Print Friendly and PDF

Kızlar Hikaye Anlatan Adamları Sever

Bunlarada Bakarsınız



Ayşe ARMAN

24 Şubat 2002

Bana bir hikaye anlat, ama güzel anlat, şehvetle anlat, inanarak anlat, doğru olup olmaması önemli değil, ya da senin başından geçip geçmemesi, istersen uydur, yeter ki o anlattığın hikaye beni eğlendirsin, güldürsün, düşündürsün...

Bana nasıl para kazandığını anlatma mesela, sıkılırım.

Siyasi görüşlerini, memleket meselelerini, ideallerini ya da uğruna savaştığın değerleri...

Çok fazla gerçek be.

Üstelik gecenin bir yarısı şarap içerken...

Hiç çekilmez.

Anlatma!

Ama bana olmayan paranla bir kadını nasıl etkilemeye çalıştığını anlat, yani illa da para sokuşturmak istiyorsan hikayene, güvensizliklerini, korkularını, düştüğün aşk çukurlarını, bir kadın için nasıl rezil rüsva olduğunu, bütün erkeksi zaaflarını anlat.

Kendini, kendi kelimelerinle ne kadar küçültürsen, gözümde o kadar büyürsün.

Yalan bile olsa ben korkak bir erkeğim de. Yalan bile olsa hayatın anlamı aşk de.

Bana duymak istediklerimi söyle.

Bana güzel hikayeler anlat.

Vazgeçemem o zaman senden.

Ama unutma, mutlaka aşk olmalı anlatacağın hikayenin içinde, kadın olmalı, biraz sersemlik olmalı, artık inanmadığımız, ama tuhaf bir şekilde özlemini duyduğumuz her şey olmalı...

*

Kızlar hikaye anlatan adamları sever.

Ve arkadaşlar ben buldum adamımı.

Demek istiyorum ki hikaye anlatıcımı.

O, bir arkadaşımın 80 yaşındaki babası...

‘‘Bugün babamın doğum günü’’ demişti arkadaşım, damdan düşer gibi:

‘‘Tanışmak ister misin, bir şarap alıp gidelim mi, evde yalnızdır şimdi?’’

Doğum günleri hüzün demektir.

Benim için yani.

Ve doğum günü çocuklarının yalnız olmaya hakkı yoktur.

Hediye, onları o hüzünden çekip çıkarmaktır.

Hediye, dinlemektir.

‘‘Baban hikaye anlatmayı sever mi?’’ dedim.

‘‘Bayılır’’ dedi.

Elimde frambuazlı pasta, arkadaşımın peşine takıldım.

Ve biliyor musunuz, iyi ki onun 80 yaşındaki şahane babasıyla tanıştım.

Öyle bir hikaye anlattı ki...

Ben acayip sarsıldım.

İşte aşağıda arkadaşım ile babası arasında geçen bu konuşmayı, (daha doğrusu arkadaşımın babasının anlattığı hikayeyi) okuyacaksınız.

Gerçek olup olmamasının zerre kadar önemi yok.

Zaten gerçek ne ki?

Yaşadıklarımızı bizim nasıl algıladığımız değil mi?

 

Hayatınızı anlatmak için 5 dakikanız olsa...

 

Birileri size doğum gününüzde. hayatını anlatman için beş dakikan var, hadi başla dese... O küçücük zaman dilimine siz neleri sokardınız? Bakın arkadaşımın babası koskoca 80 yılını ve kendisi için önemli olan şeyleri beş dakikada nasıl anlattı...

 

Başladık mı?

Beş yaşındaydım.

İlkokul müdürünün kızına aşık oldum.

Sonra da ilk aşk dayağımı yedim.

Bir dakika, bir dakika, önce nasıl aşık olduğunu anlat baba...

O uzun hikaye ama bak, ilk aşk dayağımı şöyle yedim:

İbrahim vardı, mahalleden arkadaşım, dedi ki, Hatice'yi köprü altına götüreceğiz.

Ne yapacağız ona orada dedim.

Öpeceğiz möpeceğiz dedi.

Ben öpeceğiz'i anladım da möpeceğiz'i anlamadım.

Götürdük.

Ve Hatice'yi öptük.

Ama Hatice gitmeden annesine söylemesin mi nereye gideceğini?

Söylesin.

Eve döndüğümde baktım, ninem beni elinde maşayla bekliyor.

Aşk dayağı yer misin, yemez misin?

Yedim.

*

Sonra 20 ila 30 arasında tekrar aşık oldum.

İyı de 5'ten nerelere atladın baba...

Ee çünkü o arada kayda değer bir şey yok da ondan!

Söylüyorum, 0 ila 10 yaş arasındaki en önemli hadise Hatice.

10 ila 20 yaş arasında da okul-arkadaşlar-markadaşlar var.

Ama 20 ila 30 arası...

İşte o hikaye başka!

Ne olmuştu baba anlatsana...

9 numaralı hücreden 14 numaralı hücreye naklettiler beni.

O ne demek?

Hapisteydim demek.

Haa o dava...

Evet. Arkadaşlarımın ismini vermediğim için iki ay işkence gördüm 9 numaralı hücrede...

Eeee?

Sonra dönemin siyasi şube müdürü dedi ki...

Alın bunu, 14'e gotürün, ölecek yoksa burada.

Ne fark vardı iki hücre arasında?

14'ün bir tane camı vardı...

Pencere yani?

Evet.

Diğeri tabuttu.

Işığı filan mı görmekti hadise, tabii gün ışığını görünce kendini içeride daha iyi hissettin?

Yok canım ne alakası var o pencerenin tam karşısında da bir tekstil atölyesi vardı.

Ben anlamıyorum.

Anlayacaksın oğlum...

Şehnaz o tekstil atölyesinde çalışıyordu.

Cam üzerinden aşk yaşadık biz.

Tam bir yıl boyunca.

Ve küçük pencere benim kurtuluşum oldu.

Aşk yeniden ruhuma girmişti.

*

Baba inanılır gibi değil...

Yargılanıyorsun, içeri giriyorsun, dışarı çıkıyorsun, bir dolu önemli işe imza atıyorsun...

Tabii ve hala Şehnaz'ı anlatıyorum değil mi?

Öyle oğlum, öyle....

Çok güzel bir aşk yaşadık, çıktıktan sonra da....

*

40 ile 50 arasını geçelim.

Neden baba?

Annenle evliydim de ondan...

Yorum yapmak doğru olmaz.

Yakışık almaz. Ama şunu bil, 80'ine gelince işkence bile önemsiz kalıyor.

Ama 60 ile 70 arasında bir önemli hadise daha var.

Bu sefer de sen cezaevindeydin.

Oğluma bunu yapamazlar diye, belime bomba bağlayıp meclise gidecektim.

Baba sen yine yolda biriyle karşılaşır aşk yaşardın!

Oğlum, kıymetini bileceksin aşkların.

Benim yaşıma gelince önemli olan, kalbin nerede kıpırdamış, kime aşık olmuşsun, kimden ayrılmışsın... Sadece bunlar oluyor.

Ve hayatın anlamını ancak bu yaşta anlıyorsun.

Aşk, oğlum aşk....

Gerisi palavra.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar