Politikada Nükte /Nejat Muallimoğlu 3
Nükte çalıdır, zeka da odun; biri en fazla ışık verir,
diğeri ise en uzun devam eden sıcaklık; ve her ikisi de beraberce en iyi ateşi
yaparlar.
Overlung
Nüktede hakikat payı vardır; alay ise sadece kelimelerin
jimnastiğidir.
Dorothy Parker
Hümor ve şaka hoştur, ve ekseriya son derece faydalıdır
da.
Cicero
S ir Winston Leonard Spencer
Churchill, kesinlikle söy- ^lemek için vakit henüz erkense de, pek çoklarının
indinde yirminci asrın en büyük politik şahsiyetidir. H^^- ten sonraki
hadiseler—hepsini olmasa dahi—pek çok düşünce ve görüşünün isabetli olduğunu
doğruladı. Churchill' in hayatını eleştirecek bir yazarın, onun, çağımızın
kahramanı olduğu hükmüne varamaması imkansız. Ölümünden kısa bir müddet sonra
meşhur Economist
dergisi şöyle diyordu: "Halen hayatta olan insanlar Churchill devrinde
yaşadıkları için ölünceye kadar gurur duyacaklardır."
Beverly
Baxter adlı bir İngiliz mebusu ise bir
vakitler şunları söylemişti: "Eğer bu hayret uyandırıcı, adam Ispanya'da
doğmuş olsaydı, bir boğa güreşçisi olurdu. Eğer Fransa'da yaşamış olsaydı, ya
yeni bir cumhuriyet rejimi kurar veya hanedanlığı geri getirirdi. Şayet
Birleşik Ame-
rikan vatandaşı olsaydı, Cumhurbaşkanı seçilirdi.... Ben hayatımda
böylesine bir adam, böylesine maharet, böylesine deha görmedim."
Onun nükte ve hicivli sözlerinden—ki diğer vasıflan gibi kahramanca
boyutları vardı—bahsetmeden önce, Chur- chill'in yaradılış ve mizacında çetin
ve insiyaki bir savaşçılık bulunduğunu. ve nükteleri de dahil, bütün vasıflarının
bu savaşçı rölünde kendisjne hizmetkar olduklarını söylemek mecburiyetindeyiz.
Benliğini kemiren bu çarpışma içgüdüsünü
o da biliyordu: "Belki daha fazla dikkatli olmam gerekir, ama bende
akıntıya kürek çekmeye doğru kuvvetli bir meyil var.”
Churchill akıntıya kürek çekme hasletini ecdadından tevarüs etti.
Fransızları Blenheim'de mağlup eden C 1704)
John Churchill, The First. Duke of
Marlborough—"Birinci Marlborough
Dükü" (1650-1772) böyle bir adamdı. Fakat biz, Churchill'in babasına kadar
uzanalım, yeter. Lord Ran- dolph Churchill (1849-1895) savaşçı bir politikacı
idi. Muhafazakâr partinin ön sıralarındaki kıdemli mebusları dahi ısırmaktan
çekinmezdi. (Churchill, babası hakkında fevkalade bir biyografi yazdı.)
"Eski çeteciler" diye vasıflandırdığı partisinin liderlerine karşı
üç arkadaşıyla birlikte giriştiği savaştan ötürü, onlara, "Dördüncü
parti" deniyordu.
Başvekil Gladstone ve onun Liberallerini çarmıha germekten gerçek zevk
ve haz duyan Lord Randolph'un siyasi tarihlere geçen bir hitabesi var. Bu
alevli ve safralı nutuk Parlamentoda irad edildi (24 Ocak, 1884). Başvekil
Gladstone, Hawardeen kasabasındaki sayfiye evinin bahçesindeki ağaçlardan bir
kısmını kesmişti. Lord Randolph'- un, Gladstone'nın ağaç kesme
"adet"ini konu aldığı bu nutuk, onun meşhur oğlunun iğneleyici
kudretini nereden tevarüs ettiğini de gösteriyor:
...Papaz, beyhudeliklerin beyhudeliği, diyor. Hepsi beyhude! Radikal, sahtekârlıkların
sahtekârlığı, diyor. Hepsi sahtekârlık! Beyler, biz artık reklâm asrında
yaşıyoruz—Holloway'in her derde deva hapları, Colman'ın hardalı, ve
Horniman'ın saf çayı devrinde! Halkı reklâma boğma politikası öylesine
başarılı neticeler veriyor ki, Liberal Parti, kendisinden beklenenin hakkını
vererek reklâmı, siyasetinin temel direği ittihaz etti. Başvekil [Glad- stone] şahsî siyasî reklâmın en büyük
ustası. Bir Hollaway, bir Colman ve bir Horniman onun eline su dahi dökebilecek
kıratta değiller. İster sıhhî maksatlarla, ister “leisure” [eğlence ve istirahat]
amacıyle, veya ister din i itikatları
pekleştirmek gayesiyle ele alınmış olsun, onun giriştiği her şey, büyük plâka
ve dövizlerle Birleşik Krallık'taki [İngiltere] her erkek, kadın ve çocuğun
gözleri önüne seriliyor. Sonbahar tatili için koca bir transatlantik
kiralanıyor, memleketin milli şairi onu kamarasında şereflendiriyor, ve şair
için beslenen minnettarlık ve şükran hisleri de kendisine bir lordluk
bahşedilmekle ödeniyor. Tabiî, bu gezinin hakkını da vermek gerek. Bundan
böyle, gemideki öğle yemeği Rusya İmparatoru ile beraber yeniyor, ve akşam
üzeri çayına da Danimarka Kraliçesi davet olunuyor.
Eğlence-İstirahat için de Başvekil, ağaç devirmeyi itiyat ediniyor.
Onun bu âdeti, ne var ki, tıpkı güttüğü politika gibi, temelinden yıkıcı.
Günlük gazetelerin özel muhabirleri Gladstone'ın her günkü normal hayatının
hikâyesini gözlerimiz önüne seriyorlar: her gün öğleden sonra bütün bir dünya
bir kayının. veya bir çınarın, ve yahut
bir meşenin baltalanmasına yardım etmek üzere, Başvekilin malikhânesine davet
olunuyor; Muhterem Centilmenin eksersiz yapması ve terlemesi uğruna bir orman
evlâtlarını kaybediyor.
Onun dine olan bağlılığını göstermeğe gelince, reklâmların boyutları
daha da büyük ölçüde ele alınıyor. Başvekilin Incil’den okuyacağı p arçaların yine onun tarafından yapılacak
tefsirlerini dinlemek için Hawardeen'deki eski
kil ise lebaleb insanla doluyor...
. Gazetelerde onun günlük yaşayışının
safahatini okurken kendi kendime soruyorum:
İmparatorluğu temsil eden Gladstone hükümetine bundan daha iyi bir amblem bulunabi l ir mi? Bu memleketin
çalışan insanları 1860 yılında onu vazifeye davet ettiler. Zira onun kendilerine
ve Kraliçenin [Victoria] uyruklarına sosyal adalet, refah ve evrensel barış
vâdettiğini biliyorlardı. Fakat Başvekil şimdi hal -
ka odundan başka bir şey veremiyor. Afganistan'daki sadık müttefiklerimize
odun, Güney Afrika'da ümitlerini bize bağlamış yerli kabilelere odun, sanayici
ve esnafa odun, İngiliz çiftçisine ve ziraî işç iye
odun. Mısırlı fellaha odun; .Mr. Gladstone’ı destek- liyen, ona güvenen, ona
ümit bağlıyan herkese odun. Odundan başka hiç bir şey yok. Sadece odun—sert,
kuru ve besleyici has- salardan mahrum, hazmedilemiyen odun!
John Randolph bir vekillik kapmak için yıllarca bekledi. Fakat arzusuna
nail olur olmaz, aniden istifa edişi siyasi intihar oldu. Oğlu Winston
Churchill'in başanlı olmak ar- zusuyle yanıp tutuşmasında, şüphesiz, eratik
tutumu yüzünden kendi politik yıldızım kendi eliyle söndüren babasının
yıldızını yeniden parlatmak istemesinin de rolü vardı.
Winston Churchill, meşhur atası John Churchill'in Blen- heim'da inşa
ettirdiği şatoda doğdu (30 Kasım,
1874). Aristokrat ailelerin çocuklarının devam ettiği ünlü Harrow lisesinde
gerçekten başarısız bir talebe idi. Hiç de iyi ol- mıyan bir derece ile mektebi
bitirdikten sonra Sandhurst' a
(İngiliz Harp Akademisi) girmek istediyse de, ancak üç defa denedikten sonra
giriş imtihanını verebilecekti.
Churchill, seneler sonra, mektepte geçen yıllanndan şöyle
bahsediyordu: "Ana mektebine giderken, ben, oyuncaklarımla birlikte,
mesut bir çocuktum. Gençlik yıllanmdan itibaren kendimi daha da mesut
hissetmeğe başladım. Fakat ^»ukluk ve gençlik yıllarım arasındaki devre, hayat
yolculuğumda kasvetli gri bir yama gibi
duruyor."
Harp Akademisindeki hayatı nisbeten başarılı geçti. Mezun olduktan
sonra Hindistan'a gönderildi. Malaya'daki İngiliz ordusunda vazife aldı. Daha
sonra Afrika'ya tayin edildi. İngilizlerin Sudan harekatına katılan
birliklerinden birinde o da vardı.
Afrika'dan İngiltere'ye dönen Churchill, askeri hayatına dair iki tane fevkalâde kitap yazdı. Bu
sırada Güney Afrika'da Boer Harbi patlak vermişti. Morning Post gazetesi namına Güney Afrika'ya gitti. Fakat
orada gazetecilik kurallannı çiğnedi ve Boerlere karşı cenkleşen İngiliz
birliklerinde bilfiil yer aldı. Harpte esir düştüyse de, esir kampından kaçmağa
muvaffak oldu. Afrika'nın bir çok yerlerinde Churchill'i ölü veya diri getirene
mükâfat verileceğini bildiren afiş ve el ilânları dağıtıldı.
Churchill,
yüksek kadamelerde askeri kararlar verebilmek için, bilfiil çarpışmış olm^un
lüzumuna inanıyordu. Yıllar sonra, kendi Muhafazakar parti mensuplarından
millet vekili Albay Kenyo-Slaney'in, kendisinin siyasetini tenkit eden bir
nutkuna (ki bu nutukta Albay, Churchill'- den "hain" diye
bahsetmişti) şu cevabı verdi:
"Şuna
bilhassa dikkat ediyorum: Siyasi münakaşalar hararetlendiği zaman, hırçın
tabiatlı ve mahdut zekalı insanlar derhal
kabalaşıyor. Şayet ben hain bir insan isem, yine de güney Afrika'da Boerlere
karşı cenkleşiyordum. Ben -cephede, memleketim için çarpışmak şerefine nail olduğum
için övünürken, Albay, İngiltere'nin huzur ve güvenliği içinde, Albay
Kruger'i* diliyle öldürmekle yetiniyordu.
Uzun ve
fırtınalı geçen hayatı boyunca, Churchill, muhaliflerinin her an kendisini
"yemek" için fırsat gözettiklerini müdrikti. Amerikalı bir kadına
verdiği cevapta da belki bunu düşünüyordu.
Amerika'da bir gece salonu tıkabasa doldurmuş bir dinleyici kütlesine hitap etmişti. Nutuktan
sonra bir kadın nefes nefese yanına gelerek heyecanlı bir sesle, "Bu insanlar size ilham ve^iş olmalı," dedi.
"Nerede bir nutuk verseniz, salon iğne atılsa yere düşmiyecek şekilde
doluyor." ■‘‘Böylesine sadık dinleyicilerim olduğunu bilmek bana
gerçekten gurur ve heyecan veriyor," cevabı verdi Churchill.
"Fakat şunu da hiç bir zaman aklımdan çıkarmıyorum, hanımefendi: eğer
siyasi bir nutuk ve^ek yerine ipe çekilmiş olsaydım, kalabalık iki misli
olurdu.
Başarılı bir askerlik, muhabirlik ve yazarlık devrelerinden sonra,
Churchill, Parlamentoya ginneğe karar verdi ve 1900 yılında, Muhafazakar partili
olarak kendisine Avam Kamarasında bir sandalye kazandı. Parlamentodaki ilk
nutkunda bir arkadaşından borç nükte almıştı. Seçimlerden sonraki üçüncü
oturumda konuşmak için sıra beklerken, kürsüde bir diğer mebus, Lloyd George,
konu-
•Albay Paul Kruger, Boer devlet adamı ve 1883-190
yıllarında da “Transvaal" Cumhuriyetinin (Güney Afrika Cumhuriyeti)
başkanı idi. Kruger hakkında yazılan bir kitapta
şu anekdot da var: Güney Afrikalı iki kardeş babalanndan kalan toprağı nasıl
paylaşacaklarını bilemiyorlardı. Cumhurbaşkanı Kruger onlara şunu
tavsiye etti: "Biriniz toprağı ikiye
bölsün, ve diğeri de istediği parçayı alsın." şuyor, asit dilli Welshli,
muhaliflerini dağlayan kızgın bir nutuk çekiyordu. Lloyd George'dan sonra söz
sırası Chur- chill'indi. Genç mebus Churchill, Lloyd George ve onun nutkuna
nasıl değineceğini bilemiyordu. Muhafazakar bir millet vekili, Thomas Gibbon
Bowles. ona bir cümle teklif etti. Bugün bile bu cümleden tipik bir Churchill
ifadesi olarak bahsolunur. Churchill, Lloyd George'ın nutkuna şöyle temas etti:
"Muhterem
centilmen, mutedil tekliflerini ileri sürmeksizin gazaplı bir nutuk çekeceği
yerde, bu kızgın kelimeleri sarfetmeyip mutedil tekliflerini ileri sürseydi
çok daha iyi etmiş olurdu.
Churchill ilk nutkunda mebus Bowles'e kredi vermedi. Fakat seneler
sonra, 1929 yılının bütçe müzakereleri sırasında Lloyd George'dan "the
Happy Warrior of Squander- mania—Çarçur Manyasının Bahtiyar Cengâveri"
diye bahsettiği vakit, Bowles'ın adını dile getirdi. Churchill bu nutkunda,
İngiltere'deki işsizliği gidermek için, Lloyd George' ın teklif ettiği
tavsiyeler üzerine konuştu. Lloyd George geniş çapta âmme işlerine
girişilmesini istiyordu. Mebus Churchill şunları söyledi:
Paranın nasıl harcanacağı henüz teferruatıyla bilinmiyorsa da,
kaynaklarının doğruluğundan şüphe edilemez yüksek otoriteler bize şu teminatı
verdiler: yeteri kadar kaynak ve enerji ile bu işe girişildiği takdirde parayı
dağıtmak hiç de zor bir mesele ol- mıyacaktır. Böyle bir politika, müteveffa
Thomas Gibson Bow- les’in dediği gibi, sabahın erken bir saatında elimize bir
bisküvit alıp, verecek bir köpek bulabilmek ümidiyle bütün gün sokakları
arşınlamağa benziyor. Her neyse, artık bundan sonra Muhterem Centilmeni âdi
politika usullerine başvurmakla kimse itham etmeyecek.
"Bir
insanın harpte sadece bir kere, politikada ise defalarla öldürülebileceğine
rağmen, politika, hemen hemen harp kadar heyecanlı ve oldukça da
tehlikelidir," diyen Churchill'in politika hayatı fırtınalı geçti. Parti
sadakatı, politikaya atılmış bir çok büyük adam gibi, Churchill için de bir
mesele idi. "Bazı insanlar prensipleri uğruna partilerini değiştirir,
diğerleri de partileri uğruna prensiplerini" diyordu. Ve Churchill,
Parlamentodaki ilk yıllarında, gerekirse prensipleri uğrana partisini
değiştireceğini gösterdi.
Parlamentoya
ilk seçilişinin akabinde, serbest ticaret konusunda kendi partisinin tutumundan
apayrı görüşleri savunmağa başladı. Bir gün konuşmak üzere ayağa kalktığı
vakit (1903),
bütün muhafazakar üyeler, yekvücut Kamarayı terketti. O zaman
Muhafazakar bir mebus, partisinin bu "asi" üyesi hakkındaki görüşünü
aksettirerek, Güney Afrika'da beriberi hastalığının yayılmakta olduğunu ve
Churchill'in de bu hastalığa yakalanmış olabileceğini ima etti: "Zira
gelen haberlere göre, bu hastalığın en belirgin alameti kafanın son derece
şişmesidir." (İngilizcede, kendini
beğenmiş, kibirli insanlar için kullanılan deyimlerden biri de
"şişkin" Biz Türkçede buna ''burnu kaf dağında, diyoruz.)
Fakat
Churchill, kendisine yöneltilen hücumlara aldırış etmiyor, prensipleri uğruna
partisinin liderlerini tenkit etmekten kaçınmıyacağını gösteriyordu.
Muhafazakar partisi liderlerinden ünlü Joseph Chamberlain'dan şu kelimelerle
bahsetti: "Mr. Chamberlain, çalışan insanları (işçiler! öylesine seviyor
ki, onları daima çalışır görmek için elinden geleni yapmak istiyor."
Chamberlain 1904 te,
kürsüde tekrar koruyucu ticari prensiplere dönülmesini hararetle müdafaa ettiği
bir sırada, Churchill, Muhafazakarlar safındaki yerinden kalktı, Kamaranın
karşı tarafına doğru yürüyerek Liberaller arasına oturdu. Bu, Churchill'in ilk
defa parti değiştirmesi idi. Muhafazakar olarak seçilmiş, Liberallere intisap
etmişti. Daha sonraları bir Koalisyon Liberali, arkadan bir Ana- yasacı, ve
nihayet tekrar Muhafazakar olacaktı. Maama.fih, bir defa daha belirtelim ki,
Churchill, bir partiden diğerini sıçramayı her hangi bir politik hırs ve
emelden ziyade, vicdanının sesine kulak vererek yapıyordu. Bununla beraber, bu
yüzden çok tenkit edildi, zaman zaman politik sırt çevirmelere, hatta afaroz
edilmeye katlanmak zorunda kaldı.
Muhafazakarlardan
Liberallere geçen Churchill, Sömürgeler Vekili Muavinliğine tayin edildi. Bir
müddet sonra. otuz üç yaşındayken (1908) Ticaret Vekilliği
koltuğuna oturdu, ve 1909 dan 1911 e kadar da Bahriye Vekilliği görevini ifa etti.
Birinci Dünya Harbinden önce İngiliz donanmasının harbe hazır bir hale getirilmesinde Churchill' in hizmeti fazla
olmuştur. Harpten önceki yıllarda Church- i ll' i tenkit edenlerin başında Lord Charles
Beresford geliyordu. Churchill, Lord'dan şu kelimelerle bahsetti:
"Kürsüye
gelmeden önce ne söyliyeceğini bilmeyen, ve konuşmasını bitirip yerine
oturduktan sonra da kürsüde ne söylemiş olduğunu bilmiyen bir hatip.
Planlarını
Churchill'in hazırladığı Çanakkale
harekatı Mehmetçik'in sarsılmaz iman ve ezilmez kuvveti karşısında tam bir
bozgunla neticelenince, 1915 yılında Amirallik Dairesindeki görevinden istifaya
mecbur tutuldu. Bunun üzerine bilfiil harbe katılmak üzere Fransa'ya gitti ve 1916 da İngiltere'ye dönerek
Parlamentodaki sandalyesini aldı.
Ertesi yıl, Başvekil Lloyd George'ın kabinesinde Mühimmat vekilliğine getirildi. Bu vekaletin başında gizli olarak ve kendi
inisiyatifi ile o zamanın pek bilinmiyen bir silahını, "tank”ı, imal
ettirmeye başlattı. Alman generali Luden- dorf'un ifadesine göre de,
Almanya'nın mağlûp' edilmesinin başlıca sebeplerinden biri, Müttefik ordularının tank larla hücuma geçmesi oldu.
Harpten sonra, 1919 da Savunma vekaletinin başına getirildi.
Bolşeviklere karşı, Beyaz Rus'lan teşvik ve kışkırtması şiddetle tenkit edildi.
Churchill,
daha başlangıçtan itibaren Komünizmin amansız düşmanlarından biriydi.
Komünizmin ilk yıllarında, kısa bir müddet sonra dünyanın başına bela olacak
bu ideolojiyi şöyle tarif ediyordu:
"Kafataslarından oluşmuş tepeden inmekte olan gulyabani." (Gulyabani'nin Arap edebiyatında ölüleri mezardan çalarak
yiyen hayalet olduğunu hatırlarsak, Churchill'in
bu sözündeki derin ve büyük manayı
daha iyi kavramış oluruz.)
"Kartallar susunca papağanlar abuk sabuk konuşmaya başlar," diyen Churchill, Rusya'yı,
"esrarengiz bir kisveye bürünmüş bir sır içindeki muamma," diye
^tarif ediyor; Almanya'ya verilen tavizlerin Hitler'in iştihasına set çekmediği
gibi, Rusya'nın her dediğini, her istediğini kabul etmekle de Stalin'in arzu ve
emellerine gem vurulamıya- cağını kehanetle söylüyordu. Onun indinde taviz
vermekle durumu kurtaracağını sanan bir insan şöyle biriydi: "Kendisini
en son yemesi ümidiyle timsahı doyurmaya çalışan insan." Bir diğer
konuşmasında da Komünistlerle timsah arasındaki benzerliği şöyle dile getirdi:
Komünistlerle
iyi münasebetler kurmağa çalışmak, timsaha kur yapmağa benzer: çenesinin altını mı okşamak
gerektiğini yoksa kafasına mı vurmak icap ettiğini bilemezsiniz; ağzını açtığı
vakit gülümsemek mi istediğini yoksa sizi yutmaya mı hazırlandığını
anlayamazsınız.*
Churchill, 1945 yılında,
"Ruslarla mümkün olduğu kadar doğuda el sıkışmamız çok önemlidir,"
diyerek, Rusların Avrupa'nın göbeğine kadar sarkmalarının büyük bir tehlike
olacağını söylemiş, Amerikan birliklerinin geri çekil" melenni şiddetle
tenkit etmiş, bunun Doğu Avrupa'daki Sovyet nüfuzunun daha da derinleşmesine ve
Müttefiklerle Doğu Avrupa arasında bir "demir perde"nin çekilmesine
yol açacağını görmüştü. Hâdiselerin gelişmesi onu haklı çıkardı.
Harpten
sonra, Orta ve Doğu Avrupa'daki monolit Komünist devletleri blokuna karşı bir
Anglo-Amerikan birliği kurmak gayesiyle Amerika'ya gitti ve Missouri eyaletinde
küççük Fulton kasabasındaki Westminister Kolejinde Avrupa'nın göbeğine inen “demir perde"den şu kelimelerle bahsetti (5
Mart, 1946):
Son
zamanlara kadar Müttefiklerin zaferiyle aydınlanmış cephelere bir gölge düştü.
Baltık'taki Stettin’den Adriyatik'teki Tri- este'ye kadar Avrupa kıtasının bir
ucundan diğerine demir bir perde indi.
"Ruslarla karşılıklı iyi niyet
hisleriyle niçin müzakerelere girişilemeyeceğini
Fransa Cumhurbaşkanı Gen.
de Gaulle şöyle anlatmıştı: "İşe
şapkanızı vermekle başlayacaksınız.
Arkadan ceketinizi vereceksiniz. Sonra gömleğinizi, ardından derinizi, ve
nihayet ruhunuzu."
Churchill, 1922 seçiminde Parlamentodaki
yerini kaybetti ve kendini tamamen resme verdi. Hiç de kötü bir ressam
sayılmazdı. Eserleri zaman zaman teşhir edildi. Politika ile meşgul olmasaydı,
tabloları İngiliz Kraliyet Akademisinde serginelecek kadar iyi bir ressam
olabileceğini söyleyenler var. "Ressamlar. yalnızlık hissetmeyeceklerinden
mesut insanlardır,” diyordu. “Işık ve renk, barış ve ümit onlara günün sonuna,
veya hemen hemen sonuna kadar arkadaşlık eder.... Ben cennete gittiğim zaman,
mevzuun dibini inmek için, ilk bir milyon senemin büyük bir kısmını resim
yapmakla geçireceğim.”
Manzara resimleri yapar, portrelerden zevk
almazdı. Sebebi sorulduğu vakit gülümseyerek şu cevabı verdi: "Çünkü bir
ağaç, kendisini çirkin gösterdim diye şikayet etmez."
Churchill'in nutukları vecizelerle
doludur. Bir defasında, "Yaşlıların yiyeceklerinde dikkatli olmaları
gerektiği gibi, gençler de okumak için seçeceklerinde titiz davranmalıdırlar,”
diyordu. "Çok fazla yemesinler. İyice çiğnemeleri gerekir."
Nutukları arasında şu sözleri de
görüyoruz: "Müsamaha tanımayan bir idealizmin aptallığı kadar pahalıya mal
olan bir aptallık tasavvur edilemez." "Fanatik insan: fikrinde
direnmesine rağmen mevzuu değiştirmeyen adam. "Daha sonra öldürülmektense
şimdiden korkmak daha iyidir." "Moral kuvvet, maalesef, silahlı
kuvvetin yerini alamaz, ama onu ziyadesiyle takviye eder."
"Mağlûbiyete verilecek bir tek cevap vardır, ve o da zaferdir.”
"Daima ileriye bakmak akıllıca bir hareket olur, fakat görebildiğinizden
ötelere bakabilmek zor bir harekettir." "Söz hürriyetinin bulunduğu
yerlerde oldukça fazla miktarda aptalca sözler de işitilecektir.” "İnsanın
kudreti her sahada büyüdü—kendi kendisi üzerindeki kudreti dışında.”
Otomobilin ortaya çıkışını beşeriyet için iyi bulmuyordu. "Ben, atın
yerini dahili inhiraklı makinenin almasını, beşeriyetin tekamülünde daima kasvetli bir kilometre
taşı olarak kabul ettim,” dedi.
Saçları
azdı. Bir gün berberi, nasıl keseceğini sorduğu vakit şu cevabı verdi: “Benim
gibi kaynaklan mahdut olan bir insanın herhangi
bir saç stili olamaz. Al eline makası ve kesmeğe başladı."
Churchill (tekrar parti değiştirmiş olarak) 1924 seçiminde
sandalyesini geri aldı. Bağımsız Anayasacı, maamafih, bir yıl sonra (1925),
yi^mi beş sene süren bir ayrılıktan sonra yeniden Muhafazakarlara katıldı, ve
çağın Başvekili Stanley Baldwin'in kabinesinde Maliye Vekili olarak yer aldı.
Belki iyi bir Maliye Vekili değildi. Yıllar sonra kendinden şu
kelimelerle bahsetti: "Herkes, benim, gelmiş geçmiş bütün maliye vekilleri
arasında en kötüsü olduğumu söylüyor. Ben de onlann fikirlerini paylaşıyorum.
Bir genel grev (1926) İngiltere’de hayatı felce uğratmıştı. Hükümet,
halkın haber ihtiyacını karşılamak üzere Morning
Post gazetesi tesislerinde, British
Gazette adlı bir gazete yayınlamağa başladı; başına da "eski
gazeteci" Churchill getirildi. Genel grevle ilgili haberleri tek taraflı
vermekle itham edildiği vakit, Churchill, şu cevabı verdi: "İtfaiye ile
ateş arasında bitaraf kalamam."
Churchill’in nüktelerinin ateş püsküren bir Parlamentoyu nasıl
sakinleştirdiğinin şahaser bir örneğini 1927 yılında görüyoruz. Hükümetin
Kamaraya sunduğu bir kanun teklifine, işçi mebusları, sendika faaliyetlerini
felce uğratacağı iddiasıyle şiddetle muhalefet ediyorlardı. Tartışmalar
öylesine gergin bir hava içinde cereyan ediyordu ki, her an bir patlama
beklenebilirdi. Böylesine gergin ve ateşli bir hava içinde, Churchill—ki o
vakit Maliye Vekili idi—söz alarak ayağa kalktı. Yüzünde vahşi bir kızgınlık
okunuyordu. Ses tonunu da yüzündeki kızgınlığa uydurarak, "İhtar ediyorum,"
diye söze başladı, "eğer üzerimize yeni bir grevle gelirseniz... Burada
bir an ve muhalefet sıralarındaki işçi mebuslarına yiyecekmiş gibi baktıktan
sonra dişlerini gıcırdata gıcırdata, "biz de karşınıza..." Churchill
tekrar duraksadı. Bir vekilin beklenmedik tehdidi karşısında Sosyalist üyeler
ayağa kalkmış, bağrışmaya, grev tehditlerine başlamışlardı. Kamara.bir an için
pandemoni' ye dönmüştü. Bağrışmalar kesilir kesilmez Churchill sözlerine devam
etti: " ... yeni bir British Gazette
ile çıkacağız." Churchill'in bu sözleri üzerine Parlamentonun her iki
tarafından kahkahalar yükseldi ve Kamaranın gerginliği azaldı.
Muhafazakar
hükümetin düşmesi üzerine (1929) Chur- chill'e Baldwin'in arası açıldı. Churchill
artık 1940
yılına kadar, Parlamentoda sadece bir mebus olarak vazife görecekti.
Fakat o, bu müddet zarfında bütün başvekilleri, ister Sosyalist Ramsey
MacDonald olsun, ister Muhafazakar Stenley Baldwin veya Neville Chamberlain
olsunlar, kelimeleri esirgemeden kıyasıya tenkit etti. Silahlanma lehinde
konuşan ve Almanya'ya verilen tavizlerin İngiltere' nin başına bela getireceğini
söyliyen tek insan Churchill idi.
Kızgın ve
hiddetli bir Churchill'in muhalifleri aleyhine neler söyliyebileceğini, onun,
Başvekil Ramsey MacDonald aleyhindeki bir hitabesinde görüyoruz. Avam Kamarasının
21
Ocak, 1921 toplantısında MacDonald hükümeti biri- biri ardından
müteaddid itimatsızlık reyleri almasına rağmen, yerine geçebilecek hiç bir
hükümet de yeterince rey toplayamadığından, MacDonald yine de iktidarda kalmıştı.
Churchill, o vakit MacDonald'dan "kendisini incitmeden düşmesini bilen en
büyük cambaz," diye bahsetti. Maama- fih, onun MacDonald aleyhindeki en
şiddetli hücumu 28 Ocak, 1933 teki konuşmasıydı. MacDonald
o zaman Maliye Vekili idi. Churchill şunları söyledi:
Çocukken, dünyaca meşhur
Amerikan Barnum Sirkine götürüldüğümü hatırlıyorum. Aylardır reklamı yapılan,
kendinden bahsedilen "Kemiksiz Acîbe”yi bilhassa görmek istiyordum. Ama ne
var ki, ebeveynlerim, böyle bir manzaranın benim genç gözlerim için son derece tiksindirici ve demoralize edici bir manzara
olacağını düşünerek, "Kemiksiz Acibe”yi görmeme mâni oldular. Ve ben bu
Kemiksiz Acibeyi Maliye Vekilliği koltuğunda oturur görmek için de tam 50 sene bekliyecektim.
Churchill,
Komünizm kadar olmasa dahi, Sosyalizmin de amansız bir düşmanı idi. Onların
"hiç bir işe yaramıyan beceriksiz insanlar" olduklarını söylüyor;
Sosyalistlerden, bir
köy panayırında
"istiridye kabukları satılan tezgahı dahi idare edemiyecek ahmak
insanlar" diye söz ediyordu.
Tabii onun zehirli oklarından
Muhafazakar hükümetler de nasiplerini aldılar. Baldwin-Chamberlain kabinelerini
şu kelimelerle anlattı:
"Onlar sadece, kararsız
kalmakta karar kıldılar, azimsiz kalmakta azmettiler, rastgele sürüklenmekte
direndiler, seyyal olacakları yerde kaskatı kesildiler, ve iktidarsızlıklarını
dışarı vurmakta da son derece kudretli idiler."
İngiltere, İkinci Dünya
Harbinden önce, Fransa'dan, ordusunu azaltmasını istiyordu. Churchill bu
konuda şunları söyledi (14 Mart, 1934):
"Romalıların parolası
'Silahlarını kısalt, hudutlarını genişlet,' idi. Bizimki ise, öyle görülüyor
ki, 'Silahlarını azalt ve mesuliyetini arttır. Hayır, dostlarının silâhlarını
azalt.' "
Bir makalesinde de (1938) diyordu
ki: "Elimizde en son model iki bin uçak olsaydı, kendimizi şimdiki güçlükler
içinde hiç bir zaman bulmayacaktık.''
Bu arada bazı vatandaşlarının
suallerine nükteli cevaplar vermekten de geri kalmıyordu. Bir seçmen,
kayınvalidesinin Brezilya'da öldüğünü ve ne yapmak gerektiğini sordu.
Churchill'in cevabı: "Tahnit ettir, yaktır ve gömdür—hiç bir fırsatı
kaçırma."
Churchill, hümor hissine sahip
her Garplı politikacı gibi, nükteli iğnelerini kendi kendine batırmaktan da
çekinmedi. Devrin Başvekili Chamberlain, taviz üstüne taviz vererek Hitler'i
yola getireceğini sanıyordu. O yıllarda Almanya'nın İngiltere elçisi Von
Ribbentrop idi. Chamberlain, bir gün, Ribbentrop'u İngiliz kabine toplantısına
dahi davet etmek garabetini göstermişti. Churchill de davetliydi, fakat
gitmedi. Kendisi gibi durmaksızın hükümeti tenkit eden bir muhalifin niye Alman
elçisinin de hazır bulunacağı bir kabine toplantısına davet edilebileceği kendisine
sorulduğu vakit şu cevabı verdi: "Kim bilir, belki, kendileri
havlayamazlarsa da, aralarında havlandığı kadar ısırmasını da bilen bir köpek
bulunduğunu göstermek istediler."
(Hitler'in Avusturya'yı işgal ettiği gün yapılan İngiltere kabine
toplantısına Alman Elçisi von Ribbentrop'un katıldığı öğrenildiği vakit,
millet vekili Wedgewood Benn dedi ki: "Bu hâdisenin tek benzeri,
Napoleon'un Waterloo arifesindeki baloya iştirak etmesidir.”*)
İkinci Dünya
Harbi başladığı vakit (Eylül, 1939) Cham- berlain, Churchill'i
eski vekaletinin (Bahriye) başına getirdi. Ne var ki, cepheden gelen haberler
hiç de iyi değildi, ve halk artık Churchill'den başka hiç bir politikacıya itimat
etmiyordu. Nihayet, Lloyd George ve diğerlerinin aralıksız hücumları
neticesinde Chamberlain istifa etti ( 1 Mayıs, 1940) ve
Churchill'in başkanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu.
Baldwin'den sonra 1937 de Başvekilliğe getirilen Cham- berlain, Mussolini
ile müzakereye girişmiş, ve ardından Lord Halifax da Hitler'i ziyaret etmişti.
ChurChill, bu gelişmeleri endişe ile takip ediyor ve soruyordu:
Bu sadece his ve gururumuzu ayaklar altına alarak değil, materyal
faktörleri de çiğneyerek barışın korunması uğrunda totaliter devletlere boyun eğme politikasının yeni bir türü mü?
[Eğer böyle ise] ben şu kehanette bulunuyorum ki, şu veya bu konuda, şu veya bu
meselede nerede durduğunuzu belli etmek zorunda kalacaksınız, ve Allaha dua
ederim ki, o gün gelip çattığı vakit de, bu gayri makul politika neticesinde
yapayalnız kalmış olmayacağız.
Başvekilliğe getirildiği vakit, Churchill'in, ne hisler taşıdığını
yine kendisi şöyle anlatır:
Böylece, Mayısın [1940] onuncu gecesi, bu
muazzam savaşın şafağında Devletin kaderini ellerime aldım.... Siyasi
krizin bu heyecanlı günleri boyunca kalbimin atışları hiç bir zaman çabuklaşmadı.
Hâdiseleri olduğu gibi kabul ettim, fakat hâdiseleri olduğu gibi anlatan bu
satırların okuyucusundan, gece yarısı tak-
"İngiliz generali Wellington kumandasında.ki İngiliz
ordularıyle Blücher'in Prusya birlikleri, merkezi Belçika'daki Waterloo
kasabası civarında 1B Haziran, 1815'te Napoleon'a nihai ve kati darbeyi
indirdi ler.
riben 3'te yatağa girdiğim vakit, kendimi derin bir
rahatlık içinde bulduğumu da saklayamam. Nihayet, bütün manzaraya yeni yönler
verebilecek otoriteye sahiptim.
Kendimi
kaderle birlikte yürüyormuş gibi, ve gerçekte mazideki
bütün hayatımın bu. saat ve bu tecrübe için bir hazırlık olduğunu
hissettim. Siyasi fırtınalar arasında geçen on sene beni günlük parti
çekişmeleri dışında tutmuştu. Son altı yıl boyunca öylesine sık ve teferruatlı
ikazlarda bulunduğum ve şimdi de hâdiseler, beni dehşete düşürürcesine
doğruladığı için kimse beni suçlayamaz. Harbi yaratmak veya istemekle itham
edilemezdim. Harbin ne olduğunu anladığımı zannediyor, başarısızlığa
uğruyacağımı sanmıyordum. Bundan böyle, sabahı sabırsızlıkla beklememe rağmen,
beni neşelendirecek rüyalara ihtiyaç hisset- meksizin rahat bir uyku uyudum.
Gerçekler rüyalardan daha iyidir.
Bugün
arkada bırakılan o günlere bakıldığı vakit, İngiltere'nin ne büyük endişe ve
sıkıntılar içinde yaşadığını görebilmek gerçekten zor. İngiltere halkının,
belki de tarihinin en karanlık devrini yaşadığı o yıllarda, ona her türlü
fedakarlığı göze aldıran, İngiliz azim ve şevkini canlı tutan, nihai zaferin
kazanılacağına inandıran Churchill'in ölmez sözleri idi. Başvekil olarak
Parlamentodaki ilk nutkun? a ( 13 Mayıs, 1940} şöyle diyordu:
Hükümette vazife alanlara da söylediğim gibi,
Kamarada da tekrarlıyayım: hiç bir şey vâdetmiyorum—kan, gözyaşı, alın- teri ve çalışmaktan maada.
Önümüzde en
elemli ve en sıkıntılı geçecek bir imtihanımız var. Önümüzde sayısız
mücadelelere sahne olacak pek çok ızdı- raplı aylar var. Siyasetimizin ne
olacağını soruyorsunuz. Cevap veriyorum: Bütün azmimizle, Allah'ın bize
bahşedeceği bütün kuvvetimizle, denizde, karada ve havada çarpışmak! Beşeri suçların
karanlık ve matemli kataloğunda başka hiç bir kimsenin daha baskın çıkmadığı
muazzam ve canavar bir zulme karşı savaş! Siyasetimiz, işte budur!
Soruyorsunuz: Gayemiz nedir? Bir kelimeyle cevap verebilirim: Zafer! Zaferi
kazanmazsak bizim için hayat hakkı kalmıyacak. Zafere kavuşamazsak Britanya İmparatorluğu
için, beşeriyetin hedefine varması için hissettiği ve özlemini duyduğu bütün
inançlar için hayat hakkı kalmıyacak. Bu anlaşılsın.
Fakat, vazifemi ümit ve şekile kabul ediyorum. Muvaffak olacağımıza ve
ümitlerini bize bağlıyanları ümitsizliğe düşürmeyeceğimize inanıyorum. Şu anda
herkesin yardımını çağırmağa hakkım olduğuna da inanarak diyorum ki: O halde,
geliniz; ge-
liniz birleşelim, ve birleştirilmiş kuvvetimizle zafere doğru yürüyelim.
Bu nutuk veya onun, mebuslar ve halk üzerinde bıraktığı intiba
hakkında hiç bir söz Churchill'in kendi kelimeleri kadar tesirli değildir:
"Uzun tarihimizde hiç bir başvekil, Parlamento ve millete, bu kadar kısa
bir zamanda popüler olan bu kadar kısa lon dakika sürdü 1 bir program takdim etmedi.”
Churchill, İngiliz dilini en iyi kullananlardan biriydi. Amerika
Cumhurbaşkanı John F. Kennedy, Churchill'in ardından şunları söylüyordu:
Karanlık günlerde ve daha da karanlık gecelerde, İngiltere’nin yapayalnız
kaldığı bir zamanda—ve İngilizler hariç, pek çok kimsenin İngiltere’nin
geleceğine ümitsiz gözlerle baktığı yıllarda—Sir Winston Churchill, İngiliz
dilini seferber etti ve harbe gönderdi. Onun kelimelerinin göz
kamaştırıcı kalitesi vatandaşlarının cesaretine ışık saçtı.
Başvekil Churchill bir diğer hitabesinde (4 Haziran, 1940) İngilizlerin
mücadele azmini şu sözlerle kırbaçlıyordu:
Ne teslim bayrağını çekeceğiz ne de mağlûp olacağız. Fransa’da çarpışacağız, denizlerde
ve
okyanuslarda çarpışacağız, ve gittikçe büyüyen hava
kuvvetimizle, ödeyeceğimiz fiyat ne olursa olsun, adamızı müdafaa edeceğiz;
sahillerimizde çarpışacağız, tarlalarda ve sokaklarda çarpışacağız,
köprü başlarında çarpışacağız, tepelerde ve bayırlarda çarpışacağız—hiç
bir zaman teslim olmıyacağız.
Onun en müessir ve hissi sözleri belki de H^row lisesine devam eden
(kendi de o liseden—güçlükle—mezun olmuştu) gençlere hitabında görülüyor (19
Kasım, 1941):
Daha
karanlık günlerden bahsetmiyelim; daha sert [katı] günlerden söz edelim.
İçinde bulunduğumuz günler karanlık değil: bu günler büyük günler—ülkemizin
idrak ettiği' en büyük günler, ve hepimiz bu günlerin, ırkımızın tarihinde
hatırlanabilecek günler olabilmesi için. gücümüzün nisbetinde, bize imkan
bahşettiğinden ötürü Allaha şükretmeliyiz.
En basit
kelimelerle en tesirli cümleler kurabilmeyi onun kadar iyi başaran başka bir
İngiliz—ve belki Lincoln hariç, Amerikan—hatibi bulabilmek gerçekten zor.
Amerikan Cumhurbaşkanından yardım istediği vakit şöyle diyordu: "Siz bize
aletleri verin, biz işi bitirelim."
Bir diğer
nutkunda, "Bütün büyük şeyler basittir, ve çoğu tek kelimelerle ifade
olunur," dedi. "Hürriyet, adalet, şeref, vazife, merhamet,
ümit."
Normandi
mağlûbiyetinden sonra. İngiltere
semaları aylarca gece ve gündüz Alman bombardıman uçaklarıyle doluydu. Bir
avuç avcı pilotu İngiltere'yi belki de büyük bir felaketten
kurtarmıştı. Churchill, milletinin bu kahraman pilotlar için duyduğu şükran ve
minnettarlık hislerini şu veciz
kelimelerle belirtiyordu: "Beşer çatışma tarihinin hiç bir devrinde
böylesine büyük bir kütlenin, böylesine bir avuç insana, böylesine minnettarlık
ve şükran hisleri beslediği bir diğer devir görülemez."
Fakat o. milleti için ilham kaynağı olduğunu hiç bir zaman kabul
etmedi. "İşi başarıyle sona erdiren aslan yürekli milletimiz ve dünyanın
her tarafına yayılmış ırkı - mızdı," dedi. "Ben, kendisine kükreme
vazifesi verilen talihli bir insandan başka bir şey değildim.
Churchill, harbin en karanlık günlerinde dahi nükteyi elden
bırakmamıştı. Radyo vasıtasıyle (21 Ekim,
1940)
Fransız milletine hitap ettiği vakit dedi ki: "Uzun zamandır
vadettikleri istilayı bekliyoruz—balıklar da bekliyor."
O senelerde kilise çanları çalmıyordu; sadece herhangi bir istila
vukuunda çalacaktı. Bu tehlike de kalmayınca, 1943 te, kilise çanları
üzerindeki kayıt da kalktı. Avam Kamarasının sual vaktinde, muhtemel bir istila
karşısında ne gibi bir planın
mevcut olduğu sorulduğu zaman, Churchill şu cevabı verdi: "Başka bir
planımız yok. Ciddi bir istilanın uzun müddet gizli tutulacağını da zannetmiyorum."
Harp süresince Genel Seçimlerin
yapılmaması taraflarca kararlaştırılmıştı. Koalisyon hükümetinin Başvekil Muavini,
Sosyalist Partisi lideri Clement Atlee idi. Churchill, harbin yürütülmesi ile
ilgili icraatın tenkit edilmesinden hoşlanmıyordu. Fakat bazı mebuslar, belki
hükümette vazife alan bazılarını sevmediklerinden veya kıskandıklarından, ve
yahut onların, kendilerinin ilerleme imkanlarına set çektiklerine
inandıklarından ve belki de parti hayatının getirdiği alışkanlıklardan ötürü
hükümetin icraatını tenkide devam ettiler. Bu tenkitçilerin çoğu samimi
insanlardı; hükümeti tenkit ederek, işlerin daha iyi bir tarzda nasıl
yürütüleceğini göstermekle, harbin de daha iyi bir şekilde yürütüleceğine
inanıyorlardı. Bu “muhalifler"in liderliğini Sosyalist Aneurin Bevan
yapıyordu. B. Bevan, Müttefik ordularının 1943 te İtalya'yı işgale
girişmelerini şöyle karakterize etti: "Tıpkı yaşlı bir adanın genç bir kadına
yaklaşışı gibi—cezbesine kapılmış, tembel ve endişeli."
Churchill'in
en şevkli hayranları dahi, onun, her beşeri mahluk gibi, hatalar yaptığını
itiraf ediyordu. Ama ne var ki, her beşeri mahlûk gibi, Churchill de kendisini
tenkit edenleri, hatalarım işaret edenleri sevmedi. Parlamento tenkitlerine
devam edilmesini istiyenler ise, yapıcı tenkitler sayesinde, Churchill'in,
hatalarını itiraf etmese dahi (ki hiç bir zaman etmedi), hiç olmazsa
düzeltilebileceğini ümit ediyorlardı. Ülkenin en büyük tehlikelerle karşı karşıya
bulunduğu bir zamanda dahi, hükümet politikasının nükte ve hicivlerle tenkit
edilmesinin önemi, dünya tarihinin hiç bir çağında İkinci Dünya Harbinin
İngiltere'sinde olduğu kadar kendini hissettirmedi. Bu, üzerinde bilhassa
durulmasını gerektirecek kadar önemli olduğundan, Harp yıllarındaki Parlamento
düellolarından Aneurin Be- van'ın hayatını anlatırken bahsedeceğiz.
Churchill acı ve nükteli
iğnelerini tabiatiyle Nazi ve Faşist liderlerine de batırıyordu. Mussolini'den
şöyle bahsetti (Nisan, 1941): "Kendi postunu kurtarmak için, İtalya'yı,
Alman İmparatorluğunun bir kölesi haline getiren bu kırbaçlanmış çakal, şimdi
de Alman kaplanının yanında, sadece acıkmış bir hayvanın seslerini çıkararak
değil, zafer haykırışlarıyle de hoplaya zıplaya gidiyor.”
Hitler'den, Alman Führer'inin
büyük babasının ismiyle Onbaşı "Schicklgruber" diye bahsediyordu.
Amerikan Kongresindeki bir hitabında (Mayıs, 1943), Nazi Diktatörü için
"kana susamış haylaz," sıfatını kullandı. İngiltere Parlamentosundaki
bir nutkunda ise (Eylül, 1944) şunları söyledi: "Ben, Napoleon'u Hitler'le
mukayese etmekten nefret ederim. Çünkü büyük bir İmparator ve cengaveri, bu
sefil parti ağası ve kasapla mukayeseye yeltenmekle ona INapoleonl hakaret
etmiş oluruz.”
Bir diğer konuşmasında Hitler'e
karşı girişilen hareketi ele aldı: "Herr Hitler, 21 Temmuzdaki suikast
teşebbüsünün akim kalmasını Allahın bir inayeti olarak vasıflandırdı. Askeri
mülahazaları göz önüne alarak durumu mütalaa ettiğimiz takdirde, kendisiyle
hemfikir olamamak için hiç bir sebep göremiyoruz. Bizim zaferimize inkar
edilmez hizmetleri olan Onbaşı Schicklgruber'in harp dehasından, mücadelenin
son safhasında mahrum bırakılmak, gerçekten büyük bir talihsizlik
olurdu."
Hitler, 1941 yılında Rusya'ya
hücum ettiği vakit, Church- hil, derhal Ruslara yardım edilmesini istedi.
Hayati boyunca Bolşevikler
aleyhinde bulunmuş bir kimsenin, Komünistlere nasıl yardım edilmesini
istiyebileceği sorulduğu vakit şu cevabı verdi: «Eğer Hitler Cehennemi istila
etseydi, Parlamentoda, Şeytan hakkında bile, hiç olmazsa bir defacık,
sitayişkar söz söylerdim."
Samimi arkadaşı Cumhurbaşkanı
Roosevelt'le bile münasebetlerinde nükte yapmaktan geri kalmadı. Roosevelt,
Rusya'nın bir gün dünya için büyük bir tehlike olabilece- glnı göremiyor, ve
Yalta Konferansının, çalışmalarına, azami beş-altı gün içinde son vermesini
istiyordu. Churchill Roosevelt'e gönderdiği bir mesajda
(10 Ocak, 1945) şunları söyledi: "Bir dünya organizasyonu kurmak hak-
kındaki ümitlerinizin beş-altı günde gerçekleşebileceğini hiç zannetmiyorum.
Allahın bile yedi güne ihtiyacı vardı." (Incil'de
Allahın dünyayı yedi günde yarattığı yazılıdır.) Churchill, gelmiş geçmiş her
devlet ad^nından fazla beşeri dokunuşa sahipti (Amerika Cumhurbaşk^u Lincoln'
da da bu beşeri dokunuş vardı), ve bütün deha ve parlaklığına rağmen, halk,
onu, kendinden biri olarak görüyordu. İngilizlerjn'îhMiinde Winston
Churchill "Good
old Win- nie” '(Bizim eski
V&nnie’miz) idi. Churchill, klasik tarihten ve İnçil'deri oraJler verebildiği gibi, zaman zaman cinaslarında ve'ya Hitler'den "Onbaşı Schicklgruber" diye bahsettiği
zamanlarda olduğu gibi,
basit ve çocuksu da olabiliyord:u.
Sir Winston, -İngiliz dilini büyük bir sanatkar ustalığı ile
işliyen yaratıçj sanatkarlardan biriydi. Onun yarattığı pek çok ftûanle “artık
İngilizcenin herkesce kabul edilmiş sözleri olduğundan, onların ilk defa kimin
tarafından söylendiği ve yazıldığı bugün unutuldu. Fakat Churchill'de zaman
zaman dışarı vuran çocuksuluk halleriyle birlikte, İngiliz milleti için
hissettiği ve vatandaşlarının da farkına vardığı derin bir aşk saklıydı. Yaveri
ve Genel Ku^nay Heyetindeki şahsi temsilcisi Gen. Lord Ismay, Memoirs (Hatıralar) adlı kitabında şunları yazar:
"Başvekilliğe getirildikten iki veya üç gün sonra kendisiyle birlikte Downing Street'ten 1 İngiltere
başvekillerinin oturd^ukları ev bu sokakt^hr l Bahriye
Vekilliğine yürüdüm. Kapının önünde toplanan kalabalık, onu, 'İyi şanslar,
Winnie. Allah yardımcın olsun!' nidalarıyle karşıladı. Churchill derinden
etkilenmiş ve içeri girer girmez göz yaşlarını tutamamıştı. 'Zavallı halk,
zavallı halk, bana güveniyor,' diyordu, 'ama ben onlara uzun bir müddet felaketten
başka bir şey veremiyeceğim ki.'" Yine sevgili
Avapı Kamarasının bombalarla yıkılan harabesini gezerken yardımcıları ve
mebuslar önünde gözyaşlarını tutamadı.
Ülkesinin—ve önemli bir derecede de Müttefiklerin—zafere
ulaşmasında büyük rol oynayan Churchill, 1945 te,
İngiliz seçmenlerinin reyleriyle işbaşından uzaklaştırıldı; 1945 ten 1951 e kadar
Parlamentoda Haşmetli Kraliçenin Sadık Muhalefet Lideri olarak vazife görecek
Winston Churchill, babasının, kitaplara geçmiş bir sözünü harfiyen yerine getirmeğe çalışacaktı: "Muhalefetin vazifesi muhalefet
etmektir."
Sonraki seçimde (1951)
Muhafazakar parti tekrar iktidara geçti ve Churchill yeniden
başvekilliğe getirildi; dört yıl daha, istifa edene kadar bu mevkide hizmet
etti. Churchill, İşçi hükümetinin İngiliz İmparatorluğunu "tasfiye"
etmesini katiyyen tasvip etmedi. Harbin sonlana doğru
Hindistan 'da başlıyan kaynaşmaları, kuvvet ve zora başvurarak da olsa,
bastıca yoluna gitti. İmparatorluk hakkında ne düşündüğünü
h^arp yıllarındaki şu sözünden
anlamak mümkün:
"Zihinlerde belirebilecek
istihf^amlan açıkl^nak rnaksa- dıyle şunu belirtmek isterim: Biz elimizdekileri
tutacağız. Ben, İngiliz İmparatorluğunun parçalanmasına
nezaret etmek için Kralın Birinci Vekili olmadım."
Koalisyon Hükümetinin başı
iken—Kabinesinde Sosyalistler de bulunduğundan—muhaliflerine nükte
ve zehirli oklarıyle hücum edemiyordu. Partisi yeniden iktidara geçince,
aartık serbestti, yıllardır batıramadığı iğnelerini istediği
gibi kullanabilirdi.
Churchill,
muhaliflerine nasıl hücum ediyordu? Kendi ağzından
dinliyelim:
“Eğer
önemli bir şey söyleyeceksen, nazik veya zeki davranmaya çalışma. Eline bir sopa al ve derhal
hedefine vur, sonra yine vur, ve üçüncü defa da bütün gücünle indir.”
"Ben
kavgacı bir çocuktum," diyen Churchill, Sosyalistlere sataşmaktan
bilhassa zevk alıyordu. Onun zehirli oklarına sık sık hedef olanlardan biri de
Herbert Morrison idi. Koalisyon Kabinesinin Dahiliye Vekili Morrison, mahir ve
bilgili bir politikacı olmasına rağmen, Churchill ile aşık
atabilecek yetenekte değildi. Bir gün (11
Kasım,
1947) Churchill ile Morrison arasında şöyle bir söz mübadelesi
cereyan etti:
SIR
WINSTON CHURCHİLL: Mr. Morrison mahir bir sanatkârdır.
MR.
MORRİSON: Muhterem Centilmen beni yü
celtti.
SIR WINSTON CHURCHILL: Maharet, hem sanatkarlıkta
hem de sahtekarlıkta
mevcut olabilen bir kabiliyettir.
İkinci defa
başvekillik koltuğuna oturduktan sonra Churchill'in Sosyalistlere karşı
kullandığı nükteli ve haka- retli sözleri, önceki yıllarınkilere kıyasla çok
daha ısırıcı ve parlaktı. Nükteleriyle muhaliflerini en başarılı bir şekilde
hırpalayan Churchill, böylelikle, lngiliz centilmeninin bir tarifini de
doğruluyordu: "Diğerlerine karşı istemiyerek kaba davranmıyan
insan." (Bu arada, İngiltere Parlamentosunda, üstü kapalı hakaretli
sözlerin kullanılmasına rağmen, tabu sayılan pek çok kelimenin de bulunduğunu
söyliyelim: namussuz, edepsiz, rezil, adi, bayağı, ahlaksız, iftira, riyakâr,
habis, şeytan. )
Churchill'in
bir sözü bir gün ( 12 Mayıs, 1952) Parlamentoda bağrışmalara
sebep olmuştu. Bilhassa B. Morrison yerinde duramıyor, bir .şeyler söylemek
istiyordu. Gürültü dindikten sonra Churchill, Morrison’a hitap ederek dedi ki:
"Muhterem Centilmeni temin ederim ki, siyasi muhaliflerim arasında yer
alanları böylesine hiddet ve kızgınlık içinde
bağrışır ve çağrışır görmek canıma can katıyor." Başka bir zaman yine
Morrison’un bir sözüne değinerek, "Hiç bir noktasında realitelere
dokunmıyan zayıf, müphem, başıboş, gürültülü bir ifade," dedi. Yine bir diğer
nutkunda, harp yıllarında Sivil Savunma ile görevlendirilmiş
önceki Koalisyon kabinesinin Dahiliye Vekili Mor- rison'dan şöyle söz ediyordu:
"Şu anda bütün rakiplerinin kendisini geçmiş bulunduğu ve prejödi'lerinin
[peşin hükümler] dahi hükmü kalmamış bir adam."
Churchill’in iğnelemekten büyük zevk duyduğu bir diğer politikacı da
B. Clement Atlee idi. Koalisyon Kabinesinin Başvekil Muavini Atlee, 1945 yılında
Sosyalistlerin iktidara geçmesiyle Başvekil oldu. B. Atlee, kendi partisi
mebuslarının da ağır hücumlarına uğramıştı. Fakat Church hill'in Atlee'den
bahsederken kullandığı cümlelerden ikisi bugün
dahi tekrarlanır: "Kurt postuna bürünmüş bir kuzu," ve, "Çok
fazla mütevazi hasletlerinden ötürü çok mütevazi olması gereken mütevazi küçük
bir adam."
Atlee başvekillik koltuğuna
oturduktun sonra dahi, Churchill, Atlee'ye tepeden bahan mağrur tavırlarını
ter- ketmemiştL İşçi Partisi iktidarı sırasında Herbert Morri- son, partisinin Parlamento lideriydi. Bir gün
Churchill yine Atlee'den küçümser bir dille bahsederken, Morrison, "artık
kabineye kendisinin değil de bir diğer muhterem centilmenin başkanlık"
ettiğini Churchill'e hatırlatınca, bu kurt politikacı derhal cevap verdi:
"Bu gerçeği kabul ediyorum—bugünkü şartlar altında."
Churchill 1951 seçim
kampanyasında ısırıcı bir dille Atlee'ye hücum ediyor, İşçi hükümetinin altı
yıllık icraatını en sert
bir şekilde tenkit -ediyordu
İşçi
hükümetinin gayet başarılı neticeler aldığını söyliyen B. Atlee, bununla
beraber, şimdiye kadar yapılanlardan tatmin olmadığını belirtti. İşte onun
kendi kelimeleri; "Asırların çöplüğünü altı yılda nasıl
temizliyebilirdik?" Asırların çöplüğü! Demek. 1945 te İngiltere'nin
hürriyet uğruna kazandığı en şaşaalı zaferden sonra, dünyanın bir ucundan
diğerine dost ve düşman tarafından şereflendirilen ve hürmet edilen
İngiltere'nin şimdiki Başvekili, Britanya ve İngiltere'nin temsil ettiği her
şeyi böyle karakterize ediyor: “Asırların çöplüğü!" Artık bundan başka bir
şey işitmiyoruz. Bu sözler, üzüntü verici bir berraklıkla Sosyalistlerin düşüncelerini
ve onların tarih görüşünü de gösteriyor. Demek onlar iktidara gelinceye kadar
bu memlekette iyi olan hiç bir şey
yapılmadı. Magna Carta* İnsan
Hakları, Parlamenter Enstitüler, Anayasa Hanedanlığı, İmparatorluğun kurulması
gibi büyük mücadele ve başarıları bir kenara atacağız, çünkü bunlar
"asırların çöplüğü"nün parçaları, Modern çağlara gelince, Glad- stone
ve Disraeli birer cüce olmalıydılar; Adam Smith, John Stuart Mill, Bright ve
Shaftsbury, ve bizim kendi devrimizde Balfour, Asquith ve Morley, hiç şüphe
yok, birer “kiiçük balık"- tan başka bir şey değillerdi. Ama pek üzülmeğe
değmez. Çünkü, çok şükür “asırların çöplüğü"nü temizlemek için ortaya bir
dev çıktı. Ama ne var ki o şimdi, elimde sadece altı senelik vaktim vardı, diye
haykırarak itiraz ediyor.... Bu Dev, şimdi yeniden iktidara geçmek istiyor.
•İngiliz baronlarının 15 Haziran, 1215 te Kral John'dan, i^^Mi altında temin
ettikleri bu beyanname, ilk insan hakları beyannamesidir.
Siyasi
hayatı fırtınalar içinde geçen Churchill, şahsi politik kanaatleri hakkında
çok az konuşmuş veya yazmıştır. Bu,
ilk bakışta garip görülebilir. Fakat Churchill, hayatı boyunca kendisini
vatandaşlık haklarının savunmasına ve devlet mekanizmasının kesintisiz
çalışmasına öylesine vermişti M, bu haklar ve devletin daha iyi yürümesi üzerine
spekülasyonlarda bulunmağa vakti yoktu. Sonra şunu da ilave etmek gerekir:
Churchill, muhayyile kuvvetine dayanan ütopik refo^ planlan hakkında her zaman
skeptik Creybi, şüpheci) bir görüş taşıyordu. Bununla beraber, elimizde, onun
temel felsefesini ifade eden ve muhtelif zamanlarda irad ettiği nutuklarından
bazı parçalar var, Mesela, Cardiff şehrinde verdiği bir nutkunda şunları
söylüyordu (8
Şubat, 1950):
Ümit
ederim artık hepiniz efendilerimizin öğrenmemizi istediği resmi Sosyalist
ağzını iyice bellediniz. Bundan sonra “fakir" kelimesini
kullanmıyacaksınız; “alt-gelir grubu” diyeceksiniz. İşçi ücretlerinin
dondurulmasına gelince, Maliye Vekili "şahsi gelirlerdeki artışın
durdurulmasından bahsediyor.... Evlerimiz için de ne güzel bir kelime terim
buldular. İstikbalde onlara “ikametgâh üniteleri" denilecek.
Anglo-Amerikan
dünyasında "Home Sweet Home" adlı meşhur bir şarkı "ardır:
"bizim sevgili evimiz." demektir. Bir insanın kendi evinden daha iyi
bir yer olamıyacağını söyler. Churchill sözlerine şöyle devam etti:
O zaman
"Home Sweet Home"ı nasıl söyliyeceğinizi ben de bilemiyorum. [Churchill, sözlerinin bu
noktasında konuşmasına ara verdi ve şarkıdaki
"home" (ev) kelimeleri yerlerine "ikametgâh üniteleri"
koyarak şarkı söylemeğe başladı] “İkametgâh üniteleri, sevgili ikametgâh
üniteleri, bizim ikametgâh üniteleri gibi yaşanacak yer yoktur." İngiliz
demokrasisinin bütün bu çöplükleri onların ağızlarına tüküreceği günü görmek
isterim.
Muhafazakar partinin yıllık kongresindeki (14 Ekim, 1950) nutkunda Sosyalizm ve
kudretin merkezileştirilme- sinden bahsetti:
Sosyalist hükümetin her hareketi, her temayülü,
kudreti merkezleştirmek istediğini gösteriyor. Onların, devletin kontrolünü
ele geçirme kavramlarının esası budur. Fakat tarihin de gösterdiği gibi,
İngiliz halkı 500 seneden fazla bir
zamandan beri, hedef ve gayelerini
daima idare edici kudretin muhtelif el ve müesseselerde toplanması uğruna
teksif etti. Kudreti muhtelif ellere taksim etmek bizim Parlamenter sistemimizin
ve bütün dünyaya yaydığımız anayasaların anahtar notasıdır. Kontrol ve
karşıt-kontrol fikirlerine karşı koyanlara veya bir kişinin veya bir grup
insanın el hareketleri veya kararlarıyle hepimizi tamamen kendilerine bağlı
uysal ve ehli insanlar haline getirmek is- tiyen teorilere karşı İngiliz halkı
daima harp çağırışlarıyle cevap verdi.
Bizim prensiplerimiz buradan Amerikaya götürüldü.
Amerikan Anayasasının temeli bir tek
kişinin veya bir grup insanın bir milleti keyfî bir şekilde
kontrol edebilmelerine engel olmaktır. Tabii Amerika'da kırk sekiz eyalet
[şimdi elli] var, ve her eyalet halkının geniş sınırlar dahilinde kendi
yaşayışlarını devam ettirmeleri, kendi aralarında münakaşa etmeleri teminat
altına alınarak, vatandaşlık hak ve hürriyetleri bir tek kimsenin veya reye
dayanan otokrasinin kaprislerine karşı korunur ve müdafaa edilir.
Biz Muhafazakârlar istikbale matuf plânlamaların,
esas olarak, fertlerin evlerinde ve ailelerinde yapılması taraftarıyız. Eğer
fertler kendi istikballeri için plânlar hazırlamazlarsa, hiç bir devlet
teşkilâtının onlar için plânlar yapmasına imkân yoktur. Ancak fertlerin
yaratıcı kuvvetleriyle daha büyük gelişmeler mümkün olabilir. Adamızın,
kökleri uzun maziye dayanan kanunları ve gelenekleri vardır. Devlet teşkilâtının
yapacağı şey, ilim ve sanayide neler olabileceğini düşünmek ve ona göre plânlar
hazırlamaktır.
Eğer bize yol gösteremiyeceklerse biz bu muhterem
insanları niye işbaşına getiriyoruz? Unutmıyalım ki, bir nesilden diğerine
geçerken ilerleyecek, gelişecek, ve daha iyi bir hayata kavuşacak olanlar
halktır, ve onların içgüdüleri ve kendi kendilerini kontrol edebilmeleri de
ülkemizde hayatın esasını teşkil eder. Eğer halkın içgüdüsü kendilerini
aldatırsa, önümüzdeki yol için yapılacak hiç bir plân başarılı netice veremez.
Bürokrasi kanalıyle hareket eden Sosyalizm,
milyonlarca evdeki ferdi içgüdüleri tahrip ediyor. Sosyalist partisi
mensupları, halka, sadece Sosyalistlere rey vermelerini ve o zaman Devletin
kendilerinin bütün ihtiyaçlarını karşıhyacaklarını söylüyorlar. Fakat
yurdumuzda ve dünyada geçimimizi temin, hayatımızı yürütmek için daima mücadele
etmek zorunda kaldığımız ve bu hayat tarzımızı, kendisini Rusya'da takdim eden
Komünizmin silâhlı tecavüzlerine karşı korumak zorunda olduğumuz göz önüne
getirilirse, bu düşünce tarzının gerçeklerden ne kadar uzaklarda olduğu
görülür. Bana itimat ediniz: İngiliz kudretinin kaynağı ev ve ailedir. Şimdi
ise, elinize fırsat geçmek üzere. Halk, sağduyusunu kullansın, hayatlarının bu
sıkıntılı safhasında ellerinde ne gibi fırsatlar bulunduğunu ve bunları nasıl
kullanabileceğini düşünsün.
Hürriyet, halkın kendi kalbindeki kaynaklardan fışkırsın. Ve o zaman,
başındaki akıllı bir hükümetin dünya sahnesinde iyi bir rol oynacağı ülkemiz
olacak. Fakat bu kaynak kısıtlandığı takdirde, evinizde yaptığınız düşünce ve
karşılıklı danışma işlemi her türlü baskı ve engellerle kısıtlandığı vakit,
Ütopyalar, yere çarparcasına bir süratle karşınıza dikilecektir.
Churchill, Muhafazakar Partinin bir diğer kongresinde ( 14 Ekim. 1949), Sosyalistlerin neler
yapmak istediklerini şöyle anlattı:
Sosyalistlerin siyaset ve gayeleri,
fertlerin şahsi gayret
ve kabiliyetleri neticesinde satha çıkan farkları—önemli bir sendika tabiriyle
söyleyelim—düzleştirmek ve her ne bahasına olursa olsun, Sosyalist uşakları ve
politikacılarından başka kimsenin üstüne çıkamayacağı bir seviye inşa
etmektir. Bunu, tabii, tedricen •
yapmak istiyorlar. Ama zerrece şüpheniz olmasın ki,
onların varmak istedikleri hedef budur, onların felsefesinin erişebileceği
yegane hedef budur....
Bu işlem, istihsali geliştiren ve arttıran bütün kuvvetler için
öldürücü olacak ve vatandaşların sahip oldukları bütün vasıf ve kabiliyetleri,
bu adadaki hayat tarzımızın inşa edildiği ve herkesin iyi bildiği eski kanunların
geniş çerçevesi dahilinde vatandaşların bütün bu vasıf ve kabiliyetlerini
sadece kendileri için değil, diğer vatandaşlar için de en iyi bir şekilde
kullanma hakkını red ve inkar edecektir.
Churchill, partisinin hürriyet anlayışını şöyle dile getirdi: (15 Ekim,
1951):
Atalarımız, büyük bir feraset sahibi olduklarım ve
çok uzakları görebildiklerini, üç yüz yıldan fazla bir zaman önce hazırladıkları
Anayasada, kuvvetleri dağıtmak suretiyle gösterdiler. Taht, Lordlar ve Avam
Kamaraları biribirlerini kontrol edecek ve yekdiğerinin aşırı hareketlerine gem
vuracaktı. Alelâde vatandaşların hayatlarını kontrol altında tutmak için,
kudreti, adına Devlet denen tek elde toplamak, bütün İngiliz tarihinin akışına
ve dünyaya verdiğimiz mesaja aykırıdır. İngiliz ırkı, mutlak ve keyfî
hükümetlerin her şeklinden her zaman nefret etti.
Amerikan Anayasasını hazırlıyan büyük adamlar da
otoriteyi en kuvvetli ve devamlı bir şekilde taksim ettiler. Onlar icrai,
teşrii ve kazai fonksiyonların vazifelerini ayırmakla kalmadı, ayrıca bir de
federal bir sistem kurarak, mahalli toplulukların hükümranlık haklarıyle vâsi
vatandaşlık haklarını kabul ettiler, ve bütün bu yollarla—çok defa bir tc.'kım
huzursuzlukların doğmasına sebebiyet vermek pahasına da olsa—kendilerine tekâmül bahşeden ve
dünya liderliğine yükselten bir hukuk ve hürriyet düzeni kurdular.
Herşeye kaadir kuvvetli bir otorite ve fertlerin
hayat ve davranışlarına en küçük teferruatına kadar karışmak yetkisini kendinde
gören, vatandaşın hangi şartlar altında çalışacağını ve hayatta kazanacağı
başarının ölçüsünü tayin eden Sosyalist Devlet kavramı, hürriyeti kendisine
yoldaş seçmiş her insanda nefret ve tiksinti
uyandırır. Sosyalist Devletinin elindeki mutlak kuvvetler Parlamentoda
çoğunluğu sağlıyan politikacıları halkın hizmetine vermeyecek, onları halkın
efendileri mevkiine çıkaracak ve bütün hükümet kademelerini devletin elinde
merkezleştire- cektir. Biz, bu şeytani yolculuğun şimdilik ilk safhasındayız.
Ama daha şimdiden ülkemizdeki cesaret ve teşebbüs kabiliyeti dumura uğradı.
Tutumluluk, dünyanın en ağır vergileriyle cezalandırılıyor. Direktif ve
emirnameler, gittikçe artan bir hız ve yaygınlıkla, Parlamentodan geçen
kanunların yerini alıyor. Harpten önce halkın bilmediği yeni yeni yüzlerce suç
ortaya çıktı, bunları işliyenlere ağır para cezaları kesiliyor. Bütün bu
gayretler berrak bir şekilde mutlak Sosyalizme gidecek yolda atılmış sadece
bir tek adım.
"Bütün insanlar hür yaratılmıştır,” der
Amerikan İstiklâl Beyannamesi, İngiliz Sosyalistleri ise, "bütün insanlar
eşit tutulacak,” diyor. Şüphesiz, Vekiller, hükümet mensupları ve onların
mesai arkadaşları elbette müstesna. Şimdilik sanayiimizin sadece beşte birinin
devletleştirilmesine ve bizim hâlâ politik hak ve hürriyetlerimizi muhafaza
edebilmemize rağmen, bu işler şimdiden gözümüzün önünde cereyan ediyorsa,
yarın işlem tamamlandığı vakit neler olabileceğini düşünebiliriz.
Herşeye kaadir bir hükümet, alelade vatandaşların vücude getirdiği
halk kütlelerinin bitkin ve bitap yerlere kapanarak kendilerine taptığı bir
hükümet, nefret ve tiksinti uyandıran hain ve şeytani hülyalardır. Ama ne yazık
ki, hür insanlar arasında, şahsî
menfaatleri ve çocuklarının çıkarları ve yarınları uğruna, hayattan daha aziz
tutmaları gereken hak ve hürriyetlerini onlara teslim etmekte beis görmiyenler
de var.
İngiliz
milleti şimdi tarihinin en önemli meselelerinin biri üzerinde karar vermek
durumunda. Bu iki hayat tarzından hangisini
istiyor? Ferdi hürriyeti mi, Devlet hâkimiyetini mi? Sınai tesislerin devlet
elinde toplanması mı, yoksa mal ve mülke sahip olma hakkını daha da fazla
insanlara teşmil edecek bir demokrasi mi? Vatandaşlar üzerinde baskısı gittikçe
artan bir kontrol ve kısıtlama mı, enerji ve buluş kabiliyetine her türlü
imkânları tanıyacak bir siyaset mi? Herkesi aynı noktada birleştirecek bir
politika mı, herkesin bir ana noktadan daha yukarı çıkmalarına fırsat imkânı
verecek bir siyaset mi?
Churchill'in
en iyi nükte ve üstü kapalı en keskin haka- retli sözleri tek tek
Sosyalistlerden ziyade, Sosyalizm ve Sosyalist hükümete karşı yöneltilmişti.
"Demokrasi: halk tarafından, halk için, halkın hükümeti" deyişini
değiştirerek, İngiliz Sosyalist hükümeti için kullandı: "İşe yaramaz
insanlar tarafından, işe yaramaz insanlar için, işe ya- ramıyanlann hükümeti."
Başka bir zaman, Sosyalist yü- kümetin "arkasından ağlanmadan, hürmet
edilmeden, şarkısı söylenmeden ve uğrunda daracağına gitmeyi göze alacak
bulunmadan silinip kaybolacağı" nı söyledi. Sosyalizm hakkındaki bir
diğer sözü de şu: "Başarısızlığın felsefesi, cehaletin imanı ve
kıskançlığın İncili." İşçi hükümeti devrinde eşya sıkıntısından ötürü
kuyrukların gittikçe uzamasını şöyle anlatıyordu:
Kuyruk,
niye günlük hayatımızın devamlı ve daimi bir parçası haline geldi? Bu kuyruklarda onların kafalarındakini açıkça
görüyoruz. Sosyalist dünyası artık bir Ütopya olmaktan çıktı, “Kuyruktopya" haline geldi.
Sosyalistlerin sanayii
devletleştirmek ıçın getirdikleri bir kanun teklifi üzerine şunları söylüyordu
(16 Kasım, 1948)
"Bu bir kanun teklifi değil, ticareti engelliyecek bir girişim.
Sıkıntı ve müşküller karşısında mücadeleden yıl- mıyan sabırlı halkımıza yardım
için bir plan değil, kapitalist sandığını yağma etmesi için hırsızın eline
tutuşturulmuş bir maymuncuk."
Churchill,
Sosyalizmin müdafaasını yapanların halka tepeden baktıklarına inanıyor, ve
onlara derin kızgınlık besliyordu. Edinburgh'daki bir konuşmasında ( 18 Mayıs, 1950) Sosyalistlerden şu sözlerle
bahsetti:
Mr. Dalton, ikinci derecedeki tâvizlerinden birini ilan ederken,
âdeta tehdit edercesine şunları da söyledi: "Bu bir hürriyet
tecrübesidir. Kötüye kullanılmıyacağını
ümit ederim.”
Sosyalist
şeflerinin vatandaşa nasıl tepeden baktıklarının, ondan istihfafla
bahsettiklerinin bundan da ibret verici bir örneğini gösterebilir misiniz? Hürriyet
bir “ihsan” imiş, ve şayet bizim tutum ve davranışımız efendileri memnun
etmezse, Sosyalizmin idare edici sınıfı bu ihsanlarını geri alacaklarmış. Bu,
ancak Borstal Enstitüsü [İngiltere’de meşhur bir cezaevi] müdürünün disiplin
sistemindeki bazı değişiklikleri ilân ederken, mahkûmlar önünde kullanacağı bir
dildir.... Bakın, İngiliz halkına nasıl da hitap ediyorlar! Biz, tamamen
başarısızlık da gös- termiyerek, asırlardır hürriyet tecrübeleri yapıyoruz, ve
bu hürriyet fikirlerini bütün dünyaya yayıyoruz. Buna rağmen, bir Vekil
çıkıyor, bizden, ayaklarımız üzerine susta durarak efendisinden bisküvit
dilenen bir köpek gibi, kendileri önünde yalvararak diz çökmemizi, uslu uslu
hareket ederek haddimizi bilmemizi istiyorlar.
Sosyalistlere
karşı bütün bu hücumlarına rağmen, İşçi Partisi lideri Atlee'nin de belirttiği
gibi (Churchill by His Contemponaries,
s. 21),
bir kimsenin Sosyalist olması, onun hak ettiği mevkie getirilmesine
engel teşkil etmedi. Temple' ın 1942 de İngiltere
Başpiskoposluğuna getirilmesi Muhafazakar çevrelerde şiddetle tenkit edildi.
Bir Sosyalistin niye İngiltere Başpiskoposluğuna getirilmesini soranlara şu
cevabı verdi: "Çünkü baştanbaşa oniki-buçuk kuruşluk eşyanın satıldığı
pazarda, yarım lira değerinde yegane eşya o idi de ondan."
Churchill'in zehirli oklarının
başlıca hedeflerinden biri olan Mr. Clement Atlee'nin de, siyasi hücumlarını
sekiz yaşından yukan her hangi bir İngilizin kolaylıkla an- lıyabileceği bir
şekilde tek bir cümleye sıkıştırabilmesini beceren bir insan olduğunu da bu
arada kaydedelim. Onun gayet derin manalı bir sözünü daha iyi kavrıyabilmek
için, İngilizcede, "Waterloo Harbi Eton'un oyun sahalarında
kazanıldı," diye bir deyimin bulunduğunu bilmek gerekecek. Napoleon'un
Waterloo'da mağlüp edildiğini söylemiştik. Eton ise, meşhur liselerden
biridir; Oxford ve Com- bridge üniversitelerine gidenler çok defa bu liseden
çıkar; pek çok İngiliz devlet adamı bu liseden mezun oldu. Deyimin demek
istediği şu: Bu mektebin oyun sahalarında oynayanlar, gün gelmiş, Waterloo
gibi harp sahasında da başarılı olmuşlardır. Bir diğer ünlü lise de
Churchill'in, Başvekil Stenley ve onun Hariciye Vekili Sir Samuel Ho- are'nın
mezun oldukları Harrow'dur. İkinci Dünya Harbinden önce Hoare'ın, Fransa
Hariciye Vekili Laval ile anlaşması neticesinde de Habeşistan İtalya'ya peşkeş
çekilmişti. Bu anlaşma Parlamentoda müzakere edilirken At- lee şunları
söyledi: "Waterloo Harbinin, Eton'un oyun sahalarında kazanıldığı
doğrudur veya değildir; ama şurası gayet aşikar ki, Habeşistan, Harrow'un oyun
sahalarında kaybedildi."
Churchill'in pek çok acı ve
istihzalı nüktelerine hedef olmuş Atlee'ye, birincisinin ölümünden sonra, onun
en çok beğendiği nüktesinin hangisi olduğunu sormuşlardı. Atlee, Churchill'in,
Muhafazakar partiden istifa ederek küçük Liberal partisine girdikten sonra yeni
sıfatı ile seçime katılan politikacı hakkında söylediği sözü çok beğendiğini
itiraf etmişti: "Şu anda, tarihte ilk defa olarak bir farenin, batmakta
olan bir gemiye doğru yüzdüğünü görüyoruz."
Churchill'in gözde hedeflerinden
biri de B. Hugh Gait- skell idi. Winchester (diğer tanınmış bir lise), New Col-
lege ve Oxford Üniversitelerini bitiren B. Gaitskell, Londra Üniversitesinde
siyasi iktisat kürsüsü işgal etmiş entellek- tüel bir Sosyalistti. Parlamentoya
1945
yılında girdi ve iki yıl sonra da Sosyalist hükümetinin Enerji ve
Akar-yakıt vekilliğine getirildi. B. Gaitskell, kömür tasarrufu gayesiyle,
halkın daha seyrek banyo yapmasını istiyordu. Siyasi bir toplantıda bu konuda
şunları söylemişti:
"Gerçekte ben de sık sık
banyo yapan bir insan değilim; ve sık sık yıkanmayı itiyat haline getirmiş
olanları temin etmek isterim W, daha seyrek yıkanmanın
sıhhatlerine hiç bir menfi tesiri olmıyacaktır."
Churchill, aynı konuya
Parlamentoda değindi (28 Ekim, 1947):
"Tahtın bir vekili,
Haşmetli Hükümdarın Hükümeti namına böyle konuştuğu müddetçe halk, neden
Başvekil ve arkadaşlarının her geçen gün biraz daha fazla kokmaya
başladıklarının sebebini anlamakta güçlük çekmiyecek. Bay Başkan, ben sizin
'bitli' kelimesini bir Parlamento ifadesi olarak kullanılmasına müsaade edip
etmiyeceğinizi dahi kendi kendime sordum. [İngiltere Parlamentosunda bazı
kelimelerin 'tabu' olduğunu söylemiştik.! Ne var ki, ben, 'bitli' kelimesini
bir istihza ve istihkar ifadesi olarak değil, sadece müşahhas bir gerçeği
belirtmek için kullanıyorum.
Churchill
gerçekten şayanı hayret bir insandı. Son derece geniş umumi kültürüne, İngiliz
dilinin en iyi kelime ustalarından bir olmasına (Nobel Edebiyat Mükafatı, 1953,
ona bahşedilen pek çok şereflerden sadece bir tanesidir) rağmen, İngiliz
seçmenleri önünde konuştuğu vakit, bütün bu entellektüel vasıflarını
unutturabiliyor, kendini tıpkı hitap ettiği kimselerden biriymiş gibi
tanıtabiliyor ve halkta da bu hisleri yerleştirebiliyordu. Bu nutuklarında İşçi
millet vekillerinin bilgiçlik tasladıklarını, uzun kelimeler kullanarak
"allame" gibi davrandıklarını, halka tepeden baktıklarını
söylüyordu. Bir nutkunda Sosyalistlerden şu kelimelerle bahsetti:
"Kesirler ve çok heceli kelimelerle cümbüş yapan ideologlar
toplamı."
Churchill
1950'lerde yetmişini aşmıştı. Fakat muhalifleri karşısında hala, her zaman
olduğu gibi, yıkılmaz bir hasım idi. Onların kendisinin ölmesini istemeler
bile, istifa etmesini beklediklerini biliyordu. Bununla beraber, kendi yaşını mevzu
alan konularda dahi muhaliflerini iğnelemekten zevk alıyor, istifa emareleri
göstermiyordu. Aşağıdaki muhavere (28 Mayıs, 1952) Parlamento zabıtlarından aktarıldı:
MR. HAROLD DAVIS:
Muhterem Centilmen tıpkı büyük selefi Gladstone'ın Kırım Harbindeki tutumu
gibi, Kore harbi hakkında Kamaraya pek az bilgi verdiklerinin farkındalar mı?
BAŞVEKİL: Mr.
Gladstone'ın Kırım harbindeki kati rolünün ne olduğunu bilemiye- ceğim; o benim
zamanımdan da önceydi.
Çağının en
büyük hatibi işitme cihazını bile bir silah olarak kullandı. Parlamentonun bir
oturumunda bir mebus, artık ihtiyarladığını ve istifa etmesi gerektiğini ima
edercesine konuşurken, Churchill, yanındaki damadı Christhoper Soames'e Co da
millet vekiliydi) dönerek işitme cihazının getirilmesini istedi: "Acele
etsinler, söylediklerinin hiç birini kaçırmak istemem.” Cihaz getirilince-
kürsüdeki mebustan rica etti: "Biraz önce söylediklerinizi lütfen
tekrarlar mısınız?"
Churchill,
başkaları hakkında olduğu kadar, kendi üzerine de devamlıca nükte yapmaktan
zevk aldı. Fransızca- :;ının kötü olduğunu kendi de müdrikti. Paris'in kurtuluşundan
sonra Fransızlara hitap ederken şunları söyledi: "Dikkat edin! Fransızca
konuşacağım. Bu benim için son derece çetin bir mesele olacak, ve Büyük
Britanya ile dostça münasebetlerinizde sizlerin büyük fedakarlıklar yapmasını
gerektirecek."
Harp yıllarında zaman zaman
hatalı hareket ettiği söylendiği ve bu hataların, tarihin uzun ışığında nasıl
görüneceği sorulduğu vakit (1948), şu cevabı verdi: "Şahsî görüşüme göre,
taraflar maziyi tarihin hükmüne bırakırlarsa çok daha yerinde bir iş yapmış
olurlar—bahusus o tarihi benim yazacağım göz onune getirilecek olursa."
(Churchill'in altı ciltlik İkinci Dünya Harbi Tarihi kendisine Nobel Mükafatı
kazandırdı.)
Avam Kamarasındaki bazı
"küçük balıklar" Churchill'i taciz ettikleri vakit verdiği cevaplar
umumiyetle kısa ve çok daha yumuşaktı. Onun bu neviden cevaplan Carter Glass
adlı bir Amerikan politikacısını akla getiriyor. Bir parti kongresinde tenkit edildiği
vakit, arka sıralardaki bir taraftan bağırdı: "Carter, onları cehenneme
gönder." [Yani, ağızlarından gir, burunlarından çık.1 Carter şu cevabı
verdi: "Pire tozunun tesirli olacağı yerde dinamit kullanmaya lüzum mu
var?"
Churchill de dahil pek çok
nüktedanların en iyi nükteleri
kısa olanlarıdır. Austin Chamberlain hakkında şunları söyledi: "Her oyuna
girdi, hepsinde kaybetti." Konuşamı- yacak kadar kızgınlık gösteren
Wedgewood Benn'e şöyle hitap etti: "Muhterem centilmen içinde rahatça
tutabileceğinden fazla kızgınlık neşretmemeli."
Churchill hakkında bir kitap
yazan Lord Birkenhead, Churchill'in, yerinde bir cevap için bazan haftalarca hazırladığını
söyler. Gerçekten, Sosyalist millet vekili Sil- verman'a verdiği bir cevap
üzerinde uzun müddet düşündüğünü kendi de itiraf etmişti. Mr. Silverman'ın
boyu çok kısa idi, Kamaradaki sırasında oturduğu vakit ayakları yere
değmiyordu. Bu zât sık sık Churchill'in sözlerini kesmeyi adet edinmişti. Bir
gün yine oturduğu yerden Churchill'e lâf atmağa çalışırken birincisi cevap verdi:
"Muhterem üye, tüneklediği yerden aşağı hoplamak için pek acele
etmesin."
Churchill, nükteli bir söz
söyleyeceği zaman, önce, gayet sıradan bir şey söylüyor intibaını uyandırır,
"bunu sokaktaki adam dahi söyler" nevinden suallerin sorulabile-
ceği sırada sözlerini tamamlardı.
Amerikan gazetecileri ile
yaptığı bir mülâkatta biri sordu: "Efendim, politika hayatına atılmış
genç bir kimsenin ne gibi vasıflarla teçhiz edilmesi gerektiğini okuyucularımıza
söyler misiniz?"
Churchill, buldog köpeğine benziyen
tavrını takındı ve gazeteciler, onun, bu suali gayet ciddiye aldığını ve yer
sarsıcı mahiyette bir cevap vereceğini sandılar. Fakat dikkatle bakıldığında,
gözlerinde, karakteristik gülümsemesini de sezmemek kaabil değildi.
"Yarın, ertesi hafta, gelecek
ay ve önümüzdeki sene ne gibi hâdiselerin vuku bulacağını önceden görebilme
kabiliyeti," dedi ve gazetecilerin bu kelimeleri kaydetmesini kontrol
etmek istercesine etrafına bakındıktan sonra ilâve etti:
"Ve ondan sonra da, niye vuku bulmadıklarını anlatabilme yeteneği."
Bir gazete fotoğrafçısı,
Churchill'in bir doğum gününde fotoğrafını çektiği vakit dedi ki:
"İnşallah, sizin yüzüncü doğum gününüzde de fotoğrafınızı çekmek bana
nasip olur, efendim."
Churchill, fotoğrafçıyı kısa
bir süre için tetkik ettikten sonra, "Niye mümkün olmasın,
delikanlı," cevabını verdi. "Bana oldukça zinde ve sıhhatli
görünüyorsun."
Churchill'in vale'si (uşak)
Norman McGowan hâtıralarında şunu da yazar. Churchill, banyoya girer girmez
mı- nldanmağa, kendi kendine bir şeyler söylemeğe başlardı. Önceleri, kendisine
bir şey sormak istediğini sanan valesi sordu: "Bir şey mi istediniz,
efendim?"
Churchill, "Seninle
konuşmuyordum, No^an," cevabı verdi. "Avam Kamarasına hitap
ediyordum."
Başvekil Churchill zaman zaman
mesai arkadaşlarına nükteli notlar da gönderdi. Maliye Vekiline gönderilen bir
not (28 Ağustos, 1941) şöyle idi: "Bu adada veya Güney Afrika'da
kontrolumuz altında ne kadar altınımız kaldı? Alarma kapılma: bir şey isteyecek
değilim."
Başvekilden Gıda Vekiline (21
Mart, 1941): "'Komünal Doyurma Merkezleri'nin kabul edilmeyeceğini ümit
ederim. Bu, Komünizmi veya mecburi işyerlerini hatırlatan tiksindirici bir
ifade. Ben, 'İngiliz Restaurantlan'nı tavsiye ederim. 'Restaurant' kelimesi
herkese iyi bir yemeği hatırlatır. Halk, başka bir şey bulamazsa dahi, hiç
olmazsa adını hatırlamış olur."
Başvekilden Birinci Lord'a (27
Ocak, 1942): "Her işarette Tirpizt'den
Amiral von Tirpitz diye bahsetmeğe gerçekten lüzum var mı?
Bu, işaretçiler, şifreciler, ve daktilolarda oldukca zaman kaybına sebep
olmalı. Bu hayvan için sadece Tirpitz demek kafi."
Başvekilden Mr. Assheton'a (19
Mart, 19451: "Gazetelerde, Merkez Bürosu veya Parti Liderlerinin
önümüzdeki seçimlerde yetmişini aşmış hiç bir kimsenin namzet gösterilmemesini
isteyen direktiflerini gördüm. Bunun, bana da teşmil edilip edilmeyeceğini,
tabiatiyle, en kısa zinanda bilmek isterim.''
Churchill,
en iyi nüktelerinden birini, bir gece oturumundan sonra, Parlamentonun
istirahat salonunda söyledi. Müzakere sırasında ateşli işçi mebusu Bessie
Braddock ile kendisi arasında kızgın söz düelloları geçmişti. Braddock, iri
yarı, ve Muhafazakar sıralarından sözünü kesenlere verdiği cevaplan fiilen
yerine getirebilecek kadar da güçlü kuvvetli bir kadındı. Parlamentoya girmeden
önceki hayatının bazı kelimelerini kürsüde sarfetmekten çekinmezdi. Bir gün
Muhafazakar bir üyeye şunları söyledi: "Bu rada dokunulmazlığına
güveniyorsun. Dışarı çık da bak nasıl kafanı patlatırım, gör." (I'll kn.ock your bl^ody block off.) O gece
oturum sona erdikten sonra, Bn. Braddock, bazı millet vekillerinin huzurunda
Churchill'e şunu söyledi: "Winston, sen bir sarhoşsun. Churchill derhal
cevabı yapıştırdı: "Bessie, sen de çirkinsin, ama ben yarın sabah
ayılacağım, fakat sen yine çirkin kalacaksın.”
Onun,
yaramazca, hazan çimdikleyici ve ara sıra öldürücü olan nükteleri konuşulan
kelimelerinde olduğu kadar, yazılarında da görülür. Bu neviden nüktelerin en
iyileri Great Contemporaries
(Büyük Çağdaşlar) adlı kita- bındadır. Churchill, bu kitabında Alman Kayser'i
hakkında şunları yazar: "Onu müdafaa için söylenecek sözler hiç de onun
iftihar edeceği şekilde olmıyacak.... Bakınız, elinden hata üzerine hata
işlemekten başka bir şey gelmiyor."
Trotski:
"Oturduğu yerde kara kara düşünüyor. Bir vakitler Karadeniz sahillerinde
karaya vuran ve şimdi de Meksika körfezine boşalmış habis bir deri parçası.
Onun mizaç ve tabiatında medeniyeti tahrip edebilecek bütün vasıflar
bulunuyordu—Caront'un teşkilat kurna kabiliyeti, Machiavelli'nin şefkat ve
muhabbetten uzak soğuk zekası, Cleon'un kara kalabalıkları harekete getiren
hitabeti, Jack the Rippert'in vahşeti ve Tifus Oates'in vücut
sağlamlığı."
The World Crisis (Dünya
Krizi) adlı kitabında Lenin için şunları yazdı: "Kaybedilen yolu ancak o
bulabilirdi. Rus halkı, nasıl kurtulacağını bilemiyecek şekilde bataklık
ortasında yüzüstü bırakılmıştı. Rusların en kötü talihi Le- nin'in doğumu oldu,
daha da kötü talihleri ise onun ölümü.... Ve bir haşyet duygusu içinde onlar
[Almanlar) silâhların en korkuncunu Ruslara verdiler. Lenin, bir veba bakterisi
gibi, mühürlü bir vagon içinde, İsviçre'den Rusya'ya taşındı."
Churchill'in Amerika Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson hakkındaki fikirleri
Lloyd George'ınkinden farklı değil: "Milyonlarca insanın hayatı onun
dudakları arasından çıkacak kelimelere bağlı
idi.... Esrarengiz ve kararsız bir hâkim.... Hiç de Amerikan halkının
içgüdülerini temsil etmiyordu. Evvelemirde, sonuna kadar bir parti adamı olarak
kaldı. Avrupa'ya doğru üflediği engin cömertlik kendi ülkesinin sahillerinde
birdenbire durdu."
Sir Winston'un nüktelerinin bir diğer hedefi de Sir Staf- ford Cripps
idi. İşçi partisinin bu ideoloğu adeta dünyadan el ayak çekmişcesine bir hayat
sürüyordu. Churchill bir nutkunda ondan şu kelimelerle bahsetti (12 Aralık,
1946): "Zekâsının keskinliği ve kafasındaki enerji üe, kendisini, devletin
kuvvet ve refahına zarar getirecek pek çok sahalara hasretmesi bakımından,
arkadaşlarından hiç biri onunla mukayese edilemez."
(Lady Violet Bonh^m Carter adlı Muhafazakar bir kadın millet vekili de
Sir Stafford Cripps için şunları söylemişti: "Sir Stafford'un şaheser bir
kafası var—ne diyeceğine karar verene kadar.")
Churchill, başka bir zaman Sir Stafford'un nutuklarını,
"yaralanmış bir suçlu ifadesiyle" verdiğini söyledi. Chur- chill'deki
"masa zevki"nden Sir Stafford Cripps zerrece nasibedar olmamıştı. Bu,
ona şunlara söyletti: "İşte, Allah aşkına bakınız, Allah geçiyor."
Başka bir zaman ise: “Benim sekmediğim bütün faziletlere sahip olan, fakat
benim hayran kaldığım kötülüklerden hiç birine malik olmayan adam."
ChurchiU
ile George Bernard Shaw arasında antolojilere geçecek bir yazışmanın teati
edildiği söylenir. Asit dilli piyes yazarı, 1914 yılı baharında, Churchill'i, His Majes- ty’s tiyatrosunda sahnelenecek Pgymalion adlı piyesinin ilk gecesine (gala)
davet eder ve davetiyeye de şu kısa notu yazar: "İlişikte piyesin ilk
gecesine ait iki bilet bulacaksınız. Bir dostunuzu da getirebilirsiniz—eğer bir dostunuz
varsa."
Churchill,
piyesin oynanacağı ilk gece için daha önce başka bir yere söz verdiği için
gelemiyeceğini söyliyerek özür diler ve biletleri iade ederek mektubuna şu notu
ekler: "Maamafih, piyesinizin ikinci gecesi gelebilirim—eğer ikinci gece
oynanırsa."
İngiltere
siyasi tarihinin en dr^natik şahsiyeti olan bu devlet adamı ve politikacının,
tiyatroyla ilgisiz kalamıya- cağı tabiidir. Churchill, tiyatroda olup
bitenlerden haberdardı. R. C. Sherrif'in Gezinin
Sonu adlı piyesi Savoy tiyatrosunda oynanırken (1929),
askerlikle ilgili bu piyesi gören devrin Maliye Vekili Churchill, piyesin
yazarına gayet nazikçe bir mektup yazarak, piyesi övmüş, ancak son sahnedeki
bir kaç tefe^^ata da dikkati çekmişti. Bu ilgi Ch urchill'in, piyesi
mikroskopik bir gözle ve cümle cümle takip ettiğini ispat ediyordu.
Churchill'in
bir diğer tiyatro hikâyesi gene müellif R.C. Sherriff ile ilgilidir, ve yazar
onun bu ilgisinden dolayı diğerinden çok daha fazla müteşekkir kaldı.
Sherriff, Napo- leon'un St. Helena adasındaki son günlerini konu alan bir eser
hazırlamıştı. Baş rolünü çağın ünlü aktörlerinden Je- anne de Casalis'in
oynadığı piyes, her ne kadar ilgi çekici ve iyi bir eser olarak ortaya
çı^kmışsa da, Londra’nın ünlü West End
bölgesindeki tiyatrolar, şu veya bu sebeplerle piyesi sahnelemeye yanaşmadılar.
Nihayet, 1936
da Old Vic tiyatrosunun ünlü
kadın direktörü Lilian Baylis'in cesareti ile eser sahneye kondu. Ne var ki,
basındaki eleştiriler pek parlak olmadığından, piyes, çok az bir seyirci önünde
oynanıyordu. İşte bu sırada Churchill gizlice piyesi seyretti. Bir
müddet sonra bir Şubat günü Winston Churchill imzası altında Londra’nın meşhur
The
Times gazetesinde bir
yazı yayınlandı. “Eleştirici" Churchill, bu yazısında piyesi göklere
çıkanr ve kendisinin Napoleon üzerinde bir otorite olabilecek bilgiye sahip
olduğunu da ilâve ederek, bu "büyük eser"in yazarını şevkle kutlar.
Ertesi gün ve onu takip eden diğer günler Old
Vic tiyatrosu tıklım tıklım seyirci ile dolmuştu.
Churchill, yemek sırasında ve
geceleri geç vakitlere kadar arkadaşlarıyle sohbet etmekten zevk alırdı. Bezik
oynamasını da çok severdi. Evlilik hayatında sadece bir kaç defa karısıyle
sabah kahvaltısı etti. Bunu şöyle anlatıyordu: "Bir insan akşam yemeğinde
kansı ve arkadaşlarıyle en iyi bir şekilde buluşabilmek için, öğle ve akşam
yemekleri arasında uyamalıdır. Son 40 yıl zarfında ben ve karım
kahvaltıyı beraber etmeyi iki üç defa denedik, fakat pek büyük güçlükler
doğurduğundan son vereye mecbur kaldık.”
İçkiyi
severdi. "Ben alkolden, alkolün benden aldığından fazlasını aldım,” diyen
Churchill'den, Hitler "ayyaş" diye bahsederdi. Maamafih, bu büyük
nüktedan, içki zevkini dahi, eşsiz hüınoru için malzeme olarak kullanmasını
biliyordu. Harp yıllarında bir sabah Kral George ile mûtad görüşmesi
sırasında, Kral, havanın soğukluğundan ötürü bir bardak içkinin hiç de fena olamıyacağını
söyleyince, Churchill, gerekeni yapmış olduğunu söyledi. Kral, "Bu kadar
erken mi?" diye hayretini gizliyememişti. Churchill cevap verdi:
"Evet, Haşmetlim. Gençlik yıllarındaki prensibim, öğle yemeğinden önce
içkiye dokunmamaktı; şimdiki prensibim ise kahvaltıdan önce içki
içmemek."
Her nükte ve hakaretli söz,
okunduğunda değerinden bir hayli kaybediyor. Buna, hatibin mimik ve jestlerini,
dinleyiciler üzerinde bizim göremediğimiz tesiri de eklersek, bir nüktenin
okunduğu zaman üzerimizdeki etkisinin, söylendiği vakit bıraktığı tesirden daha
az olacağı meydana çıkar. Bu, bilhassa, Churchill için doğru. Telaffuzundaki
hafif peltekliğin ("s” ve "z"leri, "th" ve "dh”
gibi telaffuz ederdi), sözleri arasında nerede duraksamak gerekeceğini bir
aktör ustalığı ile bilmesinin, sık sık değiştirdiği ses tonunun dinliyenler
üzerinde ne gibi tesirler bırakacağını anlıyabilmek için tahayyül kudretimizi
geniş tutmak gerekir. Churchill'in nasıl bir şahsiyet olabileceğini düşünürken
onun eşi ender bulunur derecede enerjik bir insan olduğunu da hatırlamak lazım.
Bu enerjisi, onu, dünyanın en iyi yazarları arasına sokmuş, mükemmel bir politikacı,
çok iyi bir devlet adamı yapmış; arta kalan enerjisi
için de başka sahalar aramıştı. Resim yaptığını daha önce söyledik.
Gençliğinde iyi polo oynardı, uçak kullanmasını ve (sendika üyeliğine hak
kazanacak kadar da) duvarcılık öğrendi. (Sendikalı bir duvarcı olduğundan iftiharla
bahsediyordu.)
En ciddi
meselelerden bahsederken dahi, hümor hissinin bu adamın hayatının bütün
girdi-çıktılanna nasıl destek olduğunu da görüyoruz. Londra’daki bir Hariciye
Vekilleri toplantısında (1947 sonlan), Churchill, Amerika Hariciye Vekili
General Marshall'ın da Londra'da bulunmasından istifade ederek, harp-devresi
liderleri için Hyde Park Gate'deki evinde bir ziyafet verdi. Harp suçlularının
Nurenberg'teki muhakemeleri nihayete ermek üzere idi, ve
muhakemelerin—diğerlerini de kapsaması için—uzatılacağı söyleniyordu. Bu,
Churchill'i rahatsız ediyordu ve buna artık bir son verilmesini istedi.
"Unutmamak
gerekir ki,” dedi, "eğer kader aksi yönde tecelli etseydi, sanık mevkiinde
ben bulunacaktım. Hiroşima ve Nagasaki'den [atom bombaları bu şehirlere bırakılmıştı
1 bir dereceye kadar ben de sorumluyum. Maama- fih, Herşeye Kaadir, bunun
hesabını benden soracağı vakit ne diyeceğimi biliyorum: 'Nefret ve kızgınlık
hislerinin her tarafa yayıldığı bir sırada, bu büyük sırrı ifşa ettiğiniz
için,' diyeceğim, 'kabahatli olan Siz'siniz.’ "
Churchill'e
hayatı boyunca hücum edildi. İngiltere politika sahnesinde uzun yıllar baş
rolü oynamış bu adama, hayatının sonlarına doğru, kendi Muhafazakar partisi arasında
dahi "reaksiyoner" diyenler vardı. Ama onlar unutuyorlardı ki,
siyasi hayatının ilk yıllarında ağır işyerlerinde çalışanlar için çalışma
saatlerinin sınırlandırılması-; nı istediği ve asgari ücret hakkında kanun
teklifleri getirdiği için "kendi sınıfının haini" veya "aşırı
liberal" diye damgalanmak istenen de aynı Churchill’di. Şahsına karşı
yöneltilen bütün hücumlara rağmen, başarısızlık yıllarında parti kurmay
heyetlerinin semtine uğratılma- dığı zamanlarda da, Churchill’in hümoru,
parlaklığından zerresini kaybetmeksizin devam etti. Öldüğü vakit o zamanki
Amerika Cumhurbaşkanı John F. Kennedy'nin,
Onun
heybetli hayat gemisinin bin bir sıkıntı ve müşküller içinde geçen bir asrın en
şiddetli fırtınalarım atlattıktan sonra sakin sularda demirlemesi hürriyete
vakfedilen cesaret, iman, şevk ve azmin gerçekten yok edilemiyeceğinin
ispatıdır. Onun bu şahane seyahatinin kayıtları yeryüzündeki bütün hür ruhlara
ilham kaynağı olacaktır,
diye
bahsettiği Sir Winston Churchill'e, yetmiş beşinci doğum gününde, ölümden
korkup korkmadığı sorulmuştu. Nükteyi, yeme içme kadar hayatının bir parçası
yapan Churchill şu cevabı verdi:
“Arkadaşlarımla beraber
bulunmaktan hala zevk duyduğum, ve rahat ve huzur içinde bir ömür sürdü^ğüm
için de, yaşadığım bu hayattan hoşlanmamı gerektiren pek çok sebepler var.
Bununla beraber, tabiî hadiselerin seyri, elbette, şimdiki yaşayışıma yakında
son verecek. Bunu esefle kabul edecek değilim.”
"Uzun
bir hayat boyunca dünyanın büyük bir kısmını gördüm. Öte yandan,
dünyanın diğer tarafını da görmek için her geçen gün biraz daha artan bir
tecessüs duymaktayım. Bundan böyle, şevk, ve bir evladın ebevynlerine karşı
hissettiği güven içinde, ruhumu, beşeriyeti yaratan ve beni inayeti ile
koruyarak, hayata gözlerimi açtığım andan bugüne kadar bana iyi bir hayat
bahşeden o büyük ve iyi Ebeveynin ellerine terketmeğe hazırım. Ne var ki, beni Yaratan'ın benimle buluşmak zahmet ve
meşakkatine katlamağa hazır olup olmadığı da ayn bir konu."
ıx
Hümor, modern insanın yarattığı en iyi bir emniyet
süpobudur. Medeniyet geliştikçe, cemiyetlerin fertler üzerindeki baskısıyle
birlikte, nükteye olan ihtiyaç da artacaktır.
Abraham
Brill
Nükte tehlikeli bir mızraktır—belki de bir insanın
kendi kendini arkasından vuracağı yegane silah.
Geoffrey
Bocca
Nükte düşüncenin beklenmeyen bir ânda indi- faıdır.
Edwin Percy Whipple
j
kinci Dünya Harbinin başlangıcında Büyük Britanya nükümetine fevkalade
kuvvet ve selahiyetler tanındı. Muhafazakar ve İşçi partileri arasındaki
anlaşma ile, İngiliz siyasi ve sosyal hayatına güven veren müteaddid politik
emniyet suboplan harp müddetince kapalı tutuldu. Winston Churchill'in
başkanlığında bir Koalisyon Hükümeti kuruldu, Sosyalist Clement Atlee Başvekil
Muavinliğine getirildi; genel ve ara seçimlerinin yapılmaması kararlaştırıldı.
Fransa’nın düşüşünden sonra Almanya'nın İngiltere’yi istilaya kalkışması hiç de
uzak bir ihtimal değildi. Bundan böyle, İngiltere’de uygulanan fevkalade tedbirlerle,
milli gayretlerin, harbe yöneltilmesi mümkün oldu.
Fakat o karanlık harp yıllarında, İngiltere'nin milli bir felaketle
karşılaşabileceği bir devirde dahi, hükümetin karşısında gerçek ve samimi bir
muhalefetin yer almasına inanan küçük fakat azimli bir grup vardı. Onların
fik- rince, harp içinde de olsa, muhalefetsiz bir demokrasi dejenere olmağa
mahkûmdu; icraatı hakkında hesap vermek lüzumunu hissetmiyen bir hükümet
diktatörlüğe dönebilirdi. Bu "Muhalefet" grubuna dahil olanlar
hükümetin tutumunun sadece demokrasi prensipleri bakımından tehlikeli
olabileceğine değil, böyle bir hareket tarzının harp gayretlerinin en iyi bir
şekilde yürütülmesini de önleyeceğine inandılar. Bu insanlar arasında
(kendilerine "Arsenik" ve "Eski Dantela" lakapları
takılan) Emanuel Shin- well ve Earl Winterton, Leslie Hore-Belisha, Sidney
Silver- men, Dick Stokes, George Strauss, Tom Driberg, Frank Bowles, Aneurin
Bevan ve diğerleri vardı. Hükümetin tutumunu Parlamento dışında tenkit eden
bir hayli İngiliz de bulunuyor, ünlü yazar George Bernard Shaw başta geliyordu.
İrlanda asıllı bu yazar, Birinci Dünya Harbi sırasında da hükümeti şiddetle
tenkit etmişti.
Churchill, 1937
yılında yayınlanan Great Contemporaries adlı
eserinde, George Bernard Shaw'ın Birinci Dünya Harbi sırasındaki tenkitlerini
(ve harp gayretleriyle ilgili hicivlerini) şöyle kınamıştı:
"O,
başlangıçtan beri sevmediğim insanlardan biri idi.... Hem dünya malına düşkün
haris bir kapitalist, hem de samimi bir Komünist. Piyeslerinde bir fikir
uğruna diğerlerini öldüren karakterlerini neşeli ve zevkli bir şekilde konuşturur.
Filhakika, doğruyu söylemek gerekirse İngiltere adalarımız, o karanlık
günlerde, B. Bernard Shaw'dan pek fazla bir yardım görmedi. Milletlerin hayat
ve istiklalleri uğruna bir ölüm-kalım savaşı yaptıkları bir sırada, içindeki
komedyanının hiç de huzursuz denmeyecek bir hayat sürdüğü saraya karşı hücuma
geçildiği, ve prensten damada kadar herkesin savaş görevi yüklendiği bir sırada,
bu komedyanın nükte ve şakaları sadece terkedilmiş saray duvarlarında
yankılarken, dost ve düşmanları arasında dağıtılan nükte ve hicivleri telaşlı
ve endişeli habercilerin, matem tutan kadınların ve yaralanmış askerlerin kulaklarını
tırmalıyordu."
Churchill'i tenkit edenler
arasında ünlü' Lord Beaver- brook da vardı. Lord Beaverbrook, Churchill'in
azimli bir hayrankarı idi, harp sırasında Churchill'in Koalisyon Kabinesinde
vazife dahi görmüştü. Fakat bunlar, Churchill hakkında şunları yazmasına engel
teşkil etmedi: "Dalgalar üzerinde yüzen Churchill'de müstebitleri yaratan
karakteristikler mevcut."
Churchill'in bir diğer
muhalifi Sir Percy Harris, harp sırasında dahi bir hükümetin tenkitten azade
kalamayacağını, yapıcı tenkidin demokratik bir rejimin kan damarları olduğunu
söylüyordu. Başvekil Churchill, Sir Percy'ye şu cevabı verdi (12 Kasım, 1941):
"Kadim Çin'deki bir adete
göre, hükümeti tenkit etmek isteyen bir kimse, sözlerini müteakip, her zaman
hatırlanacağı bir şekilde intihar ettiği takdirde, söylediklerine çok daha
fazla önem veriliyor, tenkitlerini kendi şahsi menfaat ve gayeleri uğruna
yapmadığına inanılıyordu. Kanaa- tımca, bu, bir çok noktalardan gayet makul ve
yerinde bir adet. Fakat bu adetin, makabline şamil olmasını istiyenler arasında,
ben, elbette en sonda geleceğim" (Churchill, bu son cümlesiyle, kendisinin
de hayatı boyunca hükümetleri tenkit ettiğini ima ediyordu.)
ikinci Dünya Harbinde,
Churchill, şahsına ve hükümetine yöneltilen tenkitler karşısında çok daha
hissi ve alıngandı. Bu tenkitlere zaman zaman nüktelerle cevap vermeye
çalıştı: “İki yıl önce bana Başvekillik teklif edildiği vakit, bu işi üzerine
almak istiyen pek yoktu. Kim bilir, o zamandan beri piyasa her halde düzelmiş
olmalı." Ma- amafih, kendisini ve hükümetini tenkit edenlere, Churchill,
umumiyetle, ısırıcı ve istihfaflı sözlerle olduğu kadar yaratabildiği bütün
bütün politik baskılarla cevap verdi.
Churchill'i
harp yıllarında en şiddetli ve en fazla tenkit edenler arasında geldiğinden
Başvekilin bilhassa gazabına hedef olan şahıs Aneurin Bevan idi. Bevan'ın
nükteleri, Bevan'ın hicivleri, Bevan'ın hakaretli sözleri—Churchill' inkiler
dışında—İngiltere'nin yirminci asrın ilk yarışında yetiştirdiği en parlak
politik kafanın mahsulleri olması dolayısıyle önem taşır. Bevan'ın nutukları ve
makaleleri, ülkesinin vahim neticeler doğurabilecek tehlikeli günler yaşadığı
zamanlarda dahi siyasi nükte ve hicvin oynadığı rolü tetkik bakımından da ilgi
çekicidir.
Aneurin
Bevan 15 Kasını, 1897 de (diğer büyük Welsh'li Lloyd George gibi) Wales'de
doğdu. Babası ve büyük babası kömür madeni işçileriydiler. Onlar da, tıpkı
Lloyd George gibi, gayri-konformist insanlardı. Bevan, yine Lloyd George gibi,
kendi Welsh orijini ile iftihar ediyordu. Öyle ki, bu gururu, bir ara annesinin
İngiliz asıllı olmasını unutturmuş ve İngilizlerden "ahmak, vurdumduymaz
Anglo- Saxonlar” diye bahsetmesine dahi sebep olmuştu. Fakat Bevan, Lloyd
George'ın aksine, çocukluğunda ve erişkin yıllarının ilk çağında gerçek
sefaletin ne olduğunu biliyordu. Bu, onda, yaşlı Welshli'nin (Lloyd George)
üzerin- dekinden de derin izlenimler, unutulmaz ve acı hatıralar bırakmıştı.
Babası
oğlunun entellektüel ilgilerini teşvik etti, annesi evde ekonomi ve disiplin
kurdu. Bevan, hayatının sonuna doğru ana-babasından şöyle bahsetti: "Benim
Methodist İbir Protestan
mezhebi) ebeveynlerim, 'Oğlum, hayır, demek cesaretini kendinde bul,'
diyorlardı. Takdir etmek gerekir ki, bunu diyebilmek oldukça fazla cesarete
ihtiyaç gösterir. Fakat biz, daha fazla ve daha fazla 'Hayır' demesini
öğrenmeğe mecburuz. Çünkü insan pek çok şeylere 'Hayır' demekle, değerli
şeylere 'Evet' diyebilmesini öğrenir.” Amerikan John Randolph gibi Bevan da,
inanmadıklarına "hayır" demesini, hem de şaheser bir şekilde
"hayır" demesini biliyordu; fakat John Randolph muhalefet
ettiklerine bir alternatif gösteremezken Bevan gösterdi— Sosyalizm."
Bevan
ailesinin on çocukları oldu, yedisi yaşadı. Küçük Bevan mektepten nefret
ediyordu. İsyankarlığı yüzünden öğretmen ve müdüründen dayak yedi—ve onlara dayak
da attı. Nihayet onbir yaşında mektepten ayrılarak bir kasap yanına çırak
olarak girdi. Yarım asır sonra çocukluk ve gençlik yıllarının ıstıraplı ve
sıkıntılı hayatını, Parlamentodaki bir tartışma sırasında, Churchill'in refah
ve
huzur içinde
geçen hayatı ile mukayese etti (la Kasım,
1952). Churchill, konuşmasında, Dahiliye Vekili olduğu yıl (1911) iş yerlerinin
erken saatlerde kapanmasıyle ilgili bir kanun teklifi getirdiğini söylemişti.
Bevan dedi ki:
"Muhterem
Centilmen Başvekilin, 1911 yılında, benim hakkımı müdafaa ettiğini şu ana kadar
bilmiyordum. Çünkü o tarihten iki sene öncesi çalışma hayatıma bir dükkan
çırağı olarak başlamıştım. Haftalık inzim olmadığı gibi, Cumartesi geceleri
onikiye, Pazar günleri de bire kadar çalışmak mecburiyetinde idim. Kendilerinin
daha o zaman benim namıma böyle bir teklifte bulunduğunu bilseydim,
minnettarlığım bir kat daha artardı.... Belki daha fazlasını hak etmiyordum,
ama ben onbir yaşındayken haftada elime geçen para iki buçuk 'shilling' idi. [ Bir an için o zamandan bu yana paranın
değerinde hiç bir değişiklik olmadığını farzedersek, Bevan'ın, İngiliz
lirasının bugünkü değeri üzerinden eline geçen para haftada 4
lira kadarmış. ) ’’
Michael
Foot'un (Harold Wilson'un 1976 da istifasından sonra İşçi partisinin
liderliğini ele geçi^ek isteyen oldukça solcu millet vekili), Bevan'ın
biyografisinde de işaret ettiği gibi, Bevan, kömür madeninde çalışmaya başladığı
vakit sadece ondört yaşında idi. Bu maden ocağının ismi "Tytryst" idi
ki, Welsh dilinde "kederli ev" anlamına geliyordu. Bevan, kömür
madenlerinde çalıştığı yedi yıl zarfında, daha önce kısa süren mektep hayatında
kazandığı "şöhret"ini devam ettirdi. "Allahın belası
Bevan" ondo- kuz yaşına geldiği vakit bağlı bulunduğu sendikanın başkanlığına
seçildi. Çalıştığı iş yerindeki usta ve patronlarını olduğu kadar kendi
sendikasının liderlerini dahi tenkit cüretini gösteriyordu. Maden ocağının
Stephen Davis adındaki meneceri bir gün, "Bana bak, Bevan," dedi,
"bu şirkette her ikimiz için yer yok." Bevan şu cevabı verdi:
"Haklısın, kanaatımca senin gitmen gerekiyor."
Bir taraftan
kömür ocaklarında çalışıyor, diğer taraftan da doymak bilmez bir hırs ve azimle
kitaplar okuyor, kendini yetiştirmeğe çalışıyor; şiirler okumakla dilindeki
reka- keti düzeltiyor, müteradif kelimeler lûgatlarından kelimeler
ezberliyerek İngilizce kelime hazinesini zenginleştiriyordu. Sendikasının
temin ettiği bir bursla 1919 da Londra' daki İşçi Kolejine gitti ve
iki sene kaldı. Ama mektepten hala hoşlanmıyordu; yıllar sonra, Kolejde
sarfettiği iki yıldan heba olmuş seneler diye bahsetti.
Aneurin Bevan, 1929 yılında
Wales'in Ebbw Vale bölgesinden millet vekili seçildi, ve ölümüne keder
(Temmuz, 1960) Parlamentodaki sandalyesini muhafaza etti. Harpten sonraki İşçi
hükümetinde Sıhhiye Vekilliği de yaptı.
Parlamentoya
iyi bir hatip olarak giren Bevan, Kamaradaki ilk nutkunda, çağının iki
tanınmış millet vekiline, Winston Churchill ve Lloyd George'a şiddetle hücum
etti. Churchill'in bir partiden diğerine sıçradığını ima ederek şunları söyledi:
Memleketin
umacısı, Parlamentonun komedyam bu adamdaki bukalemun karakteri, artık iyiden
iyiye kaani oldum ki, on- daki hissi kötürümlük üzerine bina edilmiştir. O,
siyasi istikrarsızlığının sebebini böylece açığa vurarak, üzerine aldığı bütün
rolleri, seyredenleri hayretler içinde bırakan bir cambazlıkla oynuyor.”
Churchill ise, ancak
İngiltere'de görülebilecek bir jestle, Bevan'ı ve nutkunu tebrik ederek
şunları söyledi: "Böy- lesine canlı ve gerçek tartışmalı bir nutuk,
Parlamentoda, ne yazık ki, artık pek ender işitiliyor."
Bevan'ın o yıllardaki gözde
hedefi, maamafih, Churchill' den ziyade Neville Chamberlain idi.
Chamberlain'in, "İşçi partisinden, bir çöplükten söz edercesine bahseden
bir vekil" olduğunu söyliyen Bevan dedi ki: "Demokrasi için
söyliyeceğim en kötü şey şu ki, bu sistem, Muhterem Centilmene dört buçuk sene
tahammül etti."
Stanley
Baldwin'in istifasını müteakip Chamberlain başvekilliğe getirildiği vakit
Bevan şunları söylemişti:
Kapitalizmin
cenaze töreni başladığı andan itibaren papazların şekere bulanmış yatıştırıcı
ve beylik lâfları sona erdi. Kortejin liderliği, şimdi, kendisini
seyredenlerde derin izlenimler bırakan ıskatçının endişeli rehberliğine
terkedildi.... Ondaki vuzuh, esasında, kısır kafasının yan mahsülüdür.... O,
sözgelişi, Churchill gibi, velûd bir tasavvur kudretinin yarattığı hayali bir
dünyanın nabzını yoklamak için mücadele etmek zorunda da değil. Gerçekte, o,
Churchill'in tamamen zıddına, her hangi bir tasavvur kudretinden de mahrum....
Chamberlain'in bir nutkunu dinlemekle Woolsworth’u [ucuz mal satan mağazalardan
biri] ziyaret etmek arasında hiç fark yok. Her eşya yerli yerinde ve hiç bir
şey de 50 kuruştan fazla değil.
Başvekilliği
Churchill'e terkettikten sonra dahi, Cham- berlain, Bevan'ın acı ve istihzalı
kelimelerinden kendisini kurtaramadı. Bevan, ancak "Münih Adamı”
politikayı tamamen bıraktıktan sonra bu hücumlarına son verdi.
Bevan, kendisine şöhret kurma yolunda ilerlerken, Lord Beaverbrook'un
lüks malikanesinde sık sık görünmeğe başlaması üzerine, onunla,
"Aristokrat Bolşevik" diye alay edenler de oldu. Zenginlerle düşüp
kalkmasını mazur dahi göstermek için, İncil'in üslubuna benzeyen bir şekilde
kendi prensibini söyledi: "Seni tahrip etmemesi için zengin adama çok
yaklaşma—ama seni unutmaması ıçın çok uzaklarda da durma." Maamafih, Lloyd
George ve Ramsy MacDonald'ın aksine, Bevan, aralarından yetiştiği insanları
hiç bir zaman unutmadı, kendisini, daima fakirlerden, bilhassa madencilerden
biri saydı. Bütün konulan—politik, iktisadi, sosyal—"politikanın ihtiras
oyunu" açısından, eninde sonunda "fiyatını benim sınıfımın ödemesi
isteneceği ihtiras oyunu" açısından gördü.
Temmuz 1932 de Muhafazakar Daily Express gazetesi Bevan'ı oldukça iyi,
tarafsız karakterize ediyordu: "Parlak, etrafına husumet besleyen, mağrur,
sınıfını şuurluca müdrik, ecdadı ve ailesiyle iftihar eden ... kendisinin
Norman sülalesinden geldiğini iddia edecek kadar ileri giden bir adama
yöneltilecek itirazlar, onun kendi sınıfından bahsetmesi karşısında da ileri
sürülebilir.... Dördüncü sınıf kom- partman olmadığı için bir trene binerken
dahi ıstırap çeken insan...."
Gazetenin kendisini bu şekilde tasvir etmesi karşısında, Bevan, Tri.bune gazetesinde şunları yazıyordu:
"Benim kalbim ıstırap ve acı ile dolu. Zenginlerin iyi beslenmiş vücutlarını
gördüğüm vakit, gözlerim önüne, kendi sınıfımın insanlarının yorgun ve benzi
sararmış yüzleri geliyor.... İşçi sınıfının bir üyesi olmakla mağrur olmanın
başka sebepleri de var. İstikbale bakabilmek, maziye bakmaktan daha iyidir."
Bevan'ın bir diğer portresini de kendi karısı çizdi: "Nye yaşlı doğdu ve
genç öldü."
"Nye"
Bevan İngiltere'nin "idare edici sınıfı"na hiç de iyi gözle
bakmıyordu: "Onlardaki siyasi tolerans, idare edici sınıftaki kendini
beğenmişliğin doğurduğu bir yan mahsuldür. Onların bu gurur ve
kendik-beğenişliğine hücum edildiği vakit, gözlerini kan bürümüş haydutlar
arasından dahi, İngiliz idare edici zümresi arasından çıkanlar kadar, kana
susamış insan çıkmadı." Bevan, harp yıllarında Muhafazakarlardan şöyle
bahsediyordu: "Onlar ölmekte olan bir düzenin derin nostalijisini
hissediyorlar, ve bu nostalji de atalet ve kenclik-merhametten başka hiç bir
şey husule geti^ez."
Hakaret etmediği pek az insan
vardı. Ziraat Vekili Wal- ter Eliot için şunları söyledi: "Yüzü istikbale
çevrili olmasına rağmen, geriye doğru yürüyen adam." Muhafazakarların,
işsizlerden ziyade bankacıların meseleleri üzerinde durduğunu söylüyor ve
şunlan ilave ediyordu: "Muhafazakarların inancına göre, devlet, mülkiyet
sahiplerinin çaldıkları eşyayı korumakla mükellef bir mekanizmadır.... İsa,
tefecileri mabedden kovdu, fakat siz onlann tefecilik haklannı gösteren resmi
vesikaları mabedin duvanna işliyorsunuz." Fakat onun kendi partisinin
"mandarinlerine ("Mandarin" Çin’in eski hükümdarlanna verilen
addır; İngilizcede "şef" anlamına kullanılır) hücumları Muhafazakarlara
yaptığı hücumlar kadar sert ve acı idi: "Kısır mantığınızın fanatikçe
uygulanması, yapmak istiyecek- lerinize lütfen engel teşkil etmesin."
"Çoluk
çocuğun başındaki adam" diye vasıflandırdığı Anthony Eden'in diplomatik
hayatının ilk yıllarında, Bevan şunları söylemişti: "Netameli bir insan
olmaktan ziyade acınacak bir adam. Milletler arası muanz ve muhalifleriyle
katiyyen aşık atabilecek kabiliyette değil. Kibar ve nazik tavır ve hareketleri
altında temsil ettiği sınıf ve tipin ıslah edilemeyecek bütün aptallık ve
dünyadan habersizliğinin emarelerini taşıyor."
tngilizlerin
1957 de ahmakça girdikleri Süveyş harekatında baş rolü çağın Hariciye Vekili
Eden'in oynadığı hatırlanırsa, Bevan'ın Tribüne
gazetesinde yazdığı bir makalesinde (15 Ocak, 1943) istikbali bir kahin gibi
gördüğünü kabul etmek gerekecek:
Herkesin
alışageldiği dar açıdan bakıldığı vakit, yakışıklı bir adam. Bir delik tıkayıcı
Başvekil olması daima mümkün. Cenevre'deki Milletler Cemiyeti, onun, bir
Muhafazakâr için yabancı sayılacak bir sürü fikirle ünsiyet peyda etmesine
imkân hazırladı. Orada zengin bir kelime hazinesinin sırrını ele geçirdi.
Bunu, onun karakterinin zayıflığından ileri gelen sevimlilikle birleştiren pek
çok kimse, Eden'in politik gayelerinin şerefli olduğuna inanıyor. Hakikatte,
onun davranışında böyle- sine bir hükmü haklı çıkaracak bir tek şey yoktu.
Hükümetin İtalya siyaseti üzerine B. Chamberlain'in kabinesinden istifa etmesi,
onun, politika bankasında bir hesap açmasına imkân hazırlamışsa da, har vurup
harman savurduğundan, o hesabı çoktan tüketti. İspanyol dahili harbindeki
tutumuyle hiç bir şüpheye yer vermezcesine ispat etti ki, kendi Muhafazakâr
içgüdüleri ve ilericilik temayülleri arasında bir tercih yapması istendiği
vakit, içgüdüleri her zaman üste çıkacaktır.
Tabiatiyle, Bevan'a
saldıranlar da pek çoktu. Önceki başvekillerden Harold Macmillan, henüz genç
bir mebus iken Parlamentodaki bir konuşmasında Welsh'liden şöyle bahsetti:
"Kapitalist sistemin muhakkak yıkılacağı kehanetinde bulunmaktan sonsuz
zevk duyuyor. Kapitalist sistemin yıkılmasında her rolü oynamağa hazır—yeter
ki bir sağır ve dilsizin rolü olmasın." Churchill'in Bevan'a taktığı
sıfatlar arasında şunlar da var: "Nezaketsizlik taciri" ve
"Hastalık Vekili" (Bevan'ın İşçi hükümetinde sağlık vekilliği
yaptığını söylemiştik.) Churchill, bir diğer konuşmasında Bevan'dan
"psikiatrik tedaviye ihtiyacı olan adam" diye bahsetmişti.
Fakat
Parlamentodaki hücumların en ağırını Miss Ela- nor Rathbone adlı bir kadın
millet vekili yaptı. Onun Churchill'e karşı giriştiği ağır tenkitlerden
hiddetlenen Miss Rathbone, Bevan'ın "Başvekili, ona hıyanette bulunacak
kadar sevmediğini" söylemiş ve şunları ilave etmişti: "Onun bu
huysuzluklarını, onun, kendi cinsinden hayvanlara has şirretlik ve
habisliğinin örneklerini tiksinerek ve hemen hemen istikrah duyarak
seyrediyoruz.”
Sadece Muhafazakarlar değil, kendi İşçi Partisinin liderleri de
Bevan'a en ağır kelimelerle hücum ediyorlardı. Partinin lideri Atlee bir gün
şunları söyledi: "Muhterem Üye, söylemek istediklerini önceden öylesine
iyi ezberliyor ki, söyliyecekleri sona erdiği vakit kendisini başladığı yerde
buluyor, sözlerinin son beş dakikasında
havalanıyor." Be- van, oturduğu yerden seslendi: "Muhterem Centilmen
ise, sözlerinin sonunda batıyor."
Atlee'yi sık sık tenkit eden Bevan, bir nutkunda, kendi partisinin
liderinden şöyle bahsetti: "O, hararetli ve şiddetli bir siyasi
mücadeleye sakin bir yaz akşamındaki bir krıket maçının ılık heyecanını
getiriyor.” (Seyredenler bilir: krıket yavaş bir oyundur.) Atlee'nin Koalisyon
Hükümeti içindeki davranışını "kendi kendini silecek kadar sadık"
diye vasıflandırdı. Atlee'nin As it
Happened (Olduğu gibi)
adlı hatıraları yayınlandığı zaman, kitabın ismini pek beğendiğini söyledi:
"Çok iyi bir isim bulmuş. Zira kendisi hiç bir şey yapmadı. Ona sadece
bazı şeyler oldu.” Sosyalist partisi liderlerinden Hugh Gaitskell sık sık rakam
ve istatistiklerden söz ederdi. Bevan onun bu özelliğini ele alarak dedi ki:
"Kurutulmuş bir hesap makinesi.”
Kendilerinin bir ahlak timsali olduğunu ima eden soldaki ve sağdaki pek
çok politikacıların aksine, Bevan, kendi siyasi ahlakının diğerlerinkinden iyi
olduğunu iddia eden biri değildi. "Ben politikayı hiç bir zaman ahlaki
değerlerin çarpıştığı bir saha olarak göledim,” diyordu. "Politika,
menfaatlerin çarpıştığı bir alandır. Kendilerinin mo- ralist olduklarını
söyliyen insanlar beni dehşete düşürür."
Muhafazakarlara
olduğu kadar, kendi partisinin liderlerine de en ağır kelimelerle hücum edişi,
Bevan'a, pek çok düşman kazandırmasına rağmen, o, kendisine itidal tavsiye
eden dostlarına yine de şu cevabı veriyordu: "Benim ne olmamı
istiyorsunuz—siyasi bir jigolo mu?" Öğle yemeğini Rotary kulübünde, akşam
yemeğini de Ticaret Odasının bir ziyafetinde yemek zorunda kaldığından
"şikayet" eden bir işçi mebusuna şunları söyledi: "Sen bir
parlamenter değilsin, sen bir gastronomik jigolosun."
Patavatsız gözüktüğü zamanlarda dahi samimi olduğundan şüphe
edilemezdi. Ingiltere tahtındaki meşhur kriz sırasında, Kral III. Edward, Amerikalı kadın Simpson'la evlenirse,
Sosyalistlerin tepkisinin ne olacağını sorduğu vakit, şu cevabı verdi: “Tıpkı
Surbiton kasabasındaki tipik bir orta-sınıf Ingiliz kadınının tepkisi
gibi." Bevan, o gece “göz kamaştırıcı avizeler altında bir şahsın heyecan
ve endişe içinde bir aşağı bir yukarı" yürüdüğünü, ve “tutamadığı
gözyaşlarının elindeki viski bardağına damladığını" hatırladığını yazdı.
Bevan, Churchill'den bahsediyordu.
Churchill,
o geceki toplantı sırasında, Bevan'a, "Ben bir Churchill'in Kralını
yüzüstü bırakacağını asla aklımdan geçirmemiştim," demiş ve Bevan da,
Churchill'in büyük dedesi Marlborough'nun, Kral James'i terkedip Kral Wil-
liam'ın safına iltihak ettiğini ima ederek şu cevabı vermişti: "Ooo, bu
tarihte ikinci defa vuku buluyor."
Bevan hanedanlığa—Churchill'in aksine—gayri hissi bir
açıdan bakabiliyordu. Haddizatında, o, Kralın tahtından feragat etmesi
karşısında kendi partisinin, liderlerinin zayıflığı yüzünden, büyük bir siyasi
fırsatı kaçırdığına inanıyordu. Gazetesindeki sütununda şunları yazdı:
Parlamento sahasının gladiyatörleri, üzerinde tartışılması gereken
hanedanlık âsasının süslediği masanın her iki tarafındaki yerlerini aldılar.
Hanedanlığın mesajını okuyan Parlamento başkanının sözleri bir huşu kuyusu
içine düşüyordu. Şurası muhakkak ki, büyük gayeler uğruna kullanıldığından
asilleştirilen ve korkunç hareketlerle meşrulaştırılan İngiliz dilinde hislerin
böylesine kısır, böylesine donuk bir şekilde sıralandığı görülmemiştir. Eski
bir altın bardağa konmuş kötü bir şarap. Burada mazi, sefil ve rezil
halihazırın elinde gerçekten bir oyuncaktı. Marx, “Tarih tekerrür eder,"
dedi. “Önce bir trajedi, sonra bir komedya olarak." Burada ise, hem komedya
hem de sahtekârlık vardı. Patetik, hiç bir zaman kahramanca olamaz; burada
ise, asil ve kahramanca bir hareketten bahsediliyormuşcasına .gülünç
yapmacıklar vardı. Başvekil [Stanley]—ki sahtekârlık üzerine tabiî bir
kabiliyete sahip—kendinden geçti. Devlet gemisini, fırtınalı denizler, yalçın
kayalar ve uçurucu rüzgârlar arasından limana sağ salim sokmağa muvaffak olan
bir kaptan gibi konuştu. Rüzgârlar, haddizatında, bir kadının yatak odasında
dışarı vuracağı histerilerdi; kayalar ise, sadece onun kendi mesleğini
parçalamakla tehdit ediyordu; ve resmî muhalefete gelince, karşıdan karşıya
bir sabah meltemi bile üfleye- memişti. Ama bütün bunlardan ne çıkar? Başvekil,
tarihin büyük turnelerinden birinde çarpışıyor, elindeki tahta kılıçla ha-
sımlarına pervasızca saldırıyordu.... İşçi partisi büyük bir fırsat kaçırdı.
Riyakârlığa, saray skandallarına karşı kendi mesajını yazmalıydı.... Ne var ki,
parti, hanedanlık krizinin başından sonuna kadar bünyesindeki vahim bir kusuru
ifşa etti: İşçi Partisi çok fazla hürmetkar
bir parti.
Churchill başvekillik koltuğuna
oturduğu zaman (1940), onun etrafını saran büyük popülerite dalgalarına
rağmen, Bevan, onu, sadece veya tamamen beşeri bir mahlûk olarak görmekte devam
etti. Welsh'li, gerçi Churchill'in kabiliyet ve üstün vasıflarını takdir
etmekle beraber, onun zayıf taraflarını da görebildiğinden, harp
boyunca—Başvekilin hiddetlenmesine rağmen—tenkitlerine ara vermedi. Church-
ill'i ve hükümetinin politikasını kıyasıya tenkit ettiği için kendisine zaman
z^an "hain" diyenler dahi çıkmıştı. Fakat bugün Bevan'ın pek çok
tenkitlerinde haklı olduğu kabul ediliyor.
Bevan, harbin başlangıcında,
gerek nükteleriyle gerekse acı tenkidleriyle hükümeti şiddetle kınamış, harp
gayretlerinin meyva verebilmesi için kabinede değişiklikler istemişti. İlk
aylarda Başvekil ve mesai arkadaşları Bevan'a alay edercesine cevap verdilerse
de, daha sonraki kabine değişiklikleri onun haklı olduğunu ortaya koydu. Gerçekte,
Parlamento kayıtlarından da anlaşılacağı üzere, Bevan, daha harp başlamadan pek
çok tekliflerde bulunmuştu. Ne var ki, o zaman da kendisiyle alay edilmiş,
söylediklerine dudak bükülmüş, tenkitlerine aldırış edilmemişti. Ma- amafih,
sonraki aylarda onun teklifleri—tabii Bevan'a kredi verilmeksizin—kabul
edilmişti.
Bevan,
Parlamentodaki bir konuşmasında (24 Ağustos, 1939), Başvekil
Chamberlain ve "Münih mimarları”na şiddetle hücum ederek, Ch^nberlain'in
istifasını talep etti:
"Seçim bölgemdeki
insanların, maden ocaklarında çalışanların, çelik işçilerinin, demiryolu
işçilerinin Alman hücumlarına vücutlarını siper ederek karşı koymaları isteniyor.
Halbuki, işte [pa^ağıyle Başvekil Chamberlain'i işaret ederek] Almanlara
teklif edeceğiniz ad^rc karşınızda oturuyor—Almanlara teklif edeceğiniz adam o!
Muhafazakar parti, eğer samimi ise, Carleton
Klübünde [İngiliz Muhafazakarlarının toplantı yerlerinden biri] bir toplantı
yapsın ve Başvekili başlarından atsınlar. Hitler'in güvendiği adam odur;
İngiltere’nin başına gelenlerin sorumlusu o!"
Bevan'ın bu sözleri o v^dtler
şiddetle takbih edildi, ve kısa bir zaman sonra da unutuldu. Fakat onun
Chamber- lain hakkında kullandığı kelimeler, nihayet dokuz ay sonra Başvekili
istifaya zorlayan Amery ve bilhassa Lloyd George'ın sarfettiği kelimelerden ne
daha fazla sert ne de daha az gerçek idi. Haddizatında, Churchill dahi Başvekil
Chamberlain’den şu kelimelerle bahsetmişti: "Onun tozlanmış ruhunun
derinliklerinde zelilane teslim olmaktan başka bir şey yoktun.”
Bevan'ın
"liyakatsızlar" ve "Münihliler" diye tavsif ettiği kimselerden
bazıları Churchill’in kabinesi etrafında da toplanmıştı. Sir John Anderson,
Lord Halifax, Duff Coo- per, Sir Kingslev Wood ve Sir John Reid bu arada idi.
Kabinede bu insanlara da yer verildiğini gören Bevan, Tribune'deki sütununda
şunları yazıyordu:
Bazı
atların yarışı hiç bir zaman bitiremiyeceklerini bilebilmek için yarış sonunu
beklemeye lüzum yoktur. Daha başlangıç noktasında bekledikleri zaman biz
onlardan oldukça şüpheli idik. Bazılarının nefesleri tükenmiş, dizlerinin bağı
çözülmüş, diğerleri de yuvarlanmak üzere oldukları intibaını veriyordu. ... Koalisyon bir kabzadır, bıçağı
teşkil edenler ise insanlar. Elimizde kuvvetli bir kabza fakat çok körleşmiş
bir bıçak bulunuyor. Bunu çabucak bilemek de B. Churchill’in vazifesi.
Bevan’ın
bu tenkit ve hücumları o zaman “küstahça" diye karakterize edilmişti.
Fakat bir kaç ay sonra bunlardan bazıları mevkilerinden uzaklaştırılmış veya
hassas olmayan yerlere aktarılmıştı. Bevan tenkitlerine ara vermedi.
Parlamentodaki bir konuşmasında (30 Ağustos 1940), harp yıllarındaki
düşüncelerine temel teşkil edecek görüşlerini ifade etti:
Demokraside birinci günah putperestliktir. Harbin gerektirdiği yüce ve
fevkalâde tedbirler dahi, tenkitten vazgeçilmesine cevaz vermez. Her şeyimizi
bir kişiye teslim etmek, sonunda, onun tarafından yok edilmeyi göze almak
demektir. Bunun içindir ki, diktatörlük, sosyal kuvvetlerin hem en kuvvetlisi
hem de en zayıfıdır, ve nihayet Nazileri mağlûp edecek ve demokrasiyi muzaffer
kılacak başlıca sebep de budur.
Bevan, daha
sonra, Churchill'in 1930'ların sonlarına doğru verdiği nutuklardan bahsetti ve
"Parlamentonun kayıtları arasında o nutukların bir benzeri”nin bulunmadığını
söyledi. "Bu devrenin sonlarına doğru, Almanya'nın silahlanmasıyle
başgösteren Nazi tehlikesini temelden yıkmak üzere kollektif tedbirlerin
alınmasını müdafaa eden uzun hitabelerine başladı ki, kahince görüşleri, renkli
tahayyül kudretiyle, ifade berraklığıyle, istihfaflı hümoruyle ve ısırıcı
hicivleriyle bu nutukların bir diğer benzeri görülemez." Fakat ardından
hemen şunları ilave ediyordu:
"Her tartışmayı kazandı, ama her savaşı kaybetti. Devrinin bu en
iyi parlamenterinin pek çok kabiliyetleri Muhafazakar partinin uşak ve
parazitleri karşısında tesirsiz kaldı." Bevan, daha sonra, Churchill'in, o
yılların tecrübeleri neticesinde, "aptal da olsa, bir parti menecerinin,
son derece parlak ve başarılı bir parti üyesinden daha kuvvetli" olduğunu
öğrenmiş olabileceğini teessüfle kaydettikten sonra, eğer bu doğru ise, bunun,
Churchill için "tehlikeli" neticeler vereceğini ifade etti.
Welsh'li, Churchill'in, "B. Chamberlain'in sırtından kaymağa başlıyan
Muhafazakar cüppeyi sırtlamak" istemeyeceğini hala ümit ettiğini
belirterek dedi ki:
"Aksi
takdirde Muhafazakâr çarkın bir dişlisi olacak. Hürriyete gönül vermiş ve
cüretti insanlara her zamandan fazla ihtiyaç hissettiğimiz şu sıralarda, sürgün
yıllarının B. Churchill'e, partiye sadakat ve disiplin öğrettiği doğru- !andığı
takdirde, bu, bizim için bir trajedi ve kaderin acıklı bir cilvesi
olacaktır."
Koalisyon Hükümeti üyelerinden
Duff Cooper ve daha sonra Herbert Morrison, Churchill'in de tasvibiyle, gazete
kapamak yetkisini de kapsıyan bir sansür teklifi hazırlamağa başlamıştı.
Mutlak bir basın hürriyeti, Bevan için en aziz bir şeydi. "Kontrol altındaki
basının yozlaşmış sayfalarına zerrece hürmet ve hayranlık duymadığını belirterek
dedi ki: "Koyuna gem vurmağa lüzum yoktur." Fakat, o, ister Daily Worker (Komünist) isterse Daily Mirror (işçi) gazeteleri için olsun,
kısıntısız bir basın hürriyeti uğrunda savaştı. Koalisyon Hükümetinin Dahiliye
Vekili Herbert Morrison, Daily Mirror'u kapatmak
tehdidinde bulunduğu vakit, Bevan, kendi partisinin liderlerinden Morrison'a
şöyle hücum etti:
"O çeşit gazeteciliği
sevmem, 'strip-tease' artislerinden hoşlanmam. Yalnız ne var ki, Dahiliye
Vekili, şahsi estetik duygularının rencide edildiği için bu gazeteden şikayet
etmiyor.... Kendileri de bu gazetenin parasını yediler." (Bevan bunları
söylerken Mr. Morrison'un Mirror'da yazdığı makeleleri havada sallıyordu.)
Sözlerine devam eden Bevan, Morrison'u "işçi partisindeki cadoloz
büyücülerin peşinde giden, şeytani ruhları koklayan" bir adam diye
karakterize etti.
Hem Bevan hem de Sir Stafford
Cripps—ki Koalisyon Kabinesinde üye idi—Morrison'un İşçi partisinden uzaklaştırmak
istediği iki "şeytani ruh" lardı. Bevan'ın Parlamentoda Morrison'a
karşı giriştiği hücumlar gürültü kopardı. Cevap ve^ek üzere ayağa kalkan Mr.
Morrison, Ebbw Vale temsilcisinin (Bevan), kendi arkadaşlarına ateş etmek kadar
başka hiç bir şeyden zevk almadığını söylerken, Bevan oturduğu yerden cevap
verdi: "Ve siz kendi prensiplerinize hücum etmekle duyduğunuz zevki başka
hiç bir şeyden almıyorsunuz."
Daha sonraları Londra'daki bir
İşçi kulübünde konuşan Bevan, yine hükümetin Daily
Mirror'u kapatmak tehdidini ele aldı:
"Ben
Morrison'dan daha az bitaraf ve daha az makul bir kafaya hiç bir zaman
rastlamadım. Senelerce İşçi Partisinin içerdeki karıştırıcısı
[kahkahaları ve şimdi de dışarda- ki karıştırıcısı [kahkahaları rolünü başarı
ile oynıyan bu adam, bilemiyor ki, bizim geleneklerimiz bizden de küçük bir
Cocney'in çalabilmesine imkân verilmeyecek kadar değerlidir. Bütün diğer
Cocney'lerden özür dilerim kahkahalar."[*]
Parlamentodaki
kritik bir tartışmadan önce, Londra’daki bazı gazete editörleriyle yapılan
gizli bir toplantıdan bahseden Bevan, Başvekil Churchill'in bu toplantıda, gazetecilere,
sırtında “üniformaya benziyen bir elbise" ile hitap ettiğine işaret
ederek şunları söyledi: "Ümit ederim ki, sivil bir hükümetin başı olduğunu
idrak edecek ve bundan sonra sırtına böylesine gülünç geçit resmi üniforması yerine
alelade pamuktan yapılmış bir elbise geçirecektir." Bevan, konuşmasında,
hükümetin gazetelere ateş püskürmesinin sebebinin, muhaliflere "çok fazla
sütun" verilmesi olduğuna işaret ederek, Başvekilin, gazetecilere, hükümetin
gazete kapamak yetkisini haiz olduğunu söylediğini belirtti ve dedi ki:
"Bu, memleketin tarihinde bir eşi ve benzeri bulunmayan bir bastırma ve
yıldırma politikası, Başvekilin kendisini bu neviden düşüncelere kaptırması,
kendilerinde gittikçe artan ‘paranoya’nın belirtileridir."* Bevan,
nihayet, Churchill'e karşı giriştiği mücadelenin temel fikrini belirtti:
"Bu adama, kendisinin, Avam K^arasının efendisi olmadığını
göstermenin zamanı artık geldi."
Harp yıllarında
vekiller gizli kabine toplantılarında tuttukları notlan, toplantı sonunda imha
ediyorlardı. Maama- fih, Churchill, kendi notlarını tahrip etmedi ve harp sonunda
yazdığı kitaplar için referans ve delil
olarak kullandı. Bundan böyle, Churchill'in yazdıklarının yüzde yüz doğru olup olmadığını bilebilmek imkansız. Bevan, sadece bu
gizli kabine toplantılarının değil, "Quebec, Tahran, Kahire ve Moskova
gizli diplomasisinin de aleyhindeydi. Amerika'nın en koyu Muhafazakarları da bu
konuda Be- van'ın görüşlerini paylaşıyorlar, pir İngiliz deyimini bir kere daha
doğruluyorlardı: "Politika garip oyun arkadaşları yaratır."
Bevan,
Parlamentoya itimatsızlık ve şüphe hisleri taşıyarak girdiyse de, zamanla,
kendi sınıfının gayelerine erişmesine hizmet edecek yegane saha gözüyle
bakmaya başladı; Parlamentonun kuvvet ve selahiyetlerinin korunması, hükümet
yetkisinin sınırlandırılması için mücadele etti. Bundan böyle, kendi İşçi
partisinde ve Koalisyon Kabinesinde gizlilikle verilen kararların, parti
şeflerinin demir disiplini altında tasdik ve damgalanmak üzere Avam Kamarasına
getirilmesine şiddetle karşı geldi:
"Böylelikle siyasi partiler parlamenter demokrasinin düşmanı
oluyorlar. Vekillerin, düşmanca da olsa, Parlamentodaki tenkitlere cevap
vermek lüzumunu duymamaları, harp gayretlerinin devamlı ve sinsi bir şekilde
balta- 1 anmasını intaç
edecektir. Vekiller mahçup duruma düşmesin de Parlamento isterse ölsün mü
diyeceğiz? Alman demokrasisi şefin baltasıyle mezara gömüldü. İngiltere'de ise
önüne geçilemiyecek bir animi [kansızlık, cansızlık] ile nihayet
bulabilir."
Bevan, Parlamentonun, Başvekil
ve Kabinenin emir ve arzularına körü körüne boyun eğmemesini istedi; "aksi
takdirde, Avam Kamarası Reiechstag’ın [Alman
parlamentosu! akıbetine uğruyacaktır."
Hükümetin tutum ve davranışını
en şiddetli bir dille tenkit ettiği vakit, Bevan, çok defa yapayalnız
kalıyordu. Bu yüzden, "Parlamentonun Demagogu" diye tavsif edildi.
Bu tabir ve Churchill'in kendisinden "hırlayan ve zır- layanlardan
biri" diye bahsetmesi Bevan'ı kızdırıyor ve ona şunu söylettiriyordu:
"Demek, siyaset alemindeki hataları işaret etmek onları irtikap etmekten
daha büyük suç." Vekilinin bir dediğini iki etmeyen bir vekil muavinine
şunları söyledi: "Bazı üyelerin her zaman hükümetin bir p ...gibi hareket
etmekten vazgeçmelerinin zamanı artık
gelmedi mi?"
Churchill'in en büyük
stratejik hatalarından biri, Almanya'nın Rusya'yı en geç bir iki ay içinde
mağlûp edeceğine inanması idi. Genel Kurmay Heyeti de Churchill'in bu görüşünü
paylaşıyordu. Tamamen aksi kutupta olan Bevan ise, Ruslara daha fazla yardım
edilmesini, İkinci Cephenin bir an önce açılmasını istiyor; Churchill'i
"istila alarmı”na yakalanmakla ve halkı, "Kurt geliyor, Kurt!"
diye korkutmağa çalışmakla itham ediyordu: "Halbuki, öyle görülüyor ki,
kurt, tarlanın diğer tarafında ayı ile bir ölüm-kalım cengine tutuşmuş. Halkın
fikri şu ki, kurttan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemenin en iyi yolu
ayıya yardım etmektir.”
Sir Alanbrooke (ki
Churchill'in en yakın askeri müşaviriydi) "Winston'un büyük atası
Marlborough'nun bütün askeri dehasını tevarüs ettiğinden zerrece şüphe
edilemez,” diyerek Churchill'e karşı beslediği hayranlığı dile getiriyordu.
Maamafih, o bile, Alman-Rus harbi konusunda Churchill'in görüşünü benimsememişti:
"Onun belki de en fazla
hayret uyandıran başarısızlığı bütün stratejik problemleri bir bakışta
göremeyişidir. Gözleri daima tablonun bir ucuna takılıyor, ve o artık resmin
diğer kısımlarını unutuyor. Bir cephedeki cengin diğer cephelere de tesir edeceğini
ona kabul ettirebilmek çok güç.... Şayet geniş görüş açısı, muvakkaten kalbini
verdiği her hangi bir harekete engel olacaksa, resmi bütünüyle görmek
istemeyişi bu hatasını daha aa bariz bir şekilde ortaya çıkarıyor. ”
Churchill'i tenkit edenlerden
biri de, Emanuel Shinwell adlı Yahudi asıllı bir mebustu. Parlamentodaki bir
tartışma sırasında onu iknaa çalışan bir diğer üye, "Ama şunu
hatırlamalısınız ki, Başvekil, Marlborough'nın soyundan gelmiştir,” deyince,
Mr. Shinwell cevap verdi: "Kendisine lütfen nazikane hatırlatınız ki, ben
daha da yaşlı bir askeri liderin soyundan geldim—Musa'nın soyundan."
İşçi
partisi, kendi üyelerinden Sir Stafford Cripps'i "aforoz" etmek
istediği vakit, Muhafazakar Churchill, onun değer ve kabiliyetlerini
Sosyalistlerden de fazla takdir ettiğinden, Cripps'i Koalisyon
Kabinesine aldı. Cripps, bununla beraber, Churchill'in, Kabineyi demir bir
elle idare ettiğini söyliyerek istifa etti. Bu hadise üzerine, İşçi partisi
liderleri—ki zaten Sir Stafford'dan pek hoşlanmıyorlardı—susmayı tercih
ederlerken, Bevan, "Politik Katletme Sanatı" başlıklı bir makale
yazdı:
Başvekil
Kuzey Afrika zaferlerinin kendisine yeniden kazandırdığı prestijini politika
yolunda harcamak için çok beklemedi. O, bu prestijini sinikal bir şekilde,
kabaca ve mesuliyet hissi duymaksızın kullandı.... [Cripps] siyasi katletme
için kıvamına gelmişti. Ve bıçağı kendisini hizmetine vakfettiği efendisinden
başka kim indirebilirdi?... (Kendi partisinin dahi bir kenara iterek unuttuğu)
yapayalnız insanları öldürmek çok kolay. Churchill, şayet canı isteyince
Koalisyon hükümetinin terkibini değiştirecekse, hiç bir vekilin mevkiinde
güven hissi duyarak, yarınından endişe etmeksizin oturamıyacağı anlaşılır.
İşçi liderlerinin, Birinci Marlborough Dükü John Churchill'in tarihini
okumalarını çok isterdik. Okuduktan sonra, Başvekille beraber olacakları zaman,
orta çağlarda kullanılan çelik örgülü yeleklerin modern benzerlerini giymeden
sokağa çıkmamaları gerektiğini öğrenecekler.
Churchill'in
hayrankarları dahi Bevan’ın bu büyük harp lideri hakkındaki derin görüşlerinden
istifade edebilirlerdi:
Onun
kulakları tarihin borazan seslerine öylesine dikkatle dikilidir ki, çok daha
çağdaş hayatın daha boğuk ve gürültülü seslerine tıkalı kalıyor. Muhafazakar
temeli ve Muhafazakâr gelenekleriyle yetiştirilmesi de onun bu kusurunu
pekleştiriyor. Muhayyilesinin kaz ayağı ile giden temposu, istikbalin “güneşli
tepelerin"ne bir an önce ulaşabilmesi için, onu zorluyor. Ama, acele
ettiğinden, beşeriyetin, kendisini oraya götürecek inişli çıkışlı yolda adım
adım gitmesi gerektiğini unutuyor.
Bevan nutuklarında Churchill’den
şu sözlerle bahsetti: "Söz söyleme kolaylık ve ustalığını zihni ilhamla
bir tutmak hatasına düşen adam.
"Taş kesilmiş çocukluk
hastalığından muztarip bir insan." "Mağlûbiyetlerden daima Allah'ın
getirdiği bir felaket diye bahsederken, zaferleri kendisinin yarattığı intihamı
uyandırmaya çalışıyor.''
"Fikir ve düşüncelerindeki
vasatlığı IharcıâlemliğiJ dilinin [lisanının! haşmeti ile gizleyen bir
adam."
Bir millet vekili arkadaşı,
Archie Lush, "Churchill'e niye mütemadiyen hücum ediyorsun? O giderse ne
olur?" diye sorduğu vakit, "Pek ala, Churchill, faraza, bir otomobil
altında kaldı. O vakit ne yapacağız?" diye cevap verdi. "Hitler'e bir
kart göndererek teslim mi olacağız?"
Lloyd George, Birinci Dünya
Harbi sırasındaki Koalisyon Kabinesini demir elle idare etmişti. Fakat
Churchill'in kabine üyelerinin uysallığı onu dahi hayrette bırakıyordu.
Gazeteci ve yazar Chalen millet vekili) Michael Foot'a şunları söyledi:
"Dikkat et, benim harp kabinem farklı idi. Onların hepsi
büyük insanlardı. Ben, Churchill'in, kendi üyelerine karşı muamelesini bir tek
arkadaşıma dahi yapmadım." Mebus Foot'un yazdığına göre, Lloyd. George
biraz duraksadı ve gözlerinin içinde beliren bir gülümseme ile ilave etti:
"Evet, öyle muamele ettiğim biri vardı: Curzon."
Başvekil Churchill'in
Cumhurbaşkanı Roosevelt'le olan münasebetleri dahi muhaliflerini kızdırıyordu.
Bir mektubunda, Amerika Cumhurbaşkanına diyordu ki: ...biz Kongre'nin
[Amerikan Kongresi] kır ve ormanlardan gelen üyelerinin düşüncelerini nasıl
kontrol edemezsek, Parlamentodaki üyelerin çılgın ve garip fikirlerini de
zapturapt altına alamayız."
Churchill, zaman zaman güven oyu
isteyerek muhalifle rini susturma yoluna gitti. Davranışını şöyle haklı çıkarmak
istiyordu: "Elimizdeki kaynaklan hatalı kullandığımız takdirde kimse benim
kadar kabahatli sayılmayacak." Başvekil, hükümetle tamamen hemfikir
olmayan her hangi bir Parlamento üyesinin hükümetin devrilmesi lehinde rey
vermesinde israr etti:
"Herkes erkekliğini ispat
edecek cesareti göstermeli.... Hiç kimsenin söylemek istediklerini ağzında
gevelemesine lüzum olmadığı gibi, rey sırasında da kimsenin tavuk- yürekli
olmaması gerekir. Ben, hükümeti desteklemek için gönderildiğim Parlamentoda,
mazide, o hükümetler aley hinde rey
kullandım. Şimdi, o günleri düşündüğüm vakit, gayet yerinde hareket etmiş
olduğumu bir kere daha anlıyorum.''
Bevan, o
sıralarda gazetesi Tribune'nın editörlüğüne George Orwell'i getirmişti. (Orwell,
Hayvan Panayırı ve 1984 adlı
çok popüler iki eserin müellifidir. Ateşli bir Komünist sempatizanı olarak
Rusya'ya gitti, fakat Komünizmin uygulanışı onu derin hayal kırıklığına
uğrattı ve Komünizm aleyhinde müteaddid kitaplar yazdı. Hayvan Panayırı, Komünist Rusya
hakkındadır. Sınıflar arasındaki eşitsizliği giderecekleri yerde, sınıflar
arasına en geçilmez engeller koyarak en katı bir sınıf sistemine dayanan Rus
rejimi hakkında bu kitabında şöyle der: "Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı
hayvanlar daha fazla eşittir.") Tribüne,
şimdi Yüzbaşı Margesson'u diline dolamıştı. Savunma Vekilliğini de
uhdesine alan Churchill'in hükümet ve ordudaki otoritesini yürütmek için
Yüzbaşıyı "haberci" olarak kullanmakta ısrar edişini Bevan şiddetle
tenkit ediyordu:
"Fransız
İhtilâlinin Carnot'u[†] vardı; geçen harp Lloyd George'ı yarattı;
Rus İhtilâlinin bir Trotski'si vardı, ve şimdi bizim de bir Yüzbaşı
Margesson'umuz var. Kader daha da fazla haksızlık edebilir mi?... Biz
Margesson'u suçlamıyoruz. Margesson'un bu işe getirilişindeki saçmalık, Churchill'in
Savunma Vekili olarak gösterdiği başarısızlığın işaretidir. Bu başarısızlık
bize pahalıya mal oluyor, ve z^an- la daha da pahalıya mal olacak."
Harpten sonra, harbin
yürütülmesiyle yakından ilgili olanların ve kumandanların yayınladıkları
hatıraları, Be- van'ın, Churchill'i askeri harekata karışmakla suçlandırmasının
haklı ve yerinde olduğunu göstermişti.
Bevan, gerçek bir İstihsal
Vekaletinin kurulmasını ve Savunma Vekilliğinin tamamen yeniden organize edilmesini
istiyordu.- Zahiren Bevan'ın tenkitlerini umursamadıkları intibaını yaratmaya
çalışan hükümet, onun diğer tenkitleri gibi, bu tenkitlerini de göz önünde
tutmuş ve yenilikler getirmişti. Fakat, her zaman olduğu gibi, Bevan'a kredi
verilmemişti. Churchill, harpten sonra yazdığı kitaplardan birinde şöyle
diyordu: "Dış baskılar neticesinde hükümet değiştirildi.” Gerçekten
Margesson'un Savunma Vekilliğindeki görevine son verilmiş, Bevan'ın istediği
gibi, ayn bir İstihsal Vekilliği kurularak başına Oliver Littleton
getirilmişti. Bevan daha sonra şunları yazdı:
"Hadiseler, hükümeti tenkit
edenleri haklı çıkardığı anlaşıldığı vakit, bu harbin politik hikayesinin,
hükümetin, kendisini tenkit edenlere yavaş yavaş tavizler vermesinin hikayesi
olduğunu meydana çıkacak. Ama Singapore'da bir ordu kaybetmek ve ardından bir
sürü felaketle karşı karşıya kalmak, hükümeti eğitmek için ödenmesi istenen çok
yüksek fiyatlar. Münakaşayı kazandıktan sonra harbi kaybetmek bizi hiç de
huzura kavuşturmuyor.”
Churchill, Bevan ve zaman zaman
onunla beraber hükümete karşı cephe alanları (mesela, Leslie Hore-Belisha ve
Sir John Werdlaw-Milne) "ceplerini şişirmek için bekleşen felaket
tacirleri" diye karakterize etmişti. Fakat Bevan, Başvekilin hatalı yolda
olduğuna inandığı vakit tenkitlerine ara vermedi. Aynı zamanda Savunma Vekili
olan Church- ill'in Tobruk stratejisini, Rusya üzerindeki yanlış görüş ve
hesaplarını, Norveç macerasını; Libya, Girit, Yunanistan harekatını; Repıılse ve Prince
of Wales zırhlılarının kaybıyle neticelenen muhtelif deniz
cenglerinin yürütülmesindeki aptallıkları şiddetle kınadı. Tabii, diğer tenkitlerinde
de olduğu gibi, Churchill'in Parl^nento üzerine uyarladığı kuvvetli-bilek
taktikleri de Welsh'linin zehirli oklarına hedef teşkil ediyordu: ...halk artık
onun, Parlamento tartışmalarını bir harp gibi ve harbi de bir Parlamento
tartışması gibi yürüttüğünü söylüyor."
Harple ilgili
hiç bir meselede Churchill ve Bevan, Rusya'ya yardım ve İkinci Cephe
konularında olduğu kadar birbirlerinden apayrı kutupları temsil etmiyorlardı.
Churchill, 1942 yazı ortalarına kadar Rusya'yı küçümsemekte devam
etti. Aynı yılın Temmuzunda ise Bevan Parlamentoda şunları söylüyordu:
"Eğer bu
tartışmalar en hafif bir derecede dahi halkımızın demoralize olmasına sebebiyet
veriyorsa, ben, kendi dilimi kesmeye hazırım.... Memleket bekliyor, ve bu hususta
bildiriler de yayınlandı. Ben bu konu üzerine Başvekilin hiç bir şey
söylememeyi tercih etmesinin sebebini anlamakla beraber, şahsi düşüncelerimi
serbestçe söyliyebili- rim: kısa bir zaman içinde büyük bir hücuma
geçeceğiz.... Ümit ve dua ediyorum ki, Hükümet bu kararı, siyasi bir propaganda
olarak değil, stratejik durumun bir gerekçesi olarak vermiştir.... bunu hemen
yapmaya mecburuz. Bunu seneye bırakamayız. Stalin bunu bekliyor; lütfen beni
yanlış anlamayın, Rusları aldatabilecek hataları yapmayalım.... Ruslar, bu
ülkenin, 'İkinci Cephe' diye adlandırdığı harekata bu sene başlıyacağımıza
inanıyor. Molotov böyle söyledi ve bunu bekliyorlar—İngiliz milleti de
bekliyor. Bu yüksek meselelerde burkuk dille konuşmayın, çift manalar taşıyan
kelimeler kullanmayın, cümleleri gizli maksatlar uğruna kullanmayın."
Churchill,
Bevan'ın nutkunu "husumetli bir nutuk" diyerek önemsemedi. Fakat
artık pek çok kimsenin, Marlbo- rough'nun varisiyle değil de, Bevan'la hemfikir
olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Amerikan ordu kumandanlarının baskısı
altında, Roosevelt, 1942 yılında Manş denizinden hücuma geçilmesini istedi,
ve Churchill'i ikna etmeleri için de General Marshall, Amiral King ve diplomat
Harry Hopkins'i Londra'ya gönderdi. Eisenhower ile Hava Kuvvetleri Kumandanı
General Spaatz da aynı fikirdeydi. Fakat Churchill, 1942 de girişilmesi
istenen Manş harekatını Kuzey Afrika kampanyası lehine veto etti. General
Eisenhower Churchill'in kararını "muhtemelen tarihin
en karanlık günü" diye vasıflandırırken, General Mac Arthur da
"tamamen faydasız" buluyordu. General Montgomery de, 1943 yılına
doğru, Avrupa'ya karşı İngiltere'den hücuma geçilmesini istiyor, fakat
Başvekil Churchill hala "burkuk bir dil" ile konuşuyordu.
Bevan, Churchill'in Hindistan
siyasetini de devamlıca tenkit etti, ve 1942 de Gandhi, Nehru ve diğerleri
tevkif edildiği vakit, Sheridan ve Wilkes'i akla getiren istihfaf ve istihzalı
bir dille şunları yazdı:
"İmparatorluk
aslanı yeniden şahlandı. Clive, Hastings ve Dryer'in ruhları yeniden
canlandırılarak aslan yeniden kükremeğe başladı. Gandhi tevkif edildi, Nehru
tevkif edildi... ve yetmiş iki yaşındaki Nehru, fısıltıları, Büyük Hindistan
İmparatorluğunun temelini sarsmaması için tekrar tevkif edildi.... süvarileri
Panzer tanklı saldırganları durdurabilmek için ellerindeki kılıçlarla boşuna
gayret gösteriyorlar. Rica ve yakarışlar biribirini t^rip ediyor, zihinlerde
beliren şüphelere rağmen, İngiltere’nin Rus müttefikinin yardımına koşacağı
zannediliyordu. Askeri mütehassıslar İkinci Cephe üzerinde duruyorlar, Çin
felaketli bir yalnızlık çinde savaşıyor.... Ve nihayet bütün bunlara verdiğimiz
cevap hazır: Zırhlı birliklerimiz Kongre partisi sempatizanlarını bastırmak
üzere Bombay'a karşı harekete geçiyor! Böylece siyasî harbimiz ilham verici
zirvelere yüceldi. Biz Hindistan halkını bir 'şamar oğlanı’ ilan ettik."
Bevan, harp devam ederken,
Churchill'den fazla olarak, harp sonu dünyası üzerinde duruyor, fikir ve
düşüncelerini belirtiyordu. Harpten çok önce, "Faşizm, yeni bir cemiyet
düzeni değildir. Faşizm, doğmamaya inat eden bir istikbaldir," demişti.
Bundan böyle, Vichy hükümeti üyelerine karşı Churchill'den çok daha az
müsamahakar idi. Kuzey Afrika harekatı sırasında, Eisenhower, Vichy Bahriye Vekili
Darlan'ı bir "müttefik" olarak kabul ettiği vakit, Bevan şunları
yazdı: "Nasıl bir Avrupa kurmayı düşünüyoruz? Farelerin fareler için
kuracağı bir Avrupa mı?" (Vichy hükümeti, Fransa'nın düşüşünden sonra Alman
işgali altındaki Fransa'da kurulan kukla hükümeti idi.)
Darlan meselesi İngiltere'yi öyle karıştırdı ki, Churchill bile
hâdisenin "moral ve hissi bakımlardan bü^yük önemi haiz konulan ortaya
çıkardığı”nı itiraf etti. Churchill, hâtıralarında bir çoklarının "bunu,
en şiddetli düşmanlarımızdan biriyle girişilmiş bayağı ve sefil bir
pazarlık" olarak vasıflandırdıklarını yazdı.
Kuzey Afrika harekâtı süresince, Müttefikler, General de Gaulle ile pek
danışmadılar; onun söylediklerine pek kulak asmadılar. Hattâ harekâttan önce
Generale bir tek söz dahi edilmemişti. Eden ve Churchill, Darlan ile girişilen
pazarlıktan kendisini haberdar ettikleri vakit de Gaulle şunları söyledi:
"Biz artık Büyük Frederick'in Silezya'yı ele geçirmek için
Viyana'nın nazırlarına rüşvet verdiği on sekizinci yüzyılda veya Milano'lu
dalkavukların ve yahut Florensa'lı tacirlerin kiralandığı Rönesans çağlarında
değiliz. Her neyse, biz o insanları, yeniden istiklâllerine kavuşmuş insanların
önüne koyamayız.”
Hiç şüphe edilemez ki, General de Gaulle'nin Amerika- ya kafa
tutmasında ve İngiltere'yi Müşterek Pazar'a almamak için her gayreti
göstermesinde harp yıllarında kendisinin önemsenmemesinin büyük rolü oldu. De
Gaulle, 1950
ler sonrası Fransa'sının dış siyasetine vermeye çalıştığı yön ile, harp
senelerinde kendisini kü^çümseyen eski müttefiklerinden intikam almağa
çalışıyordu.
Bevan'ın de Gaulle hakkındaki fikirleri daha ılımlı idi. Welsh'li şöyle
söylüyordu: "Centilmenin, hepimizde olduğu gibi, göze batan tarafları
var." Artık iyice anlaşıldı ki, Churchill, Bevan'ın
görüşlerini kabul etmiş olsaydı, harp sonrası İngiliz-Fransız münasebetleri çok
daha müsbet neticeler doğuracaktı. Bevan, Churchill'in seçtiği diğer oda
arkadaşlarını da tenkit etti. Başvekil İtalya'ya gittiği vakit, İtalyan
yeraltı kuvvetlerini değil de, Kral Victor Em- manuel ve Mareşal Badoglia'nın
tarafını tutması Bevan'ı küplere bindirmişti:
"Başvekilin
faziletli tarafları çok, ve vakti gelince, ben, onun bu faziletlerinden hü^etle
bahsetmeyi ümit ediyorum. Fakat şimdi şunu söylemeye mecburum: Siyasî haysiyet ve feraset, bahsettiğim faziletleri arasında hiç
bir zaman yer almadı."
Avam Kamarasındaki bu konuşmasında,
Bevan, Kamaranın bir vakitler, İtalya'yı Bolşevizmden kurtardığı için nazik ve
basit devlet adamı Mussolini'nin, “bütün Avrupa'nın minnet ve şükranlarına hak
kazandıği”na işaret ettiğini belirtmiş ve Muhafazakarlar hakkındaki düşüncelerini
şöyle ifade etmişti:
“Kamarada, kuvvetlenip kendilerini
tehdit etmedikçe, Faşizmden hiç bir şikayetleri olmıyan üyeler var."
Parlamentodaki bir diğer tartışmada
(Aralık, 1943) şunları
söylüyordu: "İtalyan halkı bize İtalya'yı verdi, biz istifade etmesini
bilemedik." Aynı hitabesinde, Churchill'in, Yunanistan Kralı George'ı
desteklemeğe karar vermesine karşılık, Yugoslavya'da Mareşal Tito'yu
desteklemeyi reddetmesinin doğru olup olmadığını so^uş ve demişti al: “Avrupa'da reaksiyoner kuvvetlere körü
körüne sarılmak bize binlerce İngilizin hayatın mal oluyor."
Aynı nutkunda Churchill'e
şiddetle hücum etmiş, onu askeri liyakat.sizlikle itham etmişti. Müttefik
kuvvetlerinin İtalya'da son derece bü^yük müşküllerle karşılaştıklarına işaret
eden Bevan, bunun mesuliyetini—kralcıları desteklediği için—Churchill'e
y^aledi. Churchill, Güney Avrupa' yı "Mihver devletlerinin yumuşak
k^niı" diye tarif etmişti. Bevan, bu düşünceye meydan okuyarak,
Müttefiklerin orada "nüfuz edilemez bir zırh" bulacaklarını söyledi:
Avrupa'yı bu memleketteki üslerimizden istilâ etmek varken, aynı işi
üç bin millik bir ikmal ve donatım hattının sonunda seksen millik bir suyu da
aştıktan sonra yapmanın neden daha pratik olduğunu hükümet erkânı ve askerî
mütehassıslar hâlâ söylemiyor. Sonbahar ve kışın İngiliz ve Amerikan
ordularını İtalya'ya gönderen stratejik düşüncenin ne olduğunu bütün millet
bilmek istiyor. Bu bir saçmalık. “Mihver devletlerinin yumuşak karnı"
orası mıydı? Halbuki biz onun belkemiğinde tırmanıyoruz.... Gerçekten, şayet
Kamara teşhisi mazur görürse, Müttefik Orduları Yüksek Kumandanlığının, Kalyan
yarımadasına, tıpkı ihtiyar bir damadın genç gelinine yaklaşışı gibi
yaklaştığını söy- liyeceğim—cazibesine kapılarak, tembelcesine ve endişe
içinde,
Bevan
hücumlarına ara vermedi: "Muhafazakarların karşısında ihtilali bir Avrupa
var, ve bu Avrupa'nın görüntüsü de onları dehşete düşürüyor.” Churchill'in
politikasına ses çıkarmadan boyun eğen Sosyalistler de Bevan' ın oklarından
nasiplerini alıyorlardı: ''Partimizin birliği şimdiki birlik olamaz. Şimdiki
birlik istikbale karşı girişilmiş sessiz bir fesat, gizli bir ittifaktır.”
Bevan, gerçekten hayret uyandırırcasına kahince sözlerini 1943 yılının
Ekiminde söyledi. Bu nutkunda Amerika ve Rusya arasında, harbi müteakip, bir
"soğuk harp”in baş- lıyacağını gördü, ve her hangi bir diplomat veya
politikacının Müşterek Pazardan
bahsetmesinden çok önce, İngiltere'nin de yer alacağı bir Avrupa'nın, Rusya ve
Amerika karşısında "üçüncü bir kuvvet" olarak ortaya çıkmasını
istedi. İngiltere'nin harpten sonra üç büyükler arasında en zayıfı kalacağını
gördü', ve bu, "vatanseverlik içgüdümüzün kabul etmemize engel olmağa
çalışacağına rağmen bir gerçektir," dedi. Bevan, Birleşik Amerika ve
Sovyet Rusya arasında geçeceğini söylediği mücadeleden şu kelimelerle
bahsetti:
Milletler arası münasebetlerin Moskova ile Washington arasında
kutuplaşması bir dünya felâketi mahiyetinde olacak. Her iki ülkenin siyasi
sistemleri, bu iki memleket arasındaki münasebetleri samimi bir işbirliğinin
gerçekleşmesine engel olacak şekilde sertleştirecek ve katılaştıracak. Bu ise,
neticede, üçüncü bir dünya harbine yol açacaktır. Bu iki ülke arasındaki
anlaşmazlık bütün devletleri, İngiltere de dahil, ikisinden birine dayanan
peyk devletler haline getirecek.
Bevan, İngiltere'nin, Birleşik bir Avrupa teşkili yolunda liderlik
etmesini istedi:
Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İspanya, İskandinav ülkeleriyle
aklı başında bir Almanya ve Avusturya ile ilerici bir İngiltere’nin katılacağı
bir organik Batı Avrupa milletleri konfederasyonu... barış ve refah içindeki
bir Avrupa’nın temelini atacak yegâne hal çaresi görülüyor.
Bevan'ın yakın arkadaş ve "mürit”lerinden Michael Foot'- un Bevan’ın Biyografisi adlı iki ciltlik
eserinin yayınlanması münasebetiyle, (Amerikan) Washington Post gazetesinin Londra muhabiri Bernard D.
Nossitter'in şu eleştirisi yayınlandı (International
Herald Tribüne, 7 Haziran, 1974):
Acheson-Dulles'in 20
sene önceki dünyalarında, Aneurin Be- van Avrupa'nın baş iblislerinden
biriydi. Amerikan Hariciye Vekâletinin müdafaasını yaptığı her şey onda
tiksinti uyandırıyordu. İngiliz İşçi partisinin sol kanat lideri Bevan,
nükleer testlerin men edilmesi ve silâhlanma yarışının yavaşlatılmasını,
birleştirilmiş, nükleer silahlardan mahrum ve Doğu ve Batı kampları dışında bir
Almanya'nın teşekkülünü istiyordu. Amerika, İngiltere ve Rusya arasındaki zirve
toplantılarının bir dünya barışının gerçekleşmesi yolunda büyük adımlar
olacağına inandı.
Dünyanın pek çok merkezlerinde Bevan'dan bir baş
belâsı diye bahsolunuyordu.
Sovyetler Birliğinin menfaat ve rolünü göz önüne
getirmeksizin Orta Doğu'da devamlı bir barışın kurulamayacağına inandı. Harp
sonrası yıllarında Fransızlar Çin-Hindi'nden ayrılmak istemedi, ve bu uğurda
sarfettikleri beyhude gayretleri Anglo- Amerikalılar de destekledi. Bevan,
Anglo-Amerikan siyasetine karşı cephe aldı. Kore harbi sırasında, Gen.
MacArthur'un, harbi Çin'e götürmek istediğine ve bunun tehlikeli neticeler
doğuracağına inandı. Bevan'ın fikrince, Pekin'i yalnız bırakmak hata idi,
Komünist Çin Birleşmiş milletlere alınmalıydı.
Bevan, özel olarak, Amerikan dış politikasının miyop
ve kısırcasına anti-Komünist olduğuna inanıyordu. Bundan böyle, İngiliz İşçi
partisinin bu solcu lideri Londra ve Washington resmî çevrelerinde şiddetle
takbih edildi.
Her şeyin siyah ve beyaz olarak görüldüğü o
yılların dünyasında İngiltere'nin, diğer nükleer devletlerin hareket tarzları
ne olursa olsun, tek taraflı olarak nükleer silâhlardan arınmasını istiyen
basit fikirli kampanyaya katılmaması, Bevan aleyhtarlarının, onun hakkındaki
fikirlerini değiştirmesine yardım etmedi. (Bevan'ın fikrince İngiltere'nin tek
başına nükleer silahlardan vazgeçmesi milletler arası anlaşma ihtimalini
arttır- mıyacak, azaltacaktı.) Aynı şekilde, Bevan’ın Sovyetler Birliğinde
hürriyetin kısıtlanmasını sık sık tenkit edişi de pek dikkati çekmedi. (Bevan,
teknik gelişmenin gerçekleri karşısında, halkına daha yüksek bir geçim seviyesi
verebilmek için, Sovyet liderlerinin ülke dahilindeki baskılarını
kaldıracaklarına safça inandı.) Tito'ya ve Yugoslavya'ya derin hayranlık
besliyordu, fakat Yugoslavya'daki muhalefetin sindirilmesini ve susturulmasını
tenkit etti. Bütün bunlara rağmen, Washington resmî çevrelerince, Bevan
tehlikeli bir Kızıl yoldaştı. Buna da pek şaşmamak gerek, çünkü İşçi partisi
lideri Hugh Gaitskell de aynı
kanaatleri paylaşıyordu.
Tabiatiyle günümüzün adesesiyle bakıldığında,
Bevan, daha az şeytani görünüyor. Gerçekte, onun dış siyasetinin pek çok kısmı
Nixon tarafından tatbik edildi. Belli başlı tek istisna Almanya.
Acheson-Dulles siyasetinin hedefi, Sovyet tehlikesine, birleşmiş ve silahlanmış
bir Almanya ile cevap vermekti. Hâdiselerin akışı buna imkân vermedi. Bugün
bile, silâhlanmış bir Batı Almanya'nın, silâhlı bir Rusya ile Doğu Almanya'da
karşı karşıya bulunacağı yerde, her iki Almanya biribirine rakip blokların
dışında kalmış olsaydı, Washington ve Moskova arasındaki yumuşamanın daha
çabuk ve daha sağlam temeller üzerinde gelişip gelişmeyeceği hususunda kati
bir şey söylenemez.
Fakat Welsh'li bir kömür madeni işçisi Bevan,
yıkılamayacak âbidesini dahili sahada kurdu. Harp sonrası Atlee hükümetinin ilk
sağlık vekili olarak, Bevan, İngiliz doktorlarını mağlûp etti ve Milli Sağlık
Hizmetini kurdu. Bu. gerçekten model bir sistemdi; ödeyebilecek durumda olsun
veya olmasın, yüksek seviyede bir sıhhi hizmet her vatandaş için açık
oluyordu. Milli Sağlık Hizmeti İngiltere'deki her hangi bir sosyal enstitü gibi
devamlı oldu. Artık ne Muhafazakârlar ne de doktorlar bu sistemde temelli bir
değişiklik yapmayı arzu ediyorlar.
Bevan, son derece yanlış anlaşılmış diğer fevkalâde
İngiliz politikacısı Enoch Powell gibi, mizac ve tabiatı bakımından belki de
idareci değildi. Bevan savaşı, muhalefeti, ve bir çoklarının âkıl
zannettikleri insanlardaki riyakârlığı ortaya çıkaran öldürücü nükte ve
cümleleri sevdi. Böylece, takma diş ve gözlük alacakların bir miktar ücret
ödemelerini âmir bir kanun teklifi Parlamentoya getirilince Atlee hükümetinden
istifa etti. İşçi partisinin, Muhafazakâr hükümetin silahlanma bütçesini
tasdik etmesi üzerine, “gölge kabinesi"nden de çekildi. Artık kendi
partisine karşı da cephe almaktan çekinmedi. Etrafına topladığı küçük bir grup
ile kendi partisine gösterdiği “sadakatsizlik” yüzünden az kalsın İşçi
partisinden kovulacaktı.
Bevan'ın fikrince, demokratik sosyalizme giden yol
büyük sanayi kollarının devletleştirilmesinden geçiyordu. Devletleştirilmiş
kömür, demiryolu ve çelik sanayiinin ne demokratik ne de sosyalist
olabildiklerinin, bilâkis bürokratik gayri-şahsi- liğin
âbideleri olduklarının delilleri meydanda iken, onun yolunda giden
sosyalistler hfilâ tam bir devletleştirme politikasının uygulanmasını
istiyorlar. Bevan’dan sonraki Bevancıların ilk başkanı Harold Wilson'un izhar
ettiği şüphelere rağmen, İşçi partisinin program manifestoları hâlâ sanayiin
devletleştirilmesi üzerinde duruyor.
Bu
noktalar göz önünde tutularak ele alındığı takdirde, Bevan’ın biyografisi
için, Bevan’ın ruhî vârisi Michael Foot’dan daha iyi teçh^gililjniş bir
kimsenin bulunamayacağı meydana çıkar. Ehil^JÖÖTypzaı^^bir^ Parlamento adamı ve
işçilere candan bağlı bu .. orta Sımf "'.gntpllektüeli Foot, Bevan’ın 25
yıl samimi dostuydu. Bevap’ın.
görüşlerini yapmak için nüfuzlu haftalık Tribun<; gazetesinin- editörlüğünü
yaptı. Onun ölümünden sonra da ,*3evan’m seçim; bölge.'Sİ Ebbw Vale’den millet
vekili seçildi ve bugüne '.kadar '.(ia sahdalyesini
muhafaza etti.
Foot'ıh;ı
bu ” ceşîm, biyografisinin ikinci cildi maalesef başarılı değildi^; Hayattan
zşj&k/alan canlı ve gürültücü Bevan (belki tek taraflı^a^ peşinde
koşanların romantik hülyalarına muhalefetı'dışında) hiç bir zaman hata
işlemeyen ve her zaman kötülük düşünenlerin peşinde giden bir mukavva şekil
gibi gösteriliyor.
Foot bu görevi yüklenecek adam değildi. Foot, kendisinin
Bevan’a bir kahramana gösterilecek şekilde taparcasına sevgi ve hayranlık
beslediğini yazıyor. Bu vasıflar ise, bir hagiogra- fi
[evliyaların hayat hikâyeleri] için geçerli olabilir, biyografi için değil.
Kanaatımca,
eseri sınırlayıcı bir mahzur daha var. Foot Parlamentoyu çın çın öttüren
eski-usul, şaheser bir hatip. Bu dramatiklere başvuran pek çok hatip gibi, o,
bu şekilde hitabet tarzının insanları harekete getirdiğine, hükümetler ve
hâdiselerin yollarını tayin ettiğine inanıyor. Fakat demokratik Avrupa'nın
teşriî meclislerinde olduğu gibi, İngiltere Parlamentosunun da nüfuzu
azalıyor. Kudreti elinde tutanlar, icraî gruba mensup olanlar, başvekil, bir
kaç kilit vekillik ve onların itibarî olarak kontrol ettikleri bürokratlardır.
Bevan’ın büyük başarısı, millî sağlık hizmeti, onun hitabeti sayesinde
gerçekleşmedi. Bu, meseleyi bütün teferruatıyle ele alan, özel propaganda
grupları hazırlayan, taktik manevralara başvuran ve halkı kurnazcasına kendi
tarafına çeken başarılı idarecilerin maharetleri sayesinde mümkün oldu.
Foot, Wilson'un 1960’lardaki
hükümetinde vazife almayı reddetmişti. Maamafih, bu sefer kendisini kabineye
girmeye ikna etti ve ona İstihdam Vekilliğini verdi. Şimdi onun
vazifesi, işçi sendikalarını, işçi ücretlerini muayyen bir seviyede tutmaya
yanaşmalarına ikna etmek. Böyle bir teklif, Foot'tan değil de başka birinden
gelmiş olsaydı, sendikaların reddetmesi çok daha muhtemeldi. Foot bu görevinde
muvaffak olursa, bu, Parlamento tartışmalarında kendisine puan getiren
mahareti sayesinde değil, Bevan'ın doktorları parçalayıp mağlûp ettiği taktiklerle
olacaktır. Bevan'ın son 15 yılını
Foot'un kitabından okuduktan sonra, onun fazlasıyle hayranlık duyduğu bir adamın
öğrettiği dersi iyice anlayıp anlamadığı açıkça belli olmuyor.
Bevan ve Churchill arasındaki
nükteli ve hicivli söz düellosu harpten sonra da devam etti. Churchill, 1945 yılındaki
bir konuşmasında Bevan’dan şu sözlerle bahsetti:
"Harp yıllarında başımızda
nasıl sefil bir baş belası idiyse, barış yıllarında da büyük bir dert olmakta
devam edecektir."
İşçi Hükümetinin Sağlık Vekili
Bevan için de şunları söyledi: "Maamaiih, gerçekten şairane bir adalet
gözlerimiz önünde yerini buluyor: harp yıllarının en belalı ağzı, barış
yıllarının en hayret verici başarısızlığı oldu.”
Başvekil Chruchill, Bevan
hakkındaki en nükteli Cve ha- karetli) sözlerinden birini Parlamentoda,
Komünist Çin'in tanınmasıyle ilgili konuşması sırasında yaptı (1 Temmuz, 1952):
"Hem oradaki büyük
menfaatlerimiz hem de dünya sul- hünün icabı olarak diplomatik münasebetler
tesisinin yerinde olacağına kanaat getirdim. Fakat, takdir edersiniz ki, bir
kimseyi tanımak onu sevmemizi gerektirmez. Nitekim, hepimiz, Ebbw Vale'i
temsil eden [Bevan] muhterem centilmeni tanıyoruz."
Bevan, ölümüne kadar C7 Temmuz, 1960), inanmadıklarına,
beğenmediklerine, nükte ile, hakaretli kelimelerle hücumu elden bırakmadı.
Onun sözleri 23 Nisan, 1953 te olduğu gibi, yırtıcı da
olabilirdi:
"Maarif
Vekili Muhterem Hanımefendi İMiss Florence Horsboughl neye sırıtıyor
anlamıyorum. Muhterem arkadaşlarımdan biri, bana, o suratın bugün öğle üzeri
bin talebenin bursunu geri aldığını söyledi."
Bevan,
hazan son derece ^Münç şeyler de söyleyebiliyordu. Felâketle neticelenen
Süveyş harekâtı sırasında C 1957), Hariciye Vekili Selwyn Lloyd'a sualler
sorarken, Başvekilin CAnthony Eden) Kamaraya girmekte olduğunu gö^rün- ce
şunları söyliyerek Hariciye Vekiline sual sormak^m vazgeçti: "Piyanoyu
öğüten insanı suale çekmek varken maymunu niye karşıma alayım?"
Bununla
beraber, kendisine "vatan haini” diyenlere rağmen, inanmadıklarına karşı
sesini çıkarmaktan zerrece çekinmeyen Bevan'ın bu tutumu, nükteleri ve
muhaliflerini açıktan açığa tahkir edişi, kendisine, İngiltere tarihindeki
yerini verdi.
[*]
“Cocney" tabir edilen insanlar Londra'nın doğu kesimlerinde yaşarlar, kendilerine mahsus
telaffuz ve lehçeleri vardır. Bevan, konuşmasında, Morrison'un Cocney'liğine
de temas ediyordu.
•“Paranoya”
bir kimsenin, diğerleri tarafından dövülmek veya öldürülmek üzere mütemadiyen
takip edildiğine inanması halidir. “Paranoik" insan ruh hastasıdır.
[†]Lazare Nicalas Marguerite Carnot, 1753-1823,
Fransız ihtilâlcisi.
"Büyük Carnot” da çağınlır. Mesleği askeri mühendis olan Carnot, Fransız
İhtilalinin askeri dehasıydı. Askeri bilgisinden dolayı her yerde ve her zaman
aranan bir adam oldu. Robespierre'nin düşüşünden sonra Terör rejimi
suçlularının muhakemesinden kendini kurtardı, ve Directory’nin bir üyesi oldu. Fakat 1797 deki hükümet darbesi neticesinde yurt dışına kaçtı. İki yıl
sonra, 1799 da
Fransa’ya döndü ve 1899 de
Savunma vekilliğine getirildi ve Na- poleon tarafından Yüksek Mahkemeye üye
seçildi. Müteakip bir kaç sene içinde matematik ve askeri müdafaa üzerine
kitaplar yazdı; 1814 te
tekrar orduya döndü
ve Antwerp'in müdafaa eden kuvvetlerin başına getirildi. Yüz Günlük Rejim'de
Dahiliye vekiliydi. Restorasyon'dan sonra yurt dışına sürüldü ve Magdeburg'da
öldü.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar