SANATTA ORJİNALLİK ORJİNAL SANATÇI KİŞİLİĞE PSİKO - ASTROLOJİK YAKLAŞIM
Hazırlayan: Mehmet Uygun
İnsan, fizyolojik, biyolojik ve ruhsal özellikleri olan bireysel bir varlıktır. Bu özelliklerin birbiriyle uyumu veya uyumsuzluğu insanın yaşam içinde ki fonksiyonunu etkiler. İnsan yaşamında her an seçicidir. Tercih ettiklerini seçerek kendini inşa eder. İnancını, mesleğini, alışkanlıklarını seçer ve yaşamına sokar. Seçenekler karşısında akıl ve sezgi kullanılır. Sezgi, akıl, duygu, hayalgücü ve bunlar gibi insana özgü herşey ruh kavramı içinde varolurlar.
Sanat ruhsal özellikler taşır ve
yaratıcı bir olgudur. Ruhun belli araçlarla dışa yansıması sonucu oluşan
sanatsal yaratı, kişisel estetik özellikler gösteriyorsa bir değerden söz
edilebilir değerli olan doğru ve kalıcı olandır.
Sanat, insana bağlı insan tarafından
yapılan bir uğraştır. Sanatın taşıdığı anlam ve etkileme gücü sanatçısının
kişiliği (mizacı) ile doğrudan ilgilidir. Hayalgücü sınırsız bir ruh hali
sanatsal yaratı için ön koşuldur. İnsanda bu özelliklerin azlığı ya da çokluğu
sanatının gücünü, etkisini belirler.
Sosyal gerçek, insan
faktörünün belirleyici olduğu değişken özelikler gösteren bir gerçektir, kainat
gerçeği ise, daha insan doğmadan varlığının bir yönünü değişmeyecek biçimde
kurgular. Bu doğum, yaşam ve ölümü içeren kurgu içinde ki kişiliğimiz
(mizacımız)’dır. Bu bir matematik kurgudur. Bu kurgunun, ne olduğunu anlamak
istediğimizde bilgi edinmemiz gerekiyor. Bilgi edinebileceğimiz alanlar
nümeroloji, astroloji, psikoloji gibi alanlardır.
Astroloji bir ahengin ifadesidir.
Karmaşanın düzene sokulmasıdır. İnsanın kendi kişisel özeliklerini tanımasına
yardımcı olur. Yaşam içinde ki gerçek rolünü bulmasını ve bu rolü nasıl
oynaması gerektiğini öğretir. Sanatçı, temel rollerden biridir. Yaratıcılık
içeren bütün meslekler (ressam, heykeltraş , şair v.s) Bu kavram içinde
varolurlar. Kişilik özeliklerimizin neler olduğunu bilmek bizi yaşama
bağlayacak mesleğimizin ne olması gerektiği konusunda ipuçları verir.
Orjinal
rolün yaşam içinde sergilenmesi bir anlamda evrensel kültüre orjinal üretim ve
katkının yapılmasıdır. Orjinal rolünü sergileyen sanatçı, kendi sisteminin
temsilcisidir. O tamamıyla orjinal, kendisine ait ruh kavramı içinde
varolanlarla kendini ifade eder. Bütün bunlar sanatçının yaşamını kapsayacak
onu o yapacak, ne parçalanabilecek ne de bölünebilecek bir birliktir, bu aynı
zamanda orjinal olmanın değişmez koşuludur.
İnsanın biyoloik fizyolojik yapıları
temelde aynılık gösterse de karşılaştırma yapıldığında ise bir takım
farklılıkların da ortaya çıktığını görürüz. Bu farklılıkların yanında
benzerliklerinde ortaya çıktığını görürüz. İçebakışımız ne kadar derin olursa
kendimizi görmemiz tanımamız o derece mümkün olur. Ruhsal durumumuzda bizi biz
yapan müthiş bir organizasyon vardır. Aslında ruh durumumuzun tamamıyla orjinal
olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kendimizden kaçtığımız oranda da orjinallikten
uzaklaşırız...
Başkalarına ait felsefeler,
düşünceler sanatçıyı ilgilendirdiğinde ve bu ilgi etkilenmeye dönüştüğünde
sanatçı kendisi olmaktan uzaklaşma riskini göze almış demektir. Bu durum bir
alış-veriş görüntüsündedir, sanatçı bu sanatçı. Bu alış-verişten daha fazla
alıyorsa kolay teslim olmuş demektir. Bunun tersine daha fazla veriyorsa,
sanatçı varlığıyla başkalarını etkiliyor demektir. Bu nokta çok önemlidir. Ve
tercih meselesidir. Her iki durumda sanatçının varlığı sözkonusudur. Biri
etkilenen diğeri etkileyen iki varlık. Her iki durumda da bir bedel
sözkonusudur.
Ortak
kavramlara inanarak dönemin anlayışı veya anlayışlarıyla sınırlı kalmak.
Gelecekte kabul edilme garantisi vermez, orjinal kişiliğini güçlendiren
insanlar zaman aşımına uğramadan her dönemde kabul edilme ve zamanın önünde
olma şansına sahiptirler yaşamda seçenekleri olan tek varlık insandır. İnsan
kendine sunulan veya elde ettiği bu seçeneklerden tercih ettikleriyle kendini
oluşturur. İnsan mesleğini seçer, insan, inancını seçer, insan dostunu seçer.
Kısaca insan yaşamında karşılaştığı her ortamda seçicidir. Doğru olanı seçmek
sezgiyle güçlendirilmiş bilgi sayesinde mümkündür, insanın kendini inşa etmesi
demek kendine ait olanları keşfetmesi demektir. Kendini keşfetmesi ise ruhunun
özgürleşmesiyle gerçekleşebilir. Sanatçının özgürlüğe ihtiyacı vardır. Hemde
herkesten çok daha fazla özgürlüğe ihtiyacı vardır. Ruhun özgürleştiği yerde
yaratmak vardır. Yaratmanın olduğu yerde de sanat vardır....
SANATTA
ORJİNALLİK SORUNU
Sanatta orjinallik sorunu her
dönemde kendini hissettirmiştir. Resim ve Heykel Sanatı Rönesansla birlikte
doğayı öykünen bir anlayışa büründü. Yaklaşık 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar
geçen dönemde üretilen yapıtlar ya doğayı olduğu gibi kopya ettiler ya da
idealleştirerek kopye etmek tarzında geliştiler. Akademizmin getirdiği kurallar
bunu bir zorunluluk olarak ortaya koyuyordu. Ancak istisna sayılabilecek
tavırlarda ortaya çıkabilmekteydi. 20 yüzyıl sanatı ise artık doğayı taklit
etmek zorunda değildi, katı kurallar yıkılmıştı. Bu durum 19 yüzyıldan itibaren
sanata getirilen yeni anlayışların sonucuydu. Ancak bu, modernizm sonrası post
modern dönem sanatta orjinallik sorununun tekrar gündeme gelmesine neden
olmuştur.
Bu yüzyılın başından beri sanatın
kökeni ve geleceği üstüne çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Ben burada
sanatın kökeni ve geleceği üstüne söylenmiş, klasik bilinen görüşlerin doğru
olabilecekleri olasılığını da göz önünde bulundurmakla beraber; asıl
önemsediğim ve inandığım bu konuya benim nasıl baktığımdır. Sanatın kaynağı
dinsel olabilir, ekonomik olabilir, siyasi olabilir, eğlenmek oyun da olabilir,
hepsi birden geçerlide olabilir, sonuçta bunu yapan insan dediğimiz varlıktır.
Burada insanın ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır, insan, fizyolojik,
biyolojik ve ruhsal özellikleri olan bireysel bir varlıktır. Bu özelliklerin
birbiriyle uyumu veya uyumsuzluğu insanın yaşam içindeki fonksiyonunu etkiler.
Fizyolojik, biyolojik ve psikolojik farklılıklarda insanın toplum içindeki
fonksiyonunun belirlenmesinde ki önemli etkendir.
Sanat ruhsal özellikler taşımalı ve
yaratıcı olmalıdır. Yaratmak bir süreç işidir. Süreç geçmişin geleceği
uzamasıdır. Bu ara dilimde (Şimdiki an) ruhun belli araçlarla dışa yansıması,
kişisel estetik özellikler gösteriyorsa bir değerden söz edilebilir. Değerli
olan doğru olandır, doğru bilgidir, gerçeğin kendisidir, gerçekte insanın
özünde saklıdır. Kaynağı ise, kainatın kendisinde gizlidir. Gizliyi bilmek
bilgiyi elde etmekle mümkündür. Bilginin var olduğunu bilmek ise, sezginin
işidir. Sezgisi güçlü olan bilgiye daha fazla yaklaşır. Bilgi elde edildikçe
gerçeğe yaklaştırır, sanat gerçeğe yaklaşmanın bir aracıdır. Bu gerçek
sanatçının kendi gerçeğidir. Sanatçı kendisini yaratarak inşa eder. Bu son
nefesine kadar devamlılık gösterir. Sanat yapıtı onu var eden sanatçının dışında
kalanlar için icat olarak görülmeli, yeni olmalı, alışılmışın, bilinenin
dışında farklı olmalı, katkısı olmalı; yeni olan katkısı olandır. Bilinmeyeni
bildirmek, görünmeyini göstermek insanlığa katkıdır, bir değerdir. Bilinen ve
görünenlerinde yeni bir düzende ifade edilmesi bir değer olarak kabil
edilebilir, ancak orjinal değildir.
Sezgiyi sanatın beslendiği kaynak
olarak görmek gerekli, bu metafizik bir seziştir. Sanatçının psikolojik
yapısını doğrudan ilgilendirir. Tek olmak, kendin olmak, yalnız olmak sezgiyi
harekete geçiren durumlardır. Sanat yapıtları da bu noktadan ele alınabilir.
Bir yapıt tek olabilir, kendisi olabilir. Bu onun başkalarına benzememesi
anlamına gelir. Onu değerli kılanda budur. Görünen gerçeklerin dünyasında var
edilen görünmeyen gerçekler her an ilgi odağı olmuşlardır. Tam anlaşılmadıkları
için çabuk tüketilen türden değildirler. Moda olamazlar. Geçmişi geleceği ve
bugünü bünyelerinde var ederler. Buda onların kalıcı olmalarını sağlar.
“Yaşamın içinden çıkan bir insan
etkinliği olarak sanatın insanlıkla yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Yaşamla
sanat arasında ki bu sıkı etkileşime karşın yine de sanatın yapı ve işleyişinde
“ENİGMATİK” bir özelliğin bulunduğunu vurgulamamız gerekiyor; sanat bir
“ENİGMA” bir “GİZEMCE” olarak karşımıza çıkıyor. Genel olarak herhangi bir
etkinliğin ya da bir işin yapılmasıyla ilgili yöntemlerin bilgilerin ve
kuralların tümüne birden sanat diyoruz. Sanatsal etkinliği bazı düşüncelerin,
amaçların, duyguların, durumların ya da olayların deneyimlerinden yararlanarak
beceri ve düşgücü kullanılarak ifade edilmesine ya da başkalarına iletmesine
yönelik yaratıcı bir insan etkinliği diye tanımlayabiliriz. Eski çağlardan
günümüze değin “SANAT” (ARS) sözcüğünün art arda edindiği anlamlar, insan
oğlunun gerçekleştirdiği ürünlerin, doğanın ürünlerine oranla belirlenmesini
sağlayan teknik ustalık (TEKHNE) ile duygular aracılığıyla algıladığımız
nesneleri, bir beğeni yargısına göre seçip sıralamaya yönelen özel duygu
arasında ki ayrımlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Sanat ve sanat
ürünleri çağdan çağa ve toplumdan topluma çok farklı biçimlerde
değerlendirilmiş ama buna karşın bütün insanlık tarihi boyunca var olmuştur.
Sanat ürünlerinin doğal nesnelerden
farkı, sanatın niteliğini de ortaya koyar; doğal süreçler sonucunda ortaya
çıkan nesneler ve doğa manzaraları bir anlamda güzel sayılsalar da sanat yapıtı
olarak kabul edilmezler. Bunlara güzel olarak algılanan canlılar, hayvan ve
bitkiler de girer. Çünkü sanatın asıl özelliği belirli bir nesne üretmeyi amaçlayan
ve bir tasarım ya da kurmaca sonucunda ortaya çıkan bir etkinlik olmasıdır,
insanın yaratıcı gücüne bağlı bulunmasıdır. Öte yandan olağan ve sıradan
nesneler genellikle sanat yapıtının karşıtı sayılmışlardır; çünkü sanat
yapıtını, doğal oluşumlardan farklı olarak belirleyen belli başlı özelliklerden
biri özgünlük (ORGİNALİTE), öbürüde onun tek biricik (unıqve) olmasıdır. Eğer
bir SİNAN bir MICHAEL ANGELLO, bir DEDE EFENDİ, bir SHAKESPEARE, bir BEETHOVEN
yeryüzüne gelmemiş olsaydı doğal olarak yapıtlarını anlayamayacaktır. Çünkü her
sanat yapıtı onun yaratıcısına özgülenmiştir ve ondan başkasına bağlanamaz.
Buna göre örneğin seri olarak üretilen çok sayıda yapıtın sanatsal değeri, tek
bir örneği olan bir yapıttan daha düşüktür.
Sanatın bu özelliği sanatçının
kişiliği ile yakından ilişkisi olan “BİÇEM” (STYLE) kavramıyla önemli bir
koşutluk gösterir. Genel anlamda, sanatçının özgünlüğünü oluşturan onun
kendilerinde görülen bir özellik olarak, aynı zamanda o sanatçının kendi dalına
getirdiği yeniliktir. Örnekse, REMBRANT’ın gölge ışık teknikleri ya da VAN
GOGH’ın fırça vuruşları, hem bu sanatçıların biçimlerini belirleyen öğeler, hem
de onların resim sanatına getirdikleri yeniliklerdir. İşte bütün bu öğeler göz
ününde tutulduğunda sanatın ayırt edici özelliklerinden en önemlisi
“YARATICILIK” (CREATİVİTE) ortaya çıkar. “ÖZGÜNLÜK” ve “BİÇEM” kavramlarının
birleştiği bu özellik, aynı zamanda doğal süreçlerin oluşum biçimlerinin hep
aynı olmasına karşılık sanatsal yaratının “TEK OLMA" niteliğini de içerir.
Bu niteliği ortaya çıkaran da sanatçının yaratıcı kişiliğidir. Sanatla ilgili
öteki önemli öğe ise, bilindiği gibi üretilen nesnenin temelini oluşturan
“MALZEME” dir. Sanat yapıtları çok çeşitli malzemelerin çok farklı biçimlerde
işlenmesiyle üretilebilir. Ayrıca her sanat dalında kullanılan malzemelerin
farklı türleriyle ilgili tarihsel bir bilgi birikimi ve geleneklerin oluşması
da söz konusudur. Bunlar o sanat dalının teknik yanlarıyla ilgili, sanatçının
etkinliğini bir meslek olarak belirleyen öğelerdir. Örnekse, resim sanatında
kullanılan boya türleri, heykelcilikte kullanılan farklı taşların yontulma
özellikleri, seramikte fırınlama gibi öğeler, belirli ve düzenli bilgiler
içeren teknolojileri gerektirir. Sanatın bu yanları en eski çağlardan bu yana
usta-çırak ilişkisi içinde aktarılmış çeşitli dönemlerde de sanat okullarında
ve akademilerde öğretilmiştir. Bu özellik sanatın (ARS) “ZANAAT” (TEKHNE) ile
akrabalığını gösterir.[2]
Bir sanat yaratısını orjinal ilke ve kurallara uyguluğu
noktasında değil, bu ilke ve kurallara getirdiği yenilikler noktasında ele
alınmalı... orjinallik bir anlamda gerçek yaratılıcılıktır. Yaratıcılığı “ÖZGÜN
BİR RESİM YAPMAK”, “ÖZGÜN BİR ŞİİR YAZMAK”diye tanımlamak mümkün ancak
“ÖZGÜNLÜĞÜN” (ORJİNALLİĞİN) ne olduğu, nasıl oluştuğu ve nasıl anlaşıldığına
bakmak gerekiyor. “...Bütün bunlardan sanatın daima “BİREYSELLİĞİ” gözettiği
sonucu ortaya çıkar. Ressamın tablolarında saptadığı şey belirli bir yerde,
belirli bir gün ve saatte görünüpte bir daha görülemeyecek olan renklerdir.
Şairin ele aldığı konularda kendinin, ama yalnızca kendinin olan ve hiç bir
zaman kendinden başkasının olmayan bir ruh durumudur. Oyun yazarının
gözlerimizin önüne serdiği de bir ruhun açılışı, duygu ve olayların canlı bir
akışı ve nihayet bir kez olup da bir daha asla olamayacak olan bir şeydir. Bu
duygulara istediğimiz kadar genel adlar verelim; başka bir ruhta hiç bir zaman
aynı halde olmayacaklardır. Çünkü, hepsi tek bir kişinin duygularıdır.
Özellikle bundan dolayı da sanata aittirler. Çünkü genellikle simgeler hatta
tipler her gün gördüğümüz şeylerdir.”[3]
“Bilimde yaratıcılık
yeni bir kuram biçimlendirmek ya da bir varsayım kurmak. Teknolojide
yaratıcılık bir teknik sorunu “YENİ” ve daha “ŞIK” bir biçimde çözmek, şık
burada, basit, etken ve ekonomik anlamda kullanılıyor... Ve birde ruh bilimsel
yaratıcılık tanımı yapılıyor: varolan ya da verilen düşün dizisini olanaklı en
zengin ölçülere kavuşturmak, çoğaltmak. Tanımlar ayrı ayrı alanlara özgü ama
düşünülecek olursa, sanatta daha özele indirgiyerek konuşursak, resim sanatında
bütün yaratıcılık (YA DA YARATKANLIK) tanımları geçerli. Sanatçı “ÖZGÜN” bir
resim boyarken, yeni bir kuram biçimlendirme kaygısını da güdüyor olmaz mı ?
Ayırımlı akımların ortaya çıkışı bu kaygıdan kaynaklanmadı mı acaba? Resim
tekniğinde daha basit etken ve ekonomik; özetle daha “ŞIK” bir yöntemi
uygulamaya kalkmak isteyen sanatçılar olmadı mı olmuyor mu?
Düşüncelerini
olanaklı en zengin ölçüde yansıtmak arayışı, çabası ise herhalde, ressamın usa
gelen özelliklerinden sayılmalı. Bu çabayı kimi zaman tek bir yapıtla
gösteriyor. Kimi zamanda yapıt çokluğuyla bu amaca ulaşmak istiyor. Özetle
“ÖZGÜN" resim başka alanlar için geçerli olduğu öne sürülen ve
“YARATKANLIK” simgeleyen uğraşları ve çabaları da içeriyor.
Pekiyi bir resmi değişik saydıracak,
yeni saydıracak, örnek diye aldıracak özellikleri nedir? Sanırım “KONUSU” değil
yüzlerce, binlerce sanatçı “ AYNI KONUYU” işliyorlar, milyona varan “ÖLÜ DOĞA”
resmi var bugün. Konumuzla ilgili bir saptama önemli “RESME BAKMAK” açısından
önemli dolayısıyla üzerinde; durmak gerekiyor. Bir sanat yapıtında ki “KONU”
başka sanat yapıtlarında ki “KONU” ile tıpkı olabilir”. [4]
Gerçek
sanat yapıtı tartışılmaz gerçek sanat yapıtının farklılığı, bu farklılığıyla
kendine her anlayışın dışında yer edinebilme gücü vardır. Bu güç red dilemez
bir güçtür. Bu tür yapıtlarda sanatçısının samimi içten enerjisi yüklüdür.
Tıpkı VAN GOGH’un yapıtlarına yüklediği enerji gibi. VAN GOGH’un yapıtlarının
orjinalliğini, içtenliğini tartışamayız... “SANAT ürünlerinin hiçbiri genel
değildir. Fakat eğer biri tarafından kabul edileceklerse niçin kabul ediliyor
ve eğer kendi türlerinde hakikatten biricikseler gerçek olduklarını hangi
göstergeyse biliyoruz ? Öyle sanıyorum ki onları yaratanlar gibi samimi olarak
görmek konusunda bizi çabalamaya sürükledikleri için. Çünkü samimilik
salgındır. Sanatçının gördüğünü kuşkusuz tekrar göremeyiz, hiç olmazsa
bütünüyle göremeyiz. Fakat o gerçekten gördüyse, ruhumuzla doğa arasına
gerilmiş olan perdeyi açmak suretiyle sarfettiği çaba bize ders olacak bir
örnektir. Yapıtın hakikati de bize verdiği dersin etkisinin gücüyle
ölçülecektir. O halde, gerçekte bir ikna, hatta bir doğruluğa eriştirme gücü
vardır sanat yapıtlarının. Onlar kendilerini de işte bu güçle tanıtırlar. Sanat
yapıtı nedenli büyük, sezilen hakikat nedenli derin ise etkisi de o oranda
olur, o oranda evrensel olmaya doğru gider. Demek ki burada ki evrensellik,
sonucun da olup nedende değildir”.[5]
ORJİNAL SANATTA SEZGİ, ŞUUR VE “ÖZGÜN” MİTOSLAR
Sezgiye götüren yol insanın kendisini
sorgulamasıyla başlar. Keşfettiği iki şey vardır. Maddesel varlığı ve ruhsal
varlığı, maddesel varlık içinde biyolojik bir yaşam gizlidir. Kendini
keşfetmeye çıkan insan, bu biyolojik yaşama dair olanları sezgiyle kavramaya,
anlamaya çalışır. Bu algılama yeteneği, onu diğer şey olan ruhsal varlığa
götürür. Bu bir aşamadır. Sanatçının ruhsal varlığı bu aşamada önemlidir.
Sanatçı maddesel varlıkta kalamaz, maddesel varlık aşılır. Sanatçının ruhsal
varlığı her şeyin üstündedir, yaratıcı olan ruhsal varlıktır. Ruhun olmadığı
yerde yaşam yoktur. Sezginin olmadığı yerde keşif yoktur, keşfin olmadığı yerde
de bilgi yoktur. Bilginin olmadığı yerde de kültür olamaz. Ruhsal varlığın
bilincinde olmak insanı başka boyutlara taşır başka boyutlara varmak yerçekiminden
kurtulmuş olmaktır. Sanatçı yerçekiminden kurtulduğu oranda özgürleşir,
orjinalleşir.
Sanat insana bağlı, insan tarafından
yapılan bir uğraştır. Sanatın taşıdığı anlam, etkileme gücü yine sanat var eden
insanın yaratılışında ki iç mizacın (KİŞİLİĞİN) ne olduğuyla ilgilidir. İnsan
dışında ki bilinen ve bilinmeyen dünyalara ilgi duyduğu kadar kendi varlığında
taşıdığı dünyanın da çekiciliğine kapılır, varolanla - varolmayan, görünenle-
görünmeyeni her süreçte insan ruhunun varlığında her türlü duygu karşıtlıklarıyla
bulunur, her türlü eylemde kendini gösterir. Bu zengin, sınırsız ruh hali
aslında sanatın özüdür sezgi, duygu, akıl, hayal gücü ve bunlar gibi insana
özgü herşey ruh kavramı içinde varolurlar.
“...Tin, yaşam gibi canlı bir
süreçtir. Bir gelişmedir. Tin eylem etkinlik demektir. Sürekli bir etkinlik
olarak kavranan Tin, iki Autonun dialektik biçime ayrılır. Tin bir yandan
teorik etkinlik, öbür yandan plastik etkinlik ise, isteme etkinliği olarak, bu
teorik ve pratik bilimler tinin iki ana biçimidir”. Tinin teorik biçimi ile
insan nesneleri kavrar. Tinin pratik biçimi ile onları değiştirir, birisi ile
evrene yaklaşır; öteki ile evreni yaratır. Bu iki ana tin etkinliği de kendi
içlerin de bazı alt basamaklara ayrılırlar şöyle ki teorik etkinlik bilme
etkinliği bir yandan bir sezgiyi (INTUTİON) ifadeyi gösterir öbür yandan da
zihinsel kavramsal bilmeyi gösterir...”[6]
“Bergsoncu bir estetikten söz etmek
oldukça güç gelse de onun sanat anlayışı, sergi metafiziği ile başka bir form
altında sunulan nitelik metafiziği çerçevesinde ele alabiliriz. İşte bu sınırlı
çerçeve nedeniyledir ki BERGSON, bağımsız bir estetik yazmamıştır. Onun sanat
kavrayışı metafiziğin de olduğu gibi “SEZGİI” kavramı üzerinde
temellendirilmiştir; başka bir deyişle sanat ona göre zihnin ya da tinin,
şeylerin niteliksel sürelerine dönmek için yaptığı bir sapmadır. Bu bağlamda
BERGSON sanat yapıtının niteliksel kaynağını bulup göstermeyi kendine amaç
edinir. Ona göre sanatçı “ROLÜ” herhangi bir şeyin niteliğini sezgisel biçimde
sezmek, algılamak olan bir çilekeştir. Sanatçının tüm etkinliğin de bu nedenle
“SEYRE” (CONTEMPLATİON) indirgemiş olup BERGSON, sanat yapıtını her türlü imal
edici, zenaat ürünü etkinliğin (FABRICATIRCE) dışında tutmuştur. Ona göre
yaratma özgür yapış (POIESIS) olmadan sanat yapıtı var olmaz.
Demek oluyor ki BERGSON’un estetiği
katışıksız bir algılama estetiğidir; salt bir sezgi estetiğidir. Sezgi ise,
varlıkları dışarıdan tanımamızı sağlayan “DISCURSİF” (GİDİMLİ) ve “ANALİTİK”
(ÇÖZÜMLEYİCİ) bilgiye karşıt olarak, bize varlıkları kendi kendilerinde
oldukları biçimde tanıtan içgüdüyü ve sanat duygusunu andıran kendine özgü bir
bilgi olup “sayesinde kendimizi bir varlığın içine yerleştirerek, böylece o
varlığın tek ve dilegelmez yanıyla doğrudan karşılaştığımız entellektüel bir
sempati türüdür”. Hangi anlamda alınırsa alınsın, her sezgi daima bir buluş bir
keşif özelliği taşır ve bu bakımdan da sezginin “KEHANETE” “ÖNGÖRÜYE” yakın
düştüğü söylenebilir. Şimdi katışıksız bir algılama olan BERGSON’UN estetiği bu
bağlamda felsefi dikkatli ve özenli bir yaşam felsefesinden kaynaklamaktadır.
Salt algının tekniği de BERGSON’a göre dikkatin bir tür yön değiştirmesidir.
Onun yaşama felsefesinin temel ilkesini şöyle formüle edebiliriz “Birşeye
girişmeden bir yükümlülük almadan önce engellerden ve bağlardan kurtulmak
gerekir...”[7]
Orjinal sanatçı kendini merkez alır.
Aldığı oranda da orjinal olma gücünü artırır. Dışında ki gelişen olaylara
sezgisel yaklaşır. Kendi doğrularını oluşturma çabasındadır. Bu nedenle
kendisine sunulan seçenekler karşısında çok seçici davranır. Bazen herşeyi
reddebilir. Evrende ki sırlar onu gerçek bir bilim adamı gibi odaklaştırır ve
sezgilerini kullanır. Daha çok yalnızlığı tercih eder. Yalnızlığında ise
ulaştığı güç doruk noktasıdır. Bu güç bir anlamda ruhsal enerjisel bir güçtür.
Enerji güçlendiği oranda maddesel gücü aşar ve ona hakim olur. İşte gerçek
sanatçı maddesel gücü aşmış ona hakim olmuş kişidir. Artık o, maddeyle farklı
bir ilişki içindedir. Ona sahip olmuştur. Bu değersiz şey onun için bir oyun
aracıdır, onunla dilediği gibi oynar, biçim verir, biçimi tamanlayan
enerjisinden de üfleyerek onu madde sıfatından kurtarır. O değersiz madde
olmaktan kurtulmuş artık sanat yapıtına dönüştürülmüştür.
“Kavramlara
dayanan bilgi nedir? Kavramlara dayanan bilgi, nesnelerin birbirleriyle olan
ilgilerinin bilgisidir; fakat nesneler sezgilerdir sezgiler olmadan hiçbir
kavram mümkün değildir, tıpkı izlenim materiali olmadan sezginin kendinin de
olmayacağı gibi. Şunlar sezgilerdir: Bu ırmak, bu göl, bu dere, bu yağmur, bu
bardaktaki su; ve şunlar da kavramdır: su, fakat bu veya şu görünüş olarak,
özel hal olarak değil de, doğrudan doğruya ne zaman ve nerede olursa olsun su
olan şey; su sonsuz sayıda bir çok sezgi için var olan bir maddedir.
Yalnız şu kadar var ki, kavram,
tümel, kavram, bir yönden artık sezgi değildir, fakat bir başka yönden de
sezgidir ve sezgiden başka bir şey olamaz. Düşünen insan da, düşünmesi
bakımından izlenimlere ve heyecanlara sahiptir: Onun izlenimleri ve
heyecanları, filozof olmayan insanın izlenim ve heyecanlan olmayacaktır, belli
objeler ve tek tek kişiler için duyulan sevgi ve nefret olmayacaktır. Düşünme
gücünün kendisi olacaktır, bu düşünme gücüne acılar ve sevinçler, sevgi ve
nefret bağlıdır; tin önünde objektivleşmek için, bu güç bir sezgi biçimi almak
gereğindedir. Konuşmak, henüz bir mantıksal düşünme değildir. Fakat mantıksal
düşünme, daima aynı zamanda konuşmaktır”.[8]
Sanatçı kendi felsefesinin
sistemcisi olmalı. Tam anlamıyla orjinal kendisine ait ilkelerden hareket
etmelidir. Bütün amacı kendi felsefesini kurarak bu doğrultuda sanat
yapıtlarını yaratmak olmalıdır. Gerçek dediğimiz görüntüler devamlı bir oluş
halindedirler. Bu oluşu ancak sezgi ile kavramak mümkün olur. Sezgi akılla
ispatlanamaz. Bu gerçeklik öznel bir gerçekliktir. Düşüncenin, hayalgücünün,
sezginin ürünüdür. Bir sınırı yoktur. Sanatçı kendini merkez aldığı oranda
orjinal olma gücünü artıracaktır. Sahip olduğu kendi özünü, biçimini
yaratacaktır. Sahip olduğu kendine özgü bilgi ve sezgi kendini yaratmada
sanatçının en önemli silahıdır.
“Madde ile yoğrulan ve pratik
işlemlerden meydana gelmiş olan zeka; hangi konuya dokunsa, onu mutlaka maddeye
çevirmek zorundadır. Böyle yapmazsa hiç bir şey anlayamaz. Zekanın yaptığı
bütün analiz ve sentezler , sırf pratik amaçlar gözetlemenin akıl yürütme
şekilleridir. Eksik de olsa, zekanın uyabildiği yer, madde alemidir. Bunun
için, eksik olmakla beraber, öğrenebildiğimiz bilimler, madde bilimleridir.
Zeka da, kemendini ancak maddeye atabilir. Hayat alanında bu başarıyı
gösteremez. Yaya kalır, çünkü hayat ile kaynaşmadığı gibi geçmişte de, ona göre
yoğrulmamış bulunmaktadır. Bu bakımdan hayat anlamamaktır. Dahası var; zeka
başlıbaşına ne hayati, ne yaratmayı, ne oluşu, ne süreyi ve hatta devamlı bir
oluş halinde bulunan kainatı anlayabilir. Bunun için yalnız zeka ile aka
dayanan bir felsefe sistemi kurmak mümkün olamaz. Böyle bir felsefi düşünce,
mutlak gerçeğe ulaşamaz mutlak gerçeğe erişmek için , zekadan başka bir
yeteneğe ihtiyaç vardır. Bu yetenek “SEZGİ” (INTIUTION) ‘dır. [9]
“BERGSON, yaratıcı evrimin
(EVOLUTİON CREATRİCE) inde diyor ki, “hayat hamlesinin bir döneminde hayvanlar
yem olmamak için, kalın kabuklara büründüler, derin bir tembellik uykusuna
daldılar. Bu dönemde hayat hamlesi, ancak büyük tehlikeleri, göze alacak,
mafsallılar ve omurgalılarda organlaşmak sayesinde uyuşuk ve tembel
yaşayışlarından kurtuldular “. H.BERGSON’da aynı şekilde davranıp, felsefeyi
hareketsizlikten kurtarmak, canlılık kazandırmak. Bu şekilde ileriye götürmek
istemektedir. Bu maksatla felsefeye, zekadan başka, zekanın içgüdü ile
kaynaşmasından doğan “sezgi” (INTIVTION) denilen bir bilgi aracını katmaktadır.
Bu yüzden BERGSON’a bilim düşmanı diyenler bile olmuştur. Aslına bakılırsa o
“zihinciler” ile “mantıklılar” ın karşısındadır. Sezgiçi filozof, zekanın kendi
alanı olan madde aleminde mutlak olarak egemen olduğunu kabul ediyor. Oluş
hakkında, hayat hakkında zekanın mutlak olarak gerçeği bilemeyeceğini söylüyor.
Ona göre, bunları zeka ile içgüdünün karışımı olan sezgi bilebilir. 9
Bilgi sezgiyle kuşatıldığında
gerçeğe yaklaştırır. Gerçekte insanın kendi içinde saklıdır. Bireyin tek gerçek
olduğu, aklında doruğunda kullanıldığında akla sezgiyle yeni ufuklar
kazandırabileceği, gerçeği önemli. Bu gerçek kendi bireysel varlığının farkında
olan sanatçıyı yaratacağı yapıtlarla başka boyutlara taşıyacaktır. Bilimsel ve
sanatsal yaratının gerçek kaynağı sezginin özgürleşmesi ile ortaya çıktığını ve
güçlendiğini görmek gerekiyor. Her an yaratmak vardır ve sürekliliği söz
konusudur. Sezgi kendi başına bir güçtür. Ve bağımsız olmayı gerektirir. Çünkü
kendisinin buna ihtiyacı vardır. Yaşam içinde sezgiye karıştırılacak kavramlar
sezgiyi kör edebilir.
İnsanın kendine ait ilkelerden
hareket ederek yaşamını kurgulaması önemlidir. Kavramlar zihnimizin kalıpları
olmamalı yaşam içindeki bütün gerçeklik bir oluş halindedir. Bu oluş sezgiyle
kavranır. Evrende var olan herşey sezgiyle anlaşılır. Sezgiyle öğrenilir, sezgi
şuuru gerektirir. Şuur bir akış halindedir. Devamlı bir oluş halindedir. Şuur
durumlarında ki durgunluk sabit fikirliliği oluşturur. Bunun öbür uç noktasıda
deliliktir.
Sanatçı, yaşamın her alanında, her
noktasında ve ayrıntısında ki gerçektir. O önce ben varım diyebilir, sonra
dışımdakiler. Orjinal sanatçı kendi sisteminin temsilcisidir. O tamamıyla
orjinal kendisine ait olan ilkelerden hareket eder. Bütün gayesi kendini
yeterli ve özgür bir şeklide ifade edebilmektir. Gerçeği elde etmek bilimin
amacıdır. Ancak bilim gerçeği elde etmekte bazen çaresiz kalabilir. Aslında
gerçek sürekli bir oluş halindedir. Bu oluş zihinsel yaklaşımlarla kavranamaz.
Çünkü insan zihnininin kalıpları ve kavramları var. Bu oluşu sezgi
kavrayabilir. Sanatçı “RASYONALİST” olamaz. O kendi deneylerine ve kendi
şuurunun verilerine inanır. Bu eğilim onda psikoloji ile metafiziği birbirine
yaklaştırır. O her zaman yeni olmak ister. Ancak farklılaşan sürekli değişen
olmak istemez. Onun için yeni olmak bir oluş içinde olmaktır. Zaman onun için
şuurun akışıdır, devamlılığı olan bir akıştır. Şuurda ki bu akış orjinal
sanatçıyı sabit tutmaz. Bu durum onu delilikten, delirmekten uzak tutar.
Sanatçı çizginin altına düşmekten kurtulur.
Orjinal sanatçı da ki değişmeler çok
yavaş seyreder. Bu değişmeler yavaş yavaş ve derece derecedir. Bir şuur
durumundan başka birine geçmek gibidir. Değişmede hiç aralık yoktur. Tıpkı
zamanın akışı gibi. Bu değişim istikrarsızlık değil niteliklerden ibarettir.
Bir çoğaltmadır, ayrıca bir birliktir. Tüm yaşamı kapsayacak, onu o yapacak, ne
parçalanabilecek, ne den bölünebilecek bir birliktir. Gerçek yaratıcılık bir
bütündür. Her parçasıda bütünün kendisidir.
“BERGSON’a göre şuurlu bir varlık
için varolmak değişmekten, değişmek olgunlaşmaktan, olgunlaşmak da sonsuzca
kendini yaratmaktan ibarettir. O halde biz olgunlaşan bir varlık olarak hiç
kesilmeksizin, sürekli olarak kendimizi yaratmaktayız. Yaptıklarımızın
varlığımızdan çıktığı gibi, varlığımızda yaptıklarımızdan meydana gelir.
Yaratma bir ileri hareket ve atlamadır. Her yaratmada heyecan vardır... Şuurun
değişmeleri çok yavaş olur. Bu değişmeler derece derecedir. Bir şuur durumundan
başka birine geçmek duyulmayacak kadar hafif ve yavaş olur. Şuur durumlarının
akışında hiç aralık yoktur. Tıpkı zamanın akışında olduğu gibi, ayrıca şuur
hesaba ve ölçüye gelmez çünkü bu bir nitelik değildir. Şuur, niteliklerden
ibaret bir çokluktur. Burada BERGSON'un şuur teorisi, daha önceki şuur
anlayışından ayrılmaktadır. Bu öyle bir şuur anlayışıdır ki, kendisinde hem
çokluk, hem de birlik bulunmaktadır. Onun için, şuur ne parçalanır, ne bölünür
nede hesaba gelir.
Bergson için, somut olarak zaman,
şuurumuzun bir oluşudur ve yaratıcı bir evrimidir. O halde somut olarak zaman,
ancak şuurda görülebilir. Şuurun her anında, eşsiz bir değişme ve nitelikten
ibaret bir yenilik vardır. “SÜRE” nin ölçülmemesi ve parçalanmaması bundan
ileri gelmektedir. Şuurumuzun her anında, geçmişteki bütün şuur hallerimiz
birikmiş olarak bulunur. Ruh hayatımızda ve bütün durumları birbiri ile
kaynaştıran bir organizasyon vardır. Içebakışı ne kadar derin olursa, şuur
durumların; o kadar bozmadan ve sırf, nitelik olarak yakalayabiliriz. Ne var ki
şuur hallerini dil ile kelimelerle kavramlarla anlatmak mümkün değildir. Şuur
hallerimizin bir eşi daha yoktur. Bir defaya mahsus olarak meydana gelirler,
tamamıyla orjinaldirler. Onun için bu karakterde ki şuuru, sabit olan kelime
kalıpları ile ifade etmek mümkün olamaz onun ele aldığı şuur “TEMEL BEN” dir.
Ona göre şuur hallerinin, zamanında ki gelişmesi mekanik değildir. Hayati,
dinamik ve nitelikle ilgilidir. Bunun için meydana gelmeden önce bilinemez ve
tayin edilemez. Şuurun, zeka dediğimiz donmuş bir kabuğu vardır. Zeka , insanın
tabiat ve toplum ile temasından meydana gelmiştir. Bunun için yalnız
zekamızla.kaldığımız zaman, hiç bir şekilde hür değiliz. Şurası da var ki
kişiliğimizi yapan zekamız değildir. Bunun için hürriyeti zekada değil, “TEMEL
BEN” de aramak lazımdır. “TEMEL BEN” denilen şuurun bu esas yapısına, madde ve
determinizm girememiştir. Tamamıyla hür olan şuurumuzun bu kısmıdır. O halde
gerçek kişiliğimizle ve bütün ruhumuzu katmak suretiyle verdiğimiz kararlarda,
vardığımız sonuçlarda zekamızın determinizmi ve zorunlulukları hüküm sürmüş
değildir. Bu alanda sezgi hakim bulunmaktadır. Akıl mantık ve madde aleminde
determinizm ve zorunluluk vardır “.[10]
Orjinal sanatçı bilinmeyene
görünmeyene yönelir. Bunu sahip olduğu hayal gücüyle, sezgiyle, enerjisiyle
yapar Sezgilerine güvenir. Evreni ve olayları sezgileriyle anlamaya çözmeye
çalışır. Akılcılık ve bilimsellik onu pek tatmin etmez. Düşleri önemlidir.
Gizemli düşüncelerini, yaşamını maddeye yansıtır. İnançlarının ve fantazilerinin
dışa yansıması olan yapıtlarının başkalarınca anlaşılır olup olmaması orjinal
sanatçıyı pek fazla ilgilendirmez ve etkilemez. Hayal gücünün sınırsızlığı,
zenginliği onun en büyük kaynağıdır. Yaratıcılğını içe gömmez, düşlerini özgür
bırakır. Onları özgürce dışa yansıtır. Araç olarakta maddeyi kullanır. Kendini
sahip olduğu sezgisiyle inşa eder, yaratır. Yapıtlarında ki ön koşul kendi
fantazileridir.
Sanatçı kendi gerçeğini görür ve
anlatır. Gerçeğe ayrıntılardan ulaşır. Başka bir boyuttan bütün olarakta
kavrayabilir onun gördüğü herkesin gördüğü gerçek değildir. Orjinal sanatçı
başkalarının ortaya attığı kavramlar üstüne kısır tartışmalara girmez. Bu onun
yapısına, bilgisine ters gelir. Sonra bildiği, inandığı şeyi aşmış olduğu bir
yolla tekrar anlamaya çalışmak mantıklıda gelmez. Sanatçı gerçeğe hep kendini
inşa ederek ulaşır. Bunu dışındakiler için düşündüğünde de toplum,millet, ırk,
din veya insanlık noktasında ele aldığında aynı düşüncesi devam eder. Zihninde
gelecekle ilgili bir takım soru işaretleri vardır. Bu soruların cevaplarını
bulmak için bugünü değerlendirir. Yaşamın her detayı önemlidir. Bizi
yapılandıran bizi ben yapan veya ben olmaktan uzaklaştıran yoğunluklar her an
bizi kuşatır. Her detayda bir anlam, bir derinlik, bir gizem vardır. Biz
insanlar iradeyle irade dışının sınırındayız. Hem güçlüyüz hem güçsüz. Seçme
özgürlüğümüz olduğu kadar seçememe acizliğimizde var aynı durum devletlerin,
dinin ve insanlığın gelişiminde de var. Bunun iki boyutu ve bu boyutların tayin
edilmiş sınırları var. Bir boyutta sınırsız özgürlüğe kavuşmak diğer bir boyuta
ulaşmak için gereklidir. Bu gereklilik gerçek sanatçı için vazgeçilmez özgürlük
olmalı. Bu özgürlük onu, bilinmeyenin peşinde olduğu için öbür boyuta
taşıyacaktır.
“ Yaratıcı güç, her adlandırmadan
kaçar. Son çözümlemede, sözle anlatılmaz bir giz olarak kalır. Fakat ulaşılmaz
bir giz, bizi en gizli yanımıza değin sarsmaktan uzak kalmaz. İlgimize değin.
Biz bu güçle doluyuz. Nasıl olduğunu söyleyemiyoruz. Fakat değişen bir ölçüde
kaynağına yaklaşabiliriz. Ne olursa olsun bu gücü açıklamamız tıpkı kendini
bizde gösterdiği biçimde, onu işevleriyle belirtmemiz gerekir'’...[11]
Orjinal sanatçı kendi düşgücünü
sergiler. Bilinmeyen, görünmeyen dünyanın perdelerini aralar. İnsanları hiç
göremedikleri, bilmedikleri dünyasında dolaştırır. Orjinal sanatçıdan klasik
anlamda entellektüel tavır beklenemez, o aslında bir entelektüelden çok, yüksek
bir bilgedir. Dinsel, büyüsel, mitolojik, inançlarıda olabilir. Aslında orjinal
oluşunda ki güç bu inançlardan kaynaklanır. O başkalarının bilmediklerini,
görmediklerini bilip ve görmektedir. Onun yapıtlarında gerçek ile gerçeküstü iç
içedir. Fakat orjinal sanatçının düş gücü görünen gerçeğe baskın çıkar. Sezgi
onun sanatının temelini oluşturur. Belki bu dışında ki gerçekleri güzel
bulmayışmdan kaynaklanıyor olabilir. Gerçek gibi görünenin gerisinde olanlar
onun için önemli olabilir olmalıdır da. Çünkü sanatçının düşüncesi dış
geçeklerden daha üst düzeydedir. Orjinal sanatçı düş gücü ile kendi gerçeğini
yaratır. Artık sanatçının düşleri yapıtlarında görselleşir. Gerçeğin dışında
başkalarından farklı bir dünya kurgulamayı başarmışsa sanatçı o derece başarılı
olur.
Orjinal düşüncede ve tavırda
sanatçının kendine has mitosları olmalı. Bu bir ön koşuldur. Bu mitoslar
tamamıyla sanatçının yarattığı ve inandığı olabildiği gibi ( Bu sanatçıyı ve
yapıtlarını daha orjinal kılar). İnsanlığın ortak inandığı mitoslara getirilen
farklı yorumlarda olabilir. Bu mitoslar her ne kadar ortak inançlardan
kaynaklansa da sanatçı bunu öznel olarak yaşar, düşsel bir biçimde sanat yapıtı
olarak somutlaştırır. Orjinal sanatçılar kendilerini merkez alırlar. Bunun
örneklerini gerek sanatçıların yarattıkları yapıtlarda gerekse yaşam
biçimlerinde görmek mümkündür. Duyuş ve davranış biçimleri insandan insana insana
farklılık göstermeli. Orjinal sanatçınında düşgücü, doğa ve toplum olaylarına
bakışı da bu yönde farklılık içerir. Ancak sanatçıların büyük bir çoğunluğunun
hem düşünce hemde biçim olarak birbirlerinden etkilendikleri de gerçektir. Bu
önemli bir bir sorundur. Yaratıcı sanatçıların ise kendi biçimlerine
yöneldikleri görülmektedir. Buda sanatçının “ÖZGÜN” (ORJİNAL) olmasının
sağlayan önemli etkendir.
Sezgisiz, destansız, düşsüz,
kalındığında sanatsal yaratı olamaz. Bu destanlar, bu düşler bilinenlerin dışında
yeni iseler özel önemleri olur, ve ilgi görürler. Orjinal sanatçının düşsel
dünyasında vazgeçemediği en önemli unsur, insan aklının dışında olan
anlaşılmazlık, bilinmezliktir. Bu sanatçının yarattığı yapıtlarının en önemli
özelliğidir. Aklın almadığı, mantık dışı olarak da kendine özgü mantığı olan
düşsel yeni bir dünyadır. Bu dünyanın elemanları doğaüstü varlıklar olabileceği
gibi tanıdığımız tanımadığımız canlı ve cansız nesnelerin kendilerinde
olabilir. Fakat bunlarla mekanlar arasında ki ilişki, yeniden biçimlenişleri
sıra dışıdır görünen dünyanın ötesinde şaşırtıcıdır. Sanatçı bilinmeyen
görünmeyen bir dünyanın varlığını oluşturduğu sanat yapıtlarıyla ispat
edebilir. Çünkü sanat yapıtının varlığı bir gerçektir. Sahip olduğu içeriğinde
etkileyen, farklı gelen, duyarlı bir şekilde ifadesini bulmuşsa; buda sanatçı
zihninin hayalgücünün zenginliğinin ifadesidir. Bunların akla mantığa ve başka
düşünce şekillerine uymadığı gerekçesiyle rededilmesi mümkün değildir.
Sanatçı, gizemli düşüncelerini, inançlarını
, kendi yaşamını yaptığı, yapacağı yapıtlarına özgürce yansıtmalı... Bu özgür
ifade izleyenleri derinden etkiler. Sanat yapıtlarında ki gizemi çözmek ancak
sanatçının kendisini tanımakla mümkün olur. Eğer sanatçı buna izin verirse...
Verdiğini düşünürsek kaynağına inebilmek için sanatçının bildiklerini bilmek
öğrenmek gerekir. Gerçek sanatçı elinde kimsenin bilmediği bir gücü
bulundurandır. Bu gücüyle hayranlık uyandırandır. Büyüsel bir etki gösterir.
Gücün olumlu olumsuz yönleri olabilir. Toplumda büyüsel yeri olan hakkında
mitoslar yaratılan kişidir sanatçı. Başkalarından farklı olması, farklı
görünmesi, farklı düşünmesi onun etrafında bir çekim alanı yaratır. Gerçek
anlamda güçlü sezgisel bir tarafı vardır. Bunu kullandığında olağan üstü şeyler
yapabilir. Bu şeyler kötü de olabilir. İyi de bunlar sanatçının yaşama nasıl
baktığı ile ilgilidir. Sanatçı kötünün peşinde olabilir. Sanat açısından
bakıldığında kişisel estetiği çok orjinal olabilir. Kötünün peşinde olan
sanatçı güçlü sezgisiyle, güçlü kişisel estetiği ile değerli yapıtlar
yaratabilir toplumsal değer yargılarını red ederek cehennemi tercih edebilir.
Bu onun orjinal sanatçı olmasına, ilginç yapıtlar üretmesine engel değildir.
Yaratıcı
güç sürekli yaratır, yoğun yaşar evrenin bütün yükünü omuzlarında hisseder.
Sonsuzluğun çekiciliğine kapılır. Sanatçının söyleyecek çok şeyi vardır.
Söylerken farklı söyler. Görünür olanı kopye etmez, onu kendine göre görünür
kılar. Sanatsal yaratı doğası gereği, sanatçıyı kolayca kendine göre, kendine
özgü bir soyutlamaya götürür. Burada düşsellik, olağanüstülük vardır.
Anlaşılmakta güçlük çeker. Herşeye rağmen hayalgücü sınırsızdır. Çok geniştir.
Görünen dünyanın ötesindekileri görür. Onun iç alemi coşkuludur. Yaratmak
sanatçıyı yaşama bağlayan önemli bir etkendir. Yaratmak bireysel bir çabadır.
ORJİNAL
KİŞİLİĞE PSİKO-ASTROLOJİK YAKLAŞIM.
Hayatımıza bir anlam katmak ihtiyacı
psikolojik gelişmemizi gerekli kılıyor. Öğrendiğimiz her yeni şey içimizde var
olan ağır karmaşanın biraz hafiflemesinde netleşmesine vesile oluyor veya
olmuyor. Net olmak aslında ne olmaktır. Ne olduğunun bilincine varmış olmaktır.
Hayatta ki amacımızın ne olduğunun kesinlik kazanmasıdır. Nelerden
hoşlandığımızın veya hoşlanmadığımızın, yaşam içinde ki konumuzun ne olup
olmadığının belirlenmesidir. Bize öğretilen veya kendimizin öğrendiği kısaca
öğrendiğimiz her yeni şey bizi daha karmaşık hale getirebileceği gibi,
netleştirebilirde. Kişiliğimize uymayan hayatımız da doğru kullanamayacağımız
bilgi ve bunun sonucu oluşacak fonksiyonlar gereksiz ağır bir yük halinde
gelebilir. Daha net söylersek sosyal gerçek dediğimiz toplumsal yaşamın bize
yükledikleri kişiliğimizle örtüşmez ise kendimizi keşfetmemize imkan bulamadan
başka bir benlik gibi hayat süreriz. Kendimizi keşfetmek veya keşfedene kadar
bizi bir yapabilecek parçaları bulup onu hayatımıza sokmak önemli ancak kolay
değil. Bu durum zaman alabileceği gibi çok çabukta gerçekleşebilir.
İnsanın kendisin keşfetmesinin bir
sistemi var mı? Elbette var. Bir kaç sistem var. Hem psikolojik hemde spiritüel
geleneklerde karakterleri belli kategorilere ayıran ve bunların analizi yapan
bir kaç sistem var. Ancak yaşamın doğal akışında insanın kendini keşfetmesi çok
daha öğretici, çok daha zevkli ve heyecan verici yöntemdir, öbür sistemleri
anlayabilmek yüksek bir bilgelik gerektirir. Yüksek bilgelik yaratılış özünü
bilmektir. Bunun herhangi bir dinsel inanç sistemiyle alakası yoktur. Yaratılış
yasasının özünü bilmek evrende ki yasaları bilmekle aynı şey değildir. Evrende
sonsuz sayabileceğimiz yasalar var. Ağacın çiçek açması yağmurun yağması gibi.
Sonsuz yasaların her biri ayrı ayrı detaylardır. Bütünde ki öz değildir. Öz
bunların tümünün içinde saklı olduğu gibi Tümünü de kapsar. Burada önemli olan
bütün yasaların işleyiş biçimidir, işleyiş biçiminde ki matematik kurgudur. Bu
çok önemli bir ipucudur. İnsanın gerçek kişiliğinin (MİZAÇ) ne olduğunun
farkında olması. Bu matematik kurgunun bilincinde olmasıyla mümkün olur.
İnsanın bireysel yaşamında ve de doğayla ilişkisinde hep bu matematik kurgu
vardır. İnsanın varlığı da - yokluğu da bu matematik kurgu ile ilgilidir. Bu
sistemin farkında olmak ve sistemi bilmek hayatı daha da anlamlandırır
düşüncesindeyim. Kişinin ne olması gerektiğini, toplum içindeki konumunu
öğretir. Hayatımıza bir bir netlik, bir nitelik, bir huzur ve en önemlisi
mutluluk getirir.
Kişilik özelliklerimizin neler
olduğunu fark etmek bizi yaşama bağlayacak mesleğimizin ne olması gerektiği
konusunda ipuçları verir. Kişilik özeliklerimizin neler olduğunu anlamak
istediğimiz de isteğimiz paralelinde bilgi edinmemiz gerekiyor. Bilgi
edinebileceğimiz alanlar : Psikoloji, Astroloji, Numeroloji ve bunlara yardımcı
olabilecek diğer alanlardır. Ancak şunu da itiraf etmek gerekir ki insanı
bütünüyle anlamak bugün pek mümkün gözükmüyor. Kimsenin böyle bir iddiası da
yok, belli bir oranda anlamak bile çok uzun zahmetli ve sabır isteyen bir
yoldur. Bazan bu uzun yolda çıkmaz sokaklarla karşılaşma olasılığı da vardır.
Çevremizde bulunan insanların görünüşlerinin ötesinde neler olduğunu merak edip
onları incelemek pek kolay değildir. Birçok riski beraberinde getirebilir.
İnsan denen varlık doğduğu günden
itibaren binlerce değişik etkilerin kuşatması altındadır. Bu etkiler sadece
doğduğu günden itibaren varolan etkileri içerir. Bir de doğmadan varlığımızı
belirleyen etkiler vardır ki bunların neler olduğu konusunda fikir
edinebilmemiz konumun derinleşmesi oranında ilerleme oldukça karşılaşacağımız
ipuçları sayesinde mümkün olacaktır. Doğduğu günden itibaren insanı kuşatan etkiler
sosyal olaylar, aile, çevre, ırk, sınıf, ekonomik ve kültürel yapı, ait olduğu
din, fiziksel durumu, cinsiyeti gibi unsurladır. Bütün bu sayılan unsurlar
değişken özellikler gösterir. Bunların değişken olması sosyal gerçekler
olmasından ve insan faktörünün belirleyici olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak
değişmeyen insanın da belirleyici olamadığı kainat gerçeği vardır ki daha
doğmadan insan varlığının bir yönünü değişmeyecek bir biçimde kurgular. Bu
doğum, yaşam ve ölümü içeren kurgu içersindeki kişiliğimiz (MİZAÇ) dir.
“
Yüzyıllar boyunca, insan doğasının gözlemcileri insan kişiliğini şekillendiren
güçleri daha iyi anlamayı sağlayacak faydalar aradılar. Farklı zamanlarda ve
farklı kültürlerde, hem psikolojik hem de mistik geleneklerde pek çok içgörü
vasıtası ortaya çıktı. Tüm bu yöntemler ve “ BİLİNÇ HARİTALARI” evrenin ve
psişelerimizin rasgele ya da kaotik olmadıklarını, belli bir yapıya ve düzene
sahip olduklarını kanıtlama girişimlerimizi temsil ederler”...[12]
“PİTAGOR bir matematikçi,
geometrinin kurucularından biri olarak tanınır daha çok. VVorld book
encylopedia’ya göre “Pitagor sayının herşeyin özü, aslı olduğnu öğretmiştir. O
mistik şekilde sayılarla özellikler, etkiler, renkler ve başka bir çok fikir
arasında ilişki kurmuştu. PİTAGOR ayrıca, insan ruhunun ölümsüz olduğunu da
öğretmiştir. O bu fikirleri doğuya yaptığı yolculuk sırasında edinmiş olabilir.
O bir okul (kardeşlik) de kurmuştur. “ENCYLOPEDİA BRİTANNİCA" ise bu
konuda “Pitagor kardeşliği yapı olarak dindar da olsa, eflatun ve Aristo’nun düşüncelerini
etkileyen prensipleri formül haline koymuştur. Pitagor’un kendisiyle başlayan
entellektüel geleneğin büyük bir kısmı, bilimsel ilimden çok mistik bilgeliğe
aittir”, demekte.
Diğer holitik düşünürler gibi,
pitagor da bugün, çağdaş fizikçilerin bir zaman mistiklere, filozoflara ve
ilahiyatçılara bırakılan alanlara girmeleri gibi aynı şekilde insan bilincinin
bir çok yüzeyiyle ilgileniyordu. O, insanlık ortaya çıkmadan önce varolan
devrelerden, kayıplardan ve enerji dalgalarından söz etmiş ve hayat
yollarımızın kökenleri ve amacı varoluşun gizemini ve mekanikleri içinde saklı
kalmış büyük ve ebedi yasaları nasıl yansıttıklarını anlatmıştı. Formu’un ve
frekansın esaslarını araştırırken, zihin ve madde arasında ki ilişkileri
keşfetmiş ki daha önce böyle bir düzen mevcut görünmüyordu; ve psişenin
sırlarını çözecek anahtarlar olan gizli sayısal kalıplara dikkat çekmişti.[13]
Astrolojik gerçek bana göre bir
ahengin ifadesidir. Karmaşanın düzene sokulmasıdır. Astroloji kendimizi
tanımamızı sağlar. Yaşamın ritmine uygun bir akış astrolojik gerçeğin
kendisidir. Bunu bozduğumuz taktirde hem kendi fizyolojik ve ruhsal yapımızı,
hemde sosyal gerçekte ki ritmi bozarız. Kainat gerçeğinin işleyişinde
oluşturduğu bu matematiksel kurgu zamana bağlı bir düzenin işleyişinde ki
belirlenmişliktir. Sosyal gerçeğin (İnsan Müdehalesi sonucu oluşan organize
edilmiş yaşam) belirienmişliği değişkendir. Burada ki matematiksel kurgu insan
aklının ve nefsinin ( İç Güdü) insiyatifine kaldığı için değişkenlik gösterir.
Bu değişkenlik insanın, sosyal, ekonomik, kültürel yapısını etkilediği gibi
ruhsal yapısını da etkiler, ancak mizacı tümüyle etkileyemez. Ritim bozulur,
mizaç bozulmalarda uğrar ancak yok olmaz, yeniden bir düzene girebilir. Ritmin
bozulmasında ki temel neden sosyal gerçeğin var olama nedenidir. Sosyal gerçek
kainat gerçeği ile bir uyum kurabilirse ritim bozulmaz, ahenk devamlılık
gösterir. Bu da yaşama katılan bütün insanların mizaçlarının oluşturduğu yaşama
katkı sağlayacak kapasitelerini doğru kullanmak anlamına gelir. Sonucu
mutluluktur, tatmindir, ayrıca evrensel kültürün devamlılığıdır.
Yüzyıllardır insanlığa ortak ölçüler
benimsetilmek istenmiştir. Elbette ki insanın olduğu her yerde kaos olabilir.
Bunun için genel kitlelerin belirli ölçülerde bir araya getirilerek organize
edilmeleri gerekli görülebilir. Günümüzde ortak ölçüler, ilkeler modernleşme,
demokrasi, insan hakları gibi amaçları içerir.
Ancak bu ölçüler hiç bir zaman
yerinde ve tam anlamıyla uygulanmamaktadır. İnsan yaşamına bir anlam katmalı,
yaşamını sürdürmesi için bir amaç edinmeli... Yaşamımızı anlamlandırmak,
yaşamımıza bir yön verebilmek, ruhsal gelişmemizi gerçekleştirmekle ve mümkün
olmaktadır. Çok defa bilincimizin farkında olmasak ta bilinçaltımız bize
yapmamız gerekenleri yaptırmaktadır. Sezgilerimiz, rüyalarımız bize yön
çizmemizde önemli mesajlar iletebilirler. Ancak aklımızın bütün bunlara hakim
olması eksiklerimizi tamamlamamıza doğru meslekler edinmemize ilişkilerimizi en
olumlu bir şekilde sürdürmemize, sosyal gerçek içinde ki yerimizin belirlenmesinde
kendi payımıza düşeni en iyi şekilde yerine getirmemize yardımcı olur.
Şuurlu
bir varlık olunduğu sürece gelişmek, olgunlaşmak kendini yaratmak her an
vardır. Bu bize bahşedilmiş seçme özgürlüğüdür. Sınırları hem bu boyut için hem
de diğer boyutlar için belirlenmiştir. Fark eden insan bulunduğu boyutu açmak
ister. İstediği boyutta ki varlığını sürdürebilmesi aşmış olduğu bir alt
boyuttaki durumunu düzene sokmasıyla mümkün olur; bunun sırrı da sezgiyi
güçlendirerek fark etmektir. İnsan organizmadır, toplumda bir organizasyondur.
Organizmayı sosyal gerçek içinde şekillendiren ona yön veren, bunun için belli
disiplinleri oluşturan yine bu toplum içindeki zekasını, aklını ve sezgisini
daha ileride kullanan insanlardır. Bu insanların genelde yaptıkları tek şey
genel kitlelere alışkanlıklar kazandırmaktır. Ortak alışkanlıklar
kazandırıldığı sürece bir arada çözülmeden yaşamak mümkün olur. Ancak bu durum
organizasyon yapanlara bir güç bir enerji de kazandırır. Peki bu gerçek içinde
sanatçı ne yapmalı ? Bu sistem içinde nasıl bir yön çizmeli ? Belli
alışkanlıklar edinip genele mi dahil olmalı, yoksa şuurlu bir varlık olduğunun
bilinciyle gelişmesini olgunlaşmasını kendi kendini yaratmasını sürdürmeli mi?
Onu kainatın gerçeği mi ilgilendirmen yoksa bu boyutla sınırlı sosyal gerçek
mi? Yada kainat gerçeği ile sosyal gerçeğin uyumlu oldukları oldukları bir
yaşam mı ?
Seçenekler sunulur. İnsan tercihini
yapar veya yapmaz. Seçenekler karşısında tercih yapmayan insanın kendisi bir
seçenek sunuyor olabilir, yeni bir sözü var olabilir,kendisi bir seçenek sunan
kişi için üretim sözkonusudur. Tüketilmeye yönelik üretilmişleri, tüketmek
yerine kendi ürettiklerini sunmak bazı zekalar için daha heyecan verici
görülebilir. Yeter ki bu insanlar farklı olduğunu fark edebilsinler
Astrolojik
gerçek kendimizin başkalarından ne kadar farklı olduğumuzu göstermekle birlikte
ne kadar benzeştiğimiz de farkında olmamızı sağlar. Sosyal yaşamda her alanda
başarılı organizasyonların yapılmasında astrolojik gerçeğin önemli katkıları
olacağı inancındayım... Psikolojik ve spiritüel geleneklerde bu matematiksel
şifreyi çözmeye çalışan kişilikleri kategorilere ayıran bir kaç sistem var.
İnsanda ki bu kurgu, evrenin kendine özgü yüksek düzeni ifade eden yasaları
gibidir. Yerçekimi yasası kadar gerçektir. Bunlara spiritüel yasalar denir.
Keşfi bilimsel metotlarla ispatlanabilen bu yasalar matematiksel bir düzeni
ifade eder. İnsanlık bu matematiksel kurgunun nasıl gerçekleştiğini, adeta bir
şifre görünümün de ki bu kurgunun nasıl çözüleceği konusunda bir kaç yöntem
bulmuşlardır, bunlar birbirleriyle örtüşür, birbirlerini tamamlar. Ancak bu
şifre çözüldükçe yeni şifrelerle karşılaşıp yol almaya devam edeceğiz. Bu yol
insanın kendini keşfederek inşa etmesidir...
TEMEL ROLLER
VE ÖZELLİKLERİ
İnsanlar
yaşamlarında bir çok farklılıklar ortaya koysalarda belli başlı rollerden
birinide esas rol olarak oynarlar. Bu roller “HİZMETKAR, SANATÇI, SAVAŞÇI, RAHİP, BİLGE, KRAL,
ALİM” gibi rollerdir. Bu roller mesleklerden ayrı
değerlendirilmeli. Çünkü bunlar dünyayı algılama ve yorumlama biçimidir. Bir
çok meslek, bu dünyayı algılama ve yorumlama biçimlerinden birinin
türevleridir.
Sosyal gerçek içinde yaratılış
gayesinin keşfedilmesi ve buna göre yaşama yön verilmesi bazan güçleşebilir.
Asıl rolü sanatçı veya başka bir rol olan kişi, başka bir rolü oynayabilir;
başarılıda olabilir. Ancak unutulmaması gereken önemli nokta kendi rolünü (
orjinal rol) bulup oynayan, yaşam içinde çok daha fazla başarılı olur. En
önemlisi başarının yanında kendi içindeki çelişkiler ortadan kalktığı için
mutlu da olur. “ Roller bir prizmadan geçen beyaz ışık tayfı gibi yedi
renktir”. Her rengin bir anlamı, bir güzelliği, bir işlevi vardır. “Hizmetkar
sanatçı, savaşlı, rahip, bilge, kral, alim” gibi yedi ana rolünde kendilerine
özgü belli özellikleri vardır. Sanatçıların yaratıcılığı, alimlerin yaratılış
yasasını sorgulamaları, rahiplerin uyarıcı ilhamları, hizmetkarların
karşılıksız vericilikleri, kralların yönetme arzuları ve yetenekleri,
bilgelerin aktarmaları, anlatmaları, savaşçıların yapma, yerine getirme
özellikleri rollerinin esasını oluşturur. Bu roller insanın gerçek formlarıdır.
Bu var eden kainat gerçeğidir. İşleyişi ise matematik kurgudur.
Toplumsal yaşam içinde gerçek
rolümüzü oynayabilmemiz, insanın sosyal gerçek içindeki bencilce müdehalesini
bir yana bırakarak evrensel yasaların işleyişine bir anlamda saygı duyarak, bu
yasalarla uyum içine girmesiyle mümkün olur, bazı insanlar kendilerine ait
orjinal rollerini çok çabuk keşfedebilir. Bazan bu çok uzun zamanada
yayılabilir, bazanda hiç gerçekleşmeyebilir. Kendi rolümüzün yerine, bize
toplumsal yaşam içinde gerek aile, çevre , gerekse kurumlar ve sistem
tarafından başka roller empoze edilebilir; ve biz bu rollere yönelebiliriz.
İnsanlara ne şekilde, ne biçimde davranması gerektiğini öğretirken, ana
rollerine göre yönlendirme yapmak, organize etmek sosyal gerçeği var eden ve
düzenleyen sistemin dikkat etmesi gereken önemli bir konudur. Önemli diyorum
çünkü toplumsal ahenk buna bağlıdır.
Kendi orjinal rolümüzü
keşfettiğimizde esas alacağımız özellikler dört noktadır. Bunlar “ilham, ifade,
eylem ve özümseme dir” İLHAM : Hizmetkar ve rahip rollerini içerir. Bu grup,
insanlara sevgi, şefkat duygularıyla yaklaşırlar içsel vahiyler geçirerek ilham
verirler. İFADE: Sanatçı ve bilge rollerini içerir. Bu roller fikirleri,
hisleri, semboller, konuşmalar jestler, renkler ve biçimlerle ifade etme
konusunda yeteneklilerdir. Bu bir anlamda yaratıcı roldür yaşama bir güzellik,
bir renk, bir eğlence katar. EYLEM: Kral ve savaşçı rollerini içerir. Bu
roldekiler, görev yerine getirme, iş yapma, organize edip harekete geçirme,
saldırma, yapma yapma gibi eylemleri tanımlarlar. ÖZÜMSEME : Alim rolünü
içerir. Bu gözlemci, sorgulayıcı, keşfedici özellikler içerir.
“Hizmetkarın özü hizmet etmektir,
başkahnın iyiliği için çalışmak ve onların istek ve ihtiyaçlarını doyurmalarına
fiziksel anlamda yardım etmektir.
Rahibin özü şefkattir, başkalarının
üzüntü yada talihsizliklerini derin bir biçimde anlamak ve bunları gidermek
istemektir, ruhsal anlamda en yüksek hayır olarak algıladığı şey olarak
çalışmaktır (Başkalarının ruhsal gelişim ve gereksinimlerine hizmet etmektir).
Sanatçının özü yaratma, yeni görme,
yapma, hissetme biçimleri kat etme, çevreyi daima yeni, daima farklı olacak biçimde
değiştirmektir. Bu binalar, yollar ve manzaralar gibi yeni modalar, stiller,
şekiller yapılar yaratmak anlamına gelir bu bir atmosfer yaratmaya dek uzanır.
Bilgenin özü ifade etme ya da
bilgeliktir, ve iletişim kurma yeteneğidir. Bu oyun ve eğlendirmeyi de içerir.
Savaşçının özü ikna etmektir, bu
insanları planlar ve strateji ile organize etmek için gerekli bir yetenektir.
Kralın özü hükmetmektir. Bu herkesi
yönetip denetleyerek en iyi sonucu üretme yeteneğidir.
Alimin özü, özümseme ya da bilgidir,
bu bilgiyi kavratıcı ve yararlı bir biçimde biriktirme ve düzenleme
yeteneğidir”.[14]
ROLLERDE OLUMLU OLUMSUZ KUTUPLAR
HİZMETKAR:
“OLUMLU KUTUP : HİZMET
Sevecen, sıcak, ilgili, ilham
verici, muktedir, başkalarına yönelmiş, yeterli, güvenilir, dostça, kendini
adamış, hizmetlere bakıcı; başkalarına hizmet yoluyla ruhen gelişir.
Kurban edilmiş, köleleştirilmiş,
mazlum olmuş, kendini feda edici, kurnazca yönlendirici, tatsız bir biçimde
duygusal, sınırlı, tahakküm edici, el altından iş gören, boyun eğen, paspas
gibi ezilen, eyleme geçmeyen, uygun hizmet biçimini göremediği için insanları
uygunsuz faaliyetlere zorlayan”.[15]
RAHİP:
Şefkatli, ilham verici, sevecen,
coşkulu, şifa verici, sıcak, yol gösterici, duygusal olarak bağlı, besleyici,
vizyoner, misyon duygusuna sahip, insancıl, yardımsever, gezegen ya da ülkenin
bir bütün olarak farkında, insanların ataletlerini ya da değişmez
alışkanlıklarını, programları kırmaya yönelmiş (Doğa teşvik ediciler)
OLUMSUZ KUTUP: AŞIRI ATEŞLİLİK
Ateşli, fanatik, sabırsız, vaaz
verici, ayakları havada, başkalarını kendi dinine sokmaya çalışan, makul
olmayan, vizyonunda mantıksız a-pratik ; sizde yanlış birşey olsa da olmasa da
sizi düzeltmek eğiliminde tepkisel olma eğiliminde, bağnaz”[16]
SAVAŞÇI:
Üretken, planlı, düzenli, girişken,
enerjik, göğüs gerici, odaklanmış, doğru sözlü, becerikli, karalı, ailesine
bağlı, koruyucu, anaç, savunucu, ayakları yerde, gururlu, ilkeli akli merkeze
değer verir, hareket merkezli faliyetlerde becerikli, örneğin ellerini iyi
kullanır, pratik, güvenilir sadık, mücadeleyi sever.
Evsizler zayıf insanlar için, hasta
insanlar için yapılar oluşturmakta başarılı. Savaşçılar insanların toplum
yapısı tarafından korunmaları ve beslenmeleri için okullar, hastaneler, itfaiye
merkezleri kurar ve yasalar oluştururlar, onlar toplum kurucularıdır, onlar
uygarlığa katkıda bulunurlar ki sanatçılar kültürü oluşturabilsinler.
Savaşçılar hayatta kalmaya yönelik
becerileri öğretmekte ustadırlar, örneğin çocuklara yetişkinliğe nasıl
geçebileceklerini öğretirler. Onlar fiziksel katta iyidirler ve fiziksel
alandan cinsel ilişkiden, koklamaktan, dokunmaktan, yemek yemekten vs.
hoşlanırlar.
Kabadayılık edeci zor kullanıcı, dar
kafalı, sindirip yıldırıcı, sıkıştırıcı, duygularını ifade edemeyen aşırı
heyecanlı, sinirleri bozulmuş, gerilimli, öznel, hiddetli, küstah, pervasız,
kaba, mücadele ya da çatışma arayan, tartışmacı, yıpratıcı, taciz edici,
bağışlamaz güvensiz, vahşi, kuşkucu, dolambaçlı, kaçamaklı”.[17]
KRAL:
Mükemmellik, çevrelerinde ki
insanları da mükemmele eriştirmeleri yönünde etkilerler; nazik, doğal liderler,
yüce gönüllü, karizmatik; strateji uzmanları; kendine güvenen , dengeli, çok
yönlü, hakim, bilgili, vizyoner, yetki vermekte başarılı, para konusunda
başarılı, savaşçılardan daha sesiz ve nazik; herkesle iyi anlaşır ve sadakat
bağlılık aşılar, iyi generaler, başkanlar ve şirket başkanları olurlar.
Başka insanları
karmalarıyla ve kralla temasa gelecek şekilde kendilerine çekerler.
Aşırı talepkar, kontrol edici,
hoşgörüsüz, insafsız, zorba, müsrif, amansız, aşırı derecede küstah; genelde
diğer insanlara istediği şeyi yaptıran”[18]
BİLGE:
İfade edici, akıllı, eğlendirici,
algılayıcı, dramatik, şakacı, meraklı, sakin, bilgi verici, renkli, anlayışına
uygun biçimde davranır, bilgili, iyi konuşur, medyanın her alanında
başarılıdır; iyimserlikle, yaşamın kaygısız ve neşeli yanını öğretir. Hayatta bir
yandan her istediğini elde edip bir yandan da eğlenebileceğine inanır; onlar
eğlence sunarlar ve daha çok eğlenmeyi tercih ettikleri içinde daha yavaş bir
biçimde büyürler.
OLUMSUZ KUTU : ANLAMSIZ VE AMAÇSIZ
KONUŞMA
Nutuk çekmeye meraklı, aldatıcı,
zorla dikkatleri üstüne çeken gürültücü, yavan aşırı dramatik, ben - merkezci,
sıkıcı, bilgiyi adeta zorla boğazına tıkıştırır, bir şeyi siz öğrenmek
isteseniz de istemeseniz de size öğretir; hayatınıza zorla girme eğiliminde
dedikoducu, yalancı, kaypak, sorumsuz, olağanüstü gevşek karakterler “[19]
ALİM:
Anlayışlı, bilgili, doğru sözlü, çok
dikkatli, pratik, bütünleştirici, tarafsız, arabulucu, ayakları yerde, sağlam,
meraklı, gözlemci, berrak, mantıklı serüvenci. Bir kez olsun her yere
gitmiştir, cesurdur ama bunu göstermez, insanların hatalarını tekrarlamalarını
önler, çünkü o hataları hatırlar; onlar diğer rollerin temizlik ekibidir.
Kuramsal, soyut, kafası karışmış,
herşeyi aklileştirme eğilimine, münzevi; içine kapanık, itiraz kabul etmez.
Biçimde konuşan, küstah, usandırıcı, sıkıcı, ağır, aşırı titiz, duygular
tarafından yönetildiği için mantıksız, dikkati hiç çekmeyen kibirli”. [20]
SANATÇI ROLÜ
SANATÇI:
“OLUMLU KUTUP : YARATMA
İçinden geldiği gibi davranan,
yenilik yaratıcı, özgün, eksantrik, hayalgücü kuvvetli, vizyoner, icatçı,
oyuncu, ruh hali yaratıcı, farklı, diğerlerinden daha büyük öz, yeni olana
uzanan, kaos üretici (Ki daha sonra savaşçılar bu kaosu düzene sokarlar) ve
(ister erkek olsun ister dişi) babacan
OLUMSUZ KUTUP: KENDİNİ ALDATMA
Kafası karışmış, başkalarını aldatan,
sorumsuz, karamsar, kendi isteklerine düşkün, sahte, düşüncesizce hareket eden,
acayip, diğer rollerden daha duygusal ve bu yüzden de ağır çöküntülere maruz;
zayıf- iradeli, başkalarının durumlarını kontrol etmelerine izin verip, böylece
kendi gücünden feragat eden”[21]
“Sanatçının özü yaratıcılıktır.
Hayata daha önce asla yapılmamış bir şey getirme arzusudur. Bu nasıl başarılır?
öncelikle yaratıcılık, icat yeteneği ve mühendislik ile, sanatçı yaratıcılığını
yeni formlar ve atmosferler yaratmak için kullanan dar-odaklı ifade rolüdür.
Sanatçı için tüm yaşam üzerine yeni, farklı bir şeyler yapılacak bir tualdır.
Sanatçılar yaratıcılık ve icat
yoluyla ifadede uzmanlaşırlar. Yaratıcılık şekillerinden bilide bir grup
ortamında atmosfer yaratmalarıdır. Bazen bir sanatçının sadece varlığı bir
değişimin meydana gelmesi, bir odada ki niteliğin dönüşüme uğraması için
yeterlidir. Bir başka deyişle sanatçının bir etki yaratmak için ille de bir şey
yapması gerekmez. Onun olduğu gibi olması yeterlidir.
Sanatçı yüksek frekanslı bir roldür
ve bu onların hayata akıcı esnek bir biçimde yaklaşımlarını sağlar. Onlar aynı
anda bir kaç farklı projeyi ele almaya muktedirler. Sanatçılar, diğer rolleri
şaşkınlığa düşürebilecek şekilde yararlanabilecekleri bir çok olanak
yaratırlar.
İş alanında bir çok meseleye, mali
işlere, vergiye, üretim programına, pazarlamaya vs. el atıp, hepsinin de
görünüşte yarı - rastgele bir biçimde hakkından gelebilirler, ancak sonra bu
işi sonuna kadar götürecek güce sahip olmayabilirler.
Sanatçılar her düzeyde ifade edici
bir biçimde yaratıcıdırlar. Onlar dünyaya, sanki o üzerinde yaratıcılıklarını
gerçekleştirebilecekleri bir tualmış gibi yaklaşırlar. Bir çoğu kendi derisini
bir tual gibi görür, ve döneme yaptırmak onlara neredeyse karşı konulamayacak
kadar çekici gelir. Sanatçılar, eğer yaratıcı olamazlarsa kendilerini
engellenmiş, düş kırıklığına uğramış ve sinirli hissederler. Yaratıcılık onlar
için sağlıklı kalmanın bir yoludur.
Sanatçılar yaratıcı giyinmekten zevk
alırlar ve giydikleri olağandışı kostümlerden ayırt edilebilirler. Onlar yeni
ve farklı saç biçimleri ve acayiplik sınırına varan yaratıcı giyinme
biçimleriyle ortaya çıkarlar. Sanatçılar sadece yaratıcı sanatlarda değil,
fikirler, ruh halleri, duygusal atmosferler ya da yeni kavramsal tasanlar
konusunda da yaratıcıdırlar.
Devrelerin ilk aşamalarında
sanatçılar sadece fiziksel düzeyde yaratıcılık gösterirler; ancak daha ileri ki
aşamalarda, (ruhen) yaşlı sanatçılar soyutlamalar yani, fikirler ve atmosferler
konusunda da yaratıcılık gösterirler.
Yaratıcı özsu o kadar yoğun ve hızlı
akabilir ki onlar zihinlerinde yarattıkları şeyin fiziksel realitede tezahür
etmesini beklemek istemezler. Bu durumda başladıkları işi sonuna dek sürdürmez,
ardlarında bir sürü bitirilmemiş proje bırakırlar.
Sanatçılar bukalemun gibidirler ve
başka roller gibi görünmekte ustadırlar. Bu da onları tanıyıp saptamayı
zorlaştırır. Bu onları iyi oyuncular yapar ve gerçekten, çoğunlukla onlar
tiyatroyu severler. Ancak oyunculuğu sürdüremeyebilirler, sıkılıp başka bir
görüntüye, olaya geçebilirler. Bu etkili bir özelliktir.
Sanatçılar bilgelerle iyi
anlaşırlar. Sanatçılar rahiplere benzerler ve her iki grup da beden-dışı
deneyimlerini hatırlatma eğilimindedir. Sanatçılar, zıt bir varoluş biçimini
temsil eden savaşçılar tarafından sindirilip yıldırdıklarını hissedebilirler.
Onlar, savaşçıların katı, odaklanmış ve karşı durucu varoluş biçimlerine karşı
iç güdüsel bir korku barındırırlar. Bu korku, sanatçının kendisine kılıçla
saldıran savaşçının hakkından gelemediği tarihi durumlarda ilintili olabilir.
Daha sonra tarif edileceği gibi,
sanatçılar genelde krallarla iyi rezonansa girerler. Kral, sanatçının
yaratıcılığını ve sanatkarlığını istihdam eder. Sanatçı ise kralın sergilediği
hakimiyet ve güçten zevk alır. Onunca sık sık iş ortakları yada karı-koca
olarak rastlanır.
Sanatçılar hergün rutin bir biçimde
çalışılan işleri sıkıcı bulur ve sıkıntıyı hafifletmek için yenilikler
yaratırlar. Yaratıcılıkları yüzünden aldatıcı olabilir. Sırf, yaratıcı olma
dürtüleri yüzünden bilgiyi çarpıtabilirler. Dedikodu ve söylentilerin ortaya
çıkmasında da çoğunlukla bu insanların etkisi vardır.
Sanatçılar çoğunlukla sanatlara ya
da el sanatlarına, marangozluğa, iç dekorasyona, mimariye , modaya, makyaja,
kuaförlüğe çekilirler. Onlar herhangi bir endüstrinin yenilikçi yanını temsil
ederler ve endüstrilerin ayakta kalabilmek için yenilikçi olmaları gerekir.
Sanatçılar uygarlığın mimarlarıdır,
yani, onlar çevreninde toplumun ve kültürün inşa edileceği fikirleri
yaratırlar, örneğin, demokrasi ve sosyalizm gibi fikirler, ya da değiş-tokuşun
yerini paranın alması fikri sanatçılar tarafından bulunmuştur “.[22]
ASTROLOJİ
Yaşamımızın tümü programlanmadı
insana seçme özgürlüğü gibi değerli bir özgürlük verildi. Seçenekler önümüzde,
aklımızı, sezgimizi kullanarak bu seçeneklerden tercihimizi yaparız. Bu
tercihleri yaparak kendimizin yaşam içinde ki konumumuzu, fonksiyonumuzu
belirleriz. Ancak değişmeyen mizacımıza (kişilik) uygun tercihler yaparak,
yaşam içinde çelişkisiz uyumlu ve ritmi bozmadan mutlulukla yaşayabiliriz.
Metafizik ve astroloji aynı sorulara
cevap ararlar ancak astroloji ile metafizik arasında önemli bir farkta var.
Metafizik düşüncede kainat gerçeği aranır, yani tanrı aranır. Astrolojide ise,
temel alınan insanın kendisidir, tanrıyı arayandır. Astroloji bilimi insana
yönelir. Direktir, gerçektir; deneylere, gözlemlere dayanır. Astroloji insanı
kendi içinde tutarlı olmaya, daha mutlu, daha net anlaşılabilir olmaya
yöneltir.
Astrolojik açıdan her kişiliğin
olması gereken ideal bir yapısı vardır. Bu yapı doğum anında hatta doğum öncesi
gezegenlerin konumu ile belirlenir. Evrendeki milyarlarca yıldız kendi
yapılarına uygun biçimde çeşitli kozmik ışınlar yayarlar. Bu ışınlardan
dünyamızda etkilenir. Güneş sisteminde ki Plüton, Neptün, Uranüs, Satrün,
Jüpiter, Mars, Venüs, Merküri ve Dünyamız evrendeki milyarlarca yıldızın etkisi
altındadırlar. Bu kozmik ışınlar insanı sperm halinden doğumuna kadar olan
devrelerde etkiler.
“Beynin bu ışınsal
etkilerle belli açılımları kazanması 3 ana devrede ele alınabilir.
k- Sperm-Yumurta bileşiminin 120. günü...
B
- Yedinci-Dokuzuncu ay süreci...
C
- Doğum Anı...
Cenin 120. güne ulaştığında henüz
yeni oluşmaya başlayan beyin ilk kozmik tesirlerini alır ve bu tesirleri.
Değerlendirilebilecek düzeye ulaşır... Ve bu ilk aldığı tesirle birlikte gen.
yapısında bir değişiklik meydana getirerek “RUHUNU” oluşturacak bir biçimde
halogramik mikrodalga yaymaya başlar!.. Diğer yandan, daha önceden tüm
hücreleri bir arada tutan ve sinir sistemi aracılığıyla yayılan bioelektrik
ise, tüm hücreleri bir tür elektromıknatıs durumuna sokmuş olduğu için bu
beynin oluşturduğu “HALOGRAMİK YAPILI MİRODALGA BEDEN” yani “RUH” bütün bedene
bağlı olarak sürekli beyinin yaydığı dalgalar ile gelişmeye başlar...
Beynin bu 120. günde aldığı tesir
neticesinde “RUH” unu meydana getirmesi yanısıra; ikinci olarak da ışınsal
geliş gücü ve mahiyeti ve açıları itibariyle, beyinde mevcut olan ikinci bir
devreyi açar ise, bu defa bu beyin, yerkürenin manyetik çekim alanına karşı
koyacak türden bir antiçekim dalgası üretip bunu da “ruh” a yüklemeye başlar.
Şayet bu devre o gün de açılmaz ise, bu defa bu varlığın büyüme devresinde
beyin, dünya çekim alanına karşı koyma gücünü sağlayan bu enerjiyi “RUH” a
yükleyemez. İşte bu husus kişilikte “SAİD” lik ve “SAKİ” lik hali diye
tanımlanmıştır...
Üçüncü olarak bu anda alınan
tesirler kişinin beyninde belli bir ömür devresine müsade eden bir tür kontak
meydana getirir... diyelim ki 45 sene açık kalarak hayata yol açacak bir taymır
(Geri sayım devresi)... şayet bir kaza durumu sözkonusu olmaz ise, o sürenin
sonunda MARS’ın, Plüton ve Ay’la beyin haritasında ki ölüm noktasında bir sert
acı meydana getirerek oluşturduğu ışınım bu beyindeki kontağı kapatır ve beyin
bir anda durur!... İşte sapasağlam iken, sebep yokken “BİR ANDA ÖLDÜ"
denen olay bundadır!.. Yani üçüncü tesir de kişinin “ECELİNİ” meydana getirir
ki bu sürenin uzaması mümkün değildir.
Nihayet birde dördüncü tesir alır
beyin 120 günde, o da daha sonra ki yaşamında ne kadar açılım sağlayabileceğini
sağlayan ana devre açılım kapasitesini meydana getirir... Bir diğer ifade ile
“RIZIK” durumunu...” [23]
“Bütün yaratıklar üstünde Ay’ın
gözle görünür dramatik bir etkisi vardır, çünkü ay yeryüzünde en yakın olan
gezegendir. Ama Güneş, Venüs, Merih (Meris) , Merkuri, Jüpiter, Satrün, Uranüs,
Neptün ve Plüto da, daha uzaktan bile olsa yeryüzünde ki yaratıkları aynı
kesinlikte etkiler. Bilim Adamları bitkilerin ve Hayvanların belirli
aralıklarla etkilendikleri devreler olduğunu ve Havada ki elektrik, barometrik
basınçta ki dalgalanmalar ve yerçekimi gibi güçlerin bu devreleri yönettiğini
bilirler. Yeryüzüne ait bu güçler aslında, gezegenlerin bulunduğu görünmeyen
dalgalarını gönderdikleri uzaydan gelen manyetik titreşimlerle harekete geçer.
Ay’ın fazları, gama ışınlan, kozmik ışınlar, x ışınları, armut biçimi
elektromanyetik alanın dalgalanması ve yeryüzü dışındaki kaynaklardan gelen
başka etkiler çevremizdeki atmosferi sürekli etkilemekte ve bombardıman
etmektedir. Hiçbir yaşayan organizma ya da mineraller bunun etkisinden
kurtulamaz, bizde öyle.”[24]
Astroloji bize şu şekilde yardımcı
olur. Oluşturabileceğimiz ve yaşayabileceğimiz bir hayatın resmini çizer, bunun
için elimizde ki araçları imkanları ne şekilde değerlendirilebileceğimizi
anlatır. Eğer kişiliğimizin dışında hayatımıza bir yol çizersek, bizi uyarır.
Ritmin bozulmasını önler. Astroloji bilmek bize bir takım avantajlar sağlar.
Kişiliğimizin ne olduğunu öğreterek , sahte kişiliklerde ve boş hayallerde
yaşamamızı önleyerek maddi ve manevi katkılar sağlar.
“ Astroloji değişen biçim ve
döngüleri inceleyen eski bir yöntemdir. Sınırları metapsişik bir sistemle
çakışır. Psiko-astroloji eski astroloji bilgeliği ile modern psikoloji
uzmanlığını birleştirir : Bunun insan doğasını incelemek ve kavramak için dinamik
üretken bir yol olduğuna inanıyorum. Meraklı aklın gıdası, kendini tanımanın
bir yardımcısı, başkalarıyla ilişki kurmaya yönelik bir kavrayış, döngüler,
insanın içinde bulunan hazineler ve sürekli bizi etkileyen enerjileri ele almak
için üstün bir kılavuzdur. “[25]
Astroloji bir bilimdir, aynı zamanda
bir sanattır. Astroloji’nin sezgiyle çok yakın bir ilişkisi vardır. Sezgisiz
astroloji kuru ve yanılgılarla dolu olur. Astroloji salt matematik olarakta
görmemeliyiz. Sezgisel kaynak olmadan matematik düşünce buluş yapamaz,
astrolojide de sezgi olmadan doğru keşifler yapılamaz. Astroloji doğru
kullanıldığında insanlığa faydalı olur. Bir tür psiko - terapi görevi
yapabilir. İnsanları şaşırtma onları etkileme amacıyla kullanıldığında faydadan
çok zarar getirebilir. Bir insanın doğum tarihi, ayı, günü, saati ve yeri doğru
verilirse, profesyonel bir astrolog o insanın genel yapısını çok az yanılma
payıyla birlikte genelde doğru tanımlayabilir. Astrolojide ki doğum haritası
bilgilerle, uyarılarla, yol göstermelerle doludur. Ancak hiç değişmeyecek bir
kaderide tanımlamaz. Akıp giden süreç içinde seçenekler, tercihler, şanslar
riskler vardır.
“Astrolojik açıdan, her kişiliğin
ideal bir yapısı, formu vardır. Bu form doğum anında planetlerin konumu ile
belirlenmektedir. Biz bu formu düzenlemek için, içinde bulunduğumuz kültürel
yapı ve deneyimlerimizle uğraşırken, bu formun eti ve kemiği başka bir yerden
ortaya çıkabilir. Bunlar bizim içimizde, çok derinlerde gömülüdürler. Davranış
bilimlerimizin ve stilimizin gösterdiğinden daha derin bir bilinç
düzeyindedirler. Bunları birlerce yıldır yaşayan, tekrar tekrar dünya ya
gelecek deneyimlerle biçimlenen bir ruh olarak biçimlendirebiliriz. Veya
genetik bir ruletin rastlantısal bir seçimi olarak görebiliriz. Hiç bir şey farketmez.
Kökler oradadır. Sosyal kişiliğin akıl sağlığı ve kendiyle barışıklığı
yansıtabilmesi için gerekli ihtiyaçları ve. yetenekleri temsil ederler”. [26]
Astroloji gerçeğin kendisidir.
Sürekli bozulmalara karşı, kaosa karşı yeniden bir düzen verme, ritim sağlama
kayısı taşır. En iyi durumda kendimizi görmemizi, tanımamızı, gelişmemizi,
olgunlaşmamızı sağlar. Astroloji bu açıdan akla uygunluk gösterir. Çünkü içinde
matematik kurgu vardır. Yaşamda önceden tayin edilemeyen unsurların varlığında
kabul etmek gerekiyor. Bu tahminleri bir falcı veya bir kahin yapabilir. Ancak
bu astroloji biliminin dışında bir alandır. Günümüzde astroloji malesef yanlış
anlaşılmaktadır. Tabiki bunun nedeni kendilerini astrolog tanıtan bazı
kişilerin yanlış yorum ve yaklaşımlarıdır. Astroloji insanın kendini inşa
edebilmesinin ipuçlarını içinde taşır. Negatif diye tanımlanan özellikler, bu
bilgiler sayesinde potitif hale gelebilirler. Ancak mizaç değişmez, değişen
alışkanlıklardır. Astrolojik sembollerde iyi kötüm ayın yapılmaz. Pozitif
negatif her karakterin kendine özgü bir işlevi ardır, bütüne katkısı vardır.
Ritim ve aheng gerçeği vardır. Bu gerçek yalnız bozulmalara uğrayabilir. Bu
bozulmaları yine insanın kendisi önleyebilir. Bu yanlış bir organizasyondur:
sapmadır; düzensizliğe geçiştir. Astroloji bir büyü değildir, bir tekniktir,
bilgi ve gözlem gerektiren bir teknik...
Astroloji insanlarla iletişim
kurmanın yaratıcı bir yoludur, gözlemlediğimiz, yaşadığımız, öğrendiğimiz,
hissettiğimiz şeylerle bütünleşmemize yarımcı olur. Bunun için aklı ve
sezgileri doğru kullanmak gerekir.
Bir çok insan astroloji öğrenebilir,
astrolojik yorumlar yapabilir. Bunun için piyasadan alınacak bir astroloji
kitabi yeterlidir. Ancak onu yüksek bir bilim ve sanat haline getiren hassas
yorumlar yapabilmektir, buda sezgisel kavrayışla mümkündür. Sezgileri olan bir
astrologun aynı zamanda matematik zekası da olmalı ve bilimsel temelleri
kesinlikle göz önünde bulundurmalı. Bunlar bir bütün halinde astrolog da
bulunursa astrolog bilinç üstü ve bilinç altı yeteneklerinin gücü bir
karışımını kullanıyor demektir.
4 ELEMENT
Varoluşun 4 temel biçimi ateş, hava,
su, topraktır. İnsanlar bu dört temel unsuru içlerinde barındırırlar. Bunların
birbirini etkilemesi bireysel kişiliğimizi tanımlar.
Burçlar yaydıkları komik ışın
türlerine bu dört temel unsuru içerir.
ATEŞ : Koç, Aslan, Yay
Burcunu temsil eder.
HAVA : İkizler, Kova,
Terazi Burcunu temsil eder.
SU : Yengeç, Akrep, Balık Burcunu temsil eder.
TORRAK : Oğlak, Boğa, Başak Burcunu temsil eder
Ateş,
dışa dönük bir enerjidir. Hareket demektir. Saldırgan ve herşeyi parçalayacak
gücü içinde barındırır.
Hava, zihinsel fonksiyonları, muhakkemeyi, merak duyması ve
net algılamayı temsil eder.
Su, duygusallık, hissetme, yüksek şuuru temsil eder ayrıca
sezgisel bir güçtür.
Toprak,
kalıcılığı, maddi dünyayı temsil eder.
Ateş grubuna dahil olanlarda
genellikle gurur, kendini beğenmişlik, hükmetme güdüsü bulunur. Hava grubuna
dahil olanlarda havailik, sabırsızlık
çok yönlü olma çabası , fedakarlık
ve etrafını düşünme özelikleri bulunur. Su grubuna dahil olunursa duygusallık,
güçlü sezgiler ve duyarlılık vardır. Toprak grubuna dahil olanlarda sakin
yaratılış, maddeye düşkünlük, sabit fikirlilik bulunur.
Ateş
unsurun sabit burcu Aslan Hava unsurunun sabit burcu Kova Su unsurun sabit
burcu Akrep Toprak unsurun sabit burcu Boğa
Bu dört
sabit burç kendi gruplarında ki diğer burçlara göre daha kararlı sabit,
değişmez ve etkili grubu oluştururlar.
Ateş unsurunun öncü burcu Koç
Hava unsurunun öncü burcu Terazi
Su unsurunun öncü burcu Yengeç
Toprak
unsurun öncü burcu Oğlak
Bu grup, içinde bulundukları koşullara göre hareket etme yeteneğine sahiptirler. değişken burcu Yay değişken burcu İkizler değişken burcu Balık Toprak unsurunun değişken burcu Başak
Bu grup,
sorumludurlar, sorunlarını deneyimleriyle çözme eğilimi gösterirler gelecekten
çok geçmişleriyle meşguldürler.
EVLER
Astrolojide ki evler yaşamımızın
çeşitli alanlarını etkiyen doğum haritamızda ki matematik olarak hesaplanmış
yerlerdir. Gezegenlerin manevra yapabilecekleri alanladır, her biri bir burç
için olmak üzere on iki tanedir.
Birinci Ev: Doğal burcu koç yönetici gezegen Mars. İnsanın cismi
görünüşü fiziksel özellikleri. Kişilik özellikleri, bencil duyguları,
nitelikleri, çevrelerine uymalarını, olaylara karşı olumlu olumsuz tepkilerini
kişinin ruhsal davranışlarını etkiler.
İkinci Ev : doğal burcu boğa, yönetici Gezegen Venüs. İnsanın
yaşamında sahip olunacak para, mal, mülk durumunu, iş hayatını, ticari
başarılarını ekonomik sorunlarını güvenlik durumlarını etkiler.
Üçüncü Ev: Doğal burcu ikizler. Yönetici gezegen Merkür. Akraba, eş
dost ilişkilerini, iletişim, bilgi ve öğrenimini, uzun olmayan yolculukları
çevre ilişkilerini, kısa vadeli programlar yapmaları etkiler.
Dördüncü Ev : Doğal burcu Yengeç . Yönetici gezegen ay. Kişinin
doğurganlığını, ev yaşamını kişisel sağlıklarını anne, baba ilişkilerini
etkiler ayrıca duysallığını, korkularını, çekingenliğini etkiler.
Beşinci Ev : Doğal Burcu Aslan. Yönetici gezegeni güneş eğlence, zevk
yaşamını, aşkları, tutkuları, sosyal aktiviteyi çocuklarla ilişkileri alınacak
riskleri ve girişimleri etkiler.
Altıncı Ev : Doğal burcu Başak. Yönetici gezegen Merkür. Sorumlulukları,
becerileri, ilkeleri, çalışma disiplinini, kişisel çabaları fiziksel ve
duygusal sağlığı, ikinci planda kalma durumunu etkiler.
Yedinci Ev : Doğal burcu Terazi. Yönetici gezegen Venüs. Özel ilişkileri
seçilecek eşi, evliliği, dostlukları, ortaklıkları, toplumsal yaşam içindeki
rolü, uyumu, etkiler.
Sekizinci Ev : Doğal burcu Akrep. Yönetici gezegen Mars ve Pluto. Ölümü,
içgüdüsel davranışları, akıcı cinselliği, bilinci, mirası, gizli bilimlere
meraklı etkiler ayrıca ölüm korkusu, aşın cinselliği de etkiler.
Dokuzuncu Ev : Doğal burcu Yay. Gezegeni Jüpiter. Kişinin ruhsal yapısını
, öğrenimini, uzun yolculuklarını, kişisel ahlaki ve felsefi görüşlerini
kavrama yeteneğini, düşüncedeki katılığını, sıkıntılarını etkiler.
Onuncu Ev : Doğal burcu Oğlak yönetici gezegen Satrün. Kişinin
kariyerini , mesleğini, toplum içindeki yerini, ününü, politik görüşlerini,
inişlerini çıkışlarını etkiler.
Onbirinci Ev : Doğal burcu Kova. Yönetici gezegen uranüs ve satrün.
Kişinin dostlarını, beklentilerini, arkadaşlıklarını, amaçlarını, amaçları
konusundaki ilişkilerini etkiler
Onikinci Ev : Doğal burcu Balık. Yönetici gezegen Jüpiter. Kişinin
sıkıntılarını, zorluklarını, sorunlarını, hastalıklarını, gizli
düşmanlıklarını, beklenmeyen olayları, ruh sağlığını, bilinç altını geçmişe ait
hatıralarını etkiler.
BURÇLAR
KOÇ BURCU :
Gezegeni: Mars
Elemanı: Ateş
Olumlu özellikleri :
Güçlü, lider, cesur, kendinden emin, maceracı ruh, girişken, enerjik, sağlam
irade
Olumsuz
özellikleri : Aceleci, bencil, çabuk isyan
eden, aşırı risk alan, hırslı, kavgacı
BOĞA BURCU:
Gezegeni: Venüs
Elemanı: Toprak
Olumlu Özellikleri : Düzenli,
yaşam, pratik, fiziksel güzellik, iş yaşamında uyumluluk, üreme kabiliyeti,
analık duygusu, soğukkanlı, iradeli, sadık, yemek konusunda zevkli
Olumsuz
Özellikleri : Tutucu, esnellikten yoksun,
inatçı, kinci, obur, kararsız tembel.
İKİZLER BURCU :
Gezegeni: Merkür
Elemanı: Hava
Olumlu Özellikleri: Akıllı,
her işte becerikli, zeki, entellektüel, hareketli, mantıklı, konuşkan, dil
konusunda yetenekli, mizah kabiliyeti, haberleşme.
Olumsuz
Özellikleri : Aşırı değişkenlik, huzursuz,
yüzeysellik, kurnaz dedikoducu, kararsızlık.
YENGEÇ BURCU :
Gezegeni: Ay
Elemanı: Su
Olumlu özellikleri : Sabırlı,
duyarlı, iyi kalpli, koruma eğilimi, sevimli, hayal gücü yüksek, evcimen,
nazik, bağışlayıcı
Olumsuz Özellikleri : Aşırı heyecanlar, aşırı duyarlılık, züppelik, dağınıklık,
zayıf karakter, alınganlık, somurtkanlık, dengesiz, katı görüşlülük, kolayca
pohpohlanan, kendine acıma eğilimi.
ASLAN BURCU:
Gezegeni: Güneş
Elemanı: Ateş
Olumlu Özellikleri : Organize
etme yeteneği, cömert, gurur, hakimiyet gücü, dışa dönük yapı, geniş
fikirlilik, yüce gönüllülük, yaratıcılık, manyetik çekim gücü.
Olumsuz Özellikleri : Aşırı gelenekçi, zorba, alıngan, çabuk öfkelenen,
somurtkan, katı görüşlü, kendini beğenmişlik, güç deliliği.
BAŞAK BURCU
Gezegen: Merkür
Elemanı: Toprak
Olumlu Özellikleri : Temizlik
ve titizlik, analizcilik, alçak gönüllülük, detaycı, inceleme merakı, görevine
sadık, düşünceli, çalışkan, temkinli, dakik, dürüst.
Olumsuz Özellikleri : Acelecilik, her şeyi eleştiren. Geleneklere aşırı bağlılık,
aşırı merak, kolay kolay memnun olmama. Aşırı titizlik, aşırı
mükemmelliyetçilik, kuruntu, önemsiz olayları fazla abartan.
TERAZİ BURCU :
Gezegeni: Venüs
Elemanı: Hava
Olumun Özellikleri : Dürüstlük,
dengeli, uyumlu, geçimli, duygusal, romantik sevimli, kibar, idealist, çekici.
Olumsuz Özellikleri : Alınganlık, flörtçü, kararsız, kolay etkilenen, safdil.
Gezegeni: Mars ve
Pluto
Olumlu Özellikleri : Çok
yüksek hayal gücü, kuvvetli sezgi, güçlü duygular, anlayışlılık, yardım
severlik, sağlam irade, karalılık, tutkulu, beceri sahibi, gizli bilimlere
ilgi, oklüt şeylerin anlaşılabilme yeteneği, cinsel çekicilik.
Olumsuz Özellikleri : Kıskançlık, kincilik, aşırıya kaçan, inatçılık, fazla
suskunluk, kuşkuculuk, dikkafalıhk, doğaüstü olaylara karşı aşırı merak,
zorbalık, aşın cinsellik.
Gezegeni. Jüpiter
Elemanı:
Ateş
Olumlu Özellikleri : Özgürlük
tutkusu, geniş fikirlilik, araştırıcılık, açık kalplilik, dürüstçülük,
iyimserlik, güleryüzlülük, açık düşünce, felsefe ve yargı yeteneği, nezaket,
dışa dönüklük
Olumsuz
Özellikleri : Geleneklere aşırı
uyumsuzluk, dikkatsizlik, sorumsuzluk kapris, huzursuz, aşırı uçlarda, bencil.
Gezegeni. Satrün
Olumlu
Özellikleri : Güvenlik, sevimli, kararlı,
tutkulu, düzenli, özenli, sabırlı, disiplinli, istekçi, mizah duygusu
kabiliyeti gelişmiş, planlı programlı çalışma kabiliyeti.
Olumsuz
Özellikleri . Aşırı ihtiraslı, cimri aşırı
pinti, değişmekte inatçı, kötümser, soğuk, şekilci, katı görüşlü, keskin tavırlı.
KOVA BURCU :
Gezegeni: Uranüs
Olumlu Özellikleri: Heyecanlı,
insancıl, bağımsız, yaratıcı, ileri görüşlü, arkadaş canlısı, dost, orjinal
tavırlı, vefalı, buluşlar yapabilme yeteneği, reformcu.
Olumsuz Özellikleri : İsyanlar, sabit fikirli , dikkafah, geleneklere aldırmayan,
huysuz, anlaşılmaz.
Gezegeni. Neptün ve
Jüpiter
Olumlu Özellikleri: Hassas,
duygusal, alıcı, kendini ifade edici, inançlı, ruhsal kabiliyetler, sevimli,
uyumlu, iyi kalpli, anlayışlı.
Olumsuz özellikleri : Aşırı heyecanlı, anlaşılması zor. Kişilik, gizliliği seven,
kararsız, kolay etkilenen, ihmalci, dikkatsiz, zayıf iradeli, mücadele
yetersizliği, ne istediğini bilememe.
GEZEGENLER
Hayat vericidir ve sistemin
merkezidir. Güneş aslan burcunu yönetir. Kovada ise etki bakımından en düşük
durumdadır. Terazide ise etkilidir. Fakat aslana göre zayıftır. Erkek
özellikler gösterir.
Güneş
etkisi altında olanlara şefkat, yumuşaklık, cömertlik, ağırbaşlılık, soyluluk,
organize etme yeteneği, tutarlılık, kendini tanımlama ve geliştirme bilinci,
pozitif eylem için irade gücünü yaratabilme enerjisi yükler. Bunlar olumlu
etkileri. Olumsuz etkileri : Kibir, gurur, kendini beğenme, bencillik, esnek
olmamak, savurganlık, lüks düşkünlüğü, hükmetmek, kendi kişisel değerini çok
fazla abartmak, sertlik.
Güneş etkisinde ki kişiler kral rölü
ve türevlerine uygundurlar.
Duyguların
yöneticisidir. Yengeç burcunu yönetir. Boğa burcunda etkisi yüksektir, Oğlak
burcunda ise düşüktür.
Ay, kişilerin duygu ve bilinçaltlannın
sembolüdür. Dişi özellikler gösterir. Anneliği temsil eder.
Olumlu Etkileri . Annelik
duyusu, yardım duygusu, başkalarına teselli olma durumu, şevkat duygusu,
hassasiyet, anlayış, hafıza, sabır, olumlu içgüdüler hissetme ve duygusal
olarak yanıtlama yeteneği, ruhu geliştirme enerjisi kazandırır. Olumsuz
etkileri : Duygusal rahatsızlıklar, geçmişe aşırı bağımlılık, zihinsel
kusurlar, aldanabilme, zevke düşkünlük, ürkeklik, tembellik, amaçsızlık, aşırı
gerçekleşmeyecek hayaller, kararsızlık, kapris gizli düşünce.
Ay etkisindeki kişilikler hizmetkar
rolünü temsil ederler.
Merkür ikizler ve başak burcunu
yönetir. Etkisi kova burcunda yüksek, balık burcunda ise güçsüz konumdadır.
Merkür,
akıl, iletişim ve zekayı sembolize eder. Bu gezegenin etkisinde doğanlar
bilgiye susamışlık, değişiklik özlemi, karışık bir ruh durumu sergilerler.
Gergin insanlardır. Yaşamlarında küçük seslere de büyük şeylere de ilgi
duyarlar. Bu onların o an bulundukları ruh durumuna göre değişiklik gösterir.
Yerinde duramaz bir halleri vardır.
Olumlu Etkileri : İyi
yargılama, anlayış, beceriklilik, entellektüellik, güzel konuşma ve iyi
tartışma, detaycılık, bilginin aktarılması, yazma, öğretme, bilginin
algılanması, dinleme, okuma, gözlem ve şirinlik. Olumsuz Etkileri : Endişe
gevezelik, havailik, tutarsızlık, hiperaktiflik, karasızlık zihinsel gerginlik,
alaycılık, her an herşeyden sıkılma, bir konuya odaklanamama bu durum belli bir
konuda başarılı olmalarını engelleyecektir.
Merkür, etkisindeki kişiler bilge
rolünü ve onun türevlerini temsil eder.
Aşk
ve güzelliği temsil eder. Boğa ve terazi burcunu yönetir. Başak burcunda
güçsüzdür. Akrep burcunda ise zayıftır.
Etkisinde doğanlara sanatsal güç,
zarafet, aşk, güzellik tutkusu, barışseverlik, denge, ince duygular, lüks
yaşam, evcil hayvanlara ilgi ve sevgi, nezaket, anlayış güzelliğe her zaman
değer verme enerjisini olumlu açıdan yükler. Olumsuz etkileri : Tembellik,
üşengeçlik, kararsızlık, aşırı romantizm, zayıf irade, zayıf arzular, nefse ve
zevke aşırı düşkünlük, kibirlilik manipülasyon. Venüs kişinin sosyal yönünü de
etkiler. Bu alanda kişiye yeni fırsatlar oluşturur. Bu fırsatlar iyi
değerlendirildiğinde kişiye o alanda başarılı sonuçlar sağlar. Olumsuz bir yön
çizilirse kişiler yaşamlarında fırsatçı bir yapıya sahip olurlar. Venüs
etkisindeki kişilerin fiziksel güzelliğini de belirler.
Venüs etkisinde doğan kişilikler
sanatçı rolünü temsil ederler özellikle müzik alanında başarılı olurlar.
Plastik sanatlarda çok güçlü sanatçı rolünü temsil edemezler.
Fiziksel gücü ve enerjiyi temsil
eder. Mars, akrep ve koç burcunu yöneticisidir. Oğlak burcunda yükselir,
terazide güçsüzdür. Yengeç burcunda ise zayıftır.
Fiziksel
zevkler, hareketlilik, beden çalışmaları, savaşlar, kazalar, yangınlar kesici
aletler, cinayetler hep marsa bağlıdır. Mars ideal erkek yapısını da dile
getirir. Bedensel açıdan cinselliği idare eder.
Olumlu Etkiler :
Canlılık, atılganlık, cesaret, cinsel cazibe, şahsi girişimcilik, yeni
serüvenler, mükemmel başarılar, bunlar için gerekli enerjinin akıllıca
kullanılması, liderlik, özgürlük tutkusu, haksızlığa karşı koyma cesareti,
iradenin arzuların ve isteklerin geliştirilmesi, olgunluk, kendini inşa etme
yeteneği, olumlu etkiler içeren Mars kişilikler için enerji doludur. Olumsuz
Etkileri : Saldırganlık, kavgacılık, zalimlik, delicesine cesaret,
bencillik, acelecilik, aşırı cinsellik, yıkıcılık, alınganlık, öfke,
duyarsızlık, sadistlik, abartmacılık fevri davranışlar, plansızlık, tehlikeli
eylemler içinde olmak bozuk ilişkiler.
Mars etkisindekiler savaşçı ve
sanatçı rolünü temsil ederler. Koçta savaşçı rol, akrepte ise sanatçı rol
etkisini gösterir. Akrepte ki sanatçı rolü yaratıcılık açısından çok güçlüdür.
Yay
burcunu etkiler, etkisi altında olanlar yaşamlarında kendilerini geçindirecek
serveti elde ederler. İş yaşamlarında insanları etkiler fikirlerin değer
görüldüğü ortamları hazırlar. Sezgiler güçlüdür. Jüpiter, yüksek odakta olursa
etkilediği kişiler iyi eğitimci olurlar.
Olumlu Etkiler : Talih,
zenginlik genişleme, yükselme arzusu, geniş fikirlilik, olgunluk, iyimserlik,
neşe verir. Bu etkide doğanlar yeni deneyimlerini kültürel, dini konularda,
eğitim eylemi sonucunda elde edebilirler. Bu kabiliyeti olumlu yönde
geliştirdiklerinde kişi coşkun karakteri, iyimser olurlar. İnançlarını
korurlar, güveni ve canlılığı geliştirirler morali hep yüksek tutarlar. Olumsuz
Etkileri : Gerçekçi olmamak, kötümserlik, aşırı iyimserlik, aşırı
genişleme, açılma, tantana, gösteriş, büyüklük taslama, olumsuz gerçekleri
inkar etmek. Yaptıkları işten çabuk bıkmak sinirli ve acımasız olmak gibi
etkileri içerir.
Jüpiter bilge ve rahip rolünü temsil
eder. Daha çok bilge rolünü temsil eder.
Satrün
sınırlayıcı gücü, sorumluluğu, disiplini, sabin sembolize eder. Çeşitli
kısıtlamalar engeller satrünün idaresi altındadır. İçe kapanmalar, şansızlık
gibi durumları da içerir. Satrün yapıcı olduğu kadar yıkıcı özellikler taşıyan
bir gezegendir. Oğlak burcunu yönetir. İkinci derecede kova burcunu da etkiler
Yengeç burcunda zayıf koç burcunda ise güçsüzdür.
Satrün etkisindekiler yaşamlarında
kendilerini iyi dengeleyemezlerse, çok fazla iş yoğunluğu ve sorumluluğu
taşıyan kişiler olurlar. Satrün kişilere yeni deneyimlerini sistemli ve iyi
organize edilmiş bir yöntemle elde etmeyi sağlayan enerjiyi verir. Bu kişiler
zeki, ihtiyatlı, her yeni durumda nasıl ne şekilde davranacaklarını bilirler
yüksek gayeleri vardır. Hedeflerine ulaşmak için çaba harcarlar. Olumlu
Etkileri : Dikkatli olmak, sorumluluk, yapıcılık, yalnız kalması göze
alabilmek. Olumsuz Etkileri : Bencillik, cimrilik, ümitsizlik,
tutuculuk, depresyon, melankoli, olumsuzluk, soğukluk, hayal gücü zayıflığı,
hatta yoksunluğu, duyguların bastırılması kötü sağlık ve yaşlılık.
Uranüs Kova burcunu yönetir. Akrep
burcunda güçlüdür. Aslan burcunda ise güçsüz, boğa burcunda zayıftır.
Etkisi
altında olanlara bağımsızlık özgürlük, yaratıcılık, çekicilik, yenilik, çevreye
uymak, keskin zeka, yüksek matematik, zeka ve enerji verir. Uranüs, bilimi
teknolojiyi, yeni dostlukları, ortak çalışmaları simgeler. Bu gezegen dehaları,
yaratıcıları, yenilik tutkunlarını etkiler. Uranüs kişiye yeni deneyimlerini
bilimsel çalışmalar, gizli bilimler ve insancıl eylemler ile elde etmesine
yardımcı olur. Bu gezegenin etkisindeki kişiler her ne olursa olsun
özgürlüklerine düşkün olurlar.
Olumlu Etkileri: Birey olma bilincini olumlu yönde geliştirme, kültürel ve
sosyal şartlanmayı aşma yeteneğini etkiler. İnsancıllık, arkadaşseverlik, özgürlük,
orjinallik, kararlılık, kibarlık, nezaket beceriklilik. Buluş yeteneği, farklı
değer yargıları yönlerini etkiler. Olumsuz Etkileri : Aksilik,
inatçılık, esnek olamamak, alınganlık, tuhaflık, kışkırtıcılık, ayartmacılık,
güvenilmezlik, sorumsuzluk, bencilik, başkalarından öğrenme komplesi, cinsel
sapmalar.
Uranüs etkisindekiler alim rolünü
temsil ederler. Ayrıca uranüs etkisindekiler yeni bir teknik yeni bir biçim
bulabilecek kadar çok çaba göstererek başarılı sanatçılarda olabilirler.
Neptün
sezgileri, ilhamları, rüyaları, hayalgücünü simgeler. Kişide bilinç altını,
gizli kalmış duyguları yönetir. Şiir yeteneğini, dini ilhamları, mistik
duyguları etkiler. Neptün etkisinde olanlarda tanrı inancı güçlenir. Sezme
gücü, hayaller, kandırma, aldatma, hep Neptün’e bağlı özelliklerdir. Bu
gezegenin yönettikleri kurnaz olurlar, karizmatik özellikler taşırlar. Hayal
kırıklığı ve aldanma yaşayabilirler. Eğer Neptün olumsuz posizyondaysa...
Olumlu Etkileri : Hassaslık,
idealistlik, incelik, yaratıcılık, sezgisellik çeklerden kaçmak, Hilekarlık,
kurnazlık, düzensizlik, cansıkıcılık, dikkatsizlik, aşırı romantiklik, pratik
olamama, uyuşturucu ve keyif verici maddelere bağımlılık
Neptün Balık burcunu yönetir. Aslan
burcunda güçlüdür, başak burcunda güçsüzdür.
Bu gezegenin etkisindekiler sanatçı
rolünü temsil ederler. (Özellikle şair olabilirler). Ayrıca rahip rolünde bu
gezegenin etkisindekilerde görülebilir.
Pluto
Akrep burcunu Marsla birlikte yönetir. Aslan burcunda yüksek Boğa burcunda
etkisi zayıftır. Ploto önemli değişmeleri simgeler yüksek idealleri, gizemli
olayları, doğal felaketleri, kitlesel sosyal olayları yönetir.
Olumlu Etkileri: İnsanın
kaderinin farkına varması, değerli ve değersiz şeylerin ayırımını yapabilmesi,
doğruyu ayırt edebilme kapasitesini, analizciliğini, yeni başlangıçlar
yapabilme gücünü, keskin zekayı, büyük işlere yatkınlık, ölçme yapabilme
yeteneğini etkiler. Olumsuz Etkileri: Sinsilik, yeraltı yaklaşımlar,
yıkıcılık, megalomani, kendini üstün görme, şiddet eğilimi, doğmacılık,
diktatörlük, güç isteği gibi etkilerdir.
Pluto : Sanatçı
rolünü, kral rolünü, savaşçı rolünü etkiler.
ORJİNAL OLMAYI ENGELLEYEN NEDENLER
ÖZGÜRLÜK
Sanat içimizdekilerin kişiliğe
dönüştürülmesi eylemidir. Başka dünyalar bu eylemi besleyen kaynaklardır. Sanat
her türlü duyguyu içinde taşır. Bu duyguları seslere, biçimlere, renklere
yansıtır ve bir iletişim nesnesine dönüşür. Bu iletişim nesnesi varlığını
yaratıcının sezgisine, duygusuna, yeteneğine, becerisine borçludur. Sanat
yapıtının tam bir varlık gösterebilmesi özgür bir ortamda üretilmiş olmasına
bağlıdır.
Modernizm sonrası, post modernizmle
birlikte tekrarcılık günümüzün görüntüsüdür. Kopyacılık, düşüncenin
sınırlandırılması, orjinallikten uzaklaşma bu dönemin belirgin özellikleridir.
Son dönemlerde var olan ve yaşanan bilgi ve onun sonucu teknoloji çağının
birikimleri insan yaşamını kolaylaştırırken insana yeni bir biçim vererek
vazgeçilmez alışkanlıklarda kazandırdı. İnsan yaşama adım attığı andan itibaren
bu birikimlerin etkisiyle kuşatıldı. Post modern dönemin kavramlarıyla ortaya
çıkan tavırlar bireysel ve toplu çıkışlar bir özgürlüğün yansımalarımıydı ?
Yoksa bütün bu tavırlar istemin amaçlarının var ettiği sonuçları mıydı ? Bu
kavramların yönlendirdiği sanatçılar bugün özgürlüğün neresindeler ? Sanatçının
özgürlüğe gereksinimi vardır ve olmalıdır. Bu özgürlük varolan kavramlara
sarılarak, bu kavramlar sonucu üretilen yapıtlara yansır mı? Burası biraz
Şüpheli ! Bu kavramlar çıkar amaçlayan bir takım grubların, kurumların,
sistemlerin hatta kişilerin güç elde temek isteyecek herkesin ortaya atacağı
kavramlar olamaz mı ? Öyle ise sanatçının özgürlüğü nerede başlıyor, nerede
bitiyor? Özgürlük nedir? Neye göre tanımı yapılmalı ?
Özgürlük insanın her istediğini
düşünmesi. Yapabilmesi ve bunları gerçekleştirecek olanaklara sahip olmasıdır.
Dünya da ki her insanın bu olanaklara sahip olduğunu düşünürsek, insanın yapısı
itibariyle bir kaos söz konusu olabilir. Ancak sanatçının özgürlük sorunu başka
bir boyuttan ele alınmalı. Herşeyden önce özgürlük sorununa doğru yaklaşımlar
getirebilmek ve bunu insan yaşamına sokup genelleştirmek için, özgür ortamların
oluşması gereklidir. Kendimize sormamız gereken en önemli soru gerçekten özgür
müyüz ? Sanatsal üretim sürecinde özgürlüğü yaşabiliyor muyuz ? Yoksa bir
özgürlük sorunuyla karşı karşıya mıyız ?
Özgürlük sorunu beraberinde
demokratikleşme sorununu gündeme getiriyor. Fakat bu sosyolojik ve siyasal
çizgiden bakıldığında böyle görünüyor. Ancak konumuzun sanat olması nedeniyle
demokratikleşme kavramı sosyolojik ve siyasal ortam içersinde derinlemesine ele
alınacak bir sorun. Sanat ve sanatçı siyasal ve kültürel ortama direk veya
dolaylı olarak katkıda bulunur. Daha net söylenirse kültürü var eden insandır
sanatçı. Bu noktadan bakıldığında dikkat çekici bir durumla karşı karşıya
kalıyoruz. O da şu, sanatçının özgürlük sorunu normal insanın özgürlük
sorunuyla aynı değil, sanatçının sorununu başka bir boyuttan ele almamız
gerekir. Özgürlüğün genel anlamı “İnsanın, sadece kendisi dışında ki insanlara
zarar vermeden her istediğini düşünebilmesi , yapabilmesi ve bu imkanlara sahip
olabilmesi”. Bu özgürlük tanımı doğrudur. Bazı sanatçılar içinde geçerli
olabilir. Ancak sanatsal yaratı bir orjinallik gerektiriyorsa, bir farklılık
gerektiriyorsa ve sanatçı çağın hızlı teknolojik gelişmesinin katkısıyla başka
yaratıcıların ve üretenlerin etkisinde kalıyorsa sanatçı içinde bir özgürlük
sorunu kediliğinden ortaya çıkıyor.
"... Günümüz sanatında görülen
bu sonsuz özgürlük anlayışı, bir yandan ready - made, enstelasyon, asemblaj
gibi bilinegelen resim ve heykel kavramlarının dışında kalan her türlü üç
boyutlu işin ortaya çıkmasına olanak tanıdığı için sanatsal üretim biçim
türlerinin zenginleşmesiyle sonuçlanırken, öte yandan da sanatsal ölçütlerin
neredeyse tümüyle ortadan kalkmasına neden olmuştur”. [27]
Sanat duyguların, düşüncelerin, hayallerin dilidir, insanı harekete geçirecek
gücü vardır. Her sanat yapıtı bir ölçüde kendisine bir etki alanı yaratır,
yarattığı her etki alanı içinde kalmış olanlara duygu, düşünce ve davranış
özgürlüğünü dile getirebileceği gibi etkisine aldıklarını bundan yoksunda
bırakabilir. Sanatsal üretim bir anlamda güç açığa çıkarmaktır. Bu güçle
insanları etkilemek amacı taşır. Bu güç sanatçının orjinal olup olmadığına,
özgür olup olmadığına göre de etki ve önem kazanır. Sistem estetiği her dönemde
çarkını döndürmek için sanatçının kişisel estetiğini kendi bünyesine katıp, onu
kendi içinde harmanlayıp sisteme dahil etme amacı güder. Kurumsallaşmış sistem
estetiği kolları aracılığıyla (Çevre, medya, piyasa, kültür vs.) Bütün
imkanlarını kullanarak kişisel estetiğe sahip sanatçıyı kuşatır. Bu kuşatmadaki
alışveriş ilişkisi içinde özgürlüğün boyutları belirlenir. Bu noktada
sanatçının ve sisteme karşı aldığı pozisyonda önemlidir.
Sanatçının sınırsız bir düş gücü
vardır. Her çağın kurulu sistemleri bunu sınırlandırmayı temel görev sayarlar.
Ne kadar sınırlandırabilirlerse kendilerini o derece başarılı sayarlar
Sanatçının varmak istediği hedef çok önemlidir. Bunun için sistemle alış -
verişinde sistemden daha fazla alıyorsa, sistem onu kuşatmış demektir. Artık
düşlerine başkaları da ortaktır. Veya o başkalarının düşlerine ortak olmuştur.
Sanatçı her türlü sistemin ne kadar dışında kalabilirse orjinalliği de o oranda
artar. Orjinal olmayı başarmış sanatçı özgür sanatçıdır. Özgürlük bir güç, bir
etki demektir. Sanatçıyı tatmine götürende budur.
İnsanın toplumsal bir varlık haline
dönüştürülmesi bir anlamda o insanın özgürlüğünün sınırlarının çizilmesidir.
Toplum ve toplumun yapısı, bireyin sunulan seçenekler karşısında yaptığı
tercihle belirlenir. İnsanın varoluşundan beri gelişmesi sürekli olarak bu
seçme, tercih etme zorunluluğuna bağlanır.
İnsandan seçim yapması istenir,
insanın özgürleşmesi veya tutsaklaşması yaptığı veya yapacağı bu seçime
bağlanır. Çok fazla seçme imkanımız olduğu için özgürlüğümüzün varolduğunu
düşünmek biraz saflıktır. Özgürlük birşeyi bir şeye tercih etmek değil bir
hiyaraşik sisteme yaklaşma veya herşeyi redetmek de değil. Daha çok bilmektir.
Bilgiyi sezgiyle kucaklamaktır veya sezgiyle dışlamaktır. Özgürlük ya iyi
olmaktır ya da kötü olmaktır ikisi arasında özgürlük yoktur.
ÇAĞDAŞLIK
Çağdaş olup olmamak, neyin çağdaş
olduğu veya olmadığı çağdaşlığın neyle ve hangi zaman boyutuyla sınırlandığı
halen tartışılırken orjinalliğin çağdaşlık kavramı kadar belirsiz olmayışı
üstünde durulması gereken bir ipuçu gibi görülmeli, orjinal olup olmamanın
sınırları yapıtın kedisinde hemen görülebilen ve anlaşılan bir özelliktir. Bir
yapıt ya orjinaldir ya da değildir, bunun sınırları üretilmiş yapıtın
görülebilen biçimsel ve yaydığı ruhsal etkiyle belirginleşir.
Çağdaşlık kavramı günümüzde
özellikle bizim toplumlarda tartışılan bir konudur, bana göre tartışılması
anlamsız bir konudur, öyle anlaşılıyor ki bu tartışmalar ilerki dönemlerde
devam edebilir. Çünkü bu konuda kişiliklerini hassaslaştırmış sanatçı, kuramcı,
yazar, daha bir çok alanda ki insanın bu gereksiz hassaslığı içlerinde
taşıdıkları sürece ortaya kayabilecekleri birikim sadece zaman kaybıdır. Çünkü
zaman herşeye rağmen akıp gidiyor.
Çağdaşlık kelimesinin genel anlamı
“yaşadığı çağa ilişkin, yaşadığımız çağda olan” demektir. Çağdaşlığın bu genel
anlamı bana göre genel yaşayan insanları ifade eder. Sanatçıyı çağla sınırlamak
gibi bir düşünce, sanatçının özgürce yaratmasını, orjinalliğini, samimiyetini
engelleyen bir sorun olarak karşımıza çıkar. Çağdaş olmak düşüncesiyle kendini
fark edememiş, kişiliğini kaybetmiş çağa sımsıkı sarılmış olmak bir anlamda
genel olmaktır. Sınırlı bir dönemi ifade eden bir düşünceye bağlı olmaktır.
Oysa ki sanatçı her zaman her dönemde her ortamda kendisi olabilmesi
Sanatın tarihselliği belirli
dönemleri içermesi toplum bilincinin ortaya koyduğu saptamaların ötesinde
birşey ifade etmemeli sanatçı için. Sanatçının birey olarak yaptıkları başka
sanatçıların yaptıklarından ayrıysa farklıysa gerçek bir değerdir. Bu yapıtın
çağdaş olup olmadığının tartışmasını yapmakta çok anlamsızdır. Tabiiki sanatı
bir tarihsellik boyutu içinde ele alarak sanat yapıtlarına çağdaş veya çağdaş
değil mantığıyla yaklaşabiliriz. Ancak bu durumda diğerlerine benzemeyeni, tam
bir farklılık içeren değerli orjinal gerçek yapıtları bu değerlendirmenin
dışında tutmak gerekir. Onlar zaten dışındadırlar. Çağdaşlık bir dönemi ifade
ediyorsa, bu dönemin kendine özgü anlayışı da var demektir, buda şu anlama
geliyor; bir dönemin anlayışı doğrultusunda yapının işlerde benzerlikler
bulunabilir, birbirlerine benzerler, birbirlerine benzeyen işlerinde
orjinalliği, söz konusu olamaz, orjinal olmayan yapıtlarda fazla değerli
değildirler.
Sant popilist bir görünümün ötesinde
her çağı içinde dönüştürebilen ve böylece kalıcılığını kabul ettiren bir güce
sahip olmalıdır. Eğer biz hala BOSCH’un yapıtlarını hayranlıkla
izleyebiliyorsak bu onun yapıtlarının her çağa hitap edebilme gücünü
göstermektedir. Popülist eğilimlerin en belirgin özelliği bana göre orjinal
olma kaygıları taşımamalarıdır. Pop Art, Op Art gibi sanat anlayışları ile
kendini ifade eden ayrıca kendilerine avant -garde niteliği yakıştıran
sanatçıların geçmişle kıyıdan -köşeden az - çok bağlantıları vardır. Elbette
geçmişte yapılmış değerli olan sanat yapıtlarının günümüzde yeniden başka bir
görünüşle insanlığın önüne koyulması hoş kabul edilir ve eğlenceli görülebilir.
Bu tür oyunlar olmalıdır da ancak bu anlayışı sanatın hayal gücünü, yaratıcı
gücünü, orjinal olma gücünü yok etmek adına yapmamak gerektiği görüşündeyim.
Sanat yaratıcı bir olgudur. Evrensel
bir güçtür. Evrensel birikim ve değerler sistemi sanata yön verir. Sanatı belli
bir mekanla, belli bir coğrafyayla sınırlandırmayız özellikle bunu yapmak
günümüz için mümkün değildir. Sanatı belli bir coğrafyanın, belli bir bölgenin
belli bir kültürün tekeline sokmak ve böyle görmekte bir yanılgıdır. Sanat
uluslarüstü bir özelik taşımalı-ancak belli kültürel özelikleri de içinde
barındırabilir. Bu doğaldır, çelişki gibi görülmemelidir. Aksine çeşitlilik
zenginlik açısından evrensel kültüre katkının olduğu gerçeği çıkar karşımıza.
Evrensel kültüre katkının büyüklüğüde son derece farklı, yeni ve orjinal
olmakla ölçülebilir. Orjinal olmak bu katkıdan dolayı önemli görülmelidir.
Evrensel kültüre katkıda bulunmak ve çağdaş olmak önce evrensel değerler
taşımakla, sonra yöresel değerler taşımakla ve daha sonra da en önemlisi olan
bireysel değerler taşımakla mümkün olur. Evrenselliği aşıp yöreselliğe,
yöreselliği aşıp bireyselliğe ulaşan gerçek anlamda evrensel kültüre katkıda
bulunan ve gerçek anlamda çağdaş olmayı başarmış bir değerdir, bu değer çağın
hem içinde hem de içinde değildir.
Sanat eserinin gerçek bir iletişim
nesnesi olması yaşadığı her çağda iletişimini sürdürebilmesi onun değerli,
kalıcı ve geçerli olduğunun en belirgin göstergeleridir. Tabiki yapıt
üretildiği dönem içinde değerlendirilmeli. Her dönemin içinde bulunduğu
sosyo-ekonomik, kültürel olguların bilinmesi sanat yapıtlarının içeriğini daha
fazla anlaşılabilir yapmakta 20 yüzyıl da kendine özgü dönemdir. Bu dönemin
koşullan, bu koşulların sanatçılar üstünde ki olumsuz olumlu etkileri üretilen
yapıtların özünü ve biçimini var eder. Ancak çağın anlayışı doğrultusunda sanat
yapıtı üretmek her zaman kısır bir döngüyü de yaratır. Yalnızlıktan korkan
insanın belli bir anlayışa yönlendirilmesi kolaydır. İnsanların büyük bir
bölümü kendilerini bir gruba, bir kuruma bir inanca ait görerek sığınma,
kendini güvende hissetme duygularını tatmine yöneltme eğilimindedirler. Aslında
yalnız kalmak kendini keşfetmektir. Kendini keşfetmek ise gerçek beni ortaya
çıkarmaktır. Kendini keşfeden insan yaşam içindeki orjinal rolünü bulabilir.
AKADEMİZM
Orjinal sanatsal çıkışlara akademik
yaklaşımlarda zarar vermekte akademiler genelde mevcut sistemin araçları olarak
dizayn edilirler. Amaçları da sistemin işlerliğini devam ettirmek, tabii ki
burada sistemin zamana karşı ne şekilde durduğu da önemli. Kendini dönüştürmeyi
başarmış ve insanı temel almış sistemler tutucu değildirler. İnsana özgürlük
tanımış olmanın getirdiği yeni öneriler ve teknikler sistemi sürekli
zenginleştirerek dönüştürürler. Çünkü burada insan dediğimiz varlığın sahip
olduğu temel özellikler olan fizyolojik, biyolojik ve psikolojik öğeler önem
kazanır. Ancak akademik faliyetler sanat hareketlerini merkezileştirme eğilimde
olursalar sanatçının bireysel yaratma özgürlüğü tehlikeye girer artık sanatçı
hayalgücünü kullanamaz. Yeni teknikler ortaya çıkaramaz.
Sanat, kitleleri etkileyen harekete
geçiren bir güce sahiptir. Sanatın bu gücü bir takım çıkar gruplarının,
kurumlarının ve devletlerin ilgisini çeker, iştahını kabartır. Bu güç
kullanıldığın da karşıtlarını hep ürkütmüştür. Sanatçının dışında başka
otoritelerin bu gücü kullanmaları, bunu toplumu bilinçlendirme adına
yaptıklarını söylemeleri kendi açılarından ne kadar haklı görülse de sanat,
kurumların, ideolojilerin etkisinde bir araç olarak kullanılmamalı. Bu
anlayışta üretilmiş sanat yapıtlarında orjinallikten uzak herşey bulunabilir.
Özgürlük gerçek sanatçı için kutsal bir durumdur. Çünkü orjinal olmak buna
bağlıdır. Sanatın kendine göre onuru, gizemliliği, büyüsel ve estetik üstünlüğü
olmalı...Orjinal olmayan davranış bilimlerinin üstünde kendine saygın bir yer
edinmelidir.
“Akademiler geçmişte olduğu gibi
günümüzde de devletin araçları olarak kurulur. Görevleri de sanata devlet
siyasetine uygun bir biçimde yön vermektir; Bu yön vermek, keyfi bir dikta ile
değil devlet görüşlerini yansıtan geleneksel sanatı devam ettirecek sanat
kurallarını bir sistem olarak tesbit etmekle yapılır, bu ideoloji tutucu da
olabilir ilerici de. Fakat, bugün akademik düzenlerin değişmez özelliği kuramı
yapılandan ayrı tutmasıdır. Herşey kuralla başlayıp kuralla biter.
İlk bakışta bu durum başka çağlardan
ayrı bir nitelik taşımıyor gibi görülebilir. Dinsel ya da büyü amaçlarında
hizmet ettiği her devirde sanata belli bir takım kurallar egemen olmamış mıdır?
Olmuştur elbette ama genede aradaki fark oldukça büyüktür...”[28] [29]
“...Akademi bütün sanat
hareketlerini merkezileştirir ve tüm ölçüleri ve yargıları düzenler (Denetimi
dışında kalan daha alçak gönüllü faliyetleri ise ilkel ya da “Halk Sanafı deyip
dönüp bakmaz bile). Böylece de kurallar özel bir örnekten ya da eldeki modelden
çıkarılacağı yerde, sanatçının hayal gücünü daha çalışmaya başlamadan
kalıplaştıran ve kısıtlayan soyutlamalar olarak öne sürülür”. 29
Zayıflık kendine güven duygusunun
eksikliği, korkular bireyi bir takım felsefelere , ideolojilerle yöneltir.
Yalnızlık onu korkutur. Bir takım kuruların, grupların varlığı ona güven
duygusu verir. Gerçek sanatçı ise böyle düşüncelerle, kurumlarla, gruplarla
dolaylı dolaysız ilişkisi olsa da o yalnızlığından korkmaz, yalnızlığı ona güç
bile verebilir. Kendisine ait bilgisi, sezgisi onu yalnızlığı içinde de tatmine
götürebilir. Onun geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle bir problemi yoktur. O
hepsini bir arada yaşar. Yapıtları sıcak duyarlı bir sanatçının ruh izlerini
taşır. Onu başkalarından ayıran önemli özelliktir bu durum. Başkalarının
yarattığı kavramlarla, gruplarla, kurumlara işi yoktur. O onlarsız daha da
güçlü hisseder kendisini ver olan kavramlara da herkesin yaklaştığı gibi
yaklaşmaz, sahip olduğu bilgisi ve sezgisi ile tüm akademizmin kurallarını,
kalıplarını aşar. Popülizm, moda onu hiç ilgilendirmez. Bunlar adına
yapılanların kalıcı olmadığını da bilir. O akademizmin katı, kuralcı, baskıcı
anlayış ve tavrına karşı çıktığı gibi içi boş geçici moda anlayış ve tavırlara
da karşıdır.
“Akademiler dedik sanat eğitimi
yaparlar. Bu bakımdan akademiler birer estetik değer modeli olmalıdır. Bu model
zaman -üstü yaşam-dışı, mutlak olarak kabul ediliyorsa o zaman buradan cansız,
donmuş soyut ve geleneğe dayalı bir güzellik anlayışı doğar. Böyle bir sanat
isteği “AKADEMİZM” adını alır, Akedemizm sanatı zaman-üstü rational bazı
şemalara götürür. Akademizme düşmüş olan bir sanat, yaratma ve yaşama olanağını
yitirir. Bundan dolayı yaşamak isteyen bir sanat akademizmi bırakmalı
gerçekliğe yönelmeli ve bir dinamik sanat anlayışına sahip olmalıdır”[30]
“ Sanatçının yeni baştan tam bir
büyücü konumunu kazanma sürecinin, bir anlamda 1860 larda ortaya çıkan
izlenimcilik ile yeni bir ivme kazandığı söylenebilir. Sonuçta akademiler ve
diğer sanat okulları gibi resmi kurumlara ve bir tür akademizme karşı bir
başkaldırı hareketi olarak da değerlendirilen izlenimciliği, yaklaşık elli yıl
gibi kısa bir süre içinde izleyen geç izlenimcilik, yeni izlenimcilik
dışavurumculuk, fovizm, kübizm, fütürizm, supramatizm. konstrüktüzm vb. gibi
akımların ardından bir yandan sanatın sınırları sonsuzca genişlerken öte yandan
da sanatçılar kimi zaman salt kişisel ve çıkarsal nedenlerle, kimi zamanda
(örneğin birinci dünya savaşının yarattığı maddi ve manevi çöküntü nedeniyle)
dadaizm gibi protestoya yönelik akımlar bağlamında toplum vicdanını harekete
geçirmek ya da ahlaki değerleri çökertmek amacıyla akla hayale gelebilecek her
türlü anlamlı ya da anlamsız davranış biçimini sanat adına kullanmışlardır...
Kısaca bir zamanlar sanatın akademileştirirmiş durağanlığına karşı haklı ve
belki de zorunlu bir başkaldırı olarak da varlık bulan sanat hareketleri ya da
genel olarak modernizm sonucunda yalnız sanatın kendisi değil aynı zamanda
sanatçı ve sanat yapıtı kavramları da köklü bir değişikliğe uğramıştır.
Sanatçı geçmişte yalnızca ya da çoğu
zaman sipariş karşılığı olarak iş yapmaktaydı oysa “Modern Zamanlarda” da
yalnızca ya da daha çok kendisi için yapıt üretmektedir....”[31]
Çağımızda sanatın özgürleştiği, bu
özgürlüğün sanata yeni görüşler, yeni anlayışlar doğurduğunu sanatçıların yeni
düşünceler, anlayışlar etrafında toplandığı ve bunu çok önemli bir gelişme gibi
gösterilmesi böyle bir sonucu klasik evrelere bağlayıp işin içinden sıyrılmak
tabii ki kolaydır. Ancak biraz tuzaklarla dolu bir bakış açısıdır. Sistemin var
ettiği kültür, toplumda bilim ve sanat düzeyini tayin etmek ve yönlendirmek
ister. Sanat ve bilim adamlarının bu sistemin dışına çıkmaları pek kolay
olamaz. Toplum hayatında ki sosyoekonomik ve kültürel değişmeler, toplum
insiyatifinde değildir. Hiç bir dönemde de olmamıştır, olması da mümkün
gözükmüyor. Ancak özgürlüğe konan bu ipotek sadece gerçek sanatçı ve bilim
adamlarına konamaz akademizmin etkisi dolayı ve dolaysız yollardan yönlendirici
olma peşindedir. Ve sanatçılar zaman zaman bu yönlendirmenin etkisinde kalabilirler
işte onlar için büyük tehlike bu etkinin gittikçe güçlenip sanatçının
özgürlüğünü yok etmesidir.
PİYASA VE TEKNOLOJİ
Sanat
yaratılıp paylaşılan özel bir üründür. Günümüzde giderek daha çok seri üretilen
ve tüketilen bir şey haline geliyor. Sanatçı günümüzde herkese ulaşıp herkesin
üstüne çıkma eğilimleri taşımaya başladı. Bu durum sanatın değerini düşürüyor,
orjinal olmasını etkiliyor, sanatçı başkalarıyla adeta yarış içinde seri
üretimler yapıyor. Bir pazarlamacı gibi kendi kendini pazarlıyor, veya
pazarlanmasına izin veriyor. Bir çok kişinin, grubun, kurumun piyonu olmayı, bu
yarışa katılmayı göze alıyor.
Böyle
bir ortam içinde her biri yeni bir söz olan öteki sanatçıların ve yapıtlarının
tanınması, özendirilmesi imkanı da malesef tehlikeye giriyor. Gerçek
yaratıcılıkta karşılaştırma sınıflandırma olamaz. Günümüzde sanatçı ile
izleyici ya da alıcı arasında insanlarla yapıtı karşı karşıya getirmekle yükümü
bir aracı durmaktadır. Genelde aracılar, beğenilerini değer yargılarını ticari
kazanç ve ideoloji temeli üzerine oturturlar. Sanatı sanatçıyı sıradan bir ürün
gibi görme eğilimleri taşırlar. Geniş bir bakış açıları olduğu gibi baskıcıda
olabilirler. Bun bir anlamda sanatın endüstrileşmesi diyebiliriz. Batıda
özelikle Amerika’da teknisyenler, danışmanlar, bürokrasi, halkla ilişkiler
uzmanları, temsilciler, vergi uzmanları gibi sanat piyasasında çalışan ve
hayatını kazanan çok sayıda insan görüyoruz. Sanatın bu derece yaşamın içine
girmesi iyi, güzel, olumlu ancak tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Sanatçı
ve sanat yapıtı mekanik, özünden çok şey yitirmiş. Cansız bir şey haline
geliyor. Sanatı devletler, şirketler ve kurumlar politik ve ticari kaygılarla
aslında yok ediyorlar.
Sanatın
bugün içinde bulunduğu durum, sanat açısından tehlikede gibi görünüyor olsa da
insanın ruhsal ve tarihsel varlığı bunu engelleyecek gücü içinde barındırıyor.
Sanatın varlığını tehdit eden tehlike teknolojidir. Sistemin yarattığı
kavramlar ve bu kavramları iletebilme yeteneği, teknoloji sayesinde kolaylıkla
iletmeyi, sanatta orjinal çıkışların azalmasına neden olmuştur. Sanatçıların
kendi kavramlarını ve biçimlerini yaratmaları yerine başkalarının yarattığı
kavramların peşinde koşmaları ve teknolojinin büyüsüne kapılıp gitmeleri
orjinal çıkışlar için başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Sanatçının
büyülenmesi, sanatçının doğasına aykırı. Çünkü sanatçının kendisi bir anlamda
büyücü... binlerce yıldır sanat üretmiş olan özgür sanatçı şimdi insanın
yarattığı teknolojinin büyüsüne kapılmış ve esiri olmuş durumda.
Sanatçı,
kendi konumuyla teknolojinin konumunu yerini belirlemeli çünkü özgürlüğü buna
bağlıdır. “ Sanatın özgür olması demek sanatın belli şablonların ötesinde
olması demektir. Ekonomik hayatta ki üretim olayında ise, örneklerle şablonlara
tam bir uyum söz konusudur. Üretici güçler belli örneklere göre üretirler.
Belli bir yılın Ford arabası modeli, o yılda üretilmiş olan binlerce araba için
genel bir model olup, o yılın araba ürünleri bir birinin aynıdır. Aynı
olmalarında zorunluluk vardır. Üretim düzenin de, endüstri de özgürlük değil
tersine zorunluluk vardır. Bir arabanın değerini üretimde ki bu zorunluluk
belirlediği halde, sanat yapıtının değerini onun kişisel -öznel niteliği,
özgünlüğü kısaca özgürlüğü belirler. Bundan dolayı endüstride ki üretim kesintisiz,
sanat yapıtı ise tektir, biriciktir ve biz yaratma işidir. Şimdi neden acaba
sanat eylemi bir üretim süreciymiş gibi görülmek istemiyor? Buna
verebileceğimiz karşılık su olabilir. Bugün ekonomik ve teknolojik kavramların
egemenliği altında yaşıyoruz insan özgür ve yaratıcı olmak niteliğini giderek
yitirmekte ekonomik-teknolojik koordinatların belirlemesi içine sokulmaktadır.
Oysa insanı bu gibi kordinatlar belirleyemez insan insan olarak özgür bir
varlıktır. Bu anlamda sanatı savunmak insanı ve insan özgürlüğünü savunmaktır
“. [32]
SONUÇ
Kainat çok geniş, bu genişliğin
içinde bilinmeyenlerin çekiciliği insanı besleyen en önemli kaynaktır. Sanat
olsun, bilim olsun insana çekici gelen bu bilinmeyenlerin peşindedir. Bu sır
dolu evrende varlıkla yokluk arasında ki gidip gelmeler sanatçı zihninin en
fazla haz duyduğu anlardır. Gizemli düşünceler böyle var olurlar, gizli
bilgiler böyle elde edilirler.
Sanatçının en büyük gayesi kendisini
özgürce ifade edebilmektir. Özgürlüğün sanatçı için bir bedeli olabilir. Bunu
göğüslemek yine sanatçının kendisine aittir. Orjinal sanatçı görünenle
görünmeyen arasında bir köprüdür. Bu köprüyü en fazla kendisi kullanır. O kendi
dünyasını , kendi gerçeğini ve kendi inançlarını dile getirir. Sanatçı bütün
bunları kişisel estetiği ile ifade eder. Burada en önemli şey sanatın ruhsal
özellikler taşıması ve yaratıcı olmasıdır. Bu yaratıcılık kişinin sezgisiyle,
bilgisiyle ortaya çıktığında ve kişisel özellikler taşıdığında bir değer olarak
kabul görür. Sezgi sanatı besleyen asıl kaynaktır. Kişinin özel psikolojik
yapısıyla ilgilidir. Tek olmak, yalnız olmak sezgiyi harekete geçiren
durumlardır. Sanat tamamıyla bireysel yaratıcılığın ifadesidir. Bundan dolayı
sanat yapıtının orjinal olması gerekir. Orjinal sanat yapıtı farklılığıyla kendine
her anlayışın her dönemin dışında bir yer edinme gücüne sahiptir, bu tür
yapıtlarda yaratıcının samimi içten enerjisi yüklüdür. Bu yapıtlar çok çabuk
tüketilen, belli bir dönemle sınırlandırılan yapıtlar olamazlar.
Orjinal sanatçı
kendini merkeze koyar. Ancak başka merkezlerin olduğunu kabul etmek veya
etmemek yine onun tercihine kalmıştır. O kabul etmese de (Böyle bir hakkı var)
başka merkezler olacaktır. Kendinim merkez alan her sanatçı orjinal olma gücünü
artırır olaylara sezgisel yaklaşır. Her durum ona çözülmesi gereken bir sırmış
gibi gelir. Bunları çözmek için sezgisini kullanır maddeyle oynar, onu bozar
ona yeni bir biçim verir.
Orjinal sanatçı yaşamında kendi
ilkeleriyle hareket eder. Onun için en önemli şey kendini özgür hissetmesidir.
Çünkü ruhunun buna ihtiyacı vardır. Ruhu özgür ortam içinde yaratıcı olabilir.
O yaşamın her anında, her noktasında ki tek gerçektir. Sabittir, değişmezdir.
Onun değişmezliği rolünün değişmezliğidir. Yani yaratıcı oluşumun değişmezliği.
Şuuru değişir, şuurda ki değişmeler ise yavaş yavaş olur. Bir şuur durumundan
öbür şuur durumuna geçer. Bu geçişlerde hiç aralık yoktur. Bu değişim
niteliktir, bir çoğaltmadır, orjinal bütünü ifade eden bir birliktir.
Orjinal sanatçının kendine has
inançları, kendine has mitosları vardır. Bunları kendi dünyasında yaşar,
istediği zamanda başkalarına gösterir. Onun kainat ve toplum olayların bakışı
farklıdır. O insan aklının alamayacağı çözemeyeceği bir anlaşılmazlık
bilinmezliğin peşindedir. Onun bu özelliği etrafında bir çekim alanı oluşturur.
Orjinal sanatçı herkesin bildiğini farklı söylemesini de bilir. O etkilenen
değil etkileyendir. O bir büyücüdür, bir sihirbazdır, o coşku doludur yaratmak
için yaratılmıştır.
İnsanın gerçek kişiliğinin ne
olduğunun farkına varması ruhun hangi yasalarla oluştuğunu bilmesi, onu yaşama
bağlayacak rolünün ne olduğunu keşfetmesi bilgi edinilmesini de gerekli
kılıyor.
İnsanlar yaşamlarında bir devamlılık
sağlayabilmek için belli uğraşlar edinirler, bu uğraşlar bir süre sonra kişinin
kendisiyle özdeşleşir. Kişiye bir kimlik kazandırır. Bu kimlikler kişinin yaşam
içinde sergileyeceği oyunda ki rolüdür. Bu rol kişinin ruhsal, biyolojik ve
fiziksel özelikleriyle bir uyum gösteriyorsa orjinal rol olarak karşımıza
çıkar. Orjinal rol, hem sosyal gerçek içinde, hem de kişinin kendi ruhsal
ortamı içinde bir aheng oluşturur, bu hem mutlu bir toplum hem de mutlu bir
birey anlamına gelir.
Astrolojik gerçek bir ahengin
ifadesidir. Bir matematik kurgudur. Dünyanın kendi etrafında dönmesi nedeniyle
güneş ay bir kere doğarlar bir kere batarlar. Bunun astroloji de ki anlamı
güneş , ay ve gezegenler on iki evi dolaşmalarıdır. Gezegenlerde hareket
ederler. Güneşin etrafında dönerler, bu dönüşlerinde sürekli bir tekrar vardır.
Gezegenlerin sürekli hiç değiştirmeden izledikleri bu yol zodyaktır ve on iki
eşit parçaya (dilime) bölünür. Bu dilimlere burçlar diyoruz. Burçlar isimlerini
takım yıldızlarından alırlar. Hareketleri kiminde hızlı ve kiminde yavaştır.
Burçlar insanın psikolojik yapısını,
ihtiyaçlarını , korkularını, ön yargılarını, tavırlarını gösterir. Burçlar
insanın yaşam içinde geçireceği süreçleri gösterir. Farkında olması kendini
tanıması ve kabul etmesi öğretir. Uzun süredir insan tepkilerini inceliyorum.
Bu tepkilerin yaşam içinde gösterdiği farklılıkları ve benzerlikleri hep merak
etmişimdir. Bu merakım beni ressamlığımın dışında başka alanlara da yöneltti
bunların başında astroloji, psikoloji ve nümeroloji gibi alanlar geliyor.
Sanatta yeterlilik tezi hazırlamayı gerekince tezin ne olduğu ve ne şekilde hazırlandığı
konuları önem kazanıyor. Tez ortaya atılan bir iddia olmalıdır, yeni bir öneri
olmalıdır. Sanatta yeterlilik tezi olunca da ortaya atılan iddiaların bilimsel
dayanaklarının olup olmaması konusu tartışmaya açıktır. Tabiiki konu insan
olunca en önemli temel dayanak insanı tepkileriyle gözlemlemek, incelemek ve
nedenlerini araştırmaktır.
Bu
tezde yapmak istediğim sanat ve orjinallik kavramlarının derinlemesine kuramsal
tanımlarını yapmak yerin, sanat ve orjinalik sorununa değişik bir bakış
açısıyla yaklaşıp orjinal olabilmenin nasıl, ne şekilde gerçekleşebildiğini,
buna etken olan psikolojik spiritüel yasaların sanatçıyı yönlendiriş biçiminin
sırları ve sınırlarının ne olduğunun basit ve pratik bir saptamasını yapmak...
Plastik sanatlar alanında söz sahibi olmak isteyenlerin kendilerini ne kadar
tanıdıklarını, seçtikleri bu mesleğe uygun olup olmadıklarının ipuçlarını
vermek, eğer yaratılış olarak seçtikleri mesleğe uygun özellikler taşıyorlarsa
bu alanda daha çok başarı şanslarının olduğunu ispatlamaktır.
*
NEJAT
BOZKURT, “SANAT VE ESTETİK KURAMLARI”, ARA YAYINLARI, İSTANBUL-1992
*
HENRİ
BERGSON, “GÜLME”, M.E.B. YAYINLARI, İSTANBUL -1989
*
ÖNDER
ŞENYAPILI, “RESME BAKMAK”, YENİ BOYUT, NİSAN - 1982, SAYFA-30
*
İSMAİL
TUNALI, “ESTETİK - İFADE BİLİM VE GENEL LİNGUSTİK OLARAK -B-CROCE” REMZİ
KİTAPEVİ, İSTANBUL -1989
*
İSMAİL
TUNALI, “DENEMELER”, İKTİSADİ YAYINLARI, İSTANBUL -1979
*
SAFFET
SUNER, “DÜŞÜNCENİN TARİHTEKİ EVRİMİ”, FATİH MATBAASI, İSTANBUL-1967
*
PAUL
KLEE, “ÇAĞDAŞ SANAT KURAMI”, DOST KİTAPEVİ YAYINLARI, ANKARA
*
DAN
MİLLMAN, “HAYATINIZIN AMACI” AKAŞA YAYINLARI, İSTANBUL - 1994
*
J.STEVENS,
RH.D, S.VVARINICK - SMİTH” KENDİNİ TANIM REHBERİ" AKAŞA YAYINLARI,
İSTANBUL-1998
*
AHMET
HULUSU, “İNSAN VE SIRLARI” KİTSAN YAYINLARI, İSTANBUL - 1993
*
LİNDA
GOODMAN, “BURÇLAR” S.YAPRAK YAYINLARI, İSTANBUL -1993
*
JUDİTH
BENNETT, “CİNSEL BURÇLAR” E YAYINLARI, İSTANBUL -1994
*
STEVEN
FORREST. “İÇİNİZDEKİ GÖKYÜZÜ” İLHAN YAYINLARI İSTANBUL-1997
*
KEMAL
İSKENDER “SANAT TARİHİ DERSLERİ” SANAT ÇEVRESİ İSTANBUL-1993
*
JOHN
BERGER “SANAT VE DEVRİM” V.YAYINLARI İSTANBUL -1987
*
[2] NEJAT BOZKURT “SANAT
VE ESTETİK” ARA YAY. İSTANBUL -1992
[3] HENRI BERGSON,
“GÜLME” MEB. YAYINLARI İSTANBUL-1989
[4] ÖNDER, ŞENYAPIU,
“RESME BAKMAK” YENİ BOYUT NİSAN 1982 Sayfa 30
[5] - HENRI BERGSON, AYNI
ESER.
[6] - İSMAİL TUNALI
“ESTETİK - İFADE BİLİMİ VE GENEL LİNGUİSTİK OLARAK-B-CROCE Remzi Kitapevi İst
1989
[7] NEJAT BOZKUR “SANAT
VE ESTETİK KAVRAMLARI" ARA YAYINCILIK, İSTANBUL, 1992.
[8] 7 - İSMAİL TUNALI
“ESTETİK - İFADE BİLİMİ VE GENEL LİNGUİSTİK OLARAK - B. CROCE REMZİ KİTAPEVİ
İSTANBUL 1989
8
-SAFFET SUNER, “DÜŞÜNCENİN TARİHTEKİ
EVRİMİ2 FATİH MATBAASI İSTANBUL -1967
[9] SAFFET SUNER, AYNI ESER.
[12] DAN MİLLMAN “HAYATINIZIN AMACI” AKAŞA YAY. İSTANBUL 1994
[13] DAN MİLLMAN, AYNI ESER
[14] J.STEVENS, RHD. &
S.VVARVVICK - SMITH, “KENDİNİ TANIMA REHBERİ" AKAŞA YAY, İSTANBUL, 1998
[15] STEVENS, P H D. &
S WARWİCK - SMİTH, AYNI ESER
[16] AYNI ESER
[19] AYNI ESER
[20] AYNI ESER
[21] AYNI ESER
[22] AYNI ESER
[23] AHMET HULUSİ,
“İNSAN VE SIRLARI” KİTSAN YAYINLARI, İSTANBUL 1993
[24] UNDA GOODMAN
“BURÇLAR" STAR YAPRAK YAY İSTANBUL, 1993.
[25] JUOITH BENNETT. “CİNSEL
BURÇLAR”, E YAYINLARI, İSTANBUL,1994.
[26] STEVEN FORREST “
İÇİNİZDEKİ GÖKYÜZÜ”, İLHAN YAY. İSTANBUL, 1997.
[27] KEMAL İSKENDER, “SANAT TARİHİ DERSLERİ" SANAT ÇEVRESİ
1993
[29] JOHN BERGER, AYNI ESER
[30] İSMAİL TUNALI “DENEMELER” İKTİSADİ YAYINLARI İSTANBUL 1979
[32] İSMAİL TUNALI “DENEMELER” İKTİSADI YAY, İSTANBUL, 1979.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar