Print Friendly and PDF

YÛSUF BİN ÖMER ES-SEKAFÎ’NİN HAYATI VE SİYASİ FAALİYETLERİ

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: Hamza KAPLAN

Bu çalışmada İslam’ın ilk yıllarından hemen sonra kurulan Emevî Devletinin dirayetli halîfelerinden Hişâm b. Abdülmelik döneminde (105-125/724-743), 20 yıla yakın Yemen ve Irak bölgelerinde valilik görevini yapmış Yûsuf b. Ömer es- Sekafî’nin hayatı ve siyâsî faaliyetleri araştırılmıştır. Halîfe Hişâm b. Abdülmelik ve onun döneminde valilik yapmış birçok vali hakkında müstakil araştırmalar yapılmış fakat Yûsuf b. Ömer hakkında herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Tezimizde Yûsuf b. Ömer’in hayatı ve siyâsî faaliyetleri hakkında bilgi verdiğimiz kaynak ve araştırmalardan bahsedeceğiz.

İbn Kuteybe’nin (ö.276/828) “Kitâbü’l-Meârif’  adlı eseri genel İslam Tarihi kitapları arasında zikredilmiş olsa da bir yönüyle ensâb eserleri arasında yer almaktadır. Yûsuf’un ve akrabalarının nesebine ulaşma noktasında bu eserden sık sık faydalandık. Belâzürî’nin (ö.279/896) “Ensâbü’l-Eşrâf’ı  araştırmamızda geniş bir yer tutmaktadır. Belâzürî Ensâb’ında Yûsuf b. Ömer’e ait özel bir başlık açmış, ayrıca başka bölümlerde yine Yûsuf b. Ömer’den sık sık bahsetmiştir. Vermiş olduğu kapsamlı bilgilerle Yûsuf b. Ömer’in nesebi, hayatı ve uygulamaları hakkında önemli bilgilere ulaştık. Müberred’in (ö.285/898) “Neseb”  adlı eseri de yine Yûsuf b. Ömer’in ve akrabalarının nesebine ulaşma noktasında müracaat ettiğimiz eserler arasında yer almaktadır. Cehşiyârî’nin (ö.331/942) “Kitâbül’l-Vüzerâ”  adlı eseri kronolojik olarak birçok vezir ve kâtibin hayatını anlattığı eseridir. Çoğu kaynakta bulamayacağımız önemli bilgilerin sunulduğu bu eser de, Yûsuf b. Ömer’in kâtiplerini tanıma imkanı bulduk. Bu nokta da “Kitâbü’l-Vüzerâ” müracaat ettiğimiz eserler arasında yer almıştır.

Tabakât kitapları arasında zamanımıza kadar ulaşarak en eski eser olma özelliğine sahip olan İbn Sa‘d’ın (Ö.230/845) “Tabakât”ı  önemli şahsiyetlerin hayatlarını tabakalar halinde anlatması bakımından çalışmamız da sıklıkla kullandığımız kaynaklar arasında yer almaktadır. Yine Zehebî’nin (Ö.748/1374) “A’lâmi’n-Nübelâ”sı,  Yûsuf’un valilik öncesi döneminden, Yemen ve Irak valiliğinde yapmış olduğu siyâsî faaliyetlerden bahsetmektedir. A’lâmin’n-Nübelâ da sık sık başvurduğumuz eserler arasında bulunmaktadır. Vekî‘’nin (ö.306/918) “Ahbâru’l-Kudât”  adlı eserinde Hz. Ali ve Muaz b. Cebel’den başlayarak Mekke, Medine, Kûfe ve Şam başta olmak üzere bu şehirlerde görev yapan kadıların hayatlarını biyografik olarak anlatması bakımından oldukça mühimdir. Yûsuf b. Ömer’in yapmış olduğu kadı atamalarında bu eserden faydalandığımızı belirtmek isteriz.

Genel İslam Tarihi kitapları içerisinde Halîfe b. Hayyât’ın (ö.240/854) “Târîh”i  kısa olmasına rağmen, hem târihî olayları sırasıyla zikretmesi hem de her yılın sonunda atanan ve azledilen vali, kadı ve şurtayı zikretmesi çalışmamız açısından oldukça değerlidir. Dineverî’nin (ö.282/895) “Ahbâru’t-Tıvâl”i  Ya‘kûbî’nin (ö.298/904) “Târîh”i,  Taberî’nin (ö.310/922) “Târîh”i,  İbnü’l Cevzî’nin (ö.577/1181) “el-Munzatam”ı,  İbnü’l-Esîr’in (ö.630/1232) “el-Kâmil”i,  Ebî’l-Fida’nın (ö.732/1331-1332) “el-Muhtasar”ı,  İbn Kesîr’in (ö.774/1372) “el-Bidâye”si  İbn Haldûn’un (Ö.808/1405) “Târîh-i İbn Haldûn”u  çalışmamızın başından sonuna değin faydalandığımız eserler arasında yer almaktadır. Özellikle dönemin siyaseti hakkında vermiş oldukları bilgiler çalışmamıza büyük bir zenginlik katmıştır. Mes‘ûdî’nin (Ö.346/957) “Mürûcü’z-zeheb”i  genel İslam Tarihi kitapları arasında yer almasının yanında, coğrafyadan da bahsetmesi nedeniyle diğer eserlerden ayrılmaktadır. Yûsuf b. Ömer döneminde yaşanan Zeyd b. Ali isyanı hakkında önemli bilgiler veren Mes‘ûdî, anlatmış olduğu olaylarda isnad yöntemini kullanmamıştır. Bu nedenle Mes‘ûdî’nin rivayetlerine ihtiyatla yaklaştığımızı belirtmek isteriz. Yine İbn Abdirabbih’in (ö.328/940) “İkdü’l Ferîd”i  ve Nüveyrî’nin (ö.733/1333) “Nihâyetü’l-Ereb”i  genel İslam Tarihi kitapları arasında yoğun olarak kullandığımız eserler arasında yer almaktadır. Bu iki eser dönemin edebiyat hayatından sıklıkla bahsetmesi açısından, çalışmamız da hem siyâsî hem de kültürel nokta da faydalandığımız önemli eserlerdendir. İbn Tiktakâ’nın (ö.709/1309) “el-Fahrî”  adlı eseri iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde devlet adamlarına öğütler vermesi hasebiyle siyasetname niteliğindedir. İkinci bölümde ise Hz. Ebûbekir’in halîfe seçilmesinden başlayarak Hülâgû’nun Bağdad’ı işgaline kadar olan süreç hakkında bilgi verir. İbn Tiktakâ araştırmamız açısından özellikle Yûsuf b. Ömer ile Zeyd b. Ali arasında yaşanan olaylar hakkında bizlere önemli bilgiler sunmaktadır. İbn Tağriberdî’nin (ö.874/1470) “Nücûmuz-Zâhira”  adlı eseri de araştırmamız da faydalandığımız eserler arasında yer alır. İbn Tağriberdî bu eserinde sultanların dönemini ayrı bir bab şeklinde ele almış ve dönemin içtimâî hayatı hakkında bizlere bilgiler sunmuştur. Özellikle Yûsuf b. Ömer’in yapmış olduğu ekonomik ıstılahatlar ve darbettiği paralar hakkında değerli bilgilere ulaştığımızı belirtmek isteriz.

Mâverdî’nin (Ö.450/1058) “el-Ahkâmüs’s Sultâniyye”  adlı eseri, Yûsuf b. Ömer tarafından Irak’ta gerçekleştirilen ekonomik uygulamalar, vergiler ve toprak reformları hakkında bizlere önemli bilgiler vermektedir. Yûsuf b. Ömer’in koymuş olduğu vergiler ve toprak gelirleri hakkında bu eserden Önemli Ölçüde istifade ettik.

Vefeyât kitapları arasında yer alan İbn Hallikân’ın (Ö.681/1282) “Vefeyât”,  ve Safedî’nin (Ö.764/1363) “el-Vâfî”  adlı eserlerine sıklıkla müracaat ettik. Safedî’nin yaşanan olayları akıcı bir dille anlattığı eserinde, Yûsuf’un hem siyâsî, hem de kişisel özelliklerinden bahsetmesi noktasında bu iki eserden de yoğun bir biçimde faydalandık.

Fütûh kitapları arasında yer alan Belâzürî’nin (Ö.279/896), “Fütûhu’l- Büldân”  adlı eseri, kısa içeriğine rağmen sosyal, siyâsî, ekonomik ve kültürel olarak birçok konuyu ihtiva etmesi noktasında çalışmamızda ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Yûsuf b. Ömer’in şehir mimarisinde yapmış olduğu yenilikler ve uygulamalarında bu eserden yoğun olarak faydalandık. Yine İbn A‘sem’in (Ö.314/926) “Fütûh”u,  Yûsuf b. Ömer’in siyâsî politikaları, bu dönemde yaşanan fetihler ve isyanlar hakkında bizlere Önemli bilgiler sunmuştur.

Yûsuf b. Ömer’in yaşamış olduğu şehirleri ve araştırmamızda geçen coğrafi yer isimlerini incelerken Yâkût’un (Ö.626/1229) “Mu’cemül-Büldân”  adlı eserinden oldukça faydalandık. Yûsuf b. Ömer’in valilik Öncesi hayatı hakkında hiçbir kaynakta zikredilmeyen bazı bilgilerin İbn Asâkir’in (Ö.571/1175) “Târîhu

Medîneti Dımaşk”  adlı eserinde zikredildiğini de özellikle belirtmek isteriz. 80 cilt büyüklükte olan bu eser Suriye’nin şehirleri hakkında önemli bilgiler vermektedir.

İsfahânî’nin eserlerinden araştırmamız esnasında faydalandıklarımızı ayrı olarak ele almak istiyoruz. İsfahânî’nin (ö.356/967) “Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn”  adlı eseri Ca’fer b. Ebî Tâlib’in şehadetinden, Muktedir Billah’ın vefatına kadar, Hz. Ali soyundan öldürülen şahısların hangi surette katledildiğini konu edinmektedir. Yûsuf b. Ömer döneminde gerçekleşen Zeyd b. Ali ve oğlu Yahya’nın isyanlarında bu eserden oldukça istifade ettik. Dönemin eğlence, kültür ve edebiyat hayatı hakkında fikir sahibi olabilmek için İsfahânî’nin (ö.356/967) “Eğânî” adlı eserine müracaat ettik.  Eğânî’de kültürel bilgilerin yanısıra Emevî-Haşimî çekişmelerine dair bilgilere de yer verilmiştir. Hem kültürel hem siyâsî konularda bu eserden önemli bilgiler alarak tezimizde kullandık.

Araştırmamızı yaparken geniş kapsamlı olması ve güvenilirlik açısından birçok araştırma kitabından da faydalandık. Ülkemizde İsmail Hakkı Atçeken’in “Devlet Geleneği Açısından Hişâm b. Abdülmelik”  adlı eseri, Yûsuf b. Ömer’in siyâsî faaliyetlerini kısa da olsa bölüm bölüm anlatması bakımından, Yûsuf b. Ömer hakkında en geniş bilgileri anlatan kitap olma özelliğine sahiptir. Bu eserde Yûsuf b. Ömer’in Halîfe Hişâm tarafından Irak’a vali olarak atanmasına ve bu atamanın gerekçelerine değinilmiştir. Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in Irak valisi olduktan sonra orada yaşanan siyâsî olaylar ve isyanlar hakkında vermiş olduğu bilgilerden faydalandık.

Araştırma kitaplarından Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı muhit olan Kûfe’nin tarihi hakkında önemli çalışmalar yapmış olan Mehmet Mahfuz Söylemez’in “Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe”  adlı eseri oldukça önemlidir. Bu eserde Kûfe ile alakalı neredeyse bütün boyutlar ele alınmaya çalışılmış, sosyal, siyâsî, ekonomik ve kültürel olarak incelenmiştir. Yûsuf b. Ömer’in Kûfe’de yapmış olduğu mimarî çalışmalar ve şehrin kültürel özelliklerini öğrenme noktasında bu eserden istifade ettik. Ali Aksu’nun “Emevi Saltanatının Irak Valisi Haccâc b. Yûsuf’  adlı eserinden Emevîler’de valilik kurumunun işleyişi ve Irak bölgesinin geçmiş siyâsî durumu hakkında malumat sahibi olduk. Her ne kadar biyografik bir eser olsa da Emevîler döneminin genel siyâsî yapısı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Yine Ali Aksu’ya ait “Mervan b. Muhammed ve Emevi Devletinin Yıkılışı”  adlı eserinde Yûsuf b. Ömer’in Velîd b. Yezîd ve Yezîd b. Velîd’in halîfelikleri dönemindeki durumundan bahsedilmektedir. Bunun dışında Emevîler’in son döneminde yaşanan hâdiseler noktasında bu eserden istifade ettik. Ünal Kılıç’ın “Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik”  adlı eseri İslam coğrafyasının ilk şehirleri hakkında bizlere bilgiler sunmaktadır. Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı Yemen ve Irak’ın önceki idârî yapısından, şehrin yönetim merkezlerinin işleyiş tarzından bahseden bu eser, özellikle Kûfe’nin kuruluş aşaması ve kuruluş amacı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu eserden Kûfe’nin kuruluşu ve İslam geleneğinde valilik kurumunun işleyişi hakkında bilgi sahibi olduk ve tezimizde kullandık. Ömer Aktaş’ın “Muğîre b. Şu’be’nin Hayatı ve Kişiliği”  adlı doktora tezinde, Sakîf kabilesi hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Araştırmamızın konusu olan Yûsuf b. Ömer’in de Sakîf kabilesine mensup olması nedeniyle Sakîf hakkında bu eserden istifade ettik. Her ne kadar biyografik bir eser olsa da, Emevîler’in ilk dönem siyaseti ve valilik kurumu hakkında bizlere önemli bilgiler sunmaktadır.

Neşet Çağatay’ın “İslamdan Önce Arap Tarihi”  eseri de kabileler ve coğrafyalar hakkında vermiş olduğu bilgiler noktasında oldukça değerlidir. Kabileler hakkında bu eserden faydalandık. İrfan Aycan ve İbrahim Sarıçam’ın müşterek neşrettikleri küçük hacimli “Emevîler”  ve İsmail Yiğit’in “Emevîler”  eseri de dönemin siyaseti hakkında vermiş olduğu bilgiler noktasında faydalandığımız araştırmalar arasında yer almaktadır. Sallâbî’nin “Emevîler Devleti”  ve Yûsuf el- Işş’ın “ed-Devletü’l-Ümeviyye”  adlı eseri de Irak’ta süregelen kabileler arası çekişmeler ve Hişâm b. Abdülmelik’in siyaseti hakkında bizlere bilgiler sunmaktadır. Bu anlamda bu iki eserde istifade ettiğimiz eserler arasında yer almaktadır. Emevîlerle alakalı birçok siyâsî çalışma olmasına rağmen, dönemin kültür ve bilim hayatı hakkında yapılan çalışmalar kısıtlıdır. İrfan Aycan ve arkadaşlarının müştereken kaleme aldığı “Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı”  isimli eserleri bu noktada oldukça değerlidir. Dönemin edebiyat ve kültür hayatı hakkında bu eserden faydalandık.

Corcî Zeydan’ın “İslam Uygarlıkları Tarihi”  adlı eseri içerik olarak oldukça zengindir. Emevî Devletini geniş kapsamlı olarak anlatan bu eserden Emevîler’in kültürel ve mimârî faaliyetleri noktasında faydalandığımızı belirtmek isteriz. Yine aynı şekilde Hitti’nin “Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi”  adlı eseri de, geniş içeriği ve zengin kaynağıyla araştırmamızda sosyal ve siyâsî konularda başvurduğumuz eserler arasında yer almıştır. Vloten’in “Emevî Devrinde Arap Hakimiyeti”  ise genel olarak yaşanan isyanlardan ve Şiî akidesinden bahsetmiştir. Yûsuf b. Ömer devrinde yaşanan Zeyd b. Ali isyanını anlatırken Zeyd isyanının sebepleri ve isyanın alt yapısını hazırlayan unsurlar hakkında Vloten’den faydalandık. Wellhausen’in “Arap Devleti ve Sükûtu”  kronolojik olarak ilk dönem yaşanan siyâsî olayları anlatmıştır. Yine Wellhausen’un kaleme aldığı “Muhalefet Partileri”  yaşanan isyanlar noktasında önemli bilgiler vermektedir. Bu noktada bu eserlerden de istifade ettiğimizi belirtmek isteriz.

 

Kister’ın “İlk Dönem İslam Tarihi Üzerine Makaleler”  adlı eseri Tâif şehri hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Araştırmamızın konusu olan Yûsuf b. Ömer’in Tâifli olması nedeniyle Kister’ın bu çalışmasından tezimizde faydalandık. Brockelmann’ın “İslam Milletleri”,  Barthold’un “İslam Medeniyeti Tarihi”,  Arnold’un “İntişar-ı İslam”,  Mantran’ın “İslam’ın Yayılış Tarihi”,  Durant’ın “İslam Medeniyeti Tarihi”,  Gibb’in “Orta Asya’da Arap Fetihleri”,  Bahriye Üçok’un “İslam Tarihi Emevîler-Abbasiler”  adlı eserleri başta olmak üzere, çalışmamızda bunların dışında yine birçok farklı araştırmadan faydalandığımızı belirtmek isteriz.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

1.           VALİLİK GÖREVİNE ATANINCAYA KADAR YÛSUF BİN ÖMER ES-SEKAFÎ

1.1.        Doğumu ve Ailesi

Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin, Irak valiliğinden önceki hayatı hakkında, kaynaklar tarafından verilen bilgiler oldukça sınırlıdır. Onun daha çok siyâsî hayatının ön plana alınması ve kaynaklar tarafından devamlı olarak siyâsî yönünün zikredilmesi, çocukluk ve gençlik hayatı hakkında bilgi sahibi olmamızı engellemiştir. Bu sebeple Yûsuf b. Ömer’in tam olarak ne zaman ve nerede doğduğu da belli değildir. Dolayısıyla onun doğum tarihini bulmak için ölüm yılı ve kaç yıl yaşadığı bilgisinden yola çıkarak ne zaman doğduğunu bulmaktayız.

Kaynaklar Yûsuf b. Ömer’in 127/744 yılında öldüğünü bildirmektedirler.  Ayrıca İbn Hallikân isim vermeden “Bazıları dedi ki...” şeklindeki rivayetinde, Yûsuf b. Ömer’in 126/744 Zilkâde ayının ortalarında hayatını kaybettiğini haber verenler olduğunu kaydetmiştir.

İbn Hallikân’ın Vefayât’ında, Yûsuf b. Ömer 60 küsur sene yaşadığını belirtmiştir.  Yine Zehebî Târîhu’l-İslâm ve A’lâmi’n-Nübelâ’sında Yûsuf b. Ömer’in 60 küsur yaşında öldürüldüğünü haber vermektedir. 127/744 yılında vefat eden Yûsuf 60’lı yaşlarda hayatını kaybetmiştir.  Yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerde geçen “…” ifadesindeki “AAııeyyif" kelimesi 1-3 yıl arasındaki küsuratları belirtmektedir. Yûsuf b. Ömer’in 61 yıl yaşadığını kabul edersek 65/685 yılında, 62 yıl yaşadığını kabul edersek 64/684 yılında ve 63 yıl

yaşadığını kabul edersek ise 63/683 yılı dolaylarında doğmuş olacağını bulabiliriz.  Yani Yûsuf muhtemel olarak, bu üç tarihten birinde dünyaya gelmiştir.

Yûsuf b. Ömer’in nerede doğduğu hakkında da kaynaklar bir bilgi vermemişlerdir. Onun tam olarak nerede doğduğunu söylememiz mümkün değildir. Abdullah b. Zübeyr Hicaz’da 64/683 yılında “emirü’l-mü’minîn” sıfatıyla halifeliğini ilan etmiştir. Bu gelişme üzerine Ümeyyeoğulları ve Sakîfliler Hicaz bölgesini terk ederek Şam tarafına göç etmişlerdir.  63-65/683-685 yılı dolaylarında doğan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin ailesi de muhtemelen bu göçe katılarak Tâif’i terk etmiştir. Dolayısıyla Yûsuf’un Şam’da doğup büyüdüğünü ifade edebiliriz.

Yûsuf’un nesebi olan Sakîf kabilesi Tâif şehrinde yaşamış, bu bölgeyi imar ve iskâna tabi tutmuştur. Hurma, üzüm ve muz gibi gıda maddelerinin önemli bir miktarda üretildiği yer olan Tâif şehri  ticârî, iktisâdî ve sosyal açıdan da oldukça önemli bir konuma sahipti.  Tâifli olan Yûsuf b. Ömer’in kendi memleketinde doğmuş olabileceğini de ihtimaller arasında değerlendiriyoruz.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Yûsuf b. Ömer Tâif’in, Sakîf kabilesine mensuptu. Onun soy ağacı şu şekildedir. Yûsuf b. Ömer b. Muhammed b. el-Hakem b. Ebî Akîl b. Âmir b. Mes’ûd b. Muattib b. Mâlik b. Ka’ b. Amr b. Sa‘d b. Avf b. Kusayy es-Sekafî.  Hem İslam Tarihi açısından önemli bir statüsü bulunan, hem de araştırmamızın konusu olan Yûsuf b. Ömer’in Sakîf kabilesinden olması hasebiyle Sakîf hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz.

 

Kays Aylan’dan Hevâzin kabilesinin bir kolu olan Sakîf,  Mekke ile yakın ilişkiler kurmuş ve Tâif ile Mekke arasında hem ticaret hem de evlilik yoluyla birliktelikler sağlanmıştır.  Hz. Peygamber ile Sakîf arasında da akrabalık bağları mevcuttur. Abdi Yalil oğullarının Hz. Peygamber ile nineleri yoluyla bir akrabalıkları vardır.  Ayrıca Hz. Peygamberin dedelerinden olan Abdimenaf yine onun oğlu ve Hz. Peygamberin dedelerinden Hâşim,  ayrıca Hz. Peygamberin amcası Hâris de, Sakîf kabilesine mensup kadınlarla evlenerek Tâif ile akrabalık bağı kurmuşlardır.  Özellikle Sakîf kabilesi ile Beni Ümeyye arasındaki İslam öncesine dayanan birlikteliğin çok daha ileri düzeyde olduğunu görüyoruz.  Nübüvvetin ilk yıllarından itibaren, hem ticârî hem de İslam düşmanlığı noktasında Sakîf ile Ümeyyeoğulları ortak bir paydada buluşmuşlardır.

İslam davetinin başlamasıyla beraber Sakîfliler Hz. Peygamber’in daima karşısında olmuştur. Müslümanlarla ilk muşahhas iletişimleri ise Uhud harbinde gerçekleşmiştir. Sakîfliler Uhud harbinde Bedir’in intikamıyla bilenmiş müttefikleri Kureyş’in yanında yer almış, hatta kadınlarını da savaş meydanına getirmişlerdir.  Sakîf kabilesi hicretin 5. yılında yapılan Hendek savaşında da Mekkeli müşrikler ile ittifak halinde bir birlik oluşturarak müslümanlara karşı savaşmışlardır.  Bu savaş esnasında Sakîften bazı kimselerin müslüman olduğu ve bunu gören Sakîf liderlerinin Hz. Muhammed’e ve İslam’a olan düşmanlıklarının daha da şiddetlendiği

bir gerçektir.  Sakîf kabilesinin İslam’a ve İslam Peygamberine olan nefreti her zaman tazeliğini korumuştur. Mekke’nin fethine müteakiben gerçekleşen Huneyn savaşınında çeşitli kabileler bir araya gelerek ittifak kurmuş ve takriben 30.000 asker, Hz. Muhammed’i (sav) ve ordusunu yok etmek üzere bir araya gelmişlerdir. Yine bu ittifak içerisinde de önemli bir sayıda Sakîfli mevcuttur.  Huneyn’de 100’e yakın Sakîflinin öldüğü bildirilmektedir.

Sakîf kabilesi İslam’a en güçlü mukavemet eden ve düşmanlığını sürdüren kavimlerin başında gelmiştir. Tâifin en çok sevilen ve önde gelen isimlerinden olan Urve b. Mes‘ud İslam’ı tebliğ etmek için Hz. Peygamberden izin almış, İslam’ı Sakîflilere anlatmak için Tâif’e gitmiş ve hemen orada akrabaları tarafından katledilmiştir.  Çünkü onların ne İslam’a ne de İslam Peygamberine en ufak bir müsamahaları yoktu. Hz. Muhammed bütün çabalarına ve Tâif’i kuşatmasına rağmen bir sonuç elde edememişti. Hz. Peygamber Tâif kuşatmasında iken Tâiflilere beddua etmesini isteyen sahabelerinin bu isteğini reddederek “Allah’ım Sakîfoğulları’na hidayet nasip eyle, onları müslüman olarak bize gönder.” diyerek dua etmiştir.

Davetin ilk yıllarında Mekke’de bunalan ve bir çıkış kapısı arayan Hz. Peygamber, Tâif’e gitmeye karar vermiş ve orada feci bir şekilde hakaret ve fiziksel darbelere maruz kalmıştır.  Orada yine beddua da bulunmamış ve kendisini taşlayan Tâiflilere “Allah’ım Sakîf’i hidayete erdir ve hepsini doğru yola ileterek emrin ve itaatin altına al.”  diyerek hayır duasında bulunmuştur.

İnsanların dalga dalga İslam’a girdiğini gören Sakîfliler, Hz. Peygamber ile görüşmenin elzem olduğunun gayet farkındaydılar ve öyle de oldu. Hz. Peygamberin Tebük seferinden döndükten sonra, Abdüyâlîl b. Amr başkanlığında 6 kişilik bir Sakîf heyeti, diplomatik düzeyde ilişki kurabilmek adına İslam devletinin lideri vasfıyla Hz. Peygamber ile görüşmek için onun huzuruna çıkmışlardır. Gerekli

görüşmelerin ardından kısa bir müddet sonra, hicretin 9. senesinde her ne kadar pazarlıklı ve şartlı da olsa  İslam’ı kabul ederek, toplu bir şekilde müslüman olduklarını ilan etmişlerdir.  Sakîfliler daha sonra İslam’ın güzelliklerini sindire sindire idrak edince, huzurlu bir toplum haline dönüşmüştü. İçki, zina ve faiz açısından oldukça yaygın bir şehir olan Tâif, artık İslam ülkesinin sadık bir şehri konumuna yükselmişti. Kister’ın da ifadesiyle “Peygamber Sakîfin İslam’a girdikten sonra İslam toplumunun sadık bir üyesi olacağını ve yeni dinin emirlerini harfiyyen yerine getireceğini anlamıştı.”  Tâiflilerin bu sadık tutumuna, Hz. Peygamber ile gerçekleştirdikleri antlaşmanın üzerinden 2 yıl geçip, Ridde hâdiseleri ortaya çıkınca, kılıçlarının İslam askerleriyle beraber olması, onların samimiyetine ve İslam’a olan bağlılıklarına güzel bir örnek olarak tarih sayfalarında yerini almıştır.  Ayrıca Hz. Peygamber ile Sakîfliler arasında 21 maddelik bir antlaşma metni imzalanmıştır.  Sakîfliler İslam’ın dönüm noktalarından olan Sıffîn savaşına taraf olarak katılmamışlar ve Hz. Ali’nin ölümüne mukabil olarak, kadim dostları Ümeyyeoğulları lehine bir tavır sergileyerek Hz. Hasan’ın hilâfet hakkından feragat edip, Muaviye’nin halîfe olabilmesi adına faaliyette bulunmuşlardır.  Sakîf, Emevîler döneminde önemli görevler üstlenmiş ve önemli devlet adamları yetiştirmiştir.  Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesinde de rol alan Sakîf, Hz. Hüseyin’in yakınlarından 12 kişiyi öldürdükleri kaydedilmektedir.

Sakîf kabilesinin cahiliyye döneminde tapmış oldukları ve büyük ihtiram gösterdikleri putları Lât , yine bir Sakîfli olan Tâif’in ilk müslümanlarından Hz. Peygamberin dostu Muğire b. Şube  ve tülekadan olan Ebû Süfyân tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.

Kaynaklar Yûsuf b. Ömer’in çocukluk ve gençlik döneminden hiç bahsetmemişlerdir. Yûsuf b. Ömer’in 106/725 yılında Yemen valiliğine atandığı döneme kadar ki zaman zarfı içerisinde onun hakkında elimize ulaşan ilk ve tek bilgi, İbn Asâkir’in Tarihinde detaylarıyla zikredilen, Süleyman b. Abdülmelik döneminde takriben 30’lu yaşlarda iken, akrabası Haccâc b. Yûsuf’tan intikam almak isteyen fakat Haccâc’ın hayatta olmaması nedeniyle akrabalarına zulmetme yoluna giden Halife Süleyman b. Abdülmelik devrinde yaşanan bir hâdisedir.

Yûsuf b. Ömer Halife Süleyman b. Abdülmelik ve Irak valisi Yezid b. Mühelleb tarafından kendi halifeliğini istemeyen Haccâc’ın akrabası olması nedeniyle cezalandırılmak istenmiştir.  Bunun dışında Yemen valiliğine atanıncaya kadar kaynaklarda Yûsuf hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Yûsuf b. Ömer’in künyesi Ebû Abdullah’tır.  Abdullah’ın dışında Salt  isimli oğlunun varlığından haberdarız. Kaynaklar onun kaç çocuğu olduğunu ve eşinin kim olduğunu da aktarmamışlardır. Dolayısıyla kaç çocuğu olduğundan ve eşinin kim olduğundan da haberdar değiliz. Fakat araştırmalarımız neticesinde kaynaklarda ismi zikredilen Abdullah ve Salt adlı iki çocuğu olduğunu biliyoruz. Belâzüri, İbn Kuteybe ve İbn Hallikân, Yûsuf’un künyesinin Ebû Abdullah olduğunu söylerken,  genel anlamda diğer kaynaklarda Yûsuf’un künyesinden herhangi bir şekilde bahsedilmemekte ve yalnızca oğlu Salt’ın kendisinden sonra Yemen valiliğine geçtiğini haber vermektedirler.98 Kaynaklarda ne Abdullah ne de Salt’ın hayatları hakkında bir bilgi yer almamaktadır. Diğer taraftan Yûsuf, Irak’a vali olarak gittikten sonra oğlu Salt, tam olarak ne kadar süreyle valilik yapmıştır bilinmemektedir. Salt b. Yûsuf 129/747 yılında Abdullah b. Yahya el-Kindî’nin ayaklanması neticesinde Yemen’de hayatını kaybetmiştir.

Yûsuf’un babası Ömer hakkında ise kaynaklarda zikredilen tek bilgi onun şarap ticareti yaptığına dair ithamlardır.100 Yûsuf Irak’a vali olarak atanınca, eski Irak valisi Hâlid b. Abdullah’ı yakalatmış ona eziyet etmeye başlamıştır. Yûsuf, hakaret etmeye başlayınca Hâlid cevaben “Şarap satıcısının oğlu!”101 diyerek Yûsuf’u tahkir etmiştir. Bu bilgiden hareketle, Yûsuf’un babası Ömer’in şarap ticaretiyle uğraştığı sonucuna varılamayacağı kanaatindeyiz. Eziyet gören Hâlid b. Abdullah’ın bu sözü söyleme kastı, Yûsuf’a hakaret etmektir. Yukarıda zikrettiğimiz ithamların Haccâc’a da yapıldığını görmekteyiz. Haccâc’ın vali olmadan önce kuru üzüm ticareti yaptığına dair rivayetleri değerlendiren Aksu, bunun asıl sebebinin, Haccâc’ı şarap satıcılığı ile ilişkilendirerek küçük düşürme amacı taşıdığını ifade etmektedir.

Kaynaklarda Yûsuf’un künyesinin Ebû Abdullah103 olduğunu ve Yûsuf’un eşi ve çocukları hakkında yukarıda zikrettiğimiz bilgiler dışında herhangi bir hususun yer almadığını ifade etmiştik. Yûsuf b. Ömer’in ailesi hakkında kaynaklarda hiçbir bilginin zikredilmemesi ve tamamen Yûsuf’un siyâsî yönlerinin ele alınması, valilik görevine başlayıncaya kadar kendisi hakkında dahi net bir bilginin bulunmaması, valilik öncesi dönemindeki yaşantısını bizlere bir sis perdesi olarak bırakmaktadır.

Yûsuf b. Ömer’in kaç kardeşi olduğunun bilgisine de sahip değiliz. Kaynaklar yalnızca onun 2 kardeşinden dolaylı olarak bahsetmiştir. Kardeşlerinden Muhammed b. Ömer es-Sekafî, Belkâ’da  vali olarak görev yapmıştır.  Yaş itibariyle Yûsuf’tan büyük olan Muhammed, onun ağabeyidir. Yûsuf b. Ömer’in diğer kardeşi ise Yemen valiliği görevinde bulunmuş olan Kâsım b. Ömer’dir.  129/746 yılına kadar bu görevine devam eden Kâsım, Abdullah b. Yahya el-Kindî’nin San‘a’da ayaklanması sonucu kaçarak hayatını kurtarmayı başarmıştır.

Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in, Yûsuf b. Muhammed b. Yûsuf es-Sekafî adında bir akrabası bulunmaktadır.  Yûsuf b. Muhammed, Velîd b. Yezîd döneminde (125- 126/743-744) Mekke, Medine ve Tâif genel valiliği görevini icra etmiştir.  125/743 yılında hac emiri olarak da görev yapmış bir kimsedir.

Ayrıca Taberî ve Belâzürî’de geçen bir rivayete göre, Yûsuf b. Ömer’in, 126/743 yılında Irak dışına Halîfe Velîd’in yanına gittiği bir gün, Irak valiliğine vekaleten amcasının oğlu Yûsuf b. Muhammed’i bıraktığı zikredilmiştir.  Dolayısıyla Yûsuf b. Ömer’in, Yûsuf b. Muhammed isminde amcasının oğlu bulunmaktadır.

Görüldüğü üzere Emevîler vali olarak Sakîflileri tercih etmişlerdir. Emevîler’in kuruluşundan yıkılışına dek valilerin çoğunluğu Sakîf kabilesine mensup kimselerden olmuştur. Yûsuf b. Ömer’in kardeşleri başta olmak üzere yakın çevresi, valilik görevinde bulunmuştur. Kardeşi Kâsım b. Ömer es-Sekafî’nin Yemen valiliği  görevi112 ağabeyi Muhammed b. Ömer es-Sekafî’nin Belkâ valiliği113 ve akrabası Yûsuf b. Muhammed’in Hicaz genel valiliği114 bunun delilidir.

Konunun önemi açısından Yûsuf b. Ömer’in Haccâc b. Yûsuf ile olan akrabalık bağını ayrı bir başlıkta ele almanın daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

Haccâc b. Yûsuf ile Yûsuf b. Ömer arasında önemli bir akrabalık bağı bulunmaktadır. Haccâc’ın soy ağacına baktığımız zaman, Haccâc b. Yûsuf b. el- Hakem b. Ebî Akîl b. Mes’ûd b. Âmir b. Muattib b. Mâlik b. Ka’ b. Amr b. Sa‘d b. Avf b. Kusayy es-Sekafî115 şeklindedir.

Yûsuf b. Ömer’in soy ağacı ise, Yûsuf b. Ömer b. Muhammed b. el-Hakem b. Ebî Akîl b. Mes’ûd es-Sekafî116 şeklinde devam etmektedir. Haccâc ile Yûsuf’un soyu el-Hakem’de birleşmektedir.117 Zira İbn Kuteybe ve Safedî, Haccâc ile Yûsuf’un soy ağaçlarının Hakem b. Ebî Akîl’de birleştiğini sarih bir şekilde belirtmişlerdir.

Bir araştırma kitabında kaynak verilmeden “Yûsuf b. Ömer, Haccâc’ın kız kardeşinin oğludur.”119 şeklinde bir bilgi verilmiştir. Fakat kaynaklarda böyle bir bilgi zikredilmemektedir. Haccâc’ın amcası Muhammed, Yûsuf’un dedesi iken, Haccâc’ın amcasının oğlu Ömer ise Yûsuf’un babasıdır. Yani Yûsuf b. Ömer, Haccâc’ın amcasının torunu olmaktadır.120 İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî her ikisinin de soy ağacını vererek Yûsuf’u, Haccâc’ın amcasının oğlu şeklinde ifade etmişlerdir.121 Arap örf ve adetlerine baktığımız zaman herhangi bir kişiye babası tarafından olan akrabalığı neticesinde, o kişilere amca oğlu şeklinde hitap edilebilmektedir.  Yani Araplarda bir şahsın amcasının torunu, o şahıs için amca oğlu şeklinde tesmiye edilebilmektedir. Zaten İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî’nin, Yûsuf ve Haccâc’ın soy ağacını verdiği bilgilerden  Yûsuf’un, Haccâc’ın amcasının torunu olduğunu çok rahat bir şekilde anlayabiliriz. Yani İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî’de geçen, “amcasının oğlu” ibaresi gerçek manada değil, örfî ve edebî manada kullanılmıştır.

 

1.2.        Süleyman b. Abdülmelik Döneminde Yûsuf b. Ömer’in Cezalandırılmak İstenmesi

65/685 yılında hilâfet görevine başlayan Abdülmelik b. Mervan’ın  20 yıla yakın halîfelik görevinden sonra vefatıyla (86/705)  onun yerine oğlu Velîd b. Abdülmelik (86-96/705-715) hilâfet makamına gelmiştir. Abdülmelik kendisinden sonra bu göreve gelecek olan oğluna sorunsuz devlet bırakmıştır diyebiliriz. Bazı tarihçiler Velîd b. Abdülmelik dönemini Emevîler’in zirve noktası olarak kabul etmişlerdir. Gerçekten de onun devri büyük fetih ve yeniliklere sahne olmuş ve kültürel alanda da ciddi bir restorasyon ve açılımlara gidilmiştir.  Velîd b. Abdülmelik’in 96/115  tarihinde vefatıyla, yerine kardeşi Süleyman halîfe olmuştur. Hem Abdülmelik b. Mervan döneminde hem de Velîd b. Abdülmelik döneminde Filistin’de bulunan Süleyman b. Abdülmelik,  ağabeyi Velîd b. Abdülmelik tarafından hilâfetten uzaklaştırılmak istenmiştir. Velîd, kendisinden sonra yerine kardeşi Süleyman’ı değil, kendi oğlu Abdülaziz’i, hilâfet makamına getirmek istemekteydi.  Hatta Irak valisi Haccâc b. Yûsuf, Horasan ve Maveraünnehir’de büyük işlere imza atarak Emevî hakimiyetini güçlendiren komutan Kuteybe b. Müslim başta olmak üzere, bazı bürokrat ve komutanlardan da gerekli desteği almaya çalışmıştı. Haccâc ve Kuteybe gerekli desteği verirken, Güney Arapları (Kelbîler) ve bazı valiler de bu konuda Velîd b. Abdülmelik’e karşı çıkmışlardır.130 Fakat yeni veliaht olarak hazırlanan Abdülaziz’e gerekli biat tamamlanamadan Velîd vefat etmiş ve Abdülaziz yerine Süleyman b. Abdülmelik resmi veliaht olarak yeni halîfe olmuştur.131 Süleyman b. Abdülmelik kendisinin hilâfet makamına gelmesini istemeyen ve Velîd’in oğlu Abdülaziz’in halîfe olması için Velîd’e destek veren vali, komutan ve bürokratlarını bu tutumlarına karşı onları cezalandırma yoluna gitmiştir. Onun hilâfet makamına gelmesini istemeyenlerin başında Yûsuf b. Ömer ile akrabalığı bulunan Sekafî ailesinin önde gelen isimlerinden Irak valisi Haccâc b. Yûsuf gelmektedir. Süleyman b. Abdülmelik, Haccâc’a karşı büyük bir nefret duymaktaydı. Bu durumun farkında olan Haccâc, Velîd’in kendisinden önce ölmesinden korkuyordu. Hatta Haccâc “Süleyman tahta geçmeden kendisinin canını alması için Allah’a dua etmiştir.”132 şeklindeki rivayetler, Süleyman’ın nefretini ve Haccâc’ın korkusunu anlamaya yeterlidir. Süleyman b. Abdülmelik devlet başkanlığına geçmeden kısa bir zaman önce Haccâc b. Yûsuf vefat etmiş (95/715) ve bu nedenle de Süleyman’ın gazabından kurtulabilmeyi başarmıştı.133 Ancak Haccâc’a karşı büyük bir nefret duyan Süleyman b. Abdülmelik, onun akrabalarına karşı eziyet etme yoluna gitmiştir.

 

Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de Haccâc’ın amcasının torunu olması hasebiyle, Süleyman tarafından cezalandırılmak istenmiştir.135 Yûsuf b. Ömer’i yakalayan Süleyman’ın adamı Hâris b. Malik el-Cehzumî ondan mal varlığını teslim etmesini istemiş ve onu cezalandıracağını bildirmiştir.136 Süleyman’ın hilâfete geldiği o dönemlerde henüz otuzlu yaşlarda bir genç olan Yûsuf, bir evin içerisinde Hâris tarafından köşeye sıkıştırılmıştı. Bunun üzerine keskin zekasını kullanarak evin içerisini göstermiş, orada halasının olduğunu söyleyerek, ona bir şeyler sormak için izin istedi. Evde iki kapı mevcuttu. Yûsuf ikinci kapıdan kaçma planları yapıyordu. Hâris’in bu oyunu anlamayarak ona izin vermesiyle beraber Yûsuf, hemen kapıya yönelmiş ve hızlı bir şekilde oradan uzaklaşarak kurtulmayı başarabilmiştir.

 Ayrıca Süleyman b. Abdülmelik, dönemin başarılı komutanlarını tasfiye etmiş ve Kuteybe b. Müslim,  Mûsâ b. Nusayr, Târık b. Ziyâd, Haccâc’ın yeğeni Muhammed b. Kâsım gibi birçok meşhur vali ve komutan başta olmak üzere, önemli işlere imza atmış kişileri ortadan kaldırmıştır.

Süleyman b. Abdülmelik’in Irak valisi olarak atadığı Yezîd b. Mühelleb daha öncesinde Horasan valisi iken Haccâc tarafından yapılan baskılar neticesinde valilik görevinden azledilmişti. Hatta Haccâc tarafından 1 yıl boyunca hapsedilmiştir. Yezîd b. Mühelleb bundan dolayı Haccâc’a karşı azami ölçüde kin ve nefret beslemekteydi. Halîfe Süleyman’ın kendisine vermiş olduğu yetkiye istinaden Haccâc’ın akrabalarına zulmetmeye ve mallarını müsadere etmeye başlamıştır.  Kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in valiliğe atanmadan önce yaşadığı dönem hakkında hiçbir bilginin olmaması, acaba Süleyman b. Abdülmelik salt olarak Haccâc’ın akrabası olması nedeniyle mi Yûsuf b. Ömer’e işkence etmek istedi? Başka sebepler de var mıydı? Gibi soruların cevabını sis perdesi olarak bırakmaktadır. Haccâc’ın akrabası olması zulme uğraması için yeterli bir sebeptir. Zira Haccâc, hem Süleyman b. Abdülmelik’e hem de Yezîd b. Mühelleb’e ciddi manada zararlar vermiştir. Süleyman b. Abdülmelik ve Irak valisi Yezîd b. Mühelleb, Haccâc’a duydukları öfkenin kurbanı olarak, Haccâc hayatta olmadığı için, intikamlarını onun akrabalarından almak istemişlerdir. Bu zulüm Süleyman b. Abdülmelik’ten itibaren artık rutin hale gelmişti. Fakat işin arka planında ise bir Kelbî olan Irak valisi Yezîd b. Mühelleb’in  ve Kelbîlerin destekleriyle halîfe olan Süleyman’ın, Sakîf kabilesinden intikam alma amaçları görünmektedir. Bu zulümlerin en önemli sebeplerinden birinin de, önemli devlet adamı yetiştirmiş olan Sakîflilerin, topyekûn olarak politikadan uzaklaştırılıp, sindirilmesi amacı taşıdığı kanaatinde olduğumuzu

belirtmek istiyoruz. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Emevîler dönemi boyunca Sakîf kabilesi daima siyasetin merkezinde yer almış ve önemli görevler îfa etmiştir. Yûsuf b. Ömer’in, Süleyman ile Abdülaziz’in hilâfet yarışında Haccâc ile beraber hareket etmiş ve Süleyman aleyhinde âşikar propagandalar yapmış olabileceğini de ihtimaller dahilinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira Yemen  ve daha sonra Emevîler’in en önemli bölgesi olan Irak’ta  uzun yıllar valilik yapmış olan Yûsuf b. Ömer’in, gençlik yıllarında mutlaka siyaset ile ilgilenmiş olması gerekir.

Süleyman b. Abdülmelik dönemi öncesi Emevî halîfelerini incelediğimiz zaman, azledilen vali ve bürokratlara daha öncesinde böylesine bir zulüm yapılmadığını görmekteyiz. Azledilen valilerin mallarını müsadere etme, bürokratlara işkence yapma,  hatta öldürme durumu Süleyman b. Abdülmelik döneminde başlamış ve Ömer b. Abdülaziz dönemi hariç tutulursa, Emevî Devleti yıkılana kadar bu tür uygulamalar devam etmiştir.

Sonuç olarak Yûsuf b. Ömer’in Yemen valiliğine atanıncaya kadar ki zaman zarfında, yukarıda bahsettiğimiz hâdise dışında kaynaklar onun hakkında hiçbir bilgiye yer vermemiştir. Dolayısıyla Yûsuf’un çocukluk ve gençlik dönemine ait herhangi bir malumata sahip değiliz. Zehebî A’lâmi’n-Nübelâ’sında,  İbn Hallikân Vefayât’ında,  İbn Asâkir’i kaynak göstererek yukarıda bahsetmiş olduğumuz mezkur hâdiseyi aynı şekilde aktarmışlardır.

 

İKİNCİ BÖLÜM

2.           YÛSUF B. ÖMER’İN ŞAHSİYETİ VE KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ

Irak valisi Yûsuf b. Ömer, idârî ve askerî konularda sert ve disiplinli biri olarak tanınmasına rağmen, bazı konularda birbirine zıt olan hal ve hareketlerde bulunduğu da ifade edilmektedir.  Aşağıda da belirteceğimiz üzere kaynaklar Yûsuf hakkında kabul edilmesi aklen zor olan hal ve hareketlerinden bahsetmişlerdir. Yûsuf’un kişiliği hakkında birbirine taban tabana zıt olan rivayetleri titiz bir şekilde tahkîk etmeden sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla Yûsuf’un kişiliği hakkında rivayetleri zikredip, daha sonra genel bir değerlendirme yaparak kanaatimizi belirtmek istiyoruz.

2.1.        Ahmaklığı

Yûsuf’un kaynaklarda ahmak bir yapıya sahip olduğu belirtilir.  Hatta Sakîf’in ahmakı olarak lakap takıldığı zikredilmiştir.  Fakat Yûsuf b. Ömer’in ahmak olduğuna dair zikredilen rivayetleri kabul etmek mümkün gözükmemektedir. Zira ahmak olan bir insanın Irak gibi önemli bir bölgeye vali yapılması aklen mümkün değildir.

Ahmak oluşu iddiasıyla ilgili rivayet edilen şu hâdise oldukça dikkat çekicidir. Bir gün kendisine bir elbise getirilmiş, kâtibine: “Bu elbise hakkında ne dersin?” diye sormuştu. Kâtip: “Biraz daha küçük yapılması gerekirdi.” deyince, Yûsuf elbiseyi yapana dönerek “Doğru söyledi ey İbnü’l-Lahnâ!” demiş, kumaşı dokuyan da: “Biz bunu daha iyi biliriz.” diye cevap vermişti. Yûsuf bu defa kâtibine: “O doğru söyledi, ey İbnü’l-Lahnâ!” demiş, kâtibi de: “Bu adam senede bir ya da iki elbise yapar, halbuki benim elimden böyle yüzlerce elbise geçer.” diye karşılıkta bulunmuştu. Bunun üzerine Yûsuf tekrar elbiseyi dokuyana dönerek: “O doğru

söyledi ey İbnü’l-Lahnâ!” demişti. Bu şekilde bir onu bir öbürünü destekledi, sonra elbisedeki düğmeleri saydırdı ve elbisenin bir tarafından bir düğme eksik olduğunu görerek elbiseyi dokuyana yüz kırbaç vurdurdu.  Belâzürî’de geçen bir başka rivayate göre ise beş yüz kırbaç vurdurmuştur.  Yûsuf’un ahmaklığına örnek olarak gösterilen bu olay, aslında onun titizliğini göstermektedir.

Yûsuf, yanına gelen kâtibi Kuhzum’a neft yağının nereden geldiğini sormuş, Kuhzum Azerbaycan’dan geldiğini açıklamış ve detaylı bilgi verdikten sonra Yûsuf, “Bunları sana kim sordu?” diyerek Kuhzum’u dövmüştür.  Ayrıca onun yaptığı işlerde aniden kararlar verdiği de ifade edilir.

Yûsuf 120 senesinde Irak’a vali olduğunda, Hâlid b. Abdullah’ı yakalayarak ona zulmetmiştir. Bu işkenceler esnasında Hâlid b. Abdullah’ın, Yûsuf’a hitaben “Ahmak, Sakîf’in ahmağı!”diyerek söylenmesi  Yûsuf’a hakaret amaçlıdır. Yoksa onun ahmak olduğuna bir işaret değildir.

2.2.        Zalimliği

Yûsuf b. Ömer’in, çok ağır cezalar verip, insanları dövdürmekte aşırıya gittiği belirtilir.  Bu durum valiliğinin ilk yıllarından itibaren başlayarak ölene dek devam etmiştir. Daha Yemen valiliğinde iken, Vehb b. Münebbih’i dövmesi ve hatta öldürene dek dövdüğünü söyleyenlerin olması bu duruma bir işaret olabilir.  Belki de Yûsuf b. Ömer devlet işlerinde aşırı sert bir mizaca sahip iken, şahsi işlerinde yumuşak ve ağır başlı idi. Zira kaynaklarda belirtilen bu zıtlık, Yûsuf’un iş ve özel hayatı olarak ikiye ayırt etmekle anlaşılabilir.

Valilerin bazı durumlarda vicdanın kabul etmeyeceği zulümleri sergilemesi, eyalet valilerine verilen geniş yetkilerden kaynaklanabilmektedir. Dönemin şartlarına göre merkezi yönetim ile eyalet arasında bulunan ulaşım engelleri gibi sebeplerle, halîfeler bölgeyi ellerinde tutabilmek için eyalet valilerine oldukça geniş yetkiler vermeyi neredeyse kendilerine zorunluluk görüyorlardı. İşte bundan dolayı valiler çok rahat hareket etmişlerdir.  Şimdi Yûsuf’un zalim olduğu hakkında zikredilen rivayetleri aktarıp ardından değerlendirme aşamasına geçeceğiz.

Yûsuf b. Ömer’in acımasız, katı yürekli, çevresine korku salan, zalim ve gaddar bir fıtrata sahip olduğu belirtilmiştir.  Yûsuf’un kâtibi onun huzuruna biraz geç çıkmak zorunda kalmış, Yûsuf ise “Neyin var?” diye sormuştur. Kâtip “Azı dişimden şikayetim var.” diye cevap vermişti. Yûsuf bunun üzerine bu dişi çekmek üzere yanında başka bir dişçi ile bir haccâm (kan alıcı) getirtmişti.  Daha sonra Yûsuf’un sert bir şekilde kâtibin dişine vurarak kırdığı ifade edilir.

Yeni yapılmış bir elbiseyi alır tırnağını üzerinde gezdirir, eğer tırnağı takılırsa elbiseyi dikeni döver, bazen de elini keserdi.

Yine anlatıldığına göre, Yûsuf bir gün yolculuğa çıkacağı esnada cariyelerini yanına çağırarak içlerinden birine “Benimle sefere çıkar mısın?” diye sordu. Cariye: “Evet!” deyince “Ey kötü kadın! Sen birleşmeyi sevdiğin için böyle söylüyorsun.” diyerek boynunu vurdurmuş, sonra bir başka cariyeye, “Sen ne diyorsun?” diye sormuş, o da “Ben çocuğumla kalayım.” şeklinde cevap verince “Ey kötü kadın! Bunu benden ayrılmak için söylüyorsun.” diyerek bunun da boynunu vurdurmuş, sonra bir üçüncü cariyeye dönerek “Sen ne dersin?” diye sormuş cariye ise “Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. İki cariyeden birinin dediğini söylesem, sonumun ne olacağı belli olmaz.” deyince “Ey Lahnâ! (sünnetsiz kadın) Benimle münakaşı mı ediyorsun?” diyerek bu cariyenin de boynunu vurdurmuştur.

Yûsuf bir keresinde bir elbise diktirmiş ve elbisenin istediği gibi olmadığını bahane ederek, elbiseyi diken terziye yüz kırbaç vurdurduğu belirtilmiştir.

Yûsuf b. Ömer, Kûfe mescidinde hutbe okuduğu esnada, camide bulunan akli melekelerini kaybetmiş bir mecnun konuşmaya başlamıştır. Konuşmadan ve sözünün kesilmesinden rahatsız olan Yûsuf, hutbeyi keserek sinirli bir şekilde “Ben size deliler mescide girmeyecek demedim mi?” şeklinde serzenişte bulunmuş ve mecnun adamın boynunun vurulmasını emrederek onu öldürtmüştür. Olay esnasında mescidde bulunan ve olayı nakleden Ebî Bekr el-Hezelî adlı şahıs içerisinden mırıldanarak, “Bu adamın arkasında bir daha asla namaza durmam.” diyerek kendi kendine yemin etmiştir.

Yûsuf’un her gün 500 kişilik yemek yaptırıp bunları fakir insanlara dağıtmıştır. Yûsuf bu yemeklerin yapımına çok dikkat eder ve bizzat teftiş ederdi. Bir gün yemeklerin yanında ikram edilen tatlının kıvamının istediği gibi olmadığı gerekçesiyle, yemekleri yapan aşçıya 300 kırbaç vurdurtmuştur.

Yûsuf’un düşmanlarına karşı oldukça acımasız bir kimse olduğu belirtilir. Zira Hâlid b. Abdullah’ı öldürmek için Kûfe’ye getirdiğinde ona işkence yaptırtmıştır. Zeyd b. Temîm isimli zat mevlası Sâlim aracılığıyla Hâlid’e ikram edilmesi için nar suyu göndermiş, bunu öğrenen Yûsuf, Zeyd b. Temîm’e 500 kırbaç mevlası Sâlim’e ise 1000 kırbaç vurdurtmuştur.

Ebî İshâk Cemaleddîn ise Yûsuf b. Ömer’in zalimliğini anlatırken, “Adaletsiz, zalim bir tehditkar, asi bir şeytan, dikbaşlı zorba, kan dökmesiyle bilinen zalim ve zulümkar bir kimseydi.”  şeklindeki ifadesi gerçekten de oldukça ağır ithamlardır.

Yûsuf bir gün minbere çıkmış ve orada “Ey Irak halkı! Haccâc bir duman idi bense onun bir ateşiyim, o dumansız bir közdü ben ise kıvılcımları etrafa saçılan bir közüm. İtaat ettiğiniz takdirde sizin için bol bir ecir, tam aksine muhalefet veya şüphe içerisinde olduğunuz zaman ise şiddetli bir azap vardır.”  şeklinde hutbe okuduğu iddia edilir.

 

Yine onun, insanları haksız yere öldüren katilleri bacaklarından iple bağlayarak astığı ve o şekilde öldürdüğü ifade edilmektedir.

Van Vloten, Abbâsî halîfelerinden Mansûr, Reşîd ve Me’mûn’un hırsını anlatırken, onların döneminde zalimlikler yaşandığını belirtmiş ve bu üç halîfenin devrini Haccâc, Hişâm ve Yûsuf b. Ömer’in devrine benzetmiştir.  Yani Van Vloten burada Yûsuf b. Ömer’i büyük bir zalim olarak addetmektedir. Görüldüğü üzere Yûsuf’a birçok ithamda bulunulmuştur. Şimdi bu rivayetleri değerlendirme aşamasına geçeceğiz.

Yukarıda Yûsuf’un şahsi ahvâli üzerine kaynaklarda belirtilen olumsuz hususları zikrettik. Yûsuf b. Ömer’in şahsiyeti hakkında büyük bir ön yargı bulunduğu görülmektedir. Hiçbir tahkîk yapmadan yalnızca kaynaklardan yola çıkarak, onun şahsiyeti hakkında sağlıklı bir bilgiye ulaşmamız mümkün değildir.

Yûsuf b. Ömer’in acımasız, katı yürekli, çevresine korku salan, zalim, gaddar bir fıtrata sahip olduğu ifade edilirken,  insanları aşırı şekilde dövdürüp zulmettiğini  en ufak hatalarında insanları kırbaçlattığı,  ellerini kestiğini,  hatta acımasızca öldürdüğünü  bildiren rivayetler de mübalağa ve büyük bir ön yargı bulunmaktadır. Bütün bu olumsuzlukların yanında aşağıda ifade edeceğimiz üzere onun, namazını genel olarak mescitte uzun uzun kıldığı, dostlarını ve yakınlarını gözeterek onlara iyilik yapmaya çalışan bir kimse olduğu, yumuşak dilli, çok dua eden, mütevazi bir yapıya sahip olduğu ve ibadete çok düşkün olduğu ifade edilmiştir.

Genel olarak ifade edecek olursak, Yûsuf’un çok küçük bir sebepten dolayı insanları katletmesi, Abbâsîler döneminde yazılan tarih kitaplarında Emevî düşmanlığı adına mübalağalı bir şekilde ifade edilmiş olabilir. Zira Emevîler dönemi hakkında edindiğimiz bilgilerin çoğu, Emevîler’in yıkılışından sonra telif edilmiş kaynaklar tarafından bize ulaştırılmıştır. Bu dönemde kaleme alınan eserlerin

Emevîlere karşı objektif olduklarını söylemek zordur.  Emevî halîfelerinden Ömer b. Abdülaziz hariç, diğer halîfelerin tamamı Abbâsîler döneminde yazılan tarih kitaplarında yerilmiştir.  Ayrıca Zeyd b. Ali gibi önemli ve sevilen bir şahsiyetin Yûsuf tarafından katledilmiş olması, ona olan öfke ve nefrette mübalağa meydana getireceğinden, yaptığı hatalar küçük de olsa mübalağalı bir şekilde anlatılacaktır. Sakîf kabilesinin Emevîler’in en sadık dostları olduğundan yola çıkarak Emevîleri sevmeyenlerin Sakîflileri de sevmeyeceği gayet doğaldır. Bu ihtimalleri göz ardı etmeden onun sert bir yapıya sahip olabileceğini kabul ediyor, fakat bu durumun masum insanları öldürme noktasında bu denli zalim biri olabileceği hususuna katılmıyoruz. Zira masumları sebepsiz öldürdüğünü bildiren rivayetlerin mübalağalı rivayetler olduğunu ve sağlıklı olmadığını düşünüyoruz.

2.3.        Cömertliği

Yûsuf b. Ömer’in son derece cömert bir insan olduğu belirtilir.  Yûsuf b. Ömer Irak’a vali olduğu zaman her gün 500 kişilik yemek hazırlatır, onları torbalatır ve Irak’ın genelinde de yemek dağıtılması hususunda son derece titiz davranırdı. Hatta diğer uzak mahallelerde yemeklerin düzenli olarak dağıtılıp dağıtılmadığını büyük bir ehemmiyetle kontrol ederdi.  Yakın yer ile uzak yer arasında disiplin açısından hiçbir fark yoktu. Yemeklerin oldukça çeşitli ve tam pişerek kızarmasına ehemmiyet gösterirdi.  Yemeklerin yanında ayrıca üzerine şeker sürülen özel bir tatlı da yapılırdı.  Bütün bu işlerin düzenli bir şekilde icra edilebilmesi için Yûsuf, bizzat işin başında bulunmuştur. Safedî, Yûsuf’un her gün 500 kişilik masa hazırlattığını, her masanın 10 kişilik olduğunu ifade eder.  Yapılan bu yemeklerin dağıtılarak mı, yoksa günümüz aşevi modeli gibi insanların toplandığı bir mekanda mı yendiği konusunda ihtilaf bulunmaktadır. Bu gelişmeleri göz önünde

bulundurursak, Yûsuf’un halkını düşünen ve onları kollayıp gözeten bir vali olduğunu söyleyebiliriz.

2.4.        Dini Yönü

Yûsuf b. Ömer’in cesur, güçlü ve dinin vermiş olduğu vakardan dolayı ağır başlı bir insan olduğu belirtilir.  Bunun yanısıra Yûsuf b. Ömer, namazlarını mescitte uzun uzun kılar, dostlarını ve yakınlarını gözeterek onlara yardım etmeyi ihmal etmezdi. Yûsuf çok dua eden bir kimseydi. Kuran okur ve Allah’a yakarırdı. Kuran’ı çok fasih ve güzel bir şekilde okuduğu ifade edilmiştir.  Ayrıca sabah namazını kılar duha namazını kılıncaya kadar da kimseyle konuşmazdı.  Edebî olarak, şiire ve edebiyata ilgi duyan bir kimse olup, şiir ve edebiyattan anlardı.

Yûsuf b. Ömer’in hacca gidip gitmediği konusu ihtilaflıdır. Halîfe b. Hayyât 125/743 yılında Yûsuf’un hac emiri olarak görev yaptığını ifade etmiştir.  Fakat diğer kaynaklarda 125/743 yılında hac emiri olarak görev yapan kişinin, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’in değil, Velîd’in dayısı olan Mekke, Medine ve Tâif bölgesi genel valisi Yûsuf b. Muhammed b. Yûsuf es-Sekafî olduğu bildirilmiştir.  Dolayısıyla Yûsuf’un hacca gidip gitmediği konusunda zikrettiğimiz ihtilaftan dolayı net olarak bir şey söylememiz mümkün değildir. Fakat fırsat bulamadığından olmalıdır ki, Yûsuf’un hacca gitmediği olasılığı ağır basmaktadır.

Yûsuf b. Ömer kaynakların belirttiği üzere sert ve baskıcı bir yönetim anlayışına sahipti. Fakat Yûsuf b. Ömer’in, bunların yanı sıra insanlara dini yönden nasihat ettiği ve Cuma günlerinde hutbeye çıkarak vaaz verdiği bilinmektedir.  Irak valiliği esnasında Kûfe’de vermiş olduğu bir hutbede insanlara şu nasihatlerde bulunmuştur. “Ey Allah’ın kulları, Allah’tan sakınınız. Uzun emel kuran o kurmuş olduğu emeline ulaşamayacaktır. Mal toplayan bir kimse, o biriktirdiği malını yiyemeyecektir. İşte bu ikisinden, uzun emel beslemekten ve mal biriktirmekten uzak durunuz. Bunları terk etmeyen kimse ancak bâtıl toplamış olacaktır. Hak yolda

olmak, uzun emel beslemekten ve çokça mal biriktirmekten kaçınarak mümkün olur. Uzun emel kurup, çokça mal biriktiren kimselere haram isabet eder ve onlara mirasçı olarak ise yalnızca geride düşmanlıklar kalır. Onlar bu şekilde devam etmeleri durumunda günah taşımış olurlar ve günahları yüklenmiş vaziyette o günahlarıyla dünyadan ayrılırlar. Rablerinin huzuruna vardıklarında ise derin bir üzüntü duyarlar. Ve onlar dünyada da ahirettede hüsrana uğramış kimselerdir.”

2.5.        Adaleti

Yûsuf’un Irak valisi olduğu zamanda, yani Hâlid b. Abdullah’ın son dönemlerinde Irak’ta müslümanların zelil olduğu, hükmün gayri müslimler tarafından verildiği belirtilmiştir.  Bu konuda Yahya b. Nevfel’in şu şiiri oldukça dikkat çekicidir.

“Yûsuf bize geldiğinde zekatımızı şirk ehli alıyordu

Ve açığı vurduğumuz veya gizlediğimiz şeylerde onlar bizim hakimlerimizdi.

Yûsuf gelince yeryüzü aydınlandı

Hatta bütün vadiler nurlandı;

Ve hatta insanlar arasında adaleti apaçık gördük,

Halbuki bundan önce pek görünmezdi.

Halîfe bize iyi niyetle düşmana açık verecek birini gönderdi,

Ateşe düşüp yardım isteyen birine

Ateşle yardım etmek gibi.”

Şiirde geçen “İnsanlar arasında adaleti apaçık gördük, bundan önce pek görünmezdi.” ibaresinden Yûsuf’un adaleti sağlamaya yönelik adımlar attığını ifade edebiliriz. Hâlid’in son dönemlerinde yapmış olduğu adaletsizlikler ve şahsi ihtirasları halkı bezdirmiş ve Irak halkı yeni bir kurtarıcı olarak Yûsuf’u görmüştür. Fakat Yûsuf’un zalimlikleri halkta olan adalet beklentisini maalesef yok etmiştir.

Yukarıda şiirde zikredilen son bölümde “Ateşe düşüp yardım isteyen birine, ateşle yardım etmek gibi.” ibaresinden Yûsuf’tan beklenen adaletin tam manasıyla gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

2.6.        Fiziksel Özellikleri

Bazı kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in fiziksel olarak kısa boylu, uzun sakallı ve çirkin görünümlü bir insan olduğu belirtilmiştir.  Boyunun çok kısa oluşuyla ilgili olarak, Yûsuf valilikten azledilip öldürüldüğü zaman başı gövdesinden ayrılmış ve vücudu Şam sokaklarında gezdirilmiştir. Onun cansız cesedini görenler vücudunun küçüklüğünden dolayı onu çocuk zannetmişlerdir.  Bu rivayete göre Yûsuf oldukça kısa boylu bir kimsedir.

Yûsuf, terzilerin kesip dikmesi için kendisine uzun elbise getirtirdi. Eğer terzi ”Biçme işleminde artanlar bize yeter.” derse, bu Yûsuf’un hoşuna giderdi. Terziler Yûsuf için uzun elbiseler biçerler, gerekeni alırlardı. Bir de Yûsuf’a “Bu elbise sana yeterli gelmedi.” derlerse Yûsuf iyice hoşnut olurdu.  Yûsuf’un kısa boylu olmasından dolayı hayıflandığı ve memnun olmadığı belirtilir.

Sakalının çok uzun olduğu da ifade edilmiştir. Yûsuf Irak valiliğinden azledildiği zaman, Halîfe Yezîd b. Velîd onu huzuruna çağırtmış ve göbeğine kadar uzanan uzun sakallarından tutup ona hakaretlerde bulunmuştur.  Bu durum Yûsuf’un sakallarının göbeğine kadar uzun olduğu iddiasını ortaya çıkarmıştır.

Aktarmış olduğumuz bu rivayetler, onun fiziken de çirkin bir insan olduğunu göstermektedir. Fakat Yûsuf’u zalim olarak ifade eden rivayetlere baktığımız zaman, aynı şekilde fiziken de çirkin gösterilmek istendiği ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu rivayetlere de ihtiyatlı yaklaşılması gerekmektedir. Kaynaklar tarafından Yûsuf’un diğer fiziksel özellikleri hakkında başka bir bilgi zikredilmemiştir.

 

2.7.        Vefatı

Yezîd b. Velîd’in tahta çıkmasıyla beraber, Yûsuf b. Ömer valilikten azledilmiştir. Görevden alındıktan sonra, gelişen olaylar neticesinde Şam’a kaçmak için hareket eden Yûsuf b. Ömer, saklandığı Belkâ’da Yezîd’in süvarileri tarafından yakalanmıştır. Yûsuf, Yezîd’in huzuruna getirildiği zaman Yezîd onun sakallarından tutmuş ve tahkir eden cümleler kurduktan sonra hapsedilmesini, bunun yanında zimmetine geçirmiş olduğu bütün malların müdasedere edilmesini emrederek, Yûsuf’u Hadrâ’da hapsetmiştir.  Hapishane’de bir zat Yûsuf’a korku tellallığı yaparak “Daha önce zulmettiğin insanların seni taşa tutmalarından korkmuyor musun?” diyerek Yûsuf’u tedirgin etmiştir. Bu söz Yûsuf’u oldukça endişeye sevk etmiş olmalı ki, Halîfe Yezîd’den şartları daha kötü olsa bile Hadrâ dışında başka bir mahzene nakledilmesini istemiştir. Yûsuf’un isteğine şaşıran Yezîd, onun isteğini kabul etmiş ve Yûsuf, Velîd b. Yezîd’in iki oğlunun da bulunduğu hapishaneye sevk edilmiştir.

Yûsuf, Yezîd’in halîfeliğinin tamamında,  iki ay on gün ise halîfe İbrahim zamanında hapis hayatı yaşamıştır. Mervân Şam’a yaklaşınca, Yezîd b. Hâlid el- Kasrî’yi, Yûsuf’u katletmesi için görevlendirmiştir. Mervân’ın görevlendirmesiyle Yezîd, babasını katleden, ailesine türlü işkenceler yaşatan Yûsuf’tan intikam alabilmek için büyük bir fırsat bulmuştur.  Yezîd b. Hâlid ezeli düşmanı Yûsuf’un başını hapiste kılıçla vurarak katletmiştir.  Yûsuf’un başı gövdesinden ayrılmış ve ayaklarından bir ip bağlanarak Şam sokaklarında gezdirilmiştir. Aynı zamanda Velîd b. Yezîd’in oğulları Hakem ve Osman’da Yûsuf’la beraber öldürülmüştür.

Dineverî ise Yûsuf’u öldürenin Yezîd b. Hâlid değil, onun kardeşi Muhammed b. Hâlid olduğunu belirtir. Halîfe Yezîd b. Velîd’e biat işi tamamlanınca,

 

Muhammed b. Hâlid el-Kasrî tarafından Yûsuf’un başının kesilerek öldürüldüğünü kaydeder.  Fakat bu rivayet diğer kaynaklar tarafından desteklenmemiştir. Tarih olarak Yûsuf’un h.126 Zilhicce ayının ortalarında katledildiğini ifade eden rivayetler de bulunmaktadır.  Ancak bu rivayetlere katılmadığımızı belirtmek isteriz. Sonuç olarak Yûsuf, Halîfe Mervân zamanında, Yezîd b. Hâlid tarafından öldürülerek 127/744 yılında, 60 küsür yaşında iken hayatını kaybetmiştir.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.           YÛSUF B. ÖMER’İN VALİLİK DÖNEMİ

3.1.        Hişâm b. Abdülmelik Dönemine Genel Bir Bakış

Yûsuf b. Ömer, Hişâm b. Abdülmelik döneminde valiliğe atandığı için, konunun daha net anlaşılması açısından, dönemin genel idârî yapısı, özellikle Hişâm’ın devlet yönetimi ve yaşanan mühim hâdiselere kısaca değinmek istiyoruz. Yezîd b. Abdülmelik’in eğlence ve oyun hayatıyla geçirdiği hilâfet yılları, daha çok aşık olduğu Sellâme  ve Habbâbe  adlı kadınlarla beraberdir. 105/724 yılında Yezîd ölmüş, hilâfet makamı Hişâm b. Abdülmelik’e tevdi olmuştur.  Yezîd b. Abdülmelik kendisinden sonra hilâfet makamına kardeşi Hişâm’ı, ondan sonra ise oğlu Velîd b. Yezîd’i veliaht olarak atadı.  Takrîben 4 yıl kadar halîfelik yapan Yezîd b. Abdülmelik (101-105/720-724)  kabileler arası dengeyi sağlayamamış ve Hişâm’a sorunlu bir devlet bırakmıştır.  Rusâfe’den  gelerek halktan biat alan 34 yaşındaki  genç halîfe Hişâm b. Abdülmelik, selefi Yezîd’in devlete çizmiş olduğu olumsuz çizginin  sorumluluğunu çok iyi biliyor ve duraklama devresine giren

devleti inkişâf ettirebilmenin yollarına bakıyordu.  Yezîd b. Abdülmelik, selefi Ömer b. Abdülaziz’den  mamur bir devlet teslim almış, fakat halefi Hişâm b. Abdülmelik’e adeta bir enkaz yığını diyebileceğimiz bir yönetim bırakmıştır. Yezîd b. Abdülmelik’in devlet yönetimi açısından yapmış olduğu en büyük hata, kabileler arası dengeyi kaybetmesidir. Onun döneminde Kaysî (Kuzey) kabileleri güç kazanmış ve devlet yönetiminde büyük oranda söz sahibi olmuşlardır.  Halîfe Süleyman ve Yezîd’e göre Hişâm b. Abdülmelik kabileler arası dengeyi sağlamada onlara nazaran daha başarılı olmuştur.

Bu noktada Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı Irak/Kûfe bölgesinde önemli araştırmalar yapan Söylemez’in değerlendirmesi oldukça dikkat çekicidir: “Şehrin siyâsî tarihi açısından üzerinde durulması gereken Emevîler’in son otuz yılı, daha çok kabile çekişmeleri ile geçti. Ömer b. Hübeyre ile başlayan bu süreçte Ömer, Kuzey Araplarına dayanarak şehri yönetmeye çalışırken; kendisinden sonra iktidara gelen Hâlid b. Abdullah el-Kasrî ise Yemen kabilelerine dayandı. Hâlid’in görevden alınmasıyla yerine atanan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî ise yeniden Kuzey Araplarına dayanarak Irak’ı yönetmeye çalıştı. Ancak şehirdeki muhalif Yemenliler ve Mevâlî de boş durmayarak Emevîler’in amansız muhalifleri olan Haşimîlerden istifâde etmeye çalıştılar.”  Bu değerlendirmeler özet olarak Emevî Devletinin, özellikle de onların son otuz yılının görüntüsüdür.

Genel olarak Hişâm b. Abdülmelik’in devlet yönetiminden bahsetmeye çalıştık. Konumuz gereği daha fazla uzatmak istemiyoruz. Hişâm’dan bahsetmemizin sebebi, Yûsuf b. Ömer es-Sekafî onun ataması sonucu vali olmuş ve vali olması neticesinde uzun yıllar Hişâm’ın emri altında valilik görevini icra etmiştir. Hişâm döneminin genel idârî yapısını bilmeden Yûsuf b. Ömer’in yöneticiliği hakkında sağlıklı bir bilgi elde etmemiz mümkün değildir. Biz de bu gerçekliği göz önünde

bulundurarak Hişâm’dan ve onun yöneticiliği hakkında birtakım meselelerden bahsettik. Şimdi bu bilgiler ışığında Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin, Hişâm tarafından Yemen valiliğine atanmasını ele almak istiyoruz.

3.2.        Yemen Valiliğine Atanması

Hz. Ebûbekir’in halîfeliğinden itibaren Yemen, üç bölgeye ayrılmıştır.  Bunlar San‘a, Cened ve Hadramut’tur. Bu üç bölgenin valisi halîfe tarafından atanırdı. Abdullah b. Zübeyr’in ayaklanması neticesinde Yemen, bir müddet Emevîler’den ayrılmıştır. Abdullah b. Zübeyr’in vefatından sonra tekrar Emevîler’in hakimiyeti altına giren Yemen, çoğunluğu Emevî hanedanına mensup valiler tarafından yönetilmiştir.

27 Ramazan 106/15 Şubat 725 tarihinde Yûsuf b. Ömer, Hişâm b. Abdülmelik tarafından Yemen valiliğine getirilmiştir.  Hişâm zamanında devlet 6 bölgeye ayrılmıştı. Yemen ise Mekke, Medine, Tâif bölgesine bağlı olarak idare edilen bir şehirdir. Ayrıca Necid şehri de idârî açıdan bu bölge içerisinde bulunmaktadır.

Yûsuf b. Ömer’in, 14 yıl süren Yemen valiliği hakkında da kaynaklarda ayrıntılı ve uzun bilgiler verilmemiştir. Yûsuf’un valilik öncesi dönemi gibi Yemen valiliği dönemindeki yaşamı hakkında da kaynaklar oldukça kısıtlıdır. Bunun nedeninin ise, Yûsuf’un Yemen valiliği döneminde bölgede siyâsî ve askerî bakımdan dikkat çeken herhangi bir olayın yaşanmaması olduğunu düşünüyoruz.

Yûsuf b. Ömer’in, baskıcı ve sert bir devlet adamı olduğunu ifade etmiştik.  Özellikle Yemen valiliği döneminde Vehb b. Münebbih’i feci bir şekilde dövdürüp öldürmesi227 halk üzerinde baskıcı ve sert bir yönetim anlayışı benimsediğinin göstergesidir.

3.2.1.    Yemen’de Hâricî İsyanları

Hâricîliğin doğuşu Hz. Ali ile Muâviye arasında cereyan eden Sıffîn Savaşı’na dayandırılmaktadır. Fakat bunun öncesinde Hz. Osman zamanında etkin olmasalar dahi yine o dönemde de Hâricîlerin varlığı bilinmekteydi. Sıffîn Savaşı’ndan sonra her iki tarafın kabul ettiği hakem meselesini kabul etmeyen Hâricîler, bu nedenle Hz. Ali’nin yanından ayrılmışlardır. Bu sebepten dolayı kendilerine “çıkan, isyan eden” anlamında Hâricî ismi verilmiştir.229 Hâricîlerin neredeyse tamamı, zalim idareciye karşı isyan etmeyi inanç esasları arasında görmektedirler.230

Yemen’de Yûsuf b. Ömer’in valiliğinin ilk yıllarında, Abbâd er-Ruaynî liderliğinde bir isyan meydana gelmiştir. Abbâd liderliğinde ortaya çıkan bu isyanın tarihi konusunda ihtilaflar mevcuttur. 106/725,231 107/726232 ve 108/727233 yılında meydana geldiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Meydana gelen isyanın asıl amacına baktığımız zaman Hâricîlerin, Emevî yönetiminden duydukları memnuniyetsizlik ve ifrat noktasındaki İslam inançları bu isyanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hâricîler “eşitlik prensipleri” gereği, devlet başkanlığı görevinin seçimle olmasını savunmaktaydılar. Dolayısıyla bu kuralı çiğneyip lağv eden Emevî halîfeleri onlar için birer gâsıbtı.234 Her ne kadar Hâricîlerin aşırılığı ve isyanları genelde aynı sebeplerle ortaya çıkmış ise de, Yûsuf’un baskıcı yönetim anlayışının, isyanı körükleyen önemli bir unsur olabileceği göz ardı edilmemelidir. Abbâd’ın Kelb kabilesine mensup olması235 ve Kaysî olan Yûsuf b. Ömer’e karşı ayaklanması,

zayıf bir ihtimal de olsa, Kaysî-Kelbî çekişmesinden neşet bir ayaklanma olabileceğini de ihtimaller dahilinde değerlendiriyoruz.

Emevîler tarihi boyunca irili ufaklı birçok defa Hâricî ayaklanması meydana gelmiştir.  Yemen’de Yûsuf’a karşı gerçekleştirilen bu isyan, Hâricî mezhebinin saplantılı inançları doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Abbâd ve onunla beraber olan Hâricîler tarafından başlatılan ayaklanma, Yûsuf b. Ömer’in müdâhalesi sonucunda isyancıların tamamı katledilerek bastırılmıştır.  Kaynaklar Abbâd ile beraber isyana katılanların sayısının üç yüz olduğunu ifade eder.  Bu bilgilerden yola çıkarak, Abbâd er-Ruaynî ayaklanmasının geniş kitlelere yayılmadan bertaraf edildiğini anlayabiliriz. Ayrıca çağdaş araştırmacılardan Tomar, Abbâd’ın ayaklanmasının, Yemen’de Emevîlere karşı yapılan ilk isyan olduğunu belirtmiştir.

Abbâd er-Ruaynî isyanından daha sonra, Yemen’de Zühhâf el-Himyerî önderliğinde yine bir Hâricî ayaklanması meydana gelmiştir. Yûsuf b. Ömer, Ebu’l- Âc es-Sülemî’yi isyanı bastırmak için görevlendirmiş ve isyana katılanların tamamı katledilerek Hâricîlerin isyanı sonlandırılmıştır   Kaynaklarda Zühhâf el- Himyerî’nin ayaklanması hakkında birkaç satır bilgi verildiği için, isyanın detayları hakkında net olarak bilgi sahibi olmadığımızı belirtmek isteriz.

3.2.2.    Yûsuf b. Ömer’in Vehb b. Münebbih’i Dövdürmesi

Kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in Vehb b. Münebbih’i feci bir şekilde dövdürdüğünden  hatta bu şiddet neticesinde Vehb’in öldüğünden bahsedilir.  Kaynaklar bu hâdiseyi zikrettikten sonra, Vehb’in neden ölümüne sebep teşkil edecek şekilde dövüldüğüne dair bilgi vermezler.

Konumuz gereği Vehb b. Münebbih’in hayatı ve ilmi kişiliği hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz. Yûsuf b. Ömer’in Yemen valiliğinde iken feci bir şekilde dövdürdüğü Vehb b. Münebbih, Yahudi kökenli bir Müslüman olup, yine Yahudi

kökenli Abdullah b. Selâm (43/663-664) ve Ka’bu’l-Ahbâr (32/652-653) ile beraber tefsire îsrailiyyat getiren ilk kimselerden olduğu ifade edilmiştir.  Vehb b. Münebbih’in hayatına baktığımız zaman ilmi noktada ciddi çalışmalar yaptığına ve insanlara vaazu nasihatlerde bulunduğuna şahit olmaktayız.

Yûsuf b. Ömer’in dövdürtmesi sonucunda, rivayetelere göre Vehb 110/728,  111/729  veya 114/732 yılında  iken Yûsuf’un valiliği esnasında San‘a’da vefat etmiştir.  Zehebî, Yûsuf’un bu şiddeti sonucunda Vehb b. Münebbih’in hayatını kaybettiğini bildirmiştir.

Yûsuf b. Ömer, Irak’a atanıncaya kadar Yemen valiliğine devam etmiş ve Irak’a atanması üzerine Yemen valiliği görevini oğlu Salt devralmıştır. Salt’tan sonra ise Yûsuf’un kardeşi Kâsım b. Ömer, Yemen valiliği görevini sürdürmüştür.  Kaynaklarda Yemen valiliği hakkında daha fazla bilgi olmadığı için Yûsuf b. Ömer’in Yemen valiliğinden sonra asıl icraat mahalli olan Irak valiliğinden bahsetmek istiyoruz.

3.3.        Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanması

A)           Hişâm b. Abdülmelik’in Yûsuf b. Ömer’e Yazdığı Gizli Mektup

Hişâm b. Abdülmelik, Hâlid’i azletmeye karar vermiş, fakat bunu en başta gizli tutmuştur. Evvela Irak’a kimi atayacağını düşünmüş, Mudarîlerin gönlünü alabilmek adına tercihini Yûsuf b. Ömer es-Sekafi şeklinde belirleyerek, Yûsuf’u bu zor göreve münasip bulmuştur. Kaynakların müştereken bildirmesine göre Hişâm, kendi el yazısıyla bir mektup yazıp gizli bir şekilde Yûsuf’un adamlarıyla beraber Irak’a hareket etmesini emretmiştir.  Daha sonra 30 kadar adamını yanına alan

Yûsuf, sonunda Kûfe vilayetine bir seher vaktinde ulaşmıştır. Hişâm’ın direktifleri doğrultusunda orada bir hutbe îrad etmiş ardından Hâlid’i tutuklamasıyla yeni görevine resmen başlamıştır.

Yûsuf b. Ömer, Halîfe Hişâm’a, hem hâcibi hem de muhafızı olan Cündeb  aracılığıyla bir mektup göndermişti. Yûsuf tarafından Cündeb aracılığıyla gönderilen mektubun içeriği, kaynakların çoğu tarafından belirtilmemiştir. Belâzürî ise bu mektup da, Yemen’in ihtiyaçlarını bildiren bir liste olduğunu kaydeder.

Hişâm son zamanlarda Irak valisi Hâlid b. Abdullah’a karşı oldukça öfkeliydi. Yûsuf’un elçisi gelmeden kısa bir zaman önce Hâlid, Hişâm’ı sinirlendirecek bir mektup göndermişti.  Bu olay üzerine Hişâm, Yûsuf b. Ömer’in elçisini huzuruna çağırmış ve ona Yûsuf b. Ömer’in hallerini sorduktan sonra Yûsuf hakkında hakaretlerde bulunmuştur. Hatta Halîfe Hişâm, Cündeb’in elbiselerinin yırtılmasını ve kırbaçla vücuduna vurulmasını da emretmiştir.  Yapılan bu işkencelerden sonra Hişâm, Divân-ı Resâil’de görevli olan Sâlim b. Anbese b. Abdülmelik’i huzuruna çağırarak, Yûsuf b. Ömer’e yazacağı emirleri kaleme almasını emretmiş ve bir mektup oluşturmasını istemiştir. Daha sonra Hişâm’ın huzurundan herkes ayrılmış ve bir müddet sonra Sâlim’in, Hişâm’ın emirlerinden oluşan, küçük kapsamlı içerisinde birtakım emirler bulunan mektup halîfeye sunulmuştur. Bu mektuptan ayrı olarak Halîfe Hişâm, bizzat kendisinin kaleme aldığı başka bir mektubu gizlice diğerinin arasına eklemiştir. Hişâm gizli mektubunda, Yûsuf’un gizlice 30 adamıyla Kûfe’ye Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi tutuklayarak gerekenleri yapmasını söylemiş ve onun yerine Irak’a kendisinin vali olduğunu bildirmiştir.  Sâlim’in yazdığı mektubun içerisine, Hişâm mektubunu gizlemiş ve belge mühürlendikten sonra Yûsuf b. Ömer’in elçisine Yemen’e

gönderilmek üzere teslim edilmiştir. Hişâm’ın, kendi maiyetinde olan bir valiyi, gizli olarak azletmesi, devlet otoritesinin o dönemde zayıf olduğuna işaret olabilir. Ayrıca Irak gibi her an ayaklanmaya müsait bir bölgenin valisini gizli olarak azletmek, organize çıkabilecek ayaklanmaları da engelleme amacı taşımaktadır.

Yemen’e ulaşan elçi, Yûsuf b. Ömer’in huzuruna varınca, mektubu okumadan evvel Yûsuf, birtakım sorular sormuştur. Evvela halîfenin kendisi hakkındaki görüşlerini merak eden Yûsuf, bu soruyu elçiye yöneltmiş fakat Hişâm’ın kendisine son derece kızgın olduğu cevabını almıştır. Ayrıca elçi, Hişâm’ın kendisine uygulamış olduğu muameleleri de anlatarak, elbiselerinin yırtılıp kırbaçlanmak sûretiyle cezalandırıldığını bildirmiştir.

Halîfe Hişâm’ın gönderdiği mektubu açan Yûsuf, Irak valiliğine atandığını ve bu durumu gizli tutarak hemen Irak’a hareket etmesi gerektiğini bildirir mektubu görmüştür. Bu emir üzerine Yûsuf ivedi olarak 30 arkadaşıyla beraber hemen yola koyulmuş, valilik vekaletini ise oğlu Salt’a bırakmıştır.  Kaynaklar, Hişâm’ın yazmış olduğu gizli mektubu Yûsuf b. Ömer okuduktan sonra, Irak valiliğini almak için alelacele Kûfe’ye Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin yanına gittiğinden bahsederler.  Yani Yûsuf, Halîfe Hişâm’ın yanına hiç uğramamış doğrudan Kûfe’ye geçmiştir. İbn Kesîr ve Belâzürî’de geçen diğer bir rivayete göre ise, Halîfe Hişâm’ın, Hâlid b. Abdullah’ı azletmeye karar verdiğini ve bunun üzerine Yemen’deki valisi Yûsuf b. Ömer’e kendi elçisini göndererek otuz adamıyla beraber Kûfe’ye hareket emri verdiğini ifade eder. İbn Kesîr ve Belâzürî’de geçen ikinci rivayete göre Yûsuf’un elçisi Hişâm’a gitmemiş, aksine Hişâm bizzat elçi göndermiştir.

Yûsuf b. Ömer’in Irak’a vali olarak görevlendirilmesinin temel nedeninin ise, bölgede en büyük güç olan Kaysîlerin siyâsî olarak beklentilerinin karşılanması ihtiyacıydı. Apak, “Şam’dan sonra ülkenin ikinci büyük merkezi ve hilâfetten

sonraki iki numaralı koltuk sayılan Irak valiliğine Yûsuf’un tayini, yönetime küskün olan Kaysîler’in memnun edilmesini sağlamak!” olduğunu ifade etmiştir.

Yûsuf b. Ömer’in tercih edilmesinin bir diğer sebebi ise, Emevî Devletine ve halîfelere olan sadakatidir. Yûsuf, her fırsatta Ehli beyti kötüleyip onlarla mücadele ederken, Emevî Devletini var gücüyle savunmuştur. Belâzürî’nin bildirmesine göre Yûsuf b. Ömer bir hutbesinde, insanlar arasında ilk fitne kapısının açılmasının ve kan dökülmesinin Ali ve onun zenci arkadaşı yani Ammâr b. Yâsir ile başladığını belirtmektedir.  Yûsuf, hilâfet hakkının en başından beri Ümeyyeoğullarına ait olduğunu düşünmektedir. Sıffîn savaşının suçlusunun, Hz. Ali ve onu destekleyenler olduğunu cuma hutbeleri başta olmak üzere her fırsatta dile getirmiştir.

B)           Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanma Tarihi

Yûsuf b. Ömer’in Irak’a vali olarak atandığı tarih 120/738 yılıdır. Fakat ay olarak Cemâziyelevvel mi yoksa Cemâziyelâhir mi olduğunda ihtilaf bulunmaktadır. Cemâziyelevvel 120/Mayıs 738 yılında,  Hişâm’ın Irak’a vali olarak atandığını bildirir gizli mektup Yûsuf’un eline geçmiştir. Yûsuf, Yemen’de îfâ ettiği valilik görevini oğlu Salt’a tevdi edip  3 0 adamıyla beraber Irak’a hareket etmiştir. Taberî, İbnü’l-Esîr ve Nüveyrî, Yûsuf’un Irak valiliğinin Cemâziyelâhir/Haziran ayında gerçekleştiğinden bahsederler.  Zira onlara göre Hâlid Cemâziyelevvel ayında azledilmiş,  Yûsuf b. Ömer ise Cemaziyülâhir/Haziran ayında Kûfe’ye ulaşmıştır.  Daha sonra Yûsuf, Necef’te konaklamış ve bir seher vakti Kûfe’ye adamlarıyla beraber girmiştir.

Belâzürî ve İbn Kesîr gibi tarihçiler ise Hâlid’in Cemâziyelevvel 120 tarihinde azledilip, yine Cemâziyelevvel ayı içerisinde Yûsuf’un valiliğinin

başladığını belirtmişlerdir. Onlar, Hişâm’ın gönderdiği gizli mektubun Yûsuf’un eline geçmesiyle Yûsuf’un Irak valiliğinin başladığını kabul ederler.  İbn Kesîr, Hâlid b. Abdullah’ın Şevval 105/Mart 724 tarihinde Irak’a vali olarak atandığını ve 120/738 yılı Cemâziyelevvel ayında azledildiğini belirttikten sonra, aynı ayda Yûsuf b. Ömer’in Irak valisi olarak görevine başladığını belirtmiştir.  İbnü’l-Esîr ve Nüveyrî ise bu konuda detaylı bilgiler verip, “Yûsuf b. Ömer, 120/738 senesinin Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye geldi ve Necef’te konakladı.”  diyerek Yûsuf’un Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye ulaştığını ifade etmişlerdir.

120/738 Cemâziyelevvel ayında Yemen’den Irak’a doğru yola çıkan Yûsuf, 17 gün süren yolculuğunun ardından, 120/738 Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye ulaşmıştır.  Bazı kaynakların Yûsuf’u, Hişâm’ın gönderdiği mektup eline geçer geçmez Irak valisi olduğunu esas alırken, bazı tarihçilerin ise Yûsuf’un göreve başlama tarihini, Hişâm’ın emriyle Kûfe’ye varıp Hâlid’i tutuklamasıyla gerçekleştiğini kabul ettikleri kanaatindeyiz.

Yûsuf, Hişâm’ın gönderdiği mektubu eline aldığı zaman takvimler Cemâziyelevvel 120/738 tarihini göstermekteydi. 17 günlük yolculuğun ardından Kûfe’ye varması ise Cemâziyelâhir 120/738 tarihinde olmuştur. Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin kabul edilen görüşe göre fiili olarak Cemâziyelâhir ayında azledildiğini ve tutuklandığını göz önünde tutarsak, Yûsuf’un Cemâziyelevvel ayında yola çıkıp Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye vardığını çok rahat bir şekilde anlayabiliriz.

İbn Hallikân’ın Vefâyât’ında, Buharî’nin nakliyle gelen bir rivayette ise Yûsuf b. Ömer’in 121/738-739 tarihinden 124/742 tarihine kadar Irak valiliği görevini yürüttüğü ifade edilmiştir.  Fakat bu rivayet diğer kaynakların tamamına göre yanlıştır.

 

C)           Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanmasının Gerekçeleri

Daha öncede belirttiğimiz gibi Hişâm, halifelik makamına gelir gelmez birçok icraatte bulunmuştur. 101/720 yılında hilâfet makamına oturun Yezîd b. Abdülmelik  tarafından bozulan devlet otoritesini yeniden düzeltebilmek adına, Hişâm var gücüyle çalışmış ve birçok değişikliklere imza atmıştır. Yezîd b. Abdülmelik 101-105/720-724 yılları arasında 4 yıl halifelik yapmış  fakat bu süreçte devlete ciddi zararlar vermiştir.

Yûsuf b. Ömer’in vali olarak atandığı Irak bölgesi eyaletler içerisinde belki de en önemli olanıydı. Bazı araştırmacılar, hilâfet merkezi Suriye’den sonra en önemli merkezin Irak olduğunu ifade etmişlerdir.  Çağdaş araştırmacılardan Aksu, Irak’a atanan valinin, diğer bölgelere tayin edilen valilerden farklı olduğunu, yetki bakımından daha fazla yetkilere sahip olduğunu belirtmiştir. Irak valisi, halîfeden sonra gelen ikinci adam konumundaydı.  Burası kozmopolit yapısı itibariyle, yönetimi en zor olan bölgelerin başında gelmekteydi. Hem Araplar, hem de Acemlerin bir arada yaşadığı ve oldukça büyük bir bölge olan Irak’ın başkenti ise Kûfe şehriydi.

27 Ramazan 106/15 Şubat 725 tarihinde Yemen’e vali olarak atanan Yûsuf b. Ömer,  yaklaşık olarak 14 yıl bu görevi yürütmüş ve daha sonra Hâlid b. Abdullah el-Kasrî azledilerek  onun yerine zor bir görev olan Irak valiliğine getirilmiştir.  Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin hem Irak valiliğine atanması hem de bu atama

sürecinde yaşanan olaylar dikkat çekici özellikler barındırmaktadır. Evvela Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin niçin Yemen’den Irak’a atandığı konusunu ele almak istiyoruz.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hişâm, kabileler arasında herhangi bir fitnenin zuhûr etmemesi için olanca gücüyle gayret gösteriyor ve gerekli müdâhaleleri yapmaktan asla çekinmiyordu. Özellikle vali atamaları konusunda çok titiz davranmış ve kabilecilik yapan valileri derhal görevinden uzaklaştırmıştır. Yezîd b. Abdülmelik’in Irak valisi Ömer b. Hübeyre el-Fezârî, tıpkı Yezîd b. Abdülmelik gibi kabilecilik ateşine odun taşıyarak, yönetimde Kaysî yanlısı bir tutum sergilemiş ve Yemenî kabilelerin hoşnutsuzluğunu daha da artırmıştı.  Bir diplomasi adamı olan Hişâm, hilâfete gelir gelmez bu duruma hemen müdâhil olmuş ve Ömer b. Hübeyre’yi görevinden azlederek yerine Yemenli Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi atamıştır.  Hişâm’ı, diğerlerine karşı destekleyerek Irak valiliğiyle ödüllendirilen Hâlid,  yaklaşık 15 yıl süren valiliğinden sonra makamını Yûsuf b. Ömer es- Sekafî’ye bırakmak zorunda kalmıştır. Becîle kabilesine  mensup olan Hâlid, kabile dengesini sağlamak için Irak valiliğine getirilmiş, fakat valiliğinin sonlarına doğru objektif devlet adamlığı karakterini kaybederek hem taraf tutmuş, hem de çeşitli ihtiraslarla şâibeli bir şekilde görevinden azledilmiştir.  Becîle kabilesi güçlü bir kabile değildi. Hâlid, Irak’ta uzun yıllar kabilesinin varlığıyla değil, güçlü devlet adamı olması nedeniyle vali olarak kalabilmiştir. Hişâm, Hâlid’i aralarında cereyan eden şahsi ve politik atışmalardan dolayı görevden almıştır. Fakat Hişâm’ın asıl amacı, Yûsuf b. Ömer’i Irak gibi kritik bir bölgeye vali yaparak, gönülleri kırılan ve

devlete küsen Mudarîlerin gönlünü bir nebze de olsun alabilmektir.  Tıpkı Yûsuf b. Ömer gibi daha öncesinde de Haccâc b. Yûsuf, Abdülmelik b. Mervan zamanında Kaysîlerin gönlünü almak amacıyla Abdülmelik tarafından Irak valiliğine getirilmiştir. Haccâc b. Yûsuf da amcasının torunu Yûsuf b. Ömer de aynı temel siyâsî amaçlar doğrultusunda Irak valiliğine getirilmişlerdir. Böylelikle Irak bölgesi Kaysîlerin alt kolu olan Sekafîlere teslim edilerek bölgede denge sağlanmaya çalışılmıştır.

D)           Yûsuf b. Ömer’in Kûfe’ye Gitmek İçin Gizlice Yola Çıkması

Yûsuf b. Ömer, Halîfe Hişâm tarafından yazılan ve Cemâziyelevvel 120/Mayıs 738 tarihinde  Irak valisi olarak atandığını bildiren gizli mektup eline geçtikten sonra, oğlu Salt’a Yemen valiliği görevini tevdi edip, hiç vakit kaybetmeden gizlice 30 adamıyla beraber yola çıkmıştır.  Halîfe Hişâm göndermiş olduğu mektubunda bu durumun aralarında sır olacağını ve bu konudan asla kimseye bahsetmemesini emretmiştir. Çünkü Hâlid b. Abdullah bu durumdan haberdar olursa sorgulanmadan kaçabilir veya Yûsuf b. Ömer’e pusu kurarak onu ortadan kaldırabilirdi.

İbn Hallikân ve Belâzürî’de geçen bir rivayete göre, mektup Yûsuf’un eline geçtiği zaman Esedoğullarının mevlâsı ve aynı zamanda Yûsuf’un tüccarı olan Eşres, Yûsuf’un yanındaydı. Eşres mektubun mahiyetini Yûsuf’a sormuş, Yûsuf ise Halîfe Hişâm’ın umreye gitmek için emir verdiğini, bir an evvel yola çıkılması gerektiğini bildirmiştir. Günlerce yol aldıktan sonra karşılarına bir yol ayrımı çıkmış Yûsuf, tüccar Eşres’e yolların nereye gittiğini sormuş, Eşres ise bir yolun Medine’ye, diğer yolun ise Irak’a gittiğini söylemiştir. Umre mevsimi olmadığı için şüphelenen Eşres, Irak yoluna girdikleri vakit durumu sezmiştir.

Taberî de bu konuda ilginç bir olay nakleder. Yûsuf, mektup eline geçince oğlu Salt’a Yemen valiliğini tevdi etmiş 30 adamıyla beraber yola çıkmıştı. Yolculuk esnasında adamlarından biri ne tarafa gittiklerini Yûsuf’a sormuş, bunun üzerine

Yûsuf ona 100 kırbaç vurdurtarak “Ey Ahmak’ın oğlu! Benim menzilime varana kadar bunu bilmeyeceksin.” demiştir.  Yolculukları esnasında karşılarına bir yol ayrımı çıkmış Yûsuf adamlarına hangisi Irak yoludur, diye sormuş ve yanındakiler nereye gideceklerini ancak o zaman öğrenebilmişlerdir.  Yûsuf ve askerleri yorgun yolculuklarının ardından 17 gün sonra  Kûfe yakınlarında Necefte istirahat için konaklamışlardır.  Yolculuk esnasında Yûsuf, kimliğini ve maksadını oldukça gizli tutuyor ve istirahat ettiği noktadan geçen birkaç Iraklı kim olduklarını sorduğu vakit, kaçamak cevaplar vererek yolcu olduklarını ifade ediyordu.

Hâlid’in en yakın adamlarından olan Târık  oğlunu sünnet ettirmiş, oldukça kalabalık bir katılımcısı olan bu sünnete binlerce insan iştirak ederek, birçok atiyyeler (hediyeler) sunulmuştu.  Kalabalık bir gündü ve Yûsuf’un konakladığı yerden geçenler bu gizemli adamın kim olduğunu merak ediyorlardı. Bu kişiler durumdan şüphelenmiş, Yûsuf ve arkadaşlarını Hâricî zannedip Târık’a haber vermişlerdir.  Bilindiği üzere Hâricîlerin sayısı az da olsa canları pahasına ayaklanıyorlardı. Bundan dolayı Târık’a gelen kişiler de onların öldürülmelerini istemiştir.

Irak’ın ne denli tehlikeli bir yer olduğunu bilen Yûsuf’un, Kûfe yakınlarında istirahat etmesinin asıl maksadının yorgunluktan dolayı istirahat amaçlı değil, gecenin karanlığında insanların kendisini göremeyeceği bir vakitte herkes derin uykudayken valiliğini ilan etmektir. Bu durumun olası bir karşı çıkışı engellemek düşüncesinde olduğu kanaatindeyiz. Ondan dolayı karanlığı bekliyor ve hazırlıklarını ona göre yapıyordu.

Gecenin karanlığında Kûfe’ye giren Yûsuf, yanındaki adamlarıyla beraber kabiledaşları olan Sakîflilerin yanına gitmiştir. Mudarlıları toplattırarak hep beraber

seher vaktinde  mescide doğru yönelmişlerdir.  Yûsuf müezzinden kamet getirmesini istemiş ve Kûfe’nin büyük camisinde sabah namazını bizzat kendisi kıldırarak, birinci rekatında Vâkıa sûresini, ikinci rekatında ise Meâric sûresini okumuş  namazın akabinde Kûfe mescidinde Irak valiliğini resmen ilan etmiştir.  Yûsuf’un bu sûreleri okumasındaki amacının, Kûfelilere karşı bir ültimatom niteliği taşıdığı kanaatindeyiz. Sûreler içerik olarak incelendiği zaman, Yûsuf’un mesaj vermeye çalıştığı anlaşılacaktır.

O gün Mudarlıların yanısıra, Hîre’de bulunan Hıristiyanlar da Yûsuf b. Ömer’e tabi olarak biat ettiklerini bildirmişlerdir.  Fakat çok ilginçtir ki, 15 yıla yakın valilik yapan Hâlid b. Abdullah’ı savunmak amacıyla Yûsuf’a karşı gelen kimse çıkmamış ve Yûsuf hiçbir mukavemet görmeden çok kolay bir şekilde vali olmuştur. Bu durum Irak’ta Mudarîlerin oldukça güçlü bulunduklarını, aynı zamanda Hâlid b. Abdullah’ın artık istenmeyen bir kimse olduğunun göstergesidir. Halîfe Hişâm, Hâlid b. Abdullah’ın yakalanıp valilerinin de azledilmesini emretmişti. Ebân b. Velîd, Basra valisi Bilâl b. Ebî Bürde, Sicistan valisi Abdullah b. Ebî Bürde, Yûsuf tarafından azledilmişlerdir. Hişâm, yalnızca Sind valisi Hakem b. Avâne’nin  görevine devam edeceğini bildirmiştir.

 

3.3.1.    Yûsuf b. Ömer’in Hâlid b. Abdullah’a ve Yakınlarına Yaptığı Eziyetler

A)           Yakınlarına Yapılan Eziyetler

Yûsuf b. Ömer, Kûfe’de sabah namazını kıldırdıktan sonra valiliğini ilan etmişti. Hişâm’ın Hâlid’e duyduğu öfke o kadar büyüktü ki, Yûsuf’a yazdığı gizli mektubunda Hâlid’in bir an evvel tutuklanmasını istemiştir.

1)           Bu anlamda İbn Kuteybe, Yûsuf b. Ömer’in, Hâlid ve onun yakın çevresiyle hesaplaşmaya başladığını bildirmektedir.

2)           Vloten, vazifesine başlayan bir emirin aldığı ilk tedbirin, selefinin bütün memurlarını ve destekçilerini tutuklamak olduğunu, kendisinden önceki idarenin hapsettiği kişilerin ise salıverildiğini ifade etmektedir.

Yûsuf bu işe Hâlid’in yakın çevresinden başladı. Yûsuf b. Ömer, azatlısı Keysân’ı  göndererek: “Git Târık’ı al gel. Eğer zorluk çıkarmadan gelirse ata bindir, fakat tam tersi, gelmekte direnirse onu sürükleyerek getir.”  diyerek artık işkencelere başlıyordu. Keysân, yeni Irak valisi Yûsuf’tan aldığı emri infaz etmek üzere yola çıkmış, Hâlid b. Abdullah’ın en yakın adamlarından olan Târık’ın yanına gitmiştir. Keysan: “Yeni vali Yûsuf geldi, seni çağırıyor!” diyerek kendisini Yûsuf’un yanına götüreceğini bildirdi. Olacakların idrakinde olan Târık: “Eğer Emir mal isteseydi, istediğini verirdim.” diyerek kendince Yûsuf’un şerrinden kurtarmayı planlıyordu. Keysân, Târık’ı yanına alarak Irak’ın yeni valisi Yûsuf’un yanına getirdi.

Hîre’ye, Yûsuf’un yanına getirilen Târık, feci şekilde dövülmüş ardından çeşitli işkenceler yapılmıştır.  Yapılan işkenceler neticesinde Târık hayatını kaybetti.  Yûsuf böylece valiliğinin daha başlangıcında işkencelere başlamış oluyordu.

Hâlid’in yakın çevresinde olan ve Kûfe’nin önde gelen isimlerinden Bilâl b. Ebî Bürde de Yûsuf’un işkencelerine maruz kalmıştır.  Bilâl, Hâlid’in Basra valisi olarak görev yapmış bir kimseydi.  Vekî‘, Bilâl’in hem valilik hem de kadılık yaptığını kaydetmiştir.  Bilâl, hadis ilminde sika (güvenilir) sayılan alimlerden biri olup, hadis rivayetlerinde bulunmuştur. Bilâl’in babası Ebî Bürde (ö.103/721)  Kûfe’nin kadılarından olup dedesi ise sahâbenin önde gelen isimlerinden Ebû Mûsa el-Eşârî’dir.  Bilâl, edebiyat noktasında da derin bilgisiyle şöhret olmuştur.  Valilik görevinden önce ise 109/728 yılında Basra’da Şurta’nın (Polis Teşkilatı) başında bulunmuştur.  Daha sonra Şurta görevinin yanısıra, Basra kadılığı görevini de yürütmüştür.  Bilâl Kûfe’de yeni bir ev almış, henüz yeni aldığı evine yerleşmemişti. Bilâl’in yeni almış olduğu bu ev, Yûsuf b. Ömer döneminde hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır.  Yûsuf’un emriyle yakalanan Bilâl, Hâlid b. Abdullah ile aynı hapishaneye konmuştur. Bilâl de diğerleri gibi işkence ve hakaretlere maruz kalmıştır. Yûsuf, Bilâl’in ceddine küfrettiği esnada, Hâlid b. Abdullah dayanamayarak, “Allah seni ıslah etsin, onun ceddi Ebî Musa el- Eş’âri’dir.” şeklinde serzenişte bulunmuştur. Hâlid böyle yaparak, Bilâl’in sahâbe torunu olduğunu Yûsuf’a hatırlatmak istemiştir.  Ayrıca Yûsuf’un, Bilâl’den 300 bin dirhem de para aldığı da ifade edilir.

Yûsuf’un işkencelerine dayanamayan Bilâl bir fırsatını bulmuş ve hapisten kaçarak Şam tarafına doğru yola çıkmıştır.  Yûsuf, Bilâl’i yakalaması için adamlarını görevlendirmiş fakat onu Hişâm’ın adamları yakalayarak halîfenin huzuruna getirmişlerdir. Bilâl’in yakalandığını haber alan Yûsuf, halîfeden Bilâl’i

iade etmesi için bir mektup kaleme almış ve mektubuna müsbet cevap verilerek Bilâl iade edilmiştir.

Belâzürî, Yûsuf’un, Bilâl’i yakalayabilmek için ona bir mektup yazdığından bahseder. Yûsuf, Bilâl’e geldiği takdirde mallarını alabileceği ve kendisine hiçbir şekilde kötü muamelede bulunulmayacağına dair söz verir. Bunun üzerine Bilâl, Yûsuf’a itimat ederek mallarını almak üzere gelmiştir. Irak valisi Yûsuf sözünde durmamış, Bilâl’i kelepçeleterek hapse koymuş, bunun üzerine Bilâl 126/743 yılında hapiste iken hayatını kaybetmiştir.

Bilâl’in kardeşi aynı zamanda Hâlid döneminde Sicistan valisi olan Abdullah b. Ebî Bürde de aynı şekilde hapiste dert ve tasa içerisinde, yapılan işkenceler neticesinde hayatını kaybetmiştir.

Yûsuf b. Ömer’in, kendisine karşı çıkan 30 bin muhalifi Kûfe’de hapsettiğine dair rivayetler bulunmaktadır.  Fakat bu rivayetlere ihtiyatlı yaklaştığımızı belirtmek isteriz. Yûsuf’un, Irak’ta valiliğini ilan ettiğinde, herhangi bir mukavemetle karşılaşmadığını ifade etmiştik. Üstelik Hâlid’in kabilesi olan Becîle güçlü de değildi. Hâlid, Irak’ı kabilesine güvenerek değil, şahsiyetinden gelen güçlü karakterle yönetmiştir. Arkasında sayı olarak büyük destek bulunmamaktadır. Dolayısıyla 30 bin muhalifin tutuklandığını belirten rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz.

B)           Hâlid b. Abdullah’a Yapılan Eziyetler

Hâlid’in yakın çevresinde bulunlardan kimine işkence edildiğini, kiminin ise hapse atıldığını belirtmiştik. Sırada Hâlid vardı, zira Hişâm, Hâlid’den artık tam manasıyla kurtulmuştu.  Hâlid azledilince Vâsıt’a  kaçmış fakat Yûsuf peşinden askerlerini göndererek onu yakalatmış ve Hîre’ye hapsetmiştir.  Yûsuf, Atâ b.

Mukaddem isimli adamını, Hâlid’i teslim alması için göndermiştir.  Atâ önce Hâlid’in hâcibinin yanına gelmiş ve Hâlid’in yanına girmem için bana izin al diyerek Hâlid’in huzuruna çıkmıştır. Atâ, Hâlid’in huzuruna çıkınca aniden onu yakalamış ve hapsetmiştir.  Hâlid, herhangi bir mukavemet göstermeden derdest edilmiş ve tutuklanmaya razı olmuştur.  Hâlid tutuklandıktan sonra, Yûsuf b. Ömer ona işkence edebilmek için elçisi Kuhzum’u Halîfe Hişâm’dan izin alması için göndermiştir. Hişâm bir defalığına izin vermiş, “Eğer Hâlid’i öldürürsen ben de seni öldürürüm.” diyerek Yûsuf’un onu öldürmemesi gerektiğini bildirmiştir.

Irak valisi Yûsuf, izin aldıktan sonra Hâlid’i, insanların gözü önünde gün boyu işkenceye tabi tuttuğu, Hâlid’e yaptığı eziyetlerin yanısıra oldukça ağır hakaretler ettiği rivayet edilmektedir. Yine rivayetlere göre, kâhinin oğlu,  Hıristiyan kadının oğlu şeklinde tahkir ederek onu halkın gözü önünde rencide etmiştir. Yûsuf, Hâlid’e iftiharla ve böbürlenerek vuruyor, Hâlid ise “Ahmak, Sakîf’in ahmağı, şarap satıcısının oğlu.” diyerek işkence altında inliyordu.  Burada Yûsuf’un, Hâlid’e işkence ettirdiği muhakkaktır. Fakat rivayetlerdeki anlatımların mübalağalı olduğu kanaatindeyiz. Devlet geleneği açısından Irak gibi önemli bir eyaletin valisinin, adeta cellat gibi gösterilmesi kabul edilemez bir durumdur.

Yûsuf, Hâlid’in oğlu Yezîd’e 30 kırbaç vurdurmuş, daha sonra onu da hapsettirmiştir.  Yûsuf b. Ömer, Hâlid b. Abdullah’ı ve onunla beraber oğlu Yezîd’i, kardeşi İsmail b. Abdullah’ı ve kardeşinin oğlu Münzir b. Esed’i  zayıf bir rivayete göre on ay  kaynakların çoğunun belirttiğine göre ise on sekiz ay hapsetti.  Yûsuf’un, Hâlid’den 9 milyon,  diğer rivayete göre ise 20 milyon  dirhem aldığı ifade edilmiştir. Yûsuf’un, Hâlid ve adamlarından toplamda 30 milyon,

90 milyon veya 100 milyon dirhem civarında büyük rakamlar aldığı rivayet edilir.  Fakat rivayetlerdeki miktarların birbirinden büyük oranda farklı olması, ihtiyatlı yaklaşmamızı zorunlu kılmaktadır. Yeni atanan bir valinin, kendisinden önceki idarecinin yaptığı icraatleri kötülemesi ve onu cezalandırması o dönemde oldukça yaygın bir uygulamaydı. Yûsuf, halk nazarında Hâlid’i devlet malını zimmetine geçiren bir vali olarak göstermek istemiş olabilir. Hâlid’i bu şekilde göstermesi, azledilmesi için makul bir sebeptir. Böylelikle halkın Yûsuf’u daha çabuk kabullenmesi sağlanmış olur.

18 ay hapis hayatı yaşayan Hâlid, Şevval 121/Eylül 739 yılında Hişâm’ın emriyle serbest bırakılmıştır.  Hâlid serbest kalınca korkmaya başlamış, Hâlid’in korktuğunu gören Yûsuf neşeli bir şekilde “Sefil adama söyleyin korkmasın!” diyerek onunla dalga geçmiştir.  Hâlid serbest kalmasına mukabil Rusâfe’nin bir köyünde 122 yılı Safer ayına kadar ikamet etmiştir.  Yezîd b. Hâlid ise onlardan ayrılarak Tayy kabilesinin yanına gitmiştir. Daha sonra ise oradan ayrılmış ve Şam’a, babası Hâlid’in yanına geçmiştir

121/739 -122/740  yılı dolaylarında Zeyd b. Ali isyanı ortaya çıkmış, isyan bastırıldıktan sonra Zeyd katledilmiştir. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in ayaklanmasından sorumlu olarak Hâlid’i işaret etmiştir. Hâlid’in Ehli beyte yaptığı maddi yardımların onların ayaklanmasına yardım ettiğini, Hâlid’in valiliği döneminde Zeyd ve Ehli beyte yaptığı yardımlar neticesinde tek dertleri karınlarını doyurmak olan Ehli beytin şımartıldığını Hişâm’a bir mektupla bildirmiştir.  Hişâm

ise elçinin getirmiş olduğu mektubu okuyunca “Yûsuf yalan söylüyor, biz Hâlid’i itaat konusunda itham etmeyiz.” diyerek Yûsuf’un elçisini de dövdürtmüştür.  Burada Hişâm’ın sinirlenmesinin sebebinin Hâlid’i savunmasından kaynaklanmadığı kanaatindeyiz. Emevî idarecileri genel anlamda düşmanlarını sindirebilmek için onlara birçok maddi yardımlar yapmış, bir nevi minnet altında bırakmayı hedeflemişlerdir.  Hişâm gibi zeki bir devlet adamı da Yûsuf’un siyasetten uzak ve iş bilmez tutumuna sinirlenmiş ve bu sebebe binâen Yûsuf’un elçisini dövdürterek, Yûsuf’a aba altından sopa göstermiştir. Hişâm’ın bu tutumunun, Hâlid’in siyasetini beğendiğine, Yûsuf’un siyasetinin ise akıl tutulması olarak telakki ettiğine işarettir. Durumdan haberdar olan Hâlid, Yûsuf’un tavrından rahatsız olmuş, yanındakilerle beraber Şam’ın Sâife olarak adlandırılan kıyı bir yerleşim yerine yerleşmiştir.  İbn Kuteybe’ye göre ise Mekke’ye  gitmiştir. Fakat İbn Kuteybe bu görüşünde yalnız kalmış ve ağırlıklı olan görüşe göre Hâlid, Şam’da hayatını sürdürmüştür.

Burada huzur içerisinde bir hayat arayan Hâlid, birtakım iftiralara uğramıştır. Iraklı İbnû’l-Amerres isminde bir zat, her gece Şam muhitinde yangın çıkarıp, beytül malden adamlarıyla beraber hırsızlık yapmaktadır. Vali Külsûm b. İyaz bu işin Hâlid’in tarafgirleri tarafından yapıldığı zannıyla durumu Hişâm’a bildirmiş, Hişâm ise derhal Hâlid’i tutuklatmıştır.  Hâlid’in akrabalarından kadınlar ve çocuklar da dahil tamamı Külsûm tarafından hapsedilmiştir.  Daha sonra yapılan tetkik neticesinde Hâlid’in destekçileri tarafından böyle bir hırsızlığın yapılmadığı belirlenmiş, Hâlid ve yakınları serbest kalmıştır. Hâlid serbest kalınca Halîfe Hişâm’ı tehdit amacıyla halkı etrafına toplamış ve kendisine yapılan zulümlerin devam etmesi

durumunda, Ehli beytin önde gelen isimlerinden Muhammed b. Ali’yi destekleyeceğini ifade etmiştir.

Yûsuf, Hişâm’a sürekli mektup yazıyor, mektubunda Yezîd b. Hâlid’in kendisine teslim edilmesini istiyordu. Hişâm, Yûsuf’un bu ısrarlarına dayanamamış ve Vali Külsûm’e mektup yazarak Yezîd’in, Yûsuf’a teslim edilmek üzere gönderilmesini emretmiştir. Fakat Yezîd durumdan haberdar olmuş ve kaçmayı başarabilmiştir.  Hâlid b. Abdullah, Hişâm vefat edip Velîd halîfe oluncaya kadar Şam’da yaşamaya devam etmiştir.  Her ne kadar Yûsuf b. Ömer’in baskıları devam etmişse de, Hâlid Şam’da bir nebze huzurlu bir hayat yaşamıştır.

Halîfe Hişâm’ın 125/743 yılındaki vefatından sonra Hâlid, halîfelik makamına geçen Velîd b. Yezîd döneminde yeniden hapsedilmiştir.

Tutuklanmasına sebep olarak;

1)           Halîfe Velîd, Hâlid’in Irak valiliği döneminde, uhdesinde olduğu iddia edilen 50 milyon dirhemin hesabını sormak istemiştir.

2)           Hâlid’in oğlu Yezîd’in tutuklanarak getirilmesini bildirmiş, fakat Hâlid, oğlu Yezîd’in yanında olmadığını, kaçtığını ifade etmiştir.

Velîd bu soruşturmadan herhangi bir netice alamayınca Hâlid’i Irak valisi Yûsuf’a bir rivayete göre 40 milyon  diğer bir rivayete göre ise 50 milyon  dirheme satmıştır. Hâlid b. Abdullah’ı, Irak valisi Yûsuf’a teslim ettiği esnada büyük işkenceler yaptığı, bundan dolayı Yemen’de bir ayaklanma meydana geldiği ifade edilmiştir.  Fakat bu rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz. Bir halîfenin kendi maiyetinde bulunan bir valiye, para karşılığında insan satması mümkün gözükmemektedir. Halîfe, istediği takdirde eyaletlerdeki valileri kanalıyla yüksek miktarda para bulma yetkisine sahiptir. Yani halîfenin böyle bir işi yapmak için hiçbir sebebi yoktur. Üstelik devlet malına zarar verdiği iddiasıyla Hâlid’e

soruşturma açan Yûsuf ve Velîd’in, bizzat kendilerinin bu fiili işlemesi tezatlık arz etmektedir.

Hâlid, Yûsuf tarafından Şam’dan Kûfe’ye getirilmiş ve ona işkenceler yapılmaya başlanmıştır. Zeyd b. Temîm adında bir zat, mevlâsı Sâlim aracılığıyla Hâlid’e ikram amaçlı nar suyu göndermiştir. Bunu öğrenen Yûsuf’un, Zeyd b. Temîm ve Sâlim’e kırbaçla vurdurtarak eziyet ettiği rivayet edilir.  Fakat Hâlid gibi önemli bir insana, sıradan bir insanın ulaşması pek mümkün gözükmemektedir. Hâlid’i zorluklarla elde eden Yûsuf’un, onun başına nöbetçi muhafızlar koymaması elbette düşünülemez. Hâlid’in ayaklarına odun parçaları konulup üzerine Yûsuf’un adamları çıkarak ayaklarını kırdığı, daha sonra ise göğsünü testereyle keserek onu öldürdükleri ifade edilir.  Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu tür mübalağalı rivayetlere ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Yûsuf b. Ömer tarafından Hâlid, 126/743 Muharrem ayında katledilmiştir.  Kûfe’de öldürülen Hâlid, üzerindeki abasıyla defnedilmek üzere Hîre’ye gönderilmiş ve oraya defnedilmiştir.  Üzerindeki abanın, tahkir amacıyla giydirilmiş olabilme ihtimalini göz ardı etmememiz gerekir.

Diğer taraftan Halîfe b. Hayyât ise Velîd b. Yezîd’in 125/743 yılında Yûsuf’a bir mektup yazdığını ve yazmış olduğu mektupta, Hâlid b. Abdullah’ın öldürülmesini istediğini belirtmiştir.  Yûsuf b. Ömer, Hâlid’i öldürtmek üzere Hîre’ye getirmiş ve orada öldürtmüştür. Uzun yıllar valilik yapmış olan Hâlid, Velîd b. Yezîd döneminde Irak valisi Yûsuf tarafından katledilmiştir.

Hâlid b. Abdullah’ın katledilmesiyle ilgili olarak İbn Kesîr’de geçen bir rivayette, Velîd b. Yezîd haccettiği esnada Kâbe’nin çatısına çadır kurarak içki içmek istemiştir. Duruma tepki gösteren bazı kimseler, Velîd’e suikast düzenleme kararı alarak, Hâlid b. Abdullah’tan bu konuda kendilerine yardım etmesi ricasında

 

bulunmuşlardır. Fakat bu teklif Hâlid tarafından reddedilmiştir. Velîd’in şerrinden korkan bu kişiler, bu suikast görüşmesini Velîd’den gizli tutmalarını Hâlid’den rica etmişlerdir. Buna rağmen Hâlid, Velîd’in yanına gitmiş ve Kâbe de içki içmemesi konusunda Velîd’i uyarmış, bunu yaptığı takdirde başının belaya gireceğini söylemiştir. Bunun üzerine Velîd kendisi hakkında kötülük yapacak insanların kim olduğunu sormuş, Hâlid ise onların kim olduğunu asla söylemeyeceğini belirtmiştir. Velîd ise söylemediği takdirde kendisini Yûsuf b. Ömer’e göndereceğini söyleyerek tehdit etmiştir. Hâlid ise Yûsuf’a gönderse bile söylemeyeceğini ifade etmiş, bunun üzerine Velîd, Hâlid b. Abdullah’ı Yûsuf b. Ömer’e göndermiş ve Yûsuf ona çeşitli işkenceler yaptıktan sonra katletmiştir.  Fakat bu rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz. Bir kısım kaynaklarda Velîd’in halîfeliği döneminde haccetmek istediği belirtilmiştir.  Daha öncesinde ise 116/734 yılında  Halîfe Hişâm, yeğeni Velîd b. Yezîd’i kötü alışkanlıklarından kurtarabilmek için onu hac emiri yapmıştır. Yani Velîd yalnızca 116/734 yılında hacca gitmiş bunun dışında haccetmemiştir. Zira İbnü’l-Esîr ve Taberî’de geçen rivayete göre Velîd hilâfete geçtiği sene 125/743 yılında, hac emirliğini Velîd’in dayısı Yûsuf b. Muhammed’in yaptırdığını,  126/744 yılında yani bir sonraki hac mevsiminde ise hac emiri olarak Abdülaziz b. Ömer’in, diğer bir rivayete göre ise Ömer b. Abdullah’ın görevlendirildiğini belirtmişlerdir.  Bu noktada İbnü’l-Esîr, Velîd’in hilâfet yıllarında hacca gitmek için tüm hazırlıkları yaptırdığını fakat yolda kendisinin bir suikasta kurban gidebileceğinin bildirilmesi üzerine bu niyetinden vazgeçtiğini ifade eder.  Üstelik o tarihte Hâlid Şam’da bulunmaktaydı. Fakat İbn Kuteybe Hâlid’in Mekke’de olduğunu bildirmiştir.  Hülâsa olarak 125-126/743-744 yıllarında Velîd hacca niyetlenmiş fakat gitmemiştir. Ayrıca Hâlid Mekke’de değil Şam’da ikamet etmektedir. Dolayısıyla yukarıda zikrettiğimiz rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz.

3.3.2.    Yûsuf b. Ömer’in Atama Yaptığı Eyaletler

Hişâm b. Abdülmelik’in hilâfet döneminde Emevî devletinde 6 eyalet bulunmaktaydı. Bu eyaletlere bağlı bulunan bazı şehirlere vali atama görevi ise eyalet valisinin sorumluluğundaydı. Bu eyaletler şunlardır:

1)           Ermeniye ve Azerbaycân

2)           Mısır

3)           Musul ve el-Cezîre

4)           Hicaz

5)           Afrika ve Endülüs

6)           Irak381

Irak bölgesi Arz-ı Sevâd ismiyle de bilinmektedir. Irak eyaletine bağlı olarak Horasan, Kûfe, Basra, Yemame, Sicistan, Sind, Bahreyn ve Uman şehirleri bulunmaktadır.382

A)           Horasan

Yûsuf b. Ömer’in Horasan’a yapmış olduğu vali atamalarına geçmeden önce, Horasan hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz. Horasan, sosyolojik olarak kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bundan dolayı Horasan’da Türkçe, Arapça ve Farsça gibi diller kullanılmaktadır.383 Horasan halkının zeki, güzel ahlaklı ve dinine düşkün insanlar oldukları ifade edilir.384 Ayrıca bölgede altın, gümüş gibi madenlerin bulunduğu belirtilmiştir.385 Ahnef b. Kays ve Abdullah b. Âmir’in göstermiş oldukları gayretler neticesinde Horasan fethedilmiş ve halkı müslüman olmuştur.386 Emevîler’in idârî olarak bazı yanlış uygulamaları nedeniyle, Horasan’da zaman zaman ayaklanmalar meydana gelmiştir. Özellikle müslüman olan halktan yılda 2 defa vergi alınması, Horasan’da bazı isyanları da beraberinde getirmiştir.

Yûsuf b. Ömer Irak valisi olunca, Horasan gibi yönetimi zor olan bu bölgeye bazı atamalar yapmıştır. Esed b. Abdullah’ın  1 20/73 8 yılında ölümü üzerine,  Esed tarafından Horasan valiliğine vekil olarak bırakılan Cafer b. Hanzele bu göreve devam etmiştir. Daha sonrasında ise Yûsuf b. Ömer Irak’a atanınca Cafer görevinden el çektirilerek azledilmiş, onun yerine ise Cüdey‘ b. Ali el-Kirmânî vali olarak Horasan’a atanmıştır.

Fakat Cüdey‘ b. Ali’nin Horasan valiliğine atanıp atanmadığı konusunda ihtilaf vardır. Kaynakların birçoğu, hem vali olarak atandığını, hem de vali olarak Cüdey‘ b. Ali’nin değil, Nasr b. Seyyar’ın görevlendirildiğini belirten birbirine zıt rivayetleri beraber zikretmişlerdir. Şimdi bu rivayetleri zikredip ardından değerlendirme aşamasına geçeceğiz.

Nüveyrî, İbnü’l Cevzî ve İbn Haldûn’da geçen bir rivayete göre, Esed 120/738 yılının Rebîülevvel ayında vefat etmiş, ondan sonra 4 ay boyunca Cafer b. Hanzele, Horasan valiliği görevini sürdürmüştür. Cafer, Esed olmadığı zamanlarda onun yerine valilik görevini yapmaktadır. Ardından Recep 120/Temmuz 738 tarihinde Nasr b. Seyyâr’ın, Cafer’den görevi alarak Horasan valiliğine başladığını ifade etmişlerdir.  Yani buradaki rivayetlere göre Cüdey‘ b. Ali, Horasan’a vali olarak atanmamıştır. Zikredilen bir başka rivayete göre ise, 120/738 yılının tamamında Horasan âmili olarak Nasr b. Seyyâr’dan önce bir müddet daha Cafer b. Hanzele görevine devam etmiştir.  Yine aynı şekilde Nüveyrî ve İbnü’l Cevzî’de geçen diğer bir rivayete göre, Nasr’dan önce Cüdey‘ b. Ali el-Kirmânî, Horasan’a

Yûsuf b. Ömer tarafından vali olarak atanmış,  Nasr, Horasan’a geldiğinde ise Cüdey‘ b. Ali’nin azledilerek hapsedildiği belirtilmiştir.

Bu noktada kaynakların çoğunluğunun da ifade ettiği gibi, Yûsuf b. Ömer Irak’a atanınca, Cafer b. Hanzele Horasan valiliğinden azledilmiş, onun yerine Cüdey‘ b. Ali Horasan’a vali olarak atanmıştır. Zira Hâlid b. Abdullah ve onun yakınlarına şiddetli bir düşmanlık besleyen Yûsuf b. Ömer, Hâlid b. Abdullah’ın kardeşi Esed’in görevlendirdiği -kendisinin olmadığı zamanlarda valilik görevini üstlenen- Cafer b. Hanzele’yi görevde bırakması uzak bir ihtimaldir. Dolayısıyla Cafer b. Hanzele’nin, Nasr b. Seyyâr gelene kadar Horasan valiliği yaptığını bildiren rivayetlere katılmadığımızı belirtmek istiyoruz. Ayrıca Horasan valisinin Halîfe Hişâm tarafından mı, yoksa Irak valisi Yûsuf tarafından mı atandığına dair ihtilaflar bulunmaktadır. Şimdi Horasan valiliği atamasında yaşanan hâdiseleri zikretmek istiyoruz.

Esed b. Abdullah’ın ölümüne mukabil Horasan valiliği boş kalmıştır. Esed’in yerine Cafer b. Hanzele bu göreve devam etmekteydi. Daha sonrasında ise Yûsuf b. Ömer tarafından Cüdey‘ b. Ali Horasan’a atanmıştır. Esed’in ölümü üzerine Hişâm Cüdey‘ b. Ali’yi yetersiz görmüş olacak ki, Horasan’a kimi atayacağını düşünmüş, isabetli bir karar verebilmek adına Horasan bölgesini çok iyi bilen, uzun yıllar orada yaşamış Abdülkerim es-Selît ile durumu müzakere etmiştir. Abdülkerim en başta Horasan için Kirmânî’nin uygun olacağını belirtmiş, Halîfe Hişâm, Kirmânî kimdir diye sorunca “Cüdey‘ b. Ali” olduğunu belirtmiştir. Hişâm ise “Benim ona ihtiyacım yoktur.” şeklinde cevap vererek, Cüdey‘ b. Ali’nin valilik görevi yapamayacağını belirtmiştir.  Abdülkerim, vali olabilecekler arasında Osman b. Abdullah, Yahya b. Hudayn, Nasr b. Seyyâr, Katan b. Kuteybe, Müceşşer b. Müzâhim es-Sülemî, Âkil b. Ma’kıl el-Leysî, Mansûr b. Ebî’l-Harkâ es-Sülemî, Osman b. Şihhîr gibi isimleri teklif etmiştir. Hişâm bunların olumsuz taraflarını sorunca Abdülkerim, Osman b. Abdullah’ın şarap içtiğini, Müceşşer’in yaşlılığını, Yahya b. Hudayn’ın ise kibirli olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda Hişâm, Rebialıların sınırı koruyumayacağını düşündüğü için Yahya da reddedilmiştir. Katan b. Kuteybe’nin ise yakınlarını

öldürdüğünü öğrenince Katan da liste dışı kalmıştır.  Daha sonra ise Âkil b. Ma’kıl el-Leysî teklif edilmiş, fakat Âkil de iffetli olmadığı için kabul görmemiştir. Mansûr b. Ebî’l-Harkâ es-Sülemî teklif edilmiş onun kusuru Hişâm tarafından sorulunca, akıllı ve yiğit olduğu fakat yalancı olduğu ifade edilmiş, Mansûr da böylece reddedilmiştir.  Osman b. Şihhîr teklif edilmiş fakat onunda içki içtiği söylenince Hişâm, benim ona ihtiyacım yok diyerek onu da reddetmiştir.  Hişâm bu vali adaylarının kusurlarını öğrenince bunların hiçbirini kabul etmemiştir. Daha sonra Nasr b. Seyyâr, Abdülkerim tarafından teklif edilmiş, Hişâm Nasr’ın adını duyunca “Bu Horasan için biçilmiş kaftan.” demiştir. Abdülmelik tarafından Nasr’ın iffetli ve tecrübeli olduğu belirtilmiş, fakat aşiretinin Horasan’da az sayıda olmasını kusur olarak belirtmiştir. Hişâm ise “Ey babasız kalasıca, aşireti benden fazla olan birini mi arıyorsun? Ben de O’nun aşiretiyim.” diye cevap vererek Nasr’ın atama emrini Abdülkerim ile göndererek Nasr’ı Horasan’a atamıştır.

Yukarıda Abdülkerim’in, Horasan için Kirmânî’nin uygun olacağını belirttiğini, Halîfe Hişâm, Kirmânî kimdir diye sorunca “Cüdey‘ b. Ali” olduğunu söyleyince, Hişâm tarafından “Benim ona ihtiyacım yoktur.” şeklinde cevap vererek Cüdey‘ b. Ali’yi vali olarak atamadığı zikredilmiştir.  Kaynaklar tarafından Cüdey‘ b. Ali’nin Horasan’da vali olarak görev yaptığını, daha sonra ise Nasr b. Seyyâr’ın geldiğini bildiren rivayetleri de yukarıda ifade etmiştik. Hişâm ve Abdülkerim es- Selît arasında cereyan eden konuşmalardan anlaşılan, Cüdey‘ b. Ali, bu görevi yapacak meziyete sahip olmadığından dolayı Nasr, Horasan’a vali olarak görevlendirilmiştir.  İbnü’l-Esîr’in, “Yûsuf, Horasan’ın karşılaştığı durumları öğrenince, Horasan’a Nasr b. Seyyâr’ı atamıştır. Nasr Recep 120/Temmuz 738 tarihinde vali olmuştur.”  şeklindeki ifadesi, Nasr’ın Horasan valiliğine Yûsuf b. Ömer’in teklifi sonucu Hişâm tarafından atandığını göstermektedir. İbn Hallikân, Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’a atandıktan sonra Sevvâr b. Eş’ar tarafından yazılan bir şiir rivayet eder.

 

“Horasan korkulu günlerden sonra güvende oldu

Yûsuf geldiğinde birtakım haberlerle karşılaştı

Zulümlere, her türlü adaletsizlik ve baskılara karşı

O Horasan’a yardım etsin diye, Nasr b. Seyyâr’ı seçti.”

Taberî de geçen bir başka rivayette, Yûsuf, Horasan’a vali olabilecek kişileri bir mektup ile Hişâm’a göndermiştir. Bu mektupta, Mesleme b. Abdullah, Kudyed b. Müni’, Nasr b. Seyyâr, Amr b. Müslim, Müslim b. Abdurrahman, Mansûr b. Ebî Harkâ, Selme b. Kuteybe, Yûnus b. Abdirabbih, Ziyâd b. Abdurrahman el-Kuşeyrî gibi isimler yer almaktadır. Yûsuf, listede kabilesinden olan Kaysîleri methetmiş, listenin sonuna ise Nasr b. Seyyâr’ı yazmıştır. Hişâm ise bu listeden Nasr b. Seyyâr’ı tercih etmiş fakat Yûsuf onun Horasan’da kabilesinin az sayıda olduğunu söyleyince Hişâm: “Aşireti benden fazla olan birini mi arıyorsun? Ben de O’nun aşiretiyim.” diyerek cevap göndermiştir. Bunun üzerine Nasr, Recep 120/Temmuz 738 tarihinde Horasan valiliğine atanmıştır.

Yûsuf b. Ömer ile aynı yıl Horasan valiliğine atanan Nasr b. Seyyâr, Horosan’da düzeni sağlayıp, insanların emniyet içinde olması için büyük gayretler sarf etmiş ve bunda da muvaffak olmuştur.  Bu konuda Sevvar b. Eşarî’nin şu sözleri Nasr’ın başarısı açısından oldukça önemlidir: “Korkulu günlerden sonra Horasan, her türlü zalimin zulmünden emin hale gelmiştir.”  Zaten Cüdey‘’in çok kısa bir zaman valilik yaptığını göz önünde bulundurursak, onun yerine Nasr’ın getirilmesi oldukça dikkat çekicidir. Nasr’ın siyâsî dehâsını bilen Yûsuf, Horasan’da onun başarılar elde edeceğini bildiği için onu atamıştır.  Gibb de, Nasr’a hayranlıkla bakmış ve yerli halk için en uygun kişinin Nasr olduğunu, ondan daha uygun başka kimsenin olamayacağını belirtmiştir.

Nasr b. Seyyâr göreve geldikten kısa bir zaman sonra seferlere başlamıştır. Türkler üzerine çeşitli seferler düzenleyen Nasr, birçok başarılar elde etmiştir.

Yapmış olduğu seferlerde Nasr’ın, düşmanlarını idam edip yakmasından, onun da Yûsuf gibi sert mizaçlı bir vali olduğunu anlayabiliriz. Nasr b. Seyyâr 120/738 yılında başladığı valilik görevine hem Hişâm, hem de Velîd b. Yezîd döneminde devam etmiştir.

B)           Kûfe

Irak bölgesi içerisinde bulunan Kûfe şehri, Hz. Ömer döneminde kurulmuştur.  14-19/635-640 yıllarında kurulduğuna dair rivayetler bulunmakla beraber, 17/638 yılında inşâ edildiği ifade edilmektedir.  Irak, idârî olarak Kûfe ve Basra olmak üzere iki merkeze ayrılmıştır.  Aynı zamanda, Kûfe ve Basra şehirlerine ortak isim olarak “Mısreyn (İki Şehir)” denilmektedir.  Kûfe’nin kuruluş amacının, sınıra yakın bir bölgede ordugâh şehri olduğu ve askerî üs niteliği taşıdığı belirtilir.

Kûfeliler, Hz. Osman döneminde yaşanan kargaşalar da ve onun katline giden süreçte, önemli rol oynamışlardır.  Hz. Ali, halîfelik yıllarında Kûfe’yi hilâfet merkezi olarak belirlemiş ve 36/656 yılında Kûfe, İslam devletinin başkenti olmuştur.  Kûfe, kuruluşundan itibaren önemini hiç kaybetmemiş, önemli devlet adamlarının yanısıra birçok alim de Kûfe’de yetişmiştir.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla Yûsuf b. Ömer, 6 yıllık Irak valiliğinde Kûfe’ye 6 vali görevlendirmiştir. Vali değişikliklerinin bu kadar sık olması, Kûfe’de siyâsî istikrarsızlığın boyutunu göstermektedir. Yûsuf b. Ömer Irak’ın önemli merkezlerinden biri olan Kûfe’ye, ilk olarak Hakem b. Salt’ı vali olarak atamıştır. Hakem aynı zamanda Zeyd isyanında Kûfe valisiydi. Daha sonra Hakem azledilmiş,

onun yerine Yûsuf b. Muhammed b. Kâsım es-Sekafî atanmıştır.  Yûsuf b. Ömer daha sonra yine bir Sakîfli olan Muhammed b. Ubeydullah es-Sekafî’yi görevlendirmiştir. Muhammed b. Ubeydullah da Yûsuf tarafından azledilmiş Ziyâd b. Sahr el-Lahmî Kûfe valisi olarak görevlendirilmiştir. Muhammed’den sonra ise Ubeydullah b. Abbâs el-Kindî valilik görevini yürütmüştür. Ubeydullah b. Abbâs da bir dönem Kûfe valiliği yaptıktan sonra Yûsuf’un azliyle görevi sona ermiştir. Yerine ise Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdullah b. Ebî Akîl es-Sekafî bu göreve atanmıştır. Yûsuf’un ölmeden önce Kûfe’ye atamış olduğu son valisi ise Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdullah b. Ebî Akîl es-Sekafî’dir.

C)           Basra

Hz. Ömer’in emriyle Utbe b. Ğazvan tarafından Irak sınırlarında kurulmuştur.  Basra’da tıpkı Kûfe gibi askerî sevkiyat ve güvenlik amacıyla inşâ edilmiştir.  Kozmopolit yapısıyla Basra, zaman zaman Hâricî isyanlarına sahne olmuştur.

Yûsuf b. Ömer, Hâlid’in Basra valisi Bilal b. Ebî Bürde’yi azlettikten sonra Basra’ya Ebu’l Âc olarak da bilinen Kesîr b. Abdullah Sülemî’yi vali olarak atamıştır.  Daha sonra Kesîr b. Abdullah Yûsuf tarafından azledilmiş ve Kâsım b. Muhammed es-Sekafî Basra valisi olarak atanmıştır.

D)           Yemâme

Arap Yarımadasında bulunan Yemâme, yarımadanın doğu bölgesine düşmektedir. Yemen, Irak ve Hicaz gibi önemli merkezleri birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde bulunmaktadır.  Emevîler döneminde Yemâme, Hâricîlerin önemli bir merkezi haline gelmiştir.

 

Yûsuf b. Ömer tarafından Yemâme’ye Muhâcir b. Abdullah vali olarak atanmıştır. Muhâcir b. Abdullah, Velîd b. Yezîd’in öldürülmesine kadar Yemâme’de görevine devam etmiştir. Velîd’in öldürülmesinden sonra Mehîr b. Selmâ b. Hilâl, Yemâme’nin yönetimini Muhâcir b. Abdullah’tan istemiştir. Muhâcir b. Abdullah buna karşı çıkınca ayaklanma meydana gelmiş ve yapılan çatışmalardan sonra Muhâcir b. Abdullah yenilerek kaçmış ve Yemâme’nin yönetimi Mehîr b. Selma’ya geçmiştir.

E)           Sicistan

Esas adı Sîstan’dır. Arapça’ya Sicistan şeklinde geçmiştir. Sicistan’ın idarî merkezi Zerenc’dir.  Müslümanların hakimiyeti altında bulunan Sicistan’da, Rutbîl unvanlı Türk hükümdarı ile savaşlar yaşanmıştır. Bölgenin önemli bir kısmı Emevîler döneminde Abdurrahman b. Muhammed b. Eş’as tarafından fethedilmiştir.

Yûsuf, 120/738 yılında Irak valisi olunca Hâlid’in Sicistan valisi Abdullah b. Ebî Bürde’yi azletmiş,  onun yerine Muhammed b. Hacer b. Kays‘ı atamıştır. Daha sonra Muhammed b. Hacer azledilmiş, yerine İbrahim b. Asım atanmıştır. İbrahim’in vefatı nedeniyle Yûsuf b. Ömer tarafından Harb b. Katan göreve getirilmiştir. Harb b. Katan, Velîd b. Yezîd’in 126/744 yılındaki katline dek Sicistan valiliği görevini sürdürmüştür.  Belâzürî ise, Hâlid’in Sicistan valisi Abdullah b. Ebî Bürde’den hemen sonra, Sicistan’a İbrahim b. Asım’ın atandığını belirtir.

F)            Sind

Müslümanlar tarafından Sind’e başlatılan ilk fetih hareketi, 15/636 yılında Hz. Ömer döneminde olmuştur. Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halîfelikleri döneminde de Sind’i fethetme arzusuyla ordular gönderilmiştir.  Daha sonrasında yapılan birçok

sefere rağmen Sind, ancak 93/712 yılında Emevî komutanlarından Muhammed b. Kâsım es-Sekafî tarafından tamamı fethedilerek ele geçirilmiştir.

Hâlid b. Abdullah, Sind valisi olarak Temîm b. Zeyd’i atamıştı. Daha sonra Hâlid, Temîm’i azletmiş ve yerine Hakem b. Avâne’yi atamıştır. Yûsuf b. Ömer Irak valisi olunca Halîfe Hişâm, Hakem b. Avâne’nin görevine devam edeceğini Yûsuf’a emretmiştir. Hakem, halk tarafından katledildikten sonra Sind valiliği görevini Muhammed el-Kelbî vekaleten devam ettirmiştir. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliği döneminde de 122/740 yılına kadar görevine devam eden Muhammed el-Kelbî azledilmiş, onun yerine Amr b. Muhammed b. Kâsım Sind valisi olarak Yûsuf tarafından atanmıştır. Amr b. Muhammed, Velîd b. Yezîd’in ölümüne dek bu görevine devam etmiştir.

G)           Bahreyn

Bahreyn’in idaresi müslümanlardan önce Sasanîlerin kontrolünde bulunuyordu. 8/630 yılında Hz. Peygamberin girişimleri neticesinde, Bahreyn halkının büyük bir çoğunluğu müslüman olmuştur. Bahreyn’in İslam’a girişi savaşla değil, sulh yolu ile meydana gelmiştir.  Emevîler döneminde Bahreyn, idarî olarak Basra’ya bağlanmıştır.

Yûsuf, Hâlid’in Bahreyn valisi Yahyâ b. Ziyâd b. Hâris’i azletmiş, onun yerine Abdullah b. Şerîk en-Nümeyrî’yi atamıştır. Abdullah’tan sonra Muhammed b. Hasan b. Sa‘d b. el-Esedî Bahreyn valisi olarak görev yapmıştır. Muhammed b. Hasan, Halîfe Velîd b. Yezîd ölünceye dek bu görevini sürdürmüştür.  Daha sonra ise sırasıyla Muhammed b. Hassân b. Sa‘d, Yahya b. İsmail ve Yahya b. Ziyad b. Hâris sırasıyla Yûsuf b. Ömer tarafından atanarak Bahreyn’de görev yapmışlardır.

H)           Uman

Uman nüfusunun önemli bir kısmı el-Ezd kabilesine mensup kimselerden meydana gelmektedir. Hz. Peygamber’in 8/630 yılında gönderdiği elçiler vasıtasıyla

müslüman olmuşlardır. Hz. Muhammed’in vefatından sonra irtidad eden Ezd kabilesi, Hz. Ebûbekir’in gönderdiği orduya yenilmiş, böylelikle tekrar İslamiyet’e dönmüşlerdir.  Emevîler döneminde, Hâricîliği benimseyerek uzun bir süre Emevî hakimiyetine direnen Uman, 86/705 yılında Haccâc b. Yûsuf tarafından kontrol altına alınabilmiştir.

Yûsuf b. Ömer döneminde, 106/725 yılında Uman’a, Feyyaz b. Muhammed vali olarak atanmıştır.

3.3.3.    Yûsuf b. Ömer’in Nasr b. Seyyâr’ı Azlettirmek İstemesi

Yûsuf b. Ömer, 123/741 yılında Hakem b. Salt’ı, Halîfe Hişâm’a göndermiştir. Kendisinin tecrübesini, Horasan’ı karış karış bildiğini, güzel konuştuğunu ve daha birçok yeteneğe sahip olduğunu ifade etmesini, bundan dolayı Horasan valiliğinden Nasr b. Seyyâr’ın azledilerek bu görevin kendisine verilmesini istemiştir. Yûsuf böyle yaparak, bölgede kendisinden daha güçlü olabilecek valileri ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Ayrıca Yûsuf bir mektup kaleme almış ve Hakem b. Salt’ın mâhir bir insan olduğunu belirterek onu methetmiş, Horasan bölgesinde Nasr’ın aciz kaldığını ve bozguna uğradığını ifade etmiştir.  Bu konu Hişâm’ın dikkatini celbetmiş ve konuyu tahkîk etmek üzere Mukâtil b. Ali es-Sa‘dî ile görüşmüştür. Hişâm, Hakem b. Salt hakkında Mukâtil b. Ali ile müzakere yapmıştır. Mukâtil b. Ali vergisi yetmiş bin olan Fâryâb adlı köyü istila ettiği için Hâris b. Süreyc tarafından yakalanıp kulağı kesilmiş ve daha sonra, Hâris ona “Sen öldürmeye değmeyecek kadar alçak bir adamsın.” diyerek onu öldürmemiştir cevabını verdi.  Mukâtil b. Ali burada Hâris b. Süreyc ile Hakem b. Salt’ın komutan olarak görev yaptığı bir savaşta, Hakem’in aldığı büyük yenilgiden ve başarısızlıktan bahsetmiştir. Hişâm, bu görüşmeden sonra Yûsuf’a bir mektup yazmış, Hakem b. Salt’ın bu işi yapacak kapasitede mâhir olmadığını, yeterli vasıfları taşımadığını belirtmiştir. Hişâm, Horasan valiliğinden Nasr’ı azletmemiştir.

Yûsuf için konu burada kapanmamıştır. Nasr b. Seyyâr, Fergâna üzerine bir savaş düzenlemiş ve sefer dönüşünde Hişâm’a malumat vermek üzere elçisi îbn Ahmer’i göndermiştir. îbn Ahmer evvela Irak’a uğrayarak Yûsuf’un yanına gitmiştir. Irak valiliğinin elinden gideceği korkusuyla yaşayan Yûsuf, haset ettiği Nasr’ı koltuğundan edebilmek için entrikalarına devam etmiştir. Yûsuf için Irak valiliğine en büyük aday Nasr’dı. îbn Ahmer’e hitaben “Ey Kays topluluğu! Sizin kuvvetinize rağmen îbn Akta’ (Nasr) size hükmetmektedir.”

îbn Ahmer : “Allah iyiliğini versin zaten öyle oldu.” diyerek mukabelede bulundu.

Yûsuf, Nasr’ın elçisi îbn Ahmer’e Hişâm’ın huzuruna çıktığı zaman, Nasr’ı kötülümesi isteğinde bulundu. îbn Ahmer, bu teklifi kabul ederek “Onun tecrübesini mi, itaatini mi, karakter yahut siyasetini mi kötüleyeyim.” deyince,

Yûsuf : “Yaşlı olduğunu belirt.” demiştir.

Bu diyalog ve planlardan sonra îbn Ahmer, Hişâm’ın huzuruna çıkmış ona hitaben “Ey Emîrul Müminin! Horasan’da senin için ne gökte uçan doğan, ne fil gibi (iri) atlar, ne de komutanı olan ordu vardı.” dedi.

Hişâm bu söz üzerine oldukça hiddetlenmiş ve sert bir şekilde :

“Kinâne (Nasr) ne yapıyor?” diye sormuştur. Yûsuf ile anlaşan îbn Ahmer’in cevabı Hişâm’ı daha da sinirlendirmeye yetmiştir.

îbn Ahmer: “Yaşlılığından dolayı, çocuğunu dahi tanıyamıyor. Kişilerin kim olduğunu ancak seslerinden tanıyabiliyor. Bu yaşlılığı sebebiyle seferlerinden bile geri kalmıştır.” diyerek Nasr’ı kötülemiştir.

Yukarıda geçen bölümlerde Hişâm’ın tecrübeli bir devlet adamı profiline sahip olduğunu ifade etmiştik. Hişâm, duymuş olduğu bu iddialar üzerinden hemen tahkîkat için harekete geçmiş ve Şübeyl b. Abdurrahman el-Mazenî’yi

görevlendirmiştir. Araştırmalarından sonra Şübeyl b. Abdurrahman, Hişâm’ın huzuruna çıkmıştır. Nasr üzerindeki iddialar okunduktan sonra Şübeyl :

“Vallahi İbn Ahmer yalan söylüyor. Nasr, ne bunaklığından korkulacak kadar ihtiyar, ne de sefahatinden endişe edilecek bir gençtir. O tecrübeli bir kimsedir. Vali olmadan önce Horasan’da sınır ve alanları idare etmiştir.” cevabını verince Hişâm İbn Ahmer’in iddialarının yalan olduğunu anlamış ve Nasr’ın azledilmesi söz konusu dahi olmamıştır. Nasr bu durumu öğrendiği zaman ise İbn Ahmer’e herhangi bir kötülük yapmamış, hatta makamını yüceltmiştir.  Cezaya müstehak olan bir kimseyi cezalandırmayıp ödüllendirmek siyâsî bir hamledir. Nasr, kendisine karşı kızgın olan insanların gönlünü böylelikle almak istemiştir.

Nasr, Horasan’da düzeni sağlamış ve güvenli bir hale getirmiştir. Düzenlemiş olduğu seferlerle de başarılı yöneticiliğini adeta taçlandırmıştır. Bu durum elbette Yûsuf’un haset etmesine sebep olmuş  ve Nasr’ın azledilmesi için var gücüyle çalışmıştır.

Nasr’ın aleyhine Yûsuf b. Ömer tarafından planlanan kötülemeyle ilgili diğer bir husus ise elçi meselesidir. Nasr’ın elçiyi yani İbn Ahmer’i cezalandırması gereken bir durum ortada iken, tam tersine onun makamını yüceltmesi oldukça dikkat çekici bir husustur. Nasr’ın atadığı memurların birçoğunun kendi kabilesine yakın kimseler olması, diğer gruplarla arasını bozmuş olmalıdır.  Kendi kabilesinden olmayan İbn Ahmer’i affedip makamını yüceltmesi, onun siyâsî bir olgunluğa ulaştığını gösterir. Zira yaşanacak bir kargaşayı engellemiş, üstelik ileride yaşanabilmesi muhtemel bir kabile kavgasında da, kendisine destekçiler bulmak için böyle davrandığı kanaatindeyiz.

3.3.4.    Yûsuf’un Atadığı Kadılar

Halîfelerin idârî ve siyâsî yetkilerinin yanında yargı yetkileri de bulunmaktaydı. Emevîler’in ilk halîfesi Muaviye hukuk alanındaki yetkisini kadılara devretmiş ve hukukî meselelerle meşgul olmamıştır. Bunun sonucunda devlete bağlı

olan şehirlerde de valiler hukuk yetkilerini kadılara devretmişler ve idârî işlerle meşgul olmuşlardır. Halîfe ve valiler yalnızca mezâlim mahkemelerinde görülen büyük davalara katılmışlardır. Emevîlerde kadılara yargı görevi dışında vakıf ve yetim mallarını himaye etme gibi görevler de verilmiştir.

Hâlid b. Abdullah’ın Kûfe kadısı olarak atadığı İsa b. Müseyyib, Hâlid tarafından atandığı için azledilmiş, onun yerine Yûsuf b. Ömer tarafından 120/738 yılında Abdullah b. Şübrüme Kûfe’ye atanmıştır.  Daha sonrasında ise 122/740 yılında Abdullah b. Şübrüme beytül malden sorumlu olmak üzere atanmış,  diğer bir rivayete göre ise Sicistan’a  vali olarak görevlendirilmiştir. Kûfe kadılık görevine ise Yûsuf tarafından 122/740 yılında Muhammed b. Abdurrahman b. Ebî Leyla atanmıştır.  İbnü’l-Esîr, İbn Ebî Leylâ’yı kadı olarak atayanın İbn Şübrüme olduğunu ifade etmiştir.  Yani İbn Ebî Leylâ’yı, Yûsuf b. Ömer’e tavsiye eden İbn Şübrüme’dir. Yoksa İbn Şübrüme’nin bizzat atama yapmasının söz konusu olmadığını düşünüyoruz. Ayrıca İbn Ebî Leyla’ya Yûsuf b. Ömer tarafından aylık 100 dirhem,  diğer rivayete göre ise 150 dirhem  aylık verilmiştir. Bu bilgilerden yola çıkarak kadıların aylığının ortalama 100 ilâ 150 dirhem arasında değiştiği çıkarımında bulunabiliriz.

Yûsuf b. Ömer Irak’a geldiği zaman ilk olarak Basra’ya Abdullah b. Büreyde es-Sülemî’yi kadı olarak atamıştır. Abdullah’ın ölümü üzerine Yûsuf b. Ömer tarafından Âmir b. Ubeyde 120/738 yılında Basra kadısı olarak atanmıştır.  Fakat Vekî‘’de geçen diğer bir rivayete göre ise Âmir b. Ubeyde’yi Basra’ya kadı olarak atayan Basra valisi Kâsım b. Muhammed es-Sekafî’dir.

Yûsuf b. Ömer atadığı kadılarda liyakata önem vermeye çalışmıştır. Kâsım b.

Velîd el-Hemadâni’yi kadı olarak Kûfe’ye atamaya karar vermiş, fakat gözlerine

sürme sürüp, sakallarının tıraşlı olduğunu görünce “bu mecnundur” diyerek onu görevlendirmemiştir.

3.4.        Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliği Esnasında Yaşanan İsyanlar

3.4.1.    Hârici İsyanları

Basra’da 19 erkek ve 1 kadından meydana gelen 20 kişilik küçük bir Hâricî isyanı meydana gelmiştir. Basra valisi Kâsım b. Muhammed es-Sekafî  tarafından isyancıların tamamı katledilmiş, ayaklanmaya katılan tek kadın ise esir edilmiştir. Esir düşen Hâricî kadın Basra valisi Kâsım’ın huzuruna getirildiğinde, öldürülmekten kurtulmak için büyük çabalar harcamıştır. Yûsuf b. Ömer’in yanına gönderilen bu kadın, Yûsuf’un emriyle başı kesilerek katledilmiş, ardından Yûsuf tarafından bu kesik baş Halîfe Hişâm’a gönderilmiştir.  Diğer bir rivayete göre ise bu ayaklanma Velîd b. Yezîd döneminde meydana gelmiş ve Hâricî kadının kesik başı Yûsuf tarafından Velîd’e gönderilmiştir.

3.4.2.    Zeyd b. Ali İsyanı

A) Zeyd b. Ali İsyanını Tetikleyen Unsurlar

İsyan hazırlıklarını ve sergilemiş oldukları siyâsî faaliyetleri gizli olarak devam ettiren Abbâsîler, Hişâm’ın hilâfete geçtiği yıl varlıklarını kuvvetlendirerek faaliyetlerini daha da artırmışlardır.  Emevîler’in son dönemlerine doğru Abbâsî hareketi önemli bir ivme kazandı ve artık Emevîler’in yıkılması için Ali evladı ve taraftarları var güçleriyle çalışmaya başladılar.  Yûsuf b. Ömer, Emevî muhalifi kim varsa yakalıyor ve onları tutuklayarak hapse atıyordu.  Emevîler’in uzun yıllardan beri Ehli beyte olan siyâsî baskısı neticesinde bu insanlar yönetimden el etek çekmiş ve kendilerini tamamen dini ilimlere vakfetmişlerdi.  Ehli beyte

yapılan siyâsî baskılar neticesinde Hicaz dışına dahi çıkmalarına müsade edilmiyordu. Ali Zeynelâbidîn ve oğlu Muhammed Bakır hac mevsimi Mekke’ye gitmek dışında, Medine’nin dışına çıkmamışlardır.  Fakat Zeyd b. Ali kendisinden önceki Ehli beyt mensuplarının aksine siyasetle ilgilenmiş ve başkaldırmanın yollarını aramıştır. İbn Tiktakâ’ya göre Zeyd b. Ali kendisini hilâfete layık gören ve halîfelik makamının Ehli beytten olması gerekliliğini savunan bir kimseydi.  Bu durum hilâfetin Ehli beytten olması gerekliliği inancının yanında, Emevî halîfelerinin Ehli beyte olan tutucu ve baskıcı yönetimlerine karşı bir başkaldırı niteliğindeydi. Zeyd, âdil bir devlet anlayışı ile hareket edilmediği gerekçesinden yola çıkarak isyanı düşünüyordu.  Zeyd’e göre İslam yönetiminin vazgeçilmez esası olan şûra prensibi Emevîler tarafından lağv edilmiş ve Kuran-ı Kerim’in Şûra Suresi 38. ayetinde yer alan “Onların işleri, aralarında şûra (danışma) iledir.”  ayeti Emevî halîfelerince uygulanmadığı için Zeyd, yönetimde uygulanan saltanat sisteminin yanlışlığını dile getiriyordu. Zeyd’in, iktidarı ele almak için Emevîlere isyan etmek için gerekçeleri hazırdı. Bunun yanısıra Zeyd, hilâfetin Ehli beytten birinde olmadığı gerekçesiyle, yalnızca bu sebepten yönetime başkaldırmamıştır. Çünkü ekseri Şiîlerin aksine hem Zeyd, hem de önde gelen diğer Ehli beyt mensupları genel anlamda, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in halîfeliklerine olumlu bakmışlar ve bu iki raşit halîfeye sebbedenlere (hakaret edenlere) karşı adeta raşit halîfelerin müdavimleri olmuşlardır.  Yani Zeyd b. Ali’nin Emevîlere karşı kıyamı tek bir nedene bağlı değildi.

Zeyd’in bu tutumundan dolayı Halîfe Hişâm ve Irak valisi Yûsuf b. Ömer, Zeyd ve Ehli beyt mensuplarını bertaraf edebilmek için çeşitli yollara ve entrikalara başvurmaktan geri kalmamıştır. Halîfe Hişâm’ın, Ehli beyt ve Zeyd’e olan bu baskısı ister istemez bir başkaldırıyı da beraberinde getirecekti. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Ehli beyte mensup birçok kişi Emevî baskısından dolayı Medine dışına çıkma imkanı bulamamışlardır. Bütün bunların aksine Zeyd, Kûfe, Medâin ve Horasan gibi önemli şehirlere ziyaretlerde bulunarak halkın nabzını yoklamış ve Ehli beyte olan bakış açıları hakkında bilgi sahibi olmuştur. Bu ziyaretlerin devlete başkaldırmanın

ilk tohumları olacağından endişe eden Halîfe Hişâm, valilerine talimat vererek, Zeyd’in Medine dışında bir yere gidemeyeceğini ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir.  Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in sert yönetimi ve Kaysî yanlısı tutumu, Yemen kökenli kabileleri iyice bunaltmış, Zeyd b. Ali’nin başkaldırması için kabile liderleri sürekli teşvikte bulunmuşlardır.  İsyan öncesi genel durum olarak, Emevîler’in baskıcı yönetim anlayışı, Ehli beyte yapılan zulümler, Hişâm’ın her fırsatta Zeyd b. Ali’yi aşağılaması, İslam’ın yönetim anlayışı olan şûra prensibinin lağv edilmesi, Zeyd b. Ali’yi isyana teşvik eden kimselerin bulunması, Zeyd’in hilâfetin Ehli beytten olması gerekliliğine inancı, Emevî-Haşimî arasında geçmişten beri var olan iktidar mücadelesi, Zeyd b. Ali’yi isyana sürükleyen başlıca sebeplerdir.  Zira Zeyd b. Ali isyanını tek bir nedene bağlamanın mümkün olmayacağı âşikardır.

B) Yûsuf b. Ömer İle Zeyd b. Ali’nin Görüşmesi

Zeyd b. Ali, Dâvûd b. Ali ve Muhammed b. Ömer Irak valiliği döneminde Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin yanına gitmişler ve Hâlid de onlara bir takım hediyeler vermiştir. Görüşmeden sonra ise hediyelerle beraber Zeyd ve arkadaşları Medine’ye dönmüşlerdir. Hâlid azledilip yerine Yûsuf b. Ömer es-Sekafî Irak’a vali olduğu zaman, bu hediyeleri Halîfe Hişâm’a haber vermiş ve Hâlid’in, Zeyd’den on bin dinar karşılığında bir arazi satın aldığını, daha sonra bu araziyi tekrar iade ettiğini haber vermiştir. Bir nevi Zeyd ve Hâlid’in müştereken haksız ve hileli bir şekilde devlet malını çaldıklarını iddia etmiştir.  Diğer bir rivayete göre ise Hâlid’in, Zeyd’e büyük miktarda mal verdiği belirtilmiştir.  Yûsuf’un bu durumu arz etmesine mukabil Hişâm, Medine valisinden Zeyd’i ve Yûsuf’un gönderdiği mektupta ismi yazılı diğer Ehli beyt üyelerinin huzuruna gönderilmesini emretmiştir.  Hişâm, Zeyd ile görüşmüş iddialar değerlendirilmiş ve yapılan

görüşmede Zeyd’in hediyeleri kabul ettiğini,  bunun dışında söylenen iddiaların ise tamamen yalan olduğunu yemin ederek beyan etmiştir. Hişâm, Zeyd b. Ali’nin savunmasından tam olarak tatmin olmamış olacak ki, Zeyd’in Irak’a, Yûsuf b. Ömer’in yanına gidip Hâlid ile yüzleşmesini istemiştir. Hişâm, Zeyd b. Ali’yi hesaba çekerken diğer yandan da Yûsuf b. Ömer, sabık vali Hâlid b. Abdullah’a bu araziyi Zeyd’den satın alıp sonra tekrar ona hediye edip etmediğini sormuş, Hâlid de : “Kendisine ve atalarına hakaret ettiğim birine nasıl olurda mal veririm.” diyerek bu iddiayı yalanlamıştır.

Irak’a Yûsuf b. Ömer’in yanına giden Zeyd b. Ali, Yûsuf tarafından oldukça soğuk karşılanmış ve vakit kaybedilmeden Zeyd’i sorgulama işlemine başlanmıştır. Yûsuf, Zeyd’e arazi meselesini sormuş, Zeyd ise cevaben “O (Hâlid) her cuma minberde benim atalarıma söverken nasıl olur da bana mal bırakır.”  şeklinde cevap vermiştir. Yûsuf bu cevaba tam kâni olmadığından dolayı Zeyd’den yemin etmesini istemiş, Zeyd de yemin etmiştir. Daha sonrasında hapiste olan Hâlid b. Abdullah huzura getirildi. Üzerinde eski bir aba bulunmaktaydı. Yûsuf aynı şekilde tekrar ona da sordu;

-Sen Zeyd’e emanet mal bıraktın mı, eğer bırakmış isen söyle de alalım.

Hâlid ise cevaben:

-Hayır, ben her cuma hutbesinde Zeyd’in atalarına hakaretler ettiğim halde nasıl olur da ona mal bırakırım, demiştir.

 

Zeyd, kendisine büyük miktarda mallar verildiği iddiasını Hâlid’e sormuş, Hâlid ise bu konuda kendisine Yûsuf tarafından işkence yaptırıldığını, işkence yüzünden böyle bir şey iddia ettiğini belirtmiştir.  Yapılan çapraz sorgu neticesinde Zeyd, Yûsuf b. Ömer tarafından serbest bırakılmıştır. Çağdaş tarihçilerden Mâcid, ilk etapta Zeyd’in ayaklanma gibi bir düşünceye sahip olmadığını fakat Hâlid’in iddiaları üzerine Yûsuf b. Ömer’in kendisini Kûfe’ye çağırdığını, Yûsuf’un kendisine bir kötülük yapacağından korktuğu için Zeyd’in Halîfe Hişâm’ın yanına gittiğini belirtmiştir. Fakat Hişâm kendisine kötü muamelede bulununca Zeyd’de ayaklanma fikri ortaya çıkmıştır.

Başka bir rivayete göre ise, Zeyd b. Ali’ye bir miktar emanet mal verdiği iddia edilen kişi Hâlid b. Abdullah değil, Hâlid’in oğlu Yezîd’dir. Yezîd b. Hâlid, Zeyd b. Ali de bir miktar emanet malı olduğunu Yûsuf b. Ömer’e söylemiş, bunun üzerine Yûsuf bu durumu mektupla Halîfe Hişâm’a bildirmiştir. Hişâm Medine valisinden Zeyd’i ivedi olarak Şam’a göndermesini istemiştir. Zeyd, Halîfe Hişâm ile görüşmüş ve Irak’a Yezîd b. Hâlid ile yüzleştirilmek üzere gönderileceği söylenmiştir. Zeyd b. Ali, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’den çok çekiniyordu. Hişâm, Zeyd b. Ali’ye, “Irak’a Yûsuf’un yanına yüzleşmek için gideceksin.” dediği zaman Zeyd oldukça endişeye kapılmış ve “Eğer beni Yûsuf’a gönderirsen sağ olarak bir daha görüşebileceğimizi sanmıyorum.” demiştir. Hişâm ise bir mektup yazarım size bir şey yapmaz, gitmeniz gerek diyerek Zeyd ve arkadaşlarını Yûsuf’un yanına göndermiştir. Zeyd ile Medine’den gelenler arasında olan Mahzûmî kabilesinden Eyyüb b. Seleme Şam’da hapsedilmiş, diğerleri Yûsuf b. Ömer’in yanına gitmek üzere hareket etmişlerdir.

Hişâm, Yûsuf’a bir mektup yazarak “Bu kişiler senin yanına vardıkları zaman Yezîd b. Hâlid ile yüzleşmek üzere bir araya getir. Eğer onlar Yezîd’in dediklerini tasdik ederlerse onları bana gönder, inkâr ederlerse Yezîd’e delilini sor. Eğer bir delili yoksa ikindi namazından sonra yemin ettirerek onları serbest bırak.” demiştir. Yüzleşme sonucunda Yezîd b. Hâlid: “Benim onlarda az veya çok hiç malım yoktur.” demiştir. Bunun üzerine öfkelenen Yûsuf “Sen benimle mi yoksa Emîrü’l- Mümininle mi dalga geçiyorsun.” diyerek Yezîd’i çok ağır bir şekilde dövdürtmüştür. Yezîd’in bu sopa neticesinde neredeyse öleceği belirtilir. Ayrıca bu sözü yayan kim varsa hepsi Yûsuf tarafından cezalandırılmıştır. Karşılıklı yapılan bu konuşma ve yüzleşmelerin ardından Yûsuf, Zeyd’in gitmesine izin vermiş, yaşanan bu konuşmaları ise Hişâm’a bildirmiştir.

Kaynaklarda geçen diğer bir rivayette ise Hişâm, Yezîd b. Hâlid ve Zeyd b. Ali’yi huzuruna çağırmış ve aralarında emanetleşme olmadığına dair onlara yemin ettirmiştir.  Fakat gelişen hâdiseleri bir bütün olarak tahkîk edecek olursak bu rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz. Zeyd b. Ali, Kasrî ailesiyle yüzleştikten sonra Hişâm’ın yanına gitmemiş Kûfe’de kalmıştır.

Burada bir noktaya özellikle değinmek istiyoruz. Yûsuf b. Ömer, Zeyd b. Ali ile Hâlid b. Abdullah’ı mı yoksa Yezîd b. Hâlid’i mi yüzleştirmiştir? Kaynaklarımız her iki rivayeti de zikretmiş, herhangi bir değerlendirmede bulunmamışlardır. Sonuç olarak araştırmacılara adeta iki seçenekten herhangi birine hamletme zorunluluğu gibi bir seçenek ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalarda da yukarıda zikrettiğimiz iki rivayet aktarılmış ve tam olarak bir netlik kazandırılamamıştır. Rivayetler adeta ihtilaf olarak kalmıştır. Kaynaklarda geçen bu rivayetleri tahkîk edecek olursak, Zeyd b. Ali’nin hem Hâlid b. Abdullah ile hem de Yezîd b. Hâlid ile yüzleştirildiği kanaatinde olduğumuzu belirtmek isteriz. Çünkü Yezîd b. Hâlid de siyasetle ilgili olmuştur. Emevîler’in son halîfesi Mansûr’un ordusunda önemli bir rol üstlenmesi, babası Hâlid döneminde siyasetin içinde aktif olarak bulunması bu görüşümüzü desteklemektedir.

Halîfe Hişâm ve Yûsuf b. Ömer’in gelişen Abbâsî hareketi neticesinde oldukça endişeli oldukları âşikardır. Belki de Yûsuf b. Ömer, Zeyd b. Ali üzerinden Hişâm’ın gözüne daha çok girerek koltuğunu sağlama alma amacındaydı. Zeyd b. Ali hem Yûsuf b. Ömer için hem de Hişâm için büyük bir rakipti ve ortadan kaldırılması elzemdi. Zira sebepsiz yere hem alim hem de siyâsî nüfûzu geniş bir insanı katletmek, belki de daha büyük isyanların ve toplumsal çözülmenin önünü açacaktı. Bu yüzden Zeyd’i ortadan kaldırabilmek için birtakım gerekçeler lazımdı. Yûsuf b. Ömer bulduğu en ufak ip ucunu mübalağa yaparak ele alıyor ve Zeyd’in üzerine gitmekten geri durmuyordu. Ayrıca Hişâm, Zeyd’in itibarını sarsabilmek için eline geçen her fırsatı büyük bir titizlikle değerlendirmiş,  siyâsî rakibi Zeyd b. Ali’ye galîz hakaretlerde ve kötü niyetli yaklaşımlarda bulunmuştur.

Zeyd, Hişâm ile görüşmek için Şam’a gitmiş fakat Hişâm Zeyd ile görüşmeyi ilk etapta kabul etmemiştir. Daha sonra Zeyd b. Ali’nin ısrarı üzerine Hişâm ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Zeyd konuşmaya başlayınca Hişâm hemen araya girerek “Sana değer vermiyorum, sen hilâfet istiyormuşsun, sen bir cariye çocuğusun, asla halîfe olamazsın.” diyerek Zeyd’e hakaretler yağdırmıştır. Cevaben Zeyd: “Nebi’den başka hiç kimse Allah katında daha değerli değildir. O, İbrahim Peygamberin oğlu İsmail’in neslindendir. İsmail’in anası da bir cariyedir.” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevaba oldukça sinirlenen Halîfe Hişâm, Zeyd’in huzurundan çıkmasını istemiş, Zeyd ise “Çıkıyorum, ama artık hiç hoşuna gitmeyen bir tavır takınacağım.” demiştir. Görüldüğü üzere Zeyd’in yaşamış olduğu hâdiseler adeta isyan etmesi için birer kıvılcım olmuştur. Yaşanan bu hâdiseden sonra Zeyd’in Kûfe’ye gittiği belirtilir.

Zeyd b. Ali’nin ayaklanma için Kûfe şehrini seçmesi dikkat çekicidir. Bunun sebepleri noktasında, Halîfe Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e yazdıkları Kûfe’nin neden seçildiğini gözler önüne sermektedir. “Kûfelilerin Ehli beyte gösterdikleri sevgiyi, onlara aşırı bağlılıklarını biliyorsun. Kûfeliler Ehli beyte itaati kendilerine farz kılmakta, dini vecibelerini ancak onların tefsirine göre yerine getirmektedirler. Hatta onların, geleceği bilebileceklerine inanmaktadırlar.”  Hişâm, Yûsuf b. Ömer’e yazdığı bu mektubunda Kûfe halkının Ehli beyte olan derin bağlılığını ifade etmektedir.

 

Daha öncesinde de belirttiğimiz üzere Zeyd b. Ali, Emevî yöneticilerinin şûra ve istişareye dayalı olan devlet yönetimini lağv ettikleri, zorbalık, baskı ve zulümle insanlara muamelede bulundukları gerekçesinden yola çıkarak ayaklandığı ifade edilmiştir.  Şu hususta asla göz ardı edilmemelidir ki, İbn Tiktakâ’nın belirttiği gibi, Zeyd b. Ali kendisini hilâfete layık gören ve halîfelik makamının Ehli beytten olması gerekliliğini savunan bir kimseydi.

C)           Zeyd’in İsyan Hazırlıkları ve Yûsuf b. Ömer’in Tedbirleri

Zeyd, Kûfe’de ikamet ediyordu. Yûsuf, Zeyd’i aramaya başladığı zaman, onun Kûfe’de olduğu haber verilmiştir. Yûsuf onu getirtmek için elçi göndermiş, Zeyd, Yûsuf’un huzuruna gitmeyi kabul etmiş, fakat ağrılarından şikayetçi olduğunu belirterek Yûsuf’a bahane sunmuş ve Kûfe’de bir müddet daha kalmıştır. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in Kûfe’de kalmasından oldukça rahatsız olmuştur. Bir müddet sonra Yûsuf, Talha b. Ubeydullah’ı Zeyd’e göndererek, amca oğulları ile arasında zuhûr eden miras meselesini bahane ederek, Zeyd’in Kûfe’den çıkmasını istemiştir. Zeyd de bu isteği kabul ederek yola çıkmıştır.

Burada dikkat çeken diğer bir husus ise, Halîfe Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf’a yazmış olduğu mektuptur. Hişâm, Zeyd’in kişisel üstünlüklerinden korkmuş olacak ki Yûsuf’a şunları yazmıştır. “Zeyd b. Ali senin huzuruna geldiği vakit, onunla Hâlid’i yüzleştirmek için bir araya getir. Zeyd’i bir saat bile boş bırakma. Zira ben onu tatlı dilli, güzel konuşan, söz ifadelerinde gayet mâhir bir kimse olarak gördüm. Irak halkı onun etrafında toplanabilir.”

Yûsuf b. Ömer’in emriyle Kûfe’den çıkmak için hareket eden Zeyd b. Ali, Kûfe yakınlarında bir mevkî olan Kâdisiyye’ye  diğer bir rivayete göre ise Sa’lebiyye  ulaştığı zaman, Zeyd taraftarları gelmiş “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” diyerek Zeyd’in gitmemesini istemişlerdir. Kûfe’de Zeyd’i destekleyen

oldukça yüksek sayıda  Ehli beyt taraftarının kendisini beklediğini belirtmişlerdir. Zeyd ise “Dedeme ve babama yaptığınız gibi beni de yardımsız bırakmanızdan korkuyorum.”  diyerek endişesini ifade etmiştir. Kûfeliler onu yalnız bırakmayacaklarına dair yemin etmişler, ayrıca kendilerinden olan birkaç kabilenin bile Emevî saltanatını yok etmeye muktedir olacağını belirterek Zeyd’e güven vermişler ve onun Kûfe’ye geri dönmesini sağlamışlardır.

Kûfe’ye ulaşan Zeyd, bir müddet orada gizlice ikamet etmiş, Sülemîoğullarının, Ezdîoğullarının ve Nasr b. Huzeyme’nin evleri başta olmak üzere birçok evde bulunmuştur. Zeyd, yerinin belli olmamasına çok dikkat etmiş ve sürekli farklı evlerde kalarak gizlenmeyi başarmıştır.  Bu gizlilik içerisinde kendisine gelen taraftarlarından da teker teker bey‘at almıştır. Bey‘at için gelenler “Biz sizleri Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine, zalimlerle cihada, zayıfları müdafaya ve mahrumlara yardıma, fey’i eşit olarak taksim etmeye, zulmü kaldırıp Ehli beyte yardım etmeye çağırıyoruz. Bunlar üzerine bey‘at ediyor musunuz?” diyerek sormuştur. Zeyd taraftarları ise: “Evet, bey‘at ediyoruz.” diyerek mukabelede bulunmuşlardır. Bunun üzerine Zeyd elini onların elinin üzerine koyarak “Allah’ın ahdi, misâkı, zimmeti ve Resulünün zimmeti ile taahhütte bulunuyorsunuz. Bey‘atime vefa göstereceksiniz, düşmanımla savaşacaksınız. Bana gizli ve alenî olarak samimi olup nasihat edeceksiniz.” dedi. Onlar yine “Evet!” deyince ellerini birbirine sürerek: “Allah’ım şahit ol.” demiştir.  Zeyd ise bundan sonra davetinin tüm insanlara ulaştırılmasını isteyerek, davet alanının yalnızca Kûfe ile sınırlı olmadığını belirtmiştir.  Zeyd kendisine gelenlerden gizli bir şekilde bey‘at aldığı için, Yûsuf b. Ömer bir müddet bu durumdan haberdar olamamıştır.

Kûfelilerin daha önce hem Hz. Ali hem de Hz. Hüseyin’i yalnız bırakması, unutulmaması gereken bir meseledir. Zeyd b. Ali’ye amcasının oğlu Dâvûd b. Ali

başta olmak üzere birçok kimse, Kûfelilerin geçmişte Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e yaptıklarını hatırlatmış ve onlara güvenmenin büyük bir hata olacağını ifade etmişlerdir.  Fakat hiçbir söz Zeyd’i ayaklanma fikrinden vazgeçirmeye yetmedi.  Aksine Zeyd, bey‘at için gelenlerden gizlice bey‘at almaya devam etmiş, hatta evden eve bizzat kendi giderek, insanlardan Allah’ın kitabı ve Resülünün sünneti üzerine bey‘at almıştır. Zeyd yalnızca Kûfe ile sınırlı kalmadı. Basra, Vâsıt, Medâin, Horasan, Rey, Cürcân ve Musul’a haberler göndererek, kendisine bey‘at için insanları davet etti.  Etki alanını genişletebilmek adına Zeyd b. Ali siyâsî evlilik dahi yapmıştır.

D)           Zeyd’in İsyanından Yûsuf’un Haberdar Olması

Zeyd’in bir müddet gizlice sürdürdüğü isyan hazırlıklarından sonra, Hîre’de  bulunan Yûsuf b. Ömer’e, Süleyman b. Sürâka el-Bârikî tarafından isyan hazırlıkları haber verilmiştir.  Tecrübeli vali Yûsuf, isyandan bir hafta evvel durumdan haberdar olmuş,  hemen harekete geçerek Zeyd’in yakalanması için gerekli tedbirleri almaya başlamıştır. Yûsuf b. Ömer, Musul ve civarındaki bölgelere gönderilmek üzere, Zeyd tarafından gönderilen biat mektuplarını yakalamıştır.  Yûsuf mektup kendisine ulaştırılıp okununca oldukça öfkelenmiş, mektubu yakalatan Zeyd’in adamının kafasını kestirmiştir.  Yûsuf her yerde Zeyd’i aratıyor ve bulunması için var gücüyle gayret ediyordu. Zeyd’e bey‘at eden Şiîler bu durumdan korkmuş olmalılar ki, Zeyd b. Ali’nin yanına gitmişler ve ona Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in halîfelik durumu hakkında sorular sormuşlardır. Zeyd her iki halîfeyi de

hayırla yâd edip, onların devletin başına geçerek Kur’an ve sünnete göre adaletle hükmettiklerini belirtmiştir. Ayrıca “Allah onları bağışlasın, ailemden onlar hakkında kötü söz söyleyen kimseye rastlamadım, bende onlar hakkında iyilikten başka bir şey söylemem.” demiştir.  Zeyd’in bu sözleri üzerine, ileride Râfıza (Sahabeyi ta’na cevaz verenler) olarak isimlendirecek olan bazı kimseler, Zeyd’e tepki göstererek Emevîlerle savaşmanın da manasız ve gereksiz olacağını belirterek daha önce yapmış oldukları bey‘atlerini bozdular.  Zeyd ise bu yönetimin Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in yönetimleri gibi olmadığını, hem kendilerine hem insanlara zulmettiğini belirtmiş ise de ona bey‘at edenlerin çoğunluğu, Zeyd’i dinlemeyerek yanından ayrılmışlardır.

Zeyd b. Ali’yi yalnız bırakan bu taifeye Râfızîler, onunla beraber ayaklanmaya katılanlara ise Zeydiyye ismi verilmiştir.

E)           Yûsuf b. Ömer’in Zeyd İsyanını Bastırması

Zeyd b. Ali’nin isyanı başlatmış olduğu tarih ihtilaflıdır. Kaynaklar Zeyd b. Ali’nin isyanı ve katlinin 121/739  veya 122/740  yılında olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla Zeyd isyanını tam manasıyla hicri 121 veya 122 gibi net bir tarih zikretmek isabetli bir karar olmayacaktır. Taberî’de geçen rivayetlerde, Zeyd’in Kûfe’de 4,  5  veya 10 ay  kaldığı ve daha sonra ayaklanma için harekete geçtiğine dair rivayetler bulunmaktadır. İsfahânî ise Zeyd’in Kûfe’de 10 küsur ay kaldığını belirtir.  Zeyd kendisine biat edenlere 121/739, diğer rivayete göre ise 122/740 Safer ayının ilk gecesi buluşma kararını duyurdu.  Zeyd’in emriyle artık ayaklanma için son hazırlıklar tamamlanmış olacaktı.  Bu durumu öğrenen Yûsuf b. Ömer, emrindeki Kûfe valisi Hakem b. Salt’a haber verip, büyük Kûfe mescidinde halkın toplamasını emretti.  Camiye hapsedilen Zeyd taraftarları Wellhausen’in tabiriyle “Girişecekleri akılsızca hareketten böylece korunmuş olmaktan pek memnun kalmış idiler.”  Zeyd’in ayaklanmasından bir gün önce Yûsuf’un yaptığı bu hamle, Zeyd’i oldukça zor durumda bırakmıştır. Zeyd aynı gece harekete geçmiş ve ona tabi olan insanlar ateşler yakarak “Ya Mansur Ya Mansur! (Zafer, Zafer!)” diyerek isyana katılacak olanları kendi etraflarında toplamaya çalışmışlardır.

Kûfe’de Şurta’nın (güvenlik teşkilatı) başında Amr b. Abdurrahman  ve beraberinde Şamlılardan oluşan bir grup insanla Ubeydullah b. Abbâs el-Kindî bulunuyordu.  Fecir vaktinde Zeyd ile beraber toplamda 218 kişi vardı.  Zeyd bu duruma şaşırmış ve diğer bey‘at edenlerin nerede olduğunu sormuştur. Bey‘at eden diğer insanların mescitte kuşatma altında olduğu cevabını alınca,  böyle bir bahane olamaz diyerek haklı bir sitemde bulunmuştur.

Zeyd taraftarlarından Kâsım Tübbeî  ve yanında bulunan arkadaşı, Yûsuf b. Ömer’le fiili çatışmaya girerek katledildiler. Bunlar, isyanı başlatan ilk kimselerdi.

Kâsım’ın kafası kesilmiş ve ayaklanmaya katılanlara korku vermek amacıyla sarayın kapısına asılmıştı.*   Yûsuf’un Kûfe valisi Hakem b. Salt, pazar (sûk) ve mescidin yollarını kapatarak birtakım tedbirler almıştı. Hakem, Zeyd’in fiili olarak isyanı başlattığını bölge valisi Yûsuf b. Ömer’e haber vermesi için, Cafer b. Abbâs liderliğinde 50 süvariyi Hîre’ye göndermiştir. Kûfe valisi Hakem, Hîre’den Yûsuf b. Ömer’den gelecek emirleri bekliyordu. Yûsuf b. Ömer’in emriyle, Reyyân b. Seleme Errâni önderliğinde iki bin kişi, beraberlerinde üç yüz yaya ve mancınıkçı ile Zeyd isyanını bastırmak üzere Kûfe’ye doğru yola çıkmışlardır. Gelen takviye ekiple beraber Kûfe valisi Hakem harekete geçmeye başlamıştır. Öncü birliklerden sonra Yûsuf b. Ömer’de Kûfe’ye doğru hareket etmiş ve Künâse’ye  ulaşmışlardır.

Zeyd, kendisi ile savaşmayı bekleyen bir grup Şamlı ile savaştı ve onları mağlup etti. Künâse denen mevkîde tekrar başka bir grup savaşçı ile cenk etti ve onları da yenmeyi başardı. Daha sonra Yûsuf b. Ömer ile Zeyd’in adamları karşı karşıya gelmişlerdi. Yûsuf b. Ömer ve Zeyd bir müddet burada birbirlerine bakmışlar, fakat aralarında herhangi bir çatışma olmadan Zeyd, Kûfe mescidine doğru yönelmiştir.  Zeyd mescide kadar ilerlemeyi başarmıştı. Zeyd’in arkadaşları kapıların üzerinden sancakları içeri sokuyorlar ve Kûfe mescidinin Fil kapısından “Ey mescittekiler! Zilletten izzete çıkın, din ve dünyaya çıkın. Siz şu anda din ve dünya dahilinde değilsiniz.”  diyorlardı. Diğer taraftan mescidin üst tarafına çıkan Şamlılar, Zeyd ve taraftarlarına taş atarak onları uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Zeyd isyanının sonucu bir türlü neticelenmemişti.

Geç saatlere kadar süren çatışmaların ardından Yûsuf b. Ömer, Abbâs b. Sa‘d önderliğinde Şamlılardan müteşekkil bir orduyu Zeyd ile savaşmaları için gönderdi. Burada başlayan savaş neticesinde Zeyd yine galip gelmişti.  Akşam yine savaşa tutuştular fakat sonuç yine aynıydı. Şamlılar Zeyd taraftarları karşısında

tutunamıyorlardı. Komutan Abbâs durumu Yûsuf’a haber vererek mancınık ekibi göndermesini istedi. Gelen mancınıklar ile ağır zaiyat veren Zeyd taraftarları, gecenin karanlığından da faydalanarak geri çekilmeye başladılar.

Gece boyu süren şiddetli çarpışmaların ardından Yûsuf askerlerini toplamış ve Zeyd’le karşı karşıya gelmişlerdir. Yûsuf b. Ömer, Zeyd ve taraftarlarını geri püskürtmüş ve son hamleyi indirmek için hücuma geçmiştir. Zeyd b. Ali karşısındaki kalabalıktan dolayı geri çekilmek zorunda kalmıştır. Gece karanlığına kadar çarpışmalar şiddetli bir şekilde devam etmiştir.

Gecenin karanlığında devam eden şiddetli çatışmalar esnasında, Zeyd’in sol taraf alnından isabet eden bir ok ağzına kadar gelmişti. Zeyd’i, gizlenmiş oldukları evlerden birine götüren arkadaşları bir tabip buldular. Doktorun oku çıkarması sonucunda Zeyd hayatını kaybetti.  Liderlerini kaybeden Zeyd taraftarları artık umutlarını tamamen kaybetmişler ve isyanı sürdürmeyi bırakmışlardır. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in yaralanmış neferlerini arıyor, ayrıca Zeyd’i bulabilmek için yaralı olan tüm şahısların sorguya çekilmesini istiyordu.

Zeyd’e biat eden binlerce Kûfeliden, isyan günü etrafında yalnızca 218 kişinin kalması, üzerinde durulması gereken ayrı bir noktadır. Zira Zeyd’i uyaranlar onun akıbetinin de dedesi Hz. Hüseyin gibi olacağını ve Kûfelilere güvenilmemesi gerektiğini defaatle belirtmişlerdir.

Zeyd’in cenazesi arkadaşları tarafından saklanmış, Yûsuf’un cenazeye zarar vermemesi için gizli bir şekilde defnetme kararı almışlardır. Zeyd’in cenazesinin nereye defnedileceği hususu, taraftarları arasında ayrı bir tartışma konusu olmuştur.  Zeyd’in arkadaşları onu bir çukura gömerek üzerine su doldurma fikrinin isabetli olacağını, böylece Zeyd’in cansız bedenine müsle uygulanamayacağı düşüncesiydeydiler. Zeyd’i defnettikten sonra yeri belli olmasın diye üzerini su ile

doldurdular.  Böylece Zeyd b. Ali’nin cansız bedeninin zarar görmemesini amaçlamışlardır.

Yûsuf b. Ömer ise her yerde Zeyd b. Ali’nin cansız bedenini arattırıyordu. Zeyd’in Sindli kölesi, Zeyd defnedildiğinde oradaydı ve Yûsuf’un adamlarına Zeyd’in yerini bizzat onun gösterdiği ifade edilmektedir.  Zeyd’in cenazesi çıkarılmış ve kafası kesilerek Kûfe valisi Hakem b. Salt tarafından Hîre’de bulunan Yûsuf b. Ömer’e gönderilmiştir. Zeyd ve onun arkadaşları Nasr b. Huzeyme, Muâviye b. İshak b. Zeyd b. Hârise el-Ensârî ve Ziyad el-Medinî’nin cenazelerini Yûsuf b. Ömer çarmıha gererek astırmıştır.  Ayrıca Yûsuf sevincinden dolayı çevresindeki insanlara bahşişler dağıtmış,  Zeyd’in kesik başını Halîfe Hişâm’a göndermiştir. Zeyd’in kesik başı Hişâm’ın emriyle Dımaşk şehrinin kapısına asıldı.  Başka bir rivayete göre ise daha sonra Şam’dan Medine’ye gönderildi.  Bazı kaynaklarda Zeyd’in cansız vücudunun uzun bir müddet çarmıha gerili olarak kaldığı ifade edilir.  İbn A‘sem ise Zeyd’in yalnızca 3 gün çarmıha gerili olarak kaldığını ifade etmiştir.

Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in katli sonrasında Kûfelilere bir hutbe irad etmiştir. Minbere çıktıktan sonra Hz. Ali ve Ehli beyte hakaretler etmiş, daha sonra da Kûfe halkının tamamına ağır hakaret ve küfürlerde bulunmuştur.  Yûsuf hutbesinde “Ey Kûfe halkı! Allah’a yemin ederim ki ben sizden bir grubu öldürmek için halîfeden izin istedim. Eğer bana izin verirse savaşçılarınızı öldürür, çoluk çocuk ve kadınlarınızı esir alırım. Ben sadece hoşlanmadığınız şeyleri sizlere söylemek için

minbere çıktım.”  diyerek böyle bir ayaklanmanın bir kez daha yaşanmaması için halkı tehdit edip korkutmayı amaçlamıştır. Yûsuf b. Ömer’in, Zeyd b. Ali’nin hanımını huzuruna getirttiği ve ağır hakaretler ettikten sonra kadının üzerindeki elbiseleri yaktırdığı iddia edilmiştir. Daha sonra celladını çağırıp Zeyd’in hanımını öldürtmüştür. Bu hanımın cesedi yol ortasında bir yere atılmış ve daha sonra akrabaları tarafından bulunarak defnedilmiştir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Kûfe’de Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı muhitte, kendisine bağlı insanlarla ayaklanmayı başlatan Zeyd b. Ali isyanı başarısız olmuş, öldükten sonra çarmıha gerili bir şekilde asılmıştır.  Bu olay karşısında Halîfe Hişâm’ın oldukça müteessir olduğu da zikredilir.  Hatta İbn Kuteybe, bu elim hâdiseden sonra Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf b. Ömer’i azlettiğini ifade eder.  Fakat İbn Kuteybe’nin zikrettiği bu bilgi diğer kaynaklarca kabul görmemiştir. Yûsuf b. Ömer 126/744 yılına kadar görevinde kalmıştır. Dolayısıyla İbn Kuteybe’nin bu rivayeti doğru değildir. Halîfe Hişâm’ın, Zeyd b. Ali’nin katline üzüldüğüne dair rivayetleri tahkîk edecek olarsak, Hişâm, halk ve alimler tarafından oldukça sevilen, peygamber soyundan gelen böylesine nüfûz sahibi birini katlettirdiği için meydana gelebilecek isyanları önleyebilmek ve halkın öfkesini bir nebze olsun dindirebilmek adına, bu şekilde timsah gözyaşları dökerek süslü siyâsî söylemlerde bulunmuş olabilir. Bu ihtimalin elbette göz ardı edilmeyecek kadar önemli olduğu kanaatindeyiz. Zira Hişâm’ın, Zeyd b. Ali’ye olan düşmanlığı kaynaklarca zikredilen ve unutulmaması gereken bir husustur.

İbn Kesîr isyan öncesinde Hişâm’ın, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e bir mektup yazdığını belirtir. Hişâm mektubunda “Senin hiçbir şeyden haberin yok. Zeyd Kûfe’de güçlenmiş vaziyette, halk ise onun halîfe olması için bey‘at ediyor. Onu ısrarla ara, bulduğunda eman ver, kabul etmezse onunla savaş.”  emrini vermiştir. Ayrıca Yûsuf tarafından Zeyd b. Ali’nin çarmıha gerilmesine Hişâm herhangi bir tepki göstermemiş ve Yûsuf b. Ömer’e müsle yapmaması yönünde bir tavsiyede de

bulunmamıştır. Zeyd’in kesik başının Dımaşk kapısında sergilenmesi, Hişâm’in Zeyd hakkında üzüldüğü iddiasını neredeyse tamamen çürütmektedir. Zeyd’in katlinde Hişâm iyi polis rolünü oynamış, kötü polis rolü ise Emevî saltanatının sadık valisi Yûsuf b. Ömer’e kalmıştır.

Zeyd’in ayaklanması sonucu katledilmesi, zahiren isyanı ortadan kaldırmış gibi görünsede, var olan Abbâsî muhalefet hareketinin daha da güçlenmesine sebep teşkil etmiştir. Hişâm, Zeyd’in katlinden sonra Irak valisi Yûsuf’a mektup yazmış, mektubunda Kûfe halkının atiyyelerinin (hediyelerinin) ve erzaklarının artırılmasını istemiştir. Yûsuf halîfeden aldığı emir neticesinde Kûfe halkını mescide toplamış ve atiyyelerinin artırılacağını bildirmiştir.  Bu durumun olası bir ayaklanmayı ve tepkiyi önleme amacına dönük olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca İmam-ı A‘zam Ebû Hanife gibi din alimlerinin de Emevîlere karşı muhalif cephede yer alması, Abbâsî hareketi açısından ciddi bir güçtür.  Zira Brockelmann “Zeyd’in katledilmesinin ve bu ayaklanmanın Emevî Hanedanının inkırazını hazırlayan ve birbirini kovuşturun bir sürü Şiî hareketlerinin ancak ilki.” olarak ifade eder.  Dolayısıyla Zeyd b. Ali’nin isyanı küçük fakat etkisi Emevî devletini ortadan kaldıracak kadar tesirli ve büyük olmuştur diyebiliriz.

3.4.3.    Yahya b. Zeyd İsyanı

Zeyd b. Ali üç evlilik gerçekleştirmiş, bu evliliklerden bir kızı ve Yahya, İsâ, Hüseyin, Muhammed adlı dört erkek çocuğu olmuştur.  Diğer çocuklara nazaran Yahya, siyasetle daha ilgili olmuş, babasıyla beraber yolculuklar yapmıştır.

Zeyd’in Kûfe’de katledilmesinden sonra Yahya’nın nereye gittiği ihtilaflıdır. Bir rivayete göre o, Horasan’a bağlı Belh bölgesinde Hureyş b. Amr’ın evinde gizlenmiştir.  Diğer bir rivayete göre ise onun, Kerbelâ’ya gelip buradan Ninova’ya geçtiği ve Bişr b. Abdülmelik’in mevlâsı olan Sâbık’a misafir olduğu belirtilir.  Bunların dışında başka bir rivayette ise, Esedoğulları’ndan biri Yahya’ya

“Horasanlılar sizin yanınızdadır, onların yanına gitseniz daha iyi olur.” demiş, Yahya ise “Şu anda oraya gitmem nasıl mümkün olur.” diye sormuştur. Esedoğullarına mensup bu zat ise, “Yûsuf’un adamları tarafından takip edilmen zamanla azalır, oraya gidersin.” diyerek karşılık vermiştir. Bu adam Yahya’yı bir gece kendi evinde gizlemiş, sonra Abdülmelik b. Bişr’in yanına götürmüştür. Abdülmelik b. Bişr’in Zeyd ile akrabalık bağı olduğu da ifade edilmiştir. Yahya’yı, Abdülmelik b. Bişr’e götüren adam “Zeyd öldürüldü, bu da onun henüz genç, suçsuz oğludur. Eğer Yûsuf, Yahya’yı bulursa öldürür.” diyerek Yahya’yı himayesine alması teklifinde bulunmuştur. Bu hâdise sonrasında Yahya bir müddet burada kalmış, daha sonra Zeydîlerden bir grupla Horasan’a doğru hareket etmiştir.

122/739-740 yılında Yahya’nın, Horasan’da etrafında insanların toplandığını haber alan Yûsuf, bu duruma kızarak “Ey fraklılar! Yahya b. Zeyd tıpkı babasına benzer şekilde kadınlar gibi saklanarak yoluna devam ediyor. Eğer gözüme görünürse, babasını öldürdüğüm gibi onu da öldürürüm.”  diyerek tehditte bulunmuş ve bunun neticesinde Yahya’nın çevresinde bulunan insanların korktuğu ve etrafından ayrıldıkları belirtilmiştir. Yûsuf’un bu ifadelerinden Yahya’nın gizlendiğini ve arandığını çok sarih bir şekilde anlayabiliriz.

Yahya b. Zeyd, Yûsuf tarafından aranmaktaydı. Bu gizlenme sürecinde yerinin bilinmemesi için farklı yerlere gitmiş olabileceği ve yukarıda zikredilen rivayetlerin tamamının, Yahya’nın farklı zamanlarda gizlenmek için gittiği yerler olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Kaynaklarda Yahya’nın gittiği yerler noktasında rivayetlerin farklı ve karışık olması Yahya’nın tam olarak nereye gittiği konusunda kuşkular doğurmaktadır. Fakat İbn A‘sem farklı olarak Yahya’nın kaçış serüvenini net olarak zikretmiştir. İbn A‘sem’e göre, Yahya evvela Ninova’ya geçmiş akabinde ise adamlarıyla beraber Medâin’e gitmiştir. Ardından Serahs’ta kalmış, bir müddet sonra ise Belh’e geçmiş ve Hureyş b. Amr’ın evinde ikamet etmiştir. Bir müddet burada saklandıktan sonra Merv’e, Merv’den ise Cüzcan’a geçmiştir. Yûsuf b. Ömer ve Nasr b. Seyyâr’ın sıkı takibinde olan Yahya, gece karanlığında Cüzcan’dan tekrar Belh’e gitmiştir. Görüldüğü üzere Yahya tek bir yerde bulunmamış ve sürekli olarak

yakalanmamak için yer değiştirmiştir.  Zeyd’in katlinden sonra her ne kadar Yahya’nın nereye gittiğinde ihtilaf olsa bile, Yahya bir zaman gizlenmiş ve daha sonra kendisi için bir üs bölgesi olarak telakki ettiği Horasan’da ortaya çıkmıştır.

Yahya, Hişâm’ın 125/743 yılındaki ölümünden sonra, Velîd b. Yezîd’in halifeliği zamanında Horasan’a bağlı Belh vilayetinde,  diğer rivayete göre ise Cüzcân vilayetinde  ortaya çıkmıştır. Yahya, Hişâm’ın ölümüne mukabil faaliyetlerini hızlandırmış ve insanlar Horasan’da onun etrafında toplanmaya başlamıştır.  Yûsuf b. Ömer, Yahya’nın saklandığı yerden haberdar olmuş ve Nasr b. Seyyâr’a durumu bir mektupla bildirmiştir. Nasr b. Seyyâr, Yûsuf’un mektubunu alır almaz hemen Belh valisine, Akîl b. Makil el-İclî adındaki adamı ile haber göndermiş ve Hureyş b. Amr derhal yakalanarak Belh valisinin huzuruna getirilmiştir.  Hureyş b. Amr’a 600 kırbaç vurulup çeşitli işkenceler yapılmasına rağmen Yahya’nın saklandığı yeri öğrenememişlerdir. Daha sonra Yahya’nın yerini babasının öldürülmesinden korkarak Hureyş’in oğlu Kureyş bildirmiştir. Yahya, Ebî Bükre’nin mevlâsı Yûnus b. Süleym’in odasında yakalanmıştır. Yahya b. Zeyd, Horasan’a götürülüp Nasr’ın huzuruna çıkarılmış ve tutuklanarak hapse atılmıştır. Ayrıca durumdan Yûsuf b. Ömer haberdar edilmiştir.  Belh’te yakalanan Yahya bir müddet Merv’de hapis hayatı yaşamıştır.

Nasr, Yahya’nın yakalandığını Yûsuf’a bildirmiş, Yûsuf da durumu Halîfe Velîd’e bildirmiştir. Velîd ise Yahya’nın arkadaşlarıyla beraber serbest bırakılması kararını vermiştir.  Nasr tarafından Yahya’ya tahliye esnasında 12 bin dirhem verilmiş ve Halîfe Velîd’in isteği üzerine Yahya, Şam’a gönderilmek üzere yola

çıkmıştır.  Yahya’nın önce Serahs’a daha sonra ise yönünü Beyhak’a çevirerek oraya gittiği belirtilir. Yûsuf b. Ömer’in kendisini öldüreceğinden korktuğundan dolayı burada insanları kendisine halîfe olarak bey‘at etmeye davet etmiştir. Çünkü Beyhak’tan daha ileri gitse Yûsuf b. Ömer’in hakimiyet alanlarına girmiş olacaktı ki,  bu Yahya için öldürüleceği noktasında büyük bir korkuydu.

Belh’e gidebilmek için Yahya ve beraberindekilerin yolda bazı tüccarların mallarına el koydukları ifade edilir. Bu durum Amr b. Zürâre tarafından Nasr’a bildirilmiş, Nasr ise Yahya’nın öldürülmesini istemiştir. Amr’ın komutasındaki orduyu yenen Yahya, önce Herat tarafına oradan ise Cüzcân’a geçmiştir.  Yahya’nın 70 kişi, Amr b. Zürâre’nın ise 10 bin kişi olduğu belirtilir.  Yahya’nın bu kadar az sayıdaki kişiyle kendisinden yaklaşık olarak 143 kat daha büyük olan bir orduyu yenmesinin sebebinin ise, komutanları ölen askerlerin dağılmış olabileceği, yahut askerler içerisinde önemli bir oranda Şia sempatizanı bulunabileceği kanaatindeyiz. Diğer türlü böylesine az sayıdaki kişinin, bu denli büyük bir orduyu yenmesi aklen mümkün değildir.

Yahya’nın bu tutumu, Şam’a Halîfe Velîd’in yanına gitmek istemediğini göstermektedir. Şam’a gitmek üzere yola çıkan Yahya ve arkadaşları daha sonra yönlerini değiştirmişler, dolayısıyla saklanmak için bir yer aramışlardır. Yolda temel ihtiyaçlarını karşılamak için yağma yaptıkları iddiası mümkün görünmemektedir. Çünkü Yahya’ya, Nasr tarafından verilmiş önemli miktarda para mevcuttur. Yahya ve beraberindekilerin yağmacı olarak gösterilmesi, Ehli beytin karizmasını yok etmek, ayrıca Yahya’nın öldürülmesini meşrulaştırmak amacına dönük bir hamle olabilir. Hâdiseleri bir bütün olarak ele aldığımızda, Yahya’nın öldürülmesi de tıpkı babası Zeyd gibi iktidar mücadelesi için olmuştur. Emevîler karşılarında rakip olabilecek kim varsa sindirmeyi veya ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır. Mücadele sonucu sindirilemeyen Yahya’nın, muhalefeti sonucu öldürüldüğünü düşünüyoruz.

 

Horasan valisi Nasr b. Seyyâr, Amr b. Zürâre’yi yenen Yahya’yı öldürmesi için kalabalık bir ordu göndermiştir. Nasr’ın askerleriyle ikince defa savaşan Yahya, şakağına isabet eden bir ok neticesinde hayatını kaybetmiştir. Onunla beraber olanlar Yahya’ın ölümü üzerine dağılmışlardır. İbn Kesîr’e göre, Yahya’nın öldürülmesinin sebebi yol kesmesi değil, ihanet etmesinden endişe duyulmasıdır. Nasr, bu sebepten dolayı onun üzerine askerlerini göndermiş ve Yahya katledilmiştir.  Zeyd b. Ali’nin katledilişi gibi onun oğlu da aynı akıbete uğramış ve Yahya bir rivayete göre 125/74 3   diğer bir rivayete göre ise 126/744  yılında hayatını kaybetmiştir.

Yahya’nın katledildiği bilgisi Halîfe Velîd’e ulaşınca Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e bir mektup yazmıştır. Mektubunda “Iraklıların buzağısını yakala, onu makamından indir, ateşe at ve külünü denize savur.”  emrini vermiştir. Wellhausen “Iraklıların buzağısı” ibaresinin geçtiği mektupta, bu hakarete uğrayan muhatabın Yahya olduğunu belirtmiştir.  Yûsuf halîfenin emrini ivedi olarak infaz etmek üzere harekete geçmiş ve Yahya’nın cesedi yakılmıştır.

3.4.4.    Yûsuf b. Ömer’in Ebû Mansûr el-İclî’yi Katletmesi

Şiî olduğu bilinen ve Irak bölgesinde propaganda yapmaya başlayan Ebû Mansûr el-İclî sapkın görüşleriyle zuhûr etmiştir. Ebû Mansûr Kûfeli bir Şiî’dir. Düşüncelerinin oluşmasında Kûfe’nin Keysânî Şiîleri’nden olan Leylâ en- Nâitiyye’nin talebesi olan Meylâ’nın etkisi oldukça fazladır. Muhammed el-Bâkır’ın imamet görevini kendisine bıraktığı yalanıyla ortaya çıkmıştır.  Ebû Mansûr’un peşinden gidenler Mansûriyye olarak tesmiye edilmektedir. Ebû Mansûr ve müntesipleri, muhaliflerini feci şekilde katletmeleri ve bu vahşeti dini bir vecîbe olarak görmeleriyle meşhurdur.  Ebû Mansûr’un semaya yükselip Allah ile görüştüğünü iddia etmesi ve kendini peygamber olarak sunması, insanların onun çevresinde toplanmasını sağlamıştır.591 Aşırılıklarıyla bilinen bu ideolojik oluşumun, dinin emir ve yasaklarını şahsî menfaatlerine göre yorumlaması, terörizm faaliyetlerini artırmaya ve meşrulaştırmaya sebep teşkil etmiştir.592 Yûsuf b. Ömer’in, Ebû Mansûr’u sapkın görüşlerinden dolayı katlettiği belirtilir. Yûsuf b. Ömer, devlet için tehlike arz eden bu oluşumu yok etmek için, liderleri Ebû Mansûr el-İclî başta olmak üzere birçok kişiyi katletmiştir.593 Yûsuf’un, Ebû Mansûr’u ne zaman katlettiği konusunda ihtilaflar bulunmaktadır. 121-127/738-744 yılları arasında Yûsuf b. Ömer tarafından Kûfe’de katledildiği bilinmektedir.594 Neşşâr, Ebû Mansûr’un 121/738 yılında öldürüldüğünü kabul eder.595

3.4.5.    Yûsuf b. Ömer Döneminde Abbâsî Propagandası

Hişâm’ın hilâfete geçişinin ilk yıllarından itibaren Abbâsî hareketi gizliden gizliye devam etmiştir. Abbâsî hareketinin önde gelen isimlerinden Muhammed b. Ali Horasan’dan başlayarak Abbâsî propagandasını devamlı sürdürmüştür.596 Muhammed b. Ali aynı zamanda Yûsuf b. Ömer’in vali olduğu Yemen civarında da faaliyetlerini artırmıştır.597

Zeyd b. Ali’nin katli önceden beri var olan Abbâsî propagandasını iyiden iyiye artırmıştı. 124/742 yılında Horasan’da bulunan bir grup Abbâsî propagandacısı Mekke’ye doğru yola çıkmışlar, Kûfe’den geçerlerken Yûsuf b. Ömer tarafından hapsedilen Hâlid b. Abdullah’ın komutanlarının hapiste olduklarını öğrenerek, onları ziyarete gitmişlerdir. Ziyaretleri esnasında onları Abbâsî propagandalarına davet etmişler ve Hâlid’in tutuklu komutanları da bu daveti kabul etmişlerdir.

Diğer taraftan Abbâsîlerin kuruluş aşamasında önemli bir isim olan Ebû Müslim el-Horasanî de mahkumlarla beraberdi. İsa b. Mukbil el-İclî adındaki bir mahkuma hizmet etmekteydi. Atılganlığı ve bey‘at edişi Abbâsî hareketi liderlerini çok memnun etmiş ve Bekir b. Mahan tarafından 400 dirhem para ödenerek serbest kalması sağlanmıştır. Ebû Müslim de onlarla beraber giderek Abbâsî hareketine katılmıştır.  Görüldüğü üzere Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı bölgede Abbâsî daveti devam etmiş fakat Yûsuf, mücadele noktasında eksik kalmıştır diyebiliriz. Yahut daha muteber bir ifadeyle artık Abbâsî davetinin önü alınamaz noktalara ulaşmıştır.

125/743 yılında Şam’da bulunan Hâlid b. Abdullah ve ailesi sürgün hayatı yaşamaktaydı. Yukarıda geçen bölümlerde Hâlid’in Şam’da çıkan yangınlar sonrasında hırsızlıkla itham edildiğini belirtmiştik. Hâlid ve yakınlarının suçsuz olduğunun anlaşılması üzerine tahliye edilmişlerdir. Hâlid, halkı etrafına toplayarak: “Hişâm’a ne oluyor? Üzerime gelmekten vazgeçsin, aksi takdirde (Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs’ı kastederek) arzusu Irak olan, evi Şam’da bulunan, Hicaz asıllı için halka propaganda yaparım. Bu hususu Hişâm’a duyurmanızı istiyorum.” dedi. Durum Hişâm’ın kulağına gidince “Ebû’l Heysem (Hâlid) bunamış.” diyerek Hâlid’in söylemlerini geçiştirmiştir.  Görüldüğü üzere Hişâm’ın son dönemlerinde artık Abbâsîler oldukça güçlenmiş Hişâm’ın dahi gücü yetmez duruma gelmiştir. Zira devlet için bir tehdit olduğu âşikar olan Muhammed b. Ali’ye dokunulamaması, devlet otoritesinin oldukça kötü duruma geldiğinin bariz bir göstergesidir.

3.5.        Velîd b. Yezîd Döneminde Yûsuf b. Ömer

125/743 yılında vefat eden Hişâm,  20 yıla yakın  Emevî devletini yönetmiştir. Onun vefatından sonra Velîd b. Yezîd hilâfet makamına oturmuştur. Hişâm’ın ölümü Emevîler için artık sonun başlangıcıydı.  Bu noktada İbn Kesîr’in şu ifadelerini dikkate değer buluyoruz. “Ben derim ki, Hişâm b. Abdülmelik ölünce Emevî hükümdarlığı da öldü. Cihad işleri geriledi, yönetim cidden sarsıldı, düzen bozuldu. Her ne kadar Hişâm’dan sonra 7 sene daha Emevîler hüküm sürdülerse de

bu hakimiyetleri ihtilaf ve kargaşa içinde devam etti. Nihayet Abbâsîler onlara karşı ayaklandılar, ellerindeki nimet ve hükümdarlığı yağmaladılar. Bir kısmını öldürdüler. Halîfeliği ellerinden aldılar.”

Velîd, amcası Hişâm’a karşı oldukça nefret doluydu. Amcasının ölüm haberini duyduğu zaman son derece mesrur olmuştur. Hatta cenazesine kefen vermediği, hizmetçilerin Hişâm’ın cenaze suyunu ısıtmak için kömür dahi bulamadıkları belirtilir. Ayrıca Velîd amcası Hişâm ölür ölmez hazineyi mühürletmiştir.

Yezîd b. Abdülmelik kendisinden sonra hilâfet makamına kardeşi Hişâm’ı, ondan sonra ise oğlu Velîd b. Yezîd’i veliaht olarak atamıştı.  Fakat Velîd içki ve eğlence hayatına kendini aşırı kaptırmış, vaktini serkeşlik ve içki içerek geçiriyordu. Hatta çeşitli ülkelerden ilk defa şarkıcı getirenin de Velîd olduğu söylenmiştir.  Velîd’in bu tavrı halka ve devlet memurlarına da sirayet etmiş, Mes‘ûdî’nin ifadesiyle devlet memurlarından ve halktan şarkı tutkunu olmayan kimse kalmamıştı.  Hatta Velîd’in “Şarkı benim için her türlü lezzet veren şeyden daha sevimlidir. Benim susuzluğumu giderir.”  dediği de ifade edilmiştir. Velîd b. Yezîd de tıpkı babası gibi içki alemlerinde zaman öldürüyordu.

Bu nedenlerden dolayı Hişâm, kendisinden sonra oğlu Mesleme b. Hişâm’ı veliaht tayin etmeye çalışmış fakat buna ömrü kifâyet etmemiştir.  Hişâm’ın vefat haberi Velîd’e getirildiği zaman sevincinden dolayı 2 gün boyunca gözünü kırpmadan eğlendiği ve sürekli olarak şu şiiri okuduğu belirtilir.

“Uzun bir geceydi, yıllanmış şarap bezmi

İşte geldi Rusâfe’dekinin ölüm haberi

 

Getirdiler önüme bir hırka, bir değnek

Arkasından da verdiler hâtem-i hilâfeti!”

Hişâm’ın 20 yıla yakın  halifeliğinden sonra tahta geçen Velîd, Irak valisi Yûsuf b. Ömer hariç birçok vali ve bürokratı azletmiş, onlara çeşitli işkencelerde bulunarak, yerlerine yeni atamalar yapmıştır. Velîd Hişâm’ın ölümünü duyunca Rusâfe’ye giderek Abbâs b. Velîd’den,  Mesleme b. Hişâm hariç, Hişâm’ın çocukları, akrabaları ve âmillerinin mallarının sayımının yapılmasını istemiş, yapılan sayımın ardından Mesleme b. Hişâm hariç diğerlerinin mallarına el konulmasını emretmiştir. Mesleme’nin kapsam dışı tutulmasının nedeni ise, babası Hişâm’dan Velîd’e karşı müsamahalı davranmasını istemesidir. Velîd bu sebebe binaen Mesleme’yi bir vefa borcu mesabesinde, müsadere işleminden istisna etmiştir.

Halîfe Velîd’in, amcası Hişâm’a karşı oldukça öfkeli olduğundan ve bunun sebeplerinden bahsettik. Velîd halîfe olduğu yıl Hişâm’ın dayıları İbrahim ve Muhammed’i Medine’ye hapsetmiş, Medine dışına çıkışlarını yasaklamıştır. Hişâm’ın dayıları orada küçük düşürülüp tahkir edildikten sonra, Velîd’in dayısı olan Hicaz valisi Yûsuf b. Muhammed b. Yûsuf es-Sekafî’ye bir mektup yazarak, İbrahim ve Muhammed’i Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e göndermesini emretmiştir. Yûsuf, Hişâm’ın dayılarının şahsi mal varlıklarından bol miktarda para almış ve yapılan işkenceler neticesinde her ikisi de ölmüştür.  İbnü’l-Esîr ve Nüveyrî’de geçen bir diğer rivayete göre ise İbrahim ve Muhammed evvela Medine’den Şam’a Velîd’in huzuruna gönderilmiş, oradan ise Irak’a Yûsuf b. Ömer’e sevk edilmiştir.

 

Hülâsâ olarak Velîd, Hişâm’a olan nefretinden dolayı onun akrabalarının kimini öldürmüş, kiminin ise mallarını müsadere ederek büyük bir zulüm numunesi sergilemiştir.

Bu noktada akıllara gelen bir soru ise, diğer valiler azledilip işkenceye tabi tutulurken, Velîd neden Yûsuf’u azletmeyip görevine devam ettirmiştir? Ya‘kûbî bu meseleyi anlatırken, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hişâm, serkeş yaşamından dolayı kendisinden sonra veliaht olmasını istemediği Velîd’i uzaklaştırmış ve onun veliaht olmaması için birtakım çalışmalar yapmıştır. Hişâm’ın ömrü vefa etmediği için Velîd veliaht olarak tahta geçmiştir. Velîd hilâfete geçince Hişâm tarafından kendisini veliahtlıktan uzaklaştırmak için kaleme alınmış bir belge bulmuştur. Bu belgede Velîd, Yûsuf b. Ömer hariç birçok valinin kendisinin veliahtlığını reddettiğini ve Hişâm’ın bu çalışmasına destek verdiğini görmüş, bu sebepten dolayı valilere işkencelerde bulunmuştur. İşte o gizli belgede Yûsuf’un ismi olmadığından dolayı Velîd onu görevinden azletmemiştir.

125/743 yılında tahta geçen Velîd b. Yezîd  kendisinden sonra tahta geçmeleri için önce oğlu Hakem’e, sonra da Osman’a bey‘at almıştır.  Bu isteğini Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e göndermiş, Yûsuf da Horasan nâibi Nasr b. Seyyâr’a göndererek bey‘at etmesini emretmiştir. Nasr Horasan’da Velîd’in oğulları Hakem ve Osman adına bey‘at için halka oldukça tesirli ve gayet uzun bir hutbe irad etmiştir.  Velîd birçok bölgede oğulları için bey‘at almayı başarmıştır. Kendisine karşı çıkanların ise kimini hapsetmiş, kimini ise öldürmüştür.  Fakat Velîd Yemenî kabilelerin de desteğiyle katledilmiş, Velîd’in oğulları Hakem ve Osman yeni halîfe Yezîd b. Velîd tarafından hapsedilmiştir. Yezîd, Hakem ve Osman’a çeşitli işkenceler yapmış ve ağır hakaretlerde de bulunmuştur.

 

A) Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’a Müstakil Vali Yapılmak İstenmesi ve Yûsuf b. Ömer’in Tutumu

Velîd, 125/743 yılında Nasr b. Seyyâr’a Horasan müstakil valiliğini vermiştir. Fakat Yûsuf halîfe ile görüşmüş Nasr’ın müstakil vali değil Hişâm dönemindeki gibi kendisine bağlı bir vali olarak görevine devam etmesini talep etmiştir. Halîfe Velîd, Yûsuf’un bu isteğini kabul ederek Nasr’ı tekrar Yûsuf’un emrinde çalışan vali olarak atamıştır.  Rivayete göre Yûsuf b. Ömer, Nasr ve bütün âmillerini teslim almak karşılığında Velîd’e büyük miktarda para vermiş, bunun üzerine Velîd, Horasan valiliğini tekrar Yûsuf’a bağlamıştır.  Nasr b. Seyyâr’a oldukça kızgın olan Yûsuf, Nasr’dan kendisine verilen bütün hediye ve malları getirmesini istemiş ayrıca gelirken bütün ailesinin yanında olmasını emretmiştir.  Aynı şekilde Halîfe Velîd, Horasan valisi Nasr’a bir mektup yazarak huzuruna çağırmış, gelirken de Horasan’dan tanbur, altın ve gümüşten ibrikler, zil takıp oynayan sanatçılar, doğan kuşları ve yük beygirlerini kendisine getirmesini emretmiştir.

Bir başka rivayete göre ise Yûsuf b. Ömer, Nasr b. Seyyâr’a bir mektup yazarak yanına bol miktarda hediye alarak Halîfe Velîd’in yanına gitmesini istemiştir.  Bu emrini yapmadığı takdirde azledileceğini Nasr’a bildirmiştir. Nasr b. Seyyâr, yanına aldığı hediyelerle beraber, acele etmeksizin yola çıkmıştır. Nasr’ın yola çıkmak istememesinin sebebini kaynaklar müşterek bir dille, müneccimlerin büyük bir fitne çıkacağını söyledikleri, Nasr’ın ise müneccimlerin bu sözüne istinaden gitmek istemediği ifade edilmiştir.  Nasr yolda iken önce Yûsuf’a uğrayacak daha sonra ise Velîd’in huzuruna gidecekti. Nasr’a Irak yolunda iken Halîfe Velîd’in öldürüldüğü, Mansûr b. Cumhur’un Irak’a vali olarak geldiği ve Yûsuf b. Ömer’in kaçtığı haberi kendisine ulaştırılmıştır.  Durumdan haberdar olan Nasr yönünü Irak’tan geri çevirmiş, olacakları beklemeye başlamıştır. Fakat bu

noktada Nasr’ın müneccimlerin sözüyle hareket ettiği iddiasını hakikat kabul etmek, tam manasıyla meselenin vuzuhu açısından eksik kalmaktadır. Aksu’nun ifadesiyle, “Nasr’ın yürüyüşünü yavaşlatması, muhtemelen Yezîd b. Velîd komutasındaki ihtilalcilerin, Velîd’i öldüreceklerini duyumsamış olmasından kaynaklanmaktadır.”631 Görüldüğü üzere Nasr’a, adamları tarafından bir haber getirilmiş olmalıdır ki, bu sebepten dolayı Nasr, Halîfe Velîd’in yanına gitmek istememiştir. Velîd katledilip, Yezîd b. Velîd tahta geldiğinde Nasr b. Seyyâr yeni Irak valisi Mansûr b. Cumhur’a632 itaat etmeyeceğini ve emri altına girmeyeceğini bildirmiştir. Bununla birlikte Yezîd b. Velîd’e büyük hediyeler sunarak görevinde kalmıştır.633 Aksu, Yezîd b. Velîd’in hilâfet süresinin yetmemesinden dolayı Nasr b. Seyyâr’ın görevden alınamadığını ifade eder.634 Yezîd, muhtemelen iç isyanın daha da yaygınlaşmasından korktuğu için böyle bir teşebbüste bulunmamış olmalıdır.

B) Velîd b. Yezîd’in Yûsuf’u Azletmek İstemesi

 

126/743 yılında Velîd hacca niyetlenmiş, fakat Hâlid b. Abdullah yolda Yemenî kabilelerden bazı kimselerin suikast hazırlığında olduğunu ve öldürülebileceğini haber vermiştir.635 Bu duruma öfkelenen Velîd çok ilginçtir Hâlid’e teşekkür etmek yerine onu hapsetti. Ayrıca Irak valisi Yûsuf’u azletme niyetiyle mektup yazarak ondan mallarını getirmesini istedi. Velîd, Yûsuf’u görevden alarak onun yerine yine bir Kaysî olan Haccâc’ın torunu Abdülmelik b. Muhammed b. Haccâc b. Yûsuf’u Irak’a vali yapma arzusundaydı.636 Görevden alınma durumunu duyan Yûsuf, eşi benzeri görülmemiş hediye ve mallarla yola çıkmış ve Şam’a ulaşmıştır. Hasan en-Nebâtî ile karşılaştıklarında Hasan ona Irak’tan azledilebileceğini, koltuğunu kaybetmemek için Velîd’in vezirlerine bir meblağ rüşvet vermesini, bundan sonra ise vali yapılmak istenen Abdülkerim b. Muhammed adına “Bir köşk dışında başka bir şey istemediğini!” bildiren bir mektup yazarak Velîd’e göndermesini fısıldamıştır. Yûsuf, vezirlere 500 bin dinar verdikten sonra Abdülkerim b. Muhammed adına yazmış olduğu mühürlü sahte mektubu, tıpkı Abdülkerim yazmış gibi Velîd’e sunmuştur. Velîd bu sahte mektup ve çevrilen oyunların farkına varamamış, Yûsuf’un Irak valiliği görevine devam etmesini uygun bulmuştur.  Velîd’in Yûsuf’u azletme isteğinin temelinde ise Irak’ı artık iyi yönetemediği, kendisine istihbarat bilgisi getiremediğini düşündüğünden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

 

Abdülmelik b. Muhammed’in durumu hakkında İbn Hallikân, Abdülmelik’in Velîd katledildikten sonra Irak’a vali olduğunu kaydeder.  Fakat İbn Hallikân bu görüşünde yalnız kalmıştır. Kaynakların neredeyse tamamı Yûsuf b. Ömer’den sonra Irak’a vali olarak Mansûr b. Cumhur’un atandığı noktasında ittifak etmiştir.

3.5.1.    Yûsuf’un Irak Valiliğinden Azledilmesi ve Kaçış Serüveni

126/743 yılında Velîd b. Yezîd’in öldürülmesiyle  hilâfet makamına Yezîd b. Velîd geçmiştir.  Yezîd halka yaptığı konuşmada Velîd’i kötülemiş, onun bir münker olduğunu, öldürülme gerekçesinin ise yapmış olduğu çirkin işlerden dolayı olduğunu belirtmiştir.  Velîd b. Yezîd’in hilâfet süresi hakkında 1 yıl 2 ay  ve 1 yıl 3 ay  gibi süreler zikredilmektedir.

Yezîd’in katlinin asıl sebebinin, Yemenîlerin tekrar eski günlerine dönerek devlet kapısında söz sahibi olmak istemelerini görmekteyiz. Bu noktada onlar Yezîd’i kullanarak Velîd’i katletmişlerdir. Zira Velîd b. Yezîd Yemenlilerin birçoğunu hapsetmiş  ve kötü muamelelerde bulunmuştur. Velîd’in katlinin temelinde her şeyden evvel öteden beri var olan Kaysî ve Kelbîlerin siyâsî

mücadelesi yatmaktadır.  Velîd’in dinsizlikle suçlanarak katledilmesi esas itibariyle içerisinde büyük bir kurnazlığı barındırmaktadır. Kaysî yanlısı bir tutum sergileyen Velîd’in katledilmesine ve tahttan indirilmesine bir sebep lazımdı. Muhalifler de onun İslam’a uymayan yaşantısını, hatta mürted olduğunu ileri sürerek Velîd’i öldürdüler.

Velîd’in dinden çıktığı için katledildiği iddiası, Velîd taraftarı olan Kaysîlerin, Yezîd’in halîfeliğine karşı çıkmalarını engelleme amacı taşıdığını düşünmekteyiz. Zira Kaysîlerin ayaklanması, Yezîd’in de tahta oturmadan bir iç savaş ile devletin tamamen yok olması sonucuna götürebilirdi. Hatta şunu da ifade edelim ki Velîd, Ömer b. Abdülaziz gibi dindar bir kişiliğe sahip olmuş olsaydı dahi, gütmüş olduğu siyasetten dolayı Yemenî kabilelerce katledilmesi yine kaçınılmaz olacaktı.

Yûsuf b. Ömer, Velîd’in katledildiğini haber almış, yaşamış olduğu şok hali ve öfkesinden dolayı evvela Yemenî kabilelerden bazı kimseleri hapsetmiştir. Hapiste olan birkaç Kaysî’yi ise hapisten çıkarmıştır. Durumun vehametini anlayan Yûsuf, artık çaresiz kaldığını anlamış ve kısa bir süre sonra ise Yemenlileri de serbest bırakarak bir an önce kaçmak için hazırlıklara başlamıştır.

Yezîd’in görevlendirmesiyle Mansûr b. Cumhur valilik görevini Yûsuf’tan alıp onu tutuklamak üzere yola çıkmış, Aynu’t-Temr denilen mevkiye gelince Hîre’de bulunan komutanlara Velîd’in katledildiğini, kendisinin Irak’a vali olduğunu, Yûsuf ve adamlarının derhal tutuklanmasını bildiren bir mektup yazmıştır.  Mansûr yazmış olduğu mektupları Süleyman b. Süleym b. Keysân’a Kûfe’de bulunan komutanlara ulaştırması için teslim etmiştir. Fakat Süleyman mektupları komutanlara götürmeyip doğruca Yûsuf b. Ömer’in yanına gitmiştir. Burada Yûsuf’un istihbarat noktasında iyi yerlere gelmiş adamlarının varlığını net bir şekilde görebiliyoruz. Yûsuf mektupları okurken adeta şok yaşamış ve derin bir şaşkınlık içerisinde, ne yapılması gerektiğini Süleyman’a sormuş, Süleyman ise artık kendisine destek veren bir halkın ve kendisine sahip çıkacak bir emirin bulunmadığını söylemiş, yapılması gerekenin ise Şam’a gitmek olduğunu

 

belirtmiştir.  Velîd b. Yezîd’in 126/743 yılındaki ölümünden sonra  Yûsuf b. Ömer Hîre yolunu kullanarak  Belkâ’ya,  oradan ise Şam’a  kaçmaya çalışmıştır. Burada Yûsuf’un kaçmak istediği yerin Şam olduğu âşikardır ve güzergah olarak ise Belkâ yolunu kullanmıştır. Süleyman b. Süleym Yûsuf’tan, Yezîd’e zahiren biat etmiş gibi görünmesini ve hutbelerinde Yezîd’i metheden ve ona dua eden şeyler söylemesini istemiştir.  Yûsuf korkusunu atamamış ve can güvenliğinden emin olmamış olacak ki Süleyman’ı yanına alarak, Amr b. Muhammed b. Saîd b. El-Âs’ın yanına gitmişlerdir. Süleyman, Amr’dan Yûsuf’u müsait bir yere saklamasını istemiş, Amr, Yûsuf’u saklama isteğini kabul etmiş ve “Yûsuf, Mansûr’dan korktuğu şekilde hiç kimse bir başkasından asla korkmamaştır.”  demiştir. Irak’ın yeni valisi Mansûr 126 Recep ayında görev mahaline giriş yapmış ve yeni görevine resmen başlamıştır.  Mansûr Irak’a geldiği zaman valilik merkezi olan Hîre’ye geçmiş, halkın gönlünü alabilmek adına birçok hediyeler dağıtmıştır.  Yûsuf b. Ömer zamanında çoğunluğunu Yemenî kabilelerin oluşturduğu tutuklu şahıslar, Mansûr tarafından salıverilmiştir.  Daha öncesinde ifade ettiğimiz gibi yeni gelen valinin azledilen vali tarafından hapsedilmiş mahkumları azad etmesi, temelinde siyâsî hesapların yattığı, bir nevi gelenek haline gelmiştir. Yaptığı konuşmada Yûsuf’u ve Velîd’i kötülemiş, her ikisine de ağır hakaretlerde bulunmuştur. Orada bulunan ve Mansûr’un söylediklerine şahit olan Amr b. Muhammed, Yûsuf’un saklandığı yere giderek Mansûr b. Cumhur’un konuşmalarını Yûsuf’a bildirmiştir.  Yûsuf Kûfe’den ayrılarak Şam’a doğru kaçmaya başlamış ve Belkâ denilen mevkîde konaklamıştır. Yezîd, Yûsuf’un yerini haber alınca 50 kadar süvarisini göndermiş fakat Yûsuf ilk etapta bulunamamıştır. Süvariler Yûsuf’u aradıkları esnada Yûsuf onları görür görmez korkusundan dolayı ayakkabılarını çıkarıp yalınayak kaçmıştır. Süvariler Belkâ mevkînde her yeri didik

didik aramışlar, sonunda Yûsuf’u kadınların arasında yakalamışlardır.658 Yûsuf o denli korkmuştur ki kadınlar onun üzerini ipek örtülerle örterek gizlemişler, ayrıca kederli gibi görünerek askerlerin bir an önce gitmesini beklemişlerdir. Fakat Yezîd’in süvarileri Yûsuf’u saklandığı yerden ayaklarından çekerek çıkarmışlar, aralarında bulunan bir süvarı ise Yûsuf’un uzun sakallarının bir kısmını kökünden yolmuştur. Daha sonra Halîfe Yezîd’in huzuruna çıkarılan eski Irak valisi perişan halini Yezîd’e arz edip, sakallarının yolunduğunu halîfeye şikayet etmiştir.659

Yûsuf b. Ömer’in Cemâziyelâhir 120/Mayıs 738 tarihinde başlamış olduğu Irak valiliği660, Halîfe Velîd b. Yezîd’in katledilmesine mukabil Cemâziyelâhir 126/Nisan 744 yılında son bulmuştur.661 Yûsuf b. Ömer Irak’ta tam 6 yıl valilik yapmıştır.

3.6.        Yûsuf b. Ömer’in Yapmış Olduğu Sosyal ve Kültürel Faaliyetler

3.6.1.    Emevîlerde Para Basımı ve Yûsuf b. Ömer’in Bastırdığı Sikkeler

3.6.2.   

İslamî paranın ilk olarak ne zaman basıldığı noktasında ihtilaflar bulunmaktadır.662 Ağırlıklı olan görüşe göre ilk olarak Abdülmelik b. Mervan döneminde basılan sikkeler,663 yapılan para ıslahatı ile ekonomik bağımsızlık noktasında önemli bir başarı sağlanmıştır. Abdülmelik’ten evvel tedavülde olan paraların genel anlamda Bizans parası olduğu belirtilmiştir. Devletin doğu bölgelerinde İran paraları, batı bölgelerinde ise Bizans paralarının ağırlıklı olarak kullanıldığı ifade edilmektedir.664 Doğu ve batı bölgelerinde farklı para biriminin sebebinin ise ithal edilen paraların ulaşım kolaylığı nedeninden ötürü farklılık arzettiği kanaatindeyiz. Emevîler altın dirhemleri dahi Bizans’tan ithal etmekteydi. Ayrıca basılan paraların üzerinde Yunan yazılarının bulunduğu rivayeti oldukça dikkat çekicidir. Bizanslılar tarafından Mısır’da üretilen kağıt üzerine Hıristiyan haçı konmaktaydı.  Bu durumun Abdülmelik’i hem dini yönden hem de siyâsî yönden rahatsız etmiş olmalıdır. Abdülmelik tam manasıyla siyâsî özgürlüğünü temin etmiş bir devlet yöneticisi olma bilinciyle, üzerinde kelime-i şehadet yazan para basımı kararı almıştır. Fakat para konusunda atılan bu adım neticesinde Bizans hararetli bir şekilde karşı çıkmış ve eğer para basım işi gerçekleştirilirse Emevîlere gönderilen altın dirhemlerin üzerine tahkir ve tahrik edici yazılar yazılacağını belirtmişlerdir. Bizans imparatoru II. Justinianus’u (685-711) bir süreliğine tahttan indirmeyi başaran geçici imparator Leontius (695-698) dinarlar üzerine peygamberi sebbedip, küçük düşürücü ifadeler kullanılacağını resmen bildirmiştir.  Abdülmelik, Mes‘ûdî’nin de ifadesiyle büyük devlet adamı  olma niteliğini göstermiş, toplamış olduğu konseyde yapmış olduğu istişareler neticesinde Bizans’ın ültimatomlarını kulak ardı ederek Şam’da ilk para basım işlemini gerçekleştirmiştir.  Abdülmelik’in bu paraları ne zaman bastırdığı konusunda ihtilaf bulunmaktadır. 75/694  veya 76/695  yılında darbedildiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Erkoçoğlu, kataloglarda kayıtlı paralardan yola çıkarak bu sorunun kendiliğinden çözüldüğünü ve en erken İslam dinarının 76/695 yılında basıldığını ifade etmiştir.

 

Ayrıca resmi defterler yani divanlar Irak’ta Farsça, hilâfet merkezi Şam’da ise Yunanca olarak tutulmaktaydı. Para basım işleminden sonra bütün kayıtlar Arapça olarak tutulmaya başlanmıştır.  Abdülmelik darbedilen paraların bir yüzüne

Hz. Peygamber’in adını koymuş ve hilâfet muhitleri içerisinde yabancı hiçbir paranın kullanılamayacağını ilan etmiştir. Bu yasağı çiğnemeye cehd etme gayretinde olabilecek kimseleri ise idam cezası ile tehdit etmiştir.  Bu durum gösteriyor ki, Abdülmelik’in bu hamlesi, siyâsi, ekonomik ve kültürel bakımdan çok yönlü bir zaferdir.

Abdülmelik’ten bir sene sonra ise Irak valisi Haccâc b. Yûsuf, Kûfe’de para basım işlemini gerçekleştirmiştir.  Haccâc darbettirdiği dirhemlerin üzerine “Bismillah el-Haccâc” yazdırmıştır.  Haccâc bastırmış olduğu bu paraları bir sene sonra yeniden darbetmiş bu sefer paraların üzerine “Allahu Ahad, Allahu’s-Samed!” ayetlerini yazdırmıştır. Fakat bu işlem dini olarak fukaha tarafından kerih görülünce bundan dolayı bu paralara mekrûhe (çirkin) ismi verilmiştir.  Arapların dışındakilerinde bu paraları mekrûhe olarak tesmiye ettikleri belirtilmiştir. Sebebinin ise paralarda bulunan eksikliklerden dolayı olduğu ifade edilir.  Mâverdî ise bu paralara mekrûhe denmesinin sebebinin, üzerinde yazan ayetlerin gusül abdesti olmayan insanlar tarafından da taşınacağından dolayı olduğunu ifade etmiştir.  Zikredilen bir rivayette, Haccâc tarafından basılan, üzerinde İhlas Suresinin ilk ayetlerinin yazılı olduğu paralara mekrûhe denildiği belirtilir.  Yine İbnü’l-Esîr’de geçen diğer bir rivayete göre ise Hubeyriye, Hâlidiyye ve Yûsufiyye dirhemlerinden önce darbedilen bütün dirhemlere mekrûhe adı verilmiştir.

Emevîlerde darbedilen en kaliteli paraların Ömer b. Hubeyre’nin bastırdığı Hubeyriye, Hâlid b. Abdullah’ın bastırdığı Hâlidiye ve Yûsuf b. Ömer’in darbettiği Yûsufiye paraları olduğu belirtilmiştir.  Dinarların  basım merkezi yalnızca

başkent Şam’dır. Dirhemler  ise Şam dışında büyük vilayetlerde de darbedilmiştir.  Hâlid b. Abdullah’ın Irak valiliği döneminde Halîfe Hişâm’ın emriyle 7 dânek olarak basılan sikkeler, Yûsuf b. Ömer zamanında küçültülerek 6 dânek olarak basılmıştır.  Yûsuf b. Ömer sikke darbedilmesine büyük bir ehemmiyet göstermiş ve basılan paraların kaliteli olmasına çok dikkat etmiştir. Bir defasında darbedilen paraların birini terazide tartmış ve yapılmasını istediği ölçüden bir habbe miktarı düşük ayarda olduğunu görünce darphanede çalışan görevlilere toplamda 100 bin kırbaç vurdurduğu ifade edilmiştir.  Darphanede çalışan işçi sayısı 100 kişiydi. Yûsuf her bir işçiye 1000 kırbaç vurdurarak toplamda yüz bin kırbaç vurdurmuştur.  Bu durum her ne kadar şık ve uygun olmasada, Yûsuf’un sikkelerin kalitesine verdiği önemi göstermesi bakımından dikkat çekici niteliktedir. Ayrıca Abbâsî halîfesi Mansûr, harac vergisi olarak bu paraların dışında başka bir para kabul etmemiştir.

3.6.3.    Kûfe Cuma Mescidini Genişletmesi

Şüphesiz bir İslam beldesinin en önemli kültürel ve dini yapısı mescitlerdir. Hz. Ömer Kûfe ve Basra şehirlerini, mescit merkez olmak üzere kurulması talimatını vermiştir. Hz. Ömer’in emri üzerine Sad b. Ebî Vakkas tarafından caminin yeri belirlenmiş ve gerekli çalışmalara başlanmıştır.  Sad b. Ebî Vakkas, yapmış olduğu bu camiyi Hîre’deki Hıristiyanların kiliselerinde ve Sâsânî saraylarında bulunan sütunlarla süslemiştir.  Mescidin boyu ve eni yaklaşık olarak 200 zira  (104 metre civarı) olarak inşâ edilmiştir. Cuma Mescidi şehrin büyümesine karşın, zamanla halkın ihtiyacını karşılamaya cevap veremeyince, çeşitli düzenlemeler yapılmak zorunda kalınmıştır.692 Daha önce birçok düzenleme yapılan mescide, Hâlid b. Abdullah el-Kasrî de birtakım ilaveler yapmıştır. Bunun yanında Hâlid’den sonra Irak valiliğine gelen Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de mescide ilaveler yapmış, ayrıca yıkılmış duvarlarını tamir ettirerek693 halkın ihtiyacına cevap verme gayretinde olmuştur. Hem Hâlid’in hem de Yûsuf b. Ömer’in yapmış olduğu bu ilaveler ve değişiklikler hakkında, kaynaklarda ayrıntılı bir bilgi verilmemiştir. Kûfe caminin mimari yapısına baktığımız zaman, Hz. Peygamber’in inşâ ettiği mescit örnek alınmıştır. Emevîler’in cami mimarisi de genel anlamda bu minvalde olmuştur. Emevîler’de bu tür avlulu camilere Kûfe cami örnek alınarak yapıldığı için Kûfe tipi camiler ismi verilmiştir.694

3.6.4.    Sûku Yûsuf (Yûsuf Çarşısı)

Hîre, geçmişinde birçok kabileye ev sahipliği yapmış bir mekandır. Lahmîler Yemen’den gelerek Hîre’ye yerleşmiş ve burada uzun yıllar kalmışlardır. Hîre’yi ilk defa inşâ edenlerin Lahmîler olduğu belirtilmiştir.695 Corcî Zeydân ise Mer’îb Seddinin yıkılmasından sonra Kahtânilerin bu bölgeye gelerek Basra ve Hîre şehrini kurduğunu ifade eder.696 Müslümanlar ilk defa Hîre’yi Hz. Ebûbekir zamanında, Hâlid b. Velîd komutasında ele geçirmiş ve Amr b. Bukayla ile yapılan antlaşma neticesinde müslümanlara her yıl yüz bin dirhem ödenmesi koşuluyla Hîre’de bulunan İranlılar topraklarında sabit bırakılmışlardır.697

Bir şehrin maddi noktada refaha ulaşabilmesi için, ticaretin gelişimi ve ticarî merkezlerin varlığı oldukça önemlidir. Yûsuf b. Ömer idarî merkez olarak Hîre’yi seçmiş,698 uhdesinde bulunan Irak’ı buradan yönetmiştir. Yûsuf’un valilik müddetince yaptığı önemli işlerden biri de Hîre’ye çarşı yaptırmasıdır. Kûfe’nin ekonomik yapısına önemli bir etkisi olan bu çarşı, Hîre’ye özel bir değer katmıştır.699 Kûfe’nin bir nahiyesi olarak görülen Hîre, yapılan ıslahatlar neticesinde Kûfe’nin önemli bir parçası haline dönüşmüştür. Yûsuf b. Ömer’in adıyla anılan  bu çarşının içerisindeki esnaf dükkanlarına baktığımız zaman, günlük ihtiyacı karşılayan her şeyin bulunabileceği bir çeşitlilikten bahsedebiliriz. Kumaş boyacılığı ve kuyumculuk  çarşının en yaygın meslek grubuydu. Bir diğer alan ise süs eşyacılığıdır. Süs eşyası almak isteyen kimseler Hîre’ye gelir ve buradan süs eşyalarını satın alırdı. Târihî bir yer olan Hîre,  bu pazar sayesinde önemli kazanımlar elde etmiştir. Dikkatimizi çeken bir diğer husus, Hîre pazarının İslam öncesinde yani Cahiliyye döneminde de var olduğudur. Hatta İslam öncesinde Arap pazarları olarak ünlenen 20 pazardan bahsedilir.  Hîre pazarı da bu meşhur yirmi pazardan biridir.

Şimdiye kadar Sûku Yûsuf’un müsbet yönlerinden bahsettik. Elbette bazı noktalarda olumsuzluklar da meydana çıkmıştır. Genellikle ekonominin gelişmesi kişileri rahat bir hayat yaşamaya sevkeder. Bunun neticesinde ekonomik noktada refaha eren insanların bir kısmı, artık belirlenen ahlaki sınırlar içerisinde eğlenmekten tatmin olmayarak İslam’ın haram olarak addettiği bazı noktalara tevessül edebilirler. Bu çarşının gelişmesine mukabil, buraya şair ve edipler yoğun bir şekilde gelmişlerdir. Şairlerin ahlak sınırlarına muarız aşk şiirlerini sergiledikleri, halka şarabı özendiren şarkı ve şiirler söyleyerek ahlakî yönde insanları olumsuz etkiledikleri görülmektedir. Sonuç olarak Sûku Yûsuf hakkında, ekonomik ve sosyal alanda olumlu etkileri olurken, ahlaksal noktada maalesef birtakım olumsuzlukları da doğurduğunu belirtmek isteriz.

3.6.5.    Yûsuf b. Ömer’in Kurduğu Hapishane (el-Muhayyis)

Alçaltan, burun sürten anlamına gelen el-Muhayyis, hapishanenin diğer adı olarak kullanılmaktadır.  Hapishane şartlarının zor olması nedeniyle insanlar

suçlarının cezasını çekerler ve çoğu zaman suçlarından pişmanlık duyarlar. Bu zorlukların insanı alçaltarak burunlarını sürttüğü göz önüne alınırsa, bu ismin hapishane ile eş anlamlı kullanılması oldukça anlamlıdır.

Bir toplumda hapishanelerin çokluğu elbette şık bir durum olarak addedilemez. Irak valisi Yûsuf b. Ömer’in görev yaptığı Kûfe’de ilk hapishane, şehri inşâ ettiren Hz. Ömer döneminde olmuştur.  Ayrıca Hz. Ali ve Haccâc b. Yûsuf da burada hapishane inşâ etmişlerdir.  Yûsuf b. Ömer de ihtiyaç gereği bir hapishane yapma gereksinimi duymuş ve Ebû Musa el-Eş’arî’nin torunu olan Bilal b. Ebî Bürde’nin evinin uygun olduğuna karar vermiştir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Yûsuf, Hâlid’e ve onun birçok adamına işkence yaptırmış ve işkence yapılanların çoğu bu işkencelerden dolayı ölmüştü. Bunlardan biri de Yûsuf’un işkencelerinden kurtulmak için hapisten kaçan Bilâl b. Ebî Bürde idi. Hapisten kaçmış daha sonra yakalanarak işkence ile öldürülmüştü. Daha sonra ise Bilâl’in evi hapishaneye çevrilmiştir.

Söylemez’e göre hapishaneye çevrilen bu evin Yûsuf b. Ömer tarafından seçilmesi,

1)           Yerinin uygun olması,

2)           Merkezi bir konumda bulunması,

3)           Merkezde yer aldığı için korunmasının daha kolay olabileceği gerekçelerine dayandırılmaktadır.

Bu hapishanelerde görevli olarak bulunan kişiye Sâhibu’s-Sicn adı verilmektedir. Sâhibu’s-Sicn kendi başına buyruk hareket edemez ve doğrudan doğruya valiye bağlı olarak görevini ikame ederdi.  Hapishaneye düşen insanlara insaf sınırlarını zorlayacak zorbalıklar yapıldığı da ifade edilmektedir. Küçük bir suç neticesinde dahi elleri ayakları bağlanan şahısların olması oldukça üzüntü verici bir durumdur. Bu durumun müşahadesini yapan adil halîfe Ömer b. Abdülaziz, valilerine bir genelge göndermiş ve katiller dışında hiçbir kişinin bağlanamayacağını

bildirmiştir.  Fakat daha sonraki dönemlerde bu uygulama yine bazı valilerce devam ettirilmiştir. Yûsuf b. Ömer de bu hükme uymayanlar arasındadır. Suçluları bağlamış ve onlara oldukça sert davranmaya devam etmiştir.

3.6.6.    Yûsuf b. Ömer’in Devlet Adına Irak Arazilerinden Elde Ettiği Gelirler

Hazine gelirleri arasında arazilerden alınan harac vergisi önemli bir yer işgal etmektedir. Yûsuf b. Ömer, Sevâd (Irak) arazilerinden her sene ortalama olarak 60 milyon ile 70 milyon dirhem arasında vergi toplamıştır. Yûsuf b. Ömer bunun dışında Şam bölgesi tarafında ikamet eden halktan 16 milyon dirhem vergi almıştır. Ayrıca sulama kanalları da devlet hazinesine gelir getirmekteydi. Yûsuf sulama kanallarını kullananlardan her yıl ortalama olarak 4 milyon dirhem gelir elde etmiştir. Yûsuf yollardan da vergi almış, devlet hazinesine yol vergisi adı altında 1 milyon dirhem elde edilmiştir. Bunların dışında evlerden de vergiler alınmış, yeni yapılan inşaatlardan ruhsat vergisi, eski evlerden ise iskân vergisi adı altında alınan vergilerin yıllık miktarı 10 milyon dirheme ulaşmıştır. Bu vergilerin tamamı farklı mahiyette gibi görünse de Sevâd arazileri harac vergisi adı altında alınmıştır. Görüldüğü üzere Yûsuf b. Ömer harac vergisi olarak yıllık 101 milyon dirhem vergi toplamıştır.

Geçmişte Sevâd arazilerinden alınan vergi miktarına bakacak olursak Hz. Ömer döneminde 120 milyon dirhem, Ubeydullah b. Ziyâd döneminde 135 milyon dirhem, Haccâc zamanında ise 118 milyon dirhem toplanmıştır. Ömer b. Abdülaziz zamanında bu miktar 120 milyon dirheme ulaşmıştır. Ömer b. Hübeyre ise askerin yiyeceği ve harp ihtiyacı hariç yıllık 100 milyon dirhem almıştır.  Görüldüğü üzere en az vergi Yûsuf b. Ömer zamanında alınmıştır.

SONUÇ

132/750 yılında yıkılan Emevî devleti, yaklaşık olarak 90 yıl kadar hüküm sürmüş, fakat bu kısa süreye rağmen tarihçilerin ilgisini en çok celbeden devletler arasına girmeyi başarmıştır. Öyle ki Emevîler günümüzde dahi hala konuşulmaya devam etmektedir. Emevî devletinde yaklaşık olarak 20 yıl valilik yapmış olan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de unutulmayan isimlerden biri olmuştur. Fakat onun isminin unutulmamasının en büyük sebebi, yapmış olduğu icraatlerden daha ziyade, Ehli beytin önde gelen isimlerinden Zeyd b. Ali’yi katletmesinden ötürüdür. Yûsuf b. Ömer’in hatırı sayılır bir kabile olan Sakîf’e mensup olması onun için büyük bir avantaj olmuştur. Zira Emevîler’in daha kuruluş aşamasından itibaren, birçok döneminde valilerin çoğunluğu Sakîf kabilesinden çıkmıştır.

Yûsuf b. Ömer siyâsî olarak çıraklık ve kalfalık devresini 16 yıl boyunca Yemen valiliğinde yapmıştır. 106/725 yılında Yemen’de valiliğe başlayan Yûsuf b. Ömer burada meydana gelen birkaç küçük Hârici isyanını bastırmıştır. Ayrıca Vehb b. Münebbih’i döverek öldürmüş olması da onun için olumsuz söylemlerin başlamasına neden olmuştur. Yûsuf b. Ömer’in Yemen valiliği dönemi 16 yıl olmasına rağmen, o döneme ait bilgiler oldukça az ve kısıtlıdır. Bilinen bir gerçek olarak sert ve baskıcı bir yönetim anlayışına sahip olmasıdır.

Hişâm b. Abdülmelik’in dikkatini çeken Yemen valisi Yûsuf b. Ömer, Sakîf kabilesinin gücünden yararlanmak amacıyla siyâsî bir manevra olarak, 120/738 yılında Irak valiliğine getirilmiştir. Böylelikle kabileler arasında bir nevi müvazene (denge) sağlanmaya çalışılmıştır. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliği toplamda 6 yıl sürmüş fakat yaşanan hâdiseler noktasında bu zaman dilimi içerisinde birçok gelişme yaşanmıştır. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliğinde de baskıcı ve sert politikaları devam etmiş, bu dönemde Kelbî olarak isimlendirilen Güney kabilelerine büyük bir baskı uygulamıştır. Ayrıca azledilen vali Hâlid b. Abdullah ve onun bürokrat kadrosuna yapmış olduğu işkenceler Yûsuf’un sert bir insan olduğunu göstermeye kâfidir. Yûsuf b. Ömer Irak valiliğinin ilk yıllarında Zeyd b. Ali isyanı ile karşı karşıya kalmıştır. Yûsuf sert tedbirler alarak Zeyd ve az sayıdaki taraftarını ortadan kaldırmış, bu hâdise her ne kadar küçük bir isyan olsa da, etkileri bakımından Emevîler’in sonunu getirecek büyüklükte olmuştur. Zeyd b. Ali’den sonra Yahya b. Zeyd de aynı şekilde katledilmiş ve Abbasî propagandası artık açıktan açığa yapılır duruma gelmiştir.

Yûsuf b. Ömer sosyal ve kültürel açıdan da birçok önemli işe imza atmıştır. Kûfe nüfus olarak oldukça büyümüş, bunun sonucunda insanlar artık mescide sığmaz olmuşlardı. Yûsuf b. Ömer, mescidi genişleterek insanların ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Ayrıca kurmuş olduğu ve kendi ismiyle müsemma “Yûsuf Çarşısı” kültürel ve ekonomik olarak birçok gelişimi sağlamıştır. Yûsuf b. Ömer’in bastırdığı sikkeler ise kalite noktasında Emevîler’in en kaliteli sikkeleri olmuştur. Sikke basımına büyük bir ehemmiyet gösteren Yûsuf, kaliteden taviz veren görevlilerine büyük cezalar vermekten de geri durmamıştır.

Müellifler onun kişiliği hakkında birbirine zıt birçok rivayet zikretmiştir. Yûsuf’un ahmaklığı hakkında mesellerin bulunduğu ifade edilir. Fakat Irak gibi zor bir bölgeye ahmak bir insanın görevlendirilebilmesi çok uzak bir ihtimaldir. Yûsuf b. Ömer, Hişâm b. Abdülmelik döneminde valiliğe başlamış, 125/743 yılında onun vefatıyla tahta oturan Velîd b. Yezîd döneminde de görevine devam etmiştir. Velîd b. Yezîd’in 126/744 yılında öldürülmesi neticesinde tahta Yezîd b. Velîd geçmiştir. Yûsuf b. Ömer’e düşman olan Yezîd b. Velîd onun hapsedilmesini istemiş, Yûsuf ise kaçarak canını kurtarmaya çalışmıştır. Şam’a kaçmak için Belkâ denen mevkide Yezîd b. Velîd’in askerleri tarafından yakalanan Yûsuf, 127/744 yılında II. Mervan’ın  Şam’a girmesiyle, Yezîd b. Hâlid tarafından tutuklu bulunduğu hapishanede katledilmiştir. Yûsuf’un ölümünden sonra çalkantıları zirve noktaya uluşan Emevî devleti yaklaşık olarak 5 yıl sonra yıkılarak tarih sahnesinden silinmiş ve Abbasî devleti kurulmuştur.

KAYNAKÇA

‘ABD AL-AMEER ‘Abd Dixon, The Umayyad Caliphate “Chapter VI: The Kharijite Opposition Bölümü”, Emevî Dönemi Hâricî isyanları, Çev., Hüseyin Doğan, e- Makâlât Dergisi, C: VII, S: 1 2014, s. 155-188.

ABDÜLĞANÎ Arif Ahmed, Târihu Ümerâü ’l-Medinetûl Münevvere, Dımaşk 1417/1997.

AĞIRAKÇA Ahmet, Emevîler Döneminde Kıyamlar, Şafak Yayınları, İstanbul 1994.

AKSU Ali, Emevi Saltanatının Irak Valisi Haccâc b. Yûsuf, İstanbul 2009.

AKSU Ali, Mervan b. Muhammed ve Emevi Devletinin Yıkılışı, İstanbul 2007.

AKSU Ali, “Emevîler Döneminde Sosyal Tabakalar”, İSTEM, Y:4, S:8, Konya 2006, s. 63-82.

AKSU Ali, “Velîd b. Yezîd’i Hayatı ve Halifeliği”, CÜİFD, Sivas 2000, S:4, 289¬303.

AKTAŞ Ömer, Muğîre b. Şu’be ’nin Hayatı ve Kişiliği, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Sivas 2018.

AKTAŞ Ömer, Bir Arap Dâhisi Muğîre b. Şu’be, İstanbul 2019.

ALTINAY Ramazan, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara 2006.

APAK Adem, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi III (Emevîler Dönemi), İstanbul 2010.

APAK Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İstanbul 2004.

ARNOLD Thomas Walker, İntişâr-ı İslâm Tarihi, Çev., Hasan Gündüzler, 2. baskı, Ankara 1982.

ATAR Fahrettin, “Kadı”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2001, XXIV, s. 69-73.

ATÇEKEN İsmail Hakkı, Devlet Geleneği Açısından Hişâm b. Abdülmelik, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.

ATÇEKEN İsmail Hakkı “Yûsuf b. Ömer es-Sekafî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, s. 22-23.

AVCI Casim, “Kûfe”, DİA, TDV Yayınları, Ankara 2002, XXVI, s. 339-342.

AYCAN İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebî Süfyân, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014.

AYCAN İrfan, “Emevî İktidarının Devamında Sakîf Kabilesinin Rolü”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXVI, Ankara 1997, s. 119-141.

AYCAN İrfan “Sakîf Kabilesi ve Tâif Şehrine İslam Tarihi Açısından Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXIV, Ankara 1993, s. 209-235.

AYCAN İrfan, SARIÇAM İbrahim, Emevîler, Ankara 1993.

AYCAN İrfan vd., Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011.

AYCAN İrfan, SÖYLEMEZ M. Mahfuz, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998.

AYDEMİR Abdullah, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979.

AYKUT Tuncay, Emevî Sikkeleri (Post Reform Umayad Coins), İstanbul 1982.

BAĞDÂDÎ Abdülkâhir b. Tâhir Muhammed (Ö.429/1037), Usulu’d-Din, İstanbul 1928.

BAKIR Abdulhalik “Basra”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1992, V, s. 108-111.

BARTHOLD W., İslâm Medeniyeti Tarihi, Çev., M. Fuad Köprülü, Ankara 1984.

BELÂZÜRÎ Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/896), Ensâbü’l-Eşrâf, Thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî, Beyrut 1996.

BELÂZÜRÎ Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/896), Fütûhu’l Büldan (Ülkelerin Fethi), Çev., Mustafa Fayda, İstanbul 2013.

BİLGE Mustafa L., “Bahreyn”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1991, IV, s. 492-495.

BİLGE Mustafa L., “Uman”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2012, XLII, s. 140-144.

BİLGE Mustafa L., “Yemâme”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIII, s. 399¬400.

BOZKURT Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Ankara 1999.

BROCKELMANN Carl, İslam Milletleri ve Devletler Tarihi, Çev., Neşet Çağatay, 2. Baskı, Ankara 1964.

CEHŞİYÂRÎ Ebû Abdullah Muhammed b. ‘Abdûs (Ö.331/942), Kitâbü’l-Vüzerâ’ ve’l-Küttâb, Thk. Mustafa es-Sakâ, İbrahim el-Ebyârî, Abdulhafîz Şelebî, Mısır 1938.

CERRAHOĞLU İsmail, Tefsir Usulü, Ankara 1983.

ÇAĞATAY Neşet, Islâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1957.

DELİCE Ali, “Haccâc b. Yûsuf Hayatı ve Faaliyetleri”, CÜİFD, Sivas 1998, S: 2, s. 446-459.

DEMİRCAN Adnan, Emevîler, İstanbul 2018.

DEMİRCAN Adnan, Hâricîlerin Siyâsî Faaliyetleri, İstanbul 1996.

DEMİRCİ Mustafa, “Emevîler Devrinde Aşağı Irak’ta (Sevâd) Büyük Çiftliklerin Doğuşu ve Gelişimi”, İstem Dergisi, Yıl: 5, S: 9, s. 61-82.

DİNEVERÎ Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd (Ö.282/895), Ahbâru’t-Tıvâl, Çev., Nusrettin Bolelli, İbrahim Tüfekçi, İstanbul 2007.

DOĞAN İsa, “Zeyd b. Ali ve Kelâmi Görüşleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Samsun 1993, C:VII, S:VII, s. 137-154.

DURANT Will, İslâm Medeniyeti, Çev., Orhan Bahaeddin, İstanbul Trz.

EBÎ İSHÂK Cemaleddîn Muhammed b. İbrahîm b. Yahyâ el-Kütübî (Ö.718/1318), Gureru’l Hasâisa’l Vâzıha ve Uraru’n Nagâisa’l Fâziha, Thk. Muhammed Ali Beyzûn, Beyrut 1971.

EBÎ’L-FİDÂ el-Melikü’l-Müeyyed İmâmüddîn İsmâîl b. Alî b. Mahmûd b. Ömer el- Eyyûbî (Ö.732/1331-1332), el-Muhsatar Fî Ahbâri’l-Beşer, Thk. Mahmûd Deyyûb, Beyrut 1997.

EBÛ YÛSUF Ya‘kûb b. İbrahim (Ö.182/798), Kitâbü’l-Harâc, Çev., Ali Özbek, İstanbul 1973.

el-BEKRÎ Abdullah b. Abdülazîz el-Endülüsî (Ö.487/1094),Mu’cemMesta’cem Min Esmâi’l-Bilâd Ve’l Mevâdı’, Thk. Mustafa es-Sakkâ, Beyrut 1983. el-IŞŞ Yûsuf, ed-Devletü’l- Ümeviyye ve’l-Ehdâsülletî Sebekathâ ve Mehhedet lehâ İbtidâen min Fitneti Üsmân, Dımaşk 1996.

EMANET Celal, “Emevîler Döneminde Para”, Y:7, C:7, S:13, Ocak-Haziran 2014, s. 251-269.

ENGİNAR Mahmut, Hâlid b. Abdullah el-Kasrî Hayatı ve Şahsiyeti, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2006.

ERKAL Mehmet, “Arşın”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1991, III, s. 411-413.

ERKOÇOĞLU Fatih, EmevîDevletinin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, Sivas 2010.

FAYDA Mustafa, “Avâne b. Hakem”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1991, IV, s. 107.

FERRÛH Ömer, Târîhu Sadri’l-İslâm ve’d-Devletü’l Ümeviyye, Beyrut 1986.

FIĞLALI Ethem Ruhi, “Ebû Mansûr el-İclî ve Mansûriyye ”, AÜİF İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1982, S: 5, s. 215-229.

FIĞLALI Ethem Ruhi, “Ebû Mansûr el-İclî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1994, X, s. 181-182.

FIĞLALI Ethem Ruhi, “Hâricîler”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1997, XVI, s. 175-178.

GİBB Hamilton Alexander Roskeen, Orta Asya’da Arap Fetihleri, Çev., Hasan Kurt, Çağlar Yayınları, Ankara 2005.

GÖKALP Yusuf, “Zeydiyye”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, 328-331.

GÖMBEYAZ Melek Yılmaz, “Bir Emevî Valisi: Hâlid b. Abdullah el-Kasrî”, DergiPark, Y:2016, S:8, s. 237-254.

HALÎFE B. HAYYÂT Ebû ‘Amr b. Ebû Hubeyre el-Leysi el Asferî (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Thk. Ekrem Ziya Ömerî, 2. bsk. Riyâd 1985.

HAMİDULLAH Muhammed, İslam Peygamberi, Ankara 2003.

HAMİDULLAH Muhammed, el-Vesaiku’s-Siyasiyye, Trz.

HAMİLTON James, Sinai The Hedjaz And Soudan, London 1857.

HATTSTEİN Markus, DELİUS Peter, İslam Sanatı ve Mimarisi, Çev., Nurettin el- Hüseyni, Berlin Trz.

HAWTİNG G.R., “al-Thakafi, Yûsuf b. Umar”, El2 (İng.), C:X, s. 431-432.

HEMDÂNÎ Ebü’l-Hâik Hasan b. Ahmed b. Yakub (Ö.334/945-46), Sıfatü Cezîreti’l- Arab, Thk. Muhammed b. Ali el-Ekvâ, Cidde 1990.

HİTTİ K. Philip, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, Çev., Salih Tuğ, İstanbul 1989.

HUDÂRÎ Muhammed Bek, Târîhu’l-Ümemi’l-İslâmiyye (ed-Devletü’l-Ümeviyye), Mısır 1969.

IŞILTAN Fikret, “Mervân II”, İA, MEB Yayınları, VII, 778-780.

İBN ABDİRABBİH Ebû Ömer Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih b. Habîb el-Kurtubî el-Endelüsî (Ö.328/940), el-Ikdu’l-Ferîd, Thk. Abdülmecîd et- Terhînî, Beyrut 1983.

İBN ASÂKİR Ebi’l-Kâsım Ali b. El-Hasen İbn Hibetüllah b. Abdullah (Ö.571/1175), Tarîhu Medîneti Dımaşk, Thk. Mühibbi’d-Dîn Ebî Saîd Ömer el-Ömerî, Beyrut 1995.

İBN A‘SEM Ebû Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kûfî el-Ahbârî (Ö.320/932), Kitâbü’l-Fütûh, Nşr. Dârul Kitâb el-İlmiyye, Beyrut 1986.

İBN DÜREYD Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Düreyd el-Ezdî (Ö.321/933), İştikâku’l-Esmâ’ İştikâku Esmâ’i’-l Kabâil, Thk. Abdüsselam Muhammed Harun, Bağdad 1979.

İBN HALDÛN Ebû Zeyd Veliyüddîn Abdurrahman b. Muhammed el-Hadramî (Ö.808/1406), Dîvanü’l Mübtede ve’l-Haber Fî Târihi’l-Arabi ve’l-Berber ve Men ‘Asârahüm Min Zeviyyiyi’s-Sultâni’l-Ekber (Târih-u İbn Haldûn), Thk. Süheyl Zekkâr, Halîl Şühâde, Beyrut 2000.

İBN HALLİKÂN Şemsüddin Ahmed b. Muhammed b. Ebûbekr (Ö.681/1282), Vefeyâtu’l A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, Thk. İhsan Abbâs, Beyrut 1977.

İBN HİBBÂN Ebû Hatim Muhammed b Hibbân b. Ahmed el-Büstî (Ö.354/965), es- Sîretu’n-Nebeviye ve Ahbâru’l-Hulefa, Thk. Seyyid Azzim, Lübnan, Trz.

İBN HİŞÂM Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî (Ö.218/833), es-Sîretü’n Nebeviyye, Çev., Abdülvehhab Öztürk, İstanbul 2016.

İBN KESÎR Ebu’l Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr (Ö.774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Nşr. el-Mektebetü’l-Meârif, 8. Baskı, Beyrut 1990.

İBN KUTEYBE Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (Ö.276/828), Kitâbu ’l-Meârif, Thk. Servet Ukkâşe, Kahire 1992.

İBN KUTEYBE Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (Ö.276/828), el-İmâme ve’s- Siyâse, Thk. Ali Şîrî, Beyrut 1990.

İBN SA‘D Muhammed b. Sa‘d b. Menî el-Hâşimî el-Basrî (Ö.230/845), Kitâbü’t Tabakâti ’l-Kebîr, Thk. Ali Muhammed Ömer, İstanbul 2004.

İBN TAĞRİBERDÎ Cemâlüddîn Ebi’l-Mehâsin Yûsuf el-Atabekî (Ö.874/1469), en- Nücûmu’z-Zâhira fi-Mülûki Mısr ve ’l-Kâhira, Kâhire Trz.

İBN TİKTAKÂ Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ (Ö.709/1309), el-Fahrî fi’l-Adâbi’s- Sultâniyye ve ’d-Düveli’l-İslâmiyye, Beyrut Trz.

İBNÜ’L CEVZÎ Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el- Bağdadî (Ö.577/1181), el-Muntazam Fî Târîh’l-Mülûk ve’l-Ümem, Thk. Muhammed Abdülkâdir ‘Atâ-Mustafa Abdülkâdir ‘Atâ, Beyrut Trz.

İBNÜ’L-ESÎR İzzuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t- Târîh, Çev., Ahmet Ağırakça, Adülkerim Özaydın vd., Hikmet Neşriyat, İstanbul 2008.

İBNÜ’L-KELBÎ Ebü’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. Sâib b. Bişr el-Kûfî (Ö.204/819), Kitâbü’l-Esnâm, Thk., Ahmet Zeki Paşa, Kahire 1421/2000.

İSFAHÂNÎ Ebu’l-Ferec Ali b. el-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-İsfahânî (Ö.356/967), Kitâbü’lEğânî, Thk. İhsân Abbâs vd., Beyrut 2002-2008.

İSFAHÂNÎ Ebu’l-Ferec Ali b. el-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-İsfahânî (Ö.356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, Thk. Kâzım Muzaffer, Necef 1965.

KAYAOĞLU İsmet, İslam Kurumları Tarihi, AÜİF Yayınları, Ankara 1985.

KILIÇ Ünal, Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004.

KILIÇ Ünal, “Kûfelilerin Hz. Osman’a Muhalefet Etmelerinin Sebepleri ”, CÜİFD, C:6, S:2, Sivas 2002, s. 239-260.

KİSTER M.J, Tâif ile İlgili Bazı Mülahazalar, Çev., Ali Aksu, CÜİFD, 2004, Sivas, C: VIII, S:1 229-247.

KİSTER M.J, İlk Dönem İslam Tarihi Üzerine Makaleler, Der:, Ali Aksu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014.

KÖKSAL Asım, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul 1992.

KÖSE Saffet, “Zeyd b. Ali”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, 313-316.

KURAN-I KERİM.

KURT Hasan, “Mervân II”, DİA, TDV Yayınları, Ankara 2004, XXIX, s. 227-229.

LAMMENS H., “Tâif”, İA, Maarif Basımevi, İstanbul 1970, s. 672.

MÂCİD Abdülmunim, et-Târîhu’s-Siyâsî lid’Devleti’l-Arabiyye Asru’l-Hulefâi’l Emeviyyîn, Kahire 1971.

el-MAKDİSÎ Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed (380/990), Ahsenü’t-Tekâsîm fi Ma’rifeti’l-Ekâlîm, Brill Matbaası, Leiden 1906.

MANTRAN Robert, İslam’ın Yayılış Tarihi (VII-XI. Yüzyıllar), Çev., İsmet Kayaoğlu, Ankara 1981.

MÂVERDÎ Ebü’l-Hasen Habîb (Ö.450/1058), el-Ahkâmü’s Sultaniye (İslam’da Devlet ve Hilafet Hukuku), Çev., Ali Şafak, İstanbul 2015.

MES‘ÛDÎ Ebu’l Hasen Ali b. Hüseyin b. Ali (Ö.346/957), Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Thk. Kemal Hasen Mer’î, Beyrut, 1. Baskı, 1465/2005.

MÜBERRED Ebû'l-Abbas Muhammed b. Yezîd (Ö.285/898), el-Kâmilfi'l-Luğa ve ’l- Edeb, Thk. Abdülhamîd Hendâvî, Kâhire 1998.

MÜBERRED Ebû'l-Abbas Muhammed b. Yezîd (Ö.285/898), Nesebü Adnân ve Kahtân, Thk. Abdülaziz el-Meymunî, ? 1936.

NEŞŞÂR Ali Sâmî, Neşetü’l-Fikri’l-Felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1968.

NÜVEYRÎ Şehâbed’d-Dîn Ahmed b. Abdü’l-Vehhâb en-Nüveyrî (Ö.733/1333), Nihâyetü’l-Ereb FîFünûnu’l-Edeb, Thk. Ali Muhammed Becâvî, Kâhire 1976.

ÖMER Ali Abdurrahman, Hişâm b. Abdülmelik ve ’d-Devletü’l Emeviyye, 2. Baskı, 1416/1996.

ÖNKAL Ahmet, “İslam Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, S:6, Ankara 1992, s. 189-197.

ÖZAYDIN Abdülkerim, “Esed b. Abdullah el-Kasrî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1995, XI, s. 365.

ÖZAYDIN Abdülkerim, “Hâlid b. Abdullah el-Kasrî”, DİA, TDV Yayınları, XV, s. 281-282.

ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “Sîstan”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2009, XXXVII, s. 274-276.

SAFEDÎ Ebu’s-Safâ Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b. Abdillâh (Ö.764/1363), el-Vâfî bi ’l-Vefeyât, Thk. Ahmed Arnavûd, Tezkî Mustafa, Beyrut 2000.

RİYÂD ‘Îsâ, en- Nizâ beyne Efrâdi’l-Beyti’l-Ümeviyye ve Devrihî Fî Sukûtî’l- Hilâfeti’l-Ümeviyye, Nşr. Dâru Hassân, 1985.

SALLÂBÎ Ali Muhammed, EmevîDevleti, Çev., Harun Ünal, İstanbul 2010.

SARIÇAM İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri (İslam Öncesinden Abbâsîlere Kadar), Ocak 2015.

SEZGÎN Fuâd, Tarîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Riyâd 1991.

SIRMA İhsan Süreyya, Hilâfetten Saltanata Emeviler Dönemi, İstanbul 2019.

SÖYLEMEZ Mehmet Mahfuz, Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2015.

SÖYLEMEZ Mehmet Mahfuz, Kûfe’nin Siyasi Tarihi, Ankara 2015.

SUYÛTÎ Celâleddîn ‘Abdurrahman (Ö.911/1505), Târîhu’l-Hulefâ’, Nşr:, Dâru İbn Hazm, Beyrut 2003.

ŞEHRİSTÂNÎ Muhammed b. Abdilkerîm (Ö.548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, Kahire 1965.

TABERÎ Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târîhu’t-Taberî (Târîhu’l- Ümemi ve’l-Mülûk), Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut 1384/1967.

TEMİR Hakan, Emevîlerde Valilik Kurumu, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2013.

TOMAR Cengiz, “Yemen”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIII, s. 401-406.

ÜÇOK Bahriye, İslam Tarihi Emevîler-Abbâsîler, Ankara 1968.

ÜLKÜ Hayati, Başlangıçtan Günümüze İslâm Tarihi, İstanbul Trz.

VÂKIDÎ Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer (Ö.207/823), Kitâbü’l-Meğâzî (Hz. Peygamber ’in s.a.v. Savaşları), Thk. Marsden Jones, Çev., Musa K. Yılmaz, İstanbul 2014.

VÂKIDÎ Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer (Ö.207/823), Kitâbü’r-Ridde, Thk. Yahya Cebûrî, Beyrut 1990.

VAROL Mehmet Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Konya 2004.

VEKΑ Muhammed b. Halef b. Hayyân (Ö.306/918), Ahbâru’l-Kudât, Âlemü’l- Kütüb, Beyrut Trz.

VEKÎL Muhammed Seyyid, Târihu’ş-Şâmil lil-Medînetü’l-Münevvere, Medine 1993.

VLOTEN Gerlof Van, Emevî Devrinde Arab Hakimiyeti ve Şiâ Mesîh Akîdeleri Üzerine Araştırmalar, Çev., Mehmed Said Hatiboğlu, Ankara 1986.

WELLHAUSEN Julius, Arap Devleti ve Sükûtu, Çev., Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1963.

WELLHAUSEN Julius, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, Çev., Fikret Işıltan, Ankara 1996.

YA‘KÛBÎ Ahmed b. Ebî Ya‘kûb b. Cafer b. Vehb b. Vâdıh (298/904), Târîhu’l- Ya'kûbî, Thk. Abdü’l Emîr Mühnâ, Beyrut 1431/2010.

YÂKÛT Şehâbeddîn Ebî Abdullah Yâkût b. Abdullah el-Hamevî er-Rûmî (Ö.626/1229), Mu’cemü’l-Büldân, Nşr. Dâru Sâder, Beyrut 1977.

YAZICI Nesimi, İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi, AÜİF Yayınları, Ankara 1992.

YAZICI Tahsin “Cüzcân”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1993, VIII, s. 96-97.

YİĞİT İsmail, Emevîler, İsam Yayınları, İstanbul 2016.

ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), el-İber fî Haberi Men Ğaber, Thk. Ebû Hâcer Muhammed es-Saîd b. Besyûnî, Beyrut Trz.

ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), Siyeru A’lâmi’n- Nübelâ, Thk. Şuayb el-Arnavud, Beyrut Trz.

ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l Mesâhiri ve’l-A’lâm, Thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, 1. bsk., Beyrut 1988.

ZEKKÂR Süheyl, Târihu’l-Arab ve’l-İslâm, 4.baskı, Dımaşk 1982.

ZETTERSTEEN Karl Vilhelm, “Hâlid b. Abdullah”, İA, MEB Yayınları, İstanbul 1993, V/I, 141-142.

ZETTERSTEEN Karl Vilhelm, “Yûsuf b. Ömer”, İA, MEB Yayınları, İstanbul 1993, VIII, s. 440.

ZEYDÂN Corcî, Târîhu’t-Temeddünni’l-İslâmî (İslam Uygarlıkları Tarihi), Çev., Nejdet Gök, İstanbul 2013.

ZİRİKLÎ Ebû Gays Muhammed Hayrüddîn b. Mahmûd b. Ali b. Fâris ez-Ziriklî ed- Dımaşkî, el-A’lâm Kamûsü terâcim li-eşheri’r-ricâl ve ’n-nisâ mine ’l-Arab ve ’l müstarebîn ve ’l müsteşrikin, Beyrut 2002.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar