KADER , KARMA ve TEKRAR DOĞUŞ
[Not Bilgi Mahiyetinde
okumalı]
Özkan ARAS… 26
Mart 1990
Kader
hiç birimize yabancı olmayan bir inanç. Bu inancı dogma kavramının ışığında ele
aldığımızda, karşımıza daha değişik bir kader kavramı çıkacağı doğaldır. Bu
arada bir Brahman ve Budist düşüncesi olan Karma’nın da yazgıya yaklaşımı çok
ilginçtir.
Bütün
bunları düşünürken bir kitapçıda KADER , KARMA ve TEKRAR DOĞUŞ adlı kitabı
görünce, Kader ve Karma hakkındaki düşüncelerim daha netleşti. Bunları birlikte
ele almayı, yazgıyı açıklamak yönünden daha yararlı ve anlamlı olacağına
düşüyorum.
Konuya
başlarken, açıkça belirtmek gerekirse, kader kavramı Tanrı anlayışına bağlı
olduğundan çok değişkendir. Bu nedenle farklı düşünüş ve yaklaşımların olması
doğaldır.
Kader
inancı, insanın düşüncelerini yazıya dökmeden önce bile söylence halindrki
destanlarında ve efsanelerinde vardı. En eski olarak Sümerlerde, KADER
iplerini, Tanrıça TİAMAT yönetir, torunları olan tanrılarla savaşmak için
canavarlardan bir ordu kuran Tiamat, bu ordunun başına geçirdiği dev Kingu’ya
KADER iplerini verir. İlkin bu devler ve canavarlar ordusuna yenilen
tanrılar sonunda MARDUK’un komutanlığını kabul ederler. Tanrı Marduk da
komutanlık görevini karşılığında, kader iplerinin kendisine verilmesini ister.
Savaş sırasında Kingu’yu öldüren Marduk, onun göğsüne takılan kader iplerini
alıp kendi göğsüne takar ve böylelikle evrenin kaderine hakim olur.
Gılgames
Destanında Utnapiştim, Gılgameş’e şunları söyler 4000 yıl önce.
Hiçbir zaman
hiçbir şey kalıcı olmamıştır.
Birbirine ne
kadar benzer uyuyanlarla ölüler.
Yoksullarla
soylu, kaderin iplerine yaklaştıkça
Bir-örnek
olurlar, değil mi?
Antikçağ
Yunan inançlarında “ Tanrılar bile kaderlerine bağlı olmaktan kendilerini
kurtaramazlar. Tanrılar tanrısı ZEÜS’ün söz geçiremeyeceği ve karşı
gelemeyeceği tek tanrıça MORİA’dır. Antikçağ Yunan felsefesi kader anlayışı
güden bir felsefedir. Nitekim Sophokles Antigon’unundaki toplumun sesi olan
koro, şöyle bağırır. İnsanlar alımlarına yazılmış olan felaketlerden asla
kaçıp kurtulamazlar. “
Tanrıbilimsel
bütün felsefeler, Hıristiyanlık ve İslam disiplinleri içinde kadercidirler.
Kader düşüncesi daha çok İslamiyette kurumlaşmıştır ve Amentü’nün altı
inancından biridir. Bu tıpkı Musevilerin ON EMİR gibi kesindir.
Felsefe
sözlüğüne göre KADER Arapça kökenli bir kelime ve “ ölçme, tahmin etme,
ölçerek takdir etmek “ anlamındadır. Latincesi “ Fatum, fari, fato’dur.
İtiraz edilmez bir surette vermek demektir.”İran Pehlevi metinlerine göre “
Başlangıçtan itibaren emredilmiş olandır. Tanrıbilimde ise, Tanrının kendi
iradesini uygulamasından önce takdir ve hükmetmesidir.
Cemil
Sena’ya göre “ Günümüz insanı, girişimlerinin sonunda ya da kendi iradesi
dışında oluşan olayların yorumunda hep görmedikleri, bilmedikleri mistik bir
kuvvet ve varlığın eseri zannetmişlerdir. Bunların kendi yeterli ya da yetersiz
akıl ve iradelerinin ürünü olabileceğini düşünmek istememişlerdir. Sebep
aramak, doğal ve sosyal etkenlerin insan üzerindeki etkinliklerini çözümlemek,
mutluluk ve felaketlerin gerçek kaynağını araştırmak ve bulmak, ancak pozitif
anlayışın geliştirdiği zekalara nasip olmaktadır. Fakat insanlığın büyük
çoğunluğu, çağımızda bile, türlü din, sosyal ve hatta biyolojik nedenlerin
kökleştirdiği bir gelenek ve alışkanlık olarak, doğanın olduğu kadar da insanın
daha önceden çizilmiş bir plana göre işleyip hareket ettiğine inanmakla
kendilerini teselli ederler. Hatta öyle zannetmekten özel bir zevk alırlar.”
İşte bu
nedenle kader problemini daha iyi anlamak ve çoğu zaman birbirine karıştırılan
bazı terimlerin açıklanmasında yarar vardır.
Tesadüf : (
rastlantı ) Önceden bilinmesi olanaksız sonuç. Nedenini bilmediğimiz sonuçlara
tesadüf, yani rastlantı diyoruz. Bu sonuçların nedeni çok veya karışık olduğu
için bilemeyiz. Fakat sebepleri ne manevi ne de mistiktir. Eğer rastlantı
insanın mutluluğu veya felaketi ile ilgiliyse buna talih, baht, kısmet denir.
Mucize :
Doğanın, düzen ve yasalarının dışında meydana gelen veya getirildiği söylenen
şeylerdir. Bu gibi olaylar, din kitaplarında ve onların peygamberlerinde
görüldüğü öne sürülüyor. Oysa mucize bir yerde imanın hipnotize ettiği saf
ruhlarda görülen yanılsamadır ( Anlık yanılma, serap ) gibi.
Keramet .
Olacak bir şeyi oluşundan önce haber vermektir. Evliya ve kahinlerin şöhret ve
başarıları, kerametlerindeki isabetlerle orantılıdır.
İnayet : Bir
insana layık olsun olmasın, tanrının bağışladığı lütuf ve yardımdır.
Kader :
Tanrıbilimsel olarak, tanrının kendi iradesini uygulamadan önce, yani icra
etmeden önce takdir ve hükmetmesi demektir. Bu bakımdan Tanrı, yapılması
gerekeni önceden takdir eder, sonra icra eder veya ettirir. Bu ikinci safhaya
KAZA enir.
İlkçağ
filozofları kaderi anlaşılmaz ve sebep kabul etmez bir güç saymışlardır.
Pythagoras, onu eşyanın birliği, ölçü, bütün varlıkların kaplayan zorunluluk ve
bütün bunları, eşyanın tözüne ( cevherine ) nufuz ettiren akıl diye tarif eder.
İskenderiye okulundan Proklüs, kader madde ve ruh aleminin kanunudur der.
İlkçağ
filozoflarından sonra tektanrıcılık başlayınca SaintAugustin, tanrısal irade ve
özgürlüğü yücelterek insanın özgürlüğünü yok etti. Descartes ve Leibniz,
VESİLE, NEDENLER ve ÖNCEL AHENK teorilerini getirmek suretiyle, insan
özgürlüğünü kurtarmaya çalıştılar. Fakat Sipinoza, tanrısal iradenin bile
zorunluluklara itaat ettiğini ileri sürerek fatalizmi ( cebriye ) savunur.
Bilindiği gibi fatalizm, alemde olup biten şeyleri, zihni bir sebebin değil,
kör bir tesadüfün eseri sayarak özgürlüğü tamamen ret eden bir doktrindir.
Luther ve
Calvin gibi reformcular da insan özgürlüğünü savunarak kaderi inkar ederler.
Talmutcu’lara göre Tanrı, her şeyi önceden görür; fakat bize seçme özgürlüğü
vermiştir.
Yine Cemil
Sena’nın İslam mezheplerindeki kader düşüncesini şöyle özetleyebiliriz. “ Hz.
Muhammet’in [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ve dolayısıyla İslam dininin öncül
şartlarından biri de kaderin, hayrın ve şerrin Tanrıdan geldiğine iman etmektir.
İslam bilgin, filozof ve mezhep sahipleri de konu üzerine düşünmüşlerdir,
sonuçta birbirinden farklı doktrinler ve ortaya çıkmıştır.”
Öne sürülen fikirlere göre, eğer insanlar,
Tanrının önceden çizmiş olduğu bir plan dairesinde hareket etmeye, düşünmeye ve
inanmaya mecbur iseler, onları uyandırmak ve aydınlatmak için yüce Tanrının hem
peygamberler ve kitaplar göndermesine hem de cennet ve cehennem vaatleriyle
sevindirip ya da korkutmasına gerek yoktur. Şüphesiz ki, bu takdirde de, dinlerin
dayanmış olduğu göksel saltanat ve onun vücuda getirdiği dünya ve ahiret
teşkilatının bir anlamı kalmaz. Esasen böyle bir inanç , Tanrının gücü kadar
mutlak özgürlüğünü tehlikeye düşürür. Ahzap 26, Fatır 43, Araf 40, Ali İmran
145, sureleri Tanrısal irade , kader ve onun yazgısı hakkında bilgiler
içermektedir.
Kaderi inkar
ettikleri için adil ve Tanrı sıfatlarını reddettikleri için tevhid erbabı
sayılan Mütezile, insan iradesine değer verir. Bu sistemde, Tanrının tümel güç
ve iradesinden çok bilgeliğine önem verilir. Bunlara göre Tanrı, yalnız hayır
yaratır, şerri yaratmaz. ( Hayrihi hayrihi min Allahu taala ) İnsansal
aksiyonları, insanların hür irdelerinin ürünüdür.
Sünnilerse
bir cüzi iradeye sahip olduğumuza, hangi işi yapmak istersek Tanrının o işi
vücuda getirdiğini savunurlar. Hem Cebriye, hem de Kaderiyenin batıl ve kafir
olduğuna inanırlar.
Şii
kelamcılarla İmami’ler daha geniş ve pervasız düşüncelerle dolmuşlardır. Onlar
tanrısal iradenin sabit olmadığını, yeni şart ve imkanlara göre bu iradenin de
değişebileceğini öne sürerler. Kurandan türlü ayetlere dayanarak, günahların
cezalarının değişebileceğini savunurlar. Buna örnek olarak Hz. İbrahime
verilmiş olan emrin geri alınmasını, Yunus kavminin mahvedilmesine karşı,
tanrının göstermiş olduğu merhameti, bazı sevaplarla, mesela evladın ebeveyne
karşı göstermesi gereken saygı dolayısıyla ömürlerinin uzayacağı ve hayır
işlerinin insan kaderini değiştirebileceğini bildiren Hadislerle, bazı
ayetlerin kaldırılmış olmasını iddialarına delil olarak ileri sürerler. Nitekim
“zamanın değişmesiyle ahkamın da değişmesini bildiren hükümlerin yanında Hz.
Muhammedin [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hadisleri de örnek gösterilir.
Bize göre de
eğer kader , değişmez ve öncel bir plan olsaydı, önce duanın ve tövbenin, hatta
ibadetin değeri olmazdı. Çünkü Tanrının çizmiş olduğu ALIN YAZISINDAN kurtulma
imkanı olmadıktan sonra, O’nun lütfuna , merhametine , peygamberlerin şefeatine
sığınmak faydasız olurdu. Tövbe etmekle günahlarımızdan kurtulmayacak olduktan
sonra, niçin tövbe ederek, yalvarıp yakararak Tanrıyı tedirgin etmelim. İbadet
yalnız borç değil, aynı zamanda ruhu arıtmak, tanrısal lütuf ve inayete layık
bir hale gelmek için yapılan kutsal bir aksiyondur. Kaderimiz değişmez bir
surette LEVH-İ MAHFUZ’da yazılıysa, kulun bunu değiştirmek için uğraşıp durması
boş bir gayrettir. Kadere körü körüne bağlanmak da ilerlemeyi durduran ,
yetkinleşmeyi baltalayan, miskin ve eylemsiz ruhları üretmek ve insani sefaleti
artırmaktan başka bir işe yaramaz.
İslam
toplumlarının geleneksel inancı, alınyazısı lehindedir. Geleceğin nasıl
olacağını yalnız Tanrı bildiğine inanıldığına göre, istihareye yatmak,
evliyalardan kehanet ummak, falcılarda gelecek hakkında faydalanmaya kalkışmak,
düşündürücüdür.
İnsanları
kader inancına bağlayan nedenleri, yalnız dinlerin tekelinde aramamak gerekir.
Bir toplumda sosyal adalet bulunmazsa, bireyler haklarını mistik kuvvetlerin
koruyacağına inanırlar. Anarşi, despotluk ve derebeylik dönemlerinde, insanın
akibetini rastlantılar tayin ederdi. Acizliğin, felaketler karşısında bulacağı
tek teselli, kadere teslim olmaktır.
Bütün bu
düşüncelerin ışığında, onlardan yararlanarak KADER düşüncesine değişik bir yorum
getirilebilinir. İnsan; aklı, mekanı ve ömrüyle sınırlı, aynı zamanda, görme,
işitme ve hareketleri de pek üstün düzeyde değil.
İnsan, bu
sınırlanmışlığı yüzünden kendinde ve etrafında olanlar karşısında yetersiz
kaldıkça, şaşkına dönmekte ve kavrayamadığı nedenlerin gücünü kendi dışında
aramaktadır. Bu yüzden başına gelen ve gelebilecek her şeyi, büyük bir güce,
biliciye ve karar vericiye yormaktadır. Bu düşünceler, bilinebilen tarihten
yani Sümerlerden bu yana süregelmektedir. Kader, soyut bir kavram olması
nedeniyle, görecelidir.
İnsan
kendini tanıdıkça, beyin yapısındaki o karmaşıklığı, anlaşılması çok zor ve
üstün yaratıcı potansiyelini kavradıkça, ister istemez “kadere” bakış açısı
değişiyor. Bu düşünceler sonucu beynin, henüz tam olmasa bile gelişmiş düzeyi
insanı araştırıcı ve güçlü kılmaktadır. Bu yüzden beynimizdeki bu gelişmişliğin
sonucu olarak insanın, her şeyi sorgulama ve irdelemesi doğaldır. Fakat kader
açısından düşündüğümüzde, her şeyi kararlaştıran, bildiren ve dileyen Tanrının
araştıran,eleştiren, şüphelenen ve hesap soran bu beyni insana neden verdiği
akla gelmektedir. Bu sadece bizim değil insanlık tarihi boyunca düşünen her
insanın zihnini kurcalamıştır.
İnsan bu
bilinmezliğin ya da ilk bakışta nedeni fark edilemeyen sonuçları kadere yani
yazgıya yüklemsi pratik ve huzur verici bulduğu için fazla irdelemeden
benimsemiştir.
Mevcut
düşünsel, ruhsal ve fiziksel potansiyelimizi yeterince bilemediğimiz bir
gerçek. Daha açık bir deyimle kendimizi bilemiyoruz. Bu böyle iken bütün evren
hakkında bağlayıcı düşünceler ileri sürmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Bütün
evren yasalarının kendi gezegenimizde ve güneş sistemimizin yasaları ile aynı
olduğu yanılgısına düşüyoruz. Özel ve genel rölativite yasalarının geçerliliği,
kendi sistemin ya da galeksimizin dışında ne olur bilemeyiz. O nedenle
evrenbilim konusunda ve ona paralel Tanrıbilim konusunda da insanın pek fazla
söyleyecek şeyi olmaması gerekir.
İnsanın
kendi hakkında yanılgılara düşmesindeki en büyük neden de başka örneğinin
olmamasındandır. Görecelik ölçüsü olmadığından, İnsan bütün evrene ahkam
kesmektedir. Halbuki bu gün için insanın , kendisini kıyaslayacağı en yakın
varlık maymundur. Kıyaslama ölçüsü bu olunca, insan kendisini evrenin tek ve
akıllı yaratığı olduğu yanılgısına düşürüyor.
Bu
düşüncelerin ışığında, Levhi Mahfuz yani saklı yazılı levhada herkesin ve her
şeyin, bütün olup olacağı yazılmıştır düşüncesine yorumlar arama ihtiyacı duymaktayız.
Genetik bilgimiz arttıkça bir genin içerdiği kromozomların bilgi birikimi, bizi
şaşkına çevirmektedir. Bu bilgilerin milyarlarca yıllık evrimsel bilgiler
içerdiğini ve aynı zamanda bu bilgilerin dört harfli bir alfabeyle yazılıp
okunduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Diğer taraftan insan beyni, yaklaşık15
milyar sinir hücresi (nöron ) ve bunları birbirine bağlayan sınaps denilen
sinir iplikçikleriyle oluşmuş dev bir sistemin. Tüm bunların özünü kavradıkça
kaderin de gizlerini çözebileceğiz.
KARMA
Karma ya da Karman Sanskritçe EYLEM anlamında, insanın bütün dünyaya
gelişlerinde bir çeşit alınyazısı olarak gerçekleştirdiği eylem. Brahmanizm de
Atman, “ evrenin özü “ Samsara ruhun göçü “ kavramlarıyla birlikte, üç temel
kavramdan biridir. Ruh göçünü yaratan da eylemdir. Buda’nın olduğu kabul edilen
karma öğretisine göre EYLEM ya da devinim evrensel bir neden-etki yasasıdır.
Buda, varolan her şeyin nedenselliğin bir zorunluluğu olarak var olduğunu ,
hiçlikten, yokluktan, boşluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne, her
nedenin bir sonucu, her etkinin bir tepkiyi zorladığını belirtir. Eğer dünyada
yüzde yüz mutlak bir şey arayacak olursak, bulacağımız şey nedenselliğin
zorunluluğudur. Ne başlangıcı ne de sonu olan, egemen olan yalnız doğa
yasalarıdır. “ Ne gök yüzünde, ne deniz ortasında, ne de dağlar yarılsa, sen
de içine saklansan da yaptığın işlerin sonuçlarından kaçıp kurtulamazsın. Süt
nasıl yavaş yavaş kesilirse, kötü işler de meyvelerini yavaş yavaş verir. Tıpkı
küllerin altında korlara basan akılsızın ayağını yaktığı gibi yakar. “
İşte bu
KARMA anlayışı tanrıların elini kolunu bağlamaktadır. İnsanların eylemlerinin
sonuçlarından, onları bağışlamak, nedenleri sonuç bağlantılarından koparmak
demek olacaktır ki böyle bir şeyi yapmaya tanrıların bile gücü yetmezdi.
Eylemlerimizin
sonucundan bizi kurtaracak ne tanrı, ne de başka bir güç olmayacağına göre,
eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenmekten başka bir çözüm kalmıyor.
Buda’ya göre
istekleri, tutkuları, özlemleri kışkırtan yanılgıdır. ( MAYA ). Ama yanılgıyı
besleyen de gene istekler, tutkular, özlemlerdir. Kökünü yanılgıdan alan
düşünceler, karar ve eylemlere dönüşür. “ Düşüncelerimiz kararlarımızı,
kararlarımız eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de düşüncelerimizi ve
kararlarımızı etkileyip zorlar.” Budizm öğretisini açıklayan DHAMMAPADA adlı
yapıt şu tümceyle başlar. “ Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü
düşüncelerimizdir. Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarınki yaşamımızı
biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. “
Yanılgı
düşüncelerimizi, güdülerimizi, eğilimlerimizi, karakter özelliklerimizi yoğurup
biçimleyerek bizi özgürlüğümüzden ediyor. Artın ne düşünüp ne karara
varacağımız daha baştan bellidir. Başkaları bile, bir olay karşısında ne tepki
göstereceğimiz, ne yolda davranacağımız konusunda evvelki davranışlarımızı
örnek tutarak doğruya yakın bir tahmin yürütebilirler. Ö koşullara böylesine
tutsak olduğumuz belliyken yine de özgürce düşünüp kararlara vardığımız
sanısını sürdürmemiz gerçekten bizi dört bir yandan kuşatan yanılgının başka
bir yönü.
Gözünü açıp
da yanılgısını anlayan kimse için yanlış tutumunu değiştirme olanağı doğmuş
olur. Yanlış olduğunu, yanılgı olduğunu bile bile eski tutum ve davranışlarını
sürdürmekte dirense de yine de durumda önemli bir değişiklik olmuştur. O güne
dek sahip olmadığını kazanmış, ama ya tembellik ya korkaklı, ya da
alışkanlıklara bağlılıktan özgürlüğünden yararlanamamıştır.
Gözlerini
açan, yanılgıyı fark eden, sezen, ayırımında olan kimse, kuşkusuz KARMA’nın
elinde bir oyuncak olmaktan, tutsaklıktan kendini kurtarmış olur. Bunun için
yalnızca uyanmak yeterli değildir, özgürlüğüne sahip çıkmak, uyanıklığını
sürdürmek için sürekli çaba içinde olmak da gereklidir. Yoksa uyanıklık
dediğimiz şey bir başka çeşit uykuya dönüşür.
Karma
düşüncesinin bir başka yönü de, eylemlerimizden doğan tepkilerinin er geç bize
döneceğidir. “Eden Bulur” değimi bunu en yalın bir biçimde dile getirir. Nasıl
ki havuza ya da bir göle atılan bir taşın yarattığı dalgalar, kıyıya çarpıp
geri dönerse, bizim eylemlerimizde, önünde sonunda bize yansır. Eğer biz bu
dönüşten önce ölürsek, onunla bir sonraki yaşamımızda karşılaşırız. GENEDOĞ “
Samsara “, nedeniyle Karma dan yani eylemlerimizin sonucundan asla kaçamayız.
Buda’ya göre
bir yaşamdan ötekine aktarılan BEN ya da Ruh değil, yalnızca eylemlerimizin
zorladığı nedensel sonuçlardır. Eylemlerimizin etkileri ve bu etkilerin
oluşturduğu tepkiler yalnız bizim yaşamımızı biçimlemekle kalmıyor, bizden
sonra geleceklerin yaşamlarını da biçimlemeyi sürdürüyor.
Karma varoluşun
dinamiğidir. Koşullar n olursa olsun zaman ve uzay içinde etkinliğini sürdürür.
Onun kurallarını öğrenip de uygulayabilen kimse bilimsel kurallar kullanmış
olur. Çünkü bilimsel görüşle Karma yasası arasında hiçbir çelişki yoktur.
Karmanın üç
anlamı vardır. Birinci anlamı eylem veya etkidir. Har eylem bir karşı eylem,
her etki bir tepki doğuracağından, eylemin sonuçları ile birlikte bütünlük
oluşturduğunu, neden sonuç bağımlılığını anlatır.
İkinci
olarak, bu neden sonuç bağımlılığını yöneten yasa anlamındadır. Üçüncü olarak
her eylemin yaratmış olabileceği tepkiler, sonuçlar anlamındadır. İyi karma
yaratmak ya da kötü karma yaratmaktan söz edildiği zaman bu anlamda kullanılır.
Böylece evvelce yapılmış bir eylemin, bu gün ya da ilerdeki zamanlarda
verebileceği, iyi ya da kötü sonuçları konu edilmiş olur. Karmayı çok yalın bir
biçimde özetlersek.
Ne ekersen
onu biçersin, öyleyse
Düşünce eken
davranış biçer,
Davranış
eken alışkanlık biçer,
Alışkanlık
eken huy biçer
Huy eken yazgı
biçer.
Christman
Humpreys . Buddhisma.
Karma
yasasını bütün sonuçları ile kabul etmek kolay bir şey değil. Yürekli olmak,
dünyanın keyfimize göre olmadığını yüreklilikle kabullenmek gerekli. Çünkü
milyarlarca karşılıklı etkilerin oluşturduğu neden-sonuç bağımlılığının
değişmez, değiştirilemez zorunluluğu açık gönüllülükle kabul edilirse,
rastlantı, yazgı, şans dediğimiz bütün bunlar, o zaman anlamsız sözcükler olur.
Gördük ki
KARMA ve KADER 5000 yıl gerilere giden iki düşünce. Kader Fatalist, Karma ise
determinist bir yapıya sahip. Yanılgılara düşmemek için birey , kendini
yenilemek zorundadır. O kendini yeniledikçe aydınlanır, aydınlandığı oranda da
özgür olur. Özgürlük ise sonsuzluğa açılan kapıdır. Bu nedenle Hintlilerin
MAYA, Müslümanların ŞEYTAN dedikleri yanılgıdan kurtulmamın yolu
aydınlanmaktır. Bu da bizim elimizdedir.
Bütün bu
anlatılanları bir tek tümcede özetlemek istersek Herakleitos’a baş vurmamız
gerekir.
HERKESİN
KARAKTERİ KADERİDİR.
Kaynakça :
1- Hz.
Muhammedin Felsefesi Cemil Sena Remzi
2- Buda ve
Budizm İ. Güngören Yol
3-
Zen-Budizm İ. Güngören Yol
4- Kader ve
Karma E. Konyalıoğlu
5- Buda
Anonim Doğan Kardeş
6- Felsefe
Ansiklobedisi O. Hançerlioğlu Remzi
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar