Genç Werther’in Acıları / Dante ve İlahi Komedi
Yazan: Beyaz Arif Akbaş
Genç Werther’in Acıları
“Bir roman okudum, hayatım değişti..” misali Genç
Werther’in Acıları’da yazıldığı ve yayınlandığı dönemde ve günümüzde birçok
kişinin hayatını etkilemiş ilginç bir romandır. Bu roman 1774 yılında ünlü
yazar Goethe tarafından iki haftada yazılmış ve mektuplardan oluşmuştur. Roman
mektuplar şeklinde yazıldığı için insanda bir gerçekçilik hissi uyandırır.
Büyük yazar bu küçücük romanı bitirdiğinde henüz 27 yaşlarında, hayatının belki
de en güzel döneminde idi. Roman yayımlandıktan sonra Avrupa’da pek çok intihar vakası yaşanmış olması romanın
etkisini göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır. Ayrıca o günlerde romanın popülerliği bağlamında gençler aynı Werther gibi giyinmiş ve duygulu bir
şekilde sevdiklerine aşklarını ilan etmişlerdir.
Genç Werther’in Acıları, hukuk işlerinde çalışan romantik
yapılı bir gencin nişanlı bir bayana karşı olan karşılıksız aşkını anlatır.
Âşık olduğu Lotte isimli bayan bir rivayete göre Goethe’nin yüksek mahkemede
stajyer olarak çalıştığı yıllarda yaşamış olduğu Charlotte’yi temsil
etmektedir. Aslında insan hayatının en fırtınalı döneminde hep böylesine
karşılıksız bir aşk hikayesi gizlidir. Romandaki trajik taraf ise bu
karşılıksız aşkın bir intihar vakasına dönüşmüş olmasıdır. Goethe’nin bu
Werther karakterini oluştururken esin kaynağı; aynı yıllarda yaşamış ve intihar
etmiş olan arkadaşı Karl Wilhelm olmuştur. Trajik aşk ya da bizde genel bilinen
adıyla ‘kara sevda’ o dönemden beri hala en popüler roman konularından
birisidir. Roman daha sonra tiyatro eseri ve opera olarak bir drama şeklinde
oynanmış ve daha pek çok başarılar yakalamıştır. Bu roman genç Goethe’yi birden
yaşadığı dönemde şöhretin zirvesine götürmüş ve belki de onun edebi kimliğinde
en derin etkileri olan eseridir.
Hikâye yazarın bir süre mektuplaştığı kurgusal arkadaşı
Willhelm’in diliyle mektuplar biçiminde anlatılır. Willhelm, büyük ve
modernleşen kentlerin oluşturduğu ruhsal sıkıntılardan doğaya ve sade bir
yaşama kaçan bir gençtir. Ayrıca kendisini
okuyarak ve hayatı sorgulayarak geliştirmiş münevver bir kimliğe sahiptir. Bu
kaçış döneminde zengin bir ailenin kızı olan Lotte’ye karşılıksız bir aşkla
bağlanmıştır. Bu bayan kayıtsız değildir bu aşka fakat aynı zamanda bir
başkasıyla nişanlanmış ve toplumsal statüsü gereği elinden fazla bir şey
gelmemektedir. Lotte, mektuplardan anladığımız kadarıyla Albert’i tercih edip
onunla evlenmiştir. İnsanların aşk ve dostluk arasındaki çizgi çok incedir.
Lotte, bu sınırın aşılmasından da çekinmektedir. Yine bir başka mektupta Lotte artık ayrılmaları ve bu işin
bitmesi gerektiğini yazar. Burada Lotte tam manasıyla gerçekçi iken Genç Werther tüm hayalci ve duygusal yapısıyla
romantiktir. Romanın sonunda Genç Werther “Kader
bu, önüne geçilemez. Elveda!” diyerek trajik bir şekilde intihar eder.
Roman yayımlandığı tarihten itibaren evrensel bir üne
kavuşmuştur. Bu eseriyle Goethe, dünya edebiyatının en harikulade yazarları
içinde yer almıştır. Goethe, edebiyata karşılıksız aşk sonuncunda intihar eden
romantik bir kahraman armağan etmiştir. Yine
buna benzer durumlar Doğu’da o pek meşhur “Leyla ve Mecnun” , “Ferhat
ile Şirin”, “Varaka ve Gülşah” vb.
pek çok hikâyede görülmektedir. Ancak bizim Avrupa
fikir ve sanat âlemini hakkıyla tanımak için bu medeniyetin mahsulü olan
şaheserleri ve ortaya atmış olduğu meseleleri benimsememiz lazımdır.
Tanpınar’ın da dediği gibi; “Yazık ki,
Avrupa irfanı karşısında daima biraz
ezberci olarak kalmağı tercih etmiş Garp âleminde tanıdığımız ve tattığımız
şaheserleri
birer uzak burç gibi temaşa etmekle iktifa etmişizdir.
Hâlbuki onlar yaşayan bir zamanın ve onun emrinde teşekkül etmiş bir takım
girift vaziyetlerin ve yine çok girift meselelerin, dikkatlerin, tekliflerin
mahsulüdür ve bunlar layıkıyla bilinmedikçe esere vasıl olmak güç olacağı gibi,
bizzat insan anlayışımızda hep eksik kalacaktır.” Goethe, Genç Werther’in
Acıları’yla hayatın şiirselliği ve tutkularıyla yaşanması gerektiğini ve bu
yaşantı sonucunda birçok acılarla yüzleşilebileceğini göstermek istemiştir.
Bizim eksik taraflarımızdan birisi olan
Garp irfanı bir ölçüde bu tip eserlerde gizlidir. Geothe’nin eseri edebiyatta
gerçekçiliğin yerini alan
duygusallığın bir başyapıtıdır.
Goethe, duygularını romanları dışında şiirleriyle de çok
başarılı bir şekilde ifade etmiş üstün bir sanatkârdır. Şiirlerinde olduğu gibi
Genç Werther’in Acıları’nda da yaşamından parçalar ve kesitler vardır. Kendisi
de aynı şekilde Charlotte isimli bir bayana aşık olmuştur. Kalbinde taşıdığı
temiz duygularla kendi ahlaki yapısı çatışmıştır. Roman en temel manada bu aşk
ve ahlak çatışması üstüne kurulmuştur. Tekil
yaşanmış bunalım ile toplumsal bunalımı birlikte anlatan yazar bu
eserinde de şiirsel bir dil kullanmaktan vazgeçememiştir. Bu şiirsel üslup
eserin büyüsüne benzersiz bir derinlik ve gizem katmıştır. O yıllardaki Avrupa düşünüldüğünde köşeye sıkışan
bireyin toplumdan ve olumsuz koşullardan kaçışın bir temsili gibidir Genç Werther.
Roman bir manada maddiyata gömülmüş toplumsal biçimin eleştirilmesi ve
romantikliğin övülmesi şeklindedir. Sonraki yıllarda bu algı oldukça derin bir
altyapısı bulunan Alman Romantizmi
akımına dönüşmüş ve etkileri günümüze değin gelmiştir.
Werther, yazarın fırtınalı ve coşkun bir hayatı
anlattığı, yazarlık hayatında bir daha üzerinde durmadığı bir konudur. Bununda
bir takım sebepleri vardır. Goethe, sonraki yıllarda kendisini bu eserin
ününden ve büyüsünden uzaklaştırmıştır. Bir manada Sezai Karakoç’un Mona Rosa
şiirinde yaşadığı duruma benzer bir şey yaşamıştır. Charlotte’ye duyduğu aşkı
topluma duyurmasından ötürü bir pişmanlık duygusuna kapılmış ve büyünün
bozulması sanıyorum ki yazarı oldukça rahatsız etmiştir. Hatta sonraki yıllarda
bir dost meclisinde Goethe’nin kitaptan “hastalıklı bir şey” şeklinde söz
ettiği bile olmuştur. Birçok kitabı okunmasına rağmen ona en çok bu kitabın
sorulması bile bir edebi eserin yazarının yaşadığı dönemde efsaneleşmesi gibi
algılanabilir. Daha sonra bu duygu Goethe için kitaba karşı olan bir nefrete
dönüşmüştür. Ömrü boyunca da bu marazi yapıt büyük yazarın ruhunu rahatsız
etmiştir. Onu okuyan genç âşıklar bu marazi yapıttan her daim etkilenmişler ve
etkilenmeye devam edeceklerdir. Zaten aşk’ın doğası da bu marazilik değil
midir? Herkes hayatının bir döneminde bu aşk hastalığına tutulur, insan elde
edemediği ya da kavuşamadığı aşkların tutsağıdır. Bu roman böylesine özel bir
durumun en başarılı bir şekilde işlendiği ümitsiz aşkı anlatır. Ve biliyoruz ki
yaratılan her aşk ümitsizdir..
Dante ve İlahi Komedi
Büyük bir aşk şairi olan doğunun yedinci oğlu Sezai
Karakoç, Dante’nin meşhur kitabı ‘İlahi Komedi’den bahsederken şu ilginç
tespitte bulunur: “Sanat, kaçsa da, inkâr etse de, Tanrı’ya doğrudur hep. Dante
miracı yazmak istedi.” (Edebiyat Yazıları, s.22) Faust’un konusuda buydu.
İnsan, her daim bir nehir gibi Allah’a akmak ister. Sanat’ın gayesi de eserden
müessire varmaktır. Bu doğrultuda Homeros, Firdevsi, Mevlana, Dante, Hafız,
Goethe ve İkbal hep bu aşkın yolculuğun şiirini dile getirdiler çağlar boyu.
İlahi Komedya [Divina Commedia] İtalyan Edebiyatı’nın
muazzam şairi Dante tarafından on dördüncü yüzyılın ilk yarısında yazılmış ve
Dünya Edebiyatı’nın en meşhur epik şiiri (destanı) olarak anılagelmiştir. Dünya
Edebiyatı açısından önemli bir başyapıttır ve sırasıyla Cahennem, Araf ve Cennette geçen bir seyahati
anlatır. Dante’nin sembolik dili Michelino’un fresklerindeki gibi Cehennem’in
girişinden başlayıp Araf dağının
yedi eteğine kadar yayılmış ve en üstteki Cennet küresi’ne ulaşarak sonsuzluğa
yönelmiştir. Cennetin sonunda Beatrice vardır.
Mecnun için Leyla ne idiyse Dante içinde Betarice odur.
Evrendeki tüm her şeyin sonu ona varır. “Yaşam yolumuzun ortasında, Karanlık
bir ormanda buldum kendimi, Çünkü doğru yol yitmişti..” dizeleriyle başlayan bu
sonsuz yolculuk, “Düşlemin gücü burada tükendi, Artık isteğimi istencimi,
Dengeli bir çark gibi döndürüyordu, Güneşi yıldızları döndüren sevgi.”
dizeleriyle biter. Bu dönüş ve çekim (aşk) Mevlana Hz’lerinin semah ile
göstermek istediği şeyden başkası değildir.
Ortaçağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminde yazılmış
bu şiir hayalgücü, betimlemeleri, alegorik tasavvuru (Canlandırıyormuşçasına
dile getirme), ölüm sonrası âlemi hikâye etmesiyle sonraki dönemler de her daim
bir ilgiyle ve coşkuyla karşılandı. Eserin adının “İlahi Komedi” olması bizi
yanıltmasın, Dante’nin anlattığı şey mutlu sonla bitmesine rağmen insanın
ayrılığını dillendiren bir trajedidir. Kitabın orijinal adı “Komedi” iken
Giovanni tarafından başına “İlahi” kelimesi eklenerek bir nevi
Hristiyanlaştırılmıştır. Kitabın dili ise Toskana lehçesidir. Bu lehçe zamanla
Dante’ini başarılı bir şekilde işlemesiyle günümüz Modern İtalyanca’sının
oluşmasına katkı sağlamıştır.
Dante’nin İlahi Komedi’si asırlar boyunca şahsi bir
yönelmeyi anlattığı için tematik yapısıyla son derece moderndir. Beşir Ayvazoğlu
‘Derkenar’ isimli denemelerinde “Bir Yusuf
Masalı”ından bahsederken İsmet Özel’in gelenekle kurduğu ilişki
bağlamında Dante’ye bir gönderme de bulunur. “İsmet Özel, bilindiği gibi,
modern şiire varan yolun ilk durağında Dante’nin Divina Commedia’sını görür;
ancak tek insana özgü, içten içeriden bilgiye
götüren” (s.138) bir vargıdır bu. İsmet Özel ise bunu şöyle dile
getirmiştir; “Şiirin Divina Commedia ile başladığı vargısı, Dante’nin hem dili
hem de meselesi bakımından intellect’in boyunduruğuna girmemiş olduğu
vargısıyla aynı anlama gelir. Şiirde dil kişiseldir.” Oysa akıl kendi varlığını
ortaya koyabilmesi için saymaca bir dil kullanır. Dante’nin kullandığı dil
bakımından (ses tonu ve seçtiği sözcükler) oldukça şahsidir. Dante’nin yegâne
meselesi karşılıksız bir şekilde sevgi beslediği Beatrice’e olan aşkıdır.
Cemil Meriç; “Avrupa yorgun
bugün. İngiltere’yi, Almanya’yı, Fransa’yı dolaşın. Soluk soluğa insanlar
göreceksiniz. Hiçbirinin yaşadığı anla ilgisi yok. Hepsi de adı bilinmeyen bir
hayal peşinde. [Bir] Homeros, Dante...” (Bir Dünya’nın Eşiğinde, s.137) vs.
unutulmuş derken Batı’nın kibirli şımarık zekâlarını artık bu beyinlerin
doyuramadığını betimliyordu. Avrupa bu
sevgi dilini bir şekilde anlayamaz hale gelmiş ve medeniyet ışığını kim bilir
belki de çoktan unutmuştu.
Şair okuyucuyu ölüm sonrası bir maceraya davet eder.
Dante, derin kişisel bunalımının bir alegorisi (betimlemesi) olarak Cehennem’de
13. Kanto’dan itibaren karanlık bir ormanda yolunu kaybeder. Akeron Nehri
kıyılarında Cehennemin giriş geçiti vardır. Mitolojik bir kahraman olan Şaron
tarafından ölü ruhlar karşı kıyıya taşınır. İlk sahnede arzın derinliklerindeki
inferno’a (Cehennem’e) doğru yol alınır. Burada Toskana’nın bir takım ileri
gelen kişileriyle görüşür. Üstat öyle ki neredeyse gerçek hayatta sevmediği
bütün kişileri hiç tereddütsüz bir şekilde bu kısımda Cehenneme atar.
Dante, yolculuk boyunca Cicero, Öklid, Homer, İbn-i Rüşd,
İbn-i Sina, Horace, Ovidius, Lucan, Aristo, Sokrates hatta Selahaddin Eyyübi
ile karşılaşır. (Onun Kudüs’ü fethetmesi anlaşılan şairimizi bir hayli
kızdırmıştır.) Bu yolculuğu sırasında Dante’ye Şair Virgil rehberlik etmektedir. Kral Minos ölü ruhları yargılar ve
günah derecelerine göre ruhların hangi kısma konulacağına karar verir.
Cehennem, sonsuz derinliğe yönelen 9 daireli bir çukurdur. Bu katmanlarda;
öfkeliler, sapkınlar, vaftiz yoksunları, şehvet düşkünleri, oburlar, cimri ve
savurganlar, başkalarına saldıranlar, Allah’a karşı isyan edenler, hileciler,
hırsızlar ve iyilik yapanlara ihanet edenler için ayrı ayrı yerler hazırlanmıştır.
Şair daha sonra yolculuğuna devam ederken arada kalmış
(Araftakiler) birçok tanıdığı tanımadığı kişiyle sohbet eder. Araf;
(Purgatoria) ruhların terbiye edilmesi ve insanların yaptıklarından pişmanlık
duymaları için var edilmiş bir mekândır. Ahmet Kabaklı’ya göre Batı’ya
Dante’nin tanıttığı Araf, gerçekte İslam orjinlidir. Miguel Asin Palacios, “La
Escatologia Musulmane en la Divina Commedia” kitabında bariz bir şekilde İbn-i
Arabî tesirini ortaya koymuştur.
İlahi Komedi’nin üçüncü ve son cildinde Cennet anlatılır.
Burası sürekli devinimin olduğu bir yerdir. O günün kozmogonisinde bulunan
(Merkür, Venüs, Ay, Güneş, Jüpiter, Satürn vb.) 9 gezegen ve son bölümde ise
diğer yıldızlar, iyi ruhlar ile bizzat yaratıcının kendisi bulunur. Bütün bu sistemin
kaynağında yine yaratıcı vardır.
Dante hakkında bilindiğimiz kadarıyla ilk etüdü Ahmet
Mithat Efendi hazırlamıştır. Dante’nin
edebiyatımızda Halide Edip, Nihal Atsız, Yakup
Kadri, Tahsin Yücel gibi
birçok yazarda etkisi olmuştur. Fakat Türk Edebiyatı’nda; Dante deyince ilk
elden akla Cahit Sıtkı Tarancı ve
“Otuz Beş Yaş” şiiri gelir. Şair “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante
gibi ortasındayız ömrün, Delikanlı çağımızdaki cevher. Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.” derken hayatın manasını çözmüş gibidir.
Şiirde geçen zamanın sonunda; Dante misali “Neylersin
ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak.” şeklindeki rüya âleminde bir
ana varırsınız. Cahit Sıtkı en vurucu dizeleriyle bitirir bu şiiri: “Kim bilir
nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o
musalla taşında...”
Ayrıca Ahmet Haşim’in sembolik şiir dilinde Dante’nin bir etkisi
olduğu varsayılabilir. İbrahim Alaaddin Gövsa da meşhur adamlar dizisinden
“Dante” diye bir kitap çıkarmıştır. Floransalı Şair’in “İlahi Komedi”sini tam
metin olarak Rekin Teksoy çevirip dilimize kazandırmıştır. Dante,
bize şiirden bir rüya âlemi sunmuştur. Şiirde şahsi tecrübenin önemini
vurgularken; “Bir şeyi resmetmek için evvela o şeyin kendisi olmak gerekir” (Tanpınar, Makaleler, s.132.) diye
anlatır. Bu tasavvufi bir durumdur. Aşık olmayanın
aşkı anlatamayacağı gibi..
Marksist bir hayalet: Komünist Manifesto
Komünist Parti Manifestosu ilk olarak filozof Karl Marx
ve Friedrich Engels tarafından bundan tam 167 yıl önce 1848’de Londra’da ikinci
sınıf bir yayınevinde küçük bir broşür olarak basıldı. Bu broşür yayımlanır
yayımlanmaz ardından büyük etkilere ve tepkilere neden oldu. Manifesto,
parti’nin ilk bildirgesi olup Komünist birliğin amacını ve programını da ortaya
koyar. Karl Marx ve Engels bu kitapçıkla özel mülkiyetin kaldırılarak sınıfsız
bir toplum düzenin kurulması gerektiğini söyler. Kitap kapitalist sisteme
alternatif bir tez sunması
nedeniyle geçen son iki yüzyılın en önemli eserlerinden birisidir.
Eserin ilk sayfasında müellif olarak Marx ve Engels’in
isimleri beraber yazılmıştır. Karl Marx öldükten sonra yeni yapılan Almanca
baskı’ya Engels; “Manifesto’ya egemen olan temel düşünce... Yalnızca ve
tamamıyla Marx’a aittir” diye açıklayıcı bir not düşmüştür. Yani eserin temel
argümanlarını (tez, kanıt vs.) Marx hazırlamış, Engels basılmasına maddi ve
manevi yönden katkı sağlamıştır.
1872 yılındaki Almanca baskı’daki; “Komünist Birlik, o
zamanın koşulları altında elbette ancak gizli olabilen uluslararası bir işçi
derneği, Kasım 1847’de Londra’da yapılan kongrede, aşağıda imzaları
bulunanları, yayınlanmak üzere, ayrıntılı bir teorik ve pratik parti programı
hazırlamakla görevlendirdi.” Sözlerinden her iki düşünürün bu iş için Partice
görevlendirildiği anlaşılmaktadır.
İlk etapta Manifesto’nun on iki farklı dilde çevirisi
yapıldı. Miss Helen Maefarlane ilk İngilizce çeviriyi 1850’de hazırlamıştı.
Daha sonra ise Fransızca, Rusça, Lehçe, İtalyanca vb. dillere çevrildi. Günümüz
itibariyle 300 kadar farklı dile çevrilmiş olması eserin hala önemini koruduğu
noktasında oldukça anlamlıdır. Rusya’da Ekim Devrimi olduğunda S.S.C.B.
Manifesto’yu resmi devlet programı olarak benimsemişti. Bu ilk örnekten sonra
Çin, Kuzey Kore, Küba vb bazı devletler Marx’ın fikirlerinden hareketle çeşitli
sosyalist programlar hazırlamıştı.
Türkiye’de ilk defa 1920 yılında Mustafa Suphi tarafından
tercüme edilmeye başlanan Manifesto; Mustafa Suphi’nin arkadaşlarıyla birlikte
Karadeniz’de gemileri batırılması ve ölümleri neticesinde yarım kalmıştı. Daha
sonra ise 1923 yılında Dr. Şefik
Hüsnü (Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, kurucusudur.) tercümenin
tamamlanmış halini [pembe kapaklı]
yayımlamıştı. Türkiye’de “komünist” sözcüğünün yasaklı olduğu dönemlerde eser
‘Pembe Kitap’ olarak zikredilmiştir.
Komünist Manifesto; “Avrupa’da
bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa’nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir
ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız
radikalleri ile Alman polis ajanları.” Sözleriyle başlayan bir eserdir. Ve bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla
Komünizm o dönemde tüm Avrupa devletlerince
bir güç olarak tanınmak zorunda kalmıştı. Marx ve Engels yayımladıkları bu
broşür ile tüm dünyaya görüş ve amaçlarını, eğilimlerini duyurmaya çalışılmıştı.
Toplum ve ideoloji arasındaki münasebetleri ilk kez
araştıran yazar Marx’tır. Ona göre; şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi,
sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle,
(patrisyen ile pleb,) bey ile serf, lonca ustası ile
kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı-karşıya
gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her
keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya da çatışan
sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir. Marx
toplumlardaki sınıfsal çatışmaların varlığına dikkat çeken bir düşünürdür.
Tarihin birçok döneminde hemen her yerde insanlar arasında maddi
kaynaklı eşitsizlikler ve zulümler görülmüştü. Karmaşık toplum düzenleri
genellikle toplumsal mevki derecelendirmesine göre sınıflandırılmıştı. Marx ise
sınıfsız, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir toplum düzeni hayal ediyordu.
Örneğin eski Roma dönemindeki “Patrisyenler” şövalyeleri, “Plebler” ise
köleleri temsil ediyordu. Toplumsal sınıflar
alt derecelendirmeler şeklinde oluşuyordu. Günümüzde ise sanayileşen ve
modernleşen toplumlarda zengin sınıf (burjuva) ve işçi sınıfı (proletarya)
şeklinde temel iki katman oluşmuştu.
Karl Marx Manifesto’da sınıfsal ayrışmayı; “Ne var ki,
bizim çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf karşıtlıklarını
basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düşman kampa,
doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: Burjuvazi
ve Proletarya” şeklinde anlatmıştır. Filazof’a göre burjuvazinin (zengin sınıf)
devrilmesi ve proletaryanın (işçi sınıfı) zaferi kaçınılmazdır. Bu doğrultuda
bazı devrimler gerçekleşse de 1990’lı yıllarda S.S.C.B.’nin dağılması, teorinin
gerçeğe dönüşmesinin bir ütopya (hayal) olduğunu fazlasıyla göstermiştir.
Komünist Manifesto: “Komünistler, kendi görüşlerini ve
amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal
koşulların zorla yıkılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça ilân ediyorlar. Varsın
egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin
zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var.
Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!” sözleriyle bitmektedir. Burada açıkça
farklı bir dünya sistemi kurmayı hedefledikleri ve bu uğurda gerekirse zora
bile başvurabileceklerini söylemişlerdir. Marx’ın son cümlesi sömürüye karşı
işçi sınıfı mücadelesi için birlik ve beraberliğin önemine işaret eder.
Manifesto, bir hayalet gibi tüm dünyanın fikir mecralarında kol geziyor. Hala
büyüleyen bu hayalet Marx’ın hayali..
Komünist Manifesto’nun Bazı İddiaları: 1-Toprak
mülkiyetinin kaldırılması, kamulaştırma. 2- Ağır, giderek artan ya da kademeli
gelir vergisi. 3-Bütün miras haklarının kaldırılması, yok sayılması.
4-Mültecilerin ve asillerin mallarına el konulması. 5-Bankaların ve sermayenin
devletleştirilmesi. 6-Haberleşme ve ulaşımın merkezileştirilmesi. 7-Devlet
fabrikalarının ve çiftliklerinin açılması. 8-Herkes için eşit çalışma
yükümlülüğü, sanayileşme. 9-Tarımın ve imalât sanayin birleştirilmesi.10-Tüm
çocuklara devlet okullarında ücretsiz eğitim.
Marxsizm’in ABC’si; Komünizm: Özel mülkiyetin olmadığı ve
bütün malların ortaklaşa kullanıldığı toplum düzeni. Diyalektik Materyalizm:
Maddecilik konusunda karşıtlıkları kullanarak ilerleyen bir akıl yürütme
biçimi. Proletarya: İşçi sınıfı. Burjuva: Kent soylu, zenginler. Sosyalizm:
Toplumculuk felsefesi. Enternasyonal: İşçi sınıfının katıldığı uluslar arası
organizasyon. Feodalizm: Derebeylik, ağalık sistemi. Artı Değer: Ekonomide
gerekli ve zorunlu olmadan daha fazla üretim yapılmasını anlatır. Sosyal
Korporatizm: İşçi ve sermayeder kesim arasındaki anlaşmanın sosyal yollarla
sağlandığı bir ekonomi modelidir.
Reform: Düzeltme, yeniden biçimlendirme. Sendikacılık:
Aynı meslek kolunda çalışan insanların birlik olmalarını amaçlayan bir akımdır.
Sendikaların etkinliğinin artmasını hedefler.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar