Print Friendly and PDF

KADER , KARMA ve TEKRAR DOĞUŞ

Bunlarada Bakarsınız

 

[Not Bilgi Mahiyetinde okumalı]

Özkan ARAS… 26 Mart 1990            

 Kader hiç birimize yabancı olmayan bir inanç. Bu inancı dogma kavramının ışığında ele aldığımızda, karşımıza daha değişik bir kader kavramı çıkacağı doğaldır. Bu arada bir Brahman ve Budist düşüncesi olan Karma’nın da yazgıya yaklaşımı çok ilginçtir.

Bütün bunları düşünürken bir kitapçıda KADER , KARMA ve TEKRAR DOĞUŞ adlı kitabı görünce, Kader ve Karma hakkındaki düşüncelerim daha netleşti. Bunları birlikte ele almayı, yazgıyı açıklamak yönünden daha yararlı ve anlamlı olacağına düşüyorum.

Konuya başlarken, açıkça belirtmek gerekirse, kader kavramı Tanrı anlayışına bağlı olduğundan çok değişkendir. Bu nedenle farklı düşünüş ve yaklaşımların olması doğaldır.

Kader inancı, insanın düşüncelerini yazıya dökmeden önce bile söylence halindrki destanlarında ve efsanelerinde vardı. En eski olarak Sümerlerde, KADER iplerini, Tanrıça TİAMAT yönetir, torunları olan tanrılarla savaşmak için canavarlardan bir ordu kuran Tiamat, bu ordunun başına geçirdiği dev Kingu’ya KADER iplerini verir. İlkin bu devler ve canavarlar ordusuna yenilen tanrılar sonunda MARDUK’un komutanlığını kabul ederler. Tanrı Marduk da komutanlık görevini karşılığında, kader iplerinin kendisine verilmesini ister. Savaş sırasında Kingu’yu öldüren Marduk, onun göğsüne takılan kader iplerini alıp kendi göğsüne takar ve böylelikle evrenin kaderine hakim olur.

Gılgames Destanında Utnapiştim, Gılgameş’e şunları söyler 4000 yıl önce.

Hiçbir zaman hiçbir şey kalıcı olmamıştır.

Birbirine ne kadar benzer uyuyanlarla ölüler.

Yoksullarla soylu, kaderin iplerine yaklaştıkça

Bir-örnek olurlar, değil mi?

Antikçağ Yunan inançlarında “ Tanrılar bile kaderlerine bağlı olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Tanrılar tanrısı ZEÜS’ün söz geçiremeyeceği ve karşı gelemeyeceği tek tanrıça MORİA’dır. Antikçağ Yunan felsefesi kader anlayışı güden bir felsefedir. Nitekim Sophokles Antigon’unundaki toplumun sesi olan koro, şöyle bağırır. İnsanlar alımlarına yazılmış olan felaketlerden asla kaçıp kurtulamazlar. “

Tanrıbilimsel bütün felsefeler, Hıristiyanlık ve İslam disiplinleri içinde kadercidirler. Kader düşüncesi daha çok İslamiyette kurumlaşmıştır ve Amentü’nün altı inancından biridir. Bu tıpkı Musevilerin ON EMİR gibi kesindir.

Felsefe sözlüğüne göre KADER Arapça kökenli bir kelime ve “ ölçme, tahmin etme, ölçerek takdir etmek “ anlamındadır. Latincesi “ Fatum, fari, fato’dur. İtiraz edilmez bir surette vermek demektir.”İran Pehlevi metinlerine göre “ Başlangıçtan itibaren emredilmiş olandır. Tanrıbilimde ise, Tanrının kendi iradesini uygulamasından önce takdir ve hükmetmesidir.

Cemil Sena’ya göre “ Günümüz insanı, girişimlerinin sonunda ya da kendi iradesi dışında oluşan olayların yorumunda hep görmedikleri, bilmedikleri mistik bir kuvvet ve varlığın eseri zannetmişlerdir. Bunların kendi yeterli ya da yetersiz akıl ve iradelerinin ürünü olabileceğini düşünmek istememişlerdir. Sebep aramak, doğal ve sosyal etkenlerin insan üzerindeki etkinliklerini çözümlemek, mutluluk ve felaketlerin gerçek kaynağını araştırmak ve bulmak, ancak pozitif anlayışın geliştirdiği zekalara nasip olmaktadır. Fakat insanlığın büyük çoğunluğu, çağımızda bile, türlü din, sosyal ve hatta biyolojik nedenlerin kökleştirdiği bir gelenek ve alışkanlık olarak, doğanın olduğu kadar da insanın daha önceden çizilmiş bir plana göre işleyip hareket ettiğine inanmakla kendilerini teselli ederler. Hatta öyle zannetmekten özel bir zevk alırlar.”

İşte bu nedenle kader problemini daha iyi anlamak ve çoğu zaman birbirine karıştırılan bazı terimlerin açıklanmasında yarar vardır.

Tesadüf : ( rastlantı ) Önceden bilinmesi olanaksız sonuç. Nedenini bilmediğimiz sonuçlara tesadüf, yani rastlantı diyoruz. Bu sonuçların nedeni çok veya karışık olduğu için bilemeyiz. Fakat sebepleri ne manevi ne de mistiktir. Eğer rastlantı insanın mutluluğu veya felaketi ile ilgiliyse buna talih, baht, kısmet denir.

Mucize : Doğanın, düzen ve yasalarının dışında meydana gelen veya getirildiği söylenen şeylerdir. Bu gibi olaylar, din kitaplarında ve onların peygamberlerinde görüldüğü öne sürülüyor. Oysa mucize bir yerde imanın hipnotize ettiği saf ruhlarda görülen yanılsamadır ( Anlık yanılma, serap ) gibi.

Keramet . Olacak bir şeyi oluşundan önce haber vermektir. Evliya ve kahinlerin şöhret ve başarıları, kerametlerindeki isabetlerle orantılıdır.

İnayet : Bir insana layık olsun olmasın, tanrının bağışladığı lütuf ve yardımdır.

Kader : Tanrıbilimsel olarak, tanrının kendi iradesini uygulamadan önce, yani icra etmeden önce takdir ve hükmetmesi demektir. Bu bakımdan Tanrı, yapılması gerekeni önceden takdir eder, sonra icra eder veya ettirir. Bu ikinci safhaya KAZA enir.

İlkçağ filozofları kaderi anlaşılmaz ve sebep kabul etmez bir güç saymışlardır. Pythagoras, onu eşyanın birliği, ölçü, bütün varlıkların kaplayan zorunluluk ve bütün bunları, eşyanın tözüne ( cevherine ) nufuz ettiren akıl diye tarif eder. İskenderiye okulundan Proklüs, kader madde ve ruh aleminin kanunudur der.

İlkçağ filozoflarından sonra tektanrıcılık başlayınca SaintAugustin, tanrısal irade ve özgürlüğü yücelterek insanın özgürlüğünü yok etti. Descartes ve Leibniz, VESİLE, NEDENLER ve ÖNCEL AHENK teorilerini getirmek suretiyle, insan özgürlüğünü kurtarmaya çalıştılar. Fakat Sipinoza, tanrısal iradenin bile zorunluluklara itaat ettiğini ileri sürerek fatalizmi ( cebriye ) savunur. Bilindiği gibi fatalizm, alemde olup biten şeyleri, zihni bir sebebin değil, kör bir tesadüfün eseri sayarak özgürlüğü tamamen ret eden bir doktrindir.

Luther ve Calvin gibi reformcular da insan özgürlüğünü savunarak kaderi inkar ederler. Talmutcu’lara göre Tanrı, her şeyi önceden görür; fakat bize seçme özgürlüğü vermiştir.

Yine Cemil Sena’nın İslam mezheplerindeki kader düşüncesini şöyle özetleyebiliriz. “ Hz. Muhammet’in [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ve dolayısıyla İslam dininin öncül şartlarından biri de kaderin, hayrın ve şerrin Tanrıdan geldiğine iman etmektir. İslam bilgin, filozof ve mezhep sahipleri de konu üzerine düşünmüşlerdir, sonuçta birbirinden farklı doktrinler ve ortaya çıkmıştır.”

 Öne sürülen fikirlere göre, eğer insanlar, Tanrının önceden çizmiş olduğu bir plan dairesinde hareket etmeye, düşünmeye ve inanmaya mecbur iseler, onları uyandırmak ve aydınlatmak için yüce Tanrının hem peygamberler ve kitaplar göndermesine hem de cennet ve cehennem vaatleriyle sevindirip ya da korkutmasına gerek yoktur. Şüphesiz ki, bu takdirde de, dinlerin dayanmış olduğu göksel saltanat ve onun vücuda getirdiği dünya ve ahiret teşkilatının bir anlamı kalmaz. Esasen böyle bir inanç , Tanrının gücü kadar mutlak özgürlüğünü tehlikeye düşürür. Ahzap 26, Fatır 43, Araf 40, Ali İmran 145, sureleri Tanrısal irade , kader ve onun yazgısı hakkında bilgiler içermektedir.

Kaderi inkar ettikleri için adil ve Tanrı sıfatlarını reddettikleri için tevhid erbabı sayılan Mütezile, insan iradesine değer verir. Bu sistemde, Tanrının tümel güç ve iradesinden çok bilgeliğine önem verilir. Bunlara göre Tanrı, yalnız hayır yaratır, şerri yaratmaz. ( Hayrihi hayrihi min Allahu taala ) İnsansal aksiyonları, insanların hür irdelerinin ürünüdür.

Sünnilerse bir cüzi iradeye sahip olduğumuza, hangi işi yapmak istersek Tanrının o işi vücuda getirdiğini savunurlar. Hem Cebriye, hem de Kaderiyenin batıl ve kafir olduğuna inanırlar.

Şii kelamcılarla İmami’ler daha geniş ve pervasız düşüncelerle dolmuşlardır. Onlar tanrısal iradenin sabit olmadığını, yeni şart ve imkanlara göre bu iradenin de değişebileceğini öne sürerler. Kurandan türlü ayetlere dayanarak, günahların cezalarının değişebileceğini savunurlar. Buna örnek olarak Hz. İbrahime verilmiş olan emrin geri alınmasını, Yunus kavminin mahvedilmesine karşı, tanrının göstermiş olduğu merhameti, bazı sevaplarla, mesela evladın ebeveyne karşı göstermesi gereken saygı dolayısıyla ömürlerinin uzayacağı ve hayır işlerinin insan kaderini değiştirebileceğini bildiren Hadislerle, bazı ayetlerin kaldırılmış olmasını iddialarına delil olarak ileri sürerler. Nitekim “zamanın değişmesiyle ahkamın da değişmesini bildiren hükümlerin yanında Hz. Muhammedin [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hadisleri de örnek gösterilir.

Bize göre de eğer kader , değişmez ve öncel bir plan olsaydı, önce duanın ve tövbenin, hatta ibadetin değeri olmazdı. Çünkü Tanrının çizmiş olduğu ALIN YAZISINDAN kurtulma imkanı olmadıktan sonra, O’nun lütfuna , merhametine , peygamberlerin şefeatine sığınmak faydasız olurdu. Tövbe etmekle günahlarımızdan kurtulmayacak olduktan sonra, niçin tövbe ederek, yalvarıp yakararak Tanrıyı tedirgin etmelim. İbadet yalnız borç değil, aynı zamanda ruhu arıtmak, tanrısal lütuf ve inayete layık bir hale gelmek için yapılan kutsal bir aksiyondur. Kaderimiz değişmez bir surette LEVH-İ MAHFUZ’da yazılıysa, kulun bunu değiştirmek için uğraşıp durması boş bir gayrettir. Kadere körü körüne bağlanmak da ilerlemeyi durduran , yetkinleşmeyi baltalayan, miskin ve eylemsiz ruhları üretmek ve insani sefaleti artırmaktan başka bir işe yaramaz.

İslam toplumlarının geleneksel inancı, alınyazısı lehindedir. Geleceğin nasıl olacağını yalnız Tanrı bildiğine inanıldığına göre, istihareye yatmak, evliyalardan kehanet ummak, falcılarda gelecek hakkında faydalanmaya kalkışmak, düşündürücüdür.

İnsanları kader inancına bağlayan nedenleri, yalnız dinlerin tekelinde aramamak gerekir. Bir toplumda sosyal adalet bulunmazsa, bireyler haklarını mistik kuvvetlerin koruyacağına inanırlar. Anarşi, despotluk ve derebeylik dönemlerinde, insanın akibetini rastlantılar tayin ederdi. Acizliğin, felaketler karşısında bulacağı tek teselli, kadere teslim olmaktır.

Bütün bu düşüncelerin ışığında, onlardan yararlanarak KADER düşüncesine değişik bir yorum getirilebilinir. İnsan; aklı, mekanı ve ömrüyle sınırlı, aynı zamanda, görme, işitme ve hareketleri de pek üstün düzeyde değil.

İnsan, bu sınırlanmışlığı yüzünden kendinde ve etrafında olanlar karşısında yetersiz kaldıkça, şaşkına dönmekte ve kavrayamadığı nedenlerin gücünü kendi dışında aramaktadır. Bu yüzden başına gelen ve gelebilecek her şeyi, büyük bir güce, biliciye ve karar vericiye yormaktadır. Bu düşünceler, bilinebilen tarihten yani Sümerlerden bu yana süregelmektedir. Kader, soyut bir kavram olması nedeniyle, görecelidir.

İnsan kendini tanıdıkça, beyin yapısındaki o karmaşıklığı, anlaşılması çok zor ve üstün yaratıcı potansiyelini kavradıkça, ister istemez “kadere” bakış açısı değişiyor. Bu düşünceler sonucu beynin, henüz tam olmasa bile gelişmiş düzeyi insanı araştırıcı ve güçlü kılmaktadır. Bu yüzden beynimizdeki bu gelişmişliğin sonucu olarak insanın, her şeyi sorgulama ve irdelemesi doğaldır. Fakat kader açısından düşündüğümüzde, her şeyi kararlaştıran, bildiren ve dileyen Tanrının araştıran,eleştiren, şüphelenen ve hesap soran bu beyni insana neden verdiği akla gelmektedir. Bu sadece bizim değil insanlık tarihi boyunca düşünen her insanın zihnini kurcalamıştır.

İnsan bu bilinmezliğin ya da ilk bakışta nedeni fark edilemeyen sonuçları kadere yani yazgıya yüklemsi pratik ve huzur verici bulduğu için fazla irdelemeden benimsemiştir.

Mevcut düşünsel, ruhsal ve fiziksel potansiyelimizi yeterince bilemediğimiz bir gerçek. Daha açık bir deyimle kendimizi bilemiyoruz. Bu böyle iken bütün evren hakkında bağlayıcı düşünceler ileri sürmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Bütün evren yasalarının kendi gezegenimizde ve güneş sistemimizin yasaları ile aynı olduğu yanılgısına düşüyoruz. Özel ve genel rölativite yasalarının geçerliliği, kendi sistemin ya da galeksimizin dışında ne olur bilemeyiz. O nedenle evrenbilim konusunda ve ona paralel Tanrıbilim konusunda da insanın pek fazla söyleyecek şeyi olmaması gerekir.

İnsanın kendi hakkında yanılgılara düşmesindeki en büyük neden de başka örneğinin olmamasındandır. Görecelik ölçüsü olmadığından, İnsan bütün evrene ahkam kesmektedir. Halbuki bu gün için insanın , kendisini kıyaslayacağı en yakın varlık maymundur. Kıyaslama ölçüsü bu olunca, insan kendisini evrenin tek ve akıllı yaratığı olduğu yanılgısına düşürüyor.

Bu düşüncelerin ışığında, Levhi Mahfuz yani saklı yazılı levhada herkesin ve her şeyin, bütün olup olacağı yazılmıştır düşüncesine yorumlar arama ihtiyacı duymaktayız. Genetik bilgimiz arttıkça bir genin içerdiği kromozomların bilgi birikimi, bizi şaşkına çevirmektedir. Bu bilgilerin milyarlarca yıllık evrimsel bilgiler içerdiğini ve aynı zamanda bu bilgilerin dört harfli bir alfabeyle yazılıp okunduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Diğer taraftan insan beyni, yaklaşık15 milyar sinir hücresi (nöron ) ve bunları birbirine bağlayan sınaps denilen sinir iplikçikleriyle oluşmuş dev bir sistemin. Tüm bunların özünü kavradıkça kaderin de gizlerini çözebileceğiz.

 

 

KARMA

 

    Karma ya da Karman Sanskritçe EYLEM anlamında, insanın bütün dünyaya gelişlerinde bir çeşit alınyazısı olarak gerçekleştirdiği eylem. Brahmanizm de Atman, “ evrenin özü “ Samsara ruhun göçü “ kavramlarıyla birlikte, üç temel kavramdan biridir. Ruh göçünü yaratan da eylemdir. Buda’nın olduğu kabul edilen karma öğretisine göre EYLEM ya da devinim evrensel bir neden-etki yasasıdır.

    Buda, varolan her şeyin nedenselliğin bir zorunluluğu olarak var olduğunu , hiçlikten, yokluktan, boşluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne, her nedenin bir sonucu, her etkinin bir tepkiyi zorladığını belirtir. Eğer dünyada yüzde yüz mutlak bir şey arayacak olursak, bulacağımız şey nedenselliğin zorunluluğudur. Ne başlangıcı ne de sonu olan, egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. “ Ne gök yüzünde, ne deniz ortasında, ne de dağlar yarılsa, sen de içine saklansan da yaptığın işlerin sonuçlarından kaçıp kurtulamazsın. Süt nasıl yavaş yavaş kesilirse, kötü işler de meyvelerini yavaş yavaş verir. Tıpkı küllerin altında korlara basan akılsızın ayağını yaktığı gibi yakar. “

İşte bu KARMA anlayışı tanrıların elini kolunu bağlamaktadır. İnsanların eylemlerinin sonuçlarından, onları bağışlamak, nedenleri sonuç bağlantılarından koparmak demek olacaktır ki böyle bir şeyi yapmaya tanrıların bile gücü yetmezdi.

Eylemlerimizin sonucundan bizi kurtaracak ne tanrı, ne de başka bir güç olmayacağına göre, eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenmekten başka bir çözüm kalmıyor.

Buda’ya göre istekleri, tutkuları, özlemleri kışkırtan yanılgıdır. ( MAYA ). Ama yanılgıyı besleyen de gene istekler, tutkular, özlemlerdir. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşür. “ Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de düşüncelerimizi ve kararlarımızı etkileyip zorlar.” Budizm öğretisini açıklayan DHAMMAPADA adlı yapıt şu tümceyle başlar. “ Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir. Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarınki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. “

Yanılgı düşüncelerimizi, güdülerimizi, eğilimlerimizi, karakter özelliklerimizi yoğurup biçimleyerek bizi özgürlüğümüzden ediyor. Artın ne düşünüp ne karara varacağımız daha baştan bellidir. Başkaları bile, bir olay karşısında ne tepki göstereceğimiz, ne yolda davranacağımız konusunda evvelki davranışlarımızı örnek tutarak doğruya yakın bir tahmin yürütebilirler. Ö koşullara böylesine tutsak olduğumuz belliyken yine de özgürce düşünüp kararlara vardığımız sanısını sürdürmemiz gerçekten bizi dört bir yandan kuşatan yanılgının başka bir yönü.

Gözünü açıp da yanılgısını anlayan kimse için yanlış tutumunu değiştirme olanağı doğmuş olur. Yanlış olduğunu, yanılgı olduğunu bile bile eski tutum ve davranışlarını sürdürmekte dirense de yine de durumda önemli bir değişiklik olmuştur. O güne dek sahip olmadığını kazanmış, ama ya tembellik ya korkaklı, ya da alışkanlıklara bağlılıktan özgürlüğünden yararlanamamıştır.

Gözlerini açan, yanılgıyı fark eden, sezen, ayırımında olan kimse, kuşkusuz KARMA’nın elinde bir oyuncak olmaktan, tutsaklıktan kendini kurtarmış olur. Bunun için yalnızca uyanmak yeterli değildir, özgürlüğüne sahip çıkmak, uyanıklığını sürdürmek için sürekli çaba içinde olmak da gereklidir. Yoksa uyanıklık dediğimiz şey bir başka çeşit uykuya dönüşür.

Karma düşüncesinin bir başka yönü de, eylemlerimizden doğan tepkilerinin er geç bize döneceğidir. “Eden Bulur” değimi bunu en yalın bir biçimde dile getirir. Nasıl ki havuza ya da bir göle atılan bir taşın yarattığı dalgalar, kıyıya çarpıp geri dönerse, bizim eylemlerimizde, önünde sonunda bize yansır. Eğer biz bu dönüşten önce ölürsek, onunla bir sonraki yaşamımızda karşılaşırız. GENEDOĞ “ Samsara “, nedeniyle Karma dan yani eylemlerimizin sonucundan asla kaçamayız.

Buda’ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan BEN ya da Ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığı nedensel sonuçlardır. Eylemlerimizin etkileri ve bu etkilerin oluşturduğu tepkiler yalnız bizim yaşamımızı biçimlemekle kalmıyor, bizden sonra geleceklerin yaşamlarını da biçimlemeyi sürdürüyor.

Karma varoluşun dinamiğidir. Koşullar n olursa olsun zaman ve uzay içinde etkinliğini sürdürür. Onun kurallarını öğrenip de uygulayabilen kimse bilimsel kurallar kullanmış olur. Çünkü bilimsel görüşle Karma yasası arasında hiçbir çelişki yoktur.

Karmanın üç anlamı vardır. Birinci anlamı eylem veya etkidir. Har eylem bir karşı eylem, her etki bir tepki doğuracağından, eylemin sonuçları ile birlikte bütünlük oluşturduğunu, neden sonuç bağımlılığını anlatır.

İkinci olarak, bu neden sonuç bağımlılığını yöneten yasa anlamındadır. Üçüncü olarak her eylemin yaratmış olabileceği tepkiler, sonuçlar anlamındadır. İyi karma yaratmak ya da kötü karma yaratmaktan söz edildiği zaman bu anlamda kullanılır. Böylece evvelce yapılmış bir eylemin, bu gün ya da ilerdeki zamanlarda verebileceği, iyi ya da kötü sonuçları konu edilmiş olur. Karmayı çok yalın bir biçimde özetlersek.

Ne ekersen onu biçersin, öyleyse

Düşünce eken davranış biçer,

Davranış eken alışkanlık biçer,

Alışkanlık eken huy biçer

Huy eken yazgı biçer.

Christman Humpreys . Buddhisma.

Karma yasasını bütün sonuçları ile kabul etmek kolay bir şey değil. Yürekli olmak, dünyanın keyfimize göre olmadığını yüreklilikle kabullenmek gerekli. Çünkü milyarlarca karşılıklı etkilerin oluşturduğu neden-sonuç bağımlılığının değişmez, değiştirilemez zorunluluğu açık gönüllülükle kabul edilirse, rastlantı, yazgı, şans dediğimiz bütün bunlar, o zaman anlamsız sözcükler olur.

Gördük ki KARMA ve KADER 5000 yıl gerilere giden iki düşünce. Kader Fatalist, Karma ise determinist bir yapıya sahip. Yanılgılara düşmemek için birey , kendini yenilemek zorundadır. O kendini yeniledikçe aydınlanır, aydınlandığı oranda da özgür olur. Özgürlük ise sonsuzluğa açılan kapıdır. Bu nedenle Hintlilerin MAYA, Müslümanların ŞEYTAN dedikleri yanılgıdan kurtulmamın yolu aydınlanmaktır. Bu da bizim elimizdedir.

Bütün bu anlatılanları bir tek tümcede özetlemek istersek Herakleitos’a baş vurmamız gerekir.

HERKESİN KARAKTERİ KADERİDİR.

Kaynakça :

1- Hz. Muhammedin Felsefesi Cemil Sena Remzi

2- Buda ve Budizm İ. Güngören Yol

3- Zen-Budizm İ. Güngören Yol

4- Kader ve Karma E. Konyalıoğlu

5- Buda Anonim Doğan Kardeş

6- Felsefe Ansiklobedisi O. Hançerlioğlu Remzi

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar