YÖNETİMDE ERKEK VE KADIN NE DEMEKTİR?
Devlet ve millet menfaatlerinde erkeklerimiz duyarsız
mı oldular?
Kadınlarla yönetilmemizin zamanı mı geldi?
Türk Milleti kendi içinde huzursuz olduğundan bir
annenin şefkatine mi ihtiyaç duyuyor?.
Unutmayalım ki, Türk milleti içinde bir erkekten daha erkek
ve cesur kadınlarımız vardır. Günümüzde
nice insanımızın kimlik karmaşası içinde cinsiyet sorgulamasına düştüğünü
görmekteyiz. Erkeklerimiz erkek gibi davranmıyor. Bu nedenle sağlam karakter gösteremeyenleri
tercih etmek yerine kadınlarımız üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. Yani,
seçimlerimizde kadınlarımızı öne çıkarma zamanının geldiğini
söyleyebilirim. Bir yöneticinin kadın
veya erkek olması meselesinden duruma bakılırsa, meclisi olan ve kararlarına
saygılı olan biri için cinsiyet sorun teşkil etmez. Sonuçta Türk Milletinin şefkat edenleri
beklemesi bir haktır, diyoruz.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem Efendimiz buyurdu ki; “Merhamet edin ki, merhamet
olunasınız.”
“Kırklar kaç erdir? Diye zâtın
birine sormuşlar.
“Kırk nüfustur”, demiş.
“Niçin er
demediniz de nüfus dediniz?” Diye tekrar
sorunca:
“İçlerinde kadın da vardır da onun
için...” Buyurmuş. (Ken’an Rifâî, Sohbetler . s.
340)
Tezkire-i Evliya adlı kitapta, Feridüddin
Attar kuddise sırruhu’l aziz buyurur ki;
“Hususi bir mahremiyet perdesi altında
saklı ve ihlâs örtüsü ile gizli olan, aşk ve iştiyakla tutuşan, yakîn ve yanık
olmaya vurulan, Meryem-i Safiye aleyhisselâma nâib bulunan, erenler nezdinde
kabul gören Râbiatu’l-Adeviye radiyallâhü anha’dır. (h.y.t. 185)
Biri çıkıp onu; “Niçin erkekler safında zikr
ettin,” diye sorarsa bana, derim ki; Hâce’-i
Enbiya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Allah Teâlâ sizin suretinize bakmaz...” buyurmuşlardır.
Şimdi amel, surete göre olmayıp iyi niyete
göredir. Şayet dinimizin üçte birini Aişe-i Sıddîka radiyallâhü anhadan almak
caiz ise, aynı şekilde onun cariyelerinden, (yâni halefleri olan veliye
hanımlardan) dinimizi öğrenmek (ve feyz) almak da caizdir.
Bir kadın,
Allah Tealâ’nın yolunda er olursa, artık ona kadın denilmez. Nitekim Abbase-i
Tusî: “Yarın Arasat
meydanında, “Ey erler!” diye nida edildiği vakit, rical (erkekler) safına ilk
önce ayağını basacak olan Hz. Meryem’dir,” demiştir.
Bir şahıs (Râbiatu’l-Adeviye radiyallâhü
anha) ki, o mecliste hazır olmayınca Hasan Basri radiyallâhü anh konuşmazdı.
Öyle bir şahsın mutlaka erkekler safında yâd edilmesi lazım gelir. Belki
hakikat açısından bakılınca, görülür ki, bu zümrenin bulunduğu makamda herkes
tevhidde yok, (İlahî Vahdette fâni) olmuştur. Şu halde tevhidde: “Ben” ve
“sen” namına bir şey kalmamış,
olduğundan : “Erkek”
ve “kadın” ayrımından söz edilemez.
Nitekim Ebu Ali Fârmedî (h.y.t. 477) nübüvvet, izzet ve şerefin ta
kendisidir, “orada
büyüklükten-küçüklükten söz edilemez,” demiştir. İmdi velayet de aynen öyledir, bahis konusu
olan Râbiatu’l-Adeviye radiyallâhü anha olursa. Zira muamele ve marifet itibarı
ile çağında onun bir eşi daha yoktu. O zamandaki büyükler ne ise; muteber olup
çağdaşlarına karşı sözü kat’î bir hüccet idi.” (Tezkiretü’l-Evliya, s. 111–112)
Ahmed Âmiş kuddise
sırruhu’l-azîz Hazretleri buyurdu ki;
Kaynak: ALTUNTAŞ, İ. H. (2007). Gavs-ül
Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî Nakşi Haki Tarikati İlm-i Ledün Sırları.
İstanbul: Gözde Matbaa.
KADINLARLA
YÖNETİLMEMİZİN ZAMANI MI GELDİ?
BÜYÜKE HATUN
Tohtamış Han'ın torunudur. Yıllarca Ruslara kasrı
savaştı, esir düştüğünde iffetini korumak için kendi hançeri ile canına
kıydı...
KAHRAMAN TÜRK KADINI TOMRİS
Yüce hakan Tomris Hatun, yaklaşık 2500 yıl önce
Türkistan’da devlet kurmuş olan Saka ve Peçenek Türklerinin hakanı idi aynı
çağda İran’da da Ahamenid Sülalesi hakim bulunyordu. Bu sülale zamanında İran
orduları bir kaç defa Doğu’ya saldırarak Türklerle savaşmışlardı. Tomris’in
hakan oldoğu çağda, İran’lıların başında Kırus adında bir hakan bulunuyordu. Bu
hakan önceleri Şaka Türkleri ile çarpışarak onları yenmiş ve Batı Türklerinin
güney kısımlarını ele geçirmişti. Bu savaşlardan on yıl kadar sonra Kırus,
Peçeneklere saldırdı. Savaşın sebebi, Kırus’un Tomris’le evlenmek istemesi ve
Peçeneklerin kadın başbuğunun bu isteği reddetmesi idi. Tabi bu sebep, o
çağdaki usullere göre çok önemli idi. Çünkü, Tomris, İran hakanıyla evlendiği
taktirde, hakan bulunduğu ülkelerde, Kırus’un eline ve dolaysıyla İranlılara
geçmiş olacaktı. İşte teklifi, Türklerin kadın hakanı tarafından geri
çevrilince, esasen kan dökücü bir insan olan Kırus, çılgına döndü ve kendisi
ile evlenmeyi kabul etmeyen bu kadın Hakanına cezasını vermeye karar verdi.
Kırus önce, Tomris’in oğlunun emri altındaki Türk öncü kuvvetleriyle karşılaştı
ve onları bozguna uğrattı. Tomris’in oğlu yagılara (düşmana) yenilmenin verdiği
yaşla kendini öldürdü. Bu savaşı kazanan ve gözleri dönmüş olan Kırus, Türk
Hakanı Tomris Hatunun da üzerine yürüdü. Türklerle, İranlılar bir kere daha
karşı karşıya getiren bu savaş, pek kanlı oldu. Onca her iki taraf birbirlerine
ok atmaya başladılar. Bu oklaşmalar öyle şiddetli oldu ki, iki taraftan
yaralanmayan hemen hemen kimse kalmadı. Böylece gayet kanlı bir başlangıçtan
sonra, ordular mızrak ve kılıçlar ile göğüs göğüse geldiler. Türklerin kadın
başbuğu ile İranlıların erkek Hakanının yönettiği bu savaşın sonu çabuk geldi.
Her vuruşmada olduğu gibi, bunda da zafer kartalı, kahramanlık, askerlik
kabiliyeti ve bilimde üstün olan Türklerin oldu. Bu savaşı yine Türkler
kazanmıştı.
Yüce Türk Hakanı Tomris Hatun hem ulusunun ve ulu
yurdunun sevgisiyle ve hem de savaşta yenildiği için hayatına kıymış olan
sevgili oğlunun, gönlüne saldığı büyük acı ile dövüşmüştü ve başardığı bu
kahramanca dövüşle, İran ordusunun büyük kısmını cansız olarak yere sermiş
olmakla birlikte Ahamenid sülalesinin azgın Hakanı Kırus’uda kaiyp (telef)
etmişti. Kırus hayatında çok kan akıtmış bir Hakandı. Bunun için, kahraman Türk
kadını Tomris, bu kan akıtıcı adama, acuna (dünyaya) ibret teşkil edecek
muamelede bulundu ve Kırus’un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak, ”hayatında
kan içmeye doyamamıştın, şimdi doya doya iç” dedi. Bu olay yüzyıllarca uluslar
arası dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulaştı. İşte Tomris hakkında
tarihin (kaynak) bilgileri bundan ibarettir. Geri kalan birçok hususlar
efsanelerle karışmaktadır.
Tomris Hatun, o sırada Türklerin bir bölümünün, yani
Peçeneklerin Hakanı idi, karşısındaki Ahamenid ise bütün İran’ın Hakanı idi ve
İranlıların ordusu çok büyüktü ve basında bir erkek vardı ama karşısındaki ise
ulusu ve yurdunu sevgisi ile dolu bir Türk kadını idi
KARA FATMA (FATMA SEHER)
"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum
doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş
Bey ile katılır. İ. Dünya Savaşı’nda, ailesinden 9-10 kadınla Kafkas Cephesi’ne
gider.
Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi
Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.
Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen,
kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için mücadele
eden Kara Fatma’nın müfrezesinde savaşanların sayısını 350’ye çıkardığı bilinir
Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve
üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat
ederken, cumhuriyetin temellerinin atılmasında pay sahibi olmanın mutluluğunu
yaşamış kadın kahramanlardandı
TARSUSLU KARA FATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA
Asıl adı "Adile" olan, "Adile
Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah
arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8-10
kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında
büyük yararlılıklar gösterir.
Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar
tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği
haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı
çıkılmasına rağmen zorla katılır.
Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize
Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi
alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi
vermez.
GÖRDEŞLİ MAKBULE
Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşı’nı
kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördeşli Makbule, kocası ile çete
kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922’de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada
Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma
sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah
arkadaşları düşmanı yenerler
FRANSIZLAR’A YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ
KADIN
Adana ve yöresinde Fransızlar’a karşı verilen
mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs
1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma
düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı
Fransızlar’a yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan
Fransızlar, Türk askerine esir düşer.
BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI
Kahramanmaraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en
fazla yararlılık gösterenlerin arasında Bitlis Defterdarının Hanımı da
bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı olarak bilinen bu kadın kahraman da,
Kayabaşı Mahallesi’nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek
milis kuvvetlerine katılır.
TAYYAR RAHMİYE
Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiye Hanım da, 9.
Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı
muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki
arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar
Rahmiye" lakabı verilir.
Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız karargahına
yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum
halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten
utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi
kaynaklarda yer almaktadır
BİNBAŞI AYŞE
İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs
göğüse çarpışmış pekçok Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun,
Kara Fatma, Ayşe Çavuş isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe
de, adını hep minnet duygularıyla anmamız gereken kahramanlar arasındadır.
Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatmaktadır:
“...Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak ölen
kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu
fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği
sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a
gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva–yı Milliye birliği teşkil edip,
bilâhare Nuri Çetesi’ne katıldım.
Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Kocarlı’ya
çekildik. Bu sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna
kadar iştirak ettim.
İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyâde mermisi ile
yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim.
Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahir Dağları’ndan düşman
gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de
vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı.”...
Binbaşı Ayşe, kocasının en kıymetli birer yâdiğâri
olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş
ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir.
SÜREYYA SÜLÜN HANIM
İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman; Milli
Mücadele yıldızlarından bir yıldız daha: Süreyya Sülün Hanım...Van’da
doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın korkunç zulüm ve tarruzuna maruz kalmış,
babası şehit olmuştur. Nihayet, biraraya gelen beşyüz civarında cengaver, Erek
kasabasında toplanarak aziz topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii,
Süreyya Sülün hanım ve üç kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.
Yoğun
bombardıman altında ilerleyerek Karaköse’ye gelen bu kahraman Kuva–yı
Milliyeciler, Murat Irmağı boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar.
Beyazid’a doğru yürürken yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce
Türk köylüsünün işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalımı
yapan düşmana hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün hanım vardı...
Iğdır civarında
kanlı çarpışmalar oldu. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya’dan devamlı
surette takviye alıyordu. Beşyüz yiğit, yılmadan, kaçmadan döğüştüler. Oluyor,
teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şehadet
şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve
cenk meydanını terk etmedi. Kala kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra
Karaköse’ye çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu’na iltihak
etti. Bir ara yaralandı ve Erzurum’a döndü.
NENE HATUN
(1857 - 1955) Tarihimize "93 Harbi" adıyla
geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği
kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Türk kadını. Erzurum'da doğdu, tam
doksansekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı.
Ömrünün son demlerini "Üçüncü Ordu'nun
annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten
sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da zatürreeden vefat etti, Aziziye
Şehitliğine gömüldü. Nene Hatun, Erzurum'da doğdu. 98 yıl Erzurum'da yaşadıktan
sonra yine Erzurum'da, zatürre hastalığından hayata vedâ etti. Ölümünden üç ay
önce Türk Kadınlar Birliği tarafından ANNELER ANNESİ seçilmişti.
NEZAHAT HANIM
Gördes ve İnönü meydan savaşlarında , çarpışmalara
katılan 70. Alay Komutanı Hafız Halit Beyin kızı olan Nezahat Hanım 8 yasında
öksüz kalmış ve babasıyla cephelerde dolaşmıştır. Askerlere hizmet ve cesaret
veren Nezahat Hanım’ın 100 den fazla düşman askeri öldürdüğü bilinmektedir
İPARHAN
Türk tarihinde önemli rol almış kahramanlar içinde
birçok kadın vardır. Bunların içinde önemlilerinden birisi de İparhan'ın
hikâyesidir.
Doğu Türkistan 1759 yılında Çin Mançu Yönetimi
tarafından işgal edildi. Uygur Türkleri vatanı işgal eden Çin ordusuna karşı
yıllarca direndiler. Tam 42 kez bağımsızlık mücadelesi verildi, sonuçta sayı ve
teçhizat bakımından kıyaslanamayacak derecede fazla olan Çin ordusu, Rusların
da yardımıyla bu mücadelelerden galip çıktı.
O dönemin Doğu Türkistan Han'ı Cihangir Hoca şehit
edildi. Bunun üzerine Cihangir Han'ın eşi İPARHAN eşinin mücadele bayrağını
ordunun başına geçerek sürdürdü. Büyük mücadelelerden sonra Çin ordusu
tarafından esir alınan İPARHAN, Pekin'e Çin İmparatoru Qienlung'a götürüldü.
İmparator İPARHAN'a evlenme teklifi etti ancak İPARHAN tarafından bu teklif
şiddetle reddedildi. Bu kahraman Türk Kadını iffeti ve milletinin geleceği
için, bir Çin'li ile evlenmektense canına kıydı.
Bir kahraman gibi yaşadı ve bir kahraman gibi şehit
oldu. Türk kadınının yüreğinde "Gelinlerin Anası" unvanıyla yaşayan
kahraman İPARHAN örnek alınacak bir Türk kadın kahramanıdır
DİLŞÂD HATUN
200 yıl önce Türkistan'da yaşamış kahraman bir Türk
kadını...
Güzelliği ile birlikte kahramanlıkları da dillere
destan olan prenseslerimizin en meşhurlarından olan, Dilşâd Hatun, aynı zamanda
Budist Çinlilerle Müslüman Türkler'in yaptıkları mücadelenin en şanlı ve
tertemiz sayfalarından birini teşkil eder.
Vİİİ. yüzyılda
Doğu Türkistan’ı sınırları içine almak isteyen Çin İmparatoru Chien Lung, bu
maksatla Doğu Türkistan'daki karışıklıklardan istifade etmeye çalıştı.
Kuçar Beyi Hocası Beg ile Hoten Beyi Hoşkepek Beg'in
ihaneti Chien Lung'un işini kolaylaştırdı. Onların casusları sayesinde
Hocalar'ın ve Kalmukların askeri durumlarını öğrenen Mançu İmparatoru Sao-Hui
komutasında 1757'de Doğu Türkistan’ı fethetmek üzere kuvvetli bir orduyu
gönderdi. Halk arasında yapılan propagandalar sayesinde bir çok şehirler
savaşmadan teslim oldu.
Bütün bunlara rağmen Hocalar vatanlarını 2 sene
kahramanca müdafaa ettiler. 1759'da her taraftan birden hücum eden muazzam
Mançu ordusu karşısında mukavemet edemeyen Hocalar, hanımları, çocukları ve
yakınları ile birlikte Kunlun dağını aşarak batıya kaçtılar. Mançu ordusu da
arkalarından takip etti. Bedehşan hududunda binlerce kişi teslim oldu. Eskiden
Bedehşan'ı istila etme fikrinde olan Hocalar, Bedehşan Emirleri tarafından iyi
karşılanmadılar.
Mançu ordusu komutanı Sao-Hui, Bedehşan Emirlerinden
iltica eden Hocalar'ın teslim edilmesini istedi. Mançular'dan korkan Bedehsar
Emiri Peygamber soyundan olanları gayrimüslimlere teslim etmek İslam dinine
göre caiz olmadığından, her iki Hoca'yı öldürüp başlarını Mançu’lara teslim
etti. Pekine götürülen bu başlar orada uzun uzun teşhir edilmiştir.
Dilşâd Hatun, Burhanettin Hoca'nın kardeşi, Küçük Hoca
diye tanınan Hoca Cihan’ın hanımıdır. Mançu İmparatoru Chein Lung'un Doğu
Türkistan’ı istilasında kocası ile birlikte düşmana karşı savaşarak vatanı
müdafaaya çalışmış kahraman bir Türk kadınıdır. Üstün düşman kuvvetleri
karşısında mukavemet edemeyerek Bedehşan'a sığındıkları zaman Dilşâd Hatun da
beraberinde bulunuyordu.
Çok eski zamandan beri Çin ve civarında, mağlup düşen
tarafın kraliçe ve prensesleri ile evlenerek düşman tarafı ile akrabalık
bağları kurma adeti vardı. Mançu İmparatorları da İmparatorluk içinde çok az
olduklarından, büyük bir yabancı kitleyi uzun müddet idare edebilmek için bu
siyaseti takip etmişler, idareleri altındaki kavimler ile akrabalık bağı
kurmaya çalışmışlardır.
Dilşâd Hatun'un dillere destan güzelliğini işiten
Mançu İmparatoru Chien Lung, hem böyle güzel bir kadına sahip olmak, hem de
Doğu Türkistan'daki Müslüman Türkler'in dostluğunu kazanmak ve gelecekte vuku
bulacak herhangi bir ayaklanmayı önlemek istiyordu. Bu maksat Doğu
Türkistan'daki Mançu ordusu başkumandanı Sao-Hui'ye Dilşâd Hatun'u Pekin'e
getirmesini emretti.
Bunun üzerine kumandan, Bedehşan Emiri Sultan Şah’dan
Dilşâd Hatun'un diri olarak kendine gönderilmesini istedi. Emir'in bunu kabul
etmemesi üzerine bu sefer meşhur birkaç ulemayı Bedehşan'a gönderdi.
Öte yandan kocasının öldürülerek, basının Mançu'lara
teslim edildiği haberi Dilşâd Hatun'dan gizlenmişti. Bu olaylardan dolayı çok
üzüntülü olan Dilşâd Hatun, devamlı surette kocasını ve vatanın durumunu
düşünüyordu.
Bedehşan'a gelen Said Molla önce Sultan Şah ile
görüştü. Dilşâd Hatun'u Kaşgar halkının arzusu üzerine istediğini, ailesini
yanına gönderileceğini söyleyerek Sultan Şah’ı hileli yollardan kandırdı. Daha
sonra Dilşâd Hatun ile görüşen Said Molla, onu da kandırmaya muvaffak oldu.
Müslüman halkının zulüm ve işkenceden çok şikâyetçi olduğunu, Çinli kumandanın:
"Eğer Dilşâd Hatun İmparatordan rica ederse, kurtulursunuz" dediğini
söylemiş, kendinin de Kaşgar halkı namına ricacı olarak geldiğini bildirmişti.
Dilşâd Hatun, umumun menfaati için her türlü fedakarlığa katlanan bir kadındı.
Onlara faydalı olabilmek ümidi ile bu teklifi kabul etti.
Göz yaşları ile uğurlanan Dilşâd Hatun ikiyüz Türk
askeri ve bir Çinli alayının muhafazasında yol alıyor, uğradığı şehirlerde
büyük hürmet ile karşılanıyordu.
Kumandan, Dilşâd Hatun'un kederli halinden
endişelenerek belki intihar eder de Pekin Sarayı'na karşı müşkül vaziyette
kalırım korkusuyla; kocasının sağ olduğunu, İmparator tarafından
affedilebileceğini ve bir müddet sonra tekrar Kaşgar'a dönebileceğini söylemiş,
fakat kocasının kurtulamasa için Prenses'in Pekin'e gitmesinin şart olduğunu
sözlerine ilave etmişti. Aynı zamanda Dilşâd Hatun'u oyalamaları için emrine
eski Müslüman hizmetçileri vermişti.
Kafile Pekin'e 3 aylık bir yolculuktan sonra
varabildi.
Pekin'e geldikten sonra; kocasının ve diğer
akrabalarının öldürülmüş olduğunu öğrenen Dilşâd Hatun'un artık 2 gayesi vardı.
Bunlardan biri Mançu İmparatoru'nun Doğu Türkistan'dan çekilmesini temin etmek,
diğeri ise diğeri olmadığı takdirde Mançu İmparatoru Chien Lung'un
öldürülmekti.
İmparator’un huzurunda diğer taraftan Chien-Lung,
bütün Asya'da güzelliği ve kahramanlığı ile o zamana kadar duyulmamış bir
şöhret kazanan bu Türk Prensesini bir an evvel görebilmek için
sabırsızlanıyordu.
Ziyaret günü Dilşâd Hatun, huzura çıkmadan önce
etrafındakilerin bütün ısrarına rağmen, normal hanım elbiseleri giymeyerek,
Çinlilerle savaştığı sırada giydiği zırhlı elbiseleri giymiş, İmparator
sarayına da atla girmişti. İstenildiği ve zannedildiği gibi muhteşem saray,
onun iman dolu ve intikam ateşiyle yanan göğsüne hasret ve korku vermemişti.
Şerefini muhafaza edebilmek için Tanrıya yalvarıyordu. Onun büyüklüğüne
güvenerek merasim salonuna girdi. Beraberinde Kalmuk Han'ı Davacı'nın hanımı da
bulunuyordu.
Etrafında, bütün saray erkanın sıralandığı salonun
ortasında yüksek tahtına oturmuş olan Mançu İmparatoru’nun önüne gelince,
evvelce yapılan tembihlerin aksine, herkes secde ettiği sırada o eğilmedi. Bu
hareket karşısında İmparator yanında oturan annesine: "Sessiz, fakat bana
kızgın," demekten kendini alamamıştı.
Vali tarafından yere kapanması için yapılan ihtar
üzerine Dilşâd Hatun, Biz yalnız Tanrıya secde ederiz. Üstelik o benim
düşmanımdır," diye cevap verdi.
Binlerce senelik Çin İmparatorluk sarayında,
İmparatorun huzurunda vuku bulan bu itaatsızlık olayı yüzünden bütün saray
erkanı hayret ve korkuya düşmüştü. Bu hareket İmparatora karşı büyük bir
hakaret sayılırdı, cezası da ölümdü. Fakat İmparator Dilşâd Hatun'un bu
davranışını anlayışla karşılamış salondakilerin de içi rahat etmişti.
İmparatorun kalkıp "Hoş geldiniz," demesi
üzerine kılıcını çekti. Etrafta uyanan büyük heyecanın aksine sükunetle
İmparatora uzatarak:
-Bu, bir teslim olma değildir, kılıcımı size Çin
askerlerinin Türkistan'dan çekilmeleri şartı ile veriyorum, dedi. İmparator,
Dilşâd Hatun'un kılıcını aldı ve alaycı bir tavırla geri verdi. Ana
İmparatoriçe çok sinirlenmiş, İmparator ise, Dilşâd Hatun'un güzelliğine
cesaret ve olgunluğuna kendini alamamıştı.
İmparator, Dilşâd Hatun'u kendisine zorla bağlamak
istemiyor, onu memnun ederek bir gün teklifini kabul ettireceğini umuyordu.
Dilşâd Hatun, bundan sonra bütün günlerini üzgün ve düşünceli, ibadetle
geçirmeye başladı. Kendine bunun sebebi sorulduğunda "Vatanımı özledim.
Beni oraya gönderin," diye cevap veriyordu.
Ana İmparatoriçe, Dilşâd Hatun'un burada kalmasının
tehlikeli olduğunu, geri gönderilmesi icap ettiğini söyledi ise de, İmparator
bunu kabul etmedi. Annesinin arzusu hilafına, onu memnun edebilmek için her gün
fevkalade güzel hediyeler göndermeye başladı. Bunlar arasında saadeti temsil
eden inciden bir bilezikle yeşimden bir asa da vardı. Dilşâd Hatun bu iki
hediyeyi hiç bir şey söylemeden kabul etmişti.
Chien Lung'un aşkı İmparator Chien Lung, köşke giderek
bazen ziyaret ediyor, fakat Prenses daima ondan kaçıyor ve "Eğer bana
dokunursan, hem seni, hem kendimi öldürürüm" diyerek, yaklaşmasına mani
oluyordu.
Dilşâd Hatun'un eşsiz güzelliği ile dolup taşan
İmparator, şimdi yalnız onu memnun etmeyi düşünüyor, gözü başka hiç bir şey
görmüyordu. Bunun için de her türlü çareye baş vuruyordu. Bu maksatla bir gün
nedimi Ho-şen'i çağırtarak, prensesi neşeli görebilmek için daha neler
yapabileceğini sordu. Ho-şen de İmparatora sarayın içinde çarşıyla, bahçesiyle
ve camiiyle bir Müslüman mahallesi yaptırmasını tavsiye etti. Böylelikle,
prenses, doğduğu şehri hatırlayacak ve belki de kederli yüzüne biraz renk
gelecek, yeni muhitine daha ziyade ısınacaktı. Bu fikir İmparatorun hoşuna
gitti. Türkistan’ın en meşhur mimarlarını getirterek, Dilşâd Hatun için Türk
mimarı tarzında bir mahalle inşa ettirdi.
Ayrıca sarayın bahçesine onun doğduğu yerlerde yetişen
ağaç ve çiçek çeşitleri ekilmişti. İmparator, Dilşâd Hatun Müslüman mahallesine
yerleştirilmiş olan hemşerilerinin çarşıya gidip gelişlerini rahatça
seyredebilsin diye parkta bir kule de yaptırmış ve içini devrin en güzel
eşyaları ile döşetmişti. Dilşâd Hatun, etrafındakilere "Benim
memleketimde, gövdesi demirden, yaprakları gümüşten ağaçlar vardı.
Özledim," diye söyleyince, bu ağaçlar Türkistan'dan kökleri ile çıkarılıp
arabalarla getirilmiş ve sarayın bahçesine ekilmişti. (Bu ağaç iğde ağacıdır.
Ve Pekin'de İmparatorluk bahçesinden başka hiç bir yerde mevcut değildir)
Sarayda Dilşâd Hatun için Kaşgâr'dakinin aynı ir Türk
hamamı da inşa edilmiştir. Kendi yurtlarına dönmelerine müsaade edilmeyen
esirler, cangan kapısının batı tarafına iskân edildi. Onlara Çinli halka
tanınan memuriyet, ticaret, seyrüsefer hakkı tanındı.
Beylerin refakatinde gelen ve savaşlarda esir edilen
Türk askerleri teşkilatlandırılmış ve muhafız alayı olarak, Dilşâd Hatun'un
emrine verilmiş ve 3 Çin gümüş lirası maaş bağlanmıştı.
Bütün bunlardan sonra Çin'de Tanrı’nın oğlu sayılan
İmparator, kabul edileceğinden emin olarak Dilşâd Hatun'a evlenme teklif etti.
Bu teklif kendi dininden olmayan bir düşmanıyla evlenemeyeceğini söyleyen
Dilşâd Hatun tarafından şiddetle reddedildi.
İmparatorun Dilşâd Hatun üzerine bu derece düşmesi,
annesini kuşkulandırmaya başlamıştı. Bunun üzerine ana İmparatoriçe korkunç
planlar tasarlamaya başladı. Önce Dilşâd Hatun'a bir hançer göndererek,
"Ya evlensin, Ya da kendini öldürsün" diye haber yollamış, fakat o
"Ölümden korkmuyorum, fakat daha vazifelerim var. İntikam almadan ölmek
istemiyorum," diye cevap vermişti.
İmparatorun annesi, hiddet ve korkuya kapılarak
İmparatoriçe ile birleşti. Beraberce bu yabancı prensesten kurtulmanın
çarelerini aramaya başladılar. İmparator, her yıl olduğu gibi, o günlerde de
Sema Mabedi'ne adaklarını sunmaya gidecekti. Adet olduğu üzere İmparator mabede
gitmeden önceki üç gün oruç ve ibadet için saraya çekilince, Ana Kraliçe,
İmparatorun yokluğundan faydalanarak, kanlı planını tatbike fırsat buldu.Dilşâd
Hatun'a sahte bir dostluk göstererek, ona "Resimler Sarayı"nı
gezdirmeyi teklif etti. Bir müddet gezip resimlere baktıktan sonra, bir resmin
önünde durarak, Dilşâd Hatun'un dikkatini çekti. Bu, Emir Sultan Şah’ın, zevci
Hoca Cihan'ın başını, Çinli valiye verdiğinin temsili resmiydi. Dilşâd Hatun,
bu resme bakınca dehşetle ürperdi. Ana Kraliçe "Seni bize düşman eden, en
unutamadığın sebeplerden biri bu değil mi? Seni, oğlumu ve devletimi kurtarmak
için, ortadan kaldıracağım," diyerek hizmetkarı çağırdı.
Dilşâd Hatun da:
-Ben ölümden korkmam, fakat intikam alamadığım için
çok üzülüyorum. Bana bir hançer ver, Ben ölmesini de bilirim, demesini
dinlemeyerek, çağırmış olduğu hizmetkara onu ipek iple böğdürmüştü.
Dilşâd Hatun'un sadık hizmetkarından biri vasıtasıyla
korkunç haberi öğrenen Chien Lung, ibadetini bırakarak koşup geldi, ama geç
kalmıştı. Sevdiği kadını artık uzaktan da olsa bir daha göremeyecekti.
Ölümü hakkında çeşitli kaynaklardaki rivayetlerden bir
tanesi de Sui Cien Sin'in "Şiang-Fei"adlı eserinde anlattıklarıdır.
Sui Cien Sin'e göre, prenses, İmparator ile evlendikten birkaç sene sonra
İmparatorun annesinin: "Ben seni sekiz senedir deniyorum. Sana bir türlü
güvenemedim. Senin bir gün oğlumun hayatına mal olacağından korkuyorum. Bunun
için en iyi yol, seni ortadan kaldırmaktır. Oğlumun babası da çok akıllı bir
İmparatordu, fakat sarayda yirmi yaşındaki bir Çinli cariye tarafından
öldürüleceğini hiç aklına getirmemişti," diyerek onu intihara zorlamış ve
neticede de öldürülmüştü.
Bu hikaye gerçeğe uygun değildir. Dilşâd Hatun, hiç
bir zaman İmparatorla evlenmeyi kabul etmemiş ve İmparatora karşı yanında daima
keskin bir hançer taşımıştır. Chien Lung'un evlenme tekliflerini:
"Memleketimi istila eden, kocamı ve akrabalarımı öldüren bir kimse ile
asla evlenemem," diyerek defalarca reddetmiştir.
Dilşâd Hatun, düşmanına teslim olmak bir tarafa,
hayatında bir kere dahi Çinli elbisesi giymemiş, Türk ananesine, örf ve
adetlerine sadık kalmıştı. Bu cesur, mağrur ve tertemiz hali sebebiyle, bugün
bütün Çin'de Türkistan'da bir iffet sembolüdür.
Mezarı hakkında bir rivayet mevcuttur. Çinliler'e
göre; Büyük Mançu İmparatorlarının kabirlerinin bulunduğu yer olan Tung-Ling'de
İmparator Chien Lung'un mezarının yanındadır.
Güzel kokulu Prenses, Türkistan'da halk arasındaki
yaygın rivayetlere göre de; cesedi Kaşgar’a getirilip, ecdadından ve Hoca
Hidayetullah!ın bulunduğu türbeye defnedilmiştir. Müslümanlar bu türbeyi hem
Hidayetullah Hoca, hem Dilşâd Hatun için ziyaret ederler. Çinliler ise, her
şeye rağmen, onu hükümdarlarından birinin hanımı olarak kabul ettiklerinden,
mezarını mukaddes bilir ve ziyaret ederler. Onun türbesinde daha kapı önünde
secde etmeye başlayan Budistler'le ellerini açıp fatiha okuyan Müslümanlara her
zaman rastlanabilir.
Kaşgar'daki mezarın içinde "CO" denilen bir
sedye vardır. Halk arasında Dilşâd Hatun'un cesedinin bu tahtırevan ile
Pekin'den getirildiği söylentileri dolaşmaktadır. Türkistan'da Dilşâd Hatun
olarak tanınmıştır. Çin halkı ise onu "Şiang-Fei" ismiyle tanır.
Şiang-Fei, güzel kokulu prenses anlamına gelir. Bu kelime aynı zamanda
mukaddes, ulvi manasını da taşımaktadır. Saray lisanında ise İmparatoriçeden
sonra gelen hanım manasında kullanılır.
Bugün Pekin'de o devirden kalma Müslümanlar'a ait
eserlere rastlanmaktadır. Sarayın karşı tarafındaki Müslümanlar mahallesi, hala
mevcuttur. Burada yaşayanlar artık Türklüklerini kaybetmiş, Müslüman Çinliler
haline gelmişlerdir. Fakat asıllarını bilmektedirler.
O devirde yapılan eserlerden sadece mescit 1911'de
yıkılmıştır. Diğerleri olduğu gibi durmaktadır. Mescidin de temeli bellidir.
Müze olarak muhafaza edilmekte olan Hamam, Çin'de Türk mimarı tarzında yapılmış
yegane Türk hamamıdır.
Dilşâd Hatun, yıllardan beri romancılara ilham kaynağı
olmaktadır. Hakkında pek çok makaleler, romanlar (Sui Cien Sin
"Şiang-Fei", Pearl Buck "Imperial woman") yazılmış, hatta
Japonlar bu konu ile ilgili bir de filim çevirmişlerdir
HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK)
Kastamonu'da doğan, anne-babasının "kızım
gitme" şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş,
uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı'na giderken erkek kılığına
girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu
söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev
yaptı. Bir Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. Bir keresinde
İnebolu'dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa'ya rastladı. Ancak
rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa "Sen üşüyor
musun böyle?" diye sordu. "Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim
de ne olacak?" dedi. Paşa kafa kağıdını istedi. Verdi. "Sen kız
misin?" "Evet." Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker
üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası
Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya çağrıldı. Ailesi önce korktu, Paşa Halime'yi
neden çağırıyordu ki? "Gitme" dediler,o yine dinlemedi ...Kapıda
yavere "Paşa hangisi bilmiyorum" dedi. Yaverin "soldaki "
demesiyle koşup elini öptü. O'nun " Seni yollamıyorum, bizim kızımız
ol" önerisine "Annem babam beni bekler" şeklinde cevap veren Halime
Çavuş, "Ben ana-babaya itiatlı evlada saygı duyarım" diyen Mustafa
Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve
kendisine maaş da bağlandı.75 yasında hayata gözlerini yumdu
HAFIZ SELMAN İZBELİ
Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu
kurucularından ve Kastamonu'da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk
hayranı ve kendi deyimiyle bir "Cumhuriyet kadını"idi… Kurtuluş
Savaşı sırasında Kastamonu' daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak,
fanila ordurup cepheye göndermişti. Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker
Kastamonu'ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Hep "Ben
Cumhuriyetçiyim" dermiş. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe
harflerle okuma yazmayı öğrenmişti. Hafız Selman Hanım'a milletvekilliği de
önerilmişti. "Hafız olduğum için başımı açamam. Başımı açamayacağım için
de milletvekili olamam" diyerek kabul etmemişti. Mustafa Kemal'in
Kastamonu'ya geldiği sırada İzbeli Konağı'nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve
içtikleri söylenmektedir.
GÖRDEŞLİ MAKBULE HANIM
1921'de eşi Usturumcalı Ali Efe ile birlikte Milli
Mücadelede çete savaşlarına katılmıştır. 17 Mart 1922'de Akhisar Sungurlu
hududu üzerinde bulunan Koca Yayla'da elinde silah düşmanla en ön safta
savaşırken başından vurularak şehit edilmiştir
AYŞE HATUN
Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı
içinizde?
Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını
yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir?
Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar
araştırmacıyım düşünüyorum.
Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi
ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya
başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman eğer
onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün
düşüncesi o Ayşe Hatun’un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaşlar, düşman biraz
geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir
Ayşe Hatun ya da diğer adıyla Tayyibe Hatun.
Peki ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter
ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. “Sen
yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun” (yani
şurada oturan bizler için şehit olan) “bu benim içinde senin içinde bir
şereftir. Yeterki vatan sağolsun” diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola
koyuluyor.
Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir
an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz,
gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? (Alıntı)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar