Print Friendly and PDF

Sefîne i Evliyâ Evliyâ yı Ebrâr Şerhi Esmâr ı Esrâr 11






*167* Şeyh Seyyid Muhammed Atâullâh Dede Efendi

Galata Mevlevîhânesi şeyhi idi. Pederi mezkûr mevlevîhâne şeyhi Seyyid Muhammed Kudretullâh Efendi; onun pederi Yenikapı Mevlevîhânesi aşcıbaşısı Sahîh Ahmed Dede; onun pederi Ömer Dede ki, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Ebû Bekir Efendi’nin birâderidir.

Hulefâ-yı Mevleviyye’den Ziyâ Bey tarafından zabt u tahrîr edilen terceme-i hâline nazaran 1258 sene-i hicriyyesinde (1842), Kalekapısı Hânkâh-ı münîfinin harem dâiresinde tevellüd etmiştir. Pederleri dergâh-ı mezkûr post-nişîni zurefâ-yı asrdan Seyyid Muhammed Kudretullâh Efendi’dir.

Mahallesi mektebinde tahsîl-i ibtidâî vü rüşdîyi ikmâl ettikten sonra Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde, sudûrdan Kasîdecizâde Süleymân Efendi merhûmun halaka-i tedrîsine devâm ile tekmîl-i nüsah ederek icâzet almıştır. Câmi’ dersini ikmâl ettikten sonra husûsî muallimler vâsıtasıyla irfân u fazîletini tezyîde ihtimâm eylemiştir. Müşârünileyh bir taraftan ulûm-ı edebiyye-i şarkıyyeyi tahsîl eder, diğer cihetten Fransızca ve Almanca öğrenmeğe gayret ederdi. Felsefe ve ulûm-ı ictimâiyyeye dâir Avrupa’da neşr edilen eserleri celb ve tetebbu’ eylerdi. Hendeseye merâkı vardı. İlm-i mûsikîde üstâz idi.

Pederleri Muhammed Kudretullâh Efendi’nin irtihâli 1288*(1871) senesine müsâdifdir. Atâullâh Efendi, onu istihlâf etmiştir ki, o zamân tamâm otuz yaşında idi. Kırk sene kadar seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular. Müddet-i ömrleri yetmiş seneye bâliğdır. İlm-i mûsikîdeki behresi hasebiyle, âyîn ve sâirenin notaya alınmasında himmet-i fevka’l-âdeleri olmuştur. Kânûn çalmaktaki ve udda kemâli bâlâ-ter idi. Mukâbele günleri mutribde okunan âyînleri büyük bir rikkatle ta’kîb eder, *168* gerek usûlde gerek nağamâtta hissettiği kusûrları ve düşüklükleri ba’de’l-mukâbele lâzım gelenlere nâzikâne, ârifâne bir sûrette ihtâr ederdi.

Hatt-ı nefîs-i ta'likteki meleke-i müktesebesini pederlerinin himmet-i üstâdenesiyle tezyîde bezl-i makderet etmiş idi. Dergâh-ı âteş-bârının matbah-ı bâlâ-yı tâkında mermer üzerine mahkûk ve menkûş kıt’a-i târîhiyye müşârünileyhin hatt-ı destidir.

Atâullâh Efendi pederinden mevrûs servete aslâ mağrûr olmamış ve bütün hayâtını gınâ-yı kalb içinde geçirmiştir. Her biri bir merd-i kâmil ü ârif için medâr-ı şeref ü mübâhât olan meâlî-i ahlâkın timsâli idi. Etvâr-ı mahviyyet ü tevâzu’ ve ziyâretine varanları kadrince taltîf ve teşvîk gibi mezâyâ-yı ulviyyesi bâ-husûs fart-ı nezâketi herkesce ma’lûm ve müsellemdir.

Müddet-i ömründe ve mecâlis-i sohbetinde ayağını uzatmış veyâhûd tevâfuk etmeyen vaz’ u tavrda bulunmuş değildir. Şeyh dâiresinin semâ’-hâneye nâzır köşesinde oturur, mukâbele günleri ziyâretine varan ricâl-i meşâyıh ve muhibbânı samîmi bir nezâket ve tevâzu’ ile karşılar ve zemîn ü zamâna göre mübâhase ve musâhabede bulunurlardı.

Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi merhûm Celâleddîn Dede Efendi hazretleri,   Atâullâh Efendi’nin sohbeti kadar rûh-nüvâz, şeyh-âne bir sohbet tasavvur edemem.   buyururlar imiş.

İrtihâllerinden onbeş-onaltı sene evvel Mekteb-i Sultânî’de tahsîlde bulunan yegâne semere-i fuâdının ve bi’l-âhare refîka-i muhteremesinin zıyâı hasebiyle sıhhati muhtel, fikri perîşân olmuş ve bu perîşânî-i fikr *169* ü endîşe dimâğına da sirâyet ederek, gözlerine karasu târî olarak, mevcûdiyyet-i mâddîyyesinden büsbütün ferâgat etmiştir. Bu illetle ma’lûl olduğu hâlde mütâlaa ve tetebbu’dan hâlî kalmamış ve vefâtından birkaç gün evvel Türkce bir lugat tahrîr ve istinsâhına başlamış idi. Zevâhir-i eşyâyı uzaktan âdetâ gölge gibi görür, yakından ise gözlük takmadan kitâb ve sâire okuyabilirdi. Âyîn günleri semâ’-hâneye, dedegândan biri koltuğuna girmiş olarak gelirlerdi.

Müşârünileyhin evâhir-i hayâtında Âsitâne-i Mevlânâ’da Çelebi Abdülhalîm Efendi tarafından, Veled Çelebi, Galata Mevlevîhânesi meşîhati vekâletine ta’yîn ve bi’l-âhare Veled Çelebi, Konya’da Âsitâne-i Hz. Pîr’e me’mûr olunca, yerine hâlen şeyh olan Ahmed Dede Efendi’yi asâleten ta’yîn etmiş olması, Atâullâh Efendi’nin bu sûretle ve cüz’î bir maâşla infisâl etmesi kendisine pek girân gelerek âzde-dil olmuş ve bu hâlini bir lisân-ı tazallum-kârî ile ba’zı ahibbâsına söylemiştir. Bu teessür kalbine dokunarak, 9 Ramazân 1328 ve 10 Eylül 1326*( 22 Eylül 1910) Cum’a gecesi sekte-i kalbiyyeden tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât ile semâ’-hâne-i ılliyyîne intikâl etmiştir.

Vefâtından üç-dört gün evvel ahibbâsından Refîk Bey’e, kendisinde Üsküdârî Kâzım Paşa merhûmun Makâlîd-i Aşk’ı bulunup bulunmadığını sormuş; mûmâileyh de mevcûd olup takdîmine hâzır olduğunu ve fakat ne için bu eseri ârzû ettiklerini sorması üzerine,   Orada vak’a-i şehâdet-i İmâm Ali hakkında güzel bir mersiyye vardır. Ma’lûm ya İmâm Ali, Ramazânın onunda nâil-i rütbe-i şehâdet olmuşlardır.   rumûzuyla nasıl bir merd-i dil-âgâh ve şeyh-i pâk-tînet ve âşık-ı Ehl-i *170* Beyt-i Rasûlullâh olduklarını son deminde bile izhâr ve isbât buyurmuşlardır.

Cenâzesi Tophâne’de, Kılıç Ali Paşa Câmi’-i şerîfine ihtifâlât-ı lâyıka ile götürülüp namâzı ba’de’l-edâ dergâha getirilerek pederlerinin lahdinde vedîa-i rahmet-i sübhâniyye kılınmıştır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Nâyî Şeyh Osmân Dede Efendi

Geliboluludur. Berây-ı tahsîl İstanbul’a geldi. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Ahmed Dede hazretlerinin dâire-i irfânına girdi ve kesb-i kemâl eyleyerek müşârünileyhe dâmâd oldu. Ney-zenlikte kemâli ve mûsikîde fevka’l-âde ihtisâsı vardı. Kayınpederinin irtihâlinde Mevlevîhâne’de ney-zen başı idi. Onun yerine nâil-i meşîhat oldu. Otuzüç sene icrâ-yı reşâdet eyledi.

Ma’lûm ve meşhûr olan Mi’râciyye’nin nâzımı ve beste-kârıdır. IV. Cildde 46. sahîfede sebeb-i tanzîmini yazdığım Mi’râciyye yüzünden şöhreti artmıştır. Mi’râciyye’deki san’at-ı şi’riyye ve kudret-i âşıkâne ne kadar yüksek ise, meşher-i makâmât ve mahzen-i terennümât u nağamât olması i’tibâriyle de o mertebe yüksektir. Birçok dergâhlarda ve leyle-i mi’râca müsâdif günde Şeh-zâde Câmi’-i şerîfinde okunurdu. Bunu hakkıyla okuyacak mûsikî-şinâslar nedret peydâ eyledi. Elyevm Hz. Sünbül hânkâhında ve merhûm Sultân Reşâd Hân’ın eser-i vakfı olarak Yenikapı Mevlevîhânesi’nde her sene okunmaktadır.

 

            Nâzım-ı manzûme-i Mi’râciye Osmân Dede

            Eylemiş vakf-ı vücûd-ı zât Cenâb-ı Ahmed’e

            Ârif ü kâmil idi ol bülbül-i bâğ-ı habîb

            Âkıbet pervâz idüp gitdi makâm-ı es’ade

            Cân u dilden arz-ı hürmet eyle Vassâf dâimâ

            Mahzen-i aşk u kemâldir Hazret-i Osmân Dede

*171* 1142*(1729-30) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Vefâtına söylenen târihler:

            Osmân Dede göçdü ola sırrı bâkî

             (عثمان دده كجدى اوله سرى باقى)

            Değişdi bâkî ile devr-i fânîyi Dede Osmân

            (دكشدى باقى ايله دور فانى يى دده عثمان)

Ravzatü’l-İ’câz ve manzûme-i Mi’râciyye cümle-i âsârındandır. Güzel eş’ârı vardır . Mi’râciyye’sinin ilk beyiti:

            Evvel Allâh adını yâd idelim

            Dil dil olmuş dilleri şâd idelim

Şemsî-i Sîvâsî’nin,   Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan   nutkuna güzel bir nazîresi vardır. İlk ve son beyitleri:

            Âşık-ı Hak   irciî   emriyle me’mûr olmadan

            Anlamışdır Hakk’ı Hak nûruyla mestûr olmadan

                                              -  -  -

            Nâyi-i bî-çâre bir sevdâ ile olmuş harâb

            Hacc-ı mebrûr itmek ister Beyt-i Ma’mûr olmadan

Kabri, Şeyh Gavsî Ahmed Dede merhûmun kabri yanındadır.

Müşârünileyhin hüsn-i hatta da hizmeti ve nisbeti vardır. Müstakîm-zâde, Tuhfe-i Hattâtîn’de (nüsha-i matbûa, sahîfe: 297) bahs eder:

  İstanbulludur. Pederi İbrâhîm nâm zât olup, Süleymâniye Dârü’ş-şifâsı’nın reîsü’l-huddâmı olup, hâccü’l-haremeyndir. Osmân Efendi, hüsn-i hatt-ı sülüs ü neshi Nefes-zâde İsmâîl Efendi’den ve hatt-ı ta’lîki Gavsî Ahmed Dede Efendi’den taallüm eylemiştir. Onsekiz sene ney-zenbışılık hizmetiyle müşerref olarak Gavsî Dede merhûmun musâharetiyle de kâm-revâ olmuştur. Gavsî Dede merhûmun,   teslîm-i hakkâniyyet   (تسليم حقانيت) 1109*(1697-98) târîhinde, rıhletinde makâmına câ-nişîn olmuş idi. Sened-i hadîs-i şerîfde onların me’hazları, ba’de-ba’din bu fakîre (ya’nî Müstakîm-zâde Süleymân Sa'deddîn Efendi’ye) dahi me’haz olmuştur. İrtihâl edince ferzend-i ercümendleri Şeyh Sırrî Abdülbâkî Dede Efendi menâzile-gîr-i makâm-ı mukâbele olmuştur. Seyyid Hüseyin Vehbî merhûmun şu târîhi ne güzeldir:

               Osmân Dede göçdü ola sırrı bâkî

               (عثمان دده كوجدى اوله سرى باقى) = 1142

Merhûm Osmân Dede’nin şi’r ü inşâ tarafı dahi sâir fazâil ü maârifi gibi müsellem olup, nice âsâr-ı bisyâra muvaffak olmuştu. Ez-cümle Mi’râciyye’leri güfte vü beste kendi eserleridir


 

 

Bi’l-münâsebe Galata Mevlevîhânesi’nde şimdiye kadar icrâ-yı meşîhat eden zevât-ı kirâmı yazmağı münâsib gördüm:

İskender Paşa

Bu dergâhın bânîsidir. 921*(1515)’de maktûlen vefât etmiştir. Kanlıca’da câmi’-i şerîf hazîresinde medfûndur (Rahmetu'llâhi aleyh). Dergâhın binâsı 897*(1492)’dedir. Sultân-ı Dîvânî Semâî Muhammed Dede ilk şeyh olandır. (160. sahîfede bahsi geçti.)

Mesnevî-hân Mahmûd Dede Efendi

955*(1548) târîhinde post-nişîn olmuştur. Bir müddet sonra irtihâl eyledi.

Ba’de'z-zamân tekke harâb olmuş ve bi’l-âhare Halvetî zâviyesi ittihâz edilmiş iken bi’l-âhare Abdi Dede şeyh oldu.

 *172* Şeyh Abdullâh Dede Efendi

Mahmûd Dede’den sonra bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde icrâ-yı meşîhat etti. Buraya şârih-i Mesnevî İsmâîl-i Ankaravî hazretleri ta’yîn olununca Abdi Dede, Kâsımpaşa’da mâlik olduğu bostânda bu mevlevîhâne binâsına muvaffak olarak orada seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular.

Şeyh Âdem Dede Efendi (166. sahîfede tercemesi geçti.), müşârünileyhi istihlâf eyledi. Şu târîh vefâtını müş’irdir:

            Âdem Dede raks eyleyerek irdi cinâna

            (آدم دده رقص ايليه رك ايردى جنانه)

Arzî Muhammed Dede Efendi

Galata Mevlevî şeyhi oldu. Oniki sene meşîhati vardır. 1075*(1664-65) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Müstakîm-zâde’nin söylediği târîh:

            Selefden imtiyâzın fikr iderken dil didi târîh

            Takarrubda visâl-i Hazret’e Arzî beş artıkdır

            (تقربده وصال حضرته عرضى بش آرتقدر)[1]

Müstakil türbesi vardır.

Ahmed Nâcî Dede

Arzî Dede’den sonra seccâde-i meşîhate câlis olmuşlardır. 1042*(1632-33)’de tevellüd etmiştir. Bursalıdır. Erbâb-ı san’at ü hırfetten idi. Bursa Mevlevîhânesi’nde Şeyh Zihnî Sâlih Dede’ye intisâb ederek mazhar-ı feyz olmuştur.

Hadîkatü’l-Cevâmi’da Galata Mevlevî şeyhi Âdem Efendi’den inâbe ettiği muharrerdir. Âdem Dede ile hacc-ı şerîfe gidip, avdette şeyhinin Mısır’da irtihâline mebnî İstanbul’a gelerek Arzî Dede’nin hizmetinde bulunmuş ve 1071*(1660-61)’de Beşiktaş Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olunmuş ise de, 1073*(1662-63) târîhinde Kırım Muhârebesi’nde ordû-yı Osmânî ile arz-ı hıdmete gittiğinde yerine Yûsuf Dede nasb edilmiş, 1075*(1664-65)’de İstanbul’a avdetinde Galata meşîhatinde *173* bulunan Dervîş Çelebi’nin yerine tekrâr makâmına ik’âd olunmuştur. 1082*(1671-72) senesinde Konya’dan gelen emir üzerine meşîhati ref’ olunarak bir müddet o hâlde kalmış, fakat mürûr-ı zamân ile tekrâr taltîf ve ikrâm olunmak lâzım geldiğinden Yenikapı Mevlevîhânesi’ne ta’yîn buyurulmuştur.

Meşâyıh-ı fâzıladan idi. Şiirde   Nâcî   tahallus eylemiştir.

            Nâya âheng itdi mutrib devr idüp câm-ı şarâb

            Mevlevîler gibi girdiler semâa her habâb

İlm ü fazlı ve kemâl-i edebi var idi. İlm-i akâidde, hikemiyyât-ı İslâmiyye’de, edebiyyât-ı Türkiyye vü Fârisiyye’de yed-i tûlâsı vardır. Fâtih’de Mesnevî-i şerîf okutur ve erbâb-ı isti’dâda yol açardı. Muhammed Ziyâ Beyefendi, müşârünileyhin fazâil-i ilmiyyesinden uzun uzadıya bahs etmektedir.

Son zamânlarında ihtiyârlığı vesîlesiyle meşîhati Kâri’ Ahmed Dede’ye bıraktılar. Kendileri gûşe-i inzivâya çekildiler.

Çelebi Dervîş Efendi

Nâcî Ahmed Dede’nin gaybûbetinde, bir aralık Galata Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuşlardı.

Gavsî Ahmed Dede

Gavsî Ahmed Dede Efendi şehrîdir, Ahmed-i Bî-cân neslindendir. Ahmed-i Bî-cân ma’lûm olduğu üzere Yazıcı-zâde Muhammed Efendi hazretlerinin birâder-i mükerremleri olup, Ahmediyye sâhibidir.

Bursa’da Mevlevî şeyhi Sâlih Dede’den ve Galata şeyhi Arzî Dede’den mazhar-ı feyz olmuş ve Galata Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Meşîhate ta’yîni 1083*(1672-73) târîhine müsâdifdir. Müddet-i meşîhati yirmialtı senedir. İrtihâli 1109*(1697-98)’dadır. 170. sahîfede bahs eylediğim Nâyî Osmân Dede’nin kayınpederidir.

İrtihâli târîhi:

*174*    Ahmed ola âzim-i huld-i berîn

            (احمد اوله عازم خلد يرين)

Diğer:

            Devrân kodu Ahmed Dede’siz tekyemizi hayf

            (دوران قودى احمد دده سز تكيه مزى حيف )[2]

Müretteb dîvânı vardır.

Nutuklarından:

            Hüsn-i zâhir hüsn-i bâtın cümlesi yektâ imiş

            Hatt-ı ru’yet aks görmek dahi bî-hemtâ imiş

Mi’râciyye sâhibi Osmân Dede câ-nişîni olmuştur ki, terceme-i hâli bâlâda yazıldı.

Şeyh Sırrî Abdulbâkî Dede Efendi

Pederini (Gavsî Ahmed Dede) istihlâf eyledi. Yirmiiki sene meşîhati vardır. 1164*(1751)’de göçtü.     Teveccüh-i rif'at   (توجه رفعت) târîhidir .

            Cihândan gitdi Sırrî adı bâkî kaldı dünyâda

            (جهاندن كتدى سرى باقى قالدى دنياده)

            Bâkî Dede devr eyleyerek gitdi bakâya

            (باقى دده دور ايله يرك كادى بقايه)

Pederi yanında medfûndur. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

Şeyh Muhammed Şemseddîn Dede Efendi

On sene kadar Galata Mevlevîhânesi meşîhatinde bulundu. Hicâz’a gidip yolda vefât eyledi ki, 1174*(1760-61) târîhine müsâdifdir.

Şeyh Îsâ Dede

Meslek-i kuzâtı terk ile birâderi Muhammed Şemseddîn Efendi yerine seccâde-nişîn oldu. Onbir sene meşîhati vardır. Bu esnâda mevlevîhâne yandı (1179*1765-66). Sultân Mustafa Hân-ı sâlis ihyâ eyledi. Îsâ Efendi, 1185*(1771-72) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. 

            Döne döne vardı rûhânîlere Îsâ Dede

            (دونه دونه واردى روحانيلره عيسى دده)[3]

târîhidir.

Şeyh Selîm Dede Efendi

Îsâ Dede’nin eniştesidir. Altı sene meşîhatten sonra güzer-gâh-ı âlemden yürüdü gitti.   Meskemü'd-dur   (مسكم الضر) târîhidir (1191*1777). Oğlu Sâdık Dede, Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’ne şeyh oldu.

Şeyh Abdülkâdir Çelebi

Selîm Dede’den sonra şeyh oldu. Mısır Mevlevî şeyhi idi.

*175* Şeyh Hüseyin Dede Efendi

Konya aşcıbaşısı idi. 1192*(1778)’de irtihâl eden Şeyh Abdülkâdir Dede’nin yerine post-nişîn oldu. Dört sene meşîhati vardır. Türbede medfûndur. 1196*(1782) târîh-i irthâlidir.

Şeyh Ali Dede Efendi

Bakkâl-zâde’dir. 1197*(1783)’de şeyh oldu. 11 Safer 1201*(2 Aralık 1786)’de meşîhati ref’ edildi.

Şeyh Nu’mân Bey

Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi idi. Ali Dede’nin yerine şeyh oldu. Bir müddet sonra terk-i meşîhat eyledi. (Yerine) Abdullâh Dede nâmında bir zât şeyh oldu. Fakat henüz seccâde-i meşîhate oturmadan terk-i fenâ eyledi ki, 1205*(1790-91) târîhine müsâdifdir. 224. sahîfede tafsîlât vardır). Bundan sonra Hz. Şeyh Gâlib Dede zînet-efzâ-yı meşîhat oldular ki, terceme-i hâli tafsîlen bâlâda yazıldı.

Şeyh Rûhî Dede Efendi

Şeyh Gâlib’den sonra şeyh oldu.

Şeyh Muhammed Dede Efendi

Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Yûsuf Efendi’nin dâmâdı idi. Yûsuf Efendi irtihâl edince oraya nakl-i meşîhat ettiğinden 16 Şevvâl 1234*(8 Ağustos 1819) târîhine kadar icrâ-yı meşîhatle irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi.

Şeyh Kudretullâh Dede Efendi

Terceme-i hâliyle tezyîn-i sahîfe eylediğim Seyyid Atâullâh Efendi merhûmun pederidir. Ulemâ vü urefâ-yı sûfiyyeden ve hukemâ-yı İslâmiyye’den bir zât-ı âlî-kadr idi. Galata Mevlevîhânesi’nde ellialtı sene seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular. 1288*(1871) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eylediler. Kapının yanındaki müstakil türbede medfûndur. Burada, terceme-i hâli Nakşıbendiler faslında yazılan Şeyh Âgâh Ağa hazretleri de medfûndur. Atâullâh Efendi’yi bi’l-âhare pederinin kabrinde vedîa-i hâk-i mağfiret eylediler. (Kaddesa'llâhu esrârahum)

                                   -  -  -

Müşârünileyh Kudretullâh Efendi’den sonra mahdûm-ı mükerremleri Seyyid Atâullâh Efendi seccâde-i reşâdete câlis olmuşlardır ki, bahsi tafsîlen geçti. Ondan sonra Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Huccetullâh Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi Efendi buranın meşîhatine ta’yîn olunup, Konya’da Âsitâne-i Mevlânâ’da Çelebilik makâm-ı bülendine terfî’ edilince, yerine Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi, urefâ vü hukemâ-yı İslâmiyye’den Ahmed Dede Efendi hazretleri ta’yîn edilmiştir, 1343*(1824-25) senesinde. El’ân icrâ-yı meşîhat buyuruyorlar ki, onbeş seneyi tecâvüz eylemiştir. Her ikisinin terceme-i hâlinden âtîde bahs olunacaktır.

Bu mevlevîhâne hâl-i hâzırda pek harâbdır. Sultân Abdülmecîd Hân merhûmun zamânında güzelce ta’mîr olunmuş ve semâ’-hânesi gâyet zarîf bir tarzda ihyâ edilmiş ise de, mürûr-ı zamân ile hâl-i harâbîye yüz tutmuştur. Civârı gâyet kıymet-dâr olmak hasebiyle dergâhın vâsi’ arâzisinden bir kısmının fürûhtuyla esmân-ı hâsıladan, buranın ez-ser-i nev ihyâsı mümkinâttan iken, Ahmed Efendi’nin bu cihete meyli olmaması, Evkâf İdâresi’nin ise i’mâr-ı tekâyâya ve ihyâ-yı cevâmia hâl-i hâzırda lâ-kaydî bir hâl-i esef-i iştimâl içinde bulunması hasebiyle yıkılmağa mahkûmdur.

Ecânib dâimâ âyîn günleri ekseriyyetle gelirler. Müsteşrikler şeyh efendi ile mülâkâta hâhiş-ker olurlar. Fakat bir harâbe-zâr içinde kalırlar. Ne mefrûşâtı kalmış, ne de soğuktan tahaffuz edecek şeklini muhâfaza etmiştir. Binânın her tarafı ağlayor. Bir Amerikalı burasını şekl-i hâzırıyla ihyâ teklîfinde bulunmuş, ancak gelecek huzzârdan duhûliyye almak sûretiyle karşılık te’mînine rağbet-kâr olmuş ise de, buna da muvâfakat edilmemiştir. An-karîb ma’mûr olmasını temennî ederim.


BEŞİKTAŞ MEVLEVÎHÂNESİ

Bânîsi Ohrili Hüseyin Paşa’dır. Bostancıbaşılıktan vezîr olmuştur. 1029*(1620)’da sadr-ı a’zam, 1030*(1621)’da azl; def’a-i sâniyede sadr-ı a’zam olup, 1131*(1718)’de[4] i’dâm olunmuştur. Yahyâ Efendi Dergâhı’nda medfûndur. Mevlevîhâne’nin binâsı 1031*(1622) târîhine müsâdifdir.

Ağa-zâde Muhammed Hakîkî Dede Efendi

İlk şeyh olan bu zât-ı şerîfdir. Hilâfeti Bostân Çelebi zamânındadır. Gelibolu Mevlevî şeyhi idi. Paşa burasını ihyâ edince müşârünileyhi ricâ ile meşîhate getirmiş idi. Paşanın katlinden müteessir olup, tekrâr Gelibolu’ya giderek kendi binâsı olan mevlevîhânede tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât eylemiştir.   Sâatü'l-karâr   (ساعة القرار) târîhidir (1063*1653).

Eş’ârı vardır:

            A gönül neylersin  bu fânî cihânı*

            Kalur sanma sana bu mülk-i fânî

            Hakîkî gâfil olma kim hazer kıl

            Ecel bir gün gelir virmez amânı

Şeyh Hasan Dede Efendi

Hasan Dede ikinci şeyhdir. Sekiz sene meşîhati vardır. 1071*(1660-61)’de irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi.

Nâcî Ahmed Dede üçüncü şeyhdir. Üç sene meşîhati vardır. 172. sahîfede terceme-i hâli yazıldı. Hz. Mevlânâ’nın

هر بنده كه آزاد شود شاد شود

من شاد از آنم كه ترا بنده شدم[5]

beytini tercemeten söylediği şu rubâî hoştur:

                        Bir bende ki âzâd ola elbette olur şâd

                        Ammâ ki senin benden olan bende olur şâd

                        Lutf eyle eyâ pâdişeh-i mülk-i şefâat

                        Nâcî kulunu eyle şefâat ki ola şâd

Konyalı Yûsuf Dede Efendi

Konya’dan gelip burada şeyh olmuştur. 1014*(1605-06)’te dünyâya gelmiş, 1080*(1699-70)’de vefât eylemiştir. 66 sene muammer oldular.

*178* Konya’dan İstanbul’a vusûlünde Galata Mevlevîhânesi’ne ney-zenbaşı oldular. Sultân Murâd-ı râbi’ Enderûn’a aldı. Sultân İbrâhîm’in cülûsunda Enderûn’u terk etti. Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde uzlet ettiler, sonra şeyh oldular. İrtihâllerine kadar burada kaldılar. Mu’cizât-ı nebeviyyeye dâir onbin beyitli Ravzatü’n-Nûr’u ve bir Dîvân’ı vardır. Urefâ-yı Mevleviyye’den, âşık-ı sâdık-ı nebevî idi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Târîhler:

            Azîz-i tekye-i mısr-ı hüdâ ola Dede Yûsuf

            (عزيز تكيهّ مصر هدا اوله دده يوسف) = 1081*(1670-71)

            Gitdi Yûsuf Dede’miz çâh-ı fenâya dönerek

            (كتدى يوسف دده مز جاه فنايه دونه رك) = 1090*(1679)

           

            Mevlevî Yûsuf Dede rûhiçün el-Fâtiha

            (مولوى يوسف دده روحيجون الفاتحه) = 1049*(1639)

            Didiler hep rahmetu'llâhi aleyh

            (ديديلر هب رحمة الله عليه) = 1094*(1683)

            Oldu Yûsuf Dede’miz mısr-ı naîm içre azîz

            (اولدى يوسف دده مز مصر نعيم ايجره عزيز) = 1080*(1669-70)[6]

Şeyh Muhammed Memiş Dede Efendi

Eyüplüdür. Ellialtı sene meşîhati ardır. 1136*(Haziran 1724)’da irtihâl eyledi. Sene-i mezkûre selh-ı Şevvâlinde irthâl eylemesi hasebiyle,   Şehr-i Şevvâli'l-mübârek   (شهر شوال المبارك) târîhi hüsn-i tesâdüf eseridir. Orada medfûndur.

Şi’rinden:

            İdermiş bahs-i hoş-bû-yı hatınla Sünbülî Gülşen

            Ana var ise bu ol müşkîn-i târdan kaldı*

Şeyh Ahmed Dede Efendi

Müşârünileyhin mahdûmudur. Pederinin yerine geçmiştir. Kırkbir sene meşîhatten sonra 1177*(1763-64)’de irtihâl-i dâr-ı cinân eyledi.

Târîhi:

            Döndü Ahmed Dede lâhûta bu mihnet-gededen

            (دوندى احمد دده لاهوته بو مهنتكده دن)[7]

Şeyh Seyyid Muhammed Sâdık Dede Efendi

Ahmed Dede’nin kerîme-zâdesidir. Onbeş ay meşîhati vardır. Konya’da şeyh oldu. Yirmi yaşında iken irtihâl eyledi. Konya’da medfûndur. 1178*(1764-64) târîh-i irhâlidir.

Şeyh Abdülehad Dede Efendi

  Tokat Şeyhi   derler. Onüç ay meşîhatten sonra irtihâl eyledi.

            Tekmîl kıldı devrin Abdülehad Efendi

                        (تكميل قيلدى دورين عبد الاحد افندى) = 1180*(1766-67)[8]

*179* Şeyh Ahmed Dede Efendi

Dört sene icrâ-yı meşîhatle 1185 Muharreminde ( Nisan 1771 ) hâb-ı ebedîye daldı. Trablus’tan gelmiştir.

Şeyh Yûsuf Dede Efendi

Ahmed Dede’nin oğludur. Âbid, zâhid bir zât idi. Mesnevî-i şerîfe Arabca bir şerh yazmıştır.   Hângâh-ı tevhîd   (خانقاه توحيد) târîh-i iclâsıdır (1160*1747)[9]. Kırksekiz sene icrâ-yı meşîhat eyledi. Cemâziye’l-evvel 1232*(Mart-Nisan 1817) yevm-i Perşembe irtihâl târîhir.

Şeyh Seyyid Kadri Dede Efendi

14 Zi’l-hicce 1234*(4 Ekim 1819)’te şeyh oldu. Evvelce Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücre-nişîn idi. Ermenek şeyhi zâdedir. Bu dergâh Sultân Selîm-i sâlis zamânında ta’mîr olunmuş idi. 33 sene meşîhati var idi. Şeyh Osmân Salâhaddîn Dede Efendi’nin mürebbîsidir. Gâyet ciddî, vakûr, âdâb-ı şerîat ü tarîkatla müeddeb idi. 231. sahîfede îzâh olunduğu üzere, bi’l-âhare na’şı nakl olunmağla Üsküdar Mevlevîhânesi’nde medfûndur. Ahmed Ârif Himmetî Dede’nin şeyhi idi.

  

Şeyh Nazîf Ahsen Dede Efendi

Meşhûr âlim Şeyh Nazîf-i Mevlevî’dir. Mora Yenişehri’nin Oganlı karyesindendir. Muhaddisînden Hacı Halîl Efendi’nin oğludur. Onun pederi Mahmûd Efendi’dir. 1208*(1793-94) târîhinde zînet-bahş-ı âlem-i dünyâ olmuştur.

Gâyet zekî, müsteidd idi. Hengâm-ı tufûliyyetinde tahsîl-i ilme sâlik olup, muhayyerü’l-ukûl netîceler elde etmiş idi. Çalışa çalışa ulûm-ı âliye vü êliyeyi elde etti. Yenişehir’de Horasânî eâzım-ı ulemâdan Azîz Efendi Medresesi’ne müderris oldu.

Altmışbir yaşına kadar ta’lîm (ü) tedrîs ile maşgûl oldu. Henüz küçük yaşında Mevlevîliğe muhabbetle intisâb etti. Hicâz’a gidip geldiğinde, mezkûr medresenin yanında bir mevlevîhâne inşâsına muvaffak oldu. *180* 1269*(1852-53) senesinde Muhammed Saîd Hemdem Çelebi’den destâr-ı gîsû-dâr ile mezkûr mevlevîhâneye şeyh oldular.

Hz. Mevlânâ’dan i’tibâren gelen silsile-i tarîkatları:

Hz. Mevlânâ, Hüsâmeddîn Çelebi, Sultân Veled, Ulu Ârif Çelebi, Muzaffer Çelebi, Cemâleddîn Çelebi, Abdülkâdir Çelebi, Ahmed Efendi, Sultân-ı Dîvânî Muhammed Efendi, Mustafa Efendi, Hızır Şâh Efendi, Muhyî Efendi, Müstebân Çelebi, Muhammed Efendi, Mustafa Efendi, Ârif Çelebi, Âdem Dede Efendi, Abdülhalîm Çelebi, Müstebân Çelebi, Ârif Çelebi, Ebû Bekir Çelebi, Hasan Emîr Dede, Süleymân Efendi, Muhammed Saîd Hemdem Çelebi, Şeyh Nazîf-i Mevlevî.

Küstüm Suyu’nun üzerine mürûr u ubûru teshîl maksadıyla hasbeten li’llâh bir köprü inşâsına çalıştılar.

1270*(1854) târîhinde Beşiktaş Mevlevîhânesi meşîhati uhde-i ârifânelerine tevcîh olunmağla İstanbul’a geldiler. Dokuz sene kadar burada icrâ-yı meşîhat buyurdular. 1278*(1861-62) senesinde yetmişbir yaşında irtihâl-i dâr-ı cemâl eylediler. Eslâfının yanında defn olundular. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Âlim, şâir, nazîf, zarîf idi. Meydân-ı suhan-sâzîde, vâdî-i şi’r ü edebde üstâd idi. Ekâbir-i Mevlevî’dendir. Müretteb bir Dîvân’ı, seyr ü sülûka dâir bir eseri vardır. Her ikisi matbû’ olup, kütüb-hâne-i irfânı tezyîn eder âsârdandır.

Yenişehir muhîti Bektaşîlik ihâtasına ma’rûz kalmak hasebiyle, te’sîr-i muhît ile, Hz. Nazîf’de bidâyeten ba’zı mertebe lâubâlîlik zuhûr etmiş ise de, ilm ü irfânı galebe çalarak şeh-râh-ı hakîkate sâlik olmuşlardır.

Eş’ârından:

            Hakîkat şehrine kesdirme yoldan gitmek istersen

            Tarîk-ı aşka gel bâb-ı Nazîf-i Mevlevî’den gir

                                   *   *   *

            Biz mâ-sivâyı hiçe sayan Melevîleriz

            Yâr ile cânı câna katan Mevlevîleriz

            Zevk-ı kudûm ü nây ve safâ-yı semâ’la

            Tîr-i niyâzı arşa atan Mevlevîleriz

            Deryâ-yı zâtı mevc-i sıfâtıyla bir görüp

            Mecrâ-yı kesreti kapatan Mevlevîleriz

            Mevc-i suverde za’fla çün bir âgâh olup

            Ma’nâda havz-ı feyze batan Mevlevîleriz

            Devrân-ı lutf-ı Hazret-i Monlâ’da ey Nazîf

            Kevn ü mekânı hiçe satan Mevlevîleriz

                                   *   *   *

*181*    Zâhidâ Hak içün ol şâhın ki cûd-ı ekmeli*

            Ahmed-i Muhtâr’a vahy itdi Kitâb-ı Münzel’i

            Mevlevîyim Ahmedîyim Hayderîyim ben belî

            Bana besdir bir Hudâ vü bir Nebî vübir velî

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على

           

            Meclis-i rûz-ı ezelde çünki ikrârım budur

            Dîn ü îmânım budur gönlümde esrârım budur

            Zinde oldukca vücûdum dilde ezkârım budur

            Cân fedâ itdikde hem âhirki  güftârım budur

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على

           

            Cûylar taşlar ağaçlar kûhlar hâmûnlar

            Nüh-felek cinn ü melek bahr ü semek nev’-i beşer

            Sâkinân-ı arş u ferş ü necm ü şems ü kamer

            Heb lisân-ı kâl ü hâl ile bu beyti zikr ider

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على

            Ma’ni-i hükm-i Rasûl’ü çünki iz’ân eyledim

            Dildeki cem’iyyet-i vehmi perîşân eyledim

            Mezheb-i irfânımı âfâka i’lân eyledim

            Ey Muhammed ümmeti ben böyle îmân eyledim

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على

*182*    Milletim ehl-i hakîkat hâlikım Rabbim Hudâ         

            Mezhebim râh-ı muhabbet şart-ı îmânım fenâ

            Kıblem ebrû-yı Muhammed’dir imâmım Murtazâ

            Dîn-i İslâm âşkârâdır ne lâzım ihtifâ

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على[10]

           

            Bende-i Âl-i Abâ’yım Hayderîyim Hayderî

            Ey Nazîf bu yolda kurbân eyledim cân u seri

            Hâsılı ber-muktezâ-yı meşreb-i Peygamberî

            İ’tikâdım böyle   nahnü kasemnâ  danberi[11]

لاإله إلا هو الله العلى المنجلى

لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على

                                   *   *   *

            Mushaf-ı sırr-ı Hudâ’dır sûret-i cânânımız

            Fehm iden ma’nâsını oldu vâkıf-ı esrâr-ı Zât

            Rûy u zülfü sûre-i Nûr u Duhân tefsîridir

            La’l-i âlinden kinâyetdir Nazîf âb-ı hayât

                                   *   *   *

            Derd-i elem-i cevr ile nây eyleyüp efgân

            Esrâr-ı Hudâ söylemede âşıka her ân

            Ey dil olayım dirsen eğer mazhar-ı irfân

            Allâh içün   Allâh   diyelim   Hû   diyelim Hû

            Duydun mu aceb nâydan esrâr-ı Ali’yi

            Bildin mi Nazîf nükte-i hubb-ı ezelîyi

            Ârif olayım dirsen eğer sırr-ı hafîyi

            Allâh içün   Allâh   diyelim   Hû   diyelim Hû

Gâyet rengîn bir gazel:

            Dilâ hâlât-ı vaslı hem-dem-i cânân olandan sor

            Tahassür âteşin pervâne-veş sûzân olandan sor

            Görüp hâl-i perîşânım beni bî-hûde ta’n itme

            Bu emri bir de gel mülk-i dile sultân olandan sor

            Azîz-i mısr-ı vuslat sûziş-i firkat nedir bilmez

            Anı tenhâ-nişîn-i külbe-i ahzân olandan  sor

            Seher zevkın ne bilsün hufte-gân-ı pister-i gaflet

            Füyûzât-ı sabâhı haste-i hicrân olandan sor

            Reh-i vuslatda cânâna dilersen cân nisâr itmek

            Nazîf tîğ-ı aşka ser virüp kurbân olandan sor

Tâhirü’l-Mevlevî birâderimizin:

            Ne bilsün zevk-ı tîğ-ı gamze-i dil-dârı gâfiller

            Onu pîş-i nigâh-ı yârda kurbân olandan sor

Suûdu’l-Mevlevî birâderimizin:

            Suûd’a sorma yâ hû în ü ânı bûd u nâ-bûdu

            O bî-câsûzları bî-akl u bî-irfân olandan sor

Muharrir-i fakîrin:

            Hakâyık sırrını nâ-mahremâna sorma bilmezler

            Anı her hâlde yâre mahrem olmuş ârifândan sor

Şayh Nazîf Efendi merhûmun Hüseyin Fahreddîn Efendi isminde bir necl-i necîbi ve Avnî Bey nâmında bir dâmâd-ı mükerremi vardır.

*183* Pederinin irtihâlinde Hüseyin Fahreddîn Efendi yedi-sekiz yaşında idi. Altı sene sonra mevlevîhânenin olduğu yerde bir saray yapılmağa başlandı. 1283*(1866-67) târîhine müsâdifdir. Sultân Azîz’in devr-i saltanatı idi. Elyevm muhterik Ortaköy sarayının mahalli mevlevîhâne idi. Koca bogaz içinin sevâhilinde saray yapılacak yer intihâb olunamayıp da mevlevîhânenin olduğu mahalde bunun inşâsına kıyâm eser-i cinnet olduğu gibi, Anadolu, Rumeli muhtâc-ı umrân iken milyonlarca lira sarfıyla bu râdde saray inşâsı pek abes bir iş idi, nişâne-i sefâhet idi.

Mevlevîhânenin Maçka’ya naklini takdîr ederek Maçka’da yapılan mevlevîhâne 1286*(1869-70) senesinde hitâm buldu. Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde medfûn eızze-i kirâmın kabirlerine dokunulmadı. Üzerine saray binâ olundu. Türbe mahalli mahfûz kaldı. Sandûkalarıyla muhâfaza edildi. Yalnız Şeyh Nazîf’in cesed-i şerîfi Maçka’ya nakl ve defn olundu. Beş sene sonra Maçka Mevlevîhânesi’nin olduğu mahalle elyevm mevcûd esliha depo(su)nun inşâsı takarrur edince, buradan da mevlevîhânenin nakli lâzım gelip, Eyüp’te Bahâriye’deki mevlevîhâne inşâ olundu. Bî-çâre Şeyh Nazîf’in cesedi ikinci def’a kabrinden çıkarılıp Bahâriye’ye nakl edildi.

Fakat mevlevîhâne mahalline inşâ olunan Ortaköy Sarayı’nda Sultân Abdülazîz ve ahlâfı ârâm edemediler. Orası dillerde destân olan zînet ve ihtişâmına bedel baykuş yuvası misâli oldu. Meşrûtiyyet’i müteâkib meb’ûsân (u) a’yân dâiresi ittihâz edildi. İçinden çıkan nagehânî bir ateş *184* o muhteşem sarayı yaktı, mahv etti. Alt katında mevki’-i hakârette bırakılan eızze-i kirâm hazerâtının te’sîrât-ı ma’neviyyeleri cümlesinden olduğuna şübhe edilmemelidir.

Bahâriye Mevlevîhânesi’nin hitâm-ı inşâsıyla resm-i güşâdının icrâsı 18 Rabîu’l-evvel 1294*(2 Nisan 1877) Çarşamba gününe müsâdifdir.

Şeyh Hüseyin Fahreddîn Dede Efendi

Hüseyin Fahreddîn Dede Efehdi, yirmidört-yirmibeş yaşına resîde olmuş ve seccâde-i meşîhate revnak vermiş idi. 1271 senesi Muharreminin onuncu (3 Ekim 1854) günü kadem-nihâde-i âlem-i şuhûd olmuştur. İsm-i âlîsinin   Hüseyin   tesmiyesi bundan mütevelliddir. Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde gehvâre-i zîb-i şuhûd oldu.

Pederinin irtihâlinde yedi-sekiz yaşında idi, nisbet-i ibtidâiyyesi pederindendir. Pederinin irtihâlinde Karahisâr Mevlevî şeyhi Kemâleddîn Çelebi Efendi’den sonra, Mısır Dârü’l-Mevlevî’si şeyh-i kâmili Azmî Dede (Elyevm Galata Mevlevî şeyhi Ahmed Efendi’nin pederi)’den tecdîd-i inâbet eyledi. Konya’da âsitânede post-nişîn Sadreddîn Çelebi merhûmdan destâra nâil oldu ve meşâyıh sırasına geçti. 1289 senesinin Rabîu’l-evvelinin onbeşinde (23 Mayıs 1872) Yenikapı Mevlevî şeyhi ârif-i maârif-i ilâhî Osmân Salâhaddîn Dede Efendi hazretlerinin kerîme-i muhteremeleri Fâtıma Aliye Hânım ile izdivâcı vukû’ buldu. Hasan Nazîf, Fatıma Mü’mine, Fâtıma Fasîha ve Fâtıma Ruşeynâ isminde dört evlâdı dünyâya geldi.

Hüseyin Fahreddîn Efendi, Beşiktaş Rüşdîsi’nden bâ-şehâdet-nâme neş’etle Dehlevî İskender Efendi’den Fârisî, Fransızca ve kayınpederinden Arabî ve vüzerâ-yı urefâdan ve eâzım-ı ricâlden Sâmî Paşa merhûmdan *185* Mesnevî-i şerîf okumuştur.

Hilm ü tevâzuu, meclis-ârâlığı, etvâr-ı asîlânesiyle temeyyüz etmiş ricâl-i Mevleviyye’den idi. Reftârı, tarz-ı telebbüsü, usûl-i maîşeti pek kibârâne idi. İnsan güzeli idi. Gâyet mütenâsibü’l-a’zâ olup, sarı sakallı ve gâyet güzel gözlü, temiz özlü idi. Yanağının sol tarafında bir beni vech-i tâbânına revnak-fezâ idi. İlm-i mûsikîde behre-i külliyye sâhibi olup, Beşiktaş Mevlevîhânesi ney-zenbaşısı Sâlih Efendi ile ney-zen Yûsuf Paşa’dan ney taallüm etmiş, Zekâî Dede’den Mûtiyâb-zâde Ahmed Efendi ile Yağlıkcı-zâde Ahmed Efendi’den Mi’râciyye’nin tekmîl bahsini geçmiş ve Yenikapı Mevlevî şeyhi Celâleddîn Efendi merhûmdan hisse-yâb-ı terennüm olmuştur.

Acemaşîrân makâmında âyîn-i şerîfi, peş-rev ve semâı ve sâir makâmâttan dahi şarkı ve bestesi vardır.

Menâkıb-ı Mevlânâ’yı nazmen yazmışlar, bu eserlerini okuduğum zamân kendilerine ta’zîmen manzûme-i âtîyi inşâd ve takdîm etmiş idim:

            Okudum menkabe-i Hazret-i Mevlânâ’yı

            Arz-ı takdîs iderim câme-i evlânâyı

            Nâzım-ı muhteremi Şeyh Hüseyin Fahreddîn

            Mevlevî gül-şenine bülbül-i şeydâ-yı nevîn

           

            Ârif ü âlim ü fâzıldır o zât-ı âlî

            Gül-sitân-ı edebin neyyir-i pür-iclâli

            Aşk u irfânı ile cümleye mümtâz olmuş

            Beyne’l-uşşâk-ı hakîkatde ser-efrâz olmuş

           

            Peder-i muhteremi Şeyh Nazîf-i meşhûr

            Menba’-ı ilm ü kemâlât idi el-hak mebrûr

            Mazhar-ı ilm-i ledün mahrem-i sırr-ı takdîr

            Vâkıf-ı sırr-ı hakîkat idi ol şeyh-i şehîr

            Nâil-i feyz-i şerîfi olup ol necl-i necîb

            Andelîb-i edeb-istân idi ol zât-ı edîb

            Rehber-i Mevleviyân nûr-ı kulûb-ı uşşâk

            Mahzen-i hilm ü kerem hazret-i şeyh-i âfâk

*186*    Mevlevî mektebinin hâce-i pür-esrârı

            Mesnevî âleminin tûti-i hoş-güftârı

            Hılye-i zevkını tasvîr idemezler şuarâ

            Bâb-ı medhinde düşer acze edîb ü bülegâ

            Meclis-i sohbetine cân atan erbâb-ı garâm

            Vecd ü hâletle olurlardı bütün mest ü müdâm

            Şems-i  feyzinden alır neş’eyi ashâb-ı tarîk

            Râh-ı gurbetde mürîdâna odur şeyh-i şefîk

            Zevk-ı medhiyle safâ buldu onun Vassâf’ı

            Nûr-ı feyziyle münevver ola kalbi sâfî

            Ol meded-res bana yâ şeyh Hüseyin Fahreddîn

            Pîrinin aşkına sen eyle beni feyze karîn

Hüseyin Fahreddîn Efendi koleraya tutuldu, ânî olarak hastalandı. 21 Ramazân 1329 ve 1 Eylül 1327( 13 Eylül 1911) târîhine müsâdif Perşembe günü irtihâl-i dâr-ı cinân eyledi. Na’ş-ı münîfi Eyüpsultan’a nakl ile namâzı ba’de’l-edâ Bahâriye Dergâhı’nda, peder-i ekreminin kabri yanında vedîa-i rahmet-i Rahmân kılındı. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Sultân Mehmed Reşâd Hân’ın müşârünileyhe hürmet ve teveccühü vardı. 1326*(1908) senesinde mevlevîhâneyi mükemmelen ta’mîr eyledi. Resm-i güşâdının hîn-i icrâsında bi’z-zât hâzır bulundu. Vükelâ, a’yân ve ricâl-i devlet dahi hâzır oldu.

Merhûm Çarşamba günleri Mesnevî-i şerîf okuturlardı. Hîn-i irtihâlinde ellisekiz yaşında idi. Mevlevîhânenin yevm-i mahsûsu Çarşambadır.

Münîr İsmetî merhûmun:

            Aşk-ı Mevlânâ ile gitdi Hüseyn-i Mevlevî

            (عشق مولانا ايله كتدى حسين مولوى)[12]

Üsküdarlı Tal’at Bey’in:

            Vâsıl ola cemâle vâsıl ola cemâle

            Gitdi Hüseyin Efendi dergâh-ı Zü’l-celâle

            (كتدي حسين افندى دركاه ذو الجلاله) [13]

Merhûm-ı mûmâileyh (kuddise sırruhû)  hazretlerinin dervîşânından ve dergâh-ı mezkûr hücre-nişînânından Manisalı İbrâhîm Zuhûrî Dede Efendi hazretlerinin söyledikleri târîh:

*187* Zuhûrî Dede’nin:

            Ser-be-kef geldi Zuhûrî söyledi târîhini

            Dâr-ı cennetde Hüseyn olsun Ali’nin hem-demi

            (دار جنتده حسين اولسون علينك همدمى)  1329[14]

târîhleri mazbuttur.

Bu târîh, kasîdesiyle berâber levha hâlinde dergâh-ı mezkûr sema'-hânesindeki türbede medfûn bulunan Hz. Hüseyin merhûmun sanduka-i mübârekesine dayalıdır.

Bahâriye Mevlevîhânesi post-nişîni Reşâd Penâhî b. Nazîf-i Mevlevî'nin, Hüseyin Fahreddîn Dede Efendi’nin (Kaddesena'llâhü bi-esrârihî) vefâtına târîhi:

           

            Cenâb-ı mürşid-i âlî-himem sultân-ı zî-şânım

            Efendim dest-gîrim fahr-i dînim merd-i âlî-câh

            Hezâr-ı bezm-i vahdet gonca-i bâğ-ı Bahâriyye

            Kemâli gâye-i sâlik cemâli reşk-i mihr ü mâh

            Kelâm-ı feyz-i Mevlânâ-yı Rûmî remz-i lâhûtî

            İder bir nazra-i merdânesi bin zâhidi âgâh

           

            Azîz-i evliyâ kutb-ı celîl-i asfiyâ bî-şek

            Gören dirdi cemâl-i bâ-kemâlin vecd ile   Allâh 

            Şehîden leyle-i Kadr içre gitdi gayb-ı ıtlâka[15]

            Emîrü’l-mü’minîne oldu vâsıl aşk ile hem-râh

            Gelüp bir   pâk   târîh-i güzîn ile hazrete Bâkî

            Hüseyn-i Mevlevî lâhût-ı Hakk’a gitdi ey vâh

            (حسين مولوى لاهوت حقه كيتدى ايوالله) + (باك)[16]

                                                 Muallim el-fakîr el-hakîr el-Mevlevî

                                                           El-muhtâc ilâ füyûzâti’l-Mesnevî

                                                                              Abdülbâkî

Raûf Yektâ Bey’in Nev-sâl-i Osmânî’de müşârünileyh hakkında mühim bir makâlesi olduğu gibi, Muhammed Ziyâ Bey’in de yazdığı terceme-i hâl kemâl-i hürmetle mütâlaa olunmuştur.

Şiirde Fahrî tahallus eden müşârünileyhin eş’ârından:

            Dehre gelmekden ne da’vâdır ne gavgâdır garaz

            Hüsn-i rûy-ı yârı her yüzden temâşâdır garaz

            Ey tabîb-i cân-ı dil maksad cemâlin görmedir

            Sanma derd-i aşkıma senden müdâvâdır garaz

            Kûy-ı yâra gitmeye maksûd bir dîdârdır

            Cüst-u-cû-yı tavrdan nûr-ı tecellâdır garaz

            Yâr kendin görmeğe âyîne îcâd eylemiş

            Sûret-i îcâd-ı âlemden bu ma’nâdır garaz

            Fahriyâ ma’lûmudur erbâb-ı irfânın bu râz

            Lafz-ı Mevlânâ’dan ancak Zât-ı Mevlâ’dır garaz

           

                                   *   *   *

            Serîr-i bezm-gâh-ı fakrı her bir câna virmezler

            Değil her câna ya hû belki her cânâna virmezler

            Efendi umma sen âb-ı hayât-ı bâdeden hisse

            Anı insâna tahsîs itdiler hayvâna virmezler

 

Edîb-i muhterem Mahmûd Kemâl Beyefendi, gazelin dördüncü beyitini takdîr ve tekrâr buyururlar:

عشق و دل كردند باهم اتفاق

آتشى افروختد از افتراق

سوختندم در كمال احتراق

سوختن خواهم الى بو التلاق

                     

چون كشم اين درد هماى لايطاق

چون زيم يا رب درين غمخانه طاق

كو حريفى همچونى دور از نفاق

تا كم تفسير حال زين مشاق

سينه خواهم شرحه شرحه از فراق

تابگويم شرح درد و اشتياق[17]

*188* Kerîmesi Fasîha Hânım’ın irtihâlinde söylediği mersiyeden:

بيا ساقى با آن مى خوشگوار

گله دارم از گردش روزگار

پياپى بنده تاكه مستم كند       

دمى اضطرابم رها ميدهد

چون القصه يك روز خسته فتاد

كه بيمارئ وى نكرد امتداد

فصيحه ازين تنگناى رخت برد

دو نخل اميديش ما را سپرد  [18]

Mahdûmu Hasan Nazîf Efendi dahi pek genç iken dûçâr olduğu derd-i nâ-pezîrden halâs olamamış, şarâb-ı mevti nûş eylemiştir. (Kaddesa'llâhu esrârahum)  

Mehmed Nâzım Paşa

Müşârünileyh Hasan Nazîf Efendi’den ahz-i feyz eden Hacı Râtib Bey’le hem-sohbet olarak 1336*(1917-18) senesinde câ-nişîn-i Hz. Mevlânâ Çelebi efendi tarafından destâr-ı teberrükle taltîf buyurulmuş urefâ-yı Mevleviyye ve şuarâ-yı sûfiyyeden idi. İrticâlen söyledikleri târîhdir:

            Çille çıkarup hücre-i feyyâzına girdim

            Pîrim bana   destâr-ı mukaddes   dirdi

            (پيرم بكا دستار مقدس ديردى) = 1336[19]

Üsküdar’da Süleymân Ağa Mahallesi’nin Şeyh Câmii semtinde sâhib-i vakf Yağlıkcı Hüseyin Ağa ahfâdından Akşehir Kaymakâmı Şâkir Efendi’nin öğludur. Üsküdar’da 1265*(1849)'te tevellüd etmiştir. İbtidâî Rüşdî tahsîlinden sonra Arabî ve Fârisîde vukûf hâsıl etmiş, tasavvuf ve edebiyâtta behre-i külliyye sâhibi olduğu gibi, Şeyh Osmân Şems-i Kâdirî’nin hem-bezm-i irfânı olmuş idi.

Sadr-ı esbak Midhat Paşa’nın kitâbet-i husûsiyyesinde, o zamân Takvîm-i Vekâyi’ ser-muharrirliğinde; Adana, Konya, Haleb mektûbçuluklarında; dört sene sonra İstanbul’da müteşekkil Muhâcirîn Komisyonu mektûbçuluğunda; ba’dehû Mersin, Kayseri mutasarrıflıklarında; Diyarbakır, Konya, Sivas, Selânik vâliliklerinde bulunmuştur.

17 Kânûn-ı evvel (1)926 târîh-i resmîsine, 11 Cemâziye’l-âhir 1345 sene-i hicriyyesine müsâdif Cuma günü irtihâl edip, Kadıköy’de Ca’ferağa Câmi’-i şerîfinde namâzı ba’de’l-edâ Üsküdar’da Karacaahmed’de şâir Nedîm merhûmun kabri civârında defn olunmuştur. (Rahmetu'llâhi aaleyhi rahmeten vâsia )

İrtihâline dâir târîhler:

Üsküdar Mevlevî şeyhi Ahmed Remzî Dede Efendi söylemişlerdir:

            Mazhar-ı feyz-i Hudâ şâir-i Hassân-inşâ

            Merd-i rûşen-dil idi Hazret-i Nâzım Paşa

            Aşk-ı Hak hubb-i Nebî matmah-ı enzârı idi

            Mesnevî dersine hem-vâre olup dîde-güşâ

            Oku âsârını gör meslek-i irfân ne imiş

            Remz-i güftârı ider sırr-ı ulûmu ifşâ

            Millet ü memlekete sıdk ile hıdmet iderek

            Halk bin kerre dimiş zâtına   binler yaşa 

           

            Âmid ü Konya Selânik Haleb ü Sivas’a

            Oldu vâlî giderek feyz-i adâlet-bahşâ

            Seksene yetmiş idi sinni idince rıhlet

            Nâil-i mağfiret olmaz ne dimekdir hâşâ

            Eyleye mertebe-i vasl ile mesrûr u be-kâm

            Mâlik-i mülk-i bakâ pâdişeh-i keyfe yeşâ

            Rütbe-i kurbuna Remzî didi târîh-i güher

            Câh-ı dünyâya vedâ’ eyledi Nâzım Paşa

            (جاه دنيايه وداع ايلدى ناظم باشا) = 1345

Üsküdârî şâir Safvet Bey’in manzûmesidir:

            Asra pîrâye-i irfân idi Nâzım Paşa

            Dehre ser-mâye-i iz’ân idi Nâzım Paşa

            İlm ü irfânına âsârı şehâdet eyler

            Fâzıl u kâmil-i devrân idi Nâzım Paşa

            Herkese hüsn-i nazar hiss-i vefâ besler idi

            Mâlik-i pâki-i vicdân idi Nâzım Paşa

            Varını bezl ile meşhûr-ı cihân olmuş idi

            Lutfu her ferde firâvân idi Nâzım Paşa

            Meclisi olmuş idi nükte-verân-ı zurefâ

            Çünki ser-halka-i rindân idi Nâzım Paşa

            Kalbi mâlikdi tehâlükle umûr-ı hayra

            Şevk ile hayra şitâbân idi Nâzım Paşa

            Pek büyük hıdmeti sebk itmiş idi bu vatana

            Sâhib-i azm ü himem-kân idi Nâzım Paşa

            Bende-i hâssı idi Hazret-i Mevlânâ’nın

            Hâk-pâ-yı reh-i sultân idi Nâzım Paşa

            Nazm u nesri ki fesâhatle ser-â-pâ memlû

            Nükte-gû pîr-i sühandân idi Nâzım Paşa

            Âşık-ı Celle Celâl olmuş idi tâ ezelî

            Vech-i ma’şûkuna hayrân idi Nâzım Paşa

            Mâdih-i zât-ı Nebî Âl-i Rasûlü’s-sekaleyn

            Pey-rev-i Hazret-i Hassân idi Nâzım Paşa

            Âkıbet   Hû   diyerek gitdi kavuşdu yâre

            Cân-fedâ âşık-ı cânân idi Nâzım Paşa

Şöhreti şiirdedir. Şeyh Gâlib Dîvânı hacminde, Mecmûa-i Eş’âr’ında mutasavvıf-âne, hakîm-âne, âşık-âne münâcât, nuût, kasâid, gazeliyyât, kıtaât miyânında şûhâne ve Nedîm-âne parçalar vardır.

Âsâr-ı Matbûası:

1.     Muhâtaba. Üç def’a tab’ olunmuş güzîde bir eserdir.

2.     Takaddümü'l-Hâs Tercümesi. Aslı Hz. Ahmed er-Rufâî’nindir.

3.     Ahd-i Şehriyârî. Mensûrdur.

4.     Terceme-i Esrâr-ı Tevhîd. Aslı Fârisî ve Şeyh Abdülkâdir-i Belhî’nindir. Manzûmdur.

5.     Kerbelâ. Vak’a-i dil-sûza dâirdir, mensûrdur.

6.     İbnü’l-Fârız’ın Yâiyye, Mîmiyye, Râiyye kasîdelerinin şerhi. Pek ârifâne bir eserdir.1328*(1910)’de tab’ olunmuştur.

7.     Tasavvuf gibi ba’zı resâil-i mevkûtede eş’ârı neşr olunmuştur.

Paşa’nın uykusu pek olup, seher-hîz idi. Salât-ı fecri ba’de’l-edâ evrâd-ı Mevleviyye ve ism-i Celâl’i muvâzabetle îfâ eder ve bir özr-i şer’î-i kavî olmadıkca terk etmezdi. Vazâif-i ubûdiyyeti ke-mâ-hiye-hakkuhâ icrâda tekâsülü tecvîz etmemekle tasannu’ ve rayânın düşmen-i bî-emânı idi. Tarîkatına ve pîr-i celîline irtibâtı pek kavî olup, bu husûs ekser eş’ârında görülür.

            Olur pîş-i nazarda cilve-ger her ârzû Nâzım

            Tecelliyyât-ı feyzâ-feyz-i Mollâ der- pey oldukca

                                   *   *   *

            Nâzım oldum cebhe-sâ-yı feyz-i Mevlânâ-yı Rûm

            Hamdü li’llâh ru’yet-i dîdâr-ı envâr eyledim

Şeyh Gâlib el-Mevlevî’ye nazîresi:

            Göründü mevkib-i heybet-nümâ-yı subh-gâhîler

            Seher ki zâhir oldu mevc-i cûşân içre mâhîler

            Nümâyân oldu iklîl-i ferâgatle miyâhîler

            İki câniblerinde hayl-i şemsîlerle mâhîler

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olmuş ilâhîler

            Zuhûrâtı dil-i âgâh ehl-i hâlden bîrûn

            Tecelliyyâtı feyz-i âlem-i iclâlden bîrûn

            Füyûzâtı safâ-yı neşve-i abdâldan bîrûn

            Bütün hâlât cân-efzûdu kîl ü kâlden bîrûn

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Kimi gitmiş diyâr-ı hüsne dâr-ı yârdan gelmiş

            Kimi Mansûr-ı aşka pey-rev olmuş dârdan gelmiş

            Kimi mesvâ-yı Bâzü’l-eşheb-i tayyârdan gelmiş

            Kimi dönmüş dolaşmış mecma’-ı ebrârdan gelmiş

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Hikâyât-ı lisân-ı hayreti hâmûş söylerler

            Füyûzât-ı şuhûdu bî-zebân u hûş söylerler

            Makâmât-ı cünûn-ı aşkı cûşâ-cûş söylerler

            Tecelliyyât-ı pey-der-peylerin bî-hûş söylerler

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Geçüp bir hatvede menzil-geh-i encâm ü gâyâtı

            Bidâyetde ayânen ru’yet itmişler nihâyâtı

            Dolaşmışlar cenâh-ı feyz ile arz u semâvâtı

            Gelüp dergâh-ı Mevlânâ’da bulmuşlar kemâlâtı

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Kemâlât ehli olmuş her biri sûretde sîretde

            Görürler vâcibi âyîne-i kesretde vahdetde

            Taayyün pertevin mahv eyleyüp zıll-i hüviyyetde

            Reh-i nâ-refte bulmuşlar tarîkatda hakîkatde

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Nümâyân hâllerinden cûşiş-i aşkın hücûmu var

            Safâ-yı mahz içinde ne hümûmu ne gumûmu var

            Münîri müstenîri âftâbı var nücûmu var

            Münevver dillerinde aşk-ı Mevlânâ-yı Rûm'u var

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Bulundum hıdmet-i dergâh-ı Mevlânâ’da kâm aldım

            Miyân-ı zümre-i uşşâka girdim nîk-nâm aldım

            Bu hizbin sûretinde âyne-i kalbe tamâm aldım

            Huzûra yaklaşup baş kesdiler Nâzım selâm aldım

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

            Safâ-yâb-ı semâ’-ı hayretiz aşk-âşinâyız biz

            Bütün erbâb-ı aşka necm-i nevvâr-ı hüdâyız biz

            Muallâ dergeh-i sultân-ı aşka cebhe-sâyız biz

            Sitiğnâ-meşrebiz âzâde-i kayd-ı sivâyız biz

            Seher gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler

            Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler

Mutasavvıf-âne ve ârif-âne bir hitâbesi:

            Lisân-ı aşkı söylet sâmit ol yek-pâre âzân ol

            Beyân-ı cânı dinle âşnâ-yı hâlet-i cân ol

            Makâl-i sıhhat îkân-sûz-ı cân u şânı ısğâ it

            Meâl-i nükte-i irfânı anla ehl-i îmân ol

           

            Maânî-dân-ı râz-ı hikmet ol keşf-i hakâyık kıl

            Hakîm ol illet-i elvânı teşhîs it müselmân ol

            Oku üstâd önünde nüsha-i esrâr-ı lâhûtu

            Sebak-hân-ı kitâb-ı nâtık ol hem-râz-ı merdân ol

           

            Gönül derdin dil-âgâhâna sor tedbîr-i dermân it

            Şifâ-yı kalbi öğren dest-râz-ı nabz-gîrân ol

            Hevâ-dâr-ı şuûn-ı tünd-bâd-ı rûz-gâr olma

            Bulanma her has ü hâşâk ile cûyâ-yı ummân ol

            İlâc ol dâ-i kalbe pây-mâl-i derde derd olma

            Yetiş derd ehlinin imdâdına her derde dermân ol

            Tarîk-ı hakkı bul isr-i hakîkat-bîni ta’kîb it

            Harîf ol ehl-i hâl ü dânişe reh-yâb-ı îkân ol

            Ulüvv-i kadrin idrâk eyle mümtâz-ı halâyıkdan

            Çalış bil kendini hayvân-ı nâtık kalma insân ol

            Nazar kıl meslek-i mebrûr-ı hak-bînân-ı eslâfa

            Halefden ahz-i feyz it kâbil-i irşâd u irfân ol

            Ledünniyyâtı ilm-i zâhirinle eyleme tatbîk

            Miyân ü hâl ü kâli anla yâr-i nükte-bînân ol

            Ledünniyyâtı sırr-ı kâinâtı felsefiyyâtı

            Tefehhümse murâdın tâbi’-i i’câz-ı Kur’ân ol

                                   *   *   *

            Öyle zevka mahrem ol kim ıztırârı olmasun

            Öyle meyle neş’e-yâb ol kim humârı olmasun

            Tâbişinden gark-ı envâr olduğun nûr-ı cemâl

            Bir şeb-i yeldâda olsun kim bahârı olmasun

            Goncalar neşgufte olsun bülbül olsun nağme-sâz

            Gül-şen olsun da hazâniyle bahârı olmasun

            Öyle deryâda seyâhat eyle kim bî-keyf ü kem

            Olsun ammâ mevc-i girdâb u kenârı olmasun

            Âleminde öyle âlem cây-gâh it kim anın

            İnfiâli ıztırârı inkisârı olmasun

            Mutrib-i aşkın yeter âheng- hâmûşânesi

            Bezm-i samtın mûsikârı nâle-kârı olmasun

            Her emelden insilâh itmiş hezârı gönlümün

            Ey felek lâyık mıdır bir gül-izârı olmasın

                                   *   *   *

            Yıkılmış yapılmış hâne-harâbız

            Ma’mûr olsak da bir olmasak da bir

            Ber-â-berdir bize safâ vü keder

            Mesrûr olsak da bir olmasak da bir

            İftihâr idecek elde nemiz var

            Mağrûr olsak da bir olmasak da bir

            Zülfüne bağlıyız hâk-i derinden

            Mehcûr olsak da bir olmasak da bir

            Medâr-ı tesliyet günâhımız var

            Me’cûr olsak da bir olmasak da bir

            Nefs ile cihâd-ı ekber eyleriz

            Mansûr olsak da birolmasak da bir

            Hazret-i Mollâ’nın kelb-i deriyiz

            Meşhûr olsak da bir olmasak da bir

Paşa merhûm müstecmi’-i mahâsin-i ahlâk bir zât-ı sütûde-sıfât idi. Civân-merd ve sahî-meşreb olup her nerede bulunsa, hânesine,   Nâzım Paşa Oteli   derlerdi. Mersin’de Kayseri’de, Haleb’de âyende vü revende, bilen bilmeyen, paşanın mihmânı olurdu. Fukarâya ihsânı mebzûl olup, hâssaten kimseye hâlini arz u ifşâ edemeyen afîf ve sabûr düşkünleri bulup gizli gizli muâvenette bulunmaktan pek çok zevk duyar ve mahzûz olurdu.

Memleket ve millete alâkası nâ-kâbil-i ta’rîfdir. Halkın dûçâr olduğu ıztırâbâttan fevka’l-had müteessir olurdu. Diyârbakır vâlîsi iken üster-süvâr olarak mülhakâtı devr ü teftîş esnâsında söylediği bir manzûme pek güzel sölenmiştir.

Manzûme şudur:

            Zamânın germ ü serdinden zebûn u bî-karâr oldum

            Cihânın bunca derdinden vakitsiz ihtiyâr oldum

            Otuz yıl mülkü seyr itdim hemân fart-ı teessüfle

            Sirişk-i halkı gördükce hazîn ü eşk-bâr oldum

            Dolaşdım fart-ı ibretle bu bî-sâhib memâlikde

            Bütün halkı mehâlikde görüp zâr u nizâr oldum

            Ahâlî fakr ile bî-tâb hükûmet ise yağmâ-ger

            Harâbîyi görüp yer yer sıkıldım dil-fikâr oldum

            Perîşân eylemiş halkı usûl-i cevr ü istibdâd

            Duyup her gûşeden feryâd rehîn-i i’tibâr oldum

            Mezâlimle yazık büldân harâb-ender-harâb olmuş

            Umûmen halkı aç üryân görüp girye-nisâr oldum


 

*189* Avnî Bey

Yenşehir Fenârî eşrâfından ve mîrü’l-ümerâdan Bekir Paşa’nın oğludur. 1242*1826-27) târîhinde Yenişehir’de doğdu. Pederi, Sâmî Paşa’nın Tırhala mutasarrıflığında kedhüdâlık hizmetinde bulunduğundan Avnî Bey, fâzıl-ı müşârünileyhe intisâb ve ilm ü irfân iktisâb eyledi. Paşa’nın Vidin vâliliğine ta’yîninde kitâbetle maiyyetinde isitihdâm ve rütbe-i râbia tevcîh olundu. Ser-kâtibi Mustafa Paşa’nın Bağdâd vâlîliğinde dîvân kâtibliği ile de Bağdâd’a azîmet etti. Avdetinde Şeyh Nazîf-i Mevlevî’ye dâmâd oldu. Adliyye me’mûriyetlerinde bulundu.

Beyâz sakallı nûrâniyyü’l-vech bir zât idi.

15 Zi’l-hicce 1301*(5 Ekim 1884) târîhinde irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi. Vasiyeti mûcibince Bahâriye Mevlevîhânesi’nde dergâhın içinde, zevcesinin merkadine defn olundu. Dîvân-ı eş’ârı matbû’ ise de pür-hatâ vü noksândır. Eş’âr-ı Fârissiyyesi de eş’âr-ı Türkiyyesi gibi mertebe-i bâlâ-terîndedir. Mutasavvıfâne şiir söyleyenlerin en mümtâzlarındandır. Emsâli arasında da nevâdirden ma’dûddur.

Buraya kadar olan ma’lûmâtı urefâ-yı üdebâdan İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi’den aldım.

Muallim Nâcî merhûm müşârünileyh hakkında, Mecmûa-i Muallim’in onbeşinci nüshasında yazar ki:

  Avnî Bey ile birinci def’a olarak Yenişehr-i Fenâr’da görüşmüş idim. Bir nâdire-i irfân idi. Musâhabetinden çok istifâde ettim. Lisân-ı Fârisî ile olan tevaggulü cihetiyle ekseriyâ edebiyyât-ı Îrâniyyenin en müntehablarını mevzû’ edip, Mesnevî’nin en âlî beyitleri dem-be-dem lisânından işitilirdi. Hz. Mevlânâ hakkında kalbi pek kuvvetli bir hiss-i takdîs muhâfaza etmekte idi

*190* Eş’âr-ı mutasavvifâneden mütelezziz olurdu. İrtihâli üzerine Üsküdarlı Tal’at Bey şu târîhi söylemiştir:

            Hayf bir günde iki şâir-i hoş-gû gitdi

            Birisi Hazret-i Hilmi biri mîr Avnî

            Yazılır cümleye târîh gelir bir gün olur

            Kodular âh iki şâhir kevni

            (قوديلر آه ايكى شاهر كونى) = 1301[20]

Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde şu satırlar okunmuştu:

  Avnî Bey asrın yetiştirdiği üdebâmızın, şuarâmızın ser-âmedânından idi. Hakîkaten,   zübdetü’l-ahkâb   denmeğe lâyık idi. Sühan-verân-ı Osmâniyye’den bir vücûd-ı nâdir idi. Türk ve Acem edebiyyâtında mümtâzlardandır. Avnî’nin gaybûbeti gibi bizce nâ-kâbil-i izâle bir elem ancak âsârının tab’ u neşriyle ta’dîl olunabilir. Alafranga şiir tanzîminin aleyhinde bulunurlar imiş

            Kalb-i tabîb vuslata gelmezise merhamet*

            Allâh rahmet eyleye bîmâr-ı hasrete*

            Öyle mest it bizi ey sâki-i rûh-efzâ kim

            Hûşyâr olmayalım subh-ı kıyâmetde bile

Üdebâ-yı asrdan Süleymân Nazîf Beyefendi, Peyâm-ı Sabâh’ın 12 Hazîran 1338*(1918) târîhli nüshasında münteşir makâlelerinin[21] bir kısmında,   Eş’ar-ı müteahhirîn Avnî Beyîn iki büyük defteri dolduran muazzam Dîvân’ını tanzîm ve mukaddimesini tahrîr hizmetini hafîdi uhde-i iftihârıma lutfen tefvîz etti. Bir taraftan de bu ekmel külliyyâtı mütâlaa ile ihyâ-yı eyyâm u leyâlî ediyorum.   dedikten sonra,   Geçen gün fuzalâ-yı eviddâdan *191* birkaç zât fakîr-hâneye şeref vermişlerdi. Avnî Bey merhûmun Midhat Paşa’ya olan bir kasîdesini birlikte okuduk. Bu güne kadar kasâidi mümteniü’t-taklîd zannolunan Nef’î’ye ba’zı yerlerde, koca Yenişehirli tefevvuk bile etmiş. Meselâ Nef’î’nin misl-i şâyi’ derecesinde iştihâr etmiş olan bir mısrâını, tek bir kelimesini tebdîl ile, şu yolda tazmîn ediyor:

            Bir sevâb itdin ki hôşnûd eyledin Peygamber’i

            Belki Allâh’ı bile va’llâhu a’lem bi’s-savâb

Bu beyit Nef’î’nin:

            Tîğına n’ola yemîn eylerse rûh-ı Murtazâ

            Bir gazâ itdin ki hoşnûd eyledin Peygamber’i

beytiyle karşılaştırılırsa, Avnî Bey’in derece-i muvaffakiyyeti anlaşılır.

                                               -  -  -

Veled Çelebi, Hak gazetesindeki makâlesinde,   Avnî Bey’in en sahîh külliyyâtı ki, ancak nezd-i dervîşânemde mevcûddur, bi’l-cümle şuarâ-yı kadîme devâvîninden müstağnî kılacak derecede envâ’-ı eş’ârın en bâlâterînini hâvîdir. Bilirsiniz ki,  bu da ricâl-i Mevleviyyedendir.    buyuruyorlar.

Suûdü’l-Mevlevî Beyefendi birâderimizin Avnî Bey merhûma dâir olan makâlesi:

  Dîvân-ı muazzamının yeniden tertîb ve tanzîm buyurulmakta olduğunu tebşîr ve   eş’arül-müteahhirîn   diye tavsîf ve takdîr olunan ve huzûr-ı pîr-i a’zamla müşerref olduğu hâlde meşhûr Kubbe-i Hadrâ Kasîdesi’ni vücûda getiren şâir-i azîmü’l-iktidâr Avnî Beyefendi merhûmun, *192* ilk eseniri bundan takrîben yirmibeş sene evvel Maârif risâlesinde görmüş ve meâlini anlamak isti’dâdını hâiz olmadığım hâlde, şimdi de keşf ü ta’yîninden âciz bulunduğum bir hiss-i garîb ilcâsıyla merhûma daha o vakit fevka’l-âde bir incizâb ve irtibât peydâ eylemiştim. Binâenaleyh tâ o zamândan beri Avnî Bey’e taalluk eden her sözü dinlemek ve her lahza müşârünileyhden bahs eylemek isterim. Hayâl meyâl tahattur ediyorum ki, ilk def’a okuduğum o şi’r-i garrâ-yı Avnî:

            Hırâmân ol ki nahl-i tûr reftâr itdi sansunlar

               Yine mihr-i tecellî arz-ı dîdâr itdi sansunlar

               Nikâb-ı turradan bir vechle arz-ı cemâl it kim

               Hicâb-ı   len-terânî   reşş-i envâr itdi sansunlar

               Cemâlin seyr iden ehl-i tenâsuh Mısr-ı hüsn içre

               Zuhûr-ı Yûsuf’u Allâh tekrâr itdi sansunlar

               O rütbe zâhir ol kim şâhid-i halvet-geh-i lâhût

               Cemâlin sûretin insânda izhâr itdi sansunlar

               Kıyâmetler koparsın tal’atın ey mihr-i istiğnâ

               Kazâ şems-i sabâhu’l-haşri bîdâr itdi sansunlar

               Tekellüm itsün ey Avnî o mahbûb-ı Mesîhâ-dem

               Duyanlar Rûh-ı Kuds meyl-i güftâr itdi sansunlar

gazeli idi. İstiğrâb ü isti'câba şâyândır ki, elyevm Avnî Bey’in âsârını okumak şöyle dursun, nâmını işitmemiş ve memleketimizde böyle bir dâhî-i şi’r ü irfânın vücûdundan haber-dâr olmamış, meşâhîr-i üdebâya bi’z-zât tesâdüf ettim. Üstâd Nazîf, pâye-i bülend-i Avnî’yi ta’yîn ile o meşâhîre müfîd ve ibret-âmîz bir ders vermiş oldular. Muhibbân-ı Avnî’yi zât-ı meziyyet-şinâsîlerine minnet-dâr ettiler. Lisân-ı kalemi elsine-i sühan-perverânı hayrân eden bu büyük ârif-i Mevlevî’nin, rivâyete göre, lükneti var imiş. Müşkilât ile ifâde-i merâm edermiş. Şu hâlde zâde-i tab’-ı derrâki olan:

                              Lükneti var sanma sen ey bî-vukûf

                              Ayrılamaz tatlı dilinden hurûf

*193* beyitinin satr-ı evveli, müşârünileyhi bilmeyenlere, satr-ı sânîsi ise zât-ı şâirânesine bir vasf-ı mümeyyiz addolunabilir.

                              Dirîğ o sırr-ı  dil-ârâyı böyle bilmezidim

                              Belâ-yı âlem-i bâlâyı böyle bilmezidim

                              Dem-i visâlde mahcûb-ı nâz kıldı beni

                              Tabîat-ı dil-i şeydâyı böyle bilmezidim

                              Leb-i nigârını telh-kâm-ı merk itdi

                              Kerâmet-i dem-i Îsâ’yı böyle bilmezidim

                              Mücerribân-ı umûrun kelâmı gerçek imiş

                              Yalan didikleri dünyâyı böyle bilmezidim

                              Tamâm-ı nâire-i aşk imiş cihân Avnî

                              Muhît-i berk-i tecellâyı böyle bilmezidim 

                                 -   -  -                                                                                                  

Üstâd-ı kerîmim Muhammed Besîm Beyefendi, Hz. Avnî’nin kemâlât-ı ârifânesine meftûn olanlardandır. Bir zamân delâlet-i âcizânemle Mahfil’de neşr olunan mütâlaa-nâmesinde, müşârünileyh hakkında şu sözleri söylüyor:

  Yenişehr-i Fenârî Avnî Bey merhûm ki, tertîb-i vecîz-evsâfında andelîb-i gül-şenî-râz, pervâne-i âteşîn-pervâz, vâkıf-ı nükte-i encâm u âğâz, bir şâir-i rahmânî-âvâz denilmekle ahrâ bir zekâ-yı muallâ-yı müstesnâdır. Edebiyyât-ı milliyyemiz, âlem-i fikrimize iktirân etmiş olan vücûd-ı kıymet-dârıyla ile’l-ebed iftihâr etse sezâdır.

Mebânî-i mecâziyye ile maânî-i hakîkiyye iblâğ ve ifâzasında en âlî muvaffakıyyet gösteren mutasavvıfîn-i şuarâmızın bi-hakkın ser-âmedânındandır. Efâhım-ı vüzerâdan Mısırlı merhûm Abdurrahmân Sâmî Paşa gibi bir hakem-i fâzıla intisâb ile kendisinden telemmüz ve eâzım-ı meşâyıhdan Şeyh Nazîf-i Mevlevî  ( kuddise sırruhû ) gibi bir mürşid-i kâmile dâmâd olmakla berâber hânumân-ı hânkâh ve feyz-i nigâhından tefeyyüz etmiş olan Avnî Bey’in zevk-ı sühan-sâzîdeki mi’mârî-i tab’-ı bedîi o kadr-i *194* feyyâzını nakşdır ki, bi’l-farz şekl-i zâhirde enzâr-ı mütâlaiyyet bir kasr-ı nüzhet-fezâ veyâhûd bir gül-şen-serâ-yı tarab-efzâ  sûretinde ibdâ’ ve ihdâ eylediği menâzir-bînânın nukûş u butûnuna veya ta’bîr-i digerle butûn-ı nukûşuna nazar-ı im’ân ile bakılsa o heyâkil-i nûrun, ya yıldızlara kavuşmuş bir timsâl-i ka’be-i ulyâ, yâhûd zemîne müheyyâ-yı in’ikâsı beyt-i ma’mûr-ı semâ olduğuna insânın hükmedeceği gelir. Nevâ-yı hakîkati perde-i mecâza nefh ve ibdâ’ etmekte ve hüsn-i ezele nikâb-ı sûrî  teberku’ ettermekte kendisinin ka’bına takarrub, değme ârif-i serâir-i sühanın kârı değildir sanırım.

Menâkıb-ı ebrâra âid kütüb-i mu’teberede silsile-i celîle-i hâcegânın mücerred âdâb-ı sünnet ve esrâr-ı tarîkatı cem’ ve telfîkdaki mazhariyyet-i mebrûrelerine telmîhan muhkî olduğu üzere hâcegân-ı müşârünileyhimden bir zât-ı azîzü’l-vücûd buyurmuş ki, eğer ser-defter-i hâcegân-ı ızâm Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî mürîdânından birisi ol vakt mevcûd olaydı, Hallâc-ı Mansûr ber-dâr olmazdı.

Şimdi fakîr dahi fart-ı acz ü noksânımla o zât-ı kerîmin kelimât-ı şerîfesinden mülhem ve müstefîz olarak derim ki:

Urefâ-yı bendegân-ı Hz. Mevlânâ’dan Avnî Bey merhûm, eğer Cenâb-ı Mansûr ile hem-asr ve hem-sohbet olmuş olsaydı, dünyâyı henüz teşrîf etmemiş olan Hz. Mevlânâ’nın tâk-ı arş-ı berîndeki rûh-ı muallâsından ma’nen istinâre ederek, sâye-i kudsiyye-i Hz. Mevlânâ’da tahtü’l-ma’nâ yine mezâmîn-i hakîkat-meknûn olmak üzere o ser-dâr-ı cezbe-dârâna iâre ve ihdâ edeceği ta’bîrât-ı mecâziyye ile kendisini kurtarır, ya’nî ber-dâr olması için zâhir-i şer’-i ekreme zerîa-i muhıkka verdirmezdi.

Avnî Bey merhûmun lisânımızdaki sânihâtı ile mütesâviyyü’l-mezâyâ eş’âr-ı Fârisiyyesi de vardır ve bu haysiyyetiyle bunlar bülegâ-yı Acemin de takdîr ü istihsânından *195* başka söz bulamayacağı bedâyı’dandır. Hâsılı sânihât-ı âliyesinin kısm-ı küllîsi rûh-ı hakîkatle meşhûn ve ebyât ü mesârıının her birinde başka başka reng ü râyıha ile rumûz-ı lâhûtiyye rû-nümûn ve meknûndur. Sırf zevk-ı mecâza ve san’at-ı sûrî-i şi’re inhisâr edebilecek âsârı külliyyât-ı eş’ârı arasında yüzde beş derecesini bile geçmez. Maa-hâzâ bunlarda da kudret-i üstâdânesi ve selâmet-i tab’-ı nezîh-ânesi incilâ-pâş olur durur.

Sânihâtı nazar-ı im’ân ile tedkîk ve mukâyese edilse kendisinin fahrü’l-vâsılîn şâir-i ilâhî Muhammed Şîrîn-i Mağribî’nin bi-hakkın hem-neş’e ve hem-inânı olduğu münkeşif ve müncelî olur.

Müşârünileyh Mağribî  ( kuddise sırruhû ) mükâşefât-ı ârif-ânesini lisân-ı Fârisî ile teblîğ eden ve ez-cümle:

     ظهور تو ز منست ووجود من از تو  

  فلست تظهر لولاى لم أكن لولاك [22]        

Bedîa-i muhakkıkânesinin mübdi’ ve bî-adîli bulunan urefâ-yı sûfiyye eâzımından bir şâir-i hakâyık-âgâhdır. Hâsılı şi’r ü irfân-ı millîmiz, Avnî Bey merhûm gibi bir nâdire-i mevhûbe ile münevver ve şehrimizin bir semt-i bahâr-ender-bahârı kendisinin gunûde-i rahmet olan na’ş-ı mübârekinin türâb-ı anberîniyle müzehher iken hayf-sad-hayf ki, henüz ne şeref ü kadriyle mütenâsib bir terceme-i hâli kütüb-hâne-i millîmizde mevcûd, ne de sânihât-ı âliyesini câmi' külliyyât-ı âsârı verese-i mevcûde adem-i istitâına nazaran himmet-i umûmiyye ile intibâ’-pezîr-i vücûd olabilmiştir.

Terceme-i hâlden ziyâde bir rûh-ı mahmûdü’l-âkıbeye ihdâ olunan Fâtiha’nın bâr-gâh-ı icâbete şitâb etmiş temevvücât-ı nûrâniyyesinin ma’kes-i savtı *196* sayılmak lâzım gelen şu birkaç satır kelimât-ı kem-terâneyi ta’kîben müşârünileyhin matbû’ ve gayr-i matbû’, Türkî ve Fârisî sânihât-ı aliyyesinden tezyîn-i hâfıza eden delîl-i müddeâ ba’zı ebyâtu mesârıının ihdâsına müsâraat olundu. Hüve’l-Müsteân

                                                           Hâk-râh-ı bendegân-ı Hz. Mevlânâ

                                                                                  Besîm

                                   -   -   -

            Nûr-ı dü-serâsın ki mazâhirde nihânsın

            Bâtında hafî sûret-i zâhirde ayânsın

           

            İ’râz-ı mekân cevher-i zâtınla muayyen

            Ammâ yine müstağni-i imkân u mekânsın

            Zühhâda tesellî viren esrâr-ı cinânsın

            Uşşâka tecellî iden envâr-ı cinânsın

            Nûrunla görür iki gözü cân u cihânın         

            Yâ cân-ı cihânsın ya cihân-i dil ü cânsın

            Manzûra nigâh-efgen ü nâzırlara manzûr

            Hem âyine hem mıskala hem âyine-dânsın

            İ'dâd-ı kesîr  keserât içre dem-â-dem

            Mânend-i ehad nâşir-i sırr-ı sereyânsın

            Bu câzibe-i aşk ile ey kulzum-ı vahdet

            Enhâr-ı şuûnâta medâr-ı cereyânsın

                                   *   *   *

            Lebimden vasf-ı güftârınla rûhu’llâh olur peydâ

            Dilimden yâd-ı rûyunla tecellî-gâh olur peydâ

            Gönül bir âftâb-ı âsumân-ârâ-yı dîğerdir

            Ki her bir zerresinden sad-hezârân mâh olur peydâ

            Mesîh-âsâ sipihre çıksa farzâ Yûsuf-ı matlab

            Yine ihvân elinden mesleğinde çâh olur peydâ

            Ben ol âteş-revim kim haşre dek berk-ı figânımdan

            Garîbân-ı beyâbân-zâr-ı aşka râh olur peydâ

            Sen ey Avnî müheyyâ eyle bir çeşm-i hakîkat-bîn

            Cemâl-i şâhid-i bezm-i emel nâgâh olur peydâ

                                   *   *   *

            Cehlimi bilmeyecek mertebe câhil değilim

            Bilirim rütbe-i noksânımı kâmil değilim

            Terk-i esbâb-ı salâh itdiğime ta’n itme

            Nideyim kesb-i salâh itmeğe kâil değilim

            Fart-ı za’f ile o bî-tâkat-i kem-nâmım kim

            İttihâd-ı nefs ü rûha da hâil değilim

            Öyle bî-dâr-ı gamım kim elem-i hasretden

            Ser-be-hâb-ı adem olsam dahi gâfil değilim

*197*    Alima’llâh garazım bir yola hâk olmakdır

            Âlemin devlet ü ikbâline mâil değilim

            Bilirim ilmini tahsîl merâmın ammâ

            Avniyâ sevmediğim ilm ile âmil değilim

Kubbe-i Hadrâ-yı Hz. Mevlânâ’yı görmediği hâlde görmüş gibi vasf ediyor. Görmemesi zâhire müteallıktır. Yoksa o bülbül-i irfânın basr-ı basîretine her hâkîkat nümâyândır:

            Bâr-gâh-ı âsumân mı Kubbe-i Hadrâ mıdır

            Yâ fezâ-yı lâ-mekânda çetr-i   ev ednâ   mıdır

            Şeş cihetden rûz u şeb kerrûbiyân eyler tavâf

            Mescid-i Aksâ mıdır yâ Ka’be-i ulyâ mıdır

            Sâhasında rûşenâ kandîller mi berk uran

            Yâ nücûm-ı âsumân-ı âlem-i ma’nâ mıdır

            Gül-şen-i vahdet mi etrâfında yâ huld-ı berîn

            Anda her bir nahl-i rûz-efrûz bir tûbâ mıdır

            Hem melâik bendedir hem evliyâ müştâkdır

            Çâker-i hâk-i derin bir Avnî-i şeydâ mıdır

                                   *   *   *

            Gül gibi kâffeten çâk-i girîbân olalım

            Râh-ı yâre dökülüp hâkle yeksân olalım

            Elleri gözleri bağlı bir alay müştâkız

            Sözümüzle varup ol âfete kurbân olalım

            Girye-bâz olmada cûlar gibi cûş eyleyelim

            Cüst – ü - cû itmede cûlar gibi giryân olalım

            Dûd-ı feryâd ile a’lâm-ı siyeh-fâm açalım

            Cünd-i ervâh-ı şehîdân gibi pûyân olalım

            Virelim cânımızı yâr eğer eylerse kabûl

            Ger belâ-yı gama dek kâdime cünbân olalım

Cenâb-ı Hak, sırrını takdîs eylesin. Bizleri de onun vâkıf olduğu hakâyık-ı tevhîdden hisse-yâb buyursun. Avnî Bey merhûm cidden ve hakîketen eâzımdandır. Onun neş’e-i beyânı gibi zevk-efzâ bir ârif az gelmiştir.

Gazel:

            Aks-i ruhsârı idince şu’le-zâr âyîneyi

            Reşk-i hurşîd-ı tecellî kıldı yâr âyîneyi

            Şâd-merg oldum öperken sîneni ammâ dirîğ

            İtdi âhım son nefesde pür-gubâr âyîneyi

            Huld içinde cünbüş-i tûbâ kıyâmet-hîz olur

            Eylesen dil-dâra ferşi reh-güzâr âyîneyi

            Aksini gördükce ey Yûsuf-likâ yâd it beni

            Kim bu ümmîd ile kıldım yâdigâr âyîneyi

            Görmedin sırr-ı safâ-yı sâğarı âyînede*

            Câmi’-i meyle rû-ber itdin hezâr âyîneyi

            Bir perî özler ki dil şevk-ı cemâli eylemiş

            Tâ kıyâmet mübtelâ-yı intizâr âyîneyi

            Hep safâ-yı gerdenindendir hayâlât-ı dilim

            Eyleyen sîmâbdır sûret-i nigâr âyîneyi

            Avniyâ timsâl-i feyzidir bu nazmım kim dimiş

            Vechi var eylerse tab’ım şerm-sâr âyîneyi

Gazel:

هر چه در دائره كون و مكانست تويى

وانچه در عالم پيدا و نهانست تويى    

آن قديمى كه تغير ناپزيرست ز حدوث

وانكه تابود يكى بود وهمانست تويى 

كافران پت پرستند وتويى قبله شان

زانكه سرى كه بزناربستند تويى

آنكه مستور بهر پرده پندار شده است

وانكه موجود بهر ظن و گمانست تويى

 آنكه مسجود بهر جا وعيان در همه جاست

وانكه مذكور بهر حرف وزبانست تويى  

جز بهستئ تو در هيچ مكان هستى نيست

آن وجودى كه عوالم همه آنست تويى 

 

آنكه از حاضرى اش نام و نشان گم شده است

وانكه غائب شده در نام ونشانست تويى    

تو نه جانى ونه جسمى ودلستى اما       

آن حقيقت كه بجسم ودل وجانست تويى

عونئ بيدل مردم همه مفتون تواند             

سبب فتنه درين بزم جهانست تويى[23]                                   

                   

                    *   *   *

            Avniyâ bâtıl itse de inkâr

Ehl-i Hakk’a güvâhdır Allâh

                 

                    *   *   *

            Âşıklara ol gün ki tecellî idecekdir

Dîdâr bana sûret-i cânânda görür senden

                                   *   *   *

          Ahibbâ şîve-i yağmâda mebhût eyler a’dâyı

            Hudâ göstermesün âsâr-ı izmihlâl bir yerde

                                               *   *   *

                        Rû-yı mir’âta bakan çâk-ı girîbân eyler

            O perî  kendi kendi tecellâsına mecbûr gibi

                                               *   *   *

                        Kâşki bir gün bakup tasvîrine ey hôd-perest

            Sûret-i esbâb-ı aşkım eylese hayrân seni

Gazel:

جان در وجودم زده برستان كه جان كجاست

نام و نشان دوديده كه نام ونشان كجاست

بالله بحيرتم كه جهانى ز بيخودى

پويان جهان كه جهان در جهان كجاست   

آن موميان ببين كه ميان نيست جزميانش        

افتاده درميان كه ميان درميان كجاست

از بسكه مست باده فرط ظهور شد           

سر گشته آسمان كه بدهر آسمان كجاست    

عمان خروش كرد كه عمانم آرزوست      

آب روان روان شده كاب روان كجاست

بر دست داشت مشعله كاروان خويش   

وانكه روانكه مشعله كاروان كجاست 

 عونى گمان مدار كه يعقوب جويدش      

 يوسف دوران كه يوسف كنعانيان كجاست[24]

  *   *   *

Kıt’a:

          درين زمين بلا از سهام قوس قضا       

          بهر طرف كه شتابى امان نخواهى يافت  

بگير تا بقيامت كه در سفر باشى      

نشان ز منزل اين كاروان نخواهى يافت[25]

                                  

                                   *   *  *

            Her çend ki âteş-zen-i dâğ-ı elemimdir

            Ey mâh-ı şeb tâb-ı gamın mültezemimdir

            Hâssiyyet-i dîdârına kurbân olayım kim

            Nâ-bûd kühen nakş-ı vücûd-ı ademimdir

Gazel:

تا كه آن مهر دلارام در آيد بسماع    

ماه بگذارد و اجرام در آيد بسماع  

بت من گر بكليسا نمايد ديدار        

دير مسجد شود اصنام در آيد بسماع  

كى شود آنكه شبى ماه پرى پيكر من  

در كنارم بود جام در آيد بسماع    

خط وابروت رباعيت كه چون خوانندش

حيزد از مرقد خيام در آيد بسماع        

اگر از كعبهّ رخسار تو خيزد پرده     

بايزيد از ره بسطام بر آيد بسماع     

چهره بنماى كه ارواح درافتد بسجود  

 بسماع آى كه اجسام در آيد بسماع[26]

                                 

                                              *   *   *

منظور عالمى ونگاه از تو بيخبر      

در چشمى وسپيد وسياه از تو بيخبر

خورشيد و ماه گرچه نشان رخ تواند         

خرشيد بى نشان ز تو ماه از تو بيخبر

  

 هركسی نشان تست و نشان از تو بينشان                   

  عالم گواه تست گواه از تو بيخبر       

فرياد و آه بهر تو دارد دلم ولى          

فرياد بى اثر ز تو آه از تو بيخبر       

در جستجوى يار چنان رو كه عونيا   

پايد براه باشد وراه از تو بيخب[27]  

   

                                  *   *   *

            Sipihrin bâis-i devr-i çep-endâzın bilen yokdur

            Bu lu’bet-gâh-ı dîrîn gerdişin râzın bilen yokdur

              Ene’l-hak   mevc urur hulkûm-ı abdu’llâhdan ammâ

            Ne zîr-i perdedendir sırr-ı âvâzın bilen yokdur

            Nazîri misli var dirlerse Allâh bir kabûl itmem

            O sultân-ı serîr-i hüsnün enbâzın bilen yokdur

            Ne iksîr-i saâdetler türâb olmakdadır bunda

            Dirîgâ kendi âlî-kadr-i mümtâzın bilen yokdur

            Sühan tâ çend-i bed’ ü hatm aşk-ı bî-ser ü benden

            Bu bâzâr-ı gamın encâm u âğâzın bilen yokdur

            İdüp müştâkı ihyâ sonra mahv-ı nâz ider Avnî

            O şûhun maksad-ı çeşm-i füsûn-sâzın bilen yokdur

                                   *   *   *           

سركشيدند ز ميدان بلاصد عيان    

سرمايه بود كه در رهگذر يار افتاد  

مشگلى نيست كه سربسته و نگشاده بماند

گره طرَه تو بود كه دشوار افتاد[28]

                                  

                                   *   *   *

            Çeşm-i irfânız görünmez çehre-i devlet bize

            Mihr-i evc-i himmetiz hurşîddir huffâşımız

            Avniyâ Erjeng-i îcâd içre itmezdik zuhûr

            Nakşımızdan olmasa hoş-nûd eğer nakkâşımız 

 

Rubâî:

            Lâyık değil idi gerçi ey mihr-i Vedûd

            Ferdâ-yı sabâh haşre tâ’lîk-ı şuhûd

            Ki anda da va’din eylemezsen incâz

            Seyr eyle nedir kıyâm-ı yevmi’l-mev’ûd

                                   *   *   *

            Âdem eğer olmasaydı mihrâb-ı sücûd

            Şeytân olamazdı der-i Hak’dan matrûd

            Bu âlem-i hayr u şerde va’llâh bi’llâh

            Âdem’dir olan rehzen-i İblîs-i anûd

                                  

Beyit:

            Tabîbim benden i’râz itme dermân istemem senden

            Murâdım pâyine yüz sürmedir cân istemem senden

                                   *   *   *

            Dokunma ey nesîm-i âh-ı dâğ-ı kalb-i mecrûha

            Bu bâğın gülleri perverde-i hûn-ı ciğerdir heb

                                               *   *   *

          او ستادان خرد مصقله ميزدند          

          ژنگ آيينهّ اوهام همانست كه بود        

          غنجه بند گريبان تراكس نگشاد        

          آن معماى دلارام هما نست كه بود[29]         

Gazel:

                        Sücûd-hâh-ı perestişdir ol sanem her gâh

                        Ne işleyem nideyim lâ ilâhe ila’llâh

                        Seninle söyleşiriz ey hıdîv-i kişver-i nâz

                        O bâr-gehde ki yeksân olur gedâ ile şâh

            Şehîd-i hançer-i gamzen düşünce hâk üzre

            Gelir firâz-ı felekden sadâ-yı tâbe serâh

            Şarâb-ı aşkda bir neş’e mündemicdir kim

            Kemîne katresini içse şîr olur rûbâh

            Nihâyet-i  hatarât-ı tarîk-ı me’mendir

            Tevakkuf eyleme Avnî aleyke avnu’llâh

             

Avnî Bey’in hikemiyyâtından:

            Merâmı men’ iden esbâb-ı istihsâldir bunda

            Hümânın mâni’-i perdâz-ı perr ü bâldir bunda

            Ne mümkindir ifâkat haste-i aşk-ı ciğer-sûza

            Ki Îsâlar da bîmâr u perîşân-hâldir bunda

                                   *   *   *

            Ebrû-yı işâretle bilmeziz böyle girdik

            Bu kıble-i mestûreyi mihrâb da bilmez

                                   *   *   *

            Yem-i vâhidde tâ oldukca emvâc-ı aded peydâ

            Olur her mevc-i a’dâd içre bir bahr-i ehad peydâ

                                   *   *   *

            Nazîri misli var dirlerse Allah bir kabûl itmem

            O sultân-ı serîr-i hüsnün enbâzın bilen yokdur

                                   *   *   *

            Nizâ’-ı mes’ele-i tal’atındadır yoksa

            Vücûd-ı mihr-i ezel câ-yı ihtilâf değil

                                   *   *   *

            Efendi umma sen âb-ı hayât bâdeden hisse

            Anı insâna tahsîs itdiler hayvâna virmezler

                                   *   *   *

            Cânım sıkıldı nây-ı vücûdumda dem-be-dem

            Mânend-i nağme perde berûn olmak istiyor

                                   *   *   *

            Nâr-ı cahîme atma günâh-kâr isem beni

            Âteş-nişîn-i şerm ü hicâb olduğum yeter

                                   *   *   *

            Biz ki çeşm-endâz-ı mir’ât-ı vücûduz dem-be-dem

            Vech-i âlem-gîr-i nâ-meşhûddur meşhûdumuz

                                   *   *   *

            Her dem ki biz Allâh diyüp secde-güzârız

            Dîdârına mahrem olacak bir dem içündür

                                   *   *   *

            Perde çekdi basar-ı ru’yete berk-ı hayret

            Sana imkân-ı nigâh olmadı hasret hasret

                                   *   *   *

            Avniyâ terbiyet-i nefsin içündür tâat

            Yoksa Allâh’a ne tâat ne ibâdet lâzım

                                   *   *   *

            Öyle me’yûs-ı tesellâyım bu hasret-gehde kim

            Mûcib-i şâdî olur hulyâda gelmez hâtıra

                                   *   *   *

            Dil-dâde değil bir dil-i şeydâ mütehayyir

            Envâr-ı tecellâsına Mûsâ mütehayyir

            Kimden sorayım hâlet-i dîdârını yârin

            Dil mahv-ı nazar çeşm-i temâşâ mütehayyir

            Bir nakşa esîriz ki temâşâ-yı ruhundan

            Âyîne-i lâhût ser-â-pâ mütehayyir

            Mahşerde bakup çeşmine ol mest-nümâyın

            Hâşâ ola Allah taâlâ mütehayyir

           

            Mahşerde bakup bir bana bir sûret-i yâre

            Avnî ola Mecnûn ile Leylâ mütehayyir

                                  

                                   *   *   *

            Hiç kimse benim şerh idemez derdimi yâre

            Ey zahm-ı dil-i hûn-şode zahmet sana kaldı

                                   *   *   *

            Bir nesîm-i âh kim bâğ-ı hayâlimden geçer

            Perde-i halvet-geh-i lâhûtu bâz eyler bana

                                   *   *   *

            Nukûş-ı mümkinâtın ihtilâfı ayn-ı vahdetdir

            Hurûf-ı muhtelif inşâda bir ma’nâya tâbi’dir

                                   *   *   *

            Bu deyr-i Ka’be-şekl Ka’be-i vahdet esâs içre

            Ne küfr anlandı dil-hâhımca ne İslâm keyfimce

   Feyz ü kemâl-ittisâf el-Hâc Hüseyin Vassâf Beyefendi huzûruna,

el-Ma’rûz,

20 Saferü’l-hayr 1347*(7 Ağustos 1928) târîhli itifât-nâmelerine bugün cevâb yazabiliyorum, efendimiz kusûr görmezsiniz. El-muahhir huva’llâh. O irfân-nâmei almış ve derc ü ihdâ buyurulan gazel ve nezâirini mütâlaa ile müstefîd olmuştum. Bir nazîre de fakîr yazmak istedim, kendimi yokladım, bî-feyz ü sünûh kâlıb-ı bî-rûh kalmışım. Ne nazm-ı eş’âr ne iktidâr-ı güftâr var. Berây-ı mütâlaa kütüb-hânemiz müdâvimlerinden, bâğ-ı edebin bir bülbül-i gûyendesi ve Hz. Gavs’ın bir gül-i nev-resîdesi Âsaf Halet Bey oğlumuz, bir nazîre der-hâl yazmış idi. İşte o gazeli taştîr edebildim, takdîm eyliyorum. Âsaf Bey yazıyor, o gazelleri yazan Nazîre Hânım kerîmemize de ayrıca teşekkür ederek mütehassir-âne takdîm-i tahiyyât-ı sâfiyât eylerim, azîzim. 18 Rabîu’s-sânî 1347*(2 Ekim 1928). ed-Dâî Ahmed Avnî 

              Nâle-i neyle bugün pek bî-karâr oldum yine 

            Perde-bîrûnluk idüp bî-teng ü âr oldum yine

            Âh devrân eyledi bezm-i semâı târ u mâr

              Ney hamûş oldu fakat ben nâle-kâr oldum yine 

              Nây Mevlânâ-yı Rûm’u şerh-i derdi aşk ider 

            Şerh-i derde mânia la’net-nisâr oldum yine

            Ân-be-ân hâl-i cüdâyîden hikâyâtı ile

              Duyduğum ân nefhasın zâr u nizâr oldum yine 

              Kopdu âhım: Âteşest în bâng-i nây ü nîst bâd! 

            Mahv-ı hestî eylemişdi hayf-vâr oldum yine

            Nûrumu nâr eyledi devrân safâmı ber-hevâ

              Düşdü âteş gönlüme âteş-nisâr oldum yine 

              Gûyiyâ mey nâle cân-ı sûz-ı neyden muhterik 

            Yandım Allâh aşkına mest-i humâr oldum yine

            Âb-ı âteş-nâk-i aşkın câm-ı feyzi nerdedir

              Yandı sînem şârib-i leyl ü nehâr oldum yine 

              Geldi meyden mest iden   biş-nev   sadâsı gûşuma 

            Yâd idüp bezm-i elesti girye-bâr oldum yine

            Bâb-ı kudsiyyet-meâb-ı aşka hâcet var mıdır

              Dergeh-i Mollâ’ya düşdüm hâk-sâr oldum yine 

                       16-17 Rabîu’s-sânî 1347*2 Teşrîn-i evvel (Kasım) 1928 

           

  Urefâ-yı kemâl-ittisâf el-Hâc Hüseyin Vassâf Beyefendi’ye:

Hazret! Taltîf-nâmenizi almıştım. Bursa ve havâlîsinde seyâhat edilmiş, her hâlde Sefîne-i nefîse hamûlelerle avdet buyurulmuştur. Hîn-i mülâkâtta istifâde ve istifâza olunur. Bizim Ali Âsaf şübhesiz dâhil-be-safdır. İster tezkireye, ister Sefîne’ye, işte terceme-i hâli yâhûd numûne-i kâl ü hâli, (الديك الفصيح فى البيض يصيح)[30] sözü pek doğrudur. Şu gazeli de takdîm edeyim. Mütebâkî sohbet va’d-i âlîleri vechle teşrîfinize kalsın. Azîzim. 7 Cemâziye’l-evvel 1347*(21 Ekim 1928)

Âşık-ı sohbet-i ihvân

                                                                                                  Ahmed Avnî 

            Terk-i nâm u şân idüp şöhret-şiâr oldum yine

            Nâgehân âlûde-i nâmûs u âr oldum yine

            Bâğ-ı ümmîdin gül-i sad-bergini itdim fedâ

            Hâli seyr it dîde-i ağyâra hâr oldum yine

            Yâda geldi bezm-i insân üns-i bârân-ı vefâ

            Iztırâbımdan adîmü’l-ıstıbâr oldum yine

              Ez-cüdâyîhâ şikâyet  dir makâm-ı hâl-i dil

            Şerha şerha sîne pür-gam nâle-kâr oldum yine

            Tâc-ı fahrım aldılar devlet yeter fakrım bana

            Sâye-i Mollâ’da mağbût-ı kibâr oldum yine

            Olmak isterken gönül kayd-ı alâyıkdan halâs

            Ben niçün dil-beste-i zülf-i nigâr oldum yine

            Ârifân bezminde remzî himmet-i Vassâf ile

            Arz-ı şükrân eylerim hâtır-güzâr oldum yine

Cemâlü’l-Mevlevî birâderimize:

            Gül-şen-i hâtırda mı mîrim fidân-ı batlıcân

            Dolu yutmak istemez zîrâ merâklı bağ-çevân

Bendegân-ı Cenâb-ı Mevlânâ’dan edîb-i fazîlet-perver Besîm Beyefendi hazretlerine takdîm:

 

            Avnî ki ser-efrâz-ı kibâr-ı şuarâdır

            Levh-ı dili âyîne-i ilhâm-ı Hudâ’dır

            Mefhûm-ı dehâ-tâb-ı cebîninde pedîdâr

            Nazmında temâsîl-i hikem  şa’şaa-zâdır

                        İ’câz ona bir  mevhibe-i münzel-i Kur’ân

                        İlhâm ona bir âşık-ı ferhunde-likâdır

                        Tab’ımca benim zemzeme-i dil-keş-i tesnîm

                        Şi’rindeki âheng-i safâ-bahşa fedâdır

                        Üstâd-ı semâ-kevkebe kim tâb-ı hayâli

                        Reşk-âver-i hurşîd-i bahâr olsa revâdır

                        İrfân u edeb mekteb-i feyzinde sebak-hân

                        Bâbında nehiy muntazır-ı lutf u atâdır

                         

            Mir’ât-ı mücellâ-yı zamîrinde dem-â-dem

            Esrâr-ı hafâ hâne-i Hû cilve-nümâdır

            Her bahs-i tasavvufda o üstâd-ı muhakkık

            Bir kudret-i külliyye ile ukde-güşâdır

            Bir hâver-i hikmetdir onun tab’-ı bülendi

            Füshat-geh-i efkârı da mağbût-ı fezâdır

            Âfâk-ı maânîye cebîninden akan nûr

            Elvâh-ı maâlî Yaradan tâb-ı dehâdır

            Her nüktesi bir dürr-i girân-mâye-i tahkîk

            Her mısraı bir mevce-i deryâ-yı safâdır

            Virmiş ona şevk-ı ebedî nağme-i   biş-nev 

            Bî-gâyet olan vecdine bâis o nevâdır

            Mânend-i ney cezbe-fezâ kilk-i bülendi

            Bir hâlet-i kudsiyye ile nağme-serâdır

            İtmez mi şu hâkîleri cûşân u hurûşân

            Te’sîri ki vecd-âver-i sükkân-ı semâdır

            Mahsûs ona lutf u kerem-i Pîr ile el-hak

            Bir başka safâ başka nevâ başka edâdır

            Bir mazhar-ı hakdır ki o pîr-i hikem-âmûz

            Hâk-i derine ins ü melek nâsıye-sâdır

            Ey tâlib-i ihsânı o müncî-i celîlin

            Neyl-i emelin çâresi teslîm ü rızâdır

            Gencîne-i idrâk olamaz bahs-i hakîkat

            Dîvâne-i esrârı gürûh-ı ukalâdır

            Ey aklı iden bedrika-i Ka’be-i maksûd

            İdrâkin o yollarda mesâîsi hebâdır

            Bir başka revişdir bu ki aklın ona karşı

            Evzâı cehûl-âne telakkîsi hatâdır

            Ta’zîm ile gel dergeh-i Mollâ’ya dahîl ol

            Öğren o nasıl merkez-i iclâl ü alâdır

            Bir kerre iren sıdk ile ikbâl-i dühûle

            Bir mûr-ı hakîr olsa da bî-havf u recâdır

            Kim girse olur nâil-i hestî-i müebbed

            Mahkûm-ı fenâ varsa o dergehde fenâdır

            Heb müftekırız himmet-i kudsiyye-i pîre

            Emrâzına rûhun nigeh-i lutfu şifâdır

            Her savt kerâmet eseri arş-ı hüdâdan

            Bir müjde-i kudsî ile uşşâka nidâdır

            Lutfuyla be-kâm olmayanın sem’ine efsûs

            Âvâze-i erbâb-ı hüdâ yâ esefâdır

            Bak rütbe-i irşâdına çeşme dil ü cândan

            Hâssıyyeti her nazrasının selb-i amâdır

            Her himmetinin gâyesi âsîb-i kazâdan

            Dervîş-i meded-hâhına te’mîn-i rehâdır

            Bin câna değin cezbe-fezâ neşve-i hikmet

            Ser-mest-i mey-i aşkına ihsân-ı Hudâ’dır

            Ummânı görür katre-i nâçîz  ile hem-hâl

            Her kim ki o deryâda safâ-yâb-ı senâdır

            Te’sîr-i garâmıyla yanan ehl-i kemâle

            Medlûl-i fenâ devlet-i uzmâ-yı bakâdır

            Reşk itse felek merkadinin hâkine çok mu

            Her zerresi bir şems-i ezel-tâb-ı hüdâdır

            Pür lem’a-i hakdır o büyük arş-ı hakîkat

            Cebriyle metâf olsa bu hâliyle sezâdır

            Memdûhum olan Hazret-i Avnî ki müsellem

            Bir hak ile şâyeste-i tebcîl ü senâdır

            Lutfuyla mübeşşerdir onun işte bu yüzden

            Levh-ı dil-i tâbendesi bî-reng-i sivâdır

            Ey şâir-i ulvî hükemânın üdebânın

            Kâmetleri hürmetle huzûrunda dü-tâdır

            Ummân-ı tasavvufdur o Dîvân-ı celîlin

            Her hikmeti bir gevher-i bî-misl ü bahâdır

            Bî-tâb u hakîr olsa da en sâf u samîmî

            Âvâze-i tekrîm-i cinânım bu sadâdır

           

            Taksîrini afv eyle ki hayrân-ı kemâlin

            İclâline bir vâsıf-ı âzâde-riyâdır

            Yağsun dilerim nûr-ı Hudâ kabrine her ân

            Son sâniha-i kilk-i nizârım bu duâdır

                                   Tokâdî-zâde Şekîb - İzmir

           

                                  


YENİKAPI MEVLEVîHÂNESİ

Biraz da Yenikapı Mevlevîhânesi’nden bahs edelim. Orası İstanbul’da Mevlevî âsitânesidir. Hayli eâzım-ı Mevleviyye’ye cilve-gâh olmuştur.

*198* Sa’yi meşkûr olsun, urefâ-yı Mevleviyye’den Muhammed Ziyâ Beyefendi, 1329*(1911) senesinde bu mevlevîhânenin müessisleri ve sûret-i te’sîsi ve zamânımıza kadar gelen meşâyıh-ı kirâm-ı Mevleviyye’nin terceme-i hâlleri hakkında gâyet güzel bir eser yazmış ve tab’ ettirerek kütüb-hâne-i irfâna yâdigâr eylemiştir. Me’hazım bu eserdir. Fakat ondaki tafsîlâtı aynen buraya nakl etmek, hem bî-lüzûm, hem de eser-i fakîr-ânemin mevzûuna muvâfık değildir. O eserin mütâlaası müştâkân-ı ma’rifeti dil-sîr eder. Hulâsatü’l-hulâsa olarak nakl edeceğim ki, bu mevlevîhânenin ser-güzeşti ile Sefîne’miz tezeyyün etmiş olsun.

Bu hânkâhın bânîsi Yeniçeri kâtibi Muhammed Efendi b. İskender’dir. Sefîne'mizin dördüncü cildinde 174. sahîfesinde bu zât-ı muhteremden bahs ettim. Tafsîl-i hayâtı, eser-i mezkûrun 35 ve 36. sahîfelerinde vardır.

Muhammed Efendi, Kemâl Ahmed Dede’ye müntesibdir. Hicâz’a giderken Konya’ya uğramış, Hz. Pîr-i dest-gîr efendimizi şeref-i ziyârete mazhar olmuş eızzedendir. Selâmetle ziyâret-i Haremeyn’e muvaffak olur.   Avdet edersem İstanbul’da bir mevlevîhâne binâ edeyim.   diye ahd ü nezr etmiş ve avdetinde binâsına muvaffak olmuş ve makâm-ı meşîhati azîzine teslîm eylemiştir.

Muhammed Efendi’nin vefâtı 1056 Rebîu’l-evveline (Nisan-Mayıs 1646) müsâdifdir. Topkapı’da Pazar Tekkesi’nde medfûn olduğu mervîdir. Ziyâ Bey bunu târîh ile tevfîk edemiyor. Birçok delîller emârelerle meşgûl oluyor.

Dergâhın târîh-i güşâdı, 1006 senesi Receb-i şerîfinin gurresi olan ve nevrûz-ı sultânîye müsâdif bulunan Pazartesi gününe (9 Şubat 1598) müsâdifdir. *199*   Bâb-ı rızâ   (باب رضا) târîhidir.

Şeyh Gâlib Dede merhûmun şu beyitindeki rumûz-ı beyâniyye pek hoştur:

            Bu şehre müjde-i feth-i cedîddir Gâlib

            Yenikapı’da göründü kemâl-i Mevlânâ

Muhammed Efendi merhûm vakıflar te’sîs ederek büyük hıdemât arz eylemiştir.

            Yenikapı’da yapdı  Yazıcı Bey mevlevîhâne

                                                                                  1006

  Bâb-ı Şeyh Kemâl   (باب شيخ كمال) dahi târîhidir. Resm-i güşâdında, (ilk şeyh) Kemâl Ahmed Dede kürsîye çıkarak Mesnevî-i şerîf takrîr eylemiştir. 1144*(1731-32)’te Sadr-ı a’zam Hekîmoğlu Ali Paşa zamânında ta’mîr ve 1188*(1774)’te türbe tevsî’ edilmiştir. 1200*(1786), 1232*(1817) ve 1281*(1864-65)’de dahi ta’mîr edildi.

Türbede Medfûn Çelebiyân:

Ebû Bekir Çelebi b. Ferah Çelebi hazretleri

Meşhûr Kâdî-zâde’nin mekr ü ığvâsıyla Sultân Murâd Hân-ı râbiin fermânıyla Konya’dan Der-saâdet’e getirilip ve ol vakt Sadr-ı a’zam Bayram Paşa’nın konağında mukîm iken irtihâl ederek (1052*1642-43) ve Sabûhî Ahmed Dede Efendi tarafından Bayram Paşa’nın konağından alınıp türbeye defn edilmiştir.

 Abdulehad Çelebi-zâde Veled Çelebi, Alâeddîn Çelebi, Hacı Zeynelâbidîn Çelebi, Ebû Bekir Çelebi, zamânımız ecille-i ricâl-i Mevleviyye’sinden Veled Çelebi’nin pederi Necîb Çelebi.

Post-nişînler:

Kemâl Ahmed Dede

(İlk şeyh) Kemâl Ahmed Dede Akşehirlidir ve Şeyh Sinâneddîn-i Mevlevî evlâd-ı kirâmından Şeyh İzzeddîn Dede’nin oğludur. Bidâyeten Hüsrev Çelebi hazretlerine intisâb etmiş ise de, müşârünileyhin 969*(1561-62)’da irtihâline mebnî mahdûmu Ferah Çelebi hazretlerine arz-ı inâbet eylemiştir. 1000*(1591-92) târîhinde İstanbul’a gelip, elyevm Yenikapı Mevlevîhânesi’nin olduğu mahalde bir çınâr *200* ağacı varmış, onun koğuğunda altı-yedi sene kadar imrâr-ı hayât eylemiştir ki, bu çınar ahîren çürümüş, kurumuş, yerine duvar çekilmiştir. İsmi geçen bânî Muhammed Efendi tarafından Kemâl Ahmed Dede’de görülen ba’zı âsâr-ı mükâşefât ü acâibât üzerine dergâhı binâ ile meşîhatini müşârünileyhe tevcîhe muvaffak olmuştur. Kemâl Ahmed Dede, kendine vücûd verenlenden olmadığı ve mestûrînden bulunduğu cihetle ale’l-ekser ömrünü mutfakta hizmetinde geçirir.

Ziyy-i meşâyıhdan hoşlanmaz imiş. Çelebi Efendi, kendi destârını ihdâ edince sarmağa mecbûr olmuştur. Bir gün kürsî-i irşâdda Mesnevî-i şerîf takrîr ederken irtihâline işârâtta bulunmuş ve vecd ü hâlât ile semâ’ ederek önce sabâha kadar ibâdât ve evrâd ü ezkâr ile meşgûl olmuş sabâhleyin tecdîd-i vudû’dan sonra terk-i semâ’-hâne-i âlem eylemiştir.   

Velâdeti: 966*(1558-59).

Müddet-i meşîhati: 4 sene.

İrtihâli: 1010*(1601-02). Bir rivâyete göre irtihâhi 1026*(1617)'dır.

Âşık-âne eş’ârı olup,   mîr-hâned   (مير خواند) târîhinin terceme ettiği gibi Menâkıb-nâme-i Mevlânâ’yı kısmen ve nazmen yazmıştır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Menâkıb-nâme’den:

            Ey gönül bâğında olan göz gözü

            Ya’ni Mevlânâ buyurdu bu sözü

            Dir idi başımda iken ol kamer

            Gün gibi görsem namâz itsem seher

            Sûre-i Kevser okurdum ağlayup

            Sûziş-i cândan ciğerler dağlayup

            Hak bana nâ-gâh tecellî eyledi

            Ben kulun ol şâha teslîm eyledi

            Şöyle kim bî-hûd özünden mest-vâr

            Kendimi başdan çü oldum âşkâr

            Geldi bir âvâz gördüm hakkı çün

            Ey Celâleddîn celâlim hakkiçün

            Cehdi koy yeter mücâhid ol yürü

            Şimdiden giru müşâhid ol yürü

*201* Türbe-i şerîfede medfûndur. Müşârünileyh vaktiyle mevlevîhâne mahallinde ikâmeti esnâsında civârdaki çemen-zâra oyun-bâzlar toplanırlar imiş. Kadın-erkek, çoluk-çocuk ictimâ’ ederler imiş. Hz. Şeyh oyuncuları oradan koğmuş, burası Mevlevîlere cilve-gâh olacak, diye izhâr-ı kerâmet buyurmuş olduğunu hâce-i irfânım Muhammed Es’ad Dede Efendi merhûm nakl buyurmuşlardı.

Doğânî Ahmed Dede

Kemâl Ahmed Dede’den sonra şeyh olmuştur. Konya Aksarayı’ndan ve ağniyâdan bir zâttır. Konya’da Bostân Çelebi hazretlerinden mazhar-ı feyz olmuştur. 1010*(1601-02)’da Yenikapı Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Kâdî-zâde isminde bir kimse müşârünileyhe izhâr-ı adâvet etmiş idi. Çünki Sultân Murâd-ı râbi' Hz. Şeyh'in meftûn-ı kemâli idi. Pek mübârek bir zât idi. 1040*(1630-31)’ta irtihâl eylediler. Kemâl Ahmed Dede’nin yanında ârâm-güzîndir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Sabûhî Ahmed Dede

İstanbulludur. Bidâyeten tarîk-ı Bektâşî’ye intisâb eylemiş ise de, bi’l-âhare hidâyet-i ilâhiyye yetişip, Konya’da Bostân Çelebi hazretlerinden mazhar-ı feyz olmuştur. Orada çilleyi tamâm ederek ve tahsîl-i ilm ü kemâl eyleyerek sâhib-i irfân olmuşlardır.

Müretteb Dîvân’ı vardır. Şâm Mevlevîhânesi meşîhatinde iken, İhtiyârân-ı Mesnevî’yi te’lîf etmiştir. Hâlât-ı garîbesi müşâhede olunmuş ricâl-i Mevleviyye’dendir. 1040*(1630-31)’ta Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine geldiler. Onsekiz sene meşîhati vardır. Şuarâdan Nef’î, Fehîm, Nâilî gibi zevâtın üstâd-ı ma’rifetidir.

Şu gazel müşârünileyhindir:

دولت وصلت ميسر شد مرا هنگام عيد               

*202*  شد مبارك بر من از فضل خدا ايام عيد              

شد صباح عيد از خورشيد رويش  مستجاب 

هر دعايى كز سر اخلاص كردم شام عيد  

                     

گشته ام زان نرگس مخمور روز عيد مست

نيست كسرا همجون كيفيتى ازجام عيد    

قطره هاى اشگ خونين صبوحى شام وصل 

جمع طفلا نند گلگون بوش در ايام عيد[31]

Ayşî Dede

(Sabûhî Ahmed Dede’nin)   Ayşî   diye tahallus eden bir mürîdi vardır. Mükemmel Dîvân’ı olup, eş’ârı pek neş’elidir. Meselâ:

            N’ola hoş olsa dil Ayşî ki mihr-âsâ bu bezm içre

            Ana câm-ı safâ dest-i Sabûhî’den virilmişdir

                                   *   *   *

            Hazân olmaz bu gül-zârın dırahtı gülleri solmaz            

          Bu bezmin hâli olmaz bâdeden câm-ı dil-efrûzu

            Güzeller seyr-i gül-zâra çıkar uşşâk ile Ayşî

            Bu şehr-i işret-âbâdın budur âyîn-i nevrûzu

1060*(1650)’de Şâm’da mey nûş ile ser-mest-i bezm-i bakâ olmuştur.

Câmî Ahmed Dede

Hâcegândan bir zâtın oğludur ve İstanbulludur. Sabûhî Dede’den mazhar-ı feyz olup, 1058*(1648)’de şeyhine halef olmuştur. Mürşid-i kâmil ü mükemmil idi. Konya’da âsitâne-i Pîr’e rû-mâl olarak Haremeyn-i muhteremeyne, oradan Şâm’a, Şâm’dan Mısır’a seyâhatle İstanbul’a avdet buyurmuşlardır. Yirmidört sene icrâ-yı meşîhatle, 1082*(1671-72)’de irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Fârisî lisânı üzere nazmı vardır:

 كعبهً مردان نه از آب و گلست       

 طالب دل شو كه بيت الله دلست

قبلهً عارف بود نور وصال

قبلهً عقل مفلسف شد خيال[32] 

*203* Hadîkatü’l-Cevâmi’, müşârünileyhin Medîne-i Münevvere’de irtihâlini yazıyor.

 

Kâri’ Ahmed Dede

Kastamonuludur. Câmî Ahmed Dede’den mazhar-ı feyz olmuştur. Şeyhinin irtihâlinde câ-nişîni olmuş idi. Ârif ve fâzıl, hakâyık u dakâyık-ı Mesnevî’ye vâkıf bir şeyh-i kâmil idi. İnzivâya meyyâl idi. Sekiz sene meşîhati vardır. Sultân Murâd-ı râbi’, Hz. Şeyh’i ziyârete gelirdi. 1090*(1679)’da irtihâl etmiştir.

            Kutb-ı pâk Ahmed Dede rûhuna oku Fâtiha

            (قطب پاك احمد دده روحينه اوقو فاتحه)      

târihidir[33]. Türbede medfûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Nâcî Ahmed Dede

172. sahîfede terceme-i hâli geçti. Yüzbir yaşında 1120*(1708)’de vefât eylediler.

Pendârî Ahmed Dede

Bolvadinlidir. Ulemâdan bir zâtın oğludur. Tahsîli Bursa’dadır. Bursa Mevlevî şeyhi Muhammed Ârif Efendi'ye intisâb ile Galata Mevlevî  şeyhi Gavsî Ahmed Dede Efendi hizmetine dâhil olarak aşcıbaşı olmuş idi. Edirne Mevlevî şeyhi Muhammed Dede’den dahi müstefîd olarak nâil-i kemâl oldu. Nâcî Ahmed Dede’ye Yenikapı Mevlevîhânesi’nde vekâleten icrâ-yı meşîhat etmişlerdi.

Seyyid Nesîb Yûsuf Dede

Konyalıdır ve sâdât-ı kirâmdan Şeyh Ömer el-Konevî’nin mahdûmudur. Ulemâdan idi. Sadr-ı a’zam Siyâvuş Paşa’ya hocalık etmiştir. 1099*(1688))’da ashâb-ı fitnenin şerrinden Mısır’a gitmiş, Mısır Mevlevî şeyhi Kıbrıslı Siyâhî Mustafa Dede’den sikke-pûş-ı irâdet olmuştur. Şâm ve Ankara’da meşîhati vardır.

Takrîr-i mâânî-i Mesnevî’de iktidâr-ı azîmi var idi. Haremeyn’i ziyâret etmiş ve Mısır Mevlevîhânesi meşîhatine nâil olmuş idi. Sonra Konya’da Âsitâne-i Pîr’de ser-tarîk olup, 1123*(1711)’de Yenikapı Mevlevîhânesi'ne şeyh oldu. 1126*(1714)'da     semâ’-hâne-i bakâya urûc eylediler. Türbe-i şerîfede medfûndur. Ta’lîk yazıda kemâli vardı.

*204* Şu gazelini pek severim:

            Nâmûs u câhı çâha atan Mevlevîleriz

            Dünyâ-yı dûnu hiçe satan Mevlevîleriz

            Deh-rûze-kâr u bârını dahrin hebâ kılup

            Peygûle-i fenâda yatan Mevlevîleriz

            Ârâmımız semâ’ladır rûz-gârda

            Girdâb-ı bahr-i aşka batan Mevlevîleriz

            Telhî-i fâka itmekiçün nefsimiz helâk

            Hân-ı vücûda zehr katan Mevlevîleriz

            Biz ey Nesîb devlet-i Monlâ-yı Rûm’da

            Dünyâ-yı dûnu hiçe satan Mevlevîleriz

Rişte-i Cevâhir nâmıyla bir eser-i mu’teberi vardır. İrtihâli hakkındaki târîh:

           

            Geldi bir mısra’ derûna feyz-i Mevlânâ ile

            Arş ola rûh-ı Nesîb-i Mevlevî’ye cilve-gâh

             ( عرش اوله روح نسيب مولوى يه جلوه كاه  )  1125+1=1126

Hulâsa-i kelâm:

              Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i ikbâlde

            Biz hezârân  mest-i mağrûrun humârın görmüşüz

            Bir gün eyler dest-i beste pây-gâh-ı cây-gâh

            Bî-aded mağrûr-ı sadr-ı i’tibârın görmüşüz 

diyen o ârif-i hakîkatin rûhuna Fâtihalar ihdâ ederek halefinin bahsine geçerim.

Ârifî Ahmed Dede

Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Ahmed ismiyle şeyh olanların yedincisi olup, bunlara,   Ahâmide-i Seb’a   derler.

Ârifî Ahmed, Peçevî’dir. Peç, Macaristân’dadır. 950*(1543-44)’de Sultân Süleymân-ı Kânûnî tarafından feth olunmuştur. Burada Sultân Murâd-ı râbi’in Sadr-ı a’zamı Ahmed Paşa tarafından yaptırılmış bir Mevlevîhâne bile varmış, şimdi ise:

              Ol hânkâhın yeller eser şimdi yerinde 

der geçeriz.

Pederi tarîkat-ı Uşşâkiyye meşâyıhından Peçevî Mustafa Efendi nâm zâttır ki, o kasabada neşr-i tarîkata me’mûr olmuş idi. Ahmed Efendi mezkûr Mevlevîhâne şeyhi, fuzalâdan Musullu Hâfız Muhammed Efendi’den, Arap Halîl ve İbrâhîm Efendilerden mazhar-ı feyz olmuş, bir müddet *205* o Mevlevîhâne’ye şeyh olarak halkın teveccüh ve rağbetini celb etmiştir. Burası elimizden düşmâna intikâl edince Filibe’de yapılan mevlevîhâne meşîhatine, ba’dehû 1126*(1714)’da Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine geçmiştir.

Meşâyıh-ı Mevleviyye içinde bunun kadar dervîşi çok kimse gelmemiştir. 1137*(1724) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Türbede medfûndur.

Târîhi:           

            İlm-i Hak ârifi Ahmed Dede gitdi ey vâh

                 (علم حق عارفى احمد دده كيتدى اى واه)[34]

Eş’ârından:

            Sultân-ı Dîvânî’ye:

            Zât-ı pâkinledir ey Hazret-i Sultân-ı semâ’

            Şeref-i dâire-i mecme’-ı dîvân-ı semâ’

            Kereminden umulur Ârifî mahşerde dahi

            İdesin dâhil-i cem’iyyet-i yârân-ı semâ’

Mesnevî-hân Muhammed Dede

Konyalıdır. Ulûm-ı edebiyyede sâhib-i ihtisâs idi. Âsitâne-i Melânâ’da Mesnevî-hân idi. Teşehhürüne sebeb budur. Ârifî Ahmed Dede’nin irtihâlinde, 1137*(1724)’de Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatiyle be-kâm olmuştur. Burada halkın mazhar-ı teveccühü olup, 11 sene meşîhatten sonra 1148*(1735-36)’de gül-zâr-ı bakâya revân olmuştur. Türbede medfûndur.

Safiyyullâh Mûsâ Dede

Trablusşâm tekkesi şeyhi Celâl Dede’nin oğludur. 1092*(1681)’de doğmuştur. Tahsîli pederindendir. Pederinin irtihâlinde yirmiiki yaşında idi. Mısır’a seyâhatle bir müddet iktisâb-ı füyûzât ederek Şâm’da Abdülganiyy-i Nablusî hazretlerinden hadîs okumuştur. 1120*(1708)’de Haleb Mevlevî şeyhi olup, onaltı sene bulundu. 1136*(1723-24)’da Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’ne, 1144*(1731-32)’de Yenikapı meşîhatine ta’yîn buyuruldu. Burada onüç sene meşîhati vardır. Teveccüh-i âmmeye mazhar oldular.

Ferâizden Ürcûze-i Cedîde nâmıyla eseri vardır. Arabca gâyet rengîn eş’ârı vardır. 1157*(1744) senesinde eslâf-ı *206* kirâmı gibi bezm-i lâhûta revân olmuştur. Türbede defîn-i hâk-i rahmettir.

Küçük Muhammed Dede

Onsekiz ay meşîhatten sonra 1159*(1746)’da hayât-ı bakâya vâsıl olmuştur. Türbede müterakkıb-ı envâr-ı rahmettir.

Seyyid Ebû Bekir Efendi

Kütâhyalıdır. Ricâl-i Halvetiyye’den Ahmed Efendi-zâdedir. 1117*(1705-06) senesinde dünyâya gelmiştir. Sâkıb Dede’den mazhar-ı feyz olmuştur. 1159 senesinde Yenikapı Mevlevîhânesi’ne şeyh oldular. 3 Receb 1189*(30 Ağustos 1775) târîhinde şarâb-ı mevti nûş eylediler. Gül-bang-keş-i sefer-i âhiret olup, müddet-i meşîhati otuz senedir. Galata Mevlevî şeyhi Atâullâh Efendi bu zâtın ahfâdındandır.

Seyyid Ali Nutkî Dede

Ebû Bekir Efendi’nin oğludur. 1176 Muharreminin beşinde (27 Temmuz 1762) Galata Mevlevîhânesi ittisâlindeki hânede kadem-zen-i meydân-ı semâ’ oldu. Pederinin irtihâlinde ondört yaşında iken Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olundular. Feyzi, Sahîh Ahmed Dede’dendir. Tahsîl-i kemâlât eyleyip, câlis-i mertebe-i irşâd oldular. Şeyh Gâlib-i Mevlevî’nin mürşididir. Otuz sene irşâd ile meşgûl olup, 1219*(18*4-05)’de âzim-i gül-şen-serâ-yı cemâl oldular. Türbede medfûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Şeyh Gâlib’in söylediği târîh:

            Hüzniyle Es’ad didim târîhini

              Hû   diyüp Mevlâ’ya döndü Şeyh Ali

                  (هو ديوب مولايه دوندى ششيخ على)

Şiirde   Memiş   tahallus eylemiştir.

            Her kime derdim disem dirler tabîbe söyle sen

            Korkarım andan dahi eyler nice azarlar

            Ey aceb bu çeşm-i dil bir gün görür mü vuslatı

            Yâre hâlim söyleyüp kılsam nice bin zârlar

            Ger disem yârim senin derdinle mecnûndurMemiş

            Yaksam aşkın ile bu sahrâ-yı dilde nârlar

Nâsır Seyyid Abdülbâkî Dede

Ebûbekir Efendi-zâde’dir. 1179*(1765-66)’da Yenikapı Mevlevîhânesi civârında pederlerinin hânesinde doğmuştur. Mûsikîye âşinâ idi. Ney-zenbaşı *207* olmuş idi. Şiirde dahi sâhib-i ihtisâs idi. Isfahân ve Acem-bûselik makâmında iki âyîni vardır. Şevk-ı tarab âyîni de müşârünileyhindir. Mûsikîden Edvâr Risâlesi vardır. Eflâkî Dede’nin menâkıbını tercüme eylemiştir. 1219*(1804-05)’da Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine nâil oldular. 1236 senesi Cemâziye’l-evvelinin yirminci (23 Şubat 1821), Cuma gecesi, sâat beşte bezm-i safâ-yı sûrî ile halaka-i uşşâk-ı lâhûtiyyeye iltihâk eylediler.

Dört çıkınca târîh olur:

            Âlem-i lâhûta cân atdı bu dem Bakî Dede

            (عالم لاهوته جان آتدى بو دم باقىده ده)

Eş’ârından:

            Cenâb-ı feyz-i Monlâ ile herkes bahs-i aşk itse

            Hezârân nükteye bir nutku şâmil Mevlevîlerdir

                                   *   *   *

            Uşşâka yanma dil-bere resm-i vefâ gerek

            Gûyâya nâle goncaya reng ü bahâ gerek

            Cânâna mâ-cerâ-yı gam u hecri anma gel

            Ey dil disen de dir kine bundan bana gerek

            Âşık arar mı dağdağa-i kîl ü kâli lîk

            Dil-ber hemîşe âşıka şefkat-nümâ gerek

            Anlar mı hâl-i aşkı kelâm ile bir kişi

            Bir yâre derd-i aşka hele âşinâ gerek

            Nâsır humâr-ı aşka şarâbın ne nef’i var

            Mümkinse gâhı bûs-ı leb-i dil-rubâ gerek

Seyyid Receb Hüseyin Hüsnü Dede Efendi

Abdülbâkî Efendi-zâde Abdurrahîm Efendi’nin birâderidir. Abdülbâkî Efendi’nin irtihâlinde meşîhat, Abdurrahîm Efendi’ye teveccüh etmek lâzım gelirken , cezb ü istiğraktan da olmasına mebnî, 1236*(1820-21)’da Receb Hüseyin Dede’ye tevcîh olunmuştur. Dokuz sene meşîhati vardır. Pek muhterem, mübârek bir zât idi. Teverrüm edip, 1245 senesinde Ramazân evâhirinde (Mart 1830) tayy-i tomâr-ı hayât eyledi. Yirmisekiz yaşında idi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

*208* Abdurrahîm Dede Efendi

Ebû Bekir Efendi-zâde’dir. 1183*(1769-70)’te zînet-sâz-ı mehd-i şuhûd olmuştur. Gâyet refîk ve müessir ve latîf bir sadâya mâlik ve tab’an mûsikîye pek ziyâde meyyâl idi. Kudûm-zenbaşılıkta bulunup, sevdâ-yı aşk-ı ilâhî ile muhît-i istiğrâka düştü. Birâderinin irtihâlinde Seyyid Muhammed Saîd Hemdem Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olundu. Şiirde dahi ihtisâsı vardı.   Künhî   tahallus eylerlermiş.

            Hallâk-ı cihân âleme kıldıkda tecellî

            Her kimseyi bir hâl ile kılmış mütesellî

                                   *   *   *

غواص شدم از دل درياى سخن را            

بسيار كشيدم كهر شعر دهن را               

در وقت تماشاى جمالت كه شوند مست   

مشكل شده است وصف تو ارباب سخن را

ميخوارهً عشقم ز قدحهاى محبت         

دل زنده ز امواج صفا خانهً تن را        

در د امن صحراى محبت بر سيديم        

انداختم از دل هوس سير چمن را        

كنهى زره عشق سخنهاى بگويد       

نه وصف بدخشان نه آهوى ختن را [35]              

1247*(1831-32) senesinde nevâ-yı hayâtı dem-beste oldu. Türbede medfûndur.

            Mahv oldu aşk-ı Hak’dan Abdurrahîm Efendi

            (محو اولدى عشق حقدن عبد الرحيم افندى= 1247

            Abdurrahîm Efendi pîrâna hem-dem oldu

Şeyh Osmân Salâhaddîn Dede Efendi

Seyyid Nâsır Abdülbâki Dede merhûmun necl-i necîbi bir zât-ı muhteremdir. 15 Cemâziye’l-evvel 1235*(1 Mart 1820) târîhinde dünyâya revnak-fezâ olmuştur. Bidâyeten Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Kadrî Dede taht-ı terbiyetinde bulundular. Onbir yaşında iken Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn edildiler. Hz. Zekâî-i Şa’bânî’nin dâmâdı Sâdık Dede (cild: 4, sahîfe: 119), ser-tabbâğlık hizmetiyle mübâhî olup, Osmân Efendi’ye vekâlette bulundular ve terbiyelerine ihtimâm eylediler. *209* Bursalı Şeyh Emîn-i Nakşıbendî halîfesi, Mesnevî-hân-ı şehîr Hâce Hüsâmeddîn’(den) Mesnevî-i şerîf, Şehrî Ahmed Efendi’den ulûm-ı êliye vü âliye ve ilm-i hakâyık, Evliyâ Hâce’den tefsîr ve hadîs ve fıkıh taallüm ile icâzet almış, ulemâ sırasına geçmiştir. Dergâh-ı şerîfde Mesnevî okutmağa ve Fusûsu’l-Hikem tedrîsine başlamış ve birçok zevât-ı fâzılayı mazhar-ı feyz ü irfân eylemiştir.

  Ebu’l-kemâleyn   diye şöhreti vardır. Eâzım-ı ulemâ ve efâhım-ı urefâdandır. Muhammed Ziyâ Bey, mufassalan ve mükemmelen terceme-i hâllerini yazmışlardır. Son zamânlarında harem dâiresinde inzivâ buyurdular. İrtihâllerine beş-on gün kala dâmâd-ı mükerremleri Bahâriyye Şeyhi hüseyin Fahreddîn Efendi hazretlerinin nezdine, berây-ı tebdîl-i hevâ gittiler. Hummâ-yı habîse hastalığından felâh bulamadılar. 18 Cemâziye'l-âhir 1304*(14 Mart 1887) târîhinde âlem-i cemâle âzim oldular. 69 yaşında bulunuyorlardı.

Hânkâh-ı şerîfleri vükelâ ve vüzerâ, şeh-zâdegân ve urefânın ziyâret-gâhı idi. Cidden vücûd-ı mes’ûdiyle iftihâr olunacak bir zât-ı kerîmü’s-sıfât idi. Cenâze namâzı Hz. Hâlid (radıya'llâhu anh) Câmi’-i şerîfinde edâ olunarak ihtifâlât-ı azîme ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nde türbe-i münîfede vedîa-i hâk-i rahmet kılınmıştır. Öyle bir kalabalığı İstanbul görmemişti, diye nakl edenlerden işittim.

            Geldi bir gül-bang ile târîh-i ârif gûşuma

            Hû diyüp Osmân Efendi vardı Mevlânâ’sına

            (هو ديوب عثمان افندى واردى مولاناسنه) = 1303 + 1 = 1304*(1886-87)

                                               *   *   *

Sütlüce şeyhi Elîf Efendi merhûmun söylediği târîhlerdir:

مؤمنا نرا لايموتون گفت پيغمبر يا اخى                  

بلكه از دنيا بعقبى نقل فرمايند و طى          

گريه ام مختار نه از مركت الا از فراق                  

شد بحق پير بزرگوار صلاح الدين حى[36]                

                              

*   *   *

        اندرين گريه شنيد از غيب تاريخش اليف            

        روح ختم العارفين در بزم جانان منبسط [37]           

                                                                                  1304

Elîf Efendi, Tenşîtu’l-Muhibbîn nâm eserinde Osmân Salâhaddîn Efendi hazretlerinin terceme-i hâlini yazmıştır.

*210* Vandet-i vücûda dâir risâlesi ve el-Lisânü’l-Hamdiyye fî-mâ-halle bihi’l-Yeseviyye nâmında bir eseri, Mesnevî-i şerîf hâşiyesi cümle-i te’lîfâtındandır. Fakat hâşiye, mevlevîhâne yangınında muhterik olmuştur. Bir de meşhûr Hoca  İshâk Efendi’ye cevâben, (اوست و همه از دوست)[38] mes’elelerine dâir yazılmış mektûbu vardır.

Sultân Mehmed Reşâd Hân, müşârünileyhe müntesib idi. Türbe-i şerîfede medfûn ve rahmet-i Hakk’a makrûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

 

Ebu’l-Burhân Muhammed Celâleddîn Dede Efendi

Osmân Efendi’nin iki mahdûmu vardır. Biri Hacı Kemâl Efendi, diğeri Muhammed Celâleddîn Dede Efendi’dir.

(Muhammed Celâleddîn Efendi), 8 Rebîu’l-evvel 1265*(2 Şubat 1849) târîhinde, mevlevîhânede kadem-zen-i âlem-i dünyâ oldu. Şehrî Ahmed Efendi’den pederlerinin icâzet aldığı gün bed’-i Besmele eyledi. 1277*(1861-62)’de Dâvûd Paşa Rüşdîsi’ne devâm ile Molla Câmî’ye kadar okudu. Bir müddet Fâtih’te câmi’ dersine devâm ve Kocamustafapaşa’da, Küçük Efendi Tekkesi şeyhi meşhûr Hâfız Gâlib Efendi’den ve sâir esâtizeden iktisâb-ı ulûm eylediği gibi, pederlerinden Mesnevî ve Tunuslu Mustafa Efendi’den Fütûhât-ı Mekkiyye ve Buhârî-i şerîf okudular. Pederlerinden Fusûs tederrüs ettiler.

Yirmiiki yaşında iken pederlerine vekâleten meşîhati idâre ettiler. Pederlerinin irtihâlinde makâm-ı meşîhete revnak-fezâ oldular ki, târîhi Zi’l-hicce 1305*(9 Ağustos 1888), yevm-i Perşembedir.

Celâleddîn Efendi, Şeyh Mustafa Efendi’den tarîkat-ı Şâzeliyye’den de me’zûn oldular. Şeyh İmdâdullâh-ı Fârûkî hazretlerinin de bi’l-vâsıta mazhar-ı feyzi olarak tarîk-ı Çeştî’ye nisbet-dâr bulundular. Tarîk-ı Kâdirî’den de mazhar-ı feyz idiler.

Nahîfü’l-bünye ve gâyet marîz idiler. Mükerreren şeref-i iltifâtlarına mazhar oldum ve mübârek ellerini öptük. Asabiyyü’l-müzâc idi.

*211* Müşârünileyh hazretlerinin mürîd-i hâlisi Mehmed Tâhirü’l-Mevlevî Bey kardeşimiz buyurdular ki:

Bir gün azîzim Muhammed Celâl Efendi hazretlerine,   Efendim râbıtasız zikir râbıtasız oluyor, bana râbıta ta’lîm buyursanız.   dedim. Uzun bir müddet sükût ettikten sonra,   Oğlum, râbıta insân-ı kâmile olur; ben ehil değilim ki, bana râbıta ediniz, diyeyim. Murâkabe yapınız.   buyurdular ki, bu söz Hz. Şeyh’in tevâzuuna ve derece-i kemâline delîldir. Edîb, zarîf, meclis-ârâ bir zât-ı âlî-kadr idi.

Mahdûmları Abdülbâkî Efendi’yi 1321*(1903-04) senesinde, Çelebi Abdülvâhid Efendi’nin müsâadesiyle vekîl ta’yîn ettiler. 1324*(1906-07) senesine kadar bir nisbet-i mütezâyide ile kesb-i şiddet etmek üzere tederrün-i rie vü hançere hastalığıyla muztarib ve meşgûl-i tedâvî oldular. Gedikpaşa tarafından bir konakta birkaç ay ikâmet buyurdular.

30 Rebîu’l-âhir 1326 ve 17 Mayıs 1324( 29 Mayıs 1908), Cumartesi akşamı, Pazar gecesi tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât eyleyip, âzim-i cinân-ı âliyât oldular. (Kaddesa'llâhu sırrahû)

Hâl-i ihtizârlarında şu kıt’ayı eser-i sünûhâtları olarak söylemişlerdir:

            Dil-hasteyim firâk-ı cemâlinle  sevdiğim

            Cismim hayâle döndü hayâlinle sevdiğim

            Âh eylerim ümîd-i visâlinle sevdiğim

            Cismim hayâle döndü hayâlinle sevdiğim

Bu ahîren bestelenmiştir.

Namâzı Kocamustafapaşa Câmii’nde edâ, duâsı türbe-i Hz. Sünbül önünde îfâ olunarak, ta’zîmât ile, mevlevîhânede pederinin yanında ihzâr olunan kabirde rahmet-i Rahmân’a mevdû’ kılındı. Namâzını Sütlüce şeyhi Elîf Efendi kıldırmıştır.

Türbe-i şerîfede Çelebi Ebû Bekir hazretleri önünde de duâ ve tezkiye edildi.

            Eyledi üç nezr Mevlânâ tamâm

            Cân fedâ itdi Celâleddîn cemâl-i dosta

            (جان فدا ايتدى جلال الدين جمال دوسته) = 1322 + 3 =1326

                                   *   *   *

            Didi Dervîş İsmet hîn-i fevtinde bu târîhi

            Celâl-i Mevlevî aşk ile buldu vuslatu’llâh’ı

            (جلال مولوى عشق ايله بولدى وصلت اللهى )

 Şeyhim Celâleddîn Efendi merhûmun târîh-i intikâli:

            Hikmet-i Hazret-i Rabb-i Müteâl

            Eylemiş âlemi bir câ-yı zevâl

            Bu cihân yek-sere ber-dâr-ı fenâ

            Anda imkân-ı bakâ emr-i muhâl

            Nasıl olmaz ki esâsen hâdis

            Görünen varlığı evhâm u hayâl

            Şekl-i hestîde nümâyân oluşu

            Güneşe nisbetile ayn-ı zılâl

           

            Bunu terk itmeğe cân virmededir

            Âşinâ-yı hak olan sâhib-i hâl

            Burada ölme dirilmek dimedir

            Sırr-ı   el-mevtü likâ  dır buna dâl[39]

            İşte bir mürşid-i yektâ da idüp

            Terk-i cân eyledi âheng-i visâl

            Ona fikrimce hitâbı Hakk’ın

              İrciî   emr-i değil lafz-ı taâl

            Reh-ber-i şâh-reh-i Mevlânâ

            Fahr-i erbâb-ı hüdâ Şey h Celâl

            O tecellî-geh-i Mevlâ ki idi

            Sînesi cilve-geh-i ism-i Celâl

            O nigeh-bân-ı hakâyık ki idi

            Dîdesi nâzır-ı envâr-ı Cemâl

            O mürebbî-i hakîkat ki idi

            Nükte-i vahdet içün zâtı meâl

            Gıbta-bahş-ı urefâ ma’rifeti

            Fazlı reşk-âver-i ashâb-ı makâl

            Feyz-i himmetle olurdu nazarı

            Hâdi-i gümreh-i vâdî-i dalâl

            Bende-i muhlisine eyler idi

            Hâl ü tavrı ile ta’lîm-i hısâl

            Müstefîd olmadılar re’yinden

            Gitdi Allâh’a o fikr-i cevvâl

            Kıymetin bilmedi kûteh-nazarân

            Aldı ol hazreti Hak celle celâl

            Rıhleti yakdı kulûbu gerçi

            Cânı cânânına itdi îsâl

            Rûz-ı dil-sûz-ı firâkı oldu

            Dil-i mahzûnuma yevm-i ehvâl

            Beni de nezdine celb it şeyhim

            Yaşamak gayri virdi bana melâl

            Ne içün böyle yetîmin kalayım

            Eylemezdin beni aslâ ihmâl

            Pâyini öpmüş iken kabrine âh

            Olayım böyle revâ mı rû-mâl

            Câ-yı ta’zîmin olan sîneme bak

            Âteş-i firkat ile mâ-lâ-mâl

            Vechini gâib iden çeşmimi gör

            Dem-be-dem itmede îsâr-ı leâl

            Feyz-i nutkun ile dil zinde iken

            Şimd-i cân hecrin ile mürde-misâl

            Böyle hasretle güzâr eyleyecek

            Devr-i ömrümdeki eyyâm ü leyâl

            Meşhed-i enverin artık olacak

            Bana bir bûse-geh-i istikbâl

            Bendene âlem-i bâlâda dahi

            Dest-gîr ol yine ey mürşid-i âl

            Garka-i nûr-ı tecellî itsin

            Seni eltâf-ı Hudâ-yı Fa’’âl

            Âlem-i akdes içinde olasın

            Dâhil-i meclis-i peygamber ü âl

            Yâd-ı hengâm-ı vefât olmak içün

            Sana ey şeyh-i celîlü’l-ahvâl

            İtdi şu mısraı Tâhir tahrîr

            Aldı ol hazreti Hak celle celâl

            (آلدى اول حضرتى حق جل جلال) = 1326

                          *    *    *

            Gûş idüp neyden nevâ-yı   irciî 

            İtdi şeyh-i Mevlevî azm-i cemâl

            Bendesi Tâhir didi târîhini

            Virdi cânın mürşid-i a’zam Celâl

            (ويردى جانن مرشد اعظم جلال) =1326

                             *     *     *

            Fikr-i likâ-yı yâr ile gitdi bakâya şeyhimiz

            Sahn-ı fenâda eyleyüp kesb-i kemâl-i ma’nevî

            Müş’ir-i irtihâlidir şu mısra’-ı güher-âheng

            Mürtehil-i Cemâl’dir Şeyh Celâl-i Mevlevî

            (مرتحل جمالدر شيخ جلال مولوى) = 1326

Dîvân-ı Humâyûn başkâtibliğinden mütekâid Hattât-ı ta’lîk-nüvîs İsmet bey’in târîhi:

            Cenâb-ı Şeyh Osmân-ı Velî’nin necl-i mes’ûdu

            Yigirmiiki yıl hüsn-i idâre itdi dergâhı

            Didi Dervîş İsmet hîn-i fevtinde bu târîhi

            Celâl-i Mevlevî aşk ile buldu vuslatu’llâhı

            (جلال مولوى عشق ايله بولدى وصلت اللهى) = 1326

Meclis-i maârif esbak başkâtibi Halîl Edîb Bey’in târîhi:

            Vâkıâ pîr ü cevân her kim olursa şübhesiz

            Gün gelir arz-ı vedâ’ eyler bu dâr-ı mihnete

            İğtirâbı bir midir lâkin düşün feyz ehlinin

            Âlemi târîk ider anlar uyûn-ı hasrete

            Çekdi dünyâdan elin ol zümre-i pâkîzenin

            Bir güzîde mefhari azm itdi kurb-ı hazrete

            Dergeh-i bâb-ı cedîdin şeyh-i vâlâ-himmeti

            Her gören meftûn idi cândan o kudsî sîrete

           

            Mislini nâdir görür devrân bir öyle kâmilin

            Rûh-bahş eylerdi enfâsı rumûz-ı hikmete

            Eyledikce Mesnevî’den cânları reyyân-ı feyz

            Sevk iderdi âlem-i ervâhı vecd ü hayrete

            Gerçi zâhirde o takrîr ü huzûra hasretiz

            Çeşm-i cân  vakf-ı temâşâdır o vaz’-ı miknete

            Sırrı bâkîdir ider ta’dîl-i hüzn-i iftirâk

            Bir zamân irmez zevâl zîrâ zılâl-i himmete

            Eylesün hem-bezm-i Mevlânâ Hudâ-yı Zü’l-celâl

            Hayli müddetdenberi müştâk idi ol devlete

            Âsumân târîhine eyler Edîb’in ser-fürû

            Gitdi dünyâdan Celâleddîn Efendi cennete

            (كيتدى دنيادن جلال الدين افندى جنته) = 1326

*212* Şiirde   Şeyhî   tahallus buyurmuşlardır.   Ahkarî   tahallus eden Dîvân-ı Muhâsebât reîsi merhûm Zühdî Bey’le müştereken söyledikleri gazelden:

Şeyhî:              Kûh u sahrâ-yı cünûnda ben ki cevlân eyledim

Ahkarî:            Cûları te’sîr-i efgânımla giryân eyledim

Ahkarî:            Öyle bir vâdî-i ye’se sâlikim ki reşk ile

Şeyhî:              Kays ile Ferhâd’ı ol vâdîde hayrân eyledim

Şeyhî:              Eyleyüp âzâde-i kayd-ı muhabbet gönlümü

Ahkarî:            Vâkıf-ı esrâr-ı aşk-ı Zât-ı Sübhân eyledim

Şeyhî:              Lâne-sâz-ı şâh-sâr-ı aşk olaldan bâz-ı dil

Ahkarî:            Tâir-i kudsî gibi tâ arşa tayrân eyledim

Ahkarî:            Mesnevî’den terbiyet-yâb-ı füyûzât eyleyüp

Şeyhî:              Şeyhiyâ tıfl-ı dili bir merd-i meydân eyledim

                                   *   *   *

            Âşık hemîşe nâle vü âh eylemek gerek

            Yârin yolunda cismi tebâh eylemek gerek

            Cân virmeyince şâhid-i aşk eylemez zuhûr

            Başını fedâ-yı Arabda kâh eylemek gerek

            Düşdü hevâ-yı dâne-i ruhsâra mürg-ı dil

            Pâ-best-i kayd-ı zülf-i siyâh eylemek gerek

            Gönlüm asıldı kaldı ser-târ-ı perçeme

            Girdi hatâya varsa günâh eylemek gerek

            Şeyhî cenâb-ı ahkar-ı aşk-âşinâ gibi

            Bir Mevlevî’yi hem-dem-i râh eylemek gerek

                                   *   *   *

            Ey mefhar-ı evvelîn olan Mevlânâ

            Vey melce-i âhirîn olan Mevlânâ

            Dervîşlerini hakîkate vâsıl kıl

            Ey hâdi-i râh-ı dîn olan Mevlânâ

Mûsikîdeki behre-i külliyyesi, hele tanbûr çalmaktaki kemâlâtı cidden ve hakîkaten ziyâde idi. Nâyî Osmân Dede’nin Hicâz Âyîni’ni, dügâh makâm ve usûlünde besteleyerek tarab-hâne-i irfâna yâdigâr eyledi. Hulâsa-i kelâm Celâleddîn Efendi andelîb-i gül-istân-ı Mevlevî idi. Bâğ-zâr-ı bakâya uçtu gitti. Şeyh Abdülbâkî Dede Efendi gibi bir hayrü’l-halef bırakmış olması yârân u muhibbâna tesliyyet verdi.

*213* Mevlevîhâne 5 Şevvâl 1324*(22 Kasım 1906) gecesi kazâen yandı. Şeyh Osmân Efendi merhûmun ve hâce-i irfânım Es’ad el-Mevlevî’nin binlerce kitâbları da tu’me-i lehîb oldu gitti. Sultân Mehmed Reşâd Hân’ın ulüvv-i himmetiyle eskisinden daha mükemmel bir sûrette yeniden inşâ edildi. Celâleddîn Dede Efendi’nin son zamânlarında Mevlevîhâne’nin yanması müşârünileyhi dâğ-dâr etmiş idi. İnâyet-i ilâhiyye ile mahdûm-ı mükerremlerinin zamânında ihyâsına muvaffakiyyet elverdi.

Abdülbâkî Dede Efendi

15 Ramazân 1300*(20 Temmuz 1883) Çarşamba gecesi zînet-efzâ-yı bezm-i şuhûd oldu. Celâleddîn Dede Efendi’nin necl-i necîbidir. Pederiden bed’-i Besmele etmiş, mevlevîhâne civârındaki kurrâ-hânede muallim Mûsâ Efendi’den teallüm-i Kur’ân ile (Dârü’t-tahsîl) mektebe, sonra Dâvûd Paşa Rüşdîsi’ne devâm ile şehâdet-nâme almıştır. Pederlerinden Mesnevî okuyup, 1318*(1900-01)’de kârî-i Mesnevî olmuştu. Kütübhâne-i Umûmî hâfız-ı kütübü İsmâîl Efendi’den maânî, kelâm, akâid, Şifâ ve Buhârî-i şerîf ve Şeyh Elîf Efendi’den Mesnevî-i şerîf ve ba’zı kütüb-i sûfiyye tederrüsle, 1324*(1906)’te Mesnevî-i şerîfden icâzet almıştır. Es’ad Dede merhûmdan da Zevrâ okudular.

Pederlerinin hastalığı esnâsında vukû’ bulan mürâcaatı üzerine, Konya’dan Çelebi Abdülvâhid Efendi destâra me’zûn olmuş ve kırâat-i İsm-i Celâl’e ve mukâbele icrâsına salâhiyyet kazanmıştır. Pederinin irtihâlinde ise bi’l-isâle makâm-ı meşîhate revnak vermişlerdir. Elyevm Hânkâh-ı Mevlevî’de takrîr-i Mesnevî ile huzzârı müstefîz buyururlar.   el-Füyûzât   (الفيوضات) 1328 târîh-i meşîhatleridir.

İlm ü fazlı, edeb ü terbiyesi, her dürlü mehâsin-i ahlâkı, fart-ı tevâzuu i’tibâriyle cidden bâis-i iftihârımızdır.

Gâyet rengîn eş’ârı vardır:

            Gözün aç var mı ey gâfil cihânda olmayan âşık

*214*    Kuruldu aşk ile âlem zemîn ü âsumân âşık

            Nedir bu hâl-i hayret-bahş pîr âşık cevân âşık

            Hudâ âşık Rasûl âşık bütün kevn ü mekân âşık

                                    

            Tecellî eyleyince hubb-ı zâtı vech-i âdemde

             Şuûnât-ı cihân geldi vücûda hepsi bir demde

            Nihân olmuşken ey Bâkî nevâ-yı aşk nâlemde

            Aceb mi ben dahi da’vâ-yı aşk itsem bu âlemde

            Hudâ âşık Rasûl âşık bütün kevn ü mekân âşık

Mahfil risâle-i mu’teberesinde ara sıra kıt’a, rubâî, gazel gibi âsâr-ı nefîseleri mütâlaa olunur. Sâhib-i dîvân bir şâir-i zî-şân olduklarına şübhe yoktur. Kemâlât-ı ilmiyyeleri ve zevk-ı tasavvufîleri de yüksektir.

            Nâyı dinle ihtizâr-ı kâse-i tanbûru gör

            Nevbet-i hünkâr-ı aşk u hüsrev-i Mansûr’u gör

            Âşıkân-râ fî salâtin dâimûnun remzini

              Dem  le ihtâr eyleyen nakkâre-i pür-şûru gör

            Gerdiş-i pür-cûşunu ehl-i semâın seyr idüp

            Cebreîl-i âsumân peymâ-yı dûr-â-dûru gör

            Halka-i uşşâka gir bezm-i semâa dâhil ol

            Âsumân-ı aşka pervâz eyle nûr-â-nûru gör

            Gel semâ’-ı bâ-safâya cennet-i a’lâya bak

            Sakf-ı merfûa nazar kıl hâne-i ma’mûru gör

            Sîne-çâk-ı zevk-ı vasl ol vâdi-i tevhîdde

            Mahz-ı aşk ol ne Kelîmu’llâh’ı gör ne Tûr’u gör

            El açup raks eyledikce âşıkân-ı sâdıkân

            Sâki-i Kevser elinde kâse-i fağfûru gör

            Hazret-i Tâhir gibi üstâdımız varken bizim[40]

            Sâye-i Mollâ’da Bâkî sîne-i mağrûru gör

                                   *   *   *

            Ey âftâb zuhûr it nikâb-ı aşkından

            Karardı ufk-ı ümmîdim ıtâb-ı aşkından

            Gedâ-yı dergeh-i ihsân u iltifâtındır

            Gönül nasîb arayor işte bâb-ı aşkından

*215*    Görünce hikmet-i işrâkı nûr-ı çeşminde

            Güzelce ezbere aldım kitâb-ı aşkından

            Hemîşe tâbiş-i rûyunla feyz-yâb oldum

            Misâl-i zerre seng-i intisâb-ı aşkından

            Derûn-ı sînede cûş eyleyor hakîkat-i mey

            O rütbe mest ü harâbım şarâb-ı aşkından

            Gönül didikleri bir nağme-i şikâyetdir

            Kemâl-i sûz ile çıkmış rebâb-ı aşkından

            Gören sanır ki visâlinle şâd u raksânım

            Bu hâl bende senin ıztırâb-ı aşkından

            Gamınla Bâkî-i bî-çâre her zamân giryân

            Düşeni bu katreye rahm it sehâb-ı aşkından

                                   *   *   *

            Aks-i cemâl-i yâr dü-dîdem içindedir

            Bir nev-resîde gonca ki şeb-nem içindedir

            Endûh u gamla zâr u perîşân olan gönül

            Mânend-i şâne kâkül-i perçem içindedir

            Nûr-ı visâli hâne-i kalbimde cilve-ger

            Îmân çerâğı beyt-i mükerrem içindedir

            Gördüm o meh-likâya bakup kendi zâtımı

            Rûhum hemîşe nûr-ı mücessem içindedir

            Bâkî safâyı gör ki süveydâ-yı kalbimin

            Arş-ı Hudâ vü Ka’be vü Zemzem içindedir

                                   Mevlevî bendesi Abdülbâkî

Bâkî Efendi, Sultân Mehmed Reşâd Hân’ın mazhar-ı muhabbeti olmuş idi. Harb-i Umûmî zamânında Mevlevî Taburu'nun te’sîsinde hizmeti mesbûk olup, taburla Konya’ya, oradan Şâm’a gitmişti. Mükerreren Konya’ya gidip Hz. Pîr-i dest-gîri ziyârete muvaffak olduğu gibi, Şâm’da eızze-i kirâmı, ale’l-husûs Hz. Şeyhü’l-Ekber’i dahi ziyâretle müsâb olmuşlar ve Medîne-i Münevvere’ye giden hey’et miyânında bulunup, südde-i seniyye-i nebeviyyeye rû-mâl olmak saâdet-i uzmâsına da ermişlerdir. (Tavvela’llâhu omrehû ve zâde’llâhu feyzehû)

Hâce-i irfânım Es’ad Dede hakkında yazdığım esere takrîz ihdâ buyurmuşlardı ki, her bir satırı kemâllerine delâlet etmesi i’tibâriyle pek makbûl olmuştur.

            Herkesi kendine bend itdi güzel ahlâkı

            Şeyh-i pür-şân u şeref Hazret-i Abdülbâkî

*216*    Abdülbâkî Dede’nin şu rubâîsi pek hôştur:

            Biz zerre-i hurşîd-i cihân-ârâyısz

            Kim hıdmet-i hünkârda pâ-ber-câyız

            Peykiz döneriz bir güneş etrâfında

            Manzûme-i şemsiyye-i Mevlânâ’yız

Gazel:

            Sîne-i bî-kînemi her lahza nâlân isterim

            Nây-ı Mevlânâ ile hem-bezm-i irfân isterim

            İsterim sırr-ı tecellî âşikâr olsun bana

            Ben temâşâ-yı cemâl-i yâri her ân isterim

            Mâ-sivâdan pâkdir gönlüm misâl-i âsumân

            Mihr-i vech-i yâri ben anda nümâyân isterim

            Dîde-i hak-bîn içün her zerre bir âyînedir

            Ru’yet-i cân içün karşımda insân isterim

            Bahr-i vahdet mevc ursun dilde her ân u zamân

            Aşkımı deryâ gibi bî-hadd ü pâyân isterim

            Şeyhini dervîşini gördük bu fânî âlemin

            Dest-gîr olsun bana bir pâk-dâmân isterim

            Dergeh-i Monlâ’da Bâkî kesb-i envâr itmeğe

            Şems-i Tebrîzî gibi bir mihr-i tâbân isterim

                                   *   *   * 

            İbn-i Mevlânâ-yı Rûmî Hazret-i Abdülhalîm

            Saldı cümle bendegânın hüzn ü ye’s ü firkate

            Gül-bün-i ra’nâ-yı bâğ-ı Mevlevî’yken hayf kim

            Uğradı âlemde hep bâd-ı semûm-ı mihnete

            Yıkdı nahl-i nâzenîn-i kâmetin tîr-i kazâ

            Cümleten ahbâbını saldı zalâm-ı hasrete

            Gûşe-gîr-i beyti’l-ahzân oldu ol şâh âkıbet

            Bir nice âlâm ile düşdü diyâr-ı gurbete

            Dergeh-i bâb-ı cedîde hasta hâliyle gelüp

            Rûh-ı pâkin eyledi teslîm-i Rabb-i rahmete

            Tâir-i gül-şen-serâ-yı cennet oldu lâ-cerem

            Cedd-i pâki rahm idüp aldı harîm-i kurbete

            Çıkdı bir er söyledi târîhini Bâkî hemân

            İbn-i Mevlânâ Halîm irdi şehîden vuslata

            (ابن مولانا حليم ايردى شهيداً وصلته) = 1345 – 1 = 1344

                                               El-fakîr el-hakîr muallim-i muhtâc-ı ta’lîm

                                                           Bende-i bendegân-ı Mevlânâ

                                                                       Abdülbâkî

Rubâî:

            Sen derd-i nihânımda nihânsın yâ Rab

            Âhımda figânımda nihânsın yâ Rab

            Her zerrede de rû-nümâ senin vechindir

            Cânımda cihânımda nihânsın yâ Rab

Tekkeler kapatılınca şeyhlik ve dervîşlik sûretâ ilgâ olununca bu sadmeden mevlevîhâne dahi tabîatıyla müteessir olmuş ve Şeyh Abdülbâkî Efendi’ye yalnız tekkenin harem dâiresinde ikâmete me’zûniyyet verilip, hânkâhın şeyh dâiresi mekteb hâline konularak, semâ’-hâne ve türbe mühürlenmiş idi. Şeyh Abdülbâkî Efendi, bi-hasebi’z-zarûre bir zamânlar Millet Kütübhânesi’nde tedkîk-i kütüb ile meşgûl olmuş, fakat tahsîsât dûçâr-ı inkıtâ’ olmasıyla Dârü’l-fünûn’da edebiyyât-ı Fârisiyye müderrisliğine ta’yîn edilmiş idi.

Bir gazel-i âcizânem üzerine lutfen tanzîr buyurdukları âtîdeki gazel aslından yüz def’a daha güzel olup, bunda dûçâr oldukları mahrûmiyyeti, hıdmet-i ma’neviyyeden ne derecede müteessir oldukları mündemictir. Yazı kendi yazısı olup, bir  hâtıra olarak buraya telsîk olundu:

Hz. Üstâd’a:

            Nây-ı Mevlânâ gibi zâr u nizâr oldum yine

            Derd ü firkatle mücessem âh u zâr oldum yine

            Cüst -u- cû-yı mihr-i rûy-ı yâr idüp şeb-tâ-seher

            Mâh-veş ben sâyir-i burc u medâr oldum yine

            Göl göl itdim sînemi zahm-ı firâk-ı yârdan

            Vakt-i sermâda acâyib nev-bahâr oldum yine

            Hecr-i şemsü’l-aşkla mânend-i Mevlânâ-yı Rûm

            Devr idüp gerdûna döndüm bî-karâr oldum yine

            Gül-şen-i ümmîd şimdi gerçi bir vîrânedir

            Ben o gül-şende hezâr-ı nağme-kâr oldum yine

            İstemezdim söylemek sûz u güdâz-ı aşkımı

            Âh bilmem ki neden bî-ihtiyâr oldum yine

            Nerde tâc-ı devletin Bâkî didim âyînede

            Kendimi kendim görünce şerm-sâr oldum yine

                                               Mevlevî bendesi Abdülbâkî

*219*  Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi

Evlâd-ı Mevlânâ’dan Necîb Çelebi merhûmun oğludur. Necîb Çelebi, Yenikapı Mevlevîhânesi türbesinde medfûn ve rahmet-i Hakk’a makrûndur. Veled Çelebi, lugaviyyûndan ve fuzalâ vü urefâ vü şuarâ-yı zamândan bir edîb-i nükte-dândır.

Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi Efendi b. Mustafa Necîb Çelebi b. Abdurrahmân-ı Râbi’ Çelebi b. Muhammed Bahâeddîn Çelebi b. Ahmed Çelebi b. Abdurrahmân-ı Sâlis Çelebi b. Bayram Çelebi b. Abdülhalîm-i Evvel Çelebi b. Abdurrahmân-ı Evvel Çelebi b.  Ebû Bekir Çelebi b. Ferruh Çelebi b.  Hüsrev Çelebi b. Kâdî Paşa Muhammed Çelebi b. Cemâleddîn Çelebi b. Âdil-i Sâlis Çelebi b. Ârif-i Sânî Çelebi b. Âdil-i Ekber Çelebi b. Ulu Ârif Çelebi b. Sultân Veled b. Hz. Mevlânâ (azzema’llâhu zikrahû ve kaddesa’llâhu esrârahum).

Terceme-i hâlleriyle tezyîn-i sahîfe eylemek ârzûsunda bulunarak kendilerinden bi’l-vâsıta ba’zı mertebe ma’lûmât istedim. Aradan zamân geçtiği hâlde ricâmı is’âf buyurmadılar. Sefîne’mize zamânımız ricâlinin terâcim-i ahvâlini de yazmak mecbûriyyeti olduğundan, bu yoldaki mürâcaatımıza karşı âsâr-ı istiğnâ vü terâhî gösterilmesine diyecek sözüm yok; istediğim ne ihsândır, ne de sadakadır. Hem kendine, hem kendime vesîle-i rahmet olacak bir ma’lûmâtı Sefîne’ye dercden ibârettir. Ulu zevât, garaz ve ıvazdan hâlî olarak,   Fülân adam bizi eserine yazmak istemiş, uluvv-i himmetine müteşekkiriz, is’âf mes’ûlüne gayret-kâr olmak insâniyyeten lâzımdır.   nazariyyesiyle şitâbân olmaları iktizâ eylerken, tarîk-ı istiğnâya sâlik olmaları, doğrusu nazar-ı iltifât ile görülmez. Mektûblar yazmak, posta ile alınması mefrûz cevâb-nâmenin zarfına bile tarafımdan pul yapıştırılıp o zâtı masrafa sokmamak ve ale’l-ekser vapur, şümendüfer masrafı ihtiyâr ile mahall-i ikâmetlerine kadar gitmek, zamân zâyî’ eylemek gibi fedâ-kârlığa karşı hüsn-i mukâbele görmeyince mahzûn olmuyorum, der isem yalan söylemiş olurum.

            Söylesem te’sîri yok sussam gönül râzî değil

            Çekdiğim âlâmı bir ben bir de Allâh’ım bilir  

Tezkire-i Fatîn’e zeyl yazmakla meşgûl eâzım-ı üdebâ-yı zamândan İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi dahi aynı derd ile müteessirdir. Ba’zan bu bâbda *220* hasb-i hâl ederiz. Müşârünileyh asabiyyü’l-mizâc olduklarından, ziyâda mütehevvir olurlar;   Eserimde o gibilerin hâlini ahlâfa teşhîr edeceğim.   diyorlar ki, hakları vardır. Zîrâ bizler, ne paralarından, ne eşyâlarından hiçbir şey isteyenlerden değiliz. Allah rızâsı için bir eser yazıyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın o gibilere ihsân buyurduğu meziyyât-ı fâzılayı takdîr ile, onlardan eserlerimizde bahs etmek istiyoruz. Edilecek fedâkârlık suâllerimize doğru cevâb vermekten ibârettir. Yoksa indî olarak yazacağımız bir bahsin sıdka, kizbe ihtimâli olduğundan ahlâfa doğru ma’lûmât ile hizmet etmek isteriz.

            Ehl-i istiğnâya yâ Rab vir biraz insâf sen

Her ne ise sadede rücû’ edelim:

İstediğimiz ma’lûmâtı müşârünileyh, bir gün olur verirse onu derc ederiz. Kendisi hakkındaki ma’lûmât ve istitlââtım şundan ibârettir:

Târîh-i velâdeti 1284*(1867-68) olduğu Remzî Dede’nin Târîhce-i Aktâb’da görülen şu beyitlerinden nümâyândır:

            Bahâeddîn Veled sâhib-fazîlet

            Odur seccâde-pîrâ-yı tarîkat

            Binikiyüz ile seksendörtde dehre

            Gelüp âsârı virdi dehre behre

            Halîm-i evvelin sâbi’ hafîdi

            Kemâlât ehlinin şeyh-i ferîdi

Veled Çelebi’nin ilm ü edebe ziyâde meyli vardır. İyi tahsîl görmüştür. Bir zamân Bâb-ı Âlî’de Matbûât-ı Dâhiliyye Kalemi’ne devâm eylemiş, orada hayli müddet hizmetle mazhar-ı terakkî olmuştur. Bu sıralarda sahâif-i matbûâtta mühim makâleleri görülürdü. Tarîkaten nisbeti Bahâriyye Mevlevî şeyhi Hüseyin Fahreddîn Efendi’yedir. Galata Mevlevîhânesi meşîhati vekâleti uhde-i fâzılânelerine tevcîh edildi. Burada bir müddet bulundular. Sonra 169. sahîfede bahs eylediğim vechle, Galata Mevlevîhânesi şeyhi Muhammed Atâullâh Efendi’nin yerine asâleten geçtiler. (Hâl-i hayâtında yerine âharının ta’yîni Atâullâh Efendi’nin bâis-i teessür ü irtihâli olmuştur.)

Burada Veled Çelebi, Mesnevî-i şerîf okuturlardı. Gider, dinler, müstefîd olurdum. Tâ ki Meşrûtiyyet devri geldi, Konya’daki Çelebi Abdülhâlîm Efendi İstanbul’a geldi. Burada gençliği *221* ve lâubâlîliği netîcesi çelebilikle gayr-i kâbil-i te’lîf ba’zı hâlâtı görülüp, devletçe çelebilikten azl ve İstanbul’da ikâmete me’mûr edilince, Veled Çelebi Konya’da, Âsitâne-i Pîr’de seccâde-nişîn-i meşîhat olmuşlardır.

Yine Remzî Dede’nin âtîdeki manzûmesinden Halîm Çelebi’nin infisâli 1328*(1910), tekrâr meşîhate iâdeten ta’yîni 1337*(1919) senelerinde olduğu Veled Çelebi’nin dokuz sene kadar çelebilik makâmında kaldıkları nümâyândır:

            Halîm-i evvelin sânîsi geldi

            Sene binikiyüz doksan bir idi

           

            Cenâb-ı Vâhid’in mahdûmudur bu

            Makâmda üç sene kaldıkda yâ hû

            Vukû’-ı infisâli bâ-irâde

            Bin üçyüz yinrmi sâli hem sekizde

            Bin üçyüzle otuzyedi olup sâl

            Tebeddül eyledi dünyâda ahvâl

            Yine Abdülhalîm bâ-işâret

            Makâm-ı ceddine geldi nihâyet

Yerlerine ise Üsküdar Mevlevî şeyhi Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’yi getirmişlerdir ki, bahsi geçmiştir.

Veled Çelebi ilm ü irfân ile mümtâz ve beyne’l-üdebâ ser-efrâz olduklarından bu makâma revnak vermişlerdir. Pâdişâh-ı zamân Mehmed Reşâd Hân-ı hâmis merhûmun, Yenikapı Mevlevî şeyhi Osmân Efendi merhûma intisâb-ı kadîmi olmak ve Mevlevî bulunmak hasebiyle Veled Çelebi’nin devre-i meşîhati parlak olarak güzer eyledi; hattâ Konya’dan İstanbul’a da’vet-i pâdişâhî ile geldi. Topkapı Sarayı’nda Mecîdiyye Köşkü’nde pâdişâh nâmına misâfir edildi ve dâimâ huzûr-ı pâdişâhîye kabûl olunur ve hazret-i pâdişâh ile müsâhebât-ı tasavvufiyyede bulunurdu..

Pâdişâhın irtihâlinde Abdülhalîm Çelebi tekrâr Âsitâne-i Pîr’e çelebi olmak ümniyyesiyle müddeiyyâtına devâm ve şiddetle ikdâm ediyordu. İnkilâb-ı saltanatın te’sîrinden bi’l-istifâde muvaffak oldu, Veled Çelebi açıkta kaldı, Abdülhalîm Çelebi yine çelebi oldu.

Veled Çelebi, Âsitâne-i Pîr’de iken imzâsını şöyle atardı:

  ed-Dâî el-Hakîr el-Fakîr İbn-i Hz. Mevlânâ eş-Şeyh Huccetu’llâh Muhammed Bahâeddîn Veled Hâdimü’s-sâdâti’l-Mevleviyye fi’l-âsitâneti’l-kudsiyye

Nitekim, Şeyh Gâlib’in terceme-i hâli sırasında aynen kitabımıza telsîk eylediğim Hak gazatesindeki makâle-i mufassalası zîrindeki imzâ bunun aynıdır. Bu makâleyi okuyanlar Veled Çelebi’nin sâha-i edibeyyâtta ne mühim bir müdekkik-i ârif olduğuna hükm ederler. Cidden takdîr ve iftihâr olunur.

*222* Ahmed Remzî Dede’nin kısm-ı mahsûsunda derc edeceğim makâlesinde, müşârünileyh Veled Çelebi hakkında,   Siyâdet-penâh-ı edebî vü lugavî Veled Çelebi hazretlerinin ma’lûmât-ı mürşidânelerine   ta’bîrini kullanması da, Mevlevîlik âlemindeki mevki’-i ihtirâmına delîldir.

Veled Çelebi, Erenköy’de bir köşke mâliktir. Trenle gelip gittikce, vapurda bulundukça dâimâ nezdinde bir kitâb ile görülür. Mütâlaasız zamânı yoktur. Köşkünde mühim bir kütüb-hânesi vardır. Arabî ve Fârisî edebiyyâtına da vâkıf allâme-i zamândır. Vahdet-i vücûd zevkına mâlik olup, kudemâ-yı sûfiyyenin mesâlikini tedkîk etmiş ve her birinin felsefesi hakkında fikir edinmiş ve Hz. Monlâ-yı Rûm’un uluvv-i kadr ü kemâline hayrân olmuş bir zâttır. Dârü’l-Fünûn’da müderrisliği vardı. Bir aralık hükûmet-i milliyyeye arz-ı hıdmet emeliyle meşgûl olup, intihâbât-ı ahîrede meb’ûs olmuş ve hâlen, ya’nî bu satırları yazdığım sırada (Rûmî 1340 senesi) Ankara’da Meclis-i Umûmî’de îfâ-yı hıdmet etmekte bulunmuştur. İlmî, edebî, tasavvufî makâlaleriyle ara sıra sahâif-i matbûât tezeyyün eder.

Gâyet rengîn eş’ârı vardır. Tarîk-ı feyz-refîk-ı Mevlevî’ye nisbetlerini şu manzûmeleriyle tebyîn buyururlar:

            Bir yerde kim Cenâb-ı Celâl’in evi olur

            Bî-şübhe anda nice velî münzevî olur

            İki cihânda nâil-i âmâl olam diyen

            Bi’llâh-i merd-i âkıl ise Mevelvî olur

            Yâ Rab nedir bu fart-ı tecellî bu nûr-ı feyz

            Bu rütbe hangi mihrin aceb pertevi olur

*223*    Dünyâyı kapladı şeref-i pîr-i dest-gîr

            İnkâr iden bu hâleti dîv-i gavî olur

            Bak Mesnevî’ye var mı nazîri cihânda

            Tanzîr idilse Mushaf eğer Mesnevî olur

            Biz Mevlevîleriz feleği hiçe satmışız

            Her kâr u her muâmelemiz ma’nevî olur

            Ben isr-i pâk-i Hazret-i Monlâ’yı tutmuşum

            İnsân ise Veled pederin pey-revi olur

                                   *   *   *

            Biz sırr-ı aşkı ney’le duyan Mevlevîleriz

            Jeng-i sivâyı mey’le yuyan Mevlevîleriz

            İşrâk ider avâlim-i nâsûtu fikrimiz

            Zîrâ ki Mesnevî okuyan Mevlevîleriz

            Germî-i ülfete ısınup bezm-i yârde

            Halk-ı zamâneden soğuyan Mevlevîleriz

            Ebrû-yı yâr kıble-i ikbâlimiz bizim

            Çünki imâm-ı aşka uyan Mevlevîleriz

            Girmez Veled kulağımıza kîl ü kâl-i halk

            Biz sırr-ı aşkı ney’le duyan Mevlevîleriz

Mehmed Hân-ı hâmis zamânında Harb-i Umûmî’de Filistin cebhesine cihâda giden Mevlevî taburlarının kumandanı idi. O zamân Konya’da çelebilik makâmında idi. Şâm’da hayli zamân ikâmet etmiş ve Câmi’-i Emeviyye’de Mesnevî-i şerîf okutmuş idi.

Medîne-i Münevvere’ye azîmetle Ravza-i ıtır-nâk-ı Seyyidü’l-kevneyn’e rû-mâl olmak saâdetine de ermiş erenlerdendir.

Orta boylu, buğday benizli, kır sakallı ve şiddet-i mütâlaa te’sîriyle gözlüklü, mütenâsibü’l-endâm nûr-ı ulviyyet ü necâbete mâlik, tarîk-ı hakîkate sâlik bir zât-ı kerîmü’s-sıfâttır. (Tavvela’llâhu ömrehû).

ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ

*224* Nu’mân Dede Hazretleri

Şeyh Ahmed Remzî Dede’den bu mevlevîhânenin safahât-ı târîhiyyesine dâir ma’lûmât istemiş idim. Talebim müşârünileyhin tetebbuuna vesîle oldu, bir risâle vücûda getirdiler. Aynen buraya derc ediyorum ki, el-hak bir vesîka-i târîhiyyedir:

1205 senesi Rebîu’l-evvelinin beşinci günü (12 Kasım 1790) Galata Mevlevîhânesi’nin meydân odasında mün’akid Meclis-i Şer’-i Ahmedî’de tanzîm edilen vakfiyye mecellesinde beyân buyurulduğu vechle ol vakt Galata Mevlevîhânesi şeyhi bulunan umdetü’l-meşâhı’l-mevleviyye dürratü’l-ukûdü’l-lü’lüiyye ârif-i esrâr-ı Mesnevî vâsıl-ı maârif-i ma’nevî sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât eş-Şeyh el-Celîl Nu’mân Beyefendi (Sahîfe, 135), ibnü’l-vezîr el-merhûm Yeğen Ali Paşa[41], medîne-i Üsküdar’da Rum Mehmed Paşa Mahallesi’de vâki’, etrâf-ı erbaası Kahveci Halîl Ağa menzili ve horasancı dükkânı ve değirmen ve hallâç ve kürkçü dükkânları ve tarîk-ı âmm ile mahdûd menzilini Mevlevî zâviyesi olarak vakf etmiş ve tevliyyet ve meşîhati evvelâ kendi nefsine, ba’dehû evlâdına ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdına batnen-ba’de-batn sağîr ü kebîr i’tibâr olunmayıp, herhangisi terbiye ve sülûk görüp erkân-ı Mevleviyye’yi icrâya kâdir ve yedinde hilâfet-nâmesi olursa ona ve ba’de’l-inkırâzı’l-evlâd hulefâsına şart kılmış ve hakk-ı âlîlerinde,

            [42]بانئ دركاه مولانا شده - شيخ كامل حضرت نعمان دده 

*225* denilmiştir.

Keçeci-zâde İzzet Molla merhûmun Galata Mevlevîhânesi meşâyıh-ı kirâmını ta’dâd eylediği manzûme-i târîhiyyesindeki,

            Gelüp Bakkâl-zâde Konya’dan erzâk-ı himmetle

            İkiyüzbirde iden câ-nişîni Mîr Nu’mân’ı

            İkiyüzbeşde dergehden olup Nu’mân Beğ ma’zûl

            Erenler yollamışlar nâmdaş şîr-i Yezdân’ı

            Hemân bir günde ma’zûl oldu anı sanma sen züldür

            Ber-â-berdir anın bin sâl sultânlıkla bir ânı

            Virilmiş tekye Abdullâh Efendi nâm bir pîre

            Gelürken anı Kütahiyye’de defn itmiş ıhvânı

           

            Gelüp Gâlib Dede binikiyüzbeş âhiri içre

            O dergâh-ı şerîfe zâtı oldu şârih-i sânî

ebyâtından müstefâd olan Nu'mân Dede hazretlerinin Galata Hânkâhı meşîhati dört sene olup ba’de’l-azl kendi ihyâ-kerdesi Üsküdar Mevlevîhânesi’ne nakl buyurmuşlardır. Sandûka-i merkadlerindeki levha-i târîhiyyede mukayyed oniki sene müddet-i meşîhetinin dördü Galata, sekizi Üsküdar meşîhati müddetleri oldu. İrtihâlinin 1213*(1798-99)’de olmasından müstebân olur. Sicill-i Osmânî’de,   Nu’mân Bey, Yeğen Ali Paşa’nın mahdûmudur. 1201*(1786-87)’de terk-i dünyâ ile Konya’ya çekilip Mevlevî oldu. Ba’dehû Galata Mevelvîhânesi şeyhi olup, 1204*(1789-90)’te infisâl etti. 1208*(1793-94)’de Üsküdar’daki hânesini tekke edip, 1213 Recebinin onaltısında (24 Aralık 1798) fevt oldu.   denilmiş ise de Galata Mevlevîhânesi’nin infisâli, vakfiyyesinin 1205*(1790-91)’te Galata Dergâhı’nın meydân odasında Nu’mân Bey’in orada bi’l-fi’l şeyh bulunduğu zamânda tanzîminin delâlet-i sarîhası ve İzzet Molla’nın manzûmedeki beyânı vechle Galata’dan infisâli 1204*(1789-90)’te olmayıp, (120)5’te olduğu tezâhür etmekte bulunduğu gibi yevm-i irtihâlleri Receb-i şerîfin onaltısında olmayıp, hîn-i intikâlinde inşâd edilen manzûme-i târîhiyyedeki,

            Şeb-i mi’râcda ol mürşid-i kâmil göçücek

            Eyledi cümle mürîdânını nâlân-ı giryân

beyitinin meâl ve muktezâsı tasavvufân u tesâdüfân-ı ma’neviyyeden olarak halef-i eşrefleri Galata şeyhi Gâlib Dede Efendi hazretleriyle maan 1213*(1798) *226* senesi Recebinin leyle-i mi’râc-ı bâhirü’l-ibtihâcında âric-i maâric-i ılliyyîn olmuşlardır (Kaddesa'llâhu eesrârahumâ)

Nu’mân Dede hazretlerinin târîh-i irtihâlî:

            Mürşid-i ehl-i tarîk Hazret-i Nu’mân Beğ kim

            Hüsn-i hulkuna anın olmaya hadd ü pâyân

            Tâlib-i râh-ı visâl-i Hak olan cânlara

            Dest-gîr olup ana olmuş idi râh-ı revân

            Âh bu hânkah-ı mevlevi-hâne içre

            Eylemişdi nice âyîn-i semâ’ ü devrân

            Şeb-i mi’râcda ol mürşid-i kâmil göçicek

            Eyledi cümle mürîdânını nâlân-ı giryân

              İrciî   emri ile cânib-i Hakk’a gitdi

            Eyledi Adn’e kebûter gibi rûhu tayrân

            Sanma bî-cân yatur makbere içre ol şeyh

            Hırkaya çekdi serin dîdeden oldu pinhân

            Dilerim Hak’dan ana rûz-ı cezâ oldukda

            Hazret-i Pîr ile imdâd ide cümle pîrân

            Menzil-i maksad-ı aksâsına yetdi gitdi

            Eyledi anın içün matlabına tayy-i mekân

            Ney ü âh ile didim cevher-i târîh Münîb[43]

            Dünyeden azm-i semâ’ eyledi Şeyh Nu’mân

                 (دنيه دن عزم سماع ايلدى شيخ نعمان)  + (نى – آه)

                                               27 Receb 1213*(4 Ocak 1799)

Üsküdar zurefâsı lisânında deverân eden:

            Üsküdar’da vardır üç Nu’mân adı

            Mevlevî vü Dünyevî vü Uhrevî

beyitinden maksad, Sicill-i Osmânî’nin beyânına göre;   Dünyevî  si, mukâtaât ve iltizâm ile meşgûl olan ve 1208*(1783-94)’de vefât eden Selânikli el-Hâc Nu’mân Bey;   Uhrevî  si, 1211*(1796-97)’de irtihâl eden Seyyid Muhammed Paşa-zâde Nu’mân Bey;   Mevlevî  si ise, ma’lûm olduğu üzere Yeğen Ali Paşa-zâde Nu’mân Dede Bey hazretleridir.

Târîh-i Cevdet’in 6. cildinin 108. sahîfesinde muharrerdir ki:

İttifâkât-ı garîbedendir, ol asrda eyyâm-ı sayfda, Üsküdar’da sâkin üç Nu’mân Bey var idi. Biri Çavuşbaşılık'tan ma’zûlen Edirne’de ve diğeri silah-şörlüğü terk ile Galata şeyhi olup, ba’de’l-azl Üsküdar’da hânesini tekke ederek birkaç sene icrâ-yı âyîn eyledikten sonra orada fevt olup; biri dahi İsmâîl’de vefât eden Selânikli Nu’mân Bey’dir. Ol zamân ba’zı zurefâ mezkûr beyiti söyleyüp, Selânikli Nu’mân Bey’i kasd etmiştir ki, gûyâ riyâen tahsîl-i umûr-ı uhreviyyeye sâî olduğunu izhâr ederdi. Bunların vefâtlarından *227* sonra zurefâdan birisi,

               Üsküdar’da kalmadı dünyâ evi

               Dünyevî ne uhrevî ne Mevlevî

demiştir. 

Muhammed Hüsâmeddîn Dede Efendi

Nu’mân Dede’den sonra câ-nişîn oldu. Üç sene îfâ-yı meşîhatle 1216*(1801-02)’da irtihâl etmiştir. Bu zât, vakfiyyenin bir fıkrasında,   Zâviye-i merkûmenin dâhiliyyesinde vâlidem Emîne Kadın ve sulbî oğlum Muhammed Hüsâmeddîn Efendi sâkinlerinden olup   denilen Hüsâmeddîn Efendi vâkıf ve bânî-i dergâh Nu’mân Dede’nin oğlu mudur, yoksa mesmûât kabîlinden ba’zı zevâtın ifâdesi vechle Nu’mân Dede hazretleri ber-hayât iken mahdûmu vefât ederek Karahisâr Âsitânesi meşâyıhından Alâeddîn Çelebi’nin hemşîre-zâdesi Hüsâmeddîn Efendi midir? Bu cihet meşkûk ise de, merkadlerindeki levha-i târîhiyyede,   Hz. Şeyh Muhammed Hüsâmeddîn Dede Efendi   yazılı olup, çelebiliğe dâir bir işâret olmamasına nazaran Nu’mân Dede-zâde olması ağleb ihtimâldir. Nu’mân Dede hazretlerinin bu Hüsâmeddîn Dede’den sonra evlâd ve hulefâsından kimse kalmamıştır.

Muhammed Sâdık Dede

eş-Şeyh Muhammed Sâdık b. el-Hâc Ömer nâmında bir halîfesi var idiyse de, şeyh-i mükerremleri tarafından ihyâ-kerdeleri Üsküdar Mevlevîhânesi’ne icâre-i vâhide  vakf edildiği ve İzmir’e mülhak Tire kasabasında vâki’ Mahmûdlar Çiftliği’nin tesviye-i umûru zımnında orada bulunduğu 1207*(1792-93) târîhinde irtihâl eylemiştir. Tire’nin Arpacılar karyesi civârında, meşhûr Kaplan Suyu başında ve Kaplan Dede’nin merkadi civârında elyevm kabri mevcûd olup, seng-i mezârının kitâbesi şudur:

  Sâbıkan Galata Mevlevîhânesi’nde Şeyh olan Yeğen Ali Paşa-zâde eş-Şeyh Nu’mân Bey’in halîfesi merhûm ve mağfûr eş-Şeyh Muhammed Sâdık Dede1207 

Ali Dede

Hüsâmeddîn Dede Efendi’nin irtihâlinden sonra da 1216*(1801-02)’da kendilerine meşîhat tevcîh edilen ve bir sene îfâ-yı hıdmetle dergâh-ı bakâya âzim olan eş-Şeyh el-Hâc Ali Dede Efendi’nin terceme-i hâli mechûldür.

İsmâîl Hulûsî Dede

Ali Dede’den sonra iki sene meşîhati vardır. 1219*(1804-05)’da azm-i hânkâh-ı bakâ *228* etmiştir. Erbâb-ı fazl u kemâlden olduğu Surûrî merhûmun şu kıt’a-i târîhiyyesinden müstebân olmaktadır:

            Aceb mi kalsa tehî Üsküdar Hânkâhı

            Yerin tutar yoğiken göçdü bâ-husûs Dede

            Didi kederle Surûrî-i muhlisi târîh

            Çekildi çille-i kabre dönüp Hulûsî Dede

            (چكلدى چلهُ قبره دونوب خلوصى دده) = 1220*(1815)

Türbede medfûndur. Sandûkasında yazılan târîh ile Surûrî’nin târîhi arasında bir sene fark vardır.

eş-Şeyh es-Seyyid el-Hâc Muhammed Emîn Dede

Hulûsî Dede’den sonra sekiz sene post-nişîn olarak 1227*(1812) senesinde irtihâl eylemiştir. Türbede medfûndur.

eş-Şeyh es-Seyyid Abdullâh Necîb Dede

Câ-nişîn-i meşîhat olup, yirmidört sene meşîhatte bulunarak kâm-bîn olmuştur. Mevlevîhânede mahfûz evrâk-ı resmiyyeye nazaran fa’’âl, himmet-kâr bir zâttır. Nu’mân Dede hazretleri tarafından vakf edilen Mahmûdlar Çiftliği, her nasılsa Rumların yed-i gasbına geçtiğinden tahlîsi için hayli uğraşmış, fakat nâil-i emel olamamıştır. Zamân-ı meşîhatinde müşrif-i harâb bulunan dergâh, Sultân Mahmûd-ı Adlî tarafından Müşîr Ahmed Fevzî Paşa’nın delâletiyle ta’mîr edilmiştir ki, Pertev Paşa merhûmun söylediği târîh şudur:

            Şehin-şâh-ı müeyyed Hazret-i Sultân Mahmûd Hân

            Hak itmiş zâtını kutb-ı ser-âmed devr-i imkâna

            Hemîşe pîşesi ihyâ-yı dîn ü devlet ü dünyâ

            Ne câmi’ler ne dergehler ne yerler yapdı şâhâne

            Ez-ân cümle bu zîbâ hânkâhı eyleyüp ma’mûr

            Dil-i âşık gibi çokdan beru olmuşdu vîrâne

           

            Misâl-i sâbit ü seyyârelerdir bunda âşıklar

            Dönerler geh dururlar baş eğüp bir şems-i tâbâna

            O şemsin şevkıdır çün zerre ser-gerdân iden yoksa

            Nigâh u iltifât itmezler ansız çerh-ı gerdâna

            Semâ’ u zevk u şevk oldukca bu dergâh-ı vâlâda

            Safâ-yı her-dem ihsân eyle yâ Rab şâh-ı devrâna

            Müşîr-i hâssı Ahmed Fevzi Paşa oldu me’mûru

            Ne devlet mazhar olmak böyle devlet böyle ihsâna

            Biri cevherden a’lâ diğeri mümtâz ü müstesnâ

            İki târîh yazdım ben de Pertev müstemend-âne

            Yine şâdân kıldı rûh-ı Melânâ’yı Mahmûd Hân

Yapıldı tarh-i zîb-efzâ bu a’lâ mevlevîhâne

(يينه شادان قلدى روح مولانايى محمود خان)

(يبيلدى طرح زيب افزا بو اعلا مولويخانه) = 1250*(1834-35)                     

Şeyh Abdullâh Necîb Dede Efendi’nin târîh-i irtihâli:

            Merkez-i kutb-ı velâyet şeyh Abdullâh kim

            Nûş idüp sahbâ-yı mevti oldu Firdevs’e revân

*229*    Terki terk idüp fenâdan derd-i dâğ-ı aşk ile

            Buldu şimdi Adn-ı a’lâda hayât-ı câvidân

            Gûş idince   irciî   emrin o zât-ı muhterem

            Didi ey va’llâh yâ Hû eyleyüp teslîm-i cân

            Ayn-ı dikkatle nazar kıl ey gönül bu âleme

              Küllü şey’in hâlikün  [44] tahtında dâhildir cihân

            Cüst ü cû eyler iken Sâib iki mısrâ’la

            Mühmelinden rıhlet-i târîhini itdim beyân

            Derd-i Mevlânâ ile gül-zâr-ı dehri terk idüp

Kıldı yâ Hû Mevlevî şeyhi Necîb azm-i cinân

(درد مولانا ايله كلزار دهرى ترك ايدوب

 قيلدى يا هو مولوى شيخى نجيب عزم جنان ) = 1252*(1836-37)

                                                          

es-Seyyid Hâfız Ahmed Ârif Himmetî Dede

Seccâde-nîşîn-i reşâdet olup, otuzdokuz sene meşîhatte bulunmuştur. Zamânında dergâh muhterik olup, ashâb-ı hayrâtın iânâtıyla meydân odası simât-hâne, matbahı müştemil bir dâire-i muhtasara dört hücre ve türbe-i şerîfe üzerine bir ism-i Celâl odası yapılmıştır. Muhibbân-ı hâlisü’l-cinân-ı Mevleviyye’den Âsım Monla Bey merhûmun bu hücre hakkındaki târîhidir:

            Yapıldı feyz-i Mevlânâ ile bu hücre-i vâlâ

            Makâm-ı zikr-i ism-i Zât-ı a’lâdır mürîdâna

            Yâzup târîhini dervîş Âsım eyledi takdîm

            Dil ü aşk ile Allâh di erenler gel bu meydâna

            (دل و عشق ايله الله دى ارنلر كل بو ميدانه) =  1285*1868-69

Ârif Himmetî Dede Efendi vakıf-nâme-i husûsîsinde münderic olduğu üzere, yüzelli cild kadar kütüb-i mütenevvia vakfına himmet ederek hücre-i mezkûrede inşâ eylediği camlı dolaba vaz’ eylemiştir. Dergâh-ı şerîfin muhterik semâ’-hânesi teşebbüsât ü mürâcaât-ı mütevâliyyeye rağmen inşâ olunamamış ve ism-i Celâl hücresi semâ’-hâne ittihâz edilmiştir. Ahmed Ârif Himmetî Dede 1291 senesi Rabîu’l-âhirinde (Mayıs-Haziran 1874) târik-i tekye-gâh-ı fenâ ve âzim-i âsitâne-i bakâ olmuştur.      

eş-Şeyh es-Seyyid Muhammed Hasîb Dede

Himmetî Dede’nin oğludur. Beş sene meşîhati vardır. Âlem-i hestî vü mestîde ser-gerdân olmağla makâmına sezâ-vâr görülmemişti. Bi’l-âhare ta’yîn edilmiştir. 1297*(1880)’de irtihâl edip türbeye defn edildi.

eş-Şeyh el-Hâc Muhammed Zekî Dede

Hat ve Hattâtân mecmûasında mûmâileyh hakkında,   Zekî Dede aslı Bursalı ve Üsküdar Mevlevîhânesi’nin şeyhidir. Birçok nüsah-ı nefîse yazmıştır. Kâmil Paşa’nın kitâb-hâne-dârı ve fetvâ-hânede meşk hocası *230* idi. Kendüye göre mahsûs bir vâdî sâhibidir.   1297*(1880)’de vefât eyledi.   deniliyor. Dergâh-ı şerîfde bir tevhîd-i şerîf kıt’asından başka yazısı yoktur. Zeki Dede’nin irtihâliyle artık temkîn peydâ etmiş olan Hasîb Efendi’ye meşîhât erzânî buyurulmuş ve beş sene kadar hizmette bulunarak 1304*(1886-87)’te irtihâl etmiştir. Şuarâ-yı Mevleviyye’den Üsküdarlı Tal’at Bey vefâtına kıt’a-i âtiye-i târîhiyyeyi yazmıştır:

            Ecel bırakmadı gitdi Nesîb şeyhimizi

            Cenâb-ı hânkeh-i Üsküdar’a hıdmet ide

            Güherle hıdmetine düşdü böyle bir târîh

            Riyâz-ı cenneti me’vâ ide Hasîb Dede

                 (رياض جنتى مأوى ايده حسيب دده) = 1304                         

Halîl Hâlid Dede

Hasîb Dede’nin vefâtında birâderi, mecâzîbden Rûhî Dede’nin oğlu Ârif Efendi’ye meşîhat teveccüh etmiş ise (de), sağîrü’s-sin olduğundan Konyalı Halîl Hâlid Dede Efendi vekîl olarak îfâ-yı meşîhatle nâil-i hüsn-i şöhret olmuştur. İrtihâlinde Şeyh Azmî Efendi-zâde Ahmed Celâleddîn Dede Efendi hazretleri tarafından inşâ buyurulan ve sandûkasında muallak bulunan târîh, merhûmun nasıl bir ârif-i kâmil olduğunu gösteriyor:

            Üsküdar’ın mevlevîhâne vekîl-i ârifi

            İstikâmet ile ma’rûf idi bî-şekk ü nizâ’

            Sâf-dil-i pâkîze dâmen  merd-i takvâ ittisâf

            Sîne-i bî-kînesinde nûr iderdi iltimâ’

            Rind-meşreb hüsn-i sîret sâhibi ehl-i sülûk

            Eylemişdi kendisinde zühd ile aşk ictimâ’

            Aşk-ı Mevlânâ ile pîrâna ser pür-vecd ü hâl

            Şevk ile eylerdi meydân-ı erenlerde semâ’

            İtdi âheng-i kudûm-ı âhiret döne döne

              İrciî   âvâzını neyden idince istimâ’

            Eyledi kat’-ı alâyık mâ-sivâdan bildi kim

            Câ-yı âsâyiş değil dünyâ sudâ’-ender-sudâ’

            Kayd-ı süflîden rehâ-yâb oldu pervâz eyleyüp

            Mürg-ı rûhu âlem-i bâlâya itdi irtifâ’

            Çâr-deh-i ma’sûm ile târîhini itmâm eyledim

            Devrini ikmâl ile Hâlid Dede kıldı vedâ’

            (دورينى اكمال ايله خالد دده قيلدى وداع) = 1320*(1902-03)

*231* Târîh-i dîğer  Üsküdarlı Tal’at Bey’indir:

            Eyledi dergehimizden rıhlet

            Dedemiz mürşidimiz bî-hengâm

            Söyledik cevher ile târihini

            Oldu Hâlid Dede huldiyy-i makâm

            (اولدى خالد دده خلد مقام ) = 1320[45]

Türbede Medfûn Meşâyîh:

 

Esâmî-i Meşâyıh-ı Kirâm

Velâdet

Müddet-i Ömr

Tevcîh-i Meşîhat

Müddet-i Meşîhat

Târîh-i Rıhleti

eş-Şeyh Nu’mân Dede

1101*(1690)

101

1201*(1787)

12 sene

1213*(1798-99)

eş-Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn Dede

 

 

1213

  3 sene

1216*(1801-02)

eş-Şeyh el-Hâc Ali Dede

 

 

1216

  1 sene

1217*(1802-03)

eş-Şeyh İsmâîl Hulûsî Dede

 

 

1217

  2 sene

1219*(1804-05)

eş-Şeyh Muhammed Emîn Dede

 

 

1219

  8 sene

1227*(1812)

eş-Şeyh Abdullâh Necîb Dede

1199*(1785)

53

1227

24 sene

1252*(1836-37)

eş-Şeyh Ahmed Ârif Himmetî Dede

1218*(1803)

75

1252

39 sene

1291*1874)

eş-Şeyh Muhammed Zeki Dede

 

 

1291

  6 sene

1297*(1880)

eş-Şeyh Muhammed Hasîb Dede

1252*(1836)

52

1299

  5 sene

1304*(1886-87)

eş-Şeyh el-Vekîl Halîl Hâlid Dede

 

 

1304

16 sene

1320*(1902-03)

 

Üsküdar meşâyıh-ı Mevleviyye’sinden mâ-adâ türbe-i şerîfede medfûn bulunan zevât-ı sâire:

(Abdulkâdir Dede Efendi)

Beşiktaş Mevlevîhânesi saraya kalb edildiğinde ora meşâyıhından Abdülkâdir Dede Efendi, Ahmed Ârif Himmetî Dede’nin şeyhi olmak dolayısıyla na’ş-ı şerîfi Üsküdar’a nakl ile türbe-i şerîfeye defn edilmiştir.

Târîh-i irtihâli:

*232*    Şeyh Abdulkâdir ibn-i Pîr-i pâk-i Ermenâk

            Azm idüp dâr-ı sürûra itdi terk-i gam-gede

            Post-ı dergâh-ı Beşiktaş otuzüç yıl tamâm

            Cilve-gâh itmişdi Mevlânâ bu âlî-mesnede

            Misli yok bir ehl-i takvâ ârif-i bi’llâh idi

            Her revişde iktizâ eylerdi isr-i Ahmed’e

            Nâd-i irci’dan idince tekye-i Adn’i makâm

            Kıldı cümle bî-nevâ uşşâkını mâtem-zede

            Rûh-ı pâki eylesün meydân-ı vuslatda semâ’

            Aşk ile döndükce ârifler bu fânî tekyede

            Şeyh Kadrî göçdü târîh oldu fevt içün tamâm

            Olsa da şâyeste-i tahrîr seng-i merkade

            Sarf-ı makdûr itdim ey Safvet bu târîhe dahi

            Göçdü hayfâ kadr-dân bir pîr idi Kadrî Dede

            (گوچدى حيفا قدر دان بر پير ايدى قدرى دده)

İrtihâli: 15 Zi’l-ka’de 1267*(11 Eylül 1851) Çarşamba

Üsküdar’a nakli: 24 Zi’l-ka’de 1284*(19 Mart 1868) Çarşamba

Nâmı şimdi Bahâriye olan Beşiktaş Dergâhı’nın yevm-i mukâbelesi Çarşamba'dır. Tarîkat-ı celîle-i Celâliyye’nin cilve-i ma’neviyyesindendir ki, meşâyıh u dirvîşân-ı Mevlevî’ye mensûb oldukları dergâh-ı şerîfin mukâbele günleri irtihâl etmeleri kesîrü’l-vukû’dur.

el-Hâc Ahmed Vesîm Paşa

Sandûkası mermerden ma’mûl ve şu ibâre mahkûktur:

  Kudemâ-yı vükelâ-yı  devlet-i aliyyeden Şeyhu’l-vüzerâ kapudân-ı deryâ hulefâ-yı Mevleviyye’den Hâcı Ahmed Vesîm Dede Paşa’nın kabridir

Velâdeti: 1240*(1824-25)

Vefâtı: 1328*(1910)

İbrâhîm Fasîh Dede

Bursa Mevlevî şeyhi Şemseddîn Dede Efendi’nin mahdûmu es-Seyyid İbrâhîm Fasîh Dede Efendi de türbede medfûndur.

Tevellüdü: 28 Şa’bân 1313*(12 Şubat 1896).

İrtihâli: 6 Zi’l-hicce 1335*(23 Eylül 1917).

Muhammed Şemseddîn Efendi

Kayseri Mevlevî şeyhi Süleymân Atâullâh Dede Efendi merhûmun mahdûmu Muhammed Şemseddîn Efendi, Zekî Dede merhûmun kabrinde medfûndur. Şeyh Ahmed Remzî Dede’nin birâderidir. Şuarâdan olup, terceme-i hâli Mahfel Risâlesi’inde neşr olunmuştur. (Kaddesa’llâh esrârahum)

*233* Türbe-i Şerîfe Hâricinde Matbah ve Simât-hâne Pencereleri Pîş-gâhında Medfûn Bulunanlardan:

Ney-zen Azîz Dede

            Mevlevî dergehleri ser-neyzeni iken dirîğ

            Âlem-i lâhûta pervâz itdi bu cân-ı azîz

            Her dem eylerdi dil-i yârâna taksîm-i safâ

            Bişnev ez-ney ders-i pür-feyzinden olmuşdu mecîz

            Firkatiyle şerha şerha oldu şimdi sîneler

            Çeşm-i cân-ı ehl-i ma’nâ hasretiyle eşk-rîz

            Menzili ola tarab-gâh-ı makâm-ı sermedî

            Kimseye câ-yı firâr olmuş mu çerh-ı pür-sitîz

            Kemterîn-i Mevlevî İsmet didi târîhini

            Göçdü yâ Hû aşk-ı Mevlânâ ile Dervîş Azîz

            (گوچدى يا هو عشق مولانا ايله درويش عزيز)

                                               29 Zi’l-ka'de 1323*(25 Ocak 1906)

Ârif Dede

230. sahîfede yazdığım Hâlid Dede’den sonra meşîhate asâleten Ârif Dede ta’yîn olunmuş ve altı sene kadar post-nişîn olmuş ise de, maa'l-esef tahsîl ve terbiyesi noksân ve mübtelâ-yı sû-i akrân olmağla Abdülhalîm Çelebi Efendi tarafından meşîhati 1326 senesinde ref’ edilerek yerine Azmî Efendi-zâde Şeyh Ahmed Celâleddîn Dede Efendi ta’yîn olunmuştur.

Ferruh Çelebi Efendi

Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’nin terceme-i hâli âtîde müstakillen derc olunacaktır. Ondan sonra Üsküdar Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olunan zât-ı âlî-kadr olup, pederi Karahisâr Mevlevîhânesi şeyhi el-Hâc Kemâleddîn Çelebi Efendi’dir. Ferah Çelebi, evvelce Kütahya Dergâh-ı şerîfi meşîhati vekâletinde bulunuyordu.

Peder-i âlîleri zamânında âsitâne-i Hz. Sultân-ı Dîvânî (Kuddise sırruhu'n-nûrânî) matbah-ı feyz-âşiyânesinde dâhil-i idâd-ı nev-niyâzân ve ikmâl-i çille-i merdân ederek seyr ü sülûk görmüş ve Mesnevî-i şerîf ve Dîvân-ı Kebîr ve ehâdîs-i şerîfe mütâlaasıyla dem-güzâr olmuş dervîş-nihâd, âzâde-ser bir zât-ı salâh-mu’tâddır. Zamân-ı meşîhati Harb-i Umûmî hengâmesine müsâdif olmağla, Üsküdar Mevlevîhânesi birkaç def’a askerî işgâl altına alınarak gayr-i kâbil-i iskân bir hâle gelmişti. 1338*(1919-20)’de Karaman’da kâin hazret-i mâder (kuddise sırruhâ), dergâh-ı âlîsine tahvîl, meşîhati icrâ *234* edilmiş ise de, iki sene sonra terk-i meşîhatle memleketinde gûşe-güzîn-i inzivâ olmuştur.

Tab’ı mahviyyete meyyâl olup, meşâyıh-ı rusûmun meclislerinden ve dergâh cem’iyyetlerinden hâl-i tehâşîde idi. Kalben uyanıklardan olduğuna hüsn-i şehâdet eden ba’zı zevât-ı kirâmdan senâlarını işittim.

*237* Ahmed Celâleddîn Efendi (ve) Hüseyin Azmî Dede

Galata Mevlevîhânesi meşâyıhı arasında isimleri geçti. Bu zât-ı muhterem, Gelibolu Mevlevî şeyhi Hüseyin Azmî Dede Efendi’nin mahdûmudur. 1270*(1854) târîhinde Gelibolu’da tennûre-pûş-ı vücûd olmuştur ki, peder-i mükerremi Hüseyin Azmî Dede Efendi bi’l-âhare Mısır Mevlevîhânesi’ne şeyh olup, birçok âsâr-ı Türkî ile orada vedâ’-ı semâ’-hâne-i fenâ kılmıştır. Onun pederi Şeyh Ali İzzet, onun pederi Şeyh Mustafâ el-Mevlevî’dir. Mısır Mevlevîhânesi meşîhatine Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’nin büyük birâderi Muhammed Şemseddîn Efendi post-nişîn olmuştur. Harb-i Umûmî esnâsında irtihâl etti. Yerine mahdûmu Mustafâ Dede Efendi şeyh oldu.

Ahmed Celâleddîn Dede Efendi, Gelibolu’da ibtidâî tahsîlinde bulunarak pederlerine arz-ı nisbet eylemiştir. Pederlerinin Mısır’a azîmetinde berâberinde bulunup, ulûm-ı âliye vü êliyeyi orada elde etmiş, fuzalâ vü hükemâ-yı İslâmiyye arasında mevki’ sâhibi olmuştur.

Elsine-i selêsede inşâd-ı nazma kâdir bir şâir-i mâhirdir. Kavâid-i Arabiyyeye vukûf-ı tâmmı vardır. Hâfızasında birçok ehâdîs ve âsâr ve ale’l-husûs Mevlevî güftârı olup, meclis-i sohbetlerinde îcâb-ı hâle göre bahs etmek mu’tâdlarıdır. Ricâl-i Mevleviyye menâkıbına ve terâcim-i ahvâline hakkıyla vâkıf bir zâttır.

İ’lân-ı Meşrûtiyyet sırasında Üsküdar Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn buyuruldular ve üç buçuk sene icrâ-yı meşîhat ederek, 1328*(1910) senesinde Galata Mevlevîhânesi meşîhati uhde-i ârifânelerine tevcîh olundu. Gerek Üsküdar’da, gerek Galata’da Veled Çelebi’ye halef olmuşlardır.

Galata Mevlevîhânesi’ne ta’yîninde Yenikapı Mevlevî şeyhi Abdülbâkî Efendi tarafından söylenen târîhdir:

            Galata Dergehi’ne şeyh olup Ahmed Dede’miz

            Oldu ihvâh-ı safâ nâil-i aksâ-yı merâm

              Şeyh-i bâbü’l-fukarâ  dır ana târîh-i tâm

            (شيخ باب الفقراء) = 1328

1298*(1881)’de Âsitâne-i Hz. Pîr’i ziyâret ettiği gibi, 1342*(1924) senesi îyd-i adhâsında İstanbul meşâyıh-ı Mevleviyye’siyle Ka’betü’l-uşşâkı ziyâret etmiştir. Esnâ-yı râhdaki sünûhât-ı âşıkânelerinden:

*238*   Habbezâ bir nesîm-i feyz-âver

            Dile oldu vezân-ı vakt-i seher

            Ne nesîm-i seher misâl-i abîr

            Eyledi cân meşâmmını ta’tîr

            Mest olup bû-yı cân-fezâsından

            Kûy-ı cânânımın hevâsından

            O hevâ ile çün olup cûşân

            İtdi tennûr-ı dil hemân feverân

            Vech geldi gönül sabâsından

            Bî-karâr oldu cân safâsından

            Yemm-i vecd ü garâm itdi hurûş

            Kalmadı bende hiç fikret-i hûş

            Aklımı aldı şevk-ı Mevlânâ

            Beni Konya’ya sevk itdi o hevâ

            Konya şehri ki kûy-ı cânândır

            Nüzhet-i kalb ü füshat-i cândır

            Mübtelâ-yı firâk olan uşşâk

            Zehr-i hecre arar durur tiryâk

            Ana tiryâk vasl-ı dil-berdir

            Kûy-ı cânâna aşk reh-berdir

            Ravza-i pâkini ziyâret içün

            Şedd-i rahl eyleyüp seyâhat içün

            Bundan evvel ziyâret itmiş idim

            Sene doksansekizde gitmiş idim

            Dilerim ki be-avn-i Rabb-i Mücîb

            Bu ikinci ziyâret ola nasîb

            Âsitân-ı cenâb-ı pîrimize

            Dû-cihân içre dest-gîrimize

            Pâk niyyetle Konya’ya giderek

            Varayım kûy-ı yâra âh iderek

            Süreyim hâk-pâyine yüzümü

            Açsun ol tûtiyâ benim gözümü

            Hâkidir tûtiyâ-yı çeşm-i alîl

            Nutk-ı cân-bahşıdır şifâ-yı alîl

            Mesnevî’si ki mağz-ı Kur’ân’dır

            Kâşif-i remz ü sırr-ı Furkân’dır

            Benden esrâr-ı   bişnev  i gûş it

            Anlayup sem’-i câna menkûş it

            Aşk-ı Mevlâ’ya türbet-i Mollâ

            Oldu hum-hâne-i şarâb-ı safâ

            O şarâb-ı safâyı nûş eyle

            Sonra deryâ gibi hurûş eyle

            Kılma bülbül gibi dilin sürûd

            Eyle pervâne-vâr mahv-ı vücûd

                                   *   *   *

            Şâh-ı iklîm-i bakâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

            Mazhar-ı feyz-i alâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

            Nüsha-i kübrâ-yı Zâtı hem şurûh-ı Mesnevî

            Kâşif-i sırr u hafâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

            Âsumân-ı ma’rifetde şems-i tâbân şübhesiz

            Nâşir-i feyz-i Hudâ’dır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

            Öyle bir imdâd-res pîr-i şefîk-ı rahm-kâr

            Dest-gîr-i bî-nevâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

            Âsitânından ayırma gönlünü bir dem Celâl

            Gerçi zâhirde cüdâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm

*239* Ahmed Celâleddîn Dede Efendi ağır tabîatlı, sâhib-i vakâr bir şeyh-i kerâmet-âsârdır. Mesnevî-i şerîfi hakâyıkıyla ve dakâyıkıyla tedrîse muktedirdir. Üsküdar’daki mevlevîhâne civârındaki hânelerinde beytûtet ederler. Zamânımızda mâ-bihi’l-iftihâr hükemâ ve urefâ-yı meşâyıhdandır. Şöhretten müctenib ve inzivâya râgıbdır.

Uzuna karîb boylu, kumraldan beyâza dönmüş kısa sakallı, melîhu’l-vech bir zât olup, sikke-i şerîfeyi kaşlarının üstüne kadar indirmek mu’tâdlarıdır.

Remzî Dede, Üsküdar Mevlevîhânesi nâmıyla cem’ ve telfîk eylediği bir risâlede müşârünileyh hakkında şu sözleri söylüyor:

  Peder-i bozorg-vârîlerinin meşîhati Mısır Hânkâhı’na tâhvîl eylediğinden, ulemâ-yı Kâhire’den tahsîl-i kemâlât-ı ilmiyye vü ma’neviyye etmiş, mahfûzâtı kesîr, ma’lûmâtı vefîr, ale’l-husûs menâkıb-ı ricâl-i Mevleviyye’ye bi-hakkın vâkıf edebiyyât-ı Arabiyye vü Fârisiyyede yed-i tûlâ sâhibi, mecma’-ı maârif-i tasavvufta yektâ, elsine-i selâsede şi’r ü inşâsı bî-hemtâ, fâzıl-ı mütebahhir bir merd-i dânâdır. 1328*(1910)’de Üsküdar Zâviyesi’nden Galata Âsitânesi’ne terfî’ ve i’lâ buyurulup, elyevm o hânkâh-ı âlîde câ-nişîn, şârih-i Mesnevî, çeşme-sâz-ı feyz-i Mevlevî bir şeyh-i celîli’l-kadrimizdir. Metteana’llâhu bi-fuyûzâtihî ve bi-tûli hayâtihî

            Dehre gelmekden ne sûret ne heyûlâdır garaz

            Sûret-i mümkinde vâcibden tecellâdır garaz

            Zâhirin bir bâtını her sûretin ma’nâsı var

            Sûret-i elfâzdan bî-şübhe ma’nâdır garaz

            Kûy-ı yârı cennet ü hûra değişmez ârifân

            Âdem-i ma’nâne  havvâ(dır) ne havrâdır garaz

            Âlem ü âdem merâyâdır zuhûr-ı zâtına

            Vech-i yârı ol mezâhirden temâşâdır garaz

            Dîn ü mezheb maksad u matlab Hudâ’dır âşıka

            Tâlib-i Hakk’a ne dünyâdır ne ukbâdır garaz

            Zâkirin varsa murâdı zikrden mezkûrdur

            Ârif-i bi’llâha esmâdan müsemmâdır garaz

            Ma’rifet tahsîlidir Hakk’a hakîkatde Celâl

            Hilkat-i insândan ancak bu ma’nâdır garaz

*240* Şeyh Seyyid Ahmed Remzî Dede (ve) Şeyh Süleymân Türâbî

Kayseri'de 1289*(1872) senesinde, mevlevîhânede tennûre-pûş-ı vücûd olmuştur. Pederi Kayseri Mevlevî şeyhi Süleymân Atâullâh Efendi'dir, onun pederi es-Seyyid Ahmed er-Remzî el-Mevlevî b. es-Seyyid Süleymân Türâbî el-Mevlevî'dir ki, Konya'da âsitâne-i Pîr'de seccâre-nişîn merhûm Saîd Hemdem Çelebi'nin şeyhidir. Onun pederi ismi ma'lûm değildir. Ancak Konyalı olup sülâle-i tâhire-i  Hz. Mevlânâ (kuddise sırruhu'l-a'lâ)'dan oldukları söylenmekte ve seyyid ünvânını nakş-ı hâtemlerinde  muhâfaza etmekte iseler de kendisince isbât-ı neseb husûsunda ihticâca sâlih bir vesîka bulunmadığı için kendi imzâ ve nakş-ı hâteminde ism ü mahlasıyla iktifâ edip öyle bir şeref-i ma'nevîleri var ise yazmamakla zâyi' olmaz fikrinde bulunur.

Vâlidesi cihetinden silsileleri an'anesiyle Şeyh İbrâhîm-i Tennûrî hazretlerine müntehî olan ve Kayseri'nin Gurm-zâde (?) denilen âilesindendir. Süleymân Türâbî hazretleri Kayseri'de Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî hazretlerinin türbe-i şerîfesinde medfûndur.

Târîhi:

            Çıkdı bir târîh-i mu'cem Hayretâ dilden hemân

            Kutb-ı devrân Şeyh Süleymân eyledi azm-i cinân

            (قطب دوران شيخ سليمان ايلدى عزم جنان)

beyitinin delâleti vechiyle 1251*(1835)'dir.

Ahmed Remzî Efendi'nin tahsîli Kayseri'dedir. İbtidâî ve Rüşdî mekteblerinde okuduktan sonra, pederinden ve eniştesi Göncü-zâde Nûh Necâtî ve onun mahdûmu elyevm Kayseri müftüsü Ahmed Remzî Efendi ile mürîd-zâde Hoca Ali Efendi'dendir. Fevka'l-âde zekî ve müstaid olduğundan henüz genç yaşında Arabî, Fârisî lisânlarında sâhib-i ihtisâs olarak beyne'l-akrân bir mevki'-i mümtâz işgâl eylemişlerdir.

1310*(1892-93) târîhinde İstanbul'a gelerek bir sene kadar Dîvân-ı Muhâsebât'a devâm etmiş ise de tavzîf olunmadığından memleketine avdet etmiştir.

              Gördük İstanbul'u da ba'z-ı havâlîsini de

             Bâb-ı Âlî'sini de Ankara vâlîsini de 

diye, o zamân terâne-senc olduklarını Mevlevî Tâhir Bey nakl eylediler.

*241* Pederlerinden sikke-pûş-ı tarîkat olmuşlarsa da Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Ebu'l-burhân Celâleddîn Dede merhûmdan semâ' çıkardıklarından âdât-ı Mevlevî'den olarak müşârünileyh tarafından da sikkesi tekbîrlenmiştir.

Kayseri'ye avdetlerinde Muhâtaba sâhibi urefâ-yı şuarâ-yı Mevleviyye'den Muhammed Nâzım Paşa mutasarrıf olarak bulunuyordu. Remzî Dede'yi Kayseri Mekteb-i İ'dâdîsi Ahlâk ve Ulûm-ı Dîniyye muallimliğine ta'yîne vâsıta olmuştur. Kayseri'de mevcûd talebe-i ulûmdan ba'zılarına da Mevlevîhâne'de sabâhları kavâid, Pend-i AttârGülistânBostânArûz-ı Câmî ve Mesnevî-i şerîf tâlîm ve takrîriyle meşgûl oldular. İ'lân-ı Meşrûtiyyet'i müteâkib me'zûniyyetle berây-ı ziyâret Konya'ya geldiklerinden Çelebi Efendi,   Zuhûrâta tâbi' olarak burada kalınız.   diye emretmekle , Kayseri'deki vazîfe-i me'mûriyyetini terk ile bir sene kadar Âsitâne-i Hz. Mevlânâ  (kuddise sırruhu'l-a'lâ )'da müterakkıb-ı füyûzât u zuhûrât olarak kaldıktan sonra Kütahya'da kâin Argûniyye Mevlevîhânesi meşîhati vekâletine ta'yîn buyuruldu.

Orada bulunduğu dokuz mâh zarfında yine tedrîs ve Ramazân-ı şerîfde ba'de'l-asr Mesnevî-i şerîf takrîriyle evkât-güzâr oldular. Kemâlâtı günden güne şöhret buldukta Mevlevîler arasında bir mevki'-i mümtâz işgâline başladılar. Kastamonu Mevlevîhânesi'ne sûret-i ta'yîni Mesnevî-hân-ı şehîr hâce-i irfânım Es'ad Dede Efendi merhûm hakkında yazdığım terceme-i hâl ve menâkıb-ı âli'l-âle makâm-ı ta'rîzde fakîre hitâben yazdıkları mektûb-ı mufassalda bi'l-münâsebe şöyle beyân buyuruyorlar:

  Kütahya'da Argûniyye Mevlevîhânesi meşîhati vekâletinde iken Der-saâdet'te bulunan reşâdet-penâh Abdülhalîm Çelebi Efendi tarafından vukû' bulan da'vet üzerine İstanbul'a gelerek Kastamonu Mevlevîhânesi meşîhatine ta'yîn buyuruldum.   Remzî Dede hâdimü'l-fukarâ   (رمزى دده خادم الفقرا) tâm 1326*(1908) senesini müş'irdir[46] ki, emr-i ta'yîn *142* bu zamâna müsâdifdir. Kastamonu Mevlevîhânesi'nin selefden nakden kalan borcunu tesviyeye ve mevlevîhâneyi ta'mîr ve ihyâya muvaffak olduğu gibi, Çelebilik makâmından şeref-vârid bir emir üzerine Haleb Mevlevîhânesi'nin tahkîkâtına giderek o hizmeti ba'de'l-îfâ o havâlî mevlevîhânelerinin tahkîk-i ahvâli emrolunur.

Bir münâsebetle Haleb, Ayntâb, Urfa Kilisi, Hama, Humus, Şâm-ı Trablus, Lazkiye, Kudus cihetlerinde icrâ-yı seyâhet ve makâmât-ı mübârekeyi ziyâret ve ba'z-ı ricâl-i kümmelîn ile de mülâkât ve sohbet ederek altı ay sonra makâm-ı meşîhati olan Kastamonu'ya avdet eder. Bi'l-âhare Haleb Âsitânesi meşîhatine,   eş-Şeyh Ahmed Remzî e-Halebî   (الشيخ احمد رمزى الحلبى) cümlesinin delâlet ettiği 1332*(1914) senesinde ta'yîn olunmasıyla orasını dahi ez-ser-i nev ihyâya ve Mevlevîliğin o havâlîde indirâsa yüz tutan şân u şerefini i'lâya nâil oldular. Haleb'e vürûdlarından kırkbeş gün sonra peder-i âlîleri âzim-i sema'-hâne-i ılliyyîn olarak Kayseri'de Seyyid Burhâneddîn-i Tirmizî hazretlerinin türbe-i şerîfesi harîmine vasiyeti mûcibince defn olundular.

Harb-i Umûmî esnâsında İstanbul'dan Filistin cebhesine hareket eden mücâhidîn-i Mevleviyye meyânında ser-halka-i sınıf-ı mümtâz olarak bulunup Şam'a ve Medîne-i Münevvere'ye kadar âzim oldular. Südde-i seniyye-i Hz. Risâlet-penâhî'ye rû-mâl olmak şerefine de mazhar oldular. O sırada yazdıkları na't-ı şerîf:

            Aşk-ı ser-gerdân u âşık eyleyen dîdârına

            Hüsnü de hayrân u meftûn eylemiş ruhsârına

            Târ u mâr olmuş muhabbet zülfünün dil-bestesi

            Vecd ü şevk üftâdedir bâb-ı şefâat-bârına

            Lâ-yezâlî şâd-mânî câvidânî neş'eler

            Câ-be-câ tefrîş idilmiş hâk-i arş-âsârına

            Hurda bir kandîlidir tûr-ı tecellî-i kelîm

            Dest-i hayret bir dehen Mûsâ-i cân envârına

            Kubbe-i ulyâsının maksûresi arş-ı azim

            Sidredir her gûşesi Cibrîl hıdmet-kârına

           

            Mâ'ni-i Kur'ân tecessüm eylemiş olmuş herem

            Hazret-i Hakk'ın habîbi Ahmed-i Muhtâr'ına

            Cân atup gelmiş cinândan Bu'l-beşer bin şevk ile

            Eylemiş evlâdını âmâde cân îsârına

*243*   Ben neler gördüm der-i feyzinde Remzî akl-sûz

            Sığmıyor kudsiyyeti şâirlerin eş'ârına

Şam'da birkaç sene kalarak  Câmi'-i Emeviyye'de minâre-i beyzâ kapısı kurbunda Mesnevî-i şerîf okutup, Arapça takrîr etmesi yüzünden ulemâ vü urefâ-yı mahalliyyenin fevka'l-âde nazar-ı istihsânını celb ile ulviyyet-i celîle-i Hz. Mevlânâ'yı herkesin kalbinde isitikrâra muvaffak olduklarını Tâhirü'l-Mevlevî Bey nakl eylediler.

Haleb'in istîlâsında orayı terke ve İstanbul'a avdete mecbûr olmuşlardı. Bu sırada Üsküdâr Mevlevî şeyhi Ferruh Çelebi, Karaman Mevlevîhânesi'ne nakl ve Ahmed Remzî Dede dahi Üsküdâr Mevlevîhânesi meşîhatine ta'yîn olundular.

Tâhirü'l-Mevlevî kardeşimiz şu târîh-i ra'nâyı söylemiştir:

            Üsküdâr'ın Mevlevî Dergâhı aldı feyz-i nev

            Çünki oldu hâdim-i irşâdı bir zî-iktidâr

            Çıkdı bir gül-bâng ile târîhi nâ-yı sîneden

            Remzi-i sâhib-kemâlât oldu şeyh-i Üsküdâr

            (رمزى صاحب كمالات اولدى شيخ اسكدار) = 1338*(1919-20)

Emîn Hâkî-i Mevlevî'nin:

بارك الله زهى دولت بى ,ايانست

كرم وهمت ملاى جلالى شانست

شيخ ما حضرت رمزى كه بدين عصر و محيط

قطب اقطاب ولا عمده ً درويشانست

هر كه ممنون شده اخوان بگو تاريخش

بعد ازين جنت ما زاويهء نعمانست[47]       1338*(1920)

Burası, hucurât, oturulmayacak derecede harâb ve semâ'hâne ve türbe ise âlûde-i gubâr u türâb idi. Ahmed Remzî Dede'nin her gittiği yeri i'mâr etmek hâssa-i nâfi'ası îcâbından olarak evvel-i emirde semâ'hâne ve türbeyi ters^ın ve tahkîm ve ta'mîr ve termîm etmiş ve hucurâtı mehmâ-emken temizletmiş idi. Senelerden beri muattal kalan semâ'hânede onbeş günde bir  Cumartesi günleri icrâ-yı âyîn-i tarîkata başlanıldı. Yenikapı Mevlevîhânesi post-nişîni Abdülbâkî Dede Efendi bu târîh-i latîfi söylemişlerdir ki, Suûdu'l-Mevlevî Beyefendi kardeşimiz i'tinâ ile yazmış, Medresetü'l-Hattâtîn'de tezhîb ve teclîd ile dergâhta mevki'-i hürmete asılmıştır.

                                    

*244*   Şeh-i aktâb Mevlânâ idüp himmet bu devrâna

            Füyûz-ı şems ile sahn-ı edeb döndü gülistâna

            Zemîn ü âsumân kim cezbe-i aşkıyla döndükce

            Açıldı bâr-gâh-ı Mevlevî her ehl-i îmâna

            Kadîmen Üsküdar’da Hazret-i Nu’mân-ı dil-âgâh

            Binâ itmişdi dergeh nâm-ı pâk-i pîr-i zî-şâna

            Zamân geçmekle ammâ ki harâba müşrif olmuşdu

            Nasîb oldu yine ta’mîri ba’z-ı ehl-i irfâna

            Hudâ-yı zü’l-atâ ecr-i mesâif eylesün ihsân

            Bu yolda nakd ü cân îsâr iden merdân-ı meydâna

            Husâsan Hazret-i Remzî Dede ol şeyh-i âlî-câh

            Kemâl-i himmetiyle nâil oldu feyz-i pîrâna

            Bu dergâh-ı şerîf-i Mevlevî kim oldu âbâdân

            Semâ' itse becâdır mihr-i âlem müstemendâna

            Nevâ-yı nây-ı Mevlânâ'dır anda sûr-ı İsrâfîl

            Virir nûr-ı hayâtı mürdegân-ı ye’s ü hicrâna

            Görüp itmâmını Bâkî semâ’ itdim didim târîh

            Salâ yâ Hû güşâd oldu yine bu mevlevîhâne

            (صلا يا هو كشاد اولدى ينه بو مولويخانه)  1340*(1921-22)

O zamân muharrir-i fakîr de manzûme-i âtiyeyi yazmış, bir eser-i hürmet olarak müşârünileyh Remzî Dede’ye takdîm eylemiştim:

            Muazzam mürşid-i âlî Celâleddîn-i Mevlânâ

            Ziyâ-pâş-ı hakîkatdir kulûb-ı ehl-i îmâna

            Tarîk-ı feyz-i hakda reh-nümâ-yı âlem-i esrâr

            Hakâyık âsumânında misâldir şems-i devrâna

            Tarîkında yetişmişdir eâzım feyz-i lafzıyla

            Husûsan Şeyh Ahmed Remzi pür-şân geldi meydâna

           

            Bu zât-ı muhterem ki ârif-i ilm-i hakîkatdir

            Mükerremdir mübecceldir vücûdu fer virir câna

            Feyiz-bahşındadır hiç şübhe itme ol kerîmü’t-tab’

            Füyûz-ı şems-i Mevlânâ’yı bezl eyler semîmâne(?)

            Ana Kur’ân-ı nâtık dinse lâyık cân-ı uşşâkdır

            Rumûz-ı Mesnevî’den bahs ider te’sîr kılar câna

            Edîb ü kâni’ ü  hoş-sohbet ü ehl-i muhabbetdir

            Tarîk-ı Mevlevî’de bâis-i fahr oldu bir dâne

           

            Virir ders-i maârif tâlibe ilm-i tarîkatden

            Vücûd-ı mekremet-efzûdu zînet virdi devrâna

            Gül-i gül-zâr-ı Mevlânâ kitâb-ı nâtık-ı Hak’dır

            Anın her hâl ü kârı reh-nümâ erbâb-ı îkâna

            Safâ-yı câna mazhar olmak istersen azîzim gel

            Tabîb-i hâzık-ı ma’nâya koş sen olma bîgâne

            Marîz-i derd-i aşka virmede dârû-yı vuslatdan

            Dahîl-i bâb-ı ikrâmı olan tullâb-ı irfâna

            Harîm-i feyzine dâhil olanlar hâline hayrân

            Hayât-ı tâze geldi cân u dilden cümle ihvâna

            Vücûdu zînet-efzâ olmasıyla Üsküdar halkı

            Kemâl-i minnet arz eyler o şeyh-i sâhib- iz’âna

            Harâb âsârı i’mâr eylemekdir hasleti cânâ

            Nice eyyâm kapanmış kalmış idi mevlevîhâne

            Bunu i’mâra sarf-i fikr idüp ol şeyh-i pür-himmet

            Kemâl-i hüsn-i niyyetden irişdi avn-i Rahmân’a

            Hudâ-yı müsteân ihsân buyurdu yümn ü tevfîkı

            Uluvv-i gayretiyle işbu dergeh döndü umrâna

            Binüçyüzkırkda ta’mîr eyledi ol ârif-i bi’llâh

            Gönül i’mârına mi’mâr-ı Hak’dır cümle yârâna

*245*   Münâdîler nidâ kıldı derûn-ı hâne-i dilde

            Güşâde oldu erbâb-ı kulûba mevlevîhâne

            Umûm erbâb-ı aşk medyûn-ı şükrân oldu bî-şübhe

            Cenâb-ı Remzi-i rûşen-zamîr yektâ-yı devrâna

            Onun vasfında dindi andelîb-i bâğ-ı Mevlânâ

            Rumûz-ı Hazret-i Monlâ’ya vâkıf  şeyh-i zî-şâna

            Hulâsa her ne dinse şân-ı âlîsinde lâyıkdır

            Bu yolda arz-ı hissiyyât ider ol şeyh-i ekvâna

            Muhibb-i hâlisı Vassâf-ı kem-ter aşk u şevkından

            Olunur ehl-i aşka cân u dilden oldu pervâne

Bir müddet şeyh dâiresinin üstüne bir kat daha ilâvesine ve hucurâtın mükemmelen ta’mîrine ve bahçenin tarh ve tanzîmine de muvaffak olmuştur. Kaç senedir Ramazân-ı şerîfde Üsküdar’da ve Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde ba’de’l-asr Mesnevî-i şerîf takrîr buyurmaktadır. Dünyâ-perestândan olmadığı ve devr-endîşân-ı ümmetten bulunduğu cihetle, Kayseri ahâlîsinden kendisini meb’ûs intihâb etmek isteyenlere beyân-ı i’tizâz etmiş ve gıyâbından ta’yîn olunduğu hâlde isti’fâ eylemiştir.

Gâyet zekî, şen ve şâtır, meclis-ârâ, fevka’l-âde kuvve-i hâfızaya mâlik, ihâta-i külliyye sâhibi bir nâdire-i hilkattir. Zarîf-âne ve nükte-perdâz-âne latîfeleri bezm-i sohbete revnak verir. Bir gün mevlevîhânede cem’iyyet münâsebetiyle kalabalık vardı; urefâ, zurefâ, ağniyâ ile dolu idi. Bi’z-zât kalkarak huzzâra, şeyh odasında sigara takdîmi sırasında,   Efendim, şeyhler gerçi hâdimü’l-fukarâ olarak geçinirlerse de, ba’zan da hâdimü’l-ağniyâ oluyorlar.   diye zerâfet-perdâzlık etmişler, huzzâr-ı meclisi tenşît eylemişlerdir.

Bir kandîl gecesi Yenikapı Mevlevîhânesi’nde idim. Ziyâde izdihâm vardı. Fransız mu’teberânı da gelmişler, Şeyh Abdülbâkî Efendi ile görüşmek istemişlerdi. Şeyhin nezdinde bulundukları sırada Fransızca söylemek isteyen ecânib, şeyh-i müşârünileyhin o lisân ile konuşmak istemediğini anladıkları gibi, içlerinden biri gâyet fasîh olarak Arapça söylemeğe  başladı. O sırada Şeyh Remzî Efendi, Şeyh Abdülbâkî Efendi yanında idi. Derhâl o cevâb verdi ve Abdülbâkî Efendi’ye tercümân oldu ve bu tercümânlık pek yerinde idi. Eğer Arapça da konuşulmasaydı, gâyet çirkin olacaktı.

Remzî Dede, mülgâ Meclis-i Meşâyıh a’zâlığında ve Medresetü’l-İrşâd’da tasavvuf müderrisliğinde bulundukları gibi, elyevm Üsküdar vilâyeti müftüsünün taht-ı idâresindeki meclisde dahi tekâyâ umûruna me’mûren *246* a’zâ sıfatıyla bulunuyorlar, mükerreren Konya’ya giderek Âsitâne-i Hz. Pîr’e rû-mâl olmuşlar ve 1319*(1901-02) senesinde, Abdülvâhid Çelebi zamânında, onun emriyle Pîrî Paşa Zâviyesi Câmii’nde Mesnevî okutmuşlardır. Bu sırada Çelebi tarafından Mesnevî icâzet-nâmesi verilmiştir.

Remzî Dede’nin ilme, edebe, şi’re ziyâde i’tinâsı vardır. Güzel bir kütüb-hânesi olup, âsâr-ı nâdire ile müzeyyendir.

 

Âsârı:

Üsküdar Mevlevîhânesi Risâlesi, manzûm Kavâid-i FârisîTuhfetü’s-SâimînÂyîne-i Seyyid SerdânBer-güzârTârîhce-i AktâbGül-zâr-ı AşkMünâcât-ı Mevlânâ. Bunlar matbû’dur, âtîdekiler gayr-i matbû’dur.

Kayseri’den Yetişen Şuarâ, Sadrüddîn-i Konevî hazretlerinin Tebsıratü’l-Mübtedî ve Tezkiretü’l-Müntehî tercümesi Tekmiletü’t-Tarîka Ma’rifetü’l-HakîkaDîvân ve daha ba’zı âsâr.

Bursalı Tâhir Bey merhûm, Osmanlı Müellifleri nâm eserinde bahs olan âsârın elif-bâ tertîbiyle bir fihristini yapmıştır. Mevzûât-ı Ulûm’a da bir mükemmel fihrist yapıp kütüb-hâne-i dehre yâdigâr eylemiştir.

Yazdığını bilir, okuduğunu anlar urefâ-yı kirâmdandır. Hakâyık u dakâyık-ı tasavvufiyyeyi hakkıyla idrâk etmiş meşâyıh-ı Mevleviyye’dendir. Gâyet temiz giyinir, her yere gitmez, istitârı sever, rahîmü’l-kalb, vefâ-kâr, edîb, halûk bir zât-ı âlî-kadrdir.

Otuz sene evvel Hazîne-i Fünûn nâm risâle-i mevkûtede gördüğüm manzûmelerinden:

            Nûr-ı kudsiyyetle enverdir külâh-ı Mevlevî

            Efser-i şâhâne serverdir külâh-ı Mevlevî

            Mültecâsın eylemez muhtâc aslâ kimseye

            Öyle âlî sâye-perverdir külâh-ı Mevlevî

            Zînet-i dünyâya rağbet itmesün ser-pûş iden

            Doğrusu baş tâcı zîverdir külâh-ı Mevlevî

            Gösterir erbâbına batnında arzu’s-simsime

            Âlem-i ma’nâda kişverdir külâh-ı Mevlevî

            Âlem-i kübrâ olan müsterşidin fark-ı serin

            Menzil-i taht itdi dâverdir külâh-ı Mevlevî

            Zâhir ü bâtında yek reng olduğundan sâliki

            Mâ-sivâdan men’e pâverdir külâh-ı Mevlevî

            Bende-i Monlâ-yı Rûm’un kadri âlî cümleden

            Remziyâ da’vâma bâverdir külâh-ı Mevlevî

                                   *   *   *

دل پريشانست بىگيسوى تو جانا بيا              

با وجود تست جمعيت ببزم ما بيا        

با تو رفت از انجمن ذوق و صفا و عافيت

يا زين اسباب جمعيت فرست و يا بيا [48]   

*248* Seyyid Velâyet Hazretleri

Sadât-ı kirâmdandır. Pederi Seyyid Ahmed b. Seyyid İshâk b. Seyyid Alâeddîn b. Seyyid Halîl b. Seyyid Cihângîr b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Hayât b. Seyyid Rızâ b. Seyyid Halîl b. Seyyid Mûsâ b. Seyyid Yahyâ b. Seyyid Süleymân b. Seyyid Fazl b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Hüseyin b. İmâm Muhammed Bâkır b. İmâm Zeynelâbidîn b. İmâm Ali b. İmâm Hüseyin (radıya'llâhu anhüm).

855 sene-i hicriyyesinde (1451) Kirmâstî’de dünyâya zînet vermiştir. Âşık Paşa evlâdından Şeyh Ahmed ki, Zeyneddîn-i Hâfî halîfesidir, hazretlerinin kerîmesi Râbia Hâtûn’u 874*(1469-70)’te İstanbul’da tezevvüc eylemiştir. 880*(1475-76)’de Mısır’a azîmetle Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû Bekir ile hem-sohbet olarak, ondan tarîkaten mücâz olup, Ka’be-i Mükerreme’de Şeyh Abdülmu’tî ile mülâkî olmuşlardır. Hz. Sünbül ve İshâk-ı Karamânî ile görüşmüştür. 886*(1481)’da peder ve vâlidesi irtihâl ettikte hânesinin bahçesine defn eylemiştir ki, elyevm türbedir.

Seyyid Velâyet’in üç haccı vardır. Sinn-i âlîleri yetmişüçe resîde oldukta, kırk gün kadar hastalandılar. 929 senesi Muharreminin evâsıtında (Aralık 1522) irtihâl-i dâr-ı naîm eylediler. Cenâzesi son derece kalabalık olmuştur. Eâzım-ı zamândan Müftü Ali Çelebi Cemâlî namâzını kıldırmıştır. Bir müddet sonra da haremi irtihâl eylemiştir. Elyevm mevcûd olan türbede defîn-i hâk-i gufrândır. Harîk-ı kebîrde türbe, dû-çâr-ı hasâr olmuştur. (مرقد او محل غفران بود)[49].

Şakâyık’ta kerâmât-ı ârif-ânelerinden bahs olunuyor. Fâtih’de Âşıkpaşa’da türbesi meşhûrdur.  

942*(1535-36)’de oğlu Dervîş Muhammed vefât eyledi. Türbede medfûndur.    ( kaddesa'llâhu esrârahum)


 

FÂTİH SOFULARI

*250* Bunlar, şehrimizde bulunanlar bilirler, fes yerine beyâz ince dikişli tâkiyye giyerler, beyâz ve gayr-i muntazam sarık sararlar. Yüzlerine ustura sürdürmezler, sakallarını uzatırlar, bıyıklarını hemen dibinden denilecek derecede keserler, ale’l-ekser hacı yağı sürünürler, gözlerine sürme çekerler. Cübbeleri beyâzdır ve gâyet geniştir. Şalvar giyerler, kırmızı veyâ siyâh yemeni ve siyâh mest kullanırlar. Kendilerinden bîgâne olanlarla alış-veriş etmezler, yolda kendilerinden olmayana selâm vermezler. Hele fesli, kravatlı, kolalı gömlekli görürlerse başlarını çevirirler. O gibiler, ez-kazâ bunlara selâm verecek olsa işitmezliğe gelirler. Fâtih Câmi’-i şerîfinde çokca bulunurlar. Namâzda olanca kuvvetleriyle ta’dîl-i erkâna riâyetle edâ-yı salâta inhimâk üzere olurlar. Taylasân koyuverirler, ba’de’s-salât ucunu sarıklarının arasına sokarlar. Bid’at-gâh farz ettikleri tekkelere gitmek, neûzu bi’llâh küfür derecesinde irtikâb-ı ma’sıyet sayılır. Teşbîhde hatâ olmazsa Selânik dönmeleri gibi, kendilerinden başkasından kız alıp vermezler. Kadınlarını siyâh yeldirme, beyâz kalın büyük bir başörtüsü, siyâh ve sık peçe ve mümkinse eldiven ile gezdirler. Devâir-i resmiyyeye, hıdmet-i devlete girmek, mesleklerine münâfîdir. Ticâret ile iştigâl edecek, kedd-i yemîniyle geçinecek, tese’’ül eylemeyecektir. Evlâdlarını başka mekteblere vermezler, ecnebî lisânı öğrenmek memnû’dur. Ancak Kur’ân, ilm-i hâl, mümkin olduğu kadar Arapça kâfîdir, şeyhlerinin mektebine gönderirler. Çocukları da aynen kendileri gibi kıyâfetle gezerler, Fâtih’e müctemian namâza getirirler. Saçlarını kendileri kazıtırlar, çocukların (saçlarını) sıfır numara makine ile kestirirler, şeyhleri *251* kulaklarına kadar uzatır; başkaları bunu yapamaz. Başka câmi’lere pek muztar kalırlarsa giderler. Zîrâ her imâma iktidâya pek heves-kâr değillerdir.

Kendilerine sorulsa,   Zamân-ı saâdette ashâb gidişi bir mesleği ta’kîb ediyoruz, muhdesât, bideât bize uzaktır.   (derler). (كل محدثة بدعة و كل بدعة ضلالة و الضلالة و صاحبها فى النار)[50] hadîs-i şerîfi rehnümâ-yı hareketleridir. Turuk-ı aliyyeye şiddetle buğz ederler. Pîrler, evliyâlar, ricâl-i tarîkat nedir bilmek, onlara muhabbet etmek istemezler.

Bunların meslekleri tarîkat-ı aliyye-i Nakşiyye’den inşiâb etmiştir. İmâm Rabbânî hazretlerine nisbet-dârdırlar. Fakat bu nisbeti kendilerine sorsanız, onu da mâl etmek istemezler. Turuk-ı aliyyedeki usûl ü âdâb-ı sülûka yanaşmazlar hepsini bid’at addederler. Neş’e-i muhayyilelerini gizlerler, meydâna koymazlar. İmâm Birgivî’nin[51] Tarîkat-ı Muhammediyye’si onların mürşididir. İmâm-ı müşârünileyh turuk-ı aliyyeye dahl eylemiş olduğundan, bundan, ziyâde zevk-yâb olurlar. Zâhirlerini tamâmen sünnet-i seniyyeye ve ashâb-ı kirâmın sîretine tevfîk etmek isterler. Bu isteklerine muhâlif her şeyden kaçınırlar. Üveysî görünürler, Hz. Şâh-ı Nakşıbend'i bile taşraya çıkarırlar.   Doğrudan doğruya Hz. Hak’tan ve Rasûl-i Rabb-i Mutlak’tan alıyoruz.   derler.

Usûl-i telkînleri: Bir kimse şeyhlerine intisâb edecek olursa usûl-i telkînleri evvel emirde tedrîs-i zâhirî,   Ammâ sırf ulûm-ı dîniyyeye münhasır olarak   kazâya kalmış namâzı varsa ikmâl edecek, şeyhe teslîm *252olacağı zamân kazâya kalmış namâzı bulunmayacak, üzerinde hukûk-ı ibâd nâmına bir şey olmayacak.

Hacı Emîn Efendi

Bu mesleği te’sîs eden Hacı Emîn Efendi’dir. Onun zamânında bu meslek pek gizli idi.   Sütcü   veya   Yoğurtçu Emîn Efendi   derlerdi. İnekleri vardı. Süt, yoğurt satar, geçinirdi. Daha evvel basmacılık edermiş. Emîn Efendi Laz idi. Tahsîl-i Arabî görmüş, cerbezeli bir pîr-i fânî idi. Fâtih’de Akdeniz tarafında Cum’a günleri ba’de’s-salât va’z ederdi.

Bu sofular o zamân şimdiki tadar çok değildi. Emîn Efendi pek gizli tutardı. Esnâ-yı va’zda şeyhlere, dervîşlere, pîrlere, ricâl-i tarîkata atar tutardı. Bâlâda tasvîr eylediğim kıyâfette gezer, bayâz cübbe giyer, celâli gâlib bir kimse idi. Ehl-i tarîkata dahl-endâz olmak hîn-i va’zda yegâne sevdiği şey idi. (Ona göre) hepsi zındık ehl-i cehennem idi.

Ahmed Baba

(Hacı Emîn Efendi’nin) şeyhi Nakşıbendî ricâlinden Ahmed Baba nâm zâttır. Fâtih’de Sarıgezer’e inerken yol üzerinde kabri vardır.   Hâfız Ahmed Efendi   diye yazar. Alâ-rivâyetin (Emîn Efendi) ondan sülûk görmüş, fakat o mesleği ictihâd ile pîrini de bir tarafta bırakmıştır. Ahmed Baba’nın silsile-i tarîkatı İmâm Rabbânî’ye müntehî imiş ve onun ahfâdından olup, pederi Fazlullâh Ma’sûm-ı Buhârî, onun pederinin pederi İmâm Rabbânî’nin kerîme-zâdesi imiş.   Ahmed Baba, mübârek bir zât idi.   diyenler vardır.

Üveysî Rabbânî Yolu

(Ahmed Baba’nın), mesleklerine   Üveysî Rabbânî   nâmını verdikleri, bu sofuların büyük azîzleri mûmâileyh Emîn Efendi ulemâdan idi.   Mesleğimiz cezbe yoludur.   derdi.   Reîsimiz Cenâb-ı Cibrîl aleyhi’s-selâmdır.   der imiş. Diğer tarîkatlara benzememek için,   Pîrimiz   diyemiyor,   Reîsimiz   diyor. Emîn Efendi kendisine intisâb edeceklere o zamân *253* istihâre emr eder ve kendi de istihârede bulunur, gizli teveccüh eder, ondan sonra netîce-i hâle göre kabûl veyâ reddederdi. Kabûl ederse sâlikin isti’dâdına göre zikr, salât-ı selâm yâhûd müsebbihât-ı aşare veyâ kelime-i tevhîd hafiyyen telkîn ederdi. Tarîk-ı mücâhedeye teşvîk eylerdi. Dâimî sûrette İsm-i Zât-ı İlâhî’nin kalbe menkûş olmasını te’kîd ederdi. Sâliklerin her biri dersine devâm eder, birbirini dersinden haber-dâr eylemezdi.

Emîn Efendi, Hırka-i Şerîf civârında sâkin idi. Kısa boylu, beyâz uzunca sakallı, gür sesli bir zât idi. 1319*(1901-02) senesinde irtihâl eylemiştir. Fâtih Türbesi civârındaki mezarlıkta güzer-gâhda medfûndur. Mezâr taşında böyle yazılmıştır:

  Fâtih Câmi’-i şerîfinde Cum’a günleri va’z eden ve Mecâlis-i İrşâdiyye ve Necâtü’l-Mü’minîn ve sâir risâlelerin müellifi meşhûr ulemâ-yı kirâmdan Oflu el-Hâc Muhammed Emîn Efendi’nin kabridir. Sene: 1319 

Mecâlis-i İrşâdiyye Arabiyyü’l-ibâredir.

Hacı Muhammed Nûrî Efendi

İstanbulludur. Genç yaşında irtihâl eylemiştir. Hacı Emîn Efendi’nin mahrem-i esrâr ve câ-nişîni olmuştu. Oldukça ilmi vardı. O da Emîn Efendi gibi telebbüs eder ve bi-aynihî hareket eylerdi. Fâtih’de câmi’-i şerîfde Tarîkat-ı Muhammediyye’yi ve İmâm-ı A’zam’ın Fıkh-ı Ekber’ini ve Atâullâh-ı İskenderânî’nin Hikem-i Atâiyye’sini ve hocasının Mecâlis-i İrşâdiyye’sini okuturdu. Cum’a günleri va’z eder, ikindiden sonra Delâilü'l-Hayrât, Hızb-i A’zam okuturdu.

*254* Hacı Nûrî Efendi de şeyhlere, dervîşlere, tarîkatlara düşmân idi. Atar tutar, aleyhlerinde bulunur, tezyîf-kâr olurdu. Meslek-i hayâtiyyesi eser-i pâk-i Rasûlullâh’a zâhiren bâtınan tebeıyyet idi. Delâil-i Hayrât bastırır, satar, onunla geçinir idi. Usûl-i teslîkte, turuk-ı sâirede olduğu gibi rü’yâya i’tibâr etmez ve onunla dersi artırmaz idi. Herkese ta’n-endâz idi. Devr-i Hamîdî’de Beşiktaş Muhâfızlığı’nca taht-ı tevkîfe bile alınmış idi. Sâhib-i saâdet efendimizden me’zûniyyet olmadıkça hiçbir kimse mücâz olamazdı.

Hacı Nûrî Efendi de, hadd-i zâtında mücâhid-i riyâzet-kâr iyi bir adam idi. Üç dört mücâzı vardır. Onlardan biriyle söyleşirdim. Sefîne-i Evliyâ’ya bunlar hakkında ma'lûmât derc edebilmek emeliyle dâimâ hem-hâl olup, ma'lûmât istihsâline çalışırdım. Zâten bu satırları ondan aldığım hakîkî tafsîlât üzerine yazdım.

Mûmâileyh, hânesinde mücâzlarına gizli ders okutur idi. Sabâh namâzından sonra işrâk vaktine kadar, ba’zan ba’del-asr üç dört kişi toplanır, zikr ederler imiş. Zikir, sünûhât üzerine olurmuş. O zât dedi ki,   Ba’zan Türkçe zikr ederek Nûrî Efendi’ye ne sânih olursa o asl olurdu. Zikir, hafî-kalbî olurdu.   Hû, Allâh, Hay  , ne zuhûr eylerse meşgûl olurduk. Cezbe ve harâret, şevk, aşk çok olurdu. Onunla berâber meclisin mehâbetine halel gelmezdi

Dilinde çıban çıktı, seretân hastalığına mübeddel oldu. Son *255* nefesine kadar va’z ve nasîhat-ı irşâd ile meşgûl oldu. Sânihâtını yazardı. Akâid ve ahlâka dâir eserler yazmış ise de, ikmâline muvaffak olamadan zâyi’ olmuştur.

İstihâresiz kimseyi kabûl eylemezdi. Zuhûra göre hareket ederdi. Mürîdlerinin mâddî ma’nevî hâline muttali’ olmuş idi. İntisâb etmek isteyenlere,   Bakalım, istihâre edelim, hakkınızda ne buyurulur.   derler idi.

Orta boylu, sarı ve köse sakallı, beyâz yüzlü idi. Hastalandığı zamân Fâtih’de va’za Ürgüplü İbrâhîm Efendi’yi, Kâsımpaşa’ya Süleymân Efendi’yi, Üsküdar’a Hoca Seyfeddîn Efendi’yi me’mûr etmişti.

29 Şevvâl 1329 ve 8 Teşrîn-i Evvel 1327 (20 Aralık 1909) târîhine müsâdif Pazar günü irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi. Fâtih’de namâzı kılındı, vasiyeti mûcibince Edirnekapı hâricinde elyevm Şehîdlik civârında Sakızağacı’nda ihzâr olunan makberede vedîa-i hâk-i mağfiret kılındı. Mezâr taşında böyle yazıyor:

  (يا ناظراً بقبرى متفكراً بحالى أمس كنت غداً تكون مثلى)[52]Cum’a günleri Fâtih Câmi’-i şerîfinde vâiz ve Delâilü'l-Hayrât hocası meşhûr ulemâ-i kirâmdan eş-Şeyh Şehrî el-Hâc Muhammed Nûrî b. Alî’nin kabridir

Süleymân Efendi

Erzurum civârındandır. Emîn Efendi’ye yetişmiştir. Nûrî Efendi ile arası iyi değildi. Fakat nasılsa irtihâlinde onun yerine geçmiş, Fâtih’te va’z eylemeğe etvâr ve evzâıyla çok kimseleri başına toplamağa muvaffak olmuştur. Orta boylu, kara sakallı. Sakalı köseye meyyâl, *256* saçları kulaklarına kadar uzun, ağzı büyük, sarığı kocaman, şahsen muhâtabında muhabbet ve hürmet hissi uyandırmaktan ziyâde heybet ve haşyet ilkâ eder bir vaz’iyyette bir adamdır. Va’z ederken mürîdlerinden biri kürsünün yanına bir mangal getirir, va’zın hitâmına kadar lâ-yenkatı’ öd ağacı yakar, duman câmi’-i şerîfi doldurur. Sesi iridir ve kısıkçadır, çok bağırır. İlmi azdır, cerbezesi çoktur. Müftülükçe vâizlerin Ramazân-ı şerîfde câmi'lerde va’zını imtihâna tâbi’ tutmasıyla, kendini imtihân etmek istemişler. Eline verilen Arapça bir eserin ibâresini doğru okuyamamış, bu sebeble geçen Ramazân-ı şerîfde va’z etmesine müsâade olunmamıştır. Bunun üzerine mürîdlerine emr etti, herkes Fâtih’de Destereciler’deki hânesi ittisâlindeki mescidde toplandı. Câmie gelmediler. Fakat bu adamın mazhariyyeti vardır. Halkı başına toplayıcı bir hâli var ki, onunla eslâfından ziyâde mürîdâna sâhib olmuştur. Bu da herkese atar tutar, taassubu kavî, lisânı cerî bir zâttır.

Nûrî Efendi’nin mesleği ile bunun mesleği arasında büyük fark vardır. Nûrî Efendi’den kalan ihvânının çoğunu gücendirmiştir. Cum’a günü Fâtih Câmii yarıya kadar beyâz sarıklı mürîdânıyla dolar. Duâyı kalkar ayakta yapar ve mürîdânına,   Âvâzınız çıktığı kadar ‘âmîn’ diye bağırınız.   diye emr ettiğinden duâ ederken birkaç yüz kişinin bir ağızdan,   âmin   diye bağırması şimdiye kadar câmi'lerde, tekkelerde görülmüş âdetlerden değildir.

Süleymân Efendi’ye karîn olan bir zâttan da şu ma'lûmâtı alabildim:

*257* Hânesi kurbundaki câmi’de Süleymân Efendi imâmet eder, yatsı ve sabâh namâzlarında mürîdân uzaktan yakından buraya şitâbân olur. Beş vakit namâz cemâatle edâ olunur. Müezzinlik yoktur. Terâvîhi iki rek’atte bir selâm vererek kıldırır. Câmi’-i şerîfde fesli bulunmadığından, hey’et-i umûmiyyesi zamân-ı saâdeti andırır. Terâvîh namâzında dört rek’atte bir muhtasar va’z eder.

O câmii iâne ile yapmıştır. Nâmına   Yeni Câmi   denilmiştir. Süleymân Efendi vaktiyle Tophâne Fabrikası'nda çalışırmış. Emîn ve Nurî Efendilerden ders görmüştür. Câmiin yanında bir mekteb vardır. Mürîdânın çocuklarını burada kendisi okutur. Mürîdlerinin cenâze namâzını o kıldırır. Tekbîr ve tehlîlin şiddetle aleyhindedir. Cenâze oldukça mürîdân çocuklarını da kabre kadar götürür. Nûrî Efendi’nin kabrinin civârı hayât-ı fâniyyeden güzerân eden mürîdânın ârâm-gâh-ı ebedîsidir.

Sabâh namâzına Eyüp’ten, Râmiz’den cemâate gelen olur. Sakal mecbûrî, ustura ile tıraş memnû’, senede bir def’a cemm-i gafîr Yûşa’a giderler, teferrüc ederler.

Süleymân Efendi, çarşudan ekmek almaz, hânesinde pişirtir. Kurbân bayramında mürîdândan evli olanlar kestikleri koyunun bir but veyâ kol, bir ciğer, bir başını; bekâr ise pirzolalık hediyyeten getirmek âdet olmuştur. Ba’zıları kurbân getirirler.

Hammâma giderken peştemâlı vücûduna ziyâde sarmak, kendi yıkanmak, dellâka yıkanmamak esâstır.

Kürt isyânında, Şeyh Saîd mes’elesinde ve Erzurum hâdisesinde tevkîf olunanlar meyânında mûmâileyh dahi tevkîf ve Ankara’da İstiklâl Mahkemesi’nde muhâkeme olunmuş, on sene kal’a-bendliğe mahkûm olmuştur. İstanbul Hâpishânesi’nde mevkûf bulunmaktadır. 5 Muharrem 1345*(15 Temmuz 1926).

*258* Mütâlaa-i fakîr-ânem:

Bunların mesleğini takdîr edenlerdenim. Ancak ifrât-kârlıkları ve kendilerinden gayrisini fırak-ı dâlle ve ehl-i dalâletten addetmeleri afv olunmaz kusurlarındandır. Ulemâyı, meşâyıhı, urefâyı kendilerine izhâr-ı âsâr-ı buğz edecek bir vaz’iyyete düşürmeleri her hâlde mesleklerindeki ifrâtın mahsûlüdür. Dalâlette farz ettikleri insânların içinden ne eâzım yetişmiştir ve el-ân yetişmekte bulunmuştur. Onu takdîr etmiş olsalardı, dûr-endîş-âne hareketleriyle mahbûbu’l-kulûb olurlardı. Kıyâfetleri, riyâzetleri, mücâhedeleri nazar-ı iltifât ile görülmeğe şâyândır. Hele sâil olmamaları, bir maîşetle iştigâl eylemeleri, beş vakit namâz kılmaları, dâimâ tilâvet-i Kur’ân ve Delâil ile ve tasliye vü evrâd ile iştigâl etmeleri elbette hayırlıdır. Fakat halkın nazarında riyâya mahmûl olacak şeylerden de tevekkî lâzım gelir ki, Hak nezdinde mazhar-ı kabûl olsun.

Bir gün Bâyezîd’den tramvayla Fâtih’e gidiyordum, bu beyâz takyelilerden biri traımvaya girdi, bulduğu yerde diz çökerek oturdu. Cebinden Delâilü'l-Hayrât’ı çıkardı, tramvay Fâtih’e gelesiye kadar okudu. İslâmı Hıristiyanı,   Bu ne iştir?   diye baktılar, şaştılar kaldılar. Her şey’in yeri vardır. Bu gibi nevâfil ibâdât mestûren icrâ olunur. Hattâ zamân-ı saâdette namâzın sünnetlerini herkes evinde kılar, farza cemâate gelirler imiş; maksad riyâdan ictinâbdır. Böyle tramvayda alâ-melei’n-nâs Delâil okunması, o kimseyi,   kaba sofu  ,   ham sofu  ,   câhil sofu   dedirtmeğe ve bi’n-netîce nazar-ı İslâmiyyet’te sükûta sebeb olacak hâdisât-ı müessifedendir. Bir de dâimâ kendileriyle alış veriş *259* etmeleri, gayriye selâm vermekten ictinâbları, âharın cenâzesine gelmemeleri İslâmeyyet’te tefrikaya sebebdir. Reh-nümâları kâmil ve mükemmil olsa bu gibi noksânlar vukûa gelmezdi. İslâmiyyet’te vahdet vardır, tefrika yoktur. Tefrika ihdâs edenler mat’ûndur.

Bir de insân-ı kâmil olmak kıyâfeti düzmekle değil,   dest-be-kâr dil-be-yâr  , ya’nî   el kârda, gönül yârda   olmakla, herkesin hâline göre idâre-i hâl ü kelâm etmekle ve muâmelât-ı cemîle-i insâniyyet-kâr-ânede bulunmakla ve riyâdan, halkın nefretini, kin ve gayzını müstelzim ef’âl-i gayr-i makbûleden ictinâbla ve herkesi kendinden yüksek bilmekle ve muhâtabında birçok fezâil-i memdûha arayıp bulmakla olur. Ve’l-hâsıl zâhir i’tibâriyle iyi bir yola sâlik oldukları hâlde inkisâr-ı umûmîye ve kesr-i kadr ü şerefe sebeb olacak hâl ve hareketleri bi'l-ıztırâr bu satırları yazmağa nefsimde mecbûriyyet hissettirdi.

Zühd-i huşk makbûl değildir, şuûn-ı aşka vâkıf olmak lâzım gelir.

 

            Tarîkat zâhidâ bir kisve-i nûr-ı ilâhîdir

            Bi-hakk-ı Kibriyâ sen giymedin ammâ giyen giydi

            Muhabbet bir hakîkat câmesidir sûfiyâ bi'llâh

            Kabâ-yı zühd ü takvâyı ser-â-pâ çâk iden giydi

Ve’s-selâm alâ men’ittebea'l-hüdâ.

Sefîne-i Evliyâ’da bunlar hakkında da ma'lûmât bulunsun diye ârzû ettim. Belki bir gün gelir, bunların mesleği hakında bir zât dûçâr-ı merâk olur, bu satırları okursa merâkı mündefi’ olup, fakîri hayr-duâ ile yâda inâyet-kârlık eder. Cenâb-ı Hak o gibilerden de râzî olsun.


 

KÂSIMPAŞA MEVLEVÎHÂNESİ

 Abdî Dede Efendi

Dergâhın bânîsidir. Galata Mevlevîhânesi şeyhi idi. Şârih-i Mesnevî İsmâîl-i Ankaravî hazretleriyle orada selef-halef olmuşlardı.   Abdullâh Dede  ,   Sırrî Abdî Dede  ,   Abdî Dede   diye de yâd olunur. 172. sahîfede müşârünileyhden bahs eyledim. Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’nin bânîsidir. 1041*(1631-32)’de irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Türbesinin üzeri açıktır. Mübârek bir zât idi.[53]

            Sırrî Abdî Dede kıldı makâmında bürûz

            (سرى عبدى دده قيلدى مقامنده بروز)

târîhidir[54].             

Sırasıyla Şeyh Olanlar:

İbrâhîm Dede. İrtihâli: 1048*(1638-39).

Kâsım Dede. İrtihâli: 1051*(1641-42).

Halîl Dede: Abdî Dede-zâdedir. İrtihâli: 1088*(1677-78).

Seyyid Muhammed Dede: Halîl Dede-zâdedir. Abdî Dede yanında medfûndur. İrtihâli: 1130*(1718).

Sâlik Dede: Abdî Dede hafîdidir. İrtihâli: 1135*(1722-23). Abdî Dede’nin sülâlesi burada münkatı’dır.

Mûsâ Dede: On sene meşîhati vardır. 205. sahîfede yazdığım vechle Yenikapı Mevlevî şeyhi oldu.

Şemseddîn Efendi: Mûsâ Dede-zâdedir. 1174*(1760-61)’te Hicâz’da irtihâl eyledi.

Ali Dede: Arap-zâdedir. İrtihâli: 1181*(1767-68).

Diğer Ali Dede:   Hakîm Dervîş   diye meşhûrdur. Midillili idi. İrtihâli: 1190*(1776).

Muhammed Sâdık Dede: Galata Mevlevî şeyhi Selîm Dede’nin oğludur. Pederinin irtihâlinde oraya şeyh oldu. Birâderi Mûsâ Dede yerine geldi. 1197*(1783)’de mağdûren meşîhati ref’ edildi.

Semâhat Dede: Edirne Mevlevî şeyhi idi. Mûsâ Dede yerine Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’ne şeyh oldu.

            Didi târîh-i vefâtın

            Göçdü bu yıl kutb-ı arz

            (گوچدى بو ييل قطب ارض) = 1203*(1788-89)[55]

Şeyh Ömer Dede: 1201 senesi 23 Rabîu'l-evvelinde (13 Ocak 1787) meşîhati ref’ edildi. Tekrâr Mûsâ Dede getirildi. 1202*(1788)’de Mûsâ Dede’den tekrâr meşîhat ref’ edildi. Kâsımpaşa’da bir evde sâkin iken işrete meyli arttı. Nihâyet bu bezm-i işretten mey-gede-i aşk u muhabbete revân oldu. Yerine Seyyid Muhammed Dede geldi ki, Erzincan Mevlevî şeyhi idi. (Seyyid Muhammed Dede), 1210*(1795-96)’da birâderiyle Hicâz’a gitti, kâlıb-ı nâsûtu Mekke-i Mükerreme’de bıraktı. A'lâ-yı ılliyyîne urûc etti.

Monla Dede: Bir müddet meşîhatte bulunup câm-ı mevti nûş eyledi.

Seyyid Ali Efendi: Seyyid Muhammed Efendi-zâdedir. 1211*(1796-97)’de şeyh oldu. 1243 senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Târîhi: 2 Muharrem 1243*(26 Temmuz 1827) Perşembe.

            Mâh-ı mâtemde yazup târîh-i hâlis eşkle

            Kıldı hakkânî-i mahv fi'llâh vücûdu Şeyh Ali

            (قيلدى حقانئ محو فى الله وجودى شيخ على)[56]

Şeyh Ali Dede’nin birâderi Erzincan Mevlevî şeyhi Nazîf Efendi bu tekkede vefât eylemiştir. Târîhi: Cemâziye'l-evvel 1243*(Kâsım-Aralık 1827)’dir. Burada medfûndur.

Şeyh Ömer Şemseddîn Dede Efendi:

Seyyid Ali Dede’nin oğludur. 1265*(1849)’te irtihâl eyledi.

            Çerhalar yuf eyleyüp ben de didim şu mısraı

            Er Şems-i Mevlevî’ye fücceten irdi zevâl

Şeyh Ali Efendi: Sinîn-i medîde icrâ-yı meşîhat eyledi. Âhir-i vaktinde makâm-ı hayrete düşüp, istiğrâkta kalmıştır.

 

Seyfeddîn Dede Efendi: Mûmâileyhin mahdûmudur. Elyevm post-nişîndir.

Mevlevîhâne 1252*(1836)’de ve 1312*(1894-95)’de mükemmelen ta’mîr edilmiştir. Bir altın kafestir.


BA’ZI SİLSİLELER

*261* Silsile-i Nûr-bahşiyye

Nûr-bahşî tarîkı Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinden münşeib olur.

Necmeddîn-i Kübrâ, Radıyyeddîn Ali b. Saîd-i Lâlâ, Şeyh Şemseddîn-i Harakânî, Şeyh Abdurrâhmân-ı Asfarâî, Şeyh Alâüddevle-i Sümmânî, Şeyh Mahmûd-ı Müzdekânî, Şeyh Seyyid Aliyy-i Hemedânî, Şeyh İshâk-ı Ceylânî, Seyyid Muhammed Nûr-bahş-ı Buhârî (Kaddesallâhu esrârahum).

Silsile-i Emîriyye

Bursa’da defîn-i hâk-i gufrân olan Emîr Muhammed Şemseddîn-i Buhârî hazretleri bu tarîkın pîr-i sânîsidir. Nûr-bahş hazretlerine de nisbetleri olduğu gibi, ber-vech-i âtî silsile-i tarîkatları da başkadır:

Emîr Sultân Muhammed Şemseddîn-i Buhârî, Şeyh Seyyid Îsâ, Şeyh Seyyid Ali, Şeyh Seyyid Muhammed, Şeyh Hüsnî Hüseyin, Şeyh Hasan, Şeyh Muhammed Kâim el-Muntazır, Şeyh Hasan el-Askerî, Şeyh Ali Hâdî-i Takî, Şeyh Muhammed Cevâd-ı Nakî, Şeyh İmâm Ca’fer es-Sâdık, İmâm Muhammed Bâkır, İmâm Zeynelâbidîn, İmâm Hasan (Radıyallâhü anhüm).

Silsile-i Şettâriyye

Hz. Şâh-ı Nakşıbend efendimizin mürşidleri Seyyid Emîr Külâl, şeyh Îsâ el-Hindî es-Sindî, Şeyh Ârif Şükür Muhammed, Şeyh Muhammed el-Gavs, Şeyh el-Hâc Huzûr, Şeyh Hidâyetullâh, Şeyh Muhammed el-Kâdî, Hz. Pîr Abdullâh eş-Şettârî, Şeyh Muhammed Ârif, Şeyh Âşık, Şeyh Muhammed Hudâ-kulu, Şeyh Ebul-Hasan el-Harakânî an-Ebu'l-Muzaffer Mevlânâ Tûsî an-Ebû Muhammed-i A’râbî an-Muhammed-i Mağribî an-Ebâ-yezîd-i Bestâmî (Kaddesallâhu esrârahüm).

Tarîkat-ı Şettâriyye, tarîkat-ı aliyye-i Nakşıbendî’de mündemic kalmıştır. Türkiye’de ayrıca bir kolu yoktur.

*262* Silsile-i Çeştiyye

Hz. Fahrül-enbiyâ aleyhi ekmelü’t-tehâyâ, Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh), Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü anh), Hâce Abdülvâhid b. Zeyd (Radıyallâhü anh), Hâce Fuzeyl b. İyâz, İbrâhîm-i Edhem, Huzeyfetül-Mar’aşî, Emîneddîn Hebîretül-Basrî, Ebû İbrâhîm İshâk Uluvv-i Dîneverîrî, Ebû İshâk eş-Şâmî, Ebû Ahmed Abdâl-ı Çeştî, Ebû Muhammed-i Çeştî, Nâsırüddîn Ebû Yûsuf-ı Çeştî, Kutbüddîn Mevdûd-ı Çeştî, Şerîf ez-Zendenî, Şeyh Osmân-ı Hârûnî, imâmü’t-tarîka seyyidinâ Şeyh Muînüddîn Hasan es-Seczî Çeştî (Kaddesallâhu esrârahüm).

Silsile-i Sühreverdiyye

Hz. Nûr-ı ayn-ı âlem (Salla'llâhu aleyhi ve sellem), Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh), Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü anh), Habîb-i A’cemî, Dâvûd et-Tâî, Ma’rûf-ı Kerhî, Serî es-Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Mimşâd-ı Dîneverî, Ahmed Esved ed-Dîneverî, Muhammed-i Amûye, Kâdî Vecîhüddîn Ömer, Ziyâeddîn Ebu’n-Necîb Abdülkâhir-i Sühreverdî, imâmü’t-tarîka Şihâbeddîn Ömer-i Sühreverdî (Kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Kübreviyye

Kurretül-ayn-ı uşşâk (Salla'llâhu aleyhi ve sellem.), Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh), Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü anh), Habîb-i A’cemî, Dâvûd-ı Tâî, Ma’rûf-ı Kerhî, Serî es-Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Alî Rûdbârî, Ebû Ali el-Kâtib, Şeyh Osmân el-Mağribî, Şeyh Ebul-Kâsım el-Cürcânî, Ebû Bekr en-Nessâc, Ahmed-i Gazâlî, Şeyh Ebu’n-Necîb Abdülkâdir-i Sühreverdî, Şeyh Ammâr b. Yâsir, *263* Şeyh Rûz-behân-ı Baklî, imâmü’t-tarîka Şeyh Ebu’l-Cenâb Ömer b. Muhammed Necmeddîn-i Kübrâ (Kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Kâdiriyye

Bâis-i îcâd-ı kâinât aleyhi ekmelü’t-tahiyyât, Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh), İmâm Hasan, İmâm Hüseyin, İmâm Zeynelâbidîn, İmâm Muhammed Bâkır, İmâm Ca’fer-i Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm Mûsâ Ali Rızâ, Şeyh Ma’rûf-ı Kerhî, Şeyh Seriyy-i Sakatî, Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî, Şeyh Ebû Bekr Muhammed b. Dülef b. Muhammed eş-Şiblî, Abdülazîz b. Hâris-i Temîmî, Ebul-Ferah Muhammed-i Tartûsî, Ebul-Hasan el-Hakkârî, Ebû Saîd el-Mahzemî, imâmü’t-tarîka es-Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (Kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Nakşıbendiyye

Mahbûb-ı güzîn-i İlâhî (aleyhi salavâtu'llâhi ve selâmuh), Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (Radıya'llâhu anh), Selmân-ı Fârisî (Radıya'llâhu anh), Kâsım b. Muhammed b. Ebû Bekr es-Sıddîk, İmâm Ca’fer-i Sâdık, Bâyezîd-i Bestâmî, Ebul-Hasan-ı Harakânî, Ebû Aliyy-i Fâremedî, Ebû Ya’kûb Yûsuf-ı Hemedânî, Abdülhâlık-ı Gücdüvânî, Hâce Ârif-i Rîvgirî, Hâce Mahmûd İncîr-i Fağnevî, Hâce Aliyy-i Râmitenî, Hâce Muhammed Baba Semmâsî, Hâce Emîr Külâl, imâmü’t-tarîka Hâce Bahâeddîn Şâh-ı Nakşıbend (Kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Halvetiyye

Seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn (salla'llâhu aleyhi ve sellem), Hz. Ali (kerrema'llâhü vechehû ve radıya'llâhu anh), Hasan-ı Basrî (radıya'llâhu anh), Habîb-i A’cemî, Ebû Süleymân Dâvûd b. Nasîrü’t-Tâî, Ebul-Mahfûz ma’rûf Aliyy-i Kerhî, Seriyy-i Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ahmed Mimşâd-ı Dîneverî, Muhammed-i Dîneverî, *264* Ömer Vecîhüddîn el-Kâdî, Ziyâeddîn Abdülkâdir el-Bekrî es-Sühreverdî, Ebû Reşîd Kutbeddîn-i Ebherî, Rükneddîn Muhammed Nehhâs-ı Buhârî, Şeyh Şihâbeddîn Muhammed-i Tebrîzî, Şeyh Seyyid Cemâleddîn-i Şîrâzî, İbrâhîm Zâhid-i Geylânî, Kerîmüddîn Ahî Muhammed b. Nûrül-Halvetî, pîr-i tarîkat-ı Halvetiyye Ebû Abdullâh Sirâceddîn Ömer b. Eş-Şeyh Ekmelüddîn-i Geylânî Lâhicî el-Halvetî (kaddesallâhu esrârarhüm).

Şeyh el-Fânî Ahî Emre Muhammed el-Halvetî, Şeyh Hâcî İzzeddîn el-Halvetî, Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî, pîr-i sânî-i tarîkat-ı Halvetiyye eş-Şeyh es-Seyyid Celâleddîn Yahyâ b. es-Seyyid Bahâeddîn-i Şirvânî (kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Medâriyye

Hind’de münteşirdir.

Mahbûb-ı yegâne-i Hak (aleyhi salevâtullâhi taâlâ ve selâmuh), seyyidinâ Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (radıya'llâhu anh), seyyidinâ Abdullâh Alem-i Berdâr, seyyidinâ Şeyh Yemîneddîn-i Şâmî, Şeyh Emînüddîn-i Şâmî, Şeyh Tayfûr-ı Şâmî, Şeyh Bedreddîn Şâh-ı Medâr (sene: 716*1316 velâdeti, sene: 840 irtihâli leyle-i Cum’a 18 Cemâziye'l-âhir * 27 Aralık 1436, medfeni Hind’de Kemenfur nâm beldedir) (kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Melâmiyye

  Melâmetiyye   doğrusudur.

Mahbûb-ı güzîn-i Mevlâ (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk, Cübeyr b. Mut’ım b. Nevfel es-Sahâbî, Şeyh Muhammed Müslim, Şeyh Ebû İyâz Mansûr-ı Kûfî, Şeyh Fuzeyl b. İyâz-ı Kûfî, Şeyh Feth b. Aliyy-i Mevsılî, Şeyh Ebû Hüseyin Selem b. Hüseyin Bârûsî, Şeyh Ebû Sâlih Hamdûn el-Kassâr (Bu zât silsile-i Melâmiyye’nin pîridir.) (kaddesallâhu esrârarhüm).

Memleketimizde bu kol münteşir değildir. Melâmîlik umûm turuk-ı aliyyeye sirâyet eylediğinden müstakil bir koldan teselsül edememiştir.

*265* Silsile-i Aşkıyye

Silsile-i Nakşiyye’de Bâyezîd-i Bestâmî hazretlerinden inşiâb ile yürümüştür.

Şeyh Bâyezîd Tayfûr-ı Bestâmî, Şeyh Ebû Mûsâ Düeylî, Şeyh Ebû Bekr-i Emnânî, Şeyh Ömer ed-Dirhemî, Şeyh Cemâleddîn-i Bestâmî, Şeyh Necmeddîn-i Bestâmî, Şeyh Kıvâmuddîn Hüseyin, Şeyh Ebû Yezîd-i Aşkî (kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Şettâriyye

Bâyezîd-i Bestâmî, Hâce Muhammed el-Mağribî, Ebû Muzaffer Mevlâ Tûsî (Bu zât Ebû Yezîd-i Aşkî’ye de mülâkî olup, silsile-i Aşkıyye’den hisse-dâr-ı feyz olmuştur.), Şeyh Ebul-Hasan Ali b. Ca’fer el-Harakânî, Şeyh Hudâkulu, Şeyh Muhammed Âşık, Şeyh Muhammed Ârif et-Tayfûriyye, Şeyh Abdullâh eş-Şettâr (kaddesallâhu esrârarhüm).

Silsile-i Şinâviyye - Silsile-i Gavsiyye

Şeyh Abdullâh eş-Şettâr hazretlerinden münşeib olmuştur.

Silsile-i Gazâliyye

Şeyh Ebul-Hasan-ı Harakânî ve Ebul-Kâsım Ali b. Abdülvâhid hazerâtından, Şeyh Ebû Aliyy-i Fazl b. Muhammed el-Fâremedî’ye, ondan da Huccetül-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazâlî hazretlerine feyz-i Muhammedî sereyân eylemiştir.

İmâm Muhammed el-Gazâlî

İmâm Gazâlî, eâzım-ı ulemâ-yı İslâmiyye’den ve efâhım-ı urefâ-yı sûfiyyedendir. Zamânında ulemâ ile urefânın arasında tekevvün eden beynûneti te'lîfe gayret etmiş, muvaffak olmuş, kudret-i ilmiyye ve kemâlât-ı irfâniyyesini herkese teslîm ettirmiştir. Vücûd-ı mukaddesleriyle iftihâr olunur. Kendilerine,   Huccetül-İslâm   lakabı bil-istihkâk beynel-İslâm tevcîh olunmuştur.

Külliyyetli ve pek mühim te'lîfâtı vardır ve beynel-ulemâ ziyâdesiyle makbûl tutulmuştur. Urefâ ve ulemâdan herkes kendilerine hürmet-i ta’zîmde bulunur.

Rûhul-Beyân’da, İsmâîl Hakkî el-Celvetî hazretleri müşârünileyh hakkında vak’a-i âtiyeyi nakl eder:

*266* Aktâb-ı zamândan bir veliyy-i a’zam; kendisini huzûr-ı saâdet-i Muhammediyye’de görüyor. Büyük bir dîvân var. Hz. Mûsâ (Aleyhi's-selâm), Rasûl-i Ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerinin, (علماء أمتى كأنبياء بنى إسرائيل)[57] buyurmuş olmasına karşı, sultânül-enbiyâ ve hikmet-nümâ-yı (وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى)[58] efendimizden böyle buyurulmasının hakîkatini suâl etmiş ve   Yâ Rasûlallâh ümmetinin ulemâsıyla enbiyâ-yı Benî İsrâîl neden teşbîh buyuruldu.   İstîzâhına karşı,   Ulemâ-yı ümmetten birini ihzâr edeyim, bir görüşünüz. Hakîkat-i beyâniyyemi teslîm edersiniz.   meâlinde cevâb-ı nebevî inâyet buyurulmuştur.

İşte o dîvân Hz. Mûsâ ile ulemâ-yı ümmet-i Muhammed’den bir zâtın murâfaası için teşekkül etmiş bir dîvân idi. Ulemâ-yı ümmetten İmâm Gazâlî, taraf-ı celîl-i nebevîden ihzâr buyurulmuş Hz. Mûsâ ile İmâm Gazâlî karşı karşıya gelince, Hz. Mûsâ, İmâm Gazâlî’ye ismini sormuş, o da,   Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed   cevâbını verince Hz. Mûsâ,   Ben size isminizi sordum, siz bana fazla olarak pederinizden i’tibâren ecdâdınızın isimlerini de saymağa başladınız.   diye istiğrâb âsârı gösterince İmâm Gazâlî,   Ey Nebiyy-i zîşân Cenâb-ı Hak size, (وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى)[59] diye sordu; siz, (قَالَ هِيَ عَصَايَ)[60] demekle iktifâ edecek yerde, (أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى)[61] diye fuzûlî arz ve tafsîl-i cevâbda bulunmuştunuz. İşte ben de bu nazariyyenize ittibâan tatvîl-i cevâb eyledim.   diye ma’rûzâtta bulununca Hz. Mûsâ, İmâm Gazâlî’nin mertebe-i irfânını takdîr edip huzûr-ı risâlette teslîm-i hakîkat buyurmuşlardır.

Hz. Mûsâ’ya karşı ulemâ-yı ümmet arasından temyîzi imâm-ı müşârünileyhin   Huccetül-İslâm   lakabına mazhariyyetini *269* müstelzim ve vak’a-i müftehire bu olsa gerektir.

Terceme-i hâl-i âlîlerine gelince:

Zeyneddîn Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî nâmıyla muanven olup, ekâbir-i fukahâ-yı Şâfiiyye’den bir zât-ı âlî-kadrdir. 450 sene-i hicriyyesinde (1058), Horasan’da Tus şehri civârında Gazâle karyesi’nde dünyâya revnak vermiştir. İbtidâ Tus’da Ahmed er-Râzkânî’den ve ba’dehû Nîsâbûr’da İmâmül-Haremeyn Ebul-Maâlî el-Cüveynî’den tahsîl-i ulûm ederek üstâdının hayâtında kesb-i şöhret ve te'lîfe mübâşeret etmekle, müşârünileyh tarafından tahsîn ve teşvîk olunmuş ve üstâdının vefâtında Nîsâbûr’u terk ile Sürre-Men-reâ (Sâmerrâ)'ya azîmet ederek, vezîr Nizâmül-Mülk ile görüşmüş ve müşârünileyhin ikrâm ve ta’zîmine mazhar olmuştur. Huzûrunda meşâhîr-i ulemâ ile ettiği mübâhasât-ı ilmiyyede cümlesine tefevvuk ile derece-i ilm ü kemâlini isbât ettiğinden, 484*(1091) târîhinde henüz otuzdört yaşında iken Bağdâd’da Medrese-i Nizâmiyye’nin bir müderrisliğine ta’yîn olunarak dört sene tedrîs-i ulûm ile kesb-i iştihâr ettiler.

Şeyh Ebû Alî Fazl b. Muhammed el-Fâremedî hazretleriyle hem-sohbet olup, onun dâire-i feyzine girdi. 488*(1095)’de kâffe-i meşâgili terk ile gûşe-i zühd ü takvâya çekilmiş ve ba’dehû cânib-i Hicâz’a azîmet, ba’del-hac Şâm’da Câmi’-i Ümeyye’nin garb cihetindeki medresede tedrîs ile ba’del-iştigâl Kuds-i Şerîf’e gidip, ibâdet ve riyâzet ile vakit geçirmiş ve oradan İskenderiye’ye giderek bir müddet kaldıktan sonra Sultân b. Taşkın’ın da’veti üzerine Mağrib’e gitmek üzere gemiye binmiş ise de esnâ-yı râhda sultân-ı müşârünileyhin haber-i vefâtını işitince yarı yoldan dönüp vatanına avdet etmiş idi.

Tus’ta bir müddet te'lîf ve tedrîs ile meşgûl olarak, ba’dehû Nîşâbûr’da Medrese-i Nizâmiyye müderrisliğini kabûl etmesi ibrâm olunmağla oraya azîmete mecbûr olmuş ve nihâyet bir müddet sonra terk-i hıdmetle vatanına dönmüş, mensûb bulunduğu tarîkat-ı aliyye-i sûfiyyeye mahsûs bir hânkâh ve yanında bir medrese *268* inşâsına muvaffak olup bakıyye-i ömrünü burada ibâdet ü riyâzet ve irşâd u tedrîs ile geçirmiş ve 505*(1111-12) târîhinde ellibeş yaşında iken irtihâl-i dâr-ı naîm eylemiştir. (kaddesa'llâhu sırrahû)

Henüz genç yaşında nâil olduğu makâmât-ı âliye gıbta-fermâdır. Te'lîfât-ı kesîresi vardır. En meşhûrları:

İhyâu'l-Ulûmel-Basîtel-Vasîtel-Vecîzel-Hulâsael-Müsta’fîel-Münhalel-MüntehalTehâfütül-FelâsifeMihekkü’n-NazarMi’yârül-İlmel-Makâsıdel-Meftûn bihî alâ Gayri Ehlihîel-Maksadül-Esnâ fî-Şerhi'l-Esmâi'l-HüsnâMişkâtül-Envârel-Münkızu mine’d-DalâlHakîkatül-Kavleyn ve sâire.

Kendileri meslek-i sûfiyyûnun necm-i tâbânı olmağla felâsifenin efkârını red ve cerh yolunda mezkûr Tehâfütül-Felâsife kitâbını yazmış ve muâsırı bulunan meşhûr İbn Rüşd’ün, Endülüs’ten sorduğu suâle cevâben (İbn-i Rüşd) Tehâfütü Tahâfüti'l-Felâsife li'l-Gazâlî ünvânıyla bir kitâb te'lîf ederek aksâ-yı şarkta zuhûr eden bir esere aksâ-yı mağribden cevâb vermiştir.

İmâm Gazâlî’nin Arabî, Fârisî ba’z-ı eş’ârı vardır.

Kıt’a:

هبنى صبوت كما ترون بزعمكم            

و حظيت منه بالثم هذا زهر               

إنى أعتزلت فلا تلوموا أنه                  

أضحى يقابلنى بوجه أشعرى [62]             

İrtihâli üzerine bir şâirin târîhi:

نصيب حجة إسلام ازين سراى شيخ     

حيات پنچه و پنچ و ممات پانصد و پنچ [63]

                                                             

Âlem-i İslâm’ın iftihâr ettiği eâzımdandır. Sûfiyyûnun mâ-bihi'l-iftihârıdırlar (نaddesa'llâhu esrârahum).


 

*269* 1343 sene-i hicriyyesinde (1924-25) İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan tarîkat-ı aliyye-i Mevlevî’ye mensûb olanlar:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Yenikapı Mevlevîhânesi       Perşembe                    Abdülbâkî Efendi

Bahâriye Mevlevîhânesi       Çشقşamba

Galata Mevlevîhânesi                       Cum’a                         Ahmed Celâleddîn Efendi

Kâsımpaşa Mevlevîhânesi    Pazar                          Seyfeddîn Efendi

Üsküdar Mevlevîhânesi        Cumartesi                   Ahmed Remzî Efendi

Tarîkat-ı aliyye-i Rufâiyye’ye mensûb olanlar:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Üsküdar’da Rufâî Âsitânesi  Perşembe                    Şeyh Hüsnî Efendi

Beşiktaş Ebulhüdâ Tekkesi                                      Şeyh Seyfeddîn Efendi

Aksaray Ebulhayr Tekkesi                                       Şeyh Şâkir Efendi

Üsküdar Çarşamba Tekkesi   Çarşamba                   Şeyh Hayrullâh Efendi

Üsküdar Sandıkçı Tekkesi    Cumartesi                   Şeyh Haydar Efendi

Beykoz Çayır Tekkesi                                              Şeyh Kâmil Efendi

Firuzağa'da Hocazâde Tekkesi  Cum’a                         Şeyh Resmî-zâde

Kulaksız'da Ma’rûfî Tekkesi      Pazartesi gecesi         Şeyh Tâhâ Efendi

Eyüp'te Hasîb Efendi Tekkesi    Pazartesi                     Şeyh Şa’bân Efendi

Eyüp'te Şeyh Selâmî Tekkesi     Pazar                          Şeyh Muhsin Efendi

Eyüp'te Sultân Osmân Tekkesi  Cum’a                         Şeyh Tal’at Efendi

Saîd Çavuş Tekkesi               Perşembe                    Şeyh Hakkî Efendi

Yeşiltulumba'da Şeyh Halîm Tekkesi Cum'a                         Vekîl  Şeyh Cemâl Efendi

Topkapı'da Şeyh Süleymân Ef. Tek.  Cumartesi                   Şeyh Cemâl Efendi-zâde

Hüsrev Paşa Tekkesi             Çarşamba                   Şeyh Abbâs Efendi

Ümm-i Ken’ân Tekkesi         Cum’a                         Şeyh Ken’ân Efendi

Kılıççı Dergâhı                      Pazar                          Şeyh Ârif Efendi

*270*   Tarsus Tekkesi                       Pazartesi gecesi         Şeyh Muhammed Efendi

Şehremini'de Ca’ferağa Tekkkesi      Pazartesi gecesi         Şeyh Sâfî Efendi

Cerrehpaşa'da Bekâr Bey Tek.         Cumartesi                   İhsân Efendi vekîli Şeyh Haydar Efendi

Sarrâc İshâk Dergâhı             Pazar                          Şeyh Vahdî Efendi

Karababa Tekkesi                  Salı                             Şeyh Haydar Efendi

Âraste Tekkesi                       Pazar                          Şeyh Sâdık Efendi

Düğümlü Baba Tekkesi         Pazartesi gecesi         Şeyh Şihâb Efendi

Kartal'da Ma’rûfî Tekkesi     Cum’a gecesi             Şeyh Yâsîn Efendi

Yakacık Rufâî Tekkesi          Rufâî Âsitânesi meşîhatine meşrûtadır.

Tahtaminâre'de Sâlih Ef. Tekkesi      Pazartesi

Şehremini'de Hulvî Efendi Tekkesi   

Tarîkat-ı aliyye-i Sa’diyye’ye mensûb tekâyâ:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Abdüsselâm Hânkâhı             Pazartesi                     Şeyh Zâhir Efendi

Etyemez Dergâhı                   Salı                             Şeyh Hüsnî Efendi

Sancaktar Dergâhı                 Pazar                          Şeyh Sa'deddîn Efendi

Kadem Tekkesi                      Salı                             Şeyh Salâhaddîn Efendi

Hâcı Matrak Tekkesi             Salı                             Şeyh İzzî Efendi

Eğrikapı'da Çakırağa Tekkesi      Cum’a                         Şeyh Hulkî Efendi

Kırîmî Hâcı Hâfız Efendi      Cum’a                        

Hasîrî-zâde Tekkesi              Çarşamba                   Şeyh Elîf Efendi

Taşlıburun Tekkesi                Perşembe                    Şeyh Sa'deddîn Efendi

Balçık Baba Tekkesi             Cumartesi                   Şeyh Hâlid Efendi

Üsküdar'da Fethi Efendi Tekkkesi    Salı                             Şeyh Şemseddîn Efendi

Hallâç Baba Tekkesi             Cum’a                         Şeyh Sa'deddîn Efendi

*271*   Kadıköy Mecîdiyye Dergâhı Pazar                          Şeyh Münîb Efendi-zâde

Kâsımpaşa Ciğerim Dede Tekkesi           Pazar                          Şeyh Halîl Efendi

Tarîkat-ı aliyye-i Bedeviyye’ye mensûb tekâyâ:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Beylerbeyi'nde Şeyh Hüseyin

Efendi Tekkesi                          Cum’a gecesi             Şeyh Nesîb Efendi

Çengelköy'de Bedevî Tekkesi     Cumartesi                   Şeyh Siyâhî Efendi

Şeyh Hâmil Tekkesi              Pazar                          Şeyh Hâmil-zâde Efendi

Kâsımpaşa'da Ebu’r-Rızâ Tekkesi     Pazar                          Şeyh Nûreddîn Efendi

Kâsımpaşa'da Arab-zâde Tekkesi     Salı                             Şeyh Enver Efendi

Eyüp'te İslâm Bey Tekkesi        Cum’a                         Şeyh İbrâhîm Efendi

Ağaçkakan Tekkesi               Çarşamba                   Şeyh Niyâzî Efendi

Üsküdar'da Şeyh Sâdık

Efendi Tekkesi                         Pazartesi                     Şeyh Ali Baba-zâde

Tarîkat-ı aliyye-i Kâdiriyye’ye mensûb tekâyâ:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Kâdirî-hâne Âsitâne              Salı                             Şeyh Avnî Efendi

Subcu-zâde Tekkesi

Kâsımpaşa'da Türâbî Dergâhı     Cum’a                         Şeyh Saîd Efendi

Kâsımpaşa'da Paşmakcı Dergahı       Cumartesi                   Şayh Cemâl Efendi

Budullu Tekkesi                    Çarşamba                  

Hâşimî Tekkesi                      Çarşamba                   Şeyh Süreyyâ Efendi

Debbâğ-hâne Tekkesi                        Cum’a                         Şeyh Eşref Efendi

Altımermer’de Kâdirî Tekkesi    Cumartesi                   Şeyh Nâcî Efendi

Hâkî Baba Tekkesi                Cum’a                         Şeyh Sa'deddîn Efendi

*272*   Remlî Dergâhı                       Çarşamba                   Şeyh İlhâmî Efendi

Şeyh Sırrî Dergâhı                                                    Şeyh Abdullâh Efendi

Şeyh Edhem Dergâhı (Ceylânî)                                       Şeyh Hâlid-i Ulvî Efendi

Şeyh Muhyî Efendi Dergâhı      Perşembe                    Şeyh Hayrullâh Efendi

Kabakulak Dergâhı                Çarşamba                   Şeyh Hakkî Efendi

Haydar-hâne Dergâhı            Pazar                          Şeyh İrfân Efendi

Keşfî Osmân Efendi Tekkesi       Cum’a                         Şeyh Muhammed-i Kemter Efendi

Olanlar Dergâhı                     Pazar                          Şeyh Hüsnî Efendi torunu

Taştekneler Tekkesi              Pazartesi gecesi         Şeyh Kemâleddîn Efendi

Geyik Baba Âgâh Efendi Tekkesi            Pazar                          Şeyh Bahâeddîn Efendi

Körükçü Dergâhı                   Pazar                          Şeyh Sıdkı Efendi

Hekîmoğlu Ali Paşa Dergâhı     Cum’a                         Şeyh Müfîd Efendi

Gümüş Baba Dergâhı            Pazartesi                     Şeyh İzzet-zâde

Kaygusuz Baba Dergâhı        Pazartesi                     Şeyh Hâcı Rızâüddîn Efendi

Halîm-gülüm Dergâhı                                               Şeyh Hulûsî Efendi

Şeyh Hicâbî Tekkesi                                                 Şeyh Hicâbî-zâde

Şeyh Nevrûz Tekkesi            Cum’a gecesi             Şeyh Nevrûz Efendi

Yahyâ Kethüdâ Tekkesi        Çarşamba                   Şeyh Sâmî Efendi

Bayrampaşa Tekkesi             Cum’a                         Şeyh Ali Efendi

Vânî Tekkesi                         Pazar                          Şeyh Niyâzî Efendi

Yarımca Baba Tekkesi          Cumartesi                   Şeyh Muhammed Efendi

Kayalar Dergâhı                    Cum’a                         Şeyh Ali Efendi

Büyük Piyâle Dergâhı           Cum’a                         Şeyh İbrâhîm Efendi

Avnî-zâde Tekkesi                Cumartesi                   Şeyh Eşref Efendi

Kesmekaya Tekkesi               Cum’a

Kefevî Tekkesi                      Cum’a                         Şeyh Edhem Efendi

*273*   Pişmâniyye Dergâhı              Çarşamba gecesi        Şeyh Ferîd Efendi

Üsküdar Kartal Baba Tekkesi     Salı                             Şeyh Hulkî Efendi

Beylerbeyi'nde Kâzım Efendi Tekkesi      Cum’a akşamı            Şeyh Kâzım Efendi

Eyüp'te Özbekler Tekkesi                                                          Şeyh Muhammed Behlûl Efendi

Bayrâmîler:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Üsküdar'da Himmet-zâde Tekkesi     Salı                             Şeyh Nâsih Efendi

Üsküdar'da Emekyemez Tekkesi      Pazartesi                     Şeyh Azîz Efendi-zâde

Çarşamba'da Muhammed Ağa Câmii Cum’a                         Şeyh Osmân Efendi

Bozdoğan Kemeri’nde Helvâyî Ya’kûb    Çarşamba akşamı       Şeyh Muhammed Tâhir Efendi

Sünbülîler:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Kocamustafapaşa Hânkâhı            Cum’a                         Şeyh Râzî Efendi

Merkez Efendi Dergâhı         Perşembe                    Şeyh Nûreddîn Efendi

Fındıklı Tekkesi                    Cumartesi                   Şeyh Hâfız Efendi

Mîr-âhûr Tekkesi                  Pazar gecesi               Şeyh Vahyî Efendi

Hâcı Evhad Tekkesi              Pazartesi                     Şeyh Ya’kûb Efendi

Koruk Tekkesi                       Çarşamba gecesi        Şeyh Nûrullâh Efendi

Şâh Sultân Tekkesi                Salı                             Şeyh Burhân Efendi

Ferah-şâh Sultân Tekkesi      Çarşamba                   Şeyh Mustafâ Efendi

Dırağman Tekkesi                 Perşembe gecesi         Şeyh Şerâfeddîn Efendi

Erdebîlî Tekkesi                    Cum’a                         Şeyh Sırrî Efendi

Balat Tekkesi                                    Cum’a                         Şeyh Necmeddîn Efendi

Ağaçayırı Tekkesi                 Pazar                          Şeyh Rızâ Efendi

Arapkapısı Tekkesi               Pazartesi gecesi         Şeyh Mustafâ Efendi

Mi’mâr Tekkesi                     Perşembe gecesi         Şeyh Mustafâ Efendi

İbrâhîmpaşa Tekkesi             Salı                             Şeyh Hâfız Ahmed Efendi

*274*   Cihângîr Tekkesi                   Pazar                          Şeyh İhsân Efendi

Ramazân Efendi                    Pazartesi                     Şeyh Muhammed Efendi

Cerrâhîler:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Nûreddîn Cerrâhî Âsitânesi  Pazartesi                     Şeyh Fahreddîn Efendi

Ser-tarîk-zâde Tekkesi          Pazar                          Şeyh Hâşim Efendi

Durmuş Dede Tekkesi           Çarşamba                   Şeyh Saîd Efendi

Yıldız Tekkesi                       Çarşamba                   Şeyh Nûrî Efendi

Çaylak Tekkesi                                                         Şeyh Tevfîk Efendi

Karagöz Dergâhı                   Çarşamba                   Şeyh Hüsnî Efendi

Tımeşvar Tekkesi                  Perşembe                    Şeyh Hâşim Efendi

Yeniköy Tekkesi                                                       Şeyh Yahyâ-zâde

Yekfûr Tekkesi[64]                                                      Şeyh Raûfî Efendi

Üsküdar Ârif Dede Tekkesi(Cerrâhhiyye’den) Perşembe                 Şeyh Fahreddîn Efendi

Gülşenî:

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Mollaaşkî’de Gürcü Ali Efendi Tek.  Salı                             Şeyh Muhammed Sâmi Efendi

Uşşâkîler:

Uşşâkî âsitânesi Kâsımpaşa’dadır.   Şemşîrli Tekke  ,   Perşembe Tekkesi   diye yâd edilir.

Dergâhın İsmi                 Yevm-i Mahsûsu   Şeyhin İsmi

Uşşâkî Âsitânesi                    Perşembe                    Şeyh Mustafâ Sâfî Efendi

Hâlid Efendi Tekkesi (Samatya'da'dır)           Cum’a                         Şeyh Şihâb Efendi

Fahrî Efendi Tekkesi (Aksaray'dadır) Pazar                          Şeyh Emîn Efendi

Mustafâ Efendi Tekkesi (Hırka-i şerif)           Pazar gecesi               Şeyh Hâcı Mustafâ Efendi

Bedrüddîn Efendi Tekkesi (Keçeciler)           Salı                             Şeyh Hazmî Efendi

Hoca-zâde Tekkesi           (Fâtih Haydar'da) Pazartesi                     Şeyh Cemâl Efendi

Şeyh Cemâl Efendi, hizmet-i askeriyye sırasında kolundan sakat olmuştur. Pederi Şeyh Muhammed’in müddet-i meşîhati pek azdır. Edirnekapı mezârlığında medfûndur. *276* Onun pederi Şeyh Hasan Efendi tuz satardı. Hilâfeti bu dergâh şeyhi Eşref Efendi’dendir. Hilâfetinde Tâhir Ağa Dergâhı şeyhi Ali Behcet Efendi rehberlik ettiğini söyledi. Hasan Efendi, dergâhı i’mâr ve ihyâya muvaffak olmuş kulûb-ı sâfiye ashâbından bir zât idi. Tahmînen 1320*(1902-03) senesi zarfında irtihâl eylemiş, Edirnekapı Mezârlığı’na defn olunmuştur. Şeyh Eşref Efendi, bu dergâh meşîhatinde çok zamân bulunmuş, sinnen sekseni tecâvüz etmiş ve Hz. Salâhî’nin mahdûmu Şeyh Ziyâeddîn Efendi’ye yetişmiştir. İrtihâli 1300*(1883) senesinden evveldir.

(Şeyh Cemâl Efendi), Orta boylu, kır ve uzunca sakallı, melîhu'l-vech bir zât idi. Hastalara okur ve ehl-i sülûk idi. Şeyh Behcet Efendi’nin nakline göre her gün Haydar Hamâmı’na gider, iğtisâl eder imiş. Tab’ında harâret gâlib olmağla iğtisâli âdet edinmiş idi. İrtihâlinde Edirnekapı hâricinde İbn-i Kemâl hazretlerinin kabri karşısındaki mezâristânda vedîa-i hâk-i rahmet kılınmıştır.

Harb-i Umûmî esnâsında bir tayyâreden atılan bomba bu dergâha tesâdüf etmekle, ne câm ne çerçeve nâmına bir şey kalmayacak derecede tahrîbât vücûda gelmiştir.

Azîzim Şeyh Mustafâ Efendi’nin nakline göre bir zamânlar İstanbul’da Uşşâkî tekkelerinin adedi ondokuza bâliğ olmuş imiş. Hâlen altı tekke vardır. Üsküdar cihetinde ise hiç yoktur.

            Ma’rifet iltifâta tâbi’dir

            Müşterisiz metâ’ zâyi’dir

Eslâf, dîne izhâr-ı muhabbet eder, mazhar-ı kemâl olmak için ehl-i ma’nânın dâire-i feyzine şitâb eylerler imiş. Ahlâf ise, dînden rû-gerdân oldu. Ehl-i ma’nâ ise, bir kat daha perde-i istitâra büründü.

*276* Bayrampaşa Tekkesi

İstanbul’da Cerrâhpaşa civârında Haseki Câmii kurbunda câdde üzerinde bir dergâhdır. Bânîsi Sadr-ı a’zam Bayram Paşa’dır ki, rikâb-ı humâyûnda Bağdâd’a sefer ederken Urfa’da vefât eyledi. Na’şı İstanbul’a getirildi, türbesine defn edildi. Bu tekke Kâdiriyye şeyhlerine meşrûtadır.

Bayram Paşa’nın irtihâli:

            Eyledi Bayram Paşa adn-ı a'lâyı makâm

                     (ايلدى بايرام پاشا عدن اعلايي مقام) 

mısraının delâletine göre 1048*(1638-39) senesine müsâdiftir (Rahmetu'llâhi aleyh)[65].

O zamândan beri burada post-nişîn olan zevât-ı kirâm:

- Malatyalı Şeyh Hamza Efendi.

- Şeyh Mehdî Efendi.

- Uryânî Şeyh Muhammed Efendi.

- Ahlâtî Şeyh Mustafâ Efendi.

- Şeyh Îsâ Efendi.

- Bayrâmiyye’den Himmet-zâde Muhammed Emîn Efendi.

- Mahdûmu Şeyh Es’ad Efendi:

            Eyledi Seyyid Muhammed Es'ad'a huldü makâm

            (ايلدى سيد محمد اسعده خلدى مقام) = 1202*(1787-88)[66].

- Şeyh Mustafâ Efendi:   Müftü Baba   diye meşhûrdur. Kal’acık (Kalecik) müftüsü idi.

            Düşdü bâ-feyz-i Hudâ târîh-i mısra’ fevtine

            Eyledi Müftî Baba el-hak o Firdevs’i mekân

                    (ايلدى مفتى بابا الحق او فردوسى مكان)

                                   27 Cemâziyel-evvel 1206*(22 Ocak 1792)[67].

Müşârünileyhimden Es’ad ve Müftü Mustafâ Efendiler. Bu dergâh hazîresinde medfûndur.

- Müftü-zâde Şeyh Muhammed Nûreddîn Efendi: Türbe-dâr-ı Hz. Sünbül idi. 17 Muharrem 1210*(3 Ağustos 1795).

- Şeyh Muhammed Efendi.

- Şeyh Mustafâ Efendi b. Nûreddîn Efendi: 1233*(1818)’de irtihâl eyledi. Burada medfûndur.

- Şeyh İbrâhîm Efendi ki,   Cici Burun   diye meşhûrdur. Sünbüliyye’dendir. 1271*(1854-55’de irtihâl eylemiştir. Hüsn-i hâl ashâbından idi. Hânkâh-ı Hz. Sünbül’de büyükkapı civarında medfûndur. Kâdirîhânedeki *278* Silsiletü’t-Tarâik’te böyle muharrerdir. Bayrampaşa Dergâhı şeyhi idi. Bu İbrâhîm Efendi. Kâsımpaşa Hânkâhı şeyhi Cemâl Efendi merhûma da vekâlet eylemiş idi.

- Baba Efendi: Kibâr-ı meşâyıh-ı Kâdiriyye’dendir. Cild-i evvelde Müştâkîler bahsinde kitâbe-i seng-i mezârını yazdım. İrtihâli 1298*(1881)’dedir.

Mahdûmu Muhammed Ali Efendi dahi Baba Efendi’den sonra şeyh olmuştur. Her ikisinin kabri dergâh havlısındadır. (Muhammed Ali Efendi’nin) irtihâli 1309*(1891-92)’dadır.

Cerâhpaşa hatîbi hulefâ-yı Kâdiriyye’den Ârif Efendi bir müddet burada vekâlette bulunmuş idi. Dergâh meşîhati ahîren Ma’cûncu’da kâin Kelâmî Dergâhı şeyhi Es’ad Efendi-zâde Şeyh Ali Efendi’ye tevcîh olunmuş ise de hâlen hucurâtta muhâcir meskûn ve tevhîd-hâne müşrif-i harâbdır.


 

TERCEME-İ HÂL-İ ÂCİZÎ

*280* Bu abd-i ahkar-ı rû-siyâhın işbu Sefîne-i Evliyâ’da yeri olmamak lâzım gelirse de, buna derc ettiğim bu kadar eızze-i kirâmın bir kıtmîri olarak saff-ı niâlde bulunmağı şeref-i azîm addederek, ba’zı ma’rûzâtta bulunmak cür’etini ihtiyâr eyledim. Sefîne’yi mütâlaaya tenezzül buyuran erbâb-ı şiyem ü mürüvvetin âcizleri hakkında lutfen istihsâl-i ma'lûmât ârzûsuna düşmesi ihtimâline karşı bir nebze ma'lûmât i’tâsı fâideden hâlî olmasa gerektir.

İsmim   Hüseyin  , mahlasım   Vassâf  , künyem   Osmân-zâde  dir.

Pederim Ürgüplüdür. İsmi Hacı Osmân Efendi, onun babası Ali Ağa’dır. Vâlidem Gürcü olup, ismi Fâtıma Emsâl Hânım’dır.

Pederim vaktiyle Mısır Vâlisi meşhûr Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrâhîm Paşa maiyetinde bulunmuş ve bunların irtihâlinde Mehmed Ali Paşa dâmâdı Sadr-ı a’zam Yûsuf Kâmil Paşa hizmetine dâhil olarak sinîn-i medîde Mısır’da ve İstanbul’da bulunup, onun da irtihâlinde haremi meşhûr-ı âlem Zeynep Hânımefendi tarafından,   Babamın ve zevcimin emek-dârıdır.   diye saâdet-i hâl içinde bırakılmıştır.

Vâlidem Gürcü kızı olmağla, bidâyeten müşîrân-ı devletten Zarîf Mustafâ Paşa dâiresine alınmış, ba’dehû Zeynep Hânımefendi’nin vâlidesi ve Mehmed Ali Paşa’nın halîlesi Şem’inûr Kadın Efendi tarafından satın alınarak bir hayli hizmetinde bulundurularak hazîne-dâr kalfalığına irtikâ etmiş ve müşârünileyhâ Kadın Efendi’nin irtihâlinde kirîmesi Zeynep Hânımefendi tarafından pederim Hâcı Osmân Efendi’ye tezvîc edilmiştir.

Aksaray’da Vâlide Câmi’-i şerîfi karşısında Karamehmedpaşa Sokağı’nda ve Kovacıdede Mahallesi’nde, otuzbeş numaralı hâne, hânımefendi tarafından bi'l-iştirâ, yarısı pederimin, yarısı vâlidemin üzerine *281* ihsân olunup, 1281*(1864-65) senesinde burada mükellef bir düğün yapılmıştır. Bir sene sonra birâderim Ali Nûrî Bey; iki sene sonra hemşîrem Refîa Hânım; 8 Mart 1288*( 20 Mart 1872) ve 10 Muharrem 1289 târîhine müsâdif Çarşamba gecesi muharrir-i fakîr ve 1297*(1880) senesinde Mehmed Salâhaddîn isminde bir kardeşim dünyâya gelmiştir. Bunlardan Refîa ve Salâhaddîn küçük yaşta irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip Merkez Efendi Kabristanı’nda elyevm âile makberemizde defîn-i hâk-i rahmettirler.

Vâlidem, Salâhaddîn’i tevlîdi müteâkib hastalandı, kısa bir müddet hastalığı müteâkib âzim-i dâr-ı cinân oldu ki, 1297 sene-i hicriyyesine (1880) müsâdiftir. Tarîkat-ı aliyye-i Nakşıbendî’den Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn Efendi merhûma müntesibe fâzılât-ı nisvândan idi. Pederim nakl ederdi, vâlidem, fakîre   Ab-destsiz meme vermedim.   dermiş. Merhûmeyi de mezkûr kabristânda kızının koynuna koyduk.

Pederim iki def’a ziyâret-i Haremeyn-i muhteremeyne muvaffak olup, Cemâziye’l-evvel 1308*(Aralık 1890-Ocak 1891) târîhinde âzim-i gül-şen-serâ-yı cinân olarak, elyevm vâlidemizin yanında âsûde-nişîn-i rehmet-i Rahmân’dır. (rahimehumu’llâhu taâlâ rahmeten vâsia).

Pederim Hâfız Muhammed Emin Efendi’nin târîh-i irtihâli: 3 Şevvâl 1337* 7 Hazîran 1335 (1917) yevm-i Pazartesi, saat üçbuçukta.

Hemşîre-i müşfikam Hikmet Hanım’ın târîh-i irtihâli: 11 Rebîu’l-evvel 1338* 9 Kânûn-ı sânî 1335(1917), yevm-i Salı saat altıbuçukta.

Medfeni: Erenköy Kabristanı

Müddet-i ömrü: 63 sene. ( rahmetu’llâhi aleyhi rahmeten vâsia)

Âcizleri, Karamehmedpaşa Câmi’-i şerîfi harîmindeki ibtidâî mektebde hocam Mehmed Efendi’den bed’-i Besmele eyledim. Ağayokuşu Mekteb-i İbtidâî’sinde diğer hocam Şükrü Efendi’den tahsîl-i ibtidâîyi ikmâl ile, Yûsufpaşa’da o zamânın en mümtâz bir müessese-i irfânı olan Medrese-i Hayriyye’de ve bi'l-âhare Mekteb-i Osmânî’de ve Aksaray’da Vâlide Rüşdîsi’nde bulunarak, bâ-şehâdet-nâme neş’et ettim. Mekteb-i Mülkiyye Î’dâdîsî’ne girdim. Burada üç sene müretteb ulûm u fünûnu okudum. Pederimin irtihâli bu zamâna müsâdifdir. Emr-i maîşette dûçâr-ı müzâyaka oldum. Birâderim, *282* mülgâ Rusûmât Emâneti Evrâk Kalemi’ne müdâvim bulunuyordu. Onun delâletiyle 1306 sene-i rûmiyyesi (1890)  esnâsında kalem-i mezkûra müdâvemete başladım. Bir sene sonra 250 kuruş maâşla Şirket-i Hayriyye Tahrîrât Kalemi’ne girdim. Bir sene kadar devâm edip yine Rusûmât'a intisâb ettim. Mektûbî Kalemi'ne kabûl ile tavzîf olundum.

Dervîşliğe ve tarîkat-ı aliyyeye muhabbetim küçük yaşımda başlar. Peder-i merhûm İstanbul’da Topkapı civârında,   Pazar Tekkesi   denilen Dergâh-ı Sinânî’nin şeyhi Sâlih Efendi merhûmun muhiblerinden idi. Onun irtihâlinde mahdûm-ı kerîm-âneleri Şeyh Ahmed Zarîfî Efendi’ye arz-ı muhâlasat etmiş idi. Hîn-i velâdetinde müşârünileyh Ahmed Zarîfî Efendi'yi eve da’vetle ism-i âciz-ânemin konulmasını ricâ eylemesiyle, da’vete bi'l-icâbe Muharremin onunda tevellüdüm dolayısıyla ismimi Hüseyin ve mahlasımı ise, inşâallâh vassâf-ı Muhammedî olur diye, Vassâf tesmiye ve nazar-ı feyz-i mürşid-ânelerinin taallukuyla henüz kundakta bulunduğum sırada, erenler, evliyâlar himmetiyle tenmiye buyurmuşlardır.

Pederim bir aralık Mesnevî-hân-ı şehîr Muhammed Es’ad el-Mevlevî hazretlerinin meclis-i sohbetinde zevk-yâb olmuş idi. Vâlide Rüşdîsi’ne müdâvim olduğum sırada Es’ad Dede, Fârisî hocamız idi. Allâh rahmet eylesin, onun perverde-i kerâmeti oldum. Cum’a günleri Fâtih’de hünkâr mahfili altında, Ramazânlarda müezzin mahfili yanında Mesnevî-i şerîf okuttuğundan, henüz küçük şaşta olduğum hâlde, pederim berâberinde derse devâma başladım. Salı günleri  BostânHâfızArûz-ı Endülüsî okudum. Gül-şen-i Râz’dan hısse-mend-i feyz oldum. Onbeş yaşında bir çocuk böyle hakâyıka müteallık derslerden tabîî müstefîd olamazdı. Fakat hikmet-i ilâhiyye, o zamândan bu derslerden zevk almağa başlamış idim. Terkinden *283* hazer ederdim. Es’ad Dede’nin Çayırlı Medrese’de odasına da gider, Kasîde-i Hamriyye okurdum. Kalbime genç yaşımda tohm-ı tasavvuf u aşkı eken Es’ad Dede hazretleri olduğunu maa’t-ta’zîm arz ederim. Onun hâtıra-i ihtirâmı olarak bu bâbda mufassal bir eser yazdım ve kütüb-hâne-i dehre yâdigâr eyledim. Umûm Mevlevî meşâyıhının takdîr ve istihsânına mazhar oldum. Aksaray’da Şekerci Sokağı’ndaki Uşşâkî dergâhının mebnî bulunduğu mahalde, tarîkat-ı aliyye-i Nakşıbendî’den Abalı hâfız denilen bir şeyh-i mübâreğin dergâhına ve arasıra Cum’a günleri de Hz. Sünbül Hânkâhı’na gider, şeyh-i âlî-câh Rızâeddîn Efendi hazretlerinin enfâs-ı kudsiyyelerinden istifâde ve istifâzaya çılışırdım.

Rusûmât’ta otuziki sene hizmet ettim. Alâ-derecâtihim terakkî ede ede Mektûbî Kalemi mühimme mümeyyizliğine, ba’dehû Galata Emtia-i Dâhiliyye Gümrüğü kontrol me’mûrluğuna, maa-müskirât-ı zahîre ve İhrâcât Gümrükleri Müdîriyyeti’ne, 22 Eylül 1331*( 4 Ekim 1915) târîhinde Sirkeci Müdîriyyeti’ne ta’yîn olundum. Harb-i Umûmî münâsebetiyle sâir gümrüklerimiz muâmeleten mesdûd kalıp, idhâlât ihrâcât Sirkeci’den şümendifere inhisâr etmekle, burada dört sene fevkal-âde bir azm ile çalıştım. Lehü'l-hamd, şân ü şeref-i idâreyi i'lâya muvaffak oldum. 6 Mayıs 1336*(1920)’da mükâfeten ve terfîan İstanbul Rusâmât Başmüdürü oldum. Rusâmât Müdîriyyet-i Umûmiyyesi’nde rıhtım ve muâhede ve kavânîn ve intihâbât komisyonlarında kâtib sıfatıyla arz-ı hıdemât eylediğim gibi, Karadeniz Gümrükleri teftîşine ve Zonguldak’ta ba’zı işlerin tedkîkine de me’mûr oldum. Bu hizmetlerde de, lehü'l-hamd muvaffak olarak menâfi’-i devleti te’mîne çalıştım. Osmanlı Devleti’nin inhidâmı ve hükûmet-i milliyyenin vücûd-pezîr olması sırasında, hükûmet-i *284* milliyyenin rusûmâta âid inkilâbını İstanbul’da iki ay müddetle hüsn-i idâreye gayret-kâr oldum. Ba’dehû tekâüdümü taleb ve istid’â ettim. Bidâyeten merkez-i hükûmetten kabûl buyurulmamış iken, ısrâr ve tekrârım üzerine 29 Rabîu'l-âhir 1341 ve 19 Kânûn-ı evvel 1338*(1922) târîhinde müsâade olundu. Lehü'l-hamd ve'l-minneh, dağdağa-i hayât-ı me’mûriyyetten kurtuldum.

Kibâr-ı meşâyıh-ı Celvetiyye’den İsmâîl Hakkı hazretlerinin âsârını tetebbua başladım. Büyük bir zevke mazhar oldum. 1312*(1894-95) senesinde ve ba’dahû mükerreren Bursa’ya gittim. Müşârünileyh ve sâir eâzım-ı evliyâullâhı ziyâret ettim ve Bursa Hâtırası diye bir seyâhat-nâme yazdım.

1314*(1896-97) senesinde Şam’dan li-maslahatin İstanbul’u teşrîf buyuran ve fakîr-hânede müsâferet eyleyen, ulemâ-yı Hanefiyye’den ve Şa’bânî tarîkının Bekriyye kolundan Şeyh Muhammed Sultân Efendi hazretlerinde gördüğümüz hâlât-ı garîbe, kendisine intisâb etmekliğime sebeboldu ve müşârünileyh esâsen İstanbul’a bunun için gelmiş olduğunu emr-i ma’nevîye istinâd ile söyledi. Terceme-i hâlini IV. cildde yazdım. Şam’a avdetleri hengâmında Delâilü'l-Hayrât’tan mücâz olduğum gibi, birkaç sene sonra tarîk-ı Halvetî-i Şa’bânî-i Bekrî’den bir icâzet-nâme ihsân eylediler.

            Halvetîlerle koyuldum reh-i tahkîka hemân

            Lutf idüp eyle meded hazret-i pîrim Şa’bân

diye terâne-senc olmağa başladım.

Teehhülüm 10 Şubat 1309( 22 Şubat 1893) ve 15 Şa’bân 1310 târîhine müsâdifdir. Kayınpederim, Harbiye Nezâreti ketebesinden ve Sekbânbaşı Câmi’-i şerîfi imâmı Hâfız Muhammed Emîn Efendi idi. Ahîren irtihâl eylemiştir. Âcizleriyle birlikte şeyh-i müşârünileyhe intisâb etmiş ve mücâz olmuştur.

Üç oğlum bir kerîmem dünyâya geldi. *285* En büyüğünün adı Osman Tal’at’tır; Almanya’da ve İsviçre’de tahsîl ile elektrik mühendisi olmuştur. İkinci mahdûmum Ahmed Cevdet, onsekiz aylık iken irtihâl-i dâr-ı cinân eylemişlerdir. Üçüncü mahdûmum Mehmed Suâd, hâlen tahsîl ile meşgûldür. Bu çocuğun dûçâr olduğu asabî ve ma’nevî bir hastalık yüzünden dört sene kadar çektiğim âlâmı bir ben, bir de Allâh’ım bilir. Lehü'l-hamd ve'l-minne elyevm bi-inâyetillâhi teâlâ kesb-i âfiyet etmiştir. Dördüncü çocuğum Ayşe Muallâ isminde bir kızımdır. (tavvela'llâhu umrahüm ve hatema'llâhu avâkıbehum bi'l-hayri ve’s-selâme bi-hurmeti nebiyyi’r-rahmeti aleyhi ekmelü’t-tahıyye).

Bir aralık Gümrük’te vazîfe-i me’mûreme devâm sırasında İstanbul’a gelen Kerbelâ hatîbi Şeyh Nâsır Efendi’den Süleymâniye Câmi’-i şerîfinde Buhârî-i şerîfe başladım, bir sene kadar devâm ettim. Tekrâr Bursa’ya gittim, ma’nevî füyûzâta nâil oldum. 1318*(1900-01) senesinde Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde Fârisî-hân-ı şehîr Hoca Hüsnü Efendi’nin Buhârî-i şerîf dersine devâma başladım. Birkaç sene füyûzât-ı ehâdîsden feyz-yâb oldum. Müderrisîn-i fâzıladan Hoca Necîb Efendi’den Kasîde-i Bürde okudum. Bu esnâda Edirne’de Hz. Sezâî (kuddise sırruhu'l-âlî) efendimizin beşinci batın evlâdından Gülşenî Veli Dede Dergâhı şeyhi Şuayb Şerefeddîn Efendi hazretlerine gıyâben arz-ı muhabbet eyledim. Şeyhim Muhammed Sultân Efendi Şâm’da irtihâl-i dâr-ı naîm eylemişidi.

            Sâkiyâ başın içün sun bir kadeh Vassâf’a kim

            Virdiğin şol bâde-i lezzet-nisâr elvirmedi[68]

terânesiyle dem-sâz oluverdim.

*286* Küçük Ayasofya’da uzlet-nişîn olan, kibâr-ı urefâ-yı Şa’bâniyye’den Hacı Kâmil Efendi hazretlerinin dâire-i feyzlerinde senelerce kaldım. Cuma günleri muntazaman Hz. Sünbül Hânkâhı’na, oradan Seyyid Nizâm Dergâhı’na giderdim. Şeyh Şuâeddîn  ve Şeyh Mahmûd Efendilerin bezm-i sohbetine ve meclis-i zikrlerine dâhil olurdum. Edîb-i lebîb ve refîk-ı şefîkım Ahmed Nazmî Efendi’den Rûhu'l-Beyân tefsîrini okumağa çalıştım. Bu sırada Yâsîn-i şerîf tefsîrini birlikte tercüme ettik.

1323*(1905) senesinde Gelibolu’ya gittim, Yazıcı-zâde Muhammed Efendi hazretlerinin türbe-i şerîfelerini ve hatt-ı destiyle muharrer ve âh-ı âteş-nâkıyla kararmış olan Muhammediyye nâm eser-i behînini ziyâret ettim. Oradan âzim-i râh-ı Hicâz oldum. Mekke-i Mükerreme’de yirmiüç gün kaldım, menâsik-i haccı itmâm ile Ravza-i ıtır-nâk-ı Muhammedîye rû-mâl olmak emeliyle Medîne-i Münevvere’ye azîmet eyledim. Bir hafta kadar kaldım, ömrümün en mes’ûd ve en hâtıra-pîrâ günleri burada geçen eyyâm-ı saâdet-ittisâmdır. Sûret-i azîmet ü avdetimi ve müşâhedâtımı musavvir olarak Hâtıra-i Hicâziyye nâmıyla büyük bir eser yazdım.

Şeyh Şerefeddîn Efendi ile muhâberemiz devâm ediyordu. Nâire-i aşkıyla yanmağa başladım mükerreren Edirne’ye Uzunköprü’ye azîmet ve mülâkât ârzûsuna düştüm. Ta'lîl ile azîmetime mâni’ oldular. Seneler geçtikten sonra,   Âlem-i bakâya seferimiz mukarrerdir, hemân Edirne’ye geliniz.   buyurdular, şitâbân oldum. Lehü'l-hamd ve'l-minneh hâk-pâyine yüzler sürdüm. Esbâb u keyfiyyâtını müşârünileyhin terceme-i hâli sırasında tafsîlen yazdım, tekrâra hâcet yoktur. İntisâb eylemek şerefina mazhar oldum. Tarîk-ı feyz-refîk-ı Gülşenî’ye bu sûretle alâka-dâr *287* oldum. Edirne’de medfûn eızze-i kirâmı, bâ-husûs Hz. Sezâî-i Gülşenî efendimizi ziyâret saâdetine erdim. Bi'l-âhare avdet eyledim.

Şerefeddîn Efendi hazretlerinin dâire-i terbiyetlerinde on sene kadar kaldım. Azîzim fi'l-hakîka bir müddet sonra âlem-i cemâle intikâl eyledi. Ahmed Müsellem hazretlerinin türbesinde vedîa-i hâk-i gufrân olundu. Delâlet-i kemter-ânemle türbe ta’mîr edildi. Sandûkasını ve üzerinin çukasını ve şem’-dânlarını ve manzûme-i târihiyye levhasını yaptırdım.

Tekrâr Edirne’ye gittim, ziyâret ettim. Hz. Sezâî âsitânesine yüz sürdüm. Fakat gül-zâra nazar kıldım, vîrâne-misâl olmuş, bülbülleri lâl olmuş, ber-hâb u hayâl olmuş gördüm. Azîzimin halîfesi Şeyh Şehrî Efendi tarafından bu abd-i ahkara min-gayr-i liyâkatin Gülşenî hilâfet-nâmesi i’tâ buyuruldu, teberrüken aldım, kabûl ettim. Sırr-ı Fâtiha’nın zuhûruna müterakkıbım, yoksa hilâfete mazhar olmakla nâil-i rütbe-i kemâl olduğum zan buyurulmasın. Ahlâf makûlesi der-be-der bir sâlik-i tarîkım, tâbi’-i zuhûr bir abd-i pür-kusûrum.

Şerefeddîn Efendi ile olan muhâberât ve gördüğüm seyr ü sülûk ve ta’bîrâttan bâhis bir eser-i mühim yazdım, kütüb-hâne-i dehre yâdigâr bıraktım.

1327*(1909) senesinde Ankara’ya Hacı Bayram-ı Velî hazretlerini ziyârete gittim. Orada bir hafta müsâfir-i Hz. Pîr oldum; saâdetler, devletler buldum. Oradan Konya’ya gittim. Hz. Mevlânâ min-külli'l-vücûh evlâna efendimizin südde-i seniyye-i gavsiyyet-penâhîlerine rû-yı siyâhımı sürdüm.

            Titreyor cân u dilim Hazret-i Mevlânâ’ya

            Ol sebebden yanarım Hazret-i Mevlânâ’ya

terânesiyle dem-sâz oldum. Âh o ne âlemler idi o ne demler idi*288* Şeref-i ziyârete mazhariyyetim ânındaki hayâtımı Hz. Pîr’in terceme-i hâl-i âlîleri sırasında yazdım.

İstanbul’a avdet edildi. Bir aralık ba’zı eızze-i kirâm ziyâreti merâkid-i mübârekelerinin tahkîki sebebiyle Bandırma, Gönen, Manyas, Gemlik, İzmit, Yalova ve havâlîsi dolaşıldı. Eskişehir’e ve Afyonkarahisâr’ına, Uşak, Manisa, Menemen ve İzmir’e kadar gidildi. Sonra Siroz, Dırama, Selânik, Manastır ve Üsküp’te tedkîkâtta ve ziyârâtta bulunuldu.

Aksaray’da âşiyâne-i peder ü mâder olan hânemizin ta’mîr, telvîn ve tefrîşine muvaffak olup oraya nakl-i mekân eylediğim sırada harîk-ı kebîrde mübeddel-i remâd oldu. Kıymet-dâr kitâblarımdan bir kısmı kurtarıldı, kısm-ı a’zamı yandı. Çok şükür ki, evvelce beşyüz cild kitâb Bâyezîd’deki Kütüb-âne-i Umûmî’ye ihdâ olunmuştu. Bunlar da yanacaktı

1330*(1912) senesinde Sûriye’ye seyâhate çıktım. Beyrut’ta Yahyâ (aleyhi's-selâm)’ı ziyâret ettim[69]. Oradan Şâm’a gittim. Hz. Şeyhul-Ekber (kuddise sırruhu'l-ethar) efendimizin mübârek merkad-i münîflerine rû-mâl oldum, cihânlar değer saâdetler buldum. Hz. Bilâl-i Habeşî ve ashâb-ı kirâmdan ve ezvâc-ı tâhirâttan birçoğu ziyâret olundu. Abdülganiyy-i Nablusî ve Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn-i Nakşıbendî türbeleri ziyâret edildi. İlk şeyhim Muhammed Sultân Efendi’nin hâk-i kabri göz yaşlarıyla tartîb olundu. Oradan Ba'lebek’e gittim, âsâr-ı kadîme-i târîhiyyeyi gördüm. Humus’a gittim, Ömer b. Abdülazîz ve Abdullâh b. Ömer hazerâtını ve sâir eızze-i kirâmı ziyâret ettim. Oradan Hama’ya gidip Eşref-zâde hazretlerinin şeyhi Hüseyn-i Hamavî hazretlerini ve Haleb’de *289* Zekeriyyâ (aleyhi's-selâm)’ı ziyâretle kâm-yâb oldum. Yafa tarîkıyla Kuds-i şerîfe geldim, Mescid-i Aksâ’yı ve Hz. Süleymân ve Dâvûd (aleyhima's-selâm)’ı, Râbiatü'l-Adeviyye ve Selmân-ı Fârisî ve birçok zevât-ı mukaddese kabirlerine yüz sürdüm. Halîlü’r-Rahmân’a gittim, İbrâhîm (aleyhi's-selâm)’ı ve maskat-ı re’s-i Hz. Îsâ (aleyhi's-selâm)’ı ve Kuds-i Kumâme'yi gördüm.

Şâm-ı şerîfde iken evliyâ-i kirâmdan Şeyh Bedreddîn hazretlerinin huzûr-ı mübâreklerine kabûl buyruldum, feyz-i nazarlarına ve iltifât ve duâlarına erdim.

Limni’de Hz. Mısrî-i Niyâzî efendimizin kabr-i enverlerine ziyârete âzim iken Harb-i Umûmî zuhûru hasebiyle yollar kapandı, bu saâdete eremedim. Seyr ü sülûka nihâyet olmadığından noksânımı ikmâl maksadıyla bir mürşid-i kâmil taharrîsinde iken, Cenâb-ı Hakk’a hamd olsun, Kâsımpaşa’da Hüsâmüddîn-i Uşşâkî (kuddise sırruhu'l-bâkî) efendimiz hazretlerinin âsitâne-i aliyyeleri seccâde-nişîni ârif-i maârif-i ilâhî ve âşık-ı sâdık-ı risâlet-penâhî, a’nî bihî eş-Şeyh Hâfız Mustafa Hilmî-i Sâfî Efendi hazretlerinin dâire-i irfânlarına cân attım. Te’yîd-i âdâb u usûl maksadıyla, tıfl-i ebced-hân gibi, ez-ser-i nev seyr ü sülûka başladım. İnâyet-i ilâhiyye ile tebdîl-i merâtibe ve terfî’-i âdâba uğraşıyordum. Her hafta Perşembe günleri zikr-i şerîfde ve hıdmet-i latîfede bulunuyorum. Müşârünileyh ile ibtidâ-yı mülâkâttan berü iş değişmiştir. Bir zamânlar Mesnevî-i şerîf okuttuklarından müstefîd oluyordum, râhatsızlıkları mâni’ oldu.   Dil dili var dilden dile   diye gönül âleminden ifâza-i envâra rağbet buyurur oldular.

*290*                                Münâcât

            Hazret-i Ahmed Muhammed aşkına kıl feth-i bâb

            Lutf u ihsânınla eyle mazhar-ı hüsn-i meâb

            Kalmışım vâdi-i hasretde gönül çâlâkdır

            Bu dil-i mahzûna Yâ Rabbü’r-Rahîm kıl feth-i bâb

            İftahı'l-bâbe bi-lutfik Yâ Azîme'l-mültecâ

            Mâ-sivâ kaydından âzâd eyle ref’ olsun hicâb

            Gönlüme gelsin mübârek vuslatınla inşirâh

            Der-be-der oldum senin aşkınla eyle kâm-yâb

            Abd-i memlûkun olan Vassâf-ı hasret-dîdeye

            Şems-i ihsânın tulû’ itsün gönül olsun mücâb

Bir aralık Şeyh Müştâk-ı Kâdirî’nin terceme-i hâlini ve mahdûmu Edhem Baba’nın menâkıb-ı âli'l-âlini yazmış, nâmına Risâle-i Müştâkıyye demiş idim. Müştâkîlerden Şeyh Kemter Efendi, bir gün, fakîre hitâben,   Sizin Hz. Müştâk’a ve Edhem Baba’ya masrûf olan himmet-i tahrîriyyenize mukâbil tarîk-ı Kâdirî’den mücâz ve semâ’-ı Kâdirî-i Müştâkî’ye me’zûn olmanız için ma’nevî bir ilhâmın te’sîri altındayım.   diye semâa izin verdiler. Gâyet safrâvî olduğum, hattâ hızlı kalksam başım döndüğü hâlde, hâlen sâatlerce semâ’ ediyorum, müteessir olmuyorum. Hz. Gavs-ı A’zam Cenâb-ı Abdülkâdir (kuddise sırruhu'z-zâhir) efendimizin eser-i feyz ü inâyetleridir. Şeyh Kemter Efendi, fakîre   Sumûhî   lakabını vermiştir. Teberrüken kabûl olunmuştur.

Fâtih’de Âşıkpaşa’da Tâhir Ağa Dergâhı şeyhi el-Hâc Ali Behcet Efendi hazretleriyle kırk seneye karîb hukûk-ı kadîme olup, dergâhda tarîk-ı feyz-refîk-ı Uşşâkî’den Şeyh Abdullâh-ı Salâhî hazretlerinin medfûn bulunması da bura ile alâka-dâr-ı muhabbet kıldığından Cum’a geceleri zikr-i şerîfde hâzır bulunmakta ve füyûzât-ı ilâhiyyeye mütterakkıb olmaktayım.

                       Münâcât

            Açılsın bendeki esrâr-ı ma’nâ

            Bi-hakk-ı sûre-i   innâ fetehnâ 

            Meded kıl şeyh-i dest-gîrim Salâhî

            Garîbin kem-terin Vassâf’a cânâ

demdemesiyle pür-âvâz idim.

*291* 15 Zi'l-hicce 1341*(29 Temmuz 1923) târîhinde Tekfurdağı'na  (Tekirdağ) gittim. Oradaki eızze-i kirâmın merâkid-i münîfeleri hakkında tedkîkât icrâ eyledim. Uzunköprü’de Şeyh Şerefeddîn Efendi merhûmun dâmâdı Şeyh Hâfız Mustafa Efendi tarafından vukû’ bulan da’vet üzerine, Muratlı tarîkıyla Uzunköprü’ye gidildi. Azîzim merhûmun saâdet-hâneleri ve oradaki ihvân-ı tarîkat ziyâret edildi. Son derece hürmete mazhar oldum. Ba’dehû Mustafa Efendi ile birlikte Edirne’ye gittik. Evvel emirde Hz. Şerefeddîn’in hânkâhına rû-mâl olduk, türbe-i münîfesinde hatimler indirdik, âşıkâna duâlar edip, kutbu'l-aktâb server-i uli'l-elbâb Hz. Pîr-i sânî-i Gülşenî Hasan Sezâî efendimizin ravza-i mukaddesesine yüzler sürdük. Mübârek sandûkasının etrâfında tevhîd âlemleri yaptık. Lehü'l-hamd mazhar-ı feyz-i âlîleri olduk; mutayyiben ve gânimen avdet ettim.

Hâl-i hâzırda Şeyh Mustafa Sâfî Efendi hazretlerinin harîm-i irfânında nevâle-çîn-i feyz-i tarîk olmaktayım. Cenâb-ı vâhibü'l-âmâl bu abd-i rû-siyâhı ve cümle ihvân-ı dînimi kâmil ü mükemmil insânlardan etsin. Mevlidî Süleymân Efendi (kuddise sırruhû) hazretlerinin,

              Sana lâyık kullar ile heb-dem it

             Ehl-i derdin sohbetine mahrem it 

diye ettiği duânın semerât-ı nâfiasından cümlemizi hisse-mend buyursun.

اللهم اجعلنا من أهل حسن الخاتمة و اجعلنا من الذين يعبدونك شهوداً و يستعينون بك قياماً و قعوداً[70].

           

Afv ü ihsânın ile eyle uyûbum mestûr

            Kılma şermende beni bây ü gedâdan Yâ Rab

            Gülşenî tab’ımı kıl nâmiye-i bâğ-ı behişt

            Koyma hâlî kerem it neşv ü nemâdan Yâ Rab

            Ağlarım mahşere dek derd ile dergâhında

            Çekmezem destimi dâmân-ı recâdan Yâ Rab

*292*                      Tesellî

          Nâ ümîd-i vuslat olma ber murâd eyler seni

            Vâkıf-ı her-hâl olan Allâh kâfîdir gönül

            Mâ-cerâ-yı aşkı tasvîr eylemekse maksadın

            Cân u dilden çekdiğin bir âh kâfîdir gönül

Bu satırları yazarken kalb-i hasret-zedeme nûr-ı tesellî şa’şaa-nümâ oldu. Yirmi seneden mütecâviz bir müddettir cem’ u telfîkıyla uğraştığım ikibini mütecâviz evliyâ-yı kirâmın füyûzâtı bir araya gelirse bu zerre-i nâ-çîzi, şems-i eltâf bel’ eder. Dergâh-ı azamet-i ilâhiyyede buhl yoktur. Nezd-i sübhânîsinde mevki’-i kabûl bulmuş eâzımın her birine ta’zîmde ve ızhâr-ı muhabbette, alâ kadri'l-istitâa ve'l-isti’dâd, sarf-ı makderet eden Hüseyin Vassâf ahkarını elbette bırakmazlar. Nezd-i celîl-i Muhammedî'de ve azamet-sarâ-yı vahdette mazhar-ı kabûl olmasına delâlet eylerler.   Yâ Rab, rahm eyle amân âteş-i hicrânına yakma.   duâsı vird-i zebânımdır. Hz. Sezâî’nin bu beyiti fakîrin tercemânımdır:

            Koyma ki kala perde-i hecrinde mukayyed

            Vaslınla olur çünki Sezâî’ye tesellî

                                   *   *   *

            Doğdu dilime nûr-ı dil-ârâ-yı tesellî

            Gösterdi bana yârı merâyâ-yı tesellî

            Me’yûs-ı visâl olmuş idi kalb-i hazînim

            Lutf ile yetişdi bana leylâ-yı tesellî

            Hakk’ın kerem ü âtıfeti çokdur(ur) çok

            Kurtardı beni câzibe-efzâ-yı tesellî

            Mahv olma mukarrer idi âsâr-ı yeisden

            Ger olmasa dilde şeh-i dârâ-yı tesellî

            Hamd itmede Allâh’a kulu Vassâf’ı*

            Hasta-dil iken buldu müdâvâ-yı tesellî

Hâl-i hâzırda kışın İstanbul’da Bâyezîd’de Vezneciler’de Tekke sokağında ihsân-ı ilâhî olan hâne-i fakîr-ânemizde, yazın ise Erenköy’ünde Suâdiye’deki *292* sayfiyye-i âcizîde evkât-güzâr ve dâimâ dergâh-ı azamet-i sübhâniyyeye ızhâr-ı âsâr-ı ubûdiyyete şitâbân olmakla berâber, bunca in’âm u ihsân-ı ilâhîye karşı vazâif-i ubûdiyyeti binde bir olsun edâya muktedir olamamakla şerm-sâr olmaktayım.

الحمد لله حمداً يوافى نعمه و يكافى مزيده لا أحصى ثناءً عليك كما أثنيت على نفسك يا مقلب القلوب و الابصار ثبت قلبى على دينك و طاعتك و حسن عبادتك . يا أرحم الراحمين[71].                                    


 

ZEYL

Bu satırları yazdıktan iki sene sonra, azîzim Mustafa Sâfî Efendi hazretlerinin vukû’-ı irtihâlleri üzerine, işâret-i ma’neviyyeye müsteniden, müşârünileyhin halîfetü'l-hulefâsı İnagöl Müftüsü Şeyh Muhammed İzzeddîn Safiyyullâh Efendi İstanbul’u teşrîf buyurup, bu abd-i ahkarı tarîk-ı feyz-refîk-ı Uşşâkî’de me’zûn edip, bir kıt’a icâzet-nâme ile dil-şâd etmişler ve azîzimin tâc, hırka ve kemerini fakîre ilbâs eylemişlerdir. Ehl-i tarîkın ahkarı için bu inâyet, bu iltifât kıymet-i azîmeyi hâvî bir lutf-ı mahsûstur. Lehü'l-hamd, 30 Hazîrân (1)342 (1926) ve 18 Zil-hicce 1344 yevm-i Çarşamba.

Cenâb-ı Hak, zümre-i ehl-i şuhûddan ayırmasın ve cümle ihvânımla ilm-i vahdette mütebahhirînden eylesin. Âmîn.

Azîzime intisâb edip, sülûkları noksân kalan ihvânım yârânımdan kısm-ı a’zamı fakîre mürâcaatla te’yîd-i münâsebet eylediler. Bunlardan ikmâl-i sülûk edenlerin esâmîsi âtîde muharrerdir. Bursa’da Mısrî-i Niyâzî hazretleri âsitânesi şeyhi olan Muhammed Şemseddîn Efendi hazretleri, fakîrin Cenâb-ı Mısrî’ye karşı olan muhabbetime ve bir nutkunu şerhime mukâbil teberrüken imzâma terdîfen,   Hüseyin Vassâf-ı Uşşâkî-i Mısrî   diye, bu şekilde vaz’-ı imzâya fakîri me’zûn eyledi. Bâbu'llâhın bir abd-i fakîri olan bu âcizin ve ihvân-ı dînimin âkıbetinin hayr olmasını mütemennîyim, azîzim.

Hulefâ-yı Âcizânem:

eş-Şeyh el-Hâc Ali Rızâ Zühdü Efendi

Harput’ta Pötürge kazâsının Ağvan karyesindendir. 1276*(1859-60) senesinde doğmuştur. Pederi Muhammed, onun pederi Hacı Ali’dir. Âile ismi Babuklu Oğulları’dır.

1290*(1873)’da ondört yaşında iken İstanbul’a gelmiş, birâderi Ahmed Efendi bir konakta vekîl-i harc olmağla onun yanında misâfir olmuştur. Tahsîl-i ibtidâî için Bâyezîd’de Dibekli Câmii ittisâlindeki mektebde Sâlih Efendi’den nâil-i feyz olup, bi'l-âhare Bâyezîd’de Harputlu Ahmed Efendi’nin dâhil-i halaka-i tedrîsi olmuştu. 1311*(1893-94) senesinde Yemen’deki asâkirimize va’z için me’mûren Yemen’e i’zâm olunarak orada üç ay kadar bu hizmeti ba'de'l-îfâ Mekke-i Mükerreme’ye gelmiş, iki ay ikâmet eylemiştir. Edâ-yı hac ile, Medîne-i Münevvere’de Ravza-i seniyyeye rû-mâl olarak bir hafta ikâmetten sonra İstanbul’a avdet eylemiştir.

Râgıb Paşa Kütübhânesi hâfız-ı kütüblüğüne ta’yîni 1305*(1887-88) ve berâ-yı sıla memleketine azîmeti 1306*(1888-89) senelerine müsâdifdir. Sinîn-i nizâmı doldurmasına mebnî, 3 Safer 1346 ve 1 Ağustos 1927’de tekâüdü icrâ olunmuştur.

İstanbul’da iken Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn-i Nakşıbendî’ye intisâb ile üç-dört sene sülûka çalışıp, birer sene fâsıla ile iki erbaîn çıkardığı gibi, ba’zı erbâb-ı iğrâzın te’sîriyle siyâset iftirâsına uğramış ve devr-i Abdülhamîd Hân’da 1311*(1893-94)’de memleketine teb’îd olunarak on sene orada kalmıştır.

Mevlânâ Hâlid’in hulefâsından Hâfız Muhammed Rehâvî halîfesi Beyoğlu nâm zâttan müstahlef Harputlu İbrâhîm Efendi İstanbul’a geldiğinde Gümüşhâneli merhûm irtihâl etmiş olduğundan Ali Rızâ Efendi ona intisâb etmiş ve memleketine gittiğinde onun şeyhi mûmâileyh, Beyoğlu’na râbıta-bend-i tarîkat olarak onun emriyle erbaîne girmiştir ve tarîk-ı Nakşıbendî-i Hâlidî’den mücâz olmuştu. 1340*(1921-22) senesinde bir te’sîr-i ma’nevî ile İstanbul’da Kâsımpaşa’da Hüsâmüddîn-i Uşşâkî Âsitânesi’nde seccâde-nişîn-i kerâmet azîzim Şeyh Mustafa Sâfî-i Uşşâkî hazretlerine arz-ı nisbet ederek usûl-i Halvetiyye üzere seyr ü sülûka başlayıp, azîzimin âlem-i bakâya intikâlinde ikmâl-i sülûk için âcizlerine mürâcaat ve tecdîd-i bey’at eylemekle ibrâz eylediği sa’y ü gayret ve Cenâb-ı Hakk’ın izhâr buyurduğu âsâr-ı kerem ü inâyet ile ikmâl-i sülûka muvaffak olmuş, Receb 1345*(Ocak 1927)’de ahz-i icâze ile silsile-i meşâyıha dâhil ve neş’e-i ma’nâya vâsıl olmuştur. Neş’esi yüksek, ittikâsı gâlib bir zâttır. (Zâdellâhu feyzehû ve tavvelallâhu ömrehû)

eş-Şeyh Muhammed Ömer Rüşdî Efendi

Sivaslıdır. Pederinin ismi Muhammed’dir. 1299*(1882) senesinde dünyâya gelip, 1316*(1898-99)’da İstanbul’a gelerek kunduracılık san’atına girmiştir. Tarîk-ı ma’nâdan da feyz almak emeliyle Kâsımpaşa’da Çürüklük’te Şeyh Seyyid Muhammed-i Ensârî er-Rufâî’ye intisâb ile, altı sene kadar onun dâire-i nisbetinde kalıp, bi'l-âhare azîzim efendime arz-ı nisbetle seyr ü sülûka başlayıp, azîzimin irtihâlinden sonra bu fakîre gelip, lehü'l-hamd ikmâl-i sülûka muvaffak olmuştur. Receb 1345*(Ocak 1927)’de ahz-i icâze ile silsile-i meşâyıh-ı Uşşâkiyye’ye dâhil oldu. Âşık, sâdık bir zâttır. (zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)

eş-Şeyh Ali Osmân Sıdkî Efendi

Trabzon’da Görele’de 27 Ağustos 1299*( 8 Eylül 1883) senesinde dünyâya gelip, pederi me’mûrîn-i rusûmiyyeden Hasan Efendi’dir. Mahallinde medresede ve Ticâret Mektebi’nde okuyup, 1321*(1905)’de askerlik münâsebetiyle İstanbul’a gelip Tuzla ve Yıldız’da telgraf me’mûrluğunda bulunarak 1327*(1911) senesinde tahsîl-dâr olmuştur. 1343*(1927) senesinde Kuzguncuk Mâliye Şu’besi’nde sakafât kitâbetine nakl edilmiştir.

1337*(1921) senesinde azîzime arz-ı nisbet ederek, azîzimin intikâlinde fakîre mürâcaat ve tecdîd-i bey’at eyleyerek, lehü'l-hamd ikmâl-i sülûka muvaffakatiyle, Receb 1345*(Ocak 1927)’de ahz-i icâzeye muvaffak olarak silsile-i meşâyıh-ı Uşşâkiyye’ye dâhil olmuştur. Mücâhid, azîm-kâr, sâdık bir zâttır. (zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)

eş-Şeyh  Ahmedî Hamdî-i Tevfîkî

Ankara’da 1287*(1870-71) sene-i arabiyyesinde doğmuştur. Pederi İsmâîl Efendi’dir. Tahsîl-i ibtidâîsi Ankara’dadır. 1304*(1886-87)’te İstanbul’a gelip Sultân Bâyezîd Câmi’-i şerîfi ders-i âmlarından Âbidîn Efendi’nin dâhil-i dâire-i tedrîsi olup, Câmî’ye kadar okumuş; Eginli Hacı İbrâhîm Efendi’den Tasdîkât’a kadar tederrüs eylemiş, ders vekîli Alasonyalı Hacı Ali Efendi’den 1322*(1904)’de tekmîl-i nüsah ederek icâze almıştır. 1317*(1899-1900)’de Râgıp Paşa Kütüphânesi’ne hâfız-ı kütüb olup, şerîki Ali Rızâ Efendi delâletiyle azîzim Mustafa Sâfî Efendi (kuddise sırruhû) hazretlerine intisâb ile beşinci esmâya kadar terakkî etmiş ve azîzimin irtihâlinden sonra muharrir-i fakîrden ikmâl-i sülûka muvaffak olarak 1345 senesi şehr-i Ramazânında (Mart 1927) icâze almıştır.

Pek âşık, edîb ve sâdık olup, silisile-i zerrîn-i Uşşâkiyye’de kâmiller sırasına girmiştir. (zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)

      

Hânımlardan İkmâl-i Sülûk Edenler:

İffet Sâdıka Hânım, Müzeyyen Hânım, Seher Hânım, Ferîde Hânım.


 

*295*   Âsâr-ı Fakîr-ânem

Bu abd-i ahkarda kudret-i ilmiyye ve kemâlât-ı tasavvufiyye denilen şey yoktur. Bunu bildiğim hâlde te'lîf-i âsâra cür’etim her hâlde afv olunmaz bir kusûrdur. Bu râdde medâr-ı tesellî olacak bir cihet bulurum ki, o da hüsn-i niyyetle mücerred erbâb-ı dile hizmetle me’cûr olacağım ümmîdidir. Her hangi bir eserimi dest-i mütâlaaya almak tenezzülünde bulunacak erbâb-ı kemâl onun hatîât ile mâ-lâ-mâl olduğunu gördüğünde hüsn-i niyyetime ve cehâletime bağışlayıp tashîhine, ikmâl-i noksânına ibzâl-i kerem ü mürüvvet buyurmalarını şiyem-i muhsine-i hatâ-pûşânelerinden istirhâm ederim.

            Beni rahmet ile yâd eyleyen erbâb-ı kerem

            İki âlemde ola mazhar-ı envâ’-ı niam

1. Şerh-i Esmâr-ı Esrâr Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr

Şimdiki hâlde beş cilde bâliğ olan işbu eser-i âciz-ânemdir. Pek büyük emekle vücûda gelmiştir.

2. Esrâr-ı Kur’âniyye’den Bir Nebze

Rûhul-Beyân’dan Yâsîn-i şerîf tercümesidir. Refîk-ı şefîkım Ahmed Nazmî ile birlikte yazılmış hakâyıka müteallık birçok şeyler ilâve edilmiş büyük bir cilddir.

3. Gül-deste-i Hakîkat

Rûhul-Beyân’dan iki cüz’ün tercümesidir.

4. Kitâbü'l-Külliyyât

Fazâil ü âdâb-ı İslâmiyye’ye dâir olup, fütûhât-ı kenzül-Kur’ân’dan birçok mebâhis alınmış, yazılmıştır. Büyük bir cilddir.

5. Hâtıra-i Hicâziyye

Haremeyn-i muhteremeyni ziyâret esnâsında yazılmış âşık-âne bir seyâhat-nâmedir. Zeylinde Sûriye’de Bir Cevelân nâm seyâhat-nâme muharrerdir.

*296*   6. Ravza-i Sâdâttan Bir Şemme

Hz. Seyyid Ahmed er-Rufâî’nin terceme-i hâlinden ve menâkıbından bâhistir. Bunun emr-i tâhrîrinde ziyâde uğraşmış idim. Bir Rufâî şeyhi yedinde zâyi’ oldu.   Elbette bir diğerin eline geçmiştir, sâha-i âlemden hâric kalmamıştır.   diye tesellî buluyorum.

7. Bursa Hâtırası

Bir seyâhat-nâmedir. Bi'l-vesîle bir hayli evliyâu'llâh hakkında ma'lûmâtı câmi’dir.

8. Tertîb-i Cedîd Coğrafyâ-yı Umûmî

Üç cild üzerine müretteb olup, birinci cildi yazılmış Maârif İdâresi’nden tab’ına müsâade bile alınmış idi.

9. Hulâsa-i Coğrafya

Matbû’dur. Az vakitte satılmış ve nüshası kalmamıştır.

10. Müntehâbât-ı Ezhâr-ı İrfân

Mütâlaa ettiğim kitâblarda gördüğüm mebâhis-i mühimmeden vücûda gelmiş bir cild mühim bir eserdir. Beş defter zeyli de vardır.

11. Dîvân

Kasâid, medâyıh, gazel gibi eş’ârı hâvîdir.

12. Gül-zâr-ı Aşk

Manzûme-i Mevlid-i Nebevî şerhidir. Büyük bir eser olup âşık-âne yazılmıştır.

13. Vesîletü’n-Necât

Mevlid-i şerîf manzûmesi ve Süleymân Çelebi hazretleri hakkında ma'lûmât-ı târîhiyye, tedkîkât-ı edebiyye ve mütâlaa-i zevkıyyeyi câmi’dir. Matbû’dur. Fevka'l-âde rağbete mazhar olmuştur. Muharrir-i fakîrin zahr-ı âhiretidir.

Bu eser hakkında Medîne-i Münevvere’de Şeyhu'l-Harem-i Hz. Nebevî’den aldığım bu mektûb bâis-i iftihârım vesâikdandır. Teberrüken buraya telsîk olunmuştur (Salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbih):

  İzzetlü Hüseyin Vassâf Efendi hazretlerine,

Mevlid-i nebevî hakkındaki eser-i vâlâlarından bir paket risâlenin irsâline dâir 1 Muharremü'l-harâm (1)330*(22 Aralık 1911) târîhli vidâd-nâme-i behiyyeleri resâil-i müşârünileyhâ ile berâber vâsıl-ı dest-i i’zâz u ihtirâm olundu. Bunlardan bir nüshası ârzû-yı âlîleri vecihle Ârif Hikmet Bey Kütübhânesi’ne ve bir nüshası dahi Mahmûdiyye Mederesesi Kütübhânesi’ne tevdî’ ve teslîm ettirildiği gibi, bir nüshası da teberrüken nezd-i muhlisîde hıfz olunup, mütebâkîsi dahi münâsib zevâta ihdâ ve i’tâ edildi. İşbu risâle-i füyûzât-isâle hakkında İbnü'l-Emîn nâm zât-ı sâhib-i irfân, diyeceğini demiş ve buna ilâve edilecek takdîrâttan kudret-i kalemiyyemiz âciz bulunmuş idüğünden, yalnız bi'l-vesîle hakk-ı senâverîde ibrâz buyurulan müesser-i behiyye-i dil-şikârîye mukâbeleten hücre-i muattara-i Hz. Seyyidü'l-kevneyn’de nâm-ı ârif-âneleri yâd ve arz-ı tahiyyât edildiğinin beyânına ve sene-i cedîdenin dahi iâde-i tehniyyetine ibtidâr kılındı, efendim. 29 Kânûn-ı evvel (1)327.

            Şeyhu'l-Harem-i Hazret-i Nebevî 

                                                                          (İmzâ)

14. Mürâselât

Şeyh Şerefeddîn-i Gülşenî hazretlerinin mektûblarını ve terceme-i hâlini câmi’ tasavvufî bir eserdir.

15. Mehmed Tâhir Bey

Bursa meb’ûs-ı esbakı Mehmed Tâhir Bey hakkında yazılmış bir risâledir.

16. Muhammed Es’ad Dede

Hâce-i irfânım Es’ad el-Mevlevî hazretleri hakkında yazılmış bir eserdir. Meşâyıh-ı Mevleviyye’nin ve urefâ-yı edebiyyenin takrîzleriyle muvaşşahdır.

17. Risâle-i Hayriyye

Beşiktaş’da Yahyâ Efendi Dergâhı şeyhi ârif-i âgâh Hasan Hayri Efendi merhûmun terceme-i hâlini câmi’dir.

18. Risâle-i Şevkıyye

Kaygusuz şeyhi Mustafa Şevkî Efendi merhûmun terceme-i hâlini câmi’dır.

*297*   19. Risâle-i Müştâkıyye

Şeyh Müştâk-ı Kâdirî’nin ve mahdûmu Edhem Baba’nın terceme-i hâl ve menâkıbını câmi’ bir eserdir.

20. Risâle-i Salâhiyye

Abdullâh Salâhaddîn-i Uşşâkî hazretlerinin hayât-ı ilmiyye vü tasavvufiyyesi hakkında ma'lûmât-ı nâfiayı câmi’ bir eserdir.

21. Vâkıât

Müşâhedât-ı ma’neviyyeye dâir zevkî bir eser-i mühimdir.

22. Tevfîk-nâme

Seyyid Ahmed Tevfîk Bey merhûm hakkında kısmen manzûm kısmen mensûr yazılmış bir eserdir.

23. Kemâlü'l-Kemâl

İbnü'l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi’nin husûsî, dînî, edebî, ictimâî, siyâsî hayâtına müteallık yazılmış mühim bir eserdir. Üdebâ-yı kirâmdan ba’zılarının takrîzlerini ve mütâlaalarını da câmi’dir.

24. Remzî-nâme

Üsküdar Mevlevî şeyhi Ahmed Remzî Dede hazretleri hakkında yazılmış bir eserdir.

25. Mir’âtül-Kemâl

Müşârünileyh Mahmûd Kemâl Beyefendi’nin,   Ey rûh-ı muşahhas ki bütün cânlara cânsın   diye başlayan bir medhiyye-i nebeviyyesinin mutasavvıfâne şerhidir.

26. Şerh-i Kıt’a-i Kemâliyye (nâm-ı diğer: Feyzü'l-Kemâl)

Mîr-i müşârünileyhin bir kıt’asının mutasvvıf-âne şerhidir.

27. Sûriye’de Bir Cevelân

1329*(1911) senesinde Haleb, Hama, Humus, Trablusşâm, Beyrut, Şâm, Yafa, Kudüs ve havâlîsindeki seyâhatimi musavvir bir eserdir.

28. Kemâl-nâme-i Şeyh Hakkî

İsmâîl Hakkî-i Celvetî hazretleri hakkındadır. Bursa’da âsitâneleri şeyhi tarafından vâki’ olan ricâ-yı mahsûs üzerine yazılmış bir cilddir.

29. Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî

Hz. Mısrî-i Niyâzî’nin,   İlim bahri vücûd esdâfının dür-dânesiyim ben   nutkunun şerhidir. İsm-i eser   Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî   (لجج عصرى شرح كلام مصرى), bi-hisâb-ı ebced 1345*(1926-27)’dir.

30. Gül-zâr-ı Şâdî Der-beyân-ı Menâkıb-ı Emîn-i Tokâdî

Sefîn-e Evliyâ’dan istinsâhan yazılmış bir risâledir. Ricâl-i Nakşiyye’den Şeyh Muhammed Emîn-i Tokâdî hakkındadır. *298*

31.  İncilâ-yı Mir'ât-ı Hakîkat

Hz. Mısrî'nin   Halk içre âyîneyim   ve    İbn-i vaktim ben ebu'l-vakt olmazam   nutklarının şerhidir.

32.  Aynü'l-Hayât, nâm-ı diğer Mir'ât-ı Mücellâ-yı Hakîkat

Felsefe-i tasavvufiyye mütehassısı Mehmed Ali Aynî Bey'in hayât-ı husûsiyye vü resmiyye vü ilmiyyesine âid bir eserdir.


Hıtâmuhû Misk

Cenâb-ı Hakk'a yüzbin kerre hamd ü senâ olsun. Rasûl-i Ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerine elf-elf-merre salât ü selâm olsun. Âl ü ashâb u evliyâ-yı ulü'l-elbâba rahmetler olsun. Mahsûl-i kerem ü inâyet ve eser-i muvafakiyyet olarak Sefîne-i Evliyâ'mız hitâma ermiştir. O Sefîne ki, ummân-ı muhabbette seyr ü sefer ede ede,

            Mersâ-yı selâma vâsıl oldu

            Maksûd u merâmım hâsıl oldu

            Erbâb-ı velâyet himmet itdi

            Mahbûb-ı güzîn inâyet itdi

            Dir lisânım eş-şükrü li'llâh

            Zikr ü fikrim el-hamdü li'llâh

21 Cemâziye'l-evvel 1343 ve 18 Kânûn-ı evvel 1340 (1924), yevm-i Perşembe fî vakti'd-duhâ.

Ve's-selâmü alâ-meni'ttebea'l-hüdâ.

اللهم خلصنا من التقليد ووصلنا إلى حقيقة التوحيد إنك حميد مجيد.[72]

Bu eser-i fakîrâneme hîn-i bed'de Hz. Şeyhu'l-Ekber (kuddise sırruhu'l-athar) efendimizin rûhâniyyetine tevessül ve onun nezd-i celîl-i ilâhîde ve ınde makbûl-i Risâlet-penâhî'de muvaffakiyyetime delâletini teemmül eylemiştim. Şu satırları yazarken onikiler lisânından şu târîhin zuhûru âcizlerini vecde getirmiştir:

            Çıkup isnâ aşar târîhi şöyle itdiler tebyîn

            Sana ikrâm-ı Hak'dır   himmet-i Şeyh   bilmiş ol Vassâf

            (همت شيخ) 1355 – 12 = 1343*(1924)

يا خفي الألطاف نجنا مما نخاف [73]

أنا الفقير الحقير الحاج حسين وصاف گلشنى عشاقى مشتاقى المحتاج إلى رحمة الله تعالى. اللهم اختم عاقبتى وعواقب المؤمنين بالخير. رب يسر ولاتعسر رب تمم بالخير يا معين الضعفاء.[74]

Lâhika-i Şükrâniyye:

İhvân-ı kirâmımdan Rızâ Beyefendi işbu Sefîne-i Evliyâ'yı istinsâha azm edip, inâyet-i Hak ile bir nüsha-i dîgerini yazmaya başlamıştır. Uluvv-ı himmetini burada tezkâr etmemek kadr-nâ-şinâslık olacağından bu keyfiyyeti lisân-ı şükrân ile yazmak mecbûriyyetinde kaldım.

            Hak taâlâ râzı olsun senden ey nûrum Rızâ

diye duâ ederim. İnşâa'llâh menâkıb u terâcim-i evliyâ te'sîriyle bir gün olur dâhil-i zümre-i ahyâr ve râkib-i sefîne-i evliyâ-yı ebrâr olur.

.

 

 



[1]  Bu ibârenin hesaplanmasından verilen tarih çıkmamaktadır. (H)

[2]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1104 çıkmaktadır.   Dede   kelimesi (ده ده) şeklinde yazıldığı takdirde  tarih doğru çıkar. (H)

[3]  Bu ibârenin hesaplanmasından verilen târih çıkmamaktadır. (H)

[4]  Bu târihde yanlışlık olmalıdır. 1031 olması gerekir. (H)

[5]   Her köle hürriyetine kavuşunce sevinir, ben ise sana köle olduğum için sevinirim.   (H)

[6] Yazarın yukarıda verdiği bilgiye göre, Yûsuf Dede’nin vefat târihi 1080’dir. Ancak yukarıdaki diğer tarih ibârelerinin hesaplanmasından bu rakam çıkmamaktadır. (H)

[7]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1173 çıkmaktadır. (H)

[8]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1189 çıkmaktadır. (H)

[9]  Bu târih yanlış veya eksik olmalıdır. Hemen arkasından 48 yıl şeyhlik yaptıktan sonra 1232 senesinde vefat ettiği belirtildiğine göre, noktalı harflerin hesaplanmasıyla çıkan bu târihin 1184 olması gerekir.  (H)

[10]   O, apaçık ve yüce olan Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed’den başka peygamber, Ali’den  başka yiğit yoktur. 

[11] (...نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا...)   ... Biz dünyâ hayâtında onların geçimlerini kendi aralarında taksim ettik.    43. Zuhruf sûresi, 32. (H)

[12]  Bu bârenin hesaplanmasından 1298 çıkmaktadır. (H)

[13]  Bu ibârenin noktalı harflerinin hesaplanmasından 1313 çıkmaktadır. (H). Bu târîh, kasîdesiyle berâber, levha hâlinde dergâh-ı mezkûr semâ’-hânesindeki türbede medfûn bulunan Hz. Hüseyin merhûmun sandûka-i mübârekesine dayalıdır.

[14]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1227 çıkmaktadır. (H)

[15]  Koleradan vefât ettiklerine ve târîh-i vefâtları mâh-ı mübârek Ramazânın   leyle-i Kadr   olması, Allâhu a’lem, muhtemel bulunan yirmibirinci gecesine tesâdüf eylediğine işârettir ki, Emîrü’l-mü’minîn Hz. Ali b. Ebû Tâlib (aleyhi's-selâm) de o gece vefât eylemişlerdi. (Li-muharririhî)

[16]   Bu ibârenin ha-esaplanmasından 1325 çıkmaktadır. (H)

[17]     Aşk ve gönül birbiriyle ittifak edip, ayrılıktan bir ateş yaktılar.

Beni tam manasıyla yaktılar. Bu’t-telâk gününe kadar yanmak istiyorum.

Dayanılmaz saâdet kuşunun derdini nasıl çekerim. Bu gam yüklü dünyada nasıl yaşarım.

Nifaktan uzak ney gibi bir dost!

Ayrılıktan parça parça bir gönül isterim. Tâ ki, iştiyâk derdini sana anlatabileyim.   (H)

[18]   Güzel içimli içkiyle gel sâkî. Ben zamanın geçmesinden şikayetçiyim.

Bir dem beni azar azar ızdırabımdan kurtarıyor.

 Sonunda bir gün hasta oldu ve hastalığı uzun sürmedi.

Fesîha Hanım,  iki çocuğunu bize bırakarak  bu dünyâdan intikâl etti.   (H) 

[19]  İbârenin hesaplanmasından 1372 - 38 = 1334 çıkmaktadır. (H)

[20]  İbârenin hesaplanmasından bu rakam çıkmamaktadır. (H)

[21]  Mahfil risâle-i mu’teberesi bu makâleyi aynen 25. nüshaya derc etmiştir.

[22]       Senin zuhûrun benden, benim varlığım sendendir. Ben olmasam sen olmazsın,  sen olmazsan ben olmam.    (H)

[23]    Kevn ü mekânda olan her şey Sensin. Dünyada gizli ve âşikâr ne varsa Sensin.

Hudûstan değişiklik kabul etmeyen, kadîm olan Sensin. Biri var idiyse o da Sensin.

Kâfirlerin, putperestlerin kıblesi Sensin.  Uğruna zünnâr bağladıkları da Sensin.

Perdeyle örtülü olan her şey zanna sebep olur. Her zan ve şek ise Sana ulaşmaya sebeptir.

Her yerde secde edilen, her yerde ayân olan Sensin. Her sözde ve dilde zikr olunan da Sensin.

Hiçbir yerde Senin varlığından başka varlık yoktur. Bütün alâmetlerin gösterdiği varlık da Sensin.

Şu anda isim ve şanları olanlar da  ve isim ve şanları unutulup gitmiş olanların rabbi Sensin.

Sen ne cânsın, ne cisimsin, ne de gönülsün. Ancak, hakîkatta cisim de can da Sensin.

Ey âşık Avnî! İnsanların hepsi Sana meftundur. Cihan meclisindeki bu çeşitliliğin sebebi de Sensin.   (H)

[24]    Cân benim vücudumdadır ama can nerededir? İki gözümde nâm ve nişan vardır. Nâm ve nişan nerededir?

Bi’llâhi kendisinden geçmiş bir dünyada hayretteyim. Dünyayı dolaşan, kat’ eden, dünya nerededir?

O ince belli güzele bak ki onun belinden başka yoktur. O bele düşmüş ama bel nerededir?

Aşırı içkiden öyle sarhoş oldu  ki, dünya baştan başa döndü. Dünya nerede o nerede.

Ummân, denizi arzu ediyorum diye coştu. Akan su ise, nerede akan su diye sordu.

Kendi kervanının meşalesini elinde tutuyordu. Ve o giden kervanın meşalesi nere diyordu.

Avnî! Onu Ya’kup arar zannetme. Ken’an ilinin Yusuf’u nerede?   (H)

[25]   Bu imtihân dünyâsında gökkuşağı okları. Nereye gitsen, bunlardan kurtuluş yok. Kıyamete kadar yolculuk yapsan bile bu kervanın izinden bir alâmet bulamayacaksın.   (H)

[26]    O, gönül alan sevgili semâa kalkınca, ay (şeyh) durdu da diğer gök cisimleri (müridler) semâa başladılar.

Benim sevgilim eğer kilisede görünürse orası cami olur, putlar semâa gelir.

Benim ay gibi güzel vücutlu güzelim yanında olursa kadeh bile semâa kalkar.

Kaşın ve gözün senin rubâîni okursa, Ömer Hayâm bile mezarından kalkıp semâa geçer.

Eğer senin Ka’be gibi olan yüzünden örtü kalkarsa Bâyezîd-i Velî Bestâm yolundan semâa kalkar..

Yüzünü göster ki ruhlar secdeye kapansın. Semâa başla ki cisimler de semâa başlasın.   (H)        

[27]   Âlemin manzûru senden habersiz. Gözdeki ak ve kara senden habersiz.

Ay ve güneş sanki senin yüzünden birer numûnedirler. Güneş senden habersiz, ay senden habersiz.

Herkeste senden bir nişan vardır, ama nişan da senden habersiz. Dünya senin şahidindir ancak şahid senden habersiz.

Gönlümdeki feryâd ve âh senin içindir. Ama feryâd da, âh da senden habersiz.

Sevgiliyi ararken öyle git ki ey Avnî! Bununiçin yola girmen gerekecek ama yol senden habersiz.   (H)

[28]   Belâ meydânında baş çekdiler. Bu apaçık bir sermâye idi ki sevgilinin eline düştü. Hiçbir mesele yok ki sonunda halledilmemiş olsun. Ancak senin saçının düğümü ki zor düştü.   (H)

[29]   Akıl hocaları vehimler âyînesinin pasını gideriyorlar.Senin yakanın bağının goncasını kimse açmadı. O gönül rahatlatan muamma neyse odur.   (H)

[30]   Güzel sesli horoz, daha yumurtadayken öter.    (H)

[31]   Bayramda bana vuslat devleti nasîb oldu. Bayram günleri, Cenâb-ı Hakk’ın fazlıyla bana mübârek oldu.

Bayram akşamları ihlasla yaptığım her dua, bayram sabahında senin yüzünün gneşinden müstecâb oldu.

Bayram günü Senin o mahmûr gözünden sarhoş olmuşum. Bayram gününün  kadehindeki keyfiyet hiçbir şeyde yoktur.

Ey Sabûhî! Visâl akşamındaki kanlı gözyaşı damlaları, bayram sabahı çocukların giymiş olduğu gül renkli elbiseler gibidir.   (H)

[32]   Yiğitlerin Ka’besi topraktan ve çamurdan değildir. Gönüle tâlib ol ki, orası Allah’ın evidir. Vuslatın nûru âriflerin kıblesi idi.   (H)

[33]  İbârenin hesaplanmasından 1086 çıkmaktadır. (H)

[34]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1142 çıkmaktadır. (H)

[35]   Cân u gönülden söz deryânın dalgıcı oldum. Böylece şiir mücevherinin ağzını açtım.

Cemâlini seyr edenler sarhoş olduğundan senin vasfın söz erbâbı için zor olmuştur.

Muhabbet kadehlerinden aşk meyini içmişim. Bu ten evindeki safâ dalgaları dipdiridir.

Muhabbet sahrasının eteğine varınca, gönüldeki çemen seyrinin hevesini attım.

Künhî, burada aşk yolunda sözler söyler. Ancak bu sözler, ne bedehşanın vasfıdır ne de huten ceylanının vasfı.   (H)

[36]   Ey kardeş! Hazret-i Peygamber:   Mü’minler ölmezler, bu dünyadan, öbür dünyaya intikal ederler.   dedi.

Benim ağlamam ölümden değil, ayrılıktandır. Büyük Pîr Salâhaddîn, Hakk’a erdi, diri oldu.   (H)

[37]   Elîf, tarihini  onun ağlayışından işitti. Âriflerin ölümüyle rûhları sevgilinin bezminde tutulmuştur.   (H)

[38]   Odur ve her şey dosttandır. 

[39] (الموت لقاء)   Ölüm (Allah’a) kavuşmadır.   (H)

[40]  Birinci cildde terceme-i hâliyle tezyîn-i sahâif eyledim, Tâhirü’l-Mevlevî Beyefendi.

[41]     Müverrih Efdalüddîn Bey ile müverrih Hüsâmeddîn Efendi’nin tahkîkât ve ifâdelerine nazaran Yeğen Ali Paşa ikidir. Birincisi Yedekci Mehmed Paşa’nın yeğenidir. Pederi Hasan Efendi nâmında bir zâttır. An-asl Hezârgradlıdır. Orada Mevsılî Ağa nâmında bir zâtın ahfâdındandır. Manisa muhassılı iken Aydın’da vefât etmiştir (1170*1756-57). Üsküdar Mevlevîhânesi bânîsi Nu’mân Dede Bey’in pederidir. İkincisi, Şehlâ Ahmed Paşa’nın yeğenidir. Pederi Hüseyin’dir. Cidde’de vefât etmiştir (1190*1776). Bunun da Nu’mân Bey isminde bir oğlu vardır.

[42]   Mevlânâ Dergâhı’nın bânîsi, kâmil şeyh Hz. Nu’mân Dede oldu.   (H)

[43]  Bu zât Ayıntâblı (Antepli) olup, Siyer-i Kebîr mütercimidir. Eş’ârının pek o kadar metîn ve dil-nişîn olmadığını İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi söyledi. Dîvânı yoktur.

[44] (...هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ...)   ... O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır...   28. Kasas sûresi, 88. (H)

[45] Bu mısraın noktalı harflerinin hesaplanmasından 1210 çıkmaktadır. (H)

[46] Bu ibârenin hesaplanmasından 1327 çıkmaktadır. (H)

[47]   Allah mübarek etsin. Ne güzel sonsuz bir devlettir. Kerem, cömertlik ve himmet Mevlânâ’nın vasıflarıdır.

Şeyhimiz Hazret-i Remzi bu asırda ve bu yerde kutbu’l-aktâb ve dervişlerin önde gelenidir.

Kardeşlerden kim memnun olduysa onun tarihini söyle: Bundan sonra bizi cennetimiz Nu’mân’ın zâviyesidir.   (H)

[48]   Ey sevgili! Senin zülfün olmadan gönül perişandır, gel.Bizim meclisimizdeki cem senin varlığındadır, gel.Bu topluluktan zevk de safâ da âfiyet de seninle gitti. Ya bu topluluktan kurtul, ya da gel.   (H)

[49]   Onun mezarı afv ve merhamet mahallidir.   (H)

[50]    Sonradan çıkan her şey bid’attir, her bid’at dalâlettir, dalâlet ve onun sahibi ateştedir.   İbn-i Mâce, Sünen, Mukaddime 7; Nesâî, Sünen, Îdeyn, 22. (H)

[51] Balıkasirli’dir. Mat’ûnen 981*(1573-74)’de irtihâl eylemiştir (Rahmetu'llâhi aleyh).

[52]    Ey kabrime bakıp benim hâlimi düşünen! Dün ben de senin gibi idim, yarın sen de benim gibi olacaksın.   (H)

[53]  Burada İ. Süheyl Ünver tarafından sonradan yazılmış şöyle bir not vardır (H) :

          Türk târîhinin yazmadığı bir nokta :

        Türk ta’lîk yazısının bizde kurucusu olarak da Public Library’den Türkçe ve Tevfik Fikret Kütübhânesi’ne oğlu Haluk eliyle intikâl eden Türkçe resimli Şeh-nâme yazısı bu zâtın. 18.IX.1971. Dr. İ. Süheyl ÜNVER 

[54]  Verilen ibârenin hesaplanmasından 978 çıkmaktadır. (H)

[55]  Bu ibârenin hesaplanmasından 1210 çıkmaktadır. (H)

[56]  Bu ibaredeki noktalı harflerin hesaplanmasından 1203 çıkmaktadır. (H)

[57]   Ümmetimin âlimleri İsrâil Oğullarının nebîleri gibidir.   el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 64. (H)

[58]   O, kendi arzusuna göre konuşmaz.   53. Necm sûresi, 3. (H)

[59]   Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsâ?   20. Tâhâ sûresi, 17. (H)

[60]   O benim âsâmdır...   20. Tâhâ sûresi, 18. (H)

[61]    ... Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak sılkerim, benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.   20. Tâhâ sûresi. 18. (H)

[62]   Farzedelim ki ben iddia ettiğiniz gibi birini sevdim ve ben ondan çicek gibi bir öpücük aldım. Ancak beni,  yüzünde bir ekşime ile karşılayınca da ondan ayrıldım. O halde niçin hâlâ beni kınıyorsunuz?   (H)

[63]   Huccetü’l-İslâm’ın bu dünyadan nasîbi 55 senedir. Ölümü ise 505 senesidir.   (H)

[64] Yeniköy Yekfûr Tekkeleri Raûfî Tekkeleridir. Fakat ahîren Cerrâhî’ye münkalibdir.

[65] Verilen tarih mısraının hesaplanmasından 1040 çıkmaktadır. (H)

[66] Verilen tarih mısraının hesaplanmasından 1181 çıkmaktadır. (H)

[67] Verilen tarih mısraının hesaplanmasından 1208 çıkmaktadır. (H)

[68]  Bu beyit Osmân Şemsî Efendi hazretlerinindir.   Şemsî   yerine   Vassâf   kullandım.

[69] Yalnız kolu burada, cesed-i şerîfi Şâm’da Câmi’-i Emeviyye’de medfûndur.

[70]   Ey Allahım! Bizi hüsn-i hâtime ehlinden eyle; Sana açıktan ibâdet edenler ile ayakta ve otururken Senden yardım isyenlerden eyle  . (H)

[71]    Nimetlerini bol verip yeterince artıran Allah'a hamd olsun. Yâ Rabbi! Ben Seni, Senin kendini sena ettiğin gibi öğemem. Ey kalbleri ve gözleri halden hale çeviren! Kalbimizi dîninde, güzel ibâdetinde ve tâatinde sâbit eyle. Ey rahmet edicilerin en merhametlisi!   (H)

[72]    Allah’ım beni taklidden kurtar ve tevhîdin hakîkatına ulaştır. Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.   (H)

[73]    Ey lutufları gizli olan Allâh’ım! Bizi korktuklarımızdan kurtar, emîn eyle.    (H)

[74]   Ben, Allah’ın rahmetine muhtâc, hakîr ve fakîr, Gülşenî, Uşşâkî ve Müştâkî tarîkatlarına mensup Hacı Hüseyin Vassâf’ım. Yâ Rabbi! Âkıbetimi ve bütün mü’minlerin âkıbetini hayrla sona erdir. Yâ Rabbi! Kolaylaştır, zorlaştırma. Yâ Rabbi! Ey zayıfların yardımcısı olan yardımcısı! Sonumuzu hayr eyle.   (H)

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar