ÇÜRÜMENİN KİTABI
Yazan: Emil
Michel CİORAN
TANRI'NIN İÇİNDE YOK OLMAK
Farklı özüne itina
gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından her adımda tehdit edilir. Dikkati en
büyük ayrıcalığı onu sık sık terk ettiği için, kaçmak istediği eğilimlere boyun
eğer, ya da murdar sırlara yem olur... Bizi hayvanlara ve nihai meselelere yakınlaştıran
bu korkulan, bu titremeleri, bu başdönmelerini kim yaşamamıştır ki?
Dizlerimiz bükülmeden
titrer, ellerimiz kavuşmadan birbirini arar, gözlerimiz hiçbir şey görmeden
yukarı bakar... Cesaretimizi pekiştiren o dikey kibri, bizi gösteri yapmaktan muaf
tutan duyguyu, o hareketlerden dehşet duyma duygusunu muhafaza ederiz;
gülünçlük derecesinde ifadeye gelmez olan bakışları örtmek için,
gözkapaklarımızın yardımını da... Kayıp gitmemiz yakındır, ama kaçınılmaz
değildir; ilginç bir kazadır, ama hiç yeni değildir; korkularımızın ufkunda
şimdiden bir tebessüm doğmaktadır... duanın kucağına hiç düşmeyeceğizdir...
Zira sonunda O kazanmamalıdır; büyük harfle yazılan ismini lekelemek,
istihzamıza düşer; saçtığı titremeleri dağıtmak da yüreğimize...
Böyle bir varlık
gerçekten olsaydı; zayıflıklarımız kararlarımıza. derinliklerimiz sınamalarımıza
üstün gelseydi, o zaman hâlâ düşünmeyi sürdürmek beyhude olmaz mıydı? Madem ki
zorluklarımız hallolmuş, sorularımız askıya alınmış ve büyük korkularımız
yatıştırılmış... Fazla kolay olurdu bu. Her mutlak şahsî veya soyut, sorunları
es geçmenin bir tarzıdır; sadece sorunları değil, duyuların paniğinden başka
bir şey olmayan köklerini de...
Tanrı: Ürküntümüzün
üzerine dosdoğru düşüş; hiçbir ümide kanmayan arayışlarımızın ortasına yıldırım
gibi inen selâmet; tesellisiz kalmış ve zaten teselli edilmek de istemeyen
kibrimizin dolambaçsız bir biçimde geçersizleşmesi; bireyin kızağa çekilme
yolunda ilerlemesi; endişe noksanlığı yüzünden ruhun işsiz kalması...
İmandan daha büyük bir
feragat var mıdır?
İman
olmadığında sonsuz sayıda çıkmaza girildiği doğrudur. Ama
hiçbir şeyin sonunun hiçbir şeye çıkmadığını; evrenin, hüznümüzün bir yan ürünü
olduğunu bile bile, bu ayak sürüme ve kafamızı yere göğe vura vura ezme
zevkinden kendimizi niye mahrum edelim?
Atadan kalma
ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel edebinden yan çizmenin en
beter yollarıdır. Yanılmak, kandırılmış olarak yakmak ve ölmek; insanların
yaptığı budur. Ama bizi Tanrı'nın içinde yok olmaktan koruyan ve bütün anlarımızı,
hiç etmeyeceğimiz dualara dönüştüren bir haysiyet de vardır.
Sh: 13-14
ÖLÜM ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER
1. Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir
gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla
kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur. İçgüdülerimize esrarengiz
gelir; düşünüşümüzün önünde, benak ve itibarsız bir halde, bilinmeyenin sahte
cazibesi olmaksızın belirir.
Hükümsüz sırları
biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü
veıir: Büyük Meçhul odur.
Bunca boşluk ve
anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunuruz, çünkü ölme arzusu fazla
mantıksaldır, bundan dolayı da işe yaramazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz
açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve
önyargılarTutarlılık'la temasa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her
şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş
Sağduyusuzluk çabası için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o
an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar; bir
nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zira hayatın
anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı;
Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.
II. İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre
sınıflandınlabilir: mizaçlarına göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine
göre... Kravat değiştirir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt,
dışarıdan, zamanın biçimlenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. Fakat
kendimizden gelen, kendimiz olan bir şey varciır; görünmez, ama içsel olarak teyit
edilebilir bir gerçeklik; her an kavranabilen ve hiçbir zaman kabullenmeye
cesaret edilmeyen ve ancak tüketilmeden önce gündeme gelen uygunsuz ve ezeli
bir mevcudiyet: Ölümdür bu, hakikî ölçüt odur... Bütün canlıların en mahrem
boyutu olan ölüm, birbiıine indirgenemeyen iki düzene ayırır insanlığı... Bu
iki düzen arasındaki mesafe, bir akbabayla bir köstebek, bir yıldızla bir
tükürük arasındakinden de fazladır... Ölüm duygusu olan insanla bu duyguya hiç
sahip olmayan arasında, iletişimi mümkün olmayan iki dünyanın uçunımu açılır,
bununla birlikte ikisi de ölür; fakat biri ölümünden habersizdir, ötekiyse bunu
bilir; biri sadece bir anda ölür, ötekiyse sürekli ölmektedir... Ortak koşullan
ikisini de birbirine karşıt uçlara yerleştirir; iki aşın uca ve aynı tanımın
içine; uzlaşmaziıklanyla aynı kadere maruz kalırlar... Biri sanki ebedîymiş
gibi yaşar; öteki devamlı olarak ebediyetini düşünür ve bunu her düşüncesinde
inkâr eder.
Hiçbir şey hayatımızı
değiştiremez, hayatı iptal eden kuvvetlerin içimize aşama aşama sızması dışında
hiçbir şey. Ne büyümemizdeki süıprizler, ne de yeteneklerimizin serpilmesi
hayata yeni bir ilke katar; hayatın nezdinde ancak tabiîdironlar. Tabiî olan
hiçbir şey de bizi kendimizden başka bir şey haline getiremez.
Ölümün önbelirtisi olan
her şey, hayata bir yenilik meziyeti katar, onu dönüştürür ve büyütür. Sağlık,
hayatı olduğu halde, kısır bir kimlik içinde muhafaza eder; oysa hastalık bir
faaliyettir; insanın sergileyebileceği en yoğun faaliyet, kendini kaybetmiş
ve... duraklamalı bir harekettir; hareket göstermeksizin bol bol enerji
sarfetmektir, tamiri imkânsız bir gök parıltısını düşmanlıkla ve tutkuyla
beklemektir.
III. Ölüm saplantısına karşı, aklın
gerekçeleri gibi ümidin kaça maklannın da işe yaramaz olduğu ortaya çıkar:
Anlamsızlıktan, ölme iştahını azdırmaktan başka şeye yaramaz. Bu iştahın
üstesinden gelmek için bir tek "yöntem” vardır: Bunu sonuna kadar yaşamak;
tüm hazlarına, tüm boğucu sıkıntılanna maruz kalmak; bundan kaçmak için hiçbir
şey yapmamak. Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşın lıklarıyla kendini
ortadan kaldırır. Ölümün sonsuzluğu üzerinde dura dura düşünce bunu yıpratmayı
başarır, bizi bundan tiksindirir; bu rıe ga/ffazlalığın elinden hiçbir şey
kurtulmaz; ölümün itibannı tehîike ye düşürüp azaltmadan önce, bize
hayatınboşunalığını gösterir.
Kendini bunaltının
zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sönüp gitme tehlikesinin lezzetine
bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm
saplantısı hiç iyileşmeyecek tir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna
direnmiş olacaktır; oysa bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi
kokuşmuşluğu üzerine düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi,
ölümün geçmişine doğru bakacaktır
kendisi de artık yaşayamayanı bir diril miş'ten başka bir şey
olmayacaktır. "Yöntem'i onu hem hayattan hem ölümden kurtarmış olacaktır.
Her esaslı tecrübe
uğursuzdur: Varoluşun katmanlannda bir kalınlık noksanlığı vardır; bunları
kazan yürek ve varlık arkeoloğu, arayışlarının sonunda boş derinliklerle
karşılaşır. Görünümlerin zırhını boş yere özlemle arayacaktır.
Sözüm ona en yüksek
sırların ifşaatı olan Antik Esrardan bize bilgi konusunda hiçbir şey intikal
etmemiştir. Herhalde müptedilerin hiçbir şey aktarmama zorunlulukları vardı;
fakat yine de aralarından tek bir gevezenin çıkmamış olması akıl alır gibi
değildir; bir sırda böylesine inat etmekten daha ters bir şey var nudır insanın
tabiatına? Aslında hiçbir sırrın olmamış olmasındandır bu; olup biten âyinler
ve ürpertilerdir. Perdeler kaldınldığında, ortaya sonsuz uçurumlardan başka ne
çıkabilirdi? Sadece hiçliğin sırlarına giriş yapılabilir ve canlı olmanın gülünçlüğünün.
...Yanılgıdan kurtulmuş
yüreklerin katılacağı bir Eleusis töreni
düşünüyorum, tanrılann ve yanılsama ateşliliğinin olmadığı açık bir
Esrar...
Sh: 14-16
ÖLÜME KARŞI ORTAKLIK
Kendi hayatımız zar zor
kavranılabilir görünürken, ötekilerin hayatı nasıl tahayyül edilebilir? Bir
varlıkla karşılaşılır; bu varlığın nüfuz edilemez ve haklı gösterilemez bir
dünyaya, gerçekliğin üzerine ma razî bir yapı gibi yerleşen bir kanaat ve
arzular yığınına dalmış olduğu görülür. Kendine bir yanlışlıklar sistemi
uyduımuş olduğundan, hükümsüzlükleriyle zihni ürküten sebeplerden dolayı acı
çekiyordur ve gülünçlüğü göze batan değerlere vermiştir kendini. Girişimleri
fasa fisodan başka bir şey gibi görünebilir mi? Tasalarındaki hummalı simetri
de bir boş söz mimarîsinden daha mı iyi temellendirilmiştir? Dışarıdan bakana,
her hayatın mutlağı bir başkasıyla değiştirilebilir, her alınyazısı da özünde
yerinden oynatılamaz olmasına rağmen keyfî görünür. Kanaatlerimiz bize havaî
bir cinnetin meyvaları gibi göründüğü ¿aman, ötekilerin kendilerine ve her
günün ütopyası içinde çoğalmalarına duydukları tutku nasıl hoşgörülebilir ki? Falanca,
tercih ettiği özel bir dünyanın içine, filanca da bir başkasının içine hangi
gereklilikten ötürü kapanır?
Bir dostun ya da
tanımadığımız birinin bize sırlarını açmasına maruz kaldığımız zaman, bu
sırların ifşası bizi hayretlere garkeder. Bu ıstıraplan bir facia mı, yoksa bir
şaka mı addetmeliyiz? Bu, tamamıyla yorgunluğumuzun teveccüh göstermesine veya
çileden çıkmasına bağlıdır. Her alınyazısı, birkaç kan lekesi etrafında
kıpırdaşan bir nakarattan başka bir şey olmadığından, bu insanın acılarının tanziminde
yersiz ve oyalayıcı bir düzen ya da bir merhamet bahanesi görmek asabımıza
kalmıştır.
Varlıkların
zikrettikleri sebepleri benimsemek güç olduğundan, her birinden her
aynlışımızda, akla gelen soru değişmez şekilde aynıdır: Nasıl oluyor da kendini
öldürmüyor? Zira ötekilerin intiharını tahayyül etmekten daha tabiî bir şey
yoktur. İnsanı altüst eden ve kolaylıkla yenilenebilen bir sezgiyle kendi
yararsızlığımızın farkına vardıktan sonra, herhangi bilinin de böyle yapmamış
olması anlaşılmaz gelir. Kendini ortadan kaldırmak öyle açık ve öyle basit bir
iş gibi görünür ki! Niçin o kadar nadir bir şeydir bu? Niçin herkes bundan
kaçar? Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın
sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvettedir;
ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca varoluşun
simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik; her şeydir.
Ve bu hiçlik, bu bütün,
hayata bir anlam veremez, ama hiç değilse hayatı, olduğu hal içinde sürdürür:
Bir intihar etmenıe hali.
Sh: 22-23
BİR SAPLANTININ İÇYÜZÜ
Yokluk fikri, emek veren
insanlığa özgü bir şey değildir: Zahmet çekenlerin, kalıntılarını tartmaya ne
zanıanlan ne de istekleri vardır; talihin sertliklerine ya da bönlüklerine
boyun eğerler; ümit ederler: Ümit bir köle meziyetidir.
Ak düşmüş saçlardan,
kınşıklardan ve hınldamalardan ödleri patlayarak, günlük münhalliklerini kendi
leşleıinin suretiyle dolduranlar ise, kibirliler, kendini beğenmişler ve süs
meraklılandır: Kendilerini çok severler ve ümitsizlik çekerler; düşünceleri
aynayla mezarlık arasında uçuşur ve çehrelerinin tehdit altındaki hatlarında,
dinlerinki kadar ciddî hakikatler keşfederler. Her metafizik, vücuda ilişkin
bir kaygıyla başlar ve bu kaygı evrensel bir hale gelir; öyle ki. havaîliklerinden
ötürü endişe duyanlar. hakikaten ıstırap çeken ruhların haber cisidirler.
Yaşlanma hayaletinin musallat olduğu yüzeysel aylak, Pascal, Bossuet ya da
Chateaubriand'a, kendini dert etmeyen bir bilim adamından daha yakındır. Kibire
bir nebze deha: Ölüme pek uyamayan ve onu şahsına bir hakaret gibi hisseden o
koca gururlu çıkar karşınıza. Bütün bilgelerden üstün olan Buda bile, ilahi
ölçekte bir kendini beğenmişten başka bir şey olmamıştır. Ölümü, kendi ölümünü
keşfetmiş ve bundan yara alarak her şeyden el çekmiştir ve kendi im tinasını
diğer insanlara dayatmıştır. Yokluğa
karşı koymak için, öc alma duygusuyla Yokluğu Yasa’ya dönüştüren o incinmiş
gururdan, böylelikle en korkunç ve en nafile ıstıraplar doğar.
Sh: 139-140
FANATİZMİN ŞECERESİ
Aslında her fikir
yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu can landınr, alevlerini ve
cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitinniş, inanca dönüştürülmüş fikir,
zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür; Mantıktan sara
hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar
böyle doğar.
İçgüdüsel olarak putlara
taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlan mızın nesnelerini kayıtsız şartsız
şeyler haline getiririz. Tarih, bir Sahte Mutlaklar Geçidi nden, bahaneler
adına dikilmiş bir tapınaklar dizisinden, zihnin Gayri Muhtemel önünde
küçülmesinden ibarettir. Dinden uzaklaştığında bile insan dine tabi kalır;
bütün çabasıyla tann benzerleri yaratır, sonra da benimser bunlan ateşlilikle:
İçindeki kurgu ihtiyacı, mitoloji ihtiyacı, apaçık gerçeğin ve gülünçlüğün
üstesinden gelir. Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir tannyı
yakışıksızca seven kişi, başkalannı da onu sevmeye zorlar, buna razı olmazlarsa
onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik
veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın. Hele
insan ilgisizlik melekesini bir yitirsin: Potansiyel bir katil haline gelir.
Helefifcnrn tannya dönüştürsün: Bunun sonuçlan sayılamayacak kadar çoknır.
Ancak bir tanrı ya da tanrı taklitleri adına insan öldürülür: Akıl
Tannçası’nın. ulus, sınıf ya da ırk fikrinin yol açtığı aşınlıklar
Engizisyon'un ya da Reform'un kilerle akrabadır. Kanlı marifetler konusunda
coşku dönemlerinin üzerine yoktur: Azize Tereza ancak yakılan insanlarla çağdaş
olabilirdi, Luther de köylü katliamlanyla... Mistik krizlerde, kurban
iniltileriyle vecd iniltileri birbirine paraleldir... Darağaçları, zindanlar,
hücreler, ancak bir imanın gölgesinde çoğalır ruhu hepten sarmış olan o inanma
ihtiyacının gölgesinde. Bir doğruyu, kendi doğrusunu elinde bulunduran kişinin
yanında şeytaı bile epey soluk kalır. Neronlar'a, Tiberiuslar'a karşı adaletsiz
davranıyoruz: Ayrılıkçılık kavramını hiç de onlar icat etmemiştir: Katliamlarla
kendini oyalayan, çığrından çıkmış hayalciler olmuşlardır sadece. Hakiki'
katiller, dini veya siyasî düzeyde bir ortodoksluk kuranlardır; mümin ile
mezhep sapkını arasında ayrım yapanlardır.
Fikirlerin birbirinin
yerine geçebildiğim kabullenmemekte ısrar edilince, kan akar... Kesin kararlann
altından bir hançer yükselir; alevli gözler cinayet habercisidir. Hamlet’ten
etkilenmiş mütereddit bir ruh asla zarara yol açmamıştır: Kötülüğün ilkesi
irade gerilimin dedir, huzuru yaşayamamaktadır; tıka basa ideallerle dolu,
kanaatlerinin ağırlığı altında patlayan ve şüpheyle tembelliği bütün
faziletlerinden daha soylu zaaftan alaya almakla gönül eğlemiş olduğu için,
nıahvolduğu bir yola, tarihe, o densiz sıradanlık ve kıyamet kanşımı na ginniş
olan bir ırkın Prometheus'vıi.ri megalomanisindedir... Orada kesinlikler
çoktur: Bunlan kaldınn, özellikle de sonuçlannı kaldırın: Cenneti yeniden
kurarsınız. Düşüş, bir doğrunun peşine takılma ve onu bulmuş olmaktan emin olma
değilse; bir dogma için duyulan tutku, bir dogınanın içine yerleşme değilse
nedir? Bundan fanatizm doğar insana işgörür olma, peygamberlik yapma ve terör
zevkini veren temel kusur, o lirik cüzzam aracılığıyla ruhlara bulaşır, boyun
eğdirir; onlan ezer ya da taşkınlaştınr... Bunun elinden bir tek kuşkucular
kurtulur (ya da miskinler ve estetler), çünkü hiçbir şey önermezler, çünkü
insanlığın hakikl" velinimetleri olan onlar tarafgirlikleri yok eder ve
içlerindeki sayıklamayı tahlil ederler. Bir Pyrıhon’un yanında, kendimi bir Aziz Paulus'un yanında
olduğundan daha güvenlikte hissederim; nüktedan bir bilgeliğin, zincirinden
boşanmış bir azizlikten daha yumuşak olması nedeniyle... Ateşli bir ıuhta,
kılık değiştirmiş bir avcı hayvan bulunur; kişi, bir peygamberin pençelerinden
kolay kolay kurtulamaz... İster sema adına, ister site veya başka bahaneler
adına sesini yükselttiğinde, uzaklaşın ondan: Yalnızlığınızın satiridir, onun
hakikatlerinin ve taşkınlıklannın berisinde yaşamanızı affetmez; histerisini,
varını yoğunu onunla paylaşmanızı ister; bunu size dayatmak ve sizi tanınmaz hale
getinnek ister. Bir inanç tarafından ele geçirilip onu ötekilere iletmeye
çalışmayan insan, selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan
yeryüzüne yabancı bir olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren
solucanlar; her kurum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin
de mutlakları vardır; yönetimin ise yönetmelikleri maymunların kullanımına yönelik metafizik...
Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya çabalar: Dilenciler ve şifasız
hastalar bile buna can atarlar: Dünya kaldırımları ve hastaneler reformcularla
dolup taşar. Olay kaynağı haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir
karışıklık, ya da kişinin kendi istediği bir lânet gibi etki eder. Toplum bir kurtarıcılar cehennemi! Diogenes'in
elinde lambasıyla aradığı, ilgisiz biriydi...
Birisinin idealden,
gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz ettiğini, emin bir ses tonuyla
"biz" dediğini, "diğerleri"ni andığını duymam; kendini
onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu kendime düşman görmem için
yeterlidir. Onda bir tiran müsveddesi, aşağı yukarı bir cellat görürüm;
tiranlar kadar, büyük cellatlar kadar nefrete müstahaktır. Her imanın bir tür
terör icra etmesindendir bu; ve bunu yerinegetirenin "saflar" olması,
olayı daha da ürkütücü hale getirir. Kurnazlara, düzenbazlara, zirzoplara
güvenilmez; halbuki tarihteki hiçbir büyük kargaşa onlara isnat edilemezdi;
hiçbir şeye inanmadıkları için ne yüreklerinize ne de artdüşüncelerinize
karışırlar; sizi kendi gevşekliğinizin, ümitsizliğinizin ya da yararsızlığınızın
eline bırakırlar; insanlık yaşadığı azıcık refah anlarını onlara borçludur:
Fanatiklerin işkence ettiği ve "idealistler"in batırdığı halkları
kurtaran onlardır. Doktrinsizdirler, sadece kaprisleri ve çıkarlan vardır;
ilkeli despotizmin yol açtığı yıkımlardan bin kere daha dayanılır olan uyumlu
zaaflardır bunlar. Zira hayattaki bütün kötülükler bir "hayat anlayışından
ileıi gelir. Olgunlaşmış bir siyaset adamı, eski Sofistlerin çalışmalarını
derinleştirmeli ve şan dersleıi almalıdır;
bir de yolsuzluk dersleri ...
Fanatik ise yolsuzluğa
kapılmaz: Bir fikir uğruna öldürüyorsa, onun için pekâlâ ölebilir de; her iki
durumda da, tiran veya şehit de olsa, bir canavardır. Bir inanç için acı çekmiş
olandan daha tehlikeli varlık yoktur: En büyük zalimler, kafası kesilmemiş
mazlumlar arasından çıkar. Acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu
azdırır; zihin de kendini bir soytarının meclisinde bir kurbanınkinden daha
rahat hisseder; onu, bir fikir için ölünen gösteıiden daha fazla tiksindiren
hiçbir şey yoktur... Yücelik ve kan dökmeden bıkıp usandığı için, evrenle eş
düzeyde bir taşra sıkıntısının; şüphenin bir olay ve ümidin bir musibet gibi
görüneceği değişmezlikte bir Tarih'in hayalini kurar...
Sh: 7-10
ANTİ-PEYGAMBER
Her insanın içinde bir
peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar...
Vaaz verme çılgınlığı
içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden
doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği ânı bekler: Ne önerdiği önemli
değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini
pahalıya öderiz...
Çöpçüsünden züppesine
kadar herkes, cinai cömertliğinin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri
dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön vennek ister: Ortaklaşa hayat, bundan
ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez
olur: Başkalarının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o
kadaren dişe duyar ki, kendi "benliği"ni birdine çevirir, yada
tersten havarilik yaparak ’'benliği”ni yok sayar: Evrensel oyunun
kurbanıyızdır...
Varoluşun veçhelerine
getirilen çözüm öneıilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafılelikleriyle
mukayese edilebilir. Tarih: îdeal imalathanesi... huyu suyu belli olmayan
mitoloji, sürülerin ve yalnızlann taşkınlıkları... gerçekliği olduğu haliyle
tasarlamanın reddi, ölümcül kurgu açlığı...
Fiiliyatımızın kaynağı,
kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli
olmamızdadır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç
parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak
anlayabilsey dik; eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı,
mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi
boyut lanna karşı körleşmektir...
Bütün fiiliyatımız soluk
almaktan imparatorluklar ya da metafizik sistemler kurmaya kadar kendi önemimiz
hakkında bir yanılsamadan, bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına
göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar olmaya
ve kendini kurtarıcı gibi göstermeye kim çalışırdı ki?
”ldeal”siz bir dünya,
doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebediyet hasreti... Cennet... Fakat
kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile var olamazdık: içimizdeki peygamber,
bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır.
ideal bir şekilde zihni
açık, yani ideal bir şekilde normal insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir
şeye tutunmamalıdır... Onu işittiğimi farzediyorum: "Amaçtan, bütün
amaçlardan koparılmışım: arzularımın ve buruşuklarımın sadece formüllerini
muhafaza ediyorum. Sonuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı
hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak: yendiğim gibi...
İnsanın seyri ne mide bulandırıcı şey!
Aşkiki tükürüğün karşılaşması... Bütün duygular mutlak:lannı salgı bezlerinin
sefilliğinden alırlar. Asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş
manzaralara tepeden bakan bir tebessümdedir yalnızca.
(Vaktiyle bir
"benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim... Yalnızlığın bütün
uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi
unutturamayacak: kadar hafiftiler. içimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre,
nasıl olur da insanlar arasında hâlâ bir yerim olabilir ki?)
Sh: 10-11
HARİKULADE YARARSIZLIK
Yunan kuşkucuları ve
gerileme dönemindeki Roma imparatorları dışında tüm zihinler belediyeci bir
yönelimin hizmetine girmiş görünmektedirler. Sadece onlar birinciler şüphe,
diğerleri ise cinnet yoluyla o tatsız yararlılık saplantısından azade
olmuşlardır. Filozof ya da eski fatihlerin külyutmaz dölleri olmalarına bağlı
olarak, keyfîliği bir icraat ya da bir başdönmesi mertebesine yükselttikleri
içindir ki hiçbir şeye bağlı değillerdi: Bu yönleriyle azizleri çağnştınrlar.
Fakat azizler asla çöküntüye uğramamalıyken azizlerin yazgısı kendi
yaptıklarına bağlıydı, kaprislerinin hem efendisi hem kurbanıydılaronlar hakikî
yalnızlardı, çünkü yalnızlıkları kısırdı. Hiç kimse bunu örnek almadı, onlar da
bunu hiç önermiyorlardı; "hemcinsieri"yle de sadece istihza ve terör
yoluyla iletişim kuruyorlardı..
Bir felsefenin ya da bir
imparatorluğun yıkılmasında etken olmak: Bundan daha hazin ve daha görkemli bir
kibir tahayyül edilebilir mi? Bir yanda hakikati, öte yanda da azameti
öldürmek, zihni ve siteyi yaşatan düşkünlüklerdir. Düşünür ve yurttaş gururunun
dayandığı yanılgıların mimarisini kökünden biçmek; tasarlama ve isteme
sevincinin dayanaklarını bozulacak derecede yumuşatmak; kinaye ve azabın
incelikleriyle geleneksel soyutlamaları ve saygıdeğer ananeleri gözden düşürmek ne kadar nazik, ne kadar vahşi bir kaynaşma!
Tanrıların gözlerimizin önünde ölmedikleri yerde hiçbir çekicilik yoktur. Roma’
da, tanrıların yerine yenilerinin konulduğu ya da ithal edildiği, tanrıların
kuruyup gitmesinin izlenebildiği o yerde, hayaletleri zikretmek ne büyük bir zevkti;
ama yine de o yüce değişkenliğin, sert ve murdar herhangi bir tanrının
saldırısı önünde dize gelmesi korkusu vardı... Nitekim korkulan da gelmiştir
başa.
Bir ilfilıı yıkmak
zahmetsiz bir iş değildir: Onu yükseltmek ve ona tapmak için gereken kadar zaman
lâzımdır bu iş için. Zira onun maddi simgesini yok etmek kâfi gelmez, basit bir
şeydir bu; ilâhın ruhtaki kökleri yok edilmelidir. Geçmişin tasfiye olduğu
batış devirlerine gözleri yalnızca
boşlukla kamaşabilen insanların önünde bakışlarını çeviren kişinin, bir
uygarlığın ölümü denilen o büyük sanat karşısında acıma duymaması elde midir?
Olmayacak, hazin ve
barbar bir ülkeden, Yunan yanıltmacalanyla güzelleşmiş bir Roma'nın can
çekişmesi içinde belirsiz bir perişanlığı dolaştırmak için gelen o kölelerden
biri gibi düşlüyorum kendimi...
Öyle olsaydım, büstlerin
münhal gözlerinde, gevşek bâtıl inançlar tarafından küçültülmüş ilâhlarda,
atalarımı, boyunduruklarımı ve pişmanlıklarımı unutmayı başarırdım. Eski
simgelerin melankolisine girerek azat olurdum; terk edilmiş tanrıların
itibarını benimser; onlan kurnaz haçlara karşı, uşaklarla şehitlerin istilasına
karşı korurdum; ve gecelerim, Sezarlar'ın cinnet ve sefahatinde huzur arardı.
Külyutmaz lıkta uzmanlaşmış bir halde kibar fahişelerin yanında, kuşkucu ran
devuevlerinde ya da çok gösterişli zulümler sergilenen sirklerde kokuşmuş bir
bilgeliğin bütün oklarıyla yeni coşkulan kalbura çevirir; mantığı, hiç
düşlemediği boyutlara kadar, ölmekte olan dünyaların boyutlanna kadar
genişletmek için akıl yürütmelerimi zaaf ve kanla dolduıurdum.
Sh: 19-20
KAYGILARINDAN KURTULMUŞ ŞEYTAN
Niçin Tanrı o kadar
soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çekiciliktedir? Niçin ilginçlik,
tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve bize o kadar az benzer? Bundan daha az
insanbiçimli ve bundan daha ucuz bir biçimde uzak bir imge var mıdır? Bu kadar
soluk parıltıları ve bu kadar sallantılı kuvvetleri nasıl yansıtabiîmişizdir
O'na? Enerjilerimiz nereye akıp gitmiştir? Arzularımız nereye boşalmıştır?
Hayat veren küstahlık fazlamızı kim alıp götürmüştür peki?
Şeytan'a doğru mu
döneceğiz? Fakat ona dua etmeyi beceremezdik: Ona tapmak, içedönük bir biçimde
dua etmek, kendimize dua etmek olurdu. Apaçık gerçekliğe dua edilmez: Kesin,
tapınma nesnesi değildir. Tüm özniteliklerimiz.i kendi benzerimize
yüklemişizdir ve görkeme benzer bir süs vennek için onu karalarla örtmüşüzdür:
Yas giysilerine bürünmüş hayatlarımız ve meziyetlerirnizdir o. Önde gelen
niteliklerimiz olan kötülük ve sebatla donatarak benzerimizi mümkün olduğu
kadar canlı kılmaya uğraşırken tükenmişizdir; onun sureline şekil verirken, onu
çevik, oynak, zeki, müstehzi, özellikle de sinsi kılmaya çabalarken güçlerimiz
helak olmuştur. Tannya şekil vermek için elimizin altında bulunan enerji
stoklan bir hiç haline gelmiştir. O zaman, muhayyileden ve içimizde kalan
azıcık kandan medet urnmu şuzdur: Tann, kansızlığımızın üıiinü olabilirdi
ancak: Sallantılı ve çarpık bir suret. O yumuşak, iyi, yüce ve doğrudur. Ama
aşkınlığa hapsedilmiş bu gülsuyu kokulu kanşımda kendini bulan var mıdır ki?
İkiyüzlü olmayan bir varlık, derinlik ve gizem noksanlığı çeker; hiçbir şey
gizlememektedir. Yalnızca murdarlık gerçeklik işaretidir. Azizlerin
ilginçliklerini tamamen yitinnemiş olmaları da, yüceliklerine romanın
kanşmasından ve ebediyetlerinin biyografiye elverişli olmasındandır; yaşamları,
bizi zaman zaman büyüleyebilen bir tarz için dünyayı terk ettiklerini
gösterir...
Hayatia dolup taştığı
İçin, Şeytan'ın hiçbir sun<ı.ğı yoktur: İnsan kendini Şeytan'da çok fazla
bulduğu için O'na tapamaz; ondan bilerek nefret eder; kendinden yüz çevirir ve
Tann'nın yoksul vasıflannı ayakta tutar. Ama Şeytan bundan şikayetçi değildir
ve bir din kurmaya hiç heveslenmez: Zayıflatılmamasını ve unutulmamasını temin
etmek için burada değil miyiz biz?
Sh: 24-25
ÖZGÜRLÜĞÜN İKİLİ YÜZÜ
Özgürlük meselesi
çözülmez olsa da biz yine söylev verip olumsallığı veya gerekliliği
savunabiliriz... Mizaçlarımız ve önyargılarımız, meseleyi halletmeden kesip
atan ve basitleştiren bir tercih yapmamızı kolaylaştırır. Bizi buna duyarlı
kılmayı, bize bunun yüklü ve çelişkili gerçekliğini hissettirmeyi hiçbir teorik
yapı başaramazken, imtiyazlı bir sezgi, kendisine karşı icat edilmiş bütün
gerekçelere rağmen bizi özgürlüğün kalbine yerleştirir. Ve korkarız böylesine engin ve fili bir ifşaya; vaktiyle
varmak istediğimiz, şimdi ise önünde gerilediğimiz o tehlikeli varlığa hazır
olmadığımızdan, imkanların uçsuz bucaksızlığından korkarız. Zincirlere ve
yasalara alışmış olan bizler. bir girişim sonsuzluğu karşısında, bir karar
sefahati karşısında ne yapacağızdır? Keyfiliğin cazibesi bizi ürkütür. Eğer
istediğimiz herhangi bir fiile girişebileceksek, artık ilhamın ve nazlann
sınırı yoksa, bu kadar gücün sarhoşluğu içinde mahvolmaktan nasıl
kaçınabiliriz?
Bu ifşayla sarsılan
bilinç kendini sorgular ve yerinden sıçrar. Her şeyin emrine ânıâde olduğu bir
dünyada kimin başı dönmemiştir ki? Cani, özgürlüğünü sınırsız bir şekilde
kullanır ve gücünün fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son veıme
konusunda, o da her birimizle aynı düzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz
hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir
cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. İnsan öldürme eğilimlerini
kendilerine itiraf etıne cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında
işlerler. kâbuslarını cesetlerle doldururlar. Mutlak birmahkeme önünde, bir tek
melekler beraat ederdi. Zira başka bir varlığın ölümünü en azından bilinçsizce
dilememiş bir varlık hiç olmamıştır. Her birimiz ardımızda bir dost ve
düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya
arzuların yüzeyine yansıtılmış olması da pek mühim değildir.
Özgürlük, nihaî
içermeleri üzerinden kavrandığında, hayatımız ya da ötekilerin hayatları
sorusunu ortaya koyar; kendimizi kurtarma ya da mahvetme imkanlarının ikisini
de beraberinde getirir. Ama kendimizi ancak sıçramalarla özgür hissederiz,
şansımızı ve tehlikelerimizi ancak bunlar aracılığıyla anlarız. Bu dünyanın
niçin yalnızca vasat bir mezbaha ve yapay bir cennet olduğunu açıklayan da bu
sıçramaların kesikliği ve enderliğidir. Özgürlük üzerine inceleme yapmak, iyi
ya da kötü hiçbir sonuca götürmez; fakat her şeyin bize bağlı olduğunun farkına
varmamız için sadece anlar vardır...
Özgürlük, özü şeytani
olan etik bir ilkedir.
Sh: 55-56
Kaynak: Emil Michel Cioran, Çürümenin
Kitabı, Fransızca Basımı: Précis de décomposition, Fransızca'dan Çeviren:
Haldun Bayrı, Metis, Dördüncü Basım: Kasım 2013, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar