Print Friendly and PDF

Sefîne-i Evliyâ Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr 7

Bunlarada Bakarsınız



SEFÎNE-İ EVLİYÂ

Osmânzâde Hüseyin VASSÂF

(1872-1930)

CİLT : 3

 

Yayına Hazırlayanlar:

Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ                                    Prof. Dr. Ali YILMAZ

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi               Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi

Öğretim Üyesi                                                      Öğretim Üyesi

İstanbul - 2005

AZÎZ MAHMÛD-I HÜDÂÎ

Hz. Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'nin (kuddise sırruhu'l-â) cild-i sânî nihâyetindeki tercüme-i hâlinden mâ-ba'd :

Âsâr-ı Aliyyeleri :

           

1. Vâkıât-ı Hüdâyî :

Lisân-ı Arabî üzere muharrer olup esnâ-yı seyr ü sülûklarında mürşid-i mufahhamları Hz. Üftâde'den sâdır olan kelimât-ı irfâniyyeyi câmi' ve iki cild-i kebîri hâvî  bulunan bir eser-i âlîdir.

2. Tecelliyyât-ı Hüdâyî :

Arabiyyü'l-ibâredir. Bunu fahrü'l-muhakkıkîn Abdulganiyy-i Nablusî şerh etmiştir. Nâmı, Lemeâtü'l-Berkı'n-Necdî Şerhu Tecelliyyâtı Hüdâyî Mahmûd Efendi'dir. Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'nde vârid-i hâtır-ı kâsırımdır. Vefâ'da Âtıf Bey Kütüphânesi'nde  1415 numarada mevcûddur.

3. Tezâkir-i Hüdâyî :

Mesâil-i şerîat ve mebâhis-i hakîkata dâir olup küçük büyük yüzyetmiş parçadan ibâret olan bu tezâkir-i şerîfenin kısm-ı küllîsi Sultân Ahmed Hân-ı evvel tarafından istifsâr olunan mevâdd-ı mu'tenâ-bihâyı muarrifdir. Lisân-ı tasavvufla yazılmıştır.

 

4. Nefâisi'l-Mecâlis :

Kur'ân-ı azîmü'ş-şânı evvelinden âhirine kadar intisâb sûretiyle tefsîr eylemişlerdir ki, iki büyük cildden mürekkebdir.

 

5. Hülâsatü'l-Ahbâr :

Siyer-i Nebevî ve ahbâr-ı Cenâb-ı Mustafavî'ye dâirdir.

 

6. Necatü'l-Garîk fi'l-Cem'i ve't-Tefrîk :

              Lisân-ı tasavvuf üzere yazılmış ve cem' u farktan bâhis  bulunmuştur.

7. Mecmûa-i Hutab :

             Elyevm hânkâh-ı münîflerinde okunmakta olan hutbelerden müteşekkildir.

8.Tarîkat-ı Muhammediyye : Arapçadır.

9. Câmiu'l-Fazâil : Arapçadır.

l0. Keşfü'l-Kınâ' an-Vechi's-Semâ' : Arapçadır.

11. Hayâtu'l-Ervâh ve Necâtü'l-Eşbâh. Arapçadır.

12. Miftâhu's-Salâh ve  Mirkatü'n-Necâh : Arapçadır.

13. Fethu'l-Bâb ve Ref'u'l-Hicâb : Arapçadır.

14. Habbetü'l-Mahabbe  :

Arapçadır. Bu Habbetü'l-Mahabbe üzerine Şeyh Abdürrahîm b. eş-Şeyh Lutfullâh el-Konevi tarafından bir şerh yazılmıştır. Kütahya'da Vahîd Paşa Kütüphânesi'nde vardır.

Mukaddimesinde şöyle yazılıdır:

قد استنسخ هذا الشرح للرسالة المسماة بمحبة المحبة المنسوبة إاى الشيخ الشيوخ الفاضل الكامل المكمل محمود افندى الاسكدارى أدخله فى مقعد صدق عنده البارى المنطوية على زبدة الشريعة والحاوية لنكت الطريقة والموصلة إلى بحر المعرفة. قد وقع ابتداء فى أوائل شهر شعبان وانتهى آخره فى أوائل شهر رمضان. عصمنا الله من هجرة بألف واثنين وسبعين على يد عبد الرحيم بن الشيخ لطف الله القنوى.[1]

           

15. Tarîkat-nâme .  Türkçedir.

16. Manzûme-i Cem'  u Fark. Türkçedir.

17.  Dîvân-ı Şerîfleri

Türkçedir. Dîvân-ı şerîflerinin baş tarafında bir risâle vardır ki, Risâle-i Keyfiyyetü's-Sülûk'tur. Bu müstakil bir eserdir. Şehîd Ali Paşa Kütüphânesi'nde 1343 numarada görülmüştür.

18. Hâşiye ala-Kuhistânî . Arapçadır.

19. Şemâilü'n-Nübüvveti'l-Ahmediyye .

/2/ 20. el-Fethu'l-İlâhî. Arapçadır.

21. Ahbâru'n-Nebî Aleyhi's-Selâm . Arapçadır.

22. Hâlü'l-Ervâh ve Ahvâlü'l-Mevtâ. Arapçadır.

23. Mensûr Mevlid-i Nebî Aleyhi's-Selâm. Arapçadır.

Nesebleri :

           

Hz. Hüdâyî, sâdât-ı kirâmdandır. Şecereleri zâyi' olmak hasebiyle yeşil  sarmaktan çekinir, beyâz sarık sararlar iken, zamân-ı mükâşefelerinde seyyidü's-sâdât olan Fahr-ı âlem  (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri tarafından sâdattan olduklarına ve alâmet-i sâdât olan yeşil sarık sarmalarına emr-i şeref-sâdır olmakla, bundan sonra yeşil sarmışlardır. Hâlen türbe-i mübârekelerinde sandûkanın baş tarafındaki  tâc-ı şerîfleri üzerine yeşil sarık vardır. Hüdâyî dervîşleri de teberrüken yeşil sarık sararlar. Hz. Hüdâyî bir manzûmesinde,

                        N'ola eylersen Hüdâyî'ye nazar

                        Ceddim ü pîrimsin ey kân-ı atâ

diyorlar.

           

Türbesi:

 Türbe-i latîfeleri elyevm ma'mûr ve müzeyyendir. Zamân zamân müşrif-i harâb olmuş ise de ta'mîrine i'tinâ olunmuştur. Kubbesinin üzeri oniki dilimlidir. Sultân Abdülmecîd ve Sultân Abdülhamîd merhûmların zamânında müceddeden denilecek derecede ta'mîr ve tezyîn olunmuştur. Son zamânlarda minâresine sâika isâbet edip, minâre türbenin kısm-ı hâricîsi üzerine yıkıldığından alâ-rivâyetin Mısırlı Emîre Hanımefendi beş altı bin lira (sarf etmek) sûretiyle ta'mîr ve ihyâsına muvaffak olmuş ve türbe-i münîfeye  yek-pâre bir halı ihdâsıyla Hz. Pîr'e arz-ı hürmet etmiştir.

Türbe-i şerîfenin  kapısı bâlâsında:

Eğer vâsıl olam dirseñ dilâ sen sırr-ı maksûda

Gel âdâb ile yüz sür hâk-pâ-yı Şeyh Mahmûd'a

                               *    *    *                                                                           

Dilâ tahsîl idem dirseñ eğer zevk-ı ilâhîden

Nasîbini alur elbet giren  bâb-ı  Hüdâyî'den

                               *    *    *

                                                       

Bu meşhed  mecma'-ı ervâh-ı  ecsâd-ı Hüdâyî'dir            

Edeble  gir  azîzim  türbe-i  pâk-i  Hüdâyî'dir

/3/ beyitleri muharrer olduğu gibi kabr-i enverlerinin etrâfındaki şebekeye muallak  levhâlardan,

Birincisinde :

                                    Dergeh-i Hazret-i Mahmûd-ı Hüdâyî'dir kim

                                    Mültecâ-yı urefâ melce-i  hayl-i uşşâk

                        Sür o pîrin rehine rû-yı niyâzı ey dil

                                    Tâ derûnunda ide nûr-ı hidâyet işrâk

           

İkincisinde :

                                    Odur hafâir-i kudsî hamâme-i dil-keş

                                    Kebûter-i urefâ  Hazret-i Hüdâyî'dir

Üçüncüsünde :

                        Hulûs-ı kalb ile Kâmil  yüzün sür hâk-pâyine

                        Teeddüble niyâz eyle makâm-ı  ârifânîdir

                                    Cenâb-ı kutb-ı a'zam(dır) bu bir  zât-ı mükerremdir

                        Tarîk-ı Celvetî pîri Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'dir

kıt'a ve beyitleri yazılıdır.

Semâ'-hânenin kapısı bâlâsında :

                                      

Şeh-i gâzî velâyet Hazret-i Abdülmecîd Hân'a

Zahîr olmuş fütûh-ı memleket içre nusret-i aktâb*

Resânetle Azîz Mahmûd Efendi dergehin inşâ

İdince kıldı feyz-i rûhâniyyet-i aktâb*

                              

Duâ-yı şevketiyle zîver iki  cevherîn târîh

Sezâdır olsa bâb-ı hânkâhında zînet-i aktâb*

Şeh-i dîn kim Hüdâyî hânkâhın eyledi bünyâd

Muîn olsun umûrunda Hudâyâ himmet-i aktâb

شه دين كيم هدايى خانقاهن ايلدى بنياد

معين اولسون امورنده خدايا همت اقطاب =1272/(1856)

                                           

            Türbe-i şerîfede harem-i âlîleri ve âl ü evlâdı da defîn-i hâk-i gufrândır. Pek rûhâniyyetli bir makâm-ı mübârektir. Sıdk u hulûs ile ziyâret edenler nâil-i merâm olurlar.

           

                             Lisân-ı sıdk ile zikr-i cemîl-i evliyâu'llâh

                             Muhıkk-ı saykal-ı rûh-ı revân-ı ehl-i îmândır

         

                             Mezâr-ı evliyâyı sıdkıla zâir olan insân

                             Füyûz-ı rûh-ı ehlu'llâh ile gül gibi handândır

            Bir  gün esnâ-yı ziyârette manzûme-i âtiye sânih olmuştu. Bi'l-âhare levha hâlinde türbe-i şerîfeye takdîm kılınmıştır:

                              Hazret-i Mahmûd  Hüdâyî'dir velîler serveri

                              Menba'-ı irfân u aşkdır ol azîzler rehberi

                              Bunca âsârı uluvv-ı fazlına olmuş delîl

                              Kutb-ı aktâb-ı cihândır ol hakîkat cevheri

                              Hakk-ı âlîsinde temdîhan ne dinse katredir

                              Rûh-ı cism-i âşıkândır ol nücûmun ezheri

                        /4/ Zâir-i kabri olan mesrûr olur ey ehl-i dil

                             Arz-ı tebcîlâta şâyân ol tarîkat ülkeri

                             Âsitân-ı pâkine yüz sürdü istimdâd içün

                             Müstenîr-i matlau'l-envârı Vassâf kem-teri

           

            Hz. Hüdâyî, cidden bir insân-ı kâmil idi. Zamân-ı âlîlerinde Hamzavîlere karşı devletin şiddet siyâseti cârî iken, kendileri pek dûr-endîşâne bir meslek tutarak, kendilerini her türlü şâibeden masûn bulundurmuşlardır. Sultân Ahmed'in kendilerine şiddet-i meclûbiyyeti hasebiyle bu hâl vükelâ-yı zamânın hoşuna gitmediği ve azîz-i müşârünileyhe âsâr-ı iğbirâr gösterilmek istenildiği hâlde Cenâb-ı Pîr'in tedbîr-i umûrdaki fart-ı kiyâseti hakk-ı âlîlerinde ufak bir ser-rişteye bile meydân bırakmamıştır.

            Hem kâmil hem mükemmil olanların hâli böyle olur. Asitân-ı irfânları ricâl-i Hamzaviyye'den Sarı  Abdullâh  Efendi, sadrazam Halîl Paşa, Olanlar Şeyhi İbrâhîm  Efendi gibi zevât-ı hakâyık-sıfâtın melcei olmuş idi. Her biri müddet-i medîde oraya nâm-ı müsteâr ile ilticâ etmiş, halkın, devletin taarruz ve ta'kîbinden kurtulmuşlar idi. Kendilerinin kemâlât-ı ilmiyyelerine ilim nokta-i nazarından meftûn olanlar olduğu gibi derecât-ı irfâniyyelerine hayrân olan eâzım dahi nûr-ı hakîkatları etrâfında pervâne-misâl cem' olmuşlar idi.

            Ulemânın, urefânın, evliyânın, pâdişâhların nâil-i feyz ü irfân olmalarına vücûd-ı mes'ûdu sebeb-i müstakil idi. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Eş’ârı :

Hüdâ'ya hamd ü minnet evvel âhir

Ki O'ldur zâhir ü bâtında zâhir

        

Zuhûru perde olmuşdur zuhûra

Gözü olan delîl ister mi nûra

                          Güneş zâhir değil midir karındaş

                          Ne var görmezse anı çeşm-i huffâş

                         Hudâ zâhir durur mahlûk mestûr

                          Hilâfın anlayıp olma Hak'dan dûr*

                 

                          Aceb sun' u aceb sırr-ı ilâhî

                          Ki olmuşdur avâlim cilve–gâhı

     

                         Hemân levs-i cehâletden elin yu

                         Bu kevserden içegör bir içim su

                                           Bu zâhir bildiğine olma mağrûr

                                           Sakın kim ma'rifetden olasın dûr

 

                         İkâl-i akl-ı cüz'îden halâs ol

                         Efendi bâde-nûş-ı bezm-i hâs ol

 

             Eş'ârı dâimâ tesettür içredir. Fakat hakîkat-bîn olanlara vahdet-i vücûdu ta'lîmdir. /5/ İlâhiyyâtı pek çoktur. Kısm-ı a'zamı muhtelif makâmlardan bestelenmiştir. El'ân tekkelerde okunur: 

                                    Kudûmun rahmet ü zevk u safâdır Yâ Rasûla'llâh

                                               Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır Yâ Rasûla'llâh

                                               Nebî idin dahi âdem dururken mâ  vü tîn içre

                                               İmâm–ı enbiyâ olsan revâdır Yâ Rasûla'llâh

                                               Kemâli zümre-i kümmel senin nûrunla bulmuşdur

                                               Vücûdun mazhar-ı tâmm-ı Hudâ'dır Yâ Rasûla'llâh

                              

                                               Seninle irdiler zâta  dahi envâ'-ı lezzâta

                                               İşin erbâb-ı hâcâta  atâdır Yâ Rasûla'llâh

                                               Hüdâyî'ye  şefâat  kıl eğer zâhir eğer bâtın

                                               Kapuna intisâb itmiş  gedâdır Yâ Rasûla'llâh

                               

                                 *   *   *                           

  Tînet-i  Âdem'de konmazsa eger sevdâ-yı aşk

  Cenneti bir dâneye  satmazdı  ol dânâ-yı aşk

  Kenz-i mahfîden zuhûra geldi  eşyâ lâ–cerem

                                    Bâd-ı hubbiyle temevvüc itdi  çün deryâ-yı aşk

  Tâlib-i dîdâr olup  ayılmaya tâ haşre dek

  Kim ki nûş ide ezel bezminde  ger sahbâ-yı aşk

Aşk (u) meşk olmaz nihân anı bilir halk-ı cihân

Âşık-ı bî-çâreye mümkin midir ıhfâ-yı aşk

Bülbülün hâlin bilenler gûş iderler nâlesin

Bir gül-i  bî-hâr  içündür bunca hû-yı hâ-yı aşk

Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebeb

Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı aşk

Ey Hüdâyî  hâlet-i aşkı ne bilsün her  meges

Kulle-i  Kâf-ı hakîkat mürgüdür Ankâ-yı aşk

                                                     

                                                *   *   *                                  

  Muhît-i bahr-ı tevhîdi bilüp  ummân-ı bî–sâhil

  Vücûdun  katresin mahv it eğer oldunsa ehl-i dil

  Şeb-i firkatdaki  kesret hayâl ü zıldır aldanma

  Serâbı ko serâya bak sarâ-yı sırra ol dâhil

                       /6/      Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlaba azm it

  Ki zîrâ zıll-ı zâilde ikâmet eylemez âkil

  Anın nakkâşını gör sen hemân zeynine aldanma

  Güneş tâbında çün şeb-nem bilürsin kim olur zâil

  Hüdâyî vahdete bak kim sana mâni' değil kesret

  Ola mı âftâba hiç vücûdu zerrenin hâil

                                               *   *   *

يا من بنى بلا عمد هذه ألقاب

يا مرسل الرياح ويا منشى السحاب

يا من يرى جميع خفايا الضمائر

يا من قضى وقدر ما شاء فى الكتاب

صلى على حبيبك والآل أجمعين

واستر عيوب الأمة فى موقف

يا كاشف الكروب يا غافر الذنوب

يا عالم الغيوب ويا ملهم الصواب

يا من إليه يرفع كل الحوايج

يا من إليه يرجع فى دفع الإضطراب

طهر فؤاد عبدك عن كل ما سواك

يا من له التصرف يا مالك الرقاب

يسر لنا وصلك بالفضل والكرم

يا دافع الموانع يا رافع الحجاب[2]

                                               

*   *   *

Musahhar emrine  hep cümle eşyâ

Senindir  kavl  senindir hükm efendim                  

Elin altındadır  dünyâ vü ukbâ

Senindir  kavl  senindir hükm efendim 

Usâta rahmet ü gufrân iden sen

Gönüller derdine  dermân iden sen

Hüdâyî'ye  atâ  ihsân iden sen

Senindir  kavl  senindir hükm efendim

            Gazeliyyât ve ilâhiyyâtından kısm-ı a'zamı ekâbir–i  sûfiyye tarafından tahmîs veya tesdîs sûretiyle şerh ve tafsîl edilmiştir. Cenâb-ı Pîr  gülşen-i tevhîdde hakîkaten bir bülbül-i aşk u muhabbet ü ma'rifet idi. Cenâb-ı (Hak) sırlarını takdîs ve bizleri şefâat-i aliyyelerine mazhar buyursun.

           

Sevdim seni gönülden Yâ Hazret-i Hüdâyî

            Azîz  Mahmûd-ı Hüdâyî  hazretlerinin nutkunu tahmîs-i âcizânemdir :          

Bütün zerrât-ı âlemde görünen kudret-i fâil

Tamâmen sırr-ı vahdetden nişândır olmaya hiç gâfil

Hakîkatden haber-dâr ol budur hak meslek-i âkıl

Muhît-i bahr-ı tevhîdi bilüp ummân-ı bî–sâhil

Vücûdun katresin mahv it eğer oldunsa ehl-i dil

Hudâ'dan gayriye meyl eyleyen gâfildir aldanma

Müsemmâ zevkına bî-gâneler zâhildir aldanma

Hazer kıl ehl-i hakkın  gayrisi bâtıldır aldanma

Şeb-i firkatdeki kesret hayâl u zıldır aldanma

Serâbı ko  serâya bak sarâ-yı sırra ol dâhil

Beyâbân-ı cehâletden kaçup Allâh'ını fehm it

Gece gündüz hemân yalvar Hudâ'ya çeşmi pür-nem it

İkilik âleminden  geç taâm-ı vahdeti hazm it

Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlaba azm it

Ki zîrâ zıll-ı zâilde ikâmet eylemez âkil

Sana rehzen husûsâta sakın meyl itme aldanma

Bilüp şeytânı düşmen hiç anın vesvâsına yanma

Düşersin dâm-ı igfâle sakın butlâna bağlanma

Anın nakkâşını gör sen hemân zeynine aldanma

Güneş  tâbında  çû şeb-nem  bilürsin kim olur zâil

Hüdâî nutkunu tahmîse  yeltenmekdeki lezzet

Tamâmen kalbime müstevlî olmuşdur bu ne devlet

Harîm-i kalb-i Vassâf'a sunulsun bâde-i vuslat

Hüdâî vahdete bak kim sana mâni' değil kesret

Olur mu âftâba hiç vücûdu zerrenin hâil

Mektûbât'ından:

İbnü'l-Emin Mahmûd Kemâl Beyefendi nezdinde sadrazam Halîl Paşa'ya yazdığı mektûblar vardır. Hz. Pîr'in hatt-ı destidir. Halîl Paşa mürîd-i hâssı olduğundan zâyi etmemiş, bi'l-âhare teclîd ve  tezhîb ettirmiştir. Kemâl Beyefendi bunu  nasıl elde ettiğini şöyle nakl eyledi:

Bir sabâh Bâyezîd'de Hakkâklar Çarşısı'ndan geçerken tanıdıklarından bir kitapçı, dükkânına da'vetle henüz bir şey yemediğinden bir kaç kitap alıp çorba parası vermesini ricâ eder. Mahmûd Kemâl Bey, kitaplara bakacağı vakti olmadığından çorba parasını verir. Beriki mutlaka bir şey alması için ısrâr eder ve cildi bozulmuş bir kitabı eline verir. Mahmûd Kemâl Bey  kitabı cebine koyar. Bir iki gün sonra birâderi ile berâber tedkîk ettiklerinde iki üç kuruş mukâbilinde bi'l-ısrâr verilen bu kitâb-ı mubârekin nasıl bir nüsha-i kıymet-dâr olduğu anlaşılır. Cenâb-ı Mu'tî-i Kerîm'e hamd ü senâ edilir. Bundan bahs eyledikçe Mahmûd Kemâl Bey, "Bu, para ile alınacak şey değildir. Hazret-i Azîz Mahmûd'un muhibb-i ahkarı Kemâl Mahmûd'a hediye-i behiyyesidir." der ve Hazret-i Azîz'e  hürmet ve muhabbet eder.

/7/ Müşârün ileyhin eline düşmesi, kendisinin Cenâb-ı Pîr'e muhabbeti hasebiyle bir sevk-ı ilâhîdir ve Hazret-i Azîz'in eser-i tevcîhidir. Ziyâret ettik, müşerref olduk.

Bir de Sultân Ahmed Hân-ı evvele yazdığı mektûblar ki, yüzü mütecâvizdir. Bunların aslı Hırka-i Saâdet  Dâiresi Kütüphânesi'nde mahfûz imiş. Birer sûreti, Bezm-i Âlem Valide Sultân tarafından yazdırılmış. Elyevm Bayezit'teki Kütüphâne-i Umûmî'de mahfûz-ı mahfaza-i ihtirâm bulunmuştur.

Sultân Ahmed Hân-ı Evvel'e yazdığı mektûbâtından:

"es-Selâmü aleyküm ve rahmetu'llâhi ve berekâtuhû ve nusratuhû ve ısmetuhû fi'd-dâreyn!

            قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : الشريعة شجرة والطريقة أعضائها والمعرفة أوراقها والحقيقة أثمارها والله الهادى والمرشد.[3]

           

Zîrâ Kur'ân-ı azîm, insân-ı kerîmin merâtibi üzerinedir. İnsân, beden ve kalb ve rûh ve sır cümlesidir. Sırrın sırrı Sübhândır. Sırr-ı Sübhânî, sırr-ı insânı hıfz eder. Sırr-ı insânî duâ-yı rûh himâyet eder ve hattâ kalbi kaplar ve hıfz eder. Ve kalbi beden ve ten besler ve terbiyet tekmîl eder. Nitekim esmârı evrâk hıfz ve evrâkı ağsân ve ağsânı escâr ve eşcârı ağlâf ve akşâr  hıfz ettiği gibi. Meselâ şecerenin kışrı soyulsa, cemîisi fâsit olur. Ne şecere ne gusn u varak ve  semer kalmaz, cümlesi kurur. Ecsâm-ı insân ile ecsâm-ı ekvân zurûf u ev'ıyedir ve kuşûr hâfıza vü sıyâniyyedir. Hattâ  Şeyh-i Ekber (kuddise sırruhû'l-athar) buyurur ki, rûh-ı insân, bedenden mufârakat etse, mevt-i tabîî ile nefha-i sâniyyeye varınca Rahmân u Rahîm merhamet edip, ervâh-ı berzahiyye için ebdân-ı müktesebe îcâd edip, a'mâline münâsib ervâh-ı insân-ı berzahiyye  ol ebdân-ı müktesebeyi hıfz u himâyet eder. Zîrâ ölmez ise, ya şitâda ya sayfta libâstan ârî olanlar ne mertebede muztarib olurlar ise, bunlar da, muztarib olurlar.

Nefha-i sâniye oldukta, ebdân ibdâ' ü ızhâr edip, ervâhı ona iâde eyleyip ikrâm eder, der. Kemâl-i vücûd-ı insân, ten ü beden ve rûh u cân ve sırr u rûhu'r-rûh ile ve cümleden sonra Hak ile kâim olup, kâim ü dâim olmaktır. Kemâl-i insân, nihâyette kesret-i kevniyyeye gelip, makâm-ı şerîatta mertebe-i sünnette oturup, cümleyi câmi' olur. Nitekim Şeyhü'l-islâm, sebeb-i nizâmı'l-âlem, merhûm ve mağfûrunleh Ebussuûd (rahmetu'llâhi aleyh) İslâm ve müslimîne ve İslâm pâdişâhına ziyâde hürmetler etmiştir. Ma'lûm-ı şerîftir, /8/ husûsan eyyâm-ı saltanat-ı seniyyelerine bir tefsîr-i fâhir yazmıştır. Mezheb-i Hanefî'de ve millet-i İslâm'da şarkta garpta, Arabta Acemde, fahr-ı saltanatınız olmuştur. Takvâ vü irfânı da vardır. Şeyh-zâdedir. Câmiü'ş-şerîa ve't-tarîka ve'l-hakîkadır. İstimdâd makâmındadır. Riâyet ü hıdmet-i lâzimedir.

               el-Bâkî hüve'llâhü'l-Kerîm el-Fakîr Hüdâyî Mahmûd.”

Belgıradlı Münîrî Efendi’ye yazdıkları mektûbtan:

"Ba'de's-selâm inhâ olunur ki, tarîk-ı Hakk eazz-ı turuk u eşref-i sübül olmağın  sâlike bir mürşid-i kâmil elbette lâzım u mühimdir. Mücerred akl ü kütüp ile olmaz ve resâil kifâyet etmez. Ammâ hele himmet-i kâmil müyesser olması için tâlib-i Hak her gün yüz kere istiğfâr ve yediyüz kere kelime-i tevhîd ve her namâz akabinde kırk kere tasliye ve iki rek'at namâz-ı işrâk ve altı rek'at salât-ı duhâ ve oniki rek'at salât-ı teheccüd kılmak gerektir.

(فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ)[4] muktezâsınca âyet-i Kur'âniyye'den her ne kadar kırâat ederse câizdir. Mahall-i ihtimâm-ı tüeveccüh-i tâm ile olmaktır ve ehl-i tarîkat mâh-ı Receb ü Şa'bân u Ramazânı sâim olup, altı gün mâh-ı şevvâlden Ramazân-ı şerîfe ilhâk ile, Kâle Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) : (من صام رمضان ثم أتبعه ستاً من شوال كأنه صائم الدهر.)[5]

Ve dahi aşr-ı Muharrem ve aşr-ı Rebîü'l-evvel ve aşr-ı Zi'l-hicceyi sâim olurlar. Ve her haftada isneyn  ve hamîs günlerini sâim olurlar. Hazret-i Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu günleri sâim olurlardı. "Yâ Rasûlallah! Niçin sâim olursuz?" diyü suâl eylediler. "Yevm-i isneyn velâdetim günüdür, riâyet ederim. Yevm-i hamîs, arz-ı a'mâl günüdür. Ol gün bir amel-i sâlih üzre olmak isterim." diyü cevâb buyurmuşlardır..

Tarîk-ı celvet ü halvetten suâl olunmuş iki tarîk bile hakka yoldur. Hacc-ı sûrîde ba'zı huccâc bahrden, ba'zı berden gittikleri gibi.

Nihâyet tarîk-ı esmâdan giderler. Usûl-i esmâ onikidir. Onun ehli azdır. Fi zamâninâ yedinci isme vâsıl olanı kâmil kıyâs edip, hilâfet verirler. Ehl-i celvet, tevhîd ü riyâzet ü mücâhede ile sülûk ederler. Kâle'llâhu teâlâ (وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا)[6] Tarîk-ı mücâhede, tarîk-ı sahâbedir (rıdvânu'llâhi teâlâ aleyhim ecmaîn). İki tarîk ile bu fakîr sohbet etmiştir. /9/ Tarîkımız halvet ve celveti câmi'dir. Tâlib-i sâdıka vasiyyettir ki, rûz u şeb tevhîd-i şerîfe iştigâl ve bâb-ı zikre ihtimâm ve hakka hicâb olan nefs-i emmârenin ahlâk-ı mezmûmesini mücâhede edeler. Def'e  ikdâm eyleyeler. Kâle'llâhu sübhânehû : (قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا. وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا)[7]  

Islâh–ı nefs ehemm-i mühimmâttandır. Kişi nefsini ıslâh etmeden gayrin ıslâhına mübâşeret ayn-ı gaflettir. Ve tarîkata âlim olmayan reh-nümâ  olmak olmaz. İmdi riâyet-i şerîat-ı şerîfe ile zâhirin ta'mîr ede ve tarîkat-ı meşâyıh-ı ızâm ile bâtının tenvîre sa'y-i belîğ eyleyesin. (وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى)[8] Âlem-i dünyâda iken tevhîd nûruna vusûl kasd ede. Umûm ehlinin tevhîdi, ilm-i tevhîddir. Husûs ehlinin tevhîdi ayn-ı tevhîddir. Ayn-ı tevhîd üç mertebedir : Tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i zât. Bu merâtibe vusûl, sohbet-i kâmil ve hidmet-i mürşide vusûl ile olur. Hele tâlib-i Hak alâ-kadri't-tâka, şerîat ve tarîkatı riâyet-i zikru'llâha iştigâl ile, kemâl-i sa'y-i vecd üzere ola.

(من طلب شيئاً وجدَ وجد ومن قرع باباً ولجَ ولج)[9] buyrulmuştur. Zikr-i lisânîde yemîn ve şimâle hareket, Ashâb-ı Kehf hakkında, (وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ)[10] âyet-i kerîmesinden ahz eylemişlerdir. Muvahhid, tevhîd-i şerîfde  nefyi sağ tarafa ve isbâtı sol cânibe ede. Ve âmme-i mü'minîne vasiyyettir ki, şerîat-ı mutahhara riâyetinde ihtimâm edeler. Zîrâ zulmet-i şirkten ve bahr-ı mevcden hâlâs nûr-ı keşfledir.Yâhûd sefîne-i şerîat iledir. Sümme'd-duâ.   

el-Fakîr Hüdâyî Mahmûd"

Nefâisü'l-Mecâlis'inden:

"Ulûm-ı nâfia yedidir:

 l. İlm-i şerîat : Ahkâm u ahlâk-ı fezâile müteallıktır.

2. İlm-i yakîndir : İttisâf-ı sıfâta müteallıktır.

3. İlm-i aklîdir : Hikmet-i nazariyyeye müteallıktır. Zuhûru zahr-ı  kalbdendir.

4. İlm-i keşfîdir : Sırra müteallıktır. Zuhûru zahr-ı kalbdendir.

5. İlm-i hakîkattır : Gayb-ı rûhdan tecelliyyât ve müşâhedâta müteallıktır.

6. İlm-i zevkî-i ledünnîdir : Gayb-ı rûhdandır. Aşkiyyâta ve muvâsalâta müteallıktır.

7. İlm-i hafîdir : Gaybu'l-guyûbdandır. 

Bu i'dâd olunan ulûmun /10/ her biri mukâbelesinde birer salât dahi vardır. Her birini birbirine  rabt eylemek mümkindür :

1. Salât-ı bedeniyye : Avâmmın salâtıdır. Erkânını ikâmet eylemeklik ile.

2. Salât-ı nefsfdir : Beyne'l-havfi ve'r-recâ, huşû' ve tuma'nîniyyet ile.

3. Salât-ı kalbdir : Huzûr ve murâkabe ile.

4. Salât-ı  sırdır : Münâcât ve mükâleme ile.

5. Salât-ı rûhdur : Müşâhede ve muâyene ile.

6. Salât-ı hafîdir : Muâfât ve mulâtefe ile.

7. Makâm-ı sâbi'de  salât yoktur. Zîrâ o, makâm-ı fenâdan ibâret ve sırf muhabbetten kinâyet ve ayn-ı vahdetten işârettir.

           

Kütüphânesi:

Hz. Pîr'in âsâr-ı aliyyeleri, lehü'l-hamd, ekseriyyetle mahfûzdur. Bursalı  Tâhir Bey'in delâleti ve merhûm Şeyh Gülşenî Efendi'nin uluvv-ı himmeti  ile semâ'-hânenin karşısındaki türbenin bir kısmı kütüp-hâne itihâz olunarak azîz-i müşârünileyhin kendi yazılarıyla muharrer âsâr-ı kıymet-dârı burada mahsûs bir câmekân derûnunda i'tinâ ile hıfz edilmiştir. Sâir zevât dahi ihdâ-yı âsârda bulunmuşlardır. Muharrir-i fakîr dahi yüzelli kadar eser vakf eyledim. Gülşenî Efendi'nin buna dâir olan tezkiresi aynen telsîk edildi:

"Ma'rûz-ı  dervîşânemdir:

Tâhir Beyefendi  hazretlerine  mürsel tezkire-i kerem-kârîleri  vechile  kütüp-hâne-i Hz. Pîr'e  teberru' buyurulan kitapları almak üzre ihvân-ı tarîkımızdan ve rüsûmât ketebesinden Hacı Hidâyet Efendi senâ-kârları,  zât-ı vâlâlarına mürâcaat edeceğinden kütüb-i mezkûrenin mûmâileyh vedâatiyle irsâli menût-ı re'y-i âlîleridir. Teberruât-ı aliyyeleri zînet-sâz-ı uyûn-ı mütâlaa olundukca imdâd-ı rûhâniyyet-i seniyye-i Hz. Pîr'e  mazhariyyetleri daavâtı bu bâbdaki teşekkürât-ı mütehattimeye terdîf kılınmış olmağla, bâkî lutf u irâde efendim hazretlerinindir. 

                                                                                                       4 Mayıs 1332/ (1916)

                                                                                                    Âsitâne-i  Hz. Pîr  hâdimi

                                                                                                        Muhammed-i Gülşenî"

Tekkelerin seddînden sonra onlardaki kitaplar dahi toplanmış, ba'zı kütüp-hânelere kaldırılmış idi. Hânkâh-ı Hüdâyî'de müesses olan bu kütüb-hânenin kitapları da Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'ne kaldırıldığından elyevm hânkâhda kütüphâne yoktur. Hz. Pîr'in âsârı ve yazıları da kitâplarla birlikte o kütüp-hâneye nakl olunmakla elyevm uşşâk-ı irfân Selîmağa Kütüphânesi'ni zâirdirler.

/11/ Hulefâsı :

Bu bâbda merhûm Şeyh Gülşenî Efendi'ye mürâcaat eyledim, buyurdular ki :

Cenâb-ı Pîr vâcibü't-tevkîr efendimiz hazretlerinin bi'z-zât istihlâf buyurdukları zevât-ı kirâm zîrde isimleri muharrer olduğu üzere altmışsekiz ricâl-i âliye olup, fakat bunların ba'zısından yürüyen silsile-i Celvetiyye mazbût değilse de bir kısmı mazbûttur. Mazbût olanlar ayrıca gösterilecektir :

1. Şeyh Ahmed Efendi, Balıkesirli.

2. Hasan Efendi, Adana.

3. Ser-zâkir Şa'bân Efendi.

4. Ahmed Efendi, Edirne.

5. Ali Efendi, Amasya.

6. İsmâîl Efendi, Filibe.

7. Muharrem Efendi, Kocaeli.

8. Ahmed Efendi, Tokat.

9. Sefer Efendi, Sandıklı.

10. Ahmed Efendi, Tavîl.

11. Süleymân Efendi, Eğriboz.

12. Osmân Efendi, Yanbolu.

13. Mustafa Efendi, İzmir.

14. Ali Efendi, Babalı.

15. Halîl Efendi, Edirne.

 l6. Muhammed Efendi, Lefke.

17. İbrâhîm Efendi, Medîne.

18. Yûsuf Efendi, Pervâri.

 l9. Eyyûb Efendi, Bursa.

20. Abdurrahmân Efendi, Bosna.

21. Muhammed Efendi, eş-ehîr bi-Cennet Efendi, Tophâne.

22. Ahmed Efendi, Sütlüce.

23. Muhammed Efendi, Pırnârî,  Bigadiç.

24. Akmustafa Efendi, Koçhisar.

25. Mustafa Efendi, Ünye.

26. Yûsuf Efendi, Edirne.

27. Ömer Efendi, İnebolu.

28. Muhammed Efendi.

29. Ali Can Efendi.

30. Hacı Hüseyin Efendi, Osmâncık.

31. Ebû Bekir Efendi, Denizli.

32. Bayram Efendi, Koçhisar.

33. Abdrrahman Efendi, Lefke.

34. Muhammed Efendi, Gelibolu.

35. Hüseyin Efendi.

36. Abdal Efendi, Selanik.

37. Muhammed Efendi, Babalı.

38. Yûsuf Efendi, Balıkesir.

39. Tatar İbrâhîm Efendi, Silistre.

40. Osmân Efendi, Cârullâh.

41. Osmân Efendi, Sofya.

42. Abdullâh Efendi, Zağra.

43. İbrâhîm Efendi, Silistre.

44. Ali Efendi, Belgrad.

45. Hasan Efendi, Sandıklı.

46. Receb Efendi, Seferîhisar.

47. Müstedâm Efendi, Koçhisar.

48. Mustafa Efendi, Sarıyar.

49. Muhammed Efendi, Siroz.

50. Zerâfet Çelebi, Karabiga.

51. Hasan /12/ Efendi, Manastır.

52. Pîr Muhammed, eş-şehîr İhtiyâr Efendi.

53. Gözcü Veli Dede, Cezâyir.

54. Abdülkerîm Dede.

55. Bibi Dede.

56. Veliyyüddîn Efendi.

57. Abdurrahîm Efendi.

58. Seyyid Kemâleddîn Efendi.

59. Münîrî İbrâhîm Efendi b. İskender.

60. Üftâde-zâde İbrâhîm Efendi.

61. Şeyh İsmâîl Efendi, vâiz-i Ayasofya.

62. Necl-i mükerrem-i Cenâb-ı Pîr, Pîr Muhammed Efendi, el-mülekkab bi-Evliyâ Muhammed Muhtâr Efendi.

63. Hasan Efendi, Adana.

64. Şeyh Yahyâ Efendi.

65. Saçlı İbrâhîm Sıdkî Efendi, Edirne.

66. Sarı Abdullâh Efendi.  

           

Şakâyık-ı Nu'mâniyye'ye zeyl yazan Atâî Atâullah Efendi dahi Hz. Hüdâyî'den feyz alanlardardır.

Âsitâne-i Pîr'de Şimdiye Kadar İcrâ-yı Meşîhat Eden Zevât–ı Kirâm :

                       

1. Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî b. Fazlullâh b. Mahmûd  b. Mahmûd.

             Târîh-i velâdetleri, 950/(l543); maskat-ı re'sleri, Seferîhisar; târîh-i intikâlleri, 2 Safer 1038/(l Ekim 1628), Salı gecesi, temcîd vakti.

2. Reîsü'l-hulefâ Balıkesirli Ahmed Efendi (Kuddise sırruhû), 1049/(l639).

3. Hafîd-i Cenâb-ı Pîr eş-Şeyh Mes'ûd Çelebi (Kuddise sırruhû), 1067/(l657).

4. eş-Şeyh Muhammed Fenâî Cennet Efendi (Kuddise sırruhû), 1075/(l664).

5. eş-Şeyh Mahmûd-ı Gafûrî Efendi (Kuddise sırruhû), 1078/(l667).

6. Devâî-zâde eş-Şeyh Mustafa Efendi-zâde eş-Şeyh Muhammed Tâlib Efendi (Kuddise sırruhû), l090/(l679).

7. eş-Şeyh Ali es-Selâmî Efendi (Kuddise sırruhû). l093/(l682)'te terk etmiştir.

8. Bafralı eş-Şeyh Halîl Efendi (Kuddise sırruhû). 1094/(l683)'te terk-i meşîhatla Mısır'a gitmiştir.

9. Erzincânî Mustafa Fenâî Efendi (Kuddise sırruhû). Terk-i meşîhat etmiştir.

10. eş-Şeyh Ali es-Selâmî Efendi (Kuddise sırruhû). Def'a-i sâniye. 1104/(1693).

11. eş-Şeyh Abdülhay Efendi (Kuddise sırruhû), 1117/(1705).

12. Erzincânî Mustafa Fenâî Efendi (Kuddise sırruhû). Def'a-i sâniye.1123/(1711).                         

13. eş-Şeyh Muhammed Sabûrî Dede Çelebi Efendi (Kuddise sırruhû). 1130/(1718).

14. Bilecikli eş-Şeyh Osmân Efendi (Kuddise sırruhû), 1140/(l727).

15. Müşârünileyh Osmân Efendi dâmâdı Şeyh Ya'kûb-ı Afvî (Kuddise sırruhû), 1149/(l736).

16. Edirneli Şeyh Yûsuf Efendi (Kuddise sırruhû), 1153/(1740).

/13/17. Niksarlı eş-Şeyh Muhammed Efendi (Kuddise sırruhû),1159/(1746),

18. Müşârünileyhin mahdûmu Mustafa Efendi (Kuddise sırruhû), 1188/(1774),

19. Mudanyalı-zâde Muhammed Rûşenî Efendi (Kuddise sırruhû), 1198/(1784)'de  terk-i hıdmet etmiştir.

20. Neccâr-zâde Muhammed Sıddık Efendi,1199/(1785),

21. Mudanyalı-zâde Muhammed Rûşenî Efendi,sâniyen,1209/(1794),

22. Rûşenî Efendi-zâde  Şehâbeddîn Efendi, 1234/(1819),

23. Rûşenî Efendi-zâde  Abdurrahmân Nesîb Efendi,1258(1842),

24. Nesîb Efendi-zâde Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi,1309/(1892),

25. Nesîb Efendi-zâde Muhammed Şehâbeddîn Efendi, 1320/(1902),

26. Rûşenî Tevfîkî Efendi hafîdi Muhammed Gülşenî Efendi,1341/(1923),

27. Gülşenî Efendi'nin hemşîre-zâdesi Muhammed Âbidîn Efendi.

ŞECERE-İ CELVETİYYE

Merhûm Şeyh Muhammed Gülşenî Efendi'nin bi'z-zât tertîb ve tahrîr ve ihdâ buyurdukları bir şecere-nâmeyi aynen telsîk eyledim. Cenâb-ı Hak müşârünileyhin revân-ı pâkini şâdân eylesin.

           

Silsile-i Mubâreke-i Celvetiyye:

           

Cenâb-ı Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî (kuddise sırruhu'l-âlî) hazretleri :

            1. Balıkesirli Şeyh Muk'ad Ahmed Efendi ( ö.1049/1639)

                        1.1.Vâiz Zâkir-zâde Abdulvahhâb Efendi (ö:1133/1721)

                        1.2.Şeyh Veliyyüddîn Tophâneli (ö:1108/1696-97)

            2. Hafîd-i Cenâb-ı Pîr Seyyid Mus'ûd Çelebi hazretleri (ö.1067/1657)

                        2.1. Devâtî-zâde Şeyh Mustafa Efendi (ö:1070/659-60)

                                   2.1.1. Abdülbâkî Dede

                                   2.1.2. Fidancı Şeyh Muhammed Efendi

                                   2.1.3. Devâtîzade Şeyh Muhammed Tâlib Efendi ( ö.1090/1679)

                        2.2. Erzincânî Şeyh Mustafa Efendi (ö.1123/1711)

                                   2.2.1. Fuâd Abdülkâdir

            3. Şeyh Mehmed Cennet Efendi b. İshâk ( ö.1075/1664-65)

                        3.1. Şeyh Ahmed Sabûrî Dede Çelebi (ö.1130/1718)

                        3.2. Oğlu Seyyid İsmâîl Efendi (ö.1145/1732-33)

                        3.3. Osmân Keşfî-i Niksârî

                                   3.3.1. Veliyyüddîn-i Filibevî

                                   3.3.2. Ömer Efendi, Ankara

                                       3.3.2.1. Mücâhid Veliyyüddîn, Ankara

                                       3.3.2.2. Şeyh Hamîd Ahmedî

                                       3.3.2.3. Imâm Ahmed Efendi, Ankara

                                   3.3.3. Seyyid Müftü Ebussuûd-zâde

                        3.4. Saçlı İbrâhîm Sıdkî Efendi (Edirne) (ö.1070/1659-60)

                                   3.4.1.Oğlu Abdülhay Efendi (ö. 1127/1715)

                                       3.4.1.1. Yûsuf Efendi-Edirne (ö.1157/1744)

                                   3.4.2. Şeyh Hızır Dede

            4. Veliyyüddîn Efendi (ö1061/1651)

                        4.1. Oğlu Sâhibü'z-zeyl Abdülkerîm Efendi

            5. Edirneli Hasan Efendi

                        5.1. Oğlu Mehmed Efendi (ö. 1057/1647)

            6. Zakir-zâde Abdullâh-ı Bîçâre

                        6.1. Şeyh Osmân Fazlî-i İlâhî b. Seyyid Fethullah

                                   6.1.1. Oğlu Müderris Saîd Mahmûd Efendi (ö.1120/1708)

                                       6.1.1.1. İsâ-zâde Ömer Efendi (ö.1125/1713)

                                   6.1. 2. Bursalı Sun'ullâh Efendi (ö.1095/1684)

                                       6.1. 2.1. Bursalı Şeyh Abdurrahîm (ö.1125/1713)

                                       6.1. 2.2. Dâmadı Türbedâr-ı Ebulfeth Osmân Efendi

                                       6.1. 2. 3. Dâmadı Kul Câmii Şeyhi Seyyid Osmân Bekir Efendi

                                   6.1.3.Bursalı Şeyh İsmâîl Hakkı (ö.1137/1724-25)

                                       6.1.3.1. Oğlu Şeyh Muhammed Bahâeddîn Efendi (ö.1138/1725)

                                       6.1.3.2. Bursalı Şeyh Abdurrahmân

                                       6.1.3.3.Seyyid Celâleddîn - İçel

                                            6.1.3.3.1. Hüseyin Efendi - Aydos (öl 1177/1763-64)

                                       6.1.3.4. Şeyh Mehmet Hikmetî (ö.1165/1752)

                                            6.1.3.4.1. Şeyh Mehmed Emîn Efendi

                                            6.1.3.4.2. Şeyh İsmâîl Efendi

                                            6.1.3.4.3. Şeyh Fâik Efendi

                                            6.1.3.4.4.Tevfîk Efendi hafîdi Muhammed Gülşen Efendi

                                       6.1.3.5. Sadr-ı esbak Şehîd Ahmed Paşa (ö.1165/1752)

                                       6.1.3.6. Süleymân Zâtî-i Keşânî (ö.1175/1761-62)

                                            6.1.3.6.1. Edirneli Ali Senâî Efendi

                                            6.1.3.6.2. Oğlu Şeyh Hüseyn-i Keşânî (Şâhidî) (ö.1192/1778)

                                                 6.1.3.6.2.1. Şemseddîn-i Keşânî (ö.1200/1786)

                                        6.1.3.6.7. Şeyh Mustafa Efendi (1207/1792-93)

                                        6.1.3.6.8. Kasımpaşalı Mehmet Fahreddîn Efendi (ö.1276/1859/60)

                                        6.1.3.6.9. Seyyid Ebûbekir Efendi

                                    6.1.4. Pertevî Ahmed Efendi

                                            6.1.4.1. Abdurrahman Efendi’nin Oğlu Muhammed Rûşen Efendi (ö.1209/1794-95)

                                   6.1.5. Şeyh Mustafa Efendi - Mudanyalı (ö.1130/1718)

                                            6.1.5.1. Oğlu Seyyid Abdurrahmân Efendi (ö.1165/1752)

                                            6.1.5.2. Şeyh Muhammed Rûşen b Abdurrahmân Efendi (ö.1209/1794-95)

                                            6.1.5.3. Oğlu Şehâbeddîn Efendi (ö.1233/1818)

                                            6.1.5.4. Oğlu Abdurrahmân Nesîb Efendi (ö.1258/1842)

                                            6.1.5.5. Oğlu Şeyh Muhammed Efendi (ö1309/1891-92)

                                            6.1.5.6. Tevfîk Efendi hafîdi Mehmed Gülşen Efendi

                        6.2. Şeyh Selâmî Ali Efendi (ö.1104/1692-93)

                       

                              6.2.1. Odabaşı Şeyhi Mustafa Efendi (ö.1115/1703-04)

                                     6.2.1.1. Oğlu Şeyh Ya'kûb Efendi (ö.1149/1736-37)

                                     6.2.1.2. Oğlu Selâmî Şeyhi Ahmed Efendi (ö.1196/1782)

                                     6.2.1.3 Şeyh Hüseyn-i Üsküdârî

                             6.2.2. Dülger-zâde Beşiktaşlı Mustafa Efendi (ö.1159/1746)

                                    6.2.2.1Oğlu Ebûbekir Muhammed Sıddık Efendi (ö.1208/1793-94)

                             6.2.3. Şeyh Kınalı Ali Efendi (ö.1158/1745)

                                    6.2.3.1. Şeyh Abdullâh Rıfkı Efendi (ö.1189/1775)

                                    6.2.3.2. Mahdûmu Şeyh Muhammed Nazîf Efendi

                                      

8. Seyyid Osmân Efendi (ö.1140/1727-28)

                        8.1. Seyyid Abdulvvahhâb Efendi (ö.1130/1718)

                                       8.1.1. Niksarlı Şeyh Pîr Muhammed Efendi (ö.1159/1746)

                                       8.1.2. Oğlu Şeyh Mustafa Efendi (ö.1188/1774)

                        8.2. Oğlu Ca'fer Efendi (ö. 1108/1696-97)

                                                           *   *   *

                        Bandırmalı Seyyid Yûsuf Nizâmeddîn b. Hâmid Efendi (ö.1164/1751)

                        Büyük oğlu Acıbadem şeyhi Ömer Efendi

                                  Ortanca oğlu Seyyid Mahmûd Nazîf Efendi (ö.1176/1762-63)

                                  Küçük Oğlu Mustafa Hâşimî-i Üsküdârî (ö.1197/1783)

                                    Giridli Salâhî-zâde (ö.1220/1805)

                                            Giridli Abdullatîf Efendi

                                    Mehmed Raşid - Üsküdarlı (ö.1250/1834-35)

                                    Dolanbevî Veliyyüddîn Efendi

                                    Bâyezîd-zâde Mehemed Dede -Karabağlı

                                    Üsküdarlı Süleymân Devvânî

                                    Burgazlı Şeyh Mustafa

                                    el-Hâc Ömer Gâlib Efendi (ö.1247/1831-32)

                                   Harîrîzâde Şeyh Kemâleddîn (ö.1299/1882)

                                   Üsküdarî Mehmed Şükrü Efendi (ö.1279/1862-63)

                                   Oğlu Abdurrahîm-i Selâmî (ö.1266/11850)

                                    Hüseyin Feyzüddîn-i Mısrî

                        Oğlu Karagöz Imâmı Abdussamed

                        İzmitli Şeyh Abdullâh

                        Fâtih Vâizi Şeyh ........

                                   Şerîf Mustafa Efendi

                                   Oğlu Seyyid Mehmed Efendi

                                   el-Kâtib Mehmed Kâmil (ö.1185/1771)

                                   Sultân Selîm vâiz ve imâmı Seyyid Halîl (ö.1192/1778)

BURADA RESİM VAR !!!!

Reesim altı yazısı :

Hz. Hüdayî'nin türbesi medhalinin üstündeki câmekân ile aralığın üstünü setr eden damın resmidir. Bir numaralı kubbe Hz. Pîr'in kabrinin üstündeki kubbedir. İki numaralı çatı, türbe medhâlinin üstüdür. Bunun altındaki câmekândır. Daha altına dikkatle bakılırsa türbenin kapısı görülür.

                        /14/Tâc-ı pür-feyz-i Celvetî'dir bu

                              Nûr-bahş-ı sırr-ı vahdetîdir bu

                    Anı lâbis olan Hudâ-cûyân

                    Kerem-efzâ-yı re'fetîdir  bu

BURADA TAC ÇİZİMİ VAR !!!!!

            NEV’Î’ZÂDE ATÂULLÂH EFENDİ

            Şakâik-i Nu'mâniyye'ye zeyl yazan bir zât-ı âlî-kadr olup, meşhûr Nev'î hazretlerinin oğludur. (226. sahîfeye  mürâcaat buyrula). Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazretlerine müntesib idi. Meslek-i kuzâta intisâb etmiş, Üsküdar kâdîsı iken, Hadâiku'l-Hakâik fî-Tekmîleti'ş-Şakâik ismindeki Şakâiku Nu'mâniyye zeyli ahîren tab' olunmuştur. Terceme-i hâlinden Osmânlı Müellifleri'nin cild-i sâlisinde 95. sahîfesinde bahs olunur. 1044/(1634) târîhinde İstanbul'a gelerek irtihâl etmekle Şeyh Vefâ kurbünde pederi nezdinde medfûndur.

            Mürettep Dîvan'ı ve fıkıhdan el-Kavlü'l-Hasen fî Cevâbi Kavli'l-Hasen  isminde eseri de vardır. Hamse-i Atâî  nâm te'lîfini, Sohbetü'l-Ebkâr, Nefhatü'l-Esrâr, Hilyetü'l-Efkâr, Âlem-nümâ ve Heft-hân adlı edebî eserleri teşkîl eder.

- eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye. Müellifi: Taşköprülü-zâde Ahmed Efendi.

- Mütercimi : Atâî Atâullâh Efendi, Nev’î-zâde.

- Zeyl : Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmileti’ş-Şakâyık. Câmi’ ve muharriri : Atâî Atâullâh Efendi.

- Bunun bir zeyli. Câmi’ ve muharriri : Mü’min-zâde Ahmed Hasîb Efendi.

- Zeyl-i zeyl-i Şakâyık. Câmi’ ve muharriri : İbrâhîm Hasîb Efendi, Uşşâkîzâde. (Râgıp Paşa Kütübhânesi’nde bir nüshası vardır.

           

/15/ SAÇLI İBRÂHÎM SIDKI EFENDİ

İzmitli olup  Solakbaşı Mustafa Ağa nâm zâtın oğludur. Bidâyeten tarîk-ı Nakşîye sülûk eylemiştir. 1000/(1592) târîhinde dünyâya gelmiştir. Pederi 1005/(1597)'te  irtihâl eylemiştir. Sultân Ahmed'in hocası Horpuşteli Mustafa Efendi'nin taht-ı terbiyesine tevdî' olunan İbrâhîm Efendi, mukaddimât-ı ulûmu tahsîl etti. O sırada sultân-ı müşârünileyh taht-ı âlîye câlis oldukta Mustafa Efendi'nin sahâbetiyle İbrâhîm Efendi hazîne odasına ta'yîn edildi. Sonra Hasoda'ya geçti. On sene kadar, Enderûn-ı Hümâyûn'da tahsîl-i kemâlât eyledi. Yevmen mine'l-eyyâm Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazretlerinin cenâb-ı pâdişâh tarafından sarâ-yı hümâyûna da'vet buyrulduğunu görünce o dakîkada Hz. Şeyh'e karşı İbrâhîm Efendi'de bir muhabbet husûle geldi. Pâdişâhın emr ü me'zûniyyetiyle Hz. Pîr'in berâberinde âsitânelerine gitti. Bey'at ve ahz-ı inâbet eyledi. 1035/(1626)'te hilâfet aldı. Hâfız Hüseyin Ayvansârâyî Vefeyât'ında, "Muk'ad Ahmed Efendi'den müstahleftir." diyorsa da, doğrusu Hz. Pîr'den me'zûn olsa gerektir. Silistre'ye me'mûr edildi, sonra Edirne'ye geldi.

1071 senesi Recebinin yirmiikinci (23 Mart 1661) Salı günü sabâh namâzını kılarken farzın ikinci rek'atında andelîb-i nefs-i nâtıkaları gülşen-i lâhûta pervâz eyledi.

Ahıbbâsından Nâilî Efendi şu târîhi söylemiştir:

                      Yöneldi Saçlı İbrâhîm Efendi kurb-ı Mevlâ'ya

                        (يونلدی صاچلی ابراهيم افندی قرب مولايه) = 1071/(1661)[11]

Vefeyât'ta târîh-i irtihâlleri 1070/(1660) gösterilmiştir. Âsâr-ı şi'riyyesi varmış. Vefeyât'ta bu ilâhîyi gördüm: 

           

Kulların derdine tîmâr eyle

Lutfu çok rahmeti çok sultânım

Kerem ü şefkatin îsâr eyle

Lutfu çok rahmeti çok sultânım

Sıdkı'ya eyle  meded  ihsânı

Hasret ü derd ile yandı cânı

Nakd-i vaslın ana kıl erzânı

Lutfu çok rahmeti çok sulânım

                         

Edirne'de te'sîs-kerdesi olan dergâhda türbe-i mahsûsada medfûndur. Buraya,  "Eskitophâne" derler. Türbesi ve dergâhı 1308/(l890-91)'de ta'mîr olunmuş ise de hâlen harâbdır. Münhal olan meşîhata ahîren Gülşeniyye'den Şeyh Tal'at Efendi-zâde Ahmed Hayâlî Efendi ta'yîn olunmuştur. Âsitâne-i Celvetiyye'de seccâde-nişîn Şeyh Muhammed-i Gülşenî Efendi merhûmdan müstahlef olup, âşık, sâdık bir zâttır.

/16/ Şeyh Abdurrahîm Efendi 

Aksaraylıdır. Hz. Hüdâyî'den feyz alıp, zâhir ve bâtınını ma'mûr ederek ricâlu'llâh sırasına dâhil olmuştur. Bursa'da neşr-i tarîkata me'mûr olmakla Umurbey Mahallesi'nde irşâd-ı tâlibân ile meşgûl iken l058/(l648) senesinde rıhlet edip, orada çâr-bâliş-i mehd-i rahmettir.

Şeyh Yahyâ Efendi

Mısr-ı Kâhire'den neş'et etmiştir. İlm-i zâhir ü bâtında ferîd-i zamân olup Hz. Hüdâyî'nin emriyle Bursa'da Eyyûb Efendi Tekkesi'nde irşâd-ı nâs ile meşgûl iken, l077/(l666) senesinde kurb-ı rahmete yol bulmuştur. Türbesi vardır.

Şeyh Muhammed Efendi 

İbn-i Sinân'dır. 5 Şa'bân 1053/(19 Ekim l643) Cuma gecesi irtihâl eylemekle, âsitâne-i Hz. Pîr'de vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır.

Dizdâr-zâde Ahmed Efendi

Edirne'de neşr-i tarîk buyurmuşlardır. Tebrîziyyü'l-asl olup, Çelebi nâm zât tarafından Edirne'de Kayak yolu üzerinde bir zâviye inşâ edilmekle burada seccâde–nişîn olup, fakat ahîren âsitâne-i Pîr'de post-nişîn oldular.

            Bursa'da neşr-i tarîka hizmetleri mesbûktur. Kendileri Balıkesir'de doğmuş, 1049/(l639)'da irtihâl etmiştir. Âsitâne-i Pîr'de hizmetleri oniki senedir. Civâr-ı Hz. Pîr'de medfûndur. "Mülâkâtü'l-Mevt" (ملاقات الموت) târîh-i intikâlidir.

             

           

Şeyh Hasan Efendi

Ahmed Efendi'den evvel Edirne'ye gelip, Mezîd Bey Mescidi'ni  zâviye ittihâz ile irtihâlinde oraya defn olundular.

Şeyh Halîl Efendi

Kastamonu, maskat-ı re'sidir. Edirne'de Dizdâr-zâde Ahmed Efendi'nin yerine şeyh olup, 1038/(1628-29)'de irtihâl eylemekle türbe-i mahsûsada defn olundular.

Şeyh Veliyyüddîn Efendi

Şarkîhisarlıdır. Hz. Pîr'den feyz-yâb olanlardandır. İstanbul'da tahsîl gördükten sonra Hz. Pîr efendimize intisâb ile, Şehzâde  Câmi'-i şerîfi'ne kürsî şeyhi olmuştur. 1061/(1651)'de irtihâl eyledi. Karacaahmed Türbesi civârında madfûndur.

                            Vasl-ı Rahmân'a sefer kıldı  Veliyy-i kâmil

                   (وصل رحمانه سفر قيلدی ولی کامل)

târîh-i irtihâlidir.

Şeyh Abdülkerîm Efendi

Müşârünileyh Veliyyüddîn Efendi'nin mahdûmudur. Pederinden terbiye görmüştür. 1100/(1689)'de irtihâl etmekle pederleri yanına defn olundu. Urefâdan bir zâttır.

            Âsârı :

           

            1. Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf,

            2. Zübdetü'l-Ahbâr,

            3. Müzîlü'l-İştibâh,

            4. Tebyînü'l-Kelâm,

            5. Câmiu'l-Ehâdîsi'l-Envâriyye,

            6. Hadîs-i Erbaîn,

/17/            7. el-Maâricü'l-Usûliyye,

            8. Ddîger Hadîs-i Erbaîn,

            9. Risâle fî-Hakkı Devrân,

  l0. Mecmau'l-Fevâid,

  11. Tenvîrü's-Sâlikîn,

   l2. Mecâlis-i Va'ziyye.

Ba'zı ta'lîkâtı vardır.

Şeyh Muhammed Muizzüddîn Efendi

Hz. Pîr'in hulefâsındandır. Urefâ-yı Celvetiyye'den olduğuna şu âsârı burhândır :

1. Terceme-i Hâlü'l-Fazâil li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,

2. Terceme-i Miftâhu's-Salât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,

3. Terceme-i Tecelliyyât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,

4. Terceme-i Vâkıât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,

4. Terceme-i Keşfü'l-Kannâ' li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,

6. Şerhu Miftâhı's-Salât el-müsemmâ bi-Misbâhus-Salât ve Mir'âtü'd-Derecât.

/l8/ Âsitâne-i Hz. Pîr'de Seccâde-nişîn olan zevât-ı kirâmın terceme-i hâlleri :

Hz. Pîr'in erkek evlâdı olmadığından yerlerine Dizdâr-zâde Ahmed Efendi, bi’l-ittifâk seccâde-nişîn-i meşîhat olmuşlardı. Terceme-i hâlleri bâlâda yazıldı.

Seyyid Mes'ûd Efendi

Hz. Pîr'in kerîme-zâdesidir. Hadîkatü'l-Cevâmi'in beyânına göre inâbet ve hilâfeti Şeyh Ahmed Efendi'dendir. "İntikâlü'l-Cennât" (انتقال الجنات) (1067/1657) târîh-i rıhletidir. Civâr-ı Hz. Pîr'de âsûde-nişîn-i rahmettir.

Şeyh Cennetî Efendi

"Cennet Muhammed Efendi", "Muhammed Fenâî Cennet Efendi"; İsmâîl Hakkı hazretlerinin beyânına göre, "Ehl-i Cennet Efendi" diye tanınmıştır. Kibâr-ı meşâyıh-ı Celvetiyye'den muhterem bir zâttır. Tophânelidir. Hz. Pîr'den sonra seccâde-nişîn olanların üçüncüsüdür. Pederinin ismi İshâk'tır ki, Hz. Pîr'in asâ-dârı idi. İnâbet ve hilâfeti Hz. Pîr'dendir.

Şiirde Fenâî tahallus buyurdu. Dîvân-İlâhiyyât'ı ve Tecelliyât nâmında risâlesi ve tefâsîre müteallık ta'lîkâtı vardır.

                           "Çünki mevcûd nutk imiş âlemde aşk kâim makâm

                            Bize bildirdi Fenâî rehber-i Mevlâ-yı aşk "

 

gazellerinden bir beyittir.

            Mevâıza müteallık akvâl-i ârifâneleri, urefâ-ı Celvetiyye'den Arab-zâde Mahmûd Efendi tarafından, Cennetiyye fî-Maârifi'l-İlâhiyye nâmıyla cem' edilmiştir.

           

İsmâîl Hakkı hazretleri Silsile-nâme-i Celvetî'de buyurur :

"Seccâde-i Şeyh'dan sübha-gerdân olanlardan ancak iki zâik gelmiştir ki, biri müşârünileyh Ahmed Efendi, dîgeri Ehl-i Cennet Efendi hazerâtıdır. Ahmed Efendi, Hz. Üftâde gibi kalem tutmamıştır. Ammâ şân-ı âlîsi zevkta cümleye gâlibdir. Cennetî Efendi ehl-i kalem idi. İlâhiyyât-ı mu'teberesi vardır."

Ahmed Efendi ile Cennetî Efendi zürriyyetsiz kaldıklarından âlem-i bakâya intikâllerinden sonra Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh Efendi şeyh olmuştur. Her ikisi de âsitâne-i Pîr'de medfûn ve rahmet-i Hakk'a makrûndur.

Cennetî Efendi'nin irtihâline söylenen târîhlerden :

                           Cennet Efendi'ye ola dâr-ı cinân mekân

(جنت افندى يه اوله دار جنان مكان)                      

           

Bu târîh Şeyh Nazmî Efendi merhûm tarafından söylenmiştir.

                       Ehl-i Cennet aldı bûyın cennetin

(اهل جنت آلدى بوين حنتك) = 1075/(1665-67)                                                                      

/19/ İsmâîl Hakkı merhûmun, Cennetî Efendi'den sonra Zâkir-zâde'nin meşîhatinden bahsetmesi, onun nâil-i rütbe-i irşâd olmasından kinâyedir. Hüdâî âsitânesinde meşîhatte bulunmamıştır. Terceme-i hâli âtîde gelecektir.

Şeyh Mahmûd-ı Gafûrî Efendi

Geliboluludur. Dizdâr-zâde Muk'ad Ahmed Efendi'den ahz-ı tarîkat etmiştir. Fâtih Câmi'-i şerîfinde kürsî  şeyhi idi. Ulemâ ve urefâdan bir zât-ı âlî-kadr olup Cennetî Efendi'den sonra âsitâne-i Hz. Pîr'de seccâde-nişîn olmuştur.

Âbid, hâşi', nâsih ve mütevâzi'  (bir)  rehber-i tarîkat idi. Gelibolu'da neşr-i tarîkata me'zûn olup bi'l-âhare İstanbul'a da'vetle Zeyrek Câmi'-i şerîfi meşîhatı tevcîh ve Üsküdar'da Vâlide-i Atîk ve İstanbul'da Süleymâniyye ve bi'l-âhare Fâtih cevâmi'-i şerîfesi kürsî  şeyhliğinde bulunduğu tahkîk kılındı. İrtihâli  1078 Cemâziye'l-evvelindedir (Kasım 1667).

           

                                 Âşık-ı sâdık isen terk eyle hâb u râhatı

                                 Ey Gafûrî tâlib-i dîdâr olan şeb-gîr olur

İrtihâlinde civâr-ı Hz. Pîr'de Halîl Paşa türbesinde defn olunmuştur.

Nâlî Muhammed Efendi,

                                        

                                   "İçiniz Mahmûd Efendi rûhuna el Fâtiha "

                                    (اچيكز محمود افندى روحنه ال فاتحه)

(1078)  (şeklindeki) târîhi söylemiştir.

                                     "Mürşid-i kâmil çü buldu makâm-ı Mahmûd"*

                                   (مرشد كامل چو بولدى مقام محمود)

dahi târîhdir[12].

           

Âşıkâne ilâhiyyâtı vardır. Dîvân'ı olduğunu Hâfız Hüseyin merhûm yazıyor.

                                       Ey Gafûrî irmek istersen eğer cânânına

                                      Terk-i cân eyle tecellî eylesün Cânân-ı aşk

Şeyh Muhammed Tâlib Efendi

Devâtî-zâde Şeyh Mustafa Efendi'nin oğludur. Mustafa Efendi, Üsküdar'da ma'rûf  Şeyh Câmi'-i şerîfi bânîsidir. Muhammed Tâlib Efendi, Cennetî Efendi'den ahz-ı tarîkat edip ba'de't-tekmîl müderris olmuştur. Pederinin vefâtında câ-nişîni olmuş ve bir müddet sonra, ya'nî 1078/(l667)'de âsitâne-i Pîr'de meşîhate revnak verip, oniki sene kadar burada bulunmuştur.

1090 senesi Recebinde (Ağustos l679) irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip pederinin yanında, Şeyh Câmi'-i şerîfi hazîresinde defîn-i hâk-i gufrândır.

                           "Düşdü bir târîh-i zîbâ lafzan ü ma'nen ana

                            Âzim-i Hak oldı bindoksanda kutbu'l-ârifîn "

(عازم حق اولدى بيك طقصانده قطب العارقين)

târîhidir.

           

Tâlib mahlasıyla ilâhiyyât ve Dîvân-ı eş'ârı vardır.              

                           Yanalım yakılalım (biz) aşka sûzân olalım

                           Çekelim hecrin gamın derdile nâlân olalım

                       

                     

/20/ Şeyh Selâmî Ali Efendi, Şeyh Halîl Efendi ve Mustafa Fenâyî Efendi

Menteşe'nin Kozkaya köyündendir. Meslek-i tahsîle girerek müderrisliğe kadar irtikâ eylemiştir. Badehû kâdîlık ve müftülük edip, İstanköy'de bulunmuştur.

Tarîk-i tasavvufa sülûk hevesiyle Dersaâdet'e gelip, Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh Efendi'ye intisâb edip, nice zamânlar mücâhedât ve riyâzâttan sonra nâil-i hilâfet olarak Bursa'da bir zâviye binâsına muvaffak olmuştu. l090/(1679) târîhinde Tâlib Efendi'den inhilâl eden Hüdâyî Âsitânesi meşîhatına ta'yîn olunup, üç sene kadar bulunarak ba'zı garaz-kârânın isnâdât-ı gayr-ı lâyıkasıyla meşîhatı ref‘ olunmuş, Şeyh Halîl nâm zâta tevcîh edilmişidi.

Şeyh Halîl Efendi bir müddet sonra 1094/(1683) senesinde terk-i meşîhatla Mısır'a gitmiş, orada kalmıştır.

Şeyh Halîl Efendi'nin yerine Hz. Selâmî halîfesi Mustafa Fenâyî Efendi seccâde-nişîn olup, "Şeyh-i râhil" (شيخ راحل) terkîbinin delâleti vechle, 1149/(1736)'da irtihâl-i dâr-ı  naîm eylemekle, Karacaahmed Türbesi'nin karşısında, vâlidesi yanında medfûndur.

Hz. Selâmî, hakkında isnâdâtın müftereyâttan ibâret olduğu tahakkuk edince def'a-i sâniye olarak, 1149'da âsitâne-i Hz. Pîr'de  şeyh oldular. Bu sırada Üsküdar'da, Bağlarbaşı'nda kâin ve "Selâmsız" denilmekle meşhûr mahallede bir tekke ile mescid-i şerîf ve Bülbülderesi ile Acıbâdem'de birer câmi'-i latîf ve Bulgurlu ve Kısıklı'da birer zâviye inşâ edip, vazîfeler  ta'yîn eyledi.

Bunlardan başka müceddeden inşâ ve ta'mîren ihyâ eylediği çeşmelerin adedi kırka yakındır. Hâlen nâm-ı âlîlerine nisbetle mahalle, tekke, câmi' ve çeşmeleri vardır.

"Hıtâb-ı elest" (خطاب الست) 1103/(691) târîh-i irtihâlidir. 1104/(1692)  diyen de vardır. Sene-i mezkûre şehr-i Saferinde terk-i hayât-ı müsteâr eylediler. Kısıklı'da, Çamlıca'ya giden yolun sol tarafında kâin dergâh-ı münîfleri hazîresinde medfûndur. Mükerreren ziyâret ettim. Kabr-i âlîlerinde azîm rûhâniyyet âsârı müncelîdir.

Hayra ve hasenâta meyli gâlib idi. Inde'l-hisâb sinn-i şerîfleri altmışı mütecâviz olmak lâzım geliyor. Kadılıktan sonra tarîk-ı sûfîye sülûkuna, 1093/(1682) târîhinde  âsitâne meşîhatından çekilmesine, (1104/1692)'de irtihâline bakılırsa müsinn oldukları anlaşılır.

Meşreb ihtilâfı münâsebetiyle Hz. Mısrî-i Niyâzî ile münâkaşâtı vardır. Şedîdü'l-hâl, mehîbü'l-atvâr, zühd ü takvâ sâhibi bir mürşid-i kâmil idi.

/21/ İlâhiyyâtı vardır; elsine-i pîrân-ı zâkirândır. Nakşiyye'den Selâmî Mustafa Efendi de, şiirde Selâmî tahallus ettiğinden ba'zıları birbirine karıştırırlar.

Baş açup girdim bu gün sâhib-i meydân benim

Es-salâ gelsin gelenler sînesi uryân benim

Ey Selâmî nakşını gören âdem beşer sanur*

Her makâmda hâzır olur cümleye mihmân benim

           

Şeyh Abdülhay Efendi

Hz. Hüdâyî halîfesi Saçlı İbrâhîm Efendi-zâde'dir. Edirne'de dünyâya gelmiştir. Sinni kemâle erişince, tarîk-ı ilme sülûk ederek, ba'de't-tahsîl pederinden ahz-ı bey'at etmiş ve nâil-i hilâfet olmuştur. Pederlerinin intikâlinde zâviyesine şeyh olup, ba'dehû 1097/(1686) senesi Şevvâlinde İstanbul'a da'vet olunarak, Sokollu Mehmed Paşa Dergâhı post-nişîni olmuş, 1099/(1688) senesinde Yenicâmi' vâizliğine ta'yîn kılınmıştır. 1103 Saferü'l-hayrında (Ekim 1691) Hz. Selâmî'nin intikâli hasebiyle Âsitâne-i Hz. Hüdâyî'de seccâde-nişîn olup, 1117/(1705) senesine kadar ondört sene  irşâd-ı ibâd ile iştiğâl ettiler.

                                    Kıla Abdülhay sana Hak rahmeti

                                    (قيله عبد الحى سكا حق رحمتى)

târîh-i irtihâlidir.

Sene-i mezkûre Recebinin yirmidokuzuncu Pazartesi gününe müsâdifdir. Civâr-ı Hz. Pîr'de Halîl Paşa-zâde Mahmûd Bey türbesine defn edilmiştir.

Âlim, âbid, zâhid, mücâhid, şeyh-ı fâzıl ve mürşid-i kâmil idi. Pek makbûl ve merğûb bir şeyh-i pâk-fuâd ve pîr-i sâhib-i irşâd idi. Gülşen-i Meşâyıh-ı Selâtîn nâm eserde medh olunmaktadır.

Âsârı :

1. Şerh-i Gazel-i Hacı Bayram -ı Velî,

2. Şerh-i Gazel-i Hazret-i Hüdâyî,

3. Terceme-i Kasîde-i Bür'e,

4. Tefsîr-i Sûre-i Feth,

5.  Dîvânçe.

Dîvânçe teşkîl edecek kadar ilâhiyyâtı olduğunu Osmânlı Müellifleri yazıyor.

Bir mecmûada gördüğüm  şu ilâhî kendinindir:

Rabbinden olur ihsân ey dil niye mahzûnsun

Bendesine olur dermân ey dil niye mahzûnsun

Îmân iden sensin irfânı bulan sensin

Dîn-i ebedî bulan sensin ey dil niye mahzûnsun

Hak'dır seni var iden tevhîd ile yâr iden

Bî-sabr u murâd iden ey dil niye mahzûnsun

Tevhîd ile pür-nûr ol irfân ile ma'mûr  ol

Dîdâr ile mesrûr ol  ey dil niye mahzûnsun

Abdülhay  ider âhı bulmağa Hakk'a râhı

Görmüş gözün Allah'ı  ey dil niye mahzûnsun

                                                       

 "Vücûdun âleme lutf-ı Hudâ'dır Yâ Rasula'llâh" diye başlayan na'tı, bestelenmiş ilâhiyyâtındandır.

Şeyh Mustafa Fenâyî Efendi

Müşârünileyh (Abdülhay Efendi)'den sonra tekrâr âsitâne-i Pîr'de seccâde-nişîn olan Mustafa Fenâyî Efendi, 1123/(1711) senesine kadar bulunup yine inzivâ eylemişti. İlk meşîhatinde terk-i meşîhat etmesi şeyhi Hz. Selâmî'nin def'a-i sâniye meşîhate gelmesinden mütevelliddir. /22/ Kendileri Beşiktaş'da sâkin idi. Yirminci Bölük'te Odabaşılıktan çıkmış olduğu için, "Odabaşı" denilmekle ma'rûfdur. Orta Câmi'de ya'nî Şehzâde Câmi'-i şerîfinde Cum'a vâizi idi. Üsküdar'da bir câmi' binâ edip orada defn olunmuştur. Şeyh Muhammed-i Gülşenî Efendi, müşârünileyhin târîh-i vefâtını, 1123/(1711) göstermişlerdir. Hâfız Hüseyn-i Ayvansarâyî, "Şîr-i Hudâ”  (شير خدا)terkîbinin delâleti üzere 1115/(1703-04)'tir." diyor.

Güfteleri varmış. Âtîde terceme-i hâl-i âlîlerinden bahs olunacak olan Şeyh Ya'kûb Efendi'nin peder-i mükerremleridir.

                         " Zen-i dünyâya aldanma o bir mekkâr-ı a'zamdır

                           Güler yüz gösterir ammâ sürûru gamla tev'emdir "

entâk-ı şerîfesindendir. 

Şeyh  Osmân Efendi  

Bileciklidir. Hz. Selâmî hulefâsındandır. Üsküdar'da, Atpazarı'nda bir câmi'-i şerîf binâ eylemişti. Âsitâne-i Pîr'de on sene seccâde-nişîn-i reşâdet olmuşlardır. "Şeyh-i dergâh" (شيخ دركاه) terkîbinin delâleti vechiyle 1140/(1728) senesinde âzim-i âlem-i âhiret oldular. Civâr-ı Hz. Pîr'de âsûde-nişîn-i rahmettir.

Câmi'-i şerîf-i mezkûr için şuarâ-yı zamândan Behiştî'nin söylediği târîh ber-vech-i âtîdir:

Cenâb-ı   mürşid-i âgâh-dil Osmân Efendi kim

Odur esrâr-ı 'küntü kenz'e mazhar ârif-i bi'llâh[13]

Yapup bu dil-güşâ âlî-makâmı sa'y idüp hayra

İrüp tevfîk-ı Rabbânî olupdur ana lutfu'llâh

                      

Yapıldı hamdü li'llâh kudsiyânın ka'be-gâhı hem

Makarr-ı ehl-i takvâ âşıkân-ı Hakk'a menzil-gâh

           

Zihî hâlet virir bir câmi'-i pür-feyz-i ra'nâdır

Olur vâkıf ledün ilmine bunda sâlikân-ı râh

Gelüp bu tekyenin tâkında kandîl-veş şeb u rûzân

Durup devr-i devâmı bunda görse encüm ile mâh

Hemîşe bunda tâat-gîr olan ehl-i kulûbu Hak

Vücûdun feyze müstağrak ide hem sırrına âgâh

        

Behiştî ihtitâmına didi bir ehl-i dil târîh

Mahall-i tâatu'l-ebrâr  câ-yı evliyâullâh

(محل طاعة الأبرار جاى اولياء الله) = 1133/(1721)[14]

                       

            /23/ Şeyh Ya'kûb-ı Afvî  Efendi

Şeyh Mustafa Fenâyî Efendi-zâdedir. Şeyh Osmân Efendi'ye dâmâd olmuştu. Âlim, fâzıl bir insân-ı kâmil olup, Osmân Efendi'den sonra âsitâne-i Pîr'de hıdmet-i meşîhatı der-uhde eylemiş ve dokuz sene mesned-nişîn-i reşâdet olmuştur. Bir iki sene kadar selâtîn kürsî şeyhliği vardır.

“Ta'yîn-i râhat” (تعيين راحت) terkîbi vechile 1149/(1736) senesinde azm-i gülşen-sarâ-yı cinân eylemiştir. Karacaahmed Türbesi civârında vâlideyni yakınında  gunûde-i  hâk-i gufrândır.

                          "Açıldı ravza-i dil ol gül-i handân ile*

                           Şevka geldi bülbül-i cân nağme-i sûzân ile

                           Bu vücûdum zenb ile bîgâne sanma Afviyâ

                           Âşinâdır çün ezelden  Hazret-i Rahmân ile "

güftelerindendir.

            Bir hayli âsârı var imiş. Hediyyetü's-Sâlikîn 1329/(1913) senesinde tab' olunmuştur. Bu eserde tarîk-ı Celvetî'nin mebdeini ve buna müteallık ba'zı umûrunu ve iştigâl olunan esmâ  hasebiyle makâmât-ı ârifîni, âdâb-ı sülûku pek ârifâne bir sûrette tafsîl buyurmuşlardır. Mukaddimesi teberrüken ve kısmen nakl olundu :

الحمد لله المبدئ المعيد الفعَال لما يريد الهادى صفوة العبيد إلى المنهج الرشيد والسلك السديد المنعم عليهم بعد شهادة التوحيد بحراسة عقائدهم عن ظلمات التشكيك والترديد السائق لهم إلى أتباع رسوله المصطفى عليه أفضل الصلوة وأتمها وإقتفاء صحبه الأكرمين المكرمين بالتأييد والتسديد المتجلى لهم فى ذاته وأفعاله بمحاسن أوصافه التى لايدركها إلاَ من ألقى السمع وهو شهيد. المعرف إياهم ذاته وصفاته بلاكيف لنيل المزيد.[15]  

Şeyh Rûşen Efendi

Mudanyalıdır. İsmâîl Hakkı hazretleri, müşârünileyhin pederi Abdurrahmân Nesîb Efendi'ye ifâza-i hakîkat buyurmuşlardı. Rûşenî Efendi de henüz çocuk iken müşârünileyh Hakkı hazretlerinin yed-i mubâreklerini öpmek saâdetini bulan erlerdendir. Meclis-i şerîflerine yetişmiş idi.

Hâl-i sabâvetlerinde mahlası Emîn idi. Hz. Hakkı'nın emriyle "Muhammed Rûşenî" tesmiye olundu. Bunun için kendilerine, "Bülbülân-ı hakîkata gülşen, sarâ-yı ma'rifete revzen." diye temdîhâtta bulundu.

İsmâîl Hakkı halîfesi Şeyh Pertevî Efendi'den ahz-ı feyz eylemiştir. Nice zamânlar irşâd-ı ibâd ile meşgûl oldular. Sultân Ahmed Câmi'-i şerîfinde kürsî şeyhi idi. 1188/(1774) senesinde âsitâne-i Hz. Pîr meşîhatına ta'yîn olundu. /24/ On sene kadar icrâ-yı meşîhattân sonra Nazîf Efendi nâmında birinin nefsâniyyetiyle meşîhatı ref' olunarak diyâr-ı âhara nefy edilmiş ise de biraz sonra mağdûriyyeti tebeyyün etmesiyle tekrâr meşîhatı iâde edildi. On sene daha icrâ-yı meşîhattan ve nice mürde-dilleri ihyâdan sonra hayât-ı fâniyeden tecerrüd eyledi.

Hz. Pîr'in türbesinin karşısındaki sed üzerinde yol ortasında türbesi vardır; üzeri açıktır. İlm-i mûsikîde behre-i kül sâhibi olduğundan besteleri ve ilâhiyyâtı vardır.

             

Âsârı :

             l. Fazâil-i Ramazân.

            2. Fazâil-i Muharrem.

            3. Kırk meclisten mürekkeb mevâize müteallık bir te'lîfi.

            4. Vâkıât-ı Hüdâyî'den iltikât etmek şartıyla meydâna gelen Sülûk-ı Celvetiyye'si.

            5. Mecmu'a-i İlâhiyyât'ı vardır.

Şehr-i dilde itmeğe uşşâkına dîvân-ı aşk

Kurup iklîm-i vücûdda tahtını sultân-ı aşk

Cem' idüp âşıkları sahrâ-yı aşka sû-be-sû

Her birine itmeğe bin nâz ile fermân-ı aşk

Çün oturmuş taht-ı istiğnâsına ol pâdişâh

Her nigehde olmada üftâdegân sûzân-ı aşk

Elleri bağlı huzûrunda durur bî-çâreler

Muntazırdır her biri ister ki bir ihsân-ı aşk

Neylesün dünyâ vü mâ-fîhâyı âşık neylesün

Dâimâ maksûdu anın vuslat-ı cânân-ı aşk

Vasf olunmaz hâlet-i aşkın demi bir vechile

Zâhiren giryân u sûzân ma'nevî handân-ı aşk

Şem'-i hakda mahv idegör kendini pervâne-veş

İtme Rûşen bülbül-i şeydâ gibi efgân-ı aşk

             Kitâbe-i seng-i mezârı :

Cenâb-ı Şeyh Rûşen nâm-daş-ı Mefhar-i âlem

Cihâna bir gelenlerdendi gitdi ol veliyyu'llâh

                       

Olup sellâk râh-ı Hakk'a rehber bir nice müddet

Hüdâyî Âsitânı'nda nice cân eyledi âgâh

Ulûm-ı zâhir ü bâtında bir merd-i rûşen-dil

Kerâmâtı cihâna rûşenâyî bahş idi çün mâh

Makâm-ı asla ric'at itdi bu âlemden el çekdi

Nidâ-yı 'irciî' irdükde gûş-ı hûşuna nâgâh[16]

Olup rûh-ı revânı âzim-i vâdî-i râh-ı Hak

Makâmın nûr-ı tevhîdiyle rûşen eylesün Allâh

اولوب روح روانى عازم وادئ راه حق

مقامن نور توحيديله روشن ايلسون الله  = 16 Şa'bân 1209/(8 Mart 1795)

            Müşârünileyh hazretleri, Cenâb-ı Hüdâyî'nin ahlâk-ı cemîle-i ma'neviyyesiyle mütehallık olup kemâlâtı derece-i bâlâ-terînde idi. Vefâtından yarım sâat evvel mürîdânını başına toplayıp zikru'llâh ile meşgûl olup hâl-i ihtizâr zuhûrunda, "Azîz olsam sezâyım ben." /25/ buyurup neş'e-i tevhîde müstağrak olarak terk-i hayât-ı müsteâr eylediler. Hikâyeten nakl olunur.

Şeyh Hafız-ı İzmidî

İbtidâ-yı hâlde eskicilikle iştigâl eden Şeyh Hâfız-ı İzmidî nâm zât bir mürşid bulmak ümniyyesiyle İstanbul'a gelip pek çok gezdiği hâlde me'yûs kalınca, bir gece âlem-i ma'nâda türbe-i Hz. Hâlid'de, "Mürşid niyâz ederdiniz, işte istediğiniz bu zâttır." diye, Üsküdar ciheti işâret olunmakla; Üsküdar'a gider. O gün Saçlı Hüseyin Efendi Dergâhı'nda Mevlid-i şerîf cem'iyyeti varmış. Gâyet kalabalık imiş. O da hâzır bulunmuş. Hitâm-ı Mevlid'de bir zât duâya başlar. Hâfız'ın kalbinde bu zâta öyle bir incizâb hâsıl olur ki, kendini zabt edememeye başlar. Kim olduğunu sordukta, "Âsitâne-i Hüdâyî şeyhi Rûşenî Efendi'dir." demeleriyle, onun dâmen-i irfânına yapışır ve bu sâyede pek çok mertebeler kat' eder. Fâiku'l-akrân olur ki, bu zât Hz. Şeyhu'l-Ekber'in Kitâbu'l-Envâr'ını tercüme etmiştir.

İlm-i tıbdan bir eser yazmıştır. Yine Hz. Şeyhu'l-Ekber'in Esmâ-yı şerîfe hakkındaki eserini, Nûru'l-Hüdâ nâmıyla tercüme eylemiştir. "Seyyid" mahlaslı ilâhiyyât-ı ârifânesi vardır.

           

                                    İsm-i Rahmân mazharısın Yâ Muhammed Mustafâ

         Râh-ı aşkın rehberisin Yâ Muhammed Mustafâ       

                                   İns ü cin hakkâ kudûmunla şeref-yâb oldular

                                   Cümlenin peygamberisin Yâ Muhammed Mustafâ

            İşte Rûşenî Efendi böyle zâtlar yetiştirmiş, kâmil ü mükemmil bir mürşid-i hak-bîn idi. Hulâsa-i kelâm,

Şeyh Rûşen'den olam dirsen habîr ey behre-ver

Gelmemişdir bu cihâna böyle şeyh-i pür-hüner

            Şeyh Abdullâh-ı Felâhî Efendi

            Muhammed Rûşenî Efendi hazretlerinin ahfâdındandır. Karacaahmed Mezârlığı'nda Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretlerinin hazîresi yanında medfûndur. Kitâbe-i seng-i mezârı:

            "el-Mütevassıl ilâ-silsileti'l-Mustafaviyye ve'l-mütevessil bi't-tarîkati'l-Celvetiyye. Âsitâne-i Hz. Pîr Hüdâyî seccâde-nişîni Mudanyavî-zâde Muhammed-i Rûşenî Efendi-zâde, Küçük Ayasofya Tekkesi şeyhi Abdullâh-ı Felâhî Efendi'nin rûhiçün Fâtiha. 27 Muharrem 1267/(22 Kasım 1850)"

            Yanında Abdullâh-ı Felâhî-zâde Mustafâ Hakkı Efendi medfûndur. 1313/(1895).

           

/26 / Şeyh Şehâbeddîn Efendi

Şeyh Rûşenî Efendi'nin mahdûmlarıdır. Peder-i âlîlerinden feyz-yâb olmuştur. Pederinin intikâlinde 1209/(1794) senesinde âsitâne-i Hz. Pîr'de seccâde-nişîn-i reşâdet oldular. Mücâhedede pek ileri giden eâzımdandır. Nasîhatı dâimâ mülâtefe ile icrâ ederlerdi. Zühd ü salâhıyla temeyyüz eylemiş idi. Asrının mâh-ı tâbânı, ecsâm-ı mürîdânın dil ü cânı olmuş idi.

İsmâîl Hakkı meşrebinde olduğu için elsine-i nâsda , "Küçük Hakkı Efendi"  denilmekle şöhret bulmuşlardı. Yirmialtı sene post-nişîn olup, 1234 senesi Recebinin yirmibeşinci (20 Mayıs 1819) Pazar gecesi terk-i âlem-i nâsût eyledi. Hz. Hüdâyî Türbesi'ne muttasıl türbede defîn-i hâk-i mağfirettir. Sandûkasının baş tarafındaki levhada  (şöyle yazılıdır) :

"Bu âsitân-ı âlî seccâde-nişînlerinden ve Hz. Mevlâna ve mevle'l-ârifîn  (kaddesa'llâhu sırrahu'l-metîn) efendimizin evlâd-ı kirâmlarından es-Seyyid eş-şeyh Muhammed Şehâbeddîn Efendi  İbnü'ş-Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi hazretleri."

                           Âh ol şeyh-i Şehâbeddîn âh

                           Dürr-i kem-yâb idi oldu nâ-yâb

                           Evc-i a'lâ-yı hakîkatda acîb

                           Berk-i lâmi' idi ol âlem-tâb

                           Didi sad-hayf-ı teessüfle gönül

                           Fevt târîhini "Hay Şeyh-i Şihâb"

    (حى شيخ شهاب)                                                                                                                                             

 

Kıt'a-i âtiye de hakk-ı âlîlerinde söylenmiştir :

                           Dürr-i bî-hemtâ  idi şeyh-i Şihâb-ı Celvetî

                           Söylenür vasfı cihânda dâimâ meşhûrdur

                           İsr-i peygamberde idi ol selîm ey Feyziyâ

                           Anın içün kabri anın  nûr ile mesrûrdur

Tuhfetü's-Sâlikîn nâmında bir eser-i mu'teberi vardır.Tarîkat-ı aliyye-i Celvetiyye'de sülûku ta'rîf eder. Târîh-i te'lîfi  1212/(1797) senesidir. Mukaddimesinden:

الحمد لله الودود المتفرد بالذات والوجود  مفيض الجود بكل موجود خالق ما كان وما يكون فهو المعبود. والصلوة على نبيه المحمود وعلى آله وأصحابه ذوى الكرم والجود. فهذه رسالة جمعتها من كتاب الواقعات المسمى بتبر المسبوك المشتمل على ما جرى من اللطائف فى أثناء السلوك بين حضرة الشيخ العارف بالله محمد المشتهر بافتاده وبين الشيخ الواصل إلى الله قطب الأنام العزيز المعروف بمحمود هدايى قدس الله سرهما ونفعنا بفيوصهما كافةً على بيان مراتب الجلوتية وعلاماتها.[17]

 

/27/ Şeyh Abdurrahmân Nesîb

Hilkaten gâyet edîb olan bu zât-ı muhterem Şeyh Şehâbeddîn Efendi'nin mahdûmudur. Pederlerinden mazhar-ı kemâl olmuşlardır. Ahlâk-ı hasene ile mutehallık olup, dâima mücâhede ederdi. Halîm, selîm, sahî ve kerîm idi. Nutk ve ilâhiyyâtı vardır.

Yirmidört sene seccâde-nişîn-i reşâdet olduktan sonra mürg-ı rûhu kurb-ı rahmet-i ilâhîye pervâz eyledikte nefs-i vücûdu âsitâne-i Hz. Pîr'de sandûka-i kabrde hıfz olunmuştur. Pederlerinin ayak ucundadır.

Sandûkasının baş ucundaki levhada yazılıdır:

"Bu âsitân-ı âlî seccâde-nişînlerinden ve Hz. Mevlâna ve mevle'l-ârifîn (kuddise sırruhu'l-metîn) efendimizin evlâdlarından es-Seyyid eş-Şeyh Abdurrahmân Nesîb Efendi İbnü'ş-şeyh Şehâbeddîn Efendi . 1258/(1842)."

Şeyh Muhammed Efendi

Müşârünileyh Abdurrahmân Nesîb Efendi'nin dâmâdıdır. Kabrine muttasıl kabirde medfûndur. Bu zâtın Mes'ud Çelebi isminde bir oğlu vardı. Meczûbînden idi. O da burada medfûndur.

Şeyh  Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi

Abdurrahmân Nesîb Efendi'nin oğludur. Ulûm-ı akliyye vü nakliyyeyi tahsîlden sonra pederlerinden nâil-i feyz olmuştur. Pek edîb ve zarîf, meclis-ârâ, hâlîm, selîm, müşfik, zekî ve sahî idi. Hüsn-i hatta mâlik ve ilm-i mûsîkiye âşinâ idi. Meclis-i meşâyıh riyâsetinde bulunmuştur. Tabîat-ı şi'riyyesi  olup, güzel kasîde ve ilâhîleri vardır. Kastamonu'ya gidip, orada erbaîn çıkarmış.

Ellibir sene âsitâne-i Hz. Pîr'de  seccâde-nişîn olmuştur. Meclis-i latîfine uzaktan yakından gelenler hesâbsızdı. Hakîkaten numûne-i irfân u kemâl imiş. Abdülmecîd Hân merhûmun kendisine pek ziyâde hürmet ve muhabbeti var imiş.

Zamân-ı meşîhatlerinde ârzû-yı şâhâne ile türbe ve hânkâh tecdîden ta'mîr edilmiştir.

Abdülmecîd merhûm, bir gün Hz. Pîr'i ziyâret kasdıyla hânkâha gelip, kunduralarını ta'zîmen hânkâhın sokağa nâzır dış kapısında çıkarmıştı. Bu kapıdan türbe-i şerîfeye kadar şal döşenmiş idi. Sultân Mecîd, türbeye girileceği zamân Şeyh Rûşenî Efendi'ye , "Efendim, delîl olunuz, evvelce siz giriniz." buyurmalarına karşı, irticâlen, "Pâdişâhım! Zât-ı şâhâneleri âlem-i  dünyânın, Hz. Pîr ise, âlem-i ma‘nânın pâdişâhıdır. Âcizleri gibi bir dervîşin, iki pâdişâh arasına  girmesi haddi midir?" demiş. Bu söz, Hz. Pâdişâh'ın nazar-ı takdîr ü istihsânını celb eylemiş olduğu mesmû'-ı fakîrânem olmuş idi.

/28/ Kesret-i sivâdan, halvet-i  bakâya rücû'ları hasebiyle âsitâne-i Pîr'de  dâhil-i zümre-i azîzân olmuştur.

Zamân-ı intikâlleri 1309/(1892) senesine müsâdiftir.

Müşârünileyh Rûşenî Efendi, türbe-i Hz. Hüdâyî'ye muttasıl dîger türbede, güzer-gâhda pencere önünde gunûde-i hâk-i rahmettir. Sandûkası önünde bir levhada yazılı olan ibâredir :

"Hz. Pîr, Mevlânâ (kaddesa'llâhu esrârahû) sülâle-i tâhirelerinden olup Hz. Pîr Hüdâyî (kaddesa'llâhu esrârahû) âsitân-ı refîu'ş-şân pîrânelerinde seccâde-nişîn iken, celvet-hâne-i Cenâb-ı Hayy ü Bâkî'ye intikâl eden es-Seyyid eş-Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi (kuddise sırruhû) hazretleri İbnü'ş-Şeyh Abdurrahmân Nesîb Efendi İbnü'ş-Şeyh Muhammed Şehâbeddîn Efendi İbnü'ş-Şeyh Muhammed-i Rûşenî Efendi İbnü'ş-Şeyh Abdurrahmân Efendi İbnü'ş-Şeyh Mustafa Efendi  İbnu Aydosî İbrâhîm Paşa (kaddesa'llâhu esrârahum)."

Velâdetleri: 15 Zi'l-hicce 1225/ ( 11 Ocak 1811 )

Meşîhatları: Rebîü'l-evvel 1258/ (Nisan 1842)

İrtihâlleri : 22 Rebîu'l-âhir 1309/ (26 Ekim 1891)

Müddet-i meşîhatları : 52 sene

                           "Kişinin sevdiği yanında gerek

                            Eger olmaz ise gayrı ne gerek "

müşârünileyhin manzûmelerindendir.

Şeyh Muhammed Şehâbeddîn Efendi

Rûşenî Tevfîkî Efendi merhûmun birâderidir. Yirmibir sene icrâ-yı meşîhatten sonra terk-i hayât-ı müsteâr eylemiştir. Sâir meşâyıhla temâs etmez, halktan hoşlanmaz garîbü'l-hâl bir zât idi. Mevlâ rahmet eyleye.

Târîh-i irtihâlleri 1330/(1912 )'dur. Civâr-ı Hz. Pîr'de medfûndur.

Şeyh Muhammed-i Gülşenî Efendi

1282/(1865) târîhinde dünyâya şeref vermiştir. Pederi, Kayseri niyâbetinde iken, l289/(1872) senesinde vefât eden Mektûbî-zâdelerden Muhammed Sadreddîn Efendi'dir. Peder tarafından sülâleleri, Fındıklı Câmi'-i şerîfinin bânîsi Molla Çelebi'ye ve ondan Sadreddîn-i Konevî hazretlerine müntehîdir. Vâlidelerinin pederleri müşârünileyh Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi'dir. Onun pederi Muhammed Şihâb, onun pederi Mudanyalı-zâde Büyük Rûşenî Efendi'dir. Büyük Rûşenî Efendi'nin haremi Hanîfe Hanım'dan i'tibâren sülâle-i neseb-i Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye müntehîdir.

Büyük Rûşenî Efendi'nin pederi Şeyh Abdurrahmân Nesîb Efendi, onun şeyhi ve pederi Mudanyalı Şeyh Mustafa Efendi, onun pederi Mudanyalı İmâm Emîn Efendi, onun pederi Aydoslu İbrâhîm Paşa'dır.

Muhammed-i Gülşenî Efendi, Üsküdarlıdır. Doğancılar ve Atlamataşı Rüşdî Mekteblerinde ba'de't-tederrüs husûsî muallimden tahsîle devâm eylemiştir. Tarîkat-ı aliyyeye henüz sığar-i sinninde intisâb ile Muhammed-i Rûşenî Tevfîkî Efendi'den feyz-yâb ve 1309/(1891-92) târîhinde Bursa'da, İsmâîl Hakkı hazretleri âsitânesi şeyhi Fâik Efendi'den müstahlef olmuştur.

1295/(1878)'de Evkâf  Mektûbî Kalemi’ne devâma  başlayıp, 1328/(1910) senesine kadar hizmette bulunmuştur. Son me'mûriyyetleri Harem-i Şerîf-i Nebevî müdüriyyeti olup, kable'l-azîme hânkâhın meşîhatı inhilâl edince 1330/(1912) senesinde seccâde-nişîn-i reşâdet olduklarından, Harem-i Şerîf-i Nebevî Müdüriyyeti’nden ferâgata mecbûr olmuşlardır. Meclis-i Meşâyıh Riyâseti'nde bulundular.

Orta boylu, tenâsüb-i endâma mâlik, edîb, halûk, nâzik bir zât-ı âlî-kadrdir. Taalluk eden himmetleriyle hânkâhda bir kütüp-hâne te'sîsine muvaffak olmuşlardır.

/29/ Mahviyyet-i kâmilesi vardı. Zavallı illet-i sadra mübtelâ idi. Bu illetin netîce-i te'sîri altında, 2 Ramazân 1341/ 19 Şubat 1339/(1923) târîhine müsâdif Çarşamba günü vakt-i zuhrda terk-i hayât-ı müsteâr ve azm-i bakâ-yı gül-zâr eylemiştir. Ertesi Perşembe günü cenâzesi ihtifâlât-ı lâyıka ile kaldırılarak Üsküdar'da Vâlide Câmi'-i şerîfinde namâzı bi'l-edâ âsitâne-i Hz. Pîr'de evvelce ihzâr eyledikleri  kabirde vedîa-i hâk-i rahmet kılındılar.

Pek terbiyeli, özü-sözü temiz bir zât-ı âlî-kadr idi. Terceme-i hâllerini yazmak içün ma'lûmâtlarına mürâcaatımda pek mahviyyet gösterdiler. İstediğim ma'lûmâtı verdiler. Âtîde aynen telsîk olunan tezkire ile irsâl buyurdular (kaddesa'llâhu sırrahû) :

"Efendim,

           

Hiç bir eder ve değeri olmayan  fakîriniz gibi  adamların terceme-i hâllerini yazmakla iştigâl, izâa-i evkâttan başka bir şey müntec olmayacağını bildiğim hâlde mahzâ emirlerini reddetmiş olmamak  üzere  irsâl buyurulan pusulayı karalayarak iâdeten takdîme mütecâsir oldum.

Bâkî Hüve'llâh . 14 Safer 1341/(6 Ekim 1922) . 

                                                                                        el-Fakîr Muhammed-i Gülşenî"

Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi vardır ki, Hz. Hüdâyî Âsitânesi'nde te'sîs olunan kütüp-hânedeki kitaplar da buraya naklolunmuştur. Bu kitapların tasavvuf kısmında 378 numarada bir eser vardır ki, Hüdâyî hazretlerinin Arabiyyü'l-ibâre olarak yazdıkları Ahvâlü'n-Nebiyyi'l-Muhtâr 'ın  tercüme ve şerhidir.

Neş'e-i rûhâniyye-i Muhammediyye,  velâdet ü mu'cizât-ı nebeviyye ve kıssa-i mi'râc gibi ebhâs-i azîme-i Muhammediyyeyi muhtevî bir risâle-i müellefenin, selîs ibâre-i Türkiyye ile mütercimi müşârülileyh el-Hâc Muhammed-i Gülşenî Efendi'dir. Şerh ve îzâh eyleyen ise ulemâ-yı müteahhirînden merhûm Hâce Vildân Efendi'dir. Târîhi 10 Ağustos 1337/(1921) ve Zi'l-hicce 1339 olup, yazısı Gülşenî Efendi merhûmundur.

Şeyh Muhammed Âbidîn Efendi

Gülşenî Efendi'nin yerine seccâde-i meşîhate oturdular. Üsküdar'da Rûmî Mehmed Paşa Dergâhı şeyhi idi. Gülşenî Efendi'nin hemşîre-zâdesidir, terbiye-kerdesidir ve halîfesidir. İlm ü fazlı, nezâket ü terbiyesi vardır. Vaktiyle Evkâf-ı Kuyûd-ı Kadîme Kalemi’ne devâm ederlerdi.

                                              

                                                                 * * *

                                                                                             

/30/ Âsitâne-i Hz. Pîr'de zamânımıza kadar seccâde-nişîn olan zevât-ı kirâmın terâcim-i ahvâlini mehmâ-emken yazdım. Ricâl-i Celvetiyye'den sâir zevât-ı kirâmdan da bahs edelim :

Şeyh Keşfî Osmân Efendi

Cennetî Efendi hazretlerinin halîfesidir. Erzurumludur. Pederî Keşfî Osmân Efendi, onun pederi Keşfî Muhammed Efendi hazerâtıdır. Erzurum'dan Niksar'a hicret ve bi'l-âhare İstanbul'a azîmetle müşârünileyhden ahz-i feyz ederek Niksar'da bir câmi' ve bir tekke ve Edirne'de bir câmi' ve İstanbul'da Şehzâdebaşı'nda Vezneciler'de bir câmi', bir tekke inşâsına muvaffak olmuştur. Burada seccâde-nişîn olup alâ-rivâyetin tarîk-ı Kâdirî'den de feyzi vardır.

"Türbetü'l-Azîz" (تربة العزيز) terkîbinin delâleti üzere 1127 sene-i hcriyyesinde (1715) irtihâl eylemiş ve Niksar'da türbesi ziyâret oluna gelmekte bulunmuştur.

Hâfız Hüseyn-i Ayvansarayî, Vefeyât nâm eserinde, "Kasımpaşa'da, Hâşimî Osmân Efendi dâiresinde azm-i cennet eylemiştir." diyor. Tahkîkâtta bulundum, Hâşimî hazretleri civârında böyle bir kabir yoktur. Hâşimî ahfâdından ve Hâşimî Dergâhı şeyhi Süreyyâ Efendi'ye de sordum, haber-dâr değildir.

Keşfî Osmân Efendi, Hâşimî Osmân Efendi dâmâdı veya mahdûmu Şeyh Hamdullâh Efendi'nin dâmâdıdır. Şeyh Hamdullâh Efendi, Kasımpaşa'da, Okmeydânı'nda, Sinânpaşa Câmi'-i şerîfi ittisâlinde, türbede medfûndur. Vefeyât'ta, o yolda yazılması ihtimâl ki, onlarla olan münâsebet-i âileden kinâyedir. Belki de, burada irtihâl etmiştir. Kabri fi'l-hakîka buradadır.

                           "Şol gönül kim mübtelâ-yı derd-i aşku'llâh olur

                            Derdine dermân bulunca işi âh u vâh olur"

(beyiti) âsâr-ı şi'riyyesindendir.

2. cild 331. sahîfede Şeyh Ahmed Hamdi hakkında ma'lûmât vardır.

Harîk-ı kebîrde, Vezneciler'deki câmi'-i tekke yanmış, hâk ile yeksân olmuştur. Meşâyıh-ı Kâdiriyye'den Şeyh Müştâk Efendi buraya yeniden bir dergâh inşâsına muvaffak olarak, "Keşfî Osmân Efendi Dergâhı" nâmını vermiştir. Elyevm ma'mûrdur. Câmi' ve mezâristân yeri ötekinin berikinin yed-i gasbında kaldığından elyevm nişânesi bile yoktur.

Osmân Efendi, ulemâdan ve ulemâ-zâdelerden imiş. Mütebahhirîn-i fuzalâdan Rasûl Efendi'nin amuca-zâdesi olduğunu mûmâileyh Müştâk Efendi söyledi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

/31/ Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh Efendi

Hz. Hüdâyî'nin meclis-i sohbetine henüz unfuvân-ı şebâbında erişmiştir. Pederleri Şeyh Şa'bân Efendi olup, Hz. Pîr'in baş zâkiri idi. İlm-i mûsikîde zamânının ferîdi imiş. Hz. Pîr'in ilâhiyyâtını besteler ve esnâ-yı zikirde okurlar imiş.

Abdullâh Efendi'nin âşıkâne ilâhiyyâtı vardır. Mahlasları "Bîçâre"dir. Hulefâ-yı Hz. Pîr'den Muk'ad Ahmed Efendi'den mazhar-ı hilâfet olup, Manisa'da neşr-i tarîkata me'mûr oldular. Sonra Zeyrek Câmii'nde seccâde-i irşâda oturdular. Daha sonra Ali Paşa Zâviye'sine  şeyh oldular. Salı günleri Üsküdar'da Şeyh Câmi'-i şerîfinde ve İstanbul'da Fâtih Câmi'-i şerîfinde va'z ederler  idi.

Kuvve-i nâtıkası pek selîs imiş. Tasavvuftan, kelimât-ı âliye söyler, meclisine uzaktan yakından erbâb-ı aşk şitâbân olurlar imiş. Zamân-ı âlîlerinde ehl-i tarîkata pek tecâvüz vâki' olmağla, ulemâ ile sûfiyyûn beynine giren ihtilâfı, bir gün kürsîye çıkıp belîğ bir va’z eyleyerek ber-taraf buyurduklarını Târîh-i Naîmâ'da okudum. Zâhir ü bâtını ma'mûr bir merd-i Hudâ idi. Rütbe-i kemâli, Şeyh Osmân-ı Fazlî ve Selâmî Ali efendiler gibi efâzıl-ı sûfiyye yetiştirmiş olmalarıyla sâbittir.

1068/(1658)'de tekke-gâh-ı behişte âzim oldular. "Şeyhu'l-Muvâsıl" (شيخ المواصل) târîh-i intikâlidir[18]. Üsküdar'da Miskînler  kurbünde medfûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû

                           İlâhî fazl u lutfunla bana bir  feth-i  bâb eyle

                           İrişdir vahdet-i Zât'a kulun ni'me'l-meâb eyle

                          Vücûdum nüshasın yazdın yed-i kudretle çün Yâ Rab

                           Senin zât u sıfâtından ibâret bir kitâb eyle

                           Senin âşıkların alsın ziyâmı âftâbımdan

                           Hilâl-i kalbini Yâ Rab oların mâh-tâb eyle

 

                           Kabûl eyle kulun Bîçâre'nin hâcâtını lutf it

                           Kerîmâ mahz-ı fazlınla anı sen kâm-yâb eyle

                                                   * * *

                           Ehl-i aşkın hâlini anlan gelin mestâneden

                           Mâ-sivâyı terk iden hâlin görün pervâneden

                           'Lî-maa'llâh' sırrını izhâr ider dil-i velî [19]

                           Gayret-i hak setr ider gizler anı bîgâneden

                           Âdeme Hû'dan dem irüp irdi demden demdeme

                           Dem bu demdir  na'rası  ider zuhûr her dâneden

                           Zâhidâ gamm u sivâ koydu seni halvetlere

                           Âlem-i ıtlâka çık kurtulagör gam-hâneden

                           İrdi nûr-ı hakk ile  Bîçâre  sırr-ı vahdete

                           Şol inâyet  sebk idenler doğmadan tâ aneden

 

Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretleri hakkında tedkîkât :

Ekâbir-i evliyâullâhdan bir zât-ı âlî-kadr olup, nefs-i nefîse mazhar olduğuna ve Osmân Fazlî-i İlâhî gibi bir sâhib-i irfân  yetiştirmiş bulunduğuna şüphe yoktur. İsmâîl Hakkı merhûm,  Silsile-i Celvetiyye'sinde yazar ki :

"Erbâb-ı zikrin dil-pesendi Hz. Zâkir-zâde Abdullâh  Efendi (kuddise sırruhû)'nin vâlidi, Hz. Hüdâyî'nin meclis-i ihyâlarında ser-zâkirânı olup, ekser ilâhiyyât-ı Hüdâyî hazretlerine şeyhâne besteler tanzîm ile okuduğu cihetle, oğlu Şeyh Abdullâh Efendi, Zâkir-zâde demekle müştehir olmuş ve o vecihle dillerde cereyân bulmuştur. Gerçi kendi zamân-ı Hüdâyî hazretlerine erişmiş ve onu görmüştür. Lâkin henüz unfuvân-ı ömrü ve bidâyet-i emri olmağla sülûku halîfe-i Hüdâyî Ahmed Efendi hazretlerinden menzil-i vasla değin pûyân  ve sadr-ı meclis-i a'yân olmuştur. Bunun dahi gerçi kalemi yoktur. Lakin âşikâne ilâhîleri vardır. Mahlasları, Bîçâre'dir. İstanbul'da Paşa Zâviyesi'nde Şeyh, Fâtih ve Sultân Mehmed (Şehzâde) câmi'lerinde, Salı vâizi idi. Zeyrek'te kâin Kilise Câmii  tahtındaki odalarda fukarâ iskân ederdi ve sellâk-ı tarîkatı terbiye ederlerdi. Burası zamân-ı fetihde Şeyh İlâhî elinde idi. Sonra Sofyalı Şeyh Bâlî Efendi'ye, ba'dehû Zâkir-zâde'ye intikâl eyledi. Ba'zan medrese nâmıyla, ba'zan zâviye diye  kullanıldı."

Burada pencerenin üstündeki kitâbeyi aynen istinsâh eyledim ve Kemâl-nâme-i İsmâîl Hakkı  nâm eser-i âcizâneme derc ettim. (s. 23 ilâvesi)

           

Zâkir-zâde hazretleri şu halîfeleri yetiştirmiştir :

l. Atpazârî Şeyh Osmân Fazlî-i İlâhî b. Seyyid Fethullah, ll02/(1691).

2.  Şeyh Selâmî Ali Efendi, 1104/(1693).

3.  Zâkir-zâde mahdûmu Ca'fer Efendi, 1108/(1697),

4.  Abdulvahhâb Efendi, 1120/(1708).

Kabr-i âlîlerini ziyâret ârzûsunda idim. Li-hikmeti'llâh senelerce nasîb olmamış idi. 1347 senesi şehr-i Cemâziye'l-evvelinin ondördüncü (29 Ekim 1928) Pazar günü, Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'nde iken duâ-gû-yı şehîr Şeyh Hakkı Efendi oraya gelerek, bahis Zâkir-zâde Abdullâh Efendi'nin kabrine intikâl edince mûmâileyh dedi ki:

"Üsküdar'da Karacahmed'in ilerisinde Miskinler civârındaki büyük mezârlığın ortasındadır. Teveccüh edildiği gibi bulunur."

Bunun üzerine merâkım kesb-i şiddet etti; iki gün sonra Üsküdar'a gittim, Karacahmed civârına geldim. Mezârlık pek büyük olduğundan, kabri bulmak müteassir gördüm. Hazretin rûhâniyyetine tevessül eyledim. Mûmâileyh Hakkı Efendi mezârlığın kapısında karşıma çıktı. Abdullâh Efendi hazretlerinin kabrini bulmak husûsundaki azmimi anlattım. Tekrâr ta'rîf eyledi; aradım, kolaylıkla buldum.

Hazretin delîl olan rûhâniyyeti ile kabri bulduğuma sevindim. Karacaahmed Mezâristanı pek büyüktür. Hazret, bir sofada medfûndur. Üstüvânî baş ve ayak taşları vardır.

Kitâbesi sûreti :

                            Âlem-i ukbâya Zâkir-zâde  çün kıldı sefer

                           Ya'ni Abdullâh Efendi vâkıf-ı sırr-ı kader

                           Âlem-i gaybdan dinildi rihletine târihi

               Aşk ile bâb-ı ‘rızâu'llâh’ı itmişdir makar

                           (رضاء الله) = 1068/(1658)

Mezâr taşında son beyit "Kıl cinân-ı kudsünü Yâ Rabbenâ ana makar" yazılıdır. Hesâbı tutmadığından kalb-i fakîrâneme bâlâdaki târîh vârid olmuştur. (Kaddesa'llâhu sırrahû ve rahmetu'llâhi aleyh)

Cenâb-ı Hak, müşârünileyh  kulunun vâkıf olduğu esrâr-ı irfândan biz abd-i kem-terlerini de haber-dâr buyursun. Âmîn.

Abdullâh Efendi hazretlerinin hazîresinde, harem-i âlîleri medfûn olduğuna delâlet eden bir taş vardır. Ale'l-ekser tesâdüf edilmiştir. Böyle kitâbelerde i'tinâ edilmediği ba'zan görülmüştür. Meselâ, Hilye-i Hâkânî sâhibi meşhûr âlim Muhammed Bey hazretlerinin Edirnekapı Câmii hazîresindeki kabir taşına, "Meşhûr âlim Hilye-i Hâkânî hazretlerinin rûhuna el-Fâtiha." yazılı olduğu gibi; medfûne-i merhûme hanımın ismini taşa yazmamışlar; vefât târîhi gayr-i muharrerdir.

           

"Yâ ilâhî işbu kabrin sâhibi

 Sâliha hâtûn idi hem âbide

 Ya'ni Zâkir-zâde Efendi*

 Gitdi ukbâsına ne fâide"

Böyle bî-meâl yazı yazılmış. Târîhi yok, kim olduğu gayr-i muharrerdir.

Abdullâh Efendi hazretleri hiç şübhe yok, o zamân İstanbul'da bulunmadıklarından, sâir erbâb-ı kemâlden kimseler ise bu işlerle meşgûl olmağa hâlleri müsâid olmadığından, böyle noksânlıklar vukûa gelmiştir. Bu kabrin mevcûd kalması da şâyân-ı şükrândır. Üçyüz senedir muhâfaza-i mevcûdiyyet etmesi de bir şeydir. Düşünürüm, buraya berây-ı ziyâret, erbâb-ı hâlden nice kimseler gelmiştir. Muhakkak bir hayli zevât-ı kirâmın cilve-gâh-ı ziyâreti olmuştur.

Abdullâh Efendi hazretleri, nefs-i nefîse sâhib bir vâris-i saltanat-ı muhammediyye idi. Mübârek kabr-i enverlerinden ve çeşme-i fuyûzât-ı rûhâniyyelerinden istifâde ve istifâza eden nice âşıklara ziyâret-gâh olmuştur. Fi'l-hakîka kulûb-ı kâsiyeyi münevver eden hâlât-ı acîbe rû-nümâ oluyordu. Ne cilveler, ne işveler vücûde gelmiş o kabr-i enveri bulmak, ziyâret şerefine vâsıl olmak da bir büyük devlettir. Hz. Hakk'a hamd olsun.

Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretlerinin derece-i kemâline muttali' olmak için Silsile-nâme-i Celvetiyye'de Osmân Fazlî bahsi dikkatlice okunmalıdır. Bursa'da, Kütüphâne-i umûmîde, yadigâr ettiğim Kemâl-nâme-i Hz. İsmâîl Hakkî nâm eser-i âcizânemde de bahis vardır.

Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretleri, Üsküdar'da üzeri açık olmak üzere bir mahalle defnini vasiyet ettiğini ve o vasiyetleri üzerine Karacaahmed'de, Miskînler kurbunda bir mahalle defn edildiği, Silsile-nâme-i Celvetiyye'sinde yazar.

           

Dileriz Hazret-i Hak'dan bizi de şâd itsün

Dâhil-i ehl–i kemâl eyleyerek şâd itsün

Cân u dilden ideriz böyle temennî Vassâf

Bizi mahrûm-ı visâl eylemesün şâd itsün

/32/ Şeyh Osmân-ı Fazlî Efendi

Âtpazarlı Şeyh Osmân Fazlî-i İlâhî nâmıyla meşhûrdur. Eâzım-ı meşâyıh-ı Celvetiyye'den ve ekâbir-i sûfiyyedendir ve sâdâttandır. Bulgaristan'da kâin Şems kasabasında  19 Zi'l-hicce 1041/(7 Temmuz 1632) târîhinde vakt-i işrâkîde Seyyid Fethullah Efendi  nâmında bir zâtın sulbünden gehvâre-zîb-i mehd-i şuhûd olmuştur. Pederleri o esnâda irtihâl etmekle vâlidesinin taht-ı terbiyesinde kalmıştır. Tahsîl zamânı hulûl edince mebâdî-i ulûmu memleketinde tahsîle gayret edip ve daha sonraları tahsîlini ileri götürmek hevesiyle Edirne'ye geldi. İsti'dâd-ı fıtrîsi ve zekâsı fevka'l-âde olup, bu esnâde Hz. Pîr'in halîfesi Saçlı İbrâhîm Efendi'ye mürâcaat etmiş ise de, müşârünileyh bundaki isti'dâda bakıp izhâr-ı acz eylemesiyle İstanbul'da Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretlerine sevk olunmuştur. İrtibât-ı kavî ile birkaç seneler hıdmet-i aliyyelerinde bulunup, bu esnâda ulûm-i edebiyye okumuştur.

Şeyhleri, Osmân Efendi'ye hitâben, "Emîr Çelebi sende Şeyh-i Ekber meşrebi var." buyururlarmış.

Bir gün Hz. Şeyh'in bir işi zuhûr edip, mürîdânı o işten kaçamak yolunu göstermekle, Osmân Efendi derhâl huzûr-ı Hz. Şeyh'e varıp, "Emr buyuracağınız iş nedir sultânım, infâz edeyim." dedikte, "Senin dersin vardır." cevâbını vermiş ise de, Osmân Efendi, "Ulûm-ı evvelîn ü âhirînin münkeşif olacağını bilsem yine hıdmet-i şerîfenizi ihtiyâr ederdim." demesiyle Cenâb-ı Şeyh bu sözden mahzûz olup, Emîr Çelebi, "Allah teâlâ sana ulûm-ı evvelîn ü âhirîni keşf etsin." diye duâ buyurmuşlardır.

İsmâîl Hakkı hazretleri Silsile-nâme'lerinde buyururlar ki :

“Bu duâ ile berâber nefesi sâyesinde bir gece cemî' ulûm, şeyhimin kalbine tulû' edip, bilmediği nesne kalmadığı gibi Abdullâh Efendi hazretleri bir gün mürîdi Osmân Efendi'ye hilâfet teklîf eylemekle, hizmetlerini ihtiyâr edeceğini bi'l-beyân arz-ı imtinâ' ettikte ol gece vâkıasında Allah teâlâ hazretlerini görür. Mushaf-ı şerîfi uzatıp, "Al kelâmımı; kullarımı bana da'vet eyle." diye fermân buyurunca, ol heybetle uyanıp, (المريد من لا إرادة له)[20] mûcibince, irâdetini, irâdet-i şeyhte ifnâ edip, Edirne civârında Aydos cihetine hilâfetle i'zâm kılınmıştır. Burada ve ahîren Filibe'de onbeş seneden mütecâviz bir müddet zarfında neşr-i ulûm ve icrâ-yı âdâb-ı şerîat ve erkân-ı tarîkattan sonra gördüğü bir rüyânın tesiriyle İstanbul'a gelip, Atpazarı nâm mahalde sâkin olmuştur. "Atpazârî" denilmesi bundan mütevelliddir.”

Hz. Şeyh'in burada sâkin olduğu mahal Manisalı Mehmed Paşa Câmii, (nâm-ı dîgerle  Kul /33/ Câmi'-i şerîfi'dir) imâmet ve hitâbeti kendilerine tevcîh olunmakla bu hizmetlere mahsûs maâşa kanâatla, ba'dehû câmi'-i şerîfe yakın bir hâne iştirâ edip, teehhül eylemiştir. Câmi'-i şerîf civârına kendi kesesinden talebe-i ulûm için hücreler binâ edip, burada gâh va'z, gâh tedrîs, ale'l-ekser de tevhîd ile meşgûl olmuştur.

Zeyrek Câmi'-i şerîfinde de bulunmuşlardır. Çünkü ikâmet buyurdukları hücre  ile tevhîd-hânesi elyevm bu câmi'-i şerîfin ittisâlindedir. Yakın vakte kadar burada zikr olunurdu. Tarîk-ı Şa'bânî'den Şeyh Halîl Efendi zamânında giderdim.[21] Şeyh Osmân Fazlî Efendi'ye, Şeyh Vefâ Câmii kürsî vâizliği de tevcîh olunup kemâlâtı şâyı' oldukca halkın hüsn-i teveccühü artmış ve pâdişâh-ı zamânın ârzûsuyla 1095/(1694) senesinde Sultân Selîm Câmi'-i şerîfi vâizliğini der-uhde buyurdukları gibi, huzûr-ı humâyûnda dahi va'z ederler imiş.

           

Târîh-i Râşid'de okumuş idim :

 

"Bir gün huzûr-ı humâyûnda ders takrîr ederken ihtilâl-i âlemi tasvîr eylemesi pâdişâha keder verdiğinden Hz. Şeyh'in düşmânları bunu fırsat addederek ilkâât-ı mahsûsalarının  netîcesi  Şumnu kasabasında  ikâmete me'mûr olmuşlardır."

Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, "Hz. Şeyh'in cifr ilmiyle iştigâli hasebiyle, bundan istihrâc-ı  ahvâl ederek gâibden haber vermeğe kalkışması da bâis-i nefyi olmuştu. Fakat 1099/(1688) senesinde cülûs-ı pâdişâhîde  mazhar-ı afv olarak, Sultân Süleymân-ı sânî tarafından da'vet olunmuş ve geldiğinde  pek ziyâde  hürmet ve riâyet edip, istifâde ve istifâza eylemiştir." (der).

Bu sırada kendilerinden şarâb-ı hâli nûş edenler çoğalmış idi. Mecmû'-ı hulefâsı yüzelli kadardır. İsmâîl Hakkı hazretleri, ecell-i hulefâsıdır. Pâdişâh'ın  gösterdiği muhabbeti erbâb-ı i'râz çekemediler. İlkâât-ı müfsideleriyle  bu def'a Kıbrıs'ta Magosa'ya i'zâmına sebeb oldular ki, Şevvâl 1101/(1690) târîhine müsâdiftir. Fakat  sebeb olanların her biri pek yakın zamânda birer belâya girif-dâr olarak, i'dâm cezâsına uğramışlardır.

Hz. Şeyh, Magosa'ya azîmetinin ondördüncü ayında, ya'ni  19 Zi'l-hicce  1102/(15 Eylül 1691) târîhinde[22] işrâk vaktinde  âlem-i bakâyı teşrîf eylediler. Kabr-i enverleri  oradadır. "Fî-cennâtin yetesâelûn" (فى جنات يتسائلون) ve "Makâmü'ş-Şeyh Firdevs ü Tûbâ" (مقام الشيخ فردوس وطوبى) (ibâreleri) târîh-i intikâllerini müş'irdir. /34/ Sinn-i şerîfleri doksan râddesinde olduğunu ve kaviyyü'l-bünye bulunduğunu İsmâîl Hakkı merhûm Ahid-nâme'sinde yazmıştır.

           

Müşârünileyhin söylediği târîhtir:

                           Bülbül-i hoş-lehçe-i gül-zâr-ı ma'nâdır bu şeyh

                           Bulmadı âhir bu fânîde bakâdan râyiha

                           Kudsiyân-ı pâk-dil Hakkî el açup didiler

                           Rûh-ı pâkiçün azîzin okuyalım Fâtiha

                          (روح پاكيچون عزيزك اوقويالم فاتحه)

Kabirlerinin üstü vasiyetleri üzerine açık bırakılmıştır.

Tesettürü pek ziyâde sevdikleri için şöhret-i şâyiadan pek çekinirler idi. Kümmelîn-i ehlu'llâhdan olduğuna şüphe yoktur. Allâme-i dehr idi. Şeyh-i Ekber efendimizin  Fusûs  şerhini ârifâne bir sûrette tahşiye etmiştir.

Sadreddîn-i Konevî'nin  Miftâhu'l-Gayb'ına ve Fâtiha-i Şerîfe Tefsîri'ne yazdığı şerh uluvv-ı irfânına  delâlet eder. Hattâ İsmâîl Hakkı merhûm diyor ki:

 

"Şeyhim Osmân Fazlî-i İlâhî'nin derece-i irfân u kemâlini, Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin Fâtiha-i şerîfeye yazdığı şerhi okuyanlar bilir."

Risâle-i İrfâniyye'sini anlamak herkesin haddi değildir. İlm-i iksîrde dahi bir risâle-i mu'teberesi vardır. Ve'l-hâsıl Hz. Şeyh, ilm-i ilâhîde  bahr-ı  muhît ve şerh-i kalem-i a'lâda levh-i mahfûz gibi arîz ve basît idi.

1246/(1830) senesinde "Kıbrısî" mahlaslı olan Hacı Mehmed Ağa nâm zât-ı âlî-kadr, müşârünileyhin kabrini meydâna çıkarmış ve tâc-ı şerîfini hâvî  seng-i mezârını topraklar altından ihrâc ve tathîr ile mezârını tecdîden yaptırmış ve etrafına birkaç hücreler binâ edip, intisâb-ı rûh-ı âlîleri niyyet-i hâlisasıyla hayli para sarf eylemiş olduğunu Gülşen-i Meşâyıh-ı Selâtîn  nâm eserde okudum. Cenâb-ı Hak, Hacı Mehmed Ağa'dan râzı olsun.

Eserleri :

Onbeş kadar te'lîfât-ı  mu'teberesi olduğunu İsmâîl Hakkı merhûm  Kitâbu'z-Zikr ve'ş-Şeref'inde yazıyor. Esâmîsi tahkîk olunanlar:

1. Misbâhu'l–Kulûb. Hz. Sadreddîn'in Miftâhu'l-Gayb'ının şerh eder. İstanbul'da Râgıb Paşa Kütüphânesi'nde  hatt-ı destiyle  muharrer nüsha mevcûddur.

2. Mir’âtu Esrâri'l-İrfân. Hz. Sadreddîn'in  Fâtiha Tefsîri'ni  şerh eder.

3. Tecelliyât-ı Berkıyye. Risâle-i Berkiyye fî Şerh-i Kasîde-i Aşkiyye'dir. Hz. Muhyiddîn-i Arabî'nin  Kasîde-i Aşkiyye'si şerhidir. Arabiyyü'l-ibâredir. Mütâlaa ile şeref-yâb oldum.

4. Hâşiye-i Şerh-i Fusûsu'l-Hikem.

5. Usûl-ı Fıkıh'tan: Tenkîh Şerhi, Telvîh Hâşiyesi, Risâle-i İmâm Hâşiyesi.

6. Risâle fî Beyâni Fazîleti Kelimeti't-Tevhîd.

/35/ 7. Hanefiyye Şerhi. Fenn-i âdâb-ı münâzaraya dâirdir. Matbû'dur.

8. Hidâyetü'l-Mütehayyirîn. Hikmet ve kimyâdan bâhistir.

9. Mutavvel Hâşiyesi.

10. Maânî Hâşiyesi.

11. Fethu'l-Bâb. İlm-i münâzaradan bir şerhtir.

12. Risâletü'r-Rahmâniyye.

13. Lâyihâtü'l-Berkiyye. Bu son eser pek mühim imiş.

İsmâîl Hakkı hazretleri, Kitâbu'z-Zikr ve'ş-Şeref'inde, "Şeyhim seyyidü'l-aktâb her hâlinde tesettürü ihtiyâr ederdi. Hattâ ahıbbâsından biri me'kûlâta müteallık bir şey ikrâm etse, eğer duhâ vaktinden mukaddem ise getiren kimsenin yanında bir lokma alırdı ve sâim olduğunu işrâb etmezdi. Sâir umûr-ı âdiyede dahi hâli böyle idi; meğer sünnete muhâlif ola, onu işlemezdi. Üç nesne ile merzûk idi: Birincisi, her salât-ı mefrûza için tecdîd-i vudû' ederdi. İkincisi, cemâatle kılardı. Üçüncüsü, her ibâdet ve muâmelede kitap ve sünnetle amel ederlerdi." diyorlar.

Kitâbu'l-Hitâb'ında, aktâb bahsinde de uzun uzadıya müşârünileyhin fazâilinden bahs ediyorlar.

Kitâbü'n-Netîce'de  buyururlar ki:

"Şeyhim, seyyidü'l-aktâb, Seyyid Fazlî-i İlâhî (Kuddise sırruhû) her mezâktan zevk ve her türlü riyâzet ve mücâhedeyi der-kâr ettikten sonra, zamân-ı sahvında, husûsan leyâlî-i  Ramazânda bir yumurta ile iftâr ederdi. Bu böyle iken, dört menkûhası ve onsekiz serriyye câriyesi vardı. Fa'tebirû yâ uli'l-ebsâr, fe-innehû min kemâli'l-muhâzât li'n-nebiyyi'l-Muhtâr."

Gülşen-i Meşâyıh-ı Selâtîn'de, "Osmân Fazlî Efendi hazretleri, mecma'-ı bahreyn-i şerîat ve menba'-ı nehreyn-i maârif ü hakîkat; ehl-i hâl, mübârek-fâl, cezbe-i azîmeye mâlik, sîret-i cesîmeye sâlik, sâlih ve müteşerri', âbid ve müteverri' idi. Âsâr-ı ilmiyyesi pek mühim  ve mu'teberdir." deniliyor.

Tezkire-i Sâlim'de  şu satırları okudum :

"Hz. Şeyh Osmân-ı Fazlî, hakîkaten kümmelîn-i ehlu'llâhdan ve fuzalâ-yı Rûm'dan idi. Ehl-i haysiyyet ve sâhib-i fazilet olup, müstakil havâşîsi olduktan başka, meydân-ı şi'rde  dahi Fârisiyyü'l-hayl-i makâl ve hâiz-i kasbu's-sebk-ı kemâl /36/ olup, bî-nazîr ilâhiyyât ve eş'ârı ve nice âsâr-ı celîlü'l-mikdârı vardır."

Manzûmât-ı âtiye müşârünileyhindir :

                         Nice bir firkatle yansun cân u dil

                         Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm

                         Kevser-i vaslınla kansun cân u dil

                         Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm

                         Evliyâ vü  enbiyânın aşkına

                         Asfiyâ vü etkıyânın  aşkına

                         Fahr-i âlem Mustafâ'nın aşkına

                          Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm

                                               *   *   *

                           Şuhûd eylerdi âsârı ulü'l-ebsâr olanlar heb

                           Velî ağyârı men' eyler  idüp gayret Celâl-i Hû

İsmâîl Hakkı merhûm, Muhammediyye Şerhi'nde şeyhinin irtihâline şu manzûmeyi tanzîm eylediğini söylüyor :

                           Bir emîrim var idi Hakkî benim

                           Evliyâ-yı âleme sultân idi

                          Heb bilirlerdi  cihân halkı anı

                          Cümle dilde nâmı Şeyh Osmân idi

                           Şol şarâbı Hazret-i Eyyûb-veş

                           Feyz-i nutku derdlere dermân idi

                           Reşk-i hurşîd idi nûr-ı zâhiri

                           Bâtını bir bahr-ı bî-pâyân idi

                           Sığmaz idi onsekizbin âleme

                           Ma'rifetle  vâsiu'l-meydân idi

                           Bu zuhûruyla yine ol sırr-ı Hak

                           Kâlıb içre  cân gibi pinhân idi

                           Görmedi kimse  izinin tozunu

                           Bilmediler kim ne kuhl-i cân idi

                           Kabri Kıbrıs'da olursa n'ola kim

                           Terk-i şöhret itmiş âlî-şân idi

                           İsm ü resmin  âhir itdi  bî-nişân

                           Çün ki sırr-ı sûret-i Rahmân idi

Bu, abd-i ahkar-ı rû-siyâhındır :

                           Mükerrem Şeyh Seyyid Hazret-i Osmân Fazlî'ye

                           Muhabbet gösterüp her ân fuyûzun iğtinâm eyle

                         

                           Mübeşşir oldun ey Vassâf  bu yolda arz-ı hürmetle

                           Cenâb-ı Şeyh Osmân'a kemâl-i ihtirâm eyle

                           Gel ey tâlib uzak durma karış ol şeyh-i ekvâna

                           Revân-ı pâkine şâm u seher cândan selâm eyle

İsmâîl Hakkı hazretlerinin terceme-i hâlleri sırasında müşârünileyhden tekrâr bahs olunacaktır . Terceme-i hâl oradaki îzâhât ile tamâm olacaktır.

/37/ Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi 

                           Gönül meftûn-ı İsmâîl-i Hakkî oldu hamd olsun

Bilen, bulan Hakk'ı; mertebe-i kemâli müterakkî, Şeyh İsmâîl Hakkı hazretleri eâzım-ı evliyâu'llâhdan ve mükemmilînden bir zât-ı âlî-kadrdir. Sûrî vü m'nevî kâffe-i ulûmda fazl u kemâli müsellem ve âsâr-ı kesîresi nezd-i umûmîde müsellem, kudvetü'l-muhakkikîn, üsvetü'l-müdakkıkîn bir mürşid-i kâmildir.

Peder-i âlîlerinin ismi Mustafa Efendi olup, Hz. Hakkı'nın beyânına göre, Mustafa Efendi'nin pederi Bayram Çavuş, onun pederi Şâh Hüdâbende olup,  (كانوا فى الآصل من السادات على ما سمعته من أبى المرحوم ثم تفرق حالهم فى الحريق الكبير الواقع فى القسطنطنية)[23] buyuruyorlar. Pederleri İstanbul'da, Aksaray'da sâkin iken vukû' bulan harîk-ı kebîrde, hâne ve eşyâsı muhterık olmakla, Rumeli cihetindeki Aydos kasabasına hicret eylemiş ve İsmâîl Hakkı, 1063/(1653) senesi Zi'l-ka'desi  evâilinde, bir Pazartesi günü bu kasabada gehvâre-i zîb-i âlem-i şuhûd olmuştur.

Sinn-i âlîleri üçe bâliğ oldukta pederleri, küberâ-yı tarîkat-ı Celvetiyye'den Seyyid Şeyh Osmân-ı Fazlî  Efendi'nin huzûruna götürüp, dest-i şerîflerini öptürmüş, bu münâsebetle Fazlî Efendi, Hz.  Hakkı'ya, "Sen bizim üç yaşından beri mürîd-i hâlisimizsin. " diye hitâb buyururlar imiş.

Sinn-i âlîleri ona resîde oldukta Edirne'de azîz-i müşârünileyhin halîfe-i evveli  Abdülbâkî Efendi hazretlerinin zîr-i terbiyelerine girip, sakal koyverinceye değin hizmetlerinde bulunarak ba'dehû İstanbul'a hicretle 1085/(1674) senesinde yirmiiki yaşında oldukları halde azîzleri Osmân Fazlî-i İlâhî'ye Atpazarı'nda Kul Câmi'-i şerîfinde mülâkî olmakla, ol sâat mübâyaaya işâretle telkîn-i zikr eyleyip, İsmâîl Hakkı, Hz. Şeyh'in mürîdânı meyânına katılmıştır. Dâne-çîn-i feyz u ma'rifet oldular.

Dîvân'larında mezkûr olduğu üzere bir sene sonra 1086/(1675)  senesinde ba'zı işârât-i ma'neviyye üzerine Hz. Hakkî'yı yanına çağırıp, dest-i mübâreklerini  alnına koyarak, "Hâ senin isti'dâdın gelmiş, hâ senin isti'dâdın gelmiş. " diyerek Besmele-i şerîfe'den sonra sûre-i Fâtiha'yı  okuyup ve nefh eyleyip,"Bursa'da mesned-nişîn-i hilâfet eyledim. " buyurmuşlardır.

Hz. Hakkı, Silsile-nâme’lerinde  böyle buyururlar :

            "O zamân  Mutavvel  okurdum. Bu nefhdan sonra Mutavvel  atvel olup, /38/  başka iş zuhûr etti. Sinnim henüz yirmiden mütecâviz idi. Nefh sebebiyle feth-i ilâhî vâki' olup  âyât ve ahâdîs üzerine te'vîlât tahrîr etmeğe başladım. Vakt-i âharda, şeyh-i meşâyıhı'd-dünyâ Muhyiddîn el-Arabî  hazretleri zâhir olup, Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve İbrâhîm Edhem ve pîrân-ı tarîkımızdan Şeyh Üftâde ve Hz. Hüdâyî (kaddesaa'llâhu esrârahum) taraflarından dahi ifâde vâki oldu. Sırr-ı hâlin ne olduğu müşâhede olundu."

            Ber-mûcib-i emr, Bursa'ya azîmetimden sonra 1086/(1675) senesinde Üsküb'e  istihlâf olunmuş ve on sene kadar  oralarda meşgûl-i irşâd olup, 1096/(1685) Cemâziye'l-âhiresi   evâilinde Tekirdağ tarîkıyla yine Bursa'ya avdet buyurmuştur.

            Tamâmü'l-Feyz  nâm eser-i Hakkî'de görülmüştür:

            "Üsküb'e târîh-i duhûlü 1086/(1675) gurre-i Rebîu'l-âhirdir. "Dehaltü ene"  ®œŒ‰ ††«Ê«†©   târîhidir. Evvelâ Murâdiye Câmii'nde, sonra Câmi'-i Atîk'te, Yahyâ Paşa Câmii'nde  ve bi'l-âhare İshâk Bey, İsâ Bey ve Mustafa Paşa Câmi'lerinde va'z etmiş, kendine  eski  bir zâviye verilmiştir. Sonra  zengin bir kadın, yeni bir zâviye binâ eylemiş ve çok mâl vakf etmiştir. Hz. Hakkı, buraya nakl-i mekân ile, evvelki zâviyeyi  ba'zı refîklerine hediyye eyledi. Yirmidört yaşında Mustafa Uşşâkî'nin kızıyla evlenmiş ve bu Uşşâkî-zâde Üsküb'de 1090/(1679)'da vefat ile, zâviyenin harîmine defn olunmuştur. Sonra şeyhi Osmân-ı Fazlî'den  ders okutması emri gelince tedrîsâta başlamış, Üsküb'de altı sene daha kalmıştır."

Kitâbu'n-Netîce'de  yazıyorlar ki :

"Bu fakîr Üsküb'de iken ahâlî fetvâ için İstanbul'da şeyhim Seyyidü'l-aktâb Fazlî-i İlâhî (kuddise sırruhû)'ye arz-ı mahzar irsâl ettiler. "Şeyhler müftü olmaz." diye kabûl etmemişler. Bu ma'nâ fakîri irşâd kabîlindendir. Ol vakitten beri elli senedir hıdmet-i resmiyyeye girmedim."

Şeyhi, İsmâîl Hakkı Efendi'de büyük bir  isti'dâd-ı Hudâ görüyordu. Hattâ, "Hak celle ve alâ hazretleri bana bir halîfe ihsân buyurdu ki, onu Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'ye ihsân buyurmadı." diye mübâhat  buyururlar imiş.

Hâfız Osmân Efendi'den sülüs ve nesihden me'zûn olduğu gibi, ta'lîkta dahi hoş-nüvîs olduğunu, Müstakîm-zâde Tuhfe-i Hattâtîn'de yazıyor.

Hz. Hakkî'nin 1098/(1687)'de kerîme-i muhteremeleri Hatîce Hanım vefât eyledi ki, söyledikleri târîhdir :

                           Cevherîn harfile ey Hakkî didim târîhini

                           Bâğ-ı Firdevs ola her dem o gül-i gül-zârı

                            (باغ فردوس اوله هر دم او كل كلزارى)[24]

1101/(1690)'de şeyhi Magosa'ya nefy edilmesiyle Hz. Hakkı, berâ-yı ziyâret oraya azîmetle şeyhine mülâkî olarak bir gün sohbet esnâsında şeyhe ziyâde incizâb-ı rûhânî ve tecellî-i Rahmânî zuhûr  etmekle, Hz. Hakkı, pîr-i muhterem Hüdâyî'nin bir ilâhîsini ve akîbinde bir aşr-i şerîf okuyup, şeyhinin büyük bir duâsına mazhar oldular. Himmet-i Hz. Şeyh ile birçok esrâra daha muttali' olmuştur. Şeyhi hâl-i cezbede iken hıtâm-ı ömrünü bi'l-ifâde misbaha parmağını Hz. Hakkı'nın ağzına sokarak, "Al nefsimi kâmilen sana virdim ve senden başka kalbimde taalluk bulamadım." diye Hz. Hakkî'yı kendi makâmına ikâme etmiş ve silsile-i zerrîn-i Celvetiyye'yi Hz. Hakkı'ya rabt eylemiştir ki, 1102/(1691) senesine müsâdiftir.

/39/ Bu hâlin vukûundan sonra inkişâfât-ı rûhâniyyeleri bir kat daha tezâyüd ederek, (وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ)[25] ve (قُمْ فَأَنذِرْ)[26] hitâbıyla  muhâtab olduğu gibi, "Abdullâh, Abdülkâdir, Abdüllatîf, Mahmûd ve Kıble-i ehli's-semâ" gibi esmâ ile tevsîm buyurulduğunu Silsile-i Celvetiyyesi'nde ve Vâridât-ı Kübrâ'sında işâret eylemiştir ki, bu esmâ kutb-ı zamân olanlarda zuhûra gelir. Kitâbu'n-Netîce nâm eserinde, "Feylosof-ı dehr" diye âlem-i ma'nâdan tesmiye olunduğunu ve bunun, "hakîm-i ilâhî" demek olduğunu  yazıyorlar.

Kendilerinde iki kere sırr-ı saltanat-ı ma'neviyye zuhûr edip, bi'd-defeât Hızır (aleyhi's-selâm) ile mülâkî ve hayır duâlarına mazhar olduklarını ve nice akabât ve berâzıhtan  kendisini Hz. Hızr'ın izn-i Hak ile tahlîs ettiklerini âsârında beyân etmektedir.

Atâiyye'sinde buyururlar ki :

"Tarîkat-ı ricâlde olanların ekseri seyr-i ekvân ile mübtelâdır ki, bu fakîre seyr-i mezkûr bir kerre vâki' olup, aktâr-ı arzı cemîan devr eyledim ve her nâhiyede bir türlü âdemi görüp taâmlarından ekl ettim ve her şehirde Şeyhü'l-Ekber (kuddise sırruhu'l-athar) sûretini gördüm ki, elinde Mushaf-ı şerîf tutup tilâvet-i Kur'ân eyler."

Mürşid-i mükerreminin son enfâs-ı tayyibelerine mazhariyyetten sonra Konya-Seydişehir-Söğüt-İznik-İstanbul tarîklarıyla Bursa'ya muâvedet buyurdular. Bu seyâhatleri esnâsında Hz. Mevlânâ'yı, Cenâb-ı Sadreddîn-i Konevî'yi ve Eşref-zâde Abdullâh-ı Rûmî hazretlerini ziyâret eylediler.

Sultân Mustafa Hân zamânında da'vet tarîkıyle iki def'a gazâya gitmiş ve iki def'a Haremeyn-i Muhteremeyni ziyâret etmiştir.

Dergâh-ı münîflerini ziyâret eylediğimde, gazâya birlikte götürdükleri sancaklarını gördüm ve ziyâret ettim; fersûdeleşmiştir.

1122/(1710) senesinde Hicaz'da bulundukları zamân, Esrâr-ı Hac nâmıyla yazdıkları kitabı Urbân yağmasında zâyi' eylediğini yana yakıla bir eserinde bahs etmektedir.[27].

1130/(1718) senesinde, âlem-i gaybdan me'mûren, Bursa'dan ehl ü evlâdıyla birlikte Şam'a hicret edip, üç sene orada ikâmet eylemişlerdir. Burada iken Şeyh-i Ekber'in himem-i rûhâniyyelerine nâil olarak, ba'dehû İstanbul'a geldiler. Üç sene burada ikâmet buyurdular. Hadîkatü'l-Cevâmi'ın beyânına (göre) /40/ o târîhte yeni inşâ olunan Ahmediyye Câmi'-i şerîfine, Cum'a vâizliğine ta'yîn kılınmış ve bulunduğu müddetce bu hizmete devâm eylemiştir. Bir aralık vahdet-i vücûd mes'elesinden bahs etmesi hasebiyle Tekirdağ'da ikâmete me'mûr olup bir müddet sonra yine Dersaâdet'e avdet buyurdular.

İstanbul'da iken bir aralık Zeyrek'te, Kilise Câmii ittisâlindeki zâviyede hücre-nişîn oldukları bu zâviyenin penceresi üstündeki kitâbeden nümâyândır ki, bu kitâbenin bir sûretini Kemâl-nâme-i Hakkı nâm eserime derc eyledim.

Bidâyeten Karabaş Velî hazretlerinin vahdet-i vücûd mes'elesinden bahs etmesi, Hz. Hakkı'nın neş'e-i ilmiyye-i zâhiriyyesine dokunup, aleyhinde gâyet şiddetli bir mektûb yazmışlardı  ki, bu mektûbun bir sûretini müşârünileyhin terceme-i hâlini yazdığım sırada, inşâallâh derc edeceğim. Hz. Hakkı'da neş'e-i ilmiyye-i bâtıniyye zuhûr edince, kendisi de, o deryâ-yı vahdetin müstağraklarından olup, ilk ta'rîzında cezâ-yı mâddiyyesine uğramış ve Tekirdağ'a nefy ü tağrîb edilmiş olması garîb bir hâldir.

Bir de Tekirdağ'da iken teehhül buyurmuşlar[28], aldıkları kadın halk nazarında, evvelce sû-i şöhrete uğramış olduğundan, bir gece kapısının üzerine iki boynuz asan ahâlî-i beldeye karşı Cenâb-ı Hakkı pek garîb ve latîf bir mukâbelede bulunmuşlardır. Onun bu kadını alması, tarîk-ı nâ-hem-vârdan kurtarmak, onda gördüğü isti'dâdın zuhûruna sebeb olmaktan ibâret mahsûl-i ilm-i ledün idi. Câhil halk bunu bilmediğinden Hz. Şeyh'i tahkîr mesleğine girdiler.

İstanbul'a avdetleri sırasında, ahâlîye ziyâfet tertîb edip hânesine kısım kısım da'vet buyurmuşlardır. O boynuzları kapısı üstünden indirip, bir tarakcıya, çıktığı mikdâr hilâl yaptırmışlar idi. Ziyâfette nevâle-çîn olanlar, avdet edeceği zamân herkese o hilâllerden birer tâne yâdi-gâr olarak vermiş. O zamânın âdeti üzere herkes aldığı hilâli sarığının kenârına sokup müteşekkiren avdet etmiştir. Cenâb-ı Şeyh, kapısına asılan boynuzları bu sûretle, umûm şehir halkının başına kendi elleriyle koydurmuştur.

İstanbul'a avdet buyurdukları zamân ahâlîden biri intibâha gelerek, "Yâhu, biz mugâyir-i edeb hareket ettik. İşin hikmetini idrâk edemedik. Hz. Şiyh'e fenâ muâmele ettik, fakat o, boynuzları hilâl yaptırmış, hepimize taksîm etmiş gitmiş." diye halkı irşâd edince pek mahcûb ve nâdim olmuşlardı. O kadın bi'l-âhare veliyyetu'llâh mertebesine ermiştir. Nitekim tafsîli aşağıda gelecektir.

                                    Bilmeyen ilm-i ledünnü anı abd itdi sanır  

/41/ Bir eserlerinde buyururlar :

"Allah teâlânın izni ve Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) hazretlerinin işâreti ve veled-i ekberi olduğumuz Şeyh Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin işâreti ve Hz. Hızr'ın imdâd u rûhâniyyeti ve Hz. Şeyh'in mirâran icâzeti ile İstanbul cânibine müteveccih olup, üç sene kadar Üsküdar'da meks ü ârâmdan sonra Bursa'ya sevk-ı ilâhî vâki' olmakla  oradan semend-i azîmete süvâr olup, yine makâmımızda karâr vâki' oldu.

Kitâbu'l-Hitâb  ve Kitâbu'n-Necât ve Amme Tefsîri ki, Kâdî'nin üzerinedir, Şâm-ı şerîfde tahrîr olundu. Üsküdar'da üç sene tamâm otuz aded kitap te'lîf kılındı. Etrâfa bi-hasebi'l-iktizâ mekâtîb-i tavîle yazıldı. Nice tahrîrât beyâza geldi ve bu makâmda dahi kelâm vardır. Lâkin li-ecli'l-maslaha ve't-tesettür tayy olundu.

Üsküdar'da olduğumuz hâlde bir gece Hz. Üftâde ve Mahmûd-ı Hüdâyî (kaddesa'llâhu esrârahumâ) temessül edip gelerek yanıma oturdular. Hz. Üftâde, âğâz-ı kelâm edip, "İşte Üftâde; Üftâde ve Hüdâyî; Hüdâyî! Âhir sen de onlara eriştin." buyurdu. Bursa tarafına işâret vâki' olup, "Sizi sağ tarafımıza alalım." diye remz olundu. Hz. Hüdâyî ile  ba'zı mülâtafât vukûa geldi. Levni sufrete mâil, hafîfü'l-lihye, mu'tedilü'l-cüssedir.

Şeyh Üftâde, tavîlü'l-kad ve tavîlü'l-lıhyedir ki, bunun dahi levni biraz sufrete mâildir.

Şam'da iken Şeyh Ekber (kuddise sırruhu'l-athar) bir kaç kerre temessül edip, "Şol ki halk ona yaprak der, o bizim yanımızda habîs ve harâmdır." buyurdu. Tütüne işârettir. Şam'da ikâmetim hâlinde, metâlib-i âliyeden bir matlab-i âlî hâsıl oldu ki, derece-i sohbettir. Ya'nî bir gece bîdâr ve iğmâz-ı ayn üzere iken Cenâb-ı Risâlet-penâh (salla'llâhu aleyhi ve sellem) muhâzâtıma gelip, (من تحقق اسمى تحقق اسمه)[29] buyurdular ve bu fakîri derece-i simâ' vü rivâyete yetirdiler. Bu kelâmın şerhi, gayrı mahaldedir.[30]

İşte hâbda görüp, işitmekle yakazada olmak berâber değildir. Ve bu makûle ma'ânî-i garîbeyi ekser ehl-i rusûm inkâr ederler. Lâkin onların inkârından ötürü bi'l-külliye dehân-beste ve hâme-şikest olmak sezâ değildir. Zîrâ bu makûle maânîyi tasrîhde nice erbâb-ı isti'dâdı irşâd vardır."

/42/ Müşârünileyhin âsâr-ı aliyyelerinden birinde Arabiyyü'l-ibâre olmak üzere  yazdıkları hasbıhâl-i husûsîlerinin tercümesidir :

"Cenâb-ı Hak, âdet-i ilâhiyyesi üzere, beni bulunduğum dereceden hemân âlî bir mertebeye is'âd ile hâiz-i şân etti. İlm-i ilâhîsinden evvelce mâlik olamadığım bir meziyyeti vicdânıma ifâza ile nâil-i irfân eyledi. Şu is'âd u ifâza sinîn-i hayâtımdan her yedi senede bir vukûa geldi. Lâkin bu tefeyyüz ü teâlî mirâret-i ez-mâ-yı ibtilâ olmasına tavakkuf ettiğinden tahallüf-i isti'dâdât hasebiyle meşâk, suver-i adîdede zuhûr eylediğinden ben de bir taraftan dîger tarafa azîmet; bir beldeden dîger beldeye hicret etmek gibi bir çok  beliyyeye girif-dâr oldum. Mihnet, insânı bulunduğu dereceden tenzîl etmez.

Meşekkata gerden-dâde-i rızâ olmak bi'l-aks âkıbet-i haseneyi mûcib olur. Kelâm-ı ilâhî iktizâsından olmak üzere en evvel gittiğim yer bilâd-ı Rûm'dan Üsküb beldesi idi. Yedi sene sonra oradan Bursa'ya hicret eyledim. Yedi sene sonra Kıbrıs'a sefer etmek lâzım geldi. Yedi sene sonra Harem-i şerîf'e gitdim. Yedi sene sonra cânib-i Hicâz'a azîmet eyledim. Orada evlâdım irtihâl etti. Tarîk-i hacda pek çok şedâide hedef oldum. Hattâ kıymet-dâr kitaplarım ile emvâl-i nefîsemin kâffesi elimden gitti. Emr-i ilâhîye inkiyâd eyledim. Olacaklar oldu.

Yedi sene sonra ebeveynimin kabirlerini ziyâret maksadıyla maskat-ı re'sim  Aydos cânibine azîmet eyledim. Yedi sene sonra ikinci def'a olarak hacca gittim. Yedi sene sonra Bursa'dan  Şâm-ı şerîfe  hicret ile  emr olundum. Akrabâmın kâffesinden  dûr oldum. 

İşte birçok musîbetler ve çileler ile geçirdiğim bu yıllar kırk seneyi tecâvüz ettiler. "Cenâb-ı Hak dilediğini işler." hükm-i ilâhîsini ta'kîb eden bu kadar emr-i samedânîsini reddedecek ferd tasavvur olunamâz.

Benim girif-dâr olduğum şu masâib, işâret-i ma'neviyye üzerine zuhûra gelmiş şeylerdir. Benim bunda kat'iyyen ihtiyârım yoktur. Hareket-i ihtiyâriyye nefsânî olduğu için her bir şeyi müntic olmaz. Âkıbet-i hasene ancak Cenâb-ı Hâkim-i hakîkînin fermânı üzere  vücûda gelen netîcedir. Bâlâda zikr ettiğim seferler esnâsında  çektiğim dîger belâyâ ise, kesreti cihetiyle  kâbil-i ta'dâd  değildir.

Hz. Fahr-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem), "Benim girif-dâr olduğum beliyyeye, enbiyânın hiç birisi mübtelâ olmadı." buyurmuştur. İbtilâ, kulûbu tenvîr eder ve tecellî-i ilâhî olduğu için tehiyye ve tevsî' eyler. Zîrâ tecelliyât, ale'l-ekser gayr-ı mülâyime müteallıktır.

/43/ Bu sebebe mebnî meşakkatların en şiddetlisi enbiyâ hakkında vukûa gelmiştir. Daha hafîfi evliyâda görülmüştür. Bu minvâl üzere sâir küberâ-yı ümmet meşakkat çekmişlerdir. Şu ibtilânın fevkinde daha büyük bir ibtilâ vardır ki, o da şedâid-nümâ bir kavm hakkında hidâyetle duâ etmektir.

Hz. Fahru'l-mürselînin, "İlâhî! Kavmime hidâyet eyle; zîrâ onlar bilmezler." diye duâ etmesi gibi, Nebiyy-yi zî-şân efendimiz hazretlerinden mukaddem enbiyâ, akvâm üzerine bedduâ etmeye me'zûn idi.

Hz. Nuh (aleyhi’s-selâm.)'ın,  (وَقَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا.)[31] kelâmı nerede, Sultân-ı enbiyâ efendimiz hazretlerinin kavminden gördüğü gılzata karşı, hidâyetle duâ edişi nerede?"

Kitâbü'n-Netîce'de şu bahsi gördüm :

"1096/(1685) târîhinde Üsküp'te idim. İstanbul'da şeyhim, seyyidü'l-aktâb Seyyid Fazlî-i İlâhî (kuddise sırruhû) ziyâretine geldim. Bir gün seyyid-i müşârünileyhe, bir hâlet-i acîbe vâki' olup, bu anda sadrıma top gibi bir şey nâzil olup, "Ol halîfeyi oradan kaldır." dediler. Bu fakîre oradan hicretimi emr ettiler. Lâkin kemâl-i edeblerinden sırrını söylemediler. Fakîr dahi varıp, ehl ü iyâlimi Üsküb'den Bursa'ya getirdim.

İki sene sonra Üsküb istîlâ-yı küffâra ma'rûz kaldı, nehb ü gârete uğradı. Ahâlîsinin kimi maktûl, kimi gurbetlerde zebûn kaldı. Bursa'dan tekrâr Hz. Şeyh'i ziyârete geldiğimde  Şeyh hazretleri, tebessüm buyurup, "Gördün mü, ol vakit bize hakkınızda vâki' olan ma'nâ hak imiş; hâlâsınıza sebeb oldu." buyurdular."

Tafsîlât-ı vâkıadan  şu târîhleri elde ettim :

l086/(1675)  İsmâîl Hakkı hazretlerinin  Üsküb'e  azîmeti,

1096/(1685)     "           "             "             Üsküb'den müfârakatı,

1101/(1690)     "           "             "             Kıbrıs'a seferi,

1108/(1696)     "           "             "             Hicâz'a seferi,

1115/(1703)     "           "             "             Aydos'a seferi,

1122/(1710)     "           "             "             Def'a-i sâniye Hicâz'a seferi,

1129/(1717)     "           "             "             Şâm'a seferi,

1135/(1723)     "           "             "             Bursa Câmi'-i Muhammediyye'yi inşâsı,

1137/(1725)     "           "             "             İntikâli.

/44/ 1135/(1723) senesinde beşâret-i Rasûl-i ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) üzerine Bursa'da Tuzpazarı'nda el-hâletü hâzihî  ma'mûr olan câmi'-i şerîf  ve dergâh-ı münîfi inşâ eylemiştir. İsmini, "Câmi'-i Muhammediyye"  tesmiye eylemiştir.

İnşâd eyledikleri târîh ber-vech–i âtîdir :

قال إسماعيل حقى المنزوى

فى مقام سالكوه قد هدوا

جلوتى الإنتساب فى الطريق

أكبر السر فيمن أرشدوا

وفق الله الكريم المستعان

من يدى قد قام هذا لمشهدوا

بل هو الفعال لا فيه شريك

وحدوا الله تعالى وحدوا

وافعلوا الخير رجاء للفلاح

واذكروا الله كثيرا فاهتدوا

أيها الصوفية أهل الصفا

إن أردتم اقترابا فاسجدوا

قال للتاريخ بانيه الفثير

تم بيت الله صلوا واعبدو[32]

                                                           Zi’l-hicce 1135/(Eylül 1723)

Câmi'-i şerîf pek şîrîndir. Zamân zamân ta'mîr ve tecdîd edildiğinden hâlen ma'mûr ve müzeyyendir. Pencerelerinin üstünde şu beyitler vardır:

                           Lutf-ı mahsûs-ı Hazret-i  Allâh

                           Yapdı bir böyle dil-güşâ dergâh

                           Gülşen-i bülbülân-ı Celvetiyân

                           Cezbe-efzâ-yı âşık-ı âvâh

                           Geldi târîh içün bu beyt-i acîb

                           Gönlüme sûy-ı gaybdan nâgâh

                           Oldu tekye kavî be-emr-i ilâh

                           Diyelim lâ-ilâhe illa'llâh

 اولدى تكيه قوى باامر اله

 ديه لم لااله الا الله            = 1135/(1723)

                                  

Bu manzûme Bursalı Tâhir Bey merhûmun Osmânlı Müellifleri nâm eserinin III. cildinde 405. sahîfesinde mezkûr Bursalı Levhî Hasan Efendi'nindir. Sonra her ne sebebe mebnî ise şekl-i âharda câmi'-i şerîfe âharı tarafından ta'lîk edildiği anlaşılıyor ki, aslı böyledir:

                           Şeyh Hakkî Efendi tâle bakâh

                           Yapdı bir böyle dil-güşâ dergâh

                           Gülşen-i bülbülân-ı Celvetiyân

                           Hâlet-efzâ-yı  âşık-ı âvâh

                           Geldi târîh içün bu beyt-i acîb

                           Levhiyâ  sûy-ı gaybdan nâgâh

                           Oldu tekye kavî bâ-emr-i ilâh

                           Diyelim lâ-ilâhe illa'llâh

Bu Levhî Hasan Efendi, tarîkat-ı Celvetiyye'dendir. Bursa'da irtihâl eylemiştir. Müderrisînden idi. İstanbul'da Fâtih'te Millet Kütüphânesi'nde Dîvân'ı vardır. Hz. Hakkî'ye  müntesib olması müstedeldir. (Rahmetu'llâhi aleyh)

1137/(1725) senesinde Hz. Hakkı'nın sinn-i şerîfleri yetmişbeşe vâsıl olmuş idi. Bu sırada âzim-i râh-ı bakâ oldular. (Rahmetu'llâhi aleyhi rahmeten vâsia, kadesallâhu sırrahu'l-azîz). Gül-zâr-ı Sulehâ'da, "Zi'l-ka'de 1137/(Hazîrân 1725), yevm-i Perşembe, zuhra karîb." diye muharrerdir.

Nakdü'l-Hâl nâm eserlerinde, irtihâllerinden üç sene evvel, üç sene sonra irtihâllerine işâreten şu manzûme-i târîhiyyeyi söylemişlerdir ki, irtihâllerinden nice zamân sonra anlaşılmıştır :

                           Âteş-i tevhîdi her kim yakdı kânûn-ı dile

                           Hakkı'nın envâr-ı Hakk'ile pür oldı merkadi

Kerâmât-ı kevniyyelerinden bir kerâmettir.

 

Şâir Bâkî merhûm Cenâb-ı Hakkı'yı rü'yâda görüp, sohbetten sonra bir mısrâ'la hatm-i kelâm etmişler. Ba'de'l-intibâh /45/ hesâb edilmiş, tamâm târîh-i intikâlleri olduğu meydâna çıkmıştır. O mısra' budur :

                           Kebş-i rûhum Hakk'a kurbân eyledim

               (كبش روحم حقه قربان ايلدم ) = 1137/(1725)[33]                                                                                               

           

Kabr-i enverleri câmi'-i şerîfin mihrâbı arkasındadır. Makâmât-ı âliyeden bir ziyâret-gâhdır. Abdülhamîd Hân-ı sânî merhûmun ser-karîni Hacı Ali Paşa merhûm gerek türbesini, gerek câmi'-i şerîfini ta'mîre himmet eylemiştir. Kabr-i âlîlerinin üstü açıktır. Etrâfında ve üstünde demirden şebeke vardır. Kabir taşında şu manzûme müsâdif-i nazar olur ki, nâzımı Hâdî Çelebi merhûmdur :

                           Kutb-ı zamâne Şeyh İsmâîl Hakkî hak bu kim

                           İrişdi ilm-i zâhir ü bâtında hakkâ gâyete

                           Oldı behişte  tâir kuds-i rûhı pür-feşân

                           Müsterşidânın eyledi üftâde hâk-i firkate

                           Tahrîr itdim Hâdiyâ târîh-i rıhletini

                           Hak Hak didi azm eyledi Hakkı Efendi cennete

(حق حق ديدى عزم ايلدى حقى افندى جنته)

            Zahru'l-mevâli'l-ızâm Eğerci-zâde Hâtif Hasan Efendi dahi, manzûme-i âtiyeyi inşâd eylemiştir :

 

                        Hazret-i Hakkı Efendi kim o kutb-ı âlemin

                        Sînesi tavr-ı tecellî vü dili âgâh-ı Hak

                        Cilve-gâh-ı Celvetî'de oldı nice rûz-gâr

                        Mürşid-i menzil-resâ-yı sâlikâna râh-ı Hak

                        Azm ü ikbâliyle çok müddet şeref-yâb oldular

                        Minber ü mihrâb u kürsî pâye-gâh-ı câh-ı Hak

                        "İrciî" emrin işidüp itdi derhâl imtisâl

                        Âşıkın endîşesi va'llâhi Hak bi'llâhi Hak

                        Fevtinin târîhidir Hâtif hurûf-ı dâğ-dâr

                        Şeyh İsmâîl-i Hakkî âzim-i dergâh-ı Hak

                         (شيخ اسماعيل حقى عازم دركاه حق)                     

Dîger târîh :

                          Pîr Hakkî şâdâ bâdâ Fâtiha

                           (پير حقى شادا بادا فاتحه)

/46/ İsmâîl Hakkı hazretleri, eâzım-ı müfessirîn-i İslâmiyye'den ve efâhım-ı meşâyıh-ı sûfiyyeden ve efâzıl-ı fuzalâdan bir zât-ı mekârim-simâttır.

Mekârim-i ahlâk ile mevsûf ve vâridât-ı rabbâniyye ve küşûf-ı bâhire ile ma'rûf idi. Yazdıkları âsârın ma'lûm olabilenlerinin mikdârı yüzonsekize bâliğ olmuştur. Mübârek hatt-ı destleriyle muharrer olarak elyevm kısm-ı a'zamı mahfûzdur. İnşâ-kerdeleri olan câmi'-i şerîfin minber tarafındaki hücre-i mahsûsaları elyevm kütüb-hâne ittihâz olunmuş ve i'tinâ-yı mahsûs ile bir câmekân ve câmekânı setr eder demir kepenk yapılarak kilit altında hıfz edilmekte bulunmuştur.

Mükerreren ziyâret ile şeref-yâb oldum. Bunun tafsîli, Bursa Hâtıraları nâm eser-i fakîrânemde muharrerdir.

Rûhu'l-Beyân  nâm dört cilt tefsîr-i kebîrini on kısım üzerine yazmış ve gâyet i'tinâ ile  yazmağa başlayıp, nasıl başladıysa yine öylece nihâyetlenmiştir. Temâşâ edenler hüsn-i hattının derecesine hayrân olurlar. İnci gibi, hurûfâtı dizmiştir. Kesret-i tahrîr ile melâlet gelmeyip, aynı kalemden çıkmış, aynı kıt'ada yazılmış olduğu müşâheddir.

Vâridât-ı Kübrâ'yı yazarken de ba'zan cezbe-i ilâhiyye zuhûra gelmiş, ince ince yazarken, bir sahîfeyi yalnız bir kelime ile doldurduğu da olmuştur. Âsâr-ı aliyyelerinin kısm-ı a'zamı gayr-i matbû' ve bir kısmı matbû'dur. El yazılarıyla olanların ba'zıları oraya buraya dağılmış ise de, nüshâları istinsâh edildiğinden dûçâr-ı zıyâ' olanları pek azdır.

Hakîkaten ekâbir-i ümmetten olup, menba'-ı ilm-i hikmettir. Mükemmel ve müretteb bir Dîvân'ı vardır.

         Eş'ârı :

                          

Ey tarîk-ı Hazret-i Hak  râh ıyânımdır benim

Reh-nümâ-yı sâlikân-ı Hak beyânımdır benim

                       

Zînet âverdir  belâgat çehre-i güftârıma

Bu fesâhat hâssa-i şân-ı zebânımdır benim

Mündericdir defterimde zâhir ü bâtın kamu

Elde hâmem dil bilür bir tercemânımdır benim

Ger nesîm-i rahmet-i Hak olsa mevc-engîz feyz

Sâhile dür-dâne-rîz olan dehânımdır benim

Derd ile geldim cihâna derdile oldum revân

Bu fenâ hâne pil-i rûh-ı revânımdır benim

Kimse bilmez hâlimi Allâh'a kalmışdır işim

Yalınız dil mahrem-i râz-ı nihânımdır benim

        

Hançer-i ser-tîz-i aşkın n'ola çeksem minnetin

Dem-be-dem rûzen-güşâ-yı beyt-i cânımdır benim

Lücce-i bahr-i siyehdir san sevâd-ı defterim

Her kızıl nokta varakda katre kânımdır benim

Bir aceb deryâ-yı hikmetdir devâtımda midâd

Kilk-i gevher pâş-ı gavvâs-ı zebânımdır benim

Böyle açılmazm ey Hakkî bu bâğ içre velî

Soldum âhir neyleyem vakt-i hazânımdır benim

                                               *    *    *

/47/  Aşkdır ser-levha-i mecmûa-i sırr-ı Hudâ

Mekteb-i irfânda aşk ile iderler ibtidâ

Aşkdır şol şu'le-efrûz-ı vücûd-ı kâinât

Kim kılupdur âlem-i hejde hezârı pür-ziyâ

Kâr-gâh-ı âlemin aşk eyledi bünyâdını

Düzdü Üstâd-ı ezel bir san'at âdemden ana

"Küntü kenzen"den vücûda geldi ol birr-i güher

Ol güherden saçdı yüz bin gevheri bî-intihâ

Bahr-ı cûdu bî-girân-ı Hak temevvüc eyledi

Düşdü asdâf-ı vücûd-ı âdeme dürr-i safâ

Ol dür-i yektâya bir gavvâs olmaz dest-i zen

Olmayınca işbu kevn deryây-ı aşka âşinâ

Hakk'a kurbet ister isen varını aşka değiş

Hakkıyâ bî-aşk olanlar oldular hakdan cüdâ

                     *    *    *

Menba'-ı ilm-i Hudâ'sın Yâ Muhammed Mustafâ

Dem-be-dem feyz-âşinâsın Yâ Muhammed Mustafâ

Her kelâmın mu'cize her kârın ihsândır bize

Cânib-i Hak'dan atâsın Yâ Muhammed Mustafâ

Tâc-ı İskender sana taht-ı Süleymân neylesün

Sen şeh-i mülk-i bakâsın Yâ Muhammed Mustafâ

Şerbet-i vaslınla dermân eyle Hakkî hastaya

Sen kabûl eyle recâsın Yâ Muhammed Mustafâ

                     *    *    *

Her nefesde bir tecellî-i Hudâ ister gönül

Kendüye bu gurbet içre âşinâ ister gönül

Hakkıyâ mahrem bulunmaz râz-ı aşka bu zamân

Halk-ı âlemden anınçün ihtifâ ister gönül

       

Bu na't-ı şerîf bestelenmiştir; elsine-pîrâ-ı zâkirândır.

                     *     *     *

Yâ Rasûla'llâh makâmın arş-ı a'lâdır senin

Merteben bâlâ-yı Tûbâ'dan muallâdır senin

Cevher-i lafzın kati kıymetlüdür yâkûtdan

Anın içün her sözün makbûl-i Mevlâ'dır senin

Mâidende halka takdîm-i şefâat eylemek

Feyz-i dil-cû-yı lebin sükkerden ahlâdır senin

Her ne sûret kim virirsin kârına dâreynde

İtdiğin tedbîrler sâirden evlâdır senin

Arza hâcet yok huzûrunda hâcet Hakkî kulu*

Aks ider âyînene kalbin mücellâdır senin

                        

Bu nazm-ı bedî' devrân tarzında bestelenmiştir; elyevm okunur.

                                               *     *     *

                           Fahr ile fahr eylemekdir câh u devletden garaz

                           Züll-i nefsi anlamakdır izz ü rif'atden garaz

                           İlmile maksûd olan Hak bilmek oldu ey kişi

                           Bir kuru ceng ü cedel sanma bu hikmetden garaz

/48/      Pâk u tâhir eyle çirkâb-ı hevâdan nefsini

                          Yalınız el yüz yumak sanma tahâretden garaz

                           Halvet eyle "lî-maa'llâh" sırrı ile bir nefes

                           Mürşid-i kâmil ile bu oldı sohbetden garaz

                           Sende açlık sende perhîz ü çile yok sâlikâ

                           Bu mudur(ur) böyle fikr eyle tarîkatden garaz

                           Zikr ü fikrin dâimâ hak eyle dilden hakkı sür

                           Hakk'ıla hak olmadır Hakkî hakîkatden garaz

                                               *   *   *

                           Menba'-ı aynü'l-hayât-ı cism ü cândır zikr-i Hû

                           Çeşme-i feyzü'l-cinân-ı câvidândır zikr-i Hû

                           On sekiz bin âleme Hû'dur tecellî eyleyen

                           Çeşm-i bînâya yegâne armağândır zikr-i Hû

                           Hû 'Huve'llâh'dan[34] irer âşık "ene'l-Hak" sırrına

                           Kimse bilmez böyle bir râz-ı nihândır zikr-i Hû

                           Halka-i zikr oldu hıfz-ı âleme gûyâ hisâr

                           Bâis-i devr-i devâm-ı âsumândır zikr-i Hû

                           Âf-tâb-ı zikr-i Hak'dır dilleri pür-nûr iden

                           Hakkıyâ her zerreye vird-i zebândır zikr-i Hû

Kıt'a:

                           Olmasa hüsn-i ezel ruhsâr-ı gülde âşikâr

                           Eylemezdi bülbül-i şûrîde âh u zârı kâr

                           Her varakda yazdı bir sır hâme-i sun'-ı ezel

                           Lîk idrâk etmeden âcizdir akl-ı rûzgâr

                                              

Müfredât :

                           Tâbi' olsa heves-i nefsine mürîd

                           Dinilür nâmına şeytân-ı merîd

                                              * * *

                           Sanma her sâliki Hak'dan beğim âgâh ola

                           Cümleden ide güzer vâkıf ila’llâh ola

                                               * * *

                           Vech-i dil-dâra hicâb olsa vücûd

                           Hâsıl olmaz gönlü gözüne şuhûd

                                               * * *

                           Olam dirisen eğer şem'-i vasl ile me'nûs

                           Koma hayâl-i sivâyı gönülde çü fânûs

/49/   Çile-hâneleri :

Bursa'da inşâ-kerdeleri olan câmi'-i şerîfin ittisâlinde, hânelerinin bulunduğu mahallin alt katındadır. Kâmilen kâr-gîr olup kapıdan başka ziyâ alacak penceresi falân yoktur. Burada yakın vakte kadar tavandan uzatılmış bir zincîr ve zincîrin ucunda bir halka vardı ki, Hz. Şeyh'in kıbleye müteveccihen oturduğu zamân bi-hasebi'l-beşeriyye galebe-i nevm ile uzanıp yatmamasını te'mîn için ser-i mübâreklerini bu demir halkaya geçirir öyle otururlar imiş. Eğer kapısı kapanırsa, havâ alacak yeri de yoktur. Birkaç def'alar buraya girdim; namâz kıldım, duâ ettim; te'sîr-i rutûbetten mütessir oldum. Kat'iyyen îmân ettim ki, Hz. Şeyh buraya girdikleri zamân beşeriyyetten insilâh ederlerdi. Zîrâ burada tahammül için vücûd-ı beşerî mevzû'-ı bahs olamaz. Neş'e-i aşk-ı muhammedî vü ilâhî ile müstağrak olup, avârız-ı beşeriyyeden bu râdde kat'-ı alâka etmişlerdir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

           

           

Hz. Mısrî ile mülâtefeleri :

Cenâb-ı Mısrî'nin üzerine hücûm eden muzır insânların harekâtından müteessir olup mülâtefe tarîkıyla manzûme-i âtiyeyi göndermişlerdir :

Gel bu sırrı Mısriyâ fâş eyleme

Hân-ı hâssı âmmeye aş eyleme

Açma Yûsuf yüzünü a'mâlara

Çeşm-i nâ-bînâları yaş eyleme

Nûn içinde gizle bu gevherleri

Virme nâdâna anı taş eyleme

Bâ-yı “bi’smi'llâh”dan tâ mîm'e dek

Sîn'i tut bu yüzleri fâş eyleme

 Her yolun bir sâliki var lâ-cerem

Vâsılı mahbûba yoldaş eyleme

İsm-i a'zam vechine nâzır isen

Halkın ayaklarını baş eyleme

Ne ile tutdun teayyün Hakkıyâ

Noktayı anınla kardaş eyleme

Şekl-i tahrîrinden numûne :

 "Kalb-i insân ki, mudğa-i sanevberî ve gûşt-pâre-i ebherîdir. Kilk-i bedâyı'-ı nigâr-ı ezelîden safha-i vücûda çekîde bir nokta-i ehadiyyet-şiâr ve bir nükte-i hakîkat-âsârdır ki, muallîmân-ı mekteb-i tevfîk ve mütekellîmân-ı medrese-i tahkîk, kitâbü'l-beyân-ı vücûdî ol cüz'-i lâ-yetecezzâ-yı vücûddan bir mertebe silk-i beyâna keşîde kılmışlar ki, havsala-i akl-ı cüz'îye güncâyiş mertebesinden dûrdur. Hakkâ ki, deryâ-yı vücûd mevc-hîz olalı böyle bir girân-mâye güher zuhûra gelmemiş ve nûn-ı cem' ki, güher-rîz-i vâridâttır. Safha-i vücûda böyle rakam-zen-i ma'nâ olmamıştır. El-hak bu âyîne-i jeng-i beste-i alâyık, havâdîs ü mir'ât-ı jengâr-ı hûrde-i âlâyiş-i /50/ bavâis, saykal-ı zikr-i samadânî ve fikr-i heyûlânî ile safâ vü cilâ-pezîr olsa reşk-i nigâr, hâne-i çîn ü sûret-girân-ı mâ-çîn olup safha-i rû-yı pezîrinde nûr-ı ilâhî cilve-ger olmak lâ-raybe-fîh makûlesindendir.

Hoş-âb-ı sa'âdet-merdüm-i sâhib-i isti'dâd ki, emânet-dâr-ı gencîne-i dil olup, der-i hoş-âb-ı esrârı, pîrâ-yı iklîl-i cân ve gevher-i girân-kıymet-i envârı, ser-mâye-i bâzâr-ı cânân eyle. Kerîmâ! Bu çârûb-keş-i halvet-hâne-i taleb, Hakkî-i müstemendi, ehl-i dil gürûhuna  ilhâk ile memnûn eyle. Ente'l-Kerîm."

                                                                -    -    -

Türkî, Arabî, Fârisî olmak üzere, manzûmâtı yetmişbin beyti mütecâvizdir. Terceme-i hâli âtîde yazılacak olan Mahmûd Nâsih Efendi bununla müstakıllen meşgûl olmuş idi. Âsârının kırk kadarını Arapça yazmıştır. En son eseri olan Tamâmü'l-Feyz, Arabiyyü'l-ibâre olup, pek mühimdir. Üç büyük cildden ibâret Rûhu'l-Beyân'ı  de Arabiyyü'l-ibâredir.

İlm-i mûsikîde dahi behresi vardır. Hz. Hüdâyî'nin hayli ilâhiyyâtını bestelediğini yazıyor ve "Zamânımız mûsikî-şinâsânı gibi bî-perdelerden değilim."  buyuruyor.

Hatt-ı destiyle muharrer Dîvân-ı şerîfi, İstanbul'da Sultân Bâyezîd'de Kütübhâne-i Umûmîde'dir. Zamân zamân ziyâret-i aliyyelerine âzim oldukça ta'zîmen sünûhâtım olurdu. Bi'l-âhare levha hâlinde türbe-i münevverelerine takdîm kılınanlardan ikisi ber-vech-i âtîdir :

Olmuşum meftûn-ı irfânı Cenâb-ı Hakkı'nın

Var mıdır bir mislini göster Cenâb-ı Hakkı'nın

Cem' u farkı dûr idüp cânânı bulmuş şübhesiz

Lâ-yu'ad âsârı burhânı Cenâb-ı Hakkı'nın

Bunca âsârı şehâdet eyliyor irfânına

Haslet-i âliyyesi bî-had Cenâb-ı Hakkı'nın

Rütbe-i kutbiyyeti bulmuş o irfân menbaı

Bî-nihâyet vasfının şânı Cenâb-ı Hakkı'nın

Bâ-husûs tefsîrini gördükce hayrânı olup

Pek büyük zât olduğun  bildim Cenâb-ı Hakkı'nın

/51/   Tâ Stanbul'dan gelüp kabrin ziyâret itmeğe

Mürşid-i kâmil veliyyu'llâh Cenâb-ı Hakkı'nın

Zâir-i kabri olan me'yûs kalmaz bî-gümân

Feyz-yâb-ı sırrıdır gönlüm Cenâb-ı Hakkı'nın

Ve’steînû” emrine bi'l-inkıyâd ta'zîm ile[35]

İt ziyâret kabrini Vassâf Cenâb-ı Hakkı'nın

Bî-haber sanma ziyâret ehline vâkıfdır ol

Bul ziyâret feyzini sen de Cenâb-ı Hakkı'nın

                      

İftihâr itsün vücûduyla bu Bursa halkı kim

Kutb-ı âlem mürşid-i ekrem Cenâb-ı Hakkı'nın

                                                           * * *

Mefhar-i Celvetiyân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Vâkıf-ı sırr-ı cinân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

                    

Pertev-i feyzi ile şu'le-feşân olmuşdur

Nûr-ı irfânı ayân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Âşikâr olmada el'ân uluvv-i himemi

Kutb-ı yektâ-yı zamân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Vâris-i ilm-i nebî olduğuna şek yokdur

Bunca âsârı yazan Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Mâ-sivâ kaydını mahv eyleyerek kalbinden

Sırr-ı "mûtû"yu bulan Hazret-i Şeyh Hakkî'dir[36]

Fuzalâya ulemâya şuarâya ser-tâc

Sahib-i Rûh-ı Beyân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Nice esrâr u dekâyık çıkaran deryâdan

Âşık u sâlike cân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Meşrik-ı subh-ı tecellî idi ol zât-ı şerîf

Nûr-bahşâ-yı cihân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Dâimâ kalbimi âsârı münevver idiyor

Himmeti dâim olan Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

Âşık-ı hâlısı Vassâf'ı anın medhinde

Didi kim cânıma cân Hazret-i Şeyh Hakkî'dir

 

Muhammed Ali Aynî  Bey'in medhiyyesi :

                           Delîlin Hakkı olsun halk  içinde  hak ararsan sen

                           Teâla'llâhu ekber hakkı Hak'dır  eyleyen rûşen

                           Gel ey  Rûhu'l-Beyân'ın  âyet-i kübrâsı İsmâîl

                           Aduvvu şekk ü zannı sür çıkar  Allâh içün dilden

                           Nedir der-dest-i isti'tâfı soksam 'kenz-i mahfî'ye

                           Tamâmu'l-Feyz  ile  mahtûmdur zîrâ ki bu mahzen

                           Netîce-bahş–ı âmâl olmağa kâfildir âsârın

                           Ziyâ-yı ma'nevîden her biri bir vech-i müstahsen

                           Açılsın manzarında sırr-ı vahdet  Ayni'nin Yâ Pîr

                           Bilinsin  evvel âhir biz kimiz hem de nedir sen ben

/52/ Urefâdan Besîm Efendi, müşârünileyhe meftûn olanlardandır. Birgün Hz. Şeyh'in uluvv-ı ka'b u kemâlâtından bahs ettiğimiz sırada ona hitâben şu  kıt‘ayı inşâd  eyledi:

                           Ey  ârif-i sırr-ı ezelî Hazret-i Hakkî

                           Doğmakda sana arş-ı Hudâ'nın lemeâtı

                           Bir  Hızr-ı müebbed gibi âsâr-ı celîlen

                           Virmekde bütün ümmete  âsâr-ı hayâtı

           

Esâmî-i  âsârı :

           

1. Rûhu'l-Beyân : Tefsîr-i şerîftir. Hz Müfessir bir eserinde  buyuruyor ki:

"Ma'nevî pederim Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruhu'l-âlî) hazretlerinin delâletiyle bir gün hâk-pâ-yı Muhammedî'ye rû-mâl-ı ubûdiyyet olmuş idim. Aleyhi's-salâtü ve's-selâm efendimiz hazretleri lutfen bu abd-i memlûklerinin gönlünü ihyâen ve tenezzülen arkamı sığadılar ve beyân-ı hoşnûdî buyurup, "Ümmetim için bir tefsîr yaz." diye emir buyurdular. Bunun üzerine müstaînen bi'llâhi teâlâ ve müstemidden bi-rûhâniyyet-i resûl-i müctebâ  üç cild üzerine bir tefsîr-i şerîf yazdım."

Hem Mısır'da, hem İstanbul'da basılmıştır.

2. Muhammediyye Şerhi :  İki büyük cilddir.

3. Rûhu'l-mesnevî : İki büyük ciltdir.

4. Şerh-i Pend-i Attâr : Pek mükemmel bir şerhtir.

5. Şerh-i Bostan.

6. Furûk-ı Hakkî.

7. Şerh-i Hadîs-i Erbaîn.

8. Tamâmü'l-Feyz.  Âtıfbey Kütüphânesi,1393.

9. Kitâbü'l-Kebîr.

10. Nakdü'l-Hâl.

11. Risâletü'l-Câmia fî Mesâili'n-Nâfia. Millet  Kütüphânesi, 885.

12. Risâle-i  Verdiyye.

13. Şerh-i Şuabi'l-Îmân.

14. Risâle fî İlmi'l-Hadîs.

15. Hazerât-ı Hams.

16. Vesîletü'l-Merâm.

17. Kenz-i Mahfî.

18. Şerh-i Nazm-ı Hayretî.

19. Silsile-nâme-i Celvetî.

20. Müzîlü'l-Ahzân. Âtıfbey Kütüphânesi, 506.

21. Şerhu'l-Kebâir. Âtıfbey Kütüphânesi, 328.

22. Kitâbü'l-Müteferrikât. Müteferrikât-ı Sûfiyye. Âtıfbey Kütüphânesi,  486.

23. Şerhu'l-Usûl.

24. Ta'lîkât ale'l-Fâtiha li-Tefsîri'l-Kâdî.

25. Kitâbü'n-Netîce.

26. Şerhu'l-Âdâb.

27. Hâşiye alâ Sûreti'n-Nebe'.

28. Şerhu Nuhbeti'l-Fiker fi Usûli'l-Hadîs. Atıfbey Kütüphânesi, 74.

29. Şerh-i Gazel-i Bayram Velî.

30. Şerh-i Gazel-i Yunus Emre.

31. Hayâtü'l-Bâl.  Atıfbey Kütüphânesi, 1396.

32. Kitâbü'l-Envâr.

33. Sülûku'l-Mülûk.

/53/ 34. Huccetü'l-Bâliğa. Millet Kütüphânesi, Tasavvuf, 859.

35. Mecmûatü'l-Esrâr.

36. Şerhu Fıkhı Keydânî. Usturumca'da yazmıştır.

37. Kitâbü'l-Mir'ât. (Arabça'dan, Mir'âtü'l-Hakâyık, hadis), Atıfbey,1504.

38. Risâle-i Muhyi'l-Beşîri'n-Nezîr.

39. Kitâbü'n-Nahl.

40. Vâridâtü'l-Kübrâ. Atıfbey Kütüphânesi, 1517.

41. Eyyühe'l-Bülbül.

42. Nuhbetü'l-Letâif. Âtıfbey, 1512.

43. Şerhu Mukaddime fî İlmi'n-Nahv.

44. Şerhu Salâtı Meşîşiyye .

45. Nevâdirü's-Savm..

46. Hutabü'l-Hutabâ.

47. Kitâbü'l-Hurûf.

48. Kitâbü'n-Necât.

49. Kitâbü'z-Zikr ve'ş-Şeref.

50. Şerh-i Nazm-ı Ahmedî.

51. Tuhfe-i Halîliyye.

52. Tuhfe-i İsmâîliyye.

53. Tuhfe-i Recebiyye.

54. Tuhfe-i Hasakiyye.

55. Tuhfe-i Atâiyye.

56. Tuhfe-i Vesemiyye.

57. Risâle-i Ömeriyye.

58. Risâle-i Bahriyye. Mühim bir eserdir, gördüm. Âtıfbey Kütübhânesi.

59. Risâle-i Hüseyniyye.

60. Kitâbu'l-Hakkı's-Sarîh ve'l-Keşfi's-Sahîh.

61. Bey'at-nâme-i Tûbâ-zâde  Muhammed Ağa.

62. Bey'at-nâme-i Muhammed Bahrî Bey.

63. Risâle-i İn-i Şartıyye.

64. Şerh–i Nazm-ı Sahfî.

65. Şerh-i Nazm-ı Niyâzî-i Mısrî.

66. Şerh-i Nazm-ı Abdî.

67. Mi'râc-nâme. Manzûmdur. Âtıfbey Kütüphânesi, 1501. Bu pek i'tinâ ile yazılmıştır. Mütâlaa ettim. Şuarâ-yı zamân çok güzel takrîzler yazmıştır.1121/(1709)'de te'lîf etmiştir. Medhiyyelerden ba'zısını âtîye yazdım.

68. Kitâbu Mesâili'l-Kelâmiyye.

69. Kitâbü't-Tevâcüd.

70. Şerh-i Dîbâce-i Kasîde-i İbn-i Fârız.

71. Şerhu Mültekâ ile'n-Nısf.

72. Hâşiye-i Velediyye.

73. Meclis.

74. Şerh-i Usûl-i Aşera. Âtıfbey, 1423.

75. Necât-ı Tâm.

76. Ziyâ-yı Ma'nevî.

77. Tuhfe-i Nefesi'r-Rahmân. Âtıfbey, 1501.

78. Usûl-i Seb'a.

79. Kitâbü'l-Fazli ve'n-Nevâl.

80. Kitâbü's-Sukûk.

81. Tuhfe-i Şeybiyye.

82  Risâle-i Hayriyye.

83. Râhetü'r-Rûh.

84. Şerhu Hadîs-i "el-Mü'minü mir’âtü'l-mü'min"[37]

85. Risâle-i İmâdiyye.

86. Risâletü'l-Cehri ve'l-Ihfâ.

87. Risâletü'n-Nevâfil.

88. Esrârü'l-Hac.

89. Şerhu Mektûbi'l-Meşîh.

90. Risâletü'z-Zelzele.

91. Şerhu Salâti'ş-Şâfiî.

92. Şerh-i Kelâm-ı Isâm.

93. Risâle-i Vahdet-i Vücûd.

/54/ 94. Tefsîr-i "Bi-yedike'l-Hayr "[38].

95. Tefsîr-i "Ve-mâ-besse fîhimâ min-dâbbe"[39].

96. Tefsîr-i " Yâ eyyuhe'n-nâsü'budû"[40].

97. Şerh-i İcâzet-nâme-i Şeyh Bernâvî.

98. Şerh-i İcâzet-nâme-i Muhammedü'ş-Şâmî.

99. Dîvân-ı şerîfleri.

100. Tefsîr-i "Velekad ehaza'llâhü Mîsâka Benî İsrâîl "[41].

101. Tefsîr-i "İnne'llezîne  yühâddûne'llâhe  ve resûleh"[42].

102. Risâletü'l-Îmân.

103. Risâletü'n-Nasâyıh.

104. Mecmûa-i Hakkî.

105. el-Vasâyâ fi'l-Uhûd.

106. Şerhu "Nedir Dervîş". Abdullâh el-Ensârî hazretlerinin, "Nedir Dervîş" adlı eserinin şerhidir. Bâyezîd'de Kütübhâne-i Umûmî'de 3828/526'da mukayyeddir.[43]

107. Şerh-i Tarîkat-ı Muhammediyye.

108. Mecmûatü'l-Ebrâr.

109. Şerhu'l-Makarrî el-Cezerî fî İlmi't-Tecvîd.

110. Kitâbü'l-Hıtâb.

111. Takrîzât-ı Adîde.

112. Tefsîru " Âmene'r-Rasûlü"[44].

113. Tercüme-i el-Munkızü mine'd-Dalâl.

114.  Miftâhü'l-Belâğa.

115. Revâyıh.

116. Vasıyyet-nâme.

117. Şerh-i Risâle-i Mevleviyye.

118. Envâu's-Salât.

119. Câmiatü'l-Mesâili'n-Nâfia. Millet Kütüphânesi, 885.

120. Menâzır Tâât. Millet Kütüphânesi, 975.

121.Ta'bîr-nâme-i Hakkı. Meşâyıh-ı Gülşeniyye'den Şehrî Efendi nezdinde gayr-ı matbû’  böyle bir eser-i mufassal gördüm ve mütâlaa ettim.

122. Şerhu'l-Uyûn.

123. Mecmûa-i Tahkîkâti'l-Ehâdîs.

124. Hadîs-i Erbaîn.

125. Kelâm-ı Muhyiddîn  Şerhi.

126. Kitâbu İzzi'l-Âdemî.

127. Tefâsîru'l-Müntehî.

128. Risâletü’l-Îmân.

129. Manzûme-i Mi'râciyye .

130. Kitâbü'n-Nahv .

131. Şerh-i Hadîs-i Erbaîn.

132. Mecâlisü'l-Va'z ve't-Tezkîr : Nâm-ı dîger Mecmûa-i İsmâîl Hakkî. İki ciddir  ve Arapçadır. İstanbul'da Sultân Bâyezîd'de Veliyyüddîn Efendi Kütüphânesi'ndedir. Kendi hattıyladır. Üsküb'de yazmıştır. Bunda kendine, "Üsküp vâiziyim." diyor. Ser-â-pâ, suver-i Kur'âniyye üzerine müntehab tefsîrden ibârettir. 1186/(1772) senesinde Üsküb'de hîn-i tavattunda te'lîf ettiğini yazıyor. 713 sahîfedır. Bundan intihâb sûretiyle ihtisâran 1266/(1850)'da Matbaa-i Âmire'de basılmış nüsha dahi  3505/214 numara tahtında o kütüp-hânede mevcûddur.

133. Mecmûa-i Hakkı. Kendi yazısıdır. İstanbul'da  Bâyezîd'de  Kütüphâne-i Umûmîyye'de, Tasavvuf kısmında, 3504/213'dedir.

Bu mecmûada üç risâle (olup) bunlara dâir tafsîlât Kemâl-nâme-i Hakkî nâm eser-i âcizânemde vardır.

134. Kitâbü'l-İzn ve'l-İcâze . 1122/(1710)'de yazmıştır.

135. İbâdet-i Zâtiyye ve Teklîfiyye . Mısır'da yazmıştır.

136. Zemzeme. Mısır'da yazmıştır.

137. Dîger Mecmûa-i Hakkı. Kendi yazısıdır.  Ahîren tab' olunan Divân'ını ve sâir lâyihât ve vâridâtı muhtevîdir. Yine mezkûr kütühânede 3507 numaradadır. Bu mecmûada da iki risâle  vardır:

138. Şerh-i Dû-beyt-i Örfî-i Şîrâzî.

139. Şerh-i Târîh-i İbn Kemâl.

Bunlardan başka lâyihât-i müteaddide vardır. Pek mühimdir.

/55/ Mi'râc-nâme'sine takrîz yazanlardan Dervîş Bâkî Efendi'nin medhiyyesi:

Hazret-i Hakkı Efendi gibi gavs-ı a'zam

Evliyâ zümresinin olsa n'ola başına tâc

Merkez-i dâire-i âleme zâtı nokta

Hâne-i kutba odur nûr-ı  velâyetle sirâc

Mülhimü'l-gayb olup kuvvet-i kudsiyye ile

Vasf-ı mi'râcına fahr-ı rusulün virdi revâc

Mesnevî mesleğine düzdü dürer-ma'nâyı

Bahr-ı eltâf-ı ilâhîden idüp istihrâc

Lafzı gûyâ ki beden ma'nisi mânend-i revân

Cism ile rûh gibi eylediler istihrâc

Hassena'llâh hoşâ mahz-ı kerâmetdir bu

Dökdü gevherlerini sâhile bahr-ı mevvâc

Cümle sûfîlerinin kemteri Dervîş Bâkî

Eyledi arz-ı hulûsu o fakîr-i muhtâc

Def'aten söyledi târîh-i hurûf-ı pür-hâl

Nazm-ı pâkîze-i  zîbende-i vasf-ı mi'râc

(نظم باكيزه ء زيبنده ء وصف معراج) = 1121/1709

                                                 * * *

Cenâb-ı Şeyh İsmâîl-i Hakkı

Odur müsterşidîne gavs-ı a'zam

Ser-i endîşesi  Cibrîl-i ma'nâ

Hayât-efzâ-edâsı  rûh-ı âlem

Hemîşe eyledi âvîze-i gûş

Nevâ-yı nâsı  kilkin heft-târem

Yine nev-zâde-i tab'-ı bülendi

Senâ-yı mefhar-ı evlâd-ı Âdem

Şeb-i mi'râc-ı vasfın mu'ciz-âsâr

Beyâza çekdi matbû vü müsellem

Saf-ı manzûmeyi gördükde hâtif

Didi târîh olup bu beyt-i mülhem

Sutûr-ı pâk-i mi'râciyye hakkâ

Nihâde âlem-i bâlâya  süllem

(سطور باك معراجه حقا

نهاده عالم بالايه سلَم   ) = 1121/(1709)

 

Manzûmeler çoktur. Onu Kemâl-nâme-i Hz. İsmâîl Hakkı nâmıyla yazdığım müstakil eserde derc eyledim. Bir nüshasını Bursa'da İsmâîl Hakkı Dergâhı'na vakf eylediğim gibi, bir nüshasını da Bursa'da Kütübhâne-i Umûmî'de Târîh faslının 16 numarasına kayd ile yâdigâr ettim. Nüsha-i sâlisesi kütüp-hânemde  mahfûzdur.

İsmâîl Hakkı hazretleri, eâzım-ı urefâ-yı sûfiyyeden bir mürşid-i kâmil ü mükemmildir. Yazdığı eserlerin adedi el'ân hakîkatıyla ma'lûm değildir. Geçen gün Bâyezîd'de Veliyyüddîn Efendi Kütüphânesi'nde 1913 ve 1914 numaralı iki büyük cild Arapça eserini gördüm ki, şimdiye kadar ismi bile neşr olunmamıştır. Hayrette kaldım. Âtıfbey Kütüphânesi'nde de hayli eserlerini gördüm. "Mülkümüzde sânîsi gelmemiş." dense revâdır. Âlem-i irfânın bir bülbül-i şûrîdesi, bezm-i ma'nânın  bir gül-i nev-demîdesidir.

Ahîren Amerika'daki kongrede kendinden bahs olunmuş ve dünyâ murahhaslarının  ona ta'zîmen beş dakîka ayakta sükût etmesi uluvv-ı kadrine delîldir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

            /56/ İsmâîl Hakkı Hazretlerinin Dergâhında Şimdiye Kadar Seccâde-nişîn            Olan  Zevât-ı Kirâm :

            1. Şeyh Bahâeddîn Efendi

            Hz. Şeyh'in mahdûmudur. Tahsîl ve terbiyesi pederindendir. Pederinin irtihâlinden sonra bir sene câ-nişîn olmuş, 1139/(1727) senesinde irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemiştir. Pederinin yanında  medfûndur. Tabîat-ı şi'riyyesi var imiş. Fakat âsârından elde edilemedi.

            Hz. Hakkı'nın burada bir mahdûmu daha medfûndur. Henüz çocuk iken irtihâl eylemiştir. Mezâr taşında şu târîhi gördüm:

                              Duâ-gûlar didiler Râkımâ  merhûm içün târîh

                              Muhammed Şâhu’l-Hakkı dâyesi hûru'l-cinân olsun*

(محمد شاه الحقى دايه سى حور الجنان اولسون) = 1139/(1727)

            Hz. Hakkı'nın harem-i muhteremleri Âişe Hâtûn dahi zevc-i mükerreminin ayak ucunda defîn-i hâk-i gufrândır. Târîh-i rihleti 1160/(1747)'dir. Veliyyetu'llah bir muhaddere-i ismettir.

            Bir akşam yemeği hazırlamış. Zevcine arz-ı ma'lûmât etmek üzere odasına girmiş. Görmüş ki, kırk tâne İsmâîl Hakkı var. Her birinin önünde birer mum yanıyor. Her biri tefsîr-i şerîf yazıyor. Bu hâle mütehayyir olur; hangisi zevcidir, tefrîk edemez. Bir şey söyleyemeden odasına avdet ve âkıbete muntazır olur.

            Bir müddet sonra Hz. Hakkı taâm etmek üzere çıkar. Haremini buht u hayrete  müstağrak görünce, sebebini sorar. Arz-ı hâl edince, "Keşfin açılmış, tebrik ederim. Onlar ricâlü'l-gaybdırlar." buyurmuş.

            Bursa'da bu menkabeyi işitmiş idim. Bursa Hâtırası nâm eser-i fakîrânemde de münderictir.

            2. Şeyh Hacı  Hikmetî  Muhammed  Efendi

            Tekirdağlıdır. Hz. Hakkı'nın evlâd-ı ma'nevîsidir. Tekirdağ'da bulundukları sırada bî-kes ve yetîm bulduklarından taht-ı terbiyelerine  alıp, mazhar-ı kemâl eylemişlerdir.

            Şeyh-zâdesinin irtihâli üzerine yirmisekiz sene post-nişîn-i irşâd olup, 1165 senesi şehr-i Rebîu'l-evvelinin yirmiikinci günü (10 Şubat 1752) dâr-ı cemâle gitmiştir. Hz. Hakkı'nın ayakucunda medfûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

            İsmi Muhammed olup, ziyâret-i Haremeyn'e muvaffak olmuştu. "Hikmetî" tesmiye eden İsmâîl Hakkı hazretleridir . Zâhir u bâtını ma'mûr ve kalbinde cezbe-i Hak rû-nümûn idi.

Mezâr taşındakı târîhi:

Düşdü bir târîh Azîzâ  tab'ıma fevti içün

Cây-gâh-ı Hikmeti Mevlâ kusûr-ı Adn ide 

(جايكاه حكمتى مولى قصور عدن ايده)[45]

/57/ Tabîat-ı şi'riyyeleri var imiş.

Şikâr-ı hikmete sayyâd idelden Hikmetî'yi Hak

Seyâhat emrin istiğrâb idüp halk-ı cihân bañlar

"Bañlar", eski Türkçede bağırır ma'nâsınadır.

Gazâya gitmişler ve o zamân götürdükleri sancağı dergâh-ı şerîfde yâdi-gâr bırakmışlardır. Bu dergâha, "Hikmetîoğlu Dergâhı" da derler.

Tekirdağ'da Sâlihiyye Câmi'-i şerîfi civârında inşâ buyurdukları halvet-hâne hakkında, mürşidleri Hz. Hakkî'nın târîhi var imiş. Yadigâr-ı Şems  nâm eserde şu beyti gördüm:

Didi harf-i mücevher birle  Hakkî

Yapıldı halvet erbâb-ı kulûba

(ياپلدى خلوت ارباب قلوبه)  = 1128/(1716)

3. Şeyh Muhammed Emîn Efendi

Hikmetî Efendi'nin mahdûmudur. 1157/(1744) târîhinde Bursa'da doğmuştur. Hilâfeti, Hz. Hakkı hulefâsından Pertevî Ahmed Efendi'dendir. Altmışyedi sene mertebe-i irşâdda bulunup, 21 Cemâziye'l-âhir 1232/(8 Mayıs 1817) târîhinde âzim-i gülşen-sarâ-yı hakîkat olmuştur.

Erbâb-ı hâlden bir sâhib-i kerâmet olduğu menkûldur. Ağniyâdan imiş. Kemân-keşlikte mâhir  ve antikaya merâklı imiş. Hz. Hakkı civârında âsûde-nişîn-i rahmettir.

Harf-i cevherle  Saîdâ  söyle sâl-i rihleti

Şeyh Emîn Efendi kurb-ı Hû'da Hû Hû eyledi

(شيخ امين افندى قرب هوده هو هو ايلدى)

            4. Şeyh Muhammed Bahâeddîn  ve  Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi

 

            Her ikisi Emîn Efendi'nin oğullarıdır. Meşîhata münâsefeten sâhip olmuşlardır. Bahâeddîn Efendi bir sene seccâde-nişîn olup, âlem-i âhirete gitmiştir. Pederinin yanında medfûndir. Târîh-i irtihâli  19 Cemâziye'l-âhir 1233/(26 Nisan 1818)'tür.

Cevherîn harfile yazdı rıhleti kilk-i Sa'îd

Şeyh Bahâeddîn Efendi bezm-i Hak'da buldu Hû

(شيخ بهاء الدين افندى بزم حقده بولدى هو)   

Edîb, vakûr, nâzik bir zât imiş.

Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi, Şa'bân 1260/(Ağustos 1844)'ta vefât eylemiştir. Civâr-ı Hz. Hakkı'dadır. Mahdûmu Muhammed Hikmet Efendi, yerine geçmiş ise de bir vakıf mes’elesinden dolayı şehîd edilmiştir. 9 Safer 1270/(12 Kasım 1853).

5. Şeyh Muhammed Rıf'at Efendi

(Muhammed Bahâeddîn Efendi'nin) hisse-i meşîhatı, mahdûmu Muhammed Rif'at Efendi'ye intikâl eylemiştir. Bu da 24 Muharrem 1273/(25 Eylül 1856) târîhine kadar îfâ-yı hizmet edip, irtihâlinde civâr-ı Hz. Hakkı'ya defn olunmuştur. Yerine mahdûmu Muhammed Ali Rıfkı Efendi geçmiştir.

           

            /58/ 6. eş-Şeyh İsmâîl Hakkı

            İsmâîl Hakkı, Şeyh Hikmet Efendi'nin oğludur. 6 Cemâziye’l-evvel 1285/(26 Ağustos 1868)'de irtihâl etmiştir.

7. Şeyh Muhammed Fâik Efendi

İsmâîl Hakkı Efendi-zâdedir. 1250/(1824) senesinde tevellüd etmiştir. Dergâhın vakıflarıyla çok uğraştığı gibi der-be-der bir hayâta meyl-i tabîîsi olduğundan intizâm-ı hayâta ve maîşete riâyet-kâr değildi.

Dergâh-ı şerîf 1318/(1900) senesinde, bunun zamân-ı meşîhatında ser-karîn-i merhûm Hacı Ali Paşa tarafından ta'mîr ve ihyâ edilmiş idi. Âsitâne-i Hüdâyî'de icrâ-yı meşîhat eden Muhammed Gülşenî Efendi merhûmun şeyhidir. Kendisiyle görüştüm.

15 Safer 1324/(11 Nisan 1906) târîhinde âlem-i bakâya göçüp, ekdâr-ı dünyâdan kurtulmuş ve civâr-ı Hz. Hakkî'ya defn olunmuştur. İrtihâlinde yetmişdört yaşında idi.

Tercüme-i hâl-i garâbet-iştimâlini Yâdi-gâr-ı Şems'de Şeyh Muhammed Şemseddîn-i Mısrî Efendi uzun uzadıya yazmıştır.

8. Şeyh Cemâl Efendi

Fâik Efendi-zâde'dir. 21 Safer 1311/(5 Eylül 1893)'de doğmuş; sığar-ı sinni hasebiyle bir aralık eniştesi Selâmeddîn Efendi vekâlet etmiş, ba'dehû Üftâde şeyhinin taht-ı terbiyesine verilmiş idi.

9. Şeyh Ahmed Rüşdî Efendi

Dergâh-ı şerîf, Muhammed-i Gülşenî hulefâsından Şeyh Ahmed Rüşdî Efendi'ye tevcîh olunmuştur. Bu zât müderrisîn-i fâzıladan ve Şeyh Hacı Şerefeddîn-i Nakşıbendî müntesiblerinden olup, sarf-ı nakdîne-i himmetle ve ihvânının gayret-i iânet-kârânesiyle dergâh-ı şerîfi ve odalarını ta'mîr ve ihyâ etmiştir.

            Kendisiyle görüştüğümde zevkan uyanmış, neş'e-i tarîkattan hisse-dâr olmuş buldum. Nakşıbendî müntesiblerinden hayli ihvânı vardır. Cenâb-ı Hak tevfîkına mazhar buyursun.

            Kasımpaşa'da Hüsâmeddîn-i Uşşâkî Âsitânesi şeyhi Mustafa Sâfî Efendi hazretleriyle de hem-sohbet olup, ondan da teberrüken icâze aldığı tahkîk kılındı.

 

/59/ Hulefâ-yı Hz. Hakkı :

Hikmetî Şeyh Muhammed Efendi, Şeyh Yahyâ Efendi, Zâtî Süleymân Efendi, Vahdetî Şeyh Osmân Efendi, Radovişli Şeyh Ali Efendi, Şeyh Sünnetî Efendi, Şeyh Pertevî Efendi, Şeyh Ahmed Efendi, İçelili Şeyh Abdülazîz Efendi, Şeyh Ahaveyn Efendi, Derûnî-zâde Şeyh Muhammed Hulûsî Efendi. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Sadr-ı esbak Şehîd Paşa, Bursalı Şeyh Abdurrahîm Efendi ve Şeyh Seyyid Celâleddîn Efendi dahi hulefâ meyânındadır. Âsitâne-i Hüdâyî'de, şecerede gördüm.

Şeyh Yahyâ Efendi

İsmâil Hakkı hazretlerinin hulefâsındandır. Mekke-i Mükerreme'de neşr-i tarîkata me'mûr olup, otuzyedi sene orada neşr-i tarîkat eylemiştir. Azîzi, cur'a-nûş-ı câm-ı memât olunca, Mekke-i Mükerreme'den Bursa'ya kadar gelip, şiddet-i iftirâkından kabr-i enveri ziyâretle teskîn-i firkat etmiş idi. Kerâmâtı menkûl bir zât-ı âlî-kadrdir.

Şeyh Süleymân Zâtî Efendi

Kibâr-ı meşâyıh-ı Halvetiyye'dendir. Hz. Hakkı'nın mazhar-ı feyzi olanlardandır. Zâhir ü bâtını ma'mûr mazanna-i kirâmdandır. Azîzinin kerâmâtını cem' edip bir eser te'lîf etmiştir. An-asl Geliboluludur. Keşan'da ihtiyâr-ı ikâmet eylediğinden, "Süleymân Zâtî-i Keşânî" diye meşhûrdur. Müretteb Dîvân'ı ve Sevânihu'n-Nevâdir fî-Ma'rifeti'l-Anâsır isminde bir eseri vardır. 1151/(1738) senesinde azm-i âlem-i bakâ eyledi. Keşan'da kabr-i münîfleri ziyâret-gâh-ı uşşâktır.

Mürşid–i mükerremlerinin, "Bir elif bul mekteb–i irfânda ol bâ'yı sor" matla'lı kasîdesine şerh yazdıkları gibi, Şâhidî merhûmun Gülşen–i Vahdet'ine şerh yazmağa başlamışlarsa da ömürleri vefâ etmediğinden, Fahrî  Efendi nâm zât onu ikmâl etmiştir.

Azîzi bir işâret-i ma'neviyye üzerine onu Gelibolu'ya i'zâm eylemiş idi. Bu münâsebetle hikâye ediyor :

 

            "1135/(1722) senesi ibtidâsında, Hz. Pîr-i dest-gîrimiz, Şam-ı şerîfden gelip Üsküdar'da sâkin oldukları hengâmda meşâyıh-ı ızâmın âyîn-i ma'lûmları ve âdet-i meşhûreleri üzere, bu hakîre istihâre eylemekliğim emr buyruldu. Bu hakîr dahi ba'de'l-istihâre âlem-i rü'yâda kendimi Gelibolu şehrinde, Yazıcı-zâde Muhammed Efendi'nin mağarasına varmış gördüm. Yazıcı-zâde (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretleri temessül edip, envâ'-ı nevâzişle taltîf buyurdular, iltifât ettiler. Mübârek dest-i kerâmet-şumûlleriyle arkamı üç def'a sığadılar. /60/ Elimden tutup şehrin içine götürdüler ve gûyâ şehri bize teslîm buyurdular.

            Bu müşâhededen sonra, yine kendimi İstanbul'da Kasımpaşa kasabasında görüp, ba'dehû Hz. Pîr suâl buyurup, "Secencel-i istihârende ne sûretle zuhûr vâki' oldu." dedikte, bu hakîr-i kesîrü't-taksîr dahi meclis-i şerîflerinden dûr ve cemâl-i meh-veşlerinden mehcûr olmamak içün Gelibolu zuhûrunu ketm ü ıhfâ eyledim. Kasaba-i Kasımpaşa zuhûrunu inhâ eylediğimde, hande-günân, "O da olur, sen sâbıkan Gelibolu şehrini müşâhede eylemedin mi?" dedikte, hakîr dahi bî-hûş; olup, ba'de'l-ifâka hemân kadem-i saâdet-tev'emlerine cebhe-sâ oldum. Azîz hazretleri giryân olup, "Oğlum çok zamân idi ki, dergâh-ı Hakk'a niyâz ve kâlâ-yı eşk-i çeşmim dest-âvîz-i hâlık-ı çâre-sâz ederdim ki, bizim hulefâmızdan bir kimse varıp Gelibolu'da Şeyh Yazıcı-zâde hazretlerinin rûhâniyyetleri berekâtıyla, onda olan tâlibân-ı ehl-i îmânı tarîkat-ı aliyyeye da'vet ve makâm-ı mahmûdlarında hizmet eylemek için, el-hamdü li'llâhi teâlâ, duâ ve niyâzımız hayyiz-i  kabûlde vâki' oldu." diye bu hakîre duâ eylemeleriyle beni Gelibolu'ya istihlâf buyurdular ve tenbîh ve te'kîd eylediler ki, 1137/(1724) târîhi tamâmına değin şehr-i Gelibolu'da yek-hatve bîrûn olmayıp, binbir gün çille-i hicreti tamâm edip, "Ba'dehû biz dahi bir sebeb zuhûruyla Bursa'ya vardıkta, eger 1137 târîhi tamâmına değin sarây-ı ukbâya göçmez ve şarâb-ı mevti içmez isek, me'mûr olduğun umûr ile meşgûl olup, ba'de-zamânin-âhar bize hicret ile işâret olundukta gücenmeyip, hicreti ayn-ı lutf u saâdet bilip, sem'an ve taâtan deyip, sünnet-i meşâyıhdan ayrılmayasın." buyurdular.

Hakîr dahi çillemiz tamâm oldukta, Hz. Pîr-i azîzimin ziyâret-i aliyyelerine azîmet esnâsında haber-i vefâtlarıyla nâlân ve hasret-i firâklarıyla giryân u sûzân olduk."

Eş'ârı pek sûfiyâne ve çok düzgündür. Vahdet-i vücûd neş'esinde pek açık meşrebli oldukları görülür. İsmâil Hakkı hazretlerinin nefes-i nefîsinin kendilerine intikâl eylediği nümâyân olur.

Gel ey cân bülbülü azm–i bahâr it

Yeter dem-bestesi var sen de zâr it

Ne yerde bir gül-i handân bulursan

Ana sırr-ı nihânın âşikâr it

Velî zinhâr sakın gurbetde kalma

Gülistân-ı kadîmi ihtiyâr it

 /61/  Ki sensin mürg-i kuds-i lâ-mekânî

Bu kesret gül-izârından güzâr it

Yeter bülbül gibi âvâre oldun 

Gel ey Zâtî ferâğında karâr it

                        *   *  *

Geçirme ömrün ey sûfî sakın kim kîl ü kâl üzre

Maânî yolların gözle ne yürürsün hayâl üzre

Bu dünyânın metâına harîdâr olma ey gâfil

Buna her kim gönül verse geçer ömrü melâl üzre

Hakîkatca nazar kılsan bu dünyâ ehline cânâ

İderler dirliği dâim bular ceng ü cidâl üzre

Bu dünyâya neler geldi benim diyüp koyup gitdi

Bilürsün bu fenâ mülkü yaratdı Hak zevâl üzre

Kaçarsan yetişür sana kovarsan yetişemezsin

Ki dünyâ gölgeye benzer dinildi bu misâl üzre

Kanı bir mü'min-i kâmil gönül virmeye dünyâya

Nazar kılsan bu kez ana kaçar senden kemâl üzre

Giderken râh-ı ukbâya ana yol virmedi dünyâ

Anınçün Zâtî bu nazmı getirdi hasb-i hâl üzre

                     *   *   *

Hak'ın evsâfını  takrîr ider şeyh

Gönüller hânesin tathîr ider şeyh

Hudâ kılmış anı âlemde mi'mâr

Dil-i vîrâneyi ta'mîr ider şeyh

        

Maâş ehli değildir âkıl-ı küll

Anınçün hüsn-i tedbîr ider şeyh

Ne kim âfâk u enfüs görse insân

Kemâliyle anı ta'bîr ider şeyh

Takar zencîre nefs-i bed-fiâli

Riyâzetle anı tahmîr ider şeyh

Kılur tedrîc ile esmâya kâbil

Sıfât-ı hüsnile tasvîr ider şeyh

Kimini kâl ile eyler tesellî

Kimine hâl ile tebşîr ider şeyh

Kimini irgürür kurb-ı visâle

Tasarruf ehlidir tasdîr ider şeyh

Velî Zâtî gibi şeyh çokdur ammâ

Dil ü cânı katı tenvîr ider şeyh

Hüdâyî Âsitânesi'ndeki şecerede mukayyed olan hulefâsı :

Ali Senâyî Efendi, Hüseyin Şâhidî Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed Fahreddîn Efendi,  Seyyid Ebû Bekir Efendi.

Vahdetî Şeyh Osmân Efendi

Ulemâdan ve urefâdandır. Mülteka'l-Ebhur şârihidir. 1110 senesi şehr-i Ramazan’ının onsekizinci günü (20 Mart 1699) Edirne'de Hz. Sezâî-i Gülşenî'ye hem-civâr ve mülâkî olup, hîn-i mülâkâtta, "Bana sensiz yemek içmek harâm-ender-harâm olsun." mısraıyla bir nazma başladıkta, Hz. Sezâî ikmâl edip,

                                 "Dilersen yâr ile vahdet koma ağyârı kalbinde

                                   Safâ-yı vahdeti bulmağa her dem ihtimâm olsun"  

   

diye işâretle, "Vahdetî" mahlasını tavsiye buyurmuşlardır. Bu nazm Dîvân-ı Sezâi'de vardır ve pek hoştur. İsmâil Hakkı hazretleri o mahlası muvâfık görüp müşârünileyh "Vahdetî" şöhretini almıştır.

/62/ Mûmâileyh mevliden Üsküplü ise de, Edirne’de ihtiyâr-ı ikâmet ettiğinden “Edirneli” yâd olunur. İlm ü irfânı ve bazı resâil-i irfâniyye ve âsâr-ı manzûmesinden, ilm-i fıkıhtaki ihtisâsı olan, ahîren bir cild tab’ olunan Mühtedî el-Enhur ilâ Mülteka’l-Ebhur ismindeki Mültekâ şerhinden müstebân olur. Gayr-i matbû' Dîvânçe'siyle, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn cümle-i müellefâtındandır. Kifâye'yi tercüme etmiştir ki, bir nüshası Ayasofya Kütüphânesi'nde mevcûddur. Hatt-ı destiyle muharrer Hadîs-i Erbaîn Şerhi, Es'ad Efendi Kütüphânesi'ndedir.

            Külliyât-ı Zâtî unvânıyla bir eserini İstanbul'da, Bâyezîd'de, Kütübhâne-i Umûmî'de, tasavvuf kısmında, 3595/295 numarada gördüm; yazmadır. Pek mühim ve nefîs bir eserdir.

            Vefâtı 1135/(1723)'dedir. Edirne'de, Uzunkaldırım'da, Ayşekadın Hanı ittisâlindeki kabristândadır.

         "Celvetîyiz zâhiren gerçi sükûndur de'bimiz

          Rûh u serde çokdur ammâ raksımız devrânımız "

manzûmesi onundur.

 

İrtihâllerine dâir mahdûm-ı mükerremleri Senâî hazretlerinin söylediği manzûmedir:

               Hükm iderdi dâr-ı dehre ol Süleymân-ı zamân

               Misl ü mânend ü nazîri yoğidi kâdan kâa

               Böyle bir zât-ı mükerrem kutb-ı devrân idi kim

               Gelmedi fevkinde bir er anın asrında şehâ

               Sâlifü'z-zikrin kemâlin anladın bildinse ger

               Cümle irfânında anın derc olundu bî-riyâ

               Bu Senâî derd-mendi eyledi kâim-makâm

               Gitdi(ler) ahbâb u dâye eylediler el-vedâ'[46]

               Azm idüp dâr-ı bakâya rahmetu'llâhi aleyh

               Rûhunu takdîs ide anın Cenâb-ı Kibriyâ

 

                                              

Şeyh Ali Senâî Efendi

Müşârünileyh (Şeyh Süleymân-ı Zâtî)'nin mahdûmudur. Mazanna-i kirâmdan olup pederinden müstahlefdir. Tabîat-ı şi'riyyesi vardır. 1200/(1786)'de Edirne'de vâsıl-ı rahmet-i Rahmân oldu. Gülbahar Hâtûn Mahallesi'nde, Kâdirî Dergâhı'nda bir bahçede medfûndur. Edirne'de bulunduğum zamân sûret-i mahsûsada ziyâret eylemiş idim. Dîvân-ı İlâhiyyât'ı tab' olunmuştur.

                  Halka-i zencîr-i  zer-bend-i tevellâyım velî

                   Muttasıldır silsilemde şân-ı merâdan Alî[47]

                   Hâşimî'yim ma'nevî vâlid durur zâtı bana

                   İbn-i Zâtî'yim  Senâî  mahlasım ismim Alî

                   Yâ ilâhî intişâr it silsilem rûz-ı ebed

                   Munkarız kılma erenler hürmetine Yâ Alî 

Şeyh Hüseyn-i  Şâhidî Efendi

Süleymân-ı Zâtî hazretlerinin mahdûm-ı dîgeridir. Büyük pederlerinden müstahleftir. Medfeni hakkında ma'lûmât elde edemedim.

Şeyh Fahrî Ahmed Efendi

            Bir rivâyette Süleymân-ı Zâtî ve rivâyet-i uhrâda Hüseyn-i Şâhidî hâlifesidir. Âsitâne-i Hüdâyî'deki şecerede, "Zâtî halîfesi" diye muharrer gördüm. Şarköylü'dür. 1214/(1799) târîhinde İstanbul'da irtihâl eylediğinden  Kasımpaşa'da, Ali Efendi Dergâhı'nda medfûndur.

            İsmâîl Hakkı hazretlerinin,

                          "Her nefesde bir tecellî-i Hudâ ister gönül

                           Kendüye bu gurbet içre âşinâ ister gönül  "

gazeline nazîresi vardır; pek ârifânedir.

                           Nûş idüp câm-ı 'ene'l-hak'dan hüve'l-hak bâdesin

                          “Küntü kenz” esrârın ârif evliyâ ister gönül

                          Nahnü akrab” nâmesin gûş ideliden Fahriyâ [48]  

                           Bâğ-ı vahdet gül-sitânında nevâ ister gönül

            /63/ Müretteb Dîvân'ı, bir de Müftî Baba nâm zâtın nutkuna ve Şeyh  Zâtî'nin bir gazeline şerhleri vardır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Şeyh Ahaveyn Efendi

Âlim ve âmil idi. Hz. Hakkı'nın hulefâsındandır. 1176/(1762 senesinde  terk-i âlem-i nâsût eyledi. Civâr-ı Hz. Hakkı'da âsûde-nişîn-i rahmettir (Kaddesa'llâhu sırrahû).

           

Şeyh  Muhammed Hulûsî  Efendi

            Bu dahi hulefâ-yı Hz. Hakkı'dandır. "Derûnî-zâde", şöhretidir. Usturumcalıdır. Vatanında irşâda me'mûr olup, 1167/(1754) senesinde  intikâl-i âlem-i bakâ eyledi. Kasîde-i Emâliye ve Kasîde-i Nûniyye'yi şerh etmiştir. Mürettep   Dîvânçe'si vardır.

           

Gazeliyyâtından :

                                     Şehâ hûn-rîz-i gamzen zahmını bîmâr olandan sor

                              Perîşan hâtırı dil-beste-i dil-dâr olandan sor

                                     Hulûsî  remzi çokdur  nüsha-i aşkın hakîkatda

                                    O terkîbin beyânın vâkıf-ı esrâr olandan sor 

Şeyh Muhammed Pertevî Efendi

Cenâb-ı Hakkı'nın feyz-yâb-ı sırrıdır ve evlâd-ı ma'nevîsidir. Âlem-i tasavvufa şân vermiş nice mürde-dilleri ihyâ eylemiştir.Âsitâne-i Hüdâyî'de seccâde-nişîn-i tarîkat, Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi'nin şeyhidir. Nefs-i nâtıkaları âlem-i dünyâdan güzâr eylemekle kitab-ı irfân-ı vücûdlarını Rûşenî Efendi, âsitâne-i  Hz. Pîr'de hıfz eylemiştir.

Sandûkalarının baş tarafındaki levhadır :

                                      Vâsıl-ı ehl-i dil olmuş Şeyh Muhammed  Pertevî

                                      Anın içün silsile ser-defteri olmuş bugün

                                      Şeyh Hakkî'dan hilâfetle feyiz aldı o kim

                                     Tâ kıyâmet Celvetî'nin mehteri olmuş bugün

            Ehl–i dilin reh-revi, erbâb-ı zikrin pîş-revi, pek mükerrem bir mürşid-i âli-nisâb idi (kaddesa'llâhu sırrahû).

Şeyh Ahmed-i Pertevî Efendi

Halîfe-i Hz. Hakkı'dır. Tekirdağ meşâyıhındandır. "Râhat-ı âkıbet" ®—«Á†Ÿ«‚Í ©† 1182/(1768), târîh-i intikâlidir. Dîvân-ı eş‘ârı olduğunu Vefeyât-nâme'de  yazar.

                                   Cemâlin  kıble-i Beytü'l-harem'dir Yâ Rasûla'llâh

                                   Kadin Tûbâ kaşın "Nûn ve'l-kalem"dir Yâ Rasûla'llâh [49]

                                   Der-i lutfunda bî-kes Pertevî  bîdâr-ı aşkındır

                                   Temennâ-yı visâle hayli demdir Yâ Rasûla'llâh

/64/  Şeyh  Seyyid  Ali Fenâyî Efendi

Kütahyalıdır. Şeyh Selâmî Efendi hazretlerinin feyz-yâb-ı irfân u kemâlidir. Hilâfet aldıktan sonra Manisa'ya gitmiş, orada bir câmi'-i şerîf binâ eylemiştir. Şeyhinin irtihâli üzerine İstanbul'a da'vet olunup, Selâmî Tekkesi meşîhatına ta'yîn edilmiştir. Bir müddet sonra meşîhatı âhara terk ederek Üsküdar'da Çavuşbaşı Mektebi karşısındaki câmi'-i şerîfi binâ eylemiştir ki, "Fenâyî Tekke ve Câmii"  ve  "Yaldızlı Tekke" diye el-hâletü hâzihî  meşhûrdur.

1126/(1714) senesinde burada post-nişîn olup, tâm otuziki sene irşâd-ı ibâd ile meşğûl olup, 1158/(1745) senesinde âlem-i lâhûta revân olmuştur.

RESİM VARDIR!!!!!!

Türbe-i mahsûsaları üzeri kubbeli ve ma'mûrdur. Bu görünen demir parmaklık sokak üzerindedir. Bunun arkasında türbe-i şerîfe kâindir. Türbesinde şu  manzûme-i târîhiyyeyi gördüm :

                                   Mürşid-i kâmil  Fenâyî  Şeyh Aliyy-i Celvetî

                                   Sâlik-i râh-ı hakîkat pîşvâ-yı hâss u âm

                                   Bu cihân-ı fâninin nakşına mâil olmayup

                                   Zikr-i Hak ile güzer eylerdi vakti subh u şâm

                                   Mâ-sivâdan uzlet ile terk-i ülfet eyleyüp

                                   Virmiş idi zâtına zîb-i salâhile nizâm

                                   Bezm-i kesretden  çeküp el olmuşıdı münzevî

                                   Sırr-ı "mûtû" ile âmil idi vahdetde müdâm

                                   Sarf idüp envâ-ı mebrûrâta ömrün rûz u şeb

                                   Nakd-i vaktin itmedi tazyî'  bulunca ihtitâm

                                   Gûşuna geldikde emr-i "irciî" cânın virüp

                                   Âlem-i kuds-i hazîre oldu mukdiyyü'l-merâm

                                   Cümle tââtı olup dergâh-ı izzetde kabûl

                                   Hâb-gâhın eyleye Hak Ravza-i Dâri's-selâm

                                   Gaybdan Hâtif  idüp tebşîr târîhin didi

                              Kıldı es-Seyyid Fenâyî Dâr-ı Firdevs'i makâm

(قيلدى السيد فنايى دار فردوسى مقام) 1158[50]  

            /65/ Baltacı Sadrazam Mehmed Paşa ile Rusya muhârebesinde bulunup, zabt ettiği  sancağın el’ân türbesinde mahfûz olduğunu bir eserde okumuştum. Türbede böyle bir sancak görmedim. İhtimâl ki, müze-i askerîye kaldırılmıştır.

            Fenâyî mahlasıyla eş'ârı ve ilâhiyyâtı vardır :

                       

                        Mushaf-ı hüsnü senin vechinle tefsîr eyledi

                        Âyet-i vechi vücûhun açdı teysîr eyledi

                        Kâtib-i kudret senin levh-i vücûdun üstüne

                       Nüsha-i evsâfını tastîr ü tahrîr eyledi

                         Câmi'-i Kur’ân-ı ekmeldir vücûdun ser-te-ser

                         Hazret-i Kur'ân'a tev'em sana tevkîr eyledi

                       

                        Feth idüp ders-hâne-i nûrunda zât-ı mushafı

                         Zâtını zâtında ol zâtına takrîr eyledi

                         Yâ Rasûla'llâh elin al bu Fenâyî bendeni

                         Koma ayaklarda nefsi anı teshîr eyledi

Mısırlı Mehmed Ali Paşa merhûmun halîle-i muhteremesi cennet-mekân Şem'inûr Kadın Efendi hazretleri bu dergâhda medfûndur. Türbesi, resimde görünen demir parmaklığın içindedir. Müşârünileyhâ hazretleri, cenâb-ı Şeyh Fenâî'ye fevka'l-âde hürmet ve muhabbet ile mütehassis olup, mürûr-ı zamân ile inhidâma meyl eden câmi'-i şerîf ve türbe ve hucurâtı yeniden ihyâ eylemiş idi. Hattâ tezyînât-ı fevka'l-âdesinden kinâyeten, "Yaldızlı Tekke" nâmını almış idi.

Müşârünileyhânın irtihâli 1282/(1865) senesindedir. Hüdâyî şeyhi Rûşenî Efendi merhûm ona güzel bir târîh söylemiştir. Fevka'l-âde mükellef bir mezârı vardır. Dergâh hâl-i hâzırda yine ta'mîre muhtâc bir hâldedir.

           

Şeyh Mustafa Hâşim Efendi (Hâşim Baba)

Bandırmalıdır. Üsküdar'da, İnâdiye'de Tavâşî Hasan Ağa Câmi'-i şerîfinde irşâd-ı ibâd ile meşgûl oldular. Pederleri meşâyıh-ı kirâm-ı Celvetiyye'den Nizâmeddîn Efendi hazretleri olup, "nûr-ı fazlu'llâh"   (نور فضل الله) (1166/1753)[51] pederlerinin târîh-i irtihâlidir.

            Hz. Hâşim, pederlerinin yerine şeyh olmuş idi. Mukaddemleri alâ-rivâyetin Bektâşî olmuş; sonra melâmetle neş'e-dâr olup, bi'l-âhare pederinin mesleğini ta'kîb eylemiştir. Türbe-i şerîfeleri vardır. Hz. Nasûhî-zâde Alâeddîn Efendi mahdûmu Fazlullâh Efendi, Hâşim Efendi'nin halîfesi Şeyh Ömer, bidâyeten mesleğini bilmediklerinden, ihtirâzen "İlhâd kokusu vardır." diye bu civârdan bile geçmeyi şeâmet addettiklerini Âsitâne-i Nasûhî şeyhi Kerâmeddîn Efendi nakleylemişlerdir.

            "Hâşim Baba" diye şöhreti o zamândaki mesleğinden kalmış bir nâmdır. Dergâh, "Bandırmalı Tekkesi" diye şöhret-gîrdir. 1145/(1732)'de Hekimolu Ali Paşa, 1169/(1756)'da Şehlâ Ahmed Paşa ve bir müddet sonra Abdullâh Paşa ta'mîr etmişlerdi.

            1197/(1783) târîhinde rıhlet eylediler. Üsküdar'da, İnâdiye Mahallesi'nde peder ve mürşid-i âlîleri Yûsuf Nizâmeddîn Efendi'nin inşâ-kerdesi, Bandırmalı Tekkesi altındaki türbede medfûndur. /66/ Elyevm ma'mûrdur.

            Vâridât-ı ilâhiyyeye mâlik olmuş ecille-i ricâl-i Celvetiyye'den olup, Vâridât-i Mensûre nâmıyla bir eseri ve Ankâ-i Mağrib nâmıyla ilm-i cifre dâir bir te'lîfi ve bir de Dîvân'ı vardır. Vâridât'ıyla Dîvân'ını gördüm. Eserleri gayr-i matbû'dur.

            Silsile-i tarîkatları ber-vech-i âtîdir :

            eş-Şeyh Mustafa Hâşim Efendi, eş-Şeyh Yûsuf Nizâmeddîn (Pîr-i sânî), Şeyh Hâmid-i Moravî, eş-Şeyh Veliyyüddîn-i Tophânevî, eş-Şeyh Muhammed el-Fenâyî eş-şehîr bi-Ehl-i Cennet Efendi, ârif-i bi'llâh mûsıl-ı ilâ'llâh gavsü'l-vâsılîn senedü'l-kâmilîn menba'-ı esrârı'l-hakîka ve müctehid-i etvârı't-tarîka es-seyyidü'l-mes'ûd ve'l-fâdılü'l-mahmûd Hz. Hüdâyî eş-şehîr bi-Azîz Mahmûd Efendi. (Kaddesena'llâhu teâlâ bi-esrârihî ve esrârihim)

 

Vâridât-ı  Mensûre 'sinden :

"İnsân merâtib-i erbaa ile ıslâh-ı hâl eylemedikçe; ıslâh-ı şerîat ile nefs, ıslâh-ı tarîkat ile tabîat, ıslâh-ı ma'rifet ile rûh, ıslâh-ı hakîkat ile sır ıslâh olur. Ol zamân enfüs ü âfâkı câmi' ve muhît, nüsha-i kübrâ enmûzec-i avâlim, mir'ât-ı Hak, halîfe-i ilâhî, âdem-i ma'nâ, insân-ı kâmil olur. İllâ hâne ber-dûş sahrâ-yı heyhâtta insân yok ve insâna lâyık et'ıme ve elbise ile mülebbes olup, hilâf-ı  cins vahşî canavârlar gördükçe , (أَيْنَ الْمَفَرُّ)[52]. Hemân bu temsîl ve teşbîh ile mümessile ve müşebbih olmadan bu âlemde âdem-i ma'nâ, insân-ı kâmile mutî' ve munkâd olup, ahlâk-ı hamîde-i âdemiyye tahsîline  sa'y eylemek gerektir.(تموتون كما تعيشون وتحشرون كما تموتون)[53] zuhûr-ı sırrında evsâf ve atvâr-ı insâniyyet üzere haşr ve havf-ı şiddet-i berzah-ı "tâmmetü'l-kübrâ"dan emîn ve şefâat-ı uzmâya mazhar olalar."

             Dîvân'ından :

                         Şem'- i aşkın zâhidâ pervânesidir gönlümüz

                         Mürg-i lâhût-ı semender  lânesidir gönlümüz

                         Nûr–ı "mâ-zâğa'l-basar"dır feyz-i Hakk'ın dâyesi[54]

                         Tıfl-ı ser-dâm-ı tecellî hânesidir gönlümüz

                           

                         /67/ İtdirir  tecdîd-i ilbâs tıfl-ı rûha dâimâ

                         Bir nefesde bin tecellî  hânesidir gönlümüz

  

                         Bir şerâre ana nisbet şu'le-i şems ü kamer

                         Dâimâ envâr-ı hüsnün hânesidir gönlümüz

                         Arş u kürs cennet cehennem cümleten bir zerresi

                         Hâlık-ı arz u semânın hânesidir gönlümüz

                         Sûreti ham-kâse-i Hak'dır  kelâmı ârifin

                         Bezm-i aşkın Haydar'ının hânesidir gönlümüz

                         Bahr-ı tevhîd-i hüviyyetdir anın bir katresi

                         Bahr-ı zâtın Hâşimâ  dür-dânesidir gönlümüz

                         Ân-ı vâhidde bütün eşyâya sırr-ı feyz ider

                         Sikke–i şems ü kamer darb-hânesidir gönlümüz

                                                *   *   *

 

                         Ben mukîm-i Beyt-i Hakk'ım sırr-ı kutb–ı âlemim

                         Beyt-i ma'mûr-sûretimdir mazhar-ı tâm âdemim

                         Bir gıdâ-yı tünd-i mevcûd bezm-i vuslatda bana

                         Ben gıdâ-yı mürg-i aşkım sırr-ı aşka mahremim

                                              

                                                      *   *   *

                                      Şarâb-ı nâb-ı vahdetden içüp hayrân olan gelsün

                          Hakîkat cennet-i kudse bu gün rıdvân olan gelsün

                         Bi-hamdi'llâh hakîkatla fenâ buldu fenâ bezmi

                         Bakâ bezminde sohbetle hemîn sekrân olan gelsün

                                     İrişdi katremiz bahra görünmez sâhili ka'rı

                         Vücûdu katresin bahra katup  ummân olan gelsün

                         Kamu a'râz-ı cevherde görüp zât u sıfâtımı

                         Kemâl-i sırr-ı Hâşim'le bugün bir cân olan gelsün

                         Erenler sohbete her dem hakîkat isteyen cânlar

                         Geçüp hep cümle varından bakup kurbân olan gelsün

            /68/  Sandûkalarının başındaki levhadan:

                          Ey server-i meydân-ı vefâ Hazret-i Hâşim

                          Vey mazhar-ı esrâr-ı Hudâ Hazret-i Hâşim

                          Dergâh-ı kerâmâtına yüz tutdu kerem kıl

                          İhsân buyur Sırrî 'ya yâ Hazret-i Hâşim

Osmânlı Müellifleri'nde 1. cildde 189. sahîfede Tâhir Bey merhûm îzâhat vermektedir. Hâl ve tavrında biraz lâubâlîlik nazar-ı ehl-i kemâlde gerçi hoş görülmemiş ise de, hakîkat-ı hâlde  âsârıyla, eş'ârıyla pek ârif bir zât olduğu nümâyân olmaktadır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Mahmûd Nâsıh Efendi

1243/(1827) senesinde İstanbul'da Sultân Selîm civârında Çerâğî Hamza Dede Mahallesi'nde doğmuştur. Tahsili İstanbul'dadır. Henüz genç yaşında girdâb-ı ızdırâba tutularak 1263/51847) târîhinde Pazarköy'e, ba'dehû Bursa'ya hicret etmiştir. Pazarköy'de 1285/(1868) ve 1291/(1874) senelerinde imâmet eylemiştir. Âhir-i vaktinde Bursa'da Tahtakale'de, odasından dışarı çıkmamıştır. İsmâîl Hakkı hazretlerinin feyz-i nazarlarına ve himmet-i ma'neviyyelerine mazhar olduğundan mütâlaa ve iştiğâlini müşârünileyhin âsârına hasr ederek dâimâ eserlerini istinsâh eder; senede bir İstanbul'a geldiği vakit Bâyezîd'de kâin Kütüphâne-i Umûmî'ye ihdâ ederdi. Sırr-ı melâmete vâsıl olmuş uyanıklardan idi. Yaşı seksenikiye vâsıl olduğu bir çağda, 1320/(1902) târîhinde Bursa'da seksendört yaşında terk-i âlem-i nâsût eylemiştir. İnzivâ-yı hayâtından dolayı irtihâlinden kimse haber-dâr olmamış, fakat o zamân Bursa'da vâli bulunan Halîl Paşa'nın rü'yâsına girerek, "İsmâîl Hakkı hazretlerine muhabbetim vardır. Onun civârına beni defnediniz." demesiyle, Halîl Paşa, odasına adamlar gönderdikde, Hazret'in terk-i hayât eylediğini görmüşler ve keyfiyyeti Paşa'ya bildirmişlerdir. Bunun üzerine ârzûsu vechile na'ş-ı mübârekleri müşârünileyhin dergâh-ı şerîfi merdiveni karşısındaki makberede vedîa-i hâk-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Elyevm mezâr taşı vardır. Ziyâret ettim. Taşında 1314/(1896) yazılmış; yanlıştır. (Rahmetu'llâhi aleyhi rahmeten vâsia)

Kısa boylu olup,  sarık sararlar idi. Harâbâtî olup, her kese renk vermez idi. Lâubâlî-meşreb, melâmî mezheb görünürdü. İrfânı yüksek idi. Ehl-i dil bulursa onunla hem-hâl olurdu.

Yazdığı kitapların nihâyetine, (كتبه الفقير السيد الحاج محمود ناصح الحقير الاسلامبولى ثم البرسوى)[55] yolunda imzâ atardı. Bu ibâreden, kendisinin neseben seyyid olduğu ve ziyâret-i Beytu'llah'da bulunduğu istidlâl olunmuştur.

Edîb-i meşhûr Nâmık Kemâl Bey merhûmun, bir gazelini tahmîs eylemiştir. Kısmen nakl edildi :

Bülbül-âsâ aşk-ı cânân ile feryâd eyleyin

Hâne-i adn-i dil-i mağmûmu âbâd eyleyin

Akl u fikri hiss ü fehmi bizden ib'âd eyleyin

Ben şehîd-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin

Kabrimi mey-hâne enkâzıyla bünyâd eyleyin

Gerçi çok âsâr-ı manzûmen yazıldı deftere

Nâsihâ nazmın sezâdır nakş olunsa mermere

Hîn-i gaslimde bana idin mey ile gargara

Yâdigâr olsun bu nazmım evliyâ-yı sâğara

Per açup gitdi Kemâl ardınca feryâd eyleyin

Bâde vü meyden haber vir başka peygâm istemem

Bâde vü meysiz bu âlemde hiç ârâm istemem

İsterim câm-ı hakîkî zâhirî câm istemem

Vech var dirse bu tahmîsimde bir nâm istemem

Nâmımı mahmûd-ı mes'ûd ile müzdâd eyleyin

eş-Şeyh Abdüşşekûr Efendi

Ondokuzuncu sahîfede terceme-i hâlini yazdığım Gafûrî hazretlerinin halîfesidir. Bâzergân Tekkesi şeyhi olmuş idi. (موتوا قبل أن تموتوا) (1089/1678) târîh-i vefâtıdır. Edirnekapı hâricindeki Emîr Buhârî Dergâh-ı şerîfi civârında medfûndur. İlâhîleri vardır.

                           Eyleriz her lahzada yüzbin hatâ

                           Rabbenâ yâ Rabbenâ fa'ğfir-lenâ

eş-Şeyh Ahmed-i Emîrî Efendi

            Hz. Hüdâyî hulefâsından Şeyh İsmâîl Efendi-zâdedir. Pederlerinden müstahlefdir. Küçük Ayasofya'da, Kapıağası Hüseyin Ağa  zâviyesine post-nişîn oldu. Kırkbeş sene Şehzâde Câmii kürsî şeyhliği etti. "el-Bâkıyâtü's-sâlihât" (الباقيات الصالحات) (1106/1695) vefât târîhidir.

                          "Ey saâdet mâhının burcu Muhammed Mustafâ

                           Merhabâ ey nûr-ı ümmet merhabâ yâ merhabâ "

na't-ı şerîfi müşârünileyhindir.

Şeyh Muhammed Sabûrî Efendi

İbn-i Şeyh Mustafa Dede Çelebi. 1052/(1642) târîhinde Filibe'de yevm-i âşûrâda doğmuştur. Emîrî Şeyh Ahmed Efendi'nin hemşîre-zâdesidir. Şeyh Gafûrî'den inâbet ve Cennet Efendi'den hilâfetle be-kâm oldu. Kazasker Kadrî Efendi, Düğüncüler'de bir Zâviye binâ ile, bunu meşîhatine /70/ me'mûr etti.

Otuzsekiz sene mürûrunda Âsitâne-i Hüdâyî'ye nakl olunup yedi sene hizmette kâim oldu. Seksenüç yaşında irtihâl eyledikte, Gafûrî Efendi merhûmun yanında defn olundu.

Nahîfî Süleymân Efendi'nin söylediği târîhdir :

                           Ola Dede Çelebi kâm-bîn-i kurb–ı Hudâ

(اوله دده چلبى كامبين قرب خدا) = 1135

           

İlâhiyyâtı vardır :

                           Gecesi Kadr-i mübârek günü îd-i şerîf

                           Lâ-cerem rahmet ayının nişânı Cum'adır


/73/ ŞEYH BEDREDÎN-İ SİMAVNAVÎ

Müderrisînden Mehmed Şerefeddîn Efendi'nin İkdâm gazetesiyle neşr eylediği makâlede ve ahîren Şeyh Bedreddîn nâmıyla te'lîf ve neşr eylediği eser-i mühimde fevka'l-âde tedkîkât ve tashîhât vardır.

Bu zât-ı muhterem, Kütahya civârındaki Simavlı değil, Edirne civârında kâin Simavnalıdır. Simav ile münâsebet-i lafziyyesine aldanılarak, Hammer bu zâtı Simavlı göstermiştir.

Cevdet Paşa merhûmun beyânına göre, Sultân Alâeddîn-i Selçûkî'nin ammî-zâdelerinden olduğu, zaîf bir kavl ile mervîdir.

Târîh-i velâdeti mechûl olup, Murâd-ı Hüdâvendigâr zamânına müsâdif olduğu Şakâyık'da muharrerdir. Ahîren tab' olunan eserde, "Tahmîne müsteniden, 770/(1369) senesi etrâfında olmak lâzım gelir." deniliyor.

Simavna kâdîsının oğlu olup, "Bedreddîn Muhammed" nâmıyla şöhret bulan bu zât-ı muhterem urefâ-yı İslâmiyye'nin ileri gelenlerindendir. Mesleğinde müteferrid bir hayâta mâlik olup, gavâmız-ı esrâr-ı tevhîde dâir pek çok hakîkatler meydâna koymuştur.

Bidâyet-i hâlde pederinden ve meşhûr Şâhidî'den tahsîl-i ulûm ettikten sonra Mısır'a gidüp, orada ikmâl-i tahsîl eylemiştir. Meşhûr Seyyid Şerîf-i Cürcânî'nin şerîk-i mümtâzı imiş. Kâhire'de müderrisînden, Mübârek Şâh-ı Mantıkî'den ve Hicâz'da iken Mekke'de Zeylaî'den tederrüs ve ba'dehû Mısır'a avdetinde yine Seyyid Şerîf ile birlikte Ekmel nâm zâttan ikmâl-i ulûm etmiş ve Sultân Bertût'un oğlu Sultân Ferec'i okutmuştur. Sonra Ahlatlı Seyyid Hüseyin ile tasavvuf mübâhaselerinde bulunarak, intisâb edip, tasavvufta da iktisâb-ı kemâl ettikten sonra şeyhi tarafından irşâd-ı ibâd için Tebrîz'e gönderilmiştir.

Silsile-i Tarîkatları :

Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî, Şeyh  Ebu'l-Feth es-Saîdî, Şeyh Ebû Sıddîk-ı Mağribî, Şeyh Ebû Saîd-i Endülûsî, Şeyh  Ebu'l-Berekât, Şeyh Ebu'l-Fazl-ı Bağdâdî, Cenâb-ı Ahmed-i Gazâlî, Ebû Bekri'n-Nessâc, Şeyh Ebu'l-Kâsım, Şeyh Ebû Osmân-ı Mağribî, Şeyh Ebû Aliyy-i Kâtibî, Şeyh Aliyy-i Rûdbârî, Şeyh Cüneyd–i Bağdâdî. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Şeyh Bedreddîn'in Tebrîz'de, Timurleng huzûrunda in'ikâd eden büyük bir meclis-i ulemâya hakemlik ederek isbât-ı fazl ettikleri menkûldür. Cevdet Paşa merhûm, Bedreddîn'in Timurleng tarafından fevka'l-âde hürmete mazhar olduğunu Kasas-ı Enbiyâ'da yazıyor. Ba'dehû Bedreddîn Mısır'a gidüp tekrâr Hüseyn-i Ahlâtî'ye mülâkî oldu. Bir müddet sonra şeyhi irtihâl etmekle, kâim-i makâm olarak altı ay sonra, /74/ Konya tarîkıyla Tebrîz'e geldi. Oradan Sakız'a gidüp, Sakız hükümdârı onun telkîniyle müslümân ve ona mürîd oldu. Bedreddîn, Edirne'ye geldi. Bu sırada Çelebi Sultân Mehmed'in birâderi Mûsâ Çelebi, Edirne'de tasaltun edince onu kazasker nasb etti. Fakat Mûsâ Çelebi, birâderi Sultân Mehmed'le ettiği muhârebede şehîd olunca Şeyh Bedreddîn tevkîf edildi. Lâkin Sultân Mehmed'in husemâsı meyânında olduğu hâlde, ilm ü fazlına hürmeten, ehl ü ıyâli ile berâber İznik'e nefy edilmesiyle iktifâ olundu.

            Âsârı :

Târîh-i Ebu'l-Fârûk'un I. cildinin 242. sahîfesinde muharrerdir ki :

Müşârünileyh idâre-i mülkiyyenin gavâmızına vâkıf idi. Pek çok âsârı vardır :

           

İlm-i tefsîrden : Nûru'l-Kulûb.

Furû'-ı ilm-i fıkhdan :

 

1. Letâifü'l-İşârât ve şerhi  ve  Teshîl. Bedreddîn bu iki eserini İznik'te mahbus iken yazmayıp Letâifü'l-İşârât'ı 813/(1410)'te yazmıştır. Câmiu'l-Fusûleyn'den dahi evvel yazıp, Edirne'de 816/(1413)'da bunu şerh etmeye başlayıp, iki sene sonra İznik'te itmâm ve nâmını Teshîl tesmiye etmiştir.

2. Câmiu'l-Fusûleyn.

3. Câmiu'l-Fetâvâ.

Tasavvufdan :1. Meserretü'l-Kulûb. 2. Vâridât-ı Kübrâ.

İlm-i sarfdan :   Ukûdü'l-Cevâhir nâmında Maksûd şerhi.

İlm-i Nahivden : Çerâğu'l-Fütûh.

Başka âsârı da vardır. Bunlardan yalnız Câmiu'l-Fusûleyn matbû'dur. Fıkhdan Mecma' Şerhi'ini müşârünileyhe isnâd etmişlerse de Ayasuluğ çelebisi Muhammed Efendi'nindir. Bu şerh Şehzâde Câmi'-i şerîfi dâhilinde Kadı Muhammed Efendi Kütüphânesi'nde 151 numaralıdır. Üzerine, "Kitâbu Şerh li-Mecma' bi-hatt-ı müellifihî Bedreddîn b. Kâdî Simâviyye" yazılıdır. Müderris Şerefeddîn Efendi'nin kanâati de, Çelebi Muhammed Efendi'nin olduğu merkezindedir.

Cenâb-ı Bedreddîn, İznik'te ders okutur, züvvârı kabûl ederdi. Telkînât-ı mürşidânede bulunurdu. İşte bu sırada da, esâs-ı İslâm'dan tebâud edilip, tanınmayacak bir hâle getirildiğinden bahs eder. Talebesinin efkârını tenvîre çalışırdı. Meslek ve iddiâlarına göre, ulemâ-yı asrla, müverrihler tarafından küfr ü irtidâd ile tavsîf edilmiştir.

İhtimâl ki, Yörüklüce Mustafa ile Torlak Kemâl gibi müvâzenesiz /75/ çırakları tarafından, o iddiâlar küfr dâiresine kadar sürülmüş olsun. Kezâlik bu müvâzenesizlerin ef'âl ü müddeeyâtı bî-tarafâne tedkîk edilince, esâsın ulviyyeti üss-i İslâm'a mutâbakatını inkâra mahal yoktur. Hele İnkılâb-ı Osmânî'nin ilk mertebesini onlardan nez' etmek câiz olamaz. İnkılâb-ı Osmânî'yi istihzâr eden mücâhidler defterinin başına Bedreddîn ve Dede Sultân ve Kemâl-i Hûbdîn isimleri tahrîr olunmalıdır.

Kasas-ı Enbiyâ'da yazılmıştır ki, Bedreddîn'in kazaskerliğinde kethüdâsı olan bu Mustafa, şeyhinden bellediği ıstılâhât-ı sûfiyyeyi sermâye ederek, Dede Sultân nâmıyla hurûc eyledi. Başına müslim ve gayr-i müslimden mürekkeb ve mahlût bir hayli halk topladı. Çünki umûm insânlar beyninde, musâvât-ı tâmme ve hürriyyet-i kâmile ve iştirâk-ı emvâl gibi efkârı tervîc eyleyip; bu ise herkesin fikrine hoş geldiğinden, cümlesi Dede Sultân'ı takdîs ederlerdi.

Efkâr-ı mezkûre, gûyâ bi'l-cümle memâlik-i Osmâniyye ahâlisini bir millet hâline koymak için en güzel bir çâre olmak üzere, Şeyh Bedreddîn tarafından tervîc olunmuş olduğu mervîdir. Fi'l-vâkı' Dede Sultân'a tâbi' olanlar arasında hep uhuvvet-i birâderâne cârî olmuş idi.

Dede Sultân, Yörüklüce Mustafa ile isyân ettiklerinden, Bedreddîn hazretleri İznik'te duramadı. Dede Sultân ile Mustafa, ordu tarafından i'dâm olundu. Hz. Bedreddîn Rumeli'ye geçti. Dobruca'daki Deliorman'da tahassun eyledi. Çelebi Sultân Mehmed Hân, Anadolu'daki muzaffer ordusuyla Selanik fethine giderken, Bedreddîn'in Deliorman'da tahassun ettiğini haber alınca Siroz'da tevakkuf buyurdu. Alâ-rivâyetin Bedreddîn üzerine yürüdü. Bedreddîn, bu sırada da Siroz taraflarına kadar gelmiş idi. Tesâdüfen Siroz civârında tutuldu. İstintâk u muhâkemesi huzûr-ı humâyûnda akd olunan meclis-i ulemâya havâle olundu. Mubâhasât-ı medîdede hâzır olan ulemâ kendisini ilzâm edemediler. Fakat Sa'deddîn-i Taftazânî telâmîzinden Mevlânâ Haydar-ı Herevî ve rivâyet-i uhrâya göre İran ulemâsından Saîdü'l-Herâtî, i'dâmına fetvâ verdi. Siroz pazarında salb olunmak sûretiyle, hükm-i fetvâ yerine getirildi.

Osmânlı Müellifleri nâm eserde denilmiştir ki :

"Vâridât-ı Kübrâ nâm eseri, esâsen /76/ umûr-ı âhiret ile, mebde' vü meâddan bâhis, dakîk bir eser olup, dakâyıkına intikâl edemeyen ba'zıları tarafından mazhar-ı kabûl olamamıştır. Makâsıdını teyakkun eden zevât ise hüsn-i kabûl etmişlerdir. Ez-cümle Mısrî-i Niyâzî hazretleri Dîvân'ında :

                           "Muhyiddîn Bedreddîn itdiler ihyâ-yı dîn

                                       Deryâ Niyâzî  Fusûs enhârıdır Vâridât "

buyurulmuştur."

Sebîlü'r-Reşâd'ın 46. nüshasında Bedreddîn'in türbesini Balkan muhârebesinde düşmân ordusunun yıkıp, helâ tarzına ifrâğına karşı yazılmıştır :

"Bedreddîn-i Simâvî, Türk ulemâsı arasında bir hârika-i fazîlettir. Ahlâfa intikâl eden âsâr-ı âliyesi kadr-i kemâlâtının büyüklüğünü her an isbât eder birer âb-dân-ı muhallede sayılır. Son asırda yetişen Avrupa hükemâsının pâye-i irfânına Bedreddîn daha o devirlerde irtikâ etmiş idi. Telkînât-ı âliyesini ihâta edemeyen tilmîzâtı müşârünileyhin bâdî-i felâketi olmuşlardır. Şimdiye kadar, Osmânlı müverrihlerinin yanlış ithâmânı altında istihâle eden bu sîmâ ümîd olunur ki, kadr-şinâs ve tetebbu’-ı zevâtın hünerleriyle reng-i aslîsinde tanınacaktır."

Vâridât-ı Kübrâ, Arabiyyü'l-ibâre yazılmış cidden mühim bir eserdir. Şeyh İlâhî, Şeyh Yavsı, Nûreddîn-zâde ve Hâce Muhammed Nûru'l-Arabî taraflarından Arapça; Seyyid Kemâl-i Harîrî tarafından Türkçe şerh olunmuştur. Urefâ-yı asrdan Hilmi Beyefendi tarafından da Türkçeye tercüme edilmiştir. Âtîde kısmen nakl olunacaktır.

İlm-i tevhîdi, ehlu'llâh efendilerimiz birer kisve-i beyâniyye ile herkese bildirmeğe çalışmışlardır ki, maksad-ı tefehhümde sühûlet olmasını te'mîne ma'tûfdur. Cenâb-ı Bedreddîn ise, kisvesiz bahse kalkışmıştır ki, bunu her kafa alamamıştır. İşte Bedreddîn hakkındaki gürültülerin menşei hep bundan münbaisdir. Vâridât'ını okumak isteyen bir kimse, şimdiye kadar görmediği, vâkıf olamadığı bir tarzda yazılmış bir eser karşısında kalır. Cevdet Paşa merhûm Kasas-ı Enbiyâ'da XII. cildde, 1158. sahîfede te'lîfâtı hakkında mütâlaa yürüttüğü sırada, "İlm-i fıkhdan Fusûleyn'i hâlâ beyne'l-fukahâ mu'teber ve mütedâvildir. İlm-i tasavvufdan /77/ Vâridât'ı dahi meşhûrdur. Fakat İstanbul'da nüshası nâ-yâbdır. Zîrâ bu asırda Şeyhü'l-İslâm olan Ârif Hikmet Bey, bu kitabı nerede bulsa ucuz bahâlı demeyip alır ve hasbî olarak yakıp imhâ ederdi. Fakîr, ona mu'tekid olan bir zâtta bulup mütâlaa etmiş idim. Fusûs'u taklîd yollu yazılmış bir risâledir. El-hâsıl Bedreddîn hakkında nâs iki fırka olup, biri, "Mûcib-i fetvâ müstehakku'l-katl bir adam idi." der. Bir fırkası da, "Ulûm-ı zâhire vü bâtınayi câmi' olup, ancak tahsîl-i saltanat emelinde idi, diye,Sultân Mehmed'e gamz ü seâbet olmakla i'dâm edildi." derler."

(عجل الوصل له عشق ودود الأبد) (833/1430) (ibâresi) târîh-i irtihâlini müş'ir bir nazımdır.

غاب عن كثرة كون للقاء الأحد

مرشد أهل طريق سنداً عن سند

واقف الهجرة قد قال لأجل التاريخ

عجل الوصل له عشق ودود الأبد 

                                                                            823/(1420)

                       

Ma'nâsı :

"Sened-i muttasıl ile ehl-i tarîkın mürşidi olan zât-ı likâ-yı ehadiyyete mazhariyyet ârzûsuyla kesret-i kevniyyeden gaybûbet etti ve onun için, 'Vedûd'un aşkı ona vuslat-ı ilâhiyyeyi ta'cîl etti." diye târîh-i hicriyyeye vâkıf olan biri târîh-i vefât tanzîm etti." (Şeyh Bedreddîn nâm eserden).

Bu medhiyye dahi oradan nakl olundu :

  أبشر ظفرت بنيل الفضل

وصرت كالبدر لاتنفك مسعوداً

أنجاك ربك مما كنت تحذره

والرب والمصطفى زاداك تمجيداً

Ma'nâsı :

"Müjdeler olsun, nâil-i fazl olmağa zafer-yâb oldun ve bedr gibi dâimâ mes'ûdsun. Hazer ettiğin şeyden seni Rabbin kurtardı. Rab ve Mustafâ, senin mecdini tezyîd ettiler."

Siroz'da dergâhları vardır. Vâridât, mütâlaa-güzâr-ı fakîrânem olmuştur. İnsân mütâlaa ederken kendisini tarz-ı kelâmda, takyîdât-ı şer'iyyeden âzâde bir hayât içinde bulunuyor zanneder. Fakat müdekkıkîn-i ulemâ vü urefâ, bunu te'vîl ile ayn-ı hakîkat olarak kabûl ettiler. Meselâ Rûhu'l-Beyân sâhibi İsmâil Hakkı hazretleri Muhammediyye Şerhi'inde, haşr bahsinde buyururlar :

"Vâridât nâm te'lîfin mebdeinde cenâb-ı müellifin, "Umûr-ı âhiret cühhâlın zu'm ettikleri gibi değildir." (şeklindeki sözü) belki umûr-ı uhreviyyenin tabîî ve suver-i a'mâl olduğunu bilmeyerek anâsıra kıyâs edenlere takrîzden ibârettir. Meselâ naîm-i cennet gerçi gayr-i mahsûsdur. Ammâ burada rûhâniyyet gâlibdir. Çünki ziyâde bâtın, kâmilin safâsı sûretidir ki, sülûkla hâsıl olmuştur. Sülûku olmayanların letâfet-i cinâniyyeleri bi-hasebi'l-makâyir ve'l-merâtib letâfet-i kâmileye tâbi'dir. Gerek naîm, gerek cahîm-i uhravî yoktur. Safâ vü letâfet ve cefâ vü eziyetle âlem-i enfüsden müstenbıt olduğunu mükâşefeye kudret-yâb olmayarak gâibi müşâhede kıyâs eyleyen, hakîkat üzere umûr-ı uhreviyyeyi idrâk etmiş olmaz ve kuru ümniyye berzahında kalan kimse derecât ve kurbân menziline vusûl bulmaz. Meselâ ibâdet bahsinde avâmmın ibâdeti âdet, ehl-i sülûk ve mübtedîlerin ibâdeti havf u recâ, mütevassıtların neyl-i makâmât u kerâmât, müntehîlerin hudûd-ı şer'iyyeyi muhâfaza vü sıyânettir. Ammâ riyâzetin hakîkatine ve mücâhedenin nihâyetine had yoktur. Zîrâ maârif-i /78/ ilâhiyyeye ve seyr–i fi'llâh'a nihâyet olamaz. Seyr-i sülûk ve tahsîl-i maârif ise mücâhedât iledir. Allâh'a inkıtâ'-ı tefekkür ü teyakkuzdur. Eğer Hak ma'rifetiyle Allâh'ı bilmiş olsalardı efrâddan gayrı kimse Hakk'a ibâdet etmezdi. Lâkin Allâh kalbleri üzerine tab' ve hatm eyledi. Hevâ ve tahayyülâtlarını Allah ittihâz ettiler. Halbuki nefsü'l-emr öyle değildir. Onda bir hikmet-i hafiyye vardır ki, ârif-i billâh olanlar anlar."

Bir gün Edirne'de azîzim merhûm Şeyh Şerefeddîn Efendi hazretlerinin huzûr-ı âlilerinde Cenâb-ı Bedreddîn'den bahs açıldı. Tenvîr-i hakîkat için, "Oğlum Şeyhü'l-Ekber efendimizin zamân-ı âlîlerine gelinceye kadar gerek müctehidîn, gerek sâir erbâb-ı yakîn lisân-ı hakîkatten tekellüme me'zûn değiller idi. Hakîkati remz ü işâret ve icmâl tarîkıyla söylerler idi. İbâret ve sarâhet ve tafsîl tarîkıyla beyân edemezler idi. Hz. Muhyiddîn-i Arabî buna me'zûn oldu. Vahdet-i vücûddan bahs eyledi. Âsârının mevzûunu hep bu esâsa binâ eyledi. Cenâb-ı Bedreddîn ise, sırrı-ı tevhîdi daha açık bir kelâm ile ifhâma kalkıştı. Tevhîd, libâs-ı şerîatle ve hil'at-i tarîkatla halka tefhîm olunagelirken, bu zât-ı muhterem ta'rîf-i tevhîdi libâsdan tecrîd ile uryân bir hâlde ortaya koydular. Bilenlere, bilmeyenlere birçok söz söyletmeğe sebeb oldular. Ârifler onun sözlerine îmân ettiler ve tarîk-ı te'vîl buldular." buyurdular.

Vâridât Tercüme'sinden :

"Ma'lûm ola ki, ukûbet ü rahmet ve elem ü lezzet ve emsâlinin küllîsi hak olmağa münâfî değildir. Zîrâ Hak cümleden münezzehdir. Onların muktezeyât-ı tenezzelât-ı ilâhiyye olması nisbet-i i'tibâriyyedendir. Görülmüyor mu ki, âb, cinsiyyette müttehiddir, lâkin dehân-ı insânda tiryâk ve haşerât ve kara yılan (ef'â) ağzında semm-i kâtıu'l-hayâttır. Maa-hâzâ ism-i mâ hakîkat-ı hayavâniyyette müşterektirler ve hayavân cümlesinden münezzehdir ve yine onlardan hâlî değildir. Hak ise külliyyü'l-külliyyâttır. Ma'lûm ola ki, Hak mevcûddur, başka yoktur. El-hak maksûd dahi O'dur. "Yâ Maksûd, Yâ Mevcûd" dedikleri bu kelâma delîldir. Maksûdiyyet, mevcûdiyyet cemî' eşyâya şâmildir. Eğerçi küllîsi vücûdda dâhil olmak hasebiyle beynlerinde tezâd ü tenâfî olsa merâtib i'tibârıyladır. Hak ise, ehadiyyet-i zâtiyye i'tibârıyla merâtib ü tenezzülâttan münezzehdir. Ve ehadiyyet-i sıfâtiyye i'tibârıyla merâtib ü tenezzülâttan /79/ hâlî olmasa dahi. Şu hâlde, bâtıl min-haysü'l-vücûd haktır ve butlânı nisbîdir ve cemî' merâtib-i âlem-i ecsâmda muntavî olup, hattâ âlem-i ecsâm kalksa, ya'nî zâil olsa, ervâhdan ve sâir âlem-i mücerredâttan bir şey kalmaz."

            Semâ' hakkında :

            "Vakitleri hasebiyle semâ', fukarâ-yı muhlisîn hakkında helâldir. Zîrâ asvât-ı hasene ve nağamât-ı mutribe-i müstahseneyi gûş-ı cânları işittikte kalbleri Cenâb-ı Hakk'a pervâz ederek efkâr-ı dünyeviyyeden zerre mikdârı bir şey kalmaz, Allâh'la dolar. Bu vesîle ile vusûl-i Hak olan şey hiç harâm olur mu?"

 İbâdet :

"İbâdet, an-devâmi'l-huzûr maa'llâhi sübhânehû ve teâlâ. "Huzûr-ı şuhûd u murâkabe ile, adem-i gaflet ve adem-i gaybet." demektir. Abdin indinde Allâh teâlâ için iki mertebe vardır : Biri mertebe-i zuhûr, dîger-i mertebe-i butûndur. Bu iki mertebe beyninde mümeyyiz bu avâlimin cemîidir. Abd indinde mevcûd olan, avâlim değildir. Ancak Allâh teâlâ sıfâtı ve esmâsı etvârında zuhûrudur. Bu avâlim, abdin indinde fânî olduğundan, fenâ bulmaklığı Allâh teâlânın butûnudur. İmdi Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın, Allâh teâlâdır. Ne zamân ki, abd bir şey görür ve idrâk ederse, o şeyin zuhûru mertebesinde Allâh teâlâ görür ve idrâk eder; o şeyi görmez. Zâhir olan ancak Hak teâlâdır; o şey değil. Zîrâ (كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ)[56] buyurdu. Halbuki, 'hâlik' (helâk edici) görülmez. Zîrâ adem-i sırftır." 

           

Vücûd-ı mutlak :

"Vâcib li-zâtihî'dir, mümteni' olmak sahîh değildir. Zîrâ adem ile vücûd beyninde münâfât vardır. Vücûd, adem ile; adem vücûd ile muttasıf olmaz ve vücûd, ma'dum olmak mümkin değildir; nerede kaldı ki, mümteni' ola. Adem dahi mümkin değildir ki, mevcûd ola, nerede kaldı ki, vâcib ola. İmkân-ı hass ile de mümkin olmak mümkin değildir. Zîrâ vücûdu gayriden iktisâb lâzım gelir. Bu hâlde mûcidinden kat'-ı nazar, nefsinde ma'dûm olmak ve zâtına nazaran adem ile ittisâf etmek lâzım gelir. Bu ise muhâldir. Onun gibi, gayr dahi mevcûd olmak câiz değildir. Zîrâ vücûd tahkîkından evvel, tahkîkı lâzım gelir. Zîrâ Hakk'ın tahakkukundan evvel vücûdun tahakkuku lâzım olur. Kelâm, Vücûd-ı mutlaktadır. Ma'dûm mutlak bir şey îcâd edemez. /80/ Şu hâlde sâbit oldu ki, Mevcûd-ı mutlak, Vâcibü'l-vücûd'dur. Küllînin vücûdu O'nunladır ve O, Allâh'dır. Küllîsi O'nun mezâhiridir. Cemî' mezâhir ile zâhir ve cemî'sini muzhirdir.

Vücûd-ı mutlak Hak'tır. Her bir metebede iki i'tibârdan hâlî değildir : Birisi te'sîr ve fi'l, âharı teessür ve infiâldir. İ'tibâr-ı evvel ile, "Allâh"; sânî i'tibârıyla, "âlem ve halk" denilir."

Vücûd-ı sırf :

 

"Vücûd-ı baht, mutlak, kayd u ıtlâk ve cemî'den münezzeh Hak'tır. Küllî ve cüz'î değildir. Zîrâ külliyyet ve cüz'iyyet i'tibâr-ı sânî ile iştirâk; adem, iştirâke nazaran hakîkat ile mesbûktur. Bu ise hakîkate göre i'tibârdan mücerreddir. Gayrden kat'-ı nazar her ne kadar bir i'tibâr ile gayr veyâhûd i'tibârdan hâlî değilse de, vücûdu sırf mutlaktır."

İntehâ kelâm-ı Bedreddîn.

Haşr ü neşr mes'elesi, Cennet Cehennem nazariyyesi, şeytân ve melek keyfiyyeti ve esâsât-ı fikriyyesi :

Bu bâbdaki nazariyyesi ve hükûmete karşı teşebbüsât-ı siyâsiyyesi, ulemâ-yı zâhirenin feverânına sebeb olup, i'dâmını müstelzem olan esâsâttan bulunmuştur. Sonraları onun mesleğine taraf-dâr kimseler dalâlete düşüp, devletin başına gâileler hudûsuna sebeb oldular. Bundan dolayı Sofyalı Şeyh Bâlî Efendi ve Nûreddîn-zâde ve Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazarâtı, Bedreddîn hakkında, (شيخ بدر الدين المصلوب عند الله كغضوب)[57] ta'bîrini kullanırlar. Onun mesleğine pey-rev olan kimselerin alayhinde, zamânlarının pâdişâhına arîzalar yazdılar ki, sûretleri Şeyh Bedreddîn nâm eserdedir.

Vahdet-i vücûd nazariyyesi pek açıktır. Dîger husûsâta âid nazariyyeleri, sarâhat-ı Kur'âniyye ile kâbil-i te'lîf görülmeyerek, hakkında feverâna sebeb olmuştur. Te'vîl edenler de bulundu.

Hulâsa, Bedreddîn'in mesleği, meşrebi havâss içindir. Avâmmı dalâlete düşürür. Nitekim bu vâdîye atılan, henüz mezâk-ı sûfiyye nedir bilmeyen mübtediyân yollarını şaşırmışlardır. Fakat havâs ve havâssü'l-hâs, onun sözlerindeki temkîn-i ma'nâya vâkıf olup, ihtiyâr-ı sükût eylemişler. Ulemâ-yı zâhire, müşârünileyhin sözlerini, zâhir ahkâm-ı şerîat ile kâbil-i tatbîk ve i'tikâdât-ı esâsiyye ile şâyân-ı tevfîk bulamayıp, müşârünileyhin ve mesleğinin aleyhine fetvâ vermişlerdir.

Bu bâbda bize teveccüh eden şey, mazhar-ı feyz-i tâm olmağa çalışmak, etliye sütlüye karışmamaktır. "Kelâm gümüş, sükût altındır. Nukûş-ı mümkinâtın ihtilâfı ayn-ı vahdettir. Hurûf, muhtelif inşâda bir ma'nâya tâbi'dir." der geçerim. Bu mübâhasâtın tafsîli Müderris Şerefeddîn Efendi tarafından tab' u neşr olunan Şeyh Bedreddîn nâm eserdedir.

           


/81/ ŞEYH SEYYİD HÂCE MUHAMMED NÛRU'l-MAHLÂVÎ

            Bu zât-ı muhterem, "Arap Hoca" diye meşhûrdur. Pederi Seyyid İbrâhîm el-Kudsî el-Bedrî, onun pederi es-Seyyid Bedr b. Muhammed b. Yûsuf b. Bedr b. Ya'kûb b. Matar b. Sâlim b. Muhammed b. Muhammed b. Zeyd b. Ali b. Hasan b. Ureyfî el-Ekber b. Zeyd b. Zeynelâbidîn b. Ali b. Hüseyin b. Hz. Ali b. Ebî Tâlib (radıya'llâhu anhüm).

            Hz. Şeyh, 1220/(1805) senesinde dünyâya zînet vermiştir. İbtidâ-yı hâlde, Şeyh Hüseyin el-Kuveynî ve Dervîş Mattâ' gibi zevâtın derslerine devâm edip, ba'dehû Yanya'ya azîmetle, Şeyh Yûsuf-ı Nakşıbendî'ye mülâkî olmuştur.

            1244/(1828) senesinde şeyhinin emriyle Hicâz'a gidüp, bir sene ikâmetle, Şeyh Ömer Abdürrasûl'den hadîs okumuş ve Şeyh İbrâhîm eş-Şemâretî el-Halvetî'den, tarîk-ı Halvetî'yi almış, ba'dehû Mısır'a dönmüştür. Câmiü'l-Ezher'de hocası Şeyh Hüseyin el-Kuveynî'ye mülâkî olarak burada ba'zı esrâr zuhûr etmiştir. 1245/(1829) senesinde hocasının emriyle Siroz'a gidüp, Kasîde-i Emâliyye okutarak Üsküb'e avdet etmiştir. Kendisinde âsâr-ı kemâl rû-nümâ idi.

           

Kemâleddîn-i Harîrî, Tıbyân'ında yazar ki :

Üsküb'de iken müşârünileyh Arap Hoca, menâmında Fahr-i âlem efendimizi görmekle müşerref olup, emr-i peygamberî ile, Hz. Ebû Bekir efendimiz kendisine, tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfât ve tevhîd-i zât telkîn buyurmuştur. Hz. Şeyh, ba'dehû İstanbul'a gelip Kazânî Şeyh Abdülhâlık Efendi'den tarîk-ı Nakşıbendî aldılar ve tekrâr hacca gittiler ki, 1259/(1843) senesine müsâdifdir. Hicâz'da, müşârünileyh Abdülhâlık Efendi halîfesi Mustafa b. Mahmûd-ı Trabzonî'den icâzet ahz ile, Medîne-i Münevvere ve Mısır tarîkıyla İstanbul'a ikinci def'a olarak geldiler. 1289/(1872) senesinde Usturumca'da terk-i âlem-i nâsût eylediler. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Müşârünileyh büyük adamlardan idi. Üstü kapalı bir türbesi var idi. Hâl-i hâzırda ma'mûr mu, değil mi, bilen yoktur.   

Kısa boylu, buğday benizli, tıknazca; hafîf söyler, ihtifâ-yı hayâta meyyâl idi. Gâyet âlim, fâzıl insân-ı kâmil ü mükemmil idi.

Nisbet-i tarîkatları ber-vech-i âtî, İmâm Rabbânî hazretlerine müntehîdir :

 

Şeyh Mustafa b. Mahmûd-ı Trabzonî, Şeyh Abdülhâlık-ı Kazânî, Şeyh Muhammed Niyâzkulu, /82/ Şeyh Muhammed-i İdrîsî, Şeyh Molla Muhammed-i Abd, Şeyh Hudâkulu, Şeyh Ahmed el-Mekkî, Şeyh Habîbullâh en-Neccârî, müceddid-i elf-i sânî İmâm Rabbânî (Kaddesa'llâhu esrârahum).

Âsârı :

 

1. Mecâlî ez-Zehrâ ale's-Salâti'l-Kübrâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber,

2. el-Yâkûtü'l-Hamrâ ale's-Salâti's-Suğrâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber,

3. Ferecü'n-Nukûş, şerhu nakşi'l-Fusûs li'ş-Şeyhi'l-Ekber,

4. el-Letâifü't-Tahkîkât fî-Şerhi'l-Vâridât li'ş-Şeyh Bedreddîn,

5. Envâru'l-Muhammediyye fî-Şerhi Risâleti'l-Vücûd li's-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî,

6. et-Temsîş alâ Salâti İbni Meşîş,

7. ed-Dürerü'n-Nefîs fî-Şerhi Salâti İbni İdrîs,

8. Burhânü's-Sâlikîn,

9. Kenzü'l-Mahfî an-Ehli'l-Hicâb,

l0. Müşâhidü't-Tevhîd,

11. Risâletü'l-Mukaddime li-Matâlii Fusûsu'l-Hikem,

12. Kitâbü'r-Reşâd fî'l-Mebdei ve'l-Meâd,

13. Tefsîru'l-Fâtiha,

14. Kitâbü'd-Devâir ve'l-Eflâk fî-Beyânı Tasarrufâtı Sâhibi'l-Mülk ve'l-Emlâk,

15. Menbau'n-Nûr fî-Ru'yeti'r-Rasûl,

16. Şerhu Evrâdi'l-Usbûıyye li'ş-Şeyhi'l-Ekber,

17. Mürşidü'l-Uşşâk,

l8. Delîlü'l-Uşşâk,

19. Şerhu Gazeli Hz. Bayram-ı Velî "Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân arasında ",

20. Seyru't-Tevhîd,

21. ed-Dürretü'l-Mütenebbîh fî-Şerhi Risâleti'l-Fevtiyye li'ş-Şeyhi'l-Ekber,

22. Risâle  fî-Beyânı Sıfâtı Sübûtiyye,

23. Risâle-i Tevhîd-i İlâhî,

24. Risâle-i Sülûk-i Hakîkat,

 /83/  25. Dâiretü'l-Vücûd fî-Beyânı Makâmı Mahmûd,

26. Risâle fî-Beyânı Sülûki Şerîat, Tarîkat, Hakîkat,

27. Şerhu Hakâyıkı'l-Eşyâ',

28. Risâle fî-Beyânı Kerâmâti'l-Evliyâ,

29. Şerh-i Nutk-ı Cenâb-ı Alî el-Murtazâ, (ve me'l-halku fi't-timsâli ke-selceh)

30. Risâle-i İsmâîliyye fî-Beyân-ı Sülûki Nakşıbendiyye,

31. Şerh–i Ezân-i Muhammedî,

32. Risâle fî-Beyân-ı Hakîkat ü Mecâz ü Kinâyet,

33. Beyân-ı Makâmât-ı Hakîkat maa-delâilihi'ş-şehîr bi-"Kasr-ı Ârifân",

34. Risâle-i Sâlihıyye,

35. Ecvibe-i Lâzime fî-Es'ileti'ş-Şeytâniyye el-mezkûr fi'l-Muhammediyye,

36. Risâle fî Keyfiyyeti îmânı Fir'avn,

37. Hâdiyü'l-Uşşâk,

38. Tuhfetü'l-Muhammediyye,

39. Şerh-i Akâid-i Nesefiyye,

40. Şerh-i Risâle-i Şeyh Arslan-ı Dimeşkî,

41. Sırr-ı Ezân-ı Muhammedî.

Hz. Şeyh'in hayli güzîde hulefâsı vardır. Ecell-i hulefâsı, Harîrî-zâde Seyyid Muhammed Kemâleddîn Efendi hazretleridir. Dîger halîfeleri meyânında, müteferridlerinden bahs ederim. Arap Hoca, esâmî-i âsârından anlaşıldığı üzere eâzım-ı meşâyıh-ı sûfiyyedendir. Fakat meslek-i ulvîlerini herkes kavrayamamıştır; bi'n-netîce dalâlete düşenler de olmuştur.

Tarîkaten Nakşıbendî, meşreben Melâmî idi. Zikrleri kuûdî ve cehrîdir.

/84/ ŞEYH MUHAMMED KEMÂLEDDÎN-İ HARÎRÎ

Müteahhirîn-i meşâyıhın mümtâzlarındandır. Bursalı Mehmed Tâhir Bey'in şeyhidir, terceme-i hâlini yazmış, neşr eylemiştir.

1267/(1851) senesinde, İstanbul'da zînet-sâz-ı âlem-i vücûd olup, ibtidâ-yı ulûmu tahsîl ettikten sonra peder-i âlî-kadrleri Şeyh Abdurrahmân-ı Harîrî hazretlerinden tarîkat-ı Rufâiyye vü Halvetiyye'den terbiye görüp, ba'dehû azîzim merhûm Şeyh Şuayb Şerefeddîn-i Gülşenî hazretlerinden tarîk-ı Gülşenî ve Şeyh Sâlih Lutfî b. Abdülkâdir'den tarîkat-ı Nasûhiyye-i Şa'bâniyye'yi telekkun ile, usûlü dâiresinde mücâhede ve iştigâle hasr-ı evkât ederek, nihâyet Şeyh Muhammed-i Enîsî el-Hüseynî ed-Dımışkî hazretlerinin dâhil-i dâire-i sohbeti oldular ki, bu zâtın silsile-i tarîkatı ber-vech-i âtîdir :

eş-Şeyh Muhammed Hâşim Efendi, eş-Şeyh Mustafa en-Nahlâvî, eş-Şeyh  Muhammed Mahmûd ed-Dâmûnî, eş-Şeyh Muhammed el-Kübrevî, eş-Şeyh Muhammed Şemseddîn el-Hufnî, eş-Şeyh el-kâmil el-mükemmil müceddidi't-tarîka es-Seyyid Mustafa el-Bekrî b. Kemâleddîn el-Bekrî, eş-Şeyh Abdüllatîf el-Halebî, eş-Şeyh Edirnevî Mustafa Efendi, eş-Şeyh Karabaş Velî. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Mısır'a kadar seyâhat icrâsından sonra muhaddisînden Abdüllatîf-i Buhârî ve Şeyh Kâsım-ı Mağribî'den Buhârî-i şerîf ve sâire okudular. 1288/(1871) senesinde Şeyh Seyyid Hâce Muhammed Nûr el-Mahlâvî hazretlerine mülâkî olarak, ondan Cenâb-ı Şeyh-i Ekber'in Fusûs'unu ve Risâle-i Vâhidiyye'sini ve İbn-i Fârız'ın Kasîde-i Tâiyye'sini tederrüs buyurdular ve ondan tarîkata müstahlef oldular.

Ba'dehû İstanbul'da Hırka-i Şerîf civârında kâin hâne-i âlîlerinde mütâlaa ve te'lîf ile meşgûl oldular. Eline mühim eserleri geçirmek ümniyyesiyle bir aralık kitapcılık ettiler. Fâtih Câmi'-i şerîfi dâhilinde kâin kütüp-hânenin hâfız-ı kütüblüğüne ta'yîn olundular.

Dâimâ ehl-i hâl ile hem-hâl olmağı ve mütâlaayı sever bir zât idi. Otuziki yaşında iken irtihâl-i dâr-ı bakâ eylediler. O mücâhede, o müşâhede, o riyâzât nihâyet hayât-ı sûrîsinde te'sîr ve taalluk husûle getirerek onu dâr-ı cemâle aldı götürdü. Na'ş-ı şerîfleri ihtifâlât-ı lâyıka ile kaldırılarak, Eyüp'te Şeyh Hasîb Efendi dergâhına nakl ile, burada makbere-i mahsûsasında vedîa-i rahmet-i Rahmân kılındı.

Kabr-i şerîflerinin üzeri açıktır. Gâyet mükellef mezâr taşı vardır. Pederinin kabrine muttasıldır.

Kitâbe-i seng-i mezârı :

                 /85/    Ni'met-i uhrâ içün bu kâinât

                           Âlem-i ervâha olmuş şâh-râh

                           Âdem oldur ki bekâ-yı nâm ide

                           Ömrünü bî-fâide kılmaz tebâh

                            Şeyh Kemâleddîn Efendi genc iken

                            Hâsıl itmişdi nice feyz-i ilâh

                            Halvetî vü Celvetî'den feyz alup

                            Merd-i ârif kâmil idi âh âh

                            Erbaîne girmeden sinni henüz

                            Sâha-i ukbâyı kıldı hânkâh

                            İlm ü fazl u rüşdü tâ yevme'l-kıyâm

                            Yâd ola devr eyledikce mihr ü mâh

                          

                            Geldi üçler söyledi târîhini

                            Şeyh Kemâleddîn Efendi göçdü vâh

                             (شيخ كمال الدين افندى كوچدى واه) - (1296 + 3)   3 Zi'l-ka'de 1299/(16 Eylül 1882)

Te'lîfâtı :

1. Tibyânu Vesâili'l-Hakâyık fî-Beyânı Selâsili't-Tarâik.

    Üç cilddir. Fâtih Kütüphânesi'ne vakf olunmuştur. Müellif hattıyla olup, mükerreren mütâlaa ettim ve bu sebeble turuk-ı aliyye hakkında hayli hakâyika vâkıf oldum. Arabiyyü'l-ibâredir.

 2. Fethu Virdi'l-Esrâr Şerhu Virdi's-Settâr.

               Pek ârifâne yazılmış ve ahîren tab' olunmuş bir eserdir.

3. Fütûhât-ı İlâhiyye Şerh-i Vâridât-ı İlâhiyye li'ş-Şeyh Bedreddîn.

4. Fethu Dürri'l-A'lâ Şerhu Devri'l-A'lâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber.

5. Kemâl-nâme-i Âl-i Abâ.

6. Kenzü'l-Feyz fi's-Sülûk ve Âdâbi't-Tarîkı'l-Halvetî.

7. Ravzetü'l-Aliyye fi't-Tarîkı'ş-Şâzeliyye.

8. Mir'ât-i Hakîkat.

9. Şerh-i Gazel-i Sezâî "Âdem hemîn bu bezm-i dil-ârâya bir gelür.".

10. Fecrü'l-Esmâ ve Subhu'l-Müsemmâ (Şerh-i Esmâ-i Halvetiyye).

11. Sırru'l-Esrâr ve Nûru'l-Envâr.

12. Medâr-ı Vâhidiyyet ve Merkez-i Ehadiyyet.

13. Sırru't-Tevessül fi'z-Zikri ve't-Tebettül.

                     Ve hüve tefsîru kavelihî teâlâ : (وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ)[58]       

14. Şerh–i Beyt-i Mevlânâ Câmî  (كل ما فى الكون وهم أو خيال)[59]

15. Şerhu Beyteyni'd-Dürreteyn min-Ebyâtı Abdülganiyyi Nablusî.

16. Şerhu Mürşidi'l-Uşşâk.li'ş-Şeyh Hâce Muhammed Nûru'l-Arabî.

17. Şerhu Burhâni's-Sâlikîn.

/86/ 18. Seyrü'l-Esmâ ve Sırru'l-Müsemmâ fî Şerhi'l-Esmâi'l-İsnâ-aşara er-Rufâiyye.

19. Hadîkatü'l-Hakîka.

20. Hakîkatü't-Tarîka.

21. Şerhu Salâti'l-Enveriyye fî-Şerhi Salâti'l-Ekberiyye.

22. Dürretü'l-Envâr alâ-Salâti Cevherati'l-Esrâr.

23. el-Kavlü'l-Mübeyyin fî-Ahvâli'ş-Şeyh Nûreddîn el-Cerrâhî el-Halvetî.

24. el-Mevridü'l-Hâs bi'l-Havâs fî-Tefsîri Sûreti'l-İhlâs.

25. Salâtü'l-İttihâf bi-Şerhi Salâti's-Sifâf.

26. Şerhu Hızbi'l-Kebîri'ş-Şâzelî el-müsemmâ bi-Reşfi'l-Gadîr.

27. Feyzü'l-Muğnî fî-Şerhi Hadîs-i (men talebenî)[60]

28. Şerhu Hızbi'l-Bahr el-müsemmâ bi-Zıyâi'l-Bedr.

29. Şerhu Tuhfeti'l-Mürsele li'ş-Şeyh Feyzullâh-ı Hindî.

30. Tahkîku't-Tarîk.

31. Reşehâtü'l-Esnâ alâ-Teveccühâti'l-Esmâ.

32. Hz. Mısrî'nin üç gazelinin şerhi.

33. Terceme-i Emri'l-Merbûtı'l-Muhkem li'ş-Şeyhi'l-Ekber.

34. Fevâyihu'l-Ezhâri'l-Hakâyık ve Levâyihu'l-Envâri't-Tarâyık. Oniki risâledir.

35. Esrârü'l-Muîn fî-Şerhi Esmâi'l-Erbaîn.

36.Mededü'l-Bekrî min-Seyyidi'l-Bekrî (Menâkıb-ı Mustafa Şemseddîn el-Bekrî).

           

Mecmû'-ı âsârı kırkbeşe bâlığ oluyormuş. Fakat fakîr bu kadarının esâmîsini elde edebildim. Âsârından mütâlaa ettiklerimden anladığıma göre müşârünileyh, tevhîd-i Zât'ın esrârına ermiş meşâyıh-ı ızâmdandır. Fakat tesettürü, ihtifâyı ziyâde sever, şöhretten kaçınır, melâmiyyü'l-meşreb bir zât-ı irfân-simât olduklarından, her zamân olduğu gibi, zamân-ı âlîlerinde de onun kıymetini, kadrini bilenler pek mahdûd olup, hattâ birçokları, "Âlim bir zât idi." demekle iktifâ etmişlerdir. Hakîkatte öyle değildir. Zâhir-perestân, o şems-i münîr-i ma'rifeti görmek kâbiliyyetinden dûr kalmışlardır. Hâce-i irfânım Mevlevî Muhammed Es'ad Dede hazretleriyle de hem-sohbet oldukları zamân, "Hâlâ hayâlâttan kurtulamadım." diye ızhâr-ı âsâr-ı teessüf eylemiş olduklarını, Şeyh Behcet Efendi pederimiz nakl eylemişlerdi ki, mertebe-i aczde ne kemâl göstermişlerdir! Eserleri meydândadır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

                                                       -    -    -

/87/ Müşârünileyhin mürîdânından Bursalı Mehmed Tâhir Bey zikre şâyândır. Şeyhinin tetebbu'-ı âsâr ve emr-i te'lîfât neş'esine mazhar olup, âsâr-ı adîdesiyle bâ-husûs Osmânlı Müellifleri nâmındaki te'lîfiyle şöhret-gîr oldular. Terceme-i hâllerini müstakillen bir risâle sûretinde yazdığımdan, burada tekrîr-i beyândan ictinâb eyledim.

Şeyh Abdurrahîm Efendi

Arap Hoca hazretlerinin hem halîfesi, hem de dâmâdıdır. Âşık ve muhakkık bir zât imiş. Pîrizrenlidir. Üsküp'te neşr-i feyz ettiler. 1303/(1886)'te hacc-ı şerîfden avdetinde Süveyş civârında irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemekle, Ayn-ı Mûsâ'ya defn olundular.

Kasîde-i Nûniyye, Kasîde-i Tâiyye, manzûm Şerh-i Şâfiye, Şerh–i Sırr-ı "ene'l-Hak", Hediyyetü'l-Hac, Risâle-i İrâde-i Cüz'iyye, Risâle-i Ahvâl-i Melâmiyye, manzûm Merâtibü'l-Vücûd, Manzûme-i Vehbiyye ve Macmûa-i İlâhiyyât cümle-i âsârındandır.

Şiirde Fedâyî tahallus eylemişlerdir. Eş'ârına dest-res olamadım.

Şeyh Abdullâh-ı Hulûsî Efendi

Arap Hoca hazretlerinin hulefâsındandır. Mirahtalıdır. İstanbul'da ba'de't-tahsîl yarım asrı mütecâviz bir zamân Fâtih'de Kadıçesmesi Medresesi müderrisliği ile dem-güzâr oldular. 1307/(1890) senesinde irtihâline mebnî, Topkapı hâricinde, Sarı Abdullâh Efendi kabri yanında defn olundular.

Kitâbe-i seng-i mezârı :

"Ârif-i hakâyık dil-âgâh, âlim-i hakâyık vâsıl-ı ila'llâh, Mirahtavî Şeyh Abdullâh, el-mülekkab bi-Hulûsî b. Muhammed-i Nûrî Efendi hazretlerinin darîh-ı enverleri madca'-ı münevverleridir. Rûh-ı şerîfleri ve kâffe-i ehl-i îmân ervâh-ı şerîfesi için el-Fâtiha. 2 Cemâziye'l-âhir 1307/(24 Ocak l890)"

Hatt-ı ta'lîkta mâhir idi. Molla Câmî'nin Mir'âtü'l-Akâid'ini şerh etmiştir. Şeyh Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ını tercüme etmiş ve Ta'rîfât-ı Seyyid'e tetimme yazmıştır.

Şeyh Ali Örfî Efendi

Görüce havâlisinden Bolyan karyesi ahâlisindendir. Mısır'da iktisâb-ı feyz ederek, Hz. Şeyh (Arap Hoca)'nın envâr-ı irfânından hısse-mend olanlardandır. 1305/(1888) senesinde vefât eyledi.Yenikapı Mevlevîhânesi civârında defn olundu.

                          Kıldı el-Hâcc-ı Alî Örfî behişti âşiyân

(قيلدى الحاج على عرفى بهشتى آشيان)

târîhidir.[61]

             

Âsârı :

           

1. Şerh-i Dîvân-ı Niyâzî-i Mısrî,

2. Tercüme-i İnsân-ı Kâmil,

3. Tercüme-i Vâridât.

/88/ 4. Terceme-i Hikem-i Atâyî,

5. Tercüme-i Maksadu'l-Aksâ,

6. Es'ile vü Ecvibe-i Mutasavvıfâne,

7. Şerh-i Gazel-i Üftâde,

8. Dîvân'ları.

Şeyh Muhammed Fâik Bey

Muhammed Nûru'l-Arabî'den feyz alanlardandır. Usturumcalıdır. 1329/(1911) senesinde Selanik'te irtihâl eylemiştir. Âsâr-ı aliyyeleri derece-i kemâline burhândır.

           

            Asârı :

            1. Tahkîkâtu Fâikiyye alâ Akâidi'l-İslâmiyye,

            2.  Şerhu Risâle-i Gavsiyye,

            3.  Şerhu Hadîsi  (موتوا قبل أن تومتوا),

            4.  Mecmûa-i İlâhiyyât,

            5.  Ecvibe-i Mutasavvifâne.

            Na'tından :

Tâ ezelden Fâik-i bî-çâre âşıkdır sana

Kıl şefâat lutf idüp al kem-teri senden yana

Rûz-ı mahşerde cemâl-i pâkini göster bana

Zât-ı pâkin ehl-i aşkın sevgili cânânısın

                                                                                                                         

           

Şeyh  Hasan-ı Gaybî Efendi

Arap Hoca hazretlerinin  halîfesi Mustafa Efendi'nin halîfesidir. Rumeli'de Doyran ve Gevgili arasında Kıraçdalı nâhiyesinde 1281/(1864) senesinde Veysel Efendi isminde bir zâtın sulbünden dünyâya gelmiştir.

İlm-i zâhiri Hâce Abdullâh Efendi'den, ilm-i bâtını mûmâileyh Hacı Mustafa Efendi'den taallüm eylemiştir. Ulemâ ve fuzalâdan ve urefâdan bir zâttır. 1319/(1901-02)'da  müstahlef olup, memleketinin istîlâya ma'rûz kalmasıyla bir sene kadar Selanik'te ikâmetle 1330/(1912)'de İstanbul'a hicret eylemiştir. Üsküdar'da Uncular Sokağı'nda bir hânede sâkin ve şu satırları yazdığımda ber-hayât bulunuyor.

Münzevî ve muhtefî bir zâttır. Beyâz sakallı, yeşil sarıklı, süzme bakışlı, vâridât-ı kalbiyyeye mâlik, âşık bir rehber-i irfândır. Görüştüm; hüsn-i hâlini gördüm.

Nutukları vardır. İki numûnesi :

Kulak tut sözüme geçirme (sen) ömrü(nü)  yok yerde

Hudâ güneş gibi zâhir eger sen olmasan perde

Görünmez Hak bugün sanma fıkıh sözüne aldanma

/89/   Benim zâhir ile bâtın didi Hak bize Kur'ân'da

Gel itme âyeti inkâr ideni yaka yarın nâr

Ki dirsin tende cânım var yakup ağlatma nîrânda

Dilin ile idüp ikrâr ki dirsin birdir ol Allâh

Arada sen hicâb iken ilâhın nerde sen nerde

Ara bul mürşid-i kâmil seni irşâd itsün ol

Sana senden ayân itsün bulasın Hakk'ı sen sende

Bu sözleri işidenler bulur mürşid olurlar er

İşitmeyen kalur münkir ider kuru yere secde

Gel imdi cân ile dinle nasîhatdır sözüm anla

Olalım Hak ile dâim hemîşe Hakk'a hâs bende

Bu Gaybî'nin bütün hâli mukaddemden idi zâhir

Bulunca mürşid-i kâmil koşundu çok zamân çölde

                    *   *   *

Terk eyledim ben kîl ü kâl ile hâli

Dâim arardım buldum ol yâri

Seyrân eyledim cümle ervâhı

Sıdk ile kandım görünce yâri

Bize biz olduk bize yârimiz

Hakk'a ulaşdı bizim cânımız

Hak oldu bizim seyrân-gâhımız

Gitdi varımız görünce yâri

Her neye baksan Hakk'ın kemâli

Görünür oldu nûr-ı cemâli

Şu’lesi urdu  yokdur zevâli

Buldum dermânı görünce yâri

Mürşide vardım himmetin aldım

Sundu bâdeyi nûş idüp kandım

Katre idim ben deryâya daldım

Kendimden geçdim görünce yâri

Zâhid gördüğün ayrıdır sandın

Kendini Hak'dan gayrıdır sandın

Ey Gaybî miskîn nâr-ı aşka yandın

Hayretde kaldın görünce yâri[62]

Nutukları  parmak hesabıyla koşma tarzındadır. Fakat ser-â-pâ neş'e-i tevhîde nâzırdır. Vehle-i ûlâda bî-ma‘nâ gibi görünürse de hakîkatta öyle değildir. Zâhiri tamâmen âdâb-ı şerîatla ârâste, bâtını hakâyıkla pîrâstededir.

/90/ Şeyh Maksûd Efendi

                     

Arap Hoca hazretlerinin halîfesi Şeyh Abdurrahîm Efendi'nin mazhar-ı feyzi olanlardandır. Elyevm Altımermer'de mahalle imâmı olup, Pazar günleri tarîk-ı Kâdirî'den Körükçüoğlu Dergâhı'na devâm eder. Mükerreren gitdim, kendileriyle görüştüm. Müsinn ü nahîf ve hafîfü'l-lıhye ve melîhü'l-vech, beyâz sarıklı, fesli bir zâttır. Vâridât-ı kalbiyyeye  mâlik, müteşerri', mütesennin, ârif ve kâmildir.

Âyât-ı Kur'âniyye'nin maânî-i bâtıniyyesinden haber-dâr olmuş erlerdendir. Hz. Şeyhu'l-Ekber efendimizin mazhar-ı feyzi olmuş ve Hz. Mısrî-i Niyâzî'nin hakâyık-ı beyâniyyesine ermiş buldum. En müşkil mesâil-i tasavvufiyyeyi sehl-i beyân ile ve muhâtabının anlayacağı şekilde halleder urefâ-yı sûfiyyedendir. Neş'eleri sohbete nâzırdır.

Kendileri Rumelili olup, 1342/(1924) senesinde sinnen yetmişe karîb idi. Bir zamânlar sahhâflık etmiştir. İrtihâlinden altı ay kadar evvel münzevî olup, irtihâlinde Edirnekapı civârında mahfaza-i kabrinde vücûd-ı nâzenîni hıfz olunmuştu.

Mûmâileyh Topkapı'da Sarı Abdullâh Efendi'nin medfûn bulunduğu sofada, Efendi'nin hizâsına defn edilmiştir. Üçüncü demirparmaklık  Hazret'e aittir.

Bursalı Mehmed Tâhir  Bey    

           

Şeyh Kemâleddîn-i Harîrî hazretlerinin yetiştirmelerindendir. Urefâ-yı muharrirînden  ve ilm-i ahvâl-i kütüb mütehassıslarından olup, hakk-ı âlîlerinde herkesin hürmeti vardır. Osmânlı Müellifleri'ni ve sâir bir çok eserler yazmakla âlem-i irfâna büyük hizmet  etmiştir. Şâkirdlerinden Vahyî Efendi, müstakıllen ve mufassalan tercüme-i hâlini yazmış ve neşr eylemiş olduğu gibi muharrir-i âciz dahi muhtasaran tercüme-i hâllerini bir risâle sûretinde yazdığımdan burada tekrârından sarf-ı nazar eyledim.

Velâdeti, 1278/(1861); maskat-ı re'si, Bursa; irtihâli 9 Rebîu'l-âhir 1344/(27 Ekim 1925); müddet-i ömrü 66; medfeni, Üsküdar'da Hüdâyî Âsitânesi hazîresindedir.


 

 

HALVETîLER

Halvetîlerle koyuldum  reh-i tahkîka hemân

Lutf idüp eyle meded pîr-i azîmü'l-burhân

            Tarîkat-ı aliyye-i Halvetiyye, kesîrü'ş-şuabât bir menhec-i sedâd-ı hidâyettir. Ma'lûm olabilenleri kırk şu'beye bâliğ olmuştur :

             1. Rûşeniyye                                   21. Asâliyye

            2. Gülşeniyye                                  22. Bahşiyye

              3. Demirtaşiyye                               23. Ahmediyye

              4. Sezâiyye                                      24. Sinâniyye

              5. Hâletiyye                                     25. Muslihiyye

              6. Sünbüliyye                                  26. Ezheriyye

              7. Şa'bâniyye                                   27. Uşşâkiyye

              8. Karabaşiyye                                 28. Cemâliyye

              9. Nasûhiyye                                    29. Salâhiyye

            10. Çerkeşiyye                                   30. Câhidiyye

            11. Bekriyye                                      31. Mısriyye

            12. Sümmâniyye                               32. Ramazâniyye

            13. Ticâniyye                                    33. Raûfiyye

            14. Halîliyye                                     34. Cihangîriyye

            15. İbrâhîmiyye                                 35. Buhûriyye

  16. Kemâliyye                                   36. Cerrâhiyye

            17. Hafniyye                                     37. Hayâtiyye

            18. Feyziyye                                      38. Sivâsiyye

            19. Dırdıriyye                                    39. Şemsiyye

            20. Sâviyye                                       40. Nûriyye

Bu şu'belerin asıllarını Rûşeniyye, Cemâliyye, Ahmediyye ve Şemsiyye yolları teşkîl eder. Ahmediyye koluna, "Ortakol" tesmiye ederler. 40 şu'be bu dört aslından inşiâb eyler.

Cild-i evvelde arz eylediğim vechle Fârisî ve Türkî isimlerin kâide-i Arabiyye ile beyânı galat-ı meşhûrdur.

Silsile-i Tarîkat-ı Halvetiyye

/92/ - Ser-çeşme-i evliyâ Hz. İmâm Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh),

            - Hz. Hasan-ı Basrî (radıya'llâhu anh),

            - Hz. Habîb-i A'cemî (Kaddesa'llâhu sırrahu),

            - Hz. Dâvûd-ı Tâî (Kaddesa'llâhu sırrahu),

            - Hz. Ma'rûf-ı Kerhî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Hz. Seriyy-i Sakatî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Seyyidü't-tâife Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Mimşâd-ı Dîneverî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Muhammed-i Dîneverî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Muhammed-i Bekrî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Vecîhüddîn el-Kâdî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Ebu'n-Necîb-i Sühreverdî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Kutbeddîn-i Ebherî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

  - Şeyh Rükneddîn-i Sincâşî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Şehâbeddîn-i Tebrîzî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh Cemâleddîn-i Tebrîzî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

            - Şeyh İbrâhîm Zâhid-i Geylânî (Kaddesa'llâhu sırrahû).

            Ba'zı silsile-nâmelerde müşârünileyhden sonra Şeyh Sa'deddîn-i Fergânî yazılmış, Şeyh Kerîmüddîn Ahî Muhammed b. Nûr el-Halvetî, Şeyh Sa'deddîn'in halîfesi gösterilmiştir. Zeyl-i Atâyî de böyle gösteriyor. Nefehât ise, "Sa'deddîn, Silsile-i Üstüvânî'de gayr-i dâhildir." diyor ve şeyhini Şeyh Necîbüddîn Ali b. Bezgaş-i Şîrâzî gösteriyor. Sohbet şeyhi evvelâ Necîbüddîn-i Sühreverdî, sonra da Sadreddîn-i Konevî hazarâtıdır. Fergânî kendi eserinde İbrâhîm Zâhid-i Geylânî'den bahs etmemiştir.

Sâdık Vicdânî Bey, Tomâr-ı Turuk-ı Halvetiyye nâm eserinde ise, İbrâhîm Zâhid-i Geylânî'den sonra göstermiştir. Bu bâbda, vusûl-ı hakîkat mümkin olamadığından biz silsilemize devâm ederiz.

- Şeyh Ahî Muhammed b. Nûr el–Halvetî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

- Cenâb-ı Pîr Ömer el-Halvetiyy-i Lâhicî (Kaddesa'llâhu sırrahû). Velâdeti : 748/(1347). Müddet-i ömrü : 75. İrtihâli : 823/(1420).

/93/ Müşârünileyhimden Nûr el-Halvetî hazretlerinin künyeleri, Kerîmüddîn Muhammed el-Hârezmî eş-şehîr bi-Ahî Muhammed b. Nûr el-Halvetî olup, târîh-i rıhletleri 717/(1317)'dir.

PÎR ÖMER EL-HALVETÎ

"Ebû Abdullâh Sirâceddîn Ömer b. eş-Şeyh Ekmeleddîn el-Geylânî el-Lâhicî el-Halvetî" nâmıyla meşhûrdur ve umûm tarîk-ı aliyye-i Halvetiyye'nin pîr-i mükerremidir. Künyeleri Ebû Abdullâh, lakabları Sirâceddîn, pederleri Şeyh Ekmeleddîn'dir. Eben-an-ced şeyh-zâdelerdendir. Birâderleri Şeyh Muhammed'dir. Pederleri Geylân nâhiyelerinden Lâhicân'da sâkin idi. Hz. Pîr, burada zînet-bahş-ı âlem-i şuhûd olmuştur. Bir zamân sonra Hârezm'e gelip, bir şeyhe inâbetle, Tebrîz havâlisinden Hoy'da ikâmet etti.

                                            Kıt'a

                           Rûzî olmuş hayâl-i dil-dârı

                           Hâne-i dilde yokdu ağyârı

                           Halvetî nâmı andan oldu ana

                           Halvetinde görüp o dil-dârı

Hz. Pîr'e gelinceye kadar ehl-i silsilenin Halvetî zikriyle o kadar iştihâr ve iştigâlleri yok idi. Vâkıâ halvet ve i'tikâf ederler idi. Fakat takvâ ve irfân kânı olan bu zât-ı muhterem, cümlesinden ziyâde halvet ihtiyâr edip, ömrlerini halvet ve uzlet ve ibâdetle geçirirler idi. Kırk erbaîni, birbirini müteâkib çıkardığını el-Lemezât nâm eserde mütâlaa ettim. O eserde deniliyor ki :

"Sırr-ı Rasûlu'llâh'dan kırk aded (د) (dâl) işâretiyle tâc ihsân olunmuş. Onlardan evvel mugâyir kisve giyenler çok idi. Sonra herkes bunu taklîd eyledi. Dağlarda esnâ-yı seyâhatte zikr ederlerken vuhûş u tuyûr etrâfına cem' olurlar imiş. Bir müddet sonra Mısır'a gitmiş ve neşr-i tarîk ederek yedi def'a hacc eylemiştir. Ba'dehû Tebrîz'e avdet ile bir müddet daha irşâd-ı ibâd ile meşgûl olup, 800/(1398) târîhinde, rûh-ı pür-fütûh-ı âlîleri a'lâ-yı ılliyyîne pervâz eylemekle, kitâb-ı irfân-ı vücûdları Tebrîz kurbunda, Mîr Ali Zâviyesi'nde mahfaza-i kabrde hıfz olunmuştur."

Rivâyet olunur ki, müşârünileyh bir gün tenhâ bir yerde içi boş, gâyet büyük bir çınar ağacı görmüş. Bunun içinde halvete niyyet ile, ricâlü'l-gayb gibi halk nazarından tagayyüb etmiştir. Ahıbbâ ve dervîşân, zât-ı âlîlerine kemâl-i muhabbetlerinden nâşî aramışlar bulmuşlardı. /94/ Arz-ı iştiyâk u niyâz ederek halvetten çıkarmışlardı. Lâkin azîz hazretleri çınarın koğuğundan çıkınca ağaç li-hikmeti'llâhi teâlâ arkasından yürümeğe başlamasıyla hemen çınara dönüp hitâben, "Yâ çınar! Sırrımı niçin fâş edersin. Zikru'llâh ile sana bu kadar safâ ve şeref verdiğim yetmez mi? Yerinde dur." buyurmalarıyla, ağaç yine eski yerine avdet etmiştir.

Ömer el-Halvetî hazretleri fi'l-hakîka kümmelîn-i ehlu'llâh'dan bir zât olup, silsile-i tarîkatlarından yetişen bunca eâzım-ı sûfiyyenin ser-tâc-ı iftihârı olmuşlardır.

Semerâtü'l-Fuâd'da denilmiştir ki :

"Halvetiyye'nin : 

(خ)  (hâ)'sı, fikr-i mâ-sivâdan huluvv-ı kalbe; 

(ل) (lâm)'ı, lezzet-i zikre;

(و)  (vâv)'ı, vikâye-i zâhir ü bâtın ve ahde vefâya;

(ت) (tâ)'sı, temkîne;

(ى)(yâ)'sı, yüsr-i ba'de'l-usr'a. Allâh teâlânın buyurduğu gibi :  (.إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا)[63];

(هـ)  (hâ)'sı müşâhedeye delâlet eder.

Halvet'in ma’nâsı budur.

Gülşen-i irfânda buldum lezzeti

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 

Feyz-i ma'nâdan göründü hikmeti

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 

Halvet ü celvet bizim ser-mâyemiz

Işk ile olmuş muhammer mâyemiz

Sâye-i ehl-i Hudâ'dır  vâyemiz

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 

Halvetîlik bâis-i şândır bana

Pîr-i âlî gevherim cândır bana

İntisâbım lutf-ı Yezdân'dır bana

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 

Gülşenî'yim gülşene oldum hezâr

Nûr-ı Şa'bân-ı Velî'den feyz-bâr

Gülşen-i uşşâkda kıldım karâr

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 

Hem-dem it Yâ Rab beni cânân ile

Âşıkı Vassâf'ı oldum cân ile

Zikr ü fikrim dâimâ îmân ile

Halvetîyim Halvetîyim Halvetî 


RÛŞENÎLER

DEDE ÖMER RÛŞENÎ

Silsile-i Tarîkatları :

- Pîr-i tarîk-ı Halvetî Ömer el-Halvetî hazretleri (Kuddise sırruhû).

- Şeyh Fânî Ahî Emre Muhammed el-Halvetî (Kuddise sırruhû) . (Ahî, asîl ve semîh kardeş ma'nâsınadır).

- Şeyh Hacı İzzeddîn-i Hıyâvî (Kuddise sırruhû) .( Hıtâmî, Hıyâmî yazanlar da vardır. Çulhacılık ederler imiş. Şirvan'da Hiyâve karyesindendir. Ümmî, fakat tevcîhi kuvvetli imiş).

- Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî (Kuddise sırruhû).

- Pîr-i sânî-i tarîk-ı Halvetî Seyyid Celâleddîn Yahya b. Seyyid Bahâeddîn-i Şirvânî (Kaddesa'llâhu sırrahû),

- Şeyh Ömer-i Rûmî eş-şehîr bi-Rûşenî (Kaddesa'llâhu sırrahû).

Ahî Emre Muhammed  el-Halvetî

Herî şehrinden, Kelbâ nâm karyeden neş'etle, Şirvan'da tahsîl edip, Timurlenk zamânında Rûm'a gelerek Kırşehir'de tavattun eylemiştir. Tabîat-ı şi'riyye-i âşıkâneleri olduğundan pek çok nuût-ı nebeviyye  söylemiştir.

Bir gün âlem-i menâmda cemâl-i tâb-nâk-ı Muhammedî'yi  müşâhede şerefine mazhar olup, bir na't-ı şerîfi huzûr-ı saâdette kemâl-i edeb ile okudukları sırada taraf-ı celîl-i Peygamberî'den, "Gel sana câize verelim." diye yerden üç avuç toprak alınarak, "Muhammed el-Halvetî'ye i'tâ ve ihsân ve kîmyâdır. Gaflet olunmaya." diye der-meyân buyurulur. Bîdâr oldukda o toprağı elinde  mevcûd görüp, hâlısu'ş-şevk olmuştur.

Sonra Ömer el-Halvetî'ye intisâb ile nâil-i rütbe-i kemâl oldular. 812/(1409)'de irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip, Kırşehir'de Tepevîrân'da  defn edildiler. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

            Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî Hazretleri

           

Sâhibü'l-keşf ve't-tahkîk bir zât-ı âlî-kadrdir. Müntesibîn-i Halvetiyye'nin elyevm okuyageldikleri meşhûr-ı âlem Vird-i Settâr'ın müellifidir. Tarîk-ı Halvetî'de pîr-i sânîdir.

Mevlidleri Şirvan mülhakâtından Şemah kasabası olup, peder-i âlîlerinin ismi Bahâeddîn'dir. Seyyid-i sahîhü'n-nesebdir. Ecdâd-ı ızâmları nakîbü'l-eşrâf olagelmiştir. Vâlid-i mâcidlerinin silsile-i nesebi İmâm Mûsa el-Kâzım hazretlerine müntehîdir. Beşeresi gâyet sabîh bir şeyh-i melîh imiş.

                       Nice vasf eyleye  bu zât-ı şerîfi Vassâf

                       Zâtı zâhirde vü bâtında maânî keşşâf

                

                       Neseb-i silsilesi Haydar-ı Kerrâr'a çıkar

                       Irk-ı tâhirle odur ibnu nakîbi'l-eşrâf

/96/ Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî'nin hem dâmâdı, hem halîfesidir. Sonraları îcâb-ı hâli ile Şemâh'dan Bakü'ye hicret edip, burada şöhretleri şâyi' olmağla, onbin kadar uşşâk-ı ilâhî bey'at etmiştir. Sultân-ı Şirvan olan Halîl Bey, Cenâb-ı Pîr'in uluvv-i kadrini takdîr ederek arz-ı hıdmette kusûr etmemiştir.

           

Şakâyık-ı Nu'mâniyye'de muharrerdir ki :

"Seyyid Sultân Yahyâ, bir mürşid-i dilîr ve kâmil-i bî-nazîrdir. Kuvâ-yı nefsiyye vü kalbiyye vü akliyyeleri gaşy-i mâ-sivâdan pâk ü müberrâ ve mir'ât-ı kalb-i cihân-nümâları nazar-gâh-ı Hudâ olmağla feyz-i Rahmânî'den ve tecellî-i Rabbânî'den bir ân dûr olmadılar. Seyyid Yahyâ hazretleri, Şirvan havâlîsi halkını irşâd sırasında, diyâr-ı Rûm'da da telkîn ü irşâda isti'dâd sâhibi çok kimseler olduğunu, ilhâm-ı Rabbânî ile keşf ederek, bu havâlîyi teşrîf ile, râgıb-ı ma'rifetu'llâh birçok zevâtı şem'-i cem'-i urefânın meclis-i erkânlarında pervâne ettiler."

Meşâhîr-i hulefâsından Ömer-i Rûşenî ve Pîr Muhammed-i Erzincânî ve mahdûmları Şeyh Yûsuf hazerâtından turuk-ı aliyye-i Halvetiyye teşe''ub etmiştir. Seyyid Yahyâ hazretleri umûmun silsile-i tarîkatında merkez-i ictimâ'dır. Diyâr-ı Rûm'a rağbetlerinde kırk zâta hilâfet vermişlerdir.

Âhir vakitlerinde, altı ay kadar ekl ü şurb ve sâir avârız-ı beşeriyyeden ârî bir hayâta mazhar oldukları menkûldür.  Kendilerine intisâb edenler dörtyüzbini mütecâviz imiş.   

"Câ-nişîn-i cennet" (جانشين جنت) (867/1463) târîh-i irtihâlleridir. Türbe-i şerîfeleri Bahr-i Hazar sâhilinde Bakü kasabasındadır. Bakü ahâlîsi, bu şeyh-i muazzamı, kemâlât-ı ârifânesi nisbetinde bilmiyorlar imiş. Urefâ-yı muharrirînden Mehmed Ali Aynî Beyefendi, iki sene evvel Bakü'ye azîmetinde halkın bu nisyânına muttali' olması üzerine, ahâlî-i mahalliyyeye, Pîr-i müşârünileyh hakkında bir konferans vererek îzâhâtta bulunmuş ve memleketlerinin âğûş-ı nisyânında nasıl bir gevher-i girân-bahâ-yı urefânın gunûde-i hâk-i gufrân olduğunu ve elyevm umûm memâlik-i İslâmiyye'de münteşir-i tarîkları mülâbesesiyle icâzet-nâmelerin onun nâm-ı bülendiyle müvaşşah bulunduğunu anlatmalarıyla, halkta hicâb ile memzûc bir intibâh husûle geldiğini beyân buyurmuşlardır. Cenâb-ı Hak, kendilerinden ve cümlemizden râzî  olsun. Âmîn. 

            /97/ Âsâr-ı Aliyyeleri :

            1. Merâtib-i Esrâr-ı Kalb,

            2. Esrâru'l-Vudû',

            3. Rumûzu'l-İşârât,

            4. Etvâru'l-Kalb,

            5. İlm-i Ledün,

            6. Beyânu Esrâri't-Tâlibîn,

            7. Gencîne-i Esrâr,

            8. Kitâbu'l-Usûl,

            9. Menâzilü'l-Ârifîn,

  10. Şerh-i Esmâ-yı Semâniyye,

  11. Şerh–i Muvâlât-ı Gülşen–i Râz,

  12. Şifâü'l-Esrâr,

  13. Esrârü'l-Vahy,

  14. Keşfü'l-Kulûb,

  15. Vird-i Yahyâ.

            Esrârü't-Tâlibîn nâm eser-i âlîlerini mütâlaa nasîb olmuş idi. Bir bahsi teberrüken nakl ediyorum :

            فالطهارة على نوعين : طهارة الظاهر بمراد الشريعة وطهارة الباطن بالتوبة والتصفية وسلوك الطريق. فإذا نقص وضوء الشريعة بحروج النجس يجب تجديد الوضوء بالماء. كما قال عليه السلام جدد الوضوء جدد الله إيمانه فإذا نقض وضوؤ الباطن بالأفعال الذميمة الأخلاق الردية كالكبر والعجب والحسد والحقد والغيبة والنميمة البهتان والكذب والخيانة مثل خيانة العين واليدين والرجلين والأذنين والعينان تزنيان. فجدد بإخلاص التوبة عن هذه المفسدات وتجديد الإنابة بالذم والإستغفار والإشتغال يقيمها من الباطن وينبغى للعارف أن يحفظ نوبته من هذه الآفات فيكون صلاتاً تامتاَ كما قال الله تعالى : هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ. فوضوؤ الظاهر والصلوة الموقت لكل يوم وليلة خمس صلوة بخلاف الوضوء الباطن فإنه مؤبد فى عمره.[64]

"Vird-i Yahyâ", "Virdü's-Settâr" nâmlarıyla zebân-zed olan vird-i şerîfleri, vakt-i seherde umûm turuk-ı Halvetiyye müntesibleri tarafından okunageldiğinden, "Virdü's-Seher" nâmını da hâizdir. "Virdü's-Subh" da derler. Gâyet ârifâne ve âşıkâne tertîb olunmuş vird-i şerîfdir. Vakt-i seherde, ya münferiden okunur, yâhûd mürîdân ictimâ' hâlinde ise, biri okur, umûmu dinler. Kemâl-i huşû' u hudû' ile kırâat ve istimâında zevk-ı ma'nâ tecellî eyler. Kalbe, lisâna zînet verir. Şedîdü't-te'sîr bir vird-i celîldir. Kalîlü'l-lafz, kesîru'l-ma'nâdır. Ed'ıyye-i me'sûre ve salavât-ı mebrûreyi câmi'dir. Cevâmiu'l-kelimdir. Bunun sebeb-i tertîbi hakkında mervîdir ki :

Hz. Pîr efendimize erbâb-ı i'tizâl, "Râfizî ve mülhiddir." diye iftirâ eylediler. Bi-hasebi'l-beşeriyye melûl oldular. Bu sırada Server-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) /98/ efendimiz hazretlerini şeref-i ru'yete mazhar olup, bu vird-i şerîfi ta'lîm ve ba'de salâti's-subh kırâatına emr ü tefhîm buyurdular. Vird-i şerîfin şuyûuyla münkirler ve müfterîler mahcûb oldular.

Ba'zı erbâb-ı hâl, Hz. Pîr efendimizi menâmda görüp, (ما فعل الله بك)[65] diye suâlde  bulundular. "Hak teâlâ zıll-ı arşda ferş-i bisât emr edip, üzerine oturmaklığımı fermân buyurdu ve  etrâfıma ervâh-ı süedâyı cem' etti. "Yâ Yahya! Dünyâda  mürîdlerin ile berâber okuduğun virdi oku ki, bu ervâh onu dinlesinler. “Hitâb-ı izzeti şeref-vârid  oldu.” cevâbını verdiler.

Şeyh Habîb-i Karamânî

(Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî'nin) hulefâ-yı kirâmındandır. 902/(1496) senesinde  Amasya'da irtihâl eylemiştir. Manzûm Etvâr-ı Seb'a ve mensûr Kitâbu'n-Nasâyıh cümle-i âsârındandır.

Şeyh Ömer-i Rûşenî

820/(1417) senesinde dünyâya şeref vermiş, yetmişiki sene yaşamış, 892/(1487) senesinde dâr-ı cemâle intikâl eylemiştir.

Bâis-i intişâr-ı envâr-ı Rûşenî ve sebeb-i i'tibâr-ı İbrâhîm-i Gülşenî'dir. Aydın Güzelhisar'ındandır. Rûşenî mahlası ondan kinâyedir. Tahsîl-i ulûm eylemek için bir hayli seneler Bursa'da sâkin oldular. Bidâyeten ömürlerini harâbâtîlikle geçirmiştir. Garîb bir ser-güzeşti vardır. Bursa'da bir genç delikanlıya taaşşuk edip, bu yüzden bî-nihâye şûrîdeliklerde bulunmuştur. Nazm-ı tab'ı gâlib olup, hicivler söylerdi. Hattâ kendini bile hicv eylemiştir. Âkıbetü'l-emr tevfîk-ı Rabbânî erişti, avn-i Sübhânî yetişti, "Leylâ, Leylâ" derken Mevlâ'yı bulur. (المجاز قنطرة الحقيقة)[66]  Aşk-ı sûrîden aşk-ı hakîkî zuhûr etti.

Karaman'da büyük birâderi Şeyh Alâeddîn-i Halvetî nezdine giderek, mürşid-i müşârünileyhin himmet ve delâleti ile girif-dârı bulunduğu avâlim-i süfliyyeye bi'l-külliyye izhâr-ı nedâmet etti. Bakü'ye sevk-ı ilâhî ile gitti. Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî hazretlerine mülâkî oldu. Onların yed-i mürşidânelerinden şarâb-ı hâli içti. Sâika-i mestî ile halvete girip, nice erbaînler çıkardı. Hayli zamân ibâdât u riyâzât u mücâhedât ile dem-güzâr oldu.

Evvelki sözleri melâhî idi, sonra esrâr-ı ilâhî oldu. O mecâzî hevâlar hakîkata döndü. Fesâhat ve elfâz-ı ta'bîri takrîre gelmez bir pîr-i velâyet-i semîr oldu. Şeyhinin emriyle Tebrîz, Gence ve Karabağ'da seyâhat ve neşr-i tarîkat /99/ buyurmuşlardır. İran'da bulundukları müddette kerâmât-ı aliyyeleri şöhret bulmuş idi.

Menkûldür ki, o zamân Irâk-ı Acem pâdişâhı bulunan Uzun Hasan nâm zâtın İdrîs nâmında bir birâderi varmış. Dâimâ ehlu'llâh'a enîs ve onlarla celîs olduğundan, Dede Ömer-i Rûşenî hazretlerinin şöhret-i aliyyelerinden haber-dâr olunca, bulup ahz ü inâbetle halvet-güzîn olmuştur. Bir gün birâderini görmek üzere Tebrîz'e gelen Uzun Hasan, kardeşinin dervîş tâcıyla huzûruna girdiğini görünce, istifsâr-ı keyfiyyet eder. O da pîr-i müşârünileyhin evsâf-ı cemîlesinden bahs eyler ve başındaki tâcı onun ihsân ettiğini söyler. Uzun Hasan dahi onu görmek, duâsını almak sevdâsına düşer. Nezdinde bulunan Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerini, müşârünileyhi da'vet etmek üzere i'zâm eyler. İbrâhîm-i Gülşenî, nezd-i Pîr'e varıp, rû-mâl olur. Bilâ-ihtiyâr vecd zuhûr eder. Pîr'in himmetiyle def'-i zulmet vukûa gelir. Nûr-ı hakîkîye vuslat hâsıl olur. Ömer-i Rûşenî, Cenâb-ı Gülşenî'ye, (أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ)[67] ma'nâsını ifhâm eder. Hz. Gülşenî, taraf-ı hüküm-dârîden da'vete me'mûren geldiğini bildirir.

Cenâb-ı Rûşenî, (الأمور مرهونة بأوقاتها والظهور مقرونة بميقاتها)[68] Şimdi kıştır. Fukarâya sefer müşkildir. (العذر عند كرام الناس مقبول والباقى عند التلاقى)[69]  cevâbını verir.

İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri avdetle hikâye-i hâl eder. Bir zamân sonra Ömer-i Rûşenî, Tebrîz'i teşrîf buyurur. Uzun Hasan kendi nâmlarına bir mescid, bir hânkâh ve birçok hucurât yaptırır. Dede Ömer-i Rûşenî hazretleri, hîn-i inşâatta amele gibi çalışır, birçok kimselerin birlikte olarak kaldıramayacakları cesîm taşları yalnız başına kaldırıp, yerlerine korlar imiş. Bu hâli gören hükümdar, Hz. Şeyh'e arz-ı teslîmiyyet edip, intisâb etmiştir.

            Hayli müddet burada irşâd-ı ibâd ile meşgûl oldular. İbrâhîm-i Gülşenî , müşârünileyhin derûnundan, (أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ)[70] ayet-i kerîmesini işittiğini beyân buyuruyor.

Kâşif-i esrâr-ı ulûm Hz. Mevlânâ min külli'l-vücûh evlânâ efendimiz /100/ kendilerinden bir kaç yüz sene sonra zuhûr edecek olan  Dede Ömer-i Rûşenî  ve  İbrâhîm-i Gülşenî hazerâtı hakkında ma'lûmât vermişlerdir ki, tafsîli âtîde gelecektir. "Mevt mevt" (موت موت) hesâbının delâleti üzere, a'nî bihî Şeyh Ömer-i Rûşenî hazretleri  892/(1487) senesinde Tebrîz'de dâr-ı karâra âzim oldular. Âsitâne-i aliyyelerinde türbe-i mukaddeseleri vardır. Ziyâret-gâh-ı âlemdir. Bir rivâyette Selçuk Hâtûn tarafından inşâ olunmuştur.

(Kaddesa'llâhu esrârahum ve nefeana'llâhu bi-berekâtihim ve fuyûzâtihim. Âmin, bi-hurmeti Tâhâ vü Yâsin.)

                                   

(Eserleri) :

Ahlâkî ve tasavvufî manzûmelerinden bir kısmını hâvî olan Âsâr-ı Aşk nâm eser-i âlileriyle, Dîvân-ı İlâhiyyât'ı vardır. Bir nüshası yazma olarak İstanbul'da Bâyezîd'de, Kütüphâne-i Umûmî'de mevcûddur. Mesnevî sûretinde yazılmıştır. Üçbin beyite karîbdir.  Sırf tasavvufa dâirdir.

Âsâr-ı Aşk'ı, Edirne'de Gülşenî (Dergâhı) şeyhi Şuayb Şerefeddîn Efendi merhûm tab' u neşre himmet eylemişlerdi.

            Eş'ârından :

Yâ Nebî sensin çü ser-tâ–pâ güzel

Kim ola kim dimeye sana güzel

Sensin iki dünyede hakkâ güzel

Ey güzel ra'nâ güzel zîbâ güzel

                   *   *   *

Aşk ehli vâlih ü hayrân gerek

Bî-karâr u reng ü ser-gerdân gerek

Müflis olup hân-mânından geçüp

Bî-kumâş u bî-ser ü sâmân gerek

            Na't-ı şerîf :

                Çün doğup tutdu cihân yüzünü hüsnün güneşi

                Kim ola sevmeye bu vechile sen mâh-veşi

                Türk ü Kürd ü Acem ü Hind bilür bunu ki sen

                Hâşimî'sin Arabî'sin Medenî'sin Kureşî

                Sensin ol püşt ü penâh-ı melek ü ins ü perî

                Enbiyânın güzeli sevgilisi hûb u hoşu

      /101/      Dîg-i hikmetde pişürdü çü senin sevgünü Hak

                Cebreîl olsa n'ola matbahının hîme-keşi

                Parmağından akıdup âb-ı revân-bahşı revân

                Nice yüzbin kişiden ref' idisersin ataşı

                Üzülür ırk-ı Ebû Cehl gibi ebter olur

                Sen Ebu'l-Kâsım ile her kim iderse güreşi

                Lâle benzer ki gül-i rûyuna indirmedi yaş

                Muh-ı hindî gibi yandı kızarup içi dışı

               Kesilüp başı ayakda görüser her ki senin

               İzine  yüz sürüben koymaz ayağına başı

              Sen emîre kul olan her ne kadar müdbir ise

              Bende-i mukbil olur misl-i Bilâl-i Habeşî

             "Ve'd-duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne [71]

              Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"[72]

Bu na't-ı şerîf pek meşhûrdur; ilk ve son beyitleri zamân-ı kadîmde Hicâz makâmında bestelenmiş; Mevlid-i şerîf cem'iyyetlerinde tevşîh sırasında okunur. Bundan 150-200 sene evvel urefâ ve şuarâ arasında, işbu na't-ı şerîfi tahmîs etmek ve bu vesîle ile Hz. Fahr-i âlem efendimizden şefâat taleb eylemek ve Hz. Şeyh'in nazar-ı feyz-eserine uğramak hevesi uyanmış ve hayli tahmîsler vücûda gelmiştir. Kibâr-ı meşâyıh-ı Uşşâkıyye'den Abdullâh-ı Salâhî hazretleri sekiz def'a tahmîs eylemiştir.

Kimler tarafından tahmîs olunduğunu merâk ve tetebbu' etmiştim. Cidden meşher-i nefâis-i aşk u muhabbet olmuştur. Cem' edebildiklerimin son beyitlerini, tahmîsiyle berâber teberrüken nakl ediyorum :

Hz. Abdullâh Salâhuddîn-i Uşşâkî'nin  yalnız bir tahmîsini aldım:

                           Kudsiyân oldu hezâr aşkıla zîbâ gülüne

                           Teşnedir cümle hakâyık leb-i la'l ü mülüne

                           Oldu dil-beste Salâhî ruhuna kâkülüne

                           "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur küll-i "gadâtin ve aşî"

/102/ Urefâdan Vahîd Efendi'nin :

                             "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Vechine şems ü kamer cebhene şeb fülfülüne

                            Dir Vahîd anber-i sârâ o siyeh kâkülüne

                            İşiden çok salavât virdi bu na't-ı gülüne

                            Rûşenî virdi budur küll-i "gadâtin ve aşî"

            Urefâdan İzzî Efendi'nin :

                             "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Hak hemân nâtıka ihsân ide ben bülbülüne

                            İltifâtın ola bir lahza bu İzzî kuluna

                            Okurum su gibi ezber salavâtı gülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

           

Nahîfî merhûmun :

                            Ser-be-ser ümmet-i merhûme fedâdır yoluna

                            Kimi pervâne-i şem'in kimi bülbül gülüne

                            Lutf ile sâmia-gîr ol bu Nahîfî kuluna

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Mevlevî  Nazîm merhûmun :

                            Bülbül eyle dil-i şeydâyı Nazîmî gülüne

                            Başlayup vasf-ı sıfâtında olan sünbülüne

                            Tutalar gûş terâne idicek bülbülüne

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle “gadâtin ve aşî"

Nâlî Efendi merhûmun :

                            Andelîb itdi çü Hak Rûh-ı emîni gülüne

                            Cenneti n'ola Hudâ itse safî fülfülüne

                            Bezl ider Nâlî kabûl eyle revânın yoluna

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

/103/ Hâkim merhûmun :

                            Hâkimâ nağme-serâ şevk-ı ruhunla gülüne

                            Rûyuna sûre-i "ve'ş-Şems" okudur bülbülüne

                            Na't ider âyet-i İsrâ'yı ser-i kâkülüne [73]

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

            Kânî merhûmun :

                            Bülbül oldu kalem-i Kânî-i dil o gülüne

                            Şeyme-i feyzini bahş it n'olur ol bülbülüne

                            Yüz karalığını bağışla siyeh fülfülüne

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Hassân Ahmed Efendi merhûmun :

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Mu'tasım habl-i Hudâ dinse sezâ kâkülüne

                            Bülbül-i kuds olur âşık olanlar gülüne

                            Dervîş Ahmed yalınız teşne değildir mülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Eğrikapılı  şeyh ve hattât Muhammed Râsım Efendi merhûmun :

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                             Edhem-i hâme musallî olamaz düldülüne

                             Çün sarîriyle süheyl urdu ve girdi yoluna

                             Na'tını kıl ketebe izni bu Râsım kuluna

                             Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Şeyh Hasîb-i Gülşenî'nin :

                            Oldu cân bülbülü âşık bu cemâlin gülüne

                            Kandır erbâb-ı dili sâğar-ı aşkın mülüne

                            Oldu dil-beste Hasîbâ-yı fakîr kâkülüne

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

       /104/ Fennî merhûmun :

                            Afv buyur ki gül-i nesrîn didim ise gülüne

                            Bakma isyânıma sünbül dir isem kâkülüne

                            Kıl nazar ayn-ı inâyetle bu Fennî kuluna

                             "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Müstakîm-zâde Şeyh Süleymân Sa'deddîn-i Nakşıbendî'nin :

           

                             "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Sûre-i nûr okurum şâm u seher bülbülüne

                            Merdüm-i çeşmini insân virir fülfülüne

                            Ka' b u Hassân (da) ruh-sûdedir (ol)ercülüne 

                            Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve aşî"

Sıdkî merhûmun :

                            Cân nisâr itse n'ola bây ü gedâlar yoluna

                            Mürg-i cânım hele dil-beste olur kâkülüne

                            Âyet-i hüsnünü bahş eyle bu Sıdkî kuluna

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"

Zamîrî merhûmun tesdîsi :

                            Reşk ider gülşen-i cennet ruhun üzre gülüne

                            Ravh u reyhân yazılur müşk-i hat-ı kâkülüne

                            Terk-i cân eyledi uşşâk-ı safâ-dâr yoluna

                            Kıl kerem nîm-nigâh eyle Zamîrî kuluna

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"

Kocamustafapaşa Hânkâhı pîş-kademi Şeyh Abdülhâlık Efendi merhûmun :

                            Ne kadar mücrim ise Hâlıkî şeydâ kuluna

                            Lutf idüp eyle şefâat ki fedâdır yoluna 

                            Bülbül-âsâ dil-i şûrîdesini kıl gülüne

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"

/105/ Şâh Sultân Tekkesi şeyhi Hacı İbrâhîm Necâtî Efendi merhûmundur :

                            Andelîb olsa Necâtî n'ola şâh-ı gülüne

                            Na't-ı pâkin okur ezber iderek fülfülüne

                            Sarılur her seher efgân iderek kâkülüne

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                             Rûşenî virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"

           

Bu abd-i ahkar-ı rû-siyâh dahi küstâhâne bir cür'etle berây-ı istişfâ, kâfile-i uşşâka katıldım :

                            Âşık oldum o senin câzibe-dâr kâkülüne

                            İki âlemde saâdet virir aşkın kuluna

                            Cân fedâ eyleme Vassâf'a şerefdir yoluna

                            "ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne

                            Rûşenî virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"

           

Ma'nevî-i Şerîf Şerhi'inden :

"Hz. İbrâhîm-i Gülşenî'nin tâc-ı şerîflerinin ortasına düğme koymaları, nokta-ı bâ-i besmele-i şerîfeye işârettir. Kendilerinin o noktaya mazhar olduklarından ibârettir. Kalbini mâ-siva'llâh'dan tefrîd eden ârifân dahi bu sırdan hisse-mend olmuşlardır.

                               Tükme-i tâc-ı Gülşenî bir ser-hayl-i âşıkân

                               Nokta-i bâ-yı ârifân dâğ-ı derûn-ı münkirân

Bu nokta-i bâ'dan kinâye olan düğmenin etrâfı ki, bir sudûr-ı dâire misâlinde asabe-i tâca muhîttir. Kendilerinin dâire-i zemîn ü zamân ve kevn ü mekâna muhît olup, cemî' eşyâya mutasarrıf ve Hz. Rasûl-i ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimizin, (اللهم أرنا حقايق الأشياء كما هى)[74]  duâ-yı şerîfine mazhar olup, hakâyık-ı eşyâya ârif olduklarına işârettir. Terk vaz' eylemeyip, tâc-ı şerîfi yek-pâre ihtiyâr etmeleri, kevneyn ve-mâ-fîhâyı terkten mâ-adâ terki dahi terk etmelerine işâret ederler.

                                 Cihânı terk iden giyer başına Gülşenî tâcın

                                 O tâcı Gülşenî gibi bu terkile giyen giysün "

                                                                                            

           

RÛŞENÎ TÂCI RESMİ VAR !!!! 

                               

                              Nokta-i bâ-i bidâyetdir bizim ser-tâcımız

                                Başına giyen iki âlemde olur tâc-ı ser

                                Dürr-i tâc-ı Gülşenî'dir âleme nûr-ı basar

                                Fehm iden bu nükteyi olur cihânda dîde-ver

                                                  *   *   *

                                Tâc-ı pür-feyz-i Gülşenî'dir bu

                                 Gül-i gül-zâr-ı Rûşenî'dir bu

                                 Rû-nümâ anda sırr-ı vahdet-i Zât

                                 Ehl-i ârifân me'menidir bu

Hz. İbrâhîm-i Gülşenî'nin tâc-ı şerîfinin üstü beyâz, sarığı kırem rengindedir. Tepesinde düğme vardır.

Fotoğraf altı yazısı :

Muazzam bâb-ı ulviyet-meâb-ı Gülşenî’dir bu

Der-i mey-hâne-i feyz-i şarâb-ı Gülşenî’dir bu

Kemâl-i aşk ile gir anda medfûndur şeh-i irfân

Mufahham Pîr İbrâhîm Cenâb-ı Gülşenî’dir bu

            BAŞKA BİR FOTOĞRAF VARDIR !!!!!!

            CD’de 4. cilt s. 108’dir.

GÜLŞENÎLER

/106/ HZ. PÎR İBRÂHÎM-İ GÜLŞENÎ[75]

Şem'-i cem'-ârâ-yı bezm-i Rûşenî Gül-i gül-zâr-ı rûhâniyân a'nî bihî Hz. Pîr İbrâhîm-i Gülşenî :

Velâdetleri : 826/(1423); müddet-i ömrleri : 114 sene; intikâlleri târîhi : 940/(1533).

           

Kâş-i esrâr-ı Mesnevî ve nâzım-ı kitâb-ı ma'nevîdir. Tarîk-ı Gülşenî'nin pîri addolunmuş bir veliyy-i a'zamdır. Târîh-i velâdetleri 830/(1427) diyenler de vardır. Âzerbaycan'da mehd-ârâ-yı bezm-i şuhûd olmuşlardır.[76] Peder-i mükerremleri Şeyh Muhammed hazretleridir. Onun pederi Hacı İbrâhîm b. Şehâbeddîn b. Aydoğmuş b. Gündoğmuş b. Kutludoğmuş b. Oğuz Ata'dır.

Silsile-i nesebi, pederleri tarafından şu sûretle Oğuz Ata'ya müntehîdir ki, lisân-ı Türkîde lugat vâzııdır. Vâlideleri tarafından çeşme-i zülâl-i hidâyet, Hz. İmâm Ali (kerema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh) efendimize müntehî olur. Vâlide-i muhteremelerinin ismi Hediyyetullâh'dır. Babası Şerefeddîn’e rü'yâsında, "Sana bir çocuk verildi, nâmını Hediyyetullâh koy." denilmiş, o da öylece tesmiye etmiştir.

İbrâhîm-i Gülşenî, henüz iki yaşında iken pederleri irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemekle amcası Seyyid Ali elinde, öksüz olarak büyümüştür.

Sultân-ı pîrân ve burhân-ı habîrân, civân iken pîr, pîr iken civân olan Cenâb-ı İbrâhîm, yedi yaşından i'tibâren leyâlî-i mübârekenin ihyâsını terk etmemiş, tarîk-ı lehv ü lu'ba gitmemiş; bu sebepten pek çok hürmet kazanmıştır. İlm-i tefsîr ü hadîs ve ulûm-ı zâhire tederrüs ederek sâhib-i kemâl olmuştur.

            Tarîk-ı tahsîle sülûkları hakkında menkûlâttan olduğu üzere, Mâverâünnehir'e azîmeti tasmîm ile, hiç kimsenin haberi yok iken, pek genç yaşında yola çıkar. Amcası arar; işden haber-dâr olunca arkasından adamlar koşturur. Uzaktan görürler ki, at üzerinde birçok kimseler gidiyor. Yetişen adamların gözlerinden o galabalık zâil olur. Cenâb-ı İbrâhîm'e selâm verirler. Amcasının selâm ve ricâsını teblîğ ederler. Cevâben, "Taleb-i ilm ve tarîk-ı Hak'tan rücû' câiz midir ki, bana bu teklîfi ediyorsunuz? Refîkım Allâh'dır. Birçok arkadaşlarım var. Siz onları görmezsiniz. Benim dünyâ merkûbumdur. (الدنيا فاركبوها بلاغا للآخرة)[77] buyurmuşlardır.

O adamlar, "Efendim, yol için elbise, erzâk lazım. Böyle nasıl olur?" demeleriyle  yine cevâben, /107/ "Benim libâsım, takvâ; râzıkım, Hudâ'dır." buyurarak yoluna devâm etmiştir. Tebrîz'e vusûlunda Uzun Hasan'ın kazaskeri olan Hasan nâm zât ile mülâkat etmiş; İbrâhîm-i Gülşenî'nin isti'dâd-ı fevka'l-âdesini görerek, kendine evlâd edinmiştir. Az zamânda tahsîli derece-i kemâle gelerek, ülemâ ile mübâhasât-ı ilmiyyeye girişerek, derece-i irfânını herkese teslîm ettirmiş idi.

Müşârünileyh kazasker, evlâd-ı ma'nevîsinde bu saltanat-ı ilmiyyeyi görünce, müftehiren ona terk-i mevkî' ettiğinden, Cenâb-ı İbrâhîm, hayli zamân umûr-ı şer'iyyeyi tedbîr ile iştiğâl buyurmuşlardır.

İşte bu sıralarda, Dede Ömer-i Rûşenî hazretleriyle mülâkâtları vâki' olmuş idi. Tafsîli, müşârünileyhin terceme-i hâli sırasında geçti. Cenâb-ı İbrâhîm bu sırada münevverü'l-kalb olup, dide-i basîreti açılmış idi. Cenâb-ı Rûşenî'deki kemâli görünce derhâl hizmetine girdi; arz-ı nisbet etti. Bir zamân sonra nâil-i hilâfet oldu. Kemâlât-ı bâtıniyye tecellî-nümâ olmağa başladı.

Şâh İsmâîl-i Safevî zuhûr ve İran'da Şîiliği i'lân edince, Hz. İbrâhîm, müteessiren İran toprağını terk ile, mecbûr-ı hicret olarak Mısır'a kadar gidüp, Kahire'de  Sultân el-Müeyyed Câmi'-i şerîfi ittisâlindeki hücrede ihtiyâr-ı ikâmet eyledi. Feyz-i ma'nevîleri erbâb-ı isti'dâdın kulûbuna sereyâna başladı. Nâil-i kemâl olmağa cân atanlar çoğalıyordu. Tâliblere bidâyeten bir erbaîn teklîf eder, sonra kabûl eylerdi.

Meclis-i enverlerinde, envâr-ı hüdâ rû-nümâ olmağa başlamağla, gelenler mühim mikdâra bâlig oldu. Yavuz Sultân Selîm, Mısır'ı feth esnâsında müşârünileyh hazretlerinin duâsına mazhar olarak, hakk-ı âlîlerinde  fevka'l-âde hürmet-kâr olmuşlar idi. Müeyyediyye karşısındaki mahalli hediyyeten Hz. Şeyh'e hibe etmişti. 926 sene-i hicriyyesinde (1520) mürîdân ve muhibbânın iânesiyle mahall-i mezkûra hânkâh binâsına mübâşeret buyurup, beş senede hitâm bulmuştur.

Buraya, "Bâbü'z-Züveyle" derler. Hz. Şeyh şöhret-i azîmeye mazhar oldular. Meclis-i va'z u zikrine gelenlerin hadd ü hesâbı yok idi. Hakâyık-ı Kur'âniyye'ye ve dakâyık-ı Mesnevî'ye dâir söyledikleri sözler, sâmiîn üzerinde te'sîrât-ı mühimme husûle getiriyordu. Kudvetü'l-Müeyyedîn ve umdetü'-muvahhidîn olmuşlardı.

/108/ Vecîhî nâmındaki şâirin söylediği şu manzûme hânkâh-ı şerîfin kapısı bâlâsındaki taşa hakkolunmuştur :

                 Cânib-i Hak'dan ana kim feyz ider te'bîd olur

                 Hânkâh-ı Gülşenî'de tâlib-i tecdîd olur

                 Kudsiyâna mecma' olmuş bir aceb dergâh kim

                 Giceyi ihyâ iderler subha dek tevhîd olur

                 Hâlet-i keyfiyyet-i esrâr-ı zikru'llâh ile

                 Uykular girmez gözüne kimsenin temcîd olur

                 Halka-i zikr âsmân u anda dervîşân nücûm

                 Gülşenî ol çarha mâh (u) Rûşenî hurşîd olur

                 Hâlet-i nutk-ı hayâli vecd ü hâl-i safveti

                 İstimâ' oldukça dâim köhneler tecdîd olur

                 Okunan tevhîde râci'  nükteler vakt-i semâ'

                 Gûşuna hûş ehlinin yâkût mürvârîd olur

                 Sırr-ı zikr ü zâkir ü mezkûr gâhî keşf olup

                 Titrer âdem dehşetinden şöyle berg-i bîd olur

                 Fakr ile fahr eyleyen dervîşdir sultân-ı vakt

                 Tutalım devletle âdem âlem-i Cemşîd olur

                 Vechiyâ bu âsitân-ı râsitâne sıdkıla

                 İ'tikâd-ı pâk idenler vâsıl-ı ümmîd olur

Hz. Pîr Sezâî-i  Gülşenî buyurur :

                                    Menzilin sordum Sezâî  rûh-ı kudsîden didi

                               Kal'a-i kâf-ı hidâyet  âşiyân-ı  Gülşenî

            Gülşenî Mahlasının Sebebi :

            Şemleli-zâde Şeyh Ahmed-i Gülşenî hazretlerinin Şîve-i Tarîkat nâm eserinde  mütâlaa-güzâr-ı âcizânem oldu ki :

            Dede Ömer-i Rûşenî hazretleri, bi-emri'llâh, Aydın'dan Hz. Pîr'i irşâd için Tebrîz'e teşrîf buyurmuşlardı. Bir gece âlem-i misâlde, ülü'l-elbâbda bir gülzâr-ı behcet-âsârda meclis-i hâssa-i Rasûlu'llâh'a Rûşenî ve Gülşenî dahil olurlar. Cenâb-ı Fahr-ı âlem ol gülşenden bir gül koparıp, Hz. Rûşenî'ye verirler. Onlar da Gülşenî'ye teslim ederler. Ale's-sabâh ihvân u dervîşânıyla seyr-i gül-zâr eyledikleri sırada /109/ Hz. Rûşenî, ol gülşenden bir gül koparıp, Hz. İbrâhîm'e verdikde o da koynundan dîger bir gül çıkarıp, "Sultânım! Her ne ihsânınız olursa makbûlümüzdür. Lâkin bu gece ihsân buyurulan gül kâfi değil midir?" dediklerinde, Hz. Şeyh tebessüm buyurup, "Sen ol bâğ-ı bekânın gülşenîsin." buyururlar. İşte bu dakîkadan sonra Gülşenî mahlasını tahallus buyurdular.

                             Gülşende okur güllere bülbül bunu her bâr

                             Yâ Gülşenî yâ Rûşenî yâ Ahmed-i Muhtâr

Hz. Gülşenî İran'dan Mısır'a giderlerken Diyarbakır'a uğramışlardır ve bir müddet bulunmuşlardır. Fakat Zülkadiroğullarından Emîr Bey'in, Diyarbakır'a müteveccihen gelmekte bulunan Safevîler'e karşı istikbâle çıkması vahdet-i ırk u mezhebe mugâyeret hasebiyle, Hz. Şeyh'i müteesir ederek, fart-ı teessürle burada durmayarak hemân hicrete ve Kuds-i şerîfe azîmete azm etmişlerdi.

Mûmâileyh Emîr Bey'in birâderi Kayıtmar Bey, müderris Abdurrahmân Çelebi'yi istizâde-i teveccüh ü müzâheret için maiyyetlerine vermiştir. Urfa'ya muvâsaletlerinde müdebdeb bir istikbâl ile, lâyık oldukları hürmeti bulmuşlardır. Cenâb-ı Gülşenî, bir müddet hısn-ı mansûrda ikâmet buyurup, Emîr Alâüddevle'nin da'vetiyle Maraş'a gittiler. Burada Alâüddevle'nin binâ-kerdesi olan Câmi'-i Kebîr ittisâlindeki medreseye nâzil oldular. Sonra Kuds-i şerîfe teveccüh buyurdular. Alâüddevle ile aralarında şöyle bir muhâvere  geçti :

Alâüddevle :

- Azîzim! Size karşı bir kusûrum varsa afv buyurunuz. Sizin için Maraş'da bir hânkâh inşâ ederim, kalınız. Bizleri feyz-yâb buyurunuz. İklîm-i Arab'da sizi Arab şeyhlerine kıyâs ederler. Oralarda hem-zebân az olduğundan garîb olursunuz.

Gülşenî :

- Onların takındıkları şeyhlik unvânına tenezzül etmem. Mürîdânımın kesreti hasebiyle bu küçük memlekete sığamam. Cenâb-ı Hak, bana bir hazîne ihsân buyurmuştur ki, ne kadar sarf etsem tükenmez. Gittikce mevcûdu artar.

Alâüddevle :

- Hazîneniz nedir?

Gülşenî :

- İlim ve kanâat.

Alâüddevle, Hz. Şeyh'in azm-i kat'îsini anlayınca, "Efendim, iklîm-i Arab'da çok kalmayıp, yine bizi müşerref buyurmanızı ricâ ederim." demiş ve bi'z-zât /110/ teşyîinde bulunup, hayır duâlarına mazhar olmuşlardır.

Sultân Selîm'in Mısır'ı fethinden evvel Mısır hükümdârı Sultân Gavrî nezdinde İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri med'uv bulunuyordu. Meclisde müftîler, (إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ)[78] âyet-i kerîmesinden bahs açtılar. Bu sırada Hz. Şeyh'e bir hâl geldi, sayha ettiler; "İnsân-ı kâmil âlem-i kübrâdır, cihân ise âlem-i suğrâdır. Onda te‘sîr eder." buyurdular. Müftîlerin reîsi, "Biz bu sözü teslîm edemeyiz." demesiyle, Cenâb-ı Pîr'e daha şiddetli bir hâl gelir, lerze-nâk olur. Meclisdeki huzzâr, kıyâmet koptu zannıyla istiğfâra başlarlar. Mu'teriz olan Müftiyyü'l-İslâm Şeyh Ebu'l-Kaynî'nin başına bir raf düşer. Üstündeki çini tabaklar başında kırılır. Ehl-i meclis dûçâr-ı hayret olur. Şeyh Ebu'l-Kaynî, derhâl kalkar, Hz. Gülşenî'nin elini öper, istiğfâr eder. Ehl-i meclis evvelce dervîşlerin semâını inkâren fetvâ vermişlerdi. Hz. Gülşenî, "Yâ Mevlânâ! Fakîr, havl-i arşda hâffîn olanların mazharıyım." buyurmuşlar. Bunun üzerine huzzâr, müşârünileyhimin ahvâlini inkâr etmeyip, semâın cevâzına fetvâ vermişler imiş ki, elyevm bu fetvâlar, Hz. Gülşenî'nin türbe-i şerîfelerinde mahfûz imiş. Mürşidü'z-Züvvâr fî-Ziyâreti'l-Kurâfeti'l-Ebrâr nâmında bir yazma eser-i kadîmde okudum.

Kânûnî Sultân Süleymân, Hz. Pîr'in kemâlât-ı ârifânelerini işitince, İstanbul'u şeref-i kudûmleriyle müşerref buyurmalarını ricâ eylemişlerdir. Bunun üzerine, hicretin 935  târîhinde (1529) İstanbul'a teveccüh buyurdular. Sadrazam İbrâhîm Paşa, onu pâdişâhla görüştürmek istemediğinden, pâdişâhı keyfiyyet-i muvâsaletten haber-dâr dahi etmemiş ve Hz. Gülşenî'ye ezâ cefâ eylemek cür'etinde de bulunmuştur. "İbrâhîm-i Gülşenî da'vâ-yı saltnattadır." diye gammâzlık etmişlerdi.

Altı ay kadar burada kaldıkları hâlde, neden sonra pâdişâh haber almış idi. Bu müddet zarfında hiç bir tarafa mürâcaat buyurmamışlar; hâllerinden bahs etmemişler. Beş vaktini cemâatle edâ ile dem-güzâr olmuşlardır.

           

Gülşenî-hâne'de bir levha gördüm. İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerinin Sultân Süleymân-ı Kânûnî'ye yazdıkları bir manzûmeyi ihtivâ ediyordu :

والله والسماء وبالشمس والضحى

إن الحصود كان علينا قد افترى[79]

                          Cürmüme göre eyle ıtâbı Ey Kerîm

                                   Olmaz cezâ-yı seyyie illâ bi-mislihâ

                                   Kâhin didiler Ahmed-i Muhtâr'a hâsidûn

                                   Ben kim olam ki itmeyeler bana iftirâ

            Şeyhûhetleri hasebiyle çeşm-i zâhirlerine za'f-ı basar taalluk edip göremez bir hâlde imişler. Mürîdleri, onu tahterevâna korlar; teberrüken taşırlar imiş. Bir gün ârzûları üzerine aynı sûretle Hz. Hâlid (b. Eyyûb el-Ensârî)'ye götürmüşler. Pâdişâh tesâdüfen orada bulunmuş. Mürîdleri Hz. Şeyh'i götürürlerken tekbîr alırlar imiş. /111/ Tekbîr sadâsı sâmia-i şâhâneye vâsıl olunca, sesin geldiği tarafa teveccüh-i nazar ettiğinde bir kalabalığın gelmekte olduğunu görmüş. Tahkîkını emr etmiş. Mısır'dan gelen Şeyh Gülşenî nâm zât imiş. Mürîdânı türbeye ziyârete götürüyorlar imiş. Bunun üzerine pâdişâh, o pîr-i fânîyi bu kadar uzak yoldan da'vet ettiği hâlde muvâsaletlerinden kendilerinin haber-dâr edilmemiş olduğuna cânı sıkılıp, müsebbibi olan İbrâhîm Paşa'yı tekdîr ve muâhaze etmiştir.

            Pâdişâh, türbede Hz. Şeyh ile ibtidâî bir görüşüşten sonra da'vet-i mahsûsaları üzerine ertesi günü Yalı Köşkü'nde hem-sohbet olurlar. Nezd-i pâdişâhîye gelir gelmez hemân göğsünü açarak, "Bu tahtadan ârzû-yı taht nasıl mümkin ve mutasavver olur? " diye pâdişâha keşf-i hâl etmiştir. Çünki İbrâhîm Paşa, pâdişâha müşârünileyhin tasaltun dâiyesinde olduğunu iddiâ etmişti.

            Sultân Süleymân, tatyîb-i hâtırlarını mûcib ne yapılmak lâzımsa, icrâda kusûr etmemiş ve İbrâhîm Paşa'ya tekrâr ızhâr-ı âsâr-ı gazab etmiştir.

            Bir gün yine hem-bezm-i sohbet iken Sultân Süleymân'ın "Cenâb-ı  Şeyh, keşki bizi çeşm-i hissî ile de göreydi." diye kalbinde tahassül eden ârzû-yı mahsûs Hz. Şeyh'e münkeşif olmasıyla, "İnşâa'llâh, baş gözüyle de mülâkât nasîb olur." buyurmuşlar. Pâdişâhın ta'yîn eylediği dîger bir günde mülâkât vâki' olup, Cenâb-ı Gülşenî, esteîzü bi'llâh, (اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ)[80] âyet-i kerîmesini okuyup, elleriyle gözlerini mesh buyurunca gözleri açılmış ve baş gözüyle de pâdişâhı görmüştür.

  Müftiyyü's-sakaleyn Şeyhü'l-İslâm Ebussuûd hazretleri bu esnâda nezd-i pâdişâhîde hâzır bulunarak o kemâl-i Şeyh'e hayrân olmuştur. Şeyhü'l-İslâm-ı müşârünileyh  bidâyeten sûfiyyûna ta'n  ederlermiş. İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri tasavvufdan irşâd etmekle Ebussuûd hazretleri o fikrinden fâriğ olmuştur. Hattâ meslek-i sûfiyyûna hüsn-i şahâdet ederek fetvâ vermiştir. Tefsîr-i Kebîr'i meşhûr-ı cihândır. (مات فرد الزمان مولانا)[81] 972/(1565) târîhidir. 

            Ebussuûd Efendi'nin terceme-i hâlleri her yerde tafsîlen muharrerdir. (Pederleri Şeyh Muhammed Muhyiddîn Yavsı b. Şeyh Mustafa Efendi'nin terceme-i hâli c.II. s. 277'dedir.)  Burada tekrârından sarf-ı nazar olundu. Eâzım-ı İslâmiyye'dendir. Kabr-i enverleri Eyüp'te  ziyâret-gâh-ı uşşâkdır.

           

            Yine sadede rücû' ediyorum :

            /112/ Pâdişâhın ricâ-yı mahsûsu üzerine Ayasofya Câmi'-i şerîfinde  ya bir veya dört def'a Cum'a günü va'z buyurmuşlardır. Esnâ-yı va'zda pâdişâh ve ulemâ hâzır bulunmuş, câmi'-i şerîf leb-â-leb dolmuştur. Cenâb-ı Gülşenî'nin sesleri gâyet gür ve kalın olduğundan her tarafdan işitilirmiş. Huzzâr, kemâl-i Şeyh'e hayrân kalmışlardır.

            Sultân Bâyezîd Câmi'-i şerîfinde de bulunmuşlar. Bu esnâda ulemâ, urefâ ve meşâyıhdan pek çok zevât, kendileriyle müşerref olup, arz u nisbet eylemişlerdir. Hz. Sünbül halîfesi Şeyh Merkez Mûsa Muslihuddîn Efendi hazretleriyle muânaka edip, Hz. Merkez'e ridâsını hediyye eylemiş, o da teberrüken ve  ta'zîmen hüsn-i kabûl etmiştir.

            Şeyhü'l-İslâm ve müftiyyü'l-enâm meşhûr âlim İbn-i Kemâl hazretleri dahi kendilerine müşerref olup, intisâb şerefiyle mübâhî oldular ki, terceme-i hâlini âtîde yazarım.

            Cenâb-ı Gülşenî, Mısır'a avdet ve İstanbul'dan müfârakat ârzûsunu izhâr edince, Hz. Pâdişâh ve ağniyâ-yı zamân kendilerine para ve eşyâ-yı nefîse takdîmine şitâbân olmuşlar ise de, hiç birini kabûl etmeyip, cümlesini fukarâya tasadduk eylediler.

            Yine Mısır'a avdet ve hânkâh-ı feyz-penâhlarında neşr-i feyz-i tarîkat   buyurdular. Hz. Mevlânâ'nın, Rûşenî ve Gülşenî hazerâtı hakkında  yüzlerce sene evvel beyân ü tebşîrleri: 

ديدم رخ خوب كلشنى را

آن چشم و چراغ روشنى را

آن قبله وسجدكاه دان را

آن عشرت وجاى ايمنى را

دل كفت كه جان سپارم انجا

بكذارم هستيئ منى را

جان هم بسماع اندر آمد

آغاز نهاد كف زني را

عقل آمد وكفت من چه کويم

اين بخت وسعادت سنى را

            "Ya'ni esnâ-yı seyrân-ı gülistân-ı âlem-i lâhûtta o çeşm-i çerâğ Dede Ömer Rûşenî'yi o câna kıble ve mahall-i hürmet ü ta'zîm, Cenâb-ı Gülşenî'nin vech-i hüsn-i rûhânîsini müşâhede ettim. Ve bu müşâhede vukûunda kalb, o rûh-ı pür-futûhun kemâl-i fıtrîsini edâ etmekle varlık ve benliği terk edip, o rûh-ı âlînin  makâm-ı teslîm-i cân etsem  /113/  diye sohbet-i şerîfesini emel ü arzû eyledi. Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr bu beyt-i şerîf  ile mürşid-i kâmilin terbiyet ve sohbet-i şerîfesinin vâye-mend-i feyz ü inâyet  olmak; varlık ve benliği terk edip, yed-i irâdetine teslîm-i cân etmekle olacağına tenbîh ve işâret buyurmuştur. Cân dahi bu müşâhedenin zevkinden raks u semâya gelip, kef-zenliğe başladı. Ya'ni kemâl-i şevkinden vecd ü taraba gelip, ellerini vurmaya başladı. Akıl dahi gelip, "Bu muhabbet ü saâdet-i seniyyeye ne söyleyeyim, bir diyeceğim yok. " diye o veliyy-i kâmilin baht-ı saâdet-i fıtriyye vü ezeliyyesine izhâr u hayret eyledi."

                                                     *     *     *

Bu sözleriyle Hz. Mevlânâ İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerinin kemâlinden daha aşağı bir mertebede bulundukları ma'nâsı vârid değildir. Hz. Mevlânâ’(nın) büyüklüğü tecellî ediyor. Ne kudret-i ma'neviyyedir o kudret ki, irtihâllerinden ikiyüz küsûr sene sonra gelecek bu sultânların zuhûr ve hâllerinden haber veriyor. (Kaddesa'llâhu esrârahum

İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri de, Hz. Mevlânâ'ya arz-ı ta'zîmâtta bulunuyor ve teberrüken Sultân-ı Dîvânî hazretlerine arz-ı nisbet ederek tarîkat-ı Mevleviyye'den de behre-mend olmaya şitâbân oluyorlar :

İbrâhîm-i Gülşenî, Sultân-ı Dîvânî, Pîr Âdil Çelebi, Ârif Çelebi, Âdil Çelebi, Bahâeddîn Çelebi, Abdülvâcid Çelebi, Emîr Âbid Çelebi, Şemseddîn Çelebi, Ulu Ârif Efendi, Sultân Veled, Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kaddesa'llâhu esrârahum

            Gazelin bakıyyesine devâm edelim :

           

  اين بوى كل كه كرد چون سرو

هم پست دوتاى منحنى را

در عشق بدل شود همه چيز

كز مصر كنند ارمنى را

اي جان تو بجان جان رسيدى

وى تن تو بكذاشتى تنى را

ياقوت ز كاست دوست ما راست

درويش خورد ز رغنى را

آن مريم درد مند بايد

تازه رطب تر وجنيى را

تا ديدهء غير بر نيفتد

منماى بخلق محسنى را

ز ايمان اكرد مراد من است

در عزلت جوى ايمنى را

عزلتكه خود خانهء دل كن

در خلوت دل چو ساكني را

در خانهء دل همى رسانند

آن ساغر باقيئ هنى را

/114 خامش كن دفن خامشى كير

بكذار  تو لاف پر فني را

زيرا كه دل است جاى ايمان

از دل بطلب تو مؤمنى را[82]

"Ya'ni bu rûh-ı saîd gül-zâr-ı hakîkattan bir gülün râyiha-i tayyibesidir ki, zenb-i vücûd ve vizr-i mâ-sivâdan münhanî olanın iki kat olmuş arkasını servi gibi doğrultup, gülşen-i lâhûtta hırâmân eyledi.

Aşkta her şey tebdîl olur. Ermenî'ye mensûb olanı Mısır'dan ederler; ya'ni Ermenistân ahâlîsinden olanı Mısır ahâlîsinden yaparlar.

Ey cân! Sen cân-ı câna vâsıl oldun. Ey ten! Sen de benliği terk eyledin. Dostun yâkût-ı zekâtı ki, latîfe-i zâtiyye-i ilâhiyyeden kinâyettir, bize mahsûstur. Ya'ni ashâb-ı fakr u fenâya âiddir. Zîrâ zenginin altınını dervîşler yer. (إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء)[83] âyet-i kerîmesine telmîh.

Tâze hurmayı velâdet-i İsâ ağrısıyla derd-mend olan Meryem yer. Şeyh Gülşenî gibi bir muhsini nâ-ehlin nazarından vikâye ve muhâfaza için kemâlini beyânla halka gösteren.

Eğer îmândan murâdın men ise, emni uzlette iste. Uzlet et. Ya'ni, halvet-i dilde, sükûna tâlib ol. O sâgar-ı bâkîyi kalbe eriştirirler. Sükûtu ihtiyâr et, sükût fennini tut. "Sâhib-i fennim." diye da'vâda bulunma. Zîra mahall-i îmân kalbdir. Sen mü'minliği kalbden taleb et."

                                               -   -   -

Görülüyor ki, Hz. Mevlânâ bu bâbda pek büyük kerâmet-i irfâniyye gösteriyor. Hz. Gülşenî'nin hâlini, istikbâlini, başına gelecekleri bir bir söylüyor. Onu vikâyeten tertîbât-ı beyâniyyede bulunuyor.

Hz. Rûşenî hakkında da  Dîvân-ı şerîflerinde şu beyitler görülüyor:

يك مسئلهء مى پرسمت اى روشنى دردوشنى

تا چه فسون در ميدمى غم را چو شادى ميكنى[84]

                                               *    *    *

آيينه آوردمدت اى روشنى

چون به بنى روى خود يادم كنى[85]

                                                                           *   *   *

زان روشنى بزايد يك روشنى

از هر حسن بزايد هر لحظه احسنى نو[86]                 

                               Ey dil vey dîde vây Rûşenî

                       Bil ki hakîkat severim men seni

            /115/ Hz. Gülşenî Tebrîz'den Mısır'a hicret arzûsuna düşdükleri zamân Hz. Mevlâna'nın  Dîvân-ı şerîflerinden tefe''ülen, "Bakalım Hz. Mevlâna ne emr ediyorlar." buyurup, açtıklarında :

يكى آتش بديد آيد كه عالم را همى سوزد

ازين آتش خلاصى هم بابراهيم ما بايد[87]

beyit-i şerîfi zuhûr etmiştir. İran'da şiîlik zuhûruyla, fitne hasebiyle hicret emr buyurulmuştur. İsm-i şerîfleriyle işâret vardır. Ne büyük kerâmettir. Sûret-i seyâhatlarının tafsîli, ahîren tab' olunan Mektûbât-ı Sezâî mukaddimesinde mezkûrdur.

İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri, Cenâb-ı Mevlâna'ya şükrâne-i takdîr olmak üzere  Mesnevî-i şerîfe nazîre tarzında Ma'nevî-i şerîfi inşâd buyurmuşlardır. Kırkbin beyittir. Kırk günde vücûda getirmişlerdir. Günde bin beyit sünûh edermiş. Sultân Süleymân-ı Kânûnî teberrüken yazdırmış. Kemâl-i lezzetle okurlar imiş. Bir nüshası Sultân Bâyezîd'de Kütübhâne-i Umûmî'de vardır. Teberrrüken mütâlaa eyledim. Mesnevî-i şerîf gibi tertîb buyurulmuştur.

Teberrüken birkaç beyit nakliyle tezyîn-i sahîfe-i i'tibâr ederim :

بشنو نى چون زدم ساز آورد

ساى سوزان از چه دمساز آورد

ساز نى از سوز عشق آرد نوا

كز نوا ذوقى دهد عشاق را

نى زعشق آرد بدم از همهمى

ساز ذوق آميز از بيچون دمى

 

ساز نى از ذوق عشق است وكزان

عاشقان شد از سماعش لب كزان

عشق ونى همدم صفت دم ميكشند

يك ديكر را دم ده وهمدم كشند

درد مى اين دم بود از نى شكفت

كه زيكدم دو نفس سازند چفت[88]

Hz. Sezâî'nin şeyhi Lâlî-i Gülşenî, bunun beşyüz beyitini şerh etmiştir. Mektûbât-ı Sezâî ile birlikte tab' olunmuştur.

           Ma'nevî-i şerîf, Mesnevî-i şerîf gibi taammüm edememiştir. Halkın Mesnevî-i şerîf ile ülfeti daha ziyâdedir.

           İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri Mısır'daki hânkâhlarına müntesibîn-i tarîkat-ı Mevleviyye için ilâveten üç hücre inşâ edip, Hz. Mevlânâ'ya nisbetlerini fi'len izhâr eylemişlerdir. Sultân-ı Dîvânî ile mülâkâtları Mısır'da vâki' olmuştur.

           Sultân-ı Dîvânî, Hz. Gülşenî hakkında :

 /116/  اى طوطيئ كوياى حقيقت چو نى

 وى بلبل بيچون وچرا محزونى

 آخر كل وشكر دهدت قيد مشقت

 امروز اكر حبس قفس بر خونى[89]

                        *    *    *

اى شمع شبستان حقيقت چونى

وى روشنيئ بزم طريقت چونى

پروانهء ديدار تو كشتند اكنون

اين ديده و دل هوس طبيعت چونى[90]

                        *    *    *

اى يوسف مصر دل وجانم چونى

وى مردمك چشم روانم چونى

با روى تو اين كوسه مرا كلشنى شد

اى كلبن بى خار وخزانم چونى[91] 

terânesiyle dem-sâz olmuşlardır. Meyânelerinde meveddet-i azîme cereyân eylemiştir.

            İrtihâlleri :

          

940/(1533) senesinde Mısır'da vebâ illeti zuhûr etti. Ahâlî-i Mısr, Hz. Şeyh'den ricâda bulundular. Duâ ederlerse zâil olacak diye i'tikâd ettiler. "Biz erbâb-ı duâ ve ashâb-ı himmetten değiliz. Me'mûriyyetimiz halkı tarîk-ı Hakk'a irşâd ü hidâyettir." diye irâde-i ilâhiyyeye karışmaktan ictinâb buyurmuşlar ise de, ilhâh u ibrâm etmeleri üzerine, ba'de'l-îd gelmelerini söyleyip; ahâlî ba'de'l-îd civâr-ı Hz. Şeyh'e toplandılar.

Mecma'-ı nâsda duâya kıyâm olunursa, bu yolda kendi nefs-i nefîslerini fedâ lâzım geleceğini bi'l-beyân duâya şurû' ile hitâmında halka vedâ' eylediler. Gerçi halk bir hakîkat karşısında kaldıklarını taakkul ile ızhâr-ı nedâmet eylemişler ise de, olacak oldu; li-hikmeti'llâh hastalık da zâil oldu.

Hz. Şeyh geceyi tilâvet-i Kur'an ile ihyâ ve salât-ı fecri ba'de'l-edâ vakt-i zuhra dek zikru'llâh ile meşgûl oldular. Vakt-i zuhrdan vakt-i asra kadar  murâkabede bulundular. Salât-ı asrın edâsından iki sâat sonra kelime-i tevhîd ile bi'l-iştigâl  son def'a  "Hû"  deyip, 114 yaşında oldukları hâlde nâil-i ni'met-i likâ oldular. (Kaddesa'llâhu sırrahû ve nefeana'llâhu bi-berekâtihî ve fuyûzâtihî ve şefâatihî ve himâyetihî ve inâyetihî.  Âmin.)

Mısır'da âsitâne-i aliyyelerinde  defn olundular. Üzerine mükellef müzeyyen türbe yapıldı. Vakfiyeler tahsîs edildi. Çâr-aktâr-ı âlemden gelen züvvârın  ziyâret-gâhı oldu. Kudsiyyet-i ma'neviyeleri pek büyüktür.

Rıhlet-i celîleleri Mısır halkı üzerinde te'sîrât-ı azîme husûle getirdi. El'ân halkın hürmeti ve teveccühü  vardır.

                                                                                                                                        

           “Aşk aşk” (عشق عشق) târîh-i rihletleridir ki, 940/(1533) târîhine müsâdiftir.

/117/ Şuarâ-yı zamân  irtihâllerine târîhler söylemiştir . Meşhûrlarından :

          Eyledi çün azm-i ukbâ  Gülşenî

          Kendüye me'vâ idindi  gülşeni

(كندويه مأوى ايدندى كلشنى)[92]

Dîger :

كرد رحلت ز كلستان فنا

كلشنى اعنى شيخ ابراهيم

زد قدم بر نشيمن لاهوت

شد بخلوتسراى انس مقيم

زين سراى فناى حادث نفس

كشت مهمان بخانكاه قديم

كفت هاتف براى او تاريخ

مات قطب الزمان ابراهيم   [93]

                         

Âsâr-ı  Aliyyeleri :  

Müşârünileyh hazretleri ilm-i tefsîr ve ilm-i hadîs ve ilm-i tasavvuf ve ilm-i kelâmda yed-i tûlâ sâhibidir.  Kerâmât ve makâmât u ahvâl-ı bâtıniyyeleri  dahi hadd-i kemâldedir.

 

 1. Ma'nevî-i Şerîf : Kırkbin beyittir. Fârisîdir. Gâyet nefîs hatt-ı ta'lîk ile muharrer ve fevka'l-âde müzehheb bir nüshası Ayasofya dâhilindeki kütübhânede[94], tasavvuf kısmında mevcûddur.

 2. Ankâ-nâme :  30000 beyitten ibârettir.

 3. Türkî Dîvân'ı : 21168 beyit, 3596 rubâiyyât ki, cem'an 24764'dür.

 4. Fârisî Dîvân'ı : 20000 beyittir.

 5. Arabî Dîvân'ı : İbn-i Fârız'ın Kasîde-i Tâiyye'sine nazîre tarzında söylenmiş 10000 beyiti câmi' bir bedîadır.

 6. Makâmât-ı Âliyât.

 7. Kadem-nâme.

 8. Etvâr-ı Seb'a. Müsvedde hâlinde türbe-i şerîflerinde mahfûz imiş.

 9. Sîmurg-nâme.

10. Çoban-nâme. (Behcetü'l-Esrâr).

Mürşidü'z-Züvvâr nâm eser-i kadîmde de mütâlaa-güzâr-ı fakîrânem olduğuna göre çâr-aktâr-ı cihândan türbe-i Pîr'i ziyârete gelen erbâb-ı hâcât, sıdk u ihlâs ile münâcât ederse tîr-i duâsı muhakkak hedef-i icâbete makrûn olur. Zâhirî bâtınî uluvv-ı derecât zuhûra gelir. Dîvân'larına atf-ı nazar edenler, onu tanzîmde kudret-i beşeriyyenin derece-i vüs'atine hayrân kalır. Sânîsini göremedim. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

 /118/ Merhûm Şeyh Şuayb Şerefeddîn hazretleri tarafından irsâl buyrulan şu sûret, Hz. Pîr İbrâhîm-i Gülşenî tarafından birine veyâ şeyhi tarafından kendilerine ihsân buyrulan bir mektûbdur ki, Hilâfet-nâme nâmı verilmiştir :

           

Mühürleridir :

ما شاء الله لاقوة إلا بالله إن ترن أنا أقل منك مالاً وولداً.[95]  

İmzâlarıdır :

الحمد لله الذى هدانا وجعلنا منشأ طينة عباده والصلوة والسلام على نبيه وصحبه. خرره أضعف عباده ابراهيم كلشنى.              [96]

                                               -    -    -

أستعيذ بالله "وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ." "وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً." "وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ.  إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ." "هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ ." "إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا." وقال من متكلم : "كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ." "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ."  "وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ."

المجاهدون فى سبيل الله حق الجهاد بترك الباطل الذى هو من الفساد فصار درويش ابن المعنوى من بين الموحدين الذين جاهدوا فى الله حق الجهاد لايقاً للخلافة بأمر الله من المعرفة بالله فى طريق الإرشاد للمترددين إليه فى أى بلد كان من البلاد بين العباد المجذوب السالك جاهد فى عبوديته بعد التوبة  والإنابة جعل التسليم بأمر الرب شعاره والعمل بالأمور ناره وبدل نار نفسه بالنور وامتثل بأمر "وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ" واكتسب بالتسليم نوره أشرح صدره وصار من زمرة الذين قال الله تعالى فى حقهم : "أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ." أرض وجوده برشَ النور كالبدر فى ظلمة العدم وعرف الحق من الباطل والظلمة من النور والنفع من الضرر بعد التيقظ من الغفلة والغرور وتخلق بالأخلاق الحميدة المرضية بعد الإخلاص من هواء النفس الأمارة الردية وطهره وزكاه بالشريعة المصطفوية وحير بشريته بالعلم والعمل ربانيتة كما قال : ما اتخذ الله ولياً جاهلاً ولو اتخذه لعله. "ذَلِكَ هُدَى اللّهِ يَهْدِي بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ."  بفضله وكرمه إنه رؤف بالعباد. "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ." "وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ."

فعليكم بالتوبة والإنابة منه لأنه مجاز مثل وخليفة يرشدكم إلى طريق الهداية كما بيناه فى طريق الحق المبين وحد الشريعة المصطفوية وصراط المستقيم صراط المنعم عليهم من رب عليم الذى هو الطريق الموصل إلى الحقيقة بالتسليم فى طريق الإستقامة بالله الرحمن الرحيم. "وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ."

هذه وصيتنا بالمجاز المشار إليه يعلمكم من العلم الذى أورث منا بلا شك من اليقين. وهوالمجذوب السالك لتكميل المسالك من مراتب الأسماء ومراتب نسبها التى لاتعد ولاحصى ولانهاية له فى حق الكونية من تجلى كل يوم هو فى شأن كما قال جل من متكلم : "قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا." فلاتسئلوا من تجلى المراتب الإلهية التى هو السير فى الفناء بالله والبقاء بالله فى مراتب الصفات ومراتب مراتبها بالنسبة إلى الأسماء فى مرتبة اليقين من الشأن فى الهوية الظاهرة من كمال مظهر الإنسان من الصورة المقدسة المنزه عن الأكوان كحال صور جبريل عليه السلام فى عالم المثال فى صورة دحية المقدسة عن كيفية الخيال كالتجلى الظاهر من الجلال فى مظهر من الجمال جل كيفه عن كيفية صورة من الحال والإستقبال الفنى فى محبة ذاته من الصفة والأسماء كالنسب والأفعال المقدس المنزه من التشبيه والتنزيه فلانقص من الكمال.

فهذه وصيتى لكم أيها الطلاب بأحسن الحال والتوجه بطريق الحق وترك الباطل من الحال الطهارة أنفسكم من ذنب الضلال والخلاص من الميل إلى كسب الوبال ولاتركنوا أنفسكم لاكتساب النكال "يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ. إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ."  "وَاتَّقُواْ يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللّه."ِ واتقوا الله عباد الله من : "يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ." وقالوا : "مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا."    

  

          فاحذر الحذر من شدة "يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ، وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ." كما أوحى الله تعالى شدة ذلك اليوم فى حكم كتابه الكريم "يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ. يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُم بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ." واتبعوا ما أنرل إليكم من ربكم إن أردتم الخلاص فاذكروا الله بلاغرض بتهارة القلب من رجس الأرجاس "وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ." وأوفوا بعهد الله إذا عاهدتم وطهروا قلوبكم من دنس الأغراض وقيدوا جوارحكم عن ارتكاب الحرام والآثام وجودوا مما رزقكم الله على فقرائكم وكونوا عباد الله إخوانا "وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا." واتقوا الله وأصلحوا ذات بينكم وتواصوا باحق ولا تصاحبوا منكم من الظانَين بالله ظن السوء كما قال الله تعالى : "يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ..."

ما يضرنا مهل الجاهل بنا إذا كان الله يعرفنا وكونوا من حزب الله وأنصاره "...كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ..."

ولاتكونوا من حزب الشيطان باله كون إلى كلام المنكرين المفسدين الذين كالخناس "الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ،  مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ." كما قال جل من متكلم "...شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا..."

والسلام على تابع السلام ونختم بالصلاة على محمد وآله وصحبه والسلام[97].

                                       

Hz. Pîr'in yazma Türkce Dîvân'ını gördüm. Bunun başında ve nihâyetinde Hz. Sezâî'nin mührü mahtûmdur. Bundan onu müşârünileyhin de mütâlaa eylediğine kanâat ettim. Yüzümü gözümü sürdüm. Ondaki, maânî-i  hakîkiyyeden bu abd-i ahkar-ı şefâat-hâhın dahi hısse-mend olmasını Cenâb-ı Vâhibü'l-âmâl'den diledim. O zamânın şîve-i lisânına göre yazılmış, lisân-ı edebiyyât nokta-i nazarından da mühimdir. Birkaç parça teberrüken nakl ediyorum :

Mahabbetden giren aşkın cihânına bilür hâlim

Neden andan cihân zevkın beyân eyle(ye)mez kâlim

Sorana lezzet-i aşkı muhabbet zevkına göre

Cevâbım ana zevk olur çü lezzetden odur bâlim

Bulan aşkın gınâsını muhabbet fakrına nisbet

Bilür nâdir o fakrımla gınâdan aşkıla fâlım

 

Tükenmez dili var aşkın nihâyetsüz beyânile

Ki yüzbin fasl olur andan beyân itsem bu ahvâlim

Ne disem muhtasar andan mutavveldir nihâyetsüz

Anınçün naks olur aşka kemâlden değer kemâlim*

Bana müşkil olan dilden muhabbet zevkdır hâlsüz

Ki sırdır mahfı fâş olmaz beyânla andan ahvâlim

Nidem şîrîn-revânımdan muhabbet zevkdır dilde

Ki Gülşen zevkın itmişdir ele getürdü ahvâlim

                                       *    *   *

                        Yola giren tâlibe işidünüz ne gerek

                        Tevbe inâbet amel ahde vefâ eylemek

                        Nefy idüben ""yile  kesretün esbâbını

                        Fikr eyle isbâtınun ol dem-i zikrin dimek

                        Şart budur halvetün tâlibine uzletün

                        Zikrini çoh idüben az uyuyup az yimek

                        Kalbi karardır yiyüp içüp uyuyup  

                        Zikr-i Hakk'ı az diyüp bâtılı çoh söylemek

                        "" diyüp "illâ"ya yit mahvını isbâtun it

                        Anı silüp "Hû"ya git bil nedir andan dilek 

             /121/ Sırrile Hay'dan Hakk'ı zikr idegör Mutlak'ı

           Tâ bilesin Hayy imiş bahr ile zikr-i semek

                        Gökde melek zikrini halk-ı zemîn fikrini

            Hak bilesin Hayy'ile zikr idiyor nüh-felek

                        Zikrini Kayyûm iden  virdini disem inen

                        Bilemez Âdem kimi ilmini anun melek

                        Kahrıla Kayyûm imiş nakdile  kalbi dile

                        Zikr ile  tesbîh içün ağ u karadan  mehek

                        Lutfıla kahrın Hak'un zikr idicek  Mutlak'un

                         Fakrıla fânî bakâ bulmağına dutma şek

                        Zikrini Vehhâb iden feth-i mübîne irer

                        Mağfiretiyle ana diyin ki mükrim gerek

                        Vâhid iden zikrini ferd Vâhid-i Hayy Ganî

            Fakrıla dimez hamd zâkir olup "" vü "lek'

                        Rûşenî'den  Gülşenî  fakrla ol küll-i  ganî

                        Tâ bilesin ey seni âfet imiş söylemek

                                             *    *    *

                        Kâl olur hâl ehline Hak'dan delîl

                        Emr ü nehy andan kılur çûn kim  Halîl

                        Kâl dime ilhâm-ı Hakk'a vahyile

                        Çün kelâm-ı nefsidurur ol  Halîl

                                           

 *     *    *

                        Âlim oldur  ilmile kıla amel

            Kılmaya zannın yakîni muhtemel

                        Dînini sarf itmeye dünyâ içün

                        Terk idüben hırsıla tûl-i emel

                                            

Menâkıb-nâme'lerinde mestûr olduğu üzere Sultân-ı Dîvânî, Hz. Mollâ-yı Rûm tarafından me'mûren, bir hey'et ile Mısır'a bahren azîmetle, hapiste  bulunan İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerine mülâkî olmuştur. Hz. Gülşenî, kemâl-i meserretinden gâyet hoş bir manzûme  inşâd  buyurmuştur ki, ilk ve son beyitlerini teberrüken kayd ediyorum :

                        Azîzim hayr mukaddem ömrümün varı safâ geldin

                        Keremler eyledin mahdûm-ı hünkârî safâ geldin

                        .............

                        ............                                                          

Aceb mi külbemiz gülşen gedâlar  Gülşenî olsa

                        Tenezzül eyleyüp ey şâh gam-hârı  safâ geldin

                                                                     (Menâkıb-nâme, s.14)

Sultân-ı Dîvânî  ise, 116. sahîfede mezkûr nazımla mukâbele eylemiştir.

Mülâkâtı müteâkip, "Akd-i meclis-i semâ' ve safâ-yı Mevlevî ve Gülşenî ve zâkirân ve ney-zenân, yek-âheng nağamât-ı hâlet-engîz."  oldu. "Hây u hû-yı müştâkân  ve velvele-i nây u kudûm ve zemzeme-i mutrıbân, dimâğ-ı vâhime-i ricâl-i çerâkiseye halel-endâz-ı bîm-i ihtilâl" olarak bu meclis-i enveri dağıtmaya kalkıştılar. Fakat cesâret edemediler. Ahvâl-i acîbe ve etvâr-ı garîbe zuhûra geldi. Sultân-ı Dîvânî bir müddet Mısır'da kalıp, Hz. İbrâhîm-i  Gülşenî'ye teslîm-i emânet ve tevdî'-i tarîkat buyurup, Haleb tarîkiyla vatanlarına avdet eylediler. İbrâhîm-i Gülşenî bir müddet zuhûr-ı ahvâle müterakkıb oldular. Tâ ki, Sultân Selîm-i evvel Mısır'ı feth edince, Hz. Gülşenî'ye mülâkî olarak hürmet eylediler. 107. sahîfede beyân eylediğim vechle hânkâh-ı irfân-penâhları mahallini müşârünileyhe hibe eylediler. Beş sene zarfında şimdiki binâ inşâ olundu.

Yapıldı zâviye mânend-i cennet

 Cihânda eyleyüp ol pîr himmet

Olup âlemde İbrâhîm makâmı

 Ana dâhil emîn olsa ne minnet

Hz. Pîr İstanbul'u teşrîflerinde sıkıldıklarını gösterir bir manzûme-i tavîlelerinden :

                        Düşmüşüm dergâhına İstanbul'un

                        Câh sanup çâhına İstanbul'un

                       

                         *   *   *

                        Mâtemi nisbet oluben hüzniledir hem gamı

                        Mübtelâyım derd-i dilden âhına İstanbul'un

Arapça manzûmelerinden :

Şerîatı beyândır :

خير المتاع دين للمؤمنين من ذا

كالتاجر المروج فى البيع رابحات

ها فأتبع خليلاً فى الدين من حنيف

أمر من الإله للسلم راكنات

قم للصلوة وأحرم بالله من سواه

حتى ترى عماداً فى الدين قائمات[98]

           

Tarîkatı beyândır :

من أنكر الطريقة منا بشرع أسمع

تالله فى الحقيقة من أنكر العصات

يا حامل الأمانة فى القلب عن محبته

بشرى لك من الحب من فوز فائزات[99]

Ma'rifeti beyândır  :

افتح بنور حق عيناً من البصيرة

فانظر بعين نور فى العين مشهدات

فى الجمع ما يراه عين العيان فاعلم

لكن بفرق اسمع تعبير عابرات

إنى رأيت ربى قول الحبيب حقق

فى أحسن المرايا من وصف واصفات[100]

Hakîkatı beyândır :

نفى الوجود عين إثبات انظر

فى الجمع ما تفرق منفى نافيات

ها جوهر الحقيقة كالدر فى إذن خاص

أسنا النساء أضوء من ضوء لامعات

فى الصمت نطق حال لأهل المقام منا

فافهم بلامقال أقوال مبكمات[101]

/122/ Hz. Pîr'in âsitâne-i aliyyeleri hakkında söylenmiş gazeldir :

              Ey olan sermest-i bezm-i âsitân-ı Gülşenî

              Ayn-ı irfân u şerîatdir nişân-ı Gülşenî

              Rûşenî bandırdı câm-ı feyzi çûnki destine

              Zâhir oldu âleme râz-ı nihân-ı Gülşenî

              Kâmrân-ı feyz olur her kim iderse intisâb

              Açılur elbette genc-i şâyegân-ı Gülşenî

              Hâr u hâşâ ki taallukdan velî pâk eyleyüp

              Oldu gül-çîn-i maârif bâğbân-ı Gülşenî

              Olmadı kayd âşinâ-yı pây-bend-i serkeşî

              Halka der-gûş-ı rızâdır bendegân-ı Gülşenî

              Ur zebân-ı güft-i gûy-ı vahdete mühr-i sükût

              Ma'nevî'den al sebak budur lisân-ı Gülşenî

              Cebhe-sâ-yı âsitân-ı feyz-bahşıdır azîz

              Mısr'a sultân oldılar heb çâkerân-ı Gülşenî

              Ol velînin müstemend-i feyz-i rûh-ı pâkidir

              Kâmi-i ahkar gedâ-yı hânmân-ı Gülşenî

            İctihâd buyurdukları tarîka, "Tarîk-ı Gülşenî" dediler. Bu tarîk-ı feyz-i rafîk-ı âlîden hayli urefâ ve zurefâ yetişmiştir. Bu abd-i ahkar-ı rû-siyâhın işbu tarîkat-ı aliyyeden hisse-dâr-ı feyz ü irfân olmaklığım hasebiyle şu medhiyyeyi inşâd eylemiştim :

                     Gülşen-i bâğ-ı hakîkatdır tarîk-ı Gülşenî 

                     Reh-nümâ-yı ehl-i iffetdir tarîk-ı Gülşenî 

                     Mazhar-ı nûr-ı Hudâ olmakla pertev-pâş olur

                     Rûşen-i çeşm-i mahabbetdir tarîk-ı Gülşenî 

                     Zulmet-i isyânda kalmış kimseyi reh-yâb ider

                     Bâis-i fevz ü selâmetdir tarîk-ı Gülşenî

                     Bûy-ı irfân-ı tarîkatdan feyiz-yâb olmağa

                     Cilve-gâh-ı ehl-i rif'atdir tarîk-ı Gülşenî

                     Menba'-ı feyz ü hakâyıkdır edîb ü sâlike

                     Ahsen-i râh-ı tarîkatdır tarîk-ı Gülşenî 

                     Pîr-i âlîsidir İbrâhîm sâhib-Ma'nevî

                     Âşıka gül-zâr-ı cennetdir tarîk-ı Gülşenî 

                     Pîr-i sânîsi Sezâî nûr-ı La'lî Gülşenî

                     Gör ne devlet hem ne izzetdir tarîk-ı Gülşenî 

                     Gülşen-i irfânda Vassâf mest-i lâ-ya'kıl olur

                     Sâik-ı sûy-ı saâdetdir tarîk-ı Gülşenî 

USÛLÎ

Urefâ-yı şuarâdan olup, Vardar Yenicesi'nden olup, Mısır'a giderek Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerine intisâbından bir müddet sonra vatanına avdetle ihtiyâr-ı uzlet eylemişti. Gayr-i matbû' Dîvân'ında ârîfâne ve şâirâne bir hayli ebyât mevcûddur.

             

"Vâh kim gitdi Usûlî derd-mend" (واه كم كتدى اصولى درد مند) mısrâının nâtık olduğu 945/(1538) târîhinde Yenice'de vefât eyledi. Osmânlı Müellifleri'inden aynen bu satırları yazdım. 

 

Ebyâtından :

                        Bir nefes çıkmaz gam-ı aşkın gönülde ey sanem

                        Sanki ol sevdâyı kalbimde süveydâ eyledin

                                               * * *

                        Asnâma mesken eyleme beytü'l-makdesi

                        Tasvîr-i gayre mahal kılma kalb-i akdesi

Masârıından :

                        Vâizin nâr-ı cehennem didiği firkat imiş

                                               * * *

                        Kudretim yok hâlimi arz itmeğe cânânıma

"Peydâ" matlalı gazeline Bursa'da Mısrî Âsitânesi şeyhi Muhammed Şemseddîn Efendi şu tahmîsi yazmış yollamış idi :

                        Tahammül sabr idenlerde olur bir gün zafer peydâ

                        Ki ferdâ-yı sülûkunda ana Hak'dan haber peydâ

                        İder müstağrak-ı tevhîd hakîkatden dürer peydâ

                        Vücûd-ı mutlak'ın bahrine mevci kim ider peydâ

                        "Ene'l-Hak" sırrını söyler eğer mahfî eğer peydâ

                        Tecelliyyât olur zâhir gehî Esmâ sıfâtından

                        Görinür fi'l-i Hak cümle anın her mümkinâtından

                        Şuûnât-ı ilâhiyye bilinür beyyinâtından

                        Maâdinden kamu eşyâ ider öz kendü zâtından

                        Kimisi sîm ü zer zâhir kimisinin meder peydâ          

                        Görürler ârifân Hakk'ı cemî' eşyâda bu bir sır

                        Dalup deryây-ı tevhîde hemân dürr-i murâda ir

                        Vücûd birdir bilem dirsen gelüp devrâna sen de gir

                        Bu bâğın ger hakîkatde suyu bir bâğ-bânı bir     

                        Velî olmuş hakâyıkdan nice yüzbin şecer peydâ

                        Tecelliyyât-ı Esmâ'dır gerek ahzar gerek ahmer

                        Hakîkat mâyesi birdir gerek a'lâ gerek ahkar

                        Hayât birdir vücûdunda eğer ekber eğer asgar

                        Nazar kıl nev'-i insâna kimi zehr u kimi sükker

                        Ne hikmet kim bir ağaçdan olur dürlü semer peydâ

                        Nazar kıl çeşm-i ibretle Hudâ'nındır hayır işler

                        Tevekkül eylesen Hakk'a gider kalbden bu teşvîşler

                        Ferâmûş olunur bir gün bütün îşler ile nûşlar        

                        Düzilür nice bin işler bozılur nice cünbüşler

                        Ne kâr-ı bu'l-acebdir bu ki olmaz kâr ger peydâ

                        Ne yerde kaldı İskender ki mâlik idi emlâke

                        Bu âlem kalmadı aslâ ne mesrûra ne gam-nâke

                        Vefâ kılmaz bu fânîdir gelenler girdiler hâke

                        Şu serverler ki baş eğmezdi dağlar gibi eflâke

                        Yaturlar yerde mest olmuş ne tîğ u ne kemer peydâ

                        Sivâya aldanup her kim şarâbından anın içdi

                        Mürûr eyler iken hayfâ sırâtı ayağı sürçdü

                        Tevellâyı teberrâyı bilen hayr u şeri seçdi         

                        Nice gündüz gice oldu nice aylarla yıl geçdi

                        Dirîğâ olmadı kaldı şeb-i hecre seher peydâ

                        Gelüp bu âleme bezm-i elestden emr idüp Rabbim

                        Her işde hikmeti vardır O'dur Allâm O'dur Hâkim

                        Ana tafvîz idüp her bir umûru olalım teslîm

                        Yolumuz bir beyâbâna irişdi nâ-gehânî kim

                        Gider bin kârbân olmaz yerinden bir eser peydâ

                        Olur hayrân ü lâl ebkem hakîkata olan vâkıf

                        Şuûn-ı Hak'daki sun'u olamaz kimseler vâsıf

                        Bilem dirsen "aref" remzin der-i mürşidde ol âkif

                        Nice zahmet çeker kesb-i kemâl idince bir ârif

                        Belî çok kan budur erkân ilince bir güher peydâ     

                        Bilenler sırr-ı tevhîdi olurlar nefsine hâkim

                        İrerler sırr-ı Esmâ'ya olur ma'lûm müsemmâ kim

                        Sühûletle olunmaz hall bu bir öyle muammâ kim

                        Nice bin âdem oğlanı helâk olmak gerek tâ kim

                        Yalancı kahbe dünyâda ola bir gerçek er peydâ

                        Bu nâsûta gelince biz nice seyr ü sefer itdik

                        Muhibb-i Ehl-i beyt olduk der-i Peygamber'e yitdik

                        Günâhdan gayrısın bilmem aceb ki neyledik netdik

                        Bu dokuz kubbe şeş sûyu görüp ibret ile gitdik

                        Ne geldiğin kapu zâhir ne gitdiğin memer peydâ                                      

                        Tarîk-ı Hak'da sâdıklar gezerler cümle vâlihler

                        Bütün sâkit ve nâtıklar gezerler cümle vâlihler

                        Visâl-i Hakk'a lâyıklar gezerler cümle vâlihler

                        Nice şûrîde âşıklar gezerler cümle vâlihler

                        Bu tîh-i bî-nihâyetde ne reh ne râh-ber peydâ         

                        Hakîkat ehline tâlib olanlar müftekırlardır

                        Ricâlu'llâh bi-izni'llâh bu hâle muktedirlerdir

                        Muhammed Şemsi-i Mısrî seninle müftehirlerdir

                        Kamu nuzzârdan ebkâr-ı ma'nâ muntazırlardır      

                        Usûlî gibi tâ kim ola bir sâhib-eser peydâ


ŞEYHU'L-İSLÂM İBN-İ KEMÂL

Şemseddîn Ahmed b. Süleymân b. Kemâl Paşa'dır. Bâyezîd-i Velî ve Selîm Hân-ı evvel devri ulemâsındandır. Selîm Hân ile Mısır fethinde bulunup, kazasker oldu. Müftiyü's-sekaleyn bir veliyy-i kâmildir. An-asl Tokatlıdır. Bidâyeten ümerâ-yı Osmâniyye'den iken bi'l-âhare tarîk-ı ilme sâlik olup, mazhar-ı kemâl oldu. Zekâca nâdire-i hilkattir. İns ü cinne fetvâ verdiğinden, "Müftiyyü's-Sekaleyn" denilmiştir. Hz. Sünbül'e muhabbeti vardı, bahsi gelecektir.

Bidâyeten tarîkat-ı aliyyeye mugâyir bir vasıfda iken, sonraları yumuşamış idi. Hamzavîler hakkındaki fetvâları, neş'e-i zâhirle vermiştir. Zevk-ı bâtın tecellî edince nedâmet etmiştir.

/123/ İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerine arz-ı nisbetle be-kâm oldular. Evsâf-ı cemîleleri zebân-zeddir.

Birçok mesâil-i dakîkayı hâvî olarak ulemâ-yı Mısr tarafından gönderilen bir kitabı bir gece içinde mütâlaa ederek, sabâha kadar îcâb eden ecvibesini yazdığı mütevâtirdir.

Yetmiş kadar kütüb-i mu'tebere, ikiyüz kadar risâle te'lîf buyurmuşlardır. Mutasavvıfâne ve âlîmâne eş'ârı vardır.

Edirnekapı hâricinde türbe-i münevvereleri ziyâret-gâh-ı ins ü cânndır. Târîh-i intikâli 2 Şevvâl 941/(6 Nisan l535) .

             

 (ارتحا العلوم بالكمال)[102]

Kabr-i Ahmed müdâm ola nûr (قبر احمد مدام اوله نور)

(هى آخر القياس و هذا مقام احمد)[103]

            Her biri târîhtir. Tercüme-i hâlleri  mufassalan Devhatü'l-Meşâyıh'da mezkûrdur.

CELÂL-İ  DEVVÂNÎ

Muhammed Es'ad b. Sa'deddîn Es'ad, meşâhîr-i ulemâ ve hükemâ-yı  İslâmiyye'dendir. Ahfâd-ı  Timur'dan  Sultân Ebû Saîd'in zamânında yaşamış  908/(1502)'de irtihâl-i  dâr-ı bakâ eylemiştir.

(İran'da), Kârzun mülhakkâtından Devvân karyesinde dünyâya gelip, ekser evkâtını Şîrâz'da geçirmiştir.

Pek çok te'lîfâtı olup, en meşhûrları  şunlardır :

l. Ahlâk-ı Celâlî.

2. İsbât-ı Vâcib.

3. Hâşiye-i Şemsiyye.

4. Hakîkat-ı İnsâniyye. Ufak bir risâledir. "Beş senede yazdım."  buyuruyorlar ki, sülûk üzerinde çalışarak te'lîf buyurdukları anlaşılır.

5. Şerhu Heyâkili'n-Nûr.

6. Risâle-i Zevrâ. Vahdet-i vücûda dâir mühim bir eserdir. Şeyhü'l-İslâm merhûm Mûsa Kâzım Efedi tarafından tercüme edilip tab' olunmuştur.

7. Envâr-ı Şâfiiyye.

8. Şerh-i Akâid.

9. Şerh-i Tecrîd.

Fâtih'de Çarşamba'da Murâd Molla Kütüphânesi vardır ki, Hamîd-i evvel Kütüphânesi'nin kitapları buraya nakl olunmuş idi. Bu kitaplar meyânında 1438 numaralı (Hamîd-i evvel Kütüphânesi) eser, yirmiüç parça resâili muhtevî  mecmûadır. Bu eserler Celâl-i Devvânî'nin'dir. Celâl-i Devvânî'nin tasavvufa dâir yazdığı risâlelerdir. Hz. Celâl zamânına yakın bir zamânda yazılmış pek kıymetli eserlerdir. Celâl-i Devvânî, tasavvufa dâir  rubâîlerini kendi şerh etmiş, Bâyezîd-i Rûmî'ye hediyyeten göndermiştir. Hiç bir yerde  nüshası yoktur. Pek nefis âsâr-ı aliyye-i tasavvufiyyedendir.

           

Güzel şiiri vardır :

درد خمار دارم ودرمان من ميست

مى ده كه مى زبهر مداوا حرام نيست[104]

   

Bunun üzerine ba'zı şuarâ demişler :

بهارست دركش مى ارغوانى

بفتواى منلا جلال دوانى[105]

Kendileri Sıddîkıyyü'n-nesebdir. Hz. İbrâhîm-i Gülşenî Tebrîz'de sâkin iken Celâl-i /124/ Devvânî ziyâretine gelmiş, sohbet eylemiş; Hz. Pîr kendilerinden ziyâde mütelezziz olup, yemeğe kalmasını, birlikte taâmda bulunmasını ricâ etmiş. Mürîdine, çarşıdan biraz nevâle tedârikini emr eylemiş. Mürîd para istemiş, para olmadığından bir şey alınamayacağına muttali' olan Hz. Pîr, hânelerinin ashâb-ı kirâm hânelerine benzediğine nişâne-i meserret olarak, "Allâh" diye sayha edip, semâa başlamış. Mürîdi de ona iktizâ eylemiş. Bu hâl Celâl-i Devvânî'ye de te'sîr edip, o da gayr-i ihtiyârî olarak, dûçâr-ı vecd olarak semâa pey-rev olmuştur. Bir müddet sonra cümleten sahva gelmişler. Celâl-i Devvânî bunun üzerine Hz. Pîr'e, esâsen hediyye sûretiyle takdîm etmek üzere getirmiş olduğu yirmi altunu takdîme şitâbân oldular. Hz. Pîr, parayı dervîşe verip erzâk alınmasını emr etmiş.

Bu esnâda hânkâha bir zâir gelir. Sultân Halîl nâm zât tarafından me'mûren gönderildiğini ve o zâttan selâm getirdiğini bi'l-beyân ikiyüz altun flori takdîm eder. Hz. Pîr, "Aldım  kabûl ettim; fakat o emâneti şu zâta veriniz." diye, Celâl-i Devvânî'yi gösterir. Celâl onu kabûlden müstenkif olunca, estaîzü bi'llâh, (مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا)[106] âyet-i kerîmesi mûcibince, "Yirmi altuna mukâbil gelen ikiyüz altun Cenâb-ı Hakk'ın size ihsânıdır." buyurmuşlardır. Celâl-i Devvânî, Hz. Pîr'e intisâb edip, feyz-i bâtından hisse-dâr olmuştur. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Millet Kütübhânesi'nde, 1045 numaralı Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî’de böyle gördüm..

Hulefâ-yı Hz. Pîr (İbrâhîm-i Gülşenî)

Sâhib-i icâze kırk zâttır. Asıl halîfesi dört zât-ı  âlî-kadrdir :

1. Şeyh Hasan-ı Zarîfî hazretleri,

2. Şeyh Sâdık Ali Efendi hazretleri,

3. Şeyh Âşık Mûsâ Efendi hazretleri,

4. Şeyh Emîr Hayâlî Çelebi hazretleri.

Tarîk-ı Gülşenî, bu dört zâttan inşi'âb eylemiştir.

Gülşenî  Âsitâneleri :

Mısru'l-Kâhire, İstanbul, İskenderiye, Mekke-i Mükerreme, Haleb, Urfa, Diyarbakır, Edirne, Şam ve  Antalya'da.

Şahs-ı kıymet-dârlarına karşı, kıymet-şinâsân-ı zamân taraflarından hayli menâkıb-nâme  yazılmış ve kısmen tab' olunmuştur. Gayr-i matbû' olanlar elyevm kütüb-hânelerde bulunur. Bunların en mühimmi Fâtih Millet Kütüphânesi'nde 1909/1045 numarada  Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî  diye mukayyed  olandır.

/125/ Şeyh Hasan-ı Zarîfî Efendi

İbrâhîm-i Gülşenî hazretleriyle birlikte İstanbul'u teşrîf buyurmuşlardır. Sultân Süleymân'ın ârzûsuyla ve Hz. Pîr'in müsâadesiyle İstanbul'da neşr-i feyz-i tarîkata me'mûren burada kalmışlardır. Kırkdokuz sene irşâd ile meşgûl olup, 984/(1576) senesinde vukû'-ı irtihâllerine mebnî Rumeli Hisârı'nda Durmuş Dede Dergâhı hazîresinde vedîa-i hâk-i gufrân kılınmıştır.

Bu tekke Hasan-ı Zarîfî hazretlerine nisbetle yapılmış iken, Durmuş Dede'ye nisbetle yâd olunmakda bulunmuştur. Elyevm Nureddîn-i Cerrâhî'ye mensûbdur ve şeyhi Saîd Efendi'dir. Tekke ma'mûrdur. Tekkelerin seddi hasebiyle burası bi'l-âhare mekteb hâline ifrâğ olunmuştur. Vaktiyle boğazdan hamûle ile İstanbul'a gelen gemilerden buraya odun kömür ihdâ olunurmuş. Şimdi bu âdete i'tibâr eden kalmamıştır.

Târîh-i irtihâlleri, bir rivâyette 977/(1569)'dir. (Vefeyât-ı Ekâbir-i İslâmiyye)

Şeyh Hasan-ı Şa'bânî  risâlesinde gördüm :

"Bu zât Akkirman tarafında gezerken meczûb olduğundan, gemiciler tutup, Rumeli Hisarı'nda  Bektaşi Tekkesi'ne bırakmışlar. Ba'dehû erbâb-ı süfün hüsn-i i'tikâd edip, nüzûr ve sadakât ile burayı şenlendirmeye başladılar. Yirmi sene kadar mu'tekıd-ı âlim ve maksad-ı misâfirân Arab ve Acem olup, şöhret-i azîme peydâ eyledi. Lâkin kendinde asla şuûr yoktu. Ancak, "Dervîşlerin ta’lîmiyle, geçenlere uğurlar olsun, uğurunuz hayr olsun." der imiş.  Devlet-i Ahmed Hân-ı evvelde göçüp, üzerine türbe binâ olundu."

Hasan-ı Zarîfî hazretlerinin türbesi yoktur. Kabri, kabristânda harâb bir hâldedir. Ziyâret ile şeref-yâb oldum. Rumeli Hisarı için mutasavver tramvay yolu için yola yakın değildir. Fakat hâl-i hâzırda kabrini bilen pek azdır. Dergâh civârında ve yol yakınındadır.

Şehzâde Câmii civârında Vefâ'ya gidecek yolda su kemeri ittisâlinde, Şehîd Ali Paşa Kütüphânesi'nde, tasavvuf kısmında, 1312 numarada bir kitap vardır ki, nâmı Kâşifü'l-Esrâr Matlau'l-Envâr olup, ba'zı ebyât-ı Mesnevî üzerine, Fârisiyyü'l-ibâre muhtasar Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, Hasan-ı Zarîfî hazretlerinin eseridir. Bunu mütâlaa eyledim. Nihâyetinde diyor ki :

ايما شرح مثنوئ مولوى راقم بايد كرد زيرا كه اكر خواهيم كه نعمه مخلد آن مثنوى را تفسير وشرخ كنيم. اينچنين سريع الزوال مساعد نكند وكس طاقت كفايت كردن نيارد. پس بدين قدر اكتفا كردم خصوصا كه مشكلهاى مثنوى ابيات سابقه است. پس مجملات اين ابيات تخصيل كرديم ومعضلاتش را به بيان آورديم وآستانه راز همه را كشف كرديم ازين سبب نام اين رساله را كاشف الاسرار ومطلع الانوار نهاديم وما شرحت هذه الابيات الاَ امتثالاً لأمر الله تعالى.[107]

Hasan-ı Zarîfî hazretlerinin kemâlât-ı ilmiyyesi bununla da tezâhür etmektedir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

 

Şakâyık'da muharrer olduğu üzere Hasan-ı Zarîfi hazretleri:

"Sirozludur. Mahlası Zarîfî olup tahsîl-i kemâlât eylemiştir. Kemâlpaşa-zâde Efendi  makarrında dânişmend iken Şeyh Pîrî nâm zâta irâdet getirmiş, Bursa'da tekye-zen-i makâm-ı irşâd olup, hacca giderken Kâhire'de İbrâhîm-i Gülşenî'ye mülâkî ve dâhil-i dâire-i uşşâkı olmuş idi. Karîne-i hâl-i nazar-ı pîr ile irşâda mücâz ve ekser meşâyıha ser-efrâz oldu. Rumeli Hisarı'nda, Boğaz Hisarı'nda Âlî Baba Zâviyesi'ndeki hâlen "Durmuş Dede Tekkesi" demekle meşhûr tekkede seccâde-nişîn-i meşîhat ve mürşid-i erbâb-ı tarîkat olmuş idi. 935/(1528-29)'te İbrâhîm-i Gülşenî, da'vet-i pâdişâhî ile İstanbul'a gelip, sadrazam Rüstem Paşa, Dârü's-saltanatta bir halîfelerini ibkâ ricâsında bulunmakla bunları ta'yîn eyleyip, halîfe-i celîlesi olan Sultân Lâmika Mahallesi'nde binâ eylediği zâviyeyi ihsân etmiş idi. 977/(1569))'de İrtihâl etmekle Rumeli Hisarı'nda Kayalar nâm mahallede defn olunmuştur.

"Zarîfî'nin dirîğâ gitdi ruhu " (ظريفينك دريغا كتدى روحى).

Sinnü'ş-Şeyh : 102.

Macmau'l-bahreyn-i ilm ü irfân ve sinn-i şerîfi yüzden mütecâviz idi. Tarîk-ı Gülşenî'de bunlara muâdil, zâhir ü bâtını ma'mur şeyh-i kâmil ü mükemmil gelmemiştir.

Öyle nakl olunur ki, zarîfleri zikr-i cehrî ile harekât ve raks u tasfîk ile nağamât etmek iken 957/(1550)'de pîr-daşı Şeyh Karamânî, şer'-i şerîfe muhâlif ba'zı şathiyyât ızhâr eylemekle mazhar-ı kahr-ı kahramânî oldukta sirâyet-i sû-ı zan bâis-i tahrîk-i fiten olmağla eızze-i Nakşıbendiyye'den Emîr Buhârî şeyhi Mahmûd Efendi'ye irâdet getirip mestûr olmuş idi. Hadîs, tefsîr ve Mesnevî'de sâhib-i kemâl idi. Elsine-i selêsede ibdâ'-ı bedâyi'-i şi'r ü inşâ ederdi."

Lâyiha-i âcizî :

Tarîk-ı Gülşenî'de ehl-i silsile meyânında değildir. Halîfesi olduğu mechûldür. Tarîk-ı Gülşenî'den berây-ı setr, tarîk-ı Nakşî'yi ihtiyâr etmesi, hakîkat i'tibârıyla hoş bir şey olmamış olsa gerektir. İstanbul'da bulunduğu tekkenin Gülşenî âsitânesi olması lâzım gelirken olmamış. Her hâlde bir sırr-ı ma'nevî eseridir. Ma'lûm-ı erbâb-ı tedkîk olduğu üzere, Gülşenî âsitânesi Balat civârında Molla Aşkî'deki Şeyh Aliyy-i Gülşenî Tekkesi'dir.

Şeyh Sâdık Efendi

            Diyarbakırlıdır. Diyarbakır'da neşr-i tarîka me'mûr buyurulmuştur. Medfen-i mübârekleri Diyarbakır'da Rumkapısı kurbundadır. 961/(1554)'de intikâl eylemiştir.



[1] "Şeyhler şeyhi, fazîlet sâhibi, kâmil ve kemâle erdirici Mahmûd el-Üküdârî Efendi'ye (Allâh, onu kendi katındaki sıddîkların makâmına oturtsun) ait Mahabbetü'l-Mahabbe isimli risâlenin istinsâh edilmiş olan bu şerhi, şerîatın özü ile tarîkatın inceliklerini ihtivâ eder ve marifet denizine ulaştırır. Bu istinsâha Abdurrahîm b. eş-Şeyh Lutfullâh el-Konevî tarafından, h. 1072 senesinde Şâban ayının ilk günlerinde başlandı ve Ramazan ayının ilk günlerinde (22 Mart – 20 Nisan 1662) bitirildi. (Allâh, bizleri korusun). " (H)

[2]  "Ey bu gök kubbeyi direksiz binâ eden! Ey rüzgarı gönderip, bulutları çıkaran!

Ey kalplerdeki, gönüllerdeki bütün gizlilikleri gören! Ey kitapta yazılı olan her şeyi takdîr eden ve yaratan!

Habîbine ve bütün âile efrâdına salât et. Hesap ânında ümmetin ayıplarını örtüver.

Ey sıkıntıları gideren; günahları afveden! Ey bütün ayıpları bilen; iyilikleri güzellikleri açığa çıkaran!

Ey bütün ihtiyaçlar için kendisine başvurulan! Ey ıztırabların giderilmesi için kendisine mürâcaat edilen!

Ey bütün tasarruflar kendi elinde olan! Ey bütün zenginliklerin sâhibi! Kulunun kalbinde yer alan senden başka ne varsa onları temizleyiver.

Ey bütün mâniaları def' eden! Ey bütün perdeleri kaldıran. Fazilet ve kerem ile sana vâsıl olmayı bize nasîb et." (H)  

[3] “Şerîat bir ağaçtır. Tarîkat onun dalları, marifet yaprakları, hakîkat ise meyveleridir. Allah teâlâ Hâdî ve Mürşid’dir.” (H)

[4] "Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun." 73. Müzzemmil sûresi, 20. (H)

[5] “Kim Ramazan orucundan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutarsa, sanki o bütün yılı oruçlu geçirmiş gibidir.” Benzer rivâyet için bkz. İbn-i Mâce, Sünen, Sıyâm : 33. (H)

[6] "Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz..." 29. Ankebût sûresi, 69. (H)

[7] "Nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu günâh ile örtüp gizleyen de hüsrâna uğramıştır." 91. Şems sûresi, 9. 10. (H)

[8] "Şübhesiz insân için çalıştığından başkası yoktur"53. Necm sûresi, 39. (H)

[9]Kim bir şey ister ve o hususta gayret gösterirse, aradığını bulur. Kim de bir kapıyı çalar  ve beklerse, beklediğini bulur." (H)

[10] "... Biz onları sağa sola çeviriyorduk..." 18. Kehf sûresi, 18. (H)

[11] Bu ibârenin hesaplanmasından 1042 târîhi çıkmaktadır. (H)

[12]Bu ibârenin hesaplanmasından 973 târîhi çıkmaktadır. (H)

[13] (كنت كنزا مخفيافأحببت أن أعرف فخلقت خلقا فيعرفونى )"Ben bilinmeyen bir hazîne idim; bilinmek istedim ve mahlûkâtı yarattım. Ber Kendimi onlara öğrettim, onlar  da beni bildi. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 132. Beyrut 1352. (H)

[14] Târih mısraından 1122 çıkmaktadır. (H)

[15] “Hamd Allah’a mahsustur. O Allah (c.c.) yok iken var eden, var olanları yok edip tekrar yaratandır. Dilediğini hiç bir engel olmadan yaratır. Saf ve temiz maypli kullarını en doğru ve en güzel yola hidâyet edendir. Yine o Allah teâlâ kelime-i tevhîdi ikrâr eden kullarının akîdelerini her türlü şübhe ve tereddüt karaanlıklarından koruyarak, onlara nimetler verendir. Allah teâlâ kullarının Mustafâ (en makbul ve en kâmil salât ü selâm onun üzerine olsun)’ya ve onun kerem sâhibi sahâbesi üzerine olsun.” (EKSİK)

[16] (ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً) "Sen Rabbinden râzî, Rabbin de senden râzî olarak Rabbine dön... " 89. Fecr sûresi, 28. (H)

[17] “Hamd, zâtı ve varlığı bakımından eşi benzeri bulunmayan, Vedûd olan, yaratılmış ve yaratılacak olan bütün varlıklara lutfunu ihsân eden Allah’a mahsustur. Salât ise, Allah teâlânın öğülmüş olan Rasûlü’ne, onun kerem ve cömertlik sâhibi âline ve ashâbına olsun. Bu risâleyi, ben, “et-Tibri’l-Mesbûk” denilen, seyr ü sülûk esnâsında Üftâde Muhammed ile Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî arasında cereyân eden latîfeleri ihtivâ ile, Celvetiyye usûlünü beyâr eden risâleden derledim. Cenâb-ı Hak her ikisinin sırrını azîz eylesin ve bizi feyzlerinden istifâde ettirsin.” (H)  

[18] Bu ibârenin hesaplanmasından 1108 çıkmaktadır. (H)

[19] (لى مع الله وقت لايسعني فيه ملك مقرب ولانبى مرسل) "Benim, Allah katında öyle bir hâlim vardır ki, benim o hâlime, ne bir melek yaklaşabilir, ne bir peygamber ulaşabilir. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 173. (H)

[20] "Mürîdin irâdesi kendinde değildir." (H)

[21] Buna dâir olan kitâbeyi Kemâl-nâme-i Hakkî nâm eserimde aynen yazdım. Onda ism-i âlîleri musarrahdır.

[22] İsmail Hakkı hazretleri Silsile-nâme'sinde vefât târihini 1104/(1693) gösteriyor. Hâfız Hüseyin  Ayvansarâyî  1102 göstermiştir. Doğrusu  İsmail Hakkı merhûmun yazdığı olsa gerektir.

[23] "Merhûm babamdan duyduğuma göre, ecdâdım esâsen sâdâttan, ya'nî Hz. Peygamberi'in soyundan gelenlerden idi. Ancak İstanbul'da meydâna gelen büyük yangında onların durumunu gösteren belgeler kayboldu." (H)

[24] Bu ibârenin hesaplanmasından 1099 çıkmaktadır. (H)

[25] “Senin şânını yükseltmedik mi?” 94. İnşirâh sûresi, 4. (H)

[26] "Kalk, insânları uyar." 74. Müddessir sûresi, 2.  (H)

[27] Öyle zannediyorum ki, bu eser, Kütübhâne-i Umûmî'de gördüğüm ve esâmî-i âsâr-ı Hz. Hakkı meyânında bahs ettiğim Mecmûa-i Hakkî olsa gerektir.

[28] Hücreleri mahallini aradım, buldum. Yakın vakte kadar  mevcûd imiş. Hâlen yeri ve bir kurnalı      hamâmı vardır. Dâire-i hükûmetin arkasında sokak içindeki câmi'-i şerîf yanındaki sokağın çıkmazındadır. Kalben rûhâniyyetine mazhar oldum.

[29] "Kim ismimi gerçekten benimserse, onun ismi de benimsenir." (H)

[30] Vâridât-ı Kübrâ nâm eserde gördüm.

[31] "Rabbim! Kâfirlerden yer yüzünde dolaşan tek kişi bırakma." 71. Nûh sûresi, 26. (H)

[32] Münzevî olan İsmâîl Hakkı Efendi, sâliklerin makâmında onlara, “Hidâyete eriniz.” dedi.

O İsmâîl Hakkı, tarîkatta Celvetî müntesibidir. O yolun mürşidlerinin sın bakımından en büyüğüdür.

Kerîm ve müsteân olan Allah, bu mabedin inşâsında onu muvaffak eylesin.

Allah teâlâ, dilediğini bizzât kendisi yapar ve O’nun şerîki yoktur. O halde, Allah teâlâyı birliyiniz, O’na ortak koşmayınız.

Kurtuluşa ermek ümîdiyle hayır işleyiniz ve Allah’ı çokca zikredip hidâyete eriniz.

Ey ehl-i safâ olan sûfîler! Allah’a yakın olmak istiyorsanız, O’na secde ediniz.

Bu câmiin bânîsi inşâ târîhi için şöyle dedi. : Allah’ı evi olan bu mescid tamâm oldu. Bunun için salavât getirin ve Allah’a ibâdet edin. (H)

[33] Bu târih mısraından 1127 çıkmaktadır. (H)

[34] (قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ)   "De ki : Allah birdir... " 112. İhlâs sûresi, 1. (H)

[35] (وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ) "Sabır ve namazla, Allah'dan yardım dileyin. " 2. Bakara sûresi, 45.  (H)

[36] (موتوا قبل أن تموتوا)  "Ölmeden önce ölünüz. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 291. (H)

[37] (المؤمن مرآة مؤمن...) "Mü'min mü'nin aynasıdır." el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 294. (H)

[38] (...بِيَدِكَ الْخَيْرُ) "Hayır yalnız senin yed-i kudretindedir." 3. Âl-i İmrân sûresi, 26. (H)

[39] (وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّ..) "Göklerin, yerin ve bunlar içinde yaydığı çeşitli hayvanların..." 42. Şûrâ sûresi, 29 (H)

[40] (يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ ...ْ) "Ey İnsanlar! Rabbinie ibâdet ediniz..." 2. Bakara sûresi, 21 (H)

[41] (وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ...) "Allah, İsrail oğullarından da söz almıştı..." 4. Mâide sûresi, 12, 70.

[42] (إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ...) "Allah'ın ve Rasûlünün hudûduna karşı gelenler..." 58. Mücâdele sûresi, 5. (H)

[43] Bu eser hakkında Hâfız Şevket Bey kardeşim:

"Nedir derviş Muhammed feyz-i Mevlâ'ya müheyyâdır

Ne felekde katresi görünmüş özge deryâdır

Eğer sûret-i zâhirde da'f-ı hâli var ammâ

Velâkin kuvvet-i  kudsiyye ahâlî-i hoş tüvânâdır

Derviş Muhammed'den murâd, bu Efendi'den bey'at-kerde olup hâlâ İstanbul'da tevattun eden Evliyâ Derviş Muhammed'dir ki bu nazm u neşre bâis olmuştur." sûretinde bir kitap gördüm buyurdu.

[44] 2. Bakara Sûresi, 285-86.

[45] Tarih mısraından 1144 çıkmaktadır. (H)

[46] Bu mısraın sonundaki "el-vedâ' " kelimesi kâfiyeye uyması için “ayn” harfi yokmuş gibi yazılmıştır.. (H)

[47] Bu mısradaki "şân-ı merâdan" ibâresinin, "şâh-ı merdân" olması muhtemeldir. (H)

[48] (وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ) "Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından  daha yakınız. " 50. Kaf sûresi, 16.

[49] (ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ)   "Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun. "  68. Kalem sûresi, 1. (H)

[50] Bu ibârenin hesaplanmasından 1156 çıkmaktadır . (H)

[51] Bu ibarenin hesaplanmasından 1232 çıkmaktadır. 1166 târihinin üzerine müellif tarafından “Pederlerinin” kelimesi yazılmıştır. Bunun, Hâşim Efendi’nin babasının ölüm târihi olduğu anlaşılıyor. (H)

[52] "Kaçacak yer neresi?" 75. Kıyâme sûresi, 10. (H)

[53] "Yaşadığınız gibi ölürsünüz; öldüğünüz gibi haşr olunursunuz.." (H)

[54]  (مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى) "Muhammedi'in gözü ne kaydı ne de sınırı aştı. " 53. Necm sûresi, 17.(H)

[55] "Bunu, önce İstanbullu, sonra Bursalı bir zavallı olan, es-Seyyid el-Hâc Mahmûd Nâsih yazmıştır." (H)

[56] "O (Allâh)'dan başka her şey yok olacaktır " 28. Kasas sûresi, 88. (H)

[57] "Asılarak idâm edilmiş olan Şeyh Bedreddîn, Allah katında gazaba uğramıştır. " (H)

[58] "Rabbinin ismini zikret..." 73. Müzzemmil sûresi, 8. (H)

[59] "Varlık âlemindeki her şey vehim ve hayâlden ibârettir." (H)

[60] Bu şekilde başlayan bir rivâyet bulunamadı. (H)

[61] Tarih mısraındaki noktalı harflerin toplamından 1295, tamâmından 1740 çıkmaktadır. (H)

[62] Bu şiirde müellif sonradan bazı düzeltmeler yapmıştır. (H)

[63] "Muhakkak ki her güçlükle berâber bir kolaylık vardır. Her güçlükle berâber bir kolaylık vardır. " İnşirah Suresi, 5-6. (H)

[64] “Tahâret iki çeşittir : Birincisi, şerîatın istediği şekilde zâhirî temizlik; ikincisi bâtınî temizlik. Bu ikincisi tarîkate sülûkla, tevbe ve kalp tasfiyesiyle elde edilir. Dînin emrettiği abdest, herhangi bir necêsetin çıkmasıyla bozulursa su ile yenilenmesi gerekir. Niteki, Hz. Peygamber, bu konuda şöyle byurmuştkur : “Abdesti yenileyenin Allah îmânını tâzelesin.” Eğer bâtınî abdesti; kibir, ucub, hased, kin, gıybet, dedi-kodu, iftirâ, yalan ve gözlerin, ellerin, ayakların, kulakların ihânetine benzer  hıyânet gibi zemmedilmiş her türlü fiille ve ahlakla bozulacak olursa, samîmî bir tevbe ile, insanı fesâda götüren bu amellerden uzaklaşmak için bâtınî abdestini yenile. Tevbenin yenilenmesi kötülükleri yok eder. Bu da kötülükleri zemmederek ve istiğfâr ederek olur. Ârif olan kişinin bu âfetlerden korunması gerekir. Böyle olursa namazı da tamam olur. Cenâb-ı Hak, 50. Kâf sûresi, 32. âyette şöyle buyuruyor : “İşte bu cennet Allah’a yönelenlere va’dedilen yerdir.” Zâhîrî abdesti, bâtın temizliğinin aksine, bir gündeki farz olan beş vakit namazın her biri için geçerlidir. Bâtın temizliği ise müebbed olup, ömür boyu geçerlidir.” (H)  

[65] "Allah sana nasıl muâmele etti." (H)

[66] "Mecaz hakîkatin köprüsüdür ." (H)

[67] "Allâh'ın göğsünü İslâm'a açtığı kimse, Rabbinden gelen nûr üzerinde değil midir?" 39. Zümer sûresi, 22. (H)

[68] "İşler, vakitleriyle  sınırlıdır. Zuhûrât ise mîkâtına bağlıdır. " (H)

[69] "Büyük insânlar özrü kabûl ederler, diğerleri ise karşılaşma anındadır." (H)  

[70] "Haberiniz olsun ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur;  mahzun  olacaklar onlar değildir." 10. Yûnus sûresi, 62. (H)

[71] 92. Leyl  ve 93. Duhâ sûrelerine işâret edilmektedir. (H)

[72] (وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ...)  "Sabah akşam Rablerinin rızâsını isteyerek  O'na yalvaranları  kovma." 6. En'âm sûresi, 52. (H)

[73] (سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ) "Geceleyin kulunu Mescid-Harâm'dan, âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, etrâfını bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yürüten, her türlü eksiklikten uzak olan O (Allah)'dır. O, gerçekten hakkıyla işiten, hakkıyla görendir." 17. İsrâ sûresi, 1.

[74] "Allâhm! Eşyânın hakîkâtlerini bize olduğu gibi göster. " (H)

[75] Bu terceme-i hâl, Fâtih'de, Millet Kütüphânesi'nde, Tasavvuf kitapları meyânında 1045 numaradaki, Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî'den mülahhastır.

[76] Dârü'l-Fünûn müderrislerinden Mehmed Ali Aynî Beyefendi, "Veled Çelebi nezdinde gördüğüm bir  eserde, 'Diyâr-ı bekir (Diyarbakır)'lıdır.' diye göstermiştir." dedi.

[77] "Âhirete ulaştıracak bir binit olarak dünyâda bulununuz ." (H)

[78] "...Kıyâmet sarsıntısı büyük bir şeydir." 22. Hac sûresi, 1. (H)

[79] "Allâh'a, semâya, güneşe ve kuşluğa yemin ederim ki, hased sâhibleri bize iftirâ etmişlerdir." (H)

[80] "Allah, göklerin ve yerin nûrudur." 24. Nûr sûresi, 35. (H).

[81] "Zamânın yegâne âlimi olan efendimiz vefat etti. " İbareden 982 tarihi çıkmaktadır. (H)

[82] “Bu gülün kokusu, iki kat olmuş sırtı bervi gibi dosdoğru yaptı.

Her şey aşka tebdîl olur, Mısır’dan toprağı çıkarırlar.

Ey can! Sen canlar cânına ulaştık. Ey beden! Sen de bedeni bıraktın.

......... ........

O dertli Meryem’e tâze ve olgun hurma gerekir.

Muhsinin güzel ahlakı başkasının gözüne düşmesin.

Senin îmânın benim muradım olunca uzlette emniyet aranır.

Gönül evini kendi uzlegâhın yap. Çünkü gönül halvette sükûn bulur.

Gönül evinde, dâimâ lezzetli ve bâkî olan kadehi sunarlar.

Sen tumturaklı sözleri bırak da, sâkin vakitlerde sükûtu ihtiyâr et.

Çünkü insanın yeri gönüldür. Bunun için sen, mü’minliği gönülde iste.(H)

[83] "Sadakalar, Allah'dan bir farz olmak üzere, sadece fakîrlere.... dir." 9. Tevbe sûresi, 60. (H)

[84] “Ey Rûşenî! Sana bir mes’ele sorayım ki, bunda iki aydınlık var. Sana sevinç göstermesi için gama, üzüntüye ne büyü yapayım.” (H) 

[85] Ey Rûşenî! Kendi yüzünü görüp beni hatırlaman için sana ayna getirdim.” (H)

[86] Her güzellikten yeni bir güzellik doğduğu gibi, o Rûşenî’den de yeni bir aydınlık doğar.” (H)

[87] “Bir ateş ortaya çıkar ve dünyâyı devamlı yakar. Bu ateşten kurtuluş için ancak İbrâhîm olmak gerikir.” (H)

[88] “Dinle neyden, üflenen nefesi, nasıl âhenkli ses hâline getirir. Sazın yakıcı nağmesi insana nasıl arkadaş olur.

Aslında sazın nağmesi değil aşkın yakışı seni bir hâle getirir. Sesin nağmesi âşıklara zevk verir.

Ney ve zevk veren sas, başka bir sebep olmasa da, aşk ve bir anlık arkadaşlıkla insanı coşturur.

Neyin inleyişi aşk zevkındandır. Âşıklar onu dinlemenin zevkında dudaklarını ısırırlar.

Aşk ve ney, aynı özellikleri taşıyan iki arkadaş olarak nefes alıp verirler. Birbirlerine dem verip, hemdem olurlar.

Her nefes, neyden bir anda hayret edilecek bir ses hâline gelir. Bir anda iki ayrı nefes bir bütün olurlar.” (H)

[89] “Ey hakîkat söyleyen papağan! Nasılsın?  Ey bülbül! Sebepsiz yer niçin mahzunsun? Bugün eğer kafes hapsinde sıkıntı içinde isen de meşakkat sana gül ve şeker sunar.” (H)

[90] “Ey hakîkat gecesinin mumu! Nasılsın? Ey tarîkatının meclisini aydınlatan! Nasılsın? Şimdi senin yüzünü görmek için bu göz ve tamahkar gönül, pervâne oldular. Nasılsın?” (H)

[91] “Ey gönül ve mânâ şehrimin Yûsufu! Nasılsın? Ey ağlayan gözümün nûru! Nasılsın? Senin yüzünle bu köşe benim için gül bahçesi oldu. Ey hzânı ve dikeni olmayan gül fidanı! Nasılsın?

[92] Bu ibâreden verilen târîh çıkmamaktadır. (H)

[93] “Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî bu fenâ gülistânından göçtü gitti.

Lâhût tahtına adım attı ve üns sarayında mukîm oldu.

Bu sonradan olan yokluk sarayının nakşı eski misafirhâneye konuk oldu.

Hâtiften gelen bir ses onun için târih dedi : Kutbu’z-zamân İbrâhîm-i Gülşenî öldü.”

Bu ibârenin hesaplanmasındran 950 târihi çıkmaktadır. (H)

[94] Bu kütübhâne, Süleymâniye Kütübhânesi'ne nakl edilmiştir. (H)

[95] “... Mal ve çocuk bakımından sen beni kendinden daha fakîr görsen bile, bağına girince, "Mâşâa'llâh kuvvet ancak Allâh'a mahsûstur." demen gerekmez mi?” 18.Kehf sûresi, 39. (H)

[96] “Bizi bizi kulların yaratılışının menşei kılan ve hidâyete ulaştıran Allah’a hamd olsun. Salât ü selâm da Allâh’ı nebîsine ve onun ashâbına olsun. Bunu, kulların en zayıfı olan İbrâhîm-i Gülşenî yazmıştır.” (H)  

[97] Bismillâhirrahmânirrahîm.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor : “Doğrusu ben kendini Allah’a verenlerdenim.” diyen, Sâlih amel işleyen ve Allah’a davet eden kimseden daha güzel sözlü kim vardır. (41. Fussılet sûresi, 33). “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim edip Hakk’a yönelen İbrâhîm’in dînine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrâhîm’i dost edindi.” (4. Nisâ sûresi, 125). “Kendini bilmeyenin dışında kim İbrâhîm’in dîninden yüz çevirir? And olsun ki, Biz dünyâda onu saçtik. Şübhesiz ki o, âhirette de muhakkak sâlihlerdendir. Rabbi ona, “Teslim ol.” buyurduğunda o, “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum.” demişti.” (2. Bakara sûresi, 130, 131). “Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşuyor.” (45. Câsiye sûresi, 29). “Ey Muhammed! Sana bîat edenler ancak Aallah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların eli üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur; Allah’a verdiği sözü yerine getirene ise Allah büyük bir mükâfât verecektir.” (48. Fetih sûresi, 10). “Siz insanlar için çarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emr eder, kötülükten men eder ve Allah’a îmân edersiniz.” (3. Âl-i İmrân sûresi, 110). “Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dînine uyun. Allah sizi hem de daha önce, hem de bu Kur’ân’da Müslüman olarak isimlendirdi.” 22. Hac sûresi, 78).

Allah yolunda gerçekten cihâd edenler, fesattan kaynaklanan bâtılı terk etmek sûretiyle mânevî derviş olurlar ve muvahhidler arasındadırlar. Bunlar hangi beldeden olurlarsa olsunlar, kendilerine gelenleri irşâd yolunda ma’rifetu’llahta onun halîfeleri olmaya lâyıktırlar.

Sâlik, tevbe ve inâbetten sonra gayret edince Allah’ın emriyle teslim olmayı şiârı, çeşitli işlerde çalışmayı da onun ateşi olarak kabul eder ve şu âyetin hükmüne tâbi olur : “Azâb size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (39. Zümer sûresi, 54).

Sâlik, teslîmiyeti nûrla elde eder ve böylece gönlü açılır da, şu âyette ifâde edilen zümreye dâhil olur : “Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nûr üzere bulunan kimse….” (39. Zümer sûresi, 22). Onun varlığı, yokluk karanlığında dolunayın ışığının parıltısı gibidir.

Böyle kişiler hakkı bâtıldan, nûru zulmetten, faydayı zarardan ayırmayı, galet ve gururdan sonra yakaza hâlinde olmayı bilir. Ayrıca güzel ve öğülmüş ahlakla ahlaklanmayı, kötü olan nefs-i emârenin hevâ ve hevesine karşı ihlaslı olmayı ve Hz. Peygamber’in şerîatına bağlanmayı öğrenir. Böylece ilim ve amel ile insâniyyetini güzelleştirir. Nitekim şöyle buyurulmuştur : “Allah teâlâ, câhil bir kulunun velî yapmamıştır. Eğer câhil bir kulunu velî yapacaksa önce ona ilim öğretir.” Âyette de şöyle buyurulmuştur : “İşte bu, Allah’ın hidâyetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir.” (6. En’âm sûresi, 88).

Cenâb-ı Hak, kerem ve fazlıyla, kullarına bunu ihsân eder. Çünkü O, kullarına karşı çok merhametlidir. “Ey îman edenler! Allah’a karşı gelmekten nesıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak mü’minler olarak ölünüz.” (3. Âl-i İmrân sûresi, 102). “Ey mü’minler! Hep birlikte tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (24. Nûr sûresi, 31).

Size tevbe ve ondan inâbet almanız gerekir. Çünkü oda, benim gibi icâzetlidir. Tarîk-ı Hakk-ı Mübîn’de beyân ettiğimiz gibi, o da sizi hidâyet yoluna eriştirir. Hz. Muhammed Mustafâ’nın şerîatı etrâfında, Cenâb-ı Hak tarafından kendilerine nimet verilenlerin doğru yolunda birleştirir. O yol ki, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın dosdoğru olan yoluna tam teslîmiyetle insanı hakîkate ulaştıran yoldur. “Onların duâlarının sonu ise, ‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.’ sözleridir.” (10. Yûnus sûresi, 10).

Hiçbir şübhe olmadan bizden intikal eden bu ilmi size öğreten icâzetli kişiye vasiyetimizdir. O meczûb sâlik, her ân bir hâl üzere olan Cenâb-ı Hakk’ın kevnî oluşumlarda tecellî eden nihâyetsiz ve sayılamayacak kadar çok olan sıfat ve simlerinin mertebelerinin yollarını ikmâl etmek üzere görevlendirilmiştir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, bu isim ve sıfatlar hakkında 18. Kehf sûresi, 109. âyette şöyle buyurmaktadır : “De ki : Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.”

Ey tâlipler! Bu benim en güzel vasiyetimdir. Doğru bir usulle teveccüh, dalâlet günâhından nefsinizi temizlediğiniz halde bâtıldan sakının. Vebâl kazanmaya meyl etmekten kurtulmaya bakın. Azab ve işkence verecek olanlara meyl etmeyin. “O gün ne mal fayda verir; ne de oğullar. Ancak o gün arınmış bir kalb ile Allah’a kavuşan müstesnâdır.” (26. Şuarâ sûresi, 88, 89). “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz.” (2. Bakara sûresi, 281).

 Ey Allah’ın kulları! Allah’tan sakının. Nitekim, 3. Âl-i İmrân sûresi, 30. âyette şöyle buyurulmaktadır : “Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesâfe bulunmasını ister.” Bir âyette suçluluların şöyle diyecekleri belirtilmektedir : “Eyvâh bize! Bu nasıl kitaptır ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş, derler. Onlar, bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbi hiçi kimseye zulmetmez.” (18. Kehf sûresi, 49).

Şu günün şiddetinden de Allah’a sığının : “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından kaçacağı gün…” (80.  Abese sûresi, 34, 35).

Cenâb-ı hak, Kur’ân-ı kerîmde o günün şiddetinden bir de şöyle bahsetmektedir : “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın, emzirdiği çocuğundan geçer ve her hâmile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. O gün insanları sarhoş görürsün. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki, Allah’ın azâbı çok şiddetlidir. (21. Hac sûresi, 1, 2).

Eğer kurtuluş istiyorsanız rabbinizden size indirilene tâbi olunuz. Temiz bir kalble ivazsız garazsız Allah’ı zikrediniz. “Sizin için alenen düşman olan şeytanın yolundan gitmeyiniz.” (2. Bakara sûresi, 208). Allah’a verdiğiniz sözde durunuz. Dünyânın çeşitli arzularından kalbinizi temiz tutunuz. Bütün âzâlarınızı günah işlemekten koruyunuz. Allah teâlânın size verdiği nimetlerden fakirlerinize ikrâm ediniz. Kardeş olunuz. “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın.” (3. Âl-i İmrân sûresi, 103). Allah’tan sakının, aranızı düzeltin, birbirinize sabrı ve hakkı tavsiye ediniz. Allah hakkında kötü zandra bulunanlarla dostluk etmeyin. Nitekim cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır : “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihâd et ve onlara karşı çetin ol…” (9. Tevbe sûresi, 73).

Allah teâlâ bize bildiriyor ki, câhillerin mühlet taleb etmesi bize zarar verir. Onun için Allah’ın hizbinden ve O’na yardım edenlerden olun. 61. Saf sûresi, 14. âyette şöyle buyurulmaktadır : “… Nasıl ki, Meryem oğlu Îsâ da Havârîlere, ‘Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?’ demişti. Havârîler de, ‘Biz Allah’ın yardımcılarıyız’…..”

Şeytanın taraftarı olmayın. Çünkü insanlar ve cinlerden olan şeytanlar, insanların kalblerine vesvese verirler. Bir âyette şöyle buyurulumştur : “İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar.” (6. Enâm sûresi, 112).

Selâm’a tâbi olanlara selâm olsun. Sözlerimizi, Muhammed (a.s.)’a, onun âline ve ashâbına salât ü selâmla bitirelim.          

[98] “Mü’minler için, aynen alış-verişte kazançlı çıkmayı tercih eden bir tüccar gibi, en hayırlı azık dindir.

 İşte ben din hususunda Hz. İbrâhîm’in dîninden olan bir dosta tâbi oluyorum. Bu, Allah’ın, insanı vakur bir şekilde selâmete ulaştıracak olan bir emridir.

Dînin direğini sağlam olarak görmek istiyorsan. Namazı dosdoğru kıl ve Allah’tan başka her şeyi kendine haram kıl.” (H)

[99] “Bizden tarîkatı inkar eden kişiyi şerîat ölçüsüyle bir dinle. Allah’a yemin olsun ki o, hakîkatte âsîleri inkâr etmiş gibidir.

 Ey sevgi ile kalbinde emâneti taşıyan kişi! Kalbindeki bu sevgi sebebiyle, kazanlı kişilerin kazançları gibi sana müjdeler vardır.” (H)

[100] “Hak nûruyla basîretten bir göz aç.Nurlu bir bakışla bakarak gözde çeşitli manzaralar gör.

 Topluluk hâlinde bile kimse bu manzaraları ayne’l-yakîn müşâhede edemiyor; bunu böyle bil. Ancak bir farkla; o da ibretli yorum yapanların yorumlarını dinle.

 Rabbimi ben gördüm; Allah’ın habibinin sözleri, vasfedenlerin anlattıklarında daha güzel görüntülerle gerçekleşti.” (H)

[101] “Varlığın inkârı isbâtın ta kendisidir. Bak, cem’de varlığı inkar edenlerin bu inkarları ile isbat arasında hiçbir fark kalmamaktadır.

 Tıpkı kulaktaki, şimşekten daha parlak, ışıktan daha aydınlık olan inci gibi, işte hâkikatin cevheri budur.

 Sükûtta konuşmak vardır. Bu, bizden makâm sâhiplerine intikâl eden bir hâldir. O halde, aynen dilsizlerin söylediklerini anladığın gibi, sözsüz olarak anlatılanları da anla.” (H)

[102] “İlimler Kemal’le (birlikte) gittiler.” (H)

[103] Verilen ibârelerin hiç birinden  941 çıkmamaktadır. (H)

[104] “İçkiye mübtelâyım, derdim var. Benim dermânım içkidir.

Bana içki ver, çünkü tedâvî maksadıyla içki içmek haram değildir.” (H)

[105] “Molla Celâl-i Devvânî’nin fetvâsına göre, bahar resmidir; sen erguvan içkisini sun.” (H)

[106] "Kim, Rabbına (kıyâmet günü) iyilikle gelirse, onun için, o iyiliğin on misli (ecir) vardır." 6. En'âm sûresi, l60. (H)

[107] Mevlânâ’nın bu Mesnevî’sinin şerhini yazmak gerekir. Ancak ölümsüz bir eser bırakmak, Mesnevî’yi tefsir ve şerh etmek istersek, hızla akıp giden zaman buna yetmez; hiç kimse de buna tâkat getiremez. Bu yüzden bu kadarla iktifâ ettim. Özellikle Mesnevî’de geçen bazı problemli beyitleri şerh gerekir. Bundan dolayı problemli beyitleri topladım ve onların problemlerine açıklama getirdim; hepsinin sırlarını açığa çıkardım. Bu sebepten bu risâleye Kâşifü’l-Esrâr ve Matlau’l-Envâr adını verdim. Bu beyitleri Allah’ın emrine uyarak şerhettim.” (H) 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar