Print Friendly and PDF

Kendini affetme

Bunlarada Bakarsınız

 


Sosyal bilimler literatüründe kendini affetmenin az sayıda tanımı bulunmaktadır ancak var olanlar kendi kendini sevme ve kendisiyle karşı karşıya kaldığında öz sevgiyi ve saygıyı vurgular. Felsefe literatüründe, kendini affetme, kendine karşı bir iyi niyet gösterisi olarak kavramsallaştırılırken, bir kişinin diğerine zarar vermekten kaynaklanan kendine karşı nefret ve kendini hor görme düşüncelerini zihninden temizlemesi şeklinde tanımlamaktadır (Horsbrugh, 1974). Bu tanıma benzer şekilde, Holmgren (1998), suçlunun kendini affederek, kendi içsel değerini ve bunun yaptığı yanlıştan bağımsız olduğunu kabul etmektedir. Filozoflar, kendini affetmenin kendine saygı duyulmasını gerektirdiğini iddia etmektedir (Dillon, 2001; Holmgren, 1998). Bu düşünceye göre kendini affetme üç unsurdan oluşur: İlk olarak, kendini affetme, nesnel bir hata ya da yanlış davranmayı, ikinci olarak, bu suçun tetiklediği olumsuz duyguların üstesinden gelmeyi, ve üçüncüsü, içsel bir kabulün sağlanmasını gerektirmektedir (Holmgren, 1998).

Psikoloji literatüründe, kendini affetme "şefkat, cömertlik ve kendine olan sevgiyi teşvik ederken, kişinin kendisinin kabul ettiği nesnel yanlış karşısında, kendine kızgınlığı terk etme isteği" olarak tanımlanmıştır (Enright ve Human Development Study Group, 1996). Bauer vd. (1992), kendini affetmeyi, kendine yabancılaşmadan, benlikle birlikte olma hissine geçiş olarak gören daha soyut bir tanım sunmuş ve kendini affetme için kişinin sadece insan olduğunu fark etmesi gerektirdiğini vurgulamıştır.

Hall ve Fincham (2005) kendini affetmeyi gerçek ve sahte kendini affetme şeklinde sınıflandırmıştır. Kendini gerçekten affetmek için, kişinin davranışının yanlış olduğunu açıkça veya dolaylı olarak kabul etmesi ve bu tür davranışlar için sorumluluk veya suçu kabul etmesi gerekmektedir (Dillon, 2001; Holmgren, 1998). Bu unsurlar olmadan, kendini affetme önemsizdir ve sahte kendini affetme olası hale gelecektir. Sahte kendini affetme, bir suçlu yanlış yapmayı ve sorumluluğu kabul etmezse oluşur (Hall ve Fincham, 2005). Affetme büyük ölçüde içsel güç gerektirir ve bu nedenle sahte affetme (yüzeyde) gerçek kendini affetme ile aynı faydalara sahip olan çekici bir alternatif gibi görünmektedir. Suçlu, suçluluk duygusunu ortadan kaldırır ve kendiliğinden yardımsever bir şekilde hissedebilir ve hareket edebilir. Bununla birlikte, sahte affetme ve gerçek affetme aynı sonuçlara sahip gibi görünse de, bunlar büyük ölçüde farklıdır. Gerçek kendini affetme genellikle uzun ve zorlu bir rahatlıktır. Aksine, sahte kendini affetme, suçlunun davranışına ve sonuçlarına "sahip olamadığı" kendini kandırma ve/veya rasyonelleştirme ile sağlanabilmektedir (Hall ve Fincham, 2005).

Kendini affetme ile kişilerarası affetme arasında birtakım farklılıklar söz konusudur., Horsbrugh (1974), kişilerarası affetme kalıcı olduğu ve “geri alınamayacağı” için belli koşulların affetme için dayatılmasının uygun olmadığını belirtmektedir. Kişilerarası affetme çoğu zaman koşulsuz olarak görülmesine rağmen, kendini affetme belli koşulların yerine getirilmesini gerektirmektedir. Kişi işlediği suçla ilgili telafi davranışı gösterdiği koşulda kendini affedecektir. Kendini affetme genellikle değişme ve gelecekte farklı davranma kararı gerektirir (Hall ve Fincham, 2005). Kişilerarası affetme ve kendini affetme, kişilerarası affetmenin suçlu ile uzlaşma anlamına gelmemesi bakımından da farklıdır; oysa kendini affetmede kendilikle uzlaşma gereklidir. Kişi kendisine karşı güvensizlik hissetse de kendisine yabancılaşarak yaşayamaz (Enright ve Human Development Study Group, 1996). Bu çerçeveyi kullanarak, kendini affetme, kişinin kendisiyle uzlaşmasının bir aracı olarak görülebilir. Dolayısıyla, kendini affetmemenin sonuçları tipik olarak kişilerarası affetme eksikliği ile ilişkili olanlardan daha şiddetli olacaktır (Fincham, Hall ve Beach, 2006). Kişilerarası suçlarda, mağdurun suçlu ile temasa geçmemesi durumunda bir suçluya yönelik olumsuz düşünceler, duygular ve davranışlar aktive edilemeyebilir. Ancak kişi kendisine veya başkasına zarar verdiğinde, suçlu kendisiyle ve eylemleriyle yüzleşmeye devam edecektir. Kişilerarası suçlarda olduğu gibi, saldırgandan kaçınarak durumdan kaçmak imkansızdır. Bu gerçek, bazı araştırmacıların kendini affetmemenin kendini yabancılaşmaya veya kendini yok etmeye yol açabileceğini öne sürmesine neden olmuştur (Horsbrugh, 1974).

Öz-Duyarlık

Ruh sağlığı ve esenlik araştırmaları tarihi boyunca, araştırmanın baskın odak noktası, doğası gereği patolojik olmuştur. Başka bir deyişle, araştırmacılar ve genel olarak ruh sağlığı alanı, bireylerde bozukluk veya sıkıntı ile ilgili olumsuz ya da kendini yıkıcı yapıları incelemiştir. Bununla birlikte, olumlu ruh sağlığı alanındaki çalışmalara yönelik bir eğilim, genellikle pozitif psikoloji olarak adlandırılan alanda göze çarpmaktadır. Pozitif psikolojinin kavramlarından biri olan öz-duyarlık, pozitif psikolojinin ilkelerinden ve doğu ve batı etkilerinin birleşmesinden kaynağını alır (Mistler, 2010).

Psikolojik iyi oluşu ve patolojik belirtileri öngören etkenlerin ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmalar psikoterapi, klinik psikoloji, psikiyatri vb. birçok alana etki etmekte ve insanoğlunun keşfedilmesine yönelik çalışmalara destek olmaktadır. İnsanların öz varlığına ilişkin birçok parametrenin (öz-yeterlik, öz-saygı vb.) psikolojik iyi oluş ile ilişkisinin literatürde sık sık araştırma konusu olduğu görülmektedir. Fakat söz konusu kavramlarla ilgili birtakım problemler alanda çalışanların ilgisini çekmiş, bu kavramlar yerine farklı seçenekler gündeme getirilmiştir. Örneğin kimi araştırmacılar; kendine saygı kavramının fazlaca altının çizilmesi nedeniyle, kişinin devamlı öz varlığı ile meşgul olmasına, bencilce özelliklere, diğer insanlar için kaygılanmamaya neden olduğu yönündeki tespitlerini belirtmişlerdir (Neff ve Vonk, 2009). Bu nedenle öz-duyarlığın batılıların kendiliklerine yönelik bencilce yaklaşımlarına yeni nesil çalışmaların ortaya çıkardığı farklı, ölçülebilir seçeneklerden biri olabileceği görülmüştür (Korkmaz, 2018; Neff, Kirkpatrick ve Rude, 2006).

Uzun yıllardır doğu-budist felsefesinin kavramlarından biri olan öz-duyarlık, batı psikolojisi tarafından kısa bir süre önce incelenmeye başlamış ve insanın öz varlığına yönelik olumlu bir kavram olarak nitelendirilmiştir (Neff, 2003a). Batılı psikologlar, başkaları için empati ve merhameti inceleyen çok sayıda ampirik çalışma üretmiş olsalar da, sadece son zamanlarda öz-duyarlık kavramını keşfetmeye başlamışlardır. Batı'da, merhamet esas olarak başkaları için merhamet açısından kavramsallaştırılır. Webster’ın çevrimiçi sözlüğünde tanımlandığı gibi, merhamet "başkalarının acılarını anlama ve bunun hakkında bir şeyler yapmak isteyen insani niteliktir." Budizm gibi Doğu geleneklerinde ise bununla birlikte, kendine merhamet göstermek de eşit derecede önemli sayılır (Neff, 2009)

Budizm, başkaları için empati ile öz-duyarlık arasındaki bir ayrımın kendilik ve diğerleri arasında yanlış bir ayrılık oluşturduğunu ileri sürer. Merhamet olarak tercüme edilen Tibet sözcüğü “tsewa”, kendilik ve başkaları için merhamet arasında ayrım yapmaz (Neff, 2003a). Bu nedenle, bazı Batılı psikologlar, öz-duyarlıkla ilgili teorik ve emperyal bir anlayış geliştirmektedir (Barnard ve Curry, 2011). Reyes’e (2012) göre Batı psikolojisi ve Budist felsefesinin öz-duyarlık kavramını tanımlama biçimleri farklılık göstermektedir. Batı psikolojisine göre öz-duyarlık; kişinin üzüntü ve keder durumunda kendisine karşı şefkatli ve sevgi dolu bir anlayışla yaklaşma kabiliyeti olarak tanımlanırken; Budist felsefesine göre ise kişinin çektiği ızdırap ve sıkıntılara, kendisinin dışında da, üzüntü yaşayan diğer insanlara ulaşan bir olgunluk, merhamet ve şuurla karşılık vermesi şeklinde tanımlanmaktadır. Batı psikoloji literatüründe duyarlık diğerlerine karşı duyarlı olmayı ifade ederken, Budist felsefi düşüncesi ise kişinin öz varlığına yönelik de duyarlı davranmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu nedenle öz-duyarlık ve diğerlerine gösterilen duyarlık birbirine bağlı iki kavram olarak düşünülmektedir (Neff, 2003b).  Duyarlık; diğer insanların ızdıraplarıyla alakadar olmayı, sıkıntılı dönemler yaşadıklarının bilincinde olmayı, diğerlerinin ızdıraplarını sonlandırmayı arzulamayı ve bireylerin kusurlarına karşı yargısız bir yaklaşımla hareket etmeyi gerektirmektedir (Deniz, Kesici ve Sümer, 2008). Bununla birlikte duyarlık; problem yaşayan, kusurları ve başarısızlıkları olan kişileri peşin hüküm vermeden anlamaya çalışmayı, kişilerin bu hareketlerini insanların aldanabilme özelliğinin bir parçası olarak görmeyi, bu kişilere benliklerine karşı daha şefkatli, sevgi dolu ve ön yargıdan uzak bir tavırla yaklaşmalarını teklif etmeyi ve bu kişilere herkesin kusurlarının bulunduğu, herkesin yanlış yapma ve sıkıntı yaşama ihtimalinin olduğunu anlamaları konusunda destek olmayı ifade etmektedir (Akın, 2009).

Benzer şekilde öz-duyarlık ise; kişinin hayatta karşılaştığı üzüntü ve ızdırap veren durumlardan kaçınmak yerine tüm bu sıkıntıları samimiyetle göğüslemesi, kişinin benliğine karşı gösterdiği itinalı tavırla çektiği sıkıntıyı hafifleterek iyi olmayı arzulaması, kusurlarına karşı yargısız bir tavır göstermesi ve yaşadığı her şeyin diğer insanlar tarafından deneyimlenen ortak bir insanlık mirası olduğunu fark edebilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Neff, 2003a) .

Yıllar boyunca Doğu Felsefesi-Budizm’de öz-duyarlık tartışılsa da, psikolojik literatürde ortaya çıkması Neff’in (2003a,b) öz-duyarlık kavramını tanımlayan iki makalesinin yayınlanmasıyla olmuştur. Özetle ifade etmek gerekirse öz-duyarlık; kişinin acı çeken sevdiklerine gösterdiği aynı türden bir şefkat ve merhameti kendisine yöneltmesini ifade eder (Allen ve Leary, 2010). Neff’e (2003a) göre öz-duyarlık kişinin kendi ızdırabına açık olmasını, kendisine karşı sevecen ve şefkatli duyguları deneyimleyen bir anlayış almasını, kendi yetersizliklerine ve başarısızlıklarına karşı yargısız bir tavır sergilemesini ve bunları ortak insanlık deneyiminin bir parçası olarak kabul etmesini içerir. Öz-duyarlık aynı zamanda kişinin kendi ıstırabına maruz kalmasını, ondan sakınmamasını, koparılmamasını, ıstırabını hafifletme arzusunu ve iyilikle kendini iyileştirme arzusunu ifade etmektedir. Pek çok psikolojik teori, bireylerin öncelikli olarak kendileriyle ilgilendiklerini, diğerlerine göre kendileri için daha fazla endişeye sahip olduklarını varsayarken, ortak deneyimler insanların kendilerine karşı başkalarına olduğundan çok daha sert ve kaba olduklarını göstermektedir (Neff, 2003b). Bu noktada öne çıkan bir kavram olan öz-duyarlık ise temelde işler ters gittiğinde kendini iyileştirmeyi gerektirir. Örneğin; insanlar başarısız olduklarında ya da kritik bir hata yaptıklarında öz-duyarlığı yüksek olan insanlar kendilerine karşı daha özenli ve şefkatli olma eğilimindeyken, öz-duyarlığı düşük olanlara göre daha az öz yönelimli eleştiri ve daha az öfke içinde bulunarak kendilerini iyileştirme eğiliminde oldukları görülmektedir. Öz-duyarlık aynı zamanda işlerin yanlış gittiği durumlarda kişinin kendisini aşırı eleştirmesinden ziyade kendisine güven vermesini içerir (Gilbert, Clarke, Kemple, Miles ve Isons, 2004).

 Öz-duyarlık ile ilgili yanlış inançlar

Öz-duyarlığa sahip olmak, kişinin kendini ideal standartlara uymadığı için sert bir şekilde eleştirmemesini gerektirse de, bu durum kişinin başarısızlıklarını fark etmediği ya da düzeltmediği anlamına gelmemektedir. Aksine bu, optimal işleyiş ve sağlık için gerekli olan eylemlerin (kişinin kendisi için iyi olmayı arzuladığı anlamına gelen duyarlığa sahip olması), yumuşaklık ve sabırla teşvik edildiği anlamına gelir. Dolayısıyla, öz-duyarlık, benlikte gözlemlenen zayıflıklarla ilgili olarak pasifliği ya da hareketsizliği ima etmemelidir. Aksine, pasifliğe yol açma olasılığı daha yüksek olan öz-duyarlık eksikliğidir (Neff, 2003b).

Kendini eleştirme eğiliminin kişiyi bir şekilde değişime ve gelişime zorlayacağına dair inançtan dolayı, kişi kendini başarısızlığı için sert bir biçimde eleştirdiğinde egonun koruyucu işlevleri harekete geçerek yoksunlukları kişinin öz-farkındalığından gizler ve böylece kişinin benlik saygısı tehdit edilmez (Horney, 1950). Kişinin öz-farkındalığı yoksa bu zafiyetler bir karşıtlık olmaya devam ederek varlığını sürdürecektir. Bununla birlikte kişinin öz-duyarlığı yüksek olduğunda kendisini kınama korkusunu görmesini sağlayacak duygusal güvenlik sağlanmış olur ve bu durum bireyin düşünce, duygu ve davranış biçimlerini daha doğru bir şekilde algılayıp düzeltmesini sağlar (Brown, 1999). Ayrıca öz-duyarlık içinde var olan bakım, büyüme ve değişim için güçlü bir motivasyon gücü sağlamaktadır. Örneğin, çocuklarına karşı duyarlığı yüksek olan anne-babalar çocuklarının kendilerine zarar vermelerine izin vermez ve sağlıklı gelişimlerini teşvik etmek için çocuklarına hoş olmayan kurallar veya kısıtlamalar getirebilir. Duyarlı ebeveynlerin eylemleri yargısal veya cezalandırıcı değildir, ancak çocuklarının iyiliği için nezaket, sevgi ve endişeyle aşılanmıştır. Benzer şekilde, kişinin kendisi için de öz-duyarlığa sahip olması genellikle zararlı davranışlardan vazgeçmeyi gerekli kılan her türlü eylemi -kişiyi iyileştirmek için gerekli olan bu süreç sancılı ve zor olsa bile- cesaretlendirmeyi gerektirir (Neff, 2003b).

Öz-duyarlık aynı zamanda kendine acımadan farklı bir süreç olarak araştırmacılar tarafından ortaya konulmuştur. İnsanlar başkaları için acıma hissettiklerinde genellikle kendilerini diğerlerinden ayrı hissederler ve onlardan ayrılırlar (“şükürler olsun, bu benim sorunum değil.”). Ancak başkalarına karşı duyarlılığı yüksek bireyler böyle bir durumda kendilerini başkalarına bağlı hissederler ve acı çekmenin tüm insanların yaşadığı bir şey olduğunun farkındadırlar (“Bu benim sorunum değil ama aynı sorunu ben de yaşayabilirim.”). Benzer şekilde insanlar kendilerine karşı acıma hissettiklerinde, kendi problemlerine dalmış olurlar ve başkalarının da benzer sorunları olduğunu unuturlar. Başkalarıyla aralarındaki bağlantıları görmezden gelirler ve yeryüzünde ızdırap çeken tek kişinin kendileri olduklarını hissederler. Öz-acıma, diğerlerinden ayrılma, egosantrik duyguları vurgulamak ve kişisel acıların boyutunu abartmak eğilimindeyken; öz-duyarlık kendilik ve öteki arasında böyle bir çarpıklık ya da kopukluk olmadan ortak deneyimleri görmeyi sağlar (Neff, 2003b). Bu nedenle öz-acıma başkalarından ayrılmayı vurgulayan “fakir” bir tutumdur. Öz-acıma ile bireyler duyguları tarafından sürüklenmeye ve onlar tarafından dramatize edilmeye eğilimlidirler. Aksine öz-duyarlık süreci kişinin diğer insanlarla olan bağlanma duygusunu artırdığı için kişinin kendi tecrübelerini, tüm insanlığın ortak tecrübelerinin bir parçası olarak görmesini, bununla birlikte daha fazla nesnelliği ve doğru bir perspektif almayı ifade eder (Neff, 2004).

Öz-duyarlık ile ilgili bir diğer yanlış inanç da kendini sınırlandıramamayı ifade ettiği yönündedir. İnsanlar kendilerine karşı çok kibar davranırlarsa kendilerini sınırlayamamaktan korktuklarını ifade ederler. Bu nedenle çoğu insan kendisini duygusal olarak yenerek daha iyi bir insan olacağına inanmaktadır. Ancak genellikle insanlar bunu yaptığında kendilerini daha kötü hissedeceklerdir, çünkü katı eleştiriler etkili bir motive edici güç değildir (Blatt, Quinlan, Chevron, McDonald ve Zuroff 1982). Aslında insan kendisini her zaman eleştirdiğinde kendisine iyi ve net bir bakış açısıyla bakmaya istekli olmayacak ve neye ihtiyacı olduğunu göremeyecektir. Çünkü sonuçlardan, yani kusurlarını tanımaktan korkmaktadır (Horney, 1950). Aksine öz-duyarlık kişinin kendisini açıkça görebilmesi için gerekli olan duygusal güvenliği sağlamakta, böylece kişi kendisi için gerekli büyüme ve değişim alanlarını daha iyi tespit edebilmektedir. Öz-duyarlığı yüksek bir kişinin değişim ve gelişim isteği sert öz-eleştiriden kaçma gereksiniminden değil, kendisi için bir sağlık ve esenliğe ulaşma arzusundan kaynaklanmaktadır (Neff, 2004).

Öz-duyarlığın alt boyutları

Acı veren yaşantılar ve kişisel başarısızlık deneyimleriyle karşı karşıya kalındığında öz-duyarlığın üç temel bileşeni ortaya çıkar: a) öz-sevecenlik, kişinin kendisine karşı sert yargılama ve öz-eleştiriden ziyade iyilik ve anlayış içinde olması. b) paylaşımların bilincinde olma, kendi deneyimlerini diğer insanlardan farklı ve soyutlanmış görmek yerine ortak insanlık deneyiminin bir parçası olarak görmesi. c) bilinçli farkındalık, acı veren düşünce ve duyguları kendisiyle aşırı özdeşleştirmekten ziyade bu duygu ve düşünceleri dengeli bir farkındalık içinde tutarak deneyimlemesi. Öz-duyarlığın bu bileşenleri kavramsal olarak ayrı ve fenemenolojik düzeyde farklı bir şekilde deneyimlenmelerine rağmen birbirlerini karşılıklı olarak geliştirmek için etkileşmektedirler (Neff, 2003b).

  Öz-sevecenlik

Öz-sevecenlik kişinin kendisine karşı sert, eleştirel veya yargılayıcı olmak yerine şevkatli ve anlayışlı olma eğilimini ifade eder. Öz-sevecenlik insanın; kişisel kusurlar ve yetersizliklerini kabul ederek, kendisini acımasızca eleştirmek yerine zorlayıcı yaşam koşullarına rağmen desteklemeye devam etmesini gerektirir (Neff, 2011).

Öz-duyarlık, kendini eleştirmeyi değil, acı çekerken, başarısız olduğunda veya kendini yetersiz hissettiğinde insanın, kendisine karşı sıcak ve anlayışlı olmasını gerektirir. Ne yazık ki pek çok insan sert, eleştirel dili kendileri için kullanma eğilimindedir. İnsanlar, "Sen çok aptal ve tembelsin, senden utanıyorum!" vb. cümleleri yakın bir arkadaşa, hatta bir yabancıya söylemeyecektir. Ancak doğrudan sorulduğunda, çoğu insan, kendilerine karşı başkalarından daha kibirli olduklarını bildirmektedir (Neff, 2003a). Bunun yanında sürekli kendilerini hırpalayan, başkalarına karşı son derece kibar ve merhametli insanlarla karşılaşmak sıra dışı bir durum değildir. (Germer ve Neff, 2013).

Öz-sevecenlik düzeyi yüksek insanlarda kendilerine karşı husumet, değersiz görme, nefret gibi bireyin kendisine yönelen yıkıcı bir bakış açısı görülmemektedir. Aksine bu insanlar, kendilerine karşı olumlu içsel konuşmalar içinde olmak, bağışlayıcı olmak, kendisini yüreklendirmek gibi mental aktivitelerde ya da kendisini iyi hissetmek için kendine vakit ayırmak, çeşitli etkinliklerle uğraşmak gibi davranışsal aktivitelerde bulunabilmektedir (Allen ve Leary, 2010).

Kaynak: Gülbin DEMİR CELAYİR, Spiritüel İyi Oluş Ve Öz-Duyarlık Arasındaki İlişkide Affetmenin Aracı Rolü

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar