Print Friendly and PDF

Hedefi Vurmak İçin Ok Kullanmamak



      

 

       Eski bir Çin öyküsü, okçu olmak isteyen genç bir adamı şöyle anlatır:

     Adamın biri okçu olmak istiyormuş. Gidip usta bir okçunun yanına çırak olarak girmiş. Tam beş yıl onun yanında çalışmış. Herşeyi öğrendiğinden sonunda ustası tarafından azat edilmiş.

      Ustası:

      "Artık benim bildiğim her şeyi öğrendin. Benim, artık sona öğretecek hiçbir şeyim kalmadı" demiş.

      Ama adam, daha çok şey öğrenmek istiyormuş.

      "Ben daha fazla öğrenmek istiyorum " demiş.

      Ustası:

      "O zaman komşu kentte bir usta var, onun yanına git" demiş.

      Genç adam, komşu kentteki ustanın yanına gitmiş. Beş yıl da onun yanında çalışmış. Beş yılın ardından ustası genç adamı yanına çağırıp alnından öptükten sonra:

      "Artık her şeyi öğrendin. Sana öğretecek bir şeyim kalmadı" demiş.

      Genç adam, karşı çıkmış,

      "Daha öğrenmek istiyorum" diye..

      Okçu ustası, düşünüp taşındıktan sonra:

      "O zaman taa ülkenin öteki ucunda dağlarda yaşayan büyük bir usta var. O her şeyi bilir. Onun yanına gitmelisin" der.

      Genç adam, yollara düşer. Ovalardan, yaylalardan, dağlardan geçip aylarca süren bir yolculuğun ardından nihayet dağlarda yaşam sürdüren ustayı bulmayı başarmış. Usta, dağın başında tek başına oturan, ak saçlı, ak sakallı bir adammış. Yanında çevresinde ok falan da yokmuş!

      Genç adam:

      "Usta, sen hiç kimsenin bilmediğini biliyormuşsun. Bana öğretir misin?" demiş.

      Ak saçlı, ak sakallı, yaşlı usta, genç adama şöyle bir baktıktan sonra:

      "Tabii.. Madem istiyorsun.." demiş.

      Yaşlı usta oturmakta olduğu ağaç kütüğünden bir eliyle beline destek vererek ağır ağır ayağa kalkmış. Dimdik durup ufka göz gezdirdikten sonra, çıplak eliyle ok atar gibi yapmış. Ve bir ördek düşmüş ayaklarının dibine..

Ak saçlı, ak sakallı ihtiyar usta o denli ustaymış ki; artık hedefi vurmak için ok kullanmıyormuş.

      Bu çok eski Çin öyküsü, ellerinde ok varken hedefi bir türlü vuramayan ve hedefi vuranlar hakkında da olmadık spekülasyonlar üreterek ileri geri konuşmayı seven okçular için olsa gerek.

      Bazı insanlarla olmadık yerde ve olmadık koşullar içinde birden bire karşılaşıverir ve şaşkına dönersiniz. Karşınızdaki insanın kılık kıyafeti, yaşamını sürdürdüğü yerin atmosferi, içinde bulunduğu koşullar ile bilgi ve bilinci arasında hiçbir ilinti kuramazsınız. Böylesine bilge, böylesine deneyimli bir kişiliğin cin çarpmasına döndüren bakışları karşısında bir hiç olup çıktığınızı duyumsar ve kahrolup, ezilirsiniz. İç dünyanız alt-üst olur, kendinize olan güveninizi yitirirsiniz, dünyaya ve insanlara bakışınız, bir yıldırım çarpması hızı ile değişiverir. Tıpkı Büyük İskenderin, onca güç ve ihtişamın sahibi olmasına karşın; Sinoplu Diyojen'in partallar içindeki yaşlı bedenini fıçıya yaslamış güneşlenirken, çarpılıp yıkıldığı gibi yıkılıverirsiniz. Karşınıza çıkan bu kişiliği kavramaya çalışır, kavrayıp anlayamazsınız. Başaramayacağınızı fark edince de kendinizi toparlamaya çalışıp uzaklaşır kendi dünyanıza dönersiniz. Fakat; karşılaştığınız anda sizi tıpkı bir cin çarpmışa döndüren kişiliği hiç unutamazsınız. Tüm yaşamınız boyunca anımsar durursunuz ve yaşınız ilerleyip yolculuğun son istasyonuna doğru yaklaştıkça, bir türlü unutamadığınız o kişiliğin gücünü nereden aldığını sezinlemeye başlarsınız... Esasta sizi bir cin çarpmışa çeviren kişilik, onca gücü bilgiden daha çok karakterinin sağlam temellerinden almaktadır. Ve siz, bu gerçeğin gizemli şifresini ancak yolculuğunuzun son istasyonuna ulaşmak üzere olduğunuz anda kavrayabilirsiniz.

      Sağlam bir insan karakterinin temelleri üzerinde yükselemeyen en derin bilginin ışıltıları 'püf' diye sönebilir, büyük ustalık isteyen beceriler 'önemini' yitirirler. Erdem, bilgi ve deneyim buluştuklarında tüm ihtiraslar sönükleşirken, ortaya çıkan gücün karşısında ise; her şey güçsüzleşiverir.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar