Print Friendly and PDF

NANOGÜMÜŞ



Not: Ağır metal diye uzak durun diyenlere karşı

Woodrow Wilson listesinde en fazla kullanılan nanomateryal nanogümüştür. Bu listede bulunan ürünlerin yaklaşık olarak dörtte biri nanogümüş içermektedir. Nanogümüşün geniş kullanım alanları arasında birçok ürün bulunmaktadır bunlardan bazıları; oda spreyi, duvar boyası, kozmetik ürünleri, güneş kremi (Woodrow Wilson, Project on Emerging Nanotechnologies 2017), biyolojik görüntüleme yöntemleri (Lee ve El-Sayed 2006) ve medikal tedavi amaçlı (Sibbald ve ark. 2007) kullanımlardır.
En fazla üründe bulunan nanopartikül, nanogümüş olduğu için ve nanogümüşe maruziyet giderek arttığı için çalışmamızda nanogümüş kullanmayı tercih ettik.
Nanogümüşe maruziyet yolları arasında solunum yolu, dermal temas, kan ve sindirim yolu bulunmaktadır (van der Zande ve ark. 2012). Oral yolla nanogümüş alımının, tavuklara antibiyotik olarak nanogümüş uygulanması (Ahmadi 2009), yiyecek paketleri, yiyecek konteyneri, yiyecek katkı maddesi olarak kullanımı (Woodrow Wilson, Project on Emerging Nanotechnologies 2017), içme suyunun dezenfekte edilmesi (Fewtrell ve ark. 2017) ve nanogümüşün sığır etine ilave edilmesi ile suya karışan nanogümüşün balıklara ve balıklardan da insanlara ulaşması gibi birçok sebebi vardır ve bunlara bağlı olarak maruziyet yolları içinde en çok gerçekleşen oral yoldur (Frohlich ve Frohlich 2016).

Nanogümüş

Gümüş uzun yıllardır yiyecek ve içecek depolamak için antimikrobiyal ajan olarak kullanılmaktadır. Eski zamanlarda su ve şarap gümüş kaplarda depolanırdı, gezginler için gümüş kaşık ya da bozuk para, su ya da süt gibi içecekleri korumak için şişenin dibine yerleştirilirdi (Bumbudsanpharoke ve ark. 2015).
Gümüş çok uzun yıllardır antimikrobiyal özelliklerine bağlı olarak çok geniş kullanım alanlarına sahip olmuştur. Bunlardan bazıları su arıtma, yara bakımı, kemik protezleri, kardiyak aletler, ameliyat malzemeleri, kateterler ve de antibiyotik olarak kullanımdır. Bakterilerin ve mantarların gümüşe karşı hassas olmalarının sebebi onların önemli proteinleri ile gümüşün yoğun etkileşime geçmesidir (Lansdown 2006).
Nanogümüş doğada kendiliğinden oluşumunun yanı sıra endüstride de üretilebildiği gibi birçok endüstriyel üretim sürecinde de yan ürün olarak oluşabilmektir. Bu üretim süreçleri arasında mürekkep hazırlama, boyama, reaktör temizleme ve zımparalama gibi örnekler vardır (Debia ve ark. 2016).
Woodrow Wilson International Center for Scolars ve Project on Emerging Nanotechnology, Nanotechnology Consumer Product Inventory’i 2005 yılında 54 ürün ile kurdu. Listedeki ürün sayısı yıldan yıla giderek artmaya devam etmektedir.
Günümüzde bu listede toplam 1827 ürün bulunmaktadır ve bu ürünlerden 442 adedi nanogümüş içermektedir (Woodrow Wilson Database 2017).
Nanogümüşler, TiO2 ve çinko oksit (ZnO) nanomateryalleri ile birlikte en fazla oral yolla alınan nanomateryallerdir çünkü sağlık ürünlerinin içinde yer aldıkları gibi yiyeceklerde ve içeceklerde ilave katkı maddesi olarak da kullanılmaktadırlar. Nanogümüş ayrıca yiyecek paketlemede kullanılmakta ve sığır etine antimikrobiyal olarak ilave edilmektedir. Plastik çantalardan ve tekrar kullanılabilir yiyecek konteynerlerinden geçebilmektedir. Atık sularda biriken gümüş yine balıklar yoluyla da insanlara ulaşabilmektedir (Frohlich ve Frohlich 2016).
Nanogümüş bakteri gelişimini önlediği, yiyeceği daha uzun süre güvende, taze ve lezzetli tuttuğu için konteynerlerde kullanılmaktadır. Ayrıca nanogümüşün yiyeceklerin ambalaj filmlerinde de yoğun kullanımı vardır ve bunlara bağlı olarak alınan besinlerle bu ambalajın temasına bağlı olarak yiyeceklere geçmekte ve sonuçta insanlara sindirim yoluyla ulaşmaktadır. Ayrıca bu yiyeceklerdeki oranı yiyecek ile temas süresi ve sıcaklıkla birlikte artış göstermektedir (Bumbudsanpharoke ve ark. 2015).
Organik boyalar yerine nanogümüş kullanımı pamuk kumaşlarını çok çeşitli renklerde güvenle boyamanın yanı sıra boyanmış pamuk kumaşlara salınan gümüş iyonlarına bağlı antibakteriyel özellik de kazandırmaktadır (Wu ve ark. 2016).

Nanogümüşün Medikal Uygulamaları

Nanogümüşün farklı şekilleri kendilerine birçok biyomedikal uygulama alanı bulmaktadır. Bunlardan başlıcaları; kozmetik topikal ürünleri, aşı antijenleri için taşıyıcı, hücresel ve humoral immün yanıtı güçlendirme, kanser tedavisinde seçici işaretleyiciler olarak kullanılma, fototerapi tedavilerinde seçici hedefleyici, gen taşıyıcı, ilaç taşıyıcı, kanser için işaretleyici, nükleik asit taşıyıcı, kanser tanısında, tümör görüntülemede, şeker ölçme cihazlarında kullanımlarıdır (Aziz ve ark. 2017).

Antimikrobiyal Uygulamalar

Gümüş antimikrobiyal olarak çok uzun zamandır kullanılıyor olsa da ilk olarak bu etkinliğin tanımlanması 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Penisilinin 1940 yılında keşfiyle birlikte gümüş antimikrobiyal olarak kullanım alanını kaybetmiştir, ancak 1960 yılından itibaren yanık tedavisine geri dönmüş ve 1968 yılından itibaren de geniş spektrumlu antibiyotik olarak sülfanamid antibiyotiği ile kombine hali olan gümüş sülfadiazin ismiyle yanık tedavisindeki yerini almıştır. Antibiyotiklere direnç gelişiminin bulunmasıyla birlikte değişik oranlarda nanogümüş içeren pansuman yöntemleri klinisyenlerce yoğun olarak kullanılmaktadır (Chopra 2007).

Gümüşün bu kullanımdaki en büyük avantajı bakterilerin 4 milyar yıldır gümüşe karşı direnç geliştirememiş olmasıdır, oysa antibiyotiklere karşı sadece 70 yılda çok yüksek oranlarda direnç gelişmiştir, bu da gümüşün gelecekte daha da çok oranlarda antibiyotik içeriği olarak kullanılabileceğini göstermektedir (Percival ve ark. 2005).

Gümüş iyonu gram negatif bakterileri gram pozitiflere göre daha çok etkilemektedir. Bunun sebebi gram pozitif bakterilerin duvarının, gram negatif bakterilerin duvarından daha kalın olmasıdır (Feng ve ark. 2000).

Gümüş nanopartikülü uygulanan Escherichia coli üzerine yapılan incelemede, gümüşün bir kısmının hücre içine girdiği, bir kısmının ise doğrudan hücre duvarı ile etkileştiği belirlenmiştir. Aynı çalışmada gümüş iyonu negatif yükle yüklenmiş ve buna rağmen negatif yüklü membranla etkileşim sürmüştür bu da nanogümüşün oluşturduğu etkinin gümüşün pozitif yükünden bağımsız olduğunu göstermektedir (Sondi ve Salopek-Sondi 2004).

Gümüş iyonunun hücre içine giren kısmı; DNA kondensasyonuna ve dolayısıyla replikasyon özelliğinin kaybına yol açtığı gibi proteinlerin de tiyol gruplarına bağlanıp aktivasyonlarını sonlandırmaktadır (Feng ve ark. 2000).
Nanogümüşün mikroorganizmalarda çok geniş moleküler süreçlerle etkileşimi sonucunda çoğalmanın durmasından, enfektifliğin kaybedilmesine, ve ölüme kadar çok çeşitli sonuçlar oluşturabileceği bilinmektedir; tüm bunlar ise nanogümüşün şekline, konsantrasyonuna, boyutuna ve mikroorganizmanın duyarlılığına bağlı olarak değişmektedir (Lara ve ark. 2011).

Antiviral Uygulamalar

1-10 nm arasındaki boyutlara sahip nanogümüşün İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü (HIV)-1 virüsü ile bağlandığı mesafeler ve nanogümüşün disülfit bağlarıyla etkilendiği gerçeği göz önüne alınınca, nanogümüşün HIV-1 virüsünün glikoprotein 120 (gp 120)’si ile etkileştiği anlaşılmaktadır. Gp 120’nin virüsün konak hücrelerine tutunmasından sorumlu kısım olduğu düşünüldüğünde, nanogümüşün HIV-1 virüsünün konak hücrelerle etkileşimini engellediği dolayısıyla hastalık oluşumunu engelleyebileceği düşünülmektedir (Elechiguerra ve ark. 2005).
HepAD38 insan hepatoma hücre kültürü ile yapılan çalışmada nanogümüşün hepatitis B virüsü (HBV) üzerindeki antiviral etkisi gösterilmiştir. Bu etki 10 nm boyutundaki nanogümüşün HBV viral parçalarıyla etkileşmesi sonucunda olmaktadır. Nanogümüş HBV Ribo Nükleik Asit (RNA) ve ekstraselüler virionların üretimini inhibe etmiştir (Lu ve ark. 2008).

Üriner Kateterler

Nanogümüş ile kaplı üriner kateterin Staphylococcus epidermidis gibi koagülaz negatif stafilokoklar üzerine etkisi incelendiğinde nanogümüşün bakterilerin hücre membran organizasyonlarını bozarak bakteriyel kolonizasyon ve tutunmayı engellediği görülmüştür (Thomas ve ark. 2015).

Diş Materyalleri

Nanogümüş içeren materyallerle birleştirilmiş reçine karışımının hem Streptococcus mutansa karşı uzun süreli inhibitör etkisinin olduğu hem de diğer olumlu özelliklerine bağlı olarak kullanımının uygun olabileceği bildirilmiştir (Yoshida ve ark. 1999).
Nanogümüş içeren karışımlar, geleneksel karışımlara göre daha sert yüzey sağlar, bakteri kolonizasyonunu yavaşlatır ve bakteri adezyonunu azaltırken ayrıca nanogümüş içeren karışım geleneksel karışımın fiziksel özelliklerinden taviz vermeden enamel demineralizasyonunu da engeller (Ahn ve ark. 2009).

Yara, Yanık Sargı Uygulaması

Gümüş nitrat ilk kez topikal olarak kronik yara tedavisinde kullanılmıştır. Derin yanıklarda yaranın yüzeyinde yaşayan epitelyal doku bulunmadığı için iyileşme yara kenarından epitelizasyon ve kontraksiyonla gerçekleşmektedir, buna bağlı olarak da geniş yaralar ve elverişsiz yerlerde bulunan ve mikroorganizmaların kolonize olduğu yaralar daha geç iyileşmektedirler. Gümüş sülfadiazin krem kendisine karşı bakteriyel direnç gelişmediği için yanık tedavisinde topikal antibakteriyel olarak kullanılmaktadır (Klasen 2000).
Nanogümüş içeren sargıların kolay değişim ve daha uzun süreli kullanım gibi avantajlarına bağlı olarak gümüş sülfadiazine göre daha az ağrılı bir tedavi yöntemi olduğu belirlenmiştir (Muangman ve ark. 2006). Ayrıca nanogümüş içeren sargı infekte yaralardan bakteriyel temizlenmeyi artırmış ve ortalama iyileşme süresini de 3,35 gün düşürmüştür (Huang ve ark. 2007). Ama bu iyileşme artışının sadece yüzeyel yanıklarda işe yaradığı, derin yanıklarda işe yaramadığı bulunmuştur (Chen ve ark. 2006).
Nanogümüş anti-inflamatuvar etkilerinin yanı sıra kollejen salınımını kontrol ederek kollejen fibrillerinin doğru düzenlenmesi ile yara iyileşmesini hızlandırır, klinik çalışmalar standart sargıya göre nanogümüş sargısının yüzeysel ve derin yanıkların tedavisinde diğer iyileşme süreçlerini etkilemeden re-epitelizasyon sürecini hızlandırdığını göstermiştir (Berthet ve ark. 2017).
Nanogümüş sargısının yaradaki bakterileri ve nötrofilik inflamasyonu azaltarak kronik venöz bacak ülser tedavisinde iyileşmeyi hızlandırdığı gösterilmiştir (Sibbald ve ark. 2007).

Dermatoloji ve Kozmetik

Nanogümüş biyolojik etkinlikleri ve görece olarak düşük fiyatı nedeniyle çeşitli dermatolojik ürünlerde ve kozmetikte, fungal enfeksiyonların önlenmesi ve tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Niska ve ark. 2017).
Nanogümüşün kan glukoz seviyelerini düşürdüğü, insülin seviyelerini ve ekspresyonunu artırdığı, glukokinaz aktivitesini ve ekspresyonunu artırdığı ve GLUT-2 seviyelerini de artırdığı gösterilmiştir (Alkaladi ve ark. 2014).

Dağılım

Klinik uygulamadaki en önemli sorunların başında nanogümüşün emilim, birikim, metabolizma ve atılımı ile ilgili olanları gelir (Kumar ve ark. 2010).
Nanogümüşün birikimi oral uygulamalarından sonra en çok gastrointestinal kanalın ince bağırsak ve mide kısımlarında olmaktadır; gastrointestinal kanal dışında en çok birikim sırasıyla karaciğer ve dalakta olmaktadır, onu da testis, böbrek, beyin ve akciğerler takip etmektedir (van der Zande ve ark. 2012). Ancak dişi sıçanlarda yapılan bir çalışmada diğer çalışmalardan farklı olarak organlar ve plazmadaki gümüş dağılımında farklılık bulunmamıştır, yazar farklılık olmamasının nedeninin nanogümüşün dağılımının hormonal etkileşime bağlı değişim göstermesi olarak değerlendirmiştir (Qin ve ark. 2017).
Etkili bir antibakteriyel aktivite için iyi nanopartikül dağılımı gerekmektedir. Muhtemelen okside nanogümüş agregasyonu nanopartikülün etkili yüzeyini ya da hücre ile etkileşebilecekleri alanın azalmasına öncülük etmektedir. Her ne kadar nanogümüşler su ya da 50 mM sodyum Hepes gibi çözünmüş solüsyonlarda antimikrobiyal aktivite göstermiş olsalar da, parçacıklar yüksek tuz içeren, yoğunlukla kullanılan kültür medyumlarında ve biyolojik tamponlarda agrege olurlar. Gümüş nanopartiküllerinin yüksek elektrolit içeren medyumlarda agrege olması antibakteriyel özelliklerinde kayba sebep olur ancak albümin ile kompleks oluşturmak nanopartikülleri agregasyona karşı stabilize eder. Nanogümüşün antibakteriyel aktivitesi ciddi olarak yüzey oksidasyonuna ve ideal partikül dağılımına bağlıdır (Lok ve ark. 2007).
Nanogümüşün emiliminde her ne kadar kilogram (kg) başına dozları, boyutları, şekilleri ve diğer özellikleri aynı olsa da, intestinal flora ve boşaltım zamanı gibi çeşitli faktörler ne kadar nanogümüşün emildiğinde asıl önemli etken olabilmektedir (Loeschner ve ark. 2011).
Küçük boyutlu nanopartiküller gastrointestinal kanaldan daha kolay absorbe olurlar ve diğer organlara dağılırlar. Küçük nanopartiküller kan beyin bariyerinden penetre olurlar ve bu bariyere hasar verirler. 100 nm’den küçük nanogümüşe karşı immün yanıt gelişmesine rağmen, daha büyük boyutlu nanogümüşe (323) karşı immün yanıt gelişmemektedir (Park ve ark. 2010).
Biyokimyasal parametrelerde göreceli olarak düşük toksisiteye rağmen, sitokin üretim artışı, B hücre dağılımında artış ve inflamatuar hücre infiltrasyonu gibi inflamatuar yanıt 14 günlük oral uygulamadan sonra önemli artış göstermiştir.
Yazarlar, bunun sebebinin küçük nanogümüşün hücreye daha fazla alınması olabileceği yönünde görüş belirtmişlerdir (Park ve ark. 2010).
Nanogümüşün HepG2 hücrelerine girdikten sonra sitoplazma içindeki endozom ve lizozomlarda ve nükleus içinde bulunduğu gösterilmiştir (Kim ve ark. 2009).
Uygulanan nanopartiküllerin çoğu 15 gün içinde böbreklerden ya da hepatobilier sistemden atılmaktadır (Kumar ve ark. 2010). Değişen yükle birlikte nanogümüşün proteinlerle etkileşimi değişmektedir, buna bağlı olarak da hepatobilier boşaltımı değişmektedir bu da nanogümüşün yükünü ayarlayarak vücutta kalma süresinin değiştirilebilmesine olanak sağlamaktadır (Souris ve ark. 2010).

Etki Mekanizması

Son yıllarda nanometallerin bakterilerin hücre duvarını oluşturan peptidoglikan tabakasındaki tiol grupları (-SH) ile birleşerek bakterinin inaktivasyonuna sebep olduğu anlaşılmıştır. İşte buna bağlı olarak da hücre duvarının yıkımı ve lizisi, mikrobiyal DNA replikasyonunun engellenmesi ve bakteriyel fonksiyonların engellenmesi gibi faydalara sebep olmaktadır (Niska ve ark. 2017).
Nanogümüşün güçlü anti-inflamatuar etkinliği vardır; buna bağlı olarak interlökin-1 (IL-1), interlökin-6 (IL-6), interlökin-10 (IL-10) ve interferon-y (IFN-y) gibi inflamatuar mediatörleri azaltarak yara iyileşmesini hızlandırır (Wong ve ark. 2009).
Nanogümüşe karşı farklı hücre türleri farklı yanıt vermektedir yani hücre türü değişince nanogümüşe karşı olan dayanıklılık da değişmektedir (Huo ve ark. 2015).
Nanogümüşün toksisitesinin sadece Ag+ iyonuna bağlı olarak mı yoksa hem gümüş hem de nanogümüşün kendisinin mi etkili olduğu konusunda uzun süren farklı yaklaşımlar sonucunda bu toksisitenin hem nanogümüşe bağlı hem de Ag+ iyonuna bağlı olarak gerçekleştiği düşünülmektedir (Kawata ve ark. 2009).
Song ve ark. (2012) yaptıkları çalışmada nanogümüşün partikül formunda tekil olarak ve aglomere olmuş durumda sitoplazma bulunduğunu ve dahası nanopartiküllerin partikül halinin HL-7702 hücrelerinin nükleusunda da bulunduğunu gözlemlemişlerdir. Ancak mitokondri gibi organların içinde nanogümüş gözlenmemiştir.
İn vitro yapılan çalışmada HL-7702 hücrelerinin nanogümüş maruziyetinde doz bağımlı olarak hücre canlılığını azalttığı gösterilmiştir.
Nanogümüşün mitokondriyal fonksiyona hasar verdiği gösterilmiştir. Ayrıca nanogümüşün hücre döngüsünü G2/M fazında durdurduğu gösterilmiştir (Song ve ark 2012.).
Nanogümüşün hücrelere yaygın alımının ROS üretimi ile başlatılan proinflamatuar ve toksik aktivitelerini indüklediği ile ilgili güçlü kanıtlar vardır (Avalos ve ark 2014). ROS ile indüklenen oksidatif stresin hücrede apoptozun yanı sıra DNA hasarı, hücre döngüsünün durması ve mitokondriyal disfonksiyonu tetiklediğine inanılmaktadır (Ahamed ve ark. 2008).
Nanogümüş Caspaz-12’yi Caspaz-3’ten daha fazla arttırmaktadır bu da nanogümüşün apoptozisi mitokondriyal yolaktan daha çok endoplazmik retikulum yolağı üzerinden gerçekleştirdiğini göstermektedir (Huo ve ark. 2015).
Gümüş nanopartikülünün antimikrobiyal özelliği boyutu ile doğrudan ilişkilidir. Totalde aynı kütleyi oluşturacak kadar farklı boyutlarda nanogümüş uygulamasından sonra nanogümüşün daha küçük boyutlarda daha büyük boyutlarda olanlara göre daha yüksek antibakteriyel aktiviteye sahip olduğu gösterilmiştir. 62 nm nanogümüşten, 9,2 nm nanogümüşün 9 katı kadar toplam nanogümüş uygulanırsa ancak aynı etkiyi oluşturabilmiştir. Farklı boyutlardaki nanogümüşün antibakteriyel aktivitesindeki farklılıklar kimyasal olarak çözünmüş Ag+ iyonlarının miktarının faklılığına bağlı olduğu yolunda yorumlanabilir. Partiküller küçüldükçe yüzey alanı kütle oranı artar ve kimyasal olarak çözünmüş Ag+ iyon konsantrasyonunu artırır (Lok ve ark. 2007). Boyut bağımlı antibakteriyel aktivite nanogümüşün bakteriye bağlanma seviyelerindeki farklılıklarla da açıklanabilir. Nanogümüş yaklaşık 1 -10 nm çapında olduğu zaman bakteriyle tercihen direkt bağlanır (Morones ve ark. 2005).
Küçük boyutlu nanopartiküllerin toksikolojik ve biyolojik yanıt oluşturmada daha aktif olduğu ve tekrarlayan oral uygulamalardan sonra organ toksisitesi ve inflamatuar yanıt oluşturduğu düşünülmektedir (Park ve ark. 2010).
PVP kaplı nanogümüşün sitrat kaplı nanogümüşe göre daha yüksek oksidatif strese ve daha fazla inflamatuar yanıta sebep olduğu gösterilmiştir, bu da kaplamanın nanogümüşün ve diğer nanopartiküllerin etkileri üzerinde belirleyici faktörlerden olduğunu göstermektedir (Prasad ve ark. 2013).
Nanogümüşün oluşturacağı toksisitede hücrenin türünün de önemli olduğu bulunmuştur örneğin in vitro koşullarda nanogümüşe maruz kalan farklı hücre türleri içinde en fazla pulmoner fibroblastların, en az HepG2 hücrelerinin etkilendiği gösterilmiştir (Avalos ve ark. 2015).
Nanogümüşün in vitro koşullarda toksisite oluşturduğu, DNA’da kırıklara sebep olduğu ve bunların sebebinin de oksidatif stres olduğu gösterilmiştir (Avalos ve ark. 2015).
Nanogümüşün toksisitesinin gümüş iyonlarından kaynaklanmadığı, nanogümüşün kendisinden oluştuğu gösteren çalışmalar da mevcuttur. Nanogümüş toksisitesinin in vitro HepG2 hücrelerinde oksidatif strese bağlı olarak gerçekleştiği gösterilmiştir (Kim ve ark. 2009).
Nanogümüşün insan hepatoblastoma hücre serisi C3A’ya toksik etkisinin bulunduğu gösterilmiştir, ancak ışık mikroskobik inceleme sonucunda herhangi bir partikül görülmemiştir; fakat elektron mikroskobu ile inceleme yapıldığında sitoplazmada ve nükleusda küçük partikül birikintileri gözlenmiştir (Gaiser ve ark.
2013).

Protein Korona

Nanopartiküller vücuda bir kez girdiklerinde biyolojik çevreyle etkileşime girerler ve protein korona ile çevrelenirler. Bu da immün yanıt oluşmasına neden olabilir ve nanopartikül toksisitesini etkileyebilir. Yani nanopartiküllerin tüm özellikleri, vücut sıvılarında kendilerini kaplayan protein koronadan etkilenir.
 Protein korona sıkı ve gevşek olmak üzere ikiye ayrılır.
Sıkı protein korona nanopartikül yüzeyine sıkıca bağlanırken gevşek protein korona ise nanopartikül yüzeyine bağlanmış olan sıkı protein korona ile zayıf protein-protein etkileşimi ile bağlanır. Özellikle spesifik reseptörler ile etkileşmesi için nanopartikül yüzeyinde fonksiyonilize edilmiş moleküllerin protein korona ile kaplanması hücre hedeflemesi için önemli problem oluşturmaktadır. Yani sonuç olarak protein korona nanopartikül hücre ilişkisini etkilemektedir (Corbo ve ark. 2016).
Farklı boyutlarda ve farklı yüzey kaplamasına sahip AuNP’lerin hepatositlere alımı ve daha sonra burada oluşturacakları sitotoksisite, protein koronaya yüksek oranda bağlıdır. İnsan Serum Albümini ile oluşturulan protein koronanın hem hücrelere alımı hem de biyolojik etkileri düşürdüğü bulunmuştur (Choi ve ark. 2017).
Protein koronanın içeriğinin belirlenmesinde sadece partikül maddesi, boyutu ve yüzey özellikleri değil, ayrıca maruziyet süresi ve nanopartikül dağılımındaki fizyolojik sıvının görece oranı da rol oynamaktadır. Farklı fizyolojik sıvılarla etkileşmesine bağlı olarak farklı uygulama yolları da protein korona kompozisyonunu etkilemektedir. Henüz protein korona ile ilgili kesinleşmiş kurallar bulunmamaktadır (Westmeier ve ark. 2016).
********
Sonuç olarak doz, boyut, kaplama, uygulama yolu, etkilenecek hücre, uygulamanın yapılacağı cinsiyet ve dahi her bir bireyin florasının ve genetiğinin farklılığı gibi birçok faktör nanogümüşe bağlı tehlikeyi etkilemektedir. Ayrıca bireylerin bağırsaklarındaki besinler ve bağırsaklarda boşalım zamanı da farklıdır dolayısıyla bu değişkenlere bağlı olarak emilen miktar ve dolayısıyla toksisitenin de değişebileceği akılda tutulmalıdır. Tüm bu gözlemler nanogümüşün kendisine yer edindiği geniş uygulama alanlarında dikkatle kullanılması gerektiğini göstermektedir. Her bir uygulama yolu için ayrı ayrı değerlendirmeler ile doz ve boyutun insan sağlığı açısından doğru değerlerinin bulunması için çalışmalar yapılmaya devam edilmelidir.

Kaynak: Mehmet Enes SÖZEN, Gümüş Nanopartikülünün Boyut ve Doz Bağımlı Olarak Karaciğere Etkisinin Araştırılması, T.C. NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı DOKTORA TEZİ/ KONYA-2017




Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar