NUSAYRİLERDE KADIN
Hazırlayan:
GÖKBEN ÖVER
Alevilik; dini
olduğu kadar sosyolojik ve siyasi etkinliği olan bir mezhep olarak karşımıza
çıkmaktadır. Alevi sözcüğü; Hz. Ali’ye mensup, Hz. Ali’nin yolunda ilerleyen,
Hz. Ali’nin öğretilerini savunan gibi anlamlara gelmektedir. Alevilik, Hz.
Ali’ye sevgi ve bağlılığın ötesinde toplumsal bir ayrışmanın da temelini
oluşturmuş dini bir hareket olarak karşımıza çıkarmaktadır. Nusayrilik de
Aleviliğin bir koludur. Caferilik’e bağlı olan Nusayrilik batıni özellikler
taşımaktadır. Söz konusu esaslara bağlı kalan Nusayrilikte Anadolu
Aleviliğinden farklı olarak, dini alanda kadınlar ve erkekler bir arada yer
almamaktadır.
İbadette ve
dini hayatın her alanında Nusayri kadın, erkeğin bir adım gerisinde yer
almaktadır. Bu çalışmada inançtan günlük yaşama, gelenek ve göreneklerden
kültürel öğelere, kadının Nusayrilik mezhebindeki yeri ve önemi ele alınarak,
bu alanlarda kadının etkisi üzerinde tespitlerde bulunulacaktır. Çalışmada
ayrıca mezhep içerisinde yer alan kadının geçmişten günümüze gelinceye kadar
yok sayılmasının nedenleri de sorgulanmıştır.
Nusayri
kadınları inançsal gerekliliklerini erkeklerden çok farklı bir şekilde yerine
getirmektedirler. Erkekler mezhebin batın alanında iken, kadınlar zahir
alanında yer alırlar. Zahir alan içerisinde Nusayri kadınının yerine getirdiği
ibadetler belli çizgiler içerisindedir. Kadınlar, bayram hazırlığı ve türbe
ziyaretlerinde aktif bir şekilde ibadetlerini yerine getirirler. Bunlardan
bayram hazırlığı aşaması hizmet etmek şeklindedir. Yemek yapımı ve temizlik
gibi işleri yerine getiren Nusayri kadını bunu bir ibadet saymaktadır. Aynı
zamanda türbe ziyareti de kadınlar tarafından çok önem verilen bir ibadet
şeklidir. Kadınların türbe ziyareti sırasında temizliğe verdikleri önem, kimi
kadınların türbeyi tavaf sırasında haykırarak dua etmesi bu ibadetin ne kadar
ciddiyetle yerine getirildiğini kanıtlamaktadır.
Erkeklere
öğretilen namazın kadınlara öğretilmemesi birçok açıdan değerlendirilmesi
gereken bir faktördür. Din adamları ile bazı akademisyenler arasındaki ifade
farkları da bu durumun incelenmesi gerekliliğini arttırmıştır. Din adamlarına
göre dini öğrenme ağır bir yüktür ve kadınlar yaradılışları itibariyle daha
güçsüzdürler. Bu yüzden bu mükellefiyeti kaldıramazlar. Aynı zamanda kadın
hayatının büyük bir bölümünü bedensel kirlilikle geçirmektedir. Doğurganlığın
getirdiği kanama ile kirlenen kadın dini öğrenmeden muaftır. Bu noktada
evlenene kadar baba, evlendikten sonra da koca kadın için namaz kılmaktadır.
Aynı zamanda kadın baskı ve zorlama gibi durumlarda Bâtıni özelliklere sahip
olan dini ifşa eder düşüncesi de dini öğrenmelerini engellemiştir. Bazı
akademisyenler tarafından kabul edilen diğer bir görüş ise; kadının, şeytanın
günahlarından yaratıldığı düşüncesidir. Toplumun din adamları ve Nusayri halkı
tarafından kabul görmeyen bu düşünce de çalışma içerisinde derinlemesine
işlenmiştir.
NUSAYRİLİĞİN KISA TARİHÇESİ VE NUSAYRİ İNANÇ
YAPISI
Nusayriliğin
ortaya çıkışı hicretten sonraki III. yüzyıla rastlamıştır. Nusayrilik
mezhebinin kurucusu, bütün kaynaklarda Muhammed bin Nusayr olarak geçmektedir.
Ancak ibn Nusayr’in Nusayriliği ortaya koyuş şekli ve ilk olarak ortaya attığı
görüşler konusunda farklı kaynaklarda değişik görüşler ileri sürülmektedir.
Nusayriler’e göre ise ibn Nusayr’in yeni bir inanç ortaya koymamıştır. Bu
nedenle ibn Nusayr bir inanç kurucusu değil, sadece kendisine devredilen dini
inancın devamcısıdır.1
İbn Nusayr’in
mezhebe ismini vermiş olduğu düşüncesi birçok düşünür tarafından onaylanmıştır.
Buna göre Nusayrilik mezhebinin kurucusu Muhammed bin Nusayr-ül Abdi’dir.
Mezhep adını kurucusunun adından almaktadır. Nusayrilere göre Ali Allah,
Muhammed güneştir. Geceleri dünyayı aydınlatan Ay, Hz. Ali’dir. Muhammed’le Ali
geceleri birliktedir, birdir. Selman’ı yaratan Muhammed’dir, yani Selman
Muhammed’in nurundan koparak var olmuştur. Nusayriler böylece Hz. Ali, Hz.
Muhammed, Hz. Selman üçlüsünü kutsal saymaktadırlar. Âdem’den bu yana Ali
görünüş alanına çıkmış, yani insan bedenine bürünerek evreni yönetmiştir. İnsan
ölünce ruhu göklere, aydınlıklar ülkesine (nurlar âlemine) çıkar. Nusayrilerde
Arapça Ayın-Mim-Sin harflerinden oluşan bir mühür vardır; Hz. Ali, Hz.
Muhammed, Hz. Selman üçlüsünü temsil eder.
Nusayrilerin
kutsal kabul ettiği ruhlar vardır. Bunlar beş yetimler (Hams Eytam) olarak
adlandırılır. Bunlar sırasıyla; Mikdad (Nusayrilere göre şimşek ve yıldırımı
temsil eder), Ebu Zer ( yıldızları temsil eder), İzrail (ruhları temsil eder),
Osman bin Ma’zun (sağlık ve hastalıkları temsil eder), Kanber (ruhları
cesetlere sokan melek olarak tasvir edilir)’dir. Bu Hams Eytam başlıca yönetici
ve kutsal varlıklardır.
Massignon ise;
ibn Nusayr’i H. 245 yılında kendisinin 10. Şii imamı Ali Naki ile onun büyük
oğlu Muhammed’in babı olduğunu söylemiştir.[4]
Nusayriliğin kurucusu ibn Nusayr din kuruculuğu özelliği nedeniyle, İslam
dünyasındaki birçok grupta olduğu gibi, gruba ismini de vermiş ve bu tarihten
sonra grup Nusayriler olarak anılmaya başlanmıştır... Nusayri ismi, Hamdan el
Hasibi tarafından ortaya konulan bir isimdir; bu grup yine kurucusunun adından
dolayı Nemirriyye adıyla da
anılmıştır.[5]
Nusayrilik
mezhebinin ortaya çıkışı ve Nusayriliğin tarihi ile ilgili bir çok görüş ileri
sürülmüştür. Abdülaziz Dehlevi’ye göre; Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin
arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarındandır. On birinci imâm olan Hasen
bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk
inanışlı kimseye uyanlar. Eshâb-ı kirâma iftirâ eden Şia, üç grupta
toplanmaktadır: Birincisi, Tafdiliyye; Hazret-i Ali, Eshâbın en üstünüdür,
demektedirler. İkincisi, Seb'iyye; Eshâb-ı kirâmdan birkaçından başkası zâlim,
kâfir oldu demektedirler. Bunlar, sebbetmekte (söğüyor), kötülemektedirler.
Üçüncüsü Gulât; Hz. Ali tanrıdır demektedirler. Seb’iyye ve Nusayriyye
fırkaları da böyledir. İbâdet etmemektedirler.[6]
Develioğlu’na göre Nusayrilik; Nusayr’e mensup, Yezidiliğin bir kolu olan,
Nusayr’in mezhebinde olan[7] şeklinde tanımlanırken,
Nusayr’e mensup onun tarikatında olan,[8]
Bir Bâtıni tarikatı[9] şeklindeki tanımlamalara da
rastlanmaktadır.
Diğer bir
görüşe göre ise de Nusayrilik “İslamiyet içinde, Batıni görüşe dayalı bir
akidedir.”[10] Nusayri, Muhammed bin
Nusayr’in yandaşlarına, onun ilim ve içtihadını taklit eden ve uygulayan
cemaate verilen bir isimdir.[11] Mullaoğlu’na göre ise, Nusayri
kavramı “yardımcı” anlamına gelmektedir.[12]
En yaygın
olarak kabul edilen görüşe göre ise; Nusayri kelimesi Nusayra dağından
gelmektedir. Hz. Ömer’in Suriye’yi fethi sırasında İslam orduları zor duruma
düştüğünde Ensar’dan 450 mücahid sayesinde ordu başarılı olmuştur. Bu küçük
kuvvete “Nusayra” (küçük yardım) denilmiştir. Cihadın kurallarından biri,
fethedilen toprakların fetheden orduya verilmesidir. Nusayra grubunun aldığı
topraklara Nusayra Dağı denildi. Burası, Hulu Dağı’yla şimdiki Ümraniye
bucağının bir kısmından oluşmaktadır. Sonradan bu ad, Lübnan Dağı’ndan
Antakya’ya kadar, Nusayrilerin yaşadığı bütün dağların özel adı olmuştur.
Buraya yerleşen Ensarın, Nusayrilerin ataları olduğu düşünülmektedir.[13] Nusayri sözcüğünün kökeniyle
ilgili Massignon beş temel fikir öne sürmektedir. “1) Latince “Nazerini”
kelimesinin bozulmuş şekli, 2) Kufe yakınlarındaki Naşuraya köyü, 3) Hıristiyan
Naşrani kelimesi, 4) Şii şehitlerinden biri olan Nusayri, 5) Nusayriliğin de
kurucusu sayılan Muhammed bin Nusayri ismi.”[14]
Massignon’a göre en güçlü ihtimal son maddedir. Yani birçok düşünürün de kabul
ettiği gibi mezhep ismini kurucusundan almıştır. Et- Tavil’e göre de en güçlü
olasılık Nusayra dağlarıdır.
Nusayrilik
mezhebinin kurucusu ibn Nusayr olmasına rağmen Nusayriliğin asıl kurucusu yani
inancın tanınmasını ve yayılmasını sağlayan Hamdan el- Hasibi’dir. Hamdan el-
Hasibi, ibn- Nusayr’a ait bilgileri daha da geliştirmiştir. Geliştirmiş olduğu
bu bilgileri Kitab-ül Mecmu’da yazarak mezhebin devamlılığını sağlamıştır.
Hamdan el- Hasibi Nusayriliğin geniş kitleler tarafından benimsenmesinde ve
belli bir sistematiğe oturtulmasında oynadığı rol itibariyle, Nusayriliğin en
önemli simalarından biridir.[15]
İkamet ettiği
Mısır’dan ayrılarak Cenbula’ya (İran’da bir kent) giden ve orada ibn Nusayr’in
ikinci halefi Cenbulani’den başkanlığı devralan Hasibi, bu tarihten itibaren
inancın başkanlığını yapmış, daha sonra yerleştiği Halep’teki Hamdani
devletinin himayesinde yaşarken biri Muhammed Ali el- Cilli başkanlığında
Halep’te, diğeri Ali el-Cisri önderliğinde Bağdat’ta olmak üzere Nusayrilere
iki merkez kurmuştur. Hülagü’nün Bağdat’ı işgali üzerine Bağdat merkezi yok
olmuş, Halep merkezi ise Lazkiye’ye kaydırılarak başkanlığına Et- Teberani
getirilmiştir. Teberani, Nusayrilik tarihindeki önemli simalardan bir
diğeridir: Çünkü onun döneminde (XI.yüzyılda) Nusayri inancı Halep’ten Adana’ya
kadar uzanan kıyı şeridi ve bu şeridin doğusundaki kırsal alanda yaygın bir
inanç haline gelmiştir. Teberani, 11. yy ortaları boyunca, bölgedeki Bizans
egemenliğinin sağladığı uygun koşullardan da yararlanarak, Lazkiye ve
Antakya’nın kırsal kesimdeki önemli bir nüfusa Nusayri inancını benimsetmiştir.
Ayrıca Teberani, selefi olan Hasibi gibi önemli dini metinler kaleme almıştır.
Bu metinlerden en önemlisi, günümüzde de tüm Nusayri erkeklerinin ezbere
bildikleri, yani ezberlemek zorunda oldukları Kitab-ul Mecmu’dur.[16]
Nusayrilik;
Arap soyundan geldiklerine inanan, Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya
mihverinde yaşayan ve aynı şekilde Suriye, Lübnan ve başka coğrafyalarla
bağları bulunan bir grup insanın İslami inançları, akideleridir.[17] Nusayriler, Hatay il merkezi
olan Antakya, Samandağ ve kısmen Adana, Mersin, Tarsus ve İskenderun’da
yaşamaktadırlar.[18] Nusayriler daha çok
Asi Nehrinin batısında (eski Lazkiye Livası) yaşamaktadırlar. Hama, Humus,
İskenderun, Antakya, Adana, Tarsus ve Nablus’un kuzeyinde de Nusayriler yoğun
olarak yaşamaktadırlar. İnanışları ve davranışları göz önüne alındığında,
Nusayrîliğin bölgedeki eski dinler ve inanışlardan, totemcilikten Sâbiliğe,
Musevilik, Hıristiyanlık ve ilkel inanışlardan Müslümanlığa kadar bir dizi
inançtan etkilendiği ve bunları Bâtınîlik perdesi ile örttüğü ortadadır.
Günümüzde Nusayrîler azınlık olarak Filistin’de, Suriye’de, Türkiye’de ise;
Tarsus, İskenderun, Antakya ve Adana’da yaşamaktadırlar.[19]
Bu noktada Nusayri toplumu tarihsel süreçte bölgede yaşayan diğer etnik
unsurlarla yakın ilişki ve etkileşim içerisinde olmuşlardır. Bu etkileşim
Nusayriler ile ilgili yapılan yorumları da çeşitlendirmiştir. Dürzîlerle
Yezidiler gibi zahiren Müslüman oldukları halde onlar gibi ayrı bir mezhebe
tabidirler” görüşü de bu etkileşimin bir sonucudur.[20]
Nusayriliğin
tarihçesinde olduğu gibi, etnik kökenleri konusunda da değişik görüşler
mevcuttur. Kimileri Alevilerin Arap soyuna bağlı olduklarını savunurken
kimileri de onların Türk olduklarını savunurlar. Önder’e göre; Esasen, Türkiye
Nusayrileri’nin büyük çoğunluğu asli kökenleri itibariyle Türkmendir. Bu birçok
yerli ve yabancı bilim adamı tarafından Halep Salnameleri’ne, Antakya Kilisesi
kayıtlarına, Mesudi, Taberi, ibn-i Havkal, ibn-i Batuta, Tarsusi gibi Arap
tarihçilerinin eserlerine, Selçuklu ve Bizans kaynaklarına, antropolojik
verilere dayanmaktadır.[21] Türk’e göre ise; Sadece siyasi
donanımlı bazı Nusayri aydınları Nusayri kelimesinin kendilerini
tanımlamadığını, kendilerine Alevi denmesinin daha doğru olduğunu ve etnik
kökenlerinin ise Eti Türklerine dayandığını belirtmektedir.[22]
Hatay’da
yaşayan, Nusayrilik hakkında yazan Nusayri din adamları ve Nusayri şeyhleri
kendilerini Arap Alevi olarak tanımlamaktadır. Akdeniz bölgesinin sakinleri
olan Nusayriler, Lübnan, Suriye ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Aynı dili
konuşmakta, aynı inancı paylaşmaktadırlar ve Arap etnik kökenlidirler.
Türkiye’de yaşayan Nusayrilerin Eti Türkü olduğu ve Suriye’dekilerden farklı
bir etnik yapıda oldukları düşüncelerinin tümü dayanaksızdır. Halk arasında
Nusayri terimi çok fazla bilinmemekle beraber, bu terim kullanılmamaktadır.
Nusayri toplumu kendini çoğunlukla “Arap Alevi” olarak tanımlamaktadır. Bugün
Alevilik denince anlaşılması gereken, inançtan çok bir yaşama kuralı, yaşayış
biçimidir.[23] Öncelikli olarak Alevi
olduklarını vurgulayan Nusayri halkı ardından Arap etnik kökenine bağlı
olduklarını vurgulamaktadırlar. Nusayrilik ile ilgili yazılmış olan birçok eser
de Nusayri halkının Arap etnik kökenine bağlı olduğunu teyit etmektedir. Birçok
araştırmacı tarafından çok önemli bir kaynak olarak kabul edilen, et-Tavil’in
yazmış olduğu kitapta da Nusayrilerin Arap oldukları vurgulanmaktadır. Bu
noktada halk, düşünürler ve bir takım Nusayri siyasetçiler arasında görüş
ayrılıklarının olduğunu söyleyebiliriz. Nusayri toplumu için kullanılan diğer
bir tanımlama ise “Arap Uşağı”dır.[24]
[25] Arap uşağı tabiri Nusayri
halkı tarafından aşağılanma tabiri olarak kabul edildiğinden halk arasında
kabul görmemektedir. Aynı şekilde toprağı işleyen anlamında kullanılan
“Fellahü’l- Ard” veya “Fellah” tabiri de Nusayri toplumu tarafından aşağılayıcı
bir tabir olarak kabul edilmektedir. 23
Nusayriler Arap
toplumuna dâhil olmaları dolayısıyla geçmişten günümüze, günlük hayatta Arapça
konuşmaktadırlar. Evde genellikle Arapça konuşan Nusayriler, dışarıda Arapça ve
Türkçeyi birlikte konuşmaktadırlar. Nusayrilerin gündelik hayatının birçok
alanında inançsal ve dilsel özellikler etkili olmaktadır. Genç kuşaklar
arasında inançsal özelliklere ve Arapça kullanımına ilgi, gün geçtikçe
azalmasına rağmen, Nusayriler yaşadıkları coğrafyanın özgün bir öğesi olarak
varlıklarını devam ettirmektedirler.[26]
Nusayriler
tarih boyunca sırasıyla Selçuklu, Haçlı, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı hâkimiyeti
altında yaşamışlardır. Osmanlı hâkimiyeti altında, Yavuz Sultan Selim döneminde
yoğun baskılara maruz kalarak yaşadıkları, birçok kaynakta belirtilmektedir.
Özellikle Nusayriler arasında sıkça anlatılan ve Osmanlı padişahı Yavuz Sultan
Selim döneminde onun emriyle yapıldığı söylenen ‘Halep Katliamı’ bu bilincin
oluşmasında en başta etkili olan tarihi olaydır.[27]
Bu imparatorluğun içinde hiçbir şekilde millet statüsü verilmeyen, resmen ayrı
inanç sahibi olarak görülmeyen ama pratikte ve hatta Müslüman bilginler
arasında tamamen ayrı gibi mütalaa edilen gruplar da vardı. Antakya ve
Lazkiye’de yaşayan, Nusayri dediğimiz grup bunlardan biridir.[28] Osmanlı Devletinde Antakya ve
çevresinde Nusayrilik ve Nusayriler devletçe bilinen bir gerçek olmakla
birlikte, bu cemaat İslam cemaatine mensup olduğundan 19. yy sonlarına kadar
bunların ayrı düşünülmesi kimsenin aklından geçmemiş, dolayısıyla hiçbir nüfus
istatistiğinde ayrı grup olarak gösterilmemişti.[29]
“Osmanlı’nın yıkılmasının ardından 1920’lerde Lazkiye, Antakya ve İskenderun’u
kapsayan, Nusayrilerin yoğun olarak yaşadığı bölgede Fransızların desteği ile
Lazkiye merkezli bir devlet kurulmuştur. Daha sonra kuzeyi Türkiye’nin
denetimine, güney kısmı ise Suriye denetimi altına giren bu devlet, 1940 yılına
gelindiğinde ortadan kalkmıştır.”[30] 23 Temmuz 1939’da Hatay’ın
Türkiye’ye katılmasıyla bu bölgedeki Nusayriler siyasi alanda neredeyse etkisiz
bir topluluk haline gelirken bu tarihlerde Suriye’de yaşayan Nusayriler, Suriye
politikasının kilidi haline gelmişlerdir. 1970’lerden itibaren Suriye’yi
yöneten Esad ailesinin Nusayri olması bunu açıkça göstermektedir.
Andrews’e göre
Nusayrilik esoteric (Batini) bir inanıştır.[31]
Nusayrilik genel olarak Şiiliğin bir kolu olarak kabul edilmektedir.[32] Şiiliğin Bâtıni özlere
bağlılığından kaynaklı olarak Nusayrilik de, Bâtıni öze bağlı kalmıştır. “Arap
Alevilerinin inanç sistemleri Nusayri
akidesine
dayanmaktadır. Nusayri akidesi “ayn- mim- sin” harflerinde sembolleşen sır
kurumu olup, ehlibeyte bağlılık ve reenkarnasyon inancına dayanan ‘Batıni’bir
öğretidir. Her şeyin bir görünüşü bir de gizli tarafı olduğunu öne süren
Batınilik, İslam’da önemli bir yere sahiptir. Bâtıniliği esas alan Arap
Aleviler kendilerini İslam toplumunun bir parçası olarak görmektedirler.[33]
Nusayriliğin
teolojisi tamamen Batıni akımın esasları üzerine inşa edilmiş ve diğer Şii
akımların ana özellikleri ile harmanlanarak yeni bir inanç sistemi
oluşturulmuştur. Örneğin batınilikte yaygın olan yedinci imamdan sonra
imamlığın babadan oğula, günümüze kadar devam ettiği fikrine karşılık, yerine
Nusayrilikte, Şii İmamiyesinin yani on iki imamın kabulü söz konusudur. [34] Nusayriliğin görüşleri,
İslam’dan kaynaklanmakla beraber, Bâtıni tevillere dayalıdır. “Kur-an’ın biçime
bağlı kalınarak açıklanması tefsirdir. Tevil ise bu açıklamanın özünü
göstermektedir. Tefsir, şeriata bağlıyken, tevil hakikati gösterir. Dolayısıyla
tefsir zahirin, tevil batının karşılığıdır.”[35]
Nusayriler, Bâtıni inançlarının bir parçası olarak gerekli gördükleri
zamanlarda kimliklerini saklamaktadırlar. Nusayriler kimliklerini inkâr
ettiklerinde herhangi bir huzursuzluk yaşamazlar.[36]
Çünkü inançlarının temelini Takiyye oluşturur. Takiyye ise; zorlama ve tehdit
altında dini yükümlülüklerin yabancılardan saklanmasıdır. Nusayri mezhebinden
olanların inanışları Şii mezhebinin öteki kollarının inançlarına ve esaslarına
bazı bakımlardan benzemektedirler. Önemli ayrılıklar; yaratılış, kıyamet, vahiy
ve akide gibi görüşlerde ortaya çıkar.
Nusayri
inancının bir diğer özelliği de Hz. Ali inancıdır. Nusayrilere göre Hz. Ali,
Allah’ın cisimleşmiş halidir. Hz. Ali batında (görünmeyen) Allah, zahirde
(görünen) insandır. Ancak Hz. Ali’ye insani vasıflar atfetmek mezhepte günah
olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda Hz. Ali çok cesur ve kahraman bir zat
olduğundan: “esedullah” yani Allahın aslanı lakabı ile anılırdı.[37] Bu da Hz. Ali’ye güç kudret
gibi üstünlük bildiren vasıfların katılmasına sebep olmuştur. Aynı paraleldeki
başka bir görüşe göre ise; Nusayri öğretisinin temelini Hz. Ali’nin tanrılığı
düşüncesi oluşturmaktadır. Buna göre Hz. Ali görünüşte imam, gerçekte ise
tanrıdır ve kendi nurundan Hz. Muhammed’i yaratmıştır. Ali’nin tanrısal bir
varlık olduğunu ileri süren bu inancın çoktanrıcı dinlerden özellikle ilkçağ
İran- Hind inançlarından beslendiği, insanı, tanrılaştırma eğiliminden
anlaşılmaktadır.[38] Bu noktada Hıristiyanlıktaki
teslis inancı unutulmamalıdır. Tesliste de insana tanrılık vasfı katılmaktadır.
Bu bakımdan Nusayriliğin Hristiyanlıktan da etkilendiğini söyleyebiliriz.
Nusayri mezhebinde bulunanların da katıldığı bir diğer görüşe göre ise; Hz.
Ali’nin ilah kabul edilmesi beşerin ilah yerine konulmasından çok, aşkın bir
ilahın beşere hulul etmesi anlamına gelir. Nusayriliğe göre tanrı daha önce
altı kez beşer olarak dünyaya inmiş, yedincisi Hz. Muhammed döneminde Hz.
Ali’de tezahür etmiştir.”[39]
Nusayriler Hz.
Ali’nin çeşitli sözlerine ve faziletlerine dayanarak da Hz. Ali’ye tanrılık
vasfı yüklemişlerdir. Aynı zamanda Hz. Muhammed’in de Hz. Ali’yi yücelten
hadisleri Nusayri halkının Hz. Ali’ye ulûhiyet katmalarına neden olmuştur. Bu
Hadislerden bazıları şu şekildedir.
“ İki ağırlık
hadisi: Peygamber, ashabına ‘ben çağrılmak ve gitmek üzereyim. Size iki ağırlık
bırakıyorum. Rabbimiz Allahın kitabı ve ailem ehlibeytim. Benim adıma onları
nasıl koruyacağınızı düşünün!’
Ali bendendir,
ben Ali’denim ve O her müminin velisidir.
Ali b. Ebu
Talib dinin kapısıdır, oradan giren mümin, çıkan kâfirdir.
Kur’an
Ali’yledir, Ali Kuran’la; ayrılmazlar.”[40]
Hz. Ali’nin
faziletlerinden biri de yaygın olarak inanılan “Hz. Ali’nin kendi cenazesinde
cenazeyi yıkayanın Ali, tabuttakinin Ali ve deveyi çekenin Ali”[41] [42]
olduğuna olan inançtır.
Nusayri inanç
sisteminde diğer bir önemli nokta da namaz (sala)’dır. Sünni namazından oldukça
farklı bir şekilde yerine getirilen bu ibadet zikir maiyetindedir. Namaz,
Caferi mezhebine uygun şekilde ve uygun görülen her yerde gizli (batıni) olarak
kılınmaktadır. Bâtıni namaz, Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin Hira dağındaki
mağarada, gizli- sessiz yaptıkları Allah’ı zikir ve tesbihtir.40 Şeyhlerin kıldırdığı Nusayri
namazlarında kadınlar bulunmaz. Yalnızca Nusayri erkekleri namazı bilmekte ve
kılmaktadırlar. Başka mezheplerden olanlara da bu namazı anlatmak günah ve
yasaktır. Sonsuza kadar gizli kalacaktır. Hatta kadınların erkeklerin namaz
için gerekli olan duaları kaydettikleri namaz-dua defterlerini görmesi bile
yasaktır. Nusayrilik inancına göre kadınların namazın bulunduğu deftere bakması
ve dokunması günahtır. Nusayri kadınları, bu defteri okuyan kadınların
gözlerinin görmeyeceğine, kulaklarının duymayacağına ve dillerinin lal
olacağına inanırlar. “Arap Aleviler, kadınları ve rüşdü gelmemiş çocukları
namazlardan muaf tutmuşlardır.”[43]
Nusayrilerde
oldukça önemli bir dini görev de türbeleri ziyaret etmektir. Türbeler
“nurların” yağdığı yerler olarak değerlendirildiğinden çok önemlidir. Türbeler
Hz. Hızır (a.s.)’ın (Hızır türbeleri) veya dini açıdan önemli kişilerin
mezarları olarak karşımıza çıkmaktadır. (Şeyh Yusuf el-Hekim, Şeyh Dahir, Şeyh
Abdulrezzak, Şeyh Kasım, Şeyh Ğrabe, Şeyh Hasan... vb Hemen hemen her Nusayri
mahallesinde türbe bulunmaktadır. Buralar çok önemli ibadet yerleri
durumundadır. Türbeler bir inanç külliyesi konumundadır. Buralar birer inanç
yeri olmaları dışında bayram ve adakların yapıldığı yer, odalar, mutfak ve
toplum içi yardımlaşmanın sağlandığı merkezler durumundadır. Ayrıca,
Nusayrilerde, türbe ziyaretleri eski bir gelenek olup, İslami inançlar
doğrultusunda yapılmakta ve Ehl-i Beyt İmamlarından bugüne kadar büyük bir önem
arzederek sürmektedir.[44]
Nusayrilerde
ölüm de oldukça farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Cenazenin yıkanması,
kefenlenmesi, gömülmesi İslami çerçevede yapılmaktadır. Ancak farklılıklar
ölümden sonra ruhun akibetinin ne olacağı durumu konusunda başlamaktadır.
Nusayriler ruhun yeniden döneceğine inanmaktadırlar. Bu inanca reenkarnasyon
denilmektedir. İnsanın ölümden sonra yeni bir bedenle dünyaya gelmesi olayı
Nusayrilere göre yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Mezhebe göre ölüm ruhun
yok olması değil bir halden diğerine geçiş aşamasıdır. Bitkiler, hayvanlar ve
insanlar arasında bu yeni hale geçiş yaşanmaktadır. İnanca göre ölen bir
Nusayri’nin ruhu göğe çıkmakta, Nusayri olmayanların ruhuysa hayvan bedenlerine
girmektedir.[45] Nusayrilerde reenkarnasyon
inancı ruhun günahlara ve sevaplara göre cezalandırılması veya ödüllendirilmesi
şeklindedir. Günahkâr kimseler bitki veya hayvan olarak dünyaya gelmekle
cezalandırılmaktadır. Sevap işlemek ise; kişinin insan olarak dünyaya gelmesi
ile mükâfatlandırılmaktadır. Bu noktada Nusayrilerin günah ve sevaplarının
karşılığını cennet ve cehennemde değil dünyada aldığı görülmektedir.
İslamiyet’te bulunan ahiret inancı ile çelişen bu durum Nusayriler arasında söz
konusu edilmemektedir. Bu doğrultuda Nusayri halkı, cennet ve cehennem inancına
sahip olduklarını kabul ederken, aynı zamanda reenkarnasyona da
inanmaktadırlar. Bu durum ise toplum içerisinde dini akidelerden çok,
gelenekselleşmiş inanç sistemini geçerli kılmaktadır.
Nusayri
toplumunda bayramlar da çok önemli bir yere sahiptir.
“Nusayrilerde
her birinin bir anlamı olan birçok bayram vardır. Hatay Nusayrilerinde ulusal
bayramların dışında, yıl içinde kutlanmakta olan yüzden fazla bayram vardır.
Bunlar;
İslami bayramlar ve kutsal günler
Öteki inançlardan alınan bayramlar
Geleneksel bayramlar.” [46]
Bayramlar
kurban keserek davetlileri ağırlamak, namaz düzenlemek ve kurban etinden
yapılan yemeklerle fakirleri doyurmak şeklinde kutlanmaktadır. Bayramlar
Nusayri toplumunun kaynaşarak yardımlaşma ve dayanışma ruhunun geliştiği
günlerdir. Dini fonksiyonlara sahip olmayan Nusayri kadını bayramlarda bayram
hazırlığının yapılması aşamasında (temizlik, yemek yapımı, dağıtımı) oldukça
etkin bir biçimde çalışmaktadır. Nusayri kadınlarına göre geçmişten günümüze
kadar değişmeyen bir inanç olarak bayram hazırlığına katılmak bir ibadettir.
Nusayrilikte
yer alan ana esaslar özetle; Nusayrilerin kendilerini Arap Alevisi olarak
tanımladıkları, Ortadoğu kökenli bir halk oldukları ve Kitab-ul Mecmuya göre
ibadetlerini yerine getirdikleri şeklindedir. Ali’nin tanrısallaştırıldığı bu
inanç sistemi içerisinde Ali inancı değişmez, tartışılmaz bir inançtır.
İbadetlerini her yerde yapabilen Nusayriler için ziyaretler de ibadet
edilebilecek mekânlar olarak karşımıza çıkar. Reenkarnasyon inancına sahip
Nusayrilerde ölüm son değil başlangıçtır. Her ölüm yeni bir doğumun
habercisidir. Ayrıca Nusayri inanç sisteminde kadınların da dâhil olduğu
bayramlar kadınlar tarafından bir ibadet şekli olarak kabul edilmektedir.
NUSAYRİ İNANCINDA VE İBADETLERİNDE KADININ
YERİ
Gizliliğin
esas olduğu Nusayri toplumu birçok araştırmacının merak konusu olmuştur. Bu
inancın Nusayri kadınlarından saklanması ise ayrı bir araştırma konusudur.
Kadınların dini hayatın dışında tutulması ve toplumdan dışlanması birçok
insanın konu ile ilgili değerlendirmeler yapmasına sebep olmuştur. Bu
değerlendirmelerde toplum içerisinde bulunan tutuculardan, feministlere, siyasi
liderlerden, ataerkil düşünceyi savunan kimselere kadar herkesin farklı
düşünceleri söz konusudur. Ancak bu görüşler içerisinde nesnellik enderdir. [47] Bu noktada her düşünceden
insanın toplum içindeki kadın ile ilgili bir düşünceye sahip olduğunu
görebilmekteyiz. Bazı istisnalar hariç her uçtan insan için kadının varlığı
temelde güçsüzlüğü ortaya koymaktadır. Bu da kadının, toplumda olduğu gibi
birçok din ve mezhepte de ikinci planda yer almasına sebep olmuştur.
Nusayrilik
mezhebinde de kadının dini hayat içerisindeki konumu bu doğrultuda
şekillenmiştir. Namazın, yani Kitab-ul Mecmu’da bulunan surelerin, kadına
öğretilmemesi hususunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu dualar, Nusayrilerin teolojik
kaynağında kadının şeytandan yaratıldığı düşüncesi sebebiyle ve kültürel alan
içindeki biyolojik özelliğinden dolayı kadınlara öğretilmemektedir.[48] Bunların
değerlendirilmesi aşamasında, kişilerin konuyla ilgili bilgi vermekten
kaçındıkları görülmüştür. Bu durumun sebebi, mezhebin batıni bir özelliğe sahip
olmasıdır.
Batının sırrı
yalnızca ötekine karşı değil, yetişkin olmayan erkeklerin dışında Hz. Ali’nin
batın olduğunu bilmeyen herkese kapalıdır. ‘Yetişkin ve erkek’ olmak, Hz.
Ali’nin hem zahir hem de batın bilgisini bilmektir. Batının kapalılığı ve
gizliliği kadınları, kızları ve ergenlik çağına gelmemiş erkek çocukları
kapsamaktadır. Yani biyolojik olarak erkek ve kadın olmakla araya çekilen
sınır, zahir ve batın bilgiye sahip olup olmamaya işaret etmektedir.[49] Bazen erkek, biyolojik olarak
ergenlik çağına erişse de Nusayrilik öğretisini kavrayacak veya saklayabilecek
kapasitede görülmeyebilmektedir. Bu durumda dini bilgilerin bu şahsa
öğretilmesi ertelenebilir ve bu şahıs gerekli güveni sağlamadıkça bu bilgiler
öğretilmemektedir.
“Kadınların
Kitab-ul Mecmu’da bulunan duaları bilmemeleri, batın alanla olan
münasebetlerini ortadan kaldırmıştır. Nusayri inanç sisteminde kadın ve erkeğin
birlikte ibadet etmesi ve dini bilgilerin kadınlara öğretilmesi yasaklanmıştır.
Kadın dinsel ritüellerin içinde bulunsa da ibadetten muaf tutulmuştur.”[50] “Dini bilgiler genç erkeklere
‘amcalar’ aracılığıyla aktarılırken genç kızların böyle bir yükümlülüğü
bulunmaz”.[51] İnanca göre “her kim (kadın)
kutsal metinlere yani namaz surelerine bakacak olursa gözleri görmez, kulakları
duymaz, dili lal olur.”[52]
Nusayri
kadınlarına mezhebin sırlarının açıklanmamasıyla ilgili bazı yazarların
fikirleri şu şekildedir; “Nusayriler, kadınların ruhlarının olmadığına inanarak
şeytanların, insanların günahlarından; kadınların da şeytanların günahlarından
yaratılmış olduklarına inanmaktadırlar. Bundan dolayı ‘...onların dini olmaz’
diyerek kadınları dinden hariç tutmaktadırlar. Böylece kadınlar hor ve hakir
görülmeye layık, mezhebin sırlarının açıklanamayacağı adi yaratıklar” olarak
nitelendirilmektedir.[53]
“Şeytanlar
kadınlardandır. Kişi küfründe haddi aştığı zaman iblis olur ve dünyaya kadın
suretinde gelir. İnsanların günahlarından şeytanlar, şeytanların günahlarından
da kadınlar yaratılmıştır.”[54]
Bu düşüncelere
bakıldığında Nusayri kadınlarının yaradılışının temelinde günah ve şeytan
ikilemi görmektedir. Kimi yazarlar bunu Kitab-ul Mecmu’ya ve Nusayri din
adamlarının gizli tuttuğu sırlara dayandırsalar da toplum içinde bu fikir
kesinlikle reddedilmektedir.
Nusayri Şeyhi
İbrahim Kanadlı’ya göre; “Kadınlara öğretilmeyen tevhit felsefesidir. Tevhit
felsefesi çok ağırdır. Erkekler bile belli bir seviyeden önce o aşamaya
geçemez. Mükellefiyet açısından Allah hiç kimseye taşıyamayacağı yükü vermez.
Hayat misyonu olarak bu bilgilerin erkeğe verilmesi daha uygun görülmüştür.
Ancak bu, kadının dinsiz, inançsız bırakıldığı anlamına gelmemektedir. Çünkü;
İslam’da kadın neyse Arap Aleviliğinde de odur. Yani kadın zahiri olan namazı
kılmakla, ramazan ayında oruç tutmakla, İslam’ın şartlarını yerine getirmekle
mükelleftir. Tarikatta kadının adı geçmez, ancak mezhepte kadının hakları
vardır. Cahiliye döneminde kadının alınıp satılması, kız çocuklarının diri diri
gömülmesi, kız çocuklarının evlat olarak görülmemesi düşüncesine tarikat kesin
olarak karşı çıkmıştır.”[55]
Kitab-ul
Mecmu’da yer alan surelerin kadınlara öğretilmemesi hususunda diğer bir görüş
ise şudur; Alevilerin geçmişinde, Emevilerin ve Abbasilerin dışında iki büyük
zulüm ve baskı dönemi vardır. Bunlardan birincisi Haçlı Seferleri dönemi,
ikincisi ise Yavuz Sultan Selim dönemidir. Haçlı Seferleri döneminde doğunun
zenginliklerini sömürmeye gelen Avrupalılar, Nusayrilerin yoğun olarak
yaşadıkları coğrafyayı talan etmişlerdir. Yaklaşık iki yüz yıl süren bu talan
döneminde Nusayriler Antakya ve çevresine kadar çekilmişlerdir. Diğer bir baskı
dönemi olarak kabul edilen Yavuz Sultan Selim döneminde art arda çıkan
fetvaların ardından tüm Anadolu’da olduğu gibi, Nusayriler üzerinde de ciddi
baskılar uygulanmıştır. Bu baskıların ardından Nusayriler ibadetlerini gizli
yapmaya başlamışlardır ve bu gizlilik sonucunda mezhep tamamen batın hale
dönüştürülmüştür.[56] Baskıların meydana getirdiği
bu gizlilik neticesinde dini örgütlenme yalnızca erkekler arasında
uygulanmıştır. Nusayri olmayan birinin bir kadını konuşturarak dini ifşa
ettirmesi mümkün kabul edildiğinden, mezhep kadına öğretilmemiştir. Aynı
zamanda kadının Nusayri olmayan bir erkekle evlenmesi durumunda mezhepten
çıktığı kabul edildiğinden, evleneceği insana durumu ifşa edebileceği düşüncesi
kadınlara dini bilgilerin verilmesini yasaklamıştır.
Kadının adet
görmesi, doğurgan olması da kadının mezhep dışında tutulmasına etki eden diğer
bir faktördür. Nusayrilikte regl dönemindeki kadının kirli (vısha) olduğuna
inanılmaktadır. Bu kirlilik tam olarak yedi gün sürmektedir. Yedinci günün
sonunda, güneş batımından önce, kadının şehadetlenme duasını (gusül) ederek
tamamen yıkanması gerekmektedir. Böylece kadın yeniden normal yaşantısına
dönebilmektedir. Regl dönemi yedinci günü aşarsa şehadetlenme tek sayılı
günlerde (9,11,13) gerçekleştirilir. Bu dönemi normal yaşantıdan ayıran faktör,
kadının her türlü dini vecibeden uzak kalmasıdır. Yani; regl döneminde olan
kadın ziyaretlere giremez, Kuran-ı Kerim’e dokunamaz, bayram hazırlığına yardım
edemez, sure okuyamaz, buhurlanamaz. Kısacası kadın bu süre içinde dini hayatın
dışında kalmaktadır. Aynı durum kadının doğum yapmış bir kadına dokunması
halinde veya doğum yapması halinde kırk gündür. Yeni evli bir kadın da bu dini
vecibeleri yerine
getirebilmek
için 40 gün beklemek zorundadır. Bu doğrultuda hayatının büyük bir bölümünü bu
şekilde yaşayan kadına din öğretilmemektedir. [57]
“Nusayrilikte
inanç ilkelerini öğrenme hakkına sahip olanlar yalnızca erkekler olduğundan,
dine girmek için ilk kural erkek olmaktır.”[58]
Ayrıca “toplu ibadette kadın ve çocuklar gibi, gayri meşru yaşayan erkekler de
bulunmamaktadır. Kadın ve çocuklara zahiri bilgilerin verilmesi yeterli
görülür. Kadın ve çocuklar, zor karşısında çözülebilir ve kadın bir başkasıyla
nikâhlandığında sırrı aktarabilmektedir.”[59]
Mezhebe, on sekiz yaşını doldurmuş olan erkekler bir törenle girmektedirler.
Mezhebin bir alt tabakası (avam), bir de havas (seçkinler) denen üst tabakası
vardır. Alt tabakadakilerin bu üst tabakaya geçişleri, uzun sınavlar, soru ve
cevaplarla olmaktadır. Kadınlar bu tabakaya geçememektedirler. Dine giriş
töreninin ardından adaya, öğrendiği bilgileri kadınlara, çocuklara ve Nusayri
olmayanlara aktarmayacağı hususunda, şahitler huzurunda yeminler
ettirilmektedir. Bu noktada kadın- erkek farkı kesin olarak kendini
göstermektedir. Kadınların büyük çoğunluğu bu durumu sorgulamamaktadır. Bunu
sorgulayanlara ise yapılan açıklamalar genel olarak aynıdır: Kadının namazı
öğrenmesi durumunda mezhebin Batıni özelliğini kaybedeceği korkusu kadınlara
namazın öğretilmesini engeller şeklindedir.
Nusayri
kadınlarının inanç sistemi içerisinde yükümlülükleri değerlendirildiğinde,
kadının herhangi bir sorumluluğunun olmadığı görülmektedir. Mezhebe göre
“evlenene kadar baba, evlendikten sonra da koca Nusayri kadınının yerine ibadet
etmektedir”.[60] Bu durum bize ataerkil toplum
yapısının Nusayrilerde ne kadar etkin olduğunu göstermektedir. “Nusayri kadını
yalnızca ahlaki kurallara uyup uymadığı noktalarda ahirette hesap verecektir.
Buna göre Arap Alevi kadınının yapması gerekenler; ziyaretlere giderek ibadet
etmek, dua okumak, iffetini korumak, toplumun değerlerine sahip çıkmak, çocuklarını
Alevi olarak yetiştirmektir.”[61]
Genç kızlar,
adet görmeye başladıkları zaman kısa bir eğitim görürler. Annenin dışındaki
yaşlı bir kadın, genç kıza boy abdestinin nasıl alınacağını ve abdest alırken
okunacak duayı öğretmektedir. Bayram ve adaklarda görevli olan kadınların,
öğretilen bu duayı (bkz.s.33-34) okuyarak abdest almaları zorunludur.
Kadınların yıkanırken aldıkları abdeste halk arasında şehadetlenme
denilmektedir. Şehadetlenme, oldukça teferruatlı bir duanın okunması ile
gerçekleşir. Bu duayı bilmek her Nusayri kadın için bir zorunluluktur. Bunun
dışında kadınlar dini uygulamaların tamamen dışında tutulmaktadırlar. Bu
ibadetlerin dışında tutuldukları gibi, ibadetle ilgili ritüelin yapıldığı odaya
bile yaklaşamamaktadırlar. Sadece yemeklerin hazırlanmasında hizmet
etmektedirler. Hatta ritüelin yapıldığı odaya yakın olan kadınların
söylenenleri duymaması için kulaklarına pamuk tıkamaları söylenmektedir.[62] “Ellerini
şehadetlemeden kocaya ve çocuklara yemek pişirmek bile günahtır. Adet döneminde
eşin namaz kıldığı odaya girmek, oturmak ve orada bulunarak orayı kirletmek
günahtır. Bunları kendi kızlarına öğretmeyen anneler büyük günah işlemektedir.”[63]
Görüşülen Şeyh
Mehmet ...’a göre “zahir ve batın olan Arap Alevilikte batın olan namaz
erkeğindir, zahir olan namaz ise hem erkeğin hem de kadınındır. Kadınların bu
namazı kılma yükümlülükleri vardır.”[64]
Ancak bu düşünce Nusayrilerin genelinde kabul görmemektedir.
Nusayri
toplumu içerisinde kadın, namazın tamamen dışında tutulmaktadır. Bunun ana
sebebi ise dinin batın özelliğe sahip olmasıdır. Birçok batın din ve mezhepte
olduğu gibi akideler toplumun erkekleri tarafından öğrenilmektedir. Bâtıni
özellikten kaynaklı olarak da erkek kadından daha dirayetli kabul edilmekte ve
kadın dini bilgilerden uzak tutulmaktadır. Kadının mezhebi ifşa edebileceği,
kadının günahlardan yaratılmış olduğu, kadının kirli kabul edilmesi gibi
düşünceler kadınların dini öğrenmelerini engellemiştir. Mezhepte kadından
beklenen; kadının ahlakını koruması, iyi bir anne ve iyi bir eş olmasıdır. Dini
akideleri sorgulamaması, bunları öğrenmemesi ve bu konulara kayıtsız kalması da
kadından beklenen diğer özelliklerdir.
SOSYO-EKONOMİK HAYATTA NUSAYRİ KADINI
Kapalı bir
toplum yapısına sahip olan Nusayrilik mezhebinde, kadınlar geçmişten günümüze
büyük değişimler göstermişlerdir. Değişim, kadınların aile içerisindeki
yerinden konuştukları dile, siyasetten ekonomik faaliyetlere, kılık kıyafetten
evlilik aşamalarına kadar birçok alanda olmuştur.
Nusayri
kadınları dini akidelerin ve ekonomik yetersizliklerin etkisiyle sosyal hayatta
erkeğin gerisinde kalmaktadır. Aile içerisinde görülen ataerkil yapı, ailede
karar alma mekanizmasında erkeği daha etkin hale getirmiştir. Mezhebin ortaya
çıktığı dönemden 1960’lara kadar kadınların daha geri planda kaldığını
söyleyebilmekteyiz. 1960 sonrası okuma-yazma oranında görülen artış ve siyasi
hareketlerin toplumdaki etkinliği ile kadın karar alma sürecinde daha etkin bir
duruma gelmiştir.
Nusayrilikte,
kadınlar geçmişten günümüze kadar ana dilde Arapçayı konuşmaktadırlar. Evde
Arapça daha baskın bir şekilde konuşulurken, dışarıda daha çok Türkçe
konuşurlar. Günlük hayatta birbirleriyle Arapça konuşan Nusayri kadınları,
inanç sistemi içerisinde de ibadetlerini Arapça yapmaktadırlar. Kırsal alanda
etkinliğini sürdüren Arapça, kent yaşamı içerisinde yerini daha çok Türkçeye
bırakmıştır. Bu duruma etki eden faktörler de özellikle gençler arasında ortaya
çıkan bu durum modernleşme ve çağdaşlaşma özentisinin bir sonucudur. Görüşülen
gençlerin büyük bir çoğunluğu Türkçe konuşmayı modernlik, Arapça konuşmayı ise
geri kalmışlık olarak görmektedirler.
Nusayri
kadınlarının tarih boyunca siyasi bir düşünceye bağlı olup olmadıkları hakkında
herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak genel olarak tarihsel süreç
boyunca devleti Sünni İslam’ın savunucusu ve uygulayıcısı olarak gören
Nusayrilik mezhebi içerisinde, kadınların da fikirlerini mezhebe bağlı
değerlendirmek gerekmektedir. Günümüz Nusayri toplumunda genç kadınların
siyasete erkekler kadar yoğun bir şekilde ilgi duyduğu ve katıldığı
görülmektedir. Yaşlı kadın nüfusu ise erkeklere göre siyasete daha az ilgi
duymaktadır. Yaşlı kesimlerde oy verme kararlarında aile reisleri büyük rol
oynarken genç kesimde aileden bağımsız oy verme davranışına daha sık
rastlanılmaktadır.[65]
Özellikle
1960’lardan itibaren Nusayri toplumunda genç kadınlar, siyasete erkekler kadar
yoğun bir şekilde katılmışlardır. 1960’lardan günümüze gelinceye kadar Nusayri
kadınları arasında okuma-yazma oranının artması, yüksek öğrenim görme ve
ekonomik bağımsızlığın sağlanması ile birlikte siyasi tercih tamamen bağımsız
hale gelmiştir. Bu olgu içerisinde Nusayri halkının genelinin siyasi tercihinin
sol düşünceye yakın olduğu söylenebilmektedir. Bu düşünce yapısının
şekillenmesini de siyasi partiler ve dernekler sağlamaktadır.
Nusayri
kadınları geçmiş dönemlerde yoğun olarak ziraat ile uğraşmışlardır. Zirai
alanda erkekler ile birlikte çalışarak geçimlerini sağlamışlardır. Ziraatın en
önemli ekonomik uğraş olduğunu Arap Alevilerine “fellah” denilmesi kanıtlamaktadır.
Fellah; çiftçi, toprakla uğraşan insan anlamına gelmektedir. Günümüzde kadınlar
köy ve kent hayatı içerisinde farklı ekonomik faaliyetler içerisine girmiştir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de köy kadını zirai faaliyetler içinde
bulunmaktadır. Aile ekonomisine bu şekilde katkıda bulunan kadın toprağı ekip
biçmekte, hayvancılıkla uğraşmakta, hayvanın sütü ile de çeşitli yöresel
ürünler (peynir, çökelek, tuzlu yoğurt, süzme yoğurt, tereyağı...) elde
etmektedir.
Kent yaşamı
içerisinde üniversite eğitimi alan kadınlar daha çok kamusal alanda çalışarak
ev ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Bunun dışında, eğitim görmeyen kadınlar
ise kuaför, terzi, dikiş, nakış, pastane, lokanta, yorgan, ipek yapımı gibi
işlerde çalışarak ev ekonomisine katkıda bulunmaktadırlar.
Anadolu
kadınlarında olduğu gibi Nusayri kadınlarında da evlilik kutsal kabul
edilmektedir. Günümüzde evlilik ve eş seçiminde önemli değişimler söz
konusudur. Geçmiş zamanlarda eş seçiminde anne ve babanın kararının egemen
olduğu görülmektedir. Akraba evliliğinin yaygın olduğu bu toplumda evlilikler
Nusayri olmayan biriyle yapılmamaktadır. Bunun sebebi olarak Nusayri olmayan
biriyle yapılacak olan evliliğin, var olan farklılıklardan dolayı sorunlu
olacağı inancıdır. Aynı zamanda başka mezhepten biri ile evlenecek olan kızın
mezhepten çıkarılacağı kuralı da caydırıcı bir faktör olarak kendini
göstermektedir. Günümüzde bu düşünce kırsal alanda halen devam etmektedir.
Ancak şehirleşmenin yaygın olduğu bölgelerde kültürel seviyenin ve okuma-yazma
oranının artmasına bağlı olarak mezhep dışı evlilikler yapılmaya başlanmıştır.
Ancak bu durum Nusayriler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Aileler tarafından
her zaman Nusayri olan damat veya gelin adayı tercih edilmektedir.
Mezhepte kılık
kıyafet konusu da çok önemlidir. Nusayrilerde yakın dönemlere kadar kadınların
örtülü olduğu bilinmektedir. Mezhebe göre kadın örtünmelidir ve buna “setra”
denilmektedir. Geçmişte, saçın ön tarafını açık bırakacak şekilde ve üçgen
biçiminde takılan eşarp, el ve ayak bileğine kadar uzanan elbiseler Nusayri
kadınının kıyafet tarzını oluşturmaktaydı. Bu giyim tarzı kırsal kesimde
günümüzde de devam etmektedir. Yaşlı Nusayri kadınları kent yaşamı içerisinde
halen bu şekilde giyinmektedir.
Nusayri
Şeyhlerinden İbrahim Kanadlı’ya göre değerlendirilen ve Hz. Ali’ye ait olduğu
kabul edilen bir “hadiste” şöyle denilmektedir: (Nusayri Şeyhleri Hz. Ali’nin
sözlerini hadis olarak değerlendirmektedirler.) “Ahir zamanda, kıyamete yakın
öyle kadınlar zuhur edecek ki, başı açık, avret yerleri açık, çıplak
(müteberriced), dinin dışına çıkmış (mine’d-din hariced), fitneye dâhil olmuş
(fil-fiten dahilet), şehvete meyilli (mailetü’l-ilel şehvet), dünya
lezzetleriyle çılgına dönmüş (mesruğat ile’l-lizzet), haramı helal sayan
(müstehillet’il-el muharremet), onlara ki cehennem hazırdır (fiylin
cehennemü’l- halidat).” Suriye’de yaşayan Şeyh Kamil Hatim’e ait Kitab-el Hicab
adlı kitaptan elde edilen bu bilgiye göre mezhepte açık, yozlaşmış, kadını bir
meta haline getiren kıyafetler hoş karşılanmamaktadır. [66]
Nusayri halk
kültürü geçmişte geleneksel bir özellik taşımaktaydı. Kadınlar ve erkekler
tarafından korunan bu kültürel öğeler toplumun değişmeyen kuralları olarak çok
uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Ancak bu durum yerini, günümüzde çok açık
bir yozlaşmaya bırakmıştır. Halk kültüründe yer almayan ve yozlaşmış bir
görünüme sahip olan bu durum bugün kısmen çarpık ve geleneklerden uzak bir hale
gelmiştir. Genç nüfusun büyük bir bölümü müzikten- kılık kıyafete, örf ve
adetlerden, gelenek ve göreneklere ve daha birçok alana kadar eskiyi reddeden
ve kültürel değerlerin içini boşaltan bir yapıya bürünmüştür. Örneğin, Arap
müziğine ait birçok geleneksel türkü unutulmaya yüz tutmuş durumdadır.
Geleneksel kıyafetlere duyulan ilgi azalmıştır. Geleneksel kına geceleri yerini,
bekârlığa veda gecelerine bırakmıştır. Düğünler ise geleneklerden uzak, Avrupa
tarzı kutlamalar haline gelmiştir. Ancak kırsal alanda bu gelenekler günümüzde
de sürdürülmektedir.
Dini alanda
kapalı (Batıni) bir toplum yapısına sahip olan Nusayrilik, toplumlar arası
ilişkilerde daha açık bir görünüm sergilemektedir. Medeniyetlerin bir arada
yaşadığı coğrafya olan Hatay’da toplumlar arası diyalogun gelişmiş olduğu
bilinmektedir. Nusayri kadınları geçmişten günümüze bölgede yaşayan Hıristiyan,
Yahudi ve Sünni kadınlarla iletişimini korumuştur. Özellikle komşuluk
ilişkileri bazında Nusayri kadınlarının bütün toplumlar ile yakın ilişki
kurduğu söylenebilmektedir. Etkileşimin yoğunluğu en fazla Hıristiyanlar ile
yaşanmaktadır. Hıristiyanların yanında çalışan, baskı dönemlerinde
Hıristiyanlar tarafından korunan Nusayriler bu topluma oldukça yakın
davranmaktadır. Komşuluk ilişkilerini saygı ve sevgi çerçevesinde sürdüren bu
iki toplumun kadınları birçok alanda bir araya gelmektedir.
NUSAYRİ
KADINLARINDA EVLİLİK VE AŞAMALARI
Evlilik,
aileyi meydana getirecek olan bireylerin, tüm toplumca kabul edilmiş anlaşma
zemini olarak değerlendirilmektedir. Evlilik kurumunu düzenlememiş toplum
yoktur. Yani evlenme düzeni iki kişinin ne gibi şartlarda bir aile kurmak
amacıyla hayatlarını birleştireceklerini ve yine hangi şartlarda bu
birlikteliği ortadan kaldırabileceklerini göstermektedir. Evlenecek eşin seçimi
ve aralarında evlenme yasağı bulunan kişilerin sayısı bakımından da çeşitli
ihtimallere göre usuller, yasaklar ortaya çıkmıştır. Her toplum gibi Nusayriler
de bu sürece oldukça önem verir. Her toplum varlığını, bütünlüğünü sürdürmek
için evlilik düzenlemelerini kendi içinde gerçekleştirmeyi tercih eder.[67]
Nusayri
toplumu, inancın sürdürülmesinin en önemli yolu olarak evliliği görmektedir. Bu
yüzden endogamiye bağlı kalmışlardır. Diğer toplumlardan kız alıp verme olayına
karşı durmuşlardır. Kendi deyimleriyle 1000 yıldır ne dışarıdan kız almışlar ne
de dışarıya kız vermişlerdir.[68] “Antakya’da farklı
topluluklardan bireylerin evlenmesine çok sık rastlanılmamaktadır. Bu türden
evliliklerin hoş görülmemesinin en büyük sebebi din farklılığıdır. Antakya’da
yaşayan Nusayri kadınlar bu konuda erkeklere göre daha tutuculardır.”[69] Baskı dönemlerinin ardından
Nusayri toplumu, dini alanda olduğu gibi, evlilik alanında da kapalı bir toplum
yapısı haline gelmiştir. Buradaki amaç toplumun ve kültürün korunmasıdır.
Nusayriler,
cemaat dışından bir kızı, çok zor da olsa kabul etmektedirler. Ancak cemaat
dışına kız vermek kesinlikle kabul edilmemektedir. Nusayriler başka bir
toplumdan kız alınca cemaate yeni bir insan kazandırıldığı için kız almaya daha
sıcak baksalar da, bu durum yine de hoş karşılanmamaktadır. Nusayrilerde başka
toplumdan biriyle evlenen kızın dinden çıktığı inancı da dışarı kız verilmesini
engellemiştir. Nusayri olarak doğmanın koşulu, babanın Nusayri olmasıdır.
Ataerkil bir yapıya sahip olan Nusayrilerde bu durum değişmez bir kural olarak
kabul edilmektedir.
Nusayri
toplumunda genellikle akraba evliliği görülmektedir. “Akraba evliliği, farklı
cinsten kardeş çocuklarının evliliği (çapraz kuzen evliliği) ya da aynı cinsten
kardeşlerin çocuklarının evliliği (paralel kuzen evliliği) şeklinde
yapılmaktadır.”[70]
Nusayrilerde
eş, çoğunlukla görücü usulü seçilmektedir. Erkek tarafı kızı görüp beğenmekte
ve kız ailesinden istenmektedir. Kız tarafının da uygun görmesi ile evlilik
gerçekleşmektedir. Aynı kültürden olsa dahi farklı soydan bir aileye kız
veriliyorsa önce kızın amcalarının, halalarının, daha sonra anne tarafından en
yakın akrabaların rızası alınmaktadır. Fakat son 25-30 yıldır kızlara da bu
evliliği isteyip istemediği sorulmaktadır. Kız ile erkeğin birbirlerini önceden
görüp, tanıyarak ve ailelerin de rızası alınarak yapılan evlilikler
olabilmektedir. Duygusal bağla yapılan evlilikler de çoğunlukla cemaat
içerisinde olmaktadır. Eskiden istenen kızın verilmesi kararlaştırılsa da,
dünürün yedi kez kız babasının kapısını çalması lazımdır. Kız istemek için
vekil tayin edilmektedir. Söz kesildikten sonra kızın kardeşine “mekli” denilen
bir harçlık, ailesine de genelde altın niteliğinde “mehir” denilen başlık
yerine geçen bir ödenti verilmektedir. Mekli, kızın çeyizinin hazırlanması
aşamasında kullanılmaktadır. Artık Nusayri toplumu içerisinde mekli görünmese
de özellikle mehir varlığını sürdürmektedir.[71]
Nusayri
toplumunda evliliğin aşamaları oldukça teferruatlıdır. Söz kesimi-nişan, kına
ve düğün adetleri olarak sıralanan aşamaları şu şekilde açıklayabiliriz:
Söz Kesimi ve Nişan: “Aranılan özelliklere uygun bir
gelin adayı bulunduktan
sonra, kız
isteme aşamasına gelinir. Kızı istenen aile, büyüklerine danıştıktan sonra
karar verir. Eğer akrabalardan birinin oğlu kızla evlenmek isterse, öncelikle
akraba olan tercih edilir.” [72] Kız istenirken “sınt alla u
resulu bedna bıtkin le ibınna” (Allahın ve peygamberin adıyla kızınızı oğlumuza
istiyoruz) denilmektedir. Kız tarafı da “eza fiy kısme ehlen ve sehlen, eza e
fiy kısme alla yıbğatılkin mın ğeyr bab” (kısmet varsa hoş geldiniz, kısmet
yoksa Allah kısmetinizi başka kapıdan göndersin) denilir.[73]
Kız evi yaklaşık bir haftalık düşünme süresi istemekte ve bu sürenin sonunda
kızın verilip verilmeyeceği kararlaştırılmaktadır. Kızın verilmesi
kararlaştırılırsa damat tarafına haber verilmektedir. Gelin ve damat adayı aile
büyüklerinin elini öpmektedir. Söz kesmek için hazırlıklar başlamaktadır. Nişan
için anlaşma yapılmaktadır. Kimi aile rahat bir yaşam için ev isterken, kimi
aile altın istemektedir. ‘Çeyiz kesme’ geleneğine göre çarşıya çıkılmaktadır.
Havlu, elbise, altın, tatlı alınmaktadır. Bu aşamadaki bütün masraflar damat
tarafından karşılanmaktadır. Söz kesilmesi ile kızın bir aileye gelin olarak
verildiği herkese duyurulmuş olmaktadır. Söz kesme aşaması küçük bir kutlama
şeklinde yapılmaktadır. Bazen söz yüzüklerinin kuyumcuda takıldığı görülmektedir.
Önemli olan aşama söz kesiminden farklı olarak daha büyük yapılan nişan
aşamasıdır. Bir hafta arayla yapılan nişan, söz kesmeden daha büyüktür.
Genellikle eş, dost, akrabaların davet edildiği görülmektedir. Nişanın ertesi
günü kız tarafı evinde yemek vermektedir. Böylece nişan merasimi de icra
edilmiş olmaktadır.
Kına: Nusayri toplumunda diğer bir evlilik aşaması
da kına merasimidir.
Geleneksel
kına merasimleri günümüzde de devam etmektedir. Bu aşamanın başında kına
yoğrulmaktadır. Yoğrulan kına bir tepsiye dizilmektedir. Kına gecesi gelinin
evinde veya bir düğün salonunda yapılmaktadır. Geçmişte genellikle kız evinin
kapı önünde yapılan ve geleneklerin ağırlıklı olarak uygulandığı bu önemli
gece, günümüzde yerini daha modern, balo tarzı merasimlere bırakmıştır. Gelinin
avucuna konulan altının ardından gelinin eline kına yakılmaktadır. Önceleri
gelinin ellerine ve ayaklarına yakılan kına, günümüzde yalnızca avuç içine
yakılmaktadır. Kına damadın da serçe parmağına yakılmaktadır. Kına yakılması
işi için sorunsuz ve mutlu olan evli bir çift seçilmektedir. Bu çift genellikle
akrabalardan biridir. Nusayrilerde kına geceleri diğer Anadolu toplumlarının
aksine kadın- erkek bir arada yapılmaktadır. Düğün havasında geçen bu gecede
davul, zurna, saz, tef ve org gibi enstrümanlar çalınmaktadır.
“Kına
gecesinde yedi kız ve yedi erkeğin oluşturduğu kına grubu sahnenin çevresinde,
içinde kına olan tabaklarla dönerler. Bu tabaklara dikilen mumlar hoş bir
görüntü oluşturur. Daha sonra gelin ve damat ortaya alınır. Kına grubu ile
çiftetelli oynayıp Araplara özgü olan ve ‘depki’ denilen halay çekilir.”[74] Bu gelenek günümüzde de devam
ettirilmektedir.
Gelin ve
damada kına yakılırken ‘ha ha’ denilen maniler de okunmaktadır. Türkçeye
çevrilmesiyle, kafiyelerini kaybeden bu maniler genellikle yaşlılar tarafından
okunmaktadır. Her maninin ardından uzun uzun zılgıtlar çekilmektedir.
Bu manilerden bazılarını şu şekilde örnekleyebiliriz;
Ha ha basol bı kışşo
Ha ha ğınna u ğındkin
Ha ha ebiyhıb ğaris u ğarus
Ha ha ıy dal bele fiyyin
(Ha ha soğan sarımsak kabuğuyla
Ha ha bizde de var sizde de var
Ha ha gelini ve damadı sevmeyen
Ha ha onlarsız kalsın)
Ha ha hınta bı kışşo
Ha ha asfur bı ğişşo
Ha ha ebiyhıbba le kennitna
Ha ha ğızrail ey kışşo
(Ha ha buğday kabuğuyla
Ha ha kuş kafesinde
Ha ha gelinimizi sevmeyeni
Ha ha Azrail alsın yanına)
Ha ha ğinna rimmane ğintkin rimmane
Ha ha hamda u lıffane
Ha ha hlefna emniksira
Ha ha te yico
ğaris u ğarus mın sibane
(Ha ha biz de
de siz de de nar
Ha ha ekşidir
ekşitir
Ha ha yemin
ettik yarmayız
Ha ha gelinle
damat gelmeden uzaktan)
Ha ha inna
prasa inkin prasa
Ha ha kennitna
mın Bıhsasa
Ha ebi hıbba
le kennitna
Ha ha ibğatlo
tnaaş ırssasa
( Ha ha bizde
pırasa sizde pırasa
Ha ha
gelinimiz Bıhsasadan
Ha ha
gelinimizi sevmeyeni
Ha ha Allah
kurşuna getirsin)
Düğün: Nusayrilerin en çok eğlendiği ve geleneklerin
en çok uygulandığı
aşamadır.
Öncelikle gelinin evden çıkış aşaması vardır. Buna “tliğa” denilmektedir. Davul
zurna eşliğinde, evden gelinlikli olarak çıkan geline kapıda kırmızı kuşak
bağlanmaktadır. Kırmızı kuşak bekâretin simgesidir. Kuşak gelinin büyük erkek
kardeşi tarafından, eğer yoksa gelinin amcasının oğlu tarafından
bağlanımaktadır. Kuşak iki defa düğümlenmekte ve çözülmektedir. Üçüncü aşamada
düğüm çözülmeden bırakılmaktadır. Kapıda anne ve babasının elini öpen gelin,
kardeşleriyle de vedalaşmaktadır. Gelin erkek evine götürülürken zılgıtlar
çekilmektedir. Eskiden damat evinde verilen düğün yemekli yapılırken bu durum
yerini günümüzde modern salon düğünlerine bırakmıştır. Burada düğün davul ve
zurna ile başlamaktadır. Ardından gelin ve damat tarafının tüm misafirleri
eğlenmektedir. Düğünün sonunda takı töreni yapılmaktadır. Bu tören “şaboş”
denilerek başlamaktadır. Şaboş kim tarafından, ne takıldığının sesli bir
şekilde söylenmesi, duyurulmasıdır. Öncelikle damat tarafı geline verdiği
değeri simgelemek adına, geline altın takmaktadır. Ardından gelinin ailesi ve
misafirlerin de takılarını takması ile bu merasim sonlanmaktadır.
Düğün sonrası
sağdıçlar eşliğinde eve gidilmektedir. Sağdıçlar evli çiftlerden seçilirken,
kız ve erkek tarafını temsilen dört kişidir. Gelin eve girmeden önce buğday
(bereket için), şeker (mutluluk için) ve para (bolluk için) saçmaktadır. Buna
“saçı” denilmektedir. Saçı geleneği Orta Asya kökenli bir gelenektir. “Gelin evin
kapısından girerken kapının yanına hamur yapıştırılmaktadır. Hamurun üstüne de
çiçek yaprakları yapıştırılmaktadır. Kapıda bardak kırılmakta ve gelin eve
ancak öyle girebilmektedir.”73 Burada da amaç; gelinin evine hamur
gibi yapışması, yüzünde güller açması ve kötülüklerin dağılmasıdır. Eve
girerken sağdıçlardan birinin buhur yakması ile çift dünya evine girmiş
olmaktadır. Gerdek gecesinde kızın ailesinden seçilmiş ve evli olan sağdıçlar,
gelin ve damadın evinde kalmaktadır. Bekâretin simgesi olarak kabul edilen
kanlı çarşaf önce erkeğin ailesine gösterilmektedir. Daha sonra kızın ailesine
götürülmektedir. Kız bakire değilse, sağdıçların şahitliğinde baba evine geri
gönderilmektedir. Düğünün ertesi sabahı damat gelinin ailesinin evine tatlı
götürmektedir. Buna “isbahi” denilmektedir. Damat, gelinin anne ve babasının
elini öper ve yetiştirdikleri kızları için de teşekkür eder. Gelin ise yedi gün
boyunca evden çıkmamaktadır. Yedinci gün anne ve babasının evine yemeğe
götürülmektedir. Gelin, damat ve damadın ailesi, gelinin ailesine yemeğe
gitmekte ve yemek sonunda gelinin ailesi geline büyük bir hediye vermektedir.
Nusayri
kadınlarının genellikle akraba evliliği yaptıkları gerçeğinin yanında, akraba
dışı evliliklerde de bu gelenekler aynen uygulanmaktadır. Nusayri toplumunda
belediye nikâhının yanında dini nikâh da yapılmaktadır. Şeyhler tarafından
yapılan bu nikâhlara “akid” denilmektedir. Bu nikâh yalnızca ölümle
bozulmaktadır. Eşinden ayrılıp başka biriyle evlenen Nusayri kadını zina yapmış
sayılmaktadır. Ancak aynı durum erkek için söz konusu değildir. Erkek eğer
geçerli sebepleri varsa (kadının ahlaksızlık yapması veya kadının hastalanması)
mezhebe göre ikinci evliliği yapabilmektedir. Geçmişte boşanma olayı pek
görülmese de günümüzde boşanma olaylarında artış görülmektedir.
NUSAYRİ
KADINLARINDA DOĞUM ADETLERİ
Bütün
toplumlarda olduğu gibi, Nusayrilerde de doğum olayı kutlu bir olay olarak
kabul edilmektedir. Topluma yeni katılan bebek, mezhebe dâhil olan yeni bir
insan ve feodal çerçevede aileyi genişletecek bir birey olarak kabul
edildiğinden doğum oldukça önemlidir.
Nusayri
toplumunda dünyaya gelen bebek için çeşitli törenler yapılmaktadır. Doğum
anından itibaren sırasıyla, anne ve bebeğe uygulanacak olan gelenekler zinciri
söz konusudur. Öncelikle anne ve bebek için yedinci gün geleneği vardır.
“Yedinci günde evde genel bir temizlik yapılır. Anne ve bebek yıkanarak
şehadetlenir. Şehadetlenme sırasında “Eşhedü Enla İlahe İllallah. Eşhed ya
Nebiyna, ya Muhammed, ya Resulallah. Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber”
denilir. Bunun ardından şehadetlenme duasının okunmasıyla temizlenme
gerçekleşmiş olur. Annenin dokunduğu eşyalar için de aynı durum söz konusudur.
Eşyalar da aynı dualar edilerek temizlenir. Madden temizlenen bu eşyalar okunan
dua ile birlikte manen de temizlenmiş olur. (perdeler, halılar, koltuklar,
kıyafetler...)”[75]
Aynı şekilde
doğum ile birlikte anne ve bebek kırklı olmaktadır. Kırklı olmak kadını kırk
gün boyunca bütün dini ritüellerden uzak tutmaktadır. Ziyarete (türbeye)
girmek, Kur’an- ı Kerim’e dokunmak, buhurlanmak ve bayram hazırlığının
yapıldığı yere yaklaşmak kesinlikle yasaktır. Bu süre içerisinde anne ve bebeğe
dokunan kimseler de kırklı olmaktadırlar. Kırklı olan kadın, yeni doğum yaptığı
için nazar değeceği korkusuyla dışarı çıkmamaktadır. İnanca göre kırk gün
boyunca Azrail lohusanın koltuk altında gizlidir. Lohusalık dönemi kadınların
dikkatli olması gereken bir dönemdir. Bu yüzden kadının bu dönemde dışarı
çıkması hoş karşılanmamaktadır. Geçmişte bu kesin bir kural olarak uygulanmış
olsa da günümüzde lohusalar bu kuralı çok fazla uygulamamaktadırlar. Diğer bir
inanç da; iki kırklının aynı odaya girmesinin yasak olmasıdır. İnanca göre iki
kırklı birbirini basar, yani olumsuz etkilenir ve mutlaka birisine zarar
gelmektedir. Anne ve çocuğun yedinci günü bitip şehadetlenme gerçekleşene
kadar, çevrede regl döneminde olan bir kadının anne ve bebeğin bulunduğu odaya
girmesi yasaktır. Burada da adetli kadının, lohusayı basacağına inanılmaktadır.
Bu sebeple lohusa, kırkını çıkarana kadar başkasının evine girememektedir.
Bebeğe isim
koyma da oldukça önemlidir. İsmin geçmiş yıllarda, mutlaka Kur’an-ı Kerim’den
olma zorunluluğu vardı. Nusayriler bebeğe isim verirken buna çok dikkat
etmektedirler. Bugün de, kısmen de olsa bu kurala uyulmaktadır. Bulunan isim
bebeğin kulağına üç defa fısıldanmakta ve böylece bebek bir birey olarak ismini
almış olmaktadır. Ayrıca bebeğe aile büyüklerinin (dede-nine) isimlerini verme
geleneği de oldukça yaygındır. Bebek ismini aldıktan sonra çok fazla ağlıyorsa buna
iki yorum getirilmektedir;
Kur’an-ı Kerim’de bebeğin isminin bulunmaması veya bebeğin
yıldızının ismiyle tutmaması durumunda isim değiştirilmektedir. Şeyhlere göre
bebek, ailesine bu durumu ağlayarak haber vermektedir. (Nusayri inancında her
insanın bir yıldızının olduğuna inanılmaktadır. Buna göre yıldızlar insan
hayatında büyük bir etkiye sahiptir. Bebeğe verilen ismin de bu yüzden yıldızı
ile tutması gerekmektedir. Bebeğin yıldızıyla uyumlu olup olmadığına Kur’an-ı
Kerim’den bakılmaktadır.)
Reenkarnasyon inancına bağlı olarak, bebeğin önceki
yaşantısına ağladığı düşünülmektedir. Bebeğin önceki yaşamını kırk güne kadar
hissettiği ve eski ruhunun ölümüne ağladığına inanılmaktadır.
Nusayri
kadınları, yaygın olarak bebeğin reyhanlanması ve tuzlanması gerektiğine
inanmaktadır. Reyhan ağacı mezhepte kutsal kabul edilen bir ağaçtır. Bu ağacın
dallarının ve yapraklarının bereket, temizlik ve saflık taşıdığına
inanılmaktadır. Yapraklar yedi genç kız tarafından havanda dövülerek toz haline
getirilmektedir. Buna tuz karıştırılmakta ve bu karışım bebeğin tüm vücuduna
sürülmektedir. İnanca göre bebeğin, yaşamı boyunca temiz kalması sağlanmış
olmaktadır. Ayrıca bu karışımı döven yedi kızın da sevap kazandığına
inanılmaktadır. Anne doğum sonrası eve girmeden önce, geleneklere göre kapıda
kan akıtmak gerekmektedir. Burada amaç; anne ve bebeğin ruhlarının tanrı
tarafından bağışlanmasıdır.
Bu noktada
gelenek haline getirilmiş birçok inançtan bahsedilmiştir. Bu inançlar kimi
noktada bilimsel bir zemine oturtulmakta, kimi noktada da tamamen batıl inanç
olarak karşımıza çıkmaktadır Doğum, toplum için yeniden diriliş, yeni bir
hayata başlamak anlamına gelmektedir. Nusayri şeyhlerine göre, kadının doğuma
kadar işlemiş olduğu bütün günahlar doğumla birlikte silinmektedir. Bu da
Nusayrilikte doğumun kutsal bir olay olarak kabul edildiğini kanıtlamaktadır.
Aynı zamanda bu düşünce ataerkilliğin de bir tezahürüdür. Doğum adetlerinin
geleneklerle süslenmiş olması inanç noktasında geleneklere ne kadar bağlı
kalındığını da göstermektedir.
TEMİZLENME, ARINMA VE KADIN
İslam’ın diğer
mezheplerinde olduğu gibi, Nusayrilikte de bedenlerin temizliğine aşırı dikkat
gösterilmektedir. Bedene gösterilen aşırı dikkat, birbirine bağlantılı iki
kelimeyle ifade edilmektedir. Bunlardan birincisi olan taharet (temizlenme),
insan bedeninin görünen kirliliklerden kurtulmasıdır. İnsan bedeni gündelik
yaşam içinde (büyük ve küçük abdest, terleme, kusma, meni, kanama vb. sonucu)
devamlı bir biçimde kirlenmektedir. Kirliliğin yarattığı uygunsuzluk, inanç sisteminin
içinde yer alan kişilere bedenlerinin temizlenmesi gerektiğini emretmektedir.
Nusayri
toplumunda bu temizlenme yalnızca yıkanma şeklinde değildir. Dini hayatın
emrettiği şekilde kirlerden arınılmasıdır. Bedenin pislenmesinin ardından dua
ile arınma gerçekleşmez ise “kişiyi bastığı toprak bile kabul etmez” anlayışı
vardır.[76]
“Temizlenme
duası, buhur duasıyla birlikte, hem kadınlar hem de erkekler tarafından bilinen
dualardan biridir. Nusayri kadın ve erkekler bu duayı boy abdesti almak için
okurlar.”[77]
Bu duanın
okunuşu hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ‘irtimasi
gusül’ dür. Buna göre gusül (yıkanma) anında şöyle dua edilir.
“Eüzü bil’lehi
mine’ş şeytani’r-racim Bismillehirrahmanirahim.Allahümme inni eüzü bike
mine’r-ricsi ve’l-racei’si ve mine’l- habesi ve’l habe’isi ve
mine’ş-şeytanir’racim. Allahumme erfeğ ganni’l cenebeh ve tahhir cemiğ ceverihi
mine’l cenebeti ve tahhir kalbi ve akli min ehde Allah ve ehdee’d- din ve min
tisheti’rrahtıl- müfsidin ve etbehihim ile yevmid’din. Suhhere men ceğele’l
meğa tahuran ve’l- İslamen- nuran ve’l- Kuran’e- Kitaben ve Muhammeden beşiran
ve nezira. Eşhedu en la ilehe illallah ve eşhedü enna Muhemmed’en rasülalah.”[78] (Kovulmuş olan şeytanın
şerrinden Allaha sığınırım. Allahın adıyla. Allahım beni her türlü pislikten,
senin yolundan dönüşten, kötülükten ve şeytanın şerrinden koru. Allahım
kirliliği benden uzaklaştır ve vücudumu cenabet pisliğinden arındır, kalbimi
temiz kıl, aklımı senin yolunda ve dininin yolunda kıl ve beni dinden çıkaracak
olanlardan ayır ve günlerimizi dinin üzere kıl.)
Diğer bir
görüşe göre de temizlenme duası şu şekildedir.
“Elimi şu
akıcı suya uzattım.
Bu su
âlemlerin Rabbi tarafından kutsanmış ve tesbih edilmiştir.
Bu su
kutsanmış ve tesbih edilmiş sudur.
Bu, nebi Muhammed’in
suyudur.
Bu suyun bir
damlası bütün bir halkı temizler.
Sağ tarafıma
bir kap su döktüm ve Müminlerin Emiri Ali’ye tevekkül ettim.
Ey rabbim beni
sağ tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Sol tarafıma
bir kap su döktüm ve Aziz Cabbar’a tevekkül ettim.
Ey Rabbim beni
sol tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Arka tarafıma
bir kap su döktüm ve 14’e, 100’e ve 1000’e tevekkül ettim.
Ey Rabbim beni
arka tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Ön tarafıma
bir kap su döktüm ve Tireyya ve Teraziye tevekkül ettim.
Ey Rabbim beni
ön tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Başıma bir tas
su döktüm ve ayı başımın üzerinde dururken gördüm.
Ey Rabbim beni
başımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Ey Rabbim beni
her tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.
Bu dua
okunurken her bir satırdaki cümle söylendikten sonra vücudun o satırda
belirtilen tarafına bir tas su dökülmektedir. Bu duanın tamamı okunduktan ve
vücut tamamen temizlendikten sonra son olarak vücudun sağ tarafına bir kap su
dökülür ve Kelime-i Şehadet getirilir; ardından vücudun sol tarafına su
dökülür; başa 3 defa su dökülür ve her defasında Allah-u Ekber denir. Böylece
şehadetlenme (gusül) tamamlanmış olur.”78
Farz olan
gusüller 6’ya ayrılır.
Gusül;
tertibi, irtimasi ve ihtiyati olmak üzere üçe ayrılır. Tertibi gusülde önce
gusül niyetiyle baş ve boyun, sonra bedenin sağ tarafı, sonra sol tarafı ve
avret yeri yıkanmalıdır. İrtimasi gusül ise; bedenin tamamının suyun içine
girecek şekilde aşamalı olarak suya daldırılmasıdır. İhtiyati gusül ise bir
defa suya dalmaktır.[79] [80]
Temizlenme
sırasında okunan dualar, kadın ve erkeğe göre farklı anlamlar taşımaktadır.
Temizlenme (şehadetlenme) duası erkek için madden olduğu gibi manen de
temizlenmeyi gerçekleştirip, aynı zamanda batın alan ile olan ilişkisini
kurmaktadır. Yani erkek için temizlenme gerçekleşmiş olur. Kadın için de madden
ve manen temizlenmeyi sağlayan bu aşama, kadının zahir alan ile olan
bağlantısını kurmaktadır. Bu noktada da kadın Bâtıni alan ile bağlantı
kuramamaktadır.80
Nusayri
toplumunda, kız çocuklarına bu dualar, anneleri veya aileden başka kadınlar
tarafından öğretilmektedir. Bu duaların önemi üzerinde oldukça katı bir biçimde
durulmaktadır. Bu şekilde temizlenmeyen kadınlar, bayram hazırlığından,
türbelerden ve toplumdan dışlanmaktadırlar. Özellikle de bayram hazırlığı
yapılırken, kirli olan bir kadının orada bulunması halinde, o kişi ömrünün
sonuna dek bu ortamlardan uzaklaştırılarak cezalandırılmaktadır. ‘Temizlenmeyen
kadının elinden içilen su bile mekruhtur’ ifadesine de toplum içinde sıkça rastlanmaktadır.
Nusayri
toplumunda bir diğer temizlenme duası ise eller için olanıdır. Mekruh olan
şeylere dokunduktan sonra bu duanın okunması gerekmektedir. Yaygın olan görüşe
göre el yıkanırken bu dua okunmaz ise; eşe ve çocuklara yemek vermek, evin eşyalarına
dokunmak, Kuran-ı Kerime dokunmak, yemek yemek gibi günlük yaşamda daha
sayılabilecek birçok şey günah kabul edilmektedir.
Eller için
temizlenme duası şu şekildedir:
“Eraeytellezi
cağala ma tahuren, İslami nuren, seyyidina Muhammed-el Mustafa, sallallahu
alayhi ve islami hakki beşiren, naziren. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü
enna Muhammeden Resullallah.” [81]
Sonuç olarak,
Nusayri kadınları temizlenmeye çok önem vermektedir. Bu, mezhebin önemli
yaptırımlarından biri olarak günümüzde de uygulanmaktadır.
ZİYARETLER
(TÜRBELER) VE KADIN
“Nusayri
türbeleri kare planlı, kubbeli, beyaz badanalı ve genellikle pencereli
yapılardır. Kapılar, pencereler ve iç makamda, yeşil renk hâkimdir. Beyaz renk
temizliği ve günahsızlığı, yeşil renk ise Hızır’ı ve İslam dinini temsil
etmektedir.”[82] Türbelerin içinde, tam
merkezde türbede yatan dervişin veya evliyanın mezarı bulunmaktadır. Bu
mezarların üzeri yeşil örtülerle örtülüdür. Bu örtülerin üzerine de Kur’an-ı
Kerimler dizilmiştir. Makamın üstünde havlu, dantel, Kuran-ı Kerim gibi
kişilerin adak adayarak koyduğu süsler de bulunmaktadır. Türbeler ve ziyaret
yerleri kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere tüm Nusayri bireylerini bir
araya getiren alanlardır.[83]
“Nusayriler,
bayramlarda ve adaklarda kurban kesmek ve dilek dilemek için her fırsatta türbe
ziyareti yapmaktadırlar. Türbeler bir tür ibadet yeri olarak kullanılır.”[84] Nusayriler
türbelerde Allah’ın tek yaratıcı olduğuna, Hz. Muhammed’in onun Resulü
olduğuna, bütün peygamberlere ve Ehl-i Beyt İmamlarına inanan ve onların
velayetini kabul eden hiçbir Nusayri, insan eliyle yapılmış bir yapıya dua
etmemekte ve kutsamamaktadır. Yapılan ziyaretler, namazlar ve dualar, o türbede
yatan veya adına izafen türbe yapılan din büyüğünün maneviyatına, ruhuna ve
kutsal ismine yapılmaktadır. Dua eden kişi kalbiyle ve tüm benliği ile Allah’a
yönelmekte ve Allah’tan ziyaret ettiği evliya aracılığıyla şefaat, sabır
ve sağlık
istemektedir.[85] Özel olarak okunması gereken
duaların bulunmadığı ziyaretlerde, genellikle buhur yakılıp buhur duası
okunmaktadır. Fatiha Suresi ve diğer bazı surelerle birlikte akla gelen dualar
okunmakta ve dileklerde bulunulmaktadır.[86]
Türbeler
arasında en önemlileri Hızır türbeleridir. Nusayrilerin ana dilleri olan
Arapça’da Hızır’ın karşılığı Hıdır’dır.[87]
Hatay’da Deniz ve Harbiye-Karye de bulunan iki Hızır türbesi diğer Hızır
türbelerine göre daha fazla itibar görmektedir. Hz. Musa ile Hızır
Aleyhüsselam’ın buluştuğuna inanılan Samandağ’daki Nusayrilere ait Hızır
türbesini ve İskenderun’daki St. Georges kilisesini bütün dinlerden ve etnik
gruplardan insanlar ziyaret etmektedirler.[88]
Ziyaretlerin
birer ibadet yeri olduğu görüşü, toplumca kabul görmektedir. Bu ibadet kadın ve
erkek için aynıdır. Kadınlar ve erkekler ziyarete şehadetlenmiş (gusül abdesti
almış), temiz elbiselerle, inançla ve iyi niyetle gelmektedirler. Ziyarete
girilirken kapının her iki tarafı üçer defa öpülmekte ve içeri bu şekilde
girilmektedir. İçeri girdikten sonra durup, ellerini açıp öncelikle Fatiha
Suresini okumaktadırlar. Ardından türbe sureler okunup, dualar edilerek üç defa
tavaf edilmektedir. Temiz bir beden ve ruh ile ziyarete geldiğine inanan
kişiler, dualarının kabul olacağına inanmaktadırlar. Tavaf tamamlandıktan sonra
yere oturulmakta ve dilekler dilemeye, dualar edilmeye başlanmaktadır.
Erkekler, isteğe bağlı olarak, sessizce namaz kılmaktadırlar. Kadınlar da
Kur’an-ı Kerim okuyabilmektedirler. Ancak Arapça toplum içerisinde, konuşma
dilinin ötesine geçmemiş olduğundan ziyaretlerde Kur’an- Kerim okuyanların
sayısı fazla değildir.
İçeride dua
eden kadınlar, makamın üzerindeki yeşil örtüden bir parça yırtıp, ziyaretin
çevresinde bulunan ağaçlardan birine bağlayarak dilek tutmaktadırlar. Ziyaret
içinde ibadetini tamamlayan kişi, makama sırtını dönmeden, geri geri yürüyerek
ve kapıyı yeniden üçer defa öperek çıkmaktadırlar.
Türbeye gitmek
için belli gün veya saat şartı yoktur. Temiz olan herkes, istediği gün ve
saatte türbeyi ziyaret edebilmektedir. Ziyaretten çıkan insanlar birbirlerine
“berke ziyartik” (ziyaretin mübarek olsun) demektedir. Cevap olarak da “şeffağ
bi ğaftik” (afiyette olmana vesile olsun) denilmektedir.
Nusayri
türbelerine girişte bir takım kurallar söz konusudur. Bunları şu şekilde
sıralayabiliriz:
Ziyarette temiz olmak zorunludur. Temiz olmayanlar ancak
şehadetlendikten (abdest aldıktan) sonra içeriye girebilmektedir. Kirli
girenlerin çarpılacağına inanılmaktadır.
Bayan ziyaretçilerin başının örtülü olması gerekmektedir.
Bu nedenle, girişte çok sayıda başörtüsü (eşarp) bulundurulmaktadır. Yanında
başörtüsü getirmeyenler bunları kullanmaktadır.
Bayan ziyaretçilerin makyajlı ve açık elbiselerle makama
girmeleri yasaktır.
Makamın yanında sigara ve içki içmek yasaktır. Ancak son
yıllarda bu kurala uymayan davranışlara rastlanılmaktadır. Piknik yapanlar
arasında ve adak yemeğine katılanlar arasında içki içenlere rastlanmaktadır.
Fuhuş ve zina yapan kadınlar, aybaşı olan kadınlar ve
doğumdan sonra kırk günü doldurmayan kadınlar ile onlara dokunanlar da ziyarete
giremezler.[89]
“İnsanlar
ruhen ve bedenen temizlendikten sonra, hiçbir iş tutmadan doğrudan ziyarete
girmekte ve ibadet etmektedirler.”[90]
Ziyaretler,
bakımını yapan Hıddem (türbe hizmetkârı) adlı kişi tarafından denetlenmekte ve
kurallara uymayanlar, ziyarete karşı saygısızlıklarda bulunanlar Hıdddemler
tarafından derhal ziyaretten uzaklaştırılmaktadırlar. Ziyaretin bakımını yapan
kadına da Hıddame denilmektedir. Hıddameler de Hıddemler gibi kendilerini
ziyaretin ihtiyaçlarına adayan kişilerdir. Bu işi yapmak gönüllülük esasına
dayalıdır. Hıddem ve Hıddemeler yaptıkları bu işten maddi kazanç beklemezler.
İslamiyet’te
yasak olan içki, Nusayri toplumunda da yasaklanmıştır. Sigara ise; “Tütün
bitkisinin üzerine şeytan pislemiştir, bu nedenden ötürü tütün mekruhtur
düşüncesi ile yasaklanmıştır. Bu nedenle ziyaret çevresinde tütün ve içki
içenler ziyaret görevlileri
tarafından
uyarılmakta ve ziyaretin çevresinden uzaklaştırılmaktadır.”[91]
Ayrıca ziyaretlerin etrafında top oynamak da yasaktır. İnanca göre Hz.
Hüseyin’in şehit edildiği gün başı bedeninden ayrılmış ve bu başla bir top gibi
oynanmıştır. Bu sebeple Nusayrilerde günlük yaşamda da top oynamak yakın
geçmişe kadar günah kabul edilmiştir. Ziyaret dışında top oynansa da ziyaret
çevresinde bu durum kesinlikle yasaklanmıştır.
Sonuç olarak;
Nusayriler türbeleri bir ibadet merkezi olarak gördüklerinden türbe ziyaretine
oldukça önem vermektedirler. Toplumun tüm bireyleri gibi Nusayri kadınlarının
da türbe ziyaretleri esnasında birçok kuralı yerine getirmeleri ve temiz
olmaları gerekmektedir. Türbeler, toplumun birleştirici mekânları olarak
görülmekte ve ibadet yeri olarak kutsal kabul edilmektedir. Türbe ziyareti
Nusayri kadınlarının en önemli ibadetleri olarak bilinmektedir. Türbe
ziyaretini dini bir yükümlülük olarak gören Nusayri kadınları, bu ibadetlerini
çok büyük bir dikkat ve özveri ile yerine getirmektedirler. Türbe ziyareti
sırasında kadınlardan bazılarının ağlaması, yerleri öpmesi ve haykırarak dua
etmesi, bu ibadetin ne kadar önemli olduğunu da açıkça göstermektedir.
NUSAYRİ
BAYRAMLARINDA KADIN
Nusayri
toplumunda bayramlar ve dini törenler sıkça karşımıza çıkmaktadır. Zira Nusayri
toplumunda 100’den fazla bayram mevcuttur. Mezhep öncüleri tarafından
belirlenen ve halka duyurulan bu bayramların ortak özelliği kesilen
kurbanlardır. Nusayriler gelmiş geçmiş bütün peygamberlere ve Ehl-i Beyt
İmamlarına olan inanç, sevgi ve saygılarından, adlarına atfen, bayram, hayrat
ve anma günleri düzenlerler. Her bir bayram ve anma gününde hazırlıklar günler
önce yapılmaktadır. Hayır işinde çalışacak olan bireyler seçkin kişiler
arasından seçilmektedir. Bu hazırlıklar çerçevesinde mekân ve çevre temizliği
itina ile yapılmaktadır. Gelen misafirler en iyi şekilde ağırlanmaktadır.[92] “Nusayrilerde bayramın
masraflarını üstlenen ve bayrama ev sahipliği yapan aileler vardır ve bu
ailelere bayram sahibi denir.”[93] Bayram sahibi, yapılacak olan
masrafların tamamını karşılayan ve böylece bayramı tertip eden kişidir. Bayram
sahibinin ölümü durumunda bayram aile bireyleri tarafından sürdürülmektedir.
Ölen kişinin eşi ve çocukları, bunu sürdürme noktasında sorumludurlar.
Nusayri
toplumunda bu bayramların icra edilmesi noktasında kadınlara büyük görev ve
sorumluluklar düşmektedir.
“Nusayrilikte
yer alan bayramlar dinsel kökenli bayramlar olup, Sünni İslam içinde de yer
alan grupların kutladıkları bayramlardan büyük farklılıklar gösterir.
Nusayriler tarafından yaygın olarak kutlanan bayramlar; Fatır (Ramazan
Bayramı), Adha Bayramı, Gadir Bayramı(en büyük bayram), Mübadele Bayramı, Firaş
Bayramı, Aşure Bayramı, Rebi’ül evvel 9 Bayramı, 15 Şaban, Nevruz Bayramı, Mihrican
Bayramı, Yılbaşı(hicri), 1 Temmuz Bayramı, Ramazan ayının 1., 17., 19., 21.,
23., 27. günleri, Leyl-i Cum’a, Evvel Nisen(1Nisan) Bayramı, 4 Nisan Bayramı, 9
Nisan Bayramı, 15 Nisan Bayramı,Evvel Tisrin Bayramı, 4 Tisrin Bayramı, 9
Tisrin Bayramı, 15 Tisrin Bayramı, Kurban Bayramı, 17 Bayramı (Yumurta
Bayramı)’dır.”[94]
Nusayriler
bayramlarını, Müslümanlar ve Hristiyanlar gibi camilerde ve kiliselerde değil
töreni yapan dindaşın yani bayram sahibinin evinde kutlamaktadırlar. Evler
dışında da bu bayramların ziyaretlerde (türbeler) kutlandığı görülmektedir.
“Bu
bayramların hazırlık aşamasında bayramda kullanılacak her şey (halılar,
minderler, kap-kacak, hirisi (keşkek) kazanı...) yıkanır. Kesilecek olan kurban
alınır. Buğday alınıp ayıklanır, bayram yemeklerinin malzemeleri hazırlanır.
Ekmek yapmak için un alınır ve tandır hazırlanır. Bütün bu hazırlık aşamasında
kadının üzerine çok önemli görevler düşmektedir. Bu hazırlıkların büyük bir
bölümünü kadınlar yapmaktadır.”[95] Bayramda çalışacak kadının
temiz (abdestli, şehadetlenmiş) olması gerekmektedir. Kadının regl döneminde,
ikinci evliliğini yapmış, kötü yola düşmüş ve kırklı olması gibi durumlarda
bayram hazırlığına dahil olması günah ve yasaktır.
Kadınların
bayram sırasındaki yardımı hizmet etme maiyetindedir. Bayramlarda namaza
erkekler girmektedirler. Kadınlar bu bayramlarda dini tören ve uygulamalarda
sadece hizmet ederler. Dini hiçbir yükümlülükleri ve sorumlulukları
bulunmamaktadırlar.[96] Bayramda hizmet
eden kadın bunu bir ibadet gibi görmektedir. Nusayri kadınlarına göre temiz bir
beden ve niyet ile bayramlara yardım etmek en büyük ibadetlerden biridir.
Bayramlarda
namazın kılınacağı yer de kadınlar tarafından hazırlanmaktadır. “Toplu namazın
kılınacağı ev temizlenir ve evin pencereleri yabancıların içeriyi görmemesi
için iyice örtülür.”[97] Namazın kılınacağı yer
kadınların giremeyeceği mekânlardır. Kadınlar burayı düzenlerler ve daha sonra
buraya giremezler. Ayrıca namazda olan erkeklerin seslerinin, kadınlara
duyurulmamasına özen gösterilmektedir. Mekân dar ise, kadınlardan kulaklarına
pamuk tıkamaları istenmektedir.
“Bayramda
çarşı, pazar ve ev hayatı durur, kadın-erkek hiçbir iş yapmazlar. Dikiş
dikilmez, ev süpürülmez, küsler barışır. Akşam olunca Hızır-İlyas makamına akın
edilir.”[98]
“Bayramların
diğer bir önemli yanı, hirisi adı verilen tören yemeğinin yapımıdır. Hirisi
yapımına herkes katılamamaktadır. Kutsal sayılan yemeğin hazırlanmasında
yalnızca sırrı bilen erkekler görev alabilirler.” [99]
Bayram ve adakların başyemeği olan hirisiyi yapan kişiler erkek olmalı ve
hirisi yapılacak mutfak eşyaları da dualar okunarak yıkanmalıdır. Hirisi
yapacak kişinin ahlaklı ve toplumca iyi tanınan temiz insanlardan olması
gerekmektedir. Hırisi kurban eti ile buğdayın geceden sabaha kadar kaynatılması
sonucunda yapılan bir bayram yemeğidir. Adet gören kadının hirisiye yaklaşması
kesinlikle yasaktır.[100] Adet gören kadının
hirisiye yaklaşması halinde hirisinin taşacağına ve tadının bozulacağına
inanılmaktadır. Böylesi bir durumda hirisiye yaklaştığı fark edilen kadın
cemaat tarafından dışlanmakta ve bir daha bayramlara davet edilmemektedir.
Bayram hazırlığında bulunan kadınlar için bu gibi ağır şartların varlığına
karşılık, erkekler için bu tarz yaptırımlar söz konusu değildir. Erkekten
yalnızca bedenen temiz olması beklenmektedir.
Nusayri
bayramlarında kadınlar çok erken saatlerde kabir ziyaretlerine çıkmaktadırlar.
Sabahın çok erken saatlerinde gerçekleştirilen kabir ziyaretleri kadınlar
tarafından çok fazla önemsenmektedir. Kabir ziyaretlerinin ardından türbe
ziyaretleri başlamaktadır. Bayram günü türbeleri ziyaret eden kadınlar genel
olarak huzurla dolduklarını ifade etmektedirler. Türbe ziyareti sırasında
dualar okunmakta, fakirlere yardımlar yapılmakta, halk arasında yardımlaşma ve
dayanışma gerçekleşmektedir. Halk arasındaki yardımlaşma ve dayanışma duygusu
günümüzde etkisini kaybetmeye başlamıştır.
“Önceleri eşit bir şekilde
yapılıp dağıtılan hissiler (paylar, hisseler), şimdi küçük büyük ayrımı
yapılarak dağıtılır olmuş; zengin olana ve akraba çevresine yoksul olandan daha
fazla verilir olmuş. Yemeğe belli insanlar davet edilip yetim ve yoksul olan
unutulur olmuş. Hâlbuki çevremizde o kadar aç insan var ki; bayramda yapılan
her şeyin; etin, bulgurun ve ekmeğin, sadece ihtiyacı olana verilmesi
gerekiyor. Bunu yapmadıktan sonra bayramımızın ne anlamı kalıyor. Halkımız bu
bayramların yasaklandığı günlerde bile bu geleneğinden vazgeçmemiş, gizlice
bayramlarını yapmıştır. Halk bencilleştirilmeye, sadece kendi çıkarlarını
düşünen bireyler haline getirilmeye çalışılıyor... Gençler bayramı önemsemez
olmuş, halkın ilerici, olumlu il
5? 101
değerlerini gerici olarak görmeye başlamış.
Sonuç olarak
Nusayri bayramlarında kadının dini ritüeller açısından hiçbir sorumluluğunun
olmadığını görebilmekteyiz. Bu durum Nusayri kadınını geri planda bırakmaktadır.
Mezhebin ağır kuralları bayramlarda da varlığını sürdürmektedir. Temiz (ruhen
ve bedenen), ahlaklı, inançlı kadınların yardımları ile bu bayramlar dini bir
kutlama olarak gerçekleşmektedir. Mezhebin içerisindeki bu kurallar, tarikatın
ilk ortaya çıktığı dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
REENKARNASYON
VE KADIN
“Latince
‘reincarratio’ kelimesinden gelen reenkarnasyon, en genel tanımıyla ‘insanın
ölümden sonra yeni bir bedenle tekrar dünyaya gelmesi ve bu sürecin ruh kemale
erene kadar devam etmesi’ anlamına gelmektedir.”[101]
[102] “Dünyada değişik din ve
inançlara mensup 1,5 milyar insana yakın kişinin inancında bulunan,
reenkarnasyon dediğimiz; ruh göçü ve ruhun yeniden bedenleşmesi (öldükten sonra
insanın yeniden doğması), Alevilik- Şiilik inancında da mevcuttur. Allah ve
Ehl-i Beyt’in yolundan giden ve İslamın özünü oluşturan Nusayriler, Ehl-i Beyt
imamlarımızdan gelen fetva ve hadisler ile Kur’an-ı Kerim’in açık ve ispatlı
ayetleri doğrultusunda bu inancı kabullenmişlerdir.”[103]
Nusayri inancına göre ruh ölümle birlikte bedenden ayrılınca başka bir bedene
girerek yeniden dünyaya gelir. Bu yeni beden ölen kişinin önceki inanç ve
yaşayışına göre değişir. Nusayri bir mümin, sırları bilerek ve onların
gerektirdiği biçimde hayat sürdürdüğü takdirde yedi değişim geçirip yıldızlar
arasında yerini alır. İnkârı ve kötülüğü seçenler fıtratlarına göre hayvan veya
bitki şeklinde doğmaktadırlar. Çok çirkin davranış sergileyenler ise necis
hayvanların yahut birtakım haşerelerin bedenlerine girmektedirler. Kâfirler
için hayvan olarak dünyaya gelme devirler boyu devam etmektedir. Sonunda Mehdi
el- Muntazar ortaya çıkınca bunları insan şekline döndürüp öldürülmektedir. Bu
inançları sebebiyle Nusayri çevrelerinde çok sayıda yeniden doğuş öyküsüyle
karşılaşılmakta, birçok insan önceki hayatından bahsetmektedir.[104]
“Öldükten
sonra insanın ruhunun başka bir bedene intikal suretiyle hayatını sürdürmesi
şeklinde ifade edilebilecek olan tenasüh inancı, eski dünyanın bazı yerlerinde
değişik biçim ve anlayışlarda görülmüş çok eski bir telakkidir.”[105] Geçmişten günümüze bu inanç,
farklı toplumlarda da kendini göstermiş ve günümüze kadar gelmiştir. Mısır,
Hint, Budist, Cermen, Kelt, Yunan, Türk, Moğol gibi birçok toplumda da bu inanç
sisteminin izine rastlanmaktadır. Ancak bu inanç tek tanrılı, dinlerde
genellikle reddedilmektedir. Bunun sebebi ise; tek tanrılı dinlerde bulunan
ahiret inancıdır. Ahiret inancına göre günahlar ve sevaplar, cennet ve cehennem
adı verilen yerde karşılığını bulmaktadır. Nusayrilik mezhebinde yer alan
reenkarnasyon inancına göre ise; günahlar dünyaya hayvan veya bitki olarak
gelmek ile karşılık bulmaktadır. Bu noktada ortaya çıkan durum Nusayrilik için
cennet ve cehennemin ahirette değil bu dünyada olduğudur. Ruhun kemale ermesi
sonsuza kadar devam eden bir süreç ise, mükâfat ve cezalandırma da bu dünyaya
gelirken bürünülen bedendir. Bu noktada cennet ve cehennem kavramlarının
Sünniliğin etkisi ile toplum içerisine girdiği düşünülebilmektedir.
“Reenkarnasyon
inancı tek tanrılı dinlerde reddedilmesine karşın, bu dinlerin bazı tarikatları
veya mezhepleri tarafından benimsenmiştir. Müslümanlıkta özellikle aşırı Şii
tarikatlar arasında yaygındır.”[106] Bu mezhep ve tarikatlar
arasında reenkarnasyon inancının en geniş çapta yaşandığı toplum, Nusayri
toplumudur. Nusayri toplumu içerisinde yaşayan herkes bu inancı taşımaktadır.
Neredeyse herkesin tanıdığı, enkarne olduğunu söyleyen birileri mevcuttur.
İnancın
yalnızca bu toplumda görülüyor olması biraz düşündürücüdür. Nusayrilere göre,
çok küçük yaşlardan itibaren inancı reddetmek telkin edildiği için
reenkarnasyona diğer toplumlarda rastlanılmamaktadır. Yani enkarne olayının
diğer toplumlarda da var olduğunu ancak bunun üstünün örtüldüğünü
belirtmektedirler.
Nusayrilere
göre bu dünyada Nusayri olarak yaşamak da, insanlar arasındaki hiyerarşideki en
üst noktadır. Nusayriler başka dinden bir insanın çok sevap işlemesi halinde, o
insanın dünyaya ölümden sonra tekrar gelişinde bu sefer tanrının ödüllendirmesi
sebebiyle Nusayri, yani seçilmiş insan olarak gelebileceğine inanılmaktadır.
Nusayrilere göre bu yolla tanrı bu insanlara nurlar âleminde (üstünler
arasında) yer alma şansı tanımaktadır.[107]
“Reenkarnasyon,
Nusayrilerin tevil özelliklerinden kaynaklanan Batıni bir yorumdur. Nusayriler
Kuran-ı Kerim’de bu inançla ilgili ayetler bulunduğunu ileri sürerler. Bu
ayetler; Rüm suresinin 11. Ve 27., Yunus suresinin 4., 6., 34., Neml suresinin
11., Ankebut suresinin 19., Burüc suresinin 13., Bakara suresinin 28., Necm
suresinin 42-43., Vakıa suresinin 60.62., Kaf suresinin 15.,Mümin suresinin
11. Ayeti” olarak sıralanabilir.”[108]
[109] Bu ayetlerden bazıları
şöyledir:
“Rum Suresi 11. Ayet: Allah önce yaratır, ölümünden
sonra tekrar diriltir. Sonunda O’na döneceksiniz.
Rum Suresi 27. Ayet: Önce yaratan, ölümünden sonra
tekrar dirilten O’dur. Bu, O’nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en
üstün sıfatlar O’nundur. O, güçlüdür, Hakim’dir.
Yunus Suresi 4. Ayet: Hepinizin dönüşü, O’nadır.
Allah’ın vadi haktır. O, önce yaratır, sonra inanıp yararlı işler yapanların ve
inkar edenlerin hareketlerinin karşılığını adaletle vermek için tekrar
diriltir. İnkarcılara, inkarlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı azab
vardır.
Yunus Suresi 6. Ayet: Gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O’na karşı gelmekten
sakınan kimseler için ayetler vardır.
Yunus Suresi 34. Ayet: Koştuğunuz ortaklardan, önce
yaratan, sonra bunu tekrar eden var mıdır? De ki: Allah önce yaratır, sonra
bunu tekrar eder. Nasıl da döndürülürsünüz!
Neml Suresi 11. Ayet: Ancak zulmeden sonra da kötülüğün
arkasından güzelliğe tebdil eyliyen başka, ona da ben gafûr, rahîmim.
Ankebut süresi, 19. Ayet: Allah’ın yaratılanı ilk
baştan nasıl yarattığını, ölümden sonra bunu nasıl tekrarladığını görmediler
mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.
Burüc Suresi 13. Ayet: Önce yaratıp sonra bunu tekrar
eden O’dur.
Bakara süresi, 28. Ayet: Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi
dirilten Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek. Tekrar sizi
diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz.
Necm Suresi 42. Ayet: Doğrusu son varış Rabbinedir.
Necm Suresi 43. Ayet: Doğrusu, güldüren de ağlatan da
O’dur.
Vakıa Suresi 60. Ayet: Ölümü aranızda Biz tayin ettik;
sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz
şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.
Vakıa
Suresi 62. Ayet: And olsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz, yine de düşünmez
misiniz?
Kaf Suresi 15. Ayet: Biz ilk yaratışta yorulduk mu?
Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.
Mümin Suresi 11. Ayet: Onlar: Rabbimiz! Bizi iki defa
öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa
yol var mıdır? derler.”109
“Reenkarnasyonu
(yeniden bedenlenmeyi) İslami yasalar ile bağdaştırmak isteyen Nusayriler,
yukarıdaki ayetleri kanıt olarak göstermektedir. Ayetlerde görüldüğü gibi her
ölüm sonrasında ruh, başka bedenlere girmek suretiyle devrini tamamlayarak
dünya hayatında olgunlaşır ki bu olay ruhun kemale ermesine kadar devam eder.
Şu halde reenkarnasyon olayını Kur’an-ı Kerim’de tasdik etmektedir.”[110] Bu ayetlere istinaden
reenkarnasyonu kabul eden Nusayriler, günlük hayatlarının bir parçası olarak
reenkarnasyonu yaşamaktadırlar.
Reenkarnasyon,
ruh kemale erene kadar devam etmektedir. “Kötülüklerden korunan ve Allah’a
ibadetle olgunlaşan ruh; ebedilik cennetine girer, bir daha, gerçekte azap olan
bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya dek yeni
bedenlere sokularak dünyaya getirilirler.”[111]
Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi Nusayri toplumunda reenkarnasyon çok belirgin
bir biçimde yaşanmaktadır. Bu inanç anlatımlar yoluyla kulaktan kulağa,
toplumdan topluma yayılmaktadır. Nusayri kadın, günahlarının kefaretini
ödeyinceye kadar enkarne olacak ve sonunda yaratılmış olanın en tepe noktasında
kabul edilen erkek olarak dünyaya gelecektir. Bu noktada ikinci planda tutulan
ve günahkâr kabul edilen kadının, esas yaratılmış varlık, yani erkek olma
mücadelesi karşımıza çıkmaktadır.
Yaratılmış
olanın en mükemmeli olmak yani erkek olmak toplumdaki Nusayri kadınları ikinci plana
atmıştır. Varlık nedenlerini irdelemeyen kadınlar bu durumu kanıksamışlardır.
Kadını günahkâr bir varlık olarak görmek, toplumda ikinci sınıf vatandaş konumunda
değerlendirmek ve inancın her alanından soyutlamak Nusayriliğin temel felsefesi
olan insan sevgisine aykırıdır. Bu durum Nusayriliğin birçok mezhep tarafından
olumsuz değerlendirilmesine neden olmuştur. Toplumun önde gelenleri olarak
değerlendirilen din adamlarının da konu ile ilgili yorumlarda bulunmamaları da
mezhebe yönelik yapılan olumsuz yorumları arttırmaktadır.
NUSAYRİ
KADINLARININ HZ. ALİ’YE BAKIŞLARI
Nusayri
inancının temelini oluşturan Hz. Ali inancı, toplumun her kesiminde aynı
şekilde kendini göstermektedir. “Bu inanç sisteminde, genel olarak Alevi-
Bektaşi inanç sisteminde olduğu gibi, insanları birbirine bağlayan tek güç
sevgidir. Bu sevgi Ali’den kaynaklanır. Nusayrilikte Ali, Tanrısal bir
varlıktır. Adem’den beri bütün peygamberlerde görünen ve kişilik kazandıran
Ali’dir.”[112] Kerem sahibi, cömert,
merhametli, kin ve husumetten uzak, cesur ve hâkim olan Hz. Ali, sahip olduğu
üstün yetenek, fazilet, güç, ilim ve her şeyden önce o erişilmez mevkisine
rağmen adildir. Hz. Muhammed’den sonra adaleti hakkıyla uygulayan en büyük
liderdir. Adalet duygularından hiçbir zaman taviz vermemektedir. Çünkü; Hz.
Ali, Hz. Muhammed’in özel terbiyesiyle yetişmiş, takvadaki üstünlüğünü,
adaleti, cömertliği, sabrı, zühdü ve her türlü ilmi, yanında yetiştiği” Hz.
Muhammed’den almıştır. [113] “Ali Müslümanların ilk iman
edeni, en cömerdi, en takvalısı, insanların en güçlüsü ve yiğidiydi, öyle ki,
onu kimse yenemez, sırtını yere getiremezdi.”[114]
Hz. Ali’nin künyesi Ebu’l- Hasan, lakabı Haydar ve unvanı da Emirü’l-
Müminin’dir. Kendisine Hz. Muhammed tarafından Ebu Turab lakabı da verilmiştir.[115]
Hz. Ali’yi
sevmek, Ehl-i Beyt’e bağlılıkla sağlanabilmektedir. Nusayriler Ehl-i Beyt
sevgisini, Hz. Ali’nin kendi sözlerine dayandırmaktadırlar. “Haktan ve Hak
ehlinden ayrılma; ayağın sürçmesin, çünkü biz Ehl-i Beyt’i bırakıp başkasına
sarılan helak olur, dünyasını da yitirir, ahretini de.”[116]
Nusayrilik
Batıni ve zahiri bir akım olma özelliğini göstermektedir. Nusayriler, İslam’ın
Sünni mezhebinden farklı olarak Kuran-ı Kerim öğretilerini batın ve zahir
sistemi içinde yorumlamaktadırlar. Radikal Sünnilerin yüzeysel resmiyetinin tam
tersi bir yapıda, hem gizli (Batıni), hem de resmi (Zahiri) yollarla ibadet
etmektedirler. İnançlarını Batın-Zahir ikiliği düşüncesine dayanarak ifade
etmeleri, ilk halifenin Hz. Ali olması gerektiğine dair olan inançları ve
Anadolu Alevileri gibi Hz. Ali’yi tanrının yücelttiği, insani değerlerden de
üstün değerler taşıyan kozmik, mitolojik bir varlık olarak düşünmeleri, onları
Sünni Müslümanlardan ayıran en önemli farklardandır.[117]
Nusayri
inancına göre tanrı, kendi dini metinlerindeki ifadeyle, ‘nurların nurudur’. Ve
bu özellikleriyle nurlar âlemi olan Batın âlemde yaşamaktadır. Nusayrilerin
tanrıyı bu şekilde nitelendirmelerinin sebebi tanrının nurdan bir varlık
olduğuna olan inançlarıdır. Nusayrilerin tanrı için kullandıkları bir diğer terim
‘Mana’dır. Ancak tanrı, bazı tarihsel dönemlerde, Batın dünyadaki, nur halinden
farklı olarak insanların algısına açık bir şekilde Zahir âlemde de bulunmuştur.
Tanrı, Zahir âlemde insanlara insan şeklinde görünmüştür. Tanrının insanlara,
onlardan biri gibi görünmesindeki temel sebep ise insanları doğru inanca
yönlendirebilmektir. Nusayri inanç metinlerine göre de “ilahın kendisi olan
Ali, bölünemez, parçalanamaz, taksim edilemez, sayılamaz. O doğmamıştır,
doğurmamıştır.”[118] Nusayriliğin temelini
oluşturan Ali inancının içeriğinde, Hz. Ali’ye bir ulûhiyet katıldığı
görülmektedir. Nusayri kadınlarının da Hz. Ali’ye bu ulûhiyeti kattıklarını
söyleyebiliriz. Nusayri kadınları Hz. Ali’yi, Allah’ın cisimleşmiş, vücuda
gelmiş hali olarak görürler.
Nusayri
kadınlara Hz. Ali’nin inanç içerisindeki yeri sorulduğunda genellikle benzer
yanıtlar alınmıştır;
Arap Alevilik
mezhebinin kurucusu Hz. Ali’dir. Dinin merkezi, inanç, ibadet, yaşayış, her şey
Ali’dir. Varoluşun sebebi Hz. Ali’dir. Mezhepte görünen de saklı olan da Hz.
Ali’dir. Hz. Ali Allah’tır. En başından beri öğretilen de budur. Bu yüzden Hz.
Ali’nin tarafını tutarız. Ona olan ibadetimizi evde, ziyarette ve ona ulaşmak
istediğimiz her yerde yaparız.[119]
Nusayri
öğretisinde Hz. Ali inancı geçmişten günümüze kadar, halk içinde değişmeyen
şekliyle korunmuştur. Toplum içerisinde her şeyin başı, var olma, baki olma
sebebi nedeniyle Hz. Ali’ye değer verilmektedir. Hz. Ali için Emir’ül-Nahl yani
arılar emiri denilmektedir. Çünkü dünyada bir tek arıların sırrına erişilmemiştir.
Peteğin nasıl örüldüğünü ve içine balın nasıl yapıldığını hiçbir insan gözü
görmemiştir. Zahir olan Hz. Ali insana görünse de gerçekte Batın olan Hz.
Ali’nin tanrı olduğu da bilinen bir gerçektir. O, hiç kimseye görünmemi ştir.
Bu da Hz. Ali’ye ulu olma vasfını katmaktadır. [120]
Hz. Ali’nin
ilah olduğunu kabul etmeyenler vardı. Hz. Ali’den bunu kanıtlamasını
istemişler. Hz Ali de kılıcını çekerek karşısındaki dağa çıkmıştır. Dağı
kılıcıyla bir vuruşta ikiye ayırmıştır. Ayrılan yerden bir pınar doğmuş ve bu
pınarın geçtiği yerler ağaçlarla dolmuştur. Bu da Ali’nin her şeyi yapabilecek
güçte olduğunu kanıtlamaktadır.[121]
İnanca göre
Hz. Ali’nin tanrı olmadığını söylemek kâfirliktir. Hz. Ali’nin öldüğü zaman;
tabuttakinin Hz. Ali, cenazeyi yıkayanın Hz. Ali, cenazeyi deveye yükleyenin
Hz. Ali, deveyi sürenin Hz. Ali olduğu söylenmektedir. Bu da onun doğmamış ve
doğurulmamış olduğunu yani tanrı olduğunu göstermektedir. [122]
Sonuç olarak;
Aleviliğin bütün kollarında olduğu gibi Nusayrilikte de Hz. Ali inancı oldukça baskındır.
Hz. Ali’ye ulûhiyet vasfeden Nusayrilikte kadın-erkek herkes Hz. Ali’nin Tanrı
olduğuna inanımaktadır. Ancak bazı aileler Hz. Ali’nin tanrısallığını
reddetmektedir. Yaratılmış olanın sebebi olarak Hz. Ali görülmektedir. Hz.
Ali’nin ulûhiyetinin ‘sırrı’ erkekler tarafından öğrenilmektedir. Kadına
öğretilmeyen bu sır, mezhebin diğer sırlarının da bir parçasını
oluşturmaktadır.
HZ.
FATIMA VE NUSAYRİ KADINLARI
Hz. Fatıma,
Hz. Muhammed’in kızıdır. Hz. Fatıma peygamber soyunun devamının bir vasıtasıydı.
Onu bütün kadınlara üstün kılan meziyetleri, güzel nitelikleri vardı; adet
olduğu duyulmamıştı, üzerinde lohusalık halleri görülmezdi, bu sayede hiçbir
zaman namazını orucunu bırakmamıştı. Babası, Hz. Muhammed, onu başka hiç
kimseyi sevmediği kadar severdi. Vefatından önce onu yanına çağırıp kulağına
yakında öleceği sırrını fısıldayınca Hz. Fatıma ağlamış, başka bir söz
söyleyince gülmüştü. Kendisine bu durum sorulunca, babasının vefatının yakın
olmasına ağladığını, ama aile içinden ardından ilk gelecek olanın kendisi
olduğunu bildirince de güldüğünü söylemişti. Nitekim öyle oldu. Hz. Fatıma,
Peygamberin vefatından altı ay sonra vefat etti. Hz. Fatıma vefat edince Hz.
Ali son
hizmetlerini
bizzat yerine getirdiği sırada Hz. Ömer gelip evin dışından seslendi. “ey Ali!
Ölüm halinde karıyla koca arasındaki nikâh fesholur ve bakma helali ortadan
kalkar.” “Hz. Ali Resülullah’ın bana o dünya ahret senindir dediğini duymadın
mı? Diye karşılık verdi. Hazırlıklar bitince geceyi bekledi ve tek başına onu
alıp babasının ayaklarının dibine gömdü.
Hz. Fatıma,
Hz. Muhammed için öyle değerliydi ki evlenmek için ona hiç kimseyi denk
görmemekteydi. Ancak Hz. Ali her bakımdan Hz. Fatıma’ya denk görülmüş ve onunla
evlendirilmiştir. Hz. Muhammed bir hadisinde ‘Ali yaratılmasaydı Fatıma’ya denk
kimse olmazdı’ demişlerdir. Nusayriler de Hz. Fatıma’yı peygamber soyundan ve
Hz. Ali’nin eşi olmasından dolayı kutsal şahsiyetler arasında görmekteydiler.[123]
Nusayriler
Ehl-i Beyt’in beşer üstü varlıklar olduğuna inanırlar. Hz. Fatıma da bunlardan
biridir. “Hz. Fatıma’nın diğer isimlerinden biri ‘Zehra’dır. Arapçadaki anlamı
mehtap gibi parlak kadındır. Bu konuda Ayşe’nin de bir hadisi mevcuttur. ‘ben
geceleri Fatıma’nın yüz aydınlığında iğneye iplik geçirdim’ demiştir. Yine Hz.
Fatıma’nın diğer isimlerinden biri ‘Betül’ dür. Bu ismin kelime anlamı: ‘Erkeğe
şehveti, rağbeti olmayan kadındır.”[124]
Buna göre
Aleviliğin merkezinde olan Hz. Ali ile birlikte Hz. Fatıma da yüceltilmektedir.
“Nusayriler Fatımatü’z- Zehra’ya pek yüksek bir paye verirler. Ve onu Fatır
kelimesiyle anarlar. Fatır, Arapça yaratan demektir. Fakat Fatma kadın
olduğundan bu sıfatını Fatıra biçiminde kullanacaktır.” [125]
“Alevilerin
tarihiyle ilgili bir olaya daha değinmemiz gerekiyor ki o da Hz. Fatıma’nın
babasından kalan mirası talep etmesiydi. Peygamber Fedek (Hayber yakınlarında
bulunan hurmalık arazi) adı verilen toprakların sahibiydi. Bunlara bu ayetin
hükmü ile sahipti: Allah’ın şehirlerinin hakkından resulüne verdiği Fey
(ganimet), Allah’a, Rasülüne, ve yakınlığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve
yolda kalmışlara aittir ki, böylece sizden zengin olanların arasında dolaşan
bir üstünlük olmasın. Rasül size neyi verirse artık onu alın, sizi neden men
ederse de ondan imtina edin ve Allah’tan korkun. Kuşkusuz Allah cezası şiddetli
olandır. Hz. Fatıma babasından kalan bu toprakları talep etti. Hz. Ebu Bekir”
peygamberler miras bırakmaz diye karşılık verdi. Hz. Fatıma Peygamberin
vasiyetinde bunları kendisine bıraktığını söyleyince, tanığı olup olmadığını
sordu. Hz. Fatıma “Ali ve Ümmü Seleme” dediğinde o ünlü lafını sarf etti:
“tilkinin şahidi kuyruğu!” buna gücenen Fatıma ona ve Ömer’e babamın bana “seni
öfkelendiren beni öfkelendirir, beni öfkelendiren Allah’ı öfkelendirmiş olur”
dediğini duymadınız mı? dedi. “evet” dediler. Bunun üzerine Hz. Fatıma “Allah’a
yemin ederim ki dedi, ben size öfkelendim ve sizden hoşnut kalmadım, Allah’a
yemin ederim ki, sizinle bir daha asla konuşmayacağım” demiştir.[126]
“Nusayri
inancında, Ali bin Ebü Talib’in eşi ve çocuklarından insan değil, tanrısal
varlıklar olarak bahsedilmektedir. Tanrısal nurdan birer parça olan bu
varlıklar, insan görünümüne sahip olmalarına karşın, tanrısal kaynaklı
olmalarından dolayı, insan sayılmaz ve insani özelliklerle anılmazlar. Çünkü
onlar da Tanrı’dan südur etmişlerdir.”[127]
Bu noktada Hz. Ali’nin eşi ve Hz. Muhammed’in kızı olan Hz. Fatıma’ya mezhepte
bir uluhiyet katıldığını görebilmekteyiz.
Yine inanca
göre “...onların nurlu varlıklar olduklarını inkâr edip onları Hz. Ali’nin
çocukları ve karısı saymak kâfirliktir.”[128]
Çünkü ulûhiyet sahibi olan Hz. Ali’ye insan vasfı vermek yanlış ve günah kabul
edilmektedir. Bu noktada birçok Nusayri kaynağında kadınların ruhlarının
olmadığı düşüncesine karşın, Hz. Fatıma’ya verilen bu değer oldukça dikkat
çekicidir.
Nusayri
kadınları arasında örnek alınan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkan Hz. Fatıma
‘Ana’ olarak kabul edilmektedir. Mezhepte kadının adının geçmemesine rağmen Hz.
Fatıma’ya verilen bu ulûhiyet, onun nurdan yaratıldığı inancını göstermektedir.
Nusayri toplumunda Hz. Fatıma’ya verilen önem, onun doğumunun bayram olarak
kutlanmasıyla kanıtlanabilir. 7 Mayıs’ta kutlanan (hicri olarak her yıl 11 gün
bu tarih ileriye gider) İyd-el Fatır önemlidir. “Hz. Fatımatü-z Zehra’nın doğum
günü olarak, diğer bayramlarda olduğu gibi bu bayramda da kurbanlar
kesilmektedir.”[129]
NUSAYRİ KADINLARININ İNANÇLARININ ŞEKİLLENMESİNDE DİĞER DİNLERİN ETKİSİ
Nusayrilik,
İslamiyet içinde yer alan bir inanç olmakla beraber değişik din ve inançların
da etkisinde kalmıştır. Bu yüzden Nusayrilik inancı içerisine İslam dini ile
açıklanamayacak faktörler girmiştir. Bu noktada Nusayrilik, İslamiyet’ten
bağımsız bir mezhep gibi algılanabilmiştir.
Dini bayram ve
törenler bakımından da değerlendirildiğinde Nusayriliğin, Yahudilik,
Hıristiyanlık ve Müslümanlığın bir tür karması olduğu söylenebilir.[130] Bu noktada diğer dinlerden
etkilenen Nusayrilik toplumun gelenek, görenek ve günlük yaşamlarında da ortaya
çıkmaktadır. Özellikle günlük yaşamda Nusayri kadınlarının inançlarında bu
etkileşim çok açık bir şekilde kendini göstermektedir. Semavi dinlerin etkisi,
genellikle coğrafi koşullar ve tarihsel süreç ile alakalıdır. Nusayrilerin çok
uzun yıllar boyunca Hıristiyanlar ve Museviler ile yaşamış olmaları, bu semavi
dinlerin etkisini açıklamaktadır. “Antakya’da yaşayan etnik ve dini topluluklar
arasındaki uyumlu ve hoşgörülü soysal ilişkilerin var olmasında; Antakya’nın
tarihinden gelen çok kültürlülük bilinci ve uyumlu ortamın varlığı ise en
önemli faktör olarak dikkat çekmektedir”[131]
Çok uzun
yıllar bir arada yaşayan Nusayri kadınlar ile Hıristiyan kadınlar kültürel
etkileşim içine girmişlerdir. Aynı mahallelerde bir arada yaşamaları, iki taraf
arasında kurulan ilişkiler, iki tarafı da birbirine yakınlaştırmıştır.
Özellikle de Nusayriler; üzerlerindeki baskı dönemlerinde “bölgede yaşayan
Hıristiyanlara sığındıklarını, onların kendilerini koruduklarını, iş
verdiklerini ve yanlarında saklanmalarına izin verdiklerini”[132] söylemektedirler.
Bu şekilde gerçekleşen yakınlaşmaların etkileri geçmişten günümüze kadar hiç
bozulmadan gelmiştir. Nusayri kadınlarının, Hıristiyanlar hakkındaki
değerlendirmeleri de çoğunlukla olumlu olmaktadır.
“Hıristiyanlar
bizim komşularımızdır. Bazen kardeşinde bulamadığın sıcaklığı ve güveni onlar
verir. Benim çocukluk arkadaşım bir Hıristiyan kızdı. Ama aramızda din konusu
hiç geçmezdi. Biz onlara onlar da bize saygı duyardı. Bayramlarımıza
gelirlerdi. Biz de onların özel günlerinde yanlarında olurduk. Bu eskiden de
öyleymiş, şimdi de böyle.”[133]
“Hıristiyanlar
bize çok benzerler. Çocuklarımın onlarla olması beni hiç rahatsız etmez. Çünkü
onlar yobaz, bağnaz insanlar değiller. Onlara güveniriz. Onların bayramları
bizim bayramlarımızdır. Paskalya bayramlarını yumurta bayramı diye kutlarız.
Noellerini Evvel Seniy (Yılbaşı) olarak kutlarız. Onlarda bizim bayramlarımıza
saygı gösterirler. En büyük bayramımız olan İyd-el Gadir Bayramında onlar da
bizim gibi çalışmaz, çamaşır yıkamazlar ve dükkânlarını açmazlar. Bu iki
kültürün bir olması demektir. Bize göre Hıristiyan’ı, Alevisi yok. İkisi de tek
bir kültürdür.” [134]
Nusayriler
Hıristiyanların St. George günü kutlamalarını da Hıdrellez olarak
kutlamaktadırlar. Hıdrellez bayramı ve Hızır inancı Nusayri toplumunda çok
güçlü ve yaygındır. Böylesi özel bir günün Hıristiyanlar tarafından da
kutlanması Nusayriler ile Hıristiyanlar arasında bir etkileşimin varlığını
kanıtlamaktadır. Hıristiyanlarla iç içe yaşayan Nusayriler özellikle Hatay’ın
Fransız hâkimiyeti döneminde Hıristiyanlar ile yakınlaşmışlardır. Birçok
Nusayri’nin anlatımına göre bu baskı döneminde Hıristiyanlar tarafından
korunmuşlar, yardım görmüşler ve Hıristiyanların yanında çalışmışlardır.
Nusayriler ile
Yahudiler arasında da bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim kişiler
arasında değil, geçmişten günümüze iki cemaat arasında gerçekleşmiştir.
Kültürlerin benzeşme gösterdiği durumlar olsa da iki toplumun da kadınları
arasında bir diyalog görülmemiştir. Murdar hayvan eti, leş yiyen hayvanlar ve
domuz eti her iki toplum içerisinde de yenilmemektedir. Yahudilerde de
Nusayrilikte olduğu gibi pulsuz balık, karides, kalamar gibi suda yaşayan
pulsuz canlıları yemek yasaktır. Nusayrilerce kutsal kabul edilen ekmeğin
Yahudiler tarafından da kutsal kabul edilmesi diğer bir benzerlik olarak
karşımıza çıkar. Diğer bir benzerlik de dine kan yoluyla dâhil olunabileceği
inancıdır. Yahudilik milli bir dindir. Kişi kendi isteği ile Yahudiliğe
giremez. Yahudilik doğumla gerçekleşir. Yahudi olabilmek için annenin de Yahudi
olması gerekmektedir. Nusayrilikte de bu durum babanın Nusayri olması ile
gerçekleşir. Nusayriler de Yahudiler gibi kan yolu ile dine dâhil olurlar.
Toplum içinde sıklıkla kullanılan ‘Nusayri olunmaz, Nusayri doğulur’ lafı da
buradan gelmektedir.
Tarihsel süreç
içerisinde, aynı coğrafyada yaşayan toplumların yoğun olarak etkileşim içine
girdikleri görülmektedir. Özellikle de hoşgörü ortamının var olduğu Hatay’da bu
durum daha yoğundur. Bölgede yaşayan üç dinin ve çok sayıda mezhebin
birbirleriyle etkileşime girmesi, bölge halkı tarafından oldukça doğal
karşılanmaktadır.
SONUÇ
Nusayrilik
mezhebi konusunda elde edilen bulgular göstermektedir ki, mezhep tamamıyla
kapalı bir görünüme sahiptir. Kapalılık Bâtıniliği de içermektedir. Her şeyin
görünen (Zahir) ve görünmeyen (Batın) tarafının olduğu görüşü, mezhebin en
belirleyici özelliği olmuştur. Gizliliğin esas olduğu bu görüş toplumun gelenek
ve göreneklerinin oluşmasına etki etiği gibi kadınların mezhep içerisindeki
durumlarına da etki etmiştir.
Mezhebe göre
Batın yalnızca erkekler için haktır. Bu hak erkeklere tanrı tarafından
verilmiştir. Kadınlar bu haktan tamamıyla mahrumdurlar. Bu durum kadının dini
hayattan uzak durmasına neden olduğu gibi, kadını toplum hayatından da
uzaklaştırmaktadır. Bu noktada ise; erkek karar alma sürecinde daha güçlüdür.
Bâtıni bir mezhep olan Nusayrilikte gizli bir örgütlenmenin mezhebi şekillendirmesi,
bu noktada kadının inançsal yapı içerisinde zahiri ibadetler yapmasına neden
olmuştur. Zahiri ibadetler kadın için Kuran-ı Kerim okumak, sureleri
ezberlemek, ziyaretlere girmek, bayram hazırlığına yardım etmek gibi
ibadetlerdir. Erkeğin ibadetinden tamamen farklı bir özelliğe sahip olan bu
ibadet şekli Nusayri kadınını ikinci planda tutmaktadır.
Nusayriler,
Arap toplumu içerisinde yaşayan ve günümüzde de bu toplumun kültürünü
barındıran bir Anadolu toplumudur. Günlük hayatta ana dilde Arapçayı konuşan bu
toplum, dışarıda da Türkçe konuşmaktadır. Bölgede yaşayan birçok din ve millet
ile kaynaşan Nusayrilerin toplumsal ve kültürel yapısı bu kaynaşmanın bir
sonucudur.
Bütün dünya
halkları bir arada yaşadıkları toplumlardan etkilenmişlerdir. Bu etkileşim
toplumlar arası iletişimin güçlü olduğu toplumlarda daha fazla yaşanmaktadır.
Bu noktada Nusayriler Arap kültürünün yanı sıra Anadolu kültürünün ve
Hıristiyan kültürünün de etkisiyle harmanlanmış bir kültüre sahiptirler.
Anadolu Alevileriyle benzeşmeyen dini özellikler, kültürel ortamda büyük
benzerlikler göstermektedir. Örneğin Orta Asya kökenli olan ve Anadolu’da
yaşatılan saçı geleneği, Nusayri toplumunda da uygulanan bir gelenektir.
Anadolu’da bulunan “albastı inancı”, Nusayrilerdeki iki kırklının birbirini
basarak kötü etkilemesi inancından başka bir şey değildir. Anadolu kültüründe
bulunan Hızır inancının aynı şekliyle Nusayriler arasında da varlığı
bilinmektedir.
Nusayrilerin
etkileşim içinde bulunduğu diğer bir toplum ise Hıristiyanlardır. Hıristiyan
kültürü ortak bayramlara, ortak geleneklere ve ortak kültüre işaret eder.
Hıristiyan kültüründeki ‘Paskalya’, Nusayrilerde ‘Yumurta Bayramı’ olarak
kutlanmaktadır. ‘Noel’, Nusayrilerde ‘Evvel Seniy’ olarak kutlanan yılbaşıdır.
Hıristiyanların kilisede kullandıkları ‘tütsü’, Nusayrilerin ziyaretlerde
kullandıkları ‘buhur’ ile eşdeğerdir.
Adetli kadının
kirli kabul edilerek, bu sürede dışlanması da Yahudi kültürü ile benzerlik
göstermektedir. Aynı zamanda Yahudiliğin de kişiye kan yoluyla geçtiği inancı Nusayrilerde
de vardır.
İnsanları
birbirine bağlayan güç kaynağı olarak insan sevgisini gören Nusayri kadınları
inançlarını Hz. Ali sevgisi ile temellendirmişlerdir. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e
duyulan bağlılık ve sevgi çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hz. Ali’ye
ulûhiyet atfeden bu toplum Hz. Ali inancı ile Anadolu Alevilerinden
ayrılmaktadır.
Nusayri din
adamlarının kadına bakışları diğer İslam mezheplerinden farklıdır. Kadının
ibadet hakkının evlenene kadar babası evlendikten sonra da kocası tarafından
yerine getirilmesi oldukça dikkat çeken bir faktördür. Bu anlamda Nusayri
kadınları ibadetten muaf tutulmuşlardır. Ancak türbe ziyaretleri alternatif
ibadet olarak Nusayri kadınları arasında uygulanmaktadır.
Dini hayatta
ortaya çıkan bu boşluğu gelenekler ve batıl inançlar ile kapatmaya çalışan
Nusayri kadınları bu noktada oldukça ilginç inançlara sahiptirler. Örneğin;
gece sakız çiğnemenin haram kabul edilmesi (gece çiğnenen sakız ölülerin derisi
olarak nitelendirilir), kapı eşiğinde oturmama (kapı eşiğinde şeytan oturur
inancı), pazartesi günleri yapılan temizliğin haram kabul edilmesi (Hz.
Hüseyin’in öldürüldüğü gün olduğundan yas tutulması gerektiği inancı), gece
vakti tırnak kesmeme (şeytan tırnağı çıkar inancı), pazartesi ölen birinin
ardından horoz keserek, horoz başının ölünün yanına gömülmesi inancı (ölen
kişi, bu gelenek yerine getirilmediği takdirde bölgede yaşayan gençleri
ardından götürür inancı) gibi daha bir çok inanç bu bağlamda
değerlendirilebilir.
Nusayri
toplumunda genç kadınlar siyasete erkekler kadar yoğun bir ilgi duyarlar. Genç
kadınlar siyasi partiler ve dernekler aracılığıyla siyasi faaliyette
bulunurlar. Yaşlı kadınların siyasi tercihleri ise daha çok eşlerinin kararına
göre şekillenir.
Günlük hayatta
kır hayatında tarım ile uğraşan Nusayri kadınları kent yaşamında da tarımın
yanı sıra birçok ekonomik faaliyette bulunmaktadır. Kamu kurumları dışında
küçük işletmelerde de çalışmaktadırlar.
Nusayri
kadınları için önem arz eden diğer bir faktör de evlilik ve bu doğrultuda
uygulanan geleneklerdir. Kız istemeden nişana, kına gecesinden düğün merasimine
kadar evlilik aşamalarında uygulanan bu gelenekler, toplumun genel
özelliklerini de yansıtır. Toplum içi yapılan evliliklerin daha baskın
görüldüğü Nusayri toplumunda, günümüzde az da olsa toplum dışı evlilikler
görülmeye başlamıştır.
Doğum ile
başlayan yeni hayatın da mezhebe bağlı bir takım uygulamaları vardır. Bebek ve
annenin kırklı olması, bu sürede dini ortamlardan uzak tutulması da mezhepteki
kurallar zincirinin bir parçasıdır. Doğum adetlerinin geleneklerle bezenmiş
olması bu geleneklerin önemini göstermektedir.
Doğumda olduğu
gibi, regl döneminde de oluşan kirlilik durumu madden ve manen temizlenmeyi
gerektirmektedir. Bu temizlenme mezhebin uygun gördüğü şartlarda
gerçekleşmektedir. Nusayri kadınlarının bu temizlenmeye çok özen gösterdikleri
görülmektedir. Temizlenmenin bu şartlarda gerçekleşmediği durumlarda sarf
edilen “bastığın toprak kabul etmez” sözü, bunun en açık göstergesidir.
Mezhepte
kadınların en yaygın olarak uyguladıkları ve bir ibadet şekli olarak
değerlendirdikleri türbe ziyareti çok önemlidir. Allah ile daha yakın olabilmek
için, nurların yağdığı mekân olan türbelerde yapılan ibadet daha değerlidir
düşüncesi, Nusayri kadınlarını türbelere yönlendirmiştir. Nusayri kadınlarının
türbe ziyaretini dini bir yükümlülük olarak görmeleri oldukça önemlidir.
Diğer bir
ibadet de bayramlarda, bayram hazırlığına yardım etmektir. Ruhen ve bedenen
temiz olan Nusayri kadını, burada yemek yapımı, temizlik ve düzenlemelerde
yardımda bulunarak ibadetlerini gerçekleştirdiğine inanmaktadır. Nusayri
inancının bir diğer özelliği de reenkarnasyon inancıdır. Bu inanç özellikle
kadınlar arasında çok fazla gündemde tutulmaktadır. Enkarne olan kişinin
yaşadıkları, önceki hayatı ve şimdiki hayatı ile ilgili değerlendirmeler,
sohbet ortamlarında sıkça konuşulmaktadır. Reenkarnasyona inanmak, mezhebin
önemli bir kuralı olarak kabul edilmektedir. Ölen birinin ardından, kişinin
yeni hayatında rahata ermesi ile ilgili edilen dualar bu durumu açıklamaktadır.
Açıkgözoğlu, M. (1975). İslam Devletleri Tarihi. Yeni
Asya Yayınları, İstanbul.
Andrews, P.A.(1992). Türkiye’de Etnik Gruplar. Mustafa
Köpüşoğlu (Çev.), Ant Yayınları, İstanbul,ss.214-216.
Aslan, C. (2005). Fellahların Sosyolojisi. Karahan
Kitabevi, Adana.
Bozkurt, F.(2004). Toplumsal Boyutlarıyla Alevilik.
Kapı Yayınları, İstanbul.
Bulut, F.(2001). “Nusayriler”, Atlas Dergisi, Sayı:104,
İstanbul.
Bulut, F.(2002). Ortadoğu’nun Solan Renkleri. Bertin
Yayınları, İstanbul.
Canpolat, B.(2010). Günümüz Türkiye’sindeki Dini Akım ve
Cemaatlerde Hızır Telakkisi.
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, ss.114.
Dağ, E. (2009). İslamiyetin Özü Gerçek Alevilik. Ürün
Yayınları, Ankara.
Develioğlu, F.(2010). Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lugat.
Aydın Kitabevi, Ankara.
Doğan, İ. (2009). Soru ve Cevaplarla Ehl-i Beyt ve Arap
Aleviliği, Ares Kitap, İstanbul.
Doğruel, F. (2005). İnsaniyetleri Benzer. İletişim
Yayınları, İstanbul.
Ekiocak, N. (1998). Yaratıcının Azameti ve Kuran’daki
Reenkarnasyon. Kayhan Matbaacılık, İstanbul.
Emiroğlu, K., Aydın S. (2003). Antropoloji Sözlüğü.
Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Et- Tavil M. E. G. (2000). Arap Alevileri Tarihi,. İ.
Özdemir (Çev.), İstanbul Çiviyazıları, Adana.
Eyüboğlu, İ. Z. (1997). Bütün Yönleriyle Tasavvuf
Tarikatlar Mezhepler Tarihi. Der Yayınları, İstanbul.
Fığlalı, E. R. .(1991). Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri.
Ankara: Selçuk.
Gölpınarlı, A.(1997). Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler.
İnkılap Kitabevi,İstanbul.
Gölpınarlı, A.(2002). Hz. AliNehc’ülBelaga. Der
Yayınları, İstanbul.
Gövsa,İ. A.Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi .(Basım
Yılı ve Yeri Yok) C.2.
Hançerlioğlu, O. (1993).İnanç Sözlüğü
Dinler-Mezhepler-Tarikatler- Efsaneler. Remzi Kitabevi, İstanbul.
İşoğlu, İ.,
Süvari, C., Yıldırım, A. Bozkurt. T. (2006). Artakalanlar. E Yayınları,
İstanbul, ss.461.
Kaynak, M.
(2002). Kur’an’daKadın. Yay Matbaacılık, İstanbul.
Keser,
İ.(2008a). Nusayrilik- Arap Aleviliği. Karahan Kitabevi, Adana.
Keser,
İ.(2008b). Kent Cemaat Etnisite Adana ve Adana Nusayrileri Örneğinde
Kamusallık. Ütopya yayınevi, Ankara.
Kineşçi, E.
(2010).Nusayri Kimliğinin Oluşumunda Siyasal Katılım, Tercihlerin Etkisi ve
Partilerin Rolü: Hatay Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Ankara, ss.89.
Kur’an-ı Kerim
Massignon,
L.(1964) “Nusayriler”, İslam Ansiklopedisi. C.9, MEB, İstanbul,
ss.365-369.
Mullaoğlu,
M.(1998). Nusayrilik Hakkındaki İddia, İsnad ve İftiralar ile Cevapları.
Onur Ofset, Antakya, ss.3.
Reyhanî,
M.(1997). Gölgesiz Işıklar-II. (2. Baskı), Can Yayınları, İstanbul,
ss.22.
Robınson, F.
(1986).İslam Dünyası 1500’den Bu Yana, Mete Tunçay(Çev.), İstanbul.
Tekin,
M.(2000). Hatay Tarihi- Osmanlı Dönemi. Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yayınları, Ankara.
Turan, A.(2000).
İslam Mezhepleri Tarihi- İslam’da Siyasi Düşüncenin Tarihi.
Samsun:Sidre.
Türk,
H.(2002). Nusayrilik (Arap Aleviliği) ve Nusayrilerde Hızır İnancı.
Ankara.
Türk,
H.(2010a). Anadolu’nun Gizli İnancı Nusayrilik İnanç Sistemleri ve Kültürel
Özellikleri, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
Türk, Hüseyin.
(2010b). Etkileşim ve Değişme Boyutuyla Antakya Geleneksel Kültürü İnançlar
Gelenekler ve Ritüeller. Eos Yayınevi, Antakya.
Ocak, A.
Y.(2007). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri.İletişim
Yayınları, İstanbul.
Ortaylı,
İ.(2002). “Son Universal İmparatorluk ve II. Abdülhamid”, C. 12, Türkler
Ansiklopedisi. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Önder,
A.T.(2005). Türkiye’nin Etnik Yapısı. Pozitif Yayınları, İstanbul.
Öz, M.(1999). “Nusayriyye”. Tarih ve Kültürel Boyutlarıyla
Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler.İ.S.A.V. Yayınları, İstanbul.
Özbek, T.(2006).Nusayri Etnik Kimliğinin Simgesel Oluşumu.
Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Hatay, ss.44.
Özön, M. N.( 1965). Büyük Osmanlıca Türkçe Sözlük
.İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul.
Uluçay, Ö.(2010). Arap Aleviliği Nusayrilik. Gözde
Yayınevi, Adana.
Ülkü, H. (1979).Başlangıçtan Günümüze Kadar İslam Tarihi.
İstanbul.
Üzüm, İ.(2007). “Nusayrilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. C.33,İstanbul.
Yılmaz, N.(2005). Kentin Alevileri. Kitabevi Yayınları,
İstanbul.
[4] Louis Massignon.(1964). İslam Ansiklopedisi,
Nusayriler,c.9,İstanbul, s.369.
[5] İnan Keser.(2008a). Nusayrilik Arap Aleviliği,
Karahan Kitabevi, Adana, s.38.
[6] www. Dini Sözlük.com., Abdülaziz Dehlevi.
[7] Ferit Develioğlu.(2010). Osmanlıca Türkçe
Ansiklopedik Lügat. Aydın Kitabevi,Ankara, s.845.
[8] Mustafa Nihat Özön.(1965). Büyük Osmanlıca
Türkçe Sözlük.İnkılap ve Aka Kitabevleri,İstanbul, s.596
[9] Orhan Hançerlioğlu.(1993). İnanç Sözlüğü
Dinler- Mezhepler-Tarikatlar-Efsaneler. Remzi Kitabevi,İstanbul,s.460.
[10] Ömer Uluçay.(2010). Arap Aleviliği
Nusayrilik. Gözde Yayınevi, Adana, s.17.
[11] Mahmut Reyhani.(1997). Gölgesiz
Işıklar-II.(2.Baskı), Can Yayınları, İstanbul, s.22.
[12] Mehmet
Mullaoğlu.(1998). Nusayrilik Hakkındaki İddia, İsnad ve İftiralar ile
Cevapları.Onur Ofset, Antakya, s.3
[13] Hüseyin Türk.(2010a), Anadolu'nun Gizli İnancı
Nusayrilik İnanç sistemleri ve Kültürel Özellikleri.Kaknüs Yayınları, İstanbul,
s.32.
[14] Massignon, a.g.m., s.90-94.
Keser, a.g.e.,
s.38.
[16] İnan Keser.(2008b). Kent Cemaat Etnisite Adana
ve Adana Nusayrileri Örneğinde Kamusallık. Ütopya Yayınevi, Ankara, s.56-57.
[17] Cahit Aslan.(2005). Fellahlar'ın Sosyolojisi.
Karahan Kitabevi, Adana, s.33.
[18] Ali Tayyar Önder.(2005). Türkiye'nin Etnik
Yapısı. Pozitif Yayınları, İstanbul, s.114.
[19] Abdülbaki Gölpınarlı.(1997). Türkiye'de
Mezhepler ve Tarikatler, İnkılâp Kitabevi, İstanbul,141.
[20] İbrahim Alaettin Gövsa, Resimli Yeni Lügat ve
Ansiklopedi, c.II, s.2032.
[21] Önder, a.g.e.,115.
[22] Hüseyin Türk.(2010b). Etkileşim ve Değişme
Boyutunda Antakya Geleneksel Kültürü İnançlar Gelenekler ve Ritüeller.EOS
Yayınevi, Antakya, 60.
[23] Fuat Bozkurt.(2004).Toplumsal Boyutlarıyla
Alevilik. Kapı Yayınları, İstanbul, s.1.
[24] Faik Bulut.(2002). Ortadoğu'nun Solan Renkleri.
Berfin Yayınları, İstanbul,s.63-64.
[25] Bulut, a.g.e., s.63-64.
[26] Keser, (2008a), a.g.e., s.174.
[27] a.g.e., s.165.
[28] İlber Ortaylı.(2002).Türkler Ansiklopedisi,
c.12, “Son Universal İmparatorluk ve II. Abdülhamit, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, s.891.
[29] Mehmet Tekin.(2000).Hatay Tarihi Osmanlı
Dönemi. Atatürk Kültür Merkezi başkanlığı Yayınları, Ankara, s.138.
[30] Keser, (2008b), a.g.e., s.58.
[31] Peter Alford Andrews.(1992). Türküye'de Etnik
Gruplar. Mustafa Köpüşoğlu(Çev), Ant Yayınları, İstanbul, s. 214-216.
[32] Keser.(2008b). a.g.e. 61.
İlker İşoğlu, Ceyhan Süvari, Ayşe
Yıldırım Tülin Bozkurt.(2006). Artakalanlar. E Yayınları, İstanbul, s.461.
[38] İsmet Zeki Eyüboğlu.(1997). Bütün Yönleriyle
Tasavvuf Tarikatlar Mezhepler Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, s.377.
[39] İlyas Üzüm.(2007). Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. “Nusayrilik”,c.33, İstanbul,s.272.
[40] Muhammed Emin Galip et-Tavil.(2000). Arap
Alevileri Tarihi. İsmail Özdemir(Çev). Karahan Kitabevi, Adana, s.44-45.
[41] Türk.(2010a), a.g.e., s.51.
[42] Ömer Uluçay.(2010). Arap Aleviliği Nusayrilik.
Gözde Yayınevi, Adana, s.25.
[43] Aslan, a.g.e., s.65.
[44] İskender Doğan.(2009). Soru ve Cevaplarla Ehl-i
Beyt ve Arap Aleviliği.Ares Kitap,İstanbul,s.140.
[45] Hançerlioğlu, a.g.e., s.460.
[46] Türk. (2010a), a.g.e., s.120.
[47] Francıs Robinson.(1986), İslam Dünyası 1500'den
Bu Yana, Mete Tunçay(Çev),İletişim Yayınları, İstanbul, s.217.
[48] Tarık Özbek.(2006). Nusayri Etnik Kimliğinin
Simgesel Oluşumu. Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Hatay, s.44.
[49] Türk.(2010b). a.g.e., s.101.
[50] Aslan.a.g.e., s.35.
[51] Türk.(2010a). a.g.e., s.82.
[52] Suham Özdemir, 29, İlkokul Mezunu, Antakya.
[53] Ahmet Turan.(2000). İslam Mezhepleri
Tarihi-İslam'da Siyasi Düşüncenin Tarihi, Sidre Yayınları, Samsun, s.179.
[54] Mustafa Öz.(1999).Tarih ve Kültürel
Boyutlarıyla Türkiye'de Aleviler Bektaşiler, Nusayriler.
"Nusayriyye", İ.S.A.V. Yayınları, İstanbul, s.190.
[55] Şeyh İbrahim Kanadlı
[56] Et-Tevil.a.g.e., s.263-271.
[62] Türk.(2010a),a.g.e. s.83.
[63] Elif Güzel,28, İlkokul Mezunu, Antakya.
[64] Şeyh Mehmet... 35, Üniversite Mezunu, Antakya.
[66] Şeyh İbrahim Kanadlı.
[67] Aslan. a.g.e., s.82.
[68] Önder, a.g.e., s.273.
[69] Fulya Doğruel.(2005), İnsaniyetleri Benzer,
İletişim Yayınları,İstanbul, s. 92-93.
[70] Türk.(2010a), a.g.e., s.73.
[71] Aslan, a.g.e.,s.84.
[72] Türk,(2010a) a.g.e., s.76.
[73] Leyla Över, 50, İlkokul Mezunu, Antakya.
[74] Serap Doğan, 27, Üniversite Mezunu, Antakya.
[79] Şeyh Hamit Doğru.
[80] Türk, a.g.e., s.112.
[81] Meral Yılmaz, 24, Üniversite Mezunu, Antakya.
[82] Türk.(2010a), a.g.e., s.159.
[83] Erdinç Kineşçi.(2010). Nusayri Kimliğinin
Oluşumunda Siyasal Katılım, tercihlerin Etkisi ve Partilerin Rolü: Hatay
Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara, s.89.
[84] Türk. (2010b), a.g.e. s.82.
Basri Canpolat.(2010). Günümüz
Türkiye'sindeki Dini Akım ve Cemaatlerde Hızır Telakkisi. Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s.114.
[88] Hüseyin Türk.(2002). Nusayrilik(Arap Aleviliği)
ve Nusayrilerde Hızır İnancı, Ankara, s.24.
[89] Türk.(2010a), a.g.e., s.199.
[90] Eylem Abacı, 30, Lise Mezunu, Antakya.
[94] Keser, a.g.e. s.66-67.
[95] Hüsniye Tuncay, 76, Okuma-Yazma yok, Antakya.
[96] Türk.(2010b), a.g.e. s.81.
Keser, a.g.e. s.68.
[98] Faik Bulut.(2001), Nusayriler. Atlas Dergisi,
sayı:104, İstanbul, s.102.
[99] Keser, (2008a), a.g.e. s.138.
[100] Türk, a.g.e. s.81.
[101]Türk.(2010a),
a.g.e. s.137.
[102] Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın.(2003).
Antropoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, s.714.
[103] Doğan, a.g.e. s.125.
[104] Üzüm, a.g.m. s.272.
[105] Ahmet Yaşar Ocak.(2007),Alevi ve Bektaşi
İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İletişim yayınları, İstanbul, s.183-184.
[106] Türk, a.g.e. s.252.
[108] Nasireddin Eskiocak.(1998).Yaratıcının Azameti ve
Kuran'daki Reenkarnasyon. Kayhan Matbaacılık, İstanbul,
[112] Türk, a.g.e.,s.48.
[113] Doğan, a.g.e. 38.
[114] Et-Tavil, a.g.e. s.44.
[115] Hayati Ülkü.(1979).Başlangıçtan Günümüze Kadar
İslam Tarihi, İstanbul, s.358.
[116] Abdulbaki Gölpınarlı.(2002).Hz. Ali Nehc'ül
Belaga, Der Yayınları, İstanbul, s.404.
[117] Doğruel, a.g.e., s.187-188.
[118] Keser, a.g.e. s.48-50.
[120] Duygu Özer, 24, Üniversite Mezunu,
Antakya, Öğretmen.
[121] Yasemin Araz, 26, Üniversite Mezunu,
Antakya, Hemşire.
[122] Bahar Korkmaz, 52, İlkokul Mezunu,
Antakya, Ev Hanımı.
[126] et-Tavil, a.g.e. s.45.
[127] Türk, a.g.e. s.61.
[128] Keser, a.g.e. s.60.
[129] Sevim Koyuncu, 35, İlkokul Mezunu, Antakya.
[130] Aslan, a.g.e. s.35.
[131] Türk, (2010b),a.g.e. s.30.
[132] ____________________
Türk, a.g.e. s.33.
[133] Sevgi Korkmaz, 28, İlkokul Mezunu,
Antakya, Ev Hanımı.
[134] Ayten Özdemir, 35, Lise Mezunu,
Harbiye, Memur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar