A Can, Sen Nerdesin?
XXXIII
Egerçi letîfî vo zîbâ-lekaayî
Becân-ı bekaa rov zi cân-ı hevâyî
Lâtifsin, yüzün
de pek güzel... fakat ölümsüzlük canına git; hevâ ve hevesten doğma bir can var
sende.
Hava kimi soğuk
olur, kimi sıcak, yakıcı. ondan ne diye vefa umarsın? Vefasızlığını görüver.
Bedeni kafes,
canı uçar kuş bil. kafes burda, fakat a can, sen nerdesin?
Gökyüzünün
çevresinde bir zamandır uçtun durdun; o padişahı geçtin gittin; oy saki ona
lâyıksın sen.
Dünya senin
gibi bir kuşu ne gördü, ne görür. çünkü hem damın üstündesin, hem sarayın
içinde.
Kimi olur, taç ıssı padişahların başlarına ayak korsun; kimi de
gider yoksulluk hırkasına bürünürsün.
Kimi güneş olursun, dünyayı ışıtır, parlatırsın. kimi de şimşek
kesilirsin; bir soluk bile eğlenmezsin; çakar gidersin.
Şekerkamışı madenisin sen; gönüllerse dudu kuşudur sanki...
yemyeşil bir ovasın sen, canlarsa sende yayılır.
Bunlardan geçtim; tek sen gölgeni alma bizden. çünkü devlet
bahçesinde gülümüzsün, selvimizsin bizim.
Gönlümüzde iki yüz kilit olsa bir anahtar y ollar, kapıyı açarsın
sen.
Gel, gönlümüze gir; apaydın bir mumsun. gel, iki gözümüzde yerin
var; hoş bir tuty asın sen.
Gül bahçesine girdim de güle dedim ki: Çeyizini kim düzdü? Lâ’l
renkli bir kaftanın var.
Bana, kokla da anla; Mecnun gibi senin de aşkın varsa, özün arıysa
kokudan anlar, tanırsın dedi.
Hani Mecnun, Leylâ’nın bulunduğu ovaya geldi de seher yelinden
Leylâ’nın kokusunu almak istedi ya.
Leylâ öldü, siz sağ olun; bak da gör; bütün soyu sopu yas
elbisesine bürünmüş dediler.
Acılar tadan Mecnun, elbisesini yırttı... elsizdi, ayaksızdı da
kanlar içinde yuvarlanmaya koyuldu.
Başını her taşa, her kapıya vurmadaydı. bir hayli ağladı; elini
dişledi durdu.
Tacın nerelere gitti diye başına vuruyordu. belâlara av oldun diye
göğsünü dövüyordu.
Hikâye uzun; yalnız sen de balığın susuzluktan çırpındığını
bilirsin ya.
Kendine gelince sordu Mecnun; mezarı nerde; hangi ovalarda dedi,
onu gö sterin bana.
Dediler ki: Geceydi, karanlıktı; yitti gitti. verdikleri bu
haberden kötü bir hale düştü.
Kılavuzum var diye bağırdı; Leylâ’nın kokusu bana yol gösterir
dedi Mecnun.
Vaktin Yakub’uyum ben... Yusuf’un kokusu yüz yıllık yoldan gelir,
derdime devâ olur.
Muhammed’in duyduğu koku, bize ulaşma müjdesi verdi. Yemen’den hoş
bir halde Tanrı kokusunu koklayalım, canımıza çekelim.
Her mezardan bir avuç toprak alıyor, burnuna götürüyor, kokluyor,
o misk kokusunu arıyordu.
Hani şeyh arayan mürit gibi. o da ağızlardan erenler soluğunun
kokusunu arar ya.
Tanrı kokusunu Kalender’in ağzından ara. ercesine, gerçekçesine
ararsan şüphe yok ki mahrem olursun, o kokuyu duyarsın.
Bu koku, toprağa saçılan son yudumdan gelir, topraktan değil.
çünkü dostluk yudumu, aşk yudumu toprağa düşmüştür.
Bunu bırak da gene Mecnun’a gel. çünkü kuşluk güneşinin ışığıyla
gözüm kamaştı.
Güneş değirmisine karşı gözlerim zayıf fakat
Ay, Güneş’in
yalımlarına, parıltılarına tanıklık etmede.
Nerde Zün-Nûn’un aşkı, nerde Mecnun’un aşkı? Fakat Mecnun’un aşkı
da o ululuk ıssının arkından bir iz vermede.
Hani Mûsa da dadının memesini almadı... çünkü anasının sütüne
alışmıştı; tanıyordu onu.
Mecnun, yüzlerce mezarın toprağını kokladı, geçti. Mûsa, koku
tanımada ona ustalık etmişti.
Anlayış, ayırt ediş, gönülde aydın bir mumdur. o mum, seni
aldanıştan, düzenden kurtarır.
Koku onu Leylâ’nın mezarına götürdü. bir nara attı da o yokluk eri
yerlere serildi.
O kokuydu onu geliştirip açan; gene o koku öldürdü onu. bir
kokuyla derlendi, yaşayış âlemine geldi; bir kokuyla yok oldu gitti.
O Leylâ’ya ulaştı; can Mevlâ’ya ulaştı. Yer yere geçti; gök göğe
ağdı.
Sizde de Tanrı havası var; var ama Tanrı sizde sizliği bırakır mı
hiç?
Bir bölük halk
sivrisineğin kasırgaya dayanmasını diler... eh, tutalım, kasırganın çetinliğini
elde etti; kime gerek yâni?
Kasırga,
sivrisineğe bir fil yüreği bağışlar; güzel bir karşılık verir de
sivrisineklikten kurtarıverir onu.
Lâleliğinin
parlaklığını bir iyice anlatırdım ama horoz ibiğine benzeyen gönüle vurmaz, o
benlik sahibi olan gönlü p arlatmaz bu parlaklık.
İyisi mi sus da
dilsiz-dudaksız kendisi söylesin, anlatsın sana. hadi, çayırlığa çimenliğe git;
sen de çağrılanlardansın.
Kaynak:
Cilt 7-2
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar