Print Friendly and PDF

Hz. Aişe radiya'llâhü anha ve Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anh

 


İlk dönem birlik ve beraberlik içinde yaşayan Müslümanlar, Hz. Osman'ın son dönemlerinde yaşanan problemler, onun katledilişi, ardından Hz. Ali'nin hilafeti ele alışı, Muaviye'nin Hz. Osman'ın kanını talep etmesi gibi hadiseler İslam toplumunun politize olmasını hızlandırmış ve gergin bir atmosferin oluşmasına sebep olmuştur.[1]

Hz. Osman öldürülünce, Müslümanların çoğunluğu Hz. Ali'ye bey'at etti. Ancak Hz. Aişe, Talha, Zübeyr ve Muaviye, Hz. Osman'ın öldürülmesinde Hz. Ali'nin parmağı vardır, gerekçesini ileri sürerek Hz. Ali'ye karşı çıktılar.[2]

Muaviye burada Hz. Osman'ın kanı meselesini kendi siyasal amacı doğrultusunda siyasî bir taktik olarak kullanmaktaydı. Nitekim Hz. Osman muhasara altına alındığında Muaviye'nin halifenin ordusundan bile güçlü bir orduya sahip olmasına rağmen, buna engel olmaması[3] Hz. Osman öldürülünce de Şam halkını tahrik için onun kanlı gömleğini minbere astırması[4] [5] bunun önemli kanıtlarındandır. Ayrıca, hakem olayında da Hz. Osman'ın kanı hiç bir şekilde gündeme gelmemiş, geçmişte yaşanmış olan ihtilaf ve siyasi çıkmazı çözmek değil, geleceğin kurnazca   belirlenmesi provası yapılmıştır.

Hz. Aişe'nin bu olayda başrolde oynaması ise; davranışları etkileyen nedenler genelde geçmişte yaşanmış bazı köklü olaylarla ilişkilidir[6] şeklindeki Psikolojik bir yaklaşımla açıklanabilir.

Bu da Freud'un geliştirmiş olduğu bilinçaltı kavramıyla ve yaşanan bazı olumsuzlukların bilinçaltında depolanmasıyla ilişkilidir. İnsan belleğinde depolanan bu olumsuzluklar aysbergin görünen ucunun yanında, altta görünmeyen büyük kısmı gibidir. Ancak bastırılan bu duygular tümüyle kaybolmaz  ve unutulmaz. Zamanla ortaya çıkarlar.

 

Kur'ân, "Yoksa kalplerinde hastalık olanlar zannederler mi ki Allah onların ahlâkî zaaflarını açığa çıkarmayacak. Eğer dileseydik onları sana açıkça gösterirdik ki görünür / dış işaretlerine bakıp onları kesin olarak teşhis edebilesin: ama öyle olsa bile sen onları seslerinin tonundan mutlaka anlarsın"[7] [8] ayetlerinde görüldüğü gibi insanın bilinçaltında saklı olan bu yönüne psikanalizin kurucusu Freud'un araştırmalarından önce değinmiştir.[9]

Dolayısıyla bilinçaltında yuvalanmış güçler insanların yaşamlarında etkili olurlar. Bunların üzerlerindeki örtü kaldırılıp ortaya çıkarılmadıkça ve bu sorun o anda çözülmedikçe ciddi sonuçlar doğurabilirler.[10] Aynı şekilde Gestaltçı Psikologların yaklaşımına göre de; bitirilmemiş işler, bastırılmış duygu ve düşünceler zamanla bilinç düzeyine çıkar ve bir problem haline gelebilir.[11] Bu bağlamda Cemel olayından önceki geçmiş dönemi incelediğimizde bu etmenlerin Cemel hadisesindeki bazı izlerinin varlığından söz edebiliriz.

Örneğin, Hz. Aişe, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in en sevgili eşi olduğu halde ondan bir çocuğunun olmamasını, onun soyunun Hz. Ali ve Fatıma evliliğinden devam etmesini,[12] ifk hadisesinde, Hz. Aişe'nin beraatına işaret eden ayetler inmeden önce Hz. Ali'nin Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i teselli bağlamında; "Allah sana dünyayı dar etmemiştir, Aişe'den başka kadın çoktur..." şeklindeki sözü, Hz. Ali'nin Hz. Ebubekir'in vefatının ardından, Muhammed b. Ebubekir'in annesi Esma ile evlenmesi ve Muhammed'in onun evinde büyümüş olması gibi nedenler yapı olarak da biraz sert tabiata sahip Hz. Aişe'nin bilinçaltında ona karşı bir kırgınlığın oluşmasına sebep olmuştu. Dolayısıyla onun Hz. Ali'ye karşı soğukluğu ve Cemel olayında başrolde olmasında bu türden olayların etkisi göz ardı edilemez.[13] Geçmişte yaşanan olumsuzlukların ve bitirilmemiş işlerin bilinçaltında depolanmasının psikolojik etkisiyle olsa gerek Hz. Aişe daha önce Hz. Osman'ı şiddetle eleştiren biri olmasına rağmen, Hz. Ali'den Hz. Osman'ın katilleri bulunsun talebinde bulunan ekiple birlikte hareket etmiştir.[14]

Nitekim Cemel olayından sonra bile Hz. Ali'nin kendisini büyük bir saygı ve ikramla karşılamasının ardından Basra'ya giderken kendisini uğurlayanlara:

"Vallahi benimle Ali arasında geçenler, kadınla kocasının akrabaları arasında geçen kırgınlıktan başka bir şey değildi. Şüphesiz o benim katımda iyi kimselerdendir" sözü de bunu te'yid etmektedir.[15]

Talha ve Zübeyr ise başlangıçta Hz. Ali'ye biat ettikleri halde, valilik ve hilafette ortaklık gibi beklentilerine müsbet cevap almamış olmaları sebebiyle, umre yapacağız bahanesiyle Hz. Ali'den izin isteyerek Mekke'ye gitmiş ve bu oluşumun içinde yer almışlardır.[16] Abdullah b. Ömer de bu oluşumun içine çekilmek istendiyse de o bu olayın Müslümanların parçalanarak kuvvetten düşmelerine sebep olacağını düşündüğü için bu hareketin içinde yer almamış, hatta kız kardeşi ve Peygamberimizin eşlerinden olan Hafsa'yı da bu harekete katılma niyetinden vaz geçirmişti. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in diğer eşi Ümmü Seleme de Hz. Aişe'ye bu ayaklanmaya katılmaktan vazgeçmesini tavsiye eden uzun bir mektup göndermiş ancak etkili olamamıştı.[17] [18] Bütün bunları bir fırsat olarak değerlendiren bazı provokatörlerin etkisiyle Cemel olayında Müslümanlar arasında bir iç savaş yaşanmış ve bunun sonucunda çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir.

Tarihçiler ve Muhaddislerin anlattıklarına göre Hz. Aişe Cemel olayındaki yenilgiden sonra, bu işin içine girdiğinden dolayı büyük bir pişmanlık duymuş ve gözyaşları içinde:

"Keşke yirmi yıl önce ölüp unutulanlardan olsaydım da Cemel'e gelmemiş olsaydım. Ben savaş olacağını düşünemedim, benim amacım sadece barışı sağlamaktı"[19] ifadelerini kullanmıştır. Basra'dan ayrılırken kendisiyle Hz. Ali arasındaki bu mücadelenin yanlış anlamadan kaynaklandığını söylemiştir.[20] [21] Medine'ye döndüğünde ise bu pişmanlığını şöyle dile getirmiştir:

"Allah'a andolsun ki, Cemel günü evimde oturmam bana Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 'dan yirmi oğul verilmesinden daha hayırlı idi. "

Şehristânî de Hz. Aişe'nin bu olaylara katıldığından dolayı pişmanlık duyarak tövbe ettiğinden söz eder.[22]

Cemel olayından sonra Abdullah b. Ömer, Muhammmed b. Mesleme, Sa'd İbn Ebi Vakkas, Usame b. Zeyd, Hasan b. Sabit, Abdullah b. Selam gibi ashâbın büyüklerinden bir kısmı ise, ne Ali'ye ne de başka birine biat etmeyerek uzlete çekildiler.[23]

Kısacası bu dönemde Hz. Ali'nin hilafetini kabul edenler, etmeyenler ve çekimser kalanlar şeklinde üç eğilim oluştu. Bu ihtilafın etkileri günümüzde de devam etmektedir.[24]

Bu çekimser kalanlar Mu'tezile ismiyle anılmışlarsa da bunun, bir fırka olan Mu'tezile olmayıp, bu dönemdeki siyasi çekişmelerden uzak olanlar diye sözlük anlamda bir kullanım olduğu söylenebilir.[25]

Sıffin savaşında sıkışan Muaviye, Allah'ın kitabının hakem olmasını istedi. Bu taktik Hz. Ali'nin ordusunun ikiye bölünmesine neden oldu. Hz. Ali'nin ordusunda çoğunluğu Temim kabilesine mensup bir grup, başlangıçta hakemi kabul etmelerine ve Hz. Ali'yi de hakemi kabul etmeye zorlamalarına rağmen çabucak fikir değiştirerek onun hakemi kabul etmesini hatalı buldular, hatta küfre düştüğünü, hatasını itiraf edip, tövbe etmesini istediler. Hz. Ali bunları reddetti ve onlarla savaştı, onları bozguna uğratarak çoğunu öldürdü. Ancak onların fikirleri tümüyle yok olmadı. Hz. Ali'ye karşı içlerinde bir kin ve nefret oluştu. Sonuçta onlardan Abdullah İbn Mülcem Hz. Ali'yi şehid etti.[26]

Emevî'lerin iktidarı ele geçirmesiyle, geçmişte cahiliye döneminde yaşanmış olan Haşimoğulları - Ümeyyeoğullları çekişmesi tekrar su yüzüne çıkmış. İslam dünyası bu çekişmelerden derin yaralar almıştır.[27] Yine Arap aristokrasisinin baskın olduğu Emevî iktidarının Arap - Mevali ayrımı, Arap kökenli olmayan Müslüman toplumlarda büyük bir nefret kazanmış, bunun etkisiyle Müslümanlar arasında, parçalanmalar, çatışmalar, bağnazlık ve düşmanlıklar oluşmuş ve bunlar sonuçta Emevî iktidarının sonu olmuştur.[28] Emevîlerin bu olumsuz tavırlarına karşı, Mürcie mezhebi bütün inananların eşitliğini, birlik ve beraberliğini, birbirlerine karşı üstünlük taslayamayacaklarını, bağlı oldukları mezhep ve görüşten dolayı hiç kimsenin dışlanamayacağını, tekfir edilemeyeceğini ve öldürülemeyeceğini,[29] küfürle birlikte taatin fayda vermeyeceğini, imanla birlikte ise günahın zarar vermeyeceğini bir prensip olarak savunmuştur.[30] Kısacası mürcie dinsel pratikle imanı ayrı ayrı değerlendirmiş, bunun sonucunda dinsel pratikte eksik olan kişinin imandan çıkmayacağı görüşüne sahip olmuştur. Böyle bir kişinin durumunu ve değerlendirilmesini Allah'a havale ettikleri için kendilerine "havaleci" anlamında mürciî denmiştir.[31] Bütün bunlardan, toplumdaki bölünmelerin son derece tehlikeli olduğu, Hz. Peygamber(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in de bu tehlikeye dikkat çekmiş ve bu hususta gerekli tüm önlemleri almış olduğu, dolayısıyla Müslüman her bireyin de bu hususta son derece dikkatli ve duyarlı olması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Uzun yıllar kendi devletlerini sürdüren Fars milleti Arapların egemen olduğu Emevî ve Abbasî döneminde bazı arzularını gerçekleştiremez oldular. Onlar diliyle, din ve kültürüyle bir Fars iktidarı ve egemenliği özlemini yaşıyorlardı. Bu türden siyasi arzularını ve iktidarlarını gerçekleştiremedikleri için fırsat ve imkân buldukça açıktan, bulmadıkça da gizliden Manilik, Zerdüştlük ve Mazdeklik gibi eski inançlarını yaymaya çalıştılar. Bunun sonucunda bu bölgelerde Zındıka diye adlandırılan akım gelişmeye başladı.[32] İslam'ı tam anlamıyla özümseyememiş ve içine sindirememiş her toplumda bu türden olumsuzlukları gözlemlemek mümkündür. Bu tür problemler ve olumsuzluklar ancak gerçek manada bir İslam anlayışına sahip olmak ve onu içselleştirmekle çözülebilir.

Asıl Kaynak: Şükrü AYDIN, KUR'ÂN'IN FIRKACILIK OLGUSUNA YAKLAŞIMI

 



[1]    Kutluay, İslam Mezhepleri, s. 30; Aycan, Muaviye b. Ebî Süfyân, s. 189.

[2]    Emin, Fecru'l-İslam, s. 254.

[3]    Esen, Ehl-i Sünnet, 28.

[4]Ebu'l-Fidâ', el-MuhtasarfîAhbâri'l-Beşer, I, 213.

[5]    Aycan, Muaviye b. Ebî Süfyân, 153.

[6]    Bkz. Eren, Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, s. 218.

[7]    Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 409, 412, 476; Baymur, Genel Psikoloji, s. 293; Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 96; Hayati Aydın, Kur'ân'da Psikolojik İkna, Timaş Yayınları, İstanbul, 2006, s. 97.

[8]    Muhammed, 47/29-30.

[9]    Necati, Kur'ân ve Psikoloji, s. 41-42.

[10]  Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s. 116; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 476.

[11]  Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 485-490.

[12]  Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kubrâ II, s. 26; Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mısırlı eşi Mariye'den İbrahim

adında bir oğlunun olması üzerine Hz. Aişe dahil diğer eşlerinin bu durumu kıskanmaları hususunda bkz. Heykel, Hz. MuhammedMustafa, s. 324.

[13]  Filibeli, İslam Tarihi, II, 348; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kubrâ II, s. 25 - 26; Arabacı, Alevîlik ve Sünnîliğin Sosyolojik Boyutları, s. 54; İfk hadisesi için bkz. ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarîh, VIII, 73-97.

[14]  Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kubrâ II, s. 26; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, s. 85; a.y., Alevîlik, Bektaşîlik, s. 46.

[15]  İbnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 144; Hasan İbrahim, İslam Tarihi, II, 41.

[16]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 29-30; Doğrul, Asr-ı Saadet, V, 79; Hasan İbrahim, İslam Tarihi, II, 38; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, s. 85; a.y., Alevîlik, Bektaşîlik, s. 46.

[17]   Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, el-İmâme ve's-Siyâse, (Thk.: Muhammed Mahmûd er-Râfiî), Mısır, 1904, I, 95-96; Hasan İbrahim, İslam Tarihi, II, 38-39.

[18]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 30; Doğrul, Asr-ı Saadet, V, 87-89; Hasan İbrahim, İslam Tarihi, II, 40.

[19]  Tahir el-Makdisî, el-Bed' ve't-Tarih, V, 215;Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-KubrâII, s. 54.

[20]  Doğrul, Asr-ı Saadet, V, 89.

[21]   Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kubrâ II, s. 54; Peygamber eşlerinin Allah elçisinin (sav) eşleri ve mü'minlerin anneleri olarak sahip bulundukları özel konumları gereği vakar ve sorumluluk bilinci içinde evlerinde oturmaları için bkz. Ahzâb, 33 / 32 - 33; Esed, Kur'ânMesajı, s. 858, dn.: 35.

[22]  Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, I, 35.

[23]  Emin, Fecru’l-İslam, s. 254.

[24]  el-Eş'arî, Makâlâtu'l-İslamiyyîn, s. 54-55; Wellhausen, İslam'ım En Eski Tarihine Giriş, s. 121.

[25]   Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, s. 114 ve 296. dipnot; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 154-155; Güneş, Akli Tefsir Hareketi, s. 100-101.

[26]  İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, II, 10; Emin, Fecru'l-İslam, s. 256-257; el-Câbirî, Arap- İslam Siyasal Aklı, s. 387.

[27]  Emin, Fecru'l-İslam, s. 79.

[28]   Emin, Duha'l-İslam, III, 152; Ebû Zehra, el-Vahdetü'l-İslamiyye, 164; Ebû Haltem, el-Firaku'l- İslamiyye, s. 43; Hasan İbrahim, İslam Tarihi, I, 433, II, 505; Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri, s. 263; Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 54, 212; Atalay, Birlikte Yaşama, s. 405; Apak, "Şuubiyye", DİA, XXXIX, 245.

[29]  Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri, s. 270, 274-275, 286, 301.

[30]  Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 162; er-Râzî, l’tikâdâtu Firak, s. 70; İbn Manzûr, Lisân, III, 1605; el-Makrizî, el-Hıtat, II, 349; Ebû Haltem, el-Firaku'l-lslamiyye, s. 80; el-Feyyûmî, el-Firaku'l- Islamiyye, s. 405; Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri, s. 258; Güneş, Akli Tefsir Hareketi, s. 102.

[31]  Bal, Alevî-SünnîFarklılaşması, s. 55.

[32]  Emin, Duha'l -İslam, I, 112 - 113.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar