YÛSUF BİN ÖMER ES-SEKAFÎ’NİN HAYATI VE SİYASİ FAALİYETLERİ
Hazırlayan: Hamza KAPLAN
Bu çalışmada İslam’ın ilk
yıllarından hemen sonra kurulan Emevî Devletinin dirayetli halîfelerinden Hişâm
b. Abdülmelik döneminde (105-125/724-743), 20 yıla yakın Yemen ve Irak
bölgelerinde valilik görevini yapmış Yûsuf b. Ömer es- Sekafî’nin hayatı ve
siyâsî faaliyetleri araştırılmıştır. Halîfe Hişâm b. Abdülmelik ve onun
döneminde valilik yapmış birçok vali hakkında müstakil araştırmalar yapılmış
fakat Yûsuf b. Ömer hakkında herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Tezimizde
Yûsuf b. Ömer’in hayatı ve siyâsî faaliyetleri hakkında bilgi verdiğimiz kaynak
ve araştırmalardan bahsedeceğiz.
İbn Kuteybe’nin (ö.276/828)
“Kitâbü’l-Meârif’ adlı eseri genel İslam
Tarihi kitapları arasında zikredilmiş olsa da bir yönüyle ensâb eserleri
arasında yer almaktadır. Yûsuf’un ve akrabalarının nesebine ulaşma noktasında
bu eserden sık sık faydalandık. Belâzürî’nin (ö.279/896) “Ensâbü’l-Eşrâf’ı araştırmamızda geniş bir yer tutmaktadır.
Belâzürî Ensâb’ında Yûsuf b. Ömer’e ait özel bir başlık açmış, ayrıca başka
bölümlerde yine Yûsuf b. Ömer’den sık sık bahsetmiştir. Vermiş olduğu kapsamlı
bilgilerle Yûsuf b. Ömer’in nesebi, hayatı ve uygulamaları hakkında önemli
bilgilere ulaştık. Müberred’in (ö.285/898) “Neseb” adlı eseri de yine Yûsuf b. Ömer’in ve
akrabalarının nesebine ulaşma noktasında müracaat ettiğimiz eserler arasında
yer almaktadır. Cehşiyârî’nin (ö.331/942) “Kitâbül’l-Vüzerâ” adlı eseri kronolojik olarak birçok vezir ve
kâtibin hayatını anlattığı eseridir. Çoğu kaynakta bulamayacağımız önemli
bilgilerin sunulduğu bu eser de, Yûsuf b. Ömer’in kâtiplerini tanıma imkanı
bulduk. Bu nokta da “Kitâbü’l-Vüzerâ” müracaat ettiğimiz eserler arasında yer
almıştır.
Tabakât kitapları arasında
zamanımıza kadar ulaşarak en eski eser olma özelliğine sahip olan İbn Sa‘d’ın
(Ö.230/845) “Tabakât”ı önemli
şahsiyetlerin hayatlarını tabakalar halinde anlatması bakımından çalışmamız da
sıklıkla kullandığımız kaynaklar arasında yer almaktadır. Yine Zehebî’nin (Ö.748/1374)
“A’lâmi’n-Nübelâ”sı, Yûsuf’un valilik
öncesi döneminden, Yemen ve Irak valiliğinde yapmış olduğu siyâsî
faaliyetlerden bahsetmektedir. A’lâmin’n-Nübelâ da sık sık başvurduğumuz
eserler arasında bulunmaktadır. Vekî‘’nin (ö.306/918) “Ahbâru’l-Kudât” adlı eserinde Hz. Ali ve Muaz b. Cebel’den
başlayarak Mekke, Medine, Kûfe ve Şam başta olmak üzere bu şehirlerde görev
yapan kadıların hayatlarını biyografik olarak anlatması bakımından oldukça
mühimdir. Yûsuf b. Ömer’in yapmış olduğu kadı atamalarında bu eserden
faydalandığımızı belirtmek isteriz.
Genel İslam Tarihi kitapları
içerisinde Halîfe b. Hayyât’ın (ö.240/854) “Târîh”i kısa olmasına rağmen, hem târihî olayları
sırasıyla zikretmesi hem de her yılın sonunda atanan ve azledilen vali, kadı ve
şurtayı zikretmesi çalışmamız açısından oldukça değerlidir. Dineverî’nin
(ö.282/895) “Ahbâru’t-Tıvâl”i
Ya‘kûbî’nin (ö.298/904) “Târîh”i,
Taberî’nin (ö.310/922) “Târîh”i,
İbnü’l Cevzî’nin (ö.577/1181) “el-Munzatam”ı, İbnü’l-Esîr’in (ö.630/1232) “el-Kâmil”i, Ebî’l-Fida’nın (ö.732/1331-1332)
“el-Muhtasar”ı, İbn Kesîr’in
(ö.774/1372) “el-Bidâye”si İbn Haldûn’un
(Ö.808/1405) “Târîh-i İbn Haldûn”u
çalışmamızın başından sonuna değin faydalandığımız eserler arasında yer
almaktadır. Özellikle dönemin siyaseti hakkında vermiş oldukları bilgiler
çalışmamıza büyük bir zenginlik katmıştır. Mes‘ûdî’nin (Ö.346/957)
“Mürûcü’z-zeheb”i genel İslam Tarihi
kitapları arasında yer almasının yanında, coğrafyadan da bahsetmesi nedeniyle
diğer eserlerden ayrılmaktadır. Yûsuf b. Ömer döneminde yaşanan Zeyd b. Ali
isyanı hakkında önemli bilgiler veren Mes‘ûdî, anlatmış olduğu olaylarda isnad
yöntemini kullanmamıştır. Bu nedenle Mes‘ûdî’nin rivayetlerine ihtiyatla
yaklaştığımızı belirtmek isteriz. Yine İbn Abdirabbih’in (ö.328/940) “İkdü’l
Ferîd”i ve Nüveyrî’nin (ö.733/1333)
“Nihâyetü’l-Ereb”i genel İslam Tarihi
kitapları arasında yoğun olarak kullandığımız eserler arasında yer almaktadır.
Bu iki eser dönemin edebiyat hayatından sıklıkla bahsetmesi açısından,
çalışmamız da hem siyâsî hem de kültürel nokta da faydalandığımız önemli
eserlerdendir. İbn Tiktakâ’nın (ö.709/1309) “el-Fahrî” adlı eseri iki bölümden meydana gelmektedir.
Birinci bölümde devlet adamlarına öğütler vermesi hasebiyle siyasetname
niteliğindedir. İkinci bölümde ise Hz. Ebûbekir’in halîfe seçilmesinden
başlayarak Hülâgû’nun Bağdad’ı işgaline kadar olan süreç hakkında bilgi verir.
İbn Tiktakâ araştırmamız açısından özellikle Yûsuf b. Ömer ile Zeyd b. Ali
arasında yaşanan olaylar hakkında bizlere önemli bilgiler sunmaktadır. İbn
Tağriberdî’nin (ö.874/1470) “Nücûmuz-Zâhira”
adlı eseri de araştırmamız da faydalandığımız eserler arasında yer alır.
İbn Tağriberdî bu eserinde sultanların dönemini ayrı bir bab şeklinde ele almış
ve dönemin içtimâî hayatı hakkında bizlere bilgiler sunmuştur. Özellikle Yûsuf
b. Ömer’in yapmış olduğu ekonomik ıstılahatlar ve darbettiği paralar hakkında
değerli bilgilere ulaştığımızı belirtmek isteriz.
Mâverdî’nin (Ö.450/1058)
“el-Ahkâmüs’s Sultâniyye” adlı eseri,
Yûsuf b. Ömer tarafından Irak’ta gerçekleştirilen ekonomik uygulamalar,
vergiler ve toprak reformları hakkında bizlere önemli bilgiler vermektedir.
Yûsuf b. Ömer’in koymuş olduğu vergiler ve toprak gelirleri hakkında bu eserden
Önemli Ölçüde istifade ettik.
Vefeyât kitapları arasında yer
alan İbn Hallikân’ın (Ö.681/1282) “Vefeyât”,
ve Safedî’nin (Ö.764/1363) “el-Vâfî”
adlı eserlerine sıklıkla müracaat ettik. Safedî’nin yaşanan olayları
akıcı bir dille anlattığı eserinde, Yûsuf’un hem siyâsî, hem de kişisel
özelliklerinden bahsetmesi noktasında bu iki eserden de yoğun bir biçimde
faydalandık.
Fütûh kitapları arasında yer alan
Belâzürî’nin (Ö.279/896), “Fütûhu’l- Büldân”
adlı eseri, kısa içeriğine rağmen sosyal, siyâsî, ekonomik ve kültürel
olarak birçok konuyu ihtiva etmesi noktasında çalışmamızda ayrıcalıklı bir yere
sahiptir. Yûsuf b. Ömer’in şehir mimarisinde yapmış olduğu yenilikler ve
uygulamalarında bu eserden yoğun olarak faydalandık. Yine İbn A‘sem’in
(Ö.314/926) “Fütûh”u, Yûsuf b. Ömer’in
siyâsî politikaları, bu dönemde yaşanan fetihler ve isyanlar hakkında bizlere
Önemli bilgiler sunmuştur.
Yûsuf b. Ömer’in yaşamış olduğu
şehirleri ve araştırmamızda geçen coğrafi yer isimlerini incelerken Yâkût’un
(Ö.626/1229) “Mu’cemül-Büldân” adlı
eserinden oldukça faydalandık. Yûsuf b. Ömer’in valilik Öncesi hayatı hakkında
hiçbir kaynakta zikredilmeyen bazı bilgilerin İbn Asâkir’in (Ö.571/1175)
“Târîhu
Medîneti Dımaşk” adlı eserinde zikredildiğini de özellikle
belirtmek isteriz. 80 cilt büyüklükte olan bu eser Suriye’nin şehirleri hakkında
önemli bilgiler vermektedir.
İsfahânî’nin eserlerinden
araştırmamız esnasında faydalandıklarımızı ayrı olarak ele almak istiyoruz.
İsfahânî’nin (ö.356/967) “Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn” adlı eseri Ca’fer b. Ebî Tâlib’in
şehadetinden, Muktedir Billah’ın vefatına kadar, Hz. Ali soyundan öldürülen
şahısların hangi surette katledildiğini konu edinmektedir. Yûsuf b. Ömer
döneminde gerçekleşen Zeyd b. Ali ve oğlu Yahya’nın isyanlarında bu eserden
oldukça istifade ettik. Dönemin eğlence, kültür ve edebiyat hayatı hakkında
fikir sahibi olabilmek için İsfahânî’nin (ö.356/967) “Eğânî” adlı eserine
müracaat ettik. Eğânî’de kültürel
bilgilerin yanısıra Emevî-Haşimî çekişmelerine dair bilgilere de yer
verilmiştir. Hem kültürel hem siyâsî konularda bu eserden önemli bilgiler
alarak tezimizde kullandık.
Araştırmamızı yaparken geniş
kapsamlı olması ve güvenilirlik açısından birçok araştırma kitabından da
faydalandık. Ülkemizde İsmail Hakkı Atçeken’in “Devlet Geleneği Açısından Hişâm
b. Abdülmelik” adlı eseri, Yûsuf b. Ömer’in
siyâsî faaliyetlerini kısa da olsa bölüm bölüm anlatması bakımından, Yûsuf b.
Ömer hakkında en geniş bilgileri anlatan kitap olma özelliğine sahiptir. Bu
eserde Yûsuf b. Ömer’in Halîfe Hişâm tarafından Irak’a vali olarak atanmasına
ve bu atamanın gerekçelerine değinilmiştir. Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in Irak valisi
olduktan sonra orada yaşanan siyâsî olaylar ve isyanlar hakkında vermiş olduğu
bilgilerden faydalandık.
Araştırma kitaplarından Yûsuf b.
Ömer’in valilik yaptığı muhit olan Kûfe’nin tarihi hakkında önemli çalışmalar
yapmış olan Mehmet Mahfuz Söylemez’in “Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe” adlı eseri oldukça önemlidir. Bu eserde Kûfe
ile alakalı neredeyse bütün boyutlar ele alınmaya çalışılmış, sosyal, siyâsî,
ekonomik ve kültürel olarak incelenmiştir. Yûsuf b. Ömer’in Kûfe’de yapmış
olduğu mimarî çalışmalar ve şehrin kültürel özelliklerini öğrenme noktasında bu
eserden istifade ettik. Ali Aksu’nun “Emevi Saltanatının Irak Valisi Haccâc b.
Yûsuf’ adlı eserinden Emevîler’de
valilik kurumunun işleyişi ve Irak bölgesinin geçmiş siyâsî durumu hakkında
malumat sahibi olduk. Her ne kadar biyografik bir eser olsa da Emevîler
döneminin genel siyâsî yapısı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Yine Ali
Aksu’ya ait “Mervan b. Muhammed ve Emevi Devletinin Yıkılışı” adlı eserinde Yûsuf b. Ömer’in Velîd b. Yezîd
ve Yezîd b. Velîd’in halîfelikleri dönemindeki durumundan bahsedilmektedir.
Bunun dışında Emevîler’in son döneminde yaşanan hâdiseler noktasında bu eserden
istifade ettik. Ünal Kılıç’ın “Peygamber ve Dört Halife Günlerinde Şehir
Yönetimi ve Valilik” adlı eseri İslam
coğrafyasının ilk şehirleri hakkında bizlere bilgiler sunmaktadır. Yûsuf b.
Ömer’in valilik yaptığı Yemen ve Irak’ın önceki idârî yapısından, şehrin
yönetim merkezlerinin işleyiş tarzından bahseden bu eser, özellikle Kûfe’nin
kuruluş aşaması ve kuruluş amacı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu
eserden Kûfe’nin kuruluşu ve İslam geleneğinde valilik kurumunun işleyişi
hakkında bilgi sahibi olduk ve tezimizde kullandık. Ömer Aktaş’ın “Muğîre b. Şu’be’nin
Hayatı ve Kişiliği” adlı doktora
tezinde, Sakîf kabilesi hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Araştırmamızın
konusu olan Yûsuf b. Ömer’in de Sakîf kabilesine mensup olması nedeniyle Sakîf
hakkında bu eserden istifade ettik. Her ne kadar biyografik bir eser olsa da,
Emevîler’in ilk dönem siyaseti ve valilik kurumu hakkında bizlere önemli
bilgiler sunmaktadır.
Neşet Çağatay’ın “İslamdan Önce
Arap Tarihi” eseri de kabileler ve
coğrafyalar hakkında vermiş olduğu bilgiler noktasında oldukça değerlidir.
Kabileler hakkında bu eserden faydalandık. İrfan Aycan ve İbrahim Sarıçam’ın
müşterek neşrettikleri küçük hacimli “Emevîler”
ve İsmail Yiğit’in “Emevîler”
eseri de dönemin siyaseti hakkında vermiş olduğu bilgiler noktasında
faydalandığımız araştırmalar arasında yer almaktadır. Sallâbî’nin “Emevîler
Devleti” ve Yûsuf el- Işş’ın
“ed-Devletü’l-Ümeviyye” adlı eseri de
Irak’ta süregelen kabileler arası çekişmeler ve Hişâm b. Abdülmelik’in siyaseti
hakkında bizlere bilgiler sunmaktadır. Bu anlamda bu iki eserde istifade
ettiğimiz eserler arasında yer almaktadır. Emevîlerle alakalı birçok siyâsî
çalışma olmasına rağmen, dönemin kültür ve bilim hayatı hakkında yapılan
çalışmalar kısıtlıdır. İrfan Aycan ve arkadaşlarının müştereken kaleme aldığı
“Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı”
isimli eserleri bu noktada oldukça değerlidir. Dönemin edebiyat ve
kültür hayatı hakkında bu eserden faydalandık.
Corcî Zeydan’ın “İslam
Uygarlıkları Tarihi” adlı eseri içerik
olarak oldukça zengindir. Emevî Devletini geniş kapsamlı olarak anlatan bu
eserden Emevîler’in kültürel ve mimârî faaliyetleri noktasında faydalandığımızı
belirtmek isteriz. Yine aynı şekilde Hitti’nin “Siyasi ve Kültürel İslam
Tarihi” adlı eseri de, geniş içeriği ve
zengin kaynağıyla araştırmamızda sosyal ve siyâsî konularda başvurduğumuz
eserler arasında yer almıştır. Vloten’in “Emevî Devrinde Arap Hakimiyeti” ise genel olarak yaşanan isyanlardan ve Şiî
akidesinden bahsetmiştir. Yûsuf b. Ömer devrinde yaşanan Zeyd b. Ali isyanını
anlatırken Zeyd isyanının sebepleri ve isyanın alt yapısını hazırlayan unsurlar
hakkında Vloten’den faydalandık. Wellhausen’in “Arap Devleti ve Sükûtu” kronolojik olarak ilk dönem yaşanan siyâsî
olayları anlatmıştır. Yine Wellhausen’un kaleme aldığı “Muhalefet Partileri” yaşanan isyanlar noktasında önemli bilgiler
vermektedir. Bu noktada bu eserlerden de istifade ettiğimizi belirtmek isteriz.
Kister’ın “İlk Dönem İslam Tarihi
Üzerine Makaleler” adlı eseri Tâif şehri
hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Araştırmamızın konusu olan Yûsuf b.
Ömer’in Tâifli olması nedeniyle Kister’ın bu çalışmasından tezimizde
faydalandık. Brockelmann’ın “İslam Milletleri”,
Barthold’un “İslam Medeniyeti Tarihi”,
Arnold’un “İntişar-ı İslam”,
Mantran’ın “İslam’ın Yayılış Tarihi”,
Durant’ın “İslam Medeniyeti Tarihi”,
Gibb’in “Orta Asya’da Arap Fetihleri”,
Bahriye Üçok’un “İslam Tarihi Emevîler-Abbasiler” adlı eserleri başta olmak üzere, çalışmamızda
bunların dışında yine birçok farklı araştırmadan faydalandığımızı belirtmek
isteriz.
BİRİNCİ BÖLÜM
1. VALİLİK GÖREVİNE ATANINCAYA KADAR YÛSUF BİN ÖMER ES-SEKAFÎ
1.1. Doğumu ve Ailesi
Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin, Irak
valiliğinden önceki hayatı hakkında, kaynaklar tarafından verilen bilgiler
oldukça sınırlıdır. Onun daha çok siyâsî hayatının ön plana alınması ve
kaynaklar tarafından devamlı olarak siyâsî yönünün zikredilmesi, çocukluk ve
gençlik hayatı hakkında bilgi sahibi olmamızı engellemiştir. Bu sebeple Yûsuf
b. Ömer’in tam olarak ne zaman ve nerede doğduğu da belli değildir. Dolayısıyla
onun doğum tarihini bulmak için ölüm yılı ve kaç yıl yaşadığı bilgisinden yola
çıkarak ne zaman doğduğunu bulmaktayız.
Kaynaklar Yûsuf b. Ömer’in
127/744 yılında öldüğünü bildirmektedirler.
Ayrıca İbn Hallikân isim vermeden “Bazıları dedi ki...” şeklindeki
rivayetinde, Yûsuf b. Ömer’in 126/744 Zilkâde ayının ortalarında hayatını
kaybettiğini haber verenler olduğunu kaydetmiştir.
İbn Hallikân’ın Vefayât’ında,
Yûsuf b. Ömer 60 küsur sene yaşadığını belirtmiştir. Yine Zehebî Târîhu’l-İslâm ve A’lâmi’n-Nübelâ’sında
Yûsuf b. Ömer’in 60 küsur yaşında öldürüldüğünü haber vermektedir. 127/744
yılında vefat eden Yûsuf 60’lı yaşlarda hayatını kaybetmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerde geçen “…”
ifadesindeki “AAııeyyif" kelimesi 1-3 yıl arasındaki küsuratları
belirtmektedir. Yûsuf b. Ömer’in 61 yıl yaşadığını kabul edersek 65/685
yılında, 62 yıl yaşadığını kabul edersek 64/684 yılında ve 63 yıl
yaşadığını kabul edersek ise
63/683 yılı dolaylarında doğmuş olacağını bulabiliriz. Yani Yûsuf muhtemel olarak, bu üç tarihten
birinde dünyaya gelmiştir.
Yûsuf b. Ömer’in nerede doğduğu
hakkında da kaynaklar bir bilgi vermemişlerdir. Onun tam olarak nerede
doğduğunu söylememiz mümkün değildir. Abdullah b. Zübeyr Hicaz’da 64/683
yılında “emirü’l-mü’minîn” sıfatıyla halifeliğini ilan etmiştir. Bu gelişme
üzerine Ümeyyeoğulları ve Sakîfliler Hicaz bölgesini terk ederek Şam tarafına
göç etmişlerdir. 63-65/683-685 yılı
dolaylarında doğan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin ailesi de muhtemelen bu göçe
katılarak Tâif’i terk etmiştir. Dolayısıyla Yûsuf’un Şam’da doğup büyüdüğünü
ifade edebiliriz.
Yûsuf’un nesebi olan Sakîf
kabilesi Tâif şehrinde yaşamış, bu bölgeyi imar ve iskâna tabi tutmuştur.
Hurma, üzüm ve muz gibi gıda maddelerinin önemli bir miktarda üretildiği yer
olan Tâif şehri ticârî, iktisâdî ve
sosyal açıdan da oldukça önemli bir konuma sahipti. Tâifli olan Yûsuf b. Ömer’in kendi
memleketinde doğmuş olabileceğini de ihtimaller arasında değerlendiriyoruz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi
Yûsuf b. Ömer Tâif’in, Sakîf kabilesine mensuptu. Onun soy ağacı şu şekildedir.
Yûsuf b. Ömer b. Muhammed b. el-Hakem b. Ebî Akîl b. Âmir b. Mes’ûd b. Muattib
b. Mâlik b. Ka’ b. Amr b. Sa‘d b. Avf b. Kusayy es-Sekafî. Hem İslam Tarihi açısından önemli bir statüsü
bulunan, hem de araştırmamızın konusu olan Yûsuf b. Ömer’in Sakîf kabilesinden
olması hasebiyle Sakîf hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz.
Kays Aylan’dan Hevâzin
kabilesinin bir kolu olan Sakîf, Mekke
ile yakın ilişkiler kurmuş ve Tâif ile Mekke arasında hem ticaret hem de evlilik
yoluyla birliktelikler sağlanmıştır. Hz.
Peygamber ile Sakîf arasında da akrabalık bağları mevcuttur. Abdi Yalil
oğullarının Hz. Peygamber ile nineleri yoluyla bir akrabalıkları vardır. Ayrıca Hz. Peygamberin dedelerinden olan
Abdimenaf yine onun oğlu ve Hz. Peygamberin dedelerinden Hâşim, ayrıca Hz. Peygamberin amcası Hâris de, Sakîf
kabilesine mensup kadınlarla evlenerek Tâif ile akrabalık bağı
kurmuşlardır. Özellikle Sakîf kabilesi
ile Beni Ümeyye arasındaki İslam öncesine dayanan birlikteliğin çok daha ileri
düzeyde olduğunu görüyoruz. Nübüvvetin
ilk yıllarından itibaren, hem ticârî hem de İslam düşmanlığı noktasında Sakîf
ile Ümeyyeoğulları ortak bir paydada buluşmuşlardır.
İslam davetinin başlamasıyla
beraber Sakîfliler Hz. Peygamber’in daima karşısında olmuştur. Müslümanlarla
ilk muşahhas iletişimleri ise Uhud harbinde gerçekleşmiştir. Sakîfliler Uhud
harbinde Bedir’in intikamıyla bilenmiş müttefikleri Kureyş’in yanında yer
almış, hatta kadınlarını da savaş meydanına getirmişlerdir. Sakîf kabilesi hicretin 5. yılında yapılan
Hendek savaşında da Mekkeli müşrikler ile ittifak halinde bir birlik
oluşturarak müslümanlara karşı savaşmışlardır.
Bu savaş esnasında Sakîften bazı kimselerin müslüman olduğu ve bunu
gören Sakîf liderlerinin Hz. Muhammed’e ve İslam’a olan düşmanlıklarının daha
da şiddetlendiği
bir gerçektir. Sakîf kabilesinin İslam’a ve İslam
Peygamberine olan nefreti her zaman tazeliğini korumuştur. Mekke’nin fethine
müteakiben gerçekleşen Huneyn savaşınında çeşitli kabileler bir araya gelerek
ittifak kurmuş ve takriben 30.000 asker, Hz. Muhammed’i (sav) ve ordusunu yok
etmek üzere bir araya gelmişlerdir. Yine bu ittifak içerisinde de önemli bir
sayıda Sakîfli mevcuttur. Huneyn’de
100’e yakın Sakîflinin öldüğü bildirilmektedir.
Sakîf kabilesi İslam’a en güçlü
mukavemet eden ve düşmanlığını sürdüren kavimlerin başında gelmiştir. Tâifin en
çok sevilen ve önde gelen isimlerinden olan Urve b. Mes‘ud İslam’ı tebliğ etmek
için Hz. Peygamberden izin almış, İslam’ı Sakîflilere anlatmak için Tâif’e
gitmiş ve hemen orada akrabaları tarafından katledilmiştir. Çünkü onların ne İslam’a ne de İslam
Peygamberine en ufak bir müsamahaları yoktu. Hz. Muhammed bütün çabalarına ve
Tâif’i kuşatmasına rağmen bir sonuç elde edememişti. Hz. Peygamber Tâif kuşatmasında
iken Tâiflilere beddua etmesini isteyen sahabelerinin bu isteğini reddederek
“Allah’ım Sakîfoğulları’na hidayet nasip eyle, onları müslüman olarak bize
gönder.” diyerek dua etmiştir.
Davetin ilk yıllarında Mekke’de
bunalan ve bir çıkış kapısı arayan Hz. Peygamber, Tâif’e gitmeye karar vermiş
ve orada feci bir şekilde hakaret ve fiziksel darbelere maruz kalmıştır. Orada yine beddua da bulunmamış ve kendisini
taşlayan Tâiflilere “Allah’ım Sakîf’i hidayete erdir ve hepsini doğru yola
ileterek emrin ve itaatin altına al.”
diyerek hayır duasında bulunmuştur.
İnsanların dalga dalga İslam’a girdiğini gören
Sakîfliler, Hz. Peygamber ile görüşmenin elzem olduğunun gayet farkındaydılar
ve öyle de oldu. Hz. Peygamberin Tebük seferinden döndükten sonra, Abdüyâlîl b.
Amr başkanlığında 6 kişilik bir Sakîf heyeti, diplomatik düzeyde ilişki
kurabilmek adına İslam devletinin lideri vasfıyla Hz. Peygamber ile görüşmek
için onun huzuruna çıkmışlardır. Gerekli
görüşmelerin ardından kısa bir müddet sonra, hicretin 9. senesinde
her ne kadar pazarlıklı ve şartlı da olsa
İslam’ı kabul ederek, toplu bir şekilde müslüman olduklarını ilan
etmişlerdir. Sakîfliler daha sonra
İslam’ın güzelliklerini sindire sindire idrak edince, huzurlu bir toplum haline
dönüşmüştü. İçki, zina ve faiz açısından oldukça yaygın bir şehir olan Tâif,
artık İslam ülkesinin sadık bir şehri konumuna yükselmişti. Kister’ın da
ifadesiyle “Peygamber Sakîfin İslam’a girdikten sonra İslam toplumunun sadık
bir üyesi olacağını ve yeni dinin emirlerini harfiyyen yerine getireceğini
anlamıştı.” Tâiflilerin bu sadık
tutumuna, Hz. Peygamber ile gerçekleştirdikleri antlaşmanın üzerinden 2 yıl
geçip, Ridde hâdiseleri ortaya çıkınca, kılıçlarının İslam askerleriyle beraber
olması, onların samimiyetine ve İslam’a olan bağlılıklarına güzel bir örnek
olarak tarih sayfalarında yerini almıştır.
Ayrıca Hz. Peygamber ile Sakîfliler arasında 21 maddelik bir antlaşma
metni imzalanmıştır. Sakîfliler İslam’ın
dönüm noktalarından olan Sıffîn savaşına taraf olarak katılmamışlar ve Hz.
Ali’nin ölümüne mukabil olarak, kadim dostları Ümeyyeoğulları lehine bir tavır
sergileyerek Hz. Hasan’ın hilâfet hakkından feragat edip, Muaviye’nin halîfe
olabilmesi adına faaliyette bulunmuşlardır.
Sakîf, Emevîler döneminde önemli görevler üstlenmiş ve önemli devlet
adamları yetiştirmiştir. Hz. Hüseyin’in
Kerbela’da katledilmesinde de rol alan Sakîf, Hz. Hüseyin’in yakınlarından 12
kişiyi öldürdükleri kaydedilmektedir.
Sakîf kabilesinin cahiliyye
döneminde tapmış oldukları ve büyük ihtiram gösterdikleri putları Lât , yine
bir Sakîfli olan Tâif’in ilk müslümanlarından Hz. Peygamberin dostu Muğire b.
Şube ve tülekadan olan Ebû Süfyân
tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.
Kaynaklar Yûsuf b. Ömer’in
çocukluk ve gençlik döneminden hiç bahsetmemişlerdir. Yûsuf b. Ömer’in 106/725
yılında Yemen valiliğine atandığı döneme kadar ki zaman zarfı içerisinde onun
hakkında elimize ulaşan ilk ve tek bilgi, İbn Asâkir’in Tarihinde detaylarıyla
zikredilen, Süleyman b. Abdülmelik döneminde takriben 30’lu yaşlarda iken,
akrabası Haccâc b. Yûsuf’tan intikam almak isteyen fakat Haccâc’ın hayatta
olmaması nedeniyle akrabalarına zulmetme yoluna giden Halife Süleyman b.
Abdülmelik devrinde yaşanan bir hâdisedir.
Yûsuf b. Ömer Halife Süleyman b.
Abdülmelik ve Irak valisi Yezid b. Mühelleb tarafından kendi halifeliğini
istemeyen Haccâc’ın akrabası olması nedeniyle cezalandırılmak istenmiştir. Bunun dışında Yemen valiliğine atanıncaya
kadar kaynaklarda Yûsuf hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Yûsuf b. Ömer’in künyesi Ebû
Abdullah’tır. Abdullah’ın dışında
Salt isimli oğlunun varlığından
haberdarız. Kaynaklar onun kaç çocuğu olduğunu ve eşinin kim olduğunu da
aktarmamışlardır. Dolayısıyla kaç çocuğu olduğundan ve eşinin kim olduğundan da
haberdar değiliz. Fakat araştırmalarımız neticesinde kaynaklarda ismi
zikredilen Abdullah ve Salt adlı iki çocuğu olduğunu biliyoruz. Belâzüri, İbn
Kuteybe ve İbn Hallikân, Yûsuf’un künyesinin Ebû Abdullah olduğunu
söylerken, genel anlamda diğer
kaynaklarda Yûsuf’un künyesinden herhangi bir şekilde bahsedilmemekte ve
yalnızca oğlu Salt’ın kendisinden sonra Yemen valiliğine geçtiğini haber
vermektedirler.98 Kaynaklarda ne Abdullah ne de Salt’ın hayatları hakkında bir
bilgi yer almamaktadır. Diğer taraftan Yûsuf, Irak’a vali olarak gittikten
sonra oğlu Salt, tam olarak ne kadar süreyle valilik yapmıştır bilinmemektedir.
Salt b. Yûsuf 129/747 yılında Abdullah b. Yahya el-Kindî’nin ayaklanması
neticesinde Yemen’de hayatını kaybetmiştir.
Yûsuf’un babası Ömer hakkında ise
kaynaklarda zikredilen tek bilgi onun şarap ticareti yaptığına dair
ithamlardır.100 Yûsuf Irak’a vali olarak atanınca, eski Irak valisi Hâlid b.
Abdullah’ı yakalatmış ona eziyet etmeye başlamıştır. Yûsuf, hakaret etmeye
başlayınca Hâlid cevaben “Şarap satıcısının oğlu!”101 diyerek Yûsuf’u tahkir
etmiştir. Bu bilgiden hareketle, Yûsuf’un babası Ömer’in şarap ticaretiyle
uğraştığı sonucuna varılamayacağı kanaatindeyiz. Eziyet gören Hâlid b.
Abdullah’ın bu sözü söyleme kastı, Yûsuf’a hakaret etmektir. Yukarıda zikrettiğimiz
ithamların Haccâc’a da yapıldığını görmekteyiz. Haccâc’ın vali olmadan önce
kuru üzüm ticareti yaptığına dair rivayetleri değerlendiren Aksu, bunun asıl
sebebinin, Haccâc’ı şarap satıcılığı ile ilişkilendirerek küçük düşürme amacı
taşıdığını ifade etmektedir.
Kaynaklarda Yûsuf’un künyesinin
Ebû Abdullah103 olduğunu ve Yûsuf’un eşi ve çocukları hakkında yukarıda
zikrettiğimiz bilgiler dışında herhangi bir hususun yer almadığını ifade
etmiştik. Yûsuf b. Ömer’in ailesi hakkında kaynaklarda hiçbir bilginin
zikredilmemesi ve tamamen Yûsuf’un siyâsî yönlerinin ele alınması, valilik
görevine başlayıncaya kadar kendisi hakkında dahi net bir bilginin bulunmaması,
valilik öncesi dönemindeki yaşantısını bizlere bir sis perdesi olarak
bırakmaktadır.
Yûsuf b. Ömer’in kaç kardeşi
olduğunun bilgisine de sahip değiliz. Kaynaklar yalnızca onun 2 kardeşinden
dolaylı olarak bahsetmiştir. Kardeşlerinden Muhammed b. Ömer es-Sekafî,
Belkâ’da vali olarak görev yapmıştır. Yaş itibariyle Yûsuf’tan büyük olan Muhammed,
onun ağabeyidir. Yûsuf b. Ömer’in diğer kardeşi ise Yemen valiliği görevinde
bulunmuş olan Kâsım b. Ömer’dir. 129/746
yılına kadar bu görevine devam eden Kâsım, Abdullah b. Yahya el-Kindî’nin
San‘a’da ayaklanması sonucu kaçarak hayatını kurtarmayı başarmıştır.
Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in, Yûsuf b.
Muhammed b. Yûsuf es-Sekafî adında bir akrabası bulunmaktadır. Yûsuf b. Muhammed, Velîd b. Yezîd döneminde
(125- 126/743-744) Mekke, Medine ve Tâif genel valiliği görevini icra etmiştir. 125/743 yılında hac emiri olarak da görev
yapmış bir kimsedir.
Ayrıca Taberî ve Belâzürî’de
geçen bir rivayete göre, Yûsuf b. Ömer’in, 126/743 yılında Irak dışına Halîfe
Velîd’in yanına gittiği bir gün, Irak valiliğine vekaleten amcasının oğlu Yûsuf
b. Muhammed’i bıraktığı zikredilmiştir.
Dolayısıyla Yûsuf b. Ömer’in, Yûsuf b. Muhammed isminde amcasının oğlu
bulunmaktadır.
Görüldüğü üzere Emevîler vali
olarak Sakîflileri tercih etmişlerdir. Emevîler’in kuruluşundan yıkılışına dek
valilerin çoğunluğu Sakîf kabilesine mensup kimselerden olmuştur. Yûsuf b.
Ömer’in kardeşleri başta olmak üzere yakın çevresi, valilik görevinde
bulunmuştur. Kardeşi Kâsım b. Ömer es-Sekafî’nin Yemen valiliği görevi112 ağabeyi Muhammed b. Ömer
es-Sekafî’nin Belkâ valiliği113 ve akrabası Yûsuf b. Muhammed’in Hicaz genel
valiliği114 bunun delilidir.
Konunun önemi açısından Yûsuf b.
Ömer’in Haccâc b. Yûsuf ile olan akrabalık bağını ayrı bir başlıkta ele almanın
daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
Haccâc b. Yûsuf ile Yûsuf b. Ömer
arasında önemli bir akrabalık bağı bulunmaktadır. Haccâc’ın soy ağacına
baktığımız zaman, Haccâc b. Yûsuf b. el- Hakem b. Ebî Akîl b. Mes’ûd b. Âmir b.
Muattib b. Mâlik b. Ka’ b. Amr b. Sa‘d b. Avf b. Kusayy es-Sekafî115
şeklindedir.
Yûsuf b. Ömer’in soy ağacı ise,
Yûsuf b. Ömer b. Muhammed b. el-Hakem b. Ebî Akîl b. Mes’ûd es-Sekafî116
şeklinde devam etmektedir. Haccâc ile Yûsuf’un soyu el-Hakem’de
birleşmektedir.117 Zira İbn Kuteybe ve Safedî, Haccâc ile Yûsuf’un soy
ağaçlarının Hakem b. Ebî Akîl’de birleştiğini sarih bir şekilde belirtmişlerdir.
Bir araştırma kitabında kaynak
verilmeden “Yûsuf b. Ömer, Haccâc’ın kız kardeşinin oğludur.”119 şeklinde bir
bilgi verilmiştir. Fakat kaynaklarda böyle bir bilgi zikredilmemektedir.
Haccâc’ın amcası Muhammed, Yûsuf’un dedesi iken, Haccâc’ın amcasının oğlu Ömer
ise Yûsuf’un babasıdır. Yani Yûsuf b. Ömer, Haccâc’ın amcasının torunu
olmaktadır.120 İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî her ikisinin de soy ağacını
vererek Yûsuf’u, Haccâc’ın amcasının oğlu şeklinde ifade etmişlerdir.121 Arap
örf ve adetlerine baktığımız zaman herhangi bir kişiye babası tarafından olan
akrabalığı neticesinde, o kişilere amca oğlu şeklinde hitap
edilebilmektedir. Yani Araplarda bir
şahsın amcasının torunu, o şahıs için amca oğlu şeklinde tesmiye
edilebilmektedir. Zaten İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî’nin, Yûsuf ve Haccâc’ın
soy ağacını verdiği bilgilerden
Yûsuf’un, Haccâc’ın amcasının torunu olduğunu çok rahat bir şekilde
anlayabiliriz. Yani İbn Kuteybe, Belâzürî ve Safedî’de geçen, “amcasının oğlu”
ibaresi gerçek manada değil, örfî ve edebî manada kullanılmıştır.
1.2. Süleyman b. Abdülmelik Döneminde Yûsuf b. Ömer’in
Cezalandırılmak İstenmesi
65/685 yılında hilâfet görevine
başlayan Abdülmelik b. Mervan’ın 20 yıla
yakın halîfelik görevinden sonra vefatıyla (86/705) onun yerine oğlu Velîd b. Abdülmelik
(86-96/705-715) hilâfet makamına gelmiştir. Abdülmelik kendisinden sonra bu
göreve gelecek olan oğluna sorunsuz devlet bırakmıştır diyebiliriz. Bazı
tarihçiler Velîd b. Abdülmelik dönemini Emevîler’in zirve noktası olarak kabul
etmişlerdir. Gerçekten de onun devri büyük fetih ve yeniliklere sahne olmuş ve
kültürel alanda da ciddi bir restorasyon ve açılımlara gidilmiştir. Velîd b. Abdülmelik’in 96/115 tarihinde vefatıyla, yerine kardeşi Süleyman
halîfe olmuştur. Hem Abdülmelik b. Mervan döneminde hem de Velîd b. Abdülmelik
döneminde Filistin’de bulunan Süleyman b. Abdülmelik, ağabeyi Velîd b. Abdülmelik tarafından
hilâfetten uzaklaştırılmak istenmiştir. Velîd, kendisinden sonra yerine kardeşi
Süleyman’ı değil, kendi oğlu Abdülaziz’i, hilâfet makamına getirmek
istemekteydi. Hatta Irak valisi Haccâc
b. Yûsuf, Horasan ve Maveraünnehir’de büyük işlere imza atarak Emevî
hakimiyetini güçlendiren komutan Kuteybe b. Müslim başta olmak üzere, bazı
bürokrat ve komutanlardan da gerekli desteği almaya çalışmıştı. Haccâc ve
Kuteybe gerekli desteği verirken, Güney Arapları (Kelbîler) ve bazı valiler de
bu konuda Velîd b. Abdülmelik’e karşı çıkmışlardır.130 Fakat yeni veliaht
olarak hazırlanan Abdülaziz’e gerekli biat tamamlanamadan Velîd vefat etmiş ve
Abdülaziz yerine Süleyman b. Abdülmelik resmi veliaht olarak yeni halîfe
olmuştur.131 Süleyman b. Abdülmelik kendisinin hilâfet makamına gelmesini
istemeyen ve Velîd’in oğlu Abdülaziz’in halîfe olması için Velîd’e destek veren
vali, komutan ve bürokratlarını bu tutumlarına karşı onları cezalandırma yoluna
gitmiştir. Onun hilâfet makamına gelmesini istemeyenlerin başında Yûsuf b. Ömer
ile akrabalığı bulunan Sekafî ailesinin önde gelen isimlerinden Irak valisi
Haccâc b. Yûsuf gelmektedir. Süleyman b. Abdülmelik, Haccâc’a karşı büyük bir
nefret duymaktaydı. Bu durumun farkında olan Haccâc, Velîd’in kendisinden önce
ölmesinden korkuyordu. Hatta Haccâc “Süleyman tahta geçmeden kendisinin canını
alması için Allah’a dua etmiştir.”132 şeklindeki rivayetler, Süleyman’ın
nefretini ve Haccâc’ın korkusunu anlamaya yeterlidir. Süleyman b. Abdülmelik
devlet başkanlığına geçmeden kısa bir zaman önce Haccâc b. Yûsuf vefat etmiş
(95/715) ve bu nedenle de Süleyman’ın gazabından kurtulabilmeyi başarmıştı.133
Ancak Haccâc’a karşı büyük bir nefret duyan Süleyman b. Abdülmelik, onun
akrabalarına karşı eziyet etme yoluna gitmiştir.
Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de
Haccâc’ın amcasının torunu olması hasebiyle, Süleyman tarafından
cezalandırılmak istenmiştir.135 Yûsuf b. Ömer’i yakalayan Süleyman’ın adamı
Hâris b. Malik el-Cehzumî ondan mal varlığını teslim etmesini istemiş ve onu
cezalandıracağını bildirmiştir.136 Süleyman’ın hilâfete geldiği o dönemlerde
henüz otuzlu yaşlarda bir genç olan Yûsuf, bir evin içerisinde Hâris tarafından
köşeye sıkıştırılmıştı. Bunun üzerine keskin zekasını kullanarak evin içerisini
göstermiş, orada halasının olduğunu söyleyerek, ona bir şeyler sormak için izin
istedi. Evde iki kapı mevcuttu. Yûsuf ikinci kapıdan kaçma planları yapıyordu.
Hâris’in bu oyunu anlamayarak ona izin vermesiyle beraber Yûsuf, hemen kapıya
yönelmiş ve hızlı bir şekilde oradan uzaklaşarak kurtulmayı başarabilmiştir.
Süleyman b. Abdülmelik’in Irak
valisi olarak atadığı Yezîd b. Mühelleb daha öncesinde Horasan valisi iken
Haccâc tarafından yapılan baskılar neticesinde valilik görevinden azledilmişti.
Hatta Haccâc tarafından 1 yıl boyunca hapsedilmiştir. Yezîd b. Mühelleb bundan
dolayı Haccâc’a karşı azami ölçüde kin ve nefret beslemekteydi. Halîfe Süleyman’ın
kendisine vermiş olduğu yetkiye istinaden Haccâc’ın akrabalarına zulmetmeye ve
mallarını müsadere etmeye başlamıştır.
Kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in valiliğe atanmadan önce yaşadığı dönem
hakkında hiçbir bilginin olmaması, acaba Süleyman b. Abdülmelik salt olarak
Haccâc’ın akrabası olması nedeniyle mi Yûsuf b. Ömer’e işkence etmek istedi?
Başka sebepler de var mıydı? Gibi soruların cevabını sis perdesi olarak
bırakmaktadır. Haccâc’ın akrabası olması zulme uğraması için yeterli bir
sebeptir. Zira Haccâc, hem Süleyman b. Abdülmelik’e hem de Yezîd b. Mühelleb’e
ciddi manada zararlar vermiştir. Süleyman b. Abdülmelik ve Irak valisi Yezîd b.
Mühelleb, Haccâc’a duydukları öfkenin kurbanı olarak, Haccâc hayatta olmadığı
için, intikamlarını onun akrabalarından almak istemişlerdir. Bu zulüm Süleyman
b. Abdülmelik’ten itibaren artık rutin hale gelmişti. Fakat işin arka planında
ise bir Kelbî olan Irak valisi Yezîd b. Mühelleb’in ve Kelbîlerin destekleriyle halîfe olan
Süleyman’ın, Sakîf kabilesinden intikam alma amaçları görünmektedir. Bu
zulümlerin en önemli sebeplerinden birinin de, önemli devlet adamı yetiştirmiş
olan Sakîflilerin, topyekûn olarak politikadan uzaklaştırılıp, sindirilmesi
amacı taşıdığı kanaatinde olduğumuzu
belirtmek istiyoruz. Ayrıca
unutulmamalıdır ki, Emevîler dönemi boyunca Sakîf kabilesi daima siyasetin
merkezinde yer almış ve önemli görevler îfa etmiştir. Yûsuf b. Ömer’in,
Süleyman ile Abdülaziz’in hilâfet yarışında Haccâc ile beraber hareket etmiş ve
Süleyman aleyhinde âşikar propagandalar yapmış olabileceğini de ihtimaller
dahilinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira Yemen ve daha sonra Emevîler’in en önemli bölgesi
olan Irak’ta uzun yıllar valilik yapmış
olan Yûsuf b. Ömer’in, gençlik yıllarında mutlaka siyaset ile ilgilenmiş olması
gerekir.
Süleyman b. Abdülmelik dönemi
öncesi Emevî halîfelerini incelediğimiz zaman, azledilen vali ve bürokratlara
daha öncesinde böylesine bir zulüm yapılmadığını görmekteyiz. Azledilen
valilerin mallarını müsadere etme, bürokratlara işkence yapma, hatta öldürme durumu Süleyman b. Abdülmelik
döneminde başlamış ve Ömer b. Abdülaziz dönemi hariç tutulursa, Emevî Devleti
yıkılana kadar bu tür uygulamalar devam etmiştir.
Sonuç olarak Yûsuf b. Ömer’in
Yemen valiliğine atanıncaya kadar ki zaman zarfında, yukarıda bahsettiğimiz
hâdise dışında kaynaklar onun hakkında hiçbir bilgiye yer vermemiştir.
Dolayısıyla Yûsuf’un çocukluk ve gençlik dönemine ait herhangi bir malumata
sahip değiliz. Zehebî A’lâmi’n-Nübelâ’sında,
İbn Hallikân Vefayât’ında, İbn Asâkir’i
kaynak göstererek yukarıda bahsetmiş olduğumuz mezkur hâdiseyi aynı şekilde
aktarmışlardır.
İKİNCİ BÖLÜM
2. YÛSUF B. ÖMER’İN ŞAHSİYETİ VE KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ
Irak valisi Yûsuf b. Ömer, idârî
ve askerî konularda sert ve disiplinli biri olarak tanınmasına rağmen, bazı
konularda birbirine zıt olan hal ve hareketlerde bulunduğu da ifade
edilmektedir. Aşağıda da belirteceğimiz
üzere kaynaklar Yûsuf hakkında kabul edilmesi aklen zor olan hal ve
hareketlerinden bahsetmişlerdir. Yûsuf’un kişiliği hakkında birbirine taban
tabana zıt olan rivayetleri titiz bir şekilde tahkîk etmeden sağlıklı bir
sonuca ulaşmak mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla Yûsuf’un kişiliği hakkında
rivayetleri zikredip, daha sonra genel bir değerlendirme yaparak kanaatimizi
belirtmek istiyoruz.
2.1. Ahmaklığı
Yûsuf’un kaynaklarda ahmak bir
yapıya sahip olduğu belirtilir. Hatta
Sakîf’in ahmakı olarak lakap takıldığı zikredilmiştir. Fakat Yûsuf b. Ömer’in ahmak olduğuna dair
zikredilen rivayetleri kabul etmek mümkün gözükmemektedir. Zira ahmak olan bir
insanın Irak gibi önemli bir bölgeye vali yapılması aklen mümkün değildir.
Ahmak oluşu iddiasıyla ilgili
rivayet edilen şu hâdise oldukça dikkat çekicidir. Bir gün kendisine bir elbise
getirilmiş, kâtibine: “Bu elbise hakkında ne dersin?” diye sormuştu. Kâtip:
“Biraz daha küçük yapılması gerekirdi.” deyince, Yûsuf elbiseyi yapana dönerek
“Doğru söyledi ey İbnü’l-Lahnâ!” demiş, kumaşı dokuyan da: “Biz bunu daha iyi
biliriz.” diye cevap vermişti. Yûsuf bu defa kâtibine: “O doğru söyledi, ey İbnü’l-Lahnâ!”
demiş, kâtibi de: “Bu adam senede bir ya da iki elbise yapar, halbuki benim
elimden böyle yüzlerce elbise geçer.” diye karşılıkta bulunmuştu. Bunun üzerine
Yûsuf tekrar elbiseyi dokuyana dönerek: “O doğru
söyledi ey İbnü’l-Lahnâ!”
demişti. Bu şekilde bir onu bir öbürünü destekledi, sonra elbisedeki düğmeleri
saydırdı ve elbisenin bir tarafından bir düğme eksik olduğunu görerek elbiseyi
dokuyana yüz kırbaç vurdurdu.
Belâzürî’de geçen bir başka rivayate göre ise beş yüz kırbaç
vurdurmuştur. Yûsuf’un ahmaklığına örnek
olarak gösterilen bu olay, aslında onun titizliğini göstermektedir.
Yûsuf, yanına gelen kâtibi
Kuhzum’a neft yağının nereden geldiğini sormuş, Kuhzum Azerbaycan’dan geldiğini
açıklamış ve detaylı bilgi verdikten sonra Yûsuf, “Bunları sana kim sordu?”
diyerek Kuhzum’u dövmüştür. Ayrıca onun
yaptığı işlerde aniden kararlar verdiği de ifade edilir.
Yûsuf 120 senesinde Irak’a vali
olduğunda, Hâlid b. Abdullah’ı yakalayarak ona zulmetmiştir. Bu işkenceler
esnasında Hâlid b. Abdullah’ın, Yûsuf’a hitaben “Ahmak, Sakîf’in
ahmağı!”diyerek söylenmesi Yûsuf’a
hakaret amaçlıdır. Yoksa onun ahmak olduğuna bir işaret değildir.
2.2. Zalimliği
Yûsuf b. Ömer’in, çok ağır
cezalar verip, insanları dövdürmekte aşırıya gittiği belirtilir. Bu durum valiliğinin ilk yıllarından itibaren
başlayarak ölene dek devam etmiştir. Daha Yemen valiliğinde iken, Vehb b.
Münebbih’i dövmesi ve hatta öldürene dek dövdüğünü söyleyenlerin olması bu
duruma bir işaret olabilir. Belki de
Yûsuf b. Ömer devlet işlerinde aşırı sert bir mizaca sahip iken, şahsi
işlerinde yumuşak ve ağır başlı idi. Zira kaynaklarda belirtilen bu zıtlık,
Yûsuf’un iş ve özel hayatı olarak ikiye ayırt etmekle anlaşılabilir.
Valilerin bazı durumlarda
vicdanın kabul etmeyeceği zulümleri sergilemesi, eyalet valilerine verilen
geniş yetkilerden kaynaklanabilmektedir. Dönemin şartlarına göre merkezi
yönetim ile eyalet arasında bulunan ulaşım engelleri gibi sebeplerle, halîfeler
bölgeyi ellerinde tutabilmek için eyalet valilerine oldukça geniş yetkiler vermeyi
neredeyse kendilerine zorunluluk görüyorlardı. İşte bundan dolayı valiler çok
rahat hareket etmişlerdir. Şimdi
Yûsuf’un zalim olduğu hakkında zikredilen rivayetleri aktarıp ardından
değerlendirme aşamasına geçeceğiz.
Yûsuf b. Ömer’in acımasız, katı
yürekli, çevresine korku salan, zalim ve gaddar bir fıtrata sahip olduğu
belirtilmiştir. Yûsuf’un kâtibi onun
huzuruna biraz geç çıkmak zorunda kalmış, Yûsuf ise “Neyin var?” diye
sormuştur. Kâtip “Azı dişimden şikayetim var.” diye cevap vermişti. Yûsuf bunun
üzerine bu dişi çekmek üzere yanında başka bir dişçi ile bir haccâm (kan alıcı)
getirtmişti. Daha sonra Yûsuf’un sert
bir şekilde kâtibin dişine vurarak kırdığı ifade edilir.
Yeni yapılmış bir elbiseyi alır
tırnağını üzerinde gezdirir, eğer tırnağı takılırsa elbiseyi dikeni döver,
bazen de elini keserdi.
Yine anlatıldığına göre, Yûsuf
bir gün yolculuğa çıkacağı esnada cariyelerini yanına çağırarak içlerinden
birine “Benimle sefere çıkar mısın?” diye sordu. Cariye: “Evet!” deyince “Ey
kötü kadın! Sen birleşmeyi sevdiğin için böyle söylüyorsun.” diyerek boynunu
vurdurmuş, sonra bir başka cariyeye, “Sen ne diyorsun?” diye sormuş, o da “Ben
çocuğumla kalayım.” şeklinde cevap verince “Ey kötü kadın! Bunu benden ayrılmak
için söylüyorsun.” diyerek bunun da boynunu vurdurmuş, sonra bir üçüncü
cariyeye dönerek “Sen ne dersin?” diye sormuş cariye ise “Ne söyleyeceğimi
bilemiyorum. İki cariyeden birinin dediğini söylesem, sonumun ne olacağı belli
olmaz.” deyince “Ey Lahnâ! (sünnetsiz kadın) Benimle münakaşı mı ediyorsun?”
diyerek bu cariyenin de boynunu vurdurmuştur.
Yûsuf bir keresinde bir elbise
diktirmiş ve elbisenin istediği gibi olmadığını bahane ederek, elbiseyi diken
terziye yüz kırbaç vurdurduğu belirtilmiştir.
Yûsuf b. Ömer, Kûfe mescidinde
hutbe okuduğu esnada, camide bulunan akli melekelerini kaybetmiş bir mecnun
konuşmaya başlamıştır. Konuşmadan ve sözünün kesilmesinden rahatsız olan Yûsuf,
hutbeyi keserek sinirli bir şekilde “Ben size deliler mescide girmeyecek
demedim mi?” şeklinde serzenişte bulunmuş ve mecnun adamın boynunun vurulmasını
emrederek onu öldürtmüştür. Olay esnasında mescidde bulunan ve olayı nakleden
Ebî Bekr el-Hezelî adlı şahıs içerisinden mırıldanarak, “Bu adamın arkasında
bir daha asla namaza durmam.” diyerek kendi kendine yemin etmiştir.
Yûsuf’un her gün 500 kişilik
yemek yaptırıp bunları fakir insanlara dağıtmıştır. Yûsuf bu yemeklerin
yapımına çok dikkat eder ve bizzat teftiş ederdi. Bir gün yemeklerin yanında
ikram edilen tatlının kıvamının istediği gibi olmadığı gerekçesiyle, yemekleri
yapan aşçıya 300 kırbaç vurdurtmuştur.
Yûsuf’un düşmanlarına karşı
oldukça acımasız bir kimse olduğu belirtilir. Zira Hâlid b. Abdullah’ı öldürmek
için Kûfe’ye getirdiğinde ona işkence yaptırtmıştır. Zeyd b. Temîm isimli zat
mevlası Sâlim aracılığıyla Hâlid’e ikram edilmesi için nar suyu göndermiş, bunu
öğrenen Yûsuf, Zeyd b. Temîm’e 500 kırbaç mevlası Sâlim’e ise 1000 kırbaç
vurdurtmuştur.
Ebî İshâk Cemaleddîn ise Yûsuf b.
Ömer’in zalimliğini anlatırken, “Adaletsiz, zalim bir tehditkar, asi bir
şeytan, dikbaşlı zorba, kan dökmesiyle bilinen zalim ve zulümkar bir
kimseydi.” şeklindeki ifadesi gerçekten
de oldukça ağır ithamlardır.
Yûsuf bir gün minbere çıkmış ve
orada “Ey Irak halkı! Haccâc bir duman idi bense onun bir ateşiyim, o dumansız
bir közdü ben ise kıvılcımları etrafa saçılan bir közüm. İtaat ettiğiniz
takdirde sizin için bol bir ecir, tam aksine muhalefet veya şüphe içerisinde
olduğunuz zaman ise şiddetli bir azap vardır.”
şeklinde hutbe okuduğu iddia edilir.
Yine onun, insanları haksız yere
öldüren katilleri bacaklarından iple bağlayarak astığı ve o şekilde öldürdüğü
ifade edilmektedir.
Van Vloten, Abbâsî halîfelerinden
Mansûr, Reşîd ve Me’mûn’un hırsını anlatırken, onların döneminde zalimlikler
yaşandığını belirtmiş ve bu üç halîfenin devrini Haccâc, Hişâm ve Yûsuf b.
Ömer’in devrine benzetmiştir. Yani Van
Vloten burada Yûsuf b. Ömer’i büyük bir zalim olarak addetmektedir. Görüldüğü
üzere Yûsuf’a birçok ithamda bulunulmuştur. Şimdi bu rivayetleri değerlendirme
aşamasına geçeceğiz.
Yukarıda Yûsuf’un şahsi ahvâli
üzerine kaynaklarda belirtilen olumsuz hususları zikrettik. Yûsuf b. Ömer’in
şahsiyeti hakkında büyük bir ön yargı bulunduğu görülmektedir. Hiçbir tahkîk
yapmadan yalnızca kaynaklardan yola çıkarak, onun şahsiyeti hakkında sağlıklı
bir bilgiye ulaşmamız mümkün değildir.
Yûsuf b. Ömer’in acımasız, katı
yürekli, çevresine korku salan, zalim, gaddar bir fıtrata sahip olduğu ifade
edilirken, insanları aşırı şekilde
dövdürüp zulmettiğini en ufak hatalarında
insanları kırbaçlattığı, ellerini
kestiğini, hatta acımasızca
öldürdüğünü bildiren rivayetler de
mübalağa ve büyük bir ön yargı bulunmaktadır. Bütün bu olumsuzlukların yanında
aşağıda ifade edeceğimiz üzere onun, namazını genel olarak mescitte uzun uzun
kıldığı, dostlarını ve yakınlarını gözeterek onlara iyilik yapmaya çalışan bir
kimse olduğu, yumuşak dilli, çok dua eden, mütevazi bir yapıya sahip olduğu ve
ibadete çok düşkün olduğu ifade edilmiştir.
Genel olarak ifade edecek
olursak, Yûsuf’un çok küçük bir sebepten dolayı insanları katletmesi, Abbâsîler
döneminde yazılan tarih kitaplarında Emevî düşmanlığı adına mübalağalı bir
şekilde ifade edilmiş olabilir. Zira Emevîler dönemi hakkında edindiğimiz
bilgilerin çoğu, Emevîler’in yıkılışından sonra telif edilmiş kaynaklar tarafından
bize ulaştırılmıştır. Bu dönemde kaleme alınan eserlerin
Emevîlere karşı objektif
olduklarını söylemek zordur. Emevî
halîfelerinden Ömer b. Abdülaziz hariç, diğer halîfelerin tamamı Abbâsîler
döneminde yazılan tarih kitaplarında yerilmiştir. Ayrıca Zeyd b. Ali gibi önemli ve sevilen bir
şahsiyetin Yûsuf tarafından katledilmiş olması, ona olan öfke ve nefrette
mübalağa meydana getireceğinden, yaptığı hatalar küçük de olsa mübalağalı bir
şekilde anlatılacaktır. Sakîf kabilesinin Emevîler’in en sadık dostları
olduğundan yola çıkarak Emevîleri sevmeyenlerin Sakîflileri de sevmeyeceği
gayet doğaldır. Bu ihtimalleri göz ardı etmeden onun sert bir yapıya sahip
olabileceğini kabul ediyor, fakat bu durumun masum insanları öldürme noktasında
bu denli zalim biri olabileceği hususuna katılmıyoruz. Zira masumları sebepsiz
öldürdüğünü bildiren rivayetlerin mübalağalı rivayetler olduğunu ve sağlıklı
olmadığını düşünüyoruz.
2.3. Cömertliği
Yûsuf b. Ömer’in son derece
cömert bir insan olduğu belirtilir.
Yûsuf b. Ömer Irak’a vali olduğu zaman her gün 500 kişilik yemek
hazırlatır, onları torbalatır ve Irak’ın genelinde de yemek dağıtılması
hususunda son derece titiz davranırdı. Hatta diğer uzak mahallelerde yemeklerin
düzenli olarak dağıtılıp dağıtılmadığını büyük bir ehemmiyetle kontrol
ederdi. Yakın yer ile uzak yer arasında
disiplin açısından hiçbir fark yoktu. Yemeklerin oldukça çeşitli ve tam pişerek
kızarmasına ehemmiyet gösterirdi.
Yemeklerin yanında ayrıca üzerine şeker sürülen özel bir tatlı da
yapılırdı. Bütün bu işlerin düzenli bir
şekilde icra edilebilmesi için Yûsuf, bizzat işin başında bulunmuştur. Safedî,
Yûsuf’un her gün 500 kişilik masa hazırlattığını, her masanın 10 kişilik
olduğunu ifade eder. Yapılan bu
yemeklerin dağıtılarak mı, yoksa günümüz aşevi modeli gibi insanların
toplandığı bir mekanda mı yendiği konusunda ihtilaf bulunmaktadır. Bu
gelişmeleri göz önünde
bulundurursak, Yûsuf’un halkını
düşünen ve onları kollayıp gözeten bir vali olduğunu söyleyebiliriz.
2.4. Dini Yönü
Yûsuf b. Ömer’in cesur, güçlü ve
dinin vermiş olduğu vakardan dolayı ağır başlı bir insan olduğu
belirtilir. Bunun yanısıra Yûsuf b.
Ömer, namazlarını mescitte uzun uzun kılar, dostlarını ve yakınlarını gözeterek
onlara yardım etmeyi ihmal etmezdi. Yûsuf çok dua eden bir kimseydi. Kuran okur
ve Allah’a yakarırdı. Kuran’ı çok fasih ve güzel bir şekilde okuduğu ifade
edilmiştir. Ayrıca sabah namazını kılar
duha namazını kılıncaya kadar da kimseyle konuşmazdı. Edebî olarak, şiire ve edebiyata ilgi duyan
bir kimse olup, şiir ve edebiyattan anlardı.
Yûsuf b. Ömer’in hacca gidip
gitmediği konusu ihtilaflıdır. Halîfe b. Hayyât 125/743 yılında Yûsuf’un hac
emiri olarak görev yaptığını ifade etmiştir.
Fakat diğer kaynaklarda 125/743 yılında hac emiri olarak görev yapan
kişinin, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’in değil, Velîd’in dayısı olan Mekke, Medine
ve Tâif bölgesi genel valisi Yûsuf b. Muhammed b. Yûsuf es-Sekafî olduğu
bildirilmiştir. Dolayısıyla Yûsuf’un
hacca gidip gitmediği konusunda zikrettiğimiz ihtilaftan dolayı net olarak bir
şey söylememiz mümkün değildir. Fakat fırsat bulamadığından olmalıdır ki,
Yûsuf’un hacca gitmediği olasılığı ağır basmaktadır.
Yûsuf b. Ömer kaynakların
belirttiği üzere sert ve baskıcı bir yönetim anlayışına sahipti. Fakat Yûsuf b.
Ömer’in, bunların yanı sıra insanlara dini yönden nasihat ettiği ve Cuma
günlerinde hutbeye çıkarak vaaz verdiği bilinmektedir. Irak valiliği esnasında Kûfe’de vermiş olduğu
bir hutbede insanlara şu nasihatlerde bulunmuştur. “Ey Allah’ın kulları,
Allah’tan sakınınız. Uzun emel kuran o kurmuş olduğu emeline ulaşamayacaktır.
Mal toplayan bir kimse, o biriktirdiği malını yiyemeyecektir. İşte bu
ikisinden, uzun emel beslemekten ve mal biriktirmekten uzak durunuz. Bunları
terk etmeyen kimse ancak bâtıl toplamış olacaktır. Hak yolda
olmak, uzun emel beslemekten ve
çokça mal biriktirmekten kaçınarak mümkün olur. Uzun emel kurup, çokça mal
biriktiren kimselere haram isabet eder ve onlara mirasçı olarak ise yalnızca
geride düşmanlıklar kalır. Onlar bu şekilde devam etmeleri durumunda günah
taşımış olurlar ve günahları yüklenmiş vaziyette o günahlarıyla dünyadan
ayrılırlar. Rablerinin huzuruna vardıklarında ise derin bir üzüntü duyarlar. Ve
onlar dünyada da ahirettede hüsrana uğramış kimselerdir.”
2.5. Adaleti
Yûsuf’un Irak valisi olduğu
zamanda, yani Hâlid b. Abdullah’ın son dönemlerinde Irak’ta müslümanların zelil
olduğu, hükmün gayri müslimler tarafından verildiği belirtilmiştir. Bu konuda Yahya b. Nevfel’in şu şiiri oldukça
dikkat çekicidir.
“Yûsuf bize geldiğinde
zekatımızı şirk ehli alıyordu
Ve açığı vurduğumuz veya
gizlediğimiz şeylerde onlar bizim hakimlerimizdi.
Yûsuf gelince yeryüzü
aydınlandı
Hatta bütün vadiler nurlandı;
Ve hatta insanlar arasında
adaleti apaçık gördük,
Halbuki bundan önce pek
görünmezdi.
Halîfe bize iyi niyetle
düşmana açık verecek birini gönderdi,
Ateşe düşüp yardım isteyen
birine
Ateşle yardım etmek gibi.”
Şiirde geçen “İnsanlar arasında
adaleti apaçık gördük, bundan önce pek görünmezdi.” ibaresinden Yûsuf’un
adaleti sağlamaya yönelik adımlar attığını ifade edebiliriz. Hâlid’in son
dönemlerinde yapmış olduğu adaletsizlikler ve şahsi ihtirasları halkı bezdirmiş
ve Irak halkı yeni bir kurtarıcı olarak Yûsuf’u görmüştür. Fakat Yûsuf’un
zalimlikleri halkta olan adalet beklentisini maalesef yok etmiştir.
Yukarıda şiirde zikredilen son bölümde “Ateşe düşüp yardım isteyen birine, ateşle yardım etmek gibi.” ibaresinden Yûsuf’tan beklenen adaletin tam manasıyla gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
2.6. Fiziksel Özellikleri
Bazı kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in
fiziksel olarak kısa boylu, uzun sakallı ve çirkin görünümlü bir insan olduğu
belirtilmiştir. Boyunun çok kısa
oluşuyla ilgili olarak, Yûsuf valilikten azledilip öldürüldüğü zaman başı
gövdesinden ayrılmış ve vücudu Şam sokaklarında gezdirilmiştir. Onun cansız
cesedini görenler vücudunun küçüklüğünden dolayı onu çocuk
zannetmişlerdir. Bu rivayete göre Yûsuf
oldukça kısa boylu bir kimsedir.
Yûsuf, terzilerin kesip dikmesi
için kendisine uzun elbise getirtirdi. Eğer terzi ”Biçme işleminde artanlar
bize yeter.” derse, bu Yûsuf’un hoşuna giderdi. Terziler Yûsuf için uzun
elbiseler biçerler, gerekeni alırlardı. Bir de Yûsuf’a “Bu elbise sana yeterli
gelmedi.” derlerse Yûsuf iyice hoşnut olurdu.
Yûsuf’un kısa boylu olmasından dolayı hayıflandığı ve memnun olmadığı
belirtilir.
Sakalının çok uzun olduğu da
ifade edilmiştir. Yûsuf Irak valiliğinden azledildiği zaman, Halîfe Yezîd b.
Velîd onu huzuruna çağırtmış ve göbeğine kadar uzanan uzun sakallarından tutup
ona hakaretlerde bulunmuştur. Bu durum
Yûsuf’un sakallarının göbeğine kadar uzun olduğu iddiasını ortaya çıkarmıştır.
Aktarmış olduğumuz bu rivayetler,
onun fiziken de çirkin bir insan olduğunu göstermektedir. Fakat Yûsuf’u zalim
olarak ifade eden rivayetlere baktığımız zaman, aynı şekilde fiziken de çirkin
gösterilmek istendiği ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu rivayetlere de
ihtiyatlı yaklaşılması gerekmektedir. Kaynaklar tarafından Yûsuf’un diğer
fiziksel özellikleri hakkında başka bir bilgi zikredilmemiştir.
2.7. Vefatı
Yezîd b. Velîd’in tahta
çıkmasıyla beraber, Yûsuf b. Ömer valilikten azledilmiştir. Görevden alındıktan
sonra, gelişen olaylar neticesinde Şam’a kaçmak için hareket eden Yûsuf b.
Ömer, saklandığı Belkâ’da Yezîd’in süvarileri tarafından yakalanmıştır. Yûsuf,
Yezîd’in huzuruna getirildiği zaman Yezîd onun sakallarından tutmuş ve tahkir
eden cümleler kurduktan sonra hapsedilmesini, bunun yanında zimmetine geçirmiş
olduğu bütün malların müdasedere edilmesini emrederek, Yûsuf’u Hadrâ’da
hapsetmiştir. Hapishane’de bir zat
Yûsuf’a korku tellallığı yaparak “Daha önce zulmettiğin insanların seni taşa
tutmalarından korkmuyor musun?” diyerek Yûsuf’u tedirgin etmiştir. Bu söz
Yûsuf’u oldukça endişeye sevk etmiş olmalı ki, Halîfe Yezîd’den şartları daha
kötü olsa bile Hadrâ dışında başka bir mahzene nakledilmesini istemiştir.
Yûsuf’un isteğine şaşıran Yezîd, onun isteğini kabul etmiş ve Yûsuf, Velîd b.
Yezîd’in iki oğlunun da bulunduğu hapishaneye sevk edilmiştir.
Yûsuf, Yezîd’in halîfeliğinin
tamamında, iki ay on gün ise halîfe
İbrahim zamanında hapis hayatı yaşamıştır. Mervân Şam’a yaklaşınca, Yezîd b.
Hâlid el- Kasrî’yi, Yûsuf’u katletmesi için görevlendirmiştir. Mervân’ın
görevlendirmesiyle Yezîd, babasını katleden, ailesine türlü işkenceler yaşatan
Yûsuf’tan intikam alabilmek için büyük bir fırsat bulmuştur. Yezîd b. Hâlid ezeli düşmanı Yûsuf’un başını
hapiste kılıçla vurarak katletmiştir.
Yûsuf’un başı gövdesinden ayrılmış ve ayaklarından bir ip bağlanarak Şam
sokaklarında gezdirilmiştir. Aynı zamanda Velîd b. Yezîd’in oğulları Hakem ve
Osman’da Yûsuf’la beraber öldürülmüştür.
Dineverî ise Yûsuf’u öldürenin
Yezîd b. Hâlid değil, onun kardeşi Muhammed b. Hâlid olduğunu belirtir. Halîfe
Yezîd b. Velîd’e biat işi tamamlanınca,
Muhammed b. Hâlid el-Kasrî
tarafından Yûsuf’un başının kesilerek öldürüldüğünü kaydeder. Fakat bu rivayet diğer kaynaklar tarafından
desteklenmemiştir. Tarih olarak Yûsuf’un h.126 Zilhicce ayının ortalarında
katledildiğini ifade eden rivayetler de bulunmaktadır. Ancak bu rivayetlere katılmadığımızı
belirtmek isteriz. Sonuç olarak Yûsuf, Halîfe Mervân zamanında, Yezîd b. Hâlid
tarafından öldürülerek 127/744 yılında, 60 küsür yaşında iken hayatını
kaybetmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. YÛSUF B. ÖMER’İN VALİLİK DÖNEMİ
3.1. Hişâm b. Abdülmelik Dönemine Genel Bir Bakış
Yûsuf b. Ömer, Hişâm b. Abdülmelik
döneminde valiliğe atandığı için, konunun daha net anlaşılması açısından,
dönemin genel idârî yapısı, özellikle Hişâm’ın devlet yönetimi ve yaşanan mühim
hâdiselere kısaca değinmek istiyoruz. Yezîd b. Abdülmelik’in eğlence ve oyun
hayatıyla geçirdiği hilâfet yılları, daha çok aşık olduğu Sellâme ve Habbâbe
adlı kadınlarla beraberdir. 105/724 yılında Yezîd ölmüş, hilâfet makamı
Hişâm b. Abdülmelik’e tevdi olmuştur.
Yezîd b. Abdülmelik kendisinden sonra hilâfet makamına kardeşi Hişâm’ı,
ondan sonra ise oğlu Velîd b. Yezîd’i veliaht olarak atadı. Takrîben 4 yıl kadar halîfelik yapan Yezîd b.
Abdülmelik (101-105/720-724) kabileler
arası dengeyi sağlayamamış ve Hişâm’a sorunlu bir devlet bırakmıştır. Rusâfe’den
gelerek halktan biat alan 34 yaşındaki genç halîfe Hişâm b. Abdülmelik, selefi
Yezîd’in devlete çizmiş olduğu olumsuz çizginin
sorumluluğunu çok iyi biliyor ve duraklama devresine giren
devleti inkişâf ettirebilmenin
yollarına bakıyordu. Yezîd b.
Abdülmelik, selefi Ömer b. Abdülaziz’den
mamur bir devlet teslim almış, fakat halefi Hişâm b. Abdülmelik’e adeta
bir enkaz yığını diyebileceğimiz bir yönetim bırakmıştır. Yezîd b.
Abdülmelik’in devlet yönetimi açısından yapmış olduğu en büyük hata, kabileler
arası dengeyi kaybetmesidir. Onun döneminde Kaysî (Kuzey) kabileleri güç
kazanmış ve devlet yönetiminde büyük oranda söz sahibi olmuşlardır. Halîfe Süleyman ve Yezîd’e göre Hişâm b.
Abdülmelik kabileler arası dengeyi sağlamada onlara nazaran daha başarılı olmuştur.
Bu noktada Yûsuf b. Ömer’in valilik
yaptığı Irak/Kûfe bölgesinde önemli araştırmalar yapan Söylemez’in
değerlendirmesi oldukça dikkat çekicidir: “Şehrin siyâsî tarihi açısından
üzerinde durulması gereken Emevîler’in son otuz yılı, daha çok kabile
çekişmeleri ile geçti. Ömer b. Hübeyre ile başlayan bu süreçte Ömer, Kuzey
Araplarına dayanarak şehri yönetmeye çalışırken; kendisinden sonra iktidara
gelen Hâlid b. Abdullah el-Kasrî ise Yemen kabilelerine dayandı. Hâlid’in
görevden alınmasıyla yerine atanan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî ise yeniden Kuzey
Araplarına dayanarak Irak’ı yönetmeye çalıştı. Ancak şehirdeki muhalif
Yemenliler ve Mevâlî de boş durmayarak Emevîler’in amansız muhalifleri olan
Haşimîlerden istifâde etmeye çalıştılar.”
Bu değerlendirmeler özet olarak Emevî Devletinin, özellikle de onların
son otuz yılının görüntüsüdür.
Genel olarak Hişâm b.
Abdülmelik’in devlet yönetiminden bahsetmeye çalıştık. Konumuz gereği daha
fazla uzatmak istemiyoruz. Hişâm’dan bahsetmemizin sebebi, Yûsuf b. Ömer
es-Sekafî onun ataması sonucu vali olmuş ve vali olması neticesinde uzun yıllar
Hişâm’ın emri altında valilik görevini icra etmiştir. Hişâm döneminin genel
idârî yapısını bilmeden Yûsuf b. Ömer’in yöneticiliği hakkında sağlıklı bir
bilgi elde etmemiz mümkün değildir. Biz de bu gerçekliği göz önünde
bulundurarak Hişâm’dan ve onun
yöneticiliği hakkında birtakım meselelerden bahsettik. Şimdi bu bilgiler
ışığında Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin, Hişâm tarafından Yemen valiliğine
atanmasını ele almak istiyoruz.
3.2. Yemen Valiliğine Atanması
Hz. Ebûbekir’in halîfeliğinden
itibaren Yemen, üç bölgeye ayrılmıştır.
Bunlar San‘a, Cened ve Hadramut’tur. Bu üç bölgenin valisi halîfe
tarafından atanırdı. Abdullah b. Zübeyr’in ayaklanması neticesinde Yemen, bir
müddet Emevîler’den ayrılmıştır. Abdullah b. Zübeyr’in vefatından sonra tekrar
Emevîler’in hakimiyeti altına giren Yemen, çoğunluğu Emevî hanedanına mensup
valiler tarafından yönetilmiştir.
27 Ramazan 106/15 Şubat 725
tarihinde Yûsuf b. Ömer, Hişâm b. Abdülmelik tarafından Yemen valiliğine
getirilmiştir. Hişâm zamanında devlet 6
bölgeye ayrılmıştı. Yemen ise Mekke, Medine, Tâif bölgesine bağlı olarak idare
edilen bir şehirdir. Ayrıca Necid şehri de idârî açıdan bu bölge içerisinde
bulunmaktadır.
Yûsuf b. Ömer’in, 14 yıl süren
Yemen valiliği hakkında da kaynaklarda ayrıntılı ve uzun bilgiler
verilmemiştir. Yûsuf’un valilik öncesi dönemi gibi Yemen valiliği dönemindeki
yaşamı hakkında da kaynaklar oldukça kısıtlıdır. Bunun nedeninin ise, Yûsuf’un
Yemen valiliği döneminde bölgede siyâsî ve askerî bakımdan dikkat çeken
herhangi bir olayın yaşanmaması olduğunu düşünüyoruz.
Yûsuf b. Ömer’in, baskıcı ve sert
bir devlet adamı olduğunu ifade etmiştik.
Özellikle Yemen valiliği döneminde Vehb b. Münebbih’i feci bir şekilde
dövdürüp öldürmesi227 halk üzerinde baskıcı ve sert bir yönetim anlayışı
benimsediğinin göstergesidir.
3.2.1. Yemen’de Hâricî İsyanları
Hâricîliğin doğuşu Hz. Ali ile
Muâviye arasında cereyan eden Sıffîn Savaşı’na dayandırılmaktadır. Fakat bunun
öncesinde Hz. Osman zamanında etkin olmasalar dahi yine o dönemde de
Hâricîlerin varlığı bilinmekteydi. Sıffîn Savaşı’ndan sonra her iki tarafın
kabul ettiği hakem meselesini kabul etmeyen Hâricîler, bu nedenle Hz. Ali’nin
yanından ayrılmışlardır. Bu sebepten dolayı kendilerine “çıkan, isyan eden”
anlamında Hâricî ismi verilmiştir.229 Hâricîlerin neredeyse tamamı, zalim
idareciye karşı isyan etmeyi inanç esasları arasında görmektedirler.230
Yemen’de Yûsuf b. Ömer’in
valiliğinin ilk yıllarında, Abbâd er-Ruaynî liderliğinde bir isyan meydana
gelmiştir. Abbâd liderliğinde ortaya çıkan bu isyanın tarihi konusunda
ihtilaflar mevcuttur. 106/725,231 107/726232 ve 108/727233 yılında meydana
geldiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Meydana gelen isyanın asıl amacına
baktığımız zaman Hâricîlerin, Emevî yönetiminden duydukları memnuniyetsizlik ve
ifrat noktasındaki İslam inançları bu isyanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Hâricîler “eşitlik prensipleri” gereği, devlet başkanlığı görevinin seçimle
olmasını savunmaktaydılar. Dolayısıyla bu kuralı çiğneyip lağv eden Emevî halîfeleri
onlar için birer gâsıbtı.234 Her ne kadar Hâricîlerin aşırılığı ve isyanları
genelde aynı sebeplerle ortaya çıkmış ise de, Yûsuf’un baskıcı yönetim
anlayışının, isyanı körükleyen önemli bir unsur olabileceği göz ardı
edilmemelidir. Abbâd’ın Kelb kabilesine mensup olması235 ve Kaysî olan Yûsuf b.
Ömer’e karşı ayaklanması,
zayıf bir ihtimal de olsa,
Kaysî-Kelbî çekişmesinden neşet bir ayaklanma olabileceğini de ihtimaller
dahilinde değerlendiriyoruz.
Emevîler tarihi boyunca irili
ufaklı birçok defa Hâricî ayaklanması meydana gelmiştir. Yemen’de Yûsuf’a karşı gerçekleştirilen bu
isyan, Hâricî mezhebinin saplantılı inançları doğrultusunda ortaya çıkmıştır.
Abbâd ve onunla beraber olan Hâricîler tarafından başlatılan ayaklanma, Yûsuf
b. Ömer’in müdâhalesi sonucunda isyancıların tamamı katledilerek
bastırılmıştır. Kaynaklar Abbâd ile
beraber isyana katılanların sayısının üç yüz olduğunu ifade eder. Bu bilgilerden yola çıkarak, Abbâd er-Ruaynî
ayaklanmasının geniş kitlelere yayılmadan bertaraf edildiğini anlayabiliriz.
Ayrıca çağdaş araştırmacılardan Tomar, Abbâd’ın ayaklanmasının, Yemen’de
Emevîlere karşı yapılan ilk isyan olduğunu belirtmiştir.
Abbâd er-Ruaynî isyanından daha
sonra, Yemen’de Zühhâf el-Himyerî önderliğinde yine bir Hâricî ayaklanması meydana
gelmiştir. Yûsuf b. Ömer, Ebu’l- Âc es-Sülemî’yi isyanı bastırmak için
görevlendirmiş ve isyana katılanların tamamı katledilerek Hâricîlerin isyanı
sonlandırılmıştır Kaynaklarda Zühhâf
el- Himyerî’nin ayaklanması hakkında birkaç satır bilgi verildiği için, isyanın
detayları hakkında net olarak bilgi sahibi olmadığımızı belirtmek isteriz.
3.2.2. Yûsuf b. Ömer’in Vehb b. Münebbih’i Dövdürmesi
Kaynaklarda Yûsuf b. Ömer’in Vehb
b. Münebbih’i feci bir şekilde dövdürdüğünden
hatta bu şiddet neticesinde Vehb’in öldüğünden bahsedilir. Kaynaklar bu hâdiseyi zikrettikten sonra,
Vehb’in neden ölümüne sebep teşkil edecek şekilde dövüldüğüne dair bilgi
vermezler.
Konumuz gereği Vehb b.
Münebbih’in hayatı ve ilmi kişiliği hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz. Yûsuf
b. Ömer’in Yemen valiliğinde iken feci bir şekilde dövdürdüğü Vehb b. Münebbih,
Yahudi kökenli bir Müslüman olup, yine Yahudi
kökenli Abdullah b. Selâm
(43/663-664) ve Ka’bu’l-Ahbâr (32/652-653) ile beraber tefsire îsrailiyyat
getiren ilk kimselerden olduğu ifade edilmiştir. Vehb b. Münebbih’in hayatına baktığımız zaman
ilmi noktada ciddi çalışmalar yaptığına ve insanlara vaazu nasihatlerde
bulunduğuna şahit olmaktayız.
Yûsuf b. Ömer’in dövdürtmesi
sonucunda, rivayetelere göre Vehb 110/728,
111/729 veya 114/732 yılında iken Yûsuf’un valiliği esnasında San‘a’da
vefat etmiştir. Zehebî, Yûsuf’un bu
şiddeti sonucunda Vehb b. Münebbih’in hayatını kaybettiğini bildirmiştir.
Yûsuf b. Ömer, Irak’a atanıncaya
kadar Yemen valiliğine devam etmiş ve Irak’a atanması üzerine Yemen valiliği
görevini oğlu Salt devralmıştır. Salt’tan sonra ise Yûsuf’un kardeşi Kâsım b.
Ömer, Yemen valiliği görevini sürdürmüştür.
Kaynaklarda Yemen valiliği hakkında daha fazla bilgi olmadığı için Yûsuf
b. Ömer’in Yemen valiliğinden sonra asıl icraat mahalli olan Irak valiliğinden
bahsetmek istiyoruz.
3.3. Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanması
A) Hişâm b. Abdülmelik’in Yûsuf b. Ömer’e Yazdığı Gizli
Mektup
Hişâm b. Abdülmelik, Hâlid’i
azletmeye karar vermiş, fakat bunu en başta gizli tutmuştur. Evvela Irak’a kimi
atayacağını düşünmüş, Mudarîlerin gönlünü alabilmek adına tercihini Yûsuf b.
Ömer es-Sekafi şeklinde belirleyerek, Yûsuf’u bu zor göreve münasip bulmuştur.
Kaynakların müştereken bildirmesine göre Hişâm, kendi el yazısıyla bir mektup
yazıp gizli bir şekilde Yûsuf’un adamlarıyla beraber Irak’a hareket etmesini
emretmiştir. Daha sonra 30 kadar adamını
yanına alan
Yûsuf, sonunda Kûfe vilayetine
bir seher vaktinde ulaşmıştır. Hişâm’ın direktifleri doğrultusunda orada bir
hutbe îrad etmiş ardından Hâlid’i tutuklamasıyla yeni görevine resmen
başlamıştır.
Yûsuf b. Ömer, Halîfe Hişâm’a,
hem hâcibi hem de muhafızı olan Cündeb
aracılığıyla bir mektup göndermişti. Yûsuf tarafından Cündeb
aracılığıyla gönderilen mektubun içeriği, kaynakların çoğu tarafından
belirtilmemiştir. Belâzürî ise bu mektup da, Yemen’in ihtiyaçlarını bildiren
bir liste olduğunu kaydeder.
Hişâm son zamanlarda Irak valisi
Hâlid b. Abdullah’a karşı oldukça öfkeliydi. Yûsuf’un elçisi gelmeden kısa bir
zaman önce Hâlid, Hişâm’ı sinirlendirecek bir mektup göndermişti. Bu olay üzerine Hişâm, Yûsuf b. Ömer’in
elçisini huzuruna çağırmış ve ona Yûsuf b. Ömer’in hallerini sorduktan sonra
Yûsuf hakkında hakaretlerde bulunmuştur. Hatta Halîfe Hişâm, Cündeb’in
elbiselerinin yırtılmasını ve kırbaçla vücuduna vurulmasını da
emretmiştir. Yapılan bu işkencelerden
sonra Hişâm, Divân-ı Resâil’de görevli olan Sâlim b. Anbese b. Abdülmelik’i
huzuruna çağırarak, Yûsuf b. Ömer’e yazacağı emirleri kaleme almasını emretmiş
ve bir mektup oluşturmasını istemiştir. Daha sonra Hişâm’ın huzurundan herkes
ayrılmış ve bir müddet sonra Sâlim’in, Hişâm’ın emirlerinden oluşan, küçük
kapsamlı içerisinde birtakım emirler bulunan mektup halîfeye sunulmuştur. Bu
mektuptan ayrı olarak Halîfe Hişâm, bizzat kendisinin kaleme aldığı başka bir
mektubu gizlice diğerinin arasına eklemiştir. Hişâm gizli mektubunda, Yûsuf’un
gizlice 30 adamıyla Kûfe’ye Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi
tutuklayarak gerekenleri yapmasını söylemiş ve onun yerine Irak’a kendisinin
vali olduğunu bildirmiştir. Sâlim’in
yazdığı mektubun içerisine, Hişâm mektubunu gizlemiş ve belge mühürlendikten
sonra Yûsuf b. Ömer’in elçisine Yemen’e
gönderilmek üzere teslim
edilmiştir. Hişâm’ın, kendi maiyetinde olan bir valiyi, gizli olarak azletmesi,
devlet otoritesinin o dönemde zayıf olduğuna işaret olabilir. Ayrıca Irak gibi
her an ayaklanmaya müsait bir bölgenin valisini gizli olarak azletmek, organize
çıkabilecek ayaklanmaları da engelleme amacı taşımaktadır.
Yemen’e ulaşan elçi, Yûsuf b.
Ömer’in huzuruna varınca, mektubu okumadan evvel Yûsuf, birtakım sorular
sormuştur. Evvela halîfenin kendisi hakkındaki görüşlerini merak eden Yûsuf, bu
soruyu elçiye yöneltmiş fakat Hişâm’ın kendisine son derece kızgın olduğu
cevabını almıştır. Ayrıca elçi, Hişâm’ın kendisine uygulamış olduğu muameleleri
de anlatarak, elbiselerinin yırtılıp kırbaçlanmak sûretiyle cezalandırıldığını
bildirmiştir.
Halîfe Hişâm’ın gönderdiği
mektubu açan Yûsuf, Irak valiliğine atandığını ve bu durumu gizli tutarak hemen
Irak’a hareket etmesi gerektiğini bildirir mektubu görmüştür. Bu emir üzerine
Yûsuf ivedi olarak 30 arkadaşıyla beraber hemen yola koyulmuş, valilik
vekaletini ise oğlu Salt’a bırakmıştır.
Kaynaklar, Hişâm’ın yazmış olduğu gizli mektubu Yûsuf b. Ömer okuduktan
sonra, Irak valiliğini almak için alelacele Kûfe’ye Hâlid b. Abdullah
el-Kasrî’nin yanına gittiğinden bahsederler.
Yani Yûsuf, Halîfe Hişâm’ın yanına hiç uğramamış doğrudan Kûfe’ye
geçmiştir. İbn Kesîr ve Belâzürî’de geçen diğer bir rivayete göre ise, Halîfe
Hişâm’ın, Hâlid b. Abdullah’ı azletmeye karar verdiğini ve bunun üzerine
Yemen’deki valisi Yûsuf b. Ömer’e kendi elçisini göndererek otuz adamıyla
beraber Kûfe’ye hareket emri verdiğini ifade eder. İbn Kesîr ve Belâzürî’de
geçen ikinci rivayete göre Yûsuf’un elçisi Hişâm’a gitmemiş, aksine Hişâm
bizzat elçi göndermiştir.
Yûsuf b. Ömer’in Irak’a vali
olarak görevlendirilmesinin temel nedeninin ise, bölgede en büyük güç olan
Kaysîlerin siyâsî olarak beklentilerinin karşılanması ihtiyacıydı. Apak, “Şam’dan
sonra ülkenin ikinci büyük merkezi ve hilâfetten
sonraki iki numaralı koltuk
sayılan Irak valiliğine Yûsuf’un tayini, yönetime küskün olan Kaysîler’in
memnun edilmesini sağlamak!” olduğunu ifade etmiştir.
Yûsuf b. Ömer’in tercih
edilmesinin bir diğer sebebi ise, Emevî Devletine ve halîfelere olan
sadakatidir. Yûsuf, her fırsatta Ehli beyti kötüleyip onlarla mücadele ederken,
Emevî Devletini var gücüyle savunmuştur. Belâzürî’nin bildirmesine göre Yûsuf
b. Ömer bir hutbesinde, insanlar arasında ilk fitne kapısının açılmasının ve
kan dökülmesinin Ali ve onun zenci arkadaşı yani Ammâr b. Yâsir ile başladığını
belirtmektedir. Yûsuf, hilâfet hakkının
en başından beri Ümeyyeoğullarına ait olduğunu düşünmektedir. Sıffîn savaşının
suçlusunun, Hz. Ali ve onu destekleyenler olduğunu cuma hutbeleri başta olmak
üzere her fırsatta dile getirmiştir.
B) Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanma Tarihi
Yûsuf b. Ömer’in Irak’a vali
olarak atandığı tarih 120/738 yılıdır. Fakat ay olarak Cemâziyelevvel mi yoksa
Cemâziyelâhir mi olduğunda ihtilaf bulunmaktadır. Cemâziyelevvel 120/Mayıs 738
yılında, Hişâm’ın Irak’a vali olarak
atandığını bildirir gizli mektup Yûsuf’un eline geçmiştir. Yûsuf, Yemen’de îfâ
ettiği valilik görevini oğlu Salt’a tevdi edip
3 0 adamıyla beraber Irak’a hareket etmiştir. Taberî, İbnü’l-Esîr ve
Nüveyrî, Yûsuf’un Irak valiliğinin Cemâziyelâhir/Haziran ayında
gerçekleştiğinden bahsederler. Zira
onlara göre Hâlid Cemâziyelevvel ayında azledilmiş, Yûsuf b. Ömer ise Cemaziyülâhir/Haziran
ayında Kûfe’ye ulaşmıştır. Daha sonra
Yûsuf, Necef’te konaklamış ve bir seher vakti Kûfe’ye adamlarıyla beraber
girmiştir.
Belâzürî ve İbn Kesîr gibi
tarihçiler ise Hâlid’in Cemâziyelevvel 120 tarihinde azledilip, yine
Cemâziyelevvel ayı içerisinde Yûsuf’un valiliğinin
başladığını belirtmişlerdir.
Onlar, Hişâm’ın gönderdiği gizli mektubun Yûsuf’un eline geçmesiyle Yûsuf’un
Irak valiliğinin başladığını kabul ederler.
İbn Kesîr, Hâlid b. Abdullah’ın Şevval 105/Mart 724 tarihinde Irak’a
vali olarak atandığını ve 120/738 yılı Cemâziyelevvel ayında azledildiğini
belirttikten sonra, aynı ayda Yûsuf b. Ömer’in Irak valisi olarak görevine
başladığını belirtmiştir. İbnü’l-Esîr ve
Nüveyrî ise bu konuda detaylı bilgiler verip, “Yûsuf b. Ömer, 120/738 senesinin
Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye geldi ve Necef’te konakladı.” diyerek Yûsuf’un Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye
ulaştığını ifade etmişlerdir.
120/738 Cemâziyelevvel ayında
Yemen’den Irak’a doğru yola çıkan Yûsuf, 17 gün süren yolculuğunun ardından,
120/738 Cemâziyelâhir ayında Kûfe’ye ulaşmıştır. Bazı kaynakların Yûsuf’u, Hişâm’ın gönderdiği
mektup eline geçer geçmez Irak valisi olduğunu esas alırken, bazı tarihçilerin
ise Yûsuf’un göreve başlama tarihini, Hişâm’ın emriyle Kûfe’ye varıp Hâlid’i
tutuklamasıyla gerçekleştiğini kabul ettikleri kanaatindeyiz.
Yûsuf, Hişâm’ın gönderdiği
mektubu eline aldığı zaman takvimler Cemâziyelevvel 120/738 tarihini
göstermekteydi. 17 günlük yolculuğun ardından Kûfe’ye varması ise Cemâziyelâhir
120/738 tarihinde olmuştur. Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin kabul edilen görüşe
göre fiili olarak Cemâziyelâhir ayında azledildiğini ve tutuklandığını göz
önünde tutarsak, Yûsuf’un Cemâziyelevvel ayında yola çıkıp Cemâziyelâhir ayında
Kûfe’ye vardığını çok rahat bir şekilde anlayabiliriz.
İbn Hallikân’ın Vefâyât’ında,
Buharî’nin nakliyle gelen bir rivayette ise Yûsuf b. Ömer’in 121/738-739
tarihinden 124/742 tarihine kadar Irak valiliği görevini yürüttüğü ifade
edilmiştir. Fakat bu rivayet diğer
kaynakların tamamına göre yanlıştır.
C) Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliğine Atanmasının Gerekçeleri
Daha öncede belirttiğimiz gibi
Hişâm, halifelik makamına gelir gelmez birçok icraatte bulunmuştur. 101/720
yılında hilâfet makamına oturun Yezîd b. Abdülmelik tarafından bozulan devlet otoritesini yeniden
düzeltebilmek adına, Hişâm var gücüyle çalışmış ve birçok değişikliklere imza
atmıştır. Yezîd b. Abdülmelik 101-105/720-724 yılları arasında 4 yıl halifelik
yapmış fakat bu süreçte devlete ciddi
zararlar vermiştir.
Yûsuf b. Ömer’in vali olarak
atandığı Irak bölgesi eyaletler içerisinde belki de en önemli olanıydı. Bazı
araştırmacılar, hilâfet merkezi Suriye’den sonra en önemli merkezin Irak
olduğunu ifade etmişlerdir. Çağdaş
araştırmacılardan Aksu, Irak’a atanan valinin, diğer bölgelere tayin edilen
valilerden farklı olduğunu, yetki bakımından daha fazla yetkilere sahip
olduğunu belirtmiştir. Irak valisi, halîfeden sonra gelen ikinci adam
konumundaydı. Burası kozmopolit yapısı
itibariyle, yönetimi en zor olan bölgelerin başında gelmekteydi. Hem Araplar,
hem de Acemlerin bir arada yaşadığı ve oldukça büyük bir bölge olan Irak’ın
başkenti ise Kûfe şehriydi.
27 Ramazan 106/15 Şubat 725
tarihinde Yemen’e vali olarak atanan Yûsuf b. Ömer, yaklaşık olarak 14 yıl bu görevi yürütmüş ve
daha sonra Hâlid b. Abdullah el-Kasrî azledilerek onun yerine zor bir görev olan Irak
valiliğine getirilmiştir. Yûsuf b. Ömer
es-Sekafî’nin hem Irak valiliğine atanması hem de bu atama
sürecinde yaşanan olaylar dikkat
çekici özellikler barındırmaktadır. Evvela Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin niçin Yemen’den
Irak’a atandığı konusunu ele almak istiyoruz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi
Hişâm, kabileler arasında herhangi bir fitnenin zuhûr etmemesi için olanca
gücüyle gayret gösteriyor ve gerekli müdâhaleleri yapmaktan asla çekinmiyordu.
Özellikle vali atamaları konusunda çok titiz davranmış ve kabilecilik yapan
valileri derhal görevinden uzaklaştırmıştır. Yezîd b. Abdülmelik’in Irak valisi
Ömer b. Hübeyre el-Fezârî, tıpkı Yezîd b. Abdülmelik gibi kabilecilik ateşine
odun taşıyarak, yönetimde Kaysî yanlısı bir tutum sergilemiş ve Yemenî
kabilelerin hoşnutsuzluğunu daha da artırmıştı.
Bir diplomasi adamı olan Hişâm, hilâfete gelir gelmez bu duruma hemen
müdâhil olmuş ve Ömer b. Hübeyre’yi görevinden azlederek yerine Yemenli Hâlid
b. Abdullah el-Kasrî’yi atamıştır.
Hişâm’ı, diğerlerine karşı destekleyerek Irak valiliğiyle ödüllendirilen
Hâlid, yaklaşık 15 yıl süren
valiliğinden sonra makamını Yûsuf b. Ömer es- Sekafî’ye bırakmak zorunda
kalmıştır. Becîle kabilesine mensup olan
Hâlid, kabile dengesini sağlamak için Irak valiliğine getirilmiş, fakat
valiliğinin sonlarına doğru objektif devlet adamlığı karakterini kaybederek hem
taraf tutmuş, hem de çeşitli ihtiraslarla şâibeli bir şekilde görevinden
azledilmiştir. Becîle kabilesi güçlü bir
kabile değildi. Hâlid, Irak’ta uzun yıllar kabilesinin varlığıyla değil, güçlü
devlet adamı olması nedeniyle vali olarak kalabilmiştir. Hişâm, Hâlid’i
aralarında cereyan eden şahsi ve politik atışmalardan dolayı görevden almıştır.
Fakat Hişâm’ın asıl amacı, Yûsuf b. Ömer’i Irak gibi kritik bir bölgeye vali
yaparak, gönülleri kırılan ve
devlete küsen Mudarîlerin gönlünü
bir nebze de olsun alabilmektir. Tıpkı
Yûsuf b. Ömer gibi daha öncesinde de Haccâc b. Yûsuf, Abdülmelik b. Mervan
zamanında Kaysîlerin gönlünü almak amacıyla Abdülmelik tarafından Irak
valiliğine getirilmiştir. Haccâc b. Yûsuf da amcasının torunu Yûsuf b. Ömer de
aynı temel siyâsî amaçlar doğrultusunda Irak valiliğine getirilmişlerdir.
Böylelikle Irak bölgesi Kaysîlerin alt kolu olan Sekafîlere teslim edilerek
bölgede denge sağlanmaya çalışılmıştır.
D) Yûsuf b. Ömer’in Kûfe’ye Gitmek İçin Gizlice Yola Çıkması
Yûsuf b. Ömer, Halîfe Hişâm
tarafından yazılan ve Cemâziyelevvel 120/Mayıs 738 tarihinde Irak valisi olarak atandığını bildiren gizli
mektup eline geçtikten sonra, oğlu Salt’a Yemen valiliği görevini tevdi edip,
hiç vakit kaybetmeden gizlice 30 adamıyla beraber yola çıkmıştır. Halîfe Hişâm göndermiş olduğu mektubunda bu
durumun aralarında sır olacağını ve bu konudan asla kimseye bahsetmemesini
emretmiştir. Çünkü Hâlid b. Abdullah bu durumdan haberdar olursa sorgulanmadan
kaçabilir veya Yûsuf b. Ömer’e pusu kurarak onu ortadan kaldırabilirdi.
İbn Hallikân ve Belâzürî’de geçen
bir rivayete göre, mektup Yûsuf’un eline geçtiği zaman Esedoğullarının mevlâsı
ve aynı zamanda Yûsuf’un tüccarı olan Eşres, Yûsuf’un yanındaydı. Eşres
mektubun mahiyetini Yûsuf’a sormuş, Yûsuf ise Halîfe Hişâm’ın umreye gitmek
için emir verdiğini, bir an evvel yola çıkılması gerektiğini bildirmiştir.
Günlerce yol aldıktan sonra karşılarına bir yol ayrımı çıkmış Yûsuf, tüccar
Eşres’e yolların nereye gittiğini sormuş, Eşres ise bir yolun Medine’ye, diğer
yolun ise Irak’a gittiğini söylemiştir. Umre mevsimi olmadığı için şüphelenen
Eşres, Irak yoluna girdikleri vakit durumu sezmiştir.
Taberî de bu konuda ilginç bir
olay nakleder. Yûsuf, mektup eline geçince oğlu Salt’a Yemen valiliğini tevdi
etmiş 30 adamıyla beraber yola çıkmıştı. Yolculuk esnasında adamlarından biri
ne tarafa gittiklerini Yûsuf’a sormuş, bunun üzerine
Yûsuf ona 100 kırbaç vurdurtarak
“Ey Ahmak’ın oğlu! Benim menzilime varana kadar bunu bilmeyeceksin.”
demiştir. Yolculukları esnasında
karşılarına bir yol ayrımı çıkmış Yûsuf adamlarına hangisi Irak yoludur, diye
sormuş ve yanındakiler nereye gideceklerini ancak o zaman
öğrenebilmişlerdir. Yûsuf ve askerleri
yorgun yolculuklarının ardından 17 gün sonra
Kûfe yakınlarında Necefte istirahat için konaklamışlardır. Yolculuk esnasında Yûsuf, kimliğini ve
maksadını oldukça gizli tutuyor ve istirahat ettiği noktadan geçen birkaç
Iraklı kim olduklarını sorduğu vakit, kaçamak cevaplar vererek yolcu
olduklarını ifade ediyordu.
Hâlid’in en yakın adamlarından
olan Târık oğlunu sünnet ettirmiş,
oldukça kalabalık bir katılımcısı olan bu sünnete binlerce insan iştirak
ederek, birçok atiyyeler (hediyeler) sunulmuştu. Kalabalık bir gündü ve Yûsuf’un konakladığı
yerden geçenler bu gizemli adamın kim olduğunu merak ediyorlardı. Bu kişiler
durumdan şüphelenmiş, Yûsuf ve arkadaşlarını Hâricî zannedip Târık’a haber
vermişlerdir. Bilindiği üzere
Hâricîlerin sayısı az da olsa canları pahasına ayaklanıyorlardı. Bundan dolayı
Târık’a gelen kişiler de onların öldürülmelerini istemiştir.
Irak’ın ne denli tehlikeli bir
yer olduğunu bilen Yûsuf’un, Kûfe yakınlarında istirahat etmesinin asıl maksadının
yorgunluktan dolayı istirahat amaçlı değil, gecenin karanlığında insanların
kendisini göremeyeceği bir vakitte herkes derin uykudayken valiliğini ilan
etmektir. Bu durumun olası bir karşı çıkışı engellemek düşüncesinde olduğu
kanaatindeyiz. Ondan dolayı karanlığı bekliyor ve hazırlıklarını ona göre
yapıyordu.
Gecenin karanlığında Kûfe’ye
giren Yûsuf, yanındaki adamlarıyla beraber kabiledaşları olan Sakîflilerin
yanına gitmiştir. Mudarlıları toplattırarak hep beraber
seher vaktinde mescide doğru yönelmişlerdir. Yûsuf müezzinden kamet getirmesini istemiş ve
Kûfe’nin büyük camisinde sabah namazını bizzat kendisi kıldırarak, birinci
rekatında Vâkıa sûresini, ikinci rekatında ise Meâric sûresini okumuş namazın akabinde Kûfe mescidinde Irak
valiliğini resmen ilan etmiştir.
Yûsuf’un bu sûreleri okumasındaki amacının, Kûfelilere karşı bir
ültimatom niteliği taşıdığı kanaatindeyiz. Sûreler içerik olarak incelendiği
zaman, Yûsuf’un mesaj vermeye çalıştığı anlaşılacaktır.
O gün Mudarlıların yanısıra,
Hîre’de bulunan Hıristiyanlar da Yûsuf b. Ömer’e tabi olarak biat ettiklerini
bildirmişlerdir. Fakat çok ilginçtir ki,
15 yıla yakın valilik yapan Hâlid b. Abdullah’ı savunmak amacıyla Yûsuf’a karşı
gelen kimse çıkmamış ve Yûsuf hiçbir mukavemet görmeden çok kolay bir şekilde
vali olmuştur. Bu durum Irak’ta Mudarîlerin oldukça güçlü bulunduklarını, aynı
zamanda Hâlid b. Abdullah’ın artık istenmeyen bir kimse olduğunun
göstergesidir. Halîfe Hişâm, Hâlid b. Abdullah’ın yakalanıp valilerinin de
azledilmesini emretmişti. Ebân b. Velîd, Basra valisi Bilâl b. Ebî Bürde,
Sicistan valisi Abdullah b. Ebî Bürde, Yûsuf tarafından azledilmişlerdir.
Hişâm, yalnızca Sind valisi Hakem b. Avâne’nin
görevine devam edeceğini bildirmiştir.
3.3.1. Yûsuf b. Ömer’in Hâlid b. Abdullah’a ve Yakınlarına Yaptığı
Eziyetler
A) Yakınlarına Yapılan Eziyetler
Yûsuf b. Ömer, Kûfe’de sabah
namazını kıldırdıktan sonra valiliğini ilan etmişti. Hişâm’ın Hâlid’e duyduğu
öfke o kadar büyüktü ki, Yûsuf’a yazdığı gizli mektubunda Hâlid’in bir an evvel
tutuklanmasını istemiştir.
1) Bu anlamda İbn Kuteybe, Yûsuf b. Ömer’in, Hâlid ve onun
yakın çevresiyle hesaplaşmaya başladığını bildirmektedir.
2) Vloten, vazifesine başlayan bir emirin aldığı ilk
tedbirin, selefinin bütün memurlarını ve destekçilerini tutuklamak olduğunu,
kendisinden önceki idarenin hapsettiği kişilerin ise salıverildiğini ifade
etmektedir.
Yûsuf bu işe Hâlid’in yakın
çevresinden başladı. Yûsuf b. Ömer, azatlısı Keysân’ı göndererek: “Git Târık’ı al gel. Eğer zorluk
çıkarmadan gelirse ata bindir, fakat tam tersi, gelmekte direnirse onu
sürükleyerek getir.” diyerek artık
işkencelere başlıyordu. Keysân, yeni Irak valisi Yûsuf’tan aldığı emri infaz
etmek üzere yola çıkmış, Hâlid b. Abdullah’ın en yakın adamlarından olan
Târık’ın yanına gitmiştir. Keysan: “Yeni vali Yûsuf geldi, seni çağırıyor!”
diyerek kendisini Yûsuf’un yanına götüreceğini bildirdi. Olacakların idrakinde
olan Târık: “Eğer Emir mal isteseydi, istediğini verirdim.” diyerek kendince
Yûsuf’un şerrinden kurtarmayı planlıyordu. Keysân, Târık’ı yanına alarak
Irak’ın yeni valisi Yûsuf’un yanına getirdi.
Hîre’ye, Yûsuf’un yanına
getirilen Târık, feci şekilde dövülmüş ardından çeşitli işkenceler
yapılmıştır. Yapılan işkenceler
neticesinde Târık hayatını kaybetti.
Yûsuf böylece valiliğinin daha başlangıcında işkencelere başlamış
oluyordu.
Hâlid’in yakın çevresinde olan ve
Kûfe’nin önde gelen isimlerinden Bilâl b. Ebî Bürde de Yûsuf’un işkencelerine
maruz kalmıştır. Bilâl, Hâlid’in Basra
valisi olarak görev yapmış bir kimseydi.
Vekî‘, Bilâl’in hem valilik hem de kadılık yaptığını kaydetmiştir. Bilâl, hadis ilminde sika (güvenilir) sayılan
alimlerden biri olup, hadis rivayetlerinde bulunmuştur. Bilâl’in babası Ebî
Bürde (ö.103/721) Kûfe’nin kadılarından
olup dedesi ise sahâbenin önde gelen isimlerinden Ebû Mûsa el-Eşârî’dir. Bilâl, edebiyat noktasında da derin
bilgisiyle şöhret olmuştur. Valilik
görevinden önce ise 109/728 yılında Basra’da Şurta’nın (Polis Teşkilatı)
başında bulunmuştur. Daha sonra Şurta
görevinin yanısıra, Basra kadılığı görevini de yürütmüştür. Bilâl Kûfe’de yeni bir ev almış, henüz yeni
aldığı evine yerleşmemişti. Bilâl’in yeni almış olduğu bu ev, Yûsuf b. Ömer
döneminde hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yûsuf’un emriyle yakalanan Bilâl, Hâlid b.
Abdullah ile aynı hapishaneye konmuştur. Bilâl de diğerleri gibi işkence ve
hakaretlere maruz kalmıştır. Yûsuf, Bilâl’in ceddine küfrettiği esnada, Hâlid
b. Abdullah dayanamayarak, “Allah seni ıslah etsin, onun ceddi Ebî Musa el-
Eş’âri’dir.” şeklinde serzenişte bulunmuştur. Hâlid böyle yaparak, Bilâl’in
sahâbe torunu olduğunu Yûsuf’a hatırlatmak istemiştir. Ayrıca Yûsuf’un, Bilâl’den 300 bin dirhem de
para aldığı da ifade edilir.
Yûsuf’un işkencelerine
dayanamayan Bilâl bir fırsatını bulmuş ve hapisten kaçarak Şam tarafına doğru
yola çıkmıştır. Yûsuf, Bilâl’i
yakalaması için adamlarını görevlendirmiş fakat onu Hişâm’ın adamları
yakalayarak halîfenin huzuruna getirmişlerdir. Bilâl’in yakalandığını haber
alan Yûsuf, halîfeden Bilâl’i
iade etmesi için bir mektup
kaleme almış ve mektubuna müsbet cevap verilerek Bilâl iade edilmiştir.
Belâzürî, Yûsuf’un, Bilâl’i
yakalayabilmek için ona bir mektup yazdığından bahseder. Yûsuf, Bilâl’e geldiği
takdirde mallarını alabileceği ve kendisine hiçbir şekilde kötü muamelede bulunulmayacağına
dair söz verir. Bunun üzerine Bilâl, Yûsuf’a itimat ederek mallarını almak
üzere gelmiştir. Irak valisi Yûsuf sözünde durmamış, Bilâl’i kelepçeleterek
hapse koymuş, bunun üzerine Bilâl 126/743 yılında hapiste iken hayatını
kaybetmiştir.
Bilâl’in kardeşi aynı zamanda
Hâlid döneminde Sicistan valisi olan Abdullah b. Ebî Bürde de aynı şekilde
hapiste dert ve tasa içerisinde, yapılan işkenceler neticesinde hayatını
kaybetmiştir.
Yûsuf b. Ömer’in, kendisine karşı
çıkan 30 bin muhalifi Kûfe’de hapsettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Fakat bu rivayetlere ihtiyatlı yaklaştığımızı
belirtmek isteriz. Yûsuf’un, Irak’ta valiliğini ilan ettiğinde, herhangi bir
mukavemetle karşılaşmadığını ifade etmiştik. Üstelik Hâlid’in kabilesi olan
Becîle güçlü de değildi. Hâlid, Irak’ı kabilesine güvenerek değil,
şahsiyetinden gelen güçlü karakterle yönetmiştir. Arkasında sayı olarak büyük
destek bulunmamaktadır. Dolayısıyla 30 bin muhalifin tutuklandığını belirten
rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz.
B) Hâlid b. Abdullah’a Yapılan Eziyetler
Hâlid’in yakın çevresinde
bulunlardan kimine işkence edildiğini, kiminin ise hapse atıldığını
belirtmiştik. Sırada Hâlid vardı, zira Hişâm, Hâlid’den artık tam manasıyla
kurtulmuştu. Hâlid azledilince Vâsıt’a kaçmış fakat Yûsuf peşinden askerlerini
göndererek onu yakalatmış ve Hîre’ye hapsetmiştir. Yûsuf, Atâ b.
Mukaddem isimli adamını, Hâlid’i
teslim alması için göndermiştir. Atâ
önce Hâlid’in hâcibinin yanına gelmiş ve Hâlid’in yanına girmem için bana izin
al diyerek Hâlid’in huzuruna çıkmıştır. Atâ, Hâlid’in huzuruna çıkınca aniden
onu yakalamış ve hapsetmiştir. Hâlid,
herhangi bir mukavemet göstermeden derdest edilmiş ve tutuklanmaya razı
olmuştur. Hâlid tutuklandıktan sonra,
Yûsuf b. Ömer ona işkence edebilmek için elçisi Kuhzum’u Halîfe Hişâm’dan izin
alması için göndermiştir. Hişâm bir defalığına izin vermiş, “Eğer Hâlid’i
öldürürsen ben de seni öldürürüm.” diyerek Yûsuf’un onu öldürmemesi gerektiğini
bildirmiştir.
Irak valisi Yûsuf, izin aldıktan
sonra Hâlid’i, insanların gözü önünde gün boyu işkenceye tabi tuttuğu, Hâlid’e
yaptığı eziyetlerin yanısıra oldukça ağır hakaretler ettiği rivayet
edilmektedir. Yine rivayetlere göre, kâhinin oğlu, Hıristiyan kadının oğlu şeklinde tahkir
ederek onu halkın gözü önünde rencide etmiştir. Yûsuf, Hâlid’e iftiharla ve
böbürlenerek vuruyor, Hâlid ise “Ahmak, Sakîf’in ahmağı, şarap satıcısının
oğlu.” diyerek işkence altında inliyordu.
Burada Yûsuf’un, Hâlid’e işkence ettirdiği muhakkaktır. Fakat
rivayetlerdeki anlatımların mübalağalı olduğu kanaatindeyiz. Devlet geleneği
açısından Irak gibi önemli bir eyaletin valisinin, adeta cellat gibi
gösterilmesi kabul edilemez bir durumdur.
Yûsuf, Hâlid’in oğlu Yezîd’e 30
kırbaç vurdurmuş, daha sonra onu da hapsettirmiştir. Yûsuf b. Ömer, Hâlid b. Abdullah’ı ve onunla
beraber oğlu Yezîd’i, kardeşi İsmail b. Abdullah’ı ve kardeşinin oğlu Münzir b.
Esed’i zayıf bir rivayete göre on
ay kaynakların çoğunun belirttiğine göre
ise on sekiz ay hapsetti. Yûsuf’un,
Hâlid’den 9 milyon, diğer rivayete göre
ise 20 milyon dirhem aldığı ifade
edilmiştir. Yûsuf’un, Hâlid ve adamlarından toplamda 30 milyon,
90 milyon veya 100 milyon dirhem
civarında büyük rakamlar aldığı rivayet edilir.
Fakat rivayetlerdeki miktarların birbirinden büyük oranda farklı olması,
ihtiyatlı yaklaşmamızı zorunlu kılmaktadır. Yeni atanan bir valinin,
kendisinden önceki idarecinin yaptığı icraatleri kötülemesi ve onu
cezalandırması o dönemde oldukça yaygın bir uygulamaydı. Yûsuf, halk nazarında
Hâlid’i devlet malını zimmetine geçiren bir vali olarak göstermek istemiş
olabilir. Hâlid’i bu şekilde göstermesi, azledilmesi için makul bir sebeptir.
Böylelikle halkın Yûsuf’u daha çabuk kabullenmesi sağlanmış olur.
18 ay hapis hayatı yaşayan Hâlid,
Şevval 121/Eylül 739 yılında Hişâm’ın emriyle serbest bırakılmıştır. Hâlid serbest kalınca korkmaya başlamış,
Hâlid’in korktuğunu gören Yûsuf neşeli bir şekilde “Sefil adama söyleyin
korkmasın!” diyerek onunla dalga geçmiştir.
Hâlid serbest kalmasına mukabil Rusâfe’nin bir köyünde 122 yılı Safer
ayına kadar ikamet etmiştir. Yezîd b.
Hâlid ise onlardan ayrılarak Tayy kabilesinin yanına gitmiştir. Daha sonra ise
oradan ayrılmış ve Şam’a, babası Hâlid’in yanına geçmiştir
121/739 -122/740 yılı dolaylarında Zeyd b. Ali isyanı ortaya
çıkmış, isyan bastırıldıktan sonra Zeyd katledilmiştir. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in
ayaklanmasından sorumlu olarak Hâlid’i işaret etmiştir. Hâlid’in Ehli beyte
yaptığı maddi yardımların onların ayaklanmasına yardım ettiğini, Hâlid’in
valiliği döneminde Zeyd ve Ehli beyte yaptığı yardımlar neticesinde tek
dertleri karınlarını doyurmak olan Ehli beytin şımartıldığını Hişâm’a bir
mektupla bildirmiştir. Hişâm
ise elçinin getirmiş olduğu
mektubu okuyunca “Yûsuf yalan söylüyor, biz Hâlid’i itaat konusunda itham
etmeyiz.” diyerek Yûsuf’un elçisini de dövdürtmüştür. Burada Hişâm’ın sinirlenmesinin sebebinin
Hâlid’i savunmasından kaynaklanmadığı kanaatindeyiz. Emevî idarecileri genel
anlamda düşmanlarını sindirebilmek için onlara birçok maddi yardımlar yapmış,
bir nevi minnet altında bırakmayı hedeflemişlerdir. Hişâm gibi zeki bir devlet adamı da Yûsuf’un
siyasetten uzak ve iş bilmez tutumuna sinirlenmiş ve bu sebebe binâen Yûsuf’un
elçisini dövdürterek, Yûsuf’a aba altından sopa göstermiştir. Hişâm’ın bu
tutumunun, Hâlid’in siyasetini beğendiğine, Yûsuf’un siyasetinin ise akıl
tutulması olarak telakki ettiğine işarettir. Durumdan haberdar olan Hâlid,
Yûsuf’un tavrından rahatsız olmuş, yanındakilerle beraber Şam’ın Sâife olarak
adlandırılan kıyı bir yerleşim yerine yerleşmiştir. İbn Kuteybe’ye göre ise Mekke’ye gitmiştir. Fakat İbn Kuteybe bu görüşünde
yalnız kalmış ve ağırlıklı olan görüşe göre Hâlid, Şam’da hayatını
sürdürmüştür.
Burada huzur içerisinde bir hayat
arayan Hâlid, birtakım iftiralara uğramıştır. Iraklı İbnû’l-Amerres isminde bir
zat, her gece Şam muhitinde yangın çıkarıp, beytül malden adamlarıyla beraber
hırsızlık yapmaktadır. Vali Külsûm b. İyaz bu işin Hâlid’in tarafgirleri
tarafından yapıldığı zannıyla durumu Hişâm’a bildirmiş, Hişâm ise derhal
Hâlid’i tutuklatmıştır. Hâlid’in
akrabalarından kadınlar ve çocuklar da dahil tamamı Külsûm tarafından
hapsedilmiştir. Daha sonra yapılan
tetkik neticesinde Hâlid’in destekçileri tarafından böyle bir hırsızlığın
yapılmadığı belirlenmiş, Hâlid ve yakınları serbest kalmıştır. Hâlid serbest
kalınca Halîfe Hişâm’ı tehdit amacıyla halkı etrafına toplamış ve kendisine
yapılan zulümlerin devam etmesi
durumunda, Ehli beytin önde gelen
isimlerinden Muhammed b. Ali’yi destekleyeceğini ifade etmiştir.
Yûsuf, Hişâm’a sürekli mektup
yazıyor, mektubunda Yezîd b. Hâlid’in kendisine teslim edilmesini istiyordu.
Hişâm, Yûsuf’un bu ısrarlarına dayanamamış ve Vali Külsûm’e mektup yazarak
Yezîd’in, Yûsuf’a teslim edilmek üzere gönderilmesini emretmiştir. Fakat Yezîd
durumdan haberdar olmuş ve kaçmayı başarabilmiştir. Hâlid b. Abdullah, Hişâm vefat edip Velîd
halîfe oluncaya kadar Şam’da yaşamaya devam etmiştir. Her ne kadar Yûsuf b. Ömer’in baskıları devam
etmişse de, Hâlid Şam’da bir nebze huzurlu bir hayat yaşamıştır.
Halîfe Hişâm’ın 125/743 yılındaki
vefatından sonra Hâlid, halîfelik makamına geçen Velîd b. Yezîd döneminde
yeniden hapsedilmiştir.
Tutuklanmasına sebep olarak;
1) Halîfe Velîd, Hâlid’in Irak valiliği döneminde, uhdesinde
olduğu iddia edilen 50 milyon dirhemin hesabını sormak istemiştir.
2) Hâlid’in oğlu Yezîd’in tutuklanarak getirilmesini
bildirmiş, fakat Hâlid, oğlu Yezîd’in yanında olmadığını, kaçtığını ifade
etmiştir.
Velîd bu soruşturmadan herhangi
bir netice alamayınca Hâlid’i Irak valisi Yûsuf’a bir rivayete göre 40
milyon diğer bir rivayete göre ise 50
milyon dirheme satmıştır. Hâlid b.
Abdullah’ı, Irak valisi Yûsuf’a teslim ettiği esnada büyük işkenceler yaptığı,
bundan dolayı Yemen’de bir ayaklanma meydana geldiği ifade edilmiştir. Fakat bu rivayetin sıhhatli olmadığı
kanaatindeyiz. Bir halîfenin kendi maiyetinde bulunan bir valiye, para
karşılığında insan satması mümkün gözükmemektedir. Halîfe, istediği takdirde
eyaletlerdeki valileri kanalıyla yüksek miktarda para bulma yetkisine sahiptir.
Yani halîfenin böyle bir işi yapmak için hiçbir sebebi yoktur. Üstelik devlet
malına zarar verdiği iddiasıyla Hâlid’e
soruşturma açan Yûsuf ve
Velîd’in, bizzat kendilerinin bu fiili işlemesi tezatlık arz etmektedir.
Hâlid, Yûsuf tarafından Şam’dan
Kûfe’ye getirilmiş ve ona işkenceler yapılmaya başlanmıştır. Zeyd b. Temîm
adında bir zat, mevlâsı Sâlim aracılığıyla Hâlid’e ikram amaçlı nar suyu
göndermiştir. Bunu öğrenen Yûsuf’un, Zeyd b. Temîm ve Sâlim’e kırbaçla
vurdurtarak eziyet ettiği rivayet edilir.
Fakat Hâlid gibi önemli bir insana, sıradan bir insanın ulaşması pek
mümkün gözükmemektedir. Hâlid’i zorluklarla elde eden Yûsuf’un, onun başına
nöbetçi muhafızlar koymaması elbette düşünülemez. Hâlid’in ayaklarına odun
parçaları konulup üzerine Yûsuf’un adamları çıkarak ayaklarını kırdığı, daha
sonra ise göğsünü testereyle keserek onu öldürdükleri ifade edilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu tür
mübalağalı rivayetlere ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Yûsuf b.
Ömer tarafından Hâlid, 126/743 Muharrem ayında katledilmiştir. Kûfe’de öldürülen Hâlid, üzerindeki abasıyla
defnedilmek üzere Hîre’ye gönderilmiş ve oraya defnedilmiştir. Üzerindeki abanın, tahkir amacıyla
giydirilmiş olabilme ihtimalini göz ardı etmememiz gerekir.
Diğer taraftan Halîfe b. Hayyât
ise Velîd b. Yezîd’in 125/743 yılında Yûsuf’a bir mektup yazdığını ve yazmış
olduğu mektupta, Hâlid b. Abdullah’ın öldürülmesini istediğini
belirtmiştir. Yûsuf b. Ömer, Hâlid’i
öldürtmek üzere Hîre’ye getirmiş ve orada öldürtmüştür. Uzun yıllar valilik
yapmış olan Hâlid, Velîd b. Yezîd döneminde Irak valisi Yûsuf tarafından
katledilmiştir.
Hâlid b. Abdullah’ın
katledilmesiyle ilgili olarak İbn Kesîr’de geçen bir rivayette, Velîd b. Yezîd
haccettiği esnada Kâbe’nin çatısına çadır kurarak içki içmek istemiştir. Duruma
tepki gösteren bazı kimseler, Velîd’e suikast düzenleme kararı alarak, Hâlid b.
Abdullah’tan bu konuda kendilerine yardım etmesi ricasında
bulunmuşlardır. Fakat bu teklif
Hâlid tarafından reddedilmiştir. Velîd’in şerrinden korkan bu kişiler, bu suikast
görüşmesini Velîd’den gizli tutmalarını Hâlid’den rica etmişlerdir. Buna rağmen
Hâlid, Velîd’in yanına gitmiş ve Kâbe de içki içmemesi konusunda Velîd’i
uyarmış, bunu yaptığı takdirde başının belaya gireceğini söylemiştir. Bunun
üzerine Velîd kendisi hakkında kötülük yapacak insanların kim olduğunu sormuş,
Hâlid ise onların kim olduğunu asla söylemeyeceğini belirtmiştir. Velîd ise
söylemediği takdirde kendisini Yûsuf b. Ömer’e göndereceğini söyleyerek tehdit
etmiştir. Hâlid ise Yûsuf’a gönderse bile söylemeyeceğini ifade etmiş, bunun
üzerine Velîd, Hâlid b. Abdullah’ı Yûsuf b. Ömer’e göndermiş ve Yûsuf ona
çeşitli işkenceler yaptıktan sonra katletmiştir. Fakat bu rivayetin sıhhatli olmadığı
kanaatindeyiz. Bir kısım kaynaklarda Velîd’in halîfeliği döneminde haccetmek
istediği belirtilmiştir. Daha öncesinde
ise 116/734 yılında Halîfe Hişâm, yeğeni
Velîd b. Yezîd’i kötü alışkanlıklarından kurtarabilmek için onu hac emiri yapmıştır.
Yani Velîd yalnızca 116/734 yılında hacca gitmiş bunun dışında haccetmemiştir.
Zira İbnü’l-Esîr ve Taberî’de geçen rivayete göre Velîd hilâfete geçtiği sene
125/743 yılında, hac emirliğini Velîd’in dayısı Yûsuf b. Muhammed’in
yaptırdığını, 126/744 yılında yani bir
sonraki hac mevsiminde ise hac emiri olarak Abdülaziz b. Ömer’in, diğer bir
rivayete göre ise Ömer b. Abdullah’ın görevlendirildiğini belirtmişlerdir. Bu noktada İbnü’l-Esîr, Velîd’in hilâfet
yıllarında hacca gitmek için tüm hazırlıkları yaptırdığını fakat yolda
kendisinin bir suikasta kurban gidebileceğinin bildirilmesi üzerine bu
niyetinden vazgeçtiğini ifade eder.
Üstelik o tarihte Hâlid Şam’da bulunmaktaydı. Fakat İbn Kuteybe Hâlid’in
Mekke’de olduğunu bildirmiştir. Hülâsa
olarak 125-126/743-744 yıllarında Velîd hacca niyetlenmiş fakat gitmemiştir.
Ayrıca Hâlid Mekke’de değil Şam’da ikamet etmektedir. Dolayısıyla yukarıda
zikrettiğimiz rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz.
3.3.2. Yûsuf b. Ömer’in Atama Yaptığı Eyaletler
Hişâm b. Abdülmelik’in hilâfet
döneminde Emevî devletinde 6 eyalet bulunmaktaydı. Bu eyaletlere bağlı bulunan
bazı şehirlere vali atama görevi ise eyalet valisinin sorumluluğundaydı. Bu
eyaletler şunlardır:
1) Ermeniye ve Azerbaycân
2) Mısır
3) Musul ve el-Cezîre
4) Hicaz
5) Afrika ve Endülüs
6) Irak381
Irak bölgesi Arz-ı Sevâd ismiyle
de bilinmektedir. Irak eyaletine bağlı olarak Horasan, Kûfe, Basra, Yemame,
Sicistan, Sind, Bahreyn ve Uman şehirleri bulunmaktadır.382
A) Horasan
Yûsuf b. Ömer’in Horasan’a yapmış
olduğu vali atamalarına geçmeden önce, Horasan hakkında kısaca bahsetmek istiyoruz.
Horasan, sosyolojik olarak kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bundan dolayı
Horasan’da Türkçe, Arapça ve Farsça gibi diller kullanılmaktadır.383 Horasan
halkının zeki, güzel ahlaklı ve dinine düşkün insanlar oldukları ifade
edilir.384 Ayrıca bölgede altın, gümüş gibi madenlerin bulunduğu
belirtilmiştir.385 Ahnef b. Kays ve Abdullah b. Âmir’in göstermiş oldukları
gayretler neticesinde Horasan fethedilmiş ve halkı müslüman olmuştur.386
Emevîler’in idârî olarak bazı yanlış uygulamaları nedeniyle, Horasan’da zaman
zaman ayaklanmalar meydana gelmiştir. Özellikle müslüman olan halktan yılda 2
defa vergi alınması, Horasan’da bazı isyanları da beraberinde getirmiştir.
Yûsuf b. Ömer Irak valisi olunca,
Horasan gibi yönetimi zor olan bu bölgeye bazı atamalar yapmıştır. Esed b.
Abdullah’ın 1 20/73 8 yılında ölümü
üzerine, Esed tarafından Horasan
valiliğine vekil olarak bırakılan Cafer b. Hanzele bu göreve devam etmiştir.
Daha sonrasında ise Yûsuf b. Ömer Irak’a atanınca Cafer görevinden el
çektirilerek azledilmiş, onun yerine ise Cüdey‘ b. Ali el-Kirmânî vali olarak
Horasan’a atanmıştır.
Fakat Cüdey‘ b. Ali’nin Horasan
valiliğine atanıp atanmadığı konusunda ihtilaf vardır. Kaynakların birçoğu, hem
vali olarak atandığını, hem de vali olarak Cüdey‘ b. Ali’nin değil, Nasr b.
Seyyar’ın görevlendirildiğini belirten birbirine zıt rivayetleri beraber
zikretmişlerdir. Şimdi bu rivayetleri zikredip ardından değerlendirme aşamasına
geçeceğiz.
Nüveyrî, İbnü’l Cevzî ve İbn
Haldûn’da geçen bir rivayete göre, Esed 120/738 yılının Rebîülevvel ayında
vefat etmiş, ondan sonra 4 ay boyunca Cafer b. Hanzele, Horasan valiliği
görevini sürdürmüştür. Cafer, Esed olmadığı zamanlarda onun yerine valilik
görevini yapmaktadır. Ardından Recep 120/Temmuz 738 tarihinde Nasr b.
Seyyâr’ın, Cafer’den görevi alarak Horasan valiliğine başladığını ifade
etmişlerdir. Yani buradaki rivayetlere
göre Cüdey‘ b. Ali, Horasan’a vali olarak atanmamıştır. Zikredilen bir başka
rivayete göre ise, 120/738 yılının tamamında Horasan âmili olarak Nasr b.
Seyyâr’dan önce bir müddet daha Cafer b. Hanzele görevine devam etmiştir. Yine aynı şekilde Nüveyrî ve İbnü’l Cevzî’de
geçen diğer bir rivayete göre, Nasr’dan önce Cüdey‘ b. Ali el-Kirmânî,
Horasan’a
Yûsuf b. Ömer tarafından vali
olarak atanmış, Nasr, Horasan’a geldiğinde
ise Cüdey‘ b. Ali’nin azledilerek hapsedildiği belirtilmiştir.
Bu noktada kaynakların
çoğunluğunun da ifade ettiği gibi, Yûsuf b. Ömer Irak’a atanınca, Cafer b.
Hanzele Horasan valiliğinden azledilmiş, onun yerine Cüdey‘ b. Ali Horasan’a
vali olarak atanmıştır. Zira Hâlid b. Abdullah ve onun yakınlarına şiddetli bir
düşmanlık besleyen Yûsuf b. Ömer, Hâlid b. Abdullah’ın kardeşi Esed’in
görevlendirdiği -kendisinin olmadığı zamanlarda valilik görevini üstlenen-
Cafer b. Hanzele’yi görevde bırakması uzak bir ihtimaldir. Dolayısıyla Cafer b.
Hanzele’nin, Nasr b. Seyyâr gelene kadar Horasan valiliği yaptığını bildiren
rivayetlere katılmadığımızı belirtmek istiyoruz. Ayrıca Horasan valisinin
Halîfe Hişâm tarafından mı, yoksa Irak valisi Yûsuf tarafından mı atandığına
dair ihtilaflar bulunmaktadır. Şimdi Horasan valiliği atamasında yaşanan
hâdiseleri zikretmek istiyoruz.
Esed b. Abdullah’ın ölümüne
mukabil Horasan valiliği boş kalmıştır. Esed’in yerine Cafer b. Hanzele bu
göreve devam etmekteydi. Daha sonrasında ise Yûsuf b. Ömer tarafından Cüdey‘ b.
Ali Horasan’a atanmıştır. Esed’in ölümü üzerine Hişâm Cüdey‘ b. Ali’yi yetersiz
görmüş olacak ki, Horasan’a kimi atayacağını düşünmüş, isabetli bir karar
verebilmek adına Horasan bölgesini çok iyi bilen, uzun yıllar orada yaşamış
Abdülkerim es-Selît ile durumu müzakere etmiştir. Abdülkerim en başta Horasan
için Kirmânî’nin uygun olacağını belirtmiş, Halîfe Hişâm, Kirmânî kimdir diye
sorunca “Cüdey‘ b. Ali” olduğunu belirtmiştir. Hişâm ise “Benim ona ihtiyacım yoktur.”
şeklinde cevap vererek, Cüdey‘ b. Ali’nin valilik görevi yapamayacağını
belirtmiştir. Abdülkerim, vali
olabilecekler arasında Osman b. Abdullah, Yahya b. Hudayn, Nasr b. Seyyâr,
Katan b. Kuteybe, Müceşşer b. Müzâhim es-Sülemî, Âkil b. Ma’kıl el-Leysî,
Mansûr b. Ebî’l-Harkâ es-Sülemî, Osman b. Şihhîr gibi isimleri teklif etmiştir.
Hişâm bunların olumsuz taraflarını sorunca Abdülkerim, Osman b. Abdullah’ın
şarap içtiğini, Müceşşer’in yaşlılığını, Yahya b. Hudayn’ın ise kibirli
olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda Hişâm, Rebialıların sınırı koruyumayacağını
düşündüğü için Yahya da reddedilmiştir. Katan b. Kuteybe’nin ise yakınlarını
öldürdüğünü öğrenince Katan da
liste dışı kalmıştır. Daha sonra ise
Âkil b. Ma’kıl el-Leysî teklif edilmiş, fakat Âkil de iffetli olmadığı için
kabul görmemiştir. Mansûr b. Ebî’l-Harkâ es-Sülemî teklif edilmiş onun kusuru
Hişâm tarafından sorulunca, akıllı ve yiğit olduğu fakat yalancı olduğu ifade
edilmiş, Mansûr da böylece reddedilmiştir.
Osman b. Şihhîr teklif edilmiş fakat onunda içki içtiği söylenince
Hişâm, benim ona ihtiyacım yok diyerek onu da reddetmiştir. Hişâm bu vali adaylarının kusurlarını
öğrenince bunların hiçbirini kabul etmemiştir. Daha sonra Nasr b. Seyyâr,
Abdülkerim tarafından teklif edilmiş, Hişâm Nasr’ın adını duyunca “Bu Horasan
için biçilmiş kaftan.” demiştir. Abdülmelik tarafından Nasr’ın iffetli ve
tecrübeli olduğu belirtilmiş, fakat aşiretinin Horasan’da az sayıda olmasını
kusur olarak belirtmiştir. Hişâm ise “Ey babasız kalasıca, aşireti benden fazla
olan birini mi arıyorsun? Ben de O’nun aşiretiyim.” diye cevap vererek Nasr’ın
atama emrini Abdülkerim ile göndererek Nasr’ı Horasan’a atamıştır.
Yukarıda Abdülkerim’in, Horasan
için Kirmânî’nin uygun olacağını belirttiğini, Halîfe Hişâm, Kirmânî kimdir
diye sorunca “Cüdey‘ b. Ali” olduğunu söyleyince, Hişâm tarafından “Benim ona
ihtiyacım yoktur.” şeklinde cevap vererek Cüdey‘ b. Ali’yi vali olarak
atamadığı zikredilmiştir. Kaynaklar
tarafından Cüdey‘ b. Ali’nin Horasan’da vali olarak görev yaptığını, daha sonra
ise Nasr b. Seyyâr’ın geldiğini bildiren rivayetleri de yukarıda ifade
etmiştik. Hişâm ve Abdülkerim es- Selît arasında cereyan eden konuşmalardan
anlaşılan, Cüdey‘ b. Ali, bu görevi yapacak meziyete sahip olmadığından dolayı
Nasr, Horasan’a vali olarak görevlendirilmiştir. İbnü’l-Esîr’in, “Yûsuf, Horasan’ın
karşılaştığı durumları öğrenince, Horasan’a Nasr b. Seyyâr’ı atamıştır. Nasr
Recep 120/Temmuz 738 tarihinde vali olmuştur.”
şeklindeki ifadesi, Nasr’ın Horasan valiliğine Yûsuf b. Ömer’in teklifi
sonucu Hişâm tarafından atandığını göstermektedir. İbn Hallikân, Nasr b.
Seyyâr’ın Horasan’a atandıktan sonra Sevvâr b. Eş’ar tarafından yazılan bir
şiir rivayet eder.
“Horasan korkulu günlerden sonra
güvende oldu
Yûsuf geldiğinde birtakım
haberlerle karşılaştı
Zulümlere, her türlü adaletsizlik
ve baskılara karşı
O Horasan’a yardım etsin diye,
Nasr b. Seyyâr’ı seçti.”
Taberî de geçen bir başka
rivayette, Yûsuf, Horasan’a vali olabilecek kişileri bir mektup ile Hişâm’a
göndermiştir. Bu mektupta, Mesleme b. Abdullah, Kudyed b. Müni’, Nasr b.
Seyyâr, Amr b. Müslim, Müslim b. Abdurrahman, Mansûr b. Ebî Harkâ, Selme b.
Kuteybe, Yûnus b. Abdirabbih, Ziyâd b. Abdurrahman el-Kuşeyrî gibi isimler yer
almaktadır. Yûsuf, listede kabilesinden olan Kaysîleri methetmiş, listenin
sonuna ise Nasr b. Seyyâr’ı yazmıştır. Hişâm ise bu listeden Nasr b. Seyyâr’ı
tercih etmiş fakat Yûsuf onun Horasan’da kabilesinin az sayıda olduğunu
söyleyince Hişâm: “Aşireti benden fazla olan birini mi arıyorsun? Ben de O’nun
aşiretiyim.” diyerek cevap göndermiştir. Bunun üzerine Nasr, Recep 120/Temmuz
738 tarihinde Horasan valiliğine atanmıştır.
Yûsuf b. Ömer ile aynı yıl
Horasan valiliğine atanan Nasr b. Seyyâr, Horosan’da düzeni sağlayıp,
insanların emniyet içinde olması için büyük gayretler sarf etmiş ve bunda da
muvaffak olmuştur. Bu konuda Sevvar b.
Eşarî’nin şu sözleri Nasr’ın başarısı açısından oldukça önemlidir: “Korkulu
günlerden sonra Horasan, her türlü zalimin zulmünden emin hale gelmiştir.” Zaten Cüdey‘’in çok kısa bir zaman valilik
yaptığını göz önünde bulundurursak, onun yerine Nasr’ın getirilmesi oldukça
dikkat çekicidir. Nasr’ın siyâsî dehâsını bilen Yûsuf, Horasan’da onun
başarılar elde edeceğini bildiği için onu atamıştır. Gibb de, Nasr’a hayranlıkla bakmış ve yerli halk
için en uygun kişinin Nasr olduğunu, ondan daha uygun başka kimsenin
olamayacağını belirtmiştir.
Nasr b. Seyyâr göreve geldikten
kısa bir zaman sonra seferlere başlamıştır. Türkler üzerine çeşitli seferler
düzenleyen Nasr, birçok başarılar elde etmiştir.
Yapmış olduğu seferlerde Nasr’ın,
düşmanlarını idam edip yakmasından, onun da Yûsuf gibi sert mizaçlı bir vali
olduğunu anlayabiliriz. Nasr b. Seyyâr 120/738 yılında başladığı valilik
görevine hem Hişâm, hem de Velîd b. Yezîd döneminde devam etmiştir.
B) Kûfe
Irak bölgesi içerisinde bulunan
Kûfe şehri, Hz. Ömer döneminde kurulmuştur.
14-19/635-640 yıllarında kurulduğuna dair rivayetler bulunmakla beraber,
17/638 yılında inşâ edildiği ifade edilmektedir. Irak, idârî olarak Kûfe ve Basra olmak üzere iki
merkeze ayrılmıştır. Aynı zamanda, Kûfe
ve Basra şehirlerine ortak isim olarak “Mısreyn (İki Şehir)”
denilmektedir. Kûfe’nin kuruluş
amacının, sınıra yakın bir bölgede ordugâh şehri olduğu ve askerî üs niteliği
taşıdığı belirtilir.
Kûfeliler, Hz. Osman döneminde
yaşanan kargaşalar da ve onun katline giden süreçte, önemli rol
oynamışlardır. Hz. Ali, halîfelik
yıllarında Kûfe’yi hilâfet merkezi olarak belirlemiş ve 36/656 yılında Kûfe,
İslam devletinin başkenti olmuştur.
Kûfe, kuruluşundan itibaren önemini hiç kaybetmemiş, önemli devlet
adamlarının yanısıra birçok alim de Kûfe’de yetişmiştir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla
Yûsuf b. Ömer, 6 yıllık Irak valiliğinde Kûfe’ye 6 vali görevlendirmiştir. Vali
değişikliklerinin bu kadar sık olması, Kûfe’de siyâsî istikrarsızlığın boyutunu
göstermektedir. Yûsuf b. Ömer Irak’ın önemli merkezlerinden biri olan Kûfe’ye,
ilk olarak Hakem b. Salt’ı vali olarak atamıştır. Hakem aynı zamanda Zeyd
isyanında Kûfe valisiydi. Daha sonra Hakem azledilmiş,
onun yerine Yûsuf b. Muhammed b.
Kâsım es-Sekafî atanmıştır. Yûsuf b.
Ömer daha sonra yine bir Sakîfli olan Muhammed b. Ubeydullah es-Sekafî’yi
görevlendirmiştir. Muhammed b. Ubeydullah da Yûsuf tarafından azledilmiş Ziyâd
b. Sahr el-Lahmî Kûfe valisi olarak görevlendirilmiştir. Muhammed’den sonra ise
Ubeydullah b. Abbâs el-Kindî valilik görevini yürütmüştür. Ubeydullah b. Abbâs
da bir dönem Kûfe valiliği yaptıktan sonra Yûsuf’un azliyle görevi sona
ermiştir. Yerine ise Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdullah b. Ebî Akîl es-Sekafî bu
göreve atanmıştır. Yûsuf’un ölmeden önce Kûfe’ye atamış olduğu son valisi ise
Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdullah b. Ebî Akîl es-Sekafî’dir.
C) Basra
Hz. Ömer’in emriyle Utbe b.
Ğazvan tarafından Irak sınırlarında kurulmuştur. Basra’da tıpkı Kûfe gibi askerî sevkiyat ve
güvenlik amacıyla inşâ edilmiştir.
Kozmopolit yapısıyla Basra, zaman zaman Hâricî isyanlarına sahne
olmuştur.
Yûsuf b. Ömer, Hâlid’in Basra
valisi Bilal b. Ebî Bürde’yi azlettikten sonra Basra’ya Ebu’l Âc olarak da
bilinen Kesîr b. Abdullah Sülemî’yi vali olarak atamıştır. Daha sonra Kesîr b. Abdullah Yûsuf tarafından
azledilmiş ve Kâsım b. Muhammed es-Sekafî Basra valisi olarak atanmıştır.
D) Yemâme
Arap Yarımadasında bulunan
Yemâme, yarımadanın doğu bölgesine düşmektedir. Yemen, Irak ve Hicaz gibi
önemli merkezleri birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde
bulunmaktadır. Emevîler döneminde
Yemâme, Hâricîlerin önemli bir merkezi haline gelmiştir.
Yûsuf b. Ömer tarafından
Yemâme’ye Muhâcir b. Abdullah vali olarak atanmıştır. Muhâcir b. Abdullah,
Velîd b. Yezîd’in öldürülmesine kadar Yemâme’de görevine devam etmiştir.
Velîd’in öldürülmesinden sonra Mehîr b. Selmâ b. Hilâl, Yemâme’nin yönetimini
Muhâcir b. Abdullah’tan istemiştir. Muhâcir b. Abdullah buna karşı çıkınca
ayaklanma meydana gelmiş ve yapılan çatışmalardan sonra Muhâcir b. Abdullah
yenilerek kaçmış ve Yemâme’nin yönetimi Mehîr b. Selma’ya geçmiştir.
E) Sicistan
Esas adı Sîstan’dır. Arapça’ya
Sicistan şeklinde geçmiştir. Sicistan’ın idarî merkezi Zerenc’dir. Müslümanların hakimiyeti altında bulunan
Sicistan’da, Rutbîl unvanlı Türk hükümdarı ile savaşlar yaşanmıştır. Bölgenin
önemli bir kısmı Emevîler döneminde Abdurrahman b. Muhammed b. Eş’as tarafından
fethedilmiştir.
Yûsuf, 120/738 yılında Irak
valisi olunca Hâlid’in Sicistan valisi Abdullah b. Ebî Bürde’yi azletmiş, onun yerine Muhammed b. Hacer b. Kays‘ı
atamıştır. Daha sonra Muhammed b. Hacer azledilmiş, yerine İbrahim b. Asım
atanmıştır. İbrahim’in vefatı nedeniyle Yûsuf b. Ömer tarafından Harb b. Katan
göreve getirilmiştir. Harb b. Katan, Velîd b. Yezîd’in 126/744 yılındaki
katline dek Sicistan valiliği görevini sürdürmüştür. Belâzürî ise, Hâlid’in Sicistan valisi
Abdullah b. Ebî Bürde’den hemen sonra, Sicistan’a İbrahim b. Asım’ın atandığını
belirtir.
F) Sind
Müslümanlar tarafından Sind’e
başlatılan ilk fetih hareketi, 15/636 yılında Hz. Ömer döneminde olmuştur. Hz.
Osman ve Hz. Ali’nin halîfelikleri döneminde de Sind’i fethetme arzusuyla
ordular gönderilmiştir. Daha sonrasında
yapılan birçok
sefere rağmen Sind, ancak 93/712
yılında Emevî komutanlarından Muhammed b. Kâsım es-Sekafî tarafından tamamı
fethedilerek ele geçirilmiştir.
Hâlid b. Abdullah, Sind valisi
olarak Temîm b. Zeyd’i atamıştı. Daha sonra Hâlid, Temîm’i azletmiş ve yerine
Hakem b. Avâne’yi atamıştır. Yûsuf b. Ömer Irak valisi olunca Halîfe Hişâm,
Hakem b. Avâne’nin görevine devam edeceğini Yûsuf’a emretmiştir. Hakem, halk
tarafından katledildikten sonra Sind valiliği görevini Muhammed el-Kelbî
vekaleten devam ettirmiştir. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliği döneminde de
122/740 yılına kadar görevine devam eden Muhammed el-Kelbî azledilmiş, onun
yerine Amr b. Muhammed b. Kâsım Sind valisi olarak Yûsuf tarafından atanmıştır.
Amr b. Muhammed, Velîd b. Yezîd’in ölümüne dek bu görevine devam etmiştir.
G) Bahreyn
Bahreyn’in idaresi müslümanlardan
önce Sasanîlerin kontrolünde bulunuyordu. 8/630 yılında Hz. Peygamberin
girişimleri neticesinde, Bahreyn halkının büyük bir çoğunluğu müslüman
olmuştur. Bahreyn’in İslam’a girişi savaşla değil, sulh yolu ile meydana
gelmiştir. Emevîler döneminde Bahreyn,
idarî olarak Basra’ya bağlanmıştır.
Yûsuf, Hâlid’in Bahreyn valisi
Yahyâ b. Ziyâd b. Hâris’i azletmiş, onun yerine Abdullah b. Şerîk en-Nümeyrî’yi
atamıştır. Abdullah’tan sonra Muhammed b. Hasan b. Sa‘d b. el-Esedî Bahreyn
valisi olarak görev yapmıştır. Muhammed b. Hasan, Halîfe Velîd b. Yezîd
ölünceye dek bu görevini sürdürmüştür.
Daha sonra ise sırasıyla Muhammed b. Hassân b. Sa‘d, Yahya b. İsmail ve
Yahya b. Ziyad b. Hâris sırasıyla Yûsuf b. Ömer tarafından atanarak Bahreyn’de
görev yapmışlardır.
H) Uman
Uman nüfusunun önemli bir kısmı
el-Ezd kabilesine mensup kimselerden meydana gelmektedir. Hz. Peygamber’in
8/630 yılında gönderdiği elçiler vasıtasıyla
müslüman olmuşlardır. Hz.
Muhammed’in vefatından sonra irtidad eden Ezd kabilesi, Hz. Ebûbekir’in
gönderdiği orduya yenilmiş, böylelikle tekrar İslamiyet’e dönmüşlerdir. Emevîler döneminde, Hâricîliği benimseyerek
uzun bir süre Emevî hakimiyetine direnen Uman, 86/705 yılında Haccâc b. Yûsuf
tarafından kontrol altına alınabilmiştir.
Yûsuf b. Ömer döneminde, 106/725
yılında Uman’a, Feyyaz b. Muhammed vali olarak atanmıştır.
3.3.3. Yûsuf b. Ömer’in Nasr b. Seyyâr’ı Azlettirmek İstemesi
Yûsuf b. Ömer, 123/741 yılında
Hakem b. Salt’ı, Halîfe Hişâm’a göndermiştir. Kendisinin tecrübesini, Horasan’ı
karış karış bildiğini, güzel konuştuğunu ve daha birçok yeteneğe sahip olduğunu
ifade etmesini, bundan dolayı Horasan valiliğinden Nasr b. Seyyâr’ın
azledilerek bu görevin kendisine verilmesini istemiştir. Yûsuf böyle yaparak,
bölgede kendisinden daha güçlü olabilecek valileri ortadan kaldırmayı
hedeflemiştir. Ayrıca Yûsuf bir mektup kaleme almış ve Hakem b. Salt’ın mâhir
bir insan olduğunu belirterek onu methetmiş, Horasan bölgesinde Nasr’ın aciz
kaldığını ve bozguna uğradığını ifade etmiştir.
Bu konu Hişâm’ın dikkatini celbetmiş ve konuyu tahkîk etmek üzere
Mukâtil b. Ali es-Sa‘dî ile görüşmüştür. Hişâm, Hakem b. Salt hakkında Mukâtil
b. Ali ile müzakere yapmıştır. Mukâtil b. Ali vergisi yetmiş bin olan Fâryâb
adlı köyü istila ettiği için Hâris b. Süreyc tarafından yakalanıp kulağı
kesilmiş ve daha sonra, Hâris ona “Sen öldürmeye değmeyecek kadar alçak bir
adamsın.” diyerek onu öldürmemiştir cevabını verdi. Mukâtil b. Ali burada Hâris b. Süreyc ile Hakem
b. Salt’ın komutan olarak görev yaptığı bir savaşta, Hakem’in aldığı büyük
yenilgiden ve başarısızlıktan bahsetmiştir. Hişâm, bu görüşmeden sonra Yûsuf’a
bir mektup yazmış, Hakem b. Salt’ın bu işi yapacak kapasitede mâhir olmadığını,
yeterli vasıfları taşımadığını belirtmiştir. Hişâm, Horasan valiliğinden Nasr’ı
azletmemiştir.
Yûsuf için konu burada
kapanmamıştır. Nasr b. Seyyâr, Fergâna üzerine bir savaş düzenlemiş ve sefer
dönüşünde Hişâm’a malumat vermek üzere elçisi îbn Ahmer’i göndermiştir. îbn
Ahmer evvela Irak’a uğrayarak Yûsuf’un yanına gitmiştir. Irak valiliğinin
elinden gideceği korkusuyla yaşayan Yûsuf, haset ettiği Nasr’ı koltuğundan
edebilmek için entrikalarına devam etmiştir. Yûsuf için Irak valiliğine en
büyük aday Nasr’dı. îbn Ahmer’e hitaben “Ey Kays topluluğu! Sizin kuvvetinize
rağmen îbn Akta’ (Nasr) size hükmetmektedir.”
îbn Ahmer : “Allah iyiliğini
versin zaten öyle oldu.” diyerek mukabelede bulundu.
Yûsuf, Nasr’ın elçisi îbn Ahmer’e
Hişâm’ın huzuruna çıktığı zaman, Nasr’ı kötülümesi isteğinde bulundu. îbn
Ahmer, bu teklifi kabul ederek “Onun tecrübesini mi, itaatini mi, karakter
yahut siyasetini mi kötüleyeyim.” deyince,
Yûsuf : “Yaşlı olduğunu belirt.”
demiştir.
Bu diyalog ve planlardan sonra
îbn Ahmer, Hişâm’ın huzuruna çıkmış ona hitaben “Ey Emîrul Müminin! Horasan’da
senin için ne gökte uçan doğan, ne fil gibi (iri) atlar, ne de komutanı olan
ordu vardı.” dedi.
Hişâm bu söz üzerine oldukça
hiddetlenmiş ve sert bir şekilde :
“Kinâne (Nasr) ne yapıyor?” diye
sormuştur. Yûsuf ile anlaşan îbn Ahmer’in cevabı Hişâm’ı daha da
sinirlendirmeye yetmiştir.
îbn Ahmer: “Yaşlılığından dolayı,
çocuğunu dahi tanıyamıyor. Kişilerin kim olduğunu ancak seslerinden
tanıyabiliyor. Bu yaşlılığı sebebiyle seferlerinden bile geri kalmıştır.”
diyerek Nasr’ı kötülemiştir.
Yukarıda geçen bölümlerde
Hişâm’ın tecrübeli bir devlet adamı profiline sahip olduğunu ifade etmiştik.
Hişâm, duymuş olduğu bu iddialar üzerinden hemen tahkîkat için harekete geçmiş
ve Şübeyl b. Abdurrahman el-Mazenî’yi
görevlendirmiştir.
Araştırmalarından sonra Şübeyl b. Abdurrahman, Hişâm’ın huzuruna çıkmıştır.
Nasr üzerindeki iddialar okunduktan sonra Şübeyl :
“Vallahi İbn Ahmer yalan
söylüyor. Nasr, ne bunaklığından korkulacak kadar ihtiyar, ne de sefahatinden
endişe edilecek bir gençtir. O tecrübeli bir kimsedir. Vali olmadan önce
Horasan’da sınır ve alanları idare etmiştir.” cevabını verince Hişâm İbn
Ahmer’in iddialarının yalan olduğunu anlamış ve Nasr’ın azledilmesi söz konusu
dahi olmamıştır. Nasr bu durumu öğrendiği zaman ise İbn Ahmer’e herhangi bir
kötülük yapmamış, hatta makamını yüceltmiştir.
Cezaya müstehak olan bir kimseyi cezalandırmayıp ödüllendirmek siyâsî
bir hamledir. Nasr, kendisine karşı kızgın olan insanların gönlünü böylelikle
almak istemiştir.
Nasr, Horasan’da düzeni sağlamış
ve güvenli bir hale getirmiştir. Düzenlemiş olduğu seferlerle de başarılı
yöneticiliğini adeta taçlandırmıştır. Bu durum elbette Yûsuf’un haset etmesine
sebep olmuş ve Nasr’ın azledilmesi için
var gücüyle çalışmıştır.
Nasr’ın aleyhine Yûsuf b. Ömer
tarafından planlanan kötülemeyle ilgili diğer bir husus ise elçi meselesidir.
Nasr’ın elçiyi yani İbn Ahmer’i cezalandırması gereken bir durum ortada iken,
tam tersine onun makamını yüceltmesi oldukça dikkat çekici bir husustur.
Nasr’ın atadığı memurların birçoğunun kendi kabilesine yakın kimseler olması,
diğer gruplarla arasını bozmuş olmalıdır.
Kendi kabilesinden olmayan İbn Ahmer’i affedip makamını yüceltmesi, onun
siyâsî bir olgunluğa ulaştığını gösterir. Zira yaşanacak bir kargaşayı
engellemiş, üstelik ileride yaşanabilmesi muhtemel bir kabile kavgasında da,
kendisine destekçiler bulmak için böyle davrandığı kanaatindeyiz.
3.3.4. Yûsuf’un Atadığı Kadılar
Halîfelerin idârî ve siyâsî
yetkilerinin yanında yargı yetkileri de bulunmaktaydı. Emevîler’in ilk halîfesi
Muaviye hukuk alanındaki yetkisini kadılara devretmiş ve hukukî meselelerle
meşgul olmamıştır. Bunun sonucunda devlete bağlı
olan şehirlerde de valiler hukuk
yetkilerini kadılara devretmişler ve idârî işlerle meşgul olmuşlardır. Halîfe
ve valiler yalnızca mezâlim mahkemelerinde görülen büyük davalara
katılmışlardır. Emevîlerde kadılara yargı görevi dışında vakıf ve yetim
mallarını himaye etme gibi görevler de verilmiştir.
Hâlid b. Abdullah’ın Kûfe kadısı
olarak atadığı İsa b. Müseyyib, Hâlid tarafından atandığı için azledilmiş, onun
yerine Yûsuf b. Ömer tarafından 120/738 yılında Abdullah b. Şübrüme Kûfe’ye
atanmıştır. Daha sonrasında ise 122/740
yılında Abdullah b. Şübrüme beytül malden sorumlu olmak üzere atanmış, diğer bir rivayete göre ise Sicistan’a vali olarak görevlendirilmiştir. Kûfe kadılık
görevine ise Yûsuf tarafından 122/740 yılında Muhammed b. Abdurrahman b. Ebî
Leyla atanmıştır. İbnü’l-Esîr, İbn Ebî
Leylâ’yı kadı olarak atayanın İbn Şübrüme olduğunu ifade etmiştir. Yani İbn Ebî Leylâ’yı, Yûsuf b. Ömer’e
tavsiye eden İbn Şübrüme’dir. Yoksa İbn Şübrüme’nin bizzat atama yapmasının söz
konusu olmadığını düşünüyoruz. Ayrıca İbn Ebî Leyla’ya Yûsuf b. Ömer tarafından
aylık 100 dirhem, diğer rivayete göre
ise 150 dirhem aylık verilmiştir. Bu
bilgilerden yola çıkarak kadıların aylığının ortalama 100 ilâ 150 dirhem
arasında değiştiği çıkarımında bulunabiliriz.
Yûsuf b. Ömer Irak’a geldiği
zaman ilk olarak Basra’ya Abdullah b. Büreyde es-Sülemî’yi kadı olarak
atamıştır. Abdullah’ın ölümü üzerine Yûsuf b. Ömer tarafından Âmir b. Ubeyde
120/738 yılında Basra kadısı olarak atanmıştır.
Fakat Vekî‘’de geçen diğer bir rivayete göre ise Âmir b. Ubeyde’yi
Basra’ya kadı olarak atayan Basra valisi Kâsım b. Muhammed es-Sekafî’dir.
Yûsuf b. Ömer atadığı kadılarda
liyakata önem vermeye çalışmıştır. Kâsım b.
Velîd el-Hemadâni’yi kadı olarak
Kûfe’ye atamaya karar vermiş, fakat gözlerine
sürme sürüp, sakallarının tıraşlı
olduğunu görünce “bu mecnundur” diyerek onu görevlendirmemiştir.
3.4. Yûsuf b. Ömer’in Irak Valiliği Esnasında Yaşanan İsyanlar
3.4.1. Hârici İsyanları
Basra’da 19 erkek ve 1 kadından
meydana gelen 20 kişilik küçük bir Hâricî isyanı meydana gelmiştir. Basra
valisi Kâsım b. Muhammed es-Sekafî
tarafından isyancıların tamamı katledilmiş, ayaklanmaya katılan tek
kadın ise esir edilmiştir. Esir düşen Hâricî kadın Basra valisi Kâsım’ın
huzuruna getirildiğinde, öldürülmekten kurtulmak için büyük çabalar
harcamıştır. Yûsuf b. Ömer’in yanına gönderilen bu kadın, Yûsuf’un emriyle başı
kesilerek katledilmiş, ardından Yûsuf tarafından bu kesik baş Halîfe Hişâm’a
gönderilmiştir. Diğer bir rivayete göre
ise bu ayaklanma Velîd b. Yezîd döneminde meydana gelmiş ve Hâricî kadının
kesik başı Yûsuf tarafından Velîd’e gönderilmiştir.
3.4.2. Zeyd b. Ali İsyanı
A) Zeyd b. Ali İsyanını Tetikleyen
Unsurlar
İsyan hazırlıklarını ve
sergilemiş oldukları siyâsî faaliyetleri gizli olarak devam ettiren Abbâsîler,
Hişâm’ın hilâfete geçtiği yıl varlıklarını kuvvetlendirerek faaliyetlerini daha
da artırmışlardır. Emevîler’in son
dönemlerine doğru Abbâsî hareketi önemli bir ivme kazandı ve artık Emevîler’in
yıkılması için Ali evladı ve taraftarları var güçleriyle çalışmaya
başladılar. Yûsuf b. Ömer, Emevî
muhalifi kim varsa yakalıyor ve onları tutuklayarak hapse atıyordu. Emevîler’in uzun yıllardan beri Ehli beyte
olan siyâsî baskısı neticesinde bu insanlar yönetimden el etek çekmiş ve
kendilerini tamamen dini ilimlere vakfetmişlerdi. Ehli beyte
yapılan siyâsî baskılar
neticesinde Hicaz dışına dahi çıkmalarına müsade edilmiyordu. Ali Zeynelâbidîn
ve oğlu Muhammed Bakır hac mevsimi Mekke’ye gitmek dışında, Medine’nin dışına
çıkmamışlardır. Fakat Zeyd b. Ali
kendisinden önceki Ehli beyt mensuplarının aksine siyasetle ilgilenmiş ve
başkaldırmanın yollarını aramıştır. İbn Tiktakâ’ya göre Zeyd b. Ali kendisini
hilâfete layık gören ve halîfelik makamının Ehli beytten olması gerekliliğini
savunan bir kimseydi. Bu durum hilâfetin
Ehli beytten olması gerekliliği inancının yanında, Emevî halîfelerinin Ehli
beyte olan tutucu ve baskıcı yönetimlerine karşı bir başkaldırı niteliğindeydi.
Zeyd, âdil bir devlet anlayışı ile hareket edilmediği gerekçesinden yola
çıkarak isyanı düşünüyordu. Zeyd’e göre
İslam yönetiminin vazgeçilmez esası olan şûra prensibi Emevîler tarafından lağv
edilmiş ve Kuran-ı Kerim’in Şûra Suresi 38. ayetinde yer alan “Onların işleri,
aralarında şûra (danışma) iledir.” ayeti
Emevî halîfelerince uygulanmadığı için Zeyd, yönetimde uygulanan saltanat
sisteminin yanlışlığını dile getiriyordu. Zeyd’in, iktidarı ele almak için
Emevîlere isyan etmek için gerekçeleri hazırdı. Bunun yanısıra Zeyd, hilâfetin
Ehli beytten birinde olmadığı gerekçesiyle, yalnızca bu sebepten yönetime
başkaldırmamıştır. Çünkü ekseri Şiîlerin aksine hem Zeyd, hem de önde gelen
diğer Ehli beyt mensupları genel anlamda, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in
halîfeliklerine olumlu bakmışlar ve bu iki raşit halîfeye sebbedenlere (hakaret
edenlere) karşı adeta raşit halîfelerin müdavimleri olmuşlardır. Yani Zeyd b. Ali’nin Emevîlere karşı kıyamı
tek bir nedene bağlı değildi.
Zeyd’in bu tutumundan dolayı
Halîfe Hişâm ve Irak valisi Yûsuf b. Ömer, Zeyd ve Ehli beyt mensuplarını
bertaraf edebilmek için çeşitli yollara ve entrikalara başvurmaktan geri
kalmamıştır. Halîfe Hişâm’ın, Ehli beyt ve Zeyd’e olan bu baskısı ister istemez
bir başkaldırıyı da beraberinde getirecekti. Yukarıda da belirttiğimiz üzere,
Ehli beyte mensup birçok kişi Emevî baskısından dolayı Medine dışına çıkma
imkanı bulamamışlardır. Bütün bunların aksine Zeyd, Kûfe, Medâin ve Horasan
gibi önemli şehirlere ziyaretlerde bulunarak halkın nabzını yoklamış ve Ehli
beyte olan bakış açıları hakkında bilgi sahibi olmuştur. Bu ziyaretlerin
devlete başkaldırmanın
ilk tohumları olacağından endişe
eden Halîfe Hişâm, valilerine talimat vererek, Zeyd’in Medine dışında bir yere
gidemeyeceğini ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir. Ayrıca Yûsuf b. Ömer’in sert yönetimi ve
Kaysî yanlısı tutumu, Yemen kökenli kabileleri iyice bunaltmış, Zeyd b. Ali’nin
başkaldırması için kabile liderleri sürekli teşvikte bulunmuşlardır. İsyan öncesi genel durum olarak, Emevîler’in
baskıcı yönetim anlayışı, Ehli beyte yapılan zulümler, Hişâm’ın her fırsatta
Zeyd b. Ali’yi aşağılaması, İslam’ın yönetim anlayışı olan şûra prensibinin
lağv edilmesi, Zeyd b. Ali’yi isyana teşvik eden kimselerin bulunması, Zeyd’in
hilâfetin Ehli beytten olması gerekliliğine inancı, Emevî-Haşimî arasında
geçmişten beri var olan iktidar mücadelesi, Zeyd b. Ali’yi isyana sürükleyen
başlıca sebeplerdir. Zira Zeyd b. Ali
isyanını tek bir nedene bağlamanın mümkün olmayacağı âşikardır.
B) Yûsuf b. Ömer İle Zeyd b.
Ali’nin Görüşmesi
Zeyd b. Ali, Dâvûd b. Ali ve
Muhammed b. Ömer Irak valiliği döneminde Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin yanına
gitmişler ve Hâlid de onlara bir takım hediyeler vermiştir. Görüşmeden sonra
ise hediyelerle beraber Zeyd ve arkadaşları Medine’ye dönmüşlerdir. Hâlid
azledilip yerine Yûsuf b. Ömer es-Sekafî Irak’a vali olduğu zaman, bu
hediyeleri Halîfe Hişâm’a haber vermiş ve Hâlid’in, Zeyd’den on bin dinar
karşılığında bir arazi satın aldığını, daha sonra bu araziyi tekrar iade
ettiğini haber vermiştir. Bir nevi Zeyd ve Hâlid’in müştereken haksız ve hileli
bir şekilde devlet malını çaldıklarını iddia etmiştir. Diğer bir rivayete göre ise Hâlid’in, Zeyd’e
büyük miktarda mal verdiği belirtilmiştir.
Yûsuf’un bu durumu arz etmesine mukabil Hişâm, Medine valisinden Zeyd’i
ve Yûsuf’un gönderdiği mektupta ismi yazılı diğer Ehli beyt üyelerinin huzuruna
gönderilmesini emretmiştir. Hişâm, Zeyd
ile görüşmüş iddialar değerlendirilmiş ve yapılan
görüşmede Zeyd’in hediyeleri
kabul ettiğini, bunun dışında söylenen
iddiaların ise tamamen yalan olduğunu yemin ederek beyan etmiştir. Hişâm, Zeyd
b. Ali’nin savunmasından tam olarak tatmin olmamış olacak ki, Zeyd’in Irak’a,
Yûsuf b. Ömer’in yanına gidip Hâlid ile yüzleşmesini istemiştir. Hişâm, Zeyd b.
Ali’yi hesaba çekerken diğer yandan da Yûsuf b. Ömer, sabık vali Hâlid b.
Abdullah’a bu araziyi Zeyd’den satın alıp sonra tekrar ona hediye edip
etmediğini sormuş, Hâlid de : “Kendisine ve atalarına hakaret ettiğim birine
nasıl olurda mal veririm.” diyerek bu iddiayı yalanlamıştır.
Irak’a Yûsuf b. Ömer’in yanına
giden Zeyd b. Ali, Yûsuf tarafından oldukça soğuk karşılanmış ve vakit
kaybedilmeden Zeyd’i sorgulama işlemine başlanmıştır. Yûsuf, Zeyd’e arazi
meselesini sormuş, Zeyd ise cevaben “O (Hâlid) her cuma minberde benim
atalarıma söverken nasıl olur da bana mal bırakır.” şeklinde cevap vermiştir. Yûsuf bu cevaba tam
kâni olmadığından dolayı Zeyd’den yemin etmesini istemiş, Zeyd de yemin
etmiştir. Daha sonrasında hapiste olan Hâlid b. Abdullah huzura getirildi.
Üzerinde eski bir aba bulunmaktaydı. Yûsuf aynı şekilde tekrar ona da sordu;
-Sen Zeyd’e emanet mal bıraktın
mı, eğer bırakmış isen söyle de alalım.
Hâlid ise cevaben:
-Hayır, ben her cuma hutbesinde
Zeyd’in atalarına hakaretler ettiğim halde nasıl olur da ona mal bırakırım,
demiştir.
Zeyd, kendisine büyük miktarda
mallar verildiği iddiasını Hâlid’e sormuş, Hâlid ise bu konuda kendisine Yûsuf
tarafından işkence yaptırıldığını, işkence yüzünden böyle bir şey iddia
ettiğini belirtmiştir. Yapılan çapraz
sorgu neticesinde Zeyd, Yûsuf b. Ömer tarafından serbest bırakılmıştır. Çağdaş
tarihçilerden Mâcid, ilk etapta Zeyd’in ayaklanma gibi bir düşünceye sahip
olmadığını fakat Hâlid’in iddiaları üzerine Yûsuf b. Ömer’in kendisini Kûfe’ye
çağırdığını, Yûsuf’un kendisine bir kötülük yapacağından korktuğu için Zeyd’in
Halîfe Hişâm’ın yanına gittiğini belirtmiştir. Fakat Hişâm kendisine kötü
muamelede bulununca Zeyd’de ayaklanma fikri ortaya çıkmıştır.
Başka bir rivayete göre ise, Zeyd
b. Ali’ye bir miktar emanet mal verdiği iddia edilen kişi Hâlid b. Abdullah
değil, Hâlid’in oğlu Yezîd’dir. Yezîd b. Hâlid, Zeyd b. Ali de bir miktar
emanet malı olduğunu Yûsuf b. Ömer’e söylemiş, bunun üzerine Yûsuf bu durumu
mektupla Halîfe Hişâm’a bildirmiştir. Hişâm Medine valisinden Zeyd’i ivedi
olarak Şam’a göndermesini istemiştir. Zeyd, Halîfe Hişâm ile görüşmüş ve Irak’a
Yezîd b. Hâlid ile yüzleştirilmek üzere gönderileceği söylenmiştir. Zeyd b.
Ali, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’den çok çekiniyordu. Hişâm, Zeyd b. Ali’ye,
“Irak’a Yûsuf’un yanına yüzleşmek için gideceksin.” dediği zaman Zeyd oldukça
endişeye kapılmış ve “Eğer beni Yûsuf’a gönderirsen sağ olarak bir daha
görüşebileceğimizi sanmıyorum.” demiştir. Hişâm ise bir mektup yazarım size bir
şey yapmaz, gitmeniz gerek diyerek Zeyd ve arkadaşlarını Yûsuf’un yanına
göndermiştir. Zeyd ile Medine’den gelenler arasında olan Mahzûmî kabilesinden
Eyyüb b. Seleme Şam’da hapsedilmiş, diğerleri Yûsuf b. Ömer’in yanına gitmek
üzere hareket etmişlerdir.
Hişâm, Yûsuf’a bir mektup yazarak
“Bu kişiler senin yanına vardıkları zaman Yezîd b. Hâlid ile yüzleşmek üzere
bir araya getir. Eğer onlar Yezîd’in dediklerini tasdik ederlerse onları bana
gönder, inkâr ederlerse Yezîd’e delilini sor. Eğer bir delili yoksa ikindi namazından
sonra yemin ettirerek onları serbest bırak.” demiştir. Yüzleşme sonucunda Yezîd
b. Hâlid: “Benim onlarda az veya çok hiç malım yoktur.” demiştir. Bunun üzerine
öfkelenen Yûsuf “Sen benimle mi yoksa Emîrü’l- Mümininle mi dalga geçiyorsun.”
diyerek Yezîd’i çok ağır bir şekilde dövdürtmüştür. Yezîd’in bu sopa
neticesinde neredeyse öleceği belirtilir. Ayrıca bu sözü yayan kim varsa hepsi
Yûsuf tarafından cezalandırılmıştır. Karşılıklı yapılan bu konuşma ve
yüzleşmelerin ardından Yûsuf, Zeyd’in gitmesine izin vermiş, yaşanan bu
konuşmaları ise Hişâm’a bildirmiştir.
Kaynaklarda geçen diğer bir
rivayette ise Hişâm, Yezîd b. Hâlid ve Zeyd b. Ali’yi huzuruna çağırmış ve
aralarında emanetleşme olmadığına dair onlara yemin ettirmiştir. Fakat gelişen hâdiseleri bir bütün olarak
tahkîk edecek olursak bu rivayetin sıhhatli olmadığı kanaatindeyiz. Zeyd b.
Ali, Kasrî ailesiyle yüzleştikten sonra Hişâm’ın yanına gitmemiş Kûfe’de
kalmıştır.
Burada bir noktaya özellikle
değinmek istiyoruz. Yûsuf b. Ömer, Zeyd b. Ali ile Hâlid b. Abdullah’ı mı yoksa
Yezîd b. Hâlid’i mi yüzleştirmiştir? Kaynaklarımız her iki rivayeti de
zikretmiş, herhangi bir değerlendirmede bulunmamışlardır. Sonuç olarak
araştırmacılara adeta iki seçenekten herhangi birine hamletme zorunluluğu gibi
bir seçenek ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalarda da yukarıda zikrettiğimiz
iki rivayet aktarılmış ve tam olarak bir netlik kazandırılamamıştır. Rivayetler
adeta ihtilaf olarak kalmıştır. Kaynaklarda geçen bu rivayetleri tahkîk edecek
olursak, Zeyd b. Ali’nin hem Hâlid b. Abdullah ile hem de Yezîd b. Hâlid ile
yüzleştirildiği kanaatinde olduğumuzu belirtmek isteriz. Çünkü Yezîd b. Hâlid
de siyasetle ilgili olmuştur. Emevîler’in son halîfesi Mansûr’un ordusunda
önemli bir rol üstlenmesi, babası Hâlid döneminde siyasetin içinde aktif olarak
bulunması bu görüşümüzü desteklemektedir.
Halîfe Hişâm ve Yûsuf b. Ömer’in
gelişen Abbâsî hareketi neticesinde oldukça endişeli oldukları âşikardır. Belki
de Yûsuf b. Ömer, Zeyd b. Ali üzerinden Hişâm’ın gözüne daha çok girerek
koltuğunu sağlama alma amacındaydı. Zeyd b. Ali hem Yûsuf b. Ömer için hem de
Hişâm için büyük bir rakipti ve ortadan kaldırılması elzemdi. Zira sebepsiz
yere hem alim hem de siyâsî nüfûzu geniş bir insanı katletmek, belki de daha
büyük isyanların ve toplumsal çözülmenin önünü açacaktı. Bu yüzden Zeyd’i
ortadan kaldırabilmek için birtakım gerekçeler lazımdı. Yûsuf b. Ömer bulduğu
en ufak ip ucunu mübalağa yaparak ele alıyor ve Zeyd’in üzerine gitmekten geri
durmuyordu. Ayrıca Hişâm, Zeyd’in itibarını sarsabilmek için eline geçen her
fırsatı büyük bir titizlikle değerlendirmiş,
siyâsî rakibi Zeyd b. Ali’ye galîz hakaretlerde ve kötü niyetli
yaklaşımlarda bulunmuştur.
Zeyd, Hişâm ile görüşmek için
Şam’a gitmiş fakat Hişâm Zeyd ile görüşmeyi ilk etapta kabul etmemiştir. Daha
sonra Zeyd b. Ali’nin ısrarı üzerine Hişâm ile görüşme gerçekleştirilmiştir.
Zeyd konuşmaya başlayınca Hişâm hemen araya girerek “Sana değer vermiyorum, sen
hilâfet istiyormuşsun, sen bir cariye çocuğusun, asla halîfe olamazsın.” diyerek
Zeyd’e hakaretler yağdırmıştır. Cevaben Zeyd: “Nebi’den başka hiç kimse Allah
katında daha değerli değildir. O, İbrahim Peygamberin oğlu İsmail’in
neslindendir. İsmail’in anası da bir cariyedir.” şeklinde cevap vermiştir. Bu
cevaba oldukça sinirlenen Halîfe Hişâm, Zeyd’in huzurundan çıkmasını istemiş,
Zeyd ise “Çıkıyorum, ama artık hiç hoşuna gitmeyen bir tavır takınacağım.”
demiştir. Görüldüğü üzere Zeyd’in yaşamış olduğu hâdiseler adeta isyan etmesi
için birer kıvılcım olmuştur. Yaşanan bu hâdiseden sonra Zeyd’in Kûfe’ye
gittiği belirtilir.
Zeyd b. Ali’nin ayaklanma için
Kûfe şehrini seçmesi dikkat çekicidir. Bunun sebepleri noktasında, Halîfe
Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e yazdıkları Kûfe’nin neden seçildiğini
gözler önüne sermektedir. “Kûfelilerin Ehli beyte gösterdikleri sevgiyi, onlara
aşırı bağlılıklarını biliyorsun. Kûfeliler Ehli beyte itaati kendilerine farz
kılmakta, dini vecibelerini ancak onların tefsirine göre yerine
getirmektedirler. Hatta onların, geleceği bilebileceklerine inanmaktadırlar.” Hişâm, Yûsuf b. Ömer’e yazdığı bu mektubunda
Kûfe halkının Ehli beyte olan derin bağlılığını ifade etmektedir.
Daha öncesinde de belirttiğimiz
üzere Zeyd b. Ali, Emevî yöneticilerinin şûra ve istişareye dayalı olan devlet
yönetimini lağv ettikleri, zorbalık, baskı ve zulümle insanlara muamelede
bulundukları gerekçesinden yola çıkarak ayaklandığı ifade edilmiştir. Şu hususta asla göz ardı edilmemelidir ki,
İbn Tiktakâ’nın belirttiği gibi, Zeyd b. Ali kendisini hilâfete layık gören ve
halîfelik makamının Ehli beytten olması gerekliliğini savunan bir kimseydi.
C) Zeyd’in İsyan Hazırlıkları ve Yûsuf b. Ömer’in Tedbirleri
Zeyd, Kûfe’de ikamet ediyordu.
Yûsuf, Zeyd’i aramaya başladığı zaman, onun Kûfe’de olduğu haber verilmiştir.
Yûsuf onu getirtmek için elçi göndermiş, Zeyd, Yûsuf’un huzuruna gitmeyi kabul
etmiş, fakat ağrılarından şikayetçi olduğunu belirterek Yûsuf’a bahane sunmuş
ve Kûfe’de bir müddet daha kalmıştır. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in Kûfe’de
kalmasından oldukça rahatsız olmuştur. Bir müddet sonra Yûsuf, Talha b.
Ubeydullah’ı Zeyd’e göndererek, amca oğulları ile arasında zuhûr eden miras
meselesini bahane ederek, Zeyd’in Kûfe’den çıkmasını istemiştir. Zeyd de bu
isteği kabul ederek yola çıkmıştır.
Burada dikkat çeken diğer bir
husus ise, Halîfe Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf’a yazmış olduğu mektuptur. Hişâm,
Zeyd’in kişisel üstünlüklerinden korkmuş olacak ki Yûsuf’a şunları yazmıştır.
“Zeyd b. Ali senin huzuruna geldiği vakit, onunla Hâlid’i yüzleştirmek için bir
araya getir. Zeyd’i bir saat bile boş bırakma. Zira ben onu tatlı dilli, güzel
konuşan, söz ifadelerinde gayet mâhir bir kimse olarak gördüm. Irak halkı onun
etrafında toplanabilir.”
Yûsuf b. Ömer’in emriyle Kûfe’den
çıkmak için hareket eden Zeyd b. Ali, Kûfe yakınlarında bir mevkî olan Kâdisiyye’ye diğer bir rivayete göre ise Sa’lebiyye ulaştığı zaman, Zeyd taraftarları gelmiş
“Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” diyerek Zeyd’in gitmemesini istemişlerdir.
Kûfe’de Zeyd’i destekleyen
oldukça yüksek sayıda Ehli beyt taraftarının kendisini beklediğini
belirtmişlerdir. Zeyd ise “Dedeme ve babama yaptığınız gibi beni de yardımsız
bırakmanızdan korkuyorum.” diyerek
endişesini ifade etmiştir. Kûfeliler onu yalnız bırakmayacaklarına dair yemin
etmişler, ayrıca kendilerinden olan birkaç kabilenin bile Emevî saltanatını yok
etmeye muktedir olacağını belirterek Zeyd’e güven vermişler ve onun Kûfe’ye
geri dönmesini sağlamışlardır.
Kûfe’ye ulaşan Zeyd, bir müddet
orada gizlice ikamet etmiş, Sülemîoğullarının, Ezdîoğullarının ve Nasr b.
Huzeyme’nin evleri başta olmak üzere birçok evde bulunmuştur. Zeyd, yerinin
belli olmamasına çok dikkat etmiş ve sürekli farklı evlerde kalarak gizlenmeyi
başarmıştır. Bu gizlilik içerisinde
kendisine gelen taraftarlarından da teker teker bey‘at almıştır. Bey‘at için
gelenler “Biz sizleri Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine, zalimlerle
cihada, zayıfları müdafaya ve mahrumlara yardıma, fey’i eşit olarak taksim
etmeye, zulmü kaldırıp Ehli beyte yardım etmeye çağırıyoruz. Bunlar üzerine
bey‘at ediyor musunuz?” diyerek sormuştur. Zeyd taraftarları ise: “Evet, bey‘at
ediyoruz.” diyerek mukabelede bulunmuşlardır. Bunun üzerine Zeyd elini onların
elinin üzerine koyarak “Allah’ın ahdi, misâkı, zimmeti ve Resulünün zimmeti ile
taahhütte bulunuyorsunuz. Bey‘atime vefa göstereceksiniz, düşmanımla
savaşacaksınız. Bana gizli ve alenî olarak samimi olup nasihat edeceksiniz.”
dedi. Onlar yine “Evet!” deyince ellerini birbirine sürerek: “Allah’ım şahit
ol.” demiştir. Zeyd ise bundan sonra
davetinin tüm insanlara ulaştırılmasını isteyerek, davet alanının yalnızca Kûfe
ile sınırlı olmadığını belirtmiştir.
Zeyd kendisine gelenlerden gizli bir şekilde bey‘at aldığı için, Yûsuf
b. Ömer bir müddet bu durumdan haberdar olamamıştır.
Kûfelilerin daha önce hem Hz. Ali
hem de Hz. Hüseyin’i yalnız bırakması, unutulmaması gereken bir meseledir. Zeyd
b. Ali’ye amcasının oğlu Dâvûd b. Ali
başta olmak üzere birçok kimse,
Kûfelilerin geçmişte Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e yaptıklarını hatırlatmış ve
onlara güvenmenin büyük bir hata olacağını ifade etmişlerdir. Fakat hiçbir söz Zeyd’i ayaklanma fikrinden
vazgeçirmeye yetmedi. Aksine Zeyd,
bey‘at için gelenlerden gizlice bey‘at almaya devam etmiş, hatta evden eve
bizzat kendi giderek, insanlardan Allah’ın kitabı ve Resülünün sünneti üzerine
bey‘at almıştır. Zeyd yalnızca Kûfe ile sınırlı kalmadı. Basra, Vâsıt, Medâin,
Horasan, Rey, Cürcân ve Musul’a haberler göndererek, kendisine bey‘at için
insanları davet etti. Etki alanını
genişletebilmek adına Zeyd b. Ali siyâsî evlilik dahi yapmıştır.
D) Zeyd’in İsyanından Yûsuf’un Haberdar Olması
Zeyd’in bir müddet gizlice
sürdürdüğü isyan hazırlıklarından sonra, Hîre’de bulunan Yûsuf b. Ömer’e, Süleyman b. Sürâka
el-Bârikî tarafından isyan hazırlıkları haber verilmiştir. Tecrübeli vali Yûsuf, isyandan bir hafta
evvel durumdan haberdar olmuş, hemen
harekete geçerek Zeyd’in yakalanması için gerekli tedbirleri almaya
başlamıştır. Yûsuf b. Ömer, Musul ve civarındaki bölgelere gönderilmek üzere,
Zeyd tarafından gönderilen biat mektuplarını yakalamıştır. Yûsuf mektup kendisine ulaştırılıp okununca
oldukça öfkelenmiş, mektubu yakalatan Zeyd’in adamının kafasını
kestirmiştir. Yûsuf her yerde Zeyd’i
aratıyor ve bulunması için var gücüyle gayret ediyordu. Zeyd’e bey‘at eden
Şiîler bu durumdan korkmuş olmalılar ki, Zeyd b. Ali’nin yanına gitmişler ve
ona Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in halîfelik durumu hakkında sorular sormuşlardır.
Zeyd her iki halîfeyi de
hayırla yâd edip, onların
devletin başına geçerek Kur’an ve sünnete göre adaletle hükmettiklerini
belirtmiştir. Ayrıca “Allah onları bağışlasın, ailemden onlar hakkında kötü söz
söyleyen kimseye rastlamadım, bende onlar hakkında iyilikten başka bir şey
söylemem.” demiştir. Zeyd’in bu sözleri
üzerine, ileride Râfıza (Sahabeyi ta’na cevaz verenler) olarak isimlendirecek
olan bazı kimseler, Zeyd’e tepki göstererek Emevîlerle savaşmanın da manasız ve
gereksiz olacağını belirterek daha önce yapmış oldukları bey‘atlerini
bozdular. Zeyd ise bu yönetimin Hz.
Ebûbekir ve Hz. Ömer’in yönetimleri gibi olmadığını, hem kendilerine hem insanlara
zulmettiğini belirtmiş ise de ona bey‘at edenlerin çoğunluğu, Zeyd’i
dinlemeyerek yanından ayrılmışlardır.
Zeyd b. Ali’yi yalnız bırakan bu
taifeye Râfızîler, onunla beraber ayaklanmaya katılanlara ise Zeydiyye ismi
verilmiştir.
E) Yûsuf b. Ömer’in Zeyd İsyanını Bastırması
Zeyd b. Ali’nin isyanı başlatmış
olduğu tarih ihtilaflıdır. Kaynaklar Zeyd b. Ali’nin isyanı ve katlinin
121/739 veya 122/740 yılında olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla
Zeyd isyanını tam manasıyla hicri 121 veya 122 gibi net bir tarih zikretmek
isabetli bir karar olmayacaktır. Taberî’de geçen rivayetlerde, Zeyd’in Kûfe’de
4, 5
veya 10 ay kaldığı ve daha sonra
ayaklanma için harekete geçtiğine dair rivayetler bulunmaktadır. İsfahânî ise
Zeyd’in Kûfe’de 10 küsur ay kaldığını belirtir.
Zeyd kendisine biat edenlere 121/739, diğer rivayete göre ise 122/740
Safer ayının ilk gecesi buluşma kararını duyurdu. Zeyd’in emriyle artık ayaklanma için son
hazırlıklar tamamlanmış olacaktı. Bu
durumu öğrenen Yûsuf b. Ömer, emrindeki Kûfe valisi Hakem b. Salt’a haber
verip, büyük Kûfe mescidinde halkın toplamasını emretti. Camiye hapsedilen Zeyd taraftarları
Wellhausen’in tabiriyle “Girişecekleri akılsızca hareketten böylece korunmuş
olmaktan pek memnun kalmış idiler.”
Zeyd’in ayaklanmasından bir gün önce Yûsuf’un yaptığı bu hamle, Zeyd’i
oldukça zor durumda bırakmıştır. Zeyd aynı gece harekete geçmiş ve ona tabi
olan insanlar ateşler yakarak “Ya Mansur Ya Mansur! (Zafer, Zafer!)” diyerek
isyana katılacak olanları kendi etraflarında toplamaya çalışmışlardır.
Kûfe’de Şurta’nın (güvenlik
teşkilatı) başında Amr b. Abdurrahman ve
beraberinde Şamlılardan oluşan bir grup insanla Ubeydullah b. Abbâs el-Kindî
bulunuyordu. Fecir vaktinde Zeyd ile
beraber toplamda 218 kişi vardı. Zeyd bu
duruma şaşırmış ve diğer bey‘at edenlerin nerede olduğunu sormuştur. Bey‘at
eden diğer insanların mescitte kuşatma altında olduğu cevabını alınca, böyle bir bahane olamaz diyerek haklı bir
sitemde bulunmuştur.
Zeyd taraftarlarından Kâsım
Tübbeî ve yanında bulunan arkadaşı,
Yûsuf b. Ömer’le fiili çatışmaya girerek katledildiler. Bunlar, isyanı başlatan
ilk kimselerdi.
Kâsım’ın kafası kesilmiş ve
ayaklanmaya katılanlara korku vermek amacıyla sarayın kapısına asılmıştı.* Yûsuf’un Kûfe valisi Hakem b. Salt, pazar (sûk)
ve mescidin yollarını kapatarak birtakım tedbirler almıştı. Hakem, Zeyd’in
fiili olarak isyanı başlattığını bölge valisi Yûsuf b. Ömer’e haber vermesi
için, Cafer b. Abbâs liderliğinde 50 süvariyi Hîre’ye göndermiştir. Kûfe valisi
Hakem, Hîre’den Yûsuf b. Ömer’den gelecek emirleri bekliyordu. Yûsuf b. Ömer’in
emriyle, Reyyân b. Seleme Errâni önderliğinde iki bin kişi, beraberlerinde üç
yüz yaya ve mancınıkçı ile Zeyd isyanını bastırmak üzere Kûfe’ye doğru yola
çıkmışlardır. Gelen takviye ekiple beraber Kûfe valisi Hakem harekete geçmeye
başlamıştır. Öncü birliklerden sonra Yûsuf b. Ömer’de Kûfe’ye doğru hareket
etmiş ve Künâse’ye ulaşmışlardır.
Zeyd, kendisi ile savaşmayı
bekleyen bir grup Şamlı ile savaştı ve onları mağlup etti. Künâse denen mevkîde
tekrar başka bir grup savaşçı ile cenk etti ve onları da yenmeyi başardı. Daha
sonra Yûsuf b. Ömer ile Zeyd’in adamları karşı karşıya gelmişlerdi. Yûsuf b.
Ömer ve Zeyd bir müddet burada birbirlerine bakmışlar, fakat aralarında
herhangi bir çatışma olmadan Zeyd, Kûfe mescidine doğru yönelmiştir. Zeyd mescide kadar ilerlemeyi başarmıştı.
Zeyd’in arkadaşları kapıların üzerinden sancakları içeri sokuyorlar ve Kûfe
mescidinin Fil kapısından “Ey mescittekiler! Zilletten izzete çıkın, din ve
dünyaya çıkın. Siz şu anda din ve dünya dahilinde değilsiniz.” diyorlardı. Diğer taraftan mescidin üst
tarafına çıkan Şamlılar, Zeyd ve taraftarlarına taş atarak onları
uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Zeyd isyanının sonucu bir türlü neticelenmemişti.
Geç saatlere kadar süren çatışmaların
ardından Yûsuf b. Ömer, Abbâs b. Sa‘d önderliğinde Şamlılardan müteşekkil bir
orduyu Zeyd ile savaşmaları için gönderdi. Burada başlayan savaş neticesinde
Zeyd yine galip gelmişti. Akşam yine
savaşa tutuştular fakat sonuç yine aynıydı. Şamlılar Zeyd taraftarları
karşısında
tutunamıyorlardı. Komutan Abbâs
durumu Yûsuf’a haber vererek mancınık ekibi göndermesini istedi. Gelen
mancınıklar ile ağır zaiyat veren Zeyd taraftarları, gecenin karanlığından da
faydalanarak geri çekilmeye başladılar.
Gece boyu süren şiddetli
çarpışmaların ardından Yûsuf askerlerini toplamış ve Zeyd’le karşı karşıya
gelmişlerdir. Yûsuf b. Ömer, Zeyd ve taraftarlarını geri püskürtmüş ve son
hamleyi indirmek için hücuma geçmiştir. Zeyd b. Ali karşısındaki kalabalıktan
dolayı geri çekilmek zorunda kalmıştır. Gece karanlığına kadar çarpışmalar
şiddetli bir şekilde devam etmiştir.
Gecenin karanlığında devam eden
şiddetli çatışmalar esnasında, Zeyd’in sol taraf alnından isabet eden bir ok
ağzına kadar gelmişti. Zeyd’i, gizlenmiş oldukları evlerden birine götüren
arkadaşları bir tabip buldular. Doktorun oku çıkarması sonucunda Zeyd hayatını
kaybetti. Liderlerini kaybeden Zeyd
taraftarları artık umutlarını tamamen kaybetmişler ve isyanı sürdürmeyi
bırakmışlardır. Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in yaralanmış neferlerini arıyor, ayrıca
Zeyd’i bulabilmek için yaralı olan tüm şahısların sorguya çekilmesini
istiyordu.
Zeyd’e biat eden binlerce
Kûfeliden, isyan günü etrafında yalnızca 218 kişinin kalması, üzerinde
durulması gereken ayrı bir noktadır. Zira Zeyd’i uyaranlar onun akıbetinin de
dedesi Hz. Hüseyin gibi olacağını ve Kûfelilere güvenilmemesi gerektiğini
defaatle belirtmişlerdir.
Zeyd’in cenazesi arkadaşları
tarafından saklanmış, Yûsuf’un cenazeye zarar vermemesi için gizli bir şekilde
defnetme kararı almışlardır. Zeyd’in cenazesinin nereye defnedileceği hususu,
taraftarları arasında ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Zeyd’in arkadaşları onu bir çukura gömerek
üzerine su doldurma fikrinin isabetli olacağını, böylece Zeyd’in cansız bedenine
müsle uygulanamayacağı düşüncesiydeydiler. Zeyd’i defnettikten sonra yeri belli
olmasın diye üzerini su ile
doldurdular. Böylece Zeyd b. Ali’nin cansız bedeninin
zarar görmemesini amaçlamışlardır.
Yûsuf b. Ömer ise her yerde Zeyd
b. Ali’nin cansız bedenini arattırıyordu. Zeyd’in Sindli kölesi, Zeyd
defnedildiğinde oradaydı ve Yûsuf’un adamlarına Zeyd’in yerini bizzat onun
gösterdiği ifade edilmektedir. Zeyd’in
cenazesi çıkarılmış ve kafası kesilerek Kûfe valisi Hakem b. Salt tarafından
Hîre’de bulunan Yûsuf b. Ömer’e gönderilmiştir. Zeyd ve onun arkadaşları Nasr
b. Huzeyme, Muâviye b. İshak b. Zeyd b. Hârise el-Ensârî ve Ziyad el-Medinî’nin
cenazelerini Yûsuf b. Ömer çarmıha gererek astırmıştır. Ayrıca Yûsuf sevincinden dolayı çevresindeki
insanlara bahşişler dağıtmış, Zeyd’in
kesik başını Halîfe Hişâm’a göndermiştir. Zeyd’in kesik başı Hişâm’ın emriyle
Dımaşk şehrinin kapısına asıldı. Başka
bir rivayete göre ise daha sonra Şam’dan Medine’ye gönderildi. Bazı kaynaklarda Zeyd’in cansız vücudunun
uzun bir müddet çarmıha gerili olarak kaldığı ifade edilir. İbn A‘sem ise Zeyd’in yalnızca 3 gün çarmıha
gerili olarak kaldığını ifade etmiştir.
Yûsuf b. Ömer, Zeyd’in katli
sonrasında Kûfelilere bir hutbe irad etmiştir. Minbere çıktıktan sonra Hz. Ali
ve Ehli beyte hakaretler etmiş, daha sonra da Kûfe halkının tamamına ağır
hakaret ve küfürlerde bulunmuştur. Yûsuf
hutbesinde “Ey Kûfe halkı! Allah’a yemin ederim ki ben sizden bir grubu
öldürmek için halîfeden izin istedim. Eğer bana izin verirse savaşçılarınızı
öldürür, çoluk çocuk ve kadınlarınızı esir alırım. Ben sadece hoşlanmadığınız
şeyleri sizlere söylemek için
minbere çıktım.” diyerek böyle bir ayaklanmanın bir kez daha
yaşanmaması için halkı tehdit edip korkutmayı amaçlamıştır. Yûsuf b. Ömer’in,
Zeyd b. Ali’nin hanımını huzuruna getirttiği ve ağır hakaretler ettikten sonra
kadının üzerindeki elbiseleri yaktırdığı iddia edilmiştir. Daha sonra celladını
çağırıp Zeyd’in hanımını öldürtmüştür. Bu hanımın cesedi yol ortasında bir yere
atılmış ve daha sonra akrabaları tarafından bulunarak defnedilmiştir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi
Kûfe’de Yûsuf b. Ömer’in valilik yaptığı muhitte, kendisine bağlı insanlarla
ayaklanmayı başlatan Zeyd b. Ali isyanı başarısız olmuş, öldükten sonra çarmıha
gerili bir şekilde asılmıştır. Bu olay
karşısında Halîfe Hişâm’ın oldukça müteessir olduğu da zikredilir. Hatta İbn Kuteybe, bu elim hâdiseden sonra
Hişâm’ın Irak valisi Yûsuf b. Ömer’i azlettiğini ifade eder. Fakat İbn Kuteybe’nin zikrettiği bu bilgi
diğer kaynaklarca kabul görmemiştir. Yûsuf b. Ömer 126/744 yılına kadar
görevinde kalmıştır. Dolayısıyla İbn Kuteybe’nin bu rivayeti doğru değildir.
Halîfe Hişâm’ın, Zeyd b. Ali’nin katline üzüldüğüne dair rivayetleri tahkîk
edecek olarsak, Hişâm, halk ve alimler tarafından oldukça sevilen, peygamber
soyundan gelen böylesine nüfûz sahibi birini katlettirdiği için meydana
gelebilecek isyanları önleyebilmek ve halkın öfkesini bir nebze olsun
dindirebilmek adına, bu şekilde timsah gözyaşları dökerek süslü siyâsî
söylemlerde bulunmuş olabilir. Bu ihtimalin elbette göz ardı edilmeyecek kadar
önemli olduğu kanaatindeyiz. Zira Hişâm’ın, Zeyd b. Ali’ye olan düşmanlığı
kaynaklarca zikredilen ve unutulmaması gereken bir husustur.
İbn Kesîr isyan öncesinde
Hişâm’ın, Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e bir mektup yazdığını belirtir. Hişâm
mektubunda “Senin hiçbir şeyden haberin yok. Zeyd Kûfe’de güçlenmiş vaziyette,
halk ise onun halîfe olması için bey‘at ediyor. Onu ısrarla ara, bulduğunda
eman ver, kabul etmezse onunla savaş.”
emrini vermiştir. Ayrıca Yûsuf tarafından Zeyd b. Ali’nin çarmıha
gerilmesine Hişâm herhangi bir tepki göstermemiş ve Yûsuf b. Ömer’e müsle
yapmaması yönünde bir tavsiyede de
bulunmamıştır. Zeyd’in kesik
başının Dımaşk kapısında sergilenmesi, Hişâm’in Zeyd hakkında üzüldüğü iddiasını
neredeyse tamamen çürütmektedir. Zeyd’in katlinde Hişâm iyi polis rolünü
oynamış, kötü polis rolü ise Emevî saltanatının sadık valisi Yûsuf b. Ömer’e
kalmıştır.
Zeyd’in ayaklanması sonucu
katledilmesi, zahiren isyanı ortadan kaldırmış gibi görünsede, var olan Abbâsî
muhalefet hareketinin daha da güçlenmesine sebep teşkil etmiştir. Hişâm,
Zeyd’in katlinden sonra Irak valisi Yûsuf’a mektup yazmış, mektubunda Kûfe
halkının atiyyelerinin (hediyelerinin) ve erzaklarının artırılmasını
istemiştir. Yûsuf halîfeden aldığı emir neticesinde Kûfe halkını mescide
toplamış ve atiyyelerinin artırılacağını bildirmiştir. Bu durumun olası bir ayaklanmayı ve tepkiyi
önleme amacına dönük olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca İmam-ı A‘zam Ebû Hanife gibi
din alimlerinin de Emevîlere karşı muhalif cephede yer alması, Abbâsî hareketi
açısından ciddi bir güçtür. Zira
Brockelmann “Zeyd’in katledilmesinin ve bu ayaklanmanın Emevî Hanedanının
inkırazını hazırlayan ve birbirini kovuşturun bir sürü Şiî hareketlerinin ancak
ilki.” olarak ifade eder. Dolayısıyla
Zeyd b. Ali’nin isyanı küçük fakat etkisi Emevî devletini ortadan kaldıracak
kadar tesirli ve büyük olmuştur diyebiliriz.
3.4.3. Yahya b. Zeyd İsyanı
Zeyd b. Ali üç evlilik
gerçekleştirmiş, bu evliliklerden bir kızı ve Yahya, İsâ, Hüseyin, Muhammed
adlı dört erkek çocuğu olmuştur. Diğer
çocuklara nazaran Yahya, siyasetle daha ilgili olmuş, babasıyla beraber
yolculuklar yapmıştır.
Zeyd’in Kûfe’de katledilmesinden
sonra Yahya’nın nereye gittiği ihtilaflıdır. Bir rivayete göre o, Horasan’a
bağlı Belh bölgesinde Hureyş b. Amr’ın evinde gizlenmiştir. Diğer bir rivayete göre ise onun, Kerbelâ’ya
gelip buradan Ninova’ya geçtiği ve Bişr b. Abdülmelik’in mevlâsı olan Sâbık’a
misafir olduğu belirtilir. Bunların
dışında başka bir rivayette ise, Esedoğulları’ndan biri Yahya’ya
“Horasanlılar sizin yanınızdadır,
onların yanına gitseniz daha iyi olur.” demiş, Yahya ise “Şu anda oraya gitmem
nasıl mümkün olur.” diye sormuştur. Esedoğullarına mensup bu zat ise, “Yûsuf’un
adamları tarafından takip edilmen zamanla azalır, oraya gidersin.” diyerek
karşılık vermiştir. Bu adam Yahya’yı bir gece kendi evinde gizlemiş, sonra
Abdülmelik b. Bişr’in yanına götürmüştür. Abdülmelik b. Bişr’in Zeyd ile
akrabalık bağı olduğu da ifade edilmiştir. Yahya’yı, Abdülmelik b. Bişr’e
götüren adam “Zeyd öldürüldü, bu da onun henüz genç, suçsuz oğludur. Eğer
Yûsuf, Yahya’yı bulursa öldürür.” diyerek Yahya’yı himayesine alması teklifinde
bulunmuştur. Bu hâdise sonrasında Yahya bir müddet burada kalmış, daha sonra
Zeydîlerden bir grupla Horasan’a doğru hareket etmiştir.
122/739-740 yılında Yahya’nın,
Horasan’da etrafında insanların toplandığını haber alan Yûsuf, bu duruma
kızarak “Ey fraklılar! Yahya b. Zeyd tıpkı babasına benzer şekilde kadınlar
gibi saklanarak yoluna devam ediyor. Eğer gözüme görünürse, babasını öldürdüğüm
gibi onu da öldürürüm.” diyerek tehditte
bulunmuş ve bunun neticesinde Yahya’nın çevresinde bulunan insanların korktuğu
ve etrafından ayrıldıkları belirtilmiştir. Yûsuf’un bu ifadelerinden Yahya’nın
gizlendiğini ve arandığını çok sarih bir şekilde anlayabiliriz.
Yahya b. Zeyd, Yûsuf tarafından
aranmaktaydı. Bu gizlenme sürecinde yerinin bilinmemesi için farklı yerlere
gitmiş olabileceği ve yukarıda zikredilen rivayetlerin tamamının, Yahya’nın
farklı zamanlarda gizlenmek için gittiği yerler olduğu kanaatini
güçlendirmektedir. Kaynaklarda Yahya’nın gittiği yerler noktasında rivayetlerin
farklı ve karışık olması Yahya’nın tam olarak nereye gittiği konusunda kuşkular
doğurmaktadır. Fakat İbn A‘sem farklı olarak Yahya’nın kaçış serüvenini net
olarak zikretmiştir. İbn A‘sem’e göre, Yahya evvela Ninova’ya geçmiş akabinde
ise adamlarıyla beraber Medâin’e gitmiştir. Ardından Serahs’ta kalmış, bir
müddet sonra ise Belh’e geçmiş ve Hureyş b. Amr’ın evinde ikamet etmiştir. Bir
müddet burada saklandıktan sonra Merv’e, Merv’den ise Cüzcan’a geçmiştir. Yûsuf
b. Ömer ve Nasr b. Seyyâr’ın sıkı takibinde olan Yahya, gece karanlığında
Cüzcan’dan tekrar Belh’e gitmiştir. Görüldüğü üzere Yahya tek bir yerde
bulunmamış ve sürekli olarak
yakalanmamak için yer
değiştirmiştir. Zeyd’in katlinden sonra
her ne kadar Yahya’nın nereye gittiğinde ihtilaf olsa bile, Yahya bir zaman
gizlenmiş ve daha sonra kendisi için bir üs bölgesi olarak telakki ettiği Horasan’da
ortaya çıkmıştır.
Yahya, Hişâm’ın 125/743 yılındaki
ölümünden sonra, Velîd b. Yezîd’in halifeliği zamanında Horasan’a bağlı Belh
vilayetinde, diğer rivayete göre ise
Cüzcân vilayetinde ortaya çıkmıştır.
Yahya, Hişâm’ın ölümüne mukabil faaliyetlerini hızlandırmış ve insanlar Horasan’da
onun etrafında toplanmaya başlamıştır.
Yûsuf b. Ömer, Yahya’nın saklandığı yerden haberdar olmuş ve Nasr b.
Seyyâr’a durumu bir mektupla bildirmiştir. Nasr b. Seyyâr, Yûsuf’un mektubunu
alır almaz hemen Belh valisine, Akîl b. Makil el-İclî adındaki adamı ile haber
göndermiş ve Hureyş b. Amr derhal yakalanarak Belh valisinin huzuruna
getirilmiştir. Hureyş b. Amr’a 600
kırbaç vurulup çeşitli işkenceler yapılmasına rağmen Yahya’nın saklandığı yeri
öğrenememişlerdir. Daha sonra Yahya’nın yerini babasının öldürülmesinden
korkarak Hureyş’in oğlu Kureyş bildirmiştir. Yahya, Ebî Bükre’nin mevlâsı Yûnus
b. Süleym’in odasında yakalanmıştır. Yahya b. Zeyd, Horasan’a götürülüp Nasr’ın
huzuruna çıkarılmış ve tutuklanarak hapse atılmıştır. Ayrıca durumdan Yûsuf b.
Ömer haberdar edilmiştir. Belh’te
yakalanan Yahya bir müddet Merv’de hapis hayatı yaşamıştır.
Nasr, Yahya’nın yakalandığını
Yûsuf’a bildirmiş, Yûsuf da durumu Halîfe Velîd’e bildirmiştir. Velîd ise
Yahya’nın arkadaşlarıyla beraber serbest bırakılması kararını vermiştir. Nasr tarafından Yahya’ya tahliye esnasında 12
bin dirhem verilmiş ve Halîfe Velîd’in isteği üzerine Yahya, Şam’a gönderilmek
üzere yola
çıkmıştır. Yahya’nın önce Serahs’a daha sonra ise yönünü
Beyhak’a çevirerek oraya gittiği belirtilir. Yûsuf b. Ömer’in kendisini
öldüreceğinden korktuğundan dolayı burada insanları kendisine halîfe olarak
bey‘at etmeye davet etmiştir. Çünkü Beyhak’tan daha ileri gitse Yûsuf b.
Ömer’in hakimiyet alanlarına girmiş olacaktı ki, bu Yahya için öldürüleceği noktasında büyük
bir korkuydu.
Belh’e gidebilmek için Yahya ve
beraberindekilerin yolda bazı tüccarların mallarına el koydukları ifade edilir.
Bu durum Amr b. Zürâre tarafından Nasr’a bildirilmiş, Nasr ise Yahya’nın
öldürülmesini istemiştir. Amr’ın komutasındaki orduyu yenen Yahya, önce Herat
tarafına oradan ise Cüzcân’a geçmiştir.
Yahya’nın 70 kişi, Amr b. Zürâre’nın ise 10 bin kişi olduğu
belirtilir. Yahya’nın bu kadar az sayıdaki
kişiyle kendisinden yaklaşık olarak 143 kat daha büyük olan bir orduyu
yenmesinin sebebinin ise, komutanları ölen askerlerin dağılmış olabileceği,
yahut askerler içerisinde önemli bir oranda Şia sempatizanı bulunabileceği
kanaatindeyiz. Diğer türlü böylesine az sayıdaki kişinin, bu denli büyük bir
orduyu yenmesi aklen mümkün değildir.
Yahya’nın bu tutumu, Şam’a Halîfe
Velîd’in yanına gitmek istemediğini göstermektedir. Şam’a gitmek üzere yola
çıkan Yahya ve arkadaşları daha sonra yönlerini değiştirmişler, dolayısıyla
saklanmak için bir yer aramışlardır. Yolda temel ihtiyaçlarını karşılamak için
yağma yaptıkları iddiası mümkün görünmemektedir. Çünkü Yahya’ya, Nasr
tarafından verilmiş önemli miktarda para mevcuttur. Yahya ve beraberindekilerin
yağmacı olarak gösterilmesi, Ehli beytin karizmasını yok etmek, ayrıca
Yahya’nın öldürülmesini meşrulaştırmak amacına dönük bir hamle olabilir.
Hâdiseleri bir bütün olarak ele aldığımızda, Yahya’nın öldürülmesi de tıpkı
babası Zeyd gibi iktidar mücadelesi için olmuştur. Emevîler karşılarında rakip
olabilecek kim varsa sindirmeyi veya ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
Mücadele sonucu sindirilemeyen Yahya’nın, muhalefeti sonucu öldürüldüğünü
düşünüyoruz.
Horasan valisi Nasr b. Seyyâr,
Amr b. Zürâre’yi yenen Yahya’yı öldürmesi için kalabalık bir ordu göndermiştir.
Nasr’ın askerleriyle ikince defa savaşan Yahya, şakağına isabet eden bir ok
neticesinde hayatını kaybetmiştir. Onunla beraber olanlar Yahya’ın ölümü
üzerine dağılmışlardır. İbn Kesîr’e göre, Yahya’nın öldürülmesinin sebebi yol
kesmesi değil, ihanet etmesinden endişe duyulmasıdır. Nasr, bu sebepten dolayı
onun üzerine askerlerini göndermiş ve Yahya katledilmiştir. Zeyd b. Ali’nin katledilişi gibi onun oğlu da
aynı akıbete uğramış ve Yahya bir rivayete göre 125/74 3 diğer bir rivayete göre ise 126/744 yılında hayatını kaybetmiştir.
Yahya’nın katledildiği bilgisi
Halîfe Velîd’e ulaşınca Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e bir mektup yazmıştır.
Mektubunda “Iraklıların buzağısını yakala, onu makamından indir, ateşe at ve
külünü denize savur.” emrini vermiştir.
Wellhausen “Iraklıların buzağısı” ibaresinin geçtiği mektupta, bu hakarete
uğrayan muhatabın Yahya olduğunu belirtmiştir.
Yûsuf halîfenin emrini ivedi olarak infaz etmek üzere harekete geçmiş ve
Yahya’nın cesedi yakılmıştır.
3.4.4. Yûsuf b. Ömer’in Ebû Mansûr el-İclî’yi Katletmesi
Şiî olduğu bilinen ve Irak
bölgesinde propaganda yapmaya başlayan Ebû Mansûr el-İclî sapkın görüşleriyle
zuhûr etmiştir. Ebû Mansûr Kûfeli bir Şiî’dir. Düşüncelerinin oluşmasında
Kûfe’nin Keysânî Şiîleri’nden olan Leylâ en- Nâitiyye’nin talebesi olan Meylâ’nın
etkisi oldukça fazladır. Muhammed el-Bâkır’ın imamet görevini kendisine
bıraktığı yalanıyla ortaya çıkmıştır.
Ebû Mansûr’un peşinden gidenler Mansûriyye olarak tesmiye edilmektedir.
Ebû Mansûr ve müntesipleri, muhaliflerini feci şekilde katletmeleri ve bu
vahşeti dini bir vecîbe olarak görmeleriyle meşhurdur. Ebû Mansûr’un semaya yükselip Allah ile
görüştüğünü iddia etmesi ve kendini peygamber olarak sunması, insanların onun
çevresinde toplanmasını sağlamıştır.591 Aşırılıklarıyla bilinen bu ideolojik
oluşumun, dinin emir ve yasaklarını şahsî menfaatlerine göre yorumlaması,
terörizm faaliyetlerini artırmaya ve meşrulaştırmaya sebep teşkil etmiştir.592
Yûsuf b. Ömer’in, Ebû Mansûr’u sapkın görüşlerinden dolayı katlettiği
belirtilir. Yûsuf b. Ömer, devlet için tehlike arz eden bu oluşumu yok etmek
için, liderleri Ebû Mansûr el-İclî başta olmak üzere birçok kişiyi
katletmiştir.593 Yûsuf’un, Ebû Mansûr’u ne zaman katlettiği konusunda
ihtilaflar bulunmaktadır. 121-127/738-744 yılları arasında Yûsuf b. Ömer tarafından
Kûfe’de katledildiği bilinmektedir.594 Neşşâr, Ebû Mansûr’un 121/738 yılında
öldürüldüğünü kabul eder.595
3.4.5. Yûsuf b. Ömer Döneminde Abbâsî Propagandası
Hişâm’ın hilâfete geçişinin ilk
yıllarından itibaren Abbâsî hareketi gizliden gizliye devam etmiştir. Abbâsî
hareketinin önde gelen isimlerinden Muhammed b. Ali Horasan’dan başlayarak
Abbâsî propagandasını devamlı sürdürmüştür.596 Muhammed b. Ali aynı zamanda
Yûsuf b. Ömer’in vali olduğu Yemen civarında da faaliyetlerini artırmıştır.597
Zeyd b. Ali’nin katli önceden
beri var olan Abbâsî propagandasını iyiden iyiye artırmıştı. 124/742 yılında
Horasan’da bulunan bir grup Abbâsî propagandacısı Mekke’ye doğru yola
çıkmışlar, Kûfe’den geçerlerken Yûsuf b. Ömer tarafından hapsedilen Hâlid b.
Abdullah’ın komutanlarının hapiste olduklarını öğrenerek, onları ziyarete
gitmişlerdir. Ziyaretleri esnasında onları Abbâsî propagandalarına davet
etmişler ve Hâlid’in tutuklu komutanları da bu daveti kabul etmişlerdir.
Diğer taraftan Abbâsîlerin
kuruluş aşamasında önemli bir isim olan Ebû Müslim el-Horasanî de mahkumlarla
beraberdi. İsa b. Mukbil el-İclî adındaki bir mahkuma hizmet etmekteydi.
Atılganlığı ve bey‘at edişi Abbâsî hareketi liderlerini çok memnun etmiş ve
Bekir b. Mahan tarafından 400 dirhem para ödenerek serbest kalması
sağlanmıştır. Ebû Müslim de onlarla beraber giderek Abbâsî hareketine
katılmıştır. Görüldüğü üzere Yûsuf b.
Ömer’in valilik yaptığı bölgede Abbâsî daveti devam etmiş fakat Yûsuf, mücadele
noktasında eksik kalmıştır diyebiliriz. Yahut daha muteber bir ifadeyle artık
Abbâsî davetinin önü alınamaz noktalara ulaşmıştır.
125/743 yılında Şam’da bulunan
Hâlid b. Abdullah ve ailesi sürgün hayatı yaşamaktaydı. Yukarıda geçen
bölümlerde Hâlid’in Şam’da çıkan yangınlar sonrasında hırsızlıkla itham edildiğini
belirtmiştik. Hâlid ve yakınlarının suçsuz olduğunun anlaşılması üzerine
tahliye edilmişlerdir. Hâlid, halkı etrafına toplayarak: “Hişâm’a ne oluyor?
Üzerime gelmekten vazgeçsin, aksi takdirde (Muhammed b. Ali b. Abdullah b.
Abbâs’ı kastederek) arzusu Irak olan, evi Şam’da bulunan, Hicaz asıllı için
halka propaganda yaparım. Bu hususu Hişâm’a duyurmanızı istiyorum.” dedi. Durum
Hişâm’ın kulağına gidince “Ebû’l Heysem (Hâlid) bunamış.” diyerek Hâlid’in
söylemlerini geçiştirmiştir. Görüldüğü
üzere Hişâm’ın son dönemlerinde artık Abbâsîler oldukça güçlenmiş Hişâm’ın dahi
gücü yetmez duruma gelmiştir. Zira devlet için bir tehdit olduğu âşikar olan
Muhammed b. Ali’ye dokunulamaması, devlet otoritesinin oldukça kötü duruma
geldiğinin bariz bir göstergesidir.
3.5. Velîd b. Yezîd Döneminde Yûsuf b. Ömer
125/743 yılında vefat eden
Hişâm, 20 yıla yakın Emevî devletini yönetmiştir. Onun vefatından
sonra Velîd b. Yezîd hilâfet makamına oturmuştur. Hişâm’ın ölümü Emevîler için
artık sonun başlangıcıydı. Bu noktada
İbn Kesîr’in şu ifadelerini dikkate değer buluyoruz. “Ben derim ki, Hişâm b.
Abdülmelik ölünce Emevî hükümdarlığı da öldü. Cihad işleri geriledi, yönetim
cidden sarsıldı, düzen bozuldu. Her ne kadar Hişâm’dan sonra 7 sene daha
Emevîler hüküm sürdülerse de
bu hakimiyetleri ihtilaf ve
kargaşa içinde devam etti. Nihayet Abbâsîler onlara karşı ayaklandılar,
ellerindeki nimet ve hükümdarlığı yağmaladılar. Bir kısmını öldürdüler.
Halîfeliği ellerinden aldılar.”
Velîd, amcası Hişâm’a karşı
oldukça nefret doluydu. Amcasının ölüm haberini duyduğu zaman son derece mesrur
olmuştur. Hatta cenazesine kefen vermediği, hizmetçilerin Hişâm’ın cenaze
suyunu ısıtmak için kömür dahi bulamadıkları belirtilir. Ayrıca Velîd amcası
Hişâm ölür ölmez hazineyi mühürletmiştir.
Yezîd b. Abdülmelik kendisinden
sonra hilâfet makamına kardeşi Hişâm’ı, ondan sonra ise oğlu Velîd b. Yezîd’i
veliaht olarak atamıştı. Fakat Velîd
içki ve eğlence hayatına kendini aşırı kaptırmış, vaktini serkeşlik ve içki
içerek geçiriyordu. Hatta çeşitli ülkelerden ilk defa şarkıcı getirenin de
Velîd olduğu söylenmiştir. Velîd’in bu
tavrı halka ve devlet memurlarına da sirayet etmiş, Mes‘ûdî’nin ifadesiyle
devlet memurlarından ve halktan şarkı tutkunu olmayan kimse kalmamıştı. Hatta Velîd’in “Şarkı benim için her türlü
lezzet veren şeyden daha sevimlidir. Benim susuzluğumu giderir.” dediği de ifade edilmiştir. Velîd b. Yezîd de
tıpkı babası gibi içki alemlerinde zaman öldürüyordu.
Bu nedenlerden dolayı Hişâm,
kendisinden sonra oğlu Mesleme b. Hişâm’ı veliaht tayin etmeye çalışmış fakat
buna ömrü kifâyet etmemiştir. Hişâm’ın
vefat haberi Velîd’e getirildiği zaman sevincinden dolayı 2 gün boyunca gözünü
kırpmadan eğlendiği ve sürekli olarak şu şiiri okuduğu belirtilir.
“Uzun bir geceydi, yıllanmış şarap
bezmi
İşte geldi Rusâfe’dekinin ölüm
haberi
Getirdiler önüme bir hırka, bir
değnek
Arkasından da verdiler hâtem-i
hilâfeti!”
Hişâm’ın 20 yıla yakın halifeliğinden sonra tahta geçen Velîd, Irak
valisi Yûsuf b. Ömer hariç birçok vali ve bürokratı azletmiş, onlara çeşitli
işkencelerde bulunarak, yerlerine yeni atamalar yapmıştır. Velîd Hişâm’ın
ölümünü duyunca Rusâfe’ye giderek Abbâs b. Velîd’den, Mesleme b. Hişâm hariç, Hişâm’ın çocukları,
akrabaları ve âmillerinin mallarının sayımının yapılmasını istemiş, yapılan
sayımın ardından Mesleme b. Hişâm hariç diğerlerinin mallarına el konulmasını
emretmiştir. Mesleme’nin kapsam dışı tutulmasının nedeni ise, babası Hişâm’dan
Velîd’e karşı müsamahalı davranmasını istemesidir. Velîd bu sebebe binaen
Mesleme’yi bir vefa borcu mesabesinde, müsadere işleminden istisna etmiştir.
Halîfe Velîd’in, amcası Hişâm’a
karşı oldukça öfkeli olduğundan ve bunun sebeplerinden bahsettik. Velîd halîfe
olduğu yıl Hişâm’ın dayıları İbrahim ve Muhammed’i Medine’ye hapsetmiş, Medine
dışına çıkışlarını yasaklamıştır. Hişâm’ın dayıları orada küçük düşürülüp
tahkir edildikten sonra, Velîd’in dayısı olan Hicaz valisi Yûsuf b. Muhammed b.
Yûsuf es-Sekafî’ye bir mektup yazarak, İbrahim ve Muhammed’i Irak valisi Yûsuf
b. Ömer’e göndermesini emretmiştir. Yûsuf, Hişâm’ın dayılarının şahsi mal
varlıklarından bol miktarda para almış ve yapılan işkenceler neticesinde her
ikisi de ölmüştür. İbnü’l-Esîr ve
Nüveyrî’de geçen bir diğer rivayete göre ise İbrahim ve Muhammed evvela
Medine’den Şam’a Velîd’in huzuruna gönderilmiş, oradan ise Irak’a Yûsuf b.
Ömer’e sevk edilmiştir.
Hülâsâ olarak Velîd, Hişâm’a olan
nefretinden dolayı onun akrabalarının kimini öldürmüş, kiminin ise mallarını
müsadere ederek büyük bir zulüm numunesi sergilemiştir.
Bu noktada akıllara gelen bir
soru ise, diğer valiler azledilip işkenceye tabi tutulurken, Velîd neden
Yûsuf’u azletmeyip görevine devam ettirmiştir? Ya‘kûbî bu meseleyi anlatırken,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hişâm, serkeş yaşamından dolayı kendisinden
sonra veliaht olmasını istemediği Velîd’i uzaklaştırmış ve onun veliaht
olmaması için birtakım çalışmalar yapmıştır. Hişâm’ın ömrü vefa etmediği için
Velîd veliaht olarak tahta geçmiştir. Velîd hilâfete geçince Hişâm tarafından
kendisini veliahtlıktan uzaklaştırmak için kaleme alınmış bir belge bulmuştur.
Bu belgede Velîd, Yûsuf b. Ömer hariç birçok valinin kendisinin veliahtlığını
reddettiğini ve Hişâm’ın bu çalışmasına destek verdiğini görmüş, bu sebepten
dolayı valilere işkencelerde bulunmuştur. İşte o gizli belgede Yûsuf’un ismi
olmadığından dolayı Velîd onu görevinden azletmemiştir.
125/743 yılında tahta geçen Velîd
b. Yezîd kendisinden sonra tahta
geçmeleri için önce oğlu Hakem’e, sonra da Osman’a bey‘at almıştır. Bu isteğini Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e göndermiş,
Yûsuf da Horasan nâibi Nasr b. Seyyâr’a göndererek bey‘at etmesini emretmiştir.
Nasr Horasan’da Velîd’in oğulları Hakem ve Osman adına bey‘at için halka
oldukça tesirli ve gayet uzun bir hutbe irad etmiştir. Velîd birçok bölgede oğulları için bey‘at
almayı başarmıştır. Kendisine karşı çıkanların ise kimini hapsetmiş, kimini ise
öldürmüştür. Fakat Velîd Yemenî
kabilelerin de desteğiyle katledilmiş, Velîd’in oğulları Hakem ve Osman yeni
halîfe Yezîd b. Velîd tarafından hapsedilmiştir. Yezîd, Hakem ve Osman’a
çeşitli işkenceler yapmış ve ağır hakaretlerde de bulunmuştur.
A) Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’a
Müstakil Vali Yapılmak İstenmesi ve Yûsuf b. Ömer’in Tutumu
Velîd, 125/743 yılında Nasr b.
Seyyâr’a Horasan müstakil valiliğini vermiştir. Fakat Yûsuf halîfe ile görüşmüş
Nasr’ın müstakil vali değil Hişâm dönemindeki gibi kendisine bağlı bir vali
olarak görevine devam etmesini talep etmiştir. Halîfe Velîd, Yûsuf’un bu
isteğini kabul ederek Nasr’ı tekrar Yûsuf’un emrinde çalışan vali olarak
atamıştır. Rivayete göre Yûsuf b. Ömer,
Nasr ve bütün âmillerini teslim almak karşılığında Velîd’e büyük miktarda para
vermiş, bunun üzerine Velîd, Horasan valiliğini tekrar Yûsuf’a
bağlamıştır. Nasr b. Seyyâr’a oldukça
kızgın olan Yûsuf, Nasr’dan kendisine verilen bütün hediye ve malları
getirmesini istemiş ayrıca gelirken bütün ailesinin yanında olmasını
emretmiştir. Aynı şekilde Halîfe Velîd,
Horasan valisi Nasr’a bir mektup yazarak huzuruna çağırmış, gelirken de
Horasan’dan tanbur, altın ve gümüşten ibrikler, zil takıp oynayan sanatçılar,
doğan kuşları ve yük beygirlerini kendisine getirmesini emretmiştir.
Bir başka rivayete göre ise Yûsuf
b. Ömer, Nasr b. Seyyâr’a bir mektup yazarak yanına bol miktarda hediye alarak
Halîfe Velîd’in yanına gitmesini istemiştir.
Bu emrini yapmadığı takdirde azledileceğini Nasr’a bildirmiştir. Nasr b.
Seyyâr, yanına aldığı hediyelerle beraber, acele etmeksizin yola çıkmıştır.
Nasr’ın yola çıkmak istememesinin sebebini kaynaklar müşterek bir dille,
müneccimlerin büyük bir fitne çıkacağını söyledikleri, Nasr’ın ise
müneccimlerin bu sözüne istinaden gitmek istemediği ifade edilmiştir. Nasr yolda iken önce Yûsuf’a uğrayacak daha
sonra ise Velîd’in huzuruna gidecekti. Nasr’a Irak yolunda iken Halîfe Velîd’in
öldürüldüğü, Mansûr b. Cumhur’un Irak’a vali olarak geldiği ve Yûsuf b. Ömer’in
kaçtığı haberi kendisine ulaştırılmıştır.
Durumdan haberdar olan Nasr yönünü Irak’tan geri çevirmiş, olacakları
beklemeye başlamıştır. Fakat bu
noktada Nasr’ın müneccimlerin
sözüyle hareket ettiği iddiasını hakikat kabul etmek, tam manasıyla meselenin
vuzuhu açısından eksik kalmaktadır. Aksu’nun ifadesiyle, “Nasr’ın yürüyüşünü
yavaşlatması, muhtemelen Yezîd b. Velîd komutasındaki ihtilalcilerin, Velîd’i
öldüreceklerini duyumsamış olmasından kaynaklanmaktadır.”631 Görüldüğü üzere
Nasr’a, adamları tarafından bir haber getirilmiş olmalıdır ki, bu sebepten
dolayı Nasr, Halîfe Velîd’in yanına gitmek istememiştir. Velîd katledilip,
Yezîd b. Velîd tahta geldiğinde Nasr b. Seyyâr yeni Irak valisi Mansûr b. Cumhur’a632
itaat etmeyeceğini ve emri altına girmeyeceğini bildirmiştir. Bununla birlikte
Yezîd b. Velîd’e büyük hediyeler sunarak görevinde kalmıştır.633 Aksu, Yezîd b.
Velîd’in hilâfet süresinin yetmemesinden dolayı Nasr b. Seyyâr’ın görevden
alınamadığını ifade eder.634 Yezîd, muhtemelen iç isyanın daha da
yaygınlaşmasından korktuğu için böyle bir teşebbüste bulunmamış olmalıdır.
B) Velîd b. Yezîd’in Yûsuf’u
Azletmek İstemesi
126/743 yılında Velîd hacca
niyetlenmiş, fakat Hâlid b. Abdullah yolda Yemenî kabilelerden bazı kimselerin
suikast hazırlığında olduğunu ve öldürülebileceğini haber vermiştir.635 Bu
duruma öfkelenen Velîd çok ilginçtir Hâlid’e teşekkür etmek yerine onu
hapsetti. Ayrıca Irak valisi Yûsuf’u azletme niyetiyle mektup yazarak ondan
mallarını getirmesini istedi. Velîd, Yûsuf’u görevden alarak onun yerine yine
bir Kaysî olan Haccâc’ın torunu Abdülmelik b. Muhammed b. Haccâc b. Yûsuf’u
Irak’a vali yapma arzusundaydı.636 Görevden alınma durumunu duyan Yûsuf, eşi
benzeri görülmemiş hediye ve mallarla yola çıkmış ve Şam’a ulaşmıştır. Hasan
en-Nebâtî ile karşılaştıklarında Hasan ona Irak’tan azledilebileceğini,
koltuğunu kaybetmemek için Velîd’in vezirlerine bir meblağ rüşvet vermesini,
bundan sonra ise vali yapılmak istenen Abdülkerim b. Muhammed adına “Bir köşk
dışında başka bir şey istemediğini!” bildiren bir mektup yazarak Velîd’e
göndermesini fısıldamıştır. Yûsuf, vezirlere 500 bin dinar verdikten sonra
Abdülkerim b. Muhammed adına yazmış olduğu mühürlü sahte mektubu, tıpkı
Abdülkerim yazmış gibi Velîd’e sunmuştur. Velîd bu sahte mektup ve çevrilen
oyunların farkına varamamış, Yûsuf’un Irak valiliği görevine devam etmesini
uygun bulmuştur. Velîd’in Yûsuf’u
azletme isteğinin temelinde ise Irak’ı artık iyi yönetemediği, kendisine
istihbarat bilgisi getiremediğini düşündüğünden kaynaklandığı kanaatindeyiz.
Abdülmelik b. Muhammed’in durumu
hakkında İbn Hallikân, Abdülmelik’in Velîd katledildikten sonra Irak’a vali
olduğunu kaydeder. Fakat İbn Hallikân bu
görüşünde yalnız kalmıştır. Kaynakların neredeyse tamamı Yûsuf b. Ömer’den
sonra Irak’a vali olarak Mansûr b. Cumhur’un atandığı noktasında ittifak
etmiştir.
3.5.1. Yûsuf’un Irak Valiliğinden Azledilmesi ve Kaçış Serüveni
126/743 yılında Velîd b. Yezîd’in
öldürülmesiyle hilâfet makamına Yezîd b.
Velîd geçmiştir. Yezîd halka yaptığı
konuşmada Velîd’i kötülemiş, onun bir münker olduğunu, öldürülme gerekçesinin
ise yapmış olduğu çirkin işlerden dolayı olduğunu belirtmiştir. Velîd b. Yezîd’in hilâfet süresi hakkında 1
yıl 2 ay ve 1 yıl 3 ay gibi süreler zikredilmektedir.
Yezîd’in katlinin asıl sebebinin,
Yemenîlerin tekrar eski günlerine dönerek devlet kapısında söz sahibi olmak
istemelerini görmekteyiz. Bu noktada onlar Yezîd’i kullanarak Velîd’i
katletmişlerdir. Zira Velîd b. Yezîd Yemenlilerin birçoğunu hapsetmiş ve kötü muamelelerde bulunmuştur. Velîd’in
katlinin temelinde her şeyden evvel öteden beri var olan Kaysî ve Kelbîlerin
siyâsî
mücadelesi yatmaktadır. Velîd’in dinsizlikle suçlanarak katledilmesi
esas itibariyle içerisinde büyük bir kurnazlığı barındırmaktadır. Kaysî yanlısı
bir tutum sergileyen Velîd’in katledilmesine ve tahttan indirilmesine bir sebep
lazımdı. Muhalifler de onun İslam’a uymayan yaşantısını, hatta mürted olduğunu
ileri sürerek Velîd’i öldürdüler.
Velîd’in dinden çıktığı için
katledildiği iddiası, Velîd taraftarı olan Kaysîlerin, Yezîd’in halîfeliğine
karşı çıkmalarını engelleme amacı taşıdığını düşünmekteyiz. Zira Kaysîlerin
ayaklanması, Yezîd’in de tahta oturmadan bir iç savaş ile devletin tamamen yok
olması sonucuna götürebilirdi. Hatta şunu da ifade edelim ki Velîd, Ömer b.
Abdülaziz gibi dindar bir kişiliğe sahip olmuş olsaydı dahi, gütmüş olduğu
siyasetten dolayı Yemenî kabilelerce katledilmesi yine kaçınılmaz olacaktı.
Yûsuf b. Ömer, Velîd’in
katledildiğini haber almış, yaşamış olduğu şok hali ve öfkesinden dolayı evvela
Yemenî kabilelerden bazı kimseleri hapsetmiştir. Hapiste olan birkaç Kaysî’yi
ise hapisten çıkarmıştır. Durumun vehametini anlayan Yûsuf, artık çaresiz
kaldığını anlamış ve kısa bir süre sonra ise Yemenlileri de serbest bırakarak
bir an önce kaçmak için hazırlıklara başlamıştır.
Yezîd’in görevlendirmesiyle
Mansûr b. Cumhur valilik görevini Yûsuf’tan alıp onu tutuklamak üzere yola
çıkmış, Aynu’t-Temr denilen mevkiye gelince Hîre’de bulunan komutanlara Velîd’in
katledildiğini, kendisinin Irak’a vali olduğunu, Yûsuf ve adamlarının derhal
tutuklanmasını bildiren bir mektup yazmıştır.
Mansûr yazmış olduğu mektupları Süleyman b. Süleym b. Keysân’a Kûfe’de
bulunan komutanlara ulaştırması için teslim etmiştir. Fakat Süleyman mektupları
komutanlara götürmeyip doğruca Yûsuf b. Ömer’in yanına gitmiştir. Burada
Yûsuf’un istihbarat noktasında iyi yerlere gelmiş adamlarının varlığını net bir
şekilde görebiliyoruz. Yûsuf mektupları okurken adeta şok yaşamış ve derin bir
şaşkınlık içerisinde, ne yapılması gerektiğini Süleyman’a sormuş, Süleyman ise
artık kendisine destek veren bir halkın ve kendisine sahip çıkacak bir emirin
bulunmadığını söylemiş, yapılması gerekenin ise Şam’a gitmek olduğunu
belirtmiştir. Velîd b. Yezîd’in 126/743 yılındaki ölümünden
sonra Yûsuf b. Ömer Hîre yolunu
kullanarak Belkâ’ya, oradan ise Şam’a kaçmaya çalışmıştır. Burada Yûsuf’un kaçmak
istediği yerin Şam olduğu âşikardır ve güzergah olarak ise Belkâ yolunu
kullanmıştır. Süleyman b. Süleym Yûsuf’tan, Yezîd’e zahiren biat etmiş gibi
görünmesini ve hutbelerinde Yezîd’i metheden ve ona dua eden şeyler söylemesini
istemiştir. Yûsuf korkusunu atamamış ve
can güvenliğinden emin olmamış olacak ki Süleyman’ı yanına alarak, Amr b.
Muhammed b. Saîd b. El-Âs’ın yanına gitmişlerdir. Süleyman, Amr’dan Yûsuf’u
müsait bir yere saklamasını istemiş, Amr, Yûsuf’u saklama isteğini kabul etmiş
ve “Yûsuf, Mansûr’dan korktuğu şekilde hiç kimse bir başkasından asla
korkmamaştır.” demiştir. Irak’ın yeni
valisi Mansûr 126 Recep ayında görev mahaline giriş yapmış ve yeni görevine
resmen başlamıştır. Mansûr Irak’a
geldiği zaman valilik merkezi olan Hîre’ye geçmiş, halkın gönlünü alabilmek
adına birçok hediyeler dağıtmıştır.
Yûsuf b. Ömer zamanında çoğunluğunu Yemenî kabilelerin oluşturduğu
tutuklu şahıslar, Mansûr tarafından salıverilmiştir. Daha öncesinde ifade ettiğimiz gibi yeni
gelen valinin azledilen vali tarafından hapsedilmiş mahkumları azad etmesi,
temelinde siyâsî hesapların yattığı, bir nevi gelenek haline gelmiştir. Yaptığı
konuşmada Yûsuf’u ve Velîd’i kötülemiş, her ikisine de ağır hakaretlerde
bulunmuştur. Orada bulunan ve Mansûr’un söylediklerine şahit olan Amr b.
Muhammed, Yûsuf’un saklandığı yere giderek Mansûr b. Cumhur’un konuşmalarını
Yûsuf’a bildirmiştir. Yûsuf Kûfe’den
ayrılarak Şam’a doğru kaçmaya başlamış ve Belkâ denilen mevkîde konaklamıştır.
Yezîd, Yûsuf’un yerini haber alınca 50 kadar süvarisini göndermiş fakat Yûsuf
ilk etapta bulunamamıştır. Süvariler Yûsuf’u aradıkları esnada Yûsuf onları
görür görmez korkusundan dolayı ayakkabılarını çıkarıp yalınayak kaçmıştır.
Süvariler Belkâ mevkînde her yeri didik
didik aramışlar, sonunda Yûsuf’u
kadınların arasında yakalamışlardır.658 Yûsuf o denli korkmuştur ki kadınlar
onun üzerini ipek örtülerle örterek gizlemişler, ayrıca kederli gibi görünerek
askerlerin bir an önce gitmesini beklemişlerdir. Fakat Yezîd’in süvarileri
Yûsuf’u saklandığı yerden ayaklarından çekerek çıkarmışlar, aralarında bulunan
bir süvarı ise Yûsuf’un uzun sakallarının bir kısmını kökünden yolmuştur. Daha
sonra Halîfe Yezîd’in huzuruna çıkarılan eski Irak valisi perişan halini
Yezîd’e arz edip, sakallarının yolunduğunu halîfeye şikayet etmiştir.659
Yûsuf b. Ömer’in Cemâziyelâhir
120/Mayıs 738 tarihinde başlamış olduğu Irak valiliği660, Halîfe Velîd b.
Yezîd’in katledilmesine mukabil Cemâziyelâhir 126/Nisan 744 yılında son
bulmuştur.661 Yûsuf b. Ömer Irak’ta tam 6 yıl valilik yapmıştır.
3.6. Yûsuf b. Ömer’in Yapmış Olduğu Sosyal ve Kültürel Faaliyetler
3.6.1. Emevîlerde Para Basımı ve Yûsuf b. Ömer’in Bastırdığı Sikkeler
3.6.2.
İslamî paranın ilk olarak ne
zaman basıldığı noktasında ihtilaflar bulunmaktadır.662 Ağırlıklı olan görüşe
göre ilk olarak Abdülmelik b. Mervan döneminde basılan sikkeler,663 yapılan
para ıslahatı ile ekonomik bağımsızlık noktasında önemli bir başarı
sağlanmıştır. Abdülmelik’ten evvel tedavülde olan paraların genel anlamda
Bizans parası olduğu belirtilmiştir. Devletin doğu bölgelerinde İran paraları,
batı bölgelerinde ise Bizans paralarının ağırlıklı olarak kullanıldığı ifade
edilmektedir.664 Doğu ve batı bölgelerinde farklı para biriminin sebebinin ise
ithal edilen paraların ulaşım kolaylığı nedeninden ötürü farklılık arzettiği
kanaatindeyiz. Emevîler altın dirhemleri dahi Bizans’tan ithal etmekteydi. Ayrıca
basılan paraların üzerinde Yunan yazılarının bulunduğu rivayeti oldukça dikkat
çekicidir. Bizanslılar tarafından Mısır’da üretilen kağıt üzerine Hıristiyan
haçı konmaktaydı. Bu durumun
Abdülmelik’i hem dini yönden hem de siyâsî yönden rahatsız etmiş olmalıdır.
Abdülmelik tam manasıyla siyâsî özgürlüğünü temin etmiş bir devlet yöneticisi
olma bilinciyle, üzerinde kelime-i şehadet yazan para basımı kararı almıştır.
Fakat para konusunda atılan bu adım neticesinde Bizans hararetli bir şekilde
karşı çıkmış ve eğer para basım işi gerçekleştirilirse Emevîlere gönderilen
altın dirhemlerin üzerine tahkir ve tahrik edici yazılar yazılacağını
belirtmişlerdir. Bizans imparatoru II. Justinianus’u (685-711) bir süreliğine
tahttan indirmeyi başaran geçici imparator Leontius (695-698) dinarlar üzerine
peygamberi sebbedip, küçük düşürücü ifadeler kullanılacağını resmen
bildirmiştir. Abdülmelik, Mes‘ûdî’nin de
ifadesiyle büyük devlet adamı olma niteliğini
göstermiş, toplamış olduğu konseyde yapmış olduğu istişareler neticesinde
Bizans’ın ültimatomlarını kulak ardı ederek Şam’da ilk para basım işlemini
gerçekleştirmiştir. Abdülmelik’in bu
paraları ne zaman bastırdığı konusunda ihtilaf bulunmaktadır. 75/694 veya 76/695
yılında darbedildiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Erkoçoğlu,
kataloglarda kayıtlı paralardan yola çıkarak bu sorunun kendiliğinden
çözüldüğünü ve en erken İslam dinarının 76/695 yılında basıldığını ifade
etmiştir.
Ayrıca resmi defterler yani
divanlar Irak’ta Farsça, hilâfet merkezi Şam’da ise Yunanca olarak
tutulmaktaydı. Para basım işleminden sonra bütün kayıtlar Arapça olarak
tutulmaya başlanmıştır. Abdülmelik
darbedilen paraların bir yüzüne
Hz. Peygamber’in adını koymuş ve
hilâfet muhitleri içerisinde yabancı hiçbir paranın kullanılamayacağını ilan etmiştir.
Bu yasağı çiğnemeye cehd etme gayretinde olabilecek kimseleri ise idam cezası
ile tehdit etmiştir. Bu durum gösteriyor
ki, Abdülmelik’in bu hamlesi, siyâsi, ekonomik ve kültürel bakımdan çok yönlü
bir zaferdir.
Abdülmelik’ten bir sene sonra ise
Irak valisi Haccâc b. Yûsuf, Kûfe’de para basım işlemini
gerçekleştirmiştir. Haccâc darbettirdiği
dirhemlerin üzerine “Bismillah el-Haccâc” yazdırmıştır. Haccâc bastırmış olduğu bu paraları bir sene
sonra yeniden darbetmiş bu sefer paraların üzerine “Allahu Ahad,
Allahu’s-Samed!” ayetlerini yazdırmıştır. Fakat bu işlem dini olarak fukaha
tarafından kerih görülünce bundan dolayı bu paralara mekrûhe (çirkin) ismi
verilmiştir. Arapların dışındakilerinde
bu paraları mekrûhe olarak tesmiye ettikleri belirtilmiştir. Sebebinin ise
paralarda bulunan eksikliklerden dolayı olduğu ifade edilir. Mâverdî ise bu paralara mekrûhe denmesinin
sebebinin, üzerinde yazan ayetlerin gusül abdesti olmayan insanlar tarafından
da taşınacağından dolayı olduğunu ifade etmiştir. Zikredilen bir rivayette, Haccâc tarafından
basılan, üzerinde İhlas Suresinin ilk ayetlerinin yazılı olduğu paralara
mekrûhe denildiği belirtilir. Yine
İbnü’l-Esîr’de geçen diğer bir rivayete göre ise Hubeyriye, Hâlidiyye ve
Yûsufiyye dirhemlerinden önce darbedilen bütün dirhemlere mekrûhe adı
verilmiştir.
Emevîlerde darbedilen en kaliteli
paraların Ömer b. Hubeyre’nin bastırdığı Hubeyriye, Hâlid b. Abdullah’ın
bastırdığı Hâlidiye ve Yûsuf b. Ömer’in darbettiği Yûsufiye paraları olduğu
belirtilmiştir. Dinarların basım merkezi yalnızca
başkent Şam’dır. Dirhemler ise Şam dışında büyük vilayetlerde de
darbedilmiştir. Hâlid b. Abdullah’ın
Irak valiliği döneminde Halîfe Hişâm’ın emriyle 7 dânek olarak basılan sikkeler,
Yûsuf b. Ömer zamanında küçültülerek 6 dânek olarak basılmıştır. Yûsuf b. Ömer sikke darbedilmesine büyük bir
ehemmiyet göstermiş ve basılan paraların kaliteli olmasına çok dikkat etmiştir.
Bir defasında darbedilen paraların birini terazide tartmış ve yapılmasını
istediği ölçüden bir habbe miktarı düşük ayarda olduğunu görünce darphanede
çalışan görevlilere toplamda 100 bin kırbaç vurdurduğu ifade edilmiştir. Darphanede çalışan işçi sayısı 100 kişiydi.
Yûsuf her bir işçiye 1000 kırbaç vurdurarak toplamda yüz bin kırbaç
vurdurmuştur. Bu durum her ne kadar şık
ve uygun olmasada, Yûsuf’un sikkelerin kalitesine verdiği önemi göstermesi
bakımından dikkat çekici niteliktedir. Ayrıca Abbâsî halîfesi Mansûr, harac
vergisi olarak bu paraların dışında başka bir para kabul etmemiştir.
3.6.3. Kûfe Cuma Mescidini Genişletmesi
Şüphesiz bir İslam beldesinin en
önemli kültürel ve dini yapısı mescitlerdir. Hz. Ömer Kûfe ve Basra
şehirlerini, mescit merkez olmak üzere kurulması talimatını vermiştir. Hz.
Ömer’in emri üzerine Sad b. Ebî Vakkas tarafından caminin yeri belirlenmiş ve
gerekli çalışmalara başlanmıştır. Sad b.
Ebî Vakkas, yapmış olduğu bu camiyi Hîre’deki Hıristiyanların kiliselerinde ve
Sâsânî saraylarında bulunan sütunlarla süslemiştir. Mescidin boyu ve eni yaklaşık olarak 200
zira (104 metre civarı) olarak inşâ
edilmiştir. Cuma Mescidi şehrin büyümesine karşın, zamanla halkın ihtiyacını
karşılamaya cevap veremeyince, çeşitli düzenlemeler yapılmak zorunda
kalınmıştır.692 Daha önce birçok düzenleme yapılan mescide, Hâlid b. Abdullah
el-Kasrî de birtakım ilaveler yapmıştır. Bunun yanında Hâlid’den sonra Irak
valiliğine gelen Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de mescide ilaveler yapmış, ayrıca
yıkılmış duvarlarını tamir ettirerek693 halkın ihtiyacına cevap verme
gayretinde olmuştur. Hem Hâlid’in hem de Yûsuf b. Ömer’in yapmış olduğu bu
ilaveler ve değişiklikler hakkında, kaynaklarda ayrıntılı bir bilgi
verilmemiştir. Kûfe caminin mimari yapısına baktığımız zaman, Hz. Peygamber’in
inşâ ettiği mescit örnek alınmıştır. Emevîler’in cami mimarisi de genel anlamda
bu minvalde olmuştur. Emevîler’de bu tür avlulu camilere Kûfe cami örnek
alınarak yapıldığı için Kûfe tipi camiler ismi verilmiştir.694
3.6.4. Sûku Yûsuf (Yûsuf Çarşısı)
Hîre, geçmişinde birçok kabileye
ev sahipliği yapmış bir mekandır. Lahmîler Yemen’den gelerek Hîre’ye yerleşmiş
ve burada uzun yıllar kalmışlardır. Hîre’yi ilk defa inşâ edenlerin Lahmîler
olduğu belirtilmiştir.695 Corcî Zeydân ise Mer’îb Seddinin yıkılmasından sonra
Kahtânilerin bu bölgeye gelerek Basra ve Hîre şehrini kurduğunu ifade eder.696
Müslümanlar ilk defa Hîre’yi Hz. Ebûbekir zamanında, Hâlid b. Velîd komutasında
ele geçirmiş ve Amr b. Bukayla ile yapılan antlaşma neticesinde müslümanlara
her yıl yüz bin dirhem ödenmesi koşuluyla Hîre’de bulunan İranlılar
topraklarında sabit bırakılmışlardır.697
Bir şehrin maddi noktada refaha
ulaşabilmesi için, ticaretin gelişimi ve ticarî merkezlerin varlığı oldukça
önemlidir. Yûsuf b. Ömer idarî merkez olarak Hîre’yi seçmiş,698 uhdesinde
bulunan Irak’ı buradan yönetmiştir. Yûsuf’un valilik müddetince yaptığı önemli
işlerden biri de Hîre’ye çarşı yaptırmasıdır. Kûfe’nin ekonomik yapısına önemli
bir etkisi olan bu çarşı, Hîre’ye özel bir değer katmıştır.699 Kûfe’nin bir
nahiyesi olarak görülen Hîre, yapılan ıslahatlar neticesinde Kûfe’nin önemli
bir parçası haline dönüşmüştür. Yûsuf b. Ömer’in adıyla anılan bu çarşının içerisindeki esnaf dükkanlarına
baktığımız zaman, günlük ihtiyacı karşılayan her şeyin bulunabileceği bir
çeşitlilikten bahsedebiliriz. Kumaş boyacılığı ve kuyumculuk çarşının en yaygın meslek grubuydu. Bir diğer
alan ise süs eşyacılığıdır. Süs eşyası almak isteyen kimseler Hîre’ye gelir ve
buradan süs eşyalarını satın alırdı. Târihî bir yer olan Hîre, bu pazar sayesinde önemli kazanımlar elde
etmiştir. Dikkatimizi çeken bir diğer husus, Hîre pazarının İslam öncesinde
yani Cahiliyye döneminde de var olduğudur. Hatta İslam öncesinde Arap pazarları
olarak ünlenen 20 pazardan bahsedilir.
Hîre pazarı da bu meşhur yirmi pazardan biridir.
Şimdiye kadar Sûku Yûsuf’un
müsbet yönlerinden bahsettik. Elbette bazı noktalarda olumsuzluklar da meydana
çıkmıştır. Genellikle ekonominin gelişmesi kişileri rahat bir hayat yaşamaya
sevkeder. Bunun neticesinde ekonomik noktada refaha eren insanların bir kısmı,
artık belirlenen ahlaki sınırlar içerisinde eğlenmekten tatmin olmayarak
İslam’ın haram olarak addettiği bazı noktalara tevessül edebilirler. Bu
çarşının gelişmesine mukabil, buraya şair ve edipler yoğun bir şekilde
gelmişlerdir. Şairlerin ahlak sınırlarına muarız aşk şiirlerini sergiledikleri,
halka şarabı özendiren şarkı ve şiirler söyleyerek ahlakî yönde insanları
olumsuz etkiledikleri görülmektedir. Sonuç olarak Sûku Yûsuf hakkında, ekonomik
ve sosyal alanda olumlu etkileri olurken, ahlaksal noktada maalesef birtakım
olumsuzlukları da doğurduğunu belirtmek isteriz.
3.6.5. Yûsuf b. Ömer’in Kurduğu Hapishane (el-Muhayyis)
Alçaltan, burun sürten anlamına
gelen el-Muhayyis, hapishanenin diğer adı olarak kullanılmaktadır. Hapishane şartlarının zor olması nedeniyle
insanlar
suçlarının cezasını çekerler ve çoğu
zaman suçlarından pişmanlık duyarlar. Bu zorlukların insanı alçaltarak
burunlarını sürttüğü göz önüne alınırsa, bu ismin hapishane ile eş anlamlı
kullanılması oldukça anlamlıdır.
Bir toplumda hapishanelerin
çokluğu elbette şık bir durum olarak addedilemez. Irak valisi Yûsuf b. Ömer’in
görev yaptığı Kûfe’de ilk hapishane, şehri inşâ ettiren Hz. Ömer döneminde
olmuştur. Ayrıca Hz. Ali ve Haccâc b.
Yûsuf da burada hapishane inşâ etmişlerdir.
Yûsuf b. Ömer de ihtiyaç gereği bir hapishane yapma gereksinimi duymuş
ve Ebû Musa el-Eş’arî’nin torunu olan Bilal b. Ebî Bürde’nin evinin uygun
olduğuna karar vermiştir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere
Yûsuf, Hâlid’e ve onun birçok adamına işkence yaptırmış ve işkence yapılanların
çoğu bu işkencelerden dolayı ölmüştü. Bunlardan biri de Yûsuf’un
işkencelerinden kurtulmak için hapisten kaçan Bilâl b. Ebî Bürde idi. Hapisten
kaçmış daha sonra yakalanarak işkence ile öldürülmüştü. Daha sonra ise Bilâl’in
evi hapishaneye çevrilmiştir.
Söylemez’e göre hapishaneye
çevrilen bu evin Yûsuf b. Ömer tarafından seçilmesi,
1) Yerinin uygun olması,
2) Merkezi bir konumda bulunması,
3) Merkezde yer aldığı için korunmasının daha kolay
olabileceği gerekçelerine dayandırılmaktadır.
Bu hapishanelerde görevli olarak
bulunan kişiye Sâhibu’s-Sicn adı verilmektedir. Sâhibu’s-Sicn kendi başına
buyruk hareket edemez ve doğrudan doğruya valiye bağlı olarak görevini ikame
ederdi. Hapishaneye düşen insanlara
insaf sınırlarını zorlayacak zorbalıklar yapıldığı da ifade edilmektedir. Küçük
bir suç neticesinde dahi elleri ayakları bağlanan şahısların olması oldukça
üzüntü verici bir durumdur. Bu durumun müşahadesini yapan adil halîfe Ömer b.
Abdülaziz, valilerine bir genelge göndermiş ve katiller dışında hiçbir kişinin
bağlanamayacağını
bildirmiştir. Fakat daha sonraki dönemlerde bu uygulama
yine bazı valilerce devam ettirilmiştir. Yûsuf b. Ömer de bu hükme uymayanlar
arasındadır. Suçluları bağlamış ve onlara oldukça sert davranmaya devam
etmiştir.
3.6.6. Yûsuf b. Ömer’in Devlet Adına Irak Arazilerinden Elde Ettiği
Gelirler
Hazine gelirleri arasında
arazilerden alınan harac vergisi önemli bir yer işgal etmektedir. Yûsuf b.
Ömer, Sevâd (Irak) arazilerinden her sene ortalama olarak 60 milyon ile 70
milyon dirhem arasında vergi toplamıştır. Yûsuf b. Ömer bunun dışında Şam
bölgesi tarafında ikamet eden halktan 16 milyon dirhem vergi almıştır. Ayrıca
sulama kanalları da devlet hazinesine gelir getirmekteydi. Yûsuf sulama
kanallarını kullananlardan her yıl ortalama olarak 4 milyon dirhem gelir elde
etmiştir. Yûsuf yollardan da vergi almış, devlet hazinesine yol vergisi adı
altında 1 milyon dirhem elde edilmiştir. Bunların dışında evlerden de vergiler
alınmış, yeni yapılan inşaatlardan ruhsat vergisi, eski evlerden ise iskân
vergisi adı altında alınan vergilerin yıllık miktarı 10 milyon dirheme
ulaşmıştır. Bu vergilerin tamamı farklı mahiyette gibi görünse de Sevâd
arazileri harac vergisi adı altında alınmıştır. Görüldüğü üzere Yûsuf b. Ömer
harac vergisi olarak yıllık 101 milyon dirhem vergi toplamıştır.
Geçmişte Sevâd arazilerinden
alınan vergi miktarına bakacak olursak Hz. Ömer döneminde 120 milyon dirhem,
Ubeydullah b. Ziyâd döneminde 135 milyon dirhem, Haccâc zamanında ise 118
milyon dirhem toplanmıştır. Ömer b. Abdülaziz zamanında bu miktar 120 milyon dirheme
ulaşmıştır. Ömer b. Hübeyre ise askerin yiyeceği ve harp ihtiyacı hariç yıllık
100 milyon dirhem almıştır. Görüldüğü
üzere en az vergi Yûsuf b. Ömer zamanında alınmıştır.
SONUÇ
132/750 yılında yıkılan Emevî
devleti, yaklaşık olarak 90 yıl kadar hüküm sürmüş, fakat bu kısa süreye rağmen
tarihçilerin ilgisini en çok celbeden devletler arasına girmeyi başarmıştır.
Öyle ki Emevîler günümüzde dahi hala konuşulmaya devam etmektedir. Emevî devletinde yaklaşık olarak
20 yıl valilik yapmış olan Yûsuf b. Ömer es-Sekafî de unutulmayan isimlerden
biri olmuştur. Fakat onun isminin unutulmamasının en büyük sebebi, yapmış
olduğu icraatlerden daha ziyade, Ehli beytin önde gelen isimlerinden Zeyd b.
Ali’yi katletmesinden ötürüdür. Yûsuf b. Ömer’in hatırı sayılır bir
kabile olan Sakîf’e mensup olması onun için büyük bir avantaj olmuştur. Zira
Emevîler’in daha kuruluş aşamasından itibaren, birçok döneminde valilerin
çoğunluğu Sakîf kabilesinden çıkmıştır.
Yûsuf b. Ömer siyâsî olarak
çıraklık ve kalfalık devresini 16 yıl boyunca Yemen valiliğinde yapmıştır.
106/725 yılında Yemen’de valiliğe başlayan Yûsuf b. Ömer burada meydana gelen
birkaç küçük Hârici isyanını bastırmıştır. Ayrıca Vehb b. Münebbih’i döverek
öldürmüş olması da onun için olumsuz söylemlerin başlamasına neden olmuştur.
Yûsuf b. Ömer’in Yemen valiliği dönemi 16 yıl olmasına rağmen, o döneme ait
bilgiler oldukça az ve kısıtlıdır. Bilinen bir gerçek olarak sert ve baskıcı
bir yönetim anlayışına sahip olmasıdır.
Hişâm b. Abdülmelik’in dikkatini
çeken Yemen valisi Yûsuf b. Ömer, Sakîf kabilesinin gücünden yararlanmak
amacıyla siyâsî bir manevra olarak, 120/738 yılında Irak valiliğine
getirilmiştir. Böylelikle kabileler arasında bir nevi müvazene (denge)
sağlanmaya çalışılmıştır. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliği toplamda 6 yıl sürmüş
fakat yaşanan hâdiseler noktasında bu zaman dilimi içerisinde birçok gelişme
yaşanmıştır. Yûsuf b. Ömer’in Irak valiliğinde de baskıcı ve sert politikaları
devam etmiş, bu dönemde Kelbî olarak isimlendirilen Güney kabilelerine büyük bir
baskı uygulamıştır. Ayrıca azledilen vali Hâlid b. Abdullah ve onun bürokrat
kadrosuna yapmış olduğu işkenceler Yûsuf’un sert bir insan olduğunu göstermeye
kâfidir. Yûsuf b. Ömer Irak valiliğinin ilk yıllarında Zeyd b. Ali isyanı ile
karşı karşıya kalmıştır. Yûsuf sert tedbirler alarak Zeyd ve az sayıdaki
taraftarını ortadan kaldırmış, bu hâdise her ne kadar küçük bir isyan olsa da,
etkileri bakımından Emevîler’in sonunu getirecek büyüklükte olmuştur. Zeyd b.
Ali’den sonra Yahya b. Zeyd de aynı şekilde katledilmiş ve Abbasî propagandası
artık açıktan açığa yapılır duruma gelmiştir.
Yûsuf b. Ömer sosyal ve kültürel
açıdan da birçok önemli işe imza atmıştır. Kûfe nüfus olarak oldukça büyümüş,
bunun sonucunda insanlar artık mescide sığmaz olmuşlardı. Yûsuf b. Ömer,
mescidi genişleterek insanların ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Ayrıca kurmuş
olduğu ve kendi ismiyle müsemma “Yûsuf Çarşısı” kültürel ve ekonomik olarak
birçok gelişimi sağlamıştır. Yûsuf b. Ömer’in bastırdığı sikkeler ise kalite
noktasında Emevîler’in en kaliteli sikkeleri olmuştur. Sikke basımına büyük bir
ehemmiyet gösteren Yûsuf, kaliteden taviz veren görevlilerine büyük cezalar
vermekten de geri durmamıştır.
Müellifler onun kişiliği hakkında
birbirine zıt birçok rivayet zikretmiştir. Yûsuf’un ahmaklığı hakkında
mesellerin bulunduğu ifade edilir. Fakat Irak gibi zor bir bölgeye ahmak bir
insanın görevlendirilebilmesi çok uzak bir ihtimaldir. Yûsuf b. Ömer, Hişâm b.
Abdülmelik döneminde valiliğe başlamış, 125/743 yılında onun vefatıyla tahta oturan
Velîd b. Yezîd döneminde de görevine devam etmiştir. Velîd b. Yezîd’in 126/744
yılında öldürülmesi neticesinde tahta Yezîd b. Velîd geçmiştir. Yûsuf b. Ömer’e
düşman olan Yezîd b. Velîd onun hapsedilmesini istemiş, Yûsuf ise kaçarak
canını kurtarmaya çalışmıştır. Şam’a kaçmak için Belkâ denen mevkide Yezîd b.
Velîd’in askerleri tarafından yakalanan Yûsuf, 127/744 yılında II.
Mervan’ın Şam’a girmesiyle, Yezîd b.
Hâlid tarafından tutuklu bulunduğu hapishanede katledilmiştir. Yûsuf’un
ölümünden sonra çalkantıları zirve noktaya uluşan Emevî devleti yaklaşık olarak
5 yıl sonra yıkılarak tarih sahnesinden silinmiş ve Abbasî devleti kurulmuştur.
KAYNAKÇA
‘ABD AL-AMEER ‘Abd Dixon, The
Umayyad Caliphate “Chapter VI: The Kharijite Opposition Bölümü”, Emevî Dönemi Hâricî
isyanları, Çev., Hüseyin Doğan, e- Makâlât Dergisi, C: VII, S: 1 2014, s.
155-188.
ABDÜLĞANÎ Arif Ahmed, Târihu
Ümerâü ’l-Medinetûl Münevvere, Dımaşk 1417/1997.
AĞIRAKÇA Ahmet, Emevîler
Döneminde Kıyamlar, Şafak Yayınları, İstanbul 1994.
AKSU Ali, Emevi Saltanatının Irak
Valisi Haccâc b. Yûsuf, İstanbul 2009.
AKSU Ali, Mervan b. Muhammed ve
Emevi Devletinin Yıkılışı, İstanbul 2007.
AKSU Ali, “Emevîler Döneminde
Sosyal Tabakalar”, İSTEM, Y:4, S:8, Konya 2006, s. 63-82.
AKSU Ali, “Velîd b. Yezîd’i Hayatı
ve Halifeliği”, CÜİFD, Sivas 2000, S:4, 289¬303.
AKTAŞ Ömer, Muğîre b. Şu’be ’nin
Hayatı ve Kişiliği, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Basılmamış Doktora Tezi), Sivas 2018.
AKTAŞ Ömer, Bir Arap Dâhisi
Muğîre b. Şu’be, İstanbul 2019.
ALTINAY Ramazan, Emevîlerde
Günlük Yaşam, Ankara 2006.
APAK Adem, Ana Hatlarıyla İslam
Tarihi III (Emevîler Dönemi), İstanbul 2010.
APAK Adem, Asabiyet ve Erken
Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İstanbul 2004.
ARNOLD Thomas Walker, İntişâr-ı
İslâm Tarihi, Çev., Hasan Gündüzler, 2. baskı, Ankara 1982.
ATAR Fahrettin, “Kadı”, DİA, TDV
Yayınları, İstanbul 2001, XXIV, s. 69-73.
ATÇEKEN İsmail Hakkı, Devlet
Geleneği Açısından Hişâm b. Abdülmelik, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.
ATÇEKEN İsmail Hakkı “Yûsuf b.
Ömer es-Sekafî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, s. 22-23.
AVCI Casim, “Kûfe”, DİA, TDV
Yayınları, Ankara 2002, XXVI, s. 339-342.
AYCAN İrfan, Saltanata Giden
Yolda Muaviye bin Ebî Süfyân, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014.
AYCAN İrfan, “Emevî İktidarının
Devamında Sakîf Kabilesinin Rolü”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, XXXVI, Ankara 1997, s. 119-141.
AYCAN İrfan “Sakîf Kabilesi ve
Tâif Şehrine İslam Tarihi Açısından Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XXXIV, Ankara 1993, s. 209-235.
AYCAN İrfan, SARIÇAM İbrahim,
Emevîler, Ankara 1993.
AYCAN İrfan vd., Emevîler Dönemi
Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011.
AYCAN İrfan, SÖYLEMEZ M. Mahfuz,
İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998.
AYDEMİR Abdullah, Tefsirde
İsrailiyyat, Ankara 1979.
AYKUT Tuncay, Emevî Sikkeleri
(Post Reform Umayad Coins), İstanbul 1982.
BAĞDÂDÎ Abdülkâhir b. Tâhir
Muhammed (Ö.429/1037), Usulu’d-Din, İstanbul 1928.
BAKIR Abdulhalik “Basra”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 1992, V, s. 108-111.
BARTHOLD W., İslâm Medeniyeti
Tarihi, Çev., M. Fuad Köprülü, Ankara 1984.
BELÂZÜRÎ Ahmed b. Yahya b. Câbir
(279/896), Ensâbü’l-Eşrâf, Thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî, Beyrut 1996.
BELÂZÜRÎ Ahmed b. Yahya b. Câbir
(279/896), Fütûhu’l Büldan (Ülkelerin Fethi), Çev., Mustafa Fayda, İstanbul
2013.
BİLGE Mustafa L., “Bahreyn”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 1991, IV, s. 492-495.
BİLGE Mustafa L., “Uman”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 2012, XLII, s. 140-144.
BİLGE Mustafa L., “Yemâme”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIII, s. 399¬400.
BOZKURT Nahide, Oluşum Sürecinde
Abbasi İhtilali, Ankara 1999.
BROCKELMANN Carl, İslam
Milletleri ve Devletler Tarihi, Çev., Neşet Çağatay, 2. Baskı, Ankara 1964.
CEHŞİYÂRÎ Ebû Abdullah Muhammed
b. ‘Abdûs (Ö.331/942), Kitâbü’l-Vüzerâ’ ve’l-Küttâb, Thk. Mustafa es-Sakâ,
İbrahim el-Ebyârî, Abdulhafîz Şelebî, Mısır 1938.
CERRAHOĞLU İsmail, Tefsir Usulü,
Ankara 1983.
ÇAĞATAY Neşet, Islâmdan Önce Arap
Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,
Ankara 1957.
DELİCE Ali, “Haccâc b. Yûsuf
Hayatı ve Faaliyetleri”, CÜİFD, Sivas 1998, S: 2, s. 446-459.
DEMİRCAN Adnan, Emevîler,
İstanbul 2018.
DEMİRCAN Adnan, Hâricîlerin
Siyâsî Faaliyetleri, İstanbul 1996.
DEMİRCİ Mustafa, “Emevîler
Devrinde Aşağı Irak’ta (Sevâd) Büyük Çiftliklerin Doğuşu ve Gelişimi”, İstem
Dergisi, Yıl: 5, S: 9, s. 61-82.
DİNEVERÎ Ebû Hanîfe Ahmed b.
Dâvûd (Ö.282/895), Ahbâru’t-Tıvâl, Çev., Nusrettin Bolelli, İbrahim Tüfekçi,
İstanbul 2007.
DOĞAN İsa, “Zeyd b. Ali ve Kelâmi
Görüşleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Samsun 1993,
C:VII, S:VII, s. 137-154.
DURANT Will, İslâm Medeniyeti,
Çev., Orhan Bahaeddin, İstanbul Trz.
EBÎ İSHÂK Cemaleddîn Muhammed b.
İbrahîm b. Yahyâ el-Kütübî (Ö.718/1318), Gureru’l Hasâisa’l Vâzıha ve Uraru’n
Nagâisa’l Fâziha, Thk. Muhammed Ali Beyzûn, Beyrut 1971.
EBÎ’L-FİDÂ el-Melikü’l-Müeyyed
İmâmüddîn İsmâîl b. Alî b. Mahmûd b. Ömer el- Eyyûbî (Ö.732/1331-1332),
el-Muhsatar Fî Ahbâri’l-Beşer, Thk. Mahmûd Deyyûb, Beyrut 1997.
EBÛ YÛSUF Ya‘kûb b. İbrahim
(Ö.182/798), Kitâbü’l-Harâc, Çev., Ali Özbek, İstanbul 1973.
el-BEKRÎ Abdullah b. Abdülazîz
el-Endülüsî (Ö.487/1094),Mu’cemMesta’cem Min Esmâi’l-Bilâd Ve’l Mevâdı’, Thk.
Mustafa es-Sakkâ, Beyrut 1983. el-IŞŞ Yûsuf, ed-Devletü’l- Ümeviyye
ve’l-Ehdâsülletî Sebekathâ ve Mehhedet lehâ İbtidâen min Fitneti Üsmân, Dımaşk
1996.
EMANET Celal, “Emevîler Döneminde
Para”, Y:7, C:7, S:13, Ocak-Haziran 2014, s. 251-269.
ENGİNAR Mahmut, Hâlid b. Abdullah
el-Kasrî Hayatı ve Şahsiyeti, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2006.
ERKAL Mehmet, “Arşın”, DİA, TDV
Yayınları, İstanbul 1991, III, s. 411-413.
ERKOÇOĞLU Fatih, EmevîDevletinin
Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, Sivas 2010.
FAYDA Mustafa, “Avâne b. Hakem”,
DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1991, IV, s. 107.
FERRÛH Ömer, Târîhu Sadri’l-İslâm
ve’d-Devletü’l Ümeviyye, Beyrut 1986.
FIĞLALI Ethem Ruhi, “Ebû Mansûr
el-İclî ve Mansûriyye ”, AÜİF İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1982, S:
5, s. 215-229.
FIĞLALI Ethem Ruhi, “Ebû Mansûr
el-İclî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1994, X, s. 181-182.
FIĞLALI Ethem Ruhi, “Hâricîler”,
DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1997, XVI, s. 175-178.
GİBB Hamilton Alexander Roskeen,
Orta Asya’da Arap Fetihleri, Çev., Hasan Kurt, Çağlar Yayınları, Ankara 2005.
GÖKALP Yusuf, “Zeydiyye”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, 328-331.
GÖMBEYAZ Melek Yılmaz, “Bir Emevî
Valisi: Hâlid b. Abdullah el-Kasrî”, DergiPark, Y:2016, S:8, s. 237-254.
HALÎFE B. HAYYÂT Ebû ‘Amr b. Ebû
Hubeyre el-Leysi el Asferî (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Thk. Ekrem Ziya
Ömerî, 2. bsk. Riyâd 1985.
HAMİDULLAH Muhammed, İslam
Peygamberi, Ankara 2003.
HAMİDULLAH Muhammed,
el-Vesaiku’s-Siyasiyye, Trz.
HAMİLTON James, Sinai The Hedjaz
And Soudan, London 1857.
HATTSTEİN Markus, DELİUS Peter,
İslam Sanatı ve Mimarisi, Çev., Nurettin el- Hüseyni, Berlin Trz.
HAWTİNG G.R., “al-Thakafi, Yûsuf
b. Umar”, El2 (İng.), C:X, s. 431-432.
HEMDÂNÎ Ebü’l-Hâik Hasan b. Ahmed
b. Yakub (Ö.334/945-46), Sıfatü Cezîreti’l- Arab, Thk. Muhammed b. Ali el-Ekvâ,
Cidde 1990.
HİTTİ K. Philip, Siyasî ve
Kültürel İslam Tarihi, Çev., Salih Tuğ, İstanbul 1989.
HUDÂRÎ Muhammed Bek,
Târîhu’l-Ümemi’l-İslâmiyye (ed-Devletü’l-Ümeviyye), Mısır 1969.
IŞILTAN Fikret, “Mervân II”, İA,
MEB Yayınları, VII, 778-780.
İBN ABDİRABBİH Ebû Ömer
Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih b. Habîb el-Kurtubî el-Endelüsî
(Ö.328/940), el-Ikdu’l-Ferîd, Thk. Abdülmecîd et- Terhînî, Beyrut 1983.
İBN ASÂKİR Ebi’l-Kâsım Ali b.
El-Hasen İbn Hibetüllah b. Abdullah (Ö.571/1175), Tarîhu Medîneti Dımaşk, Thk.
Mühibbi’d-Dîn Ebî Saîd Ömer el-Ömerî, Beyrut 1995.
İBN A‘SEM Ebû Muhammed Ahmed b.
A’sem el-Kûfî el-Ahbârî (Ö.320/932), Kitâbü’l-Fütûh, Nşr. Dârul Kitâb
el-İlmiyye, Beyrut 1986.
İBN DÜREYD Ebû Bekr Muhammed b.
el-Hasen b. Düreyd el-Ezdî (Ö.321/933), İştikâku’l-Esmâ’ İştikâku Esmâ’i’-l
Kabâil, Thk. Abdüsselam Muhammed Harun, Bağdad 1979.
İBN HALDÛN Ebû Zeyd Veliyüddîn
Abdurrahman b. Muhammed el-Hadramî (Ö.808/1406), Dîvanü’l Mübtede ve’l-Haber Fî
Târihi’l-Arabi ve’l-Berber ve Men ‘Asârahüm Min Zeviyyiyi’s-Sultâni’l-Ekber
(Târih-u İbn Haldûn), Thk. Süheyl Zekkâr, Halîl Şühâde, Beyrut 2000.
İBN HALLİKÂN Şemsüddin Ahmed b.
Muhammed b. Ebûbekr (Ö.681/1282), Vefeyâtu’l A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, Thk.
İhsan Abbâs, Beyrut 1977.
İBN HİBBÂN Ebû Hatim Muhammed b
Hibbân b. Ahmed el-Büstî (Ö.354/965), es- Sîretu’n-Nebeviye ve Ahbâru’l-Hulefa,
Thk. Seyyid Azzim, Lübnan, Trz.
İBN HİŞÂM Ebû Muhammed Abdülmelik
b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî (Ö.218/833), es-Sîretü’n Nebeviyye, Çev.,
Abdülvehhab Öztürk, İstanbul 2016.
İBN KESÎR Ebu’l Fidâ İsmail b.
Ömer b. Kesîr (Ö.774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Nşr. el-Mektebetü’l-Meârif,
8. Baskı, Beyrut 1990.
İBN KUTEYBE Ebû Muhammed Abdullah
b. Müslim (Ö.276/828), Kitâbu ’l-Meârif, Thk. Servet Ukkâşe, Kahire 1992.
İBN KUTEYBE Ebû Muhammed Abdullah
b. Müslim (Ö.276/828), el-İmâme ve’s- Siyâse, Thk. Ali Şîrî, Beyrut 1990.
İBN SA‘D Muhammed b. Sa‘d b. Menî
el-Hâşimî el-Basrî (Ö.230/845), Kitâbü’t Tabakâti ’l-Kebîr, Thk. Ali Muhammed
Ömer, İstanbul 2004.
İBN TAĞRİBERDÎ Cemâlüddîn
Ebi’l-Mehâsin Yûsuf el-Atabekî (Ö.874/1469), en- Nücûmu’z-Zâhira fi-Mülûki Mısr
ve ’l-Kâhira, Kâhire Trz.
İBN TİKTAKÂ Muhammed b. Ali b.
Tabâtabâ (Ö.709/1309), el-Fahrî fi’l-Adâbi’s- Sultâniyye ve ’d-Düveli’l-İslâmiyye,
Beyrut Trz.
İBNÜ’L CEVZÎ Ebu’l-Ferec
Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el- Bağdadî (Ö.577/1181), el-Muntazam
Fî Târîh’l-Mülûk ve’l-Ümem, Thk. Muhammed Abdülkâdir ‘Atâ-Mustafa Abdülkâdir
‘Atâ, Beyrut Trz.
İBNÜ’L-ESÎR İzzuddîn Ebu’l-Hasen
Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t- Târîh, Çev., Ahmet Ağırakça,
Adülkerim Özaydın vd., Hikmet Neşriyat, İstanbul 2008.
İBNÜ’L-KELBÎ Ebü’l-Münzir Hişâm
b. Muhammed b. Sâib b. Bişr el-Kûfî (Ö.204/819), Kitâbü’l-Esnâm, Thk., Ahmet
Zeki Paşa, Kahire 1421/2000.
İSFAHÂNÎ Ebu’l-Ferec Ali b.
el-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-İsfahânî (Ö.356/967), Kitâbü’lEğânî, Thk.
İhsân Abbâs vd., Beyrut 2002-2008.
İSFAHÂNÎ Ebu’l-Ferec Ali b.
el-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-İsfahânî (Ö.356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn,
Thk. Kâzım Muzaffer, Necef 1965.
KAYAOĞLU İsmet, İslam Kurumları
Tarihi, AÜİF Yayınları, Ankara 1985.
KILIÇ Ünal, Peygamber ve Dört
Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004.
KILIÇ Ünal, “Kûfelilerin Hz.
Osman’a Muhalefet Etmelerinin Sebepleri ”, CÜİFD, C:6, S:2, Sivas 2002, s.
239-260.
KİSTER M.J, Tâif ile İlgili Bazı
Mülahazalar, Çev., Ali Aksu, CÜİFD, 2004, Sivas, C: VIII, S:1 229-247.
KİSTER M.J, İlk Dönem İslam
Tarihi Üzerine Makaleler, Der:, Ali Aksu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2014.
KÖKSAL Asım, Doğuştan Günümüze
Büyük İslam Tarihi, İstanbul 1992.
KÖSE Saffet, “Zeyd b. Ali”, DİA,
TDV Yayınları, İstanbul 2013, XLIV, 313-316.
KURAN-I KERİM.
KURT Hasan, “Mervân II”, DİA, TDV
Yayınları, Ankara 2004, XXIX, s. 227-229.
LAMMENS H., “Tâif”, İA, Maarif
Basımevi, İstanbul 1970, s. 672.
MÂCİD Abdülmunim,
et-Târîhu’s-Siyâsî lid’Devleti’l-Arabiyye Asru’l-Hulefâi’l Emeviyyîn, Kahire
1971.
el-MAKDİSÎ Ebû Abdillâh Muhammed
b. Ahmed (380/990), Ahsenü’t-Tekâsîm fi Ma’rifeti’l-Ekâlîm, Brill Matbaası,
Leiden 1906.
MANTRAN Robert, İslam’ın Yayılış
Tarihi (VII-XI. Yüzyıllar), Çev., İsmet Kayaoğlu, Ankara 1981.
MÂVERDÎ Ebü’l-Hasen Habîb
(Ö.450/1058), el-Ahkâmü’s Sultaniye (İslam’da Devlet ve Hilafet Hukuku), Çev.,
Ali Şafak, İstanbul 2015.
MES‘ÛDÎ Ebu’l Hasen Ali b.
Hüseyin b. Ali (Ö.346/957), Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Thk. Kemal
Hasen Mer’î, Beyrut, 1. Baskı, 1465/2005.
MÜBERRED Ebû'l-Abbas Muhammed b.
Yezîd (Ö.285/898), el-Kâmilfi'l-Luğa ve ’l- Edeb, Thk. Abdülhamîd Hendâvî,
Kâhire 1998.
MÜBERRED Ebû'l-Abbas Muhammed b.
Yezîd (Ö.285/898), Nesebü Adnân ve Kahtân, Thk. Abdülaziz el-Meymunî, ? 1936.
NEŞŞÂR Ali Sâmî,
Neşetü’l-Fikri’l-Felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1968.
NÜVEYRÎ Şehâbed’d-Dîn Ahmed b.
Abdü’l-Vehhâb en-Nüveyrî (Ö.733/1333), Nihâyetü’l-Ereb FîFünûnu’l-Edeb, Thk.
Ali Muhammed Becâvî, Kâhire 1976.
ÖMER Ali Abdurrahman, Hişâm b.
Abdülmelik ve ’d-Devletü’l Emeviyye, 2. Baskı, 1416/1996.
ÖNKAL Ahmet, “İslam
Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, S:6, Ankara
1992, s. 189-197.
ÖZAYDIN Abdülkerim, “Esed b.
Abdullah el-Kasrî”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1995, XI, s. 365.
ÖZAYDIN Abdülkerim, “Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî”, DİA, TDV Yayınları, XV, s. 281-282.
ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “Sîstan”,
DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2009, XXXVII, s. 274-276.
SAFEDÎ Ebu’s-Safâ Salâhuddîn
Halîl b. İzziddîn Aybeg b. Abdillâh (Ö.764/1363), el-Vâfî bi ’l-Vefeyât, Thk.
Ahmed Arnavûd, Tezkî Mustafa, Beyrut 2000.
RİYÂD ‘Îsâ, en- Nizâ beyne
Efrâdi’l-Beyti’l-Ümeviyye ve Devrihî Fî Sukûtî’l- Hilâfeti’l-Ümeviyye, Nşr.
Dâru Hassân, 1985.
SALLÂBÎ Ali Muhammed,
EmevîDevleti, Çev., Harun Ünal, İstanbul 2010.
SARIÇAM İbrahim, Emevî-Hâşimî
İlişkileri (İslam Öncesinden Abbâsîlere Kadar), Ocak 2015.
SEZGÎN Fuâd,
Tarîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Riyâd 1991.
SIRMA İhsan Süreyya, Hilâfetten
Saltanata Emeviler Dönemi, İstanbul 2019.
SÖYLEMEZ Mehmet Mahfuz,
Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2015.
SÖYLEMEZ Mehmet Mahfuz, Kûfe’nin
Siyasi Tarihi, Ankara 2015.
SUYÛTÎ Celâleddîn ‘Abdurrahman
(Ö.911/1505), Târîhu’l-Hulefâ’, Nşr:, Dâru İbn Hazm, Beyrut 2003.
ŞEHRİSTÂNÎ Muhammed b. Abdilkerîm
(Ö.548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, Kahire 1965.
TABERÎ Ebû Ca‘fer Muhammed b.
Cerîr (310/922), Târîhu’t-Taberî (Târîhu’l- Ümemi ve’l-Mülûk), Thk. Muhammed
Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut 1384/1967.
TEMİR Hakan, Emevîlerde Valilik
Kurumu, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Sivas 2013.
TOMAR Cengiz, “Yemen”, DİA, TDV
Yayınları, İstanbul 2013, XLIII, s. 401-406.
ÜÇOK Bahriye, İslam Tarihi
Emevîler-Abbâsîler, Ankara 1968.
ÜLKÜ Hayati, Başlangıçtan
Günümüze İslâm Tarihi, İstanbul Trz.
VÂKIDÎ Ebû Abdullah Muhammed b.
Ömer (Ö.207/823), Kitâbü’l-Meğâzî (Hz. Peygamber ’in s.a.v. Savaşları), Thk.
Marsden Jones, Çev., Musa K. Yılmaz, İstanbul 2014.
VÂKIDÎ Ebû Abdullah Muhammed b.
Ömer (Ö.207/823), Kitâbü’r-Ridde, Thk. Yahya Cebûrî, Beyrut 1990.
VAROL Mehmet Bahaüddin,
Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Konya 2004.
VEKΑ Muhammed b. Halef b. Hayyân
(Ö.306/918), Ahbâru’l-Kudât, Âlemü’l- Kütüb, Beyrut Trz.
VEKÎL Muhammed Seyyid,
Târihu’ş-Şâmil lil-Medînetü’l-Münevvere, Medine 1993.
VLOTEN Gerlof Van, Emevî Devrinde
Arab Hakimiyeti ve Şiâ Mesîh Akîdeleri Üzerine Araştırmalar, Çev., Mehmed Said
Hatiboğlu, Ankara 1986.
WELLHAUSEN Julius, Arap Devleti
ve Sükûtu, Çev., Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ankara 1963.
WELLHAUSEN Julius, İslamiyetin
İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, Çev., Fikret Işıltan, Ankara
1996.
YA‘KÛBÎ Ahmed b. Ebî Ya‘kûb b.
Cafer b. Vehb b. Vâdıh (298/904), Târîhu’l- Ya'kûbî, Thk. Abdü’l Emîr Mühnâ,
Beyrut 1431/2010.
YÂKÛT Şehâbeddîn Ebî Abdullah
Yâkût b. Abdullah el-Hamevî er-Rûmî (Ö.626/1229), Mu’cemü’l-Büldân, Nşr. Dâru
Sâder, Beyrut 1977.
YAZICI Nesimi, İlk Türk-İslâm
Devletleri Tarihi, AÜİF Yayınları, Ankara 1992.
YAZICI Tahsin “Cüzcân”, DİA, TDV
Yayınları, İstanbul 1993, VIII, s. 96-97.
YİĞİT İsmail, Emevîler, İsam
Yayınları, İstanbul 2016.
ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b.
Ahmed b. Osman (748/1348), el-İber fî Haberi Men Ğaber, Thk. Ebû Hâcer Muhammed
es-Saîd b. Besyûnî, Beyrut Trz.
ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b.
Ahmed b. Osman (748/1348), Siyeru A’lâmi’n- Nübelâ, Thk. Şuayb el-Arnavud,
Beyrut Trz.
ZEHEBÎ Şemsüddîn Muhammed b.
Ahmed b. Osman (748/1348), Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l Mesâhiri ve’l-A’lâm,
Thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, 1. bsk., Beyrut 1988.
ZEKKÂR Süheyl, Târihu’l-Arab
ve’l-İslâm, 4.baskı, Dımaşk 1982.
ZETTERSTEEN Karl Vilhelm, “Hâlid
b. Abdullah”, İA, MEB Yayınları, İstanbul 1993, V/I, 141-142.
ZETTERSTEEN Karl Vilhelm, “Yûsuf
b. Ömer”, İA, MEB Yayınları, İstanbul 1993, VIII, s. 440.
ZEYDÂN Corcî,
Târîhu’t-Temeddünni’l-İslâmî (İslam Uygarlıkları Tarihi), Çev., Nejdet Gök,
İstanbul 2013.
ZİRİKLÎ Ebû Gays Muhammed
Hayrüddîn b. Mahmûd b. Ali b. Fâris ez-Ziriklî ed- Dımaşkî, el-A’lâm Kamûsü
terâcim li-eşheri’r-ricâl ve ’n-nisâ mine ’l-Arab ve ’l müstarebîn ve ’l
müsteşrikin, Beyrut 2002.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar