Sefîne-i Evliyâ Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr 7
SEFÎNE-İ EVLİYÂ
Osmânzâde Hüseyin VASSÂF
(1872-1930)
CİLT : 3
Yayına
Hazırlayanlar:
Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ Prof. Dr.
Ali YILMAZ
Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Ankara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
İstanbul
- 2005
AZÎZ MAHMÛD-I
HÜDÂÎ
Hz. Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'nin (kuddise sırruhu'l-âlî) cild-i sânî nihâyetindeki
tercüme-i hâlinden mâ-ba'd :
Âsâr-ı Aliyyeleri :
1. Vâkıât-ı Hüdâyî :
Lisân-ı Arabî üzere muharrer olup esnâ-yı seyr ü sülûklarında mürşid-i
mufahhamları Hz. Üftâde'den sâdır olan kelimât-ı irfâniyyeyi câmi' ve iki
cild-i kebîri hâvî bulunan bir eser-i âlîdir.
2. Tecelliyyât-ı Hüdâyî :
Arabiyyü'l-ibâredir. Bunu fahrü'l-muhakkıkîn Abdulganiyy-i Nablusî şerh
etmiştir. Nâmı, Lemeâtü'l-Berkı'n-Necdî Şerhu Tecelliyyâtı Hüdâyî Mahmûd
Efendi'dir. Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'nde vârid-i hâtır-ı kâsırımdır.
Vefâ'da Âtıf Bey Kütüphânesi'nde 1415
numarada mevcûddur.
3. Tezâkir-i Hüdâyî :
Mesâil-i şerîat ve mebâhis-i hakîkata dâir olup küçük büyük yüzyetmiş
parçadan ibâret olan bu tezâkir-i şerîfenin kısm-ı küllîsi Sultân Ahmed Hân-ı
evvel tarafından istifsâr olunan mevâdd-ı mu'tenâ-bihâyı muarrifdir. Lisân-ı
tasavvufla yazılmıştır.
4. Nefâisi'l-Mecâlis :
Kur'ân-ı azîmü'ş-şânı evvelinden âhirine kadar intisâb sûretiyle tefsîr
eylemişlerdir ki, iki büyük cildden mürekkebdir.
5. Hülâsatü'l-Ahbâr :
Siyer-i Nebevî ve ahbâr-ı Cenâb-ı Mustafavî'ye dâirdir.
6. Necatü'l-Garîk fi'l-Cem'i ve't-Tefrîk :
Lisân-ı tasavvuf üzere yazılmış ve cem' u
farktan bâhis bulunmuştur.
7. Mecmûa-i Hutab :
Elyevm hânkâh-ı münîflerinde okunmakta olan
hutbelerden müteşekkildir.
8.Tarîkat-ı Muhammediyye : Arapçadır.
9. Câmiu'l-Fazâil : Arapçadır.
l0. Keşfü'l-Kınâ' an-Vechi's-Semâ' : Arapçadır.
11. Hayâtu'l-Ervâh ve Necâtü'l-Eşbâh. Arapçadır.
12. Miftâhu's-Salâh ve
Mirkatü'n-Necâh : Arapçadır.
13. Fethu'l-Bâb ve Ref'u'l-Hicâb : Arapçadır.
14. Habbetü'l-Mahabbe :
Arapçadır. Bu Habbetü'l-Mahabbe üzerine Şeyh Abdürrahîm b. eş-Şeyh
Lutfullâh el-Konevi tarafından bir şerh yazılmıştır. Kütahya'da Vahîd Paşa
Kütüphânesi'nde vardır.
Mukaddimesinde şöyle yazılıdır:
قد استنسخ هذا
الشرح للرسالة المسماة بمحبة المحبة المنسوبة إاى الشيخ الشيوخ الفاضل الكامل
المكمل محمود افندى الاسكدارى أدخله فى مقعد صدق عنده البارى المنطوية على زبدة
الشريعة والحاوية لنكت الطريقة والموصلة إلى بحر المعرفة. قد وقع ابتداء فى أوائل
شهر شعبان وانتهى آخره فى أوائل شهر رمضان. عصمنا الله من هجرة بألف واثنين وسبعين
على يد عبد الرحيم بن الشيخ لطف الله القنوى.[1]
15. Tarîkat-nâme . Türkçedir.
16. Manzûme-i Cem' u Fark.
Türkçedir.
17. Dîvân-ı Şerîfleri .
Türkçedir. Dîvân-ı şerîflerinin baş tarafında bir risâle vardır ki, Risâle-i
Keyfiyyetü's-Sülûk'tur. Bu müstakil bir eserdir. Şehîd Ali Paşa Kütüphânesi'nde
1343 numarada görülmüştür.
18. Hâşiye ala-Kuhistânî . Arapçadır.
19. Şemâilü'n-Nübüvveti'l-Ahmediyye .
/2/ 20. el-Fethu'l-İlâhî. Arapçadır.
21. Ahbâru'n-Nebî Aleyhi's-Selâm . Arapçadır.
22. Hâlü'l-Ervâh ve Ahvâlü'l-Mevtâ. Arapçadır.
23. Mensûr Mevlid-i Nebî Aleyhi's-Selâm. Arapçadır.
Nesebleri :
Hz. Hüdâyî, sâdât-ı kirâmdandır. Şecereleri zâyi' olmak hasebiyle
yeşil sarmaktan çekinir, beyâz sarık
sararlar iken, zamân-ı mükâşefelerinde seyyidü's-sâdât olan Fahr-ı âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
efendimiz hazretleri tarafından sâdattan olduklarına ve alâmet-i sâdât olan
yeşil sarık sarmalarına emr-i şeref-sâdır olmakla, bundan sonra yeşil
sarmışlardır. Hâlen türbe-i mübârekelerinde sandûkanın baş tarafındaki tâc-ı şerîfleri üzerine yeşil sarık vardır.
Hüdâyî dervîşleri de teberrüken yeşil sarık sararlar. Hz. Hüdâyî bir
manzûmesinde,
N'ola
eylersen Hüdâyî'ye nazar
Ceddim ü
pîrimsin ey kân-ı atâ
diyorlar.
Türbesi:
Türbe-i latîfeleri elyevm ma'mûr ve
müzeyyendir. Zamân zamân müşrif-i harâb olmuş ise de ta'mîrine i'tinâ
olunmuştur. Kubbesinin üzeri oniki dilimlidir. Sultân Abdülmecîd ve Sultân
Abdülhamîd merhûmların zamânında müceddeden denilecek derecede ta'mîr ve tezyîn
olunmuştur. Son zamânlarda minâresine sâika isâbet edip, minâre türbenin kısm-ı
hâricîsi üzerine yıkıldığından alâ-rivâyetin Mısırlı Emîre Hanımefendi beş altı
bin lira (sarf etmek) sûretiyle ta'mîr ve ihyâsına muvaffak olmuş ve türbe-i
münîfeye yek-pâre bir halı ihdâsıyla Hz.
Pîr'e arz-ı hürmet etmiştir.
Türbe-i şerîfenin kapısı bâlâsında:
Eğer vâsıl olam dirseñ dilâ sen sırr-ı maksûda
Gel âdâb ile yüz sür hâk-pâ-yı Şeyh Mahmûd'a
*
* *
Dilâ tahsîl idem dirseñ eğer zevk-ı ilâhîden
Nasîbini alur elbet giren bâb-ı
Hüdâyî'den
* * *
Bu meşhed
mecma'-ı ervâh-ı ecsâd-ı Hüdâyî'dir
Edeble gir azîzim
türbe-i pâk-i Hüdâyî'dir
/3/ beyitleri
muharrer olduğu gibi kabr-i enverlerinin etrâfındaki şebekeye muallak levhâlardan,
Birincisinde
:
Dergeh-i
Hazret-i Mahmûd-ı Hüdâyî'dir kim
Mültecâ-yı urefâ melce-i hayl-i uşşâk
Sür o pîrin rehine rû-yı niyâzı ey dil
Tâ
derûnunda ide nûr-ı hidâyet işrâk
İkincisinde
:
Odur
hafâir-i kudsî hamâme-i dil-keş
Kebûter-i
urefâ Hazret-i Hüdâyî'dir
Üçüncüsünde
:
Hulûs-ı kalb ile Kâmil yüzün sür hâk-pâyine
Teeddüble niyâz eyle makâm-ı ârifânîdir
Cenâb-ı
kutb-ı a'zam(dır) bu bir zât-ı
mükerremdir
Tarîk-ı Celvetî pîri Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'dir
kıt'a ve
beyitleri yazılıdır.
Semâ'-hânenin kapısı bâlâsında :
Şeh-i gâzî velâyet Hazret-i Abdülmecîd Hân'a
Zahîr olmuş fütûh-ı memleket içre nusret-i aktâb*
Resânetle Azîz Mahmûd Efendi dergehin inşâ
İdince kıldı feyz-i rûhâniyyet-i aktâb*
Duâ-yı şevketiyle zîver iki cevherîn târîh
Sezâdır olsa bâb-ı hânkâhında zînet-i aktâb*
Şeh-i dîn kim Hüdâyî hânkâhın eyledi bünyâd
Muîn olsun umûrunda Hudâyâ himmet-i aktâb
شه دين كيم هدايى خانقاهن ايلدى بنياد
معين اولسون امورنده خدايا همت اقطاب
=1272/(1856)
Türbe-i şerîfede harem-i âlîleri
ve âl ü evlâdı da defîn-i hâk-i gufrândır. Pek rûhâniyyetli bir makâm-ı mübârektir.
Sıdk u hulûs ile ziyâret edenler nâil-i merâm olurlar.
Lisân-ı
sıdk ile zikr-i cemîl-i evliyâu'llâh
Muhıkk-ı
saykal-ı rûh-ı revân-ı ehl-i îmândır
Mezâr-ı
evliyâyı sıdkıla zâir olan insân
Füyûz-ı
rûh-ı ehlu'llâh ile gül gibi handândır
Bir gün esnâ-yı ziyârette manzûme-i âtiye sânih
olmuştu. Bi'l-âhare levha hâlinde türbe-i şerîfeye takdîm kılınmıştır:
Hazret-i
Mahmûd Hüdâyî'dir velîler serveri
Menba'-ı irfân u aşkdır ol azîzler rehberi
Bunca âsârı
uluvv-ı fazlına olmuş delîl
Kutb-ı
aktâb-ı cihândır ol hakîkat cevheri
Hakk-ı âlîsinde
temdîhan ne dinse katredir
Rûh-ı cism-i âşıkândır ol nücûmun
ezheri
/4/ Zâir-i kabri olan
mesrûr olur ey ehl-i dil
Arz-ı tebcîlâta şâyân
ol tarîkat ülkeri
Âsitân-ı pâkine
yüz sürdü istimdâd içün
Müstenîr-i
matlau'l-envârı Vassâf kem-teri
Hz. Hüdâyî, cidden bir insân-ı kâmil
idi. Zamân-ı âlîlerinde Hamzavîlere karşı devletin şiddet siyâseti cârî iken,
kendileri pek dûr-endîşâne bir meslek tutarak, kendilerini her türlü şâibeden
masûn bulundurmuşlardır. Sultân Ahmed'in kendilerine şiddet-i meclûbiyyeti
hasebiyle bu hâl vükelâ-yı zamânın hoşuna gitmediği ve azîz-i müşârünileyhe âsâr-ı
iğbirâr gösterilmek istenildiği hâlde Cenâb-ı Pîr'in tedbîr-i umûrdaki fart-ı kiyâseti
hakk-ı âlîlerinde ufak bir ser-rişteye bile meydân bırakmamıştır.
Hem kâmil hem mükemmil olanların hâli
böyle olur. Asitân-ı irfânları ricâl-i Hamzaviyye'den Sarı Abdullâh
Efendi, sadrazam Halîl Paşa, Olanlar Şeyhi İbrâhîm Efendi gibi zevât-ı hakâyık-sıfâtın melcei
olmuş idi. Her biri müddet-i medîde oraya nâm-ı müsteâr ile ilticâ etmiş,
halkın, devletin taarruz ve ta'kîbinden kurtulmuşlar idi. Kendilerinin kemâlât-ı
ilmiyyelerine ilim nokta-i nazarından meftûn olanlar olduğu gibi derecât-ı irfâniyyelerine
hayrân olan eâzım dahi nûr-ı hakîkatları etrâfında pervâne-misâl cem' olmuşlar
idi.
Ulemânın, urefânın, evliyânın, pâdişâhların
nâil-i feyz ü irfân olmalarına vücûd-ı mes'ûdu sebeb-i müstakil idi. (Kaddesa'llâhu
esrârahum)
Eş’ârı
:
Hüdâ'ya hamd ü minnet evvel âhir
Ki O'ldur zâhir ü bâtında zâhir
Zuhûru perde olmuşdur zuhûra
Gözü olan delîl ister mi nûra
Güneş zâhir
değil midir karındaş
Ne var
görmezse anı çeşm-i huffâş
Hudâ zâhir durur mahlûk mestûr
Hilâfın
anlayıp olma Hak'dan dûr*
Aceb sun' u
aceb sırr-ı ilâhî
Ki olmuşdur
avâlim cilve–gâhı
Hemân levs-i cehâletden elin yu
Bu kevserden
içegör bir içim su
Bu zâhir bildiğine olma mağrûr
Sakın kim
ma'rifetden olasın dûr
İkâl-i akl-ı cüz'îden halâs ol
Efendi bâde-nûş-ı
bezm-i hâs ol
Eş'ârı dâimâ tesettür içredir.
Fakat hakîkat-bîn olanlara vahdet-i vücûdu ta'lîmdir. /5/ İlâhiyyâtı pek
çoktur. Kısm-ı a'zamı muhtelif makâmlardan bestelenmiştir. El'ân tekkelerde
okunur:
Kudûmun rahmet ü zevk u safâdır Yâ
Rasûla'llâh
Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır
Yâ Rasûla'llâh
Nebî idin dahi âdem
dururken mâ vü tîn içre
İmâm–ı
enbiyâ olsan revâdır Yâ Rasûla'llâh
Kemâli zümre-i kümmel senin
nûrunla bulmuşdur
Vücûdun mazhar-ı tâmm-ı Hudâ'dır
Yâ Rasûla'llâh
Seninle irdiler zâta dahi envâ'-ı lezzâta
İşin erbâb-ı hâcâta atâdır Yâ Rasûla'llâh
Hüdâyî'ye şefâat
kıl eğer zâhir eğer bâtın
Kapuna intisâb itmiş gedâdır Yâ Rasûla'llâh
* * *
Tînet-i
Âdem'de konmazsa eger sevdâ-yı aşk
Cenneti bir dâneye satmazdı
ol dânâ-yı aşk
Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşyâ lâ–cerem
Bâd-ı hubbiyle temevvüc itdi çün deryâ-yı aşk
Tâlib-i dîdâr olup ayılmaya tâ haşre dek
Kim ki nûş ide ezel bezminde ger sahbâ-yı aşk
Aşk (u) meşk olmaz nihân anı bilir halk-ı cihân
Âşık-ı bî-çâreye mümkin midir ıhfâ-yı aşk
Bülbülün hâlin bilenler gûş iderler nâlesin
Bir gül-i bî-hâr içündür bunca hû-yı hâ-yı aşk
Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebeb
Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı aşk
Ey Hüdâyî hâlet-i aşkı ne bilsün her meges
Kulle-i Kâf-ı hakîkat mürgüdür Ankâ-yı aşk
* * *
Muhît-i bahr-ı tevhîdi bilüp ummân-ı bî–sâhil
Vücûdun katresin mahv it eğer oldunsa ehl-i dil
Şeb-i firkatdaki kesret hayâl ü zıldır aldanma
Serâbı ko serâya bak sarâ-yı sırra
ol dâhil
/6/ Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlaba azm
it
Ki zîrâ zıll-ı zâilde ikâmet eylemez
âkil
Anın nakkâşını gör sen hemân zeynine
aldanma
Güneş tâbında çün şeb-nem bilürsin
kim olur zâil
Hüdâyî vahdete bak
kim sana mâni' değil kesret
Ola mı âftâba hiç vücûdu zerrenin hâil
* * *
يا من بنى بلا عمد هذه ألقاب
يا مرسل الرياح ويا منشى السحاب
يا من يرى جميع خفايا الضمائر
يا من قضى وقدر ما شاء فى الكتاب
صلى على حبيبك والآل أجمعين
واستر عيوب الأمة فى موقف
يا كاشف الكروب يا غافر الذنوب
يا عالم الغيوب ويا ملهم الصواب
يا من إليه يرفع كل الحوايج
يا من إليه يرجع فى دفع الإضطراب
طهر فؤاد عبدك عن كل ما سواك
يا من له التصرف يا مالك الرقاب
يسر لنا وصلك بالفضل والكرم
يا دافع الموانع يا رافع الحجاب[2]
* * *
Musahhar emrine hep cümle eşyâ
Senindir kavl senindir hükm efendim
Elin altındadır dünyâ vü ukbâ
Senindir kavl senindir hükm efendim
Usâta rahmet ü gufrân iden sen
Gönüller derdine
dermân iden sen
Hüdâyî'ye atâ
ihsân iden sen
Senindir kavl senindir hükm efendim
Gazeliyyât
ve ilâhiyyâtından kısm-ı a'zamı ekâbir–i
sûfiyye tarafından tahmîs veya tesdîs sûretiyle şerh ve tafsîl
edilmiştir. Cenâb-ı Pîr gülşen-i
tevhîdde hakîkaten bir bülbül-i aşk u muhabbet ü ma'rifet idi. Cenâb-ı (Hak)
sırlarını takdîs ve bizleri şefâat-i aliyyelerine mazhar buyursun.
Sevdim seni gönülden Yâ Hazret-i Hüdâyî
Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazretlerinin nutkunu tahmîs-i âcizânemdir
:
Bütün zerrât-ı âlemde görünen kudret-i fâil
Tamâmen sırr-ı vahdetden nişândır olmaya hiç gâfil
Hakîkatden haber-dâr ol budur hak meslek-i âkıl
Muhît-i bahr-ı tevhîdi bilüp ummân-ı bî–sâhil
Vücûdun katresin mahv it eğer oldunsa ehl-i dil
Hudâ'dan gayriye meyl eyleyen gâfildir aldanma
Müsemmâ zevkına bî-gâneler zâhildir aldanma
Hazer kıl ehl-i hakkın gayrisi bâtıldır
aldanma
Şeb-i firkatdeki kesret hayâl u zıldır aldanma
Serâbı ko serâya bak sarâ-yı sırra
ol dâhil
Beyâbân-ı cehâletden kaçup Allâh'ını fehm it
Gece gündüz hemân yalvar Hudâ'ya çeşmi pür-nem it
İkilik âleminden geç taâm-ı vahdeti
hazm it
Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlaba azm it
Ki zîrâ zıll-ı zâilde ikâmet eylemez âkil
Sana rehzen husûsâta sakın meyl itme aldanma
Bilüp şeytânı düşmen hiç anın vesvâsına yanma
Düşersin dâm-ı igfâle sakın butlâna bağlanma
Anın nakkâşını gör sen hemân zeynine aldanma
Güneş tâbında çû şeb-nem bilürsin kim olur zâil
Hüdâî nutkunu tahmîse yeltenmekdeki
lezzet
Tamâmen kalbime müstevlî olmuşdur bu ne devlet
Harîm-i
kalb-i Vassâf'a sunulsun bâde-i vuslat
Hüdâî vahdete bak kim sana
mâni' değil kesret
Olur mu
âftâba hiç vücûdu zerrenin hâil
Mektûbât'ından:
İbnü'l-Emin Mahmûd Kemâl Beyefendi nezdinde sadrazam Halîl Paşa'ya yazdığı
mektûblar vardır. Hz. Pîr'in hatt-ı destidir. Halîl Paşa mürîd-i hâssı
olduğundan zâyi etmemiş, bi'l-âhare teclîd ve
tezhîb ettirmiştir. Kemâl Beyefendi bunu
nasıl elde ettiğini şöyle nakl eyledi:
Bir sabâh Bâyezîd'de Hakkâklar Çarşısı'ndan geçerken tanıdıklarından bir
kitapçı, dükkânına da'vetle henüz bir şey yemediğinden bir kaç kitap alıp çorba
parası vermesini ricâ eder. Mahmûd Kemâl Bey, kitaplara bakacağı vakti olmadığından
çorba parasını verir. Beriki mutlaka bir şey alması için ısrâr eder ve cildi
bozulmuş bir kitabı eline verir. Mahmûd Kemâl Bey kitabı cebine koyar. Bir iki gün sonra birâderi
ile berâber tedkîk ettiklerinde iki üç kuruş mukâbilinde bi'l-ısrâr verilen bu
kitâb-ı mubârekin nasıl bir nüsha-i kıymet-dâr olduğu anlaşılır. Cenâb-ı
Mu'tî-i Kerîm'e hamd ü senâ edilir. Bundan bahs eyledikçe Mahmûd Kemâl Bey,
"Bu, para ile alınacak şey değildir. Hazret-i Azîz Mahmûd'un muhibb-i
ahkarı Kemâl Mahmûd'a hediye-i behiyyesidir." der ve Hazret-i
Azîz'e hürmet ve muhabbet eder.
/7/ Müşârün ileyhin eline düşmesi, kendisinin Cenâb-ı Pîr'e
muhabbeti hasebiyle bir sevk-ı ilâhîdir ve Hazret-i Azîz'in eser-i tevcîhidir.
Ziyâret ettik, müşerref olduk.
Bir de Sultân Ahmed Hân-ı evvele yazdığı mektûblar ki, yüzü mütecâvizdir.
Bunların aslı Hırka-i Saâdet Dâiresi
Kütüphânesi'nde mahfûz imiş. Birer sûreti, Bezm-i Âlem Valide Sultân tarafından
yazdırılmış. Elyevm Bayezit'teki Kütüphâne-i Umûmî'de mahfûz-ı mahfaza-i ihtirâm
bulunmuştur.
Sultân Ahmed Hân-ı Evvel'e yazdığı mektûbâtından:
"es-Selâmü aleyküm ve rahmetu'llâhi ve berekâtuhû ve
nusratuhû ve ısmetuhû fi'd-dâreyn!
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : الشريعة شجرة والطريقة أعضائها والمعرفة
أوراقها والحقيقة أثمارها والله الهادى والمرشد.[3]
Zîrâ Kur'ân-ı azîm, insân-ı kerîmin merâtibi üzerinedir. İnsân, beden ve
kalb ve rûh ve sır cümlesidir. Sırrın sırrı Sübhândır. Sırr-ı Sübhânî, sırr-ı
insânı hıfz eder. Sırr-ı insânî duâ-yı rûh himâyet eder ve hattâ kalbi kaplar
ve hıfz eder. Ve kalbi beden ve ten besler ve terbiyet tekmîl eder.
Nitekim esmârı evrâk hıfz ve evrâkı ağsân ve ağsânı escâr ve eşcârı ağlâf ve
akşâr hıfz ettiği gibi. Meselâ şecerenin
kışrı soyulsa, cemîisi fâsit olur. Ne şecere ne
gusn u varak ve semer kalmaz, cümlesi
kurur. Ecsâm-ı insân ile ecsâm-ı ekvân zurûf u ev'ıyedir ve
kuşûr hâfıza vü sıyâniyyedir. Hattâ
Şeyh-i Ekber (kuddise sırruhû'l-athar) buyurur ki, rûh-ı insân,
bedenden mufârakat etse, mevt-i tabîî ile nefha-i sâniyyeye varınca Rahmân u
Rahîm merhamet edip, ervâh-ı berzahiyye için ebdân-ı müktesebe îcâd edip, a'mâline
münâsib ervâh-ı insân-ı berzahiyye ol
ebdân-ı müktesebeyi hıfz u himâyet eder. Zîrâ ölmez ise, ya şitâda ya sayfta
libâstan ârî olanlar ne mertebede muztarib olurlar ise, bunlar da, muztarib
olurlar.
Nefha-i sâniye oldukta, ebdân ibdâ' ü ızhâr edip, ervâhı
ona iâde eyleyip ikrâm eder, der. Kemâl-i vücûd-ı insân, ten ü beden ve rûh u cân
ve sırr u rûhu'r-rûh ile ve cümleden sonra Hak ile kâim olup, kâim ü dâim
olmaktır. Kemâl-i insân, nihâyette kesret-i kevniyyeye gelip, makâm-ı şerîatta
mertebe-i sünnette oturup, cümleyi câmi' olur. Nitekim Şeyhü'l-islâm, sebeb-i
nizâmı'l-âlem, merhûm ve mağfûrunleh Ebussuûd (rahmetu'llâhi aleyh) İslâm
ve müslimîne ve İslâm pâdişâhına ziyâde hürmetler etmiştir. Ma'lûm-ı şerîftir, /8/ husûsan eyyâm-ı saltanat-ı seniyyelerine bir tefsîr-i fâhir yazmıştır. Mezheb-i
Hanefî'de ve millet-i İslâm'da şarkta garpta, Arabta Acemde, fahr-ı
saltanatınız olmuştur. Takvâ vü irfânı da vardır. Şeyh-zâdedir. Câmiü'ş-şerîa
ve't-tarîka ve'l-hakîkadır. İstimdâd makâmındadır. Riâyet ü hıdmet-i lâzimedir.
el-Bâkî hüve'llâhü'l-Kerîm
el-Fakîr Hüdâyî Mahmûd.”
Belgıradlı Münîrî Efendi’ye yazdıkları mektûbtan:
"Ba'de's-selâm inhâ olunur ki, tarîk-ı Hakk eazz-ı
turuk u eşref-i sübül olmağın sâlike bir
mürşid-i kâmil elbette lâzım u mühimdir. Mücerred akl ü kütüp ile olmaz ve resâil
kifâyet etmez. Ammâ hele himmet-i kâmil müyesser olması için tâlib-i Hak her
gün yüz kere istiğfâr ve yediyüz kere kelime-i tevhîd ve her namâz akabinde
kırk kere tasliye ve iki rek'at namâz-ı işrâk ve altı rek'at salât-ı duhâ ve
oniki rek'at salât-ı teheccüd kılmak gerektir.
(فَاقْرَؤُوا
مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ)[4] muktezâsınca âyet-i Kur'âniyye'den her ne kadar kırâat ederse câizdir.
Mahall-i ihtimâm-ı tüeveccüh-i tâm ile olmaktır ve ehl-i tarîkat mâh-ı Receb ü
Şa'bân u Ramazânı sâim olup, altı gün mâh-ı şevvâlden Ramazân-ı şerîfe ilhâk
ile, Kâle Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) : (من صام رمضان ثم أتبعه ستاً من شوال
كأنه صائم الدهر.)[5]
Ve dahi aşr-ı Muharrem ve aşr-ı Rebîü'l-evvel ve aşr-ı
Zi'l-hicceyi sâim olurlar. Ve her haftada isneyn ve hamîs günlerini sâim olurlar. Hazret-i
Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu günleri sâim olurlardı. "Yâ
Rasûlallah! Niçin sâim olursuz?" diyü suâl eylediler. "Yevm-i
isneyn velâdetim günüdür, riâyet ederim. Yevm-i hamîs, arz-ı a'mâl günüdür. Ol
gün bir amel-i sâlih üzre olmak isterim." diyü cevâb buyurmuşlardır..
Tarîk-ı celvet ü halvetten suâl olunmuş iki tarîk bile
hakka yoldur. Hacc-ı sûrîde ba'zı huccâc bahrden, ba'zı berden gittikleri gibi.
Nihâyet tarîk-ı esmâdan giderler. Usûl-i esmâ onikidir.
Onun ehli azdır. Fi zamâninâ yedinci isme vâsıl olanı kâmil kıyâs edip, hilâfet
verirler. Ehl-i celvet, tevhîd ü riyâzet ü mücâhede ile sülûk ederler. Kâle'llâhu
teâlâ (وَالَّذِينَ
جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا)[6]
Tarîk-ı mücâhede, tarîk-ı sahâbedir (rıdvânu'llâhi
teâlâ aleyhim ecmaîn). İki tarîk ile bu fakîr sohbet
etmiştir. /9/ Tarîkımız
halvet ve celveti câmi'dir. Tâlib-i sâdıka vasiyyettir ki, rûz u şeb tevhîd-i
şerîfe iştigâl ve bâb-ı zikre ihtimâm ve hakka hicâb olan nefs-i emmârenin ahlâk-ı
mezmûmesini mücâhede edeler. Def'e ikdâm
eyleyeler. Kâle'llâhu sübhânehû : (قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا. وَقَدْ خَابَ مَن
دَسَّاهَا)[7]
Islâh–ı nefs ehemm-i mühimmâttandır. Kişi nefsini ıslâh
etmeden gayrin ıslâhına mübâşeret ayn-ı gaflettir. Ve tarîkata âlim olmayan
reh-nümâ olmak olmaz. İmdi riâyet-i
şerîat-ı şerîfe ile zâhirin ta'mîr ede ve tarîkat-ı meşâyıh-ı ızâm ile bâtının
tenvîre sa'y-i belîğ eyleyesin. (وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى)[8] Âlem-i dünyâda iken tevhîd nûruna vusûl kasd ede. Umûm ehlinin tevhîdi,
ilm-i tevhîddir. Husûs ehlinin tevhîdi ayn-ı tevhîddir. Ayn-ı tevhîd üç
mertebedir : Tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i zât. Bu merâtibe vusûl,
sohbet-i kâmil ve hidmet-i mürşide vusûl ile olur. Hele tâlib-i Hak alâ-kadri't-tâka,
şerîat ve tarîkatı riâyet-i zikru'llâha iştigâl ile, kemâl-i sa'y-i vecd üzere
ola.
(من طلب شيئاً وجدَ وجد ومن قرع باباً ولجَ ولج)[9] buyrulmuştur. Zikr-i lisânîde yemîn ve şimâle hareket, Ashâb-ı Kehf
hakkında, (وَنُقَلِّبُهُمْ
ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ)[10] âyet-i kerîmesinden ahz eylemişlerdir. Muvahhid, tevhîd-i şerîfde nefyi sağ tarafa ve isbâtı sol cânibe ede. Ve
âmme-i mü'minîne vasiyyettir ki, şerîat-ı mutahhara riâyetinde ihtimâm edeler.
Zîrâ zulmet-i şirkten ve bahr-ı mevcden hâlâs nûr-ı keşfledir.Yâhûd sefîne-i
şerîat iledir. Sümme'd-duâ.
el-Fakîr Hüdâyî Mahmûd"
Nefâisü'l-Mecâlis'inden:
"Ulûm-ı nâfia yedidir:
l. İlm-i şerîat : Ahkâm u ahlâk-ı
fezâile müteallıktır.
2. İlm-i yakîndir : İttisâf-ı sıfâta müteallıktır.
3. İlm-i aklîdir : Hikmet-i nazariyyeye müteallıktır. Zuhûru zahr-ı kalbdendir.
4. İlm-i keşfîdir : Sırra müteallıktır. Zuhûru zahr-ı kalbdendir.
5. İlm-i hakîkattır : Gayb-ı rûhdan tecelliyyât ve müşâhedâta müteallıktır.
6. İlm-i zevkî-i ledünnîdir : Gayb-ı rûhdandır. Aşkiyyâta ve muvâsalâta
müteallıktır.
7. İlm-i hafîdir : Gaybu'l-guyûbdandır.
Bu i'dâd olunan ulûmun /10/ her biri mukâbelesinde birer salât dahi
vardır. Her birini birbirine rabt
eylemek mümkindür :
1. Salât-ı bedeniyye : Avâmmın salâtıdır. Erkânını ikâmet eylemeklik ile.
2. Salât-ı nefsfdir : Beyne'l-havfi ve'r-recâ, huşû' ve tuma'nîniyyet ile.
3. Salât-ı kalbdir : Huzûr ve murâkabe ile.
4. Salât-ı sırdır : Münâcât ve mükâleme
ile.
5. Salât-ı rûhdur : Müşâhede ve muâyene ile.
6. Salât-ı hafîdir : Muâfât ve mulâtefe ile.
7. Makâm-ı sâbi'de salât yoktur. Zîrâ
o, makâm-ı fenâdan ibâret ve sırf muhabbetten kinâyet ve ayn-ı vahdetten işârettir.
Kütüphânesi:
Hz. Pîr'in âsâr-ı aliyyeleri, lehü'l-hamd, ekseriyyetle mahfûzdur.
Bursalı Tâhir Bey'in delâleti ve merhûm
Şeyh Gülşenî Efendi'nin uluvv-ı himmeti
ile semâ'-hânenin karşısındaki türbenin bir kısmı kütüp-hâne itihâz
olunarak azîz-i müşârünileyhin kendi yazılarıyla muharrer âsâr-ı kıymet-dârı
burada mahsûs bir câmekân derûnunda i'tinâ ile hıfz edilmiştir. Sâir zevât dahi
ihdâ-yı âsârda bulunmuşlardır. Muharrir-i fakîr dahi yüzelli kadar eser vakf
eyledim. Gülşenî Efendi'nin buna dâir olan tezkiresi aynen telsîk edildi:
"Ma'rûz-ı
dervîşânemdir:
Tâhir Beyefendi
hazretlerine mürsel tezkire-i
kerem-kârîleri vechile kütüp-hâne-i Hz. Pîr'e teberru' buyurulan kitapları almak üzre ihvân-ı
tarîkımızdan ve rüsûmât ketebesinden Hacı Hidâyet Efendi senâ-kârları, zât-ı vâlâlarına mürâcaat edeceğinden kütüb-i
mezkûrenin mûmâileyh vedâatiyle irsâli menût-ı re'y-i âlîleridir. Teberruât-ı
aliyyeleri zînet-sâz-ı uyûn-ı mütâlaa olundukca imdâd-ı rûhâniyyet-i seniyye-i
Hz. Pîr'e mazhariyyetleri daavâtı bu bâbdaki
teşekkürât-ı mütehattimeye terdîf kılınmış olmağla, bâkî lutf u irâde efendim
hazretlerinindir.
4 Mayıs 1332/ (1916)
Âsitâne-i Hz. Pîr
hâdimi
Muhammed-i Gülşenî"
Tekkelerin seddînden sonra onlardaki kitaplar dahi toplanmış, ba'zı kütüp-hânelere
kaldırılmış idi. Hânkâh-ı Hüdâyî'de müesses olan bu kütüb-hânenin kitapları da
Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'ne kaldırıldığından elyevm hânkâhda kütüphâne
yoktur. Hz. Pîr'in âsârı ve yazıları da kitâplarla birlikte o kütüp-hâneye nakl
olunmakla elyevm uşşâk-ı irfân Selîmağa Kütüphânesi'ni zâirdirler.
/11/ Hulefâsı :
Bu bâbda merhûm Şeyh Gülşenî Efendi'ye mürâcaat eyledim, buyurdular ki :
Cenâb-ı Pîr vâcibü't-tevkîr efendimiz hazretlerinin bi'z-zât istihlâf
buyurdukları zevât-ı kirâm zîrde isimleri muharrer olduğu üzere altmışsekiz ricâl-i
âliye olup, fakat bunların ba'zısından yürüyen silsile-i Celvetiyye mazbût
değilse de bir kısmı mazbûttur. Mazbût olanlar ayrıca gösterilecektir :
1. Şeyh Ahmed Efendi, Balıkesirli.
2. Hasan Efendi, Adana.
3. Ser-zâkir Şa'bân Efendi.
4. Ahmed Efendi, Edirne.
5. Ali Efendi, Amasya.
6. İsmâîl Efendi, Filibe.
7. Muharrem Efendi, Kocaeli.
8. Ahmed Efendi, Tokat.
9. Sefer Efendi, Sandıklı.
10. Ahmed Efendi, Tavîl.
11. Süleymân Efendi, Eğriboz.
12. Osmân Efendi, Yanbolu.
13. Mustafa Efendi, İzmir.
14. Ali Efendi, Babalı.
15. Halîl Efendi, Edirne.
l6. Muhammed Efendi, Lefke.
17. İbrâhîm Efendi, Medîne.
18. Yûsuf Efendi, Pervâri.
l9. Eyyûb Efendi, Bursa.
20. Abdurrahmân Efendi, Bosna.
21. Muhammed Efendi, eş-ehîr bi-Cennet Efendi, Tophâne.
22. Ahmed Efendi, Sütlüce.
23. Muhammed Efendi, Pırnârî,
Bigadiç.
24. Akmustafa Efendi, Koçhisar.
25. Mustafa Efendi, Ünye.
26. Yûsuf Efendi, Edirne.
27.
Ömer Efendi, İnebolu.
28.
Muhammed Efendi.
29. Ali
Can Efendi.
30.
Hacı Hüseyin Efendi, Osmâncık.
31. Ebû Bekir Efendi, Denizli.
32. Bayram Efendi, Koçhisar.
33. Abdrrahman Efendi, Lefke.
34. Muhammed Efendi, Gelibolu.
35. Hüseyin Efendi.
36. Abdal Efendi, Selanik.
37. Muhammed Efendi, Babalı.
38. Yûsuf Efendi, Balıkesir.
39. Tatar İbrâhîm Efendi, Silistre.
40. Osmân Efendi, Cârullâh.
41. Osmân Efendi, Sofya.
42. Abdullâh Efendi, Zağra.
43. İbrâhîm Efendi, Silistre.
44. Ali Efendi, Belgrad.
45. Hasan Efendi, Sandıklı.
46. Receb Efendi, Seferîhisar.
47. Müstedâm Efendi, Koçhisar.
48. Mustafa Efendi, Sarıyar.
49. Muhammed Efendi, Siroz.
50. Zerâfet Çelebi, Karabiga.
51. Hasan /12/ Efendi, Manastır.
52. Pîr Muhammed, eş-şehîr İhtiyâr Efendi.
53. Gözcü Veli Dede, Cezâyir.
54. Abdülkerîm Dede.
55. Bibi Dede.
56. Veliyyüddîn Efendi.
57. Abdurrahîm Efendi.
58. Seyyid Kemâleddîn Efendi.
59. Münîrî İbrâhîm Efendi b. İskender.
60. Üftâde-zâde İbrâhîm Efendi.
61. Şeyh İsmâîl Efendi, vâiz-i Ayasofya.
62. Necl-i mükerrem-i Cenâb-ı Pîr, Pîr Muhammed Efendi, el-mülekkab
bi-Evliyâ Muhammed Muhtâr Efendi.
63.
Hasan Efendi, Adana.
64.
Şeyh Yahyâ Efendi.
65. Saçlı İbrâhîm Sıdkî Efendi, Edirne.
66. Sarı Abdullâh Efendi.
Şakâyık-ı Nu'mâniyye'ye zeyl yazan Atâî Atâullah Efendi dahi Hz. Hüdâyî'den
feyz alanlardardır.
Âsitâne-i Pîr'de Şimdiye Kadar İcrâ-yı Meşîhat Eden Zevât–ı Kirâm :
1. Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî b. Fazlullâh b. Mahmûd b. Mahmûd.
Târîh-i velâdetleri, 950/(l543); maskat-ı
re'sleri, Seferîhisar; târîh-i intikâlleri, 2 Safer 1038/(l Ekim 1628), Salı
gecesi, temcîd vakti.
2. Reîsü'l-hulefâ Balıkesirli Ahmed Efendi (Kuddise sırruhû),
1049/(l639).
3. Hafîd-i Cenâb-ı Pîr eş-Şeyh Mes'ûd Çelebi (Kuddise sırruhû),
1067/(l657).
4. eş-Şeyh Muhammed Fenâî Cennet Efendi (Kuddise sırruhû),
1075/(l664).
5. eş-Şeyh Mahmûd-ı Gafûrî Efendi (Kuddise sırruhû), 1078/(l667).
6. Devâî-zâde eş-Şeyh Mustafa Efendi-zâde eş-Şeyh Muhammed Tâlib
Efendi (Kuddise sırruhû), l090/(l679).
7. eş-Şeyh Ali es-Selâmî Efendi (Kuddise sırruhû). l093/(l682)'te
terk etmiştir.
8. Bafralı eş-Şeyh Halîl Efendi (Kuddise sırruhû). 1094/(l683)'te
terk-i meşîhatla Mısır'a gitmiştir.
9. Erzincânî Mustafa Fenâî Efendi (Kuddise sırruhû). Terk-i meşîhat
etmiştir.
10. eş-Şeyh Ali es-Selâmî Efendi (Kuddise sırruhû). Def'a-i sâniye.
1104/(1693).
11. eş-Şeyh Abdülhay Efendi (Kuddise sırruhû), 1117/(1705).
12. Erzincânî Mustafa Fenâî Efendi (Kuddise sırruhû). Def'a-i sâniye.1123/(1711).
13. eş-Şeyh Muhammed Sabûrî Dede Çelebi Efendi (Kuddise sırruhû).
1130/(1718).
14. Bilecikli eş-Şeyh Osmân Efendi (Kuddise sırruhû), 1140/(l727).
15. Müşârünileyh Osmân Efendi dâmâdı Şeyh Ya'kûb-ı Afvî (Kuddise sırruhû),
1149/(l736).
16. Edirneli Şeyh Yûsuf Efendi (Kuddise sırruhû), 1153/(1740).
/13/17. Niksarlı eş-Şeyh Muhammed Efendi (Kuddise sırruhû),1159/(1746),
18. Müşârünileyhin mahdûmu Mustafa Efendi (Kuddise sırruhû),
1188/(1774),
19. Mudanyalı-zâde Muhammed Rûşenî Efendi (Kuddise sırruhû),
1198/(1784)'de terk-i hıdmet etmiştir.
20. Neccâr-zâde Muhammed Sıddık Efendi,1199/(1785),
21. Mudanyalı-zâde Muhammed Rûşenî Efendi,sâniyen,1209/(1794),
22. Rûşenî Efendi-zâde Şehâbeddîn
Efendi, 1234/(1819),
23. Rûşenî Efendi-zâde Abdurrahmân
Nesîb Efendi,1258(1842),
24. Nesîb Efendi-zâde Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi,1309/(1892),
25. Nesîb Efendi-zâde Muhammed Şehâbeddîn Efendi, 1320/(1902),
26. Rûşenî Tevfîkî Efendi hafîdi Muhammed Gülşenî Efendi,1341/(1923),
27. Gülşenî Efendi'nin hemşîre-zâdesi Muhammed Âbidîn Efendi.
ŞECERE-İ CELVETİYYE
Merhûm Şeyh Muhammed Gülşenî Efendi'nin bi'z-zât tertîb ve tahrîr ve ihdâ buyurdukları
bir şecere-nâmeyi aynen telsîk eyledim. Cenâb-ı Hak müşârünileyhin revân-ı pâkini
şâdân eylesin.
Silsile-i Mubâreke-i Celvetiyye:
Cenâb-ı Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî (kuddise sırruhu'l-âlî) hazretleri :
1. Balıkesirli Şeyh
Muk'ad Ahmed Efendi ( ö.1049/1639)
1.1.Vâiz Zâkir-zâde
Abdulvahhâb Efendi (ö:1133/1721)
1.2.Şeyh
Veliyyüddîn Tophâneli (ö:1108/1696-97)
2. Hafîd-i Cenâb-ı Pîr
Seyyid Mus'ûd Çelebi hazretleri (ö.1067/1657)
2.1. Devâtî-zâde
Şeyh Mustafa Efendi (ö:1070/659-60)
2.1.1.
Abdülbâkî Dede
2.1.2.
Fidancı Şeyh Muhammed Efendi
2.1.3.
Devâtîzade Şeyh Muhammed Tâlib Efendi ( ö.1090/1679)
2.2. Erzincânî
Şeyh Mustafa Efendi (ö.1123/1711)
2.2.1.
Fuâd Abdülkâdir
3. Şeyh Mehmed Cennet
Efendi b. İshâk ( ö.1075/1664-65)
3.1. Şeyh
Ahmed Sabûrî Dede Çelebi (ö.1130/1718)
3.2. Oğlu
Seyyid İsmâîl Efendi (ö.1145/1732-33)
3.3. Osmân
Keşfî-i Niksârî
3.3.1.
Veliyyüddîn-i Filibevî
3.3.2.
Ömer Efendi, Ankara
3.3.2.1. Mücâhid Veliyyüddîn, Ankara
3.3.2.2. Şeyh Hamîd Ahmedî
3.3.2.3. Imâm Ahmed Efendi, Ankara
3.3.3.
Seyyid Müftü Ebussuûd-zâde
3.4. Saçlı İbrâhîm
Sıdkî Efendi (Edirne) (ö.1070/1659-60)
3.4.1.Oğlu
Abdülhay Efendi (ö. 1127/1715)
3.4.1.1. Yûsuf Efendi-Edirne (ö.1157/1744)
3.4.2.
Şeyh Hızır Dede
4. Veliyyüddîn Efendi
(ö1061/1651)
4.1. Oğlu Sâhibü'z-zeyl
Abdülkerîm Efendi
5. Edirneli Hasan
Efendi
5.1. Oğlu
Mehmed Efendi (ö. 1057/1647)
6. Zakir-zâde Abdullâh-ı
Bîçâre
6.1. Şeyh
Osmân Fazlî-i İlâhî b. Seyyid Fethullah
6.1.1.
Oğlu Müderris Saîd Mahmûd Efendi (ö.1120/1708)
6.1.1.1. İsâ-zâde
Ömer Efendi (ö.1125/1713)
6.1.
2. Bursalı Sun'ullâh Efendi (ö.1095/1684)
6.1. 2.1. Bursalı Şeyh Abdurrahîm (ö.1125/1713)
6.1. 2.2. Dâmadı Türbedâr-ı Ebulfeth Osmân
Efendi
6.1. 2. 3. Dâmadı Kul Câmii Şeyhi Seyyid
Osmân Bekir Efendi
6.1.3.Bursalı
Şeyh İsmâîl Hakkı (ö.1137/1724-25)
6.1.3.1. Oğlu Şeyh Muhammed Bahâeddîn
Efendi (ö.1138/1725)
6.1.3.2. Bursalı Şeyh Abdurrahmân
6.1.3.3.Seyyid Celâleddîn - İçel
6.1.3.3.1. Hüseyin Efendi - Aydos (öl
1177/1763-64)
6.1.3.4. Şeyh Mehmet Hikmetî (ö.1165/1752)
6.1.3.4.1. Şeyh Mehmed Emîn
Efendi
6.1.3.4.2. Şeyh İsmâîl Efendi
6.1.3.4.3. Şeyh Fâik Efendi
6.1.3.4.4.Tevfîk Efendi hafîdi Muhammed
Gülşen Efendi
6.1.3.5. Sadr-ı esbak
Şehîd Ahmed Paşa (ö.1165/1752)
6.1.3.6. Süleymân Zâtî-i Keşânî (ö.1175/1761-62)
6.1.3.6.1. Edirneli Ali Senâî Efendi
6.1.3.6.2.
Oğlu Şeyh Hüseyn-i Keşânî (Şâhidî) (ö.1192/1778)
6.1.3.6.2.1. Şemseddîn-i Keşânî
(ö.1200/1786)
6.1.3.6.7. Şeyh Mustafa Efendi (1207/1792-93)
6.1.3.6.8. Kasımpaşalı Mehmet Fahreddîn
Efendi (ö.1276/1859/60)
6.1.3.6.9.
Seyyid Ebûbekir Efendi
6.1.4. Pertevî Ahmed Efendi
6.1.4.1. Abdurrahman Efendi’nin Oğlu
Muhammed Rûşen Efendi (ö.1209/1794-95)
6.1.5. Şeyh
Mustafa Efendi - Mudanyalı (ö.1130/1718)
6.1.5.1.
Oğlu Seyyid Abdurrahmân Efendi (ö.1165/1752)
6.1.5.2.
Şeyh Muhammed Rûşen b Abdurrahmân Efendi (ö.1209/1794-95)
6.1.5.3.
Oğlu Şehâbeddîn Efendi (ö.1233/1818)
6.1.5.4. Oğlu Abdurrahmân Nesîb Efendi
(ö.1258/1842)
6.1.5.5.
Oğlu Şeyh Muhammed Efendi (ö1309/1891-92)
6.1.5.6.
Tevfîk Efendi hafîdi Mehmed Gülşen Efendi
6.2. Şeyh Selâmî Ali
Efendi (ö.1104/1692-93)
6.2.1. Odabaşı Şeyhi Mustafa Efendi
(ö.1115/1703-04)
6.2.1.1. Oğlu Şeyh Ya'kûb Efendi (ö.1149/1736-37)
6.2.1.2. Oğlu Selâmî Şeyhi Ahmed Efendi
(ö.1196/1782)
6.2.1.3 Şeyh Hüseyn-i Üsküdârî
6.2.2. Dülger-zâde Beşiktaşlı
Mustafa Efendi (ö.1159/1746)
6.2.2.1Oğlu Ebûbekir Muhammed Sıddık Efendi
(ö.1208/1793-94)
6.2.3. Şeyh Kınalı Ali Efendi (ö.1158/1745)
6.2.3.1. Şeyh Abdullâh Rıfkı Efendi (ö.1189/1775)
6.2.3.2. Mahdûmu Şeyh Muhammed Nazîf Efendi
8. Seyyid Osmân Efendi (ö.1140/1727-28)
8.1. Seyyid
Abdulvvahhâb Efendi (ö.1130/1718)
8.1.1. Niksarlı Şeyh Pîr Muhammed Efendi
(ö.1159/1746)
8.1.2. Oğlu Şeyh Mustafa Efendi (ö.1188/1774)
8.2. Oğlu
Ca'fer Efendi (ö. 1108/1696-97)
* * *
Bandırmalı
Seyyid Yûsuf Nizâmeddîn b. Hâmid Efendi (ö.1164/1751)
Büyük oğlu
Acıbadem şeyhi Ömer Efendi
Ortanca
oğlu Seyyid Mahmûd Nazîf Efendi (ö.1176/1762-63)
Küçük Oğlu Mustafa Hâşimî-i Üsküdârî
(ö.1197/1783)
Giridli Salâhî-zâde (ö.1220/1805)
Giridli
Abdullatîf Efendi
Mehmed Raşid - Üsküdarlı (ö.1250/1834-35)
Dolanbevî Veliyyüddîn Efendi
Bâyezîd-zâde Mehemed Dede -Karabağlı
Üsküdarlı Süleymân Devvânî
Burgazlı Şeyh Mustafa
el-Hâc Ömer Gâlib Efendi (ö.1247/1831-32)
Harîrîzâde
Şeyh Kemâleddîn (ö.1299/1882)
Üsküdarî
Mehmed Şükrü Efendi (ö.1279/1862-63)
Oğlu
Abdurrahîm-i Selâmî (ö.1266/11850)
Hüseyin Feyzüddîn-i Mısrî
Oğlu
Karagöz Imâmı Abdussamed
İzmitli
Şeyh Abdullâh
Fâtih Vâizi
Şeyh ........
Şerîf
Mustafa Efendi
Oğlu
Seyyid Mehmed Efendi
el-Kâtib
Mehmed Kâmil (ö.1185/1771)
Sultân
Selîm vâiz ve imâmı Seyyid Halîl (ö.1192/1778)
BURADA RESİM VAR !!!!
Reesim altı yazısı :
Hz. Hüdayî'nin türbesi medhalinin üstündeki câmekân ile aralığın üstünü
setr eden damın resmidir. Bir numaralı kubbe Hz. Pîr'in kabrinin üstündeki kubbedir.
İki numaralı çatı, türbe medhâlinin üstüdür. Bunun altındaki câmekândır. Daha
altına dikkatle bakılırsa türbenin kapısı görülür.
/14/Tâc-ı pür-feyz-i Celvetî'dir bu
Nûr-bahş-ı sırr-ı vahdetîdir
bu
Anı lâbis olan Hudâ-cûyân
Kerem-efzâ-yı re'fetîdir bu
BURADA TAC ÇİZİMİ VAR !!!!!
NEV’Î’ZÂDE ATÂULLÂH EFENDİ
Şakâik-i Nu'mâniyye'ye zeyl
yazan bir zât-ı âlî-kadr olup, meşhûr Nev'î hazretlerinin oğludur. (226.
sahîfeye mürâcaat buyrula). Azîz
Mahmûd-ı Hüdâyî hazretlerine müntesib idi. Meslek-i kuzâta intisâb etmiş,
Üsküdar kâdîsı iken, Hadâiku'l-Hakâik fî-Tekmîleti'ş-Şakâik ismindeki Şakâiku
Nu'mâniyye zeyli ahîren tab' olunmuştur. Terceme-i hâlinden Osmânlı
Müellifleri'nin cild-i sâlisinde 95. sahîfesinde bahs olunur. 1044/(1634) târîhinde
İstanbul'a gelerek irtihâl etmekle Şeyh Vefâ kurbünde pederi nezdinde
medfûndur.
Mürettep Dîvan'ı ve
fıkıhdan el-Kavlü'l-Hasen fî Cevâbi Kavli'l-Hasen isminde eseri de vardır. Hamse-i Atâî nâm te'lîfini, Sohbetü'l-Ebkâr, Nefhatü'l-Esrâr,
Hilyetü'l-Efkâr, Âlem-nümâ ve Heft-hân adlı edebî eserleri
teşkîl eder.
- eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye. Müellifi:
Taşköprülü-zâde Ahmed Efendi.
- Mütercimi : Atâî Atâullâh Efendi, Nev’î-zâde.
- Zeyl : Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmileti’ş-Şakâyık. Câmi’ ve
muharriri : Atâî Atâullâh Efendi.
- Bunun bir zeyli. Câmi’ ve muharriri : Mü’min-zâde Ahmed Hasîb Efendi.
- Zeyl-i zeyl-i Şakâyık. Câmi’ ve muharriri : İbrâhîm Hasîb Efendi,
Uşşâkîzâde. (Râgıp Paşa Kütübhânesi’nde bir nüshası vardır.
/15/ SAÇLI İBRÂHÎM SIDKI EFENDİ
İzmitli olup Solakbaşı Mustafa Ağa nâm
zâtın oğludur. Bidâyeten tarîk-ı Nakşîye sülûk eylemiştir. 1000/(1592) târîhinde
dünyâya gelmiştir. Pederi 1005/(1597)'te irtihâl eylemiştir. Sultân Ahmed'in hocası
Horpuşteli Mustafa Efendi'nin taht-ı terbiyesine tevdî' olunan İbrâhîm Efendi,
mukaddimât-ı ulûmu tahsîl etti. O sırada sultân-ı müşârünileyh taht-ı âlîye câlis
oldukta Mustafa Efendi'nin sahâbetiyle İbrâhîm Efendi hazîne odasına ta'yîn
edildi. Sonra Hasoda'ya geçti. On sene kadar, Enderûn-ı Hümâyûn'da tahsîl-i kemâlât
eyledi. Yevmen mine'l-eyyâm Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazretlerinin cenâb-ı pâdişâh
tarafından sarâ-yı hümâyûna da'vet buyrulduğunu görünce o dakîkada Hz. Şeyh'e
karşı İbrâhîm Efendi'de bir muhabbet husûle geldi. Pâdişâhın emr ü
me'zûniyyetiyle Hz. Pîr'in berâberinde âsitânelerine gitti. Bey'at ve ahz-ı inâbet
eyledi. 1035/(1626)'te hilâfet aldı. Hâfız Hüseyin Ayvansârâyî Vefeyât'ında,
"Muk'ad Ahmed Efendi'den müstahleftir." diyorsa da, doğrusu
Hz. Pîr'den me'zûn olsa gerektir. Silistre'ye me'mûr edildi, sonra Edirne'ye
geldi.
1071 senesi Recebinin yirmiikinci (23 Mart 1661) Salı günü sabâh namâzını
kılarken farzın ikinci rek'atında andelîb-i nefs-i nâtıkaları gülşen-i lâhûta
pervâz eyledi.
Ahıbbâsından Nâilî Efendi şu târîhi söylemiştir:
Yöneldi Saçlı İbrâhîm Efendi kurb-ı Mevlâ'ya
(يونلدی صاچلی ابراهيم افندی قرب مولايه) = 1071/(1661)[11]
Vefeyât'ta târîh-i irtihâlleri
1070/(1660) gösterilmiştir. Âsâr-ı şi'riyyesi varmış. Vefeyât'ta bu ilâhîyi
gördüm:
Kulların
derdine tîmâr eyle
Lutfu
çok rahmeti çok sultânım
Kerem
ü şefkatin îsâr eyle
Lutfu
çok rahmeti çok sultânım
Sıdkı'ya eyle
meded ihsânı
Hasret ü derd ile yandı cânı
Nakd-i
vaslın ana kıl erzânı
Lutfu çok rahmeti çok sulânım
Edirne'de te'sîs-kerdesi olan dergâhda türbe-i mahsûsada medfûndur. Buraya, "Eskitophâne" derler. Türbesi ve
dergâhı 1308/(l890-91)'de ta'mîr olunmuş ise de hâlen harâbdır. Münhal olan
meşîhata ahîren Gülşeniyye'den Şeyh Tal'at Efendi-zâde Ahmed Hayâlî Efendi
ta'yîn olunmuştur. Âsitâne-i Celvetiyye'de seccâde-nişîn Şeyh Muhammed-i
Gülşenî Efendi merhûmdan müstahlef olup, âşık, sâdık bir zâttır.
/16/ Şeyh Abdurrahîm Efendi
Aksaraylıdır. Hz. Hüdâyî'den feyz alıp, zâhir ve bâtınını ma'mûr ederek ricâlu'llâh
sırasına dâhil olmuştur. Bursa'da neşr-i tarîkata me'mûr olmakla Umurbey
Mahallesi'nde irşâd-ı tâlibân ile meşgûl iken l058/(l648) senesinde rıhlet
edip, orada çâr-bâliş-i mehd-i rahmettir.
Şeyh Yahyâ Efendi
Mısr-ı Kâhire'den neş'et etmiştir. İlm-i zâhir ü bâtında ferîd-i zamân olup
Hz. Hüdâyî'nin emriyle Bursa'da Eyyûb Efendi Tekkesi'nde irşâd-ı nâs ile meşgûl
iken, l077/(l666) senesinde kurb-ı rahmete yol bulmuştur. Türbesi vardır.
Şeyh Muhammed Efendi
İbn-i Sinân'dır. 5 Şa'bân 1053/(19 Ekim l643) Cuma gecesi irtihâl
eylemekle, âsitâne-i Hz. Pîr'de vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır.
Dizdâr-zâde Ahmed Efendi
Edirne'de neşr-i tarîk buyurmuşlardır. Tebrîziyyü'l-asl olup, Çelebi nâm zât
tarafından Edirne'de Kayak yolu üzerinde bir zâviye inşâ edilmekle burada seccâde–nişîn
olup, fakat ahîren âsitâne-i Pîr'de post-nişîn oldular.
Bursa'da neşr-i tarîka
hizmetleri mesbûktur. Kendileri Balıkesir'de doğmuş, 1049/(l639)'da irtihâl
etmiştir. Âsitâne-i Pîr'de hizmetleri oniki senedir. Civâr-ı Hz. Pîr'de
medfûndur. "Mülâkâtü'l-Mevt" (ملاقات الموت) târîh-i intikâlidir.
Şeyh Hasan Efendi
Ahmed Efendi'den evvel Edirne'ye gelip, Mezîd Bey Mescidi'ni zâviye ittihâz ile irtihâlinde oraya defn olundular.
Şeyh Halîl Efendi
Kastamonu, maskat-ı re'sidir. Edirne'de Dizdâr-zâde Ahmed Efendi'nin yerine
şeyh olup, 1038/(1628-29)'de irtihâl eylemekle türbe-i mahsûsada defn
olundular.
Şeyh Veliyyüddîn Efendi
Şarkîhisarlıdır. Hz. Pîr'den feyz-yâb olanlardandır. İstanbul'da tahsîl
gördükten sonra Hz. Pîr efendimize intisâb ile, Şehzâde Câmi'-i şerîfi'ne kürsî şeyhi olmuştur. 1061/(1651)'de
irtihâl eyledi. Karacaahmed Türbesi civârında madfûndur.
Vasl-ı Rahmân'a sefer kıldı Veliyy-i kâmil
(وصل رحمانه سفر قيلدی ولی کامل)
târîh-i irtihâlidir.
Şeyh
Abdülkerîm Efendi
Müşârünileyh
Veliyyüddîn Efendi'nin mahdûmudur. Pederinden terbiye görmüştür. 1100/(1689)'de irtihâl etmekle
pederleri yanına defn olundu. Urefâdan bir zâttır.
Âsârı :
1. Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf,
2. Zübdetü'l-Ahbâr,
3. Müzîlü'l-İştibâh,
4. Tebyînü'l-Kelâm,
5. Câmiu'l-Ehâdîsi'l-Envâriyye,
6. Hadîs-i Erbaîn,
/17/ 7. el-Maâricü'l-Usûliyye,
8. Ddîger Hadîs-i Erbaîn,
9. Risâle fî-Hakkı Devrân,
l0. Mecmau'l-Fevâid,
11. Tenvîrü's-Sâlikîn,
l2. Mecâlis-i Va'ziyye.
Ba'zı
ta'lîkâtı vardır.
Şeyh
Muhammed Muizzüddîn Efendi
Hz.
Pîr'in hulefâsındandır. Urefâ-yı Celvetiyye'den olduğuna şu âsârı burhândır :
1. Terceme-i
Hâlü'l-Fazâil li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,
2. Terceme-i
Miftâhu's-Salât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,
3. Terceme-i
Tecelliyyât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,
4. Terceme-i
Vâkıât li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,
4. Terceme-i
Keşfü'l-Kannâ' li-Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî,
6. Şerhu
Miftâhı's-Salât el-müsemmâ bi-Misbâhus-Salât ve Mir'âtü'd-Derecât.
/l8/
Âsitâne-i
Hz. Pîr'de Seccâde-nişîn olan zevât-ı kirâmın terceme-i hâlleri :
Hz.
Pîr'in erkek evlâdı olmadığından yerlerine Dizdâr-zâde Ahmed Efendi, bi’l-ittifâk
seccâde-nişîn-i meşîhat olmuşlardı. Terceme-i hâlleri bâlâda yazıldı.
Seyyid
Mes'ûd Efendi
Hz.
Pîr'in kerîme-zâdesidir. Hadîkatü'l-Cevâmi'in beyânına göre inâbet ve
hilâfeti Şeyh Ahmed Efendi'dendir. "İntikâlü'l-Cennât"
(انتقال الجنات) (1067/1657) târîh-i rıhletidir.
Civâr-ı Hz. Pîr'de âsûde-nişîn-i rahmettir.
Şeyh
Cennetî Efendi
"Cennet Muhammed Efendi", "Muhammed Fenâî Cennet
Efendi"; İsmâîl Hakkı hazretlerinin beyânına göre, "Ehl-i Cennet
Efendi" diye tanınmıştır. Kibâr-ı meşâyıh-ı Celvetiyye'den muhterem bir zâttır.
Tophânelidir. Hz. Pîr'den sonra seccâde-nişîn olanların üçüncüsüdür. Pederinin
ismi İshâk'tır ki, Hz. Pîr'in asâ-dârı idi. İnâbet ve hilâfeti Hz. Pîr'dendir.
Şiirde Fenâî tahallus buyurdu. Dîvân-İlâhiyyât'ı ve Tecelliyât nâmında
risâlesi ve tefâsîre müteallık ta'lîkâtı vardır.
"Çünki mevcûd nutk imiş âlemde aşk kâim
makâm
Bize bildirdi Fenâî rehber-i Mevlâ-yı
aşk "
gazellerinden
bir beyittir.
Mevâıza müteallık akvâl-i ârifâneleri,
urefâ-ı Celvetiyye'den Arab-zâde Mahmûd Efendi tarafından, Cennetiyye fî-Maârifi'l-İlâhiyye
nâmıyla cem' edilmiştir.
İsmâîl Hakkı hazretleri Silsile-nâme-i Celvetî'de buyurur :
"Seccâde-i Şeyh'dan sübha-gerdân olanlardan ancak
iki zâik gelmiştir ki, biri müşârünileyh Ahmed Efendi, dîgeri Ehl-i Cennet
Efendi hazerâtıdır. Ahmed Efendi, Hz. Üftâde gibi kalem tutmamıştır. Ammâ şân-ı
âlîsi zevkta cümleye gâlibdir. Cennetî Efendi ehl-i kalem idi. İlâhiyyât-ı
mu'teberesi vardır."
Ahmed Efendi ile Cennetî Efendi zürriyyetsiz kaldıklarından âlem-i bakâya
intikâllerinden sonra Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh Efendi şeyh olmuştur. Her ikisi
de âsitâne-i Pîr'de medfûn ve rahmet-i Hakk'a makrûndur.
Cennetî Efendi'nin irtihâline söylenen târîhlerden :
Cennet Efendi'ye ola dâr-ı cinân mekân
(جنت افندى يه اوله دار جنان مكان)
Bu târîh Şeyh Nazmî Efendi merhûm tarafından söylenmiştir.
Ehl-i Cennet
aldı bûyın cennetin
(اهل جنت آلدى بوين حنتك) = 1075/(1665-67)
/19/ İsmâîl Hakkı merhûmun, Cennetî Efendi'den sonra Zâkir-zâde'nin
meşîhatinden bahsetmesi, onun nâil-i rütbe-i irşâd olmasından kinâyedir. Hüdâî âsitânesinde
meşîhatte bulunmamıştır. Terceme-i hâli âtîde gelecektir.
Şeyh Mahmûd-ı Gafûrî Efendi
Geliboluludur. Dizdâr-zâde Muk'ad Ahmed Efendi'den ahz-ı tarîkat etmiştir.
Fâtih Câmi'-i şerîfinde kürsî şeyhi idi.
Ulemâ ve urefâdan bir zât-ı âlî-kadr olup Cennetî Efendi'den sonra âsitâne-i
Hz. Pîr'de seccâde-nişîn olmuştur.
Âbid, hâşi', nâsih ve mütevâzi'
(bir) rehber-i tarîkat idi.
Gelibolu'da neşr-i tarîkata me'zûn olup bi'l-âhare İstanbul'a da'vetle Zeyrek Câmi'-i
şerîfi meşîhatı tevcîh ve Üsküdar'da Vâlide-i Atîk ve İstanbul'da Süleymâniyye
ve bi'l-âhare Fâtih cevâmi'-i şerîfesi kürsî
şeyhliğinde bulunduğu tahkîk kılındı. İrtihâli 1078 Cemâziye'l-evvelindedir (Kasım 1667).
Âşık-ı sâdık isen terk eyle hâb u râhatı
Ey Gafûrî tâlib-i dîdâr olan
şeb-gîr olur
İrtihâlinde civâr-ı Hz. Pîr'de Halîl Paşa türbesinde defn olunmuştur.
Nâlî Muhammed Efendi,
"İçiniz
Mahmûd Efendi rûhuna el Fâtiha "
(اچيكز محمود افندى
روحنه ال فاتحه)
(1078) (şeklindeki) târîhi söylemiştir.
"Mürşid-i kâmil çü buldu
makâm-ı Mahmûd"*
(مرشد كامل چو بولدى مقام
محمود)
dahi târîhdir[12].
Âşıkâne ilâhiyyâtı vardır. Dîvân'ı olduğunu Hâfız Hüseyin merhûm
yazıyor.
Ey Gafûrî irmek
istersen eğer cânânına
Terk-i cân eyle tecellî eylesün Cânân-ı
aşk
Şeyh Muhammed Tâlib Efendi
Devâtî-zâde Şeyh Mustafa Efendi'nin oğludur. Mustafa Efendi, Üsküdar'da
ma'rûf Şeyh Câmi'-i şerîfi bânîsidir.
Muhammed Tâlib Efendi, Cennetî Efendi'den ahz-ı tarîkat edip ba'de't-tekmîl
müderris olmuştur. Pederinin vefâtında câ-nişîni olmuş ve bir müddet sonra,
ya'nî 1078/(l667)'de âsitâne-i Pîr'de meşîhate revnak verip, oniki sene kadar
burada bulunmuştur.
1090 senesi Recebinde (Ağustos l679) irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip pederinin
yanında, Şeyh Câmi'-i şerîfi hazîresinde defîn-i hâk-i gufrândır.
"Düşdü bir târîh-i zîbâ
lafzan ü ma'nen ana
Âzim-i Hak oldı bindoksanda kutbu'l-ârifîn "
(عازم حق اولدى بيك طقصانده قطب العارقين)
târîhidir.
Tâlib mahlasıyla ilâhiyyât ve Dîvân-ı eş'ârı vardır.
Yanalım yakılalım (biz) aşka sûzân olalım
Çekelim hecrin gamın derdile nâlân olalım
/20/ Şeyh Selâmî Ali Efendi, Şeyh Halîl Efendi ve Mustafa Fenâyî Efendi
Menteşe'nin Kozkaya köyündendir. Meslek-i tahsîle girerek müderrisliğe
kadar irtikâ eylemiştir. Badehû kâdîlık ve müftülük edip, İstanköy'de bulunmuştur.
Tarîk-i tasavvufa sülûk hevesiyle Dersaâdet'e gelip, Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh
Efendi'ye intisâb edip, nice zamânlar mücâhedât ve riyâzâttan sonra nâil-i hilâfet
olarak Bursa'da bir zâviye binâsına muvaffak olmuştu. l090/(1679) târîhinde Tâlib
Efendi'den inhilâl eden Hüdâyî Âsitânesi meşîhatına ta'yîn olunup, üç sene
kadar bulunarak ba'zı garaz-kârânın isnâdât-ı gayr-ı lâyıkasıyla meşîhatı ref‘
olunmuş, Şeyh Halîl nâm zâta tevcîh edilmişidi.
Şeyh Halîl Efendi bir müddet sonra 1094/(1683) senesinde terk-i meşîhatla
Mısır'a gitmiş, orada kalmıştır.
Şeyh Halîl Efendi'nin yerine Hz. Selâmî halîfesi Mustafa Fenâyî Efendi seccâde-nişîn
olup, "Şeyh-i râhil" (شيخ راحل) terkîbinin
delâleti vechle, 1149/(1736)'da irtihâl-i dâr-ı
naîm eylemekle, Karacaahmed Türbesi'nin karşısında, vâlidesi yanında
medfûndur.
Hz. Selâmî, hakkında isnâdâtın müftereyâttan ibâret olduğu tahakkuk edince
def'a-i sâniye olarak, 1149'da âsitâne-i Hz. Pîr'de şeyh oldular. Bu sırada Üsküdar'da,
Bağlarbaşı'nda kâin ve "Selâmsız" denilmekle meşhûr mahallede bir
tekke ile mescid-i şerîf ve Bülbülderesi ile Acıbâdem'de birer câmi'-i latîf ve
Bulgurlu ve Kısıklı'da birer zâviye inşâ edip, vazîfeler ta'yîn eyledi.
Bunlardan başka müceddeden inşâ ve ta'mîren ihyâ eylediği çeşmelerin adedi
kırka yakındır. Hâlen nâm-ı âlîlerine nisbetle mahalle, tekke, câmi' ve
çeşmeleri vardır.
"Hıtâb-ı elest" (خطاب الست) 1103/(691) târîh-i irtihâlidir.
1104/(1692) diyen de vardır. Sene-i
mezkûre şehr-i Saferinde terk-i hayât-ı müsteâr eylediler. Kısıklı'da,
Çamlıca'ya giden yolun sol tarafında kâin dergâh-ı münîfleri hazîresinde
medfûndur. Mükerreren ziyâret ettim. Kabr-i âlîlerinde azîm rûhâniyyet âsârı
müncelîdir.
Hayra
ve hasenâta meyli gâlib idi. Inde'l-hisâb sinn-i şerîfleri altmışı mütecâviz
olmak lâzım geliyor. Kadılıktan sonra tarîk-ı sûfîye sülûkuna, 1093/(1682) târîhinde âsitâne meşîhatından çekilmesine,
(1104/1692)'de irtihâline bakılırsa müsinn oldukları anlaşılır.
Meşreb
ihtilâfı münâsebetiyle Hz. Mısrî-i Niyâzî ile münâkaşâtı vardır. Şedîdü'l-hâl,
mehîbü'l-atvâr, zühd ü takvâ sâhibi bir mürşid-i kâmil idi.
/21/ İlâhiyyâtı vardır;
elsine-i pîrân-ı zâkirândır. Nakşiyye'den Selâmî Mustafa Efendi de, şiirde Selâmî
tahallus ettiğinden ba'zıları birbirine karıştırırlar.
Baş
açup girdim bu gün sâhib-i meydân benim
Es-salâ gelsin gelenler sînesi uryân benim
Ey Selâmî nakşını gören âdem beşer sanur*
Her makâmda hâzır olur cümleye mihmân benim
Şeyh Abdülhay Efendi
Hz. Hüdâyî halîfesi Saçlı İbrâhîm Efendi-zâde'dir. Edirne'de dünyâya
gelmiştir. Sinni kemâle erişince, tarîk-ı ilme sülûk ederek, ba'de't-tahsîl
pederinden ahz-ı bey'at etmiş ve nâil-i hilâfet olmuştur. Pederlerinin intikâlinde
zâviyesine şeyh olup, ba'dehû 1097/(1686) senesi Şevvâlinde İstanbul'a da'vet
olunarak, Sokollu Mehmed Paşa Dergâhı post-nişîni olmuş, 1099/(1688) senesinde
Yenicâmi' vâizliğine ta'yîn kılınmıştır. 1103 Saferü'l-hayrında (Ekim 1691) Hz.
Selâmî'nin intikâli hasebiyle Âsitâne-i Hz. Hüdâyî'de seccâde-nişîn olup,
1117/(1705) senesine kadar ondört sene
irşâd-ı ibâd ile iştiğâl ettiler.
Kıla Abdülhay sana Hak rahmeti
(قيله عبد الحى سكا
حق رحمتى)
târîh-i irtihâlidir.
Sene-i mezkûre Recebinin yirmidokuzuncu Pazartesi gününe müsâdifdir. Civâr-ı
Hz. Pîr'de Halîl Paşa-zâde Mahmûd Bey türbesine defn edilmiştir.
Âlim, âbid, zâhid, mücâhid, şeyh-ı fâzıl ve mürşid-i kâmil idi. Pek makbûl
ve merğûb bir şeyh-i pâk-fuâd ve pîr-i sâhib-i irşâd idi. Gülşen-i Meşâyıh-ı
Selâtîn nâm eserde medh olunmaktadır.
Âsârı :
1. Şerh-i
Gazel-i Hacı Bayram -ı Velî,
2. Şerh-i
Gazel-i Hazret-i Hüdâyî,
3. Terceme-i
Kasîde-i Bür'e,
4. Tefsîr-i
Sûre-i Feth,
5. Dîvânçe.
Dîvânçe
teşkîl edecek kadar ilâhiyyâtı olduğunu Osmânlı Müellifleri yazıyor.
Bir mecmûada gördüğüm şu ilâhî
kendinindir:
Rabbinden olur ihsân ey dil niye mahzûnsun
Bendesine olur dermân ey dil niye mahzûnsun
Îmân iden sensin irfânı bulan sensin
Dîn-i ebedî bulan sensin ey dil niye mahzûnsun
Hak'dır seni var iden tevhîd ile yâr iden
Bî-sabr u murâd iden ey dil niye mahzûnsun
Tevhîd ile pür-nûr ol irfân ile ma'mûr
ol
Dîdâr ile mesrûr ol ey dil niye
mahzûnsun
Abdülhay ider âhı bulmağa
Hakk'a râhı
Görmüş gözün Allah'ı ey dil niye
mahzûnsun
"Vücûdun âleme lutf-ı
Hudâ'dır Yâ Rasula'llâh" diye başlayan na'tı, bestelenmiş ilâhiyyâtındandır.
Şeyh Mustafa Fenâyî Efendi
Müşârünileyh (Abdülhay Efendi)'den sonra tekrâr âsitâne-i Pîr'de seccâde-nişîn
olan Mustafa Fenâyî Efendi, 1123/(1711) senesine kadar bulunup yine inzivâ
eylemişti. İlk meşîhatinde terk-i meşîhat etmesi şeyhi Hz. Selâmî'nin def'a-i sâniye
meşîhate gelmesinden mütevelliddir. /22/ Kendileri Beşiktaş'da sâkin
idi. Yirminci Bölük'te Odabaşılıktan çıkmış olduğu için, "Odabaşı"
denilmekle ma'rûfdur. Orta Câmi'de ya'nî Şehzâde Câmi'-i şerîfinde Cum'a vâizi
idi. Üsküdar'da bir câmi' binâ edip orada defn olunmuştur. Şeyh Muhammed-i
Gülşenî Efendi, müşârünileyhin târîh-i vefâtını, 1123/(1711) göstermişlerdir. Hâfız
Hüseyn-i Ayvansarâyî, "Şîr-i Hudâ” (شير خدا)terkîbinin delâleti üzere 1115/(1703-04)'tir."
diyor.
Güfteleri varmış. Âtîde terceme-i hâl-i âlîlerinden bahs olunacak olan Şeyh
Ya'kûb Efendi'nin peder-i mükerremleridir.
" Zen-i dünyâya aldanma o bir mekkâr-ı
a'zamdır
Güler yüz gösterir ammâ sürûru gamla
tev'emdir "
entâk-ı
şerîfesindendir.
Şeyh Osmân Efendi
Bileciklidir. Hz. Selâmî hulefâsındandır. Üsküdar'da, Atpazarı'nda bir câmi'-i
şerîf binâ eylemişti. Âsitâne-i
Pîr'de on sene seccâde-nişîn-i reşâdet olmuşlardır. "Şeyh-i dergâh" (شيخ دركاه) terkîbinin delâleti vechiyle 1140/(1728)
senesinde âzim-i âlem-i âhiret oldular. Civâr-ı Hz. Pîr'de âsûde-nişîn-i
rahmettir.
Câmi'-i
şerîf-i mezkûr için şuarâ-yı
zamândan Behiştî'nin söylediği târîh ber-vech-i âtîdir:
Cenâb-ı mürşid-i âgâh-dil Osmân Efendi kim
Odur esrâr-ı 'küntü kenz'e mazhar ârif-i bi'llâh[13]
Yapup bu dil-güşâ âlî-makâmı sa'y idüp hayra
İrüp tevfîk-ı Rabbânî olupdur ana lutfu'llâh
Yapıldı hamdü li'llâh kudsiyânın ka'be-gâhı hem
Makarr-ı ehl-i takvâ âşıkân-ı Hakk'a menzil-gâh
Zihî hâlet virir bir câmi'-i pür-feyz-i ra'nâdır
Olur vâkıf ledün ilmine bunda sâlikân-ı râh
Gelüp bu tekyenin tâkında kandîl-veş şeb u rûzân
Durup devr-i devâmı bunda görse encüm ile mâh
Hemîşe bunda tâat-gîr olan ehl-i kulûbu Hak
Vücûdun feyze müstağrak ide hem sırrına âgâh
Behiştî ihtitâmına didi bir ehl-i dil târîh
Mahall-i tâatu'l-ebrâr câ-yı evliyâullâh
(محل طاعة الأبرار جاى اولياء الله) = 1133/(1721)[14]
/23/ Şeyh Ya'kûb-ı
Afvî Efendi
Şeyh Mustafa Fenâyî Efendi-zâdedir. Şeyh Osmân Efendi'ye dâmâd olmuştu. Âlim,
fâzıl bir insân-ı kâmil olup, Osmân Efendi'den sonra âsitâne-i Pîr'de hıdmet-i
meşîhatı der-uhde eylemiş ve dokuz sene mesned-nişîn-i reşâdet olmuştur. Bir
iki sene kadar selâtîn kürsî şeyhliği vardır.
“Ta'yîn-i râhat” (تعيين راحت) terkîbi vechile 1149/(1736) senesinde
azm-i gülşen-sarâ-yı cinân eylemiştir. Karacaahmed Türbesi civârında vâlideyni
yakınında gunûde-i hâk-i gufrândır.
"Açıldı ravza-i dil ol gül-i handân ile*
Şevka geldi bülbül-i cân nağme-i sûzân ile
Bu vücûdum zenb ile bîgâne sanma Afviyâ
Âşinâdır çün ezelden Hazret-i Rahmân ile "
güftelerindendir.
Bir hayli âsârı var imiş. Hediyyetü's-Sâlikîn
1329/(1913) senesinde tab' olunmuştur. Bu eserde tarîk-ı Celvetî'nin
mebdeini ve buna müteallık ba'zı umûrunu ve iştigâl olunan esmâ hasebiyle makâmât-ı ârifîni, âdâb-ı sülûku
pek ârifâne bir sûrette tafsîl buyurmuşlardır. Mukaddimesi teberrüken ve kısmen
nakl olundu :
الحمد لله المبدئ
المعيد الفعَال لما يريد الهادى صفوة العبيد إلى المنهج الرشيد والسلك السديد
المنعم عليهم بعد شهادة التوحيد بحراسة عقائدهم عن ظلمات التشكيك والترديد السائق
لهم إلى أتباع رسوله المصطفى عليه أفضل الصلوة وأتمها وإقتفاء صحبه الأكرمين
المكرمين بالتأييد والتسديد
المتجلى لهم فى ذاته وأفعاله بمحاسن أوصافه التى لايدركها إلاَ من ألقى السمع وهو
شهيد. المعرف إياهم ذاته وصفاته بلاكيف لنيل المزيد.[15]
Şeyh Rûşen Efendi
Mudanyalıdır. İsmâîl Hakkı hazretleri, müşârünileyhin pederi Abdurrahmân
Nesîb Efendi'ye ifâza-i hakîkat buyurmuşlardı. Rûşenî Efendi de henüz çocuk
iken müşârünileyh Hakkı hazretlerinin yed-i mubâreklerini öpmek saâdetini bulan
erlerdendir. Meclis-i şerîflerine yetişmiş idi.
Hâl-i sabâvetlerinde mahlası Emîn idi. Hz. Hakkı'nın emriyle "Muhammed
Rûşenî" tesmiye olundu. Bunun için kendilerine, "Bülbülân-ı hakîkata
gülşen, sarâ-yı ma'rifete revzen." diye temdîhâtta bulundu.
İsmâîl Hakkı halîfesi Şeyh Pertevî Efendi'den ahz-ı feyz eylemiştir. Nice
zamânlar irşâd-ı ibâd ile meşgûl oldular. Sultân Ahmed Câmi'-i şerîfinde kürsî
şeyhi idi. 1188/(1774) senesinde âsitâne-i Hz. Pîr meşîhatına ta'yîn olundu. /24/
On sene kadar icrâ-yı meşîhattân sonra Nazîf Efendi nâmında birinin nefsâniyyetiyle
meşîhatı ref' olunarak diyâr-ı âhara nefy edilmiş ise de biraz sonra
mağdûriyyeti tebeyyün etmesiyle tekrâr meşîhatı iâde edildi. On sene daha icrâ-yı
meşîhattan ve nice mürde-dilleri ihyâdan sonra hayât-ı fâniyeden
tecerrüd eyledi.
Hz. Pîr'in türbesinin karşısındaki sed üzerinde yol ortasında türbesi
vardır; üzeri açıktır. İlm-i mûsikîde behre-i kül sâhibi
olduğundan besteleri ve ilâhiyyâtı vardır.
Âsârı
:
l. Fazâil-i Ramazân.
2. Fazâil-i Muharrem.
3. Kırk meclisten mürekkeb mevâize
müteallık bir te'lîfi.
4. Vâkıât-ı Hüdâyî'den iltikât
etmek şartıyla meydâna gelen Sülûk-ı Celvetiyye'si.
5. Mecmu'a-i İlâhiyyât'ı
vardır.
Şehr-i dilde itmeğe uşşâkına dîvân-ı aşk
Kurup iklîm-i vücûdda tahtını sultân-ı aşk
Cem' idüp âşıkları sahrâ-yı aşka sû-be-sû
Her
birine itmeğe bin nâz ile fermân-ı aşk
Çün
oturmuş taht-ı istiğnâsına ol pâdişâh
Her
nigehde olmada üftâdegân sûzân-ı aşk
Elleri bağlı huzûrunda durur bî-çâreler
Muntazırdır her biri ister ki bir ihsân-ı aşk
Neylesün dünyâ vü mâ-fîhâyı âşık neylesün
Dâimâ maksûdu anın vuslat-ı cânân-ı aşk
Vasf olunmaz hâlet-i aşkın demi bir vechile
Zâhiren giryân u sûzân ma'nevî handân-ı aşk
Şem'-i hakda mahv idegör kendini pervâne-veş
İtme Rûşen bülbül-i şeydâ gibi efgân-ı aşk
Kitâbe-i seng-i mezârı :
Cenâb-ı
Şeyh Rûşen nâm-daş-ı Mefhar-i âlem
Cihâna
bir gelenlerdendi gitdi ol veliyyu'llâh
Olup
sellâk râh-ı Hakk'a rehber bir nice müddet
Hüdâyî
Âsitânı'nda nice cân eyledi âgâh
Ulûm-ı
zâhir ü bâtında bir merd-i rûşen-dil
Kerâmâtı
cihâna rûşenâyî bahş idi çün mâh
Makâm-ı
asla ric'at itdi bu âlemden el çekdi
Nidâ-yı
'irciî' irdükde gûş-ı hûşuna nâgâh[16]
Olup
rûh-ı revânı âzim-i vâdî-i râh-ı Hak
Makâmın
nûr-ı tevhîdiyle rûşen eylesün Allâh
اولوب
روح روانى عازم وادئ راه حق
مقامن
نور توحيديله روشن ايلسون الله = 16 Şa'bân 1209/(8 Mart
1795)
Müşârünileyh hazretleri, Cenâb-ı Hüdâyî'nin
ahlâk-ı cemîle-i ma'neviyyesiyle mütehallık olup kemâlâtı derece-i bâlâ-terînde
idi. Vefâtından yarım sâat evvel mürîdânını başına toplayıp zikru'llâh ile
meşgûl olup hâl-i ihtizâr zuhûrunda, "Azîz olsam sezâyım ben."
/25/ buyurup neş'e-i tevhîde müstağrak olarak terk-i hayât-ı müsteâr
eylediler. Hikâyeten nakl olunur.
Şeyh Hafız-ı İzmidî
İbtidâ-yı hâlde eskicilikle iştigâl eden Şeyh Hâfız-ı İzmidî nâm zât bir
mürşid bulmak ümniyyesiyle İstanbul'a gelip pek çok gezdiği hâlde me'yûs
kalınca, bir gece âlem-i ma'nâda türbe-i Hz. Hâlid'de, "Mürşid niyâz
ederdiniz, işte istediğiniz bu zâttır." diye, Üsküdar ciheti işâret
olunmakla; Üsküdar'a gider. O gün Saçlı Hüseyin Efendi Dergâhı'nda Mevlid-i
şerîf cem'iyyeti varmış. Gâyet kalabalık imiş. O da hâzır bulunmuş. Hitâm-ı
Mevlid'de bir zât duâya başlar. Hâfız'ın kalbinde bu zâta öyle bir incizâb hâsıl
olur ki, kendini zabt edememeye başlar. Kim olduğunu sordukta, "Âsitâne-i
Hüdâyî şeyhi Rûşenî Efendi'dir." demeleriyle, onun dâmen-i irfânına
yapışır ve bu sâyede pek çok mertebeler kat' eder. Fâiku'l-akrân olur ki, bu zât
Hz. Şeyhu'l-Ekber'in Kitâbu'l-Envâr'ını tercüme etmiştir.
İlm-i
tıbdan bir eser yazmıştır. Yine Hz. Şeyhu'l-Ekber'in Esmâ-yı şerîfe hakkındaki
eserini, Nûru'l-Hüdâ nâmıyla tercüme eylemiştir. "Seyyid"
mahlaslı ilâhiyyât-ı ârifânesi vardır.
İsm-i Rahmân mazharısın Yâ Muhammed Mustafâ
Râh-ı aşkın rehberisin Yâ Muhammed
Mustafâ
İns ü cin hakkâ kudûmunla şeref-yâb
oldular
Cümlenin
peygamberisin Yâ Muhammed Mustafâ
İşte Rûşenî
Efendi böyle zâtlar yetiştirmiş, kâmil ü mükemmil bir mürşid-i hak-bîn idi. Hulâsa-i
kelâm,
Şeyh Rûşen'den olam dirsen habîr ey behre-ver
Gelmemişdir bu cihâna böyle şeyh-i pür-hüner
Şeyh Abdullâh-ı Felâhî
Efendi
Muhammed
Rûşenî Efendi hazretlerinin ahfâdındandır. Karacaahmed Mezârlığı'nda Zâkir-zâde
Abdullâh Efendi hazretlerinin hazîresi yanında medfûndur. Kitâbe-i seng-i mezârı:
"el-Mütevassıl ilâ-silsileti'l-Mustafaviyye
ve'l-mütevessil bi't-tarîkati'l-Celvetiyye. Âsitâne-i Hz. Pîr Hüdâyî seccâde-nişîni
Mudanyavî-zâde Muhammed-i Rûşenî Efendi-zâde, Küçük Ayasofya Tekkesi şeyhi
Abdullâh-ı Felâhî Efendi'nin rûhiçün Fâtiha. 27 Muharrem 1267/(22 Kasım
1850)"
Yanında Abdullâh-ı Felâhî-zâde
Mustafâ Hakkı Efendi medfûndur. 1313/(1895).
/26 / Şeyh Şehâbeddîn Efendi
Şeyh Rûşenî Efendi'nin mahdûmlarıdır. Peder-i âlîlerinden feyz-yâb
olmuştur. Pederinin intikâlinde 1209/(1794) senesinde âsitâne-i Hz. Pîr'de seccâde-nişîn-i
reşâdet oldular. Mücâhedede pek ileri giden eâzımdandır. Nasîhatı dâimâ mülâtefe
ile icrâ ederlerdi. Zühd ü salâhıyla temeyyüz eylemiş idi. Asrının mâh-ı tâbânı,
ecsâm-ı mürîdânın dil ü cânı olmuş idi.
İsmâîl Hakkı meşrebinde olduğu için elsine-i nâsda , "Küçük Hakkı
Efendi" denilmekle şöhret
bulmuşlardı. Yirmialtı sene post-nişîn olup, 1234 senesi Recebinin yirmibeşinci
(20 Mayıs 1819) Pazar gecesi terk-i âlem-i nâsût eyledi. Hz. Hüdâyî Türbesi'ne
muttasıl türbede defîn-i hâk-i mağfirettir. Sandûkasının baş tarafındaki
levhada (şöyle yazılıdır) :
"Bu âsitân-ı âlî seccâde-nişînlerinden ve Hz. Mevlâna ve mevle'l-ârifîn (kaddesa'llâhu sırrahu'l-metîn) efendimizin
evlâd-ı kirâmlarından es-Seyyid eş-şeyh Muhammed Şehâbeddîn Efendi İbnü'ş-Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi
hazretleri."
Âh ol şeyh-i Şehâbeddîn âh
Dürr-i kem-yâb idi oldu nâ-yâb
Evc-i a'lâ-yı hakîkatda acîb
Berk-i lâmi' idi ol âlem-tâb
Didi sad-hayf-ı teessüfle gönül
Fevt târîhini "Hay Şeyh-i Şihâb"
(حى شيخ شهاب)
Kıt'a-i
âtiye de hakk-ı âlîlerinde söylenmiştir :
Dürr-i bî-hemtâ idi şeyh-i Şihâb-ı Celvetî
Söylenür vasfı cihânda dâimâ meşhûrdur
İsr-i peygamberde idi ol selîm ey Feyziyâ
Anın içün kabri anın nûr ile mesrûrdur
Tuhfetü's-Sâlikîn nâmında bir eser-i mu'teberi vardır.Tarîkat-ı aliyye-i
Celvetiyye'de sülûku ta'rîf eder. Târîh-i te'lîfi 1212/(1797) senesidir. Mukaddimesinden:
الحمد لله الودود
المتفرد بالذات والوجود مفيض الجود بكل
موجود خالق ما كان وما يكون فهو المعبود. والصلوة على نبيه المحمود وعلى آله
وأصحابه ذوى الكرم والجود. فهذه رسالة جمعتها من كتاب الواقعات المسمى بتبر
المسبوك المشتمل على ما جرى من اللطائف فى أثناء السلوك بين حضرة الشيخ العارف
بالله محمد المشتهر بافتاده وبين الشيخ الواصل إلى الله قطب الأنام العزيز المعروف
بمحمود هدايى قدس الله سرهما ونفعنا بفيوصهما كافةً على بيان مراتب الجلوتية
وعلاماتها.[17]
/27/ Şeyh Abdurrahmân Nesîb
Hilkaten gâyet edîb olan bu zât-ı muhterem Şeyh Şehâbeddîn Efendi'nin
mahdûmudur. Pederlerinden mazhar-ı kemâl olmuşlardır. Ahlâk-ı hasene ile
mutehallık olup, dâima mücâhede ederdi. Halîm, selîm, sahî ve kerîm idi. Nutk
ve ilâhiyyâtı vardır.
Yirmidört sene seccâde-nişîn-i reşâdet olduktan sonra mürg-ı rûhu kurb-ı
rahmet-i ilâhîye pervâz eyledikte nefs-i vücûdu âsitâne-i Hz. Pîr'de sandûka-i
kabrde hıfz olunmuştur. Pederlerinin ayak ucundadır.
Sandûkasının baş ucundaki levhada yazılıdır:
"Bu âsitân-ı âlî seccâde-nişînlerinden ve Hz. Mevlâna ve mevle'l-ârifîn
(kuddise sırruhu'l-metîn) efendimizin evlâdlarından es-Seyyid eş-Şeyh
Abdurrahmân Nesîb Efendi İbnü'ş-şeyh Şehâbeddîn Efendi . 1258/(1842)."
Şeyh Muhammed Efendi
Müşârünileyh Abdurrahmân Nesîb Efendi'nin dâmâdıdır. Kabrine muttasıl
kabirde medfûndur. Bu zâtın Mes'ud Çelebi isminde bir oğlu vardı. Meczûbînden
idi. O da burada medfûndur.
Şeyh Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi
Abdurrahmân Nesîb Efendi'nin oğludur. Ulûm-ı akliyye vü nakliyyeyi
tahsîlden sonra pederlerinden nâil-i feyz olmuştur. Pek edîb ve zarîf, meclis-ârâ,
hâlîm, selîm, müşfik, zekî ve sahî idi. Hüsn-i hatta mâlik ve ilm-i mûsîkiye âşinâ
idi. Meclis-i meşâyıh riyâsetinde bulunmuştur. Tabîat-ı şi'riyyesi olup, güzel kasîde ve ilâhîleri vardır.
Kastamonu'ya gidip, orada erbaîn çıkarmış.
Ellibir sene âsitâne-i Hz. Pîr'de
seccâde-nişîn olmuştur. Meclis-i latîfine uzaktan yakından gelenler hesâbsızdı.
Hakîkaten numûne-i irfân u kemâl imiş. Abdülmecîd Hân merhûmun kendisine pek
ziyâde hürmet ve muhabbeti var imiş.
Zamân-ı meşîhatlerinde ârzû-yı şâhâne ile türbe ve hânkâh tecdîden ta'mîr
edilmiştir.
Abdülmecîd merhûm, bir gün Hz. Pîr'i ziyâret kasdıyla hânkâha gelip,
kunduralarını ta'zîmen hânkâhın sokağa nâzır dış kapısında çıkarmıştı. Bu
kapıdan türbe-i şerîfeye kadar şal döşenmiş idi. Sultân Mecîd, türbeye
girileceği zamân Şeyh Rûşenî Efendi'ye , "Efendim, delîl olunuz,
evvelce siz giriniz." buyurmalarına karşı, irticâlen, "Pâdişâhım!
Zât-ı şâhâneleri âlem-i dünyânın, Hz.
Pîr ise, âlem-i ma‘nânın pâdişâhıdır. Âcizleri gibi bir dervîşin, iki pâdişâh
arasına girmesi haddi midir?"
demiş. Bu söz, Hz. Pâdişâh'ın nazar-ı takdîr ü istihsânını celb eylemiş olduğu
mesmû'-ı fakîrânem olmuş idi.
/28/ Kesret-i sivâdan, halvet-i bakâya rücû'ları hasebiyle âsitâne-i
Pîr'de dâhil-i zümre-i azîzân olmuştur.
Zamân-ı intikâlleri 1309/(1892) senesine müsâdiftir.
Müşârünileyh Rûşenî Efendi, türbe-i Hz. Hüdâyî'ye muttasıl dîger türbede,
güzer-gâhda pencere önünde gunûde-i hâk-i rahmettir. Sandûkası önünde bir levhada
yazılı olan ibâredir :
"Hz. Pîr, Mevlânâ (kaddesa'llâhu esrârahû)
sülâle-i tâhirelerinden olup Hz. Pîr Hüdâyî (kaddesa'llâhu esrârahû) âsitân-ı
refîu'ş-şân-ı pîrânelerinde seccâde-nişîn iken, celvet-hâne-i Cenâb-ı
Hayy ü Bâkî'ye intikâl eden es-Seyyid eş-Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi (kuddise
sırruhû) hazretleri İbnü'ş-Şeyh Abdurrahmân Nesîb Efendi İbnü'ş-Şeyh
Muhammed Şehâbeddîn Efendi İbnü'ş-Şeyh Muhammed-i Rûşenî Efendi İbnü'ş-Şeyh
Abdurrahmân Efendi İbnü'ş-Şeyh Mustafa Efendi
İbnu Aydosî İbrâhîm Paşa (kaddesa'llâhu esrârahum)."
Velâdetleri: 15 Zi'l-hicce 1225/ ( 11 Ocak 1811 )
Meşîhatları: Rebîü'l-evvel 1258/ (Nisan 1842)
İrtihâlleri : 22 Rebîu'l-âhir 1309/ (26 Ekim 1891)
Müddet-i meşîhatları : 52 sene
"Kişinin sevdiği yanında gerek
Eger olmaz ise gayrı ne gerek
"
müşârünileyhin
manzûmelerindendir.
Şeyh Muhammed Şehâbeddîn Efendi
Rûşenî Tevfîkî Efendi merhûmun birâderidir. Yirmibir sene icrâ-yı
meşîhatten sonra terk-i hayât-ı müsteâr eylemiştir. Sâir meşâyıhla temâs etmez,
halktan hoşlanmaz garîbü'l-hâl bir zât idi. Mevlâ rahmet eyleye.
Târîh-i irtihâlleri 1330/(1912 )'dur. Civâr-ı Hz. Pîr'de medfûndur.
Şeyh Muhammed-i Gülşenî Efendi
1282/(1865) târîhinde dünyâya şeref vermiştir. Pederi, Kayseri niyâbetinde
iken, l289/(1872) senesinde vefât eden Mektûbî-zâdelerden Muhammed Sadreddîn
Efendi'dir. Peder tarafından sülâleleri, Fındıklı Câmi'-i şerîfinin bânîsi
Molla Çelebi'ye ve ondan Sadreddîn-i Konevî hazretlerine müntehîdir. Vâlidelerinin
pederleri müşârünileyh Muhammed Rûşenî Tevfîkî Efendi'dir. Onun pederi Muhammed
Şihâb, onun pederi Mudanyalı-zâde Büyük Rûşenî Efendi'dir. Büyük Rûşenî
Efendi'nin haremi Hanîfe Hanım'dan i'tibâren sülâle-i neseb-i Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî'ye müntehîdir.
Büyük Rûşenî Efendi'nin pederi Şeyh Abdurrahmân Nesîb Efendi, onun şeyhi ve
pederi Mudanyalı Şeyh Mustafa Efendi, onun pederi Mudanyalı İmâm Emîn Efendi,
onun pederi Aydoslu İbrâhîm Paşa'dır.
Muhammed-i
Gülşenî Efendi, Üsküdarlıdır. Doğancılar ve Atlamataşı Rüşdî Mekteblerinde
ba'de't-tederrüs husûsî muallimden tahsîle devâm eylemiştir. Tarîkat-ı aliyyeye
henüz sığar-i sinninde intisâb ile Muhammed-i Rûşenî Tevfîkî Efendi'den feyz-yâb
ve 1309/(1891-92) târîhinde Bursa'da, İsmâîl Hakkı hazretleri âsitânesi şeyhi Fâik
Efendi'den müstahlef olmuştur.
1295/(1878)'de
Evkâf Mektûbî Kalemi’ne devâma başlayıp, 1328/(1910) senesine kadar hizmette
bulunmuştur. Son me'mûriyyetleri Harem-i Şerîf-i Nebevî müdüriyyeti olup,
kable'l-azîme hânkâhın meşîhatı inhilâl edince 1330/(1912) senesinde seccâde-nişîn-i
reşâdet olduklarından, Harem-i Şerîf-i Nebevî Müdüriyyeti’nden ferâgata
mecbûr olmuşlardır. Meclis-i Meşâyıh Riyâseti'nde bulundular.
Orta
boylu, tenâsüb-i endâma mâlik, edîb, halûk, nâzik bir zât-ı âlî-kadrdir.
Taalluk eden himmetleriyle hânkâhda bir kütüp-hâne te'sîsine muvaffak
olmuşlardır.
/29/ Mahviyyet-i kâmilesi
vardı. Zavallı illet-i sadra mübtelâ idi. Bu illetin netîce-i te'sîri altında,
2 Ramazân 1341/ 19 Şubat 1339/(1923) târîhine müsâdif Çarşamba günü vakt-i
zuhrda terk-i hayât-ı müsteâr ve azm-i bakâ-yı gül-zâr eylemiştir. Ertesi
Perşembe günü cenâzesi ihtifâlât-ı lâyıka ile kaldırılarak Üsküdar'da Vâlide Câmi'-i
şerîfinde namâzı bi'l-edâ âsitâne-i Hz. Pîr'de evvelce ihzâr eyledikleri kabirde vedîa-i hâk-i rahmet kılındılar.
Pek
terbiyeli, özü-sözü temiz bir zât-ı âlî-kadr idi. Terceme-i hâllerini yazmak
içün ma'lûmâtlarına mürâcaatımda
pek mahviyyet gösterdiler. İstediğim ma'lûmâtı verdiler. Âtîde aynen telsîk
olunan tezkire ile irsâl buyurdular (kaddesa'llâhu sırrahû) :
"Efendim,
Hiç
bir eder ve değeri olmayan fakîriniz
gibi adamların terceme-i hâllerini
yazmakla iştigâl, izâa-i evkâttan başka bir şey müntec olmayacağını bildiğim hâlde
mahzâ emirlerini reddetmiş olmamak
üzere irsâl buyurulan pusulayı
karalayarak iâdeten takdîme mütecâsir oldum.
Bâkî
Hüve'llâh . 14 Safer 1341/(6 Ekim 1922) .
el-Fakîr Muhammed-i Gülşenî"
Üsküdar'da
Selîmağa Kütüphânesi vardır ki, Hz. Hüdâyî Âsitânesi'nde te'sîs olunan kütüp-hânedeki kitaplar da
buraya naklolunmuştur. Bu kitapların tasavvuf kısmında 378 numarada bir eser
vardır ki, Hüdâyî hazretlerinin Arabiyyü'l-ibâre olarak yazdıkları Ahvâlü'n-Nebiyyi'l-Muhtâr
'ın tercüme ve şerhidir.
Neş'e-i
rûhâniyye-i Muhammediyye, velâdet ü
mu'cizât-ı nebeviyye ve kıssa-i mi'râc gibi ebhâs-i azîme-i Muhammediyyeyi
muhtevî bir risâle-i müellefenin, selîs ibâre-i Türkiyye ile mütercimi müşârülileyh
el-Hâc Muhammed-i Gülşenî Efendi'dir. Şerh ve îzâh eyleyen ise ulemâ-yı
müteahhirînden merhûm Hâce Vildân Efendi'dir. Târîhi 10 Ağustos 1337/(1921) ve
Zi'l-hicce 1339 olup, yazısı Gülşenî Efendi merhûmundur.
Şeyh Muhammed Âbidîn Efendi
Gülşenî Efendi'nin yerine seccâde-i meşîhate oturdular. Üsküdar'da Rûmî
Mehmed Paşa Dergâhı şeyhi idi. Gülşenî Efendi'nin hemşîre-zâdesidir,
terbiye-kerdesidir ve halîfesidir. İlm ü fazlı, nezâket ü terbiyesi vardır.
Vaktiyle Evkâf-ı Kuyûd-ı Kadîme Kalemi’ne devâm ederlerdi.
* * *
/30/ Âsitâne-i Hz. Pîr'de zamânımıza kadar seccâde-nişîn olan
zevât-ı kirâmın terâcim-i ahvâlini mehmâ-emken yazdım. Ricâl-i Celvetiyye'den sâir
zevât-ı kirâmdan da bahs edelim :
Şeyh Keşfî Osmân Efendi
Cennetî Efendi hazretlerinin halîfesidir. Erzurumludur. Pederî Keşfî Osmân
Efendi, onun pederi Keşfî Muhammed Efendi hazerâtıdır. Erzurum'dan Niksar'a
hicret ve bi'l-âhare İstanbul'a azîmetle müşârünileyhden ahz-i feyz ederek
Niksar'da bir câmi' ve bir tekke ve Edirne'de bir câmi' ve İstanbul'da Şehzâdebaşı'nda
Vezneciler'de bir câmi', bir tekke inşâsına muvaffak olmuştur. Burada seccâde-nişîn
olup alâ-rivâyetin tarîk-ı Kâdirî'den de feyzi vardır.
"Türbetü'l-Azîz" (تربة العزيز) terkîbinin
delâleti üzere 1127 sene-i hcriyyesinde (1715) irtihâl eylemiş ve Niksar'da
türbesi ziyâret oluna gelmekte bulunmuştur.
Hâfız Hüseyn-i Ayvansarayî, Vefeyât nâm eserinde, "Kasımpaşa'da,
Hâşimî Osmân Efendi dâiresinde azm-i cennet eylemiştir." diyor. Tahkîkâtta
bulundum, Hâşimî hazretleri civârında böyle bir kabir yoktur. Hâşimî ahfâdından
ve Hâşimî Dergâhı şeyhi Süreyyâ Efendi'ye de sordum, haber-dâr değildir.
Keşfî Osmân Efendi, Hâşimî Osmân Efendi dâmâdı veya mahdûmu Şeyh Hamdullâh
Efendi'nin dâmâdıdır. Şeyh Hamdullâh Efendi, Kasımpaşa'da, Okmeydânı'nda, Sinânpaşa
Câmi'-i şerîfi ittisâlinde, türbede medfûndur. Vefeyât'ta, o yolda
yazılması ihtimâl ki, onlarla olan münâsebet-i âileden kinâyedir. Belki de,
burada irtihâl etmiştir. Kabri fi'l-hakîka buradadır.
"Şol gönül kim mübtelâ-yı derd-i
aşku'llâh olur
Derdine dermân bulunca işi âh u vâh olur"
(beyiti) âsâr-ı
şi'riyyesindendir.
2. cild 331. sahîfede Şeyh Ahmed Hamdi hakkında ma'lûmât vardır.
Harîk-ı kebîrde, Vezneciler'deki câmi'-i tekke yanmış, hâk ile yeksân
olmuştur. Meşâyıh-ı Kâdiriyye'den Şeyh Müştâk Efendi buraya yeniden bir dergâh
inşâsına muvaffak olarak, "Keşfî Osmân Efendi Dergâhı" nâmını
vermiştir. Elyevm ma'mûrdur. Câmi' ve mezâristân yeri ötekinin berikinin yed-i
gasbında kaldığından elyevm nişânesi bile yoktur.
Osmân Efendi, ulemâdan ve ulemâ-zâdelerden imiş. Mütebahhirîn-i fuzalâdan
Rasûl Efendi'nin amuca-zâdesi olduğunu mûmâileyh Müştâk Efendi söyledi. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
/31/ Zâkir-zâde Şeyh Abdullâh Efendi
Hz. Hüdâyî'nin meclis-i sohbetine henüz unfuvân-ı şebâbında erişmiştir. Pederleri
Şeyh Şa'bân Efendi olup, Hz. Pîr'in baş zâkiri idi. İlm-i mûsikîde zamânının
ferîdi imiş. Hz. Pîr'in ilâhiyyâtını besteler ve esnâ-yı zikirde okurlar imiş.
Abdullâh Efendi'nin âşıkâne ilâhiyyâtı vardır. Mahlasları "Bîçâre"dir.
Hulefâ-yı Hz. Pîr'den Muk'ad Ahmed Efendi'den mazhar-ı hilâfet olup, Manisa'da
neşr-i tarîkata me'mûr oldular. Sonra Zeyrek Câmii'nde seccâde-i irşâda
oturdular. Daha sonra Ali Paşa Zâviye'sine
şeyh oldular. Salı günleri Üsküdar'da Şeyh Câmi'-i şerîfinde ve
İstanbul'da Fâtih Câmi'-i şerîfinde va'z ederler idi.
Kuvve-i nâtıkası pek selîs imiş. Tasavvuftan, kelimât-ı âliye söyler,
meclisine uzaktan yakından erbâb-ı aşk şitâbân olurlar imiş. Zamân-ı âlîlerinde
ehl-i tarîkata pek tecâvüz vâki' olmağla, ulemâ ile sûfiyyûn beynine giren
ihtilâfı, bir gün kürsîye çıkıp belîğ bir va’z eyleyerek ber-taraf
buyurduklarını Târîh-i Naîmâ'da okudum. Zâhir ü bâtını ma'mûr bir merd-i
Hudâ idi. Rütbe-i kemâli, Şeyh Osmân-ı Fazlî ve Selâmî Ali efendiler gibi efâzıl-ı
sûfiyye yetiştirmiş olmalarıyla sâbittir.
1068/(1658)'de tekke-gâh-ı behişte âzim oldular. "Şeyhu'l-Muvâsıl"
(شيخ المواصل) târîh-i intikâlidir[18]. Üsküdar'da
Miskînler kurbünde medfûndur. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
İlâhî fazl u lutfunla bana bir feth-i
bâb eyle
İrişdir vahdet-i Zât'a kulun ni'me'l-meâb
eyle
Vücûdum nüshasın yazdın yed-i kudretle çün Yâ
Rab
Senin zât u sıfâtından ibâret bir kitâb eyle
Senin âşıkların alsın ziyâmı âftâbımdan
Hilâl-i kalbini Yâ Rab oların mâh-tâb eyle
Kabûl eyle kulun Bîçâre'nin hâcâtını
lutf it
Kerîmâ mahz-ı fazlınla anı sen kâm-yâb eyle
* *
*
Ehl-i aşkın hâlini anlan gelin mestâneden
Mâ-sivâyı terk iden hâlin görün pervâneden
'Lî-maa'llâh' sırrını izhâr ider dil-i
velî [19]
Gayret-i hak setr ider gizler anı bîgâneden
Âdeme Hû'dan dem irüp irdi demden demdeme
Dem bu demdir na'rası
ider zuhûr her dâneden
Zâhidâ gamm u sivâ koydu seni halvetlere
Âlem-i ıtlâka çık kurtulagör gam-hâneden
İrdi nûr-ı hakk ile Bîçâre sırr-ı vahdete
Şol inâyet
sebk idenler doğmadan tâ aneden
Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretleri hakkında tedkîkât :
Ekâbir-i evliyâullâhdan bir zât-ı âlî-kadr olup, nefs-i nefîse mazhar
olduğuna ve Osmân Fazlî-i İlâhî gibi bir sâhib-i irfân yetiştirmiş bulunduğuna şüphe yoktur. İsmâîl
Hakkı merhûm, Silsile-i Celvetiyye'sinde
yazar ki :
"Erbâb-ı zikrin dil-pesendi Hz. Zâkir-zâde Abdullâh Efendi (kuddise sırruhû)'nin vâlidi,
Hz. Hüdâyî'nin meclis-i ihyâlarında ser-zâkirânı olup, ekser ilâhiyyât-ı Hüdâyî
hazretlerine şeyhâne besteler tanzîm ile okuduğu cihetle, oğlu Şeyh Abdullâh
Efendi, Zâkir-zâde demekle müştehir olmuş ve o vecihle dillerde
cereyân bulmuştur. Gerçi kendi zamân-ı Hüdâyî hazretlerine erişmiş ve onu
görmüştür. Lâkin henüz unfuvân-ı ömrü ve bidâyet-i emri olmağla sülûku halîfe-i
Hüdâyî Ahmed Efendi hazretlerinden menzil-i vasla değin pûyân ve sadr-ı meclis-i a'yân olmuştur. Bunun dahi
gerçi kalemi yoktur. Lakin âşikâne ilâhîleri vardır. Mahlasları, Bîçâre'dir.
İstanbul'da Paşa Zâviyesi'nde Şeyh, Fâtih ve Sultân Mehmed (Şehzâde) câmi'lerinde,
Salı vâizi idi. Zeyrek'te kâin Kilise Câmii
tahtındaki odalarda fukarâ iskân ederdi ve sellâk-ı tarîkatı terbiye ederlerdi.
Burası zamân-ı fetihde Şeyh İlâhî elinde idi. Sonra Sofyalı Şeyh Bâlî
Efendi'ye, ba'dehû Zâkir-zâde'ye intikâl eyledi. Ba'zan medrese nâmıyla, ba'zan
zâviye diye kullanıldı."
Burada pencerenin üstündeki kitâbeyi aynen istinsâh eyledim ve Kemâl-nâme-i
İsmâîl Hakkı nâm eser-i âcizâneme
derc ettim. (s. 23 ilâvesi)
Zâkir-zâde hazretleri şu halîfeleri yetiştirmiştir :
l. Atpazârî Şeyh Osmân Fazlî-i İlâhî b. Seyyid Fethullah, ll02/(1691).
2. Şeyh Selâmî Ali Efendi,
1104/(1693).
3. Zâkir-zâde mahdûmu Ca'fer Efendi,
1108/(1697),
4. Abdulvahhâb Efendi, 1120/(1708).
Kabr-i âlîlerini ziyâret ârzûsunda idim. Li-hikmeti'llâh senelerce nasîb
olmamış idi. 1347 senesi şehr-i Cemâziye'l-evvelinin ondördüncü (29 Ekim 1928)
Pazar günü, Üsküdar'da Selîmağa Kütüphânesi'nde iken duâ-gû-yı şehîr Şeyh Hakkı
Efendi oraya gelerek, bahis Zâkir-zâde Abdullâh Efendi'nin kabrine intikâl
edince mûmâileyh dedi ki:
"Üsküdar'da Karacahmed'in ilerisinde Miskinler civârındaki büyük mezârlığın
ortasındadır. Teveccüh edildiği gibi bulunur."
Bunun üzerine merâkım kesb-i şiddet etti; iki gün sonra Üsküdar'a gittim,
Karacahmed civârına geldim. Mezârlık pek büyük olduğundan, kabri bulmak
müteassir gördüm. Hazretin rûhâniyyetine tevessül eyledim. Mûmâileyh Hakkı
Efendi mezârlığın kapısında karşıma çıktı. Abdullâh Efendi hazretlerinin
kabrini bulmak husûsundaki azmimi anlattım. Tekrâr ta'rîf eyledi; aradım,
kolaylıkla buldum.
Hazretin delîl olan rûhâniyyeti ile kabri bulduğuma sevindim. Karacaahmed
Mezâristanı pek büyüktür. Hazret, bir sofada medfûndur. Üstüvânî baş ve ayak
taşları vardır.
Kitâbesi sûreti :
Âlem-i ukbâya Zâkir-zâde çün kıldı sefer
Ya'ni Abdullâh Efendi vâkıf-ı sırr-ı kader
Âlem-i gaybdan dinildi rihletine
târihi
Aşk ile bâb-ı ‘rızâu'llâh’ı itmişdir makar
(رضاء الله) = 1068/(1658)
Mezâr
taşında son beyit "Kıl cinân-ı kudsünü Yâ Rabbenâ ana makar"
yazılıdır. Hesâbı tutmadığından kalb-i fakîrâneme bâlâdaki târîh vârid olmuştur. (Kaddesa'llâhu
sırrahû ve rahmetu'llâhi aleyh)
Cenâb-ı Hak, müşârünileyh kulunun vâkıf
olduğu esrâr-ı irfândan biz abd-i kem-terlerini de haber-dâr buyursun. Âmîn.
Abdullâh Efendi hazretlerinin hazîresinde, harem-i âlîleri medfûn olduğuna
delâlet eden bir taş vardır. Ale'l-ekser tesâdüf edilmiştir. Böyle kitâbelerde
i'tinâ edilmediği ba'zan görülmüştür. Meselâ, Hilye-i Hâkânî sâhibi
meşhûr âlim Muhammed Bey hazretlerinin Edirnekapı Câmii hazîresindeki kabir
taşına, "Meşhûr âlim Hilye-i Hâkânî hazretlerinin rûhuna el-Fâtiha."
yazılı olduğu gibi; medfûne-i merhûme hanımın ismini taşa yazmamışlar; vefât târîhi
gayr-i muharrerdir.
"Yâ ilâhî işbu kabrin sâhibi
Sâliha hâtûn idi hem âbide
Ya'ni Zâkir-zâde Efendi*
Gitdi ukbâsına ne fâide"
Böyle bî-meâl yazı yazılmış. Târîhi yok, kim olduğu gayr-i muharrerdir.
Abdullâh Efendi hazretleri hiç şübhe yok, o zamân İstanbul'da
bulunmadıklarından, sâir erbâb-ı kemâlden kimseler ise bu işlerle meşgûl olmağa
hâlleri müsâid olmadığından, böyle noksânlıklar vukûa gelmiştir. Bu kabrin
mevcûd kalması da şâyân-ı şükrândır. Üçyüz senedir muhâfaza-i mevcûdiyyet
etmesi de bir şeydir. Düşünürüm, buraya berây-ı ziyâret, erbâb-ı hâlden nice
kimseler gelmiştir. Muhakkak bir hayli zevât-ı kirâmın cilve-gâh-ı ziyâreti
olmuştur.
Abdullâh Efendi hazretleri, nefs-i nefîse sâhib bir vâris-i saltanat-ı
muhammediyye idi. Mübârek kabr-i enverlerinden ve çeşme-i fuyûzât-ı rûhâniyyelerinden
istifâde ve istifâza eden nice âşıklara ziyâret-gâh olmuştur. Fi'l-hakîka
kulûb-ı kâsiyeyi münevver eden hâlât-ı acîbe rû-nümâ oluyordu. Ne cilveler, ne
işveler vücûde gelmiş o kabr-i enveri bulmak, ziyâret şerefine vâsıl olmak da
bir büyük devlettir. Hz. Hakk'a hamd olsun.
Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretlerinin derece-i kemâline muttali' olmak
için Silsile-nâme-i Celvetiyye'de Osmân Fazlî bahsi dikkatlice
okunmalıdır. Bursa'da, Kütüphâne-i umûmîde, yadigâr ettiğim Kemâl-nâme-i Hz.
İsmâîl Hakkî nâm eser-i âcizânemde de bahis vardır.
Zâkir-zâde Abdullâh Efendi hazretleri, Üsküdar'da üzeri açık olmak üzere
bir mahalle defnini vasiyet ettiğini ve o vasiyetleri üzerine Karacaahmed'de,
Miskînler kurbunda bir mahalle defn edildiği, Silsile-nâme-i Celvetiyye'sinde
yazar.
Dileriz Hazret-i Hak'dan bizi de şâd itsün
Dâhil-i
ehl–i kemâl eyleyerek şâd itsün
Cân u dilden ideriz böyle temennî Vassâf
Bizi mahrûm-ı visâl eylemesün şâd itsün
/32/ Şeyh Osmân-ı Fazlî Efendi
Âtpazarlı Şeyh Osmân Fazlî-i İlâhî nâmıyla meşhûrdur. Eâzım-ı meşâyıh-ı
Celvetiyye'den ve ekâbir-i sûfiyyedendir ve sâdâttandır. Bulgaristan'da kâin
Şems kasabasında 19 Zi'l-hicce 1041/(7
Temmuz 1632) târîhinde vakt-i işrâkîde Seyyid Fethullah Efendi nâmında bir zâtın sulbünden gehvâre-zîb-i
mehd-i şuhûd olmuştur. Pederleri o esnâda irtihâl etmekle vâlidesinin taht-ı
terbiyesinde kalmıştır. Tahsîl zamânı hulûl edince mebâdî-i ulûmu memleketinde
tahsîle gayret edip ve daha sonraları tahsîlini ileri götürmek hevesiyle
Edirne'ye geldi. İsti'dâd-ı fıtrîsi ve zekâsı fevka'l-âde olup, bu esnâde Hz.
Pîr'in halîfesi Saçlı İbrâhîm Efendi'ye mürâcaat etmiş ise de, müşârünileyh
bundaki isti'dâda bakıp izhâr-ı acz eylemesiyle İstanbul'da Zâkir-zâde Abdullâh
Efendi hazretlerine sevk olunmuştur. İrtibât-ı kavî ile birkaç seneler hıdmet-i
aliyyelerinde bulunup, bu esnâda ulûm-i edebiyye okumuştur.
Şeyhleri, Osmân Efendi'ye hitâben, "Emîr Çelebi sende Şeyh-i Ekber
meşrebi var." buyururlarmış.
Bir gün Hz. Şeyh'in bir işi zuhûr edip, mürîdânı o işten kaçamak yolunu
göstermekle, Osmân Efendi derhâl huzûr-ı Hz. Şeyh'e varıp, "Emr
buyuracağınız iş nedir sultânım, infâz edeyim." dedikte, "Senin
dersin vardır." cevâbını vermiş ise de, Osmân Efendi, "Ulûm-ı
evvelîn ü âhirînin münkeşif olacağını bilsem yine hıdmet-i şerîfenizi ihtiyâr
ederdim." demesiyle Cenâb-ı Şeyh bu sözden mahzûz olup, Emîr Çelebi,
"Allah teâlâ sana ulûm-ı evvelîn ü âhirîni keşf etsin." diye
duâ buyurmuşlardır.
İsmâîl Hakkı hazretleri Silsile-nâme'lerinde buyururlar ki :
“Bu duâ ile berâber nefesi sâyesinde bir gece cemî' ulûm,
şeyhimin kalbine tulû' edip, bilmediği nesne kalmadığı gibi Abdullâh Efendi
hazretleri bir gün mürîdi Osmân Efendi'ye hilâfet teklîf eylemekle,
hizmetlerini ihtiyâr edeceğini bi'l-beyân arz-ı imtinâ' ettikte ol gece vâkıasında
Allah teâlâ hazretlerini görür. Mushaf-ı şerîfi uzatıp, "Al kelâmımı;
kullarımı bana da'vet eyle." diye fermân buyurunca, ol heybetle
uyanıp, (المريد من لا
إرادة له)[20] mûcibince, irâdetini, irâdet-i şeyhte ifnâ edip, Edirne civârında Aydos
cihetine hilâfetle i'zâm kılınmıştır. Burada ve ahîren Filibe'de onbeş seneden
mütecâviz bir müddet zarfında neşr-i ulûm ve icrâ-yı âdâb-ı şerîat ve erkân-ı
tarîkattan sonra gördüğü bir rüyânın tesiriyle İstanbul'a gelip, Atpazarı nâm
mahalde sâkin olmuştur. "Atpazârî" denilmesi bundan mütevelliddir.”
Hz. Şeyh'in burada sâkin olduğu mahal Manisalı Mehmed Paşa Câmii, (nâm-ı dîgerle Kul /33/ Câmi'-i şerîfi'dir) imâmet ve
hitâbeti kendilerine tevcîh olunmakla bu hizmetlere mahsûs maâşa kanâatla,
ba'dehû câmi'-i şerîfe yakın bir hâne iştirâ edip, teehhül eylemiştir. Câmi'-i
şerîf civârına kendi kesesinden talebe-i ulûm için hücreler binâ edip, burada gâh
va'z, gâh tedrîs, ale'l-ekser de tevhîd ile meşgûl olmuştur.
Zeyrek Câmi'-i şerîfinde de bulunmuşlardır. Çünkü ikâmet buyurdukları
hücre ile tevhîd-hânesi elyevm bu câmi'-i
şerîfin ittisâlindedir. Yakın vakte kadar burada zikr olunurdu. Tarîk-ı Şa'bânî'den
Şeyh Halîl Efendi zamânında giderdim.[21] Şeyh Osmân
Fazlî Efendi'ye, Şeyh Vefâ Câmii kürsî vâizliği de tevcîh olunup kemâlâtı şâyı'
oldukca halkın hüsn-i teveccühü artmış ve pâdişâh-ı zamânın ârzûsuyla
1095/(1694) senesinde Sultân Selîm Câmi'-i şerîfi vâizliğini der-uhde
buyurdukları gibi, huzûr-ı humâyûnda dahi va'z ederler imiş.
Târîh-i Râşid'de okumuş idim :
"Bir gün huzûr-ı humâyûnda ders takrîr ederken ihtilâl-i
âlemi tasvîr eylemesi pâdişâha keder verdiğinden Hz. Şeyh'in düşmânları bunu
fırsat addederek ilkâât-ı mahsûsalarının
netîcesi Şumnu kasabasında ikâmete me'mûr olmuşlardır."
Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, "Hz. Şeyh'in cifr ilmiyle iştigâli
hasebiyle, bundan istihrâc-ı ahvâl
ederek gâibden haber vermeğe kalkışması da bâis-i nefyi olmuştu. Fakat
1099/(1688) senesinde cülûs-ı pâdişâhîde
mazhar-ı afv olarak, Sultân Süleymân-ı sânî tarafından da'vet olunmuş ve
geldiğinde pek ziyâde hürmet ve riâyet edip, istifâde ve istifâza
eylemiştir." (der).
Bu sırada kendilerinden şarâb-ı hâli nûş edenler çoğalmış idi. Mecmû'-ı
hulefâsı yüzelli kadardır. İsmâîl Hakkı hazretleri, ecell-i hulefâsıdır. Pâdişâh'ın gösterdiği muhabbeti erbâb-ı i'râz
çekemediler. İlkâât-ı müfsideleriyle bu
def'a Kıbrıs'ta Magosa'ya i'zâmına sebeb oldular ki, Şevvâl 1101/(1690) târîhine
müsâdiftir. Fakat sebeb olanların her
biri pek yakın zamânda birer belâya girif-dâr olarak, i'dâm cezâsına
uğramışlardır.
Hz. Şeyh, Magosa'ya azîmetinin ondördüncü ayında, ya'ni 19 Zi'l-hicce
1102/(15 Eylül 1691) târîhinde[22] işrâk
vaktinde âlem-i bakâyı teşrîf eylediler.
Kabr-i enverleri oradadır. "Fî-cennâtin
yetesâelûn" (فى جنات يتسائلون) ve
"Makâmü'ş-Şeyh Firdevs ü Tûbâ" (مقام الشيخ فردوس
وطوبى) (ibâreleri) târîh-i intikâllerini müş'irdir. /34/ Sinn-i
şerîfleri doksan râddesinde olduğunu ve kaviyyü'l-bünye bulunduğunu İsmâîl
Hakkı merhûm Ahid-nâme'sinde yazmıştır.
Müşârünileyhin söylediği târîhtir:
Bülbül-i hoş-lehçe-i gül-zâr-ı ma'nâdır
bu şeyh
Bulmadı âhir bu fânîde bakâdan râyiha
Kudsiyân-ı pâk-dil Hakkî el açup didiler
Rûh-ı pâkiçün azîzin okuyalım Fâtiha
(روح پاكيچون عزيزك اوقويالم
فاتحه)
Kabirlerinin üstü vasiyetleri üzerine açık bırakılmıştır.
Tesettürü pek ziyâde sevdikleri için şöhret-i şâyiadan pek çekinirler idi. Kümmelîn-i
ehlu'llâhdan olduğuna şüphe yoktur. Allâme-i dehr idi. Şeyh-i Ekber efendimizin Fusûs şerhini ârifâne bir sûrette tahşiye etmiştir.
Sadreddîn-i Konevî'nin Miftâhu'l-Gayb'ına
ve Fâtiha-i Şerîfe Tefsîri'ne yazdığı şerh uluvv-ı irfânına delâlet eder. Hattâ İsmâîl Hakkı merhûm diyor
ki:
"Şeyhim Osmân Fazlî-i İlâhî'nin derece-i irfân u kemâlini,
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin Fâtiha-i şerîfeye yazdığı şerhi okuyanlar
bilir."
Risâle-i İrfâniyye'sini anlamak herkesin haddi değildir. İlm-i iksîrde dahi bir
risâle-i mu'teberesi vardır. Ve'l-hâsıl Hz. Şeyh, ilm-i ilâhîde bahr-ı
muhît ve şerh-i kalem-i a'lâda levh-i mahfûz gibi arîz ve basît idi.
1246/(1830)
senesinde "Kıbrısî" mahlaslı olan Hacı Mehmed Ağa nâm zât-ı âlî-kadr,
müşârünileyhin kabrini meydâna çıkarmış ve tâc-ı şerîfini hâvî seng-i mezârını topraklar altından ihrâc ve
tathîr ile mezârını tecdîden yaptırmış ve etrafına birkaç hücreler binâ edip,
intisâb-ı rûh-ı âlîleri niyyet-i hâlisasıyla hayli para sarf eylemiş olduğunu Gülşen-i
Meşâyıh-ı Selâtîn nâm eserde okudum.
Cenâb-ı Hak, Hacı Mehmed Ağa'dan râzı olsun.
Eserleri :
Onbeş kadar te'lîfât-ı mu'teberesi
olduğunu İsmâîl Hakkı merhûm Kitâbu'z-Zikr
ve'ş-Şeref'inde yazıyor. Esâmîsi tahkîk olunanlar:
1. Misbâhu'l–Kulûb. Hz. Sadreddîn'in Miftâhu'l-Gayb'ının şerh
eder. İstanbul'da Râgıb Paşa Kütüphânesi'nde
hatt-ı destiyle muharrer nüsha
mevcûddur.
2. Mir’âtu Esrâri'l-İrfân. Hz. Sadreddîn'in Fâtiha Tefsîri'ni şerh eder.
3. Tecelliyât-ı Berkıyye. Risâle-i Berkiyye fî Şerh-i Kasîde-i
Aşkiyye'dir. Hz. Muhyiddîn-i Arabî'nin
Kasîde-i Aşkiyye'si şerhidir. Arabiyyü'l-ibâredir. Mütâlaa ile
şeref-yâb oldum.
4. Hâşiye-i Şerh-i Fusûsu'l-Hikem.
5. Usûl-ı Fıkıh'tan: Tenkîh Şerhi, Telvîh Hâşiyesi,
Risâle-i İmâm Hâşiyesi.
6. Risâle fî Beyâni Fazîleti Kelimeti't-Tevhîd.
/35/ 7. Hanefiyye Şerhi. Fenn-i âdâb-ı münâzaraya dâirdir.
Matbû'dur.
8. Hidâyetü'l-Mütehayyirîn. Hikmet ve kimyâdan bâhistir.
9. Mutavvel Hâşiyesi.
10. Maânî Hâşiyesi.
11. Fethu'l-Bâb. İlm-i
münâzaradan bir şerhtir.
12. Risâletü'r-Rahmâniyye.
13. Lâyihâtü'l-Berkiyye.
Bu son eser pek mühim imiş.
İsmâîl
Hakkı hazretleri, Kitâbu'z-Zikr ve'ş-Şeref'inde, "Şeyhim
seyyidü'l-aktâb her hâlinde tesettürü ihtiyâr ederdi. Hattâ ahıbbâsından biri
me'kûlâta müteallık bir şey ikrâm etse, eğer duhâ vaktinden mukaddem ise
getiren kimsenin yanında bir lokma alırdı ve sâim olduğunu işrâb etmezdi. Sâir
umûr-ı âdiyede dahi hâli böyle idi; meğer sünnete muhâlif ola, onu işlemezdi.
Üç nesne ile merzûk idi: Birincisi, her salât-ı mefrûza için tecdîd-i vudû'
ederdi. İkincisi, cemâatle kılardı. Üçüncüsü, her ibâdet ve muâmelede kitap ve
sünnetle amel ederlerdi." diyorlar.
Kitâbu'l-Hitâb'ında, aktâb bahsinde de uzun uzadıya müşârünileyhin fazâilinden
bahs ediyorlar.
Kitâbü'n-Netîce'de buyururlar ki:
"Şeyhim, seyyidü'l-aktâb, Seyyid Fazlî-i İlâhî (Kuddise
sırruhû) her mezâktan zevk ve her türlü riyâzet ve mücâhedeyi der-kâr
ettikten sonra, zamân-ı sahvında, husûsan leyâlî-i Ramazânda bir yumurta ile iftâr ederdi. Bu
böyle iken, dört menkûhası ve onsekiz serriyye câriyesi vardı. Fa'tebirû yâ
uli'l-ebsâr, fe-innehû min kemâli'l-muhâzât li'n-nebiyyi'l-Muhtâr."
Gülşen-i Meşâyıh-ı Selâtîn'de, "Osmân Fazlî Efendi hazretleri, mecma'-ı
bahreyn-i şerîat ve menba'-ı nehreyn-i maârif ü hakîkat; ehl-i hâl, mübârek-fâl,
cezbe-i azîmeye mâlik, sîret-i cesîmeye sâlik, sâlih ve müteşerri', âbid ve
müteverri' idi. Âsâr-ı ilmiyyesi pek mühim
ve mu'teberdir." deniliyor.
Tezkire-i Sâlim'de şu satırları
okudum :
"Hz. Şeyh Osmân-ı Fazlî, hakîkaten kümmelîn-i
ehlu'llâhdan ve fuzalâ-yı Rûm'dan idi. Ehl-i haysiyyet ve sâhib-i fazilet olup,
müstakil havâşîsi olduktan başka, meydân-ı şi'rde dahi Fârisiyyü'l-hayl-i makâl ve hâiz-i
kasbu's-sebk-ı kemâl /36/ olup, bî-nazîr ilâhiyyât ve
eş'ârı ve nice âsâr-ı celîlü'l-mikdârı vardır."
Manzûmât-ı âtiye müşârünileyhindir :
Nice bir firkatle yansun cân u dil
Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm
Kevser-i vaslınla kansun cân u dil
Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm
Evliyâ vü
enbiyânın aşkına
Asfiyâ vü etkıyânın aşkına
Fahr-i âlem Mustafâ'nın aşkına
Merhamet kıl merhamet kıl yâ
Rahîm
*
*
*
Şuhûd eylerdi âsârı ulü'l-ebsâr olanlar heb
Velî ağyârı men' eyler idüp gayret Celâl-i Hû
İsmâîl Hakkı merhûm, Muhammediyye Şerhi'nde şeyhinin irtihâline şu
manzûmeyi tanzîm eylediğini söylüyor :
Bir emîrim var idi Hakkî benim
Evliyâ-yı âleme sultân idi
Heb bilirlerdi cihân halkı anı
Cümle dilde nâmı Şeyh Osmân idi
Şol şarâbı Hazret-i Eyyûb-veş
Feyz-i nutku
derdlere dermân idi
Reşk-i hurşîd idi nûr-ı zâhiri
Bâtını bir bahr-ı bî-pâyân idi
Sığmaz idi onsekizbin âleme
Ma'rifetle
vâsiu'l-meydân idi
Bu zuhûruyla yine ol sırr-ı Hak
Kâlıb içre
cân gibi pinhân idi
Görmedi kimse izinin tozunu
Bilmediler kim ne kuhl-i cân idi
Kabri Kıbrıs'da olursa n'ola kim
Terk-i şöhret itmiş âlî-şân idi
İsm ü resmin
âhir itdi bî-nişân
Çün ki sırr-ı sûret-i Rahmân idi
Bu, abd-i ahkar-ı rû-siyâhındır :
Mükerrem Şeyh Seyyid
Hazret-i Osmân-ı Fazlî'ye
Muhabbet gösterüp her ân fuyûzun iğtinâm
eyle
Mübeşşir oldun ey Vassâf bu yolda arz-ı hürmetle
Cenâb-ı Şeyh Osmân'a kemâl-i ihtirâm eyle
Gel ey tâlib uzak durma karış ol şeyh-i ekvâna
Revân-ı pâkine şâm u seher cândan selâm eyle
İsmâîl Hakkı hazretlerinin terceme-i hâlleri sırasında müşârünileyhden tekrâr
bahs olunacaktır . Terceme-i hâl oradaki îzâhât ile tamâm olacaktır.
/37/ Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi
Gönül meftûn-ı İsmâîl-i Hakkî oldu hamd
olsun
Bilen, bulan Hakk'ı; mertebe-i kemâli müterakkî, Şeyh İsmâîl Hakkı
hazretleri eâzım-ı evliyâu'llâhdan ve mükemmilînden bir zât-ı âlî-kadrdir. Sûrî
vü m'nevî kâffe-i ulûmda fazl u kemâli müsellem ve âsâr-ı kesîresi nezd-i
umûmîde müsellem, kudvetü'l-muhakkikîn, üsvetü'l-müdakkıkîn bir mürşid-i kâmildir.
Peder-i
âlîlerinin ismi Mustafa Efendi olup, Hz. Hakkı'nın beyânına göre, Mustafa
Efendi'nin pederi Bayram Çavuş, onun pederi Şâh Hüdâbende olup, (كانوا فى الآصل من السادات على ما سمعته من أبى المرحوم ثم تفرق حالهم فى
الحريق الكبير الواقع فى القسطنطنية)[23]
buyuruyorlar. Pederleri
İstanbul'da, Aksaray'da sâkin iken vukû' bulan harîk-ı kebîrde, hâne ve eşyâsı
muhterık olmakla, Rumeli cihetindeki Aydos kasabasına hicret eylemiş ve İsmâîl
Hakkı, 1063/(1653) senesi Zi'l-ka'desi
evâilinde, bir Pazartesi günü bu kasabada gehvâre-i zîb-i âlem-i şuhûd
olmuştur.
Sinn-i âlîleri üçe bâliğ oldukta pederleri, küberâ-yı tarîkat-ı
Celvetiyye'den Seyyid Şeyh Osmân-ı Fazlî
Efendi'nin huzûruna götürüp, dest-i şerîflerini öptürmüş, bu münâsebetle
Fazlî Efendi, Hz. Hakkı'ya, "Sen
bizim üç yaşından beri mürîd-i hâlisimizsin. " diye hitâb buyururlar
imiş.
Sinn-i âlîleri ona resîde oldukta Edirne'de azîz-i müşârünileyhin halîfe-i
evveli Abdülbâkî Efendi hazretlerinin
zîr-i terbiyelerine girip, sakal koyverinceye değin hizmetlerinde bulunarak
ba'dehû İstanbul'a hicretle 1085/(1674) senesinde yirmiiki yaşında oldukları
halde azîzleri Osmân Fazlî-i İlâhî'ye Atpazarı'nda Kul Câmi'-i şerîfinde mülâkî
olmakla, ol sâat mübâyaaya işâretle telkîn-i zikr eyleyip, İsmâîl Hakkı, Hz.
Şeyh'in mürîdânı meyânına katılmıştır. Dâne-çîn-i feyz u ma'rifet oldular.
Dîvân'larında mezkûr olduğu üzere bir sene sonra
1086/(1675) senesinde ba'zı işârât-i
ma'neviyye üzerine Hz. Hakkî'yı yanına çağırıp, dest-i mübâreklerini alnına koyarak, "Hâ senin isti'dâdın
gelmiş, hâ senin isti'dâdın gelmiş. " diyerek Besmele-i şerîfe'den
sonra sûre-i Fâtiha'yı okuyup ve nefh
eyleyip,"Bursa'da mesned-nişîn-i hilâfet eyledim. "
buyurmuşlardır.
Hz. Hakkı, Silsile-nâme’lerinde
böyle buyururlar :
"O zamân Mutavvel okurdum. Bu nefhdan sonra Mutavvel atvel olup, /38/ başka iş zuhûr etti. Sinnim henüz yirmiden
mütecâviz idi. Nefh sebebiyle feth-i ilâhî vâki' olup âyât ve ahâdîs üzerine te'vîlât tahrîr etmeğe
başladım. Vakt-i âharda, şeyh-i meşâyıhı'd-dünyâ Muhyiddîn el-Arabî hazretleri zâhir olup, Şeyh Abdülkadir-i Geylânî
ve İbrâhîm Edhem ve pîrân-ı tarîkımızdan Şeyh Üftâde ve Hz. Hüdâyî (kaddesaa'llâhu
esrârahum) taraflarından dahi ifâde vâki oldu. Sırr-ı hâlin ne olduğu müşâhede
olundu."
Ber-mûcib-i emr, Bursa'ya
azîmetimden sonra 1086/(1675) senesinde Üsküb'e
istihlâf olunmuş ve on sene kadar
oralarda meşgûl-i irşâd olup, 1096/(1685) Cemâziye'l-âhiresi evâilinde Tekirdağ tarîkıyla yine Bursa'ya
avdet buyurmuştur.
Tamâmü'l-Feyz nâm eser-i Hakkî'de görülmüştür:
"Üsküb'e târîh-i duhûlü 1086/(1675) gurre-i Rebîu'l-âhirdir.
"Dehaltü ene"
®œŒ‰ ††«Ê«†© târîhidir.
Evvelâ Murâdiye Câmii'nde, sonra Câmi'-i Atîk'te, Yahyâ Paşa Câmii'nde ve bi'l-âhare İshâk Bey, İsâ Bey ve Mustafa
Paşa Câmi'lerinde va'z etmiş, kendine
eski bir zâviye verilmiştir.
Sonra zengin bir kadın, yeni bir zâviye
binâ eylemiş ve çok mâl vakf etmiştir. Hz. Hakkı, buraya nakl-i mekân ile,
evvelki zâviyeyi ba'zı refîklerine
hediyye eyledi. Yirmidört yaşında Mustafa Uşşâkî'nin kızıyla evlenmiş ve bu Uşşâkî-zâde
Üsküb'de 1090/(1679)'da vefat ile, zâviyenin harîmine defn olunmuştur. Sonra
şeyhi Osmân-ı Fazlî'den ders okutması
emri gelince tedrîsâta başlamış, Üsküb'de altı sene daha kalmıştır."
Kitâbu'n-Netîce'de yazıyorlar ki
:
"Bu fakîr Üsküb'de iken ahâlî fetvâ için İstanbul'da
şeyhim Seyyidü'l-aktâb Fazlî-i İlâhî (kuddise sırruhû)'ye arz-ı mahzar
irsâl ettiler. "Şeyhler müftü olmaz." diye kabûl etmemişler.
Bu ma'nâ fakîri irşâd kabîlindendir. Ol vakitten beri elli senedir hıdmet-i
resmiyyeye girmedim."
Şeyhi, İsmâîl Hakkı Efendi'de büyük bir
isti'dâd-ı Hudâ görüyordu. Hattâ, "Hak celle ve alâ hazretleri
bana bir halîfe ihsân buyurdu ki, onu Hz. Pîr Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî'ye ihsân
buyurmadı." diye mübâhat
buyururlar imiş.
Hâfız Osmân Efendi'den sülüs ve nesihden me'zûn olduğu gibi, ta'lîkta dahi
hoş-nüvîs olduğunu, Müstakîm-zâde Tuhfe-i Hattâtîn'de yazıyor.
Hz. Hakkî'nin 1098/(1687)'de kerîme-i muhteremeleri Hatîce Hanım vefât
eyledi ki, söyledikleri târîhdir :
Cevherîn harfile ey Hakkî didim târîhini
Bâğ-ı Firdevs ola her dem o gül-i gül-zârı
(باغ فردوس اوله هر
دم او كل كلزارى)[24]
1101/(1690)'de şeyhi Magosa'ya nefy edilmesiyle Hz. Hakkı, berâ-yı ziyâret
oraya azîmetle şeyhine mülâkî olarak bir gün sohbet esnâsında şeyhe ziyâde
incizâb-ı rûhânî ve tecellî-i Rahmânî zuhûr
etmekle, Hz. Hakkı, pîr-i muhterem Hüdâyî'nin bir ilâhîsini ve akîbinde
bir aşr-i şerîf okuyup, şeyhinin büyük bir duâsına mazhar oldular. Himmet-i Hz.
Şeyh ile birçok esrâra daha muttali' olmuştur. Şeyhi hâl-i cezbede iken hıtâm-ı
ömrünü bi'l-ifâde misbaha parmağını Hz. Hakkı'nın ağzına sokarak, "Al
nefsimi kâmilen sana virdim ve senden başka kalbimde taalluk bulamadım."
diye Hz. Hakkî'yı kendi makâmına ikâme etmiş ve silsile-i zerrîn-i
Celvetiyye'yi Hz. Hakkı'ya rabt eylemiştir ki, 1102/(1691) senesine müsâdiftir.
/39/ Bu hâlin vukûundan sonra inkişâfât-ı rûhâniyyeleri bir
kat daha tezâyüd ederek, (وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ)[25] ve (قُمْ
فَأَنذِرْ)[26] hitâbıyla muhâtab olduğu gibi, "Abdullâh, Abdülkâdir,
Abdüllatîf, Mahmûd ve Kıble-i ehli's-semâ" gibi esmâ ile tevsîm
buyurulduğunu Silsile-i Celvetiyyesi'nde ve Vâridât-ı Kübrâ'sında
işâret eylemiştir ki, bu esmâ kutb-ı zamân olanlarda zuhûra gelir. Kitâbu'n-Netîce
nâm eserinde, "Feylosof-ı dehr" diye âlem-i ma'nâdan tesmiye
olunduğunu ve bunun, "hakîm-i ilâhî" demek olduğunu yazıyorlar.
Kendilerinde iki kere sırr-ı saltanat-ı ma'neviyye zuhûr edip, bi'd-defeât
Hızır (aleyhi's-selâm) ile mülâkî ve hayır duâlarına mazhar olduklarını
ve nice akabât ve berâzıhtan kendisini
Hz. Hızr'ın izn-i Hak ile tahlîs ettiklerini âsârında beyân etmektedir.
Atâiyye'sinde buyururlar ki :
"Tarîkat-ı ricâlde olanların ekseri seyr-i ekvân ile
mübtelâdır ki, bu fakîre seyr-i mezkûr bir kerre vâki' olup, aktâr-ı arzı
cemîan devr eyledim ve her nâhiyede bir türlü âdemi görüp taâmlarından ekl
ettim ve her şehirde Şeyhü'l-Ekber (kuddise sırruhu'l-athar) sûretini
gördüm ki, elinde Mushaf-ı şerîf tutup tilâvet-i Kur'ân eyler."
Mürşid-i mükerreminin son enfâs-ı tayyibelerine mazhariyyetten sonra
Konya-Seydişehir-Söğüt-İznik-İstanbul tarîklarıyla Bursa'ya muâvedet
buyurdular. Bu seyâhatleri esnâsında Hz. Mevlânâ'yı, Cenâb-ı Sadreddîn-i
Konevî'yi ve Eşref-zâde Abdullâh-ı Rûmî hazretlerini ziyâret eylediler.
Sultân Mustafa Hân zamânında da'vet tarîkıyle iki def'a gazâya gitmiş ve
iki def'a Haremeyn-i Muhteremeyni ziyâret etmiştir.
Dergâh-ı münîflerini ziyâret eylediğimde, gazâya birlikte
götürdükleri sancaklarını gördüm ve ziyâret ettim; fersûdeleşmiştir.
1122/(1710) senesinde Hicaz'da bulundukları zamân, Esrâr-ı
Hac nâmıyla yazdıkları kitabı Urbân yağmasında zâyi' eylediğini yana yakıla
bir eserinde bahs etmektedir.[27].
1130/(1718) senesinde, âlem-i gaybdan me'mûren, Bursa'dan
ehl ü evlâdıyla birlikte Şam'a hicret edip, üç sene orada ikâmet eylemişlerdir.
Burada iken Şeyh-i Ekber'in himem-i rûhâniyyelerine nâil olarak, ba'dehû
İstanbul'a geldiler. Üç sene burada ikâmet buyurdular. Hadîkatü'l-Cevâmi'ın
beyânına (göre) /40/ o târîhte yeni inşâ olunan Ahmediyye Câmi'-i
şerîfine, Cum'a vâizliğine ta'yîn kılınmış ve bulunduğu müddetce bu hizmete devâm
eylemiştir. Bir aralık vahdet-i vücûd mes'elesinden bahs etmesi hasebiyle
Tekirdağ'da ikâmete me'mûr olup bir müddet sonra yine Dersaâdet'e avdet
buyurdular.
İstanbul'da iken bir aralık Zeyrek'te, Kilise Câmii ittisâlindeki
zâviyede hücre-nişîn oldukları bu zâviyenin penceresi üstündeki kitâbeden nümâyândır
ki, bu kitâbenin bir sûretini Kemâl-nâme-i Hakkı nâm eserime derc
eyledim.
Bidâyeten Karabaş Velî hazretlerinin vahdet-i vücûd
mes'elesinden bahs etmesi, Hz. Hakkı'nın neş'e-i ilmiyye-i zâhiriyyesine
dokunup, aleyhinde gâyet şiddetli bir mektûb yazmışlardı ki, bu mektûbun bir sûretini müşârünileyhin
terceme-i hâlini yazdığım sırada, inşâallâh derc edeceğim. Hz. Hakkı'da neş'e-i
ilmiyye-i bâtıniyye zuhûr edince, kendisi de, o deryâ-yı vahdetin müstağraklarından
olup, ilk ta'rîzında cezâ-yı mâddiyyesine uğramış ve Tekirdağ'a nefy ü tağrîb
edilmiş olması garîb bir hâldir.
Bir de Tekirdağ'da iken teehhül buyurmuşlar[28], aldıkları
kadın halk nazarında, evvelce sû-i şöhrete uğramış olduğundan, bir gece kapısının
üzerine iki boynuz asan ahâlî-i beldeye karşı Cenâb-ı Hakkı pek garîb ve latîf
bir mukâbelede bulunmuşlardır. Onun bu kadını alması, tarîk-ı nâ-hem-vârdan
kurtarmak, onda gördüğü isti'dâdın zuhûruna sebeb olmaktan ibâret mahsûl-i
ilm-i ledün idi. Câhil halk bunu bilmediğinden Hz. Şeyh'i tahkîr mesleğine
girdiler.
İstanbul'a avdetleri sırasında, ahâlîye ziyâfet tertîb
edip hânesine kısım kısım da'vet buyurmuşlardır. O boynuzları kapısı üstünden
indirip, bir tarakcıya, çıktığı mikdâr hilâl yaptırmışlar idi. Ziyâfette nevâle-çîn
olanlar, avdet edeceği zamân herkese o hilâllerden birer tâne yâdi-gâr olarak
vermiş. O zamânın âdeti üzere herkes aldığı hilâli sarığının kenârına sokup
müteşekkiren avdet etmiştir. Cenâb-ı Şeyh, kapısına asılan boynuzları bu sûretle,
umûm şehir halkının başına kendi elleriyle koydurmuştur.
İstanbul'a avdet buyurdukları zamân ahâlîden biri intibâha
gelerek, "Yâhu, biz mugâyir-i edeb hareket ettik. İşin hikmetini idrâk
edemedik. Hz. Şiyh'e fenâ muâmele ettik, fakat o, boynuzları hilâl yaptırmış,
hepimize taksîm etmiş gitmiş." diye halkı irşâd edince pek mahcûb ve nâdim
olmuşlardı. O kadın bi'l-âhare veliyyetu'llâh mertebesine ermiştir. Nitekim
tafsîli aşağıda gelecektir.
Bilmeyen
ilm-i ledünnü anı abd itdi sanır
/41/ Bir eserlerinde buyururlar :
"Allah teâlânın izni ve Rasûlullah (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) hazretlerinin işâreti ve veled-i ekberi olduğumuz Şeyh
Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin işâreti ve Hz. Hızr'ın imdâd u rûhâniyyeti ve
Hz. Şeyh'in mirâran icâzeti ile İstanbul cânibine müteveccih olup, üç sene
kadar Üsküdar'da meks ü ârâmdan sonra Bursa'ya sevk-ı ilâhî vâki' olmakla oradan semend-i azîmete süvâr olup, yine makâmımızda
karâr vâki' oldu.
Kitâbu'l-Hitâb ve Kitâbu'n-Necât ve Amme Tefsîri ki,
Kâdî'nin üzerinedir, Şâm-ı şerîfde tahrîr olundu. Üsküdar'da üç sene tamâm
otuz aded kitap te'lîf kılındı. Etrâfa bi-hasebi'l-iktizâ mekâtîb-i tavîle
yazıldı. Nice tahrîrât beyâza geldi ve bu makâmda dahi kelâm vardır. Lâkin
li-ecli'l-maslaha ve't-tesettür tayy olundu.
Üsküdar'da olduğumuz hâlde bir gece Hz. Üftâde ve
Mahmûd-ı Hüdâyî (kaddesa'llâhu esrârahumâ) temessül edip gelerek yanıma
oturdular. Hz. Üftâde, âğâz-ı kelâm edip, "İşte Üftâde; Üftâde ve Hüdâyî;
Hüdâyî! Âhir sen de onlara eriştin." buyurdu. Bursa tarafına işâret vâki'
olup, "Sizi sağ tarafımıza alalım." diye remz olundu. Hz. Hüdâyî
ile ba'zı mülâtafât vukûa geldi. Levni
sufrete mâil, hafîfü'l-lihye, mu'tedilü'l-cüssedir.
Şeyh Üftâde, tavîlü'l-kad ve tavîlü'l-lıhyedir ki, bunun
dahi levni biraz sufrete mâildir.
Şam'da iken Şeyh Ekber (kuddise sırruhu'l-athar)
bir kaç kerre temessül edip, "Şol ki halk ona yaprak der, o bizim
yanımızda habîs ve harâmdır." buyurdu. Tütüne işârettir. Şam'da ikâmetim
hâlinde, metâlib-i âliyeden bir matlab-i âlî hâsıl oldu ki, derece-i sohbettir.
Ya'nî bir gece bîdâr ve iğmâz-ı ayn üzere iken Cenâb-ı Risâlet-penâh (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) muhâzâtıma gelip, (من تحقق اسمى تحقق اسمه)[29] buyurdular ve bu fakîri derece-i simâ' vü rivâyete yetirdiler. Bu kelâmın
şerhi, gayrı mahaldedir.[30]
İşte hâbda görüp, işitmekle yakazada olmak berâber
değildir. Ve bu makûle ma'ânî-i garîbeyi ekser ehl-i rusûm inkâr ederler. Lâkin
onların inkârından ötürü bi'l-külliye dehân-beste ve hâme-şikest olmak sezâ
değildir. Zîrâ bu makûle maânîyi tasrîhde nice erbâb-ı isti'dâdı irşâd
vardır."
/42/ Müşârünileyhin âsâr-ı aliyyelerinden birinde
Arabiyyü'l-ibâre olmak üzere yazdıkları
hasbıhâl-i husûsîlerinin tercümesidir :
"Cenâb-ı Hak, âdet-i ilâhiyyesi üzere, beni
bulunduğum dereceden hemân âlî bir mertebeye is'âd ile hâiz-i şân etti. İlm-i
ilâhîsinden evvelce mâlik olamadığım bir meziyyeti vicdânıma ifâza ile nâil-i
irfân eyledi. Şu is'âd u ifâza sinîn-i hayâtımdan her yedi senede bir vukûa
geldi. Lâkin bu tefeyyüz ü teâlî mirâret-i ez-mâ-yı ibtilâ olmasına tavakkuf
ettiğinden tahallüf-i isti'dâdât hasebiyle meşâk, suver-i adîdede zuhûr
eylediğinden ben de bir taraftan dîger tarafa azîmet; bir beldeden dîger
beldeye hicret etmek gibi bir çok
beliyyeye girif-dâr oldum. Mihnet, insânı bulunduğu dereceden tenzîl
etmez.
Meşekkata gerden-dâde-i rızâ olmak bi'l-aks âkıbet-i
haseneyi mûcib olur. Kelâm-ı ilâhî iktizâsından olmak üzere en evvel gittiğim
yer bilâd-ı Rûm'dan Üsküb beldesi idi. Yedi sene sonra oradan Bursa'ya hicret
eyledim. Yedi sene sonra Kıbrıs'a sefer etmek lâzım geldi. Yedi sene sonra
Harem-i şerîf'e gitdim. Yedi sene sonra cânib-i Hicâz'a azîmet eyledim. Orada
evlâdım irtihâl etti. Tarîk-i hacda pek çok şedâide hedef oldum. Hattâ kıymet-dâr
kitaplarım ile emvâl-i nefîsemin kâffesi elimden gitti. Emr-i ilâhîye inkiyâd
eyledim. Olacaklar oldu.
Yedi sene sonra ebeveynimin kabirlerini ziyâret
maksadıyla maskat-ı re'sim Aydos cânibine
azîmet eyledim. Yedi sene sonra ikinci def'a olarak hacca gittim. Yedi sene
sonra Bursa'dan Şâm-ı şerîfe hicret ile
emr olundum. Akrabâmın kâffesinden
dûr oldum.
İşte birçok musîbetler ve çileler ile geçirdiğim bu
yıllar kırk seneyi tecâvüz ettiler. "Cenâb-ı Hak dilediğini işler."
hükm-i ilâhîsini ta'kîb eden bu kadar emr-i samedânîsini reddedecek ferd
tasavvur olunamâz.
Benim girif-dâr olduğum şu masâib, işâret-i ma'neviyye
üzerine zuhûra gelmiş şeylerdir. Benim bunda kat'iyyen ihtiyârım yoktur.
Hareket-i ihtiyâriyye nefsânî olduğu için her bir şeyi müntic olmaz. Âkıbet-i
hasene ancak Cenâb-ı Hâkim-i hakîkînin fermânı üzere vücûda gelen netîcedir. Bâlâda zikr ettiğim
seferler esnâsında çektiğim dîger belâyâ
ise, kesreti cihetiyle kâbil-i ta'dâd değildir.
Hz. Fahr-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem),
"Benim girif-dâr olduğum beliyyeye, enbiyânın hiç birisi mübtelâ
olmadı." buyurmuştur. İbtilâ, kulûbu tenvîr eder ve tecellî-i ilâhî
olduğu için tehiyye ve tevsî' eyler. Zîrâ tecelliyât, ale'l-ekser gayr-ı mülâyime
müteallıktır.
/43/ Bu sebebe mebnî meşakkatların
en şiddetlisi enbiyâ hakkında vukûa gelmiştir. Daha hafîfi evliyâda
görülmüştür. Bu minvâl üzere sâir küberâ-yı ümmet meşakkat çekmişlerdir. Şu
ibtilânın fevkinde daha büyük bir ibtilâ vardır ki, o da şedâid-nümâ bir kavm
hakkında hidâyetle duâ etmektir.
Hz. Fahru'l-mürselînin, "İlâhî! Kavmime hidâyet eyle;
zîrâ onlar bilmezler." diye duâ etmesi gibi, Nebiyy-yi zî-şân
efendimiz hazretlerinden mukaddem enbiyâ, akvâm üzerine bedduâ etmeye me'zûn
idi.
Hz. Nuh (aleyhi’s-selâm.)'ın, (وَقَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى
الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا.)[31] kelâmı nerede, Sultân-ı
enbiyâ efendimiz hazretlerinin kavminden gördüğü gılzata karşı, hidâyetle duâ
edişi nerede?"
Kitâbü'n-Netîce'de şu bahsi gördüm :
"1096/(1685) târîhinde Üsküp'te idim. İstanbul'da
şeyhim, seyyidü'l-aktâb Seyyid Fazlî-i İlâhî (kuddise sırruhû) ziyâretine
geldim. Bir gün seyyid-i müşârünileyhe, bir hâlet-i acîbe vâki' olup, bu anda
sadrıma top gibi bir şey nâzil olup, "Ol halîfeyi oradan kaldır."
dediler. Bu fakîre oradan hicretimi emr ettiler. Lâkin kemâl-i edeblerinden
sırrını söylemediler. Fakîr dahi varıp, ehl ü iyâlimi Üsküb'den Bursa'ya
getirdim.
İki sene sonra Üsküb istîlâ-yı küffâra ma'rûz kaldı, nehb
ü gârete uğradı. Ahâlîsinin kimi maktûl, kimi gurbetlerde zebûn kaldı.
Bursa'dan tekrâr Hz. Şeyh'i ziyârete geldiğimde
Şeyh hazretleri, tebessüm buyurup, "Gördün mü, ol vakit bize
hakkınızda vâki' olan ma'nâ hak imiş; hâlâsınıza sebeb oldu."
buyurdular."
Tafsîlât-ı vâkıadan şu târîhleri
elde ettim :
l086/(1675) İsmâîl
Hakkı hazretlerinin Üsküb'e azîmeti,
1096/(1685)
" " "
Üsküb'den müfârakatı,
1101/(1690)
" " "
Kıbrıs'a seferi,
1108/(1696)
" " "
Hicâz'a seferi,
1115/(1703)
" " " Aydos'a seferi,
1122/(1710)
" " "
Def'a-i sâniye Hicâz'a
seferi,
1129/(1717)
" " "
Şâm'a seferi,
1135/(1723)
" " "
Bursa Câmi'-i Muhammediyye'yi
inşâsı,
1137/(1725)
" " "
İntikâli.
/44/ 1135/(1723) senesinde beşâret-i Rasûl-i ekrem (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) üzerine Bursa'da Tuzpazarı'nda el-hâletü hâzihî ma'mûr olan câmi'-i şerîf ve dergâh-ı münîfi inşâ eylemiştir. İsmini,
"Câmi'-i Muhammediyye" tesmiye
eylemiştir.
İnşâd eyledikleri târîh ber-vech–i âtîdir :
قال إسماعيل حقى
المنزوى
فى مقام سالكوه قد
هدوا
جلوتى الإنتساب فى
الطريق
أكبر السر فيمن
أرشدوا
وفق الله الكريم
المستعان
من يدى قد قام هذا
لمشهدوا
بل هو الفعال لا
فيه شريك
وحدوا الله تعالى
وحدوا
وافعلوا الخير
رجاء للفلاح
واذكروا الله
كثيرا فاهتدوا
أيها الصوفية أهل
الصفا
إن أردتم اقترابا
فاسجدوا
قال للتاريخ بانيه
الفثير
تم بيت الله صلوا
واعبدو[32]
Zi’l-hicce
1135/(Eylül 1723)
Câmi'-i şerîf pek şîrîndir. Zamân zamân ta'mîr ve tecdîd
edildiğinden hâlen ma'mûr ve müzeyyendir. Pencerelerinin üstünde şu beyitler
vardır:
Lutf-ı mahsûs-ı Hazret-i Allâh
Yapdı bir böyle dil-güşâ dergâh
Gülşen-i bülbülân-ı Celvetiyân
Cezbe-efzâ-yı âşık-ı âvâh
Geldi târîh içün bu beyt-i acîb
Gönlüme sûy-ı gaybdan nâgâh
Oldu tekye kavî be-emr-i ilâh
Diyelim lâ-ilâhe illa'llâh
اولدى تكيه قوى
باامر اله
ديه لم لااله الا
الله = 1135/(1723)
Bu manzûme Bursalı Tâhir Bey merhûmun Osmânlı
Müellifleri nâm eserinin III. cildinde 405. sahîfesinde mezkûr Bursalı
Levhî Hasan Efendi'nindir. Sonra her ne sebebe mebnî ise şekl-i âharda câmi'-i
şerîfe âharı tarafından ta'lîk edildiği anlaşılıyor ki, aslı böyledir:
Şeyh
Hakkî Efendi tâle bakâh
Yapdı bir böyle dil-güşâ dergâh
Gülşen-i bülbülân-ı Celvetiyân
Hâlet-efzâ-yı âşık-ı âvâh
Geldi târîh içün bu beyt-i acîb
Levhiyâ
sûy-ı gaybdan nâgâh
Oldu tekye kavî
bâ-emr-i ilâh
Diyelim lâ-ilâhe illa'llâh
Bu Levhî Hasan Efendi, tarîkat-ı Celvetiyye'dendir.
Bursa'da irtihâl eylemiştir. Müderrisînden idi. İstanbul'da Fâtih'te Millet
Kütüphânesi'nde Dîvân'ı vardır. Hz. Hakkî'ye müntesib olması müstedeldir. (Rahmetu'llâhi
aleyh)
1137/(1725) senesinde Hz. Hakkı'nın sinn-i şerîfleri
yetmişbeşe vâsıl olmuş idi. Bu sırada âzim-i râh-ı bakâ oldular. (Rahmetu'llâhi
aleyhi rahmeten vâsia, kadesallâhu sırrahu'l-azîz). Gül-zâr-ı Sulehâ'da,
"Zi'l-ka'de 1137/(Hazîrân 1725), yevm-i Perşembe, zuhra karîb."
diye muharrerdir.
Nakdü'l-Hâl nâm eserlerinde, irtihâllerinden üç sene evvel, üç sene
sonra irtihâllerine işâreten şu manzûme-i târîhiyyeyi söylemişlerdir ki, irtihâllerinden
nice zamân sonra anlaşılmıştır :
Âteş-i tevhîdi her kim yakdı kânûn-ı dile
Hakkı'nın envâr-ı Hakk'ile pür oldı
merkadi
Kerâmât-ı kevniyyelerinden bir kerâmettir.
Şâir Bâkî merhûm Cenâb-ı Hakkı'yı rü'yâda görüp, sohbetten sonra bir mısrâ'la
hatm-i kelâm etmişler. Ba'de'l-intibâh /45/ hesâb edilmiş, tamâm târîh-i
intikâlleri olduğu meydâna çıkmıştır. O mısra' budur :
Kebş-i rûhum Hakk'a kurbân eyledim
(كبش روحم حقه
قربان ايلدم ) = 1137/(1725)[33]
Kabr-i enverleri câmi'-i şerîfin mihrâbı arkasındadır. Makâmât-ı âliyeden
bir ziyâret-gâhdır. Abdülhamîd Hân-ı sânî merhûmun ser-karîni Hacı Ali Paşa
merhûm gerek türbesini, gerek câmi'-i şerîfini ta'mîre himmet eylemiştir.
Kabr-i âlîlerinin üstü açıktır. Etrâfında ve üstünde demirden şebeke vardır.
Kabir taşında şu manzûme müsâdif-i nazar olur ki, nâzımı Hâdî Çelebi merhûmdur
:
Kutb-ı zamâne Şeyh İsmâîl Hakkî hak bu
kim
İrişdi ilm-i zâhir ü bâtında hakkâ gâyete
Oldı behişte
tâir kuds-i rûhı pür-feşân
Müsterşidânın eyledi üftâde hâk-i firkate
Tahrîr itdim Hâdiyâ târîh-i rıhletini
Hak Hak didi azm eyledi Hakkı Efendi cennete
(حق حق ديدى عزم ايلدى حقى افندى جنته)
Zahru'l-mevâli'l-ızâm
Eğerci-zâde Hâtif Hasan Efendi dahi, manzûme-i âtiyeyi inşâd eylemiştir :
Hazret-i Hakkı Efendi kim o kutb-ı âlemin
Sînesi tavr-ı tecellî vü dili âgâh-ı Hak
Cilve-gâh-ı Celvetî'de oldı nice rûz-gâr
Mürşid-i menzil-resâ-yı sâlikâna râh-ı Hak
Azm ü ikbâliyle çok müddet şeref-yâb oldular
Minber ü mihrâb u kürsî pâye-gâh-ı câh-ı Hak
"İrciî" emrin işidüp itdi
derhâl imtisâl
Âşıkın endîşesi va'llâhi Hak bi'llâhi Hak
Fevtinin târîhidir Hâtif hurûf-ı dâğ-dâr
Şeyh İsmâîl-i Hakkî âzim-i dergâh-ı Hak
(شيخ اسماعيل حقى
عازم دركاه حق)
Dîger târîh :
Pîr
Hakkî şâdâ bâdâ Fâtiha
(پير حقى شادا بادا
فاتحه)
/46/ İsmâîl Hakkı hazretleri, eâzım-ı müfessirîn-i İslâmiyye'den
ve efâhım-ı meşâyıh-ı sûfiyyeden ve efâzıl-ı fuzalâdan bir zât-ı mekârim-simâttır.
Mekârim-i ahlâk ile mevsûf ve vâridât-ı rabbâniyye ve
küşûf-ı bâhire ile ma'rûf idi. Yazdıkları âsârın ma'lûm olabilenlerinin mikdârı
yüzonsekize bâliğ olmuştur. Mübârek hatt-ı destleriyle muharrer olarak elyevm
kısm-ı a'zamı mahfûzdur. İnşâ-kerdeleri olan câmi'-i şerîfin minber tarafındaki
hücre-i mahsûsaları elyevm kütüb-hâne ittihâz olunmuş ve i'tinâ-yı mahsûs ile
bir câmekân ve câmekânı setr eder demir kepenk yapılarak kilit altında hıfz
edilmekte bulunmuştur.
Mükerreren ziyâret ile şeref-yâb oldum. Bunun tafsîli, Bursa Hâtıraları nâm
eser-i fakîrânemde muharrerdir.
Rûhu'l-Beyân nâm dört cilt
tefsîr-i kebîrini on kısım üzerine yazmış ve gâyet i'tinâ ile yazmağa başlayıp, nasıl başladıysa yine
öylece nihâyetlenmiştir. Temâşâ edenler hüsn-i hattının derecesine hayrân
olurlar. İnci gibi, hurûfâtı dizmiştir. Kesret-i tahrîr ile melâlet gelmeyip,
aynı kalemden çıkmış, aynı kıt'ada yazılmış olduğu müşâheddir.
Vâridât-ı Kübrâ'yı yazarken de ba'zan cezbe-i ilâhiyye zuhûra gelmiş,
ince ince yazarken, bir sahîfeyi yalnız bir kelime ile doldurduğu da olmuştur. Âsâr-ı
aliyyelerinin kısm-ı a'zamı gayr-i matbû' ve bir kısmı matbû'dur. El
yazılarıyla olanların ba'zıları oraya buraya dağılmış ise de, nüshâları istinsâh
edildiğinden dûçâr-ı zıyâ' olanları pek azdır.
Hakîkaten ekâbir-i ümmetten olup, menba'-ı ilm-i hikmettir. Mükemmel ve
müretteb bir Dîvân'ı vardır.
Eş'ârı :
Ey tarîk-ı Hazret-i Hak râh ıyânımdır
benim
Reh-nümâ-yı sâlikân-ı Hak beyânımdır benim
Zînet âverdir belâgat çehre-i güftârıma
Bu fesâhat hâssa-i şân-ı zebânımdır benim
Mündericdir defterimde zâhir ü bâtın kamu
Elde hâmem dil bilür bir tercemânımdır benim
Ger
nesîm-i rahmet-i Hak olsa mevc-engîz feyz
Sâhile
dür-dâne-rîz olan dehânımdır benim
Derd ile geldim cihâna derdile oldum revân
Bu fenâ hâne pil-i rûh-ı revânımdır benim
Kimse bilmez hâlimi Allâh'a kalmışdır işim
Yalınız dil mahrem-i râz-ı nihânımdır benim
Hançer-i ser-tîz-i aşkın n'ola çeksem minnetin
Dem-be-dem rûzen-güşâ-yı beyt-i cânımdır benim
Lücce-i
bahr-i siyehdir san sevâd-ı defterim
Her
kızıl nokta varakda katre kânımdır benim
Bir
aceb deryâ-yı hikmetdir devâtımda midâd
Kilk-i
gevher pâş-ı gavvâs-ı zebânımdır benim
Böyle
açılmazdım
ey Hakkî bu bâğ içre velî
Soldum
âhir neyleyem vakt-i hazânımdır benim
* * *
/47/ Aşkdır ser-levha-i mecmûa-i
sırr-ı Hudâ
Mekteb-i
irfânda aşk ile iderler ibtidâ
Aşkdır
şol şu'le-efrûz-ı vücûd-ı kâinât
Kim
kılupdur âlem-i hejde hezârı pür-ziyâ
Kâr-gâh-ı âlemin aşk eyledi bünyâdını
Düzdü Üstâd-ı ezel bir san'at âdemden ana
"Küntü kenzen"den vücûda geldi ol birr-i
güher
Ol güherden saçdı yüz bin gevheri bî-intihâ
Bahr-ı cûdu bî-girân-ı Hak temevvüc eyledi
Düşdü asdâf-ı vücûd-ı âdeme dürr-i safâ
Ol dür-i
yektâya bir gavvâs olmaz dest-i zen
Olmayınca
işbu kevn deryây-ı aşka âşinâ
Hakk'a kurbet ister isen varını aşka değiş
Hakkıyâ bî-aşk olanlar oldular hakdan
cüdâ
* * *
Menba'-ı
ilm-i Hudâ'sın Yâ Muhammed Mustafâ
Dem-be-dem
feyz-âşinâsın Yâ Muhammed Mustafâ
Her
kelâmın mu'cize her kârın ihsândır bize
Cânib-i
Hak'dan atâsın Yâ Muhammed Mustafâ
Tâc-ı İskender sana taht-ı Süleymân neylesün
Sen
şeh-i mülk-i bakâsın Yâ Muhammed Mustafâ
Şerbet-i
vaslınla dermân eyle Hakkî hastaya
Sen
kabûl eyle recâsın Yâ Muhammed Mustafâ
* * *
Her
nefesde bir tecellî-i Hudâ ister gönül
Kendüye
bu gurbet içre âşinâ ister gönül
Hakkıyâ
mahrem
bulunmaz râz-ı aşka bu zamân
Halk-ı
âlemden anınçün ihtifâ ister gönül
Bu na't-ı şerîf bestelenmiştir; elsine-pîrâ-ı zâkirândır.
* *
*
Yâ Rasûla'llâh makâmın arş-ı a'lâdır senin
Merteben bâlâ-yı Tûbâ'dan muallâdır senin
Cevher-i lafzın kati kıymetlüdür yâkûtdan
Anın içün her sözün makbûl-i Mevlâ'dır senin
Mâidende
halka takdîm-i şefâat eylemek
Feyz-i
dil-cû-yı lebin sükkerden ahlâdır senin
Her ne
sûret kim virirsin kârına dâreynde
İtdiğin
tedbîrler sâirden evlâdır senin
Arza hâcet
yok huzûrunda hâcet Hakkî kulu*
Aks ider âyînene kalbin mücellâdır senin
Bu nazm-ı bedî' devrân tarzında bestelenmiştir; elyevm okunur.
* *
*
Fahr ile fahr eylemekdir câh u
devletden garaz
Züll-i nefsi anlamakdır izz ü rif'atden
garaz
İlmile maksûd olan Hak bilmek oldu ey kişi
Bir kuru
ceng ü cedel sanma bu hikmetden garaz
/48/ Pâk u tâhir
eyle çirkâb-ı hevâdan nefsini
Yalınız el yüz yumak sanma tahâretden garaz
Halvet eyle "lî-maa'llâh"
sırrı ile bir nefes
Mürşid-i kâmil ile bu oldı sohbetden garaz
Sende açlık sende perhîz ü çile yok sâlikâ
Bu mudur(ur) böyle fikr eyle tarîkatden
garaz
Zikr ü fikrin dâimâ hak eyle dilden hakkı
sür
Hakk'ıla hak olmadır Hakkî hakîkatden
garaz
* * *
Menba'-ı aynü'l-hayât-ı cism ü cândır
zikr-i Hû
Çeşme-i feyzü'l-cinân-ı câvidândır zikr-i Hû
On sekiz bin âleme Hû'dur tecellî eyleyen
Çeşm-i bînâya yegâne armağândır zikr-i Hû
Hû 'Huve'llâh'dan[34]
irer âşık "ene'l-Hak" sırrına
Kimse bilmez böyle bir râz-ı nihândır zikr-i
Hû
Halka-i zikr oldu hıfz-ı âleme gûyâ hisâr
Bâis-i devr-i devâm-ı âsumândır
zikr-i Hû
Âf-tâb-ı zikr-i Hak'dır dilleri pür-nûr iden
Hakkıyâ her zerreye vird-i zebândır
zikr-i Hû
Kıt'a:
Olmasa hüsn-i ezel ruhsâr-ı gülde âşikâr
Eylemezdi bülbül-i şûrîde âh u zârı kâr
Her varakda yazdı bir sır hâme-i
sun'-ı ezel
Lîk idrâk etmeden âcizdir akl-ı rûzgâr
Müfredât :
Tâbi' olsa heves-i nefsine mürîd
Dinilür nâmına şeytân-ı merîd
* * *
Sanma her sâliki Hak'dan beğim âgâh ola
Cümleden ide güzer vâkıf ila’llâh ola
* * *
Vech-i dil-dâra hicâb olsa vücûd
Hâsıl olmaz gönlü gözüne şuhûd
* * *
Olam dirisen eğer şem'-i vasl ile me'nûs
Koma hayâl-i sivâyı gönülde çü fânûs
/49/ Çile-hâneleri :
Bursa'da inşâ-kerdeleri olan câmi'-i şerîfin ittisâlinde,
hânelerinin bulunduğu mahallin alt katındadır. Kâmilen kâr-gîr olup kapıdan
başka ziyâ alacak penceresi falân yoktur. Burada yakın vakte kadar tavandan
uzatılmış bir zincîr ve zincîrin ucunda bir halka vardı ki, Hz. Şeyh'in
kıbleye müteveccihen oturduğu zamân bi-hasebi'l-beşeriyye galebe-i nevm ile
uzanıp yatmamasını te'mîn için ser-i mübâreklerini bu demir halkaya geçirir
öyle otururlar imiş. Eğer kapısı kapanırsa, havâ alacak yeri de yoktur. Birkaç
def'alar buraya girdim; namâz kıldım, duâ ettim; te'sîr-i rutûbetten mütessir
oldum. Kat'iyyen îmân ettim ki, Hz. Şeyh buraya girdikleri zamân beşeriyyetten
insilâh ederlerdi. Zîrâ burada tahammül için vücûd-ı beşerî mevzû'-ı bahs olamaz.
Neş'e-i aşk-ı muhammedî vü ilâhî ile müstağrak olup, avârız-ı beşeriyyeden bu râdde
kat'-ı alâka etmişlerdir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Hz. Mısrî ile mülâtefeleri :
Cenâb-ı Mısrî'nin üzerine hücûm eden muzır insânların
harekâtından müteessir olup mülâtefe tarîkıyla manzûme-i âtiyeyi
göndermişlerdir :
Gel bu sırrı Mısriyâ fâş eyleme
Hân-ı hâssı âmmeye aş eyleme
Açma Yûsuf yüzünü a'mâlara
Çeşm-i nâ-bînâları yaş eyleme
Nûn içinde gizle bu gevherleri
Virme nâdâna anı taş eyleme
Bâ-yı “bi’smi'llâh”dan tâ mîm'e dek
Sîn'i tut bu yüzleri fâş eyleme
Her yolun bir sâliki
var lâ-cerem
Vâsılı mahbûba yoldaş eyleme
İsm-i a'zam vechine nâzır isen
Halkın ayaklarını baş eyleme
Ne ile tutdun teayyün Hakkıyâ
Noktayı anınla kardaş eyleme
Şekl-i tahrîrinden numûne :
"Kalb-i insân ki, mudğa-i sanevberî ve gûşt-pâre-i
ebherîdir. Kilk-i bedâyı'-ı nigâr-ı ezelîden safha-i vücûda çekîde bir nokta-i
ehadiyyet-şiâr ve bir nükte-i hakîkat-âsârdır ki, muallîmân-ı mekteb-i tevfîk
ve mütekellîmân-ı medrese-i tahkîk, kitâbü'l-beyân-ı vücûdî ol cüz'-i lâ-yetecezzâ-yı
vücûddan bir mertebe silk-i beyâna keşîde kılmışlar ki, havsala-i akl-ı cüz'îye
güncâyiş mertebesinden dûrdur. Hakkâ ki, deryâ-yı vücûd mevc-hîz olalı böyle
bir girân-mâye güher zuhûra gelmemiş ve nûn-ı cem' ki, güher-rîz-i vâridâttır.
Safha-i vücûda böyle rakam-zen-i ma'nâ olmamıştır. El-hak bu âyîne-i jeng-i
beste-i alâyık, havâdîs ü mir'ât-ı jengâr-ı hûrde-i âlâyiş-i /50/ bavâis,
saykal-ı zikr-i samadânî ve fikr-i heyûlânî ile safâ vü cilâ-pezîr olsa reşk-i
nigâr, hâne-i çîn ü sûret-girân-ı mâ-çîn olup safha-i rû-yı pezîrinde nûr-ı ilâhî
cilve-ger olmak lâ-raybe-fîh makûlesindendir.
Hoş-âb-ı sa'âdet-merdüm-i sâhib-i isti'dâd ki, emânet-dâr-ı
gencîne-i dil olup, der-i hoş-âb-ı esrârı, pîrâ-yı iklîl-i cân ve gevher-i girân-kıymet-i
envârı, ser-mâye-i bâzâr-ı cânân eyle. Kerîmâ! Bu çârûb-keş-i halvet-hâne-i
taleb, Hakkî-i müstemendi, ehl-i dil gürûhuna
ilhâk ile memnûn eyle. Ente'l-Kerîm."
- -
-
Türkî, Arabî, Fârisî olmak üzere, manzûmâtı
yetmişbin beyti mütecâvizdir. Terceme-i hâli âtîde yazılacak olan Mahmûd Nâsih
Efendi bununla müstakıllen meşgûl olmuş idi. Âsârının kırk kadarını Arapça
yazmıştır. En son eseri olan Tamâmü'l-Feyz, Arabiyyü'l-ibâre olup, pek
mühimdir. Üç büyük cildden ibâret Rûhu'l-Beyân'ı de Arabiyyü'l-ibâredir.
İlm-i mûsikîde dahi behresi vardır. Hz. Hüdâyî'nin
hayli ilâhiyyâtını bestelediğini yazıyor ve "Zamânımız mûsikî-şinâsânı
gibi bî-perdelerden değilim."
buyuruyor.
Hatt-ı destiyle muharrer Dîvân-ı şerîfi,
İstanbul'da Sultân Bâyezîd'de Kütübhâne-i Umûmîde'dir. Zamân zamân ziyâret-i
aliyyelerine âzim oldukça ta'zîmen sünûhâtım olurdu. Bi'l-âhare levha hâlinde
türbe-i münevverelerine takdîm kılınanlardan ikisi ber-vech-i âtîdir :
Olmuşum meftûn-ı irfânı Cenâb-ı
Hakkı'nın
Var mıdır bir mislini göster Cenâb-ı
Hakkı'nın
Cem' u farkı dûr idüp cânânı bulmuş şübhesiz
Lâ-yu'ad âsârı burhânı Cenâb-ı Hakkı'nın
Bunca âsârı şehâdet eyliyor irfânına
Haslet-i âliyyesi bî-had Cenâb-ı Hakkı'nın
Rütbe-i kutbiyyeti bulmuş o irfân menbaı
Bî-nihâyet vasfının şânı Cenâb-ı Hakkı'nın
Bâ-husûs tefsîrini gördükce hayrânı olup
Pek büyük zât olduğun
bildim Cenâb-ı Hakkı'nın
/51/ Tâ
Stanbul'dan gelüp kabrin ziyâret itmeğe
Mürşid-i kâmil veliyyu'llâh Cenâb-ı Hakkı'nın
Zâir-i kabri olan me'yûs kalmaz bî-gümân
Feyz-yâb-ı sırrıdır gönlüm Cenâb-ı Hakkı'nın
“Ve’steînû” emrine bi'l-inkıyâd ta'zîm ile[35]
İt ziyâret kabrini Vassâf Cenâb-ı Hakkı'nın
Bî-haber sanma ziyâret ehline vâkıfdır ol
Bul ziyâret feyzini sen de Cenâb-ı Hakkı'nın
İftihâr itsün vücûduyla bu Bursa halkı kim
Kutb-ı âlem mürşid-i ekrem Cenâb-ı Hakkı'nın
* * *
Mefhar-i Celvetiyân Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Vâkıf-ı sırr-ı cinân Hazret-i
Şeyh Hakkî'dir
Pertev-i feyzi ile şu'le-feşân
olmuşdur
Nûr-ı irfânı ayân Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Âşikâr olmada el'ân uluvv-i
himemi
Kutb-ı yektâ-yı zamân Hazret-i
Şeyh Hakkî'dir
Vâris-i ilm-i nebî olduğuna şek
yokdur
Bunca âsârı yazan Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Mâ-sivâ kaydını mahv eyleyerek
kalbinden
Sırr-ı "mûtû"yu
bulan Hazret-i Şeyh Hakkî'dir[36]
Fuzalâya ulemâya şuarâya ser-tâc
Sahib-i Rûh-ı Beyân
Hazret-i Şeyh Hakkî'dir
Nice esrâr u dekâyık çıkaran deryâdan
Âşık u sâlike cân Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Meşrik-ı subh-ı tecellî idi ol zât-ı
şerîf
Nûr-bahşâ-yı cihân Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Dâimâ kalbimi âsârı münevver
idiyor
Himmeti dâim olan Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Âşık-ı hâlısı Vassâf'ı
anın medhinde
Didi kim cânıma cân Hazret-i Şeyh
Hakkî'dir
Muhammed Ali Aynî
Bey'in medhiyyesi :
Delîlin Hakkı olsun halk içinde
hak ararsan sen
Teâla'llâhu ekber hakkı Hak'dır eyleyen rûşen
Gel ey
Rûhu'l-Beyân'ın âyet-i
kübrâsı İsmâîl
Aduvvu şekk ü zannı sür çıkar Allâh içün dilden
Nedir
der-dest-i isti'tâfı soksam 'kenz-i mahfî'ye
Tamâmu'l-Feyz
ile mahtûmdur zîrâ ki bu mahzen
Netîce-bahş–ı âmâl olmağa kâfildir âsârın
Ziyâ-yı
ma'nevîden her biri bir vech-i müstahsen
Açılsın manzarında sırr-ı vahdet Ayni'nin
Yâ Pîr
Bilinsin evvel âhir biz kimiz hem de nedir sen ben
/52/ Urefâdan
Besîm Efendi, müşârünileyhe meftûn olanlardandır. Birgün Hz. Şeyh'in uluvv-ı
ka'b u kemâlâtından bahs ettiğimiz sırada ona hitâben şu kıt‘ayı inşâd
eyledi:
Ey ârif-i sırr-ı ezelî Hazret-i Hakkî
Doğmakda sana arş-ı Hudâ'nın lemeâtı
Bir
Hızr-ı müebbed gibi âsâr-ı celîlen
Virmekde bütün
ümmete âsâr-ı hayâtı
Esâmî-i âsârı :
1. Rûhu'l-Beyân : Tefsîr-i şerîftir. Hz
Müfessir bir eserinde buyuruyor ki:
"Ma'nevî
pederim Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruhu'l-âlî) hazretlerinin delâletiyle bir gün hâk-pâ-yı Muhammedî'ye rû-mâl-ı ubûdiyyet olmuş idim. Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm efendimiz hazretleri lutfen bu abd-i memlûklerinin gönlünü ihyâen ve
tenezzülen arkamı sığadılar ve beyân-ı hoşnûdî buyurup, "Ümmetim için
bir tefsîr yaz." diye emir buyurdular. Bunun üzerine müstaînen bi'llâhi
teâlâ ve müstemidden bi-rûhâniyyet-i resûl-i müctebâ üç cild
üzerine bir tefsîr-i şerîf yazdım."
Hem Mısır'da, hem İstanbul'da
basılmıştır.
2. Muhammediyye Şerhi : İki büyük cilddir.
3. Rûhu'l-mesnevî : İki
büyük ciltdir.
4. Şerh-i Pend-i Attâr : Pek mükemmel bir
şerhtir.
5. Şerh-i Bostan.
6. Furûk-ı Hakkî.
7. Şerh-i Hadîs-i Erbaîn.
8. Tamâmü'l-Feyz. Âtıfbey Kütüphânesi,1393.
9. Kitâbü'l-Kebîr.
10. Nakdü'l-Hâl.
11. Risâletü'l-Câmia fî Mesâili'n-Nâfia.
Millet Kütüphânesi, 885.
12. Risâle-i
Verdiyye.
13. Şerh-i Şuabi'l-Îmân.
14. Risâle fî İlmi'l-Hadîs.
15. Hazerât-ı Hams.
16. Vesîletü'l-Merâm.
17. Kenz-i Mahfî.
18. Şerh-i Nazm-ı Hayretî.
19. Silsile-nâme-i Celvetî.
20. Müzîlü'l-Ahzân. Âtıfbey Kütüphânesi, 506.
21. Şerhu'l-Kebâir. Âtıfbey Kütüphânesi, 328.
22. Kitâbü'l-Müteferrikât. Müteferrikât-ı
Sûfiyye. Âtıfbey Kütüphânesi, 486.
23. Şerhu'l-Usûl.
24. Ta'lîkât ale'l-Fâtiha li-Tefsîri'l-Kâdî.
25. Kitâbü'n-Netîce.
26. Şerhu'l-Âdâb.
27. Hâşiye alâ Sûreti'n-Nebe'.
28. Şerhu Nuhbeti'l-Fiker fi Usûli'l-Hadîs.
Atıfbey Kütüphânesi, 74.
29. Şerh-i Gazel-i Bayram-ı Velî.
30. Şerh-i Gazel-i Yunus Emre.
31. Hayâtü'l-Bâl. Atıfbey Kütüphânesi, 1396.
32. Kitâbü'l-Envâr.
33. Sülûku'l-Mülûk.
/53/ 34. Huccetü'l-Bâliğa.
Millet Kütüphânesi, Tasavvuf,
859.
35. Mecmûatü'l-Esrâr.
36. Şerhu Fıkhı Keydânî. Usturumca'da
yazmıştır.
37. Kitâbü'l-Mir'ât. (Arabça'dan, Mir'âtü'l-Hakâyık, hadis), Atıfbey,1504.
38. Risâle-i Muhyi'l-Beşîri'n-Nezîr.
39. Kitâbü'n-Nahl.
40. Vâridâtü'l-Kübrâ. Atıfbey Kütüphânesi, 1517.
41. Eyyühe'l-Bülbül.
42. Nuhbetü'l-Letâif. Âtıfbey, 1512.
43. Şerhu Mukaddime fî İlmi'n-Nahv.
44. Şerhu Salâtı Meşîşiyye .
45. Nevâdirü's-Savm..
46. Hutabü'l-Hutabâ.
47. Kitâbü'l-Hurûf.
48. Kitâbü'n-Necât.
49. Kitâbü'z-Zikr ve'ş-Şeref.
50. Şerh-i Nazm-ı Ahmedî.
51. Tuhfe-i Halîliyye.
52. Tuhfe-i İsmâîliyye.
53. Tuhfe-i Recebiyye.
54. Tuhfe-i Hasakiyye.
55. Tuhfe-i Atâiyye.
56. Tuhfe-i Vesemiyye.
57. Risâle-i Ömeriyye.
58. Risâle-i Bahriyye. Mühim bir
eserdir, gördüm. Âtıfbey Kütübhânesi.
59. Risâle-i Hüseyniyye.
60. Kitâbu'l-Hakkı's-Sarîh ve'l-Keşfi's-Sahîh.
61. Bey'at-nâme-i Tûbâ-zâde Muhammed Ağa.
62. Bey'at-nâme-i Muhammed Bahrî Bey.
63. Risâle-i İn-i Şartıyye.
64. Şerh–i Nazm-ı Sahfî.
65. Şerh-i Nazm-ı Niyâzî-i Mısrî.
66. Şerh-i Nazm-ı Abdî.
67. Mi'râc-nâme. Manzûmdur. Âtıfbey Kütüphânesi, 1501. Bu pek i'tinâ
ile yazılmıştır. Mütâlaa ettim. Şuarâ-yı zamân çok güzel takrîzler
yazmıştır.1121/(1709)'de te'lîf etmiştir. Medhiyyelerden ba'zısını âtîye
yazdım.
68. Kitâbu Mesâili'l-Kelâmiyye.
69. Kitâbü't-Tevâcüd.
70. Şerh-i Dîbâce-i Kasîde-i İbn-i Fârız.
71. Şerhu Mültekâ ile'n-Nısf.
72. Hâşiye-i Velediyye.
73. Meclis.
74. Şerh-i Usûl-i Aşera. Âtıfbey, 1423.
75. Necât-ı Tâm.
76. Ziyâ-yı Ma'nevî.
77. Tuhfe-i Nefesi'r-Rahmân. Âtıfbey, 1501.
78. Usûl-i Seb'a.
79. Kitâbü'l-Fazli ve'n-Nevâl.
80. Kitâbü's-Sukûk.
81. Tuhfe-i Şeybiyye.
82 Risâle-i
Hayriyye.
83. Râhetü'r-Rûh.
84. Şerhu Hadîs-i "el-Mü'minü mir’âtü'l-mü'min"[37]
85. Risâle-i İmâdiyye.
86. Risâletü'l-Cehri ve'l-Ihfâ.
87. Risâletü'n-Nevâfil.
88. Esrârü'l-Hac.
89. Şerhu Mektûbi'l-Meşîh.
90. Risâletü'z-Zelzele.
91. Şerhu Salâti'ş-Şâfiî.
92. Şerh-i Kelâm-ı Isâm.
93. Risâle-i Vahdet-i Vücûd.
/54/ 94. Tefsîr-i "Bi-yedike'l-Hayr
"[38].
95. Tefsîr-i "Ve-mâ-besse fîhimâ min-dâbbe"[39].
96. Tefsîr-i " Yâ eyyuhe'n-nâsü'budû"[40].
97. Şerh-i İcâzet-nâme-i Şeyh Bernâvî.
98. Şerh-i İcâzet-nâme-i Muhammedü'ş-Şâmî.
99. Dîvân-ı şerîfleri.
100. Tefsîr-i "Velekad ehaza'llâhü
Mîsâka Benî İsrâîl "[41].
101. Tefsîr-i "İnne'llezîne yühâddûne'llâhe ve resûleh"[42].
102. Risâletü'l-Îmân.
103. Risâletü'n-Nasâyıh.
104. Mecmûa-i Hakkî.
105. el-Vasâyâ fi'l-Uhûd.
106. Şerhu "Nedir Dervîş". Abdullâh el-Ensârî
hazretlerinin, "Nedir Dervîş" adlı eserinin şerhidir. Bâyezîd'de
Kütübhâne-i Umûmî'de 3828/526'da mukayyeddir.[43]
107. Şerh-i Tarîkat-ı Muhammediyye.
108. Mecmûatü'l-Ebrâr.
109. Şerhu'l-Makarrî el-Cezerî fî İlmi't-Tecvîd.
110. Kitâbü'l-Hıtâb.
111. Takrîzât-ı Adîde.
112. Tefsîru " Âmene'r-Rasûlü"[44].
113. Tercüme-i el-Munkızü mine'd-Dalâl.
114. Miftâhü'l-Belâğa.
115. Revâyıh.
116. Vasıyyet-nâme.
117. Şerh-i Risâle-i Mevleviyye.
118. Envâu's-Salât.
119. Câmiatü'l-Mesâili'n-Nâfia. Millet Kütüphânesi, 885.
120. Menâzır-ı Tâât. Millet Kütüphânesi, 975.
121.Ta'bîr-nâme-i Hakkı. Meşâyıh-ı
Gülşeniyye'den Şehrî Efendi nezdinde gayr-ı matbû’ böyle bir eser-i mufassal gördüm ve mütâlaa
ettim.
122. Şerhu'l-Uyûn.
123. Mecmûa-i Tahkîkâti'l-Ehâdîs.
124. Hadîs-i Erbaîn.
125. Kelâm-ı Muhyiddîn Şerhi.
126. Kitâbu İzzi'l-Âdemî.
127. Tefâsîru'l-Müntehî.
128. Risâletü’l-Îmân.
129. Manzûme-i Mi'râciyye .
130. Kitâbü'n-Nahv .
131. Şerh-i Hadîs-i Erbaîn.
132. Mecâlisü'l-Va'z ve't-Tezkîr : Nâm-ı dîger
Mecmûa-i İsmâîl Hakkî. İki ciddir
ve Arapçadır. İstanbul'da Sultân Bâyezîd'de Veliyyüddîn Efendi Kütüphânesi'ndedir.
Kendi hattıyladır. Üsküb'de yazmıştır. Bunda kendine, "Üsküp vâiziyim."
diyor. Ser-â-pâ, suver-i Kur'âniyye üzerine müntehab tefsîrden ibârettir. 1186/(1772)
senesinde Üsküb'de hîn-i tavattunda te'lîf ettiğini yazıyor. 713 sahîfedır.
Bundan intihâb sûretiyle ihtisâran 1266/(1850)'da Matbaa-i Âmire'de basılmış
nüsha dahi 3505/214 numara tahtında o
kütüp-hânede mevcûddur.
133. Mecmûa-i Hakkı. Kendi yazısıdır.
İstanbul'da Bâyezîd'de Kütüphâne-i Umûmîyye'de, Tasavvuf kısmında,
3504/213'dedir.
Bu mecmûada üç risâle (olup) bunlara dâir tafsîlât Kemâl-nâme-i
Hakkî nâm eser-i âcizânemde vardır.
134. Kitâbü'l-İzn ve'l-İcâze . 1122/(1710)'de
yazmıştır.
135. İbâdet-i Zâtiyye ve Teklîfiyye . Mısır'da
yazmıştır.
136. Zemzeme. Mısır'da yazmıştır.
137. Dîger Mecmûa-i Hakkı. Kendi
yazısıdır. Ahîren tab' olunan Divân'ını
ve sâir lâyihât ve vâridâtı muhtevîdir. Yine mezkûr kütühânede 3507
numaradadır. Bu mecmûada da iki risâle
vardır:
138. Şerh-i Dû-beyt-i Örfî-i Şîrâzî.
139. Şerh-i Târîh-i İbn Kemâl.
Bunlardan başka lâyihât-i müteaddide vardır. Pek
mühimdir.
/55/ Mi'râc-nâme'sine takrîz yazanlardan Dervîş Bâkî
Efendi'nin medhiyyesi:
Hazret-i Hakkı Efendi gibi gavs-ı
a'zam
Evliyâ zümresinin olsa n'ola başına tâc
Merkez-i dâire-i âleme zâtı nokta
Hâne-i kutba odur nûr-ı velâyetle sirâc
Mülhimü'l-gayb olup kuvvet-i
kudsiyye ile
Vasf-ı mi'râcına fahr-ı rusulün
virdi revâc
Mesnevî mesleğine düzdü
dürer-ma'nâyı
Bahr-ı eltâf-ı ilâhîden idüp
istihrâc
Lafzı gûyâ ki beden ma'nisi mânend-i
revân
Cism ile rûh gibi eylediler
istihrâc
Hassena'llâh hoşâ mahz-ı kerâmetdir
bu
Dökdü gevherlerini sâhile bahr-ı mevvâc
Cümle sûfîlerinin kemteri Dervîş Bâkî
Eyledi arz-ı hulûsu o fakîr-i muhtâc
Def'aten söyledi târîh-i hurûf-ı pür-hâl
Nazm-ı pâkîze-i
zîbende-i vasf-ı mi'râc
(نظم باكيزه ء زيبنده ء وصف معراج) = 1121/1709
*
* *
Cenâb-ı Şeyh İsmâîl-i Hakkı
Odur müsterşidîne gavs-ı a'zam
Ser-i endîşesi Cibrîl-i ma'nâ
Hayât-efzâ-edâsı rûh-ı âlem
Hemîşe eyledi âvîze-i gûş
Nevâ-yı nâsı kilkin heft-târem
Yine nev-zâde-i tab'-ı bülendi
Senâ-yı mefhar-ı evlâd-ı Âdem
Şeb-i mi'râc-ı vasfın mu'ciz-âsâr
Beyâza çekdi matbû vü müsellem
Saf-ı manzûmeyi gördükde hâtif
Didi târîh olup bu beyt-i mülhem
Sutûr-ı pâk-i mi'râciyye hakkâ
Nihâde âlem-i bâlâya süllem
(سطور باك معراجه حقا
نهاده عالم بالايه سلَم ) = 1121/(1709)
Manzûmeler çoktur. Onu Kemâl-nâme-i Hz. İsmâîl
Hakkı nâmıyla yazdığım müstakil eserde derc eyledim. Bir nüshasını Bursa'da
İsmâîl Hakkı Dergâhı'na vakf eylediğim gibi, bir nüshasını da Bursa'da Kütübhâne-i
Umûmî'de Târîh faslının 16 numarasına kayd ile yâdigâr ettim. Nüsha-i sâlisesi
kütüp-hânemde mahfûzdur.
İsmâîl Hakkı hazretleri, eâzım-ı urefâ-yı sûfiyyeden
bir mürşid-i kâmil ü mükemmildir. Yazdığı eserlerin adedi el'ân hakîkatıyla
ma'lûm değildir. Geçen gün Bâyezîd'de Veliyyüddîn Efendi Kütüphânesi'nde 1913
ve 1914 numaralı iki büyük cild Arapça eserini gördüm ki, şimdiye kadar ismi
bile neşr olunmamıştır. Hayrette kaldım. Âtıfbey Kütüphânesi'nde de hayli
eserlerini gördüm. "Mülkümüzde
sânîsi gelmemiş."
dense revâdır. Âlem-i irfânın bir bülbül-i şûrîdesi, bezm-i ma'nânın bir gül-i nev-demîdesidir.
Ahîren Amerika'daki kongrede kendinden bahs olunmuş
ve dünyâ murahhaslarının ona ta'zîmen
beş dakîka ayakta sükût etmesi uluvv-ı kadrine delîldir. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
/56/ İsmâîl Hakkı Hazretlerinin Dergâhında Şimdiye Kadar Seccâde-nişîn Olan Zevât-ı Kirâm :
1.
Şeyh Bahâeddîn Efendi
Hz.
Şeyh'in mahdûmudur. Tahsîl ve terbiyesi pederindendir. Pederinin irtihâlinden
sonra bir sene câ-nişîn olmuş, 1139/(1727) senesinde irtihâl-i dâr-ı bakâ
eylemiştir. Pederinin yanında medfûndur.
Tabîat-ı şi'riyyesi var imiş. Fakat âsârından elde edilemedi.
Hz.
Hakkı'nın burada bir mahdûmu daha medfûndur. Henüz çocuk iken irtihâl
eylemiştir. Mezâr taşında şu târîhi gördüm:
Duâ-gûlar didiler Râkımâ
merhûm içün târîh
Muhammed Şâhu’l-Hakkı dâyesi
hûru'l-cinân olsun*
(محمد شاه الحقى دايه سى حور الجنان
اولسون) = 1139/(1727)
Hz.
Hakkı'nın harem-i muhteremleri Âişe Hâtûn dahi zevc-i mükerreminin ayak ucunda
defîn-i hâk-i gufrândır. Târîh-i rihleti 1160/(1747)'dir. Veliyyetu'llah bir
muhaddere-i ismettir.
Bir
akşam yemeği hazırlamış. Zevcine arz-ı ma'lûmât etmek üzere odasına girmiş.
Görmüş ki,
kırk tâne İsmâîl Hakkı var. Her birinin önünde birer mum yanıyor. Her biri
tefsîr-i şerîf yazıyor. Bu hâle mütehayyir olur; hangisi zevcidir, tefrîk edemez.
Bir şey söyleyemeden odasına avdet ve âkıbete muntazır olur.
Bir
müddet sonra Hz. Hakkı taâm etmek üzere çıkar. Haremini buht u hayrete müstağrak görünce, sebebini sorar. Arz-ı hâl
edince, "Keşfin açılmış, tebrik ederim. Onlar ricâlü'l-gaybdırlar."
buyurmuş.
Bursa'da
bu menkabeyi işitmiş idim. Bursa Hâtırası nâm eser-i fakîrânemde de münderictir.
2.
Şeyh Hacı Hikmetî Muhammed
Efendi
Tekirdağlıdır.
Hz. Hakkı'nın evlâd-ı ma'nevîsidir. Tekirdağ'da bulundukları sırada
bî-kes ve yetîm
bulduklarından taht-ı terbiyelerine
alıp, mazhar-ı kemâl eylemişlerdir.
Şeyh-zâdesinin irtihâli üzerine
yirmisekiz sene post-nişîn-i irşâd olup, 1165 senesi şehr-i
Rebîu'l-evvelinin yirmiikinci günü (10 Şubat 1752) dâr-ı cemâle
gitmiştir. Hz. Hakkı'nın ayakucunda medfûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
İsmi
Muhammed olup, ziyâret-i Haremeyn'e muvaffak olmuştu. "Hikmetî" tesmiye eden İsmâîl
Hakkı hazretleridir . Zâhir u bâtını ma'mûr ve kalbinde cezbe-i Hak rû-nümûn
idi.
Mezâr taşındakı târîhi:
Düşdü bir târîh Azîzâ tab'ıma fevti içün
Cây-gâh-ı Hikmeti Mevlâ
kusûr-ı Adn ide
(جايكاه حكمتى مولى
قصور عدن ايده)[45]
/57/ Tabîat-ı şi'riyyeleri var imiş.
Şikâr-ı hikmete sayyâd idelden Hikmetî'yi Hak
Seyâhat emrin istiğrâb idüp
halk-ı cihân bañlar
"Bañlar", eski Türkçede bağırır ma'nâsınadır.
Gazâya gitmişler ve o zamân götürdükleri sancağı
dergâh-ı şerîfde yâdi-gâr bırakmışlardır. Bu dergâha, "Hikmetîoğlu Dergâhı"
da derler.
Tekirdağ'da Sâlihiyye Câmi'-i şerîfi civârında inşâ
buyurdukları halvet-hâne hakkında, mürşidleri Hz. Hakkî'nın târîhi var imiş. Yadigâr-ı
Şems nâm eserde şu beyti gördüm:
Didi harf-i mücevher birle Hakkî
Yapıldı halvet erbâb-ı kulûba
(ياپلدى خلوت ارباب قلوبه) = 1128/(1716)
3. Şeyh Muhammed Emîn Efendi
Hikmetî Efendi'nin mahdûmudur. 1157/(1744) târîhinde
Bursa'da doğmuştur. Hilâfeti, Hz. Hakkı hulefâsından Pertevî Ahmed
Efendi'dendir. Altmışyedi sene mertebe-i irşâdda bulunup, 21 Cemâziye'l-âhir
1232/(8 Mayıs 1817) târîhinde âzim-i gülşen-sarâ-yı hakîkat olmuştur.
Erbâb-ı hâlden bir sâhib-i kerâmet olduğu menkûldur.
Ağniyâdan imiş. Kemân-keşlikte mâhir ve
antikaya merâklı imiş. Hz. Hakkı civârında âsûde-nişîn-i rahmettir.
Harf-i cevherle Saîdâ söyle sâl-i rihleti
Şeyh Emîn Efendi kurb-ı Hû'da Hû
Hû eyledi
(شيخ امين افندى قرب هوده هو هو ايلدى)
4. Şeyh
Muhammed Bahâeddîn ve Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi
Her
ikisi Emîn Efendi'nin oğullarıdır. Meşîhata münâsefeten sâhip olmuşlardır. Bahâeddîn
Efendi bir sene seccâde-nişîn olup, âlem-i âhirete gitmiştir. Pederinin yanında
medfûndir. Târîh-i irtihâli 19 Cemâziye'l-âhir
1233/(26 Nisan 1818)'tür.
Cevherîn harfile yazdı rıhleti
kilk-i Sa'îd
Şeyh Bahâeddîn Efendi bezm-i
Hak'da buldu Hû
(شيخ بهاء الدين
افندى بزم حقده بولدى هو)
Edîb, vakûr, nâzik bir zât imiş.
Şeyh İsmâîl Hakkı Efendi, Şa'bân 1260/(Ağustos 1844)'ta
vefât eylemiştir. Civâr-ı Hz. Hakkı'dadır. Mahdûmu Muhammed Hikmet Efendi,
yerine geçmiş ise de bir vakıf mes’elesinden dolayı şehîd edilmiştir. 9 Safer
1270/(12 Kasım 1853).
5. Şeyh Muhammed Rıf'at Efendi
(Muhammed Bahâeddîn Efendi'nin) hisse-i meşîhatı, mahdûmu
Muhammed Rif'at Efendi'ye intikâl eylemiştir. Bu da 24 Muharrem 1273/(25 Eylül
1856) târîhine kadar îfâ-yı hizmet edip, irtihâlinde civâr-ı Hz. Hakkı'ya defn
olunmuştur. Yerine mahdûmu Muhammed Ali Rıfkı Efendi geçmiştir.
/58/ 6.
eş-Şeyh İsmâîl Hakkı
İsmâîl
Hakkı, Şeyh Hikmet Efendi'nin oğludur. 6 Cemâziye’l-evvel 1285/(26 Ağustos
1868)'de irtihâl etmiştir.
7. Şeyh Muhammed Fâik Efendi
İsmâîl Hakkı Efendi-zâdedir. 1250/(1824) senesinde
tevellüd etmiştir. Dergâhın vakıflarıyla çok uğraştığı gibi der-be-der bir hayâta
meyl-i tabîîsi olduğundan intizâm-ı hayâta ve maîşete riâyet-kâr değildi.
Dergâh-ı şerîf 1318/(1900) senesinde, bunun zamân-ı
meşîhatında ser-karîn-i merhûm Hacı Ali Paşa tarafından ta'mîr ve ihyâ edilmiş
idi. Âsitâne-i Hüdâyî'de icrâ-yı meşîhat eden Muhammed Gülşenî Efendi merhûmun
şeyhidir. Kendisiyle görüştüm.
15 Safer 1324/(11 Nisan 1906) târîhinde âlem-i bakâya
göçüp, ekdâr-ı dünyâdan kurtulmuş ve civâr-ı Hz. Hakkî'ya defn olunmuştur.
İrtihâlinde yetmişdört yaşında idi.
Tercüme-i hâl-i garâbet-iştimâlini Yâdi-gâr-ı Şems'de
Şeyh Muhammed Şemseddîn-i Mısrî Efendi uzun uzadıya yazmıştır.
8. Şeyh Cemâl Efendi
Fâik Efendi-zâde'dir. 21 Safer 1311/(5 Eylül 1893)'de
doğmuş; sığar-ı sinni hasebiyle bir aralık eniştesi Selâmeddîn Efendi vekâlet
etmiş, ba'dehû Üftâde şeyhinin taht-ı terbiyesine verilmiş idi.
9. Şeyh Ahmed Rüşdî Efendi
Dergâh-ı şerîf, Muhammed-i Gülşenî hulefâsından Şeyh
Ahmed Rüşdî Efendi'ye tevcîh olunmuştur. Bu zât müderrisîn-i fâzıladan ve Şeyh
Hacı Şerefeddîn-i Nakşıbendî müntesiblerinden olup, sarf-ı nakdîne-i himmetle
ve ihvânının gayret-i iânet-kârânesiyle dergâh-ı şerîfi ve odalarını ta'mîr ve
ihyâ etmiştir.
Kendisiyle
görüştüğümde zevkan uyanmış, neş'e-i tarîkattan hisse-dâr olmuş buldum.
Nakşıbendî müntesiblerinden hayli ihvânı vardır. Cenâb-ı Hak tevfîkına mazhar
buyursun.
Kasımpaşa'da
Hüsâmeddîn-i Uşşâkî Âsitânesi şeyhi Mustafa Sâfî Efendi hazretleriyle de
hem-sohbet olup, ondan da teberrüken icâze aldığı tahkîk kılındı.
/59/ Hulefâ-yı Hz. Hakkı :
Hikmetî Şeyh Muhammed Efendi, Şeyh Yahyâ Efendi, Zâtî
Süleymân Efendi, Vahdetî Şeyh Osmân Efendi, Radovişli Şeyh Ali Efendi, Şeyh
Sünnetî Efendi, Şeyh Pertevî Efendi, Şeyh Ahmed Efendi, İçelili Şeyh Abdülazîz
Efendi, Şeyh Ahaveyn Efendi, Derûnî-zâde Şeyh Muhammed Hulûsî Efendi. (Kaddesa'llâhu
esrârahum)
Sadr-ı esbak Şehîd Paşa, Bursalı Şeyh Abdurrahîm Efendi
ve Şeyh Seyyid Celâleddîn Efendi dahi hulefâ meyânındadır. Âsitâne-i Hüdâyî'de,
şecerede gördüm.
Şeyh Yahyâ Efendi
İsmâil Hakkı hazretlerinin hulefâsındandır. Mekke-i Mükerreme'de
neşr-i tarîkata me'mûr olup, otuzyedi sene orada neşr-i tarîkat eylemiştir.
Azîzi, cur'a-nûş-ı câm-ı memât olunca, Mekke-i Mükerreme'den Bursa'ya kadar
gelip, şiddet-i iftirâkından kabr-i enveri ziyâretle teskîn-i firkat etmiş idi.
Kerâmâtı menkûl bir zât-ı âlî-kadrdir.
Şeyh Süleymân Zâtî Efendi
Kibâr-ı meşâyıh-ı Halvetiyye'dendir. Hz. Hakkı'nın
mazhar-ı feyzi olanlardandır. Zâhir ü bâtını ma'mûr mazanna-i kirâmdandır.
Azîzinin kerâmâtını cem' edip bir eser te'lîf etmiştir. An-asl Geliboluludur.
Keşan'da ihtiyâr-ı ikâmet eylediğinden, "Süleymân Zâtî-i Keşânî" diye
meşhûrdur. Müretteb Dîvân'ı ve Sevânihu'n-Nevâdir fî-Ma'rifeti'l-Anâsır
isminde bir eseri vardır. 1151/(1738) senesinde azm-i âlem-i bakâ eyledi.
Keşan'da kabr-i münîfleri ziyâret-gâh-ı uşşâktır.
Mürşid–i mükerremlerinin, "Bir elif bul mekteb–i
irfânda ol bâ'yı sor" matla'lı kasîdesine şerh yazdıkları gibi, Şâhidî
merhûmun Gülşen–i Vahdet'ine şerh yazmağa başlamışlarsa da ömürleri vefâ
etmediğinden, Fahrî Efendi nâm zât onu
ikmâl etmiştir.
Azîzi bir işâret-i ma'neviyye üzerine onu Gelibolu'ya i'zâm
eylemiş idi. Bu münâsebetle hikâye ediyor :
"1135/(1722)
senesi ibtidâsında, Hz. Pîr-i dest-gîrimiz, Şam-ı şerîfden gelip Üsküdar'da sâkin
oldukları hengâmda meşâyıh-ı ızâmın âyîn-i ma'lûmları ve âdet-i meşhûreleri
üzere, bu hakîre istihâre eylemekliğim emr buyruldu. Bu hakîr dahi
ba'de'l-istihâre âlem-i rü'yâda kendimi Gelibolu şehrinde, Yazıcı-zâde Muhammed
Efendi'nin mağarasına varmış gördüm. Yazıcı-zâde (kaddesa'llâhu sırrahû)
hazretleri temessül edip, envâ'-ı nevâzişle taltîf buyurdular, iltifât ettiler.
Mübârek dest-i kerâmet-şumûlleriyle arkamı üç def'a sığadılar. /60/ Elimden
tutup şehrin içine götürdüler ve gûyâ şehri bize teslîm buyurdular.
Bu müşâhededen
sonra, yine kendimi İstanbul'da Kasımpaşa kasabasında görüp, ba'dehû Hz. Pîr suâl
buyurup, "Secencel-i istihârende ne sûretle zuhûr vâki' oldu."
dedikte, bu hakîr-i kesîrü't-taksîr dahi meclis-i şerîflerinden dûr ve cemâl-i
meh-veşlerinden mehcûr olmamak içün Gelibolu zuhûrunu ketm ü ıhfâ eyledim.
Kasaba-i Kasımpaşa zuhûrunu inhâ eylediğimde, hande-günân, "O da olur,
sen sâbıkan Gelibolu şehrini müşâhede eylemedin mi?" dedikte, hakîr
dahi bî-hûş; olup, ba'de'l-ifâka hemân kadem-i saâdet-tev'emlerine cebhe-sâ
oldum. Azîz hazretleri giryân olup, "Oğlum çok zamân idi ki, dergâh-ı
Hakk'a niyâz ve kâlâ-yı eşk-i çeşmim dest-âvîz-i hâlık-ı çâre-sâz ederdim ki,
bizim hulefâmızdan bir kimse varıp Gelibolu'da Şeyh Yazıcı-zâde hazretlerinin
rûhâniyyetleri berekâtıyla, onda olan tâlibân-ı ehl-i îmânı tarîkat-ı aliyyeye
da'vet ve makâm-ı mahmûdlarında hizmet eylemek için, el-hamdü li'llâhi teâlâ,
duâ ve niyâzımız hayyiz-i kabûlde vâki'
oldu." diye bu hakîre duâ eylemeleriyle beni Gelibolu'ya istihlâf
buyurdular ve tenbîh ve te'kîd eylediler ki, 1137/(1724) târîhi tamâmına değin şehr-i
Gelibolu'da yek-hatve bîrûn olmayıp, binbir gün çille-i hicreti tamâm edip,
"Ba'dehû biz dahi bir sebeb zuhûruyla Bursa'ya vardıkta, eger 1137 târîhi
tamâmına değin sarây-ı ukbâya göçmez ve şarâb-ı mevti içmez isek, me'mûr
olduğun umûr ile meşgûl olup, ba'de-zamânin-âhar bize hicret ile işâret
olundukta gücenmeyip, hicreti ayn-ı lutf u saâdet bilip, sem'an ve taâtan
deyip, sünnet-i meşâyıhdan ayrılmayasın." buyurdular.
Hakîr dahi çillemiz tamâm oldukta, Hz. Pîr-i azîzimin ziyâret-i
aliyyelerine azîmet esnâsında haber-i vefâtlarıyla nâlân ve hasret-i firâklarıyla
giryân u sûzân olduk."
Eş'ârı pek sûfiyâne ve çok düzgündür. Vahdet-i vücûd
neş'esinde pek açık meşrebli oldukları görülür. İsmâil Hakkı hazretlerinin nefes-i
nefîsinin kendilerine intikâl eylediği nümâyân olur.
Gel ey cân bülbülü azm–i bahâr it
Yeter dem-bestesi var sen de zâr
it
Ne yerde bir gül-i handân
bulursan
Ana sırr-ı nihânın âşikâr it
Velî zinhâr sakın gurbetde kalma
Gülistân-ı kadîmi ihtiyâr it
/61/ Ki sensin mürg-i kuds-i lâ-mekânî
Bu kesret gül-izârından güzâr it
Yeter bülbül gibi âvâre
oldun
Gel ey Zâtî ferâğında karâr
it
* * *
Geçirme ömrün ey sûfî sakın kim
kîl ü kâl üzre
Maânî yolların gözle ne yürürsün
hayâl üzre
Bu dünyânın metâına harîdâr olma
ey gâfil
Buna her kim gönül verse geçer
ömrü melâl üzre
Hakîkatca nazar kılsan bu dünyâ
ehline cânâ
İderler dirliği dâim bular ceng ü
cidâl üzre
Bu dünyâya neler geldi benim
diyüp koyup gitdi
Bilürsün bu fenâ mülkü yaratdı
Hak zevâl üzre
Kaçarsan yetişür sana kovarsan
yetişemezsin
Ki dünyâ gölgeye benzer dinildi
bu misâl üzre
Kanı bir mü'min-i kâmil gönül
virmeye dünyâya
Nazar kılsan bu kez ana kaçar senden
kemâl üzre
Giderken râh-ı ukbâya ana yol
virmedi dünyâ
Anınçün Zâtî bu nazmı
getirdi hasb-i hâl üzre
* * *
Hak'ın evsâfını takrîr ider şeyh
Gönüller hânesin tathîr ider şeyh
Hudâ kılmış anı âlemde mi'mâr
Dil-i vîrâneyi ta'mîr ider şeyh
Maâş ehli değildir âkıl-ı küll
Anınçün hüsn-i tedbîr ider şeyh
Ne kim âfâk u enfüs görse insân
Kemâliyle anı ta'bîr ider şeyh
Takar zencîre nefs-i bed-fiâli
Riyâzetle anı tahmîr ider şeyh
Kılur tedrîc ile esmâya kâbil
Sıfât-ı hüsnile tasvîr ider şeyh
Kimini kâl ile eyler tesellî
Kimine hâl ile tebşîr ider şeyh
Kimini irgürür kurb-ı visâle
Tasarruf ehlidir tasdîr ider şeyh
Velî Zâtî gibi şeyh çokdur
ammâ
Dil ü cânı katı tenvîr ider şeyh
Hüdâyî Âsitânesi'ndeki şecerede mukayyed olan hulefâsı
:
Ali Senâyî Efendi, Hüseyin Şâhidî Efendi, Şeyh
Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed Fahreddîn Efendi,
Seyyid Ebû Bekir Efendi.
Vahdetî Şeyh Osmân Efendi
Ulemâdan ve urefâdandır. Mülteka'l-Ebhur şârihidir.
1110 senesi şehr-i Ramazan’ının onsekizinci günü (20 Mart 1699) Edirne'de Hz.
Sezâî-i Gülşenî'ye hem-civâr ve mülâkî olup, hîn-i mülâkâtta, "Bana
sensiz yemek içmek harâm-ender-harâm olsun." mısraıyla bir nazma
başladıkta, Hz. Sezâî ikmâl edip,
"Dilersen yâr ile
vahdet koma ağyârı kalbinde
Safâ-yı vahdeti bulmağa her dem ihtimâm
olsun"
diye
işâretle, "Vahdetî" mahlasını tavsiye buyurmuşlardır. Bu nazm Dîvân-ı
Sezâi'de vardır ve pek hoştur. İsmâil Hakkı hazretleri o mahlası muvâfık
görüp müşârünileyh "Vahdetî" şöhretini almıştır.
/62/ Mûmâileyh mevliden Üsküplü ise de, Edirne’de ihtiyâr-ı ikâmet
ettiğinden “Edirneli” yâd olunur. İlm ü irfânı ve bazı resâil-i irfâniyye ve âsâr-ı
manzûmesinden, ilm-i fıkıhtaki ihtisâsı olan, ahîren bir cild tab’ olunan Mühtedî
el-Enhur ilâ Mülteka’l-Ebhur ismindeki Mültekâ şerhinden müstebân
olur. Gayr-i matbû' Dîvânçe'siyle, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn cümle-i
müellefâtındandır. Kifâye'yi tercüme etmiştir ki, bir nüshası Ayasofya
Kütüphânesi'nde mevcûddur. Hatt-ı destiyle muharrer Hadîs-i Erbaîn Şerhi,
Es'ad Efendi Kütüphânesi'ndedir.
Külliyât-ı
Zâtî unvânıyla bir eserini İstanbul'da, Bâyezîd'de, Kütübhâne-i Umûmî'de,
tasavvuf kısmında, 3595/295 numarada gördüm; yazmadır. Pek mühim ve nefîs bir
eserdir.
Vefâtı
1135/(1723)'dedir. Edirne'de, Uzunkaldırım'da, Ayşekadın Hanı ittisâlindeki kabristândadır.
"Celvetîyiz
zâhiren gerçi sükûndur de'bimiz
Rûh u serde çokdur ammâ raksımız devrânımız "
manzûmesi onundur.
İrtihâllerine dâir mahdûm-ı mükerremleri Senâî hazretlerinin
söylediği manzûmedir:
Hükm iderdi dâr-ı dehre ol Süleymân-ı zamân
Misl ü mânend ü nazîri yoğidi kâdan kâa
Böyle bir zât-ı mükerrem kutb-ı devrân idi
kim
Gelmedi
fevkinde bir er anın asrında şehâ
Sâlifü'z-zikrin kemâlin anladın bildinse ger
Cümle irfânında anın derc olundu bî-riyâ
Bu Senâî derd-mendi eyledi kâim-makâm
Gitdi(ler) ahbâb u dâye eylediler el-vedâ'[46]
Azm idüp dâr-ı bakâya rahmetu'llâhi aleyh
Rûhunu takdîs ide anın Cenâb-ı Kibriyâ
Şeyh Ali Senâî Efendi
Müşârünileyh (Şeyh Süleymân-ı Zâtî)'nin mahdûmudur. Mazanna-i
kirâmdan olup pederinden müstahlefdir. Tabîat-ı şi'riyyesi vardır.
1200/(1786)'de Edirne'de vâsıl-ı rahmet-i Rahmân oldu. Gülbahar Hâtûn
Mahallesi'nde, Kâdirî Dergâhı'nda bir bahçede medfûndur. Edirne'de bulunduğum
zamân sûret-i mahsûsada ziyâret eylemiş idim. Dîvân-ı İlâhiyyât'ı tab'
olunmuştur.
Halka-i zencîr-i
zer-bend-i tevellâyım velî
Muttasıldır silsilemde şân-ı merâdan Alî[47]
Hâşimî'yim ma'nevî vâlid durur zâtı bana
İbn-i Zâtî'yim Senâî mahlasım ismim Alî
Yâ ilâhî intişâr it silsilem rûz-ı ebed
Munkarız kılma erenler hürmetine Yâ Alî
Şeyh Hüseyn-i Şâhidî Efendi
Süleymân-ı Zâtî hazretlerinin mahdûm-ı dîgeridir.
Büyük pederlerinden müstahleftir. Medfeni hakkında ma'lûmât elde edemedim.
Şeyh Fahrî Ahmed Efendi
Bir
rivâyette Süleymân-ı Zâtî ve rivâyet-i uhrâda Hüseyn-i Şâhidî hâlifesidir. Âsitâne-i
Hüdâyî'deki şecerede, "Zâtî halîfesi" diye muharrer gördüm.
Şarköylü'dür. 1214/(1799) târîhinde İstanbul'da irtihâl eylediğinden Kasımpaşa'da, Ali Efendi Dergâhı'nda
medfûndur.
İsmâîl
Hakkı hazretlerinin,
"Her nefesde bir tecellî-i Hudâ ister
gönül
Kendüye bu gurbet içre âşinâ ister gönül "
gazeline
nazîresi vardır; pek ârifânedir.
Nûş idüp câm-ı 'ene'l-hak'dan hüve'l-hak
bâdesin
“Küntü kenz” esrârın ârif evliyâ
ister gönül
“Nahnü akrab” nâmesin
gûş ideliden Fahriyâ [48]
Bâğ-ı
vahdet gül-sitânında nevâ ister gönül
/63/ Müretteb Dîvân'ı, bir de Müftî Baba nâm
zâtın nutkuna ve Şeyh Zâtî'nin bir
gazeline şerhleri vardır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Şeyh Ahaveyn Efendi
Âlim ve âmil idi. Hz. Hakkı'nın
hulefâsındandır. 1176/(1762 senesinde
terk-i âlem-i nâsût eyledi. Civâr-ı Hz. Hakkı'da âsûde-nişîn-i rahmettir
(Kaddesa'llâhu sırrahû).
Şeyh Muhammed Hulûsî Efendi
Bu dahi hulefâ-yı Hz. Hakkı'dandır. "Derûnî-zâde",
şöhretidir. Usturumcalıdır. Vatanında irşâda me'mûr olup, 1167/(1754)
senesinde intikâl-i âlem-i bakâ eyledi. Kasîde-i
Emâliye ve Kasîde-i Nûniyye'yi şerh etmiştir. Mürettep Dîvânçe'si
vardır.
Gazeliyyâtından :
Şehâ hûn-rîz-i gamzen zahmını bîmâr olandan sor
Perîşan hâtırı
dil-beste-i dil-dâr olandan sor
Hulûsî remzi çokdur nüsha-i aşkın hakîkatda
O terkîbin beyânın vâkıf-ı esrâr olandan
sor
Şeyh Muhammed Pertevî Efendi
Cenâb-ı Hakkı'nın feyz-yâb-ı sırrıdır ve evlâd-ı ma'nevîsidir. Âlem-i
tasavvufa şân vermiş nice mürde-dilleri ihyâ eylemiştir.Âsitâne-i Hüdâyî'de
seccâde-nişîn-i tarîkat, Şeyh Muhammed Rûşenî Efendi'nin şeyhidir. Nefs-i nâtıkaları
âlem-i dünyâdan güzâr eylemekle kitab-ı irfân-ı vücûdlarını Rûşenî Efendi, âsitâne-i Hz. Pîr'de hıfz eylemiştir.
Sandûkalarının baş tarafındaki levhadır :
Vâsıl-ı ehl-i dil olmuş Şeyh
Muhammed Pertevî
Anın içün silsile ser-defteri olmuş bugün
Şeyh Hakkî'dan hilâfetle feyiz aldı o kim
Tâ kıyâmet Celvetî'nin mehteri olmuş bugün
Ehl–i dilin reh-revi, erbâb-ı
zikrin pîş-revi, pek mükerrem bir mürşid-i âli-nisâb idi (kaddesa'llâhu
sırrahû).
Şeyh
Ahmed-i Pertevî Efendi
Halîfe-i
Hz. Hakkı'dır. Tekirdağ meşâyıhındandır. "Râhat-ı âkıbet"
®—«Á†Ÿ«‚Í ©† 1182/(1768), târîh-i intikâlidir. Dîvân-ı eş‘ârı
olduğunu Vefeyât-nâme'de yazar.
Cemâlin kıble-i Beytü'l-harem'dir Yâ Rasûla'llâh
Kadin Tûbâ
kaşın "Nûn ve'l-kalem"dir Yâ Rasûla'llâh [49]
Der-i
lutfunda bî-kes Pertevî bîdâr-ı
aşkındır
Temennâ-yı
visâle hayli demdir Yâ Rasûla'llâh
/64/ Şeyh Seyyid
Ali Fenâyî Efendi
Kütahyalıdır. Şeyh Selâmî Efendi hazretlerinin feyz-yâb-ı irfân u kemâlidir.
Hilâfet aldıktan sonra Manisa'ya gitmiş, orada bir câmi'-i şerîf binâ
eylemiştir. Şeyhinin irtihâli üzerine İstanbul'a da'vet olunup, Selâmî Tekkesi
meşîhatına ta'yîn edilmiştir. Bir müddet sonra meşîhatı âhara terk ederek
Üsküdar'da Çavuşbaşı Mektebi karşısındaki câmi'-i şerîfi binâ eylemiştir ki,
"Fenâyî Tekke ve Câmii"
ve "Yaldızlı Tekke"
diye el-hâletü hâzihî meşhûrdur.
1126/(1714) senesinde burada post-nişîn olup, tâm otuziki sene irşâd-ı ibâd
ile meşğûl olup, 1158/(1745) senesinde âlem-i lâhûta revân olmuştur.
RESİM VARDIR!!!!!!
Türbe-i mahsûsaları üzeri kubbeli ve ma'mûrdur. Bu görünen
demir parmaklık sokak üzerindedir. Bunun arkasında türbe-i şerîfe kâindir.
Türbesinde şu manzûme-i târîhiyyeyi
gördüm :
Mürşid-i
kâmil Fenâyî Şeyh Aliyy-i Celvetî
Sâlik-i
râh-ı hakîkat pîşvâ-yı hâss u âm
Bu
cihân-ı fâninin nakşına mâil olmayup
Zikr-i
Hak ile güzer eylerdi vakti subh u şâm
Mâ-sivâdan
uzlet ile terk-i ülfet eyleyüp
Virmiş idi zâtına
zîb-i salâhile nizâm
Bezm-i
kesretden çeküp el olmuşıdı münzevî
Sırr-ı "mûtû"
ile âmil idi vahdetde müdâm
Sarf idüp envâ-ı
mebrûrâta ömrün rûz u şeb
Nakd-i vaktin
itmedi tazyî' bulunca ihtitâm
Gûşuna
geldikde emr-i "irciî" cânın virüp
Âlem-i kuds-i
hazîre oldu mukdiyyü'l-merâm
Cümle tââtı
olup dergâh-ı izzetde kabûl
Hâb-gâhın
eyleye Hak Ravza-i Dâri's-selâm
Gaybdan
Hâtif idüp tebşîr târîhin didi
Kıldı es-Seyyid Fenâyî Dâr-ı Firdevs'i makâm
(قيلدى السيد فنايى دار فردوسى مقام) 1158[50]
/65/
Baltacı
Sadrazam Mehmed Paşa ile Rusya muhârebesinde bulunup, zabt ettiği sancağın el’ân türbesinde mahfûz olduğunu bir
eserde okumuştum. Türbede böyle bir sancak görmedim. İhtimâl ki, müze-i
askerîye kaldırılmıştır.
Fenâyî mahlasıyla eş'ârı ve ilâhiyyâtı
vardır :
Mushaf-ı hüsnü senin
vechinle tefsîr eyledi
Âyet-i vechi vücûhun
açdı teysîr eyledi
Kâtib-i kudret senin
levh-i vücûdun üstüne
Nüsha-i
evsâfını tastîr ü tahrîr eyledi
Câmi'-i Kur’ân-ı ekmeldir
vücûdun ser-te-ser
Hazret-i Kur'ân'a tev'em sana tevkîr eyledi
Feth
idüp ders-hâne-i nûrunda zât-ı mushafı
Zâtını zâtında ol zâtına takrîr eyledi
Yâ Rasûla'llâh elin al bu Fenâyî bendeni
Koma ayaklarda nefsi anı teshîr eyledi
Mısırlı Mehmed Ali Paşa merhûmun halîle-i muhteremesi cennet-mekân Şem'inûr
Kadın Efendi hazretleri bu dergâhda medfûndur. Türbesi, resimde görünen demir
parmaklığın içindedir. Müşârünileyhâ hazretleri, cenâb-ı Şeyh Fenâî'ye fevka'l-âde
hürmet ve muhabbet ile mütehassis olup, mürûr-ı zamân ile inhidâma meyl eden câmi'-i
şerîf ve türbe ve hucurâtı yeniden ihyâ eylemiş idi. Hattâ tezyînât-ı fevka'l-âdesinden
kinâyeten, "Yaldızlı Tekke" nâmını almış idi.
Müşârünileyhânın irtihâli 1282/(1865) senesindedir. Hüdâyî şeyhi Rûşenî
Efendi merhûm ona güzel bir târîh söylemiştir. Fevka'l-âde mükellef bir mezârı
vardır. Dergâh hâl-i hâzırda yine ta'mîre muhtâc bir hâldedir.
Şeyh Mustafa Hâşim Efendi (Hâşim Baba)
Bandırmalıdır. Üsküdar'da, İnâdiye'de Tavâşî Hasan Ağa Câmi'-i şerîfinde
irşâd-ı ibâd ile meşgûl oldular. Pederleri meşâyıh-ı kirâm-ı Celvetiyye'den Nizâmeddîn
Efendi hazretleri olup, "nûr-ı fazlu'llâh" (نور فضل الله) (1166/1753)[51] pederlerinin
târîh-i irtihâlidir.
Hz. Hâşim, pederlerinin yerine
şeyh olmuş idi. Mukaddemleri alâ-rivâyetin Bektâşî olmuş; sonra melâmetle
neş'e-dâr olup, bi'l-âhare pederinin mesleğini ta'kîb eylemiştir. Türbe-i
şerîfeleri vardır. Hz. Nasûhî-zâde Alâeddîn Efendi mahdûmu Fazlullâh Efendi, Hâşim
Efendi'nin halîfesi Şeyh Ömer, bidâyeten mesleğini bilmediklerinden, ihtirâzen
"İlhâd kokusu vardır." diye bu civârdan bile geçmeyi şeâmet
addettiklerini Âsitâne-i Nasûhî şeyhi Kerâmeddîn Efendi nakleylemişlerdir.
"Hâşim Baba" diye şöhreti
o zamândaki mesleğinden kalmış bir nâmdır. Dergâh, "Bandırmalı
Tekkesi" diye şöhret-gîrdir. 1145/(1732)'de Hekimolu Ali Paşa, 1169/(1756)'da
Şehlâ Ahmed Paşa ve bir müddet sonra Abdullâh Paşa ta'mîr etmişlerdi.
1197/(1783) târîhinde rıhlet
eylediler. Üsküdar'da, İnâdiye Mahallesi'nde peder ve mürşid-i âlîleri Yûsuf
Nizâmeddîn Efendi'nin inşâ-kerdesi, Bandırmalı Tekkesi altındaki türbede
medfûndur. /66/ Elyevm ma'mûrdur.
Vâridât-ı ilâhiyyeye mâlik olmuş
ecille-i ricâl-i Celvetiyye'den olup, Vâridât-i Mensûre nâmıyla bir
eseri ve Ankâ-i Mağrib nâmıyla ilm-i cifre dâir bir te'lîfi ve bir de Dîvân'ı
vardır. Vâridât'ıyla Dîvân'ını gördüm. Eserleri gayr-i matbû'dur.
Silsile-i tarîkatları ber-vech-i âtîdir
:
eş-Şeyh Mustafa Hâşim Efendi,
eş-Şeyh Yûsuf Nizâmeddîn (Pîr-i sânî), Şeyh Hâmid-i Moravî, eş-Şeyh Veliyyüddîn-i Tophânevî,
eş-Şeyh Muhammed el-Fenâyî eş-şehîr bi-Ehl-i Cennet Efendi, ârif-i bi'llâh mûsıl-ı ilâ'llâh
gavsü'l-vâsılîn senedü'l-kâmilîn menba'-ı esrârı'l-hakîka ve müctehid-i etvârı't-tarîka
es-seyyidü'l-mes'ûd ve'l-fâdılü'l-mahmûd
Hz. Hüdâyî eş-şehîr bi-Azîz Mahmûd Efendi. (Kaddesena'llâhu teâlâ bi-esrârihî
ve esrârihim)
Vâridât-ı
Mensûre 'sinden :
"İnsân
merâtib-i erbaa ile ıslâh-ı hâl eylemedikçe; ıslâh-ı şerîat ile nefs, ıslâh-ı
tarîkat ile tabîat, ıslâh-ı ma'rifet ile rûh, ıslâh-ı hakîkat ile sır ıslâh
olur. Ol zamân enfüs ü âfâkı câmi' ve muhît, nüsha-i kübrâ enmûzec-i avâlim,
mir'ât-ı Hak, halîfe-i ilâhî, âdem-i ma'nâ, insân-ı kâmil olur. İllâ hâne
ber-dûş sahrâ-yı heyhâtta insân yok ve insâna lâyık et'ıme ve elbise ile
mülebbes olup, hilâf-ı cins vahşî canavârlar
gördükçe , (أَيْنَ
الْمَفَرُّ)[52].
Hemân bu temsîl ve teşbîh ile mümessile ve müşebbih olmadan bu âlemde âdem-i
ma'nâ, insân-ı kâmile mutî' ve munkâd olup, ahlâk-ı hamîde-i âdemiyye
tahsîline sa'y eylemek gerektir.(تموتون
كما تعيشون وتحشرون كما تموتون)[53] zuhûr-ı
sırrında evsâf ve atvâr-ı insâniyyet üzere haşr ve havf-ı şiddet-i berzah-ı
"tâmmetü'l-kübrâ"dan emîn ve şefâat-ı uzmâya mazhar olalar."
Dîvân'ından :
Şem'- i aşkın zâhidâ pervânesidir gönlümüz
Mürg-i lâhût-ı semender lânesidir gönlümüz
Nûr–ı "mâ-zâğa'l-basar"dır
feyz-i Hakk'ın dâyesi[54]
Tıfl-ı ser-dâm-ı tecellî hânesidir gönlümüz
/67/ İtdirir tecdîd-i ilbâs tıfl-ı rûha dâimâ
Bir nefesde bin tecellî hânesidir gönlümüz
Bir şerâre ana nisbet şu'le-i şems ü kamer
Dâimâ envâr-ı hüsnün hânesidir gönlümüz
Arş u kürs cennet cehennem cümleten bir
zerresi
Hâlık-ı arz u semânın hânesidir gönlümüz
Sûreti ham-kâse-i Hak'dır kelâmı ârifin
Bezm-i aşkın Haydar'ının hânesidir
gönlümüz
Bahr-ı tevhîd-i hüviyyetdir anın bir katresi
Bahr-ı zâtın Hâşimâ dür-dânesidir gönlümüz
Ân-ı vâhidde bütün eşyâya sırr-ı feyz ider
Sikke–i şems ü kamer darb-hânesidir gönlümüz
* * *
Ben mukîm-i Beyt-i Hakk'ım sırr-ı kutb–ı âlemim
Beyt-i ma'mûr-sûretimdir mazhar-ı tâm âdemim
Bir gıdâ-yı tünd-i mevcûd bezm-i vuslatda bana
Ben gıdâ-yı mürg-i aşkım sırr-ı aşka mahremim
* * *
Şarâb-ı nâb-ı vahdetden içüp hayrân olan
gelsün
Hakîkat cennet-i kudse bu gün rıdvân olan
gelsün
Bi-hamdi'llâh hakîkatla fenâ buldu fenâ bezmi
Bakâ bezminde sohbetle hemîn sekrân olan
gelsün
İrişdi katremiz bahra görünmez sâhili ka'rı
Vücûdu katresin bahra katup ummân olan gelsün
Kamu a'râz-ı cevherde görüp zât u sıfâtımı
Kemâl-i sırr-ı Hâşim'le bugün bir cân
olan gelsün
Erenler sohbete her dem hakîkat
isteyen cânlar
Geçüp hep cümle varından bakup kurbân olan
gelsün
/68/ Sandûkalarının başındaki levhadan:
Ey server-i meydân-ı vefâ Hazret-i Hâşim
Vey mazhar-ı esrâr-ı Hudâ Hazret-i Hâşim
Dergâh-ı kerâmâtına yüz tutdu kerem kıl
İhsân buyur Sırrî 'ya
yâ Hazret-i Hâşim
Osmânlı Müellifleri'nde 1. cildde
189. sahîfede Tâhir Bey merhûm îzâhat vermektedir. Hâl ve tavrında biraz lâubâlîlik
nazar-ı ehl-i kemâlde gerçi hoş görülmemiş ise de, hakîkat-ı hâlde âsârıyla, eş'ârıyla pek ârif bir zât olduğu
nümâyân olmaktadır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Mahmûd Nâsıh Efendi
1243/(1827) senesinde İstanbul'da Sultân Selîm civârında Çerâğî Hamza Dede
Mahallesi'nde doğmuştur. Tahsili İstanbul'dadır. Henüz genç yaşında girdâb-ı
ızdırâba tutularak 1263/51847) târîhinde Pazarköy'e, ba'dehû Bursa'ya hicret
etmiştir. Pazarköy'de 1285/(1868) ve 1291/(1874) senelerinde imâmet eylemiştir.
Âhir-i vaktinde Bursa'da Tahtakale'de, odasından dışarı çıkmamıştır. İsmâîl
Hakkı hazretlerinin feyz-i nazarlarına ve himmet-i ma'neviyyelerine mazhar
olduğundan mütâlaa ve iştiğâlini müşârünileyhin âsârına hasr ederek dâimâ
eserlerini istinsâh eder; senede bir İstanbul'a geldiği vakit Bâyezîd'de kâin
Kütüphâne-i Umûmî'ye ihdâ ederdi. Sırr-ı melâmete vâsıl olmuş uyanıklardan idi.
Yaşı seksenikiye vâsıl olduğu bir çağda, 1320/(1902) târîhinde Bursa'da
seksendört yaşında terk-i âlem-i nâsût eylemiştir. İnzivâ-yı hayâtından dolayı irtihâlinden
kimse haber-dâr olmamış, fakat o zamân Bursa'da vâli bulunan Halîl Paşa'nın
rü'yâsına girerek, "İsmâîl Hakkı hazretlerine muhabbetim vardır. Onun
civârına beni defnediniz." demesiyle, Halîl Paşa, odasına adamlar
gönderdikde, Hazret'in terk-i hayât eylediğini görmüşler ve keyfiyyeti Paşa'ya
bildirmişlerdir. Bunun üzerine ârzûsu vechile na'ş-ı mübârekleri müşârünileyhin
dergâh-ı şerîfi merdiveni karşısındaki makberede vedîa-i hâk-i rahmet-i ilâhiyye
kılınmıştır. Elyevm mezâr taşı vardır. Ziyâret ettim. Taşında 1314/(1896)
yazılmış; yanlıştır. (Rahmetu'llâhi aleyhi rahmeten vâsia)
Kısa boylu olup, sarık sararlar idi.
Harâbâtî olup, her kese renk vermez idi. Lâubâlî-meşreb, melâmî mezheb
görünürdü. İrfânı yüksek idi. Ehl-i dil bulursa onunla hem-hâl olurdu.
Yazdığı
kitapların nihâyetine, (كتبه الفقير
السيد الحاج محمود ناصح الحقير الاسلامبولى ثم البرسوى)[55] yolunda imzâ atardı.
Bu ibâreden, kendisinin neseben seyyid olduğu ve ziyâret-i Beytu'llah'da
bulunduğu istidlâl olunmuştur.
Edîb-i
meşhûr Nâmık Kemâl Bey merhûmun, bir gazelini tahmîs eylemiştir. Kısmen nakl
edildi :
Bülbül-âsâ
aşk-ı cânân ile feryâd eyleyin
Hâne-i
adn-i dil-i mağmûmu âbâd eyleyin
Akl u
fikri hiss ü fehmi bizden ib'âd eyleyin
Ben
şehîd-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin
Kabrimi
mey-hâne enkâzıyla bünyâd eyleyin
Gerçi
çok âsâr-ı manzûmen yazıldı deftere
Nâsihâ
nazmın
sezâdır nakş olunsa mermere
Hîn-i
gaslimde bana idin mey ile gargara
Yâdigâr
olsun bu nazmım evliyâ-yı
sâğara
Per açup gitdi Kemâl ardınca
feryâd eyleyin
Bâde vü meyden haber vir başka peygâm istemem
Bâde vü meysiz bu âlemde hiç ârâm istemem
İsterim câm-ı hakîkî zâhirî câm istemem
Vech var dirse bu tahmîsimde bir nâm istemem
Nâmımı mahmûd-ı mes'ûd ile müzdâd eyleyin
eş-Şeyh Abdüşşekûr Efendi
Ondokuzuncu sahîfede terceme-i hâlini yazdığım Gafûrî hazretlerinin halîfesidir.
Bâzergân
Tekkesi şeyhi olmuş idi. (موتوا
قبل أن تموتوا) (1089/1678) târîh-i vefâtıdır. Edirnekapı hâricindeki
Emîr Buhârî Dergâh-ı şerîfi civârında medfûndur. İlâhîleri vardır.
Eyleriz her lahzada yüzbin hatâ
Rabbenâ yâ Rabbenâ fa'ğfir-lenâ
eş-Şeyh
Ahmed-i Emîrî Efendi
Hz. Hüdâyî hulefâsından Şeyh İsmâîl
Efendi-zâdedir. Pederlerinden müstahlefdir. Küçük Ayasofya'da, Kapıağası
Hüseyin Ağa zâviyesine post-nişîn oldu.
Kırkbeş sene Şehzâde Câmii kürsî şeyhliği etti. "el-Bâkıyâtü's-sâlihât"
(الباقيات
الصالحات) (1106/1695) vefât târîhidir.
"Ey saâdet mâhının burcu Muhammed
Mustafâ
Merhabâ ey nûr-ı ümmet merhabâ yâ merhabâ "
na't-ı şerîfi müşârünileyhindir.
Şeyh
Muhammed Sabûrî Efendi
İbn-i
Şeyh Mustafa Dede Çelebi. 1052/(1642) târîhinde Filibe'de yevm-i âşûrâda
doğmuştur. Emîrî Şeyh Ahmed Efendi'nin hemşîre-zâdesidir. Şeyh Gafûrî'den inâbet
ve Cennet Efendi'den hilâfetle be-kâm oldu. Kazasker Kadrî Efendi,
Düğüncüler'de bir Zâviye binâ ile, bunu meşîhatine /70/ me'mûr etti.
Otuzsekiz
sene mürûrunda Âsitâne-i Hüdâyî'ye nakl olunup yedi sene hizmette kâim
oldu. Seksenüç yaşında irtihâl eyledikte, Gafûrî Efendi merhûmun yanında defn
olundu.
Nahîfî
Süleymân Efendi'nin söylediği târîhdir :
Ola Dede Çelebi kâm-bîn-i kurb–ı Hudâ
(اوله دده چلبى
كامبين قرب خدا) = 1135
İlâhiyyâtı vardır :
Gecesi Kadr-i mübârek günü îd-i şerîf
Lâ-cerem rahmet ayının nişânı Cum'adır
/73/ ŞEYH BEDREDÎN-İ SİMAVNAVÎ
Müderrisînden Mehmed Şerefeddîn Efendi'nin İkdâm gazetesiyle neşr
eylediği makâlede ve ahîren Şeyh Bedreddîn nâmıyla te'lîf ve neşr
eylediği eser-i mühimde fevka'l-âde tedkîkât ve tashîhât vardır.
Bu zât-ı muhterem, Kütahya civârındaki Simavlı değil, Edirne civârında kâin
Simavnalıdır. Simav ile münâsebet-i lafziyyesine aldanılarak, Hammer bu zâtı
Simavlı göstermiştir.
Cevdet Paşa merhûmun beyânına göre, Sultân Alâeddîn-i Selçûkî'nin ammî-zâdelerinden
olduğu, zaîf bir kavl ile mervîdir.
Târîh-i velâdeti mechûl olup, Murâd-ı Hüdâvendigâr zamânına müsâdif olduğu Şakâyık'da
muharrerdir. Ahîren tab' olunan eserde, "Tahmîne müsteniden, 770/(1369)
senesi etrâfında olmak lâzım gelir." deniliyor.
Simavna kâdîsının oğlu olup, "Bedreddîn Muhammed" nâmıyla şöhret
bulan bu zât-ı muhterem urefâ-yı İslâmiyye'nin ileri gelenlerindendir.
Mesleğinde müteferrid bir hayâta mâlik olup, gavâmız-ı esrâr-ı tevhîde dâir pek
çok hakîkatler meydâna koymuştur.
Bidâyet-i hâlde pederinden ve meşhûr Şâhidî'den tahsîl-i ulûm ettikten
sonra Mısır'a gidüp, orada ikmâl-i tahsîl eylemiştir. Meşhûr Seyyid Şerîf-i
Cürcânî'nin şerîk-i mümtâzı imiş. Kâhire'de müderrisînden, Mübârek Şâh-ı
Mantıkî'den ve Hicâz'da iken Mekke'de Zeylaî'den tederrüs ve ba'dehû Mısır'a
avdetinde yine Seyyid Şerîf ile birlikte Ekmel nâm zâttan ikmâl-i ulûm etmiş ve
Sultân Bertût'un oğlu Sultân Ferec'i okutmuştur. Sonra Ahlatlı Seyyid Hüseyin
ile tasavvuf mübâhaselerinde bulunarak, intisâb edip, tasavvufta da iktisâb-ı
kemâl ettikten sonra şeyhi tarafından irşâd-ı ibâd için Tebrîz'e
gönderilmiştir.
Silsile-i Tarîkatları :
Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî, Şeyh
Ebu'l-Feth es-Saîdî, Şeyh Ebû Sıddîk-ı Mağribî, Şeyh Ebû Saîd-i
Endülûsî, Şeyh Ebu'l-Berekât, Şeyh
Ebu'l-Fazl-ı Bağdâdî, Cenâb-ı Ahmed-i Gazâlî, Ebû Bekri'n-Nessâc, Şeyh Ebu'l-Kâsım,
Şeyh Ebû Osmân-ı Mağribî, Şeyh Ebû Aliyy-i Kâtibî, Şeyh Aliyy-i Rûdbârî, Şeyh
Cüneyd–i Bağdâdî. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Şeyh Bedreddîn'in Tebrîz'de, Timurleng huzûrunda in'ikâd eden büyük bir
meclis-i ulemâya hakemlik ederek isbât-ı fazl ettikleri menkûldür. Cevdet Paşa
merhûm, Bedreddîn'in Timurleng tarafından fevka'l-âde hürmete mazhar olduğunu Kasas-ı
Enbiyâ'da yazıyor. Ba'dehû Bedreddîn Mısır'a gidüp tekrâr Hüseyn-i Ahlâtî'ye
mülâkî oldu. Bir müddet sonra şeyhi irtihâl etmekle, kâim-i makâm olarak altı
ay sonra, /74/ Konya tarîkıyla Tebrîz'e geldi. Oradan Sakız'a gidüp,
Sakız hükümdârı onun telkîniyle müslümân ve ona mürîd oldu. Bedreddîn,
Edirne'ye geldi. Bu sırada Çelebi Sultân Mehmed'in birâderi Mûsâ Çelebi,
Edirne'de tasaltun edince onu kazasker nasb etti. Fakat Mûsâ Çelebi, birâderi Sultân
Mehmed'le ettiği muhârebede şehîd olunca Şeyh Bedreddîn tevkîf edildi. Lâkin
Sultân Mehmed'in husemâsı meyânında olduğu hâlde, ilm ü fazlına hürmeten, ehl ü
ıyâli ile berâber İznik'e nefy edilmesiyle iktifâ olundu.
Âsârı :
Târîh-i Ebu'l-Fârûk'un I. cildinin 242. sahîfesinde muharrerdir ki :
Müşârünileyh idâre-i mülkiyyenin gavâmızına vâkıf idi. Pek çok âsârı vardır
:
İlm-i tefsîrden : Nûru'l-Kulûb.
Furû'-ı
ilm-i fıkhdan :
1. Letâifü'l-İşârât
ve şerhi ve Teshîl. Bedreddîn bu iki eserini
İznik'te mahbus iken yazmayıp Letâifü'l-İşârât'ı 813/(1410)'te
yazmıştır. Câmiu'l-Fusûleyn'den dahi evvel yazıp, Edirne'de
816/(1413)'da bunu şerh etmeye başlayıp, iki sene sonra İznik'te itmâm ve nâmını
Teshîl tesmiye etmiştir.
2. Câmiu'l-Fusûleyn.
3. Câmiu'l-Fetâvâ.
Tasavvufdan
:1. Meserretü'l-Kulûb. 2. Vâridât-ı Kübrâ.
İlm-i
sarfdan : Ukûdü'l-Cevâhir nâmında
Maksûd şerhi.
İlm-i
Nahivden : Çerâğu'l-Fütûh.
Başka âsârı
da vardır. Bunlardan
yalnız Câmiu'l-Fusûleyn matbû'dur. Fıkhdan Mecma' Şerhi'ini müşârünileyhe
isnâd etmişlerse de Ayasuluğ
çelebisi Muhammed Efendi'nindir. Bu şerh Şehzâde Câmi'-i şerîfi dâhilinde Kadı
Muhammed Efendi Kütüphânesi'nde 151 numaralıdır. Üzerine, "Kitâbu Şerh
li-Mecma' bi-hatt-ı müellifihî Bedreddîn b. Kâdî Simâviyye" yazılıdır.
Müderris Şerefeddîn Efendi'nin kanâati de, Çelebi Muhammed Efendi'nin olduğu
merkezindedir.
Cenâb-ı
Bedreddîn, İznik'te ders okutur, züvvârı kabûl ederdi. Telkînât-ı mürşidânede
bulunurdu. İşte bu sırada da, esâs-ı İslâm'dan tebâud edilip, tanınmayacak bir hâle
getirildiğinden bahs eder. Talebesinin efkârını tenvîre çalışırdı. Meslek ve
iddiâlarına göre, ulemâ-yı asrla, müverrihler tarafından küfr ü irtidâd ile
tavsîf edilmiştir.
İhtimâl
ki, Yörüklüce Mustafa ile Torlak Kemâl gibi müvâzenesiz /75/ çırakları tarafından,
o iddiâlar küfr dâiresine kadar sürülmüş olsun. Kezâlik bu müvâzenesizlerin ef'âl
ü müddeeyâtı bî-tarafâne tedkîk edilince, esâsın ulviyyeti üss-i İslâm'a mutâbakatını
inkâra mahal yoktur. Hele İnkılâb-ı Osmânî'nin ilk mertebesini onlardan nez'
etmek câiz olamaz. İnkılâb-ı Osmânî'yi istihzâr eden mücâhidler defterinin
başına Bedreddîn ve Dede Sultân ve Kemâl-i Hûbdîn isimleri tahrîr olunmalıdır.
Kasas-ı
Enbiyâ'da
yazılmıştır ki, Bedreddîn'in kazaskerliğinde kethüdâsı olan bu Mustafa,
şeyhinden bellediği ıstılâhât-ı sûfiyyeyi sermâye ederek, Dede Sultân nâmıyla
hurûc eyledi. Başına müslim ve gayr-i müslimden mürekkeb ve mahlût bir hayli
halk topladı. Çünki umûm insânlar beyninde, musâvât-ı tâmme ve hürriyyet-i kâmile
ve iştirâk-ı emvâl gibi efkârı tervîc eyleyip; bu ise herkesin fikrine
hoş geldiğinden, cümlesi Dede Sultân'ı takdîs ederlerdi.
Efkâr-ı
mezkûre, gûyâ bi'l-cümle
memâlik-i Osmâniyye ahâlisini bir millet hâline koymak için en güzel bir çâre
olmak üzere, Şeyh Bedreddîn tarafından tervîc olunmuş olduğu mervîdir. Fi'l-vâkı'
Dede Sultân'a tâbi' olanlar arasında hep uhuvvet-i birâderâne cârî olmuş idi.
Dede
Sultân, Yörüklüce Mustafa ile isyân ettiklerinden, Bedreddîn hazretleri
İznik'te duramadı. Dede Sultân ile Mustafa, ordu tarafından i'dâm olundu. Hz.
Bedreddîn Rumeli'ye geçti. Dobruca'daki Deliorman'da tahassun eyledi. Çelebi
Sultân Mehmed Hân, Anadolu'daki muzaffer ordusuyla Selanik fethine giderken,
Bedreddîn'in Deliorman'da tahassun ettiğini haber alınca Siroz'da tevakkuf
buyurdu. Alâ-rivâyetin Bedreddîn üzerine yürüdü. Bedreddîn, bu sırada da Siroz
taraflarına kadar gelmiş idi. Tesâdüfen Siroz civârında tutuldu. İstintâk u muhâkemesi
huzûr-ı humâyûnda akd olunan meclis-i ulemâya havâle olundu. Mubâhasât-ı
medîdede hâzır olan ulemâ kendisini
ilzâm edemediler. Fakat Sa'deddîn-i Taftazânî telâmîzinden Mevlânâ Haydar-ı
Herevî ve rivâyet-i uhrâya göre İran ulemâsından Saîdü'l-Herâtî, i'dâmına fetvâ
verdi. Siroz pazarında salb olunmak sûretiyle, hükm-i fetvâ yerine getirildi.
Osmânlı Müellifleri nâm eserde denilmiştir ki :
"Vâridât-ı Kübrâ nâm eseri, esâsen /76/
umûr-ı âhiret ile, mebde' vü meâddan bâhis, dakîk bir eser olup, dakâyıkına
intikâl edemeyen ba'zıları tarafından mazhar-ı kabûl olamamıştır. Makâsıdını
teyakkun eden zevât ise hüsn-i kabûl etmişlerdir. Ez-cümle Mısrî-i Niyâzî
hazretleri Dîvân'ında :
"Muhyiddîn Bedreddîn itdiler ihyâ-yı
dîn
Deryâ Niyâzî Fusûs enhârıdır Vâridât "
buyurulmuştur."
Sebîlü'r-Reşâd'ın 46. nüshasında Bedreddîn'in türbesini Balkan muhârebesinde
düşmân ordusunun yıkıp, helâ tarzına ifrâğına karşı yazılmıştır :
"Bedreddîn-i Simâvî, Türk ulemâsı arasında bir hârika-i
fazîlettir. Ahlâfa intikâl eden âsâr-ı âliyesi kadr-i kemâlâtının büyüklüğünü
her an isbât eder birer âb-dân-ı muhallede sayılır. Son asırda yetişen Avrupa
hükemâsının pâye-i irfânına Bedreddîn daha o devirlerde irtikâ etmiş idi. Telkînât-ı
âliyesini ihâta edemeyen tilmîzâtı müşârünileyhin bâdî-i felâketi olmuşlardır.
Şimdiye kadar, Osmânlı müverrihlerinin yanlış ithâmânı altında istihâle eden bu
sîmâ ümîd olunur ki, kadr-şinâs ve tetebbu’-ı zevâtın hünerleriyle reng-i
aslîsinde tanınacaktır."
Vâridât-ı Kübrâ, Arabiyyü'l-ibâre yazılmış cidden mühim bir eserdir.
Şeyh İlâhî, Şeyh Yavsı, Nûreddîn-zâde ve Hâce Muhammed Nûru'l-Arabî taraflarından
Arapça; Seyyid Kemâl-i Harîrî tarafından Türkçe şerh olunmuştur. Urefâ-yı
asrdan Hilmi Beyefendi tarafından da Türkçeye tercüme edilmiştir. Âtîde kısmen
nakl olunacaktır.
İlm-i tevhîdi, ehlu'llâh efendilerimiz birer kisve-i beyâniyye ile herkese
bildirmeğe çalışmışlardır ki, maksad-ı tefehhümde sühûlet olmasını te'mîne
ma'tûfdur. Cenâb-ı Bedreddîn ise, kisvesiz bahse kalkışmıştır ki, bunu her kafa
alamamıştır. İşte Bedreddîn hakkındaki gürültülerin menşei hep bundan
münbaisdir. Vâridât'ını okumak isteyen bir kimse, şimdiye kadar
görmediği, vâkıf olamadığı bir tarzda yazılmış bir eser karşısında kalır.
Cevdet Paşa merhûm Kasas-ı Enbiyâ'da XII. cildde, 1158. sahîfede te'lîfâtı
hakkında mütâlaa yürüttüğü sırada, "İlm-i fıkhdan Fusûleyn'i hâlâ
beyne'l-fukahâ mu'teber ve mütedâvildir. İlm-i tasavvufdan /77/ Vâridât'ı
dahi meşhûrdur. Fakat İstanbul'da nüshası nâ-yâbdır. Zîrâ bu asırda Şeyhü'l-İslâm
olan Ârif Hikmet Bey, bu kitabı nerede bulsa ucuz bahâlı demeyip alır ve hasbî
olarak yakıp imhâ ederdi. Fakîr, ona mu'tekid olan bir zâtta bulup mütâlaa
etmiş idim. Fusûs'u taklîd yollu yazılmış bir risâledir. El-hâsıl
Bedreddîn hakkında nâs iki fırka olup, biri, "Mûcib-i fetvâ
müstehakku'l-katl bir adam idi." der. Bir fırkası da, "Ulûm-ı
zâhire vü bâtınayi câmi' olup, ancak tahsîl-i saltanat emelinde idi, diye,Sultân
Mehmed'e gamz ü seâbet olmakla i'dâm edildi." derler."
(عجل الوصل له عشق ودود الأبد) (833/1430) (ibâresi) târîh-i irtihâlini
müş'ir bir nazımdır.
غاب عن كثرة كون للقاء الأحد
مرشد أهل طريق سنداً عن سند
واقف الهجرة قد قال لأجل التاريخ
عجل الوصل له عشق ودود الأبد
823/(1420)
Ma'nâsı
:
"Sened-i
muttasıl ile ehl-i tarîkın mürşidi olan zât-ı likâ-yı ehadiyyete mazhariyyet ârzûsuyla
kesret-i kevniyyeden gaybûbet etti ve onun için, 'Vedûd'un aşkı ona vuslat-ı ilâhiyyeyi
ta'cîl etti." diye târîh-i hicriyyeye vâkıf olan biri târîh-i vefât tanzîm
etti." (Şeyh Bedreddîn nâm eserden).
Bu
medhiyye dahi oradan nakl olundu :
أبشر
ظفرت بنيل الفضل
وصرت كالبدر لاتنفك مسعوداً
أنجاك ربك مما كنت تحذره
والرب والمصطفى زاداك تمجيداً
Ma'nâsı
:
"Müjdeler
olsun, nâil-i fazl olmağa zafer-yâb oldun ve bedr gibi dâimâ mes'ûdsun. Hazer
ettiğin şeyden seni Rabbin kurtardı. Rab ve Mustafâ, senin mecdini tezyîd
ettiler."
Siroz'da
dergâhları vardır. Vâridât, mütâlaa-güzâr-ı
fakîrânem olmuştur. İnsân mütâlaa ederken kendisini tarz-ı kelâmda, takyîdât-ı
şer'iyyeden âzâde bir hayât içinde bulunuyor zanneder. Fakat müdekkıkîn-i ulemâ
vü urefâ, bunu te'vîl ile ayn-ı hakîkat olarak kabûl ettiler. Meselâ Rûhu'l-Beyân
sâhibi İsmâil Hakkı hazretleri Muhammediyye Şerhi'inde, haşr bahsinde
buyururlar :
"Vâridât
nâm te'lîfin mebdeinde cenâb-ı müellifin, "Umûr-ı âhiret cühhâlın zu'm
ettikleri gibi değildir." (şeklindeki sözü) belki umûr-ı uhreviyyenin
tabîî ve suver-i a'mâl olduğunu bilmeyerek anâsıra kıyâs edenlere takrîzden ibârettir.
Meselâ naîm-i cennet gerçi gayr-i mahsûsdur. Ammâ burada rûhâniyyet gâlibdir.
Çünki ziyâde bâtın, kâmilin safâsı sûretidir ki, sülûkla hâsıl olmuştur. Sülûku
olmayanların letâfet-i cinâniyyeleri bi-hasebi'l-makâyir ve'l-merâtib letâfet-i
kâmileye tâbi'dir. Gerek naîm, gerek cahîm-i uhravî yoktur. Safâ vü letâfet ve
cefâ vü eziyetle âlem-i enfüsden müstenbıt olduğunu mükâşefeye kudret-yâb olmayarak
gâibi müşâhede kıyâs eyleyen, hakîkat üzere umûr-ı uhreviyyeyi idrâk etmiş
olmaz ve kuru ümniyye berzahında kalan kimse derecât ve kurbân menziline vusûl
bulmaz. Meselâ ibâdet bahsinde avâmmın ibâdeti âdet, ehl-i sülûk ve
mübtedîlerin ibâdeti havf u recâ, mütevassıtların neyl-i makâmât u kerâmât,
müntehîlerin hudûd-ı şer'iyyeyi muhâfaza vü sıyânettir. Ammâ riyâzetin
hakîkatine ve mücâhedenin nihâyetine had yoktur. Zîrâ maârif-i /78/ ilâhiyyeye
ve seyr–i fi'llâh'a nihâyet olamaz. Seyr-i sülûk ve tahsîl-i maârif ise mücâhedât
iledir. Allâh'a inkıtâ'-ı tefekkür ü teyakkuzdur. Eğer Hak ma'rifetiyle Allâh'ı
bilmiş olsalardı efrâddan gayrı kimse Hakk'a ibâdet etmezdi. Lâkin Allâh
kalbleri üzerine tab' ve hatm eyledi. Hevâ ve tahayyülâtlarını Allah ittihâz ettiler.
Halbuki nefsü'l-emr öyle değildir. Onda bir hikmet-i hafiyye vardır ki, ârif-i
billâh olanlar anlar."
Bir gün
Edirne'de azîzim merhûm Şeyh Şerefeddîn Efendi hazretlerinin huzûr-ı âlilerinde
Cenâb-ı Bedreddîn'den bahs açıldı. Tenvîr-i hakîkat için, "Oğlum
Şeyhü'l-Ekber efendimizin zamân-ı âlîlerine gelinceye kadar gerek müctehidîn,
gerek sâir erbâb-ı yakîn lisân-ı hakîkatten tekellüme me'zûn değiller idi.
Hakîkati remz ü işâret ve icmâl tarîkıyla söylerler idi. İbâret ve sarâhet ve
tafsîl tarîkıyla beyân edemezler idi. Hz. Muhyiddîn-i Arabî buna me'zûn oldu.
Vahdet-i vücûddan bahs eyledi. Âsârının mevzûunu hep bu esâsa binâ eyledi. Cenâb-ı
Bedreddîn ise, sırrı-ı tevhîdi daha açık bir kelâm ile ifhâma kalkıştı. Tevhîd,
libâs-ı şerîatle ve hil'at-i tarîkatla halka tefhîm olunagelirken, bu zât-ı
muhterem ta'rîf-i tevhîdi libâsdan tecrîd ile uryân bir hâlde ortaya koydular.
Bilenlere, bilmeyenlere birçok söz söyletmeğe sebeb oldular. Ârifler onun
sözlerine îmân ettiler ve tarîk-ı te'vîl buldular." buyurdular.
Vâridât Tercüme'sinden :
"Ma'lûm ola ki, ukûbet ü rahmet ve elem ü lezzet ve
emsâlinin küllîsi hak olmağa münâfî değildir. Zîrâ Hak cümleden münezzehdir.
Onların muktezeyât-ı tenezzelât-ı ilâhiyye olması nisbet-i i'tibâriyyedendir.
Görülmüyor mu ki, âb, cinsiyyette müttehiddir, lâkin dehân-ı insânda tiryâk ve
haşerât ve kara yılan (ef'â) ağzında semm-i kâtıu'l-hayâttır. Maa-hâzâ ism-i mâ
hakîkat-ı hayavâniyyette müşterektirler ve hayavân cümlesinden münezzehdir ve
yine onlardan hâlî değildir. Hak ise külliyyü'l-külliyyâttır. Ma'lûm ola ki,
Hak mevcûddur, başka yoktur. El-hak maksûd dahi O'dur. "Yâ Maksûd, Yâ
Mevcûd" dedikleri bu kelâma delîldir. Maksûdiyyet, mevcûdiyyet cemî'
eşyâya şâmildir. Eğerçi küllîsi vücûdda dâhil olmak hasebiyle beynlerinde tezâd
ü tenâfî olsa merâtib i'tibârıyladır. Hak ise, ehadiyyet-i zâtiyye i'tibârıyla
merâtib ü tenezzülâttan münezzehdir. Ve ehadiyyet-i sıfâtiyye i'tibârıyla merâtib
ü tenezzülâttan /79/ hâlî olmasa dahi.
Şu hâlde, bâtıl min-haysü'l-vücûd haktır ve butlânı nisbîdir ve cemî' merâtib-i
âlem-i ecsâmda muntavî olup, hattâ âlem-i ecsâm kalksa, ya'nî zâil olsa, ervâhdan
ve sâir âlem-i mücerredâttan bir şey kalmaz."
Semâ' hakkında :
"Vakitleri hasebiyle semâ', fukarâ-yı muhlisîn hakkında helâldir. Zîrâ
asvât-ı hasene ve nağamât-ı mutribe-i müstahseneyi gûş-ı cânları işittikte
kalbleri Cenâb-ı Hakk'a pervâz ederek efkâr-ı dünyeviyyeden zerre mikdârı bir
şey kalmaz, Allâh'la dolar. Bu vesîle ile vusûl-i Hak olan şey hiç harâm olur
mu?"
İbâdet :
"İbâdet, an-devâmi'l-huzûr maa'llâhi sübhânehû ve teâlâ.
"Huzûr-ı şuhûd u murâkabe ile, adem-i gaflet ve adem-i gaybet."
demektir. Abdin indinde Allâh teâlâ için iki mertebe vardır : Biri mertebe-i
zuhûr, dîger-i mertebe-i butûndur. Bu iki mertebe beyninde mümeyyiz bu avâlimin
cemîidir. Abd indinde mevcûd olan, avâlim değildir. Ancak Allâh teâlâ sıfâtı ve
esmâsı etvârında zuhûrudur. Bu avâlim, abdin indinde fânî olduğundan, fenâ
bulmaklığı Allâh teâlânın butûnudur. İmdi Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın, Allâh teâlâdır.
Ne zamân ki, abd bir şey görür ve idrâk ederse, o şeyin zuhûru mertebesinde Allâh
teâlâ görür ve idrâk eder; o şeyi görmez. Zâhir olan ancak
Hak teâlâdır; o şey değil. Zîrâ (كُلُّ شَيْءٍ
هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ)[56]
buyurdu. Halbuki, 'hâlik' (helâk edici) görülmez. Zîrâ adem-i
sırftır."
Vücûd-ı mutlak :
"Vâcib li-zâtihî'dir, mümteni'
olmak sahîh değildir. Zîrâ adem ile vücûd beyninde münâfât vardır. Vücûd, adem
ile; adem vücûd ile muttasıf olmaz ve vücûd, ma'dum olmak mümkin değildir;
nerede kaldı ki, mümteni' ola. Adem dahi mümkin değildir ki, mevcûd ola, nerede
kaldı ki, vâcib ola. İmkân-ı hass ile de mümkin olmak mümkin değildir. Zîrâ
vücûdu gayriden iktisâb lâzım gelir. Bu hâlde mûcidinden kat'-ı nazar, nefsinde
ma'dûm olmak ve zâtına nazaran adem ile ittisâf etmek lâzım gelir. Bu ise muhâldir.
Onun gibi, gayr dahi mevcûd olmak câiz değildir. Zîrâ vücûd tahkîkından evvel,
tahkîkı lâzım gelir. Zîrâ Hakk'ın tahakkukundan evvel vücûdun tahakkuku lâzım
olur. Kelâm, Vücûd-ı mutlaktadır. Ma'dûm mutlak bir şey îcâd edemez. /80/ Şu hâlde sâbit oldu ki, Mevcûd-ı mutlak, Vâcibü'l-vücûd'dur. Küllînin
vücûdu O'nunladır ve O, Allâh'dır. Küllîsi O'nun mezâhiridir. Cemî' mezâhir ile
zâhir ve cemî'sini muzhirdir.
Vücûd-ı mutlak Hak'tır. Her bir metebede iki i'tibârdan hâlî
değildir : Birisi te'sîr ve fi'l, âharı teessür ve infiâldir. İ'tibâr-ı evvel
ile, "Allâh"; sânî i'tibârıyla, "âlem ve halk"
denilir."
Vücûd-ı sırf :
"Vücûd-ı baht, mutlak, kayd u ıtlâk ve cemî'den
münezzeh Hak'tır. Küllî ve cüz'î değildir. Zîrâ külliyyet ve cüz'iyyet i'tibâr-ı
sânî ile iştirâk; adem, iştirâke nazaran hakîkat ile mesbûktur. Bu ise hakîkate
göre i'tibârdan mücerreddir. Gayrden kat'-ı nazar her ne kadar bir i'tibâr ile
gayr veyâhûd i'tibârdan hâlî değilse de, vücûdu sırf mutlaktır."
İntehâ kelâm-ı Bedreddîn.
Haşr ü neşr mes'elesi, Cennet Cehennem nazariyyesi, şeytân
ve melek keyfiyyeti ve esâsât-ı fikriyyesi :
Bu bâbdaki nazariyyesi ve hükûmete karşı teşebbüsât-ı siyâsiyyesi,
ulemâ-yı zâhirenin feverânına sebeb olup, i'dâmını müstelzem olan esâsâttan
bulunmuştur. Sonraları onun mesleğine taraf-dâr kimseler dalâlete düşüp,
devletin başına gâileler hudûsuna sebeb oldular. Bundan dolayı Sofyalı Şeyh Bâlî
Efendi ve Nûreddîn-zâde ve Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî hazarâtı, Bedreddîn hakkında,
(شيخ بدر الدين المصلوب عند الله كغضوب)[57] ta'bîrini
kullanırlar. Onun mesleğine pey-rev olan kimselerin alayhinde, zamânlarının pâdişâhına
arîzalar yazdılar ki, sûretleri Şeyh Bedreddîn nâm eserdedir.
Vahdet-i vücûd nazariyyesi pek açıktır. Dîger husûsâta âid
nazariyyeleri, sarâhat-ı Kur'âniyye ile kâbil-i te'lîf görülmeyerek, hakkında
feverâna sebeb olmuştur. Te'vîl edenler de bulundu.
Hulâsa, Bedreddîn'in mesleği, meşrebi havâss içindir. Avâmmı
dalâlete düşürür. Nitekim bu vâdîye atılan, henüz mezâk-ı sûfiyye nedir bilmeyen
mübtediyân yollarını şaşırmışlardır. Fakat havâs ve havâssü'l-hâs, onun
sözlerindeki temkîn-i ma'nâya vâkıf olup, ihtiyâr-ı sükût eylemişler. Ulemâ-yı
zâhire, müşârünileyhin sözlerini, zâhir ahkâm-ı şerîat ile kâbil-i tatbîk ve
i'tikâdât-ı esâsiyye ile şâyân-ı tevfîk bulamayıp, müşârünileyhin ve mesleğinin
aleyhine fetvâ vermişlerdir.
Bu bâbda bize teveccüh eden şey, mazhar-ı feyz-i tâm
olmağa çalışmak, etliye sütlüye karışmamaktır. "Kelâm gümüş, sükût
altındır. Nukûş-ı mümkinâtın ihtilâfı ayn-ı vahdettir. Hurûf, muhtelif inşâda
bir ma'nâya tâbi'dir." der geçerim. Bu mübâhasâtın tafsîli Müderris
Şerefeddîn Efendi tarafından tab' u neşr olunan Şeyh Bedreddîn nâm
eserdedir.
/81/ ŞEYH SEYYİD HÂCE MUHAMMED NÛRU'l-MAHLÂVÎ
Bu zât-ı
muhterem, "Arap Hoca" diye meşhûrdur. Pederi Seyyid İbrâhîm el-Kudsî
el-Bedrî, onun pederi es-Seyyid Bedr b. Muhammed b. Yûsuf b. Bedr b. Ya'kûb b.
Matar b. Sâlim b. Muhammed b. Muhammed b. Zeyd b. Ali b. Hasan b. Ureyfî
el-Ekber b. Zeyd b. Zeynelâbidîn b. Ali b. Hüseyin b. Hz. Ali b. Ebî Tâlib (radıya'llâhu
anhüm).
Hz.
Şeyh, 1220/(1805) senesinde dünyâya zînet vermiştir. İbtidâ-yı hâlde, Şeyh
Hüseyin el-Kuveynî ve Dervîş Mattâ' gibi zevâtın derslerine devâm edip, ba'dehû
Yanya'ya azîmetle, Şeyh Yûsuf-ı Nakşıbendî'ye mülâkî olmuştur.
1244/(1828)
senesinde şeyhinin emriyle Hicâz'a gidüp, bir sene ikâmetle, Şeyh Ömer
Abdürrasûl'den hadîs okumuş ve Şeyh İbrâhîm eş-Şemâretî el-Halvetî'den, tarîk-ı
Halvetî'yi almış, ba'dehû Mısır'a dönmüştür. Câmiü'l-Ezher'de hocası Şeyh Hüseyin
el-Kuveynî'ye mülâkî olarak burada ba'zı esrâr zuhûr etmiştir. 1245/(1829)
senesinde hocasının emriyle Siroz'a gidüp, Kasîde-i Emâliyye okutarak
Üsküb'e avdet etmiştir. Kendisinde âsâr-ı kemâl rû-nümâ idi.
Kemâleddîn-i Harîrî, Tıbyân'ında yazar ki :
Üsküb'de iken müşârünileyh Arap Hoca, menâmında Fahr-i âlem
efendimizi görmekle müşerref olup, emr-i peygamberî ile, Hz. Ebû Bekir
efendimiz kendisine, tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfât ve tevhîd-i zât telkîn
buyurmuştur. Hz. Şeyh, ba'dehû İstanbul'a gelip Kazânî Şeyh Abdülhâlık
Efendi'den tarîk-ı Nakşıbendî aldılar ve tekrâr hacca gittiler ki, 1259/(1843)
senesine müsâdifdir. Hicâz'da, müşârünileyh Abdülhâlık Efendi halîfesi Mustafa
b. Mahmûd-ı Trabzonî'den icâzet ahz ile, Medîne-i Münevvere ve Mısır tarîkıyla
İstanbul'a ikinci def'a olarak geldiler. 1289/(1872) senesinde Usturumca'da
terk-i âlem-i nâsût eylediler. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Müşârünileyh büyük adamlardan idi. Üstü kapalı bir
türbesi var idi. Hâl-i hâzırda ma'mûr mu, değil mi, bilen yoktur.
Kısa boylu, buğday benizli, tıknazca; hafîf söyler, ihtifâ-yı
hayâta meyyâl idi. Gâyet âlim, fâzıl insân-ı kâmil ü mükemmil idi.
Nisbet-i tarîkatları ber-vech-i âtî, İmâm Rabbânî
hazretlerine müntehîdir :
Şeyh Mustafa b. Mahmûd-ı Trabzonî, Şeyh Abdülhâlık-ı Kazânî,
Şeyh Muhammed Niyâzkulu, /82/ Şeyh Muhammed-i İdrîsî, Şeyh Molla
Muhammed-i Abd, Şeyh Hudâkulu, Şeyh Ahmed el-Mekkî, Şeyh Habîbullâh en-Neccârî,
müceddid-i elf-i sânî İmâm Rabbânî (Kaddesa'llâhu esrârahum).
Âsârı :
1. Mecâlî ez-Zehrâ ale's-Salâti'l-Kübrâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber,
2. el-Yâkûtü'l-Hamrâ ale's-Salâti's-Suğrâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber,
3. Ferecü'n-Nukûş, şerhu nakşi'l-Fusûs li'ş-Şeyhi'l-Ekber,
4. el-Letâifü't-Tahkîkât fî-Şerhi'l-Vâridât li'ş-Şeyh
Bedreddîn,
5. Envâru'l-Muhammediyye fî-Şerhi Risâleti'l-Vücûd li's-Seyyid
eş-Şerîf el-Cürcânî,
6. et-Temsîş alâ Salâti İbni Meşîş,
7. ed-Dürerü'n-Nefîs fî-Şerhi Salâti İbni İdrîs,
8. Burhânü's-Sâlikîn,
9. Kenzü'l-Mahfî an-Ehli'l-Hicâb,
l0. Müşâhidü't-Tevhîd,
11. Risâletü'l-Mukaddime li-Matâlii Fusûsu'l-Hikem,
12. Kitâbü'r-Reşâd fî'l-Mebdei ve'l-Meâd,
13. Tefsîru'l-Fâtiha,
14. Kitâbü'd-Devâir ve'l-Eflâk fî-Beyânı Tasarrufâtı Sâhibi'l-Mülk
ve'l-Emlâk,
15. Menbau'n-Nûr fî-Ru'yeti'r-Rasûl,
16. Şerhu Evrâdi'l-Usbûıyye li'ş-Şeyhi'l-Ekber,
17. Mürşidü'l-Uşşâk,
l8. Delîlü'l-Uşşâk,
19. Şerhu Gazeli Hz. Bayram-ı Velî "Çalabım
bir şâr yaratmış iki cihân arasında ",
20. Seyru't-Tevhîd,
21. ed-Dürretü'l-Mütenebbîh fî-Şerhi Risâleti'l-Fevtiyye
li'ş-Şeyhi'l-Ekber,
22. Risâle
fî-Beyânı Sıfâtı Sübûtiyye,
23.
Risâle-i Tevhîd-i İlâhî,
24. Risâle-i Sülûk-i Hakîkat,
/83/ 25. Dâiretü'l-Vücûd fî-Beyânı Makâmı
Mahmûd,
26. Risâle fî-Beyânı Sülûki Şerîat, Tarîkat, Hakîkat,
27. Şerhu Hakâyıkı'l-Eşyâ',
28. Risâle fî-Beyânı Kerâmâti'l-Evliyâ,
29. Şerh-i Nutk-ı Cenâb-ı Alî el-Murtazâ, (ve
me'l-halku fi't-timsâli ke-selceh)
30. Risâle-i İsmâîliyye fî-Beyân-ı Sülûki
Nakşıbendiyye,
31.
Şerh–i Ezân-i Muhammedî,
32.
Risâle fî-Beyân-ı Hakîkat ü Mecâz ü Kinâyet,
33.
Beyân-ı Makâmât-ı Hakîkat maa-delâilihi'ş-şehîr bi-"Kasr-ı Ârifân",
34. Risâle-i Sâlihıyye,
35. Ecvibe-i Lâzime fî-Es'ileti'ş-Şeytâniyye el-mezkûr
fi'l-Muhammediyye,
36. Risâle fî Keyfiyyeti îmânı Fir'avn,
37. Hâdiyü'l-Uşşâk,
38. Tuhfetü'l-Muhammediyye,
39. Şerh-i Akâid-i Nesefiyye,
40.
Şerh-i Risâle-i Şeyh Arslan-ı Dimeşkî,
41.
Sırr-ı Ezân-ı Muhammedî.
Hz.
Şeyh'in hayli güzîde hulefâsı vardır. Ecell-i hulefâsı, Harîrî-zâde Seyyid
Muhammed Kemâleddîn Efendi hazretleridir. Dîger halîfeleri meyânında,
müteferridlerinden bahs ederim. Arap Hoca, esâmî-i âsârından anlaşıldığı üzere
eâzım-ı meşâyıh-ı sûfiyyedendir. Fakat meslek-i ulvîlerini herkes
kavrayamamıştır; bi'n-netîce dalâlete düşenler de olmuştur.
Tarîkaten
Nakşıbendî, meşreben Melâmî idi. Zikrleri kuûdî ve cehrîdir.
/84/
ŞEYH MUHAMMED KEMÂLEDDÎN-İ HARÎRÎ
Müteahhirîn-i meşâyıhın mümtâzlarındandır. Bursalı Mehmed
Tâhir Bey'in şeyhidir, terceme-i hâlini yazmış, neşr eylemiştir.
1267/(1851) senesinde, İstanbul'da zînet-sâz-ı âlem-i
vücûd olup, ibtidâ-yı ulûmu tahsîl ettikten sonra peder-i âlî-kadrleri Şeyh
Abdurrahmân-ı Harîrî hazretlerinden tarîkat-ı Rufâiyye vü Halvetiyye'den
terbiye görüp, ba'dehû azîzim merhûm Şeyh Şuayb Şerefeddîn-i Gülşenî
hazretlerinden tarîk-ı Gülşenî ve Şeyh Sâlih Lutfî b. Abdülkâdir'den tarîkat-ı
Nasûhiyye-i Şa'bâniyye'yi telekkun ile, usûlü dâiresinde mücâhede ve iştigâle
hasr-ı evkât ederek, nihâyet Şeyh Muhammed-i Enîsî el-Hüseynî ed-Dımışkî
hazretlerinin dâhil-i dâire-i sohbeti oldular ki, bu zâtın silsile-i tarîkatı
ber-vech-i âtîdir :
eş-Şeyh Muhammed Hâşim Efendi, eş-Şeyh Mustafa en-Nahlâvî,
eş-Şeyh Muhammed Mahmûd ed-Dâmûnî,
eş-Şeyh Muhammed el-Kübrevî, eş-Şeyh Muhammed Şemseddîn el-Hufnî, eş-Şeyh el-kâmil
el-mükemmil müceddidi't-tarîka es-Seyyid Mustafa el-Bekrî b. Kemâleddîn
el-Bekrî, eş-Şeyh Abdüllatîf el-Halebî, eş-Şeyh Edirnevî Mustafa Efendi,
eş-Şeyh Karabaş Velî. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Mısır'a kadar seyâhat icrâsından sonra muhaddisînden
Abdüllatîf-i Buhârî ve Şeyh Kâsım-ı Mağribî'den Buhârî-i şerîf ve sâire
okudular. 1288/(1871) senesinde Şeyh Seyyid Hâce Muhammed Nûr el-Mahlâvî
hazretlerine mülâkî olarak, ondan Cenâb-ı Şeyh-i Ekber'in Fusûs'unu ve Risâle-i
Vâhidiyye'sini ve İbn-i Fârız'ın Kasîde-i Tâiyye'sini tederrüs
buyurdular ve ondan tarîkata müstahlef oldular.
Ba'dehû İstanbul'da Hırka-i Şerîf civârında kâin hâne-i âlîlerinde
mütâlaa ve te'lîf ile meşgûl oldular. Eline mühim eserleri geçirmek
ümniyyesiyle bir aralık kitapcılık ettiler. Fâtih Câmi'-i şerîfi dâhilinde kâin
kütüp-hânenin hâfız-ı kütüblüğüne ta'yîn olundular.
Dâimâ ehl-i hâl ile hem-hâl olmağı ve mütâlaayı sever bir
zât idi. Otuziki yaşında iken irtihâl-i dâr-ı bakâ eylediler. O mücâhede, o müşâhede,
o riyâzât nihâyet hayât-ı sûrîsinde te'sîr ve taalluk husûle getirerek onu dâr-ı
cemâle aldı götürdü. Na'ş-ı şerîfleri ihtifâlât-ı lâyıka ile kaldırılarak,
Eyüp'te Şeyh Hasîb Efendi dergâhına nakl ile, burada makbere-i mahsûsasında
vedîa-i rahmet-i Rahmân kılındı.
Kabr-i şerîflerinin üzeri açıktır. Gâyet mükellef mezâr
taşı vardır. Pederinin kabrine muttasıldır.
Kitâbe-i seng-i mezârı :
/85/ Ni'met-i uhrâ içün bu kâinât
Âlem-i ervâha olmuş şâh-râh
Âdem oldur ki bekâ-yı nâm ide
Ömrünü bî-fâide kılmaz tebâh
Şeyh Kemâleddîn Efendi genc
iken
Hâsıl itmişdi nice feyz-i ilâh
Halvetî vü Celvetî'den feyz
alup
Merd-i ârif kâmil idi âh âh
Erbaîne girmeden sinni henüz
Sâha-i ukbâyı kıldı hânkâh
İlm ü fazl u rüşdü tâ
yevme'l-kıyâm
Yâd ola devr eyledikce mihr ü mâh
Geldi üçler söyledi târîhini
Şeyh Kemâleddîn Efendi göçdü vâh
(شيخ كمال الدين افندى كوچدى واه) - (1296 + 3) 3 Zi'l-ka'de 1299/(16 Eylül 1882)
Te'lîfâtı
:
1.
Tibyânu Vesâili'l-Hakâyık fî-Beyânı Selâsili't-Tarâik.
Üç cilddir. Fâtih
Kütüphânesi'ne vakf olunmuştur. Müellif hattıyla olup, mükerreren
mütâlaa ettim ve bu sebeble turuk-ı aliyye hakkında hayli hakâyika vâkıf oldum.
Arabiyyü'l-ibâredir.
2. Fethu Virdi'l-Esrâr Şerhu Virdi's-Settâr.
Pek ârifâne yazılmış ve ahîren tab' olunmuş bir eserdir.
3. Fütûhât-ı
İlâhiyye Şerh-i Vâridât-ı İlâhiyye li'ş-Şeyh Bedreddîn.
4. Fethu
Dürri'l-A'lâ Şerhu Devri'l-A'lâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber.
5. Kemâl-nâme-i Âl-i Abâ.
6. Kenzü'l-Feyz
fi's-Sülûk ve Âdâbi't-Tarîkı'l-Halvetî.
7. Ravzetü'l-Aliyye
fi't-Tarîkı'ş-Şâzeliyye.
8. Mir'ât-i Hakîkat.
9. Şerh-i Gazel-i Sezâî "Âdem
hemîn bu bezm-i dil-ârâya bir gelür.".
10. Fecrü'l-Esmâ ve
Subhu'l-Müsemmâ (Şerh-i Esmâ-i Halvetiyye).
11. Sırru'l-Esrâr ve
Nûru'l-Envâr.
12. Medâr-ı Vâhidiyyet ve
Merkez-i Ehadiyyet.
13. Sırru't-Tevessül
fi'z-Zikri ve't-Tebettül.
Ve hüve tefsîru kavelihî teâlâ : (وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ)[58]
14. Şerh–i Beyt-i Mevlânâ
Câmî (كل ما فى الكون وهم أو خيال)[59]
15. Şerhu
Beyteyni'd-Dürreteyn min-Ebyâtı Abdülganiyyi Nablusî.
16.
Şerhu Mürşidi'l-Uşşâk.li'ş-Şeyh Hâce Muhammed Nûru'l-Arabî.
17. Şerhu
Burhâni's-Sâlikîn.
/86/ 18. Seyrü'l-Esmâ ve Sırru'l-Müsemmâ fî
Şerhi'l-Esmâi'l-İsnâ-aşara er-Rufâiyye.
19. Hadîkatü'l-Hakîka.
20. Hakîkatü't-Tarîka.
21. Şerhu
Salâti'l-Enveriyye fî-Şerhi Salâti'l-Ekberiyye.
22. Dürretü'l-Envâr
alâ-Salâti Cevherati'l-Esrâr.
23. el-Kavlü'l-Mübeyyin
fî-Ahvâli'ş-Şeyh Nûreddîn el-Cerrâhî el-Halvetî.
24. el-Mevridü'l-Hâs
bi'l-Havâs fî-Tefsîri Sûreti'l-İhlâs.
25. Salâtü'l-İttihâf
bi-Şerhi Salâti's-Sifâf.
26. Şerhu
Hızbi'l-Kebîri'ş-Şâzelî el-müsemmâ bi-Reşfi'l-Gadîr.
27. Feyzü'l-Muğnî
fî-Şerhi Hadîs-i (men talebenî)[60]
28. Şerhu
Hızbi'l-Bahr el-müsemmâ bi-Zıyâi'l-Bedr.
29. Şerhu
Tuhfeti'l-Mürsele li'ş-Şeyh Feyzullâh-ı Hindî.
30. Tahkîku't-Tarîk.
31. Reşehâtü'l-Esnâ
alâ-Teveccühâti'l-Esmâ.
32. Hz.
Mısrî'nin üç gazelinin şerhi.
33. Terceme-i
Emri'l-Merbûtı'l-Muhkem li'ş-Şeyhi'l-Ekber.
34. Fevâyihu'l-Ezhâri'l-Hakâyık
ve Levâyihu'l-Envâri't-Tarâyık. Oniki risâledir.
35. Esrârü'l-Muîn
fî-Şerhi Esmâi'l-Erbaîn.
36.Mededü'l-Bekrî
min-Seyyidi'l-Bekrî (Menâkıb-ı Mustafa Şemseddîn el-Bekrî).
Mecmû'-ı
âsârı kırkbeşe bâlığ oluyormuş. Fakat fakîr bu kadarının esâmîsini elde
edebildim. Âsârından mütâlaa ettiklerimden anladığıma göre müşârünileyh,
tevhîd-i Zât'ın esrârına ermiş meşâyıh-ı ızâmdandır. Fakat tesettürü, ihtifâyı
ziyâde sever, şöhretten kaçınır, melâmiyyü'l-meşreb bir zât-ı irfân-simât
olduklarından, her zamân olduğu gibi, zamân-ı âlîlerinde de onun kıymetini,
kadrini bilenler pek mahdûd olup, hattâ birçokları, "Âlim bir zât idi."
demekle iktifâ etmişlerdir. Hakîkatte öyle değildir. Zâhir-perestân, o şems-i
münîr-i ma'rifeti görmek kâbiliyyetinden dûr kalmışlardır. Hâce-i irfânım Mevlevî
Muhammed Es'ad Dede hazretleriyle de hem-sohbet oldukları zamân, "Hâlâ
hayâlâttan kurtulamadım." diye ızhâr-ı âsâr-ı teessüf eylemiş
olduklarını, Şeyh Behcet Efendi pederimiz nakl eylemişlerdi ki, mertebe-i aczde
ne kemâl göstermişlerdir! Eserleri meydândadır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
- -
-
/87/ Müşârünileyhin mürîdânından Bursalı
Mehmed Tâhir Bey zikre şâyândır. Şeyhinin tetebbu'-ı âsâr ve emr-i te'lîfât
neş'esine mazhar olup, âsâr-ı adîdesiyle bâ-husûs Osmânlı Müellifleri nâmındaki
te'lîfiyle şöhret-gîr oldular. Terceme-i hâllerini müstakillen bir risâle
sûretinde yazdığımdan, burada tekrîr-i beyândan ictinâb eyledim.
Şeyh
Abdurrahîm Efendi
Arap
Hoca hazretlerinin hem halîfesi, hem de dâmâdıdır. Âşık ve muhakkık bir zât
imiş. Pîrizrenlidir. Üsküp'te neşr-i feyz ettiler. 1303/(1886)'te hacc-ı
şerîfden avdetinde Süveyş civârında irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemekle, Ayn-ı Mûsâ'ya
defn olundular.
Kasîde-i
Nûniyye, Kasîde-i
Tâiyye, manzûm Şerh-i Şâfiye, Şerh–i Sırr-ı "ene'l-Hak",
Hediyyetü'l-Hac, Risâle-i İrâde-i Cüz'iyye, Risâle-i Ahvâl-i
Melâmiyye, manzûm Merâtibü'l-Vücûd, Manzûme-i Vehbiyye ve Macmûa-i
İlâhiyyât cümle-i âsârındandır.
Şiirde Fedâyî
tahallus eylemişlerdir. Eş'ârına dest-res olamadım.
Şeyh
Abdullâh-ı Hulûsî Efendi
Arap
Hoca hazretlerinin hulefâsındandır. Mirahtalıdır. İstanbul'da ba'de't-tahsîl
yarım asrı mütecâviz bir zamân Fâtih'de Kadıçesmesi Medresesi müderrisliği ile
dem-güzâr oldular. 1307/(1890) senesinde irtihâline mebnî, Topkapı hâricinde,
Sarı Abdullâh Efendi kabri yanında defn olundular.
Kitâbe-i seng-i mezârı :
"Ârif-i hakâyık dil-âgâh,
âlim-i hakâyık vâsıl-ı ila'llâh, Mirahtavî Şeyh Abdullâh, el-mülekkab bi-Hulûsî
b. Muhammed-i Nûrî Efendi hazretlerinin darîh-ı enverleri madca'-ı
münevverleridir. Rûh-ı şerîfleri ve kâffe-i ehl-i îmân ervâh-ı şerîfesi için
el-Fâtiha. 2 Cemâziye'l-âhir 1307/(24 Ocak l890)"
Hatt-ı ta'lîkta mâhir idi.
Molla Câmî'nin Mir'âtü'l-Akâid'ini şerh etmiştir. Şeyh Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ını
tercüme etmiş ve Ta'rîfât-ı Seyyid'e tetimme yazmıştır.
Şeyh Ali Örfî Efendi
Görüce havâlisinden Bolyan
karyesi ahâlisindendir. Mısır'da iktisâb-ı feyz ederek, Hz. Şeyh (Arap
Hoca)'nın envâr-ı irfânından hısse-mend olanlardandır. 1305/(1888) senesinde
vefât eyledi.Yenikapı Mevlevîhânesi civârında defn olundu.
Kıldı
el-Hâcc-ı Alî Örfî behişti âşiyân
(قيلدى الحاج على عرفى
بهشتى آشيان)
târîhidir.[61]
Âsârı :
1. Şerh-i Dîvân-ı Niyâzî-i
Mısrî,
2. Tercüme-i İnsân-ı Kâmil,
3. Tercüme-i Vâridât.
/88/ 4.
Terceme-i Hikem-i Atâyî,
5. Tercüme-i
Maksadu'l-Aksâ,
6. Es'ile vü Ecvibe-i
Mutasavvıfâne,
7. Şerh-i Gazel-i Üftâde,
8. Dîvân'ları.
Şeyh Muhammed Fâik Bey
Muhammed Nûru'l-Arabî'den
feyz alanlardandır. Usturumcalıdır. 1329/(1911) senesinde Selanik'te irtihâl
eylemiştir. Âsâr-ı aliyyeleri derece-i kemâline burhândır.
Asârı :
1. Tahkîkâtu Fâikiyye alâ Akâidi'l-İslâmiyye,
2. Şerhu Risâle-i
Gavsiyye,
3. Şerhu
Hadîsi (موتوا قبل أن تومتوا),
4. Mecmûa-i İlâhiyyât,
5. Ecvibe-i
Mutasavvifâne.
Na'tından :
Tâ ezelden Fâik-i
bî-çâre âşıkdır sana
Kıl şefâat lutf idüp al
kem-teri senden yana
Rûz-ı mahşerde cemâl-i pâkini
göster bana
Zât-ı pâkin ehl-i aşkın
sevgili cânânısın
Şeyh Hasan-ı Gaybî Efendi
Arap Hoca hazretlerinin halîfesi Mustafa Efendi'nin halîfesidir.
Rumeli'de Doyran ve Gevgili arasında Kıraçdalı nâhiyesinde 1281/(1864)
senesinde Veysel Efendi isminde bir zâtın sulbünden dünyâya gelmiştir.
İlm-i zâhiri Hâce Abdullâh
Efendi'den, ilm-i bâtını mûmâileyh Hacı Mustafa Efendi'den taallüm eylemiştir.
Ulemâ ve fuzalâdan ve urefâdan bir zâttır. 1319/(1901-02)'da müstahlef olup,
memleketinin istîlâya ma'rûz kalmasıyla bir sene kadar Selanik'te ikâmetle 1330/(1912)'de
İstanbul'a hicret eylemiştir. Üsküdar'da Uncular Sokağı'nda bir hânede sâkin ve
şu satırları yazdığımda ber-hayât bulunuyor.
Münzevî ve muhtefî bir zâttır.
Beyâz sakallı, yeşil sarıklı, süzme bakışlı, vâridât-ı kalbiyyeye mâlik, âşık
bir rehber-i irfândır. Görüştüm; hüsn-i hâlini gördüm.
Nutukları vardır. İki
numûnesi :
Kulak tut sözüme geçirme
(sen) ömrü(nü) yok yerde
Hudâ güneş gibi zâhir eger
sen olmasan perde
Görünmez Hak bugün sanma
fıkıh sözüne aldanma
/89/ Benim zâhir ile bâtın didi Hak bize Kur'ân'da
Gel itme âyeti inkâr ideni
yaka yarın nâr
Ki dirsin tende cânım var
yakup ağlatma
nîrânda
Dilin ile idüp ikrâr ki
dirsin birdir ol Allâh
Arada sen hicâb iken ilâhın
nerde sen nerde
Ara bul mürşid-i kâmil seni
irşâd itsün ol
Sana senden ayân itsün
bulasın Hakk'ı sen sende
Bu sözleri işidenler bulur
mürşid olurlar er
İşitmeyen
kalur münkir ider kuru yere secde
Gel
imdi cân ile dinle nasîhatdır sözüm anla
Olalım
Hak ile dâim hemîşe Hakk'a hâs bende
Bu Gaybî'nin bütün hâli
mukaddemden idi zâhir
Bulunca
mürşid-i kâmil koşundu çok zamân çölde
* *
*
Terk
eyledim ben kîl ü kâl ile hâli
Dâim
arardım buldum ol yâri
Seyrân
eyledim cümle ervâhı
Sıdk
ile kandım görünce yâri
Bize
biz olduk bize yârimiz
Hakk'a
ulaşdı bizim cânımız
Hak
oldu bizim seyrân-gâhımız
Gitdi
varımız görünce yâri
Her
neye baksan Hakk'ın kemâli
Görünür
oldu nûr-ı cemâli
Şu’lesi
urdu yokdur zevâli
Buldum
dermânı görünce yâri
Mürşide
vardım himmetin aldım
Sundu bâdeyi
nûş idüp kandım
Katre
idim ben deryâya daldım
Kendimden
geçdim görünce yâri
Zâhid
gördüğün ayrıdır sandın
Kendini
Hak'dan gayrıdır sandın
Ey Gaybî
miskîn nâr-ı aşka yandın
Hayretde
kaldın görünce yâri[62]
Nutukları parmak hesabıyla koşma tarzındadır. Fakat
ser-â-pâ neş'e-i tevhîde nâzırdır. Vehle-i ûlâda bî-ma‘nâ gibi görünürse de
hakîkatta öyle değildir. Zâhiri tamâmen âdâb-ı şerîatla ârâste, bâtını hakâyıkla
pîrâstededir.
/90/
Şeyh Maksûd Efendi
Arap
Hoca hazretlerinin halîfesi Şeyh Abdurrahîm Efendi'nin mazhar-ı feyzi
olanlardandır. Elyevm Altımermer'de mahalle imâmı olup, Pazar günleri tarîk-ı Kâdirî'den
Körükçüoğlu Dergâhı'na devâm eder. Mükerreren gitdim, kendileriyle görüştüm.
Müsinn ü nahîf ve hafîfü'l-lıhye ve melîhü'l-vech, beyâz sarıklı, fesli bir zâttır.
Vâridât-ı kalbiyyeye mâlik, müteşerri',
mütesennin, ârif ve kâmildir.
Âyât-ı
Kur'âniyye'nin maânî-i bâtıniyyesinden haber-dâr olmuş erlerdendir. Hz.
Şeyhu'l-Ekber efendimizin mazhar-ı feyzi olmuş ve Hz. Mısrî-i Niyâzî'nin hakâyık-ı
beyâniyyesine ermiş buldum. En müşkil mesâil-i tasavvufiyyeyi sehl-i beyân ile
ve muhâtabının anlayacağı şekilde halleder urefâ-yı sûfiyyedendir. Neş'eleri
sohbete nâzırdır.
Kendileri
Rumelili olup, 1342/(1924) senesinde sinnen yetmişe karîb idi. Bir zamânlar
sahhâflık etmiştir. İrtihâlinden altı ay kadar evvel münzevî olup, irtihâlinde
Edirnekapı civârında mahfaza-i kabrinde vücûd-ı nâzenîni hıfz olunmuştu.
Mûmâileyh
Topkapı'da Sarı Abdullâh Efendi'nin medfûn bulunduğu sofada, Efendi'nin hizâsına
defn edilmiştir. Üçüncü demirparmaklık
Hazret'e aittir.
Bursalı
Mehmed Tâhir Bey
Şeyh
Kemâleddîn-i Harîrî hazretlerinin yetiştirmelerindendir. Urefâ-yı
muharrirînden ve ilm-i ahvâl-i kütüb
mütehassıslarından olup, hakk-ı âlîlerinde herkesin hürmeti vardır. Osmânlı
Müellifleri'ni ve sâir bir çok eserler yazmakla âlem-i irfâna büyük
hizmet etmiştir. Şâkirdlerinden Vahyî
Efendi, müstakıllen ve mufassalan tercüme-i hâlini yazmış ve neşr eylemiş
olduğu gibi muharrir-i âciz dahi muhtasaran tercüme-i hâllerini bir risâle
sûretinde yazdığımdan burada tekrârından sarf-ı nazar eyledim.
Velâdeti,
1278/(1861); maskat-ı re'si, Bursa; irtihâli 9 Rebîu'l-âhir 1344/(27 Ekim
1925); müddet-i ömrü 66; medfeni, Üsküdar'da Hüdâyî Âsitânesi hazîresindedir.
HALVETîLER
Halvetîlerle
koyuldum reh-i tahkîka hemân
Lutf idüp eyle meded pîr-i
azîmü'l-burhân
Tarîkat-ı aliyye-i Halvetiyye, kesîrü'ş-şuabât bir
menhec-i sedâd-ı hidâyettir. Ma'lûm olabilenleri kırk şu'beye bâliğ olmuştur :
1. Rûşeniyye 21. Asâliyye
2. Gülşeniyye 22. Bahşiyye
3. Demirtaşiyye 23. Ahmediyye
4. Sezâiyye 24. Sinâniyye
5. Hâletiyye 25.
Muslihiyye
6. Sünbüliyye 26. Ezheriyye
7. Şa'bâniyye 27. Uşşâkiyye
8. Karabaşiyye 28. Cemâliyye
9. Nasûhiyye 29.
Salâhiyye
10.
Çerkeşiyye
30. Câhidiyye
11.
Bekriyye
31. Mısriyye
12. Sümmâniyye 32. Ramazâniyye
13. Ticâniyye 33.
Raûfiyye
14.
Halîliyye
34. Cihangîriyye
15. İbrâhîmiyye 35. Buhûriyye
16. Kemâliyye 36. Cerrâhiyye
17.
Hafniyye
37. Hayâtiyye
18.
Feyziyye
38. Sivâsiyye
19. Dırdıriyye 39.
Şemsiyye
20. Sâviyye 40.
Nûriyye
Bu şu'belerin asıllarını
Rûşeniyye, Cemâliyye, Ahmediyye ve Şemsiyye yolları teşkîl eder. Ahmediyye
koluna, "Ortakol" tesmiye ederler. 40 şu'be bu dört aslından inşiâb
eyler.
Cild-i evvelde arz eylediğim
vechle Fârisî ve Türkî isimlerin kâide-i Arabiyye ile beyânı galat-ı meşhûrdur.
Silsile-i Tarîkat-ı
Halvetiyye
/92/ - Ser-çeşme-i evliyâ Hz. İmâm Ali (Kerrema'llâhu
vechehû ve radıya'llâhu anh),
- Hz. Hasan-ı Basrî (radıya'llâhu anh),
- Hz. Habîb-i A'cemî (Kaddesa'llâhu sırrahu),
- Hz. Dâvûd-ı Tâî (Kaddesa'llâhu sırrahu),
- Hz. Ma'rûf-ı Kerhî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Hz. Seriyy-i Sakatî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Seyyidü't-tâife Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî (Kaddesa'llâhu
sırrahû),
- Şeyh Mimşâd-ı Dîneverî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Muhammed-i Dîneverî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Muhammed-i Bekrî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Vecîhüddîn el-Kâdî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Ebu'n-Necîb-i Sühreverdî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Kutbeddîn-i Ebherî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Rükneddîn-i Sincâşî (Kaddesa'llâhu
sırrahû),
- Şeyh Şehâbeddîn-i Tebrîzî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh Cemâleddîn-i Tebrîzî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh İbrâhîm Zâhid-i Geylânî (Kaddesa'llâhu sırrahû).
Ba'zı
silsile-nâmelerde müşârünileyhden sonra Şeyh Sa'deddîn-i Fergânî yazılmış, Şeyh
Kerîmüddîn Ahî Muhammed b. Nûr el-Halvetî, Şeyh Sa'deddîn'in halîfesi
gösterilmiştir. Zeyl-i Atâyî de böyle gösteriyor. Nefehât ise,
"Sa'deddîn, Silsile-i Üstüvânî'de gayr-i dâhildir." diyor ve
şeyhini Şeyh Necîbüddîn Ali b. Bezgaş-i Şîrâzî gösteriyor. Sohbet şeyhi evvelâ Necîbüddîn-i Sühreverdî, sonra da
Sadreddîn-i Konevî hazarâtıdır. Fergânî kendi eserinde İbrâhîm Zâhid-i Geylânî'den
bahs etmemiştir.
Sâdık
Vicdânî Bey, Tomâr-ı Turuk-ı Halvetiyye nâm eserinde ise, İbrâhîm Zâhid-i
Geylânî'den sonra göstermiştir. Bu bâbda, vusûl-ı hakîkat mümkin olamadığından
biz silsilemize devâm ederiz.
- Şeyh
Ahî Muhammed b. Nûr el–Halvetî (Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Cenâb-ı
Pîr Ömer el-Halvetiyy-i Lâhicî (Kaddesa'llâhu sırrahû). Velâdeti :
748/(1347). Müddet-i ömrü : 75. İrtihâli : 823/(1420).
/93/ Müşârünileyhimden Nûr el-Halvetî
hazretlerinin künyeleri, Kerîmüddîn Muhammed el-Hârezmî eş-şehîr bi-Ahî
Muhammed b. Nûr el-Halvetî olup, târîh-i rıhletleri 717/(1317)'dir.
PÎR
ÖMER EL-HALVETÎ
"Ebû
Abdullâh Sirâceddîn Ömer b. eş-Şeyh Ekmeleddîn el-Geylânî el-Lâhicî
el-Halvetî" nâmıyla meşhûrdur ve umûm tarîk-ı aliyye-i Halvetiyye'nin
pîr-i mükerremidir. Künyeleri Ebû Abdullâh, lakabları Sirâceddîn, pederleri
Şeyh Ekmeleddîn'dir. Eben-an-ced şeyh-zâdelerdendir. Birâderleri Şeyh
Muhammed'dir. Pederleri Geylân nâhiyelerinden Lâhicân'da sâkin idi. Hz. Pîr,
burada zînet-bahş-ı âlem-i şuhûd olmuştur. Bir zamân sonra Hârezm'e gelip, bir
şeyhe inâbetle, Tebrîz havâlisinden Hoy'da ikâmet etti.
Kıt'a
Rûzî olmuş hayâl-i dil-dârı
Hâne-i dilde yokdu ağyârı
Halvetî nâmı andan oldu
ana
Halvetinde görüp o dil-dârı
Hz.
Pîr'e gelinceye kadar ehl-i silsilenin Halvetî zikriyle o kadar iştihâr ve
iştigâlleri yok idi. Vâkıâ halvet ve i'tikâf ederler idi. Fakat takvâ ve irfân
kânı olan bu zât-ı muhterem, cümlesinden ziyâde halvet ihtiyâr edip, ömrlerini
halvet ve uzlet ve ibâdetle geçirirler idi. Kırk erbaîni, birbirini müteâkib
çıkardığını el-Lemezât nâm eserde mütâlaa ettim. O eserde deniliyor ki :
"Sırr-ı
Rasûlu'llâh'dan kırk aded (د) (dâl) işâretiyle tâc ihsân olunmuş.
Onlardan evvel mugâyir kisve giyenler çok idi. Sonra herkes bunu taklîd eyledi.
Dağlarda esnâ-yı seyâhatte zikr ederlerken vuhûş u tuyûr etrâfına cem' olurlar
imiş. Bir müddet sonra Mısır'a gitmiş ve neşr-i tarîk ederek yedi def'a hacc
eylemiştir. Ba'dehû Tebrîz'e avdet ile bir müddet daha irşâd-ı ibâd ile meşgûl
olup, 800/(1398) târîhinde, rûh-ı pür-fütûh-ı âlîleri a'lâ-yı ılliyyîne pervâz
eylemekle, kitâb-ı irfân-ı vücûdları Tebrîz kurbunda, Mîr Ali Zâviyesi'nde
mahfaza-i kabrde hıfz olunmuştur."
Rivâyet
olunur ki, müşârünileyh bir gün tenhâ bir yerde içi boş, gâyet büyük bir çınar
ağacı görmüş. Bunun içinde halvete niyyet ile, ricâlü'l-gayb gibi halk
nazarından tagayyüb etmiştir. Ahıbbâ ve dervîşân, zât-ı âlîlerine kemâl-i
muhabbetlerinden nâşî aramışlar bulmuşlardı. /94/ Arz-ı iştiyâk u niyâz
ederek halvetten çıkarmışlardı. Lâkin azîz hazretleri çınarın koğuğundan
çıkınca ağaç li-hikmeti'llâhi teâlâ arkasından yürümeğe başlamasıyla hemen
çınara dönüp hitâben, "Yâ çınar! Sırrımı niçin fâş edersin. Zikru'llâh
ile sana bu kadar safâ ve şeref verdiğim yetmez mi? Yerinde dur."
buyurmalarıyla, ağaç yine eski yerine avdet etmiştir.
Ömer
el-Halvetî hazretleri fi'l-hakîka kümmelîn-i ehlu'llâh'dan bir zât olup,
silsile-i tarîkatlarından yetişen bunca eâzım-ı sûfiyyenin ser-tâc-ı iftihârı
olmuşlardır.
Semerâtü'l-Fuâd'da denilmiştir ki :
"Halvetiyye'nin
:
(خ) (hâ)'sı, fikr-i mâ-sivâdan
huluvv-ı kalbe;
(ل) (lâm)'ı, lezzet-i zikre;
(و) (vâv)'ı, vikâye-i zâhir
ü bâtın ve ahde vefâya;
(ت) (tâ)'sı, temkîne;
(ى)(yâ)'sı, yüsr-i ba'de'l-usr'a. Allâh teâlânın buyurduğu gibi
: (.إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا)[63];
(هـ) (hâ)'sı müşâhedeye delâlet
eder.
Halvet'in
ma’nâsı budur.
Gülşen-i
irfânda buldum lezzeti
Halvetîyim
Halvetîyim Halvetî
Feyz-i
ma'nâdan göründü hikmeti
Halvetîyim
Halvetîyim Halvetî
Halvet
ü celvet bizim ser-mâyemiz
Işk ile
olmuş muhammer mâyemiz
Sâye-i
ehl-i Hudâ'dır vâyemiz
Halvetîyim
Halvetîyim Halvetî
Halvetîlik
bâis-i şândır bana
Pîr-i âlî gevherim cândır
bana
İntisâbım lutf-ı Yezdân'dır
bana
Halvetîyim Halvetîyim
Halvetî
Gülşenî'yim
gülşene oldum hezâr
Nûr-ı
Şa'bân-ı Velî'den feyz-bâr
Gülşen-i
uşşâkda kıldım karâr
Halvetîyim
Halvetîyim Halvetî
Hem-dem
it Yâ Rab beni cânân ile
Âşıkı Vassâf'ı
oldum cân ile
Zikr ü
fikrim dâimâ îmân ile
Halvetîyim
Halvetîyim Halvetî
RÛŞENÎLER
DEDE ÖMER RÛŞENÎ
Silsile-i
Tarîkatları :
- Pîr-i
tarîk-ı Halvetî Ömer el-Halvetî hazretleri (Kuddise sırruhû).
- Şeyh
Fânî Ahî Emre Muhammed el-Halvetî (Kuddise
sırruhû) . (Ahî, asîl ve semîh kardeş ma'nâsınadır).
- Şeyh
Hacı İzzeddîn-i Hıyâvî (Kuddise
sırruhû) .( Hıtâmî, Hıyâmî yazanlar da vardır. Çulhacılık ederler imiş.
Şirvan'da Hiyâve karyesindendir. Ümmî, fakat tevcîhi kuvvetli imiş).
- Şeyh
Sadreddîn-i Hıyâvî (Kuddise sırruhû).
- Pîr-i
sânî-i tarîk-ı Halvetî Seyyid Celâleddîn Yahya b. Seyyid Bahâeddîn-i Şirvânî
(Kaddesa'llâhu sırrahû),
- Şeyh
Ömer-i Rûmî eş-şehîr bi-Rûşenî (Kaddesa'llâhu
sırrahû).
Ahî
Emre Muhammed el-Halvetî
Herî
şehrinden, Kelbâ nâm karyeden neş'etle, Şirvan'da tahsîl edip,
Timurlenk zamânında Rûm'a gelerek Kırşehir'de tavattun eylemiştir. Tabîat-ı
şi'riyye-i âşıkâneleri olduğundan pek çok nuût-ı nebeviyye söylemiştir.
Bir gün
âlem-i menâmda cemâl-i tâb-nâk-ı Muhammedî'yi
müşâhede şerefine mazhar olup, bir na't-ı şerîfi huzûr-ı saâdette kemâl-i
edeb ile okudukları sırada taraf-ı celîl-i Peygamberî'den, "Gel sana câize
verelim." diye yerden üç avuç toprak alınarak, "Muhammed
el-Halvetî'ye i'tâ ve ihsân ve kîmyâdır. Gaflet olunmaya." diye
der-meyân buyurulur. Bîdâr oldukda o toprağı elinde mevcûd görüp, hâlısu'ş-şevk olmuştur.
Sonra
Ömer el-Halvetî'ye intisâb ile nâil-i rütbe-i kemâl oldular. 812/(1409)'de irtihâl-i
dâr-ı naîm eyleyip, Kırşehir'de Tepevîrân'da
defn edildiler. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî
Hazretleri
Sâhibü'l-keşf
ve't-tahkîk bir zât-ı âlî-kadrdir. Müntesibîn-i Halvetiyye'nin elyevm
okuyageldikleri meşhûr-ı âlem Vird-i Settâr'ın müellifidir. Tarîk-ı
Halvetî'de pîr-i sânîdir.
Mevlidleri
Şirvan mülhakâtından Şemah kasabası olup, peder-i âlîlerinin ismi Bahâeddîn'dir.
Seyyid-i sahîhü'n-nesebdir. Ecdâd-ı ızâmları nakîbü'l-eşrâf olagelmiştir. Vâlid-i
mâcidlerinin silsile-i nesebi İmâm Mûsa el-Kâzım hazretlerine müntehîdir.
Beşeresi gâyet sabîh bir şeyh-i melîh imiş.
Nice vasf eyleye bu zât-ı şerîfi Vassâf
Zâtı zâhirde vü bâtında maânî keşşâf
Neseb-i silsilesi Haydar-ı Kerrâr'a
çıkar
Irk-ı tâhirle odur ibnu nakîbi'l-eşrâf
/96/ Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî'nin hem dâmâdı,
hem halîfesidir. Sonraları îcâb-ı hâli ile Şemâh'dan Bakü'ye hicret edip,
burada şöhretleri şâyi' olmağla, onbin kadar uşşâk-ı ilâhî bey'at etmiştir.
Sultân-ı Şirvan olan Halîl Bey, Cenâb-ı Pîr'in uluvv-i kadrini takdîr ederek
arz-ı hıdmette kusûr etmemiştir.
Şakâyık-ı
Nu'mâniyye'de
muharrerdir ki :
"Seyyid
Sultân Yahyâ, bir mürşid-i dilîr ve kâmil-i bî-nazîrdir. Kuvâ-yı nefsiyye vü
kalbiyye vü akliyyeleri gaşy-i mâ-sivâdan pâk ü müberrâ ve mir'ât-ı kalb-i cihân-nümâları
nazar-gâh-ı Hudâ olmağla feyz-i Rahmânî'den ve tecellî-i Rabbânî'den bir ân dûr
olmadılar. Seyyid Yahyâ hazretleri, Şirvan havâlîsi halkını irşâd sırasında,
diyâr-ı Rûm'da da telkîn ü irşâda isti'dâd sâhibi çok kimseler olduğunu, ilhâm-ı
Rabbânî ile keşf ederek, bu havâlîyi teşrîf ile, râgıb-ı ma'rifetu'llâh birçok
zevâtı şem'-i cem'-i urefânın meclis-i erkânlarında pervâne ettiler."
Meşâhîr-i
hulefâsından Ömer-i Rûşenî ve Pîr Muhammed-i Erzincânî ve mahdûmları Şeyh Yûsuf
hazerâtından turuk-ı aliyye-i Halvetiyye teşe''ub etmiştir. Seyyid Yahyâ
hazretleri umûmun silsile-i tarîkatında merkez-i ictimâ'dır. Diyâr-ı Rûm'a
rağbetlerinde kırk zâta hilâfet vermişlerdir.
Âhir
vakitlerinde, altı ay kadar ekl ü şurb ve sâir avârız-ı beşeriyyeden ârî bir
hayâta mazhar oldukları menkûldür.
Kendilerine intisâb edenler dörtyüzbini mütecâviz imiş.
"Câ-nişîn-i
cennet" (جانشين
جنت) (867/1463) târîh-i
irtihâlleridir. Türbe-i şerîfeleri Bahr-i Hazar sâhilinde Bakü kasabasındadır.
Bakü ahâlîsi, bu şeyh-i muazzamı, kemâlât-ı ârifânesi nisbetinde bilmiyorlar
imiş. Urefâ-yı muharrirînden Mehmed Ali Aynî Beyefendi, iki sene evvel Bakü'ye
azîmetinde halkın bu nisyânına muttali' olması üzerine, ahâlî-i mahalliyyeye,
Pîr-i müşârünileyh hakkında bir konferans vererek îzâhâtta bulunmuş ve
memleketlerinin âğûş-ı nisyânında nasıl bir gevher-i girân-bahâ-yı urefânın
gunûde-i hâk-i gufrân olduğunu ve elyevm umûm memâlik-i İslâmiyye'de münteşir-i
tarîkları mülâbesesiyle icâzet-nâmelerin onun nâm-ı bülendiyle müvaşşah
bulunduğunu anlatmalarıyla, halkta hicâb ile memzûc bir intibâh husûle
geldiğini beyân buyurmuşlardır. Cenâb-ı Hak, kendilerinden ve cümlemizden râzî olsun. Âmîn.
/97/
Âsâr-ı Aliyyeleri :
1. Merâtib-i Esrâr-ı Kalb,
2. Esrâru'l-Vudû',
3. Rumûzu'l-İşârât,
4. Etvâru'l-Kalb,
5. İlm-i Ledün,
6. Beyânu Esrâri't-Tâlibîn,
7. Gencîne-i Esrâr,
8. Kitâbu'l-Usûl,
9. Menâzilü'l-Ârifîn,
10. Şerh-i Esmâ-yı Semâniyye,
11. Şerh–i Muvâlât-ı Gülşen–i Râz,
12. Şifâü'l-Esrâr,
13. Esrârü'l-Vahy,
14. Keşfü'l-Kulûb,
15. Vird-i Yahyâ.
Esrârü't-Tâlibîn nâm eser-i âlîlerini mütâlaa
nasîb olmuş idi. Bir bahsi teberrüken nakl ediyorum :
فالطهارة على نوعين : طهارة الظاهر بمراد
الشريعة وطهارة الباطن بالتوبة والتصفية وسلوك الطريق. فإذا نقص وضوء الشريعة
بحروج النجس يجب تجديد الوضوء بالماء. كما قال عليه السلام جدد الوضوء جدد الله
إيمانه فإذا نقض وضوؤ الباطن بالأفعال الذميمة الأخلاق الردية كالكبر والعجب
والحسد والحقد والغيبة والنميمة البهتان والكذب والخيانة مثل خيانة العين واليدين
والرجلين والأذنين والعينان تزنيان. فجدد بإخلاص التوبة عن هذه المفسدات وتجديد
الإنابة بالذم والإستغفار والإشتغال يقيمها من الباطن وينبغى للعارف أن يحفظ نوبته
من هذه الآفات فيكون صلاتاً تامتاَ كما قال الله تعالى : هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ. فوضوؤ الظاهر والصلوة الموقت لكل يوم وليلة
خمس صلوة بخلاف الوضوء الباطن فإنه مؤبد فى عمره.[64]
"Vird-i Yahyâ",
"Virdü's-Settâr" nâmlarıyla zebân-zed olan vird-i şerîfleri,
vakt-i seherde umûm turuk-ı Halvetiyye müntesibleri tarafından
okunageldiğinden, "Virdü's-Seher" nâmını da hâizdir. "Virdü's-Subh"
da derler. Gâyet ârifâne ve âşıkâne tertîb olunmuş vird-i şerîfdir. Vakt-i
seherde, ya münferiden okunur, yâhûd mürîdân ictimâ' hâlinde ise, biri okur,
umûmu dinler. Kemâl-i huşû' u hudû' ile kırâat ve istimâında zevk-ı ma'nâ
tecellî eyler. Kalbe, lisâna zînet verir. Şedîdü't-te'sîr bir
vird-i celîldir. Kalîlü'l-lafz, kesîru'l-ma'nâdır. Ed'ıyye-i me'sûre ve salavât-ı mebrûreyi câmi'dir. Cevâmiu'l-kelimdir. Bunun sebeb-i tertîbi hakkında mervîdir ki :
Hz. Pîr
efendimize erbâb-ı i'tizâl, "Râfizî ve mülhiddir." diye iftirâ
eylediler. Bi-hasebi'l-beşeriyye melûl oldular. Bu sırada Server-i âlem (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) /98/ efendimiz hazretlerini şeref-i ru'yete mazhar
olup, bu vird-i şerîfi ta'lîm ve ba'de salâti's-subh kırâatına emr ü tefhîm
buyurdular. Vird-i şerîfin şuyûuyla münkirler ve müfterîler mahcûb oldular.
Ba'zı
erbâb-ı hâl, Hz. Pîr efendimizi menâmda görüp, (ما فعل الله بك)[65] diye suâlde bulundular. "Hak teâlâ zıll-ı arşda
ferş-i bisât emr edip, üzerine oturmaklığımı fermân buyurdu ve etrâfıma ervâh-ı süedâyı cem' etti. "Yâ
Yahya! Dünyâda mürîdlerin ile berâber
okuduğun virdi oku ki, bu ervâh onu dinlesinler. “Hitâb-ı izzeti şeref-vârid oldu.” cevâbını verdiler.
Şeyh
Habîb-i Karamânî
(Seyyid
Yahyâ-yı Şirvânî'nin) hulefâ-yı kirâmındandır. 902/(1496) senesinde Amasya'da irtihâl eylemiştir. Manzûm Etvâr-ı
Seb'a ve mensûr Kitâbu'n-Nasâyıh cümle-i âsârındandır.
Şeyh
Ömer-i Rûşenî
820/(1417)
senesinde dünyâya şeref vermiş, yetmişiki sene yaşamış, 892/(1487) senesinde dâr-ı
cemâle intikâl eylemiştir.
Bâis-i
intişâr-ı envâr-ı Rûşenî ve sebeb-i i'tibâr-ı İbrâhîm-i Gülşenî'dir. Aydın
Güzelhisar'ındandır. Rûşenî mahlası ondan kinâyedir. Tahsîl-i ulûm
eylemek için bir hayli seneler Bursa'da sâkin oldular. Bidâyeten ömürlerini harâbâtîlikle
geçirmiştir. Garîb bir ser-güzeşti vardır. Bursa'da bir genç delikanlıya
taaşşuk edip, bu yüzden bî-nihâye şûrîdeliklerde bulunmuştur. Nazm-ı tab'ı gâlib
olup, hicivler söylerdi. Hattâ kendini bile hicv eylemiştir. Âkıbetü'l-emr
tevfîk-ı Rabbânî erişti, avn-i Sübhânî yetişti, "Leylâ, Leylâ"
derken Mevlâ'yı bulur. (المجاز قنطرة الحقيقة)[66]
Aşk-ı sûrîden aşk-ı hakîkî zuhûr etti.
Karaman'da
büyük birâderi Şeyh Alâeddîn-i Halvetî nezdine giderek, mürşid-i müşârünileyhin
himmet ve delâleti ile girif-dârı bulunduğu avâlim-i süfliyyeye bi'l-külliyye
izhâr-ı nedâmet etti. Bakü'ye sevk-ı ilâhî ile gitti. Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî
hazretlerine mülâkî oldu. Onların yed-i mürşidânelerinden şarâb-ı hâli içti. Sâika-i
mestî ile halvete girip, nice erbaînler çıkardı. Hayli zamân ibâdât u riyâzât u
mücâhedât ile dem-güzâr oldu.
Evvelki
sözleri melâhî idi, sonra esrâr-ı ilâhî oldu. O mecâzî hevâlar hakîkata döndü. Fesâhat
ve elfâz-ı ta'bîri takrîre gelmez bir pîr-i velâyet-i semîr oldu. Şeyhinin
emriyle Tebrîz, Gence ve Karabağ'da seyâhat ve neşr-i tarîkat /99/
buyurmuşlardır. İran'da bulundukları müddette kerâmât-ı aliyyeleri şöhret
bulmuş idi.
Menkûldür
ki, o zamân Irâk-ı Acem pâdişâhı bulunan Uzun Hasan nâm zâtın İdrîs nâmında bir
birâderi varmış. Dâimâ ehlu'llâh'a enîs ve onlarla celîs olduğundan, Dede
Ömer-i Rûşenî hazretlerinin şöhret-i aliyyelerinden haber-dâr olunca, bulup ahz
ü inâbetle halvet-güzîn olmuştur. Bir gün birâderini görmek üzere Tebrîz'e gelen
Uzun Hasan, kardeşinin dervîş tâcıyla huzûruna girdiğini görünce, istifsâr-ı
keyfiyyet eder. O da pîr-i müşârünileyhin evsâf-ı cemîlesinden bahs eyler ve
başındaki tâcı onun ihsân ettiğini söyler. Uzun Hasan dahi onu görmek, duâsını
almak sevdâsına düşer. Nezdinde bulunan Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerini,
müşârünileyhi da'vet etmek üzere i'zâm eyler. İbrâhîm-i Gülşenî, nezd-i Pîr'e
varıp, rû-mâl olur. Bilâ-ihtiyâr vecd zuhûr eder. Pîr'in himmetiyle def'-i
zulmet vukûa gelir. Nûr-ı hakîkîye vuslat hâsıl olur. Ömer-i Rûşenî, Cenâb-ı
Gülşenî'ye, (أَفَمَن
شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ)[67] ma'nâsını ifhâm eder. Hz. Gülşenî,
taraf-ı hüküm-dârîden da'vete me'mûren geldiğini bildirir.
Cenâb-ı
Rûşenî, (الأمور
مرهونة بأوقاتها والظهور مقرونة بميقاتها)[68] Şimdi kıştır. Fukarâya sefer
müşkildir. (العذر
عند كرام الناس مقبول والباقى عند التلاقى)[69]
cevâbını verir.
İbrâhîm-i
Gülşenî hazretleri avdetle hikâye-i hâl eder. Bir zamân sonra Ömer-i Rûşenî, Tebrîz'i
teşrîf buyurur. Uzun Hasan kendi nâmlarına bir mescid, bir hânkâh ve birçok
hucurât yaptırır. Dede Ömer-i Rûşenî hazretleri, hîn-i inşâatta amele gibi
çalışır, birçok kimselerin birlikte olarak kaldıramayacakları cesîm taşları
yalnız başına kaldırıp, yerlerine korlar imiş. Bu hâli gören hükümdar, Hz.
Şeyh'e arz-ı teslîmiyyet edip, intisâb etmiştir.
Hayli müddet burada irşâd-ı ibâd ile
meşgûl oldular. İbrâhîm-i Gülşenî , müşârünileyhin derûnundan, (أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ
خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ)[70] ayet-i kerîmesini işittiğini beyân
buyuruyor.
Kâşif-i
esrâr-ı ulûm Hz. Mevlânâ min külli'l-vücûh evlânâ efendimiz /100/ kendilerinden
bir kaç yüz sene sonra zuhûr edecek olan
Dede Ömer-i Rûşenî ve İbrâhîm-i Gülşenî hazerâtı hakkında ma'lûmât
vermişlerdir ki, tafsîli âtîde gelecektir. "Mevt mevt" (موت موت) hesâbının delâleti üzere,
a'nî bihî Şeyh Ömer-i Rûşenî hazretleri
892/(1487) senesinde Tebrîz'de dâr-ı karâra âzim oldular. Âsitâne-i
aliyyelerinde türbe-i mukaddeseleri vardır. Ziyâret-gâh-ı âlemdir. Bir rivâyette
Selçuk Hâtûn tarafından inşâ olunmuştur.
(Kaddesa'llâhu
esrârahum ve nefeana'llâhu bi-berekâtihim ve fuyûzâtihim. Âmin, bi-hurmeti Tâhâ
vü Yâsin.)
(Eserleri) :
Ahlâkî
ve tasavvufî manzûmelerinden bir kısmını hâvî olan Âsâr-ı Aşk nâm eser-i
âlileriyle, Dîvân-ı İlâhiyyât'ı vardır. Bir nüshası yazma olarak
İstanbul'da Bâyezîd'de, Kütüphâne-i Umûmî'de mevcûddur. Mesnevî sûretinde
yazılmıştır. Üçbin beyite karîbdir. Sırf
tasavvufa dâirdir.
Âsâr-ı
Aşk'ı, Edirne'de
Gülşenî (Dergâhı) şeyhi Şuayb Şerefeddîn Efendi merhûm tab' u neşre himmet
eylemişlerdi.
Eş'ârından :
Yâ Nebî
sensin çü ser-tâ–pâ güzel
Kim ola
kim dimeye sana güzel
Sensin
iki dünyede hakkâ güzel
Ey
güzel ra'nâ güzel zîbâ güzel
* * *
Aşk
ehli vâlih ü hayrân gerek
Bî-karâr
u reng ü ser-gerdân gerek
Müflis
olup hân-mânından geçüp
Bî-kumâş
u bî-ser ü sâmân gerek
Na't-ı şerîf :
Çün doğup tutdu cihân yüzünü
hüsnün güneşi
Kim ola sevmeye bu vechile
sen mâh-veşi
Türk ü Kürd ü Acem ü Hind
bilür bunu ki sen
Hâşimî'sin Arabî'sin Medenî'sin Kureşî
Sensin ol püşt ü penâh-ı melek ü ins ü perî
Enbiyânın güzeli sevgilisi hûb u hoşu
/101/ Dîg-i hikmetde pişürdü çü senin
sevgünü Hak
Cebreîl olsa n'ola matbahının hîme-keşi
Parmağından akıdup âb-ı revân-bahşı
revân
Nice yüzbin kişiden ref' idisersin ataşı
Üzülür ırk-ı Ebû Cehl gibi ebter olur
Sen Ebu'l-Kâsım ile her kim iderse güreşi
Lâle benzer ki gül-i rûyuna indirmedi yaş
Muh-ı hindî gibi yandı kızarup içi dışı
Kesilüp başı ayakda görüser her ki senin
İzine yüz sürüben koymaz ayağına
başı
Sen emîre kul olan her ne
kadar müdbir ise
Bende-i mukbil
olur misl-i Bilâl-i Habeşî
"Ve'd-duhâ"
verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne [71]
Rûşenî virdi
budur külle "gadâtin ve aşî"[72]
Bu
na't-ı şerîf pek meşhûrdur; ilk ve son beyitleri zamân-ı kadîmde Hicâz makâmında
bestelenmiş; Mevlid-i şerîf cem'iyyetlerinde tevşîh sırasında okunur. Bundan
150-200 sene evvel urefâ ve şuarâ arasında, işbu na't-ı şerîfi tahmîs etmek ve
bu vesîle ile Hz. Fahr-i âlem efendimizden şefâat taleb eylemek ve Hz. Şeyh'in
nazar-ı feyz-eserine uğramak hevesi uyanmış ve hayli tahmîsler vücûda
gelmiştir. Kibâr-ı meşâyıh-ı Uşşâkıyye'den Abdullâh-ı Salâhî hazretleri sekiz
def'a tahmîs eylemiştir.
Kimler
tarafından tahmîs olunduğunu merâk ve tetebbu' etmiştim. Cidden meşher-i nefâis-i aşk u muhabbet
olmuştur. Cem' edebildiklerimin son beyitlerini, tahmîsiyle berâber teberrüken
nakl ediyorum :
Hz. Abdullâh Salâhuddîn-i
Uşşâkî'nin yalnız bir tahmîsini
aldım:
Kudsiyân
oldu hezâr aşkıla zîbâ gülüne
Teşnedir cümle hakâyık leb-i la'l ü mülüne
Oldu
dil-beste Salâhî ruhuna kâkülüne
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî
virdi budur küll-i "gadâtin ve aşî"
/102/ Urefâdan Vahîd Efendi'nin :
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Vechine şems ü kamer cebhene şeb fülfülüne
Dir Vahîd anber-i sârâ o
siyeh kâkülüne
İşiden çok salavât virdi bu
na't-ı gülüne
Rûşenî virdi budur küll-i "gadâtin ve aşî"
Urefâdan İzzî Efendi'nin :
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Hak hemân nâtıka ihsân ide ben bülbülüne
İltifâtın ola bir lahza bu İzzî
kuluna
Okurum su gibi ezber salavâtı
gülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Nahîfî merhûmun :
Ser-be-ser
ümmet-i merhûme fedâdır yoluna
Kimi pervâne-i şem'in kimi bülbül gülüne
Lutf ile sâmia-gîr ol bu Nahîfî kuluna
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Mevlevî
Nazîm merhûmun :
Bülbül eyle dil-i şeydâyı Nazîmî gülüne
Başlayup vasf-ı sıfâtında olan sünbülüne
Tutalar gûş terâne idicek
bülbülüne
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle “gadâtin ve
aşî"
Nâlî
Efendi merhûmun
:
Andelîb itdi çü Hak Rûh-ı
emîni gülüne
Cenneti n'ola Hudâ itse safî
fülfülüne
Bezl ider Nâlî kabûl eyle revânın
yoluna
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
/103/ Hâkim merhûmun :
Hâkimâ nağme-serâ şevk-ı ruhunla
gülüne
Rûyuna sûre-i
"ve'ş-Şems" okudur bülbülüne
Na't ider âyet-i İsrâ'yı ser-i kâkülüne [73]
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Kânî merhûmun :
Bülbül oldu kalem-i Kânî-i dil o gülüne
Şeyme-i feyzini bahş it n'olur
ol bülbülüne
Yüz karalığını bağışla siyeh
fülfülüne
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Hassân
Ahmed Efendi merhûmun :
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Mu'tasım habl-i Hudâ dinse sezâ kâkülüne
Bülbül-i kuds olur âşık olanlar
gülüne
Dervîş Ahmed yalınız
teşne değildir mülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Eğrikapılı şeyh ve hattât Muhammed Râsım Efendi merhûmun
:
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Edhem-i hâme musallî olamaz
düldülüne
Çün sarîriyle süheyl urdu ve
girdi yoluna
Na'tını kıl ketebe izni bu Râsım
kuluna
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Şeyh Hasîb-i
Gülşenî'nin :
Oldu cân bülbülü âşık bu cemâlin
gülüne
Kandır erbâb-ı dili sâğar-ı
aşkın mülüne
Oldu dil-beste Hasîbâ-yı
fakîr kâkülüne
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külle
"gadâtin ve aşî"
/104/ Fennî merhûmun :
Afv
buyur ki gül-i nesrîn didim ise gülüne
Bakma isyânıma sünbül dir isem kâkülüne
Kıl
nazar ayn-ı inâyetle bu Fennî kuluna
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî
virdi budur külle "gadâtin ve aşî"
Müstakîm-zâde Şeyh Süleymân
Sa'deddîn-i Nakşıbendî'nin :
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Sûre-i
nûr okurum şâm u seher bülbülüne
Merdüm-i çeşmini insân virir fülfülüne
Ka'
b u Hassân (da) ruh-sûdedir (ol)ercülüne
Rûşenî virdi budur külle "gadâtin ve
aşî"
Sıdkî merhûmun :
Cân
nisâr itse n'ola bây ü gedâlar yoluna
Mürg-i cânım hele dil-beste olur kâkülüne
Âyet-i
hüsnünü bahş eyle bu Sıdkî kuluna
"ve'd-Duhâ" verdine "ve'l-Leyl"
okurum sünbülüne
Rûşenî
virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"
Zamîrî merhûmun tesdîsi :
Reşk
ider gülşen-i cennet ruhun üzre gülüne
Ravh u reyhân yazılur müşk-i hat-ı kâkülüne
Terk-i
cân eyledi uşşâk-ı safâ-dâr yoluna
Kıl
kerem nîm-nigâh eyle Zamîrî kuluna
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî
virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"
Kocamustafapaşa Hânkâhı
pîş-kademi Şeyh Abdülhâlık Efendi merhûmun :
Ne
kadar mücrim ise Hâlıkî şeydâ kuluna
Lutf idüp eyle şefâat ki fedâdır yoluna
Bülbül-âsâ
dil-i şûrîdesini kıl gülüne
"ve'd-Duhâ"
verdine "ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî
virdi budur Külle "gadâtin ve aşî"
/105/ Şâh Sultân Tekkesi şeyhi Hacı İbrâhîm Necâtî
Efendi merhûmundur :
Andelîb
olsa Necâtî n'ola şâh-ı gülüne
Na't-ı pâkin okur ezber iderek fülfülüne
Sarılur her seher efgân
iderek kâkülüne
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur Külle
"gadâtin ve aşî"
Bu abd-i ahkar-ı
rû-siyâh dahi küstâhâne bir cür'etle berây-ı istişfâ, kâfile-i uşşâka katıldım
:
Âşık oldum o senin câzibe-dâr
kâkülüne
İki âlemde saâdet virir
aşkın kuluna
Cân fedâ eyleme Vassâf'a
şerefdir yoluna
"ve'd-Duhâ" verdine
"ve'l-Leyl" okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur Külle
"gadâtin ve aşî"
Ma'nevî-i
Şerîf Şerhi'inden
:
"Hz.
İbrâhîm-i Gülşenî'nin tâc-ı şerîflerinin ortasına düğme koymaları, nokta-ı bâ-i
besmele-i şerîfeye işârettir. Kendilerinin o noktaya mazhar olduklarından ibârettir.
Kalbini mâ-siva'llâh'dan tefrîd eden ârifân dahi bu sırdan hisse-mend
olmuşlardır.
Tükme-i tâc-ı Gülşenî bir ser-hayl-i âşıkân
Nokta-i bâ-yı ârifân dâğ-ı derûn-ı münkirân
Bu nokta-i bâ'dan kinâye
olan düğmenin etrâfı ki, bir sudûr-ı dâire misâlinde asabe-i tâca muhîttir.
Kendilerinin dâire-i zemîn ü zamân ve kevn ü mekâna muhît olup, cemî' eşyâya
mutasarrıf ve Hz. Rasûl-i ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
efendimizin, (اللهم أرنا حقايق الأشياء كما
هى)[74] duâ-yı
şerîfine mazhar olup, hakâyık-ı eşyâya ârif olduklarına işârettir. Terk vaz'
eylemeyip, tâc-ı şerîfi yek-pâre ihtiyâr etmeleri, kevneyn ve-mâ-fîhâyı terkten
mâ-adâ terki dahi terk etmelerine işâret ederler.
Cihânı terk iden giyer başına Gülşenî tâcın
O tâcı Gülşenî gibi bu terkile giyen giysün "
RÛŞENÎ TÂCI RESMİ VAR !!!!
Nokta-i bâ-i bidâyetdir bizim ser-tâcımız
Başına giyen iki âlemde
olur tâc-ı ser
Dürr-i tâc-ı Gülşenî'dir âleme
nûr-ı basar
Fehm iden bu nükteyi olur
cihânda dîde-ver
* * *
Tâc-ı pür-feyz-i
Gülşenî'dir bu
Gül-i gül-zâr-ı Rûşenî'dir
bu
Rû-nümâ anda sırr-ı
vahdet-i Zât
Ehl-i ârifân me'menidir bu
Hz. İbrâhîm-i Gülşenî'nin tâc-ı
şerîfinin üstü beyâz, sarığı kırem rengindedir. Tepesinde düğme vardır.
Fotoğraf altı yazısı :
Muazzam bâb-ı ulviyet-meâb-ı
Gülşenî’dir bu
Der-i mey-hâne-i feyz-i şarâb-ı
Gülşenî’dir bu
Kemâl-i aşk ile gir anda medfûndur
şeh-i irfân
Mufahham Pîr İbrâhîm Cenâb-ı
Gülşenî’dir bu
BAŞKA BİR FOTOĞRAF VARDIR !!!!!!
CD’de 4.
cilt s. 108’dir.
GÜLŞENÎLER
/106/ HZ.
PÎR İBRÂHÎM-İ GÜLŞENÎ[75]
Şem'-i
cem'-ârâ-yı bezm-i Rûşenî Gül-i gül-zâr-ı rûhâniyân a'nî bihî Hz. Pîr İbrâhîm-i
Gülşenî :
Velâdetleri
: 826/(1423); müddet-i ömrleri : 114 sene; intikâlleri târîhi : 940/(1533).
Kâş-i
esrâr-ı Mesnevî ve nâzım-ı kitâb-ı ma'nevîdir. Tarîk-ı Gülşenî'nin pîri
addolunmuş bir veliyy-i a'zamdır. Târîh-i velâdetleri 830/(1427) diyenler de
vardır. Âzerbaycan'da mehd-ârâ-yı bezm-i şuhûd olmuşlardır.[76] Peder-i mükerremleri Şeyh Muhammed
hazretleridir. Onun pederi Hacı İbrâhîm b. Şehâbeddîn b. Aydoğmuş b. Gündoğmuş
b. Kutludoğmuş b. Oğuz Ata'dır.
Silsile-i
nesebi, pederleri tarafından şu sûretle Oğuz Ata'ya müntehîdir ki, lisân-ı
Türkîde lugat vâzııdır. Vâlideleri tarafından çeşme-i zülâl-i hidâyet, Hz. İmâm
Ali (kerema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh) efendimize müntehî olur.
Vâlide-i muhteremelerinin ismi Hediyyetullâh'dır. Babası Şerefeddîn’e rü'yâsında,
"Sana bir çocuk verildi, nâmını Hediyyetullâh koy." denilmiş,
o da öylece tesmiye etmiştir.
İbrâhîm-i
Gülşenî, henüz iki yaşında iken pederleri irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemekle amcası
Seyyid Ali elinde, öksüz olarak büyümüştür.
Sultân-ı
pîrân ve burhân-ı habîrân, civân iken pîr, pîr iken civân olan Cenâb-ı İbrâhîm,
yedi yaşından i'tibâren leyâlî-i mübârekenin ihyâsını terk etmemiş, tarîk-ı
lehv ü lu'ba gitmemiş; bu sebepten pek çok hürmet kazanmıştır. İlm-i tefsîr ü
hadîs ve ulûm-ı zâhire tederrüs ederek sâhib-i kemâl olmuştur.
Tarîk-ı tahsîle sülûkları hakkında
menkûlâttan olduğu üzere, Mâverâünnehir'e azîmeti tasmîm ile, hiç kimsenin
haberi yok iken, pek genç yaşında yola çıkar. Amcası arar; işden haber-dâr
olunca arkasından adamlar koşturur. Uzaktan görürler ki, at üzerinde birçok
kimseler gidiyor. Yetişen adamların gözlerinden o galabalık zâil olur. Cenâb-ı
İbrâhîm'e selâm verirler. Amcasının selâm ve ricâsını teblîğ ederler. Cevâben,
"Taleb-i ilm ve tarîk-ı Hak'tan rücû' câiz midir ki, bana bu teklîfi
ediyorsunuz? Refîkım Allâh'dır. Birçok arkadaşlarım var. Siz onları
görmezsiniz. Benim dünyâ merkûbumdur. (الدنيا فاركبوها بلاغا للآخرة)[77] buyurmuşlardır.
O
adamlar, "Efendim, yol için elbise, erzâk lazım. Böyle nasıl olur?"
demeleriyle yine cevâben, /107/ "Benim
libâsım, takvâ; râzıkım, Hudâ'dır." buyurarak yoluna devâm etmiştir. Tebrîz'e
vusûlunda Uzun Hasan'ın kazaskeri olan Hasan nâm zât ile mülâkat etmiş; İbrâhîm-i
Gülşenî'nin isti'dâd-ı fevka'l-âdesini görerek, kendine evlâd edinmiştir. Az
zamânda tahsîli derece-i kemâle gelerek, ülemâ ile mübâhasât-ı ilmiyyeye
girişerek, derece-i irfânını herkese teslîm ettirmiş idi.
Müşârünileyh
kazasker, evlâd-ı ma'nevîsinde bu saltanat-ı ilmiyyeyi görünce, müftehiren ona
terk-i mevkî' ettiğinden, Cenâb-ı İbrâhîm, hayli zamân umûr-ı şer'iyyeyi tedbîr
ile iştiğâl buyurmuşlardır.
İşte bu
sıralarda, Dede Ömer-i Rûşenî hazretleriyle mülâkâtları vâki' olmuş idi.
Tafsîli, müşârünileyhin terceme-i hâli sırasında geçti. Cenâb-ı İbrâhîm bu
sırada münevverü'l-kalb olup, dide-i basîreti açılmış idi. Cenâb-ı Rûşenî'deki
kemâli görünce derhâl hizmetine girdi; arz-ı nisbet etti. Bir zamân sonra nâil-i
hilâfet oldu. Kemâlât-ı bâtıniyye tecellî-nümâ olmağa başladı.
Şâh İsmâîl-i
Safevî zuhûr ve İran'da Şîiliği i'lân edince, Hz. İbrâhîm, müteessiren İran
toprağını terk ile, mecbûr-ı hicret olarak Mısır'a kadar gidüp, Kahire'de Sultân el-Müeyyed Câmi'-i şerîfi ittisâlindeki
hücrede ihtiyâr-ı ikâmet eyledi. Feyz-i ma'nevîleri erbâb-ı isti'dâdın kulûbuna
sereyâna başladı. Nâil-i kemâl olmağa cân atanlar çoğalıyordu. Tâliblere bidâyeten
bir erbaîn teklîf eder, sonra kabûl eylerdi.
Meclis-i
enverlerinde, envâr-ı hüdâ rû-nümâ olmağa başlamağla, gelenler mühim mikdâra bâlig
oldu. Yavuz Sultân Selîm, Mısır'ı feth esnâsında müşârünileyh hazretlerinin duâsına
mazhar olarak, hakk-ı âlîlerinde
fevka'l-âde hürmet-kâr olmuşlar idi. Müeyyediyye karşısındaki mahalli
hediyyeten Hz. Şeyh'e hibe etmişti. 926 sene-i hicriyyesinde (1520) mürîdân ve
muhibbânın iânesiyle mahall-i mezkûra hânkâh binâsına mübâşeret buyurup, beş
senede hitâm bulmuştur.
Buraya,
"Bâbü'z-Züveyle" derler. Hz. Şeyh şöhret-i azîmeye mazhar oldular.
Meclis-i va'z u zikrine gelenlerin hadd ü hesâbı yok idi. Hakâyık-ı Kur'âniyye'ye
ve dakâyık-ı Mesnevî'ye dâir söyledikleri sözler, sâmiîn üzerinde te'sîrât-ı
mühimme husûle getiriyordu. Kudvetü'l-Müeyyedîn ve umdetü'-muvahhidîn
olmuşlardı.
/108/ Vecîhî nâmındaki şâirin söylediği şu
manzûme hânkâh-ı şerîfin kapısı bâlâsındaki taşa hakkolunmuştur :
Cânib-i Hak'dan ana kim feyz
ider te'bîd olur
Hânkâh-ı
Gülşenî'de tâlib-i tecdîd olur
Kudsiyâna
mecma' olmuş bir aceb dergâh kim
Giceyi ihyâ
iderler subha dek tevhîd olur
Hâlet-i
keyfiyyet-i esrâr-ı zikru'llâh ile
Uykular girmez
gözüne kimsenin temcîd olur
Halka-i
zikr âsmân u anda dervîşân nücûm
Gülşenî ol
çarha mâh (u) Rûşenî hurşîd olur
Hâlet-i nutk-ı
hayâli vecd ü hâl-i safveti
İstimâ'
oldukça dâim köhneler tecdîd olur
Okunan
tevhîde râci' nükteler vakt-i semâ'
Gûşuna hûş ehlinin yâkût mürvârîd olur
Sırr-ı zikr ü zâkir ü mezkûr gâhî keşf olup
Titrer âdem dehşetinden şöyle berg-i bîd olur
Fakr ile fahr eyleyen dervîşdir sultân-ı vakt
Tutalım devletle âdem âlem-i Cemşîd olur
Vechiyâ bu âsitân-ı râsitâne
sıdkıla
İ'tikâd-ı pâk idenler vâsıl-ı
ümmîd olur
Hz. Pîr
Sezâî-i Gülşenî buyurur :
Menzilin sordum Sezâî
rûh-ı kudsîden didi
Kal'a-i kâf-ı hidâyet âşiyân-ı
Gülşenî
Gülşenî Mahlasının Sebebi :
Şemleli-zâde Şeyh Ahmed-i Gülşenî
hazretlerinin Şîve-i Tarîkat nâm eserinde mütâlaa-güzâr-ı âcizânem oldu ki :
Dede Ömer-i Rûşenî hazretleri,
bi-emri'llâh, Aydın'dan Hz. Pîr'i irşâd için Tebrîz'e teşrîf buyurmuşlardı. Bir
gece âlem-i misâlde, ülü'l-elbâbda bir gülzâr-ı behcet-âsârda meclis-i hâssa-i
Rasûlu'llâh'a Rûşenî ve Gülşenî dahil olurlar. Cenâb-ı Fahr-ı âlem ol gülşenden
bir gül koparıp, Hz. Rûşenî'ye verirler. Onlar da Gülşenî'ye teslim ederler.
Ale's-sabâh ihvân u dervîşânıyla seyr-i gül-zâr eyledikleri sırada /109/ Hz.
Rûşenî, ol gülşenden bir gül koparıp, Hz. İbrâhîm'e verdikde o da koynundan dîger
bir gül çıkarıp, "Sultânım! Her ne ihsânınız olursa makbûlümüzdür. Lâkin
bu gece ihsân buyurulan gül kâfi değil midir?" dediklerinde,
Hz. Şeyh tebessüm buyurup, "Sen ol bâğ-ı bekânın gülşenîsin."
buyururlar. İşte bu dakîkadan sonra Gülşenî mahlasını tahallus
buyurdular.
Gülşende okur güllere
bülbül bunu her bâr
Yâ Gülşenî yâ Rûşenî yâ
Ahmed-i Muhtâr
Hz.
Gülşenî İran'dan Mısır'a giderlerken Diyarbakır'a uğramışlardır ve bir müddet
bulunmuşlardır. Fakat Zülkadiroğullarından Emîr Bey'in, Diyarbakır'a
müteveccihen gelmekte bulunan Safevîler'e karşı istikbâle çıkması vahdet-i ırk
u mezhebe mugâyeret hasebiyle, Hz. Şeyh'i müteesir ederek, fart-ı teessürle
burada durmayarak hemân hicrete ve Kuds-i şerîfe azîmete azm etmişlerdi.
Mûmâileyh
Emîr Bey'in birâderi Kayıtmar Bey, müderris Abdurrahmân Çelebi'yi istizâde-i
teveccüh ü müzâheret için maiyyetlerine vermiştir. Urfa'ya muvâsaletlerinde
müdebdeb bir istikbâl ile, lâyık oldukları hürmeti bulmuşlardır. Cenâb-ı
Gülşenî, bir müddet hısn-ı mansûrda ikâmet buyurup, Emîr Alâüddevle'nin
da'vetiyle Maraş'a gittiler. Burada Alâüddevle'nin binâ-kerdesi olan Câmi'-i
Kebîr ittisâlindeki medreseye nâzil oldular. Sonra Kuds-i şerîfe teveccüh
buyurdular. Alâüddevle ile aralarında şöyle bir muhâvere geçti :
Alâüddevle
:
- Azîzim!
Size karşı bir kusûrum varsa afv buyurunuz. Sizin için Maraş'da bir hânkâh inşâ
ederim, kalınız. Bizleri feyz-yâb buyurunuz. İklîm-i Arab'da sizi Arab
şeyhlerine kıyâs ederler. Oralarda hem-zebân az olduğundan garîb olursunuz.
Gülşenî
:
- Onların
takındıkları şeyhlik unvânına tenezzül etmem. Mürîdânımın kesreti hasebiyle bu
küçük memlekete sığamam. Cenâb-ı Hak, bana bir hazîne ihsân buyurmuştur ki, ne
kadar sarf etsem tükenmez. Gittikce mevcûdu artar.
Alâüddevle
:
- Hazîneniz
nedir?
Gülşenî
:
- İlim
ve kanâat.
Alâüddevle,
Hz. Şeyh'in azm-i kat'îsini anlayınca, "Efendim, iklîm-i Arab'da çok
kalmayıp, yine bizi müşerref buyurmanızı ricâ ederim." demiş ve bi'z-zât
/110/ teşyîinde bulunup, hayır duâlarına mazhar olmuşlardır.
Sultân
Selîm'in Mısır'ı fethinden evvel Mısır hükümdârı Sultân Gavrî nezdinde İbrâhîm-i
Gülşenî hazretleri med'uv bulunuyordu. Meclisde müftîler, (إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ
عَظِيمٌ)[78] âyet-i kerîmesinden bahs açtılar. Bu
sırada Hz. Şeyh'e bir hâl geldi, sayha ettiler; "İnsân-ı kâmil âlem-i
kübrâdır, cihân ise âlem-i suğrâdır. Onda te‘sîr eder." buyurdular.
Müftîlerin reîsi, "Biz bu sözü teslîm edemeyiz." demesiyle,
Cenâb-ı Pîr'e daha şiddetli bir hâl gelir, lerze-nâk olur. Meclisdeki huzzâr,
kıyâmet koptu zannıyla istiğfâra başlarlar. Mu'teriz olan Müftiyyü'l-İslâm Şeyh
Ebu'l-Kaynî'nin başına bir raf düşer. Üstündeki çini tabaklar başında kırılır.
Ehl-i meclis dûçâr-ı hayret olur. Şeyh Ebu'l-Kaynî, derhâl kalkar, Hz.
Gülşenî'nin elini öper, istiğfâr eder. Ehl-i meclis evvelce dervîşlerin semâını
inkâren fetvâ vermişlerdi. Hz. Gülşenî, "Yâ Mevlânâ! Fakîr, havl-i
arşda hâffîn olanların mazharıyım." buyurmuşlar. Bunun üzerine huzzâr,
müşârünileyhimin ahvâlini inkâr etmeyip, semâın cevâzına fetvâ vermişler imiş
ki, elyevm bu fetvâlar, Hz. Gülşenî'nin türbe-i şerîfelerinde mahfûz imiş. Mürşidü'z-Züvvâr
fî-Ziyâreti'l-Kurâfeti'l-Ebrâr nâmında bir yazma eser-i kadîmde okudum.
Kânûnî
Sultân Süleymân, Hz. Pîr'in kemâlât-ı ârifânelerini işitince, İstanbul'u
şeref-i kudûmleriyle müşerref buyurmalarını ricâ eylemişlerdir. Bunun üzerine,
hicretin 935 târîhinde (1529) İstanbul'a
teveccüh buyurdular. Sadrazam İbrâhîm Paşa, onu pâdişâhla görüştürmek istemediğinden,
pâdişâhı keyfiyyet-i muvâsaletten haber-dâr dahi etmemiş ve Hz. Gülşenî'ye ezâ
cefâ eylemek cür'etinde de bulunmuştur. "İbrâhîm-i Gülşenî da'vâ-yı
saltnattadır." diye gammâzlık etmişlerdi.
Altı ay
kadar burada kaldıkları hâlde, neden sonra pâdişâh haber almış idi. Bu müddet
zarfında hiç bir tarafa mürâcaat buyurmamışlar; hâllerinden bahs etmemişler.
Beş vaktini cemâatle edâ ile dem-güzâr olmuşlardır.
Gülşenî-hâne'de
bir levha gördüm. İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerinin Sultân Süleymân-ı Kânûnî'ye
yazdıkları bir manzûmeyi ihtivâ ediyordu :
والله والسماء وبالشمس والضحى
إن الحصود كان علينا قد افترى[79]
Cürmüme göre eyle
ıtâbı Ey Kerîm
Olmaz cezâ-yı seyyie illâ
bi-mislihâ
Kâhin didiler Ahmed-i Muhtâr'a hâsidûn
Ben kim
olam ki itmeyeler bana iftirâ
Şeyhûhetleri hasebiyle çeşm-i zâhirlerine
za'f-ı basar taalluk edip göremez bir hâlde imişler. Mürîdleri, onu tahterevâna
korlar; teberrüken taşırlar imiş. Bir gün ârzûları üzerine aynı sûretle Hz. Hâlid
(b. Eyyûb el-Ensârî)'ye götürmüşler. Pâdişâh tesâdüfen orada bulunmuş.
Mürîdleri Hz. Şeyh'i götürürlerken tekbîr alırlar imiş. /111/ Tekbîr sadâsı
sâmia-i şâhâneye vâsıl olunca, sesin geldiği tarafa teveccüh-i nazar ettiğinde
bir kalabalığın gelmekte olduğunu görmüş.
Tahkîkını emr etmiş. Mısır'dan gelen Şeyh Gülşenî nâm zât imiş. Mürîdânı
türbeye ziyârete götürüyorlar imiş. Bunun üzerine pâdişâh, o pîr-i fânîyi bu
kadar uzak yoldan da'vet ettiği hâlde muvâsaletlerinden kendilerinin haber-dâr
edilmemiş olduğuna cânı sıkılıp, müsebbibi olan İbrâhîm Paşa'yı tekdîr ve muâhaze
etmiştir.
Pâdişâh, türbede Hz. Şeyh ile ibtidâî
bir görüşüşten sonra da'vet-i mahsûsaları üzerine ertesi günü Yalı Köşkü'nde
hem-sohbet olurlar. Nezd-i pâdişâhîye gelir gelmez hemân göğsünü açarak, "Bu
tahtadan ârzû-yı taht nasıl mümkin ve mutasavver olur? " diye pâdişâha
keşf-i hâl etmiştir. Çünki İbrâhîm Paşa, pâdişâha müşârünileyhin tasaltun dâiyesinde
olduğunu iddiâ etmişti.
Sultân Süleymân, tatyîb-i hâtırlarını
mûcib ne yapılmak lâzımsa, icrâda kusûr etmemiş ve İbrâhîm Paşa'ya tekrâr ızhâr-ı
âsâr-ı gazab etmiştir.
Bir gün yine hem-bezm-i sohbet iken
Sultân Süleymân'ın "Cenâb-ı
Şeyh, keşki bizi çeşm-i hissî ile de göreydi." diye kalbinde tahassül
eden ârzû-yı mahsûs Hz. Şeyh'e münkeşif olmasıyla, "İnşâa'llâh, baş
gözüyle de mülâkât nasîb olur." buyurmuşlar. Pâdişâhın ta'yîn eylediği
dîger bir günde mülâkât vâki' olup, Cenâb-ı Gülşenî, esteîzü bi'llâh, (اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ)[80] âyet-i kerîmesini okuyup, elleriyle
gözlerini mesh buyurunca gözleri açılmış ve baş gözüyle de pâdişâhı görmüştür.
Müftiyyü's-sakaleyn Şeyhü'l-İslâm Ebussuûd
hazretleri bu esnâda nezd-i pâdişâhîde hâzır bulunarak o kemâl-i Şeyh'e hayrân
olmuştur. Şeyhü'l-İslâm-ı müşârünileyh
bidâyeten sûfiyyûna ta'n
ederlermiş. İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri tasavvufdan irşâd etmekle
Ebussuûd hazretleri o fikrinden fâriğ olmuştur. Hattâ meslek-i sûfiyyûna hüsn-i
şahâdet ederek fetvâ vermiştir. Tefsîr-i Kebîr'i meşhûr-ı cihândır. (مات فرد الزمان مولانا)[81] 972/(1565) târîhidir.
Ebussuûd Efendi'nin terceme-i hâlleri her yerde
tafsîlen muharrerdir. (Pederleri Şeyh Muhammed Muhyiddîn Yavsı b. Şeyh Mustafa
Efendi'nin terceme-i hâli c.II. s. 277'dedir.)
Burada tekrârından sarf-ı nazar olundu. Eâzım-ı İslâmiyye'dendir. Kabr-i
enverleri Eyüp'te ziyâret-gâh-ı uşşâkdır.
Yine sadede rücû' ediyorum :
/112/ Pâdişâhın ricâ-yı mahsûsu üzerine Ayasofya Câmi'-i
şerîfinde ya bir veya dört def'a Cum'a
günü va'z buyurmuşlardır. Esnâ-yı va'zda pâdişâh ve ulemâ hâzır bulunmuş, câmi'-i
şerîf leb-â-leb dolmuştur. Cenâb-ı Gülşenî'nin sesleri gâyet gür ve kalın
olduğundan her tarafdan işitilirmiş. Huzzâr, kemâl-i Şeyh'e hayrân
kalmışlardır.
Sultân Bâyezîd Câmi'-i şerîfinde de bulunmuşlar. Bu esnâda
ulemâ, urefâ ve meşâyıhdan pek çok zevât,
kendileriyle müşerref olup, arz u nisbet eylemişlerdir. Hz. Sünbül halîfesi
Şeyh Merkez Mûsa Muslihuddîn Efendi hazretleriyle muânaka edip, Hz. Merkez'e
ridâsını hediyye eylemiş, o da teberrüken ve
ta'zîmen hüsn-i kabûl etmiştir.
Şeyhü'l-İslâm ve müftiyyü'l-enâm meşhûr âlim İbn-i Kemâl
hazretleri dahi kendilerine müşerref olup, intisâb şerefiyle mübâhî oldular ki,
terceme-i hâlini âtîde yazarım.
Cenâb-ı Gülşenî, Mısır'a avdet ve İstanbul'dan müfârakat ârzûsunu
izhâr edince, Hz. Pâdişâh ve ağniyâ-yı zamân kendilerine para ve eşyâ-yı nefîse
takdîmine şitâbân olmuşlar ise de, hiç birini kabûl etmeyip, cümlesini fukarâya
tasadduk eylediler.
Yine Mısır'a avdet ve hânkâh-ı feyz-penâhlarında neşr-i feyz-i tarîkat
buyurdular. Hz. Mevlânâ'nın, Rûşenî ve Gülşenî hazerâtı hakkında yüzlerce sene evvel beyân ü tebşîrleri:
ديدم رخ خوب كلشنى را
آن چشم و چراغ روشنى را
آن قبله وسجدكاه دان را
آن عشرت وجاى ايمنى را
دل كفت كه جان سپارم انجا
بكذارم هستيئ منى را
جان هم بسماع اندر آمد
آغاز نهاد كف زني را
عقل آمد وكفت من چه
کويم
اين
بخت وسعادت سنى را
"Ya'ni esnâ-yı seyrân-ı gülistân-ı
âlem-i lâhûtta o çeşm-i çerâğ Dede Ömer Rûşenî'yi o câna kıble ve mahall-i
hürmet ü ta'zîm, Cenâb-ı Gülşenî'nin vech-i hüsn-i rûhânîsini müşâhede ettim. Ve
bu müşâhede vukûunda kalb, o rûh-ı pür-futûhun kemâl-i fıtrîsini edâ etmekle
varlık ve benliği terk edip, o rûh-ı âlînin
makâm-ı teslîm-i cân etsem /113/
diye sohbet-i şerîfesini emel ü arzû
eyledi. Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr bu beyt-i şerîf
ile mürşid-i kâmilin terbiyet ve sohbet-i şerîfesinin vâye-mend-i feyz ü
inâyet olmak; varlık ve benliği terk
edip, yed-i irâdetine teslîm-i cân etmekle olacağına tenbîh ve işâret
buyurmuştur. Cân dahi bu müşâhedenin zevkinden raks u semâya gelip, kef-zenliğe
başladı. Ya'ni kemâl-i şevkinden vecd ü taraba gelip, ellerini vurmaya başladı.
Akıl dahi gelip, "Bu muhabbet ü saâdet-i seniyyeye ne söyleyeyim, bir
diyeceğim yok. " diye o veliyy-i kâmilin baht-ı saâdet-i fıtriyye vü
ezeliyyesine izhâr u hayret eyledi."
* * *
Bu
sözleriyle Hz. Mevlânâ İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerinin kemâlinden daha aşağı
bir mertebede bulundukları ma'nâsı vârid değildir. Hz. Mevlânâ’(nın) büyüklüğü
tecellî ediyor. Ne kudret-i ma'neviyyedir o kudret ki, irtihâllerinden ikiyüz
küsûr sene sonra gelecek bu sultânların zuhûr ve hâllerinden haber veriyor. (Kaddesa'llâhu
esrârahum)
İbrâhîm-i
Gülşenî hazretleri de, Hz. Mevlânâ'ya arz-ı ta'zîmâtta bulunuyor ve teberrüken
Sultân-ı Dîvânî hazretlerine arz-ı nisbet ederek tarîkat-ı Mevleviyye'den de
behre-mend olmaya şitâbân oluyorlar :
İbrâhîm-i
Gülşenî, Sultân-ı Dîvânî, Pîr Âdil Çelebi, Ârif Çelebi, Âdil Çelebi, Bahâeddîn
Çelebi, Abdülvâcid Çelebi, Emîr Âbid Çelebi, Şemseddîn Çelebi, Ulu Ârif Efendi,
Sultân Veled, Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Gazelin bakıyyesine devâm edelim :
اين بوى كل كه كرد چون سرو
هم پست
دوتاى منحنى را
در عشق بدل شود همه چيز
كز مصر كنند ارمنى را
اي جان تو بجان جان رسيدى
وى تن تو بكذاشتى تنى را
ياقوت ز كاست دوست ما راست
درويش خورد ز رغنى را
آن مريم درد مند بايد
تازه رطب تر وجنيى را
تا ديدهء غير بر نيفتد
منماى بخلق محسنى را
ز ايمان اكرد مراد من است
در عزلت جوى ايمنى را
عزلتكه خود خانهء دل كن
در خلوت دل چو ساكني را
در خانهء دل همى رسانند
آن ساغر باقيئ هنى را
/114 خامش كن دفن خامشى كير
بكذار تو لاف پر فني را
زيرا كه دل است جاى ايمان
از دل بطلب تو مؤمنى را[82]
"Ya'ni bu rûh-ı saîd gül-zâr-ı hakîkattan bir gülün râyiha-i
tayyibesidir ki, zenb-i vücûd ve vizr-i mâ-sivâdan münhanî olanın iki kat olmuş
arkasını servi gibi doğrultup, gülşen-i lâhûtta hırâmân eyledi.
Aşkta
her şey tebdîl olur. Ermenî'ye mensûb olanı Mısır'dan ederler; ya'ni Ermenistân
ahâlîsinden olanı Mısır ahâlîsinden yaparlar.
Ey cân!
Sen cân-ı câna vâsıl oldun. Ey ten! Sen de benliği terk eyledin. Dostun yâkût-ı zekâtı
ki, latîfe-i zâtiyye-i ilâhiyyeden kinâyettir, bize mahsûstur. Ya'ni ashâb-ı
fakr u fenâya âiddir. Zîrâ zenginin altınını dervîşler yer. (إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء)[83] âyet-i
kerîmesine telmîh.
Tâze hurmayı velâdet-i İsâ ağrısıyla derd-mend olan Meryem yer. Şeyh
Gülşenî gibi bir muhsini nâ-ehlin nazarından vikâye ve muhâfaza için kemâlini
beyânla halka gösteren.
Eğer îmândan murâdın men ise, emni uzlette iste. Uzlet et. Ya'ni, halvet-i
dilde, sükûna tâlib ol. O sâgar-ı bâkîyi kalbe eriştirirler. Sükûtu ihtiyâr et,
sükût fennini tut. "Sâhib-i fennim." diye da'vâda bulunma.
Zîra mahall-i îmân kalbdir. Sen mü'minliği kalbden taleb et."
- - -
Görülüyor ki, Hz. Mevlânâ bu bâbda pek büyük kerâmet-i irfâniyye
gösteriyor. Hz. Gülşenî'nin hâlini, istikbâlini, başına gelecekleri bir bir
söylüyor. Onu vikâyeten tertîbât-ı beyâniyyede bulunuyor.
Hz. Rûşenî hakkında da Dîvân-ı
şerîflerinde şu beyitler görülüyor:
يك مسئلهء مى پرسمت اى روشنى دردوشنى
تا چه فسون در ميدمى غم را چو شادى ميكنى[84]
* *
*
آيينه آوردمدت اى روشنى
چون به بنى روى خود يادم
كنى[85]
*
* *
زان روشنى بزايد يك روشنى
از هر حسن بزايد هر لحظه
احسنى نو[86]
Ey dil vey dîde vây Rûşenî
Bil ki hakîkat severim men seni
/115/ Hz. Gülşenî Tebrîz'den
Mısır'a hicret arzûsuna düşdükleri zamân Hz. Mevlâna'nın Dîvân-ı şerîflerinden tefe''ülen, "Bakalım
Hz. Mevlâna ne emr ediyorlar." buyurup, açtıklarında :
يكى آتش بديد آيد كه عالم را همى سوزد
ازين آتش خلاصى هم بابراهيم ما بايد[87]
beyit-i
şerîfi zuhûr etmiştir. İran'da şiîlik zuhûruyla, fitne hasebiyle hicret emr
buyurulmuştur. İsm-i şerîfleriyle işâret vardır. Ne büyük kerâmettir. Sûret-i
seyâhatlarının tafsîli, ahîren tab' olunan Mektûbât-ı Sezâî mukaddimesinde
mezkûrdur.
İbrâhîm-i Gülşenî hazretleri, Cenâb-ı Mevlâna'ya şükrâne-i takdîr olmak
üzere Mesnevî-i şerîfe nazîre
tarzında Ma'nevî-i şerîfi inşâd buyurmuşlardır. Kırkbin beyittir. Kırk
günde vücûda getirmişlerdir. Günde bin beyit sünûh edermiş. Sultân Süleymân-ı Kânûnî
teberrüken yazdırmış. Kemâl-i lezzetle okurlar imiş. Bir nüshası Sultân Bâyezîd'de
Kütübhâne-i Umûmî'de vardır. Teberrrüken mütâlaa eyledim. Mesnevî-i
şerîf gibi tertîb buyurulmuştur.
Teberrüken birkaç beyit nakliyle tezyîn-i sahîfe-i i'tibâr ederim :
بشنو نى چون زدم ساز آورد
ساى سوزان از چه دمساز آورد
ساز نى از سوز عشق
آرد نوا
كز نوا ذوقى دهد
عشاق را
نى زعشق آرد بدم
از همهمى
ساز ذوق آميز از
بيچون دمى
ساز نى از ذوق عشق است وكزان
عاشقان شد از سماعش لب كزان
عشق ونى همدم صفت دم ميكشند
يك ديكر را دم ده وهمدم كشند
درد مى اين دم بود از نى شكفت
كه زيكدم دو نفس سازند چفت[88]
Hz. Sezâî'nin şeyhi Lâlî-i Gülşenî, bunun beşyüz beyitini şerh etmiştir. Mektûbât-ı
Sezâî ile birlikte tab' olunmuştur.
Ma'nevî-i şerîf, Mesnevî-i
şerîf gibi taammüm edememiştir. Halkın Mesnevî-i şerîf ile ülfeti daha
ziyâdedir.
İbrâhîm-i Gülşenî
hazretleri Mısır'daki hânkâhlarına müntesibîn-i tarîkat-ı Mevleviyye için ilâveten
üç hücre inşâ edip, Hz. Mevlânâ'ya nisbetlerini fi'len izhâr eylemişlerdir.
Sultân-ı Dîvânî ile mülâkâtları Mısır'da vâki' olmuştur.
Sultân-ı Dîvânî, Hz.
Gülşenî hakkında :
/116/ اى طوطيئ كوياى
حقيقت چو نى
وى بلبل بيچون وچرا محزونى
آخر كل وشكر دهدت قيد مشقت
امروز اكر حبس قفس بر خونى[89]
* *
*
اى شمع شبستان
حقيقت چونى
وى روشنيئ بزم
طريقت چونى
پروانهء ديدار تو كشتند اكنون
اين ديده و دل هوس
طبيعت چونى[90]
* *
*
اى يوسف مصر دل
وجانم چونى
وى مردمك چشم روانم چونى
با روى تو اين
كوسه مرا كلشنى شد
اى كلبن بى خار
وخزانم چونى[91]
terânesiyle dem-sâz olmuşlardır. Meyânelerinde meveddet-i azîme cereyân
eylemiştir.
İrtihâlleri :
940/(1533) senesinde Mısır'da vebâ illeti zuhûr etti. Ahâlî-i Mısr, Hz.
Şeyh'den ricâda bulundular. Duâ ederlerse zâil olacak diye i'tikâd ettiler.
"Biz erbâb-ı duâ ve ashâb-ı himmetten değiliz. Me'mûriyyetimiz halkı
tarîk-ı Hakk'a irşâd ü hidâyettir." diye irâde-i ilâhiyyeye
karışmaktan ictinâb buyurmuşlar ise de, ilhâh u ibrâm etmeleri üzerine,
ba'de'l-îd gelmelerini söyleyip; ahâlî ba'de'l-îd civâr-ı Hz. Şeyh'e
toplandılar.
Mecma'-ı nâsda duâya kıyâm olunursa, bu yolda kendi nefs-i nefîslerini fedâ
lâzım geleceğini bi'l-beyân duâya şurû' ile hitâmında halka vedâ' eylediler.
Gerçi halk bir hakîkat karşısında kaldıklarını taakkul ile ızhâr-ı nedâmet
eylemişler ise de, olacak oldu; li-hikmeti'llâh hastalık da zâil oldu.
Hz. Şeyh geceyi tilâvet-i Kur'an ile ihyâ ve salât-ı fecri ba'de'l-edâ
vakt-i zuhra dek zikru'llâh ile meşgûl oldular. Vakt-i zuhrdan vakt-i asra
kadar murâkabede bulundular. Salât-ı asrın
edâsından iki sâat sonra kelime-i tevhîd ile bi'l-iştigâl son def'a
"Hû" deyip, 114
yaşında oldukları hâlde nâil-i ni'met-i likâ oldular. (Kaddesa'llâhu sırrahû
ve nefeana'llâhu bi-berekâtihî ve fuyûzâtihî ve şefâatihî ve himâyetihî ve inâyetihî. Âmin.)
Mısır'da âsitâne-i aliyyelerinde
defn olundular. Üzerine mükellef müzeyyen türbe yapıldı. Vakfiyeler
tahsîs edildi. Çâr-aktâr-ı âlemden gelen züvvârın ziyâret-gâhı oldu. Kudsiyyet-i ma'neviyeleri
pek büyüktür.
Rıhlet-i celîleleri Mısır halkı üzerinde te'sîrât-ı azîme husûle getirdi.
El'ân halkın hürmeti ve teveccühü
vardır.
“Aşk aşk” (عشق عشق) târîh-i rihletleridir
ki, 940/(1533) târîhine müsâdiftir.
/117/ Şuarâ-yı zamân irtihâllerine
târîhler söylemiştir . Meşhûrlarından :
Eyledi çün azm-i ukbâ Gülşenî
Kendüye me'vâ idindi gülşeni
(كندويه مأوى ايدندى كلشنى)[92]
Dîger :
كرد رحلت ز كلستان
فنا
كلشنى اعنى شيخ
ابراهيم
زد قدم بر نشيمن
لاهوت
شد بخلوتسراى انس
مقيم
زين سراى فناى
حادث نفس
كشت مهمان بخانكاه
قديم
كفت هاتف براى او
تاريخ
مات قطب الزمان
ابراهيم [93]
Âsâr-ı Aliyyeleri :
Müşârünileyh hazretleri ilm-i tefsîr ve ilm-i hadîs ve ilm-i tasavvuf ve
ilm-i kelâmda yed-i tûlâ sâhibidir. Kerâmât
ve makâmât u ahvâl-ı bâtıniyyeleri dahi
hadd-i kemâldedir.
1. Ma'nevî-i Şerîf : Kırkbin
beyittir. Fârisîdir. Gâyet nefîs hatt-ı ta'lîk ile muharrer ve fevka'l-âde
müzehheb bir nüshası Ayasofya dâhilindeki kütübhânede[94], tasavvuf
kısmında mevcûddur.
2. Ankâ-nâme : 30000 beyitten ibârettir.
3. Türkî Dîvân'ı : 21168
beyit, 3596 rubâiyyât ki, cem'an 24764'dür.
4. Fârisî Dîvân'ı : 20000
beyittir.
5. Arabî Dîvân'ı : İbn-i Fârız'ın
Kasîde-i Tâiyye'sine nazîre tarzında söylenmiş 10000 beyiti câmi' bir
bedîadır.
6. Makâmât-ı Âliyât.
7. Kadem-nâme.
8. Etvâr-ı Seb'a.
Müsvedde hâlinde türbe-i şerîflerinde mahfûz imiş.
9. Sîmurg-nâme.
10. Çoban-nâme. (Behcetü'l-Esrâr).
Mürşidü'z-Züvvâr nâm eser-i kadîmde de mütâlaa-güzâr-ı fakîrânem olduğuna
göre çâr-aktâr-ı cihândan türbe-i Pîr'i ziyârete gelen erbâb-ı hâcât, sıdk u
ihlâs ile münâcât ederse tîr-i duâsı muhakkak hedef-i icâbete makrûn olur. Zâhirî
bâtınî uluvv-ı derecât zuhûra gelir. Dîvân'larına atf-ı nazar edenler,
onu tanzîmde kudret-i beşeriyyenin derece-i vüs'atine hayrân kalır. Sânîsini
göremedim. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
/118/ Merhûm Şeyh Şuayb
Şerefeddîn hazretleri tarafından irsâl buyrulan şu sûret, Hz. Pîr İbrâhîm-i
Gülşenî tarafından birine veyâ şeyhi tarafından kendilerine ihsân buyrulan bir
mektûbdur ki, Hilâfet-nâme nâmı verilmiştir :
Mühürleridir :
ما شاء الله لاقوة
إلا بالله إن ترن أنا أقل منك مالاً وولداً.[95]
İmzâlarıdır :
الحمد لله الذى
هدانا وجعلنا منشأ طينة عباده والصلوة والسلام على نبيه وصحبه. خرره أضعف عباده
ابراهيم كلشنى. [96]
- -
-
أستعيذ بالله "وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن
دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ." "وَمَنْ
أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ
مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً." "وَمَن
يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ
اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ. إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ
الْعَالَمِينَ." "هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ ." "إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ
إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ
فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ
فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا." وقال من متكلم : "كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ." "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ." "وَجَاهِدُوا
فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي
الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ
الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ."
المجاهدون فى سبيل
الله حق الجهاد بترك الباطل الذى هو من الفساد فصار درويش ابن المعنوى من بين
الموحدين الذين جاهدوا فى الله حق الجهاد لايقاً للخلافة بأمر الله من المعرفة
بالله فى طريق الإرشاد للمترددين إليه فى أى بلد كان من البلاد بين العباد المجذوب
السالك جاهد فى عبوديته بعد التوبة
والإنابة جعل التسليم بأمر الرب شعاره والعمل بالأمور ناره وبدل نار نفسه
بالنور وامتثل بأمر "وَأَنِيبُوا
إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ" واكتسب
بالتسليم نوره أشرح صدره وصار من زمرة الذين قال الله تعالى فى حقهم : "أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ
لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ." أرض وجوده
برشَ النور كالبدر فى ظلمة العدم وعرف الحق من الباطل والظلمة من النور والنفع من
الضرر بعد التيقظ من الغفلة والغرور وتخلق بالأخلاق الحميدة المرضية بعد الإخلاص
من هواء النفس الأمارة الردية وطهره وزكاه بالشريعة المصطفوية وحير بشريته بالعلم
والعمل ربانيتة كما قال : ما اتخذ الله ولياً جاهلاً ولو اتخذه لعله. "ذَلِكَ هُدَى اللّهِ يَهْدِي
بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ." بفضله وكرمه إنه رؤف بالعباد. "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ
اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ." "وَتُوبُوا
إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ."
فعليكم بالتوبة
والإنابة منه لأنه مجاز مثل وخليفة يرشدكم إلى طريق الهداية كما بيناه فى طريق
الحق المبين وحد الشريعة المصطفوية وصراط المستقيم صراط المنعم عليهم من رب عليم
الذى هو الطريق الموصل إلى الحقيقة بالتسليم فى طريق الإستقامة بالله الرحمن الرحيم.
"وَآخِرُ
دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ."
هذه وصيتنا
بالمجاز المشار إليه يعلمكم من العلم الذى أورث منا بلا شك من اليقين. وهوالمجذوب
السالك لتكميل المسالك من مراتب الأسماء ومراتب نسبها التى لاتعد ولاحصى ولانهاية
له فى حق الكونية من تجلى كل يوم هو فى شأن كما قال جل من متكلم : "قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا
لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي
وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا." فلاتسئلوا من تجلى
المراتب الإلهية التى هو السير فى الفناء بالله والبقاء بالله فى مراتب الصفات
ومراتب مراتبها بالنسبة إلى الأسماء فى مرتبة اليقين من الشأن فى الهوية الظاهرة
من كمال مظهر الإنسان من الصورة المقدسة المنزه عن الأكوان كحال صور جبريل عليه
السلام فى عالم المثال فى صورة دحية المقدسة عن كيفية الخيال كالتجلى الظاهر من
الجلال فى مظهر من الجمال جل كيفه عن كيفية صورة من الحال والإستقبال الفنى فى
محبة ذاته من الصفة والأسماء كالنسب والأفعال المقدس المنزه من التشبيه والتنزيه
فلانقص من الكمال.
فهذه وصيتى لكم
أيها الطلاب بأحسن الحال والتوجه بطريق الحق وترك الباطل من الحال الطهارة أنفسكم
من ذنب الضلال والخلاص من الميل إلى كسب الوبال ولاتركنوا أنفسكم لاكتساب النكال "يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا
بَنُونَ. إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ." "وَاتَّقُواْ يَوْمًا
تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللّه."ِ واتقوا الله عباد الله من : "يَوْمَ
تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن
سُوَءٍ." وقالوا : "مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ
صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا
وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا."
فاحذر الحذر من
شدة "يَوْمَ
يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ، وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ." كما أوحى الله تعالى شدة ذلك اليوم فى حكم كتابه الكريم "يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا
رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ. يَوْمَ تَرَوْنَهَا
تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ
حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُم بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ
اللَّهِ شَدِيدٌ." واتبعوا ما أنرل إليكم من ربكم إن أردتم الخلاص فاذكروا
الله بلاغرض بتهارة القلب من رجس الأرجاس "وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ
إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ." وأوفوا بعهد الله
إذا عاهدتم وطهروا قلوبكم من دنس الأغراض وقيدوا جوارحكم عن ارتكاب الحرام والآثام
وجودوا مما رزقكم الله على فقرائكم وكونوا عباد الله إخوانا "وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ
جَمِيعًا." واتقوا الله وأصلحوا ذات بينكم وتواصوا باحق ولا تصاحبوا منكم من
الظانَين بالله ظن السوء كما قال الله تعالى : "يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ
جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ..."
ما يضرنا مهل
الجاهل بنا إذا كان الله يعرفنا وكونوا من حزب الله وأنصاره "...كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ
لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ
أَنصَارُ اللَّهِ..."
ولاتكونوا من حزب
الشيطان باله كون إلى كلام المنكرين المفسدين الذين كالخناس "الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ
النَّاسِ، مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ." كما قال جل من متكلم "...شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ
زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا..."
والسلام على تابع
السلام ونختم بالصلاة على محمد وآله وصحبه والسلام[97].
Hz. Pîr'in yazma Türkce Dîvân'ını gördüm. Bunun başında ve nihâyetinde
Hz. Sezâî'nin mührü mahtûmdur. Bundan onu müşârünileyhin de mütâlaa eylediğine
kanâat ettim. Yüzümü gözümü sürdüm. Ondaki, maânî-i hakîkiyyeden bu abd-i ahkar-ı şefâat-hâhın
dahi hısse-mend olmasını Cenâb-ı Vâhibü'l-âmâl'den diledim. O zamânın şîve-i
lisânına göre yazılmış, lisân-ı edebiyyât nokta-i nazarından da mühimdir.
Birkaç parça teberrüken nakl ediyorum :
Mahabbetden giren aşkın cihânına bilür hâlim
Neden andan cihân zevkın beyân eyle(ye)mez kâlim
Sorana lezzet-i aşkı muhabbet zevkına göre
Cevâbım ana zevk olur çü lezzetden odur bâlim
Bulan aşkın gınâsını muhabbet fakrına nisbet
Bilür nâdir o fakrımla gınâdan aşkıla fâlım
Tükenmez dili var aşkın nihâyetsüz beyânile
Ki yüzbin fasl olur andan beyân itsem bu ahvâlim
Ne disem muhtasar andan mutavveldir nihâyetsüz
Anınçün naks olur aşka kemâlden değer kemâlim*
Bana müşkil olan dilden muhabbet zevkdır hâlsüz
Ki sırdır mahfı fâş olmaz beyânla andan ahvâlim
Nidem şîrîn-revânımdan muhabbet zevkdır dilde
Ki Gülşen zevkın itmişdir ele getürdü ahvâlim
* * *
Yola
giren tâlibe işidünüz ne gerek
Tevbe
inâbet amel ahde vefâ eylemek
Nefy
idüben "lâ"yile
kesretün esbâbını
Fikr
eyle isbâtınun ol dem-i zikrin dimek
Şart
budur halvetün tâlibine uzletün
Zikrini
çoh idüben az uyuyup az yimek
Kalbi
karardır yiyüp içüp uyuyup
Zikr-i
Hakk'ı az diyüp bâtılı çoh söylemek
"Lâ"
diyüp "illâ"ya yit mahvını isbâtun it
Anı silüp "Hû"ya git bil nedir andan dilek
/121/ Sırrile
Hay'dan Hakk'ı zikr idegör Mutlak'ı
Tâ bilesin Hayy imiş bahr ile zikr-i semek
Gökde
melek zikrini halk-ı zemîn fikrini
Hak
bilesin Hayy'ile zikr idiyor nüh-felek
Zikrini
Kayyûm iden virdini disem inen
Bilemez
Âdem kimi ilmini anun melek
Kahrıla Kayyûm imiş
nakdile kalbi dile
Zikr
ile tesbîh içün ağ u karadan mehek
Lutfıla
kahrın Hak'un zikr idicek Mutlak'un
Fakrıla fânî bakâ bulmağına dutma şek
Zikrini
Vehhâb iden feth-i mübîne irer
Mağfiretiyle
ana diyin ki mükrim gerek
Vâhid
iden zikrini ferd Vâhid-i Hayy Ganî
Fakrıla dimez hamd zâkir olup "lî" vü "lek'
Rûşenî'den Gülşenî fakrla ol küll-i ganî
Tâ
bilesin ey seni âfet imiş söylemek
* * *
Kâl
olur hâl ehline Hak'dan delîl
Emr
ü nehy andan kılur çûn kim Halîl
Kâl
dime ilhâm-ı Hakk'a vahyile
Çün
kelâm-ı nefsidurur ol Halîl
* * *
Âlim
oldur ilmile kıla amel
Kılmaya zannın yakîni muhtemel
Dînini
sarf itmeye dünyâ içün
Terk
idüben hırsıla tûl-i emel
Menâkıb-nâme'lerinde mestûr olduğu üzere Sultân-ı Dîvânî, Hz. Mollâ-yı
Rûm tarafından me'mûren, bir hey'et ile Mısır'a bahren azîmetle, hapiste bulunan İbrâhîm-i Gülşenî hazretlerine mülâkî
olmuştur. Hz. Gülşenî, kemâl-i meserretinden gâyet hoş bir manzûme inşâd
buyurmuştur ki, ilk ve son beyitlerini teberrüken kayd ediyorum :
Azîzim hayr
mukaddem ömrümün varı safâ geldin
Keremler
eyledin mahdûm-ı hünkârî safâ geldin
.............
............
Aceb mi külbemiz gülşen gedâlar Gülşenî
olsa
Tenezzül
eyleyüp ey şâh gam-hârı safâ geldin
(Menâkıb-nâme, s.14)
Sultân-ı Dîvânî ise, 116. sahîfede
mezkûr nazımla mukâbele eylemiştir.
Mülâkâtı müteâkip, "Akd-i meclis-i semâ' ve safâ-yı Mevlevî ve
Gülşenî ve zâkirân ve ney-zenân, yek-âheng nağamât-ı hâlet-engîz." oldu. "Hây u hû-yı müştâkân ve velvele-i nây u kudûm ve zemzeme-i mutrıbân,
dimâğ-ı vâhime-i ricâl-i çerâkiseye halel-endâz-ı bîm-i ihtilâl"
olarak bu meclis-i enveri dağıtmaya kalkıştılar. Fakat cesâret edemediler. Ahvâl-i
acîbe ve etvâr-ı garîbe zuhûra geldi. Sultân-ı Dîvânî bir müddet Mısır'da
kalıp, Hz. İbrâhîm-i Gülşenî'ye teslîm-i
emânet ve tevdî'-i tarîkat buyurup, Haleb tarîkiyla vatanlarına avdet
eylediler. İbrâhîm-i Gülşenî bir müddet zuhûr-ı ahvâle müterakkıb oldular. Tâ
ki, Sultân Selîm-i evvel Mısır'ı feth edince, Hz. Gülşenî'ye mülâkî olarak
hürmet eylediler. 107. sahîfede beyân eylediğim vechle hânkâh-ı irfân-penâhları
mahallini müşârünileyhe hibe eylediler. Beş sene zarfında şimdiki binâ inşâ
olundu.
Yapıldı zâviye mânend-i cennet
Cihânda eyleyüp ol pîr himmet
Olup âlemde İbrâhîm makâmı
Ana dâhil emîn olsa ne minnet
Hz. Pîr İstanbul'u teşrîflerinde sıkıldıklarını gösterir bir manzûme-i
tavîlelerinden :
Düşmüşüm
dergâhına İstanbul'un
Câh
sanup çâhına İstanbul'un
*
* *
Mâtemi nisbet
oluben hüzniledir hem gamı
Mübtelâyım
derd-i dilden âhına İstanbul'un
Arapça manzûmelerinden :
Şerîatı beyândır :
خير المتاع دين
للمؤمنين من ذا
كالتاجر المروج فى
البيع رابحات
ها فأتبع خليلاً
فى الدين من حنيف
أمر من الإله
للسلم راكنات
قم للصلوة وأحرم
بالله من سواه
حتى ترى عماداً فى
الدين قائمات[98]
Tarîkatı beyândır :
من أنكر الطريقة
منا بشرع أسمع
تالله فى الحقيقة
من أنكر العصات
يا حامل الأمانة
فى القلب عن محبته
بشرى لك من الحب
من فوز فائزات[99]
Ma'rifeti beyândır :
افتح بنور حق
عيناً من البصيرة
فانظر بعين نور فى
العين مشهدات
فى الجمع ما يراه
عين العيان فاعلم
لكن بفرق اسمع
تعبير عابرات
إنى رأيت ربى قول
الحبيب حقق
فى أحسن المرايا
من وصف واصفات[100]
Hakîkatı beyândır :
نفى الوجود عين
إثبات انظر
فى الجمع ما تفرق
منفى نافيات
ها جوهر الحقيقة
كالدر فى إذن خاص
أسنا النساء أضوء
من ضوء لامعات
فى الصمت نطق حال
لأهل المقام منا
فافهم بلامقال
أقوال مبكمات[101]
/122/ Hz. Pîr'in âsitâne-i aliyyeleri hakkında söylenmiş
gazeldir :
Ey olan sermest-i
bezm-i âsitân-ı Gülşenî
Ayn-ı
irfân u şerîatdir nişân-ı Gülşenî
Rûşenî bandırdı câm-ı feyzi çûnki
destine
Zâhir oldu âleme râz-ı nihân-ı
Gülşenî
Kâmrân-ı
feyz olur her kim iderse intisâb
Açılur elbette genc-i şâyegân-ı
Gülşenî
Hâr u hâşâ ki taallukdan velî pâk
eyleyüp
Oldu
gül-çîn-i maârif bâğbân-ı Gülşenî
Olmadı kayd âşinâ-yı pây-bend-i
serkeşî
Halka
der-gûş-ı rızâdır bendegân-ı Gülşenî
Ur zebân-ı güft-i gûy-ı vahdete
mühr-i sükût
Ma'nevî'den al sebak budur lisân-ı
Gülşenî
Cebhe-sâ-yı âsitân-ı feyz-bahşıdır
azîz
Mısr'a sultân oldılar heb çâkerân-ı
Gülşenî
Ol velînin müstemend-i feyz-i rûh-ı pâkidir
Kâmi-i
ahkar gedâ-yı hânmân-ı Gülşenî
İctihâd buyurdukları tarîka,
"Tarîk-ı Gülşenî" dediler. Bu tarîk-ı feyz-i rafîk-ı âlîden hayli
urefâ ve zurefâ yetişmiştir. Bu abd-i ahkar-ı rû-siyâhın işbu tarîkat-ı
aliyyeden hisse-dâr-ı feyz ü irfân olmaklığım hasebiyle şu medhiyyeyi inşâd
eylemiştim :
Gülşen-i bâğ-ı hakîkatdır
tarîk-ı Gülşenî
Reh-nümâ-yı ehl-i iffetdir
tarîk-ı Gülşenî
Mazhar-ı nûr-ı Hudâ
olmakla pertev-pâş olur
Rûşen-i çeşm-i mahabbetdir
tarîk-ı Gülşenî
Zulmet-i isyânda kalmış
kimseyi reh-yâb ider
Bâis-i fevz ü selâmetdir
tarîk-ı Gülşenî
Bûy-ı irfân-ı tarîkatdan
feyiz-yâb olmağa
Cilve-gâh-ı ehl-i rif'atdir
tarîk-ı Gülşenî
Menba'-ı feyz ü hakâyıkdır
edîb ü sâlike
Ahsen-i râh-ı tarîkatdır
tarîk-ı Gülşenî
Pîr-i âlîsidir İbrâhîm sâhib-Ma'nevî
Âşıka gül-zâr-ı
cennetdir tarîk-ı Gülşenî
Pîr-i sânîsi Sezâî nûr-ı
La'lî Gülşenî
Gör
ne devlet hem ne izzetdir tarîk-ı Gülşenî
Gülşen-i irfânda Vassâf
mest-i lâ-ya'kıl olur
Sâik-ı sûy-ı saâdetdir
tarîk-ı Gülşenî
USÛLÎ
Urefâ-yı
şuarâdan olup, Vardar Yenicesi'nden olup, Mısır'a giderek Şeyh İbrâhîm-i
Gülşenî hazretlerine intisâbından bir müddet sonra vatanına avdetle ihtiyâr-ı
uzlet eylemişti. Gayr-i matbû' Dîvân'ında ârîfâne ve şâirâne bir hayli ebyât mevcûddur.
"Vâh
kim gitdi Usûlî derd-mend" (واه كم كتدى اصولى
درد مند) mısrâının nâtık olduğu 945/(1538) târîhinde Yenice'de vefât
eyledi. Osmânlı Müellifleri'inden aynen bu satırları yazdım.
Ebyâtından
:
Bir
nefes çıkmaz gam-ı aşkın gönülde ey sanem
Sanki ol sevdâyı
kalbimde süveydâ eyledin
* * *
Asnâma mesken eyleme
beytü'l-makdesi
Tasvîr-i gayre mahal
kılma kalb-i akdesi
Masârıından :
Vâizin nâr-ı
cehennem didiği firkat imiş
* * *
Kudretim
yok hâlimi arz itmeğe cânânıma
"Peydâ" matlalı gazeline Bursa'da Mısrî Âsitânesi şeyhi Muhammed
Şemseddîn Efendi şu tahmîsi yazmış yollamış idi :
Tahammül
sabr idenlerde olur bir gün zafer peydâ
Ki ferdâ-yı
sülûkunda ana Hak'dan haber peydâ
İder
müstağrak-ı tevhîd hakîkatden dürer peydâ
Vücûd-ı mutlak'ın
bahrine mevci kim ider peydâ
"Ene'l-Hak"
sırrını söyler eğer mahfî eğer peydâ
Tecelliyyât
olur zâhir gehî Esmâ sıfâtından
Görinür fi'l-i
Hak cümle anın her mümkinâtından
Şuûnât-ı ilâhiyye
bilinür beyyinâtından
Maâdinden
kamu eşyâ ider öz kendü zâtından
Kimisi sîm ü
zer zâhir kimisinin meder peydâ
Görürler ârifân
Hakk'ı cemî' eşyâda bu bir sır
Dalup deryây-ı
tevhîde hemân dürr-i murâda ir
Vücûd
birdir bilem dirsen gelüp devrâna sen de gir
Bu bâğın ger
hakîkatde suyu bir bâğ-bânı bir
Velî olmuş hakâyıkdan
nice yüzbin şecer peydâ
Tecelliyyât-ı
Esmâ'dır gerek ahzar gerek ahmer
Hakîkat mâyesi
birdir gerek a'lâ gerek ahkar
Hayât birdir
vücûdunda eğer ekber eğer asgar
Nazar kıl
nev'-i insâna kimi zehr u kimi sükker
Ne hikmet kim
bir ağaçdan olur dürlü semer peydâ
Nazar kıl
çeşm-i ibretle Hudâ'nındır hayır işler
Tevekkül
eylesen Hakk'a gider kalbden bu teşvîşler
Ferâmûş olunur
bir gün bütün îşler ile nûşlar
Düzilür nice
bin işler bozılur nice cünbüşler
Ne kâr-ı bu'l-acebdir
bu ki olmaz kâr ger peydâ
Ne
yerde kaldı İskender ki mâlik idi emlâke
Bu
âlem kalmadı aslâ ne mesrûra ne gam-nâke
Vefâ kılmaz bu fânîdir gelenler girdiler hâke
Şu serverler
ki baş eğmezdi dağlar gibi eflâke
Yaturlar
yerde mest olmuş ne tîğ u ne kemer peydâ
Sivâya
aldanup her kim şarâbından anın içdi
Mürûr
eyler iken hayfâ sırâtı ayağı sürçdü
Tevellâyı teberrâyı bilen hayr u şeri seçdi
Nice gündüz
gice oldu nice aylarla yıl geçdi
Dirîğâ olmadı kaldı
şeb-i hecre seher peydâ
Gelüp bu âleme bezm-i
elestden emr idüp Rabbim
Her işde hikmeti vardır
O'dur Allâm O'dur Hâkim
Ana tafvîz idüp her bir
umûru olalım teslîm
Yolumuz bir beyâbâna
irişdi nâ-gehânî kim
Gider bin kârbân
olmaz yerinden bir eser peydâ
Olur hayrân
ü lâl ebkem hakîkata olan vâkıf
Şuûn-ı
Hak'daki sun'u olamaz kimseler vâsıf
Bilem
dirsen "aref" remzin der-i mürşidde ol âkif
Nice
zahmet çeker kesb-i kemâl idince bir ârif
Belî çok
kan budur erkân ilince bir güher peydâ
Bilenler
sırr-ı tevhîdi olurlar nefsine hâkim
İrerler
sırr-ı Esmâ'ya olur ma'lûm müsemmâ kim
Sühûletle
olunmaz hall bu bir öyle muammâ kim
Nice
bin âdem oğlanı helâk olmak gerek tâ kim
Yalancı kahbe
dünyâda ola bir gerçek er peydâ
Bu nâsûta
gelince biz nice seyr ü sefer itdik
Muhibb-i Ehl-i beyt
olduk der-i Peygamber'e yitdik
Günâhdan gayrısın bilmem aceb ki
neyledik netdik
Bu dokuz kubbe şeş sûyu
görüp ibret ile gitdik
Ne geldiğin kapu zâhir
ne gitdiğin memer peydâ
Tarîk-ı Hak'da sâdıklar
gezerler cümle vâlihler
Bütün sâkit ve nâtıklar
gezerler cümle vâlihler
Visâl-i Hakk'a lâyıklar
gezerler cümle vâlihler
Nice şûrîde âşıklar
gezerler cümle vâlihler
Bu tîh-i bî-nihâyetde ne
reh ne râh-ber peydâ
Hakîkat ehline tâlib
olanlar müftekırlardır
Ricâlu'llâh bi-izni'llâh
bu hâle muktedirlerdir
Muhammed Şemsi-i
Mısrî seninle müftehirlerdir
Kamu nuzzârdan ebkâr-ı
ma'nâ muntazırlardır
Usûlî gibi tâ kim
ola bir sâhib-eser peydâ
ŞEYHU'L-İSLÂM İBN-İ KEMÂL
Şemseddîn Ahmed b.
Süleymân b. Kemâl Paşa'dır. Bâyezîd-i Velî ve Selîm Hân-ı evvel devri ulemâsındandır.
Selîm Hân ile Mısır fethinde bulunup, kazasker oldu. Müftiyü's-sekaleyn bir
veliyy-i kâmildir. An-asl Tokatlıdır. Bidâyeten ümerâ-yı Osmâniyye'den iken
bi'l-âhare tarîk-ı ilme sâlik olup, mazhar-ı kemâl oldu. Zekâca nâdire-i
hilkattir. İns ü cinne fetvâ verdiğinden, "Müftiyyü's-Sekaleyn"
denilmiştir. Hz. Sünbül'e muhabbeti vardı, bahsi gelecektir.
Bidâyeten tarîkat-ı
aliyyeye mugâyir bir vasıfda iken, sonraları yumuşamış idi. Hamzavîler
hakkındaki fetvâları, neş'e-i zâhirle vermiştir. Zevk-ı bâtın tecellî edince
nedâmet etmiştir.
/123/ İbrâhîm-i
Gülşenî hazretlerine arz-ı nisbetle be-kâm oldular. Evsâf-ı cemîleleri zebân-zeddir.
Birçok mesâil-i
dakîkayı hâvî olarak ulemâ-yı Mısr tarafından gönderilen bir kitabı bir gece
içinde mütâlaa ederek, sabâha kadar îcâb eden ecvibesini yazdığı mütevâtirdir.
Yetmiş kadar kütüb-i mu'tebere, ikiyüz kadar risâle
te'lîf buyurmuşlardır. Mutasavvıfâne ve âlîmâne eş'ârı vardır.
Edirnekapı hâricinde
türbe-i münevvereleri ziyâret-gâh-ı ins ü cânndır. Târîh-i intikâli 2 Şevvâl
941/(6 Nisan l535) .
(ارتحا العلوم
بالكمال)[102]
Kabr-i Ahmed müdâm ola nûr (قبر احمد مدام
اوله نور)
(هى آخر القياس و هذا مقام احمد)[103]
Her biri târîhtir.
Tercüme-i hâlleri mufassalan Devhatü'l-Meşâyıh'da
mezkûrdur.
CELÂL-İ DEVVÂNÎ
Muhammed Es'ad b. Sa'deddîn Es'ad, meşâhîr-i ulemâ ve hükemâ-yı İslâmiyye'dendir. Ahfâd-ı Timur'dan
Sultân Ebû Saîd'in zamânında yaşamış
908/(1502)'de irtihâl-i dâr-ı bakâ
eylemiştir.
(İran'da), Kârzun mülhakkâtından Devvân karyesinde dünyâya gelip, ekser evkâtını
Şîrâz'da geçirmiştir.
Pek çok te'lîfâtı olup, en meşhûrları
şunlardır :
l. Ahlâk-ı Celâlî.
2. İsbât-ı Vâcib.
3. Hâşiye-i Şemsiyye.
4. Hakîkat-ı İnsâniyye. Ufak bir risâledir. "Beş
senede yazdım." buyuruyorlar
ki, sülûk üzerinde çalışarak te'lîf buyurdukları anlaşılır.
5. Şerhu Heyâkili'n-Nûr.
6. Risâle-i Zevrâ. Vahdet-i vücûda dâir mühim bir eserdir.
Şeyhü'l-İslâm merhûm Mûsa Kâzım Efedi tarafından tercüme edilip tab'
olunmuştur.
7. Envâr-ı Şâfiiyye.
8. Şerh-i Akâid.
9. Şerh-i Tecrîd.
Fâtih'de Çarşamba'da Murâd Molla Kütüphânesi vardır ki, Hamîd-i evvel
Kütüphânesi'nin kitapları buraya nakl olunmuş idi. Bu kitaplar meyânında 1438
numaralı (Hamîd-i evvel Kütüphânesi) eser, yirmiüç parça resâili muhtevî mecmûadır. Bu eserler Celâl-i Devvânî'nin'dir.
Celâl-i Devvânî'nin tasavvufa dâir yazdığı risâlelerdir. Hz. Celâl zamânına
yakın bir zamânda yazılmış pek kıymetli eserlerdir. Celâl-i Devvânî, tasavvufa
dâir rubâîlerini kendi şerh etmiş, Bâyezîd-i
Rûmî'ye hediyyeten göndermiştir. Hiç bir yerde
nüshası yoktur. Pek nefis âsâr-ı aliyye-i tasavvufiyyedendir.
Güzel şiiri vardır :
درد خمار دارم
ودرمان من ميست
مى ده كه مى زبهر
مداوا حرام نيست[104]
Bunun üzerine ba'zı şuarâ demişler :
بهارست دركش مى
ارغوانى
بفتواى منلا جلال
دوانى[105]
Kendileri Sıddîkıyyü'n-nesebdir. Hz. İbrâhîm-i Gülşenî Tebrîz'de sâkin iken
Celâl-i /124/ Devvânî ziyâretine gelmiş, sohbet eylemiş; Hz. Pîr
kendilerinden ziyâde mütelezziz olup, yemeğe kalmasını, birlikte taâmda
bulunmasını ricâ etmiş. Mürîdine, çarşıdan biraz nevâle tedârikini emr eylemiş.
Mürîd para istemiş, para olmadığından bir şey alınamayacağına muttali' olan Hz.
Pîr, hânelerinin ashâb-ı kirâm hânelerine benzediğine nişâne-i meserret olarak,
"Allâh" diye sayha edip, semâa başlamış. Mürîdi de ona iktizâ
eylemiş. Bu hâl Celâl-i Devvânî'ye de te'sîr edip, o da gayr-i ihtiyârî olarak,
dûçâr-ı vecd olarak semâa pey-rev olmuştur. Bir müddet sonra cümleten sahva
gelmişler. Celâl-i Devvânî bunun üzerine Hz. Pîr'e, esâsen hediyye sûretiyle
takdîm etmek üzere getirmiş olduğu yirmi altunu takdîme şitâbân oldular. Hz.
Pîr, parayı dervîşe verip erzâk alınmasını emr etmiş.
Bu esnâda hânkâha bir zâir gelir. Sultân Halîl nâm zât tarafından me'mûren
gönderildiğini ve o zâttan selâm getirdiğini bi'l-beyân ikiyüz altun flori
takdîm eder. Hz. Pîr, "Aldım
kabûl ettim; fakat o emâneti şu zâta veriniz." diye, Celâl-i
Devvânî'yi gösterir. Celâl onu kabûlden müstenkif olunca, estaîzü bi'llâh, (مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ
عَشْرُ أَمْثَالِهَا)[106] âyet-i kerîmesi mûcibince, "Yirmi altuna mukâbil gelen ikiyüz altun Cenâb-ı
Hakk'ın size ihsânıdır." buyurmuşlardır. Celâl-i Devvânî, Hz. Pîr'e
intisâb edip, feyz-i bâtından hisse-dâr olmuştur. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Millet Kütübhânesi'nde, 1045 numaralı Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî’de
böyle gördüm..
Hulefâ-yı Hz. Pîr (İbrâhîm-i Gülşenî)
Sâhib-i icâze kırk zâttır. Asıl halîfesi dört zât-ı âlî-kadrdir :
1. Şeyh Hasan-ı Zarîfî hazretleri,
2. Şeyh Sâdık Ali Efendi hazretleri,
3. Şeyh Âşık Mûsâ Efendi hazretleri,
4. Şeyh Emîr Hayâlî Çelebi hazretleri.
Tarîk-ı Gülşenî, bu dört zâttan inşi'âb eylemiştir.
Gülşenî Âsitâneleri :
Mısru'l-Kâhire, İstanbul, İskenderiye, Mekke-i Mükerreme, Haleb, Urfa,
Diyarbakır, Edirne, Şam ve Antalya'da.
Şahs-ı kıymet-dârlarına karşı, kıymet-şinâsân-ı zamân taraflarından hayli
menâkıb-nâme yazılmış ve kısmen tab'
olunmuştur. Gayr-i matbû' olanlar elyevm kütüb-hânelerde bulunur. Bunların en
mühimmi Fâtih Millet Kütüphânesi'nde 1909/1045 numarada Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî diye mukayyed
olandır.
/125/ Şeyh Hasan-ı Zarîfî Efendi
İbrâhîm-i Gülşenî hazretleriyle birlikte İstanbul'u teşrîf buyurmuşlardır.
Sultân Süleymân'ın ârzûsuyla ve Hz. Pîr'in müsâadesiyle İstanbul'da neşr-i
feyz-i tarîkata me'mûren burada kalmışlardır. Kırkdokuz sene irşâd ile meşgûl
olup, 984/(1576) senesinde vukû'-ı irtihâllerine mebnî Rumeli Hisârı'nda Durmuş
Dede Dergâhı hazîresinde
vedîa-i hâk-i gufrân kılınmıştır.
Bu tekke Hasan-ı Zarîfî hazretlerine nisbetle yapılmış iken, Durmuş Dede'ye
nisbetle yâd olunmakda bulunmuştur. Elyevm Nureddîn-i Cerrâhî'ye mensûbdur ve
şeyhi Saîd Efendi'dir. Tekke ma'mûrdur. Tekkelerin seddi hasebiyle burası bi'l-âhare
mekteb hâline ifrâğ olunmuştur. Vaktiyle boğazdan hamûle ile İstanbul'a gelen
gemilerden buraya odun kömür ihdâ olunurmuş. Şimdi bu âdete i'tibâr eden
kalmamıştır.
Târîh-i irtihâlleri, bir rivâyette 977/(1569)'dir. (Vefeyât-ı Ekâbir-i
İslâmiyye)
Şeyh Hasan-ı Şa'bânî risâlesinde
gördüm :
"Bu zât Akkirman tarafında gezerken meczûb
olduğundan, gemiciler tutup, Rumeli Hisarı'nda
Bektaşi Tekkesi'ne bırakmışlar. Ba'dehû erbâb-ı süfün hüsn-i i'tikâd
edip, nüzûr ve sadakât ile burayı şenlendirmeye başladılar. Yirmi sene kadar
mu'tekıd-ı âlim ve maksad-ı misâfirân Arab ve Acem olup, şöhret-i azîme peydâ
eyledi. Lâkin kendinde asla şuûr yoktu. Ancak, "Dervîşlerin ta’lîmiyle,
geçenlere uğurlar olsun, uğurunuz hayr olsun." der imiş. Devlet-i Ahmed Hân-ı evvelde göçüp, üzerine
türbe binâ olundu."
Hasan-ı Zarîfî hazretlerinin türbesi yoktur. Kabri, kabristânda harâb bir hâldedir.
Ziyâret ile şeref-yâb oldum. Rumeli Hisarı için mutasavver tramvay yolu için
yola yakın değildir. Fakat hâl-i hâzırda kabrini bilen pek azdır. Dergâh civârında
ve yol yakınındadır.
Şehzâde Câmii civârında Vefâ'ya gidecek yolda su kemeri ittisâlinde, Şehîd
Ali Paşa Kütüphânesi'nde, tasavvuf kısmında, 1312 numarada bir kitap vardır ki,
nâmı Kâşifü'l-Esrâr Matlau'l-Envâr olup, ba'zı ebyât-ı Mesnevî
üzerine, Fârisiyyü'l-ibâre muhtasar Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, Hasan-ı
Zarîfî hazretlerinin eseridir. Bunu mütâlaa eyledim. Nihâyetinde diyor ki :
ايما شرح مثنوئ
مولوى راقم بايد كرد زيرا كه اكر خواهيم كه نعمه مخلد آن مثنوى را تفسير وشرخ كنيم.
اينچنين سريع الزوال
مساعد نكند وكس طاقت كفايت كردن نيارد. پس بدين قدر اكتفا كردم خصوصا كه مشكلهاى مثنوى ابيات سابقه
است. پس مجملات اين
ابيات تخصيل كرديم ومعضلاتش را به بيان آورديم وآستانه راز همه را كشف كرديم ازين
سبب نام اين رساله را كاشف الاسرار ومطلع الانوار نهاديم وما شرحت هذه
الابيات الاَ امتثالاً لأمر الله تعالى.[107]
Hasan-ı Zarîfî hazretlerinin kemâlât-ı ilmiyyesi bununla da tezâhür
etmektedir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Şakâyık'da muharrer olduğu üzere Hasan-ı Zarîfi hazretleri:
"Sirozludur. Mahlası Zarîfî olup tahsîl-i kemâlât
eylemiştir. Kemâlpaşa-zâde Efendi
makarrında dânişmend iken Şeyh Pîrî nâm zâta irâdet getirmiş, Bursa'da
tekye-zen-i makâm-ı irşâd olup, hacca giderken Kâhire'de İbrâhîm-i Gülşenî'ye
mülâkî ve dâhil-i dâire-i uşşâkı olmuş idi. Karîne-i hâl-i nazar-ı pîr ile irşâda
mücâz ve ekser meşâyıha ser-efrâz oldu. Rumeli Hisarı'nda, Boğaz Hisarı'nda Âlî
Baba Zâviyesi'ndeki hâlen "Durmuş Dede Tekkesi" demekle meşhûr
tekkede seccâde-nişîn-i meşîhat ve mürşid-i erbâb-ı tarîkat olmuş idi.
935/(1528-29)'te İbrâhîm-i Gülşenî, da'vet-i pâdişâhî ile İstanbul'a gelip,
sadrazam Rüstem Paşa, Dârü's-saltanatta bir halîfelerini ibkâ ricâsında
bulunmakla bunları ta'yîn eyleyip, halîfe-i celîlesi olan Sultân Lâmika
Mahallesi'nde binâ eylediği zâviyeyi ihsân etmiş idi. 977/(1569))'de İrtihâl etmekle
Rumeli Hisarı'nda Kayalar nâm mahallede defn olunmuştur.
"Zarîfî'nin dirîğâ gitdi ruhu " (ظريفينك دريغا كتدى روحى).
Sinnü'ş-Şeyh : 102.
Macmau'l-bahreyn-i ilm ü irfân ve sinn-i şerîfi yüzden
mütecâviz idi. Tarîk-ı Gülşenî'de bunlara muâdil, zâhir ü bâtını ma'mur şeyh-i
kâmil ü mükemmil gelmemiştir.
Öyle nakl olunur ki, zarîfleri zikr-i cehrî ile harekât
ve raks u tasfîk ile nağamât etmek iken 957/(1550)'de pîr-daşı Şeyh Karamânî,
şer'-i şerîfe muhâlif ba'zı şathiyyât ızhâr eylemekle mazhar-ı kahr-ı kahramânî
oldukta sirâyet-i sû-ı zan bâis-i tahrîk-i fiten olmağla eızze-i
Nakşıbendiyye'den Emîr Buhârî şeyhi Mahmûd Efendi'ye irâdet getirip mestûr
olmuş idi. Hadîs, tefsîr ve Mesnevî'de sâhib-i kemâl idi. Elsine-i
selêsede ibdâ'-ı bedâyi'-i şi'r ü inşâ ederdi."
Lâyiha-i âcizî
:
Tarîk-ı
Gülşenî'de ehl-i silsile meyânında değildir. Halîfesi olduğu mechûldür. Tarîk-ı
Gülşenî'den berây-ı setr, tarîk-ı Nakşî'yi ihtiyâr etmesi, hakîkat i'tibârıyla
hoş bir şey olmamış olsa gerektir. İstanbul'da bulunduğu tekkenin Gülşenî âsitânesi
olması lâzım gelirken olmamış. Her hâlde bir sırr-ı ma'nevî eseridir. Ma'lûm-ı
erbâb-ı tedkîk olduğu üzere, Gülşenî âsitânesi Balat civârında Molla Aşkî'deki
Şeyh Aliyy-i Gülşenî Tekkesi'dir.
Şeyh Sâdık Efendi
Diyarbakırlıdır.
Diyarbakır'da neşr-i tarîka me'mûr buyurulmuştur. Medfen-i mübârekleri
Diyarbakır'da Rumkapısı kurbundadır. 961/(1554)'de intikâl eylemiştir.
[1] "Şeyhler
şeyhi, fazîlet sâhibi, kâmil ve kemâle erdirici Mahmûd el-Üküdârî Efendi'ye
(Allâh, onu kendi katındaki sıddîkların makâmına oturtsun) ait Mahabbetü'l-Mahabbe
isimli risâlenin istinsâh edilmiş olan bu şerhi, şerîatın özü ile tarîkatın
inceliklerini ihtivâ eder ve marifet denizine ulaştırır. Bu istinsâha
Abdurrahîm b. eş-Şeyh Lutfullâh el-Konevî tarafından, h. 1072 senesinde Şâban
ayının ilk günlerinde başlandı ve Ramazan ayının ilk günlerinde (22 Mart – 20
Nisan 1662) bitirildi. (Allâh, bizleri korusun). " (H)
[2] "Ey
bu gök kubbeyi direksiz binâ eden! Ey rüzgarı gönderip, bulutları çıkaran!
Ey
kalplerdeki, gönüllerdeki bütün gizlilikleri gören! Ey kitapta yazılı olan her
şeyi takdîr eden ve yaratan!
Habîbine
ve bütün âile efrâdına salât et. Hesap ânında ümmetin ayıplarını örtüver.
Ey
sıkıntıları gideren; günahları afveden! Ey bütün ayıpları bilen; iyilikleri
güzellikleri açığa çıkaran!
Ey
bütün ihtiyaçlar için kendisine başvurulan! Ey ıztırabların giderilmesi için
kendisine mürâcaat edilen!
Ey
bütün tasarruflar kendi elinde olan! Ey bütün zenginliklerin sâhibi! Kulunun
kalbinde yer alan senden başka ne varsa onları temizleyiver.
Ey
bütün mâniaları def' eden! Ey bütün perdeleri kaldıran. Fazilet ve kerem ile
sana vâsıl olmayı bize nasîb et." (H)
[3] “Şerîat bir ağaçtır.
Tarîkat onun dalları, marifet yaprakları, hakîkat ise meyveleridir. Allah teâlâ
Hâdî ve Mürşid’dir.” (H)
[4] "Kur'ân'dan
kolayınıza geleni okuyun." 73. Müzzemmil sûresi, 20. (H)
[5] “Kim Ramazan orucundan sonra Şevval ayında
altı gün oruç tutarsa, sanki o bütün yılı oruçlu geçirmiş gibidir.” Benzer
rivâyet için bkz. İbn-i Mâce, Sünen, Sıyâm : 33. (H)
[6] "Bizim uğrumuzda
cihat edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz..." 29. Ankebût
sûresi, 69. (H)
[7] "Nefsini
temizleyen iflâh olmuş, onu günâh ile örtüp gizleyen de hüsrâna
uğramıştır." 91. Şems sûresi, 9. 10. (H)
[8] "Şübhesiz
insân için çalıştığından başkası yoktur"53. Necm sûresi, 39. (H)
[9] “Kim bir şey ister ve o hususta gayret gösterirse, aradığını bulur. Kim de
bir kapıyı çalar ve beklerse, beklediğini bulur." (H)
[10] "...
Biz onları sağa sola çeviriyorduk..." 18. Kehf sûresi, 18. (H)
[11] Bu ibârenin hesaplanmasından 1042 târîhi çıkmaktadır. (H)
[12]Bu ibârenin hesaplanmasından 973 târîhi çıkmaktadır. (H)
[13] (كنت كنزا مخفيافأحببت أن أعرف فخلقت خلقا فيعرفونى )"Ben bilinmeyen bir
hazîne idim; bilinmek istedim ve mahlûkâtı yarattım. Ber Kendimi onlara
öğrettim, onlar da beni bildi. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ,
II, 132. Beyrut 1352. (H)
[14] Târih
mısraından 1122 çıkmaktadır. (H)
[15] “Hamd Allah’a
mahsustur. O Allah (c.c.) yok iken var eden, var olanları yok edip tekrar
yaratandır. Dilediğini hiç bir engel olmadan yaratır. Saf ve temiz maypli
kullarını en doğru ve en güzel yola hidâyet edendir. Yine o Allah teâlâ
kelime-i tevhîdi ikrâr eden kullarının akîdelerini her türlü şübhe ve tereddüt
karaanlıklarından koruyarak, onlara nimetler verendir. Allah teâlâ kullarının
Mustafâ (en makbul ve en kâmil salât ü selâm onun üzerine olsun)’ya ve
onun kerem sâhibi sahâbesi üzerine olsun.” (EKSİK)
[16] (ارْجِعِي
إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً) "Sen
Rabbinden râzî, Rabbin de senden râzî olarak Rabbine dön... " 89. Fecr
sûresi, 28. (H)
[17] “Hamd, zâtı ve
varlığı bakımından eşi benzeri bulunmayan, Vedûd olan, yaratılmış ve
yaratılacak olan bütün varlıklara lutfunu ihsân eden Allah’a mahsustur. Salât
ise, Allah teâlânın öğülmüş olan Rasûlü’ne, onun kerem ve cömertlik sâhibi
âline ve ashâbına olsun. Bu risâleyi, ben, “et-Tibri’l-Mesbûk” denilen,
seyr ü sülûk esnâsında Üftâde Muhammed ile Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî arasında
cereyân eden latîfeleri ihtivâ ile, Celvetiyye usûlünü beyâr eden risâleden
derledim. Cenâb-ı Hak her ikisinin sırrını azîz eylesin ve bizi feyzlerinden
istifâde ettirsin.” (H)
[18] Bu ibârenin
hesaplanmasından 1108 çıkmaktadır. (H)
[19] (لى مع الله وقت لايسعني فيه ملك مقرب ولانبى مرسل) "Benim, Allah katında
öyle bir hâlim vardır ki, benim o hâlime, ne bir melek yaklaşabilir, ne
bir peygamber ulaşabilir. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 173. (H)
[20] "Mürîdin
irâdesi kendinde değildir." (H)
[21] Buna dâir olan
kitâbeyi Kemâl-nâme-i Hakkî nâm eserimde aynen yazdım. Onda ism-i
âlîleri musarrahdır.
[22] İsmail Hakkı hazretleri Silsile-nâme'sinde vefât
târihini 1104/(1693) gösteriyor. Hâfız Hüseyin
Ayvansarâyî 1102 göstermiştir.
Doğrusu İsmail Hakkı merhûmun yazdığı
olsa gerektir.
[23] "Merhûm
babamdan duyduğuma göre, ecdâdım esâsen sâdâttan, ya'nî Hz. Peygamberi'in
soyundan gelenlerden idi. Ancak İstanbul'da meydâna gelen büyük yangında
onların durumunu gösteren belgeler kayboldu." (H)
[24] Bu ibârenin
hesaplanmasından 1099 çıkmaktadır. (H)
[25] “Senin şânını yükseltmedik mi?” 94. İnşirâh sûresi, 4.
(H)
[26] "Kalk,
insânları uyar." 74. Müddessir sûresi, 2.
(H)
[27] Öyle zannediyorum
ki, bu eser, Kütübhâne-i Umûmî'de gördüğüm ve esâmî-i âsâr-ı Hz. Hakkı
meyânında bahs ettiğim Mecmûa-i Hakkî olsa gerektir.
[28] Hücreleri mahallini
aradım, buldum. Yakın vakte kadar mevcûd
imiş. Hâlen yeri ve bir kurnalı
hamâmı vardır. Dâire-i hükûmetin arkasında sokak içindeki câmi'-i şerîf
yanındaki sokağın çıkmazındadır. Kalben rûhâniyyetine mazhar oldum.
[29] "Kim ismimi gerçekten benimserse, onun ismi de
benimsenir." (H)
[30] Vâridât-ı Kübrâ nâm eserde gördüm.
[31] "Rabbim!
Kâfirlerden yer yüzünde dolaşan tek kişi bırakma." 71. Nûh sûresi, 26. (H)
[32] Münzevî olan İsmâîl Hakkı Efendi, sâliklerin makâmında
onlara, “Hidâyete eriniz.” dedi.
O İsmâîl Hakkı, tarîkatta
Celvetî müntesibidir. O yolun mürşidlerinin sın bakımından en büyüğüdür.
Kerîm ve müsteân olan
Allah, bu mabedin inşâsında onu muvaffak eylesin.
Allah teâlâ, dilediğini
bizzât kendisi yapar ve O’nun şerîki yoktur. O halde, Allah teâlâyı birliyiniz,
O’na ortak koşmayınız.
Kurtuluşa ermek ümîdiyle
hayır işleyiniz ve Allah’ı çokca zikredip hidâyete eriniz.
Ey ehl-i safâ olan
sûfîler! Allah’a yakın olmak istiyorsanız, O’na secde ediniz.
Bu câmiin bânîsi inşâ
târîhi için şöyle dedi. : Allah’ı evi olan bu mescid tamâm oldu. Bunun için
salavât getirin ve Allah’a ibâdet edin. (H)
[33] Bu târih mısraından 1127
çıkmaktadır. (H)
[34] (قُلْ هُوَ
اللَّهُ أَحَدٌ) "De ki : Allah birdir... " 112.
İhlâs sûresi, 1. (H)
[35] (وَاسْتَعِينُواْ
بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ) "Sabır ve namazla, Allah'dan
yardım dileyin. " 2. Bakara sûresi, 45. (H)
[36] (موتوا قبل أن تموتوا) "Ölmeden
önce ölünüz. " el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 291. (H)
[37] (المؤمن مرآة
مؤمن...) "Mü'min mü'nin aynasıdır." el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ,
II, 294. (H)
[38] (...بِيَدِكَ
الْخَيْرُ)
"Hayır yalnız senin yed-i kudretindedir." 3. Âl-i İmrân sûresi, 26.
(H)
[39] (وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّ..) "Göklerin, yerin ve bunlar
içinde yaydığı çeşitli hayvanların..." 42. Şûrâ sûresi, 29 (H)
[40] (يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ
...ْ) "Ey İnsanlar! Rabbinie ibâdet
ediniz..." 2. Bakara sûresi, 21 (H)
[41] (وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي
إِسْرَآئِيلَ...) "Allah, İsrail oğullarından da söz almıştı..." 4. Mâide sûresi, 12, 70.
[42] (إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ
وَرَسُولَهُ...) "Allah'ın ve Rasûlünün hudûduna karşı
gelenler..." 58.
Mücâdele sûresi, 5. (H)
[43] Bu eser hakkında
Hâfız Şevket Bey kardeşim:
"Nedir
derviş Muhammed feyz-i Mevlâ'ya müheyyâdır
Ne felekde katresi
görünmüş özge deryâdır
Eğer sûret-i
zâhirde da'f-ı hâli var ammâ
Velâkin
kuvvet-i kudsiyye ahâlî-i hoş tüvânâdır
Derviş Muhammed'den murâd, bu
Efendi'den bey'at-kerde olup hâlâ İstanbul'da tevattun eden Evliyâ Derviş
Muhammed'dir ki bu nazm u neşre bâis olmuştur." sûretinde bir kitap gördüm
buyurdu.
[44] 2. Bakara Sûresi, 285-86.
[45] Tarih mısraından
1144 çıkmaktadır. (H)
[46] Bu mısraın
sonundaki "el-vedâ' " kelimesi kâfiyeye uyması için “ayn” harfi
yokmuş gibi yazılmıştır.. (H)
[47] Bu mısradaki
"şân-ı merâdan" ibâresinin, "şâh-ı merdân" olması
muhtemeldir. (H)
[48] (وَلَقَدْ
خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ
إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ)
"Andolsun insanı biz
yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. " 50. Kaf sûresi, 16.
[49] (ن
وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ) "Nûn. Kaleme
ve yazdıklarına andolsun. " 68.
Kalem sûresi, 1. (H)
[50] Bu ibârenin
hesaplanmasından 1156 çıkmaktadır . (H)
[51] Bu ibarenin
hesaplanmasından 1232 çıkmaktadır. 1166 târihinin üzerine müellif tarafından
“Pederlerinin” kelimesi yazılmıştır. Bunun, Hâşim Efendi’nin babasının ölüm
târihi olduğu anlaşılıyor. (H)
[52] "Kaçacak yer neresi?" 75. Kıyâme sûresi, 10. (H)
[53] "Yaşadığınız
gibi ölürsünüz; öldüğünüz gibi haşr olunursunuz.." (H)
[54] (مَا زَاغَ
الْبَصَرُ وَمَا طَغَى)
"Muhammedi'in gözü ne kaydı ne de sınırı aştı. " 53. Necm sûresi,
17.(H)
[55] "Bunu, önce
İstanbullu, sonra Bursalı bir zavallı olan, es-Seyyid el-Hâc Mahmûd Nâsih
yazmıştır." (H)
[56] "O
(Allâh)'dan başka her şey yok olacaktır " 28. Kasas
sûresi, 88. (H)
[57] "Asılarak idâm edilmiş olan Şeyh
Bedreddîn, Allah katında gazaba uğramıştır. " (H)
[58] "Rabbinin ismini zikret..." 73. Müzzemmil sûresi, 8. (H)
[59] "Varlık âlemindeki her şey vehim ve hayâlden
ibârettir." (H)
[60] Bu şekilde başlayan bir rivâyet bulunamadı. (H)
[61] Tarih mısraındaki
noktalı harflerin toplamından 1295, tamâmından 1740 çıkmaktadır. (H)
[62] Bu şiirde müellif sonradan bazı düzeltmeler yapmıştır.
(H)
[63] "Muhakkak ki her güçlükle berâber bir kolaylık
vardır. Her güçlükle berâber bir kolaylık vardır. " İnşirah Suresi, 5-6. (H)
[64] “Tahâret iki çeşittir : Birincisi, şerîatın istediği şekilde
zâhirî temizlik; ikincisi bâtınî temizlik. Bu ikincisi tarîkate sülûkla, tevbe
ve kalp tasfiyesiyle elde edilir. Dînin emrettiği abdest, herhangi bir
necêsetin çıkmasıyla bozulursa su ile yenilenmesi gerekir. Niteki, Hz.
Peygamber, bu konuda şöyle byurmuştkur : “Abdesti yenileyenin Allah îmânını
tâzelesin.” Eğer bâtınî abdesti; kibir, ucub, hased, kin, gıybet, dedi-kodu,
iftirâ, yalan ve gözlerin, ellerin, ayakların, kulakların ihânetine benzer hıyânet gibi zemmedilmiş her türlü fiille ve
ahlakla bozulacak olursa, samîmî bir tevbe ile, insanı fesâda götüren bu
amellerden uzaklaşmak için bâtınî abdestini yenile. Tevbenin yenilenmesi
kötülükleri yok eder. Bu da kötülükleri zemmederek ve istiğfâr ederek olur.
Ârif olan kişinin bu âfetlerden korunması gerekir. Böyle olursa namazı da tamam
olur. Cenâb-ı Hak, 50. Kâf sûresi, 32. âyette şöyle buyuruyor : “İşte bu cennet
Allah’a yönelenlere va’dedilen yerdir.” Zâhîrî abdesti, bâtın temizliğinin
aksine, bir gündeki farz olan beş vakit namazın her biri için geçerlidir. Bâtın
temizliği ise müebbed olup, ömür boyu geçerlidir.” (H)
[65] "Allah sana nasıl muâmele etti." (H)
[66] "Mecaz hakîkatin köprüsüdür ." (H)
[67] "Allâh'ın göğsünü İslâm'a açtığı kimse,
Rabbinden gelen nûr üzerinde değil midir?" 39. Zümer sûresi, 22. (H)
[68] "İşler, vakitleriyle sınırlıdır. Zuhûrât ise mîkâtına bağlıdır.
" (H)
[69] "Büyük insânlar özrü kabûl ederler, diğerleri
ise karşılaşma anındadır." (H)
[70] "Haberiniz olsun ki, Allah'ın dostlarına
hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar onlar değildir." 10. Yûnus sûresi, 62. (H)
[71] 92. Leyl ve 93. Duhâ sûrelerine işâret edilmektedir.
(H)
[72] (وَلاَ
تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ
وَجْهَهُ...)
"Sabah akşam Rablerinin rızâsını isteyerek O'na yalvaranları kovma." 6. En'âm sûresi, 52. (H)
[73] (سُبْحَانَ
الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى
الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ) "Geceleyin kulunu Mescid-Harâm'dan, âyetlerimizden
bir kısmını gösterelim diye, etrâfını bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya
yürüten, her türlü eksiklikten uzak olan O (Allah)'dır. O, gerçekten hakkıyla
işiten, hakkıyla görendir." 17. İsrâ sûresi, 1.
[74] "Allâhm! Eşyânın hakîkâtlerini bize olduğu
gibi göster. " (H)
[75] Bu terceme-i hâl, Fâtih'de, Millet Kütüphânesi'nde,
Tasavvuf kitapları meyânında 1045 numaradaki, Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî'den
mülahhastır.
[76] Dârü'l-Fünûn müderrislerinden Mehmed Ali Aynî
Beyefendi, "Veled Çelebi nezdinde gördüğüm bir eserde, 'Diyâr-ı bekir (Diyarbakır)'lıdır.'
diye göstermiştir." dedi.
[77] "Âhirete ulaştıracak
bir binit olarak dünyâda bulununuz ." (H)
[78] "...Kıyâmet sarsıntısı
büyük bir şeydir." 22. Hac sûresi, 1. (H)
[79] "Allâh'a, semâya, güneşe ve kuşluğa yemin ederim
ki, hased sâhibleri bize iftirâ etmişlerdir." (H)
[80] "Allah, göklerin ve yerin nûrudur." 24. Nûr sûresi, 35. (H).
[81] "Zamânın yegâne âlimi olan efendimiz vefat
etti. " İbareden 982 tarihi çıkmaktadır. (H)
[82] “Bu gülün kokusu, iki kat
olmuş sırtı bervi gibi dosdoğru yaptı.
Her şey aşka tebdîl olur, Mısır’dan toprağı
çıkarırlar.
Ey can! Sen canlar cânına ulaştık. Ey beden!
Sen de bedeni bıraktın.
......... ........
O dertli Meryem’e tâze ve olgun hurma gerekir.
Muhsinin güzel ahlakı başkasının gözüne düşmesin.
Senin îmânın benim muradım olunca uzlette
emniyet aranır.
Gönül evini kendi uzlegâhın yap. Çünkü gönül
halvette sükûn bulur.
Gönül evinde, dâimâ lezzetli ve bâkî olan
kadehi sunarlar.
Sen tumturaklı sözleri bırak da, sâkin
vakitlerde sükûtu ihtiyâr et.
Çünkü insanın yeri gönüldür. Bunun için sen,
mü’minliği gönülde iste.(H)
[83] "Sadakalar,
Allah'dan bir farz olmak üzere, sadece fakîrlere.... dir." 9. Tevbe
sûresi, 60. (H)
[84] “Ey Rûşenî! Sana bir mes’ele sorayım ki, bunda iki
aydınlık var. Sana sevinç göstermesi için gama, üzüntüye ne büyü yapayım.” (H)
[85] “Ey Rûşenî! Kendi yüzünü
görüp beni hatırlaman için sana ayna getirdim.” (H)
[86] “Her güzellikten yeni bir
güzellik doğduğu gibi, o Rûşenî’den de yeni bir aydınlık doğar.” (H)
[87] “Bir ateş ortaya çıkar ve dünyâyı devamlı yakar. Bu ateşten kurtuluş için
ancak İbrâhîm olmak gerikir.” (H)
[88] “Dinle neyden, üflenen nefesi, nasıl âhenkli ses hâline
getirir. Sazın yakıcı nağmesi insana nasıl arkadaş olur.
Aslında sazın
nağmesi değil aşkın yakışı seni bir hâle getirir. Sesin nağmesi âşıklara zevk
verir.
Ney ve zevk veren
sas, başka bir sebep olmasa da, aşk ve bir anlık arkadaşlıkla insanı coşturur.
Neyin inleyişi
aşk zevkındandır. Âşıklar onu dinlemenin zevkında dudaklarını ısırırlar.
Aşk ve ney, aynı
özellikleri taşıyan iki arkadaş olarak nefes alıp verirler. Birbirlerine dem
verip, hemdem olurlar.
Her nefes, neyden
bir anda hayret edilecek bir ses hâline gelir. Bir anda iki ayrı nefes bir
bütün olurlar.” (H)
[89] “Ey hakîkat söyleyen
papağan! Nasılsın? Ey bülbül! Sebepsiz
yer niçin mahzunsun? Bugün eğer kafes hapsinde sıkıntı içinde isen de meşakkat
sana gül ve şeker sunar.” (H)
[90] “Ey hakîkat gecesinin mumu! Nasılsın? Ey tarîkatının
meclisini aydınlatan! Nasılsın? Şimdi senin yüzünü görmek için bu göz ve
tamahkar gönül, pervâne oldular. Nasılsın?” (H)
[91] “Ey gönül ve mânâ şehrimin Yûsufu! Nasılsın? Ey ağlayan
gözümün nûru! Nasılsın? Senin yüzünle bu köşe benim için gül bahçesi oldu. Ey
hzânı ve dikeni olmayan gül fidanı! Nasılsın?
[92] Bu ibâreden verilen
târîh çıkmamaktadır. (H)
[93] “Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî bu fenâ gülistânından göçtü
gitti.
Lâhût tahtına adım attı ve üns sarayında mukîm
oldu.
Bu sonradan olan yokluk sarayının nakşı eski
misafirhâneye konuk oldu.
Hâtiften gelen bir ses onun için târih dedi :
Kutbu’z-zamân İbrâhîm-i Gülşenî öldü.”
Bu ibârenin hesaplanmasındran 950 târihi çıkmaktadır. (H)
[94] Bu kütübhâne,
Süleymâniye Kütübhânesi'ne nakl edilmiştir. (H)
[95] “... Mal ve çocuk
bakımından sen beni kendinden daha fakîr görsen bile, bağına girince,
"Mâşâa'llâh kuvvet ancak Allâh'a mahsûstur." demen gerekmez mi?”
18.Kehf sûresi, 39. (H)
[96] “Bizi bizi kulların yaratılışının menşei kılan ve hidâyete
ulaştıran Allah’a hamd olsun. Salât ü selâm da Allâh’ı nebîsine ve onun
ashâbına olsun. Bunu, kulların en zayıfı olan İbrâhîm-i Gülşenî yazmıştır.” (H)
[97] “Bismillâhirrahmânirrahîm.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor :
“Doğrusu ben kendini Allah’a verenlerdenim.” diyen, Sâlih amel işleyen ve
Allah’a davet eden kimseden daha güzel sözlü kim vardır. (41. Fussılet sûresi,
33). “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim edip Hakk’a yönelen İbrâhîm’in
dînine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrâhîm’i dost
edindi.” (4. Nisâ sûresi, 125). “Kendini bilmeyenin dışında kim İbrâhîm’in
dîninden yüz çevirir? And olsun ki, Biz dünyâda onu saçtik. Şübhesiz ki o,
âhirette de muhakkak sâlihlerdendir. Rabbi ona, “Teslim ol.”
buyurduğunda o, “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum.” demişti.” (2.
Bakara sûresi, 130, 131). “Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşuyor.”
(45. Câsiye sûresi, 29). “Ey Muhammed! Sana bîat edenler ancak Aallah’a bîat
etmiş olurlar. Allah’ın eli onların eli üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi
aleyhine dönmüş olur; Allah’a verdiği sözü yerine getirene ise Allah büyük bir
mükâfât verecektir.” (48. Fetih sûresi, 10). “Siz insanlar için çarılmış en
hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emr eder, kötülükten men eder ve Allah’a îmân
edersiniz.” (3. Âl-i İmrân sûresi, 110). “Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O
sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in
dînine uyun. Allah sizi hem de daha önce, hem de bu Kur’ân’da Müslüman olarak
isimlendirdi.” 22. Hac sûresi, 78).
Allah yolunda gerçekten cihâd
edenler, fesattan kaynaklanan bâtılı terk etmek sûretiyle mânevî derviş olurlar
ve muvahhidler arasındadırlar. Bunlar hangi beldeden olurlarsa olsunlar,
kendilerine gelenleri irşâd yolunda ma’rifetu’llahta onun halîfeleri olmaya
lâyıktırlar.
Sâlik, tevbe ve inâbetten sonra
gayret edince Allah’ın emriyle teslim olmayı şiârı, çeşitli işlerde çalışmayı
da onun ateşi olarak kabul eder ve şu âyetin hükmüne tâbi olur : “Azâb size
gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.”
(39. Zümer sûresi, 54).
Sâlik, teslîmiyeti nûrla elde
eder ve böylece gönlü açılır da, şu âyette ifâde edilen zümreye dâhil olur :
“Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nûr üzere bulunan
kimse….” (39. Zümer sûresi, 22). Onun varlığı, yokluk karanlığında dolunayın
ışığının parıltısı gibidir.
Böyle kişiler hakkı bâtıldan,
nûru zulmetten, faydayı zarardan ayırmayı, galet ve gururdan sonra yakaza
hâlinde olmayı bilir. Ayrıca güzel ve öğülmüş ahlakla ahlaklanmayı, kötü olan
nefs-i emârenin hevâ ve hevesine karşı ihlaslı olmayı ve Hz. Peygamber’in
şerîatına bağlanmayı öğrenir. Böylece ilim ve amel ile insâniyyetini
güzelleştirir. Nitekim şöyle buyurulmuştur : “Allah teâlâ, câhil bir kulunun
velî yapmamıştır. Eğer câhil bir kulunu velî yapacaksa önce ona ilim öğretir.”
Âyette de şöyle buyurulmuştur : “İşte bu, Allah’ın hidâyetidir ki, kullarından
dilediğini buna iletip yöneltir.” (6. En’âm sûresi, 88).
Cenâb-ı Hak, kerem ve fazlıyla,
kullarına bunu ihsân eder. Çünkü O, kullarına karşı çok merhametlidir. “Ey îman
edenler! Allah’a karşı gelmekten nesıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve
siz ancak mü’minler olarak ölünüz.” (3. Âl-i İmrân sûresi, 102). “Ey mü’minler!
Hep birlikte tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (24. Nûr sûresi, 31).
Size tevbe ve ondan inâbet
almanız gerekir. Çünkü oda, benim gibi icâzetlidir. Tarîk-ı Hakk-ı Mübîn’de
beyân ettiğimiz gibi, o da sizi hidâyet yoluna eriştirir. Hz. Muhammed
Mustafâ’nın şerîatı etrâfında, Cenâb-ı Hak tarafından kendilerine nimet
verilenlerin doğru yolunda birleştirir. O yol ki, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın
dosdoğru olan yoluna tam teslîmiyetle insanı hakîkate ulaştıran yoldur.
“Onların duâlarının sonu ise, ‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.’
sözleridir.” (10. Yûnus sûresi, 10).
Hiçbir şübhe olmadan bizden
intikal eden bu ilmi size öğreten icâzetli kişiye vasiyetimizdir. O meczûb
sâlik, her ân bir hâl üzere olan Cenâb-ı Hakk’ın kevnî oluşumlarda tecellî eden
nihâyetsiz ve sayılamayacak kadar çok olan sıfat ve simlerinin mertebelerinin
yollarını ikmâl etmek üzere görevlendirilmiştir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, bu isim
ve sıfatlar hakkında 18. Kehf sûresi, 109. âyette şöyle buyurmaktadır : “De ki
: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve
etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.”
Ey tâlipler! Bu benim en güzel
vasiyetimdir. Doğru bir usulle teveccüh, dalâlet günâhından nefsinizi
temizlediğiniz halde bâtıldan sakının. Vebâl kazanmaya meyl etmekten kurtulmaya
bakın. Azab ve işkence verecek olanlara meyl etmeyin. “O gün ne mal fayda
verir; ne de oğullar. Ancak o gün arınmış bir kalb ile Allah’a kavuşan müstesnâdır.”
(26. Şuarâ sûresi, 88, 89). “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz
Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz.” (2. Bakara sûresi, 281).
Ey Allah’ın kulları! Allah’tan sakının.
Nitekim, 3. Âl-i İmrân sûresi, 30. âyette şöyle buyurulmaktadır : “Herkesin
yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kötülükleri ile kendi
arasında uzak bir mesâfe bulunmasını ister.” Bir âyette suçluluların şöyle
diyecekleri belirtilmektedir : “Eyvâh bize! Bu nasıl kitaptır ki, küçük büyük
hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş, derler. Onlar, bütün yaptıklarını
karşılarında bulurlar. Rabbi hiçi kimseye zulmetmez.” (18. Kehf sûresi, 49).
Şu günün şiddetinden de Allah’a
sığının : “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından kaçacağı gün…” (80. Abese sûresi, 34, 35).
Cenâb-ı hak, Kur’ân-ı kerîmde o
günün şiddetinden bir de şöyle bahsetmektedir : “Ey insanlar! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Çünkü kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu
göreceğiniz gün emzikli her kadın, emzirdiği çocuğundan geçer ve her hâmile
kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. O gün insanları sarhoş görürsün. Halbuki
onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki, Allah’ın azâbı çok şiddetlidir. (21. Hac
sûresi, 1, 2).
Eğer kurtuluş istiyorsanız
rabbinizden size indirilene tâbi olunuz. Temiz bir kalble ivazsız garazsız
Allah’ı zikrediniz. “Sizin için alenen düşman olan şeytanın yolundan
gitmeyiniz.” (2. Bakara sûresi, 208). Allah’a verdiğiniz sözde durunuz.
Dünyânın çeşitli arzularından kalbinizi temiz tutunuz. Bütün âzâlarınızı günah
işlemekten koruyunuz. Allah teâlânın size verdiği nimetlerden fakirlerinize
ikrâm ediniz. Kardeş olunuz. “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın.” (3. Âl-i İmrân
sûresi, 103). Allah’tan sakının, aranızı düzeltin, birbirinize sabrı ve hakkı
tavsiye ediniz. Allah hakkında kötü zandra bulunanlarla dostluk etmeyin.
Nitekim cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır : “Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münâfıklara karşı cihâd et ve onlara karşı çetin ol…” (9. Tevbe sûresi, 73).
Allah teâlâ bize bildiriyor ki,
câhillerin mühlet taleb etmesi bize zarar verir. Onun için Allah’ın hizbinden
ve O’na yardım edenlerden olun. 61. Saf sûresi, 14. âyette şöyle
buyurulmaktadır : “… Nasıl ki, Meryem oğlu Îsâ da Havârîlere, ‘Allah’a giden
yolda benim yardımcılarım kimdir?’ demişti. Havârîler de, ‘Biz Allah’ın yardımcılarıyız’…..”
Şeytanın taraftarı olmayın. Çünkü
insanlar ve cinlerden olan şeytanlar, insanların kalblerine vesvese verirler.
Bir âyette şöyle buyurulumştur : “İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cin
şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar
fısıldarlar.” (6. Enâm sûresi, 112).
Selâm’a tâbi olanlara selâm
olsun. Sözlerimizi, Muhammed (a.s.)’a, onun âline ve ashâbına salât ü selâmla
bitirelim.
[98] “Mü’minler için, aynen alış-verişte kazançlı çıkmayı tercih
eden bir tüccar gibi, en hayırlı azık dindir.
İşte ben din hususunda Hz. İbrâhîm’in dîninden
olan bir dosta tâbi oluyorum. Bu, Allah’ın, insanı vakur bir şekilde selâmete
ulaştıracak olan bir emridir.
Dînin direğini sağlam
olarak görmek istiyorsan. Namazı dosdoğru kıl ve Allah’tan başka her şeyi
kendine haram kıl.” (H)
[99] “Bizden tarîkatı inkar eden kişiyi şerîat ölçüsüyle bir
dinle. Allah’a yemin olsun ki o, hakîkatte âsîleri inkâr etmiş gibidir.
Ey sevgi ile kalbinde emâneti taşıyan kişi!
Kalbindeki bu sevgi sebebiyle, kazanlı kişilerin kazançları gibi sana müjdeler
vardır.” (H)
[100] “Hak nûruyla basîretten bir göz aç.Nurlu bir bakışla
bakarak gözde çeşitli manzaralar gör.
Topluluk hâlinde bile kimse bu manzaraları
ayne’l-yakîn müşâhede edemiyor; bunu böyle bil. Ancak bir farkla; o da ibretli
yorum yapanların yorumlarını dinle.
Rabbimi ben gördüm; Allah’ın habibinin
sözleri, vasfedenlerin anlattıklarında daha güzel görüntülerle gerçekleşti.”
(H)
[101] “Varlığın inkârı isbâtın ta kendisidir. Bak, cem’de
varlığı inkar edenlerin bu inkarları ile isbat arasında hiçbir fark
kalmamaktadır.
Tıpkı kulaktaki, şimşekten daha parlak,
ışıktan daha aydınlık olan inci gibi, işte hâkikatin cevheri budur.
Sükûtta konuşmak vardır. Bu, bizden makâm
sâhiplerine intikâl eden bir hâldir. O halde, aynen dilsizlerin söylediklerini
anladığın gibi, sözsüz olarak anlatılanları da anla.” (H)
[102] “İlimler Kemal’le (birlikte) gittiler.” (H)
[103] Verilen ibârelerin hiç birinden 941 çıkmamaktadır. (H)
[104] “İçkiye mübtelâyım, derdim var. Benim dermânım içkidir.
Bana içki ver, çünkü tedâvî maksadıyla içki
içmek haram değildir.” (H)
[105] “Molla Celâl-i Devvânî’nin fetvâsına göre, bahar
resmidir; sen erguvan içkisini sun.” (H)
[106] "Kim, Rabbına (kıyâmet günü) iyilikle gelirse, onun
için, o iyiliğin on misli (ecir) vardır." 6. En'âm
sûresi, l60. (H)
[107] Mevlânâ’nın bu Mesnevî’sinin şerhini yazmak gerekir. Ancak
ölümsüz bir eser bırakmak, Mesnevî’yi tefsir ve şerh etmek istersek,
hızla akıp giden zaman buna yetmez; hiç kimse de buna tâkat getiremez. Bu yüzden
bu kadarla iktifâ ettim. Özellikle Mesnevî’de geçen bazı problemli
beyitleri şerh gerekir. Bundan dolayı problemli beyitleri topladım ve onların
problemlerine açıklama getirdim; hepsinin sırlarını açığa çıkardım. Bu sebepten
bu risâleye Kâşifü’l-Esrâr ve Matlau’l-Envâr adını verdim. Bu beyitleri
Allah’ın emrine uyarak şerhettim.” (H)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar