Print Friendly and PDF

NUSAYRİLERDE KADIN

 


Hazırlayan: GÖKBEN ÖVER

Alevilik; dini olduğu kadar sosyolojik ve siyasi etkinliği olan bir mezhep olarak karşımıza çıkmaktadır. Alevi sözcüğü; Hz. Ali’ye mensup, Hz. Ali’nin yolunda ilerleyen, Hz. Ali’nin öğretilerini savunan gibi anlamlara gelmektedir. Alevilik, Hz. Ali’ye sevgi ve bağlılığın ötesinde toplumsal bir ayrışmanın da temelini oluşturmuş dini bir hareket olarak karşımıza çıkarmaktadır. Nusayrilik de Aleviliğin bir koludur. Caferilik’e bağlı olan Nusayrilik batıni özellikler taşımaktadır. Söz konusu esaslara bağlı kalan Nusayrilikte Anadolu Aleviliğinden farklı olarak, dini alanda kadınlar ve erkekler bir arada yer almamaktadır.

İbadette ve dini hayatın her alanında Nusayri kadın, erkeğin bir adım gerisinde yer almaktadır. Bu çalışmada inançtan günlük yaşama, gelenek ve göreneklerden kültürel öğelere, kadının Nusayrilik mezhebindeki yeri ve önemi ele alınarak, bu alanlarda kadının etkisi üzerinde tespitlerde bulunulacaktır. Çalışmada ayrıca mezhep içerisinde yer alan kadının geçmişten günümüze gelinceye kadar yok sayılmasının nedenleri de sorgulanmıştır.

Nusayri kadınları inançsal gerekliliklerini erkeklerden çok farklı bir şekilde yerine getirmektedirler. Erkekler mezhebin batın alanında iken, kadınlar zahir alanında yer alırlar. Zahir alan içerisinde Nusayri kadınının yerine getirdiği ibadetler belli çizgiler içerisindedir. Kadınlar, bayram hazırlığı ve türbe ziyaretlerinde aktif bir şekilde ibadetlerini yerine getirirler. Bunlardan bayram hazırlığı aşaması hizmet etmek şeklindedir. Yemek yapımı ve temizlik gibi işleri yerine getiren Nusayri kadını bunu bir ibadet saymaktadır. Aynı zamanda türbe ziyareti de kadınlar tarafından çok önem verilen bir ibadet şeklidir. Kadınların türbe ziyareti sırasında temizliğe verdikleri önem, kimi kadınların türbeyi tavaf sırasında haykırarak dua etmesi bu ibadetin ne kadar ciddiyetle yerine getirildiğini kanıtlamaktadır.

Erkeklere öğretilen namazın kadınlara öğretilmemesi birçok açıdan değerlendirilmesi gereken bir faktördür. Din adamları ile bazı akademisyenler arasındaki ifade farkları da bu durumun incelenmesi gerekliliğini arttırmıştır. Din adamlarına göre dini öğrenme ağır bir yüktür ve kadınlar yaradılışları itibariyle daha güçsüzdürler. Bu yüzden bu mükellefiyeti kaldıramazlar. Aynı zamanda kadın hayatının büyük bir bölümünü bedensel kirlilikle geçirmektedir. Doğurganlığın getirdiği kanama ile kirlenen kadın dini öğrenmeden muaftır. Bu noktada evlenene kadar baba, evlendikten sonra da koca kadın için namaz kılmaktadır. Aynı zamanda kadın baskı ve zorlama gibi durumlarda Bâtıni özelliklere sahip olan dini ifşa eder düşüncesi de dini öğrenmelerini engellemiştir. Bazı akademisyenler tarafından kabul edilen diğer bir görüş ise; kadının, şeytanın günahlarından yaratıldığı düşüncesidir. Toplumun din adamları ve Nusayri halkı tarafından kabul görmeyen bu düşünce de çalışma içerisinde derinlemesine işlenmiştir.

 

 NUSAYRİLİĞİN KISA TARİHÇESİ VE NUSAYRİ İNANÇ YAPISI

Nusayriliğin ortaya çıkışı hicretten sonraki III. yüzyıla rastlamıştır. Nusayrilik mezhebinin kurucusu, bütün kaynaklarda Muhammed bin Nusayr olarak geçmektedir. Ancak ibn Nusayr’in Nusayriliği ortaya koyuş şekli ve ilk olarak ortaya attığı görüşler konusunda farklı kaynaklarda değişik görüşler ileri sürülmektedir. Nusayriler’e göre ise ibn Nusayr’in yeni bir inanç ortaya koymamıştır. Bu nedenle ibn Nusayr bir inanç kurucusu değil, sadece kendisine devredilen dini inancın devamcısıdır.1

İbn Nusayr’in mezhebe ismini vermiş olduğu düşüncesi birçok düşünür tarafından onaylanmıştır. Buna göre Nusayrilik mezhebinin kurucusu Muhammed bin Nusayr-ül Abdi’dir. Mezhep adını kurucusunun adından almaktadır. Nusayrilere göre Ali Allah, Muhammed güneştir. Geceleri dünyayı aydınlatan Ay, Hz. Ali’dir. Muhammed’le Ali geceleri birliktedir, birdir. Selman’ı yaratan Muhammed’dir, yani Selman Muhammed’in nurundan koparak var olmuştur. Nusayriler böylece Hz. Ali, Hz. Muhammed, Hz. Selman üçlüsünü kutsal saymaktadırlar. Âdem’den bu yana Ali görünüş alanına çıkmış, yani insan bedenine bürünerek evreni yönetmiştir. İnsan ölünce ruhu göklere, aydınlıklar ülkesine (nurlar âlemine) çıkar. Nusayrilerde Arapça Ayın-Mim-Sin harflerinden oluşan bir mühür vardır; Hz. Ali, Hz. Muhammed, Hz. Selman üçlüsünü temsil eder.

Nusayrilerin kutsal kabul ettiği ruhlar vardır. Bunlar beş yetimler (Hams Eytam) olarak adlandırılır. Bunlar sırasıyla; Mikdad (Nusayrilere göre şimşek ve yıldırımı temsil eder), Ebu Zer ( yıldızları temsil eder), İzrail (ruhları temsil eder), Osman bin Ma’zun (sağlık ve hastalıkları temsil eder), Kanber (ruhları cesetlere sokan melek olarak tasvir edilir)’dir. Bu Hams Eytam başlıca yönetici ve kutsal varlıklardır.

Massignon ise; ibn Nusayr’i H. 245 yılında kendisinin 10. Şii imamı Ali Naki ile onun büyük oğlu Muhammed’in babı olduğunu söylemiştir.[4] Nusayriliğin kurucusu ibn Nusayr din kuruculuğu özelliği nedeniyle, İslam dünyasındaki birçok grupta olduğu gibi, gruba ismini de vermiş ve bu tarihten sonra grup Nusayriler olarak anılmaya başlanmıştır... Nusayri ismi, Hamdan el Hasibi tarafından ortaya konulan bir isimdir; bu grup yine kurucusunun adından dolayı Nemirriyye adıyla da anılmıştır.[5]

Nusayrilik mezhebinin ortaya çıkışı ve Nusayriliğin tarihi ile ilgili bir çok görüş ileri sürülmüştür. Abdülaziz Dehlevi’ye göre; Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarındandır. On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar. Eshâb-ı kirâma iftirâ eden Şia, üç grupta toplanmaktadır: Birincisi, Tafdiliyye; Hazret-i Ali, Eshâbın en üstünüdür, demektedirler. İkincisi, Seb'iyye; Eshâb-ı kirâmdan birkaçından başkası zâlim, kâfir oldu demektedirler. Bunlar, sebbetmekte (söğüyor), kötülemektedirler. Üçüncüsü Gulât; Hz. Ali tanrıdır demektedirler. Seb’iyye ve Nusayriyye fırkaları da böyledir. İbâdet etmemektedirler.[6] Develioğlu’na göre Nusayrilik; Nusayr’e mensup, Yezidiliğin bir kolu olan, Nusayr’in mezhebinde olan[7] şeklinde tanımlanırken, Nusayr’e mensup onun tarikatında olan,[8] Bir Bâtıni tarikatı[9] şeklindeki tanımlamalara da rastlanmaktadır.

Diğer bir görüşe göre ise de Nusayrilik “İslamiyet içinde, Batıni görüşe dayalı bir akidedir.”[10] Nusayri, Muhammed bin Nusayr’in yandaşlarına, onun ilim ve içtihadını taklit eden ve uygulayan cemaate verilen bir isimdir.[11] Mullaoğlu’na göre ise, Nusayri kavramı “yardımcı” anlamına gelmektedir.[12]

En yaygın olarak kabul edilen görüşe göre ise; Nusayri kelimesi Nusayra dağından gelmektedir. Hz. Ömer’in Suriye’yi fethi sırasında İslam orduları zor duruma düştüğünde Ensar’dan 450 mücahid sayesinde ordu başarılı olmuştur. Bu küçük kuvvete “Nusayra” (küçük yardım) denilmiştir. Cihadın kurallarından biri, fethedilen toprakların fetheden orduya verilmesidir. Nusayra grubunun aldığı topraklara Nusayra Dağı denildi. Burası, Hulu Dağı’yla şimdiki Ümraniye bucağının bir kısmından oluşmaktadır. Sonradan bu ad, Lübnan Dağı’ndan Antakya’ya kadar, Nusayrilerin yaşadığı bütün dağların özel adı olmuştur. Buraya yerleşen Ensarın, Nusayrilerin ataları olduğu düşünülmektedir.[13] Nusayri sözcüğünün kökeniyle ilgili Massignon beş temel fikir öne sürmektedir. “1) Latince “Nazerini” kelimesinin bozulmuş şekli, 2) Kufe yakınlarındaki Naşuraya köyü, 3) Hıristiyan Naşrani kelimesi, 4) Şii şehitlerinden biri olan Nusayri, 5) Nusayriliğin de kurucusu sayılan Muhammed bin Nusayri ismi.”[14] Massignon’a göre en güçlü ihtimal son maddedir. Yani birçok düşünürün de kabul ettiği gibi mezhep ismini kurucusundan almıştır. Et- Tavil’e göre de en güçlü olasılık Nusayra dağlarıdır.

Nusayrilik mezhebinin kurucusu ibn Nusayr olmasına rağmen Nusayriliğin asıl kurucusu yani inancın tanınmasını ve yayılmasını sağlayan Hamdan el- Hasibi’dir. Hamdan el- Hasibi, ibn- Nusayr’a ait bilgileri daha da geliştirmiştir. Geliştirmiş olduğu bu bilgileri Kitab-ül Mecmu’da yazarak mezhebin devamlılığını sağlamıştır. Hamdan el- Hasibi Nusayriliğin geniş kitleler tarafından benimsenmesinde ve belli bir sistematiğe oturtulmasında oynadığı rol itibariyle, Nusayriliğin en önemli simalarından biridir.[15]

İkamet ettiği Mısır’dan ayrılarak Cenbula’ya (İran’da bir kent) giden ve orada ibn Nusayr’in ikinci halefi Cenbulani’den başkanlığı devralan Hasibi, bu tarihten itibaren inancın başkanlığını yapmış, daha sonra yerleştiği Halep’teki Hamdani devletinin himayesinde yaşarken biri Muhammed Ali el- Cilli başkanlığında Halep’te, diğeri Ali el-Cisri önderliğinde Bağdat’ta olmak üzere Nusayrilere iki merkez kurmuştur. Hülagü’nün Bağdat’ı işgali üzerine Bağdat merkezi yok olmuş, Halep merkezi ise Lazkiye’ye kaydırılarak başkanlığına Et- Teberani getirilmiştir. Teberani, Nusayrilik tarihindeki önemli simalardan bir diğeridir: Çünkü onun döneminde (XI.yüzyılda) Nusayri inancı Halep’ten Adana’ya kadar uzanan kıyı şeridi ve bu şeridin doğusundaki kırsal alanda yaygın bir inanç haline gelmiştir. Teberani, 11. yy ortaları boyunca, bölgedeki Bizans egemenliğinin sağladığı uygun koşullardan da yararlanarak, Lazkiye ve Antakya’nın kırsal kesimdeki önemli bir nüfusa Nusayri inancını benimsetmiştir. Ayrıca Teberani, selefi olan Hasibi gibi önemli dini metinler kaleme almıştır. Bu metinlerden en önemlisi, günümüzde de tüm Nusayri erkeklerinin ezbere bildikleri, yani ezberlemek zorunda oldukları Kitab-ul Mecmu’dur.[16]

Nusayrilik; Arap soyundan geldiklerine inanan, Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya mihverinde yaşayan ve aynı şekilde Suriye, Lübnan ve başka coğrafyalarla bağları bulunan bir grup insanın İslami inançları, akideleridir.[17] Nusayriler, Hatay il merkezi olan Antakya, Samandağ ve kısmen Adana, Mersin, Tarsus ve İskenderun’da yaşamaktadırlar.[18] Nusayriler daha çok Asi Nehrinin batısında (eski Lazkiye Livası) yaşamaktadırlar. Hama, Humus, İskenderun, Antakya, Adana, Tarsus ve Nablus’un kuzeyinde de Nusayriler yoğun olarak yaşamaktadırlar. İnanışları ve davranışları göz önüne alındığında, Nusayrîliğin bölgedeki eski dinler ve inanışlardan, totemcilikten Sâbiliğe, Musevilik, Hıristiyanlık ve ilkel inanışlardan Müslümanlığa kadar bir dizi inançtan etkilendiği ve bunları Bâtınîlik perdesi ile örttüğü ortadadır. Günümüzde Nusayrîler azınlık olarak Filistin’de, Suriye’de, Türkiye’de ise; Tarsus, İskenderun, Antakya ve Adana’da yaşamaktadırlar.[19] Bu noktada Nusayri toplumu tarihsel süreçte bölgede yaşayan diğer etnik unsurlarla yakın ilişki ve etkileşim içerisinde olmuşlardır. Bu etkileşim Nusayriler ile ilgili yapılan yorumları da çeşitlendirmiştir. Dürzîlerle Yezidiler gibi zahiren Müslüman oldukları halde onlar gibi ayrı bir mezhebe tabidirler” görüşü de bu etkileşimin bir sonucudur.[20]

Nusayriliğin tarihçesinde olduğu gibi, etnik kökenleri konusunda da değişik görüşler mevcuttur. Kimileri Alevilerin Arap soyuna bağlı olduklarını savunurken kimileri de onların Türk olduklarını savunurlar. Önder’e göre; Esasen, Türkiye Nusayrileri’nin büyük çoğunluğu asli kökenleri itibariyle Türkmendir. Bu birçok yerli ve yabancı bilim adamı tarafından Halep Salnameleri’ne, Antakya Kilisesi kayıtlarına, Mesudi, Taberi, ibn-i Havkal, ibn-i Batuta, Tarsusi gibi Arap tarihçilerinin eserlerine, Selçuklu ve Bizans kaynaklarına, antropolojik verilere dayanmaktadır.[21] Türk’e göre ise; Sadece siyasi donanımlı bazı Nusayri aydınları Nusayri kelimesinin kendilerini tanımlamadığını, kendilerine Alevi denmesinin daha doğru olduğunu ve etnik kökenlerinin ise Eti Türklerine dayandığını belirtmektedir.[22]

Hatay’da yaşayan, Nusayrilik hakkında yazan Nusayri din adamları ve Nusayri şeyhleri kendilerini Arap Alevi olarak tanımlamaktadır. Akdeniz bölgesinin sakinleri olan Nusayriler, Lübnan, Suriye ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Aynı dili konuşmakta, aynı inancı paylaşmaktadırlar ve Arap etnik kökenlidirler. Türkiye’de yaşayan Nusayrilerin Eti Türkü olduğu ve Suriye’dekilerden farklı bir etnik yapıda oldukları düşüncelerinin tümü dayanaksızdır. Halk arasında Nusayri terimi çok fazla bilinmemekle beraber, bu terim kullanılmamaktadır. Nusayri toplumu kendini çoğunlukla “Arap Alevi” olarak tanımlamaktadır. Bugün Alevilik denince anlaşılması gereken, inançtan çok bir yaşama kuralı, yaşayış biçimidir.[23] Öncelikli olarak Alevi olduklarını vurgulayan Nusayri halkı ardından Arap etnik kökenine bağlı olduklarını vurgulamaktadırlar. Nusayrilik ile ilgili yazılmış olan birçok eser de Nusayri halkının Arap etnik kökenine bağlı olduğunu teyit etmektedir. Birçok araştırmacı tarafından çok önemli bir kaynak olarak kabul edilen, et-Tavil’in yazmış olduğu kitapta da Nusayrilerin Arap oldukları vurgulanmaktadır. Bu noktada halk, düşünürler ve bir takım Nusayri siyasetçiler arasında görüş ayrılıklarının olduğunu söyleyebiliriz. Nusayri toplumu için kullanılan diğer bir tanımlama ise “Arap Uşağı”dır.[24] [25] Arap uşağı tabiri Nusayri halkı tarafından aşağılanma tabiri olarak kabul edildiğinden halk arasında kabul görmemektedir. Aynı şekilde toprağı işleyen anlamında kullanılan “Fellahü’l- Ard” veya “Fellah” tabiri de Nusayri toplumu tarafından aşağılayıcı bir tabir olarak kabul edilmektedir. 23

Nusayriler Arap toplumuna dâhil olmaları dolayısıyla geçmişten günümüze, günlük hayatta Arapça konuşmaktadırlar. Evde genellikle Arapça konuşan Nusayriler, dışarıda Arapça ve Türkçeyi birlikte konuşmaktadırlar. Nusayrilerin gündelik hayatının birçok alanında inançsal ve dilsel özellikler etkili olmaktadır. Genç kuşaklar arasında inançsal özelliklere ve Arapça kullanımına ilgi, gün geçtikçe azalmasına rağmen, Nusayriler yaşadıkları coğrafyanın özgün bir öğesi olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.[26]

Nusayriler tarih boyunca sırasıyla Selçuklu, Haçlı, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Osmanlı hâkimiyeti altında, Yavuz Sultan Selim döneminde yoğun baskılara maruz kalarak yaşadıkları, birçok kaynakta belirtilmektedir. Özellikle Nusayriler arasında sıkça anlatılan ve Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim döneminde onun emriyle yapıldığı söylenen ‘Halep Katliamı’ bu bilincin oluşmasında en başta etkili olan tarihi olaydır.[27] Bu imparatorluğun içinde hiçbir şekilde millet statüsü verilmeyen, resmen ayrı inanç sahibi olarak görülmeyen ama pratikte ve hatta Müslüman bilginler arasında tamamen ayrı gibi mütalaa edilen gruplar da vardı. Antakya ve Lazkiye’de yaşayan, Nusayri dediğimiz grup bunlardan biridir.[28] Osmanlı Devletinde Antakya ve çevresinde Nusayrilik ve Nusayriler devletçe bilinen bir gerçek olmakla birlikte, bu cemaat İslam cemaatine mensup olduğundan 19. yy sonlarına kadar bunların ayrı düşünülmesi kimsenin aklından geçmemiş, dolayısıyla hiçbir nüfus istatistiğinde ayrı grup olarak gösterilmemişti.[29] “Osmanlı’nın yıkılmasının ardından 1920’lerde Lazkiye, Antakya ve İskenderun’u kapsayan, Nusayrilerin yoğun olarak yaşadığı bölgede Fransızların desteği ile Lazkiye merkezli bir devlet kurulmuştur. Daha sonra kuzeyi Türkiye’nin denetimine, güney kısmı ise Suriye denetimi altına giren bu devlet, 1940 yılına gelindiğinde ortadan kalkmıştır.”[30] 23 Temmuz 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla bu bölgedeki Nusayriler siyasi alanda neredeyse etkisiz bir topluluk haline gelirken bu tarihlerde Suriye’de yaşayan Nusayriler, Suriye politikasının kilidi haline gelmişlerdir. 1970’lerden itibaren Suriye’yi yöneten Esad ailesinin Nusayri olması bunu açıkça göstermektedir.

Andrews’e göre Nusayrilik esoteric (Batini) bir inanıştır.[31] Nusayrilik genel olarak Şiiliğin bir kolu olarak kabul edilmektedir.[32] Şiiliğin Bâtıni özlere bağlılığından kaynaklı olarak Nusayrilik de, Bâtıni öze bağlı kalmıştır. “Arap Alevilerinin inanç sistemleri Nusayri

akidesine dayanmaktadır. Nusayri akidesi “ayn- mim- sin” harflerinde sembolleşen sır kurumu olup, ehlibeyte bağlılık ve reenkarnasyon inancına dayanan ‘Batıni’bir öğretidir. Her şeyin bir görünüşü bir de gizli tarafı olduğunu öne süren Batınilik, İslam’da önemli bir yere sahiptir. Bâtıniliği esas alan Arap Aleviler kendilerini İslam toplumunun bir parçası olarak görmektedirler.[33]

Nusayriliğin teolojisi tamamen Batıni akımın esasları üzerine inşa edilmiş ve diğer Şii akımların ana özellikleri ile harmanlanarak yeni bir inanç sistemi oluşturulmuştur. Örneğin batınilikte yaygın olan yedinci imamdan sonra imamlığın babadan oğula, günümüze kadar devam ettiği fikrine karşılık, yerine Nusayrilikte, Şii İmamiyesinin yani on iki imamın kabulü söz konusudur. [34] Nusayriliğin görüşleri, İslam’dan kaynaklanmakla beraber, Bâtıni tevillere dayalıdır. “Kur-an’ın biçime bağlı kalınarak açıklanması tefsirdir. Tevil ise bu açıklamanın özünü göstermektedir. Tefsir, şeriata bağlıyken, tevil hakikati gösterir. Dolayısıyla tefsir zahirin, tevil batının karşılığıdır.”[35] Nusayriler, Bâtıni inançlarının bir parçası olarak gerekli gördükleri zamanlarda kimliklerini saklamaktadırlar. Nusayriler kimliklerini inkâr ettiklerinde herhangi bir huzursuzluk yaşamazlar.[36] Çünkü inançlarının temelini Takiyye oluşturur. Takiyye ise; zorlama ve tehdit altında dini yükümlülüklerin yabancılardan saklanmasıdır. Nusayri mezhebinden olanların inanışları Şii mezhebinin öteki kollarının inançlarına ve esaslarına bazı bakımlardan benzemektedirler. Önemli ayrılıklar; yaratılış, kıyamet, vahiy ve akide gibi görüşlerde ortaya çıkar.

Nusayri inancının bir diğer özelliği de Hz. Ali inancıdır. Nusayrilere göre Hz. Ali, Allah’ın cisimleşmiş halidir. Hz. Ali batında (görünmeyen) Allah, zahirde (görünen) insandır. Ancak Hz. Ali’ye insani vasıflar atfetmek mezhepte günah olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda Hz. Ali çok cesur ve kahraman bir zat olduğundan: “esedullah” yani Allahın aslanı lakabı ile anılırdı.[37] Bu da Hz. Ali’ye güç kudret gibi üstünlük bildiren vasıfların katılmasına sebep olmuştur. Aynı paraleldeki başka bir görüşe göre ise; Nusayri öğretisinin temelini Hz. Ali’nin tanrılığı düşüncesi oluşturmaktadır. Buna göre Hz. Ali görünüşte imam, gerçekte ise tanrıdır ve kendi nurundan Hz. Muhammed’i yaratmıştır. Ali’nin tanrısal bir varlık olduğunu ileri süren bu inancın çoktanrıcı dinlerden özellikle ilkçağ İran- Hind inançlarından beslendiği, insanı, tanrılaştırma eğiliminden anlaşılmaktadır.[38] Bu noktada Hıristiyanlıktaki teslis inancı unutulmamalıdır. Tesliste de insana tanrılık vasfı katılmaktadır. Bu bakımdan Nusayriliğin Hristiyanlıktan da etkilendiğini söyleyebiliriz. Nusayri mezhebinde bulunanların da katıldığı bir diğer görüşe göre ise; Hz. Ali’nin ilah kabul edilmesi beşerin ilah yerine konulmasından çok, aşkın bir ilahın beşere hulul etmesi anlamına gelir. Nusayriliğe göre tanrı daha önce altı kez beşer olarak dünyaya inmiş, yedincisi Hz. Muhammed döneminde Hz. Ali’de tezahür etmiştir.”[39]

Nusayriler Hz. Ali’nin çeşitli sözlerine ve faziletlerine dayanarak da Hz. Ali’ye tanrılık vasfı yüklemişlerdir. Aynı zamanda Hz. Muhammed’in de Hz. Ali’yi yücelten hadisleri Nusayri halkının Hz. Ali’ye ulûhiyet katmalarına neden olmuştur. Bu Hadislerden bazıları şu şekildedir.

“ İki ağırlık hadisi: Peygamber, ashabına ‘ben çağrılmak ve gitmek üzereyim. Size iki ağırlık bırakıyorum. Rabbimiz Allahın kitabı ve ailem ehlibeytim. Benim adıma onları nasıl koruyacağınızı düşünün!’

Ali bendendir, ben Ali’denim ve O her müminin velisidir.

Ali b. Ebu Talib dinin kapısıdır, oradan giren mümin, çıkan kâfirdir.

Kur’an Ali’yledir, Ali Kuran’la; ayrılmazlar.”[40]

Hz. Ali’nin faziletlerinden biri de yaygın olarak inanılan “Hz. Ali’nin kendi cenazesinde cenazeyi yıkayanın Ali, tabuttakinin Ali ve deveyi çekenin Ali”[41] [42] olduğuna olan inançtır.

Nusayri inanç sisteminde diğer bir önemli nokta da namaz (sala)’dır. Sünni namazından oldukça farklı bir şekilde yerine getirilen bu ibadet zikir maiyetindedir. Namaz, Caferi mezhebine uygun şekilde ve uygun görülen her yerde gizli (batıni) olarak kılınmaktadır. Bâtıni namaz, Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin Hira dağındaki mağarada, gizli- sessiz yaptıkları Allah’ı zikir ve tesbihtir.40 Şeyhlerin kıldırdığı Nusayri namazlarında kadınlar bulunmaz. Yalnızca Nusayri erkekleri namazı bilmekte ve kılmaktadırlar. Başka mezheplerden olanlara da bu namazı anlatmak günah ve yasaktır. Sonsuza kadar gizli kalacaktır. Hatta kadınların erkeklerin namaz için gerekli olan duaları kaydettikleri namaz-dua defterlerini görmesi bile yasaktır. Nusayrilik inancına göre kadınların namazın bulunduğu deftere bakması ve dokunması günahtır. Nusayri kadınları, bu defteri okuyan kadınların gözlerinin görmeyeceğine, kulaklarının duymayacağına ve dillerinin lal olacağına inanırlar. “Arap Aleviler, kadınları ve rüşdü gelmemiş çocukları namazlardan muaf tutmuşlardır.”[43]

Nusayrilerde oldukça önemli bir dini görev de türbeleri ziyaret etmektir. Türbeler “nurların” yağdığı yerler olarak değerlendirildiğinden çok önemlidir. Türbeler Hz. Hızır (a.s.)’ın (Hızır türbeleri) veya dini açıdan önemli kişilerin mezarları olarak karşımıza çıkmaktadır. (Şeyh Yusuf el-Hekim, Şeyh Dahir, Şeyh Abdulrezzak, Şeyh Kasım, Şeyh Ğrabe, Şeyh Hasan... vb Hemen hemen her Nusayri mahallesinde türbe bulunmaktadır. Buralar çok önemli ibadet yerleri durumundadır. Türbeler bir inanç külliyesi konumundadır. Buralar birer inanç yeri olmaları dışında bayram ve adakların yapıldığı yer, odalar, mutfak ve toplum içi yardımlaşmanın sağlandığı merkezler durumundadır. Ayrıca, Nusayrilerde, türbe ziyaretleri eski bir gelenek olup, İslami inançlar doğrultusunda yapılmakta ve Ehl-i Beyt İmamlarından bugüne kadar büyük bir önem arzederek sürmektedir.[44]

Nusayrilerde ölüm de oldukça farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, gömülmesi İslami çerçevede yapılmaktadır. Ancak farklılıklar ölümden sonra ruhun akibetinin ne olacağı durumu konusunda başlamaktadır. Nusayriler ruhun yeniden döneceğine inanmaktadırlar. Bu inanca reenkarnasyon denilmektedir. İnsanın ölümden sonra yeni bir bedenle dünyaya gelmesi olayı Nusayrilere göre yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Mezhebe göre ölüm ruhun yok olması değil bir halden diğerine geçiş aşamasıdır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar arasında bu yeni hale geçiş yaşanmaktadır. İnanca göre ölen bir Nusayri’nin ruhu göğe çıkmakta, Nusayri olmayanların ruhuysa hayvan bedenlerine girmektedir.[45] Nusayrilerde reenkarnasyon inancı ruhun günahlara ve sevaplara göre cezalandırılması veya ödüllendirilmesi şeklindedir. Günahkâr kimseler bitki veya hayvan olarak dünyaya gelmekle cezalandırılmaktadır. Sevap işlemek ise; kişinin insan olarak dünyaya gelmesi ile mükâfatlandırılmaktadır. Bu noktada Nusayrilerin günah ve sevaplarının karşılığını cennet ve cehennemde değil dünyada aldığı görülmektedir. İslamiyet’te bulunan ahiret inancı ile çelişen bu durum Nusayriler arasında söz konusu edilmemektedir. Bu doğrultuda Nusayri halkı, cennet ve cehennem inancına sahip olduklarını kabul ederken, aynı zamanda reenkarnasyona da inanmaktadırlar. Bu durum ise toplum içerisinde dini akidelerden çok, gelenekselleşmiş inanç sistemini geçerli kılmaktadır.

Nusayri toplumunda bayramlar da çok önemli bir yere sahiptir.

“Nusayrilerde her birinin bir anlamı olan birçok bayram vardır. Hatay Nusayrilerinde ulusal bayramların dışında, yıl içinde kutlanmakta olan yüzden fazla bayram vardır. Bunlar;

İslami bayramlar ve kutsal günler

Nevruzi bayramlar

Öteki inançlardan alınan bayramlar

Geleneksel bayramlar.” [46]

Bayramlar kurban keserek davetlileri ağırlamak, namaz düzenlemek ve kurban etinden yapılan yemeklerle fakirleri doyurmak şeklinde kutlanmaktadır. Bayramlar Nusayri toplumunun kaynaşarak yardımlaşma ve dayanışma ruhunun geliştiği günlerdir. Dini fonksiyonlara sahip olmayan Nusayri kadını bayramlarda bayram hazırlığının yapılması aşamasında (temizlik, yemek yapımı, dağıtımı) oldukça etkin bir biçimde çalışmaktadır. Nusayri kadınlarına göre geçmişten günümüze kadar değişmeyen bir inanç olarak bayram hazırlığına katılmak bir ibadettir.

Nusayrilikte yer alan ana esaslar özetle; Nusayrilerin kendilerini Arap Alevisi olarak tanımladıkları, Ortadoğu kökenli bir halk oldukları ve Kitab-ul Mecmuya göre ibadetlerini yerine getirdikleri şeklindedir. Ali’nin tanrısallaştırıldığı bu inanç sistemi içerisinde Ali inancı değişmez, tartışılmaz bir inançtır. İbadetlerini her yerde yapabilen Nusayriler için ziyaretler de ibadet edilebilecek mekânlar olarak karşımıza çıkar. Reenkarnasyon inancına sahip Nusayrilerde ölüm son değil başlangıçtır. Her ölüm yeni bir doğumun habercisidir. Ayrıca Nusayri inanç sisteminde kadınların da dâhil olduğu bayramlar kadınlar tarafından bir ibadet şekli olarak kabul edilmektedir.

 NUSAYRİ İNANCINDA VE İBADETLERİNDE KADININ YERİ

Gizliliğin esas olduğu Nusayri toplumu birçok araştırmacının merak konusu olmuştur. Bu inancın Nusayri kadınlarından saklanması ise ayrı bir araştırma konusudur. Kadınların dini hayatın dışında tutulması ve toplumdan dışlanması birçok insanın konu ile ilgili değerlendirmeler yapmasına sebep olmuştur. Bu değerlendirmelerde toplum içerisinde bulunan tutuculardan, feministlere, siyasi liderlerden, ataerkil düşünceyi savunan kimselere kadar herkesin farklı düşünceleri söz konusudur. Ancak bu görüşler içerisinde nesnellik enderdir. [47] Bu noktada her düşünceden insanın toplum içindeki kadın ile ilgili bir düşünceye sahip olduğunu görebilmekteyiz. Bazı istisnalar hariç her uçtan insan için kadının varlığı temelde güçsüzlüğü ortaya koymaktadır. Bu da kadının, toplumda olduğu gibi birçok din ve mezhepte de ikinci planda yer almasına sebep olmuştur.

Nusayrilik mezhebinde de kadının dini hayat içerisindeki konumu bu doğrultuda şekillenmiştir. Namazın, yani Kitab-ul Mecmu’da bulunan surelerin, kadına öğretilmemesi hususunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu dualar, Nusayrilerin teolojik kaynağında kadının şeytandan yaratıldığı düşüncesi sebebiyle ve kültürel alan içindeki biyolojik özelliğinden dolayı kadınlara öğretilmemektedir.[48] Bunların değerlendirilmesi aşamasında, kişilerin konuyla ilgili bilgi vermekten kaçındıkları görülmüştür. Bu durumun sebebi, mezhebin batıni bir özelliğe sahip olmasıdır.

Batının sırrı yalnızca ötekine karşı değil, yetişkin olmayan erkeklerin dışında Hz. Ali’nin batın olduğunu bilmeyen herkese kapalıdır. ‘Yetişkin ve erkek’ olmak, Hz. Ali’nin hem zahir hem de batın bilgisini bilmektir. Batının kapalılığı ve gizliliği kadınları, kızları ve ergenlik çağına gelmemiş erkek çocukları kapsamaktadır. Yani biyolojik olarak erkek ve kadın olmakla araya çekilen sınır, zahir ve batın bilgiye sahip olup olmamaya işaret etmektedir.[49] Bazen erkek, biyolojik olarak ergenlik çağına erişse de Nusayrilik öğretisini kavrayacak veya saklayabilecek kapasitede görülmeyebilmektedir. Bu durumda dini bilgilerin bu şahsa öğretilmesi ertelenebilir ve bu şahıs gerekli güveni sağlamadıkça bu bilgiler öğretilmemektedir.

“Kadınların Kitab-ul Mecmu’da bulunan duaları bilmemeleri, batın alanla olan münasebetlerini ortadan kaldırmıştır. Nusayri inanç sisteminde kadın ve erkeğin birlikte ibadet etmesi ve dini bilgilerin kadınlara öğretilmesi yasaklanmıştır. Kadın dinsel ritüellerin içinde bulunsa da ibadetten muaf tutulmuştur.”[50] “Dini bilgiler genç erkeklere ‘amcalar’ aracılığıyla aktarılırken genç kızların böyle bir yükümlülüğü bulunmaz”.[51] İnanca göre “her kim (kadın) kutsal metinlere yani namaz surelerine bakacak olursa gözleri görmez, kulakları duymaz, dili lal olur.”[52]

Nusayri kadınlarına mezhebin sırlarının açıklanmamasıyla ilgili bazı yazarların fikirleri şu şekildedir; “Nusayriler, kadınların ruhlarının olmadığına inanarak şeytanların, insanların günahlarından; kadınların da şeytanların günahlarından yaratılmış olduklarına inanmaktadırlar. Bundan dolayı ‘...onların dini olmaz’ diyerek kadınları dinden hariç tutmaktadırlar. Böylece kadınlar hor ve hakir görülmeye layık, mezhebin sırlarının açıklanamayacağı adi yaratıklar” olarak nitelendirilmektedir.[53]

“Şeytanlar kadınlardandır. Kişi küfründe haddi aştığı zaman iblis olur ve dünyaya kadın suretinde gelir. İnsanların günahlarından şeytanlar, şeytanların günahlarından da kadınlar yaratılmıştır.”[54]

Bu düşüncelere bakıldığında Nusayri kadınlarının yaradılışının temelinde günah ve şeytan ikilemi görmektedir. Kimi yazarlar bunu Kitab-ul Mecmu’ya ve Nusayri din adamlarının gizli tuttuğu sırlara dayandırsalar da toplum içinde bu fikir kesinlikle reddedilmektedir.

Nusayri Şeyhi İbrahim Kanadlı’ya göre; “Kadınlara öğretilmeyen tevhit felsefesidir. Tevhit felsefesi çok ağırdır. Erkekler bile belli bir seviyeden önce o aşamaya geçemez. Mükellefiyet açısından Allah hiç kimseye taşıyamayacağı yükü vermez. Hayat misyonu olarak bu bilgilerin erkeğe verilmesi daha uygun görülmüştür. Ancak bu, kadının dinsiz, inançsız bırakıldığı anlamına gelmemektedir. Çünkü; İslam’da kadın neyse Arap Aleviliğinde de odur. Yani kadın zahiri olan namazı kılmakla, ramazan ayında oruç tutmakla, İslam’ın şartlarını yerine getirmekle mükelleftir. Tarikatta kadının adı geçmez, ancak mezhepte kadının hakları vardır. Cahiliye döneminde kadının alınıp satılması, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kız çocuklarının evlat olarak görülmemesi düşüncesine tarikat kesin olarak karşı çıkmıştır.[55]

Kitab-ul Mecmu’da yer alan surelerin kadınlara öğretilmemesi hususunda diğer bir görüş ise şudur; Alevilerin geçmişinde, Emevilerin ve Abbasilerin dışında iki büyük zulüm ve baskı dönemi vardır. Bunlardan birincisi Haçlı Seferleri dönemi, ikincisi ise Yavuz Sultan Selim dönemidir. Haçlı Seferleri döneminde doğunun zenginliklerini sömürmeye gelen Avrupalılar, Nusayrilerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyayı talan etmişlerdir. Yaklaşık iki yüz yıl süren bu talan döneminde Nusayriler Antakya ve çevresine kadar çekilmişlerdir. Diğer bir baskı dönemi olarak kabul edilen Yavuz Sultan Selim döneminde art arda çıkan fetvaların ardından tüm Anadolu’da olduğu gibi, Nusayriler üzerinde de ciddi baskılar uygulanmıştır. Bu baskıların ardından Nusayriler ibadetlerini gizli yapmaya başlamışlardır ve bu gizlilik sonucunda mezhep tamamen batın hale dönüştürülmüştür.[56] Baskıların meydana getirdiği bu gizlilik neticesinde dini örgütlenme yalnızca erkekler arasında uygulanmıştır. Nusayri olmayan birinin bir kadını konuşturarak dini ifşa ettirmesi mümkün kabul edildiğinden, mezhep kadına öğretilmemiştir. Aynı zamanda kadının Nusayri olmayan bir erkekle evlenmesi durumunda mezhepten çıktığı kabul edildiğinden, evleneceği insana durumu ifşa edebileceği düşüncesi kadınlara dini bilgilerin verilmesini yasaklamıştır.

Kadının adet görmesi, doğurgan olması da kadının mezhep dışında tutulmasına etki eden diğer bir faktördür. Nusayrilikte regl dönemindeki kadının kirli (vısha) olduğuna inanılmaktadır. Bu kirlilik tam olarak yedi gün sürmektedir. Yedinci günün sonunda, güneş batımından önce, kadının şehadetlenme duasını (gusül) ederek tamamen yıkanması gerekmektedir. Böylece kadın yeniden normal yaşantısına dönebilmektedir. Regl dönemi yedinci günü aşarsa şehadetlenme tek sayılı günlerde (9,11,13) gerçekleştirilir. Bu dönemi normal yaşantıdan ayıran faktör, kadının her türlü dini vecibeden uzak kalmasıdır. Yani; regl döneminde olan kadın ziyaretlere giremez, Kuran-ı Kerim’e dokunamaz, bayram hazırlığına yardım edemez, sure okuyamaz, buhurlanamaz. Kısacası kadın bu süre içinde dini hayatın dışında kalmaktadır. Aynı durum kadının doğum yapmış bir kadına dokunması halinde veya doğum yapması halinde kırk gündür. Yeni evli bir kadın da bu dini vecibeleri yerine

getirebilmek için 40 gün beklemek zorundadır. Bu doğrultuda hayatının büyük bir bölümünü bu şekilde yaşayan kadına din öğretilmemektedir. [57]

“Nusayrilikte inanç ilkelerini öğrenme hakkına sahip olanlar yalnızca erkekler olduğundan, dine girmek için ilk kural erkek olmaktır.”[58] Ayrıca “toplu ibadette kadın ve çocuklar gibi, gayri meşru yaşayan erkekler de bulunmamaktadır. Kadın ve çocuklara zahiri bilgilerin verilmesi yeterli görülür. Kadın ve çocuklar, zor karşısında çözülebilir ve kadın bir başkasıyla nikâhlandığında sırrı aktarabilmektedir.”[59] Mezhebe, on sekiz yaşını doldurmuş olan erkekler bir törenle girmektedirler. Mezhebin bir alt tabakası (avam), bir de havas (seçkinler) denen üst tabakası vardır. Alt tabakadakilerin bu üst tabakaya geçişleri, uzun sınavlar, soru ve cevaplarla olmaktadır. Kadınlar bu tabakaya geçememektedirler. Dine giriş töreninin ardından adaya, öğrendiği bilgileri kadınlara, çocuklara ve Nusayri olmayanlara aktarmayacağı hususunda, şahitler huzurunda yeminler ettirilmektedir. Bu noktada kadın- erkek farkı kesin olarak kendini göstermektedir. Kadınların büyük çoğunluğu bu durumu sorgulamamaktadır. Bunu sorgulayanlara ise yapılan açıklamalar genel olarak aynıdır: Kadının namazı öğrenmesi durumunda mezhebin Batıni özelliğini kaybedeceği korkusu kadınlara namazın öğretilmesini engeller şeklindedir.

Nusayri kadınlarının inanç sistemi içerisinde yükümlülükleri değerlendirildiğinde, kadının herhangi bir sorumluluğunun olmadığı görülmektedir. Mezhebe göre “evlenene kadar baba, evlendikten sonra da koca Nusayri kadınının yerine ibadet etmektedir”.[60] Bu durum bize ataerkil toplum yapısının Nusayrilerde ne kadar etkin olduğunu göstermektedir. “Nusayri kadını yalnızca ahlaki kurallara uyup uymadığı noktalarda ahirette hesap verecektir. Buna göre Arap Alevi kadınının yapması gerekenler; ziyaretlere giderek ibadet etmek, dua okumak, iffetini korumak, toplumun değerlerine sahip çıkmak, çocuklarını Alevi olarak yetiştirmektir.”[61]

Genç kızlar, adet görmeye başladıkları zaman kısa bir eğitim görürler. Annenin dışındaki yaşlı bir kadın, genç kıza boy abdestinin nasıl alınacağını ve abdest alırken okunacak duayı öğretmektedir. Bayram ve adaklarda görevli olan kadınların, öğretilen bu duayı (bkz.s.33-34) okuyarak abdest almaları zorunludur. Kadınların yıkanırken aldıkları abdeste halk arasında şehadetlenme denilmektedir. Şehadetlenme, oldukça teferruatlı bir duanın okunması ile gerçekleşir. Bu duayı bilmek her Nusayri kadın için bir zorunluluktur. Bunun dışında kadınlar dini uygulamaların tamamen dışında tutulmaktadırlar. Bu ibadetlerin dışında tutuldukları gibi, ibadetle ilgili ritüelin yapıldığı odaya bile yaklaşamamaktadırlar. Sadece yemeklerin hazırlanmasında hizmet etmektedirler. Hatta ritüelin yapıldığı odaya yakın olan kadınların söylenenleri duymaması için kulaklarına pamuk tıkamaları söylenmektedir.[62] “Ellerini şehadetlemeden kocaya ve çocuklara yemek pişirmek bile günahtır. Adet döneminde eşin namaz kıldığı odaya girmek, oturmak ve orada bulunarak orayı kirletmek günahtır. Bunları kendi kızlarına öğretmeyen anneler büyük günah işlemektedir.”[63]

Görüşülen Şeyh Mehmet ...’a göre “zahir ve batın olan Arap Alevilikte batın olan namaz erkeğindir, zahir olan namaz ise hem erkeğin hem de kadınındır. Kadınların bu namazı kılma yükümlülükleri vardır.”[64] Ancak bu düşünce Nusayrilerin genelinde kabul görmemektedir.

Nusayri toplumu içerisinde kadın, namazın tamamen dışında tutulmaktadır. Bunun ana sebebi ise dinin batın özelliğe sahip olmasıdır. Birçok batın din ve mezhepte olduğu gibi akideler toplumun erkekleri tarafından öğrenilmektedir. Bâtıni özellikten kaynaklı olarak da erkek kadından daha dirayetli kabul edilmekte ve kadın dini bilgilerden uzak tutulmaktadır. Kadının mezhebi ifşa edebileceği, kadının günahlardan yaratılmış olduğu, kadının kirli kabul edilmesi gibi düşünceler kadınların dini öğrenmelerini engellemiştir. Mezhepte kadından beklenen; kadının ahlakını koruması, iyi bir anne ve iyi bir eş olmasıdır. Dini akideleri sorgulamaması, bunları öğrenmemesi ve bu konulara kayıtsız kalması da kadından beklenen diğer özelliklerdir.

 SOSYO-EKONOMİK HAYATTA NUSAYRİ KADINI

Kapalı bir toplum yapısına sahip olan Nusayrilik mezhebinde, kadınlar geçmişten günümüze büyük değişimler göstermişlerdir. Değişim, kadınların aile içerisindeki yerinden konuştukları dile, siyasetten ekonomik faaliyetlere, kılık kıyafetten evlilik aşamalarına kadar birçok alanda olmuştur.

Nusayri kadınları dini akidelerin ve ekonomik yetersizliklerin etkisiyle sosyal hayatta erkeğin gerisinde kalmaktadır. Aile içerisinde görülen ataerkil yapı, ailede karar alma mekanizmasında erkeği daha etkin hale getirmiştir. Mezhebin ortaya çıktığı dönemden 1960’lara kadar kadınların daha geri planda kaldığını söyleyebilmekteyiz. 1960 sonrası okuma-yazma oranında görülen artış ve siyasi hareketlerin toplumdaki etkinliği ile kadın karar alma sürecinde daha etkin bir duruma gelmiştir.

Nusayrilikte, kadınlar geçmişten günümüze kadar ana dilde Arapçayı konuşmaktadırlar. Evde Arapça daha baskın bir şekilde konuşulurken, dışarıda daha çok Türkçe konuşurlar. Günlük hayatta birbirleriyle Arapça konuşan Nusayri kadınları, inanç sistemi içerisinde de ibadetlerini Arapça yapmaktadırlar. Kırsal alanda etkinliğini sürdüren Arapça, kent yaşamı içerisinde yerini daha çok Türkçeye bırakmıştır. Bu duruma etki eden faktörler de özellikle gençler arasında ortaya çıkan bu durum modernleşme ve çağdaşlaşma özentisinin bir sonucudur. Görüşülen gençlerin büyük bir çoğunluğu Türkçe konuşmayı modernlik, Arapça konuşmayı ise geri kalmışlık olarak görmektedirler.

Nusayri kadınlarının tarih boyunca siyasi bir düşünceye bağlı olup olmadıkları hakkında herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak genel olarak tarihsel süreç boyunca devleti Sünni İslam’ın savunucusu ve uygulayıcısı olarak gören Nusayrilik mezhebi içerisinde, kadınların da fikirlerini mezhebe bağlı değerlendirmek gerekmektedir. Günümüz Nusayri toplumunda genç kadınların siyasete erkekler kadar yoğun bir şekilde ilgi duyduğu ve katıldığı görülmektedir. Yaşlı kadın nüfusu ise erkeklere göre siyasete daha az ilgi duymaktadır. Yaşlı kesimlerde oy verme kararlarında aile reisleri büyük rol oynarken genç kesimde aileden bağımsız oy verme davranışına daha sık rastlanılmaktadır.[65]

Metin Kutusu: 63Özellikle 1960’lardan itibaren Nusayri toplumunda genç kadınlar, siyasete erkekler kadar yoğun bir şekilde katılmışlardır. 1960’lardan günümüze gelinceye kadar Nusayri kadınları arasında okuma-yazma oranının artması, yüksek öğrenim görme ve ekonomik bağımsızlığın sağlanması ile birlikte siyasi tercih tamamen bağımsız hale gelmiştir. Bu olgu içerisinde Nusayri halkının genelinin siyasi tercihinin sol düşünceye yakın olduğu söylenebilmektedir. Bu düşünce yapısının şekillenmesini de siyasi partiler ve dernekler sağlamaktadır.

Nusayri kadınları geçmiş dönemlerde yoğun olarak ziraat ile uğraşmışlardır. Zirai alanda erkekler ile birlikte çalışarak geçimlerini sağlamışlardır. Ziraatın en önemli ekonomik uğraş olduğunu Arap Alevilerine “fellah” denilmesi kanıtlamaktadır. Fellah; çiftçi, toprakla uğraşan insan anlamına gelmektedir. Günümüzde kadınlar köy ve kent hayatı içerisinde farklı ekonomik faaliyetler içerisine girmiştir. Geçmişte olduğu gibi bugün de köy kadını zirai faaliyetler içinde bulunmaktadır. Aile ekonomisine bu şekilde katkıda bulunan kadın toprağı ekip biçmekte, hayvancılıkla uğraşmakta, hayvanın sütü ile de çeşitli yöresel ürünler (peynir, çökelek, tuzlu yoğurt, süzme yoğurt, tereyağı...) elde etmektedir.

Kent yaşamı içerisinde üniversite eğitimi alan kadınlar daha çok kamusal alanda çalışarak ev ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Bunun dışında, eğitim görmeyen kadınlar ise kuaför, terzi, dikiş, nakış, pastane, lokanta, yorgan, ipek yapımı gibi işlerde çalışarak ev ekonomisine katkıda bulunmaktadırlar.

Anadolu kadınlarında olduğu gibi Nusayri kadınlarında da evlilik kutsal kabul edilmektedir. Günümüzde evlilik ve eş seçiminde önemli değişimler söz konusudur. Geçmiş zamanlarda eş seçiminde anne ve babanın kararının egemen olduğu görülmektedir. Akraba evliliğinin yaygın olduğu bu toplumda evlilikler Nusayri olmayan biriyle yapılmamaktadır. Bunun sebebi olarak Nusayri olmayan biriyle yapılacak olan evliliğin, var olan farklılıklardan dolayı sorunlu olacağı inancıdır. Aynı zamanda başka mezhepten biri ile evlenecek olan kızın mezhepten çıkarılacağı kuralı da caydırıcı bir faktör olarak kendini göstermektedir. Günümüzde bu düşünce kırsal alanda halen devam etmektedir. Ancak şehirleşmenin yaygın olduğu bölgelerde kültürel seviyenin ve okuma-yazma oranının artmasına bağlı olarak mezhep dışı evlilikler yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu durum Nusayriler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Aileler tarafından her zaman Nusayri olan damat veya gelin adayı tercih edilmektedir.

Mezhepte kılık kıyafet konusu da çok önemlidir. Nusayrilerde yakın dönemlere kadar kadınların örtülü olduğu bilinmektedir. Mezhebe göre kadın örtünmelidir ve buna “setra” denilmektedir. Geçmişte, saçın ön tarafını açık bırakacak şekilde ve üçgen biçiminde takılan eşarp, el ve ayak bileğine kadar uzanan elbiseler Nusayri kadınının kıyafet tarzını oluşturmaktaydı. Bu giyim tarzı kırsal kesimde günümüzde de devam etmektedir. Yaşlı Nusayri kadınları kent yaşamı içerisinde halen bu şekilde giyinmektedir.

Nusayri Şeyhlerinden İbrahim Kanadlı’ya göre değerlendirilen ve Hz. Ali’ye ait olduğu kabul edilen bir “hadiste” şöyle denilmektedir: (Nusayri Şeyhleri Hz. Ali’nin sözlerini hadis olarak değerlendirmektedirler.) “Ahir zamanda, kıyamete yakın öyle kadınlar zuhur edecek ki, başı açık, avret yerleri açık, çıplak (müteberriced), dinin dışına çıkmış (mine’d-din hariced), fitneye dâhil olmuş (fil-fiten dahilet), şehvete meyilli (mailetü’l-ilel şehvet), dünya lezzetleriyle çılgına dönmüş (mesruğat ile’l-lizzet), haramı helal sayan (müstehillet’il-el muharremet), onlara ki cehennem hazırdır (fiylin cehennemü’l- halidat).” Suriye’de yaşayan Şeyh Kamil Hatim’e ait Kitab-el Hicab adlı kitaptan elde edilen bu bilgiye göre mezhepte açık, yozlaşmış, kadını bir meta haline getiren kıyafetler hoş karşılanmamaktadır. [66]

Nusayri halk kültürü geçmişte geleneksel bir özellik taşımaktaydı. Kadınlar ve erkekler tarafından korunan bu kültürel öğeler toplumun değişmeyen kuralları olarak çok uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Ancak bu durum yerini, günümüzde çok açık bir yozlaşmaya bırakmıştır. Halk kültüründe yer almayan ve yozlaşmış bir görünüme sahip olan bu durum bugün kısmen çarpık ve geleneklerden uzak bir hale gelmiştir. Genç nüfusun büyük bir bölümü müzikten- kılık kıyafete, örf ve adetlerden, gelenek ve göreneklere ve daha birçok alana kadar eskiyi reddeden ve kültürel değerlerin içini boşaltan bir yapıya bürünmüştür. Örneğin, Arap müziğine ait birçok geleneksel türkü unutulmaya yüz tutmuş durumdadır. Geleneksel kıyafetlere duyulan ilgi azalmıştır. Geleneksel kına geceleri yerini, bekârlığa veda gecelerine bırakmıştır. Düğünler ise geleneklerden uzak, Avrupa tarzı kutlamalar haline gelmiştir. Ancak kırsal alanda bu gelenekler günümüzde de sürdürülmektedir.

Dini alanda kapalı (Batıni) bir toplum yapısına sahip olan Nusayrilik, toplumlar arası ilişkilerde daha açık bir görünüm sergilemektedir. Medeniyetlerin bir arada yaşadığı coğrafya olan Hatay’da toplumlar arası diyalogun gelişmiş olduğu bilinmektedir. Nusayri kadınları geçmişten günümüze bölgede yaşayan Hıristiyan, Yahudi ve Sünni kadınlarla iletişimini korumuştur. Özellikle komşuluk ilişkileri bazında Nusayri kadınlarının bütün toplumlar ile yakın ilişki kurduğu söylenebilmektedir. Etkileşimin yoğunluğu en fazla Hıristiyanlar ile yaşanmaktadır. Hıristiyanların yanında çalışan, baskı dönemlerinde Hıristiyanlar tarafından korunan Nusayriler bu topluma oldukça yakın davranmaktadır. Komşuluk ilişkilerini saygı ve sevgi çerçevesinde sürdüren bu iki toplumun kadınları birçok alanda bir araya gelmektedir.

NUSAYRİ KADINLARINDA EVLİLİK VE AŞAMALARI

Evlilik, aileyi meydana getirecek olan bireylerin, tüm toplumca kabul edilmiş anlaşma zemini olarak değerlendirilmektedir. Evlilik kurumunu düzenlememiş toplum yoktur. Yani evlenme düzeni iki kişinin ne gibi şartlarda bir aile kurmak amacıyla hayatlarını birleştireceklerini ve yine hangi şartlarda bu birlikteliği ortadan kaldırabileceklerini göstermektedir. Evlenecek eşin seçimi ve aralarında evlenme yasağı bulunan kişilerin sayısı bakımından da çeşitli ihtimallere göre usuller, yasaklar ortaya çıkmıştır. Her toplum gibi Nusayriler de bu sürece oldukça önem verir. Her toplum varlığını, bütünlüğünü sürdürmek için evlilik düzenlemelerini kendi içinde gerçekleştirmeyi tercih eder.[67]

Nusayri toplumu, inancın sürdürülmesinin en önemli yolu olarak evliliği görmektedir. Bu yüzden endogamiye bağlı kalmışlardır. Diğer toplumlardan kız alıp verme olayına karşı durmuşlardır. Kendi deyimleriyle 1000 yıldır ne dışarıdan kız almışlar ne de dışarıya kız vermişlerdir.[68] “Antakya’da farklı topluluklardan bireylerin evlenmesine çok sık rastlanılmamaktadır. Bu türden evliliklerin hoş görülmemesinin en büyük sebebi din farklılığıdır. Antakya’da yaşayan Nusayri kadınlar bu konuda erkeklere göre daha tutuculardır.”[69] Baskı dönemlerinin ardından Nusayri toplumu, dini alanda olduğu gibi, evlilik alanında da kapalı bir toplum yapısı haline gelmiştir. Buradaki amaç toplumun ve kültürün korunmasıdır.

Nusayriler, cemaat dışından bir kızı, çok zor da olsa kabul etmektedirler. Ancak cemaat dışına kız vermek kesinlikle kabul edilmemektedir. Nusayriler başka bir toplumdan kız alınca cemaate yeni bir insan kazandırıldığı için kız almaya daha sıcak baksalar da, bu durum yine de hoş karşılanmamaktadır. Nusayrilerde başka toplumdan biriyle evlenen kızın dinden çıktığı inancı da dışarı kız verilmesini engellemiştir. Nusayri olarak doğmanın koşulu, babanın Nusayri olmasıdır. Ataerkil bir yapıya sahip olan Nusayrilerde bu durum değişmez bir kural olarak kabul edilmektedir.

Nusayri toplumunda genellikle akraba evliliği görülmektedir. “Akraba evliliği, farklı cinsten kardeş çocuklarının evliliği (çapraz kuzen evliliği) ya da aynı cinsten kardeşlerin çocuklarının evliliği (paralel kuzen evliliği) şeklinde yapılmaktadır.”[70]

Nusayrilerde eş, çoğunlukla görücü usulü seçilmektedir. Erkek tarafı kızı görüp beğenmekte ve kız ailesinden istenmektedir. Kız tarafının da uygun görmesi ile evlilik gerçekleşmektedir. Aynı kültürden olsa dahi farklı soydan bir aileye kız veriliyorsa önce kızın amcalarının, halalarının, daha sonra anne tarafından en yakın akrabaların rızası alınmaktadır. Fakat son 25-30 yıldır kızlara da bu evliliği isteyip istemediği sorulmaktadır. Kız ile erkeğin birbirlerini önceden görüp, tanıyarak ve ailelerin de rızası alınarak yapılan evlilikler olabilmektedir. Duygusal bağla yapılan evlilikler de çoğunlukla cemaat içerisinde olmaktadır. Eskiden istenen kızın verilmesi kararlaştırılsa da, dünürün yedi kez kız babasının kapısını çalması lazımdır. Kız istemek için vekil tayin edilmektedir. Söz kesildikten sonra kızın kardeşine “mekli” denilen bir harçlık, ailesine de genelde altın niteliğinde “mehir” denilen başlık yerine geçen bir ödenti verilmektedir. Mekli, kızın çeyizinin hazırlanması aşamasında kullanılmaktadır. Artık Nusayri toplumu içerisinde mekli görünmese de özellikle mehir varlığını sürdürmektedir.[71]

Nusayri toplumunda evliliğin aşamaları oldukça teferruatlıdır. Söz kesimi-nişan, kına ve düğün adetleri olarak sıralanan aşamaları şu şekilde açıklayabiliriz:

Söz Kesimi ve Nişan: “Aranılan özelliklere uygun bir gelin adayı bulunduktan

sonra, kız isteme aşamasına gelinir. Kızı istenen aile, büyüklerine danıştıktan sonra karar verir. Eğer akrabalardan birinin oğlu kızla evlenmek isterse, öncelikle akraba olan tercih edilir.” [72] Kız istenirken “sınt alla u resulu bedna bıtkin le ibınna” (Allahın ve peygamberin adıyla kızınızı oğlumuza istiyoruz) denilmektedir. Kız tarafı da “eza fiy kısme ehlen ve sehlen, eza e fiy kısme alla yıbğatılkin mın ğeyr bab” (kısmet varsa hoş geldiniz, kısmet yoksa Allah kısmetinizi başka kapıdan göndersin) denilir.[73] Kız evi yaklaşık bir haftalık düşünme süresi istemekte ve bu sürenin sonunda kızın verilip verilmeyeceği kararlaştırılmaktadır. Kızın verilmesi kararlaştırılırsa damat tarafına haber verilmektedir. Gelin ve damat adayı aile büyüklerinin elini öpmektedir. Söz kesmek için hazırlıklar başlamaktadır. Nişan için anlaşma yapılmaktadır. Kimi aile rahat bir yaşam için ev isterken, kimi aile altın istemektedir. ‘Çeyiz kesme’ geleneğine göre çarşıya çıkılmaktadır. Havlu, elbise, altın, tatlı alınmaktadır. Bu aşamadaki bütün masraflar damat tarafından karşılanmaktadır. Söz kesilmesi ile kızın bir aileye gelin olarak verildiği herkese duyurulmuş olmaktadır. Söz kesme aşaması küçük bir kutlama şeklinde yapılmaktadır. Bazen söz yüzüklerinin kuyumcuda takıldığı görülmektedir. Önemli olan aşama söz kesiminden farklı olarak daha büyük yapılan nişan aşamasıdır. Bir hafta arayla yapılan nişan, söz kesmeden daha büyüktür. Genellikle eş, dost, akrabaların davet edildiği görülmektedir. Nişanın ertesi günü kız tarafı evinde yemek vermektedir. Böylece nişan merasimi de icra edilmiş olmaktadır.

Kına: Nusayri toplumunda diğer bir evlilik aşaması da kına merasimidir.

Geleneksel kına merasimleri günümüzde de devam etmektedir. Bu aşamanın başında kına yoğrulmaktadır. Yoğrulan kına bir tepsiye dizilmektedir. Kına gecesi gelinin evinde veya bir düğün salonunda yapılmaktadır. Geçmişte genellikle kız evinin kapı önünde yapılan ve geleneklerin ağırlıklı olarak uygulandığı bu önemli gece, günümüzde yerini daha modern, balo tarzı merasimlere bırakmıştır. Gelinin avucuna konulan altının ardından gelinin eline kına yakılmaktadır. Önceleri gelinin ellerine ve ayaklarına yakılan kına, günümüzde yalnızca avuç içine yakılmaktadır. Kına damadın da serçe parmağına yakılmaktadır. Kına yakılması işi için sorunsuz ve mutlu olan evli bir çift seçilmektedir. Bu çift genellikle akrabalardan biridir. Nusayrilerde kına geceleri diğer Anadolu toplumlarının aksine kadın- erkek bir arada yapılmaktadır. Düğün havasında geçen bu gecede davul, zurna, saz, tef ve org gibi enstrümanlar çalınmaktadır.

“Kına gecesinde yedi kız ve yedi erkeğin oluşturduğu kına grubu sahnenin çevresinde, içinde kına olan tabaklarla dönerler. Bu tabaklara dikilen mumlar hoş bir görüntü oluşturur. Daha sonra gelin ve damat ortaya alınır. Kına grubu ile çiftetelli oynayıp Araplara özgü olan ve ‘depki’ denilen halay çekilir.”[74] Bu gelenek günümüzde de devam ettirilmektedir.

Gelin ve damada kına yakılırken ‘ha ha’ denilen maniler de okunmaktadır. Türkçeye çevrilmesiyle, kafiyelerini kaybeden bu maniler genellikle yaşlılar tarafından okunmaktadır. Her maninin ardından uzun uzun zılgıtlar çekilmektedir.

Bu manilerden bazılarını şu şekilde örnekleyebiliriz;

Ha ha basol bı kışşo

Ha ha ğınna u ğındkin

Ha ha ebiyhıb ğaris u ğarus

Ha ha ıy dal bele fiyyin

(Ha ha soğan sarımsak kabuğuyla

Ha ha bizde de var sizde de var

Ha ha gelini ve damadı sevmeyen

Ha ha onlarsız kalsın)

Ha ha hınta bı kışşo

Ha ha asfur bı ğişşo

Ha ha ebiyhıbba le kennitna

Ha ha ğızrail ey kışşo

(Ha ha buğday kabuğuyla

Ha ha kuş kafesinde

Ha ha gelinimizi sevmeyeni

Ha ha Azrail alsın yanına)

Ha ha ğinna rimmane ğintkin rimmane

Ha ha hamda u lıffane

Ha ha hlefna emniksira

Ha ha te yico ğaris u ğarus mın sibane

(Ha ha biz de de siz de de nar

Ha ha ekşidir ekşitir

Ha ha yemin ettik yarmayız

Ha ha gelinle damat gelmeden uzaktan)

Ha ha inna prasa inkin prasa

Ha ha kennitna mın Bıhsasa

Ha ebi hıbba le kennitna

Ha ha ibğatlo tnaaş ırssasa

( Ha ha bizde pırasa sizde pırasa

Ha ha gelinimiz Bıhsasadan

Ha ha gelinimizi sevmeyeni

Ha ha Allah kurşuna getirsin)

Düğün: Nusayrilerin en çok eğlendiği ve geleneklerin en çok uygulandığı

aşamadır. Öncelikle gelinin evden çıkış aşaması vardır. Buna “tliğa” denilmektedir. Davul zurna eşliğinde, evden gelinlikli olarak çıkan geline kapıda kırmızı kuşak bağlanmaktadır. Kırmızı kuşak bekâretin simgesidir. Kuşak gelinin büyük erkek kardeşi tarafından, eğer yoksa gelinin amcasının oğlu tarafından bağlanımaktadır. Kuşak iki defa düğümlenmekte ve çözülmektedir. Üçüncü aşamada düğüm çözülmeden bırakılmaktadır. Kapıda anne ve babasının elini öpen gelin, kardeşleriyle de vedalaşmaktadır. Gelin erkek evine götürülürken zılgıtlar çekilmektedir. Eskiden damat evinde verilen düğün yemekli yapılırken bu durum yerini günümüzde modern salon düğünlerine bırakmıştır. Burada düğün davul ve zurna ile başlamaktadır. Ardından gelin ve damat tarafının tüm misafirleri eğlenmektedir. Düğünün sonunda takı töreni yapılmaktadır. Bu tören “şaboş” denilerek başlamaktadır. Şaboş kim tarafından, ne takıldığının sesli bir şekilde söylenmesi, duyurulmasıdır. Öncelikle damat tarafı geline verdiği değeri simgelemek adına, geline altın takmaktadır. Ardından gelinin ailesi ve misafirlerin de takılarını takması ile bu merasim sonlanmaktadır.

Düğün sonrası sağdıçlar eşliğinde eve gidilmektedir. Sağdıçlar evli çiftlerden seçilirken, kız ve erkek tarafını temsilen dört kişidir. Gelin eve girmeden önce buğday (bereket için), şeker (mutluluk için) ve para (bolluk için) saçmaktadır. Buna “saçı” denilmektedir. Saçı geleneği Orta Asya kökenli bir gelenektir. “Gelin evin kapısından girerken kapının yanına hamur yapıştırılmaktadır. Hamurun üstüne de çiçek yaprakları yapıştırılmaktadır. Kapıda bardak kırılmakta ve gelin eve ancak öyle girebilmektedir.”73 Burada da amaç; gelinin evine hamur gibi yapışması, yüzünde güller açması ve kötülüklerin dağılmasıdır. Eve girerken sağdıçlardan birinin buhur yakması ile çift dünya evine girmiş olmaktadır. Gerdek gecesinde kızın ailesinden seçilmiş ve evli olan sağdıçlar, gelin ve damadın evinde kalmaktadır. Bekâretin simgesi olarak kabul edilen kanlı çarşaf önce erkeğin ailesine gösterilmektedir. Daha sonra kızın ailesine götürülmektedir. Kız bakire değilse, sağdıçların şahitliğinde baba evine geri gönderilmektedir. Düğünün ertesi sabahı damat gelinin ailesinin evine tatlı götürmektedir. Buna “isbahi” denilmektedir. Damat, gelinin anne ve babasının elini öper ve yetiştirdikleri kızları için de teşekkür eder. Gelin ise yedi gün boyunca evden çıkmamaktadır. Yedinci gün anne ve babasının evine yemeğe götürülmektedir. Gelin, damat ve damadın ailesi, gelinin ailesine yemeğe gitmekte ve yemek sonunda gelinin ailesi geline büyük bir hediye vermektedir.

Nusayri kadınlarının genellikle akraba evliliği yaptıkları gerçeğinin yanında, akraba dışı evliliklerde de bu gelenekler aynen uygulanmaktadır. Nusayri toplumunda belediye nikâhının yanında dini nikâh da yapılmaktadır. Şeyhler tarafından yapılan bu nikâhlara “akid” denilmektedir. Bu nikâh yalnızca ölümle bozulmaktadır. Eşinden ayrılıp başka biriyle evlenen Nusayri kadını zina yapmış sayılmaktadır. Ancak aynı durum erkek için söz konusu değildir. Erkek eğer geçerli sebepleri varsa (kadının ahlaksızlık yapması veya kadının hastalanması) mezhebe göre ikinci evliliği yapabilmektedir. Geçmişte boşanma olayı pek görülmese de günümüzde boşanma olaylarında artış görülmektedir.

NUSAYRİ KADINLARINDA DOĞUM ADETLERİ

Bütün toplumlarda olduğu gibi, Nusayrilerde de doğum olayı kutlu bir olay olarak kabul edilmektedir. Topluma yeni katılan bebek, mezhebe dâhil olan yeni bir insan ve feodal çerçevede aileyi genişletecek bir birey olarak kabul edildiğinden doğum oldukça önemlidir.

Nusayri toplumunda dünyaya gelen bebek için çeşitli törenler yapılmaktadır. Doğum anından itibaren sırasıyla, anne ve bebeğe uygulanacak olan gelenekler zinciri söz konusudur. Öncelikle anne ve bebek için yedinci gün geleneği vardır. “Yedinci günde evde genel bir temizlik yapılır. Anne ve bebek yıkanarak şehadetlenir. Şehadetlenme sırasında “Eşhedü Enla İlahe İllallah. Eşhed ya Nebiyna, ya Muhammed, ya Resulallah. Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber” denilir. Bunun ardından şehadetlenme duasının okunmasıyla temizlenme gerçekleşmiş olur. Annenin dokunduğu eşyalar için de aynı durum söz konusudur. Eşyalar da aynı dualar edilerek temizlenir. Madden temizlenen bu eşyalar okunan dua ile birlikte manen de temizlenmiş olur. (perdeler, halılar, koltuklar, kıyafetler...)”[75]

Aynı şekilde doğum ile birlikte anne ve bebek kırklı olmaktadır. Kırklı olmak kadını kırk gün boyunca bütün dini ritüellerden uzak tutmaktadır. Ziyarete (türbeye) girmek, Kur’an- ı Kerim’e dokunmak, buhurlanmak ve bayram hazırlığının yapıldığı yere yaklaşmak kesinlikle yasaktır. Bu süre içerisinde anne ve bebeğe dokunan kimseler de kırklı olmaktadırlar. Kırklı olan kadın, yeni doğum yaptığı için nazar değeceği korkusuyla dışarı çıkmamaktadır. İnanca göre kırk gün boyunca Azrail lohusanın koltuk altında gizlidir. Lohusalık dönemi kadınların dikkatli olması gereken bir dönemdir. Bu yüzden kadının bu dönemde dışarı çıkması hoş karşılanmamaktadır. Geçmişte bu kesin bir kural olarak uygulanmış olsa da günümüzde lohusalar bu kuralı çok fazla uygulamamaktadırlar. Diğer bir inanç da; iki kırklının aynı odaya girmesinin yasak olmasıdır. İnanca göre iki kırklı birbirini basar, yani olumsuz etkilenir ve mutlaka birisine zarar gelmektedir. Anne ve çocuğun yedinci günü bitip şehadetlenme gerçekleşene kadar, çevrede regl döneminde olan bir kadının anne ve bebeğin bulunduğu odaya girmesi yasaktır. Burada da adetli kadının, lohusayı basacağına inanılmaktadır. Bu sebeple lohusa, kırkını çıkarana kadar başkasının evine girememektedir.

Bebeğe isim koyma da oldukça önemlidir. İsmin geçmiş yıllarda, mutlaka Kur’an-ı Kerim’den olma zorunluluğu vardı. Nusayriler bebeğe isim verirken buna çok dikkat etmektedirler. Bugün de, kısmen de olsa bu kurala uyulmaktadır. Bulunan isim bebeğin kulağına üç defa fısıldanmakta ve böylece bebek bir birey olarak ismini almış olmaktadır. Ayrıca bebeğe aile büyüklerinin (dede-nine) isimlerini verme geleneği de oldukça yaygındır. Bebek ismini aldıktan sonra çok fazla ağlıyorsa buna iki yorum getirilmektedir;

Kur’an-ı Kerim’de bebeğin isminin bulunmaması veya bebeğin yıldızının ismiyle tutmaması durumunda isim değiştirilmektedir. Şeyhlere göre bebek, ailesine bu durumu ağlayarak haber vermektedir. (Nusayri inancında her insanın bir yıldızının olduğuna inanılmaktadır. Buna göre yıldızlar insan hayatında büyük bir etkiye sahiptir. Bebeğe verilen ismin de bu yüzden yıldızı ile tutması gerekmektedir. Bebeğin yıldızıyla uyumlu olup olmadığına Kur’an-ı Kerim’den bakılmaktadır.)

Reenkarnasyon inancına bağlı olarak, bebeğin önceki yaşantısına ağladığı düşünülmektedir. Bebeğin önceki yaşamını kırk güne kadar hissettiği ve eski ruhunun ölümüne ağladığına inanılmaktadır.

Nusayri kadınları, yaygın olarak bebeğin reyhanlanması ve tuzlanması gerektiğine inanmaktadır. Reyhan ağacı mezhepte kutsal kabul edilen bir ağaçtır. Bu ağacın dallarının ve yapraklarının bereket, temizlik ve saflık taşıdığına inanılmaktadır. Yapraklar yedi genç kız tarafından havanda dövülerek toz haline getirilmektedir. Buna tuz karıştırılmakta ve bu karışım bebeğin tüm vücuduna sürülmektedir. İnanca göre bebeğin, yaşamı boyunca temiz kalması sağlanmış olmaktadır. Ayrıca bu karışımı döven yedi kızın da sevap kazandığına inanılmaktadır. Anne doğum sonrası eve girmeden önce, geleneklere göre kapıda kan akıtmak gerekmektedir. Burada amaç; anne ve bebeğin ruhlarının tanrı tarafından bağışlanmasıdır.

Bu noktada gelenek haline getirilmiş birçok inançtan bahsedilmiştir. Bu inançlar kimi noktada bilimsel bir zemine oturtulmakta, kimi noktada da tamamen batıl inanç olarak karşımıza çıkmaktadır Doğum, toplum için yeniden diriliş, yeni bir hayata başlamak anlamına gelmektedir. Nusayri şeyhlerine göre, kadının doğuma kadar işlemiş olduğu bütün günahlar doğumla birlikte silinmektedir. Bu da Nusayrilikte doğumun kutsal bir olay olarak kabul edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda bu düşünce ataerkilliğin de bir tezahürüdür. Doğum adetlerinin geleneklerle süslenmiş olması inanç noktasında geleneklere ne kadar bağlı kalındığını da göstermektedir.

 

 TEMİZLENME, ARINMA VE KADIN

İslam’ın diğer mezheplerinde olduğu gibi, Nusayrilikte de bedenlerin temizliğine aşırı dikkat gösterilmektedir. Bedene gösterilen aşırı dikkat, birbirine bağlantılı iki kelimeyle ifade edilmektedir. Bunlardan birincisi olan taharet (temizlenme), insan bedeninin görünen kirliliklerden kurtulmasıdır. İnsan bedeni gündelik yaşam içinde (büyük ve küçük abdest, terleme, kusma, meni, kanama vb. sonucu) devamlı bir biçimde kirlenmektedir. Kirliliğin yarattığı uygunsuzluk, inanç sisteminin içinde yer alan kişilere bedenlerinin temizlenmesi gerektiğini emretmektedir.

Nusayri toplumunda bu temizlenme yalnızca yıkanma şeklinde değildir. Dini hayatın emrettiği şekilde kirlerden arınılmasıdır. Bedenin pislenmesinin ardından dua ile arınma gerçekleşmez ise “kişiyi bastığı toprak bile kabul etmez” anlayışı vardır.[76]

“Temizlenme duası, buhur duasıyla birlikte, hem kadınlar hem de erkekler tarafından bilinen dualardan biridir. Nusayri kadın ve erkekler bu duayı boy abdesti almak için okurlar.”[77]

Bu duanın okunuşu hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ‘irtimasi gusül’ dür. Buna göre gusül (yıkanma) anında şöyle dua edilir.

“Eüzü bil’lehi mine’ş şeytani’r-racim Bismillehirrahmanirahim.Allahümme inni eüzü bike mine’r-ricsi ve’l-racei’si ve mine’l- habesi ve’l habe’isi ve mine’ş-şeytanir’racim. Allahumme erfeğ ganni’l cenebeh ve tahhir cemiğ ceverihi mine’l cenebeti ve tahhir kalbi ve akli min ehde Allah ve ehdee’d- din ve min tisheti’rrahtıl- müfsidin ve etbehihim ile yevmid’din. Suhhere men ceğele’l meğa tahuran ve’l- İslamen- nuran ve’l- Kuran’e- Kitaben ve Muhammeden beşiran ve nezira. Eşhedu en la ilehe illallah ve eşhedü enna Muhemmed’en rasülalah.”[78] (Kovulmuş olan şeytanın şerrinden Allaha sığınırım. Allahın adıyla. Allahım beni her türlü pislikten, senin yolundan dönüşten, kötülükten ve şeytanın şerrinden koru. Allahım kirliliği benden uzaklaştır ve vücudumu cenabet pisliğinden arındır, kalbimi temiz kıl, aklımı senin yolunda ve dininin yolunda kıl ve beni dinden çıkaracak olanlardan ayır ve günlerimizi dinin üzere kıl.)

 

Diğer bir görüşe göre de temizlenme duası şu şekildedir.

“Elimi şu akıcı suya uzattım.

Bu su âlemlerin Rabbi tarafından kutsanmış ve tesbih edilmiştir.

Bu su kutsanmış ve tesbih edilmiş sudur.

Bu, nebi Muhammed’in suyudur.

Bu suyun bir damlası bütün bir halkı temizler.

Sağ tarafıma bir kap su döktüm ve Müminlerin Emiri Ali’ye tevekkül ettim.

Ey rabbim beni sağ tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Sol tarafıma bir kap su döktüm ve Aziz Cabbar’a tevekkül ettim.

Ey Rabbim beni sol tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Arka tarafıma bir kap su döktüm ve 14’e, 100’e ve 1000’e tevekkül ettim.

Ey Rabbim beni arka tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Ön tarafıma bir kap su döktüm ve Tireyya ve Teraziye tevekkül ettim.

Ey Rabbim beni ön tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Başıma bir tas su döktüm ve ayı başımın üzerinde dururken gördüm.

Ey Rabbim beni başımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Ey Rabbim beni her tarafımdaki pislikten ve her kirli tutan kıldan arındır.

Bu dua okunurken her bir satırdaki cümle söylendikten sonra vücudun o satırda belirtilen tarafına bir tas su dökülmektedir. Bu duanın tamamı okunduktan ve vücut tamamen temizlendikten sonra son olarak vücudun sağ tarafına bir kap su dökülür ve Kelime-i Şehadet getirilir; ardından vücudun sol tarafına su dökülür; başa 3 defa su dökülür ve her defasında Allah-u Ekber denir. Böylece şehadetlenme (gusül) tamamlanmış olur.”78

Farz olan gusüller 6’ya ayrılır.

Cinsel ilişki sonrası

Aybaşı kanı gusülü

Doğum kanı gusülü

İstihaze gusülü

Cenaze gusülü

Ölüye dokunma gusülü

Gusül; tertibi, irtimasi ve ihtiyati olmak üzere üçe ayrılır. Tertibi gusülde önce gusül niyetiyle baş ve boyun, sonra bedenin sağ tarafı, sonra sol tarafı ve avret yeri yıkanmalıdır. İrtimasi gusül ise; bedenin tamamının suyun içine girecek şekilde aşamalı olarak suya daldırılmasıdır. İhtiyati gusül ise bir defa suya dalmaktır.[79] [80]

Temizlenme sırasında okunan dualar, kadın ve erkeğe göre farklı anlamlar taşımaktadır. Temizlenme (şehadetlenme) duası erkek için madden olduğu gibi manen de temizlenmeyi gerçekleştirip, aynı zamanda batın alan ile olan ilişkisini kurmaktadır. Yani erkek için temizlenme gerçekleşmiş olur. Kadın için de madden ve manen temizlenmeyi sağlayan bu aşama, kadının zahir alan ile olan bağlantısını kurmaktadır. Bu noktada da kadın Bâtıni alan ile bağlantı kuramamaktadır.80

Nusayri toplumunda, kız çocuklarına bu dualar, anneleri veya aileden başka kadınlar tarafından öğretilmektedir. Bu duaların önemi üzerinde oldukça katı bir biçimde durulmaktadır. Bu şekilde temizlenmeyen kadınlar, bayram hazırlığından, türbelerden ve toplumdan dışlanmaktadırlar. Özellikle de bayram hazırlığı yapılırken, kirli olan bir kadının orada bulunması halinde, o kişi ömrünün sonuna dek bu ortamlardan uzaklaştırılarak cezalandırılmaktadır. ‘Temizlenmeyen kadının elinden içilen su bile mekruhtur’ ifadesine de toplum içinde sıkça rastlanmaktadır.

Nusayri toplumunda bir diğer temizlenme duası ise eller için olanıdır. Mekruh olan şeylere dokunduktan sonra bu duanın okunması gerekmektedir. Yaygın olan görüşe göre el yıkanırken bu dua okunmaz ise; eşe ve çocuklara yemek vermek, evin eşyalarına dokunmak, Kuran-ı Kerime dokunmak, yemek yemek gibi günlük yaşamda daha sayılabilecek birçok şey günah kabul edilmektedir.

Eller için temizlenme duası şu şekildedir:

“Eraeytellezi cağala ma tahuren, İslami nuren, seyyidina Muhammed-el Mustafa, sallallahu alayhi ve islami hakki beşiren, naziren. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enna Muhammeden Resullallah.” [81]

Sonuç olarak, Nusayri kadınları temizlenmeye çok önem vermektedir. Bu, mezhebin önemli yaptırımlarından biri olarak günümüzde de uygulanmaktadır.

ZİYARETLER (TÜRBELER) VE KADIN

“Nusayri türbeleri kare planlı, kubbeli, beyaz badanalı ve genellikle pencereli yapılardır. Kapılar, pencereler ve iç makamda, yeşil renk hâkimdir. Beyaz renk temizliği ve günahsızlığı, yeşil renk ise Hızır’ı ve İslam dinini temsil etmektedir.”[82] Türbelerin içinde, tam merkezde türbede yatan dervişin veya evliyanın mezarı bulunmaktadır. Bu mezarların üzeri yeşil örtülerle örtülüdür. Bu örtülerin üzerine de Kur’an-ı Kerimler dizilmiştir. Makamın üstünde havlu, dantel, Kuran-ı Kerim gibi kişilerin adak adayarak koyduğu süsler de bulunmaktadır. Türbeler ve ziyaret yerleri kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere tüm Nusayri bireylerini bir araya getiren alanlardır.[83]

“Nusayriler, bayramlarda ve adaklarda kurban kesmek ve dilek dilemek için her fırsatta türbe ziyareti yapmaktadırlar. Türbeler bir tür ibadet yeri olarak kullanılır.”[84] Nusayriler türbelerde Allah’ın tek yaratıcı olduğuna, Hz. Muhammed’in onun Resulü olduğuna, bütün peygamberlere ve Ehl-i Beyt İmamlarına inanan ve onların velayetini kabul eden hiçbir Nusayri, insan eliyle yapılmış bir yapıya dua etmemekte ve kutsamamaktadır. Yapılan ziyaretler, namazlar ve dualar, o türbede yatan veya adına izafen türbe yapılan din büyüğünün maneviyatına, ruhuna ve kutsal ismine yapılmaktadır. Dua eden kişi kalbiyle ve tüm benliği ile Allah’a yönelmekte ve Allah’tan ziyaret ettiği evliya aracılığıyla şefaat, sabır

ve sağlık istemektedir.[85] Özel olarak okunması gereken duaların bulunmadığı ziyaretlerde, genellikle buhur yakılıp buhur duası okunmaktadır. Fatiha Suresi ve diğer bazı surelerle birlikte akla gelen dualar okunmakta ve dileklerde bulunulmaktadır.[86]

Türbeler arasında en önemlileri Hızır türbeleridir. Nusayrilerin ana dilleri olan Arapça’da Hızır’ın karşılığı Hıdır’dır.[87] Hatay’da Deniz ve Harbiye-Karye de bulunan iki Hızır türbesi diğer Hızır türbelerine göre daha fazla itibar görmektedir. Hz. Musa ile Hızır Aleyhüsselam’ın buluştuğuna inanılan Samandağ’daki Nusayrilere ait Hızır türbesini ve İskenderun’daki St. Georges kilisesini bütün dinlerden ve etnik gruplardan insanlar ziyaret etmektedirler.[88]

Ziyaretlerin birer ibadet yeri olduğu görüşü, toplumca kabul görmektedir. Bu ibadet kadın ve erkek için aynıdır. Kadınlar ve erkekler ziyarete şehadetlenmiş (gusül abdesti almış), temiz elbiselerle, inançla ve iyi niyetle gelmektedirler. Ziyarete girilirken kapının her iki tarafı üçer defa öpülmekte ve içeri bu şekilde girilmektedir. İçeri girdikten sonra durup, ellerini açıp öncelikle Fatiha Suresini okumaktadırlar. Ardından türbe sureler okunup, dualar edilerek üç defa tavaf edilmektedir. Temiz bir beden ve ruh ile ziyarete geldiğine inanan kişiler, dualarının kabul olacağına inanmaktadırlar. Tavaf tamamlandıktan sonra yere oturulmakta ve dilekler dilemeye, dualar edilmeye başlanmaktadır. Erkekler, isteğe bağlı olarak, sessizce namaz kılmaktadırlar. Kadınlar da Kur’an-ı Kerim okuyabilmektedirler. Ancak Arapça toplum içerisinde, konuşma dilinin ötesine geçmemiş olduğundan ziyaretlerde Kur’an- Kerim okuyanların sayısı fazla değildir.

İçeride dua eden kadınlar, makamın üzerindeki yeşil örtüden bir parça yırtıp, ziyaretin çevresinde bulunan ağaçlardan birine bağlayarak dilek tutmaktadırlar. Ziyaret içinde ibadetini tamamlayan kişi, makama sırtını dönmeden, geri geri yürüyerek ve kapıyı yeniden üçer defa öperek çıkmaktadırlar.

Türbeye gitmek için belli gün veya saat şartı yoktur. Temiz olan herkes, istediği gün ve saatte türbeyi ziyaret edebilmektedir. Ziyaretten çıkan insanlar birbirlerine “berke ziyartik” (ziyaretin mübarek olsun) demektedir. Cevap olarak da “şeffağ bi ğaftik” (afiyette olmana vesile olsun) denilmektedir.

Nusayri türbelerine girişte bir takım kurallar söz konusudur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

Ziyarette temiz olmak zorunludur. Temiz olmayanlar ancak şehadetlendikten (abdest aldıktan) sonra içeriye girebilmektedir. Kirli girenlerin çarpılacağına inanılmaktadır.

Bayan ziyaretçilerin başının örtülü olması gerekmektedir. Bu nedenle, girişte çok sayıda başörtüsü (eşarp) bulundurulmaktadır. Yanında başörtüsü getirmeyenler bunları kullanmaktadır.

Bayan ziyaretçilerin makyajlı ve açık elbiselerle makama girmeleri yasaktır.

Makamın yanında sigara ve içki içmek yasaktır. Ancak son yıllarda bu kurala uymayan davranışlara rastlanılmaktadır. Piknik yapanlar arasında ve adak yemeğine katılanlar arasında içki içenlere rastlanmaktadır.

Fuhuş ve zina yapan kadınlar, aybaşı olan kadınlar ve doğumdan sonra kırk günü doldurmayan kadınlar ile onlara dokunanlar da ziyarete giremezler.[89]

“İnsanlar ruhen ve bedenen temizlendikten sonra, hiçbir iş tutmadan doğrudan ziyarete girmekte ve ibadet etmektedirler.”[90]

Ziyaretler, bakımını yapan Hıddem (türbe hizmetkârı) adlı kişi tarafından denetlenmekte ve kurallara uymayanlar, ziyarete karşı saygısızlıklarda bulunanlar Hıdddemler tarafından derhal ziyaretten uzaklaştırılmaktadırlar. Ziyaretin bakımını yapan kadına da Hıddame denilmektedir. Hıddameler de Hıddemler gibi kendilerini ziyaretin ihtiyaçlarına adayan kişilerdir. Bu işi yapmak gönüllülük esasına dayalıdır. Hıddem ve Hıddemeler yaptıkları bu işten maddi kazanç beklemezler.

İslamiyet’te yasak olan içki, Nusayri toplumunda da yasaklanmıştır. Sigara ise; “Tütün bitkisinin üzerine şeytan pislemiştir, bu nedenden ötürü tütün mekruhtur düşüncesi ile yasaklanmıştır. Bu nedenle ziyaret çevresinde tütün ve içki içenler ziyaret görevlileri

tarafından uyarılmakta ve ziyaretin çevresinden uzaklaştırılmaktadır.”[91] Ayrıca ziyaretlerin etrafında top oynamak da yasaktır. İnanca göre Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün başı bedeninden ayrılmış ve bu başla bir top gibi oynanmıştır. Bu sebeple Nusayrilerde günlük yaşamda da top oynamak yakın geçmişe kadar günah kabul edilmiştir. Ziyaret dışında top oynansa da ziyaret çevresinde bu durum kesinlikle yasaklanmıştır.

Sonuç olarak; Nusayriler türbeleri bir ibadet merkezi olarak gördüklerinden türbe ziyaretine oldukça önem vermektedirler. Toplumun tüm bireyleri gibi Nusayri kadınlarının da türbe ziyaretleri esnasında birçok kuralı yerine getirmeleri ve temiz olmaları gerekmektedir. Türbeler, toplumun birleştirici mekânları olarak görülmekte ve ibadet yeri olarak kutsal kabul edilmektedir. Türbe ziyareti Nusayri kadınlarının en önemli ibadetleri olarak bilinmektedir. Türbe ziyaretini dini bir yükümlülük olarak gören Nusayri kadınları, bu ibadetlerini çok büyük bir dikkat ve özveri ile yerine getirmektedirler. Türbe ziyareti sırasında kadınlardan bazılarının ağlaması, yerleri öpmesi ve haykırarak dua etmesi, bu ibadetin ne kadar önemli olduğunu da açıkça göstermektedir.

NUSAYRİ BAYRAMLARINDA KADIN

Nusayri toplumunda bayramlar ve dini törenler sıkça karşımıza çıkmaktadır. Zira Nusayri toplumunda 100’den fazla bayram mevcuttur. Mezhep öncüleri tarafından belirlenen ve halka duyurulan bu bayramların ortak özelliği kesilen kurbanlardır. Nusayriler gelmiş geçmiş bütün peygamberlere ve Ehl-i Beyt İmamlarına olan inanç, sevgi ve saygılarından, adlarına atfen, bayram, hayrat ve anma günleri düzenlerler. Her bir bayram ve anma gününde hazırlıklar günler önce yapılmaktadır. Hayır işinde çalışacak olan bireyler seçkin kişiler arasından seçilmektedir. Bu hazırlıklar çerçevesinde mekân ve çevre temizliği itina ile yapılmaktadır. Gelen misafirler en iyi şekilde ağırlanmaktadır.[92] “Nusayrilerde bayramın masraflarını üstlenen ve bayrama ev sahipliği yapan aileler vardır ve bu ailelere bayram sahibi denir.”[93] Bayram sahibi, yapılacak olan masrafların tamamını karşılayan ve böylece bayramı tertip eden kişidir. Bayram sahibinin ölümü durumunda bayram aile bireyleri tarafından sürdürülmektedir. Ölen kişinin eşi ve çocukları, bunu sürdürme noktasında sorumludurlar.

Nusayri toplumunda bu bayramların icra edilmesi noktasında kadınlara büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.

“Nusayrilikte yer alan bayramlar dinsel kökenli bayramlar olup, Sünni İslam içinde de yer alan grupların kutladıkları bayramlardan büyük farklılıklar gösterir. Nusayriler tarafından yaygın olarak kutlanan bayramlar; Fatır (Ramazan Bayramı), Adha Bayramı, Gadir Bayramı(en büyük bayram), Mübadele Bayramı, Firaş Bayramı, Aşure Bayramı, Rebi’ül evvel 9 Bayramı, 15 Şaban, Nevruz Bayramı, Mihrican Bayramı, Yılbaşı(hicri), 1 Temmuz Bayramı, Ramazan ayının 1., 17., 19., 21., 23., 27. günleri, Leyl-i Cum’a, Evvel Nisen(1Nisan) Bayramı, 4 Nisan Bayramı, 9 Nisan Bayramı, 15 Nisan Bayramı,Evvel Tisrin Bayramı, 4 Tisrin Bayramı, 9 Tisrin Bayramı, 15 Tisrin Bayramı, Kurban Bayramı, 17 Bayramı (Yumurta Bayramı)’dır.”[94]

Nusayriler bayramlarını, Müslümanlar ve Hristiyanlar gibi camilerde ve kiliselerde değil töreni yapan dindaşın yani bayram sahibinin evinde kutlamaktadırlar. Evler dışında da bu bayramların ziyaretlerde (türbeler) kutlandığı görülmektedir.

“Bu bayramların hazırlık aşamasında bayramda kullanılacak her şey (halılar, minderler, kap-kacak, hirisi (keşkek) kazanı...) yıkanır. Kesilecek olan kurban alınır. Buğday alınıp ayıklanır, bayram yemeklerinin malzemeleri hazırlanır. Ekmek yapmak için un alınır ve tandır hazırlanır. Bütün bu hazırlık aşamasında kadının üzerine çok önemli görevler düşmektedir. Bu hazırlıkların büyük bir bölümünü kadınlar yapmaktadır.”[95] Bayramda çalışacak kadının temiz (abdestli, şehadetlenmiş) olması gerekmektedir. Kadının regl döneminde, ikinci evliliğini yapmış, kötü yola düşmüş ve kırklı olması gibi durumlarda bayram hazırlığına dahil olması günah ve yasaktır.

Kadınların bayram sırasındaki yardımı hizmet etme maiyetindedir. Bayramlarda namaza erkekler girmektedirler. Kadınlar bu bayramlarda dini tören ve uygulamalarda sadece hizmet ederler. Dini hiçbir yükümlülükleri ve sorumlulukları bulunmamaktadırlar.[96] Bayramda hizmet eden kadın bunu bir ibadet gibi görmektedir. Nusayri kadınlarına göre temiz bir beden ve niyet ile bayramlara yardım etmek en büyük ibadetlerden biridir.

Bayramlarda namazın kılınacağı yer de kadınlar tarafından hazırlanmaktadır. “Toplu namazın kılınacağı ev temizlenir ve evin pencereleri yabancıların içeriyi görmemesi için iyice örtülür.”[97] Namazın kılınacağı yer kadınların giremeyeceği mekânlardır. Kadınlar burayı düzenlerler ve daha sonra buraya giremezler. Ayrıca namazda olan erkeklerin seslerinin, kadınlara duyurulmamasına özen gösterilmektedir. Mekân dar ise, kadınlardan kulaklarına pamuk tıkamaları istenmektedir.

“Bayramda çarşı, pazar ve ev hayatı durur, kadın-erkek hiçbir iş yapmazlar. Dikiş dikilmez, ev süpürülmez, küsler barışır. Akşam olunca Hızır-İlyas makamına akın edilir.”[98]

“Bayramların diğer bir önemli yanı, hirisi adı verilen tören yemeğinin yapımıdır. Hirisi yapımına herkes katılamamaktadır. Kutsal sayılan yemeğin hazırlanmasında yalnızca sırrı bilen erkekler görev alabilirler.” [99] Bayram ve adakların başyemeği olan hirisiyi yapan kişiler erkek olmalı ve hirisi yapılacak mutfak eşyaları da dualar okunarak yıkanmalıdır. Hirisi yapacak kişinin ahlaklı ve toplumca iyi tanınan temiz insanlardan olması gerekmektedir. Hırisi kurban eti ile buğdayın geceden sabaha kadar kaynatılması sonucunda yapılan bir bayram yemeğidir. Adet gören kadının hirisiye yaklaşması kesinlikle yasaktır.[100] Adet gören kadının hirisiye yaklaşması halinde hirisinin taşacağına ve tadının bozulacağına inanılmaktadır. Böylesi bir durumda hirisiye yaklaştığı fark edilen kadın cemaat tarafından dışlanmakta ve bir daha bayramlara davet edilmemektedir. Bayram hazırlığında bulunan kadınlar için bu gibi ağır şartların varlığına karşılık, erkekler için bu tarz yaptırımlar söz konusu değildir. Erkekten yalnızca bedenen temiz olması beklenmektedir.

Nusayri bayramlarında kadınlar çok erken saatlerde kabir ziyaretlerine çıkmaktadırlar. Sabahın çok erken saatlerinde gerçekleştirilen kabir ziyaretleri kadınlar tarafından çok fazla önemsenmektedir. Kabir ziyaretlerinin ardından türbe ziyaretleri başlamaktadır. Bayram günü türbeleri ziyaret eden kadınlar genel olarak huzurla dolduklarını ifade etmektedirler. Türbe ziyareti sırasında dualar okunmakta, fakirlere yardımlar yapılmakta, halk arasında yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşmektedir. Halk arasındaki yardımlaşma ve dayanışma duygusu günümüzde etkisini kaybetmeye başlamıştır.

Önceleri eşit bir şekilde yapılıp dağıtılan hissiler (paylar, hisseler), şimdi küçük büyük ayrımı yapılarak dağıtılır olmuş; zengin olana ve akraba çevresine yoksul olandan daha fazla verilir olmuş. Yemeğe belli insanlar davet edilip yetim ve yoksul olan unutulur olmuş. Hâlbuki çevremizde o kadar aç insan var ki; bayramda yapılan her şeyin; etin, bulgurun ve ekmeğin, sadece ihtiyacı olana verilmesi gerekiyor. Bunu yapmadıktan sonra bayramımızın ne anlamı kalıyor. Halkımız bu bayramların yasaklandığı günlerde bile bu geleneğinden vazgeçmemiş, gizlice bayramlarını yapmıştır. Halk bencilleştirilmeye, sadece kendi çıkarlarını düşünen bireyler haline getirilmeye çalışılıyor... Gençler bayramı önemsemez olmuş, halkın ilerici, olumlu il 5? 101

değerlerini gerici olarak görmeye başlamış.

Sonuç olarak Nusayri bayramlarında kadının dini ritüeller açısından hiçbir sorumluluğunun olmadığını görebilmekteyiz. Bu durum Nusayri kadınını geri planda bırakmaktadır. Mezhebin ağır kuralları bayramlarda da varlığını sürdürmektedir. Temiz (ruhen ve bedenen), ahlaklı, inançlı kadınların yardımları ile bu bayramlar dini bir kutlama olarak gerçekleşmektedir. Mezhebin içerisindeki bu kurallar, tarikatın ilk ortaya çıktığı dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

REENKARNASYON VE KADIN

“Latince ‘reincarratio’ kelimesinden gelen reenkarnasyon, en genel tanımıyla ‘insanın ölümden sonra yeni bir bedenle tekrar dünyaya gelmesi ve bu sürecin ruh kemale erene kadar devam etmesi’ anlamına gelmektedir.”[101] [102] “Dünyada değişik din ve inançlara mensup 1,5 milyar insana yakın kişinin inancında bulunan, reenkarnasyon dediğimiz; ruh göçü ve ruhun yeniden bedenleşmesi (öldükten sonra insanın yeniden doğması), Alevilik- Şiilik inancında da mevcuttur. Allah ve Ehl-i Beyt’in yolundan giden ve İslamın özünü oluşturan Nusayriler, Ehl-i Beyt imamlarımızdan gelen fetva ve hadisler ile Kur’an-ı Kerim’in açık ve ispatlı ayetleri doğrultusunda bu inancı kabullenmişlerdir.”[103] Nusayri inancına göre ruh ölümle birlikte bedenden ayrılınca başka bir bedene girerek yeniden dünyaya gelir. Bu yeni beden ölen kişinin önceki inanç ve yaşayışına göre değişir. Nusayri bir mümin, sırları bilerek ve onların gerektirdiği biçimde hayat sürdürdüğü takdirde yedi değişim geçirip yıldızlar arasında yerini alır. İnkârı ve kötülüğü seçenler fıtratlarına göre hayvan veya bitki şeklinde doğmaktadırlar. Çok çirkin davranış sergileyenler ise necis hayvanların yahut birtakım haşerelerin bedenlerine girmektedirler. Kâfirler için hayvan olarak dünyaya gelme devirler boyu devam etmektedir. Sonunda Mehdi el- Muntazar ortaya çıkınca bunları insan şekline döndürüp öldürülmektedir. Bu inançları sebebiyle Nusayri çevrelerinde çok sayıda yeniden doğuş öyküsüyle karşılaşılmakta, birçok insan önceki hayatından bahsetmektedir.[104]

“Öldükten sonra insanın ruhunun başka bir bedene intikal suretiyle hayatını sürdürmesi şeklinde ifade edilebilecek olan tenasüh inancı, eski dünyanın bazı yerlerinde değişik biçim ve anlayışlarda görülmüş çok eski bir telakkidir.”[105] Geçmişten günümüze bu inanç, farklı toplumlarda da kendini göstermiş ve günümüze kadar gelmiştir. Mısır, Hint, Budist, Cermen, Kelt, Yunan, Türk, Moğol gibi birçok toplumda da bu inanç sisteminin izine rastlanmaktadır. Ancak bu inanç tek tanrılı, dinlerde genellikle reddedilmektedir. Bunun sebebi ise; tek tanrılı dinlerde bulunan ahiret inancıdır. Ahiret inancına göre günahlar ve sevaplar, cennet ve cehennem adı verilen yerde karşılığını bulmaktadır. Nusayrilik mezhebinde yer alan reenkarnasyon inancına göre ise; günahlar dünyaya hayvan veya bitki olarak gelmek ile karşılık bulmaktadır. Bu noktada ortaya çıkan durum Nusayrilik için cennet ve cehennemin ahirette değil bu dünyada olduğudur. Ruhun kemale ermesi sonsuza kadar devam eden bir süreç ise, mükâfat ve cezalandırma da bu dünyaya gelirken bürünülen bedendir. Bu noktada cennet ve cehennem kavramlarının Sünniliğin etkisi ile toplum içerisine girdiği düşünülebilmektedir.

“Reenkarnasyon inancı tek tanrılı dinlerde reddedilmesine karşın, bu dinlerin bazı tarikatları veya mezhepleri tarafından benimsenmiştir. Müslümanlıkta özellikle aşırı Şii tarikatlar arasında yaygındır.”[106] Bu mezhep ve tarikatlar arasında reenkarnasyon inancının en geniş çapta yaşandığı toplum, Nusayri toplumudur. Nusayri toplumu içerisinde yaşayan herkes bu inancı taşımaktadır. Neredeyse herkesin tanıdığı, enkarne olduğunu söyleyen birileri mevcuttur.

İnancın yalnızca bu toplumda görülüyor olması biraz düşündürücüdür. Nusayrilere göre, çok küçük yaşlardan itibaren inancı reddetmek telkin edildiği için reenkarnasyona diğer toplumlarda rastlanılmamaktadır. Yani enkarne olayının diğer toplumlarda da var olduğunu ancak bunun üstünün örtüldüğünü belirtmektedirler.

Nusayrilere göre bu dünyada Nusayri olarak yaşamak da, insanlar arasındaki hiyerarşideki en üst noktadır. Nusayriler başka dinden bir insanın çok sevap işlemesi halinde, o insanın dünyaya ölümden sonra tekrar gelişinde bu sefer tanrının ödüllendirmesi sebebiyle Nusayri, yani seçilmiş insan olarak gelebileceğine inanılmaktadır. Nusayrilere göre bu yolla tanrı bu insanlara nurlar âleminde (üstünler arasında) yer alma şansı tanımaktadır.[107]

“Reenkarnasyon, Nusayrilerin tevil özelliklerinden kaynaklanan Batıni bir yorumdur. Nusayriler Kuran-ı Kerim’de bu inançla ilgili ayetler bulunduğunu ileri sürerler. Bu ayetler; Rüm suresinin 11. Ve 27., Yunus suresinin 4., 6., 34., Neml suresinin 11., Ankebut suresinin 19., Burüc suresinin 13., Bakara suresinin 28., Necm suresinin 42-43., Vakıa suresinin 60.­62., Kaf suresinin 15.,Mümin suresinin 11. Ayeti” olarak sıralanabilir.”[108] [109] Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

“Rum Suresi 11. Ayet: Allah önce yaratır, ölümünden sonra tekrar diriltir. Sonunda O’na döneceksiniz.

Rum Suresi 27. Ayet: Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O’dur. Bu, O’nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O’nundur. O, güçlüdür, Hakim’dir.

Yunus Suresi 4. Ayet: Hepinizin dönüşü, O’nadır. Allah’ın vadi haktır. O, önce yaratır, sonra inanıp yararlı işler yapanların ve inkar edenlerin hareketlerinin karşılığını adaletle vermek için tekrar diriltir. İnkarcılara, inkarlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı azab vardır.

Yunus Suresi 6. Ayet: Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O’na karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.

Yunus Suresi 34. Ayet: Koştuğunuz ortaklardan, önce yaratan, sonra bunu tekrar eden var mıdır? De ki: Allah önce yaratır, sonra bunu tekrar eder. Nasıl da döndürülürsünüz!

Neml Suresi 11. Ayet: Ancak zulmeden sonra da kötülüğün arkasından güzelliğe tebdil eyliyen başka, ona da ben gafûr, rahîmim.

Ankebut süresi, 19. Ayet: Allah’ın yaratılanı ilk baştan nasıl yarattığını, ölümden sonra bunu nasıl tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.

Burüc Suresi 13. Ayet: Önce yaratıp sonra bunu tekrar eden O’dur.

Bakara süresi, 28. Ayet: Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek. Tekrar sizi diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz.

Necm Suresi 42. Ayet: Doğrusu son varış Rabbinedir.

Necm Suresi 43. Ayet: Doğrusu, güldüren de ağlatan da O’dur.

Vakıa Suresi 60. Ayet: Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.

Vakıa Suresi 62. Ayet: And olsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz, yine de düşünmez misiniz?

Kaf Suresi 15. Ayet: Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.

Mümin Suresi 11. Ayet: Onlar: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır? derler.”109

“Reenkarnasyonu (yeniden bedenlenmeyi) İslami yasalar ile bağdaştırmak isteyen Nusayriler, yukarıdaki ayetleri kanıt olarak göstermektedir. Ayetlerde görüldüğü gibi her ölüm sonrasında ruh, başka bedenlere girmek suretiyle devrini tamamlayarak dünya hayatında olgunlaşır ki bu olay ruhun kemale ermesine kadar devam eder. Şu halde reenkarnasyon olayını Kur’an-ı Kerim’de tasdik etmektedir.”[110] Bu ayetlere istinaden reenkarnasyonu kabul eden Nusayriler, günlük hayatlarının bir parçası olarak reenkarnasyonu yaşamaktadırlar.

Reenkarnasyon, ruh kemale erene kadar devam etmektedir. “Kötülüklerden korunan ve Allah’a ibadetle olgunlaşan ruh; ebedilik cennetine girer, bir daha, gerçekte azap olan bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler.”[111] Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi Nusayri toplumunda reenkarnasyon çok belirgin bir biçimde yaşanmaktadır. Bu inanç anlatımlar yoluyla kulaktan kulağa, toplumdan topluma yayılmaktadır. Nusayri kadın, günahlarının kefaretini ödeyinceye kadar enkarne olacak ve sonunda yaratılmış olanın en tepe noktasında kabul edilen erkek olarak dünyaya gelecektir. Bu noktada ikinci planda tutulan ve günahkâr kabul edilen kadının, esas yaratılmış varlık, yani erkek olma mücadelesi karşımıza çıkmaktadır.

Yaratılmış olanın en mükemmeli olmak yani erkek olmak toplumdaki Nusayri kadınları ikinci plana atmıştır. Varlık nedenlerini irdelemeyen kadınlar bu durumu kanıksamışlardır. Kadını günahkâr bir varlık olarak görmek, toplumda ikinci sınıf vatandaş konumunda değerlendirmek ve inancın her alanından soyutlamak Nusayriliğin temel felsefesi olan insan sevgisine aykırıdır. Bu durum Nusayriliğin birçok mezhep tarafından olumsuz değerlendirilmesine neden olmuştur. Toplumun önde gelenleri olarak değerlendirilen din adamlarının da konu ile ilgili yorumlarda bulunmamaları da mezhebe yönelik yapılan olumsuz yorumları arttırmaktadır.

NUSAYRİ KADINLARININ HZ. ALİ’YE BAKIŞLARI

Nusayri inancının temelini oluşturan Hz. Ali inancı, toplumun her kesiminde aynı şekilde kendini göstermektedir. “Bu inanç sisteminde, genel olarak Alevi- Bektaşi inanç sisteminde olduğu gibi, insanları birbirine bağlayan tek güç sevgidir. Bu sevgi Ali’den kaynaklanır. Nusayrilikte Ali, Tanrısal bir varlıktır. Adem’den beri bütün peygamberlerde görünen ve kişilik kazandıran Ali’dir.”[112] Kerem sahibi, cömert, merhametli, kin ve husumetten uzak, cesur ve hâkim olan Hz. Ali, sahip olduğu üstün yetenek, fazilet, güç, ilim ve her şeyden önce o erişilmez mevkisine rağmen adildir. Hz. Muhammed’den sonra adaleti hakkıyla uygulayan en büyük liderdir. Adalet duygularından hiçbir zaman taviz vermemektedir. Çünkü; Hz. Ali, Hz. Muhammed’in özel terbiyesiyle yetişmiş, takvadaki üstünlüğünü, adaleti, cömertliği, sabrı, zühdü ve her türlü ilmi, yanında yetiştiği” Hz. Muhammed’den almıştır. [113] “Ali Müslümanların ilk iman edeni, en cömerdi, en takvalısı, insanların en güçlüsü ve yiğidiydi, öyle ki, onu kimse yenemez, sırtını yere getiremezdi.”[114] Hz. Ali’nin künyesi Ebu’l- Hasan, lakabı Haydar ve unvanı da Emirü’l- Müminin’dir. Kendisine Hz. Muhammed tarafından Ebu Turab lakabı da verilmiştir.[115]

Hz. Ali’yi sevmek, Ehl-i Beyt’e bağlılıkla sağlanabilmektedir. Nusayriler Ehl-i Beyt sevgisini, Hz. Ali’nin kendi sözlerine dayandırmaktadırlar. “Haktan ve Hak ehlinden ayrılma; ayağın sürçmesin, çünkü biz Ehl-i Beyt’i bırakıp başkasına sarılan helak olur, dünyasını da yitirir, ahretini de.”[116]

Nusayrilik Batıni ve zahiri bir akım olma özelliğini göstermektedir. Nusayriler, İslam’ın Sünni mezhebinden farklı olarak Kuran-ı Kerim öğretilerini batın ve zahir sistemi içinde yorumlamaktadırlar. Radikal Sünnilerin yüzeysel resmiyetinin tam tersi bir yapıda, hem gizli (Batıni), hem de resmi (Zahiri) yollarla ibadet etmektedirler. İnançlarını Batın-Zahir ikiliği düşüncesine dayanarak ifade etmeleri, ilk halifenin Hz. Ali olması gerektiğine dair olan inançları ve Anadolu Alevileri gibi Hz. Ali’yi tanrının yücelttiği, insani değerlerden de üstün değerler taşıyan kozmik, mitolojik bir varlık olarak düşünmeleri, onları Sünni Müslümanlardan ayıran en önemli farklardandır.[117]

Nusayri inancına göre tanrı, kendi dini metinlerindeki ifadeyle, ‘nurların nurudur’. Ve bu özellikleriyle nurlar âlemi olan Batın âlemde yaşamaktadır. Nusayrilerin tanrıyı bu şekilde nitelendirmelerinin sebebi tanrının nurdan bir varlık olduğuna olan inançlarıdır. Nusayrilerin tanrı için kullandıkları bir diğer terim ‘Mana’dır. Ancak tanrı, bazı tarihsel dönemlerde, Batın dünyadaki, nur halinden farklı olarak insanların algısına açık bir şekilde Zahir âlemde de bulunmuştur. Tanrı, Zahir âlemde insanlara insan şeklinde görünmüştür. Tanrının insanlara, onlardan biri gibi görünmesindeki temel sebep ise insanları doğru inanca yönlendirebilmektir. Nusayri inanç metinlerine göre de “ilahın kendisi olan Ali, bölünemez, parçalanamaz, taksim edilemez, sayılamaz. O doğmamıştır, doğurmamıştır.”[118] Nusayriliğin temelini oluşturan Ali inancının içeriğinde, Hz. Ali’ye bir ulûhiyet katıldığı görülmektedir. Nusayri kadınlarının da Hz. Ali’ye bu ulûhiyeti kattıklarını söyleyebiliriz. Nusayri kadınları Hz. Ali’yi, Allah’ın cisimleşmiş, vücuda gelmiş hali olarak görürler.

Nusayri kadınlara Hz. Ali’nin inanç içerisindeki yeri sorulduğunda genellikle benzer yanıtlar alınmıştır;

Arap Alevilik mezhebinin kurucusu Hz. Ali’dir. Dinin merkezi, inanç, ibadet, yaşayış, her şey Ali’dir. Varoluşun sebebi Hz. Ali’dir. Mezhepte görünen de saklı olan da Hz. Ali’dir. Hz. Ali Allah’tır. En başından beri öğretilen de budur. Bu yüzden Hz. Ali’nin tarafını tutarız. Ona olan ibadetimizi evde, ziyarette ve ona ulaşmak istediğimiz her yerde yaparız.[119]

Nusayri öğretisinde Hz. Ali inancı geçmişten günümüze kadar, halk içinde değişmeyen şekliyle korunmuştur. Toplum içerisinde her şeyin başı, var olma, baki olma sebebi nedeniyle Hz. Ali’ye değer verilmektedir. Hz. Ali için Emir’ül-Nahl yani arılar emiri denilmektedir. Çünkü dünyada bir tek arıların sırrına erişilmemiştir. Peteğin nasıl örüldüğünü ve içine balın nasıl yapıldığını hiçbir insan gözü görmemiştir. Zahir olan Hz. Ali insana görünse de gerçekte Batın olan Hz. Ali’nin tanrı olduğu da bilinen bir gerçektir. O, hiç kimseye görünmemi ştir. Bu da Hz. Ali’ye ulu olma vasfını katmaktadır. [120]

Hz. Ali’nin ilah olduğunu kabul etmeyenler vardı. Hz. Ali’den bunu kanıtlamasını istemişler. Hz Ali de kılıcını çekerek karşısındaki dağa çıkmıştır. Dağı kılıcıyla bir vuruşta ikiye ayırmıştır. Ayrılan yerden bir pınar doğmuş ve bu pınarın geçtiği yerler ağaçlarla dolmuştur. Bu da Ali’nin her şeyi yapabilecek güçte olduğunu kanıtlamaktadır.[121]

İnanca göre Hz. Ali’nin tanrı olmadığını söylemek kâfirliktir. Hz. Ali’nin öldüğü zaman; tabuttakinin Hz. Ali, cenazeyi yıkayanın Hz. Ali, cenazeyi deveye yükleyenin Hz. Ali, deveyi sürenin Hz. Ali olduğu söylenmektedir. Bu da onun doğmamış ve doğurulmamış olduğunu yani tanrı olduğunu göstermektedir. [122]

Sonuç olarak; Aleviliğin bütün kollarında olduğu gibi Nusayrilikte de Hz. Ali inancı oldukça baskındır. Hz. Ali’ye ulûhiyet vasfeden Nusayrilikte kadın-erkek herkes Hz. Ali’nin Tanrı olduğuna inanımaktadır. Ancak bazı aileler Hz. Ali’nin tanrısallığını reddetmektedir. Yaratılmış olanın sebebi olarak Hz. Ali görülmektedir. Hz. Ali’nin ulûhiyetinin ‘sırrı’ erkekler tarafından öğrenilmektedir. Kadına öğretilmeyen bu sır, mezhebin diğer sırlarının da bir parçasını oluşturmaktadır.

HZ. FATIMA VE NUSAYRİ KADINLARI

Hz. Fatıma, Hz. Muhammed’in kızıdır. Hz. Fatıma peygamber soyunun devamının bir vasıtasıydı. Onu bütün kadınlara üstün kılan meziyetleri, güzel nitelikleri vardı; adet olduğu duyulmamıştı, üzerinde lohusalık halleri görülmezdi, bu sayede hiçbir zaman namazını orucunu bırakmamıştı. Babası, Hz. Muhammed, onu başka hiç kimseyi sevmediği kadar severdi. Vefatından önce onu yanına çağırıp kulağına yakında öleceği sırrını fısıldayınca Hz. Fatıma ağlamış, başka bir söz söyleyince gülmüştü. Kendisine bu durum sorulunca, babasının vefatının yakın olmasına ağladığını, ama aile içinden ardından ilk gelecek olanın kendisi olduğunu bildirince de güldüğünü söylemişti. Nitekim öyle oldu. Hz. Fatıma, Peygamberin vefatından altı ay sonra vefat etti. Hz. Fatıma vefat edince Hz. Ali son

hizmetlerini bizzat yerine getirdiği sırada Hz. Ömer gelip evin dışından seslendi. “ey Ali! Ölüm halinde karıyla koca arasındaki nikâh fesholur ve bakma helali ortadan kalkar.” “Hz. Ali Resülullah’ın bana o dünya ahret senindir dediğini duymadın mı? Diye karşılık verdi. Hazırlıklar bitince geceyi bekledi ve tek başına onu alıp babasının ayaklarının dibine gömdü.

Hz. Fatıma, Hz. Muhammed için öyle değerliydi ki evlenmek için ona hiç kimseyi denk görmemekteydi. Ancak Hz. Ali her bakımdan Hz. Fatıma’ya denk görülmüş ve onunla evlendirilmiştir. Hz. Muhammed bir hadisinde ‘Ali yaratılmasaydı Fatıma’ya denk kimse olmazdı’ demişlerdir. Nusayriler de Hz. Fatıma’yı peygamber soyundan ve Hz. Ali’nin eşi olmasından dolayı kutsal şahsiyetler arasında görmekteydiler.[123]

Nusayriler Ehl-i Beyt’in beşer üstü varlıklar olduğuna inanırlar. Hz. Fatıma da bunlardan biridir. “Hz. Fatıma’nın diğer isimlerinden biri ‘Zehra’dır. Arapçadaki anlamı mehtap gibi parlak kadındır. Bu konuda Ayşe’nin de bir hadisi mevcuttur. ‘ben geceleri Fatıma’nın yüz aydınlığında iğneye iplik geçirdim’ demiştir. Yine Hz. Fatıma’nın diğer isimlerinden biri ‘Betül’ dür. Bu ismin kelime anlamı: ‘Erkeğe şehveti, rağbeti olmayan kadındır.”[124]

Buna göre Aleviliğin merkezinde olan Hz. Ali ile birlikte Hz. Fatıma da yüceltilmektedir. “Nusayriler Fatımatü’z- Zehra’ya pek yüksek bir paye verirler. Ve onu Fatır kelimesiyle anarlar. Fatır, Arapça yaratan demektir. Fakat Fatma kadın olduğundan bu sıfatını Fatıra biçiminde kullanacaktır.” [125]

“Alevilerin tarihiyle ilgili bir olaya daha değinmemiz gerekiyor ki o da Hz. Fatıma’nın babasından kalan mirası talep etmesiydi. Peygamber Fedek (Hayber yakınlarında bulunan hurmalık arazi) adı verilen toprakların sahibiydi. Bunlara bu ayetin hükmü ile sahipti: Allah’ın şehirlerinin hakkından resulüne verdiği Fey (ganimet), Allah’a, Rasülüne, ve yakınlığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir ki, böylece sizden zengin olanların arasında dolaşan bir üstünlük olmasın. Rasül size neyi verirse artık onu alın, sizi neden men ederse de ondan imtina edin ve Allah’tan korkun. Kuşkusuz Allah cezası şiddetli olandır. Hz. Fatıma babasından kalan bu toprakları talep etti. Hz. Ebu Bekir” peygamberler miras bırakmaz diye karşılık verdi. Hz. Fatıma Peygamberin vasiyetinde bunları kendisine bıraktığını söyleyince, tanığı olup olmadığını sordu. Hz. Fatıma “Ali ve Ümmü Seleme” dediğinde o ünlü lafını sarf etti: “tilkinin şahidi kuyruğu!” buna gücenen Fatıma ona ve Ömer’e babamın bana “seni öfkelendiren beni öfkelendirir, beni öfkelendiren Allah’ı öfkelendirmiş olur” dediğini duymadınız mı? dedi. “evet” dediler. Bunun üzerine Hz. Fatıma “Allah’a yemin ederim ki dedi, ben size öfkelendim ve sizden hoşnut kalmadım, Allah’a yemin ederim ki, sizinle bir daha asla konuşmayacağım” demiştir.[126]

“Nusayri inancında, Ali bin Ebü Talib’in eşi ve çocuklarından insan değil, tanrısal varlıklar olarak bahsedilmektedir. Tanrısal nurdan birer parça olan bu varlıklar, insan görünümüne sahip olmalarına karşın, tanrısal kaynaklı olmalarından dolayı, insan sayılmaz ve insani özelliklerle anılmazlar. Çünkü onlar da Tanrı’dan südur etmişlerdir.”[127] Bu noktada Hz. Ali’nin eşi ve Hz. Muhammed’in kızı olan Hz. Fatıma’ya mezhepte bir uluhiyet katıldığını görebilmekteyiz.

Yine inanca göre “...onların nurlu varlıklar olduklarını inkâr edip onları Hz. Ali’nin çocukları ve karısı saymak kâfirliktir.”[128] Çünkü ulûhiyet sahibi olan Hz. Ali’ye insan vasfı vermek yanlış ve günah kabul edilmektedir. Bu noktada birçok Nusayri kaynağında kadınların ruhlarının olmadığı düşüncesine karşın, Hz. Fatıma’ya verilen bu değer oldukça dikkat çekicidir.

Nusayri kadınları arasında örnek alınan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkan Hz. Fatıma ‘Ana’ olarak kabul edilmektedir. Mezhepte kadının adının geçmemesine rağmen Hz. Fatıma’ya verilen bu ulûhiyet, onun nurdan yaratıldığı inancını göstermektedir. Nusayri toplumunda Hz. Fatıma’ya verilen önem, onun doğumunun bayram olarak kutlanmasıyla kanıtlanabilir. 7 Mayıs’ta kutlanan (hicri olarak her yıl 11 gün bu tarih ileriye gider) İyd-el Fatır önemlidir. “Hz. Fatımatü-z Zehra’nın doğum günü olarak, diğer bayramlarda olduğu gibi bu bayramda da kurbanlar kesilmektedir.”[129]

NUSAYRİ KADINLARININ İNANÇLARININ ŞEKİLLENMESİNDE DİĞER DİNLERİN ETKİSİ

Nusayrilik, İslamiyet içinde yer alan bir inanç olmakla beraber değişik din ve inançların da etkisinde kalmıştır. Bu yüzden Nusayrilik inancı içerisine İslam dini ile açıklanamayacak faktörler girmiştir. Bu noktada Nusayrilik, İslamiyet’ten bağımsız bir mezhep gibi algılanabilmiştir.

Dini bayram ve törenler bakımından da değerlendirildiğinde Nusayriliğin, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın bir tür karması olduğu söylenebilir.[130] Bu noktada diğer dinlerden etkilenen Nusayrilik toplumun gelenek, görenek ve günlük yaşamlarında da ortaya çıkmaktadır. Özellikle günlük yaşamda Nusayri kadınlarının inançlarında bu etkileşim çok açık bir şekilde kendini göstermektedir. Semavi dinlerin etkisi, genellikle coğrafi koşullar ve tarihsel süreç ile alakalıdır. Nusayrilerin çok uzun yıllar boyunca Hıristiyanlar ve Museviler ile yaşamış olmaları, bu semavi dinlerin etkisini açıklamaktadır. “Antakya’da yaşayan etnik ve dini topluluklar arasındaki uyumlu ve hoşgörülü soysal ilişkilerin var olmasında; Antakya’nın tarihinden gelen çok kültürlülük bilinci ve uyumlu ortamın varlığı ise en önemli faktör olarak dikkat çekmektedir”[131]

Çok uzun yıllar bir arada yaşayan Nusayri kadınlar ile Hıristiyan kadınlar kültürel etkileşim içine girmişlerdir. Aynı mahallelerde bir arada yaşamaları, iki taraf arasında kurulan ilişkiler, iki tarafı da birbirine yakınlaştırmıştır. Özellikle de Nusayriler; üzerlerindeki baskı dönemlerinde “bölgede yaşayan Hıristiyanlara sığındıklarını, onların kendilerini koruduklarını, iş verdiklerini ve yanlarında saklanmalarına izin verdiklerini”[132] söylemektedirler. Bu şekilde gerçekleşen yakınlaşmaların etkileri geçmişten günümüze kadar hiç bozulmadan gelmiştir. Nusayri kadınlarının, Hıristiyanlar hakkındaki değerlendirmeleri de çoğunlukla olumlu olmaktadır.

“Hıristiyanlar bizim komşularımızdır. Bazen kardeşinde bulamadığın sıcaklığı ve güveni onlar verir. Benim çocukluk arkadaşım bir Hıristiyan kızdı. Ama aramızda din konusu hiç geçmezdi. Biz onlara onlar da bize saygı duyardı. Bayramlarımıza gelirlerdi. Biz de onların özel günlerinde yanlarında olurduk. Bu eskiden de öyleymiş, şimdi de böyle.”[133]

“Hıristiyanlar bize çok benzerler. Çocuklarımın onlarla olması beni hiç rahatsız etmez. Çünkü onlar yobaz, bağnaz insanlar değiller. Onlara güveniriz. Onların bayramları bizim bayramlarımızdır. Paskalya bayramlarını yumurta bayramı diye kutlarız. Noellerini Evvel Seniy (Yılbaşı) olarak kutlarız. Onlarda bizim bayramlarımıza saygı gösterirler. En büyük bayramımız olan İyd-el Gadir Bayramında onlar da bizim gibi çalışmaz, çamaşır yıkamazlar ve dükkânlarını açmazlar. Bu iki kültürün bir olması demektir. Bize göre Hıristiyan’ı, Alevisi yok. İkisi de tek bir kültürdür.” [134]

Nusayriler Hıristiyanların St. George günü kutlamalarını da Hıdrellez olarak kutlamaktadırlar. Hıdrellez bayramı ve Hızır inancı Nusayri toplumunda çok güçlü ve yaygındır. Böylesi özel bir günün Hıristiyanlar tarafından da kutlanması Nusayriler ile Hıristiyanlar arasında bir etkileşimin varlığını kanıtlamaktadır. Hıristiyanlarla iç içe yaşayan Nusayriler özellikle Hatay’ın Fransız hâkimiyeti döneminde Hıristiyanlar ile yakınlaşmışlardır. Birçok Nusayri’nin anlatımına göre bu baskı döneminde Hıristiyanlar tarafından korunmuşlar, yardım görmüşler ve Hıristiyanların yanında çalışmışlardır.

Nusayriler ile Yahudiler arasında da bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim kişiler arasında değil, geçmişten günümüze iki cemaat arasında gerçekleşmiştir. Kültürlerin benzeşme gösterdiği durumlar olsa da iki toplumun da kadınları arasında bir diyalog görülmemiştir. Murdar hayvan eti, leş yiyen hayvanlar ve domuz eti her iki toplum içerisinde de yenilmemektedir. Yahudilerde de Nusayrilikte olduğu gibi pulsuz balık, karides, kalamar gibi suda yaşayan pulsuz canlıları yemek yasaktır. Nusayrilerce kutsal kabul edilen ekmeğin Yahudiler tarafından da kutsal kabul edilmesi diğer bir benzerlik olarak karşımıza çıkar. Diğer bir benzerlik de dine kan yoluyla dâhil olunabileceği inancıdır. Yahudilik milli bir dindir. Kişi kendi isteği ile Yahudiliğe giremez. Yahudilik doğumla gerçekleşir. Yahudi olabilmek için annenin de Yahudi olması gerekmektedir. Nusayrilikte de bu durum babanın Nusayri olması ile gerçekleşir. Nusayriler de Yahudiler gibi kan yolu ile dine dâhil olurlar. Toplum içinde sıklıkla kullanılan ‘Nusayri olunmaz, Nusayri doğulur’ lafı da buradan gelmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde, aynı coğrafyada yaşayan toplumların yoğun olarak etkileşim içine girdikleri görülmektedir. Özellikle de hoşgörü ortamının var olduğu Hatay’da bu durum daha yoğundur. Bölgede yaşayan üç dinin ve çok sayıda mezhebin birbirleriyle etkileşime girmesi, bölge halkı tarafından oldukça doğal karşılanmaktadır.

SONUÇ

Nusayrilik mezhebi konusunda elde edilen bulgular göstermektedir ki, mezhep tamamıyla kapalı bir görünüme sahiptir. Kapalılık Bâtıniliği de içermektedir. Her şeyin görünen (Zahir) ve görünmeyen (Batın) tarafının olduğu görüşü, mezhebin en belirleyici özelliği olmuştur. Gizliliğin esas olduğu bu görüş toplumun gelenek ve göreneklerinin oluşmasına etki etiği gibi kadınların mezhep içerisindeki durumlarına da etki etmiştir.

Mezhebe göre Batın yalnızca erkekler için haktır. Bu hak erkeklere tanrı tarafından verilmiştir. Kadınlar bu haktan tamamıyla mahrumdurlar. Bu durum kadının dini hayattan uzak durmasına neden olduğu gibi, kadını toplum hayatından da uzaklaştırmaktadır. Bu noktada ise; erkek karar alma sürecinde daha güçlüdür. Bâtıni bir mezhep olan Nusayrilikte gizli bir örgütlenmenin mezhebi şekillendirmesi, bu noktada kadının inançsal yapı içerisinde zahiri ibadetler yapmasına neden olmuştur. Zahiri ibadetler kadın için Kuran-ı Kerim okumak, sureleri ezberlemek, ziyaretlere girmek, bayram hazırlığına yardım etmek gibi ibadetlerdir. Erkeğin ibadetinden tamamen farklı bir özelliğe sahip olan bu ibadet şekli Nusayri kadınını ikinci planda tutmaktadır.

Nusayriler, Arap toplumu içerisinde yaşayan ve günümüzde de bu toplumun kültürünü barındıran bir Anadolu toplumudur. Günlük hayatta ana dilde Arapçayı konuşan bu toplum, dışarıda da Türkçe konuşmaktadır. Bölgede yaşayan birçok din ve millet ile kaynaşan Nusayrilerin toplumsal ve kültürel yapısı bu kaynaşmanın bir sonucudur.

Bütün dünya halkları bir arada yaşadıkları toplumlardan etkilenmişlerdir. Bu etkileşim toplumlar arası iletişimin güçlü olduğu toplumlarda daha fazla yaşanmaktadır. Bu noktada Nusayriler Arap kültürünün yanı sıra Anadolu kültürünün ve Hıristiyan kültürünün de etkisiyle harmanlanmış bir kültüre sahiptirler. Anadolu Alevileriyle benzeşmeyen dini özellikler, kültürel ortamda büyük benzerlikler göstermektedir. Örneğin Orta Asya kökenli olan ve Anadolu’da yaşatılan saçı geleneği, Nusayri toplumunda da uygulanan bir gelenektir. Anadolu’da bulunan “albastı inancı”, Nusayrilerdeki iki kırklının birbirini basarak kötü etkilemesi inancından başka bir şey değildir. Anadolu kültüründe bulunan Hızır inancının aynı şekliyle Nusayriler arasında da varlığı bilinmektedir.

Nusayrilerin etkileşim içinde bulunduğu diğer bir toplum ise Hıristiyanlardır. Hıristiyan kültürü ortak bayramlara, ortak geleneklere ve ortak kültüre işaret eder. Hıristiyan kültüründeki ‘Paskalya’, Nusayrilerde ‘Yumurta Bayramı’ olarak kutlanmaktadır. ‘Noel’, Nusayrilerde ‘Evvel Seniy’ olarak kutlanan yılbaşıdır. Hıristiyanların kilisede kullandıkları ‘tütsü’, Nusayrilerin ziyaretlerde kullandıkları ‘buhur’ ile eşdeğerdir.

Adetli kadının kirli kabul edilerek, bu sürede dışlanması da Yahudi kültürü ile benzerlik göstermektedir. Aynı zamanda Yahudiliğin de kişiye kan yoluyla geçtiği inancı Nusayrilerde de vardır.

İnsanları birbirine bağlayan güç kaynağı olarak insan sevgisini gören Nusayri kadınları inançlarını Hz. Ali sevgisi ile temellendirmişlerdir. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e duyulan bağlılık ve sevgi çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hz. Ali’ye ulûhiyet atfeden bu toplum Hz. Ali inancı ile Anadolu Alevilerinden ayrılmaktadır.

Nusayri din adamlarının kadına bakışları diğer İslam mezheplerinden farklıdır. Kadının ibadet hakkının evlenene kadar babası evlendikten sonra da kocası tarafından yerine getirilmesi oldukça dikkat çeken bir faktördür. Bu anlamda Nusayri kadınları ibadetten muaf tutulmuşlardır. Ancak türbe ziyaretleri alternatif ibadet olarak Nusayri kadınları arasında uygulanmaktadır.

Dini hayatta ortaya çıkan bu boşluğu gelenekler ve batıl inançlar ile kapatmaya çalışan Nusayri kadınları bu noktada oldukça ilginç inançlara sahiptirler. Örneğin; gece sakız çiğnemenin haram kabul edilmesi (gece çiğnenen sakız ölülerin derisi olarak nitelendirilir), kapı eşiğinde oturmama (kapı eşiğinde şeytan oturur inancı), pazartesi günleri yapılan temizliğin haram kabul edilmesi (Hz. Hüseyin’in öldürüldüğü gün olduğundan yas tutulması gerektiği inancı), gece vakti tırnak kesmeme (şeytan tırnağı çıkar inancı), pazartesi ölen birinin ardından horoz keserek, horoz başının ölünün yanına gömülmesi inancı (ölen kişi, bu gelenek yerine getirilmediği takdirde bölgede yaşayan gençleri ardından götürür inancı) gibi daha bir çok inanç bu bağlamda değerlendirilebilir.

Nusayri toplumunda genç kadınlar siyasete erkekler kadar yoğun bir ilgi duyarlar. Genç kadınlar siyasi partiler ve dernekler aracılığıyla siyasi faaliyette bulunurlar. Yaşlı kadınların siyasi tercihleri ise daha çok eşlerinin kararına göre şekillenir.

Günlük hayatta kır hayatında tarım ile uğraşan Nusayri kadınları kent yaşamında da tarımın yanı sıra birçok ekonomik faaliyette bulunmaktadır. Kamu kurumları dışında küçük işletmelerde de çalışmaktadırlar.

Nusayri kadınları için önem arz eden diğer bir faktör de evlilik ve bu doğrultuda uygulanan geleneklerdir. Kız istemeden nişana, kına gecesinden düğün merasimine kadar evlilik aşamalarında uygulanan bu gelenekler, toplumun genel özelliklerini de yansıtır. Toplum içi yapılan evliliklerin daha baskın görüldüğü Nusayri toplumunda, günümüzde az da olsa toplum dışı evlilikler görülmeye başlamıştır.

Doğum ile başlayan yeni hayatın da mezhebe bağlı bir takım uygulamaları vardır. Bebek ve annenin kırklı olması, bu sürede dini ortamlardan uzak tutulması da mezhepteki kurallar zincirinin bir parçasıdır. Doğum adetlerinin geleneklerle bezenmiş olması bu geleneklerin önemini göstermektedir.

Doğumda olduğu gibi, regl döneminde de oluşan kirlilik durumu madden ve manen temizlenmeyi gerektirmektedir. Bu temizlenme mezhebin uygun gördüğü şartlarda gerçekleşmektedir. Nusayri kadınlarının bu temizlenmeye çok özen gösterdikleri görülmektedir. Temizlenmenin bu şartlarda gerçekleşmediği durumlarda sarf edilen “bastığın toprak kabul etmez” sözü, bunun en açık göstergesidir.

Mezhepte kadınların en yaygın olarak uyguladıkları ve bir ibadet şekli olarak değerlendirdikleri türbe ziyareti çok önemlidir. Allah ile daha yakın olabilmek için, nurların yağdığı mekân olan türbelerde yapılan ibadet daha değerlidir düşüncesi, Nusayri kadınlarını türbelere yönlendirmiştir. Nusayri kadınlarının türbe ziyaretini dini bir yükümlülük olarak görmeleri oldukça önemlidir.

Diğer bir ibadet de bayramlarda, bayram hazırlığına yardım etmektir. Ruhen ve bedenen temiz olan Nusayri kadını, burada yemek yapımı, temizlik ve düzenlemelerde yardımda bulunarak ibadetlerini gerçekleştirdiğine inanmaktadır. Nusayri inancının bir diğer özelliği de reenkarnasyon inancıdır. Bu inanç özellikle kadınlar arasında çok fazla gündemde tutulmaktadır. Enkarne olan kişinin yaşadıkları, önceki hayatı ve şimdiki hayatı ile ilgili değerlendirmeler, sohbet ortamlarında sıkça konuşulmaktadır. Reenkarnasyona inanmak, mezhebin önemli bir kuralı olarak kabul edilmektedir. Ölen birinin ardından, kişinin yeni hayatında rahata ermesi ile ilgili edilen dualar bu durumu açıklamaktadır.

KAYNAKÇA

Açıkgözoğlu, M. (1975). İslam Devletleri Tarihi. Yeni Asya Yayınları, İstanbul.

Andrews, P.A.(1992). Türkiye’de Etnik Gruplar. Mustafa Köpüşoğlu (Çev.), Ant Yayınları, İstanbul,ss.214-216.

Aslan, C. (2005). Fellahların Sosyolojisi. Karahan Kitabevi, Adana.

Bozkurt, F.(2004). Toplumsal Boyutlarıyla Alevilik. Kapı Yayınları, İstanbul.

Bulut, F.(2001). “Nusayriler”, Atlas Dergisi, Sayı:104, İstanbul.

Bulut, F.(2002). Ortadoğu’nun Solan Renkleri. Bertin Yayınları, İstanbul.

Canpolat, B.(2010). Günümüz Türkiye’sindeki Dini Akım ve Cemaatlerde Hızır Telakkisi.

Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.114.

Dağ, E. (2009). İslamiyetin Özü Gerçek Alevilik. Ürün Yayınları, Ankara.

Develioğlu, F.(2010). Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lugat. Aydın Kitabevi, Ankara.

Doğan, İ. (2009). Soru ve Cevaplarla Ehl-i Beyt ve Arap Aleviliği, Ares Kitap, İstanbul.

Doğruel, F. (2005). İnsaniyetleri Benzer. İletişim Yayınları, İstanbul.

Ekiocak, N. (1998). Yaratıcının Azameti ve Kuran’daki Reenkarnasyon. Kayhan Matbaacılık, İstanbul.

Emiroğlu, K., Aydın S. (2003). Antropoloji Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.

Et- Tavil M. E. G. (2000). Arap Alevileri Tarihi,. İ. Özdemir (Çev.), İstanbul Çiviyazıları, Adana.

Eyüboğlu, İ. Z. (1997). Bütün Yönleriyle Tasavvuf Tarikatlar Mezhepler Tarihi. Der Yayınları, İstanbul.

Fığlalı, E. R. .(1991). Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri. Ankara: Selçuk.

Gölpınarlı, A.(1997). Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler. İnkılap Kitabevi,İstanbul.

Gölpınarlı, A.(2002). Hz. AliNehc’ülBelaga. Der Yayınları, İstanbul.

Gövsa,İ. A.Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi .(Basım Yılı ve Yeri Yok) C.2.

Hançerlioğlu, O. (1993).İnanç Sözlüğü Dinler-Mezhepler-Tarikatler- Efsaneler. Remzi Kitabevi, İstanbul.

İşoğlu, İ., Süvari, C., Yıldırım, A. Bozkurt. T. (2006). Artakalanlar. E Yayınları, İstanbul, ss.461.

Kaynak, M. (2002). Kur’an’daKadın. Yay Matbaacılık, İstanbul.

Keser, İ.(2008a). Nusayrilik- Arap Aleviliği. Karahan Kitabevi, Adana.

Keser, İ.(2008b). Kent Cemaat Etnisite Adana ve Adana Nusayrileri Örneğinde Kamusallık. Ütopya yayınevi, Ankara.

Kineşçi, E. (2010).Nusayri Kimliğinin Oluşumunda Siyasal Katılım, Tercihlerin Etkisi ve Partilerin Rolü: Hatay Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ankara, ss.89.

Kur’an-ı Kerim

Massignon, L.(1964) “Nusayriler”, İslam Ansiklopedisi. C.9, MEB, İstanbul, ss.365-369.

Mullaoğlu, M.(1998). Nusayrilik Hakkındaki İddia, İsnad ve İftiralar ile Cevapları. Onur Ofset, Antakya, ss.3.

Reyhanî, M.(1997). Gölgesiz Işıklar-II. (2. Baskı), Can Yayınları, İstanbul, ss.22.

Robınson, F. (1986).İslam Dünyası 1500’den Bu Yana, Mete Tunçay(Çev.), İstanbul.

Tekin, M.(2000). Hatay Tarihi- Osmanlı Dönemi. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Turan, A.(2000). İslam Mezhepleri Tarihi- İslam’da Siyasi Düşüncenin Tarihi. Samsun:Sidre.

Türk, H.(2002). Nusayrilik (Arap Aleviliği) ve Nusayrilerde Hızır İnancı. Ankara.

Türk, H.(2010a). Anadolu’nun Gizli İnancı Nusayrilik İnanç Sistemleri ve Kültürel Özellikleri, Kaknüs Yayınları, İstanbul.

Türk, Hüseyin. (2010b). Etkileşim ve Değişme Boyutuyla Antakya Geleneksel Kültürü İnançlar Gelenekler ve Ritüeller. Eos Yayınevi, Antakya.

Ocak, A. Y.(2007). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri.İletişim Yayınları, İstanbul.

Ortaylı, İ.(2002). “Son Universal İmparatorluk ve II. Abdülhamid”, C. 12, Türkler Ansiklopedisi. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.

Önder, A.T.(2005). Türkiye’nin Etnik Yapısı. Pozitif Yayınları, İstanbul.

Öz, M.(1999). “Nusayriyye”. Tarih ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler.İ.S.A.V. Yayınları, İstanbul.

Özbek, T.(2006).Nusayri Etnik Kimliğinin Simgesel Oluşumu. Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay, ss.44.

Özön, M. N.( 1965). Büyük Osmanlıca Türkçe Sözlük .İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul.

Uluçay, Ö.(2010). Arap Aleviliği Nusayrilik. Gözde Yayınevi, Adana.

Ülkü, H. (1979).Başlangıçtan Günümüze Kadar İslam Tarihi. İstanbul.

Üzüm, İ.(2007). “Nusayrilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C.33,İstanbul.

Yılmaz, N.(2005). Kentin Alevileri. Kitabevi Yayınları, İstanbul.



[4] Louis Massignon.(1964). İslam Ansiklopedisi, Nusayriler,c.9,İstanbul, s.369.

[5] İnan Keser.(2008a). Nusayrilik Arap Aleviliği, Karahan Kitabevi, Adana, s.38.

[6] www. Dini Sözlük.com., Abdülaziz Dehlevi.

[7] Ferit Develioğlu.(2010). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aydın Kitabevi,Ankara, s.845.

[8] Mustafa Nihat Özön.(1965). Büyük Osmanlıca Türkçe Sözlük.İnkılap ve Aka Kitabevleri,İstanbul, s.596

[9] Orhan Hançerlioğlu.(1993). İnanç Sözlüğü Dinler- Mezhepler-Tarikatlar-Efsaneler. Remzi Kitabevi,İstanbul,s.460.

[10]            Ömer Uluçay.(2010). Arap Aleviliği Nusayrilik. Gözde Yayınevi, Adana, s.17.

[11]            Mahmut Reyhani.(1997). Gölgesiz Işıklar-II.(2.Baskı), Can Yayınları, İstanbul, s.22.

[12]  Mehmet Mullaoğlu.(1998). Nusayrilik Hakkındaki İddia, İsnad ve İftiralar ile Cevapları.Onur Ofset, Antakya, s.3

[13] Hüseyin Türk.(2010a), Anadolu'nun Gizli İnancı Nusayrilik İnanç sistemleri ve Kültürel Özellikleri.Kaknüs Yayınları, İstanbul, s.32.

[14] Massignon, a.g.m., s.90-94.

[15]

Keser, a.g.e., s.38.

[16] İnan Keser.(2008b). Kent Cemaat Etnisite Adana ve Adana Nusayrileri Örneğinde Kamusallık. Ütopya Yayınevi, Ankara, s.56-57.

[17] Cahit Aslan.(2005). Fellahlar'ın Sosyolojisi. Karahan Kitabevi, Adana, s.33.

[18] Ali Tayyar Önder.(2005). Türkiye'nin Etnik Yapısı. Pozitif Yayınları, İstanbul, s.114.

[19] Abdülbaki Gölpınarlı.(1997). Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, İnkılâp Kitabevi, İstanbul,141.

[20] İbrahim Alaettin Gövsa, Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi, c.II, s.2032.

[21] Önder, a.g.e.,115.

[22] Hüseyin Türk.(2010b). Etkileşim ve Değişme Boyutunda Antakya Geleneksel Kültürü İnançlar Gelenekler ve Ritüeller.EOS Yayınevi, Antakya, 60.

[23] Fuat Bozkurt.(2004).Toplumsal Boyutlarıyla Alevilik. Kapı Yayınları, İstanbul, s.1.

[24] Faik Bulut.(2002). Ortadoğu'nun Solan Renkleri. Berfin Yayınları, İstanbul,s.63-64.

[25] Bulut, a.g.e., s.63-64.

[26] Keser, (2008a), a.g.e., s.174.

[27] a.g.e., s.165.

[28] İlber Ortaylı.(2002).Türkler Ansiklopedisi, c.12, “Son Universal İmparatorluk ve II. Abdülhamit, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s.891.

[29] Mehmet Tekin.(2000).Hatay Tarihi Osmanlı Dönemi. Atatürk Kültür Merkezi başkanlığı Yayınları, Ankara, s.138.

[30] Keser, (2008b), a.g.e., s.58.

[31] Peter Alford Andrews.(1992). Türküye'de Etnik Gruplar. Mustafa Köpüşoğlu(Çev), Ant Yayınları, İstanbul, s. 214-216.

[32] Keser.(2008b). a.g.e. 61.

Aslan, a.g.e. s.56.

Keser, (2008a), s.47.

Nail Yılmaz.(2005). Kentin Alevileri. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.43.

İlker İşoğlu, Ceyhan Süvari, Ayşe Yıldırım Tülin Bozkurt.(2006). Artakalanlar. E Yayınları, İstanbul, s.461.

Mehmet Açıkgözoğlu.(1975). İslam Devletleri Tarihi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, s.42.

[38] İsmet Zeki Eyüboğlu.(1997). Bütün Yönleriyle Tasavvuf Tarikatlar Mezhepler Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, s.377.

[39] İlyas Üzüm.(2007). Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. “Nusayrilik”,c.33, İstanbul,s.272.

[40] Muhammed Emin Galip et-Tavil.(2000). Arap Alevileri Tarihi. İsmail Özdemir(Çev). Karahan Kitabevi, Adana, s.44-45.

[41] Türk.(2010a), a.g.e., s.51.

[42] Ömer Uluçay.(2010). Arap Aleviliği Nusayrilik. Gözde Yayınevi, Adana, s.25.

[43] Aslan, a.g.e., s.65.

[44] İskender Doğan.(2009). Soru ve Cevaplarla Ehl-i Beyt ve Arap Aleviliği.Ares Kitap,İstanbul,s.140.

[45] Hançerlioğlu, a.g.e., s.460.

[46] Türk. (2010a), a.g.e., s.120.

[47] Francıs Robinson.(1986), İslam Dünyası 1500'den Bu Yana, Mete Tunçay(Çev),İletişim Yayınları, İstanbul, s.217.

[48] Tarık Özbek.(2006). Nusayri Etnik Kimliğinin Simgesel Oluşumu. Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay, s.44.

[49] Türk.(2010b). a.g.e., s.101.

[50] Aslan.a.g.e., s.35.

[51] Türk.(2010a). a.g.e., s.82.

[52] Suham Özdemir, 29, İlkokul Mezunu, Antakya.

[53] Ahmet Turan.(2000). İslam Mezhepleri Tarihi-İslam'da Siyasi Düşüncenin Tarihi, Sidre Yayınları, Samsun, s.179.

[54] Mustafa Öz.(1999).Tarih ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye'de Aleviler Bektaşiler, Nusayriler. "Nusayriyye", İ.S.A.V. Yayınları, İstanbul, s.190.

[55] Şeyh İbrahim Kanadlı

[56] Et-Tevil.a.g.e., s.263-271.

Şeyh A.,46, Üniversite Mezunu,Antakya (Görüşülen Şeyh İsmini vermek istememiştir.)

Keser.(2008b).a.g.e., s.69.

Uluçay, a.g.e., s.131.

Akil Över, 54, İlkokul Mezunu, Antakya

Uğur Över,22, Öğrenci, Antakya

[62] Türk.(2010a),a.g.e. s.83.

[63] Elif Güzel,28, İlkokul Mezunu, Antakya.

[64] Şeyh Mehmet... 35, Üniversite Mezunu, Antakya.

Keser.(2008a), a.g.e. s.171.

[66] Şeyh İbrahim Kanadlı.

[67] Aslan. a.g.e., s.82.

[68] Önder, a.g.e., s.273.

[69] Fulya Doğruel.(2005), İnsaniyetleri Benzer, İletişim Yayınları,İstanbul, s. 92-93.

[70] Türk.(2010a), a.g.e., s.73.

[71] Aslan, a.g.e.,s.84.

[72] Türk,(2010a) a.g.e., s.76.

[73] Leyla Över, 50, İlkokul Mezunu, Antakya.

[74] Serap Doğan, 27, Üniversite Mezunu, Antakya.

Leyla Yeniocak, 25, Üniversite Mezunu, Antakya.

Nurten Yıldırım, 38, İlkokul Mezunu, Antakya.

Keser, (2008a), a.g.e., s.91.

Şeyh İbrahim Kanadlı.

[79] Şeyh Hamit Doğru.

[80] Türk, a.g.e., s.112.

[81] Meral Yılmaz, 24, Üniversite Mezunu, Antakya.

[82] Türk.(2010a), a.g.e., s.159.

[83] Erdinç Kineşçi.(2010). Nusayri Kimliğinin Oluşumunda Siyasal Katılım, tercihlerin Etkisi ve Partilerin Rolü: Hatay Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, s.89.

[84] Türk. (2010b), a.g.e. s.82.

Doğan, a.g.e. s.141.

Üzüm,a.g.m. s.273.

Basri Canpolat.(2010). Günümüz Türkiye'sindeki Dini Akım ve Cemaatlerde Hızır Telakkisi. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s.114.

[88] Hüseyin Türk.(2002). Nusayrilik(Arap Aleviliği) ve Nusayrilerde Hızır İnancı, Ankara, s.24.

[89] Türk.(2010a), a.g.e., s.199.

[90] Eylem Abacı, 30, Lise Mezunu, Antakya.

Derya Hasırcı, 38, üniversite Mezunu, Antakya.

Doğan, a.g.e. s.137.

Keser, (2008b),a.g.e. s.68.

[94] Keser, a.g.e. s.66-67.

[95] Hüsniye Tuncay, 76, Okuma-Yazma yok, Antakya.

[96] Türk.(2010b), a.g.e. s.81.

[97]

Keser, a.g.e. s.68.

[98] Faik Bulut.(2001), Nusayriler. Atlas Dergisi, sayı:104, İstanbul, s.102.

[99] Keser, (2008a), a.g.e. s.138.

[100] Türk, a.g.e. s.81.

[101]Türk.(2010a), a.g.e. s.137.

[102] Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın.(2003). Antropoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, s.714.

[103] Doğan, a.g.e. s.125.

[104] Üzüm, a.g.m. s.272.

[105] Ahmet Yaşar Ocak.(2007),Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İletişim yayınları, İstanbul, s.183-184.

[106] Türk, a.g.e. s.252.

Keser, a.g.e. s.66.

[108] Nasireddin Eskiocak.(1998).Yaratıcının Azameti ve Kuran'daki Reenkarnasyon. Kayhan Matbaacılık, İstanbul,

s.60.

Mesut Kaynak.(2002).Kuran’da Kadın, Yay Matbaacılık, İstanbul, s.157.

Ender Dağ.(2009). İslamiyet’in Özü Gerçek Alevilik, Ürün Yayınları, Ankara, s.110.

[112] Türk, a.g.e.,s.48.

[113] Doğan, a.g.e. 38.

[114] Et-Tavil, a.g.e. s.44.

[115] Hayati Ülkü.(1979).Başlangıçtan Günümüze Kadar İslam Tarihi, İstanbul, s.358.

[116] Abdulbaki Gölpınarlı.(2002).Hz. Ali Nehc'ül Belaga, Der Yayınları, İstanbul, s.404.

[117] Doğruel, a.g.e., s.187-188.

[118] Keser, a.g.e. s.48-50.

118Songül Yüksek, 26, İlkokul Mezunu, Antakya, Ev Hanımı.

[120] Duygu Özer, 24, Üniversite Mezunu, Antakya, Öğretmen.

[121] Yasemin Araz, 26, Üniversite Mezunu, Antakya, Hemşire.

[122] Bahar Korkmaz, 52, İlkokul Mezunu, Antakya, Ev Hanımı.

Et-Tavil, a.g.e. s.56-57.

Dağ, a.g.e. s.92.

Uluçay, a.g.e. s.145.

[126] et-Tavil, a.g.e. s.45.

[127] Türk, a.g.e. s.61.

[128] Keser, a.g.e. s.60.

[129] Sevim Koyuncu, 35, İlkokul Mezunu, Antakya.

[130] Aslan, a.g.e. s.35.

[131] Türk, (2010b),a.g.e. s.30.

[132] ____________________

Türk, a.g.e. s.33.

[133] Sevgi Korkmaz, 28, İlkokul Mezunu, Antakya, Ev Hanımı.

[134] Ayten Özdemir, 35, Lise Mezunu, Harbiye, Memur.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar