Sefîne i Evliyâ Evliyâ yı Ebrâr Şerhi Esmâr ı Esrâr 11
*167* Şeyh Seyyid Muhammed Atâullâh Dede Efendi
Galata Mevlevîhânesi
şeyhi idi. Pederi mezkûr mevlevîhâne şeyhi Seyyid Muhammed Kudretullâh Efendi;
onun pederi Yenikapı Mevlevîhânesi aşcıbaşısı Sahîh Ahmed Dede; onun pederi
Ömer Dede ki, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Ebû Bekir Efendi’nin birâderidir.
Hulefâ-yı Mevleviyye’den
Ziyâ Bey tarafından zabt u tahrîr edilen terceme-i hâline nazaran 1258 sene-i
hicriyyesinde (1842), Kalekapısı Hânkâh-ı münîfinin harem dâiresinde tevellüd
etmiştir. Pederleri dergâh-ı mezkûr post-nişîni zurefâ-yı asrdan Seyyid Muhammed
Kudretullâh Efendi’dir.
Mahallesi mektebinde
tahsîl-i ibtidâî vü rüşdîyi ikmâl ettikten sonra Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde,
sudûrdan Kasîdecizâde Süleymân Efendi merhûmun halaka-i tedrîsine devâm ile
tekmîl-i nüsah ederek icâzet almıştır. Câmi’ dersini ikmâl ettikten sonra
husûsî muallimler vâsıtasıyla irfân u fazîletini tezyîde ihtimâm eylemiştir.
Müşârünileyh bir taraftan ulûm-ı edebiyye-i şarkıyyeyi tahsîl eder, diğer
cihetten Fransızca ve Almanca öğrenmeğe gayret ederdi. Felsefe ve ulûm-ı
ictimâiyyeye dâir Avrupa’da neşr edilen eserleri celb ve tetebbu’ eylerdi.
Hendeseye merâkı vardı. İlm-i mûsikîde üstâz idi.
Pederleri Muhammed
Kudretullâh Efendi’nin irtihâli 1288*(1871) senesine müsâdifdir. Atâullâh
Efendi, onu istihlâf etmiştir ki, o zamân tamâm otuz yaşında idi. Kırk sene kadar
seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular. Müddet-i ömrleri yetmiş seneye bâliğdır. İlm-i
mûsikîdeki behresi hasebiyle, âyîn ve sâirenin notaya alınmasında himmet-i
fevka’l-âdeleri olmuştur. Kânûn çalmaktaki ve udda kemâli bâlâ-ter idi.
Mukâbele günleri mutribde okunan âyînleri büyük bir rikkatle ta’kîb eder, *168* gerek
usûlde gerek nağamâtta hissettiği kusûrları ve düşüklükleri ba’de’l-mukâbele
lâzım gelenlere nâzikâne, ârifâne bir sûrette ihtâr ederdi.
Hatt-ı nefîs-i
ta'likteki meleke-i müktesebesini pederlerinin himmet-i üstâdenesiyle tezyîde
bezl-i makderet etmiş idi. Dergâh-ı âteş-bârının matbah-ı bâlâ-yı tâkında
mermer üzerine mahkûk ve menkûş kıt’a-i târîhiyye müşârünileyhin hatt-ı
destidir.
Atâullâh Efendi
pederinden mevrûs servete aslâ mağrûr olmamış ve bütün hayâtını gınâ-yı kalb
içinde geçirmiştir. Her biri bir merd-i kâmil ü ârif için medâr-ı şeref ü
mübâhât olan meâlî-i ahlâkın timsâli idi. Etvâr-ı mahviyyet ü tevâzu’ ve
ziyâretine varanları kadrince taltîf ve teşvîk gibi mezâyâ-yı ulviyyesi
bâ-husûs fart-ı nezâketi herkesce ma’lûm ve müsellemdir.
Müddet-i ömründe ve
mecâlis-i sohbetinde ayağını uzatmış veyâhûd tevâfuk etmeyen vaz’ u tavrda
bulunmuş değildir. Şeyh dâiresinin semâ’-hâneye nâzır köşesinde oturur,
mukâbele günleri ziyâretine varan ricâl-i meşâyıh ve muhibbânı samîmi bir
nezâket ve tevâzu’ ile karşılar ve zemîn ü zamâna göre mübâhase ve musâhabede
bulunurlardı.
Yenikapı Mevlevîhânesi
şeyhi merhûm Celâleddîn Dede Efendi hazretleri, Atâullâh Efendi’nin sohbeti kadar
rûh-nüvâz, şeyh-âne bir sohbet tasavvur edemem. buyururlar imiş.
İrtihâllerinden
onbeş-onaltı sene evvel Mekteb-i Sultânî’de tahsîlde bulunan yegâne semere-i
fuâdının ve bi’l-âhare refîka-i muhteremesinin zıyâı hasebiyle sıhhati muhtel,
fikri perîşân olmuş ve bu perîşânî-i fikr *169* ü endîşe dimâğına da sirâyet ederek, gözlerine karasu
târî olarak, mevcûdiyyet-i mâddîyyesinden büsbütün ferâgat etmiştir. Bu illetle
ma’lûl olduğu hâlde mütâlaa ve tetebbu’dan hâlî kalmamış ve vefâtından birkaç
gün evvel Türkce bir lugat tahrîr ve istinsâhına başlamış idi. Zevâhir-i eşyâyı
uzaktan âdetâ gölge gibi görür, yakından ise gözlük takmadan kitâb ve sâire
okuyabilirdi. Âyîn günleri semâ’-hâneye, dedegândan biri koltuğuna girmiş
olarak gelirlerdi.
Müşârünileyhin evâhir-i
hayâtında Âsitâne-i Mevlânâ’da Çelebi Abdülhalîm Efendi tarafından, Veled
Çelebi, Galata Mevlevîhânesi meşîhati vekâletine ta’yîn ve bi’l-âhare Veled
Çelebi, Konya’da Âsitâne-i Hz. Pîr’e me’mûr olunca, yerine hâlen şeyh olan
Ahmed Dede Efendi’yi asâleten ta’yîn etmiş olması, Atâullâh Efendi’nin bu
sûretle ve cüz’î bir maâşla infisâl etmesi kendisine pek girân gelerek âzde-dil
olmuş ve bu hâlini bir lisân-ı tazallum-kârî ile ba’zı ahibbâsına söylemiştir.
Bu teessür kalbine dokunarak, 9 Ramazân 1328 ve 10 Eylül 1326*( 22 Eylül 1910)
Cum’a gecesi sekte-i kalbiyyeden tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât ile
semâ’-hâne-i ılliyyîne intikâl etmiştir.
Vefâtından üç-dört gün
evvel ahibbâsından Refîk Bey’e, kendisinde Üsküdârî Kâzım Paşa
merhûmun Makâlîd-i Aşk’ı bulunup bulunmadığını sormuş; mûmâileyh de mevcûd
olup takdîmine hâzır olduğunu ve fakat ne için bu eseri ârzû ettiklerini
sorması üzerine, Orada vak’a-i
şehâdet-i İmâm Ali hakkında güzel bir mersiyye vardır. Ma’lûm ya İmâm Ali,
Ramazânın onunda nâil-i rütbe-i şehâdet olmuşlardır. rumûzuyla
nasıl bir merd-i dil-âgâh ve şeyh-i pâk-tînet ve âşık-ı Ehl-i *170* Beyt-i Rasûlullâh olduklarını son deminde bile izhâr
ve isbât buyurmuşlardır.
Cenâzesi Tophâne’de,
Kılıç Ali Paşa Câmi’-i şerîfine ihtifâlât-ı lâyıka ile götürülüp namâzı
ba’de’l-edâ dergâha getirilerek pederlerinin lahdinde vedîa-i rahmet-i
sübhâniyye kılınmıştır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Nâyî Şeyh Osmân Dede
Efendi
Geliboluludur. Berây-ı
tahsîl İstanbul’a geldi. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Ahmed Dede
hazretlerinin dâire-i irfânına girdi ve kesb-i kemâl eyleyerek müşârünileyhe
dâmâd oldu. Ney-zenlikte kemâli ve mûsikîde fevka’l-âde ihtisâsı vardı.
Kayınpederinin irtihâlinde Mevlevîhâne’de ney-zen başı idi. Onun yerine nâil-i
meşîhat oldu. Otuzüç sene icrâ-yı reşâdet eyledi.
Ma’lûm ve meşhûr
olan Mi’râciyye’nin nâzımı ve beste-kârıdır. IV. Cildde 46. sahîfede
sebeb-i tanzîmini yazdığım Mi’râciyye yüzünden şöhreti
artmıştır. Mi’râciyye’deki san’at-ı şi’riyye ve kudret-i âşıkâne ne kadar
yüksek ise, meşher-i makâmât ve mahzen-i terennümât u nağamât olması
i’tibâriyle de o mertebe yüksektir. Birçok dergâhlarda ve leyle-i mi’râca
müsâdif günde Şeh-zâde Câmi’-i şerîfinde okunurdu. Bunu hakkıyla okuyacak
mûsikî-şinâslar nedret peydâ eyledi. Elyevm Hz. Sünbül hânkâhında ve merhûm
Sultân Reşâd Hân’ın eser-i vakfı olarak Yenikapı Mevlevîhânesi’nde her sene
okunmaktadır.
Nâzım-ı
manzûme-i Mi’râciye Osmân Dede
Eylemiş
vakf-ı vücûd-ı zât Cenâb-ı Ahmed’e
Ârif ü
kâmil idi ol bülbül-i bâğ-ı habîb
Âkıbet
pervâz idüp gitdi makâm-ı es’ade
Cân u
dilden arz-ı hürmet eyle Vassâf dâimâ
Mahzen-i
aşk u kemâldir Hazret-i Osmân Dede
*171* 1142*(1729-30) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi.
Vefâtına söylenen târihler:
Osmân
Dede göçdü ola sırrı bâkî
(عثمان دده كجدى اوله سرى باقى)
Değişdi
bâkî ile devr-i fânîyi Dede Osmân
(دكشدى باقى ايله دور فانى يى دده عثمان)
Ravzatü’l-İ’câz ve
manzûme-i Mi’râciyye cümle-i âsârındandır. Güzel eş’ârı vardır
. Mi’râciyye’sinin ilk beyiti:
Evvel
Allâh adını yâd idelim
Dil dil
olmuş dilleri şâd idelim
Şemsî-i Sîvâsî’nin, Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr
olmadan nutkuna güzel bir nazîresi vardır. İlk ve son
beyitleri:
Âşık-ı
Hak irciî emriyle me’mûr olmadan
Anlamışdır Hakk’ı Hak nûruyla mestûr olmadan
- - -
Nâyi-i
bî-çâre bir sevdâ ile olmuş harâb
Hacc-ı
mebrûr itmek ister Beyt-i Ma’mûr olmadan
Kabri, Şeyh Gavsî Ahmed
Dede merhûmun kabri yanındadır.
Müşârünileyhin hüsn-i
hatta da hizmeti ve nisbeti vardır. Müstakîm-zâde, Tuhfe-i Hattâtîn’de
(nüsha-i matbûa, sahîfe: 297) bahs eder:
İstanbulludur. Pederi
İbrâhîm nâm zât olup, Süleymâniye Dârü’ş-şifâsı’nın reîsü’l-huddâmı olup,
hâccü’l-haremeyndir. Osmân Efendi, hüsn-i hatt-ı sülüs ü neshi Nefes-zâde
İsmâîl Efendi’den ve hatt-ı ta’lîki Gavsî Ahmed Dede Efendi’den taallüm
eylemiştir. Onsekiz sene ney-zenbışılık hizmetiyle müşerref olarak Gavsî Dede
merhûmun musâharetiyle de kâm-revâ olmuştur. Gavsî Dede merhûmun, teslîm-i hakkâniyyet (تسليم حقانيت) 1109*(1697-98) târîhinde, rıhletinde
makâmına câ-nişîn olmuş idi. Sened-i hadîs-i şerîfde onların me’hazları,
ba’de-ba’din bu fakîre (ya’nî Müstakîm-zâde Süleymân Sa'deddîn Efendi’ye) dahi
me’haz olmuştur. İrtihâl edince ferzend-i ercümendleri Şeyh Sırrî Abdülbâkî
Dede Efendi menâzile-gîr-i makâm-ı mukâbele olmuştur. Seyyid Hüseyin Vehbî
merhûmun şu târîhi ne güzeldir:
Osmân
Dede göçdü ola sırrı bâkî
(عثمان دده كوجدى اوله سرى باقى) = 1142
Merhûm Osmân Dede’nin şi’r ü inşâ tarafı
dahi sâir fazâil ü maârifi gibi müsellem olup, nice âsâr-ı bisyâra muvaffak
olmuştu. Ez-cümle Mi’râciyye’leri güfte vü beste kendi eserleridir.
Bi’l-münâsebe Galata
Mevlevîhânesi’nde şimdiye kadar icrâ-yı meşîhat eden zevât-ı kirâmı yazmağı
münâsib gördüm:
İskender Paşa
Bu dergâhın bânîsidir.
921*(1515)’de maktûlen vefât etmiştir. Kanlıca’da câmi’-i şerîf hazîresinde
medfûndur (Rahmetu'llâhi aleyh). Dergâhın binâsı 897*(1492)’dedir.
Sultân-ı Dîvânî Semâî Muhammed Dede ilk şeyh olandır. (160. sahîfede bahsi
geçti.)
Mesnevî-hân Mahmûd Dede
Efendi
955*(1548) târîhinde post-nişîn olmuştur. Bir müddet sonra irtihâl eyledi.
Ba’de'z-zamân tekke
harâb olmuş ve bi’l-âhare Halvetî zâviyesi ittihâz edilmiş iken bi’l-âhare Abdi
Dede şeyh oldu.
*172* Şeyh Abdullâh Dede Efendi
Mahmûd Dede’den sonra
bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde icrâ-yı meşîhat etti. Buraya
şârih-i Mesnevî İsmâîl-i Ankaravî hazretleri ta’yîn olununca Abdi
Dede, Kâsımpaşa’da mâlik olduğu bostânda bu mevlevîhâne binâsına muvaffak
olarak orada seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular.
Şeyh Âdem Dede Efendi
(166. sahîfede tercemesi geçti.), müşârünileyhi istihlâf eyledi. Şu târîh
vefâtını müş’irdir:
Âdem
Dede raks eyleyerek irdi cinâna
(آدم دده رقص ايليه رك ايردى جنانه)
Arzî Muhammed Dede
Efendi
Galata Mevlevî şeyhi
oldu. Oniki sene meşîhati vardır. 1075*(1664-65) senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm
eyledi. Müstakîm-zâde’nin söylediği târîh:
Selefden
imtiyâzın fikr iderken dil didi târîh
Takarrubda visâl-i Hazret’e Arzî beş artıkdır
(تقربده وصال حضرته عرضى بش آرتقدر)[1]
Müstakil türbesi vardır.
Ahmed Nâcî Dede
Arzî Dede’den sonra
seccâde-i meşîhate câlis olmuşlardır. 1042*(1632-33)’de tevellüd etmiştir.
Bursalıdır. Erbâb-ı san’at ü hırfetten idi. Bursa Mevlevîhânesi’nde Şeyh Zihnî
Sâlih Dede’ye intisâb ederek mazhar-ı feyz olmuştur.
Hadîkatü’l-Cevâmi’da
Galata Mevlevî şeyhi Âdem Efendi’den inâbe ettiği muharrerdir. Âdem Dede ile
hacc-ı şerîfe gidip, avdette şeyhinin Mısır’da irtihâline mebnî İstanbul’a
gelerek Arzî Dede’nin hizmetinde bulunmuş ve 1071*(1660-61)’de Beşiktaş
Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olunmuş ise de, 1073*(1662-63) târîhinde Kırım
Muhârebesi’nde ordû-yı Osmânî ile arz-ı hıdmete gittiğinde yerine Yûsuf Dede
nasb edilmiş, 1075*(1664-65)’de İstanbul’a avdetinde Galata meşîhatinde *173* bulunan
Dervîş Çelebi’nin yerine tekrâr makâmına ik’âd olunmuştur. 1082*(1671-72)
senesinde Konya’dan gelen emir üzerine meşîhati ref’ olunarak bir müddet o
hâlde kalmış, fakat mürûr-ı zamân ile tekrâr taltîf ve ikrâm olunmak lâzım
geldiğinden Yenikapı Mevlevîhânesi’ne ta’yîn buyurulmuştur.
Meşâyıh-ı fâzıladan idi.
Şiirde Nâcî tahallus eylemiştir.
Nâya
âheng itdi mutrib devr idüp câm-ı şarâb
Mevlevîler gibi girdiler semâa her habâb
İlm ü fazlı ve kemâl-i
edebi var idi. İlm-i akâidde, hikemiyyât-ı İslâmiyye’de, edebiyyât-ı Türkiyye
vü Fârisiyye’de yed-i tûlâsı vardır. Fâtih’de Mesnevî-i şerîf okutur ve
erbâb-ı isti’dâda yol açardı. Muhammed Ziyâ Beyefendi, müşârünileyhin fazâil-i
ilmiyyesinden uzun uzadıya bahs etmektedir.
Son zamânlarında
ihtiyârlığı vesîlesiyle meşîhati Kâri’ Ahmed Dede’ye bıraktılar. Kendileri
gûşe-i inzivâya çekildiler.
Çelebi Dervîş Efendi
Nâcî Ahmed Dede’nin
gaybûbetinde, bir aralık Galata Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuşlardı.
Gavsî Ahmed Dede
Gavsî Ahmed Dede Efendi
şehrîdir, Ahmed-i Bî-cân neslindendir. Ahmed-i Bî-cân ma’lûm olduğu üzere
Yazıcı-zâde Muhammed Efendi hazretlerinin birâder-i mükerremleri
olup, Ahmediyye sâhibidir.
Bursa’da Mevlevî şeyhi
Sâlih Dede’den ve Galata şeyhi Arzî Dede’den mazhar-ı feyz olmuş ve Galata
Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Meşîhate ta’yîni 1083*(1672-73) târîhine
müsâdifdir. Müddet-i meşîhati yirmialtı senedir. İrtihâli 1109*(1697-98)’dadır.
170. sahîfede bahs eylediğim Nâyî Osmân Dede’nin kayınpederidir.
İrtihâli târîhi:
*174* Ahmed
ola âzim-i huld-i berîn
(احمد اوله عازم خلد يرين)
Diğer:
Devrân
kodu Ahmed Dede’siz tekyemizi hayf
(دوران قودى احمد دده سز تكيه مزى حيف )[2]
Müretteb dîvânı vardır.
Nutuklarından:
Hüsn-i
zâhir hüsn-i bâtın cümlesi yektâ imiş
Hatt-ı
ru’yet aks görmek dahi bî-hemtâ imiş
Mi’râciyye sâhibi
Osmân Dede câ-nişîni olmuştur ki, terceme-i hâli bâlâda yazıldı.
Şeyh Sırrî Abdulbâkî
Dede Efendi
Pederini (Gavsî Ahmed
Dede) istihlâf eyledi. Yirmiiki sene meşîhati vardır. 1164*(1751)’de
göçtü. Teveccüh-i rif'at (توجه رفعت) târîhidir .
Cihândan
gitdi Sırrî adı bâkî kaldı dünyâda
(جهاندن كتدى سرى باقى قالدى دنياده)
Bâkî
Dede devr eyleyerek gitdi bakâya
(باقى دده دور ايله يرك كادى بقايه)
Pederi yanında
medfûndur. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Şeyh Muhammed Şemseddîn
Dede Efendi
On sene kadar Galata
Mevlevîhânesi meşîhatinde bulundu. Hicâz’a gidip yolda vefât eyledi ki, 1174*(1760-61)
târîhine müsâdifdir.
Şeyh Îsâ Dede
Meslek-i kuzâtı terk ile
birâderi Muhammed Şemseddîn Efendi yerine seccâde-nişîn oldu. Onbir sene
meşîhati vardır. Bu esnâda mevlevîhâne yandı (1179*1765-66). Sultân Mustafa
Hân-ı sâlis ihyâ eyledi. Îsâ Efendi, 1185*(1771-72) senesinde irtihâl-i dâr-ı
naîm eyledi.
Döne
döne vardı rûhânîlere Îsâ Dede
(دونه دونه واردى روحانيلره عيسى دده)[3]
târîhidir.
Şeyh Selîm Dede Efendi
Îsâ Dede’nin
eniştesidir. Altı sene meşîhatten sonra güzer-gâh-ı âlemden yürüdü gitti. Meskemü'd-dur
(مسكم
الضر) târîhidir (1191*1777). Oğlu Sâdık Dede, Kâsımpaşa
Mevlevîhânesi’ne şeyh oldu.
Şeyh Abdülkâdir Çelebi
Selîm Dede’den sonra
şeyh oldu. Mısır Mevlevî şeyhi idi.
*175* Şeyh Hüseyin Dede Efendi
Konya aşcıbaşısı idi.
1192*(1778)’de irtihâl eden Şeyh Abdülkâdir Dede’nin yerine post-nişîn oldu.
Dört sene meşîhati vardır. Türbede medfûndur. 1196*(1782) târîh-i irthâlidir.
Şeyh Ali Dede Efendi
Bakkâl-zâde’dir. 1197*(1783)’de
şeyh oldu. 11 Safer 1201*(2 Aralık 1786)’de meşîhati ref’ edildi.
Şeyh Nu’mân Bey
Üsküdar Mevlevîhânesi
şeyhi idi. Ali Dede’nin yerine şeyh oldu. Bir müddet sonra terk-i meşîhat
eyledi. (Yerine) Abdullâh Dede nâmında bir zât şeyh oldu. Fakat henüz seccâde-i
meşîhate oturmadan terk-i fenâ eyledi ki, 1205*(1790-91) târîhine müsâdifdir.
224. sahîfede tafsîlât vardır). Bundan sonra Hz. Şeyh Gâlib Dede zînet-efzâ-yı
meşîhat oldular ki, terceme-i hâli tafsîlen bâlâda yazıldı.
Şeyh Rûhî Dede Efendi
Şeyh Gâlib’den sonra
şeyh oldu.
Şeyh Muhammed Dede
Efendi
Beşiktaş Mevlevîhânesi
şeyhi Yûsuf Efendi’nin dâmâdı idi. Yûsuf Efendi irtihâl edince oraya nakl-i
meşîhat ettiğinden 16 Şevvâl 1234*(8 Ağustos 1819) târîhine kadar icrâ-yı
meşîhatle irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi.
Şeyh Kudretullâh Dede
Efendi
Terceme-i hâliyle
tezyîn-i sahîfe eylediğim Seyyid Atâullâh Efendi merhûmun pederidir. Ulemâ vü
urefâ-yı sûfiyyeden ve hukemâ-yı İslâmiyye’den bir zât-ı âlî-kadr idi. Galata
Mevlevîhânesi’nde ellialtı sene seccâde-pîrâ-yı meşîhat oldular. 1288*(1871)
senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eylediler. Kapının yanındaki müstakil türbede
medfûndur. Burada, terceme-i hâli Nakşıbendiler faslında yazılan Şeyh Âgâh Ağa
hazretleri de medfûndur. Atâullâh Efendi’yi bi’l-âhare pederinin kabrinde
vedîa-i hâk-i mağfiret eylediler. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
- - -
Müşârünileyh Kudretullâh
Efendi’den sonra mahdûm-ı mükerremleri Seyyid Atâullâh Efendi seccâde-i
reşâdete câlis olmuşlardır ki, bahsi tafsîlen geçti. Ondan sonra Üsküdar Mevlevîhânesi
şeyhi Huccetullâh Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi Efendi buranın meşîhatine
ta’yîn olunup, Konya’da Âsitâne-i Mevlânâ’da Çelebilik makâm-ı bülendine terfî’
edilince, yerine Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi, urefâ vü hukemâ-yı İslâmiyye’den
Ahmed Dede Efendi hazretleri ta’yîn edilmiştir, 1343*(1824-25) senesinde. El’ân
icrâ-yı meşîhat buyuruyorlar ki, onbeş seneyi tecâvüz eylemiştir. Her ikisinin
terceme-i hâlinden âtîde bahs olunacaktır.
Bu mevlevîhâne hâl-i
hâzırda pek harâbdır. Sultân Abdülmecîd Hân merhûmun zamânında güzelce ta’mîr
olunmuş ve semâ’-hânesi gâyet zarîf bir tarzda ihyâ edilmiş ise de, mürûr-ı
zamân ile hâl-i harâbîye yüz tutmuştur. Civârı gâyet kıymet-dâr olmak hasebiyle
dergâhın vâsi’ arâzisinden bir kısmının fürûhtuyla esmân-ı hâsıladan, buranın
ez-ser-i nev ihyâsı mümkinâttan iken, Ahmed Efendi’nin bu cihete meyli
olmaması, Evkâf İdâresi’nin ise i’mâr-ı tekâyâya ve ihyâ-yı cevâmia hâl-i
hâzırda lâ-kaydî bir hâl-i esef-i iştimâl içinde bulunması hasebiyle yıkılmağa
mahkûmdur.
Ecânib dâimâ âyîn
günleri ekseriyyetle gelirler. Müsteşrikler şeyh efendi ile mülâkâta hâhiş-ker
olurlar. Fakat bir harâbe-zâr içinde kalırlar. Ne mefrûşâtı kalmış, ne de
soğuktan tahaffuz edecek şeklini muhâfaza etmiştir. Binânın her tarafı ağlayor.
Bir Amerikalı burasını şekl-i hâzırıyla ihyâ teklîfinde bulunmuş, ancak gelecek
huzzârdan duhûliyye almak sûretiyle karşılık te’mînine rağbet-kâr olmuş ise de,
buna da muvâfakat edilmemiştir. An-karîb ma’mûr olmasını temennî ederim.
BEŞİKTAŞ MEVLEVÎHÂNESİ
Bânîsi Ohrili Hüseyin
Paşa’dır. Bostancıbaşılıktan vezîr olmuştur. 1029*(1620)’da sadr-ı a’zam, 1030*(1621)’da
azl; def’a-i sâniyede sadr-ı a’zam olup, 1131*(1718)’de[4] i’dâm olunmuştur. Yahyâ
Efendi Dergâhı’nda medfûndur. Mevlevîhâne’nin binâsı 1031*(1622) târîhine
müsâdifdir.
Ağa-zâde Muhammed Hakîkî
Dede Efendi
İlk şeyh olan bu zât-ı
şerîfdir. Hilâfeti Bostân Çelebi zamânındadır. Gelibolu Mevlevî şeyhi idi. Paşa
burasını ihyâ edince müşârünileyhi ricâ ile meşîhate getirmiş idi. Paşanın
katlinden müteessir olup, tekrâr Gelibolu’ya giderek kendi binâsı olan
mevlevîhânede tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât eylemiştir. Sâatü'l-karâr
(ساعة
القرار) târîhidir (1063*1653).
Eş’ârı vardır:
A
gönül neylersin bu fânî cihânı*
Kalur
sanma sana bu mülk-i fânî
Hakîkî gâfil
olma kim hazer kıl
Ecel bir
gün gelir virmez amânı
Şeyh Hasan Dede Efendi
Hasan Dede ikinci
şeyhdir. Sekiz sene meşîhati vardır. 1071*(1660-61)’de irtihâl-i dâr-ı naîm
eyledi.
Nâcî Ahmed Dede üçüncü
şeyhdir. Üç sene meşîhati vardır. 172. sahîfede terceme-i hâli yazıldı. Hz.
Mevlânâ’nın
هر بنده كه آزاد شود شاد شود
من شاد از آنم كه ترا بنده شدم[5]
beytini tercemeten söylediği şu rubâî
hoştur:
Bir
bende ki âzâd ola elbette olur şâd
Ammâ ki senin benden olan bende olur şâd
Lutf eyle eyâ pâdişeh-i mülk-i şefâat
Nâcî kulunu
eyle şefâat ki ola şâd
Konyalı Yûsuf Dede
Efendi
Konya’dan gelip burada
şeyh olmuştur. 1014*(1605-06)’te dünyâya gelmiş, 1080*(1699-70)’de vefât
eylemiştir. 66 sene muammer oldular.
*178* Konya’dan İstanbul’a vusûlünde Galata Mevlevîhânesi’ne
ney-zenbaşı oldular. Sultân Murâd-ı râbi’ Enderûn’a aldı. Sultân İbrâhîm’in
cülûsunda Enderûn’u terk etti. Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde uzlet ettiler, sonra
şeyh oldular. İrtihâllerine kadar burada kaldılar. Mu’cizât-ı nebeviyyeye dâir
onbin beyitli Ravzatü’n-Nûr’u ve bir Dîvân’ı vardır. Urefâ-yı
Mevleviyye’den, âşık-ı sâdık-ı nebevî idi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Târîhler:
Azîz-i
tekye-i mısr-ı hüdâ ola Dede Yûsuf
(عزيز تكيهّ مصر هدا اوله دده يوسف) = 1081*(1670-71)
Gitdi
Yûsuf Dede’miz çâh-ı fenâya dönerek
(كتدى يوسف دده مز جاه فنايه دونه رك)
= 1090*(1679)
Mevlevî
Yûsuf Dede rûhiçün el-Fâtiha
(مولوى يوسف دده روحيجون الفاتحه)
= 1049*(1639)
Didiler
hep rahmetu'llâhi aleyh
(ديديلر هب رحمة الله عليه) = 1094*(1683)
Oldu
Yûsuf Dede’miz mısr-ı naîm içre azîz
(اولدى يوسف دده مز مصر نعيم ايجره عزيز)
= 1080*(1669-70)[6]
Şeyh Muhammed Memiş Dede
Efendi
Eyüplüdür. Ellialtı sene
meşîhati ardır. 1136*(Haziran 1724)’da irtihâl eyledi. Sene-i mezkûre selh-ı
Şevvâlinde irthâl eylemesi hasebiyle, Şehr-i
Şevvâli'l-mübârek (شهر شوال المبارك)
târîhi hüsn-i tesâdüf eseridir. Orada medfûndur.
Şi’rinden:
İdermiş
bahs-i hoş-bû-yı hatınla Sünbülî Gülşen
Ana var
ise bu ol müşkîn-i târdan kaldı*
Şeyh Ahmed Dede Efendi
Müşârünileyhin
mahdûmudur. Pederinin yerine geçmiştir. Kırkbir sene meşîhatten sonra 1177*(1763-64)’de
irtihâl-i dâr-ı cinân eyledi.
Târîhi:
Döndü
Ahmed Dede lâhûta bu mihnet-gededen
(دوندى احمد دده لاهوته بو مهنتكده دن)[7]
Şeyh Seyyid Muhammed
Sâdık Dede Efendi
Ahmed Dede’nin
kerîme-zâdesidir. Onbeş ay meşîhati vardır. Konya’da şeyh oldu. Yirmi yaşında
iken irtihâl eyledi. Konya’da medfûndur. 1178*(1764-64) târîh-i irhâlidir.
Şeyh Abdülehad Dede
Efendi
Tokat Şeyhi
derler. Onüç ay meşîhatten sonra
irtihâl eyledi.
Tekmîl
kıldı devrin Abdülehad Efendi
(تكميل قيلدى دورين عبد الاحد افندى)
= 1180*(1766-67)[8]
*179* Şeyh Ahmed Dede Efendi
Dört sene icrâ-yı
meşîhatle 1185 Muharreminde ( Nisan 1771 ) hâb-ı ebedîye daldı. Trablus’tan
gelmiştir.
Şeyh Yûsuf Dede Efendi
Ahmed Dede’nin oğludur.
Âbid, zâhid bir zât idi. Mesnevî-i şerîfe Arabca bir şerh yazmıştır. Hângâh-ı tevhîd (خانقاه توحيد) târîh-i iclâsıdır (1160*1747)[9]. Kırksekiz sene icrâ-yı
meşîhat eyledi. Cemâziye’l-evvel 1232*(Mart-Nisan 1817) yevm-i Perşembe irtihâl
târîhir.
Şeyh Seyyid Kadri Dede
Efendi
14 Zi’l-hicce 1234*(4
Ekim 1819)’te şeyh oldu. Evvelce Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücre-nişîn idi.
Ermenek şeyhi zâdedir. Bu dergâh Sultân Selîm-i sâlis zamânında ta’mîr olunmuş
idi. 33 sene meşîhati var idi. Şeyh Osmân Salâhaddîn Dede Efendi’nin
mürebbîsidir. Gâyet ciddî, vakûr, âdâb-ı şerîat ü tarîkatla müeddeb idi. 231.
sahîfede îzâh olunduğu üzere, bi’l-âhare na’şı nakl olunmağla Üsküdar
Mevlevîhânesi’nde medfûndur. Ahmed Ârif Himmetî Dede’nin şeyhi idi.
Şeyh Nazîf Ahsen Dede
Efendi
Meşhûr âlim Şeyh Nazîf-i
Mevlevî’dir. Mora Yenişehri’nin Oganlı karyesindendir. Muhaddisînden Hacı Halîl
Efendi’nin oğludur. Onun pederi Mahmûd Efendi’dir. 1208*(1793-94) târîhinde
zînet-bahş-ı âlem-i dünyâ olmuştur.
Gâyet zekî, müsteidd idi.
Hengâm-ı tufûliyyetinde tahsîl-i ilme sâlik olup, muhayyerü’l-ukûl netîceler
elde etmiş idi. Çalışa çalışa ulûm-ı âliye vü êliyeyi elde etti. Yenişehir’de
Horasânî eâzım-ı ulemâdan Azîz Efendi Medresesi’ne müderris oldu.
Altmışbir yaşına kadar
ta’lîm (ü) tedrîs ile maşgûl oldu. Henüz küçük yaşında Mevlevîliğe muhabbetle
intisâb etti. Hicâz’a gidip geldiğinde, mezkûr medresenin yanında bir
mevlevîhâne inşâsına muvaffak oldu. *180* 1269*(1852-53) senesinde
Muhammed Saîd Hemdem Çelebi’den destâr-ı gîsû-dâr ile mezkûr mevlevîhâneye şeyh
oldular.
Hz. Mevlânâ’dan
i’tibâren gelen silsile-i tarîkatları:
Hz. Mevlânâ, Hüsâmeddîn
Çelebi, Sultân Veled, Ulu Ârif Çelebi, Muzaffer Çelebi, Cemâleddîn Çelebi,
Abdülkâdir Çelebi, Ahmed Efendi, Sultân-ı Dîvânî Muhammed Efendi, Mustafa
Efendi, Hızır Şâh Efendi, Muhyî Efendi, Müstebân Çelebi, Muhammed Efendi,
Mustafa Efendi, Ârif Çelebi, Âdem Dede Efendi, Abdülhalîm Çelebi, Müstebân
Çelebi, Ârif Çelebi, Ebû Bekir Çelebi, Hasan Emîr Dede, Süleymân Efendi,
Muhammed Saîd Hemdem Çelebi, Şeyh Nazîf-i Mevlevî.
Küstüm Suyu’nun üzerine
mürûr u ubûru teshîl maksadıyla hasbeten li’llâh bir köprü inşâsına çalıştılar.
1270*(1854) târîhinde
Beşiktaş Mevlevîhânesi meşîhati uhde-i ârifânelerine tevcîh olunmağla
İstanbul’a geldiler. Dokuz sene kadar burada icrâ-yı meşîhat buyurdular. 1278*(1861-62)
senesinde yetmişbir yaşında irtihâl-i dâr-ı cemâl eylediler. Eslâfının yanında
defn olundular. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Âlim, şâir, nazîf, zarîf
idi. Meydân-ı suhan-sâzîde, vâdî-i şi’r ü edebde üstâd idi. Ekâbir-i
Mevlevî’dendir. Müretteb bir Dîvân’ı, seyr ü sülûka dâir bir eseri vardır.
Her ikisi matbû’ olup, kütüb-hâne-i irfânı tezyîn eder âsârdandır.
Yenişehir muhîti
Bektaşîlik ihâtasına ma’rûz kalmak hasebiyle, te’sîr-i muhît ile, Hz. Nazîf’de
bidâyeten ba’zı mertebe lâubâlîlik zuhûr etmiş ise de, ilm ü irfânı galebe
çalarak şeh-râh-ı hakîkate sâlik olmuşlardır.
Eş’ârından:
Hakîkat
şehrine kesdirme yoldan gitmek istersen
Tarîk-ı
aşka gel bâb-ı Nazîf-i Mevlevî’den gir
* * *
Biz
mâ-sivâyı hiçe sayan Melevîleriz
Yâr ile
cânı câna katan Mevlevîleriz
Zevk-ı
kudûm ü nây ve safâ-yı semâ’la
Tîr-i
niyâzı arşa atan Mevlevîleriz
Deryâ-yı
zâtı mevc-i sıfâtıyla bir görüp
Mecrâ-yı
kesreti kapatan Mevlevîleriz
Mevc-i
suverde za’fla çün bir âgâh olup
Ma’nâda
havz-ı feyze batan Mevlevîleriz
Devrân-ı
lutf-ı Hazret-i Monlâ’da ey Nazîf
Kevn ü
mekânı hiçe satan Mevlevîleriz
* * *
*181* Zâhidâ Hak
içün ol şâhın ki cûd-ı ekmeli*
Ahmed-i
Muhtâr’a vahy itdi Kitâb-ı Münzel’i
Mevlevîyim Ahmedîyim Hayderîyim ben belî
Bana
besdir bir Hudâ vü bir Nebî vübir velî
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على
Meclis-i rûz-ı ezelde çünki ikrârım budur
Dîn ü
îmânım budur gönlümde esrârım budur
Zinde
oldukca vücûdum dilde ezkârım budur
Cân fedâ
itdikde hem âhirki güftârım budur
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على
Cûylar taşlar ağaçlar kûhlar hâmûnlar
Nüh-felek cinn ü melek bahr ü semek nev’-i beşer
Sâkinân-ı arş u ferş ü necm ü şems ü kamer
Heb
lisân-ı kâl ü hâl ile bu beyti zikr ider
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على
Ma’ni-i hükm-i Rasûl’ü çünki iz’ân eyledim
Dildeki cem’iyyet-i vehmi perîşân eyledim
Mezheb-i
irfânımı âfâka i’lân eyledim
Ey
Muhammed ümmeti ben böyle îmân eyledim
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على
*182* Milletim
ehl-i hakîkat hâlikım Rabbim
Hudâ
Mezhebim râh-ı muhabbet şart-ı îmânım fenâ
Kıblem
ebrû-yı Muhammed’dir imâmım Murtazâ
Dîn-i
İslâm âşkârâdır ne lâzım ihtifâ
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على[10]
Bende-i Âl-i Abâ’yım Hayderîyim Hayderî
Ey Nazîf bu yolda kurbân eyledim cân u seri
Hâsılı
ber-muktezâ-yı meşreb-i Peygamberî
İ’tikâdım böyle nahnü kasemnâ danberi[11]
لاإله إلا هو الله العلى المنجلى
لا نبى إلا محمد لا فتى إلا على
* * *
Mushaf-ı
sırr-ı Hudâ’dır sûret-i cânânımız
Fehm
iden ma’nâsını oldu vâkıf-ı esrâr-ı Zât
Rûy u
zülfü sûre-i Nûr u Duhân tefsîridir
La’l-i
âlinden kinâyetdir Nazîf âb-ı hayât
* * *
Derd-i
elem-i cevr ile nây eyleyüp efgân
Esrâr-ı
Hudâ söylemede âşıka her ân
Ey dil
olayım dirsen eğer mazhar-ı irfân
Allâh
içün Allâh diyelim Hû diyelim Hû
Duydun
mu aceb nâydan esrâr-ı Ali’yi
Bildin
mi Nazîf nükte-i hubb-ı ezelîyi
Ârif
olayım dirsen eğer sırr-ı hafîyi
Allâh
içün Allâh diyelim Hû diyelim Hû
Gâyet rengîn bir gazel:
Dilâ
hâlât-ı vaslı hem-dem-i cânân olandan sor
Tahassür
âteşin pervâne-veş sûzân olandan sor
Görüp
hâl-i perîşânım beni bî-hûde ta’n itme
Bu emri
bir de gel mülk-i dile sultân olandan sor
Azîz-i
mısr-ı vuslat sûziş-i firkat nedir bilmez
Anı
tenhâ-nişîn-i külbe-i ahzân olandan sor
Seher
zevkın ne bilsün hufte-gân-ı pister-i gaflet
Füyûzât-ı
sabâhı haste-i hicrân olandan sor
Reh-i
vuslatda cânâna dilersen cân nisâr itmek
Nazîf tîğ-ı
aşka ser virüp kurbân olandan sor
Tâhirü’l-Mevlevî
birâderimizin:
Ne
bilsün zevk-ı tîğ-ı gamze-i dil-dârı gâfiller
Onu
pîş-i nigâh-ı yârda kurbân olandan sor
Suûdu’l-Mevlevî
birâderimizin:
Suûd’a
sorma yâ hû în ü ânı bûd u nâ-bûdu
O
bî-câsûzları bî-akl u bî-irfân olandan sor
Muharrir-i fakîrin:
Hakâyık
sırrını nâ-mahremâna sorma bilmezler
Anı her
hâlde yâre mahrem olmuş ârifândan sor
Şayh Nazîf Efendi
merhûmun Hüseyin Fahreddîn Efendi isminde bir necl-i necîbi ve Avnî Bey nâmında
bir dâmâd-ı mükerremi vardır.
*183* Pederinin irtihâlinde Hüseyin Fahreddîn Efendi
yedi-sekiz yaşında idi. Altı sene sonra mevlevîhânenin olduğu yerde bir saray
yapılmağa başlandı. 1283*(1866-67) târîhine müsâdifdir. Sultân Azîz’in devr-i
saltanatı idi. Elyevm muhterik Ortaköy sarayının mahalli mevlevîhâne idi. Koca
bogaz içinin sevâhilinde saray yapılacak yer intihâb olunamayıp da
mevlevîhânenin olduğu mahalde bunun inşâsına kıyâm eser-i cinnet olduğu gibi,
Anadolu, Rumeli muhtâc-ı umrân iken milyonlarca lira sarfıyla bu râdde saray
inşâsı pek abes bir iş idi, nişâne-i sefâhet idi.
Mevlevîhânenin Maçka’ya
naklini takdîr ederek Maçka’da yapılan mevlevîhâne 1286*(1869-70) senesinde
hitâm buldu. Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde medfûn eızze-i kirâmın kabirlerine
dokunulmadı. Üzerine saray binâ olundu. Türbe mahalli mahfûz kaldı.
Sandûkalarıyla muhâfaza edildi. Yalnız Şeyh Nazîf’in cesed-i şerîfi Maçka’ya
nakl ve defn olundu. Beş sene sonra Maçka Mevlevîhânesi’nin olduğu mahalle
elyevm mevcûd esliha depo(su)nun inşâsı takarrur edince, buradan da
mevlevîhânenin nakli lâzım gelip, Eyüp’te Bahâriye’deki mevlevîhâne inşâ
olundu. Bî-çâre Şeyh Nazîf’in cesedi ikinci def’a kabrinden çıkarılıp
Bahâriye’ye nakl edildi.
Fakat mevlevîhâne
mahalline inşâ olunan Ortaköy Sarayı’nda Sultân Abdülazîz ve ahlâfı ârâm
edemediler. Orası dillerde destân olan zînet ve ihtişâmına bedel baykuş yuvası
misâli oldu. Meşrûtiyyet’i müteâkib meb’ûsân (u) a’yân dâiresi ittihâz edildi.
İçinden çıkan nagehânî bir ateş *184* o muhteşem sarayı yaktı, mahv
etti. Alt katında mevki’-i hakârette bırakılan eızze-i kirâm hazerâtının
te’sîrât-ı ma’neviyyeleri cümlesinden olduğuna şübhe edilmemelidir.
Bahâriye
Mevlevîhânesi’nin hitâm-ı inşâsıyla resm-i güşâdının icrâsı 18 Rabîu’l-evvel
1294*(2 Nisan 1877) Çarşamba gününe müsâdifdir.
Şeyh Hüseyin Fahreddîn
Dede Efendi
Hüseyin Fahreddîn Dede
Efehdi, yirmidört-yirmibeş yaşına resîde olmuş ve seccâde-i meşîhate revnak
vermiş idi. 1271 senesi Muharreminin onuncu (3 Ekim 1854) günü kadem-nihâde-i
âlem-i şuhûd olmuştur. İsm-i âlîsinin Hüseyin tesmiyesi bundan mütevelliddir. Beşiktaş
Mevlevîhânesi’nde gehvâre-i zîb-i şuhûd oldu.
Pederinin irtihâlinde
yedi-sekiz yaşında idi, nisbet-i ibtidâiyyesi pederindendir. Pederinin
irtihâlinde Karahisâr Mevlevî şeyhi Kemâleddîn Çelebi Efendi’den sonra, Mısır
Dârü’l-Mevlevî’si şeyh-i kâmili Azmî Dede (Elyevm Galata Mevlevî şeyhi Ahmed
Efendi’nin pederi)’den tecdîd-i inâbet eyledi. Konya’da âsitânede post-nişîn
Sadreddîn Çelebi merhûmdan destâra nâil oldu ve meşâyıh sırasına geçti. 1289
senesinin Rabîu’l-evvelinin onbeşinde (23 Mayıs 1872) Yenikapı Mevlevî şeyhi ârif-i
maârif-i ilâhî Osmân Salâhaddîn Dede Efendi hazretlerinin kerîme-i
muhteremeleri Fâtıma Aliye Hânım ile izdivâcı vukû’ buldu. Hasan Nazîf, Fatıma
Mü’mine, Fâtıma Fasîha ve Fâtıma Ruşeynâ isminde dört evlâdı dünyâya geldi.
Hüseyin Fahreddîn
Efendi, Beşiktaş Rüşdîsi’nden bâ-şehâdet-nâme neş’etle Dehlevî İskender
Efendi’den Fârisî, Fransızca ve kayınpederinden Arabî ve vüzerâ-yı urefâdan ve
eâzım-ı ricâlden Sâmî Paşa merhûmdan *185* Mesnevî-i şerîf okumuştur.
Hilm ü tevâzuu,
meclis-ârâlığı, etvâr-ı asîlânesiyle temeyyüz etmiş ricâl-i Mevleviyye’den idi.
Reftârı, tarz-ı telebbüsü, usûl-i maîşeti pek kibârâne idi. İnsan güzeli idi.
Gâyet mütenâsibü’l-a’zâ olup, sarı sakallı ve gâyet güzel gözlü, temiz özlü
idi. Yanağının sol tarafında bir beni vech-i tâbânına revnak-fezâ idi. İlm-i
mûsikîde behre-i külliyye sâhibi olup, Beşiktaş Mevlevîhânesi ney-zenbaşısı
Sâlih Efendi ile ney-zen Yûsuf Paşa’dan ney taallüm etmiş, Zekâî Dede’den
Mûtiyâb-zâde Ahmed Efendi ile Yağlıkcı-zâde Ahmed
Efendi’den Mi’râciyye’nin tekmîl bahsini geçmiş ve Yenikapı Mevlevî şeyhi
Celâleddîn Efendi merhûmdan hisse-yâb-ı terennüm olmuştur.
Acemaşîrân makâmında
âyîn-i şerîfi, peş-rev ve semâı ve sâir makâmâttan dahi şarkı ve bestesi
vardır.
Menâkıb-ı Mevlânâ’yı
nazmen yazmışlar, bu eserlerini okuduğum zamân kendilerine ta’zîmen manzûme-i
âtîyi inşâd ve takdîm etmiş idim:
Okudum
menkabe-i Hazret-i Mevlânâ’yı
Arz-ı
takdîs iderim câme-i evlânâyı
Nâzım-ı
muhteremi Şeyh Hüseyin Fahreddîn
Mevlevî
gül-şenine bülbül-i şeydâ-yı nevîn
Ârif ü
âlim ü fâzıldır o zât-ı âlî
Gül-sitân-ı edebin neyyir-i pür-iclâli
Aşk u
irfânı ile cümleye mümtâz olmuş
Beyne’l-uşşâk-ı hakîkatde ser-efrâz olmuş
Peder-i
muhteremi Şeyh Nazîf-i meşhûr
Menba’-ı
ilm ü kemâlât idi el-hak mebrûr
Mazhar-ı
ilm-i ledün mahrem-i sırr-ı takdîr
Vâkıf-ı
sırr-ı hakîkat idi ol şeyh-i şehîr
Nâil-i
feyz-i şerîfi olup ol necl-i necîb
Andelîb-i edeb-istân idi ol zât-ı edîb
Rehber-i
Mevleviyân nûr-ı kulûb-ı uşşâk
Mahzen-i
hilm ü kerem hazret-i şeyh-i âfâk
*186* Mevlevî
mektebinin hâce-i pür-esrârı
Mesnevî âleminin
tûti-i hoş-güftârı
Hılye-i
zevkını tasvîr idemezler şuarâ
Bâb-ı
medhinde düşer acze edîb ü bülegâ
Meclis-i
sohbetine cân atan erbâb-ı garâm
Vecd ü
hâletle olurlardı bütün mest ü müdâm
Şems-i
feyzinden alır neş’eyi ashâb-ı tarîk
Râh-ı
gurbetde mürîdâna odur şeyh-i şefîk
Zevk-ı
medhiyle safâ buldu onun Vassâf’ı
Nûr-ı
feyziyle münevver ola kalbi sâfî
Ol
meded-res bana yâ şeyh Hüseyin Fahreddîn
Pîrinin
aşkına sen eyle beni feyze karîn
Hüseyin Fahreddîn Efendi
koleraya tutuldu, ânî olarak hastalandı. 21 Ramazân 1329 ve 1 Eylül 1327( 13
Eylül 1911) târîhine müsâdif Perşembe günü irtihâl-i dâr-ı cinân eyledi. Na’ş-ı
münîfi Eyüpsultan’a nakl ile namâzı ba’de’l-edâ Bahâriye Dergâhı’nda, peder-i
ekreminin kabri yanında vedîa-i rahmet-i Rahmân kılındı. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
Sultân Mehmed Reşâd
Hân’ın müşârünileyhe hürmet ve teveccühü vardı. 1326*(1908) senesinde
mevlevîhâneyi mükemmelen ta’mîr eyledi. Resm-i güşâdının hîn-i icrâsında
bi’z-zât hâzır bulundu. Vükelâ, a’yân ve ricâl-i devlet dahi hâzır oldu.
Merhûm Çarşamba
günleri Mesnevî-i şerîf okuturlardı. Hîn-i irtihâlinde ellisekiz yaşında
idi. Mevlevîhânenin yevm-i mahsûsu Çarşambadır.
Münîr İsmetî merhûmun:
Aşk-ı
Mevlânâ ile gitdi Hüseyn-i Mevlevî
(عشق مولانا ايله كتدى حسين مولوى)[12]
Üsküdarlı Tal’at Bey’in:
Vâsıl
ola cemâle vâsıl ola cemâle
Gitdi
Hüseyin Efendi dergâh-ı Zü’l-celâle
(كتدي حسين افندى دركاه ذو الجلاله) [13]
Merhûm-ı mûmâileyh (kuddise
sırruhû) hazretlerinin dervîşânından ve dergâh-ı mezkûr hücre-nişînânından
Manisalı İbrâhîm Zuhûrî Dede Efendi hazretlerinin söyledikleri târîh:
*187* Zuhûrî Dede’nin:
Ser-be-kef
geldi Zuhûrî söyledi târîhini
Dâr-ı
cennetde Hüseyn olsun Ali’nin hem-demi
(دار جنتده حسين اولسون علينك همدمى)
1329[14]
târîhleri mazbuttur.
Bu târîh, kasîdesiyle
berâber levha hâlinde dergâh-ı mezkûr sema'-hânesindeki türbede medfûn bulunan
Hz. Hüseyin merhûmun sanduka-i mübârekesine dayalıdır.
Bahâriye Mevlevîhânesi
post-nişîni Reşâd Penâhî b. Nazîf-i Mevlevî'nin, Hüseyin Fahreddîn Dede
Efendi’nin (Kaddesena'llâhü bi-esrârihî) vefâtına târîhi:
Cenâb-ı
mürşid-i âlî-himem sultân-ı zî-şânım
Efendim
dest-gîrim fahr-i dînim merd-i âlî-câh
Hezâr-ı
bezm-i vahdet gonca-i bâğ-ı Bahâriyye
Kemâli
gâye-i sâlik cemâli reşk-i mihr ü mâh
Kelâm-ı
feyz-i Mevlânâ-yı Rûmî remz-i lâhûtî
İder bir
nazra-i merdânesi bin zâhidi âgâh
Azîz-i
evliyâ kutb-ı celîl-i asfiyâ bî-şek
Gören
dirdi cemâl-i bâ-kemâlin vecd ile Allâh
Şehîden
leyle-i Kadr içre gitdi gayb-ı ıtlâka[15]
Emîrü’l-mü’minîne oldu vâsıl aşk ile hem-râh
Gelüp
bir pâk
târîh-i güzîn ile
hazrete Bâkî
Hüseyn-i
Mevlevî lâhût-ı Hakk’a gitdi ey vâh
(حسين مولوى لاهوت حقه كيتدى ايوالله)
+ (باك)[16]
Muallim el-fakîr el-hakîr el-Mevlevî
El-muhtâc ilâ füyûzâti’l-Mesnevî
Abdülbâkî
Raûf Yektâ
Bey’in Nev-sâl-i Osmânî’de müşârünileyh hakkında mühim bir makâlesi olduğu
gibi, Muhammed Ziyâ Bey’in de yazdığı terceme-i hâl kemâl-i hürmetle mütâlaa
olunmuştur.
Şiirde Fahrî tahallus
eden müşârünileyhin eş’ârından:
Dehre
gelmekden ne da’vâdır ne gavgâdır garaz
Hüsn-i
rûy-ı yârı her yüzden temâşâdır garaz
Ey
tabîb-i cân-ı dil maksad cemâlin görmedir
Sanma
derd-i aşkıma senden müdâvâdır garaz
Kûy-ı
yâra gitmeye maksûd bir dîdârdır
Cüst-u-cû-yı tavrdan nûr-ı tecellâdır garaz
Yâr
kendin görmeğe âyîne îcâd eylemiş
Sûret-i
îcâd-ı âlemden bu ma’nâdır garaz
Fahriyâ ma’lûmudur
erbâb-ı irfânın bu râz
Lafz-ı
Mevlânâ’dan ancak Zât-ı Mevlâ’dır garaz
* * *
Serîr-i
bezm-gâh-ı fakrı her bir câna virmezler
Değil
her câna ya hû belki her cânâna virmezler
Efendi
umma sen âb-ı hayât-ı bâdeden hisse
Anı
insâna tahsîs itdiler hayvâna virmezler
Edîb-i muhterem Mahmûd
Kemâl Beyefendi, gazelin dördüncü beyitini takdîr ve tekrâr buyururlar:
عشق و دل كردند باهم اتفاق
آتشى افروختد از افتراق
سوختندم در كمال احتراق
سوختن خواهم الى بو التلاق
چون
كشم اين درد هماى لايطاق
چون
زيم يا رب درين غمخانه طاق
كو حريفى همچونى دور از نفاق
تا كم تفسير حال زين مشاق
سينه خواهم شرحه شرحه از فراق
تابگويم
شرح درد و اشتياق[17]
*188* Kerîmesi Fasîha
Hânım’ın irtihâlinde söylediği mersiyeden:
بيا ساقى با آن مى خوشگوار
گله
دارم از گردش
روزگار
پياپى بنده تاكه مستم
كند
دمى اضطرابم رها ميدهد
چون
القصه يك روز خسته فتاد
كه بيمارئ وى نكرد امتداد
فصيحه ازين تنگناى رخت برد
دو نخل اميديش ما را سپرد [18]
Mahdûmu Hasan Nazîf
Efendi dahi pek genç iken dûçâr olduğu derd-i nâ-pezîrden halâs olamamış,
şarâb-ı mevti nûş eylemiştir. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Mehmed Nâzım Paşa
Müşârünileyh Hasan Nazîf
Efendi’den ahz-i feyz eden Hacı Râtib Bey’le hem-sohbet olarak 1336*(1917-18)
senesinde câ-nişîn-i Hz. Mevlânâ Çelebi efendi tarafından destâr-ı teberrükle
taltîf buyurulmuş urefâ-yı Mevleviyye ve şuarâ-yı sûfiyyeden idi. İrticâlen
söyledikleri târîhdir:
Çille
çıkarup hücre-i feyyâzına girdim
Pîrim
bana destâr-ı mukaddes dirdi
(پيرم بكا دستار مقدس ديردى) = 1336[19]
Üsküdar’da Süleymân Ağa
Mahallesi’nin Şeyh Câmii semtinde sâhib-i vakf Yağlıkcı Hüseyin Ağa ahfâdından
Akşehir Kaymakâmı Şâkir Efendi’nin öğludur. Üsküdar’da 1265*(1849)'te tevellüd
etmiştir. İbtidâî Rüşdî tahsîlinden sonra Arabî ve Fârisîde vukûf hâsıl etmiş,
tasavvuf ve edebiyâtta behre-i külliyye sâhibi olduğu gibi, Şeyh Osmân Şems-i
Kâdirî’nin hem-bezm-i irfânı olmuş idi.
Sadr-ı esbak Midhat
Paşa’nın kitâbet-i husûsiyyesinde, o zamân Takvîm-i
Vekâyi’ ser-muharrirliğinde; Adana, Konya, Haleb mektûbçuluklarında; dört
sene sonra İstanbul’da müteşekkil Muhâcirîn Komisyonu mektûbçuluğunda; ba’dehû
Mersin, Kayseri mutasarrıflıklarında; Diyarbakır, Konya, Sivas, Selânik
vâliliklerinde bulunmuştur.
17 Kânûn-ı evvel (1)926
târîh-i resmîsine, 11 Cemâziye’l-âhir 1345 sene-i hicriyyesine müsâdif Cuma
günü irtihâl edip, Kadıköy’de Ca’ferağa Câmi’-i şerîfinde namâzı ba’de’l-edâ
Üsküdar’da Karacaahmed’de şâir Nedîm merhûmun kabri civârında defn olunmuştur. (Rahmetu'llâhi
aaleyhi rahmeten vâsia )
İrtihâline dâir
târîhler:
Üsküdar Mevlevî şeyhi
Ahmed Remzî Dede Efendi söylemişlerdir:
Mazhar-ı
feyz-i Hudâ şâir-i Hassân-inşâ
Merd-i
rûşen-dil idi Hazret-i Nâzım Paşa
Aşk-ı
Hak hubb-i Nebî matmah-ı enzârı idi
Mesnevî dersine
hem-vâre olup dîde-güşâ
Oku
âsârını gör meslek-i irfân ne imiş
Remz-i
güftârı ider sırr-ı ulûmu ifşâ
Millet ü
memlekete sıdk ile hıdmet iderek
Halk bin
kerre dimiş zâtına binler yaşa
Âmid ü
Konya Selânik Haleb ü Sivas’a
Oldu
vâlî giderek feyz-i adâlet-bahşâ
Seksene
yetmiş idi sinni idince rıhlet
Nâil-i
mağfiret olmaz ne dimekdir hâşâ
Eyleye
mertebe-i vasl ile mesrûr u be-kâm
Mâlik-i
mülk-i bakâ pâdişeh-i keyfe yeşâ
Rütbe-i
kurbuna Remzî didi târîh-i güher
Câh-ı
dünyâya vedâ’ eyledi Nâzım Paşa
(جاه دنيايه وداع ايلدى ناظم باشا)
= 1345
Üsküdârî şâir Safvet
Bey’in manzûmesidir:
Asra
pîrâye-i irfân idi Nâzım Paşa
Dehre
ser-mâye-i iz’ân idi Nâzım Paşa
İlm ü
irfânına âsârı şehâdet eyler
Fâzıl u
kâmil-i devrân idi Nâzım Paşa
Herkese
hüsn-i nazar hiss-i vefâ besler idi
Mâlik-i
pâki-i vicdân idi Nâzım Paşa
Varını
bezl ile meşhûr-ı cihân olmuş idi
Lutfu
her ferde firâvân idi Nâzım Paşa
Meclisi
olmuş idi nükte-verân-ı zurefâ
Çünki
ser-halka-i rindân idi Nâzım Paşa
Kalbi
mâlikdi tehâlükle umûr-ı hayra
Şevk ile
hayra şitâbân idi Nâzım Paşa
Pek
büyük hıdmeti sebk itmiş idi bu vatana
Sâhib-i
azm ü himem-kân idi Nâzım Paşa
Bende-i
hâssı idi Hazret-i Mevlânâ’nın
Hâk-pâ-yı reh-i sultân idi Nâzım Paşa
Nazm u
nesri ki fesâhatle ser-â-pâ memlû
Nükte-gû
pîr-i sühandân idi Nâzım Paşa
Âşık-ı
Celle Celâl olmuş idi tâ ezelî
Vech-i
ma’şûkuna hayrân idi Nâzım Paşa
Mâdih-i
zât-ı Nebî Âl-i Rasûlü’s-sekaleyn
Pey-rev-i Hazret-i Hassân idi Nâzım Paşa
Âkıbet Hû diyerek gitdi kavuşdu yâre
Cân-fedâ
âşık-ı cânân idi Nâzım Paşa
Şöhreti şiirdedir. Şeyh
Gâlib Dîvânı hacminde, Mecmûa-i Eş’âr’ında mutasavvıf-âne, hakîm-âne,
âşık-âne münâcât, nuût, kasâid, gazeliyyât, kıtaât miyânında şûhâne ve
Nedîm-âne parçalar vardır.
Âsâr-ı Matbûası:
1. Muhâtaba. Üç def’a tab’
olunmuş güzîde bir eserdir.
2. Takaddümü'l-Hâs
Tercümesi. Aslı Hz. Ahmed er-Rufâî’nindir.
3. Ahd-i Şehriyârî.
Mensûrdur.
4. Terceme-i Esrâr-ı
Tevhîd. Aslı Fârisî ve Şeyh Abdülkâdir-i Belhî’nindir. Manzûmdur.
5. Kerbelâ. Vak’a-i
dil-sûza dâirdir, mensûrdur.
6. İbnü’l-Fârız’ın Yâiyye, Mîmiyye, Râiyye kasîdelerinin
şerhi. Pek ârifâne bir eserdir.1328*(1910)’de tab’ olunmuştur.
7. Tasavvuf gibi ba’zı
resâil-i mevkûtede eş’ârı neşr olunmuştur.
Paşa’nın uykusu pek
olup, seher-hîz idi. Salât-ı fecri ba’de’l-edâ evrâd-ı Mevleviyye ve ism-i
Celâl’i muvâzabetle îfâ eder ve bir özr-i şer’î-i kavî olmadıkca terk etmezdi.
Vazâif-i ubûdiyyeti ke-mâ-hiye-hakkuhâ icrâda tekâsülü tecvîz etmemekle
tasannu’ ve rayânın düşmen-i bî-emânı idi. Tarîkatına ve pîr-i celîline
irtibâtı pek kavî olup, bu husûs ekser eş’ârında görülür.
Olur
pîş-i nazarda cilve-ger her ârzû Nâzım
Tecelliyyât-ı
feyzâ-feyz-i Mollâ der- pey oldukca
* * *
Nâzım oldum
cebhe-sâ-yı feyz-i Mevlânâ-yı Rûm
Hamdü
li’llâh ru’yet-i dîdâr-ı envâr eyledim
Şeyh Gâlib el-Mevlevî’ye
nazîresi:
Göründü
mevkib-i heybet-nümâ-yı subh-gâhîler
Seher ki
zâhir oldu mevc-i cûşân içre mâhîler
Nümâyân
oldu iklîl-i ferâgatle miyâhîler
İki
câniblerinde hayl-i şemsîlerle mâhîler
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olmuş ilâhîler
Zuhûrâtı
dil-i âgâh ehl-i hâlden bîrûn
Tecelliyyâtı feyz-i âlem-i iclâlden bîrûn
Füyûzâtı
safâ-yı neşve-i abdâldan bîrûn
Bütün
hâlât cân-efzûdu kîl ü kâlden bîrûn
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Kimi
gitmiş diyâr-ı hüsne dâr-ı yârdan gelmiş
Kimi
Mansûr-ı aşka pey-rev olmuş dârdan gelmiş
Kimi
mesvâ-yı Bâzü’l-eşheb-i tayyârdan gelmiş
Kimi
dönmüş dolaşmış mecma’-ı ebrârdan gelmiş
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Hikâyât-ı lisân-ı hayreti hâmûş söylerler
Füyûzât-ı şuhûdu bî-zebân u hûş söylerler
Makâmât-ı cünûn-ı aşkı cûşâ-cûş söylerler
Tecelliyyât-ı pey-der-peylerin bî-hûş söylerler
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Geçüp
bir hatvede menzil-geh-i encâm ü gâyâtı
Bidâyetde ayânen ru’yet itmişler nihâyâtı
Dolaşmışlar cenâh-ı feyz ile arz u semâvâtı
Gelüp
dergâh-ı Mevlânâ’da bulmuşlar kemâlâtı
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Kemâlât
ehli olmuş her biri sûretde sîretde
Görürler
vâcibi âyîne-i kesretde vahdetde
Taayyün
pertevin mahv eyleyüp zıll-i hüviyyetde
Reh-i
nâ-refte bulmuşlar tarîkatda hakîkatde
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Nümâyân
hâllerinden cûşiş-i aşkın hücûmu var
Safâ-yı
mahz içinde ne hümûmu ne gumûmu var
Münîri
müstenîri âftâbı var nücûmu var
Münevver
dillerinde aşk-ı Mevlânâ-yı Rûm'u var
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Bulundum
hıdmet-i dergâh-ı Mevlânâ’da kâm aldım
Miyân-ı
zümre-i uşşâka girdim nîk-nâm aldım
Bu
hizbin sûretinde âyne-i kalbe tamâm aldım
Huzûra
yaklaşup baş kesdiler Nâzım selâm aldım
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Safâ-yâb-ı semâ’-ı hayretiz aşk-âşinâyız biz
Bütün
erbâb-ı aşka necm-i nevvâr-ı hüdâyız biz
Muallâ
dergeh-i sultân-ı aşka cebhe-sâyız biz
Sitiğnâ-meşrebiz âzâde-i kayd-ı sivâyız biz
Seher
gördüm gelirler dâr-ı uşşâka külâhîler
Şeref-yâb-ı tecelliyyât-ı aşk olsun ilâhîler
Mutasavvıf-âne ve
ârif-âne bir hitâbesi:
Lisân-ı
aşkı söylet sâmit ol yek-pâre âzân ol
Beyân-ı
cânı dinle âşnâ-yı hâlet-i cân ol
Makâl-i
sıhhat îkân-sûz-ı cân u şânı ısğâ it
Meâl-i
nükte-i irfânı anla ehl-i îmân ol
Maânî-dân-ı râz-ı hikmet ol keşf-i hakâyık kıl
Hakîm ol
illet-i elvânı teşhîs it müselmân ol
Oku
üstâd önünde nüsha-i esrâr-ı lâhûtu
Sebak-hân-ı kitâb-ı nâtık ol hem-râz-ı merdân ol
Gönül
derdin dil-âgâhâna sor tedbîr-i dermân it
Şifâ-yı
kalbi öğren dest-râz-ı nabz-gîrân ol
Hevâ-dâr-ı şuûn-ı tünd-bâd-ı rûz-gâr olma
Bulanma
her has ü hâşâk ile cûyâ-yı ummân ol
İlâc ol
dâ-i kalbe pây-mâl-i derde derd olma
Yetiş
derd ehlinin imdâdına her derde dermân ol
Tarîk-ı
hakkı bul isr-i hakîkat-bîni ta’kîb it
Harîf ol
ehl-i hâl ü dânişe reh-yâb-ı îkân ol
Ulüvv-i
kadrin idrâk eyle mümtâz-ı halâyıkdan
Çalış
bil kendini hayvân-ı nâtık kalma insân ol
Nazar
kıl meslek-i mebrûr-ı hak-bînân-ı eslâfa
Halefden
ahz-i feyz it kâbil-i irşâd u irfân ol
Ledünniyyâtı ilm-i zâhirinle eyleme tatbîk
Miyân ü
hâl ü kâli anla yâr-i nükte-bînân ol
Ledünniyyâtı sırr-ı kâinâtı felsefiyyâtı
Tefehhümse murâdın tâbi’-i i’câz-ı Kur’ân ol
* * *
Öyle
zevka mahrem ol kim ıztırârı olmasun
Öyle
meyle neş’e-yâb ol kim humârı olmasun
Tâbişinden gark-ı envâr olduğun nûr-ı cemâl
Bir
şeb-i yeldâda olsun kim bahârı olmasun
Goncalar
neşgufte olsun bülbül olsun nağme-sâz
Gül-şen
olsun da hazâniyle bahârı olmasun
Öyle
deryâda seyâhat eyle kim bî-keyf ü kem
Olsun
ammâ mevc-i girdâb u kenârı olmasun
Âleminde
öyle âlem cây-gâh it kim anın
İnfiâli
ıztırârı inkisârı olmasun
Mutrib-i
aşkın yeter âheng- hâmûşânesi
Bezm-i
samtın mûsikârı nâle-kârı olmasun
Her
emelden insilâh itmiş hezârı gönlümün
Ey felek
lâyık mıdır bir gül-izârı olmasın
* * *
Yıkılmış
yapılmış hâne-harâbız
Ma’mûr
olsak da bir olmasak da bir
Ber-â-berdir bize safâ vü keder
Mesrûr
olsak da bir olmasak da bir
İftihâr
idecek elde nemiz var
Mağrûr
olsak da bir olmasak da bir
Zülfüne
bağlıyız hâk-i derinden
Mehcûr
olsak da bir olmasak da bir
Medâr-ı
tesliyet günâhımız var
Me’cûr
olsak da bir olmasak da bir
Nefs ile
cihâd-ı ekber eyleriz
Mansûr
olsak da birolmasak da bir
Hazret-i
Mollâ’nın kelb-i deriyiz
Meşhûr
olsak da bir olmasak da bir
Paşa merhûm müstecmi’-i
mahâsin-i ahlâk bir zât-ı sütûde-sıfât idi. Civân-merd ve sahî-meşreb olup her
nerede bulunsa, hânesine, Nâzım Paşa
Oteli derlerdi. Mersin’de Kayseri’de, Haleb’de âyende
vü revende, bilen bilmeyen, paşanın mihmânı olurdu. Fukarâya ihsânı mebzûl
olup, hâssaten kimseye hâlini arz u ifşâ edemeyen afîf ve sabûr düşkünleri
bulup gizli gizli muâvenette bulunmaktan pek çok zevk duyar ve mahzûz olurdu.
Memleket ve millete
alâkası nâ-kâbil-i ta’rîfdir. Halkın dûçâr olduğu ıztırâbâttan fevka’l-had
müteessir olurdu. Diyârbakır vâlîsi iken üster-süvâr olarak mülhakâtı devr ü
teftîş esnâsında söylediği bir manzûme pek güzel sölenmiştir.
Manzûme şudur:
Zamânın
germ ü serdinden zebûn u bî-karâr oldum
Cihânın
bunca derdinden vakitsiz ihtiyâr oldum
Otuz yıl
mülkü seyr itdim hemân fart-ı teessüfle
Sirişk-i
halkı gördükce hazîn ü eşk-bâr oldum
Dolaşdım
fart-ı ibretle bu bî-sâhib memâlikde
Bütün
halkı mehâlikde görüp zâr u nizâr oldum
Ahâlî
fakr ile bî-tâb hükûmet ise yağmâ-ger
Harâbîyi
görüp yer yer sıkıldım dil-fikâr oldum
Perîşân
eylemiş halkı usûl-i cevr ü istibdâd
Duyup
her gûşeden feryâd rehîn-i i’tibâr oldum
Mezâlimle yazık büldân harâb-ender-harâb olmuş
Umûmen
halkı aç üryân görüp girye-nisâr oldum
*189* Avnî Bey
Yenşehir Fenârî
eşrâfından ve mîrü’l-ümerâdan Bekir Paşa’nın oğludur. 1242*1826-27) târîhinde
Yenişehir’de doğdu. Pederi, Sâmî Paşa’nın Tırhala mutasarrıflığında kedhüdâlık
hizmetinde bulunduğundan Avnî Bey, fâzıl-ı müşârünileyhe intisâb ve ilm ü irfân
iktisâb eyledi. Paşa’nın Vidin vâliliğine ta’yîninde kitâbetle maiyyetinde
isitihdâm ve rütbe-i râbia tevcîh olundu. Ser-kâtibi Mustafa Paşa’nın Bağdâd
vâlîliğinde dîvân kâtibliği ile de Bağdâd’a azîmet etti. Avdetinde Şeyh Nazîf-i
Mevlevî’ye dâmâd oldu. Adliyye me’mûriyetlerinde bulundu.
Beyâz sakallı
nûrâniyyü’l-vech bir zât idi.
15 Zi’l-hicce 1301*(5
Ekim 1884) târîhinde irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi. Vasiyeti mûcibince Bahâriye
Mevlevîhânesi’nde dergâhın içinde, zevcesinin merkadine defn
olundu. Dîvân-ı eş’ârı matbû’ ise de pür-hatâ vü noksândır. Eş’âr-ı
Fârissiyyesi de eş’âr-ı Türkiyyesi gibi mertebe-i bâlâ-terîndedir.
Mutasavvıfâne şiir söyleyenlerin en mümtâzlarındandır. Emsâli arasında da
nevâdirden ma’dûddur.
Buraya kadar olan
ma’lûmâtı urefâ-yı üdebâdan İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi’den aldım.
Muallim Nâcî merhûm
müşârünileyh hakkında, Mecmûa-i Muallim’in onbeşinci nüshasında yazar ki:
Avnî Bey ile birinci
def’a olarak Yenişehr-i Fenâr’da görüşmüş idim. Bir nâdire-i irfân idi.
Musâhabetinden çok istifâde ettim. Lisân-ı Fârisî ile olan tevaggulü cihetiyle
ekseriyâ edebiyyât-ı Îrâniyyenin en müntehablarını mevzû’
edip, Mesnevî’nin en âlî beyitleri dem-be-dem lisânından işitilirdi. Hz.
Mevlânâ hakkında kalbi pek kuvvetli bir hiss-i takdîs muhâfaza etmekte idi.
*190* Eş’âr-ı
mutasavvifâneden mütelezziz olurdu. İrtihâli üzerine Üsküdarlı Tal’at Bey şu
târîhi söylemiştir:
Hayf
bir günde iki şâir-i hoş-gû gitdi
Birisi
Hazret-i Hilmi biri mîr Avnî
Yazılır
cümleye târîh gelir bir gün olur
Kodular
âh iki şâhir kevni
(قوديلر آه ايكى شاهر كونى) = 1301[20]
Tercümân-ı
Hakîkat gazetesinde şu satırlar okunmuştu:
Avnî Bey asrın
yetiştirdiği üdebâmızın, şuarâmızın ser-âmedânından idi. Hakîkaten, zübdetü’l-ahkâb denmeğe lâyık idi. Sühan-verân-ı Osmâniyye’den
bir vücûd-ı nâdir idi. Türk ve Acem edebiyyâtında mümtâzlardandır. Avnî’nin
gaybûbeti gibi bizce nâ-kâbil-i izâle bir elem ancak âsârının tab’ u neşriyle
ta’dîl olunabilir. Alafranga şiir tanzîminin aleyhinde bulunurlar imiş.
Kalb-i
tabîb vuslata gelmezise merhamet*
Allâh
rahmet eyleye bîmâr-ı hasrete*
Öyle
mest it bizi ey sâki-i rûh-efzâ kim
Hûşyâr
olmayalım subh-ı kıyâmetde bile
Üdebâ-yı asrdan Süleymân
Nazîf Beyefendi, Peyâm-ı Sabâh’ın 12 Hazîran 1338*(1918) târîhli
nüshasında münteşir makâlelerinin[21] bir kısmında, Eş’ar-ı müteahhirîn Avnî Beyîn iki büyük
defteri dolduran muazzam Dîvân’ını tanzîm ve mukaddimesini tahrîr
hizmetini hafîdi uhde-i iftihârıma lutfen tefvîz etti. Bir taraftan de bu ekmel
külliyyâtı mütâlaa ile ihyâ-yı eyyâm u leyâlî ediyorum. dedikten sonra, Geçen gün fuzalâ-yı eviddâdan *191* birkaç zât fakîr-hâneye şeref vermişlerdi. Avnî Bey
merhûmun Midhat Paşa’ya olan bir kasîdesini birlikte okuduk. Bu güne kadar
kasâidi mümteniü’t-taklîd zannolunan Nef’î’ye ba’zı yerlerde, koca Yenişehirli
tefevvuk bile etmiş. Meselâ Nef’î’nin misl-i şâyi’ derecesinde iştihâr etmiş
olan bir mısrâını, tek bir kelimesini tebdîl ile, şu yolda tazmîn ediyor:
Bir
sevâb itdin ki hôşnûd eyledin Peygamber’i
Belki
Allâh’ı bile va’llâhu a’lem bi’s-savâb
Bu beyit Nef’î’nin:
Tîğına
n’ola yemîn eylerse rûh-ı Murtazâ
Bir gazâ
itdin ki hoşnûd eyledin Peygamber’i
beytiyle karşılaştırılırsa, Avnî Bey’in
derece-i muvaffakiyyeti anlaşılır.
- - -
Veled
Çelebi, Hak gazetesindeki makâlesinde, Avnî Bey’in en sahîh külliyyâtı ki, ancak
nezd-i dervîşânemde mevcûddur, bi’l-cümle şuarâ-yı kadîme devâvîninden müstağnî
kılacak derecede envâ’-ı eş’ârın en bâlâterînini hâvîdir. Bilirsiniz ki,
bu da ricâl-i Mevleviyyedendir.
buyuruyorlar.
Suûdü’l-Mevlevî
Beyefendi birâderimizin Avnî Bey merhûma dâir olan makâlesi:
Dîvân-ı muazzamının
yeniden tertîb ve tanzîm buyurulmakta olduğunu tebşîr ve eş’arül-müteahhirîn diye
tavsîf ve takdîr olunan ve huzûr-ı pîr-i a’zamla müşerref olduğu hâlde
meşhûr Kubbe-i Hadrâ Kasîdesi’ni vücûda getiren şâir-i azîmü’l-iktidâr
Avnî Beyefendi merhûmun, *192* ilk eseniri bundan takrîben yirmibeş sene
evvel Maârif risâlesinde görmüş ve meâlini anlamak isti’dâdını hâiz
olmadığım hâlde, şimdi de keşf ü ta’yîninden âciz bulunduğum bir hiss-i garîb
ilcâsıyla merhûma daha o vakit fevka’l-âde bir incizâb ve irtibât peydâ
eylemiştim. Binâenaleyh tâ o zamândan beri Avnî Bey’e taalluk eden her sözü
dinlemek ve her lahza müşârünileyhden bahs eylemek isterim. Hayâl meyâl
tahattur ediyorum ki, ilk def’a okuduğum o şi’r-i garrâ-yı Avnî:
Hırâmân ol ki nahl-i tûr reftâr itdi sansunlar
Yine mihr-i tecellî arz-ı dîdâr itdi sansunlar
Nikâb-ı turradan bir vechle arz-ı cemâl it kim
Hicâb-ı len-terânî reşş-i
envâr itdi sansunlar
Cemâlin seyr iden ehl-i tenâsuh Mısr-ı hüsn içre
Zuhûr-ı Yûsuf’u Allâh tekrâr itdi sansunlar
O rütbe zâhir ol kim şâhid-i halvet-geh-i lâhût
Cemâlin sûretin insânda izhâr itdi sansunlar
Kıyâmetler koparsın tal’atın ey mihr-i istiğnâ
Kazâ şems-i sabâhu’l-haşri bîdâr itdi sansunlar
Tekellüm itsün ey Avnî o mahbûb-ı Mesîhâ-dem
Duyanlar Rûh-ı Kuds meyl-i güftâr itdi sansunlar
gazeli idi. İstiğrâb ü isti'câba şâyândır
ki, elyevm Avnî Bey’in âsârını okumak şöyle dursun, nâmını işitmemiş ve
memleketimizde böyle bir dâhî-i şi’r ü irfânın vücûdundan haber-dâr olmamış,
meşâhîr-i üdebâya bi’z-zât tesâdüf ettim. Üstâd Nazîf, pâye-i bülend-i Avnî’yi
ta’yîn ile o meşâhîre müfîd ve ibret-âmîz bir ders vermiş oldular. Muhibbân-ı
Avnî’yi zât-ı meziyyet-şinâsîlerine minnet-dâr ettiler. Lisân-ı kalemi elsine-i
sühan-perverânı hayrân eden bu büyük ârif-i Mevlevî’nin, rivâyete göre, lükneti
var imiş. Müşkilât ile ifâde-i merâm edermiş. Şu hâlde zâde-i tab’-ı derrâki
olan:
Lükneti
var sanma sen ey bî-vukûf
Ayrılamaz tatlı dilinden hurûf
*193* beyitinin satr-ı evveli,
müşârünileyhi bilmeyenlere, satr-ı sânîsi ise zât-ı şâirânesine bir vasf-ı
mümeyyiz addolunabilir.
Dirîğ
o sırr-ı dil-ârâyı böyle bilmezidim
Belâ-yı âlem-i bâlâyı böyle bilmezidim
Dem-i visâlde mahcûb-ı nâz kıldı beni
Tabîat-ı dil-i şeydâyı böyle bilmezidim
Leb-i nigârını telh-kâm-ı merk itdi
Kerâmet-i dem-i Îsâ’yı böyle bilmezidim
Mücerribân-ı umûrun kelâmı gerçek imiş
Yalan didikleri dünyâyı böyle bilmezidim
Tamâm-ı nâire-i aşk imiş cihân Avnî
Muhît-i
berk-i tecellâyı böyle bilmezidim
- - -
Üstâd-ı kerîmim Muhammed
Besîm Beyefendi, Hz. Avnî’nin kemâlât-ı ârifânesine meftûn olanlardandır. Bir
zamân delâlet-i âcizânemle Mahfil’de neşr olunan mütâlaa-nâmesinde,
müşârünileyh hakkında şu sözleri söylüyor:
Yenişehr-i Fenârî Avnî
Bey merhûm ki, tertîb-i vecîz-evsâfında andelîb-i gül-şenî-râz, pervâne-i
âteşîn-pervâz, vâkıf-ı nükte-i encâm u âğâz, bir şâir-i rahmânî-âvâz denilmekle
ahrâ bir zekâ-yı muallâ-yı müstesnâdır. Edebiyyât-ı milliyyemiz, âlem-i
fikrimize iktirân etmiş olan vücûd-ı kıymet-dârıyla ile’l-ebed iftihâr etse
sezâdır.
Mebânî-i mecâziyye ile
maânî-i hakîkiyye iblâğ ve ifâzasında en âlî muvaffakıyyet gösteren
mutasavvıfîn-i şuarâmızın bi-hakkın ser-âmedânındandır. Efâhım-ı vüzerâdan
Mısırlı merhûm Abdurrahmân Sâmî Paşa gibi bir hakem-i fâzıla intisâb ile
kendisinden telemmüz ve eâzım-ı meşâyıhdan Şeyh Nazîf-i Mevlevî ( kuddise
sırruhû ) gibi bir mürşid-i kâmile dâmâd olmakla berâber hânumân-ı
hânkâh ve feyz-i nigâhından tefeyyüz etmiş olan Avnî Bey’in zevk-ı
sühan-sâzîdeki mi’mârî-i tab’-ı bedîi o kadr-i *194* feyyâzını nakşdır ki, bi’l-farz şekl-i zâhirde enzâr-ı mütâlaiyyet bir
kasr-ı nüzhet-fezâ veyâhûd bir gül-şen-serâ-yı tarab-efzâ sûretinde ibdâ’
ve ihdâ eylediği menâzir-bînânın nukûş u butûnuna veya ta’bîr-i digerle butûn-ı
nukûşuna nazar-ı im’ân ile bakılsa o heyâkil-i nûrun, ya yıldızlara kavuşmuş
bir timsâl-i ka’be-i ulyâ, yâhûd zemîne müheyyâ-yı in’ikâsı beyt-i ma’mûr-ı
semâ olduğuna insânın hükmedeceği gelir. Nevâ-yı hakîkati perde-i mecâza nefh
ve ibdâ’ etmekte ve hüsn-i ezele nikâb-ı sûrî teberku’ ettermekte
kendisinin ka’bına takarrub, değme ârif-i serâir-i sühanın kârı değildir
sanırım.
Menâkıb-ı ebrâra âid
kütüb-i mu’teberede silsile-i celîle-i hâcegânın mücerred âdâb-ı sünnet ve
esrâr-ı tarîkatı cem’ ve telfîkdaki mazhariyyet-i mebrûrelerine telmîhan muhkî
olduğu üzere hâcegân-ı müşârünileyhimden bir zât-ı azîzü’l-vücûd buyurmuş ki, eğer
ser-defter-i hâcegân-ı ızâm Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî mürîdânından birisi ol
vakt mevcûd olaydı, Hallâc-ı Mansûr ber-dâr olmazdı.
Şimdi fakîr dahi fart-ı
acz ü noksânımla o zât-ı kerîmin kelimât-ı şerîfesinden mülhem ve müstefîz
olarak derim ki:
Urefâ-yı bendegân-ı Hz.
Mevlânâ’dan Avnî Bey merhûm, eğer Cenâb-ı Mansûr ile hem-asr ve hem-sohbet
olmuş olsaydı, dünyâyı henüz teşrîf etmemiş olan Hz. Mevlânâ’nın tâk-ı arş-ı
berîndeki rûh-ı muallâsından ma’nen istinâre ederek, sâye-i kudsiyye-i Hz.
Mevlânâ’da tahtü’l-ma’nâ yine mezâmîn-i hakîkat-meknûn olmak üzere o ser-dâr-ı
cezbe-dârâna iâre ve ihdâ edeceği ta’bîrât-ı mecâziyye ile kendisini kurtarır,
ya’nî ber-dâr olması için zâhir-i şer’-i ekreme zerîa-i muhıkka verdirmezdi.
Avnî Bey merhûmun
lisânımızdaki sânihâtı ile mütesâviyyü’l-mezâyâ eş’âr-ı Fârisiyyesi de vardır
ve bu haysiyyetiyle bunlar bülegâ-yı Acemin de takdîr ü istihsânından *195* başka söz bulamayacağı
bedâyı’dandır. Hâsılı sânihât-ı âliyesinin kısm-ı küllîsi rûh-ı hakîkatle
meşhûn ve ebyât ü mesârıının her birinde başka başka reng ü râyıha ile rumûz-ı
lâhûtiyye rû-nümûn ve meknûndur. Sırf zevk-ı mecâza ve san’at-ı sûrî-i şi’re
inhisâr edebilecek âsârı külliyyât-ı eş’ârı arasında yüzde beş derecesini bile
geçmez. Maa-hâzâ bunlarda da kudret-i üstâdânesi ve selâmet-i tab’-ı
nezîh-ânesi incilâ-pâş olur durur.
Sânihâtı nazar-ı im’ân
ile tedkîk ve mukâyese edilse kendisinin fahrü’l-vâsılîn şâir-i ilâhî Muhammed
Şîrîn-i Mağribî’nin bi-hakkın hem-neş’e ve hem-inânı olduğu münkeşif ve müncelî
olur.
Müşârünileyh Mağribî ( kuddise
sırruhû ) mükâşefât-ı ârif-ânesini lisân-ı Fârisî ile teblîğ eden ve
ez-cümle:
ظهور
تو ز منست ووجود من از تو
فلست
تظهر لولاى لم أكن لولاك [22]
Bedîa-i muhakkıkânesinin
mübdi’ ve bî-adîli bulunan urefâ-yı sûfiyye eâzımından bir şâir-i
hakâyık-âgâhdır. Hâsılı şi’r ü irfân-ı millîmiz, Avnî Bey merhûm gibi bir
nâdire-i mevhûbe ile münevver ve şehrimizin bir semt-i bahâr-ender-bahârı
kendisinin gunûde-i rahmet olan na’ş-ı mübârekinin türâb-ı anberîniyle müzehher
iken hayf-sad-hayf ki, henüz ne şeref ü kadriyle mütenâsib bir terceme-i hâli
kütüb-hâne-i millîmizde mevcûd, ne de sânihât-ı âliyesini câmi' külliyyât-ı âsârı
verese-i mevcûde adem-i istitâına nazaran himmet-i umûmiyye ile intibâ’-pezîr-i
vücûd olabilmiştir.
Terceme-i hâlden ziyâde
bir rûh-ı mahmûdü’l-âkıbeye ihdâ olunan Fâtiha’nın bâr-gâh-ı icâbete şitâb
etmiş temevvücât-ı nûrâniyyesinin ma’kes-i savtı *196* sayılmak lâzım gelen şu birkaç satır kelimât-ı kem-terâneyi ta’kîben
müşârünileyhin matbû’ ve gayr-i matbû’, Türkî ve Fârisî sânihât-ı aliyyesinden
tezyîn-i hâfıza eden delîl-i müddeâ ba’zı ebyâtu mesârıının ihdâsına müsâraat
olundu. Hüve’l-Müsteân.
Hâk-râh-ı
bendegân-ı Hz. Mevlânâ
Besîm
- - -
Nûr-ı
dü-serâsın ki mazâhirde nihânsın
Bâtında
hafî sûret-i zâhirde ayânsın
İ’râz-ı
mekân cevher-i zâtınla muayyen
Ammâ
yine müstağni-i imkân u mekânsın
Zühhâda
tesellî viren esrâr-ı cinânsın
Uşşâka
tecellî iden envâr-ı cinânsın
Nûrunla
görür iki gözü cân u
cihânın
Yâ cân-ı
cihânsın ya cihân-i dil ü cânsın
Manzûra
nigâh-efgen ü nâzırlara manzûr
Hem
âyine hem mıskala hem âyine-dânsın
İ'dâd-ı
kesîr keserât içre dem-â-dem
Mânend-i
ehad nâşir-i sırr-ı sereyânsın
Bu
câzibe-i aşk ile ey kulzum-ı vahdet
Enhâr-ı
şuûnâta medâr-ı cereyânsın
* * *
Lebimden
vasf-ı güftârınla rûhu’llâh olur peydâ
Dilimden
yâd-ı rûyunla tecellî-gâh olur peydâ
Gönül
bir âftâb-ı âsumân-ârâ-yı dîğerdir
Ki her
bir zerresinden sad-hezârân mâh olur peydâ
Mesîh-âsâ sipihre çıksa farzâ Yûsuf-ı matlab
Yine
ihvân elinden mesleğinde çâh olur peydâ
Ben ol
âteş-revim kim haşre dek berk-ı figânımdan
Garîbân-ı beyâbân-zâr-ı aşka râh olur peydâ
Sen
ey Avnî müheyyâ eyle bir çeşm-i hakîkat-bîn
Cemâl-i
şâhid-i bezm-i emel nâgâh olur peydâ
* * *
Cehlimi
bilmeyecek mertebe câhil değilim
Bilirim
rütbe-i noksânımı kâmil değilim
Terk-i
esbâb-ı salâh itdiğime ta’n itme
Nideyim
kesb-i salâh itmeğe kâil değilim
Fart-ı
za’f ile o bî-tâkat-i kem-nâmım kim
İttihâd-ı nefs ü rûha da hâil değilim
Öyle
bî-dâr-ı gamım kim elem-i hasretden
Ser-be-hâb-ı adem olsam dahi gâfil değilim
*197* Alima’llâh
garazım bir yola hâk olmakdır
Âlemin
devlet ü ikbâline mâil değilim
Bilirim
ilmini tahsîl merâmın ammâ
Avniyâ sevmediğim
ilm ile âmil değilim
Kubbe-i Hadrâ-yı Hz.
Mevlânâ’yı görmediği hâlde görmüş gibi vasf ediyor. Görmemesi zâhire
müteallıktır. Yoksa o bülbül-i irfânın basr-ı basîretine her hâkîkat
nümâyândır:
Bâr-gâh-ı
âsumân mı Kubbe-i Hadrâ mıdır
Yâ
fezâ-yı lâ-mekânda çetr-i ev ednâ mıdır
Şeş
cihetden rûz u şeb kerrûbiyân eyler tavâf
Mescid-i
Aksâ mıdır yâ Ka’be-i ulyâ mıdır
Sâhasında rûşenâ kandîller mi berk uran
Yâ
nücûm-ı âsumân-ı âlem-i ma’nâ mıdır
Gül-şen-i
vahdet mi etrâfında yâ huld-ı berîn
Anda her
bir nahl-i rûz-efrûz bir tûbâ mıdır
Hem
melâik bendedir hem evliyâ müştâkdır
Çâker-i
hâk-i derin bir Avnî-i şeydâ mıdır
* * *
Gül gibi
kâffeten çâk-i girîbân olalım
Râh-ı
yâre dökülüp hâkle yeksân olalım
Elleri
gözleri bağlı bir alay müştâkız
Sözümüzle varup ol âfete kurbân olalım
Girye-bâz olmada cûlar gibi cûş eyleyelim
Cüst – ü
- cû itmede cûlar gibi giryân olalım
Dûd-ı
feryâd ile a’lâm-ı siyeh-fâm açalım
Cünd-i
ervâh-ı şehîdân gibi pûyân olalım
Virelim
cânımızı yâr eğer eylerse kabûl
Ger
belâ-yı gama dek kâdime cünbân olalım
Cenâb-ı Hak, sırrını
takdîs eylesin. Bizleri de onun vâkıf olduğu hakâyık-ı tevhîdden hisse-yâb
buyursun. Avnî Bey merhûm cidden ve hakîketen eâzımdandır. Onun neş’e-i beyânı
gibi zevk-efzâ bir ârif az gelmiştir.
Gazel:
Aks-i
ruhsârı idince şu’le-zâr âyîneyi
Reşk-i
hurşîd-ı tecellî kıldı yâr âyîneyi
Şâd-merg
oldum öperken sîneni ammâ dirîğ
İtdi
âhım son nefesde pür-gubâr âyîneyi
Huld
içinde cünbüş-i tûbâ kıyâmet-hîz olur
Eylesen
dil-dâra ferşi reh-güzâr âyîneyi
Aksini
gördükce ey Yûsuf-likâ yâd it beni
Kim bu
ümmîd ile kıldım yâdigâr âyîneyi
Görmedin
sırr-ı safâ-yı sâğarı âyînede*
Câmi’-i
meyle rû-ber itdin hezâr âyîneyi
Bir perî
özler ki dil şevk-ı cemâli eylemiş
Tâ
kıyâmet mübtelâ-yı intizâr âyîneyi
Hep
safâ-yı gerdenindendir hayâlât-ı dilim
Eyleyen
sîmâbdır sûret-i nigâr âyîneyi
Avniyâ timsâl-i
feyzidir bu nazmım kim dimiş
Vechi
var eylerse tab’ım şerm-sâr âyîneyi
Gazel:
هر چه در دائره كون و مكانست
تويى
وانچه
در عالم پيدا
و نهانست تويى
آن قديمى كه تغير ناپزيرست ز حدوث
وانكه تابود يكى بود وهمانست تويى
كافران پت پرستند وتويى قبله شان
زانكه سرى كه بزناربستند تويى
آنكه مستور بهر پرده پندار شده است
وانكه موجود بهر ظن و گمانست تويى
آنكه مسجود بهر جا وعيان در همه جاست
وانكه مذكور بهر حرف وزبانست
تويى
جز
بهستئ تو در هيچ مكان
هستى نيست
آن وجودى كه عوالم همه آنست تويى
آنكه از حاضرى اش نام و نشان گم شده است
وانكه غائب شده در نام ونشانست
تويى
تو نه جانى ونه جسمى ودلستى
اما
آن حقيقت كه بجسم ودل وجانست تويى
عونئ بيدل مردم همه مفتون
تواند
سبب فتنه درين بزم جهانست تويى[23]
* * *
Avniyâ bâtıl itse de inkâr
Ehl-i Hakk’a güvâhdır Allâh
* * *
Âşıklara
ol gün ki tecellî idecekdir
Dîdâr bana sûret-i cânânda görür senden
*
* *
Ahibbâ şîve-i yağmâda mebhût eyler a’dâyı
Hudâ
göstermesün âsâr-ı izmihlâl bir yerde
* * *
Rû-yı
mir’âta bakan çâk-ı girîbân eyler
O
perî kendi kendi tecellâsına mecbûr gibi
*
* *
Kâşki bir gün bakup tasvîrine ey hôd-perest
Sûret-i
esbâb-ı aşkım eylese hayrân seni
Gazel:
جان در وجودم زده برستان كه جان كجاست
نام و نشان دوديده كه نام ونشان كجاست
بالله بحيرتم كه جهانى ز بيخودى
پويان جهان كه جهان در جهان كجاست
آن موميان ببين كه ميان نيست
جزميانش
افتاده درميان كه ميان درميان كجاست
از بسكه مست باده فرط ظهور
شد
سر گشته آسمان كه بدهر آسمان
كجاست
عمان خروش كرد كه عمانم
آرزوست
آب روان روان شده كاب روان كجاست
بر دست داشت مشعله كاروان
خويش
وانكه روانكه مشعله كاروان كجاست
عونى گمان مدار كه يعقوب
جويدش
يوسف
دوران كه يوسف كنعانيان كجاست[24]
* * *
Kıt’a:
درين
زمين بلا از سهام قوس قضا
بهر طرف كه شتابى امان نخواهى يافت
بگير
تا بقيامت كه در سفر باشى
نشان ز منزل اين كاروان نخواهى يافت[25]
* * *
Her
çend ki âteş-zen-i dâğ-ı elemimdir
Ey mâh-ı
şeb tâb-ı gamın mültezemimdir
Hâssiyyet-i dîdârına kurbân olayım kim
Nâ-bûd kühen nakş-ı vücûd-ı ademimdir
Gazel:
تا كه آن مهر دلارام در آيد
بسماع
ماه بگذارد و اجرام در آيد بسماع
بت من گر بكليسا نمايد
ديدار
دير مسجد شود اصنام در آيد
بسماع
كى شود آنكه شبى ماه پرى پيكر من
در كنارم بود جام در آيد
بسماع
خط وابروت رباعيت كه چون خوانندش
حيزد از
مرقد خيام در آيد بسماع
اگر
از كعبهّ رخسار تو خيزد پرده
بايزيد از ره بسطام بر آيد
بسماع
چهره
بنماى كه ارواح درافتد بسجود
بسماع
آى كه اجسام در آيد بسماع[26]
* * *
منظور عالمى ونگاه از تو بيخبر
در چشمى وسپيد وسياه از تو بيخبر
خورشيد
و ماه گرچه نشان رخ
تواند
خرشيد بى نشان ز تو ماه از تو بيخبر
هركسی نشان تست و نشان از
تو بينشان
عالم گواه تست گواه از تو
بيخبر
فرياد و آه بهر تو دارد دلم
ولى
فرياد بى اثر ز تو آه از تو
بيخبر
در جستجوى يار چنان رو كه
عونيا
پايد
براه باشد وراه از تو بيخب[27]
* * *
Sipihrin
bâis-i devr-i çep-endâzın bilen yokdur
Bu lu’bet-gâh-ı dîrîn gerdişin râzın bilen yokdur
Ene’l-hak
mevc urur hulkûm-ı abdu’llâhdan
ammâ
Ne zîr-i
perdedendir sırr-ı âvâzın bilen yokdur
Nazîri
misli var dirlerse Allâh bir kabûl itmem
O
sultân-ı serîr-i hüsnün enbâzın bilen yokdur
Ne
iksîr-i saâdetler türâb olmakdadır bunda
Dirîgâ
kendi âlî-kadr-i mümtâzın bilen yokdur
Sühan tâ
çend-i bed’ ü hatm aşk-ı bî-ser ü benden
Bu
bâzâr-ı gamın encâm u âğâzın bilen yokdur
İdüp
müştâkı ihyâ sonra mahv-ı nâz ider Avnî
O şûhun
maksad-ı çeşm-i füsûn-sâzın bilen yokdur
* * *
سركشيدند ز ميدان بلاصد عيان
سرمايه بود كه در رهگذر يار افتاد
مشگلى
نيست كه سربسته و نگشاده
بماند
گره
طرَه تو بود كه دشوار
افتاد[28]
* * *
Çeşm-i
irfânız görünmez çehre-i devlet bize
Mihr-i
evc-i himmetiz hurşîddir huffâşımız
Avniyâ Erjeng-i
îcâd içre itmezdik zuhûr
Nakşımızdan olmasa hoş-nûd eğer nakkâşımız
Rubâî:
Lâyık
değil idi gerçi ey mihr-i Vedûd
Ferdâ-yı
sabâh haşre tâ’lîk-ı şuhûd
Ki anda
da va’din eylemezsen incâz
Seyr
eyle nedir kıyâm-ı yevmi’l-mev’ûd
* * *
Âdem
eğer olmasaydı mihrâb-ı sücûd
Şeytân
olamazdı der-i Hak’dan matrûd
Bu
âlem-i hayr u şerde va’llâh bi’llâh
Âdem’dir
olan rehzen-i İblîs-i anûd
Beyit:
Tabîbim
benden i’râz itme dermân istemem senden
Murâdım
pâyine yüz sürmedir cân istemem senden
* * *
Dokunma
ey nesîm-i âh-ı dâğ-ı kalb-i mecrûha
Bu bâğın
gülleri perverde-i hûn-ı ciğerdir heb
*
* *
او
ستادان خرد مصقله
ميزدند
ژنگ آيينهّ اوهام
همانست كه بود
غنجه بند گريبان
تراكس نگشاد
آن معماى دلارام هما نست كه بود[29]
Gazel:
Sücûd-hâh-ı perestişdir ol sanem her gâh
Ne işleyem nideyim lâ ilâhe ila’llâh
Seninle söyleşiriz ey hıdîv-i kişver-i nâz
O bâr-gehde ki yeksân olur gedâ ile şâh
Şehîd-i
hançer-i gamzen düşünce hâk üzre
Gelir
firâz-ı felekden sadâ-yı tâbe serâh
Şarâb-ı
aşkda bir neş’e mündemicdir kim
Kemîne
katresini içse şîr olur rûbâh
Nihâyet-i hatarât-ı tarîk-ı me’mendir
Tevakkuf
eyleme Avnî aleyke avnu’llâh
Avnî Bey’in
hikemiyyâtından:
Merâmı
men’ iden esbâb-ı istihsâldir bunda
Hümânın
mâni’-i perdâz-ı perr ü bâldir bunda
Ne
mümkindir ifâkat haste-i aşk-ı ciğer-sûza
Ki
Îsâlar da bîmâr u perîşân-hâldir bunda
* * *
Ebrû-yı
işâretle bilmeziz böyle girdik
Bu
kıble-i mestûreyi mihrâb da bilmez
* * *
Yem-i
vâhidde tâ oldukca emvâc-ı aded peydâ
Olur her
mevc-i a’dâd içre bir bahr-i ehad peydâ
* * *
Nazîri
misli var dirlerse Allah bir kabûl itmem
O
sultân-ı serîr-i hüsnün enbâzın bilen yokdur
* * *
Nizâ’-ı
mes’ele-i tal’atındadır yoksa
Vücûd-ı
mihr-i ezel câ-yı ihtilâf değil
* * *
Efendi
umma sen âb-ı hayât bâdeden hisse
Anı
insâna tahsîs itdiler hayvâna virmezler
* * *
Cânım
sıkıldı nây-ı vücûdumda dem-be-dem
Mânend-i
nağme perde berûn olmak istiyor
* * *
Nâr-ı
cahîme atma günâh-kâr isem beni
Âteş-nişîn-i şerm ü hicâb olduğum yeter
* * *
Biz ki
çeşm-endâz-ı mir’ât-ı vücûduz dem-be-dem
Vech-i
âlem-gîr-i nâ-meşhûddur meşhûdumuz
* * *
Her dem
ki biz Allâh diyüp secde-güzârız
Dîdârına
mahrem olacak bir dem içündür
* * *
Perde
çekdi basar-ı ru’yete berk-ı hayret
Sana
imkân-ı nigâh olmadı hasret hasret
* * *
Avniyâ terbiyet-i
nefsin içündür tâat
Yoksa
Allâh’a ne tâat ne ibâdet lâzım
* * *
Öyle
me’yûs-ı tesellâyım bu hasret-gehde kim
Mûcib-i
şâdî olur hulyâda gelmez hâtıra
* * *
Dil-dâde
değil bir dil-i şeydâ mütehayyir
Envâr-ı
tecellâsına Mûsâ mütehayyir
Kimden
sorayım hâlet-i dîdârını yârin
Dil
mahv-ı nazar çeşm-i temâşâ mütehayyir
Bir
nakşa esîriz ki temâşâ-yı ruhundan
Âyîne-i
lâhût ser-â-pâ mütehayyir
Mahşerde
bakup çeşmine ol mest-nümâyın
Hâşâ ola
Allah taâlâ mütehayyir
Mahşerde
bakup bir bana bir sûret-i yâre
Avnî ola
Mecnûn ile Leylâ mütehayyir
* * *
Hiç
kimse benim şerh idemez derdimi yâre
Ey
zahm-ı dil-i hûn-şode zahmet sana kaldı
* * *
Bir
nesîm-i âh kim bâğ-ı hayâlimden geçer
Perde-i
halvet-geh-i lâhûtu bâz eyler bana
* * *
Nukûş-ı
mümkinâtın ihtilâfı ayn-ı vahdetdir
Hurûf-ı
muhtelif inşâda bir ma’nâya tâbi’dir
* * *
Bu
deyr-i Ka’be-şekl Ka’be-i vahdet esâs içre
Ne küfr
anlandı dil-hâhımca ne İslâm keyfimce
Feyz ü kemâl-ittisâf el-Hâc Hüseyin Vassâf
Beyefendi huzûruna,
el-Ma’rûz,
20 Saferü’l-hayr 1347*(7
Ağustos 1928) târîhli itifât-nâmelerine bugün cevâb yazabiliyorum, efendimiz
kusûr görmezsiniz. El-muahhir huva’llâh. O irfân-nâmei almış ve derc ü ihdâ
buyurulan gazel ve nezâirini mütâlaa ile müstefîd olmuştum. Bir nazîre de fakîr
yazmak istedim, kendimi yokladım, bî-feyz ü sünûh kâlıb-ı bî-rûh kalmışım. Ne
nazm-ı eş’âr ne iktidâr-ı güftâr var. Berây-ı mütâlaa kütüb-hânemiz
müdâvimlerinden, bâğ-ı edebin bir bülbül-i gûyendesi ve Hz. Gavs’ın bir gül-i
nev-resîdesi Âsaf Halet Bey oğlumuz, bir nazîre der-hâl yazmış idi. İşte o
gazeli taştîr edebildim, takdîm eyliyorum. Âsaf Bey yazıyor, o gazelleri yazan
Nazîre Hânım kerîmemize de ayrıca teşekkür ederek mütehassir-âne takdîm-i
tahiyyât-ı sâfiyât eylerim, azîzim. 18 Rabîu’s-sânî 1347*(2 Ekim 1928). ed-Dâî
Ahmed Avnî
Nâle-i neyle bugün pek bî-karâr oldum
yine
Perde-bîrûnluk idüp bî-teng ü âr oldum yine
Âh
devrân eyledi bezm-i semâı târ u mâr
Ney hamûş oldu fakat ben nâle-kâr
oldum yine
Nây Mevlânâ-yı Rûm’u şerh-i derdi
aşk ider
Şerh-i
derde mânia la’net-nisâr oldum yine
Ân-be-ân
hâl-i cüdâyîden hikâyâtı ile
Duyduğum ân nefhasın zâr u nizâr
oldum yine
Kopdu âhım: Âteşest în bâng-i nây ü
nîst bâd!
Mahv-ı
hestî eylemişdi hayf-vâr oldum yine
Nûrumu
nâr eyledi devrân safâmı ber-hevâ
Düşdü âteş gönlüme âteş-nisâr oldum
yine
Gûyiyâ mey nâle cân-ı sûz-ı neyden
muhterik
Yandım
Allâh aşkına mest-i humâr oldum yine
Âb-ı
âteş-nâk-i aşkın câm-ı feyzi nerdedir
Yandı sînem şârib-i leyl
ü nehâr oldum yine
Geldi meyden mest iden biş-nev
sadâsı gûşuma
Yâd idüp
bezm-i elesti girye-bâr oldum yine
Bâb-ı
kudsiyyet-meâb-ı aşka hâcet var mıdır
Dergeh-i Mollâ’ya düşdüm hâk-sâr
oldum yine
16-17 Rabîu’s-sânî 1347*2 Teşrîn-i evvel (Kasım) 1928
Urefâ-yı kemâl-ittisâf el-Hâc Hüseyin Vassâf
Beyefendi’ye:
Hazret! Taltîf-nâmenizi
almıştım. Bursa ve havâlîsinde seyâhat edilmiş, her
hâlde Sefîne-i nefîse hamûlelerle avdet buyurulmuştur. Hîn-i
mülâkâtta istifâde ve istifâza olunur. Bizim Ali Âsaf şübhesiz dâhil-be-safdır.
İster tezkireye, ister Sefîne’ye, işte terceme-i hâli yâhûd numûne-i kâl ü
hâli, (الديك الفصيح فى البيض يصيح)[30] sözü pek doğrudur. Şu
gazeli de takdîm edeyim. Mütebâkî sohbet va’d-i âlîleri vechle teşrîfinize
kalsın. Azîzim. 7 Cemâziye’l-evvel 1347*(21 Ekim 1928)
Âşık-ı sohbet-i ihvân
Ahmed Avnî
Terk-i
nâm u şân idüp şöhret-şiâr oldum yine
Nâgehân
âlûde-i nâmûs u âr oldum yine
Bâğ-ı
ümmîdin gül-i sad-bergini itdim fedâ
Hâli
seyr it dîde-i ağyâra hâr oldum yine
Yâda
geldi bezm-i insân üns-i bârân-ı vefâ
Iztırâbımdan adîmü’l-ıstıbâr oldum yine
Ez-cüdâyîhâ şikâyet dir makâm-ı hâl-i dil
Şerha
şerha sîne pür-gam nâle-kâr oldum yine
Tâc-ı
fahrım aldılar devlet yeter fakrım bana
Sâye-i
Mollâ’da mağbût-ı kibâr oldum yine
Olmak
isterken gönül kayd-ı alâyıkdan halâs
Ben
niçün dil-beste-i zülf-i nigâr oldum yine
Ârifân
bezminde remzî himmet-i Vassâf ile
Arz-ı
şükrân eylerim hâtır-güzâr oldum yine
Cemâlü’l-Mevlevî
birâderimize:
Gül-şen-i
hâtırda mı mîrim fidân-ı batlıcân
Dolu
yutmak istemez zîrâ merâklı bağ-çevân
Bendegân-ı Cenâb-ı
Mevlânâ’dan edîb-i fazîlet-perver Besîm Beyefendi hazretlerine takdîm:
Avnî
ki ser-efrâz-ı kibâr-ı şuarâdır
Levh-ı
dili âyîne-i ilhâm-ı Hudâ’dır
Mefhûm-ı
dehâ-tâb-ı cebîninde pedîdâr
Nazmında
temâsîl-i hikem şa’şaa-zâdır
İ’câz ona bir mevhibe-i münzel-i Kur’ân
İlhâm ona bir âşık-ı ferhunde-likâdır
Tab’ımca benim zemzeme-i dil-keş-i tesnîm
Şi’rindeki âheng-i safâ-bahşa fedâdır
Üstâd-ı semâ-kevkebe kim tâb-ı hayâli
Reşk-âver-i hurşîd-i bahâr olsa revâdır
İrfân u edeb mekteb-i feyzinde sebak-hân
Bâbında nehiy muntazır-ı lutf u atâdır
Mir’ât-ı
mücellâ-yı zamîrinde dem-â-dem
Esrâr-ı
hafâ hâne-i Hû cilve-nümâdır
Her
bahs-i tasavvufda o üstâd-ı muhakkık
Bir
kudret-i külliyye ile ukde-güşâdır
Bir
hâver-i hikmetdir onun tab’-ı bülendi
Füshat-geh-i efkârı da mağbût-ı fezâdır
Âfâk-ı
maânîye cebîninden akan nûr
Elvâh-ı
maâlî Yaradan tâb-ı dehâdır
Her
nüktesi bir dürr-i girân-mâye-i tahkîk
Her
mısraı bir mevce-i deryâ-yı safâdır
Virmiş
ona şevk-ı ebedî nağme-i biş-nev
Bî-gâyet
olan vecdine bâis o nevâdır
Mânend-i
ney cezbe-fezâ kilk-i bülendi
Bir
hâlet-i kudsiyye ile nağme-serâdır
İtmez mi
şu hâkîleri cûşân u hurûşân
Te’sîri
ki vecd-âver-i sükkân-ı semâdır
Mahsûs
ona lutf u kerem-i Pîr ile el-hak
Bir
başka safâ başka nevâ başka edâdır
Bir
mazhar-ı hakdır ki o pîr-i hikem-âmûz
Hâk-i
derine ins ü melek nâsıye-sâdır
Ey
tâlib-i ihsânı o müncî-i celîlin
Neyl-i
emelin çâresi teslîm ü rızâdır
Gencîne-i idrâk olamaz bahs-i hakîkat
Dîvâne-i
esrârı gürûh-ı ukalâdır
Ey aklı
iden bedrika-i Ka’be-i maksûd
İdrâkin
o yollarda mesâîsi hebâdır
Bir
başka revişdir bu ki aklın ona karşı
Evzâı
cehûl-âne telakkîsi hatâdır
Ta’zîm
ile gel dergeh-i Mollâ’ya dahîl ol
Öğren o
nasıl merkez-i iclâl ü alâdır
Bir
kerre iren sıdk ile ikbâl-i dühûle
Bir
mûr-ı hakîr olsa da bî-havf u recâdır
Kim
girse olur nâil-i hestî-i müebbed
Mahkûm-ı
fenâ varsa o dergehde fenâdır
Heb müftekırız
himmet-i kudsiyye-i pîre
Emrâzına
rûhun nigeh-i lutfu şifâdır
Her savt
kerâmet eseri arş-ı hüdâdan
Bir
müjde-i kudsî ile uşşâka nidâdır
Lutfuyla
be-kâm olmayanın sem’ine efsûs
Âvâze-i
erbâb-ı hüdâ yâ esefâdır
Bak
rütbe-i irşâdına çeşme dil ü cândan
Hâssıyyeti her nazrasının selb-i amâdır
Her
himmetinin gâyesi âsîb-i kazâdan
Dervîş-i
meded-hâhına te’mîn-i rehâdır
Bin câna
değin cezbe-fezâ neşve-i hikmet
Ser-mest-i mey-i aşkına ihsân-ı Hudâ’dır
Ummânı
görür katre-i nâçîz ile hem-hâl
Her kim
ki o deryâda safâ-yâb-ı senâdır
Te’sîr-i
garâmıyla yanan ehl-i kemâle
Medlûl-i
fenâ devlet-i uzmâ-yı bakâdır
Reşk
itse felek merkadinin hâkine çok mu
Her
zerresi bir şems-i ezel-tâb-ı hüdâdır
Pür
lem’a-i hakdır o büyük arş-ı hakîkat
Cebriyle
metâf olsa bu hâliyle sezâdır
Memdûhum
olan Hazret-i Avnî ki müsellem
Bir hak
ile şâyeste-i tebcîl ü senâdır
Lutfuyla
mübeşşerdir onun işte bu yüzden
Levh-ı
dil-i tâbendesi bî-reng-i sivâdır
Ey
şâir-i ulvî hükemânın üdebânın
Kâmetleri hürmetle huzûrunda dü-tâdır
Ummân-ı
tasavvufdur o Dîvân-ı celîlin
Her
hikmeti bir gevher-i bî-misl ü bahâdır
Bî-tâb u
hakîr olsa da en sâf u samîmî
Âvâze-i
tekrîm-i cinânım bu sadâdır
Taksîrini afv eyle ki hayrân-ı kemâlin
İclâline
bir vâsıf-ı âzâde-riyâdır
Yağsun
dilerim nûr-ı Hudâ kabrine her ân
Son
sâniha-i kilk-i nizârım bu duâdır
Tokâdî-zâde Şekîb - İzmir
YENİKAPI MEVLEVîHÂNESİ
Biraz da Yenikapı Mevlevîhânesi’nden
bahs edelim. Orası İstanbul’da Mevlevî âsitânesidir. Hayli eâzım-ı
Mevleviyye’ye cilve-gâh olmuştur.
*198* Sa’yi meşkûr olsun, urefâ-yı Mevleviyye’den Muhammed
Ziyâ Beyefendi, 1329*(1911) senesinde bu mevlevîhânenin müessisleri ve sûret-i te’sîsi
ve zamânımıza kadar gelen meşâyıh-ı kirâm-ı Mevleviyye’nin terceme-i hâlleri
hakkında gâyet güzel bir eser yazmış ve tab’ ettirerek kütüb-hâne-i irfâna
yâdigâr eylemiştir. Me’hazım bu eserdir. Fakat ondaki tafsîlâtı aynen buraya
nakl etmek, hem bî-lüzûm, hem de eser-i fakîr-ânemin mevzûuna muvâfık değildir.
O eserin mütâlaası müştâkân-ı ma’rifeti dil-sîr eder. Hulâsatü’l-hulâsa olarak
nakl edeceğim ki, bu mevlevîhânenin ser-güzeşti ile Sefîne’miz tezeyyün
etmiş olsun.
Bu hânkâhın bânîsi
Yeniçeri kâtibi Muhammed Efendi b. İskender’dir. Sefîne'mizin dördüncü
cildinde 174. sahîfesinde bu zât-ı muhteremden bahs ettim. Tafsîl-i hayâtı,
eser-i mezkûrun 35 ve 36. sahîfelerinde vardır.
Muhammed Efendi, Kemâl
Ahmed Dede’ye müntesibdir. Hicâz’a giderken Konya’ya uğramış, Hz. Pîr-i
dest-gîr efendimizi şeref-i ziyârete mazhar olmuş eızzedendir. Selâmetle
ziyâret-i Haremeyn’e muvaffak olur. Avdet
edersem İstanbul’da bir mevlevîhâne binâ edeyim. diye
ahd ü nezr etmiş ve avdetinde binâsına muvaffak olmuş ve makâm-ı meşîhati
azîzine teslîm eylemiştir.
Muhammed Efendi’nin
vefâtı 1056 Rebîu’l-evveline (Nisan-Mayıs 1646) müsâdifdir. Topkapı’da Pazar
Tekkesi’nde medfûn olduğu mervîdir. Ziyâ Bey bunu târîh ile tevfîk edemiyor.
Birçok delîller emârelerle meşgûl oluyor.
Dergâhın târîh-i güşâdı,
1006 senesi Receb-i şerîfinin gurresi olan ve nevrûz-ı sultânîye müsâdif
bulunan Pazartesi gününe (9 Şubat 1598) müsâdifdir. *199* Bâb-ı rızâ
(باب رضا)
târîhidir.
Şeyh Gâlib Dede merhûmun
şu beyitindeki rumûz-ı beyâniyye pek hoştur:
Bu
şehre müjde-i feth-i cedîddir Gâlib
Yenikapı’da göründü kemâl-i Mevlânâ
Muhammed Efendi merhûm
vakıflar te’sîs ederek büyük hıdemât arz eylemiştir.
Yenikapı’da
yapdı Yazıcı Bey mevlevîhâne
1006
Bâb-ı Şeyh Kemâl (باب شيخ كمال) dahi târîhidir. Resm-i güşâdında, (ilk
şeyh) Kemâl Ahmed Dede kürsîye çıkarak Mesnevî-i şerîf takrîr eylemiştir.
1144*(1731-32)’te Sadr-ı a’zam Hekîmoğlu Ali Paşa zamânında ta’mîr ve 1188*(1774)’te
türbe tevsî’ edilmiştir. 1200*(1786), 1232*(1817) ve 1281*(1864-65)’de dahi
ta’mîr edildi.
Türbede Medfûn Çelebiyân:
Ebû Bekir Çelebi b.
Ferah Çelebi hazretleri
Meşhûr Kâdî-zâde’nin
mekr ü ığvâsıyla Sultân Murâd Hân-ı râbiin fermânıyla Konya’dan Der-saâdet’e
getirilip ve ol vakt Sadr-ı a’zam Bayram Paşa’nın konağında mukîm iken irtihâl
ederek (1052*1642-43) ve Sabûhî Ahmed Dede Efendi tarafından Bayram Paşa’nın
konağından alınıp türbeye defn edilmiştir.
Abdulehad Çelebi-zâde
Veled Çelebi, Alâeddîn Çelebi, Hacı Zeynelâbidîn Çelebi, Ebû Bekir Çelebi,
zamânımız ecille-i ricâl-i Mevleviyye’sinden Veled Çelebi’nin pederi Necîb
Çelebi.
Post-nişînler:
Kemâl Ahmed Dede
(İlk şeyh) Kemâl Ahmed
Dede Akşehirlidir ve Şeyh Sinâneddîn-i Mevlevî evlâd-ı kirâmından Şeyh İzzeddîn
Dede’nin oğludur. Bidâyeten Hüsrev Çelebi hazretlerine intisâb etmiş ise de,
müşârünileyhin 969*(1561-62)’da irtihâline mebnî mahdûmu Ferah Çelebi hazretlerine
arz-ı inâbet eylemiştir. 1000*(1591-92) târîhinde İstanbul’a gelip, elyevm
Yenikapı Mevlevîhânesi’nin olduğu mahalde bir çınâr *200* ağacı
varmış, onun koğuğunda altı-yedi sene kadar imrâr-ı hayât eylemiştir ki, bu
çınar ahîren çürümüş, kurumuş, yerine duvar çekilmiştir. İsmi geçen bânî
Muhammed Efendi tarafından Kemâl Ahmed Dede’de görülen ba’zı âsâr-ı mükâşefât ü
acâibât üzerine dergâhı binâ ile meşîhatini müşârünileyhe tevcîhe muvaffak
olmuştur. Kemâl Ahmed Dede, kendine vücûd verenlenden olmadığı ve mestûrînden
bulunduğu cihetle ale’l-ekser ömrünü mutfakta hizmetinde geçirir.
Ziyy-i meşâyıhdan
hoşlanmaz imiş. Çelebi Efendi, kendi destârını ihdâ edince sarmağa mecbûr
olmuştur. Bir gün kürsî-i irşâdda Mesnevî-i şerîf takrîr ederken
irtihâline işârâtta bulunmuş ve vecd ü hâlât ile semâ’ ederek önce sabâha kadar
ibâdât ve evrâd ü ezkâr ile meşgûl olmuş sabâhleyin tecdîd-i vudû’dan sonra
terk-i semâ’-hâne-i âlem eylemiştir.
Velâdeti: 966*(1558-59).
Müddet-i meşîhati: 4
sene.
İrtihâli: 1010*(1601-02).
Bir rivâyete göre irtihâhi 1026*(1617)'dır.
Âşık-âne eş’ârı olup, mîr-hâned
(مير
خواند) târîhinin terceme ettiği gibi Menâkıb-nâme-i Mevlânâ’yı
kısmen ve nazmen yazmıştır. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Menâkıb-nâme’den:
Ey
gönül bâğında olan göz gözü
Ya’ni
Mevlânâ buyurdu bu sözü
Dir idi
başımda iken ol kamer
Gün gibi
görsem namâz itsem seher
Sûre-i
Kevser okurdum ağlayup
Sûziş-i
cândan ciğerler dağlayup
Hak bana
nâ-gâh tecellî eyledi
Ben
kulun ol şâha teslîm eyledi
Şöyle
kim bî-hûd özünden mest-vâr
Kendimi
başdan çü oldum âşkâr
Geldi
bir âvâz gördüm hakkı çün
Ey
Celâleddîn celâlim hakkiçün
Cehdi
koy yeter mücâhid ol yürü
Şimdiden
giru müşâhid ol yürü
*201* Türbe-i
şerîfede medfûndur. Müşârünileyh vaktiyle mevlevîhâne mahallinde ikâmeti
esnâsında civârdaki çemen-zâra oyun-bâzlar toplanırlar imiş. Kadın-erkek,
çoluk-çocuk ictimâ’ ederler imiş. Hz. Şeyh oyuncuları oradan koğmuş, burası
Mevlevîlere cilve-gâh olacak, diye izhâr-ı kerâmet buyurmuş olduğunu hâce-i
irfânım Muhammed Es’ad Dede Efendi merhûm nakl buyurmuşlardı.
Doğânî Ahmed Dede
Kemâl Ahmed Dede’den
sonra şeyh olmuştur. Konya Aksarayı’ndan ve ağniyâdan bir zâttır. Konya’da
Bostân Çelebi hazretlerinden mazhar-ı feyz olmuştur. 1010*(1601-02)’da Yenikapı
Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Kâdî-zâde isminde bir kimse müşârünileyhe
izhâr-ı adâvet etmiş idi. Çünki Sultân Murâd-ı râbi' Hz. Şeyh'in meftûn-ı
kemâli idi. Pek mübârek bir zât idi. 1040*(1630-31)’ta irtihâl eylediler. Kemâl
Ahmed Dede’nin yanında ârâm-güzîndir. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Sabûhî Ahmed Dede
İstanbulludur. Bidâyeten
tarîk-ı Bektâşî’ye intisâb eylemiş ise de, bi’l-âhare hidâyet-i ilâhiyye
yetişip, Konya’da Bostân Çelebi hazretlerinden mazhar-ı feyz olmuştur. Orada
çilleyi tamâm ederek ve tahsîl-i ilm ü kemâl eyleyerek sâhib-i irfân
olmuşlardır.
Müretteb Dîvân’ı
vardır. Şâm Mevlevîhânesi meşîhatinde iken, İhtiyârân-ı Mesnevî’yi te’lîf
etmiştir. Hâlât-ı garîbesi müşâhede olunmuş ricâl-i Mevleviyye’dendir. 1040*(1630-31)’ta
Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine geldiler. Onsekiz sene meşîhati vardır.
Şuarâdan Nef’î, Fehîm, Nâilî gibi zevâtın üstâd-ı ma’rifetidir.
Şu gazel
müşârünileyhindir:
دولت وصلت ميسر شد مرا هنگام
عيد
*202*
شد مبارك بر من از فضل خدا ايام
عيد
شد صباح عيد از خورشيد رويش
مستجاب
هر دعايى كز سر اخلاص كردم شام
عيد
گشته
ام زان نرگس
مخمور روز عيد مست
نيست
كسرا همجون كيفيتى ازجام عيد
قطره هاى
اشگ خونين
صبوحى شام وصل
جمع طفلا نند گلگون بوش در ايام عيد[31]
Ayşî Dede
(Sabûhî Ahmed Dede’nin) Ayşî diye tahallus eden bir mürîdi vardır.
Mükemmel Dîvân’ı olup, eş’ârı pek neş’elidir. Meselâ:
N’ola
hoş olsa dil Ayşî ki mihr-âsâ bu bezm içre
Ana
câm-ı safâ dest-i Sabûhî’den virilmişdir
* * *
Hazân
olmaz bu gül-zârın dırahtı gülleri solmaz
Bu bezmin hâli olmaz bâdeden câm-ı dil-efrûzu
Güzeller
seyr-i gül-zâra çıkar uşşâk ile Ayşî
Bu
şehr-i işret-âbâdın budur âyîn-i nevrûzu
1060*(1650)’de Şâm’da
mey nûş ile ser-mest-i bezm-i bakâ olmuştur.
Câmî Ahmed Dede
Hâcegândan bir zâtın
oğludur ve İstanbulludur. Sabûhî Dede’den mazhar-ı feyz olup, 1058*(1648)’de
şeyhine halef olmuştur. Mürşid-i kâmil ü mükemmil idi. Konya’da âsitâne-i Pîr’e
rû-mâl olarak Haremeyn-i muhteremeyne, oradan Şâm’a, Şâm’dan Mısır’a seyâhatle
İstanbul’a avdet buyurmuşlardır. Yirmidört sene icrâ-yı meşîhatle, 1082*(1671-72)’de
irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Fârisî lisânı üzere
nazmı vardır:
كعبهً مردان نه از آب
و گلست
طالب دل شو كه بيت الله دلست
قبلهً عارف
بود نور وصال
قبلهً عقل
مفلسف شد خيال[32]
*203* Hadîkatü’l-Cevâmi’,
müşârünileyhin Medîne-i Münevvere’de irtihâlini yazıyor.
Kâri’ Ahmed Dede
Kastamonuludur. Câmî
Ahmed Dede’den mazhar-ı feyz olmuştur. Şeyhinin irtihâlinde câ-nişîni olmuş
idi. Ârif ve fâzıl, hakâyık u dakâyık-ı Mesnevî’ye vâkıf bir şeyh-i kâmil
idi. İnzivâya meyyâl idi. Sekiz sene meşîhati vardır. Sultân Murâd-ı râbi’, Hz.
Şeyh’i ziyârete gelirdi. 1090*(1679)’da irtihâl etmiştir.
Kutb-ı
pâk Ahmed Dede rûhuna oku Fâtiha
(قطب پاك احمد دده روحينه اوقو فاتحه)
târihidir[33]. Türbede medfûndur. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
Nâcî Ahmed Dede
172. sahîfede terceme-i
hâli geçti. Yüzbir yaşında 1120*(1708)’de vefât eylediler.
Pendârî Ahmed Dede
Bolvadinlidir. Ulemâdan
bir zâtın oğludur. Tahsîli Bursa’dadır. Bursa Mevlevî şeyhi Muhammed Ârif
Efendi'ye intisâb ile Galata Mevlevî şeyhi Gavsî Ahmed Dede Efendi
hizmetine dâhil olarak aşcıbaşı olmuş idi. Edirne Mevlevî şeyhi Muhammed
Dede’den dahi müstefîd olarak nâil-i kemâl oldu. Nâcî Ahmed Dede’ye Yenikapı
Mevlevîhânesi’nde vekâleten icrâ-yı meşîhat etmişlerdi.
Seyyid Nesîb Yûsuf Dede
Konyalıdır ve sâdât-ı
kirâmdan Şeyh Ömer el-Konevî’nin mahdûmudur. Ulemâdan idi. Sadr-ı a’zam Siyâvuş
Paşa’ya hocalık etmiştir. 1099*(1688))’da ashâb-ı fitnenin şerrinden Mısır’a
gitmiş, Mısır Mevlevî şeyhi Kıbrıslı Siyâhî Mustafa Dede’den sikke-pûş-ı irâdet
olmuştur. Şâm ve Ankara’da meşîhati vardır.
Takrîr-i
mâânî-i Mesnevî’de iktidâr-ı azîmi var idi. Haremeyn’i ziyâret etmiş ve
Mısır Mevlevîhânesi meşîhatine nâil olmuş idi. Sonra Konya’da Âsitâne-i Pîr’de
ser-tarîk olup, 1123*(1711)’de Yenikapı Mevlevîhânesi'ne şeyh oldu. 1126*(1714)'da
semâ’-hâne-i bakâya urûc eylediler. Türbe-i şerîfede medfûndur. Ta’lîk
yazıda kemâli vardı.
*204* Şu gazelini pek severim:
Nâmûs
u câhı çâha atan Mevlevîleriz
Dünyâ-yı
dûnu hiçe satan Mevlevîleriz
Deh-rûze-kâr u bârını dahrin hebâ kılup
Peygûle-i fenâda yatan Mevlevîleriz
Ârâmımız
semâ’ladır rûz-gârda
Girdâb-ı
bahr-i aşka batan Mevlevîleriz
Telhî-i
fâka itmekiçün nefsimiz helâk
Hân-ı
vücûda zehr katan Mevlevîleriz
Biz
ey Nesîb devlet-i Monlâ-yı Rûm’da
Dünyâ-yı
dûnu hiçe satan Mevlevîleriz
Rişte-i
Cevâhir nâmıyla bir eser-i mu’teberi vardır. İrtihâli hakkındaki târîh:
Geldi
bir mısra’ derûna feyz-i Mevlânâ ile
Arş ola
rûh-ı Nesîb-i Mevlevî’ye cilve-gâh
( عرش اوله روح نسيب مولوى يه جلوه كاه ) 1125+1=1126
Hulâsa-i kelâm:
Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i
ikbâlde
Biz
hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
Bir gün
eyler dest-i beste pây-gâh-ı cây-gâh
Bî-aded
mağrûr-ı sadr-ı i’tibârın görmüşüz
diyen o ârif-i hakîkatin rûhuna Fâtihalar
ihdâ ederek halefinin bahsine geçerim.
Ârifî Ahmed Dede
Yenikapı
Mevlevîhânesi’nde Ahmed ismiyle şeyh olanların yedincisi olup, bunlara, Ahâmide-i Seb’a derler.
Ârifî Ahmed, Peçevî’dir.
Peç, Macaristân’dadır. 950*(1543-44)’de Sultân Süleymân-ı Kânûnî tarafından
feth olunmuştur. Burada Sultân Murâd-ı râbi’in Sadr-ı a’zamı Ahmed Paşa
tarafından yaptırılmış bir Mevlevîhâne bile varmış, şimdi ise:
Ol hânkâhın yeller eser şimdi
yerinde
der geçeriz.
Pederi tarîkat-ı
Uşşâkiyye meşâyıhından Peçevî Mustafa Efendi nâm zâttır ki, o kasabada neşr-i
tarîkata me’mûr olmuş idi. Ahmed Efendi mezkûr Mevlevîhâne şeyhi, fuzalâdan
Musullu Hâfız Muhammed Efendi’den, Arap Halîl ve İbrâhîm Efendilerden mazhar-ı
feyz olmuş, bir müddet *205* o Mevlevîhâne’ye şeyh
olarak halkın teveccüh ve rağbetini celb etmiştir. Burası elimizden düşmâna
intikâl edince Filibe’de yapılan mevlevîhâne meşîhatine, ba’dehû 1126*(1714)’da
Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine geçmiştir.
Meşâyıh-ı Mevleviyye
içinde bunun kadar dervîşi çok kimse gelmemiştir. 1137*(1724) senesinde
irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Türbede medfûndur.
Târîhi:
İlm-i
Hak ârifi Ahmed Dede gitdi ey vâh
(علم حق عارفى احمد دده
كيتدى اى واه)[34]
Eş’ârından:
Sultân-ı Dîvânî’ye:
Zât-ı
pâkinledir ey Hazret-i Sultân-ı semâ’
Şeref-i
dâire-i mecme’-ı dîvân-ı semâ’
Kereminden umulur Ârifî mahşerde dahi
İdesin
dâhil-i cem’iyyet-i yârân-ı semâ’
Mesnevî-hân Muhammed
Dede
Konyalıdır. Ulûm-ı
edebiyyede sâhib-i ihtisâs idi. Âsitâne-i Melânâ’da Mesnevî-hân idi.
Teşehhürüne sebeb budur. Ârifî Ahmed Dede’nin irtihâlinde, 1137*(1724)’de
Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatiyle be-kâm olmuştur. Burada halkın mazhar-ı
teveccühü olup, 11 sene meşîhatten sonra 1148*(1735-36)’de gül-zâr-ı bakâya
revân olmuştur. Türbede medfûndur.
Safiyyullâh Mûsâ Dede
Trablusşâm tekkesi şeyhi
Celâl Dede’nin oğludur. 1092*(1681)’de doğmuştur. Tahsîli pederindendir.
Pederinin irtihâlinde yirmiiki yaşında idi. Mısır’a seyâhatle bir müddet
iktisâb-ı füyûzât ederek Şâm’da Abdülganiyy-i Nablusî hazretlerinden hadîs
okumuştur. 1120*(1708)’de Haleb Mevlevî şeyhi olup, onaltı sene bulundu. 1136*(1723-24)’da
Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’ne, 1144*(1731-32)’de Yenikapı meşîhatine ta’yîn
buyuruldu. Burada onüç sene meşîhati vardır. Teveccüh-i âmmeye mazhar oldular.
Ferâizden Ürcûze-i
Cedîde nâmıyla eseri vardır. Arabca gâyet rengîn eş’ârı vardır. 1157*(1744)
senesinde eslâf-ı *206* kirâmı gibi bezm-i
lâhûta revân olmuştur. Türbede defîn-i hâk-i rahmettir.
Küçük Muhammed Dede
Onsekiz ay meşîhatten
sonra 1159*(1746)’da hayât-ı bakâya vâsıl olmuştur. Türbede müterakkıb-ı
envâr-ı rahmettir.
Seyyid Ebû Bekir Efendi
Kütâhyalıdır. Ricâl-i
Halvetiyye’den Ahmed Efendi-zâdedir. 1117*(1705-06) senesinde dünyâya
gelmiştir. Sâkıb Dede’den mazhar-ı feyz olmuştur. 1159 senesinde Yenikapı
Mevlevîhânesi’ne şeyh oldular. 3 Receb 1189*(30 Ağustos 1775) târîhinde şarâb-ı
mevti nûş eylediler. Gül-bang-keş-i sefer-i âhiret olup, müddet-i meşîhati otuz
senedir. Galata Mevlevî şeyhi Atâullâh Efendi bu zâtın ahfâdındandır.
Seyyid Ali Nutkî Dede
Ebû Bekir Efendi’nin
oğludur. 1176 Muharreminin beşinde (27 Temmuz 1762) Galata Mevlevîhânesi
ittisâlindeki hânede kadem-zen-i meydân-ı semâ’ oldu. Pederinin irtihâlinde
ondört yaşında iken Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olundular. Feyzi,
Sahîh Ahmed Dede’dendir. Tahsîl-i kemâlât eyleyip, câlis-i mertebe-i irşâd
oldular. Şeyh Gâlib-i Mevlevî’nin mürşididir. Otuz sene irşâd ile meşgûl olup,
1219*(18*4-05)’de âzim-i gül-şen-serâ-yı cemâl oldular. Türbede medfûndur. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
Şeyh Gâlib’in söylediği
târîh:
Hüzniyle Es’ad didim
târîhini
Hû diyüp Mevlâ’ya döndü Şeyh Ali
(هو ديوب مولايه
دوندى ششيخ على)
Şiirde Memiş tahallus eylemiştir.
Her
kime derdim disem dirler tabîbe söyle sen
Korkarım
andan dahi eyler nice azarlar
Ey aceb
bu çeşm-i dil bir gün görür mü vuslatı
Yâre
hâlim söyleyüp kılsam nice bin zârlar
Ger
disem yârim senin derdinle mecnûndurMemiş
Yaksam
aşkın ile bu sahrâ-yı dilde nârlar
Nâsır Seyyid Abdülbâkî
Dede
Ebûbekir
Efendi-zâde’dir. 1179*(1765-66)’da Yenikapı Mevlevîhânesi civârında
pederlerinin hânesinde doğmuştur. Mûsikîye âşinâ idi. Ney-zenbaşı *207* olmuş idi. Şiirde dahi sâhib-i ihtisâs idi. Isfahân ve
Acem-bûselik makâmında iki âyîni vardır. Şevk-ı tarab âyîni de
müşârünileyhindir. Mûsikîden Edvâr Risâlesi vardır. Eflâkî Dede’nin
menâkıbını tercüme eylemiştir. 1219*(1804-05)’da Yenikapı Mevlevîhânesi
meşîhatine nâil oldular. 1236 senesi Cemâziye’l-evvelinin yirminci (23 Şubat
1821), Cuma gecesi, sâat beşte bezm-i safâ-yı sûrî ile halaka-i uşşâk-ı
lâhûtiyyeye iltihâk eylediler.
Dört çıkınca târîh olur:
Âlem-i
lâhûta cân atdı bu dem Bakî Dede
(عالم لاهوته جان آتدى بو دم باقىده ده)
Eş’ârından:
Cenâb-ı
feyz-i Monlâ ile herkes bahs-i aşk itse
Hezârân
nükteye bir nutku şâmil Mevlevîlerdir
* * *
Uşşâka
yanma dil-bere resm-i vefâ gerek
Gûyâya
nâle goncaya reng ü bahâ gerek
Cânâna
mâ-cerâ-yı gam u hecri anma gel
Ey dil
disen de dir kine bundan bana gerek
Âşık
arar mı dağdağa-i kîl ü kâli lîk
Dil-ber
hemîşe âşıka şefkat-nümâ gerek
Anlar mı
hâl-i aşkı kelâm ile bir kişi
Bir yâre
derd-i aşka hele âşinâ gerek
Nâsır humâr-ı
aşka şarâbın ne nef’i var
Mümkinse
gâhı bûs-ı leb-i dil-rubâ gerek
Seyyid Receb Hüseyin
Hüsnü Dede Efendi
Abdülbâkî Efendi-zâde
Abdurrahîm Efendi’nin birâderidir. Abdülbâkî Efendi’nin irtihâlinde meşîhat,
Abdurrahîm Efendi’ye teveccüh etmek lâzım gelirken , cezb ü istiğraktan da
olmasına mebnî, 1236*(1820-21)’da Receb Hüseyin Dede’ye tevcîh olunmuştur.
Dokuz sene meşîhati vardır. Pek muhterem, mübârek bir zât idi. Teverrüm edip,
1245 senesinde Ramazân evâhirinde (Mart 1830) tayy-i tomâr-ı hayât eyledi.
Yirmisekiz yaşında idi. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
*208* Abdurrahîm Dede Efendi
Ebû Bekir
Efendi-zâde’dir. 1183*(1769-70)’te zînet-sâz-ı mehd-i şuhûd olmuştur. Gâyet
refîk ve müessir ve latîf bir sadâya mâlik ve tab’an mûsikîye pek ziyâde meyyâl
idi. Kudûm-zenbaşılıkta bulunup, sevdâ-yı aşk-ı ilâhî ile muhît-i istiğrâka
düştü. Birâderinin irtihâlinde Seyyid Muhammed Saîd Hemdem Çelebi tarafından
Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn olundu. Şiirde dahi ihtisâsı vardı. Künhî tahallus eylerlermiş.
Hallâk-ı
cihân âleme kıldıkda tecellî
Her
kimseyi bir hâl ile kılmış mütesellî
* * *
غواص شدم از دل درياى سخن
را
بسيار كشيدم كهر شعر دهن
را
در وقت تماشاى جمالت كه شوند
مست
مشكل شده است وصف تو ارباب سخن را
ميخوارهً عشقم ز قدحهاى
محبت
دل زنده ز امواج صفا خانهً تن
را
در د امن صحراى محبت بر
سيديم
انداختم از دل هوس سير چمن
را
كنهى زره عشق سخنهاى بگويد
نه وصف بدخشان نه آهوى ختن را [35]
1247*(1831-32) senesinde nevâ-yı
hayâtı dem-beste oldu. Türbede medfûndur.
Mahv
oldu aşk-ı Hak’dan Abdurrahîm Efendi
(محو اولدى عشق حقدن عبد الرحيم افندى) = 1247
Abdurrahîm Efendi pîrâna hem-dem oldu
Şeyh Osmân Salâhaddîn
Dede Efendi
Seyyid Nâsır Abdülbâki
Dede merhûmun necl-i necîbi bir zât-ı muhteremdir. 15 Cemâziye’l-evvel 1235*(1
Mart 1820) târîhinde dünyâya revnak-fezâ olmuştur. Bidâyeten Beşiktaş
Mevlevîhânesi şeyhi Kadrî Dede taht-ı terbiyetinde bulundular. Onbir yaşında
iken Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn edildiler. Hz. Zekâî-i
Şa’bânî’nin dâmâdı Sâdık Dede (cild: 4, sahîfe: 119), ser-tabbâğlık hizmetiyle
mübâhî olup, Osmân Efendi’ye vekâlette bulundular ve terbiyelerine ihtimâm
eylediler. *209* Bursalı Şeyh
Emîn-i Nakşıbendî halîfesi, Mesnevî-hân-ı şehîr Hâce
Hüsâmeddîn’(den) Mesnevî-i şerîf, Şehrî Ahmed Efendi’den ulûm-ı êliye vü
âliye ve ilm-i hakâyık, Evliyâ Hâce’den tefsîr ve hadîs ve fıkıh taallüm ile
icâzet almış, ulemâ sırasına geçmiştir. Dergâh-ı
şerîfde Mesnevî okutmağa ve Fusûsu’l-Hikem tedrîsine
başlamış ve birçok zevât-ı fâzılayı mazhar-ı feyz ü irfân eylemiştir.
Ebu’l-kemâleyn diye
şöhreti vardır. Eâzım-ı ulemâ ve efâhım-ı urefâdandır. Muhammed Ziyâ Bey,
mufassalan ve mükemmelen terceme-i hâllerini yazmışlardır. Son zamânlarında
harem dâiresinde inzivâ buyurdular. İrtihâllerine beş-on gün kala dâmâd-ı
mükerremleri Bahâriyye Şeyhi hüseyin Fahreddîn Efendi hazretlerinin nezdine,
berây-ı tebdîl-i hevâ gittiler. Hummâ-yı habîse hastalığından felâh
bulamadılar. 18 Cemâziye'l-âhir 1304*(14 Mart 1887) târîhinde âlem-i cemâle
âzim oldular. 69 yaşında bulunuyorlardı.
Hânkâh-ı şerîfleri
vükelâ ve vüzerâ, şeh-zâdegân ve urefânın ziyâret-gâhı idi. Cidden vücûd-ı
mes’ûdiyle iftihâr olunacak bir zât-ı kerîmü’s-sıfât idi. Cenâze namâzı Hz.
Hâlid (radıya'llâhu anh) Câmi’-i şerîfinde edâ olunarak ihtifâlât-ı
azîme ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nde türbe-i münîfede vedîa-i hâk-i rahmet
kılınmıştır. Öyle bir kalabalığı İstanbul görmemişti, diye nakl edenlerden
işittim.
Geldi
bir gül-bang ile târîh-i ârif gûşuma
Hû diyüp
Osmân Efendi vardı Mevlânâ’sına
(هو ديوب عثمان افندى واردى مولاناسنه)
= 1303 + 1 = 1304*(1886-87)
* * *
Sütlüce şeyhi Elîf
Efendi merhûmun söylediği târîhlerdir:
مؤمنا نرا لايموتون گفت پيغمبر يا
اخى
بلكه از دنيا بعقبى نقل فرمايند و
طى
گريه
ام مختار نه از مركت الا از
فراق
شد بحق پير بزرگوار صلاح الدين حى[36]
*
* *
اندرين گريه شنيد از غيب تاريخش
اليف
روح ختم العارفين در بزم جانان منبسط [37]
1304
Elîf
Efendi, Tenşîtu’l-Muhibbîn nâm eserinde Osmân Salâhaddîn Efendi
hazretlerinin terceme-i hâlini yazmıştır.
*210* Vandet-i vücûda dâir risâlesi
ve el-Lisânü’l-Hamdiyye fî-mâ-halle bihi’l-Yeseviyye nâmında bir
eseri, Mesnevî-i şerîf hâşiyesi cümle-i te’lîfâtındandır. Fakat hâşiye,
mevlevîhâne yangınında muhterik olmuştur. Bir de meşhûr Hoca İshâk
Efendi’ye cevâben, (اوست و همه از دوست)[38] mes’elelerine dâir
yazılmış mektûbu vardır.
Sultân Mehmed Reşâd Hân,
müşârünileyhe müntesib idi. Türbe-i şerîfede medfûn ve rahmet-i Hakk’a
makrûndur. (Kaddesa'llâhu sırrahû)
Ebu’l-Burhân Muhammed
Celâleddîn Dede Efendi
Osmân Efendi’nin iki
mahdûmu vardır. Biri Hacı Kemâl Efendi, diğeri Muhammed Celâleddîn Dede
Efendi’dir.
(Muhammed Celâleddîn
Efendi), 8 Rebîu’l-evvel 1265*(2 Şubat 1849) târîhinde, mevlevîhânede
kadem-zen-i âlem-i dünyâ oldu. Şehrî Ahmed Efendi’den pederlerinin icâzet
aldığı gün bed’-i Besmele eyledi. 1277*(1861-62)’de Dâvûd Paşa Rüşdîsi’ne devâm
ile Molla Câmî’ye kadar okudu. Bir müddet Fâtih’te câmi’ dersine devâm ve
Kocamustafapaşa’da, Küçük Efendi Tekkesi şeyhi meşhûr Hâfız Gâlib Efendi’den ve
sâir esâtizeden iktisâb-ı ulûm eylediği gibi,
pederlerinden Mesnevî ve Tunuslu Mustafa Efendi’den Fütûhât-ı
Mekkiyye ve Buhârî-i şerîf okudular.
Pederlerinden Fusûs tederrüs ettiler.
Yirmiiki yaşında iken
pederlerine vekâleten meşîhati idâre ettiler. Pederlerinin irtihâlinde makâm-ı
meşîhete revnak-fezâ oldular ki, târîhi Zi’l-hicce 1305*(9 Ağustos 1888),
yevm-i Perşembedir.
Celâleddîn Efendi, Şeyh
Mustafa Efendi’den tarîkat-ı Şâzeliyye’den de me’zûn oldular. Şeyh İmdâdullâh-ı
Fârûkî hazretlerinin de bi’l-vâsıta mazhar-ı feyzi olarak tarîk-ı Çeştî’ye
nisbet-dâr bulundular. Tarîk-ı Kâdirî’den de mazhar-ı feyz idiler.
Nahîfü’l-bünye ve gâyet
marîz idiler. Mükerreren şeref-i iltifâtlarına mazhar oldum ve mübârek ellerini
öptük. Asabiyyü’l-müzâc idi.
*211* Müşârünileyh
hazretlerinin mürîd-i hâlisi Mehmed Tâhirü’l-Mevlevî Bey kardeşimiz buyurdular
ki:
Bir gün azîzim Muhammed
Celâl Efendi hazretlerine, Efendim
râbıtasız zikir râbıtasız oluyor, bana râbıta ta’lîm buyursanız. dedim.
Uzun bir müddet sükût ettikten sonra, Oğlum,
râbıta insân-ı kâmile olur; ben ehil değilim ki, bana râbıta ediniz, diyeyim.
Murâkabe yapınız. buyurdular ki, bu söz Hz. Şeyh’in tevâzuuna ve
derece-i kemâline delîldir. Edîb, zarîf, meclis-ârâ bir zât-ı âlî-kadr idi.
Mahdûmları Abdülbâkî
Efendi’yi 1321*(1903-04) senesinde, Çelebi Abdülvâhid Efendi’nin müsâadesiyle
vekîl ta’yîn ettiler. 1324*(1906-07) senesine kadar bir nisbet-i mütezâyide ile
kesb-i şiddet etmek üzere tederrün-i rie vü hançere hastalığıyla muztarib ve
meşgûl-i tedâvî oldular. Gedikpaşa tarafından bir konakta birkaç ay ikâmet
buyurdular.
30 Rebîu’l-âhir 1326 ve
17 Mayıs 1324( 29 Mayıs 1908), Cumartesi akşamı, Pazar gecesi tekmîl-i enfâs-ı
ma’dûde-i hayât eyleyip, âzim-i cinân-ı âliyât oldular. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
Hâl-i ihtizârlarında şu
kıt’ayı eser-i sünûhâtları olarak söylemişlerdir:
Dil-hasteyim
firâk-ı cemâlinle sevdiğim
Cismim
hayâle döndü hayâlinle sevdiğim
Âh
eylerim ümîd-i visâlinle sevdiğim
Cismim
hayâle döndü hayâlinle sevdiğim
Bu ahîren
bestelenmiştir.
Namâzı Kocamustafapaşa
Câmii’nde edâ, duâsı türbe-i Hz. Sünbül önünde îfâ olunarak, ta’zîmât ile,
mevlevîhânede pederinin yanında ihzâr olunan kabirde rahmet-i Rahmân’a mevdû’
kılındı. Namâzını Sütlüce şeyhi Elîf Efendi kıldırmıştır.
Türbe-i şerîfede Çelebi
Ebû Bekir hazretleri önünde de duâ ve tezkiye edildi.
Eyledi
üç nezr Mevlânâ tamâm
Cân fedâ
itdi Celâleddîn cemâl-i dosta
(جان فدا ايتدى جلال الدين جمال دوسته)
= 1322 + 3 =1326
* * *
Didi
Dervîş İsmet hîn-i fevtinde bu târîhi
Celâl-i
Mevlevî aşk ile buldu vuslatu’llâh’ı
(جلال مولوى عشق ايله بولدى وصلت اللهى )
Şeyhim Celâleddîn
Efendi merhûmun târîh-i intikâli:
Hikmet-i
Hazret-i Rabb-i Müteâl
Eylemiş
âlemi bir câ-yı zevâl
Bu cihân
yek-sere ber-dâr-ı fenâ
Anda
imkân-ı bakâ emr-i muhâl
Nasıl
olmaz ki esâsen hâdis
Görünen
varlığı evhâm u hayâl
Şekl-i
hestîde nümâyân oluşu
Güneşe
nisbetile ayn-ı zılâl
Bunu
terk itmeğe cân virmededir
Âşinâ-yı
hak olan sâhib-i hâl
Burada
ölme dirilmek dimedir
Sırr-ı el-mevtü likâ
dır buna dâl[39]
İşte bir
mürşid-i yektâ da idüp
Terk-i
cân eyledi âheng-i visâl
Ona
fikrimce hitâbı Hakk’ın
İrciî emr-i değil lafz-ı taâl
Reh-ber-i şâh-reh-i Mevlânâ
Fahr-i
erbâb-ı hüdâ Şey h Celâl
O
tecellî-geh-i Mevlâ ki idi
Sînesi
cilve-geh-i ism-i Celâl
O
nigeh-bân-ı hakâyık ki idi
Dîdesi
nâzır-ı envâr-ı Cemâl
O
mürebbî-i hakîkat ki idi
Nükte-i
vahdet içün zâtı meâl
Gıbta-bahş-ı urefâ ma’rifeti
Fazlı
reşk-âver-i ashâb-ı makâl
Feyz-i
himmetle olurdu nazarı
Hâdi-i
gümreh-i vâdî-i dalâl
Bende-i
muhlisine eyler idi
Hâl ü
tavrı ile ta’lîm-i hısâl
Müstefîd
olmadılar re’yinden
Gitdi
Allâh’a o fikr-i cevvâl
Kıymetin
bilmedi kûteh-nazarân
Aldı ol
hazreti Hak celle celâl
Rıhleti
yakdı kulûbu gerçi
Cânı
cânânına itdi îsâl
Rûz-ı
dil-sûz-ı firâkı oldu
Dil-i
mahzûnuma yevm-i ehvâl
Beni de
nezdine celb it şeyhim
Yaşamak
gayri virdi bana melâl
Ne içün
böyle yetîmin kalayım
Eylemezdin beni aslâ ihmâl
Pâyini
öpmüş iken kabrine âh
Olayım
böyle revâ mı rû-mâl
Câ-yı
ta’zîmin olan sîneme bak
Âteş-i
firkat ile mâ-lâ-mâl
Vechini
gâib iden çeşmimi gör
Dem-be-dem itmede îsâr-ı leâl
Feyz-i
nutkun ile dil zinde iken
Şimd-i
cân hecrin ile mürde-misâl
Böyle
hasretle güzâr eyleyecek
Devr-i
ömrümdeki eyyâm ü leyâl
Meşhed-i
enverin artık olacak
Bana bir
bûse-geh-i istikbâl
Bendene
âlem-i bâlâda dahi
Dest-gîr
ol yine ey mürşid-i âl
Garka-i
nûr-ı tecellî itsin
Seni
eltâf-ı Hudâ-yı Fa’’âl
Âlem-i
akdes içinde olasın
Dâhil-i
meclis-i peygamber ü âl
Yâd-ı
hengâm-ı vefât olmak içün
Sana ey
şeyh-i celîlü’l-ahvâl
İtdi şu
mısraı Tâhir tahrîr
Aldı ol
hazreti Hak celle celâl
(آلدى اول حضرتى حق جل جلال) = 1326
* * *
Gûş
idüp neyden nevâ-yı irciî
İtdi
şeyh-i Mevlevî azm-i cemâl
Bendesi Tâhir didi târîhini
Virdi
cânın mürşid-i a’zam Celâl
(ويردى جانن مرشد اعظم جلال) =1326
* *
*
Fikr-i
likâ-yı yâr ile gitdi bakâya şeyhimiz
Sahn-ı
fenâda eyleyüp kesb-i kemâl-i ma’nevî
Müş’ir-i
irtihâlidir şu mısra’-ı güher-âheng
Mürtehil-i Cemâl’dir Şeyh Celâl-i Mevlevî
(مرتحل جمالدر شيخ جلال مولوى) = 1326
Dîvân-ı Humâyûn başkâtibliğinden
mütekâid Hattât-ı ta’lîk-nüvîs İsmet bey’in târîhi:
Cenâb-ı
Şeyh Osmân-ı Velî’nin necl-i mes’ûdu
Yigirmiiki yıl hüsn-i idâre itdi dergâhı
Didi Dervîş İsmet hîn-i fevtinde bu târîhi
Celâl-i
Mevlevî aşk ile buldu vuslatu’llâhı
(جلال مولوى عشق ايله بولدى وصلت اللهى)
= 1326
Meclis-i maârif esbak
başkâtibi Halîl Edîb Bey’in târîhi:
Vâkıâ
pîr ü cevân her kim olursa şübhesiz
Gün
gelir arz-ı vedâ’ eyler bu dâr-ı mihnete
İğtirâbı
bir midir lâkin düşün feyz ehlinin
Âlemi
târîk ider anlar uyûn-ı hasrete
Çekdi
dünyâdan elin ol zümre-i pâkîzenin
Bir
güzîde mefhari azm itdi kurb-ı hazrete
Dergeh-i
bâb-ı cedîdin şeyh-i vâlâ-himmeti
Her
gören meftûn idi cândan o kudsî sîrete
Mislini
nâdir görür devrân bir öyle kâmilin
Rûh-bahş
eylerdi enfâsı rumûz-ı hikmete
Eyledikce Mesnevî’den cânları reyyân-ı feyz
Sevk
iderdi âlem-i ervâhı vecd ü hayrete
Gerçi
zâhirde o takrîr ü huzûra hasretiz
Çeşm-i
cân vakf-ı temâşâdır o vaz’-ı miknete
Sırrı
bâkîdir ider ta’dîl-i hüzn-i iftirâk
Bir
zamân irmez zevâl zîrâ zılâl-i himmete
Eylesün
hem-bezm-i Mevlânâ Hudâ-yı Zü’l-celâl
Hayli
müddetdenberi müştâk idi ol devlete
Âsumân
târîhine eyler Edîb’in ser-fürû
Gitdi
dünyâdan Celâleddîn Efendi cennete
(كيتدى دنيادن جلال الدين افندى جنته)
= 1326
*212* Şiirde Şeyhî tahallus buyurmuşlardır. Ahkarî
tahallus eden Dîvân-ı Muhâsebât
reîsi merhûm Zühdî Bey’le müştereken söyledikleri gazelden:
Şeyhî: Kûh
u sahrâ-yı cünûnda ben ki cevlân eyledim
Ahkarî: Cûları
te’sîr-i efgânımla giryân eyledim
Ahkarî:
Öyle bir
vâdî-i ye’se sâlikim ki reşk ile
Şeyhî: Kays
ile Ferhâd’ı ol vâdîde hayrân eyledim
Şeyhî: Eyleyüp
âzâde-i kayd-ı muhabbet gönlümü
Ahkarî: Vâkıf-ı
esrâr-ı aşk-ı Zât-ı Sübhân eyledim
Şeyhî: Lâne-sâz-ı
şâh-sâr-ı aşk olaldan bâz-ı dil
Ahkarî: Tâir-i
kudsî gibi tâ arşa tayrân eyledim
Ahkarî: Mesnevî’den
terbiyet-yâb-ı füyûzât eyleyüp
Şeyhî: Şeyhiyâ tıfl-ı
dili bir merd-i meydân eyledim
* * *
Âşık
hemîşe nâle vü âh eylemek gerek
Yârin
yolunda cismi tebâh eylemek gerek
Cân
virmeyince şâhid-i aşk eylemez zuhûr
Başını
fedâ-yı Arabda kâh eylemek gerek
Düşdü
hevâ-yı dâne-i ruhsâra mürg-ı dil
Pâ-best-i kayd-ı zülf-i siyâh eylemek gerek
Gönlüm
asıldı kaldı ser-târ-ı perçeme
Girdi
hatâya varsa günâh eylemek gerek
Şeyhî cenâb-ı
ahkar-ı aşk-âşinâ gibi
Bir
Mevlevî’yi hem-dem-i râh eylemek gerek
* * *
Ey
mefhar-ı evvelîn olan Mevlânâ
Vey
melce-i âhirîn olan Mevlânâ
Dervîşlerini hakîkate vâsıl kıl
Ey
hâdi-i râh-ı dîn olan Mevlânâ
Mûsikîdeki behre-i
külliyyesi, hele tanbûr çalmaktaki kemâlâtı cidden ve hakîkaten ziyâde idi.
Nâyî Osmân Dede’nin Hicâz Âyîni’ni, dügâh makâm ve usûlünde besteleyerek
tarab-hâne-i irfâna yâdigâr eyledi. Hulâsa-i kelâm Celâleddîn Efendi andelîb-i
gül-istân-ı Mevlevî idi. Bâğ-zâr-ı bakâya uçtu gitti. Şeyh Abdülbâkî Dede
Efendi gibi bir hayrü’l-halef bırakmış olması yârân u muhibbâna tesliyyet
verdi.
*213* Mevlevîhâne 5 Şevvâl 1324*(22 Kasım 1906) gecesi
kazâen yandı. Şeyh Osmân Efendi merhûmun ve hâce-i irfânım Es’ad el-Mevlevî’nin
binlerce kitâbları da tu’me-i lehîb oldu gitti. Sultân Mehmed Reşâd Hân’ın
ulüvv-i himmetiyle eskisinden daha mükemmel bir sûrette yeniden inşâ edildi.
Celâleddîn Dede Efendi’nin son zamânlarında Mevlevîhâne’nin yanması
müşârünileyhi dâğ-dâr etmiş idi. İnâyet-i ilâhiyye ile mahdûm-ı mükerremlerinin
zamânında ihyâsına muvaffakiyyet elverdi.
Abdülbâkî Dede Efendi
15 Ramazân 1300*(20
Temmuz 1883) Çarşamba gecesi zînet-efzâ-yı bezm-i şuhûd oldu. Celâleddîn Dede
Efendi’nin necl-i necîbidir. Pederiden bed’-i Besmele etmiş, mevlevîhâne
civârındaki kurrâ-hânede muallim Mûsâ Efendi’den teallüm-i Kur’ân ile
(Dârü’t-tahsîl) mektebe, sonra Dâvûd Paşa Rüşdîsi’ne devâm ile şehâdet-nâme
almıştır. Pederlerinden Mesnevî okuyup, 1318*(1900-01)’de
kârî-i Mesnevî olmuştu. Kütübhâne-i Umûmî hâfız-ı kütübü İsmâîl
Efendi’den maânî, kelâm, akâid, Şifâ ve Buhârî-i şerîf ve Şeyh
Elîf Efendi’den Mesnevî-i şerîf ve ba’zı kütüb-i sûfiyye tederrüsle, 1324*(1906)’te Mesnevî-i
şerîfden icâzet almıştır. Es’ad Dede merhûmdan da Zevrâ okudular.
Pederlerinin hastalığı
esnâsında vukû’ bulan mürâcaatı üzerine, Konya’dan Çelebi Abdülvâhid Efendi
destâra me’zûn olmuş ve kırâat-i İsm-i Celâl’e ve mukâbele icrâsına salâhiyyet
kazanmıştır. Pederinin irtihâlinde ise bi’l-isâle makâm-ı meşîhate revnak
vermişlerdir. Elyevm Hânkâh-ı Mevlevî’de takrîr-i Mesnevî ile huzzârı
müstefîz buyururlar. el-Füyûzât (الفيوضات) 1328 târîh-i meşîhatleridir.
İlm ü fazlı, edeb ü
terbiyesi, her dürlü mehâsin-i ahlâkı, fart-ı tevâzuu i’tibâriyle cidden bâis-i
iftihârımızdır.
Gâyet rengîn eş’ârı
vardır:
Gözün
aç var mı ey gâfil cihânda olmayan âşık
*214* Kuruldu
aşk ile âlem zemîn ü âsumân âşık
Nedir bu
hâl-i hayret-bahş pîr âşık cevân âşık
Hudâ
âşık Rasûl âşık bütün kevn ü mekân âşık
Tecellî
eyleyince hubb-ı zâtı vech-i âdemde
Şuûnât-ı cihân geldi vücûda hepsi bir demde
Nihân
olmuşken ey Bâkî nevâ-yı aşk nâlemde
Aceb mi
ben dahi da’vâ-yı aşk itsem bu âlemde
Hudâ
âşık Rasûl âşık bütün kevn ü mekân âşık
Mahfil risâle-i
mu’teberesinde ara sıra kıt’a, rubâî, gazel gibi âsâr-ı nefîseleri mütâlaa
olunur. Sâhib-i dîvân bir şâir-i zî-şân olduklarına şübhe yoktur. Kemâlât-ı
ilmiyyeleri ve zevk-ı tasavvufîleri de yüksektir.
Nâyı
dinle ihtizâr-ı kâse-i tanbûru gör
Nevbet-i
hünkâr-ı aşk u hüsrev-i Mansûr’u gör
Âşıkân-râ fî salâtin dâimûnun remzini
Dem le
ihtâr eyleyen nakkâre-i pür-şûru gör
Gerdiş-i
pür-cûşunu ehl-i semâın seyr idüp
Cebreîl-i âsumân peymâ-yı dûr-â-dûru gör
Halka-i
uşşâka gir bezm-i semâa dâhil ol
Âsumân-ı
aşka pervâz eyle nûr-â-nûru gör
Gel
semâ’-ı bâ-safâya cennet-i a’lâya bak
Sakf-ı
merfûa nazar kıl hâne-i ma’mûru gör
Sîne-çâk-ı zevk-ı vasl ol vâdi-i tevhîdde
Mahz-ı
aşk ol ne Kelîmu’llâh’ı gör ne Tûr’u gör
El açup
raks eyledikce âşıkân-ı sâdıkân
Sâki-i
Kevser elinde kâse-i fağfûru gör
Hazret-i Tâhir gibi üstâdımız varken bizim[40]
Sâye-i
Mollâ’da Bâkî sîne-i mağrûru gör
* * *
Ey âftâb
zuhûr it nikâb-ı aşkından
Karardı
ufk-ı ümmîdim ıtâb-ı aşkından
Gedâ-yı
dergeh-i ihsân u iltifâtındır
Gönül
nasîb arayor işte bâb-ı aşkından
*215* Görünce
hikmet-i işrâkı nûr-ı çeşminde
Güzelce
ezbere aldım kitâb-ı aşkından
Hemîşe
tâbiş-i rûyunla feyz-yâb oldum
Misâl-i
zerre seng-i intisâb-ı aşkından
Derûn-ı
sînede cûş eyleyor hakîkat-i mey
O rütbe
mest ü harâbım şarâb-ı aşkından
Gönül
didikleri bir nağme-i şikâyetdir
Kemâl-i
sûz ile çıkmış rebâb-ı aşkından
Gören
sanır ki visâlinle şâd u raksânım
Bu hâl
bende senin ıztırâb-ı aşkından
Gamınla Bâkî-i bî-çâre her zamân giryân
Düşeni
bu katreye rahm it sehâb-ı aşkından
* * *
Aks-i
cemâl-i yâr dü-dîdem içindedir
Bir
nev-resîde gonca ki şeb-nem içindedir
Endûh u
gamla zâr u perîşân olan gönül
Mânend-i
şâne kâkül-i perçem içindedir
Nûr-ı
visâli hâne-i kalbimde cilve-ger
Îmân
çerâğı beyt-i mükerrem içindedir
Gördüm o
meh-likâya bakup kendi zâtımı
Rûhum
hemîşe nûr-ı mücessem içindedir
Bâkî safâyı
gör ki süveydâ-yı kalbimin
Arş-ı
Hudâ vü Ka’be vü Zemzem içindedir
Mevlevî bendesi Abdülbâkî
Bâkî Efendi, Sultân
Mehmed Reşâd Hân’ın mazhar-ı muhabbeti olmuş idi. Harb-i Umûmî zamânında
Mevlevî Taburu'nun te’sîsinde hizmeti mesbûk olup, taburla Konya’ya, oradan
Şâm’a gitmişti. Mükerreren Konya’ya gidip Hz. Pîr-i dest-gîri ziyârete muvaffak
olduğu gibi, Şâm’da eızze-i kirâmı, ale’l-husûs Hz. Şeyhü’l-Ekber’i dahi ziyâretle
müsâb olmuşlar ve Medîne-i Münevvere’ye giden hey’et miyânında bulunup, südde-i
seniyye-i nebeviyyeye rû-mâl olmak saâdet-i uzmâsına da ermişlerdir. (Tavvela’llâhu
omrehû ve zâde’llâhu feyzehû)
Hâce-i irfânım Es’ad
Dede hakkında yazdığım esere takrîz ihdâ buyurmuşlardı ki, her bir satırı
kemâllerine delâlet etmesi i’tibâriyle pek makbûl olmuştur.
Herkesi
kendine bend itdi güzel ahlâkı
Şeyh-i
pür-şân u şeref Hazret-i Abdülbâkî
*216* Abdülbâkî
Dede’nin şu rubâîsi pek hôştur:
Biz
zerre-i hurşîd-i cihân-ârâyısz
Kim
hıdmet-i hünkârda pâ-ber-câyız
Peykiz
döneriz bir güneş etrâfında
Manzûme-i şemsiyye-i Mevlânâ’yız
Gazel:
Sîne-i
bî-kînemi her lahza nâlân isterim
Nây-ı
Mevlânâ ile hem-bezm-i irfân isterim
İsterim
sırr-ı tecellî âşikâr olsun bana
Ben
temâşâ-yı cemâl-i yâri her ân isterim
Mâ-sivâdan pâkdir gönlüm misâl-i âsumân
Mihr-i
vech-i yâri ben anda nümâyân isterim
Dîde-i
hak-bîn içün her zerre bir âyînedir
Ru’yet-i
cân içün karşımda insân isterim
Bahr-i
vahdet mevc ursun dilde her ân u zamân
Aşkımı
deryâ gibi bî-hadd ü pâyân isterim
Şeyhini
dervîşini gördük bu fânî âlemin
Dest-gîr
olsun bana bir pâk-dâmân isterim
Dergeh-i
Monlâ’da Bâkî kesb-i envâr itmeğe
Şems-i
Tebrîzî gibi bir mihr-i tâbân isterim
* * *
İbn-i
Mevlânâ-yı Rûmî Hazret-i Abdülhalîm
Saldı
cümle bendegânın hüzn ü ye’s ü firkate
Gül-bün-i ra’nâ-yı bâğ-ı Mevlevî’yken hayf kim
Uğradı
âlemde hep bâd-ı semûm-ı mihnete
Yıkdı
nahl-i nâzenîn-i kâmetin tîr-i kazâ
Cümleten
ahbâbını saldı zalâm-ı hasrete
Gûşe-gîr-i beyti’l-ahzân oldu ol şâh âkıbet
Bir nice
âlâm ile düşdü diyâr-ı gurbete
Dergeh-i
bâb-ı cedîde hasta hâliyle gelüp
Rûh-ı
pâkin eyledi teslîm-i Rabb-i rahmete
Tâir-i
gül-şen-serâ-yı cennet oldu lâ-cerem
Cedd-i
pâki rahm idüp aldı harîm-i kurbete
Çıkdı
bir er söyledi târîhini Bâkî hemân
İbn-i
Mevlânâ Halîm irdi şehîden vuslata
(ابن مولانا حليم ايردى شهيداً وصلته)
= 1345 – 1 = 1344
El-fakîr el-hakîr muallim-i muhtâc-ı ta’lîm
Bende-i bendegân-ı Mevlânâ
Abdülbâkî
Rubâî:
Sen
derd-i nihânımda nihânsın yâ Rab
Âhımda
figânımda nihânsın yâ Rab
Her
zerrede de rû-nümâ senin vechindir
Cânımda
cihânımda nihânsın yâ Rab
Tekkeler kapatılınca
şeyhlik ve dervîşlik sûretâ ilgâ olununca bu sadmeden mevlevîhâne dahi
tabîatıyla müteessir olmuş ve Şeyh Abdülbâkî Efendi’ye yalnız tekkenin harem
dâiresinde ikâmete me’zûniyyet verilip, hânkâhın şeyh dâiresi mekteb hâline
konularak, semâ’-hâne ve türbe mühürlenmiş idi. Şeyh Abdülbâkî Efendi,
bi-hasebi’z-zarûre bir zamânlar Millet Kütübhânesi’nde tedkîk-i kütüb ile
meşgûl olmuş, fakat tahsîsât dûçâr-ı inkıtâ’ olmasıyla Dârü’l-fünûn’da
edebiyyât-ı Fârisiyye müderrisliğine ta’yîn edilmiş idi.
Bir gazel-i âcizânem
üzerine lutfen tanzîr buyurdukları âtîdeki gazel aslından yüz def’a daha güzel
olup, bunda dûçâr oldukları mahrûmiyyeti, hıdmet-i ma’neviyyeden ne derecede
müteessir oldukları mündemictir. Yazı kendi yazısı olup, bir hâtıra
olarak buraya telsîk olundu:
Hz. Üstâd’a:
Nây-ı
Mevlânâ gibi zâr u nizâr oldum yine
Derd ü
firkatle mücessem âh u zâr oldum yine
Cüst -u-
cû-yı mihr-i rûy-ı yâr idüp şeb-tâ-seher
Mâh-veş
ben sâyir-i burc u medâr oldum yine
Göl göl
itdim sînemi zahm-ı firâk-ı yârdan
Vakt-i
sermâda acâyib nev-bahâr oldum yine
Hecr-i
şemsü’l-aşkla mânend-i Mevlânâ-yı Rûm
Devr
idüp gerdûna döndüm bî-karâr oldum yine
Gül-şen-i ümmîd şimdi gerçi bir vîrânedir
Ben o
gül-şende hezâr-ı nağme-kâr oldum yine
İstemezdim söylemek sûz u güdâz-ı aşkımı
Âh
bilmem ki neden bî-ihtiyâr oldum yine
Nerde
tâc-ı devletin Bâkî didim âyînede
Kendimi
kendim görünce şerm-sâr oldum yine
Mevlevî bendesi Abdülbâkî
*219* Muhammed Bahâeddîn Veled Çelebi
Evlâd-ı Mevlânâ’dan
Necîb Çelebi merhûmun oğludur. Necîb Çelebi, Yenikapı Mevlevîhânesi türbesinde
medfûn ve rahmet-i Hakk’a makrûndur. Veled Çelebi, lugaviyyûndan ve fuzalâ vü
urefâ vü şuarâ-yı zamândan bir edîb-i nükte-dândır.
Muhammed Bahâeddîn Veled
Çelebi Efendi b. Mustafa Necîb Çelebi b. Abdurrahmân-ı Râbi’ Çelebi b. Muhammed
Bahâeddîn Çelebi b. Ahmed Çelebi b. Abdurrahmân-ı Sâlis Çelebi b. Bayram Çelebi
b. Abdülhalîm-i Evvel Çelebi b. Abdurrahmân-ı Evvel Çelebi b. Ebû Bekir
Çelebi b. Ferruh Çelebi b. Hüsrev Çelebi b. Kâdî Paşa Muhammed Çelebi b.
Cemâleddîn Çelebi b. Âdil-i Sâlis Çelebi b. Ârif-i Sânî Çelebi b. Âdil-i Ekber
Çelebi b. Ulu Ârif Çelebi b. Sultân Veled b. Hz. Mevlânâ (azzema’llâhu
zikrahû ve kaddesa’llâhu esrârahum).
Terceme-i hâlleriyle
tezyîn-i sahîfe eylemek ârzûsunda bulunarak kendilerinden bi’l-vâsıta ba’zı
mertebe ma’lûmât istedim. Aradan zamân geçtiği hâlde ricâmı is’âf
buyurmadılar. Sefîne’mize zamânımız ricâlinin terâcim-i ahvâlini de yazmak
mecbûriyyeti olduğundan, bu yoldaki mürâcaatımıza karşı âsâr-ı istiğnâ vü
terâhî gösterilmesine diyecek sözüm yok; istediğim ne ihsândır, ne de
sadakadır. Hem kendine, hem kendime vesîle-i rahmet olacak bir
ma’lûmâtı Sefîne’ye dercden ibârettir. Ulu zevât, garaz ve ıvazdan hâlî
olarak, Fülân adam bizi eserine
yazmak istemiş, uluvv-i himmetine müteşekkiriz, is’âf mes’ûlüne gayret-kâr
olmak insâniyyeten lâzımdır. nazariyyesiyle şitâbân olmaları iktizâ
eylerken, tarîk-ı istiğnâya sâlik olmaları, doğrusu nazar-ı iltifât ile
görülmez. Mektûblar yazmak, posta ile alınması mefrûz cevâb-nâmenin zarfına
bile tarafımdan pul yapıştırılıp o zâtı masrafa sokmamak ve ale’l-ekser vapur,
şümendüfer masrafı ihtiyâr ile mahall-i ikâmetlerine kadar gitmek, zamân zâyî’
eylemek gibi fedâ-kârlığa karşı hüsn-i mukâbele görmeyince mahzûn olmuyorum,
der isem yalan söylemiş olurum.
Söylesem
te’sîri yok sussam gönül râzî değil
Çekdiğim
âlâmı bir ben bir de Allâh’ım bilir
Tezkire-i Fatîn’e zeyl
yazmakla meşgûl eâzım-ı üdebâ-yı zamândan İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi
dahi aynı derd ile müteessirdir. Ba’zan bu bâbda *220* hasb-i hâl
ederiz. Müşârünileyh asabiyyü’l-mizâc olduklarından, ziyâda mütehevvir olurlar;
Eserimde o gibilerin hâlini ahlâfa
teşhîr edeceğim. diyorlar ki, hakları vardır. Zîrâ bizler, ne
paralarından, ne eşyâlarından hiçbir şey isteyenlerden değiliz. Allah rızâsı
için bir eser yazıyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın o gibilere ihsân buyurduğu meziyyât-ı
fâzılayı takdîr ile, onlardan eserlerimizde bahs etmek istiyoruz. Edilecek
fedâkârlık suâllerimize doğru cevâb vermekten ibârettir. Yoksa indî olarak
yazacağımız bir bahsin sıdka, kizbe ihtimâli olduğundan ahlâfa doğru ma’lûmât
ile hizmet etmek isteriz.
Ehl-i
istiğnâya yâ Rab vir biraz insâf sen
Her ne ise sadede rücû’
edelim:
İstediğimiz ma’lûmâtı
müşârünileyh, bir gün olur verirse onu derc ederiz. Kendisi hakkındaki ma’lûmât
ve istitlââtım şundan ibârettir:
Târîh-i velâdeti 1284*(1867-68)
olduğu Remzî Dede’nin Târîhce-i Aktâb’da görülen şu beyitlerinden
nümâyândır:
Bahâeddîn
Veled sâhib-fazîlet
Odur
seccâde-pîrâ-yı tarîkat
Binikiyüz ile seksendörtde dehre
Gelüp
âsârı virdi dehre behre
Halîm-i
evvelin sâbi’ hafîdi
Kemâlât
ehlinin şeyh-i ferîdi
Veled Çelebi’nin ilm ü
edebe ziyâde meyli vardır. İyi tahsîl görmüştür. Bir zamân Bâb-ı Âlî’de
Matbûât-ı Dâhiliyye Kalemi’ne devâm eylemiş, orada hayli müddet hizmetle
mazhar-ı terakkî olmuştur. Bu sıralarda sahâif-i matbûâtta mühim makâleleri
görülürdü. Tarîkaten nisbeti Bahâriyye Mevlevî şeyhi Hüseyin Fahreddîn
Efendi’yedir. Galata Mevlevîhânesi meşîhati vekâleti uhde-i fâzılânelerine
tevcîh edildi. Burada bir müddet bulundular. Sonra 169. sahîfede bahs eylediğim
vechle, Galata Mevlevîhânesi şeyhi Muhammed Atâullâh Efendi’nin yerine asâleten
geçtiler. (Hâl-i hayâtında yerine âharının ta’yîni Atâullâh Efendi’nin bâis-i
teessür ü irtihâli olmuştur.)
Burada Veled
Çelebi, Mesnevî-i şerîf okuturlardı. Gider, dinler, müstefîd olurdum. Tâ
ki Meşrûtiyyet devri geldi, Konya’daki Çelebi Abdülhâlîm Efendi İstanbul’a
geldi. Burada gençliği *221* ve lâubâlîliği netîcesi çelebilikle
gayr-i kâbil-i te’lîf ba’zı hâlâtı görülüp, devletçe çelebilikten azl ve
İstanbul’da ikâmete me’mûr edilince, Veled Çelebi Konya’da, Âsitâne-i Pîr’de
seccâde-nişîn-i meşîhat olmuşlardır.
Yine Remzî Dede’nin
âtîdeki manzûmesinden Halîm Çelebi’nin infisâli 1328*(1910), tekrâr meşîhate
iâdeten ta’yîni 1337*(1919) senelerinde olduğu Veled Çelebi’nin dokuz sene
kadar çelebilik makâmında kaldıkları nümâyândır:
Halîm-i
evvelin sânîsi geldi
Sene
binikiyüz doksan bir idi
Cenâb-ı
Vâhid’in mahdûmudur bu
Makâmda
üç sene kaldıkda yâ hû
Vukû’-ı
infisâli bâ-irâde
Bin
üçyüz yinrmi sâli hem sekizde
Bin
üçyüzle otuzyedi olup sâl
Tebeddül
eyledi dünyâda ahvâl
Yine
Abdülhalîm bâ-işâret
Makâm-ı
ceddine geldi nihâyet
Yerlerine ise Üsküdar
Mevlevî şeyhi Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’yi getirmişlerdir ki, bahsi
geçmiştir.
Veled Çelebi ilm ü irfân
ile mümtâz ve beyne’l-üdebâ ser-efrâz olduklarından bu makâma revnak
vermişlerdir. Pâdişâh-ı zamân Mehmed Reşâd Hân-ı hâmis merhûmun, Yenikapı
Mevlevî şeyhi Osmân Efendi merhûma intisâb-ı kadîmi olmak ve Mevlevî bulunmak
hasebiyle Veled Çelebi’nin devre-i meşîhati parlak olarak güzer eyledi; hattâ
Konya’dan İstanbul’a da’vet-i pâdişâhî ile geldi. Topkapı Sarayı’nda Mecîdiyye
Köşkü’nde pâdişâh nâmına misâfir edildi ve dâimâ huzûr-ı pâdişâhîye kabûl
olunur ve hazret-i pâdişâh ile müsâhebât-ı tasavvufiyyede bulunurdu..
Pâdişâhın irtihâlinde
Abdülhalîm Çelebi tekrâr Âsitâne-i Pîr’e çelebi olmak ümniyyesiyle
müddeiyyâtına devâm ve şiddetle ikdâm ediyordu. İnkilâb-ı saltanatın
te’sîrinden bi’l-istifâde muvaffak oldu, Veled Çelebi açıkta kaldı, Abdülhalîm
Çelebi yine çelebi oldu.
Veled Çelebi, Âsitâne-i
Pîr’de iken imzâsını şöyle atardı:
ed-Dâî el-Hakîr el-Fakîr İbn-i Hz. Mevlânâ
eş-Şeyh Huccetu’llâh Muhammed Bahâeddîn Veled Hâdimü’s-sâdâti’l-Mevleviyye
fi’l-âsitâneti’l-kudsiyye.
Nitekim, Şeyh Gâlib’in
terceme-i hâli sırasında aynen kitabımıza telsîk
eylediğim Hak gazatesindeki makâle-i mufassalası zîrindeki imzâ bunun
aynıdır. Bu makâleyi okuyanlar Veled Çelebi’nin sâha-i edibeyyâtta ne mühim bir
müdekkik-i ârif olduğuna hükm ederler. Cidden takdîr ve iftihâr olunur.
*222* Ahmed Remzî
Dede’nin kısm-ı mahsûsunda derc edeceğim makâlesinde, müşârünileyh Veled Çelebi
hakkında, Siyâdet-penâh-ı edebî vü
lugavî Veled Çelebi hazretlerinin ma’lûmât-ı mürşidânelerine ta’bîrini kullanması da, Mevlevîlik âlemindeki
mevki’-i ihtirâmına delîldir.
Veled Çelebi, Erenköy’de
bir köşke mâliktir. Trenle gelip gittikce, vapurda bulundukça dâimâ nezdinde
bir kitâb ile görülür. Mütâlaasız zamânı yoktur. Köşkünde mühim bir
kütüb-hânesi vardır. Arabî ve Fârisî edebiyyâtına da vâkıf allâme-i zamândır.
Vahdet-i vücûd zevkına mâlik olup, kudemâ-yı sûfiyyenin mesâlikini tedkîk etmiş
ve her birinin felsefesi hakkında fikir edinmiş ve Hz. Monlâ-yı Rûm’un uluvv-i
kadr ü kemâline hayrân olmuş bir zâttır. Dârü’l-Fünûn’da müderrisliği vardı.
Bir aralık hükûmet-i milliyyeye arz-ı hıdmet emeliyle meşgûl olup, intihâbât-ı
ahîrede meb’ûs olmuş ve hâlen, ya’nî bu satırları yazdığım sırada (Rûmî 1340
senesi) Ankara’da Meclis-i Umûmî’de îfâ-yı hıdmet etmekte bulunmuştur. İlmî,
edebî, tasavvufî makâlaleriyle ara sıra sahâif-i matbûât tezeyyün eder.
Gâyet rengîn eş’ârı
vardır. Tarîk-ı feyz-refîk-ı Mevlevî’ye nisbetlerini şu manzûmeleriyle tebyîn
buyururlar:
Bir
yerde kim Cenâb-ı Celâl’in evi olur
Bî-şübhe
anda nice velî münzevî olur
İki
cihânda nâil-i âmâl olam diyen
Bi’llâh-i merd-i âkıl ise Mevelvî olur
Yâ Rab
nedir bu fart-ı tecellî bu nûr-ı feyz
Bu rütbe
hangi mihrin aceb pertevi olur
*223*
Dünyâyı kapladı şeref-i pîr-i dest-gîr
İnkâr
iden bu hâleti dîv-i gavî olur
Bak Mesnevî’ye var mı nazîri cihânda
Tanzîr
idilse Mushaf eğer Mesnevî olur
Biz
Mevlevîleriz feleği hiçe satmışız
Her kâr
u her muâmelemiz ma’nevî olur
Ben
isr-i pâk-i Hazret-i Monlâ’yı tutmuşum
İnsân
ise Veled pederin pey-revi olur
* * *
Biz
sırr-ı aşkı ney’le duyan Mevlevîleriz
Jeng-i
sivâyı mey’le yuyan Mevlevîleriz
İşrâk
ider avâlim-i nâsûtu fikrimiz
Zîrâ
ki Mesnevî okuyan Mevlevîleriz
Germî-i
ülfete ısınup bezm-i yârde
Halk-ı
zamâneden soğuyan Mevlevîleriz
Ebrû-yı
yâr kıble-i ikbâlimiz bizim
Çünki
imâm-ı aşka uyan Mevlevîleriz
Girmez Veled kulağımıza kîl ü kâl-i halk
Biz
sırr-ı aşkı ney’le duyan Mevlevîleriz
Mehmed Hân-ı hâmis
zamânında Harb-i Umûmî’de Filistin cebhesine cihâda giden Mevlevî taburlarının
kumandanı idi. O zamân Konya’da çelebilik makâmında idi. Şâm’da hayli zamân
ikâmet etmiş ve Câmi’-i Emeviyye’de Mesnevî-i şerîf okutmuş idi.
Medîne-i Münevvere’ye
azîmetle Ravza-i ıtır-nâk-ı Seyyidü’l-kevneyn’e rû-mâl olmak saâdetine de ermiş
erenlerdendir.
Orta boylu, buğday
benizli, kır sakallı ve şiddet-i mütâlaa te’sîriyle gözlüklü,
mütenâsibü’l-endâm nûr-ı ulviyyet ü necâbete mâlik, tarîk-ı hakîkate sâlik bir
zât-ı kerîmü’s-sıfâttır. (Tavvela’llâhu ömrehû).
ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ
*224* Nu’mân Dede Hazretleri
Şeyh Ahmed Remzî
Dede’den bu mevlevîhânenin safahât-ı târîhiyyesine dâir ma’lûmât istemiş idim.
Talebim müşârünileyhin tetebbuuna vesîle oldu, bir risâle vücûda getirdiler.
Aynen buraya derc ediyorum ki, el-hak bir vesîka-i târîhiyyedir:
1205 senesi
Rebîu’l-evvelinin beşinci günü (12 Kasım 1790) Galata Mevlevîhânesi’nin meydân
odasında mün’akid Meclis-i Şer’-i Ahmedî’de tanzîm edilen vakfiyye mecellesinde
beyân buyurulduğu vechle ol vakt Galata Mevlevîhânesi şeyhi bulunan
umdetü’l-meşâhı’l-mevleviyye dürratü’l-ukûdü’l-lü’lüiyye ârif-i
esrâr-ı Mesnevî vâsıl-ı maârif-i ma’nevî sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât
eş-Şeyh el-Celîl Nu’mân Beyefendi (Sahîfe, 135), ibnü’l-vezîr el-merhûm Yeğen
Ali Paşa[41], medîne-i Üsküdar’da Rum
Mehmed Paşa Mahallesi’de vâki’, etrâf-ı erbaası Kahveci Halîl Ağa menzili ve
horasancı dükkânı ve değirmen ve hallâç ve kürkçü dükkânları ve tarîk-ı âmm ile
mahdûd menzilini Mevlevî zâviyesi olarak vakf etmiş ve tevliyyet ve meşîhati
evvelâ kendi nefsine, ba’dehû evlâdına ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdına
batnen-ba’de-batn sağîr ü kebîr i’tibâr olunmayıp, herhangisi terbiye ve sülûk
görüp erkân-ı Mevleviyye’yi icrâya kâdir ve yedinde hilâfet-nâmesi olursa ona
ve ba’de’l-inkırâzı’l-evlâd hulefâsına şart kılmış ve hakk-ı âlîlerinde,
[42]( بانئ دركاه مولانا شده - شيخ كامل حضرت نعمان دده )
*225* denilmiştir.
Keçeci-zâde İzzet Molla
merhûmun Galata Mevlevîhânesi meşâyıh-ı kirâmını ta’dâd eylediği manzûme-i
târîhiyyesindeki,
Gelüp
Bakkâl-zâde Konya’dan erzâk-ı himmetle
İkiyüzbirde iden câ-nişîni Mîr Nu’mân’ı
İkiyüzbeşde dergehden olup Nu’mân Beğ ma’zûl
Erenler
yollamışlar nâmdaş şîr-i Yezdân’ı
Hemân
bir günde ma’zûl oldu anı sanma sen züldür
Ber-â-berdir anın bin sâl sultânlıkla bir ânı
Virilmiş
tekye Abdullâh Efendi nâm bir pîre
Gelürken
anı Kütahiyye’de defn itmiş ıhvânı
Gelüp
Gâlib Dede binikiyüzbeş âhiri içre
O
dergâh-ı şerîfe zâtı oldu şârih-i sânî
ebyâtından müstefâd olan Nu'mân Dede
hazretlerinin Galata Hânkâhı meşîhati dört sene olup ba’de’l-azl kendi
ihyâ-kerdesi Üsküdar Mevlevîhânesi’ne nakl buyurmuşlardır. Sandûka-i
merkadlerindeki levha-i târîhiyyede mukayyed oniki sene müddet-i meşîhetinin
dördü Galata, sekizi Üsküdar meşîhati müddetleri oldu. İrtihâlinin 1213*(1798-99)’de
olmasından müstebân olur. Sicill-i Osmânî’de, Nu’mân Bey, Yeğen Ali Paşa’nın mahdûmudur.
1201*(1786-87)’de terk-i dünyâ ile Konya’ya çekilip Mevlevî oldu. Ba’dehû
Galata Mevelvîhânesi şeyhi olup, 1204*(1789-90)’te infisâl etti. 1208*(1793-94)’de
Üsküdar’daki hânesini tekke edip, 1213 Recebinin onaltısında (24 Aralık 1798)
fevt oldu. denilmiş ise de Galata Mevlevîhânesi’nin
infisâli, vakfiyyesinin 1205*(1790-91)’te Galata Dergâhı’nın meydân odasında
Nu’mân Bey’in orada bi’l-fi’l şeyh bulunduğu zamânda tanzîminin delâlet-i
sarîhası ve İzzet Molla’nın manzûmedeki beyânı vechle Galata’dan infisâli 1204*(1789-90)’te
olmayıp, (120)5’te olduğu tezâhür etmekte bulunduğu gibi yevm-i irtihâlleri
Receb-i şerîfin onaltısında olmayıp, hîn-i intikâlinde inşâd edilen manzûme-i
târîhiyyedeki,
Şeb-i
mi’râcda ol mürşid-i kâmil göçücek
Eyledi
cümle mürîdânını nâlân-ı giryân
beyitinin meâl ve muktezâsı tasavvufân u
tesâdüfân-ı ma’neviyyeden olarak halef-i eşrefleri Galata şeyhi Gâlib Dede
Efendi hazretleriyle maan 1213*(1798) *226* senesi Recebinin leyle-i
mi’râc-ı bâhirü’l-ibtihâcında âric-i maâric-i ılliyyîn olmuşlardır (Kaddesa'llâhu
eesrârahumâ)
Nu’mân Dede
hazretlerinin târîh-i irtihâlî:
Mürşid-i
ehl-i tarîk Hazret-i Nu’mân Beğ kim
Hüsn-i
hulkuna anın olmaya hadd ü pâyân
Tâlib-i
râh-ı visâl-i Hak olan cânlara
Dest-gîr
olup ana olmuş idi râh-ı revân
Âh bu
hânkah-ı mevlevi-hâne içre
Eylemişdi nice âyîn-i semâ’ ü devrân
Şeb-i
mi’râcda ol mürşid-i kâmil göçicek
Eyledi
cümle mürîdânını nâlân-ı giryân
İrciî emri ile cânib-i Hakk’a gitdi
Eyledi
Adn’e kebûter gibi rûhu tayrân
Sanma
bî-cân yatur makbere içre ol şeyh
Hırkaya
çekdi serin dîdeden oldu pinhân
Dilerim
Hak’dan ana rûz-ı cezâ oldukda
Hazret-i
Pîr ile imdâd ide cümle pîrân
Menzil-i
maksad-ı aksâsına yetdi gitdi
Eyledi
anın içün matlabına tayy-i mekân
Ney ü âh ile
didim cevher-i târîh Münîb[43]
Dünyeden
azm-i semâ’ eyledi Şeyh Nu’mân
(دنيه دن عزم سماع ايلدى
شيخ نعمان) + (نى – آه)
27 Receb 1213*(4 Ocak 1799)
Üsküdar zurefâsı
lisânında deverân eden:
Üsküdar’da
vardır üç Nu’mân adı
Mevlevî
vü Dünyevî vü Uhrevî
beyitinden maksad, Sicill-i
Osmânî’nin beyânına göre; Dünyevî si, mukâtaât ve iltizâm ile meşgûl olan ve
1208*(1783-94)’de vefât eden Selânikli el-Hâc Nu’mân Bey; Uhrevî
si, 1211*(1796-97)’de irtihâl eden Seyyid Muhammed Paşa-zâde Nu’mân Bey;
Mevlevî
si ise, ma’lûm olduğu üzere Yeğen Ali Paşa-zâde Nu’mân Dede Bey
hazretleridir.
Târîh-i Cevdet’in 6.
cildinin 108. sahîfesinde muharrerdir ki:
İttifâkât-ı
garîbedendir, ol asrda eyyâm-ı sayfda, Üsküdar’da sâkin üç Nu’mân Bey var idi.
Biri Çavuşbaşılık'tan ma’zûlen Edirne’de ve diğeri silah-şörlüğü terk ile
Galata şeyhi olup, ba’de’l-azl Üsküdar’da hânesini tekke ederek birkaç sene
icrâ-yı âyîn eyledikten sonra orada fevt olup; biri dahi İsmâîl’de vefât eden
Selânikli Nu’mân Bey’dir. Ol zamân ba’zı zurefâ mezkûr beyiti söyleyüp, Selânikli
Nu’mân Bey’i kasd etmiştir ki, gûyâ riyâen tahsîl-i umûr-ı uhreviyyeye sâî
olduğunu izhâr ederdi. Bunların vefâtlarından *227* sonra zurefâdan birisi,
Üsküdar’da
kalmadı dünyâ evi
Dünyevî ne uhrevî ne Mevlevî
demiştir.
Muhammed Hüsâmeddîn Dede
Efendi
Nu’mân Dede’den sonra
câ-nişîn oldu. Üç sene îfâ-yı meşîhatle 1216*(1801-02)’da irtihâl etmiştir. Bu
zât, vakfiyyenin bir fıkrasında, Zâviye-i
merkûmenin dâhiliyyesinde vâlidem Emîne Kadın ve sulbî oğlum Muhammed
Hüsâmeddîn Efendi sâkinlerinden olup
denilen Hüsâmeddîn Efendi vâkıf
ve bânî-i dergâh Nu’mân Dede’nin oğlu mudur, yoksa mesmûât kabîlinden ba’zı
zevâtın ifâdesi vechle Nu’mân Dede hazretleri ber-hayât iken mahdûmu vefât
ederek Karahisâr Âsitânesi meşâyıhından Alâeddîn Çelebi’nin hemşîre-zâdesi Hüsâmeddîn
Efendi midir? Bu cihet meşkûk ise de, merkadlerindeki levha-i târîhiyyede, Hz. Şeyh Muhammed Hüsâmeddîn Dede Efendi yazılı
olup, çelebiliğe dâir bir işâret olmamasına nazaran Nu’mân Dede-zâde olması
ağleb ihtimâldir. Nu’mân Dede hazretlerinin bu Hüsâmeddîn Dede’den sonra evlâd
ve hulefâsından kimse kalmamıştır.
Muhammed Sâdık Dede
eş-Şeyh Muhammed Sâdık
b. el-Hâc Ömer nâmında bir halîfesi var idiyse de, şeyh-i mükerremleri
tarafından ihyâ-kerdeleri Üsküdar Mevlevîhânesi’ne icâre-i vâhide vakf edildiği
ve İzmir’e mülhak Tire kasabasında vâki’ Mahmûdlar Çiftliği’nin tesviye-i umûru
zımnında orada bulunduğu 1207*(1792-93) târîhinde irtihâl eylemiştir. Tire’nin
Arpacılar karyesi civârında, meşhûr Kaplan Suyu başında ve Kaplan Dede’nin
merkadi civârında elyevm kabri mevcûd olup, seng-i mezârının kitâbesi şudur:
Sâbıkan Galata Mevlevîhânesi’nde Şeyh olan
Yeğen Ali Paşa-zâde eş-Şeyh Nu’mân Bey’in halîfesi merhûm ve mağfûr eş-Şeyh
Muhammed Sâdık Dede. 1207
Ali Dede
Hüsâmeddîn Dede
Efendi’nin irtihâlinden sonra da 1216*(1801-02)’da kendilerine meşîhat tevcîh
edilen ve bir sene îfâ-yı hıdmetle dergâh-ı bakâya âzim olan eş-Şeyh el-Hâc Ali
Dede Efendi’nin terceme-i hâli mechûldür.
İsmâîl Hulûsî Dede
Ali Dede’den sonra iki
sene meşîhati vardır. 1219*(1804-05)’da azm-i hânkâh-ı bakâ *228* etmiştir.
Erbâb-ı fazl u kemâlden olduğu Surûrî merhûmun şu kıt’a-i târîhiyyesinden
müstebân olmaktadır:
Aceb
mi kalsa tehî Üsküdar Hânkâhı
Yerin
tutar yoğiken göçdü bâ-husûs Dede
Didi
kederle Surûrî-i muhlisi târîh
Çekildi
çille-i kabre dönüp Hulûsî Dede
(چكلدى چلهُ قبره دونوب خلوصى دده) = 1220*(1815)
Türbede medfûndur.
Sandûkasında yazılan târîh ile Surûrî’nin târîhi arasında bir sene fark vardır.
eş-Şeyh es-Seyyid el-Hâc
Muhammed Emîn Dede
Hulûsî Dede’den sonra
sekiz sene post-nişîn olarak 1227*(1812) senesinde irtihâl eylemiştir. Türbede
medfûndur.
eş-Şeyh es-Seyyid
Abdullâh Necîb Dede
Câ-nişîn-i meşîhat olup,
yirmidört sene meşîhatte bulunarak kâm-bîn olmuştur. Mevlevîhânede mahfûz
evrâk-ı resmiyyeye nazaran fa’’âl, himmet-kâr bir zâttır. Nu’mân Dede
hazretleri tarafından vakf edilen Mahmûdlar Çiftliği, her nasılsa Rumların
yed-i gasbına geçtiğinden tahlîsi için hayli uğraşmış, fakat nâil-i emel
olamamıştır. Zamân-ı meşîhatinde müşrif-i harâb bulunan dergâh, Sultân Mahmûd-ı
Adlî tarafından Müşîr Ahmed Fevzî Paşa’nın delâletiyle ta’mîr edilmiştir ki,
Pertev Paşa merhûmun söylediği târîh şudur:
Şehin-şâh-ı
müeyyed Hazret-i Sultân Mahmûd Hân
Hak
itmiş zâtını kutb-ı ser-âmed devr-i imkâna
Hemîşe
pîşesi ihyâ-yı dîn ü devlet ü dünyâ
Ne
câmi’ler ne dergehler ne yerler yapdı şâhâne
Ez-ân
cümle bu zîbâ hânkâhı eyleyüp ma’mûr
Dil-i
âşık gibi çokdan beru olmuşdu vîrâne
Misâl-i
sâbit ü seyyârelerdir bunda âşıklar
Dönerler
geh dururlar baş eğüp bir şems-i tâbâna
O şemsin
şevkıdır çün zerre ser-gerdân iden yoksa
Nigâh u
iltifât itmezler ansız çerh-ı gerdâna
Semâ’ u
zevk u şevk oldukca bu dergâh-ı vâlâda
Safâ-yı
her-dem ihsân eyle yâ Rab şâh-ı devrâna
Müşîr-i
hâssı Ahmed Fevzi Paşa oldu me’mûru
Ne
devlet mazhar olmak böyle devlet böyle ihsâna
Biri
cevherden a’lâ diğeri mümtâz ü müstesnâ
İki
târîh yazdım ben de Pertev müstemend-âne
Yine
şâdân kıldı rûh-ı Melânâ’yı Mahmûd Hân
Yapıldı tarh-i zîb-efzâ
bu a’lâ mevlevîhâne
(يينه
شادان قلدى روح مولانايى محمود خان)
(يبيلدى
طرح زيب افزا بو اعلا مولويخانه) = 1250*(1834-35)
Şeyh Abdullâh Necîb Dede
Efendi’nin târîh-i irtihâli:
Merkez-i
kutb-ı velâyet şeyh Abdullâh kim
Nûş idüp
sahbâ-yı mevti oldu Firdevs’e revân
*229* Terki
terk idüp fenâdan derd-i dâğ-ı aşk ile
Buldu
şimdi Adn-ı a’lâda hayât-ı câvidân
Gûş
idince irciî emrin
o zât-ı muhterem
Didi ey
va’llâh yâ Hû eyleyüp teslîm-i cân
Ayn-ı
dikkatle nazar kıl ey gönül bu âleme
Küllü şey’in hâlikün [44] tahtında dâhildir cihân
Cüst ü
cû eyler iken Sâib iki mısrâ’la
Mühmelinden rıhlet-i târîhini itdim beyân
Derd-i
Mevlânâ ile gül-zâr-ı dehri terk idüp
Kıldı yâ Hû Mevlevî
şeyhi Necîb azm-i cinân
(درد
مولانا ايله كلزار دهرى ترك ايدوب
قيلدى
يا هو مولوى شيخى نجيب عزم جنان ) = 1252*(1836-37)
es-Seyyid Hâfız Ahmed
Ârif Himmetî Dede
Seccâde-nîşîn-i reşâdet
olup, otuzdokuz sene meşîhatte bulunmuştur. Zamânında dergâh muhterik olup,
ashâb-ı hayrâtın iânâtıyla meydân odası simât-hâne, matbahı müştemil bir
dâire-i muhtasara dört hücre ve türbe-i şerîfe üzerine bir ism-i Celâl odası
yapılmıştır. Muhibbân-ı hâlisü’l-cinân-ı Mevleviyye’den Âsım Monla Bey merhûmun
bu hücre hakkındaki târîhidir:
Yapıldı
feyz-i Mevlânâ ile bu hücre-i vâlâ
Makâm-ı
zikr-i ism-i Zât-ı a’lâdır mürîdâna
Yâzup
târîhini dervîş Âsım eyledi takdîm
Dil ü
aşk ile Allâh di erenler gel bu meydâna
(دل و عشق ايله الله دى ارنلر كل بو ميدانه)
= 1285*1868-69
Ârif Himmetî Dede Efendi
vakıf-nâme-i husûsîsinde münderic olduğu üzere, yüzelli cild kadar kütüb-i
mütenevvia vakfına himmet ederek hücre-i mezkûrede inşâ eylediği camlı dolaba
vaz’ eylemiştir. Dergâh-ı şerîfin muhterik semâ’-hânesi teşebbüsât ü mürâcaât-ı
mütevâliyyeye rağmen inşâ olunamamış ve ism-i Celâl hücresi semâ’-hâne ittihâz
edilmiştir. Ahmed Ârif Himmetî Dede 1291 senesi Rabîu’l-âhirinde (Mayıs-Haziran
1874) târik-i tekye-gâh-ı fenâ ve âzim-i âsitâne-i bakâ
olmuştur.
eş-Şeyh es-Seyyid
Muhammed Hasîb Dede
Himmetî Dede’nin
oğludur. Beş sene meşîhati vardır. Âlem-i hestî vü mestîde ser-gerdân olmağla
makâmına sezâ-vâr görülmemişti. Bi’l-âhare ta’yîn edilmiştir. 1297*(1880)’de
irtihâl edip türbeye defn edildi.
eş-Şeyh el-Hâc Muhammed
Zekî Dede
Hat ve
Hattâtân mecmûasında mûmâileyh hakkında, Zekî Dede aslı Bursalı ve Üsküdar
Mevlevîhânesi’nin şeyhidir. Birçok nüsah-ı nefîse yazmıştır. Kâmil Paşa’nın
kitâb-hâne-dârı ve fetvâ-hânede meşk hocası *230* idi. Kendüye göre
mahsûs bir vâdî sâhibidir. 1297*(1880)’de
vefât eyledi. deniliyor. Dergâh-ı şerîfde bir tevhîd-i şerîf
kıt’asından başka yazısı yoktur. Zeki Dede’nin irtihâliyle artık temkîn peydâ
etmiş olan Hasîb Efendi’ye meşîhât erzânî buyurulmuş ve beş sene kadar hizmette
bulunarak 1304*(1886-87)’te irtihâl etmiştir. Şuarâ-yı Mevleviyye’den Üsküdarlı
Tal’at Bey vefâtına kıt’a-i âtiye-i târîhiyyeyi yazmıştır:
Ecel
bırakmadı gitdi Nesîb şeyhimizi
Cenâb-ı
hânkeh-i Üsküdar’a hıdmet ide
Güherle
hıdmetine düşdü böyle bir târîh
Riyâz-ı
cenneti me’vâ ide Hasîb Dede
(رياض جنتى مأوى ايده حسيب
دده) =
1304
Halîl Hâlid Dede
Hasîb Dede’nin vefâtında
birâderi, mecâzîbden Rûhî Dede’nin oğlu Ârif Efendi’ye meşîhat teveccüh etmiş
ise (de), sağîrü’s-sin olduğundan Konyalı Halîl Hâlid Dede Efendi vekîl olarak
îfâ-yı meşîhatle nâil-i hüsn-i şöhret olmuştur. İrtihâlinde Şeyh Azmî Efendi-zâde
Ahmed Celâleddîn Dede Efendi hazretleri tarafından inşâ buyurulan ve
sandûkasında muallak bulunan târîh, merhûmun nasıl bir ârif-i kâmil olduğunu
gösteriyor:
Üsküdar’ın
mevlevîhâne vekîl-i ârifi
İstikâmet ile ma’rûf idi bî-şekk ü nizâ’
Sâf-dil-i pâkîze dâmen merd-i takvâ ittisâf
Sîne-i
bî-kînesinde nûr iderdi iltimâ’
Rind-meşreb hüsn-i sîret sâhibi ehl-i sülûk
Eylemişdi kendisinde zühd ile aşk ictimâ’
Aşk-ı
Mevlânâ ile pîrâna ser pür-vecd ü hâl
Şevk ile
eylerdi meydân-ı erenlerde semâ’
İtdi
âheng-i kudûm-ı âhiret döne döne
İrciî âvâzını neyden idince istimâ’
Eyledi
kat’-ı alâyık mâ-sivâdan bildi kim
Câ-yı âsâyiş
değil dünyâ sudâ’-ender-sudâ’
Kayd-ı
süflîden rehâ-yâb oldu pervâz eyleyüp
Mürg-ı
rûhu âlem-i bâlâya itdi irtifâ’
Çâr-deh-i ma’sûm ile târîhini itmâm eyledim
Devrini
ikmâl ile Hâlid Dede kıldı vedâ’
(دورينى اكمال ايله خالد دده قيلدى وداع)
= 1320*(1902-03)
*231* Târîh-i
dîğer Üsküdarlı Tal’at Bey’indir:
Eyledi
dergehimizden rıhlet
Dedemiz
mürşidimiz bî-hengâm
Söyledik
cevher ile târihini
Oldu Hâlid
Dede huldiyy-i makâm
(اولدى خالد دده خلد مقام )
= 1320[45]
Türbede Medfûn Meşâyîh:
Esâmî-i Meşâyıh-ı Kirâm |
Velâdet |
Müddet-i Ömr |
Tevcîh-i Meşîhat |
Müddet-i Meşîhat |
Târîh-i Rıhleti |
eş-Şeyh Nu’mân Dede |
1101*(1690) |
101 |
1201*(1787) |
12 sene |
1213*(1798-99) |
eş-Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn Dede |
|
|
1213 |
3 sene |
1216*(1801-02) |
eş-Şeyh el-Hâc Ali Dede |
|
|
1216 |
1 sene |
1217*(1802-03) |
eş-Şeyh İsmâîl Hulûsî Dede |
|
|
1217 |
2 sene |
1219*(1804-05) |
eş-Şeyh Muhammed Emîn Dede |
|
|
1219 |
8 sene |
1227*(1812) |
eş-Şeyh Abdullâh Necîb Dede |
1199*(1785) |
53 |
1227 |
24 sene |
1252*(1836-37) |
eş-Şeyh Ahmed Ârif Himmetî Dede |
1218*(1803) |
75 |
1252 |
39 sene |
1291*1874) |
eş-Şeyh
Muhammed Zeki Dede |
|
|
1291 |
6 sene |
1297*(1880) |
eş-Şeyh
Muhammed Hasîb Dede |
1252*(1836) |
52 |
1299 |
5 sene |
1304*(1886-87) |
eş-Şeyh el-Vekîl Halîl Hâlid Dede |
|
|
1304 |
16 sene |
1320*(1902-03) |
Üsküdar meşâyıh-ı
Mevleviyye’sinden mâ-adâ türbe-i şerîfede medfûn bulunan zevât-ı sâire:
(Abdulkâdir Dede Efendi)
Beşiktaş Mevlevîhânesi
saraya kalb edildiğinde ora meşâyıhından Abdülkâdir Dede Efendi, Ahmed Ârif
Himmetî Dede’nin şeyhi olmak dolayısıyla na’ş-ı şerîfi Üsküdar’a nakl ile
türbe-i şerîfeye defn edilmiştir.
Târîh-i irtihâli:
*232* Şeyh
Abdulkâdir ibn-i Pîr-i pâk-i Ermenâk
Azm idüp
dâr-ı sürûra itdi terk-i gam-gede
Post-ı
dergâh-ı Beşiktaş otuzüç yıl tamâm
Cilve-gâh itmişdi Mevlânâ bu âlî-mesnede
Misli
yok bir ehl-i takvâ ârif-i bi’llâh idi
Her
revişde iktizâ eylerdi isr-i Ahmed’e
Nâd-i
irci’dan idince tekye-i Adn’i makâm
Kıldı
cümle bî-nevâ uşşâkını mâtem-zede
Rûh-ı
pâki eylesün meydân-ı vuslatda semâ’
Aşk ile
döndükce ârifler bu fânî tekyede
Şeyh
Kadrî göçdü târîh oldu fevt içün tamâm
Olsa da
şâyeste-i tahrîr seng-i merkade
Sarf-ı
makdûr itdim ey Safvet bu târîhe dahi
Göçdü
hayfâ kadr-dân bir pîr idi Kadrî Dede
(گوچدى حيفا قدر دان بر پير ايدى قدرى دده)
İrtihâli: 15 Zi’l-ka’de
1267*(11 Eylül 1851) Çarşamba
Üsküdar’a nakli: 24
Zi’l-ka’de 1284*(19 Mart 1868) Çarşamba
Nâmı şimdi Bahâriye olan
Beşiktaş Dergâhı’nın yevm-i mukâbelesi Çarşamba'dır. Tarîkat-ı celîle-i
Celâliyye’nin cilve-i ma’neviyyesindendir ki, meşâyıh u dirvîşân-ı Mevlevî’ye
mensûb oldukları dergâh-ı şerîfin mukâbele günleri irtihâl etmeleri
kesîrü’l-vukû’dur.
el-Hâc Ahmed Vesîm Paşa
Sandûkası mermerden
ma’mûl ve şu ibâre mahkûktur:
Kudemâ-yı vükelâ-yı devlet-i
aliyyeden Şeyhu’l-vüzerâ kapudân-ı deryâ hulefâ-yı Mevleviyye’den Hâcı Ahmed
Vesîm Dede Paşa’nın kabridir.
Velâdeti: 1240*(1824-25)
Vefâtı: 1328*(1910)
İbrâhîm Fasîh Dede
Bursa Mevlevî şeyhi Şemseddîn Dede Efendi’nin mahdûmu
es-Seyyid İbrâhîm Fasîh Dede Efendi de türbede medfûndur.
Tevellüdü: 28 Şa’bân 1313*(12 Şubat 1896).
İrtihâli: 6 Zi’l-hicce 1335*(23 Eylül 1917).
Muhammed Şemseddîn Efendi
Kayseri Mevlevî şeyhi Süleymân Atâullâh Dede Efendi
merhûmun mahdûmu Muhammed Şemseddîn Efendi, Zekî Dede merhûmun kabrinde
medfûndur. Şeyh Ahmed Remzî Dede’nin birâderidir. Şuarâdan olup, terceme-i
hâli Mahfel Risâlesi’inde neşr olunmuştur. (Kaddesa’llâh esrârahum)
*233* Türbe-i Şerîfe Hâricinde Matbah ve Simât-hâne Pencereleri Pîş-gâhında
Medfûn Bulunanlardan:
Ney-zen Azîz Dede
Mevlevî
dergehleri ser-neyzeni iken dirîğ
Âlem-i lâhûta pervâz itdi bu cân-ı azîz
Her dem eylerdi dil-i yârâna taksîm-i safâ
Bişnev ez-ney ders-i pür-feyzinden olmuşdu mecîz
Firkatiyle şerha şerha oldu şimdi sîneler
Çeşm-i cân-ı ehl-i ma’nâ hasretiyle eşk-rîz
Menzili ola tarab-gâh-ı makâm-ı sermedî
Kimseye câ-yı firâr olmuş mu çerh-ı pür-sitîz
Kemterîn-i Mevlevî İsmet didi târîhini
Göçdü yâ Hû aşk-ı Mevlânâ ile Dervîş Azîz
(گوچدى يا هو عشق مولانا ايله
درويش عزيز)
29 Zi’l-ka'de 1323*(25 Ocak 1906)
Ârif Dede
230. sahîfede yazdığım Hâlid Dede’den sonra meşîhate
asâleten Ârif Dede ta’yîn olunmuş ve altı sene kadar post-nişîn olmuş ise de,
maa'l-esef tahsîl ve terbiyesi noksân ve mübtelâ-yı sû-i akrân olmağla
Abdülhalîm Çelebi Efendi tarafından meşîhati 1326 senesinde ref’ edilerek
yerine Azmî Efendi-zâde Şeyh Ahmed Celâleddîn Dede Efendi ta’yîn olunmuştur.
Ferruh Çelebi Efendi
Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’nin terceme-i hâli âtîde
müstakillen derc olunacaktır. Ondan sonra Üsküdar Mevlevîhânesi meşîhatine
ta’yîn olunan zât-ı âlî-kadr olup, pederi Karahisâr Mevlevîhânesi şeyhi el-Hâc
Kemâleddîn Çelebi Efendi’dir. Ferah Çelebi, evvelce Kütahya Dergâh-ı şerîfi
meşîhati vekâletinde bulunuyordu.
Peder-i âlîleri zamânında âsitâne-i Hz. Sultân-ı
Dîvânî (Kuddise sırruhu'n-nûrânî) matbah-ı feyz-âşiyânesinde dâhil-i
idâd-ı nev-niyâzân ve ikmâl-i çille-i merdân ederek seyr ü sülûk görmüş
ve Mesnevî-i şerîf ve Dîvân-ı Kebîr ve ehâdîs-i
şerîfe mütâlaasıyla dem-güzâr olmuş dervîş-nihâd, âzâde-ser bir zât-ı
salâh-mu’tâddır. Zamân-ı meşîhati Harb-i Umûmî hengâmesine müsâdif olmağla,
Üsküdar Mevlevîhânesi birkaç def’a askerî işgâl altına alınarak gayr-i kâbil-i
iskân bir hâle gelmişti. 1338*(1919-20)’de Karaman’da kâin hazret-i mâder (kuddise
sırruhâ), dergâh-ı âlîsine tahvîl, meşîhati icrâ *234* edilmiş
ise de, iki sene sonra terk-i meşîhatle memleketinde gûşe-güzîn-i inzivâ
olmuştur.
Tab’ı mahviyyete meyyâl olup, meşâyıh-ı rusûmun
meclislerinden ve dergâh cem’iyyetlerinden hâl-i tehâşîde idi. Kalben
uyanıklardan olduğuna hüsn-i şehâdet eden ba’zı zevât-ı kirâmdan senâlarını
işittim.
*237* Ahmed Celâleddîn Efendi (ve) Hüseyin Azmî Dede
Galata Mevlevîhânesi meşâyıhı arasında
isimleri geçti. Bu zât-ı muhterem, Gelibolu Mevlevî şeyhi Hüseyin Azmî Dede
Efendi’nin mahdûmudur. 1270*(1854) târîhinde Gelibolu’da tennûre-pûş-ı vücûd
olmuştur ki, peder-i mükerremi Hüseyin Azmî Dede Efendi bi’l-âhare Mısır
Mevlevîhânesi’ne şeyh olup, birçok âsâr-ı Türkî ile orada vedâ’-ı semâ’-hâne-i
fenâ kılmıştır. Onun pederi Şeyh Ali İzzet, onun pederi Şeyh Mustafâ
el-Mevlevî’dir. Mısır Mevlevîhânesi meşîhatine Ahmed Celâleddîn Dede Efendi’nin
büyük birâderi Muhammed Şemseddîn Efendi post-nişîn olmuştur. Harb-i Umûmî esnâsında
irtihâl etti. Yerine mahdûmu Mustafâ Dede Efendi şeyh oldu.
Ahmed Celâleddîn Dede Efendi, Gelibolu’da
ibtidâî tahsîlinde bulunarak pederlerine arz-ı nisbet eylemiştir. Pederlerinin
Mısır’a azîmetinde berâberinde bulunup, ulûm-ı âliye vü êliyeyi orada elde
etmiş, fuzalâ vü hükemâ-yı İslâmiyye arasında mevki’ sâhibi olmuştur.
Elsine-i selêsede inşâd-ı nazma kâdir bir
şâir-i mâhirdir. Kavâid-i Arabiyyeye vukûf-ı tâmmı vardır. Hâfızasında birçok
ehâdîs ve âsâr ve ale’l-husûs Mevlevî güftârı olup, meclis-i sohbetlerinde
îcâb-ı hâle göre bahs etmek mu’tâdlarıdır. Ricâl-i Mevleviyye menâkıbına ve
terâcim-i ahvâline hakkıyla vâkıf bir zâttır.
İ’lân-ı Meşrûtiyyet sırasında Üsküdar
Mevlevîhânesi meşîhatine ta’yîn buyuruldular ve üç buçuk sene icrâ-yı meşîhat
ederek, 1328*(1910) senesinde Galata Mevlevîhânesi meşîhati uhde-i
ârifânelerine tevcîh olundu. Gerek Üsküdar’da, gerek Galata’da Veled Çelebi’ye
halef olmuşlardır.
Galata Mevlevîhânesi’ne ta’yîninde
Yenikapı Mevlevî şeyhi Abdülbâkî Efendi tarafından söylenen târîhdir:
Galata
Dergehi’ne şeyh olup Ahmed Dede’miz
Oldu ihvâh-ı safâ nâil-i aksâ-yı merâm
Şeyh-i bâbü’l-fukarâ dır ana târîh-i tâm
(شيخ باب الفقراء) = 1328
1298*(1881)’de Âsitâne-i Hz. Pîr’i ziyâret
ettiği gibi, 1342*(1924) senesi îyd-i adhâsında İstanbul meşâyıh-ı
Mevleviyye’siyle Ka’betü’l-uşşâkı ziyâret etmiştir. Esnâ-yı râhdaki sünûhât-ı
âşıkânelerinden:
*238* Habbezâ bir nesîm-i feyz-âver
Dile oldu vezân-ı vakt-i seher
Ne nesîm-i seher misâl-i abîr
Eyledi cân meşâmmını ta’tîr
Mest olup bû-yı cân-fezâsından
Kûy-ı cânânımın hevâsından
O hevâ ile çün olup cûşân
İtdi tennûr-ı dil hemân feverân
Vech geldi gönül sabâsından
Bî-karâr oldu cân safâsından
Yemm-i vecd ü garâm itdi hurûş
Kalmadı bende hiç fikret-i hûş
Aklımı aldı şevk-ı Mevlânâ
Beni Konya’ya sevk itdi o hevâ
Konya şehri ki kûy-ı cânândır
Nüzhet-i kalb ü füshat-i cândır
Mübtelâ-yı
firâk olan uşşâk
Zehr-i hecre arar durur tiryâk
Ana tiryâk vasl-ı dil-berdir
Kûy-ı cânâna aşk reh-berdir
Ravza-i pâkini ziyâret içün
Şedd-i rahl eyleyüp seyâhat içün
Bundan evvel ziyâret itmiş idim
Sene doksansekizde gitmiş idim
Dilerim ki be-avn-i Rabb-i Mücîb
Bu ikinci ziyâret ola nasîb
Âsitân-ı cenâb-ı pîrimize
Dû-cihân içre dest-gîrimize
Pâk niyyetle Konya’ya giderek
Varayım kûy-ı yâra âh iderek
Süreyim hâk-pâyine yüzümü
Açsun ol tûtiyâ benim gözümü
Hâkidir tûtiyâ-yı çeşm-i alîl
Nutk-ı cân-bahşıdır şifâ-yı alîl
Mesnevî’si
ki mağz-ı Kur’ân’dır
Kâşif-i remz ü sırr-ı Furkân’dır
Benden esrâr-ı bişnev i gûş it
Anlayup sem’-i câna menkûş it
Aşk-ı Mevlâ’ya türbet-i Mollâ
Oldu hum-hâne-i şarâb-ı safâ
O şarâb-ı safâyı nûş eyle
Sonra deryâ gibi hurûş eyle
Kılma bülbül gibi dilin sürûd
Eyle pervâne-vâr mahv-ı vücûd
* * *
Şâh-ı iklîm-i bakâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
Mazhar-ı feyz-i alâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
Nüsha-i kübrâ-yı Zâtı hem şurûh-ı Mesnevî
Kâşif-i sırr u hafâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
Âsumân-ı ma’rifetde şems-i tâbân şübhesiz
Nâşir-i feyz-i Hudâ’dır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
Öyle bir imdâd-res pîr-i şefîk-ı rahm-kâr
Dest-gîr-i bî-nevâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
Âsitânından ayırma gönlünü bir dem Celâl
Gerçi zâhirde cüdâdır Hazret-i Monlâ-yı Rûm
*239* Ahmed Celâleddîn Dede Efendi ağır tabîatlı, sâhib-i vakâr bir şeyh-i
kerâmet-âsârdır. Mesnevî-i şerîfi hakâyıkıyla ve dakâyıkıyla
tedrîse muktedirdir. Üsküdar’daki mevlevîhâne civârındaki hânelerinde beytûtet
ederler. Zamânımızda mâ-bihi’l-iftihâr hükemâ ve urefâ-yı meşâyıhdandır.
Şöhretten müctenib ve inzivâya râgıbdır.
Uzuna karîb boylu, kumraldan beyâza dönmüş
kısa sakallı, melîhu’l-vech bir zât olup, sikke-i şerîfeyi kaşlarının üstüne
kadar indirmek mu’tâdlarıdır.
Remzî Dede, Üsküdar Mevlevîhânesi nâmıyla
cem’ ve telfîk eylediği bir risâlede müşârünileyh hakkında şu sözleri söylüyor:
Peder-i bozorg-vârîlerinin meşîhati Mısır Hânkâhı’na tâhvîl eylediğinden,
ulemâ-yı Kâhire’den tahsîl-i kemâlât-ı ilmiyye vü ma’neviyye etmiş, mahfûzâtı
kesîr, ma’lûmâtı vefîr, ale’l-husûs menâkıb-ı ricâl-i Mevleviyye’ye bi-hakkın
vâkıf edebiyyât-ı Arabiyye vü Fârisiyyede yed-i tûlâ sâhibi, mecma’-ı maârif-i
tasavvufta yektâ, elsine-i selâsede şi’r ü inşâsı bî-hemtâ, fâzıl-ı mütebahhir
bir merd-i dânâdır. 1328*(1910)’de Üsküdar Zâviyesi’nden Galata Âsitânesi’ne
terfî’ ve i’lâ buyurulup, elyevm o hânkâh-ı âlîde câ-nişîn, şârih-i Mesnevî,
çeşme-sâz-ı feyz-i Mevlevî bir şeyh-i celîli’l-kadrimizdir. Metteana’llâhu
bi-fuyûzâtihî ve bi-tûli hayâtihî.
Dehre
gelmekden ne sûret ne heyûlâdır garaz
Sûret-i mümkinde vâcibden tecellâdır garaz
Zâhirin bir bâtını her sûretin ma’nâsı var
Sûret-i elfâzdan bî-şübhe ma’nâdır garaz
Kûy-ı yârı cennet ü hûra değişmez ârifân
Âdem-i ma’nâne havvâ(dır) ne havrâdır garaz
Âlem ü âdem merâyâdır zuhûr-ı zâtına
Vech-i yârı ol mezâhirden temâşâdır garaz
Dîn ü mezheb maksad u matlab Hudâ’dır âşıka
Tâlib-i Hakk’a ne dünyâdır ne ukbâdır garaz
Zâkirin varsa murâdı zikrden mezkûrdur
Ârif-i bi’llâha esmâdan müsemmâdır garaz
Ma’rifet tahsîlidir Hakk’a hakîkatde Celâl
Hilkat-i insândan ancak bu ma’nâdır garaz
*240* Şeyh Seyyid Ahmed
Remzî Dede (ve) Şeyh Süleymân Türâbî
Kayseri'de 1289*(1872) senesinde,
mevlevîhânede tennûre-pûş-ı vücûd olmuştur. Pederi Kayseri Mevlevî şeyhi
Süleymân Atâullâh Efendi'dir, onun pederi es-Seyyid Ahmed er-Remzî el-Mevlevî
b. es-Seyyid Süleymân Türâbî el-Mevlevî'dir ki, Konya'da âsitâne-i Pîr'de
seccâre-nişîn merhûm Saîd Hemdem Çelebi'nin şeyhidir. Onun pederi ismi ma'lûm
değildir. Ancak Konyalı olup sülâle-i tâhire-i Hz. Mevlânâ (kuddise
sırruhu'l-a'lâ)'dan oldukları söylenmekte ve seyyid ünvânını nakş-ı
hâtemlerinde muhâfaza etmekte iseler de kendisince isbât-ı neseb
husûsunda ihticâca sâlih bir vesîka bulunmadığı için kendi imzâ ve nakş-ı
hâteminde ism ü mahlasıyla iktifâ edip öyle bir şeref-i ma'nevîleri var ise
yazmamakla zâyi' olmaz fikrinde bulunur.
Vâlidesi cihetinden silsileleri
an'anesiyle Şeyh İbrâhîm-i Tennûrî hazretlerine müntehî olan ve Kayseri'nin Gurm-zâde
(?) denilen âilesindendir. Süleymân Türâbî hazretleri Kayseri'de Seyyid
Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî hazretlerinin türbe-i şerîfesinde medfûndur.
Târîhi:
Çıkdı
bir târîh-i mu'cem Hayretâ dilden hemân
Kutb-ı devrân Şeyh Süleymân eyledi azm-i cinân
(قطب دوران شيخ سليمان ايلدى عزم جنان)
beyitinin delâleti vechiyle 1251*(1835)'dir.
Ahmed Remzî Efendi'nin tahsîli
Kayseri'dedir. İbtidâî ve Rüşdî mekteblerinde okuduktan sonra, pederinden ve
eniştesi Göncü-zâde Nûh Necâtî ve onun mahdûmu elyevm Kayseri müftüsü Ahmed
Remzî Efendi ile mürîd-zâde Hoca Ali Efendi'dendir. Fevka'l-âde zekî ve müstaid
olduğundan henüz genç yaşında Arabî, Fârisî lisânlarında sâhib-i ihtisâs olarak
beyne'l-akrân bir mevki'-i mümtâz işgâl eylemişlerdir.
1310*(1892-93) târîhinde İstanbul'a
gelerek bir sene kadar Dîvân-ı Muhâsebât'a devâm etmiş ise de tavzîf
olunmadığından memleketine avdet etmiştir.
Gördük İstanbul'u da ba'z-ı
havâlîsini de
Bâb-ı Âlî'sini de Ankara vâlîsini de
diye, o zamân terâne-senc olduklarını
Mevlevî Tâhir Bey nakl eylediler.
*241* Pederlerinden sikke-pûş-ı tarîkat olmuşlarsa da Yenikapı Mevlevîhânesi
şeyhi Ebu'l-burhân Celâleddîn Dede merhûmdan semâ' çıkardıklarından âdât-ı
Mevlevî'den olarak müşârünileyh tarafından da sikkesi tekbîrlenmiştir.
Kayseri'ye avdetlerinde Muhâtaba sâhibi
urefâ-yı şuarâ-yı Mevleviyye'den Muhammed Nâzım Paşa mutasarrıf olarak
bulunuyordu. Remzî Dede'yi Kayseri Mekteb-i İ'dâdîsi Ahlâk ve Ulûm-ı Dîniyye
muallimliğine ta'yîne vâsıta olmuştur. Kayseri'de mevcûd talebe-i ulûmdan
ba'zılarına da Mevlevîhâne'de sabâhları kavâid, Pend-i Attâr, Gülistân, Bostân, Arûz-ı
Câmî ve Mesnevî-i şerîf tâlîm ve takrîriyle meşgûl
oldular. İ'lân-ı Meşrûtiyyet'i müteâkib me'zûniyyetle berây-ı ziyâret Konya'ya
geldiklerinden Çelebi Efendi, Zuhûrâta
tâbi' olarak burada kalınız. diye emretmekle , Kayseri'deki vazîfe-i
me'mûriyyetini terk ile bir sene kadar Âsitâne-i Hz. Mevlânâ (kuddise
sırruhu'l-a'lâ )'da müterakkıb-ı füyûzât u zuhûrât olarak kaldıktan
sonra Kütahya'da kâin Argûniyye Mevlevîhânesi meşîhati vekâletine ta'yîn
buyuruldu.
Orada bulunduğu dokuz mâh zarfında yine
tedrîs ve Ramazân-ı şerîfde ba'de'l-asr Mesnevî-i şerîf takrîriyle
evkât-güzâr oldular. Kemâlâtı günden güne şöhret buldukta Mevlevîler arasında
bir mevki'-i mümtâz işgâline başladılar. Kastamonu Mevlevîhânesi'ne sûret-i
ta'yîni Mesnevî-hân-ı şehîr hâce-i irfânım Es'ad Dede Efendi merhûm hakkında
yazdığım terceme-i hâl ve menâkıb-ı âli'l-âle makâm-ı ta'rîzde fakîre hitâben
yazdıkları mektûb-ı mufassalda bi'l-münâsebe şöyle beyân buyuruyorlar:
Kütahya'da
Argûniyye Mevlevîhânesi meşîhati vekâletinde iken Der-saâdet'te bulunan reşâdet-penâh
Abdülhalîm Çelebi Efendi tarafından vukû' bulan da'vet üzerine İstanbul'a
gelerek Kastamonu Mevlevîhânesi meşîhatine ta'yîn buyuruldum. Remzî Dede hâdimü'l-fukarâ (رمزى
دده خادم الفقرا) tâm 1326*(1908) senesini
müş'irdir[46] ki,
emr-i ta'yîn *142* bu zamâna müsâdifdir. Kastamonu
Mevlevîhânesi'nin selefden nakden kalan borcunu tesviyeye ve mevlevîhâneyi
ta'mîr ve ihyâya muvaffak olduğu gibi, Çelebilik makâmından şeref-vârid bir
emir üzerine Haleb Mevlevîhânesi'nin tahkîkâtına giderek o hizmeti ba'de'l-îfâ
o havâlî mevlevîhânelerinin tahkîk-i ahvâli emrolunur.
Bir münâsebetle Haleb, Ayntâb, Urfa
Kilisi, Hama, Humus, Şâm-ı Trablus, Lazkiye, Kudus cihetlerinde icrâ-yı seyâhet
ve makâmât-ı mübârekeyi ziyâret ve ba'z-ı ricâl-i kümmelîn ile de mülâkât ve
sohbet ederek altı ay sonra makâm-ı meşîhati olan Kastamonu'ya avdet eder.
Bi'l-âhare Haleb Âsitânesi meşîhatine, eş-Şeyh
Ahmed Remzî e-Halebî (الشيخ
احمد رمزى الحلبى) cümlesinin delâlet ettiği 1332*(1914)
senesinde ta'yîn olunmasıyla orasını dahi ez-ser-i nev ihyâya ve Mevlevîliğin o
havâlîde indirâsa yüz tutan şân u şerefini i'lâya nâil oldular. Haleb'e
vürûdlarından kırkbeş gün sonra peder-i âlîleri âzim-i sema'-hâne-i ılliyyîn
olarak Kayseri'de Seyyid Burhâneddîn-i Tirmizî hazretlerinin türbe-i şerîfesi
harîmine vasiyeti mûcibince defn olundular.
Harb-i Umûmî esnâsında İstanbul'dan
Filistin cebhesine hareket eden mücâhidîn-i Mevleviyye meyânında ser-halka-i
sınıf-ı mümtâz olarak bulunup Şam'a ve Medîne-i Münevvere'ye kadar âzim
oldular. Südde-i seniyye-i Hz. Risâlet-penâhî'ye rû-mâl olmak şerefine de
mazhar oldular. O sırada yazdıkları na't-ı şerîf:
Aşk-ı
ser-gerdân u âşık eyleyen dîdârına
Hüsnü de hayrân u meftûn eylemiş ruhsârına
Târ u mâr olmuş muhabbet zülfünün dil-bestesi
Vecd ü şevk üftâdedir bâb-ı şefâat-bârına
Lâ-yezâlî şâd-mânî câvidânî neş'eler
Câ-be-câ tefrîş idilmiş hâk-i arş-âsârına
Hurda bir kandîlidir tûr-ı tecellî-i kelîm
Dest-i hayret bir dehen Mûsâ-i cân envârına
Kubbe-i ulyâsının maksûresi arş-ı azim
Sidredir her gûşesi Cibrîl hıdmet-kârına
Mâ'ni-i Kur'ân tecessüm eylemiş olmuş herem
Hazret-i Hakk'ın habîbi Ahmed-i Muhtâr'ına
Cân atup gelmiş cinândan Bu'l-beşer bin şevk ile
Eylemiş evlâdını âmâde cân îsârına
*243* Ben neler gördüm der-i feyzinde Remzî akl-sûz
Sığmıyor kudsiyyeti şâirlerin eş'ârına
Şam'da birkaç sene kalarak Câmi'-i
Emeviyye'de minâre-i beyzâ kapısı kurbunda Mesnevî-i şerîf okutup,
Arapça takrîr etmesi yüzünden ulemâ vü urefâ-yı mahalliyyenin fevka'l-âde
nazar-ı istihsânını celb ile ulviyyet-i celîle-i Hz. Mevlânâ'yı herkesin
kalbinde isitikrâra muvaffak olduklarını Tâhirü'l-Mevlevî Bey nakl eylediler.
Haleb'in istîlâsında orayı terke ve
İstanbul'a avdete mecbûr olmuşlardı. Bu sırada Üsküdâr Mevlevî şeyhi Ferruh
Çelebi, Karaman Mevlevîhânesi'ne nakl ve Ahmed Remzî Dede dahi Üsküdâr
Mevlevîhânesi meşîhatine ta'yîn olundular.
Tâhirü'l-Mevlevî kardeşimiz şu târîh-i
ra'nâyı söylemiştir:
Üsküdâr'ın
Mevlevî Dergâhı aldı feyz-i nev
Çünki oldu hâdim-i irşâdı bir zî-iktidâr
Çıkdı bir gül-bâng ile târîhi nâ-yı sîneden
Remzi-i sâhib-kemâlât oldu şeyh-i Üsküdâr
(رمزى صاحب كمالات اولدى شيخ اسكدار)
= 1338*(1919-20)
Emîn Hâkî-i Mevlevî'nin:
بارك الله زهى دولت بى ,ايانست
كرم وهمت ملاى جلالى شانست
شيخ ما حضرت رمزى كه بدين عصر و محيط
قطب اقطاب ولا عمده ً درويشانست
هر كه ممنون شده اخوان بگو تاريخش
بعد ازين جنت ما زاويهء نعمانست[47]
1338*(1920)
Burası, hucurât, oturulmayacak derecede
harâb ve semâ'hâne ve türbe ise âlûde-i gubâr u türâb idi. Ahmed Remzî Dede'nin
her gittiği yeri i'mâr etmek hâssa-i nâfi'ası îcâbından olarak evvel-i emirde
semâ'hâne ve türbeyi ters^ın ve tahkîm ve ta'mîr ve termîm etmiş ve hucurâtı
mehmâ-emken temizletmiş idi. Senelerden beri muattal kalan semâ'hânede onbeş
günde bir Cumartesi günleri icrâ-yı âyîn-i tarîkata başlanıldı. Yenikapı
Mevlevîhânesi post-nişîni Abdülbâkî Dede Efendi bu târîh-i latîfi
söylemişlerdir ki, Suûdu'l-Mevlevî Beyefendi kardeşimiz i'tinâ ile yazmış,
Medresetü'l-Hattâtîn'de tezhîb ve teclîd ile dergâhta mevki'-i hürmete
asılmıştır.
*244* Şeh-i aktâb Mevlânâ idüp himmet bu devrâna
Füyûz-ı şems ile sahn-ı edeb döndü gülistâna
Zemîn ü âsumân kim cezbe-i aşkıyla döndükce
Açıldı bâr-gâh-ı Mevlevî her ehl-i îmâna
Kadîmen Üsküdar’da Hazret-i Nu’mân-ı dil-âgâh
Binâ itmişdi dergeh nâm-ı pâk-i pîr-i zî-şâna
Zamân geçmekle ammâ ki harâba müşrif olmuşdu
Nasîb oldu yine ta’mîri ba’z-ı ehl-i irfâna
Hudâ-yı zü’l-atâ ecr-i mesâif eylesün ihsân
Bu yolda nakd ü cân îsâr iden merdân-ı meydâna
Husâsan Hazret-i Remzî Dede ol şeyh-i âlî-câh
Kemâl-i himmetiyle nâil oldu feyz-i pîrâna
Bu dergâh-ı şerîf-i Mevlevî kim oldu âbâdân
Semâ' itse becâdır mihr-i âlem müstemendâna
Nevâ-yı nây-ı Mevlânâ'dır anda sûr-ı İsrâfîl
Virir nûr-ı hayâtı mürdegân-ı ye’s ü hicrâna
Görüp itmâmını Bâkî semâ’ itdim didim târîh
Salâ yâ Hû güşâd oldu yine bu mevlevîhâne
(صلا يا هو كشاد اولدى ينه بو مولويخانه)
1340*(1921-22)
O zamân muharrir-i fakîr
de manzûme-i âtiyeyi yazmış, bir eser-i hürmet olarak müşârünileyh Remzî
Dede’ye takdîm eylemiştim:
Muazzam
mürşid-i âlî Celâleddîn-i Mevlânâ
Ziyâ-pâş-ı hakîkatdir kulûb-ı ehl-i îmâna
Tarîk-ı
feyz-i hakda reh-nümâ-yı âlem-i esrâr
Hakâyık
âsumânında misâldir şems-i devrâna
Tarîkında yetişmişdir eâzım feyz-i lafzıyla
Husûsan
Şeyh Ahmed Remzi pür-şân geldi meydâna
Bu zât-ı
muhterem ki ârif-i ilm-i hakîkatdir
Mükerremdir mübecceldir vücûdu fer virir câna
Feyiz-bahşındadır hiç şübhe itme ol kerîmü’t-tab’
Füyûz-ı
şems-i Mevlânâ’yı bezl eyler semîmâne(?)
Ana
Kur’ân-ı nâtık dinse lâyık cân-ı uşşâkdır
Rumûz-ı Mesnevî’den bahs ider te’sîr kılar câna
Edîb ü
kâni’ ü hoş-sohbet ü ehl-i muhabbetdir
Tarîk-ı
Mevlevî’de bâis-i fahr oldu bir dâne
Virir
ders-i maârif tâlibe ilm-i tarîkatden
Vücûd-ı
mekremet-efzûdu zînet virdi devrâna
Gül-i
gül-zâr-ı Mevlânâ kitâb-ı nâtık-ı Hak’dır
Anın her
hâl ü kârı reh-nümâ erbâb-ı îkâna
Safâ-yı
câna mazhar olmak istersen azîzim gel
Tabîb-i
hâzık-ı ma’nâya koş sen olma bîgâne
Marîz-i
derd-i aşka virmede dârû-yı vuslatdan
Dahîl-i
bâb-ı ikrâmı olan tullâb-ı irfâna
Harîm-i
feyzine dâhil olanlar hâline hayrân
Hayât-ı
tâze geldi cân u dilden cümle ihvâna
Vücûdu
zînet-efzâ olmasıyla Üsküdar halkı
Kemâl-i
minnet arz eyler o şeyh-i sâhib- iz’âna
Harâb
âsârı i’mâr eylemekdir hasleti cânâ
Nice
eyyâm kapanmış kalmış idi mevlevîhâne
Bunu
i’mâra sarf-i fikr idüp ol şeyh-i pür-himmet
Kemâl-i
hüsn-i niyyetden irişdi avn-i Rahmân’a
Hudâ-yı
müsteân ihsân buyurdu yümn ü tevfîkı
Uluvv-i
gayretiyle işbu dergeh döndü umrâna
Binüçyüzkırkda ta’mîr eyledi ol ârif-i bi’llâh
Gönül
i’mârına mi’mâr-ı Hak’dır cümle yârâna
*245* Münâdîler nidâ kıldı derûn-ı
hâne-i dilde
Güşâde
oldu erbâb-ı kulûba mevlevîhâne
Umûm
erbâb-ı aşk medyûn-ı şükrân oldu bî-şübhe
Cenâb-ı
Remzi-i rûşen-zamîr yektâ-yı devrâna
Onun
vasfında dindi andelîb-i bâğ-ı Mevlânâ
Rumûz-ı
Hazret-i Monlâ’ya vâkıf şeyh-i zî-şâna
Hulâsa
her ne dinse şân-ı âlîsinde lâyıkdır
Bu yolda
arz-ı hissiyyât ider ol şeyh-i ekvâna
Muhibb-i
hâlisı Vassâf-ı kem-ter aşk u şevkından
Olunur
ehl-i aşka cân u dilden oldu pervâne
Bir müddet şeyh
dâiresinin üstüne bir kat daha ilâvesine ve hucurâtın mükemmelen ta’mîrine ve
bahçenin tarh ve tanzîmine de muvaffak olmuştur. Kaç senedir Ramazân-ı şerîfde
Üsküdar’da ve Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde ba’de’l-asr Mesnevî-i şerîf
takrîr buyurmaktadır. Dünyâ-perestândan olmadığı ve devr-endîşân-ı ümmetten
bulunduğu cihetle, Kayseri ahâlîsinden kendisini meb’ûs intihâb etmek
isteyenlere beyân-ı i’tizâz etmiş ve gıyâbından ta’yîn olunduğu hâlde isti’fâ
eylemiştir.
Gâyet zekî, şen ve
şâtır, meclis-ârâ, fevka’l-âde kuvve-i hâfızaya mâlik, ihâta-i külliyye sâhibi
bir nâdire-i hilkattir. Zarîf-âne ve nükte-perdâz-âne latîfeleri bezm-i sohbete
revnak verir. Bir gün mevlevîhânede cem’iyyet münâsebetiyle kalabalık vardı;
urefâ, zurefâ, ağniyâ ile dolu idi. Bi’z-zât kalkarak huzzâra, şeyh odasında
sigara takdîmi sırasında, Efendim,
şeyhler gerçi hâdimü’l-fukarâ olarak geçinirlerse de, ba’zan da hâdimü’l-ağniyâ
oluyorlar. diye zerâfet-perdâzlık etmişler, huzzâr-ı
meclisi tenşît eylemişlerdir.
Bir kandîl gecesi
Yenikapı Mevlevîhânesi’nde idim. Ziyâde izdihâm vardı. Fransız mu’teberânı da
gelmişler, Şeyh Abdülbâkî Efendi ile görüşmek istemişlerdi. Şeyhin nezdinde
bulundukları sırada Fransızca söylemek isteyen ecânib, şeyh-i müşârünileyhin o
lisân ile konuşmak istemediğini anladıkları gibi, içlerinden biri gâyet fasîh
olarak Arapça söylemeğe başladı. O sırada Şeyh Remzî Efendi, Şeyh
Abdülbâkî Efendi yanında idi. Derhâl o cevâb verdi ve Abdülbâkî Efendi’ye
tercümân oldu ve bu tercümânlık pek yerinde idi. Eğer Arapça da konuşulmasaydı,
gâyet çirkin olacaktı.
Remzî Dede, mülgâ
Meclis-i Meşâyıh a’zâlığında ve Medresetü’l-İrşâd’da tasavvuf müderrisliğinde
bulundukları gibi, elyevm Üsküdar vilâyeti müftüsünün taht-ı idâresindeki
meclisde dahi tekâyâ umûruna me’mûren *246* a’zâ sıfatıyla
bulunuyorlar, mükerreren Konya’ya giderek Âsitâne-i Hz. Pîr’e rû-mâl olmuşlar
ve 1319*(1901-02) senesinde, Abdülvâhid Çelebi zamânında, onun emriyle Pîrî
Paşa Zâviyesi Câmii’nde Mesnevî okutmuşlardır. Bu sırada
Çelebi tarafından Mesnevî icâzet-nâmesi verilmiştir.
Remzî Dede’nin ilme,
edebe, şi’re ziyâde i’tinâsı vardır. Güzel bir kütüb-hânesi olup, âsâr-ı nâdire
ile müzeyyendir.
Âsârı:
Üsküdar Mevlevîhânesi Risâlesi, manzûm Kavâid-i
Fârisî, Tuhfetü’s-Sâimîn, Âyîne-i Seyyid Serdân, Ber-güzâr, Târîhce-i
Aktâb, Gül-zâr-ı Aşk, Münâcât-ı Mevlânâ. Bunlar
matbû’dur, âtîdekiler gayr-i matbû’dur.
Kayseri’den Yetişen Şuarâ, Sadrüddîn-i Konevî
hazretlerinin Tebsıratü’l-Mübtedî ve Tezkiretü’l-Müntehî tercümesi Tekmiletü’t-Tarîka
Ma’rifetü’l-Hakîka, Dîvân ve daha ba’zı âsâr.
Bursalı Tâhir Bey
merhûm, Osmanlı Müellifleri nâm eserinde bahs olan âsârın
elif-bâ tertîbiyle bir fihristini yapmıştır. Mevzûât-ı Ulûm’a da
bir mükemmel fihrist yapıp kütüb-hâne-i dehre yâdigâr eylemiştir.
Yazdığını bilir, okuduğunu anlar urefâ-yı kirâmdandır.
Hakâyık u dakâyık-ı tasavvufiyyeyi hakkıyla idrâk etmiş meşâyıh-ı Mevleviyye’dendir.
Gâyet temiz giyinir, her yere gitmez, istitârı sever, rahîmü’l-kalb, vefâ-kâr,
edîb, halûk bir zât-ı âlî-kadrdir.
Otuz sene evvel Hazîne-i
Fünûn nâm risâle-i mevkûtede gördüğüm manzûmelerinden:
Nûr-ı
kudsiyyetle enverdir külâh-ı Mevlevî
Efser-i
şâhâne serverdir külâh-ı Mevlevî
Mültecâsın eylemez muhtâc aslâ kimseye
Öyle âlî
sâye-perverdir külâh-ı Mevlevî
Zînet-i
dünyâya rağbet itmesün ser-pûş iden
Doğrusu
baş tâcı zîverdir külâh-ı Mevlevî
Gösterir
erbâbına batnında arzu’s-simsime
Âlem-i
ma’nâda kişverdir külâh-ı Mevlevî
Âlem-i
kübrâ olan müsterşidin fark-ı serin
Menzil-i
taht itdi dâverdir külâh-ı Mevlevî
Zâhir ü
bâtında yek reng olduğundan sâliki
Mâ-sivâdan men’e pâverdir külâh-ı Mevlevî
Bende-i
Monlâ-yı Rûm’un kadri âlî cümleden
Remziyâ da’vâma
bâverdir külâh-ı Mevlevî
* * *
دل پريشانست بىگيسوى تو جانا
بيا
با وجود تست جمعيت ببزم ما
بيا
با تو رفت از انجمن ذوق و صفا و عافيت
يا زين اسباب جمعيت فرست و يا بيا [48]
*248* Seyyid Velâyet Hazretleri
Sadât-ı kirâmdandır.
Pederi Seyyid Ahmed b. Seyyid İshâk b. Seyyid Alâeddîn b. Seyyid Halîl b.
Seyyid Cihângîr b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Hayât b. Seyyid Rızâ b. Seyyid
Halîl b. Seyyid Mûsâ b. Seyyid Yahyâ b. Seyyid Süleymân b. Seyyid Fazl b.
Seyyid Muhammed b. Seyyid Hüseyin b. İmâm Muhammed Bâkır b. İmâm Zeynelâbidîn
b. İmâm Ali b. İmâm Hüseyin (radıya'llâhu anhüm).
855 sene-i hicriyyesinde
(1451) Kirmâstî’de dünyâya zînet vermiştir. Âşık Paşa evlâdından Şeyh Ahmed ki,
Zeyneddîn-i Hâfî halîfesidir, hazretlerinin kerîmesi Râbia Hâtûn’u 874*(1469-70)’te
İstanbul’da tezevvüc eylemiştir. 880*(1475-76)’de Mısır’a azîmetle Şeyh Seyyid
Vefâ b. Seyyid Ebû Bekir ile hem-sohbet olarak, ondan tarîkaten mücâz olup,
Ka’be-i Mükerreme’de Şeyh Abdülmu’tî ile mülâkî olmuşlardır. Hz. Sünbül ve
İshâk-ı Karamânî ile görüşmüştür. 886*(1481)’da peder ve vâlidesi irtihâl
ettikte hânesinin bahçesine defn eylemiştir ki, elyevm türbedir.
Seyyid Velâyet’in üç
haccı vardır. Sinn-i âlîleri yetmişüçe resîde oldukta, kırk gün kadar hastalandılar.
929 senesi Muharreminin evâsıtında (Aralık 1522) irtihâl-i dâr-ı naîm
eylediler. Cenâzesi son derece kalabalık olmuştur. Eâzım-ı zamândan Müftü Ali
Çelebi Cemâlî namâzını kıldırmıştır. Bir müddet sonra da haremi irtihâl
eylemiştir. Elyevm mevcûd olan türbede defîn-i hâk-i gufrândır. Harîk-ı kebîrde
türbe, dû-çâr-ı hasâr olmuştur. (مرقد
او محل غفران بود)[49].
Şakâyık’ta kerâmât-ı ârif-ânelerinden bahs
olunuyor. Fâtih’de Âşıkpaşa’da türbesi meşhûrdur.
942*(1535-36)’de oğlu
Dervîş Muhammed vefât eyledi. Türbede medfûndur. ( kaddesa'llâhu
esrârahum)
FÂTİH SOFULARI
*250* Bunlar, şehrimizde bulunanlar bilirler, fes
yerine beyâz ince dikişli tâkiyye giyerler, beyâz ve gayr-i muntazam sarık
sararlar. Yüzlerine ustura sürdürmezler, sakallarını uzatırlar, bıyıklarını
hemen dibinden denilecek derecede keserler, ale’l-ekser hacı yağı sürünürler,
gözlerine sürme çekerler. Cübbeleri beyâzdır ve gâyet geniştir. Şalvar
giyerler, kırmızı veyâ siyâh yemeni ve siyâh mest kullanırlar. Kendilerinden
bîgâne olanlarla alış-veriş etmezler, yolda kendilerinden olmayana selâm
vermezler. Hele fesli, kravatlı, kolalı gömlekli görürlerse başlarını
çevirirler. O gibiler, ez-kazâ bunlara selâm verecek olsa işitmezliğe gelirler.
Fâtih Câmi’-i şerîfinde çokca bulunurlar. Namâzda olanca kuvvetleriyle ta’dîl-i
erkâna riâyetle edâ-yı salâta inhimâk üzere olurlar. Taylasân koyuverirler,
ba’de’s-salât ucunu sarıklarının arasına sokarlar. Bid’at-gâh farz ettikleri
tekkelere gitmek, neûzu bi’llâh küfür derecesinde irtikâb-ı ma’sıyet sayılır.
Teşbîhde hatâ olmazsa Selânik dönmeleri gibi, kendilerinden başkasından kız
alıp vermezler. Kadınlarını siyâh yeldirme, beyâz kalın büyük bir başörtüsü,
siyâh ve sık peçe ve mümkinse eldiven ile gezdirler. Devâir-i resmiyyeye,
hıdmet-i devlete girmek, mesleklerine münâfîdir. Ticâret ile iştigâl edecek,
kedd-i yemîniyle geçinecek, tese’’ül eylemeyecektir. Evlâdlarını başka
mekteblere vermezler, ecnebî lisânı öğrenmek memnû’dur. Ancak Kur’ân, ilm-i
hâl, mümkin olduğu kadar Arapça kâfîdir, şeyhlerinin mektebine gönderirler.
Çocukları da aynen kendileri gibi kıyâfetle gezerler, Fâtih’e müctemian namâza
getirirler. Saçlarını kendileri kazıtırlar, çocukların (saçlarını) sıfır numara
makine ile kestirirler, şeyhleri *251* kulaklarına kadar
uzatır; başkaları bunu yapamaz. Başka câmi’lere pek muztar kalırlarsa giderler.
Zîrâ her imâma iktidâya pek heves-kâr değillerdir.
Kendilerine sorulsa, Zamân-ı saâdette ashâb gidişi bir mesleği
ta’kîb ediyoruz, muhdesât, bideât bize uzaktır. (derler). (كل
محدثة بدعة و كل بدعة ضلالة و الضلالة و صاحبها فى النار)[50] hadîs-i
şerîfi rehnümâ-yı hareketleridir. Turuk-ı aliyyeye şiddetle buğz ederler.
Pîrler, evliyâlar, ricâl-i tarîkat nedir bilmek, onlara muhabbet etmek
istemezler.
Bunların meslekleri
tarîkat-ı aliyye-i Nakşiyye’den inşiâb etmiştir. İmâm Rabbânî hazretlerine
nisbet-dârdırlar. Fakat bu nisbeti kendilerine sorsanız, onu da mâl etmek
istemezler. Turuk-ı aliyyedeki usûl ü âdâb-ı sülûka yanaşmazlar hepsini bid’at
addederler. Neş’e-i muhayyilelerini gizlerler, meydâna koymazlar. İmâm
Birgivî’nin[51] Tarîkat-ı
Muhammediyye’si onların mürşididir. İmâm-ı müşârünileyh turuk-ı aliyyeye
dahl eylemiş olduğundan, bundan, ziyâde zevk-yâb olurlar. Zâhirlerini tamâmen
sünnet-i seniyyeye ve ashâb-ı kirâmın sîretine tevfîk etmek isterler. Bu
isteklerine muhâlif her şeyden kaçınırlar. Üveysî görünürler, Hz. Şâh-ı
Nakşıbend'i bile taşraya çıkarırlar. Doğrudan
doğruya Hz. Hak’tan ve Rasûl-i Rabb-i Mutlak’tan alıyoruz. derler.
Usûl-i telkînleri: Bir
kimse şeyhlerine intisâb edecek olursa usûl-i telkînleri evvel emirde tedrîs-i
zâhirî, Ammâ sırf ulûm-ı dîniyyeye
münhasır olarak kazâya kalmış namâzı varsa ikmâl edecek, şeyhe
teslîm *252* olacağı zamân kazâya
kalmış namâzı bulunmayacak, üzerinde hukûk-ı ibâd nâmına bir şey olmayacak.
Hacı Emîn Efendi
Bu mesleği te’sîs eden
Hacı Emîn Efendi’dir. Onun zamânında bu meslek pek gizli idi. Sütcü veya Yoğurtçu
Emîn Efendi derlerdi. İnekleri vardı. Süt, yoğurt satar,
geçinirdi. Daha evvel basmacılık edermiş. Emîn Efendi Laz idi. Tahsîl-i Arabî
görmüş, cerbezeli bir pîr-i fânî idi. Fâtih’de Akdeniz tarafında Cum’a günleri
ba’de’s-salât va’z ederdi.
Bu sofular o zamân
şimdiki tadar çok değildi. Emîn Efendi pek gizli tutardı. Esnâ-yı va’zda
şeyhlere, dervîşlere, pîrlere, ricâl-i tarîkata atar tutardı. Bâlâda tasvîr
eylediğim kıyâfette gezer, bayâz cübbe giyer, celâli gâlib bir kimse idi. Ehl-i
tarîkata dahl-endâz olmak hîn-i va’zda yegâne sevdiği şey idi. (Ona göre) hepsi
zındık ehl-i cehennem idi.
Ahmed Baba
(Hacı Emîn Efendi’nin) şeyhi Nakşıbendî ricâlinden Ahmed
Baba nâm zâttır. Fâtih’de Sarıgezer’e inerken yol üzerinde kabri vardır. Hâfız Ahmed Efendi diye
yazar. Alâ-rivâyetin (Emîn Efendi) ondan sülûk görmüş, fakat o mesleği ictihâd
ile pîrini de bir tarafta bırakmıştır. Ahmed Baba’nın silsile-i tarîkatı İmâm
Rabbânî’ye müntehî imiş ve onun ahfâdından olup, pederi Fazlullâh Ma’sûm-ı
Buhârî, onun pederinin pederi İmâm Rabbânî’nin kerîme-zâdesi imiş. Ahmed Baba, mübârek bir zât idi. diyenler vardır.
Üveysî Rabbânî Yolu
(Ahmed Baba’nın),
mesleklerine Üveysî Rabbânî nâmını
verdikleri, bu sofuların büyük azîzleri mûmâileyh Emîn Efendi ulemâdan idi. Mesleğimiz cezbe yoludur. derdi.
Reîsimiz Cenâb-ı Cibrîl
aleyhi’s-selâmdır. der imiş. Diğer tarîkatlara benzememek için, Pîrimiz
diyemiyor, Reîsimiz
diyor. Emîn Efendi kendisine
intisâb edeceklere o zamân *253* istihâre emr eder ve kendi de istihârede bulunur, gizli teveccüh eder,
ondan sonra netîce-i hâle göre kabûl veyâ reddederdi. Kabûl ederse sâlikin
isti’dâdına göre zikr, salât-ı selâm yâhûd müsebbihât-ı aşare veyâ kelime-i
tevhîd hafiyyen telkîn ederdi. Tarîk-ı mücâhedeye teşvîk eylerdi. Dâimî sûrette
İsm-i Zât-ı İlâhî’nin kalbe menkûş olmasını te’kîd ederdi. Sâliklerin her biri
dersine devâm eder, birbirini dersinden haber-dâr eylemezdi.
Emîn Efendi, Hırka-i
Şerîf civârında sâkin idi. Kısa boylu, beyâz uzunca sakallı, gür sesli bir zât
idi. 1319*(1901-02) senesinde irtihâl eylemiştir. Fâtih Türbesi civârındaki
mezarlıkta güzer-gâhda medfûndur. Mezâr taşında böyle yazılmıştır:
Fâtih Câmi’-i şerîfinde Cum’a günleri va’z
eden ve Mecâlis-i İrşâdiyye ve Necâtü’l-Mü’minîn ve
sâir risâlelerin müellifi meşhûr ulemâ-yı kirâmdan Oflu el-Hâc Muhammed Emîn
Efendi’nin kabridir. Sene: 1319
Mecâlis-i İrşâdiyye Arabiyyü’l-ibâredir.
Hacı Muhammed Nûrî
Efendi
İstanbulludur. Genç
yaşında irtihâl eylemiştir. Hacı Emîn Efendi’nin mahrem-i esrâr ve câ-nişîni
olmuştu. Oldukça ilmi vardı. O da Emîn Efendi gibi telebbüs eder ve bi-aynihî
hareket eylerdi. Fâtih’de câmi’-i şerîfde Tarîkat-ı Muhammediyye’yi
ve İmâm-ı A’zam’ın Fıkh-ı Ekber’ini ve Atâullâh-ı
İskenderânî’nin Hikem-i Atâiyye’sini ve hocasının Mecâlis-i
İrşâdiyye’sini okuturdu. Cum’a günleri va’z eder, ikindiden sonra Delâilü'l-Hayrât, Hızb-i
A’zam okuturdu.
*254* Hacı Nûrî Efendi de şeyhlere, dervîşlere,
tarîkatlara düşmân idi. Atar tutar, aleyhlerinde bulunur, tezyîf-kâr olurdu.
Meslek-i hayâtiyyesi eser-i pâk-i Rasûlullâh’a zâhiren bâtınan tebeıyyet
idi. Delâil-i Hayrât bastırır, satar, onunla geçinir idi.
Usûl-i teslîkte, turuk-ı sâirede olduğu gibi rü’yâya i’tibâr etmez ve onunla
dersi artırmaz idi. Herkese ta’n-endâz idi. Devr-i Hamîdî’de Beşiktaş
Muhâfızlığı’nca taht-ı tevkîfe bile alınmış idi. Sâhib-i saâdet efendimizden
me’zûniyyet olmadıkça hiçbir kimse mücâz olamazdı.
Hacı Nûrî Efendi de,
hadd-i zâtında mücâhid-i riyâzet-kâr iyi bir adam idi. Üç dört mücâzı vardır. Onlardan
biriyle söyleşirdim. Sefîne-i Evliyâ’ya bunlar hakkında ma'lûmât
derc edebilmek emeliyle dâimâ hem-hâl olup, ma'lûmât istihsâline çalışırdım.
Zâten bu satırları ondan aldığım hakîkî tafsîlât üzerine yazdım.
Mûmâileyh, hânesinde
mücâzlarına gizli ders okutur idi. Sabâh namâzından sonra işrâk vaktine kadar,
ba’zan ba’del-asr üç dört kişi toplanır, zikr ederler imiş. Zikir, sünûhât
üzerine olurmuş. O zât dedi ki, Ba’zan
Türkçe zikr ederek Nûrî Efendi’ye ne sânih olursa o asl olurdu. Zikir,
hafî-kalbî olurdu. Hû, Allâh, Hay , ne zuhûr eylerse meşgûl olurduk.
Cezbe ve harâret, şevk, aşk çok olurdu. Onunla berâber meclisin mehâbetine
halel gelmezdi.
Dilinde çıban çıktı,
seretân hastalığına mübeddel oldu. Son *255* nefesine kadar
va’z ve nasîhat-ı irşâd ile meşgûl oldu. Sânihâtını yazardı. Akâid ve ahlâka
dâir eserler yazmış ise de, ikmâline muvaffak olamadan zâyi’ olmuştur.
İstihâresiz kimseyi
kabûl eylemezdi. Zuhûra göre hareket ederdi. Mürîdlerinin mâddî ma’nevî hâline
muttali’ olmuş idi. İntisâb etmek isteyenlere, Bakalım, istihâre edelim, hakkınızda ne
buyurulur. derler idi.
Orta boylu, sarı ve köse
sakallı, beyâz yüzlü idi. Hastalandığı zamân Fâtih’de va’za Ürgüplü İbrâhîm
Efendi’yi, Kâsımpaşa’ya Süleymân Efendi’yi, Üsküdar’a Hoca Seyfeddîn Efendi’yi
me’mûr etmişti.
29 Şevvâl 1329 ve 8
Teşrîn-i Evvel 1327 (20 Aralık 1909) târîhine müsâdif Pazar günü irtihâl-i
dâr-ı bakâ eyledi. Fâtih’de namâzı kılındı, vasiyeti mûcibince Edirnekapı
hâricinde elyevm Şehîdlik civârında Sakızağacı’nda ihzâr olunan makberede
vedîa-i hâk-i mağfiret kılındı. Mezâr taşında böyle yazıyor:
(يا
ناظراً بقبرى متفكراً بحالى أمس كنت غداً تكون مثلى)[52]. Cum’a
günleri Fâtih Câmi’-i şerîfinde vâiz ve Delâilü'l-Hayrât hocası
meşhûr ulemâ-i kirâmdan eş-Şeyh Şehrî el-Hâc Muhammed Nûrî b. Alî’nin kabridir.
Süleymân Efendi
Erzurum civârındandır.
Emîn Efendi’ye yetişmiştir. Nûrî Efendi ile arası iyi değildi. Fakat nasılsa
irtihâlinde onun yerine geçmiş, Fâtih’te va’z eylemeğe etvâr ve evzâıyla çok
kimseleri başına toplamağa muvaffak olmuştur. Orta boylu, kara sakallı. Sakalı
köseye meyyâl, *256* saçları kulaklarına kadar uzun, ağzı büyük,
sarığı kocaman, şahsen muhâtabında muhabbet ve hürmet hissi uyandırmaktan
ziyâde heybet ve haşyet ilkâ eder bir vaz’iyyette bir adamdır. Va’z ederken
mürîdlerinden biri kürsünün yanına bir mangal getirir, va’zın hitâmına kadar
lâ-yenkatı’ öd ağacı yakar, duman câmi’-i şerîfi doldurur. Sesi iridir ve kısıkçadır,
çok bağırır. İlmi azdır, cerbezesi çoktur. Müftülükçe vâizlerin Ramazân-ı
şerîfde câmi'lerde va’zını imtihâna tâbi’ tutmasıyla, kendini imtihân etmek
istemişler. Eline verilen Arapça bir eserin ibâresini doğru okuyamamış, bu
sebeble geçen Ramazân-ı şerîfde va’z etmesine müsâade olunmamıştır. Bunun
üzerine mürîdlerine emr etti, herkes Fâtih’de Destereciler’deki hânesi
ittisâlindeki mescidde toplandı. Câmie gelmediler. Fakat bu adamın mazhariyyeti
vardır. Halkı başına toplayıcı bir hâli var ki, onunla eslâfından ziyâde
mürîdâna sâhib olmuştur. Bu da herkese atar tutar, taassubu kavî, lisânı cerî
bir zâttır.
Nûrî Efendi’nin mesleği
ile bunun mesleği arasında büyük fark vardır. Nûrî Efendi’den kalan ihvânının
çoğunu gücendirmiştir. Cum’a günü Fâtih Câmii yarıya kadar beyâz sarıklı
mürîdânıyla dolar. Duâyı kalkar ayakta yapar ve mürîdânına, Âvâzınız çıktığı kadar ‘âmîn’ diye
bağırınız. diye emr ettiğinden duâ ederken birkaç yüz
kişinin bir ağızdan, âmin diye
bağırması şimdiye kadar câmi'lerde, tekkelerde görülmüş âdetlerden değildir.
Süleymân Efendi’ye karîn
olan bir zâttan da şu ma'lûmâtı alabildim:
*257* Hânesi kurbundaki
câmi’de Süleymân Efendi imâmet eder, yatsı ve sabâh namâzlarında mürîdân
uzaktan yakından buraya şitâbân olur. Beş vakit namâz cemâatle edâ olunur.
Müezzinlik yoktur. Terâvîhi iki rek’atte bir selâm vererek kıldırır. Câmi’-i
şerîfde fesli bulunmadığından, hey’et-i umûmiyyesi zamân-ı saâdeti andırır.
Terâvîh namâzında dört rek’atte bir muhtasar va’z eder.
O câmii iâne ile
yapmıştır. Nâmına Yeni Câmi denilmiştir. Süleymân Efendi vaktiyle Tophâne
Fabrikası'nda çalışırmış. Emîn ve Nurî Efendilerden ders görmüştür. Câmiin
yanında bir mekteb vardır. Mürîdânın çocuklarını burada kendisi okutur.
Mürîdlerinin cenâze namâzını o kıldırır. Tekbîr ve tehlîlin şiddetle
aleyhindedir. Cenâze oldukça mürîdân çocuklarını da kabre kadar götürür. Nûrî
Efendi’nin kabrinin civârı hayât-ı fâniyyeden güzerân eden mürîdânın ârâm-gâh-ı
ebedîsidir.
Sabâh namâzına Eyüp’ten,
Râmiz’den cemâate gelen olur. Sakal mecbûrî, ustura ile tıraş memnû’, senede
bir def’a cemm-i gafîr Yûşa’a giderler, teferrüc ederler.
Süleymân Efendi,
çarşudan ekmek almaz, hânesinde pişirtir. Kurbân bayramında mürîdândan evli
olanlar kestikleri koyunun bir but veyâ kol, bir ciğer, bir başını; bekâr ise
pirzolalık hediyyeten getirmek âdet olmuştur. Ba’zıları kurbân getirirler.
Hammâma giderken
peştemâlı vücûduna ziyâde sarmak, kendi yıkanmak, dellâka yıkanmamak esâstır.
Kürt isyânında, Şeyh
Saîd mes’elesinde ve Erzurum hâdisesinde tevkîf olunanlar meyânında mûmâileyh
dahi tevkîf ve Ankara’da İstiklâl Mahkemesi’nde muhâkeme olunmuş, on sene
kal’a-bendliğe mahkûm olmuştur. İstanbul Hâpishânesi’nde mevkûf bulunmaktadır.
5 Muharrem 1345*(15 Temmuz 1926).
*258* Mütâlaa-i fakîr-ânem:
Bunların mesleğini
takdîr edenlerdenim. Ancak ifrât-kârlıkları ve kendilerinden gayrisini fırak-ı
dâlle ve ehl-i dalâletten addetmeleri afv olunmaz kusurlarındandır. Ulemâyı,
meşâyıhı, urefâyı kendilerine izhâr-ı âsâr-ı buğz edecek bir vaz’iyyete
düşürmeleri her hâlde mesleklerindeki ifrâtın mahsûlüdür. Dalâlette farz
ettikleri insânların içinden ne eâzım yetişmiştir ve el-ân yetişmekte
bulunmuştur. Onu takdîr etmiş olsalardı, dûr-endîş-âne hareketleriyle
mahbûbu’l-kulûb olurlardı. Kıyâfetleri, riyâzetleri, mücâhedeleri nazar-ı
iltifât ile görülmeğe şâyândır. Hele sâil olmamaları, bir maîşetle iştigâl
eylemeleri, beş vakit namâz kılmaları, dâimâ tilâvet-i Kur’ân ve Delâil ile
ve tasliye vü evrâd ile iştigâl etmeleri elbette hayırlıdır. Fakat halkın
nazarında riyâya mahmûl olacak şeylerden de tevekkî lâzım gelir ki, Hak
nezdinde mazhar-ı kabûl olsun.
Bir gün Bâyezîd’den
tramvayla Fâtih’e gidiyordum, bu beyâz takyelilerden biri traımvaya girdi,
bulduğu yerde diz çökerek oturdu. Cebinden Delâilü'l-Hayrât’ı
çıkardı, tramvay Fâtih’e gelesiye kadar okudu. İslâmı Hıristiyanı, Bu ne iştir? diye
baktılar, şaştılar kaldılar. Her şey’in yeri vardır. Bu gibi nevâfil ibâdât
mestûren icrâ olunur. Hattâ zamân-ı saâdette namâzın sünnetlerini herkes evinde
kılar, farza cemâate gelirler imiş; maksad riyâdan ictinâbdır. Böyle tramvayda
alâ-melei’n-nâs Delâil okunması, o kimseyi, kaba sofu
, ham sofu , câhil
sofu dedirtmeğe ve bi’n-netîce nazar-ı
İslâmiyyet’te sükûta sebeb olacak hâdisât-ı müessifedendir. Bir de dâimâ
kendileriyle alış veriş *259* etmeleri, gayriye selâm vermekten ictinâbları, âharın cenâzesine
gelmemeleri İslâmeyyet’te tefrikaya sebebdir. Reh-nümâları kâmil ve mükemmil
olsa bu gibi noksânlar vukûa gelmezdi. İslâmiyyet’te vahdet vardır, tefrika
yoktur. Tefrika ihdâs edenler mat’ûndur.
Bir de insân-ı kâmil
olmak kıyâfeti düzmekle değil, dest-be-kâr
dil-be-yâr , ya’nî el kârda, gönül yârda olmakla, herkesin hâline göre idâre-i hâl ü
kelâm etmekle ve muâmelât-ı cemîle-i insâniyyet-kâr-ânede bulunmakla ve
riyâdan, halkın nefretini, kin ve gayzını müstelzim ef’âl-i gayr-i makbûleden
ictinâbla ve herkesi kendinden yüksek bilmekle ve muhâtabında birçok fezâil-i
memdûha arayıp bulmakla olur. Ve’l-hâsıl zâhir i’tibâriyle iyi bir yola sâlik
oldukları hâlde inkisâr-ı umûmîye ve kesr-i kadr ü şerefe sebeb olacak hâl ve
hareketleri bi'l-ıztırâr bu satırları yazmağa nefsimde mecbûriyyet hissettirdi.
Zühd-i huşk makbûl
değildir, şuûn-ı aşka vâkıf olmak lâzım gelir.
Tarîkat
zâhidâ bir kisve-i nûr-ı ilâhîdir
Bi-hakk-ı Kibriyâ sen giymedin ammâ giyen giydi
Muhabbet
bir hakîkat câmesidir sûfiyâ bi'llâh
Kabâ-yı
zühd ü takvâyı ser-â-pâ çâk iden giydi
Ve’s-selâm alâ men’ittebea'l-hüdâ.
Sefîne-i Evliyâ’da bunlar hakkında da ma'lûmât bulunsun
diye ârzû ettim. Belki bir gün gelir, bunların mesleği hakında bir zât dûçâr-ı
merâk olur, bu satırları okursa merâkı mündefi’ olup, fakîri hayr-duâ ile yâda
inâyet-kârlık eder. Cenâb-ı Hak o gibilerden de râzî olsun.
KÂSIMPAŞA MEVLEVÎHÂNESİ
Abdî Dede Efendi
Dergâhın bânîsidir.
Galata Mevlevîhânesi şeyhi idi. Şârih-i Mesnevî İsmâîl-i
Ankaravî hazretleriyle orada selef-halef olmuşlardı. Abdullâh Dede
, Sırrî Abdî Dede , Abdî
Dede diye de yâd olunur. 172. sahîfede
müşârünileyhden bahs eyledim. Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’nin bânîsidir. 1041*(1631-32)’de
irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Türbesinin üzeri açıktır. Mübârek bir zât idi.[53]
Sırrî
Abdî Dede kıldı makâmında bürûz
(سرى عبدى دده قيلدى مقامنده بروز)
târîhidir[54].
Sırasıyla Şeyh Olanlar:
İbrâhîm Dede. İrtihâli: 1048*(1638-39).
Kâsım Dede. İrtihâli: 1051*(1641-42).
Halîl Dede: Abdî Dede-zâdedir. İrtihâli: 1088*(1677-78).
Seyyid Muhammed Dede: Halîl Dede-zâdedir. Abdî Dede yanında
medfûndur. İrtihâli: 1130*(1718).
Sâlik Dede: Abdî Dede hafîdidir. İrtihâli: 1135*(1722-23).
Abdî Dede’nin sülâlesi burada münkatı’dır.
Mûsâ Dede: On sene meşîhati vardır. 205. sahîfede
yazdığım vechle Yenikapı Mevlevî şeyhi oldu.
Şemseddîn Efendi: Mûsâ Dede-zâdedir. 1174*(1760-61)’te
Hicâz’da irtihâl eyledi.
Ali Dede: Arap-zâdedir. İrtihâli: 1181*(1767-68).
Diğer Ali Dede:
Hakîm Dervîş diye
meşhûrdur. Midillili idi. İrtihâli: 1190*(1776).
Muhammed Sâdık Dede: Galata Mevlevî şeyhi Selîm Dede’nin
oğludur. Pederinin irtihâlinde oraya şeyh oldu. Birâderi Mûsâ Dede yerine
geldi. 1197*(1783)’de mağdûren meşîhati ref’ edildi.
Semâhat Dede: Edirne Mevlevî şeyhi idi. Mûsâ Dede
yerine Kâsımpaşa Mevlevîhânesi’ne şeyh oldu.
Didi
târîh-i vefâtın
Göçdü bu yıl kutb-ı arz
(گوچدى بو ييل قطب ارض)
= 1203*(1788-89)[55]
Şeyh Ömer Dede: 1201 senesi 23 Rabîu'l-evvelinde (13
Ocak 1787) meşîhati ref’ edildi. Tekrâr Mûsâ Dede getirildi. 1202*(1788)’de
Mûsâ Dede’den tekrâr meşîhat ref’ edildi. Kâsımpaşa’da bir evde sâkin iken
işrete meyli arttı. Nihâyet bu bezm-i işretten mey-gede-i aşk u muhabbete revân
oldu. Yerine Seyyid Muhammed Dede geldi ki, Erzincan Mevlevî
şeyhi idi. (Seyyid Muhammed Dede), 1210*(1795-96)’da birâderiyle Hicâz’a gitti,
kâlıb-ı nâsûtu Mekke-i Mükerreme’de bıraktı. A'lâ-yı ılliyyîne urûc etti.
Monla Dede: Bir müddet meşîhatte bulunup câm-ı
mevti nûş eyledi.
Seyyid Ali Efendi: Seyyid Muhammed Efendi-zâdedir. 1211*(1796-97)’de
şeyh oldu. 1243 senesinde irtihâl-i dâr-ı naîm eyledi. Târîhi: 2 Muharrem 1243*(26
Temmuz 1827) Perşembe.
Mâh-ı
mâtemde yazup târîh-i hâlis eşkle
Kıldı
hakkânî-i mahv fi'llâh vücûdu Şeyh Ali
(قيلدى حقانئ محو فى الله وجودى شيخ على)[56]
Şeyh Ali Dede’nin birâderi Erzincan Mevlevî şeyhi
Nazîf Efendi bu tekkede vefât eylemiştir. Târîhi: Cemâziye'l-evvel 1243*(Kâsım-Aralık
1827)’dir. Burada medfûndur.
Şeyh Ömer Şemseddîn Dede Efendi:
Seyyid Ali Dede’nin
oğludur. 1265*(1849)’te irtihâl eyledi.
Çerhalar
yuf eyleyüp ben de didim şu mısraı
Er Şems-i Mevlevî’ye fücceten irdi zevâl
Şeyh Ali Efendi: Sinîn-i medîde icrâ-yı meşîhat
eyledi. Âhir-i vaktinde makâm-ı hayrete düşüp, istiğrâkta kalmıştır.
Seyfeddîn Dede Efendi: Mûmâileyhin mahdûmudur. Elyevm
post-nişîndir.
Mevlevîhâne 1252*(1836)’de
ve 1312*(1894-95)’de mükemmelen ta’mîr edilmiştir. Bir altın kafestir.
BA’ZI SİLSİLELER
*261* Silsile-i Nûr-bahşiyye
Nûr-bahşî tarîkı Necmeddîn-i Kübrâ
hazretlerinden münşeib olur.
Necmeddîn-i Kübrâ, Radıyyeddîn Ali b.
Saîd-i Lâlâ, Şeyh Şemseddîn-i Harakânî, Şeyh Abdurrâhmân-ı Asfarâî, Şeyh
Alâüddevle-i Sümmânî, Şeyh Mahmûd-ı Müzdekânî, Şeyh Seyyid Aliyy-i Hemedânî,
Şeyh İshâk-ı Ceylânî, Seyyid Muhammed Nûr-bahş-ı Buhârî (Kaddesallâhu
esrârahum).
Silsile-i Emîriyye
Bursa’da defîn-i hâk-i gufrân olan Emîr
Muhammed Şemseddîn-i Buhârî hazretleri bu tarîkın pîr-i sânîsidir. Nûr-bahş
hazretlerine de nisbetleri olduğu gibi, ber-vech-i âtî silsile-i tarîkatları da
başkadır:
Emîr Sultân Muhammed Şemseddîn-i Buhârî,
Şeyh Seyyid Îsâ, Şeyh Seyyid Ali, Şeyh Seyyid Muhammed, Şeyh Hüsnî Hüseyin,
Şeyh Hasan, Şeyh Muhammed Kâim el-Muntazır, Şeyh Hasan el-Askerî, Şeyh Ali
Hâdî-i Takî, Şeyh Muhammed Cevâd-ı Nakî, Şeyh İmâm Ca’fer es-Sâdık, İmâm Muhammed
Bâkır, İmâm Zeynelâbidîn, İmâm Hasan (Radıyallâhü anhüm).
Silsile-i Şettâriyye
Hz. Şâh-ı Nakşıbend efendimizin mürşidleri
Seyyid Emîr Külâl, şeyh Îsâ el-Hindî es-Sindî, Şeyh Ârif Şükür Muhammed, Şeyh
Muhammed el-Gavs, Şeyh el-Hâc Huzûr, Şeyh Hidâyetullâh, Şeyh Muhammed el-Kâdî,
Hz. Pîr Abdullâh eş-Şettârî, Şeyh Muhammed Ârif, Şeyh Âşık, Şeyh Muhammed
Hudâ-kulu, Şeyh Ebul-Hasan el-Harakânî an-Ebu'l-Muzaffer Mevlânâ Tûsî an-Ebû
Muhammed-i A’râbî an-Muhammed-i Mağribî an-Ebâ-yezîd-i Bestâmî (Kaddesallâhu
esrârahüm).
Tarîkat-ı Şettâriyye, tarîkat-ı aliyye-i
Nakşıbendî’de mündemic kalmıştır. Türkiye’de ayrıca bir kolu yoktur.
*262* Silsile-i Çeştiyye
Hz. Fahrül-enbiyâ aleyhi ekmelü’t-tehâyâ,
Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh), Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü
anh), Hâce Abdülvâhid b. Zeyd (Radıyallâhü anh), Hâce Fuzeyl b.
İyâz, İbrâhîm-i Edhem, Huzeyfetül-Mar’aşî, Emîneddîn Hebîretül-Basrî, Ebû
İbrâhîm İshâk Uluvv-i Dîneverîrî, Ebû İshâk eş-Şâmî, Ebû Ahmed Abdâl-ı Çeştî,
Ebû Muhammed-i Çeştî, Nâsırüddîn Ebû Yûsuf-ı Çeştî, Kutbüddîn Mevdûd-ı Çeştî,
Şerîf ez-Zendenî, Şeyh Osmân-ı Hârûnî, imâmü’t-tarîka seyyidinâ Şeyh Muînüddîn
Hasan es-Seczî Çeştî (Kaddesallâhu esrârahüm).
Silsile-i Sühreverdiyye
Hz. Nûr-ı ayn-ı âlem (Salla'llâhu
aleyhi ve sellem), Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh),
Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü anh), Habîb-i A’cemî, Dâvûd et-Tâî, Ma’rûf-ı
Kerhî, Serî es-Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Mimşâd-ı Dîneverî, Ahmed Esved
ed-Dîneverî, Muhammed-i Amûye, Kâdî Vecîhüddîn Ömer, Ziyâeddîn Ebu’n-Necîb
Abdülkâhir-i Sühreverdî, imâmü’t-tarîka Şihâbeddîn Ömer-i Sühreverdî (Kaddesallâhu
esrârarhüm).
Silsile-i Kübreviyye
Kurretül-ayn-ı uşşâk (Salla'llâhu
aleyhi ve sellem.), Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh),
Hasan-ı Basrî (Radıyallâhü anh), Habîb-i A’cemî, Dâvûd-ı Tâî, Ma’rûf-ı
Kerhî, Serî es-Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Alî Rûdbârî, Ebû Ali el-Kâtib,
Şeyh Osmân el-Mağribî, Şeyh Ebul-Kâsım el-Cürcânî, Ebû Bekr en-Nessâc, Ahmed-i
Gazâlî, Şeyh Ebu’n-Necîb Abdülkâdir-i Sühreverdî, Şeyh Ammâr b. Yâsir, *263* Şeyh
Rûz-behân-ı Baklî, imâmü’t-tarîka Şeyh Ebu’l-Cenâb Ömer b. Muhammed Necmeddîn-i
Kübrâ (Kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Kâdiriyye
Bâis-i îcâd-ı kâinât aleyhi
ekmelü’t-tahiyyât, Hz. Ali (Kerrema'llâhu vechehû ve radıya'llâhu anh),
İmâm Hasan, İmâm Hüseyin, İmâm Zeynelâbidîn, İmâm Muhammed Bâkır, İmâm Ca’fer-i
Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm Mûsâ Ali Rızâ, Şeyh Ma’rûf-ı Kerhî, Şeyh Seriyy-i
Sakatî, Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî, Şeyh Ebû Bekr Muhammed b. Dülef b. Muhammed
eş-Şiblî, Abdülazîz b. Hâris-i Temîmî, Ebul-Ferah Muhammed-i Tartûsî,
Ebul-Hasan el-Hakkârî, Ebû Saîd el-Mahzemî, imâmü’t-tarîka es-Seyyid
Abdülkâdir-i Geylânî (Kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Nakşıbendiyye
Mahbûb-ı güzîn-i İlâhî (aleyhi
salavâtu'llâhi ve selâmuh), Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (Radıya'llâhu anh),
Selmân-ı Fârisî (Radıya'llâhu anh), Kâsım b. Muhammed b. Ebû Bekr
es-Sıddîk, İmâm Ca’fer-i Sâdık, Bâyezîd-i Bestâmî, Ebul-Hasan-ı Harakânî, Ebû
Aliyy-i Fâremedî, Ebû Ya’kûb Yûsuf-ı Hemedânî, Abdülhâlık-ı Gücdüvânî, Hâce
Ârif-i Rîvgirî, Hâce Mahmûd İncîr-i Fağnevî, Hâce Aliyy-i Râmitenî, Hâce
Muhammed Baba Semmâsî, Hâce Emîr Külâl, imâmü’t-tarîka Hâce Bahâeddîn Şâh-ı
Nakşıbend (Kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Halvetiyye
Seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn (salla'llâhu
aleyhi ve sellem), Hz. Ali (kerrema'llâhü vechehû ve radıya'llâhu anh),
Hasan-ı Basrî (radıya'llâhu anh), Habîb-i A’cemî, Ebû Süleymân Dâvûd b.
Nasîrü’t-Tâî, Ebul-Mahfûz ma’rûf Aliyy-i Kerhî, Seriyy-i Sakatî, Cüneyd-i
Bağdâdî, Ahmed Mimşâd-ı Dîneverî, Muhammed-i Dîneverî, *264* Ömer Vecîhüddîn el-Kâdî, Ziyâeddîn Abdülkâdir el-Bekrî
es-Sühreverdî, Ebû Reşîd Kutbeddîn-i Ebherî, Rükneddîn Muhammed Nehhâs-ı
Buhârî, Şeyh Şihâbeddîn Muhammed-i Tebrîzî, Şeyh Seyyid Cemâleddîn-i Şîrâzî,
İbrâhîm Zâhid-i Geylânî, Kerîmüddîn Ahî Muhammed b. Nûrül-Halvetî, pîr-i
tarîkat-ı Halvetiyye Ebû Abdullâh Sirâceddîn Ömer b. Eş-Şeyh Ekmelüddîn-i
Geylânî Lâhicî el-Halvetî (kaddesallâhu esrârarhüm).
Şeyh el-Fânî Ahî Emre Muhammed el-Halvetî,
Şeyh Hâcî İzzeddîn el-Halvetî, Şeyh Sadreddîn-i Hıyâvî, pîr-i sânî-i tarîkat-ı
Halvetiyye eş-Şeyh es-Seyyid Celâleddîn Yahyâ b. es-Seyyid Bahâeddîn-i Şirvânî
(kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Medâriyye
Hind’de münteşirdir.
Mahbûb-ı yegâne-i Hak (aleyhi
salevâtullâhi taâlâ ve selâmuh), seyyidinâ Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (radıya'llâhu
anh), seyyidinâ Abdullâh Alem-i Berdâr, seyyidinâ Şeyh Yemîneddîn-i Şâmî,
Şeyh Emînüddîn-i Şâmî, Şeyh Tayfûr-ı Şâmî, Şeyh Bedreddîn Şâh-ı Medâr (sene:
716*1316 velâdeti, sene: 840 irtihâli leyle-i Cum’a 18 Cemâziye'l-âhir * 27
Aralık 1436, medfeni Hind’de Kemenfur nâm beldedir) (kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Melâmiyye
Melâmetiyye doğrusudur.
Mahbûb-ı güzîn-i Mevlâ (aleyhi
ekmelü’t-tehâyâ), Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk, Cübeyr b. Mut’ım b. Nevfel
es-Sahâbî, Şeyh Muhammed Müslim, Şeyh Ebû İyâz Mansûr-ı Kûfî, Şeyh Fuzeyl b.
İyâz-ı Kûfî, Şeyh Feth b. Aliyy-i Mevsılî, Şeyh Ebû Hüseyin Selem b. Hüseyin
Bârûsî, Şeyh Ebû Sâlih Hamdûn el-Kassâr (Bu zât silsile-i Melâmiyye’nin
pîridir.) (kaddesallâhu esrârarhüm).
Memleketimizde bu kol münteşir değildir.
Melâmîlik umûm turuk-ı aliyyeye sirâyet eylediğinden müstakil bir koldan
teselsül edememiştir.
*265* Silsile-i Aşkıyye
Silsile-i Nakşiyye’de Bâyezîd-i Bestâmî
hazretlerinden inşiâb ile yürümüştür.
Şeyh Bâyezîd Tayfûr-ı Bestâmî, Şeyh Ebû
Mûsâ Düeylî, Şeyh Ebû Bekr-i Emnânî, Şeyh Ömer ed-Dirhemî, Şeyh Cemâleddîn-i
Bestâmî, Şeyh Necmeddîn-i Bestâmî, Şeyh Kıvâmuddîn Hüseyin, Şeyh Ebû Yezîd-i
Aşkî (kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Şettâriyye
Bâyezîd-i Bestâmî, Hâce Muhammed
el-Mağribî, Ebû Muzaffer Mevlâ Tûsî (Bu zât Ebû Yezîd-i Aşkî’ye de mülâkî olup,
silsile-i Aşkıyye’den hisse-dâr-ı feyz olmuştur.), Şeyh Ebul-Hasan Ali b.
Ca’fer el-Harakânî, Şeyh Hudâkulu, Şeyh Muhammed Âşık, Şeyh Muhammed Ârif
et-Tayfûriyye, Şeyh Abdullâh eş-Şettâr (kaddesallâhu esrârarhüm).
Silsile-i Şinâviyye -
Silsile-i Gavsiyye
Şeyh Abdullâh eş-Şettâr hazretlerinden
münşeib olmuştur.
Silsile-i Gazâliyye
Şeyh Ebul-Hasan-ı Harakânî ve Ebul-Kâsım
Ali b. Abdülvâhid hazerâtından, Şeyh Ebû Aliyy-i Fazl b. Muhammed
el-Fâremedî’ye, ondan da Huccetül-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazâlî
hazretlerine feyz-i Muhammedî sereyân eylemiştir.
İmâm Muhammed el-Gazâlî
İmâm Gazâlî, eâzım-ı ulemâ-yı
İslâmiyye’den ve efâhım-ı urefâ-yı sûfiyyedendir. Zamânında ulemâ ile urefânın
arasında tekevvün eden beynûneti te'lîfe gayret etmiş, muvaffak olmuş, kudret-i
ilmiyye ve kemâlât-ı irfâniyyesini herkese teslîm ettirmiştir. Vücûd-ı
mukaddesleriyle iftihâr olunur. Kendilerine, Huccetül-İslâm lakabı
bil-istihkâk beynel-İslâm tevcîh olunmuştur.
Külliyyetli ve pek mühim te'lîfâtı vardır
ve beynel-ulemâ ziyâdesiyle makbûl tutulmuştur. Urefâ ve ulemâdan herkes
kendilerine hürmet-i ta’zîmde bulunur.
Rûhul-Beyân’da, İsmâîl Hakkî el-Celvetî hazretleri müşârünileyh hakkında vak’a-i
âtiyeyi nakl eder:
*266* Aktâb-ı zamândan bir veliyy-i a’zam; kendisini huzûr-ı
saâdet-i Muhammediyye’de görüyor. Büyük bir dîvân var. Hz. Mûsâ (Aleyhi's-selâm),
Rasûl-i Ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerinin, (علماء
أمتى كأنبياء بنى إسرائيل)[57] buyurmuş
olmasına karşı, sultânül-enbiyâ ve hikmet-nümâ-yı (وَمَا
يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى)[58] efendimizden
böyle buyurulmasının hakîkatini suâl etmiş ve Yâ Rasûlallâh ümmetinin ulemâsıyla
enbiyâ-yı Benî İsrâîl neden teşbîh buyuruldu. İstîzâhına
karşı, Ulemâ-yı ümmetten birini
ihzâr edeyim, bir görüşünüz. Hakîkat-i beyâniyyemi teslîm edersiniz. meâlinde cevâb-ı nebevî inâyet buyurulmuştur.
İşte o dîvân Hz. Mûsâ ile ulemâ-yı ümmet-i
Muhammed’den bir zâtın murâfaası için teşekkül etmiş bir dîvân idi. Ulemâ-yı
ümmetten İmâm Gazâlî, taraf-ı celîl-i nebevîden ihzâr buyurulmuş Hz. Mûsâ ile
İmâm Gazâlî karşı karşıya gelince, Hz. Mûsâ, İmâm Gazâlî’ye ismini sormuş, o
da, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed
b. Muhammed cevâbını verince Hz. Mûsâ, Ben size isminizi sordum, siz bana fazla
olarak pederinizden i’tibâren ecdâdınızın isimlerini de saymağa başladınız. diye
istiğrâb âsârı gösterince İmâm Gazâlî, Ey
Nebiyy-i zîşân Cenâb-ı Hak size, (وَمَا
تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى)[59] diye
sordu; siz, (قَالَ هِيَ عَصَايَ)[60] demekle
iktifâ edecek yerde, (أَتَوَكَّأُ
عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى)[61] diye
fuzûlî arz ve tafsîl-i cevâbda bulunmuştunuz. İşte ben de bu nazariyyenize
ittibâan tatvîl-i cevâb eyledim. diye ma’rûzâtta bulununca Hz. Mûsâ, İmâm
Gazâlî’nin mertebe-i irfânını takdîr edip huzûr-ı risâlette teslîm-i hakîkat
buyurmuşlardır.
Hz. Mûsâ’ya karşı ulemâ-yı ümmet arasından
temyîzi imâm-ı müşârünileyhin Huccetül-İslâm lakabına mazhariyyetini *269* müstelzim
ve vak’a-i müftehire bu olsa gerektir.
Terceme-i hâl-i âlîlerine gelince:
Zeyneddîn Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed
b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî nâmıyla muanven olup, ekâbir-i fukahâ-yı
Şâfiiyye’den bir zât-ı âlî-kadrdir. 450 sene-i hicriyyesinde (1058), Horasan’da
Tus şehri civârında Gazâle karyesi’nde dünyâya revnak vermiştir. İbtidâ Tus’da
Ahmed er-Râzkânî’den ve ba’dehû Nîsâbûr’da İmâmül-Haremeyn Ebul-Maâlî
el-Cüveynî’den tahsîl-i ulûm ederek üstâdının hayâtında kesb-i şöhret ve
te'lîfe mübâşeret etmekle, müşârünileyh tarafından tahsîn ve teşvîk olunmuş ve
üstâdının vefâtında Nîsâbûr’u terk ile Sürre-Men-reâ (Sâmerrâ)'ya
azîmet ederek, vezîr Nizâmül-Mülk ile görüşmüş ve müşârünileyhin ikrâm ve
ta’zîmine mazhar olmuştur. Huzûrunda meşâhîr-i ulemâ ile ettiği mübâhasât-ı
ilmiyyede cümlesine tefevvuk ile derece-i ilm ü kemâlini isbât ettiğinden, 484*(1091)
târîhinde henüz otuzdört yaşında iken Bağdâd’da Medrese-i Nizâmiyye’nin bir
müderrisliğine ta’yîn olunarak dört sene tedrîs-i ulûm ile kesb-i iştihâr
ettiler.
Şeyh Ebû Alî Fazl b. Muhammed el-Fâremedî
hazretleriyle hem-sohbet olup, onun dâire-i feyzine girdi. 488*(1095)’de
kâffe-i meşâgili terk ile gûşe-i zühd ü takvâya çekilmiş ve ba’dehû cânib-i
Hicâz’a azîmet, ba’del-hac Şâm’da Câmi’-i Ümeyye’nin garb cihetindeki medresede
tedrîs ile ba’del-iştigâl Kuds-i Şerîf’e gidip, ibâdet ve riyâzet ile vakit
geçirmiş ve oradan İskenderiye’ye giderek bir müddet kaldıktan sonra Sultân b.
Taşkın’ın da’veti üzerine Mağrib’e gitmek üzere gemiye binmiş ise de esnâ-yı
râhda sultân-ı müşârünileyhin haber-i vefâtını işitince yarı yoldan dönüp
vatanına avdet etmiş idi.
Tus’ta bir müddet te'lîf ve tedrîs ile
meşgûl olarak, ba’dehû Nîşâbûr’da Medrese-i Nizâmiyye müderrisliğini kabûl
etmesi ibrâm olunmağla oraya azîmete mecbûr olmuş ve nihâyet bir müddet sonra
terk-i hıdmetle vatanına dönmüş, mensûb bulunduğu tarîkat-ı aliyye-i sûfiyyeye
mahsûs bir hânkâh ve yanında bir medrese *268* inşâsına muvaffak olup bakıyye-i ömrünü burada ibâdet
ü riyâzet ve irşâd u tedrîs ile geçirmiş ve 505*(1111-12) târîhinde ellibeş
yaşında iken irtihâl-i dâr-ı naîm eylemiştir. (kaddesa'llâhu sırrahû)
Henüz genç yaşında nâil olduğu makâmât-ı
âliye gıbta-fermâdır. Te'lîfât-ı kesîresi vardır. En meşhûrları:
İhyâu'l-Ulûm, el-Basît, el-Vasît, el-Vecîz, el-Hulâsa, el-Müsta’fî, el-Münhal, el-Müntehal, Tehâfütül-Felâsife, Mihekkü’n-Nazar, Mi’yârül-İlm, el-Makâsıd, el-Meftûn
bihî alâ Gayri Ehlihî, el-Maksadül-Esnâ fî-Şerhi'l-Esmâi'l-Hüsnâ, Mişkâtül-Envâr, el-Münkızu
mine’d-Dalâl, Hakîkatül-Kavleyn ve sâire.
Kendileri meslek-i sûfiyyûnun necm-i
tâbânı olmağla felâsifenin efkârını red ve cerh yolunda mezkûr Tehâfütül-Felâsife kitâbını
yazmış ve muâsırı bulunan meşhûr İbn Rüşd’ün, Endülüs’ten sorduğu suâle cevâben
(İbn-i Rüşd) Tehâfütü Tahâfüti'l-Felâsife li'l-Gazâlî ünvânıyla
bir kitâb te'lîf ederek aksâ-yı şarkta zuhûr eden bir esere aksâ-yı mağribden
cevâb vermiştir.
İmâm Gazâlî’nin Arabî, Fârisî ba’z-ı
eş’ârı vardır.
Kıt’a:
هبنى صبوت كما ترون
بزعمكم
و حظيت منه بالثم هذا
زهر
إنى أعتزلت فلا تلوموا
أنه
أضحى يقابلنى بوجه أشعرى [62]
İrtihâli üzerine bir şâirin târîhi:
نصيب حجة إسلام ازين سراى
شيخ
حيات پنچه و پنچ و ممات پانصد و پنچ [63]
Âlem-i İslâm’ın iftihâr ettiği
eâzımdandır. Sûfiyyûnun mâ-bihi'l-iftihârıdırlar (نaddesa'llâhu esrârahum).
*269* 1343 sene-i hicriyyesinde (1924-25)
İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan tarîkat-ı aliyye-i
Mevlevî’ye mensûb olanlar:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Yenikapı
Mevlevîhânesi
Perşembe
Abdülbâkî Efendi
Bahâriye
Mevlevîhânesi Çشقşamba
Galata
Mevlevîhânesi
Cum’a
Ahmed Celâleddîn Efendi
Kâsımpaşa Mevlevîhânesi
Pazar
Seyfeddîn Efendi
Üsküdar
Mevlevîhânesi
Cumartesi
Ahmed Remzî Efendi
Tarîkat-ı aliyye-i
Rufâiyye’ye mensûb olanlar:
Dergâhın İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Üsküdar’da Rufâî Âsitânesi
Perşembe
Şeyh Hüsnî Efendi
Beşiktaş Ebulhüdâ
Tekkesi
Şeyh Seyfeddîn Efendi
Aksaray Ebulhayr
Tekkesi
Şeyh Şâkir Efendi
Üsküdar Çarşamba Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Hayrullâh Efendi
Üsküdar Sandıkçı Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Haydar Efendi
Beykoz Çayır
Tekkesi
Şeyh Kâmil Efendi
Firuzağa'da Hocazâde Tekkesi
Cum’a
Şeyh Resmî-zâde
Kulaksız'da Ma’rûfî Tekkesi Pazartesi
gecesi Şeyh Tâhâ Efendi
Eyüp'te Hasîb Efendi Tekkesi
Pazartesi
Şeyh Şa’bân Efendi
Eyüp'te Şeyh Selâmî Tekkesi
Pazar
Şeyh Muhsin Efendi
Eyüp'te Sultân Osmân Tekkesi
Cum’a
Şeyh Tal’at Efendi
Saîd Çavuş
Tekkesi
Perşembe
Şeyh Hakkî Efendi
Yeşiltulumba'da Şeyh Halîm Tekkesi Cum'a
Vekîl Şeyh Cemâl Efendi
Topkapı'da Şeyh Süleymân Ef. Tek.
Cumartesi
Şeyh Cemâl Efendi-zâde
Hüsrev Paşa
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Abbâs Efendi
Ümm-i Ken’ân
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Ken’ân Efendi
Kılıççı
Dergâhı
Pazar
Şeyh Ârif Efendi
*270* Tarsus
Tekkesi
Pazartesi gecesi Şeyh Muhammed
Efendi
Şehremini'de Ca’ferağa Tekkkesi Pazartesi
gecesi Şeyh Sâfî Efendi
Cerrehpaşa'da Bekâr Bey Tek.
Cumartesi İhsân Efendi vekîli Şeyh Haydar Efendi
Sarrâc İshâk
Dergâhı
Pazar
Şeyh Vahdî Efendi
Karababa
Tekkesi
Salı
Şeyh Haydar Efendi
Âraste
Tekkesi
Pazar
Şeyh Sâdık Efendi
Düğümlü Baba
Tekkesi Pazartesi
gecesi Şeyh Şihâb Efendi
Kartal'da Ma’rûfî
Tekkesi Cum’a
gecesi
Şeyh Yâsîn Efendi
Yakacık Rufâî Tekkesi
Rufâî Âsitânesi meşîhatine
meşrûtadır.
Tahtaminâre'de Sâlih Ef. Tekkesi Pazartesi
Şehremini'de Hulvî Efendi
Tekkesi
Tarîkat-ı aliyye-i
Sa’diyye’ye mensûb tekâyâ:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Abdüsselâm
Hânkâhı
Pazartesi
Şeyh Zâhir Efendi
Etyemez
Dergâhı
Salı
Şeyh Hüsnî Efendi
Sancaktar
Dergâhı
Pazar
Şeyh Sa'deddîn Efendi
Kadem
Tekkesi
Salı
Şeyh Salâhaddîn Efendi
Hâcı Matrak
Tekkesi
Salı
Şeyh İzzî Efendi
Eğrikapı'da Çakırağa Tekkesi
Cum’a
Şeyh Hulkî Efendi
Kırîmî Hâcı Hâfız
Efendi
Cum’a
Hasîrî-zâde
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Elîf Efendi
Taşlıburun
Tekkesi
Perşembe
Şeyh Sa'deddîn Efendi
Balçık Baba
Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Hâlid Efendi
Üsküdar'da Fethi Efendi Tekkkesi
Salı
Şeyh Şemseddîn Efendi
Hallâç Baba
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Sa'deddîn Efendi
*271* Kadıköy Mecîdiyye Dergâhı Pazar
Şeyh Münîb Efendi-zâde
Kâsımpaşa Ciğerim Dede Tekkesi Pazar
Şeyh Halîl Efendi
Tarîkat-ı aliyye-i
Bedeviyye’ye mensûb tekâyâ:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Beylerbeyi'nde Şeyh Hüseyin
Efendi Tekkesi
Cum’a
gecesi
Şeyh Nesîb Efendi
Çengelköy'de Bedevî Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Siyâhî Efendi
Şeyh Hâmil
Tekkesi
Pazar
Şeyh Hâmil-zâde Efendi
Kâsımpaşa'da Ebu’r-Rızâ Tekkesi
Pazar
Şeyh Nûreddîn Efendi
Kâsımpaşa'da Arab-zâde Tekkesi
Salı
Şeyh Enver Efendi
Eyüp'te İslâm Bey Tekkesi
Cum’a
Şeyh İbrâhîm Efendi
Ağaçkakan
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Niyâzî Efendi
Üsküdar'da Şeyh Sâdık
Efendi Tekkesi
Pazartesi
Şeyh Ali Baba-zâde
Tarîkat-ı aliyye-i
Kâdiriyye’ye mensûb tekâyâ:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Kâdirî-hâne
Âsitâne
Salı
Şeyh Avnî Efendi
Subcu-zâde Tekkesi
Kâsımpaşa'da Türâbî Dergâhı
Cum’a
Şeyh Saîd Efendi
Kâsımpaşa'da Paşmakcı Dergahı
Cumartesi
Şayh Cemâl Efendi
Budullu
Tekkesi
Çarşamba
Hâşimî
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Süreyyâ Efendi
Debbâğ-hâne
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Eşref Efendi
Altımermer’de Kâdirî Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Nâcî Efendi
Hâkî Baba
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Sa'deddîn Efendi
*272* Remlî
Dergâhı
Çarşamba
Şeyh İlhâmî Efendi
Şeyh Sırrî
Dergâhı
Şeyh Abdullâh Efendi
Şeyh Edhem Dergâhı (Ceylânî)
Şeyh Hâlid-i
Ulvî Efendi
Şeyh Muhyî Efendi Dergâhı
Perşembe
Şeyh Hayrullâh Efendi
Kabakulak
Dergâhı
Çarşamba
Şeyh Hakkî Efendi
Haydar-hâne
Dergâhı
Pazar
Şeyh İrfân Efendi
Keşfî Osmân Efendi Tekkesi
Cum’a Şeyh Muhammed-i Kemter Efendi
Olanlar
Dergâhı
Pazar
Şeyh Hüsnî Efendi torunu
Taştekneler
Tekkesi
Pazartesi gecesi Şeyh
Kemâleddîn Efendi
Geyik Baba Âgâh Efendi Tekkesi
Pazar
Şeyh Bahâeddîn Efendi
Körükçü
Dergâhı
Pazar
Şeyh Sıdkı Efendi
Hekîmoğlu Ali Paşa Dergâhı
Cum’a
Şeyh Müfîd Efendi
Gümüş Baba
Dergâhı
Pazartesi
Şeyh İzzet-zâde
Kaygusuz Baba
Dergâhı
Pazartesi Şeyh Hâcı Rızâüddîn Efendi
Halîm-gülüm Dergâhı
Şeyh Hulûsî Efendi
Şeyh Hicâbî
Tekkesi
Şeyh Hicâbî-zâde
Şeyh Nevrûz
Tekkesi Cum’a
gecesi
Şeyh Nevrûz Efendi
Yahyâ Kethüdâ Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Sâmî Efendi
Bayrampaşa
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Ali Efendi
Vânî
Tekkesi
Pazar
Şeyh Niyâzî Efendi
Yarımca Baba
Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Muhammed Efendi
Kayalar
Dergâhı
Cum’a
Şeyh Ali Efendi
Büyük Piyâle
Dergâhı Cum’a
Şeyh İbrâhîm Efendi
Avnî-zâde
Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Eşref Efendi
Kesmekaya
Tekkesi
Cum’a
Kefevî
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Edhem Efendi
*273* Pişmâniyye
Dergâhı
Çarşamba gecesi Şeyh Ferîd Efendi
Üsküdar Kartal Baba Tekkesi
Salı
Şeyh Hulkî Efendi
Beylerbeyi'nde Kâzım Efendi Tekkesi Cum’a
akşamı Şeyh
Kâzım Efendi
Eyüp'te Özbekler Tekkesi
Şeyh Muhammed Behlûl Efendi
Bayrâmîler:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Üsküdar'da Himmet-zâde Tekkesi Salı
Şeyh Nâsih Efendi
Üsküdar'da Emekyemez Tekkesi
Pazartesi
Şeyh Azîz Efendi-zâde
Çarşamba'da Muhammed Ağa Câmii Cum’a
Şeyh Osmân Efendi
Bozdoğan Kemeri’nde Helvâyî Ya’kûb Çarşamba
akşamı Şeyh Muhammed Tâhir
Efendi
Sünbülîler:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Kocamustafapaşa
Hânkâhı Cum’a
Şeyh Râzî Efendi
Merkez Efendi
Dergâhı
Perşembe
Şeyh Nûreddîn Efendi
Fındıklı
Tekkesi
Cumartesi
Şeyh Hâfız Efendi
Mîr-âhûr
Tekkesi
Pazar
gecesi
Şeyh Vahyî Efendi
Hâcı Evhad
Tekkesi
Pazartesi
Şeyh Ya’kûb Efendi
Koruk
Tekkesi
Çarşamba gecesi Şeyh Nûrullâh Efendi
Şâh Sultân
Tekkesi
Salı
Şeyh Burhân Efendi
Ferah-şâh Sultân
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Mustafâ Efendi
Dırağman
Tekkesi
Perşembe gecesi Şeyh Şerâfeddîn
Efendi
Erdebîlî
Tekkesi
Cum’a
Şeyh Sırrî Efendi
Balat Tekkesi
Cum’a
Şeyh Necmeddîn Efendi
Ağaçayırı
Tekkesi
Pazar
Şeyh Rızâ Efendi
Arapkapısı
Tekkesi
Pazartesi gecesi Şeyh Mustafâ
Efendi
Mi’mâr
Tekkesi
Perşembe gecesi Şeyh Mustafâ
Efendi
İbrâhîmpaşa
Tekkesi
Salı
Şeyh Hâfız Ahmed Efendi
*274* Cihângîr
Tekkesi
Pazar
Şeyh İhsân Efendi
Ramazân
Efendi
Pazartesi
Şeyh Muhammed Efendi
Cerrâhîler:
Dergâhın
İsmi Yevm-i Mahsûsu Şeyhin
İsmi
Nûreddîn Cerrâhî Âsitânesi
Pazartesi
Şeyh Fahreddîn Efendi
Ser-tarîk-zâde
Tekkesi
Pazar
Şeyh Hâşim Efendi
Durmuş Dede
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Saîd Efendi
Yıldız
Tekkesi
Çarşamba
Şeyh Nûrî Efendi
Çaylak
Tekkesi
Şeyh Tevfîk Efendi
Karagöz
Dergâhı
Çarşamba
Şeyh Hüsnî Efendi
Tımeşvar
Tekkesi
Perşembe
Şeyh Hâşim Efendi
Yeniköy
Tekkesi
Şeyh Yahyâ-zâde
Yekfûr Tekkesi[64]
Şeyh Raûfî Efendi
Üsküdar Ârif Dede Tekkesi(Cerrâhhiyye’den) Perşembe
Şeyh Fahreddîn Efendi
Gülşenî:
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Mollaaşkî’de Gürcü Ali Efendi Tek.
Salı Şeyh Muhammed Sâmi Efendi
Uşşâkîler:
Uşşâkî âsitânesi Kâsımpaşa’dadır. Şemşîrli Tekke , Perşembe
Tekkesi diye yâd edilir.
Dergâhın
İsmi Yevm-i
Mahsûsu Şeyhin İsmi
Uşşâkî
Âsitânesi
Perşembe
Şeyh Mustafâ Sâfî Efendi
Hâlid Efendi Tekkesi (Samatya'da'dır) Cum’a
Şeyh Şihâb Efendi
Fahrî Efendi Tekkesi (Aksaray'dadır) Pazar
Şeyh Emîn Efendi
Mustafâ Efendi Tekkesi (Hırka-i şerif) Pazar
gecesi
Şeyh Hâcı Mustafâ Efendi
Bedrüddîn Efendi Tekkesi (Keçeciler)
Salı
Şeyh Hazmî Efendi
Hoca-zâde Tekkesi (Fâtih Haydar'da) Pazartesi
Şeyh Cemâl Efendi
Şeyh Cemâl Efendi, hizmet-i askeriyye
sırasında kolundan sakat olmuştur. Pederi Şeyh Muhammed’in müddet-i meşîhati
pek azdır. Edirnekapı mezârlığında medfûndur. *276* Onun
pederi Şeyh Hasan Efendi tuz satardı. Hilâfeti bu dergâh şeyhi Eşref
Efendi’dendir. Hilâfetinde Tâhir Ağa Dergâhı şeyhi Ali Behcet Efendi rehberlik
ettiğini söyledi. Hasan Efendi, dergâhı i’mâr ve ihyâya muvaffak olmuş kulûb-ı
sâfiye ashâbından bir zât idi. Tahmînen 1320*(1902-03) senesi zarfında irtihâl
eylemiş, Edirnekapı Mezârlığı’na defn olunmuştur. Şeyh Eşref Efendi, bu dergâh
meşîhatinde çok zamân bulunmuş, sinnen sekseni tecâvüz etmiş ve Hz. Salâhî’nin
mahdûmu Şeyh Ziyâeddîn Efendi’ye yetişmiştir. İrtihâli 1300*(1883) senesinden
evveldir.
(Şeyh Cemâl Efendi), Orta boylu, kır ve
uzunca sakallı, melîhu'l-vech bir zât idi. Hastalara okur ve ehl-i sülûk idi.
Şeyh Behcet Efendi’nin nakline göre her gün Haydar Hamâmı’na gider, iğtisâl
eder imiş. Tab’ında harâret gâlib olmağla iğtisâli âdet edinmiş idi.
İrtihâlinde Edirnekapı hâricinde İbn-i Kemâl hazretlerinin kabri karşısındaki
mezâristânda vedîa-i hâk-i rahmet kılınmıştır.
Harb-i Umûmî esnâsında bir tayyâreden
atılan bomba bu dergâha tesâdüf etmekle, ne câm ne çerçeve nâmına bir şey
kalmayacak derecede tahrîbât vücûda gelmiştir.
Azîzim Şeyh Mustafâ Efendi’nin nakline
göre bir zamânlar İstanbul’da Uşşâkî tekkelerinin adedi ondokuza bâliğ olmuş
imiş. Hâlen altı tekke vardır. Üsküdar cihetinde ise hiç yoktur.
Ma’rifet
iltifâta tâbi’dir
Müşterisiz metâ’ zâyi’dir
Eslâf, dîne izhâr-ı muhabbet eder,
mazhar-ı kemâl olmak için ehl-i ma’nânın dâire-i feyzine şitâb eylerler imiş.
Ahlâf ise, dînden rû-gerdân oldu. Ehl-i ma’nâ ise, bir kat daha perde-i
istitâra büründü.
*276* Bayrampaşa Tekkesi
İstanbul’da Cerrâhpaşa civârında Haseki
Câmii kurbunda câdde üzerinde bir dergâhdır. Bânîsi Sadr-ı a’zam Bayram
Paşa’dır ki, rikâb-ı humâyûnda Bağdâd’a sefer ederken Urfa’da vefât eyledi.
Na’şı İstanbul’a getirildi, türbesine defn edildi. Bu tekke Kâdiriyye
şeyhlerine meşrûtadır.
Bayram Paşa’nın irtihâli:
Eyledi
Bayram Paşa adn-ı a'lâyı makâm
(ايلدى بايرام پاشا عدن اعلايي مقام)
mısraının delâletine göre 1048*(1638-39)
senesine müsâdiftir (Rahmetu'llâhi aleyh)[65].
O zamândan beri burada
post-nişîn olan zevât-ı kirâm:
- Malatyalı Şeyh Hamza Efendi.
- Şeyh Mehdî Efendi.
- Uryânî Şeyh Muhammed Efendi.
- Ahlâtî Şeyh Mustafâ Efendi.
- Şeyh Îsâ Efendi.
- Bayrâmiyye’den Himmet-zâde Muhammed Emîn
Efendi.
- Mahdûmu Şeyh Es’ad Efendi:
Eyledi
Seyyid Muhammed Es'ad'a huldü makâm
(ايلدى سيد محمد اسعده خلدى مقام)
= 1202*(1787-88)[66].
- Şeyh Mustafâ Efendi: Müftü Baba
diye meşhûrdur. Kal’acık
(Kalecik) müftüsü idi.
Düşdü
bâ-feyz-i Hudâ târîh-i mısra’ fevtine
Eyledi Müftî Baba el-hak o Firdevs’i mekân
(ايلدى
مفتى بابا الحق او فردوسى مكان)
27 Cemâziyel-evvel 1206*(22 Ocak 1792)[67].
Müşârünileyhimden Es’ad ve Müftü Mustafâ
Efendiler. Bu dergâh hazîresinde medfûndur.
- Müftü-zâde Şeyh Muhammed Nûreddîn
Efendi: Türbe-dâr-ı Hz. Sünbül idi. 17 Muharrem 1210*(3 Ağustos 1795).
- Şeyh Muhammed Efendi.
- Şeyh Mustafâ Efendi b. Nûreddîn Efendi:
1233*(1818)’de irtihâl eyledi. Burada medfûndur.
- Şeyh İbrâhîm Efendi ki, Cici Burun diye
meşhûrdur. Sünbüliyye’dendir. 1271*(1854-55’de irtihâl eylemiştir. Hüsn-i hâl
ashâbından idi. Hânkâh-ı Hz. Sünbül’de büyükkapı civarında medfûndur.
Kâdirîhânedeki *278* Silsiletü’t-Tarâik’te böyle muharrerdir. Bayrampaşa Dergâhı
şeyhi idi. Bu İbrâhîm Efendi. Kâsımpaşa Hânkâhı şeyhi Cemâl Efendi merhûma da
vekâlet eylemiş idi.
- Baba Efendi: Kibâr-ı meşâyıh-ı
Kâdiriyye’dendir. Cild-i evvelde Müştâkîler bahsinde kitâbe-i
seng-i mezârını yazdım. İrtihâli 1298*(1881)’dedir.
Mahdûmu Muhammed Ali Efendi dahi Baba
Efendi’den sonra şeyh olmuştur. Her ikisinin kabri dergâh havlısındadır.
(Muhammed Ali Efendi’nin) irtihâli 1309*(1891-92)’dadır.
Cerâhpaşa hatîbi hulefâ-yı Kâdiriyye’den
Ârif Efendi bir müddet burada vekâlette bulunmuş idi. Dergâh meşîhati ahîren
Ma’cûncu’da kâin Kelâmî Dergâhı şeyhi Es’ad Efendi-zâde Şeyh Ali Efendi’ye
tevcîh olunmuş ise de hâlen hucurâtta muhâcir meskûn ve tevhîd-hâne müşrif-i
harâbdır.
TERCEME-İ HÂL-İ ÂCİZÎ
*280* Bu abd-i ahkar-ı rû-siyâhın işbu Sefîne-i
Evliyâ’da yeri olmamak lâzım gelirse de, buna derc ettiğim bu kadar eızze-i
kirâmın bir kıtmîri olarak saff-ı niâlde bulunmağı şeref-i azîm addederek,
ba’zı ma’rûzâtta bulunmak cür’etini ihtiyâr eyledim. Sefîne’yi
mütâlaaya tenezzül buyuran erbâb-ı şiyem ü mürüvvetin âcizleri hakkında lutfen
istihsâl-i ma'lûmât ârzûsuna düşmesi ihtimâline karşı bir nebze ma'lûmât i’tâsı
fâideden hâlî olmasa gerektir.
İsmim Hüseyin
, mahlasım Vassâf , künyem Osmân-zâde
dir.
Pederim Ürgüplüdür. İsmi Hacı Osmân
Efendi, onun babası Ali Ağa’dır. Vâlidem Gürcü olup, ismi Fâtıma Emsâl
Hânım’dır.
Pederim vaktiyle Mısır Vâlisi meşhûr
Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrâhîm Paşa maiyetinde bulunmuş ve bunların
irtihâlinde Mehmed Ali Paşa dâmâdı Sadr-ı a’zam Yûsuf Kâmil Paşa hizmetine
dâhil olarak sinîn-i medîde Mısır’da ve İstanbul’da bulunup, onun da
irtihâlinde haremi meşhûr-ı âlem Zeynep Hânımefendi tarafından, Babamın ve zevcimin emek-dârıdır. diye
saâdet-i hâl içinde bırakılmıştır.
Vâlidem Gürcü kızı olmağla, bidâyeten
müşîrân-ı devletten Zarîf Mustafâ Paşa dâiresine alınmış, ba’dehû Zeynep
Hânımefendi’nin vâlidesi ve Mehmed Ali Paşa’nın halîlesi Şem’inûr Kadın Efendi
tarafından satın alınarak bir hayli hizmetinde bulundurularak hazîne-dâr
kalfalığına irtikâ etmiş ve müşârünileyhâ Kadın Efendi’nin irtihâlinde kirîmesi
Zeynep Hânımefendi tarafından pederim Hâcı Osmân Efendi’ye tezvîc edilmiştir.
Aksaray’da Vâlide Câmi’-i şerîfi karşısında
Karamehmedpaşa Sokağı’nda ve Kovacıdede Mahallesi’nde, otuzbeş numaralı hâne,
hânımefendi tarafından bi'l-iştirâ, yarısı pederimin, yarısı vâlidemin
üzerine *281* ihsân olunup, 1281*(1864-65) senesinde burada
mükellef bir düğün yapılmıştır. Bir sene sonra birâderim Ali Nûrî Bey; iki sene
sonra hemşîrem Refîa Hânım; 8 Mart 1288*( 20 Mart 1872) ve 10 Muharrem 1289
târîhine müsâdif Çarşamba gecesi muharrir-i fakîr ve 1297*(1880) senesinde
Mehmed Salâhaddîn isminde bir kardeşim dünyâya gelmiştir. Bunlardan Refîa ve
Salâhaddîn küçük yaşta irtihâl-i dâr-ı naîm eyleyip Merkez Efendi
Kabristanı’nda elyevm âile makberemizde defîn-i hâk-i rahmettirler.
Vâlidem, Salâhaddîn’i tevlîdi müteâkib
hastalandı, kısa bir müddet hastalığı müteâkib âzim-i dâr-ı cinân oldu ki, 1297
sene-i hicriyyesine (1880) müsâdiftir. Tarîkat-ı aliyye-i Nakşıbendî’den
Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn Efendi merhûma müntesibe fâzılât-ı nisvândan idi.
Pederim nakl ederdi, vâlidem, fakîre Ab-destsiz
meme vermedim. dermiş. Merhûmeyi de mezkûr kabristânda
kızının koynuna koyduk.
Pederim iki def’a ziyâret-i Haremeyn-i
muhteremeyne muvaffak olup, Cemâziye’l-evvel 1308*(Aralık 1890-Ocak 1891)
târîhinde âzim-i gül-şen-serâ-yı cinân olarak, elyevm vâlidemizin yanında
âsûde-nişîn-i rehmet-i Rahmân’dır. (rahimehumu’llâhu taâlâ rahmeten vâsia).
Pederim Hâfız Muhammed Emin Efendi’nin
târîh-i irtihâli: 3 Şevvâl 1337* 7 Hazîran 1335 (1917) yevm-i Pazartesi, saat
üçbuçukta.
Hemşîre-i müşfikam Hikmet Hanım’ın târîh-i
irtihâli: 11 Rebîu’l-evvel 1338* 9 Kânûn-ı sânî 1335(1917), yevm-i Salı saat
altıbuçukta.
Medfeni: Erenköy Kabristanı
Müddet-i ömrü: 63 sene. ( rahmetu’llâhi
aleyhi rahmeten vâsia)
Âcizleri, Karamehmedpaşa Câmi’-i şerîfi
harîmindeki ibtidâî mektebde hocam Mehmed Efendi’den bed’-i Besmele eyledim. Ağayokuşu
Mekteb-i İbtidâî’sinde diğer hocam Şükrü Efendi’den tahsîl-i ibtidâîyi ikmâl
ile, Yûsufpaşa’da o zamânın en mümtâz bir müessese-i irfânı olan Medrese-i
Hayriyye’de ve bi'l-âhare Mekteb-i Osmânî’de ve Aksaray’da Vâlide Rüşdîsi’nde
bulunarak, bâ-şehâdet-nâme neş’et ettim. Mekteb-i Mülkiyye Î’dâdîsî’ne girdim.
Burada üç sene müretteb ulûm u fünûnu okudum. Pederimin irtihâli bu zamâna
müsâdifdir. Emr-i maîşette dûçâr-ı müzâyaka oldum. Birâderim, *282* mülgâ
Rusûmât Emâneti Evrâk Kalemi’ne müdâvim bulunuyordu. Onun delâletiyle 1306
sene-i rûmiyyesi (1890) esnâsında kalem-i mezkûra müdâvemete başladım.
Bir sene sonra 250 kuruş maâşla Şirket-i Hayriyye Tahrîrât Kalemi’ne girdim.
Bir sene kadar devâm edip yine Rusûmât'a intisâb ettim. Mektûbî Kalemi'ne kabûl
ile tavzîf olundum.
Dervîşliğe ve tarîkat-ı aliyyeye
muhabbetim küçük yaşımda başlar. Peder-i merhûm İstanbul’da Topkapı civârında, Pazar Tekkesi
denilen Dergâh-ı Sinânî’nin şeyhi
Sâlih Efendi merhûmun muhiblerinden idi. Onun irtihâlinde mahdûm-ı
kerîm-âneleri Şeyh Ahmed Zarîfî Efendi’ye arz-ı muhâlasat etmiş idi. Hîn-i
velâdetinde müşârünileyh Ahmed Zarîfî Efendi'yi eve da’vetle ism-i âciz-ânemin
konulmasını ricâ eylemesiyle, da’vete bi'l-icâbe Muharremin onunda tevellüdüm
dolayısıyla ismimi Hüseyin ve mahlasımı ise, inşâallâh vassâf-ı Muhammedî olur
diye, Vassâf tesmiye ve nazar-ı feyz-i mürşid-ânelerinin taallukuyla henüz
kundakta bulunduğum sırada, erenler, evliyâlar himmetiyle tenmiye buyurmuşlardır.
Pederim bir aralık Mesnevî-hân-ı
şehîr Muhammed Es’ad el-Mevlevî hazretlerinin meclis-i sohbetinde zevk-yâb
olmuş idi. Vâlide Rüşdîsi’ne müdâvim olduğum sırada Es’ad Dede, Fârisî hocamız
idi. Allâh rahmet eylesin, onun perverde-i kerâmeti oldum. Cum’a günleri
Fâtih’de hünkâr mahfili altında, Ramazânlarda müezzin mahfili yanında Mesnevî-i
şerîf okuttuğundan, henüz küçük şaşta olduğum hâlde, pederim berâberinde derse
devâma başladım. Salı günleri Bostân, Hâfız, Arûz-ı
Endülüsî okudum. Gül-şen-i Râz’dan hısse-mend-i feyz
oldum. Onbeş yaşında bir çocuk böyle hakâyıka müteallık derslerden tabîî
müstefîd olamazdı. Fakat hikmet-i ilâhiyye, o zamândan bu derslerden zevk
almağa başlamış idim. Terkinden *283* hazer ederdim. Es’ad Dede’nin Çayırlı Medrese’de odasına da gider, Kasîde-i
Hamriyye okurdum. Kalbime genç yaşımda tohm-ı tasavvuf u aşkı eken
Es’ad Dede hazretleri olduğunu maa’t-ta’zîm arz ederim. Onun hâtıra-i ihtirâmı
olarak bu bâbda mufassal bir eser yazdım ve kütüb-hâne-i dehre yâdigâr eyledim.
Umûm Mevlevî meşâyıhının takdîr ve istihsânına mazhar oldum. Aksaray’da Şekerci
Sokağı’ndaki Uşşâkî dergâhının mebnî bulunduğu mahalde, tarîkat-ı aliyye-i
Nakşıbendî’den Abalı hâfız denilen bir şeyh-i mübâreğin dergâhına ve arasıra
Cum’a günleri de Hz. Sünbül Hânkâhı’na gider, şeyh-i âlî-câh Rızâeddîn Efendi
hazretlerinin enfâs-ı kudsiyyelerinden istifâde ve istifâzaya çılışırdım.
Rusûmât’ta otuziki sene hizmet ettim.
Alâ-derecâtihim terakkî ede ede Mektûbî Kalemi mühimme mümeyyizliğine, ba’dehû
Galata Emtia-i Dâhiliyye Gümrüğü kontrol me’mûrluğuna, maa-müskirât-ı zahîre ve
İhrâcât Gümrükleri Müdîriyyeti’ne, 22 Eylül 1331*( 4 Ekim 1915) târîhinde
Sirkeci Müdîriyyeti’ne ta’yîn olundum. Harb-i Umûmî münâsebetiyle sâir
gümrüklerimiz muâmeleten mesdûd kalıp, idhâlât ihrâcât Sirkeci’den şümendifere
inhisâr etmekle, burada dört sene fevkal-âde bir azm ile çalıştım. Lehü'l-hamd,
şân ü şeref-i idâreyi i'lâya muvaffak oldum. 6 Mayıs 1336*(1920)’da mükâfeten
ve terfîan İstanbul Rusâmât Başmüdürü oldum. Rusâmât Müdîriyyet-i Umûmiyyesi’nde
rıhtım ve muâhede ve kavânîn ve intihâbât komisyonlarında kâtib sıfatıyla arz-ı
hıdemât eylediğim gibi, Karadeniz Gümrükleri teftîşine ve Zonguldak’ta ba’zı
işlerin tedkîkine de me’mûr oldum. Bu hizmetlerde de, lehü'l-hamd muvaffak
olarak menâfi’-i devleti te’mîne çalıştım. Osmanlı Devleti’nin inhidâmı ve
hükûmet-i milliyyenin vücûd-pezîr olması sırasında, hükûmet-i *284* milliyyenin
rusûmâta âid inkilâbını İstanbul’da iki ay müddetle hüsn-i idâreye gayret-kâr
oldum. Ba’dehû tekâüdümü taleb ve istid’â ettim. Bidâyeten merkez-i hükûmetten
kabûl buyurulmamış iken, ısrâr ve tekrârım üzerine 29 Rabîu'l-âhir 1341 ve 19
Kânûn-ı evvel 1338*(1922) târîhinde müsâade olundu. Lehü'l-hamd ve'l-minneh,
dağdağa-i hayât-ı me’mûriyyetten kurtuldum.
Kibâr-ı meşâyıh-ı Celvetiyye’den İsmâîl
Hakkı hazretlerinin âsârını tetebbua başladım. Büyük bir zevke mazhar oldum.
1312*(1894-95) senesinde ve ba’dahû mükerreren Bursa’ya gittim. Müşârünileyh ve
sâir eâzım-ı evliyâullâhı ziyâret ettim ve Bursa Hâtırası diye
bir seyâhat-nâme yazdım.
1314*(1896-97) senesinde Şam’dan
li-maslahatin İstanbul’u teşrîf buyuran ve fakîr-hânede müsâferet eyleyen,
ulemâ-yı Hanefiyye’den ve Şa’bânî tarîkının Bekriyye kolundan Şeyh Muhammed
Sultân Efendi hazretlerinde gördüğümüz hâlât-ı garîbe, kendisine intisâb
etmekliğime sebeboldu ve müşârünileyh esâsen İstanbul’a bunun için gelmiş
olduğunu emr-i ma’nevîye istinâd ile söyledi. Terceme-i hâlini IV. cildde
yazdım. Şam’a avdetleri hengâmında Delâilü'l-Hayrât’tan mücâz
olduğum gibi, birkaç sene sonra tarîk-ı Halvetî-i Şa’bânî-i Bekrî’den bir
icâzet-nâme ihsân eylediler.
Halvetîlerle
koyuldum reh-i tahkîka hemân
Lutf idüp eyle meded hazret-i pîrim Şa’bân
diye terâne-senc olmağa başladım.
Teehhülüm 10 Şubat 1309( 22 Şubat 1893) ve
15 Şa’bân 1310 târîhine müsâdifdir. Kayınpederim, Harbiye Nezâreti ketebesinden
ve Sekbânbaşı Câmi’-i şerîfi imâmı Hâfız Muhammed Emîn Efendi idi. Ahîren
irtihâl eylemiştir. Âcizleriyle birlikte şeyh-i müşârünileyhe intisâb etmiş ve
mücâz olmuştur.
Üç oğlum bir kerîmem dünyâya geldi. *285* En
büyüğünün adı Osman Tal’at’tır; Almanya’da ve İsviçre’de tahsîl ile elektrik
mühendisi olmuştur. İkinci mahdûmum Ahmed Cevdet, onsekiz aylık iken irtihâl-i
dâr-ı cinân eylemişlerdir. Üçüncü mahdûmum Mehmed Suâd, hâlen tahsîl ile
meşgûldür. Bu çocuğun dûçâr olduğu asabî ve ma’nevî bir hastalık yüzünden dört
sene kadar çektiğim âlâmı bir ben, bir de Allâh’ım bilir. Lehü'l-hamd
ve'l-minne elyevm bi-inâyetillâhi teâlâ kesb-i âfiyet etmiştir. Dördüncü
çocuğum Ayşe Muallâ isminde bir kızımdır. (tavvela'llâhu umrahüm ve
hatema'llâhu avâkıbehum bi'l-hayri ve’s-selâme bi-hurmeti nebiyyi’r-rahmeti
aleyhi ekmelü’t-tahıyye).
Bir aralık Gümrük’te vazîfe-i me’mûreme
devâm sırasında İstanbul’a gelen Kerbelâ hatîbi Şeyh Nâsır Efendi’den
Süleymâniye Câmi’-i şerîfinde Buhârî-i şerîfe başladım, bir sene
kadar devâm ettim. Tekrâr Bursa’ya gittim, ma’nevî füyûzâta nâil oldum. 1318*(1900-01)
senesinde Bâyezîd Câmi’-i şerîfinde Fârisî-hân-ı şehîr Hoca Hüsnü
Efendi’nin Buhârî-i şerîf dersine devâma başladım. Birkaç sene
füyûzât-ı ehâdîsden feyz-yâb oldum. Müderrisîn-i fâzıladan Hoca Necîb
Efendi’den Kasîde-i Bürde okudum. Bu esnâda Edirne’de Hz.
Sezâî (kuddise sırruhu'l-âlî) efendimizin beşinci batın evlâdından
Gülşenî Veli Dede Dergâhı şeyhi Şuayb Şerefeddîn Efendi hazretlerine gıyâben
arz-ı muhabbet eyledim. Şeyhim Muhammed Sultân Efendi Şâm’da irtihâl-i dâr-ı
naîm eylemişidi.
Sâkiyâ
başın içün sun bir kadeh Vassâf’a kim
Virdiğin şol bâde-i lezzet-nisâr elvirmedi[68]
terânesiyle dem-sâz oluverdim.
*286* Küçük Ayasofya’da uzlet-nişîn olan, kibâr-ı urefâ-yı Şa’bâniyye’den
Hacı Kâmil Efendi hazretlerinin dâire-i feyzlerinde senelerce kaldım. Cuma
günleri muntazaman Hz. Sünbül Hânkâhı’na, oradan Seyyid Nizâm Dergâhı’na
giderdim. Şeyh Şuâeddîn ve Şeyh Mahmûd Efendilerin bezm-i sohbetine ve
meclis-i zikrlerine dâhil olurdum. Edîb-i lebîb ve refîk-ı şefîkım Ahmed Nazmî
Efendi’den Rûhu'l-Beyân tefsîrini okumağa çalıştım. Bu sırada
Yâsîn-i şerîf tefsîrini birlikte tercüme ettik.
1323*(1905) senesinde Gelibolu’ya gittim,
Yazıcı-zâde Muhammed Efendi hazretlerinin türbe-i şerîfelerini ve hatt-ı
destiyle muharrer ve âh-ı âteş-nâkıyla kararmış olan Muhammediyye nâm
eser-i behînini ziyâret ettim. Oradan âzim-i râh-ı Hicâz oldum. Mekke-i
Mükerreme’de yirmiüç gün kaldım, menâsik-i haccı itmâm ile Ravza-i ıtır-nâk-ı
Muhammedîye rû-mâl olmak emeliyle Medîne-i Münevvere’ye azîmet eyledim. Bir
hafta kadar kaldım, ömrümün en mes’ûd ve en hâtıra-pîrâ günleri burada geçen
eyyâm-ı saâdet-ittisâmdır. Sûret-i azîmet ü avdetimi ve müşâhedâtımı musavvir
olarak Hâtıra-i Hicâziyye nâmıyla büyük bir eser yazdım.
Şeyh Şerefeddîn Efendi ile muhâberemiz
devâm ediyordu. Nâire-i aşkıyla yanmağa başladım mükerreren Edirne’ye
Uzunköprü’ye azîmet ve mülâkât ârzûsuna düştüm. Ta'lîl ile azîmetime mâni’
oldular. Seneler geçtikten sonra, Âlem-i
bakâya seferimiz mukarrerdir, hemân Edirne’ye geliniz. buyurdular, şitâbân oldum. Lehü'l-hamd
ve'l-minneh hâk-pâyine yüzler sürdüm. Esbâb u keyfiyyâtını müşârünileyhin
terceme-i hâli sırasında tafsîlen yazdım, tekrâra hâcet yoktur. İntisâb eylemek
şerefina mazhar oldum. Tarîk-ı feyz-refîk-ı Gülşenî’ye bu sûretle
alâka-dâr *287* oldum. Edirne’de medfûn eızze-i kirâmı,
bâ-husûs Hz. Sezâî-i Gülşenî efendimizi ziyâret saâdetine erdim. Bi'l-âhare
avdet eyledim.
Şerefeddîn Efendi hazretlerinin dâire-i
terbiyetlerinde on sene kadar kaldım. Azîzim fi'l-hakîka bir müddet sonra
âlem-i cemâle intikâl eyledi. Ahmed Müsellem hazretlerinin türbesinde vedîa-i
hâk-i gufrân olundu. Delâlet-i kemter-ânemle türbe ta’mîr edildi. Sandûkasını
ve üzerinin çukasını ve şem’-dânlarını ve manzûme-i târihiyye levhasını
yaptırdım.
Tekrâr Edirne’ye gittim, ziyâret ettim.
Hz. Sezâî âsitânesine yüz sürdüm. Fakat gül-zâra nazar kıldım, vîrâne-misâl
olmuş, bülbülleri lâl olmuş, ber-hâb u hayâl olmuş gördüm. Azîzimin halîfesi
Şeyh Şehrî Efendi tarafından bu abd-i ahkara min-gayr-i liyâkatin Gülşenî
hilâfet-nâmesi i’tâ buyuruldu, teberrüken aldım, kabûl ettim. Sırr-ı Fâtiha’nın
zuhûruna müterakkıbım, yoksa hilâfete mazhar olmakla nâil-i rütbe-i kemâl
olduğum zan buyurulmasın. Ahlâf makûlesi der-be-der bir sâlik-i tarîkım, tâbi’-i
zuhûr bir abd-i pür-kusûrum.
Şerefeddîn Efendi ile olan muhâberât ve
gördüğüm seyr ü sülûk ve ta’bîrâttan bâhis bir eser-i mühim yazdım,
kütüb-hâne-i dehre yâdigâr bıraktım.
1327*(1909) senesinde Ankara’ya Hacı
Bayram-ı Velî hazretlerini ziyârete gittim. Orada bir hafta müsâfir-i Hz. Pîr
oldum; saâdetler, devletler buldum. Oradan Konya’ya gittim. Hz. Mevlânâ
min-külli'l-vücûh evlâna efendimizin südde-i seniyye-i gavsiyyet-penâhîlerine
rû-yı siyâhımı sürdüm.
Titreyor
cân u dilim Hazret-i Mevlânâ’ya
Ol sebebden yanarım Hazret-i Mevlânâ’ya
terânesiyle dem-sâz oldum. Âh o ne âlemler
idi o ne demler idi. *288* Şeref-i ziyârete
mazhariyyetim ânındaki hayâtımı Hz. Pîr’in terceme-i hâl-i âlîleri sırasında
yazdım.
İstanbul’a avdet edildi. Bir aralık ba’zı
eızze-i kirâm ziyâreti merâkid-i mübârekelerinin tahkîki sebebiyle Bandırma,
Gönen, Manyas, Gemlik, İzmit, Yalova ve havâlîsi dolaşıldı. Eskişehir’e ve
Afyonkarahisâr’ına, Uşak, Manisa, Menemen ve İzmir’e kadar gidildi. Sonra
Siroz, Dırama, Selânik, Manastır ve Üsküp’te tedkîkâtta ve ziyârâtta bulunuldu.
Aksaray’da âşiyâne-i
peder ü mâder olan hânemizin ta’mîr, telvîn ve tefrîşine muvaffak olup oraya
nakl-i mekân eylediğim sırada harîk-ı kebîrde mübeddel-i remâd oldu. Kıymet-dâr
kitâblarımdan bir kısmı kurtarıldı, kısm-ı a’zamı yandı. Çok şükür ki, evvelce
beşyüz cild kitâb Bâyezîd’deki Kütüb-âne-i Umûmî’ye ihdâ olunmuştu. Bunlar da
yanacaktı
1330*(1912) senesinde
Sûriye’ye seyâhate çıktım. Beyrut’ta Yahyâ (aleyhi's-selâm)’ı ziyâret
ettim[69].
Oradan Şâm’a gittim. Hz. Şeyhul-Ekber (kuddise sırruhu'l-ethar)
efendimizin mübârek merkad-i münîflerine rû-mâl oldum, cihânlar değer saâdetler
buldum. Hz. Bilâl-i Habeşî ve ashâb-ı kirâmdan ve ezvâc-ı tâhirâttan birçoğu
ziyâret olundu. Abdülganiyy-i Nablusî ve Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn-i Nakşıbendî
türbeleri ziyâret edildi. İlk şeyhim Muhammed Sultân Efendi’nin hâk-i kabri göz
yaşlarıyla tartîb olundu. Oradan Ba'lebek’e gittim, âsâr-ı kadîme-i târîhiyyeyi
gördüm. Humus’a gittim, Ömer b. Abdülazîz ve Abdullâh b. Ömer hazerâtını ve
sâir eızze-i kirâmı ziyâret ettim. Oradan Hama’ya gidip Eşref-zâde
hazretlerinin şeyhi Hüseyn-i Hamavî hazretlerini ve Haleb’de *289* Zekeriyyâ (aleyhi's-selâm)’ı ziyâretle kâm-yâb
oldum. Yafa tarîkıyla Kuds-i şerîfe geldim, Mescid-i Aksâ’yı ve Hz. Süleymân ve
Dâvûd (aleyhima's-selâm)’ı, Râbiatü'l-Adeviyye ve Selmân-ı Fârisî ve
birçok zevât-ı mukaddese kabirlerine yüz sürdüm. Halîlü’r-Rahmân’a gittim,
İbrâhîm (aleyhi's-selâm)’ı ve maskat-ı re’s-i Hz. Îsâ (aleyhi's-selâm)’ı
ve Kuds-i Kumâme'yi gördüm.
Şâm-ı şerîfde iken
evliyâ-i kirâmdan Şeyh Bedreddîn hazretlerinin huzûr-ı mübâreklerine kabûl
buyruldum, feyz-i nazarlarına ve iltifât ve duâlarına erdim.
Limni’de Hz. Mısrî-i
Niyâzî efendimizin kabr-i enverlerine ziyârete âzim iken Harb-i Umûmî zuhûru
hasebiyle yollar kapandı, bu saâdete eremedim. Seyr ü sülûka nihâyet
olmadığından noksânımı ikmâl maksadıyla bir mürşid-i kâmil taharrîsinde iken,
Cenâb-ı Hakk’a hamd olsun, Kâsımpaşa’da Hüsâmüddîn-i Uşşâkî (kuddise
sırruhu'l-bâkî) efendimiz hazretlerinin âsitâne-i aliyyeleri seccâde-nişîni
ârif-i maârif-i ilâhî ve âşık-ı sâdık-ı risâlet-penâhî, a’nî bihî eş-Şeyh Hâfız
Mustafa Hilmî-i Sâfî Efendi hazretlerinin dâire-i irfânlarına cân attım.
Te’yîd-i âdâb u usûl maksadıyla, tıfl-i ebced-hân gibi, ez-ser-i nev seyr ü
sülûka başladım. İnâyet-i ilâhiyye ile tebdîl-i merâtibe ve terfî’-i âdâba
uğraşıyordum. Her hafta Perşembe günleri zikr-i şerîfde ve hıdmet-i latîfede
bulunuyorum. Müşârünileyh ile ibtidâ-yı mülâkâttan berü iş değişmiştir. Bir
zamânlar Mesnevî-i şerîf okuttuklarından müstefîd oluyordum,
râhatsızlıkları mâni’ oldu. Dil dili
var dilden dile diye gönül âleminden ifâza-i envâra rağbet
buyurur oldular.
*290*
Münâcât
Hazret-i Ahmed Muhammed aşkına kıl feth-i bâb
Lutf u
ihsânınla eyle mazhar-ı hüsn-i meâb
Kalmışım
vâdi-i hasretde gönül çâlâkdır
Bu dil-i
mahzûna Yâ Rabbü’r-Rahîm kıl feth-i bâb
İftahı'l-bâbe bi-lutfik Yâ Azîme'l-mültecâ
Mâ-sivâ
kaydından âzâd eyle ref’ olsun hicâb
Gönlüme
gelsin mübârek vuslatınla inşirâh
Der-be-der oldum senin aşkınla eyle kâm-yâb
Abd-i
memlûkun olan Vassâf-ı hasret-dîdeye
Şems-i
ihsânın tulû’ itsün gönül olsun mücâb
Bir aralık Şeyh Müştâk-ı
Kâdirî’nin terceme-i hâlini ve mahdûmu Edhem Baba’nın menâkıb-ı âli'l-âlini
yazmış, nâmına Risâle-i Müştâkıyye demiş idim. Müştâkîlerden
Şeyh Kemter Efendi, bir gün, fakîre hitâben, Sizin Hz. Müştâk’a ve Edhem Baba’ya masrûf
olan himmet-i tahrîriyyenize mukâbil tarîk-ı Kâdirî’den mücâz ve semâ’-ı
Kâdirî-i Müştâkî’ye me’zûn olmanız için ma’nevî bir ilhâmın te’sîri altındayım. diye
semâa izin verdiler. Gâyet safrâvî olduğum, hattâ hızlı kalksam başım döndüğü
hâlde, hâlen sâatlerce semâ’ ediyorum, müteessir olmuyorum. Hz. Gavs-ı A’zam
Cenâb-ı Abdülkâdir (kuddise sırruhu'z-zâhir) efendimizin eser-i feyz ü
inâyetleridir. Şeyh Kemter Efendi, fakîre Sumûhî
lakabını vermiştir. Teberrüken
kabûl olunmuştur.
Fâtih’de Âşıkpaşa’da
Tâhir Ağa Dergâhı şeyhi el-Hâc Ali Behcet Efendi hazretleriyle kırk seneye
karîb hukûk-ı kadîme olup, dergâhda tarîk-ı feyz-refîk-ı Uşşâkî’den Şeyh
Abdullâh-ı Salâhî hazretlerinin medfûn bulunması da bura ile alâka-dâr-ı
muhabbet kıldığından Cum’a geceleri zikr-i şerîfde hâzır bulunmakta ve
füyûzât-ı ilâhiyyeye mütterakkıb olmaktayım.
Münâcât
Açılsın
bendeki esrâr-ı ma’nâ
Bi-hakk-ı sûre-i innâ fetehnâ
Meded
kıl şeyh-i dest-gîrim Salâhî
Garîbin
kem-terin Vassâf’a cânâ
demdemesiyle pür-âvâz idim.
*291* 15 Zi'l-hicce 1341*(29 Temmuz 1923) târîhinde
Tekfurdağı'na (Tekirdağ) gittim. Oradaki eızze-i kirâmın merâkid-i
münîfeleri hakkında tedkîkât icrâ eyledim. Uzunköprü’de Şeyh Şerefeddîn Efendi
merhûmun dâmâdı Şeyh Hâfız Mustafa Efendi tarafından vukû’ bulan da’vet
üzerine, Muratlı tarîkıyla Uzunköprü’ye gidildi. Azîzim merhûmun
saâdet-hâneleri ve oradaki ihvân-ı tarîkat ziyâret edildi. Son derece hürmete
mazhar oldum. Ba’dehû Mustafa Efendi ile birlikte Edirne’ye gittik. Evvel
emirde Hz. Şerefeddîn’in hânkâhına rû-mâl olduk, türbe-i münîfesinde hatimler
indirdik, âşıkâna duâlar edip, kutbu'l-aktâb server-i uli'l-elbâb Hz. Pîr-i
sânî-i Gülşenî Hasan Sezâî efendimizin ravza-i mukaddesesine yüzler sürdük.
Mübârek sandûkasının etrâfında tevhîd âlemleri yaptık. Lehü'l-hamd mazhar-ı
feyz-i âlîleri olduk; mutayyiben ve gânimen avdet ettim.
Hâl-i hâzırda Şeyh
Mustafa Sâfî Efendi hazretlerinin harîm-i irfânında nevâle-çîn-i feyz-i tarîk
olmaktayım. Cenâb-ı vâhibü'l-âmâl bu abd-i rû-siyâhı ve cümle ihvân-ı dînimi
kâmil ü mükemmil insânlardan etsin. Mevlidî Süleymân Efendi (kuddise sırruhû)
hazretlerinin,
Sana lâyık kullar ile heb-dem it
Ehl-i derdin sohbetine mahrem it
diye ettiği duânın semerât-ı nâfiasından
cümlemizi hisse-mend buyursun.
اللهم اجعلنا من أهل حسن الخاتمة و اجعلنا
من الذين يعبدونك شهوداً و يستعينون بك قياماً و قعوداً[70].
Afv ü ihsânın ile eyle uyûbum mestûr
Kılma
şermende beni bây ü gedâdan Yâ Rab
Gülşenî
tab’ımı kıl nâmiye-i bâğ-ı behişt
Koyma
hâlî kerem it neşv ü nemâdan Yâ Rab
Ağlarım
mahşere dek derd ile dergâhında
Çekmezem
destimi dâmân-ı recâdan Yâ Rab
*292*
Tesellî
Nâ ümîd-i vuslat olma ber murâd eyler seni
Vâkıf-ı
her-hâl olan Allâh kâfîdir gönül
Mâ-cerâ-yı aşkı tasvîr eylemekse maksadın
Cân u
dilden çekdiğin bir âh kâfîdir gönül
Bu satırları yazarken kalb-i hasret-zedeme nûr-ı tesellî
şa’şaa-nümâ oldu. Yirmi seneden mütecâviz bir müddettir cem’ u telfîkıyla
uğraştığım ikibini mütecâviz evliyâ-yı kirâmın füyûzâtı bir araya gelirse bu
zerre-i nâ-çîzi, şems-i eltâf bel’ eder. Dergâh-ı azamet-i ilâhiyyede buhl
yoktur. Nezd-i sübhânîsinde mevki’-i kabûl bulmuş eâzımın her birine ta’zîmde
ve ızhâr-ı muhabbette, alâ kadri'l-istitâa ve'l-isti’dâd, sarf-ı makderet eden
Hüseyin Vassâf ahkarını elbette bırakmazlar. Nezd-i celîl-i Muhammedî'de ve
azamet-sarâ-yı vahdette mazhar-ı kabûl olmasına delâlet eylerler. Yâ Rab, rahm eyle amân âteş-i hicrânına
yakma. duâsı vird-i zebânımdır. Hz. Sezâî’nin bu
beyiti fakîrin tercemânımdır:
Koyma
ki kala perde-i hecrinde mukayyed
Vaslınla olur çünki Sezâî’ye tesellî
* * *
Doğdu dilime nûr-ı dil-ârâ-yı tesellî
Gösterdi bana yârı merâyâ-yı tesellî
Me’yûs-ı visâl olmuş idi kalb-i hazînim
Lutf ile yetişdi bana leylâ-yı tesellî
Hakk’ın kerem ü âtıfeti çokdur(ur) çok
Kurtardı beni câzibe-efzâ-yı tesellî
Mahv olma mukarrer idi âsâr-ı yeisden
Ger olmasa dilde şeh-i dârâ-yı tesellî
Hamd itmede Allâh’a kulu Vassâf’ı*
Hasta-dil iken buldu müdâvâ-yı tesellî
Hâl-i hâzırda kışın İstanbul’da Bâyezîd’de
Vezneciler’de Tekke sokağında ihsân-ı ilâhî olan hâne-i fakîr-ânemizde, yazın
ise Erenköy’ünde Suâdiye’deki *292* sayfiyye-i âcizîde
evkât-güzâr ve dâimâ dergâh-ı azamet-i sübhâniyyeye ızhâr-ı âsâr-ı ubûdiyyete
şitâbân olmakla berâber, bunca in’âm u ihsân-ı ilâhîye karşı vazâif-i
ubûdiyyeti binde bir olsun edâya muktedir olamamakla şerm-sâr olmaktayım.
الحمد
لله حمداً يوافى نعمه و يكافى مزيده لا أحصى ثناءً عليك كما أثنيت على نفسك يا
مقلب القلوب و الابصار ثبت قلبى على دينك و طاعتك و حسن عبادتك . يا أرحم الراحمين[71].
ZEYL
Bu satırları yazdıktan iki sene sonra, azîzim Mustafa
Sâfî Efendi hazretlerinin vukû’-ı irtihâlleri üzerine, işâret-i ma’neviyyeye
müsteniden, müşârünileyhin halîfetü'l-hulefâsı İnagöl Müftüsü Şeyh Muhammed
İzzeddîn Safiyyullâh Efendi İstanbul’u teşrîf buyurup, bu abd-i ahkarı tarîk-ı
feyz-refîk-ı Uşşâkî’de me’zûn edip, bir kıt’a icâzet-nâme ile dil-şâd etmişler
ve azîzimin tâc, hırka ve kemerini fakîre ilbâs eylemişlerdir. Ehl-i tarîkın
ahkarı için bu inâyet, bu iltifât kıymet-i azîmeyi hâvî bir lutf-ı mahsûstur.
Lehü'l-hamd, 30 Hazîrân (1)342 (1926) ve 18 Zil-hicce 1344 yevm-i Çarşamba.
Cenâb-ı Hak, zümre-i ehl-i şuhûddan ayırmasın ve cümle
ihvânımla ilm-i vahdette mütebahhirînden eylesin. Âmîn.
Azîzime intisâb edip, sülûkları noksân kalan ihvânım
yârânımdan kısm-ı a’zamı fakîre mürâcaatla te’yîd-i münâsebet eylediler.
Bunlardan ikmâl-i sülûk edenlerin esâmîsi âtîde muharrerdir. Bursa’da Mısrî-i
Niyâzî hazretleri âsitânesi şeyhi olan Muhammed Şemseddîn Efendi hazretleri,
fakîrin Cenâb-ı Mısrî’ye karşı olan muhabbetime ve bir nutkunu şerhime mukâbil
teberrüken imzâma terdîfen, Hüseyin
Vassâf-ı Uşşâkî-i Mısrî diye, bu şekilde vaz’-ı imzâya fakîri me’zûn
eyledi. Bâbu'llâhın bir abd-i fakîri olan bu âcizin ve ihvân-ı dînimin
âkıbetinin hayr olmasını mütemennîyim, azîzim.
Hulefâ-yı Âcizânem:
eş-Şeyh el-Hâc Ali Rızâ Zühdü Efendi
Harput’ta Pötürge kazâsının Ağvan karyesindendir. 1276*(1859-60)
senesinde doğmuştur. Pederi Muhammed, onun pederi Hacı Ali’dir. Âile ismi
Babuklu Oğulları’dır.
1290*(1873)’da ondört yaşında iken İstanbul’a gelmiş,
birâderi Ahmed Efendi bir konakta vekîl-i harc olmağla onun yanında misâfir
olmuştur. Tahsîl-i ibtidâî için Bâyezîd’de Dibekli Câmii ittisâlindeki mektebde
Sâlih Efendi’den nâil-i feyz olup, bi'l-âhare Bâyezîd’de Harputlu Ahmed
Efendi’nin dâhil-i halaka-i tedrîsi olmuştu. 1311*(1893-94) senesinde
Yemen’deki asâkirimize va’z için me’mûren Yemen’e i’zâm olunarak orada üç ay
kadar bu hizmeti ba'de'l-îfâ Mekke-i Mükerreme’ye gelmiş, iki ay ikâmet
eylemiştir. Edâ-yı hac ile, Medîne-i Münevvere’de Ravza-i seniyyeye rû-mâl
olarak bir hafta ikâmetten sonra İstanbul’a avdet eylemiştir.
Râgıb Paşa Kütübhânesi hâfız-ı kütüblüğüne ta’yîni
1305*(1887-88) ve berâ-yı sıla memleketine azîmeti 1306*(1888-89) senelerine
müsâdifdir. Sinîn-i nizâmı doldurmasına mebnî, 3 Safer 1346 ve 1 Ağustos
1927’de tekâüdü icrâ olunmuştur.
İstanbul’da iken Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn-i
Nakşıbendî’ye intisâb ile üç-dört sene sülûka çalışıp, birer sene fâsıla ile
iki erbaîn çıkardığı gibi, ba’zı erbâb-ı iğrâzın te’sîriyle siyâset iftirâsına
uğramış ve devr-i Abdülhamîd Hân’da 1311*(1893-94)’de memleketine teb’îd
olunarak on sene orada kalmıştır.
Mevlânâ Hâlid’in hulefâsından Hâfız Muhammed Rehâvî
halîfesi Beyoğlu nâm zâttan müstahlef Harputlu İbrâhîm Efendi İstanbul’a
geldiğinde Gümüşhâneli merhûm irtihâl etmiş olduğundan Ali Rızâ Efendi ona
intisâb etmiş ve memleketine gittiğinde onun şeyhi mûmâileyh, Beyoğlu’na
râbıta-bend-i tarîkat olarak onun emriyle erbaîne girmiştir ve tarîk-ı
Nakşıbendî-i Hâlidî’den mücâz olmuştu. 1340*(1921-22) senesinde bir te’sîr-i
ma’nevî ile İstanbul’da Kâsımpaşa’da Hüsâmüddîn-i Uşşâkî Âsitânesi’nde
seccâde-nişîn-i kerâmet azîzim Şeyh Mustafa Sâfî-i Uşşâkî hazretlerine arz-ı
nisbet ederek usûl-i Halvetiyye üzere seyr ü sülûka başlayıp, azîzimin âlem-i
bakâya intikâlinde ikmâl-i sülûk için âcizlerine mürâcaat ve tecdîd-i bey’at
eylemekle ibrâz eylediği sa’y ü gayret ve Cenâb-ı Hakk’ın izhâr buyurduğu
âsâr-ı kerem ü inâyet ile ikmâl-i sülûka muvaffak olmuş, Receb 1345*(Ocak
1927)’de ahz-i icâze ile silsile-i meşâyıha dâhil ve neş’e-i ma’nâya vâsıl
olmuştur. Neş’esi yüksek, ittikâsı gâlib bir zâttır. (Zâdellâhu feyzehû ve
tavvelallâhu ömrehû)
eş-Şeyh Muhammed Ömer Rüşdî Efendi
Sivaslıdır. Pederinin ismi Muhammed’dir. 1299*(1882)
senesinde dünyâya gelip, 1316*(1898-99)’da İstanbul’a gelerek kunduracılık
san’atına girmiştir. Tarîk-ı ma’nâdan da feyz almak emeliyle Kâsımpaşa’da
Çürüklük’te Şeyh Seyyid Muhammed-i Ensârî er-Rufâî’ye intisâb ile, altı sene
kadar onun dâire-i nisbetinde kalıp, bi'l-âhare azîzim efendime arz-ı nisbetle
seyr ü sülûka başlayıp, azîzimin irtihâlinden sonra bu fakîre gelip,
lehü'l-hamd ikmâl-i sülûka muvaffak olmuştur. Receb 1345*(Ocak 1927)’de ahz-i
icâze ile silsile-i meşâyıh-ı Uşşâkiyye’ye dâhil oldu. Âşık, sâdık bir zâttır.
(zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)
eş-Şeyh Ali Osmân Sıdkî Efendi
Trabzon’da Görele’de 27 Ağustos 1299*( 8 Eylül 1883)
senesinde dünyâya gelip, pederi me’mûrîn-i rusûmiyyeden Hasan Efendi’dir.
Mahallinde medresede ve Ticâret Mektebi’nde okuyup, 1321*(1905)’de askerlik
münâsebetiyle İstanbul’a gelip Tuzla ve Yıldız’da telgraf me’mûrluğunda
bulunarak 1327*(1911) senesinde tahsîl-dâr olmuştur. 1343*(1927) senesinde
Kuzguncuk Mâliye Şu’besi’nde sakafât kitâbetine nakl edilmiştir.
1337*(1921) senesinde azîzime arz-ı nisbet ederek,
azîzimin intikâlinde fakîre mürâcaat ve tecdîd-i bey’at eyleyerek, lehü'l-hamd
ikmâl-i sülûka muvaffakatiyle, Receb 1345*(Ocak 1927)’de ahz-i icâzeye muvaffak
olarak silsile-i meşâyıh-ı Uşşâkiyye’ye dâhil olmuştur. Mücâhid, azîm-kâr,
sâdık bir zâttır. (zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)
eş-Şeyh Ahmedî Hamdî-i Tevfîkî
Ankara’da 1287*(1870-71) sene-i arabiyyesinde
doğmuştur. Pederi İsmâîl Efendi’dir. Tahsîl-i ibtidâîsi Ankara’dadır. 1304*(1886-87)’te
İstanbul’a gelip Sultân Bâyezîd Câmi’-i şerîfi ders-i âmlarından Âbidîn
Efendi’nin dâhil-i dâire-i tedrîsi olup, Câmî’ye kadar okumuş;
Eginli Hacı İbrâhîm Efendi’den Tasdîkât’a kadar tederrüs eylemiş,
ders vekîli Alasonyalı Hacı Ali Efendi’den 1322*(1904)’de tekmîl-i nüsah ederek
icâze almıştır. 1317*(1899-1900)’de Râgıp Paşa Kütüphânesi’ne hâfız-ı kütüb
olup, şerîki Ali Rızâ Efendi delâletiyle azîzim Mustafa Sâfî Efendi (kuddise
sırruhû) hazretlerine intisâb ile beşinci esmâya kadar terakkî etmiş ve
azîzimin irtihâlinden sonra muharrir-i fakîrden ikmâl-i sülûka muvaffak olarak
1345 senesi şehr-i Ramazânında (Mart 1927) icâze almıştır.
Pek âşık, edîb ve sâdık olup, silisile-i zerrîn-i
Uşşâkiyye’de kâmiller sırasına girmiştir. (zâdellâhu feyzehû ve irfânehû)
Hânımlardan İkmâl-i Sülûk Edenler:
İffet Sâdıka Hânım, Müzeyyen Hânım, Seher Hânım,
Ferîde Hânım.
*295* Âsâr-ı
Fakîr-ânem
Bu abd-i ahkarda kudret-i ilmiyye ve kemâlât-ı
tasavvufiyye denilen şey yoktur. Bunu bildiğim hâlde te'lîf-i âsâra cür’etim
her hâlde afv olunmaz bir kusûrdur. Bu râdde medâr-ı tesellî olacak bir cihet
bulurum ki, o da hüsn-i niyyetle mücerred erbâb-ı dile hizmetle me’cûr olacağım
ümmîdidir. Her hangi bir eserimi dest-i mütâlaaya almak tenezzülünde bulunacak
erbâb-ı kemâl onun hatîât ile mâ-lâ-mâl olduğunu gördüğünde hüsn-i niyyetime ve
cehâletime bağışlayıp tashîhine, ikmâl-i noksânına ibzâl-i kerem ü mürüvvet
buyurmalarını şiyem-i muhsine-i hatâ-pûşânelerinden istirhâm ederim.
Beni
rahmet ile yâd eyleyen erbâb-ı kerem
İki âlemde ola mazhar-ı envâ’-ı niam
1. Şerh-i Esmâr-ı Esrâr Sefîne-i Evliyâ-yı
Ebrâr
Şimdiki hâlde beş cilde bâliğ olan işbu eser-i
âciz-ânemdir. Pek büyük emekle vücûda gelmiştir.
2. Esrâr-ı Kur’âniyye’den Bir Nebze
Rûhul-Beyân’dan Yâsîn-i şerîf
tercümesidir. Refîk-ı şefîkım Ahmed Nazmî ile birlikte yazılmış hakâyıka
müteallık birçok şeyler ilâve edilmiş büyük bir cilddir.
3. Gül-deste-i Hakîkat
Rûhul-Beyân’dan iki cüz’ün
tercümesidir.
4. Kitâbü'l-Külliyyât
Fazâil ü âdâb-ı İslâmiyye’ye dâir olup, fütûhât-ı
kenzül-Kur’ân’dan birçok mebâhis alınmış, yazılmıştır. Büyük bir cilddir.
5. Hâtıra-i Hicâziyye
Haremeyn-i muhteremeyni ziyâret esnâsında yazılmış
âşık-âne bir seyâhat-nâmedir. Zeylinde Sûriye’de Bir Cevelân nâm
seyâhat-nâme muharrerdir.
*296* 6. Ravza-i Sâdâttan Bir
Şemme
Hz. Seyyid Ahmed er-Rufâî’nin terceme-i hâlinden ve
menâkıbından bâhistir. Bunun emr-i tâhrîrinde ziyâde uğraşmış idim. Bir Rufâî
şeyhi yedinde zâyi’ oldu. Elbette bir
diğerin eline geçmiştir, sâha-i âlemden hâric kalmamıştır. diye
tesellî buluyorum.
7. Bursa Hâtırası
Bir seyâhat-nâmedir. Bi'l-vesîle bir hayli
evliyâu'llâh hakkında ma'lûmâtı câmi’dir.
8. Tertîb-i Cedîd Coğrafyâ-yı Umûmî
Üç cild üzerine müretteb olup, birinci cildi yazılmış
Maârif İdâresi’nden tab’ına müsâade bile alınmış idi.
9. Hulâsa-i Coğrafya
Matbû’dur. Az vakitte satılmış ve nüshası kalmamıştır.
10. Müntehâbât-ı Ezhâr-ı İrfân
Mütâlaa ettiğim kitâblarda gördüğüm mebâhis-i
mühimmeden vücûda gelmiş bir cild mühim bir eserdir. Beş defter zeyli de
vardır.
11. Dîvân
Kasâid, medâyıh, gazel gibi eş’ârı hâvîdir.
12. Gül-zâr-ı Aşk
Manzûme-i Mevlid-i Nebevî şerhidir.
Büyük bir eser olup âşık-âne yazılmıştır.
13. Vesîletü’n-Necât
Mevlid-i şerîf manzûmesi ve
Süleymân Çelebi hazretleri hakkında ma'lûmât-ı târîhiyye, tedkîkât-ı edebiyye
ve mütâlaa-i zevkıyyeyi câmi’dir. Matbû’dur. Fevka'l-âde rağbete mazhar
olmuştur. Muharrir-i fakîrin zahr-ı âhiretidir.
Bu eser hakkında Medîne-i Münevvere’de Şeyhu'l-Harem-i
Hz. Nebevî’den aldığım bu mektûb bâis-i iftihârım vesâikdandır. Teberrüken
buraya telsîk olunmuştur (Salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî
ve sahbih):
İzzetlü
Hüseyin Vassâf Efendi hazretlerine,
Mevlid-i nebevî hakkındaki eser-i vâlâlarından bir
paket risâlenin irsâline dâir 1 Muharremü'l-harâm (1)330*(22 Aralık 1911)
târîhli vidâd-nâme-i behiyyeleri resâil-i müşârünileyhâ ile berâber vâsıl-ı
dest-i i’zâz u ihtirâm olundu. Bunlardan bir nüshası ârzû-yı âlîleri vecihle
Ârif Hikmet Bey Kütübhânesi’ne ve bir nüshası dahi Mahmûdiyye Mederesesi
Kütübhânesi’ne tevdî’ ve teslîm ettirildiği gibi, bir nüshası da teberrüken
nezd-i muhlisîde hıfz olunup, mütebâkîsi dahi münâsib zevâta ihdâ ve i’tâ
edildi. İşbu risâle-i füyûzât-isâle hakkında İbnü'l-Emîn nâm zât-ı sâhib-i
irfân, diyeceğini demiş ve buna ilâve edilecek takdîrâttan kudret-i
kalemiyyemiz âciz bulunmuş idüğünden, yalnız bi'l-vesîle hakk-ı senâverîde
ibrâz buyurulan müesser-i behiyye-i dil-şikârîye mukâbeleten hücre-i muattara-i
Hz. Seyyidü'l-kevneyn’de nâm-ı ârif-âneleri yâd ve arz-ı tahiyyât edildiğinin
beyânına ve sene-i cedîdenin dahi iâde-i tehniyyetine ibtidâr kılındı, efendim.
29 Kânûn-ı evvel (1)327.
Şeyhu'l-Harem-i Hazret-i Nebevî
(İmzâ)
14. Mürâselât
Şeyh Şerefeddîn-i Gülşenî hazretlerinin mektûblarını
ve terceme-i hâlini câmi’ tasavvufî bir eserdir.
15. Mehmed Tâhir Bey
Bursa meb’ûs-ı esbakı Mehmed Tâhir Bey hakkında
yazılmış bir risâledir.
16. Muhammed Es’ad Dede
Hâce-i irfânım Es’ad el-Mevlevî hazretleri hakkında
yazılmış bir eserdir. Meşâyıh-ı Mevleviyye’nin ve urefâ-yı edebiyyenin
takrîzleriyle muvaşşahdır.
17. Risâle-i Hayriyye
Beşiktaş’da Yahyâ Efendi Dergâhı şeyhi ârif-i âgâh
Hasan Hayri Efendi merhûmun terceme-i hâlini câmi’dir.
18. Risâle-i Şevkıyye
Kaygusuz şeyhi Mustafa Şevkî Efendi merhûmun terceme-i
hâlini câmi’dır.
*297* 19. Risâle-i Müştâkıyye
Şeyh Müştâk-ı Kâdirî’nin ve mahdûmu Edhem Baba’nın
terceme-i hâl ve menâkıbını câmi’ bir eserdir.
20. Risâle-i Salâhiyye
Abdullâh Salâhaddîn-i Uşşâkî hazretlerinin hayât-ı
ilmiyye vü tasavvufiyyesi hakkında ma'lûmât-ı nâfiayı câmi’ bir eserdir.
21. Vâkıât
Müşâhedât-ı ma’neviyyeye dâir zevkî bir eser-i
mühimdir.
22. Tevfîk-nâme
Seyyid Ahmed Tevfîk Bey merhûm hakkında kısmen manzûm
kısmen mensûr yazılmış bir eserdir.
23. Kemâlü'l-Kemâl
İbnü'l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi’nin husûsî, dînî,
edebî, ictimâî, siyâsî hayâtına müteallık yazılmış mühim bir eserdir. Üdebâ-yı
kirâmdan ba’zılarının takrîzlerini ve mütâlaalarını da câmi’dir.
24. Remzî-nâme
Üsküdar Mevlevî şeyhi Ahmed Remzî Dede hazretleri
hakkında yazılmış bir eserdir.
25. Mir’âtül-Kemâl
Müşârünileyh Mahmûd Kemâl Beyefendi’nin, Ey rûh-ı muşahhas ki bütün cânlara cânsın diye
başlayan bir medhiyye-i nebeviyyesinin mutasavvıfâne şerhidir.
26. Şerh-i Kıt’a-i Kemâliyye (nâm-ı
diğer: Feyzü'l-Kemâl)
Mîr-i müşârünileyhin bir kıt’asının mutasvvıf-âne
şerhidir.
27. Sûriye’de Bir Cevelân
1329*(1911) senesinde Haleb, Hama, Humus, Trablusşâm,
Beyrut, Şâm, Yafa, Kudüs ve havâlîsindeki seyâhatimi musavvir bir eserdir.
28. Kemâl-nâme-i Şeyh Hakkî
İsmâîl Hakkî-i Celvetî hazretleri hakkındadır.
Bursa’da âsitâneleri şeyhi tarafından vâki’ olan ricâ-yı mahsûs üzerine
yazılmış bir cilddir.
29. Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî
Hz. Mısrî-i Niyâzî’nin, İlim bahri vücûd esdâfının dür-dânesiyim
ben nutkunun şerhidir. İsm-i eser Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî (لجج
عصرى شرح كلام مصرى), bi-hisâb-ı ebced 1345*(1926-27)’dir.
30. Gül-zâr-ı Şâdî Der-beyân-ı Menâkıb-ı
Emîn-i Tokâdî
Sefîn-e Evliyâ’dan
istinsâhan yazılmış bir risâledir. Ricâl-i Nakşiyye’den Şeyh Muhammed Emîn-i
Tokâdî hakkındadır. *298*
31. İncilâ-yı Mir'ât-ı Hakîkat
Hz. Mısrî'nin Halk içre âyîneyim ve İbn-i vaktim ben ebu'l-vakt olmazam nutklarının şerhidir.
32. Aynü'l-Hayât, nâm-ı diğer Mir'ât-ı
Mücellâ-yı Hakîkat
Felsefe-i tasavvufiyye
mütehassısı Mehmed Ali Aynî Bey'in hayât-ı husûsiyye vü resmiyye vü ilmiyyesine
âid bir eserdir.
Hıtâmuhû Misk
Cenâb-ı Hakk'a yüzbin
kerre hamd ü senâ olsun. Rasûl-i Ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
efendimiz hazretlerine elf-elf-merre salât ü selâm olsun. Âl ü ashâb u
evliyâ-yı ulü'l-elbâba rahmetler olsun. Mahsûl-i kerem ü inâyet ve eser-i
muvafakiyyet olarak Sefîne-i Evliyâ'mız hitâma ermiştir.
O Sefîne ki, ummân-ı muhabbette seyr ü sefer ede ede,
Mersâ-yı
selâma vâsıl oldu
Maksûd u
merâmım hâsıl oldu
Erbâb-ı
velâyet himmet itdi
Mahbûb-ı
güzîn inâyet itdi
Dir
lisânım eş-şükrü li'llâh
Zikr ü
fikrim el-hamdü li'llâh
21 Cemâziye'l-evvel 1343
ve 18 Kânûn-ı evvel 1340 (1924), yevm-i Perşembe fî vakti'd-duhâ.
Ve's-selâmü alâ-meni'ttebea'l-hüdâ.
اللهم خلصنا من التقليد ووصلنا إلى حقيقة
التوحيد إنك حميد مجيد.[72]
Bu eser-i fakîrâneme
hîn-i bed'de Hz. Şeyhu'l-Ekber (kuddise sırruhu'l-athar) efendimizin
rûhâniyyetine tevessül ve onun nezd-i celîl-i ilâhîde ve ınde makbûl-i
Risâlet-penâhî'de muvaffakiyyetime delâletini teemmül eylemiştim. Şu satırları
yazarken onikiler lisânından şu târîhin zuhûru âcizlerini vecde getirmiştir:
Çıkup
isnâ aşar târîhi şöyle itdiler tebyîn
Sana
ikrâm-ı Hak'dır himmet-i Şeyh bilmiş
ol Vassâf
(همت شيخ) 1355 – 12 = 1343*(1924)
يا خفي الألطاف نجنا مما نخاف [73]
أنا الفقير الحقير الحاج حسين وصاف گلشنى عشاقى مشتاقى
المحتاج إلى رحمة الله تعالى. اللهم اختم عاقبتى وعواقب المؤمنين بالخير. رب يسر
ولاتعسر رب تمم بالخير يا معين الضعفاء.[74]
Lâhika-i Şükrâniyye:
İhvân-ı kirâmımdan Rızâ
Beyefendi işbu Sefîne-i Evliyâ'yı istinsâha azm edip, inâyet-i Hak ile bir
nüsha-i dîgerini yazmaya başlamıştır. Uluvv-ı himmetini burada tezkâr etmemek
kadr-nâ-şinâslık olacağından bu keyfiyyeti lisân-ı şükrân ile yazmak
mecbûriyyetinde kaldım.
Hak
taâlâ râzı olsun senden ey nûrum Rızâ
diye duâ ederim.
İnşâa'llâh menâkıb u terâcim-i evliyâ te'sîriyle bir gün olur dâhil-i zümre-i
ahyâr ve râkib-i sefîne-i evliyâ-yı ebrâr olur.
.
[1]
Bu ibârenin hesaplanmasından verilen tarih çıkmamaktadır. (H)
[2]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1104 çıkmaktadır. Dede kelimesi (ده
ده) şeklinde yazıldığı takdirde tarih doğru çıkar. (H)
[3]
Bu ibârenin hesaplanmasından verilen târih çıkmamaktadır. (H)
[4]
Bu târihde yanlışlık olmalıdır. 1031 olması gerekir. (H)
[5] Her köle hürriyetine kavuşunce sevinir, ben
ise sana köle olduğum için sevinirim. (H)
[6] Yazarın
yukarıda verdiği bilgiye göre, Yûsuf Dede’nin vefat târihi 1080’dir. Ancak yukarıdaki
diğer tarih ibârelerinin hesaplanmasından bu rakam çıkmamaktadır. (H)
[7]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1173 çıkmaktadır. (H)
[8]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1189 çıkmaktadır. (H)
[9]
Bu târih yanlış veya eksik olmalıdır. Hemen arkasından 48 yıl şeyhlik yaptıktan
sonra 1232 senesinde vefat ettiği belirtildiğine göre, noktalı harflerin
hesaplanmasıyla çıkan bu târihin 1184 olması gerekir. (H)
[10] O, apaçık ve yüce olan Allah’tan başka ilâh
yoktur. Muhammed’den başka peygamber, Ali’den başka yiğit yoktur.
[11] (...نَحْنُ
قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا...) ... Biz dünyâ hayâtında onların geçimlerini
kendi aralarında taksim ettik. 43. Zuhruf sûresi, 32. (H)
[12]
Bu bârenin hesaplanmasından 1298 çıkmaktadır. (H)
[13]
Bu ibârenin noktalı harflerinin hesaplanmasından 1313 çıkmaktadır. (H). Bu
târîh, kasîdesiyle berâber, levha hâlinde dergâh-ı mezkûr semâ’-hânesindeki
türbede medfûn bulunan Hz. Hüseyin merhûmun sandûka-i mübârekesine dayalıdır.
[14]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1227 çıkmaktadır. (H)
[15]
Koleradan vefât ettiklerine ve târîh-i vefâtları mâh-ı mübârek Ramazânın leyle-i Kadr
olması, Allâhu a’lem, muhtemel
bulunan yirmibirinci gecesine tesâdüf eylediğine işârettir ki, Emîrü’l-mü’minîn
Hz. Ali b. Ebû Tâlib (aleyhi's-selâm) de o gece vefât eylemişlerdi.
(Li-muharririhî)
[16] Bu
ibârenin ha-esaplanmasından 1325 çıkmaktadır. (H)
[17]
Aşk ve gönül birbiriyle ittifak edip,
ayrılıktan bir ateş yaktılar.
Beni tam manasıyla
yaktılar. Bu’t-telâk gününe kadar yanmak istiyorum.
Dayanılmaz saâdet
kuşunun derdini nasıl çekerim. Bu gam yüklü dünyada nasıl yaşarım.
Nifaktan uzak ney gibi
bir dost!
Ayrılıktan parça parça
bir gönül isterim. Tâ ki, iştiyâk derdini sana anlatabileyim. (H)
[18] Güzel içimli içkiyle gel sâkî. Ben zamanın
geçmesinden şikayetçiyim.
Bir dem beni azar azar
ızdırabımdan kurtarıyor.
Sonunda bir gün
hasta oldu ve hastalığı uzun sürmedi.
Fesîha Hanım, iki
çocuğunu bize bırakarak bu dünyâdan intikâl etti. (H)
[19]
İbârenin hesaplanmasından 1372 - 38 = 1334 çıkmaktadır. (H)
[20]
İbârenin hesaplanmasından bu rakam çıkmamaktadır. (H)
[21] Mahfil risâle-i
mu’teberesi bu makâleyi aynen 25. nüshaya derc etmiştir.
[22] Senin
zuhûrun benden, benim varlığım sendendir. Ben olmasam sen olmazsın, sen
olmazsan ben olmam. (H)
[23]
Kevn ü mekânda olan her şey Sensin. Dünyada
gizli ve âşikâr ne varsa Sensin.
Hudûstan değişiklik
kabul etmeyen, kadîm olan Sensin. Biri var idiyse o da Sensin.
Kâfirlerin,
putperestlerin kıblesi Sensin. Uğruna zünnâr bağladıkları da Sensin.
Perdeyle örtülü olan her
şey zanna sebep olur. Her zan ve şek ise Sana ulaşmaya sebeptir.
Her yerde secde edilen,
her yerde ayân olan Sensin. Her sözde ve dilde zikr olunan da Sensin.
Hiçbir yerde Senin
varlığından başka varlık yoktur. Bütün alâmetlerin gösterdiği varlık da Sensin.
Şu anda isim ve şanları olanlar
da ve isim ve şanları unutulup gitmiş olanların rabbi Sensin.
Sen ne cânsın, ne
cisimsin, ne de gönülsün. Ancak, hakîkatta cisim de can da Sensin.
Ey âşık Avnî! İnsanların
hepsi Sana meftundur. Cihan meclisindeki bu çeşitliliğin sebebi de Sensin. (H)
[24]
Cân benim vücudumdadır ama can
nerededir? İki gözümde nâm ve nişan vardır. Nâm ve nişan nerededir?
Bi’llâhi kendisinden
geçmiş bir dünyada hayretteyim. Dünyayı dolaşan, kat’ eden, dünya nerededir?
O ince belli güzele bak
ki onun belinden başka yoktur. O bele düşmüş ama bel nerededir?
Aşırı içkiden öyle
sarhoş oldu ki, dünya baştan başa döndü. Dünya nerede o nerede.
Ummân, denizi arzu
ediyorum diye coştu. Akan su ise, nerede akan su diye sordu.
Kendi kervanının
meşalesini elinde tutuyordu. Ve o giden kervanın meşalesi nere diyordu.
Avnî! Onu Ya’kup arar
zannetme. Ken’an ilinin Yusuf’u nerede? (H)
[25] Bu imtihân dünyâsında gökkuşağı okları.
Nereye gitsen, bunlardan kurtuluş yok. Kıyamete kadar yolculuk yapsan bile bu
kervanın izinden bir alâmet bulamayacaksın.
(H)
[26]
O, gönül alan sevgili semâa kalkınca,
ay (şeyh) durdu da diğer gök cisimleri (müridler) semâa başladılar.
Benim sevgilim eğer
kilisede görünürse orası cami olur, putlar semâa gelir.
Benim ay gibi güzel
vücutlu güzelim yanında olursa kadeh bile semâa kalkar.
Kaşın ve gözün senin rubâîni
okursa, Ömer Hayâm bile mezarından kalkıp semâa geçer.
Eğer senin Ka’be gibi
olan yüzünden örtü kalkarsa Bâyezîd-i Velî Bestâm yolundan semâa kalkar..
Yüzünü göster ki ruhlar
secdeye kapansın. Semâa başla ki cisimler de semâa başlasın. (H)
[27] Âlemin manzûru senden habersiz. Gözdeki ak ve
kara senden habersiz.
Ay ve güneş sanki senin
yüzünden birer numûnedirler. Güneş senden habersiz, ay senden habersiz.
Herkeste senden bir
nişan vardır, ama nişan da senden habersiz. Dünya senin şahidindir ancak şahid
senden habersiz.
Gönlümdeki feryâd ve âh
senin içindir. Ama feryâd da, âh da senden habersiz.
Sevgiliyi ararken öyle
git ki ey Avnî! Bununiçin yola girmen gerekecek ama yol senden habersiz. (H)
[28] Belâ meydânında baş çekdiler. Bu apaçık bir
sermâye idi ki sevgilinin eline düştü. Hiçbir mesele yok ki sonunda
halledilmemiş olsun. Ancak senin saçının düğümü ki zor düştü. (H)
[29] Akıl hocaları vehimler âyînesinin pasını
gideriyorlar.Senin yakanın bağının goncasını kimse açmadı. O gönül rahatlatan
muamma neyse odur. (H)
[30] Güzel sesli horoz, daha yumurtadayken öter. (H)
[31] Bayramda bana vuslat devleti nasîb oldu.
Bayram günleri, Cenâb-ı Hakk’ın fazlıyla bana mübârek oldu.
Bayram akşamları ihlasla
yaptığım her dua, bayram sabahında senin yüzünün gneşinden müstecâb oldu.
Bayram günü Senin o
mahmûr gözünden sarhoş olmuşum. Bayram gününün kadehindeki keyfiyet
hiçbir şeyde yoktur.
Ey Sabûhî! Visâl
akşamındaki kanlı gözyaşı damlaları, bayram sabahı çocukların giymiş olduğu gül
renkli elbiseler gibidir. (H)
[32] Yiğitlerin Ka’besi topraktan ve çamurdan
değildir. Gönüle tâlib ol ki, orası Allah’ın evidir. Vuslatın nûru âriflerin
kıblesi idi. (H)
[33]
İbârenin hesaplanmasından 1086 çıkmaktadır. (H)
[34]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1142 çıkmaktadır. (H)
[35] Cân u gönülden söz deryânın dalgıcı oldum.
Böylece şiir mücevherinin ağzını açtım.
Cemâlini seyr edenler
sarhoş olduğundan senin vasfın söz erbâbı için zor olmuştur.
Muhabbet kadehlerinden
aşk meyini içmişim. Bu ten evindeki safâ dalgaları dipdiridir.
Muhabbet sahrasının
eteğine varınca, gönüldeki çemen seyrinin hevesini attım.
Künhî, burada aşk
yolunda sözler söyler. Ancak bu sözler, ne bedehşanın vasfıdır ne de huten
ceylanının vasfı. (H)
[36] Ey kardeş! Hazret-i Peygamber: Mü’minler ölmezler, bu dünyadan, öbür dünyaya
intikal ederler. dedi.
Benim ağlamam ölümden
değil, ayrılıktandır. Büyük Pîr Salâhaddîn, Hakk’a erdi, diri oldu. (H)
[37] Elîf, tarihini onun ağlayışından
işitti. Âriflerin ölümüyle rûhları sevgilinin bezminde tutulmuştur. (H)
[38] Odur ve her şey dosttandır.
[39] (الموت
لقاء) Ölüm (Allah’a)
kavuşmadır. (H)
[40]
Birinci cildde terceme-i hâliyle tezyîn-i sahâif eyledim, Tâhirü’l-Mevlevî
Beyefendi.
[41]
Müverrih Efdalüddîn Bey ile müverrih Hüsâmeddîn Efendi’nin tahkîkât ve
ifâdelerine nazaran Yeğen Ali Paşa ikidir. Birincisi Yedekci Mehmed Paşa’nın
yeğenidir. Pederi Hasan Efendi nâmında bir zâttır. An-asl Hezârgradlıdır. Orada
Mevsılî Ağa nâmında bir zâtın ahfâdındandır. Manisa muhassılı iken Aydın’da
vefât etmiştir (1170*1756-57). Üsküdar Mevlevîhânesi bânîsi Nu’mân Dede Bey’in
pederidir. İkincisi, Şehlâ Ahmed Paşa’nın yeğenidir. Pederi Hüseyin’dir.
Cidde’de vefât etmiştir (1190*1776). Bunun da Nu’mân Bey isminde bir oğlu
vardır.
[42] Mevlânâ Dergâhı’nın bânîsi, kâmil şeyh Hz.
Nu’mân Dede oldu. (H)
[43]
Bu zât Ayıntâblı (Antepli) olup, Siyer-i Kebîr mütercimidir.
Eş’ârının pek o kadar metîn ve dil-nişîn olmadığını İbnü’l-Emîn Mahmûd Kemâl
Beyefendi söyledi. Dîvânı yoktur.
[44] (...هُوَ
كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ...) ... O'nun zâtından başka her şey
yok olacaktır... 28. Kasas sûresi, 88. (H)
[45] Bu
mısraın noktalı harflerinin hesaplanmasından 1210 çıkmaktadır. (H)
[46] Bu
ibârenin hesaplanmasından 1327 çıkmaktadır. (H)
[47] Allah mübarek etsin. Ne güzel sonsuz bir
devlettir. Kerem, cömertlik ve himmet Mevlânâ’nın vasıflarıdır.
Şeyhimiz Hazret-i Remzi
bu asırda ve bu yerde kutbu’l-aktâb ve dervişlerin önde gelenidir.
Kardeşlerden kim memnun
olduysa onun tarihini söyle: Bundan sonra bizi cennetimiz Nu’mân’ın
zâviyesidir. (H)
[48] Ey sevgili! Senin zülfün olmadan gönül
perişandır, gel.Bizim meclisimizdeki cem senin varlığındadır, gel.Bu
topluluktan zevk de safâ da âfiyet de seninle gitti. Ya bu topluluktan kurtul,
ya da gel. (H)
[49] Onun mezarı afv ve merhamet mahallidir. (H)
[50]
Sonradan çıkan her şey bid’attir, her
bid’at dalâlettir, dalâlet ve onun sahibi ateştedir. İbn-i
Mâce, Sünen, Mukaddime 7; Nesâî, Sünen, Îdeyn, 22. (H)
[51] Balıkasirli’dir.
Mat’ûnen 981*(1573-74)’de irtihâl eylemiştir (Rahmetu'llâhi aleyh).
[52]
Ey kabrime bakıp benim hâlimi düşünen!
Dün ben de senin gibi idim, yarın sen de benim gibi olacaksın. (H)
[53]
Burada İ. Süheyl Ünver tarafından sonradan yazılmış şöyle bir not vardır (H) :
Türk târîhinin yazmadığı bir nokta :
Türk ta’lîk yazısının bizde
kurucusu olarak da Public Library’den Türkçe ve Tevfik Fikret Kütübhânesi’ne
oğlu Haluk eliyle intikâl eden Türkçe resimli Şeh-nâme yazısı
bu zâtın. 18.IX.1971. Dr. İ. Süheyl ÜNVER
[54]
Verilen ibârenin hesaplanmasından 978 çıkmaktadır. (H)
[55]
Bu ibârenin hesaplanmasından 1210 çıkmaktadır. (H)
[56]
Bu ibaredeki noktalı harflerin hesaplanmasından 1203 çıkmaktadır. (H)
[57] Ümmetimin âlimleri İsrâil Oğullarının
nebîleri gibidir. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 64.
(H)
[58] O, kendi arzusuna göre konuşmaz. 53. Necm
sûresi, 3. (H)
[59] Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsâ? 20.
Tâhâ sûresi, 17. (H)
[60] O benim âsâmdır... 20.
Tâhâ sûresi, 18. (H)
[61]
... Ona dayanırım, onunla davarlarıma
yaprak sılkerim, benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. 20.
Tâhâ sûresi. 18. (H)
[62] Farzedelim ki ben iddia ettiğiniz gibi birini
sevdim ve ben ondan çicek gibi bir öpücük aldım. Ancak beni, yüzünde bir
ekşime ile karşılayınca da ondan ayrıldım. O halde niçin hâlâ beni
kınıyorsunuz? (H)
[63] Huccetü’l-İslâm’ın bu dünyadan nasîbi 55
senedir. Ölümü ise 505 senesidir. (H)
[64] Yeniköy
Yekfûr Tekkeleri Raûfî Tekkeleridir. Fakat ahîren Cerrâhî’ye münkalibdir.
[65] Verilen
tarih mısraının hesaplanmasından 1040 çıkmaktadır. (H)
[66] Verilen
tarih mısraının hesaplanmasından 1181 çıkmaktadır. (H)
[67] Verilen
tarih mısraının hesaplanmasından 1208 çıkmaktadır. (H)
[68]
Bu beyit Osmân Şemsî Efendi hazretlerinindir. Şemsî yerine Vassâf
kullandım.
[69] Yalnız
kolu burada, cesed-i şerîfi Şâm’da Câmi’-i Emeviyye’de medfûndur.
[70] Ey Allahım! Bizi hüsn-i hâtime ehlinden eyle;
Sana açıktan ibâdet edenler ile ayakta ve otururken Senden yardım isyenlerden
eyle . (H)
[71]
Nimetlerini bol verip yeterince artıran
Allah'a hamd olsun. Yâ Rabbi! Ben Seni, Senin kendini sena ettiğin gibi öğemem.
Ey kalbleri ve gözleri halden hale çeviren! Kalbimizi dîninde, güzel ibâdetinde
ve tâatinde sâbit eyle. Ey rahmet edicilerin en merhametlisi! (H)
[72]
Allah’ım beni taklidden kurtar ve
tevhîdin hakîkatına ulaştır. Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin. (H)
[73] Ey
lutufları gizli olan Allâh’ım! Bizi korktuklarımızdan kurtar, emîn eyle. (H)
[74] Ben, Allah’ın rahmetine muhtâc, hakîr ve
fakîr, Gülşenî, Uşşâkî ve Müştâkî tarîkatlarına mensup Hacı Hüseyin Vassâf’ım.
Yâ Rabbi! Âkıbetimi ve bütün mü’minlerin âkıbetini hayrla sona erdir. Yâ Rabbi!
Kolaylaştır, zorlaştırma. Yâ Rabbi! Ey zayıfların yardımcısı olan yardımcısı!
Sonumuzu hayr eyle. (H)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar