EMEVÎLER DÖNEMİNDE BÎR İKTİDAR MÜCADELESİ ÖRNEĞİ: ABDULLAH B. ZÜBEYR (622-692)
Hazırlayan: Prof. Dr. İrfan AYCAN
Abdullah b. Zübeyr Medine’de doğdu. Babası, Zübeyrb. Avvâm, annesi Esma
binti Ebî Bekir’dir. Abdullah, Medine’de hicretten sonra muhacirler arasında
doğan ilk çocuktur. Bazı bilgiler onun hicret senesinde doğduğunu belirtirken[1] bazdan da
hicretten yirmi ay veya iki yıl sonra dünyaya geldiğine işaret eder[2]. Ama bizzat
kendisinin ve İbn-i Abbas’ın verdiği bilgiler birinci görüşü doğrular niteliktedir[3].
Medine’ye hicret ettikleri vakit, müslümanlar arasında Yahudilcrin
kendilerine sihir yaptıklan, dolayısıyla çocuklarının olmayacağı görüşü
yayılmıştı; Abdullah’ın doğumu ile Medine günlerce bu görüşün ve iddianın
yanlışlığının ortaya çıkmasının sevincini yaşadı[4]. Annesi Esma onu Hz. Peygamber
(salla'llâhü aleyhi ve sellem)’e gelinmişti.
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), onu
kucağına aldı, dua etti, sevdi ve adını Abdullah koydu[5].
Hicretin beşinci yılında meydana gelen Hendek savaşında babası Zü- beyr
b. Avvam onu savaş alanına getirmişti. Muhaddisler Abdullah’ın, bu savaşta
babası ile Hz. Peygamber'in arasında geçen konuşma olayını nakletmesini
küçüklerin rivayetlerinin de kabul edilebileceğine delil sayarlar[6] [7].
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde Abdullahın dokuz yaşlarında olduğu
anlatılır. Babası Zübeyr b. Avvam, onun kendisi gibi iyi bir savaşçı olarak
yetişmesine önem verir. Hicrî 13/634'te yapılan Yermuk Savaşına onun bir
yardımcı nezaretinde atlı olarak katılması[8] ve bundan
sonraki bütün savaşlarda yer alması bu görüşü güçlendirir. Bu sebeple kendisine
"Kureyş'in Atlısı” ünvanı verilmiştir[9].
Abdullah’ın, dedesi Hz. Ebû Bekir’e çok benzediği belirtilir[10]. Öte yandan
Ümmü'l-mü’minîn Hz. Aişe, Resulullah ve babası Hz. Ebû Bekir’den sonra en çok
sevdiği kimsenin yeğeni Abdullah olduğunu anlatır[11]. Aralarındaki bu sevgi ve
yakınlık müslümanlar arasında meydana gelen Cemel olayı gibi hadiselerde dahi
teyzesinin veya kendisinin tavırlarına yansımış, birlikte hareket etmelerine
sebep olmuştur. 58/677 yılında vefat eden Hz. Aişe, defnedilirken, onun
na’şını mezara indirenler yeğenleri Abdullah ve Urve b. Zübeyr idi.[12].
Abdullah, Hz. Âişe’den ilim tahsil edenler arasında Medine’de şahsiyeti
temayüz etmiş önemli kişilerden biri olmuştur. Hz. Peygamber’den, babası
Zübeyr'den, annesi Esma binti Ebî Bekir’den, teyzesi Hz. Âişe’den dedesi Hz.
Ebû Bekir'den, Hz. Ömer’den, Hz. Osman’dan, Hz. Ali'den, Süfyan b. Ebî
Züheyr’den ve daha başkalarından hadis nakletmiştir[13]. Kendisinden de çocukları
Abbâd, Amir, Ümmü Amr, kardeşi Urve, Urve'nin oğullan Muhammed, Hişam ve
Abdullah ile kendi torunlan Mus'ab b. Sabit b. Abdullah, Yahya b. Abbâd b.
Abdullah, Münzir b. Zü- beyr'in kızı Fatıma ve Ubeydetü’s-Sclmanî, Tavus, Ata
b. Ebî Rebah, İbn Ebî Mülcyke, Amr b. Dînâr, Sabit el-Bennanî, Ebu’z-Zübeyr
el-Mekkî, Ebu Ishak es-Sebîî, Vehb b. Keysan, Saîd b. Mînâ, eş-Şa’bî, Semmâk b.
Harb ve daha bir çok kimse rivayetlerde bulunmuşlardır[14].
Abdullah’ın ibadete çok düşkün bir kimse olduğu, geceleri
namaz kıldığı, gündüzleri de oruç tuttuğu anlatılır[15]. Kaynaklardaki anlatım biraz
mübalağalı olsa bile onun çok ibadet yaptığı, bu yüzden alnında secde izi
oluştuğu[16] ve
"Mescid Güvercini” diye isimlendirildiği görmezden gelinemeyecek bir
husustur. Hatla akranı durumundaki Abdullah b. Abbas, onun bu dindar
kişiliğinden gıbta ile bahseder[17]. Oysa aynı
Abdullah b. Abbas, Abdullah’ın hoşa gitmeyen bir hasleti olan cimriliği
sebebiyle de kendisini eleştirmiş ve bir çok kez Hz. Peygamber’in “Komşusu
açken geceleyen mü'min değildir." mealindeki sözünü hatırlatmıştır[18]. Bazı rivayetlerde
de Abdullah'ın dünya işine bakıldığında ahireti istemeyen, dünyayı seven,
ibadet ve taatına bakıldığında da dünyaya önem vermeyen bir kimse gibi
göründüğü belirtilir[19].
Abdullah'ın fiziki görüntüsü hakkındaki kısıtlı bilgiler
ise, onun çok seyrek sakallı ve köse olduğu, boza bakan bir ten rengine sahip
bulunduğu şeklindedir[20]. Giyim,
kuşam ve davranış olarak Hz. Ömer’e benzetilir. Emevîler döneminde Hicaz ve
Irak’ta kendini halife ilan etmesinden sonra kendisi, izannı çemremesi ve
kırbaç taşıması yönüyle halife Ömer’e benzetilmiş, hatta onu eleştiren Ebu Hürr
adında bir şahıs, müslü- manlann içinde bulunduğu durumu izah için “Ömer’in
sîretinden, kırbaç ve izar'dan başka birşey göremiyoruz” demiştir[21].
Abdullah
b. Zübeyr’in eş ve çocukları:
Abdullah b. Zübeyr’in tesbit edebildiğimiz kadarıyla hayatı
boyunca sekiz eşi olmuştur. Eş ve çocuklarıyla ilgili bilgiler aşağıdaki
şekildedir:
1-
Ümmü'l-Hasen
binti Hüseyin b. Ali[22]
-Zübcyr
-Münzir
5-
Rayta
binti Abdurrahman b. Haris b. Hişâm
6-
Hanteme
binti Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm
7-
Ümmü
Ferve binti Ebî Kuhâfe23
Abdullah b. Zübeyr’in yukarıdaki erkek çocuklarından başka
birçok kız çocuğu da vardır. Kaynaklarda yer almadığı için isimlerini ve tam
olarak sayılarını bilmiyoruz. Abdullah, kızlarını genelde kardeşlerinin çocuklarıyla
evlendirmiştir. Oğullan arasında Âmir ile Abdullah’ın kendisine çok benzediği
belirtilir[23] [24]. Abdullah’ın
oğlu Sâbil’in torunlanndan Zübeyr, Abbasilcr döneminde Harun Rcşid’in Medine ve
Yemen valiliğini yapmıştır[25]. Yukanda
verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Abdullah b. Zübeyr, hem Hz. Osman’ın,
hem de Hüseyin b. Ali’nin kızlanyla evli olup, onlarla akrabalık bağlanna
sahiptir.
Abdullah b. Zübeyr, daha küçük yaşlardan itibaren -meselâ
13/634'te Yerrnuk savaşında olduğu gibi- İslâm ordusuyla birlikte savaşlara
katılmış ve bu konuda tecrübe edinmiştir. Özellikle Hz. Osman zamanında
(644-656) Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen fetih hareketlerine katılan
Abdullah, bu bölgede önemli başarılar kazanmıştır. 27/647 de yapılan[26] İfrikaya
savaşıyla Trablus’tan Tanca’ya kadar uzanan toprakların büyük kısmı günlerce
süren savaşlardan sonra ele geçirilmiş, bunun üzerine yardımcı kuvvetlerle
gelen Abdullah b. Zübeyr, vali ve komutan olan Abdullah b. Sa’d b. Ebî Şerh
tarafından halifeye fetih müjdecisi olarak gönderilmişti. Medine'de Kuzey
Afrika'nın fethinin müjdesini alan Hz. Osman çok sevinmiş, hatta bu mutlu
haberi veren Abdullah’ı kızı Âişe ile evlen- dirmiştir[27].
Abdullah, Medine’ye bu dönüşünden sonra muhtemelen tekrar
Mısır’a gitmemiş, 30/650 yılında Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Horasan bölgesinde
yaptığı seferlere katılmıştır[28]. Halife Hz.
Osman tarafından 33/653 yılında Kur’ân’ı Kerim’in kıraat tarzı ve tertibi
konusundaki ihtilafları ortadan kaldırmak amacıyla oluşturduğu komisyonda
görevlendirilmesine belki de, onun Mısır ve Horasan bölgesinde elde etmiş olduğu
gözlemler sebep olmuştur[29]’.
Abdullah, 35/656 yılında halife Hz. Osman aleyhine patlak
veren olaylarda, aynı zamanda kayınpederi olan Hz. Osman’ın yanında yer almış,
onun ve evinin yakın korumasını üstlenmiştir[30]. Çeşitli şehirlerden gelerek
yönetim karşıtı eylemlerde bulunanların hal ve hareketleri taşkınlık
boyutlarına ulaşınca Abdullah, Halife'yi onlarla savaşmaya, onlara karşı daha
sert tedbirler almaya zorladı, ama başaramadı[31].
H. 35 yılında halifenin katlinden sonra Abdullah da, babası
Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah ve Emevî ailesinden bir grupla birlikte,
Hz. Osman’ın kanını talep için Medine’yi terkederek teyzesi Âişe binli Ebî
Bekir'in yanına Mekke’ye gitmiştir. Gerçi çok ani şartların biraraya getirdiği
bu insanlar arasında tam bir fikir birliği olduğu söylenemez. Çünkü Hz.
Osman'ın kanını talep eden bu grup Basra’ya geldiklerinde kimin namaz
kıldıracağı hususunda dahi anlaşmazlığa düşmüş, Abdullah ile Talha b.
Ubeydullah’ın oğlu Muhammed arasında bir rekabet hasıl olmuştur. Böyle bir görevin
babalannın lehine kullanılacağı endişesi anlaşmazlığın temel nedeni idi. Sonra
bizzat Hz. Âişe yeğeni Abdullah b. Zü- beyr'i bu göreve tayin etti[32].
Hz. Ali'yi halife olarak tanımayı kabul etmeyen,
katledilmiş halifenin kanını talep eden bu grup Basra şehrini ele geçirmişti.
Hz. Ali adına şehirde valilik yapan Sehl b. Huneyf, bu gruba karşı direnmek
istedi ama başaramadı. Abdullah b. Zübeyr ve bir grup asker Basra’nın
hâzinesini ele geçirmeğe muvaffak oldu[33]. Çok hızlı gelişen bu olaylar
müslümanla- rın tarihine damga vuracak pekçok hadisenin habercisi gibiydi.
Kâlillcrin yakalanıp cezai and in İm ası gibi bir taleple ortaya çıkarak,
halifeyi tanımamaya ve onunla mücadeleye, hatta onu iktidardan indirmek için
faaliyet içine girmeye kadar uzanmıştı. Hatta olayların nerede başlayıp nerede
biteceği kestirilemez olmuştu.
Bazı kaynaklar, Abdullah b. Zübeyr’in, teyzesi Hz. Âişe’nin
böyle bir oluşum içinde fiilen bulunmasını benimsemediğini belirtirse de[34], 36/656
yılında bildiğimiz meşhur Cemel vakasının meydana geldiği sırada O, babası
Zübeyr b. Avvâm dahil savaşı terkedip gidecek pekçok kişiye mani olmaya
çalışmış, onları iki tarafı karşı karşıya getirip sonra da yüzüstü bırakmakla
eleştirmiştir[35]. Onun bu
davranışından hem babası Zübeyr b. Avvam'a Hz. Ali'ye karşı oluşturulan
muhalefet cephesindeki rolünü hatırlatmış, hem de babasından başlatmış olduğu
bir hareketi sonuçlandırmasını istemiş olduğu çıkarılabilir.
Abdullah, Cemel savaşında ağır bir şekilde yaralanmıştır.
Hz. Âişe’nin korumalarının çoğunun telef olması üzerine Abdullah, teyzesi Hz.
Âişe’nin devesinin yularını tutmuş, bu arada Hz. Ali taraftan Eşter
en-Nehaî’nin saldınsına uğramıştır[36]. Başından ağır yaralanan
Abdullah, Ezd kabilesinden birisinin evine sığınmış ve Hz. Aişe’ye haber
göndererek yerini bildirmiştir. Hz. Âişe, Hz. Ali taraftan olan kardeşi Muham-
med'i de alarak Abdullah’ın bulunduğu eve gelerek onu ziyaret etmiştir.
Abdullah dayısı Muhammed’in gelişinden pek memnun olmamıştır[37].
Abdullah b. Zübeyr, özellikle Cemel’de babası Zübeyr b.
Avvâm’ın öldürülmesi üzerine iç politik hadiselerde daha da ön plana çıkmış ve
gelişmeleri yakından izlemiştir. 37/657 yılında gerçekleştirilen Tahkim hadisesine
o bir gözlemci sıfatıyla katılmıştır. Anlaşıldığı kadanyla Abdullah bu
konferansta tarafsız bir konumdadır. Bir ara hakemlerin Hz. Ali ve Muaviye
dışında üçüncü bir şahsın işbaşına getirilmesi fikrini ortaya atarak, Abdullah
b. Ömer'in halife yapılması söz konusu edilince bu görüşün Abdullah b. Zübeyr
tarafından da hararetle desteklendiği anlaşılmaktadır. Hatta Abdullah b. Ömer'e
ne yapıp edip, bütün fırsatları değerlendirerek bu görüşe karşı çıkabilecek Amr
b. el-As’m razı edilmesini söyler. Ancak Abdullah b. Ömer kişiliği gereği
herhangi bir girişimde ve vaatte bulunmaz. Sadece Amr’a, "Araplar
mızraklar ile birbirine girdikten ve kılıçlarla vuruştuktan sonra barış
hususunda sana güvendiler, Allah’tan kork, tekrar onları fitneye döndürme”
der[38].
Netice olarak özellikle kayınpederi Hz. Osman’ın katlinden
sonra Abdullah b. Zübeyr, aktif dahilî siyasetin içinde yer almış ve toplum
içinde kendisine bir yer edinmeye çalışmıştır. Babasının gerçekleştiremediği
düşünceleri o gerçekleştirmek amacına yönelik faaliyetlerde bulunmuştur.
Emevîler Döneminde Abdullah b. Zübeyr:
41/661 yılında Muaviye b. Ebî Süfyan’ın iktidarı ele alıp
Emevî hanedanlığını başlatmasından sonra ilk işi, ülke içindeki huzursuzluğu
bertaraf etmeye çalışmak oldu. Öncelikle Haricîlerle, daha sonra da Hz. Ali
taraftarlanyla mücadele etti. Fakat Abdullah b. Zübeyr gibi yönetimi desteklemeyen
üçüncü grubun faaliyetleri konusu biraz meehulümüzdür. Meselâ Muaviye’nin
Abdullah’a “Merhaba ey Resulullah’ın halasının oğlu ve Resulullah’ın
havarisinin oğlu” diyerek iltifat etmesi ve kendilerine önemli bir
miktarda para desteğinde bulunması[39] onların düşündüklerini
açıktan açığa seslendirmelerine engel olmuştur. Hatta onlar Muavi- ye'nin dış
düşmana karşı tertiplediği askeri seferlere katılmışlardır. 49/ 669 da İstanbul
seferine katılanlar arasında Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Abdullah b.
Abbas ve diğerleri vardır[40]. Dolayısı
ile Abdullah b. Zübeyr gibi kimseler yönelimle ilgili talep ve düşüncelerini
yüreklerinde saklı tutsalar da, beis görmedikleri ortamlarda açıklasalar da[41] Muaviye’nin
usta yöneümi sayesinde herhangi bir hareket yapmaya meydan bulamıyorlardı.
Bu durum, ya da Muaviye’nin bu kimselerle ilgili
politikasının temel sebepleri 50/670'li yıllara gelindiğinde daha da iyi
anlaşılmaya başlandı. Çünkü kurnaz politikacı Muaviye, vefatından sonra ortaya
çıkabilecek muhtemel karışıklıkları hayatta ve kudretli iken çözümlemek
niyetinde idi. Bunun için kendisinden sonra iş başına geçecek oğlu Yezid’e biat
alma yoluna gitti. Bu işi gerekli kılacak bir çok sebep ortada idi. Her ne
kadar Yezid’e biat alınması fikrinin Muğire b. Şûbe’nin[42] teşvikiyle doğduğu söylenirse
de, Muaviye’nin bu şekilde düşünmediği de söylenemez. Çünkü Muaviye,
durumlarından şüphelendiği bazı kimselerin hal ve hareketlerini,
faaliyetlerini sürekli takip ediyor, onları bu işe ikna etmenin yollarını
arıyordu. Hicaz’dan gelen Malik b. Hubeyre’ye Hicazlılann ve özellikle Abdullah
b. Zübeyr’in faaliyetleri hakkında soru sorması, onunla ilgili olarak
sarfettiği "o bir kişiyi on’a çıkarır, ehli olmadığı işlere teşebbüs
eder"*' anlamındaki sözleri çok ilginç olsa gerek. Bu bilgilere
göre Abdullah b. Zübcyr boş durmuyor, bir muhalif davranış profili çiziyordu.
Yezid b. Muaviye'ye biat konusu umuma arzedildiği zaman
Abdullah b. Zübcyr de bazıları gibi tepki gösteriyor ve “dini ifsad
eden, masi- yet işleyen"** birine itaat edilemeyeceğini
belirtiyordu. Bu, yönetimle Abdullah b. Zübeyr ve onun gibi düşünenler
arasında sertleşmeye giden yolun başlangıcı gibiydi. Çünkü Muaviye böyle
düşünenleri usulünce hizaya getirmek, terbiye etmek ve gözdağı vermek amacıyla
1000 kadar süvariyle Medine'ye doğru yola çıktı. Muaviye Medine’ye geldiğinde
bu görüşe itiraza yeltenenlerin Mekke'ye gittiklerini gördü. Ama Medinelile- re
“Yezid’den başka devlet başkanlığına layık kim var?” diyerek bu
konudaki net tavnnı ortaya koydu. Sonra da Mekke’ye geçerek Abdullah b.
Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Hüseyin b. Ali, Abdurrahman b. Ebî Bekir gibi önde
gelen muhalif kimselerle görüştü. Abdullah b. Zübeyr’i; elebaşılık yapmak,
diğerlerini fikirlerinde yanıltmakla suçladı. 51/671. yıl hadiseleri içinde
anlatılan bu hadiselerde Abdullah’ın, “Biat ettikten sonra hanginize tabi
olacağız? Başkanlıktan bıktıysan oğluna biat et, biz de seninle biat edelim”
[43] [44] [45] diyerek bir
direnme içinde olduğu, bu işin şimdiden belirlenmesine karşı çıktığı görülür.
Hatta eldeki bilgilere göre bundan sonra yapılan birkaç görüşmede Abdullah'ın
Muaviye’yi bu işten vazgeçirmeye çalıştığını, Yczid’in bu işe layık
olmadığını, toplumda bu işe ondan daha ehil kimselerin bulunduğunu anlatmaya
çalıştığını görmekteyiz. Bu görüşe karşılık Muaviye de ona “Sanki sen
kendini istiyorsun.” diyerek karşılık vermiştir[46].
Muaviye b. Ebî Süfyan, 56/676 yılında oğlu Yezid’e biat
etmeyenlerle yeniden temasa geçti. Abdullah'a beş kişinin dışında herkesin
biat ettiğini, onun biat etmeyenlere önderlik yaptığını söyleyerek
suçlamalarda bulundu[47]. Neticede o
uzun çabalara rağmen bu girişiminde başarılı olamamıştı. Hatla 50'li yıllarda
toplumda siyasi atmosferde tam bir sukunet ortamı mevcut iken, kendi eliyle
siyasi muhaliflerini uyandırması, Muavi- ye’nin siyasî dehası adına bir
yanlıştı. Çünkü Muaviye’nin kendisinin başaramadığı bir işi oğlu Yezid'e
vasiyet ederek, ona bırakması sonradan görüleceği üzere ardı arkası
kesilmeyecek kanlı olaylara, fikrî ihtilaflara sebep olacaktı. 60/680 yılında
Muaviye b. Ebî Süfyan hastalandığı zaman oğlu Yezid'i çağırarak biat alamadığı
kişiler hakkında ikazlarda bulundu, onlar hakkında bilgiler verdi, onlara nasıl
davranması gerektiği hususunda işaretlerde bulundu. Yezid'in dikkatini
Abdullah b. Zübeyr üzerine çe- kcrck "... o bir entrikacıdır, doğru
durursa ne âlâ, doğru durmazsa onu parça parça et..."4*
diyerek bu dünyadan ayrıldı.
Yezid b. Muaviye ve Abdullah b. Zübeyr:
Yezid, babası Muaviye’nin vefatının akabinde hemen onun
vasiyetini işleme koydu. O sırada Medine valisi olan Vclid b. Utbc’yc bir elçi
göndererek Abdullah b. Zübeyr ve Hüseyin b. Ali’den kendi adına biat almasını
istedi. Daha Muaviye’nin ölümü halka açıklanmamıştı. Bu ikili herşeyden
habersiz bir vaziyetteyken Vali’nin böyle bir talebi karşısında "...
hele bir sabahlayalım, insanlar toplansın, biz de onlardan oluruz” diyerek
durumu değerlendirmek için zaman kazanmak istediler. Valinin yanında bulunan
Mervan’ın “onlar şimdi yanından çıkarlarsa bir daha göremezsin”^
demesi biat alınacak kişilerle bir münakaşanın başlamasına sebep olmuştur.
Araya giren vali hem ortalığı yatıştırmış[48] [49] [50], hem de Mcr- van’ın onlara
kötü davranma talebini kaale almamıştır[51].
Bunun üzerine, Abdullah b. Zübeyr ve diğer önemli muhalif
Hüseyin b. Ali birbirlerinden ayn bir şekilde Medine’yi terkederek Mekke’ye
gittiler. Tıpkı yaklaşık 15 yıl önce Abdullah’ın babası Zübeyr b. Avvam’ın
yaptığı gibi, muhalefet merkezi olarak Mekke’yi seçtiler. Belki bu iki kişinin
Emevîlere karşı olmada ortak bir paydaları vardı, ama Mekke’de durum biraz
farklılaşmaya başladı. Yezid’c biat etmediklerini ve etmeye- ( çeklerini Mekke’ye kaçarak ilan eden
Abdullah ve Hüseyin’in istikbale
yönelik talepleri çatışıyordu. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in torunu dururken Abdullah b.
Zübeyr'in nüfuz sahibi ve halife adayı olması düşünülemezdi. ' Üstelik, Hüseyin b. Ali,
Abdullah’tan başka yönleriyle de ağır basıyor
du[52].
Abdullah b. Zübeyr, Yezid’i tanımama ve onu iktidardan
indirme konusunda fevkalâde kararlı idi. “Biz muhacirlerin oğullarıyız,
bu işe Emevîlerden daha lâyıkız” diyerek çok açık bir şekilde Mekke’de
bulunmalarının sebebini açıklıyordu ve Hüseyin b. Ali'ye ne yapacağını soruyordu.
Hüseyin b. Ali, Muaviye’nin ölüm haberinin Kufe’de duyulmasından sonra
Kufelilerin kendisine mektup yazarak davette bulunduklarını, dolayısıyla
Kufe'ye gideceğini bildirdi[53]. Bu durum
belki de Abdullah b. Zübeyr'in arayıp da bulamadığı bir fırsattı. Hakikaten
Hüseyin b. Ali varken kendisinin bir güç odağı olamayacağı açıktı. İşte bu
sebeple Abdullah b. Zübeyr, Hüseyin b. Ali’ye “Benim de orada
taraftarlarım olsa ben de giderim" veya "Baban ya da
kendi taraftarlarından seni ne men ediyor? Vallahi bunlar benim için olsaydı
derhal onlara giderdim.”[54], dediği ve onu
Mekke’den çıkmaya teşvik ettiği belirtilir. Görüldüğü üzere, bu hareket tamamen
onu Mekke’den çıkarmaya ve kendi konumunu güçlendirmeye yöneliktir.
Gerçi kaynaklarda yukarıdaki durumun tam tersine Abdullah
b. Zü- beyr'in, Hüseyin b. Ali’nin Mekke’yi terkedip Irak’a gitmesine mani olmaya
çalıştığı, İraklıların yar olmayacağını anlattığı şeklinde bazı bilgiler varsa
da, bunlar tamamen devrin siyasi olaylarının etkisi altındaki rivayetlerden
başka birşey değildir. Hüseyin b. Ali’nin Irak’a çıkışını engellemeye
çalışanlar elbette olmuştur. Ancak onlar, başta İbn Abbas olmak üzere genelde
aile efradından kimselerdi. Hz. Hüseyin bu konuda kararlıydı. O kendisini
yoldan vazgeçilmeye çalışanların da Irak’a gitmeye teşvik edenlerin de
niyetlerini sezebiliyordu. Hatta o bu konuda “Abdullah b. Zübeyr’e dünyada
benim Hicaz’dan Irak’a gitmemden daha sevimli bir şey verilmedi”,
diyerek Abdullah’ın iç dünyasını dile getirmiş, “Hilafet meselesinde
benim yanımda onun bir şansı yoktur, insanlar ben varken ona
meyletmezler."[55] diyerek de toplum
üzerindeki etki ve gücünü belirtmiştir. Fakat hiçbir çaba Hüseyin b. Ali’nin
Mekke’den çıkışını engelleyememiştir. Onun Mekke'den ayrılmasından sonra İbn
Abbas’m, “Gözün aydın ey İbn Zübeyr!”[56]
dediği belirtilir.
Yezid, biat alma hususundaki başarısızlığı nedeniyle Medine
valisi Velid b. Utbe'yi görevden alarak, yerine Amr b. Said el-Eşdak’ı tayin
etti[57]. Aynca
Abdullah b. Zübeyr’in yakalanması ve zincire vurulması için bir birlik
oluşturuldu. Herşeye rağmen Abdullah, onlara teslim olmadı[58] [59]. Yezid bu sefer Amr b. Said’e
Abdullah b. Zübeyr’in üzerine bir ordu göndermesini emretti. Vali, bu iş için o
sırada polis teşkilatının başında bulunan ve kardeşi Abdullah b. Zübeyr’e
sebebini bilemediğimiz bir şekilde düşmanlığı ile bilinen Amr b. Zübeyr’i
tayin etti5’.
Mekke'ye gelen Amr'ın ordusu Zî Tuva denilen mevkiye kondu.
Abdullah b. Zübeyr ise bu orduya karşı Mus’ab b. Abdurrahman b. Avf ve
Abdullah b. Safvan'ın liderliğinde Mekke’de kendisini destekleyenlerden oluşan
bir birlik çıkardı. Yezid’e bağlı birliğin 700 veya 2000 kişiden oluştuğunu
belirten farklı haberler mevcuttur[60]. Abdullah, bu savaş öncesi
Mekkelilerin görüşüne başvurdu. Onlar Abdullah b. Zübeyr’e iktidar olma yolunda
tam destek vermişler, silah ve adamlanyla yardımda bulunmuşlardır[61]. Yapılan
savaşta Amr b. Zübeyr ve pek çok kimse esir düştü. Bunun üzerine Ubeyde b.
Zübeyr b. Avvam, kardeşleri arasında aracı olmak istedi, fakat Abdullah, “zulme
uğramışların haklarını almaları gerektiğini” ileri sürerek bu teşebbüsü
kabul etmedi. Hatta anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr, Amr’ın zulmettiği
kimselere; ondan intikamlarını alabileceklerini, yaptıklarının cezasını
çekmesi gerektiğini söylemiş, hapiste kaldığı sürece, kendilerine zulmettiğini
iddia eden kimseler tarafından dayak ve işkenceye maruz bırakılmış, bu Amr’ın
ölmesine kadar günlerce devam etmiştir[62]. Bunun da ötesinde Amr
öldükten sonra Abdullah onun cesedinin ibret için asılmasını istemiş[63], fakat halk
bu isteği hoş karşılanmamıştır[64].
Abdullah, kardeşi Amr b. Zübeyr’in öldürülmesinden sonra
Mekkeli- lere hitap etti. Yezid’e lanet edip, onun bir çok kötü yönünü ve
alışkanlık- lannı saydıktan sonra ilk defa açıktan açığa Yezid’in iktidardan
indirilmesi için Mekkelileri mücadeleye davet etti ve onlardan yardım istedi.
Bunun üzerine Mekkeliler Yezid’e karşı mücadele için Abdullah b. Zü- beyr'e
biat ettiler. Aynı yardım talebi Medinelilere de ulaştınldı ve Abdullah b.
Mutî onun adına Medinelilerden biat aldı[65]. Bütün bu gelişmeler Hüseyin
b. Ali'nin Mekke’den çıkmasından hemen sonra olmuştur. Dolayısıyla bu olaylar,
Abdullah b. Zübeyr’in iktidar olma yolunda sarfettiği çabalar açısından kayda
değerdir.
Mekke ve Medine’de durum Emevîler açısından incelenecek
olursa tam bir yetersizlik içinde oldukları göze çarpar. Medine’de Velid b.
Utbe, Amr b. Sâid’i, Mekke’de de Hâris b. Halid, Yahya b. Hakîm’i Abdullah b.
Zübeyr’i yakalamamak, hatta ona müdahanede bulunmakla suçlayarak Yezid’e
şikayetlerde bulunmuşlardır. Hâris b. Halid, bu hadiselerden sonra Mekke’ye
Vali tayin edildi, fakat Abdullah’a karşı etkili olamadı. Hatta Abdullah b.
Zübeyr, onun namazda imamlık yapmasına engel olarak namazı kendi adına Mus’ab
b. Abdurrahman b. Avf’a kıldırttı[66]. Medine'de
ise H. 61 yılının hac ayından önce vali Amr b. Saîd azledilmiş, yerine yine
Velid b. Utbe tayin edilmiştir[67] [68].
Amr b. Saîd’in azledilişi tamamen Emevî ailesinin
baskısıyla olmuştur. Nitekim onlar Yezid'e gelerek “Eğer Amr, Abdullah
b. Zübeyr’i yakalamak isteseydi yakalar ve sana gönderirdi”.™ dediler
ve onu azlettirerek, yerine eski vali Velid b. Utbe’yi tayin ettirdiler.
Öte yandan, Mekke’den daha önce çıkmış olan Hüseyin b. Ali,
kendisine biat edileceğine ve destek sağlanacağına dair söz verilmesine rağmen,
Kufeliler tarafından Emevîlerle karşı karşıya bırakıldı. Hüseyin b. Ali,
Kufe’ye ulaşamadan Kerbelâ adı verilen yerde vali Ubeydullah b. Ziyad'ın
adamları tarafından H. 61/680 yılının 10. Muharrem’inde katledildi.
Hüseyin b. Ali'nin öldürülmesi haberi Abdullah b. Zübeyr’e
ulaşınca hemen Mekkelilcre bir hitapta bulundu. Konuşmasında Hüseyin’in katledilişinin
ne kadar büyük bir cinayet olduğunu, İraklıların ve Kufelilerin hem onu çağınp
hem de yardımsız ve yüzüstü bıraktıklarını belirterek suçlamalarda bulundu.
Abdullah b. Zübeyr, bu konuşmasıyla Mekkelileri “Haydi çık ortaya"
demeye hazırlıyordu. Dediği de oldu. Mekkeliler “Ey adam, meydana çık,
biat al. Hüseyin öldükten sonra sana bu konuda rakip olacak kimse kalmadı"
dediler. Abdullah, görünürde kendisinin bir Kâbe mültecisi olarak bilinmesine
dikkat ediyor, fakat gizli gizli biatleri de kabul ediyordu. Özellikle Hüseyin
b. Ali’nin katledilmesinden sonra Hicazlılann Abdullah’a meylettiğini öğrenen
Yezid ise, bu durumu engellemek, Abdullah’ı ortadan kaldırmak için yeni bir
güç gönderdi fakat o da başanlı olamadı[69] [70].
Amr b. Saîd’in azledilip yerine Velid b. Utbe’nin yeniden
Medine’ye tayini Emevîler açısından bir sonuç getirmedi. Bilakis Abdullah’ın
Yezid’e bir mektup yazarak "Sen bize adilce hareket edemeyen şaşkın
bir adam gönderdin. Şayet ahlâklı, mülayim bir adam gönderirsen umulur ki işler
katılıktan, sertlikten kurtulur. Bununla ilgilen, çünkü avam ve havassın salahı
bundadır İnşallah”™ demiştir. Yezid, Abdullah b. Zübeyr’in bu
mektubundan ümitlenmeli ki, Velid’i azlederek yerine tecrübesiz ve yaşı küçük
Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyan’ı tayin etmiştir.
Yezid, Medine'ye tayin ettiği valisi Osman b. Muhammed b.
Ebî Süfyan'a bir mektup yazarak kendisine Medine’nin ileri gelenlerinden oluşan
bir heyet göndermesini istemiştir. Muhtemelen o bununla Medine- lilerin gönlünü
almak ve o zamana kadar meydana gelen olumsuz hadiseleri izale etmek
istiyordu. Vali, içlerinde Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Münzir b. Zübeyr,
Abdullah b. Hanzala, Abdullah b. Amr b. Hafs ve eşraftan daha birkaç kişinin
bulunduğu bir heyeti Şam’a gönderdi. Yezid, heyeti izzet-i ikram ile karşılayıp
herkese 50.000 Münzir b. Zübeyr’e 100.000 dirhem atıyyede bulundu. Buna rağmen
heyet Yezid’in hal ve hareketlerinden hoşlanmamıştı. Heyete mensub kişiler
Medine’ye döndüklerinde Yezid’in fasık biri olduğunu, şarap içtiğini, çalgı
çaldığını, köpeklerle oynadığını ilan ettiler. Galeyana gelen Medine halkı,
Yezid’i iktidardan indirmek için anlaştılar ve Abdullah b. Hanzala
başkanlığında isyan ettiler[71].
Medine Ayaklanması ve
Ayaklanmanın
Kanlı bir Şekilde Bastırılması:
Medine’deki bu ayaklanma hicri 63 yılında olmuştu. Vali
Osman b. Muhammed şehirden çıkarılmış, şehirde bulunan Emevî ailesine mensub
kişilerin tamamı Mervan b. el-Hakem’in hanesinde muhasara altına alınmışlardır.
Aslında muhasara altına alınanlann kendi kendilerini koruyabilecek güçleri
mevcuttu. Ama onlar Yezid’e kurtanlmalannı isteyen bir mektup yazarak yardım
talebinde bulundular. Yezid önce bu Emevî ailesi üyelerine kızdıysa da,
bilahare Medine’ye gönderilecek bir ordunun ön hazırlıklarına girişti. Yezid,
önce bu işe Medine eski valisi Amr b. Saîd’i görevlendirmek istedi. Fakat Amr,
kendisinin Medine valiliği sırasında düzene koyduğu işlerin azledilmesi
neticesinde tekrar nüksettiği ve Ku- reyş’in kanım dökmek istemediği
gerekçesiyle bu görevi reddetti. Bunun üzerine görev Ubeydullah b. Ziyad’a
teklif edildi. Olayın boyutu biraz daha genişletilerek Mekke’deki Abdullah b.
Zübeyr’in ayaklanmasını bastırma görevi de bu işin içine dahil edildi.
Ubeydullah da bu görevi üstlenmedi. Görevi reddetmesinde Ubeydullah’ın, saliha
bir kadın olan annesi Mercane’nin etkili olduğu nakledilir. Onun hem
Resulullah’ın torununun katli hem de Kâbe'ye savaş açmanın hoş şeyler olmadığı
sebebiyle bu işe mani olduğu belirtilir[72].
Yezid, bu iki kimseyi ikna edemeyince eski ve yaşlı bir
asker olan Müslim b. Ukbe el-Mürrî’yi, 12.000 kişiden oluşan paralı ve seçkin
bir birlikle önce Medine, sonra da Mekke için görevlendirdi[73]. Müslim’in Medine'ye gelip
Hârre adlı mevkide karargâh kurduğu zaman H. 63 yılının Zilhicce ayı idi.
Müslim, Medine halkına son kez bir çağada bulunarak Yezid’e bağlılık istedi.
Bunu reddeden Medinelilerle Şamlı askerler arasında şiddetli çarpışmalar oldu.
Neticede Medinelilerin ayaklanması kanlı bir biçimde bastırıldı. Hareketin
lideri Abdullah b. Hanzala ve çocukları, Ensar ve Muhacirîn’den onlarca kişi
öldürüldü. Medineli Harise oğullarının yapmış olduğu bir hata nedeniyle şehre
hakim olan Şamlıların, can, mal, hatta ırz güvenliğini ortadan kaldırarak
şehri üç gün yağma ve tecavüze tabi tuttukları belirtilir[74].
Medine’de bu olaylar olurken Mekke’de Abdullah b. Zübeyr,
ilk defa hac merasimi yönetiyordu[75]. Medine’deki
ayaklanmayı bastıran Müslim, Mekke'ye yöneldiğinde Müşellel adı verilen yerde
öldü[76]. Yerine
yardımcısı Husayn b. Numeyr geçti. Ordu Mekke’ye ulaştığında H. 64 yılı Muharrem
ayının sonu idi[77].
Abdullah b. Zübeyr Kâbe’de Emevîlere
Karşı
Müslim b. Ukbe'nin Mekke’de Abdullah b. Zübeyr ile savaşmak
için yola çıktığı haberi alındığında, Mescid-i Haram’ı korumak için bazı kimseler
ve gruplar, Mekke'ye gelmeye başladılar. Zaten Hârre vakasından sonra
Medinelilerin bir kısmı Mekke’ye sığınmışlar, Mekkeliler ise Abdullah b.
Zübeyr'e biat etmişlerdi. Böylece yoldaki Şam ordusuna karşı bir birlik
oluşturulmuştu. Kabe’yi muhafaza için gelip Abdullah b. Zübeyr ile beraber
Yezid’in ordusuna karşı savaşan gruplardan birisi, Yema- me'den bir grup Haricî
ile gelen Necdet b. Amir’in başında bulunduğu gruptur[78] [79]. Diğeri ve hiç kuşkusuz en
ilginç olanı, bu müdafaa savaşma Habeş Necaşi’si tarafından gönderilen 200 kişilik
bir askeri ekiptir”. Bu iki gruptan başka Muhtar b. Ebî Ubeyde es-Sakafî de
Kâbe’yi muhafaza amacı ile Mekke'ye gelmişti[80].
Bu savaşta Abdullah b. Zübeyr’in Şam ordusunu şehir dışında
karşılayacak gücü ve silahı olmadığından, Kabe’ye sığınmak zorunda kalmış
olduğu anlaşılmaktadır. Bilhassa Haricilerin, savaşın bu aşamasında Abdullah
b. Zübeyr'e yardımcı oldukları da söylenebilir. Şamlıların Kabe’ye
saldırmalarından dolayı onlara kin besliyorlar ve bu kinleri sebebiyle hırsla
mücadele ediyorlardı. Habeşistan’dan gelen askeri birliğin geliş sebebi de
yine yardım etmekti. Abdullah'ın babası Zübeyr b. Avvam’m, Mekke devrinde 617
yılında yaptığı ikinci Habeşistan hicretinde, ülkenin iç durumu karışıktı.
Zübeyr b. Avvam, bu karışıklığın bastırılmasında Habeş Necaşî'sine yardımcı
olmuş ve ona üstün hizmetleri geçmişti. Yeni Habeş Necaşî’si bundan dolayı
olacak ki Zübeyr’in oğlu Abdullah’ın zor günlerinde, mızrak kullanmada
ehliyetli 200 kişilik bir askeri kuvvet göndermişti. Bu kuvvetler Mus'ab b.
Zübeyr ile beraber istihdam edilmiş, onun emrinde olmuşlardır[81]. Muhtar’a
gelince, onun Mekke’ye geldiğinde Abdullah b. Zübeyr’e biat ettiği rivayet
edilir. Ayrıca o, Küfe vilayeti ve halkının Yezid ve yöneticilerine karşı tutum
ve davranıştan hususunda Abdullah b. Zübeyr’in isteği üzerine bilgi vermiştir[82]. Abdullah b.
Zübeyr’in bazı kimseler aracılığı ile çevre vilayetlerdeki durumu izlemesinin
amacı, hakimiyet sınırlannı -daha sonra gördüğümüz gibi- Hicaz’ın dışına
çıkarma isteğindendi.
Mekke’de Şamlılar ile Abdullah b. Zübeyr arasındaki savaş,
Husayn b. Numeyr’in Mekke'ye gelişi ile başlar. Savaşın başlangıç tarihi hakkında
değişik görüşler mevcut olmasına rağmen, rivayetlerin ekseriyeti 64/ 683 yılı
Muharrem ayının son günlerini verirler[83] [84] [85]. Abdullah b. Zübeyr, ar-
kadaşlannı kırkar kişilik gruplar halinde tertib ettikten sonra, iki taraf arasında
mücadeleye başladı. İlk günde Abdullah’ın daha çok kayıp verdiği belirtilir.
Çünkü o, ilk günde dört ölü ve birçok yaralı, Husayn b. Numeyr ise sadece üç
ölü vermişti. İlk günlerdeki bu mücadeleden sonra ordular, karşılıklı olarak
karargâhlanna döndüler. Bu durum günlerce devam ettiğinden Muhtar, Abdullah b.
Zübeyr’e gelerek Kur’an’dan “Mescid-i Harâm'ın yanında onlar savaşmadıkça
siz de onlar ile savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün.'meâlindeki
ayeti okumuş ve Abdullah'ı savaşmaya teşvik etmiştir. Bunun üzerine Abdullah
b. Zübeyr, Husayn b. Numeyr'i mübarezeye davet etti, fakat o çıkmadı83.
Bu muhasara esnasında vukûbulan en önemli hadiselerden
birisi de Kabe'nin yanmasıdır. Bu konudaki rivayetlerin bir kısmı Kabe’nin
Şamlılar tarafından yakıldığını, diğer bir kısım rivayetler de Abdullah b. Zübeyr
taraftarlannın yaktığını belirtirler.
Husayn b. Numeyr’in, Ebû Kubeys ve Ahmer dağlarına mancınık
kurdurması Abdullah b. Zübeyr’in de mancınıktan ve sıcaktan korunmak amacı ile
taraftarlannı Kabe’nin içine ve dışına yerleştirmesi, mancınıklardan atılan
taşların Kabe örtüsünün parçalamasına yol açtı. Ezrakî’nin Ahbârü
Mekke’sinde, Belâzurî’nin Ensâbü’l-Eşrâf ve Fütûhu’l- Buldân’mda
ve Taberî’nin Tarih’inde Kabe’nin yanması, Abdullah b. Zübeyr’in
taraftarlarından birisinin mızrağı ucuna aldığı bir ateşin rüzga- nn etkisiyle
Kabe'ye sıçraması sonucunda olduğu şeklinde[86] anlatılırsa da, Halîfe b.
Hayyât'ın Tarihi'nde, yine Taberî’nin Tarih 'inde
ve Mes’ûdî’nin Mürûcü’z Zeheb’inde olay Şamlıların mancınık
yanında neft ve benzeri yakıcı maddeler kullandıran ve Kabe’nin yanmasına on-
lann sebep olduğu şeklinde belirtilir[87].
Kabe'nin muhasarası Husayn b. Numeyr’in Mekke’ye gelişinden
Yezid'in ölüm haberi gelinceye dek sürdü. Yezid’in ölüm tarihini tarihçiler
64/683 yılı Rebîu’l-Evvel ayının ondördüncü günü olarak kaydederler[88]. Şam
askerlerinin Mekke’ye gelişleri Muharrem ayının son günleri olarak kabul
edilirse Yezid’in, ölüm haberinin Mekke’ye ulaşması için geçen onaltı gün[89]’ ile
birlikte muhasaranın altmışdört gün veya iki ayı aşkın bir süre devam ettiği
anlaşılır. Muhasara devam ettiği sürece Zü- beyrîlerden Münzir b. Zübeyr[90],
amcaoğullanndan Huzâfe b. Abdurrah- man b. Avvam ve Mıkdat b. Esved b. Avvam’[91], aynca
Abdullah b. Zü- beyr’in yakın adamlarından da Mus'ab b. Abdurrahman b. Avf[92] ölmüştür.
Abdullah b. Zübeyr, Yezid'in ölümü ile hem şiddetli bir muhasaradan, hem de
kendisi için en büyük engelden kurtuldu. Yezid’in ölümünü Husayn b. Numeyr'den
daha önce öğrenen Abdullah b. Zübeyr, muhasaranın şiddetli bir anında "Ey
Şamlılar, niçin savaşıyorsunuz, uğrunda savaştığınız kimse öldü"
dediği halde Şamlılar, bu haber kendi adamlannın getirdiği haber ile
doğrulanmadıkça inanmadılar. Ancak onlar bu habere, Kûfelilerin ve Husayn b.
Numeyr’in yakından tanıdıkları Sabit b. Munka’en-Nehâî’nin haberi
doğrulamasından sonra inanabildiler[93] [94].
Yezid’in ölüm haberi Medinelilere ulaştığında, Medineliler
Yezid’in Medine valisinin namaz kıldırmasına engel oldular ve iş başından uzaklaştırdılar.
Medâini'nin rivayet ettiği bu haberde ayrıca, Yezid’in ölüm haberi Mekke'ye
geldiğinde Husayn b. Numeyr’in korkuya kapıldığı ve “Ey Kureyş topluluğu,
emirlik işi sizindir, biz sizinle sizden olan, fakat şu anda ölmüş bulunan bir
adama itaat hususunda savaştık” dediği rivayet edilir*1.
Muhasara kaldırıldıktan sonra Abdullah b. Zübeyr ve Husayn
b. Nu- meyr arasında bir dizi görüşme yapılmıştır. Bu görüşmeler için yer
tesbiti hususunda birbirlerine elçiler gönderdiler”, sonunda Ebtah adı verilen
mevkide bir araya gelmeye karar verdiler. Husayn b. Numeyr’in toplantıya
silahlı olarak katılması bazı tereddütlere sebep olmuş ise de, karşılıklı
teminat verilmesi sonucu bu tereddütler giderildi. Bu görüşmenin amacı
halifelik meselesine bir çözüm bulmaktı. Buraya kadar rivayetlerde birlik
olmasına rağmen, bundan sonra gelişen hadiselerle ilgili haberlerde sonucu
değiştirmeyen bazı ayrılıklar göze çarpar. Vakıdî’nin bir rivayetinde Husayn b.
Numeyr, Abdullah b. Zübeyr’e “Benimle Şam’a gel, insanları sana
çağırayım, muhakkak ki insanların işi karıştı, senden başka bu işe layık olan
biri de yok” dedi. Abdullah b. Zübeyr ise “Hârre’de öldürülen
bir kişiye karşılık Şamlılardan on kişi ölmedikçe bu iş olmaz”, dedi.
Bunu söylerken o, sesini fazla yükseltmiş Husayn b. Numeyr de, “Bu
kendini ne zannediyor, ben hafifçe söylüyorum, o sesini yükselterek konuşuyor.
Ben onu hilafete çağırıyorum, o beni kıtal ile tehdit ediyor” diyerek
oradan ayrılır, önce Medine’ye, sonra da Şam’a gider[95] [96].
Bir başka rivayette de Ebtah adı verilen mevkide gece
yapılan bir toplantıda Husayn b. Numeyr, Abdullah b. Zübeyr’e, “Bugün bu
işe insanların en layıkı sensin, sana biat edelim, sonra da Şam’a gidelim.
Maiyetimde olanlar Şam ehlinin eşrafı, atlıları ve ileri gelenleridir. Onlardan
hiç kimse sana muhalefet etmez” dediği halde Abdullah, anlaşmaya
yanaşmamıştı[97]. Bir diğer
rivayette de, yukandaki rivayetin aynısı olmakla beraber haber daha devam
etmektedir. Buna göre Husayn b. Numeyr yukandaki teklifini yaptıktan sonra
Abdullah b. Zübeyr, arkadaşlan ile müşavere yapması gerektiğini, sonucu
bildireceklerini belirtir ve o mevkiden aynlır. Yapılan müşavere sonucu
arkadaştan Şam’a gitmeyi reddederler[98].
Netice itibariyle Abdullah b. Zübeyr ve arkadaşlannın Şam’a
gitmeme karan siyasî bir karardı. Belki de kendilerini Şam’da güven içinde
his- sedemeyecekler, ele geçen tarihî fırsatı değerlendiremeyeceklerdi. Bu sebeple
onlar Hicaz’da kalmaya karar verdiler. Böylece uzun yıllar -Hz. Ali döneminden
itibaren- siyasî pastadan pay alma yolunda, ya da Yezid b. Muavîye’nin işbaşına
geçmesiyle birlikte iktidar olma uğrunda büyük çaba sarfeden Abdullah b.
Zübeyr, siyasî rakiplerinin birer birer tarih sahnesinden çekilmesiyle ve
uygun bir ortamın ortaya çıkması neticesinde tarihî ve büyük bir fırsatı ele
geçirmiş oldu. Daha önceden Emevîlere karşı mücadeleyi yürütme amacıyla halktan
yetki ve biat alan Abdullah b. Zübeyr, artık Şam hariç bütün İslâm aleminin
devlet başkanlığı için biat almış oldu. Ama almış olduğu bu yetkiyi ne kadar
iyi değerlendirdi veya niçin değerlendiremedi bunun cevabını inşallah başka bir
çalışmada ortaya koymaya çalışacağız.
[1] Halife b.
Hayyat, Tarih (Thk. Ekrem Habail cl-ömerî, I-II, Dmaşk 1967) I, 24; İbn
Kuıcybe, el-Mcârif (Thk. Servet Ukkaşc, Kahire, 1960) 99; Taberî, Tarih (Thk.
M. de Goeje, I-XV, Leiden 1879-1965) I. 1253; Ibnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbc, (1-V,
Kahire, 1280) ILI, 161; Zehcbî, Tarihu’l-lslâm (I-IV, Kahire, 1947-49) III,
167; Nübelâ (Thk. Şuayb cl- Amavut, I-XXV, Beyrut 1981?) ILI, 363; Kütübî,
Fcvatü’l-Vcfayât, (I-D, Mısır, 1951), I, 446.
[2] Belâzurî,
Ensâbü’l-Eşrâf (Thk. Muhammcd Hamidullah, I, Kısım Mısır, 1959) I. 272; Taberî,
I, 1263; Kütübî, I, 446; İbn Hacer, Teh/.ibü’t-Tezhib, fI-XIl, Beyrut 1968); V,
213.
[3] Mus’ab
ez-Zübeyrî, Nesebu Kureyş, (Mısır 1951), 237; Taberî, I, 2480.
[4] Buharî,
Sahih, (I-VIII, İstanbul 1981), VI, 216; Ibnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbc, LU, 162;
Zehebî, Tarih, 111, 167-168; Nübelâ, III, 365; Kütübî, I, 446; İbn Kesir, el
Bidaye vc'n-Nihaye, (I-X1V, Beyrut?); VIII, 333.
[5] Müslim,
Sahih, (I-I1I, Istannbul 1981); II, 1691; Isfahanî, Hılyctü’l-Evliya; I, 333;
İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, (I-IV, Haydarabad, 1355-1356); I. 322;
Ibnü’l-Esîr, Üsdü’l- Gâbc, III, 161; İbn Kesir, cl-Bidâyc, VIII, 333; İbn
Hacer, cl-lsâbe, (I-1V, Mısır, 1910); II, 309.
[6] Buharî,
Sahih, IV, 211; Hanbel, Müsned, I, 166.
[7] Bkz. İbn
Hacer, el-lsâbe, II, 310; Tehzîb, V, 214.
[8] Buharî,
Sahih, V, 8; Zehebî, Nübelâ, III, 365.
[9] Zehebî,
Tarih, İÜ, 167; Nübelâ, III, 364; Kütübî, I, 446.
[10] Bkz.
Belâzûri, Ensâb, V. Kısım (S.D.F. Goitein, lerusalem 1936) V, 202.
[11] Zehebî,
Tarih, III, 170; Nübelâ, III, 371.
[12] İbn Sad,
Tabakât (T-VITT, Beyrut, 1957-1960) VIII, 77; Belâzûri Ensâb, I, 421.
[13] Ibnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Gâbe, III, 162; Zehebî, Tarih, III, 167; Nübelâ, III, 364; İbn Hacer,
el-lsâbe, II, 309; Tehzîb, V, 213.
[14] Ibnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Gâbe, İÜ, 162; Zehebî, Tarih, IH, 167; Nübelâ, II, 364; İbn Hacer,
el-lsâbe, II, 309; Tehzîb, V, 213.
[15] Bkz.
Zübeyr b. Bekkâr, Cemheretü Nesebi Kureyş ve Ahbaruha (Thk. Mahmut Muhammed
Şakir, Kahire, 1381) 264-265; Belâzurî, Ensâb, V, 195; İbnü'l-Cevzî, Sıfa-
tü’s-Safve, I, 322-324.
[16] Zehebî,
Tarih, III, 174; Kütübî, I, 447.
[17] Bkz.
Zehebî, Tarih, İÜ, 169, 368; Nübelâ, II, 367.
[18] Zehebî, Tarih, III,
171-172; Nübelâ, İÜ, 374-375; Kütübî, I, 448.
[19] Bkz.
Zehebî, Tarih, İÜ, 171.
[20] Belâzurî,
Ensâb, V, 202; Şarânî, et-Tabakatü’l-Kübrâ (Trc. Abdülkadir Akçiçck I, İstanbul
1968)1, 88.
[21] Belâzurî,
Ensâb, V, 185.
[22] Halife
b. Hayyat, I, 136; Zübeyr b. Bekkâr, 32-39; İbn Kuteybe, el-Mearif, 99;
Belâzurî, Ensâb, V, 190, 375.
[23] İbn
Dıırcvd, el-lştikak (Thk. Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire, 1958),
283. '
[24] Bkz.
Zübeyr b. Bckkâr, 35.
[25] İbn
Kuteybe, cl-Mcârif, 99.
[26] Mus’ab
cz-Zübeyrî, 237; Halife b. Hayyat, I, 134.
[27] Halife
b. Hayyat, I, 136; Cahız, el-Beyan ve’l Tebyin, (Thk. Abdullah Muhammed Harun,
I-IV, Beyrut 1948), I, 406.
[28] Halife
b. Hayyat, I, 140; Taberî, I, 2836, 2638.
[29] Buharî,
Sahih, IV, 156; Zehebî, Nübclâ, 111, 370.
[30] Halife
b. Hayyat, 1, 151; Taberî, 1, 3014.
[31] İbn
Sad, Tabakât, 111, 70.
[32] İbn
Sad, Tabakât, V, 54; Tabcri, I, 3105, 3135; Mes’udî, Murucü’z.-Zeheb (Thk.
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, 1-1V, Mısır, 1964) II, 367.
[33] Belâzurî,
Futuhu’l-Buldân (Kahire 1932) 269; Mes’udî, 11, 367.
[34] Bkz.
Taberi, I, 3200.
[35] Taberî,
I, 3177; Mcs’udî, II, 372.
[36] Taberi,
I, 3186, 3199, 3207, 3213; Mes’udî, II, 377; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, HI, 128.
[37] Taberi,
I, 3221.
[38] Taberi,
I, 3356.
[39] Zehebî,
Tarih, IH, 168; Nübelâ, III, 367.
[40] Taberi,
II, 176; İbn Hallikan, Vefeyâtü’l-Ayân (Thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid,
I-III. Kahire 1948) II, 421; Zehebî, Nübelâ, IV, 431.
[41] el-Isfahanî,
II, 176; İbnn Hallikan, Vefeyâtü’l-Ayân (Thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid,
I-IÛ, Kahire 1948) II, 421; Zehebî, Nübelâ, IV, 431.
[42] Taberî,
III, 173.
[43] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 16.
[44] Yakubî,
Tarih, (I-1II, Nccef 1358) II, 203.
[45] Halife
b. Hayyat, I, 199-200; el-Isfahanî, I, 330-331.
[46] Cahız,
I, 301, IV, 91.
[47] Taberî,
II, 176.
[48] Cahız, D, 131;
Belâzurî, 1/4, 100, 144, 145; Tabcri, II, 197.
[49] Mus’ab ez Zübeyrî,
133; Halife b. Hayyat, I, 222; Yakubî, 11, 215.
[50] Musab
ez-Zübcyrî, 133.
[51] Halife
b. Hayyat, I, 222; Yakubî, II, 215.
[52] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 301; Tabcrî II, 233.
[53] Belâzurî, Ensâb,
1/4, 301; Yakubî, II, 215; Taberî II, 233, 274.
[54] Halife b. Hayyat,
Tarih, I, 223-224; Belâzurî, Ensâb, 1/4, 301.
[55] Taberî,
II, 274.
[56] Taberî,
n, 274.
[57] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 307, 311; Taberî, 222.
[58] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 311; Dineverî, Ahbarut-Tıvâl (Kahire 1330) 259; el- Isfahânî, I,
331.
[59] İbn
Sad, V, 185; Taberî, II, 222; Amr’ın kardeşine karşı bizzat savaşmayı, dolayısıyla
ordunun başma tayinini istediği bazı kaynaklarda mevcuttur. Belâzurî, Ensâb,
1/4, 312,316.
[60] Bkz.
Taberî, II, 223-4, 227.
[61] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 313-314.
[62] Ibn
Sad, V, 158, 186; Belâzurî, Ensâb, I, 4, 312-314.
[63] Ibn
Sad, V, 186; Belâzurî, Ensâb, 1/4, 316.
[64] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 316.
[65] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 319.
[66] Mus’ab
ez Zübeyrî, 390.
[67] Halife
b. Hayyat, I, 249.
[68] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 318; Taberi, II, 400.
[69] Belâzurî,
Ensâb, 1/4; Taberi, II, 390-397.
[70] Taberi,
11,402^103.
[71] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 320.
[72] Halife
b. Hayyat, I, 249; Taberî, II, 406-409; Mes'udî, Di, 78; İbnü’LEsîr, cl- Kâmil,
in, 310.
[73] İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 130.
[74] Bkz.
Mus’ab ez-Zübeyri, 127; Taberî, II, 423; Mes’udî, III, 80; İbnü’l-Esîr, el-
Kamil, Di, 314.
[75] Ibn Kesir, el-Bidaye
ve’n-Nihâye (I-XIV, Beyrut?) VIH, 223-224.
[76] Halife
b. Hayyat, I, 249; Taberî, D, 423.
[77] Taberî,
□, 424-426.
[78] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 347; Müberred, Kâmil (Thk. İbrahim b. Muhammed Del- cümûnî. IHI,
Mısır, ?) IH, 154-155.
[79] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 343.
[80] Mes’udî,
II, 81.
[81] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 343-347, 351-352; Taberî, II, 514.
[82] Taberî,
n, 526.
[83] Bkz.
Belâzurî, Ensâb, 1/4, 338; Taberî, n, 426. Aynca bu savacın 64 yılı Safer veya
Rebiu’l-Ahir ayında başlatıldığı da belirtilmiştir. Bkz. Belâzurî, Ensâb, 1/4,
340, 347; Halife b. Hayyat, I, 250.
[84] Bakara,
191.
[85] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 341.
[86] Bkz.
Ezrakî, Ahbaru Mekke (I-U, Mekke, 1352-1357) I, 128, 129, 132, 129 dahi rivayet
Taberî’de de aynı isnadla mevcuttur. II, 427; Aynca Ahbaru Mekke’nin 133. sayfasında
Şamlılan Kabe’yi yakmakla itham edenn bir rivayet mevcuttur. Belâzurî, Ensâb,
1/ 4, 345, 348; Futuhu’l-Buldân, 59.
[87] Bkz. Halife b.
Hayyat, I, 247; Taberî, II, 426; Mes’udî, m, 81.
[88] Bkz.
Belâzurî, Ensâb, 1/4, 344, 347; Taberî, Û, 428.
[89] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 347; Taberî, II, 426.
[90] Ibnü’l-Kelbî,
Cemheretü’n-Neseb (Thk. Abdüssettar Ahmed Ferrâc, I, Kuveyt 1983) I, 228;
Belâzurî, ölenler arasında Münzir b. Zübeyr’den başka Ebu Bekr b. Zübeyr adında
birisinden bahsetmekte ise de Zübeyr b. Avvam’mn Ebu Bekr adında bir çocuğu
yoktur. Ensâb, 1/4, 343; İbn Kuteybe, el-Meârif, 97-98.
[91] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 343.
[92] Halife
b. Hayyat, I, 250; Belâzurî, Ensâb, 1/4, 343.
[93] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 336, 344; Taberî, II, 430.
[94] Bkz.
Belâzurî, Ensâb, 1/4, 344.
[95] Zübeyr
b. Bekkâr, Cemheretü Nesebi Kureyş ve Ahbâruhâ (Thk. Mahmud Mu- hammed Şakir,
Kahire, 1381), 263-264; Belâzurî, Ensâb 1/4, 351.
[96] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 348; Taberi, n, 430-431.
[97] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 344.
[98] Belâzurî,
Ensâb, 1/4, 351.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar