KEYİFLİ, “ Yaygın Din Eğitimi
Açısından Mürşit Kavramının Değerlendirilmesi” Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi C4 s 249
[5] Hucurat 49/10
[6]Osman TÜRER , “Türk Dünyasında İslam’ın
yerleşmesi ve Muhafazasında Sufi Tarikatlar ve Ahmet Yesevinin Rolü”, Milletleraraası
H. Ahmet Yesevi Sempozyumu , Kayseri1993
[7] Eyüp BAŞ, “Ahmed Yesevî’nin
Bektaşîlik, Alevîlik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dini Hayatındaki İzleri”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.52, S,2 Ankara, 2011 ,ss. 21-53
[9]
Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı Hikmet”, a.g.e
[10] Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı
Hikmet”, a.g.e
[12] Nadirhan HASAN, “Arslan Bâb ve Ahmed Yesevî”
,www.tasavvufdergisi.net,'Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi,
2009 , İstanbul s.1-10
[13] Necdet TOSUN, “Ahmed YESV”Ahmed Yesevi
İnceleme Araştırma Dizisi, Editör: Necdet TosunYayın No:
23 Birinci Baskı: Nisan 2015, Ankara
[14]Kemal ERASLAN,”Ahmed Yesevî”. Hoca
Ahmed Yeseî Seçme Makaleler, Ahmet Yesevî Üniv. Yay. 2017
Ankara s.10
[15] Ejder OKUMUŞ “Sosyolojik Okuma Yaklaşımıyla
Hoca Ahmed Yesevî “ Diyanet İlmî Dergi • C. 52 • S.4 Ekim-Kasım-Aralık
2016 Ankara ,s. 169
[16] Dosay KENJETAY , “ Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı
Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri” Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma
Dergisi, İstanbul, 1999, s1
[17] Kemal ERASLAN, “Ahmet Yesevî” Dîvân-ı
Hikmet’ten Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara, 1983. s.132
[18] Nadirhan HASAN, “Arslan Bâb ve Ahmed Yesevî”, Tasavvuf
İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi
S.24, İstanbul, 2009, s. 1-10,
[19] Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı Hikmet”,
Hazırlayan: Hayati BİCE, T.D.V yay. 2010 Ankara,H2,s.63
[21] Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı Hikmet”,
Hazırlayan: Hayati BİCE, T.D.V yay. 2010 Ankara,H18,s.105
[22] Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı Hikmet”, a.g.e
H29,s121
[23] Hoca Ahmed Yesevî “Divan- ı Hikmet”, a.g.e
H30,s123
[24]Cemal TOSUN, “ Hoca
Ahmed Y esevi, Hayatı, Eserleri ve Toplumu Eğitme Metodu” ,Dini Araştırmalar
Dergisi, C.2, Ocak-Nisan 2000 , s6
2 Yaptırdığı çilehanesinde,
vaktini zikirle geçiren Ahmed Yesevî zikrettikçe göğsü dizlerine sürtüne sütüne
zedelenir. Bu yüzden kendisine “Ser Halka-i Sînerîşân” denir. Bk. Cebecioğlu,
“Hoca Ahmed Yesevî”, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. X, s. 89.
[26] Hayri ERTEN, “Şâir Mirze Elekber Sabir’in
Hophopnâme’sindeki Gözlemlerine Din Sosyolojisi Açisindan Bir Yaklaşım”
Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.22.S22, s.61
[27] Kâşif YILMAZ, “Ahmet Yesevi’nin Şöhreti ve
Tesiri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi” S 3 Konya 1999 s. 59
[28] Müjgân CUNBUR, “A. Yesevi’nin Anadolu’nun
Türkleşmesindeki Yeri”, Erdem AKMDergisi, Hoca Ahmed Yesevi Özel Sayısı
c. 7 , TTK Basımevi Ankara 1995,s.837
[30] CUNBUR a.g.e s.838
[31] H. A. Yesevî, Divan-1 Hikmet,a.g.e H.35,
S.113 TDV Yay. Ankara 2010
[32] Hasan Kâmil Yılmaz, Ahmed Yesevî ve Yunus
Emre Karşılaştırma ve Değerlendirme, http://hasankamilyilmaz.com
[33] H. A. Yesevî, “Divan-1 Hikmet”, Latince
eden: Hayati BİCE, a.g.eHİ, S.46,
[34] Kâşif YILMAZ, “H. Ahmed Yesevi’nin Şöhreti ve
Tesiri ” Türkiyat Araştırmaları Degisi s.3 Ankara 2010, s64-65
[35]Osman
TÜRER, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Türk İslam Tarihindeki Yeri ve Tasavvufi
Şahsiyeti”, Atatürk Üniv. İlahiyet Tetkikleri Dergisi 1995
[36] Kadir ÖZKÖSE, “Ahmed Yesevî ve Dîvan-ı Hikmet”,
Klasiklerimiz XV, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, S.16,
İstanbul 2006, ss. 293-312.
[37] Mehmet Surur ÇELEPİ, “Kültürel Bellek
Çerçevesinde Ahmed Yesevî ile anlam Bulan Âlim-Devlet Bütünleşmesi”,
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi S.25, 2016,
s.181-198
[38] Hasan Mısırlı, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî
İzleri” Altınoluk Dergisi, S.90,Ağustos,1993, s.9
[39]Hoca Ahmed Yesevî, Divan- ı
Hikmet, a.g.e s.46-47
[40]Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı
Hikmet, a.g.e s.51
[41]Kadir ÖZKESE '“Anadolu
Tasavvuf Önderleri” , Ensar yay. Konya 2008, s142
[42] ÖZKESE Kadir, “Anadolu’nun Türkleşmesi
ve İslamlaşmasında Tasavvufî Zümre Akımların Rolü” Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi C.VII / 1,Sivas, 2003 s. 249-279
[43] Seyfullah KORKMAZ, “Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş
Veli, Aralarındaki Bağlar, Fikirleri, Tesirleri ve Türk İslâm Edebiyatına
Katkılan”,www.erciyes.edu.tr,
Erişim: 1.1.2019
[44] H. A. Yesevî, Divan- ı Hikmet, Latince eden:
Hayati BİCE, a.g.e , H 70, s.171,
[45] Cemal TOSUN, “H.Ahmed Yesevî Hayatı Eserleri ve
Toplumu Eğitm Metodu” Dini Araştırmalar Dergisi, Ocak-Nisan 2000 C2,s.6
[46]M. Fuad KÖPRÜLÜ “Ahmed
Yesevî” İA, MEB Yay. , İstanbul 1965, c. I, s. 214.
47 Nadirhan HASAN, “Hoca Ahmet Yesevî Hayatı Eserleri Tarikatı
Tetkikine Dair Bazı Meseleler “Araşan Sosyal Bilimler Dergisi 5-6 Bişkek
2008 s 77
[49] Kemal ERASLAN, Necdet TOSUN, “Yesevi’nin
Fakr-namesi ve İki Farsça Risalesi”, Ahmet Yesevî Üniversitesi yay. Ankara,
2016, s.50
[50] Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet:
a.g.e, s.344
[51] Necdet TOSUN, '“Ahmet Yesevi’nin Yeni
Bulunmuş İki Farsça Risalesi, Yesevi’nin Fakr-namesi ve İki Farsça Risales”i,
Ahmet Yesevi Üniversitesi yay. Ankara 2016, s.60-65
[53] İsmâil Ata, “ Hadikatü ’l-ârifin ”,
Taşkent Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Ens. 11838, vr,91b.
[54] Necdet TOSUN, Ahmet Yesevi’nin Yeni Bulunmuş
İki Farsça Risalesi, Yesevi’nin Fakr-namesi ve İki Farsça Risalesi,
Ahmet Yesevi Üniversitesi yay. Kasım 2016, s.71
[55] İlhan KUTLUER,“İslam
Ansiklopedisi İnsan maddes^,,C.22, T.D.V İslam Araştırmaları
Merkezi, İstanbul, 2014, s.320
[56]Tin suresi95 /5
[57] Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet:
a.g.e, s.46
[58] Hoca Ahmed Yesev, Divan-ı Hikmet: a.g.e, s 44
[59] İsmail DOĞAN, Vatandaşlık Demokrasi ve İnsan
Hakları, 6. Baskıdan Tıpkı Basım Pegema Yay. Eylül 2007
[60]Duha93 / 9
[61]Tin95/4
[62] Nisa4/28
[63] Meâric79 /19
[64] Zilzâl 99/7-8
[65]4 Nisâ/77
[66]Hoca Ahmet Yesevi, “Divan-ı
Hikmet” a.g.e. s. 45
[67]Hoca Ahmet Yesevi, “Divan-ı
Hikmet” a.g.e. s. 47
[68]Hoca Ahmet Yesevi, “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e s.170
[69] Hoca Ahmet Yesevi, “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e s. 45
[70] Hoca Ahmet Yesevi, “Divan-ı Hikmet” ,
a.g.e H.1 s. 49
[71] Hoca Ahmed Yesevî, “Divan-1 Hikmet”,
a.g.e H14 s.79
[72] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H. 18 s103
[73] Hoca Ahmed. Yesevî, “ Divan-1 Hikmet”,
a.g.e H.85, s.206,
[74]Hoca Ahmed. Yesevî, “
Divan-1 Hikmet”, a.g.e H.167, s.346
[75]Bayram Ali ÇETİNKAYA, “Hoca
Ahmed Yesevî Öğretisinde Âlim ve Ârif Olguları”, Diyanet İlmî Dergi c.52,
Ekim-Kasım-Aralık 2016 s.70
[76] Fecr suresi89/17
[77] Nisa suresi 4/36
[78]Hoca Ahmed. Yesevî, “ Divan- ı
Hikmet” a.g.e H.1, s.63
[79] Özgür ATLAS, '“Eğitimin Toplumsallaşmadaki
Rolü Eğitimin işlevleri”,
www.yeditepeatlas.com, Erişim: 9şubat 2018
[80] Mehmet DİNÇER, “Eğitimin Toplumsal Değişme Sürecindeki Gücü”, Ege
Eğitim Dergisi 2003,s. 102-112
[81] Zümer Suresi 39/ 9
[82] Alak Suresi 96/1-5
[83] Tirmîzî, Kütüb-ü Sitte, İlim, 19
[84] İbn-i Mace, Kütüb-ü Sitte, Mukaddime, 17
[85] Hoca Ahmet Yesevî,” Divan-1 Hikmet”, ag.
e,H165, s.344
[86] Hoca Ahmed Yesevî,” Divan-1 Hikmet”,
a.g.e H167, s.347
[87] Hoca Ahmed Yesevî, “Divan-1 Hikmet”,
a.g.e H1,s.63
[88] Hoca Ahmed Yesevî, '“Divan-1 Hikmet”,
a.g.e H. 12s.88
[89] H. A. Yesevî, ““Divan-1 Hikmet”, a.g.e
H.14s.95
[90] Cemal TOSUN, “Hoca Ahmet Yesvî’nin Divan-ı
Hikmetinde Eğitim”, Diyanet İlmi Dergi, c.52, Ekim - Kasım-Aralık
2016,s.146
[91] Şakir GÖZÜTOK, “Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi”
Elmalı’da Kişilik Oluşumu ve Nefsin Terbiyesi”
Editör: Prof. Dr. Ahmet ÖGKE, Antalya, 2013,s133
[92] H. A. Yesevî, Divan- ı Hikmet, a.g.e H14 ,s.95
[93]Mü
’min suresi40/ 60
[94] Hoca Ahmed Yesevî, “Divan-ı Hikmef”,a.g.e
H.66,s175
[95] Müslim İman 95/55
[96] Hoca Ahmed Yesevi, “Dtvan-ı Hikmet”
a.g.e H.78, s.181
[98]Vahit GÖKTAŞ, “Tasavvufi
Terbiye’nin Günümüz Din Eğitim-Öğretimine Sunabileceği İmkânlar”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,2011, s. 137-155
[99]
A’raf suresi 7 /142
[100] Hoca Ahmed Yesevi, “Divan-ı
Hikme f,a.g.e, H.9, s.67-68
[101]3
Al-i İmran suresi/31
[102] Ahmet YILDIRIM, “ Hoca
Ahmed Yesevî’nin Divân-ıl Hikmet’inde Hz. Peygamber Tasavvuru” Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sem. s.81
[104]38 Sad Suresi/ 42,43,44.
[105]7Âraf
Suresi/ 143
[106]Hoca
Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet”,a.g.e, H. 108, s.243
[107] Hoca
Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet”,a.g.e, H.41, s.137
[109]Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e ,H. 16, s.98
[110] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı
Hikmet",a.g.e ,H.18, s.103
[111] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmef,a.g.e
,H.42, s.138
[112] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet”, a.g.e H43,
s.143
[113] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı
Hikmet",a.g.e, H44, s.144
[114]Hoca
Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet",a.g.e, H45, s.142
[115] Haifi KARA “Hanifi, İslamda
Mezheplerin Ortaya Çıkışı ve Sepepleri” Erişim 09.10.2018 www.antoloji.com
[116] M. Salih GEÇİT, “Hoca Ahmed-i Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde Ebû
Hanîfe’nin Fıkhı Ekber Yansımaları”
Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu 2. cilt s. 784
[117] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H. 147, s.308
[118] Hoca Ahmet Yesevî, “Divan-ı Hikmet”,a.g.e,
H147, s.308
[120] M. Salih GEÇİT, “Hoca Ahmed-i
Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde Ebû Hanîfe’nin Fıkhı Ekber Yansımaları”
Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu 2. cilt s. 784
[121]Mehmet Tayfun AMMAN “Anlamak
ve Arınmak”: Sosyoloji il Tasavvuf Arasında Köprülerin Kurulması, Akademik
Platform İslam Araştırmaları Dergisi, C1, 2007 s.18-22
[122]Ahmet ÖGKE, Ahmed-i Yesevî’de
İlâhî Aşk, Diyanet İlmî Dergi c. 52 Ekim-Kasım-Aralık 2016s.4
[123] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H. 147, s.308
[124] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H. 65, s.175
[125] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H. 65, s.174
[126] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H147, s.308
[127] Ahmet ÖGKE, “ Ahmed-i Yesevî’de İlahî Aşk” Diyanet
İlmî Dergi, C.52 S 4 Ekim-Kasım-Aralık 2016,s.21
[128] H.Ahmed Yesevî,” Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H. 147,s.308
[129] Yunus Emre Şiirleri, www.http://yunus-emre-siirieri.nedir.org/
Erişim 08.10.2018
[130] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,a.g.e
H88, s.210
[131] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”, a.g.e
H33, s.125
[132]Bayram Ali ÇETİNKAYA “Hoca
Ahmed Yesevî İrfanında Aşk Yolunda / Kapısında Âşık” Akademi Ar Dergisi,
S2, Haziran 2017, s. 157-225
[133]Levent Lamia Abul, “Ahmed
Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde Sembolik Dil” ,Diyanet İlmî Dergi C53,
S.1 Ocak-Şubat-Mart 2017,s.43
[134] 3 Âli İmran Suresi /180
[135]2Bakara
Suresi 8,9
[136] H.Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.140, s.284
[138] Ramazan İlbay,” Dilin İnsan
ve Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi”
www.milliedebiyat.com, Erişim 12.9.2017
[139]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H. 69,s170
[140]Mehmet Fatih ÖZCAN, “ Divan-ı
Hikmet’te Türkçe ve Türkçecilik Üstüne”, Geçmişten Geleceğe Hoca
Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu C.2, s.858
[141] Kâşif Hamdi OKUR, “Yesevî Muhibbi Bir Hanefî
Fakîh: Sığnâkî’nin İbadet Dili Anlayışı”, Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed
Yesevî Uluslararası Sempozyumu C.2. Aralık 2016 ,İstanbul,s.700
[142] Yunus Emre, “Aşkın Aldı Benden Beni”, www.yunusemre.gov.tr Erişim
12.10.2018
[143] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet",
a.g.e H. 35,s.129
[144]Mehmet Fatih ÖZCAN, “Divan-ı
Hikmet’te Türkçe ve Türkçecilik Üstüne”, Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmet
Yesevî Uluslararası Sempozyumu, C2,Aralık 2016 İstanbul, s.784
[145]Vefa TAŞDELEN, “Ahmed
Yesevî’de Şahsiyet ve Değer Eğitimi”, Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Uluslararası Sempozyumu C2, Aralık 2016 İstanbul s.1433
[146] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H.110, s.245
[147] Hoca Ahmed Yesevî, “Divan-ı Hikmet,
a.g.e H.70 s.180
[148] Vefa TAŞDELEN, “Ahmet Yesevî’de Şahsiyet ve Değer Eğitimi” , Geçmişten
Geeleceğe Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Sempozyumu C.2 s.1453
[149] Joachim WACH, “Din Sosyolojisi Açısından
Mürşit ve Mürit iletişimi'”, Almancadan Çev. Battal Arvâsî, İletişim
2002/15 Güz, Gazi Ü. İletişim Fak.
[150] İhsan ÇAPÇIOĞLU, M.Cem Salih, Nuran ERDOĞRUCA, “Max
Weber Sosyolojisinde Karizmatik Genel ve Dini Liderlik”, www.academia.edu
[151] Joseph H. FICHTER, “Sosyoloji Nedir””
Çev. Nilgün ÇELEBİ, Anı Yay. Ankara 2012,s.216
[152]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.93, s.206
[153] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H127 s.258
[154] Hasan Kâmil Yılmaz, “Şeyh veya Mürşid”
Altınoluk Dergisi, 1995 - Mayis, S. 111, s.32
[155] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e. H.147, s.309
[156] Ahmet KARTAL, “Ahmed-i Yesevî’de Kişiyi
Allah’tan Uzaklaştıran Bir İllet: Riyâ” 1. Uluslararası H.Ahmed Yesevî Sempozyumu
, Ankara, 2017 s.467
[157] Joseph H. FICHTER, a.g.e Çev. Nilgün ÇELEBİ,
s.219
[158] 4Nisa Suresi/ 38
[159]107 Maun Suresi /4-6
[160] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e. H. 10, s.73
[161] Hoca Ahmed Yesevî '“Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H.12, s.76
[162]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.53,s.142
[163]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H110,s.206
[164]Reşat
ÖNGÖREN, “TDVİslam Ansiklopdisi “sûfi” mad”. C.37 2009, Ankara, s.471
[165]Süleyman DERİN “Sufi Yolunun
Korunması: Divan-ı Hikmet’te Sufi Kılığına Bürünenlerin Özellikleri”
Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu 2. Cilt s. 1258
[166]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.18,s.87
[167] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e. H115 s.241,242
[168] Mustafa ERDEM, İlahi Dinlerin Kutsal
Kitaplarında Helal ve Haram Anlayışı Üzerine Bir Araştırma , Ankara Üniv.
İlahiyat Fak. Derg. C33 s152
[169] İbn-i Haldun. “Mukaddime"”, Çev.
Halil KENDİR, C.1 2004, Ankara s.81
[170] İlhan TOPUZ, “ Gazali’de Dini Tutum ve
Davranışlar -Dini Yaşam Biçimleri”, Marife, Yaz 2011, s.162
[171] Gordon W. Allport, “Birey ve Dini” ,Çev:
Bilal Sambur, Elis Yay., Ankara 2016
[172]3
Al-i İmran Suresi/78
[173] 95 Tin Suresi/6
[174] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmef”,a.g.e
H.181, s.369
[175]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, H. 108,Haz. Hayati BİCE a.g.e, s.238
[176] Vejdi BİLGİN , “Çağdaş Bir
Fenomen: Yeni Dînî Hareketler”, Din Sosyolojisi: Editör Mehmet BAYYİĞİT,
Palet Yay. 2013 s.309
[177] Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.19, s.92
[178]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı
Hikmet”, a.g.e H.74,s.174
[179]Hoca Ahmed Yesevî “Divan-ı Hikmet”,
a.g.e H.10, s.229
[181] Fendüddîn Attâr,
Tezkiratü’l-Evliya, Sind , “Halk Şiirinde Hallâc-ı Mansûr “ A. Schimmel,
Sind s.535
[182] Rıza BAKIŞ, “Hoca Ahmed
Yesevî’nin Düşüncesinde Hallâc-ı Mansûr” , Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmet
Yesevî Uluslararası Sempozyumu C2. s.1136
[183]Mehmet BİREKUL, “Peygamber
Günlerinde Kadın'”, Sosyolojik Bir İnceleme, Yediveren yay. 2004 Konya s.49
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar