Print Friendly and PDF

SANATTA ORJİNALLİK ORJİNAL SANATÇI KİŞİLİĞE PSİKO - ASTROLOJİK YAKLAŞIM


 


Hazırlayan: Mehmet Uygun

 İnsan, fizyolojik, biyolojik ve ruhsal özellikleri olan bireysel bir varlıktır. Bu özelliklerin birbiriyle uyumu veya uyumsuzluğu insanın yaşam içinde ki fonksiyonunu etkiler. İnsan yaşamında her an seçicidir. Tercih ettiklerini seçerek kendini inşa eder. İnancını, mesleğini, alışkanlıklarını seçer ve yaşamına sokar. Seçenekler karşısında akıl ve sezgi kullanılır. Sezgi, akıl, duygu, hayalgücü ve bunlar gibi insana özgü herşey ruh kavramı içinde varolurlar.

Sanat ruhsal özellikler taşır ve yaratıcı bir olgudur. Ruhun belli araçlarla dışa yansıması sonucu oluşan sanatsal yaratı, kişisel estetik özellikler gösteriyorsa bir değerden söz edilebilir değerli olan doğru ve kalıcı olandır.

Sanat, insana bağlı insan tarafından yapılan bir uğraştır. Sanatın taşıdığı anlam ve etkileme gücü sanatçısının kişiliği (mizacı) ile doğrudan ilgilidir. Hayalgücü sınırsız bir ruh hali sanatsal yaratı için ön koşuldur. İnsanda bu özelliklerin azlığı ya da çokluğu sanatının gücünü, etkisini belirler.

Sosyal gerçek, insan faktörünün belirleyici olduğu değişken özelikler gösteren bir gerçektir, kainat gerçeği ise, daha insan doğmadan varlığının bir yönünü değişmeyecek biçimde kurgular. Bu doğum, yaşam ve ölümü içeren kurgu içinde ki kişiliğimiz (mizacımız)’dır. Bu bir matematik kurgudur. Bu kurgunun, ne olduğunu anlamak istediğimizde bilgi edinmemiz gerekiyor. Bilgi edinebileceğimiz alanlar nümeroloji, astroloji, psikoloji gibi alanlardır.

Astroloji bir ahengin ifadesidir. Karmaşanın düzene sokulmasıdır. İnsanın kendi kişisel özeliklerini tanımasına yardımcı olur. Yaşam içinde ki gerçek rolünü bulmasını ve bu rolü nasıl oynaması gerektiğini öğretir. Sanatçı, temel rollerden biridir. Yaratıcılık içeren bütün meslekler (ressam, heykeltraş , şair v.s) Bu kavram içinde varolurlar. Kişilik özeliklerimizin neler olduğunu bilmek bizi yaşama bağlayacak mesleğimizin ne olması gerektiği konusunda ipuçları verir.

Orjinal rolün yaşam içinde sergilenmesi bir anlamda evrensel kültüre orjinal üretim ve katkının yapılmasıdır. Orjinal rolünü sergileyen sanatçı, kendi sisteminin temsilcisidir. O tamamıyla orjinal, kendisine ait ruh kavramı içinde varolanlarla kendini ifade eder. Bütün bunlar sanatçının yaşamını kapsayacak onu o yapacak, ne parçalanabilecek ne de bölünebilecek bir birliktir, bu aynı zamanda orjinal olmanın değişmez koşuludur.

 

İnsanın biyoloik fizyolojik yapıları temelde aynılık gösterse de karşılaştırma yapıldığında ise bir takım farklılıkların da ortaya çıktığını görürüz. Bu farklılıkların yanında benzerliklerinde ortaya çıktığını görürüz. İçebakışımız ne kadar derin olursa kendimizi görmemiz tanımamız o derece mümkün olur. Ruhsal durumumuzda bizi biz yapan müthiş bir organizasyon vardır. Aslında ruh durumumuzun tamamıyla orjinal olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kendimizden kaçtığımız oranda da orjinallikten uzaklaşırız...

Başkalarına ait felsefeler, düşünceler sanatçıyı ilgilendirdiğinde ve bu ilgi etkilenmeye dönüştüğünde sanatçı kendisi olmaktan uzaklaşma riskini göze almış demektir. Bu durum bir alış-veriş görüntüsündedir, sanatçı bu sanatçı. Bu alış-verişten daha fazla alıyorsa kolay teslim olmuş demektir. Bunun tersine daha fazla veriyorsa, sanatçı varlığıyla başkalarını etkiliyor demektir. Bu nokta çok önemlidir. Ve tercih meselesidir. Her iki durumda sanatçının varlığı sözkonusudur. Biri etkilenen diğeri etkileyen iki varlık. Her iki durumda da bir bedel sözkonusudur.

Ortak kavramlara inanarak dönemin anlayışı veya anlayışlarıyla sınırlı kalmak. Gelecekte kabul edilme garantisi vermez, orjinal kişiliğini güçlendiren insanlar zaman aşımına uğramadan her dönemde kabul edilme ve zamanın önünde olma şansına sahiptirler yaşamda seçenekleri olan tek varlık insandır. İnsan kendine sunulan veya elde ettiği bu seçeneklerden tercih ettikleriyle kendini oluşturur. İnsan mesleğini seçer, insan, inancını seçer, insan dostunu seçer. Kısaca insan yaşamında karşılaştığı her ortamda seçicidir. Doğru olanı seçmek sezgiyle güçlendirilmiş bilgi sayesinde mümkündür, insanın kendini inşa etmesi demek kendine ait olanları keşfetmesi demektir. Kendini keşfetmesi ise ruhunun özgürleşmesiyle gerçekleşebilir. Sanatçının özgürlüğe ihtiyacı vardır. Hemde herkesten çok daha fazla özgürlüğe ihtiyacı vardır. Ruhun özgürleştiği yerde yaratmak vardır. Yaratmanın olduğu yerde de sanat vardır....

 

  SANATTA ORJİNALLİK SORUNU

Sanatta orjinallik sorunu her dönemde kendini hissettirmiştir. Resim ve Heykel Sanatı Rönesansla birlikte doğayı öykünen bir anlayışa büründü. Yaklaşık 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar geçen dönemde üretilen yapıtlar ya doğayı olduğu gibi kopya ettiler ya da idealleştirerek kopye etmek tarzında geliştiler. Akademizmin getirdiği kurallar bunu bir zorunluluk olarak ortaya koyuyordu. Ancak istisna sayılabilecek tavırlarda ortaya çıkabilmekteydi. 20 yüzyıl sanatı ise artık doğayı taklit etmek zorunda değildi, katı kurallar yıkılmıştı. Bu durum 19 yüzyıldan itibaren sanata getirilen yeni anlayışların sonucuydu. Ancak bu, modernizm sonrası post modern dönem sanatta orjinallik sorununun tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur.

Bu yüzyılın başından beri sanatın kökeni ve geleceği üstüne çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Ben burada sanatın kökeni ve geleceği üstüne söylenmiş, klasik bilinen görüşlerin doğru olabilecekleri olasılığını da göz önünde bulundurmakla beraber; asıl önemsediğim ve inandığım bu konuya benim nasıl baktığımdır. Sanatın kaynağı dinsel olabilir, ekonomik olabilir, siyasi olabilir, eğlenmek oyun da olabilir, hepsi birden geçerlide olabilir, sonuçta bunu yapan insan dediğimiz varlıktır. Burada insanın ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır, insan, fizyolojik, biyolojik ve ruhsal özellikleri olan bireysel bir varlıktır. Bu özelliklerin birbiriyle uyumu veya uyumsuzluğu insanın yaşam içindeki fonksiyonunu etkiler. Fizyolojik, biyolojik ve psikolojik farklılıklarda insanın toplum içindeki fonksiyonunun belirlenmesinde ki önemli etkendir.

Sanat ruhsal özellikler taşımalı ve yaratıcı olmalıdır. Yaratmak bir süreç işidir. Süreç geçmişin geleceği uzamasıdır. Bu ara dilimde (Şimdiki an) ruhun belli araçlarla dışa yansıması, kişisel estetik özellikler gösteriyorsa bir değerden söz edilebilir. Değerli olan doğru olandır, doğru bilgidir, gerçeğin kendisidir, gerçekte insanın özünde saklıdır. Kaynağı ise, kainatın kendisinde gizlidir. Gizliyi bilmek bilgiyi elde etmekle mümkündür. Bilginin var olduğunu bilmek ise, sezginin işidir. Sezgisi güçlü olan bilgiye daha fazla yaklaşır. Bilgi elde edildikçe gerçeğe yaklaştırır, sanat gerçeğe yaklaşmanın bir aracıdır. Bu gerçek sanatçının kendi gerçeğidir. Sanatçı kendisini yaratarak inşa eder. Bu son nefesine kadar devamlılık gösterir. Sanat yapıtı onu var eden sanatçının dışında kalanlar için icat olarak görülmeli, yeni olmalı, alışılmışın, bilinenin dışında farklı olmalı, katkısı olmalı; yeni olan katkısı olandır. Bilinmeyeni bildirmek, görünmeyini göstermek insanlığa katkıdır, bir değerdir. Bilinen ve görünenlerinde yeni bir düzende ifade edilmesi bir değer olarak kabil edilebilir, ancak orjinal değildir.

Sezgiyi sanatın beslendiği kaynak olarak görmek gerekli, bu metafizik bir seziştir. Sanatçının psikolojik yapısını doğrudan ilgilendirir. Tek olmak, kendin olmak, yalnız olmak sezgiyi harekete geçiren durumlardır. Sanat yapıtları da bu noktadan ele alınabilir. Bir yapıt tek olabilir, kendisi olabilir. Bu onun başkalarına benzememesi anlamına gelir. Onu değerli kılanda budur. Görünen gerçeklerin dünyasında var edilen görünmeyen gerçekler her an ilgi odağı olmuşlardır. Tam anlaşılmadıkları için çabuk tüketilen türden değildirler. Moda olamazlar. Geçmişi geleceği ve bugünü bünyelerinde var ederler. Buda onların kalıcı olmalarını sağlar.

“Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olarak sanatın insanlıkla yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Yaşamla sanat arasında ki bu sıkı etkileşime karşın yine de sanatın yapı ve işleyişinde “ENİGMATİK” bir özelliğin bulunduğunu vurgulamamız gerekiyor; sanat bir “ENİGMA” bir “GİZEMCE” olarak karşımıza çıkıyor. Genel olarak herhangi bir etkinliğin ya da bir işin yapılmasıyla ilgili yöntemlerin bilgilerin ve kuralların tümüne birden sanat diyoruz. Sanatsal etkinliği bazı düşüncelerin, amaçların, duyguların, durumların ya da olayların deneyimlerinden yararlanarak beceri ve düşgücü kullanılarak ifade edilmesine ya da başkalarına iletmesine yönelik yaratıcı bir insan etkinliği diye tanımlayabiliriz. Eski çağlardan günümüze değin “SANAT” (ARS) sözcüğünün art arda edindiği anlamlar, insan oğlunun gerçekleştirdiği ürünlerin, doğanın ürünlerine oranla belirlenmesini sağlayan teknik ustalık (TEKHNE) ile duygular aracılığıyla algıladığımız nesneleri, bir beğeni yargısına göre seçip sıralamaya yönelen özel duygu arasında ki ayrımlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Sanat ve sanat ürünleri çağdan çağa ve toplumdan topluma çok farklı biçimlerde değerlendirilmiş ama buna karşın bütün insanlık tarihi boyunca var olmuştur.

Sanat ürünlerinin doğal nesnelerden farkı, sanatın niteliğini de ortaya koyar; doğal süreçler sonucunda ortaya çıkan nesneler ve doğa manzaraları bir anlamda güzel sayılsalar da sanat yapıtı olarak kabul edilmezler. Bunlara güzel olarak algılanan canlılar, hayvan ve bitkiler de girer. Çünkü sanatın asıl özelliği belirli bir nesne üretmeyi amaçlayan ve bir tasarım ya da kurmaca sonucunda ortaya çıkan bir etkinlik olmasıdır, insanın yaratıcı gücüne bağlı bulunmasıdır. Öte yandan olağan ve sıradan nesneler genellikle sanat yapıtının karşıtı sayılmışlardır; çünkü sanat yapıtını, doğal oluşumlardan farklı olarak belirleyen belli başlı özelliklerden biri özgünlük (ORGİNALİTE), öbürüde onun tek biricik (unıqve) olmasıdır. Eğer bir SİNAN bir MICHAEL ANGELLO, bir DEDE EFENDİ, bir SHAKESPEARE, bir BEETHOVEN yeryüzüne gelmemiş olsaydı doğal olarak yapıtlarını anlayamayacaktır. Çünkü her sanat yapıtı onun yaratıcısına özgülenmiştir ve ondan başkasına bağlanamaz. Buna göre örneğin seri olarak üretilen çok sayıda yapıtın sanatsal değeri, tek bir örneği olan bir yapıttan daha düşüktür.

Sanatın bu özelliği sanatçının kişiliği ile yakından ilişkisi olan “BİÇEM” (STYLE) kavramıyla önemli bir koşutluk gösterir. Genel anlamda, sanatçının özgünlüğünü oluşturan onun kendilerinde görülen bir özellik olarak, aynı zamanda o sanatçının kendi dalına getirdiği yeniliktir. Örnekse, REMBRANT’ın gölge ışık teknikleri ya da VAN GOGH’ın fırça vuruşları, hem bu sanatçıların biçimlerini belirleyen öğeler, hem de onların resim sanatına getirdikleri yeniliklerdir. İşte bütün bu öğeler göz ününde tutulduğunda sanatın ayırt edici özelliklerinden en önemlisi “YARATICILIK” (CREATİVİTE) ortaya çıkar. “ÖZGÜNLÜK” ve “BİÇEM” kavramlarının birleştiği bu özellik, aynı zamanda doğal süreçlerin oluşum biçimlerinin hep aynı olmasına karşılık sanatsal yaratının “TEK OLMA" niteliğini de içerir. Bu niteliği ortaya çıkaran da sanatçının yaratıcı kişiliğidir. Sanatla ilgili öteki önemli öğe ise, bilindiği gibi üretilen nesnenin temelini oluşturan “MALZEME” dir. Sanat yapıtları çok çeşitli malzemelerin çok farklı biçimlerde işlenmesiyle üretilebilir. Ayrıca her sanat dalında kullanılan malzemelerin farklı türleriyle ilgili tarihsel bir bilgi birikimi ve geleneklerin oluşması da söz konusudur. Bunlar o sanat dalının teknik yanlarıyla ilgili, sanatçının etkinliğini bir meslek olarak belirleyen öğelerdir. Örnekse, resim sanatında kullanılan boya türleri, heykelcilikte kullanılan farklı taşların yontulma özellikleri, seramikte fırınlama gibi öğeler, belirli ve düzenli bilgiler içeren teknolojileri gerektirir. Sanatın bu yanları en eski çağlardan bu yana usta-çırak ilişkisi içinde aktarılmış çeşitli dönemlerde de sanat okullarında ve akademilerde öğretilmiştir. Bu özellik sanatın (ARS) “ZANAAT” (TEKHNE) ile akrabalığını gösterir.[2]

Bir sanat yaratısını orjinal ilke ve kurallara uyguluğu noktasında değil, bu ilke ve kurallara getirdiği yenilikler noktasında ele alınmalı... orjinallik bir anlamda gerçek yaratılıcılıktır. Yaratıcılığı “ÖZGÜN BİR RESİM YAPMAK”, “ÖZGÜN BİR ŞİİR YAZMAK”diye tanımlamak mümkün ancak “ÖZGÜNLÜĞÜN” (ORJİNALLİĞİN) ne olduğu, nasıl oluştuğu ve nasıl anlaşıldığına bakmak gerekiyor. “...Bütün bunlardan sanatın daima “BİREYSELLİĞİ” gözettiği sonucu ortaya çıkar. Ressamın tablolarında saptadığı şey belirli bir yerde, belirli bir gün ve saatte görünüpte bir daha görülemeyecek olan renklerdir. Şairin ele aldığı konularda kendinin, ama yalnızca kendinin olan ve hiç bir zaman kendinden başkasının olmayan bir ruh durumudur. Oyun yazarının gözlerimizin önüne serdiği de bir ruhun açılışı, duygu ve olayların canlı bir akışı ve nihayet bir kez olup da bir daha asla olamayacak olan bir şeydir. Bu duygulara istediğimiz kadar genel adlar verelim; başka bir ruhta hiç bir zaman aynı halde olmayacaklardır. Çünkü, hepsi tek bir kişinin duygularıdır. Özellikle bundan dolayı da sanata aittirler. Çünkü genellikle simgeler hatta tipler her gün gördüğümüz şeylerdir.”[3]

“Bilimde yaratıcılık yeni bir kuram biçimlendirmek ya da bir varsayım kurmak. Teknolojide yaratıcılık bir teknik sorunu “YENİ” ve daha “ŞIK” bir biçimde çözmek, şık burada, basit, etken ve ekonomik anlamda kullanılıyor... Ve birde ruh bilimsel yaratıcılık tanımı yapılıyor: varolan ya da verilen düşün dizisini olanaklı en zengin ölçülere kavuşturmak, çoğaltmak. Tanımlar ayrı ayrı alanlara özgü ama düşünülecek olursa, sanatta daha özele indirgiyerek konuşursak, resim sanatında bütün yaratıcılık (YA DA YARATKANLIK) tanımları geçerli. Sanatçı “ÖZGÜN” bir resim boyarken, yeni bir kuram biçimlendirme kaygısını da güdüyor olmaz mı ? Ayırımlı akımların ortaya çıkışı bu kaygıdan kaynaklanmadı mı acaba? Resim tekniğinde daha basit etken ve ekonomik; özetle daha “ŞIK” bir yöntemi uygulamaya kalkmak isteyen sanatçılar olmadı mı olmuyor mu?

Düşüncelerini olanaklı en zengin ölçüde yansıtmak arayışı, çabası ise herhalde, ressamın usa gelen özelliklerinden sayılmalı. Bu çabayı kimi zaman tek bir yapıtla gösteriyor. Kimi zamanda yapıt çokluğuyla bu amaca ulaşmak istiyor. Özetle “ÖZGÜN" resim başka alanlar için geçerli olduğu öne sürülen ve “YARATKANLIK” simgeleyen uğraşları ve çabaları da içeriyor.

Pekiyi bir resmi değişik saydıracak, yeni saydıracak, örnek diye aldıracak özellikleri nedir? Sanırım “KONUSU” değil yüzlerce, binlerce sanatçı “ AYNI KONUYU” işliyorlar, milyona varan “ÖLÜ DOĞA” resmi var bugün. Konumuzla ilgili bir saptama önemli “RESME BAKMAK” açısından önemli dolayısıyla üzerinde; durmak gerekiyor. Bir sanat yapıtında ki “KONU” başka sanat yapıtlarında ki “KONU” ile tıpkı olabilir”. [4]

Gerçek sanat yapıtı tartışılmaz gerçek sanat yapıtının farklılığı, bu farklılığıyla kendine her anlayışın dışında yer edinebilme gücü vardır. Bu güç red dilemez bir güçtür. Bu tür yapıtlarda sanatçısının samimi içten enerjisi yüklüdür. Tıpkı VAN GOGH’un yapıtlarına yüklediği enerji gibi. VAN GOGH’un yapıtlarının orjinalliğini, içtenliğini tartışamayız... “SANAT ürünlerinin hiçbiri genel değildir. Fakat eğer biri tarafından kabul edileceklerse niçin kabul ediliyor ve eğer kendi türlerinde hakikatten biricikseler gerçek olduklarını hangi göstergeyse biliyoruz ? Öyle sanıyorum ki onları yaratanlar gibi samimi olarak görmek konusunda bizi çabalamaya sürükledikleri için. Çünkü samimilik salgındır. Sanatçının gördüğünü kuşkusuz tekrar göremeyiz, hiç olmazsa bütünüyle göremeyiz. Fakat o gerçekten gördüyse, ruhumuzla doğa arasına gerilmiş olan perdeyi açmak suretiyle sarfettiği çaba bize ders olacak bir örnektir. Yapıtın hakikati de bize verdiği dersin etkisinin gücüyle ölçülecektir. O halde, gerçekte bir ikna, hatta bir doğruluğa eriştirme gücü vardır sanat yapıtlarının. Onlar kendilerini de işte bu güçle tanıtırlar. Sanat yapıtı nedenli büyük, sezilen hakikat nedenli derin ise etkisi de o oranda olur, o oranda evrensel olmaya doğru gider. Demek ki burada ki evrensellik, sonucun da olup nedende değildir”.[5]

 

ORJİNAL SANATTA SEZGİ, ŞUUR VE “ÖZGÜN” MİTOSLAR

Sezgiye götüren yol insanın kendisini sorgulamasıyla başlar. Keşfettiği iki şey vardır. Maddesel varlığı ve ruhsal varlığı, maddesel varlık içinde biyolojik bir yaşam gizlidir. Kendini keşfetmeye çıkan insan, bu biyolojik yaşama dair olanları sezgiyle kavramaya, anlamaya çalışır. Bu algılama yeteneği, onu diğer şey olan ruhsal varlığa götürür. Bu bir aşamadır. Sanatçının ruhsal varlığı bu aşamada önemlidir. Sanatçı maddesel varlıkta kalamaz, maddesel varlık aşılır. Sanatçının ruhsal varlığı her şeyin üstündedir, yaratıcı olan ruhsal varlıktır. Ruhun olmadığı yerde yaşam yoktur. Sezginin olmadığı yerde keşif yoktur, keşfin olmadığı yerde de bilgi yoktur. Bilginin olmadığı yerde de kültür olamaz. Ruhsal varlığın bilincinde olmak insanı başka boyutlara taşır başka boyutlara varmak yerçekiminden kurtulmuş olmaktır. Sanatçı yerçekiminden kurtulduğu oranda özgürleşir, orjinalleşir.

Sanat insana bağlı, insan tarafından yapılan bir uğraştır. Sanatın taşıdığı anlam, etkileme gücü yine sanat var eden insanın yaratılışında ki iç mizacın (KİŞİLİĞİN) ne olduğuyla ilgilidir. İnsan dışında ki bilinen ve bilinmeyen dünyalara ilgi duyduğu kadar kendi varlığında taşıdığı dünyanın da çekiciliğine kapılır, varolanla - varolmayan, görünenle- görünmeyeni her süreçte insan ruhunun varlığında her türlü duygu karşıtlıklarıyla bulunur, her türlü eylemde kendini gösterir. Bu zengin, sınırsız ruh hali aslında sanatın özüdür sezgi, duygu, akıl, hayal gücü ve bunlar gibi insana özgü herşey ruh kavramı içinde varolurlar.

“...Tin, yaşam gibi canlı bir süreçtir. Bir gelişmedir. Tin eylem etkinlik demektir. Sürekli bir etkinlik olarak kavranan Tin, iki Autonun dialektik biçime ayrılır. Tin bir yandan teorik etkinlik, öbür yandan plastik etkinlik ise, isteme etkinliği olarak, bu teorik ve pratik bilimler tinin iki ana biçimidir”. Tinin teorik biçimi ile insan nesneleri kavrar. Tinin pratik biçimi ile onları değiştirir, birisi ile evrene yaklaşır; öteki ile evreni yaratır. Bu iki ana tin etkinliği de kendi içlerin de bazı alt basamaklara ayrılırlar şöyle ki teorik etkinlik bilme etkinliği bir yandan bir sezgiyi (INTUTİON) ifadeyi gösterir öbür yandan da zihinsel kavramsal bilmeyi gösterir...”[6]

“Bergsoncu bir estetikten söz etmek oldukça güç gelse de onun sanat anlayışı, sergi metafiziği ile başka bir form altında sunulan nitelik metafiziği çerçevesinde ele alabiliriz. İşte bu sınırlı çerçeve nedeniyledir ki BERGSON, bağımsız bir estetik yazmamıştır. Onun sanat kavrayışı metafiziğin de olduğu gibi “SEZGİI” kavramı üzerinde temellendirilmiştir; başka bir deyişle sanat ona göre zihnin ya da tinin, şeylerin niteliksel sürelerine dönmek için yaptığı bir sapmadır. Bu bağlamda BERGSON sanat yapıtının niteliksel kaynağını bulup göstermeyi kendine amaç edinir. Ona göre sanatçı “ROLÜ” herhangi bir şeyin niteliğini sezgisel biçimde sezmek, algılamak olan bir çilekeştir. Sanatçının tüm etkinliğin de bu nedenle “SEYRE” (CONTEMPLATİON) indirgemiş olup BERGSON, sanat yapıtını her türlü imal edici, zenaat ürünü etkinliğin (FABRICATIRCE) dışında tutmuştur. Ona göre yaratma özgür yapış (POIESIS) olmadan sanat yapıtı var olmaz.

Demek oluyor ki BERGSON’un estetiği katışıksız bir algılama estetiğidir; salt bir sezgi estetiğidir. Sezgi ise, varlıkları dışarıdan tanımamızı sağlayan “DISCURSİF” (GİDİMLİ) ve “ANALİTİK” (ÇÖZÜMLEYİCİ) bilgiye karşıt olarak, bize varlıkları kendi kendilerinde oldukları biçimde tanıtan içgüdüyü ve sanat duygusunu andıran kendine özgü bir bilgi olup “sayesinde kendimizi bir varlığın içine yerleştirerek, böylece o varlığın tek ve dilegelmez yanıyla doğrudan karşılaştığımız entellektüel bir sempati türüdür”. Hangi anlamda alınırsa alınsın, her sezgi daima bir buluş bir keşif özelliği taşır ve bu bakımdan da sezginin “KEHANETE” “ÖNGÖRÜYE” yakın düştüğü söylenebilir. Şimdi katışıksız bir algılama olan BERGSON’UN estetiği bu bağlamda felsefi dikkatli ve özenli bir yaşam felsefesinden kaynaklamaktadır. Salt algının tekniği de BERGSON’a göre dikkatin bir tür yön değiştirmesidir. Onun yaşama felsefesinin temel ilkesini şöyle formüle edebiliriz “Birşeye girişmeden bir yükümlülük almadan önce engellerden ve bağlardan kurtulmak gerekir...”[7]

Orjinal sanatçı kendini merkez alır. Aldığı oranda da orjinal olma gücünü artırır. Dışında ki gelişen olaylara sezgisel yaklaşır. Kendi doğrularını oluşturma çabasındadır. Bu nedenle kendisine sunulan seçenekler karşısında çok seçici davranır. Bazen herşeyi reddebilir. Evrende ki sırlar onu gerçek bir bilim adamı gibi odaklaştırır ve sezgilerini kullanır. Daha çok yalnızlığı tercih eder. Yalnızlığında ise ulaştığı güç doruk noktasıdır. Bu güç bir anlamda ruhsal enerjisel bir güçtür. Enerji güçlendiği oranda maddesel gücü aşar ve ona hakim olur. İşte gerçek sanatçı maddesel gücü aşmış ona hakim olmuş kişidir. Artık o, maddeyle farklı bir ilişki içindedir. Ona sahip olmuştur. Bu değersiz şey onun için bir oyun aracıdır, onunla dilediği gibi oynar, biçim verir, biçimi tamanlayan enerjisinden de üfleyerek onu madde sıfatından kurtarır. O değersiz madde olmaktan kurtulmuş artık sanat yapıtına dönüştürülmüştür.

“Kavramlara dayanan bilgi nedir? Kavramlara dayanan bilgi, nesnelerin birbirleriyle olan ilgilerinin bilgisidir; fakat nesneler sezgilerdir sezgiler olmadan hiçbir kavram mümkün değildir, tıpkı izlenim materiali olmadan sezginin kendinin de olmayacağı gibi. Şunlar sezgilerdir: Bu ırmak, bu göl, bu dere, bu yağmur, bu bardaktaki su; ve şunlar da kavramdır: su, fakat bu veya şu görünüş olarak, özel hal olarak değil de, doğrudan doğruya ne zaman ve nerede olursa olsun su olan şey; su sonsuz sayıda bir çok sezgi için var olan bir maddedir.

Yalnız şu kadar var ki, kavram, tümel, kavram, bir yönden artık sezgi değildir, fakat bir başka yönden de sezgidir ve sezgiden başka bir şey olamaz. Düşünen insan da, düşünmesi bakımından izlenimlere ve heyecanlara sahiptir: Onun izlenimleri ve heyecanları, filozof olmayan insanın izlenim ve heyecanlan olmayacaktır, belli objeler ve tek tek kişiler için duyulan sevgi ve nefret olmayacaktır. Düşünme gücünün kendisi olacaktır, bu düşünme gücüne acılar ve sevinçler, sevgi ve nefret bağlıdır; tin önünde objektivleşmek için, bu güç bir sezgi biçimi almak gereğindedir. Konuşmak, henüz bir mantıksal düşünme değildir. Fakat mantıksal düşünme, daima aynı zamanda konuşmaktır”.[8]

Sanatçı kendi felsefesinin sistemcisi olmalı. Tam anlamıyla orjinal kendisine ait ilkelerden hareket etmelidir. Bütün amacı kendi felsefesini kurarak bu doğrultuda sanat yapıtlarını yaratmak olmalıdır. Gerçek dediğimiz görüntüler devamlı bir oluş halindedirler. Bu oluşu ancak sezgi ile kavramak mümkün olur. Sezgi akılla ispatlanamaz. Bu gerçeklik öznel bir gerçekliktir. Düşüncenin, hayalgücünün, sezginin ürünüdür. Bir sınırı yoktur. Sanatçı kendini merkez aldığı oranda orjinal olma gücünü artıracaktır. Sahip olduğu kendi özünü, biçimini yaratacaktır. Sahip olduğu kendine özgü bilgi ve sezgi kendini yaratmada sanatçının en önemli silahıdır.

“Madde ile yoğrulan ve pratik işlemlerden meydana gelmiş olan zeka; hangi konuya dokunsa, onu mutlaka maddeye çevirmek zorundadır. Böyle yapmazsa hiç bir şey anlayamaz. Zekanın yaptığı bütün analiz ve sentezler , sırf pratik amaçlar gözetlemenin akıl yürütme şekilleridir. Eksik de olsa, zekanın uyabildiği yer, madde alemidir. Bunun için, eksik olmakla beraber, öğrenebildiğimiz bilimler, madde bilimleridir. Zeka da, kemendini ancak maddeye atabilir. Hayat alanında bu başarıyı gösteremez. Yaya kalır, çünkü hayat ile kaynaşmadığı gibi geçmişte de, ona göre yoğrulmamış bulunmaktadır. Bu bakımdan hayat anlamamaktır. Dahası var; zeka başlıbaşına ne hayati, ne yaratmayı, ne oluşu, ne süreyi ve hatta devamlı bir oluş halinde bulunan kainatı anlayabilir. Bunun için yalnız zeka ile aka dayanan bir felsefe sistemi kurmak mümkün olamaz. Böyle bir felsefi düşünce, mutlak gerçeğe ulaşamaz mutlak gerçeğe erişmek için , zekadan başka bir yeteneğe ihtiyaç vardır. Bu yetenek “SEZGİ” (INTIUTION) ‘dır. [9]

“BERGSON, yaratıcı evrimin (EVOLUTİON CREATRİCE) inde diyor ki, “hayat hamlesinin bir döneminde hayvanlar yem olmamak için, kalın kabuklara büründüler, derin bir tembellik uykusuna daldılar. Bu dönemde hayat hamlesi, ancak büyük tehlikeleri, göze alacak, mafsallılar ve omurgalılarda organlaşmak sayesinde uyuşuk ve tembel yaşayışlarından kurtuldular “. H.BERGSON’da aynı şekilde davranıp, felsefeyi hareketsizlikten kurtarmak, canlılık kazandırmak. Bu şekilde ileriye götürmek istemektedir. Bu maksatla felsefeye, zekadan başka, zekanın içgüdü ile kaynaşmasından doğan “sezgi” (INTIVTION) denilen bir bilgi aracını katmaktadır. Bu yüzden BERGSON’a bilim düşmanı diyenler bile olmuştur. Aslına bakılırsa o “zihinciler” ile “mantıklılar” ın karşısındadır. Sezgiçi filozof, zekanın kendi alanı olan madde aleminde mutlak olarak egemen olduğunu kabul ediyor. Oluş hakkında, hayat hakkında zekanın mutlak olarak gerçeği bilemeyeceğini söylüyor. Ona göre, bunları zeka ile içgüdünün karışımı olan sezgi bilebilir. 9

Bilgi sezgiyle kuşatıldığında gerçeğe yaklaştırır. Gerçekte insanın kendi içinde saklıdır. Bireyin tek gerçek olduğu, aklında doruğunda kullanıldığında akla sezgiyle yeni ufuklar kazandırabileceği, gerçeği önemli. Bu gerçek kendi bireysel varlığının farkında olan sanatçıyı yaratacağı yapıtlarla başka boyutlara taşıyacaktır. Bilimsel ve sanatsal yaratının gerçek kaynağı sezginin özgürleşmesi ile ortaya çıktığını ve güçlendiğini görmek gerekiyor. Her an yaratmak vardır ve sürekliliği söz konusudur. Sezgi kendi başına bir güçtür. Ve bağımsız olmayı gerektirir. Çünkü kendisinin buna ihtiyacı vardır. Yaşam içinde sezgiye karıştırılacak kavramlar sezgiyi kör edebilir.

İnsanın kendine ait ilkelerden hareket ederek yaşamını kurgulaması önemlidir. Kavramlar zihnimizin kalıpları olmamalı yaşam içindeki bütün gerçeklik bir oluş halindedir. Bu oluş sezgiyle kavranır. Evrende var olan herşey sezgiyle anlaşılır. Sezgiyle öğrenilir, sezgi şuuru gerektirir. Şuur bir akış halindedir. Devamlı bir oluş halindedir. Şuur durumlarında ki durgunluk sabit fikirliliği oluşturur. Bunun öbür uç noktasıda deliliktir.

Sanatçı, yaşamın her alanında, her noktasında ve ayrıntısında ki gerçektir. O önce ben varım diyebilir, sonra dışımdakiler. Orjinal sanatçı kendi sisteminin temsilcisidir. O tamamıyla orjinal kendisine ait olan ilkelerden hareket eder. Bütün gayesi kendini yeterli ve özgür bir şeklide ifade edebilmektir. Gerçeği elde etmek bilimin amacıdır. Ancak bilim gerçeği elde etmekte bazen çaresiz kalabilir. Aslında gerçek sürekli bir oluş halindedir. Bu oluş zihinsel yaklaşımlarla kavranamaz. Çünkü insan zihnininin kalıpları ve kavramları var. Bu oluşu sezgi kavrayabilir. Sanatçı “RASYONALİST” olamaz. O kendi deneylerine ve kendi şuurunun verilerine inanır. Bu eğilim onda psikoloji ile metafiziği birbirine yaklaştırır. O her zaman yeni olmak ister. Ancak farklılaşan sürekli değişen olmak istemez. Onun için yeni olmak bir oluş içinde olmaktır. Zaman onun için şuurun akışıdır, devamlılığı olan bir akıştır. Şuurda ki bu akış orjinal sanatçıyı sabit tutmaz. Bu durum onu delilikten, delirmekten uzak tutar. Sanatçı çizginin altına düşmekten kurtulur.

Orjinal sanatçı da ki değişmeler çok yavaş seyreder. Bu değişmeler yavaş yavaş ve derece derecedir. Bir şuur durumundan başka birine geçmek gibidir. Değişmede hiç aralık yoktur. Tıpkı zamanın akışı gibi. Bu değişim istikrarsızlık değil niteliklerden ibarettir. Bir çoğaltmadır, ayrıca bir birliktir. Tüm yaşamı kapsayacak, onu o yapacak, ne parçalanabilecek, ne den bölünebilecek bir birliktir. Gerçek yaratıcılık bir bütündür. Her parçasıda bütünün kendisidir.

“BERGSON’a göre şuurlu bir varlık için varolmak değişmekten, değişmek olgunlaşmaktan, olgunlaşmak da sonsuzca kendini yaratmaktan ibarettir. O halde biz olgunlaşan bir varlık olarak hiç kesilmeksizin, sürekli olarak kendimizi yaratmaktayız. Yaptıklarımızın varlığımızdan çıktığı gibi, varlığımızda yaptıklarımızdan meydana gelir. Yaratma bir ileri hareket ve atlamadır. Her yaratmada heyecan vardır... Şuurun değişmeleri çok yavaş olur. Bu değişmeler derece derecedir. Bir şuur durumundan başka birine geçmek duyulmayacak kadar hafif ve yavaş olur. Şuur durumlarının akışında hiç aralık yoktur. Tıpkı zamanın akışında olduğu gibi, ayrıca şuur hesaba ve ölçüye gelmez çünkü bu bir nitelik değildir. Şuur, niteliklerden ibaret bir çokluktur. Burada BERGSON'un şuur teorisi, daha önceki şuur anlayışından ayrılmaktadır. Bu öyle bir şuur anlayışıdır ki, kendisinde hem çokluk, hem de birlik bulunmaktadır. Onun için, şuur ne parçalanır, ne bölünür nede hesaba gelir.

Bergson için, somut olarak zaman, şuurumuzun bir oluşudur ve yaratıcı bir evrimidir. O halde somut olarak zaman, ancak şuurda görülebilir. Şuurun her anında, eşsiz bir değişme ve nitelikten ibaret bir yenilik vardır. “SÜRE” nin ölçülmemesi ve parçalanmaması bundan ileri gelmektedir. Şuurumuzun her anında, geçmişteki bütün şuur hallerimiz birikmiş olarak bulunur. Ruh hayatımızda ve bütün durumları birbiri ile kaynaştıran bir organizasyon vardır. Içebakışı ne kadar derin olursa, şuur durumların; o kadar bozmadan ve sırf, nitelik olarak yakalayabiliriz. Ne var ki şuur hallerini dil ile kelimelerle kavramlarla anlatmak mümkün değildir. Şuur hallerimizin bir eşi daha yoktur. Bir defaya mahsus olarak meydana gelirler, tamamıyla orjinaldirler. Onun için bu karakterde ki şuuru, sabit olan kelime kalıpları ile ifade etmek mümkün olamaz onun ele aldığı şuur “TEMEL BEN” dir. Ona göre şuur hallerinin, zamanında ki gelişmesi mekanik değildir. Hayati, dinamik ve nitelikle ilgilidir. Bunun için meydana gelmeden önce bilinemez ve tayin edilemez. Şuurun, zeka dediğimiz donmuş bir kabuğu vardır. Zeka , insanın tabiat ve toplum ile temasından meydana gelmiştir. Bunun için yalnız zekamızla.kaldığımız zaman, hiç bir şekilde hür değiliz. Şurası da var ki kişiliğimizi yapan zekamız değildir. Bunun için hürriyeti zekada değil, “TEMEL BEN” de aramak lazımdır. “TEMEL BEN” denilen şuurun bu esas yapısına, madde ve determinizm girememiştir. Tamamıyla hür olan şuurumuzun bu kısmıdır. O halde gerçek kişiliğimizle ve bütün ruhumuzu katmak suretiyle verdiğimiz kararlarda, vardığımız sonuçlarda zekamızın determinizmi ve zorunlulukları hüküm sürmüş değildir. Bu alanda sezgi hakim bulunmaktadır. Akıl mantık ve madde aleminde determinizm ve zorunluluk vardır “.[10]

Orjinal sanatçı bilinmeyene görünmeyene yönelir. Bunu sahip olduğu hayal gücüyle, sezgiyle, enerjisiyle yapar Sezgilerine güvenir. Evreni ve olayları sezgileriyle anlamaya çözmeye çalışır. Akılcılık ve bilimsellik onu pek tatmin etmez. Düşleri önemlidir. Gizemli düşüncelerini, yaşamını maddeye yansıtır. İnançlarının ve fantazilerinin dışa yansıması olan yapıtlarının başkalarınca anlaşılır olup olmaması orjinal sanatçıyı pek fazla ilgilendirmez ve etkilemez. Hayal gücünün sınırsızlığı, zenginliği onun en büyük kaynağıdır. Yaratıcılğını içe gömmez, düşlerini özgür bırakır. Onları özgürce dışa yansıtır. Araç olarakta maddeyi kullanır. Kendini sahip olduğu sezgisiyle inşa eder, yaratır. Yapıtlarında ki ön koşul kendi fantazileridir.

Sanatçı kendi gerçeğini görür ve anlatır. Gerçeğe ayrıntılardan ulaşır. Başka bir boyuttan bütün olarakta kavrayabilir onun gördüğü herkesin gördüğü gerçek değildir. Orjinal sanatçı başkalarının ortaya attığı kavramlar üstüne kısır tartışmalara girmez. Bu onun yapısına, bilgisine ters gelir. Sonra bildiği, inandığı şeyi aşmış olduğu bir yolla tekrar anlamaya çalışmak mantıklıda gelmez. Sanatçı gerçeğe hep kendini inşa ederek ulaşır. Bunu dışındakiler için düşündüğünde de toplum,millet, ırk, din veya insanlık noktasında ele aldığında aynı düşüncesi devam eder. Zihninde gelecekle ilgili bir takım soru işaretleri vardır. Bu soruların cevaplarını bulmak için bugünü değerlendirir. Yaşamın her detayı önemlidir. Bizi yapılandıran bizi ben yapan veya ben olmaktan uzaklaştıran yoğunluklar her an bizi kuşatır. Her detayda bir anlam, bir derinlik, bir gizem vardır. Biz insanlar iradeyle irade dışının sınırındayız. Hem güçlüyüz hem güçsüz. Seçme özgürlüğümüz olduğu kadar seçememe acizliğimizde var aynı durum devletlerin, dinin ve insanlığın gelişiminde de var. Bunun iki boyutu ve bu boyutların tayin edilmiş sınırları var. Bir boyutta sınırsız özgürlüğe kavuşmak diğer bir boyuta ulaşmak için gereklidir. Bu gereklilik gerçek sanatçı için vazgeçilmez özgürlük olmalı. Bu özgürlük onu, bilinmeyenin peşinde olduğu için öbür boyuta taşıyacaktır.

“ Yaratıcı güç, her adlandırmadan kaçar. Son çözümlemede, sözle anlatılmaz bir giz olarak kalır. Fakat ulaşılmaz bir giz, bizi en gizli yanımıza değin sarsmaktan uzak kalmaz. İlgimize değin. Biz bu güçle doluyuz. Nasıl olduğunu söyleyemiyoruz. Fakat değişen bir ölçüde kaynağına yaklaşabiliriz. Ne olursa olsun bu gücü açıklamamız tıpkı kendini bizde gösterdiği biçimde, onu işevleriyle belirtmemiz gerekir'’...[11]

Orjinal sanatçı kendi düşgücünü sergiler. Bilinmeyen, görünmeyen dünyanın perdelerini aralar. İnsanları hiç göremedikleri, bilmedikleri dünyasında dolaştırır. Orjinal sanatçıdan klasik anlamda entellektüel tavır beklenemez, o aslında bir entelektüelden çok, yüksek bir bilgedir. Dinsel, büyüsel, mitolojik, inançlarıda olabilir. Aslında orjinal oluşunda ki güç bu inançlardan kaynaklanır. O başkalarının bilmediklerini, görmediklerini bilip ve görmektedir. Onun yapıtlarında gerçek ile gerçeküstü iç içedir. Fakat orjinal sanatçının düş gücü görünen gerçeğe baskın çıkar. Sezgi onun sanatının temelini oluşturur. Belki bu dışında ki gerçekleri güzel bulmayışmdan kaynaklanıyor olabilir. Gerçek gibi görünenin gerisinde olanlar onun için önemli olabilir olmalıdır da. Çünkü sanatçının düşüncesi dış geçeklerden daha üst düzeydedir. Orjinal sanatçı düş gücü ile kendi gerçeğini yaratır. Artık sanatçının düşleri yapıtlarında görselleşir. Gerçeğin dışında başkalarından farklı bir dünya kurgulamayı başarmışsa sanatçı o derece başarılı olur.

Orjinal düşüncede ve tavırda sanatçının kendine has mitosları olmalı. Bu bir ön koşuldur. Bu mitoslar tamamıyla sanatçının yarattığı ve inandığı olabildiği gibi ( Bu sanatçıyı ve yapıtlarını daha orjinal kılar). İnsanlığın ortak inandığı mitoslara getirilen farklı yorumlarda olabilir. Bu mitoslar her ne kadar ortak inançlardan kaynaklansa da sanatçı bunu öznel olarak yaşar, düşsel bir biçimde sanat yapıtı olarak somutlaştırır. Orjinal sanatçılar kendilerini merkez alırlar. Bunun örneklerini gerek sanatçıların yarattıkları yapıtlarda gerekse yaşam biçimlerinde görmek mümkündür. Duyuş ve davranış biçimleri insandan insana insana farklılık göstermeli. Orjinal sanatçınında düşgücü, doğa ve toplum olaylarına bakışı da bu yönde farklılık içerir. Ancak sanatçıların büyük bir çoğunluğunun hem düşünce hemde biçim olarak birbirlerinden etkilendikleri de gerçektir. Bu önemli bir bir sorundur. Yaratıcı sanatçıların ise kendi biçimlerine yöneldikleri görülmektedir. Buda sanatçının “ÖZGÜN” (ORJİNAL) olmasının sağlayan önemli etkendir.

Sezgisiz, destansız, düşsüz, kalındığında sanatsal yaratı olamaz. Bu destanlar, bu düşler bilinenlerin dışında yeni iseler özel önemleri olur, ve ilgi görürler. Orjinal sanatçının düşsel dünyasında vazgeçemediği en önemli unsur, insan aklının dışında olan anlaşılmazlık, bilinmezliktir. Bu sanatçının yarattığı yapıtlarının en önemli özelliğidir. Aklın almadığı, mantık dışı olarak da kendine özgü mantığı olan düşsel yeni bir dünyadır. Bu dünyanın elemanları doğaüstü varlıklar olabileceği gibi tanıdığımız tanımadığımız canlı ve cansız nesnelerin kendilerinde olabilir. Fakat bunlarla mekanlar arasında ki ilişki, yeniden biçimlenişleri sıra dışıdır görünen dünyanın ötesinde şaşırtıcıdır. Sanatçı bilinmeyen görünmeyen bir dünyanın varlığını oluşturduğu sanat yapıtlarıyla ispat edebilir. Çünkü sanat yapıtının varlığı bir gerçektir. Sahip olduğu içeriğinde etkileyen, farklı gelen, duyarlı bir şekilde ifadesini bulmuşsa; buda sanatçı zihninin hayalgücünün zenginliğinin ifadesidir. Bunların akla mantığa ve başka düşünce şekillerine uymadığı gerekçesiyle rededilmesi mümkün değildir.

Sanatçı, gizemli düşüncelerini, inançlarını , kendi yaşamını yaptığı, yapacağı yapıtlarına özgürce yansıtmalı... Bu özgür ifade izleyenleri derinden etkiler. Sanat yapıtlarında ki gizemi çözmek ancak sanatçının kendisini tanımakla mümkün olur. Eğer sanatçı buna izin verirse... Verdiğini düşünürsek kaynağına inebilmek için sanatçının bildiklerini bilmek öğrenmek gerekir. Gerçek sanatçı elinde kimsenin bilmediği bir gücü bulundurandır. Bu gücüyle hayranlık uyandırandır. Büyüsel bir etki gösterir. Gücün olumlu olumsuz yönleri olabilir. Toplumda büyüsel yeri olan hakkında mitoslar yaratılan kişidir sanatçı. Başkalarından farklı olması, farklı görünmesi, farklı düşünmesi onun etrafında bir çekim alanı yaratır. Gerçek anlamda güçlü sezgisel bir tarafı vardır. Bunu kullandığında olağan üstü şeyler yapabilir. Bu şeyler kötü de olabilir. İyi de bunlar sanatçının yaşama nasıl baktığı ile ilgilidir. Sanatçı kötünün peşinde olabilir. Sanat açısından bakıldığında kişisel estetiği çok orjinal olabilir. Kötünün peşinde olan sanatçı güçlü sezgisiyle, güçlü kişisel estetiği ile değerli yapıtlar yaratabilir toplumsal değer yargılarını red ederek cehennemi tercih edebilir. Bu onun orjinal sanatçı olmasına, ilginç yapıtlar üretmesine engel değildir.

Yaratıcı güç sürekli yaratır, yoğun yaşar evrenin bütün yükünü omuzlarında hisseder. Sonsuzluğun çekiciliğine kapılır. Sanatçının söyleyecek çok şeyi vardır. Söylerken farklı söyler. Görünür olanı kopye etmez, onu kendine göre görünür kılar. Sanatsal yaratı doğası gereği, sanatçıyı kolayca kendine göre, kendine özgü bir soyutlamaya götürür. Burada düşsellik, olağanüstülük vardır. Anlaşılmakta güçlük çeker. Herşeye rağmen hayalgücü sınırsızdır. Çok geniştir. Görünen dünyanın ötesindekileri görür. Onun iç alemi coşkuludur. Yaratmak sanatçıyı yaşama bağlayan önemli bir etkendir. Yaratmak bireysel bir çabadır.

 

ORJİNAL KİŞİLİĞE PSİKO-ASTROLOJİK YAKLAŞIM.

Hayatımıza bir anlam katmak ihtiyacı psikolojik gelişmemizi gerekli kılıyor. Öğrendiğimiz her yeni şey içimizde var olan ağır karmaşanın biraz hafiflemesinde netleşmesine vesile oluyor veya olmuyor. Net olmak aslında ne olmaktır. Ne olduğunun bilincine varmış olmaktır. Hayatta ki amacımızın ne olduğunun kesinlik kazanmasıdır. Nelerden hoşlandığımızın veya hoşlanmadığımızın, yaşam içinde ki konumuzun ne olup olmadığının belirlenmesidir. Bize öğretilen veya kendimizin öğrendiği kısaca öğrendiğimiz her yeni şey bizi daha karmaşık hale getirebileceği gibi, netleştirebilirde. Kişiliğimize uymayan hayatımız da doğru kullanamayacağımız bilgi ve bunun sonucu oluşacak fonksiyonlar gereksiz ağır bir yük halinde gelebilir. Daha net söylersek sosyal gerçek dediğimiz toplumsal yaşamın bize yükledikleri kişiliğimizle örtüşmez ise kendimizi keşfetmemize imkan bulamadan başka bir benlik gibi hayat süreriz. Kendimizi keşfetmek veya keşfedene kadar bizi bir yapabilecek parçaları bulup onu hayatımıza sokmak önemli ancak kolay değil. Bu durum zaman alabileceği gibi çok çabukta gerçekleşebilir.

İnsanın kendisin keşfetmesinin bir sistemi var mı? Elbette var. Bir kaç sistem var. Hem psikolojik hemde spiritüel geleneklerde karakterleri belli kategorilere ayıran ve bunların analizi yapan bir kaç sistem var. Ancak yaşamın doğal akışında insanın kendini keşfetmesi çok daha öğretici, çok daha zevkli ve heyecan verici yöntemdir, öbür sistemleri anlayabilmek yüksek bir bilgelik gerektirir. Yüksek bilgelik yaratılış özünü bilmektir. Bunun herhangi bir dinsel inanç sistemiyle alakası yoktur. Yaratılış yasasının özünü bilmek evrende ki yasaları bilmekle aynı şey değildir. Evrende sonsuz sayabileceğimiz yasalar var. Ağacın çiçek açması yağmurun yağması gibi. Sonsuz yasaların her biri ayrı ayrı detaylardır. Bütünde ki öz değildir. Öz bunların tümünün içinde saklı olduğu gibi Tümünü de kapsar. Burada önemli olan bütün yasaların işleyiş biçimidir, işleyiş biçiminde ki matematik kurgudur. Bu çok önemli bir ipucudur. İnsanın gerçek kişiliğinin (MİZAÇ) ne olduğunun farkında olması. Bu matematik kurgunun bilincinde olmasıyla mümkün olur. İnsanın bireysel yaşamında ve de doğayla ilişkisinde hep bu matematik kurgu vardır. İnsanın varlığı da - yokluğu da bu matematik kurgu ile ilgilidir. Bu sistemin farkında olmak ve sistemi bilmek hayatı daha da anlamlandırır düşüncesindeyim. Kişinin ne olması gerektiğini, toplum içindeki konumunu öğretir. Hayatımıza bir bir netlik, bir nitelik, bir huzur ve en önemlisi mutluluk getirir.

Kişilik özelliklerimizin neler olduğunu fark etmek bizi yaşama bağlayacak mesleğimizin ne olması gerektiği konusunda ipuçları verir. Kişilik özeliklerimizin neler olduğunu anlamak istediğimiz de isteğimiz paralelinde bilgi edinmemiz gerekiyor. Bilgi edinebileceğimiz alanlar : Psikoloji, Astroloji, Numeroloji ve bunlara yardımcı olabilecek diğer alanlardır. Ancak şunu da itiraf etmek gerekir ki insanı bütünüyle anlamak bugün pek mümkün gözükmüyor. Kimsenin böyle bir iddiası da yok, belli bir oranda anlamak bile çok uzun zahmetli ve sabır isteyen bir yoldur. Bazan bu uzun yolda çıkmaz sokaklarla karşılaşma olasılığı da vardır. Çevremizde bulunan insanların görünüşlerinin ötesinde neler olduğunu merak edip onları incelemek pek kolay değildir. Birçok riski beraberinde getirebilir.

İnsan denen varlık doğduğu günden itibaren binlerce değişik etkilerin kuşatması altındadır. Bu etkiler sadece doğduğu günden itibaren varolan etkileri içerir. Bir de doğmadan varlığımızı belirleyen etkiler vardır ki bunların neler olduğu konusunda fikir edinebilmemiz konumun derinleşmesi oranında ilerleme oldukça karşılaşacağımız ipuçları sayesinde mümkün olacaktır. Doğduğu günden itibaren insanı kuşatan etkiler sosyal olaylar, aile, çevre, ırk, sınıf, ekonomik ve kültürel yapı, ait olduğu din, fiziksel durumu, cinsiyeti gibi unsurladır. Bütün bu sayılan unsurlar değişken özellikler gösterir. Bunların değişken olması sosyal gerçekler olmasından ve insan faktörünün belirleyici olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak değişmeyen insanın da belirleyici olamadığı kainat gerçeği vardır ki daha doğmadan insan varlığının bir yönünü değişmeyecek bir biçimde kurgular. Bu doğum, yaşam ve ölümü içeren kurgu içersindeki kişiliğimiz (MİZAÇ) dir.

“ Yüzyıllar boyunca, insan doğasının gözlemcileri insan kişiliğini şekillendiren güçleri daha iyi anlamayı sağlayacak faydalar aradılar. Farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde, hem psikolojik hem de mistik geleneklerde pek çok içgörü vasıtası ortaya çıktı. Tüm bu yöntemler ve “ BİLİNÇ HARİTALARI” evrenin ve psişelerimizin rasgele ya da kaotik olmadıklarını, belli bir yapıya ve düzene sahip olduklarını kanıtlama girişimlerimizi temsil ederler”...[12]

“PİTAGOR bir matematikçi, geometrinin kurucularından biri olarak tanınır daha çok. VVorld book encylopedia’ya göre “Pitagor sayının herşeyin özü, aslı olduğnu öğretmiştir. O mistik şekilde sayılarla özellikler, etkiler, renkler ve başka bir çok fikir arasında ilişki kurmuştu. PİTAGOR ayrıca, insan ruhunun ölümsüz olduğunu da öğretmiştir. O bu fikirleri doğuya yaptığı yolculuk sırasında edinmiş olabilir. O bir okul (kardeşlik) de kurmuştur. “ENCYLOPEDİA BRİTANNİCA" ise bu konuda “Pitagor kardeşliği yapı olarak dindar da olsa, eflatun ve Aristo’nun düşüncelerini etkileyen prensipleri formül haline koymuştur. Pitagor’un kendisiyle başlayan entellektüel geleneğin büyük bir kısmı, bilimsel ilimden çok mistik bilgeliğe aittir”, demekte.

Diğer holitik düşünürler gibi, pitagor da bugün, çağdaş fizikçilerin bir zaman mistiklere, filozoflara ve ilahiyatçılara bırakılan alanlara girmeleri gibi aynı şekilde insan bilincinin bir çok yüzeyiyle ilgileniyordu. O, insanlık ortaya çıkmadan önce varolan devrelerden, kayıplardan ve enerji dalgalarından söz etmiş ve hayat yollarımızın kökenleri ve amacı varoluşun gizemini ve mekanikleri içinde saklı kalmış büyük ve ebedi yasaları nasıl yansıttıklarını anlatmıştı. Formu’un ve frekansın esaslarını araştırırken, zihin ve madde arasında ki ilişkileri keşfetmiş ki daha önce böyle bir düzen mevcut görünmüyordu; ve psişenin sırlarını çözecek anahtarlar olan gizli sayısal kalıplara dikkat çekmişti.[13]

Astrolojik gerçek bana göre bir ahengin ifadesidir. Karmaşanın düzene sokulmasıdır. Astroloji kendimizi tanımamızı sağlar. Yaşamın ritmine uygun bir akış astrolojik gerçeğin kendisidir. Bunu bozduğumuz taktirde hem kendi fizyolojik ve ruhsal yapımızı, hemde sosyal gerçekte ki ritmi bozarız. Kainat gerçeğinin işleyişinde oluşturduğu bu matematiksel kurgu zamana bağlı bir düzenin işleyişinde ki belirlenmişliktir. Sosyal gerçeğin (İnsan Müdehalesi sonucu oluşan organize edilmiş yaşam) belirienmişliği değişkendir. Burada ki matematiksel kurgu insan aklının ve nefsinin ( İç Güdü) insiyatifine kaldığı için değişkenlik gösterir. Bu değişkenlik insanın, sosyal, ekonomik, kültürel yapısını etkilediği gibi ruhsal yapısını da etkiler, ancak mizacı tümüyle etkileyemez. Ritim bozulur, mizaç bozulmalarda uğrar ancak yok olmaz, yeniden bir düzene girebilir. Ritmin bozulmasında ki temel neden sosyal gerçeğin var olama nedenidir. Sosyal gerçek kainat gerçeği ile bir uyum kurabilirse ritim bozulmaz, ahenk devamlılık gösterir. Bu da yaşama katılan bütün insanların mizaçlarının oluşturduğu yaşama katkı sağlayacak kapasitelerini doğru kullanmak anlamına gelir. Sonucu mutluluktur, tatmindir, ayrıca evrensel kültürün devamlılığıdır.

Yüzyıllardır insanlığa ortak ölçüler benimsetilmek istenmiştir. Elbette ki insanın olduğu her yerde kaos olabilir. Bunun için genel kitlelerin belirli ölçülerde bir araya getirilerek organize edilmeleri gerekli görülebilir. Günümüzde ortak ölçüler, ilkeler modernleşme, demokrasi, insan hakları gibi amaçları içerir.

Ancak bu ölçüler hiç bir zaman yerinde ve tam anlamıyla uygulanmamaktadır. İnsan yaşamına bir anlam katmalı, yaşamını sürdürmesi için bir amaç edinmeli... Yaşamımızı anlamlandırmak, yaşamımıza bir yön verebilmek, ruhsal gelişmemizi gerçekleştirmekle ve mümkün olmaktadır. Çok defa bilincimizin farkında olmasak ta bilinçaltımız bize yapmamız gerekenleri yaptırmaktadır. Sezgilerimiz, rüyalarımız bize yön çizmemizde önemli mesajlar iletebilirler. Ancak aklımızın bütün bunlara hakim olması eksiklerimizi tamamlamamıza doğru meslekler edinmemize ilişkilerimizi en olumlu bir şekilde sürdürmemize, sosyal gerçek içinde ki yerimizin belirlenmesinde kendi payımıza düşeni en iyi şekilde yerine getirmemize yardımcı olur.

Şuurlu bir varlık olunduğu sürece gelişmek, olgunlaşmak kendini yaratmak her an vardır. Bu bize bahşedilmiş seçme özgürlüğüdür. Sınırları hem bu boyut için hem de diğer boyutlar için belirlenmiştir. Fark eden insan bulunduğu boyutu açmak ister. İstediği boyutta ki varlığını sürdürebilmesi aşmış olduğu bir alt boyuttaki durumunu düzene sokmasıyla mümkün olur; bunun sırrı da sezgiyi güçlendirerek fark etmektir. İnsan organizmadır, toplumda bir organizasyondur. Organizmayı sosyal gerçek içinde şekillendiren ona yön veren, bunun için belli disiplinleri oluşturan yine bu toplum içindeki zekasını, aklını ve sezgisini daha ileride kullanan insanlardır. Bu insanların genelde yaptıkları tek şey genel kitlelere alışkanlıklar kazandırmaktır. Ortak alışkanlıklar kazandırıldığı sürece bir arada çözülmeden yaşamak mümkün olur. Ancak bu durum organizasyon yapanlara bir güç bir enerji de kazandırır. Peki bu gerçek içinde sanatçı ne yapmalı ? Bu sistem içinde nasıl bir yön çizmeli ? Belli alışkanlıklar edinip genele mi dahil olmalı, yoksa şuurlu bir varlık olduğunun bilinciyle gelişmesini olgunlaşmasını kendi kendini yaratmasını sürdürmeli mi? Onu kainatın gerçeği mi ilgilendirmen yoksa bu boyutla sınırlı sosyal gerçek mi? Yada kainat gerçeği ile sosyal gerçeğin uyumlu oldukları oldukları bir yaşam mı ?

Seçenekler sunulur. İnsan tercihini yapar veya yapmaz. Seçenekler karşısında tercih yapmayan insanın kendisi bir seçenek sunuyor olabilir, yeni bir sözü var olabilir,kendisi bir seçenek sunan kişi için üretim sözkonusudur. Tüketilmeye yönelik üretilmişleri, tüketmek yerine kendi ürettiklerini sunmak bazı zekalar için daha heyecan verici görülebilir. Yeter ki bu insanlar farklı olduğunu fark edebilsinler

Astrolojik gerçek kendimizin başkalarından ne kadar farklı olduğumuzu göstermekle birlikte ne kadar benzeştiğimiz de farkında olmamızı sağlar. Sosyal yaşamda her alanda başarılı organizasyonların yapılmasında astrolojik gerçeğin önemli katkıları olacağı inancındayım... Psikolojik ve spiritüel geleneklerde bu matematiksel şifreyi çözmeye çalışan kişilikleri kategorilere ayıran bir kaç sistem var. İnsanda ki bu kurgu, evrenin kendine özgü yüksek düzeni ifade eden yasaları gibidir. Yerçekimi yasası kadar gerçektir. Bunlara spiritüel yasalar denir. Keşfi bilimsel metotlarla ispatlanabilen bu yasalar matematiksel bir düzeni ifade eder. İnsanlık bu matematiksel kurgunun nasıl gerçekleştiğini, adeta bir şifre görünümün de ki bu kurgunun nasıl çözüleceği konusunda bir kaç yöntem bulmuşlardır, bunlar birbirleriyle örtüşür, birbirlerini tamamlar. Ancak bu şifre çözüldükçe yeni şifrelerle karşılaşıp yol almaya devam edeceğiz. Bu yol insanın kendini keşfederek inşa etmesidir...

TEMEL ROLLER VE ÖZELLİKLERİ

İnsanlar yaşamlarında bir çok farklılıklar ortaya koysalarda belli başlı rollerden birinide esas rol olarak oynarlar. Bu roller “HİZMETKAR, SANATÇI, SAVAŞÇI, RAHİP, BİLGE, KRAL, ALİM” gibi rollerdir. Bu roller mesleklerden ayrı değerlendirilmeli. Çünkü bunlar dünyayı algılama ve yorumlama biçimidir. Bir çok meslek, bu dünyayı algılama ve yorumlama biçimlerinden birinin türevleridir.

Sosyal gerçek içinde yaratılış gayesinin keşfedilmesi ve buna göre yaşama yön verilmesi bazan güçleşebilir. Asıl rolü sanatçı veya başka bir rol olan kişi, başka bir rolü oynayabilir; başarılıda olabilir. Ancak unutulmaması gereken önemli nokta kendi rolünü ( orjinal rol) bulup oynayan, yaşam içinde çok daha fazla başarılı olur. En önemlisi başarının yanında kendi içindeki çelişkiler ortadan kalktığı için mutlu da olur. “ Roller bir prizmadan geçen beyaz ışık tayfı gibi yedi renktir”. Her rengin bir anlamı, bir güzelliği, bir işlevi vardır. “Hizmetkar sanatçı, savaşlı, rahip, bilge, kral, alim” gibi yedi ana rolünde kendilerine özgü belli özellikleri vardır. Sanatçıların yaratıcılığı, alimlerin yaratılış yasasını sorgulamaları, rahiplerin uyarıcı ilhamları, hizmetkarların karşılıksız vericilikleri, kralların yönetme arzuları ve yetenekleri, bilgelerin aktarmaları, anlatmaları, savaşçıların yapma, yerine getirme özellikleri rollerinin esasını oluşturur. Bu roller insanın gerçek formlarıdır. Bu var eden kainat gerçeğidir. İşleyişi ise matematik kurgudur.

Toplumsal yaşam içinde gerçek rolümüzü oynayabilmemiz, insanın sosyal gerçek içindeki bencilce müdehalesini bir yana bırakarak evrensel yasaların işleyişine bir anlamda saygı duyarak, bu yasalarla uyum içine girmesiyle mümkün olur, bazı insanlar kendilerine ait orjinal rollerini çok çabuk keşfedebilir. Bazan bu çok uzun zamanada yayılabilir, bazanda hiç gerçekleşmeyebilir. Kendi rolümüzün yerine, bize toplumsal yaşam içinde gerek aile, çevre , gerekse kurumlar ve sistem tarafından başka roller empoze edilebilir; ve biz bu rollere yönelebiliriz. İnsanlara ne şekilde, ne biçimde davranması gerektiğini öğretirken, ana rollerine göre yönlendirme yapmak, organize etmek sosyal gerçeği var eden ve düzenleyen sistemin dikkat etmesi gereken önemli bir konudur. Önemli diyorum çünkü toplumsal ahenk buna bağlıdır.

Kendi orjinal rolümüzü keşfettiğimizde esas alacağımız özellikler dört noktadır. Bunlar “ilham, ifade, eylem ve özümseme dir” İLHAM : Hizmetkar ve rahip rollerini içerir. Bu grup, insanlara sevgi, şefkat duygularıyla yaklaşırlar içsel vahiyler geçirerek ilham verirler. İFADE: Sanatçı ve bilge rollerini içerir. Bu roller fikirleri, hisleri, semboller, konuşmalar jestler, renkler ve biçimlerle ifade etme konusunda yeteneklilerdir. Bu bir anlamda yaratıcı roldür yaşama bir güzellik, bir renk, bir eğlence katar. EYLEM: Kral ve savaşçı rollerini içerir. Bu roldekiler, görev yerine getirme, iş yapma, organize edip harekete geçirme, saldırma, yapma yapma gibi eylemleri tanımlarlar. ÖZÜMSEME : Alim rolünü içerir. Bu gözlemci, sorgulayıcı, keşfedici özellikler içerir.

“Hizmetkarın özü hizmet etmektir, başkahnın iyiliği için çalışmak ve onların istek ve ihtiyaçlarını doyurmalarına fiziksel anlamda yardım etmektir.

Rahibin özü şefkattir, başkalarının üzüntü yada talihsizliklerini derin bir biçimde anlamak ve bunları gidermek istemektir, ruhsal anlamda en yüksek hayır olarak algıladığı şey olarak çalışmaktır (Başkalarının ruhsal gelişim ve gereksinimlerine hizmet etmektir).

Sanatçının özü yaratma, yeni görme, yapma, hissetme biçimleri kat etme, çevreyi daima yeni, daima farklı olacak biçimde değiştirmektir. Bu binalar, yollar ve manzaralar gibi yeni modalar, stiller, şekiller yapılar yaratmak anlamına gelir bu bir atmosfer yaratmaya dek uzanır.

Bilgenin özü ifade etme ya da bilgeliktir, ve iletişim kurma yeteneğidir. Bu oyun ve eğlendirmeyi de içerir.

Savaşçının özü ikna etmektir, bu insanları planlar ve strateji ile organize etmek için gerekli bir yetenektir.

Kralın özü hükmetmektir. Bu herkesi yönetip denetleyerek en iyi sonucu üretme yeteneğidir.

Alimin özü, özümseme ya da bilgidir, bu bilgiyi kavratıcı ve yararlı bir biçimde biriktirme ve düzenleme yeteneğidir”.[14]

ROLLERDE OLUMLU OLUMSUZ KUTUPLAR

HİZMETKAR:

“OLUMLU KUTUP : HİZMET

Sevecen, sıcak, ilgili, ilham verici, muktedir, başkalarına yönelmiş, yeterli, güvenilir, dostça, kendini adamış, hizmetlere bakıcı; başkalarına hizmet yoluyla ruhen gelişir.

OLUMSUZ KUTUP: KÖLELİK

Kurban edilmiş, köleleştirilmiş, mazlum olmuş, kendini feda edici, kurnazca yönlendirici, tatsız bir biçimde duygusal, sınırlı, tahakküm edici, el altından iş gören, boyun eğen, paspas gibi ezilen, eyleme geçmeyen, uygun hizmet biçimini göremediği için insanları uygunsuz faaliyetlere zorlayan”.[15]

RAHİP:

“ OLUMLU KUTUP : ŞEFKAT

Şefkatli, ilham verici, sevecen, coşkulu, şifa verici, sıcak, yol gösterici, duygusal olarak bağlı, besleyici, vizyoner, misyon duygusuna sahip, insancıl, yardımsever, gezegen ya da ülkenin bir bütün olarak farkında, insanların ataletlerini ya da değişmez alışkanlıklarını, programları kırmaya yönelmiş (Doğa teşvik ediciler)

OLUMSUZ KUTUP: AŞIRI ATEŞLİLİK

Ateşli, fanatik, sabırsız, vaaz verici, ayakları havada, başkalarını kendi dinine sokmaya çalışan, makul olmayan, vizyonunda mantıksız a-pratik ; sizde yanlış birşey olsa da olmasa da sizi düzeltmek eğiliminde tepkisel olma eğiliminde, bağnaz”[16]

SAVAŞÇI:

“OLUMLU KUTUP : İKNA ETME

Üretken, planlı, düzenli, girişken, enerjik, göğüs gerici, odaklanmış, doğru sözlü, becerikli, karalı, ailesine bağlı, koruyucu, anaç, savunucu, ayakları yerde, gururlu, ilkeli akli merkeze değer verir, hareket merkezli faliyetlerde becerikli, örneğin ellerini iyi kullanır, pratik, güvenilir sadık, mücadeleyi sever.

Evsizler zayıf insanlar için, hasta insanlar için yapılar oluşturmakta başarılı. Savaşçılar insanların toplum yapısı tarafından korunmaları ve beslenmeleri için okullar, hastaneler, itfaiye merkezleri kurar ve yasalar oluştururlar, onlar toplum kurucularıdır, onlar uygarlığa katkıda bulunurlar ki sanatçılar kültürü oluşturabilsinler.

Savaşçılar hayatta kalmaya yönelik becerileri öğretmekte ustadırlar, örneğin çocuklara yetişkinliğe nasıl geçebileceklerini öğretirler. Onlar fiziksel katta iyidirler ve fiziksel alandan cinsel ilişkiden, koklamaktan, dokunmaktan, yemek yemekten vs. hoşlanırlar.

OLUMSUZ KUTUP : ZOR KULLANMA

Kabadayılık edeci zor kullanıcı, dar kafalı, sindirip yıldırıcı, sıkıştırıcı, duygularını ifade edemeyen aşırı heyecanlı, sinirleri bozulmuş, gerilimli, öznel, hiddetli, küstah, pervasız, kaba, mücadele ya da çatışma arayan, tartışmacı, yıpratıcı, taciz edici, bağışlamaz güvensiz, vahşi, kuşkucu, dolambaçlı, kaçamaklı”.[17]

KRAL:

“OLUMLU KUTUP: HAKİMİYET

Mükemmellik, çevrelerinde ki insanları da mükemmele eriştirmeleri yönünde etkilerler; nazik, doğal liderler, yüce gönüllü, karizmatik; strateji uzmanları; kendine güvenen , dengeli, çok yönlü, hakim, bilgili, vizyoner, yetki vermekte başarılı, para konusunda başarılı, savaşçılardan daha sesiz ve nazik; herkesle iyi anlaşır ve sadakat bağlılık aşılar, iyi generaler, başkanlar ve şirket başkanları olurlar.

Başka insanları karmalarıyla ve kralla temasa gelecek şekilde kendilerine çekerler.

OLUMSUZ KUTUP : TİRANLIK

Aşırı talepkar, kontrol edici, hoşgörüsüz, insafsız, zorba, müsrif, amansız, aşırı derecede küstah; genelde diğer insanlara istediği şeyi yaptıran”[18]

BİLGE:

“OLUMLU KUTUP : BİLGİYİ YAYMA

İfade edici, akıllı, eğlendirici, algılayıcı, dramatik, şakacı, meraklı, sakin, bilgi verici, renkli, anlayışına uygun biçimde davranır, bilgili, iyi konuşur, medyanın her alanında başarılıdır; iyimserlikle, yaşamın kaygısız ve neşeli yanını öğretir. Hayatta bir yandan her istediğini elde edip bir yandan da eğlenebileceğine inanır; onlar eğlence sunarlar ve daha çok eğlenmeyi tercih ettikleri içinde daha yavaş bir biçimde büyürler.

OLUMSUZ KUTU : ANLAMSIZ VE AMAÇSIZ KONUŞMA

Nutuk çekmeye meraklı, aldatıcı, zorla dikkatleri üstüne çeken gürültücü, yavan aşırı dramatik, ben - merkezci, sıkıcı, bilgiyi adeta zorla boğazına tıkıştırır, bir şeyi siz öğrenmek isteseniz de istemeseniz de size öğretir; hayatınıza zorla girme eğiliminde dedikoducu, yalancı, kaypak, sorumsuz, olağanüstü gevşek karakterler “[19]

ALİM:

OLUMLU KUTUP : BİLGİ

Anlayışlı, bilgili, doğru sözlü, çok dikkatli, pratik, bütünleştirici, tarafsız, arabulucu, ayakları yerde, sağlam, meraklı, gözlemci, berrak, mantıklı serüvenci. Bir kez olsun her yere gitmiştir, cesurdur ama bunu göstermez, insanların hatalarını tekrarlamalarını önler, çünkü o hataları hatırlar; onlar diğer rollerin temizlik ekibidir.

OLUMSUZ KUTUP : TEORİ

Kuramsal, soyut, kafası karışmış, herşeyi aklileştirme eğilimine, münzevi; içine kapanık, itiraz kabul etmez. Biçimde konuşan, küstah, usandırıcı, sıkıcı, ağır, aşırı titiz, duygular tarafından yönetildiği için mantıksız, dikkati hiç çekmeyen kibirli”. [20]

SANATÇI ROLÜ

SANATÇI:

“OLUMLU KUTUP : YARATMA

İçinden geldiği gibi davranan, yenilik yaratıcı, özgün, eksantrik, hayalgücü kuvvetli, vizyoner, icatçı, oyuncu, ruh hali yaratıcı, farklı, diğerlerinden daha büyük öz, yeni olana uzanan, kaos üretici (Ki daha sonra savaşçılar bu kaosu düzene sokarlar) ve (ister erkek olsun ister dişi) babacan

OLUMSUZ KUTUP: KENDİNİ ALDATMA

Kafası karışmış, başkalarını aldatan, sorumsuz, karamsar, kendi isteklerine düşkün, sahte, düşüncesizce hareket eden, acayip, diğer rollerden daha duygusal ve bu yüzden de ağır çöküntülere maruz; zayıf- iradeli, başkalarının durumlarını kontrol etmelerine izin verip, böylece kendi gücünden feragat eden”[21]

“Sanatçının özü yaratıcılıktır. Hayata daha önce asla yapılmamış bir şey getirme arzusudur. Bu nasıl başarılır? öncelikle yaratıcılık, icat yeteneği ve mühendislik ile, sanatçı yaratıcılığını yeni formlar ve atmosferler yaratmak için kullanan dar-odaklı ifade rolüdür. Sanatçı için tüm yaşam üzerine yeni, farklı bir şeyler yapılacak bir tualdır.

Sanatçılar yaratıcılık ve icat yoluyla ifadede uzmanlaşırlar. Yaratıcılık şekillerinden bilide bir grup ortamında atmosfer yaratmalarıdır. Bazen bir sanatçının sadece varlığı bir değişimin meydana gelmesi, bir odada ki niteliğin dönüşüme uğraması için yeterlidir. Bir başka deyişle sanatçının bir etki yaratmak için ille de bir şey yapması gerekmez. Onun olduğu gibi olması yeterlidir.

Sanatçı yüksek frekanslı bir roldür ve bu onların hayata akıcı esnek bir biçimde yaklaşımlarını sağlar. Onlar aynı anda bir kaç farklı projeyi ele almaya muktedirler. Sanatçılar, diğer rolleri şaşkınlığa düşürebilecek şekilde yararlanabilecekleri bir çok olanak yaratırlar.

İş alanında bir çok meseleye, mali işlere, vergiye, üretim programına, pazarlamaya vs. el atıp, hepsinin de görünüşte yarı - rastgele bir biçimde hakkından gelebilirler, ancak sonra bu işi sonuna kadar götürecek güce sahip olmayabilirler.

Sanatçılar her düzeyde ifade edici bir biçimde yaratıcıdırlar. Onlar dünyaya, sanki o üzerinde yaratıcılıklarını gerçekleştirebilecekleri bir tualmış gibi yaklaşırlar. Bir çoğu kendi derisini bir tual gibi görür, ve döneme yaptırmak onlara neredeyse karşı konulamayacak kadar çekici gelir. Sanatçılar, eğer yaratıcı olamazlarsa kendilerini engellenmiş, düş kırıklığına uğramış ve sinirli hissederler. Yaratıcılık onlar için sağlıklı kalmanın bir yoludur.

Sanatçılar yaratıcı giyinmekten zevk alırlar ve giydikleri olağandışı kostümlerden ayırt edilebilirler. Onlar yeni ve farklı saç biçimleri ve acayiplik sınırına varan yaratıcı giyinme biçimleriyle ortaya çıkarlar. Sanatçılar sadece yaratıcı sanatlarda değil, fikirler, ruh halleri, duygusal atmosferler ya da yeni kavramsal tasanlar konusunda da yaratıcıdırlar.

Devrelerin ilk aşamalarında sanatçılar sadece fiziksel düzeyde yaratıcılık gösterirler; ancak daha ileri ki aşamalarda, (ruhen) yaşlı sanatçılar soyutlamalar yani, fikirler ve atmosferler konusunda da yaratıcılık gösterirler.

Yaratıcı özsu o kadar yoğun ve hızlı akabilir ki onlar zihinlerinde yarattıkları şeyin fiziksel realitede tezahür etmesini beklemek istemezler. Bu durumda başladıkları işi sonuna dek sürdürmez, ardlarında bir sürü bitirilmemiş proje bırakırlar.

Sanatçılar bukalemun gibidirler ve başka roller gibi görünmekte ustadırlar. Bu da onları tanıyıp saptamayı zorlaştırır. Bu onları iyi oyuncular yapar ve gerçekten, çoğunlukla onlar tiyatroyu severler. Ancak oyunculuğu sürdüremeyebilirler, sıkılıp başka bir görüntüye, olaya geçebilirler. Bu etkili bir özelliktir.

Sanatçılar bilgelerle iyi anlaşırlar. Sanatçılar rahiplere benzerler ve her iki grup da beden-dışı deneyimlerini hatırlatma eğilimindedir. Sanatçılar, zıt bir varoluş biçimini temsil eden savaşçılar tarafından sindirilip yıldırdıklarını hissedebilirler. Onlar, savaşçıların katı, odaklanmış ve karşı durucu varoluş biçimlerine karşı iç güdüsel bir korku barındırırlar. Bu korku, sanatçının kendisine kılıçla saldıran savaşçının hakkından gelemediği tarihi durumlarda ilintili olabilir.

Daha sonra tarif edileceği gibi, sanatçılar genelde krallarla iyi rezonansa girerler. Kral, sanatçının yaratıcılığını ve sanatkarlığını istihdam eder. Sanatçı ise kralın sergilediği hakimiyet ve güçten zevk alır. Onunca sık sık iş ortakları yada karı-koca olarak rastlanır.

Sanatçılar hergün rutin bir biçimde çalışılan işleri sıkıcı bulur ve sıkıntıyı hafifletmek için yenilikler yaratırlar. Yaratıcılıkları yüzünden aldatıcı olabilir. Sırf, yaratıcı olma dürtüleri yüzünden bilgiyi çarpıtabilirler. Dedikodu ve söylentilerin ortaya çıkmasında da çoğunlukla bu insanların etkisi vardır.

Sanatçılar çoğunlukla sanatlara ya da el sanatlarına, marangozluğa, iç dekorasyona, mimariye , modaya, makyaja, kuaförlüğe çekilirler. Onlar herhangi bir endüstrinin yenilikçi yanını temsil ederler ve endüstrilerin ayakta kalabilmek için yenilikçi olmaları gerekir.

Sanatçılar uygarlığın mimarlarıdır, yani, onlar çevreninde toplumun ve kültürün inşa edileceği fikirleri yaratırlar, örneğin, demokrasi ve sosyalizm gibi fikirler, ya da değiş-tokuşun yerini paranın alması fikri sanatçılar tarafından bulunmuştur “.[22]

 

ASTROLOJİ

Yaşamımızın tümü programlanmadı insana seçme özgürlüğü gibi değerli bir özgürlük verildi. Seçenekler önümüzde, aklımızı, sezgimizi kullanarak bu seçeneklerden tercihimizi yaparız. Bu tercihleri yaparak kendimizin yaşam içinde ki konumumuzu, fonksiyonumuzu belirleriz. Ancak değişmeyen mizacımıza (kişilik) uygun tercihler yaparak, yaşam içinde çelişkisiz uyumlu ve ritmi bozmadan mutlulukla yaşayabiliriz.

Metafizik ve astroloji aynı sorulara cevap ararlar ancak astroloji ile metafizik arasında önemli bir farkta var. Metafizik düşüncede kainat gerçeği aranır, yani tanrı aranır. Astrolojide ise, temel alınan insanın kendisidir, tanrıyı arayandır. Astroloji bilimi insana yönelir. Direktir, gerçektir; deneylere, gözlemlere dayanır. Astroloji insanı kendi içinde tutarlı olmaya, daha mutlu, daha net anlaşılabilir olmaya yöneltir.

Astrolojik açıdan her kişiliğin olması gereken ideal bir yapısı vardır. Bu yapı doğum anında hatta doğum öncesi gezegenlerin konumu ile belirlenir. Evrendeki milyarlarca yıldız kendi yapılarına uygun biçimde çeşitli kozmik ışınlar yayarlar. Bu ışınlardan dünyamızda etkilenir. Güneş sisteminde ki Plüton, Neptün, Uranüs, Satrün, Jüpiter, Mars, Venüs, Merküri ve Dünyamız evrendeki milyarlarca yıldızın etkisi altındadırlar. Bu kozmik ışınlar insanı sperm halinden doğumuna kadar olan devrelerde etkiler.

“Beynin bu ışınsal etkilerle belli açılımları kazanması 3 ana devrede ele alınabilir.

k- Sperm-Yumurta bileşiminin 120. günü...

B - Yedinci-Dokuzuncu ay süreci...

C - Doğum Anı...

Cenin 120. güne ulaştığında henüz yeni oluşmaya başlayan beyin ilk kozmik tesirlerini alır ve bu tesirleri. Değerlendirilebilecek düzeye ulaşır... Ve bu ilk aldığı tesirle birlikte gen. yapısında bir değişiklik meydana getirerek “RUHUNU” oluşturacak bir biçimde halogramik mikrodalga yaymaya başlar!.. Diğer yandan, daha önceden tüm hücreleri bir arada tutan ve sinir sistemi aracılığıyla yayılan bioelektrik ise, tüm hücreleri bir tür elektromıknatıs durumuna sokmuş olduğu için bu beynin oluşturduğu “HALOGRAMİK YAPILI MİRODALGA BEDEN” yani “RUH” bütün bedene bağlı olarak sürekli beyinin yaydığı dalgalar ile gelişmeye başlar...

Beynin bu 120. günde aldığı tesir neticesinde “RUH” unu meydana getirmesi yanısıra; ikinci olarak da ışınsal geliş gücü ve mahiyeti ve açıları itibariyle, beyinde mevcut olan ikinci bir devreyi açar ise, bu defa bu beyin, yerkürenin manyetik çekim alanına karşı koyacak türden bir antiçekim dalgası üretip bunu da “ruh” a yüklemeye başlar. Şayet bu devre o gün de açılmaz ise, bu defa bu varlığın büyüme devresinde beyin, dünya çekim alanına karşı koyma gücünü sağlayan bu enerjiyi “RUH” a yükleyemez. İşte bu husus kişilikte “SAİD” lik ve “SAKİ” lik hali diye tanımlanmıştır...

Üçüncü olarak bu anda alınan tesirler kişinin beyninde belli bir ömür devresine müsade eden bir tür kontak meydana getirir... diyelim ki 45 sene açık kalarak hayata yol açacak bir taymır (Geri sayım devresi)... şayet bir kaza durumu sözkonusu olmaz ise, o sürenin sonunda MARS’ın, Plüton ve Ay’la beyin haritasında ki ölüm noktasında bir sert acı meydana getirerek oluşturduğu ışınım bu beyindeki kontağı kapatır ve beyin bir anda durur!... İşte sapasağlam iken, sebep yokken “BİR ANDA ÖLDÜ" denen olay bundadır!.. Yani üçüncü tesir de kişinin “ECELİNİ” meydana getirir ki bu sürenin uzaması mümkün değildir.

Nihayet birde dördüncü tesir alır beyin 120 günde, o da daha sonra ki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir... Bir diğer ifade ile “RIZIK” durumunu...” [23]

“Bütün yaratıklar üstünde Ay’ın gözle görünür dramatik bir etkisi vardır, çünkü ay yeryüzünde en yakın olan gezegendir. Ama Güneş, Venüs, Merih (Meris) , Merkuri, Jüpiter, Satrün, Uranüs, Neptün ve Plüto da, daha uzaktan bile olsa yeryüzünde ki yaratıkları aynı kesinlikte etkiler. Bilim Adamları bitkilerin ve Hayvanların belirli aralıklarla etkilendikleri devreler olduğunu ve Havada ki elektrik, barometrik basınçta ki dalgalanmalar ve yerçekimi gibi güçlerin bu devreleri yönettiğini bilirler. Yeryüzüne ait bu güçler aslında, gezegenlerin bulunduğu görünmeyen dalgalarını gönderdikleri uzaydan gelen manyetik titreşimlerle harekete geçer. Ay’ın fazları, gama ışınlan, kozmik ışınlar, x ışınları, armut biçimi elektromanyetik alanın dalgalanması ve yeryüzü dışındaki kaynaklardan gelen başka etkiler çevremizdeki atmosferi sürekli etkilemekte ve bombardıman etmektedir. Hiçbir yaşayan organizma ya da mineraller bunun etkisinden kurtulamaz, bizde öyle.”[24]

Astroloji bize şu şekilde yardımcı olur. Oluşturabileceğimiz ve yaşayabileceğimiz bir hayatın resmini çizer, bunun için elimizde ki araçları imkanları ne şekilde değerlendirilebileceğimizi anlatır. Eğer kişiliğimizin dışında hayatımıza bir yol çizersek, bizi uyarır. Ritmin bozulmasını önler. Astroloji bilmek bize bir takım avantajlar sağlar. Kişiliğimizin ne olduğunu öğreterek , sahte kişiliklerde ve boş hayallerde yaşamamızı önleyerek maddi ve manevi katkılar sağlar.

“ Astroloji değişen biçim ve döngüleri inceleyen eski bir yöntemdir. Sınırları metapsişik bir sistemle çakışır. Psiko-astroloji eski astroloji bilgeliği ile modern psikoloji uzmanlığını birleştirir : Bunun insan doğasını incelemek ve kavramak için dinamik üretken bir yol olduğuna inanıyorum. Meraklı aklın gıdası, kendini tanımanın bir yardımcısı, başkalarıyla ilişki kurmaya yönelik bir kavrayış, döngüler, insanın içinde bulunan hazineler ve sürekli bizi etkileyen enerjileri ele almak için üstün bir kılavuzdur. “[25]

Astroloji bir bilimdir, aynı zamanda bir sanattır. Astroloji’nin sezgiyle çok yakın bir ilişkisi vardır. Sezgisiz astroloji kuru ve yanılgılarla dolu olur. Astroloji salt matematik olarakta görmemeliyiz. Sezgisel kaynak olmadan matematik düşünce buluş yapamaz, astrolojide de sezgi olmadan doğru keşifler yapılamaz. Astroloji doğru kullanıldığında insanlığa faydalı olur. Bir tür psiko - terapi görevi yapabilir. İnsanları şaşırtma onları etkileme amacıyla kullanıldığında faydadan çok zarar getirebilir. Bir insanın doğum tarihi, ayı, günü, saati ve yeri doğru verilirse, profesyonel bir astrolog o insanın genel yapısını çok az yanılma payıyla birlikte genelde doğru tanımlayabilir. Astrolojide ki doğum haritası bilgilerle, uyarılarla, yol göstermelerle doludur. Ancak hiç değişmeyecek bir kaderide tanımlamaz. Akıp giden süreç içinde seçenekler, tercihler, şanslar riskler vardır.

“Astrolojik açıdan, her kişiliğin ideal bir yapısı, formu vardır. Bu form doğum anında planetlerin konumu ile belirlenmektedir. Biz bu formu düzenlemek için, içinde bulunduğumuz kültürel yapı ve deneyimlerimizle uğraşırken, bu formun eti ve kemiği başka bir yerden ortaya çıkabilir. Bunlar bizim içimizde, çok derinlerde gömülüdürler. Davranış bilimlerimizin ve stilimizin gösterdiğinden daha derin bir bilinç düzeyindedirler. Bunları birlerce yıldır yaşayan, tekrar tekrar dünya ya gelecek deneyimlerle biçimlenen bir ruh olarak biçimlendirebiliriz. Veya genetik bir ruletin rastlantısal bir seçimi olarak görebiliriz. Hiç bir şey farketmez. Kökler oradadır. Sosyal kişiliğin akıl sağlığı ve kendiyle barışıklığı yansıtabilmesi için gerekli ihtiyaçları ve. yetenekleri temsil ederler”. [26]

Astroloji gerçeğin kendisidir. Sürekli bozulmalara karşı, kaosa karşı yeniden bir düzen verme, ritim sağlama kayısı taşır. En iyi durumda kendimizi görmemizi, tanımamızı, gelişmemizi, olgunlaşmamızı sağlar. Astroloji bu açıdan akla uygunluk gösterir. Çünkü içinde matematik kurgu vardır. Yaşamda önceden tayin edilemeyen unsurların varlığında kabul etmek gerekiyor. Bu tahminleri bir falcı veya bir kahin yapabilir. Ancak bu astroloji biliminin dışında bir alandır. Günümüzde astroloji malesef yanlış anlaşılmaktadır. Tabiki bunun nedeni kendilerini astrolog tanıtan bazı kişilerin yanlış yorum ve yaklaşımlarıdır. Astroloji insanın kendini inşa edebilmesinin ipuçlarını içinde taşır. Negatif diye tanımlanan özellikler, bu bilgiler sayesinde potitif hale gelebilirler. Ancak mizaç değişmez, değişen alışkanlıklardır. Astrolojik sembollerde iyi kötüm ayın yapılmaz. Pozitif negatif her karakterin kendine özgü bir işlevi ardır, bütüne katkısı vardır. Ritim ve aheng gerçeği vardır. Bu gerçek yalnız bozulmalara uğrayabilir. Bu bozulmaları yine insanın kendisi önleyebilir. Bu yanlış bir organizasyondur: sapmadır; düzensizliğe geçiştir. Astroloji bir büyü değildir, bir tekniktir, bilgi ve gözlem gerektiren bir teknik...

Astroloji insanlarla iletişim kurmanın yaratıcı bir yoludur, gözlemlediğimiz, yaşadığımız, öğrendiğimiz, hissettiğimiz şeylerle bütünleşmemize yarımcı olur. Bunun için aklı ve sezgileri doğru kullanmak gerekir.

Bir çok insan astroloji öğrenebilir, astrolojik yorumlar yapabilir. Bunun için piyasadan alınacak bir astroloji kitabi yeterlidir. Ancak onu yüksek bir bilim ve sanat haline getiren hassas yorumlar yapabilmektir, buda sezgisel kavrayışla mümkündür. Sezgileri olan bir astrologun aynı zamanda matematik zekası da olmalı ve bilimsel temelleri kesinlikle göz önünde bulundurmalı. Bunlar bir bütün halinde astrolog da bulunursa astrolog bilinç üstü ve bilinç altı yeteneklerinin gücü bir karışımını kullanıyor demektir.

 4 ELEMENT

Varoluşun 4 temel biçimi ateş, hava, su, topraktır. İnsanlar bu dört temel unsuru içlerinde barındırırlar. Bunların birbirini etkilemesi bireysel kişiliğimizi tanımlar.

Burçlar yaydıkları komik ışın türlerine bu dört temel unsuru içerir.

ATEŞ : Koç, Aslan, Yay Burcunu temsil eder.

HAVA : İkizler, Kova, Terazi Burcunu temsil eder.

SU                          : Yengeç, Akrep, Balık Burcunu temsil eder.

TORRAK : Oğlak, Boğa, Başak Burcunu temsil eder

Ateş, dışa dönük bir enerjidir. Hareket demektir. Saldırgan ve herşeyi parçalayacak gücü içinde barındırır.

Hava, zihinsel fonksiyonları, muhakkemeyi, merak duyması ve net algılamayı temsil eder.

Su, duygusallık, hissetme, yüksek şuuru temsil eder ayrıca sezgisel bir güçtür.

Toprak, kalıcılığı, maddi dünyayı temsil eder.

Ateş grubuna dahil olanlarda genellikle gurur, kendini beğenmişlik, hükmetme güdüsü bulunur. Hava grubuna dahil olanlarda havailik, sabırsızlık

çok yönlü olma çabası , fedakarlık ve etrafını düşünme özelikleri bulunur. Su grubuna dahil olunursa duygusallık, güçlü sezgiler ve duyarlılık vardır. Toprak grubuna dahil olanlarda sakin yaratılış, maddeye düşkünlük, sabit fikirlilik bulunur.

Ateş unsurun sabit burcu Aslan Hava unsurunun sabit burcu Kova Su unsurun sabit burcu Akrep Toprak unsurun sabit burcu Boğa

Bu dört sabit burç kendi gruplarında ki diğer burçlara göre daha kararlı sabit, değişmez ve etkili grubu oluştururlar.

Ateş unsurunun öncü burcu Koç

Hava unsurunun öncü burcu Terazi

Su unsurunun öncü burcu Yengeç

Toprak unsurun öncü burcu Oğlak

Bu grup, içinde bulundukları koşullara göre hareket etme yeteneğine sahiptirler. değişken burcu Yay değişken burcu İkizler değişken burcu Balık Toprak unsurunun değişken burcu Başak

Bu grup, sorumludurlar, sorunlarını deneyimleriyle çözme eğilimi gösterirler gelecekten çok geçmişleriyle meşguldürler.

  EVLER

Astrolojide ki evler yaşamımızın çeşitli alanlarını etkiyen doğum haritamızda ki matematik olarak hesaplanmış yerlerdir. Gezegenlerin manevra yapabilecekleri alanladır, her biri bir burç için olmak üzere on iki tanedir.

Birinci Ev: Doğal burcu koç yönetici gezegen Mars. İnsanın cismi görünüşü fiziksel özellikleri. Kişilik özellikleri, bencil duyguları, nitelikleri, çevrelerine uymalarını, olaylara karşı olumlu olumsuz tepkilerini kişinin ruhsal davranışlarını etkiler.

İkinci Ev : doğal burcu boğa, yönetici Gezegen Venüs. İnsanın yaşamında sahip olunacak para, mal, mülk durumunu, iş hayatını, ticari başarılarını ekonomik sorunlarını güvenlik durumlarını etkiler.

Üçüncü Ev: Doğal burcu ikizler. Yönetici gezegen Merkür. Akraba, eş dost ilişkilerini, iletişim, bilgi ve öğrenimini, uzun olmayan yolculukları çevre ilişkilerini, kısa vadeli programlar yapmaları etkiler.

Dördüncü Ev : Doğal burcu Yengeç . Yönetici gezegen ay. Kişinin doğurganlığını, ev yaşamını kişisel sağlıklarını anne, baba ilişkilerini etkiler ayrıca duysallığını, korkularını, çekingenliğini etkiler.

Beşinci Ev : Doğal Burcu Aslan. Yönetici gezegeni güneş eğlence, zevk yaşamını, aşkları, tutkuları, sosyal aktiviteyi çocuklarla ilişkileri alınacak riskleri ve girişimleri etkiler.

Altıncı Ev : Doğal burcu Başak. Yönetici gezegen Merkür. Sorumlulukları, becerileri, ilkeleri, çalışma disiplinini, kişisel çabaları fiziksel ve duygusal sağlığı, ikinci planda kalma durumunu etkiler.

Yedinci Ev : Doğal burcu Terazi. Yönetici gezegen Venüs. Özel ilişkileri seçilecek eşi, evliliği, dostlukları, ortaklıkları, toplumsal yaşam içindeki rolü, uyumu, etkiler.

Sekizinci Ev : Doğal burcu Akrep. Yönetici gezegen Mars ve Pluto. Ölümü, içgüdüsel davranışları, akıcı cinselliği, bilinci, mirası, gizli bilimlere meraklı etkiler ayrıca ölüm korkusu, aşın cinselliği de etkiler.

Dokuzuncu Ev : Doğal burcu Yay. Gezegeni Jüpiter. Kişinin ruhsal yapısını , öğrenimini, uzun yolculuklarını, kişisel ahlaki ve felsefi görüşlerini kavrama yeteneğini, düşüncedeki katılığını, sıkıntılarını etkiler.

Onuncu Ev : Doğal burcu Oğlak yönetici gezegen Satrün. Kişinin kariyerini , mesleğini, toplum içindeki yerini, ününü, politik görüşlerini, inişlerini çıkışlarını etkiler.

Onbirinci Ev : Doğal burcu Kova. Yönetici gezegen uranüs ve satrün. Kişinin dostlarını, beklentilerini, arkadaşlıklarını, amaçlarını, amaçları konusundaki ilişkilerini etkiler

Onikinci Ev : Doğal burcu Balık. Yönetici gezegen Jüpiter. Kişinin sıkıntılarını, zorluklarını, sorunlarını, hastalıklarını, gizli düşmanlıklarını, beklenmeyen olayları, ruh sağlığını, bilinç altını geçmişe ait hatıralarını etkiler.

BURÇLAR

KOÇ BURCU :

Gezegeni: Mars

Elemanı: Ateş

Olumlu özellikleri : Güçlü, lider, cesur, kendinden emin, maceracı ruh, girişken, enerjik, sağlam irade

Olumsuz özellikleri : Aceleci, bencil, çabuk isyan eden, aşırı risk alan, hırslı, kavgacı

BOĞA BURCU:

Gezegeni: Venüs

Elemanı: Toprak

Olumlu Özellikleri : Düzenli, yaşam, pratik, fiziksel güzellik, iş yaşamında uyumluluk, üreme kabiliyeti, analık duygusu, soğukkanlı, iradeli, sadık, yemek konusunda zevkli

Olumsuz Özellikleri : Tutucu, esnellikten yoksun, inatçı, kinci, obur, kararsız tembel.

İKİZLER BURCU :

Gezegeni: Merkür

Elemanı: Hava

Olumlu Özellikleri: Akıllı, her işte becerikli, zeki, entellektüel, hareketli, mantıklı, konuşkan, dil konusunda yetenekli, mizah kabiliyeti, haberleşme.

Olumsuz Özellikleri : Aşırı değişkenlik, huzursuz, yüzeysellik, kurnaz dedikoducu, kararsızlık.

YENGEÇ BURCU :

Gezegeni: Ay

Elemanı: Su

Olumlu özellikleri : Sabırlı, duyarlı, iyi kalpli, koruma eğilimi, sevimli, hayal gücü yüksek, evcimen, nazik, bağışlayıcı

Olumsuz Özellikleri : Aşırı heyecanlar, aşırı duyarlılık, züppelik, dağınıklık, zayıf karakter, alınganlık, somurtkanlık, dengesiz, katı görüşlülük, kolayca pohpohlanan, kendine acıma eğilimi.

ASLAN BURCU:

Gezegeni: Güneş

Elemanı: Ateş

Olumlu Özellikleri : Organize etme yeteneği, cömert, gurur, hakimiyet gücü, dışa dönük yapı, geniş fikirlilik, yüce gönüllülük, yaratıcılık, manyetik çekim gücü.

Olumsuz Özellikleri : Aşırı gelenekçi, zorba, alıngan, çabuk öfkelenen, somurtkan, katı görüşlü, kendini beğenmişlik, güç deliliği.

BAŞAK BURCU

Gezegen: Merkür

Elemanı: Toprak

Olumlu Özellikleri : Temizlik ve titizlik, analizcilik, alçak gönüllülük, detaycı, inceleme merakı, görevine sadık, düşünceli, çalışkan, temkinli, dakik, dürüst.

Olumsuz Özellikleri : Acelecilik, her şeyi eleştiren. Geleneklere aşırı bağlılık, aşırı merak, kolay kolay memnun olmama. Aşırı titizlik, aşırı mükemmelliyetçilik, kuruntu, önemsiz olayları fazla abartan.

TERAZİ BURCU :

Gezegeni: Venüs

Elemanı: Hava

Olumun Özellikleri : Dürüstlük, dengeli, uyumlu, geçimli, duygusal, romantik sevimli, kibar, idealist, çekici.

Olumsuz Özellikleri : Alınganlık, flörtçü, kararsız, kolay etkilenen, safdil.

AKREP BURCU:

Gezegeni: Mars ve Pluto

Elemanı: Su

Olumlu Özellikleri : Çok yüksek hayal gücü, kuvvetli sezgi, güçlü duygular, anlayışlılık, yardım severlik, sağlam irade, karalılık, tutkulu, beceri sahibi, gizli bilimlere ilgi, oklüt şeylerin anlaşılabilme yeteneği, cinsel çekicilik.

Olumsuz Özellikleri : Kıskançlık, kincilik, aşırıya kaçan, inatçılık, fazla suskunluk, kuşkuculuk, dikkafalıhk, doğaüstü olaylara karşı aşırı merak, zorbalık, aşın cinsellik.

YAY BURCU :

Gezegeni. Jüpiter

Elemanı: Ateş

Olumlu Özellikleri : Özgürlük tutkusu, geniş fikirlilik, araştırıcılık, açık kalplilik, dürüstçülük, iyimserlik, güleryüzlülük, açık düşünce, felsefe ve yargı yeteneği, nezaket, dışa dönüklük

Olumsuz Özellikleri : Geleneklere aşırı uyumsuzluk, dikkatsizlik, sorumsuzluk kapris, huzursuz, aşırı uçlarda, bencil.

OĞLAK BURCU :

Gezegeni. Satrün

Elemanı: Toprak

Olumlu Özellikleri : Güvenlik, sevimli, kararlı, tutkulu, düzenli, özenli, sabırlı, disiplinli, istekçi, mizah duygusu kabiliyeti gelişmiş, planlı programlı çalışma kabiliyeti.

Olumsuz Özellikleri . Aşırı ihtiraslı, cimri aşırı pinti, değişmekte inatçı, kötümser, soğuk, şekilci, katı görüşlü, keskin tavırlı.

KOVA BURCU :

Gezegeni: Uranüs

Elemanı. Hava

Olumlu Özellikleri: Heyecanlı, insancıl, bağımsız, yaratıcı, ileri görüşlü, arkadaş canlısı, dost, orjinal tavırlı, vefalı, buluşlar yapabilme yeteneği, reformcu.

Olumsuz Özellikleri : İsyanlar, sabit fikirli , dikkafah, geleneklere aldırmayan, huysuz, anlaşılmaz.

BALIK BURCU :

Gezegeni. Neptün ve Jüpiter

Elemanı: Su

Olumlu Özellikleri: Hassas, duygusal, alıcı, kendini ifade edici, inançlı, ruhsal kabiliyetler, sevimli, uyumlu, iyi kalpli, anlayışlı.

Olumsuz özellikleri : Aşırı heyecanlı, anlaşılması zor. Kişilik, gizliliği seven, kararsız, kolay etkilenen, ihmalci, dikkatsiz, zayıf iradeli, mücadele yetersizliği, ne istediğini bilememe.

GEZEGENLER

GÜNEŞ:

Hayat vericidir ve sistemin merkezidir. Güneş aslan burcunu yönetir. Kovada ise etki bakımından en düşük durumdadır. Terazide ise etkilidir. Fakat aslana göre zayıftır. Erkek özellikler gösterir.

Güneş etkisi altında olanlara şefkat, yumuşaklık, cömertlik, ağırbaşlılık, soyluluk, organize etme yeteneği, tutarlılık, kendini tanımlama ve geliştirme bilinci, pozitif eylem için irade gücünü yaratabilme enerjisi yükler. Bunlar olumlu etkileri. Olumsuz etkileri : Kibir, gurur, kendini beğenme, bencillik, esnek olmamak, savurganlık, lüks düşkünlüğü, hükmetmek, kendi kişisel değerini çok fazla abartmak, sertlik.

Güneş etkisinde ki kişiler kral rölü ve türevlerine uygundurlar.

AY:

Duyguların yöneticisidir. Yengeç burcunu yönetir. Boğa burcunda etkisi yüksektir, Oğlak burcunda ise düşüktür.

Ay, kişilerin duygu ve bilinçaltlannın sembolüdür. Dişi özellikler gösterir. Anneliği temsil eder.

Olumlu Etkileri . Annelik duyusu, yardım duygusu, başkalarına teselli olma durumu, şevkat duygusu, hassasiyet, anlayış, hafıza, sabır, olumlu içgüdüler hissetme ve duygusal olarak yanıtlama yeteneği, ruhu geliştirme enerjisi kazandırır. Olumsuz etkileri : Duygusal rahatsızlıklar, geçmişe aşırı bağımlılık, zihinsel kusurlar, aldanabilme, zevke düşkünlük, ürkeklik, tembellik, amaçsızlık, aşırı gerçekleşmeyecek hayaller, kararsızlık, kapris gizli düşünce.

Ay etkisindeki kişilikler hizmetkar rolünü temsil ederler.

MERKÜR:

Merkür ikizler ve başak burcunu yönetir. Etkisi kova burcunda yüksek, balık burcunda ise güçsüz konumdadır.

Merkür, akıl, iletişim ve zekayı sembolize eder. Bu gezegenin etkisinde doğanlar bilgiye susamışlık, değişiklik özlemi, karışık bir ruh durumu sergilerler. Gergin insanlardır. Yaşamlarında küçük seslere de büyük şeylere de ilgi duyarlar. Bu onların o an bulundukları ruh durumuna göre değişiklik gösterir. Yerinde duramaz bir halleri vardır.

Olumlu Etkileri : İyi yargılama, anlayış, beceriklilik, entellektüellik, güzel konuşma ve iyi tartışma, detaycılık, bilginin aktarılması, yazma, öğretme, bilginin algılanması, dinleme, okuma, gözlem ve şirinlik. Olumsuz Etkileri : Endişe gevezelik, havailik, tutarsızlık, hiperaktiflik, karasızlık zihinsel gerginlik, alaycılık, her an herşeyden sıkılma, bir konuya odaklanamama bu durum belli bir konuda başarılı olmalarını engelleyecektir.

Merkür, etkisindeki kişiler bilge rolünü ve onun türevlerini temsil eder.

VENÜS:

Aşk ve güzelliği temsil eder. Boğa ve terazi burcunu yönetir. Başak burcunda güçsüzdür. Akrep burcunda ise zayıftır.

Etkisinde doğanlara sanatsal güç, zarafet, aşk, güzellik tutkusu, barışseverlik, denge, ince duygular, lüks yaşam, evcil hayvanlara ilgi ve sevgi, nezaket, anlayış güzelliğe her zaman değer verme enerjisini olumlu açıdan yükler. Olumsuz etkileri : Tembellik, üşengeçlik, kararsızlık, aşırı romantizm, zayıf irade, zayıf arzular, nefse ve zevke aşırı düşkünlük, kibirlilik manipülasyon. Venüs kişinin sosyal yönünü de etkiler. Bu alanda kişiye yeni fırsatlar oluşturur. Bu fırsatlar iyi değerlendirildiğinde kişiye o alanda başarılı sonuçlar sağlar. Olumsuz bir yön çizilirse kişiler yaşamlarında fırsatçı bir yapıya sahip olurlar. Venüs etkisindeki kişilerin fiziksel güzelliğini de belirler.

Venüs etkisinde doğan kişilikler sanatçı rolünü temsil ederler özellikle müzik alanında başarılı olurlar. Plastik sanatlarda çok güçlü sanatçı rolünü temsil edemezler.

MARS

Fiziksel gücü ve enerjiyi temsil eder. Mars, akrep ve koç burcunu yöneticisidir. Oğlak burcunda yükselir, terazide güçsüzdür. Yengeç burcunda ise zayıftır.

Fiziksel zevkler, hareketlilik, beden çalışmaları, savaşlar, kazalar, yangınlar kesici aletler, cinayetler hep marsa bağlıdır. Mars ideal erkek yapısını da dile getirir. Bedensel açıdan cinselliği idare eder.

Olumlu Etkiler : Canlılık, atılganlık, cesaret, cinsel cazibe, şahsi girişimcilik, yeni serüvenler, mükemmel başarılar, bunlar için gerekli enerjinin akıllıca kullanılması, liderlik, özgürlük tutkusu, haksızlığa karşı koyma cesareti, iradenin arzuların ve isteklerin geliştirilmesi, olgunluk, kendini inşa etme yeteneği, olumlu etkiler içeren Mars kişilikler için enerji doludur. Olumsuz Etkileri : Saldırganlık, kavgacılık, zalimlik, delicesine cesaret, bencillik, acelecilik, aşırı cinsellik, yıkıcılık, alınganlık, öfke, duyarsızlık, sadistlik, abartmacılık fevri davranışlar, plansızlık, tehlikeli eylemler içinde olmak bozuk ilişkiler.

Mars etkisindekiler savaşçı ve sanatçı rolünü temsil ederler. Koçta savaşçı rol, akrepte ise sanatçı rol etkisini gösterir. Akrepte ki sanatçı rolü yaratıcılık açısından çok güçlüdür.

JÜPİTER:

Yay burcunu etkiler, etkisi altında olanlar yaşamlarında kendilerini geçindirecek serveti elde ederler. İş yaşamlarında insanları etkiler fikirlerin değer görüldüğü ortamları hazırlar. Sezgiler güçlüdür. Jüpiter, yüksek odakta olursa etkilediği kişiler iyi eğitimci olurlar.

Olumlu Etkiler : Talih, zenginlik genişleme, yükselme arzusu, geniş fikirlilik, olgunluk, iyimserlik, neşe verir. Bu etkide doğanlar yeni deneyimlerini kültürel, dini konularda, eğitim eylemi sonucunda elde edebilirler. Bu kabiliyeti olumlu yönde geliştirdiklerinde kişi coşkun karakteri, iyimser olurlar. İnançlarını korurlar, güveni ve canlılığı geliştirirler morali hep yüksek tutarlar. Olumsuz Etkileri : Gerçekçi olmamak, kötümserlik, aşırı iyimserlik, aşırı genişleme, açılma, tantana, gösteriş, büyüklük taslama, olumsuz gerçekleri inkar etmek. Yaptıkları işten çabuk bıkmak sinirli ve acımasız olmak gibi etkileri içerir.

Jüpiter bilge ve rahip rolünü temsil eder. Daha çok bilge rolünü temsil eder.

SATRÜN:

Satrün sınırlayıcı gücü, sorumluluğu, disiplini, sabin sembolize eder. Çeşitli kısıtlamalar engeller satrünün idaresi altındadır. İçe kapanmalar, şansızlık gibi durumları da içerir. Satrün yapıcı olduğu kadar yıkıcı özellikler taşıyan bir gezegendir. Oğlak burcunu yönetir. İkinci derecede kova burcunu da etkiler Yengeç burcunda zayıf koç burcunda ise güçsüzdür.

Satrün etkisindekiler yaşamlarında kendilerini iyi dengeleyemezlerse, çok fazla iş yoğunluğu ve sorumluluğu taşıyan kişiler olurlar. Satrün kişilere yeni deneyimlerini sistemli ve iyi organize edilmiş bir yöntemle elde etmeyi sağlayan enerjiyi verir. Bu kişiler zeki, ihtiyatlı, her yeni durumda nasıl ne şekilde davranacaklarını bilirler yüksek gayeleri vardır. Hedeflerine ulaşmak için çaba harcarlar. Olumlu Etkileri : Dikkatli olmak, sorumluluk, yapıcılık, yalnız kalması göze alabilmek. Olumsuz Etkileri : Bencillik, cimrilik, ümitsizlik, tutuculuk, depresyon, melankoli, olumsuzluk, soğukluk, hayal gücü zayıflığı, hatta yoksunluğu, duyguların bastırılması kötü sağlık ve yaşlılık.

URANÜS:

Uranüs Kova burcunu yönetir. Akrep burcunda güçlüdür. Aslan burcunda ise güçsüz, boğa burcunda zayıftır.

Etkisi altında olanlara bağımsızlık özgürlük, yaratıcılık, çekicilik, yenilik, çevreye uymak, keskin zeka, yüksek matematik, zeka ve enerji verir. Uranüs, bilimi teknolojiyi, yeni dostlukları, ortak çalışmaları simgeler. Bu gezegen dehaları, yaratıcıları, yenilik tutkunlarını etkiler. Uranüs kişiye yeni deneyimlerini bilimsel çalışmalar, gizli bilimler ve insancıl eylemler ile elde etmesine yardımcı olur. Bu gezegenin etkisindeki kişiler her ne olursa olsun özgürlüklerine düşkün olurlar.

Olumlu Etkileri: Birey olma bilincini olumlu yönde geliştirme, kültürel ve sosyal şartlanmayı aşma yeteneğini etkiler. İnsancıllık, arkadaşseverlik, özgürlük, orjinallik, kararlılık, kibarlık, nezaket beceriklilik. Buluş yeteneği, farklı değer yargıları yönlerini etkiler. Olumsuz Etkileri : Aksilik, inatçılık, esnek olamamak, alınganlık, tuhaflık, kışkırtıcılık, ayartmacılık, güvenilmezlik, sorumsuzluk, bencilik, başkalarından öğrenme komplesi, cinsel sapmalar.

Uranüs etkisindekiler alim rolünü temsil ederler. Ayrıca uranüs etkisindekiler yeni bir teknik yeni bir biçim bulabilecek kadar çok çaba göstererek başarılı sanatçılarda olabilirler.

NEPTÜN:

Neptün sezgileri, ilhamları, rüyaları, hayalgücünü simgeler. Kişide bilinç altını, gizli kalmış duyguları yönetir. Şiir yeteneğini, dini ilhamları, mistik duyguları etkiler. Neptün etkisinde olanlarda tanrı inancı güçlenir. Sezme gücü, hayaller, kandırma, aldatma, hep Neptün’e bağlı özelliklerdir. Bu gezegenin yönettikleri kurnaz olurlar, karizmatik özellikler taşırlar. Hayal kırıklığı ve aldanma yaşayabilirler. Eğer Neptün olumsuz posizyondaysa...

Olumlu Etkileri : Hassaslık, idealistlik, incelik, yaratıcılık, sezgisellik çeklerden kaçmak, Hilekarlık, kurnazlık, düzensizlik, cansıkıcılık, dikkatsizlik, aşırı romantiklik, pratik olamama, uyuşturucu ve keyif verici maddelere bağımlılık

Neptün Balık burcunu yönetir. Aslan burcunda güçlüdür, başak burcunda güçsüzdür.

Bu gezegenin etkisindekiler sanatçı rolünü temsil ederler. (Özellikle şair olabilirler). Ayrıca rahip rolünde bu gezegenin etkisindekilerde görülebilir.

PLUTO :

Pluto Akrep burcunu Marsla birlikte yönetir. Aslan burcunda yüksek Boğa burcunda etkisi zayıftır. Ploto önemli değişmeleri simgeler yüksek idealleri, gizemli olayları, doğal felaketleri, kitlesel sosyal olayları yönetir.

Olumlu Etkileri: İnsanın kaderinin farkına varması, değerli ve değersiz şeylerin ayırımını yapabilmesi, doğruyu ayırt edebilme kapasitesini, analizciliğini, yeni başlangıçlar yapabilme gücünü, keskin zekayı, büyük işlere yatkınlık, ölçme yapabilme yeteneğini etkiler. Olumsuz Etkileri: Sinsilik, yeraltı yaklaşımlar, yıkıcılık, megalomani, kendini üstün görme, şiddet eğilimi, doğmacılık, diktatörlük, güç isteği gibi etkilerdir.

Pluto : Sanatçı rolünü, kral rolünü, savaşçı rolünü etkiler.

ORJİNAL OLMAYI ENGELLEYEN NEDENLER

ÖZGÜRLÜK

Sanat içimizdekilerin kişiliğe dönüştürülmesi eylemidir. Başka dünyalar bu eylemi besleyen kaynaklardır. Sanat her türlü duyguyu içinde taşır. Bu duyguları seslere, biçimlere, renklere yansıtır ve bir iletişim nesnesine dönüşür. Bu iletişim nesnesi varlığını yaratıcının sezgisine, duygusuna, yeteneğine, becerisine borçludur. Sanat yapıtının tam bir varlık gösterebilmesi özgür bir ortamda üretilmiş olmasına bağlıdır.

Modernizm sonrası, post modernizmle birlikte tekrarcılık günümüzün görüntüsüdür. Kopyacılık, düşüncenin sınırlandırılması, orjinallikten uzaklaşma bu dönemin belirgin özellikleridir. Son dönemlerde var olan ve yaşanan bilgi ve onun sonucu teknoloji çağının birikimleri insan yaşamını kolaylaştırırken insana yeni bir biçim vererek vazgeçilmez alışkanlıklarda kazandırdı. İnsan yaşama adım attığı andan itibaren bu birikimlerin etkisiyle kuşatıldı. Post modern dönemin kavramlarıyla ortaya çıkan tavırlar bireysel ve toplu çıkışlar bir özgürlüğün yansımalarımıydı ? Yoksa bütün bu tavırlar istemin amaçlarının var ettiği sonuçları mıydı ? Bu kavramların yönlendirdiği sanatçılar bugün özgürlüğün neresindeler ? Sanatçının özgürlüğe gereksinimi vardır ve olmalıdır. Bu özgürlük varolan kavramlara sarılarak, bu kavramlar sonucu üretilen yapıtlara yansır mı? Burası biraz Şüpheli ! Bu kavramlar çıkar amaçlayan bir takım grubların, kurumların, sistemlerin hatta kişilerin güç elde temek isteyecek herkesin ortaya atacağı kavramlar olamaz mı ? Öyle ise sanatçının özgürlüğü nerede başlıyor, nerede bitiyor? Özgürlük nedir? Neye göre tanımı yapılmalı ?

Özgürlük insanın her istediğini düşünmesi. Yapabilmesi ve bunları gerçekleştirecek olanaklara sahip olmasıdır. Dünya da ki her insanın bu olanaklara sahip olduğunu düşünürsek, insanın yapısı itibariyle bir kaos söz konusu olabilir. Ancak sanatçının özgürlük sorunu başka bir boyuttan ele alınmalı. Herşeyden önce özgürlük sorununa doğru yaklaşımlar getirebilmek ve bunu insan yaşamına sokup genelleştirmek için, özgür ortamların oluşması gereklidir. Kendimize sormamız gereken en önemli soru gerçekten özgür müyüz ? Sanatsal üretim sürecinde özgürlüğü yaşabiliyor muyuz ? Yoksa bir özgürlük sorunuyla karşı karşıya mıyız ?

Özgürlük sorunu beraberinde demokratikleşme sorununu gündeme getiriyor. Fakat bu sosyolojik ve siyasal çizgiden bakıldığında böyle görünüyor. Ancak konumuzun sanat olması nedeniyle demokratikleşme kavramı sosyolojik ve siyasal ortam içersinde derinlemesine ele alınacak bir sorun. Sanat ve sanatçı siyasal ve kültürel ortama direk veya dolaylı olarak katkıda bulunur. Daha net söylenirse kültürü var eden insandır sanatçı. Bu noktadan bakıldığında dikkat çekici bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. O da şu, sanatçının özgürlük sorunu normal insanın özgürlük sorunuyla aynı değil, sanatçının sorununu başka bir boyuttan ele almamız gerekir. Özgürlüğün genel anlamı “İnsanın, sadece kendisi dışında ki insanlara zarar vermeden her istediğini düşünebilmesi , yapabilmesi ve bu imkanlara sahip olabilmesi”. Bu özgürlük tanımı doğrudur. Bazı sanatçılar içinde geçerli olabilir. Ancak sanatsal yaratı bir orjinallik gerektiriyorsa, bir farklılık gerektiriyorsa ve sanatçı çağın hızlı teknolojik gelişmesinin katkısıyla başka yaratıcıların ve üretenlerin etkisinde kalıyorsa sanatçı içinde bir özgürlük sorunu kediliğinden ortaya çıkıyor.

"... Günümüz sanatında görülen bu sonsuz özgürlük anlayışı, bir yandan ready - made, enstelasyon, asemblaj gibi bilinegelen resim ve heykel kavramlarının dışında kalan her türlü üç boyutlu işin ortaya çıkmasına olanak tanıdığı için sanatsal üretim biçim türlerinin zenginleşmesiyle sonuçlanırken, öte yandan da sanatsal ölçütlerin neredeyse tümüyle ortadan kalkmasına neden olmuştur”. [27] Sanat duyguların, düşüncelerin, hayallerin dilidir, insanı harekete geçirecek gücü vardır. Her sanat yapıtı bir ölçüde kendisine bir etki alanı yaratır, yarattığı her etki alanı içinde kalmış olanlara duygu, düşünce ve davranış özgürlüğünü dile getirebileceği gibi etkisine aldıklarını bundan yoksunda bırakabilir. Sanatsal üretim bir anlamda güç açığa çıkarmaktır. Bu güçle insanları etkilemek amacı taşır. Bu güç sanatçının orjinal olup olmadığına, özgür olup olmadığına göre de etki ve önem kazanır. Sistem estetiği her dönemde çarkını döndürmek için sanatçının kişisel estetiğini kendi bünyesine katıp, onu kendi içinde harmanlayıp sisteme dahil etme amacı güder. Kurumsallaşmış sistem estetiği kolları aracılığıyla (Çevre, medya, piyasa, kültür vs.) Bütün imkanlarını kullanarak kişisel estetiğe sahip sanatçıyı kuşatır. Bu kuşatmadaki alışveriş ilişkisi içinde özgürlüğün boyutları belirlenir. Bu noktada sanatçının ve sisteme karşı aldığı pozisyonda önemlidir.

Sanatçının sınırsız bir düş gücü vardır. Her çağın kurulu sistemleri bunu sınırlandırmayı temel görev sayarlar. Ne kadar sınırlandırabilirlerse kendilerini o derece başarılı sayarlar Sanatçının varmak istediği hedef çok önemlidir. Bunun için sistemle alış - verişinde sistemden daha fazla alıyorsa, sistem onu kuşatmış demektir. Artık düşlerine başkaları da ortaktır. Veya o başkalarının düşlerine ortak olmuştur. Sanatçı her türlü sistemin ne kadar dışında kalabilirse orjinalliği de o oranda artar. Orjinal olmayı başarmış sanatçı özgür sanatçıdır. Özgürlük bir güç, bir etki demektir. Sanatçıyı tatmine götürende budur.

İnsanın toplumsal bir varlık haline dönüştürülmesi bir anlamda o insanın özgürlüğünün sınırlarının çizilmesidir. Toplum ve toplumun yapısı, bireyin sunulan seçenekler karşısında yaptığı tercihle belirlenir. İnsanın varoluşundan beri gelişmesi sürekli olarak bu seçme, tercih etme zorunluluğuna bağlanır.

İnsandan seçim yapması istenir, insanın özgürleşmesi veya tutsaklaşması yaptığı veya yapacağı bu seçime bağlanır. Çok fazla seçme imkanımız olduğu için özgürlüğümüzün varolduğunu düşünmek biraz saflıktır. Özgürlük birşeyi bir şeye tercih etmek değil bir hiyaraşik sisteme yaklaşma veya herşeyi redetmek de değil. Daha çok bilmektir. Bilgiyi sezgiyle kucaklamaktır veya sezgiyle dışlamaktır. Özgürlük ya iyi olmaktır ya da kötü olmaktır ikisi arasında özgürlük yoktur.

ÇAĞDAŞLIK

Çağdaş olup olmamak, neyin çağdaş olduğu veya olmadığı çağdaşlığın neyle ve hangi zaman boyutuyla sınırlandığı halen tartışılırken orjinalliğin çağdaşlık kavramı kadar belirsiz olmayışı üstünde durulması gereken bir ipuçu gibi görülmeli, orjinal olup olmamanın sınırları yapıtın kedisinde hemen görülebilen ve anlaşılan bir özelliktir. Bir yapıt ya orjinaldir ya da değildir, bunun sınırları üretilmiş yapıtın görülebilen biçimsel ve yaydığı ruhsal etkiyle belirginleşir.

Çağdaşlık kavramı günümüzde özellikle bizim toplumlarda tartışılan bir konudur, bana göre tartışılması anlamsız bir konudur, öyle anlaşılıyor ki bu tartışmalar ilerki dönemlerde devam edebilir. Çünkü bu konuda kişiliklerini hassaslaştırmış sanatçı, kuramcı, yazar, daha bir çok alanda ki insanın bu gereksiz hassaslığı içlerinde taşıdıkları sürece ortaya kayabilecekleri birikim sadece zaman kaybıdır. Çünkü zaman herşeye rağmen akıp gidiyor.

Çağdaşlık kelimesinin genel anlamı “yaşadığı çağa ilişkin, yaşadığımız çağda olan” demektir. Çağdaşlığın bu genel anlamı bana göre genel yaşayan insanları ifade eder. Sanatçıyı çağla sınırlamak gibi bir düşünce, sanatçının özgürce yaratmasını, orjinalliğini, samimiyetini engelleyen bir sorun olarak karşımıza çıkar. Çağdaş olmak düşüncesiyle kendini fark edememiş, kişiliğini kaybetmiş çağa sımsıkı sarılmış olmak bir anlamda genel olmaktır. Sınırlı bir dönemi ifade eden bir düşünceye bağlı olmaktır. Oysa ki sanatçı her zaman her dönemde her ortamda kendisi olabilmesi

Sanatın tarihselliği belirli dönemleri içermesi toplum bilincinin ortaya koyduğu saptamaların ötesinde birşey ifade etmemeli sanatçı için. Sanatçının birey olarak yaptıkları başka sanatçıların yaptıklarından ayrıysa farklıysa gerçek bir değerdir. Bu yapıtın çağdaş olup olmadığının tartışmasını yapmakta çok anlamsızdır. Tabiiki sanatı bir tarihsellik boyutu içinde ele alarak sanat yapıtlarına çağdaş veya çağdaş değil mantığıyla yaklaşabiliriz. Ancak bu durumda diğerlerine benzemeyeni, tam bir farklılık içeren değerli orjinal gerçek yapıtları bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir. Onlar zaten dışındadırlar. Çağdaşlık bir dönemi ifade ediyorsa, bu dönemin kendine özgü anlayışı da var demektir, buda şu anlama geliyor; bir dönemin anlayışı doğrultusunda yapının işlerde benzerlikler bulunabilir, birbirlerine benzerler, birbirlerine benzeyen işlerinde orjinalliği, söz konusu olamaz, orjinal olmayan yapıtlarda fazla değerli değildirler.

Sant popilist bir görünümün ötesinde her çağı içinde dönüştürebilen ve böylece kalıcılığını kabul ettiren bir güce sahip olmalıdır. Eğer biz hala BOSCH’un yapıtlarını hayranlıkla izleyebiliyorsak bu onun yapıtlarının her çağa hitap edebilme gücünü göstermektedir. Popülist eğilimlerin en belirgin özelliği bana göre orjinal olma kaygıları taşımamalarıdır. Pop Art, Op Art gibi sanat anlayışları ile kendini ifade eden ayrıca kendilerine avant -garde niteliği yakıştıran sanatçıların geçmişle kıyıdan -köşeden az - çok bağlantıları vardır. Elbette geçmişte yapılmış değerli olan sanat yapıtlarının günümüzde yeniden başka bir görünüşle insanlığın önüne koyulması hoş kabul edilir ve eğlenceli görülebilir. Bu tür oyunlar olmalıdır da ancak bu anlayışı sanatın hayal gücünü, yaratıcı gücünü, orjinal olma gücünü yok etmek adına yapmamak gerektiği görüşündeyim.

Sanat yaratıcı bir olgudur. Evrensel bir güçtür. Evrensel birikim ve değerler sistemi sanata yön verir. Sanatı belli bir mekanla, belli bir coğrafyayla sınırlandırmayız özellikle bunu yapmak günümüz için mümkün değildir. Sanatı belli bir coğrafyanın, belli bir bölgenin belli bir kültürün tekeline sokmak ve böyle görmekte bir yanılgıdır. Sanat uluslarüstü bir özelik taşımalı-ancak belli kültürel özelikleri de içinde barındırabilir. Bu doğaldır, çelişki gibi görülmemelidir. Aksine çeşitlilik zenginlik açısından evrensel kültüre katkının olduğu gerçeği çıkar karşımıza. Evrensel kültüre katkının büyüklüğüde son derece farklı, yeni ve orjinal olmakla ölçülebilir. Orjinal olmak bu katkıdan dolayı önemli görülmelidir. Evrensel kültüre katkıda bulunmak ve çağdaş olmak önce evrensel değerler taşımakla, sonra yöresel değerler taşımakla ve daha sonra da en önemlisi olan bireysel değerler taşımakla mümkün olur. Evrenselliği aşıp yöreselliğe, yöreselliği aşıp bireyselliğe ulaşan gerçek anlamda evrensel kültüre katkıda bulunan ve gerçek anlamda çağdaş olmayı başarmış bir değerdir, bu değer çağın hem içinde hem de içinde değildir.

Sanat eserinin gerçek bir iletişim nesnesi olması yaşadığı her çağda iletişimini sürdürebilmesi onun değerli, kalıcı ve geçerli olduğunun en belirgin göstergeleridir. Tabiki yapıt üretildiği dönem içinde değerlendirilmeli. Her dönemin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik, kültürel olguların bilinmesi sanat yapıtlarının içeriğini daha fazla anlaşılabilir yapmakta 20 yüzyıl da kendine özgü dönemdir. Bu dönemin koşullan, bu koşulların sanatçılar üstünde ki olumsuz olumlu etkileri üretilen yapıtların özünü ve biçimini var eder. Ancak çağın anlayışı doğrultusunda sanat yapıtı üretmek her zaman kısır bir döngüyü de yaratır. Yalnızlıktan korkan insanın belli bir anlayışa yönlendirilmesi kolaydır. İnsanların büyük bir bölümü kendilerini bir gruba, bir kuruma bir inanca ait görerek sığınma, kendini güvende hissetme duygularını tatmine yöneltme eğilimindedirler. Aslında yalnız kalmak kendini keşfetmektir. Kendini keşfetmek ise gerçek beni ortaya çıkarmaktır. Kendini keşfeden insan yaşam içindeki orjinal rolünü bulabilir.

AKADEMİZM

Orjinal sanatsal çıkışlara akademik yaklaşımlarda zarar vermekte akademiler genelde mevcut sistemin araçları olarak dizayn edilirler. Amaçları da sistemin işlerliğini devam ettirmek, tabii ki burada sistemin zamana karşı ne şekilde durduğu da önemli. Kendini dönüştürmeyi başarmış ve insanı temel almış sistemler tutucu değildirler. İnsana özgürlük tanımış olmanın getirdiği yeni öneriler ve teknikler sistemi sürekli zenginleştirerek dönüştürürler. Çünkü burada insan dediğimiz varlığın sahip olduğu temel özellikler olan fizyolojik, biyolojik ve psikolojik öğeler önem kazanır. Ancak akademik faliyetler sanat hareketlerini merkezileştirme eğilimde olursalar sanatçının bireysel yaratma özgürlüğü tehlikeye girer artık sanatçı hayalgücünü kullanamaz. Yeni teknikler ortaya çıkaramaz.

Sanat, kitleleri etkileyen harekete geçiren bir güce sahiptir. Sanatın bu gücü bir takım çıkar gruplarının, kurumlarının ve devletlerin ilgisini çeker, iştahını kabartır. Bu güç kullanıldığın da karşıtlarını hep ürkütmüştür. Sanatçının dışında başka otoritelerin bu gücü kullanmaları, bunu toplumu bilinçlendirme adına yaptıklarını söylemeleri kendi açılarından ne kadar haklı görülse de sanat, kurumların, ideolojilerin etkisinde bir araç olarak kullanılmamalı. Bu anlayışta üretilmiş sanat yapıtlarında orjinallikten uzak herşey bulunabilir. Özgürlük gerçek sanatçı için kutsal bir durumdur. Çünkü orjinal olmak buna bağlıdır. Sanatın kendine göre onuru, gizemliliği, büyüsel ve estetik üstünlüğü olmalı...Orjinal olmayan davranış bilimlerinin üstünde kendine saygın bir yer edinmelidir.

“Akademiler geçmişte olduğu gibi günümüzde de devletin araçları olarak kurulur. Görevleri de sanata devlet siyasetine uygun bir biçimde yön vermektir; Bu yön vermek, keyfi bir dikta ile değil devlet görüşlerini yansıtan geleneksel sanatı devam ettirecek sanat kurallarını bir sistem olarak tesbit etmekle yapılır, bu ideoloji tutucu da olabilir ilerici de. Fakat, bugün akademik düzenlerin değişmez özelliği kuramı yapılandan ayrı tutmasıdır. Herşey kuralla başlayıp kuralla biter.

İlk bakışta bu durum başka çağlardan ayrı bir nitelik taşımıyor gibi görülebilir. Dinsel ya da büyü amaçlarında hizmet ettiği her devirde sanata belli bir takım kurallar egemen olmamış mıdır? Olmuştur elbette ama genede aradaki fark oldukça büyüktür...”[28] [29]

“...Akademi bütün sanat hareketlerini merkezileştirir ve tüm ölçüleri ve yargıları düzenler (Denetimi dışında kalan daha alçak gönüllü faliyetleri ise ilkel ya da “Halk Sanafı deyip dönüp bakmaz bile). Böylece de kurallar özel bir örnekten ya da eldeki modelden çıkarılacağı yerde, sanatçının hayal gücünü daha çalışmaya başlamadan kalıplaştıran ve kısıtlayan soyutlamalar olarak öne sürülür”. 29

Zayıflık kendine güven duygusunun eksikliği, korkular bireyi bir takım felsefelere , ideolojilerle yöneltir. Yalnızlık onu korkutur. Bir takım kuruların, grupların varlığı ona güven duygusu verir. Gerçek sanatçı ise böyle düşüncelerle, kurumlarla, gruplarla dolaylı dolaysız ilişkisi olsa da o yalnızlığından korkmaz, yalnızlığı ona güç bile verebilir. Kendisine ait bilgisi, sezgisi onu yalnızlığı içinde de tatmine götürebilir. Onun geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle bir problemi yoktur. O hepsini bir arada yaşar. Yapıtları sıcak duyarlı bir sanatçının ruh izlerini taşır. Onu başkalarından ayıran önemli özelliktir bu durum. Başkalarının yarattığı kavramlarla, gruplarla, kurumlara işi yoktur. O onlarsız daha da güçlü hisseder kendisini ver olan kavramlara da herkesin yaklaştığı gibi yaklaşmaz, sahip olduğu bilgisi ve sezgisi ile tüm akademizmin kurallarını, kalıplarını aşar. Popülizm, moda onu hiç ilgilendirmez. Bunlar adına yapılanların kalıcı olmadığını da bilir. O akademizmin katı, kuralcı, baskıcı anlayış ve tavrına karşı çıktığı gibi içi boş geçici moda anlayış ve tavırlara da karşıdır.

“Akademiler dedik sanat eğitimi yaparlar. Bu bakımdan akademiler birer estetik değer modeli olmalıdır. Bu model zaman -üstü yaşam-dışı, mutlak olarak kabul ediliyorsa o zaman buradan cansız, donmuş soyut ve geleneğe dayalı bir güzellik anlayışı doğar. Böyle bir sanat isteği “AKADEMİZM” adını alır, Akedemizm sanatı zaman-üstü rational bazı şemalara götürür. Akademizme düşmüş olan bir sanat, yaratma ve yaşama olanağını yitirir. Bundan dolayı yaşamak isteyen bir sanat akademizmi bırakmalı gerçekliğe yönelmeli ve bir dinamik sanat anlayışına sahip olmalıdır”[30]

“ Sanatçının yeni baştan tam bir büyücü konumunu kazanma sürecinin, bir anlamda 1860 larda ortaya çıkan izlenimcilik ile yeni bir ivme kazandığı söylenebilir. Sonuçta akademiler ve diğer sanat okulları gibi resmi kurumlara ve bir tür akademizme karşı bir başkaldırı hareketi olarak da değerlendirilen izlenimciliği, yaklaşık elli yıl gibi kısa bir süre içinde izleyen geç izlenimcilik, yeni izlenimcilik dışavurumculuk, fovizm, kübizm, fütürizm, supramatizm. konstrüktüzm vb. gibi akımların ardından bir yandan sanatın sınırları sonsuzca genişlerken öte yandan da sanatçılar kimi zaman salt kişisel ve çıkarsal nedenlerle, kimi zamanda (örneğin birinci dünya savaşının yarattığı maddi ve manevi çöküntü nedeniyle) dadaizm gibi protestoya yönelik akımlar bağlamında toplum vicdanını harekete geçirmek ya da ahlaki değerleri çökertmek amacıyla akla hayale gelebilecek her türlü anlamlı ya da anlamsız davranış biçimini sanat adına kullanmışlardır... Kısaca bir zamanlar sanatın akademileştirirmiş durağanlığına karşı haklı ve belki de zorunlu bir başkaldırı olarak da varlık bulan sanat hareketleri ya da genel olarak modernizm sonucunda yalnız sanatın kendisi değil aynı zamanda sanatçı ve sanat yapıtı kavramları da köklü bir değişikliğe uğramıştır.

Sanatçı geçmişte yalnızca ya da çoğu zaman sipariş karşılığı olarak iş yapmaktaydı oysa “Modern Zamanlarda” da yalnızca ya da daha çok kendisi için yapıt üretmektedir....”[31]

Çağımızda sanatın özgürleştiği, bu özgürlüğün sanata yeni görüşler, yeni anlayışlar doğurduğunu sanatçıların yeni düşünceler, anlayışlar etrafında toplandığı ve bunu çok önemli bir gelişme gibi gösterilmesi böyle bir sonucu klasik evrelere bağlayıp işin içinden sıyrılmak tabii ki kolaydır. Ancak biraz tuzaklarla dolu bir bakış açısıdır. Sistemin var ettiği kültür, toplumda bilim ve sanat düzeyini tayin etmek ve yönlendirmek ister. Sanat ve bilim adamlarının bu sistemin dışına çıkmaları pek kolay olamaz. Toplum hayatında ki sosyo­ekonomik ve kültürel değişmeler, toplum insiyatifinde değildir. Hiç bir dönemde de olmamıştır, olması da mümkün gözükmüyor. Ancak özgürlüğe konan bu ipotek sadece gerçek sanatçı ve bilim adamlarına konamaz akademizmin etkisi dolayı ve dolaysız yollardan yönlendirici olma peşindedir. Ve sanatçılar zaman zaman bu yönlendirmenin etkisinde kalabilirler işte onlar için büyük tehlike bu etkinin gittikçe güçlenip sanatçının özgürlüğünü yok etmesidir.

PİYASA VE TEKNOLOJİ

Sanat yaratılıp paylaşılan özel bir üründür. Günümüzde giderek daha çok seri üretilen ve tüketilen bir şey haline geliyor. Sanatçı günümüzde herkese ulaşıp herkesin üstüne çıkma eğilimleri taşımaya başladı. Bu durum sanatın değerini düşürüyor, orjinal olmasını etkiliyor, sanatçı başkalarıyla adeta yarış içinde seri üretimler yapıyor. Bir pazarlamacı gibi kendi kendini pazarlıyor, veya pazarlanmasına izin veriyor. Bir çok kişinin, grubun, kurumun piyonu olmayı, bu yarışa katılmayı göze alıyor.

Böyle bir ortam içinde her biri yeni bir söz olan öteki sanatçıların ve yapıtlarının tanınması, özendirilmesi imkanı da malesef tehlikeye giriyor. Gerçek yaratıcılıkta karşılaştırma sınıflandırma olamaz. Günümüzde sanatçı ile izleyici ya da alıcı arasında insanlarla yapıtı karşı karşıya getirmekle yükümü bir aracı durmaktadır. Genelde aracılar, beğenilerini değer yargılarını ticari kazanç ve ideoloji temeli üzerine oturturlar. Sanatı sanatçıyı sıradan bir ürün gibi görme eğilimleri taşırlar. Geniş bir bakış açıları olduğu gibi baskıcıda olabilirler. Bun bir anlamda sanatın endüstrileşmesi diyebiliriz. Batıda özelikle Amerika’da teknisyenler, danışmanlar, bürokrasi, halkla ilişkiler uzmanları, temsilciler, vergi uzmanları gibi sanat piyasasında çalışan ve hayatını kazanan çok sayıda insan görüyoruz. Sanatın bu derece yaşamın içine girmesi iyi, güzel, olumlu ancak tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Sanatçı ve sanat yapıtı mekanik, özünden çok şey yitirmiş. Cansız bir şey haline geliyor. Sanatı devletler, şirketler ve kurumlar politik ve ticari kaygılarla aslında yok ediyorlar.

Sanatın bugün içinde bulunduğu durum, sanat açısından tehlikede gibi görünüyor olsa da insanın ruhsal ve tarihsel varlığı bunu engelleyecek gücü içinde barındırıyor. Sanatın varlığını tehdit eden tehlike teknolojidir. Sistemin yarattığı kavramlar ve bu kavramları iletebilme yeteneği, teknoloji sayesinde kolaylıkla iletmeyi, sanatta orjinal çıkışların azalmasına neden olmuştur. Sanatçıların kendi kavramlarını ve biçimlerini yaratmaları yerine başkalarının yarattığı kavramların peşinde koşmaları ve teknolojinin büyüsüne kapılıp gitmeleri orjinal çıkışlar için başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Sanatçının büyülenmesi, sanatçının doğasına aykırı. Çünkü sanatçının kendisi bir anlamda büyücü... binlerce yıldır sanat üretmiş olan özgür sanatçı şimdi insanın yarattığı teknolojinin büyüsüne kapılmış ve esiri olmuş durumda.

Sanatçı, kendi konumuyla teknolojinin konumunu yerini belirlemeli çünkü özgürlüğü buna bağlıdır. “ Sanatın özgür olması demek sanatın belli şablonların ötesinde olması demektir. Ekonomik hayatta ki üretim olayında ise, örneklerle şablonlara tam bir uyum söz konusudur. Üretici güçler belli örneklere göre üretirler. Belli bir yılın Ford arabası modeli, o yılda üretilmiş olan binlerce araba için genel bir model olup, o yılın araba ürünleri bir birinin aynıdır. Aynı olmalarında zorunluluk vardır. Üretim düzenin de, endüstri de özgürlük değil tersine zorunluluk vardır. Bir arabanın değerini üretimde ki bu zorunluluk belirlediği halde, sanat yapıtının değerini onun kişisel -öznel niteliği, özgünlüğü kısaca özgürlüğü belirler. Bundan dolayı endüstride ki üretim kesintisiz, sanat yapıtı ise tektir, biriciktir ve biz yaratma işidir. Şimdi neden acaba sanat eylemi bir üretim süreciymiş gibi görülmek istemiyor? Buna verebileceğimiz karşılık su olabilir. Bugün ekonomik ve teknolojik kavramların egemenliği altında yaşıyoruz insan özgür ve yaratıcı olmak niteliğini giderek yitirmekte ekonomik-teknolojik koordinatların belirlemesi içine sokulmaktadır. Oysa insanı bu gibi kordinatlar belirleyemez insan insan olarak özgür bir varlıktır. Bu anlamda sanatı savunmak insanı ve insan özgürlüğünü savunmaktır “. [32]

SONUÇ

Kainat çok geniş, bu genişliğin içinde bilinmeyenlerin çekiciliği insanı besleyen en önemli kaynaktır. Sanat olsun, bilim olsun insana çekici gelen bu bilinmeyenlerin peşindedir. Bu sır dolu evrende varlıkla yokluk arasında ki gidip gelmeler sanatçı zihninin en fazla haz duyduğu anlardır. Gizemli düşünceler böyle var olurlar, gizli bilgiler böyle elde edilirler.

Sanatçının en büyük gayesi kendisini özgürce ifade edebilmektir. Özgürlüğün sanatçı için bir bedeli olabilir. Bunu göğüslemek yine sanatçının kendisine aittir. Orjinal sanatçı görünenle görünmeyen arasında bir köprüdür. Bu köprüyü en fazla kendisi kullanır. O kendi dünyasını , kendi gerçeğini ve kendi inançlarını dile getirir. Sanatçı bütün bunları kişisel estetiği ile ifade eder. Burada en önemli şey sanatın ruhsal özellikler taşıması ve yaratıcı olmasıdır. Bu yaratıcılık kişinin sezgisiyle, bilgisiyle ortaya çıktığında ve kişisel özellikler taşıdığında bir değer olarak kabul görür. Sezgi sanatı besleyen asıl kaynaktır. Kişinin özel psikolojik yapısıyla ilgilidir. Tek olmak, yalnız olmak sezgiyi harekete geçiren durumlardır. Sanat tamamıyla bireysel yaratıcılığın ifadesidir. Bundan dolayı sanat yapıtının orjinal olması gerekir. Orjinal sanat yapıtı farklılığıyla kendine her anlayışın her dönemin dışında bir yer edinme gücüne sahiptir, bu tür yapıtlarda yaratıcının samimi içten enerjisi yüklüdür. Bu yapıtlar çok çabuk tüketilen, belli bir dönemle sınırlandırılan yapıtlar olamazlar.

Orjinal sanatçı kendini merkeze koyar. Ancak başka merkezlerin olduğunu kabul etmek veya etmemek yine onun tercihine kalmıştır. O kabul etmese de (Böyle bir hakkı var) başka merkezler olacaktır. Kendinim merkez alan her sanatçı orjinal olma gücünü artırır olaylara sezgisel yaklaşır. Her durum ona çözülmesi gereken bir sırmış gibi gelir. Bunları çözmek için sezgisini kullanır maddeyle oynar, onu bozar ona yeni bir biçim verir.

Orjinal sanatçı yaşamında kendi ilkeleriyle hareket eder. Onun için en önemli şey kendini özgür hissetmesidir. Çünkü ruhunun buna ihtiyacı vardır. Ruhu özgür ortam içinde yaratıcı olabilir. O yaşamın her anında, her noktasında ki tek gerçektir. Sabittir, değişmezdir. Onun değişmezliği rolünün değişmezliğidir. Yani yaratıcı oluşumun değişmezliği. Şuuru değişir, şuurda ki değişmeler ise yavaş yavaş olur. Bir şuur durumundan öbür şuur durumuna geçer. Bu geçişlerde hiç aralık yoktur. Bu değişim niteliktir, bir çoğaltmadır, orjinal bütünü ifade eden bir birliktir.

Orjinal sanatçının kendine has inançları, kendine has mitosları vardır. Bunları kendi dünyasında yaşar, istediği zamanda başkalarına gösterir. Onun kainat ve toplum olayların bakışı farklıdır. O insan aklının alamayacağı çözemeyeceği bir anlaşılmazlık bilinmezliğin peşindedir. Onun bu özelliği etrafında bir çekim alanı oluşturur. Orjinal sanatçı herkesin bildiğini farklı söylemesini de bilir. O etkilenen değil etkileyendir. O bir büyücüdür, bir sihir­bazdır, o coşku doludur yaratmak için yaratılmıştır.

İnsanın gerçek kişiliğinin ne olduğunun farkına varması ruhun hangi yasalarla oluştuğunu bilmesi, onu yaşama bağlayacak rolünün ne olduğunu keşfetmesi bilgi edinilmesini de gerekli kılıyor.

İnsanlar yaşamlarında bir devamlılık sağlayabilmek için belli uğraşlar edinirler, bu uğraşlar bir süre sonra kişinin kendisiyle özdeşleşir. Kişiye bir kimlik kazandırır. Bu kimlikler kişinin yaşam içinde sergileyeceği oyunda ki rolüdür. Bu rol kişinin ruhsal, biyolojik ve fiziksel özelikleriyle bir uyum gösteriyorsa orjinal rol olarak karşımıza çıkar. Orjinal rol, hem sosyal gerçek içinde, hem de kişinin kendi ruhsal ortamı içinde bir aheng oluşturur, bu hem mutlu bir toplum hem de mutlu bir birey anlamına gelir.

Astrolojik gerçek bir ahengin ifadesidir. Bir matematik kurgudur. Dünyanın kendi etrafında dönmesi nedeniyle güneş ay bir kere doğarlar bir kere batarlar. Bunun astroloji de ki anlamı güneş , ay ve gezegenler on iki evi dolaşmalarıdır. Gezegenlerde hareket ederler. Güneşin etrafında dönerler, bu dönüşlerinde sürekli bir tekrar vardır. Gezegenlerin sürekli hiç değiştirmeden izledikleri bu yol zodyaktır ve on iki eşit parçaya (dilime) bölünür. Bu dilimlere burçlar diyoruz. Burçlar isimlerini takım yıldızlarından alırlar. Hareketleri kiminde hızlı ve kiminde yavaştır.

Burçlar insanın psikolojik yapısını, ihtiyaçlarını , korkularını, ön yargılarını, tavırlarını gösterir. Burçlar insanın yaşam içinde geçireceği süreçleri gösterir. Farkında olması kendini tanıması ve kabul etmesi öğretir. Uzun süredir insan tepkilerini inceliyorum. Bu tepkilerin yaşam içinde gösterdiği farklılıkları ve benzerlikleri hep merak etmişimdir. Bu merakım beni ressamlığımın dışında başka alanlara da yöneltti bunların başında astroloji, psikoloji ve nümeroloji gibi alanlar geliyor. Sanatta yeterlilik tezi hazırlamayı gerekince tezin ne olduğu ve ne şekilde hazırlandığı konuları önem kazanıyor. Tez ortaya atılan bir iddia olmalıdır, yeni bir öneri olmalıdır. Sanatta yeterlilik tezi olunca da ortaya atılan iddiaların bilimsel dayanaklarının olup olmaması konusu tartışmaya açıktır. Tabiiki konu insan olunca en önemli temel dayanak insanı tepkileriyle gözlemlemek, incelemek ve nedenlerini araştırmaktır.

Bu tezde yapmak istediğim sanat ve orjinallik kavramlarının derinlemesine kuramsal tanımlarını yapmak yerin, sanat ve orjinalik sorununa değişik bir bakış açısıyla yaklaşıp orjinal olabilmenin nasıl, ne şekilde gerçekleşebildiğini, buna etken olan psikolojik spiritüel yasaların sanatçıyı yönlendiriş biçiminin sırları ve sınırlarının ne olduğunun basit ve pratik bir saptamasını yapmak... Plastik sanatlar alanında söz sahibi olmak isteyenlerin kendilerini ne kadar tanıdıklarını, seçtikleri bu mesleğe uygun olup olmadıklarının ipuçlarını vermek, eğer yaratılış olarak seçtikleri mesleğe uygun özellikler taşıyorlarsa bu alanda daha çok başarı şanslarının olduğunu ispatlamaktır.

KAYNAKÇA

*     NEJAT BOZKURT, “SANAT VE ESTETİK KURAMLARI”, ARA YAYINLARI, İSTANBUL-1992

*      HENRİ BERGSON, “GÜLME”, M.E.B. YAYINLARI, İSTANBUL -1989

*     ÖNDER ŞENYAPILI, “RESME BAKMAK”, YENİ BOYUT, NİSAN - 1982, SAYFA-30

*     İSMAİL TUNALI, “ESTETİK - İFADE BİLİM VE GENEL LİNGUSTİK OLARAK -B-CROCE” REMZİ KİTAPEVİ, İSTANBUL -1989

*      İSMAİL TUNALI, “DENEMELER”, İKTİSADİ YAYINLARI, İSTANBUL -1979

*     SAFFET SUNER, “DÜŞÜNCENİN TARİHTEKİ EVRİMİ”, FATİH MATBAASI, İSTANBUL-1967

*     PAUL KLEE, “ÇAĞDAŞ SANAT KURAMI”, DOST KİTAPEVİ YAYINLARI, ANKARA

*     DAN MİLLMAN, “HAYATINIZIN AMACI” AKAŞA YAYINLARI, İSTANBUL - 1994

*     J.STEVENS, RH.D, S.VVARINICK - SMİTH” KENDİNİ TANIM REHBERİ" AKAŞA YAYINLARI, İSTANBUL-1998

*     AHMET HULUSU, “İNSAN VE SIRLARI” KİTSAN YAYINLARI, İSTANBUL - 1993

*      LİNDA GOODMAN, “BURÇLAR” S.YAPRAK YAYINLARI, İSTANBUL -1993

*      JUDİTH BENNETT, “CİNSEL BURÇLAR” E YAYINLARI, İSTANBUL -1994

*     STEVEN FORREST. “İÇİNİZDEKİ GÖKYÜZÜ” İLHAN YAYINLARI İSTANBUL-1997

*     KEMAL İSKENDER “SANAT TARİHİ DERSLERİ” SANAT ÇEVRESİ İSTANBUL-1993

*      JOHN BERGER “SANAT VE DEVRİM” V.YAYINLARI İSTANBUL -1987

*       

 

 



[2] NEJAT BOZKURT “SANAT VE ESTETİK” ARA YAY. İSTANBUL -1992

[3] HENRI BERGSON, “GÜLME” MEB. YAYINLARI İSTANBUL-1989

[4] ÖNDER, ŞENYAPIU, “RESME BAKMAK” YENİ BOYUT NİSAN 1982 Sayfa 30

[5] - HENRI BERGSON, AYNI ESER.

[6] - İSMAİL TUNALI “ESTETİK - İFADE BİLİMİ VE GENEL LİNGUİSTİK OLARAK-B-CROCE Remzi Kitapevi İst 1989

[7]  NEJAT BOZKUR “SANAT VE ESTETİK KAVRAMLARI" ARA YAYINCILIK, İSTANBUL, 1992.

[8] 7 - İSMAİL TUNALI “ESTETİK - İFADE BİLİMİ VE GENEL LİNGUİSTİK OLARAK - B. CROCE REMZİ KİTAPEVİ İSTANBUL 1989

8  -SAFFET SUNER, “DÜŞÜNCENİN TARİHTEKİ EVRİMİ2 FATİH MATBAASI İSTANBUL -1967

[9] SAFFET SUNER, AYNI ESER.

SAFFET SUNER, AYNI ESER

” PAUL KLEE “ÇAĞDAŞ SANAT KURAMI’ DOİT KİTAPEVİ YAY. ANKARA

[12] DAN MİLLMAN “HAYATINIZIN AMACI” AKAŞA YAY. İSTANBUL 1994

[13] DAN MİLLMAN, AYNI ESER

[14] J.STEVENS, RHD. & S.VVARVVICK - SMITH, “KENDİNİ TANIMA REHBERİ" AKAŞA YAY, İSTANBUL, 1998

[15] STEVENS, P H D. & S WARWİCK - SMİTH, AYNI ESER

[16]  AYNI ESER

"ayni eser.

8 AYNI ESER

[19]  AYNI ESER

[20]  AYNI ESER

[21] AYNI ESER

[22]  AYNI ESER

[23]   AHMET HULUSİ, “İNSAN VE SIRLARI” KİTSAN YAYINLARI, İSTANBUL 1993

[24]   UNDA GOODMAN “BURÇLAR" STAR YAPRAK YAY İSTANBUL, 1993.

[25]  JUOITH BENNETT. “CİNSEL BURÇLAR”, E YAYINLARI, İSTANBUL,1994.

[26]  STEVEN FORREST “ İÇİNİZDEKİ GÖKYÜZÜ”, İLHAN YAY. İSTANBUL, 1997.

[27] KEMAL İSKENDER, “SANAT TARİHİ DERSLERİ" SANAT ÇEVRESİ 1993

28 JOHN BERGER “SANAT VE DEVRİM" V YAYINLARI İSTANBUL 1987

[29] JOHN BERGER, AYNI ESER

[30] İSMAİL TUNALI “DENEMELER” İKTİSADİ YAYINLARI İSTANBUL 1979

” KEMAL İSKENDER “SANAT TARİHİ DERSLERİ" SANAT ÇEV. İSTANBUL 1993

[32] İSMAİL TUNALI “DENEMELER” İKTİSADI YAY, İSTANBUL, 1979.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar