Print Friendly and PDF

Sefîne-i Evliyâ Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr 8

Bunlarada Bakarsınız

                 

/218/ Hulefâsı:

           

Şeyh Muhammed Şerefeddîn Sâdık Efendi 1278/(1861) senesinde İstanbul’da doğmuştur. Pederi Arabkirli Halîl Efendi olup, Şeyh Muhammed Emîn-i Tevfîkî Efendi hulefâsındandır. Şerefeddîn Efendi Şeyh Fahreddîn Himmetî Efendi’ye intisâb edip azîzinin irtihâlinde noksân kalan sülûkunu ikmâlen Şeyh Mustafa Sâfî hazretlerine tecdîd-i bey’at ile gelmiş ve az zamân sonra nâil-i hilâfet olmuştur ki, hilâfet târîhi 15 Şa'bân 1341/(2 Nisan 1923) olup, Leyle-i Berât’a müsâdiftir.

Mısır Çarşısı’nda pamuk ticâretiyle meşgûl olup, azîzimize râbıtası ziyâde olanlardandır. 25 Ramazân 1343 ve 18 Şubat 1341/(1923) Cumartesi akşamı irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip, Leyle-i Kadr’e müsâdif ân-ı mağfiret-nişânda Kasımpaşa’da âsitâne-i Pîr’de  defn olunmuştur. (Rahmetu’llâhi aleyh)

Şeyh Hulûsî-zâde Osmân Nûrullâh Efendi

Şumnuludur. Büyük azîzin hulefâsından Bursa’da Testereci Hamdî Baba’nın halîfesi Havlucu Hacı Muhammed Dede Efendi’ye intisâb edip, yedinci esmâya kadar sülûk görüp, bi'l-âhare azîzime intisâb ile ikmâl-i sülûka muvaffak olmuş 15 Şa'bân 1341/(2 Nisan 1923) târîhinde Leyle-i Berât’ta nâil-i hilâfet olmuştur. Tüccâr-ı mu’tebereden olup, fukarâ-perver, âşık, sâdık, ârif bir zât-ı kerîmü’s-sıfâttır. Ricâlu'llâhtan çok kimselerle mülâkatı vardır. Târîh-i velâdeti  1284/(1867-68)’tür. Pederleri Diyarbakırlı Ahmed Hulûsî Efendi’dir.

Şeyh İsmâîl Cemâlî Efendi

Şeyh Mustafa Sâfî Efendi hazretlerinin yegâne mahdûmudur. Henüz genç yaşında iken ikmâl-i sülûka muvaffak olup, 15 Şa'bân 1341/(2 Nisan 1923) târîhinde nâil-i hilâfet olmuştur. Oldukça tahsîli olup, fakat nâil-i hilâfet olmasını müteâkib zihnen râhatsızlık zuhûra geldiğinden, bir müddet Fransız Hastanesi’nde taht-ı tedâvîye alınıp lehü’l-hamd râhatsızlığı zâil olmuştur.

Şeyh Tevfîk Refîk Efendi

Ümmîdir. Büyük azîz (Mustafa Hilmî-i Sâfî)’ye mensûb idi. Azîzimizden ikmâl-i sülûka muvaffak olup 15 Şa'bân 1341/(2 Nisan 1923) târîhinde nâil-i icâzet olmuştur.

Kömürcü Muhammed Efendi

Kudemâ-yı mensûbîn-i Uşşâkıyye’den olup, azîzimizden  me'zûn olmuştur. Biga’da neşr-i tarîkat etmekte idi.[1] Bir halîfe yetiştirmiştir ki ismi, Hersekli Muhammed Fevzi olup, Safvetî mahlaslıdır.

Şeyh Emîn Efendi

Şeyh Fahrî Efendi-zâdedir. Fahrî Efendi’den Aksaray’da Şekerci Sokağı’ndaki dergâha intikâl edince Şeyh Mustafa Efendi hazretleri seyr ü sülûka çalışmak şartıyla ilbâs-ı tâc u hırka eyleyip pederinin makâmına iclâs eylemiştir. Fakat bi'l-âhare âtîde arz edeceğim esbâba mebnî azîzimizin aleyhinde olarak kadir-nâ-şinâsâne harekette bulunmuştur.

Deryâ-yı afvı geniş olan Hz. Şeyh yine hoş görmüş, "Azîz-zâdemdir." diye  ızhâr-ı âsâr-ı iltîfâttan hâlî kalmamıştır.

/219/ Şeyh Ahmed Rüşdü Efendi

Ulemâdan bir zâttır. Zikre me'zûnen ahz-ı icâze eylemiştir. Dağıstânî Şeyh Şerefeddîn Efendi hulefâsındandır. Celvetiyye’den Şeyh Gülşen Efendi merhûmdan da müstahlef olup, Bursa’da İsmâîl Hakkı el-Celvetî Âsitânesi şeyhidir.

Terlikçi Osmân Efendi

Hulefâ-yı Rufâiyye’den olup, yirmi otuz dervîşiyle maan azîzimize gelip, teslîm olup bey’at etmiştir. Seyr ü sülûk görüp, mazhar-ı feyz olarak tarîk-ı Uşşâkî’den de müstahlef olmuştur. Tesettüre meyli ziyâde olmakla merâsim-i tarîkattan âzâde bir hayât-ı ihtifâya râgıp idi. Hattâ esnâ-yı sülûkunda, tarîk-ı Rufâî’den şeyhine Uşşâkî Tarîkatı’na nisbetini ihsâs etmemiştir. Manisa’da Ali Nâilî Dergâhı meşîhatı münhâl oldukta azîzinin emriyle oraya gitmiş ve meşîhatı der-uhde eylemiştir. Meşîhat Cemâziye’l-evvel 1342/(Aralık 1923) târîhinde tevcîh olunmuştur. Mesleğine âşık bir zâttır.

Şeyh Cemâl Efendi

Pîr-i sânî Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî Âsitânesi şeyhidir. Pederinin irtihâlinde postuna sâhib olabilmek için azîzimizden bir icâze-nâme almıştır. İkmâl-i sülûk şartıyla ilbâs-ı tâc u hırka buyrulmuştur.

Şeyh Ali Dede

Mersinlidir. Azîzime fart-ı muhabbeti, şiddet-i râbıtası olanlardandır. Hıdmet-i askeriyyesini îfâyı müteâkib memleketine gitmeden hânkâha gelip hıdmet-i azîzi câna minnet bilmiştir. Âşık, sâdık bir zâttır. 1342/(1923) senesinde ikmâl-i sülûka muvaffak olarak nâil-i hilâfet olmuş idi.

Şeyh Molla Ahmed Efendi

Şeyh Mustafa Sâfî hazretleri Fındık-zâde Dergâhı şeyhi iken ona hilâfet vermişti. Esâsen Fahrî azîzden müntakil dervîşlerden idi. Keçeciler Dergâhı meşîhatı münhâl oldukta oranın meşîhatına tâlip olmuştur. Hâlbuki oraya ta'yîn olunacak şeyhin Âsitâne-i Uşşâkî’de post-nişîn olan zâttan müstahlef olması şart idi. Ahmed Efendi o şartı hâiz olmadığından âharı intihâb olununca ismi geçen Şeyh Emîn Efendi ve âtîde tercüme-i hâli yazılacak olan Şeyh Mustafa Efendi ve Molla Ahmed, azîzimin aleyhinde hareketle ateh getirmiş, vesâyete muhtâc olmuş. Yaptığını bilmiyor gibi göstererek  hakkında  mazbata yapmışlardı.

Molla Ahmed, azîzimin nazarına uğradığından bu sırada hayât-ı fâniyeden tecerrüdle adâlet-hâne-i bakâya intikâl eylemiştir. Böyle olduğu hâlde azîzim, ona acıyarak rûhunun şâd edilmesi için Fâtihalar okunmasını emr etmişlerdir.

el-Hâc Şeyh Muhammed İzzeddîn Safiyyullâh Efendi

Azîzimin ilk mürîdi ve ilk halîfe-i güzînidir. Batum’da Asbıra-i Ulyâ (?) Sola kazâsı  mülhakâtından Horcum karyeli olup an-asl Gürcüdür. 9 Hazîrân 1284/(21 Haziran 1867) senesinde dünyâya gelmiştir. Pederi Selîm b. Süleymân b. Ahmed’dir. İbtidâî tahsîli Batum’dadır. Aile ismi Çalı-zâde’dir. 1303/(1887)’te İstanbul’a gelip Mustafa Efendi hazretlerinin dersine dâhil ve sarftan bed’ edip, 1317/(1901) senesi nihâyetinde icâze almıştır.

/220/ Batum’dan kat’-ı alaka ederek İstanbul’a hicreti 1311/(1896) senesindedir. Fâtih’te Bahr-ı sefîd Ayak Kurşunlu Medresesi’nde tahsîlde bulundular. Şeyh Mustafa Sâfî Efendi’ye intisâbı 9 Ramazân 1324/(27 Ekim 1906) târîhindedir. Hilâfeti 1334/(1916) senesine müsâdiftir. 1320/(1902) ve 1326/(1908) senelerinde iki def'a Haremeyn-i muhteremeyni ziyâret ve Şam ve Kudüs ve Mısır’da seyâhat etmiştir.

Ruûs imtihânında Hamîdiyye ruûsu kazandılar. 1318/(1900)’de İnegöl’de Hoca karyesi Hamîdiyye Medresesi müderrisliğine ta'yîn olundular. Buraya hicretle Şerh-i Akâid’e kadar okuttular ve neşr-i tarîkata me’mûr oldular. Bu sebeble İnegöl’de ihtiyâr-ı ikâmetle hüsn-i hâli ve kudret-i ilmiyye vü irfâniyyesi i'tibârıyla halkın fevka'l-âde hüsn-i teveccühüne mazhar olmuş ve ba'de’l-hilâfe burada  neşr-i tarîkata başlamıştır.

Birkaç yüz ihvân cem'ine muvaffak olarak, fakat İstanbul’da Keçeciler’de Şeyh Bedreddîn Dergâhı meşîhatinin inhilâlinde şart-ı vâkıf mûcibince Âsitâne-i Uşşâkıyye’den müstahlef olanlardan birinin buraya ta'yîni lâzım geldiğinden İzzet Efendi münâsib görülmüş ve ta'yîn edilmiştir.

Birkaç seneler buranın meşîhatini hüsn-i idâre ederek bi'l-âhare husûle gelen zarûret üzerine mürşidinin emr ü muvâfakatiyle dergâh meşîhatından bi’l-ferâğa İnegöl’de ihtiyâr-ı ikâmet eylemiştir. Oranın hem müderrisi, hem de Meclis-i İdâre-i Vilâyette a'zâ idi. Ahîren yalnız câmi' hitâbetiyle müştegıldır.

Hâlisü’l-vicdân, sâhibu’l-irfân, hâmil-i esrâr-ı Kur’ân’dır. Azîzimin ecell-i hulefâsındandır. Kemâl-i muhabbetlerinden bu fakîri âhiret kardeşi ittihâz eylemiştir. Orta boylu, nûr yüzlü, âlim, fâzıl ve Arabça tekellüme muktedir bir zâttır. Azîzimin kemâlât-ı irfâniyyesini takdîr edenlerdendir. İnegöl’de şöhretleri şâyi' olmakla halkın i'timâdı tezâyüd etmiştir. Bu sebeble o havâlîde neşr-i feyz-i tarîkatta mazhariyyetleri de büyüktür ve İnegöl’de Tarîkat-ı Aliyye-i Uşşâkıyye’nin yegâne nâşiridir. Medrese ve dergâhı Yunan istîlâsında yanmış idi. Ahîren dergâhın ihyâsına teşebbüs etmişlerdir.

Batumlu Kara Yûsuf nâmında bir halîfesi vardır. İnşâ olunan dergâh münâsebetiyle Silsile-i Uşşâkıyye manzûmesine zeyl-i âtî ilâve edilmiştir.

                   Silsile-nâme-i Uşşâkıyye

       Cenâb-ı Şeyh Safiyyu'llâh Hacı İzzet Muhammed’dir

       O zât-ı muhteremden feyz-yâb-ı aşk u irfândır

       Sivâdan yüz çevirmiş Hazret-i Allâh’a yüz tutmuş

       Edîb hoş-gû kanâat-kâr dü-çeşmi hep dolu kandır

       Hakîkat hâl mücâhiddir fuyûzâtı müşâheddir

       Safâ-bahş-ı kulûb-ı âşıkân bir nûr-ı Sübhân’dır

       Hudâ sıhhatda dâim eylesin iş bu iki zâtı

       Hayâtı ehl-i aşka doğrusu sermâye-i şândır

       Onun irşâdına mazhar olunca İnegöl halkı

       Muhakkak bilmeli bu onlara eltâf-ı Yezdân’dır

       Yapup tevfîk-ı Hakk’la dil-nişîn Dergâh-ı Uşşâk’ı

       Dem-â-dem zikr ü fikre hasr-ı efkâr eyleyen cândır

      

       Uluvv-ı himmeti masrûf olup inşâ-yı dergâha

       Muvaffak eyledi Mevlâ onu bir kâmil insândır

       Bütün erbâb-ı aşkın gayreti lâhık idi bi'llâh

       Hüsâmeddîn-i Uşşâkî fuyûzu cârî el'ândır

       Bin üç yüz kırk iki târîhi-i inşâsı bu dergâhın

       Gelüp zikr ü  ibâdet eyleyen uşşâk duâ-hândır

/221/                           Bu dergâh-ı münîfde zikr iden erbâb-ı îmâna

       İrişsin nûr-ı Mevlâ ki bütün dillerde reyyândır

       Ah-i fi'llâh olan ihvân u yârâna duâ-hânım

       Açılsın dîde-i ma’nâ bütün esrâr nümâyândır

      

       Hudâ-yı lem-yezel mes’ûd buyursun cümle Uşşâk’ı

       Onun eltâfı çün mebzûldür derde dermândır

       İbâdetden saâdet bulmak istersen eğer âşık

       İbâdet-hâne-i aşka şitâb it hânı ihsândır

       Dem-â-dem kalb ü rûhun zikr-i dâim sırrını bulsun

       Bu sırra mazhar âşıklar da nûr-ı aşk-ı tâbândır

       Edeble gir çık ey âşık bu dergâh-ı muallâya

       Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr bunca ehlu'llâha sultândır

       Amân Yâ Rab bu abd-i kemterin Vassâf’a rahm eyle

       Onun hâli perîşandır dahîl-i bâb-ı ihsândır

Muharrir-i fakîr, azîzim Mustafa Sâfî hazretlerinin irtihâli üzerine halîfetü’l-hulefâ olan müşârünileyhten müstahlef oldum. Bu istihlâf mes'elesi, Vâkıât nâm eserimde nakl eylediğim vechile beş sene evvelki bir rü'yâya müsteniden ve emr-i ma’nevîye imtisâlen şeref-vâki' olmuştur. Ve işâret-i ma'neviyye ile azîzimin tâc u kemer ve ferâcesini bu ahkara tekbîrlemiştir. Ve azîzimize müntesib olup, sülûkunu ikmâl etmeyen sâlik ve sâlikelerin ikmâl-i sülûkunu bu âcize havâle eylemiştir. Kendileri 1345/(1926-27) senesinde üçüncü def'a olarak bedelen Haremeyn-i muhteremeyne âzim olmuşlardır. 1347/(1928-29) senesinde Yenişehir müftüsü Kâmil Efendi’ye hilâfet vermişlerdir.

                                                           -   -   -

Huzûr-ı âlî-i mün’imânelerine!

Pek muhterem ah-ı fi'llâhım Efendim el-Hâc Hüseyin Vassâf Bey!

Mektûb-ı âlîniz vusûl buldu. Dünyâ ve mâ-fîhâ derecesinde memnûn olduk. Mukâbilinde Cenâb-ı Vâhibü'l-atâyâ hazretleri zât-ı âlî-i veliyyü'n-niama hüsn-i âfiyet ve şifâ-i âcil ihsân buyursun.

Ne çâre efendim! Verâset-i kâmile bunu ve böyle şeyleri gösterir. İnşâallah çileniz tamâm olmuştur. Ba'de-mâ lutf-ı ilâhî tecellî buyurur. Çünkü dünyâ-yı denî her yüzden insânı mes'ûd etmez. Lâ yüs'el ammâ-yef'al sonu hayır olur. Niyâz-ı mahsûs ile mübârek ellerinizi öper ve duânıza muhtâcım. Devlet-hânenizde vâlide ve hemşîre hânım efendilere ve mahdûm beylere arz-ı ihtirâm eylerim. Buradan muhterem misâfirlerimiz, vâlide hânımlar ve hemşîre hânımlar harâretle niyâz ederler ve refîka-i âcizleri ve birâder-zâdelerim ve cümle hâne halkı büyük ve küçük cümlesi niyâz ederler. Büyük âilem Âdile câriyemiz çokça râhatsız bulunuyor. Husûsiyle geceleri hiç yatıp, istirâhat edemez. Yürekten mudarib. Lehü'l-hamd bu gece uyudu ve râhat sabahladı. Misâfirler vicdânen muazzeb kaldılar. Ne çâre!

Bütün ihvân ve ahibbânın ve komşuların arz-ı ihtirâmları vardır. İmamımız Hâfız Ahmet Efendi hoca Bursa'ya nakl-i mekân eyledi. Bütün ricâlarımızı kırdı. Yirmi gün kadar oldu. Gideli hiçbir selâmını ve nerede ve hangi mahallede misâfir, henüz bildirmedi. Böyle ârzû etmezdim; zararı yoktur.

Bâkî oraca fakîri suâl buyuran olur ise niyâzlarımı takdîm ederim. Bâkî, ol Bâkî'ye sizi emânet eyledim.

Ve's-selâmu aleyküm ve alâ ehli beytiküm ve alâ men ledeyküm ve alâ meni't-tebea'l-hüdâ.

                                                                                               Eylül 1929

                                                                                           Fakîr kardeşiniz

                                                                               Muhammed İzzeddin Safiyyullah

Şeyh Muhammed Hazmî

Arabkir’de Şeyh Ulyâ Mahallesi’nde 1298 sene-i hicriyyesinde (1881) kadem-zen-i âlem-i şuhûd olmuşlardır. Pederi, mezkûr mahallenin imâmı ve hatîbi, Abdullâh Hamdî Efendi’dir. “Hoca-zâde” diye meşhûrdur.

Arabkir’de ibtidâî tahsîlde bulunarak ilm-i kırâattan behre-mend olmak için Malatya ve Harput’a gitmiş ve sonra makâsıd-ı ulûmu tahsîl emeliyle 18 Temmuz 1318/(30 Temmuz 1902)’de İstanbul’a müteveccih olmuş ise de o sırada Sultân Abdulhamîd-i sânî tarafından İstanbul’a talebe-i ulûmun gelmesi men’ edilmek hasebiyle Karahisâr’dan avdete mecbûr olup, Kemah ve Erzincân tarîkıyla Erzurum’a azîmet etmiştir. Orada müftünün dâhil-i halka-i tedrîsi olup, bir sene kadar Erzurum’da kalmıştır.

Bu sırada neş’e-i tarîkat te'sîriyle meşâyıh-ı kirâm-ı Kâdiriyye’den Ali Rızâ Efendi’ye intisâb ve bir müddet onun hizmetinde bulunmakla kâm-yâb oldu. Ali Rızâ Efendi’nin sohbet ve irşâd şeyhi Hacı Osmân Efendi; evrâd şeyhi Sivasî Nûr Ali Baba’dır ki, Şeyh Abdurrahmân Hâlis et-Tâlebânî el-Kerkükî hazretlerinin halîfesidir.

Muhammed Hazmî Efendi, bir sene sonra İstanbul’a gelip Bâyezîd Câmi'-i şerîfinde Arabkirli Hüseyin Efendi’nin dersine devâm etti. 1323/(1905) senesinde icâze ahzine muvaffak oldu. O zamânın usûlü îcâbınca ruûs imtihânına girerek kazanmış 1326/(1908) senesinde câmi'-i şerîfte tedrîse başlamıştır. Dokuz sene devâm ile Tasdîkât’a kadar okutmuş ve bu sırada câmi' dersleri başka şekle taklîb edildiğinden Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medâris Teşkîlâtı münâsebetiyle, /222/ medârisin İbtidâ-i Hâric kısmı Fârisî müderrisliğine ta'yîn olunarak, iki sene bu müderrislikte kalmıştır. Kendisi memleketinde hocası Ahmed Efendi’den ve Erzurum’da dîğer Hasan Efendi’den Fârisî tahsîline de ihtimâm ile bu lisânı az vakitte elde etmekle Bâyezîd Câmi'-i şerîfinde talebeye Fârisî’den de ders verirdi.

Mesnevî-i şerîfden hisse-yâb-ı feyz olduğundan Edirne ve Bursa ve Selanik’te bulundukları müddetçe Mesnevî-i şerîf tedrîsine gayret-kâr olurlardı. Fârisî müderrisliğinden sonra fıkıh müderrisliğine ve İbtidâ-yı Dâhil medresesi edebiyyât-ı Türkiyye müderrisliğine, bir sene sonra mantık ve âdâb-ı münâzara müderrisliğine ve terfîan Sahn Medressesi’ne nakl ile iki sene kadar ilm-i kelâm müderrisliğine ta'yîn olunmuş idi. Medreselerin ilgâsı sırasında açıkta kalmıştır.

Mekteb-i Bahriyye’de akâid-i dîniyye muallimliği uhdesinde olduğu gibi, 1330/(1912) senesinde açılan müsâbaka imtihânını kazanarak Murâd Molla Kütüphânesi hâfız-ı kütüplüğüne ta'yîn edilmiş idi. Elyevm birinci hâfız-ı kütübdür. Nûruosmâniyye Câmi'-i şerîfinde Çarşamba günleri hadîs-i şerîf okutmakla mükelleftir.

1336/(1918) senesinde Kasımpaşa’da Hüsâmeddîn-i Uşşâkî Âsitânesi şeyhi Mustafa Sâfî Efendi’ye dâmâd olmuş ve ikmâl-i sülûk maksadıyla müşârünileyhe intisâb etmiştir. Ahîren Keçeciler’de tarîkat-ı aliyye-i Uşşâkıyye’den Bedreddîn Dergâhı münhâl olmasıyla imtihânda isbât-ı ehliyyet ederek azîzimizin delâlet-i mahsûsasıyla buranın meşîhatı uhde-i fâzılânesine tevcîh olunmuş ve bu vesîle-i hasene ile silsile-i zerrîn-i Uşşâkıyye’ye dâhil olmuştur.

Birkaç senedir Ramazân-ı şerîfde, Kasımpaşa’da Câmi'-i Kebir’de Mesnevî-i şerîf takrîrine devâm ediyorlar. Sene 1343/(1924).

Gâyet zekî, muktedir, nazm u nesrde behre-ver, âşık, ârif, fâzıl bir zâttır. Hakâyık-ı tevhîdde sâhib-i irfândır.

Âsârı:

1.       Hüsâmeddîn-i Uşşâkî ve meşâyıh-ı Uşşâkıyye hakkında gâyet vâkıfâne yazılmış bir eser.

2.       Salâhî-i Uşşâkî’nin Miftâhu’l-Vücûd’u tercüme ve zeyli.

3.       İbn-i Kemâl’in Ulûm-ı Hakâyık'ı tercümesi. Zübdetü’t-Dakâik.

4.       Büyük Rağıp Paşa’nın hocası İbrâhîm-i Hâlebî’nin Risâle-i İrfâniyye'si tercümesi.

5.       Necmeddîn-i Kübrâ’nın Tarîkat-nâme'si tercümesi.

6.       Dîvânçe-i eş’ârı.

7.       İmâm Şa’rânî’nin Keşfü’l-Hîcâb tercümesi.

8.       Fazlullâh-ı Hindî’nin Tuhfetü’l-Mürsele tercümesi.

            /223/ Eş’ârından:

       Cezbe-i aşk-ı Hudâ kim şu’le-i cândır bize[2]

       Lâ-mekândan nâzil olmuş dilde mihmândır bize

       Bâdiye peymâ-yı aşkız hânumândan geçmişiz

       Yekke-tâz-ı vahdetiz bu arsa meydândır bize          

      

       Hüsn-i mutlak âşıkıyız her ne ki manzûrumuz

       Pertev-i nûr-ı Hudâ’dır vech-i Rahmân’dır bize

       Zâhidâ her zerrede bir şems-i tâbân gizlidir

       Sûretâ her gördüğün bir katre ummândır bize

       Sırr-ı mi’râc-ı hakîkat her zamânda cilve-ger

       Kâbe kavseyni ev ednâdan nümâyândır bize

       Biz kemer-bend-i tevellâ vü teberrâ olmuşuz

       Hamse-i âl-i abânın hubbu îmândır bize

       Yok hücûm-ı leşker-i gamdan cihânda bâkimiz

       Pîr Hüsâmeddîn-i Uşşâkî ki sultândır bize

       Hazmiyâ ifşâ-yı râz it âşıkâna kıl salâ

       Feyz-i Sâfî neş’e-bahş-ı sırr-ı Yezdân’dır bize

                               *    *    *

       Bezm-i meyde şem’ sanma nûr şeklin gösterir

       Âteş-i aşk ile dil tennûr şeklin gösterir

       Derdimi teşhîse yeltenme tabîbâ çek elin

       Pister-i gamda yatan rencûr şeklin gösterir

       Gamzesi tîrine yârin olduğıçün dil hedef

       Sînemiz bak hâne-i zenbûr şeklin gösterir

       Hazmi-i nâlân ber-dâr oldu yârin zülfüne

       Âzim-i mi’râc olup Mansûr şeklin gösterir

           

Recep Vahyî merhûmun bir gazelini tahmîsi olup, aslından tahmîs daha güzel ve yüksektir:

Cümle zerrât-ı cihânı Hakk’a burhân görmüşüz

Safha-i ekvânı belki vech-i Rahmân görmüşüz

Bâde-i vahdetle medhûş nice mestân görmüşüz

Âlem-i zevk u tarabda  hayli rindân görmüşüz

Gıbta-bahş-ı hûr-ı cennet rû-yı Rahşân görmüşüz

Mâ-sivâya meylimiz yok dildedir dildârımız

Çârşû-yı kesret içre Hak’ladır bâzârımız

Bâğ-ı vahdet goncasıdır dîde-i hunbârımız

Fârığ-ı nakş-ı sivâyız azm-i Hak’dır kârımız

Bakmayız rû-yı riyâya hüsn-i cânân görmüşüz

Hırmen-i hubb-ı ezelden çünkü olduk hûşe-çîn

Zevk-ı ma’nâ ile olduk hep kedûretden emîn

Âlem-i fakr u fenâda olmuşuz vahdet-güzîn

  Maksad u matlûbumuz Rıdvân-ı ekberdir hemîn

  Mürşid-i kâmil katında feyz ü irfân görmüşüz

  Bâd-ı aşk ile olunca  mevce-zen deryâ-misâl

  Tâir-i evc-i bakâ olduk hemân bî-perr ü bâl

  Nûş idüp sahbâ-yı aşkı olmuşuz âsûde-hâl

  Bulmuşuz Rûşen-dil-i zînet-fezâ-yı bî-hemâl

  Vecde geldi cân u dil biz şâh-ı devrân görmüşüz

  Mahrem-i esrâr-ı aşkız kimse bilmez hâlimiz

  Olmayan aşk âşinâ derk eylemez akvâlimiz

  Aşka dâirdir bütün akvâlimiz ef’âlimiz

  Sırr-ı aşkdan güft ü gû eyler lisân-ı hâlimiz

  Öyle bir deryâ-yı aşkız bahr-ı ummân görmüşüz

/224/        Tîşe-i aşk ile her kim yıkılır vîrân olur

    Nâil-i mülk-i bakâ ma’mûr u âbâdân olur

    Bezm-i nûş-â-nûş aşkda vâsıl-ı cânân olur

    Mevc-i cûş-â-cûş-ı lâhûtu safâ-ı cân olur

    Gark ider envâr-ı aşka şevk-ı tâbân görmüşüz

    Bir hümâ-yı lâ-mekânım Hazmi ankâ-meşrebim

    Aşk sahrâsında çün ki sayd-ı bâzu’l-eşhebim

    Her günüm îyd-ı visâldir rûz-ı rûşen her şeyim

    Vahyi’yim ben sahn-ı gül-zâr-ı hüviyyet meşrebim

    Ravza-i ezhâr içinde ıtr-efşân görmüşüz

Bülbül-i gülistân-ı Kâdirî Osmân Şems Efendi hazretlerinin gazeline nazîresi:

       Aks ider pertev-i dil-dâr gönülden gönüle

       Şevk virir sohbet-i ebrâr gönülden gönüle

       Sem’a îsâl olunur nefha-i sırr-ı tevhîd

       Bir nefesle dolar esrâr gönülden gönüle

       Cilve-gerdir dilini zikr ile tenvîr idene

       Nazar-ı Ahmed-i Muhtâr gönülden gönüle

       Kufl-ı tevhîd ile feth olsa maânî genci

       Saçılır lü’lü-i şeh-vâr gönülden gönüle

       Dest-i sâkî-i ecel sunsa "sakâhum" câmın

       Dökülür bâde-i serşâr gönülden gönüle

       Pertev-i şems ile dil olsa münevver her ân

       Berk urur encüm-i nevvâr gönülden gönüle

"Men araf" dersini bî-savt u hurûf u elfâz

       Okudur hâce-i esrâr gönülden gönüle

       Hayra çeşmân göremez tal’at-ı yârı aslâ

       Müncelî cilve-i dîdâr gönülden gönüle

       Kalb-i abd üzre kurar bârgeh-i saltanatı

       Hükm ider Hazret-i Hünkâr gönülden gönüle

       Giremez cümle ki vasla ebed-i bîgâne

       Onda mahrem bulunur yâr gönülden gönüle

       Âb-ı tevhîd ile dil ravzası olsa sîr-âb

       Açılır lâ-yuad ezhâr gönülden gönüle

       "Ve nefahtu" demi kim Âdem’e rûh-efzâdır[3]

       Nefh iderler onu ahrâr gönülden gönüle

       Sırr-ı hubb-ı ezelî ber heme eşyâ sârîst

       Oldu bu nükte pedîdâr gönülden gönüle

       Hazmiyâ huzme-i şemse dilini mir’ât it

       Rû-nümâ olsa ruh-ı yâr gönülden gönüle

Şuarâ-yı Uşşâkıyye’den Behcet Dede’nin bir nazîresi:

       Sâkiyâ zannitme câmını nûr şeklin gösterir

       Âteş-i aşkınla sînem tûr şeklin gösterir

       Bezm içinde dâimâ mızrâb-ı gamdan inleyen

       Kalb-i zârımdır benim tanbûr şeklin gösterir

       Halka nisbet kendini ednâ görür ehl-i kemâl

       Olsa da dehre Süleymân mûr şeklin gösterir

       Çeşm-i ibretle nazar kıl sahne-i dünyâya bir

       Ser-te-ser vîrânedir ma’mûr şeklin gösterir

       Pertev-i dil-dâr ile tâbân olursa bir gönül

       Behcetâ âyîne-i meksûr şeklin gösterir

İlbâs-ı tâc u hırka merâsimi 17 Rebîu’l-evvel 1343 ve 16 Teşrîn-i evvel 1340/(1924) târîhine müsâdif Perşembe günü Kasımpaşa’da Hânkâh-ı Uşşâkî’de bir mevlid-i şerîf cem'iyyet-i müteyemminesinde ve meşâyıh-ı zamân huzûrunda azîzimiz tarafından icrâ buyuruldu.

/225/ Hazmî Efendi birâderimizin Keçeciler’deki dergâh meşîhatına emr-i ta'yîni münâsebetiyle bir gün hânkâh-ı Hz. Pîr’de şuarâ-yı Uşşâkıyye’den Behcet Dede ile müşterek bir manzûme-i târîhiyye tanzîm eyledik. (V) Vassâf’a, (B) Behcet’e işârettir.

            V         :           Muhammed Hazmi-i Uşşâki Şeyh oldu bu dergâha

            B         :           Makâmında olup dâim irişsün pek büyük câhâ

            V         :           Kulûb-ı âşıkânı nûr-ı irşâd ile kılsın şâd

            B         :           Cemâl-i pertev-i ikbâli dönsün bedr olan mâha

            V         :           Harîm-i bezm-i irfâna girüp cânânı bulsunlar

            B         :           Dutanlar destini vâkıf olup sırr-ı yedu'llâha

            V         :           Geçüp dervîşleri tevhîd ile âsâr-ı kesretden

            B         :           Olup âzâde-i elvân boyansın sıbğatu'llâha

            V         :           İrişsün himmet-i Pîr’im bütün ihvân u yârâna

            B         :           Husûsan Hazmi âşık ola makbûl-ı feyiz-gâha

            V         :           Yazup bu nazm-ı târîhi muhibbi Behcet ü  Vassâf

            B         :           Temennî kıldılan cândan irişsün cümle di’l-hâha

            V         :           Füyûz-ı tâmme târîh-i güşâdı bâb-ı irfânın  -  1342

            B         :           Buyursunlar salâdır cümleten uşşâk-ı âgâha

                                   (فيوض تامه)

                                                           *     *     *

          Dergeh-i Hazret-i Bedreddîn’e

          Post-nişîn oldu Muhammed Hazmî

          Bütün erbâb-ı hased cebhesine

          Sedd-i Çîn oldu Muhammed Hazmî

          Gül-şen-i aşka düşünce râhı

          Kâm-bîn oldu Muhammed Hazmî

          Pûte-i aşkda olunca sâfî

          El-emîn oldu Muhammed Hazmî

          İlm ü irfânını teslîm iderim

          Pek metîn oldu Muhammed Hazmî

          Neş’e-yâb itsin onu Hazret-i Hak

          Aşk-mekîn oldu Muhammed Hazmî

          İrişüp Hazret-i Pîr’den ona feyz

          Dâne-çîn oldu Muhammed Hazmî

          Oldu dâîsi onun Vassâf’ı

          Zü’l-yakîn oldu Muhammed Hazmî

Dede Ömer-i Rûşenî gazeline tahmîstir:

       Bir fakra yetişdim ki gınâ yâdıma gelmez

       Bir dosta kavuşdum ki sivâ yâdıma gelmez

       Bir hasta-i aşkım ki rehâ yâdıma gelmez

       Bir derde sataşdım ki devâ yâdıma gelmez

       Bir rence ulaşdım ki şifâ yâdıma gelmez

       Yanmakda gönül âteş-i hicrân ile her dem

       Muzlim görünür çeşmime ser-tâ-ser âlem

       Zahm-ı dil-i mecrûhuma bulunmadı merhem

       Bir vechileyim cevr ü cefâ vü gama hem-dem

       Şâdî vü ferah mihr ü vefâ yâdıma gelmez

       Bir Leyli'ye Mecnûn olalı deşt-neverdim

       Bassın kademin diye yüzüm yerlere serdim

       Âşıklığıma işte nişân çehre-i zerdim

       Yüz türlü suhan düzedirim dimeye derdim

       Nidem ki  haşâsında (?) sana yâdıma gelmez

       Günden güne bilmem ki neden mihnetim artar

       Vuslat sözünü söyleyemem firkatim artar

       Ol şûhdan ayrı düşeli hasretim artar

       Ağyârla yâri görücek hayretim artar

       Deşnâ vü hecâ (?) medh ü senâ yâdıma gelmez

       Ol gonca femin bülbülüyüm gülşeniyim kim

       Ol bâğ-ı safânın gülüyüm sûseniyim kim

       Ol mısr-ı melâhat şehinin bendesiyim kim

       Men ol perin işvesine  göneneyim[4] kim

       Aşkında anın  ata ana yâdıma gelmez

       Bir pîr-i mugân pendini itdim yine der-gûş

       Çâh-ı zegan-ı yârdan oldum mey-nûş

       Düşdüm der-i meyhânede  oldum bî-hûş

       Görsen meni sen serhoş u âşüfte vü medhûş

       Sen sorma sakın Rûşenâ  yâdıma gelmez*

      

       Yâ Rab ne büyük derd ü belâ tîregî-i hicr

        İtdi beni pâ-mâl-i fenâ tîregî-i hicr

       Hazmî'ye yeter cevr ü cefâ tîregî-i hicr

       Men Rûşenî'yim gerçi bana tîregî-i hicr

       Öyle eser itdi safâ yâdıma gelmez

                                            Destûr

       Menem Mecnûn-ı deşt-i gam sebak-âmûz-ı ve'l-Leyli

       Menem ol dost ile hem-dem dilimde yok sivâ meyli

       Menem cânân ile mahrem gözümde nokta-i hâli

       Menem çün mazhar-ı âdem idüp esmâ-i tekmîli

       Sıfâtım zikr ider âlem eğer ulvî eğer süflî

       Sivâyı yak lehîb-i nâr-ı sûzân-ı hakîkatdan

       Ki dil kansın zülâl-i âb-ı irfân-ı hakîkatdan

       Nevâl-i lutfun ibzâl eyle  bûtsân-ı hakîkatdan

       Eyâ Rahmân-ı müşfik feyz-pistân-ı hakîkatdan

       Ümîd-i şîr-i hikmetle figân eyler gönül tıflı

       Fetîl-i aşkı ey sâlik tutuşdur tâ ki feth olsun

       Kuvâ-yı nefsi ey sâlik çalışdır tâ ki feth olsun

       Bu farkı cem'a ey sâlik ulaşdır tâ ki feth olsun

       Kilîd-i zikri ey sâlik yetişdir tâ ki feth olsun

       Hakîkat kenzini der-beste itmişdir sivâ kuflü

       Aradan gayrı terk eyle özünde kendini cem' it

       Kelâmın dinle her dilden sözünde kendini cem' it

       Bakup dîdârına yârın gözünde kendini cem' it

       Görüp zülf-i perîşânın yüzünde kendini cem' it

       Eğer fark itmek istersen  dilâ cem' ile tafsîli

      

       İrişdi nâgehân Hazmî meşâmm-ı câna bir hoş-bû

       Meğer zülfün dağıtmış nâz ile  ol gözleri âhû

       Hicâb-ı zülfü ref' eyle  çeküp aşk ile bir yâ Hû

       Vücûdun zerresin mahv it cemâli mihrine karşu

       Sezâyî bir ola yârın sana hicriyle tafsîli

                                            *     *     *

       Misli yok bir mehlikâ cânânı gözler gözlerim

       Nûr-ı mahz-ı Kibriyâ cânânı gözler gözlerim

       Rûhuma zevk u safâ cânânı gözler gözlerim

       Sırrıma cilve-nümâ cânânı gözler gözlerim

       Kendidir nûr-ı hüdâ cânânı gözler gözlerim

       Sûreti elden bırakdım sîreti tahsîl içün

       Kesreti sildim gözümden vahdeti tahsîl içün

       Gûşe-gîr-i uzlet oldum kurbeti tahsîl içün

       Hankân-ı aşka girdim vuslatı tahsîl içün

       Derdime olur devâ cânânı gözler gözlerim

       Mün'akisdir hüsn ü aşkın cilvesi dilden dile

       Düşmüş istiğnâ güle feryâd u nâle bülbüle

       Vâsıl-ı vuslat-serâ-yı yâr olunca şevk ile

       Bâğ-ı aşkın bülbülü oldum nihâyet şevk ile

       Goncadır ol cân fedâ cânânı gözler gözlerim

       Olmadım hem-bezm-i vuslat ol gül-i handân ile

       Girye-bâr-ı hasretim bu âteş-i sûzân ile

       Ağladım yandım tutuşdum firkat-i cânân ile

       Bâb-ı ihsânında bükdüm boynumu hicrân ile

       Âşıka eyler atâ cânânı gözler gözlerim

       Lâ-mekân-ı vahdetim sîmurğ-ı ankâ kâfıyım

       Hastegân-ı aşka neş'emle devâ-yı şâfiyim

       Hazret-i Vassâf'a Hazmî yâdigâr-ı Sâfi'yim[5]

       Bâde-i bezm-i elestin mestiyim Vassâf'ıyım

       Âh kim ol hûş-ı ribâ cânânı gözler gözlerim

Umûm tekâyânın seddi ve tarîkatın ilgâsı sırasında âsitâne-i Uşşâkıyye’nin seddi:

3 Eylül 1341/(1925) ve 16 Safer 1344 târîhli kânûn mûcibince tekke ve zâviyeler bilâ-istisnâ kâmilen sed ve şeyhlik ve dervîşlik ilgâ olunmakla, bu kânûnun neşrini müteâkib Âsitâne-i Uşşâkıyye’ye gidememiş ve son âyînde kemâl-i teessürümden nâşî, bulunamamış idim. Türbe-i Hz. Pîr ile semâ'-hâne ve şeyh ve dervîşân odaları geceleri me’mûrîn-i zâbıta tarafından mühürlenmiş ve mevcûd eşyâ kayd olunmuş idi.

Azîzim Mustafa Efendi hazretleri harem dâiresinde odasına çekilip, burada uzlet-nişîn olup, gelen giden mensûblarına neşr-i feyz-i hakâyık buyururlardı. Sekiz ay kadar bu sûretle geçti. İrtihâlleri vukûunda artık ihvân büsbütün târumâr oldu. Âsitâne-i Uşşâkıyye mesdûd, türbe-i pâk-i Hz. Pîr’in kuyusu mahtûm olmakla imkân-ı ziyâret-i sûriyye mefkûd idi. Gerçi gönül âleminde ayrılık gayrılık yok idi. Fakat sûret âlemi haylûlet ediyordu.

1346 senesi Rebîu’l-evveline (Ağustos 1927) kadar bu mesdûdiyyet devâm eyledi. Tekke ve türbeler Maârif İdâresi’ne geçtiğinden ahîren Kız Mektebi olarak güşâdına karâr verilmekle ta’mîrât-ı cüz’iyyeden sonra ders-hâneler te'sîs ve talebe tedrîs olunmağa başlandı. Bu sırada türbe-i Hz. Pîr’in (odası ?) iki buçuk seneye karîb bir zamân kapalı olunmakla, ziyâde tozlanmış olmakla bi’l-vesîle süpürüldü. Her tarafı silindi. Fakat ber-sâbık pencereler ve kapısı kapandı. Perdeleri çekildi. Tevhîd-hânede ne kadar levha ve eşyâ var ise kaldırıldı. Levhaların camları kırık pencerelere konulmak üzere çıkarttırıldı. Tevhîd-hâne, yemek salonu yapıldı.

Elyevm 28 Rebîu’l-âhir 1346/(24 Ekim 1927) târîhinde mektep hâlindedir. Ma'sûm çocukların tahsîl-i ma'rifet eylemeleri gibi bir saâdete cilve-gâh olan bu âsitânenin bir zamânlar hâlî durmasından ise evlâd-ı memleketin tahsîline ârâm-gâh olması bir dereceye kadar medâr-ı tesellîdir.

          Âsumândır kubbesi hem ahterân kandîlleri

          En ziyâ-bahşâ kanâdîli güneşle mâhdır

          Seddolunmakla tekâyâ kaldırılmaz zikr-i Hak

          Cümle mevcûdât zâkirdir cihân dergâhtır

diye ızhâr-ı hakîkat eden Hz. Remzî-i Mevlevî tercümân-ı esrâr olmuştur. Kezâ bu da müşârünileyhindir:

          İdrâk olunur şey midir esrâr-ı hakâyık

          Târîhi bu sâl-i gamın ilgâ-i-tarâık

(الغاء طرائق) = 1344/(1925-26)

Bu bahs-i mühimmin felsefe-i beyâniyyesi Mir’ât-ı Mücellâ-yı Hakîkat nâm eser-i âcizânemin sonunda muharrerdir.

Şeyh Hâfız Muhammed Cemâleddîn Efendi

Otuz seneden fazla bir zamândan beri Kasımpaşa’da Hüsâmeddîn-i Uşşâkî Hânkâhı zâkirbaşılığında ve hâlen sâir tekkelerde de zâkirbaşılık hizmetinde bulunmasından nâşî "Zâkirbaşı Cemâl Efendi" diye beyne ehli’t-turuk yâd olunagelen bu zâttan bahs etmemek kadir- nâ-şinâslık olur.

Cemâl Efendi 1287 sene-i Arabiyyesinde (1870) Kasımpaşa’da Küçük Piyâle Mahallesi’nde doğmuştur. Pederi Fâtih dersiâmlarından olup, Kasımpaşa’da Kulaksız’da medfûn bulunan Küçük Piyâle İmâmı Abdulkâdir Efendi’dir ki, 1309/(1891-92)’da irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemiştir.

Cemâl Efendi, Kasımpaşa’da Abdulkâdir Çavuş Mektebi’nde ve Bahriyye Rüşdîsi’nde ibtidâî tahsîlden sonra Bâyezîd Câmi'-i şerîfinde Akâid’e kadar okuduğu gibi meşâhîr-i meşâyıh-ı Nakşiyye'den Erbilî Es’ad Efendi hazretlerinden hâfızlık okumuştur. Şeyh Hâfız Muhammed Efendi’den 1308/(1890-91)’de hıfz-ı Kur’ân’a muvaffak olup, Hâfız Besîm Efendi’den kırâattan feyz-yâb olmuş 1309'da pederinin irtihâlinde mahalle imâmeti uhdesine tevcîh kılınmıştır.

Tarîkaten intisâbına gelince 1299/(1882) senesinde Kasımpaşa’da Başmakçı Ali Efendi Dergâhı post-nişîni Kâdiriyye-i Eşrefiyye’den Halîl Efendi’ye nisbeti vardır. 1301/(1884)’de bu zât irtihâl edip dergâha defn olunmuştu. Ba'dehû hocası meşâyıh-ı  Kâdiriyye’den mûmâileyh Muhammed Efendi’ye arz-ı bey’at eyleyerek bunun da 1312/(1894-95) senesinde irtihâlinde - Büyük Piyâle Kabristanı’nda defn olunmuştur. -  Muhammed Efendi’nin şeyhi Selanikli Muhammed Efendi’ye akd-i râbıta etmiş, 1312’de hilâfet almıştır.

Cemâl Efendi, Yeşiltulumba’da Rufâiyye’den Şeyh Hâfız Mustafa Efendi Dergâhı’na 1301/(1884)’den beri devâm eder, zâkirbaşılık eylerdi. 1317 senesinin Recep ayının yirmiyedinci (2 Aralık 1899) Mi'râc gecesi Mustafa Efendi, Cemâl Efendi’ye tarîk-ı Rufâî’den  teberrüken tâc u hırka ilbâs edip, hilâfet vermiştir.

Ahîren Başmakçı Dergâhı münhâl olunca vukû' bulan talebine binâen buranın meşîhatına ta'yîn olundular. Ancak burası vaktiyle Hamzaviyye ricâline melce' bir Bayrâmî tekkesi idi. Bu sebeble usûl, muhâfaza-i Üsküdar’da Himmet-zâde Dergâhı şeyhi Abdülhay Efendi’den 1328/(1910)’de teberrüken Bayramiyye’den tâc giyip icâzet-nâme almıştır. Başmakçı Dergâhı’nda ricâl-i Hamzaviyye’den Şeyh Seyyid Abdurrahmân ve Başmakçı Ali Efendi ve Kurt Bey medfûndur. Cidden eâzım-ı rûhâniyyeye mâlik bir makâmdır. (Kaddesa’llâhu esrârahum)

Cemâl Efendi, mûsikîde sâhib-i behre olup, Kasımpaşa Mevlevîhânesi kudûm-zenbaşısı Şevki Dede ve onun telâmîzinden Mevlevî Arab Muhammed Ali ve Bahariye (Mevlevîhânesi) kudûm-zenbaşısı Şeyh Ârif Efendilerden ve meşhûr Zekâî Dede merhûmdan ve merhûm Mustafa İzzet Efendi telâmîzinden Yeniköylü Hâfız Hüseyin Efendi’den ahz-ı feyz-i nagamât etmiş ve dergâhlarda zikri idâre etmek usûlünü de Vefâ türbe-dârı Osmân Efendi merhûmdan öğrenmiştir.

Cemâl Efendi çok çırak yetiştirmiş ve içlerinde zamânımız mûsikî-şinâsları arasında mevki’-i bülend sâhibi erbâb-ı isti’dâd zuhûra gelmiştir. Cemâl Efendi’nin bestelerinden, /228/ Nühüft’ten, "Bulduk safâ tevhîd ile"; Mâhûr’dan, "O kişver-i irfâna olan şâhen-şâh" pek güzeldir ve gâyet san’at-karâne bestelenmiştir. Arabça şuğullerden çok zengindir.

Elyevm Hânkâh-ı Uşşâkî’de, Fâtih’te Tâhirağa Dergâh-ı şerîfinde, Cerrahpaşa’da Taştekneler ve yine Kasımpaşa’da Arab-zâde ve Pişmâniyye ve Sâmî Efendi tekkelerinde zâkirbaşıdır. Yeşiltulumba Dergâhı’nda meşîhat vekâleti olup, Tarîk-ı Kâdirî’den Hamîd ve Sâlih ve Şükrü; Tarîk-ı Rufâî’den Âşir ve Muhyiddîn ve Âdem Efendilere hilâfet vermiştir.

1303/(1886)’den 1325/(1907) senesine kadar Orman Maâdin Muhâsebesi Vâridât Kitâbeti’nde hizmet edip, bi'l-âhare istîfâ etmiş, hayât-ı me’mûriyyetten çekilmiştir. Hâlen Gazi Hasan Paşa Vakfı tevliyyeti kitâbeti de uhdesindedir.

Orta boylu, esmerü’l-levn, mütenâsibü’l-endâm, halûk, âşık, Muhammediyyü’l-meşreb bir zâttır. Sene 1343/(1924-25). (Tavvela'llâhu ömrehû ve zâde'llâhu feyzehû)

Tarîkat-ı Aliye-i Uşşâkıyye’de Hulefâya Verilegelen Hilâfet-nâme Sûreti:

Tahiyyât-ı bî-şumâr Ol Hakîm-i zü’l-iktidâra sezâ-vârdır ki, sahîfe-i dü-reng-i leyl ü nehâr kabza-i hikmetinde bir tomârdır ki, (لكل شئ له آية تدل على أنه واحد)[6] zülâl-ı maânîsi kâse-i beyzâ vü sevâdan her şeb ü rûz ülü’l-ebsâra işrâb u ızhâr eyler. Ve kürre-i zemîn ü âsumân çevgân-ı kudretinde sergerdân-ı hâb-ı gurûr olan cebâbireye îmâ vü iş’âr eyler.

Ve senâ-yı nâ-mahdûd Cenâb-ı Alîm ü Vedûd’a ehaktır ki, nev’-ı Benî Âdem’i tâc u pür-ibtihâc (وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا)[7]  ile mübtehic ve mükerrem ve vişâhu’s-sadr, (خمرت طينتى آطم بيدى)[8]   ile sâir mahlûkâttan mümtâz u müsellem kıldı.

Ve salât-ı ezkâ ol pâdişâh-ı her dû-serâ ve muktedâ-yı enbiyâ hazretlerine ahrâdır ki, serâ-perde-i Ehadiyyette  resîde-i bezm-i hâssu’l-hâssı âyet-i kerîme-i (ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى)[9] ve ziyâfet-hâne-i vahdette hıtâb-ı müstetâb-ı (خلقت الأشياء لأجلك وخلقتك لأجلى)[10]  ile muhâtab ve mu’tenâdır.

Ve selâm-ı lâ-yuhsâ Cenâb-ı Habîb-i Hudâ, ser-tâc-ı rusül ü enbiyâya evlâdır ki, mişkât-ı nübüvvetten lem’a-rîz olan (كنت نبيا وآدم بين الماء والطين)[11] ile muahhar mübtedâ olduğunu iş’âr u îmâ ve (لى مع الله وقت لا يسعنى فيه  ملك مقرب ولا نبى مرسل)[12] mazmûn-ı ihtisâsı makrûnuyla mezîd husûsiyyeti inhâ eyledi.

Ve âl u ashâb-ı kirâm husûsan çehâr-yâr-ı zevi’l-ihtirâm hazerâtına elyaktır ki her biri üstüvâne-i kasr-ı muallâ-yı tâk-ı ishâm ve imâd-ı şer’-i metîn Seyyidü’l-enâm aleyhi efdalü’s-salâti ve’s-selâmdır.

/229/ Ve ba’dehû nazm-ı celîl-i Kur’ân-ı azîm ve nesk-ı cem'îl-i Kelâm-ı kadîm’de vârid olan,  (وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ)[13]  (ey li-ya'rifûn) müeddâsınca ibrâz-ı kevn ü mekân ve hılkat-ı ins ü cândan maksûd bi’z-zât olan ma'rifet-i zât-ı pâk-i Hz. Yezdân idüğini (كنت كنزاً مخفياً فأحببت أن أعرف فخلقت الخلق لأرف)[14] mazmûn-ı hakîkat-makrûnu dahi müeyyeddir. Ma'rifet-i Rabbânî ise evvelâ (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا...)  [15] hıtâb-ı müstetâb ve emr-i bâ-savâbını âvîze-i gûş-ı cân edip, cemî’-i mekkâre ve gafelâttan tövbe ve inâbet ve telkîn-i mürşid-i sâhib-himmet ve teksîr-i ezkâr-ı Cenâb-ı Rabb-i izzet ile ahlâk-ı zemâyim-i hayvâniyyeden tathîr-i fuâd ve tehzîb-i ahlâk ile nefs-i emmâreyi munsarıf-ı semt-i meâd belki (وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا)[16] meslek-i celîline sülûk ve (وجاهد هواك فإنه أكبر أعداك)[17] emrince mücâhedât ve riyâzât ile nefs-i nâtıkayı evsâf-ı beşeriyetten tahlîs ve âzâd etmeye mütevakkıf (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ قَاتِلُواْ الَّذِينَ يَلُونَكُم مِّنَ الْكُفَّارِ)[18]  mazmûn-ı hakîkat-şiârından takrîb-kerde-i ülü’l-ebsâr üzere hevâ-yı nefs-i bed-fermâ cümle-i küffârdan ta’dâd u şümâr olunup ve onun kahr u istîsâli mukâtele-i küffâr-ı dalâlet-karârdan akreb u akdem idüği âşikar olduğuna binâen Hâce-i âlem, Seyyid-i veled-i Âdem Rasûl-i Ekrem ve nebiyy-i muhterem Muhammed el-Mustafa şefîu’l-ümem (salla'llâhu alyehi ve selem) hazretleri (الشريعة أقوالى والريقة أفعالى والحقيقة أحولى والمعرفة رأس مالى)[19] meâlince sırran ve cehren tekrâr-ı ezkâr-ı Cenâb-ı Kâdıyu’l-hâcât ve tarîk-ı mücâhede ve riyâzâtı havâss-ı ashâb-ı güzîn (rıdvânu'llâhı aleyhim ecmaîn) hazarâtına talim ü telkîn ve hâiz-i rütbe-i isti’dâd-ı hilâfet olduklarında onlar dahi tâlib-i tarîk-ı Hak olanlara ta’lîm u telkîn eylemeleriçün izn ü icâzet ihsân ve inâyet buyurup, siyyemâ şîr-i Cenâb-ı Rahmân, bâb-ı Medîne-i irfân, vâkıf-ı râz-ı rumûz-ı Tâhâ, ârif-i mes’ele-i ev ednâ, ser-tâc-ı gürûh-ı evliyâ, vâris-i ulûm-ı hâtemi’l-enbiyâ, sâkî-i kevser-i  Aliyyü’l-a’lâ (kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anhu) hazretlerine izn ü icâzet ihsân buyurup,

-   Onlar dahi şurût-ı mezkûr üzere zübde-i kibâr-ı tâbiîn, umde-i erbâb-ı yakîn, lutfunun olmayan hasrı a’nî Şeyh Hasan-ı Basrî hazretlerine,

-   Onlar dahi hâiz-i rütbe-i velâyet, hâris-i nâmûs-ı şerîat bende kılan Dârâ vü Cem'i a’nî Şeyh Habîb-i A’cemî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine

-   Onlar dahi melce-i mücâhidân, muktedâ-yı sâlikân Şeyh Ebu Süleymân Dâvûd b. Nasîr-i Tâî (kuddise sırrûhu) hazretlerine,

-   Onlar dahi mürebbî-i nüfûs-ı mübtediîn, mükemmil-i noksân-ı nâkısîn, fazlı pür eyleyen, çarhî eş-Şeyh Ebu’l-mahfûz Ma’rûf Ali Kerhî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi kıdve-i erbâb-ı kemâl, üsve-i erbâb-ı hâl Şeyh Ebu’l Hasan Seriyyü’s-Sakatî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi kutb-ı âfâk-ı gavs-ı uşşâk Ebu’l-Kâsım Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine,

-   Onlar dahi Hakk’a tefvîz eden umûru, kemâline nâzır görmeyen kusûru a’nî Şeyh Ebû Ali Ahmed Mimşâd-ı Dineverî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi hüzn-diller sürûru ve vird ehlinin çeşm-i nûru a’nî Şeyh Abdullâh Muhammed-i Dineverî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   /230/ Onlar dahi devâma irgüren zikri, Hak’ta hasr eyleyen fikri a’nî Şeyh Muhammed el-Bekrî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi zamânı adl ile mâzî, her emirde Hakk’a râzı a’nî Şeyh Ebû Hafs Ömer Vecîhüddîn el-Kâdî el-Bekrî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi gülzâr-ı maârifin verdi, mızmâr-ı hakîkatın ferdi a’nî Şeyh Ebu’n-Necîb Ziyâeddîn Abdülkâdir-i Sühreverdî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi düşmüşlerin dest-gîri, meşâyıhın bî-nazîri Şeyh Ebû Reşîd Kutbeddîn-i Ebherî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi rehnümâ-yı sâlikîn pîşvâ-yı muhakkıkîn Şeyh Muhammed Rükneddîn-i Sincâsî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi fezâ-yı lâhûtun bâzı, erbâb-ı hâlin hem-râzı Şeyh Şihabeddîn Muhammed-i Tebrizî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi fâris-i meydân-ı hakâyık-ı ayne’l-yakîn, hâris-i dakâyık-ı hakka’l-yakîn Şeyh  Muhammed Cemâleddîn-i Şîrâzî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi hâzin-i zühd ü takvâ-yı Sübhânî, mâlik-i gencîne-i maânî Şeyh İbrâhîm Zâhid-i Geylânî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi hakâyık-ı gevher-kânı dakâyık-ı dür-i ummânî Şeyh Kerîmüddîn Ahi Muhammed b. Nûru’l-Halvetî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi pîşvâ-yı tarîk-ı Halvetî, meşâyıhın sâhib-i himmeti Şeyh Ebu Abdullâh Sirâceddîn a’nî Pîr Ömer el-Halvetî (kuddise sırruhû) hazretlerine, onlar

-   Onlar dahi kerâmeti bî-aded, lutf u ihsânı lâ-yuad Şeyhu’l-Fânî Ahi Emre el-Halvetî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi dest-gîr-i fukarâ vü mesâkîn, zübde-i gürûh-ı Âbidîn Şeyh Hacı İzzeddîn el-Halvetî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi ehl-i zikrin sâhib-i devâmı, sırr-ı mektûmdan veren peyâmı Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi âlim-i Rabbânî, kutb-ı Samedânî Seyyidü’t-tâifetü’l-Halvetiyye eş-Şeyh es-Seyyid Celaleddîn Yahyâ eş-Şirvânî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi sûfiyyenin merd-i meydânı, ricâlu'llâhın kârmânı Şeyh Muhammed Pîr-i Erzincânî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi medâr-ı sâlikîn, ser-efrâz-ı ehl-i yakîn Şeyh-i kâmil Tâceddîn-i Kayserî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi tehzîb eden ahlâkı, seyr eden enfüs ü âfâkı Şeyh Alâeddîn-i Uşşâkî (Kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi kılan her nâ-sezâdan tehâşî, nefs ile eden her dem savaşı Şeyh Ahmed Şemseddîn Yiğitbaşı (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi dertlilerin dermânı, tebdîl eden a’yânı Şeyh Hacı İzzeddîn-i Karamânî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi hâfız-ı kütüp-hâne-i îkân, hâce-i mekteb-i irfân a’nî Şeyh Ümmî Sinân (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi sûfiyyenin ser-bülendi, ehlu'llâhın ercümendi Emîr Ahmed-i Semerkândî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi pür eyleyen âfâkı, pîşvâ-yı tarîk-ı Uşşâkî gavsu’l-vâsılîn pîrimiz, sultânımız Şeyh Hasan Hüsâmeddîn-i Uşşâkî (kaddesena'llâhu bi-sırrıhi’l-Bâkî) hazretlerine,

-   Onlar dahi nüsha-i endek-yâb-ı îkân, mecmûa-i bî-nazîr-i irfân Şeyh Memicân-ı Sarûhanî (kuddise sırruhû)  hazretlerine,

-   Onlar dahi gönüllerin habîbi, derd-i aşkın tabîbi Şeyh Ömer-i Karîbî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi mefhar-ı akrân, dillerde destan Şeyh Âlim Sinân (kuddise sırruhû) /231/ hazretlerine,

-   Onlar dahi üftâde-gânın emânı, yahşı eden yamanı Şeyh Muhammed-i Keşânî (kuddise sırruhû) – hazretlerine,

-   Onlar dahi sâlikân-ı delîl ilâ tarîkı’l-Celîl a’nî Şeyh Halîl-i Gümülcinevî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-    Onlar dahi delîl-i râh-ı naîm, lutf u keremi amîm a’nî Şeyh Abdülkerîm (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi menba-ı tevhîd u irfân, mahzen-i sırr-ı Sübhân a’nî Şeyh Osmân-ı Gümülcinevî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi ehl-i hâlin senedi, vâkıf-ı sırr-ı Samedî Şeyh Muhammed Hamdî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi meslek-i pîr üzre tarîk-ı Uşşâkî’ye bahş eden pertevi, gavvâs-ı bahr-ı ledün, râh-ı Hak’ta münzevî Şeyh Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Edirnevî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi dil zahmına Lokman olup, dermân eden bi'mârı, nûş eyleyip mey-i tahkîk ile bulan hüşyârı Şeyh Abdullâh Salâhaddîn-i Kesriyevî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi fettâh-ı kenz-i reşâdet, “sekâhum Rabbuhum” sırrının kâili vechinden bî-aded hakka olan vâsılı Şeyh Muhammed Zühdî-i Nâzillî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi evlâd-ı zü’l-vecheyn olup, gam-ı zü’l-cenâhayn ile bulan şerefi, mazhar-ı sırr-ı velâyet, zinde-i Ali el-Vefî Şeyh Ali Gâlib (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi ahlâk-ı hamîde ile mevsûf olup derdlülerin şefîkı, Hak ehlinin refîkı Şeyh Şeyh Muhammed-i Tevfîkî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi kâşif-i esrâr-ı kenz-i reşâdet, ikmâl eden nukûsu, okutup sırr-ı araftan irfân eden husûsu eş-Şeyh Ömer Hulûsî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi eden mâ-sivâdan dâimâ tevakkî, iltîfât-ı rûhâniyyesi bâis-i terakkî Şeyh Hüseyin Hakkî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi mahrem-i esrâr-ı zât-ı Hak, nokta-i kübrâ her vasfa ehak, zübdetü’l-ârifîn Tirevî Şeyh Muhammed Emîn Tevfîk (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi vâkıf-ı esrâr-ı Vücûd, müstahrak-ı bahr-ı şühûd, gencîne-i künc-i Halvetî Nazillili Şeyh Muhammed Fahreddîn-i Himmetî (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-   Onlar dahi ad’afü’l-âbidîn (Hüseyin Vassâf)[20]’a izn ü icâzet, ihsân u inâyet buyurup, bu hakîr dahi pîrân-ı azîzân (kaddesena'llâhu bi-sırrıhi’l-Mennân) hazerâtından ahz eylediğimiz üzere  sırr-ı hadd-i şer’-i kavîmden ser-i mû inhirâf ve udûl eylemeyip, îfâ-yı ahkâm-ı şer’iyyeye müsâberet ve itbâ’-ı sünnet-i seniyye-yi Seyyidü’l-beşer aleyhi efdalü’l-bir ve icrâ-yı zülâl-ı rusûm tarîkat-ı aliyyeye müdâvemet şartıyla tâlib-i Hak olanlara zikr-i hafî vü celîyi ta’lîm ü telkîn eylemeye hâmil-i hamâil-i icâzet, hulefâmızdan mefharu’l-müsteıddîn (.........)[21]  halîfeye  izn ü rûhsat vermişizdir. 

Ve min’llâhi’t-tevfîk ve’l-hidâye.

Arz-ı Mütâlaa:

Bu icâzet-nâmede ta’birât pek acâib bir sûrette yazılmış olmak hasebiyle zamânımızın lisân-ı edebine daha muvâfık bir sûrete ifrâğı teemmül olunup, bu bâbtaki ricâ-yı mahsûs-ı dervîşânemi kabûl buyuran üdebâ-yı asrdan İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi ibzâl-i himmet buyurarak icâzet-nâme-i kadîmin medlûlünü ve ba'zı münderecâtnı muhâfaza etmek sûretiyle gâyet güzel bir icâzet-nâme müsveddesi kaleme almışlar ise de bâlâdaki icâzet-nâme Seyyid Cemâleddîn ve Abdullâh Salâhaddîn-i Uşşâkî hazerâtının zamânından beri intikâl edegelmiş /232/ olmak ve bunu tebdîl-i muvâfık farz olunmamak mülâhazasıyla tervîcine taraf-dâr olmayanlar olduğundan azîzimiz de bi’l-ızdırâr şekl-i sâbıkın muhâfazasını teemmül buyurmuşlardır.

Mîr-i Müşârünileyhin kaleme aldıkları icâzet-nâmenin sûreti:

Hüve'l-Feyyâz, Bismi'llâhi teyemmünen bi-zikrihi'l-cemîl.

Hamd-i bî-şumâr, O Hâlık-ı zü’l-celâle sezâ-vârdır ki (قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ. اللَّهُ الصَّمَدُ.  لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ. )[22] sırr-ı ehadiyyet-nümâsını her zerre-i kâinatta envâr-ı şems-i tâb-dâr gibi ızhâr ve kemâl-i kudret ve azamet-i Subhâniyyesini berâhîn-i bâhire ve şevâhid-i zâhire ile vaz'-ı enzâr-ı ülü’l-ebsâr eyledi.

Senâ-yı nâ-mahdûd O Rabb-i kerîm-i müteâle ahaktır ki,  (وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ...)[23] iltîfât-ı kerem-âyâtıyla beyne’l-mahlûkât mümtâz u mükerrem ve  (و علم آدم الأسماء كلها) kerîme-i celîlesi ile ser-firâz ve muhterem buyurduğu nev’i Benî Âdemden,  (فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ)[24] hitâb-ı inâyet-meâbına ihâle-gûş ve  (أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ)[25] nidâ-yı saâdet-peymânesine vakf-gûş-ı hûş eden kulûb-ı mutmaine erbâbını müğtağrak-ı edvâ-ı Cemâl ve îsâl-i derece-i kemâl eyledi.

Salât-ı ezkâ mahrem-i harem-i  (ثم دنى فتدلى فكان قاب قوسين أو أدنى) ve bezm-i vahdette (خلقت الأشياء لأجلك وخلقتك لأجلي ) iltîfât-ı âli’l-âli ile vâsıl-ı mertebe-i a’le’l-âlâ olan râfiu’r-ruteb, kâşifü’l-küreb, izzü’l-Arab, rûhu’l-edeb, rasûl-i a'zam, Habîb-i mu’azzam (salla'llâhu teâlâ aleyhi ve selem) efendimiz hazretlerine ahrâdır ki ümmet-i merhûmesine irâe-i şâhrâh-ı hüdâ ve ta’lîm-i zikr-i Hudâ eyledi. 

Selâm-ı lâ-yuhsâ,  (كنت نبيا و آدم بين الماء والطين)  hadîs-i celîli ile muahhar mübtedâ olduğunu inbâ ve  (لي مع الله وقت لا يسعني فيه ملك مقرب و نبي مرسل) mazmûn-ı ihtisâs-makrûnuyla mezîd-i husûsiyyeti inhâ buyuran o beşîr ü nezîr-i bî-nazîre sezâdır ki, ( لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ)[26] berât-ı mağfiret gâyâtıyla kadr-i âlîsi i’lâ buyurulduğu hâlde zikr ü fikr-i ma’bûda vakf-ı hayât ve  [27](من كان لله كان الله له)hadîs-i saâdet-engîziyle ümmet-i nebîle ve nebîhesinden vazîfe-i nazîfe-i ubûdiyyetini îfâ eden uşşâk-ı dil-âgâha te’mîn-i necât etdi.

Tarziye vü tekrîm-i bî-hisâb âl u ashâb siyyemâ çehâr-yâr-ı saâdet-nisâb (rıdvânu'llâhi teâlâ aleyhim ecmaîn) hazerâtına elyaktır ki her biri umde-i dîn-i mübîn-i İslâm ve imâd-ı şer’-i metîn-i Seyyidü’l-enâm aleyhi efdalü’s-salâti ve’s-selâmdır.

Emmâ ba’d:

Nazm-ı celîl-i Kur’ân-ı azîmde vârid olan, ( (وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدون /233/ âyet-i celîlesi müeddâsınca ibrâz-ı kevn ü mekân ve hılkat-ı ins ü cândan maksûd bi’z-zât ma'rifet-i zât-ı Hâliku’l-kâinât olup, bu hakîkat-i sâtıa (كنت كنزا مخفيا فأحببت أن أعرف فخلقت الخلق لأعرف) mazmûn-ı hakîkat-makrûnuyla da müeyyeddir.

Ma'rifet-i ilâhîye evvel-be-evvel ((ياأيهاالذين آمنوا توبوا إلى الله توبة نصوحا fermân-ı hidâyet-resânını kurta-i kûs-ı cân u cinân edip, cemî’-i mekkâre ve gafelâttan tövbe ve inâbet ve telkîn-i mürşid-i sâhib-himmet ve teksîr-i ezkâr-ı Rabb-i izzet ile ahlâk-ı zemîme-i hayvâniyyeden tathîr-i fuâd ve mekârim-i ahlâk ile nefs-i emmâreyi munsarıf-ı semt-i meâd ve husûsan ( ( والذين جاهدوا فينا لنهدينهم سبلنا mesleğine  sülûk ile ( ( وجاهد هواك فإنه أكبر أعداك emrince mücâhedât ve riyâzât ile nefs-i nâtıkayı evsâf-ı gayr-i sâfiyeden âzâd etmeye mütevakkıf   (وقاتلوا الذين يلونكم من الكفار) mazmûn-ı hakîkat-şiârından istidlâl-i ülü’l-ebsâr üzere nefs-i leîme-i bed-fermâ cümle-i küffârdan ma’dûd ve onun kahr u istîsâli mukâtele-i küffâr-ı dalâlet-karârdan akdem bir kâr-ı mahmûd olmasına binâen Hâce-i âlem, Seyyid-i veled-i Âdem Rasûl-i Ekrem ve nebiyy-i muhterem Muhammed-i Mustafa (salla'llâhu alyehi ve selem) hazretleri (الشريعة أقوالى والطريقة أفعالى الحقيقة أحوالى والمعرفة رأس مالى) meâlince sırran ve cehren ezkâr-ı Cenâb-ı Kâdıyu’l-hâcâtı ve tarîk-ı mücâhede vü riyâzâtı havâss-ı ashâb-ı güzîn (rıdvânu'llâhı aleyhim ecmaîn hazarâtına ve bilhâssa şîr-i Cenâb-ı Rahmân, bâb-ı Medîne-i irfân, vâkıf-ı râz-ı rumûz-ı Tâhâ, ârif-i hakâik-i “ev ednâ”, ser-tâc-ı gürûh-ı evliyâ, vâris-i ulûm-ı hâtemi’l-enbiyâ, Ali b. Ebî Tâlib (kerreme'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anhu) hazretlerine ta’lîm ve telkîn buyurdukları gibi, tâlib-i tarîk-ı Hak olanlara da ta’lîm ve telkîn etmesi için izn ü icâzet ihsân edip,

-  Onlar dahi şart-ı mezkûr üzere zübde-i kibâr-ı tâbiîn, umde-i erbâb-ı yakîn, Ebu’s-saîd eş-Şeyh Hasan b. Yesâr-ı Basrî - rahimehu'llâhi teâlâ - hazretlerine,

-  Onlar dahi üsvetü’l-küberâ, kıdvetü’l-asfiyâ eş-Şeyh Habîb-i A’cemî  (kuddise sırruhû) hazretlerine,

-  Onlar dahi melce-i mücâhidân, muktedâ-yı sâlikân eş-Şeyhü’l-Kebîr  Ebu Süleymân Dâvûd b. Nasîr-i Tâî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi mürebbî-i nüfûs-ı mübtediîn, mükemmil-i noksân-ı nâkısîn, eş-Şeyh Ebu’l-mahfûz Ma’rûf Aliyy-i Kerhî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi kıdve-i erbâb-ı kemâl, nukâve-i kibâr-ı ricâl eş-Şeyh Ebu’l Hasan Seriyyü’s-Sakatî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi kutb-ı âfâk-ı gavs-ı uşşâk Seyyidü’t-Tâifeti’s-Sûfiyye Ebu’l-Kâsım Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi vâkıf-ı esrâr-ı hakâyık, kâşif-i gıtâ-i dakâyık eş-Şeyh Ebû Ali Ahmed Mimşâd-ı Dineverî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi server-i erbâb-ı dâniş, rehber-i ashâb-ı bîniş eş-Şeyh Abdullâh Muhammed-i Dineverî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,   

-  onlar dahi imâme-i sübha-i irfân, müsebbih-i Rabb-i Mennân a’nî eş-Şeyh Muhammed el-Bekrî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi kâdiyu’l-urefâ, hâkimu’l-ulemâ a’nî eş-Şeyh Ebû Hafs Ömer Vecîhüddîn el-Kâdî el-Bekrî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi verd-i gülzâr-ı /234/ ma'rifet  merd-i ferd-i hakîkat eş-Şeyh Ebu’n-Necîb Ziyâeddîn Abdülkâdir-i Sühreverdî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi dest-gîr-i üftâdegân, enîs-i derd-mendân eş-Şeyh Ebû Reşîd Kutbeddîn-i Ebherî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi reh-nümâ-yı sâlikîn pîşvâ-yı muhakkıkîn eş-Şeyh Ebu’l-Hasan RüKneddîn Muhammed-i   Nehhâsî Buhârî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi şehbâz-ı fezâ-yı lâhût, dânâ-yı râz-ı nâsût eş-Şeyh Şihabeddîn Muhammed-i Tebrizî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi fâris-i meydân-ı ayne’l-yakîn, hâris-i künûz-ı hakka’l-yakîn eş-Şeyh  Muhammed Cemâleddîn-i Şîrâzî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi hâzin-i zühd ü takvâ, mahzen-i esrâr-ı kibriyâ eş-Şeyh İbrâhîm Zâhid-i Geylânî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi âlim-i Rabbânî, ârif-i maânî eş-Şeyh Kerîmüddîn Ahi Muhammed b. Nûru’l-Halvetî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi sâlik-i râh-ı Hudâ, kâsıd-ı tarîk-ı hüdâ Ebu Abdullâh Sirâceddîn a’nî Pîr Ömer el-Halvetî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi revnak-ı gülzâr-ı tarîkat, pîrâye-i hadîka-i hakîkat eş-Şeyhu’l-Fânî Ahi Emre Muhammed el-Halvetî – kaddesa'llâhu sırrahû – hazretlerine,

-  Onlar dahi melâz-ı fukarâ vü mesâkîn, zübde-i zâhidîn ü âbidîn eş-Şeyh Hacı İzzeddîn el-Halvetî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  onlar dahi ser-hayl-i zümre-i zâkirîn, kâfile-sâlâr-ı mütefekkirîn eş-Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi matla’-ı feyz ü kemâl, mahrem-i harem-i cemâl seyyidü’t-tâifetü’l-Halvetiyye eş-Şeyh es-Seyyid Celaleddîn Yahyâ eş-Şirvânî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi kân-ı ilm ü irfân eş-Şeyh Muhammed Pîr-i Erzincânî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-   Onlar dahi sâhibü’l-fezâil, mürşidü’l-kâmil Kayserili eş-Şeyh Tâceddîn İbrâhîm-i Kâmil (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi müzehhib-i ahlak, sâir-i enfüs ü âfâk Kabaklılı eş-Şeyh Alâeddîn-i Uşşâkî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar şems-i irfân, münevvir-i cinân Marmaracıklı eş-Şeyh Ahmed Şemseddîn Yiğitbaşı (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi tabîb-i derd-mendân, habîb-i sâlikân eş-Şeyh Hacı İzzeddîn-i Karamânî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi hâfız-ı kütüphâne-i îkân, hâce-i mekteb-i irfân eş-Şeyh İbrâhîm Ümmî Sinân (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi  ser-bülend-i ehlu'llâh,  ercümend-i merdân-ı dil-i âgâh eş-Şeyh es-Seyyid Ahmed-i Semerkândî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi mehbıt-ı feyz-ı Hallâkî pîşvâ-yı tarîk-ı Uşşâkî Kutbu’l-Ârifîn Gavsu’l-vâsılîn pîrimiz, sultânımız eş-Şeyh Hasan Hüsâmeddîn-i Uşşâkî (kaddesa'llâhu esrârahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi nüsha-i nâdire-i fazîlet, mecmûa-i bî-nazîr-i ma'rifet Sarûhanlı eş-Şeyh es-Seyyid Memicân (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi mahbûb-ı kulûb-ı mürşid-i merğûb Gelibolulu eş-Şeyh Ömer-i Karîbî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi mefhar-ı emsâl-i mürşid-i bî-hemâl eş-Şeyh Âlim Sinân (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-   Onlar dahi enîs-i mihnet-keşân, celîs-i bî-çâregân eş-Şeyh Muhammed-i Keşânî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi delîl-i nebîl, rehber-i celîl Gümülcineli eş-Şeyh Halîl (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi sirâc-ı râh-ı naîm, mürşid-i himmet-vesîm a’nî eş-Şeyh /235/ Abdülkerîm (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi menba-ı tevhîd u irfân, mahzen-i sırr-ı Sübhân Gümülcineli eş-Şeyh Sıdkî Osmân  (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi sened-i ehl-i hâl, vâkıf-ı sırr-ı kâl eş-Şeyh Muhammed Hamdî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi gavvâs-ı bahr-ı ledün, muhakkık-ı serâyir-i kün, pîr-i sânî Ebu Nizâm eş-Şeyh Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Edirnevî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi keşşâf-ı müşkilât-ı dîniyye hallâl-i muaddalât-ı yakîniyye eş-Şeyh Abdullâh Salâhaddîn-i Kesriyevî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi sened-i zâhidîn, mürşid-i Hak-bîn Nazillili eş-Şeyh Muhammed Zühdî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi mazhar-ı esrâr-ı velâyet, muzhır-ı âsâr-ı kerâmet eş-Şeyh Ali Gâlib el-Vasfî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi nâil-i feyz-i veliyyü’t-tevfîk, mürşid-i saâdet-refîk eş-Şeyh Muhammed Tevfîkî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi miftâh-ı kenz-i reşâdet, gevher-i gencîne-i hakîkat eş-Şeyh Ömer Hulûsî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi zâkir-i Hak, nâsih-i asdak Kasabalı eş-Şeyh Hüseyin Hakkî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi server-i sâlihîn, mefhar-i muslihîn Tireli eş-Şeyh Muhammed Emîn Tevfîk (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi vâkıf-ı esrâr-ı Vücûd, müstağrak-ı bahr-ı şühûd, Nazillili eş-Şeyh Muhammed Fahreddîn-i Himmetî (kaddesa'llâhu sırrahû) hazretlerine,

-  Onlar dahi bu hakîr-i pür-taksîr ad’afü’l-âbidîn (Ürgüplü) eş-Şeyh (Hüseyin Vassâf) fakîre izn ü icâzet, ihsân u inâyet buyurup, bu hâdim-i ehl-i tarîk dahi pîrân, azîzân (kaddesa'llâhu esrârahüm) efendilerimiz hazerâtından ahz eylediğimiz üzere sırr-ı hadd-i şer’-i kavîmden ser-i mû inhirâf ve udûl eylemeyip, îfâ-yı ahkâm-ı şer’iyyeye mübâşeret ve sünen-i seniyye-yi Seyyidü’l-beşer (aleyhi efdalü’s-salâti ve’t-tahiyye)’ye tebaiyyet ve usûl-i tarîkat-ı aliyyeyi icrâya müdâvemet şartıyla tâlib-i tarîk olanlara zikr-i hafî vü celîyi ta’lîm ü telkîn eylemeye hâmil-i hamâil-i icâzet, sâlik-i râh-ı hidâyet hulefâmızdan mefharu’l-müsteıddîn (Hüseyin Vassâf) halîfeye  izn ü  rûhsat i’tâ eyledik.

 

Ve mina'llâhi’t-tevfîk ve’l-hidâye. Ve salla'llâhu alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve ashâbihî ve etbâihî (rıdvânu'llâhi teâlâ aleyhim ve rahmetu'llâhi alâ etbâı etbâihî ilâ yevmi’d-din bi-rahmetike Yâ Erhame’r-Râhimîn. Ve selâmün ale’l-mürselîn ve’l-hamdü li'llâhi Rabbi’l-âlemîn.)

            ŞUABÂT-I TARÎKAT-I ALİYYE-İ UŞŞÂKIYYE

Cemâliyye – Salâhiyye – Muslıhiyye – Câhidiyye – Sezâiyye-i Uşşâkıyye

Sezâiyye-i Uşşâkıyye hakkında Harîrî-zâde’nin Tibyânu’s-Selâsil ve’t-Tarâık’ında îzâhat vardır. Hz. Sezâî’nin şeyhi La’lî-i Gülşenî hazretleriyle, meşâyıh-ı Uşşâkıyye’den Şeyh Sâdık Efendi’nin münâsebeti vardır. Hz. Sezâî Dîvân’ında Şeyh Sâdık Efendi hakkında sûzişli bir manzûme-i târîhiyye bile vardır. Hz. Sezâî esâsen Tarîk-ı Gülşenî’de ictihâd buyurdukları gibi Pîr-i sânî-i tarîk-ı Uşşâkî Seyyid Cemâleddîn hazretlerinin mertebe-i kemâlde tekemmül etmesine ibzâl-i himmet buyurmuşlardır. Kendilerine Sezâiyye-i Uşşâkıyye’nin müessisi denilmekten tabîatıyla ihtirâz olunup, fakat kendilerinde Şa'bânîlik, Uşşâkîlik /236/ Gülşenîlik, Sünbülîlik, Nakşıbendîlik cem' olduğundan beyne ehli’t-turuk kemâlât-ı ârîfâneleri şöhret bulmuş, bu sebeble Harîrî-zâde Tibyân’ında şeyhi La’lî-i Gülşenî hakkında serd-i hakîkat ettiği sırada,

 

(كان الشيخ لعلى المذكور جامعا للطريقة الشعبانية و العشاقية والكلشنية والسنبلية والنقشبندية . فإنه ولد بقسطموني ونشأبها وأخذ عن الشيخ اسماعيل الچورومي الشعباني وسلك على يديه إلى أن بلغ الطور الرابع ثم رحل إلى أدرنه فأخذ أولا عن الشيخ الصادق الرومي العشاقي ثم أخذ عن الشيخ محمد سرى الأدرنه وي الكلشني .[28]

             

Sezâiyye-i Uşşâkıyye’nin Şeyh Cemâleddîn-i Uşşâkî’de, Cemâliye-i Uşşâkıyye’nin Şeyh Salâhaddîn-i Uşşâkî’de indimâc etmiş ve dîğer şuabât munkarız olmuş olduğundan elyevm Salâhiyye-i Uşşâkıyye’den başka bir şu'be kalmamış demek muvâfık olur zannındayım.

Hz. Pîr’den i'tibâren isimleriyle tezyîn-i sahîfe-i i'tibâr eylediğimiz zevât-ı kirâmın mümkün mertebe tercüme-i hâllerinden bahs edeceğim:

Şeyh Seyyid Muhammed-i Memicân Efendi

Hâfız Hüseyin-i Ayvansarayî, “Muhammed Memi Cânverdi” diye yazıyor.  Sarûhanlıdır. Vatanında ikmâl-i tahsîlden sonra Pîr Ümmî Sinân hazretlerine arz-ı teslîmiyyetle terbiye-i tarîkat görüp (167. sahîfedeki manzûmeye mürâcaat) sonra Hz. Pîr Hüsâmeddîn-i Uşşâkî efendimize mülakî olmuş ve "Cânânı buldu hasta gönünl cânı istemez." diyerek dâhil-i zümre-i uşşâk olmuş ve ikmâl-i sülûka muvaffak olup hilâfet almıştır. Hz. Uşşâkî’nin yegâne halîfesidir. Dersaâdet’te neşr-i tarîkata me’mûr oldular.

Şakâyık-ı Nu’mâniyye’nin cild-i sânîsinde 467. sahîfesinde mestûr olduğu üzere nice yıllar halka-bend-i tevhîd ve tezkîr ve dâire-i sohbeti havz-ı Kevser gibi mevrid-i ganî vü fakîr olup, teşne-lebân-ı mâu’l-hayât-ı hakîkatı irvâ ve âyîn-i tarîkatı icrâ ederek 1008 senesi şehr-i Zi'l-ka'de’sine (Mayıs 1599) kadar muammer olup, irtihâllerinde Emîr-i Buhârî civârındaki hânesi dâhilinde makbere-i mahsûsalarına defn olundular. Bi'l-âhare üzerine türbe yapılmış ise de gerek eski harîk-ı kebîrde gerek son harîk-ı hânmân-sûzda tu’me-i lehîb olmuştur.

Elyevm erbâb-ı muhabbet etrâfına kuru duvardan hudûd yapmışlar, medfen-i pâkin mahallini muhâfazaya gayret etmişlerdir.  Burasının yola inkılâbı da mutasavvar olmakla, bakâyâ-yı ızâmının Uşşâkî Âsitânesi’ne veya sâir münâsib bir Uşşâkî dergâhına nakli veya türbe mahalli diye bir yer gösterilirse oraya türbe ve bir dergâh inşâsı tasavvurları mevcûddur. Şakâyık’ta medfenleri mahalli esâsen hâneleri olduğu muharrerdir.

İsm-i âlîleri Muhammed’dir. Memicân, Muhammed Cân’dan kinâyedir. “Eyleyüp rûh-ı revân verdi cân-ı azîz” (ايليوب روح روان ويردى جان عزيز), “el-vâiz” (الواعظ) ve “şeyh-ı zamân” (شيخ زمان) (1008/1599-600) târîhleridir.

Lübbü’l-Usûl fî Ma'rifeti Tarîkati’l-Vusûl ve Metâlibu’s-Sülûk isimlerindeki eserlerini cennet-mekân Sultân Murâd Hân-ı sâlis’e takdîm ederek pâdişâhın mazhar-ı hürmeti olmuştu.

Lübbü’l-Usûl’ün müşârünileyh yazısıyla muharrer nüshası elime geçti. Mütâlaasıyla şeref-yâb oldum. Pek mühim ve gâyet ârîfâne yazılmış bir eserdir. Ve Hz. şeyhin derece-i kemâline burhândır. Târîh-i te'lîfi 997/(1589)’dir ki Hz. Pîr efendimizin de manzûr-ı velâyet-penahîleri olmuş olması muhtemeldir.

 /237/ Vefeyât-nâme’de türbe mahalli, hânelerinin olduğu yer olduğunu yazıyor. Şakâyık’ta yazılmıştır ki:

"Azîz-i müşârünileyh kemâl-i irfân ile meşhûr-ı cân gibi mahrem-i esrâr-ı nihân, bağbân-ı riyâzu’l-Cinân-ı Cenân idi. (Kaddesa’llâhu sırrahû)"

Üsküdar’da Selîmağa Kütüphânesi’ndeki tomârda Sinân Efendi ve Ömer Karîbî ve İmâm Mustafa Efendi ve Fâtih Câmii vâizi Muhammed Subhî-i Bursevî isminde dört halîfesi muharrerdir. Silsile-i Uşşâkıyye Ömer Karîbî’den yürümüştür.

Manzûmâtından:

          Men heft-deryâyım cûş itdim dil-hâneden

          Virdi virir cânını gitmez âsitâneden

Bu bir kasîde-i tavîledir. Şeyh Abdulhay Efendi-zâde Şeyh Nesîmî Muhammed Efendi onu nazmen şerh etmiştir. Bir dîvânçeleri vardır. Mütâlaa ettim. Nutuklarında Cân, Memi, Memicân tahallus ederler.

          Âlemin ma’bûdunu bilmek dilersen ey gönül

          Bilmeyi bil bilmeyi bil bildiğin bilmek değil

          Ey gönül hâlin nedir âgâh olup bak sen sana

          Görünür ayniyle aynın âyine tut sen sana

Şeyh Ömer-i Karîbî Efendi

"Kutub Ömer Efendi" diye meşhûrdur. Şeyh Memicân hazretlerinden müstahleftir.  Gelibolu’da medfûndur. Bir dîvânçesi elime geçmiş, mütâlaa eylemiş idim. Kemâlât-ı ârîfânesine  şahit oldum. Sarûhanlı olduğunu bir tomârda gördüm.

          Karîbî mazhar-ı irfân olan bir  şeyh-i âlîdir

          Onun Dîvânçesi esrâr-ı Kur’ân ile mâlîdir

diye sünûhâtım oldu. Nutuklarından bir kaçını teberrüken yazıyorum:

          Bu Karîbî kul olubdur ol makâmın ehline

          Varlığın ona virüp nâmını insân eylemiş

                                                           *    *    *

          Karîbî fazl-ı kudretden  şarâb-ı ilm-i hikmetden

          Tarîk-ı Hak saâdetden irağ olma muallâdan

                                                           *    *    *

          Seni medh eylemek ister bu gönlüm Yâ Rasûla'llâh

          Aceb vasfına kâdir mi bu dilim Yâ Rasûla'llâh

                                                           *    *    *

          Karîbî bir zaîf kuldur ayırma Sen anı Senden

          Bana senden yakın Sensin çü yazdın kalbe Kur’ân’ı

                                                           *    *    *

          Feth-i bâb ister bu gönlüm Hakk’a dâim yalvarır

          Yalvarır dâim usanmaz gece gündüz yalvarır

          Küntü kenz'in mazharına irdi gönlüm cûş ider

          İrse vahdet menziline mahv olur hem yalvarır

          Âlim ü Allâm Hak’dır kuvvet ü kudret O’nun

          Fazlına yokdur nihâyet gönlü dâim yalvarır

          Enbiyâ vü evliyâ sâhib-kerâmet keşf-i Hak

          Dağ u taş sahrâ pazârı ins ü cin hep yalvarır

          Allah’ım kesme ümîdin kullarının dem-be-dem

          Bu Karîbî kulun ister Seni Senden yalvarır

                                                           *    *    *

          İlm-i vahdete irüp benliğini mahv etmeyen

          Bâğ-ı hüsne irmeyen seyrânın aslın ne bilir

         

          Bî-vücûd ilm ile hikmet cur’asın nûş itmeyen

          Hâb-ı gafletden kalan irfânın aslın ne bilir

          Gâh seyrân gâh hayrân ol Karîbî dem-be-dem

          Vâsıl-ı Hak olmayan insânın aslın ne bilir

Halîfeleri:

Muhyiddîn Efendi – Âlim Sinân-ı Uşşâkî – el-Hâc Velî Efendi – Ahmed Câhidî Efendi.

Şeyh Âlim Sinân

Şeyh Ömer-i Karîbî’den müstahleftir. Keşan’da medfûndur. Aydın’da Menteşe civârında Muğla köylerinden Linelidir. Fuzalâ-yı meşâyıhtandır. Mısır, Haleb, Şam ve Irak’ı gezip bir çok efâzıl ile mülâkât eylediğini âsârında yazıyor. Gelibolu’da Bolayır’da otuz sene kadar ihtiyâr-ı ikâmet eyledi. “Gelibolulu” diye şöhreti bundan kinâyedir. İlm-i hadîsten Mesâbîh’ı tercüme eylemiştir. Manzûm Akâidnâme’si vardır. Mezkûr tercümenin nihâyetinde:

          Diyâr-ı Menteşe’dendir ki Line hâkidir hâkim

          Hüsâmeddîn Fakîh oğlu Sinân adım Ebu’t-taksîr

/238/ Üsküdar’da Selîme Kütüphânesi’nde[29] manzûm Akâid’inin hâtimesinde:

          Meşâyıhdan budur nakl  u rivâyet

          Götürdüm Türki dilce kıl dirâyet

          Gezüp Mısr u Haleb Şâm u Irak’ı

          Bulunmaya bu nüsha ittifâkı

          Gelibolu Bolayır’dan Sinânı

          Duâ-ı hayr ile yâd it sen anı

Hulefâsı:

Dimetokalı Hasan Efendi – Gelibolulu Nûh Efendi – Keresteci Mustafa Efendi – Selanikli Mahmûd Efendi – Dıramalı Muhammed Efendi (“Keşanlı” da denilmiştir.)

Şeyh Kuloğlu Mustafa Efendi

Şeyh Sinân-ı Uşşâkî halîfesidir. Mesâbîh’ı nazmen tercüme etmiştir. 1045/(1635)'te ikmâl ederek Dîvân-ı Hümân nâmını verdiği dîvân-ı kebîri de vardır ki, her ikisinin de nüshâları kütüphâne-i umûmîde mevcûddur. Bir de Mevlid-i Nebî manzûmesi vardır.

İlâhiyyâtından:

          Sensin kerîm zü’n-nevâl Sensin kadîm-i lâ-yezâl

          Sensin Hakîm-i bî-misâl yok hükmüne çûn ü  çerâ

          İnzâl idüp âyâtını kim biliser gâyâtını

          Kılgıl mücellâ zâtını me’men ale’l-arşi’stevâ

          Eyle inâyetden eser irgür hidâyetden zafer

          Lutf eyleyüp kılgıl nazar aldı bizi nefs ü hevâ

Şeyh Muhammed Sâdık Efendi

235. sahîfede nâm-ı kudsîleriyle tezyîn-i sahîfe eylediğim Şeyh Sâdık Efendi bu zâttır. Kuloğlu Mustafa Efendi halîfesidir. Gülşenîler faslında da bahs olundu. Edirneli şâir Bâdî Efendi’nin Ravza-i Edirne nâm eserinde muharrer olduğu üzere Edirneli'dir.

Hz. Sezâî şeyhi La’lî-i Gülşenî’ye tarîk-ı Uşşâkî’den feyz-bahş olmuşlardı. Edirne’de zindân altında Tatarhan Kabristanı’nda Dârü’l-hadîs’e giden câdde boyunda medfûndur. Hz. Sezâî, şeyh-i müşârünileyh hakkında şu manzûmeyi inşâd ile bir taşa kazdırıp eski kabir taşının yanına vaz' ettirmiştir.

          Kutb-ı âlem Şeyh Uşşâkî o hem nâm-ı  habîb

          Vâsıl olmuşdur hakîkat ilminin esrârına

          Zulmet-i unsurdan evvel yirmi bir yıl kurtulup

          Mazhar olmuşdu o zât-ı pâk Hak envârına

          Râh-ı aşka halkı irşâd eyledi bâ-emr-i Hak

          Devrini tekmîl idüp gitdi bakâ gül-zârına

          Feyz-i istimdâd ile didim Sezâî târîhin

          Hû diyüp Sâdık Efendi gitdi vahdet dârına

                                  )هو ديوب صادق أفندي كتدي وحدت دارينه(

Yalnız noktalı harflerle 1122/(1710)'dir. Hâlbuki Şeyh Sâdık Efendi’nin târîh-i irtihâli 1094/(1683)'’tür. Kabrin Hz. Sezâî tarafından tecdîden ta'mîri sırasında söyledikleri târîh, târîh-i inşâd olmak lâzım gelir. Kim bilir belki de Sâdık Efendi’nin irtihâli 1122/(1683) târîhindedir. Târîhe karışmış ve daha ziyâde ta'mîkına  imkân bulunamamıştır.

Şeyh Muhammed-i Keşânî: Şeyh Sinân halîfesidir. Keşan’da şeyhinin yanında medfûndur.

Şeyh Halîl-i Gümülcinevî: Şeyh Muhammed Keşânî halîfesidir. Gümülcine’de medfûndur.

Şeyh Abdülkerîm Efendi:  Şeyh Halîl halîfesidir. Gümülcine’de medfûndur.

Şeyh Osmân Sıdkî Efendi

Kibâr-ı meşâyıh-ı Uşşâkıyye’dendir. Edirne’de Debbağhâne Kabristanı’nda medfûndur. Ziyâret eyledim ve toprak altında kalan mezâr taşını meydâna çıkardım. Bi'z-zât çalıştım. O civârda dergâhı var imiş; Hamdî-i Bağdâdî şeyhidir.

/239/ Gümülcineli'dir. Edirne’de ihtiyâr-ı ikâmet eylemiştir. Mezâr taşındaki kitabe:

          Cenâb-ı Şeyh Osmân Efendi şeyh-i Uşşâkî*

          Ki mislin görmedi dünyâda ayn-ı âlem-i imkân

         

          Helâl iken vücûd-ı nâziki evc-i kerâmetde

          Olup tâ ki fenâ fi'llâh oldu vâsıl-ı cânân

          Biri didi vefâtı târihini hâtif-i kudsî

          Bakâya oldu mâil Hû diyüp kutb-ı cihân Osmân  -  1110/(1699)

                      )بقابه اولدى مائل هو ديوب قطب جهان عثمان(

Şeyh Hâmid-i Uşşâkî

Müşârünileyh Osmân Sıdkî Efendi halîfesidir. Şeyhinin yanında medfûndur. Ondan sonra daha on yedi sene muammer olmuştur. Pîr-i sânî Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî hazretleri tarafından söylenmiş olan manzûme-i târîhiyye mezâr taşında medfûndur. Mezâr taşı devrilmiş bir hâlde idi. Lehü’l-hamd düzelttim. Duvarlarını fiilen ta'mîre çalıştım.

          Şeyh Hâmid Efendi zümre-i Uşşâkî’den*

          Çekdi bu kesret elin düşdü vahdet iline

          Râh-ı Hak’da reh-nümâsı Şeyh Osmân hazreti

          Hem civâra cezb itdi döndü hâli aslına

          Bi’t-temâm sâl-i Muharrem gurresidir rıhleti

          Kırdı unsur bendini yol buldu dostun vaslına

          Rıhleti keşf eyleyüp virdi mukaddem ol haber

          Cân atup fermân-ber ol da'vet-i Hak kâline

          Hüsn-i hâl-i rıhletine kondu bir târîh onun

          Son nefes Allâh çeküben gitdi Hâmid aslına

(صوك نفس الله چكوبن كتدى حامد اصلنه) = 1126 + 1 = 1127

Şeyh Hamdî-i Bağdâdî

Şeyh Osmân Sıdkî Efendi halîfesidir. Meşâyıh-ı ızâm-ı Uşşâkıyye’dendir. Edirne’de zuhûr edip, müşârünileyhten mazhar-ı kemâl olmuştur. Pîr-i sânî Cemâl-i Uşşâkî’nin şeyhidir.

“Bağdâdî” diye teşehhürü Bağdâdlı olmasından değil çiçek merâklısı olmalarıyla Bağdâd’a kadar bir çiçek için azm-i sefer etmelerindendir. Çiçekle iştiğâli halktan tesettüre Bağdâd seferi ise bir emr-î ma’nevîye müstenid olsa gerektir.

Yirmi altı sene mertebe-i irşâdda ferman-fermâ olmuşlardır. Edirne’ye her azîmetimde kabr-i âlîlerini ziyâretle kâm-yâb oldum. Kabirleri İstanbul yolunda büyük kabristanın orta yerindedir. Üzeri açıktır. Demirden şebeke vardır. Mezâr taşında şu manzûmeyi okudum:

          Hazret-i şeyh-ı şuyûh-ı kâmilân

          Şeyh Muhammed ol veliyy-i muhterem

          Zümre-i Uşşâki’den ol pâk zât

          Mürşid-i tâm idi ol fevka’l-ümem

          Mevti oldu âlemin mevti gibi

          İlm ü irfânıyla olmuşdu alem

          Ol fenâ fi'llâh bakâ bi'llâh idi

          Rûh-ı pâki cismi olmuşdu adem

          Zâtın anlamazdı sûret-bîn olan

          Sırrı ilhâm ile idi dem-be-dem

          Cevher-i ye’s ile didim târihin

          Vasl-ı Hakk’ı buldu Bağdâdî bu dem    

(وصل حقى بولدى بغدادى بو دم) =1136/(1723)

                                      

Şeyh Hasan-ı Şa'bânî yazar ki :

Hamdî tahallus ettiler. Edirneviyyü’l-asıldır. Bağdat’ta hayli zamân mukîm olmuştur. Bu sebeble Bağdâdî diye şöhret buldular. Ekâbir ile sohbet etmiş bir ümmî idi.  Öyle ümmî ki hiç okuyup yazması yok değil idi. Yazı yazar, eline bir Türkî ve Arabî kitap geçse okur idi.  Kimseden teallüm etmemiş idi. Gâyet mükâşif ve müşâhid ve keşf-i Ma'nevîsi açık idi. Keşf-i ma'nevîsi, keşf-i sûrîsine gâlib idi. Ârif ve âgâh olup, zikir hâlinde ekser kendine galebe ederdi. Ma’rifet-i tevhîdde yed-i tûlâsı var idi.

/240/ Sâhib-i irşâd idi. Ammâ kendinden istirşâda katı isti'dâdı pâk adama muhtâc idi. Zîrâ telvîn-i hâssada temkîn-i küllîsi olduğundan herkesi âgâh edemezdi ve aşkını makâm-ı ayna ve makâm-ı aynı cem'a getirdiğinden ona mülhid derler idi. Ve tevhîd-i ef’âlini nûr-ı vahdet ve vücûd-ı mutlakta mahv ettiğinden ona zındık derler idi. Bu fakîr onunla muhabbet etmemiş olsaydım tevhîd-i ef’âl ne demektir, bilmez idim. Maa-hâzâ hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ şuhûd-ı Hak'la  îmân-ı ayne’l-yakîn değil, îmân-ı hakka’l-yakîn var iken ol bir adam idi ki, ahvâl ü ezvâk-ı seyr ü sülûku kendüye mahsûs bir tavr-ı âhar idi. Kendi ricâlden idi.  Ricâl ile olan ahvâlini benden ketm etmezdi. Kemâl-i i'timâdı var idi. Benimle ahd etmiş idi ki  ben ölmedikçe, benim ahvâlimi kaleme getirme diye. Zîrâ ahvâl-i ehlu'llâhı  yazmakta olduğumu bilir idi. Ahzı Debbağhâneli (Tabakhâneli) Osmân Efendi’den  idi.

Nutuklarından ma'lûm olan ikisi bestelenmiştir. Birincisi kıyâm-ı ibtidâsında cumhûr tarzında Rasttan bestelenmiştir. İkincisi Hamdiye ta'bîr olunur, ta'âmdan sonra okunur, Uşşâk'tan ve Hicâz'dan bestelenmiştir. Umûm ehl-i tarîk arasında Hamdiye meşhûrdur.

          Aşkınla dâim uçarız

          Her dem biz cândan geçeriz

          Vahdet meyinden içeriz

          Uşşâkîler dirler bize

          Âdâb ile erkânımız

          Minnet ile burhânımız

          Hakk’a virdik hep varımız

          Uşşâkîler dirler bize

          Kullukta yoktur ârımız

          Rasûlu'llâh muhtârımız

          Hüsâmeddîn’dir pîrimiz

          Uşşâkîler dirler bize

          Cihâd itmektir kârımız

          İmâm Ali’dir ulumuz

          Dâim Allâh dir dilimiz

          Uşşâkîler dirler bize

          Ayılmadı sekrânımız

          Vuslat idüp cânânımız

          Bâğ-ı firdevs meydânımız

          Uşşâkîler dirler bize

          Âl u ashâb yoldaşımız

          Dökülsün kanlı yaşımız

          Der Bağdâdî aşk işimiz

          Uşşâkîler dirler bize

Hamdiyye:

          Allâh bize lutf itdi

          Ni'metine gark itdi

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâ ilâhe illa'llâh

          Lâ ilâhe illa'llâh

          Bilelim ni'metini

          Öğelim hazretini

          Analım rahmetini

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Yoğiken var eyledi

          Arz-ı dîdâr eyledi

          Rasûle yâr eyledi

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Gönderdi doğru yola

          Kullar kulluk eyleye

          Hak bize kulum diye

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Harc idelim varımız

          Kurbân olsun cânımız

          Kur’ân’dır îmânımız

                        Şükür el-hamdü li'llâh

                        Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Muhammed kadem basdı

          Şefî’ olmadır kasdı

          Hakkın sevgili dostu

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Ol Habîb’in yârları

          Cennetdedir cânları

          Severiz biz anları

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

          Bağdâdî’nin bu sözü

          Kabûl eyle niyâzı

          Dergâha sürdük yüzü

          Şükür el-hamdü li'llâh

          Hû Hû Lâilâhe illa'llâh

*    *    *

          El-hamdü li'llâh şükür

          Eyledik Hakk’a zikir

          Gitdi ihsâna fikir

          Allâh Allâh diyeli

          Kalmadı dilde gubâr

          Eyledi hep târumâr

          Buldu dertliler tîmâr

          Allâh Allâh diyeli

          Dost bağında bülbüller

          Feryâd idüp güldüler

          Maksûdların buldular

          Allâh Allâh diyeli

          Doldu gönüle nûrlar

          Oldu zâkir münevver

          Melekler rahmet diler

          Allâh Allâh diyeli

          Bu tevhîdi kim tutar

          Cân terkin ura meğer

          Bağdâdî’den yok eser

          Allâh Allâh diyeli

Hulefâsı:

Şeyh Cemâleddîn-i Uşşâkî – Şeyh Sâkî-i Uşşâkî – Şeyh Muhammed Şükrî  Efendi, Hallâç Ahmed Dede Efendi ma'lûm olabilenleridir. Hazmî Efendi kardeşimizin tahkîk ve beyânına göre Tersâne Emîni elhâc Yûsuf Efendi de Müşârünileyhin hulefâsındandır.

Şeyh Yûsuf Efendi

Hamdî-i Bağdâdî halîfesidir. Fi'len tekke şeyhi değildir. Tersâne Emâneti'nde bulunmuş ve Hz. Pîr'in Âsitâne-i Uşşâkıyyesi'ni yeniden inşâ ve ihyâya muvaffak  olmuştur. Muharrir-i fakîr Bâbıâlî Câddesi'nden gelip geçtikçe Medresetü'l-Hattâtîn hazîresinde medfûn Tersâne Emîni el-Hâc Yûsuf Efendi kabrini gördüm ki âsitâneyi inşâ ve ihyâ eden o zât zannederdim. Halbuki o zaman  Tersâne Emâneti’nde tesâdüfen beş Yûsuf varmış. Tercüme-i hâliyle meşgûl olmak istediğimiz Yûsuf  Efendi orada medfûn olan zât olmadığı taayyün etti.

Meşâyıh-ı Uşşâkıyyeden Muhammed Hazmî Efendi muharrir-i fakîre yazdığı bir mektupta diyor ki:

“Cenâb-ı Bağdâdî'nin bir halîfesi de Tersâne Emîni Yûsuf Efendidir. Bu zât-ı âlî-kadr bidâyeten Mâ’den Kalemi’nde başhalîfe iken bi’l-âhare Rûz-nâmçe-i Evvel ve bir def’a Nişâncı olup 1160/ (1747)'da Tersâne Emîni ve Kaptan Paşa vekîli ve daha sonra Kethüdâ-yı Sadr-ı âlî olmuştur. Latîfe-gû, vakûr, nâfizu'l-kelim, hâzır 36 bir zât olup sohbetinden sâmiîn safâ-yâb olurlarmış. Emîn-i mûmâileyh (nevvara'llâhu merkadehû) Pîr Zâviyesi'ni tâ esâsından yıktırıp türbe-i şerîfeyi yeniden binâ ve müceddeden bir mescid ve bir şeyh menzili ve haşebî bir minâre ile imâm ve müezzin vazîfeleri ta'yîn ederek vâkıf-ı sânî olmuşdur.”

Bu ta'mîr ve inşâ keyfiyyeti 1157/(1744) târihinde vâki' olmuştur. Kethüdâ-yı Sadr-ı âlî bulundukları zamân 1162 senesi selh-ı Muharremü'l-harâmında ( 20 Ocak 1749) irtihâl-i dâr-ı bakâ ederek Üsküdâr'da Karacaahmed Sultân kurbuna defn olunmuştur.

Vefâtına târîh:

Kalem yazdı çü Ya'kûb-ı bilâ-dîde o dem târîh

Göçüp Yûsuf Efendi Mısr-ı Firdevs'e azîz oldu 

(كچوب يوسف افندى مصر فردوسه عزيز اولدى)  = 1162/(1749)

Nâdirü'n-nüsha olan Târîh-i İzzî'de ise şu satırları okuruz:

"Yûsuf Efendi, fi'l-asl Ma'den Kalemi küttâbından fenn-i kitâbette ve umûr-ı Mâliye'de mahâreti olmakla üç def’a şakk-ı evvel defterdârı, ba'dehû bir müddet Tersâne-i Âmire Emîni, Zi'l-hicce 1160/(Aralık 1747)'ta Sadrazam Kethüdâsı oldu. Umûr- ı mehâm-ı Devlet-i Aliyye'yi kemâl-ı hulûs u sadâkat birle temşiyet ve herkesle kardaşcığım edâsıyla ve bi-tarîkı'l-ca'lî ızhâr-ı uhuvvet ve âmîziş ü ülfet ve husûsan tahsîl-i evliyâ-yı nu’mâda bezl-i makderette ser-hadd-i mübâlağayı mücâvezet ederek vücûh-ı hüsn-i etvâr u sülûk-ı fetânet-i kirdârî makbûl-i enâm u pesendîde-i hâss u âm ve her hâlde mültefit ve mükerrem ve simât-ı mebsûta-i ni'am-ı âleme zâike-dâr muğtenem olmakla şîrîn-kâm ve henüz neyl-i visâl muhaddere-i âmâl ile müteşebbisü'l-ezyâl-i merâm olmak hâlleri eğerçi  mir'ât-i hâlinde sûret-pezîr-i irtisâm oldu.

İllet-i mi'deye mübtelâ ve vücûduna ilel ve eskâm istîlâ etmekten nâşî da'f-ı kuvvet hüveydâ olup, gittikçe iştidâd-ı illet ile bî-tâb u tâkat olmuş iken yine ızhâr-ı gayret ve umûr-ı ibâdı ru'yet zımnında  mansıbdan ferâğat ve kapıdan müfârakata meyl ü rağbet göstemeyip, gûyâ nefes-i pesîne dek üstâde-i makâm-ı hizmet olmak niyyetiyle kapıda beytûtet ve âkıbet kendüde alâmet-i mevt muâyene olundukda 1162 Safer'in onbeşinci isneyn gecesi (5 Şubat 1749) taht-ı revân ile hânesine irsâl olunmakla ol leyle-i mübârekede teslîm-i emânet eyledi.

Derviş-nihâd ve pâk-i'tikâd, evrâd u ezkâra müdâvim ve işrâk u teheccüde kâim bir zât-ı salâh-i'tiyâd olup, tarîkat-ı aliyye-yi sûfiyyeye dahi intisâb-ı küllîsi olmakla karşı Kasımpaşa kasabasında vâki Âsitâne-i Uşşâkî olan tekke-i köhne binâyı müceddeden ta'mîr u ihyâ ve icrâ-yı mâu'l-azb ile ol mahalli irvâ edip bu gûne bir eser-i cemîl îfâsıyla târik-ı kâr u bâr olmuşdur."

Yûsuf Efendi hakkında mürâcaatım üzerine Bahriyye Târîh-i Harb Şu'besi'ne me’mûr Mekteb-i Bahriyye târih muallimi  Ali Haydar Emîr Bey birâderimin yazdığı cevâb-nâmeye nazaran:

“Uşşâkî Dergâhı'nın bânîsi olan ve Karacaahmed'de medfûn bulunan Yûsuf Efendi ile Cağaloğlu'nda defîn-i hâk-i gufrân kılınmış olan Yûsuf Efendi'nin ayrı ayrı zevât oldukları muhakkaktır. Evvelkisi 1159/(1746)'da altı ay kadar bir müddet Tersâne Emâneti'nde bulunmuştur. Sonraki, Hammâmî-zâde Yûsuf olup, Lâleli Câmi-i şerîfinin binâ emânetini îfâ ve daha bir çok ta'mîrât-ı cesîmeye nezâret etmiştir. Bu zâtın Tersâne eminliği 1184/(1770)'te, ya'ni nâmdaşının irtihâlinden yirmi ki sene muahhardır.” 

Şeyh Muhammed Şükrî Efendi

İstanbul’da Mısır Çarşısı kurbunda Marpuççular’da Alacahamâm ittisâlindeki Alaca Mescid nâm câmi'-i şerîfin hazîresinde defîn-i hâk-i gufrândır. Bu câmi'-i şerîfin imâmı olduğunu Hâfız Hüseyn-i Ayvansarayî Vefeyât-nâmesi’nde yazıyor. Kabr-i şerîfleri müşrif-i harâb idi. Âcizleri inâyet-i ilâhiyye ve tevfîkât-ı sübhâniyye ile onu ta'mîre, telvîne muvaffak oldum ve fi’len dahi çalıştım. El-hamdü ilâhî hamden kesîra.

Mezâr taşı /241/ parçalanmış bir hâlde idi. Demirden kementlerle hâl-i sâbıkına ircâ edildi. Kabirlerinin üzerindeki pehle taşının orta yerinde çıkan bir incir ağacı kabirlerini der-âğuş ettiğinden taş bundan kırılmış olsa gerektir.  Kabirlerinin ittisâline Evkâf İdaresi bir marpuççu dükkânı yapmış, kiraya vermiş, bu dükkânın bir kısmı ma'at-teessüf  kabrin üstüne gelmiş, bundan dolayı çok müteessif oldum. Kabrinin ittisâline bir başka pehle taşı bulduk, koyduk, duvar yaptık. Mezâr taşını baş tarafına koyduk. Bir de ayak taşı bulduk, koyduk. Telvîn ettik. Taş vaktiyle güzel yapılmış, güzel bir Uşşâkî tâcı resmi vardır. Kitabesi:

          Ol Pîr-i tarîk-ı zümre-i Uşşâkî

          Kim dâim iderdi Hakk’a bî-had şükrü

          Târîh-i vefâtın didi ehl-i niyâz

          Firdevs ola menzil-i Muhammed Şükrü

          (فردوس اوله منزل محمد شكرى) = 29 Ramazân 1141/(28 Nisan 1729)

1346/(1927) senesinde câmi'-i şerîf-i mezkûr mütevellîsi kadın, mezârlığı kaldırmak oraya dükkânlar yapmak sevdâsına düşmüştür. Hâlen Hazret’in kabrine dokunulmamış ise de bir gün olacak zannederim kaldırılacak. Fe-sübhâna’llâh.

Kendileri ulemâdan imiş. Alaca Mescid imâmı olduğunu Hâfız Hüseyn-i Ayvansarayî yazıyor. Asıl isimleri Alâeddîn imiş. Hoca Alâeddîn Efendi dahi derler imiş. Elyevm mezkûr câmi'-i şerîf imâmı efendi ile görüştüm:

 “Biz bu zâtı ulemâdan ve mazanna-i kirâmdan Alâeddîn Efendi diye bilirdik.” dedi. Hâlbuki taşında “Muhammed Şükrü” diye yazıyor. İhtimâl ki isimleri Muhammed Alâeddîn’dir. Tarîkat ismi Şükrü’dür. Bir tomârda Muhammed yerine “Memiş” diye görülmüştür.

İrtihâlleri 1141 senesi Ramazân-ı şerîfin yirmi dokuzuncu (28 Nisan 1729) gece veya gündüzdür. İrtihâli gününü, vaktini şu nutuklarında söylüyorlar ki eser-i kerâmettir:

          Aşk-ı Hudâ iledir cümle makâlâtımız

          Sıdk u hulûs iledir Hakk’a münâcâtımız

          Bilmedi kimse bizi anlamadı sırrımız

          Remz-i hafîdir bizim cümle işârâtımız

          Mâh-ı sıyâm âhiri olur ise ıydımız

          Cümleye ma’lûm olur keşf ü kerâmâtımız

          Hızr mülâkî olur bulsa hayât-ı ebed

          Bir kişiye yâr olursa ayn-ı inâyâtımız

          Anlamadı Şükrüyâ hâlini ağyâr senin

          Münkir ü bed-hâh olan bilmedi hâlâtımız

Hakk-ı âlîlerinde:

          Nûr idi ser-tâ-kadem cismi anın

          Kim Muhammed Şükrü’dür ismi anın

          Hızmet itmiş bir nice kâmillere

          Vâsıl olmuş ârif ü fâzıllara 

buyuruluyor.

Hz. Pîr efendimizin ayak ucunda pencere önünde medfûn Şeyh Ahmed Hüsâmî Efendi’nin şeyhi olup, 202. sahîfede bahsi geçti. Kabr-i âlîlerinin olduğu mahalden câmi'-i şerîfin merdiven başına bir pencere açtırdım. Evveli kabir duvar arasında idi. Şimdi cemâat-i müslimîn câmi'-i şerîfe girip çıkarken görüyor. Fâtiha okuyor. İmâm Efendi bir de elektrik lambası koyduğundan geceleri de orası rûşen olmuştur. Cenâb-ı Hak mazhar-ı şefaatları buyursun, âmin.

/242/ Şeyh Ahmed Sâkî-i Uşşâkî

"Sakababa" nâmıyla meşhûrdur. Hamdî-i Bağdâdî hulefâsındandır. Edirne’de el'ân ma'mûr türbe ve tekkesi vardır. Mükerreren ziyâret ettim. Türbe-i şerîfede üç dört zât medfûndur. Hangisi Sakababa’dır, ma'lûm değildir. Levhâları zâyi’ olmuştur. Orta yerde medfûn olan zât olmak muhtemeldir. Târîh-i irtihâlleri  hakkında ma'lûmâta mâlik değilim. Türbede ve dergâhtaki levhâları gözden geçirdim. Bir ser-rişte elde edemedim.

Selîmağa Kütüphânesi’nde vücûdundan bahs ettiğim tomârda Âsitâne-i Uşşâkıyye’de seccâde-nişîn olan Yazıcı Şeyh Safvet-i Edirnevî’den ahz-ı feyz eden Manisalı Sakaşeyh Hüseyin Hamdî Efendi başkadır. Bu zât Manisalıdır. 1214/(1799)’te vefât etmiştir. Yerine Şeyh Muhammed Sıdkî-i Edirnevî geçip, 1273/1857)’de irtihâl ile onun yerine oğlu Muhammed Saîd Efendi post-nişîn olup, o da 1274/(1858) senesinde  vefât eylemiştir. O türbede medfûn olanlar bunlar olmak ihtimâli vardır. Sakababa çok eskidir.

Dergâhın şeyhi Fidâyî Efendi de maa't-teessüf bilemedi. Bizden öğrenmeye hâhişker oldu. Müşârünileyh Cemâleddîn-i Uşşâkî ile pîrdaştır. Salâhaddîn-i Uşşâkî  ile de hem-hâl olmuş olsa gerektir. Hz. Sezâî Gülşenî efendimizle mülâkâtları vardır. Aynı zamânda Edirne’de birlikte bulunmuşlardır. 231. sahîfede bahs eylediğim Sezâiyye-i Uşşâkıyye’ye taalluk eden nutk-ı âtî Hz. Sezâî’nin dâmâd-ı mükerremleri Ahmed Müsellem Efendi hazretlerinin Dîvân’ında musâdif-i nazar-ı dervîşânem olmuştu.

          Ger sorarsan intisâb-ı zât u nâm u şânımız

          Bülbül-i şûrîdeyiz biz Gülşenî Uşşâki’yiz

          Rûz u şeb zikr-i Hudâ’dır nâle vü efgânımız

          Bülbül-i şûrîdeyiz biz Gülşenî Uşşâkî’yiz

          Biz hevâ-yı aşkıla düşdük fezâ-yı gurbete

          Kasdımız  uçmakdır âhir âşiyân-ı vahdete

          Bir gül-i bî-hâr için konduk bu bâğ-ı kesrete

          Bülbül-i şûrîdeyiz biz Gülşenî Uşşâki’yiz

          Cânımız gül bezmimiz gülşen-i nem-dîde şarâb

          Na’ra-i mestânemiz Yâ Hû Müsellem dil kebâb

          Biz ezel meyhânesinde böyle olduk neş’e-yâb

          Bülbül-i şûrîdeyiz biz Gülşenî Uşşâki’yiz

Ahmed Müsellem Efendi hazretleriyle de Sâkîbaba muâsırdır.

Şeyh Hikmetî İsmâîl Efendi

Müşârünileyh Sâkîbaba’nın halîfesidir. Tarîk-ı Gülşenî’den şeyhim merhûm Şuayb Şerefeddîn (kuddise sırrûhu’l-metîn) efendimin bir mektûbunda nakil buyurdukları nutuk, müşârünileyh Hikmetî merhûmundur ki, onda “Müstahlef-i Şeyh Sâkî’yim.” diyor. Câmiu’t-turuk bir zât imiş.

          Ehl-i tevhîdim şerîat ehlinin mısdâkıyım

          Nakşıbendim Hazret-i Sıddîk saddâkıyım

         

          Halvetî’yim mâye-i esrâr-ı Haydar bendedir

          Kâdirîyim zümre-i himmet-keşi mirfâkıyım

          Celvtî’yim Sa’di’yim mülk-i saâdet ehliyim

          Mevlevî’yim men hakîkat mülkünün âfâkıyım

          Sîret-i Bektâşi’yim savmın tutan Bayrâmi’yim

          Gülşenî’yem ravza-i bâğ-ı gönül varrâkıyım

          Edhemîyim Ka’be-i dildir teveccüh kıblesi

          Ben Rufâî Nûri’yim kim rûz u şeb berrâkıyım

          On iki resm-i tarîkat mazharı me'zûnuyum

          Hikmetî Uşşâki’yim müstahlef-i Şeyh Sâkî’yim

Bu da Hz. Hikmetî'nindir:

                     Aşkı bize sorsunlar Uşşâkî'yiz Uşşâkî

                     Bizden bizi görsünler Uşşâkî'yiz Uşşâkî

                     Mişkât-ı visâl-i Hak mi'yâr-ı kemâl-i Hak

                     Müştâk-ı cemâl-i Hak Uşşâkî'yiz Uşşâkî

                     Ten bülbülümüz birle bülbül gülümüz birle

                     Cân u dilimiz birle Uşşâkî'yiz Uşşâkî

                     Yok aşkımda temkîn meded kılsun Metîn

                     İrşâd-ı Hüsâmeddîn Uşşâkî'yiz Uşşâkî

                                   Hep girye kılan gelsin Hak aşkı ile  dolsun

                     Ey Hikmetî hamd olsun Uşşâkî'yiz Uşşâkî

 

Bu zâtın irtihâli 1164/1751)’tedir.  Sâkî-i Uşşâkî Türbesi’nde medfûn olanlardan biri olsa gerektir. (Kaddesa’llâhu esrârahum)

Bu satırları yazdıkça yüreğimdeki âteş-i aşk feverâna geliyor. Her biri saltanat-ı irfâniyye tahtına oturmuş, safâ sürmüş, fakîr ise tehî-destim

          Meded-kâr ol meded-kâr ol ilâhî

          Kerem-kâr ol rehâ-kâr ol ilâhî

Selîmağa Kütübhânesi’ndeki tomârda[30], “Muhammed Hamdî-i Bağdâdî halîfesi ..... Ahmed Dede, 1154/(1741)’te göçmüştür. Şeyh İsmâîl-i Hikmetî’nin onun halîfesi....” diye gösterilmiştir. Târîh-i irtihâli ise 1187/(1773) muharrerdir.

             

 


PÎR-İ SÂNÎ-i TARÎK-İ UŞŞÂKΠ MUHAMMED CEMÂLEDDÎN

/243/ Şeyh Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî

Ebû Nizâmeddîn es-Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî "Seyyid Muhammed Efendi" diye yâd olunurdu. Ekâbir-i meşâyıh-ı Halvetiyye'den olup Edirnelidir. Şeyh-i mükerremleri Edirne'de medfûn Hamdî-i Bağdâdî hazretleridir. Şeyhinin irtihâlinde Hz. Sezâî (kuddise sırrûhu'l-âlî) efendimizin dâhil-i dâire-i irfânları olup bi-hakkın tekemmül ve onların da esrârını tahammül buyurmuşlardır. Hz. Sezâî bir mektûbunda, "Cemâlî Efendi oğlumuza selâm." diye yazar.

Dîvân-ı Sezâî'deki şu gazel Hz. Cemâlî'yi da'vet ve irşâda nâzırdır zannına düşmüştüm:

       Menem çok mazhar-ı âdem idüp esmâ-i tekmîli

       Sıfâtım zikr ider  âlem eğer ulvî eğer süflî

       Eyâ Rahmân-ı müşfik feyz-bestân-ı hakîkatdır

       Ümîd-i şîr-i hikmetle figân eyler gönül tıflı

       Kilîd-i zikri ey sâlik yetişdir tâ ki feth olsun

       Hakîkat kenzini der-beste itmişdir sivâ kuflü

       Görüp zülf-i perîşânın yüzünde  kendini cem’ it

       Eğer fark itmek istersen dilâ cem' ile tafsîli

       Vücûdun zerresin mahv it Cemâlî mihrine karşı

       Sezâî bir ola yârın sana hicr ile tafsîli

Urefâ-yı Uşşâkıyye'den Şeyh Muhammed Hazmî Efendi birâderimiz buna ihtimâl vermekle berâber cemâlinin mühründen muhaffef bir beyân olduğunu muhâtab Hz. Cemâlî olduğunu ilâveten ve mütâlaaten beyân eylemiştir. Muharrir-i fakîr zarîfâne bir telmîh-i beyân ile Hz. Cemâlî zımnen maksûd Sezâî fikrine zâhibim. 

Şeyhleri Hamdî-i Bağdâdî'nin irtihâlinden ondokuz, Hz. Sezâî'nin intikâlinden dört sene kadar daha Edirne'de kalıp, işâret-i ma'nevîye üzerine 1155/(1742) senesinde İstanbul'a hicret buyurmuşlardı. Bu sırada Eğrikapı dışarısında Savaklarda Hırâmî[31] Ahmed Paşa Zâviyesi meşîhatı tevcîh olunmuştur. 

Hırâmî Ahmed Paşa, Yeniçeri ağası imiş. Sadrazam Siyavuş Paşa'ya dâmâd olmuş idi. Bu dergâh 1100/(1689) târîhlerinde inşâ olunmuş ve Cemâl-i Uşşâkî hazretlerinden mukaddem şeyh olan zât Muhammed Efendi nâmında biridir. Kasımpaşa'da Piyâle Câmii vâizi olup, kırk bir sene meşîhatı vardır. 1155/(1742)'de vefât eylediğinde dergâh-ı şerîf meşîhatı Hz. Cemâleddîn'e tevcîh olunarak 1164/(1751) senesine kadar icrâ-yı meşîhat buyurmuşlardır.

Hz. Cemâleddîn, seyyidü'n-nesebdir. Zamân-ı âlîlerinde indirâsa yüz tutan tarîk-ı Uşşâkî'yi ihyâ ve usûl-i esmâ-i seb'aya furû'ât-ı hamse ilâvesiyle neşr-i füyûzâta çalıştıkları muhakkaktır. Halîfe-i muazzamları Hz. Şeyh Abdullâh Salâhî-i Uşşâkî efendimiz, Mir'âtü'l-Esmâ nâm eser-i mu'teberelerinde diyorlar ki:

"Fürûâtın evveli Yâ Fettâh. Fettâh Esmâ-i ilâhiyyeden bir isimdir. Ma'nâsı mübâlağa ile açıcı demektir. Hz. Şeyhü'l-Ekber (kuddise sırrûhu'l-ezher) buyurur ki : Hazret, ism-i Fettâh'ı ale'd-devâm kimse cem' eylemedi illâ ilm-i esmâ ile Âdem (aleyhisselâm) ve cevâmiu'l-kelim ile Muhammedüni'l-Mustafâ – salla'llâhu aleyhi ve selem – hazretleri cem' etmişlerdir. Mâ-adâları meşreb ve isti'dâdlarınca ahyânen fütûh-ı gaybiyyeden ahz eylemişlerdir. A'nî Hz. imâm Ali (kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anhu) efendimiz, azîzimiz ve mürşidimiz kutbu'l-ârifîn, gavsu'l-vâsilîn es-Seyyid Muhammed Cemâleddîn (kaddesena'llâhu bi-sırrıhi'l-Muîn) hazretlerine bi'l-müşâfehe talim ü telkîn etmeleriyle enseb-i medâric-i esmâ ve akrab-i medâric-i müsemmâ olduğu ale't-tertîb esrâr-ı maânîlerinden hüveydâ ve azîz-i müşârünileyh hazretlerinin silkleri usûl-i şecere-i Halvetiyye'den bir fer'-ı tâb-dâr olan Uşşâkıyye'den bir nihâl-i tâb-dâr olduğu ke'ş-şems fî vasati'n-nehârdır."

Tarîk-ı Uşşâkî'de Seyr ü Sülûk:

Elyevm tarîk-i Uşşâkî'de seyr ü sülûk bu sebeble on iki esmâ-i şerîfe üzerinedir. Bunu yedisine atvâr-ı seb'a, beşine de furûât-ı hamse derler. Yedi tavra ait esmâ-i şerîfe şunlardır:

1.    Kelime-i Tevhîd. Lâ ilâhe illa'llâh : Şol bir Allâh'tır ki ibâdete layık ve müstehak ondan başka yoktur, demektir. Kelime-i tevhîd için “Doksan dokuz esmânın a'zamıdır.” demişlerdir. Latîfe olarak /244/ şunu beyân edeyim ki, Hz. Mevlânâ min külli'l-vücûh evlânâ efendimize, "İsm-i a’zam esmâ-i ilâhiyye içinde hangisidir?" diye sorduklarında, "Siz bana onların içinde  ism-i asğar var mı  yok mu söyleyiniz. Ben de size ism-i a'zamın hangisi olduğunu söylerim." buyurmuşlardır. Her hangi ism-i şerîf-i ilâhî olursa olsun bir insân onu lisânen, kalben, rûhen, sırran zikr edebilirse ism-i a’zam odur. Birinci mertebe nefs-i emmâre makâmıdır.

2.   Yâ Allâh : İsm-i zât-ı müstecmi'-i cemî’i's-sıfâttır. Bir kimse “Yâ Allâh” dese, Hak teâlâ hazretlerini cemî’-i sıfâtı ile yâd ve cemî-i ef'âli ile zikr etmiş olur. İkinci mertebe, nefs-i levvâme makâmıdır.

3.   Yâ Hû : Esmâ-i ilâhiyyeden ism-i zâttır. Ma'nâsı sırr-ı gaybtan ibârettir ki, şühûdu mümkün olmayıp cemî'-i mevcûdât onunla zuhûra gelmiş ola. Üçünçü mertebe, nefs-i mülhime makâmıdır.

4.   Yâ Hak : Zevâl ve adem ve tağayyur kabûl etmez. Mevcûd, ezelî ve ebedî ve ulûhiyyet ve vahdâniyyetinde sâbittir, ma'nâsınadır. Yine denilmiştir ki, Hakk-ı mutlak, şol muhakkaktır ki, zâtı vâcibü'l-vücûd u sıfât, lutf u kerem ü cûddur. Vücûduna adem târî olmakdan münezzeh ve ef'âline butlân ârız olmadan mukaddestir. Kizb ü bühtân ile iftirâ etmez, zulm ü udvân ile kazâ eylemez, adl ü dâd onda esâstır. Dördüncü mertebe, nefs-i mutmainne makâmıdır.

5.   Yâ Hayy : Cenâb-ı Hak ilmen ve kudreten hayât-ı ebediyye ile Hayy olup, zâtına asla fenâ vü mevt ve acz u kusûr ve da'f u fütûr ve naks u nevm ârız olmaz demektir.

Tarîk-ı Gülşenî'de bu ism-i şerîfe kadar ile telkîn vâki' olup, Hayy ism-i latîfinden i'tibâren 'sız zikr olunur. Tarîk-ı Uşşâkî'de onbirinci ism-i şerîf de dâhil olduğu hâlde Yâ ile zikr olunur. Onikinci ism-i münîfde nidâsız zikr ederler. Beşinci mertebe, nefs-i râzıye makâmıdır.

6.   Yâ Kayyûm : İbâdını yaratıp, rızıklandırmak tedbîri emriyle kâim demektir. Bu ism-i âlîden hazz-ı abd, mâsivâyı derûnundan dûr edip, fikr  ü sevdâsı ve murâd u maksûdu Cenâb-ı Hak olmak gerektir. Altıncı mertebe, nefs-i marzıyye makâmıdır.

7.   Yâ Kahhâr : Her emrin zâhiri ve bâtını üzerine galebe-i tâmmesi olan zât-ı ecell ü a'lâdır. Ba'zılar, “Kahhâr, kahrdandır; kahr, galebe ma'nâsınadır dediler. Kahhâr, mübâlağa ile gâlib” demektir. Saltanat-ı rubûbiyyete taarruz edenlere gâlib  olup, helâk edicidir. Yedinci mertebe, nefs-i sâfiye makâmıdır.

Furûât-ı Hamse:

Turuk-ı sâire-i Halvetiyye'de sâlike bu makâmda hilâfet verirler. Tarîk-ı Uşşâkî'de  “furûât-ı hamse” denilen Yâ Fettâh, Yâ Vâhid, Yâ Ehad, Yâ Samed, Allâh esmâ-i şerîfesine ait tavrları da ikmâlden sonra hilâfete mazhar ederler. Gâyet metîn ve çetin bir tarîk-ı sedâttır. Hâtıra gönüle bakılmaz, isti'dâd u ehliyyet aranır. Erler yoludur.

8.  /245/ Yâ Fettâh: İbâdı üzerine muğlak ve müşkil olan şeylerin cümlesi husûsan ebvâb-ı rızk u rahmet ve nusreti hall ü keşf edici ve kulûb-ı evliyâdan hicâbı ref' ile onlar için melekût-ı semâ ve celâl-i kibriyâsına kapı açıcı demektir. Daha başka ma'nâlara da gelir. Pek mühim bir makâmdır. Mürşid burada sâlike, hetk-i perde-i esrâr eder. Onu cebr-i sırftan kurtarır.  İhtiyâr-ı cüz’iyyenin sırrını bildirir.

9.  Yâ Vâhid: Zât u sıfât u ef'âlinde münferid ve zâtında birdir ki taksîm u tecezzî onda mevzû’-ı bahs olmaz. Sıfâtında vâhiddir. Ne kendi bir şeye, ne de bir şey ona şebîh olmaz. Ef'âlinde vâhiddir. Şerîk ü nazîri yoktur. Makâm-ı cem'dir.

10.           Yâ Ehad: Zât-ı ulûhiyyetinde aslâ teaddüd ü teşerrük ve tatarruk u teşebbüh kabûl etmez demektir. Makâmı cem'u'l-cem'dir.

11.           Yâ Samed: Öyle bir Bâkî'dir ki zevâlî yoktur. Şol melce ve mesnetten ibârettir ki, her fakîr ve zengin O'na ilticâ ve isnâd edip, her hâcetinin O'ndan kazâ olunacağını bilir ve O'na arz-ı maksad eder.

12.           Allâh: Bu makâmda Yâ'sız zikr olunur. Hz. Salâhî buyururur ki:

"Sâlik, bu menzilde esmâ-i ilâhiyyenin cümlesi makâm-ı rûhtan ve kalbden cem' ile cemi'-i merâtib-i ilâhiyye ve kevniyyeyi câmi' olan mertebe-i insân-ı kâmile erişip, halkı Hakk'a da'vet etmeye; cânib-i Hak'tan me’mûr olup, halîfetu'llâh olur."

Esmâ-i şerîfe-i mezkûrenin atvâr ve esrârını Salâhî-i müşârünileyh, Mir'âtü'l-Esmâ'sında tafsîl etmiştir. Mütâlaası erbâb-ı aşk u muhabbete tavsiye olunur. Bundaki nazariyyât-ı kelâmiyyenin sâha-i tatbîki, sâlikin meydân-ı mesâî ve cihâdıdır. O sâhanın reh-nümâsı, mürşid-i kâmil ü mükemmil olan zât-ı âlî-kadrdir; inâyet-kârı ise, cenâb-ı Vâhibü'l-âmâldir.

Sünûhât-ı fakîrânemdendir :

       Cân u dilden zâkiriz Allâh'ı biz

       Âzim-i bâlâyız Uşşâkîleriz

       Dâimâ tevhîd-i Hak'dır kârımız

       Bende-i Mevlâyız Uşşâkîleriz

       Azmimiz gülzâr-ı vahdetdir bizim

       Bülbül-i şeydâyız Uşşâkîleriz

       Lâ ilâhe illâ'daki esrârdan

       Vâkıf-ı illâ'yız Uşşâkîleriz

       Neş'e-i tevhîd ile mest olmuşuz

       Sâğar-i sahbâyız Uşşâkîleriz

Cümlemiz Mecnûn gibi âh eyleriz

       Âşık-ı Leylâ'yız Uşşâkîleriz

       Gâh olur bir zerrenin hayrânıyız

       Gâh olur deryâyız Uşşâkîleriz

       Ba'zı kerre cezbe-i Rahmân ile

       Aşk u şevk-efzâyız Uşşâkîleriz

Ba'zı kerre zevk ile müstağrakız

       Aşk ile gûyâyız  Uşşâkîleriz

Fahr-i âlem aşkıdır ser-tâcımız

       Âsumân-peymâyız Uşşâkîleriz

       Ol Hüsâmeddîn-i hak'dır pîrimiz

       Aşk-ı dil-pîrâyız Uşşâkîleriz

       Mustafâ Sâfî cenâb-ı şeyhimiz

       Sâlik-i a'lâyız Uşşâkîleriz

       Gülşen-i irfâna Vassâf olmuşuz

       Mazhar-ı esmâyız Uşşâkîleriz

/246/ Sadede rücû’ :

Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî Edirne’de iken Abdullâh Salâhaddîn Efendi’yi kendilerine dâmâd edinmişlerdi. Onları yerlerine hayru’l-hâlef bırakarak 1164/(1751) senesinde âlem-i nâsûtun dağdağasından tecerrüd ve kemâlât-ı ârîfânesiyle âlem-i tevhîd-i teferrüd eylemiştir.

Medfen-i mübârekleri, dergâh-ı münîflerinin mihrâb cihetindedir. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Müstakîm-zâde’nin söylediği târîh:

       Dediler cümle müştâkı bu târîh-i hak-intâkı

       Cemâleddîn-i Uşşâkî ide lâhûtu vâlâ-câ 

(جمال الدين عشاقى ايده لاهوتى والا جا) = 1164/(1751)

                              

Hz. Salâhî’nin:

       Ol cenâb-ı nûr-ı çeşm-i âşıkîn

       Kurretü’l-ayn-ı uyûn-ı sâdıkîn

       Zübde-i Âl-i Habîb-i kibriyâ

       Umde-i erbâb-ı irfân u yakîn

       Zümre-i Uşşâkiyânın kıdvesi

       Şeyh Cemâleddîn o merd-i râh-ı dîn

       Nice dem enfâs-ı rûh-efzâ ile

       İtdi ihyâ-yı kulûb-ı sâlikîn

       Cezbe-i aşk ile irdi âkıbet

       Bahr-ı istiğrâka ol dürr-i semîn

       Dünye-i fânîden el çekdi olup

       Vâsıl-ı ser-halka-i huld-i berîn

      

       Sırr-ı mülhemdir Salâhî târîhi

       Nezd-i ünse gitdi kutbu’l-ârifîn  

       (نزد انسه كتدى قطب العارفين) = 1164

                                                                      

Dîğer:

       Sivâdan çıkdı hû ile irişdi vahdet-i sırfa

       Cemâl-i mutlaka hayrân olub gitdi Cemâleddîn

                        = 1675 – 11 =1164     )جمال مطلقه حيران اولوب كتدى جمال الدين(          

Dîğer:

         Kadem basdı nüh-eflâke sivâdan eyleyip iğrâz

         Cemâlu'llâha döndü cemâl aşkıle pîrim Cemâleddîn

                        = 1155 + 9 = 1164      )جمال اللهه دوندي جمال عشقيله بيرم جمال الدين(

Dîğer:

       Salâhî bir gelir zâtı gibi âfâka târîh

       Yem-i vasla irişti cevher-i Seyyid Cemâleddîn

                        = 1163 + 1 = 1164      )يم وصله ايرشدى جوهر سيد جمال الدين(

Hz. Sezâî-i Gülşenî hulefâsından İbrâhîm Nazîrâ hazretleriyle hem-sohbet olmaları ve pîrdaş bulunmaları hasebiyle Dîvân’ında Hz. Cemâleddîn hakkında diyor:

       Fenâ bezminde câm elde sülûk erbâbına sâkî

       Mükerrem şeyh-i âlî-câ Cemâleddîn-i Uşşâkî

                                                           *    *    *

       Cemâl-i Hakk’a mazhardır cemâli

       Anınçün şöhreti oldu Cemâlî

      

       Celâl ızhâr idüp tevhîd-i Hak’da

       Velî tev’em cemâline  celâli

       Gürûh-ı ârif-i bi'llâh’a me’haz

       Odur aslında dâr zîrâ tâlî*

       Reh-i Uşşâkiyâ’nın rehberidir

       Reh-i aşkı komaz tenhâ vü hâlî

       El aldı Hazret-i Bağdâdî’den ol

       Anınla buldu ol kurb-ı visâli

/247/                           Netîce Hazret-i şeyhim Sezâî

       Anı irşâd idüp gitdi melâli

      

       O şimdi mürşididir râh-ı Hakk’ın

       Murâdın anlamak ise meâli

       Varup dâmânına yüz sür Nazîrâ

       Var ise müşkilin eyle suâli

       Lisân-ı hâl ile bilür murâdın

       Duâsıdır uzatma gel makâli

Hz. Salâhî-i Uşşâkî’nin :

       Mâh-ı nîsan idi bârânı Cemâleddîn’in

       Feyz-yâb olmada yârânı Cemâleddîn’in

       Şerbet-i feyz ile sîr-âb idi kârı her kim

       Olsa bir hâl ile mihmânı Cemâleddîn’in

       Nutk-ı cân-bahşile Lokmân idi gûyâ erdi

       Nice dil-hastaya dermânı Cemâleddîn’in

       Vâridâtı nice bahr-ı hikemi câmi’ olup

       Feyz-bahş olmada dîvânı Cemâleddîn’in

       Lâne-i kudse urûc itdi fenâdan âhir

       Kıldı âyîn ile erkânı Cemâleddîn’in

       Gülleri solmaya gül-zâr-ı fenâdan her-dem

       Aşk ile pür ola meydânı Cemâleddîn’in

       Başımın tâcı azîzimdir Efendim dilden

       Olmuşum bende-i fermânı Cemâleddîn’in

       Tûtiyâ idi  gubâr-ı kademi çeşm-i dile

       Oldu çün çâker-i ihsânı Cemâleddîn’in

       Feyz-bahş olsa Salâhî n’ola na’tıyla zebân

       Oldu çün vâris-i irfânı Cemâleddîn’in

                               *    *    *

       Remz-i aşk idi ibârâtı Cemâleddîn’in

       Sırr-ı Hak idi kinâyâtı Cemâleddîn’in

       Âyet-i nûru müfessirdi cemâl-i pâki

       Nûr-bahş oldu makâlâtı Cemâleddîn’in

       Şeb-çerâğ olsa şeb-i gaflet içinde derken

       Âfitâb oldu dile zâtı Cemâleddîn’in

       Teşne-leb oldun ise âb-ı hayât-ı Hızr’a

       Kandırır kâse-i ebyâtı Cemâleddîn’in

       Ayn-ı irfân idi serdâr-ı cüyûş-ı uşşâk

       Yürüdü aşk ile râyâtı Cemâleddîn’in

       Mesleği Hazret-i Uşşâki Hüsâmeddîn idi

       İbn-i Edhem idi hâlâtı Cemâleddîn’in

      

       Feyz-yâb olmuş idi Hazret-i Mevlânâ’dan

       Bezl-i feyz idi kerâmâtı Cemâleddîn’in

       Şâh Mansûr idi uşşâka nevâdan çıkdı

       Evc-i lâhûta makâmâtı Cemâleddîn’in

       Tutsa âfâkı Salâhî n’ola envâr-ı Cemâl

       Âfitâb olmada zerrâtı Cemâleddîn’in

Türbesinin muvâcehe penceresinin üstündeki levhadan:

       El-hazer mürde kıyâs itmeyin ehlu'llâhı

       Reşk ider anların emvâtına rûh ihyâ

      

       İşte ez cümle biri hüsn-i Cemâl-i uşşâk

       Feyz alır bunca muhibbânı yüzünden hâlâ

Türbe vü dergâh ve harem u selâmlık ve dâireyni elyevm şeyh bulunan Cemâl Efendi’nin eniştesi  Hamdî Bey nâm sâhib-i himmet yeniden inşâ ve ihyâ eylemiştir. Gâyet dil-nişîn olarak yapılmıştır.

           

Tezkire-i Râmiz’de şu satırları okudum:

"Hz. Şeyh Cemâlî, pîr-i sânîdir. Edirne’de keşf-i cemâl ve tahsîl-i maârif ü kemâl eyledi. Ol şehrin meşhûr meşâyıhından Şeyh Bağdâdî Muhammed Hamdî Efendi’den inâbet ve tekmîl-i lâzime-i tarîkat ile nâil-i rütbe-i hilâfet oldular. Biraz sonra seyâhat ettiler. Nihâyet İstanbul’a hicret ile Eğrikapı’da Hırâmî Ahmed Paşa zâviyesinde post-nişîn oldular.

Üstâd-ı ulûm idi. Meşâyıh-ı asr meyânında kesret-i erbaîn ve hilye-i merdâne-i dervîşân ile ma'lûm sâhib-hâl bir merd-i huceste-hısâl idi. Evsâf-ı cem'îleleri bîrûn-ı hıtta-i takrîrdir."

/248/ Şu beyitler tevhîd-hânede taşa mahkûktur:

       Oldur ol pîr-i mukaddes ki sezâdır zâtına

       Dinse deryâ-yı safâ zâ-yı hakîkat gevheri

       Nesl-i âlî-i Aliyyü’l-Murtazâ’dandır o pîr

       Müncelî ol vechile zâtında feyz-i Hayderî

       Pîr-i sânî-i tarîk-ı pâk Uşşâkî’dir ol

       Sâlikân-ı râh-ı aşkın pîşvâ vü rehberi

       Bu makâm içre kerâmet-pîşe o pîrin müdâm

       Doldu nûr-ı aşk ile elhak dil-i rûşen-teri

       Oldu Yâ Hû sâye-bahşâ-yende-i evc-i visâl

       Murğ-ı rûhu âlem-i lâhûta açdı şeh-peri

Bak şu âlî türbenin nevvâr-ı dil-pîrâsına

       Ravza-i huld ile tev’emdir desem vardır yeri

       Lâkin ey zâir veliyyu'llâhı mürde sanma sen

       Kıldı ihyâ ilm ü irfân-ı ledünnî anları

       Yüz sürüp dergâhına bulsun şîfâ-yı sermedî

       Derdine dermân taharrî eyleyen gelsin beri

            Hz. Cemâleddîn’in müretteb dîvânı vardır. “Cemâlî” tahallus buyurmuşlardır. Nutuklarından:

       Ko cânân yoluna cânı eğer âşık isen âşık

       Değiş sen derde dermânı eğer âşık isen âşık

       Gecelerde olup bîdâr ide gör subha dek sen zâr

       Akıt göz yaşını her bâr eğer âşık isen âşık

       Ezel bezm-i meyin nûş it ebed kendini ser-hoş it

       Sivâ fikrin ferâmûş it eğer âşık isen âşık

       Bu varlık perdesin çâk it ayaklarda yüzün hâk it

       Erit Hakla özün pâk it eğer âşık isen âşık

       Seni aşk ile işğâl it tabîat fi’lin ibtâl it

       Cemâlî kâlini hâl it eğer âşık isen âşık

                                                           *    *    *

         Hakk’ın yolun arar isen dilde nihân içindedir

         Andan nişân sorar isen her bir nişân içindedir

         Senden yakındır Ol sana sanma anı senden cüdâ

         Senden yürü sen var ana Ol sende cân içindedir

         Ansız değil arz u semâ anınla dolu her ara

         Zannitme bir yerde ola Ol bî-mekân içindedir

         Her yerde Oldur görünen her gözden Oldur hem gören

         Her şey’i Oldur bürünen her anda ân içindedir

         İşit Cemâlî’nin sözün anla hakîkatca özün

         Ko gafleti aç cân gözün gör Hak ıyân içindedir

                                                           *    *    *

       Sohbet-i nâdân ile bîgânelikden al bizi

       Sohbet-i ârif ile âşinândan ey Çalab*

       Bu Cemâlî’nin vücûdu perdesini ref’ idüp

       Bir dem ayırma anı zevk-ı likândan ey Çalab

           

Hz. Cemâleddîn-i Uşşâkî’nin Tâhir Ağa Dergâhı şeyhi el-Hâc Ali Behcet Efendi pederimiz yedinde bir mektupları elime geçti ki müşârünileyhin hatt-ı destiyle muharrer ve mühr-i zâtîsiyle mahtûmdur.[32]

Sûreti:

Bismihî Sübhânehû ve tekaddes!

Cenâb-ı Hallâk u Hakîm ale’l-ıtlâk (cellet azametuhû ve ammet ni’metuhû) hazretleri tabîb-i marîzân-ı millet /249/ ve hekîm-i alîlân-ı ümmet-i Hâtemü’l-enbiyâ ve ser-çeşme-i asfiyâ aleyhi efdalü’s-salâti ve ekmelü’t-tehiyyât hürmetine saâdet-i dâreyn ile mes’ûd ve mesrûr ve derûn-ı bîrûnuzu muhabbet-i zât-ı ilâhiyyesiyle memlû ve mahrûr eyleyip dâimâ  esrâr-ı hafiyye-i ilâhiyyesine vüsûldan münfek eylemeye, âmîn.

Benim nûr-ı aynım! Sadâkatlü veled-i ma'nevîm! Sıhhat ve selâmet ile cânib-i maksûda vusûlünüzü müş’ir mektûb-ı muhabbet-âlûdunuz derûnunda münderic hediyeniz vâsıl oldukta mahzûz olmuşuzdur.

Benim rûhum! Ma'lûmunuzdur ki istihlâftan murâd-ı zâhirî terbiye-i fukarâ ile giran-bârî-i tahammüldür. Ol taraflarda tarîkat-ı aliyyeye tâlib, Hakk’a râgıb âşıklar bulunursa telkîn-ı bey’at edip, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb ettirmeye sa’y u himmet ve bezl-i kudret idesiz. Bu husûs, hıdmet-i ma'nevîyedir. Hıdmet-i sûriyye dahi budur ki, ah-ı ma'nevîniz bizim Dervîş Hıfzı’nın husûs-ı vücûd-pezîri ve ah-ı ma'nevîniz Seyyid Nizâmeddîn'in dâyesi mâddesine kıyâm ve ihtimâm idersiz ve inşâa'llâhu teâlâ gerek ma'nâ ve gerek sûret husûslarına me’mûriyyet ile, (أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ)[33] zümresine mülhak olasız. Bâkî Hüva'llâh. es-selâmü aleyküm ve rahmetu'llâh.

Ah-ı Ma'nevîniz Seyyid Nizâmeddîn ez-derûn duâlar edip, dest-i şerîfinizi bûs ve duâ-yı hayriyenizi ricâ ederler. Ve Dervîş Hıfzı dahi cihân cihân arz-ı hulûs ve duâ-yı mahsûs edip, dest-i şerîfinizi lesm ü takbîl ve hüsn-i himmetinizi niyâz ederler.

Üsküdârî Seyyid İbrâhîm Halîfe, Vefâyî Halîfe, Hasan Ayntâbî Halîfe, Mahmûd Halîfe, Süleymân Halîfe, Üsküdârî Ali Halîfe, dîğer Ali Halîfe, İmâm Mahmûd Halîfe, Ayasofyalı Muhammed Halîfe ve sâir hücre-nişîn-i nukebâ vü fukarânızdan olan sâir ahibbâ bâ-cem'ihim duâlar edip, hâtır-ı şerîfinizi istifsâr ederler.

Benim veled-i ma'nevîm Paşa (ellezî şâe adlehû ve feşâ) hazretleriyle miyân-ı muhabbette  mesdûd-ı hilâf u zamîr olan tezekkür mâddesini bir vakt-i neşâtlarında tefhîm ve tarafımıza tahrîr u terkîm husûsuna tesâmuh ve tekâsül olunmaya. Bâkî, ed-duâ.”                                       

                                               Hâdimü’l-fukarâ ve’l-mesâkîn

                                               eş-Şeyh es-Seyyid Muhammed Cemâleddîn

Savaklar Dergâhı’nda Şeyh Olanlar :

Hz. Cemâleddîn’in intikâlinden sonra yerine mahdûmları Seyyid Muhammed Nizâmedin Efendi seccâde-nişîn-i irşâd olmuşlardı. Sahife 204’te bahsi geçti. 1199/1785)’da irtihâline göre otuz beş sene kadar meşîhatı vardır. İrtihâlinde pederinin civârında defn olundu.

Yerine büyük oğlu Seyyid Cemâleddîn geçti. Bu da pederi gibi hem âsitâne-i Uşşâkıyye’de hem burada hıdmet-i meşîhatı îfâ eyledi. Kırk dört sene iştigâlden sonra dâru’l-âhirete çekildi ki 1243/(1827) senesine müsâdiftir.

Yerine mahdûmu Seyyid Alâeddîn Efendi geçti. Her iki yerde meşîhat eyledi. Beş sene sonra mat’ûnen irtihâl eyledi. Sene 1251/(1835). Civâr-ı Cemâleddîn’de âsûde-nişîn-i rahmettir.

Yerine oğlu Seyyid Kerâmeddîn /250/ geçti. Fakat bu yalnız âsitâne-i meşîhatta kalmayı tercih eyledi.  Cemâl-i Uşşâkî Dergâhı’na ise Eyüp’te Bahâriye’de Şah Sultân Dergâhı şeyhi Ubeyd Efendi Nakşıbendî ayînini icrâya me’mûren şeyh oldu. Bir sene sonra irtihâl eyledi. Sene 1252/(1835).

Yerine Şeyh Şalcı Ali Efendi şeyh oldu. Bunun da 1258/(1842)’de irtihâlinde yerine Seyyid Muhammed Efendi-zâde Şeyh Muhammed Nûri Efendi meşîhata ta'yîn edildi. Bu zât, tarîkat-ı aliyye-i Mevleviyye’den girift-zen ve mûsikî-şinâs olmakla berâber fahrî olması ta'bîr ettikleri yazı ve resimlerde de iştihâr eylemiş erbâb-ı zevkten olup, garîb bir hâlini  Hadîkatü’l-Cevâmi'’de  okudum. Şöyle ki:

Hiçbir berbere tıraş olmaz, kendi kendini tıraş eder imiş. Ba'zı sakallı, ba'zı def'a yalnız bıyıklı bir hâlde bulunurmuş. Meclis-i sohbetine gelenler ziyâde imiş. Sultân Mahmûd ricâlinden meşhûr âlim Hâlet Efendi kendine meclûb imiş. Bu sebeble dergâhı tâ'mîr etmiş ve kendi de Hâlet Efendi’nin katlinden kırk gün sonra irtihâl-i dâr-ı bakâ eylemiştir. Hz. Cemâleddîn’in kabri yanındaki Mevlevî sikkeli sandûka altında medfûn olan bu zâttır.

Tedkîkât-ı târihiyyeye nazaran Muhammed Saîd Hâlet Efendi’nin târîh-i şehâdeti 11 Rebîu’l-evvel 1238/(27 Kasım 1822)’dir. Muhammed Nûrî Efendi’nin irtihâli, Hâlet Efendi’nin irtihâlinden kırk gün sonra vâki' olmuştur, sözünü kabûl edersek 1258/(1842)’de Şalcı Ali Efendi yerine şeyh olması kendinin 1238/(1823)’de irtihâl etmiş olması i'tibârıyla kâbil-i te'lîf değildir. Belki 1238/(1823) senesinden evvel burada bulundukları muhtemeldir. Kâdirî-hâne’deki tomârda Hacı Ali Efendi’den sonra Şeyh Muhammed Emîn Efendi ismi mezkûrdur. İrtihâli 1291/(1874) gösterilmesine nazaran otuzüç sene kadar icrâ-yı meşîhat ettiği anlaşılır.

Şeyh Ali Efendi, Emîn Efendi’den sonra seccâde-nişîn-i meşîhat olmuştur. Bidâyeten tarîkat-ı Halvetiyye-yi Cerrâhiyye’den Ser-tarîk-zâde Tekkesi şeyhinden sonra meşâyıh-ı Şa’bânîyye’den bir zâttan sülûk görüp, dallı arâkıye giymiş ve netîceten hânkâh-ı Uşşâkî şeyhi Muhammed Cemâleddîn Efendi merhûmdan müstahlef olmuştur.

Şeyh Cemâl Efendi 219. sahîfede bahs eylediğim vechile pederinin irtihâlinde hânkâh-ı Uşşâkî şeyhi Mustafa Sâfî Efendi hazretlerinden ikmâl-i sülûk şartıyla tâc giymiş, babasının postuna geçmiştir. Fakat henüz hilâfet ve icâzet almamıştır. Babasının postunu elde ettim, diye kendini seyr ü sülûktan vâreste kılıp, çalışmamakta olmasını azîzimiz lisân-ı teessürle mükerreren beyân buyurmuşlardır.

/251/ Şeyh Mahmûd Bedreddîn Efendi

Hz. Cemâleddîn’in hulefâ-yı kirâmındandır. İstanbulludur. Keçeciler Harem Çavuş Câmii karşısında binâ eylediği zâviyede seccâde-nişîn olmuştur. 1196/(1782) Cibâli harîk-ı kebîrinde muhterık olmuş ve bir sene sonra ya'nî 1197/(1783) senesinde âzim-i Gülşen-serâ-yı cinân olmuştur.[34]

“Da’vet-i Behişt” (دعوت بهشت)[35] târîh-i irtihâlidir. Zâviye bi'l-âhare yeniden yapılmış ve Hz. Şeyh’in üzerine türbe binâ olunmuştur. Dîvân-ı eş’ârını gördüm. Gâyet ârîfâne ve âşıkânedir. Dergâhın meşîhatini evlâdiyyet üzere meşrûta kılmayıp, âsitâne-i Uşşâkıyye’de post-nişîn olan zâttan müstahlef olmak esâsını te'sîs ettiğinden zamânımıza kadar bu şarta riâyet olunagelmiştir. Nitekim ahîran azîzimin dâmâd-ı muhteremi urefâ vü fuzalâdan Şeyh Muhammed Hazmî Efendi bi’l-istihkak buranın meşîhatına revnak-fezâ olmuştur. Tercüme-i hâli 221. hahifede geçti.

Ondan evvel Şeyh İzzet Efendi (sahîfe 219) bulunmuştu. (Tavvela'llâhu omrehumâ ve -zâde'llâhu feyzahümâ)

Hulefâsı:

Kâdirî-hâne’deki tomârda, Şeyh Muhammed Edîb-i Uşşâkî 1220/(1805), Şeyh Zuhûrî-i Uşşâkî 1172/(1759) nâmında iki halîfesi mukayyeddir.

Dergâh-ı şerîfte Hz. Bedreddîn hakkında mevcûd bir levhadan:

       Peyrev-i isr-i kirâm şeyh-i tekâ-pû-yı enâm

       Ya'nî Mahmûd Efendi-i mehâmid-âlûd

       Hazret-i Şeyh Cemâlî’den olup müstahlef

       İrdi ser-menzil-i maksûda idüp mahv-ı vücûd

       Sebk-ı aşk ile olmuşdu Üveysî meşreb

       Rû-nümâdır ona ma’ni-i her gayb u şühûd

       Pertev-endâz idi envâr-ı hüdâ vechinde

       Nûr-ı tevhîd ü yakîn olmuş idi lem’a-nümûd

       Neş’e vü aşkı etemm sırr-ı ledünne mahrem

       Mecma’-ı hüsn-i şiyem muttasıf-ı haslet cûd

       Âşık-ı şâh-ı rusül sâlik-i merhî-i (?) sübül

       Mürşid-i zinde gönül mutlak-ı mecmû’-ı kuyûd

       Yapdı bu zâviyeyi tâ ki tesellî bulalar

       Na’ş-ı ashâbı idüp cân gibi bunda âsûd

       Şevkıla oldu hırâmân-ı harîm-i lâhût

       ‘İrciî’ emrini eyleyüp ol zât-ı sütûd

       Eyleye anber-i sârâ-i türâb-ı kabrin

       Rahmetiyle ide sîr-âb Cenâb-ı ma’bûd

       Rıhletinde gelüp üçlerle didi ehl-i kulûb

       Cevherîn beyt ile târîhi olunsun ma’dûd

       Sırrını eyleye takdîs onun Rabb-i Raûf

       Rûh-ı pâki ola şâyân-ı makâm-ı Mahmûd

       (سرنى ايليه تقديس آنك رب رؤف

                        (روح پاكي اوله شايان مقام محمود ) = sene 1197/(1783)   

Şeyh Zuhûrî-i Uşşâkî

Ahmed Ziyâeddîn Efendi’nin Gülzâr-ı Sulehâ nâm eserinde okudum ki : Bu zât ya’ni Zuhûrî Efendi Bursa’nın Keşiş Dağı karyelerinden birinden neş’et etmiştir. Sinn-i bâliğ oldukda İstanbul’a gelmiş ve tab’ında tarîkat-ı aliyyeye meyl olduğundan Yenibahçe civârında tarîkat-ı aliyye-i Uşşâkıyye’den ve Edirneli Şeyh Cemâlî Efendi hulefâsından Seyyid Şeyh Mahmûd Efendi’den ahz-ı dest-i inâbet ve celb-i emtia-i rûhâniyyet edip ba’de tekmîl-i sülûk nâil-i hilâfet olup Bursa’da ihyâ-yı tarîkata emr olundular. Bursa’da Mahkeme Câmii kurbunda Hoca Muslihuddîn Mahallesi’nde merâsim-i tarîkat-ı Uşşâkıyye’yi icrâ ve cumartesi gecesi cehren ve dâiren zikru’llâh ile ihyâ-i kulûb-ı ahibbâ ederlerdi. Bu hâl üzere müdâvim-i ezkâr u evrâd iken 1172/(1758-59) veyâ 1173/(159-60) senelerinde mebtûnen rahîk-ı visâl-i Mevlâ’yı içmiş ve zâviye-i köhne-esâs-ı cihândan âlem-i bâkîye göçmüştür. Zikr olunan buk’a sâhasında mestûr-ı nemed-i turâb ve rahmet-i vâsia-i Hudâ’dan hisse-yâbdır.

Şeyh-i mezbûr ümmî-i sâf-derûn ve âşık-ı hâlet-nümûn, şevk u cezbesi gâlib ve ikrâm ü nevâzişi ile zühûb-i kulûb-ı fukarâyı câlib, hıdmet-güzâr-ı her mukîm ü garîb, tavr-ı dervîşânesi acîb ve gülzâr-ı tevhîdde bir andelîb idi. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Mazanna-i Kirâmdan Edirneli Şeyh Muhammed Sıdkî Efendi

204. sahîfede bahs ettiğim bu zât, Bedreddîn Dergâhı’nın son bânîsidir. Elyevm müşrif-i harâb olan binâ onun inşâ-kerdesidir. Dergâhın hitâm-ı inşâsından bir hafta sonra burada irtihâl-i dâr-ı bakâ eyleyip, vaktiyle meşîhat vekâletinde bulunduğu âsitâne-i Uşşâkî’ye nakl olunarak Hz. Pîr’in türbesinde ayak ucuna defn olunmuştur.

Merhûm Şeyh Cemâl Efendi, pederinin irtihâlinde altı yedi ve şeyhinin irtihâlinde yirmiüç yaşında idi. Ve müşârünileyh Muhammed Efendi’den müstahlef idi. Cemâl Efendi merhûmun Filibe’ye giderek Filibeli Şeyh Muhammed Efendi nâm zâttan da hilâfet aldığı, Fakat Muhammed Efendi’nin hilâfet-nâmesini esâs tutup, Ahmed Efendi’den müstahlef olduğundan bahs edilse âsâr-ı hiddet gösterdiğini Keçeciler civârındaki Kâdirî Dergâhı şeyhi Hayrullâh Bey söylediler.

/252/ Şeyh Saîd Efendi

Muhammed Sıdkî Efendi-zâdedir. Pederinden müstahlef olarak Keçeciler Dergâhı’na  Şeyh oldu. Fakat teverrüm edip bir sene sonra irtihâl eyledi. Türbede Hz. pederinin yanındaki kabirde medfûndur. Sene 1274/(1858).

Şeyh Hasan Efendi

Sarac esnâfından idi. Haremi, Şeyhü'l-islâm Ârif Efendi mahdûmu Sıddîk Bey’in dâyesi idi. Kendisi tarîk-ı Sa’dî meşâyıhından ihtiyâr bir zât idi. Saîd Efendi’den tekke meşîhatı münhâl olunca Şeyhü'l-islâm vâsıtasıyla meşîhata ta'yîn olundu. Bu emr-i ta’yîn şart-ı vâkıfa muğâyir olup, beyne’l-meşâyıh güft u gûyu mûcip oldukta tarîk-ı Uşşâkî ile hiçbir münâsebeti olmayan Eyüp’te Şah Sultân Tekkesi şeyhi Necâtî-i Sünbülî mûmâileyhe Uşşâkî tâcı tekbirlemişti.

Filibeli Hâfız Şeyh İsmâîl Efendi

Hasan Efendi bir müddet sonra irtihâl edince yerine Filibeli Şeyh Ahmed Efendi-zâde Şeyh İsmâîl Efendi, Cemâl Efendi merhûmdan hilâfet alarak buraya şeyh olmuştur. 1316/(1898)’da irtihâl etmiştir. Dergâh bahçesinde medfûndur.

İkinci Şeyh İsmâîl Efendi

Filibeli Hasan Efendi’den ve Şeyh Cemâlî Efendi’den müstahleftir. Burada şeyh olmuş, irtihâlinde türbedeki Saîd Efendi’nin kabrine konulmuştur. Türbe bahçesindeki taşlara göre Şeyh Saîd Süleymân 1191/(1777), Şeyh Muhammed 1220/(1805) ve şeyh İbrâhîm 1185/(1771) ve Şeyh Abdurrahmân 1192/(1778) efendilerin de medfûn oldukları anlaşıldı.

Şeyh Câhidî  Ahmed Efendi

Şuabât-ı Uşşâkıyye’den Câhidiyye kolunun müessisidir. Aslen Edirnelidir. Hâfız Hüseyin-i Ayvansarayî, “Bu zâtın şeyhi, kâimî şeyh Hasan-ı Bosnevî’dir. Ondan ahz-ı tarîkat eylemiştir.” diyor. Meşâyıh-ı Uşşâkıyye’den kimden müstahlef olduğunu tahkîk edemedim. Hâfız Şevket Bey’in kütüp-hâne-i husûsînde gördüğüm bir tomârda Hz. Hüsâmeddîn halîfesi Şeyh Memicân hazretlerinden müstahlef olduğu muharrerdir. Târîhçe de münâsebet vardır. Belki sahîhi budur.

İrtihâli 1070/(1660) târîhinde ve Kilitbahir’dedir. “İstirâhât” ( (استراحت târîhidir. Türbesi vardır. Ahvâl-i sülûka dâir mensur Kitâbü’n-Nasîha ile müretteb Dîvân’ı vardır.

Manzûmelerinden:

Îmâna gel ko taklîdi akl-ı şeytân almış seni

Salât Hakk’ın visâlidir sücûda gel bil insânı

Kanı Ka’be yüzün bâde özün taşmış dâim Lât’a

Gönül kıblesi bil zâta dön Allâh’a bul ihsânı

Yüzünü tutmadın sağa bakarsın aceble dağa

Taparsın taşa toprağa yıkarsın beyt-i Rahmân’ı

                   *    *    *

Câhidî’nin sözü hakdır hak bilür hakkı söyler

Zât-ı Hakk’ı diler isen durma aşku’llâha gel

                   *    *    *

Ey Câhidî yolun râh-ı rızâ-yı Mevlâ’ya vara

Cehd eyleyüp menzil ala sabr it dostun cefâsına

                   *    *    *

Çok teferrüc eyleyüp bakdın cihânın yüzüne

Her neye bakdım ise ibret göründü gözüme

Bir değirmendir bu dünyâ öğüdür bir gün bizi

Âkıl isen cân gözün aç dut kulak bu sözüme

Şeyh Lutfullâh Efendi

(Câhidî Ahmed Efendi’nin) bu nâmda bir oğlu olup câ-nişîni olduğunu Vefeyât-nâme’de okudum. Kilitbahir’de zâviyesi el-ân vardır. Fakat âtîde arz edeceğim vechile Câhidiyye kolu munkarızdır.

Şeyh Muhyiddîn Efendi

Bursa’da Üçkuzular şeyhi Bursevî mahlaslı Şeyh Muhyiddîn Efendi merhûmun şeyhi Ali Efendi’nin şeyhinin şeyhi Câhidî Efendi imiş. Muhyiddîn Efendi’nin târîh-i vefâtı 1091 Zi'l-hiccesi (Aralık 1680) imiş.

Gülzâr-ı Sulehâ’da okudum. Demek ki Uşşâkıyye’den Bursa’da neşre me’mûr olmuşlardır. Oğlu Şeyh Abdî Efendi için denilir ki, 1137/(1725)’de irtihâl etmiştir.  Târîhi Abdülbâkî Efendi söylemiştir:

            Lafzan u ma’nen didi târîhini Bâkî anın

            Bin yüz otuz yedide göçdü azîzim cennete

Azîz-i müşârünileyh, âyîn-i tarîk-ı Câhidî üzere mücâhid ve halvet-hânelerinde tecellîyât-ı ilâhiyyeyi  müşâhid, vakûr ve edîb, müteverri’ ve mehîb idi, diyor.

Şeyh Muhyiddîn Efendi için Osmânlı Müellifleri cild-i evvel 164. sahîfede ma'lûmât vardır. Ârif, şâir bir zâttır, denilir. Şu eserleri varmış:

1.               Müretteb Dîvân

2.               Tevhîd-nâme

3.               İbret-nümâ

4.               Müşâhede

Hz. Câmî’nin,

ز دريای شهادت چون نهنگ لا براورد سر

تيمم واچب آن نوح را در وقت طوفانش[36]

beytini ârîfâne bir lisânla şerh etmiştir, deniliyor. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Şiirde Bursavî tahallus eder.

       Burusevî gel itme zârı

       Musâ’ya dindi len terânî

       Görünmez dostun cemâli

       Silinmeyince gubârâtı

yolunda şiirleri varmış.

           

/253/ Şeyh Muslihuddîn-i Karamânî

Şuabât-ı Uşşâkıyye’den Muslıhiyye kolunun müessisidir. Karaman’dan Edirne’ye gelmiş, şu'be-i Câhidiyye’den münşaab olmak üzere Muslıhiyye şu'besini te'sîs eylemiştir. Tibyân’da okuduğum vechile bu iki şu'be elyevm munkarızdır. Kıllet-i mensûbîninden değil, sonraki müntesiblerde ve meşâyıhta lâ-übâlilik ve gitgide mübâhîlik zuhûr ederek âdâb-ı sülûk-ı tarîkat kayıp ve o müntesib ve şeyhlerde râh-ı nâ-hemvâr-ı îyş u nûşta hâsir ü hâib olmuş, bu hâller şu'be-i Câhidiyye’nin de Muslıhiyye kulunun da inkırâzına sebebiyet vermiştir.

                                                           -    -    -

İstidrâd kabilinden arz edeyim : Çanakkale havâlîsinde Kılâ’-ı Müstahkeme Teşkîlâtı'nda senelerce bulunmuş Saîd Paşa nâmında ahibbâdan bir zât ile bir gece hem-sohbet olurken söz tarîkata intikâl etmesiyle o zât hangi tarîkata müntesib olduğumu sordu. Lehü’l-hamd tarîk-ı feyz-i refîk-ı Uşşâkî’ye arz-ı nisbet ile müftehir bulunduğumu söyledim. Hâlinde tagayyürş vaz'ında tefekkür husûle geldi. Sebebini sordum; “Aman azîzim! Ben Gelibolu Kilitbahir ve o havâlîde bulunduğum müddetçe Uşşâkûlerin Bektaşiliğini, lâ-ubâliliğini îyş u işretle me’lûf olduklarını işitir ve gözümle de görürdüm. Namâz niyâzdan fâriğ olmuşlar. Siz nasıl oldu da bunların dâm-ı iğfâline düştünüz, hâlbûki sizi Muhammediyyü’l-meşreb görüyorum. Ashâb-ı salâttan bulunuyorsunuz. O hallere karşı sizin bu nisbetinizi havsalam bir türlü almadı. Sizi yakmışlar, ben de sizin bu felâketinize teessüfler içinde kaldım, bir uçuruma gidiyorsunuz. Yakında onlar gibi olmayasınız. Hâfız-ı hakîki sizi muhâfaza buyursun.” dedikte dûçâr-ı büht ü hayret oldum. Derhâl Câhidîler, Muslıhîler hâtırıma geldi.

Ona Uşşâkîlik hakkında mebdeinden müntehâsına kadar îzâhât verdim, “Biz Uşşâkîleri o heriflerle birleştirmeyiniz. Bizim onlarla kat’â münâsebetimiz yoktur. Biz Hasan Hüsâmeddîn-i Uşşâkî, Cemâleddîn ve Salâhaddîn-i Uşşâkî mezheb ve meşrebinde ehl-i sünnet ve’l-cemâattanız. Seyr ü sülûkumuz âdâb u usûlümüz vardır. Rehberimiz Kur’ân, yolumuz sünnet-i Peygamber-i zî-şândır,” dedim. Arîz u amîk anlattım. Ta’dîl ü tashîh-i fikr etti. Ama gözü o adamlardan ne kadar korkmuş ki biz Uşşâkîlere bir türlü ısınamadı ve âsitânemize  bir kerre gelmekten korktu

Yine bir gece Tâhir Ağa Dergâhı’nda Şeyh Behcet Efendi yanında hem-sohbet olan bir zât sözü Uşşâkîliğe intikâl ettirerek, “Bunlar Bektâşî-meşreb, lâubâli-mezheb adamlardır. Bir çok kimseleri dalâlete düşürmüşler.” diye tefevvuhâtta bulunmuş. Şeyh Behcet Efendi pederim tebyîn-i hakîkat vâdîsinde icâle-i efkâr ile o adamın tashîh-i zehâbına  çalışıp, misâl olarak bu abd-i ahkar-i kem-bidâayı misâl getirmiştir. Çünkü o zâtın fakîre çok teveccühü olduğundan, “Hüseyin Vassâf’ı nasıl görüyorsunuz o Uşşâkî’dir. Onda kuvve-i temyîziyye vardır. /254/ Senelerce tarîkat âlemînde  bulunuyor. Onun aklı ermemiş olsa hiç Uşşâkî tarîkına sülûk eder miydi.” dedikte o zât, hakk-ı kemterânemde tasavvurun fevkında hüsn-i zann u şehâdette bulunup, “Eğer Uşşâkîlik Hüseyin Vassâf’ın meşrebi, mezhebi gibi ise ona diyeceğim yoktur. Zehâbımı tashîh ettim ve bu mesleğin ulviyyetine îmân eyledim.” demiştir.

Bu bahsi îrâddan maksad-ı kem-terânem bu kara yüzlü günâhkar, mücrim, mahrûm-ı isti’dâd, kâbiliyyetsiz, kıtmîr-i tarîkatı tezkiye değildir. Uşşâkîlik kisvesi altında tarîk-ı nâ-hemvâre sâlik olan bî-namâz ve bî-niyâz, ayyaş, kallâş-ı erâzilin efkâr-ı nâsta ne fenâ intibâ'lar husûle getirdiğini serd ü îzâh eylemekten ibârettir.

       Peyrevân-ı reh-i irfân-ı Hüsâmeddîn’iz

       Bende-i halka begûşân-ı Hüsâmeddîn’iz

       Âşık-ı nûr-ı dırahşân Hüsâmeddîn’iz

       Müstenîr-i meh-i tâbân Hüsâmeddîn’iz

       Bülbül-i gül-şen-i Sultân Hüsâmeddîn’iz

       Pîrimiz virdi şeref âlem-i ehlu'llâha

       Cümle âşıkları bend itdi ulu dergâha

       Rabt-ı kalb eyledik ol mürşid-i dil-âgâha

       Arz-ı şükrân-ı firâvân ider Allâh’a

       Bülbül-i gül-şen-i Sultân Hüsâmeddîn’iz

       Âşıkız aşk ile devrân ideriz her dâim

       Gönlümüz aşk u muhabbetle doludur dâim

       Zikr ü fikr oldu bize üns-i hakîkî dâim

       Nâil-i rütbe-i ihsân oluruz her dâim

       Bülbül-i gül-şen-i Sultân Hüsâmeddîn’iz

       Farz u sünnet yoludur mesleğimiz bi'llâhi

       Levh-i dilden sileriz aşk ile gayru'llâhı

       Bilmeyiz başka yolu zikr ideriz Allâh’ı

       Reh-nümâ eylemişiz nûr-ı cemâlu'llâhı

       Bülbül-i gül-şen-i Sultân Hüsâmeddîn’iz

       Şeyhimiz mürşidimiz Mustafâ Hilmî Sâfî

       Yazılır sîne-i Uşşâk’a onun evsâfı

       Düşürür acze hakîkatda nice Vassâf’ı

       Feyz ü ikrâm-ı Hudâ pîrimizin eltâfı

       Bülbül-i gül-şen-i Sultân Hüsâmeddîn’iz

Âdâb u Usûl-i Uşşâkıyye:

Uşşâkîliğin neden ibâret olduğunu beyân mecbûriyyetinde kaldım. Fâtih’te Millet Kütüphânesi’nde Ulûm-ı Şer’iyye kısmında 238/420 numarada birkaç resâili câmi' bir kitap vardır. Şeyh Abdullâh Salâhî diye fihristinde mukayyeddir. Bu resâil meyânında ya Hz. Salâhî veya o asır ricâl-i Uşşâkıyye’sinden bir zât tarafından yazılmış olduğuna şübhe olunmayan âdâb u usûl-i Uşşâkıyye’ye dâir bir risâle-i mühimme vardır. Mezkûr kütüphânede tasavvuf kısmında Emîrî Efendi kitaplarından 789 numaralı kitap dahi usûl-i Uşşâkıyye’ye dâir olup, Hz. Salâhî’ye nisbetle mukayyeddir. Ondan hülâsa edeceğim:

Sabâh Namâzı :

Sünnet-i şerîfe edâdan sonra üç ihlâs-ı şerîf okunur. Farzdan sonra üç salavât bir fâtiha, Fahr-ı âlem Efendimiz hazretlerine ihdâ olunur. Sonra bir fâtiha-i şerîfe, âyetü’l-kürsî ve

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ  إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ.[37]

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ، تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ...[38]   وهو على كل شئٍ قدير.

1 Sübhâna'llâh            - 33 def’a

2 Elhamdü li'llâh        - 33  def’a

3 Allâhu ekber                       - 33  def’a

لاإله إلا الله محمد رسول الله. لاإله ألا الله محمد نبى الله. لاإله ألا الله محمد حبيب الله. لاإله ألا الله زحده لا شريك له، له الملك وله الحمد، يحيى ويميت وهو على كل شئ قدير.       

denilip, duâ (ve) fâtihadan sonra sekiz def'a “Lâ ilâhe illa'llâh”, sonunda “Muhammedün Rasûlu'llâh” hakkan ve sıdkâ, üç def'a Hû, ba'dehû fâtiha, üç def'a salât u selâm.

İşrâk namâzı, İstihâre namâzı :

Tulû’-ı şemsten kırk yedi dakîka mürûrunda ikiden altı rek'ata kadar işrâk namâzı, işrâk namâzından sonra iki rek'at istihâre namâzı ba’de’s-selâm,  (إِنَّ الَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ)[39] deyip secde eder. Ber-minvâl-i sâbık, kelime-i Tevhîd, ism-i Hû, ba'dehû bir müddet uyku. Bu sırada görülen rü'yâya dikkat lâzımdır.

Duhâ Namâzı :

Kuşluk vakti hulûlünde on iki rek'at salât-ı duhâ, ber-minvâl-i sâbık âyât-ı kerîme okunarak duâ, tevhîd..

Öğle Namâzı :

Dört rek'at sünnet, üç ihlâs-ı şerîf, üç salavât-ı şerîfe, dört rek'at farzı ba'de’l-edâ son sünnet dört rek'at olarak edâ. Sonra sabâh namâzının akabindeki gibi âyât-ı kerîme, sûre-i Mülk, tilâvet-i tesbîh, duâ, tevhîd, salavât-ı şerîfe.

İkindi Namâzı :

Dört rek'at sünnet terk olunmayacak, ale’d-devâm kılınacak. Farzdan sonra ber-minvâl-i sâbık hareket. Ba'dehû sûre-i Nebe kırâat, tevhîd, salavât.

Akşam Namâzı :

Gurûbtan evvel kıbleye müteveccihen oturup tevhîd ile iştigâl olunur. Sûre-i Haşr’in nihâyeti okunur. Yine tevhîd, ism-i Hû, üç salavât. Farzı ba'de’l-edâ selâmı müteâkib üç salavât, bir Fâtiha, sünnete şurû’ ile dört rek'at edâ. Ba'de’s-selâm üç salavât ber-minvâl-i sâbık hareket. Sonra iki rek'at mûnis-i kabr namâzı edâ olunduktan sonra dört rek'at evvâbîn namâzı edâ edilir. Secde âyeti okunur, secde olunur. Bir Fâtiha, üç salavât.

Yatsı Namâzı :

Dört rek'at sünneti terk etmemeli. Üç İhlas, farzı edâ, üç salavât bir Fâtiha. Son sünnet dört rek'at olaratk edâ. Salât-ı vitr, teheccüdle edâ için te’hîr.

Salât-ı Mi’râc ve Usûl-i evrâd :

İki rek'at salât-ı ışâdan sonra edâ olunur. Üç İhlâs bir Fâtiha Hz. Pîr Efendi’mize ihdâ ile yüz bir kere estağfiru'llâh çekilir. Üç İhlâs, bir Fâtiha Hz. Âdem aleyhisselâmın rûhuna gönderilir. Yüz bir def'a salât u selâm. sonra üç İhlas bir Fâtiha. Rûh-ı a’zam (salla'llâhu aleyhi ve selem) efendimiz hazretlerinin mübârek, mufahham rûh-ı saâdetlerine ihdâ edilir. Sûre-i Mülk ve nihâyet-i sûre-i Haşr’den üç âyet okunur. “Destûr Yâ Pîr! Destûr Yâ Ricâle’l-gayb!” denilerek maa’l-huzûr yüz birden noksân olmamak üzere tevhîd sürülür. Sâlik hangi ism-i şerîfde ise evvelkileri /256/ yüz birer def'a okur. Dersi olan ism-i şerîfi çekebildiği kadar çeker. Ba'dehû duâ eder, Fâtiha kılar. Üç salavât-ı şerîfe getirir.

Gecenin Sülüs-i Ahîri Âdâbı :

Uykudan uyanır, abdest alır. İki rek'at şükr-i vuzû’ namâzı kılar. Sonra on iki rek'at teheccüd ve eğer vitr-i vâcibi kılmadıysa onu kılar.  Ba'dehû her şeyden ferâğatla murâkabede bulunur. Uyku galebe ederse namâz vaktine kadar yatar. Rüyâ-yı sâdıka vaktidir, gaflet olunmaya.

Her nakd-i vuzû’ akabinde tecdîd-i vuzû’ lâzımdır. Devâm-ı vuzû’da çok terakkî vardır. Evliyâu'llâhın bu işleri işlemesinden kinâyedir. Merâtib-i âliyeyi bununla kat’ etmişlerdir.  Birisinin noksânı sâlikin tenezzülüne sebebdir. Evliyâyı taklîd, fukarânın kat’-ı mertebe eylemesini bâdîdir.

Oruç :

Pazartesi, Perşembe günleri özrü yoksa sâim olmak lâzımdır.  Özrü varsa onu evliyâ-yı ızâm afv buyurmuşlardır. Gâyet ihtimâm gerektir.

Az yemek, az içmek, az söylemek, az uyumak. Ekser zamânda tenhâ-nişîn olmak, cümle-i âdâb-ı tarîkattandır.  Yatsıdan sonra su içmemelidir.  Müşâhedât-ı nevmiyye, adğâs u ahlâm olmasın. Âdâba riâyette, usûle tevessülde  ihtimâm îcâb eder. Evrâd u usûlünü terk eylemeye. “Bir gün terkinde kırk gün sülûku geri kalır.” demişlerdir.

Âdâbın biri budur ki, esmâ vü evrâddan her ne okuyorsa mahrem, nâ-mahrem kimseye söylememektir.

Usûl-i kebîr :

Hânkâhta yevm-i mahsûstaki tertîb-i zikrden ibârettir.

                                                          

                                                           -    -    -

Hulâsaten yazdım. Tafsîline âgâh olmak için bu ameliyyâta devâm etmek lâzımdır. İşte tarîk-i feyz-refîk-ı Uşşâkî’nin usûl ve âdâbı budur. Bu yolda ayyaşlık, kalleşlik, sahtekârlık, mürâyîlik yoktur. Li'llâh, fi'llâh yoludur.

       Kıyamazsan baş u câna uzak dur girme meydâna

       Bu meydânda nice başlar kesilir hiç sorar olmaz

Birkaç edebsizin Uşşâkîlik kisvesi altında, iltizâm-ı rezâlet etmesi, Uşşâkîliğin fenâ bir yol olmasını istilzâm etmez. Her yerde, her meslek erbâbı arasında birtakım nâ-revâlar vardır. Cenâb-ı Hak onları ıslâh ve bizleri de gurûrdan, vesâvis-i şeytâniyyeden muhâfaza buyursun, âmin.

İlâveten şunu arz edeceğim ki, mürşidîn-i müteahhirîn bi-hasebi’z-zamân sâlikler arasında zuhûr eden kesâlet ve atâlet  hasebiyle onları melâlete sevk etmemek için bâlâda tafsîl ettiğim usûl u âdâbı ihtisâr-ı taraf-dârî olmuşlar ve pek ziyâde isâbet eylemişlerdir. Tarîk-ı aşkta neş’e-i tevhîde vâsıl olmuş olan erler o âdâbı tafsîlen câmi’dirler. Tarîk-ı Uşşâkî atâlet, meskenet yolu değildir. Ölmeyecek /257/ gibi çalışmak, evlâd ü iyâlinin maîşetini te'mîn etmek ve kimseye bâr olmayıp herkese yâr olmak, hemen ölecek imiş gibi ibâdet etmek meslek-i esâsîdir. “Dest be-kâr, dil be-yâr” kâide-i külliyedir. Zikr-i dâim, mâye-i vucûddur.  Hulâsa-i kelâm, hakîki Uşşâkîlerde :

       Beden ağyâr ile gönül yâr ile

       Kulak sadâ ile gönül Hudâ ile

       Göz rakîbde gönül habîbde

       Lisân güftâr ile gönül dil-dâr ile

       El san’atda gönül hazretde

       Ayak gitmede gönül zikr etmede

       Beden post ile nâim

       Gönül dost ile kâim

       Beden râhatla mekânda

       Gönül seyâhatla cevlânda

       Beden esbâb ile kavgada

       Gönül mutlak üns-i Mevlâda’dır[40]

Söz uzanır ger kalanın der isem” diyerek manzûme-i âtiyeyi yazıyorum. Ve asıl bahse rücû' ediyorum:

       Zikr u tevhîd ederek aşk ile devrân ideriz

       Cezbe-i aşk ile ez cân u dil efgân ideriz

       Arş-ı esrârı temâşamıza burhân ideriz

       Zevk-i irfânı gönül âlemine cân ideriz

       Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Uşşâkîyiz

       Âsitân-ı kerem-i Pîr’de mücellâyız biz

       Nûr-ı vahdet ile pür zevk u muallâyız biz

       Vech-i tâbân-ı ilâhîye müvellâyız biz

       Dü-cihân dağdağasından da muarrâyız biz

       Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Uşşâkîyiz

       Halvetî gülşeninin bülbül-i pür-eşvâkı

       Meslek-i ehl-i dilin peyrev-i pür-ezvâkı

       Tutdu ezkâr-ı Hudâ gulgulemiz âfâkı

       Sırr-ı Hak’dır özümüz mesleğimiz Uşşâkî

       Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Uşşâkîyiz

       Nâil olmak dileriz feyz-i Salâhaddîn’e

       Bağlıdır silsilemiz nûr-ı Cemâleddîn’e

       Dest ber-sîne-i ta'zîmiz Hüsâmeddîn’e

       Rûz u şeb cân atarız Hazret-i Muhyiddîn’e

       Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Uşşâkîyiz

       Neş’emizden görünür çeşm-i dile Hazret-i Pîr

       Feyzi olsun bize dergâh-ı keremden takdîr

       Bülbül-i ravzası Vassâf’ını eyler tesrîr

       Lutf-ı mahsûs ile kalbimi eyler tenvîr

       Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Uşşâkîyiz


 

            HAZRET-İ ŞEYH  ABDULLÂH SALÂHADDÎN-İ UŞŞÂKÎ

           

Bu zât-ı muhtereme o kadar hürmetim, o derece muhabbetim vardır ki, ism-i şerîfleri yâd olunsa kalb-i fakîrânem ihtizâza gelir. Sevdim hem çok sevdim. Vaktiyle Sefîne-i Evliyâ için hâzırladığım tercüme-i hâlini bi'l-âhare tevsî' ile Risâle-i Salâhiyye nâmı altında bir kitap yazdım. Burada muhtasaran /258/ yazacağım bâlâdaki resimde parmaklık içinde görülen kabr-i envere Hz. Şeyh’in pister-nişîn-i rahmet olduğu merkad-i mukaddesleridir. Hz. Salâhî Şeyh Elîf Efendi’nin tahsîs eylediği vechile "Türklerin Muhyiddîn-i Arabîsi" olmuştur.  İlm-i vahdette ferîd-i zamân, meslek-i tevîdde bilâ-şübhe kutb-ı cihân olup, âsâr-ı kıymet-dârlarıyla kütüphâne-i ma'rifeti tezyîn buyurmuşlardır.

Hz. Salâhî 1117 sene-i hicriyyesinde (1717) dağdağa-i âleme katılmıştır.[41] Pederlerinin ismi Muhammed Abdülazîz’dir. Maskat-ı re’slerii Rumeli’deki Gölükesriye’dir. Elli Dört Farz Şerhi nâm eser-i matbûundaki tercüme-i hâlde ve Osmânlı Müellifleri’nde Balıkesirli diye yazılmış ise de yanlıştır.

Kesriyeli urefâdan Hilmi Sâlih Bey, Hz. Şeyh’in Kesriyeli olduğuna bir delîl daha buldu ki “Kesriye” (كسريه), bi-hesâb-ı ebced 295’tir, “Abdullâh Salâhî” (عبد الله صلاحى), 281; her iki ismin aded-i hurûfu ondört olup, cem' edildikte 295 çıkar ki, Kesriye’nin muâdilidir. Teshîlü’l-Mübtedî nâm eserinde, pederinin, Hacı Muhammed olup Bosnasaraylı bulunduğunu yazıyor. Bosna’dan Kesriye’ye hicret edip, Hz. Salâhî’nin Kesriye’de sâha-i vücûda kadem basdığı anlaşılır.

Salâhaddîn-i Uşşâkî, “Salâhadîn-i Abdî”, “Abdullâh Salâhî” nâmlarıyla zebân-zeddir. Yirmi yaşına kadar Kesriye’de ibtidâ-yı tahsîlde bulunup, İstanbul’a gelmiş, tahsîlini biraz daha ileri götürmüştür. Sarf ve nahivden ilerisini görmemiştir. Hz. Salâhî’nin pederi ketebeden imiş. İstanbul’da oğlunu da silk-i kitâbete sevk ile Bâbıâlî’ye bir zâtın delâletiyle kayd olunup kırk gün kadar Tahvîl Kalemi’ne devâm etmiştir ki, sinnen yirmi altı yirmi yedi yaşlarında idi.

Ba'dehû Hekîmoğlu Ali Paşa dâiresine mülazîmetle az bir müddet zarfında masraf kitâbetinde bulunup, hıdemât-ı mebrûreye muvaffak oldular ki Paşa’nın sadâreti 1144/(1731) târîhine müsâdiftir. Paşa’nın mazhar-ı teveccühü olup, 1149/(1736)’da Banaluka Mahârebesi’ne Paşa ile birlikte gitdiler. 1153/(1740)’te müşârünileyhin maiyetinde Mısır’a azîmet ettiler. Demek ki dokuz /259/ sene kadar Bâb-ı Âlî’de bulundular. Paşa’nın Dîvân Efendisi ya'nî mektûbçusu oldular. Mısır’da iken lisân-ı Arab’ta ihtisâsları vukûa geldi. Henüz genç yaşında iken ibtidâî bir tahsîl ile Hekîmoğlu Ali Paşa gibi biri vezîrin hizmetinde bulunması kudret-i zekâiyyesine burhândır.

Mısır’da iken kibâr-ı meşâyıh-ı Şa'bânîye-i Bekriyye’den Şemseddîn Muhammed el-Hafnî ve ricâl-i Nakşiyye’den Hüseyin-i Demenhurî gibi urefâya hem-dem olmuş, onlara arz-ı nisbet etmiştir. Hüseyn-i Demenhurî’den cifr, vefk gibi şeylerde tahsîl eylemiştir. Mısır’dan Paşa’nın izni ile avdet eyledi. 1149/(1736)’da Paşa Rumeli’ye giderken yine berâberinde almış, birlikte Edirne’ye geçmişti. Hz. Salâhî, Edirne’de Şeyh Seyyid Muhammed Cemâleddîn-i Uşşâkî hazretlerine mülâkî olup, ona arz-ı râbıta eylemiş ve yazdığım vechile Paşa’nın ma'nevî te'sîriyle hayât-ı me’mûriyyete vedâ' ederek Paşa’dan müsâade almış, doğruca İstanbul’a gelmiş, Paşa ise hiç istemeyerek Hz. Salâhî’yi bırakmıştır.

Hekîmoğlu Ali Paşa’dan ne sûretle müfârakatını ve ona münâsebetini Hekîmoğlu-zâde, Metâliu’l-Âliye fî Fî Gurreti’l-Gâliye nâm eserde tasvîren der ki:

Ezcümle Paşa-yı merhûm ve mağfûrun Mektûbçuluk hizmetinde perverde ve bende-i nazarlarından olup, Şeyh Seyyid Cemâleddîn-i Edirnevî hazretlerinin âşık-ı demengîri ve müşârünileyh hazretlerinin izniyle kûşe-nişîn-i inzivâ ve tertîb-pezîri olup, ârif ve sâhib-i maârif Salâhî Abdî Efendi.”

Hz. Salâhî, Paşa’nın irtihâli üzerine yazdığı mersiyeyi türbe-i şerîfesine ta’lîk etmiştir ki bunun bir sûretini Risâle-i Salâhiyye nâmıyla müstakıllen yazdığım eserde aynen derc eyledim. Pek güzel söylenmiş bir nazm-ı âlîdir.

Hz. Salâhî’nin Mısır’da iken hıdmet-i devletten çekilerek İstanbul’a gelerek Eyüp civârında bir hânede sâkin olduğu Elli Dört Farz Şerhi nâm eser-i mergûbunun mukaddimesindeki makâlede sarâhaten mündericdir.

 Cenâb-ı Salâhî Eyüp civârında bir evde sâkin iken Seyyid Cemâleddîn kerîmesini Hz. Salâhaddîn’e tezvîc ile kendine dâmâd etmiş idi. Sonra Savaklar’daki dergâhta sâkin olmuştur ki, sinn-i âlîleri kırkı bulmuş idi.

Hz. Salâhî’ye bu sırada istiğrâk zuhûr ederek yedi sene sürmüş ve bu müddet zarfında harem-i âlîleri hizmette kusûr etmemiştir.

Bir gece âlem-i ma'nâda Hz. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırrûhu’l-Celî) efendimiz şeref-zuhûr ederek dört satırlık bir yazı okutmuşlardır ki, biri şerîata, ikincisi tarîkata, üçüncüsü hakîkata, dördüncüsü ma'rifete ait olmak üzere bi’l-cümle esrâr Hz. Salâhî’ye münkeşif oluvermiştir.

Buna işâreten:

           

       Müşkilin kimseye zâhirde Salâhî sormaz

       Hâce-i bâtına sordu soracak esrârı

buyururlar. Bundan sonra Hz. Salâhî’de iş değişmiştir. Hz. Cemâleddîn, câmiu’t-turuk idi. Hz. Salâhî bu sebeble:

                        Celvetî Şa'bânî Bayramî vü Sa’dî Kâdirî

                        Nakşıbendî Mevlevî vü Gülşenî Uşşâkî’yiz

diye ızhâr-ı mefharet buyururlardı.

Tahmîn-i âcizâneme ve her biriyle zamânen mülâkâtlarına göre Hz. Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin tarîk-ı Şa'bânî’ye nisbeti Üsküdar’da Nasûhî-zâde Şeyh Alâeddîn Efendi hazretlerinden; tarîk-ı Celvetî’ye nisbeti Üsküdar’da Bandırmalı Tekkesi şeyhi Hâşim Efendi’den; tarîk-ı Mevlevî’ye nisbeti Galata Mevlevîhânesi şeyhi meşhûr Nâyî Osmân Dede Hazretlerinden; tarîk-ı Gülşenî’ye nisbeti Edirne’de Hz. Sezâî-i Gülşenî’den olsa gerektir.

Risâle-i Salâhiyye’de esbâbını tafsîlen arz eylediğim vechile Hz. Salâhî 1178/(1764) senesinde  Fâtih’te Aşıkpaşa’da Tâhir Ağa Dergâhı meşîhatına ta'yîn olundu. Bu dergâh tarîk-i Nakşıbendî’ye mahsûs olarak inşâ olunmuştur. Hz. Salâhî, Târîh-i Enverî’de muharrer olduğu üzere Bursa’da neşr-i feyz eden Kerküklü Seyyid Muhammed Emîn Efendi Hazretlerinden feyz-i Nakşıbendî’ye de mazhar olduklarından burada usûl-i Nakşıbendî’yi icrâ buyurmuşlardır. Câmiu’l-kelimât olmalarıyla fahren buyuruyorlar:

       Nakd-i dil verdinse cânân aldık ol bâzârda

       Gezmedik âvâre biz dahi alıp vermekteyiz

/260/     Bezl-i cân ile Salâhî vasla yol bulduk bugün

       Cennet-i irfâna girdik güllerin dermekteyiz

Kırkaltıncı sahîfede yazdığım vechile Şeyh Alâeddîn ve Nayî Osmân Dede ve Hâşim Efendilerle hem-dem olup, Regâibiyye’yi yazmışlardı. Kemâlleri günden güne arttı. Onsekiz, ondokuz sene kadar dergâh meşîhatında bulundular. 1196 senesinde Ramazânın on üçüncü Perşembe gecesi (22 Ağustos 1782) Tüfekhâne yangınında  dergâh-ı şerîf, dil-i Uşşâk gibi  yandı.

Hz. Salâhî buradan yine Savaklar’da kayın pederi Hz. Cemâleddîn’in dergâhına nakl-i mesken eyledi. Dört buçuk ay kadar ifâkattan sonra mübtelâ oldukları illet-i sadırdan rehâ-yâb olamayarak azm-i gülşen-i lâhût eylediler. Sinn-i âlîleri seksen râddelerinde idi. Zamân-ı intikâlleri 1197 senesi şehr-i Muharreminin yirmidokuzcu Cuma (5 Şubat 1783) gününe müsâdiftir.

Na’ş-ı münîfleri oradan ihtirâmât-ı azîme ile Tâhir Ağa Dergâhı’na nakl edilerek el'ân ziyâret-gâh-ı erbâb-ı aşk u muhabbet olan merkad-i münîflerine defn edildi.

Hz. Salâhî, zamân-ı hayât-ı sûrîlerinde ziyy-i ulemâyı ihtiyâr edip, kisve-i sûfiyye ile gezmediler. İhtifâ-yı hayâta meylleri ziyâde idi. Azîzim nakl eylediler : Şeyhinden, Hz. Salâhî tâc-ı şerîf aldığında onu giymiş, bi'l-âhare hürmetle saklamıştır. “Ben o tâcın altına girecek kudreti hâiz değilim.” diye tarîk-ı tesettüre sülûk ile muhtefî bir hâlde kaldılar.

Esbâbını Hz. Salâhî lisânından dinleyelim. Hz. Salâhî’nin Risâle-i Cevâhir-i Tâc-ı Hilâfet nâm risâlesinden:

Tarîkatta hilâfet demek, esteîzü bi'llâh: (إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ)[42]. Bu âyet-i celîle maktezâsınca bâr-ı emâneti gerden-i kabûlüne tahmîlden ibârettir. Cenâb-ı Hak, muvakkat vechile zalûm ve cehûl olmaktan hıfz eyleye. Asâ, sünnettir. El ile tutulan mahal, âlem-i berzaha ve bâlâsı âlem-i vahdete işârettir.  Aşağısı âlem-i kesrete ve ucunda demiri âlem-i celâle delâlet eder. Hayâlât-ı fâsideden, sûret-pezîr olan suver-i hayât-ı muhayyeleyi asâ-yı nefs-i mu’ciz-edâya yutturup, fir’avn-ı enâniyyeti bahr-ı hakîkata gark etmeye delâlettir. Asâ ile yürümeye, ıstılâh-ı sûfiyyede kademeyn ta'bîr olunur. Cemâl ve Celâl ile yürümeye taalluk vardır. Tâc, hırka, kemer, asâ gibi emânetleri mütehammil olan kimse, "Kâffe-i menâzil ve merâtibi kat’ ve cemî’-i hazerâtı cem' eyledim. Bunlarda müşkili olan kimlerse gelsin." diye da'vet-i âmmede bulunarak salâ ediyor demektir. Ya her başında tâc ve eğninde  abâ ve gerdeninde ridâ ve elinde asâ olan, bu merâtib-i kusvâya  erişmiş midir, diye suâl olunursa, ma'lûm olsun ki bu devlet binde bir, belki yüzbinde bir halîfeye müyesser değildir.

Bu sebebten erbâb-ı hakîkatın ekseri sûrete i'tibâr etmeyip ziyy-i avâmda görünmüşlerdir.  Hattâ bu abd-i hakîr-i kem-bidâa ve pür-taksîre  dahi zikr olunan emânetler teberrüken ihsân u inâyet buyurulmuştur. Lâkin (رحم الله إمرئاً عرف قدره ولم يتعد طوره)[43] müeddâsınca isti'mâllerine kendimizde isti’dâd ve liyâkat bulamadığımızdan bin rağbet ile hırz-ı cân edip, “Azîzlerimizin yâdigarıdır.” deyip, mahfûz-ı sandûka-i i'tibâr ettik. Ancak kemâl ile ehliyyeti yok iken isti'mâl edenlerin taraflarından bu gûnâ i'tizâr olunur ki, pîşvâlarımızın tahkîk ettikleri makâmât u merâtibin alâmetleridir. İzn ü icâzetleriyle biz dahi teberrüken ve teyemmünen isti’mâl ederiz. Mertebe-i evveli şerîat mertebesinden müstahlefleriz. Hz. Feyyâz-ı mutlak, hüsn-i himmetleriyle merâtib-i ulyâya erişmeye muvaffak edip,  (وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ)[44] va’d-i kerîmleri üzere müstelzim-i incâz-ı va’d olan amellere makrûn eyleyip,  (وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ)[45] mâ-sadakınca müstelzim-i vaîd olan küfrân ve füsûktan masûn u me’mûn eyleye, âmîn. "

Zamân-ı âlîlerinde kimse kadrini bilemedi. Zamân geçtikçe eserleri elden ele dolaştıkça, kemâlât-ı aliyyeleri şâyi'’ oldu. İrtihâllerinde vasiyetleri üzere kabir taşlarında ulemâ kavuğu resmi yapılmış, ahîren tevfîk-ı ilâhî ile bu abd-i ahkar kabirlerini yeniden inşâ eylediğim sırada parmaklığın köşelerine ve tepesine  kavuk resmi yaptırılmıştır.

Resimde görülen levhadaki manzûme-i târîhiyye, merhûm Şeyh Cemâleddîn Efendi’nin rivâyetine göre Hz. Salâhî’nin zamân-ı hayâtlarında söyledikleri târîhtir ki, son beyit olsa gerektir :

           

       Cenâb-ı Şeyh Abdullâh Salâhaddîn Efendi kim

       Metâf olmuşdu sahn-ı hânkâhı ehl-i irfâna

       Veliyy-i mürşid-i hikmet-şinâs u lâ mekân seyrân

       Delîl ü reh-nümâ halvet-serâ-yı vasl-ı cânâna

       Sivâ-ı mâ-sivâyı seyr idüp çeşm-i basîretle

       Teveccüh eyledi mir’ât-ı hüsn-i vech-i Yezdân’a

       Vedâ’ idüp cihândan âlem-i kudse revân oldu

       Mülâkât itdi sad-şevkiyle ervâh-ı azîzâna

       Olur ceyb-i dili ehl-i niyâz âcizin pür-feyz

       Teveccüh eylese bu merkad-i pâke hulûsâne

      

       Bi-hakkın hürmet-i Kur’ân idüp Hak sırrını takdîs

       Füyûz u himmeti cârî ola sadr-ı mürîdâna

       Girüp kasr-ı cinânda didiler kerrûbiyân târîh

       Salâhî şevk-ı envâr-ı cemâle oldu pervâne 

       (صلاحی شوق انوار جماله اولدی پروانه) - 1197

Rûh-ı şerîfleri için el-Fâtiha. Cenâb-ı Hak mazhar-ı şefâatları buyursun.

/261/ Müstakîm-zâde’nin söylediği târîh:

       Nakşıbend hâme yazdı sâl-i visâlin kim budur

       Şeyh Abdullâh Salâhî âh târîh-i vefât   

       (شيخ عبد الله صلاحي آه) - 1197

       Hayru’l-islâm Salâhaddîn târîh-i temâm

       (خير الإسلام)[46]

                                                                 

       Yazdı hem hayru’l-kurûn târîh-i kilk-i revân   

       (يازدي هم خير القرون) - 1197

Hz. Şeyh’in muhiblerinden Nâşid Bey merhûmun :

       Hazret-i Abdî Efendi kim anın

       Fazlına olmuşdu hep âlem güvâh

       Nice demdir terk-i dünyâ eyleyüp

       Olmuş idi taht-ı isti’nâda şâh

      

               Rûh-ı Muhyiddîn’e oldu muttasıl

               Andelîb-i rûhu  bâ-feyz-i ilâh

               Eyleyip müstağrak-ı rahmet Hudâ

               Âşiyân-ı adli  kılsın  cây-gâh

               Rıhletin gûş eyleyince ağlayup

               Sîne-i sûzâna açdım dâğ-ı âh

               Yazmaya târîh-i fevtin eyledim

               Rûh-ı pâkinden ümmîd-i intibâh

                                         Üçler imdâd eyleyüp Nâşîd didi

               Mürşid-i kâmil cihândan gitdi âh

               (مرشد کامل جهاندن گيتدی آه )[47]

Mustafa Hâlet Efendi’nin Medhiyyesi:

                    Pâdişâh-ı kişver-i ma’nâ Salâhaddîn’dir

                    Mazhar-ı esrâr-ı mâ-evhâ Salâhaddîn’dir

                    Mahrem-i mi’râc-ı rûhânî-i mahbûb-ı  Hudâ

                    Âşinâ-yı sûre-i  İsrâ Salâhaddîn’dir

                    Vâris-i ilm-i Nebî vü vâkıf-ı sırr-ı Ali

                    Muktedâ-yı etkıyâ cânâ Salâhaddîn’dir

                    Sırr-ı rûhu'llâha vâsıl olduğiçün dem-be-dem

                    Mürde kalbi eyleyen ihyâ Salâhaddîn’dir

                    Ders-i esmâ-i debistân-ı maârifde bütün

                    İtdi ta’lîm Hâce-i dânâ Salâhaddîn’dir

                    Katre-i nîsân kudsü olduğunda şübhe yok

                    Yekedir nâ-sufte-i[48] beyzâ Salâhaddîn’dir

                    Reh-nümâ-yı zümre-i Uşşâkiyân-ı sâdıkân

                    Mürşid-i âgâh-ı bî-hemtâ Salâhaddîn’dir

                    Tûtiyâ-yı çeşm-i sâlik hâk-pâ-yı himmeti

                    Nûr-ı ayn-ı âşık-ı şeydâ Salâhaddîn’dir

                    Çâre-sâz olsa  n’ola  bu Hâlet-i bî-çâreye

                    Menba’-ı lutf u atâ hakkâ Salâhaddîn’dir

           

Muharrir-i kemterin:

               Meftûn-ı hüsnün olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Mecnûn-ı aşkın olduk yâ Hazret-i  Salâhî

               Feyzin içün tehâlük gösterdi kalb-i uşşâk

               Muhtâc-ı lutfun olduk yâ Hazret-i Salâhî

/262/       Sevdik seni gönülden pervâne-i cemâliz

               Dil-bestegânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Her hafta cem' olurlar erbâb-ı aşk huzûrda

               Dildâdegânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Medhûş u mest-i aşkız envâr-ı behcetinden

               Hayrân-ı ânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Hayret-fezâ-yı Âdemdir rütbe-i kemâlin

               Üftâdegânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Sen sâhib-i zamânsın erbâb-ı zikre cânsın

               Hep bendegânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Subh u mesâ virirsin ehl-i garâma zevki

               Süllâk-ı râhın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Ez cân u dil esîriz bâbında hep fakîriz

               Şâyân-ı feyzin olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Allâh içün kerem kıl âsâr-ı ma'rifetden

               Bîçâre-gânın olduk yâ Hazret-i Salâhî

               Lutf it bize delîl ol eltâf-ı zü’l-Celâl’e

               Vassâf-ı zâtın olduk yâ Hazret-i Salâhî

Hânkâh-ı Uşşâkî şeyhi merhûm Muhammed Safvetî Efendi tarafından Hz. Salâhî hakkındaki mehdiye 203. sahîfede  münderictir.

Hz. Salâhî’nin Dîvân’ı tamâmen garâmiyyâta aittir. Hakâyıkı câmi'dir. Bunda gâyet âşıkâne nuût-ı şerîfe vardır.  Hz. Hâlid b. Zeyd (radıya'llâhu anh) ve Hz. Şeyhu’l-Ekber (kuddise sırrûhu’l-Athar) efendilerimiz hakkındaki medhiyyeleri aynen Risâle-i Salâhiyye’de münderictir. Son derece edibâne  ve âşıkânedir.

 

                      Cüdâdır zevk-ı dünyâdan Salâhî çün hayâlinle

                                  Hayâlinle kalır bir bî-nevâdır Yâ Rasûla'llâh

                                                          *     *     *

                                   Müdâm câm-ı aşkınla  yitirdi re’y ü tedbîrin

                                   Salâhî bir dahi tedbîre gelmez  Yâ Rasûla'llâh

                                  

*     *     *

Salâhî tâb-ı firkatle sivâ savmın tamâm itdi[49]

                                   Visâlin cilve-i bayrâmı geldi Yâ Rasûla'llâh

                                  

*     *     *

                                   Hadîs-i zülfünü takdîs iderse leyle-i hicrân

                                   Salâhî kîl ü kâlinle  sabâhlar Yâ Rasûla'llâh

                                              

     *     *     *

صلاحى با قصور و عجز خود آمد بدركاهت

شفاعت خواهد از حضرت شفاعت يا رسول الله[50]

                                  

      *     *     *

بخواهد خستهء هجرت دوائى يا رسول الله

رحيمى كن ولاتقطع  رجائى يا رسول الله[51]

Bir gün kabirlerini ziyâret esnâsında sünûh etmiştir:

       Meded-kâr ol meded-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

       İnâyet-kâr hâlâs-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

       Seni çok sevdi gönlüm olmuşum pervâne-i ravzan

       Terahhum-kâr vefâ-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

       Tarîk-ı aşk-ı Hak’da reh-nümâsın cümle uşşâka

       Feyz-bahş ol  lutuf-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

Be-hakk-ı Hazret-i Pîrim Hüsâmeddîn Cemâleddîn

       Elimden tut rehâ-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

       Kulun Vassâf-ı bî-aczim ümîd-vârım  kerem-kârım

       Himâyet-kâr rahîm-kâr ol bana sen Yâ Salâhaddîn

(Kaddesa’llâhu sırrahû)

Edirne’de şeref-mülâkî olduğum merhûm azîzim Şuayb Şerefeddîn-i Gülşenî hazretleri  Hz. Salâhî’yi çok severdi. Baş ucunda muallak  şu manzûmeyi dâimâ vird-i zebân eder,  “Câmiu’l-hakâyıktır, zübdetü’d-dakâyıktır.” derlerdi.

                        Kesret-i emvâc ile deryâ revâcın gösterir

                        Remz idüp vahdetle kesret imtizâcın gösterir

/263/   Zulmet-i kesretde kalma çün değilsin şeb-pereh

                        Nûr-ı vahdet nice rûzundan sirâcın gösterir

                        Nükte-i temsîl-i kandîle kemâl-i dikkat it

                        Sadr-ı mişkâtında misbâhı zücâcın gösterir

                        Dîde-i ibretle bak rûz u şeb sayf u şitâ

                        Kâinâta kahr ile lutfun mizâcın gösterir

                        Câm-ı zehr-âlûd-ı kahrı haste-dil eyler ise

                        Şerbet-i lutf ile ol demde ilâcın gösterir

                        Kahr u lutfu kabz u bast ile teâkub itmede

                        Her akîb-i inkıbâz u inkırâzın gösterir

                        Kahrına tâkat götürmez çün Salâhî derd-mend

                        Lutfunu eyler temennâ ihtiyâcın gösterir

                                               *   *   *

                        N’ola remz ile cevher-pâş olursam bezm-i uşşâka

                        Bana miftâh-ı kenz-i âlem-i uşşâk müsellemdir

                        Dilim gencîne-i esrâr-ı gayb-ı mutlak olmuşdur

                        Nukûş-ı hey’etim resm-i tılısm-ı kenz-i mübhemdir

                        Aceb mi feyz-bâr olsa zebân-ı hâme-i nazmım

                        Salâhî feyz-i Hak’dan bu maânî bana mülhemdir

115. sahîfede tercüme-i hâlini yazdığım mûsikîşinâs-ı şehîr Kâzım Bey tarafından Hazret’in ba'zı na’t u nutukları bestelenmiş ve Hâfız Kemâl ve Hâfız Sa’deddîn Efendiler tarafından da dergâhlarda okunmak sûretiyle ehl-i aşkın harâreti tezyîd edilmekte bulunmuştur.

Gönül lutfun ile dil-hâhı görsün Yâ Rasûla'llâh

Şeb-i zulmetde nûr-ı mâhı görsün Yâ Rasûla'llâh

           

                        Kadem bas dîde-i câna gönül mülkün müşerref kıl

                        Salâhî taht-ı dilde şâhı görsün Yâ Rasûla'llâh       

na’t-ı şerîfi  hicâzdan;

                                    

                        Gülşen-i vaslında ey bülbül bu efgânın nedir

                        Aşkı fâş etmek midir kasdın bu destânın nedir

           

                        Yâr ile olmakdasın sîne be-sîne leb be-leb

                        Nûr-ı vechinden mi yandın nâr-ı sûzânın nedir

                        Bezm-i vahdetde Salâhî yâr ile hem-dem iken

                        Kesreti kalbinde cem' itdin bu dîvânın nedir          

ısfahândan;

                                    

                        Ey gönül ağyârla yâr olmak kabâhatdir sana

                        Zikr ü fikr-i Hak’da mahv olmak saâdetdir sana

                        Remz-i fikr-i mûşikâf ile Salâhî dikkat it

                        Mekteb-i aşk içre  bir ders-i hakîkatdır sana

pencgâh üzerinden durak olarak bestelenmiştir.

Âsâr-ı Aliyyeleri:

210’dan ziyâdedir diye rivâyet var. Tafsîli Risâle-i Salâhiyye’dedir. Tahkîk ettiklerim bunlardır:

1 - Risâle-i Esrâr-ı Nihân Ez Hatm-i Hâcegân.  

2 - Şerh-i Kasîde-i Hz. Mevlânâ.  

3 - Tercüme-i Risâle-i Kudsiyye. Matbû’. 

4 - Tercüme-i Risâle-i Miftâhu’l-Vücûd ilâ Nihâyeti’l-Maksûd

5 - Risâle-i Abdullâh Salâhî

6 - Şerh-i Elfâzi’l-mensûbe ilâ Muhammed Ga'zâlî.

7 - İstihrâc-nâme.

8 - Risâle-i Tefsîr.

9 - Risâle-i Menâzil-i Kamer.

10 - Risâle-i Vahdet-i vücûd.

11 - Zeylü’l-Hıtâb Bi-Ahseni’l-Hıtâb.

12 - Şerh-i Ebyât-ı Mısrî.

13 - Risâle-i Cevâhir. Tâc-ı hilâfet.

14 - Mir'âtü’l-Esmâ.

15 - Tuhfetü’l-Uşşâk. Arabiyyü’l-ibâre.

16 - Usûl-i Âdâb-ı Uşşâkıyye.

17 - Hz. Muhyiddîn-i Arabî’nin Risâle-i Havzu’l-Hayât Tercümesi (Galata Mevlevîhânesi’nde Hâlet Saîd Efendi Kütüphânesi’nde 333 numaralı bir nüsha tercümenin aynıdır.)

18 - Şerh-i Kasîde-i Hamriyye.

19 - Sûret-i Tezkire-i Hz. Mevlânâ.

20 - Harîde-i Cerîde-i Tasrîf.

21 - Havâşî Ebyât-ı Müşkile.

22 - Risâle-i Hall-i Meâkıd.

23 - Hatm-i Hâcegân vü Duâsı.

24 - Medâr-ı Mebde ve Meâd.

25 - Bir halîfelerine mektûb.

26 - Şerh-i Ebyât-ı İmâm Ali.

27 - Rumûzât-ı Atvâr.

28 - İnnâ arandâ… tefsîri. (33. Ahzâb sûresi, 72.)

29 - Ba'zı ihtirâât.

30 - Tefsîr-i Iktarebe… (21. Enbiyâ sûresi, 1) 

31 - Merâtib-i İnsâniye.

32 - Şerhu Nutk-ı Nasreddîn Hoca

33 - Şerh-i Kelimât-ı İmâm Ali.

34 - Şerh-i Beyt-i Evlâd-ı Zeynel.

35 - Şerh-i Ebyât-ı Mîr Hüsrev.

36 - Şerh-i Ebyât-ı Hz. Nasûhî.

37 - Şerh-i Ebyât-ı Buhârî.

38 - Şerh-i Bâdem-i Mısr

39 - Şerh-i Ebyât-ı letâif.

40 - Şerh-i Ebyât-ı Aşık Ömer

41 - Şerh-i Ba'zı ebyât

42 - Hizb-i Seyyid Buhârî

43 - Aşru’s-Salavât.

44 - Şerh-i Muammâ.

45 -  Şerh-i Ebyât-ı Hz. Sünbül Sinân

46 - Risâle-i Miftâhu’l-Vücûd.

47 - Şerh-i Ebyât-ı Mevlânâ.

48 - Şerh-i Ebyât-ı İsmâîl Hakkı.

49 - Şerh-i Ebyât-ı  Eşref-zâde.

50 - Şerh-i Ebyât-ı Sâmî.

51 -  Dîvân.

52 - On kıt'a risâle.

53 - Tahmîs-i Kasîde-i Bürde.

54 - Ebyât-ı Hassân Şerhi.

55 - Elli dört Farz Şerhi.

56 - Hilye-i Haseneyn.

57 - Regâibiyye

58 - Mevlid-i Şerîf.

59 - Dîvân-ı Ali Şerhi Üç lisân üzere.

60 - Mir'âtü’l-A’lâm Müşkilâtu’l-Ahlâm.

61 - Usûl-i Hadîs Şerhi.

62 - Usûl-i Fıkıh’tan Menar Şerhi.

63 - Hz. Muhyiddîn-i Arabî’nin Mevâki'u’n-Nücûm Şerhi. (Bu eser Sultân Bâyezîd’ta Kütüphâne-i Umûmî’de vardır. Ziyâret ettim, büyük bir cilddir. Arabiyyü’l-ibâre şerhtir. Arabçası Şeyh-i Ekber lisânı gibidir. Hz. Salâhî’nin kemâli bunda rû-nümâdır.)

64 - Miftâhu Vücûdi’l-Eşher fî Tevcîhi Kelâmı Şeyhi’l-Ekber.

65 - Mesnevî-i Şerîf Tercümesi.

66 - Îmâm Gazzâli’nin İki Risâlesinin Tercümesi.

67 - İmâm Gazzâli’nin Gavsiyye Tercümesi

68 - Miftâhu’r-Rumûz ve’l-Esrâri’l-Künûz.

69 - Ulûmu’l-Maznûn.

70 - Gülşen-i Tevhîd Tercümesi.

71 - Mustalahât-ı Sûfiyye Tercümesi.

72 - Şeyh Mahmûd-ı Şebüsterî’nin Mir’âtü’l-Muhakkıkîn Tercümesi.

73 - Şeyh Ebu’l-Hasan-ı Harakânî’nin Esrâr-ı Sülûk Tercümesi.

/265/ 74 - Şeyh Sühreverdî’nin Havâs-ı Celle Esmâ Tercümesi.

75 - Şevket, Sâib, Hâkânî hazerâtının ba'zı müşkil gazellerinin şerhi.

76 - Arûz Şerhi.

77 - Vâhibü’l- Mevâhib fî Beyânı Mukeddemât ve’l-Merâtib Tercümesi.

78 - Muammâ-i Esmâ-i Hüsnâ Risâlesi.

Bu eser-i şerîf ihvân-ı Uşşâkî’den Hulûsî-zâde Osmân Nûrî Bey’in kütüb-hânesinde görülmüştür. Şu vâdîde yazılmıştır : “Allâh” (نيست حد خامه از نام اله – دم زدن بايد زبان داری نگاه)[52] Şerh-i ma’nâ-yı muammâ : İlâh adından dem urmak hâmenin haddi ve mikdârı değildir. Gerektir ki, dilini saklaya. Ya’nî ismu’llâhın uluvv-ı şânı bir mertebedir ki, hâme anı ke-mâ-huve hakkuhû diyü zebân-zedlik etmek haddi değildir. Nükte-i îmâ : Burada hâme’den murâd şol fenâ ehli kimsedir ki, kendi varlıklarından boşalıp kâtib elindeki kalem gibi olmuştur. Onlar hakîkatta kendilerine nesne izâfet etmezler. Onların haddi hâmûşluktur. Müddeîler gibi güft ü gûy ve hây u hûyu yoktur.   

79 - Nahvden Muğnî Şerhi.

80 - Şâfiye Şerhi.

81 - Kavâid-i Fârisî Şerhi.

82 - Mefâtîhu’d-Dürriyye Şerhi.

83 - İki cildden ibâret Makâmât-ı Hamîdiyye Şerhi. Hz. Salâhî’nin hatt-ı destiyle muharrer nüsha Millet Kütüphânesi’ndedir. Ziyâret ve mütâlaa eyledim. Arabça’dır.

84 - Teshîlü’l-Mübtedî. Bu eserin târîhi “hüsnü’l-hâtime” (حسن الخاتمه)’dir ki, 1195/(780)’dir. Demek ki irtihâllerinden (az) evvelce yazılmışlardır.

85 - Gül-i Sad-berg.

96 - Tevessül-i Bâ- Esmâ-i Hünsâ.

87 - Evrâd-ı Kahriyye.

88 - Salât-ı Salâhiyye.

89 - Sünûhât-ı Salâhî. Bu nâmda Fâtih’te Millet Kütüphânesi’nde 887 numarada bir eser gördüm. 

90 - Tavâliu Menâfiululûm min Matla’i Mevâki'u’-Nücûm nâmında Dârülfünun Kütüphânesi’nde Hâlis Efendi merhûmun  Kütüb-i tasavvufiyyesi meyânında bir eser gördüm. Numarası 188/5690’dır.[53]

91 - Münâcat-ı Esmâ-i Hünsâ.

92 - Kasîde-i Vedûdiyye.

93 - Dîvân-ı Arabî.

94 - Câmî’nin Mir Ali’ye gönderdiği muammâlı tezkirenin şerhi.

95 - Rakîmetü’l-Acâib fî Leyleti’r-Regâib. Arabça manzûm.

96 - Destânçe-i Acâib der Leyle-i Regâib. Manzûm, lisân-ı Fürs üzeredir.

Hz. Salâhî, iddiâ ederim ki, hâlen kemâlleri nisbetinde bilinememiştir. O öyle bir dâhî-i ekremdir ki, onun sânîsi gelmedi. Hakkında çok şeyler yazmak isterim, aczim var. Onu hakkıyla tasvîr etmek, ashâb-ı kemâlden olmaya mütevakkıftır. Hâlbuki fakîr gibi noksânü’l-hâl olanın haddi değildir.  Bu mertebe cür’etim bile küstâhlıktır.

Haremi:

Hz. Salâhî’nin harem-i ismet tev’emleri Cemâleddîn-i Uşşâkî’nin kerîme-i pâkîzeleri dahi civâr-ı Hz. Salâhî’de medfûnedir. Mezâr taşı yakın zamâna kadar varmış. Harîkta mahv olmuştur. (Rahmetu'llâhi aleyhâ rahmeten vâsia)

Mahdûmları Şeyh Ziyâeddîn Efendi:

Muhyiddîn ve Ziyâeddîn isminde iki mahdûmu vardır. Muhyiddîn Efendi pederlerinin hâl-i hayâtında irtihâl etmiştir. Ziyâeddîn Efendi’nin velâdeti 1169/(1755-56)’dadır. Demek ki pederlerinin irtihâlinde 29 yaşında bulunuyorlarmış. Tarîk-ı Uşşâkî vü Nakşıbendî’den feyzleri pederlerinden olsa gerektir. Otuzyedi sene bu makâma zînet vererek altmışbeş yaşında olduğu hâlde 1243 senesi Saferinin onbirinci (3 Eylül 1827) günü terk-i âlem-i nâsût eylemiştir.

İki mahdûmu vardır. Biri Mahmûd Rızâ Efendi, dîğeri Şeyh Muhammed Tevfîk Efendi’dir. Mahmûd Rızâ Efendi, pederinden evvel vefât etmiş olacak ki, pederi irtihâlinde onun kabrine defn olunmuştur. Mezâr taşında şöyle yazar:

    “Merhûm ve mağfur el-muhtâc ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr bu hânkâhta seccâde-nişîn-i irşâd olan Salâhaddîn Abdullâh Efendi-zâde eş-Şeyh Muhammed Ziyâeddîn ve mahdûmları Mahmûd Rızâ Efendiler ervâhına rızâen li'llâh Fâtiha. 11 Safer 1243

Şeyh Muhammed Tevfîk Efendi

Pederinin yerine geçti. Yirmi beş sene kadar meşgûl-i irşâd oldu. O civârdaki meşhûr /266/ Karasarıklı İbrâhîm Efendi nâm Rufâî şeyhinden feyz-yâb olduğu menvîdir. 1259/(1843) senesinde irtihâl eyledi. Pederleri yanında medfûndur. (Kaddesa’llâhu esrârahum)

Hz. Salâhî’nin nesebi burada munkatı' olmuştur. İbrâhîm-i Hayrânî hazretleri şeyh oldular ki, tafsîli Nakşıbendîler kısmında geçti.

Hz. Salâhî tarîk-ı Uşşâkî’den Şeyh Muhammed Zühdî Efendi isminde Nazilli müftüsünü irşâd buyurmuşlardır ki, elyevm umûm sülâle-i Uşşâkıyye buradan dağılır. Hz. Salâhî’nin ahzâb u salevâtı olduğunu azîzimin yedinde gördüğüm külliyyâtda mütâlaa ettim. Müceddid ve müessislerdendir. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

      Cenâb-ı Şeyh Abdullâh Salâhî dilde serverdir

      Muazzam muhterem âlî-şiyem bir şeyh rehberdir

      Cihân-ı ma'rifetden zevk alup kâlile hâlile

      Kulûb-ı âşıkâna şu'le salmış nûr-ı ahdardır

      Ne hikmetdir gönül meclûb-ı aşkı oldu bi'llâhi

      Onun aşkıyla gönlüm dâimâ pür zevk u şeh-perdir

      Mübârek ravzasında türbe-dâr-ı feyzidir gönlüm

      Onun ism-i şerîfi yâd olunsa şevk mukarrardır

     

      Eyâ ser-defter-i uşşâk Salâhaddîn-i âlî-câh

      Seni sevdim gönülden himmetinle nâmın eşherdir

      Cenâb-ı Şeyh-i Ekber aşkına feyzinle dil-şâd it

      Tabîb-i derd-i cân-gâhın cenâb-ı Şeyh-i Ekber’dir

      Hem ol sultân-ı kevneyn aşkına himmet buyur nûrum

      Senin gül-zâr-ı ihsânın keremlerle müzehherdir

      Esîr-i nefs-i emmâre olup âvâre hâlim âh

      Meded-kâr ol azîzim yoksa mahvım pek mukarrerdir

      Sarıldım ravza-i ihsânına  muhtâc-ı eltâfım

      Beni redditme Allâh aşkına di feyz mübeşşerdir

      Yabancı addidüp redditme dergâh-ı inâyetden

      Müzehheb silsilende nâm-ı pâkin misl-i cevherdir

      Gönül feyzinle kuvvet bulmak ister pek bunalmıştır

      Belâ-yı mâ-sivâya mübtelâdır hâli bed-terdir

      Bi-hakk-ı Hazret-i Fahr-ı risâlet lutfunu bezl it

      Ümîd-varım ki eltâfın bana elbet müyesserdir

      Efendim ma'rifet-kânım gönülde mâh-ı tâbânım

      Kapında âşıkın Vassâf-ı bî-evsâf-ı kemterdir

Hz. Salâhî efendimizin kabrinin yanında dîğer bir kabir açıldığı zamân gördüm ki, Hz. Şeyh’in lahidleri yek-pâre mermerdendir. Bunun böyle olması o zamân şahs-ı kıymet-dârlarına ne kadar ehemmiyyet verildiğine delîldir. Taşın bir tarafından ufak bir delik varmış. Ondan intişâr eden râyiha-i tayyibe-i vücûdiyyeleriyle meşâmm-ı cân-ı uşşâk mutayyeb olmuştur.

           Salâhîyem Salâhîyem Salâhî

           Salâhîlikde buldum ben felâhı

Tâhir Ağa ve Dergâhı

Tâhir Ağa, Sultân Mustafa Hân-ı sâlisin Kapıcıbaşılarından, ya'nî mâbeyncilerinden Seyyid Muhammed Ağa’dır. Fâtih Câmi'-i şerîfinin inşâsına nezâreti vardır. Surre-i Humâyûn emîni oldu. Ba'zı ahvâl dolayısıyla Şam’da i'dâm edildi. Ser-i maktûu İstanbul’a getirildi. İnşâ-kerdesi olan dergâhta defn edildi.  İrtihâli Hz. Salâhî’den bir sene evveldir.

/267/ Ahîren evkâf kaydında da te'yîd ve tahakkuk eylediği üzere mescid olarak inşâ kılınmış olan işbu dergâh-ı şerîfin târîh-i inşâsı 1174/(1760-61)’tür. Burada ilk def'a şeyh olan zât, meşâyıh-ı Nakşiyye’den Sâbir Efendi olup, dört sene icrâ-yı meşîhattan sonra 1178/(1764) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eylemiştir ki, medfeni dergâh-ı şerîf hazîresindedir. Bu zâtın irtihâlini müteâkib meşîhata Hz. Salâhî ta'yîn olunmuş, o da ondokuz sene meşgûl-i irşâd olup, irtihâl-i dâr-ı cinân eylemiştir.

Tâhir Ağa’nın kabir taşında:

Sâhibü’l-hayrât ve’l-müberrât merhûm ser-bevvâbîn-i dergâh-ı âlî el-Hâc es-Seyyid Muhammed Tâhir Ağa’nın rûhiçün el-Fâtiha 1196/(1782)” yazılıdır.

Dergâhın tevliyyeti Tâhir Ağa Sülâlesi uhdesindedir. Ahfâdından gelip geçenlerin kabri bu dergâh hazîresindedir. (Rahmetu'llâhi aleyhim)

1259/(1843) senesinde seccâde-nişîn-i irşâd olan İbrâhîm Hayrânî Efendi hazretlerinden zamânımıza kadar gelen meşâyıh-ı kirâmın tercüme-i hâlleri 2. cildde  meşâyıh-ı Nakşıbendî faslında geçti.

Şeyh Muhammed Zühdî Efendi

Hz. Salâhî’nin tarîk-ı Uşşâkî’den yegâne ve fakat merdâne bir halîfesidir.                      Hadîkatü’l-Cevâmi’de 282. sahîfede Cezerî Kasımpaşa’da Balçık Tekkesi hakkındaki bahiste bu tekke icrâ-yı meşîhatla 1234/(1819) senesinde irtihâl eden Şeyh Sâlim Efendi’den sonra Debbağlar yazıcısı Şeyh Muhammed Sâdık Efendi’ye Şeyhü'l-islâm Mekkî-zâde Mustafa Âsım Efendi delâletiyle meşîhat tevcîh olunduğu ve bu Muhammed Sâdık Efendi’nin Abdullâh Salâhî-i Uşşâkî hazretlerinden müstahlef olup, 1234 senesinde câlis-i makâm-ı meşîhat olduğu ve 1242 senesi Şevvâlinde (Mayıs 1827) meşîhati Sa’diyye’den Seyyid Muhammed Emîn Efendi’ye ikibin kuruş mukâbile terk ettiği  ve Muhammed Sâdık Efendi’nin 20 Zi'l-ka'de 1242/(15 Haziran 1827)’de Pazartesi günü irtihâl-i dâr-ı naîm eylediği ve Emîn Efendi’nin Taşlıburun şeyhi Sâlih Efendi’den müstahlef Ahmed Efendi halîfesi olup Hz. Hâlid’de türbe-dâr olduğu muharrerdir.

Binâenaleyh Hz. Salâhî’nin Şeyh Muhammed Sâdık Efendi isminde bir halîfesini kayd etmek mecbûriyyeti hâsıl olduğu ve türbe-i Hz. Hâlid’de yakın vakte kadar âvîhte-i mevki'-i ihtirâm iken her hangi bir kadr-nâ-şinâs tarafından kaldırılmış olan ve Hz. Salâhî tarafından tanzîm edilmiş bulunan kasîde-i tavîle, mûmâileyh Sâdık Efendi’nin delâletiyle oraya asıldığı dâire-i ihtimâlden hâriç bulunmadığı beyân olunur.

Kâdirî-hâne’deki tomârda dahi, Hz. Salâhî’nin Şeyh Muhammed Zühdî ve Şeyh Sâdık-ı Debbâğî ve mahdûmu Muhammed Ziyâeddîn Efendiler halîfesi olarak gösterilmiştir. Sâdık Efendi’nin kabri Balçık Baba Tekkesi’de mevcûddur. Ziyâeddîn Efendi Hz. Salâhî’nin câ-nişîni olup fakat şart-ı vâkıf îcâbı meşîhatı usûl-i Nakşiyye üzere îfâ edip, elyevm ne Muhammed Sâdık Efendi’den ne de Ziyâeddîn Efendi’den teselsül etmiş Uşşâkî kolu yoktur.

Hz. Salâhî ne derecede mestûr kalmış ki, İstanbul’da kendilerini kemâlât-ı ârîfânesine âgâh kimse bulunmamış ve tâ Nazilli’den Şeyh Muhammed Zühdî Efendi gelmiş, onu bulmuş ve mertebe-i irfâna ermiştir.

Nazilli’de müftü idi. An-asıl oralı imiş. Mürşid-i mükerremim Şeyh Mustafa Sâfî Efendi, Fahrî Azîz'den naklen beyân buyurduklarına göre müşârünileyhin pederleri de Nazilli’de evvelce  müftü imiş. Muhammed Zühdü Efendi, tarîk-ı ilme sülûk ile ikmâl-i tahsîle muvaffak olarak icâzet almış. Pederleri, Zühdü Efendi’ye hitâben, “Oğlum! İlm-i zâhiri okudun. Bir de ilm-i bâtın vardır. Onu da tahsîl etmelisin.” demeleriyle, “Efendim! Bu bâbta emrinize muntazırım.” cevâbanı arz edince, “Üç gün bana misâfir ol. Sonra hani ya ahyânen ziyâterlerine âzim olduğunuz Abdullâh Salâhî Efendi vardır. Ona git teslîm ol.” diye emr etmiş.

Zühdü Efendi, üç gün müsâferetten sonra İstanbul’a âzim olur. Yanına kitaba müteallık bir şey almaz. Hz. Salâhî ise, yanındakilere "Yahu bize ara sıra Nazilli’den Muhammed Efendi isminde biri gelirdi, görüşürdük. Şimdi o geliyor. Haydi karşılayınız.” buyururlar. Karşılarlar.  Derhâl huzûr-ı Hz. Şeyh’e gelir teslîm olur.

Yedi sene ikmâl-i sülûk eder, hilâfet alır. "Zühdî" lakabıyla telkîb olunur. Nazilli’de neşr-i feyz-i tarîkata me’mûr edilir. Tarîk-ı Uşşâkî’yi o havâlîde neşre sebeb olurlar. Nazilli’de medfûn ve rahmet-i Hakk’a makrûndur. Müşârünileyhin iki halîfesi vardır. Biri Nazilli’ye altıbuçuk sâat mesâfesi olan Kara(ca)sulu Süleymân Rüşdü Efendi, dîğeri ise mahdûm-ı mükerremleri Ali el-Gâlib el-Vasfî hazretleridir. Süleymân Rüşdü Efendi vaktiyle derebeylerinden imiş. Fakat Şeyh Muhammed Zühdî hazretleri onu her şeyden geçirmiş, rütbe-i kemâle eriştirmiş, erenler katarına katmıştır.

Müteahhirîn-i meşâyıh-ı Uşşâkıyye’den Tâlib-i İrşâdî, müşârünileyh hakkında Dîvân’ında terâne-senc-i medh olmuştur.

      Âsitânın olsa çârûbu yüzüm Zühdî Dedem

      Hâk-pâyın tûtiyâ itse gözüm Zühdî Dedem

      Zâtına müştâk olaldan yanmışım kül olmuşum

      Âlem içre savrulur durmaz tozum Zühdî Dedem

             

Şâh Muhammed Zühdî gibi reh-nümûnum var benim” fahriyyesiyle dem-sâz olan Hz. /268/ Rüşdî’nin kemâlât-ı ârîfânesi yüksektir. Seyr ü sülûka ve silsile-i Uşşâkıyye’ye dâir iki eserini mütâlaa ettim. Her ikisi manzûmdur. Sülûka müteallık olan eserin ilk beyti, "Sâlik-i müştâk isen Allâh’a sen" diye başlar, bir çok hakâyıktan bahs eder. Gayr-i matbû'dur. Müretteb dîvânları var imiş, göremedim. Lâkin bir çok manzûmelerini mütâlaa ile karîrü’l-ayn oldum. Bir kaçını nakl ediyorum.

      Ey gönül kesretden el çek ehl-i Hakk’ın râhı bir

      Anla ‘illâ veche’ remzin kıl nazar-ı dîdârı bir

      Sil gönülden mâ-sivâyı vahdetin şehbâlı bir

      Gir muvahhid bezmine hem anla her bir dârı bir

      Dört kitâb nüsha yedi fen on iki esrârı bir

      Gûşe dört iklim yedi râh on iki mi’mârı bir

                                               *     *     *

      Sana virmişdim ikrârı Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Seninle buldum esrârı Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Beni dûr itme bâbından cemâl-i mihr-i tâbından

      Okut hüsn-i kitâbından Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      İderim senden istimdâd yol oldukça kim neşân

      Sen eyle müşkilim irşâd Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Senin vechinde Hak gördüm lebinden câvidân buldum

      Seni ikrâr idüp durdum Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Yed-i beyzâsı Mûsâ’nın dem-i ihyâsı Îsâ’nın

      Ki sensin kutbu devrânın Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Muhammed’den durur mâyen tükenmez haşre dek sâyen

      Misâl-i arş u kürsî âyen Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Bize eltâf-ı Rahmân’sın ten içre gizli sultânsın

      Aceb sırrımda pinhânsın Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Bu devrânın senin şevkın gönülde yer tutan zevkın

      Meded isterler uşşâkın Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Beni hasret ile yakma firâkın nârına atma

      Celâlin birle yan bakma Muhammed Zühdi yâ şeyhî

      Yolunda aşkına cân içre câna erişmişdi[54]

      Senden himmet diler Rüşdü Muhammed Zühdi yâ şeyhî

                                               *     *     *

      Da'vetim var zâhidâ meydân-ı aşka gelmeli

      Cild-i gafletden çıkup üryân-ı aşka gelmeli

      Cân u dilden gûş idüp irfân-ı aşka gelmeli

      Gelmeli şâhım diyu sultân-ı aşka gelmeli

      Anlayup aşk hikmetin dîvân-ı aşka gelmeli

     

      Vâdi-i zühdü geçip gel aşk ile  cân bulmaya

      Ma'rifet kesb eyleyip ikrâr u îmân bulmaya

      Cümle eşyâda  hîcâbsız sırr-ı cânân bulmaya

      Nefs ü rabbı anlayup esrâr-ı irfân bulmaya

      Bî-tevakkuf cân atup cânân-ı aşka gelmeli

      Mâsivâyı cân u dilden bilmeyen Âdem midir

      Cân verüp cânân-ı aşkı bulmayan Âdem midir

      Men araf dersin bu demde bilmeyen Âdem midir

      Bezm-i aşka va’d edip de dalmayan Âdem midir

      Anlayıp bu neş’eyi insân aşka gelmeli 

      Bildiğin terk eyleyüp kim bilmeli bilmişleri

      Bezm-i vahdetde vücûd-ı vâhidi bulmuşları

      Fehm idüp bu aşkı hem ol yâra yâr olmuşları

      Anla sultânım bu demde hoş-şikâr olmuşları

      Yâr olup onlar eliyle yârân-ı aşka gelmeli

/269/              Gûş idüp bu Rüşdi’nin mantûk-ı gevher-bârını

      Cân u dilden fehm idüp bu nükte-i güftârını

      Taht-ı bâde fark idüp ol noktanın esrârını

      Görmek istersen güzel cânânımın dîdârını

      Baş açık yalın ayak dîvân-ı aşka gelmeli

Dîğer:

      Göründü nûr-ı zât-ı Kibriyâ gül yüzlü mâhımda

      Açıldı kenz-i lâ-yefnâ şeker-baht-ı siyâhımda

      Seçildi hikmet-i ma’nâm ser-i devlet-nigâhımda

      Bilindi nokta-i vahdet rumûz-ı kıble-gâhımda

      Yazıldı nakş-ı ‘Kerremnâ’ ser-i devlet-külâhımda

      Bi-hamdi'llâh sarâ-yı devlete dâhilden olduk biz

      Cemâl-i yârı her yüzden gören kâbilden olduk biz

      Bu demde himmet-i yâra iren nâilden olduk biz

      Huzûr-ı dergeh-i şâha varan vâsıldan olduk biz

      Ne serler gördü âşıklar benim bu seyr-gâhımda

      Bizim varlığımız varı senin kadr-i azîmindir

      Hatâ vü zellemiz afv eylemek şân-ı kerîmindir

      Bu nutku var iden bizde yine emr-i rahîmindir

      Kamu şerh u beyân itdiğimiz  lutf-ı amîmindir

      İnâyet genc-i bî-pâyân durur pâdişahımda

      Aceb mi  mazharım unvânını cüz'î beyân etsem

      Hudâ’nın lutfunu tergîb içün sırrı ıyân itsem

      Leb-i hâmem zebâna geldiği mikdâr nişân etsem

      Aceb varlık mıdır dostum beyân-ı hâl u şân etsem

      Açılsa gonca-veş bâğ-ı visâl-i cân-gâhımda

      Söz oldun söyledin yâra  zebân-ı sırr-ı Âdem’de

      Göz oldun gözledin noksânımı ecsâm-ı âlemde

      Duyarsın sırrımı vârid olan atvârımı demde

      Zuhûrun sırrına Rüşdî irişdi nakd-i Meryem’de

      Muhammed nûrunu Haydar beyân etdi  penâhımda

 Süleymân Rüşdî hazretleri Nazilli havâlîsini efeliği zamânında tirtir titretirken hidâyet-i ilâhiyye erişerek, azamet-i ilâhiyye karşısında kendisi tirtir titremeye başlamıştı. Derebeyliği zamânında isti'mâl ettiği Yatağan bıçağını, palasını, tüfeğini odasında oturduğu yerin duvarına asmış, kendine intisâb eden efeleri de yola getirip, sa’y u mücâhedede tekâsülü görülenlere karşı makâm-ı tehdîdde eslihaya sarılıp, mürîdlerini  ihâfe eylediği mervîdir.

İzmir muhassılı Lütfü Efendi Hz. şeyh ile çok uğraşmıştır. Her Mûsâ’nın bir Fir’avn’ı olur, müşârünileyhin Fir’avn’ı da Lütfü Efendi imiş. Vaktiyle, şîrler pençe-i kahrından lerzân olurken, Hz. Rüşdî'de eski haller kalmadığından Hz. Rüşdî birkaç def'a mahall-i âhara bir def'asında da Kayseri’ye nefy etmişler, hattâ Kayseri’de iken bir nutuk inşâd buyurmuşlardır. Ve bunda vak’a-yı nefyi tafsîl etmişlerdir.

Şöhretleri bidâyeten "Semiz-zâde Süleymân Bey" imiş. Rüşdî, tarîkat mahlasıdır.  Sonraları "Süleyman Rüşdî"  /270/ diye şöhret buldular.

Sultân Mahmûd-ı sânî Bektâşileri ifnâ eylediği zamân Süleymân Rüşdî hazretleri hakkında da ba'zı mertebe müftereyâtta bulunmuşlar. Bunun üzerine Server Paşa’nın kayın pederi Halîl Paşa vâsıtasıyla  İstanbul’a da'vet olunmuşlardı.

Da'vet-i pâdişâhîye icâbetle İstanbul’a gelip, Fındıklı’da sâkin olmuş ve Eyüp’te Rami Kışlası civârında Hz. Padişâh ile  mülâkât etmiştir.  Nezd-i şâhâneye gâyet lâubâli bir sûrette dâhil olduğunda muhâtabının pâdişâh-ı zamân olduğunu henüz bilmiyorlardı. Sultân Mahmûd, hattâtlığından, ata biniciliğinden, ok atıcılığından bahs ederek zeyn-i kelâm ile pâdişâh olduğunu  beyân ile gûyâ Hz. Şeyh’i lâubâlilikten  ferâğata teveccüh eylemişler ise de, “Padişâhım! Bahs ettiğiniz evsâftan sormazlar. Siz bir çobansınız. Sürünüzden mes'ûlsünüz. Onu sorarlar Ona dikkat et.” diye ma'rûzâtta bulunup, huzûrdan çıktığında atiyye vermek istemiş ise de kabûl eylememiş, pâdişâhın mazhar-ı takdîri olmuş ve hürmeti artmıştır. Temalluka ve sûrî merâsime taraf-dâr olmadığını pâdişâha anlatmıştır. Muazzezen memleketine avdet buyurmuşlardı.

 

İrtihâllerinden evvel şu iki manzûme-i târîhiyyeyi kendileri inşâd buyurmuşlardır:

      İrciî’ emri sımâh-ı câna geldi ez-Hudâ

      Der-akab itdim sefer kande diyu ol hûb-edâ

      Rahmet-i feyz-i ilâhî bendeye rehber olup

      Dest-gîrim oldu bî-şek nûr-ı zât-ı Mustafâ

      Dergeh-i pâk-i rızâya ben de rû-mâl olmuşum

      Hamd ola arz-ı cemâl itdi cemâl-i kibriyâ

      Sundu bir câm-ı muhabbet sâki-i dest-i ecel

      Mest-i Bâkî olmuşum fevt oldu zann itmen bana

     

      Menzil-i dâr-ı fenâdan fâriğ oldum hâsılı

      Mesken-i pür zevk ü şevk oldu bana dâr-ı bakâ

      Rahmet ile yâd idenler Şeyh Süleymân Rüşdi'yi

      Rahmet ü ihsân ide Rabbim teâlâ dâimâ

      Fevtimin târîhini geldi yediler didiler

      Rüşdi yâr-ı cân ile cânân ile eyle safâ

      (رشدى يار جان ايله جانان ايله ايله صفا) = 1250/(1834)[55]

Dîğer:

 

      ‘İrciî’ fermânını Hak'dan bana

      Hatt-ı kudretle yazup sundu kader

     

      Ola da'vet bir kula ez dûstân

      Kâni' olmakdır ne ise mâ-hadar

      Râh-ı Hak'da âşık-ı dîdâr olan

      Câm-ı vaslı  dest-i cânândan içer

      Tâlib olmuş cânı cânân nidelim

      Âşık olan cân ile serden geçer

      Rıhletim târîhini yazdım didim

      Kıldı Rüşdî âh diyu yâra sefer

                                                                       ) قيلدي رشدي آه ديو ياره سفر (

Süleymân Rüşdî hazretleri tarîk-ı Uşşâkî'ye şeref veren ricâlu'llâhtandır. Silsile-i tarîkat, âtîde tercüme-i hallerini yazacağım Ali Gâlib Vasfî hazretlerinden yürümüştür. (Kaddesa’llâhu esrârahüm)

/271/ Şeyh Ali Gâlib Vasfi Efendi

Şeyh Muhammed Zühdî Efendi halîfesidir ve mahdûm-ı necîbidir. Nazilli'de gehvâre-zîb-i âlem-i şuhûd olmuştur. Tahsîli pederlerindendi. Âlim, fâzıl bir zât-ı âlî-kadrdir. Zâhiri, bâtını ma'mûr ricâlu'llâhtandır. Târîh-i velâdetleri 1146/(1733) târîh-i irtihâlleri 1266/(1850) senesine müsâdif olup, ömr-i şerîfleri yüzyirmidir. Kırkdört sene müftülük hizmeti îfâ etmiş ve âlem-i mükâşefede Fahr-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve selem) efendimiz hazretlerinin dâimâ huzûrunda bulunmaya mazhar olarak verdiği fetvâları dâimâ Rasûl-i Ekrem efendimize evvelden arz eder ve müsâade-i seniyye-i nebeviyyeyi istihsâl ettikçe verdiği, menkûlâttan bulunmuştur.

Bir gün Nazilli'de iken mahdûmuna emr eder ki, "Eşyâmızı hâzırlayınız, Hicâz'a niyet ettik." Bunun üzerine  eşyâsı hâzırlanır, âdet-i belde memleket halkına i'lân olunur. Sâir huccâcın yaptığı gibi şehir hâricinde bir mahall-i mahsûsta şehir halkına ziyâfet verilir. Herkesle vedâ' olunur. Bu sırada mahdûmuna hitâben: "Oğlum eşyâmızı topla, Hicâz'a gidemeyeceğiz. Kasabaya avdet edeceğiz." buyururlar. Mahdûmları âti't-tercüme Tevfîk Efendi, "Aman babacığım! Nasıl olur kasaba halkına karşı bu şekil pek çirkin gelir. Ferâgat buyurulmamış olsa pek isâbet olmuş olacak." diye ma'rûzâtta bulunmasına karşı, "Halkın edeceği güft u gûya kulak asma. Rasûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin  emr-i celîl-i Muhammedîleri bu merkezdedir." buyurup, avdet husûsunda ısrâr buyurmuşlardır. Hâlbuki bu sırada dest-i sâkî-i ecelden şarâb-ı mevti nûş etmeleri mukarrer imiş. Fi'l-hakîka öyle oldu. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Hulefâ-yı Uşşâkıyye'den Gâlib Bey'in nakline göre, hulefâsından Köylü Muhammed Dede Hicâz'a gider. Medîne-i Münevvere'ye geldiği zamân Ravza-i Mutahhara'da esnâ-yı ziyârette bir zât Muhammed Dede'nin Nazilli'den geldiğini haber alınca, azîzi Ali Gâlib Vasfî'ye takdîm olunmak üzere bir mektûb verir. Muhammed Dede, “Azîzim Nazilli'den dışarı çıkmış bir kimse değildir. Siz onunla nerede görüşdünüz, ahbâb oldunuz?” diye sorunca o zât, "Müşârünileyhin haftada iki gece huzûr-ı saâdette bulunduğunu." söyler.

Muhammed Dede, azîzinin kemâlâtına esâsen vâkıf olup, bunun ehl-i beldeye bir eser-i kerâmet olacağına îmân ederek mektûbu hâmilen avdetinde azîzine arz-ı keyfiyyet eylemiş, mektûbu takdîm etmiştir. Azîzi gülümseyerek bu işin kendinde sır olarak kalmasını emr edip, intikâlinden sonra Muhammed Dede tarafından işâa olunmuştur.

İrtihallerinde Büyük Kabristan'ın ortasına defn olunmuş. Evvelce azîz-i müşârünileyhi ziyâret emeliyle başka kasabadan bir âşık Nazilli'ye gireceği sırada mezâristânın orta yerinde Hz. Şeyh'i oturuyor görür. Yanına gider, elini öper, müşerref olur. Oradan kasabaya dergâha gelir, keyfiyyeti anlatır. Hâlbuki irtihâlinden haber-dâr değildi. Herkes mütehayyir olur. Şeyhine bir kat daha hürmet muhabbet gösterir.

Bu yolda menâkıbı çoktur. Tarîk-ı Uşşâkî'ye şeref vermiş erlerdendir. /272/ Arabî, Fârisî, Türkî eş'ârı ve bir de külliyyâtı vardır. Külliyyâtını Şeyh Muhammed Emîn Efendi cem' ve tahrîr eylemiştir.

Latîfe:

Sâlim Baba nâmında bir zât ızhâr-ı kemâlât maksadıyla Hz. Şeyh'e şöyle bir fahriyye göndermiş:

Alleme'l-esmâ’ya her dem mahremim ben sen nesin

Vird iderler dilde ism-i a'zamım ben sen nesin

Zât-ı pâk-i mutlakım nâm u nişânım nâ-bedîd

Âşikâra vü hafâya a'lemim ben sen nesin

Tâc-ı kerremnâ ile oldum mükerrem tâ ezel

Ol sebebden râh-ı Hakk'a olmuşum ben sen nesin

Zâhiren nâs arasında  oldum ammâ mübtezel

Lîk sîretde kamudan ekremim ben sen nesin

Yanmadım nârına Nemrûd'un Halîlullâh olup

Söyledim bin bir kelâm Tûr'a Kelîmu'llâh olup

Kâbe kavseyne İrişdim hem Habîbu'llâh olup

Mürde ihyâ eyledim Îsâ demim ben sen nesin

İlm-i eşyâ ilm-i sîmyâ keşf olupdur hufyeten

İlm-i teshîrât bildim vefk u tencîm cümleten

Lîk girdim gûşe-i vahdetde  şimdi uzleten

Vaktin Eflâtûn'uyum  hem nâdirim ben sen nesin

Feyz-yâb oldum tarîk-ı hâne-dândan ey püser

Mâ-sivâyı terk idüp kıldım alâyıkdan güzer

Hâl-i aczimden sorarsan Sâlim'in zâhid eğer

Bir kemîne kemterim kemden kemim ben sen nesin

Tevhîd-i Zât neş'esiyle söylenen bu nutk ile âtîdeki cevâb hakkında birden bire mütereddid bir vaz'iyyete düşmekten ise inşâa'llâh o neş'e-i ma'nânın tecellîsine intizâren ihtiyâr-ı sükût eylemek ve kemâlât-ı insâniyyenin hakîkatına vuslat ni'metini Hz. Vâhibü'l-âmâlden istemek lâzime-i âdâbdandır. Şeyh Ali Gâlib Vasfî buna Nazilli şîve-i lisânıyla ve bi-hakkın tevhîd-i Zât neş'esiyle cevâb veriyor. "Bilmemin?", "Bilmez misin?" demektir. Nazilli lisânıdır.

          Pâdişâh-ı on sekiz bin âlemim ben bilmemin

          Taht urup eflâk-i bî-keyf ü kemim ben bilmemin

          Ben azîmü’ş-şânım itdim yoktan ızhâr âlemi

          Cümleden ey zâhidâ yâ akdemim ben bilmemin

         

          Bir nefesle âleme ser-tâ-kadem virdim hayât

          ‘Kün’ didim bu devre ne kesb nitdi bâğ-ı kâinât

          Emrime râm olmamak mümkün değildir mümkünât

          Hâlık-ı tâk-ı sipihre muhkemim ben bilmemin

          Eyledim gül-şen Halîle âteş-i Nemrûd'u ben

          Görmedi tûfân-ı Nûh’u kudretimle pîre-zen

          Kıldım ihyâ üstühân-ı hurde vü sad mürde ten

          Âleme cân bahş iden sâhib demim dilim bilmemin

          Ben değilmim sen sana akdem firâvân  eyleyen

          Tab’ını mevzûn idüp iş’âr ihsân eyleyen

          Ben değilmim sen gedâyı hân u hâkân eyleyen

          Kâşif-i esrâr-ı kenz-i mübhemim ben bilmemin

          Hamdü li'llâh hâk-pâ-yı râh-ı Uşşâkî menem

          Berk-i yâr ârzû olmazsam dünyâda ne gam*

          Künc-i istiğnâda Vasfî-i fakîrin ey dedem

          Bir pula dünyâyı virmiş âdemim ben bilmemin

/273/ Na’t-ı Şerîf:

          Bilâ-şek hâk-pâyın kîmyâdır Yâ Rasûla'llâh

          Uyûn-ı âşıkâna tûtiyâdır Yâ Rasûla'llâh

          Günâhım olmasa mânend hezârân kûh-ı kâf-âsâ

          Nigâhın olsa bir dem hep hebâdır Yâ Rasûla'llâh

          Behişt-i heşti tezyîn eyleyen nûr-ı zuhûrundur

          Ziyâsı nûr-ı zâtından nümâdır Yâ Rasûla'llâh

          Azâb-ı dûzahı çekmez sana ümmet olan âdem

          Fe-terdâ sana Hak’dan bir atâdır Yâ Rasûla'llâh

          Ümîd-i Vasfi-i âciz kapında bende olmakdır

          Ki baş u cân sana ancak fedâdır Yâ Rasûla'llâh

                                  *    *     *

          Hayâl itme kabâ-yı hüsnü her bir sîm-ten geydi

          Anı âlemde ancak Yûsuf-ı gül-pîrehen geydi

          Muhabbet bir hakîkat câmesidir sûfîye bi'llâh

          Kabâ-yı zühd ü takvâyı ser-â-pâ çâk iden geydi

          Vasıl bir hil’at-ı nûrâni iken geymedi kimse

          Hecir bir âteş efserken aceb âşık neden geydi

          Safâdır bu libâs-ı nev iden terk-i sivâ geydi

          Cefâ bir köhne hil’atdır gelen geydi giden geydi

          Muanven bir abâdır ayn u zevk ey dil bu âlemde

          İden çâk-ı girîbân atlas-ı çerh-i kühen geydi

          Muhakkak hulle-i in’âm-ı Bârî’dir visâl-i yâr

          Kamu âlemde varım herkese yağma diyen geydi

          Hakîkat zâhidâ bir kisve-i nûr-ı ilâhîdir

          Be-hakk-ı Kibriyâ sen geymedin ammâ giyen geydi

          Beğenmezken harîr-i atlas-ı gerdûnu ehl-i hırs

          Neden âhir zarûrî ihtiyâr itdi kefen geydi

          Serin hâk-i der-i meyhâneye vaz' eyle ey Vasfî

          Kabâ-yı şevk-i zîbâyı ona ta'zîm iden geydi

                                  *    *     *

          Gönül bir şâh-râh-ı kibriyâdır

          Gönül bir mevsıl-ı sırr-ı Hudâ’dır

          Gönül sahrâ-yı iklîm-i vefâdır

          Gönül meydân-ı âlî cân fezâdır

          Gönül bir kişver-i bî-müntehâdır

          Gönül bir mahzen-i ilm-i  ilâhî

          Gönüldür bir kitâb-ı pâdişâhî

          Gönüldür şerh iden zâtı ke-mâ-hî

          Gönüldür gösteren cânâna râhı

          Gönül bir muktedâ-yı enbiyâdır

          Gönüldür bir sarâ-yı zât-ı bî-çûn

          Gönüldür dergeh-i pîre diger-gûn

          Gönüldür lâ-cerem beyt-i hümâyûn

          Gönül sahnında lâ-şey’ sahn-ı gerdûn

          Gönül arş-ı muallâdan ulâdır

          Gönüldür mesned-i erbâb-ı hâcet

          Gönüldür pîşvâ-yı ehl-i tâat

          Gönüldür kıble-i dîn-i saâdet

          Gönüldür mescid-i nûr-ı hidâyet

          Gönül bir mustafâ nûr-ı hüdâdır

          Gönüldür Vasfiyâ şehr-i hakîkat

          Gönüldür taht-gâh-ı sırr-ı tarîkat

          Gönüldür mahrem-i sırr-ı şerîat

          Gönül burcunda vasfı kıl meşîhat

          Gönül bir mecma’-ı âl-i abâdır

Kitâbe-i seng-i mezârı:

Nazilli’de kırkdört sene müftü olan ve Hüsâmeddîn-i Uşşâkî tarîkından bulunan es-Seyyid eş-Şeyh Ali Vasfî Efendi hazretlerinin rûhuçün el-Fâtiha – 1266

Şeyh Muhammed Tevfîk Efendi

Şeyh Ali Gâlib Vasfî’nin hem oğlu, hem talebesi, hem de mürîdidir.[56] Hilâfeti pederindendir. Nazilli’de doğmuştur. İrtihâli de buradadır. Pederlerinin yerine müftü olmuştu. Pederleri hâl-i ihtizârda iken ileride müftülük  makâmına geçtiklerinde mazhar-ı feyz olması için duâ talebinde buyunan Tevfîk Efendi’ye, “Oğlum! Kırk dört senedir müftülük hizmeti îfâ ediyorum. Hz. Rasûlulah  efendimizden istiftâ etmeden bir fetvâya tasaddî etmedim. Müftülük  pek zordur. Cenâb-ı Hak muînin olsun.” diye duâ ve hüsn-i nazar buyurmalarıyla Tevfîk Efendi’de bâb-ı feyz açılmış o dahi eser-i pedere iktifâ eylemiştir. Hem ulemâdan hem de meşâyıh-ı urefâdan idi. Kabr-i enverleri Muhammed Zühdî hazretlerinin kabirleri yanında Nazilli’dedir. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Şu nutuk kendilerinindir:

          Anladım hikmet neden olmaz gönül gamdan berî

          Tâlib-i hüzn olmak ister nâr-ı aşka müşterî

          Derd ile gamdan safâdan gönlümün pervâsı yok

          Sanki iklîm-i belânın Hüsrev ü İskender’i

          Âh u vâhı âdet itmiş  rûz u şeb eyler figân

          Kendini hüzne safâ sanmış bu gam hâhişkeri

          Neşve-i câm-ı cem' olsa istemez gönlüm yine

          Külbe-i ahzâna vâsıl olduğu günden beri

          Şâh-ı aşkın dest-i feyzinden kadeh nûş eyledim

          Öyle mest oldum ki çeşmim görmüyor hiçbir yeri

          Ağlayup yanmak sezâdır kalb-i sevdâ-hâhıma

          Çünki oldu merhametsiz bir perînin çâkeri

          Görseler erbâb-ı vicdân merhamet eyler bana

          Sîne-i hüznümde açdı yara sevdâ hançeri

          Olmasın aslâ mükedder hâtırın Tevfîk-ı zâr

          Vâdi-i zulmâna düşmüşü Hızır’dır rehberi

Müşârünileyhin Mustafa Fethi ve Ömer Hulûsî nâmında iki muhterem halîfesi vardır.

Şeyh Mustafa Fethî Efendi

Muhammed Tevfîk Efendi’nin mazhar-ı feyzi olmuş ricâlu'llâhtandır. Tahmînen 1208/(1793-94) senesinde Aydın civârında Bozdoğan’da doğmuş, 130 sene kadar muammer olup, 28 Kânûn-ı evvel 1338/(1922) ve 9 Cemâziye’l-evvel 1341 târîhine müsâdif Perşembe günü âlem-i cemâle intikâl eylemiştir. Tahsîli Bozdoğan’dadır. Bidâyeten tarîkat-ı aliyye-yi Nakşıbendî-i Hâlidî meşâyıhından bir zâta intisâb edip, hilâfet almıştır. Sonra âlem-i ma'nâda bir gece kendilerine, “Nazilli’ye git, orada abdest al.” diye bir ihtâr-ı ma'nevîde bulunulur ve bu rü'yâ üç def'a tekerrür eder. Bunun üzerine yaya olarak Nazilli’ye gelir, Muhammed Tevfîk Efendi’ye mülâkî olur. Sebebini anlatır. Muhammed Tevfîk Efendi, “Efendim ilminiz var, hilâfetiniz var, tekrâr intisâba hâcet yoktur.” derse de ilhâh eder. “Öyle ise yeniden bir abdest al gel.” diye emr eder. Sırr-ı rü'yâ bu sûretle nümâyân olur. Şeyhine âşıkâne medhiyyeler yazmıştır.

Müşârünileyhe mülâkî olan Şeyh Gâlib Bey’in îzâhına göre vasatu’l-kâme, vecîhü’n-nazar, hoş-sohbet, orta sakallı olup fes üzerine sarık sararlar imiş. Kendileri /275/ ilm-i zâhirde de mütebahhirînden olduklarından maddî ma'nevî neşr-i füyûzât eylemişlerdir. Bozdoğan’da yirmi dört odalı bir medresesi ittisâlinde bir câmi'-i şerîfi ve onun yanında da tekkesi vardır. Câmi'-i şerîfin cidârları Hz. şeyh’in sânihât-ı âşıkânelerinden olan nu'ût-ı şerîfe ile müzeyyendir. Talebe-i ulûm ve dervîşân her gün zülâl-ı irfânlarından hisse-mend olurdu. Bozdoğan’a talebe-i ilm ü irfân için gelenlerden ilm-i zâhirden hisse-mend olmak için medreseye; ilm-i bâtından zevk-yâb olmak için tekkeye devâm ederlerdi. Cem'iyyet-i dervîşân ile zikr-i şerîf ve icrâ-yı âyîn-i latîf olunur imiş.

Kula kasabasında ve son vakitlerde Bozdoğan’da  müftülük eylemiştir. Sünûhât-ı âşıkâneleri pek vâsi’ ve zengin olup birkaç dîvân teşkîl edecek derecededir. Müretteb dîvânından fazla birkaç torba dolusu eş’ârı olduğunu re’sü’l-ayn müşâhede eden Gâlib Bey nakl eylemiştir. Bir Âşıkın Seyrânı diye cidden güzel bir lisân, ârîfâne bir beyân ile yazılmış risâleleri vardır. Seyr ü sülûka dâir ayrıca bir risâleleri var imiş.

Eş’ârından:

           

          Ey ehl-i taleb bak bize kim kıble-nümâyız

          Her kandedir ol mazhar-ı esrâr-ı hüdâyız

         

          Sen ben ne demek cümlesi mahv oldu ser-â-pâ

          Her yüzde tecellîsi göründükde fenâyız

          Biz aşk ile dil-suhteleriz mezheb-i aşkda

          Cem'iyyet idüp ders-i arefde ulemâyız

          Hiç gayrı değil cümle odur cümlesi bizde

          Biz câmiu’l-esmâ olan ol ehl-i amâyız

          Biz yek-dil ü yek-hâl olup sırr-ı ezelde

          Yek haddede merbûb olan erbâb-ı safâyız

          Nefsile ne hâcet bilinir kalbe nazarla

          Yek-dîğerimiz rabt ile bir nokta-i bâyız

          Ebced okuduk ahsen-i takvîme gelince

          Bildik hele Fethî biz o mir'ât-ı Hudâ’yız

                                               *     *     *

          Gir tarîk-ı aşka ey dil aslını zâtında bul

          Taşra bakma hâlıkı sen kendi mir'âtında bul

          Sırr-ı esmâdan urûc it seyr-i Hakk’a vâsıl ol

          Kâbe kavseyn sırrını sen sırr-ı sâdâtında bul

          Len-terânî perdesinde kalma gel zâhid gibi

          Bu hıtâbın sırrını kendi hayâlâtında bul

          Görmenin imkânı yok sanma gözün aç bak bana

          Sendedir Tûr-ı tecellî levh-ı âyâtında bul

          Kenz-i mahfîsin nümâyân olduğunda şübhe yok

          Hak cevâb istersen ey Fethî hep âyâtında bul

                                               *     *     *

          Verd-i rûhsârın gören şeydâ olur âlem bu ya

          Âh u efgâna düşer gûyâ olur âlem bu ya

          Sînesin çâk eyleyüp başın çeker halkdan yana

          Terk ider nâmûsunu rüsvâ olur âlem bu ya

          Hûb cemâlin nakşını bir kez temâşâ eyleyen

          Aşkla sermest ü bî-pervâ olur âlem bu ya

          Şîve-gersin çün elinden nâ-tüvân âşıkların

          Ol kadar dûçâr-ı istiğnâ olur âlem bu ya

 

          Gam yeme Fethî murâdın bir gün elbette senin

          İstediğinden dahi a’lâ olur âlem bu ya

                                               *     *     *

        /276/   Mâh-ı tâbân isterim mâh-ı hilâli neylerim

          Ben cemâl-i yâra meftûnum celâli neylerim

          Fakr ile fahr eylerim âsûde kalmak isterim

          Kenz-i aşka mâlikim ben başka mâlı neylerim

          Dîde pür-nem dilde gam dehşetli hey hey na’ralar

          Rûz u şeb budur enîsim başka hâli neylerim

          Câhidim nefsimle her dem kahramânım kahramân

          Tâc-ı kerremnâyı giydim zîb ü şâlı neylerim

          Bir o bir ben bir de nây u sûz u sâz u dem yeter

          Fethi’nin fikri budur başka kemâli neylerim

                                               *     *     *

          Şehâ dünyâda insân birbirin imdâd lâzımdır

          Fitîl-i şem’ayı  elbette bir îkâd lâzımdır

          Hudâ esbâba ta’lîk eylemiş bi’l-cümle eşyâyı

          Husûsan nev’-ı insân birbirin irşâd lâzımdır

          Nazar kıl mekteb-i irfâna istikmâl içün söyler

          Zavâhirle bevâtın bilmeye üstâd lâzımdır

          Terakkî-i maârifle olur i’mâr-ı mülk ammâ

          Erenlerden velî imdâd istimdâd lâzımdır

          Tefeyyüz yolları rûşen ülü’l-ebsâra ey Fethî

          Velâkin kâbiliyyet sa’y u gayret-dâd lâzımdır

                                               *     *     *

          Bilmezsin Efendim ki bu kemterde neler var

          Gencîne-i gönüldeki ezberde neler var

          Da'avât-ı reşâdet sana bir vechile şâyân

          Açtırma benim ağzımı mızmarda neler var

          Elfâzı bırak anla nedir dürr-i maânî

          Tedkîk-i hurûf eyle bu defterde neler var

          Sen sûreti tezyîn idemezsen ayıb olmaz

          Ben sîretini yokladım anbarda neler var

          Halk içre cünûn şöhretim olduysa da Fethî

          Karşında şu Leylâ gibi dil-berde neler var

                                               *     *     *

Açık meyhânemiz vardır içen gelsin bu meydâna

Olup hüşyâr-ı aşku’llâh metânet virin îmâna

Tevâcüd eyleyüp ruhu çağırsın na’ra-i Hû Hû

Tutup dest-i tefeyyüz sıdkıla girsin bu meydâna

                      *     *     *                              

          Kesmezem ümmîdi senden ey şefâat ma’deni

          Sensin Allâh’ın habîbi sırr-ı lâhût mahzeni

          Ey livâü’l-hamdinin sâhib-kırânı Mustafâ

          Merhamet kıl tut elimden al götür Hakk’a beni

          Mücrimim ammâ ümîdim kesmezem senden ebed

          Salmazam aslâ elimden ey Hudâ’nın dâmeni

          Cennet ü gılmân u hûra aldanup kalmam ebed

          Hak cemâlin bana besdir kalbim anın rûşeni

          Haşr-ı kübrâda bana sen ümmetim dirsen yeter

          Nîm-nazar kıl Fethi’ye kanda olursa meskeni

                                                           *     *     *

          Biz harâbât ehliyiz sağ u şimâli neyleriz

          Hırka-pûş-ı fâniyiz ol zîb ü şâlı neyleriz

          Câmiü’l-esmâdır Âdem kim şeyâtîn bilmedi

          ‘Semme vechu'llâh’ı gördük lâubâli neyleriz

          Mebde-i âlem Muhammed zübde-i Âdem’dir o

          Vâris-i irfânıyız başka kemâli neyleriz

          ‘Men reânî’ sırrını îmâ ider rûhsârımız

          Biz rasûl-i vahdetiz artık suâli neyleriz

          Kâle Fethî ci’tü yâ Ahmed lenâ bi’r-rahmeti

          Avnüke illâ aleynâ başka hâli neyleriz

Müşârünileyhin lisân-ı Arab üzere söylenmiş eş’ârı olduğu gibi ba'zan letâif vâdîsinde hakîkata dâir hoş-güftârâne söylenmiş gazellerine de müsâdif oldum. Ez-cümle bu onlardandır :

          Salâdır gelsin erbâb-ı hüner imdâda yangın var

          Tutuşmuş her taraftan nüsha-i kübrâda yangın var

          Duhânı göklere ağdı yanar heyhât adem şehri

          Yetiş gel ey tulumbacı bu şeb rü’yâda yangın var

/277/                Sadâ-yı tûb-ı âhımdan felekler lerze-nâk oldu

          Melâikler didiler hiç değil bâlâda yangın var

          Gel ey Fethî hemân kendin bu nâra yandı zannetme

          Hurûfa bir kulak vir ki kamu eşyâda yangın var

Bu gazelden maksad-ı nâzım şöyle münfehim olur ki:

Mertebe-i irşâda erdim, neş’e-i zât-ı ecellîsine uğradım. Hurûf u kelimât ve terâkîbden ibâret lafz u sûret mahv oldu. Nüsha-i kübrâ olan vücûdum için vücûddan eser kalmadı. Âteş-i tevhîd onu yaktı, dumanı göklere çıktı. Esâsen ademden addolunan şehr-i vücûd fânî oldu.  Seyr ü sülûkta mürşide rü'yâ söylenir, merâtib bilinir idi. Ey mürşid, artık benden böyle şey bekleme. Hepsi mahv oldu. Sadâ-yı âhımın şiddeti o mertebe ziyâde vâki' oldu ki felekler tirtir titredi.  Melâike hayrette kalıp, âlem-i bâlâda bir şeyler oluyor dediler. Ey Fethî! zannetme ki mahv olan senin vücûd-ı mevhûmundur. Hurûfu elfâz ile nâmları yâd olunan cümle eşyâ dahi envâr-ı tevhîd-i zât ile  müstehlike olmuştur. Var olan ancak Hz.  Allâh-ı zü’l-Celâldir.” demek istiyorlar. Kisve-i letâife bürünerek pîşgâh-ı ıttılâımıza çıkan gazelin hülâsatü’l-hulâsa mefhûmu Allâhu a’lem bu olsa gerektir.

Hulefâsı:

Şeyh Mustafa Sabri Efendi – Şeyh Mustafa Fevzi Efendi – Şeyh Hacı Süleymân Hakkı Efendi – Şeyh Muhammed Fahri Efendi – Şeyh Ali Neşâtî Efendi – Şeyh Ali Rızâ Efendi – Şeyh Muhammed Subhî Efendi – Hâfız Hasîb Seyfeddîn Efendi – Şeyh Ali et-Tevfîk Efendi – Şeyh Muhammed Zühdî Efendi – Şeyh Hüseyin Cemâleddîn Efendi ( Bu zât Hz. Şeyh’in mahdûmu ve câ-nişînidir.)

Şeyh Ömer Hulûsî Efendi

Kümmelîn-i meşâyıh-ı Uşşâkıyyeden’dir. Muhammed Tevfîk Efendi halîfesidir. Nazilli’de irşâd-ı nâsa me’mûr oldular. Bir târîhte İstanbul’u teşrîf ile, Uzun Çarşı’da Tanburacı Hanı’nda ikâmet buyurmuşlardır. Dervîşlerinden bir kısmı maiyyetlerinde bulunmuştur. İstanbul’da tarîk-i Uşşâkî indirâsa yüz tutmuş iken feyz-i ma'nevîlerinin te'sîriyle ihyâya muvaffak olmuşlardır. Nazilli’ye avdetlerinde yine irşâd ile meşgûl olup 1285 senesi şehr-i Cemâziye’l-evvel’inin ikisi ve 1284/(1868) senesi Eylül’ünün sekizinci Pazar günü âzim-i dâr-ı cemâl oldular. Vasiyetleri mûcibince Nazilli’de şehrin orta yerindeki kabristana defn olundular. Ahîren bu mezârlık sokağa kalb olundukta mürîdânı na’ş-ı şerîflerini ter ü tâze bularak ta'zîmât-ı lâyıka ile  Nazilli’deki Uşşâkî dergâhına nakl olunmuştur.

Damâd-ı muhteremleri Şeyh Muhammed Fahreddîn Himmetî tarafından söylenmiş olan manzûme-i târîhiyyedir:

          Mazhar-ı sırr-ı velâyet vâris-i fahr-ı cihân

          Mürşid-i kâmil mükemmil pîşvâ-yı vâsılân

         

          Bâğ-ı irfân içre ma’rûf Şeyh Hulûsî bağbân

          Bu makâmı Ka’betü’l-Uşşâk kıldı âsitân

          Râh-ı Uşşâkî’de yakdı Aydın ilinden çerâğ

          Tutdu âfâkı ser-â-pâ nûr-ı feyz-i ârîfân

          Oldu irşâd ile me’mûr yirmibeş yıl aşk ile

          Âb-ı hayvân kandı destinden nice bin âşıkân

/278/                            Bendegâna yâdigâr koydu mükemmel bir divân

                                    Mürde-dil ihyâsına bu rehnümâ-yı sâlikân

                                    Söyledim lâhûta azmin Himmetî târîh-i tâm

                                    Andelîb-i rûh-ı pâkin buldu vahdet-âşiyân

(عندليب روح پاكن بولدى وحدت آشيان) - sene 1285

                                               

Nutuklarından:

       Ey gönlümün şehrinde cevlân iden Allâh'ım

       Dil tahtının köşkünde mihmân iden Alâh’ım

       Mü’minlerin a’lâda bâkîlerin Tûbâ’da

       Her sırları eşyâda pinhân iden Allâh'ım

       Kâf dağını ünletdi gam yüklerin yükletdi

       Vîrânesin bekletdi dîvân iden Allâh'ım

       Pîrin izin izletdi özler özün özletdi

       Şâhım sana gizletdi seyrân iden Allâh'ım

       Şem’ın yakup pervâne bülbüllerin efgâna

       Gülgûne-i gülşene reyhân iden Allâh’ım

       Görürsün Hulûsî’yi hayretde vahdet gerek halvetde

       Da’vâsını kesretde unvân iden Allâh'ım

                                                           *    *    *

          Ol ne âfetdir vücûdu hâliyen ihfâdadır

          Menzili esfelde ammâ meskeni a’lâdadır

          Âriyetden âridir kesretde vahdet eylemiş

          Gövdesi ser-pâ-bürehne sûret-i zîbâdadır

          Söylemeden dinlemeden söyletüp dinletmeden

          Ağlamakdan gülmeden âyîne gibi sâdedir

          Ne gece gündüz olur ana ne ây u ne güneş

          Bu ne dağda ne bağ u sahrâda ne deryâdadır

          İsmi vardır cismi yok cismi vardır resmi yok

          Yemez içmez uyumaz oynamada âmâdedir

          Er durur avrat değil avratdurur er değil

          Bir sıfat olmaz muîn alleme’l-esmâdadır

          Ey Ömer her kim bilirse bu muammâ sırrını

          Başına teller sokunsun azmeden âzâdedir

                                               *    *    *

          Ey güzeller şâhı dilber hüsnün üzre ‘ve’d-duhâ

          Sadr-ı safhından münevver hak çekildi istivâ

          Zülfünün her bir telinden şu’lelendi âfitâb

          Kendi zâtı hem sıfâtı ayn-ı sensin evvelâ

          Yüzüne çekmişsin ey dil bunda yetmiş bin hicâb

          Câna cânân itmeseydi keşf idermiydi sana

          Sûreti Âdem sıfatın secdesi emr-i nikâb

          Mahv idüp ten mülkünü gör kim olupdur âşinâ

          Zâtı senden görmeyenler zâtını ayne’l-yakîn

          Aşr-ı isnân şehr şehrin şehresinde hel etâ

          Şeyh Hulûsî kenz-i istiğrâk içinde menzili

          Kudretinden hakkı isbât eyleyen sâhib-livâ

                                               *    *    *

          Şefâat kıl bize ihsân mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

          Gören hüsnün olur hayrân mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

          Cemâlinden gelen şemsin ziyâ verdi kamer zülfün

          Melek cin arz-ı insân-ı mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

          Ezelden feyz-i tevhîdi bulanlar lâ-mekân oldu

          Meded kıl dildedir îmân mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

          Tecellîni gören mestân olan bildi bu esrârı

          Bize ihsân olur Kur’ân mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

/279/           Mürüvvet ma’deni sensin iki âlemde Sultânım

          Hulûsî emrine kurbân mürüvvet Yâ Rasûla'llâh

Bu yolda nutuklarla dolu bir dîvânı vardır.

 

Bir gün azîzimin huzûrunda bahis Hz. Hulûsî’nin Dîvân’ına intikâl etmekle, “Efendim! Bir çok yerlerinde zâhir i'tibârıyla ma’nâ istihrâc olunamıyor. Şîve-i beyân i'tibârıyla insâna pek garîb beyitlere tesâdüf ediliyor. Gerçi hakâyıkı câmi' sözlerden teşekkül olduğuna îmânım varsa da pek o kadar zevk-âverâne hissiyyât altında kalınmıyor.” dediğimde, “Oğlum! Bu Dîvân şâirlik nokta-i nazarından hâiz-i ehemmiyet değildir. Lâkin makâmât nokta-i nazarından mühimdir. Bundan herkes müstefîd olamaz. Ondaki zevk-ı ma'nâya vusûl için nutkları ziyâdece tekrâr ile mütâlaa edip, şîve-i beyânını elde etmek lâzımdır. Ondan sonra feth-i ma’nâ zuhûr eder.” buyurdular.

Hâl-i rıhletlerinde hırkalarının cebinde bir nutukları zuhûr etmiştir ki son beyti budur:

          Şeyh Hulûsî seyr iderken arş u kürsîden öte

          Gel dinildi ferş içinde kaldı ol mihmân baba

Rıhletlerine işârettir. Makâmât-ı âliyeye mazhar olmuş meşâyıh-ı kirâm–ı Uşşâkıyye’dendir. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Şeyh Hüseyin Hakkı Baba

Tahmînen 1227/(1860) senesinde İzmir’de Kasaba’da yahut Turgutlu nâm beldede dünyâya kadem-zen olmuştur. Yetmiş sene muammer olup 13 Zi'l-hicce 1297/(17 Ekim 1880) târîhinde âlem-i Cemâl’e göçmüştür. Urefâ-yı Uşşâkıyye’den olup, Şeyh Ömer Hulûsî hazretlerinden müstahleftir. İstanbul’a teşrîflerinde halîfeleri Şeyh Emîn-i Tevfîkî Efendi’nin Samatya’da İmrahor’da kâin dergâhlarında  misâfir olmuşlardır.

Az köse sakallı, vasatü’l-kâme, hafîfü’r-rûh câzibeli bir ümmî âlim idi. Hulefâ-yı Uşşâkıyye’den Gâlib Bey nakl eyledi:

Müşârünileyhin vefâtından bir sene sonra mahdûmu Muhyiddîn Efendi’nin rü'yâsında görünüp, “Oğlum! Kabrime su geliyor. Bir çâresine bak.” diye emr etmiş. Cemm-i gafîr ile kabri açıldıkta, hakîkat zâhir olmuş, cesed-i latîfi ter ü tâze görülmüş yalnız kefeni sararmış Kasaba halkı gelip ziyâret etmiş, kefeni tecdîd olunmuş, ihzâr olunan dîğer kabre konulmuştur.

Şeyh Fahreddîn-i Himmetî tarafından söylenen manzûme-i târîhiyyedir:

          Bâğ-ı Uşşâkîye irdi nâgehân bâğ-ı hazân

          Hırmen-i irfândan oldu yine bir dâne nihân

          Mürşid-i kâmil idi kim râh-ı Hak’da muktedâ

          Mâh cemâli sâlikân-ı encüme pertev-keşân

          Dest-i lutfundan sunardı âb-ı vahdet teşneye

          Mürde-dil ihyâsına  me’mûr idi hayli zamân

          Hâne-i kalbinde dost mihmânlığı îmâ idüp

          Menzilinde kıldı kendüye makâm-ı în nüktedân

          Fâtiha bahş eyle rûhundan meded-kâr ol gönül

          Bûse-gâh-ı âşıkândır çünki bu dâru’l-emân

          Himmetî tâm söyle târîh gitdi dünyâdan hayf

          Îyd-i ekber içre  Hakk’ı eyleyüp teslîm-i cân   

                                   (عيد اكبر ايجره حقى ايليوب تسليم جان) = 1297

Şeyh Muhammed Emîn-i Tevfîkî Efendi

             

Tireli olup, 1201/(1787) sene-i hicriyyesinde zînet-sâz-ı âlem-i şuhûd olup, yüz yirmi bir sene muammer olmuştur. Kendileri tahsîl-i âlî görmüş değildir. Fakat ümmî-i âlim bir veliyy-i kâmil ü mükemmildir. Nizip Mahârebesi’nde Mısırlı İbrâhîm Paşa maiyyetinde bulunduğu mervîdir ki Nizip Vak'ası Sultân Mahmûd-ı sânî zamânındadır.

Mürşidleri sâlifü’t-tercüme Şeyh Hüseyin Hakkî Efendi olup, mülâkâtları Aydın havâlîsinde Kasaba veya Turgutlu’da  vâki' olmuş olması muhtemeldir. Mahdûm-ı âlîleri  Şeyh Şihâb Efendi’nin ifâdelerine göre, peder-i ekremleri İstabul’a 1285/(1868) târîhinde  gelmitir ki hesâbça seksendört yaşında idiler. O zamâna kadar taşrada ömür-güzâr olmuşlardır.[57]

İstanbul’da irşâda ve neşr-i feyz-i tarîk-ı sedâda me’mûr oldukları zamân ibtidâ Kasımpaşa civârını  ihtiyâr ve orada ârâm-güzîn-i rahmet olan Hz. Pîr Hüsâmeddîn-i Uşşâkî (kuddise sırrûhu’l-Bâkî) efendimizin zuhûr edecek feyzlerine yakından intizâr ile burada bir hâne isticâr ile sâkin olmuş ve elyevm mahall-i mahsûs bi-yedi’l-uşşâk ma’lûm olan mahalde eskicilik ile iştiğâle başlamıştır.

Kunduralarını berâ-yı tâ'mîr mürâcaat edenlerle hem-sohbet ola ola epeyce kimseler kendisinden zevk-yâb olup temâslar çoğalmaya başlamış ve ale’l-ekser âsitâne-i Hz. Pîr’e  giderek orada cemâatla edâ-yı salât eder ve imâmet edecek kimse olmazsa imâmet ederlermiş. Ve âyîn-i şerîf gülerinde isbât-ı vücûd ederler imiş. Bir sene kadar Kasımpaşa’da ikâmetten sonra  ve hayli kimseleri zevk-ı tarîkatla alâka-dâr ettikten sonra İstanbul’da Samatya’da Mirahor’da elyevm muhterık bulunan dergâh-ı Uşşâkî karşısında olan konağı satın almışlardır ki eskicilikle iştigâllerinin berâ-yı tessettür vâki' olduğu bu konağı satın alacak parası olmasıyla sâbittir.

Konakta ihvân-ı tarîkatla âyîn-i Uşşâkî’yi icrâya başlayıp, altı yedi sene kadar ikâmet buyurdular, harîkta burası yandı.  Sene 1295/(1878).

Konağın karşısındaki şimdiki Uşşâkî tekkesini mütevellîsi yeniden inşâ ile meşîhatı Muhammed Emîn-i Tevfîkî Efendi’ye tevcîh buyrulmuştur. Konağın yanmasıyla dergâhın inşâsına kadar güzerân eden iki sene zarfında nerede ikâmet buyurduklarını tahkîk mümkün olamadı.

Azîzleri Hüseyin Efendi bu dergâhın inşâsını müteâkib İstanbul’u teşrîf buyurup /281/ misâfir olmuşlar. Bir müddet sonra avdet buyurup o sene zarfında Kurbân Bayramı’nda irtihâl-i dâr-ı naîm eylemişlerdi. Dergâhın kapısı bâlâsındaki manzûme-i târîhiyye Fahreddîn Himmetî  merhûmundur:

          Bi-hamdi'llâh tamâm oldu kılup Hak lutfunu i’tâ

          Yapıldı mecmau’l-uşşâk müzeyyen bâğ-ı İrem-âsâ

          Açıldı mevsim-i gülde dilâ dergâh-ı Uşşâkî

          İdelim andelîbân-veş gülistân  resmini icrâ

          Muhammed Hâlid Efendi kim esbak nâzır-ı evkâf

          Esâs vasfıyla bânîsi olup kılmış idi ebnâ

          Harîk vâki' olup sonra nice yıl muhterık kaldı

          Bu kerre duhter-i pâki mücedded eyledi inşâ

          Bütün tullâb-ı irfâna hem-ebced-hân habîbâna

          Şu cem'iyyet ki atşâna fuyûzât-bahşını îmâ

          Didim târîh-i tâmmın anınçün Himmetî dilden

          Bu dâr-ı dil-güşâ nâsa vücûh-ı bâis-i ihyâ 

          (بو دار دلكشا ناسه وجوه باعث احيا) = 1297                             

Şeyh Muhammed Efendi

Bu dergâhın evvelki şeyhi olup, Edirnelidir. Her nasılsa müstağrak-ı düyûn olarak İstanbul’u terke  mecbûr olmuş ve orada irtihâl etmiştir.

Muhammed Emîn-i Tevfîkî mütemâdiyen İstanbul’da bulunmayıp yirmi seneden ziyâde bir müddet Bursa, İnegöl, Kütahya, Balıkesir, Aydın taraflarında zamân zamân seyâhatte bulunmuştur. İstanbul’dan müfârakatları zamânında yerlerine halîfeleri Muhammed Fahreddîn-i Himmetî Efendi’yi tevkil ederlerdi. Buradaki ihvânın ta’bîr ve tesellîsine  onları me’mûr kılarlardı.

Bir çok eâzım ile mülâkatları vardır. Şeyh Ömer Hulûsî ve Şeyh Fethi Efendiler hazerâtı ile sohbetleri vardır. Beyne’l-ihvân “Büyük Azîz” diye yâd olunurlar.

Şeyh Hamdî Baba

Bursa’ya azîmetleri zamânında Üçkuzular Dergâhı’nda ikâmet edip, bir çok halîfeler yetiştirmişlerdir. İlk halîfesi Hamdî Baba’dır. Hamdî Baba tarîk-ı nâzenînden ve sâir turuktan hisse-dâr-ı zevk olmuş olduğu hâlde hepsinden geçerek Büyük Azîz’e  teslîm olmuş ve hilâfet almıştır.

Sinn-i âlîleri seksenbeş idi. Şeklen Büyük Azîz’in misâl-i muşahhası ıtlâkına şâyân idi. Halîm, selîm, ümmî, insân-ı kâmil idi. Bursa’da Seyyid Usûl Dergâhı’nda medfûndur.  Mezâr taşında:

Bu makberede tarîkat-ı aliyye-yi Uşşâkıyye meşâyıh-ı kirâmından ârif-i bi’llâh mürşid-i ila'llâh câmi'-i müsemmâ-yı esmâ-ı aşer Bursalı Hamdi Baba’nın cism-i mahsûsu medfûndur. Menbau mâi'l-hayât-ı ilâhiyye olan bu şeyh-i kâmil neş’e-i dünyeviyyesinde otuzyedi sene kadar teşnegân-ı ma'rifeti füyûzât-ı ma'neviyye ile sîr-âb etmiş idi. Seksenbeş sinninde âzim-i dâru’n-naîm oldu. Sene 1320/( 1902)”

Bu hesâba göre târîh-i velâdeti 1235/(1820), târîh-i hilâfeti 1283/(1866); müddet-i meşîhatı  otuzyedi senedir.

Büyük Azîz’in İstanbul’u teşrîflerinden evvel istihlâf buyurdukları  anlaşılır.

Hamdî Baba’nın san'atı desterecilik idi. Bursa’da dükkânı vardı. Bir de hânesi vardı. Onda meclis-i zikr teşkîl ederdi. Hacı Dede nâmındaki halîfesi pek mübârek bir adamdı. Bursa’da Deveciler Mezâristanı’nda medfûndur.

Şeyh Muhammed Sahâvetüddîn Hacı Baba

Bursa’nın Abdâl Mahallesi’nde tevellüd edip, te'mîn-i maîşet için Havlucu san'atıyla meşgûl iken, silk-i askerîye dâhil olarak 1269/(1853) târîhinde vukû' bulan Rusya Mahârebesi’nde çavuşluğa irtikâ etmiş, avdetinde tarîkat-ı aliyyeye meyl ü muhabbet ederek /282/ Abdürrâzık Mahallesi’nde kâin Aşık Yûnus Dergâhı şeyhi Tevfîk Efendi’ye inâbet etmiş ise de, bi'l-âhare Bursa’da Pınarbaşı’nda Destûrhan Zâviyesi’nde bast-ı seccâde-i irşâd ve ba'dehû Dersaâdet’te İmrahor civârında kâin Uşşâkî Dergâhı’na ta'yîn ile rehber-i sâlikân-ı Rabb-i ibâd olan Şeyh Muhammed Emîn Tevfîk Efendi’nin Bursa’da yetiştirdiği hulefâsından eş-Şeyh Hamdi Efendi’ye 1290/(1873) târîhinde intisâb ve tekmîl-i esmâ ile ahz-ı hilâfete muvaffak olarak Elmalık Mahallesi’ndeki hânesinde Çarşamba geceleri âyîn-i Uşşâkî’yi icrâ ile bir hayli sâlikân yetiştirmiş, fakat ba'zı esbâb dolayısıyla ihtiyârlığı da munzam olarak terk ile ekser evkâtını Câmi'-i Kebîr’de edâ-yı salât ve ihtiyâr-ı inzivâ ile geçirerek, 21 Şevvâl 1331 ve 10 Eylül 1329/(22 Eylül 1913) târîhinde doksan yaşında olduğu hâlde "irciî" emr-i celîline lebbeyk-zen-i icâbet olup, Deveciler Kabristanı’nın garb cihetinde defîn-i hâk-i mağfiret olmuştur.

Halîm, selîm, leyyinü’l-kelâm, âbid ve zâhid bir şeyh-i mücâhid idi. Uzunca boylu, vasatu’l-lıhye, zaîfü’l-bünye idi. Haremiyle, ilk zevc ve zevce olduklarından beri hüsn-i muâşeretle vakit geçirdiklerinden maraz-ı mevtinde zevcesi pek müteessir olmakla muâhede ederler; "Seni de yarın akşam yanıma alırım." diye va'dde bulunur.  Hakîkaten yirmidört sâat sonra haremi Pembe Hânım irtihâl etmekle ittisâlindeki kabre defn olunur. Şurası garîbtir ki, aradaki duvardan bir taş düşerek zevcinin kabrine pencere açılır.

Mısrî şeyhi Muhammed Şemseddîn Efendi’nin söylediği târîhtir :

Râh-ı Uşşâkıyye’ye sâlik olup bi'l-âhare

Şeyh Hamdî’den mücâzen zevk-ı ma’nâ eyledi

Âbid ü zâhid mücâhid mazhar-ı tevhîd-i Zât

Hacc-ı sûrî ile ma’nâyı da îfâ eyledi

Zevce Pembe Hânım’ile göçmeyi va’d eylemiş

Yirmi dört sâat içinde ahde vefâ eyledi*

Nâmdaşıdır şâfii ola onun fahr-i rusül

Sünnet-i Peygamberîyi çünki icrâ eyledi

Çâr etrâfa bu târîhini i’lân itdiler

Hacı Dede zikr ile azm-i ukbâ eyledi      

                          (حاجى دده ذكر ايله عزم عقبى ايلدى)

Şeyh Yûnus Dede

Şeyh Yûnus Dede, Hamdi Baba halîfesi olup, Seyyid Usûl Dergâhı’nda  medfûndur. (Kuddise sırruhû).

Bursa’da Murâdiye Mahallesi’ndendir. Meşgûl-ı san'at idi. Destereci Hamdi Baba’nın halîfesi olup, Hammâmî İsmâîl Efendi’den sonra terbiye-i sâlikîne me’mûr olmuş idi. Seyyid Usûl Dergâhı’nda Cuma günleri icrâ-yı âyîn-i tarîkat eylerdi. 10 Şevvâl 1340 ve 7 Hazîrân 1338/(1922) târîhinde Çarşamba günü irtihâl etmekle dergâh-ı mezkûr hazîresinde defn olundu. Ümmî ise de, ehl-i hâl, hüsn-i ahlâk ile mevsûf sâhib-i kemâl idi. Mısrî şeyhi Muhammed Şemseddîn Efendi’nin söylediği târîhtir :

          Sâlik-i râh-ı  Hüsâmeddîn-i Uşşâkî olup

          Ahmed-i Hamdî Efendi’dir bu zâta reh-nümâ

          Sa’y idüp ikmâl içün seyr ü sülûka rûz u şeb

          İtdi itmâm lutf-ı Hak’la oldu tevhîd âşinâ

          Hayli demdir neşr-i envâr-ı tarîkat eyleyüp

          Feyz-i ma’nâ ile irşâd eyliyordu dâimâ

          Gerçi ümmî idi sûretde fakat Yûnus gibi

          Ma’nevî ilm-i ledünden kalbi idi rûşenâ

          Zâhir ü  bâtın sivâdan kalbini pâk eylemiş

          Bahr-ı tevhîd ile müstağrak idi ehl-i fenâ

          Aslına ric’at içün eylerdi dâim intizâr

          ‘İrciî’ emri gelince eyledi terk-i sivâ

          On iki esmâyı câmi' Şems-i cevher târihi

          Varlığın fânî idüp Yûnus Dede buldu bakâ

           )وارلغن فانى ايدوب يونس دده بولدى بقا (       

Hüseyin Kenzî Dede

Bursa’da Hudâvendigâr Gâzi Mahalllesi’nde tevellüd edip, ibtidâ-yı hâlinde kasap esnâfından iken terk-i san'at ve tarîkat-ı aliyyeye meyl ü muhabbet etmekle Hamdi Baba’ya intisâb ile seyr ü sülûka devâm ve esmâ-i isnâ-aşarı itmâm ile nâil-i icâzet olmuştur. Çekirge’deki hânesinde Cumartesi geceleri âyîn-i Uşşâkî’yi icrâ etmekte idi. Bir zâviye-i Uşşâkıyye te'sîsi kurarak Çekirge’nin fevkında mutasarrıf olduğu arazînin bir kısmını zâviye ve bir kısmını taâmiyye olmak üzere vakf etmiş ve muâmelât-ı kânûniyyesini ikmâl üzere iken vefât eylemiş idi.

Bursa’da Mısrî şeyhi Muhammed Şemseddîn Efendi, Yâdigâr-ı Şems’de yazıyor:

19 Cemâziye’l-evvel 1332 ve 2 Nîsân 1330/(14 Nisan 1914) târîhinde Çarşamba günü sâhibü’t-tercüme pîrdaşı olan Çakırhamâmı müste'ciri Şeyh İsmâîl Efendi ile görüşmek üzere gelmiş ise de, mûmâileyhin ba'zı umûrunun tesviyesi için taşrada olduğunu görerek hamâmda Boşnak hademeye artık vaktin takarrub ettiğini, hakkını helâl etmesini mûmâileyhe teblîgini tenbîh ile avdet etmiş, râkımu’s-sutûr u pür-kusûr da o gün müsâdifen hamâmda bulunmuş ve berâ-yı istihmâm içeride bulunup, ba'dehû çıkıldığında mûmâileyh İsmâîl Efendi fakîre nakl ederek, “Bizim Kenzî Dede böyle bir haber bırakmış, ben de haber gönderdim. Gideceği yeri bilsin de öyle gitsin, yolunda latîfe ettim.” demiştir.

Hâlbuki Kenzî Dede Çekirge’ye avdetle ba'zı bakkâl ve kahveci gibi münâsebeti olan kimseleri görüp borcunu edâ ve artık irtihâli takarrub ettiğini îmâ ederek cümlesiyle helâlleşmiş, hânesine avdetinde su ısıttırmış, yarısını haremine teslîm etmiş, cümle ile vedâ'laşmış Cuma günü öğle vakti biraz râhatsızlanarak kıbleye müteveccihen âlem-i bakâya rıhlet emiştir.

Cumartesi günü Mevlidî Süleymân Efendi civârında vedîa-i rahmet-i Rahmâniyye  kılınmıştır. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Halîm, selîm, esnâ-yı sohbette hafîf söz söyler, âdetâ şeyhinin numûnesi idi. Dîğer pîrdaşları gibi bu da fenâ fi’ş-şeyh tecellîsine mazhar idi. Hayli ihvân yetiştirmiş, neşr-i tarîkata muvaffak olmuş idi.

Şu târîh Muhammed Şemseddîn-i Mısrî’nin olup, kitâbe-i seng-i mezârıdır:

       Şeyh Ahmed Hamdi Uşşâkî'ye itmiş intisâb

       Cân u başla virdi ikrâr oldu teslîm mürşide

      

       Hayli demdir neşr iderdi meslek-i sûfiyyeyi

       Reh-nümâ-yı sâlikândır râh-ı Uşşâkıyye’de

       Bak bu zât ümmî iken feyz-i Hak'dan müstefîd

       Oldu envâr-ı tecelliyyâtla pür-nûr ef'ide

       Üç gün evvel irtihâlin söyleyüp ihvânına

       Didiği vechile vâki' oldu yevm-i Cum’ada

       Eylemez mahrûm erenler himmetin kılmaz dirîğ

       Gir yola âşık isen ger sen de eyva'llâh Dede

       Şâh-ı deşt-i Kerbelâ'ya nâm-daş olmuş ona

       Şübhesiz yevm-i haşirde nice ihsânlar ide

       Mahzen-i kalbden mücevher çıkdı bir târîh Şems

       Oldu mahz-ı genc-i cennetde  Hüseyn Kenzî Dede 

) - 1332[58] اولدى محض كنج جنتده حسين كنزى دده(    

Şeyh Hüseyin Aşkî Efendi

Mûmâileyh Bosna muhâcirlerindendir. Meslek-i adliyyede idi. Gerede müddeî-i umûmîsi iken 1343 senesi Receb-i şerîfinin ilk Cuma gecesi (29 Ocak 1925) Leyle-i Regâib'de irtihâl-i dâr-ı bakâ etmiştir. Destereci Şeyh Hamdi Efendi'ye müntesib ve ondan müstahlef idi.

Tabîat-ı şi'riyyesi varsa da  şeyhinin kabri taşındaki manzûm târîhinden başka eserine tesâdüf olunamadı.  Mısrî şeyhii Muhammed Şemseddîn Efendi şu târîhi söylemiştir:

          İşitince Şemsî-i Mısrî didim târîh ona

          Hakk'a vâsıl oldu Aşkî aşk ile Yâ Hayy diyüp 

                      - 1343 )حقه واصل اولدؤ عشقي عشق ايله يا حى ديوب(                 

Şeyh Şükrü Efendi

Bursa'da Yûnus Emre Dergâhı için meşîhat ilâve edip, Mısrî şeyhi  Muhammed Şemseddîn Efendi'nin ceddi Şeyh Haydar Efendi'nin hulefâsından Es'ad Efendi mahdûmudur. 1255/(1839) senesinde tevellüd etmiş, Emîr Sultân Câmii imâm ve hatîbi meşhûr Hacı İsmâil Efendi'den mebâdî-i ulûmu tahsîl ile tarîk-ı Sa'dî'ye müntesib ve Sa'dîlere mahsûs hâl  kendisinde mevcûd iken ikmâl-i sülûk tarîkıyla meşâyih-i Uşşâkıyye’den Destereci Ahmed Hamdî Efendi'ye  intisâb ve hilâfetle feyz-yâb olmuş di. Seksen iki sene muammer olup, âhir ömründe inzivâya  meyl etmiş idi.  Müstecâbu'd-da've idi.

10 Receb 1337 ve 11 Şubat 1335/(1919) târîhinde Perşembe günü akşam ezânında ikmâl-i enfâs-ı ma'dûde-i hayât etmekle vasiyeti mûcibince ertesi günü Seyyid Usûl Dergâhı'nda  şeyhinin kabri yanına  defn edilmiştir.

Kasîru'l-kâme, halîm, selîm, rind-meşreb, deryâ-dil, bir şeyh-i kâmil idi. Şu târîhi Mısrî Şeyhi  Muhammed Şemseddîn Efendi  söylemiştir:

          Yûnus Emre’m Dergehi şeyhi Şükür Efendi'nin

          Kabrini pür-nûr ide  her demde zât-ı müsteân

          Hüsn-i hulku herkesi meftûn iderdi kendüye

          Cümle halk hoşnûd idi zât-ı Hudâ'da bî-gümân

          Vâlidi Es'ad Efendi Şeyh Haydar'dan mücâz

          Kendi de râh-ı Sa'dî’ye  sâlik bir zamân*

          Ba'dehû Uşşâkî Şeyh Hamdî'ye itdi intisâb

          Eyleyüp ikmâl-i esmâ oldu Şeyh-i tâlibân

          Sinni seksenden tecâvüz eylemişken ‘irciî

          Emrini aldıkda oldu sû-yı Firdevs'e revân

         

          İstimâ’ itdikde çıkdı Şems bir târîh-i tâm

          Hû diyüp Şükrî Efendi kıldı Firdevs'i mekân    

(هو ديوب شكرى افندى قيلدى فردوسى مكان)  -  1337[59]

Şeyh Hammâmî İsmâîl Efendi

Hamdi Baba halîfesi olup, Seyyid Usûl Dergâhı’nda  medfûndur. (Kuddise sırruhû).

 

          İki dîdem yaş döküp Şems tamâm târîh didim

          İtdin İsmâîl Efendi cânını  kurbân-ı Hak

(ايتدك اسماعيل افندى جانكى قربان حقrih çakmamaktadır. (H)) - 20 Sefer 1334/ (28 Kasım 1915), yevm-i Salı[60]

Büyük Azîz’in ya'nî Emîn Efendi’nin dâmâdı idi. Hamâmı vardı. Seyyid Usûl Dergâhı şeyhi sulehâ-i ümmetten  Abdî Efendi, Hamdi Baba hakkında nakl eyledi:

Hamdi Baba bir Pazartesi günü gelmiş, dergâh civârında bir yerde tıraş olmuş, kahve borcunu vermiş, Abdî Efendi’ye gelip, “Biz Çarşamba günü size misâfir geleceğiz.” demiş. O dahi, “Buyurunuz, muhabbet ederiz.” cevâbını vermiş. Çarşamba sabâhı Hamdi Baba’nın oğlu ağlayarak dergâha gelip, pederinin irtihâl eylediğini ve Seyyid Usûl Dergâhı’na defnini vasiyet ettiğini  söyledikte Çarşamba günü, “Çarşamba günü misâfir geleceğim.” demesinin eser-i kerâmet olduğunu anlamıştır. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Hammâmî İsmâil Efendi için de Şeyh Abdî Efendi dedi ki: “Hâl-i ihtizârında yanında idim. Yâ Hak ism-i şerîfini pek âşıkâne bir sûrette zikretmekte olduğunu gördüm.”

                                                           -    -    -

Sadede rücû’:

Büyük Azîz (Muhammed Emîn-i Tevfîkî), işte bu sûretle her gitdiği yerde insân-ı kâmiller yetiştirmekte idi. Bir yere gidecek olsalar külfetsizce giderlerdi. Zenbil veya heybesini aldığı gibi âzim olurdu. Tarîk-ı Uşşâkî’nin zamânımızda müceddidi olmuştur.  Gitdiği yerlerde lâ-yuad mürîdler peydâ eder. Orada bir halîfesinin  yed-i emânetine tevdî’ eyler, geçer giderdi. Bu bâbtaki gayretlerini ta'yîn ve tavsîften insân âciz kalır, tarîk-ı Uşşâkî’de  müteferrid idi. Neş'e-i kâmilesi, gülistân-ı Uşşâkî’yi  in’itâf eylemiş idi. Nice Bektâşîleri kendisi Bektâşî görünerek yolundan çeler, tarîk-i Uşşâkî’ye döndürürdü.  Bilmeyenler ona Bektâşî’dir derlerdi. Bir nutkunda li-hikmetin Bektâşîliği bile  medhetmiş idi. Hâlbuki onun medhi bir siyâset-i tarîkat idi. Yoksa Muhammediyyü’l-meşreb sünniyyü’l-mezheb idi.

Hiçbir şeyde i’tidâlini gâib etmemiş, kemâlini âsâr-ı kâmilesi ile ızhâr eylemekte bulunmuş idi. Her nerede olsa herkesin mazhar-ı hürmeti olurdu.  Ba'zı meşâyıh  tekkelerine, turuk-ı sâire meşâyıhından biri gelse derhâl o tarîka mahsûs âyîn yaptırırlar. Şeyh Emîn Efendi Tekkesi’nde Uşşâkî âyîninden başkasına müsâade etmez idi.  Mesleği böyle idi. 

Tetebbu’-ı âsârı per severdi. Hiç boş durmaz, âsâr-ı nâdire-i tasavvufiyyeyi  toplar, sahaflarda Uşşâkîlerden her kimin yazdığı bir eser müsâdif olursa satın alacağını /283/ söyler ve nakdî fedâ-kârlıklar ederek bir hayli kütüb-i nefîse elde ederlerdi. Hattâ bu meyânda Hz. Salâhî-i Uşşâkî efendimizin bir çok âsârını elde ederek külliyât vücûda getirmişlerdir. Kısm-ı a'zamı müellif hattıyladır.  İştirâsına imkân bulunamayan nâdirü’n-nüsha olan âsârı üşenmez, usanmaz istinsah ederdi. Bu yolda cem' ü tahrîr eylediği  âsârdan mürekkeb bir kütüphâne vücûda getirmiştir ki Samatya’daki dergâhın bahçesinde kârgîr olarak inşâsına muvaffak olduğu binâ dâhilindedir. Bi'z-zât yazdıkları kitap ve dîvân üç yüze karîbtir. Şeyh Nüzûlî Mustafa Efendi’nin dîvânını da yazmış ve tab' ettirmiştir.

O derece seyâhatta bulunan bir zâtın cem'-i âsârda ve emr-i istinsâhında gösterdiği hârikaya hayrân olmamak elimden gelmez. Şeyh Fethi Efendi’nin eş’ârını bile  istinsâha teşebbüs edip Kaf (قاف)  harfine kadar yazmışlardı. Âhir vakitlerinde za’f-ı pîrî te'sîriyle  çift gözlük takarlardı. Dâimâ kitapla meşgûl olurlardı. Huzzâra okurlar, muğlak yerlerini şerh u tefsîr ederlerdi.

Mükerreren müşerref oldum. Hz. Salâhî meşrebinde idi. Kendilerini zevk-ı tasavvuf istîlâ etmiş idi.  Mâ-lâ-ya’ni söylemez dâimâ hakâyıktan bahs ederlerdi. Ümmî idi, fakat ümmî âlim idi.  İlm-i ledünne  mazhar idi. Zevk-ı ma’nâ yüz göstermiş, kendisi kitâb-ı kâinât olmuş idi. Kur’ân-ı nâtık menzilesinde idi. Zevki, meşrebi, mezhebi dâimâ tevhîd-i şerîf idi.  Vahdet-i vücûdu en iyi anlayanlardan  ve dâimâ  bu vâdî-i zevkte  tayy-i mesâfe eyleyenlerden idi.

Fakr-ı tâm onda üssü’l-esâs idi. Yarını düşünmezdi. Nazarında zengin fakîr müsâvî idi. Hattâ bir gün dergâha Sultân Mahmûd-ı sânînin kerîmesi Âdile Sultân tebdîlü’l-kıyâfe olarak gelmiş, dâhil-i harem olup esnâ-yı zikirde bulunmuştu. Ehl-i tarîk ve muhibb-i evliyâu'llâh bir muhaddere-i  ismet idi. Büyük Azîz’e, “Efendim! Dergâhınıza Âdile Sultân geldi. Hizmet ve muhabbet olunmasını söylemişler.” Cevâben, “Buraya gelen mahv-ı Vücûd ederek gelmelidir. Bu dergâh fukarâ menzilidir. Bunda sultânlık mevzû’-ı bahis olmaz. Madâmki ârzû etmiş gelmiş,  efrâd hakkında olduğu gibi kahvemizi içer, bizden fazla bir şey beklemez.” demiştir.

Sâhibe-i kemâlât olan Âdile Sultân, şeyhin bu hâlinden münkesire değil, müftehire olarak memnûnu’l-hâl ve münşerihu’l-bâl  olarak avdet etmiştir.

Hz. Şeyh sülûka son derecede riâyet eder, ikmâl-i sülûka muvaffak olamayana hilâfet vermezlerdi. Urefâ-yı sûfiyyeden Şeyh Harîrî Muhammed Kemâl Efendi bir gün, nezd-i âlîlerine gelip, hem-sohbet olmuşlar. “Tarîkat alış verişi yapalım. Siz bana tarîk-ı Uşşâkî’den hilâfet veriniz, ben de size tarîk-ı Rufâî’den ve sâir turuktan hilâfet vereyim.” dedikte, “Efendim! Biz /284/ cenâzeyi gözümüzle görmedikçe namâzına hâzır olamayız. Mesleğimiz böyledir. Tarîk-ı Uşşâkî’den müstahlef olmak istiyorsanız, intisâb edersiniz. Seyr u sülûku ikmâl ile  âdâb-ı tarîkat üzere hilâfet alırsınız. Yoksa böyle hâtır için tarîkat ılış verişi edemeyiz. Usûlümüze mugâyirdir.” buyurmuşlardır.

Azîzim naklen beyân buyurdular:

Şeyh Emîn Efendi hazretleri hakâyıka nâzır bir zât-ı âlî-kadir idi. Hz. Mısrî-i Niyâzî’nin Dîvân’ında ma'nâca muğlak görünen ebyâtın tevîl-i ma'nâsındaki tavr-ı beyânlarını  meşâyıh-ı rüsûm ihâta edemediklerinden  aleyhine tevcîh-i efkâr eylemişlerdi. Hattâ bir gün âsitâne-i Hz. Sünbül’de meşâyıh hem-sohbet iken Şeyh Emîn Efendi dahi  dâhil-i sohbetleri olmuştu. Fakat tevâzuan kapı yanında bir mevki' işgâl etmiş idi. Cereyân eden musâhabeye müstemi’ bulunuyordu. Hz. Pîr Efendimiz ber-hayât olsaydı, şöyle hizmet ederdik, böyle yapardık diyenlerin sözünü havsalasına sığdıramayan Emîn Efendi söze karışarak ve cümlesinin zâhir-perest, meslek-i hakîkattan uzak bir hâlde olduklarını ızhâra kalkışarak, “Efendim! Eğer bugün Hz. Pîr ber-hayât  bulunsalardı elimizden şeyhliğimiz, bu saltanatımız giderdi endişesiyle, müşârünileyhi sopalarla kovalardınız.” demesi şiddetle iğbirârlarını, fart-ı inkisârlarını da'vet ederek ihâta edemedikleri meslek ve müşvârlarını  vesîle ittihâz ile[61] ya i’dâm, ya nefy veya ref’-i meşîhat hakkında arz-ı mazhar yapmışlar, Sultân Azîz devrinin son şeyhü'l-islâmlarından olan Hayrullâh Efendi merhûma takdîm etmişlerdir.

209. sahîfe zeylinde tafsîlen beyân eylediğim vechile Edirne’den urefâ-yı kirâmdan İsmâîl Rüşdü Efendi merhûm ma'nevî me’mûriyyetle  İstanbul’a gelip, Büyük Azîz’in teşrîh ve tafsîl-i hakîkat vâdîsinde yazdığı müdâfaa-nâmeyi zamânın îcâbına, maslahatın tevfîkına göre  ta’dîl etmek  sûretiyle arz-ı hizmette bulunmuştu.

Şeyhü'l-islâm Hayrullâh Efendi, bu işin tedkîkına, ihtilâfın ref’ine Meclis-i Meşâyıh reisi  Çerkez-zâde Kazâsker Şeyh Tevfîk Efendi’yi  me’mûr eylemiş, o zât-ı muhterem tedkîk ve ta'mîk-ı keyfiyyet eyledikte, Büyük Azîz’imin uluvv-i kadrine ve rif’at-ı fikriyyesine vâkıf  ve meşâyıh-ı sâirenin hakîkattan münhârif olarak i’râz-ı  şahsiye te'sîrine  kapıldıklarına ârif olarak keyfiyyeti Şeyhü'l-İslâm'a arz etmiştir. Şeyhü'l-islâm Efendi, Emîn Efendi ile görüşmek ârzûsunu ızhâr ederek mülâkâtlarında Hz. Şeyh’in fikr-i hakîkatla söylediği söze karşı iğbirârın nâ-be-mahal olduğuna ızhâr-ı kanâatle işi ber-taraf eylemişlerdir. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

/285/ Hulefâ-yı azîzden Arabkirli Şeyh Halîl Efendi merhûmdan mahdûmu Şeyh Şerefeddîn Efendi naklen beyân eyledi ki:

 “Büyük Azîz İstanbul’u teşrîften sonra şeyhi Hüseyin Hakkı Efendi hazretleri de teşrîf buyurmuşlardı. Kasımpaşa’da, mûmâileyh Halîl Efendi her ikisini da'vet ettiğinden hânelerinde her ikisi misâfir kalmıştır. Emîn Efendi, azîzine kemâl-i ehemmiyet ve i'tinâ ile hizmet-kâr olurlardı. Hüseyin Hakkı Efendi abdest almak istediğinde  ihzâr olunan leğen ibriği oda kapısının önünde dururdu. Geceleri Emîn Efendi azîzinin yattığı odasının kapısı eşiğine baş kodu. Tâ-be-sabâh  azîzinin emrine müterakkıb oldu. Yatağa girip yatmadı. Biz bir insânın azîzine karşı nasıl bir vaz' ve tavır alacağını ondan öğrendik, der. Pederim merhûm bizleri o neş'eye sâhip olmaya da'vet eylerdi.”

Hz. Şeyh’in eseri ve dîvânı yoktur. Meşhûr olan bir nutku vardır ki aynen derc edeceğim. Ancak defter-i hâtırâtı olup, ona pek mühim, pek kıymet-dâr şeyler derc etmişlerdir. Mütâlaa ile şeref-yâb oldum.

          Cihânda kişi kendini eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Kadir cânında bir cânân eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Tutup bir mürşidin destin giyüp hırka vü tâcını

          Virüp ikrârına îmân  eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Ene’l-Hak kenzinin sırrı Nebî Âdem’de  hatm oldu

          Arayıp mekteb-i irfân eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Kişi Hak sûretin bilmez arar yerde vü hem gökde

          Ne imiş aslına burhân eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Kalanlar ilm-i zâhirde gelir a’mâ gider a’mâ

          Nedir bâtındaki Kur’ân eğer bulmazsa vâh eyvâh

          Fenâdan mevc urup devre karışmak gâyeti müşkil

          Girüp uçmakda bir mekân eğer bulmazsa vâh eyvâh*

          Açup başın kılar zârî Ali bâbında teslîmdir

          Emîn derdi içün dermân  eğer bulmazsa vâh eyvâh

Emîn Efendi, beyâz uzunca sakallı, mütenâsibü’l-endâm bir zât-ı âlî-kadir idi. Dâimâ beyâz arâkiyye üzerine yeşil sarık sararlardı. Tezyînât-ı tecemmülâta rağbetleri olmayıp, fakat derbeder bir hâlde de gezmezlerdi. Dâimâ vakarını muhâfaza eder; halîm, selîm, fukarâ-perver idi. Ara sıra  celâli gâlib gelince  hiddet-kâr olduğu vâki' olurdu.

Menkûldür: Birgün Samatya’da esnâ-yı devrânda halîfesi Şeyh Fahrî Efendi merhûma zâhirde bilâ-sebeb tokat atmıştır. Devrânda meşâyıhtan, mürîdandan ve devrân hâricinde züvvârdan çok kimseler vardı. Herkesi büht ü hayret istîlâ  etmiş. Hikmetini Fahrî  Azîz idrâk eylemiş. Mes'ele vehle-i ûlâda huzzâra kapalı kalmış idi. Meğer esnâ-yı devrânda  Fahrî Azîz dünyâya müteallık bir hâtıranın esîri olmuş, dil zikirde gönül ağyârda olduğuna azîzi keşfen muttali' olduğunda âsâr-ı hiddet göstererek onu halkın içinde döğmekle hem îkâza hem de acı bir imtihâna da'vet eylemişti.

Hattâ vesîle-cû-yı fırsat olan münâfıklar aceleten vak'ayı /286/ Meclis-i Meşâyıh’a îsâl etmeleriyle ertesi gün dergâha bir müfettiş gelmiş. O sırada Fahri Azîz havluyu süpürüyormuş. "Burada bir vak’a olmuş, sûret-i cereyânını tahkîka geldim.” dedikte, Fahri Azîz, “Burada öyle bir vak’a yoktur. (Bu) işte bir yanlışlık olsa gerektir. Azîzimiz öyle şey yapmamıştır.” diye müfettişi savmış. Fakat mertebe-i zâtiyyesini  yükseltmiştir. Ve azîzine daha büyük bir muhabbetle, hürmetle sarılmış. Onu Hz. Hakk’ın bir ihsânı diye bilmiştir.

İrtihâli:

Sinn-i âlîleri yüzyirmibir çağında iken, 22 Rebîu’l-evvel 1331 ve 17 Şubat 1328/(29 Şubat 1912) târîhine müsâdif Cumartesi gecesi dağdağa-i dünyâdan dâmen-keş-i ferâğat olmuşlardır.

Vasiyetleri mûcibince azîzim Şeyh Mustafa Efendi tarafından gasl olunmuştur. Karlı bir gün idi. Cenâzeleri Samatya’daki dergâhtan cemâat-i kübrâ ile  kaldırılarak Hz. Sünbül’e  götürülmüş, orada namâzı kılınarak huzûr-ı Hz. Pîr’de tezkiye ve duâ olunarak ihtifâlât-ı lâyıka ile dergâha  getirilip, kütüphânesinin önünde bahçenin ortasında ihzâr olunan mahfaza-i kabirde kitâb-ı irfân-ı vücûdu  hıfz olunmuştur.  (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Kabrinin üzeri kapalı değildir. Elyevm esnâ-yı ziyârette görünen Uşşâkî tâcını hâl-i hayâtlarında bir mezâristanda kırılmış bir taştan parça alarak görmüş, zenbiline koyarak dergâha getirip bir köşede hıfz eylemiş idi. Ahîren kabrinin üstüne konulmuştur.

Gâyet rûhâniyyetli bir kabri olup, ziyâret-gâh-ı uşşâktır. Cidden ve hakîkatan müceddid-i tarîk-i Uşşâkî olmuşlardır. Şimdiki usûl-i devrânı ve kıyâm u kuûd zikrinin sûret-i tertîbini Aydın havâlîsindeki dergâhlarda görüp, ta'dîl ve ilâve ile tesîs eden müşârünileyhtir.

Şeyh Şihâbeddîn Efendi isminde bir mahdûmları vardır. Câ-nişîn olmuşlardır. Harb-i umûmîde dergâha cihet-i askeriyyeden cephâne doldurulup, tevhîd-hânenin döşeme tahtaları sıklete tahammül edemeyerek yıkılmış idi. Bu sebeble icrâ-yı âyîn  olunamazdı. Cenâb-ı Hak bu abd-i kemtere tevfîkât-ı ilâhiyyesini ihsân buyurdu. İkiyüzelli lira sarfıyla yeniden i'mârına muvaffak oldum. ve mevlid-i şerîf cem'iyyeti teşkîl ile resm-i güşâdı bi’l-icrâ elyevm erbâb-ı zikre cilve-gâh olmakta bulunmuştur. (el-Hamdü li'llâhi teâlâ hamden kesîrâ)

Hulefâsı:

Şeyh Hacı Osmân Dede Efendi: Ticâretle meşgûl idi. Manisa’da medfûn olup, müteaddid halîfeler yetiştirmiştir.

Şeyh Hacı Ömer Dede Efendi: Ticâretle meşgûl idi. Manisa’da medfûndur. Binâ-kerdesi dergâhın şeyhi idi. Mahlası Abdülganî’dir.  291. sahîfedeki  manzûme-i târîhiyye, dergâhına aittir.

Şeyh Hamdi Baba Efendi: Tercüme-i hâli 281. sahîfede geçti.

Şeyh Halîl Efendi: Bezistanlıdır. Sakız’da medfûndur.

/287/ Şeyh Selîm Efendi: Telgraf me’mûrlarından idi. Eyüp’te Kırk Merdiven Mezârlığı’nın sağ tarafında medfûndur.

Şeyh Mustafa Efendi: Âsitânede medfûndur.

Şeyh İzzet Dede: Evvelce Bektâşî iken azîzin himmetiyle  yola gelmiştir.

Şeyh Mustafa Ziyâeddîn Efendi: Karaman’da Konya Aksaray’ında Sofuoğlu Dergâhı şeyhi idi.

Şeyh Ahmed Dede : Uşak’taki dergâhın post-nişîni idi orada medfûndur.

Şeyh Hacı Dede: Evvelce Nakşî şeyhi idi.  Azîze intisâb ve ikmâl-i sülûk ile kâm-yâb oldu. Dergâhta sebilci idi.         

 Şeyh Hacı Haydar Efendi: Bilecik’te medfûndur.

Şeyh Hâfız Osmân Efendi: Ulemâdan idi. Mağrûkan vefât etmiştir. Fındıklı’da Dereiçi imâmı idi.

Şeyh Muhammed Fahreddîn Himmetî Efendi: Tercüme-i hâli âtîde müstakıllen yazılacaktır.

 Şeyh Muhammed Vuslatî Efendi: Arabkir’de medfûndur.

Şeyh Haydar Efendi: Karaman’da medfûndur. Tophâne müşîriyyet yâveri idi.

Arabkirli Şeyh Halîl Efendi: Bahsi geçti.

Şeyh Mahmûd Bedreddîn Efendi.

Şeyh Mustafa Ziyâeddîn Efendi: Karaman’da dergâhında medfûndur. Hulefâsı müteaddittir.

Şeyh Nûreddîn: Asitânede medfûndur. Âti’t-tercüme Muhammed Gâlib Bey’in eniştesidir. Bir halîfesi vardır.

Şeyh Hasan Efendi: Asitâneede medfûndur. Dergâhta sebilci idi. Avusturya sefareti kavasbaşısı imiş.

Şeyh Beykozlu Ahmed Efendi:  Asitânede medfûndur. Yüzbaşı idi.

Şeyh Muhammed Gâlib Salâhaddîn Efendi

İstanbulludur. Fâtih’te Bali Paşa Mahallesi’nde Ahmed Efendi sulbünden 1275/(1858-59) senesinde dünyâya gelmiştir. Fâtih’te ve Şehzâde Câmi'-i Şerîfi’nde Mekke Mollası Konyalı Hacı Muhammed Efendi merhûmun dersinden müstefîz olmuştur. Kırk beş sene hıdmet-i devlette adliyye işlerinde bulunup, istînâf a’zâlığından takâüd olmuştur. Büyük Azîz’e nisbet hâsıl edip, elli seneden ziyâde onun dâire-i feyzinde yaşamıştır.

1314/(1896) senesinde hilâfet almıştır. Aydın havâlîsinde  çok gezmiş ricâl-i Uşşâkıyye’den bir hayli zevâta  mülâkî olmuş, husûsan Şeyh Mustafa Fethi Efendi  hazretlerinin teveccühüyle  müftehir olup, ricâl-i Uşşâkıyye’nin  canlı târîhi ıtlâkına  şâyân bulunmuştur.

Âşık, mesleğine  sâdık, azîzine şiddetle irtibâtını muhâfaza  etmiş bir zât-ı âlî-kadrdir. Cihângîr’de bir konağı, Erenköy’de  köşkü olup,  son zamânlarında Erenköy’de ikâmeti ihtiyâr ettiler. Güzel bir kütüphânesi  vardır. Urefâdandır.  Zavallı hâlen ağır işitir. Mâsivânın dedikodusundan âzâde olmak i'tibârıyla onda da bir hikmet vardır.

Şeyh Hacı Süleymân Efendi

Giresunludur. Trabzon’da dergâhı vardı. Âşık bir zât idi. Esâsen zâbıtâ-ı bahriyyeden iken ihtiyâr-ı tekâüdle icrâ-yı meşîhat etmiş idi. Giresun’da vefât eylemiştir.

/288/ Şeyh Hammâmî İsmâîl Efendi : Büyük Azîz’in dâmâdı idi. Fakat hilâfeti Hamdi Baba’dandır. 286. sahîfede yazdım.

Şeyh Şehâbeddîn Efendi : Büyük Azîz’in oğludur. Elyevm dergâhın post-nişîni olup tarîkına sâdıktır.

Şeyh Hacı Halîl Efendi : Âsitâde medfûndur.

Şeyh Kömürcü Muhammed Efendi.

Şeyh İsmâîl Bey : Mütekâidîn-i askeriyyedendir. Gâyet lâubâlî-eşreb, lâfını saklamaz, atak tabîatlı bir zâttır. Beykoz’da mukîmdir. Ne zamân görüytüm ise azîzinin menâkıbını anlata anlata zek-yâb olur. Bu da bir saâdettir.

Şeyh Hasan Tahsîn Efendi : Etıbbâdandır.

Şeyh İbrâhîm Bey : Me’mûrîndendir.

Şeyh Hammâmî İsmâîl Efendi

Azîzine şiddet-i merbûtiyyetiyle mümtâzdır. Bâlâda ismi geçen Hammâmî İsmâîl Efendi’den başka bir Hammâmî İsmâîl Efendi’dir. Garîb bir vak’ası vardır. Taht-ı idâresindeki hamâmda otururken bir gün azîzi Emîn Efendi teşrîf eder. “İsmâîl oğlum! Haydi gel biraz gezelim.” buyurur. Hemen yola revân olurlar. Bir kayığa binerler. Bursa vapuruna çıkarlar. Bursa’ya giderler. Avdet sırasında  araba istîcâr ederler. Azîz arabada iken İsmâîl Efendi’yi yolda yiyecek tedârikine me’mûr eder. O sırada bir zât gelir. “Arabaya beni alır mısınız?” der, “Buyurun.” diye kabûl eder. Arabacıya çek, der; araba yollanır.

İsmâîl Efendi aldığı şeylerle arabaya gelirken arabanın yollandığını görünce arkasından koşmaya başlar. Ta Mudanya’ya kadar gelir. Fakat azîzini daha evvel vapura binmiş, vapuru hareket etmiş bulur. Yanında on parası bile yok imiş. Mudanya’da hiç bildiği olmadığından çok sıkılmış. Fakat azîzinin bu hareketinde bir cilve, kendisi için bir seyrân olduğuna kanâatla of demez, zuhûrâta muntazır olur.

Bir kahveye gider oturur. Bu sırada bir meczûb sebîlci gelir, selâm verir. Kahveci bize kahve yetiştir, der. Kahveleri içerler. Sonra o meczûb, kahveciye hitâben, “Bu zâtın yemek içmek masrafı bendedir. Ona bak.” der. Kahveci, sebîlcinin  kemâlini ârif olmakla muvâfakat  eder. Vapur zamânına birkaç gün olduğundan kahve müdâvimleri bu İsmâîl Efendi’yi alırlar. Bir düğüne köye götürürler. Orada yer içer, Mudanya’ya avdet eyler. Vapura binecek parası yok. Şalvarını satmaya karâr verir. Bu sırada bir ermeni yolcu bunun hâlinden zarûretini hisseder. Onun vapur biletini alır. İstanbul’a getirir.  Kayığına alır Sirkeci’ye çıkarır.

Günlerden Cuma imiş. İsmâîl Efendi doğru Samatya’ya dergâha gelir. Devrâna yetişir.  Azîzinin elini öper. Garîbdir azîzi bir şey söylemez. O da ağzını açıp bir laf etmez. Gönül âleminde alış veriş olur.

Çok âşık, çok sâdık bir zât idi. Eyüp’te Merdivenli Mezâristan’nda sağ tarafta medfûndur. Kabrini /289/ Şeyh Şerefeddîn Efendi buldu. Ziyâret ettik. Mezâr taşı topraklar altında kalmış, meydâna çıkardık. Kitâbesi şöyledir:

Tarîkat-ı aliyye-i Uşşâkıyye hulefâsından ve Kığı kazâsı Siviklik karyesi ahâlîsinden bende-i âl-i abâ, Hadimü’l-fukarâ es-Seyyid eş-Şeyh İsmâîl Efendi rûhuna el-Fâtiha.”

Bir insân şeyhine nasıl mutî’ ve munkâd olur diye misâl-i şahsî aranırsa merhûm İsmâîl Efendi’dir.

Şeyh  İbrâhîm Efendi: Perver-kâr idi.

Şeyh Büyük Mustafa Efendi: Rüsûmât me’mûrlarından idi.

Şeyh Emîn Dede: Gelibolu Uşşâkî dergâhında irşâda me’mûrdur. Gâyet hararetli zikreder. Âşık bir sâhib-i nefestir.

Şeyh İsmet Dede: Manisa’da Uşşâkî dergâhında irşâda me’mûr idi.

Şeyh Hâfız Emîn Efendi: Mekteb-i Rüşdî muallim ve müdürü idi. Urla’da medfûndur.

Azîz-i Müşârünileyhin hîn-ı irtihâllerinde söylediğim manzûme-i târîhiyyedir:

          Rehnümâ-yı âşıkândır Şeyh Muhammed (el-)Emîn

          Mürşid-i Hak-gû idi ilme’l-yakîn ayne’l-yakîn

          Rehberi olmuş anın bî-şübhe tevfîk-i ilâh

          Ârif-i esrâr-ı Hak’dır ol kerîm-i meh-cebîn

          Haslet-i mümtâzesinden hisse-dâr-ı lutf olup

          Neşr-i feyz itmiş cihân-ı aşka olmuş kâm-bîn

          Tûl-ı ömre mazhar olmuş şeyh-i âlî-şân idi

          Şübhesiz halvet-sarâ-yı izzete olmuş karîn

          Âlem-i uşşâka  revnak virdi bir hayli zamân

          Zînet-efzâ-yı kulûb-ı âşıkîn ü ârifîn

          Feyz-i tâm târîh-i rihlet-dârıdır ol hazretin

          Kalb-i uşşâk medfenidir meskeni huld-i berîn

          Kemteri Vassâf’ı kalben arz-ı ta'zîmât ider

          Rûhunu takdîs ide Allâhu Rabbu’l-âlemîn

Müşârünileyh âyîn günleri giydiği tâc-ı şerîfe yeşil sarık sararlardı. 196. sahîfede yazdığım vechile ümmiyyü’l-meşreb olanlar tâc-ı şerîf üzerine  yeşil sararlar. Meslekleri böyle idi.

          Şuâ-ı şems-i Hakkı’dan münevver zât-ı dil-âgâh

          Cenâb-ı Şeyh Emîn-i pür-himem temdîha şâyândır

          Müeyyed sırrıdır kutb-ı zamânın ârif-i bi'llâh

          Anın kalbinde envâr-ı Hudâ dâim furûzândır

          Mübârek vech-i pâkinden göründü  âlem-i esrâr

          Bütün erbâb-ı aşk dergâhına her an şitâbândır

          Ne zevk-bahşâ ne rûh-efzâ  ne âlî mürşid-i Hak-bîn

          Emîn-i sırr-ı Haydar’dır harîm-i hâl-i pîrândır

          Halîmdir pek selîmdir tab’-ı pâki hayra mâildir

          Edîb-i nükte-pîrâ  sâlik-i râh-ı azîzândır

          Bu zâtın peyrev-i irfânı Şeyh Fahrî Efendi’dir

          Tarîk-i aşk-ı Hak’ta reh-nümâ-yı semt-i cânândır

          Uyûn-ârâ-yı cândır nûr-ı rû-yı tâb-efzâsı

          Enîs-i rûh-ı Vassâf âşık-ı mahbûb-ı Sübhândır

İkmâl-i Sülûka Muvaffak Olan Hânımlar:

Hanîfe Bacı, Hacı Nine, Hatice Hânım, Kayın vâlidesi Hatice Hânım, Halîlesi Vâhide Hânım.

Şeyh Fahreddîn-i Himmetî

Nazilli’de Ahmed Efendi nâm zâtın sulbünden 1265/(1849) senesi şehr-i Şa'bânında (Haziran 1849) zînet-sâz-ı âlem-i şuhûd oldu. /290/ Nazilli’de Mekteb-i Sıbyân’da okuyup, medreseye devâm ve muallim-i mahsûstan tederrüs eylemiştir. On üç yaşında iken 1278 senesi Muharreminde (Temmuz 1861) Nazilli kazâsı Müskirât Kitâbeti’ne; 1284 Recebinde (Ekim 1867) Nazilli’de muhterık çarşı inşâat komisyon kitâbetine; 1287 Zi'l-ka'desi’nde (Ocak 1871) A’şâr Kitâbetine; 1289 Muharrem’inde (Mart 1872) A’şâr Başkitâbeti’ne ta'yîn edilmiş. Ba'dehû hıdmet-i askeriyyesini îfâ ederek Şeyh Emîn Efendi’nin ilhâhıyla İstanbul’a gelmiştir ki Fahrî Efendi’nin henüz  genç iken müşârünileyhe intisâb eylediği nümâyân olur.

1296 Muharreminin yirmi beşinde (19 Ocak 1879) İstanbul’da Zahîre Gümrüğü Kolculuğu’na ba'dehû Mubassırlığına, icmâl mukayyidliğine, manîfâtura mukayyidliğine, kantâriyye mukayyidliğine, bir sene sonra tahrîrât kitâbetine irtikâ ile İstanbul Emtia-i Ecnebiyye Gümrüğü Nezâreti tahrîrât mümeyyizi oldu. 18 Kânûn-ı evvel 1329/(30 Aralık 1913)’da  tekâüdü icrâ kılınmıştır.

Emîn Efendi'den ikmâl-i sülûka muvaffak olup, hilâfetle kâm-yâb olmuş bir taraftan hıdmet-i devlete müdâvim iken dîğer taraftan tarîkat-ı aliyyeye ikdâm eylerdi. Himmetî tarîkat mahlasıdır. Azîzi seyâhata çıktıkça onu tevkîl eylerdi. Yirmi beş sene kadar hıdmet-i vekâleti vardır. Aksaray'da Şekerci Sokağı'nda tarîkat-ı aliyye-i Nakşıbendiyye mahsûs dergâh harîkta yandığından arsası tekke inşâ etmek üzere Fahrî azîze tefvîz olunmakla inşâ-yı dergâha muvaffak olmuşlardı. O zamân söylediğim târîhtir:

           

                   Bu dergâh-ı muallâyı Cenâb-ı Pîr'e nisbetle

                   İden inşâ Cenâb-ı Fahrî kim bir şeyh-i zî-şândır

                   Be-feyz-i himmet-i Pîr-i celîl  inşâ-yı dergâha

                   Becâ geldikde tam târîh-i cevher-dâr nümâyândır

                   (فيض همت )

      

Dergâh el'ân ma'mûr olup Pazar günleri icrâ-yı âyîn olunur ve zikirden evvel usûlen hatm-i hâcegân yapılır, şart-ı vâkıf yerine getirilir.

Azîzinin irtihâlinden sonra kendilerinde hayret ü istiğrak zuhûra gelip nihâyet 14 Şevvâl 1333 ve 12 Ağustos 1331/(24 Ağustos 1915) târîhinde Çarşamba günü vedâ'-ı âlem-i fenâ edip, na'ş-ı münîfi azîzim Mustafa Efendi gasl eyleyerek ba'de't-techîz ve't-tekfîn ikindi namâzı Vâlide Câmi'-i Şerîfi'nde ba'de'l-edâ  dergâh-ı şerîfin bahçesinde ihzâr olunan kabirde defn olunmuştur.

Altmış sekiz sene muammer olmuşlardır. Gâyet nâzik, halûk, tarîkına sâdık, azîzine âşık bir zât idi. Nahîfü'l-bünye olup, kabaca sakallı, mütenâsibü'l-endâm idi. Dâiye-i şöhretten müctenib ve pek mahviyet-kâr idi. Mubâhase-i tasavvufiyyeyi sever, erenlerin sözlerinden zevk alırdı. Hz. Salâhî'ye çok muhabbeti olup, onun âsârını cem' ve tahrîr husûsunda pek büyük gayret göstermişlerdi.

Mahdûmları Emîn Efendi, pederlerinden bahs ettiği sırada ahd-i sabâvet ü şebâbetimize tesâdüf eden eyyâm-ı ahîre-i hayâtiyyesinde Hz. Salâhî Dîvân'ıyla, âsâr-ı âliyesinden bir kısmını pek şâyân-ı hayret bir azm u himmetle istinsâh etmişlerdi. Aylarca meşgûl oldular. Bu esnâda /291/  uykusuz geçirdiği geceleri pek çok idi. Bu vecd-i tahrîre ve Hz. Salâhî ile hem-bezm-i mahremiyyet olduğu bu gecelere bizi alâka-dâr etmemek istediği için olacak ki  muâvenetimiz hakkında bir îmâ vü işâret dahi göstermemiştir.

Fahrî Efendi merhûmun tesettüre meyli ziyâde idi. Vazîfe-i resmiyyesine devâm ettiği müddetçe kisve-i mülkiyyeyi lâbis olurdu. Dergâhta bulundukça arâkiyye üzerine yeşil sarık sarar kisve-i sûfiyyeye bürünürdü. Yalnız arâkiyye giydiği ve haydarîyi lâbis olduğu da kesretle vâki' idi. Evvelce Şeyh Ömer Hulûsî Efendi hazretlerine dâmâd olmuştu. Zevceleri irtihâl eylemiştir. Bi'l-âhare burada teehhül edip, Muhammed Emîn ve Salâhaddîn isminde iki evlâdı dünyâya gelmiştir. Emîn Efendi câ-nişînidir.

Bir zamânlar şiirle iştigâl ettiğine, yazdığı birkaç manzûmeler şehâdet eyliyor. Himmetî mahlasıyla söylenmiş manzûmelerinden bir kaçı bâlâda yazıldığı gibi, ikisini de ber-vech-i âtî yazıyorum. Tabîat-ı şi'riyyeleri olmadığından bi'l-âhare bu mesleği terk etmişlerdir.

       Âh-ı mazlûm yerde kalmaz müntakimdir ol Ganî

       Âkıbet bulur belâsın ehl-i İslâm düşmeni

       Doksan üç sâlinde vîrân itdi Moskof Rum ilin

       Kendi ilkêsında görsün an karîb on mislini

       Oldular mecbûr-ı hicret bunca yüz bin müslimîn

       Nice bin tıfl u nisâ hem kıldılar cân terkini

       Ehl-i servet nice beyler dağılup oldu fakîr

       İhtiyâr itmişdi nâçâr terk-i dâr u meskeni

Rus Muhârebesi  esnâsında teessür hâliyle yazdığı manzûmedendir. Duâsı yerini buldu. Rusya herc ü merc oldu.

Azîzinin hulefâsından 286. sahîfede ismi muharrer Hacı Ömer Dede’nin rıhleti ve Manisa’da inşâ eylediği dergâh hakkındaki manzûmesi:

       Gaflet-i fânîden  ârif çeşmi bîdâr eyledi

       Mâ-sivâdan kesdi meyli vasl-ı dîdâr eyledi

       Hazret-i Pîr’im Hüsâmeddîn yolunda gör bu zât

       İntisâb-ı mürşid ile kesb-i esmâr eyledi

       İlm-i esmâyı hakîkat mektebinden okuyup

       Nefsinin etvârına âgâh olup kâr eyledi

       Bezl-i nakd ile mücedded  eyleyüp vaz'-ı esâs

       Yapdı bu Dergâh-ı Uşşâkî’yi ol dâr eyledi

       Fâtiha-hân ola ihvân rûhuna tâ haşre dek

       Mecmau’l-uşşâk kılup madâmki îsâr eyledi

       Yazılup târîhi dindi Şeyh Ömer Abdü’l-Ganî

       Da’vet-i Hak oldu derhâl azm-i dil-dâr eyledi 

(دعوت حق اولدى درحال عزم دلدار ايلدى) - sene 1293

İrtihâlleri üzerine söylediğim manzûme-i târîhiyyedir:

       Cenâb-ı Şeyh Fahrî âlem-i uşşâka zînetdi

       Vücûd-ı mekremet-efzûdu ehl-i aşka ni'metdi

       Tamâm altmış sekiz yıl dem-güzâr-ı âlem olmuşdur

       Edîb ü kâni’ vü hoş sohbet ü ehl-i muhabbetdi

       Nazımda Himmetî mahlaslıdır ol mürşid-i Hak-bîn

       Tarîkatda kulûb-ı ehl-i irfâna beşâretdi

       Visâl-i yâr ile dil-şâd olup terk-i sûy itdi

       Be-feyz-i tâm uluvv-ı zâtına târîh-i rıhletdi

/291/               Mübârek merkadi müstağrak-ı envâr-ı Hak olsun

       Füyûzu kalb-i Vassâf’a misâl-i ayn-ı rahmetdi

       (فيض تام)  = 1331 (بفيض تام) = 1333

Müşârünileyh ile hukûk-ı kadîme ve meveddet-i samîmiyye meyânemizde cârî idi. Târîhi ba'zı şeyler hakkında sorduğum şeylere cevâb olmak üzere yazdığı mektûbu aynen ilsâk ediyorum:

Kendilerini çok severdim ve ale’l-ekser meclislerinde bulunur idim. Silsile-nâme-i Uşşâkıyye’de Şeyh Emîn Efendi’yi beyândan sonra,

       Bu zâtın peyrev-i irfânı Şeyh Fahrî Efendi’dir

       Tarîk-ı aşk-ı Hak’da reh-nümây-ı semt-i cânândır

       Uyûn-ârâ-yı cândır nûr-ı rû-yı tâb-efzâsı

       Enîs-i rûh-ı Vassâf âşık-ı mahbûb-ı Sübhândır

diye arz-ı muhabbet etmiştim. Şeyh Ömer Hulûsî Efendi hazretlerine dâmâd olmak şerefi de, kadirlerini bir kat daha i’lâ eylediği gibi, onların irtihâllerinde Himmetî mahlasıyla söyledikleri târîh-i manzûm dahi bir hâtıra-i muhassasa  teşkîl eylemiştir. Âtîdeki mektûb kendi yazı ve ifâdeleri olup taraf-ı fakîrânemden vukû' bulan istîzâha cevâb makâmındadır. Teberrüken ve aynen telsîk olundu:

“Huzûr-ı âlîlerine!

İzzetlü Efendim Hazretleri!

23 Mart 1328/(4 Nisan 1912) târîhiyle kerem-nâme-i aliyyelerinde te'lîf ve tertîbine teşebbüs buyurulan Sefîne-i Evliyâ nâm kitâba derc olunmak üzere vâki' olan emr ü taleb üzereine Hz. Pîr-i dest-gîrimiz Hüsâmeddîn-i Uşşâkî (kuddise sırrûhu’l-Bakî) efendimizin hafîd-i âlîleri tarafından müretteb ve muvakka’ numarası bâlâsında muharrer me’haz-i mergûbeden vaktiyle kayd u zabt edilmiş olan tercüme-i hâli ile ricâl-i Uşşâkıyye’den Cenâb-ı Salâhaddîn’in nezdimizde mahfûz ve zevât-ı sâirede vücûdu meşhûd ve mesmû' âsâr-ı âlîleri esâmîsini mübeyyen tanzîm kılınan pusula leffen takdîm olunduğu gibi geçen sene Fındık-zâde Dergâhı’nda tilâvet olunan mevlüd-i şerîf esnâsında Musullu Hâfız Osmân Efendi tarafından Pîr-i Müşârünileyh hazretleri hakkında Şeyh-i Ekber (kuddise sırrûhu’l-ezher) hazretlerinin Fütûhât-ı Mekkiyye’sinden kırâat olunan kıt'a-i Arabiyye fakîrce mazbût ve mukayyed olmadığından taharrî ettirilmekte olmasına ve şâyet bulunamaz ise kendisine mürâcaat olunması  ba'zı ihvâna tenbîh olunmuş. Binâenaleyh elde edildiğinde inşâa'llâh onunda takdîmi mukarrerdir.

Mezkûr keremnâme-i aliyyelerinde fakîrde mahfûz âsâr-ı mevcûdenin, (Bir iki günde istinsah edebilmek için iâre buyurulur ise emniyyeti sû-i isti’mâl etmeyeceğim ite'mîn ederim.) ibâresiyle bir fıkra münderic idüği görülüp, lede’t-teemmül fıkra-i mezbûre dil-i mir’âtı mukâbilimde şimdiye değin zan ve belki mahsûs bile olmayan öyle bir fikrin vücûdunu îmâ eder sûrette  âyîne-i sâfiyelerine aks-endâz olmasından dolayı dâimâ saykal u incilâsını ârzû ettiğim o mir’âtın köşe ve bucaklarında daha ne kadar levs ü gubârın mestûr ve muhtefî bulunduğunu mülâhaza ve tahattur ettirerek bir mürebbi ve münebbih-i hakîkî oldu da derece-i kadr ü i'tibârını kendisine tanıttırdı. Teşekkürler ederim. Îkâz ve irşâd buyurdunuz. Maamâfih fakîrin zât-ı âlîlerine olan hüsn-i muhabbet ve derece-i i'timâdım îcâbınca âsâr-ı mezkûrenin istinsâhına bilâ-te'mînât emr ve ârzû-yı aliyyelerinin zuhûr u vürûduna  her vakit âmâde ve güşâdedir.

Hz. Pîr Efendimizin menâkıb-ı aliyyeleri meyânında taraf-ı devletten ba'zı müzekkirât-ı mühimmede murahhas ve vekâlet sûretiyle bi'z-zât Bâbıâlî’de bulunarak ve o mehâfil ve mecâlis riyâsetine alarak isbât-ı vücûd buyurduklarında  meşhûd ve ma’lûm olan çul nîm-ten-i vücûduna temâs eder sûrette ve üstününe de ol vakitki teşrîfât-ı esmâ nice makâma ve sıfat-ı me’mûriyyete münasîb kürk ve sâire ilbâs buyurduğu mezkûr çulun sâir emânetler içerisinde ziyâret-i enâm u ihtirâm olunmasıyla ve cenâzesi Dersaâdet’e vürûdunda Üsküdar’daki Paşalimanı denilen mahalde ba'zı harikalar zuhûru oranın nâm-ı atîkı Öküzlimanı denmekle ma’rûf olmasıyla müstedlil ise de meşîhatına veyahut arabanın sûret-i mürûruna dâir mübâlağâta  bir eserde tesâdüf olunamamıştır.

Mevsûk olan kendi hafîdinin mürsel varakada yazmış olduğu tercüme-i hâl olması  îcâb ediyor. Salâhaddîn Efendimizi gâyet nefis ve hüsn-i hat ile muharrer daha dîğer ba'zı  âsârı  münderic Dîvân-ı âlîlerini  kitapçı Niyâzî Efendi satmak üzere dergâha getirmiş ve zât-ı âlîlerine gösterilmesini kendisine kerrâren tenbîh ve tefhîm olunmuştu. Eğerçi gelmiş ve mübâyaa edilmiş ise hakîkaten bir muvaffakiyettir. Mürsel müsvedde varakası da belki lüzumu vardır mülâhazasıyla leffen ve birlikte olarak iâde kılınmıştır.

 Bâkî âfiyette olunuz ve gönülden çıkarmayınız azîzim.

1 Nîsân 1328/(13 Nisan 1912)                                                          

Muhammed Fahrî

Hulefâsı:

Meşhûr Tesbîhçi Ali dede, Ahmed Efendi, Mesçi Sâlih Dede, Mustafa Sâfî Efendi, Hacı Mustafa Efendi

Şeyh Hacı Mustafa Efendi

Kayserilidir. Fâtih Câmi'-i şerîfinde tahsîl-i ulûm etmiş, icâzet almış. Müddet-i medîde kadınlara Kürsü Şeyhliğinde bulunmuştur.  Fahrî Azîz’e  intisâb edip, sinîn-i medîde  çalışarak ikmâl-i sülûka muvaffak olup, 1324 senesi şehr-i Ramazânın Leyle-i Kadr’inde (14 Kasım 1906)  azîzim Mustafa Efendi ile birlikte hilâfet almıştır. Tarîkat mahlası Sıdkî’dir.

Azîzimin bidâyeten Fındık-zâde Dergâhı meşîhatına bi'l-âhare Âsitâne-i Hz. Pîr hizmetine ta'yîni nasılsa bi-hasebi’l-beşeriyye Hacı Mustafa Efendi’nin hiss-i istirkâbını uyandırmış idi. Keçeciler’deki dergâh meşîhatı münhâl olunca, “Beni buraya ta'yîn için delâlet et, inhâda bulun.” diye mürâcaat etmekle azîzim "Birâder! Şart-ı vâkıf îcâbınca Âsitâne-i Uşşakiyye’den müstahlef olmak şarttır.  Şartu’l-vâkıf ke-nassı’s-şâri’ nazariyyesine göre sizi oraya inhâ etmek vakfa karşı hıyânettir.” demesine karşı, siz ayrıca hilâfet veriniz, teklîfinde bulundukta, "Azîzimin mastaba-i irfânında yan yana bulunduk, rahle-i tedrîsinde berâber bulunduk. O size hilâfet vermiş. Ben onu ibtâl ile yeniden size hilâfet verebilir miyim?  Rûh-ı azîz titrer , halk güler. Ehlu'llâh la’net eder." diye  i'tizâr eylemişti.

Bu hâl hakkı teslîm edemeyen Mustafa Efendi’de büyük bir ukde-i iğbirâr teşkîl etmiştir Bi'l-âhare Hırka-i Şerîf’te Atîkali Paşa Câmii ittisâlinde ki hânesini tevsîan bir Uşşâkî Zâviyesi uyandırmasına muvaffak olup, resm-i güşâdında azîzimi da'vet etmişler ve azîzim icâbet buyurmuşlar iken azîzimin izzet-i nefsini rencide edecek vasfiyet ihdâ eylemişlerdi. Azîzim deryâ-dil olup, onların noksânına vermiş ve yine hoş görmüştü.

Keçeciler Dergâhı, İzzet Efendi’den tekrâr inhilâl edince Molla Ahmed Efendi nâm halîfe için  yine aynı nakarâtı okuyarak oraya ta'yîni emrinde ısrâr etmişler ise de kabûl buyurulmadığından azîzim için ateh getirmiştir. Hakkı bâtılı fark u temyîzden âcizdir. Vesâyete muhtâc olacak derecede  ma’lûlu’l-efkârdır diye aleyhinde mazbata yapıp hükûmete takdî etmişler ise de bâb-ı hükûmette bu işi tedkîk edenler mazbatayı mühürleyenlerin hakîkattan uzaklaşmış erbâb-ı ı’râz olduğuna kanâ'at hâsıl edip, mazbatayı hükümsüz bırakmışlar. Azîzimin intihâb-kerdesi olan Hazmî Efendi’yi meşîhata ta'yîn eylemişlerdir. Hâl böyle iken afvı ve deryâ-misâl vâsi’ olan azîzim bu işler hiç olmamış gibi onlara iltîfâttan  hâli kalmamıştır.

/293/ Mustafa Efendi ziyâret-i Harameyn’e muvaffak olmuştur. Vasfî Bey nâmında bir mahdûmu vardır. Dergâh-ı şerîfin inşâsında, “Dâru’l-füyûz-ı Uşşâkî” (دار فيوض عشاقى)[62] târîh düşmüştür. Pazar geceleri, icrâ-yı âyîn olunur. Vâki' olan taleb ve ârzû üzerine tarafımdan söylenen manzûmedir :

       Mufahham Pîr-i dest-gîrim Hüsâmeddîn-i Uşşâkî

       Kemâl-i feyzidir bu ma’bed-i gülzâr-ı Uşşâkî

       Yapıldı lutf-ı hakkıla bin üç yüz kırkda bu dergâh

       Girenler tekke-i irfâna oldu yâr-ı Uşşâkî

       Hacı Mustafâ Sıdk oldu bânî hem de post-pîrâ

       Füyûz-ı Hazret-i Pîr’e  tecellî-zâr-ı Uşşâkî

       Anın pek hâlisâne  himmetidir iş bu âsârı

       Gelirler cem' olurlar bunda hep ebrâr-ı Uşşâkî

       Kemâl-i aşk ile tevhîd ü zikr itmekdedir uşşâk

       Hakâyık-bîn olanlar görmede esrâr-ı uşşâkî

       Bütün ehl-i dile zînet-fezâdır nûr-ı zikru'llâh

       Kulûb-ı âşıkânı kapladı envâr-ı uşşâkî

       Gel ey âşık safâ ashâbına  in’âm-ı Hak  çokdur

       Misâl-i ayn-ı hikmet rû-nümâ ser-şâr-ı uşşâki

       Hudâ tevfîkını rehber idince abdine lutfen

       Hemân hâsıl olur maksûd görür dîdâr-ı uşşâkî

       Gel ey Vassâf gözün aç gaflet itme vakt-i fırsatdır

       Açılsın dîde-i ma’nâ görünsün yâr-ı uşşâkî

Târîh-i velâdeti 1272/(1855-56) olup, azîzimden iki yaş büyüktür. Mutavassıtu’l-kâme, esmerü’l-levndir.

/294/ Şeyh Tâlib-i İrşâdî

1235/(1820) senesinde Bayındır’da tevellüd eylemiştir Derebey-zâde Helvacıoğlu Ahmed Efendi nâmıyla yâd olunurdu. Pederi ve vâlidesinin bir tânesi idi. Yirmi yaşına kadar tahsîl-i ibtidâide bulunmuştur. 1255/(1839) târîhinde medresede tahsîlde iken Şeyh Ömer-i Hulûsî  ve Şeyh Hüseyin Hakkî Efendiler hazerâtı medreseyi ziyâret kasdıyla geldiklerinde  sâhib-i tercümenin hâl ü istikbâlindeki ulviyyeti görüp, kendisini taltîf etmişlerdi. Hîn-i müfâraktında beynehümde şedîd bir râbıta-i muhabbet husûle gelip, her iki taraf bu muhabbetin taht-ı te'sîrinde kaldığından Hz. Hulûsî, cenâb-ı Hakkî’ye hıtâben, “Tâlib benim, irşâd  senin.” buyurarak bunun üzerine Şeyh Hakkı Efendi duâ buyurup, “ Efendim! Cân senin, cânân senin.” diye cevâb vermiş ve bu sırada âsâr-ı feyz tecellî-nümâ  olmuştur.

Bu ülfet ü sohbet ve nasîb u bey’at medrese kenârında akar çeşme yanında  incir ağacı altında ekin tarlası yanında vâki' olup, süt içilmiş, bal tenâvül olunmuş olduğunu öğrendim.  Müşârünileyhte bir hâl zuhûr edip, aşk u muhabbetle seyr ü sülûka  başlamış on beş sene mücâhede etmiştir. 1270/(1854) senesinde bir sırr-ı ma'nevî zuhûruyla dağlarda, bağlarda inzivâya başlayıp, bu hâl 1277/(1860) senesine kadar sürmüştür. Bu müddet zarfında asla tese’’üle rağbet ve avâm ile ülfet eylemeyip saçı ve sakalı uzatmıştır.

Seyâhat ve uzletten avdetinde bir hasır parçasına bürünmüş olduğu hâlde Hz. Hulûsî’nin huzûruna dâhil olmuştu. Şeyh Muhammed Emîn-i Tevfîkî’nin yazdığım vechile tarîkında rehberi olmak hasebiyle Emîn-i müşârünileyhin tedârik eylediği elbiseyi iktisâ etmiş idi.

Ahmed Efendi’ye, Tâlib-i İrşâdî’yi telkınde bulunan Şeyh Ömer Hulûsî Efendi’dir. “Kimine bin kese verdi, yok anın bir pâresi” nutkundan da ayân olacağı üzere bağ, bahçe, hâne, dükkân, arâzî gibi emlâkini hâl-i hayâtında veresesine  terk ü teberrû’ eylemiş, bunların dağdağasından âzâde kalmıştır. Hattâ mîrâsen kendilerine intikâl eden parayı Kilitbahir’de bulundukları zamân getirdikleri hâlde bunu da  hibe eylemiştir.

1277/(1860) senesinde çille-i tarîkat ve seyr ü sülûk tamâm olup, Şeyh Hüseyin Hakkî Efendi’den müstahlef olmuştur. İntisâbı târîhi olan 1262/(1846) târîhinden 1277/(1860) târîhine kadar on beş sene güzer eylemiştir.  Yirmi bir sene Balıkesir, Karabiğa, Çardak, Lapseki, Çanakkale, Bayramiç, Kumkale, Babakale, Edremit havâlîsinde ve Gelibolu şibh-i ceziresinde bâ-husûs Kilibtbahir’de icrâ-yı reşâdet eyleyerek 1298/(1881) senesinde dâr-ı cemâle  intikâl eylemiştir. Müddet-i ömürleri altmış üç senedir.  Kilitbahir’de inzivâ ettiler. Türbeleri oradadır.

Tâlib-i İrşâdî'nin bakıyye-i ömürlerini inzivâ, halvet, riyâzet, irşâd ile geçirdikleri menkûldür. Târîh-i rıhletlerini müş’ir manzûme-i âtiye tercüme-i hâlinden bahs olunacak olan Şeyh Hüsnü Efendi tarafından söylenmiştir.

/295/        Durma gel ey murğ-ı dil sûzân-ı firkatdir bu sâl

       Âh idüp uşşâk düşdü çün bu firkatle melâl

       Râh-ı uşşâk içre bir şeyhu’l-kerîm gitdi firâk

       Cümle uşşâk ağladı zîrâ budur sâhib-kemâl

       Kalmadı gitdikçe bu fânî cihânda ehl-i dil

       Cümle uşşâk eşk-i çeşmin eyledi bârân misâl

       İrciî’ emriyle şeyhim eyledi azm-i bakâ

       Vuslat-ı cânâna irdi gitdi ol sâhib-cemâl

       Söyledi cevherle târîhini Hüsnî kemteri

       Göçdü çün Şâh Tâlib-i İrşâdî kıldı aşk Hak visâl*

       (كوچدى چون شاه طالب ارشادى قيلدى عشق حق وصال) = 1298

Târîhe ait olan beytinde vezin yoktur. Ebced hesâbına uysun diye fazla husûle getirilmiş.

İrşâdiyye-i Uşşâkıyye:

Tâlib-i İrşâdî hazretlerinin peyrevânı, tarîklerini şuabât-ı Uşşâkıyye’den bir kol ve müşârünileyhi müceddid addetmişlerdir.  Tâlib-i İrşâdî yedi sene dağlarda bulundukça saçı sakalı uzamış olduğundan bu hâlde şeyhinin huzûruna avdet etmişti. Onun eserine tebean İrşâdîler saçlarını kesmezler, kıvırıp sarığın üstünden arâkiyyenin arasına sokarlar. Sakallarını da fazlaca uzatırlar. Bu kıyâfetleri nazara pek hoş gelir. Derviş neşvesi verir.

Tâlib-i İrşâdî’nin güzel söylenmiş nutukları vardır. Dîvân teşkîl edecek kadar zengindir.

       Esîr-i nefs olup kaldım yetiş imdâdıma pîrim

       Yem-i isyâna pek daldım yetiş imdâdıma pîrim

       Tutuldum dâmına nâçâr ararken vuslat-ı dildâr

       Bütün gün hâletim bed-kâr yetiş imdâdıma pîrim

       Garîbim dâr-ı gurbetde  yanarım nâr-ı firkatda

       Koma zindân-ı hicretde yetiş imdâdıma pîrim

       İderim senden istimdâd harâbım kıl beni âbâd

       Garîbim olmuşum berbâd yetiş imdâdıma pîrim

       Sana bende olan dervîş kalır mı bunda hiç dil-rîş

       Sana ancak sezâ bu iş yetiş imdâdıma pîrim

       Ki sensin pîr-i Uşşâkî şarâb-ı vahdete sâkî

       Gönüller derdi tiryâkî  yetiş imdâdıma pîrim

       Sen oldun derdine dermân bu İrşâdî’nin ey cânân

       Visâlinle gönül şâdân yetiş imdâdıma pîrim

                                                           *     *     *

       Nakd-i cânı harc idüp bâzâr-ı aşkda ey gönül

       Al ene’l-Hak sırrını bir dâr-ı aşkda ey gönül

       Bülbül-i şeydâ gibi kıl zâr-ı efzûn her seher

       Zevk-ı Bâkî ile ol gülzâr-ı aşkda ey gönül

       Vuslat-ı yâra irişmezsen eğer nâ-puhtesin

       Yâr-ı hicrile kebâb ol nâr-ı aşkda  ey gönül

       Ben sana oldum enîs gel sen de ol hem-dem- bana

       Mahremimsin sen benim esrâr-ı aşkda ey gönül

        Ba’d-ez-in İrşâdi’nin gel nushunu eyle kabûl

       Sâdık isen sâdık ol dîdâr-ı aşkda ey gönül

                                               *     *     *

       Cürm ü isyân oldu kârım rûz u şeb Yâ Rab meded

       Firkatinle âh u zârım rûz u şeb Yâ Rab meded

       Çâresiz düşdüm firâkın nârına firkatdayım

       Nâr-ı hasretle yanarım rûz u şeb Yâ Rab meded

       Ömrümüz kûtâh olup geçmekdedir hicrân ile

       Bilmezem leyl ü nehârım rûz u şeb Yâ Rab meded

       Eyle tevfîkın refîk İrşâdi âciz bendene

       Vuslatın dilde ararım rûz u şeb Yâ Rab meded

                                      *    *    *

/296/          Ne güzel yâr ile halvet ne güzel

       Ne güzel dost ile ülfet ne güzel

       Seni âgâh ider her demde dahi

       O deme sıdk u sadâkat ne güzel

       Seni sen bildin ise sende yakın

       Güzelin hüsnünü ru’yet ne güzel

       Özün ayırma özünden o şehin

       Gönül içre ana vuslat ne güzel

       Arayup girdi erenler yoluna

       Tâlib-i İrşâdi’ye devlet ne güzel

                                               *    *    *

       Fazl u kudret zâhir oldu  gel berü seyrân senin

       Kenz-i mahfî çün bilindi âdem-i devrân senin

       Kâinâta kıl nazar kim görünen gören nedir

       Gün görür bu cümle âlem  cân ile cânân senin

       Halk buyurdu âlemi  ketm-i ademden ol Hudâ

       Zâhiren katresin ammâ ma’nide ummân senin

       Bâğ u bustân nergis ü gül genc-i ra’nâ hüsn-i dil

       Hûr u gılmân nûr-ı Rıdvân ni’met-i Rahmân senin

       Mısr-ı kalbe nâzır oldur manzarısın âlemin

       Anıniçün didi ‘levlâk’ ey dedem sultân senin

                               *    *    *

       Cânını ver sevdiğin cânâna sen

       Cân olur cisminde  cânânın senin

       İster isen vuslat-ı Mevlâ’yı sen

       Aşk-ı Hak’da mahv ola cânın senin

                                               *    *    *

       Saâdet kişverinin şâhısın pîrim Efendim

       Sipihr-i dillerin hem mâhısın pîrim Efendim

       Yolunda sıdk ile  sâlik olanlar buldu(lar) devlet

       Bütün âşıkların Hak râhısın pîrim Efendim

                                               *     *     *

       İstemem bu cism ü cânı dilde cânân isterim

       Akl-ı cüz’îden geçüp hem sırr-ı irfân isterim

       Pür-ziyâ itsin derûnum şehrini şems-i ezel

       Zulmeti sürsün çıkarsın nûr-ı îmân isterim

Şemâili:

Tâlib-i İrşâdî, uzunca boylu, zaîf vücûdlu, güler yüzlü, tatlı sözlü, uzun saç ve sakallı, parmakları ince uzun, münevverü’l-vech, pembeye meyyâl buğday benizli, kara gözlü, mütenâsibü’l-endâm idi.

Şeyh Kudsî Baba

Tâlib-i İrşâdî, Balikesir’de Garîbler Tekkesi nâmıyla bir dergâh inşâ edip, meşîhatına hulefâsından Şeyh Kudsî Babayı me’mûr etmiştir.

(Tâlib-i İrşâdî’nin) Sâir Hulefâsı :

- Şeyh Sâfî Baba: Çardak’ta irşâda me’mûr idi.

- Şeyh Hüseyin Necîb Efendi: Gelibolu’da irşâda me’mûr idi.

- Şeyh Şücâî Baba: Çanakkale’de irşâda me’mûr idi. Şeyh Sâmî Efendi isminde bir halîfesi vardır. Bahs olunacaktır.

- Şeyh Hasan Niyâzî Efendi: Bayramiç’te irşâda me’mûr idi.

/297/ Şeyh Sıdkî Baba, Şeyh Nûrî Baba, Şeyh Sâdık Baba neşr-i tarîkat eden hulefâsındandır.

- Üftâde Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi:  Bu zât Tâlib-i İrşâdî’nin ecell-i hulefâsındandır. Tercüme-i  hâlinden bahs olunacaktır.

Tâlib-i İrşâdî’nin hulefâsına sâlik olanlar arasında lâubâlilik olduğunu görenler, işitenler nakl etmişlerdir.  Cenâb-ı Hak, onları da, bizi de ıslâh buyursun, âmîn.

       Nâil-i zevk u safâ Tâlib-i İrşâdî’dir

       Sâhib-i sıdk u vefâ Tâlib-i İrşâdî’dir

       Revnak-efzâ-yı tarîk meslek-i uşşâkî’de

       Ârif-i sırr-ı Hudâ Tâlib-i İrşâdî’dir

       Cezbe-i aşk ile sahrâlara düşmüş erdir

       Vâsıl-ı Mısr-ı likâ Tâlib-i İrşâdî’dir

       Gül-i sad-berg-ı hakîkat dinilirse lâyık

       Medh u tekrîme sezâ Tâlib-i İrşâdî’dir

       Arz-ı ta'zîm ider elbet ona Vassâf’ı

       Sâlik-i râh-ı hüdâ Tâlib-i İrşâdî’dir

Tarîk-ı Uşşâkî’de Dede ta'bîri müsta’mel iken İrşâdî kolundan gelenler görülüyor ki bu ta'bîri Baba şekline sokmuşlar. Baba ta’bîri, tarîk-ı Bektâşî’de müsta’mel ve müteâmil olduğundan Bektâşîlik’le zerre kadar alâka ve münâsebeti olmayan ve tamâmen ve esâsen meslek-i Muhammedî’ye  tebeıyyetten ibâret bulunan tarîk-ı feyz-i refîk-ı Uşşâkî’de bu gibi ihtirâat-ı lafziyye mevki’-i kabûl bulamaz.

Esâsen içlerinde bir kaçı meselâ Üftade Hüseyin Hüsnü  ve Tevfîk Efendiler müstesnâ olmak üzere umûmunda Bektâşîlik neş'esi galebe etmiş, âdâb-ı şerîattan usûl ve furû’-ı tarîkattan tecerrüd edilerek erbâb-ı hakîkatın nazar-ı istikrâhına uğramışlardır. 253. sahîfede uzun uzadıya ızhâr-ı âsâr-ı teessür eylediğim dakâyıkın zamânımızda hudûsuna bunlar sebebtir. Câhidîler ve Muslihîler’de zuhûra gelen bid’atler, rezâletler nasıl ki o şu'belerin  inkırâzına sebeb olmuş ise Hz. İrşâdî’den sonra yine o şu'belerin mesleğini uyandırmaya çalışan ve hakîkatta Bektâşî olup, Uşşâkîlik kisvesi altında irtikâb-ı rezâil eden kimselerin de akibeti meslekleri hüsrândan ibârettir.  (إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ)[63]

Üftâde Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi

Bu zât Tâlib-i İrşâdî’nin müteşerri’ bir halîfesidir. Kilitbahir’deki dergâhta otuz kırk seneden beri inzivâî hayât içinde idi. Ehl-i sülûk bir zât olup hulefâ vü mürîdânı vardır.  Kilitbahir’deki dergâhın bâis-i ihyâsıdır. Bu dergâh gâyet dil-nişîn bir tarzda Mevlevîhâneler gibi inşâ olunmuş idi. Harb-i umûmîde iki düşmân güllesi isâbet ederek tahrîb etmiştir.  Elyevm Meydân Odası’nda Cuma ve Pazartesi geceleri tehlîl ü tevhîd ile iştigâl ve âyîn-i tarîkat olunur imiş.

Hüseyin Hüsnü Efendi’nin târîh-i velâdeti 1276/(1859)’dır. Pederleri Kâtip Mûsâ  Efendi olup, tarîkat-ı aliyye-yi Rufâiyye’dendir. Tarîk-ı Uşşâkî’ye intisâbları Tâlib-i İrşâdî’yedir. 1287/(1870) senesindedir. /298/ Hilâfet târîhi 1295/(1878)’tir. Vâlidelerinin ismi Hafize Hânım’dır. Tarîk-ı Uşşâkî müntesibelerindendir. Birâderi Hâfız Şeyh Nûri Efendi dahi hulefâ-yı Uşşâkıyye’den olup Hüseyin Hüsnü Efendi’den onbir yaş büyüktür.

Cemâziye’l-evvel 1343/(Aralık 1925)’te Kilitbahir’de irtihâl eylemiş ve dergâha defn olunmuştur. Hüseyin Hüsnü Efendi hayli halîfe yetiştirmiştir ki Edirne, İstanbul, Kal’a-i Sultâniye (Çanakkale), Bayramiç, Edremit, İzmir, Dimetoka ve Gelibolu’da neşr-i tarîkata me’mûrdurlar.

Şeyh Nazmî Efendi

Hüseyin Hüsnü Efendi hulefâsındandır. Bahriyye Binbaşılarından idi. Tekâüd olup Maltepe’de köşkünde mukîmdir. Her sene ihvân-ı tarîkatı da'vet edip müdebdeb bir cem'iyyet-i zikr vücûda getirir, yedirir içerir. Âşık, sâdık, semîhu’l-kalb bir zâttır.

Şeyh el-Hâc Hâfız Muhammed Tevfîk Efendi

Hüseyin Hüsnü Efendi’nin ecell-i hulefâsından olup, edîb, halûk, muhâfaza-i âdâba riâyet-kâr bir zâttır. İki def'a âsitâne-i Hz. Pîr’de kendisiyle müşerref oldum. Kal’a-i Sultâniyye’nin Câmi'-i Kebîr Mahallesi’nde 1281/(1864) târîhinde doğmuştur.

Dört beş yaşında iken mahalle mektebine devâma başlayıp, Hâfız Hasan Efendi’den taallüm-i Kur’ân ve Hâfız Muhammed Efendi’den hıfz-ı Kur’ân ile  1297/(1880) senesinde İstanbul’a gelip, Fâtih Câmi'-i Şerîfi’nde Eğinli Hacı Hâfız İbrâhîm Efendi’nin dersine devâm etmiştir. 1300/(1883) târîhinde Çarşamba’da Murâd Molla Dergâhı’nda merhûm Şeyh Ârif Efendi zamânında  imâmet ve hitâbet hizmetini der-uhde edip, üç sene kadar devâm eylemiştir.

Bu sırada ulemâ ve meşâyıhtan çok kimselerle hem-sohbet olup, 1304/(1887) senesinde Şeh-zâde Seyfeddîn Efendi’ye imâm olmuştur.

Şeyh Hacı Bekir Cezbî Efendi

(Muhammed Tevfîk Efendi), bu sırada tarîk-ı Kâdirî’ye intisâb eylemiştir. Şeyhi es-Seyyid el-Hâc Bekir Cezbî Efendi’dir. Bu zât Tophâne İhtiyat Alay Müftüsü olup, Varnalı idi. Bağdâd'da tahsîl-i ulûm etmiş, Arabî, Türkî, Fârisî, Kürdî ve Hindî lisânlarına vâkıf idi. İlm-i tefsîr, ilm-i hadîs, ilm-i nücûm, ilm-i vefk ve ilm-i havâssa âşinâ idi.

Hind ü Yemen ve Hicâz’da dolaşmış, İstanbul’da misâfireten ihtiyâr-ı ikâmet eylemiş yüzondört yaşında bir pîr-i fânî iken irtihâl-i dâr-ı bakâ edip, civâr-ı Hz. Hâlid defîn-i hâk-i mağfiret olmuştur.

Tarîk-i Mevlevî’den dahi ahz-ı feyz edip, sâhib-i destâr olmuş idi. (Kaddesa’llâhu sırrahû)

Tevfîk Efendi, bu zâttan müstahlef olarak Edirne ve Dimetoka’da Süvârî Onikinci Alay İmâmeti’ni der-uhde edip, tarîk-ı Kâdirî’den hayli Dervîş cem'ine muvaffak olmuştur.

Şahin Baba

Dimetoka’da meşâyıh-ı Uşşâkıyye’den Şahin Baba Dergâhı’nda icrâ-yı âyîn-i Kâdirî’ye başlayıp, bu sırada Mürsel Baba Dergâhı post-nişîni Şeyh İsmâîl Hakkî Efendi merhûmdan /299/ teberrüken tarîk-ı Nakşıbendî’den icâzet almıştır.  Bu zâtın şeyhi Akağası Ahmed Efendi, onun şeyhi Abdullâh-ı Dehlevî hazretleridir.

Şeyh Mustafa Kanber Efendi

Bir müddet sonra Şeyh Muslihuddîn Dergâhı şeyhi tarîk-ı Uşşâkî’den Şeyh Mustafa Kanber Efendi delâletiyle Kilitbahir’de Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi’ye intisâb eylemiştir. Sene 1313/(1895). Müşârünileyhte  gördüğü hâl ü kemâl hasebiyle Uşak’ta karâr kılıp, ikmâl-i sülûka muvaffak olarak intisâbtan sekiz sene sonra ya'nî 1321/(1903) senesinde tâc-ı Uşşâkî ser-i iftihârına koymuştur.

Kal’a-i Sultâniyye’de neşr-i feyze me’mûr edilmekle Gazi Hasan Paşa merhûmun  Na’ra’da ihyâ kerdesi olan dergâh-ı şerîfin meşîhatına nâil olup, elyevm burada ihyâ-yı tarîkata çalışmaktadır. Sene 1343/(1924).

Tevfîk Efendi’nin pederi, Erenler Çavuşu Süleymân Dede-zâde Çiftçibaşı Murâd Ağa , vâlidesi Aişe Hânım’dır. Hâlen yüze karîb mürîdi vardır. Birkaç halîfe yetiştirmiş ise de, bir halîfenin şeyhi hayât-ı sûriyye ile hay iken kimseye hilâfet verememesi usûl u âdâb-ı tarîkattan olmakla azîzine onları takdîm edip, icâzet-nâmelerini Hüseyin Hüsnü Efendi tahattum buyurmamış olduğunu Tevfîk Efendi söylediler. Ziyâret-i Haremeyn’e muvaffak olmuş bir zâttır.

Şeyh Abdurrahmân Sâmî Efendi

Şeyh Şücâeddîn halîfesidir. Manisalıdır. Pederi urefâ-yı tarîkattan ve mevâlîden Muhammed Âsım Efendi’dir. Onun pederi Şeyh Ahmed Nûrî Efendi’dir. Sâmî Efendi elyevm Kasımpaşa’da Yahyâ Kethüdâ Dergâhı şeyhidir. 1296 senesi şehr-i Rebîu’l-evvelin onikinci gecesinde (24 Şubat 1879) dünyâya kadem-zen olmuştur.  Leyle-i mezkûre münâsebetiyle pederini tebrîke gelen ve mazannadan bulunan Çöplü Dede nâm zât pederine hitâben, “Efendim! Şimdi dünyâya gelen mahdûmunuzun ismi Abdurrahmân olsun.” demesiyle, pederi Sâmi ilâvesiyle  Abdurrahmân Sâmi tesmiye etmiştir. Vâlideleri cihetinden Seyyide Zeynep hazretlerine  …… leri[64] cihetinden de Hz. Ömer Efendimize silsileten müntehîdir.

Mukeddimât-ı ulûmu memleketinde ba'de’t-tahsîl ikmâl için İstanbul’a gelmiş ve Fâtih’te Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin dersine devâm ile icâzet almıştır. Kendi nakillerine nazaran hadâset-i sinninden beri müdâvim-i zikr  olup, bir gece âlem-i ma’nâda Fahr-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve selem) efendimiz hazretlerini ru'yet ile şeref-yâb olarak na’leyn-i şerîfini ihsân buyurduğu günden i'tibâren cezbe ve aşkı  galebeye başlayıp bir mürşid taharrîsi sırasında işâret-i Peygamberî ile Çanakkale’de meşâyıh-ı Uşşâkıyye’den ve Âzâde hazretleri sülâlesinin Ahmed Şücâeddîn Efendi’nin dâhil-i dâire-i reşâdeti olmuştur.

İlk mülâkatı şöyle nakl ederler. Ahmed Şücâeddîn Efendi va'z ediyor imiş hitâm-ı va'zda mülâkî olup, elini öptükte, “Oğlum Sâmi! Ma’lûmâtım var. Nasîbinizi vermeye ma’nen me’mûrum.” buyurup, bey’at vermiştir. Dört sene sülûkta bulunup, tarîk-ı Uşşâkî’den icâze almışlardır. Esnâ-yı icâzette tâc-ı şerîfin /300/ biraz yüksekçe dikilmiş olmasına karşı şeyhi kabûl buyurup Sâmi Efendi’ye giydirmiştir. Sâmi Efendi, Hz. Mısrî’yi rü’yâda görüp, elinden asâsını alır görmesiyle  şeyhi bunu  hasen ta'bîr ederek, “Oğlum! Ben ümmîyim. Senin icâze ismin Niyâzî’dir. Tâcın Niyâzî hazretlerinin tâcı gibi uzunca olmasında beis yoktur. O hazretin de uzunca idi.” buyurmuşlar imiş.

O sırada Sâmi Efendi, şeyhine hitâben, “Efendim! Dîğer tarîkatlardan da sâhib-i silsile olsam, müsâade buyurulur mu?" istîzânına cevâben "Salâhî Efendimiz hazretleri de cem' etmiştir. Esnâ-yı sülûkta olamazdı. Ba'de’l-icâze  muhayyersin." yolunda müsâadede bulunmalarıyla dîğer tarîklerden de ayrı ayrı mazhar-ı icâze olmuş olduğunu hikâye etti.

Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşıbendiyye’nin Muhammed Cân Kolu: Edirne’de Mihâl Bey Dergâhı şeyhi Ebubekir b. Halîl Efendi’dir.

Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşıbendiyye’nin Behcetiyye  Kolu : Hisâr Şeyhi Muhammed Nûrullâh Efendi’dir.

Tarîkat-ı Aliyye-i Kâdiriyye’nin Karîbu'llâh Kolu : Mısır meşâyıhından Ebu’l-Envâr Feyzeddîn halîfesi Şeyh Hilmî Efendi’dir.

Tarîkat-ı Aliyye-i Kâdiriyye’nin Muhyiddîn-i Arabî Kolu, Şeyh Hayrullâh hazretlerinden;                      

Tarîkat-ı Aliyye-i  Sa’diyyeyi, İsmâîl Rüşdî-i Edirnevî’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i Şa’bânîyye’yi, İzmirli Şeyh Ahmed Efendi’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i   Rufaiyye vü Bedeveyye’yi, İzmirli Şeyh Mustafa Hilmî Efendi’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i  Gülşeniyye’yi, Edineli Şeyh Şerefeddîn Efendi’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i  Şâzeliyye’yi, Şeyh Hayru'llâh Efendi’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i  Düsûkiyye’yi, Şeyh Abdurrahmân-ı Kalenderî’den;

Tarîkat-ı Aliyye-i  Mevleviyye’yi, Manisa’da medfûn İsmâîl Çelebi merhûmun rûhâniyetinden almışlardır.

Âsârı (matbû') :

1.    Evrâdu’l-Mukarrebîn.

2.    Vesîletü’l-Kübrâ Şerhu Esmâi Hünsâ.

3.    Hediyyetü’l-Âşıkîn.

4.    Müntehabât-ı Sâmiye.

5.    Mevlûd-i Müctebâ.

6.    Mi’yâru’l-Evliyâ.

Gayr-i Matbû':

1.    Şerhu Kâfîye Hulâsatu’r-Rızâ.

2.    Şerhu Emâlî Mevhibetü’l-Müteâlî.

3.    Şerhu’n-Nûniyye ed-Dürretü’l- Meknûniyye.

4.    Tevcîhâtu’l-Îmân.

5.    Mecelletü’s-Sâfiye fi’l-Ulûmi’l- İslâmiyye.

6.    Şerhu Futûr-ı İdrîs-i Muhtefî ve sâire.

7.    Müretteb Dîvân.

/301/ Uşşâkîler bahsine nihâyet vermeden evvel nutk-ı âtîyi de teberrüken derc etmeyi münasîb gördüm. Bu nutuk bir fahriye makâmındadır. “Bende-i Uşşâkîyem” denilip nâzımı kendisini mestûr kılmıştır. Hz. Salâhaddrin-i Uşşâkî (kuddise sırrûhu'l-Bakî)’ye aittir diye bir zan hâsıl oldu ise, müşârünileyhin ziyâdesiyle mestûrînden olmasına ve böyle fahriye inşâd etmesi meslekleriyle pek de kâbil-i te'lîf-i tevfîk değildir.

       Gülşen-i tevhîd içinde bülbül-i nâlâñ benim

       Nakşibendim  nakş-ı levh-ı Hazret-i Selmân benim

       Halvetî'yim girmişim halvet-sarâ-yı vahdete

       Hazret-i Sıddîk'a karşı sıdk ile giryân benim

       Kâdirî'yim kadr-i Geylânî'yi takdîs eylerim

       Bâz olup seb'a-semâvâta uçan bir cân benim

       Sa'diyim geldim Cibâ’ya rüşd-i takvâdan henüz

       Heykel-i kudsî-i ma'nâ menba'-ı irfân benim

       Arş-ı a'lâ-yı velâyetden alup nûr-ı safâ

       Bedevîyim evc-i kudsîde hemân perrân benim*

       Mevlevî'yim sikke-pûş-ı fakr-ı fahrım elvirir

       Tekke-i hestîde devvâr hırkadan uryân benim

       Sîretâ  Bektâşiyim esrârımın envârı var

       Âlem-i nîstîde yâ hû sâhib-i meydân benim

       Edhemî'yim  Belh-i âmmı çıkdı gözden büsbütün

       Tâc u tahtı mâsivâyı terk iden sultân benim

       Gülşenî'yim sahn-ı gül-zârın hezâr-ı zârıyım

       Gonca-i hoş-bû-yı bâğ-ı Hazret-i Mennân benim

       Hem Rufâîyim  derûnum nâr-ı aşka cilve-gâh

       Nâr-ı Nemrûd'u o gûnâ eyleyen  sûzân benim

       On iki râhın kulu kurbânı aktâbı didi

       Bende-i Uşşâki'yim gencîne-i irfân benim

                                                           -   -   -

IV. cildin dahi tebyîzi lehü'l-hamd hitâma resîde oldu. Bu cildde umûman hitâm bulacak zannediyordum. Hâlbuki daha ba'zı şuabât-ı Halvetiyye kalmıştır ki, onları yazmak için bir başka deftere daha ihtiyaç husûle geldi. Demek ki beş cild oluyor. Bi-hasebi'l-beşeriyye noksânım vardır. Erbâb-ı mütâlaa onu ikmâl ve hatâlarımı tashîh buyurmak lutfunda bulunurlarsa minnet-dâr olurum. Aczimle berâber senelerce ömrümü bu uğurda fedâ ettim. Çalıştım, ahfâda yâdıgâr bırakıyorum. Bu abd-i ahkarı lutfen, keremen rahmetle yâd ve dil-şâd buyururlarsa Cenâb-ı Hak onları şâdân buyursun.

                                   1 Rebîu’l-evvel 1343  ve 30 Eylül 1340/(1924)  yevm-i  Salı

Bu günlerde hükûmet-i milliyenin bir karârını haber aldım. O da tarîkat âlemînde ba'de-mâ hilâfet, halîfe, hulefâ ta'bîrleri isti'mâli men' olunmuştur. İcâzet, mücîz, mücâz denilecek imiş. Bu tasavvurlar halk arasında makâm-ı hilâfet-i İslâmiyye’ye karşı hisler uyandırmak mülâhazasına  mebnî men' edilmiş. Bu da bir hâtıra-i târîhiyye sırasına geçecek kuyûdâttandır. Ahfâdın ma'lûmu olsun.                                          

 



[1] Samsun'da (?) mahdûmunun da'vetiyle oraya nakl-i mesken eylemiştir.

[2] 213. sahîfe başındaki gazelim buna nazîredir.

[3] (فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ) "Onu tamamladığım ve ona rûhumdan üfürdüğüm zaman, ona hemen secdeye kapanın." 15. Hıcr sûresi, 29. (H)

[4] Göneneyim”, râzı ve kâil olmak masdarından ism-i fâil, “göyeneyim”olsa gerektir. “Boyanmak” ma’nâsınadır.

[5] Yâdigâr-ı Sâfî terkîbi îhâmlıdır. …. İkinci ma'nâ mektûb-ı âlîlerinde ….. Yâdigâr-ı azîzim buyurmalarıdan mülhemdir ki Hz. Vassâf, Hazmî-i bî-çâreyi kendilerine Hz. Sâfî'nin Yâdigâr’ı olduğunu ızhâr buyuruyorlar. Hazmî-i nâlân da bununla tefâhur  etmiş  bulunuyorlar.

[6] "Her şeyde O'nun tek olduğuna delâlet eden bir işâret vardır." (H)

[7] “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” 2. Bakara sûresi, 31. (H)

[8] “Âdem’in çamırını ellerimle yoğurdum.” (H)

[9] "Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu." 53. Necm sûresi, 8, 9. (H)

[10] “Ben varlıkları senin için, seni de kendim için yarattım.” (H)

[11] “Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.” (H)

[12]    (لى مع الله وقت لايسعنى فيه ملك مقرب ولانبى مرسل) "Benim Allah katında öyle bir hâlim vardır ki, benim o hâlime ne bir melek yaklaşabilir, ne de bir peygamber ulaşabilir." Bu sözün hadis tekniği açısından değerlendirilmesi ile ilgili olarak bkz. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, c. II, s. 173, bkz. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ankara 2000, s. 79, 80. (H)

[13] "Ben cinleri ve insanları Bana ibâdet/kulluk etsinler diye yarattım." 51. Zâriyât sûresi, 56. (H)

[14] (كنت كنزاً مخفياً فأحببت أن أعرف فخلقت خلقا ًلعرفتهم فعرفونى) "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve mahlûkâtı yarattım. Ben kendimi onlara öğrettim, onlar da Beni bildi." el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, c.II, s.132;  bkz. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 98, 99. (H)

[15] "Ey îmân edenler! Samîmî bir tevbe ile Allah'a tevbe ediniz." 66. Tahrîm sûresi, 8. (H)

[16] "Ama Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz..." 29.Ankebût, 69. (H)

[17] “Sen kendi nefsinin isteklerine karşı cihad et; zîrâ en büyük düşmanın odur.” (H)

[18] "... Kâfirlerden  yakınınzda olanlara karşı savaşın..." 9. Tavbe sûresi, 123. (H)

[19] "Şerîat sözlerim, tarîkat işlediklerim, hakîkat hallerim ve marifet de sermâyemdir." (H)

[20] Müellif burada tevâzuundan olmalı ki ismini yazmamış, sâdece birkaç nokta koyarak boş bırakmıştır. (H.)

[21] Müellif burada da isim yazmamış, sâdece birkaç nokta koyarak boş bırakmıştır. (H.)

[22] "De ki : O Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiç bir dengi yoktur." 112. İhlâs sûresi, 1-4. (H)

[23] "Biz, hakîkaten insanoğlunu şan ve şeref sâhibi kıldık..." 17. İsrâ sûresi, 70. (H)

[24] "Siz beni anın ki, Ben de sizi anayım..." 2. Bakara sûresi, 152. (H)

[25] "... Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." 13. Ra'd sûresi, 28. (H)

[26] “Tâ ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın...” 48. Fetih sûresi, 2. (H)

[27] “Kim kendini Allah’a ait kılarsa, Allah da ona ait olur.”

[28]    Mezkûr Şeyh La’lî, Nakşıbendiyye, Sünbüliyye, Gülşeniyye, Uşşâkiyye ve Şa’bâniyye tarîkatlarını kendisinde toplamıştı. O, Kastamonu’da doğdu ve orada yetişti. Şa’bâni tarîkatını Şeyh İsmâîl-i Çorumî’den aldı ve onun elinde dördüncü tavra kadar sülûkunu tamamladı. Sonra Edirne’ye gitti: burada önce Şeyh Sâdık er-Rûmî el-Uşşâkî’den, sonra da Şeyh Muhammed Sırrî el-Edirnevî el-Gülşenî’den icâzet aldı. (H)

[29] Bu kütüphânenin kitapları Fâtih’te Millet Kütüphânesi’ne nakl olunmuştur.

[30]    Bu tomârın sâhibi Tabîb-zâde Muhammed Şükrü Efendi’dir. 1334/(1916) senesinde Hz. Hüdâî Kütübhânesi’ne vakfetmiştir. Târih kısmında 123 numaradadır. Bu kitaplar bi’l-âhare Üsküdar’da Selîmağa Kütübhânesi’ne nakl ve orada hıfz edilmiştir.

[31]  Harâmî değil, Hırâmî olduğunu vilâyet müftüsü Hasan Fehmi Efendi söylemiştir. Salınarak gezmesinden kinâye imiş.

[32]  Acaba muhatab Hz. Salâhî midir, kestiremedim.

[33] “Biliniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” 10. Yûnus sûresi, 62. (H)

[34]  Dergâh güzergâhında bir bakkâl dükkânı önünden geçerken orasının bir gün tekke olacağını söylemişler, hakîkaten bir müddet sonra Kâdirî Tekkesi yapılmıştır. Bunu naklen Şeyh Hayru'llâh Bey söyledi.

[35]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1187 tarihi çıkmaktadır. (H)

[36] eğer şehâdet denizinde “lâ” timsâhı başını kaldırırsa, tûfan vaktinde Nûh’a teyemmüm vâcip olur. (H)

[37]    “Allah, melekler ve ilim sâhipleri, O’ndan başka ilâh olmadığına adâletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sâhibidir; hüküm ve hikmet sâhibidir.. şübhesiz Allah katında din İslâm’dır…” 3. Âli İmrân sûresi, 18, 19. (H)

[38]    “De ki : Ey mülkün sâhibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden mülkü çeker alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelîl edersin. Hayır senin elindedir. Şübhesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin. Geceyi gündüze katarsın, gündüzü geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkatırırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” 3. Âl-i İmrân sûresi, 26, 27. (H)

[39]    “Şübhesiz Rabbin katındaki (melek)ler O’na ibâdet etmekten büyüklenmezler. O’nu tesbîh ederler ve yalnız O’na secde ederler.” 7. A’râf sûresi, 206. (H)

[40] Bu özler Erzurumî İbrâhîm Hakkî hazretlerinindir.

[41] Selîmağa kütüphânesi'ndeki tomarda 1130/(1717) diye muharrer ise de kanâatim 1117 olduğudur.

[42]    “Şübhesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik…” 33. Ahzâb sûresi, 72. (H)

[43]  “Allah, kadrini bilip, haddini aşmayan kişiye merhamet etsin.” (H)

[44]    Allah içniziden îmân edip de sâlih ameller işleyenlere, kendilerinden once geçenleri egemen kıldığı gibi onları da mutlaka egemen kılacağına ……… dâir vaade bulunmuştur.” 24. Nûr sûresi, 55. (H)

[45]    “…… Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” 24. Nûr sûresi, 55. (H)

[46]  Bu ibârenin hesaplanmasından verilen tarih çıkmamaktadır. (H)

[47] Bu ibârenin hesaplanmasından 1198 + 3 = 1201 çıkmaktadır. (H)

[48] Delinmemiş inci ma'nâsınadır.

[49] Hîn-i irtihâllerinde söylemişlerdir.

[50] Salâhî, acz ve kusûruyla senin dergâhına geldi. Huûrunda senden şefâat ister.. Şefâat et yâ Rasûla’llâh. (H)

[51] Senin ayrılığının yorgunu olan Salâhî, senden dermân ister yâ Rasûla’llâh. Bunun için nona acı ve ümidini kesme yâ Rasûla’llâh. (H)

[52] Allah’ın adını anmak kalemin haddi değildir. Dilini konuşmaktan alı koymak gerkir.  (H)

[53] Bu listede 63 numadaki eserle aynı. (H)

[54] Bu mısra eksiktir. (H)

[55] Bu ibârenin hesaplanmasından 1193 + 7 = 1200 çıkmaktadır. (H)

[56]    Bu kelime aslında “mürşididir” şeklinde yazılıdır. Öyle olması mümkün olmadığı düşüncesiyle “mürîdidir” şeklinde yazılmıştır. (H)

[57]  Tire’de imâmlık hizmetinde bulundukları gibi medîd zamânlar seyâhatla dem-güzâr olup, Şeyh Ömer Hulûsî hazretlerinin sohbetlerine eriştikleri ve daha pek çok eâzım ile mülâkatları vâki'dir.  Hüseyin Hakkî hazretlerine intisâbta  Tâlib-i İrşâdî rehberlik hizmetini îfâ eylemiştir.

[58] Bu ibârenin hesaplanmasından bu tarih çakmamaktadır. (H)

[59] Bu ibârenin hesaplanmasından bu tarih çıkmamaktadır. (H)

[60] Bu ibârenin hesaplanmasından 1337 yılı çıkmaktadır. (H)

[61]  “Cenâb-ı Hak, (اسجدوا لآدم) buyurdu da acaba niçin duvara secde ediniz buyurmadı?”diye onlara tevcîh ettiği suâl dahi meşâyıhın bâis-i infiâlleri olmuştu. Azîzin bundaki maksadı hakâyıka nâzırdı. Maa't-teessüf anlaşılamamıştır.

[62] Bu ibârenin noktalı harflerinin toplanmasıyla 1300 çıkmaktadır. (H)

[63] “…. Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.” 6. En’âm sûresi, 144. (H)

[64] Burası boş bırakılmıştır. (H)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar