CAHİT KOYTAK’IN HAYATI POETİKASI VE ŞİİRLERİ
Hazırlayan:
Yavuz GÜNEŞ
GİRİŞ
Osmanlı Türkiye'si için yirminci yüzyılın ilk çeyreği bir savaşlar ve
yıkımlar yüzyılıdır. Bu periyodun son yılları, aynı zamanda yıkılan bir
uygarlığın küllerinden, kıblesi Doğu'dan Batı'ya dönmüş genç bir devletin
doğuşunu da beraberinde getirir. 19 Mayıs 1919'da başlayan ulusal kurtuluş
mücadelesi 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin resmen kuruluşuyla sonuçlanır. "(...)
ordunun düzeltilmesi, bunun için gereken modern askeri öğretimin hazırlanması
(... )"' amacıyla başlayan Batı'ya yönelme / çağdaşlaşma hareketi
özellikle 1923-1934 arasında yapılan inkılâplarla ciddi bir ivme kazanır. Bu
dönemde yeni devlet ve toplum düzeni, modernliğin kutsallaştırarak başat
ilkeler haline getirdiği bilim ve akıldan başka "mürşit" tanımayan
bir anlayışla inşa edilir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında; adabımuaşeret, giyim-kuşam, ölçü-tartı,
takvim- saat, evlenme-boşanma, soyadı kanunu, kadınlara yasal haklar tanınması
gibi birçok farklı kulvarda art arda yapılan düzenlemelerle gündelik yaşam,
Batı uygarlığının zamanına ayarlanarak, resmi idare eliyle yeniden
biçimlendirilir. Bu yeniden biçimlendirmeyi zorunlu kılan etkenlerden en
önemlisi yeni seküler "ulus devlet" niteliğinin pekiştirilmesi[1] [2] olarak açıklanabilir.
Toplumsal, siyasal, yasal, kültürel ve ekonomik alanda meydana gelen bu
toplu ve hızlı değişmeler, yüzyıllar içinde kendi iç diyalektiğini ve
geleneğini kurmuş Türk şiirinde de etkisini gösterir. Erken dönem Cumhuriyet
şairlerinin önemli bir kısmı Divan şiiri geleneği içinde Osmanlı Devleti'nin
son dönem kültürel atmosferinde yetişmiş ve şiire başlamış şairlerdir[3]. Son derece bunalımlı, toplumsal ve siyasal açıdan
travmatik bir savaşlar dizisinin olağanüstü koşullarına tanık olan bu şairler
aracılığıyla " 'millî' bir anlayış, edebiyat dışı etkenlerin
rolüyle de olsa şiirimizi kavra[r]."[4].
Mehmet Emin Yurdakul'un "Türkçe Şiirler"i ile başlayarak
Cumhuriyet öncesi Türk şiirinde egemen bir eğilim haline gelen yalın,
epik-lirik bir dille ve hece ölçüsüyle ulusal sorunları romantik bir tutum
eşliğinde işleme tavrı Cumhuriyet öncesinde Beş Hececilerin, sonrasında ise
Yedi Meşalecilerin poetik anlayışının biçimlenmesinde etkili olur. Yeni
keşfedilen Anadolu'ya ve bu coğrafyanın yerel- ulusal sorunlarına eğilen ve
"memleketçi şiir" olarak adlandırılan bu anlayış, inkılapların ve
kutsanan yeni değerlerin savunuculuğunu ve benimsetilmesi misyonunu da üstlenerek
devam eder. Betimlenen bu tavır kısa sürede kanonik olarak "inkılap
şiiri" biçiminde terimleştirilen manzumeci, didaktik, propagandist şiiri
yaratır[5].
1923 sonrasında verimlerini sürdüren şairler arasında saf şiir anlayışını
savunan, "Türk şiirinin ilk modernist ismi Ahmet Haşim ve
neoklasik Yahya Kemal, şiirin her şeyden önce bir dil ürünü, bir sözcük
işçiliği olduğu noktasında çağdaşlarının çok ilerisinde (...)"[6] konumlanır.
Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Mustafa Şekip Tunç ve Mustafa Nihat Özön'ün
çekirdek kadrosunu oluşturduğu Dergâh Hareketi, Henri Bergson
etkisiyle mistik, metafizikçi bir eğilimin yaygınlaşmasını sağlar. Dergâh şairleri,
biçimsel olarak hece ölçüsünü kabul etmekle birlikte, Beş Hececi, Yedi Meşaleci
ve inkılapçı şairlerin romantik, memleketçi bir lirizm ile kuru, didaktik
manzume söylemi arasında gelgitlerle ele aldığı içerikten tamamen uzak, soyut
bir içeriği şiirleştirirken şiirin bir dil sorunsalı olduğu anlayışını göz
önünde tutar.
Cumhuriyet'in ilk on yılındaki dikkat çekici "ilk avangart çıkış"[7] Nazım Hikmet tarafından yapılır. Fütürist ve
Konstrüktivist bir tavırla toplumcu gerçekçiliğe ilişkin temalar Nazım Hikmet
ve izleyicisi Ercüment Behzat Lav tarafından işlenir. İkilinin açtığı bu yolda
kırk kuşağı şairleri verimlerini sürdürecektir.
1930'larda ve sonraki dönemde hiçbir gruba, kuşağa ya da hareket bağlı
olmadan şiirler yazan, hece ölçüsüyle mistik, bireyci, imgeci saf şiir
anlayışını sürdüren Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Asaf Halet
Çelebi, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi
Tecer, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi bir kuşak oluşturmaktan uzak bu şairler
genellikle bağımsızlar olarak adlandırılır.
30'ların ikinci yarısında "(...) vezinsiz, kafiyesiz, imgesiz,
yalın ve kısa şıırler\\n \ (...) Varlıkın 15Eylül 1937 tarihli
sayısındayayımlan[masıyla]"[8] başlayan Garip Hareketi, Divan şiiri geleneğine
bitirici son darbeyi vurur.
Garip'in poetik anlayışına duydukları tepki ekseninde ilk şiir verimlerini
1940'ların sonunda Çınaraltı dergisinde yayımlayan genç
şairler, 1950'de Hisar dergisi etrafında, bir araya gelerek Munis Faik
Ozansoy'un etkili olduğu ve adını bu dergiden alan bir harekete imza atar[9]. "Türk şiirinin geçirdiği çeşitli
aşamaları kazanım olarak kabul etmektense, değişimleri eskinin değerlerinin
yıkılışı ve 'köklülükten uzaklaşma' olarak gör[dükleri] "[10] için biçim ve içerikte eskiye bağlılığı
önemsemişlerdir.
1950'lerin ikinci yarısından başlayarak Türk şiiri üzerinde yoğun etkisi
hissedilen, Muzaffer Erdost'un isim babası olduğu İkinci Yeni bir manifest
metin ortaya koymadan doğal süreç içinde ortaya çıkan poetik bir anlayışla
şiirler yazan genç şairlerin Pazar Postası, Papirüs, Yeditepe gibi
süreli yayın organları etrafındaki yayın faaliyetiyle başlayan edebi bir
harekettir. Hareket önceden planlanmamış, doğaçlama bir sürecin ürünü olduğu
için noktasal bir başlangıç tarihi belirlemek oldukça güçtür. İkinci Yeni
edebiyat tarihi açısından "Muzaffer Erdost'un 19 Ağustos 1956
tarihli Son Havadis'teki "ikinci Yeni" başlıklı yazısıyla
başlatılabilirse de, hareketin doğuş sürecini göz ardı etmeye neden
olabileceğinden böyle bir yaklaşımdan kaçınmak gerekır.'"[11].
İkinci Yeni şairleri "Şiir geldi dizeye dayandı." biçiminde
formülize edilen şiir dili anlayışını "Çağdaş şiir geldi kelimeye
dayandı."[12] anlayışına evirirler. Böylece şiir dilini dize
işçiliğinden sözcük işçiliğine dönüştürerek, şiiri dile indirgeme tavrını uç
bir noktaya taşırlar. Bu bağlamda genel olarak "2. Yeni esas
itibariyle dile ve onun açılımlarına dayanan bir şiirsel arayış(...)."[13]. olarak
değerlendirilir. Ahmet Haşim -kimi araştırmacılara göre de Yahya Kemal-
modernist şiirin ilk ustası olarak görülse de şiiri sözcüğe indirgeme ve şiire
özgü bir dil yaratmak için dili deforme etme tavrından dolayı "(...)
Türk şiirinin asıl modernist çıkışı, onunla, 2. Yeni'yle başlamıştır
(,..)"[14]. Söz
diziminin deforme edilmesi, sözcüklerin olağan anlamlarından ve
söyleyişlerinden saptırılması, aykırı bağdaştırmalara başvurulması, neden-sonuç
ilişkisini ters yüz edilmesi gibi uygulamalarla dilde ve duyarlıkta sıradanlığı
kırma yolu seçilerek şiire hatta her bir şiir metnine özgü bir dil
oluşturulmaya çalışılır. Böylece İkinci Yeni şiirinde anlam, sıra dışı
imgelerin arkasına itilir.
Örtük, kapalı, dolaylı, imalı bir anlatım yoluyla bilinçli bir biçimde
şiirde anlam silikleştirilir. Anlamı silikleştirmek için içerik akıldan ve
akılcı düşünmenin ilkelerinden uzaklaştırmaya çalışılır. Aklın ve bilincin
devre dışı kaldığı sarhoşluk, sayıklama, rüya, narkotik madde etkisi,
bilinçaltı -gerçeküstücülüğün yöntemleştirdiği- gibi nesnel gerçekliğin fizik
yasaları dışında kalan durumlardan yararlanılır. Örneğin otomatik yazı böyle
bir eğilimin sonucu olarak kullanılır. Akla ve akılcı ilkelerle düşünmeye kaşı
çıkış son derece örtük ve dolaylı olmakla birlikte modernliğin eleştirisini de beraberinde
getirir. Modernliğin eleştirisi ve içeriği şiirleştirme yöntemleri bakımından,
dünya görüşü ve yetişme koşulları yönüyle II. Yeni şairlerinden tamamen farklı
bir yerde konumlanan İslami duyarlığa sahip şairler de bu hareket dolayımında
ele alınabilir. Sezai Karakoç, 12 Eylül sonrası değişimiyle de dahil olmak
üzere İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, ilk dönem şiirleriyle Erdem Bayazıt İkinci
Yeni'nin poetik anlayışı çerçevesinde değerlendirilir. Nuri Pakdil ve onunla
birlikte Mavera kadrosunun oluşturan arkadaşlarının
çıkardığı Edebiyat Dergisi, ve onun devamı sayılan Yedi
iklim; Kayıtlar, Yönelişler, Kelime, Kriter, Esra Yazıları, İkinci Fecir,
Varide, Bürde, Mina ve 1966'da Sezai Karakoç'un Ankara'dan İstanbul'a
taşıdığı Diriliş'inin sayfalarında görülen Necat Çavuş, İlhami
Çiçek, Sıtkı Caney, İhsan Deniz, Cahit Zarifoğlu, Ahmet Kot, Turan Koç, Osman
Konuk, Ebubekir Eroğlu, Akif İnan, Mehmet Ocaktan gibi isimler II. Yeni'nin
poetik anlayışını İslami bir duyarlıkla yorumlar.
Bu şairler içinde değerlendirilebilecek diğer bir isim de yukarıda anılan
dergilerin önemli bir kısmında şiirleriyle görülen Cahit Koytak'tır.
Cahit Koytak'ın yayımlanan ilk kitabı 1990 yılında şair Ahmet Kot'un
idaresindeki Yazı Yayıncılıktan çıkan "İlk Atlas"tır. "İlk
Atlas"ta Cahit Koytak, İkinci Yeni anlayışı ekseninde şiir verimlerini
sürdüren Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt gibi muhafazakâr
eğilimiyle modernliğin eleştirisini yapan şairlerin çizgisinde yer alır.
Çoğunluğu 70'ler ve 80'lerde yazılmış şiirleri içeren "İlk Atlas"ta,
şairi bu çizgiye yaklaştıran modernliğin -muhafazakâr bir bakış açısıyla-
eleştirisi, aykırı bağdaştırmalar, imgeci tavır, günlük dilin dışında bir şiir
dili oluşturma; dolaylı, imalı, hermeneutik bir yorumla açıklanabilen metinler
kurma gibi tutumlardır. "Bir Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar"[15] ve "Elişinden Kanatlarla / Pasin'de"[16] şiirlerinde olduğu gibi dil olağan gramatik
düzeninden saptırılarak dilde, anlamda ve duyarlıkta sıradanlık sansasyonel bir
biçimde kırılır. Yalınkat anlatım, bilinçli olarak deforme edilir.
Babasının ölümünü işleyen "Sevgili Hayalet"te babanın
"hayalet"i İkinci Yeni şiirine özgü aykırı bağdaştırmalar yoluyla
kurulmuş imgeler aracılığıyla betimlenir. Şiir anlatıcısı babanın
hayaleti, "Kanayan avuç içlerinden / Kırık sesinden / Konuşurken
gıcırdayan iradesinden / Solungaçlarından zıpkınlarından ve iplerinden /
Sırtındaki güzelim kum fıskiyesinden"[17] tanınır. Su püskürtme aracı olan fıskiyenin bir
hayaletin sırtında kum püskürtmesi aykırı ve çarpıcı bir bağdaştırmadır. "Uykunun
karanfil kokulu / şerbetiyle ıslanmış bıyık"[18] bıyık imgesi de bu Koytak'ın ilk şiirlerindeki
bu tutumunu örnekler. Bu dizelerdeki "uyku", "karanfil" ve
"koku" arasındaki aykırı bağdaştırmaya dayanan imge ve "karanfil
kokusu" ve "ıslanmış bıyık" arasında görsel (imajinatif) çelişki
oluşturma İkinci Yeni poetikasına özgü şiirleştirme yöntemleridir.
İkinci Yeni ve Cahit Zarifoğlu şiirinde belirgin bir biçimde görülen
anlamın bilinçli olarak silikleştirilmesi tavrı, Cahit Koytak'ın ilk
şiirlerinde de kendini belirgin olarak hissettirir. Örneğin Diriliş'te yayımlanan
ve aynı zamanda yayımlanmış ilk şiiri olan "Eski Sofra"da yer alan
dizelerde anılan tutum son derece belirgindir:
"bana anamın bitmeyen
oruçlarından ağan görk
(...)
sonsuz ve tekin
-ağır o kar hiyeroglifı- burçlarından
Pasin’in gül gibi açılan ev içi eli kanlı bacı gözlerinde bir sev’iyi
kuyulaştıran bacı
evlerinin önü kanlı bıçaklı "19,
dizeleri
sözcük kadrosu, söz dizimi, arkaik sözcükler kullanma yoluyla sağlanan dilsel
sapmalar ve aykırı günlük dilde anlam taşımayan yargısız cümle yapısıyla İkinci
Yeni ekseninde bir şiir anlayışını gösterir.
Ancak şairin 90'larla birlikte bu çizgiden koparak kendine özgü tarzını
kurmaya yöneldiği görülür. "İlk Atlas" dışındaki tüm şiir kitaplarında
ve süreli yayınlarda yer alıp henüz kitaplaşmamış şiirlerinde şairin kendine
özgü çizgisi belirginleşmiştir.
Bu temel şiirleştirme yöntem ve tekniklerinin değişmesine koşut olarak
içerik, şiir kişileri ve tematik tutum bakımından da ilk şiirleriyle 1990
sonrası şiirleri arasında değişiklikler görülür.
İlk şiirlerinde "doğarak ve batarak gözler önünde /parlayan,
yok olurcasına akıp giden"[19] [20] bir zamandan duyulan acıyı ve çaresizliği
yaşayan şiir kişileri görülür. Şiir kişileri ölümlü bir bedende ölümsüz bir
ruhu taşıma trajedisini omuzlayan "muzdaripler"dir. Toprak bile
çaresizlik içindeki şiir öznelerine acır, "(...) çek[erek] peçesini
yüzüne / bütün gece (...) / onların talihine"[21] ağlar.
90 sonrası şiirlerinde ise zamanla, metafizikle ve varoluşla ilgili
sorunlarını önemli ölçüde çözmüş, varlığını ve evrende konumlanış biçimini
benimsemiş, "zamanın tozlu çizmelerine (...) ahenkle ve ekstazla
çiviler çakmasını"[22] öğrenmiş, "zamanın kulağına
fısıldayan"[23] bilge ve zamanın ruhuyla (zeitgeist anlamında[24]) uzlaşmış şiir anlatıcıları / özneleri görülür.
"İlk Atlas" ve bu kitaba girmeyen ilk dönem şiirlerinde Tanrı'yı
arayan, sorgulayan belirgin bir tavır varken, 90 sonrası şiirlerinde akılla
bütün kavgasına rağmen Tanrı'yı bulmuş, şen bir maneviyat, sevgi ve sezgiyle
O'na yakınlaşmaya çalışan bir şair tavrı vardır.
Şairin "şen maneviyat"ı keşfi, imgesel açıdan da değişime yol
açar. Örneğin ilk şiirlerindeki Anka kuşunun gölgesi, kızgın kumların ve
cehennemin üzerine düşerken[25], sonraki dönem şiirlerinde -örneğin "Ölüme
Çare" bulduğu kitabın kapağında- Anka'nın gölgesi cennetin yemyeşil ve
çiçekli çayırlarına düşer.
1990 sonrası şiirlerinde Cahit Koytak, anlamı silikleştirmez. Kendini
açıkça ele veren bir anlam görülür. Onun şiirlerinde bilinçli olarak planlanmış
bir yalınlık ilk bakışta göze çarpar. En eklektik, sofistike felsefi sorunları
bile "doçentlerin ve simitçilerin" diline çevirerek yazma
çabasındadır. Ancak bu bilgece yalınlık; şairi, sığ ve sıradan kılmaz. Her okur
kendi donanımına, entelektüel birikimine, düşünsel derinliğine ve hazır
bulunuşluk düzeyine göre şiirlerden kendine özgü anlamlar üretebilir. Gündelik
yaşamın incelikle kavranan küçük duyarlıklarını soyut, sofistike bir söyleyişle
çeşitli felsefi kuramlar üzerinden şiirleştirme yoluna gitmez. Tam tersi bir tutumla
en karmaşık, eklektik, soyut konuları "mahallenin bakkalı"nın bile
anlayabileceği bir durulukla anlatmanın yollarını arar.
Yalın ve duru bir anlatım yolunu seçtiği şiirlerinin ve şairin poetik
anlayışının merkezinde Tanrı, içtenlik ve saflıkla O'na duyulan sevgi vardır.
Cahit Koytak şiirinin temel sorunsalı ise Tanrı'nın varlığı, Tanrı'nın insanı
yaratmakla insana ne demek istediğini anlamak ve böylece şiirleriyle Tanrı'ya
ulaş(tır)maktır.
Cahit Koytak, içeriği şiirleştirme, şiir dili ve üslubu; şiirini herkese
söz söyleyebilecek bir düzeyde kurma tavrıyla çağdaş bir Yunus olarak da
nitelenebilir. Cahit Koytak, 1990 sonrasında belirginleşen bu şair tavrıyla,
modern şiirin başatlaştırdığı, şiiri salt dile ve dil işçiliğine indirgeme,
imgeyi esas alma, anlamı silikleştirme; iç dünyasında açmazlarıyla didişen
"birey-özne"yi şiir anlatıcısı ve kişisi olarak konumlandırma gibi
ilkeleri benimsememiştir. Modern şiir ilkeleri dışında kendine özgü bir anlayış
geliştirmiştir. Açık zihinlilikle kavranabilen bir evren tasarımı ve bu evrende
berrak bir görüş, duru bir yaşama tarzı ve "şen maneviyat"la
trajedisine çözüm bulan "evrensel insan"ı konumlandırmıştır.
Cahit Koytak, "herkes için şiir" anlayışını benimsemekle birlikte
tam ve doğru olarak anlaşılması bilgi ve entelektüel birikim gerektiren şiirler
ortaya koymuştur. Bilgi ve donanım bakımından okurun şiire nüfuz edemeyeceğinin
düşünüldüğü yerlerde ya dipnotlarla ya da "mereksızlar için not"
başlığı altında şiirin anlaşılmasında okura kılavuzluk edecek bilgiler verilmiştir[26]. Cahit Koytak şiirinin bilgiye yaslanması ve belirgin
bir biçimde tahkiyeye dayanması gibi tehlikeler karşısında, şairin şiir dili
kurma ve içeriği estetize bir biçeme dönüştürebilme becerisi, şiirlerini kuru
didaktik manzumeler olmaktan kurtarır. Bu bakımdan Cahit Koytak'ın şiirdeki
ustalığı, "Korkulu Ustalık"tan[27] hareketle "Tehlikeli Ustalık"[28] olarak da
değerlendirilir.
İlk şiirini 1970'te yayımlayan Cahit Koytak 1970'ller ve 1980'in son
yıllarına kadar olan iki onyıllık süreçte genellikle İkinci Yeni ekseninde şiir
verimlerini sürdüren muhafazakâr eğilimli şairlerle poetik açıdan benzerlik
gösteren bir tutum sergilemiştir.
Cahit Koytak, 1990'larla birlikte bu çizgiden uzaklaşarak, herhangi bir
edebi grup, hareket ya da topluluk içinde değerlendirilemeyecek -ana hatları
yukarıda belirtilen- kendine özgü bir şiir anlayışı geliştirmiştir. Dolayısıyla
Cahit Koytak Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri içinde özellikle 1990 sonrası ikinci
dönem şiirleriyle tematik tutumu, şiir dili ve üslubu kısacası bir bütün
halinde poetik anlayışıyla kendine özgü bir alan açmıştır. Şiirlerinde görülen
Tanrı'ya karşı duyulan derin ve içten inanç ve İslami duyarlık şairin
"İslamcı şair" olarak yanlış ve eksik değerlendirmesine yol
açmamalıdır. İnsanı ve insana özgü sorunsalları ulusa, dine, kültüre özgü
olmaktan öte kavramsal olarak evrensel bir bakış açısıyla ele alan bir şair
olarak adlandırmak daha yerinde bir tanımlama olacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
HAYATI: “göğe tırmanan
yolda”
CAHİT KOYTAK’IN HAYATI, POETİKASI VE
ŞİİRLERİ
BİRİNCİ BÖLÜM
1. HAYATI: “göğe
tırmanan yolda”
1. 1. Doğumu Öncesi, Çocukluğu ve Aile Çevresi
Şiirle “Akıllı Delilik”i[29] tercih eden, “şiiri de sayarsak dokuz çocuk
atası”[30] Cahit
Koytak, soğuk bir Erzurum kışında, dünyayı kasıp kavuran dehşetli savaşlar
dizisinin akabinde, yokluğun ve kıtlığın hem dünyada hem de Türkiye’de bütün
şiddetiyle hissedildiği zorlu bir onyılın son senesinde, 1949 yılının ilk
günlerinde, dünyaya gelir. Müstakbel şairin Erzurum Taşmescit Mahallesi’ndeki
evde ilk nefesini aldığı gün takvimler 29 Ocak Cumartesi’yi göstermektedir.
Yedi kardeşin altıncısı olarak kalabalık bir ailede dünyaya gelen Cahit
Koytak, hem ağabey hem kardeş rolünü üstlenecektir. Ailenin direği baba Hakkı
Koytak, kundura tamiri ve imalıyla evin bacasını tüttüren, ümmî ancak irfan
sahibi bilge bir kişidir. Onun ümmîliği, hem dönemin kendine özgü son derece
zor koşullarıyla hem de anne ve babadan mahrum, öksüz-yetim büyümesiyle
ilgilidir. Baba Hakkı Bey, yirminci yüzyılın hemen başında, Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmakta olduğu bunalımlı ve karamsarlığın iyiden iyiye
ülkenin üzerine çöreklendiği 1904’te Erzurum’da dünyaya gelir ve babası İbrahim
Bey, o daha bir ya da iki yaşındayken vefat ettiği için babasını hiç
tanıyamadan büyür.
İbrahim Bey'in kardeşi Tahir Efendi, yetim kalan yeğeni Hakkı Koytak, üç
yaşındayken, kendisinin çocuğu olmadığı için, bir tür evlat edinme niyetiyle,
yeğenini, Erzurum’un Pasinler ilçeside, Alvar köyündeki çiftliğine götürür.
Tahir Efendi’nin kendisi, esasen, Erzurum’da Bezzazlık yapmaktadır. Ve bu
ailenin köydeki uzantısı, I. Dünya Savaşı yıllarında muhtemelen daha korunaklı
olur diye
Alvar köyünü
tamamen terk ederek, Erzurum’a yerleşir. Bu nedenle Cahit Koytak, dede olarak
babasını büyüten amcası Tahir Bey’i bilecektir.
1934’te Soyadı Kanunu çıkınca aileye “1. Yel değmeyen yer, çukur.
2. Yer altındaki boşluklar. ”[31] anlamına gelen "Koytak" soyadı
verilir. Cahit Koytak’a göre bu soyadı ailenin bir tercihi değil, nüfus
memurunun tasarrufudur[32] [33].
Tahir Bey ve aile içinde “Paşa Ana” olarak anılan eşi Seher Hanım, Hakkı
Bey’i 1938’de Erzurum’un Güllü köyünden kendisi de Hakkı Bey gibi ümmi olan
“dünya güzeli” Nazmiye Hanım’la evlendirir. Bu evlilik; Memduha, Servet,
Necdet, Suzan, Necla, Cahit ve Mehmet kardeşlerle dallanıp serpilir.
Bu ümmî ve güzel anne ile bilge ve omuzlarına geleneğin yüklediği aile
reisi rolü gereği “ağır”, suskun babanın gölgesi Cahit Koytak’ın “Babamın
Hikâyesi”, “Şair Oidipus”, (YŞK I, s. 75, 180); “Sevgili
Hayalet” (İA, s. 18); “Şiir ve Hakikat”, “Şiir ve Metafizik
-V-” (YBİM, s. 257, 266). gibi şiirlerine çeşitli bağlamlarda
yansıyacaktır. Cahit Koytak’ın şiirlerinde 1983'te kaybettiği babası ve baba
mesleği sıkça anılırken; annesi -sınırlı sayıda şiirde- sessiz, silik, şair bir
oğul tarafından betimlenen bir şiir kişisi olarak yer alır; ancak şairin
doğduğu şehrin ve bu “dünya güzeli” annenin isminin şiirlerde hiç anılmaması
ise dikkat çekicidir. Bu durum “Homopoeticus” un XVI. epizodunda şairin de
dikkatinden kaçmaz: “doğduğum şehri / ve annemi hatırladım / ve tabii,
her ikisinin de / adlarının sanlarının / ”33 geçmediğim
şiirlerimde... .
Cahit Koytak henüz yayımlanmamış olan "Ablaları[n]a,
ağabeyleri[n]e ve küçük kardeşi[n]e..." adadığı "Eski
Sahneler, Eski Oyuncular"[34] adlı şiirinde
çocukluğunun geçtiği evi ve bu evin içinde / etrafında yaşayan, belleğinde yer
eden kişileri, çocukluğun büyülü atmosferini hissettirerek özlemle anar.
"Hz. Yusuf'un kuyusuna benzeyen" bu evde on kişi yaşamaktadır.
Yedikardeş, anne-baba ve "ermeni tehcirinde / merhameti sonsuz
Tanrı’nın / kuyuların bu en rahme benzeyeninde sıtar[35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] ettiği, /
dulların en güzeli / inananların hası, /yetmişlik Fadime Abla. " bir arada yaşamaktadır. Şiir, küçük köy evinin
betimlenmesiyle başlar:
"daracık uzunca bir hol,
mutfak olarak kullandığımız bir ‘tandır evi’
ve tandır evine açılan,
yoksullara vergi bir mizah zevkiyle,
‘kuyu ’ dediğimiz,
Yusuf’un kuyusundan hallice,
yeraltında, eski kilerden bozma on metre karelik o tek
odada "36.
Bu ev etrafında küçük Cahit
Koytak'ın zihninde "hekâtları"\\tF yer eden
anneannesi " 'böyükana' ";
annesinin "halası ve hemen bütün / çocuklarının ebe anası..." olan " 'Paşiko' "38 şairin
çocukluğuna dair önemli simalardır. Paşiko Hala, bir aylık ekmeğin yapıldığı
tandır günlerinde Nazmiye Hanım'a yardım eder. "gün aşırı uğrar,
okuyup üfler, / şeytanlarımızı ‘kışkış’lar, biber sürerdi, / bizi azdırmaya
niyetli /cinlerin, ifritlerin ağızlarına. "39. Renkli kişilikteki
komşular da şairin muhayyilesinde yer edenler arasındadır. Hüsna Eze, Hatice
Abla, ve "teravih namazında camide / kadınlar mahfelinden aşağı /
horoz uçurduğu söylenen / 'mugallit' "40 Çatılo
Bibi; erkek kılığına girerek geçkin kızlarla eğlenen "'reggez' "4
Müşerref Abla; birçok delikanlının âşık olduğu ancak sonunda bir "tufeyli"ye yar
olan "öksüzler güzeli"42 Nano bu
simalardan bazılarıdır. Evlerine gidip gelen " ’poşa' "lar
da şairin zihinde yer eden ve özlemle anılan şiir kişileri olarak bu şiirde
yerini alır.
kapımızı sık sık ‘poşa’lar çalardı, elekler, kalburlar satan
Çukurovalı ‘çingen’ler
ya da Türkmenler,
‘bohçacı’ denirdi bu kadınlara, annemin dünya-ahret ‘bacılık’ları...
(...)
onları, eşikte, kapı önünde tutmak annemin arına gider ve her seferinde
elekleri, kalburları, bohçalarıyla ‘yukarkioda’ya buyur ederdi,
(...)
ve o efsane sahnelerinin
gizemli figürlerinden biri,
cennetten geçerken memnu meyveye tamah etmekten korkan
dünyanın en açık sözlü havvası bir ‘Yıldız ’ kadıncık vardı ki, kalkıp
gideceği zaman, insana, “işte poşaların / çingenlerin Meryem
Anası!” dedirtecek bir safiyetle, 'beni kapıya kadar geçir, bacılık!’
derdi anneme
ve bir
üçüncü kişiden bahseder gibi
hemen
eklerdi,
’bakarsın
şeytana uyacağı tutar,
bu
Allahın poşası, kim bilebilir. ’
(...)"43.
Erzurum Tebriz Kapı’daki küçük kunduracı dükkânında kendi yağında kavrulan
baba, bir arkadaşıyla ortaklılık kurarak Devlet Demir Yollarının Kars-Sivas
hattında istihdam edilen personelinin ayakkabılarını imal etme işine girişir.
Ancak bu ortaklık ve karışık hesap işleri mektep görmemiş Hakkı Bey’i üzerek
hayal kırıklığına uğratır. Böylece Tebriz Kapı’daki dükkân da elden çıkar.
Marangozluk da dâhil olmak üzere elinden her iş gelen baba Hakkı Koytak,
Erzurum Şeker Fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Fabrikada yük çeken at
arabalarının koşum takımlarını yaparak asıl mesleğine çok da uzak olmayan
saraçlığa adım atar.
Baba, kunduracılık ve saraçlıkta son derece ustadır. Hakkı Koytak, klasik
kundura imalatının en zor kısmı, kunduranın kalıbını ve modelini belirleyen
deri şablonun kesim aşaması olan sayacılıkta isim yapmış bir ustadır. Kars’ta
askerlik yaptığı sırada kendisine bir çizme yaptıran kolordu komutanına “Çizmeleri
tarttır, biri diğerinden ağır gelirse bana istediğin cezayı ver.”4 diyecek
kadar zanaatına güvenen bir ustadır. Baba kimi zaman saya kesme, kundura yapma
işini eve getirir; evin bir köşesine kurduğu tezgâhta yeni modeller, yeni
kunduralar tasarlar. Bu anlar küçük Cahit Koytak’ın, çocukluğun hayal ülkesine
ilişkin tanıklıkları arasında yer alacaktır. “Babamın Hikâyesi”nde “zamanın
tozlu çizmelerine (...) ekstazla ve ahenkle / gümüş çiviler çakma[yı] ”[42] [43] öğrenmesi, hep bu çocukluk yıllarının tanıklığına
dayanır. Cahit Koytak, yıllar sonra -altmış iki yaşında- yazdığı “ ‘Şiir ve
Hakikat’ ”te kendisinin kim olduğunu bir türlü çıkaramayan, “Bir rol
arkadaşı, bir yol arkadaşı. ” olan Hakikat’e kendini “(.)
yoksul balıkçılara, gemicilere, / Marangozlara falan / Sağlam pabuçlar yapan /
Yoksul bir kunduracı[nın] ”[44] oğlu olarak tanıtır. “Sevgili Hayalet”te “evin
ve şehrin üstünde dolaşan / hamiyetli gölge(...)”[45] olarak nitelenen Baba Koytak, sadece saraçlık ve
kunduracılıkta değil kendi evinin bütün tamir, tadil işlerinde de hayli
yeteneklidir; buna marangozluk da dâhil[46]. Marangozluk babada kalmaz; bir uğraşı olarak oğul
Cahit Koytak’a, oradan da torun Mimar Ahmet Selim Koytak’a[47] tevarüs eder. Cahit Koytak şiirindeki
marangozlar, savrulan kıymıklar ve yongalar, hayatlarının bir kenarında duran
marangozlukla ilgilidir. Cahit Koytak’ın kendisi de “Marangozlukta
iyicene, ”[48] ustadır[49]. Yaşlı ruhunun “Kapılarını sövelerini[50] ” onarırken “Çatlayan
mütearifelere; / Çivi gibi gerçekleri (...) sektirmeden çakmasını / (...)
testere tutmasını ”[51] bir usta maharetiyle yapar. Cahit Koytak,
şiirden ve diğer uğraşılarında artakalan vaktini Çengelköy’deki evinin
bahçesinde kurduğu küçük marangozhanede kapılar, dolaplar, masalar... yaparak
değerlendirir[52]. Marangozun yonttuğu ahşaptan çıkan yonga kokusu
sadece marangozhanede kalmaz aynı zamanda “Yonga kokusu karışı[r] mezar
kokusuna,” [53]. Marangozluk
onun için öyle bir tutkudur ki “Yontacak çubuk bulamasa(...) / Dönüp
içi[ni] ve hikâye[Sim].”[54] [55] yontmaktadır. Şairin cismi bile “(...)
abanoz ağacından yontulmuş gıcırtılı bir kapı” dır51.
Babadan oğula, oğuldan şiire yansıyan sadece kunduracılık ve marangozluk
değildir; bunun ötesinde son derece değerli bir başka miras daha vardır:
Yüzyıllardan ve kuşaklardan süzülüp gelen sözlü kültür. Hakkı Koytak,
duyargaları açık, hayata, çevreye, kültüre, kelamıkibara karşı son derece
ilgilidir. Bu ilgi ve eğilimle geçen yıllar boyunca özel bir çaba sarf etmeden
içinde bulunduğu ortamın kültür, gelenek ve birikimlerini edinmiş, sezgisi incelmiş
bir “halk bilgesi”dir[56]. Erzurum şehrinde sosyal çevrenin yarattığı sözlü
kültürü ve halk irfanını özümsemiş bu ârif baba, Kerem ile Aslı, Tahir
ile Zühre, Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun gibi aşk hikâyeleri başta
olmak üzere birçok halk hikâyesi ve peygamber kıssaları bilir.
Bildiği bu
hikâyeleri uzun kış geceleri, dost meclisleri gibi uygun zaman ve yerlerde
türküleriyle birlikte, türkülerini de makamıyla okuyarak anlatır.
Mehmet Nuri Yardım’a verdiği röportajda Cahit Koytak, edebiyata ve şiire
ilgi duymasında babasının etkisini şöyle açıklar:
“Edebiyatla
ilk temasım konusunda önce rahmetli babamı zikretmeliyim. Sevgili babam, (...)
yörenin türkülerini tenor sesiyle fevkalâde güzel yorumlayabilen, yine yörenin
halk hikâyelerini, masallarını, Kısas-ı Enbiya ’yı, sahabe menkıbelerini,
kişileri ve olayları gözünüzün önündeymişçesine, ustalıkla anlatabilen, ama
okuması yazması olmayan gerçek bir halk bilgesi, halk kültürü adamıydı.
Çocukluğumun, dolayısıyla şiirimin çocukluğunun ve erken gençliğinin kulakları
onun sesiyle doludur. "[57].
Hakkı Koytak, oğlun şiirinde menakıp anlatan, kıssa söyleyen, kunduracı bir
şiir kişisi olarak görülür: “( Bir deri bir kemikti babam, / Ölümlülere
çizme yapardı, / Ve ağzında kundura çivileri, / ‘Menakıp’ söylerdi ölümsüzlere
dair.'”[58]. Hatta
bu kıssaların kahramanları olan peygamberler, Cahit Koytak’ın çocukluğunun da
kahramanlarıdır: “ve çocukluğum çocukluk arkadaşlarım benim / isa musa
muhammet mustafa”[59]. Cahit
Koytak’ın şiire ve edebiyata karşı ilgisini uyandıran ilk kıvılcımlar babası
aracılığıyla tanıdığı bu sözlü metinlerdir.
Cahit Koytak’a bu hikâyeler kadar ilginç ve farklı gelen bir başka şey de
yaz aylarında, okul kapandıktan sonra gidilen Güllü köyüdür. Bu ortam köy
çocukları için ne kadar sıradansa onun için de o kadar renkli ve sıra dışı bir
yerdir[60]. Şairin
küçük yaşlarda köyde, kırsalda, doğaya yakın bir çocukluk yaşaması sonraki
yıllarda yazdığı şiirlerinde doğanın geniş bir fon veya tema olarak
kullanılmasını sağlar[61]. Baba Hakkı Koytak'ın ölümü de oğlun şiirine
gölgesini düşüren, çocukluk yıllarına ait başka bir olgudur. Babanın ölümüyle
şairin çocukluğunun “Küçük ve huzursuz ruhu(...)”[62] bir kenara atılır ve baba ölünce insan büyür
tezini doğrulamasına çocukluğun ruhu bir kenara bırakılır: “Avlunun
ortasında /Düşerken ayrılıp-kocaman / Dikenli iki kabuğa / Çiçek tarhlarının
üzerine fırlattı / küçük ve huzursuz ruhunu / Çocukluğumun”[63].
Cahit Koytak, ilkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzurum’da okur. Lekesiz’e göre
Cahit Koytak ilkokul sıralarında da “sessiz, ağırbaşlı, vefakar ve
uyumlu bir görünüme sahip [tir] ”[64] [65]. Cahit
Koytak’ın çocukluk çağı, şiirinin hamurunun önemli bileşenlerinden biri
olacaktır. Şiiri vahiy ile ilişkilendirdiği “Kalk Yürü”de bu durumu, “Yalnızlığı
alıyorum, / Ayak izlerini Tanrı’nın / Ve ona çocukluğumun / Sırlarını
ekliyorum, / Çizik çizik ruhumu / Ve oyuk gençliğimi / (...)'”' dizelerinde
şiirsel bir biçemle ifade etmektedir.
26 Aralık 2012 tarihinde Bursa İbrahim Paşa Kültür Merkezinde yaptığı
konuşmada Cahit Koytak, ilkokul yıllarına ait belleğinde iz bırakan ve çevrenin
etkisiyle kıvılcımlanmış şiir merakını biraz daha alevlendiren -bir çocuğun
muhayyilesi için çok önemli- iki olaydan bahseder. Bunlardan ilki 1950’lerde
Varlık Yayınlarından çıkan cep kitapları boyutundaki bir şiir antolojisidir.
Kapağı kopuk, yıpranmış bu dağınık, ince antolojide Yunus’tan, Erzurumlu
Emrah’tan, erken Cumhuriyet Dönemi’nin kimi şairlerinden seçme şiirler vardır.
Okul kitaplarının bile zor bulunduğu o yıllarda ders kitabı dışında bir kitaba
sahip olmak ve onu okumak bir ilkokul çocuğu için “epeyce fiyakalı ”[66] bir şeydir. Bir arkadaşının günlerce süren
ısrarlı isteklerine dayanamayan Cahit Koytak, sonunda kitabı arkadaşına ödünç
vermeye razı olur. Ancak aradan günler, haftalar geçer, küçük Cahit
Koytak’ın “bütün ısrarları[na], hatta öğretmene şikayet etmek yolundaki
tehditleri[n]e rağmen”[67] kitap bir türlü gelmez. Aradan yarım asır
geçtikten sonra o günleri anlatan Cahit Koytak, o kitap için şöyle
diyecektir: “Yandım o kitaba!”[68]. Ancak
bu ilk kitap uğrunda çekilen acı onda “kitap düşkünlüğünün tohumu ol[ur] ”[69]. Nitekim
Şair, yıllar sonra kitap tutkusunun nasıl başladığını anlatırken o kitapla
kurduğu ilk
duygusal bağa değinecektir: “Okuduğum, sevdiğim, sahip olduğum ve hâlâ
kokusunu hatırladığım ilk kitap odur.”12.
İkinci olay ise ilkokulun dördüncü ya da beşinci sınıfında[70] [71] bir kıza gönlünü kaptırmasıdır. Bu küçük kalp
hırsızına söylenebilecek güzel sözleri bir kenara yazmaya başlar. Böylece çok
küçük yaşlarda şiirle ilk dirsek teması sağlanmış olur. Bu şiirler, küçük Cahit
Koytak’a; “yaptığı kızağı, uçurtmayı ya da patenleri gösteren bir iki
arkadaşı(...)”[72] dışında kimseyle paylaşılmaz. Ancak daha sonra
bu “şiirler” ve dolayısıyla büyük “sır” ifşa olunca yaşıtı olan çocukların
benzer maceraları için de şiir siparişleri gelmeye başlar.
Bu yıllara ait şairin temasını hatırladığı tek şiir ise “Firavun’lar
zamanına ilişkin bir sinema filminden esinlenerek yazdığı(.) Piramitlerin
yapımında çalışan kölelerin gördüğü zulümler, çektikleri acılar üzerine ”[73] bir şiirdir.
Cahit Koytak’ı şiire iten buna benzer başka bir etken de gençlik
yıllarındadır: Cahit Koytak, şiir definesinin haritasını gençliğinde bir genç
kızın defterine izinsiz olarak çiziktirdiği dizelere gizler. Yaşanmışlığa ait
izlerin belirgin bir biçimde vurgulandığı “Define Haritası”nda şiir anlatıcısı
mizahi bir anlatımla “Bir yasayla yaşı[n]dan kırk yıl sil[direrek] (...)”[74] on sekiz yaşına döner. Şiir definesinin
haritası “O yaşlarda bir genç kıza sunduğu(.) / O zamanki kalbi[n]in
/Duvarına çiz[diği] / (...) /Mısraların içine gizlenmiş,”tir[75].
"Dualardan Bir Dua" şiirinde şairliğinin tanrı vergisi olma,
doğuştan gelme yönünü vurgular: "kendimi şair buldum, /yoksul ve
şair, daha çıkarken yola"[76]. Şair, ironik bir dille ördüğü “Akıllı Delilik”te ise
şiire başlamasını daha poetik bir gerekçeyle açıklamaktadır. Poetika başlığında
bu konu kapsamlı olarak ele alınacaktır.
Erzurum Lisesinde okuduğu yıllarda
Cahit Koytak’ın belleğinde iz bırakan önemli figürlerden biri de felsefe
öğretmeni İzmirli Ziya Bey’dir. Felsefe dersinde dikkatli bir öğrenci olan
Cahit Koytak, öğretmeni Ziya Bey’in dersinde anlatılanları
dikkatle not alan bir öğrencidir. Erzurum’daki lise yıllarından kalan bu
müdakkik öğrenci alışkanlığı zihnine öyle yer etmiştir ki insanların Tanrı
katında konuştuğu gün kendisi “(...) sular seller gibi akacak, (...) /
başkaları konuşurken de / defter kalem çıkaracak (...) / bu işi, rahmetli
felsefe hocası / İzmirli Ziya Bey için yaptığı günlerden kalma, / sanata varan
bir ustalıkla,”[77] yapacaktır. Cahit Koytak'ın şiirlerinde İzmirli
Ziya Bey dışında lise ve ortaokul yıllarından başka bir anıya rastlanmaz. Cahit
Koytak'ın liseden sonra yüksek öğrenime başlamasıyla Erzurum perdesi kapanır.
1. 2. Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde: İstanbul ve Fakülte
Yılları
Taşmescit Ortaokulunda ve Erzurum Lisesinde orta öğrenimini tamamlayan
Cahit Koytak’ın yüksek öğrenime başlaması, Koytak ailesini İstanbul’a sürükler.
Bu anlamda Cahit Koytak henüz on yedi yaşındayken, dolaylı olarak da olsa
ailenin kaderine yön verir[78]. Ankara’da yaşayan, ailenin en küçüğü Mehmet Koytak
dışındaki bütün bireylerinin Cahit Koytak rüzgârıyla 1966’da İstanbullu olma
süreci başlar. “Dolayısıyla 1966 tarihi Cahit Koytak için yeni bir
hayatın, tüm cepheleriyle Cahit Koytak olarak da doğumunun tarihidir. ”[79]
Cahit Koytak, sonraki yıllarda üç
çocuğunun da kendini takip ederek geleceği İstanbul Teknik Üniversitesine
kaydolur. Üniversitenin Kimya Fakültesinden yüksek kimya mühendisi unvanıyla
1974 yılında mezun olacaktır. İstanbul Teknik Üniversitesi yılları Cahit
Koytak’ın entelektüel kimliğinin oluşmasında son derece önemli bir süreçtir.
Metin Önal Mengüşoğlu, Şakir Kocabaş, Ahmet Ertürk, Sezai Karakoç gibi
isimlerle dostluğu bu döneme dayanır. Edebiyat, felsefe, teoloji, sanat,
siyaset, gazetecilik ve dergicilik konulu konuşmalar, tartışmalar şairin
öğrencilik yıllarının iz bırakan etkinlikleridir. “Asansörde Birden İsa”
şiirine birçok yönüyle yansıyan bu döneme ait yaşanmışlıklar Cahit Koytak’ın
çok yönlü, geniş yelpazeli ve derinlikli entelektüel kimliğinin oluşum
süreçleri hakkında ipuçları verir. Şairin, “Sinemaya ve tütsülü
arkadaşlara / Alıştığı(...) o çağda” içinde yer aldığı uzayıp giden
sofistike, felsefi tartışmaların önemli figürlerinden biri “Piposunu
mantığın dişleriyle ısıran / Ludwig Vıllgensleın'ın / Müridi kımlığınde\k\\”[80] Şakir Kocabaş'tır. Kocabaş, Ludwig
Wittgenstein’ın başyapıtı Tractatus Logico - Philosophicus’’ tan[81] hareketle her kavramın ve şey’in matematiksel
mantık diline indirgenerek daha doğru bir biçimde ifade edilebileceğini,
evrenin ve varlığın ancak bu yolla eksiksiz ve doğru olarak kavranabileceğini iddia
eder. Çünkü dünya şeylerin değil mantığa indirgenmiş dille ifade edilebilen
olguların bütünüdür[82]. Bu düşüncelerini de daha sonra İfadelerin Gramatik
Ayrımı ’nda[83] somutlaştıracak olan Kocabaş, kendi
evindeki “Ve kutsal son yemek”ten sonra “Kendine küçük kanatlar çıkarıp
Tractatus’ten”(İA, ss. 16-17) Londra’ya uçarak bir süreliğine Cahit
Koytak’ın sosyal çevresinden çıkar.
Fakülte yıllarında Cahit Koytak’ı düş kırıklığına uğratan ve şairin
belleğinde iz bırakan olumsuz figürler de vardır kuşkusuz: “(...) ağız
armonikası çalan / Bir müptedi türedi içimizde / Bronz bir yontu hacminde Zen /
Sonra pazuları dövmeli ipince bir ferisi / Maskı kalbinin üzerinde / Bir de
Buber okuyan bir aziz ”[84]. Şairin
kişisel tarihinden şiirine yansıyan bu olumsuz tipler sadece betimlenen şiir
kişileri olarak verilir. Bu anlatı kişilerinin kimlikleri şiir anlatıcısı
tarafından açıklanmaz. Dolayısıyla bu şiir kişilerinin kimliği ve etkinlik
alanı şiirin kurmaca dünyasıyla sınırlı kalır.
Üniversite öğrenciliği döneminin önemli figürlerinden biri olan Metin Önal
Mengüşoğlu ile Cahit Koytak’ın “köklü ve sağlam” arkadaşlıkları,
Mengüşoğlu ve yakın çevresinin “Yetmişli yılların sonuna doğru artık
uzatmalı fakülteleri\ydi\ bitirme arifesindey\ken\ ”[85] başlar. Mengüşoğlu’nun, Eskişehir’de Atasoy
Müftüoğlu ve ekibinin çıkardığı Deneme dergisinde yayımlanan
“Susan Adam” şiiri vesilesiyle Cahit Koytak ve Şakir Kocabaş onunla tanışmak
ister. “Şakir Kocabaş ve Cahit Koytak şiiri çok sevmiş ve benimle
tanışmak istemişler. Etrafa sorunca beni MTTB’de bulabileceklerini öğrenip gelmişlerdi.
Tanıştık ve onlarla gönül beraberliğimiz kısa sürede en yüksek düzeye çıktı.”[86]. Cahit
Koytak’ın henüz hiçbir kitabına girmemiş “Memurun Ölümü”[87] şiirinin Selami Çekmegil’in Ankara’da
çıkardığı Kriter"de (1984) yayımlanması da Mengüşoğlu’nun
Cahit Koytak’a ricasıyla olur.
Cahit Koytak’ın sanat yaşamında önemli süreçlerden biri olan şiir yayımlama
etkinliği fakülte yıllarında başlar. Sezai Karakoç’un Ankara’da çıkarmaya
başladığı Diriliş \n İstanbul’a taşınması[88] Cahit Koytak’ın da İstanbul’a geldiği yıla
rastlar. Derginin Mart 1966’da İstanbul’daki ilk sayısı çıkar. Cahit Zarifoğlu,
Nuri Pakdil, İsmet Özel, Cahit Koytak gibi imzaların görüldüğü dergi, “Islâm'ın
dirilişi genel konusunu işleyen”[89] bir yayın politikası izleyerek yetmişler ve
seksenler boyunca kendine özgü entelektüel bir atmosfer
yaratır.
1970’in kışında genç şair Cahit
Koytak,
Sezai Karakoç’un Beyazıt’ta devam ettiği Küllük Kıraathanesine (Çınaraltı)
Karakoç’la tanışmak için gider. Genç şair, kendini takdim ederken çok
heyecanlıdır. Cahit Koytak’ı sıcak karşılayan Karakoç, ona masasında yer
gösterir. Masada sohbet boyunca hiç konuşmayan bir genç daha vardır. Cahit
Koytak, daha sonra bu hiç konuşmayan gencin sonraki yıllarda kendisine beş şiir
ithaf edeceği Cahit Zarifoğlu olduğunu öğrenecektir. Sohbetten sonra Karakoç,
genç şairi Sarayburnu surları civarında, Cankurtaran’daki müstakil evine davet
eder. Cahit Koytak gittikleri bekâr evinin doğallığına ve oradaki içtenliğe
ilişkin izlenimlerini şöyle aktarır: “Eski bir binanın girişinde,
karanlık, izbe bir bekâr eviydi burası. Sezai Bey, gaz tüpü müydü, gaz ocağı
mı, hatırlamıyorum, yerde bulunan bir ocağın üstünde sahanda yumurta yaptı.
Birlikte yemek yedik. ”[90]. Genç
şair, Karakoç’un bir insan, düşünce adamı ve sanatçı olarak kendi halinde
mütevazı tavrından etkilenir: “Üstlendiği misyonu ve onun için seçtiği
ve katlandığı yalnızlığı ve yoksulluğu beğendim, bazen de onlarla büyülendim. ”[91].
Cahit Koytak bu davette çantasından çıkardığı “Eski Sofra” şiirini
Karakoç’un öneri, eleştiri ve düşüncelerini almak için ona uzatır.
Karakoç, “ ‘Bunu sonra okuruz.’ deyip masanın üzerine bırak[ır]”[92]. Genç şair hiç ummadığı şekilde bir hafta sonra Diriliş’in Şubat
1970 tarihli beşinci sayısında eleştirmesi için Karakoç’a bıraktığı şiirini[93] görür. “Eski Sofra” böylece Cahit Koytak’ın
yayımlanan ilk şiiri olur. Bir genç şair için heyecan verici bu başlangıç -bu
satırların kaleme alındığı tarih itibarıyla- kırk dört yılda ciltler tutarında
şiirlerle devam edecektir. Şairin münzevi tutumu da göz önüne alınırsa bu tavra
rağmen[94] yüzlerce
şiirinin, önde gelen edebiyat dergilerinde başsayfa şiiri olarak kendine yer
bulması son derece şaşırtıcı ve yoğun bir şiir yayımlama etkinliğidir.
1. 3. Ankara’da Bir Mühendis
Cahit Koytak, üniversiteden 1974'te mezun olduktan sonra bir kimya
mühendisi olarak ilk ve son görev yeri olan Ankara’ya gider. Genç mühendis,
üniversite öğrenciliği sırasında devlet bursu almıştır ve bursuyla okuduğu
devlete borcunu ödemekle yükümlü kılındığı için görevlendirildiği kamu
kuruluşunda zorunlu hizmette bulunur. Şiire tutkulu bu genç mühendisin mesleğe
ilk adımını attığı kamu iktisadi teşebbüsü, Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ,
Ankara Şeker Fabrikası’dır. Aldığı bursun karşılığı olarak dört beş yıl kadar
bu fabrikada çalışması gerekir. Ancak Cahit Koytak, altı ay çalıştıktan sonra
burs borcunu taksitle dışarıdan ödeme yolunu seçerek İstanbul'a döner. Cahit
Koytak, Ankara’da Şeker Fabrikaları AŞ'nin misafirhanesinde kalır. Altı aylık
mühendislik serüveninin[95] ve Ankara’da yaşadıklarının izleri şiirlerinde
görülmez. Aslında o bir kimyager olarak, kimyayı da bir şiir simyası olarak
görür:
“Ben ki, kimya okumuştum,
Bellekteki ya da vicdandaki lekeleri çıkaran
Bir sabun formülü icat edebilirdim pekâlâ.
Yahut, ‘seçim mürekkebi’gibi
Dudaklardan çıkmayan
Ve kara sevda gibi de yüreklerde patlayan
Bir şiir bileşimi...
Ama bir av hayvanının ayak izleri gibi
Tıpa tıp birbirine benzeyen düşünceler
Salgılayıp durdum, yıllarca;
(...)”[96].
Cahit Koytak, sonraki yıllarda mühendislik mesleğini icra etmeyecektir. Bu
nedenle onun Ankara’dan ayrılışı aynı zamanda kimya mühendisliğine veda etmesi
anlamına gelir. Artık kimyasalların değil düşüncenin, estetiğin ve şiirin
bileşimlerinin peşinden koşacak ve en orijinal icatlar için şiirin
laboratuvarında dili, düşünceyi ve estetiği sentezleyecektir. Kısa süreli
Ankara deneyiminin ardından Cahit Koytak, İstanbul’a dönerek yoğun ve uzun
sürecek renkli ticaret serüvenine başlayacaktır.
1. 4.
Şairin Ticaretle İmtihanı: Tüccar, Kuyumcu, Bezzaz
Cahit Koytak, Ankara'dan İstanbul'a dönüşünden sonra mühendis diplomasını
rafa kaldırarak çeşitli alanlarda ticaretle uğraşarak geçimini sağlamaya
çalışan bir aile babası olur. Bir süre Üsküdar, Çiçekçi'deki Hamam Sokak'ta
ikamet eder. Kadıköy'de ağabeyi Necdet Koytak'la giyim ticareti yapar[97]. Aile içinde, ağabeyi Servet Bey'le ortak bir kuyumculuk
macerası olur. Bu işler içinde Cahit Koytak'ın okumaya yazmaya en çok vakit
ayırabildiği iş kuyumculuktur. Vitrinlerini bile kendi özel tasarımlarıyla
süslediği bu ticarethanede Cahit Koytak, kısa bir süre kalır. Bir dönem de
küçük minibüsüyle matbaalara toptan kağıt satışı yapar.
Bir gün bu minibüs içindekilerle birlikte çalınır ve bulunamaz. Karakolda
işlemlerin tamamlanmasının ardından; uzun, sıkıntılı günün sonunda Cahit Koytak
eve yorulmuş olarak gelir. O yıpranmış ruh hali içinde, kendini rahatlatmak
için, “Allah’ım sekiz çocuğu sen bahşettin. Onların sahibi sensin,
rızıkları da senin elinde!”1® der ve biraz dinlenmek için
yatağa uzanır. Bu içten seslenişin ardından kısa süre içinde, on - on beş
dakika geçmeden, telefon çalar minibüsün[98] [99] içindeki emtia ile birlikte bulunduğu haberi
gelir. Kendi yağında kavrulan bir esnaf için felaket sayılacak bu olay
karşısında Cahit Koytak'ın tutumu, hayat karşısında takındığı tavrı ve hayata
bakışını özetleyen bir durumdur[100] [101].
Onun şiirlerinde en çok iz bırakan uğraşı ise Sultan Hamam'daki Hacopulo
Han'da Yaşar Bostan'la ortaklaşa kurdukları ticarethanedeki toptan bezzazlık
işidir. Ticaret yaşamında genel olarak "iş ortağı" imgesi, Cahit
Koytak'ın şiirine "Ortağım, öteki yüzüm / Öteki şeklim / Sırtımı
yasladığım duvar / Boğazımı kolladığım ,,103
<
<
•
< .•
ustura olarak girecektir.
Sekiz yıl kadar[102] süren bu dönemde Cahit Koytak kendine
çevirmenliğin kapılarını açacak yabancı dil öğrenme çalışmalarına yoğunluk
verir. Dil öğrenmek amacıyla çeviri temrinleri yapar, iyi çevrilmiş kitapları
alarak orijinal metinleriyle karşılaştırır. Hazırladığı kelime fişlerini
sürekli cebinde taşıyarak kelime tekrarları yapar[103].
Hacopulo Han bir dönem şairin yaşamının merkezi haline gelir. "İlk
Atlas"ın dokuzuncu bölümü olan "Tüccarın Günlüğü"ndeki (s.
187-204) şiirler bu dönemden izler taşır. Bu bölümde yer alan beş şiir
sırasıyla: "Bugün Kimse Aramasın Beni Sayım Var Dükkân Kapalı" (s.
189), "Satıcının Ölümü / Kanlı Metre" (s. 191), "Son
Müşteri" (s. 194), "Komşu Niçin Öldürdü Kırk Yıllık Ortağını"
(s. 197), "Fikri Sabitler"
(s. 200)
adlarını taşır. Bezzazlıkla uğraşılan süreç, şiirlerin sözcük
kadrosuna da
yoğun olarak yansır. Örneğin "İlk Atlas"taki şiirlerinde geçen
ticaret ve bezzazlıkla ilgili bazı kavramlar şöyle sıralanabilir:
"kepenk" (s. 189), "vergi" (s. 190), "metre" (s.
191), "kasa, müşteri, tüccar, tezgâh, yünlüler, ipekliler" (s. 194),
"ortak" (s. 197), "patiska, poplin, kantar, terazi" (s.
200), "iplik fiyatları" (s. 202), "pazen, divitin" (s.
203). Cahit Koytak'ın inişli çıkışlı tüccarlık serüveninden sonraki uzun
soluklu durağı televizyon yayıncılığıdır.
1. 5. Sihirli Kutunun Arkasında: Televizyonda Geçen Yıllar
Cahit Koytak 1994 yılında ticaret hayatından ayrılarak Yeni Dünya İletişim
AŞ bünyesinde yer alan Kanal 7 televizyonunda çalışmaya başlar. Burada Dış
Kaynaklı Yayınlar Departmanının kurucu müdürlüğü, dış alımlar müdürlüğü gibi
görevlerde bulunur. Emekli olacağı Kasım 2008’e kadar dış kaynaklı sinema ve
belgesel filmlerinin seçiciliği ve yayın yönetmenliği görevini üstlenir. Bu
dönemde kanal, iletişimbilim uzmanı Nabi Avcı’nın gözetiminde yayınlarını
sürdürmektedir. Onun Nabi Avcı'yla -şiirlerinin kurmaca dünyasındaki adlarıyla
Nabius'la[104]- dostluğu
televizyon yayıncılığı yıllarından öncesine dayanır.
Cahit Koytak’ın dış kaynaklı alımlar yönetmenliğinde, dünya sinemasının önde
gelen, sanatsal açıdan düzeyli örnekleri “7. Sanat Kuşağı” adlı haftalık yayın
kuşağında yayımlanır. “Yurttaş Kane”,[105] “Vadim O Kadar Yeşildi ki”[106], “On İki Kızgın Adam”[107] vb. bu yapıtlardan bazılarıdır[108] [109].
Televizyon yayıncılığının popüler kültüre, moda anlayışlara ve günübirlik
trendlere yaslanmadan da yapılabileceği bu dönemde gösterilmiştir. Yazgıç kendi
internet sitesinde yayımladığı makalesinde Cahit Koytak’ın da aktif olarak
içinde yer aldığı bu yayıncılık dönemini, “Türkiye'de alternatif bir
televizyonculuk örneği gerçekleştirmişti. Gerçekten ses getiren programlar
yapıyor, tartışmalar yayınlıyor, yepyeni bir televizyonculuk dili
geliştirilebileceğini kanıtlıyordu. ”ın cümleleriyle
özetlemektedir. Televizyon yayıncılığının ticari bir tarafının da olması, bu
nedenle de bazı yayın alımlarında arz-talep ilişkisinin göz önünde
bulundurulması zorunluluğu dış alımlar müdürlüğü görevini yürüten Cahit
Koytak’ı da zor duruma sokar. Örneğin çizgi filmlerin alımı ve yayınıyla ilgili
bir soruşturmaya verdiği yanıtta Cahit Koytak, bu sıkıntıyı dile getirmektedir:
“Onların hayal güçlerini zenginleştiren ve onları
sıkmadan eğitebileceği düşünülen şeyler seçmeye çalışıyoruz. (...) Ancak
[maddî] kaynaklar yeterli olmayınca ulaşabileceğiniz çizgi film zenginliği
itibari ile onlar içinde bu maksada uyanları seçme şansınız var (...) Çocuklar
aksiyon izlemek istiyorlarsa siz de ticari bir TV kanalı iseniz, zaman zaman bu
işe etik yaklaşan tarafınızı aşarak bazen ticari yaklaşmak zorunda kalıyorsunuz.
”[110] [111].
Entelektüel düzeyi ve kalitesi açısından bu son derece parlak
yayıncılık “reyting hastalığı Kanal 7'ye de bulaştığı zamandan bu
yana" 3 popülerleşir ve zamanla kanalın yayın kalitesi ana
akım medyanın dümen suyunda akmaya başlar. Televizyon ve sinemayla iç içe geçen
on beş yılda Cahit Koytak birçok yabancı kaynaklı sinema filmi ve belgeseli
yakından izleme, tanıma fırsatı bulur. Şiirlerinde sinemaya ait birçok kavram
ve terimle birlikte sinematografik öğelerin yoğun olarak yer alması Cahit
Koytak’ın kamera arkasında geçirdiği yılların şiirine yansıması olarak
değerlendirilebilir.
Cahit Koytak çalıştığı kurumda aynı zamanda kurumun bilge kişisi, âkil
adamı olarak da algılanmaktadır. Örneğin yayına dekolte bir kıyafetle gelen
akademisyen Nevval Sevindi’nin yayına çıkarılıp çıkarılamayacağını kendine
soran genç iletişimci Süreyya
Önal’ı: “
‘Süreyya Hanım biz Nevval Hanımı
düşüncelerinden
dolayı çağırdık, kıyafeti için değil. Bizim için ne giydiği nasıl giydiği değil
ne söylediği önemli. Bu bizim için gündelik hayatta sorun değilken ekranda
niçin sorun olsun’”[112] diyerek yanıtlar.
Cahit Koytak, Kanal 7’deki görevinden 2008 yılında, çeşitli ekonomik
sıkıntılar gerekçe gösterilerek, kuruluşun malî açıdan küçültülüp Hayat Görsel
Yayıncılık AŞ’ye evirildiği süreçte ayrılır. Cahit Koytak’ın televizyondan
ayrılarak akabinde emekli olması, yıllardır biriken, bir kenarda yayımlanmayı
bekleyen şiirlerinin okurla buluşması için bir milat olur. Cahit Koytak’ın
onyıllar içinde oluşan şiir hâsılası bu tarihten itibaren entelektüel açıdan
derinlikli, hacimli kitaplara dönüşerek ardı ardına yayımlanmaya başlar[113].
1. 6.
Münzevi Şair: "uzletteyaşar mahşeri
Temelde asketik teolojiye ait bir kavram[114] olan inziva, Arapça "zuviyy"den[115] / "zuviyy ve zeyy"den[116] türetilmiş bir sözcük olarak ”1. Toplum
hayatından kaçıp tek başına yaşama (...). 2. Dış dünyayla bütün bağlarını
keserek Tanrıyla birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması."[117] olarak tanımlanır.
Münzevi ise inzivaya çekilmiş kişiyi karşılayan bir sözcük olarak
kullanılır. Bu bağlamda, asketik ve mistik inzivanın çilecilikte benzeşmekle
birlikte farklı kavramlar olduğunu vurgulayan Max Weber[118] -Cahit Koytak'ın da entelektüel bir tavır olarak
benimsediği- inzivayı "sosyolojik inziva" olarak kavramlaştırır.
Ancak münzevi kavramı bu çalışmada asketik ya da Weber'in dediği gibi
sosyolojik bir inzivadan ziyade şairin bireysel ve sanatsal yaşantısında
bilinçli bir tercihle topluluklardan, şöhretten ve medyadan uzak durma tavrını
karşılayacak şekilde kullanılacaktır.
Cahit Koytak'ın münzevi tavrında iki önemli etken sıralanabilir: şairin
poetik anlayışı ve mizaç özellikleri.
1. 6. 1. Mizacı Gereği Münzevi
Cahit Koytak biyografisinin ve poetikasının dikkat çekici yönlerinden biri
de münzevi bir tavrının olmasıdır. Bu saptama ilk bakışta sekiz çocuklu, yüksek
öğrenim görmüş, mühendis, tüccar, bezzaz, kuyumcu, marangoz, yönetici, çevirmen,
neyzen ve şair, çok yönlü bir entelektüel için şaşırtıcı bir betimleme olarak
görülebilir. Ancak Cahit Koytak; sanatı, poetikası, kişisel yaşamı hakkında
televizyon, gazete, dergi, internet vb. medyadan bilinçli bir kişisel tercihle
uzak durmuştur. Özel bir televizyon kanalının yabancı yayınlar departmanının
kuruculuğunu ve on beş yıl aralıksız olarak yöneticiliğini yapan ve medyanın
içinde fiilen yer almış bir kişi olarak daima kameranın arkasında kalmayı
kararlı bir biçimde ilke edinmiştir.
Gazete, dergi, televizyon, radyo, internet sitesi, gazetelerin kitap ekleri
hatta kendi adına düzenlenmiş ve şaire adanmış özel sayı ve dosyalar için
röportaj isteklerini kendine özgü bir incelikle reddetmiştir. Şiirleri, yaşamı
ve sanat anlayışıyla ilgili olarak şiir dışında farklı bir platformda söz
söylememeyi ilke edinen bir şair olarak Cahit Koytak, yaklaşık yarım asırlık
sanat yaşamında -kıramadığı çok yakın bir iki dostunun ricasıyla katıldığı bir
iki etkinlik hariç tutulursa- "(...) kendi iç dengeleri(...)
bakımından yararlı, hatta gerekli olduğunu tecrübelerle gördüğü(...)"[119] sınırlar içinde kalmayı ve susmayı tercih
eden, " 'medya' kaçkını"[120] [121] [122] modern
münzevi mizaca sahip bir şairdir. Ona göre "Bu durum, biraz da
münzeviliği tt123
seven
tabiatı[ndan] kaynaklanmaktadır.
124
Cahit Koytak, 2009 yılında kendi adına düzenlenen Sapanca Şiir Akşamları
adlı etkinliğe yine kıramadığı yakın arkadaşlarının ricasıyla
"cebren" katılmış, etkinlikler kapsamında düzenlenen panelde yaptığı
kısa konuşmada, "Adına
düzenlenen bu panelin insanın kendi cenaze törenine katılması gibi bir
anlam tt125
taşıdığını söyleyerek
topluluklar karşısında olmaktan ve takdir edilmekten
duyduğu
içsel rahatsızlığı dile getirmiştir. Cahit Koytak'a göre inziva hali, insanın
kendini olgusal anlamda kaim kılan değerleri inşa etmesini sağlayan temel bir
eylemdir. Çünkü "Sade ama pahalı kostümler, / ucuz ama markalı
dostluklar, / paneller, ödüller, tv söyleşileri / ve alkış ve övgü ve boya /
görünmez kılar insanı. "[123] [124]. O, alkışı,
sahne ışığını kısaca şöhreti, insanı kemirip yok eden tehlikeli bir tuzak
olarak görür. Bu nedenle görünür olmaktan hep tedirginlik duyar "Ve
'bilinmek'ten ötürü (...) fanileşmiş... "[125] olmayı istemez.
Kendini soyutlamaya eğilimli mizacı ve inzivada, kendi halinde kalma
isteğini güdüleyen tabiatı şiirlerinde münzevi yaşamayı arzulayan bir şiir
anlatıcısı olarak karşımıza çıkar. Anlatıcı çölde uzlette kalmayı isteyerek kim
ve ne olduğunu keşfetmeyi amaçlayan bir kâşif kimliğindedir. "Beni
burada bırak bezirgânbaşı, / Kumun dikenin üstünde / Bir çığlık gibi yalnız /
Susuz azıksız / Ve kervanını al götür / Hülyalı şehirlere"[126]. Kişi kim ve ne olduğunu, kendi benliğini ancak bu
yolla, yalnızlığı ve inzivayı kendi içinde yaşayarak keşfedebilecektir: "Ve
çöl rüzgârlarının yakıcı nefesinden / öğreneceğim bir gün: / Ne istiyorum? / Ve
kimim?"[127]. Şairin
mizacının münzevi bir doğaya sahip olması bir yönüyle de öz savunma mekanizması
olarak değerlendirilebilir. Bilinmez, kapalı ve içerlek olmak insan için birçok
riski de bertaraf edebilecek bir özelliktir. "Taş gibi katı
olursan, ruhum, / taş gibi katı, ağır ve ketum, /açılmamış sırlarla doluymuş
gibi hani... //yaşarken çürümekten / ve ayaklar
7/130
altına
düşsen de ezilmekten / kurtulabilirsin belki."[128]. Bu şekilde inziva yoluyla, şiir anlatıcısı insanın
ezeli trajedilerinden birine çare bulma yollarını araştırır. Şiirlerindeki bu
yansımalar, Cahit Koytak'ın münzevi tutumunun nedenlerinden birinin de onun
mizacıyla ilgili olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Mizaç özelliklerine paralel olarak
onun münzeviliğinin poetik gerekçeleri de gözden kaçırılmamalıdır.
1. 6. 2. Poetikasının Gereği Olarak İnziva
Cahit Koytak, hiçbir yerde ve yayın organında şiirleri ve kendi şiir
anlayışı hakkında konuşmamış ve yorum yapmamıştır. Zaman zaman çeşitli gazete,
dergi ve internet sayfalarından gelen bu yoldaki istekleri de ya reddetmiş ya
da kendine yöneltilen soruların yanıtlarını içerdiğini düşündüğü bir şiirini
yanıt olarak göndermiştir. İlk şiirinin yayımlanmasından başlayarak şairin şiir
yayımlama etkinliğinde ve sanat yaşantısında bu münzevi tutumu istikrarlı bir
biçimde sürdürdüğü görülür. Nitekim Cahit Koytak, ilk şiiri "Eski
Sofra"yı[129] da yayımlanması amacıyla bir dergiye göndermez.
Küllük Kıraathanesinde Sezai Karakoç'la tanışınca genç şair Cahit Koytak,
eleştirmesi amacıyla Karakoç'a verdiği şiirini Dirilişte yayımlanmış
olarak görür[130].
Cahit Koytak, sonraki dönemlerde de -ilk gençliğindeki birkaç istisna hariç
tutulursa- yayımlanması talebiyle hiçbir dergiye şiir göndermez. Ancak
kendinden yayımlamak amacıyla şiir talep eden kimseyi de boş çevirmez. Yayın
organlarında şiirlerinin yayımlanması çoğu zaman bu şekilde gerçekleşir. Taraf,
Agos; Hece, Dergâh, Anlayış, Defter, Kaşgar, Kelime, Anlayış, Yönelişler,
Kitap-lık, Gergedan, La Poete Travaille, Merdiven Şiir, Yönelişler, Kriter,
Mesel, Yedi iklim, Granada, Türk Edebiyatı... gibi gazete ve
dergilerde şiirlerinin yayımlanması genellikle bu şekilde gerçekleşir.
Cahit Koytak'ın yaklaşık yarım asırlık sanat yaşamı boyunca yayımlanmış
toplam iki röportajı vardır. Azımsanamayacak uzun bir periyotta şiirleri
dergilerde baş sayfa şiiri olarak yayımlanan, yüzlerce şiiri ve ciltlerce
kitabı yayımlanan usta bir şair ve saygın bir çevirmenin son derece sınırlı
olan bu iki röportaj dışında bizzat medyada yer almayışı onun suskun kimliğini
belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu röportajlardan ilki aynı zamanda
bir dergide yayımlanan ilk röportajıdır. Röportaj, "İlk Atlas"ın
yayımı üzerine 1991'de Dergâhta "Ruhun Haritaları"[131] başlığıyla yayımlanır. İkinci ve son röportajı
ise Hece1 de Mehmet Nuri Yardım'la yapılan
"Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit Koytak..."[132] başlıklı mülakattır.
Hece dergisinin
Ekim 2003 tarihli 82. sayısı Cahit Koytak şiirine adanmış "Cahit Koytak
Şiiri: Derin Bir Mavilik" adlı dosyayı içerir. Dosya editörünün röportaj
isteğini kabul etmeyen Cahit Koytak, mektup aracılığıyla yanıtlaması için
kendine gönderilmiş on adet soruyu da yanıtsız bırakır. İstanbul
BirNokta dergisi de Temmuz 2012 tarihli 126. sayısını "Cahit
Koytak Özel Sayısı" olarak belirler. Ancak Cahit Koytak'ın münzevi
tutumunu bilen dergi yönetimi şaire sorulacak soruları hazırlayarak soruların
yanıtlarını şiirlerinden bulup ilginç bir yöntemle metin merkezli bir röportaj
yayımlar. Bu duruma röportajı hazırlayan Mahmut Feyzi açıklık getirir:
"Günümüz şiirinin usta isimlerinden Cahit Koytak’la
söyleşmek istedik. Söyleşi hususunda tavrının bir şair zarafeti ile reddetmek
ve kitaplarını işaret etmek olduğunu biliyorduk. Biz de, işaretini takip edip
sorularımızı sorduk, yanıtlarını şairin Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’nın
birinci ve ikinci ciltlerinden aldık. "1[133].
Zaten şiiri hakkında soranlara karşı Cahit Koytak'ın cevabı da Feyzi'nin
izlediği yöntemden farklı bir durum değildir. Bu bakımdan yayıncılar ve onun
görüşünü soruşturarak dosya hazırlamak isteyenler için Cahit Koytak 'zor'
şairdir. "Cahit Koytak'a soru sormak zordur. Çünkü çoğunlukla ya
cevap alamazsınız ya da şair şiirlerinden pasajlar okuyarak açık uçlu cevaplar
vermeyi yeğler. Bu durum münzeviliğinin bir parçasıdır aslında. "[134]. Cahit
Koytak, Bilim ve Sanat Vakfı'nın bülteninde şiirinin yayımlanmasından sonra
vakıf tarafından gençlere belirli aralıklarla şiir dersleri vermek üzere davet
edilir. Şairin "Güncellenmemiş Edebiyat Dersleri" şiir dizisine esin
veren bu davet de yanıtsız bırakılır. Anlayış dergisinden M.
Bey'e gönderdiği mektupta şair bu durumu mizahi bir dille şöyle açıklar: "(...)
öneriyi, kökten reddetmemekle birlikte, uygulamayı, / böyle bir şey için
kendimi hazır hissedeceğim bir vakte, / yani, sanırım, hemen hemen sonsuza
kadar erteledim."[135].
Cahit Koytak, Zamandan Murat Tokay'ın röportaj teklifini
de benzer gerekçelerle ve muhatabını kırmamaya da özen göstererek reddeder.
Israr edilen durumlarda ise kimi zaman dostane bir çay içimine razı olur.
"Röportaj teklifimizi kabul etmese de daveti
üzerine Cahit Koytak’la bir çay sohbetinde bir araya geldik. (...) Cahit
Koytak, şiiri üzerine konuşmayı sevmeyen bir şair. Gazetelere röportaj
vermiyor, televizyon ekranlarında programdan programa koşmuyor. Yazdığı şiirlerle
yetinmeyip şiirden soranlara cevabı şu: ’bana baldan sormayın / çünkü ben ne
arıyım / ne de arıcı... bal tüccarı da değilim! /... ve konuşa konuşa /bala
şerbet katılmasından da /hiç mi hiç hoşlanmam / (...)' "[136].
Sanatçının münzeviliği aslında Yaratıcı tarafından ona bahşedilen cüzi
anlamda 'yaratma' yetisinin gereğidir. Çünkü sanatçı da "En Yalnız
Sanatçı"nın üflediği bir ruhtan[137] [138] başka bir şey değildir: "bense, ah,
bense, dedim ya, şairim, münzeviyim, / bir 'ah!' çekimlik soluğuyum, / En
Yalnız Sanalçı'nın!"Uu. Cahit Koytak'a göre Büyük
Sanatçı'nın yalnızlığı, onun eseri olan insana / sanatçıya da yansımıştır. Bu
durum da doğallıkla yaratma yetisiyle Büyük Usta'nın kalfası / halifesi olan
sanatçıyı-şairi münzevi kılmaktadır. Cahit Koytak, şairin,
"Sanatçının, özellikle de, yaratıcılık vasfını
'En Yüce Sanatçı ’nın / çömezi olma onuru olarak algılayan ve öyle taşımasını
bilen birinin, / sınavını her şeyden önce ve sonuna kadar şöhrete karşı /
vermesi gerektiğine inananlardan biri[dir] (...) [çünkü] Şöhret meyvenin kurdu
değil, hayır, meyve kurdunun / içindeki kurttur; yani kurdu azdıran kurt; yani
sanatçının / içindeki yaratıcı huzursuzluğu, iyi huylu kederi ve açlığı,
/utangaç taşkınlığı ve akıllı çılgınlığı kemiren, çürüten kurt[tur]."[139] [140].
Daha da tehlikelisi bir sanatçı için şöhret isteği ya da eğilimi, sanatçıyı
tanrılık iddiasında bulunmaya kadar götürecek sinsi bir "ifrittir12. Cahit
Koytak, genç şaire salık verirken şöhret belasından kurtulmanın zorluğunu şu
dizelerle açıklar:
"Kalkıp
sopayla kovsanız da
Uslu uslu
peşinizden gelecek;
Zamanla
gölgeniz olduğuna inandıracak sizi;
Ve günü
gelince de, bir sırtlan gibi sıçrayıp omzunuza,
Başınızın
etini yemeye başlayacak!
Beyninizi
bitirince kalbinizi,
Onu bitirince de ruhunuzu yalayıp yutacak! "[141].
Şöhret düşkünü, münzevi bir tarafı olmayan, 'ünlü şair'in karşılaşacağı en
büyük sorun "kendi ruhuna, kendi evine giriş çıkışlarını
zorlaştır[arak\ / (...) Fazlaca bilinme[k\, / tanınma[k\, yani nesneleşme[ktir.\
(...)"[142]
Cahit Koytak'ın derinlemesine içselleştirdiği münzevi tutumun doğal bir
sonucu olarak kitaplarında ve dergilerde "Münzevinin Aynaları" adını
taşıyan çok sayıda şiir / bölüm bulunur. "Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat"ta
on altı şiirden oluşan dokuzuncu bölüm "Münzevinin Aynaları" (ss.
201-224) adını taşır. Ayrıca şairin, süreli yayınlarda yayımlanan bazı
şiirlerinin altına düştüğü notlardan hareketle "Münzevinin Aynaları"
adını taşıyan bir kitap planlandığı düşünülmektedir[143].
Cahit Koytak, halk ozanı Neşet Ertaş'ın ölümünden sonra Ertaş için
yazarak Tarafta yayımladığı " 'Şuâra' " adlı modern
'nefes'inde "münzevi" mahlasını kullanır[144]. "Kalk Yürü" şiirinde ise şiir anlatıcısı
kendini "münzevi şair" olarak adlandırır: "Yalnızlığı
alıyorum, / Balinanın göğüs kafesini / Ve ona en münzevi şairin / yüreğini
takıyorum, / Ağustos böceğinin sesini / Ve örümceğin sessizliğini..."[145]. Cahit
Koytak'ın kendini "münzevi şair" olarak adlandırmasının poetik
gerekçeleri ise şöyle sıralanabilir:
1. 6.
2. 1. İyi Bir Şair Olmanın Gereği Olarak İnziva
Cahit Koytak, has şairin bir yönüyle hep yalnız ve münzevi olması
gerektiğine inanan bir şairdir. Ona göre iyi bir şair olmanın gereklerinden
biri de şöhretten, kitlelerin alkışından uzak durmaktır. Şair "(...)
bütün iyi oyuncular gibi / (...) yapayalnız."[146] olmalıdır. Ancak her şeye rağmen bilinme,
tanınma içgüdüsü gereği şöhret insanın benliğinde doğal olarak bulunan bir
olgudur. İnsanda doğal olarak nüve halinde bulunan bu özelliğin dallanıp
budaklanarak insanı tutsak etmemesi için Cahit Koytak şunu salık verir: "Benliğinin
bu özürlü çocuğuna [şöhrete] / Merhametle davran,/ Ama
tutturmalarından yılıp / Onu şımartma sakın"[147] [148]. Entelektüel
yalnızlık şairin kendi içinde derinleşmesini, kendi içinin katmanlarını
keşfetmesini sağlayacak etkili bir yoldur. Ancak bu yolla şairin duyargaları
açılacak, "mezardaki böceklerin çene çıtırtılarını" bile bir
senfoniye dönüştürebilecek bir inceliğe sahip olacaktır. Şair de bu minimal
uyumdan kozmik uyuma yelken açabilecek duyarlıkta bir kimliktir. Bir şiir
anlatıcısı olarak Cahit Koytak, genç şaire "dilini yutman, / (...)
gerekir."159 diye salık verir.
İyi bir şairin tıpkı ay gibi bir görülen / bilinen yaşantısı bir de kendine
özgü münzevi, yalnız ve "tenha" tarafı olmalıdır. "iki
hayatın varsa, biri yalnızlık / ve binlerce hikâyen... / işin peşini bırakma,
bir gün / çadır tiyatron da olacak! // İki yüreğin varsa, biri ay gibi tenha /
öteki yer gibi kalabalık, / işin peşini bırakma / bir gün gök atlasın da
olacak!"[149] [150] dizeleriyle toplum içinde yaşayan şairin aynı
zamanda münzevi ve kendi içinde derinleşen bir "yalnız" olması
gerektiğini düşünür. İnziva hali iyi bir şairde olması gereken iç derinliği,
gönül genişliği, ruh enginliği gibi erdemleri kazanmada önemli bir araçtır. Bu
erdemler ve ruhsal inziva bir şairi has şair yapabilen ancak 'ünlü' şair
yapamayan özelliklerdir. Görünür olmamak, ünsüz olmak şairin bilinçli olarak
yeğlediği bir durumdur. Bu nedenle onun Tanrı'ya seslenirken onun ünsüz
şairleri sahiplenmesi vurgulanır: "Benimle gelirsen, sen ey /
ünsüz şairlerin tanrısı, / dere tepe kafamın içini gezdiririm sana, / ruhumu
mağara mağara, / ve gönlümü şehir şehir... (...)"152.
1. 6. 2. 2. Entelijansiyaya Dönük Eleştirel Bir
Tavır Olarak İnziva: "Ben Yokum, Beni Karıştırmayın "
Şairin münzevi tavrı bir bakımdan da çağına yöneltilmiş eleştirel, pasif
bir karşı çıkıştır. "Bu Atlar Seninse" adlı şiirinde "ip
cambazı değil de, / bir şair, bir kralsan eğer, / cambaz sırıklarıyla /
şöhretin yollarında işin ne?" (YŞK II, s. 332) dizeleriyle inziva
yolu dururken şöhret peşinde koşan şairi sorgular. "Yeni Başlayanlar İçin
Metafizik" kitabı övgüyle karşılandığında övgüleri mahcup bir edayla "‘pazarlama’
çağında takla atan yazar çizer takımına inat, tam da bir şaire yakışacak
nitelikte (...) [tek cümleyle
yanıtlar]: ‘Umarım
düş kırıklığına
uğramazsınız!’
”[151]. Sığ
yargılar, yüzeysel düşüncelerle insanı, dünyayı ve evreni anlama /
anlamlandırma çabası karşısında Cahit Koytak, entelektüelin inziva hakkını
kullanır. Hakkı kullanma biçimi bir tür pasif direniş olarak da okunabilir. Bu
durum en estetik ve şairane ifadesini Cahit Koytak'ın aşağıdaki dizelerinde
bulur:
"Ben Yokum, Beni
Karıştırmayın!
Akıl ve
selüloz karışımı
Hamurdan
yoğrulmuş kafalarınız;
Oturmuş vıdı
vıdı vıdı vıdı konuşuyorsunuz, Mezarlarınızı dillerinizle kazıyorsunuz,
Dillerinizle yalıyorsunuz mezar taşlarınızı, Alıyorsunuz, satıyorsunuz
Kurtlarını, böceklerini birbirinizin. Söze nereden başladınız?
Ne zaman
başladınız?
Babalarınızın
sulbünde mi?
Analarınızın karnında mı?
Konuşuyorsunuz, konuşuyorsunuz,
konuşuyorsunuz...
Ve bir gün o asık yüzlü melek
Perçemlerinizden tutuncaya kadar da
Besbelli, konuşacaksınız, konuşacaksınız,
konuşacaksınız...
Ama ben yokum, beni karıştırmayın!
Kulaklarımı balçıkla sıvadım ben,
Kafamın çatlaklarını,
Kalbimin
deliklerini tıkadım şiirle
Sizin
kuramlarınıza, söylemlerinize.
Vıdı vıdı
vıdı vıdı vıdı...
Bunca lafı,
nerden buluyorsunuz? Bunca vakti kimden çalıyorsunuz? Aman ne çok şey
biliyorsunuz! Aman ne çok şey biliyorsunuz! Teninize düşecek kurtlardan çok,
Beyninizi yiyecek kurtlardan çok, kabirde! Kesiyorsunuz, biçiyorsunuz,
Liflerine ayırıyorsunuz sözü, Yalanıyla, gerçeğiyle çiğnemeden yutuyorsunuz
sonra Ve kusuyorsunuz Sindiremediklerinizi, önümüze.
Yeter ama
yeter, ölüler için de, diriler için de!
Ayıp, çünkü
bakın, Tanrı konuşmak için Sizin susmanızı bekliyor. "154.
Cahit Koytak, aydınlanma çağından günümüze çağdaş entelijansiyayı yaratan
modernitenin temel saiki olan akıl ve akılcı disiplinle düşünmenin ürünü olan
kitaplardan başlayarak eleştirilerini sıralar. Şiirin matrisine oturan tez;
yazı, kitap, medya vb. aracılığıyla aralıksız süren konuşma edimine karşı susma[152] [153] önerisidir. Çünkü Cahit Koytak, çokça konuşup
bir şey söylemeyenler arasında -şiir yazmak dışında- ısrarlı ve anlamlı
suskunluğuyla bir şeyler söylemektedir. "Şiirlerini okuyunca ağzı
olup da konuşanların aslında hiç de dişe dokunur şeyler söylemediğini anlıyorsunuz.
Bu ortamda şairin suskunluğunu da, münzeviliğini de
anlamlandırabiliyorsunuz."[154]. Bu tavır salt edebiyat ortamına ve entelijansiyaya
yönelik bir eleştiri değildir. Ayrıca dolaylı yoldan modernlik bağlamında aklın
da eleştirisidir. Şiir modern olanı biçimlendiren temel etken "akıl"
ve onun ürünü olan selüloz hamuruna dil formatına dönüştürülerek basılmış
düşünceye / konuşmaya yönelik eleştiriyle başlar. Şiir anlatıcısının
eleştirisinin odağında "akıl ve selüloz karışımı / Hamurdan
yoğrulmuş kafalar(...)" vardır. Selülozu bulan, selüloz
hamurundan kağıdı üreten ve bu kağıdı kitaba bir başka deyişle düşüncenin /
konuşmanın nesneleşmiş biçimine dönüştüren yine akıldır. Buradan hareketle
modernitenin başat aktörü olan akıl, yine insan aklının yarattığı kümülatif
bilgi ve bu bilginin "yol açtığı" buluşlar; konuşmalar / kitaplar
aracılığıyla anlaşılması güç bir kaosa neden olmuştur. Bu kaotik yapının çoklu
eklektik konjonktürü, insanı hem nesneleştirmiş hem de insanın ilgisini dış
dünyaya yönelterek "birey"leştirdiği kişioğlunu sürekli konuşan,
düşünen ancak iç dünyasına yabancı, kişisel inzivası olmayan "akıl
ve selüloz karışımı / Hamurdan yoğrulmuş kafalar\a\(...)" dönüştürmüştür.
Bu prototip aslında "Modern Zamanlar"ın Şarlo'suyla aynı trajediyi
paylaşan ancak trajedisinin idrakinde olmayan ve çağına nüfuz edemeyen, kafası
karışmış "birey"dir. Bu prototipin izleyicileri susmak yerine konuşa
konuşa "Mezarlarını(...) dilleri\yle\ kazıy\an\(...)" modernite
sürecinin akılzedeleridir.
Şiir anlatıcısı, aklı elden bırakmadan konuşan ve "(...) o
asık yüzlü melek / Perçemlerin\den\ tutuncaya kadar da" susmayacak
kitleler karşısında net bir biçimde tavrını koyarak kişisel inzivasına
çekildiğini bildirir. "Ama ben yokum, beni karıştırmayın!" dizesiyle
karşı çıkışını bildiren şiir öznesinin "Kulakları\n\ı balçıkla
sıva[ması], /Kafa[sın]ın çatlaklarını, /Kalbi\n\in deliklerini (şiirle)
tıka[ması] (...)." bir tür entelektüel inzivayı
bildirmenin yanında aklı elden bırakmayan, sürekli kuram, söylem üreten,
düşünen / konuşan modern çağa ve onun birey-figürüne karşı yöneltilmiş etkili
bir eleştiridir.
Entelektüel anlamda inziva, susma, içe yönelme eylemleri; nesneleşmekten
kurtulmanın, kişinin kendini yeniden keşfinin en önemli aşamasıdır. Aklın
ürettiği ampirik ve "bulaşıcı" bilgi bir başka deyişle modernliğin
kutsallarından olan "akıl"ın yarattığı epistemolojik birikim, iki
defa ardı ardına yinelenen "Aman ne çok şey biliyorsunuz! /Aman ne
çok biliyorsunuz!" dizeleriyle profanlaştırılır. Modernitenin
birey-öznesi o kadar çok bilmekte ve konuşmaktadır ki onun bilgisi "Teninize
düşecek kurtlardan çok, / Beyninizi yiyecek kurtlardan çok (...)" daha
aşkın (!) bir bilgidir. Ancak "kaotik çağ"da aklın yarattığı bu bilgi
idrak edilmiş, özümsenmiş bir nitelikte de değildir. İnsanı
bireyleştiren, "Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı..." konuşula
konuşula çoğaltılan bilgi hazmedilemediği için bireyin çiğnediği bu bilgiyi
"insan"ın doğası da dışlamıştır: "Kesiyorsunuz,
biçiyorsunuz, / Liflerine ayırıyorsunuz sözü, / Yalanıyla, gerçeğiyle
çiğnemeden / yutuyorsunuz sonra / Ve kusuyorsunuz / Sindiremediklerinizi,
önümüze.".
Modernitenin yarattığı “akılcı” bireyin durum betimlemesi olan bu
dizelerden sonra şiir anlatıcısı, söz söyleme sırasının yeniden sözün asıl
sahibine, modernliğin "öldürdüğü tanrı"ya gelmesi için ironik bir
söylemle çıkışır: "Yeter ama yeter, ölüler için de, diriler için
de! / Ayıp, çünkü bakın, / Tanrı konuşmak için / Sizin susmanızı
bekliyor.". Akılla ve sözü "Liflerine ayır[arak]
(...)" analitik bir yöntemle konuşan herkes için inziva değilse bile en
azından bir süreliğine de olsa susmanın gereği çarpıcı ve kesin bir biçimde
belirtilmiş olur. Böylece modernlik bağlamında akla yöneltilen eleştiriler,
neden-sonuç ilişkisinin deforme edilmesi yoluyla kurulan bir ironiyi içeren
aykırı bir reddiye ile sonlanır. Bu şiirde akla karşı takınılan tavır, Cahit
Koytak şiirinin akılla cedelleşen, aynı minder üzerinde güreşip bir türlü
yenişemeyen, ne onunla ne onsuz edebilen şiir öznelerinin ortak tavrını
yansıtır.
1. 6.
2. 3. Şiirle Okur Arasına Girme Endişesi
Cahit Koytak'ın münzevi tutumunun bir başka poetik nedeni de okurun
algısına müdahale etmeme kaygısıdır. Ona göre, kaleminden çıkan şiir hakkında
şairin söz söylemesi, yorum yapması, şiirin ne'liğine dair fikir beyan etmesi
bir başka deyişle şiirden başka bir platformda şiirle ilgili konuşup yazması,
şiir ile okuru arasına girmek anlamına gelen 'çirkin' bir durumdur. O, kendi
şiiri üzerine konuşmayı "(...) dişçi kerpetenini kendi eli[y]le
tutup kendi ağzı[nı] kurcala[maya] (...)" benzeterek anlamsız
bulur çünkü "(...) varsa, çürük dişleri[n]i çekip okura arz etmekle
okura ayıp etmiş olacağı[n]ı, yoksa sağlam dişleri[n]i çekmekle kendi[n]e yazık
etmiş olacağı[n]ı düşünü[r] (...)"151.
Bursa söyleşisinde sanat yaşamındaki münzevi tutumunu şiirle okur arasına
girmeme tavrı bakımından şöyle açıklar: "En mühim vasfım yazdığım
şiirlerdir. Dünyadan, olan bitenlerden bahsetmek bana göre şiirle okur arasına
girmek gibidir. Bu sebeple topluluklar içine çıkmaktan imtina ettim ve münzevi
bir hayatı tercih ettim."[155] [156]. Arkadaşı
Şair Nurettin Durman'ın kendisiyle röportaj yapma talebini içeren mektubuna da
Cahit Koytak, aynı gerekçeleri öne sürerek şairane duyarlığına özgü bir üslupla
olumsuz yanıt verir:
" 'Hayat, insan, sanat, şiir, benim kendi
şiirlerim, benim kendi hayatım v.b konularda, söylenmeye değer bulduğum herşeyi
yazdığım şiirlerde söylediğimi, söylemeye çalıştığımı düşünüyorum. Bu
itibarla, sözlü ya da yazılı beyanat ve mülakatlar yoluyla okur ile
yazdığım şiirler arasına girerek, okurun özgür keşif serüvenini bozmayı, kendi
adıma, doğru bulmuyorum[157] [158] [159]. Bunun
içindir ki, beni bağışlamanızı diliyorum.' "16CI.
Kitap Zamaninın "Bir Kitabın Hikâyesi" başlıklı bölümünde yayımlanmak üzere
Cahit Koytak'tan "İlk Atlas"ın niçin ve nasıl yayımlandığına ilişkin
bir yazı istendiğinde "Şiirin kendisinin ortaya koyduğu resmi
bozmaktan hep kaçındığını" bu nedenle de şiirleri, şiir anlayışı
ve kendisiyle ilgili sorulara yanıt vermemeyi "zorunlu bir ilke,
bir gelenek hali\ne\" getirdiğini belirterek Nurettin Durman'a
verdiği yanıtta vurguladığı hususları içeren bir mektup gönderir. Bu sorulara
yanıt niteliğindeki "Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları
Sorulsa..." (YŞKIII, s. 386) şiiri de okuru ve yayıncıyı
kırmamak ve yanıtsız bırakmamak düşüncesiyle mektubuna ekler. Cahit Koytak'ın
şiirle okuyucu arasına girmeme endişesini çarpıcı bir biçimde yansıtan mektup
şu biçimdedir:
"İlk Atlas ’ın hikâyesini anlatmak,
belki okurla daha çok muhabbete vesile olacağı için, benim için elbette
müstesna bir zevk olurdu. Fakat bağışlanma dileyerek, şunu belirtmem gerekiyor
ki, ben öteden beri, kendimden, kendi hikâyemden, yazdığım şiirden ya da onun
hikâyesinden, şiirin kendi ‘anlatı’sı dışında bahis açarak, şiirlerle okur
arasına girmekten; genel olarak şiir, sanat, edebiyat ve özel olarak da kendim,
şiirim, sanat anlayışım gibi konularda açık ve doğrudan görüş belirtip okurun
kendi özgün, gizemli keşif serüvenini etkilemekten, yönlendirmekten ve bütün
bunlar hakkında şiirin kendisinin ortaya koyduğu resmi bozmaktan hep kaçındım.
Ve bu tutum giderek benim için, dışına çıkılması, adeta, yazdıklarımın
değerini, büyüsünü, bütünlüğünü tehdit edebilecek, dolayısıyla uyulması
neredeyse zorunlu bir ilke, bir gelenek halini aldı. Binaenaleyh, hemen hemen
ta başından beri, benimle, görsel ya da yazılı, bir söyleşi yapmak isteyen
bütün dostlarımdan - onlara insana, hayata, sanata ve kendime dair
söyleyebileceğim, söylemeye değer bulduğum her şeyin yazdığım şiirlerde
ifadesini bulduğunu ve söyleyebileceklerimin de sadece şiirlerimdeki kadar
olduğunu belirterek, hep beni bağışlamalarını istirham ettim. Bununla birlikte,
beni gerçekten onurlandıran ricanızı, kısmen ve kendi tarzımda karşılamış olmak
için de, benzer talepler karşısında bir şair olarak benim hissiyatıma tercüman
olduğunu düşündüğüm, “Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa...” isimli
şiiri Kitap Zamanı’nda yayımlarsanız, bunun sizi ve okuru
kırmadığım yönünde, beni çok rahatlatacağını ifade etmeliyim. "161
Nedim Hazar, Cahit Koytak'ın bu tavrına postmodern kurgunun içeriği
oyunlaştırması bağlamında bir yorum getirir. Hazar'ın bakış açısı tam olarak
Cahit Koytak'ın yaşamı, yeryüzünde olan her şeyi ve sanatı bir
'oyun' olarak ele alma tutumuna uygun düşer. Münzevilik de şairin okuruyla ve
kendi sanatıyla oynadığı oyunun bir parçasıdır.
"Muhterem [Cahit Koytak], son çıkan kitabının
epigrafine iliştirdiği Rumî sözünü (Eğer âşıksan darmadağın ederim seni) haklı
çıkarırcasına okuru ile bir tür saklambaç oynayıp durdu yıllar yılı. (...) Esasen
Cahit Koytak’ın şahsında bütün şairlerin toplumun içinde yaşamasına rağmen,
yakınlık konusunda dikkatli olmasını hep isterim. Sen, ben gibi sıradan
fanilerle çok fazla yakınlık kurmasın isterim şairler. Uzak dursunlar ve biz
mısraları ile tırmanalım onlara. "[160].
Cahit Koytak, bu anlamda tam olarak Hazar'ın beklentisini karşılayacak bir
tutum sergiler. Bu oyunda o, üzerine düşeni yapan, şiir yazıp şiir dışında
konuşmayan ve anlaşılmayı okurundan bekleyen, okurun metne katacağı potansiyel
anlamı belirlemeye yeltenmeyen sadece şiir aracılığıyla konuşan suskun bir
şairdir.
1. 7. Günlük Yaşamı
Cahit Koytak'ın günlük yaşamı çeşitli bağlamlarda şiirlerinde sıkça yer
almaktadır. Cahit Koytak, Hayriye Ünal'a yazdığı manzum mektupta bütün
entelektüel donanımıyla birlikte günlük yaşamında kendini "Şiiri
de sayarsak, dokuz çocuk atası, / Doğulu bir 'aksakal'ım ben. "[161] diye tanımlamaktadır. Bir yönüyle gelenekçi
kimliğe sahip şairin gününün önemli bir kısmı özellikle emekli olduğu 2008
yılından beri Çengelköy’deki evinde geçmektedir. Şair, olağanüstü bir durum
olmadıkça günün belli saatlerinde sanatsal faaliyetleri için ayrılmış kendi
özel odasında çalışmalarını sürdürür.
1. 7.
1. Çalışma Odası
Şairin yaşamının önemli bir kısmı çalışma odasında geçer. Şiirlerinin
önemli bir çoğunluğu bu odada hayat bulur. Şair, Roni Margulies ve Şavkar
Altınel'in kendini evinde ziyaret etmesinin ardından Şavkar Altınel'e
gönderdiği e-mektupta şiirlerini yazdığı çalışma odasını "biraz
kendi ruhu[n]a, biraz ana rahmine / benzet[ir.]Ç.)"[162] Şairin akıl'la kavga ettiği "Yerin Kabuğu
Göğün Dudağı" şiirinde ise çalışma odası "evde, kitapların
içinde / onu [aklını] bıraktığı(...) o izbe yer[dir.]."[163]. Çalışma
odası, şairin annesinin vefatından önce kaldığı odayla altlı üstlü komşu
odadır. Nazmiye Hanım ömrünün son günlerinde kendisine derin bir sevgiyle bağlı
şair oğluyla oda komşusudur[164]. Günlük yaşamı içinde şair kendisini kendisi
yapan "şeyleri" "mumyalamakla meşgul[dür.]"[165] yazı faaliyeti aracılığıyla yapılan mumyalama
işlemi, şairin gününün önemli bir kısmını işgal etmektedir ve bu nedenle uzun
mumyalama mesaisi onu odasında inziva halinde ikamete mecbur etmektedir.
Çengelköy'deki evinin çalışma odasında genellikle "(...) sabahın
erken saatlerinden / öğlene kadar, yazıp çizerek," vakit
geçirmekte yani bu yolla "Ölümle (...)‘Birlikte çalışma’ koşulları
hakkında/ (...) sıkı müzakereler."[166] yürütmektedir. Erkenden uyanıp yazıya koyulmak
şairin geleneğidir:
"Sabahın
köründe kalkıyorum her gün,
Elimi,
yüzümü, içimi yıkıyorum;
Yalnız onun
duyabileceği bir sesle Yalvarıp yakarıyorum O'na" [167].
1. 7. 2. "Sabahın
Sütüne Yatır"ılan Şiirler
Cahit Koytak, şiir yazmak için bilinçli olarak sabahın erken saatlerini
seçmektedir. Başka vakitlerde yazdıklarını da yine o vakitlerde gözden geçirmektedir.
Çünkü insanın kalbi sabahın erken vakitlerinde "merhametle
dolar, tt170
rikkatle
dolar."[168]. Bu nedenle şair sabahın ilk saatlerini sanatsal
yaratıcılık açısından değerli vakitler olarak görür. "Öyleyse, ey
şair, aklındakileri, kalbindekileri /yazmak için o saatlere sakla! / Başka
vakitlerde yazdıklarını da, / kabuklarını soyup / sabahın sütüne yatır!"[169]. Sabahın ilk saatlerindeki bu uğraşı bir yönüyle de
şair için içsel bir zorunluluktur. Sabahın ilk ışıklarındaki bu yazma işi
nerdeyse bir meditasyon havasında geçer. "Sabahın köründe, (...)
// otururum, kuşluk vaktine kadar, / Mistik bir kendini verişle, neredeyse, /
Düşünürüm, yazarım, bozarım, /
T.T
1- 1- • • 1 1- 1 /
TT 1
• j j tfV72 T—1 1
,1
Konuşurum,
didişirim kendimle / Ve yazgıyla, ister islemez. . Erken saatleri sanatsal yaratıcılıkla
değerlendiren şair, öğleden sonraları da genellikle "Hem kendi
yazdıkları\n\ı, / Hem başkalarının yazdıklarını okuyarak, Bir anlamda, (Ölümle
birlikte /Karşı kıyılarına doğru yol alacağı(...) /Karanlık denizin) / enini,
boyunu, / Derinliğini ölçüp biç[erek]." [170] [171] geçirir.
1. 7. 3. Günlük Yaşamından Şiirine Yansıyan Figürler
Cahit Koytak'ın zamanının önemli bir kısmını geçirdiği çalışma odasından
görünen komşu bahçesindeki ağaç -şairin kendi adlandırmasıyla "bababula
ağacı”[172]-, ağaçta
yuva yapan "iki çocuklu" karga ailesi, ağacı sarsan
rüzgar, soğuk, kar, kış; şairi ve karısını "yaşlandıran
zaman" hep günlük yaşamın içinde şiir anlatıcısının
edindiği "ahbaplar"dır. Günlük yaşamında evinin
bahçesinde gördüğü salyangoza kadar birçok varlık Cahit Koytak'ın şiirlerinde
bir varlık ırmağı halinde akar. Şiir anlatıcısının yağmurlu günde karşılaştığı
salyangozla yaptığı monologdan şairin yağmurlu günlerde özellikle şiir yazdığı
anlaşılmaktadır. "bak, ben de, bu kekeme dizeleri çıkarıyorum /
yağmurla bana indirilenden. // ben ıslık çalabiliyor, şiir yazabiliyorum, /
(...) / ve yağmurlu günlerde, özellikle, / ikincisini tercih ediyorum, bilmem
farkında mısın, / senin ayak seslerini örtüvermeyeyim diye. "[173]. Günlük yaşamın küçük ayrıntılarına ilişkin birçok
varlık Cahit Koytak şiirinin figüratif kadrosunda şiir öznesi, şiir anlatıcısı,
şiir kişisi gibi farklı konumlarda şiirlerinde yer almaktadır.
1. 7. 4. Tempolu Yürüyüşler, Düşünceler ve Şiir
Şiirlerinde sıkça yer alan günlük yaşama ait aktivitelerden biri de
akşamüzeri belirli bir güzergâhta[174] yaptığı "tempolu yürüyüşler"dir.
Tempolu yürüyüşler, günlük yaşamda bir spor faaliyetinden çok şiirlerinde tema
/ fon / motif olarak yer alan düşünsel, entelektüel süreçlerdir. Örneğin
tempolu yürüyüşün fon olarak kullanıldığı "Yol Arkadaşı I"[175] adlı şiirde ölüm, şaire yol arkadaşıdır. Bu
yürüyüş sırasında yazdığı / kafasında kurduğu şiirleriyle önünde giden ölümün
ayak izlerini silmekte ve "uçan çizmeleriyle, güzel sözlerin" ölümün "yüzyıllarca
önüne geç[mektedir.] "1[176] [177]. Hatta
bazen şiirlerini yürüyüş parkurundaki ağaçlar ona fısıldar:
"(■■■)
Buraya kadar
yazdıklarımı
Ben icat
ettim,
Bunu
saklamayacağım.
Ama, bundan
sonrakileri
Bizim
sitenin
Hızlı yürüme
parkurundaki
Tamarix
Tetrandra, (Türkçesi ılgın ağacı) Fısıldadı bana.
- Kime
fısıldadı, sen kimsin?
- Ben
mi, ben, tempolu yürürken,
Bir gözüyle
kitap okuyan,
Bir gözüyle
de Cehennemin kapı aralığından
İçerde olup
biteni,
Kendi
ruhunda olup bitenle tartan
(..r19.
Günlük tempolu yürüyüşlerinde şair, etkin bir dikkat, ince bir duyarlık ve
derin bir idrak içindedir. "Sol Elle Yazılanlar"da (YBİM, s.
65) aklın dışarıdan ve içeriden kilitli kapılarını kastederek "Kilitler
ve kapılar açılabilir mi, / Tempolu yürüyüşle, mesela," dizeleriyle
başlayan felsefi, ontolojik sorgulamalara girişir. "Yağmurda Kitap Okuyan
Adam"[178] şiirinde
ise yağmurlu birgünde her zamanki tempolu yürüyüşünü yaparken karşılaştığı
salyangozla kendi varlığı arasında benzerlikler kurarak öznenin varlığından
evrene doğru açımlanan sorgulamalarda bulunur. Bazen dikkatini etraftaki canlı
cansız varlıklara yönelterek onların kendi varoluşu aracılığıyla, düşünen
özneye ne demeye çalıştığını anlamaya, varlığın duruşunun dilini çözmeye
çalışır. Şairin her gün yürüdüğü yolda gördüğü otlar, papatyalar,
siklamenler " 'sessiz bir tanrının ayak izleriyiz / biz, ruhtan
ruha trapez yapan.' " diye kendini tanımlayarak rüzgârda
salınırken şaire şöyle seslenir:
" 'olup
bitene sessiz kalmanın simgeleriyiz, solup gidinceye kadar sessiz kalmanın,
rengârenk sessiz kalmanın simgeleri...
ve kuşkusuz,
rengârenk ıstırabın, biz de senin gibi, şair kardeş!’ (...)"™.
Bu yürüyüşlerde kimi zaman "Elinde küçük yol defteri / Ve
kurşun kalemi," ile şiirlerine mısra tasarlarken "Ruhaniyol
arkadaşları (...)"[179] [180] edinir kendine. Cahit Koytak'ın tempolu
yürüyüşlerinde sıkça yaptığı ve şiirlerinde de aralıklarla değindiği bir durum
da yürürken kitap okumaktır. Hatta bazı şiirlerin sonuna iliştirdiği notlardan
şairin yürürken yaptığı okumalar sırasında yazılmış ya da bu yürüyüş ve
okumaları tema / fon edinen şiirlerden oluşan bir kitap yayımlamayı tasarladığı
anlaşılmaktadır[181]. Tarafta yayımlanan
"Kaçış" (ÖÇ, s. 29) ve "Kitaplı Adam"[182] şiirlerinde
etraftaki insanların her gün aynı pistte kitap okuyarak tempolu biçimde
yürüyen "kaçık"a karşı olan tutumlarını iki farklı bakış
açısıyla tema edinir. "Yolda Yürürken Kitap Okuyan Adamın Şarkısı"nda
(ÖÇ, s. 106) tempolu yürüyüş sırasında kitap okurken ölüvermeyi tasarlayarak
bu ölme biçimini kendisine yakıştırır.
1. 7.
5. Neyzen Şair
Cahit Koytak 2007 yılında, elli sekiz yaşında kendi kendine nota eşliğinde
çalışarak ney üflemeye başlar[183]. Kimliğine neyzenliği de ekleyen şair günlük
yaşamında ney ile kurduğu ilişkiye şiirlerinde yer verir. "Tıpkı
Hindistan'ı almadan / Babil'e dönmemeye kararlı / Eski moda bir cihangir gibi
inatla"[184] nefesi tükeninceye kadar ney üflemeye
kararlıdır. Ney üflemek de tıpkı şiir yazmak gibi yüreğinin sesini uzaklara
duyurmakla eşdeğer bir eylem olduğu için şair bu işi
önemser. Böylelikle "(...) insanlara gösterebilirim, sanıyorum, /
Bir şairin bir kraldan, / Bir çobanın da bir şairden daha uzağa /
Ulaştırabildiğini yüreğinin sesini"[185] dizeleriyle neyzenlikteki kararlığının nedenini
açıklar. Şairin neyzenlikteki amaçlarından biri de "Üfleye üfleye,
o cansız, dilsiz boruyu / Önce benimle konuşmaya, / Sonra benim gibi konuşmaya,
/ Sonra benim yerime konuşmaya / Razı ederim, sanıyorum."[186] umududur. Ney şairin sözcüsü olmakla kalmaz aynı
zamanda "Tanrının bir karıncanın / ya da solucanın hançeresinden /
çıkardığı sesi işitilir kılabil[meye]."[187] yarar. Şair günlük yaşamının bir parçası olan
neyzenliğini şairliğinden daha ön planda görür ve "Homopoeticus"un
vasiyet nitelindeki XV. epizodunda neyzenliği ile ilgili şu dizeleri yazar:
"hikâyemi
yazacak biri çıkarsa bir gün, şunları da yazmasını isterdim:
'onlarca
şair, üç dizine soytarı ve bir şehir dolusu
tiyatro
oyuncusu çalışıyordu onun şiir kumpanyasında, gezici tiyatro çadırında;
ama
şiirinden daha gür,
daha cesur
ve yalındı,
daha kendine
özgü,
onun ney
doğaçlamaları.
(...)
ve doğal
olarak, şiirleriyle değil,
en çok
bunlarla,
bunlarla
övünmeyi severdi.' "[188].
Cahit Koytak'ın müziğe ve enstrümana düşkünlüğü sadece ney üflemekle kalmaz.
Altmış yaşından sonra piyano öğrenmeye çalışır[189]. Kararlı bir biçimde kendi kendine nota eşliğinde
çalışarak piyano çalmayı da öğrenerek entelektüel yelpazesini biraz daha
genişletir.
1. 7. 6. Şiire Yansıyan Sağlık Sorunları:
Bir Melek Adı Olarak "Diabetes Mellitus"[190]
Şairin günlük yaşamını etkileyen sağlık sorunları da şiirlerinde şairane
bir duyarlıkla estetize edilerek ele alınır. Günlük yaşamını en çok etkileyen
diyabet rahatsızlığını tema edinen şiirlerden oluşan bir dosyayı "Diabetes
Mellitus: Bana İnen Melek" adıyla kitaplaştırmayı planlamaktadır[191]. Bu dosyada yer alan "Diabetes Mellitus ya da
Bana İnen Melek"[192] adlı yirmi sekiz epizottan oluşan hacimli bir
şiiri de İstanbul BirNokta dergisinde yayımlanmıştır. İlk
epizot 4 Ocak 2008'de şairin diyabet olduğunu öğrenmesiyle başlar. Cahit Koytak
diyabeti, hayatı içinde kendisine bahşedilmiş ikinci bir hayat olarak
görür: "[II. epizot] iki hayatın oldu şimdi, / iki
katmanı, şiirinin, / iki kanadı, düşünme sanatının / ve iç içe iki sahnesi, /
insan denen kumpanya çadırının... (...) // [III. epizot] bir
başka hayatın daha var şimdi / ve GüzelSözlerinCini ’nden maada / bir başka yol
arkadaşın: / (...) bir başka hayalet, bir başka rol arkadaşı, / diabetes
mellitus (...)"[193]. Şiirlerine
gölgesi düşen ve şairin günlük yaşamının bir parçası olan bir başka sağlık
sorunu da şairin sağ gözünün "kış günü sabah, ayazda/ kırağı
tutmuş kiler penceresi gibi (...)"[194] [195] olmasına yol
açan optik nöropatidir. Ancak bu durumun -ironik olarak- olumlu yanları da
vardır: "bu yarım kat artmış körlükle / uykuda iki kat iyi görürüm
belki, / önceki halime göre... / uyanıkken de, dışımda olup bitenleri, / içimde
yıkılıp gidenleri, iki kat daha iyi / gizleyebilirim kendimden, bundan
böyle."191.
1. 7. 7. Yaşama Rikkatle Bakmak
Cahit Koytak, günlük yaşamın içinde duyarlıkla ve rikkatle yaşarken, başta
insanlar ve kendi iç dünyası olmak üzere canlı cansız bütün varlıklar ondaki
duyarlığın odağında yer alabilmektedir. "(...) her şey, herkes,
herkesin yaşadıkları / ağlatacak kadar acıklı" görünebilmektedir
şairin gözüne. Sadece kendi hesabına değil başkaları ve başka şeyler adına da
acı çeken, kederlenen şairin günlük yaşama bakışındaki ince duyarlığın
kapsamını göstermesi açısından aşağıdaki dizeler dikkat çekicidir:
" (...)
işte yine her şey, herkes, herkesin yaşadıkları
ağlatacak kadar acıklı
(...)
bahçenin kuzey tarafında yerini bulamamış
şu şeftali ağacı, sözgelimi...
ve tıpkı o şeftali ağacı gibi
-benim, aynı günün içinde,
bir bahar, bir zemheri estiren
rüzgârımın önünde
çiçeğini bir türlü dalında tutamayan
karımın yaşadıkları...
her biri kendi aynasının içinde
yahut kendi cehenneminde
babalarına benzemeyen bir tanrı
yontmaya çalıştıkça
her gün biraz daha, biraz daha,
biraz daha babalarına benzeyiveren çocuklarımın
yaşadıkları...
ve hepsinin üzerinde, benim kendi hayatım;
hayatıma giren çıkan oyunlar, oyuncular...
yine ağlatacak kadar acıklı
gözükmeye başladılar gözüme!
yine boşunalık duygusu...
süpürgesine binmiş ve kamçısı elinde!
yine perdeli ayaklarının tabanlarından
kül saçıyor yüzüme, gözlerime.
(...)"198. [196]
Şair birçok şiirinde başkaları için de endişelenen, acı çeken gönlü geniş,
diğergam bir şiir anlatıcısı olarak görülür. Onun şairane duyarlığı sokak
köpeklerini, serserileri, surların içindekileri, barbarları, kuzuları hatta
uyuyan kurtları bile kapsayan bir genişliğe ulaşır[197]. Bu duyarlıkla gördüğü her şeyden, çevresini kuşatan
her türlü varlıkta -parktaki ılgın ağacından bile- "(...) şiire
/Hisse çıkarmaya çalışan adam"[198] portresi çizer.
1. 7. 8. Yaşam Karşısında Mutedil Tavır
İnsanoğlunun yazdıklarına, ürettiği
sanatsal yaratıya anlam katan, hayatı katlanılabilir yapan şey bir yönüyle
boşunalık duygusudur. Bu duygu aynı zamanda kadim insanların birbirine karışmış
ayak izlerini / yapıtlarını karmaşık, kaotik bir yığın görünümündeki edimlerini
idrak etme çabasını da anlamlı kılar[199]. Bu nedenle şair günlük yaşamın akışı içinde ölüme ve
yaşama karşı ölçülü bir tavır içindedir. Ne ölümü görmezden gelir ne de
hedonist bir hazcılıkla dünyaya bağlanır. Dünyanın ve yaşamın geçiciliğinin
idrakinde olarak dünyayı, insanın kısa bir süre kaldıktan sonra ayrıldığı "baba
ocağı", kısa sürede tükettiği "yol azığı", saatler
ilerleyince sönecek "kamp ateşi gibi"[200] sevmesi gerektiğini salık vererek günlük yaşamın
akışı içindeki tutumunu bu anlayışla biçimlendirir. Yoksa yaşam, "Ne
Karun gibi ona sahip olmak; / Ne Hayyam'da, nasın yorduğu gibi, / Tadını
çıkarıp posasını tükürmek; / Ne de Nazım gibi, / Unsurlarını yüceltip, yüceltip
/ Zerrelerinde yok olmanın / Hüznünü gizlemek için (...)!"[201] sevilmelidir. Böylelikle yaşamdan çok şeyler
uman bir beklenticiliğe de kapılmaz şair, bütün meseleyi "ve
bunların hepsi, 'buna da şükür, // buna da şükür, Rahmânü'-r-Rahim' / demesini
biliyor musun / bilmiyor musun, (...) "a[202] indirgeyerek yaşar. Çünkü insana gün gün sunulan
bütün yaşam ve Yaratıcı tarafından kurgulanan oyunun tamamı "bunu
sınamak için yalnızca / bunu sınamak için, "dir[203].
1. 7.
9. Aldığı Ödüller ve Adına Düzenlenen Etkinlikler
Cahit Koytak, sanat yaşamı boyunca birçok panel, konferans, dinleti,
yaratıcı yazarlık dersi, tören, söyleşi vb. etkinliğe davet edilmiş ancak
münzevi tutumunun gereği olarak bu çağrıların birçoğunu incelikli bir üslupla
reddetmiş, az sayıdaki etkinliğe de çeşitlik insani ilişkilerin zorunluluğuyla
katılması gerekmiştir. Cahit Koytak'ın katıldığı bazı önemli etkinlikler ve
kendisine takdim edilen ödüller kronolojik olarak şöyle sıralanabilir:
Cahit Koytak, Frantz Fanon’un “siyahi olma” kompleksini çeşitli
boyutlarıyla ele aldığı, ırkçılık karşıtı “Peau noire, masques blancs”[204] adlı yapıtını “Siyah Deri Beyaz Maske”[205] adıyla Fransızcadan Türkçeye çevirir. Cahit
Koytak, 1988 yılında yayımladığı bu çeviriyle Türkiye Yazarlar Birliği
tarafından “Yılın Mütercimi” ödülüne layık görülür[206].
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), Kırım Tatar Yazarlar Birliği ile Kırım
Devlet Mühendislik ve Mimarlık Üniversitesi işbirliğiyle Kırım Özerk
Bölgesi’nin başkenti Akmescit’te (Simferopol) 11-13 Kasım 2005 tarihinde
düzenlenen "Türkçe’nin 6. Uluslararası Şiir Şöleni"ne 15 ülkeden 120
sanatçı katılır. Cahit Koytak'ın değer görüldüğü "2005 Yılı Ahmet Yesevi
Ödülü" bu etkinlikte takdim edilir.
Her yıl geleneksel olarak yapılan Sapanca Şiir Akşamları'nın dokuzuncusu
"Cahit Koytak Şiiri" temasıyla yapılır. 25-26-27 Haziran 2009
tarihlerinde yapılan etkinlik kapsamında Cahit Koytak Şiiri konulu bir panel de
düzenlenir. Moderatörlüğü Yılmaz Daşçıoğlu tarafından yapılan panelde,
panelistler Haydar Ergülen, Roni Margulies, Sadık Yalsızuçanlar, Muhammed Emin
Özkan ve Kemal Sayar, Cahit Koytak şiiriyle ilgili birer sunum yapar.
2010 Edebiyat Sanat Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) tarafından otuz
üç dalda verilen “2010 Yılı Kültür Sanat Ödülleri”ne şiir dalında, üç cildi
2010 yılı içerisinde yayımlanan "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"yla
Cahit Koytak değer görülür.
Cahit Koytak, 17 Ekim 2014 tarihinde Yunus Emre Enstitüsü tarafından
Keçiören Neşet Ertaş Sanat ve Gösteri Merkezi'nde düzenlenen "Yaşayan
Gazze" adlı programa katılarak Tuluyhan Uğurlu'nun doğaçlama piyano
resitali eşliğinde "Gazze Risalesi"ndeki şiirlerinden bir bölümünü
okur.
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi senatosunun 08/10/2014 tarihli kararıyla
Cahit Koytak'a fahri doktora derecesi verilmesi kararlaştırılır. Senato
kararında fahri doktora derecesinin verilme gerekçesi “Estetik hazzın
ve/veya farklı ideolojilerin edebi düşünceye tahakküm ettiği postmodern
dünyada, Türk şiirine dünyayı açık uçlu olarak yeniden yorumlama imkânını
göstermesi ve hem şairi hem de okurlarını yüzleşme etiği bağlamında özgürleşme
ve sorumluluk üstlenmeye davet çabaları”[207] olarak açıklanır. Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde 22 Ekim 2014 tarihinde yapılan törenle
Cahit Koytak'a doktora belgesi takdim edilir. Törenden sonra Dinçer Ateş
moderatörlüğünde yapılan "Cahit Koytak Şiiri" konulu panelde Şaban
Sağlık, Necmettin Türinay, Mustafa Bal ve Yavuz Güneş birer konuşma yapar.
Cahit Koytak, bu satırların yazıldığı an itibarıyla aktif çalışma
yaşamından emekli "doğulu aksakal" şair olarak Çengelköy'deki evinde
yaşamını sürdürmektedir. Şiirle uğraşını sürdüren şair günlük yaşamının önemli
bir kısmını öncelikle ailesine ve sevdiklerine, şiirlerine, okumaya, ney
doğaçlamalarına, tempolu yürüyüşlere, savrulan kıymıkları şiirine giren
marangozluk hobisine ve sinema seanslarına ayırmaktadır. Gündelik yaşamında
kendine indirilen melek "Diabetes Mellitus"la ve "ölümle
yürüttüğü sıkı müzakereler" de yer almaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
YAYIN FAALİYETİ
İKİNCİ BÖLÜM
2. YAYIN
FAALİYETİ: BAŞ SAYFA ŞAİRİ
2. 1. İlk Göz Ağrısı Diriliş ve
Sezai Karakoç
Cahit Koytak’ın yayın faaliyeti, üniversite öğrenciliği sırasında Sezai
Karakoç’la tanışmasıyla başlar. Karakoç’la 1970 yılının Ocak ayında
Beyazıt’taki Küllük’te tanışan Cahit Koytak[208], bu tanışmada eleştirip görüşlerini bildirmesi için
Karakoç’a verdiği “Eski Sofra”[209] şiirini Diriliş \n bir ay
sonraki sayısında yayımlanmış olarak görür. Bu olay, genç şair '“için,
yani kişisel hikâye[si\ için önemli bir olaydı[y\. ”[210]. Cahit
Koytak, ilk şiirini Diriliş dergisinde görünce “sevinç,
gurur ve tuhaf karşılanabilir ama utanç, evet utanç karışımı yoğun duygular
yaşa[r.\ ”[211]
Bu satırların yazıldığı tarih itibarıyla şairin yayımlanmış herhangi bir kitabına
girmeyen; özgün içeriği, sıra dışı biçimi ve içerdiği sıra dışı pitoresk
yapısıyla avangart bir metin olarak değerlendirilebilecek “Eski Sofra”[212] [213] [214], şairinin neredeyse yarım asır süren şiir yazma /
yayımlama etkinliğinin ilk adımıdır. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar
Ansiklopedisi’mvt ikinci cildinde; Edebiyatımızda İsimler ve
Terimler1adlı sözlük çalışmasında, Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisinde^ 2008 Frankfurt Kitap Fuarı
kapsamında hazırlanan Türkiye’den Çağdaş Şairler Katalogu’nda[215] [216] ve birçok internet sitesinde[217] yer alan Cahit Koytak’ın ilk şiirinin “1968’de” yayımlandığı
bilgisi doğru değildir[218].
Genç şairin bu ilk şiiri yayıma girerken Karakoç’un tashihinden geçer.
Şiir “Düzmece şaraplar içtik; / Sofra etimiz olunca...” dizeleriyle
başlar. Ancak Karakoç, “ilk dizedeki ‘şarap’ sözcüğünü benim yaşımdaki
bir şair için nezih ve sahici bulmadığı için olacak ki, daha nahif bir sözcük
takımıyla değiştirme inceliğini göstermiş ve ‘Düzmece hoş sular içtik.’
biçiminde tashih ekmiştir.]”[219]. Cahit
Koytak, ilk şirininin yayımlanma heyecanının aile çevresinde yarattığı etkiyi
Mehmet Nuri Yardım’a verdiği röportajda şu cümlelerle anlatır: “Bu
başarıdan önce onların [aile üyelerinin] haberi oldu. Ve hepsi
en yoğun biçimde duygularımı paylaştılar. Yanlarındaki değer ve konumumun
pekiştiğini bana hemen belli etmek istediler. Bundan hep utanmışımdır.”[220].
Diriliş’in bir
sonraki sayısında ise genç şairin “Parmaksız Evliya, Karanlık ve Şeytan”[221] adlı fantastik-grotesk metni yayımlanır.
Biçimsel aykırılığı, dilin deforme edilişi ve anlamın bilinçli olarak
silikleştirilmesi bakımından modernist bir anlatı niteliği taşıyan bu metin,
şairin yarım asra yaklaşan yayım serüveninde yayımlanan ilk ve tek sanatsal /
edebî nesri olacaktır. Cahit Koytak’ın henüz hiçbir kitabına girmeyen,
yayımlanmış üçüncü şiiri ise yine Diriliş’te,1970 yılının Nisan
ayında yayımlanan “Bir Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar”[222] şiiridir. Aynı yılın son gününde imgeci bir
anlayışla yazılmış şiirlerinden “Elişinden Kanatlarla / Pasin’de”[223]Diri'liş’te
yayımlanır. Bir sonraki sayıda ise “Ölümün Ansızın...”[224] şiiri yayımlanır. Bu şiir Cahit Koytak’ın Diriliş’te ve
yetmişlerde yayımlanan son şiiri olur.
Cahit Koytak 1984’e kadar yazdığı şiirleri yayımlamaz. Bu on üç yıllık
dönem Cahit Koytak’ın üniversite öğrenciliği, mühendislik ve tüccarlık gibi
geniş bir yelpazede hayatın içinde aktif olarak yer aldığı; gözlem, okuma,
dinleme, tartışma, izleme ve deneyimleme gibi birçok yolla şiir kumaşına
malzeme olacak entelektüel ve pratik donanımı edindiği son derece önemli bir
dönemdir. Yayın faaliyetindeki bu dönemsel durgunluk, şairin edebî kimlik kurma
sürecinin tekamülü ve sanatçının bir birey olarak hayatın içinde yoğun bir
çabayla yer almasıyla ilgilidir.
Cahit Koytak’la aynı dönemde Karakoç’un Diriliş’inin
sayfalarında görülen belli başlı bazı isimler şunlardır: Karl Jaspers, Thorton
Wilder, Cahit Zarifoğlu, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Durali Yılmaz, M. L.
Rosenthall, Sait Yeni (Sezai Karakoç)[225], Ebubekir Eroğlu, Dylan Thomas, Arnold Toynbee, Sedat
Umran, Rasim Özdenören... Bu isimler arasında yirmili yaşlarının hemen
başındaki genç bir şairin özgün ve derinlikli metinlerle kendine yer bulmuş
olması dikkat çekicidir. Cahit Koytak’ın şiirlerinin yer aldığı Diriliş sayılarında
şiirle ilgili yazılar içinde saf şiir anlayışıyla ilgili telif ve çeviri birçok
makalenin yer alması dikkate değer bir diğer husustur.
2. 2. Dergilerde Cahit Koytak Şiiri
2. 2.
1. Kriterde Kafkaesk Bir Şiir: “Memurun Ölümü”
Cahit Koytak’ın Diriliş’ten sonra yayımladığı ilk şiir M.
Said Çekmegil ve oğlu M. Selami Çekmegil’in Ankara’da çıkardığı ve kendine özgü
bir yayın politikası güden Kriter[226] dergisinde yayımlanan, modern bireyin
tekdüzeleşek bir kısır döngü halini alan gündelik yaşamını Kafkaesk, ironik bir
tavırla temalaştıran “Memurun Ölümü”[227] dür. Bu şiiri okuyan Metin Önal Mengüşoğlu şiiri
çok beğenir ve bunun mutlaka yayımlanması gerektiğini söyleyerek yayımlamak
üzere şiiri Cahit Koytak’tan ister. Mengüşoğlu’nun da yazarlarından
olduğu Kritefvn Şubat 1984 tarihli kırkıncı sayında şiir tam
metin halinde kapak sayfasında yayımlanır[228]. Bu şiir Cahit Koytak'ın Kriter'de yayımlanan
ilk ve tek şiiridir.
2. 2.
2. Yönelişler Dergisi
1984 yılının Aralık ayında ise şairin iki şiiri birden, İstanbul’da
çıkan Yönelişler dergisinde yayımlanacaktır. Dergide imgeyi ve
saf şiiri önemseyen poetik metinlere / makalelere sıklıkla yer verilir. İhsan
Deniz, Ebubekir Eroğlu, Enis Batur, Mustafa Kutlu, Necat Çavuş, Âlim Kahraman,
Ali Haydar Haksal gibi imzaların görüldüğü Yönelişlerdin iki
sayısında Cahit Koytak’ın toplam beş şiiri yayımlanır. “Futbol Oynayan
Çocuklar”[229] şiiri
ile “Sokak Oğlanlarının Sivri ve Hain Yüreklerine Sığacak Kadar Küçük Küçücük
Kızların Güneşi”[230] Aralık 1984 sayısında başsayfa şiiri olarak
yayımlanır. Yönelişler dergisinin Nisan 1990 sayısında Cahit
Koytak’ın üç şiiri birden yayımlanır, bunlar sırasıyla: “Sevgili Hayâlet”,
“Biraz Kum ve Rüzgâr” ile “Avra”dır[231].
2. 2.
3. Konya’da Muhafazakar, Entelektüel Bir Hamle: Kelime
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama faaliyetinde önemli duraklardan biri
de Kelime'2' dergisidir. Haziran 1986’da yayın
hayatına başlayan dergi ilk on iki sayıda Murat Kapkıner’in imtiyazında ve
editörlüğünde yayın hayatına atılır. Felsefe, teoloji, İslam teolojisi, şiir
kuramı, sanat vb. konularda derinlikli, entelektüel birikimin eseri, çeviri ve
telif birçok yazı yayımlanır. Dergi, on üçüncü sayıdan Mayıs 1987’deki on
altıncı ve son sayıya kadar Hikmet Zeyveli tarafından idare edilir.
Cahit Koytak’ın şiirleri, Zeyveli’nin editörlüğündeki sayılarda çıkar.
Cahit Koytak'la birlikte aynı sayılarda Hikmet Zeyveli, İzzettin Hanifi (Metin
Önal Mengüşoğlu), Cevdet Karal, Metin Önal Mengüşoğlu, Necati Aykan, Ahmet
Ertürk, Nurettin Durman, Ali Metin, Âdem Turan, Dücâne Cündioğlu gibi imzalar
yer alır. Kelime dergisi Cahit Koytak’ın muhafazakar
çevrelerde tanınmasına katkı sağlar. Çoğu “İlk Atlas”ta yayımlanacak imgeci ve
muhafazakar bireyci anlayışa daha yakın şiirleri seksen sonrası poetik anlayışa
yeni bir soluk getirir. Onun adını Kelime’de duyan Nurettin
Durman, bu konuda şu görüşleri belirtir: “1987 yılında Kelime
dergisinde yayınlanan şiirleri ile ismen tanıştık. ‘Gemi Şiirleri’,
‘Mezmurlar’, ‘Huş Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum ’ adlı şiirleri yeni bir
açılım olarak gelmişti bana.”[232] [233]. Cahit
Koytak’ın Kelime’deki ilk şiiri, daha sonra “İlk Atlas”ta sözcük
kadrosunda ve dize düzeyinde değişikliklerle yer alacak olan “Kısa Abbasi
Tarihi”[234] (İA, s. 94) adlı şiiridir.
Kelime'nin on
beşinci sayısında ise şairin 1976’da yazdığı “Gemi Şiirleri I”[235] yayımlanır.
Ancak bu şiir, bir dizinin ilk epizodu gibi görünse de daha sonra 1990’da
yayımlanan “İlk Atlas”a “Gemi Şiiri” (İA, s. 209) adıyla girer. Şiirin
onuncu bendine eklenen “Alt kattaki komşular” (İA, s. 211)
dizesi dışında şiirde hiçbir değişiklik yapılmaz. Kelime'nin yayım
hayatına veda ettiği son sayısında Cahit Koytak, “İlk Atlas”ın sekizinci bölümü
“Mezmurlar”ın aynı adlı ilk şiirinin birinci epizodu olacak “Eyyüb Eyyüb’ü
Bekliyor”[236] (İA, s.
147) şiiri yayımlanır.
2. 2.
4. Yayın Hayatına Yeniden Dönüş: Yedi İklim
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama etkinliğinde diğer bir önemli mecra Yedi
İklim dergisidir. Mart 1987’de Ali Haydar Haksal’ın imtiyaz
sahipliğinde, Osman Bayraktar’ın yazı işleri müdürlüğünde çıkmaya
başlayan Yedi İklim’de Cahit Koytak’ın ilk şiiri derginin Eylül
1987’deki yedinci sayıda yayımlanır. Yedi İklim’de Cahit Koytak’ın,
Eylül 1987’den Aralık 1992’deki otuz üçüncü sayıya kadar çeşitli aralıklarla
toplam yirmi üç şiiri yayımlanır.
Cahit Koytak'ın Kriter ve Kelime’deki birkaç
şiiri bir kenara bırakılırsa uzun bir aradan sonra Yedi İklim’de dört
yıla yaklaşan bir süre şiirlerini yayımlaması o dönemde bazı genç yazar ve şairlerce “(meselâ
Ahmethan Yılmaz, Kemal Sayar, Hüseyin Atlansoy....) ‘Cahit Koytak’ın ikinci
doğuşu’ ”[237] olarak nitelenir. Cahit Koytak’ın yayım hayatına
yeniden dönüşü genç şairleri heyecanlandırır. O dönemin genç şairleri “Büyük
bir şairle yeni karşılaşmış olmanın heyecanı içinde yeni derginin çıkışını dört
gözle bekle [mektedir.] derginin ilgisizlik ve imkânsızlıktan
düzenli olarak çıkamayışı bu nedenle daha çok göze bat[maktadır.]”[238].
Derginin Temmuz 1987 tarihli tek cilt halinde yayımlanan beşinci-altıncı
sayısı Cahit Zarifoğlu’na ithaf edilmiş “Cahit Zarifoğlu Özel Sayısı”dır. Cahit
Koytak’ın Cahit Zarifoğlu’na ithaf ettiği ve onun sanatçı kimliğine ilişkin
izlenimlerini ve duyarlığını tema edindiği dört şiiri bu özel sayıya çeşitli
nedenlerden ötürü yetişmeyince[239] bu şiirler bir sonraki sayıda “Cahit Zarifoğlu
İçin Dört Şiir” ithafıyla yayımlanır. Bu şiirler dergideki sırasıyla: “Bir
Prens Olduğun Belliydi İki Kanadını Verdin Üç Arkadaşa”, “Filmin Banyosu”,
“Orda Otlar Nasıl ve Çiçekler Nasıl”, “Duman Çıkaran Ağaç”[240] şiirleridir. 1987’de yazılan ve yayımlanan bu
şiirlerin dördü de “İlk Atlas”ın “C. Zarifoğlu İçin Dört Şiir” adlı yedinci
bölümünde (İA, ss. 135-144) yer alacaktır. “Bir Prens Olduğun
Belliydi İki Kanadını Verdin Üç Arkadaşa”, “Filmin Banyosu” ve “Duman Çıkaran
Ağaç” şiirleri aynı adla ancak dize düzeyinde kimi değişikliklerle kitapta
kendine yer bulurken; dergide “Orda Otlar Nasıl ve Çiçekler Nasıl” adıyla
yayımlanan şiir, kitapta “ ‘Orada Ağaçlar Nice Ve Çiçekler Nasıl?’ ” adıyla yer
alır[241].
Yedi İklim" in bir sonraki sayısında ise “Farelerin böceklerin ve eski
medeniyetlerin / Üzerinde oturan bu muazzam âbide” Cemil Meriç’e ithaf
edilen ve şairin Cemil Meriç’le ilgili görüş, seziş ve duyuşlarını temalaştıran
“Son Osmanlı”[242] şiiri
yayımlanır. Dergide şiirin sonunda metnin yazılış süreci “1978-1982” olarak
gösterilirken, şiirin yer aldığı “İlk Atlas”ta (İA, s. 37) şiirin
yazımına başlama tarihi olan “1978” ibaresi vardır.
Yedi İklim’in bir
sonraki sayısında, “İlk Atlas”ın “Tüccarın Günlüğü” (İA, ss. 187-204)
adlı dokuzuncu bölümünü oluşturacak şiirlerden ilk üçü yayımlanır. Bu şiirler
Cahit Koytak’ın Mahmutpaşa’da Hacopulo Han’daki ticarethanede ortağı olan Yaşar
Bostan’la birlikte geçen bezzazlık günlerinin sanatına yansıdığı en net
fotoğraflardır. Şiirler kitaba alınırken şairin tashihinden geçerek bazı
değişikliklere uğrayacaktır. “Tüccarın Günlüğünden / Bugün Kimse Aramasın Beni
Sayım Var Dükkân Kapalı”, “II / Satıcının Ölümü Kanlı Metre”, “III / Son
Müşteri”[243].
Derginin 1987 yılındaki son sayısında yine daha sonra “İlk Atlas”ta şiirin
sözcük kadrosunda ve dize düzeninde yapılan kimi değişikliklerle yer alacak
olan “Büyük Anneler İçin Kaside”[244] (İA, s. 20) şiiri yayımlanır.
1988 yılında Cahit Koytak’ın Yedi İklim"de yayımlanan ilk
şiiri Ocak-Şubat sayısında yer alan “Bir Halayığın Parıldayan Göz Yaşları”dır[245]. Yayımlanmasından dokuz yıl önce, 1979’da yazılan bu
şiir, daha sonra “İlk Atlas”ın birinci bölümünde “Halayık” (İA, s. 27)
adıyla yer alacaktır.
Cahit Koytak’ın “Cazın Irmakları” kitabının ve caz temalı şiirlerinin
işaret fişeği “Daktilo Kıza Caz İçin Nihavent” (İA, s.12
ve CAZ, s. 396) şiiri Yedi İklim’in Mart 1988
sayısında “Daktilo Kızın Ölümü Üzerine Caz İçin Nihavent ”[246] adıyla yayımlanır.
Derginin sonraki sayılarında bu şiirleri sırasıyla “İlk Atlas”ın “zayice
parçaları[nı] ”[247] oluşturan: “Poesie Demoniac”[248] (iA, s. 41), “Asansörde Birden İsa”[249] (iA, s. 15), “Nuh’a Gemi Resimleri I, II,
II, IV, V, VI”[250], “Üç Ortaçağ Resmi / ‘Affinitees’ /‘Fecundation’ /
‘Metamorphose’ ”[251] şiirleri izler. Bu şiirlerden “Üç Ortaçağ Resmi”
adlı üç epizotlu şiir, “İlk Atlas”ta (iA, ss. 43-54) aynı adlı ve yedi
epizotlu bölümün ilk üç epizodunu oluşturacaktır. “Nuh’a Gemi Resimleri” üst
başlığıyla yayımlanan altı epizot da yine “İlk Atlas”ın (iA, ss. 83-93)
aynı adlı ve sekiz epizotluk bölümünün ilk altı şiirini oluşturacaktır.
Cahit Koytak Yedi İklim’in 1988’deki Temmuz-Ağustos sayısından
sonra dört yıl hiç bu dergide şiir yayımlamaz. Derginin 1992’deki Aralık sayısı
Cahit Koytak’ın bu dergide şiir yayımladığı son sayı olur. Cahit Koytak’ın bu
sayıdaki şiiri “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde yer
alacak (YŞKI, s. 45) “Kalk Yürü”[252] adlı poetik şiiridir.
Cahit Koytak Yedi İklim’de Eylül 1987 ile Aralık 1992 tarihleri
arasında çeşitli periyotlarla on bir sayıda[253] toplam on sekiz şiir yayımlamıştır. Bu anılan
sayılarda dergi düzeninin şiirle başladığı sayıların tamamında Cahit Koytak,
başsayfa şairi olarak sayının açılışını yapar[254]. Derginin düzyazılarla başladığı sayılarda ise Cahit
Koytak’ın şiirleri dergide yer alan şiirler içinde ilk sıradadır. Örneğin
17-18. birleşik sayıda ilk şiir olarak Cahit Koytak’ın şiiri Orhan Okay’ın
makalesinden[255] hemen sonra
yer almıştır[256].
2. 2.
5. Felsefe Defter'inde Cahit Koytak Şiiri
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama faaliyetinde önemli duraklardan biri
de Defter dergisidir. "-Edebiyat - Tarih -
Politika - Felsefe-"[257] mottosuyla Metis Yayınları bünyesinde çıkan
derginin birinci sayısı Ekim-Kasım 1987 tarihlidir. Edebiyat kuramları ve
felsefe ağırlıklı bir dergi olan Defter, Nurdan Gürbilek,
Orhan Koçak, İskender Savaşır, İhsan Bilgin ve Meltem Ahıska’dan oluşan bir
yayın kurulu tarafından, Kış-2002 tarihli son sayısına kadar önce iki aylık
ardında da dörder ve altışar aylık periyotlarla, toplam kırk beş sayı
yayımlanmıştır. Dergi her ne kadar felsefe ve kuramsal konular ağırlıklı bir
yayın politikası gütse de belirli bir entelektüel donanımı ortaya koyan
şiirlere de sayfalarında yer vermektedir.
Defter’de Cahit
Koytak’ın on şiiri yayımlanmıştır. Buradaki ilk şiiri Kasım- Ocak 1990
sayısında yayımlanan “Şanlı Tarihi Gericiliğin / I. Bireyciliğin Ölümü”[258] şiiridir.
“Şanlı Tarihi Gericiliğin” üst başlığı altında bir şiir dizisinin ilk epizodu
görünümünde olan bu şiirin devamı gelmemiş, bu şiir “İlk Atlas”ın “Üç Orta Çağ
Resmi” (İA, s. 43-62) başlıklı ikinci bölümünde sadece
“Bireyciliğin Sonu” (İA, s. 55) başlığıyla ve şiirin son
bendine iki dize eklenerek yer almıştır. Bu şiirden sonra şiirlerini
genellikle Dergâh, Kayıtlar ve KaşgaP da yayımlayan
Cahit Koytak, on yıl Defter’de şiir yayımlamaz.
Cahit Koytak’ın bu dergideki diğer dokuz şiiri Yaz 2000 sayısı ile Kış 2002
sayıları arasında yayımlanır. Yaz 2000 sayısında bir Virginia Woolf portresi
olarak da okunabilecek “Virginia Woolfun Dama Taşları” ile hem eski dostu hem
de Kanal 7 televizyonunda mesai arkadaşı olan Prof. Dr. Nabi Avcı’ya ithaf
ettiği “Homeless”[259] şiirleri yayımlanır. On yıl sonra bu şiirlerden
ilki dize düzeyinde değişikliklerle “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın
birinci cildinde (YŞK I, s. 160) aynı adla yayımlanırken.
Süreli yayında “I” ve “II” adlı iki epizot halinde “Nabi Avcı’ya” ithafıyla
yayımlanan “Homeless” ise tek bir şiir olarak dize düzeyinde yapılan bazı
değişikliklerle ve ithaf epigrafı da “Nabi Avcı’ya, doğum günü
için” biçiminde değiştirilerek yine aynı kitabın birinci
cildinde (YŞK I, s. 50) yayımlanacaktır.
Defter'in bir
sonraki sayısında Cahit Koytak’ın üç hacimli şiiri art arda yayımlanır, bunlar
yayındaki sırasıyla: kurmaca bir kişilik olan “Paralı Asker Ksennias’tan
Atinalı Şaire Mektup (M. Ö. 399)”, Yirmi Sekiz Şubat Dönemi'nin örtük politik
eleştirisi olan “Harranlı Müneccim”, ve poetik bir metin olarak
değerlendirilebilecek “Bağdatlı Şair”[260] şiirleridir. Bu şiirlerin üçü de dize düzeyinde
değişikliklerle “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ilk cildinde (YŞKI, ss.
399; 232; 30) yer alacaktır.
Derginin Bahar 2001 sayısında “Cennetin Tavan Resimleri (I)” ve şairin
henüz hiçbir kitabına girmemiş olan “Taşralı Uzak Akraba”[261] şiirleri yayımlanır. Bir şiir dizisinin ilk
epizodu izlenimini veren “Cennetin Tavan Resimleri (I)” şiirinin adı,
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinin dördüncü bölümüne (YŞK
III, ss. 93-152) ad olur; şiir ise tam metin olarak, dize düzeyinde
bazı değişiklikler yapılarak “Vasili Kandinski’nin Kuruntuları” (YŞK III,
s. 96) başlığıyla bu bölümün ikinci epizodunu oluşturacaktır.
Defter’in Kış 2002
sayısında Cahit Koytak’ın yine iki şiiri bir arada yayımlanır. Bu şiirler Bahar
2001 sayısındaki şiirlerin devamı niteliğindedir. Ancak sonraki yıllarda Cahit
Koytak’ın şiirleri kitaplaşırken bu tutum sürdürülmeyecek; şiirler faklı
bölümlerde farklı adlarla kitaplaşacaktır. Bu şiirlerden ilki “Cennetin Tavan
Resimleri (II) / Bundeslade”,[262] “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci
cildinde, şiirin üst başlığıyla aynı adı taşıyan “Cennetin Tavan Resimleri” (YŞK
II, ss. 93-152) bölümünde değil; aynı kitabın üçüncü cildindeki “Göğe
Tırmanan Keçi Yolları” (YŞK III, ss. 93-152) adlı bölümünde sadece
“Bundeslade” (YŞK III, ss. 198) adıyla yer alacaktır. Bu sayıda
yayımlanan ikinci şiir “Cennetin Tavan Resimleri (III) -22. yüzyılda gündelik
hayat-”[263] şiiri
ise “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde “Cennette Gündelik
Hayat” bölümünde yine aynı “Cennette Gündelik Hayat” (YŞK III, ss.
198) başlığıyla yer alacaktır. Bu şiir Cahit Koytak’ın Defter dergisinde
yayımlanan son şiiridir. Aynı zamanda dergi de bu sayısıyla yayın hayatına veda
etmiştir.
2. 2. 6. Dergâh
90’ların ilk yarısında Cahit Koytak’ın şiir yayımlama etkinliğinin yoğunlaştığı
bir başka mecra da Dergâh dergisidir. Ezel Erverdi’nin imtiyaz
sahipliğinde ve Mustafa Kutlu’nun yazı işleri müdürlüğünde Mart 1990’da,
künyesinde “aylık edebiyat-sanat-kültür dergisi”[264] ibaresiyle yayım hayatına başlayan Dergâh dergisinin
ilk sayılarından başlayarak Cahit Koytak şiirleri dergide görülmeye başlar.
Derginin üçüncü sayısında Cahit Koytak’ın “Beyler de Kalkar”[265] şiiri yayımlanır. Bu şiir henüz şairin herhangi
bir kitabında yayımlanmamıştır. Bu ilk şiirden sonra bazen birkaç yıl kadar
süren çeşitli aralıklarla dergi Cahit Koytak şiirine uzun süreli ev sahipliği
yapan yayınlardan biri olur.
Dergâhsın Temmuz
1990 tarihili beşinci sayısında, mevcut şiir ve edebiyat ortamına örtük bir
eleştiri yönelten ve poetik bir şiir olarak değerlendirilebilecek “ ‘Şiir’in
Bugünki[266] Meseleleri
/ Falan Filan Yahut ‘Sıkışmak Buz Altında’ ”[267] adlı şiir yayımlanır. Bu şiir süreli yayındaki
yayımından yirmi yıl sonra “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde
“Cennette Şiir Günleri” adıyla (YŞK III, s. 176) yayımlanacaktır.
Derginin dokuzuncu sayısında yedi bentten ve her bendi de bir soru-cevaptan
oluşan poetik şiiri “Büyük Sözler”[268] yayımlanır. “Büyük Sözler”, “Dudakta Bekletilen
Şarkılar” kitabında (DBŞ, s. 195) hiçbir noktalama işreti
kullanılmadan ve süreli yayındaki metinde majüskül harflerle dizilen
sözcüklerin tamamı miniskül harflerle dizilerek yayımlanır.
Onuncu sayıda ise metinler arası sıkı bağlantılar üzerine kurulu, bir Dante
Alighieri portresi olan “Dante Alighieri’nin Ateşten Çıkarılışı”[269] yayımlanır. Bu şiirde dizgi, yazım ve noktalama
değişikliklerinin yanı sıra bent düzeyinde kimi değişiklikler yapılarak daha
sonra “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildine aynı adla (YŞKI, s.
201) alınacaktır.
Şubat 1991’de ise “Avluda Oturan Şizofrenler”[270] şiiri üç epizot halinde yayımlanır. Bu şiir,
“Dudakta Belletilen Şarkılar” kitabında (DBŞ, s. 116) sözcük
ve dize düzeyinde bazı değişikliklerle yer alacaktır.
Dergâh'ta Cahit
Koytak’a olan ilginin atmasına paralel olarak on üçüncü sayıda; henüz
yayımlanmış olan “İlk Atlas”a, “Ruhun Haritaları”[271] başlığıyla gönderimde bulunulan bir Cahit Koytak
söyleşisi yayımlanır. Dergi’nin on beşinci sayısından itibaren Cahit Koytak’ın
şiirleri dergide kapak sayfası şiiri -ya da mizanpaj durumuna göre- derginin
ilk şiirlerinden biri olma konumunu pekiştirir[272]. Bu sayıda yenik, ezik, “kendi mağarasının küçük
karanlığı tarafından yutulan” şiir öznesinin ele alındığı “Çırak”[273] şiiri kapaktan yayımlanır. Bu şiir, dize
düzeyinde bazı değişiklikler yapılarak “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın
birinci cildinde “ ‘Büyücü Çırağı’ ” (YŞKI, s. 35) adıyla yer
alacaktır.
On altıncı sayıda yayımlanan “Sipahî”[274] ise “Dudakta Bekletilen Şarkılar”da bent
düzeyinde bir değişiklik yapılarak “Zırh” (DBŞ, s. 29) adıyla
yayımlanacaktır.
Bu şiirden sonra Cahit Koytak şiiri, yaklaşık bir yıl (on sayı) Dergâh sayfalarında
görülmez. Bu aradan sonra Nisan 1992’deki yirmi altıncı sayıyla birlikte ardı
ardına yayımlanan dört şiirle yayım faaliyetine dönüş yapar: “Padişeh”[275], “Suda Eriyen Çinli”[276], “Praglı Adam”[277], “Krokodil”[278]. Bu şiirlerin ilk üçü dize düzeyinde değişikliklerle
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde yer alır (YŞKII, ss.
213; 163; 201). “Krokodil” şiiri ise şairin yayımlanmış hiçbir kitabına henüz
girmemiştir. “Krokodil” başsayfa şiiri iken diğer üç şiir kapaktan yayımlanmıştır.
Eylül 1992 sayısında Cahit Koytak’ın Şeyh Galip için yazdığı üçlemenin
ikinci şiiri “Ha Derviş Ha Derviş”70 71 [279] adıyla yayımlanır. Sekiz yıl sonra “Yoksulların
ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde “Şeyh Galip İçin Üç Şiir” üst başlığı
altında “Kalfalık Yılları” adıyla (YŞKIII, s. 132)
yayımlanacaktır.
İki yıl aradan sonra bir Cahit Koytak şiiri Dergâhla yeniden
görünür. 1994 yılının son sayısında bir şiir dizisinin ilk epizodu olarak
tasarlanan ancak daha sonra “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci
cildinde “Sidarta” (YŞK I, s. 147) adıyla yer alacak “Haller
I”[280] şiiri
yayımlanır.
1994’ten 1999 yılına kadarki süreçte Cahit Koytak’ın şiirleri dergilerde
daha seyrek görünmeye başlar. Anılan tarihler Cahit Koytak’ın televizyon
yayıncılığına adım attığı ve çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırdığı bir
dönemdir. Şiir yayımlama faaliyetinin seyrekleştiği bu dönem aynı zamanda
sanatçının sonraki şiirlerine sinematografik ögeler armağan edecek sinema
filmlerinin seçimiyle uğraştığı bir periyottur. Bu durgunluk evresinin ardından
Cahit Koytak şiirleri önce Kaşgar’da, yedi yıl aradan sonra da
yeniden Dergâh sayfalarında görülmeye başlar.
Kasım 2001’de “Çobanını Kapında Tutuyorsun Öyle mi?”[281], sonraki sayılarda ise “Tapınak”[282], “Gül Sepeti”[283] ve “Elli Yaş Şarkısı I”[284] şiirleri yayımlanır.
2. 2. 7. Kayıtlar
1990’ların ilk aylarında Dergâh’ın yanı sıra Cahit Koytak şiirinin
birkaç sayı da olsa göründüğü bir başka yayın da “-Edebiyat Düşünce
Kültür- dergisi” alt başlığıyla, İstanbul’da yayımlanan Kayıtlar dergisidir.
Hikmet Yaşar Eren imtiyazında ve Yusuf Ziya Cömert’in yazı işleri müdürlüğünde
ilk sayısı Kasım 1990’da çıkan dergi Mayıs 1995’teki son sayısına kadar kırk
dört sayı yayımlanmıştır.
Derginin ikinci, üçüncü ve altıncı sayılarında Cahit Koytak’a ait toplam üç
şiir ve Ali Dölek’in Cahit Koytak şiiri üzerine kısa bir yazısı[285] yayımlanmıştır. Bu şiirlerden birincisi kısa bir
süre sonra “İlk Atlas”ta aynı adla yayımlanacak olan “Huş Ağacı Hakkında Bilgi
Topluyorum”[286] (İA, s.
65) şiirinin ilk dokuz epizodudur. İkinci şiir ise yine aynı kitapta “Bir Avuç
Dolusu Asprin[287] İçen Kızlar İçin Kanto”[288] (İA, s. 33) şiiridir ve dergide başsayfa
şiiri olarak yayımlanır. Cahit Koytak’ın Kayıtlar ’daki son
şiiri ise henüz kitaplarına girmemiş poetik bir şiir olan “Vahyin Gelişi”[289] şiiridir.
2. 2.
8. Şiirlerinin Yoğunlaştığı Bir Mecra: Kaşgâr
Cahit Koytak’ın 1994 yılıyla başlayan yayım faaliyetindeki durgunluk,
1998’in sonlarında Kaşgar’da şiirlerini yayımlamaya
başlamasıyla sona erer. Derginin ilk sayısı, "-Edebiyat
Seçkisi-"[290] alt başlığıyla İstanbul’da Ömer Erdem, Alper
Çeker, Celil Civan, Cevdet Karal yönetimde Aralık 1997’de çıkar. Yedinci
sayıdan itibaren Ömer Erdem ile Cevdet Karal yönetiminde yayımlanmaya devam
eder. Yirminci sayıyla birlikte dergi “-Edebiyat Seçkisi”nden
“-Edebiyat - Kültür- ”[291] dergisine dönüşür.
Bu dergide, Ekim 1998 ile Mart-Nisan 2002 sayıları arasında, Cahit Koytak’a
ait kırk üç şiir yayımlanmıştır. Bu şiirlerin önemli bir kısmı 2010 yılında
yayımlanacak “Şairlerin ve Yoksulların Kitabı”nı oluşturan şiirlerdir. Cahit
Koytak’ın şiirleri, Kaşgar'da Ekim 1998’den (S. 6) itibaren
görülmeye başlar ve genellikle şiirlerinin yayımlandığı sayılarda birden fazla
şiirine yer verilir.
Kaşgar'daki ilk
şiirleri “Birkaç Mısra Tanrım...”, “Taşralı Nebiler” ve “Yolcu”dur.[292] Bu şiirlerden ilki “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde “Gece Ayini” (YŞK I, s. 41) adıyla
ve bent düzeyindeki değişikliklerle; üçüncüsü, aynı kitabın ikinci cildinde
“Oruç Üstüne Oruç” (YŞK II, s. 337) adıyla ve dize düzeyinde
değişikliklerle yer alacaktır. İkinci şiir ise henüz hiçbir kitapta
yayımlanmamıştır.
“Taşralı Nebiler” ve “Yolcu” şiirleri Kaşgar’ın altıncı
sayısında (Ekim 1998) yayımlanmış ancak şiir bazı dizgi hatalarıyla
basılmıştır. Bu nedenle şiirler, yedinci sayıda, dipnotunda yayıncının özrü ile
yeniden yayımlanmıştır[293]. Ancak özür dilenen bu sayıda, “Birkaç Mısra,
Tanrım.” adlı şiir yine ironik bir şekilde dizgi hatalarıyla basılır. Dokuzuncu
sayıda da bir özürle birlikte bu şiir yeniden yayımlanır[294]. Kaşgar’ın dokuzuncu sayısında Cahit
Koytak’ın yeni bir şiiri yayımlanmaz. Bu sayıda, A. Can Yakın’ın, Cahit
Koytak’ın “İlk Atlas”ta modernizme ve moderniteye eleştiriler yönelttiği
“Pastörize Sevgi” (İA, s. 59) şiirini ele aldığı “Radyoaktivite”[295] başlıklı
yazısı yayımlanır.
Bir sonraki sayıda şairin dört şiiri birden yayımlanır. Şiirlerden biri
yukarıda açıklanan mükerrer olarak yayımlanan “Birkaç Mısra, Tanrım.”dır. Diğer
üçü şiir ise: “Demirci Çırağı”, “Büyükbabalar İçin Gazel” ve “Elli Yaşında
Şiir”[296]. Bu
şiirlerden ilki, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (YŞK
I, s. 21) bent düzeyinde değişikliklerle yayımlanır. Diğer iki şiir ise
henüz şairin hiçbir kitabında yer almamıştır.
Derginin onuncu sayısında ise “Söz Kurdu” ve “Yeniden Düşüş”[297] şiirleri yayımlanır. Sanatçı yaratıcılığının
inzivasını tema edinen “Söz Kurdu”, “Dudakta Bekletilen Şarkılar”da
“Sipahi” (DBŞ, s. 126) adıyla ve süreli yayındaki metin aynen
korunarak yayımlanır. “Yeniden Düşüş” ise “Düşüş” adıyla “Yeni Başlayanlar İçin
Metafizik”te (YBlM, s. 16) bent düzeyinde değişikliklerle
yayımlanacaktır.
Kaşgar’ın on
birinci sayısında “Oyun”, “Yaşlı Adam ve Şiir” ile “Melankoli”[298] yayımlanır. Daha sonra bu üç şiir de aynı adla
ancak bent düzeyinde değişikliklerle kitaplaşacaktır. Birincisi, “Yoksulların
ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde (YŞK III, s. 351);
İkincisi aynı kitabın ikinci cildinde (YŞK II, s. 124);
üçüncüsü ise “Dudakta Bekletilen Şarkılar”da (DBŞ, s. 124)
yayımlanacaktır.
Bir sonraki sayıda ise dört şiir birden yine başsayfa şiiri olarak
yayımlanır: “Mucize İstemeyen Ölü”,[299] “Mucize İstemeyen Deli”, “Mucize İstemeyen Âmâ”
ve “Nevrotikler”.[300] Bu şiirlerden son ikisi şairin daha sonra
yayımlanacak kitaplarına girecektir. “Mucize İstemeyen Âmâ”, “Dudakta
Bekletilen Şarkılar” kitabında (DBŞ, s. 202) bent düzeyinde
değişikliklerle; “Nevrotikler” ise “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci
cildinde (YŞK I, s. 125) sözcük düzeyinde değişikliklerle
yayımlanacaktır.
Derginin on üçüncü sayısında yine üç şiir birden yayımlanır. Bunlar
sırasıyla: “Ançüezli Şiir”[301], “Genç Şair ve İlk Kitap” ve “Çöp Toplayıcılar”[302] şiirleridir. “Ançüezli Şiir”, “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (YŞK I, s. 123) aynı adla ancak
dize düzeyinde değişikliklerle; “Genç Şair ve İlk Kitap” önceki şiirle aynı
kitap ve ciltte ancak “Yergici Lucas’ın ‘Gecikmiş Şair ve Gecikmiş Kitap’
Üzerine İğnelemeleri” adıyla ve dize düzeyinde değişikliklerle yayımlanacaktır.
Henüz şairin hiçbir kitabında yer almayan “Çöp Toplayıcılar” şiiri ise bu
yayımdan beş yıl sonra Anlayış dergisinde “ ‘Batı Kapısı’ ”[303] adıyla yeniden yayımlanacaktır.
Bir sonraki sayıda yine art arda üç şiiri dergide yayımlanır: “Prolog”,
“Dülger” ve “Bedevi”.[304] Bu şiirlerden ilk ikisi henüz şairin herhangi
bir kitabında yayımlanmamıştır. “Bedevi” ise “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde “Bedevi Şair” adıyla (YŞK I, s.
24) bent düzeyinde değişiklikler yapılarak yayımlanacaktır.
On beşinci sayıda yine üç şiir bir arada yayımlanır: “Münzevinin Aynaları”,
“Sipahi (II)” ve “Kekeme”.[305] İkinci şiir, “Dudakta Bekletilen Şarkılar”da
sözcük düzeyinde çok küçük değişikliklerle “Sipahi ve Seyisi” (DBŞ, s.
263) adıyla yayımlanacaktır. Diğer iki şiir ise henüz kitaplaşmamıştır.
Derginin bir sonraki sayısında yer alan şiirler önceki sayılardaki şiirlere
göre çok daha hacimli, dergi sayfalarında çok daha geniş (on sayfa) yer tutan
şiirlerdir. Bunlar dergideki sırasıyla: “Balçığa Üflenen Ruh”, “Gözlemci” ve
“Meczup”[306] adlı
şiirlerdir. Bu şiirlerden sadece “Balçığa Üflenen Ruh”[307] kitaplaşmış, “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın üçüncü cildinde (YŞKIII, s. 273) aynı adla ve bent
düzeyinde değişikliklerle yer almıştır.
Kaşgar’ın on
sekizinci sayısında modern bireyin sığ kısırdöngüsünü tema edindiği “Ölüler
İçin Reklam Arası”[308] şiiri yayımlanır. Bu şiir, henüz
kitaplaşmamıştır.
Bir sonraki sayıda ise Cahit Koytak’ın beş hacimli şiiri birden yayımlanır.
Şiirler yine başsayfa şiiri olarak dergide yer alır. Sunuş sayfasından hemen
sonraki yirmi iki sayfa tamamen Cahit Koytak’ın şiirlerine ayrılmıştır. Bu
şiirler dergideki sırasıyla: “Kunduracının Hikayesi”, “Vukuatsız Uyanmak”,
“Kırk Yaş Şarkıları / Dördüncü Şarkı / Ölü Taklidi”, “Beşinci Şarkı / Başka
Uykulara Uyanmak”, “Altıncı Şarkı / Kayıp Mumyalar”dır.[309] Cahit Koytak’ın babası Hakkı Bey’in ve annesi
Nazmiye Hanım’ın şiir kişileri olarak yer aldığı “Kunduracının Hikayesi” şiiri,
başına bir bent daha eklenerek ve şiirde dize düzeyinde başka değişiklikler de
yapılarak “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde “Babamın
Hikâyesi” (YŞK I, s. 75) adıyla yayımlanacaktır. Bu sayıda
başına “Elif ile Betül’e Bayram öpücükleriyle” ithafı iliştirilerek
yayımlanan “Vukuatsız Uyanmak” şiiri, sekiz yıl sonra yine bir bayram günü
şairin Taraf gazetesindeki köşesinde aynı kişilere yapılan
benzer bir ithafla ve şiirin adı “Bayram Sabahı”[310] biçiminde değiştirilerek yeniden yayımlanır,
ancak bu şiir henüz kitaplaşmamıştır. “Dördüncü Şarkı / Ölü Taklidi” şiiri,
“Ölü Taklidi Yahut Ölümü Aynada Prova Etmek” (DBŞ, s. 69)
adıyla; “Başka Uykulara Uyanmak” (DBŞ, s. 85) ve “Kayıp
Mumyalar” da (DBŞ, s. 102) aynı adla “Dudakta Bekletilen
Şarkılar”da yayımlanacaktır.
Derginin yirminci sayısında Cahit Koytak’ın sekiz şiirine birden yer
verilir. Derginin yirmi iki sayfası bütünüyle Cahit Koytak şiirine ayrılmıştır.
Bu şiirler sırasıyla şunlardır: Modern, yenik, ‘birey’ şiir öznesinin tanrıya
yakarısı olan “İlahi”; tanrının varlığı ve şiir öznesini / anlatıcısını
yaratarak bununla ona ne demek istediğini anlama çabasını temalaştıran
“Varlığın Dilleri”; kıyamet günü mezardan kalkışın lirik anlatımı “Yüzler ve
Kemikler”; yazar tarafından yayımlanması planlanan “Kırk Yaş Şarkıları”
kitabının epizotları: “Kırk Yaş Şarkıları / Yedinci Şarkı/Benlik mi, Yer altı
mı?”, “Sekizinci Şarkı / Daha Derin Kazmalıyız, Daha Derin!”, “Dokuzuncu Şarkı
/ ‘Yeraltından Notlar’ ”, “Onuncu Şarkı / Merdivenin Dibinde, Zekânın Çiğ
Işığında Varyete” ve “Onuncu Şarkı”nın notlarını oluşturan üst metinlere
gönderimde bulunulan “Dipnotlar”dır.[311] Bu şiirlerden “İlahi” ile “Yüzler ve Kemikler”
henüz şairin hiçbir kitabına girmemiştir. “Varlığın Dilleri” ise “Yoksulların
ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde, sözcük ve dize düzeyinde bazı
değişiklikler yapılarak yayımlanmıştır. Şairin yayımlamayı planladığı “Kırk Yaş
Şarkıları” kitabında yer alacağı başlıkta belirtilen “Yedinci, Sekizinci,
Dokuzuncu ve Onuncu” şarkı üst başlıkları altındaki şiirlerin tamamıysa
“Dudakta Bekletilen Şarkılar” kitabına girmiştir. “Yedinci Şarkı”yı oluşturan
“Benlik mi, Yer altı mı?” şiiri, “Yer Altında Gezenin Şarkısı” (DBŞ, s.
111) adıyla ve dize düzeyinde değişikliklerle; “Sekizinci Şarkı”yı oluşturan
“Daha Derin Kazmalıyız, Daha Derin!” şiiri ise “Benlik mi, Yer altı mı?” (DBŞ,
s. 162) adıyla ve yine dize düzeyinde değişiklikler yapılarak kitaplaştırılır.
“Dokuzuncu Şarkı” (DBŞ, s. 191) ve “Onuncu Şarkı”yı (DBŞ, s.
53) oluşturan şiirler ise bent düzeyinde değişikliklerle ve aynı adla;
“Onuncu
Şarkı”nın “Dipnotlar”ı (DBŞ, s. 58) dize düzeyinde
değişiklikler yapılarak kitaba girer. Ayrıca süreli yayında şiirin üst metnini
oluşturan epigraf[312], şiirin kitaptaki basımında yer almamıştır.
Kaşgar'ın yirmi
birinci sayısında, şairin iki şiiri yayımlanır. Bunlar süreli yayındaki
sırasıyla: “Kırk Yaş Şarkıları / Arasözler (I)”, “Kırk Yaş Şarkıları / Günlük
(25 temmuz)”[313] şiirleridir.
“Kır Yaş Şarkıları” kitabında yer alması planlanan bu şiirler, “Dudakta
Bekletilen Şarkılar”da yer alır. Bu şiirlerden “Arasözler (I)”in adı “Sipahi ve
Seyisi” (DBŞ, s.203) olarak değiştirilerek şiirde dize
düzeyinde düzenlemeler yapılır. İkinci şiir ise aynı adla ve bent düzeni
değiştirilerek kitaplaşır (DBŞ, s. 217).
Müteakip dört sayıda şiir yayımlamayan Cahit Koytak’ın yirmi altıncı ve
yirmi yedinci sayılarda birer şiiri daha yayımlanır: “Depresif Karınca”[314] ve “Keder de Olmasa...”.[315] Bu şiirlerin ikisi de şairin henüz hiçbir
kitabında yayımlanmamıştır.
Derginin yirmi sekizinci sayısında yayımlanan iki şiir, Cahit
Koytak’ın Kaşgar’da yayımlanan son şiirleridir: lirik bir aşk şiiri
“Yumruğun Kadar Küçük mü?” ve Doğu-Batı sorunsalını ele aldığı “Parmak
Uçlarından mı Başlar.”.[316] Bu şiirler şairin yayımlanmış kitaplarına henüz
girmemiştir.
2. 2. 9. Kitap-lık
Cahit Koytak, Kitap-lık" ın tek sayısında üç şiiriyle
görünür, bu şiirler sırasıyla: “İlhan Berk’i Yeniden Okurken...”, “Rüzgâr mı
Getirip Yığmış...” ve “Evsizin Mezmuru”dur[317]. “İlhan Berk’i Yeniden Okurken.”, “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde “Galatalı Rimbaud” (YŞK I, s.
181) adıyla yer almıştır. “Evsizin Mezmuru” da yine aynı kitabın ikinci
cildinde (YŞK II, s. 205) yayımlanmıştır. “Rüzgâr mı Getirip
Yığmış.” şiiri ise şairin hiçbir kitabına henüz girmemiştir.
2. 2. 10. Hece Dergisi: Uzun
Soluklu Bir Koşu
Cahit Koytak’ın dergilerde şiir yayımlama faaliyetinin en uzun soluklu
mecrasını Hece dergisi oluşturur. Cahit Koytak, Hece"de
Temmuz 2001 (53/54/55. Birleştirilmiş sayılar) ile Mart 2006 (111. sayı)
arasında -bazı özel sayılar hariç- aralıksız olarak şiir yayımlama etkinliğini
sürdürür.
Derginin Ekim 2003 tarihli seksen ikinci sayısı kapaktan duyurulan Cahit
Koytak dosyası “Dosya: Cahit Koytak Şiiri: Derin Bir Mavilik” başlığıyla
yayımlanır. Dosyanın kapsamı, şairin münzevi tutumu ve çeşitli nedenlerden
ötürü sınırlı kalır. Dosya editörünün röportaj isteğini içeren mektuba şair,
incelikli bir özürle karşılık vererek kendi şiiri üzerinde konuşmayı yerinde
görmediğini belirtir. Cahit Koytak, söylemek istediklerini sadece şiirle
söyleme tavrını sürdürerek edebî metinden başka hiçbir kanalda poetikası ve
kendisi hakkında söz söylememe tavrını devam ettirerek başka röportaj istekleri
gibi bu isteği de kendine özgü zarif üslubuyla geri çevirir. Söyleşi ve dosya
hazırlama isteği telefon ve mektupla şaire iletilir. Şaire ulaştırılan mektuba
şairin yanıtlaması için hazırlanmış, şair ve poetikasıyla ilgili on adet de
soru iliştirilmiştir. Editör, Cahit Koytak’la “(...) araklarındaki] birkaç
günlük suskunluğu dinle[r] (...)”.[318] Cahit Koytak’ın son derece nazik ve incelikli
olumsuz cevabı kısa bir mektupla editöre ulaşır. Bu on soruluk mektup ve şairin
sorulara yanıt vermeyerek röportaj isteğini kendine özgü üslubuyla geri
çevirdiği yanıt mektubu dosyada art arda yer alır. Cahit Koytak mektubunda
poetikası, şiirleri ve şairlik yaşamıyla ilgi soruları yanıtlamaktan imtina
etmesini şu gerekçeyle açıklar:
“Ancak, bu
girişime [Cahit Koytak Dosyası’na], sizin sorularınızı cevaplamak biçiminde,
dolaylı da olsa, benim de katılmam ya da destek vermem yönündeki talebinize
gelince; (...) Bugüne kadar, en azından kendi iç dengelerim bakımından yararlı,
hatta gerekli olduğunu tecrübelerle gördüğüm bir tutumu, sevdiğim ve değer
verdiğim dostlarımın isteği doğrultusunda da olsa, benim bizzat hissettiğim
içsel bir gereksinim olmadan, bir çırpıda terketmemin doğru olmayacağını
düşünmekten kendimi geri alamıyorum. Böyle olunca da, dişçi kerpetenini kendi
elimle tutup kendi ağzımı kurcalar gibi, sorularınızı yanıtlandırmaya çalışmayı
şimdilik mümkün ve anlamlı bulmuyorum. Mümkün olsa bile anlamlı bulmuyorum,
çünkü, varsa, çürük dişlerimi çekip okura arzetmekle okura ayıp etmiş
olacağımı, yoksa, sağlam dişlerimi çekmekle de kendime yazık etmiş olacağımı
düşünüyorum. ”.
Planlanan bu söyleşinin yapılamaması ve dosyada yer alacak iki yazının da
çeşitli nedenlerle zamanında ulaşamaması gibi etkenlerle dosya kapsam
bakımından sınırlı kalır. Bu durum editörün temennisine da yansır: “Cahit
Koytak şiirinin hak ettiği daha bütünlüklü bir dosyada buluşmak dileğiyle. ”[319].
Hece’de Cahit
Koytak’a ait toplam yetmiş sekiz şiir yayımlanır. Bu şiirlerin yarısına yakını
-otuz altı şiir- “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı” serisinde yayımlanacak
şiirlerdir.
Cahit Koytak’ın Hece’de yayımlanan ilk şiiri derginin tek cilt
halinde yayımlanan aynı zamanda "Türk Şiiri Özel Sayısı" olan
53/54/55. sayılarda yayımlanan "Şiirden Soranlara..."dır[320]. Bu poetik metin "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı"nın ikinci cildinde "Yazdığın Şiirlerle" (YŞKII, s.
324) adıyla yayımlanır.
Derginin Eylül sayısında da sanatsal yaratıcılığın ve esinin soyut
kaynağını metafizik bir tutumla arayan “Sarf ve Nahiv Dersleri”[321] yayımlanır. Bu şiir “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde “İbn-i Hazm’dan Sarf ve Nahiv Dersleri” (YŞK s.
102) adıyla ve bent düzeyinde bazı değişiklerle yayımlanır.
Bir sonraki sayıda akıl-kalp dilemması arasında kalmış ezik ve yenik
bireyin ele alındığı “Sipahi III” ile şairin aile ve şiir yaşamından
otobiyografik kesitler sunan “Kalp Müfrezesi”[322] şiirleri yayımlanır. Bu iki şiirden ilki henüz
şairin hiçbir kitabında yayımlanmazken; “Kalp Müfrezesi”, “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde “Dokuz Çizmeli, Dokuz Rüzgârlı Şair” (YŞK
I s. 153) adıyla ve dize düzeyinde değişikliklerle yayımlanır. Aynı
yılın Kasım sayısında ise sonraki yıllarda “Cazın Irmakları”nda (CAZ s.
393) yayımlanacak olan ve söylemsel olarak caz güftelerinin pastişi biçeminde
kurgulanan “Piyanist”[323] şiiri çıkar. Şiir, kitaplaştırılırken son
bendinde biçimsel değişiklikler yapılmıştır. 2001 yılının son sayısında ise
yine aynı kitapta yer alacak olan (CAZ s. 338) “Solo Saksafon”[324] şiiri yayımlanır.
Şubat 2002 sayısında ise “ ‘Kusursuz’ ”[325] şiiri çıkar. Bu şiir dize düzeyinde kimi
eklemelerle “Dudakta Bekletilen Şarkılar”ın “Onüçüncü Şarkı” başlıklı bölümünün
ilk epizodu olarak (s. 325) yer alır. Bu bölümün başlığında şiirin adı bir alt
başlık olarak yer alır. Bir sonraki Mart sayısında ise “Kuyu”[326] şiiri okurla buluşur. Tam on yıl sonra Mart
2012’de Tarafta “Erkut Sezgin”e ithaf edilerek yeniden
yayımlanan şiir Taraftaki nüshasının[327] sonunda belirtildiği üzere 2013’te basılan
“Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat”ta (s. 18) aynı adla yayımlanır.
Nisan sayısında ise bir Sezai Karakoç portresi olarak onun mesiyanik
tarafını ele alan “Güvercin Besleyen Adam”[328] şiiri çıkar. Bu şiir -Cahit Koytak’tan talep
edilmesi üzerine- Anlayış dergisinde yeniden ybasılır[329]. Daha sonra Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın
ikinci cildinde yayımlanır (s. 156). Hece’nin Ağustos 2002
sayısında ise iki şiiri birden çıkar. İlki bir Ece Ayhan portresi olan “Ece
Ayhan’ın Öldüğü Gün -13 Temmuz 2002-” şiiridir. İkincisi ise “Zenon’un
Kaplumbağası”dır[330]. İlki “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci
cildinde (s. 189) “Şairin Öldüğü Gün” adıyla ve dize düzeyinde değişikliklerle
yer alırken; “Zenon’un Kaplumbağası” henüz şairin hiçbir kitabına girmemiştir.
Eylül 2002 sayısında yine iki şiiri birden çıkar: “ ‘Kusursuz’ II” ve “Aşk
da Vahşidir”[331]. İlk şiir,
şairin herhangi bir kitabında yayımlanmazken ikincisi “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde (s. 77) yayımlanır. Ekim ve
Kasım 2002
sayılarında yayımlanan “Sözcükler ve Simgeler”[332] ile “Şarkı Sözleri / ‘Cennetin Arka Sokakları’ ”[333] şiirleri şairin kitaplaşmamış şiirleri arasında
yer alır.
Yılın son sayısında ise “Şairler Kitabı / İmrül Kays’ın Kıskançlık
Nöbetleri’ ” ile “Yakarışlar Kitabı / Sen Bu Kırık Çömleğe...”[334]şiirleri yayımlanır. İlk şiiri “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (s. 77) sözcük düzeyinde küçük
değişikliklerle ve aynı adla yayımlanırken ikinci şiiri henüz kitaplaşmamıştır.
Hece dergisinin
Şubat 2003 sayısında Cahit Koytak şiir yayımlama etkinliğini aynı yoğunlukta
sürdürürken derginin başsayfa şairi olma kimliğini de pekiştirir. Bu sayıda
“Yakarışlar Kitabı / Ayışığı Şeftali Ağacının..” şiiriyle manzum bir Rilke
portresi ve Rilke’nin “Muhammed’in Yakarması” şiirine yanıt niteliğinde olan
“Şairler Kitabı / R. M. Rilke’nin Bitişik Oda Komşusu”[335] şiirleri yayımlanır. İlk şiir henüz
kitaplaşmamıştır. “Şairler Kitabı / R. M. Rilke’nin Bitişik Oda Komşusu” şiiri
ise “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (s. 130) “Şairin
Bitişik Oda Komşusu” adıyla ve bent düzeyinde değişikliklerle yayımlanır.
Derginin Mart ve Nisan sayılarında ise “Jonglör”[336] ve “Atlas”[337] şiirleri yayınlanır. “Atlas” henüz kitap halinde
yayımlanmamıştır. “Jonglör” ise “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde
(s.
37) bent düzeyinde
değişiklikler
yapılarak yayımlanmıştır.
Ağustos sayısında Cahit Koytak’ın üç şiiri art arda dergide yerini alır.
“Aklın Cennete Dönüşü”, “Ay Işığında Buğday Tarlaları”, “ ‘Şiir ve Hakikat’ ”[338] şiirleridir. “ ‘Şiir ve Hakikat’ ”, aynı adla
“Dudakta Bekletilen Şarkılar”da (s. 262) yer alırken diğer iki şiir henüz
kitaplaşmamıştır.
Eylül sayısında bir Ömer Hayyam portresi olan “Şairler Kitabı / Hayyam’ın
Bir Günü”[339] yayımlanırken;
ekim sayısında poetik bir metin olan “Öyle Bir Sessizlik Olsun ki...”[340] şiiri yayımlanır, her iki şiir de “Yoksulların
ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildine (ss. 43; 271) girer.
Hece'nin Ekim
sayısı aynı zamanda Cahit Koytak dosyasıdır. Şair kendine mektupla yöneltilen
sorulara yanıt vermekten içtinap ederek münzevi tutumunu sürdürmüş ve sorulara
yanıt olabilecek bir şiirini göndererek şiirden başka hiçbir düzlemde söz
söylememe tavrını burada da göstermiştir. Anılan bu poetik metnin ardından
Kasım sayısında yayımlanan şiirlerden biri de şairin poetikası hakkında
ipuçları veren bir şiirdir. Kasım sayısındaki şiirler sırasıyla: “Ağaca,
Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa.” ve “Ortanca Oğul Paris’te Udunu
Çaldırır..” şiirleridir[341]. Bu şiirlerden ilki, Zaman gazetesinin
aylık kitap eki Kitap Zamanı’nın 7 Şubat 2011 tarihli 61. sayısının
“Bir Kitabın Hikayesi”[342] bölümünde yayımlanmak üzere şairden istenen
röportaja “münzevi şairin” yanıtı olarak yayımlanmıştır. Şiirlerin ilki “Yoksulların
ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde (s. 386); ikincisi ise ikinci cildinde
(s. 238) yer almıştır. Derginin 2003 yılının son sayısında şairin bugüne kadar
yayımlanmış hiçbir kitabında yer almamış “İşaretler”[343] şiiri yayımlanır.
2004 yılının Şubat ve Mart sayılarında ikişer şiiri art arda yayımlanır.
Bunlar sırasıyla: “Şiirin Gömülüşü”, “Sipahi V”[344]; “Köylüler” ve “Bir Rüya”[345] şiirleridir. Bu şiirlerden sadece “Şiirin
Gömülüşü” “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde (s. 384) yer
almış, diğer şiirler henüz kitaplaşmamıştır. Bir sonraki sayıda üç şiir birden
yayımlanır. “Virtüöz Ölüm”, “Şairler Kitabı / Bizans” ve “Kırkyaş Şarkıları /
Yarıda Kesilen Konuşma”[346] şiirleridir. Bu şiirlerden sadece “Şairler
Kitabı / Bizans”, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (s.
228) “Darbeci Şair” adıyla yayımlanmış, diğer şiirler henüz şairin hiçbir
kitabında yayımlanmıştır.
Mayıs 2004 sayısında ise Cahit Koytak’ın ilk defa dört şiiri art arda
yayımlanır. Bunlar: “Çiçekler İnsanlara Benzemiyorlar”, “İki Şair”, “Kalk Şair”
ve “Şairler Kitabı / Hayyam’ın Düğün Sabahı”[347] şiirleridir. “Çiçekler İnsanlara Benzemiyorlar”
şiiri henüz kitaplaşmamıştır. “İki Şair” ve “Kalk Şair” şiirleri ise
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (s. 126; 44) yayımlanır.
“Şairler Kitabı / Hayyam’ın Düğün Sabahı” şiiri ise “Hayyam’ın Sabahı” adıyla
aynı kitabın ikinci cildinde (s. 45) yer alır.
Derginin Eylül sayısında ise Cahit Koytak’ın beş şiiri vardır, bunlar
yayındaki sırasıyla: “Gece Gelen”, “ ‘Şiir ve Hakikat’”, “Şiir Gözleri”,
“Minarede Vurulan Müezzin”, “İlhan Berk’i Yeniden Okurken”[348]. Bu şiirlerden ilk ikisi aynı adla “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde (s. 373; 375); “Şiir Gözleri” ise “Şiirinin
Gözleri Olsun..” adıyla aynı kitabın ikinci cildinde (s. 340); “İlhan Berk’i
Yeniden Okurken” şiiri “Galatalı Rimbaud” adıyla yine aynı kitabın birinci
cildinde (s. 181) yayımlanmıştır. “Minarede Vurulan Müezzin”
şiiri ise henüz şairin
kitaplarına
girmemiştir. Bir sonraki sayıda üç şiiri yayımlanır. Sırasıyla “Makedonyalı
İskender ve Gece Nöbetçisi”, “Şairler Kitabı / Şeyh Galib’in Çıraklık Yılları”,
“ ‘Şiir ve Hakikat’ ”[349]. Şiirlerden ilki “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın
ikinci cildinde (s. 94) aynı adla; “Şairler Kitabı / Şeyh Galib’in Çıraklık
Yılları” şiiri, aynı kitabın üçüncü cildinde “Şeyh Galib İçin Üç Şiir” başlıklı
bölümün ilk epizodu olarak “Çıraklık Yılları” başlığıyla (s. 131)
yayımlanmıştır. “ ‘Şiir ve Hakikat’ ” ise şairin yayımlanmış kitapları içinde
aynı adlı şiirlerinden biri olarak henüz kitaplarında yayımlanmamıştır.
Hece'nin 2004
Kasım sayısında da henüz hiçbir kitabına girmemiş olan iki şiiri “Kırk Yaş
Şarkıları / Kendini Gizleyen Kral” ve “Kırk Yaş Şarkıları / Yol Arkadaşları”[350] yayımlanır. Şiirlerin üst başlığından
anlaşılacağı üzere bu şiirler şairin ileriki yıllarda yayımlamayı planladığı
kırk yaş temalı bir kitabın epizotlarıdır. 2004 yılının son sayısında ise yine
henüz kitaplaşmamış iki şiir yayımlanır: “Cehennemden Yükselen Neşideler /
Cennette Sessizlik”, “Kırkyaş Şarkıları / ‘Şiir ve Hakikat’ ”[351]. İkinci şiir, yayımı planlanmakta olan aynı kitabın
epizotlarından biri olduğu izlenimini vermektedir.
Hece dergisinin
2005 yılında Cahit Koytak’ın şiir yayımladığı ilk sayı Şubat sayısıdır. Bu
sayıda Tolstoy’un manzum portresini oluşturan epizotlar biçiminde okunabilecek
üç şiir yayımlanır: “ ‘Tolstoy Üzerine Üç Şiir’ / Anna Karenina’nın
Yaratılışı”, “ ‘Tolstoy’un Portresi’ ” ve “Yaşlı Yalvacın Acıları”[352]. Bu şiirlerin üçü de “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın üçüncü cildinde
(s.
114; 118; 121)
yayımlanır.
Bir sonraki sayıda “Tsunami” ve “Kırkyaş Şarkıları Kitabı / Aforizmalar 1, 2,
3, 4”[353] şiirleri
yer alır. “Tsunami” şiiri, “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik” kitabının “Tanrıya
ve İnsanlara Dair” (ss. 147-180) bölümünde “Büyük Hayat” (s. 168) adıyla
yayımlanmıştır. Bu sayıdaki ikinci şiir ise henüz şairin hiçbir kitabında yer
almamıştır.
Nisan sayısında üç şiir art arda yayımlanır. Sırasıyla: “Şairler Kitabı /
‘Beş Söğütlü Şair’ Tao Yuan-Ming (M.S. ? - 427)”, “Kırkyaş Şarkıları / Meczubun
Şarkısı”, “Kırkyaş Şarkıları / Günlük 4 Aralık”[354]. Bu şiirlerden ilki “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde “Çin'in Irmakları: Tao Yuan-Ming ‘Beş Söğütlü Şair’
(M.S. ?-427)” adıyla (s. 149) yayımlanır. Son iki şiir ise henüz şairin herhangi
bir kitabına girmemiştir.
Mayıs sayısında “Şairler Kitabı / Bir Gogol Kahramanı” ve “Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı”[355] şiirleri yayımlanır. “Şairler Kitabı / Bir Gogol
Kahramanı” “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinin “Yol
Arkadaşları” (ss. 79-132) bölümünde “Bir Gogol Kahramanı” (s. 93) adıyla bent
düzeyinde değişikliklerle yer alır. “Meczubun Şarkısı” şiiri Cahit Koytak’ın
yayımlanmış kitaplarında henüz yer almamıştır. Bir sonraki sayıda yine iki
şiiri yayımlanır: “Şairler Kitabı / Li Po (M.S. 700? - 762)”, “Şairler Kitabı /
Endülüslü Saray Şairi”dir[356]. Şiirlerin her ikisi de “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde “Çin'in Irmakları: Li Po (M.S. 700 ?-762)” (s. 115)
ve “Endülüslü ‘Saray Şairi’ ” (s. 216) adlarıyla yer almıştır.
Temmuz sayısında “Şairler Kitabı / Şairler ve Yoksullar Bir Millettir” ve
“Şairler Kitabı / Fuzûlî’nin Bir Günü”[357] şiirleri yayımlanır. Bu şiirlerden ilki
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde aynı adla (s. 220);
ikincisi ise aynı kitabın üçüncü cildinde (s. 208) yine aynı adla yayımlanır.
Ekim sayısında iki uzun epizottan oluşan bir Necip Fazıl portresi “Şairler
Kitabı / ‘Jaguar’ ”[358] şiiri yayımlanır. “Jaguar”, “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde aynı adla (s. 99) bent düzeyinde
değişikliklerle yer alır. Hacimli başka bir şiiri de Kasım sayısında
yayımlanır. Manzum poetik bir metin olarak da değerlendirilebilecek “Neron’un
‘Bir Sanatçı Olarak’ Hikâyesi”[359] şiiri yine aynı kitabın birinci cildinde bent
düzeyinde değişikliklerle “Şair Neron: Sanatçının Bir Tiran Olarak Portresi”
adıyla (s. 203) yer alır.
2005 yılının son ayında Hece"de Cahit Koytak’ın beş
şiiri art arda yayımlanır. Bunlar süreli yayındaki sırasıyla: “Tarla Kuşunun
Doğaçlamaları / Prelüd”, “Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Bilgi Ağacına Konmuş
Bir Şahin”, “Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Rüzgârla Yarışan Tazı”, “Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Göçmen Kuşlar” ve “Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Avcı”[360] şiirleridir. Bu şiirlerin hiçbiri şairin
yayımlanmış kitaplarında henüz yer almamıştır. Şair tarafından bu şiirlere
konulan üst başlığa ve şairin daha önceki şiirlerine verdiği üst başlıklara ve
daha sonraki süreçlerde yayımladığı kitaplara ad verme eğilimine bakılarak bu
şiirlerin “Tarlakuşunun Doğaçlamaları” adlı bir kitabın epizotları olduğu
değerlendirilebilir.
Hece dergisinin
bir sonraki yılın Şubat sayısında Cahit Koytak yine “Tarlakuşunun
Doğaçlamaları” üst başlığıyla iki şiir yayımlar. Bunlar sırasıyla: “Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Koruluktaki Hayalet” ve “Tarla Kuşunun Doğaçlamaları /
Ayağı Tozlu Çerçi”[361] şiirleridir. Bu şiirler şairin şimdiye kadar
yayımlanmış kitaplarının hiçbirinde yer almamıştır. Bu şiirlerin de yukarıda
anılan kitabın epizotları olduğu değerlendirilmektedir.
Hece’nin Mart
2006 sayısı Cahit Koytak’ın şiir yayımlama serüveninde şiir yayımladığı
son Hece nüshasıdır. Bu sayıda Cahit Koytak üç şiir birden
yayımlar. “Kırkyaş Şarkıları / Kule Yapanın Şarkısı”, “Kırkyaş Şarkıları / Kule
Yıkanın Şarkısı”, “Kırkyaş Şarkıları / Ölümle Oyun Oynayanın Şarkısı”[362]. Bu şiirlerin hiçbiri şimdiye kadar Cahit Koytak’ın
kitaplarında yer almamıştır.
2. 2.
11. Anlayış: Güncele Yaslanan Kalıcı Şiir
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama etkinliğinin mecralarından biri de Anlayış dergisidir.
Haziran 2003’te “Aylık Siyaset, Ekonomi, Toplum Dergisi”[363] alt başlığıyla yayın hayatına başlayan Anlayış dergisi,
sosyal bilimlerle ilişkili güncel konuları dosya ya da kapak konusu yapan aylık
periyotta bir dergi olarak yayın hayatını sürdürür. Son olarak Fahrettin
Altun’un yayın yönetmenliğinde çıkan dergi yedi yılda toplam seksen dört sayı
yayımlanmıştır.
Cahit Koytak, Temmuz 2002 ile Ocak 2005 sayıları arasında çeşitli
aralıklarla bu dergide toplam on iki şiir yayımlamıştır. Bu şiirlerden
bazılarının dosya ya da kapak konusu ile ilgili temalarda şiirler olması dikkat
çekicidir. Örneğin “Stratejik Hedef Avrupa”[364] dosya konusunun kapaktan duyurulduğu Ocak 2005
sayısında Cahit Koytak’ın küresel likit fon olarak parayı ve maddi değere
dönüştürülebilen ‘şey’lerin ironik tanımını ve eleştirisini yapan “ ‘Sokağın
Küçük Oğlanları, Küçük Kızları’ Kitabı / ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri” ile
Amerikan kapitalizminin ve metalaşan sanatsal eylemin ironisini yapan “ ‘Cehennemden
Yükselen Neşideler’ Kitabı / Cennette Şiir Gecesi”[365] şiirleri yayımlanır. Cahit Koytak’ın hiçbir
kitabına girmeyen bu sosyo-politik eleştirel şiirler Cahit Koytak’ın Anlayış’ta yayımlanan
ilk şiirleridir.
Yukarıda açıklanan duruma benzer biçimde “Küresel Finans Açmazı ve Türkiye”[366] temasının dosya konusu edildiği ve Prof. Dr.
Sabahattin Zaim’le yapılmış “AB-Türkiye Bir Tereddüdün Romanı”[367] başlıklı söyleşinin de yer aldığı Şubat 2005
sayısında Cahit Koytak’ın Batı’ya ironik eleştirel bakışını yansıtan “ ‘Batı
Kapısı’ ”[368] şiiri
yayımlanır. Bu şiir Cahit Koytak’ın kitaplarında henüz yayımlanmamıştır.
Derginin Eylül 2005 sayısında uluslararası terörün nedenlerini,
kaynaklarını ve kurgusunu tartışan “Terror Worldwide”[369] şiiri yayımlanır. Politik temalı bu şiir henüz
kitaplaştırılmamıştır. Ekim sayısında yine şairin henüz kitaplarına girmemiş
şiirlerinden“ ‘Geciken Ayin’ ”[370]; Kasım sayısında da “ ‘Metafizik’ ”[371] şiiri yayımlanır. “Metafizik”, “Yeni Başlayanla
İçin Metafizik” kitabının ilk bölümü “Varlığa Yokluğa Dair”in (YBlM s.
20) altıncı şiiri olarak kitapta yer alır.
Anlayışın Haziran
2006 sayısında Cahit Koytak’ın kitaplarına girmemiş şiirlerinden “ ‘Büyük
Kundakçı’ ”[372] şiiri
yayımlanır. 2006 yılında bu dergide yayımlanan diğer bir şiir de Cahit
Koytak’ın üniversite yıllarından arkadaşı ve Wittgenstein’ın bir dönem ‘ateşli
müridi’ olan Şakir Kocabaş portresi olarak okunabilecek şiiri “Gecikmiş
Şarkılar Kitabı / -Şakir Kocabaş İçin- Günlük 4 Aralık”[373] yayımlanır.
Anlayış'ın Şubat
2007 tarihli sayısında bir Sezai Karakoç portresi olan daha önce de Hece’de[374]yayımlanmış “ ‘Güvercin Besleyen Adam’ ”[375] şiiri yayımlanır. Bu şiir “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde
(s.
156) aynı adla
yayımlanmıştır.
Cahit Koytak, Mart 2007 tarihli Anlayış dergisinde 19 Ocak
2007 tarihinde cinayet sonucu öldürülen gazeteci Hrant Dink ve onun
öldürülmesine ilişkin duygu ve düşüncelerini tema edindiği ve Hrant Dink’in eşi
Rakel Dink’e ithaf ettiği“ ‘Hepimiz Hrant’ız’ Bence Ne Demektir ”[376] şiirini yayımlar. Cahit Koytak, bu şiirle
birlikte dergi editörüne gönderdiği mektupta şiirin AnlayıŞta kendine
yer bulmasından duyduğu memnuniyeti şu şekilde dile getirir:
“(■■■)
Kavmiyetçi rüzgârların, Tevhidi beşeriyet anlayışına yabancı olmadığını
düşündüğümüz kimi ’ünlü’ zihinlerde ve açık zihinli bildiğimiz kimi çevrelerde
bile, soluğunu nahoş kokularla ağırlaştıracak küflü mağaralar bulduğu şu
günlerde, 'Hepimiz Hrant’ız, Bence Ne Demektir' şiirinin
aradığı cesareti ve zihin açıklığını
Anlayış Dergisi’nde bulması beni çok, çok hoşnut etti ve bu şiiri yazma gücünü bana veren
Büyük Usta 'ya, hepimizin ve Hrant 'in Rabbine şükrümü artırdı.
Bunu, teşekkürlerimle birlikte, size
ve dergi çalışanlarına özellikle bildirmek istiyorum.”[377].
Anlayış dergisinin
Temmuz 2008 sayısı Cahit Koytak’ın şiir yayımladığı son sayıdır. Bu sayıda
Cahit Koytak’ın, kitaplarına henüz girmemiş iki şiiri art arda yayımlanır.
Bunlar sırasıyla: “ ‘Filistinli Yusuf UEFA Maçlarını İzliyor’ ” ve “ ‘Utangaç
Entelijansiya Zincirlerini Saklıyor’ ”[378] şiirleridir.
Cahit Koytak, Anlayış’ta yayımladığı on iki şiirinde derginin yayın
politikasına ve içeriğine uygun olarak ironik ve eleştirel bir söylem eşliğinde
yazdığı sosyo-politik temalı şiirlerini yayımlamıştır. Bu şiirlerin temalarına
bakıldığında derginin dosya / kapak konularıyla uyumlu olduğu görülür. Dosya
konusu dışındaki şiirler, dergideki diğer makale ve değerlendirme yazılarıyla
birlikte düşünüldüğünde Cahit Koytak’ın şiirlerinin, tema bakımından bu
yazıların önemli bir kısmının ele aldığı konuyla paralellik göstererek dergiye
içerik bakımından katkı sağlandığı görülmektedir.
2. 2. 12. Mor Taka
Cahit Koytak’ın şiir yayımladığı bir başka süreli yayın da Trabzon’da Yaşar
Bedri Özdemir tarafından çıkarılan Mor Taka dergisidir. Cahit Koytak bu yerel
edebiyat dergisinde de iki şiiriyle yer alır. Bu şiirlerden ilki daha
önce Anlayış dergisinde de “ ‘Sokağın Küçük Oğlanları, Küçük
Kızları’ Kitabı / ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri”[379] adıyla yayımlanan şiiridir. Bu şiir Mor
Takamda sadece “ ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri”[380] adıyla yayımlanır. İkinci şiiri ise altı
epizottan oluşan “Keçisini Arayan Adam”[381] şiiridir. Bu şiirler "Dudakta Bekletilen
Şarkılar"da (ss. 168; 319) yer almıştır.
2. 2.
13. Türk Edebiyatı
Hiçbir derginin daimi şairi olmayan ancak şiir yayımladığı bütün dergilerde
başsayfa şairi olarak kabul gören Cahit Koytak’ın şiir yayımlama etkinliğinde
önemli duraklardan biri de 15 Ocak 1972’de Ahmet Kabaklı öncülüğünde yayın
hayatına başlayan Türk Edebiyatı dergisidir. Cahit Koytak’ın
bu dergideki ilk şiiri Beşir Ayvazoğlu’nun genel yayın yönetmeliği sırasında
Ocak 2006’da yayımlanır.
Bir Nietzsche portresi olan “Filozof”[382] şiiri, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci
cildinde (s. 210) aynı adla yayımlanır. Derginin Şubat sayısında ise
“Edebiyatımızın Ev Hâli” başlığını dosya olarak ele alır, dosya konseptine
uygun olarak Cahit Koytak’ın henüz kitaplarına girmemiş ev temalı iki şiiri
yayımlanır. Dergideki sırasıyla: “Kırk Yaş Şarkıları Kitabı / Eve Dönüş
Şarkısı” ve “Dünya Evi”[383] şiirleri dergiyi içerik bakımından tamamlayan ev
temalı metinleridir.
Nisan ve Mayıs sayılarında ise bir Mozart portresi olan “Mumyacı Mozart”[384] ile manzum
poetik bir metin olan “Şair ‘Bugün’den Geçiyor, O ‘Ebedî Yoksunluk Zamanı’ndan...” [385]şiiri yayımlanır. “Mumyacı Mozart”, “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde “Şair Mozart Mumyacı Mozart” adıyla (s.
89) yayımlanır. İkinci şiir ise yine aynı kitabın birinci cildinde aynı adla
(s. 54) bent düzeyinde değişikliklerle yer alır.
Türk Edebiyatı dergisinin Haziran 2006 tarihli 392. sayısı “İran Kültürü ve Biz”
dosyasını içerir. Dosya konusuna uygun olarak Cahit Koytak’ın Ömer Hayyam’ı
tema edindiği üç şiiri bu sayıda yayımlanır: “Hayyam’ın Gecesi”, “Hayyam’ın Bir
Günü” ve “Hayyam’ın Sabahı”[386]. Bu şiirlerin üçü de aynı adla “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde (s. 41; 43; 45) yayımlanır.
Sonraki iki sayıda ise manzum eleştiri olan “ ‘Divan-ı Kebir’ ”[387] ve “Çarşı Pazar Gezerken”[388] şiirleri yer alır. Bu şiirlerden “ ‘Divan-ı
Kebir’ ”, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde (s. 137)
yayımlanmıştır. İkinci şiir henüz şairin kitaplarında yer almamıştır. Türk
Edebiyatı’nın Ekim 2006 sayısında Cahit Koytak’ın on yedi epizottan oluşan
hacimli bir Wittgenstein portresi olan “Viyanalı Ermiş’in İtirafları -Viyanalı
Ermiş Tractatus Logico Poeticus-”[389] şiiri yayımlanır. Bu şiir, daha sonra
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde (s. 62) kendine yer bulur.
Derginin 2006 yılındaki son sayısında Cahit Koytak’ın imgeci Japon şair
Ryuichi Tamura’ya (1923-1998) seslendiği ve şairlerin ortak / benzer
kimliklere, duyuş ve düşünüşlere sahip olduğu temini işlediği “Manifesto”[390] şiiri yayımlanır. Bu şiir de aynı kitabın
birinci cildinde (s. 109) yer alır.
Cahit Koytak’ın Türk Edebiyatı dergisinde yayımladığı son
şiiri “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildindeki “Homopoeticus”
adlı şiirin (s. 226) ikinci epizodudur. Bu epizot süreli yayında, kitaptaki ana
başlık olan “Homopoeticus”[391] başlığıyla
yayımlanır.
2. 2.
14. İstanbul BirNokta
İstanbul’da, Mart 2001’de, Mürsel Sönmez’in yayın yönetmenliğinde yayın
hayatına başlayan İstanbul BirNokta dergisinde sekseninci sayı
(Mart 2008) ile yüz yirmi altıncı sayı (Temmuz 2012) arasındaki muhtelif
sayılarda[392] Cahit
Koytak toplam on üç şiir yayımlamıştır. Derginin Cahit Koytak şiirinin
görüldüğü son sayısı olan 126. sayı aynı zamanda “Cahit Koytak Özel Sayısı”dır[393].
Cahit Koytak’ın bu dergide yayımlanan ilk şiiri henüz şairin kitaplarında
yer almayan “Yoksullar İçin İki Tez (I / II)”[394] şiiridir. Bu dergide yayımlanan ikinci şiiri
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci cildinde (s. 49) yer alan
“Avarelik Yılları”[395] şiiridir. Derginin Şubat 2009 sayısında “Yeni Başlayanlar
İçin Metafizik”[396] adıyla yayımlanan şiir “Ölüme Çare ya da Şen
Maneviyat”ta “En Yalnız Olan” (s. 114) adıyla yayımlanır. Derginin Ağustos 2009
sayısında ise Cahit Koytak’ın ortak adlı şiirlerinden “Kozmik Ağaç”[397] yayımlanır. Biçimsel açıdan kübist bir deneme
olan bu şiir henüz şairin kitaplarına girmemiştir. Ekim 2009 sayısında yine
kitaplaşmamış şiirlerinden “Halayık”[398] yayımlanır. İstanbul BirNokta’’da
yayımlanan “Kolay Sorular”[399] şiiri “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın
üçüncü cildinde “Sorgu Sual” (s. 203) adıyla yayımlanır.
2010 yılının Mayıs ve Eylül sayılarında yayımlanan “İki Yolcu”[400] ve “Oyunlara Dönüş”[401] şiirleri sırasıyla “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın ikinci (s. 23) ve üçüncü ciltlerinde (s. 354) yer alır. “İki Yolcu”
şiiri kitapta “İki Yolcu: İnsan ve Su” adıyla yer almıştır.
Cahit Koytak’ın kronik diyabet rahatsızlığını iyimser bakış açısıyla
temalaştırdığı ve şairin kitaplarında henüz yer vermediği “Diabetes Mellitus ya
da Bana İnen Melek”[402] şiiri 2011 yılında İstanbul BirNokta dergisinde
görülen ilk şiiridir. Bu dergide yayımlanan “Cazın Irmakları” kitabına girecek
(s. 22) ilk şiir “Kısa Tarihi, Bluesun”[403] şiiridir.
Yukarıda belirtildiği üzere İstanbul BirNokta dergisinde
Cahit Koytak şiirinin yayımlandığı son sayı “Cahit Koytak Özel Sayısı” olan
Temmuz 2012 sayısıdır. Dosya kapsamında yer alan yazılarda Cahit Koytak
şiirleri tam metin halinde alıntılanmakla birlikte, Temmuz 2012 tarihi
itibarıyla Cahit Koytak’ın henüz kitaplarına girmemiş üç şiirine de bu sayıda
yer verilir. Bu şiirler sırasıyla: “Morning of Hayyam”, “Ağaca, Yağmura,
Rüzgâra Poetikaları Sorulsa...” ve “Evde Çalışanlar İçin Ayinler I”[404] şiirleridir. Bu şiirlerden ilki Türkçedeki özgün
adı “Hayyam’ın Sabahı” biçiminde “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci
cildinde (s. 45); “Ağaca, Yağmura, Rüzgâra Poetikaları Sorulsa...” şiiri aynı
adla yine aynı kitabın üçüncü cildinde (s. 386); “Evde Çalışanlar İçin Ayinler
I” şiiri ise “Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat” kitabında “Evde Çalışanlar İçin
Metafizik” başlıklı bölümün ikinci epizodu olarak (s. 47) kitaplaşmıştır.
2. 2.
15. “Şiir Günlük Gazeteye Hulûl Ediyor”:
Tarafta Bir "Köşe Şairi"
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama serüveninde en yoğun etkinliğin görüldüğü
mecra Taraf gazetesidir. Cahit Koytak Tarafta 1
Haziran 2009 ile 29 Nisan 2013 tarihleri arasında “Yoksullar ve Siviller İçin
Tezler” başlıklı köşesinde, gazetenin olağan yayın akışı değişmediği takdirde
her hafta pazartesi günü şiir yayımlar. Gazeteci Alper Görmüş aracılığıyla
gazete ve şiir buluşması gerçekleşir.
Cahit Koytak, gazetede şiir yayımlama konusunda çekince göstermez
çünkü “Gazetede yayımlanabilecek kadar hem kendine hem okuruna güvenen
bir şey olmalı şiir. Gazete okuruna ulaşmanın şiir için önemli olduğunu
düşünüyorum. Şiir bu yolda ilerlemeli. İnsanlığın kurtuluşuna böyle katkı
verebilir.”[405]. Cahit Koytak, bu konuya Bursa söyleşisinde[406] de değinir. Yunus Emre Altuntaş söyleşiye
ilişkin izlenim ve görüşlerini aktardığı “Zordur Cahit Koytak’a Soru Sormak”
başlıklı yazısında Cahit Koytak’ın düşüncelerini aktarır:
“Şaire göre şiir ancak gazete okuyucusuna ulaşma cesaretini
gösterdiğinde dirilecektir. Bu sayede düştüğü yerden kalkacaktır inancındadır.
Şiir günümüzde akacak bir yatak bulamıyorsa, akamıyorsa, okuyucuya ulaşmıyorsa
bu insanların suçu değil şiir üretenlerin suçudur şaire göre.”[407].
Sadece insanlığın değil aynı zamanda bu tutum şiirin de ihya edilmesini
sağlayacağı için Cahit Koytak tarafından önemsenir.
Cahit Koytak’ın şiirlerini yayımlamak için Taraftan gelen
teklifi kabul etmesinin nedenlerinden biri de onun bir gazeteden beklediği
“açık zihinli” ve “özgürlükçü” kimliğe sahip oluşudur:
“Bu gazetenin, özellikle, açık zihinli, değişimci,
iyiyi, doğruyu, güzeli herkes için isteyen, ‘herkes için hukuk, herkes için
demokrasi, herkes için özgürlük! ’ diyen ve bunu güzel demesini beceren ve
içtenliğine inandıran gerçekten aydın ve nitelikli insanların çıkardığı Taraf
Gazetesi olduğunu düşünmemden, Türkiye şartlarında, daha doğal bir şey
olamazdı.”[408].
Cahit Koytak’ın Tarafın önerisini kabul etmesinde sadece
gazetenin ne dediği, neyi amaçladığı değil; nasıl dediği de önemlidir. Sadece
sanata değil hayata ve hayattaki “şey”lere estetik açıdan bakan Cahit Koytak,
şiirlerini yayımlayacağı gazeteyi seçerken de estet tavrı elden bırakmamıştır.
Cahit Koytak'ın gazetede şiir yayımlamayı yadsımaması, bu duruma sıcak bakması,
onun şiir ve şiir dili anlayışıyla da yakından ilgilidir. Ona göre: “Hep
beraber kullandığımız dilden almalıyız şiirimizi ve okunmaz hale gelmişlikten
çıkarmalıyız. Yunus kadar sahici, herkese söyleyecek sözü olan şiirler
yazmalıyız. Gazetede şiir yayınlamasının gerekçesi de budur.”[409]. Ancak
bu şekilde şiir geniş kitlelere ulaştırılabilir. Zaten Cahit Koytak’ın şiirle
amaçladığı “Şehirdeki entelektüelden dağdaki çobana, her insan’ı
anlamak/her insana seslenmektir (,..)”[410]. Özellikle
son zamanlarda insanla şiir arasındaki mesafelerin açılması, araya insanın
şiire ulaşmasına engel olan şeylerin girmesi ve bunların da giderek çoğalması
Cahit Koytak’ın gazetede şiir yayımlamasını doğal hatta olması gereken bir
durum kılmıştır.
“bizatihi şiir olan şeylerin yahut şiirle insandan insana
taşınabilen şeylerin önünde son on yıllarda bütün dünyada giderek daha büyük ve
zor aşılır engellerin, mâniaların biriktiği görülmektedir. Ben bunu kötü bir
gelişme olarak değil, tersine; şiire, insana has bir varoluş belirtisi olarak,
varlığını sürdürebilmesi için kendine çeki düzen verip kendini yenilemesi,
zenginleştirmesi, derinleştirmesi ve insanlara ulaşmak için de kendine yeni
yollar araması gerektiği yönünde, 'Zamanın Ruhu’ tarafından fısıldanan ciddi
bir uyarı olarak değerlendiriyorum. Böyle bir alarmla uyanmış, kendini
yenileyerek yola koyulmuş bir şiir için de en uygun güzergâhın pekâla bir
günlük gazete olabileceğini düşünüyorum. ”[411].
Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında daha önce gazetelerde şiir
yayımlanmışsa da bir şairin ‘köşe şairi’ olarak haftalık bir periyotla uzun
süre şiir yayımlaması alışılmışın dışında aykırı bir durumdur. Mengüşoğlu’na
göre aslında “Cahit Koytak memleketteki büyük politik değişimle beraber
Taraf Gazetesinde köşe şairi sıfatıyla görünmeye başla[mıştır].” Cahit
Koytak’ın Tarafta şiir yayımlamasına ideolojik koşullanmayla bakan, dar,
kategorize ve angaje bakışla onu salt İslamcı şair olarak yanlış değerlendiren
çevreler başta olmak üzere,
“Sol düşünceli ama sağcı hükümetin demokratik
atılımlarını büyük ölçüde destekleyen bir gazetede [Cahit Koytak] ne arıyordu?
Peki, orada neler yazıyordu? Dost düşman, bu alanın ilgilileri şaşkın[dır.].
(...) Camialarına mensup san(y)dıkları Cahit Koytak için evvela “o gazetede ne
arıyor?” diye dudak bükenler, besbelli okuyor, görüyor lakin hangi çirkin
duyguyla bilinmez, görmezden, bilmezden geliyorlardı. Bunu elbette yazılı
biçimde dillendirmiyor fakat dedikodu şeklinde sürdürüp duruyorlardı. Onu en
ziyade kabullenmiş görünenler yine de en azından politik anlamda Cahit ile ters
düşmeyen son on yılın kimi insaflı solcuları [dır]. ”[412].
Ancak her şeye rağmen Cahit Koytak gibi evrensel çapta düşünen, insanı ve
varlığı en temel ontolojik problemleriyle ve kuşatıcı bakış açılarıyla ele alan
ve ölümsüzün peşinde olan bir şair için Taraf gazetesi sınırlı
ve “dar bir muhittir”[413]. Bu sıra dışı durumun farkında olan Cahit Koytak
gazetede yayımlanan ilk şiirinde kimi şairlere, edebiyat ortamına ve edebiyat
dergiciliğine eleştiriler yönelterek şiir için gazete sayfasının dışarıda tüm
canlılığıyla gürül gürül akan hayatın içinden bir yer olduğunu belirtir. Tarafta yayımlanan
ilk şiiri “Şiir ‘günlük gazete'ye Hulûl Ediyor” kurgusal olarak Güzel Sözlerin
Cini ile şiir anlatıcısı kimliğindeki Efendi'si arasındaki diyalog biçiminde
kurgulanır. Şiir, edebiyat sosyolojisi bağlamında edebiyat ortamının, şair
kimliğinin ve edebiyat dergiciliğinin eleştirisini yapar. Şiiri bu köhnemiş
üçgenden kurtarmanın, “şiiri ışığa çıkarıp şiire hava aldırmanın” yolu şiiri
gazeteyle yani hayatla buluşturmaktır. Cahit Koytak edebiyat ortamı, şair ve
yayın organı üçlüsü arasında sıkışıp yapaylaşarak hitap ettiği kitleyi daraltan
şiiri şöyle betimler:
“(...)
şu, cismi
ruhundan soğuk şiir çevrelerinin, ruhu cisminden çukur şiir dergilerinin, ruhu
da cismi gibi mıy mıy mıy mıy, soğuk nevale, şu kendi yazıp, kendi okuyan ve
ancak kendi anlayan, kendini emip, okşayıp duran şuara taifesinin dilinden ve
çenesinden kurtarıp paçasını, ‘biraz ışık! biraz ışık! biraz hava! biraz hayat!
’ diyerek, arkasına bakmadan kaçan ”[414].
Şiire ya da Cahit Koytak’ın deyişiyle ‘zamanın ruhu’na uygun
yeni yatak gazete sayfalarıdır. Hayatın içinden çıkan şiirin artık “mıy
mıy mıy mıy, soğuk nevale” dergilerde değil insanla dopdolu olan,
hayatın içindeki gazete sayfasında yer alması gerekir. Cahit Koytak’a göre
“şiirin gazeteye hulûlü” şiirin insan içine çıkışı, hayata dönüşüdür: “geri
dönmek için, varlık âlemlerine, / çarşıya, pazara, diskoya, stadyuma, /yani
yaşayanların, yaşayan ruhların arasına, / hayat dolu bir gazetenin bir
köşeciğine / canını atmak isteyen Zaman ’ın kendisi, bu! ”[415]. Şiirin gazetede yer almasının pratikte okura bakan
tarafı da vardır. Cahit Koytak'ın, Abdullah Güner’le konuşmasında Güner’i
yanıtlarken gazete sayfasındaki şiirin okuyucuyu dinlendirme işlevini de göz
ardı etmediği görülür. Gazete sayfasındaki şiir, “(...) okuyucunun yol
yorgunluğunu azaltacak, efkârını dağıtacak, onu yüreklendirecektir] (,..)”[416]. Gazetedeki
şiirin işlevi “Tıpkı gökdelenlerin arasında bir yeşil alan gibi
insanlara nefes alabileceği sahalar sunmak (,..)”[417] biçiminde de tanımlanabilir. Cahit Koytak’ın
şiir yazmadaki rahatlığı, şiiri imge yerine dille kurma tavrının, onu kolay
şiir yazan bir şair kılması şairin gazetede her hafta şiir yayımlamasını
kolaylaştıran bir etkendir. Cahit Koytak’ın şiir yazmadaki rahatlığı ile gazetede
şiir yayımlıyor oluşu arasındaki ilişki Sorgun’un da dikkatini çeker: “Kozmosu
şiir gören, gördüğünü şiire dönüştüren velud bir şairdir Cahit Koytak. Taraf
gazetesindeki köşesinde düzenli olarak şiir yayımlıyor oluşunun öncelikli
sebebi, bu “şiir hali ”ni günlük gazete okuru’na sirayet ettirme çabasıdır.”[418].
Cahit Koytak gazete sayfasında şiir yayımlamayı şiir açısından riskli bir
iş olarak görmemekle birlikte ‘köşe şairi’ olmanın beraberinde getireceği
eleştirilerin de farkındadır. Gazetede şiir yayımlanmasından rahatsızlık duyan
entelijansiyaya yine gazete sayfasında yayımladığı “İşporta Tezgâhı”[419] ile cevap verir. “Bir tezgâh açarak
gazete köşesinde / Şiiri işportaya düşürdüğümü düşünenler var” çıkışıyla
başlayan şiir, gazetede şiir yayımlamakla şiirin basitleştirilerek içi
boşaltıldığı, şiirin sıradanlaştırılıp sokağa düşürüldüğü iddialarını
önemsemeyerek ve yaptığı işe karşı özgüven duyarak eylemini savunur. Cahit
Koytak savunmasına soruyla başlar: “Sanat tapınağının bu erdemli
rahiplerine / Ve rahibelerine dönüp soruyorum: / Cehennemin kapısında, peki,
söyleyin, / Bir işporta tezgâhı değil de, butik mi açsaydım, / Sanat galerisi
mi, ne bekliyordunuz?”. Şiir anlatıcısı kendisini “gazete köşelerinde”
şiir satmakla suçlayanlara karşı son derece kesin bir çıkış yapar ve onları
cennetin kapısında butik açmaya davet ederek meydan okur: “Siz gidin,
cennetin kapısında, görelim sizi, / Kırk katlı bonmarşe açın ve kürk satın
orada, / Yat satın, uçak satın, dürbünlü tüfek satın!”. Şiir anlatıcısı
büyük ve çok katlı mağazaya, bonmarşeye, karşı kendi şiir işportasındaki
çeşitliliği, üstmetinleri, temaları ve her ölümlüye hitap eden şeyleri sıralar:
“(■■■)
Ben cehennemin kapısını seçtim
Ve bu kapının önünde dikilip haftada bir gün Fukara mücrimlere yara
merhemleri satıyorum, Yanık merhemleri, yara bantları, itirazınız var mı? (■■■)
El fenerleri, kalp pilleri, vicdan ağartıcı sloganlar, Mum ışığıyla çalışan
günah çıkarma cihazları, Yürek serinletici çığlıklar, iniltiler, Yalancı
erdemler için susuz, sabunsuz jilet, Yedek yüzler, yedek ruhlar, yedek
kalpler...
Çok satan itiraflar, ateşe dayanıklı klasikler, Ateşe ve mutlak yalnızlığa
dayanıklı Makbet maskeleri,
İago
maskeleri, İvan Karamazof maskeleri,
Ateşe ve gözyaşına dayanıklı mektup örnekleri, Hapishane türküleri,
tımarhane türküleri,
Antidepresan dualar, cevşen, namaz hocası, Yeni başlayanlar için metafizik!
Yeni başlayanlar için felsefe, felsefenin sefaleti!
Her ikisi de serinletici, nefes açıcı,
İsteyene kinik, isteyen nihilist, isteyene kaderci!
Ve yeni başlayanlar için şiir,
Şiirin gök katları, şiirin mahzenleri, Şiirin faydaları, şiirin yan
etkileri! Bir alana ikincisi parasız Ve parası olmayana bedava! (.)”[420].
Şiir anlatıcısının, hayatın idealize edilmemiş katı gerçekliğine bir başka
deyişle “cehennemin kapısı”na kurduğu tezgâh, "gazete sayfası / hayatın
kendisi" gibi hayatta var olan her şeyle dopdolu, iç içedir. Kutsal olan
“dua, cevşen, namaz hocası” ile profan olan “yalancı erdemler”, “susuz,
sabunsuz jilet”; “metafizik” ile “felsefenin sefaleti”; “çok satan itiraflar”
ve “günah çıkarma cihazları” ile “hapishane ve tımarhane türküleri” hep iç içe,
yan yana bulunan yadsınamaz gerçeklerdir. Ancak “Sanat tapınağının bu
erdemli
rahipleri(...)
/ Ve rahibeleri
(...)” ise cennetin kapısında / idealize edilmiş
kurmaca gerçekliğin ortasında “bonmarşe” mağazalarda insanın günlük yaşamında
ve dünyasında karşılığı olmayan metinler sunmaktadır. “İşporta Tezgâhı”nda
yöneltilen eleştiriler benzer biçimde yine Tarafta yayımlanan
“ ‘Köşe Şairi’ ”[421] şiirinde de sürdürülür. Dergi sayfalarını mesken
tutmuş şairlerin gazete köşesinde şiir yayımlayan ‘köşe şairi’ni hafife alması,
bazı şiir okurlarının umursamazlığı ve eleştirmenlerin olumsuz tavırları
karşısında şiir anlatıcısı, şiiri gazete sayfalarına taşıyarak şiir ortamına
getirdiği açılımı şu dizelerle savunur:
“ (...)
Kaya gibi
yerinden oynatılmaz şairler,
‘Sarsılmaz ’ şaireler -farkındayım, farkında- ııh!
deyip dudak kıvırıyorlar bana.
Eleştirmenler kem küm edip susuyor.
İsimsiz ve çehresiz okursa, daha güzeline, daha
görkemlisine
zaten alışık gibisine
Okuyup geçiyor, okuyup geçiyor
benim ‘şen ’
terennümlerimi.
(-)”215.
Ancak şair, eleştirmen ve bazı okurların yukarıdaki dizelerde eleştirilen
tutumları aslında şiiri “ ‘tüketerek’ faniliğin gündelik elemini” gizleme
çabasından başka bir şey değildir. Şiir anlatıcısı gazetede şiir yayımlamasına
yönelik eleştirileri sıraladıktan sonra metaforik bir dille kendi yaptığı işin
aslında ne olduğunu neye hizmet ettiğini anlatır:
“ (...)
Dinleyin, siz ey yaratıcı şairler,
siz ey aklın
güzellik uykuları,
siz ey akıl
hocaları yüreğin,
Kiminiz legolarla, kiminiz sözcüklerle
Pek şirin, pek yüksekçe,
Ama yine de akla ve yüreğe sığan,
Kolay yenilir yutulur kulecikler
dikerken
dergi sayfalarında,
Ben, bu gazete köşesinde, ateş yiyen, ateş içen, ateş
soluyan
Ve solungaçlarından, burun deliklerinden,
Gül, yasemin, karanfil vesaire vesaire püskürten
mekanik bir
semender icat ettim kendime,
(Şiir makinesi de diyebilirsiniz ona.)
Olay bu, ve ‘numara ’ ortada!
(...)”216.
Aslında şiir anlatıcısı kendisine burun kıvıran şairlerden çok da farklı
bir iş yapmamaktadır. Tek fark onların icat ettiği “şiir makinesi” haznesine
konulan taneyi una çevirirken bir başka deyişle nesnel gerçekliği özün ne
olduğunun anlaşılmasını zorlaştıran biçimlere, soyut ve kendini zor ele veren
anlama / una dönüştürürken; şiir anlatıcısının icat ettiği “sarhoş makine”
haznesine konulan her şeyi, ne olduğu kolayca anlaşılabilen estetik metinlere /
taneye dönüştürmektedir. Bu nedenle Cahit Koytak’a göre her gazetede bir şiir
köşesi bulunmalıdır.
Gündelik yaşamın, insan aklının, düşüncenin, kuram ve kavramların hazmı zor
katılıklarını yumuşatan hazmedilebilir kılan tek şey şiirdir. Her bahçede /
gazetede bir bahçıvan çırağı / Tanrı çırağı yani şair bulunmalıdır. Cahit
Koytak, Taraf gazetesinde, haftalığı Büyük Bahçıvan / Tanrı tarafından
ödenen bahçıvan çırağıdır. Cahit Koytak, her gazetede bir şiir köşesi bulunması
gerektiğine dair görüşlerini “Şiir Köşesi” şiirinde dile getirir:
“Şiir Köşesi
her gazetede bir şiir köşesi olmalı, bence;
dikenlerin, kaktüslerin,
yeri göğü dişleyen, tırmalayan
yapıların arasındaki
yeşil alanlar, parklar, bahçeler kadar
yaşamsaldır insan için, çünkü, şiir de...
uygar insanın, çiğnemeden yuttuğu şeyleri,
kırık iğneleri, kurak kavramları,
paslı kuramları
ve süslü kaygılar, süslü umutlarla beslenen
yalancı tanrıları
solunum yoluyla dışarı atmasını kolaylaştırır, şiir.
ben buradaki bahçenin bahçıvan çırağıyım;
Tanrı ödedi şimdiye kadar, haftalıklarımı, benim. ”[422].
Cahit Koytak, Tarafta şiir yayımladığı dönemde basın
dünyasının önemli isimleriyle sosyal ve entelektüel olarak ilişkide bulunmuş ve
şairin “köşe komşu”larıyla ilişkileri şiirlerine de yansımıştır. Tarafta çalışan,
yazı-haber yayımlayan muhabir, köşe yazarı, editör vb. ile Cahit Koytak yakın
insani ilişkiler kurmuştur. Bu insani ve entelektüel bağlar çeşitli boyut ve
biçimlerde yayım faaliyetine ve şiirlerine yansımıştır. Cahit Koytak,
dönemin Taraf camiasından bazı yazarlara ve editörlere ya
şiirlerinde yer vermiş ya da onlara şiir ithaf ederek bu kişilerle insani ve
düşünsel yakınlığını edebî bir metinle belgeleyip kendi yayın dünyasında
kurduğu dostlukları kişisel tarihinde kayıt altına almıştır.
Taraf gazetesi
yazarı ve yayın koordinatörü Yıldıray Oğur’la gazetenin politika editörlerinden
Zeynep Mertoğlu Oğur’un evliliklerinin arifesinde yayımladığı “Yüreğim
Parmağımın Ucunda”[423] adlı lirik şiirinin başına koyduğu “Erken
bir kutlama için, / Sevgili Zeynep’e ve Yıldıray’a,” epigrafıyla şiiri
mesai arkadaşı çifte armağan eder.
Cahit Koytak, Taraftaki bir başka köşe komşusu Sevan
Nişanyan’ın ateist görüşlerini dile getirerek, “Allah diye biri ”ne
inanmadığını belirttiği, çok tepki çeken ve tartışılan “Sansür”[424] başlıklı yazısının yayımlanmasından sonra
Nişanyan’a cevap olarak Tanrı’nın ne ve nasıl olduğunu anlattığı “Prolog”[425] şiirini yayımlar. Şiirin başında “Köşe
komşum, Sevan Nişanyan’a, / sitemkârane, tarizkârane bir ‘merhaba!’” ithafı
yer alır. “Prolog” şiiri Mayıs 2011’de ilk bakısı yapılan “Yeni Başlayanlar
İçin Metafizik”te iki parçaya bölünüp yeniden kurgulanmış iki farklı epizot
olarak yer alır. Bunlardan ilki “Tanrı’ya ve İnsana Dair” başlıklı bölümün ilk
epizodu olan “Her şeyden, Her Yüzden...” (s. 149) şiiridir. Kitaptaki bu şiir,
“Prolog”un ilk üç bendinin sözcük ve dize düzeyinde yapılan değişikliklerle
yeniden düzenlenmiş halidir. “Prolog”un son iki bendi ise hiç değiştirilmeden yine
aynı bölümdeki altı şiirden oluşan ‘ " ‘O’na Dair’ " şiirinin “V”
numaralı epizodu olarak (s. 159) kitapta yer almıştır. Kitapta yer alan
biçimleriyle her iki şiirde de ithaf epigrafı yer almamıştır. Cahit
Koytak, Taraf’taki yayın serüveni boyunca dilbilimci
kimliğiyle tanınan Nişanyan’a iki şiir daha ithaf eder. Bu şiirlerden ilki
etimolojik ve semantik açıklamalar üzerinden söz’ün ve şiirin “hiç yoktan”
nasıl var olduğunu örneklendirerek insanın Tanrı tarafından yoktan var
edildiğini ima eden “Hiç Yoktan” (YBlM, s. 20) şiiridir.
İthafta da Nişanyan’ın dilbilimci yönü vurgulanmıştır: “Sözcüklerin
Bahçıvanı’na, Sevan Nişanyan’a”. İkinci şiir ise Tarafta
“Sözcüklerin Bahçıvanı, köşe komşum, S. Nişanyan’a, ‘merhaba! ’ ” ithafıyla
yayımlanan, yoksul - zengin sözcüklerinin şairane bir duyarlık ve felsefi bakış
açısıyla tanımlandığı "İki sözcük: ‘Yoksul’ & ‘Zengin’ ”[426] şiiridir.
Cahit Koytak’ın Tarafta yazdığı süreçte “ ‘Tsunami’
Bildirisi”[427] [428], “iki büyük dağcıya, Yasemin Çongar ve Ahmet
Altan’a” ithaf edilmiştir. “Evde Çalışanlar İçin tt-^223
Metafizik II
şiiri Ahmet Altana ithaf edilen şiirlerdendir.
Cahit Koytak, Mavi Marmara Baskını’nda tutuklanarak İsrail’de sorgulanan
gazeteci Ayşe Sarıoğlu ile Taraf yazarı Yasemin Çongar’ın
yaptığı röportajdan[429] esinle
yazdığı “Nuh’a Gemi Resimleri (X)”[430] şiirini bu iki gazeteciye ve olay günü Mavi
Marmara gemisinde bulunanlara ithaf eder. İthaf epigrafı “(Yasemin
Çongar’ın Ayşe Sarıoğlu’yla yaptığı / Destansı söyleşinin rüzgârıyla, / Hem bu
iki ‘haber meleği’ için, / Hem de Mavi Marmara gemisinin, / Fani, ebedî, bütün
yolcuları için...) ” biçimindedir.
Taraf gazetesi
yazarlar editörü Tamer Kayaş’a “Meyhanede Gül Dersi”[431] şiiri ithaf
edilir. Bu şiir “Tamer Kayaş’a” ithafıyla “Ölüme Çare ya da
Şen Maneviyat”ta (s. 71) yer almıştır.
Cahit Koytak, Nokta dergisinde yaptığı haberler ve
yayımladığı günlükler nedeniyle dergi kapatıldıktan sonra Taraf gazetesine
geçen Alper Görmüş’e ve kapatılan Nokta dergisine emek veren
çalışanlara uzun bir başlığı olan “Cansıkıntısından oturup darbe planları
yapan, asker, sivil bütün generaller için dostça öneriler”[432] adlı şiirini “Gökçe cesaretiyle Türkiye
’nin ve Türkiye ’deki gazeteciliğin önünde yeni bir dönemi başlattığına
inandığım, ALPER GÖRMÜŞ’e ve ‘NOKTA’ dergisinin öteki emekçilerine...” ifadeleriyle
ithaf eder. “Göğe Merdiven Dayamak”[433] şiiri, Taraf yazarı “Esra
Yalazan’a” ithaf edilir. Cahit Koytak’la aynı dönemde Taraf kadrosunda
yer alan Roni Margulies’i “Galatalı ‘Çıfıt’ ” (YŞKII, s. 108)
şiirine tema edinir.
Cahit Koytak, köşesini aşmayacak biçimde her hafta gazetede bir-üç
civarında şiiri okurla buluşturur. Cahit Koytak şiir yayımlarken düşük teliften
de çok şikayetçi değildir. Bu durumda Cahit Koytak diğer Taraf yazarları
gibi,
“Maaşsız, harcırahsız, tozlu yollarda, Açlığın tadını çıkarmak doya doya,
Tıpkı bu yoksulun ve Roni’nin, Belki Sivilay hanım[434] kardeşimizin, Belki de, fukara İsrail
peygamberleri gibi Sürüsüne bereket, haftada bir gün yazan bütün misafir
sanatçıların yaptığı gibi.”[435]
yaparak
aralıksız olarak şiirlerini köşesinde yayımlamaya devam eder. Çünkü Cahit
Koytak’a göre iyi şiir, “(...) açık farkla, paradan daha uyumlu, / Daha
içe dokunan sesler çıkar[ır].”[436]. Bütün
sıkıntılara rağmen gazetede yayın faaliyetini sürdürür. Taraf gazetesinin
ekonomik olarak sıkıntı yaşadığı dönemde Cahit Koytak, gazeteyi sahiplenerek
okuyucuyu heyecanını yitirmeden gazeteye sahip çıkmaya çağırır: “ (...)
kendisi durmadan değişen ve kıyısını da, / Geçtiği yerleri de, gökleri de
değiştiren / Bu yoksul, bu derviş, bu kalender ırmağa, / Gazetene sahip çık
(...)”[437]. Okurun
vefalı davranarak “(...) - Ve bu su rengi güldesteden /Her gün bir
yerine üç, üç alıyorsan beş, / Beş alıyorsan on tane (...)” gazete
alarak gazetesine destek olmasını ve şairin kendi fikri olan “Bu yoksul
okur-şair kardeşinizin tasarladığı / ‘Katılımcı Donkişot Çıkarması’na destek
ver[mesini]/”[438] ister. Bu şiirin sonunda şair, “Okur Sendikası”
adlı bir projesi olduğunu belirterek okuyucunun bu proje ile ilgili haberleri
beklemesini salık verir. Ancak Taraf’ta bu proje ile ilgili
başka bir bilgi yayımlanmaz.
Cahit Koytak, Taraf gazetesinde yaşanan değişim sırasında
birçok yazarın gazetenin yayın politikasının değişmesinin yanı sıra farklı
gerekçelerle gazeteden ayrıldığı bir süreçte bu gazetedeki son şiiri “Neşet
Ömer Sokak No: 23’te Neler Oluyor?”[439] şiirini 29 Nisan 2013’te yayımladıktan
sonra Taraf gazetesinde şiir yayımlama serüvenine son verir.
Şiirde her gidişin, kapanan her dönemin, dökülen yaprağın, bastıran kışın hep
bir yenilenmenin habercisi olduğu vurgulandıktan sonra şiirin son iki
bendinde Taraftaki yaprak dökümü ve bunu zorunlu kılan
nedenlerle ilgili dolaylı, imalı ince bir sitem sezilir. Ancak yenilenme umudu
sitem duygusundan daha baskın bir biçimde vurgulanmaktadır.
Cahit Koytak, 1 Haziran 2009 ile 29 Nisan 2013 tarihleri arasındaki iki yüz
haftalık periyotta Tarafta toplam üç yüz yirmi altı şiir
yayımlamıştır. Bu şiirlerden üçünün çeşitli vesilelerle mükerrer olarak
yayımlandığı[440] da göz
önüne alınırsa Cahit Koytak, Tarafta üç yüz yirmi üç şiir
yayımlamıştır. Buradan hareketle Cahit Koytak’ın her hafta köşesinde
yayımladığı şiirlerin ortalaması 1,63’tür. Bu süre zarfında birçok farklı
süreli yayından gelen talepleri de çevirmeyip buralarda da şiir yayımladığı göz
önünde tutulursa Cahit Koytak’ın Tarafta yazdığı dönemde çok
yoğun bir şiir yayımlama etkinliği içinde olduğu görülür. Tarafta yayımlanan
bu şiirlerden doksan yedisi “Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat”ta, kırk üçü
“Caz’ın Irmakları”nda, otuz yedisi “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik”te, on’u
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde, sekizi “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildinde, yedisi “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın birinci cildinde; bir şiir ise “Dudakta Bekletilen Şarkılar”da
yayımlanmıştır[441].
2. 2. 16. Sivil Şair Cahit Koytak Bir
Fanzinde: Hayalet
Matbu dergi ve gazeteler yanında Cahit Koytak, gayriresmi, sivil ve her
sayıda tematik bir dosyayı işleyen ve Fuat Onan tarafından hazırlana Hayalet adlı
bir e-fanzinde[442] de şiir yayımlamıştır. Hayalette yayımlanan
iki şiiri sırasıyla: şairin bir varoluş aracı olarak sinema sanatına bakışını
tema edinen “ ‘Sevgili Hayalet’ ” ve Arap Baharı’nı işleyen “Caz Session Yahut
‘Gül İhtilali’ ”[443] şiirleridir. “Caz Session Yahut ‘Gül İhtilali’
”, 2013’te yayımlanan “Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat” kitabında “Jam Session
Yahut ‘Gül İhtilali’ ” (s. 265) adıyla yayımlanmıştır.
2. 2.
17. Afrika Pazar
Cahit Koytak’ın bir şiiri de Afrika gazetesinin Pazar
eki Afrika Pazar tarafından “(Ç)alıntı” adlı bölümde
alıntılanarak ve kaynak gösterilerek “Hepimiz Hrant’ız”[444] adıyla yayımlanır. Yukarıda da anılan bu
şiir, Agos gazetesi yazarı Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine
yazılmış ve daha önce de Agos ve Taraf gazetelerinde
“ ‘Hepimiz Hrant’ız’ Bence Ne Demektir?” adıyla yayımlanmıştır[445].
2. 2. 18. Rapor, Fezleke ve Albümlerde Yayımlananlar
Cahit Koytak’ın bir şiiri de Emek ve Adalet Platformu tarafından hazırlanan
“Türkiye’de Evsizlere Dair Rapor”da yayımlanır. “Rapor”da “Evsiz”[446] adıyla yayımlanan şiir daha önce Tarafta aynı
adla yayımlanmış daha sonra “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın birinci
cildinde “Homeless” (s. 50) adıyla yer almıştır. Cahit Koytak, bu şiirini Taraftaki ilk
yayımında içinde Emek ve Adalet Platformu üyelerinin de bulunduğu bir grup
sivil toplum inisiyatifine ithaf eder. Şiirdeki uzun ithaf şöyledir:
“(Biz şehirlileri, yalnızca depremzedeler için değil, fakat, dünyanın bütün
şehirlerinde sokakta yaşayan ve geceleri başlarını evlerimizin ve yüreklerimizin
eşiğine koyarak sabahlayan yüz binlerce, belki milyonlarca ‘Evsiz ’ kardeşimiz
için de dünyayı ‘bayram yeri’ne çevirmeye çağıran ve bu yıl Bayram’ı, onlar
gibi, geceyi sokakta geçirerek karşılayanAKDER, EMEK VE ADALET PLATFORMU,
KALPLERE SEVİNÇ BIRAKANLAR İNİSİYATİFİ, ÖZGÜR AÇILIM PLATFORMU, MAVERA GENÇLİK
HAREKETİ ve MAZLUMDER gönüllüleri için...) ”24.
“Günlük / 4 Aralık”[447] [448] adını taşıyan iki farklı şiiri ise yukarıdaki
duruma benzer biçimde Bilim ve Sanat Vakfı’nın bülteninde Şakir Kocabaş’ın
ölümü münasebetiyle yayımlanır.
Cahit Koytak, Mustafa Ruhi Şirin tarafından kurulan Türkiye Çocuk Vakfı’nca
1. Türkiye Çocuk Hakları Kongresi[449] kapsamında yayımlanan “Hakları Çalınmış Çocuklar
Albümü”nde Ara Güler’in çektiği fotoğraf eşliğinde[450] yayımlanması
için “Ara Güler İçin Resim Altı Yazısı”[451] şiirini yayımlar.
2. 2.
19. “Köşe Komşuları”ndaYayımlananlar
Cahit
Koytak’ın küresel bir aktör olarak yanlı tutumundan dolayı Amerika’yı tarihsel
referanslara gönderme yaparak eleştirdiği politik temalı şiiri “Önden Yırtılan
Gömlek”[452] İbrahim
Karagül tarafından Yeni Şafak'taki köşesinde; aynı adlı farklı
bir şiir ise önce Hilal Kaplan tarafından Yeni Şafaktaki köşesinde,
daha sonra da yine aynı şiir Orhan Miroğlu tarafından Star gazetesinde
tam metin halinde alıntılanarak yayımlanır. Şiirin ilk yayımı İsrail’in
Gazze’ye 2013 yılı sonlarında askeri operasyon yaptığı günlere denk gelir.
Karagül, köşesinde şiiri okurlarına ilkeli bir duruş sergileme ve duruşlarını
gözden geçirmeyi salık vererek sunar:
“Dünyayı, hayatı ve insanı aynı duyarlılık, aynı
kavrayış, aynı endişe, aynı özlemle algılayanlara. Güçlü yüreği, açık zihni,
onurlu duruşu olanlara. Dünyanın tüm yoksullarına. Adalet ve erdemin peşinde
koşanlara... Cahit Koytak’ın, "yoksullardan biri olmanın onurunu
taşıdığı" için dünyanın tüm yoksullarına adadığı "Önden Yırtılan
Gömlek" adlı yeni şiirini, aynı gerekçelerle buraya aldım bugün.
Kalplerimizi, hafızalarımızı, duruşlarımızı, hedeflerimizi, sevgilerimizi bir
kez olsun gözden geçirmek için... ”[453].
Hilal Kaplan da Yeni Şafaktaki köşesinde Arap Baharı’nın
sıcak günlerinde Cahit Koytak’ın şiirini duygu ve düşüncelerinin sözcüsü olarak
kısa bir sunuşla alıntılar:
“Ramazan’ın getirdiği sükûnetin, en çok hüzünle el ele
gittiği günlerden geçiyoruz. Secdedeyken dua ettiğimiz İslâm ülkelerine her
sene bir yenisi eklenirken, nefesimizin yetmediği yerleri düşünüyoruz. (...)
[Cahit Koytak], son dönemdeki gelişmeler üzerine yazdığı şiirini fakirle
paylaşınca, okuyucularımın da bu ayrıcalıktan istifade etmesi gerektiğini
düşündüm. Şairin nefesi, bizimkinden de uzundur belki... ”[454].
Son olarak
da Orhan Miroğlu, Kaplan’ın alıntıladığı şiiri üç gün sonra Star’daki
köşesine şu sunuşla taşır:
“Başlık bana değil, değerli dostum şair Cahit Koytak
’a ait. Bugün köşemi, lafı fazla uzatmadan, Cahit’in içinde bulunduğumuz
zamanları iyi anlatan Önden Yırtılan Gömlek’ şiirine bırakacağım; (...) Amerika
Cahit Koytak’ın şiirinde ifade ettiği ‘önden yırtılan bir gömlek’le dolaşmakta
dünyayı. ”[455].
2. 3. Cahit Koytak'ın Süreli Yayınlarda Şiir Yayımlama Tutumu
Cahit Koytak’ın dergilerde şiir yayımlama etkinliğinde şairden şiir talep
eden dergilerin şiirin biçim ve içeriğine göre tutum belirlediği de olur.
Örneğin “Dünya Şiir Günü’nde bir büyük ustaya, Nazım Hikmet’e duyulan
saygıyı” anlatmak için yazılan “Yelkenli Tabut” şiirini “
‘genç’ bir şiir dergisi” şiirin “boyunun uzunluğunu gerekçe
göstererek” yayımlamazken, muhafazakar yapıya ve kurumsal bir kimliğe sahip
" 'tozlu'bir edebiyat dergisi de içeriğini / okurları için
'şimdilik erken' / (yani 'sakıncalı') bularak /yayınlamaktan kaçın[ır]"[456]. Cahit
Koytak bu şiiri bir mektupla şair arkadaşı K.’ya okuması için gönderir. Ancak
Cahit Koytak, mektubu yazarken bu şiirin hiç değilse dünya şiir gününde
yayımlanmasını umut eder; ancak böylesine uzun bir şiirin yayımlanmasını
istemenin bir ironi olduğunu da belirtir:
“kendi [mi]
şairce coşkulara kaptırıp
yayıncılığın
aşılmaz sınırlarını da hiçe sayarak,
‘Bir şiir -kahramanının da Türk şiirinin büyük ustalarından,: şiir ve
düşünce mağduru Nazım Hikmet olduğu düşünülürse- yeterince özel
ve kuşkusuz, içi yeterince dolu, yeterince güzel ve sahici bulunuyorsa
eğer, bu şiire, şiir için çıkartılacak bir gazete ekinde, Dünya Şiir Günü ’nde
hem de, niçin (özel bir) yer açılmasın ki? ‘ diye düşünmedim değil.
Ama bu düşünceyi sonradan kendim de pek inandırıcı bulmadım. ”[457].
Cahit Koytak’ın gerek süreli yayınlarda gerekse kitaplarında yayımlanan
şiirlerinde dikkat çeken bir özellik de Attilâ İlhan’ın şiir kitaplarının
sonuna koyduğu, şiirlerine ve şiirlerinin yazılış serüvenlerine ilişkin kısa
notların yer aldığı “Meraklısına Notlar”ın[458] ironik öykünmesi gibi de değerlendirilebilecek
“Meraksızlar İçin Notlar” başlıklı dipnotlara şiirlerin sonunda yer vermesidir.
Cahit Koytak’ın şiiri geniş kitlelere ulaştırma ve içeriği herkes için -farklı
düzeylerde de olsa- anlaşılır kılma çabasının bir sonucu olan bu uygulama “Bunca
birikimsizliğin, bilgi yoksunluğunun ortasında iyi kötü bir çare. ”[459]olarak da
düşünülebilir.
Attilâ İlhan’ın kitabın sonunda yaptığı uygulamayı Cahit Koytak, gerekli
gördüğü şiirlerin sonuna ve genellikle manzum bir formda yapar. Örneğin
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildinde kitabın epigraflarından
hemen sonra gelen “Arasözler”in dördüncü epizodunda geçen “Tasarlanmış
safiyet, tasarlanmış altın çağ. / Ve bütün altın çağların / 'yalancı' olduğunu
gösteren, / Sözcüklerle kurulmuş yalancı Krita Yuga*...” (YŞK III, s.
16) dizelerinde geçen “Krita Yuga” kavramı yıldız biçimli
dipnotla belirtilerek sayfa sonunda şair tarafından şöyle açıklanır: “*Meraksızlar
için not: Krita Yuga, Hindu inancına göre,dört evreden oluşan
döngüsel kozmik kaderin, mutlak uyum, kusursuzluk ve denge (Dharma) içinde
geçen ilk evresi; yitik cennet dönemi, altın çağ.” (s. 16). Yine aynı
kitapta “Solo Saksafon” şiirine ek olarak yazılan iki şiirden ilki “Ekler 1”de
geçen,
“(■■■)
bir saksafon ki,
Nişaburlu çadır yapımcısının göğüs kafesini ve çene kemiklerini yalayıp
geçen deha alevlerini Stratfortlu yün tarakçısının nüktedan oğulcuğuna elli iki
yıl kusursuz hizmet eden biçimli kafatası içinde meraklılarına sunuyor* (■■■)””[460]5.
Bendin sonundaki yıldız işaretli dipnotla sayfa sonunda, dipnot çizgisi
altında not olarak manzum formda bir açıklama yapılmıştır:
“*Meraksızlar
için daha açıkçası:[461]
Nişaburlu
Hayyam’ın
göğüs
kafesini ve çene kemiklerini
yalayıp
geçen deha alevlerini,
Stratfortlu Shakespeare'in kafatası
içinde
meraklılarına sunuyor... ” [462].
İstanbul BirNokta dergisinin Temmuz 2012 tarihli “Cahit Koytak Özel Sayısı”nda Metin
Önal Mengüşoğlu “Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)” başlıklı yazısında
Cahit Koytak’ın şiir yayımladığı dergilerde başsayfa şairi olarak itibar görüp
ağırlandığını ancak bir süre sonra kimi dergilerde tavır değişikliği
görüldüğünü belirterek, bu duruma;
“Şiirlerini yayımlayan dergilerin her biri Cahit
Koytak ’ı kendi şairi olarak takdim etmekten büyük haz duyuyor, bunu etrafa
caka satarak sergiliyordu. Hatta öyleleri vardı ki, sanki Cahit Koytak’ı
kendileri yaratmış gibi davranmaktan çekinmiyordu. Cahit Koytak ise her
seferinde başka bir dergide görünerek böylelerinin fiyakasını düşürüyor, kimin
kime değer ve onur kattığını gösteriyordu. ”[463],
cümleleriyle
açıklık getirir.
2. 4.
Kitaplarının Yayımlanma Serüveni
İlk şiirinin yayımlandığı 1970’ten başlayarak 1990 yılına kadar birkaç cilt
tutarında şiiri dergilerde yayımlamasına rağmen Cahit Koytak, şiir kitabı
yayımlamaz. Çünkü bir şair olarak sabırlıdır. “Şiiri yaşayan, zamanla değişerek
olgunlaşan ve kendi doğal biçimini bulan bir organizma olarak gördüğü için
yazdığı bir şiiri süreli yayında ya da kitap olarak yayımlamakta acele etmez.”[464].
Cahit Koytak şiirlerini yazarken yazdığı şiirin, kafasındaki bütünlüklü
şiir atlasının hangi parçası olacağını ya da hangi kitapta, bazen de kitabın
hangi bölümünde yer alacağını bile önceden belirleyen bir şairdir. Yazdığı
şiirler süreli yayınlarda yayımlanırken de genellikle şiirin sonuna ya da
şiirin başlığının hemen altına iliştirilen notta şairin yayın planına göre
şiirin içinde yer alacağı kitap belirtilir. Hece, Kaşgar, Anlayış, Türk
Edebiyatı gibi dergilerde yayımlanan şiirlerin çoğunda bu tür notlar
bulunur. Süreli yayında şiirin yer alacağı kitaba dair notlara bakıldığında,
şairin bu planlamasını aynen uygulayarak her bir şiirine önceden yayımı
planlanan kitaplarda yer verdiği görülür[465]. Süreli yayında yayımlanan bazı şiirleri de
kitaplaştırılırken isim değişikliğine uğrar[466].
İlk kitabı “İlk Atlas”ın Yazı Yayıncılıktan çıkması ise şairin öyle bir
fikri ve planı olmamasına rağmen yakın arkadaşı Ahmet Kot’un ısrar ve isteği
üzerine olur. 1990’da yeni kurulmuş olan Yazı Yayıncılık, ağırlıklı olarak şiir
kitapları yayımlamaktadır. Yayınevinin sahibi ve yöneticisi Ahmet Kot,
yayımlanabilecek nitelikli dosyalar peşindedir. Bu bağlamda kendisi de şair
olan Kot’un “Hasbahçe” ile “Sirkeler ve Sular”ı, Hüseyin Atlansoy’un “Şehir
Konuşmaları”, Necati Polat’ın “İyilik”i, Cumali Ünaldı’nın “Bir Gecenin Şiiri”
gibi şiir kitapları dizisinde -kendisi kitap yayımlamayı düşünmediği halde-
Cahit Koytak’ın “İlk Atlas”ı da yayımlanır[467]. Ancak bu ilk kitapta şairin Diriliş te yayımlanan
ilk şiirleri[468] yer
almaz. Cahit Koytak, ilk kitabında bu şiirlere yer vermeyişini şu gerekçelerle
mizahi bir yaklaşımla açıklar:
“(...) delikanlılık yıllarında yazılmış ve birkaçı da,
çelimsiz hallerine bakmadan, Diriliş dergisinde boy göstermiş olan -sonradan
nedense mahcuplukları tuttu- bu kitaba girmek istemediler. Kendilerine öyle
yürekten sahip çıkan gibi davranmadığımı düşünmüş olmalıdır ki: ‘Siz yukarda
şimşeklerle, yıldırımlarla boğuşurken ayağınıza dolaşmayalım, efendimiz. ’ Gibi
bir şeyler mırıldanıp, soylu bir sitemle kenarda kalmayı tercih ettiler. ”[469].
İlk şiirinin yayımlanmasından iki onyıl sonra gerçekleşen bu sürpriz ilk
kitaptan sonra Cahit Koytak kitap yayımı için yaklaşık iki onyıl daha
bekleyecektir.
2. 4. 1.
“Getto”yu Aşan Bir Yayınevi
Belli bir birikimden, kültürden, yaşama ve düşünme biçiminden hareketle
evrensel insana ve insani değerlere ulaşan ve şiirlerini binlerce oyuncuyla
maskla oynanan, zamanlar ve mekânlar üstü ortak bir oyun olarak kurgulayan
Cahit Koytak, kendini bir “getto”ya hapsetmemek için bütün şiirlerini
yayımlayacağı yayınevi seçiminde son derece seçici davranır. Şiirlerini
kitaplaştırmak için uzun süren bekleyişini Kitap Zamanfnın “Neden
Kitap Yayımlamadılar?” konulu soruşturmasına verdiği yanıtta şöyle açıklar:
“Benim
şiirlerim, getto içinde doğan ve onlara hitap eden bir şiir değil, çok daha
profesyonel bir yayın içinde değerlendirilmesini istiyorum. Öngördüğüm vasıfta
bir yayınevi olursa kitaplar basılmayı bekliyor. Onlar bekledikçe de içlerine
yeni şiirler giriyor. Bir sebep yok kitap olmamaları için. ”[470].
Timaş Yayınları tarafından ilk beş kitabının yayımlanmasının ardından Zaman"
dan Murat Tokay’ın “İlk Atlas”ın yayımından (1990) sonra tekrar kitap
yayımlamak için “Niçin yirmi yıl beklediniz?” sorusunu,
evrensele ulaşmak isteyen, yapay sınırların, duvarların, fıtratta olmayan yapay
tasniflerin ötesinde konumlanmış bir şair tavrıyla getto metaforu üzerinden
yanıtlar: “Camia’da yayıncılık yapıp da kitaplarımı basmak için teklif
getirmeyen neredeyse kimse kalmadı. Bütün gettoları aşacak, herkese ulaşacak
bir yayın olsun istiyorum.”. “Ne doğulu ne batılı bir şiir yaz[an]”[471] Cahit Koytak’ın kitaplarını yayımlamadaki bu
geniş açılı tutumunun temelinde Cahit Koytak’ın Tokay’a ifade ettiği “
‘insanlığın medeniyetine, büyük kültüre su taşıyan düşünce adamına, sanata
ihtiyaç var. Öyle bir sanatçının günü geldi.’ ”[472] düşüncesi yatmaktadır. Şiir yaşamının kırkıncı
yılında kitaplarının ardı ardına Timaş Yayınlarınca yayımlanması aslında şairin
bile isteye planladığı bir gelişme değildir. Timaş Yayınları Genel Yayın
Yönetmeni Emine Eroğlu’nun Cahit Koytak’ı birkaç ziyaretinden sonra Cahit
Koytak şiirlerinin yayımlanmasına karar verilir.Yayımlanan kitaplar, şiir
kitapları için çok da alışılmış olmayan bir ilgiyle karşılaşır. Timaş Yayınları
yöneticisi Osman Okçu, Cahit Koytak’ın şiir kitaplarının art arda
yayımlanmasını bir internet haber sitesine şöyle açıklar:
“Biz kitabı büyük ustanın sanatını taçlandırmak ve
adına yakışır bir eser koymak için olabildiğince özenli ve şiir hayranlarına
hayli yüksek gelecek bir fiyatla bastık. Bu eserden satış beklentimiz yoktu.
Sanata hizmet olarak vazifemiz olduğuna inanarak bastık. Ama bizi bile şaşırtan
bir gelişme ile kitabın ilk baskısı bir hafta içinde bitti. Yayınevi olarak
gösterilen ilgiden tabi ki memnunuz. Ama en büyük sevincim büyük ustanın
sanatının böylesi yoğun bir ilgi ile taçlandırılması oldu""'6.
Cahit Koytak’ın Timaş Yayınlarından çıkan bütün kitapları Emine Eroğlu’nun
genel yayın yönetmenliğinde çıkar. Bütün kitaplarının kapak tasarımı ve
illüstrasyonu Cem Kızıltuğ ve Ravza Kızıltuğ tarafından gerçekleştirilir. Cahit
Koytak bu yayınevinden çıkan ilk beş kitabının editörü Ayşe Tuba Ayman ve Genel
Yayın Yönetmeni Emine Eroğlu için birer şiir ithaf eder[473] [474] [475].
2. 4. 2. İki
Onyıl Sonra Yeniden "İlk Atlas"
Timaş Yayınları işe Cahit Koytak’ın baskısı bulunmayan ve Cahit Koytak
okurlarının bulmakta zorluk çektiği, hatta kitabın basılmasından umudu kesmiş
kimi
”270 okurlara göre kitabın yeniden yayımlanmasının kıyamet
alametlerinden sayıldığı “İlk Atlas”ı yeniden yayımlamakla başlar.
İkinci baskıda, ilk baskısından[476] [477] farklı
olarak kitabın sonuna “Ekler” (ss. 237-249) bölümü yer alır. Bu bölümde ilk
baskıda bulunmayan üç şiir vardır: “Huş Ağacı Konuşsun, Sen Sus” (s. 239), “C.
Zarifoğlu İçin Beşinci Şarkı” (s. 242) ve “Nuh’a Gemi Resimleri VII” (s. 243).
“İlk Atlas”, bu eklemenin dışında bir epigraf ve on bir bölümden oluşur.
Kur’an-ı Kerim’in Taha Suresi’nin 18. ayetinin manzum meali epigraf olarak
alıntılanır: “Bu benim asam, / bu benim değneğim / Dayanırım ona;/
Onunla davarıma /yaprak silkelerim /(Ve meyve çocuklarıma)”2'12. Sonraki
ayetlerde ise Hz. Musa’ya elindeki asayı yere atması emredilir. Yere atılan asa
birden bire “hızla akan bir yılan”a[478] dönüşür. Bu epigraf, bir varlığın görünenin
ötesinde bir anlamı olduğu gibi edebî metnin de görünürdeki anlamı ve
niteliğiyle “hakikatte” taşıdığı anlamın tamamen farklı olabileceğini ima eder.
Cahit Koytak, bu yolla “Allah ’ın, bu farklılığı kavramak üzere
seçilmiş kullarına [metinlerin seçkin okurlarına] bahşettiği
manevî vukuf ve sezgiye işaret (,..)”[479] etmektedir. Ayrıca epigraftaki ağaçtan
silkelenen / koparak düş(ürül)en “yaprak” metaforu, “(...) bizi
koptuğumuz yere ya da ağaca (cennete, çocukluğumuza, belki kendiliğimize)
döndürecek yolları, gizli patikaları gösteren daha büyük ve sahih ama, ne yazık
ki kayıp haritaları ararken ele geçirilen küçük harita taslakları (,..)”[480] olarak üst metin aracılığıyla alt metinde
okuyucunun ulaşması gereken ip uçlarını simgeler.
Kitabın ilk bölümü, modernitenin dayattığı mekanik, monoton, kendini tekrar
eden, insanı metalaştıran modern durumu eleştiren şiirlerin yer aldığı, kitapla
aynı adı taşıyan “İlk Atlas” (ss. 7-42) başlıklı bölümdür. Bölümde modernite
sürecine dolaylı örtük, imalı yoldan eleştiriler yönelten şiirler dikkat
çekicidir. İkinci bölüm Orta Çağ Avrupa’sını fon edinen üç şiirle başlayan “Üç
Orta Çağ Resmi” (ss. 43-62) adlı bölümdür. “Huş Ağacı Hakkında Bilgi
Topluyorum” (ss. 63-80) adlı üçüncü bölüm, bölüm başlığıyla aynı adı taşıyan
yedi epizotluk tek bir şiirden oluşur. Orta Çağ’da İslam dünyasını fon edinen
şiirleri de içeren “Nuh’a Gemi Resimleri” (ss. 81104) kitapta dördüncü bölümü
oluşturur. Beşinci ve altıncı bölümler “Alaturka” (ss. 105-118) ve “Cehennemden
Yükselen Neşideler” (ss. 119-134) modernliğin eleştirisini yapan şiirleri
içerir. “C. Zarifoğlu İçin Dört Şiir” (ss. 135-144) başlıklı yedinci bölüm,
adında da belirtildiği üzere Cahit Zarifoğlu portrelerinden oluşur.
Kitabın en hacimli bölümü ise Tevrat ve Kutsal Kitap’a gönderimde bulunan
“Mezmurlar” (ss. 145-186) adlı sekizinci bölümdür. Şairin ticaret yaşamından ve
bazı somut yaşantılarından otobiyografik izler taşıyan şiirlere yer verildiği
“Tüccarın Günlüğü” (ss. 187-204) dokuzuncu bölümü oluşturur. Sivilleşme temalı
şiirleri de içeren “Sokağın Küçük Oğlanları ve Kızları” (ss. 205-226) kitaptaki
onuncu bölümdür.
Oğuz Atay’ın okuruna seslenişini anımsatan bir biçimde şiir anlatıcısının
beş epizottan oluşan bir şiirle tasnif ettiği okurlara seslendiği “Okuyucuya”
(ss. 227-236) adlı bölüm on birinci ve son bölümdür. “İlk Atlas”ta daha çok
sorgulayan, düşünen, kendi ben'iyle hesaplaşan, geleceğe ilişkin kaygıları
olan, muhafazakâr, modern bir ‘birey’ göze çarpar. Şiir kişileri ve
anlatıcıları sıradanlaşan gündelik yaşamın, “şeylerin kıyısında"[481] yaşayan modern çağın yenik ve silik
bireyleridir.
“İlk Atlas” sonraki yıllarda okura vaat ettiği büyük şiir coğrafyasının
kısa bir yol haritası gibi algılanır, şairin işaretiyle de[482] bu kitabın ardından “Orta Atlas” ve “Büyük
Atlas” gibi kitapların gelmesi beklenir. Bu beklentiyi Torun, Ayraçtaki yazısında
şöyle değerlendirir: “Şiirleriyle uzun hem de çok uzun bir yolculuğa
çıkmayı düşünen şairin kısa bir yolculuğu gibiydi ‘İlk Atlas’. Kısa bir tur ama
bir o kadar da kapsamlı, haber verici, yoğun bir ön keşif gezisi gibiydi.”[483]. Ancak on yıllar için şairin, insan ruhunun
atlaslarını çıkararak bunları hiyerarşik bir tasnifle yayımlama fikri
gerçekleşmez.
2. 4. 3. "Gazze Risalesi"
Cahit Koytak’ın şiir kitapları ardı ardına yayımlanmaya başlamadan önce
sürpriz bir şekilde, on beş gün[484] gibi kısa bir süre içinde, İsrail’in 2008 yılı
başlarındaki yirmi bir gün süren Gazze kuşatması sırasında yazılan ve aynı
coğrafyada yaşayan ve aynı peygamberin adlarını taşıyan Yusuf ve Jozef adlı
çocuklara yazılmış iki mektubu içeren “Gazze Risalesi” Pınar Yayınları tarafından
basılır. Kitabın basılması da tıpkı yazılması gibi aniden doğaçlama gelişen bir
durumdur.
Kitap, İsrail-Filistin Savaşı’nı ve savaş olgusu etrafında çocuğun durumunu
tarihsel ve teolojik referanslar ışığında, çocuk merkezli bakış açısıyla ele
alan üç ana bölümden oluşur. Birinci bölüm Gazzeli Yusuf’a şiir anlatıcısı
tarafından yazılmış on iki epizotluk mektuptan oluşur (ss. 9-52). İkinci bölüm
ise dört epizottan oluşan “Ekler” (ss. 53-60) bölümüdür. Son bölüm ise bölüm
başında yer alan notta da belirtildiği üzere Mehmet Koytak’ın uyarısıyla[485] kitaba eklenmiş Telavivli Jozef’e yazılmış
“Jozef’e Mektup” (ss. 61-86) başlıklı bölümdür.
"Gazze Risalesi", 2014 yılında Yunus Emre Enstitüsü tarafından
İngilizce ve Arapçaya çevrilerek Yunus Emre Enstitüsü başkanı Prof. Dr. Hayati
Develi'nin ön sözüyle yayımlanır[486].
2. 4. 4.
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı I, II, III"
“İlk Atlas”tan sonra üç ciltlik “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”
yayımlanır. Cahit Koytak, bir “oyun” olarak tasarladığı bu diziye İtalyanca “la
poetica commedia” alt başlığını koyar. İlk bakışta “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı”nın, Dante Alighieri’nin İtalyancadan “İlahi Komedya”[487] adıyla Türkçeye aktarılan “La divina commedia”sını[488] üst metin olarak ele alıp bu yapıtla metinler
arası bir bağ kurduğu dikkati çeker. İtalyanca poetik komedi anlamına gelen ve
“La divina commedia”yı anıştıran -la poetica commedia- ifadesi
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın üç cildinde de kitap adının alt
başlığı olarak yer alır.
“İlahi Komedya”; “Cehennem”, “Âraf’ ve “Cennet” adlarını taşıyan üç
kitaptan / bölümden oluşurken “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı” da -“İlahi
Komedya” kadar kategorize olmamakla birlikte- kendi içinde anlamsal bir
bütünlükle tematik bir tasnife dayalı olarak üç ciltten oluşur. Bu ciltler
“Cehennemden Yükselen Naşideler”, “Cennetin Tavan Resimleri”, “Cennette Gündelik
Hayat” gibi “İlahi Komedya”ya gönderim niteliğinde bölümler içerir. “İlahi
Komedya”da her bir bölümün “Kanto”lardan[489] oluşması gibi “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”
da farklı adlar taşıyan bölümlerden oluşur. Asıl parodiyi sağlayan ise içeriğin
kurgulanmasıyla ilgili öykünmedir. “İlahi Komedya”da ve “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı”nda bakış açısını sürekli elinde tutan şiir anlatıcıları,
kendinden önceki ve kendi çağdaşı şair, ressam, siyasetçi, müzisyen, filozof,
yönetmen, besteci, mimar, din adamı vb. gerçek ve / veya kurmaca kişileri
“Cehennem”, “Araf’, “Cennet” bölümlerinden birinde / “Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı’nın bölüm ya da epizotlarından birinde konumlandırıp fiziksel, ruhsal,
düşünsel portrelerini, sanatçının kişisel duyarlığı ve bakış açısı ışığında
işler.
Alt başlıkta kitabın “commedia” olarak adlandırılmasının bir başka
gerekçesi de şairin üç cilt tutarında bir hacimle anlattıklarını bir “komedya”
olarak tanımlamasıdır: “(...) Gökçe seyircilerin zevkine arz olunan /
Bu büyük komedyada benim de / Bir atımlık çığlığım, bir çakımlık rüyetim / Bir
kıvılcım hızıyla, sahneden gelip geçti.”[490].
Cahit Koytak, kitabın son cildinin sonundaki “Epilog’un beşinci epizodunda
üç ciltten oluşan “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’nı Orta Doğu mitolojisindeki
Simurg[491] söylencesine
anıştırmada bulunarak tanımlar: “gördün ey sabırlı okuyucu, / bu bir
kitap değil aslında, / kendi sokaklarında / benliğini arayan / uyurgezere bir
şehir; (,..)”[492]. Bu son
dizelerde şiir anlatıcısı, ilk olarak 15. yy.da Gülşehri[493] tarafından
adapte-çeviri olarak dilimize kazandırılan Feridüddin Attar’ın “Mantıku’t-
Tayr”[494] mesnevisindeki
Simurg’u arayan otuz kuşun aslında aradıkları şeyin kendileri olduğunun farkına
varmaları hikâyesindeki alegoriye gönderimde bulunulur. Kitap, aslında Simurg
hikâyesi gibi kadim bir motif / sorunsal olan “arayış” etrafında
kurgulanmıştır. “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”yla toplamda üç ciltten, otuz
bölüm ve bin yüz on sayfadan oluşan hacimli bir serüvenin sonuna gelen
okuyucuya “sabırlı okuyucu” diye seslenerek aslında bu kitabı yazma ve okuma
çabasının kadim bir problem olan arayış, kendini bulma ve kendini
gerçekleştirme serüveninden başka bir şey olmadığını vurgular. Kuşun Simurg
olarak adlandırılması da rastlantısal değildir. Çünkü “(...) Elbruz
dağında bulunan bu kuşun üzerinde her kuştan bir eser bulunduğu için Sîmurg adı
veril[diği] ”[495] gibi bütün insanlar da doğasında taşıdığı temel
insani özelliklerle “insanlık” denen bütünün birbirine benzer parçalarıdır.
Tıpkı bütün güzel “şey”lerin tek bütün bir şiirin mısraları ve iyi şiirlerin
insanlığın büyük şiirinin parçaları olması gibi.
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı” dizisi Ocak 2010 da yayımlanan “İlk
Atlas”ın hemen ardından 2010 yılı içinde yayımlanmaya başlanarak ciltlerin üçü
de aynı yıl içinde okuyucuyla buluşur. Birinci cilt Şubat’ta, ikinci cilt
Mayıs’ta, üçüncü cilt ise Ekim’de yayımlanır.
Birinci cilt, şairin kitabı eşine ve ablasına adadığını belirttiği bir
ithaf paragrafıyla başlar. Eşi için yaptığı ithafta kadının yaratılışıyla
ilgili kadim hikâyeye gönderimde
bulunulur: “Birbirimizin
göğüs kemiklerinden yaratılmış /
olduğumuzdan
kuşku duymayacak kadar, / ta başından beri kendimi ona ve onu kendime / ait
bulduğum sevgili eşime, / şiiri de sayarsak dokuz çocuğumun annesine, / Fatma
Nazife’ye (,..)”[496] (YŞK I, s. 5).
Cahit Koytak’ın kendini ruhen ve mizaç olarak yakın hissettiği ablasına ithafı
ise şöyledir:
“(...) kendisinden üç yıllık bir gecikmeyle / dünyaya
gelmeme rağmen, ikizi olduğumdan kuşku / duyulmayacak kadar ruhen kendisine
benzediğim, / bunun bir sonucu olarak da, hem hayata, / hem sanata açılırken
kendimi yanında hep / aynı pencerenin diğer kanadı gibi hissettiğim /sevgili
ablama, Necla Koytak’a...”[497] (YŞK I, s. 5).
Cahit Koytak, ablalarının en küçüğü Necla Koytak ile aralarında fazla yaş
farkı olmaması ve ithafta da belirttiği üzere ruh ve mizaç yakınlığı
dolayısıyla özel bir bağ kurmuş, kendini ona daha yakın hissetmiştir. Bu
yakınlık, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ilk cildinin ona adanmasını
sağlamıştır. İthaftan sonra kitap Franz Kafka’dan alıntılanan “
‘Yaratıcı güç! Yaklaş! / Çık gel, şu yoldan! / Bana hesap ver! / Benden hesap
iste! / Yargıla ve infaz et!”(YŞK I, s. 7) aforizmasıyla başlar. Kitap
bir tür giriş niteliğindeki okuyucuya seslenilen, kitabın kurmaca, gerçek; hem
kurmaca hem gerçek boyutları olduğuna vurgu yapan, şiirlerin ilk bakışta
dağınık görünse de bir bütünlük arz ettiğini anlatan dört epizotluk “Prolog”
(ss. 9; 11; 13; 14) şiiriyle başlar. “Prolog”dan sonra kitabın ana bölümleri
gelir.
İlk bölüm daha çok poetik metinlerden oluşan “Çıraklı Yılları”dır (ss.
17-46). Cahit Koytak bu bölümdeki “Yakarış”
(s.
19), “Nektar ve Ambrosia” (s. 22),
“Bedevi
Şair” (s. 24), “Şair ‘Bugün’den Geçiyor, Ebedi Yoksunluk Zamanı’ndan...” (s.
28), “Varlığın Dilleri” (s. 33) ve “Jonglör”... (s. 37) gibi manzum poetik
metinler aracılığıyla üç cilt tutarındaki uzun hikâyesine başlarken şiir
anlayışıyla ilgili açıklamalarda bulunur. “Yol Şarkıları” (ss. 47-78) adlı
ikinci bölüm çoğu manzum portre niteliğindeki şiirlerden oluşur. “ ‘Homeless’ ”
(s. 50), “Şair Bugünden Geçiyor, Ebedi ‘Yoksunluk Zamanı’ndan”
(s. 54), “Karanfil Makamında Caz
Semaisi
I-IV” (s. 57), “Mazurka” (s. 70), “Babamın Hikâyesi”. (s. 75) gibi kimi nesnel
gerçeklikle örtüşen kimi de tamamen kurmaca portrelerdir. Üçüncü bölüm “Yol
Arkadaşları” (ss. 79-132), figüratif kadro bakımından son derece geniş bir
bölümdür. Şair, romancı, filozof, besteci, roman kişisi ve kurmaca kişilerden
oluşan figüratif kadro; şiir öznesi, şiir anlatıcısı vb. konumlarda yer alır.
Dördüncü bölüm “ ‘Yol’un Arkadaşları” (ss. 133-156), daha çok Uzakdoğu
Antik Çağ’ı ve İslam Orta Çağ’ını fon olarak kullanan, tahkiye yönü ağır basan,
çoğu şairlere ait, kurmaca-gerçek portrelerden oluşmaktadır. “Yolun ve Rüzgârın
Kız Kardeşleri” (ss. 157-170) adlı beşinci bölüm tematik olarak kadın şair ve
sanatçılara odaklanır: Sapho, Virginia Woolf, İngeborg Bachmann, Eleni Vakalo,
Anne Sextone, Li ch'ing-chao. Şiirler, bu şiir kişilerinin otobiyografik bazı
ayrıntılarıyla Cahit Koytak’ın bir şair duyarlığıyla kendi iç dünyasındaki
izlenimlerini, sezişlerini, düşüncelerini ve bu kişiler hakkında
“hissettiklerini” içerir. Altıncı bölüm “Yolun Ayartmaları” (ss. 171-198),
manzum eleştiriler “Joker” (s. 173), “Şair Oidipus” (s. 180); poetik bir metin
olan “Homopoeticus”
(s.
176), İlhan Berk portresi olan
“Galatalı
Rimbaud” (s. 181), Appolinaire portresi “Deli & Dahi” (s. 186), Sürrealist
akıma öncülük eden Lautremont’un biyografisi ekseninde aklın eleştirisinin
yapıldığı
“Isidore
Lucien Ducasse” (s. 188), yönetmen Jean Cocteau
portresi olan “Şair
Cocteau:
Bütünü Aratmayan Detaylar” (s. 190), manzum eleştiri olan “Turganyev’le Son
Akşam Yemeği”
(s.
191), modernist mimar Charles-Edouard Jeanneret’nin
şahsında
modernliğin eleştirisini yapan “Şair Le Corbusier: Mekânın İntikamı” (s. 193)
şiirleri yer alır.
Yedinci bölüm “Cehennemden Yükselen Neşide”lerde (ss. 199-222) ise Dante
Alighieri, Lucius Domitius Ahenobarbus (Neron), Nietzsche portreleri ve poetik
şiirler yer alır. Sekizinci ve son bölüm “Bizanslı Şairler” (ss. 223-341) ise
tamamen kurmaca, nesnel gerçekliğe dayanan ve kurmaca-gerçek iç içe metinler
içerir. Bölümde, Şair Caius’un “Yeni İncil” yazma hazırlıkları ile buna ilişkin
çeşitli mektuplaşmaları ve on bir epizottan oluşan “Caius’un [şiir
anlatıcısının] ‘Yeni İncil’ İçin Kuramsal Taslakları” (s. 305)
geniş yer tutar. Bu bölüm kitabı anlamca
bütünlüğe
kavuşturmakla birlikte kendi içinde bir “Bizanslı Şairler” kitabı olarak
Bizantion’daki edebi ortamı, kurmaca bir dünya içinde resmeden bağımsız bir
kitap olarak da değerlendirilecek bir yapı arz eder. Bu durum Cahit
Koytak’ın “Şiir kitaplarımı roman gibi okuyun.”[498] düşüncesini doğrular.
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın ikinci cildi iki epigrafla başlar. Bu
epigraflar Cahit Koytak’ın tüm yapıtlarıyla anlatmak istediklerini ve sanata
bakışını özetleyen üst metinlerdir. Bunlardan ilki Cahit Koytak’ın insanı bir
kalfa / halife / tanrı çömezi, çırağı olarak gördüğü bu nedenle de insanın da
-sınırlı olmakla birlikte- yaratıcı bir varlık olduğu anlayışını yansıtan, Paul
Claudel’e ait “ ‘Bir tanrı değilim, fakat / (yaratmak için) /neyim
noksan?” aforizmasıdır (YŞK II, s. 5). Diğer epigraf ise Oscar Wilde’a
aittir. Cahit Koytak’ın bütün güzel “şey”lerin -mimarın ortaya koyduğu estetik
bir yapı, fırıncının fırından çıkardığı güzel bir ekmek, heykeltıraşın ortaya
koyduğu hayranlık yaratan bir yontu... - tek ve büyük bir şiirin parçası olduğu
ve bütün büyük sanatçıların bu bütünü tamamlamak üzere “oyun”da sahne aldığı
görüşünü açıklamakta üst metin olarak kullandığı “Bütün güzel şeyler
aynı çağa aittir.”(YŞK II, s. 5) aforizmasıdır.
Birinci ciltte olduğu gibi ikinci cilt de italik dizilmiş giriş niteliğinde
bir bölümle başlar. “Sol Elle Yazılanlar” (ss. 7-12) başlıklı üç epizottan
oluşan bu bölümün birinci şiirinde şiir nedir sorusu tanımlanırken, ikinci
şiirde şaire seslenilerek şiirinin; etkileyicilik, yalınlık, özlülük, doğallık
ve kalıcılık... gibi taşıması gereken özellikler sıralanır. Üçüncü şiirde
ise “(...) hazır yiyici, hazır gıyıcı /sıradan okuyucu”ya seslenilir
(s. 10). Bu girişten sonra kitap yedi bölümden oluşur.
Hayat, ölüm; şiir, esin temalarını işleyen şiirlerden oluşan “Yolun Kıyısı
Sözün Kıyısı” (ss. 13-30) ilk bölümdür. Hayyam portresi olan dört şiiri, Kafka
portresini ve yirmi bir epizottan oluşan Wittgenstein / "Viyanalı
Ermiş" portrelerini içeren “Tiyatro Çadırına Vuran Gölgeler” (ss.
31-108) ikinci bölümdür. “Yaşlı Çömez’in Şarkıları” (ss. 109-152) başlıklı
üçüncü bölüm daha çok şair, şiir; şiir- matematik, şiir-geometri, şiir-felsefe,
şiir-estetik ilişkilerini ele alan poetik metinlerden oluşur.
“Göğe Tırmanan Keçi Yoları” (ss. 153-202) adlı dördüncü bölümse Doğulu ve
Batılı birçok ismin portresinin yer aldığı bölümdür. Sezai Karakoç, Çu-Yuen,
Frederico Garcia Lorca, Dostoyevski, Eward Estlin Cummings, Ece Ayhan, Tu-Fu,
Franz Kafka bu bölümde portresine yer verilen şairlerdir. Şairin gündelik
yaşamından ve yaşanmışlıklardan izler taşıyan beşinci bölüm “Yoksulların ve
Şairlerin Tanrısı” (ss. 203-248) adını taşır. Diğer bölümler sırasıyla “Yol
Notları” (ss. 249-293), “Böyle Fısıldıyor Güzel Sözlerin Cini” (ss. 269-293),
ve “Yaşlı Şairden Şair Bayana” (ss. 294-359) adlarını taşır. Son iki bölüm;
şiir nedir, şair kimdir, şiir dili nasıl olmalıdır gibi poetik problemlerin ele
alındığı şiirlerin ağırlıkta olduğu bölümlerdir.
“Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın üçüncü cildi ise iki epigrafla başlar.
Bu epigraflar kitabın içeriğini özetleyen üst metinler olarak
değerlendirilebilir. Bunlardan ilki Rönesans Dönemi’nin ünlü İtalyan sanatçısı Michalengelo’ın
Platon'dan ve Atina Okulu’ndan hareketle ileri sürdüğü “En büyük
sanatçılar bile / bir mermerin kendi içinde / taşımadığı fikri üretemezler.”[499] (YŞK III, s.5) aforizmasıyla başlar. Diğer epigraf ise Henri Matisse’in sanat
eserinin evrensel bir bütünlüğe ulaşmasına vurgu yapan bir aforizmasıdır:
“İncir
ağacına baktığım zaman, / her yaprağının değişik bir biçimi olduğunu fark
ederim. / Her biri boşlukta kendine özgü bir salınımla kımıldar, / her biri
kendine özgü bir renkle ışıldar, / kendine özgü bir sesle bağırır. / Ama hepsi
bir ağızdan bağırır / ve tek söz çıkar ağızlarından: /İncir ağacı, incir ağacı,
incir ağacı!” (YŞK III, s. 5).
Diğer iki ciltte olduğu gibi bu ciltte de “giriş” niteliğinde bir bölüm yer
alır. “Arasözler” (ss. 9-18) başlıklı bu bölüm beş epizottan oluşur. Kitabın
sonundaki “son söz” niteliğindeki “Epilog”la (ss. 403-410)
"Arasözler" arasında on bölüm yer alır. “Bir Atölyedir İnsan” (ss.
19-56), “ ‘Ruh’ Dediğimiz Ne, Tanrının Şehri” (ss. 57-92) ve “Yolun Tozu,
Toprağı” (ss. 79-92) başlıklarını taşıyan ilk üç bölümdeki şiirlerin çoğu;
şiir, hayat, ölüm, iyi ve kötü şairin ne’liği ve nasıllığı gibi sanatçının
şiir-hayat- sanat anlayışını yansıtan poetik metinlerden oluşur.
Dördüncü bölüm “Cennetin Tavan Resimleri” ise görüşleri ve ileri sürdüğü
kuramla Phalanx Okulu’nun öncüsü Rus ressam Vasili Kadinski’nin portresi olan
“Vasili Kadinski’nin Kuruntuları” (s. 96) şiiri ile başlar. Bunu Necip Fazıl,
Fuzuli, Tagore, Tolstoy, Şeyh Galip, Nazım Hikmet, Turgut Cansever için
yazılmış portre şiirler izler. Beşinci ve altıncı bölümler “Cennette Gündelik
Hayat” (ss. 153-184) ve “Cehennemden Yükselen Neşideler” (ss. 185-214) anlam ve
içerik olarak birbirini tamamlayan bölümlerdir.
Yedinci bölüm “Sahnedeki Hayalet” (ss. 215-282), akıl, ölüm, hayat,
yaratılış-varoluş... temalarını işleyen şiirlerden oluşur. “Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri” (ss. 283-344) adlı sekizinci bölümde ağırlıklı olarak şairin
poetik görüşlerini yansıtan şiirlere yer verilir. Bir sonraki “Oyunlara Dönüş”
(ss. 345-368) bölümü sanatı, şiiri, kurguyu oyunlaştırma; hayatı oyun olarak
algılama bağlamında değerlendirilebilecek şiirlerden oluşur. Son söz
niteliğindeki “Epilog”dan önceki onuncu ve son bölüm bazı manzum eleştirileri
ve poetik metinleri içeren “Şairin Uyukladığı, Kaderin, Yazdıklarını Temize
Çektiği Geceler” (ss. 369-400) adlı bölümdür.
2. 4. 5. "Yeni Başlayanlar İçin Metafizik
Cahit Koytak’ın daha çok felsefi ve varoluşsal sorunsalları ele aldığı
“Yeni Başlayanlar İçin Metafizik” yukarıda tanıtılan üç ciltlik “Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı” dizisinin akabinde yayımlanır. Kitap, şairin dostu aynı
zamanda Taraf, gazetesinden “köşe komşusu” Alper Görmüş’e
ithaf edilir[500].
Kitabın yayımının ardından yayınevi kitap için Golden Horn Oteli’nde bir
tanıtım toplantısı düzenler Toplantıya “Beşir Ayvazoğlu, Ömer Erdem,
Kemal Sayar, Leyla İpekçi, Semih Kaplanoğlu, Markar Eseyan, Roni Margulies...”[501]gibi birçok entelektüel, yazar ve şair katılır. Cahit
Koytak’ın şiirlerini okuduğu toplantıda Ayvazoğlu, Cahit Koytak’ı “Kendi
şiirini iyi okuyan nâdir şairlerden”[502]'olarak
tanımlar. Margulies “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik”teki şiirlerin yalınlığına
rağmen taşıdığı entelektüel derinliğe işaret ederek duruma ironik
yaklaşır: “Bu şiir Türkiye ’de tutmaz! ”[503]. Şiirlerindeki
donanım, estetik ve şiirsellik üzerinde düşüncelerini paylaşanlara karşı Cahit
Koytak’ın tavrı son derece mütevazıdır. Kitabının tanıtım toplantısında sadece
şiir okumakla yetinen Cahit Koytak’ın yayımlanan son şiir kitabına ilişkin tek
tanıtım cümlesi şu şekilde aktarılır: “Şairin [Cahit
Koytak’ın] dilinden kitaba dair tek tanıtım cümlesi, ‘pazarlama’
çağında takla atan yazar çizer takımına inat, tam da bir şaire yakışacak
nitelikteydi: ‘Umarım düş kırıklığına uğramazsınız! ’ ”[504].
Kitabın başında üç epigraf yer alır. İlki Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin,
aşk halinin insan bilinci ve psikolojisi üzerindeki etki gücünü
vurgulayan “Bana âşıksan, darmadağın ederim seni!” (YBİM, s.
7) dizesidir. İkinci epigraf Napolili 17. yy. filozofu ve tarih kuramcısı
Giambattista Vico’nun[505] Tanrı’nın bağışlayıcı yönünü vurgulayan “Resimde,
kozmik kürenin üstünde duran / ve şakaklarında kanatları olan kadın figürü
/metafiziktir. /içinde göz olan parlak üçgense, / kendi kayrasının bir yönünü
sunan /Yüce Tanrıyı simgelemektedir...” (s. 7) cümleleridir. Üçüncü
epigraf, yapıtlarında insan doğasını ve temel insani durumları ele alıp
çözümleyen Andre Malraux’un ölüm karşısında insanın doğal durumunu
belirttiği “Bir rahip dostum şunu söylemişti bana: / ‘Aslına
bakarsanız, ister dindar olsun, ister / dinsiz, / tüm insanlar kördüğüm olmuş
bir korku ve umut /karışımı içinde ölürler’ ” (s. 7) alıntısıdır. Son
epigraf ise 19. yy.da yaşamış ve aynı zamanda da denizci olan Herman
Melville’in “yalınlık”ın önemini vurgulayan “Kendini, büyük sırlar
taşıyormuş gibi satmaktan /daha kolay ne var dünyada?” (s. 7)
aforizmasıdır. Bu dört epigraftan ilk üçü yapıtın matrisini oluşturan aşk,
Tanrı, insan, korku-umut temalarını anlamca tamamlamaktadır. Sonuncu epigraf
ise Cahit Koytak’ın poetikasının önemli bir yönünü oluşturan dilin ve yapıtın
yalınlığı anlayışını yansıtması bakımından yapıtla sanatçının poetik anlayışı
arasında bağ kurmayı sağlamaktadır.
Kitabın bölümlerinden önce “ön söz” niteliğinde “Prolog” şiir yer alır. Bu
şiirde şiir anlatıcısı şiir yazmak ve yapıtlar kurmak, yayımlamak
aracılığıyla “hayata benzeyen, ama hayat olmayan, / hayatı aşan, //
rüyaya benzeyen, ama rüya olmayan, / rüyayı aşan, / yazgıya benzeyen, / ama yazgı
olmayan, / yazgıyı aşan ”(s. 8) bir eylemde bulunduğunu belirtir. Bu
girişten sonra şiirlerin tematik olarak tasnif edildiği on beş bölüm gelir. Bu
bölümlerde varlık-yokluk, varoluş sorunsalı, insan, ölüm-hayat, kader, şiir,
metafizik, bilgi, inanç-kuşu, dil-düşünce, tanrı, zaman sanat... temaları
işlenir.
2. 4. 6. "Cazın Irmakları"
“Cazın Irmakları”, caz müziği, bu müziği yaratan kültürel, tarihsel,
sosyolojik ortam ve süreçler, cazın ideolojisi, kölelik olgusu ve psikolojisi,
caz enstrümanları, caz sanatçıları, caz-şiir-hayat ilişkisi temalarını ele alan
Türk şiir tarihinin caz temalı ilk şiir kitabı olma özelliği taşır. Kitap bir
yönüyle “(...) cazın / tanımına adanmış / denemeler[dir] (...)/
ama buna karşılık, / şu gerçeğin de altı / mutlaka çizilmelidir: / ‘şiir de
tanımlansa, tanımlansa, / ancak cazla tanımlanabilir! ’ ”[506].
“Cazın Irmakları” Cahit Koytak’ın yakın dostu ve eniştesi Muhammet Emin
Özkan’a ithaf edilmiştir[507]. İthaftan sonraki sayfada kitabı anlamca tamamlayan
üç epigrafa yer verilir bunlardan ilki Lead Belly adıyla tanınan 20. yy.ın ilk
yarısında Amerika'da yaşamış caz sanatçısı Huddie William Ledbetter’a ait “Yoksul
Howard ölüp gitti; / Ben burada, onun şarkısını / söylemek için kaldım”[508] (CAZ, s. 7)
dizeleridir. Bu epigraf aracılığıyla Lead Belly’nin unutulmaz caz eseri “Poor
Howard” ile “Cazın Irmakları” arasında sanat metninin işlevi bakımından bağ kurulur.
“Poor Howard”taki anlatıcı da “Cazın Irmakları”nın anlatıcısı da ölüp giden
yoksulların, kölelerin ve usta caz virtüözlerinin öykülerini anlatarak onları
ölümsüzleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu yönüyle “Cazın Irmakları”, yoksulların ve
şairlerin öykülerini anlatan “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”nın bir devamı
olarak değerlendirilmelidir.
Cahit Koytak’ın şiirleri ile ulaşmayı amaçladığı bütünlük rüyası, her bir
yapıtın birbirine eklemlenerek anlamlı bir bütüne ulaşması ve her sanatsal
yapıtın da bir büyük şiirin parçaları olduğu düşüncelerini içeren, Joachim E.
Berendt’ten alıntılanmış cümleler[509] kitabın ikinci epigrafını oluşturur.
“Cazın Irmakları”nın son epigrafı ise şairin kurmaca şiir kişisini
konuşturduğu bir pasajdır. Bu pasajda kurmaca şiir kişilerinden
"GÜZELSÖZLERİNCİNİ" şiir anlatıcısı olan efendisine cazın tanımını
yapar. Bu tanıma göre caz, siyah insanın gördüğü baskılar sonucu kömürken
elmasa dönüşerek -tıpkı yüksek basınç altında kalan kömürün elmaslaşması gibi-
soundun göğüne saçılmış dehasıdır[510].
“Cazın Irmakları” Cahit Koytak’ın diğer kitapları gibi bir tür “giriş,
tanımlama, ön söz” olarak tanımlanabilecek bir şiirler başlar. Şiirin adı,
içeriğe uygun olarak “İlk Vuruşlar” adını taşır. Üç epizottan oluşan “İlk
Vuruşlar” yapıtın niçin yazıldığını açıklar (s. 8) ve “Cazın Irmakları” boyalı
bahçeye benzetilir (s. 14). İnsanın müzik için yaratıldığı ve tüm ses ve
susuşların insan kulağı için var edildiği belirtilerek dünyanın da zaten biri
hayat diğeri ölüm olan iki telli bir çalgı olduğu belirtildikten sonra kitabı oluşturan
ana bölümlere geçilir.
On dört bölümden oluşan kitap, cazın kısa tarihinin, tanımlarının, caz
ustalarının biyografilerinin, cazın ortaya çıkış serüveninin şiirleştirildiği
bölümlerle başlar. Kitap kendi içinde tematik açıdan bütünlüklü bir görünüm
sergiler.
2. 4. 7. "Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat"
Cahit Koytak’ın yayımlanan sekizinci kitabı “Ölüme Çare ya da Şen
Maneviyat” ölüm, insanın ölüme ilişkin endişe ve duyguları, umut ve umutsuzluk
arafında gelgitleriyle pandülleşen insan aklının açmazları, ölüm karşısında
irfanı, insan doğasının ölüm ve Tanrı karşısındaki durumunu ele alan şiirleri
içerir. Şair, “(,..)yerin ve göğün, /yerde ve gökte olup bitenlerin, /
olacak olanların, sadece korkularla, / boğuntularla, insanı mutsuz eden /
tasavvurlarla değil, fakat neşeyle, / coşkun bir neşe ve açık zihinlilikle de /
algılanabileceğine, hissedilebileceğine inan[dığı] ”[511] için kitaba “Ölüme Çare”nin yanında “Şen
Maneviyat” adını da uygun görmüştür.
Kitap, Cahit Koytak’ın Ankara’da yaşayan küçük kardeşi Mehmet Koytak’a
ithaf edilir[512]. Mehmet Koytak,
ağabeyinin sanatsal konularda hem “zevk ortağı” hem de yazdıklarının ilk elden
eleştirmenidir[513]. Kitap, içeriği anlamca destekleyen üç üst metinle
başlar. Bu epigraflardan ilki Amerikalı şair ve yazar Anne Sexton’a ait
tanrıtanımazlığın olanaksızlığını belirten “Tanrısız olmak, fili yutmak
isteyen yılan olmak gibi görünüyor bana.” (ÖÇ, s. 7). İkinci epigraf
ise varoluşçu yazar Kafka’nın aforizmasıdır. İnanmanın özgürlüğe kavuşmak ve
kendini var etmekle eşdeğer olduğunun belirtildiği bu aforizma, kitabın temel
temalarından olan “inanç”ın olgusal anlamda insanı kaim kılan bir değer
olduğunu vurgular: “inanmak, kendi içindeki yokedilmezi /
özgürlüğe kavuşturmaktır, / daha doğrusu kendini özgür kılmak,
/ daha doğrusuyokedilmez olmak, /daha doğrusu olmak’tır.” (ÖÇ, s.
7).
Üçüncü epigraf ise Cahit Koytak’ın “Harranlı Müneccim” (YŞK, s.
232) şiirinin şiir kişisi olan kurmaca kişilik Harranlı Müneccim’e aittir. Bu
epigrafta ise insanın ölüm endişesi ve ölüm karşısındaki tavrı vurgulanarak
okuyucu içerikteki benzer temalara hazırlanmış olur: “Ben derim ki, tek
başına ölüm, / öldüremez insan ruhunu; insanı öldürse, ölümden çok, / ölüm
endişesi öldürür.” (ÖÇ, s. 7) epigrafıyla başlar.
Epigrafların ardından gelen Cahit Koytak’ın bütün kitaplarında olduğu gibi
“ön söz” niteliğindeki “Prolog” şiiri (ÖÇ, s. 8) üç epizottan oluşur.
Birinci epizot ölümün kaçınılmazlığını; ikinci epizot, yer yüzünde bir Tanrı
kalfası / halifesi olan insanın, sanatçının Tanrı mesleği olan sanat-şiir
yolunda saflığı hedefleyerek ölüme çare arayışını; üçüncü epizot, her şeyiyle
kendini Allah’a ait hisseden şiir anlatıcısının şiirle ve güzel sözlerle
"Allah’ın çağlayanına dudaklarını uzatarak susuzluğunu giderme" (ÖÇ,
s. 12) isteğini -bu eylemi kitap aracılığıyla- yapacağını belirtir. Prologdan
sonra gelen şiirler tematik özelliklerine göre on altı bölüm olarak
sınıflandırılarak şiir kitabının “kurgu”su tamamlanmıştır.
2. 4. 8. "Dudakta Bekletilen Şarkılar"
Cahit Koytak’ın yayımlanmış son kitabı “Dudakta Bekletilen Şarkılar” diğer
kitapları gibi bütünlüklü bir “kurgu”ya sahiptir. Her şiir doğal olarak
-tamamen nesnel yaşantıya yaslanan şiirler de dâhil olmak üzere- son derece
silik bile olsa bir tahkiyeye sahip olduğu için sonuçta bir kurgudur. Ancak bir
şiir kitabının bütünlüklü olarak bir kurgu içermesi sıra dışı bir durumdur.
Kitaplarının taşıdığı bu sıra dışı özelliklerden ötürü okuruna “Şiir
kitaplarımı roman gibi okuyun! ”[514] diyerek salık veren Cahit Koytak, her kitabıyla
bütüne akan poetik anlayışını daha belirgin kılmak amacıyla bu kitabında kitap
adının altına “ŞİİR / ROMAN” alt başlığını koyar.
Kitabın iç kapağında, dış kapakta belirtilmeyen bir alt başlık vardır:
“(Zamanı Bekleten Şarkılar / birinci kitap)”. Bu alt başlık kitabın bir serinin
ilk kitabı olduğunu bildirmektedir. Kitabın son bölümünün son şiiri “Sol Elle
Yazılanlar”da ise bir sonraki cildin “bir konak ötede [ki]” (DBŞ,s. 375)
“Yürekte Bekletilen Şarkılar” olduğu belirtilir zaten son sayfada da “Birinci
Kitabın Sonu” (s. 376) ifadesi yer almaktadır.
Cahit Koytak önceki kitaplarında sürdürdüğü ithaf geleneğini bu kitabında
da sürdürür. Önceki kitaplarda ithaflar tekil kişilere yapılırken bu kitabın
ithafı bir şiir aracılığıyla “Sevgili çocukları(...)” ve “Evladü
ayali[ne] ”dir (DBŞ, s. 5, 6)[515]. İthaftan sonra kitabın başında yedi epigraf yer
alır. Cahit Koytak’ın yayımlanmış kitapları içinde en fazla sayıda epigrafı bu
kitap içerir. İlki varoluşçu filozof Kierkekard’ın felsefi bir benlik
sorgulamasıdır. Bu epigrafta insanın varlığının bir gizem olduğu vurgulanarak
Tanrı’nın insanı yaratarak onunla insana ne demek istediği sorgulanır.
Kierkegard’ın bu epigrafıyla kitabın varlığı ve insanın kendi varlığını
sorgulayan tarafı vurgulanır:
“ ‘İnsan sadece başkaları için değil, kendisi için de bir gizemdir,
herhalde.
Kendime
bakıyorum, kendimi inceliyorum;
bundan
sıkılınca da, vakit geçsin diye
bir puro
yakıp düşünüyorum,
Tanrı
benimle ne kastetmiş olabilir?
Yahut benden
ne yapıp çıkarmak istiyor,
acaba? ’ ”
(DBŞ, s. 7)
İkinci epigraf ise Charles Baudelaire’den alıntılanır. Baudelaire ruhun
varlığını, “ince, yararsız ve ızdırap” veren durumun müsebbibi olarak
görür. “Ruh öyle ince, çoğu zaman öyle yararsız, / ve bazen de insana
öyle / ıstırap veren bir şey ki... ” (DBŞ, s. 7).
Üçüncü epigraf, insanın görünenin ve bilinenin ötesinde farklı bir varlık
olduğunu anlatan Dostoyevski’den alınmış bir epigraftır: “Ben, ben,
ben. Hayır, öyle bir şey yok, efendim, / Demek istediğim, aslında bu gördüğünüz
/ ben değilim. Evet, evet, hepsi bu kadar.” (s. 7).
Oscar Wilde’dan alıntılanan yedinci epigraf üçüncü epigrafla
paraleldir. “Bir maske, altındaki yüzden / daha çok şey anlatır.” (DBŞ, s.
8). Burada da insanın öykündüğü yaşantının ya da rolün / taktığı “maske”nin,
insan hakkında insanın görünen yaşantısından / yüzünden daha çok şey anlattığı
belirtilir. Dolayısıyla Wilde’ın ve Dostoyevski’nin her iki epigrafında da
insanın görülenin ve bilinenin dışında bir olgu olduğu tezi desteklenir.
Rabindranath Tagore ve Herman Melville’den alıntılanan dördüncü ve beşinci
epigraflar ise gerçeğin peşinde koşmayı, hakikat avcısı olmayı salık veren
aforizmalardır[516].
Aforizmalardan sonra Cahit Koytak’ın bütün yapıtlarında olduğu gibi
“Prolog” şiiri yer alır. Adında da belirtildiği gibi bir şarkılar kitabı olarak
tasarlanan “ROMAN / ŞİİR”in her bir bölümü “şarkı” olarak adlandırılmış on dört
bölümden / şarkıdan oluşur. Ancak bu kitapta diğerlerinden farklı olarak her
bir bölüm kendi içinde anlamca bütünlük oluşturan alt bölümlere ayrılır.
Cahit Koytak’ın şiir kitaplarının ardı ardına yayımlanması karşısında
edebiyat medyası birkaç küçük kitap tanıtma yazısı dışında sessiz kalır.
Sanatçıya ve sanata gösterilmesi beklenen ilginin her zamanki gibi yetersiz
kalması karşısında Metin Önal Mengüşoğlu İstanbulBirNokta’’da
yayımlanan yazısında tepkisini ortaya koyar.
“Cahit
Koytak’ın -tabirimi hoş görün- adeta anaç kerpiç gibi muhteşem kitapları
yayımlanmaya başladıktan sonra ne yaptılar? Şenlik ateşleri yakarak özel
sayılara mı hazırlandılar? Üstü üstüne eleştiriler, incelemeler mi
yayımladılar? Yoksa yine bildikleri yolda muhafazakârlıklarını sürdürüp
'bildiğim çubuk, çaldığım düdük’ diyerek söğüt dallarını yolmaya mı devam
ettiler? Neredeydi Hece Dergisi, Dergâh, Yedi İklim, Türk Edebiyatı ve saire?
Niye ve nasıl bu kadar suskundular? Hani Zaman, Yeni Şafak, Star gibi
gazetelerin kitap eklerinde gümbür gümbür incelemeler, sevinç çığlıkları,
alkışlar, övgüler, eleştiriler? (...) memleketin edebiyat çevreleri Cahit
Koytak’ın çıkışı karşısında yine büyük oranda kör ve sağır davranmayı seçtiler
”[517].
Bu suskunluk karşısında Cahit Koytak ise her zamanki sessizliğini daha
doğrusu münzevi tutumunu sürdürür. Şiirleri, poetikası ve yapıtlarına
yöneltilen olumlu-olumsuz eleştiriler karşısında şiirden başka bir mecrada söz
söylememe ilkesine sıkı bir biçimde bağlı kalamaya devam eder.
Cahit Koytak’ın Ağustos 2014’e kadar yayımlanmış telif şiir kitapları
kronolojik yayım sırasına şunlardır:
Cahit Koytak, İlk Atlas, Yazı Yayıncılık, İstanbul 1990.
Cahit Koytak, Gazze Risalesi, Pınar Yayınları, İstanbul
2009.
Cahit Koytak, İlk Atlas, 2. b.,Timaş Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Şairlerin ve Yoksulların
Kitabı I, Timaş Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Şairlerin ve Yoksulların Kitabı
II, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.
Cahit Koytak, Şairlerin ve Yoksulların Kitabı
III, Timaş Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Yeni Başlayanlar İçin Metafizik, Timaş
Yayınları, İstanbul
2011.
Cahit
Koytak, Cazın Irmakları, Timaş Yayınları, İstanbul 2012.
Cahit Koytak, Ölüme Çâre ya da Şen Maneviyat, Timaş
Yayınları, İstanbul 2013.
Cahit
Koytak, Dudakta Bekletilen Şarkılar, Timaş Yayınları, İstanbul
2014.
2. 5. Çok
Dilli Çevirmen
Kimya mühendisliği eğitimi alan ve Ankara Şeker Fabrikalarında altı ay gibi
kısa bir mühendislik mesaisi dışında bu alanda çalışmayan Cahit Koytak,
kuyumculuk, bezzazlık, tüccarlık ve özel bir televizyonda yayın yönetmenliği
gibi işler yaparken şiir sanatına olan tutkulu bağlılığının yanında dil
öğrenmeye de vakit ayırarak kendi kültür atlasına Arapça, Fransızca ve
İngilizceyi de ekler. Hacopulo Han’da Yaşar Bostan’la ortak olarak sekiz yıl
kadar bezzazlık yapığı sıralarda buradaki müsait zamanlarında çalışarak kendi
çabalarıyla dil öğrenir. Bu dönemlerde sözcük fişleri hazırlayarak kelime
ezberlemek onun günlük işlerindendir. Dil öğrenmede kullandığı başka bir yöntem
de iyi çevrilmiş kitaplarla onların özgün dildeki baskılarını okuyup çeviriyi
cümle cümle karşılaştırmaktır. Cahit Koytak, dil öğrenme çabasını Murat Tokay’a
şöyle anlatır: “Dil bilmek büyük bir zenginlik. Türkçeye iyi çevrilmiş
kitaplarla orijinalini bulur karşılaştırırdım. Kelime fişleri koyardım cebime.
Okuya okuya söküyor insan. Düzenli, istekli ve ısrarlı olunursa her VI •• 1
•
1 y >>313
dil için bir
yıl yeter. .
Ona göre çok dilli olmak yetiştiği kültürel coğrafyanın kadim kültür
köklerinin doğal bir gereği hatta zorunluluğudur.
“Bizler Türkçe konuşan, Türkçe düşünen, Arapça
yakaran, Farsça divanlar, mesneviler yaratan, Hint, Çin, Asur, Babil, Mısır,
Kenan iklimlerinde dolaşıp gelmiş, iliklerine kadar İbrahimi arketiplerle
bezenmiş, kadim Yunan ’ın, Bizans ’ın tam üstünde oturan, o toprağa kök salan,
boy veren, çiçeklenen ve köklerini ve dallarını Avrupa’nın yüreğine kadar
uzatan Yakın Şark’ın ve Urumeli’nin (Anadolu-Türkiye) çocuklarıyız.”(YŞK II, s.
176)[518] [519].
Böylesine derin ve geniş yelpazeli kültürel mirası tevarüs eden bir sanatçı
olarak Cahit Koytak’ın çok yönlü, çok boyutlu, çok dilli, kuşatıcı fikirleri ve
yapıtlarıyla yerelden evrensele ulaşan bir sanatçı olması son derece anlamlı ve
doğallıkla olması gereken bir durumdur.
Cahit Koytak’ın dile olan merakı, sözcük etimolojisine duyduğu ilgi
şiirlerine de yansır. Sevan Nişanyan’a özel bir ilgi gösterip ona ithaf ettiği
şiirlerde Nişanyan’ı “Güzel sözlerin bahçıvanı”31 olarak
adlandırmasında dilsel konulara olan özel eğiliminin de payı vardır. Tarafta yayımlanan
“Dilin Güzelliği” şiirinde “havva” sözcüğünün etimolojik,
didaktik bilgisini şiir estetiği içinde yorumlayarak, şiirinde dilbilgisine
şairane yaklaşımını ortaya koyar:
“Dilin Güzelliği
‘Havva ’, kadın için kullanılan ilk isim;
‘Hayat’la aynı kökten mi?
‘Hayâ ’yla aynı kökten mi?
Araştırmalı bunu...
Birden, öylesine anlamlı,
Öylesine muhteşem ve zorunlu
bir akrabalık gibi görünüyor ki
Bu ses uyumu, anlam ilintisi bana,
Çiviyazısı söker gibi başlayan,
Ve rehbersiz, haritasız,
El yordamıyla giden
Kör topal Arapçamla istidlal ederken onu,
Kendi kendime,
‘Bırak, şair, diyorum, bırak,
Lügate bakıp da büyüyü bozmaktansa,
Galat-ı fahişe düşüp
Kulaklarına kadar kızarmayı
Hem de aşkla, bütün havva kızları için,
Hayâyı ve hayatı yücelterek
Göze almaya değmez mi, bu? ’ ”[520] [521].
Dile olan ilgisi hem temel malzemesi dil olan bir şair olarak hem de bir
çevirmen olarak Cahit Koytak’ı Türk ve dünya kültürünün önemli bir figürü
haline getirir. Çevirileri Tagore’dan, Halil Cibran’a; Frantz Fanon’dan
Muhammed Esed’e; Ebul Fazl İzzet’ten Ebu’l- Ala Mevdudi’ye kadar uzanan geniş
bir yelpazeyi kapsar. Manzum ve mensur çevirilerinde Cahit Koytak, başarılı bir
çevirmen olarak kabul görür. Hatta bir dönem evine kapanarak yaptığı
çevirilerle geçimini sürdürür[522]. Bir şair olması onun manzum çevirilerde hatırı
sayılır bir çevirmen olarak kabul görmesini sağlar. Halil Cibran’ın anadili
Arapça değil de İngilizce yazdığı şiirlerinin külliyat halinde Türkçeye
aktarılması değerlendirilirken bu duruma dikkat çekilir.
“Sanki
çevirmemiş aslına sadık kalarak yeniden yazmış. Okurken şiirlerin başka bir
dilde değil de Türkçede yazıldığı izlenimine kapılıyorsunuz. Hem anlam kaybı
olmamış; hem de şiirimsilik bozulmamış. Kelime seçiminde de bir o kadar özenli
davranılmış. Bahçe sulamak dememiş, ‘suvarmak’ demiş; çünkü böyle der bu
toprakların toprakla uğraşanları. Bahçenin bölümlerine ‘evlek’ der. ‘Künhüne’,
‘nadan ’, Cahit Koytak ’ın imbikten damıtıp şiirin özüne yerleştirdiği, başka
bir kavramla telafi edilmesi güç kelimeler. ”[523].
Cahit Koytak’ın en çok ses getiren çevirisi Ahmet Ertürk’le birlikte çevirdikleri
Muhammed Esed’in orijinali İngilizce olan “Kur’an Mesajı”[524] adlı meal-tefsiridir. Bu çeviride 7-28.
surelerin meal-tefsir çevirisi Cahit Koytak tarafından yapılır. Esed’in
meal-tefsirinin farkı Kur’an-ı Kerim’e akılcı bir bakış açısıyla bakarak
analitik bir tutumla tefsir etmesidir. Muhammed Esed, uzun süren İslam’a bir
çıkış yolu bulma arayışının sonunda edindiği kanaatler doğrultusunda İslam
dünyasında bir zihniyet değişikliği öngörür. Bu zihniyet değişikliği, İslam’da
temel doktrin olan vahye zihin açıklığıyla, önyargı ve hurafelerden uzak,
berrak bir akılla yaklaşarak mümkündür. Zira “Önceki nesillerin
kavramlarını ve düşünme biçimlerini ve fikirlerini aynen tekrar ve taklit
kusuru giderilmediği müddetçe, islamî konularda fikrî gelişme beklenemez”[525]. Bu nedenle zihniyet değişikliğine giden yolda
Kur’an-ı Kerim’in farklı ve pratik bir bakış açısıyla rasyonel bir biçimde
yeniden okunup anlamlandırılması gerekir. Çünkü “İctihâd, müçtehidin
kendi zamanı için geçerlidir. [ve] (...) ictihad kapları(...)
insanın araştıran aklına asla kapanmayacaktır.]”[526]. Bu
gereklilikten ötürü Muhammed Esed’in, ayetleri anlamada ve yorumlamada“(...)
soğukkanlı ve akılcı davrandığını; problemleri özünden tesbit ve tahlil eden,
çözüme yardımcı öneriler sunan bir yaklaşıma ulaştığını; kavramları anlam
çerçevesini bulmuş bir şekilde kullandığını görürüz.”[527] [528].
Cahit Koytak - Ahmet Ertürk İkilisinin çevirisiyle Türkçeye kazandırılan
“Kur’an Mesajı” bu yeni yaklaşımıyla “(...) Müslüman kesimlerde
neredeyse bir ”323
zihniyet
değişimi gerçekleştirir] . Cahit
Koytak, Muhammed Esed in daha doğru anlaşılmasını sağlayacak bir Muhammed Esed
otobiyografisi olan “The Road to Mecca”yi[529] “Mekke’ye Giden Yol”[530] adıyla Türkçeye çevirir. Bu yapıt Esed’i ve onun
düşünce dünyasını biçimlendiren süreci ve koşulları anlamada önemli bir işleve
sahiptir. Ayrıca Cahit Koytak, ilerleyen süreçte hazırlamakta olduğu “Herkese
İnen Kitap / Bir Kur’an Çevirisi”ni yayımlamayı planlamaktadır. Bu bir meal
değil isminde de vurgulandığı gibi ‘çeviri’dir[531]. Cahit Koytak bu çeviride Kur'an'a "zihin
sarahati"yle yaklaşmayı önemsemektedir.
Ebu’l Ala Mevdudi’nin aslı Urduca olan “Kur’an- Kerim’de Dört Terim -İlah /
Rab / Din / İbadet-”[532] adlı yapıtı İngilizce çevrisinden[533] Türkçeye Cahit Koytak tarafında aktarılır. Bu
dört terim Kur’an’ı anlamanın anahtarları olan temel kavramlardır. Ebu’l Fazl
İzzet’ten de “İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş”[534] adlı eser Cahit Koytak tarafından Türkçeye
kazandırılır.
Cahit Koytak Frantz Fanon’un “siyahi olma” kompleksinin nasıl yaratıldığını
ve bu kompleksin yol açtığı psikososyal travmaları tartıştığı, ırkçılık karşıtı
“Peau noire, masques blancs”[535] adlı yapıtını “Siyah Deri Beyaz Maske”[536] adıyla Fransızcadan Türkçeye çevirir. Cahit
Koytak, 1988 yılında yayımladığı bu çeviriyle Türkiye Yazarlar Birliği
tarafından “Yılın Mütercimi” ödülüne layık görülür[537]. “Cazın Irmakları”ndaki sömürülen, ezilen, dışlanan,
psikolojik baskı altında yaşayan “(...), baskılana baskılana, /
kömürken elmasa dönüşen deha\\a\ (,..)”[538] sahip siyahi şiir kişilerini ve sanatçıları
işlediği şiirlerinin bu kitabın çevrilmesinden sonra yazıldığı dikkat çeker.
Mehceret edebiyatının öncülerinden kabul edilen[539] Lübnanlı Arap şair Halil Cibran’ın külliyatından
önemli eserler İngilizceden Türkçeye Cahit Koytak tarafından aktarılır.
Ailesiyle birlikte küçük yaşta Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden Halil
Cibran medrese eğitimi için kısa bir süreliğine Beyrut’a dönse de önce
Fransa’nın sonra yeniden Amerika’nın yolunu tutar[540]. Yapıtlarını İngilizce olarak yazıp yayımlayan
Cibran, Cahit Koytak’a benzer biçimde duru ancak derinlikli metinleriyle dikkat
çeker. Bu anlamda Cibran ve Cahit Koytak poetik açıdan benzer genleri
taşımaktadır. “Cibran’ın edebiyata, tabiata, varlığa basit ama
derinlikli bakışı (.)””[541] Cahit Koytak’ta da belirgin bir biçimde görülür[542]. Cahit Koytak Cibran’ı çevirirken “(...)
Cibran’ın şiirlerini her kelimesine her hecesine nüfuz ederek, anlamlarını hiç
eksiltmeden, hatta çoğaltarak, mükemmel bir Türkçe ile çevir[ir].”[543].
Cahit Koytak'ın Cibran'dan yaptığı çeviriler kronolojik sıraya göre şu
şekildedir:
Halil Cibran, Tanrı Elçisi -Nebi-, Çev.: Cahit Koytak,
Kapı Yayınları, İstanbul Mart 2012.
Halil Cibran, Gezgin -Kıssalar ve Hikmetler-, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Mart 2012.
Halil Cibran, Kaçık, Çev.:
Cahit Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Nisan
2012.
Halil Cibran, Kum ve Köpük, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Nisan 2012.
Halil Cibran, Yeryüzü Tanrıları, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Haziran 2012.
Halil Cibran, Öncü, Çev.: Cahit Koytak, Kapı Yayınları,
İstanbul Haziran
2012.
Halil Cibran, Gözyaşları ve Kahkahalar, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Temmuz 2012.
Halil Cibran, Vadinin Perileri, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Temmuz 2012.
Halil Cibran, Gece ile Sabah Arasında, Çev.: Cahit Koytak,
Kapı Yayınları, İstanbul Ekim 2012.
Halil Cibran, Gönlün Sırları, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Ekim 2012.
Halil Cibran, Başkaldıran Ruhlar, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul 2013.
Halil Cibran, Kırık Kanatlar, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul
2013.
1913 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ve Bengal edebiyatında “büyük romantik
çağı başlatan”[544] öncü şairlerden olan Rabindranath Tagore’un
külliyatından üç kitap Cahit Koytak tarafından İngilizceden çevrilerek
yayımlanır. Cahit Koytak’ın Tagore’dan yaptığı şiir ve düzyazı çevirileri yayım
sırasına göre şu şekildedir:
Rabindranath Tagore, Veda Şarkısı, Çev.: Cahit Koytak,
Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Rabindranath Tagore, Gitanjali -Tanrı’ya Adanmış Şiirler-, Çev.:
Cahit Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Rabindranath Tagore, Ayın Bitmeyen Çocukluğu, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
POETİKASI
3. POETİKASI
3. 1. Poetika Kavramı
Sanat tarihinde ilk defa[545] sanatsal üretime ilişkin bir terim olarak
Aristoteles’in aynı adlı yapıtında kullanılan poetika kavramı Yunancada “
‘yapmak’, ‘üretmek’, ‘yaratmak’ anlamına gelen poiein fiiline
bağlı bir sıfat”[546] olan poietikos sözcüğünden türemiştir. Günümüzde
kullanılan "poetika" teriminin isim babası da dolayısıyla
Aristoteles'tir[547]. Poetika, antik çağdan günümüze farklı anlam ve
kapsamlarda tanımlanmıştır. Örneğin Aristoteles’in, “real objenin
taklidini değil de, idealize edici bir faaliyeti kasteder[ek]. ”[548] kullandığı "poetika" kavramı,
yansıtmaya / mimesise / taklide dayalı tüm sanatsal türlere ilişkin bilgi ve
sorunları karşılayacak geniş kapsamlı bir terimken Horatius’un (MÖ 65-8) Ars
Poetika’sında[549] poetika kavramı, şiirde biçim ve içeriğin
ölçülülüğü ve uygunluğu bağlamında ele alınır[550]. Antik Çağ’dan günümüze[551] [552] poetikanın felsefe, sanat, estetik ve edebiyat
bağlamlarında tanımı ve kapsamı farklı biçimlerde belirlenmiştir.
Türk Dil Kurumunun Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü’nde* sadece
Aristoteles’e ait bir yapıt olarak anılmakla birlikte günümüzde şiir sanatı terminolojisi
içinde değerlendirilen bir terim olarak konumu belirginleşen poetikanın tanımı
ve kapsamı netleşmektedir. Özellikle Todorov’la birlikte poetika kavramı
dünyada her
ne kadar “edebiyatla ilgili bir bilimsel disiplin"' anlamında
kullanılmaya başlamışsa da Türk edebiyatında son yıllarda yapılan çalışmalarda
poetikanın bilim alnından çok bilgi alanı olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu
çalışmalarda poetika; belli bir dönemin, kuşağın, topluluğun hatta bir şairin
kendine özgü şiir anlayışı ve tanımı, şiire ilişkin görüşlerinin tamamı olarak
ele alınmaktadır. Poetikayı “bilim” olmaktan çıkararak “bilgi” alanı haline
getiren en önemli yönü ise tamamen öznelliği ve sanatçıya / şaire, gruba,
harekete, akıma, döneme özgülüğüdür. Poetikanın subjektif doğasından
ötürü "Poetika pozitif bir bilim değil, hatta kurallarını
kendisinin getirdiği normatif bir bilim de değildir."[553] [554]. Bu
bağlamda poetika "Şiir sanatı üzerine söylenmiş /yazılmış derli
toplu görüşleri, teorileri içeren yazı. "[555] olarak tanımlanır. Poetika, sanatçının şiire
ilişkin özgün görüşlerinin sistematik bütünü olarak tanımlanmakla birlikte
şiire ilişkin yorum ve saptamaları, yöntemsel çalışmaları kapsayacak biçimde de
tanımlanır: "Şiir sanatı, şiir sanatıyla ilgili görüş ve
düşünceler demektir. Genel olarak şiirin yapısı ve şiir üzerine yapılan
inceleme anlamında kullanılır. "[556]. Ancak poetikanın bireyselliği, şaire özgü oluşu onu
genel geçer bir şiir inceleme ve değerlendirme yöntemi olmaktan uzakta
tanımlamayı gerektirir. Bu nedenle son yıllarda yapılan çalışmalarda ve
tanımlama çabalarında poetikanın şaire özgülüğü / bireyselliği belirgin biçimde
vurgulanmış, şiirin yapısı ve şiir metnini inceleme yöntemleri üzerine yapılan
çalışmalar poetika kavramının dışında tutulmuştur.
"Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü
demektir. Şiire dair meseleleri belli bir örneğe bağlı kalmadan irdeler.
Herhangi bir şiir metnini, şairin şairliğini yorumlama, değerlendirme ve bunlar
yapılırken kullanılacak yöntemi belirleme gayesi bulunmaz. Poetika şahsîdir,
kişiye bağlı bir bilgi dalıdır. "[557].
Belli bir "örneğe" /şaire / şiire bağlı
kalmadığı için poetika, "şiire ilişkin her türlü meseleyi genel
ölçekte ele alan"[558] bir bilgi alanıdır.
"Bu nedenle poetikanın amacı, şiir inceleme
yöntemlerini bir kalıp içine sokmak da değildir. Poetikanın kural koyuculuk
gibi bir isteği de yoktur. Ancak, onun bu amaçsızlığı genel bağlamdadır. Çünkü
poetika, kişiye / kişiselliğe dayalı bir alandır. Başka bir söyleyişle,
poetika, bizzat şairlerin (kendi) şiir(lerin)in biçimini, içeriğini, üslûbunu
ve estetiğini kapsayan konularda -herhangi bir sanatçı ya da eseri hedef
almaksızın- ortaya koyduğu görüşleri, tespitleri, önerileri içeren
çalışmalar(ın)dan meydana gelen bir bütündür. "[559].
Dolayısıyla şairin, kendi şiir anlayışına ilişkin görüşlerinin bütünü
olarak poetika, bir sanat dalı olan şiir için genelleştirilemeyecek, bir başka
deyişle bütüncül olarak şiir türünü kapsayacak nitelikte olmayan bir kavramdır.
Şiirin ne'liği, iç ve dış yapısıyla ilgili görüşlerin poetika olarak
değerlendirilmesi bir şair tarafından, kendi şiir anlayışıyla ilgili olarak
ortaya konulmuş görüşlerin bütünlüklü bir nitelik taşımasına bağlıdır. Şiir
sanatının ve şairin anlayışının özgünlüğü ve bunların şairin kişiliğine,
yetişme koşullarına ve zihniyet dünyasını biçimlendiren etkenlere göre
değişkenlik göstermesi poetikayı tıpkı şiir sanatının kendisi gibi şairin
şahsına münhasır kılar.
Bu açıklamalar ışığında Cahit Koytak'ın kendine özgü şiir anlayışının
betimlemesi yapılacaktır. Cahit Koytak'ın poetik şiirlerinden, poetikasına
ilişkin ipucu / bilgi içeren dizelerinden hareketle şiirin ne olduğu, nasıl
tanımlandığı; iyi şiirin taşıması gereken özellikler; şairin kimliği, iyi -
vasat - kötü şair tanımlaması; şiir dilinin nasıl olması gerektiği gibi sorular
üzerinden Cahit Koytak'ın poetikası ortaya konulmaya çalışılacaktır. Yöntemsel
olarak da Orhan Okay'ın poetika derslerinde kategorik olarak[560] saptadığı yöntemsel sıralama esas alınacak ancak
Cahit Koytak şiirinin kendine özgü niteliklerine uygun olarak değişiklikler
yapılacaktır. Okay'ın altıncı sırada yer verdiği "muhteva", tezin
dördüncü bölümünde Cahit Koytak'ın şiirlerinin tematik incelenmesi bahsinde ele
alınacaktır. Ayrıca çalışmanın gerektirdiği yeni başlıklar bu bölüme eklenerek
Cahit Koytak'ın poetikası ortaya konulmaya çalışılacaktır.
3. 2.
Poetikasına İlişkin Tanımlar
3. 2. 1. Sanat
Cahit Koytak'a göre sanat en genel anlamıyla Yaratıcı'yı arama, O'na
ulaşma, O'na giden yolu bulma çabasıdır. Sanat, bu yönüyle "(...)
/göğe dokunmaya elveren / bir kule, bir ip merdiven // yahut ruhun teknesini /
göğün katlarına çekip götüren / bir yelken türü (...)”dür[561]. Yaratıcı'ya
ulaşma gibi metafizik bir eylemin göğe dokunma, göğün katlarına ulaşma
metaforuyla somutlandığı bu dizelerde sanatın, Tanrı'ya ulaşmada bir
"araç" olduğu belirtilir. Eğer sanat bu değilse ya da bunu
yap(a)mıyorsa "göğün enkazı" ya da "yerin
boz bulanıkgürültüsü"nden başka bir şey değildir[562]. Dolayısıyla Tanrı'ya ulaş(tır)mayan etkinlik ya da
edimler sanat niteliği kazanmaz.
Cahit Koytak, sanata bakışı ve yüklediği misyonla Necip Fazıl'la benzerlik
gösterir. "Anladım işi, sanat, Allah'ı aramakmış; / Marifet bu,
gerisi yalnız çelik- çomakmış... "[563]. Sanat,
"Allah'ı ararken" aynı zamanda yeni biçimler, biçemler, estetik
kurgular peşindedir. Sanat, varoluşsal sorunlara çözümler sunan olgu değildir.
Sanatın kendisi bizzat bir sorunsal olarak ortada durur. Cahit Koytak'ın bakış
açısına göre sanat, her ne kadar insanın kadim arayış serüveninde Yaratıcı'yı
ya da "insanın özüne üfleneni"[564] bulma yolunda hayatın açtığı yaralara "ilaç" olsa
da sanatın kendisi de bir yönüyle "hasta"lıklı bir
olgudur. Ancak sanatın hastalığı sanatsal bir reflekse dayalı buluşla ilgilidir. "adı
ilaca çıkmıştır, ama / sanatın kendisi de hastadır, / buluş hastası... "[565] [566].
Cahit Koytak'a göre sanatın kapsamı kâinatı, yaratılmış her şeyi kuşatan
bir enginliğe sahiptir. Şiir, caz, dans da dâhil olmak üzere her türlü
"iyi" sanata, O'ndan, tl22 O nun hayatından / O nun
sanatından / iz, toz, köz taşıyan / her şey dahildir . Çünkü sanat;
Tanrı'yı, O'ndan olanı / sudur edeni, onun insanı yaratmak suretiyle insana ne
demek istediğini estet bir bakış açısıyla kavrama çabasıdır. Bu nedenle O'na
dair her şey sanatın kapsamı dâhilindedir.
Bu kavrama, anlama serüveninde sanatın başka bir yönü de farklı ruh
hallerini ve yaşamları öykünmesidir. Bu yolla sanatçı, öteki hayatları, diğer
insanların kişisel serüvenlerini ve ruh hallerini kurmaca metinler aracılığıyla
anlayarak evrensel anlamda insanın ortak trajedisine, bir başka deyişle "geçip
gidici olmanın verdiği çöküntüy[e]"[567] karşı sağlam bir duruş sergileyebilir. Bu
yönüyle sanat, aynı zamanda insanın kaçınılmaz gerçeği ölüm karşısında sırtını
yaslayabileceği direnç noktasıdır. "Demek ki, sanat, ölüm
karşısında / Kuyruğu dik tutabilmek için / Sahip olduğumuz / Tek dayanaktır.
"[568]. Buna
paralel olarak Cahit Koytak, sanatın ne olduğu konusunda retorik bir soru
aracılığıyla tanımlamada bulunur:
" (...)
Sanat,
önceden okuma şansını bulamadığımız ve dolayısıyla oynamayı iyi beceremediğimiz
ilahî komedyanın akıp giden bölümleri için peşine düşülen bir geri kazanma
arzusunun; sonraki bölümler için de, kehanet ve fanteziler yoluyla, zaman ve
deneyim kazanma çabasının mı ürünüdür?
(■■■)-"[569]5-
Bu dizelerde kurmacaya dayanan sanat, insanın tanık olamadığı, yaşama
olanağı bulamadığı / bulamayacağı geçmiş ya da gelecek yaşamları, öyküleri
yapıtlar aracılığıyla insana deneyimleme olanağı sunan bir olgu biçiminde
tanımlanır. "Tiyatro Çadırı" şiirinin Tarafta yayımlanan
XII. epizodunda sanatçının, sanatsal yapıtlarında kurguladığı ruh halleri ve
kişilikler aracılığıyla "yüzden yüze, kılıktan kılığa/değişe
değişe zaman içinde" İnsanî özüne, yaratılışın ilk günlerindeki
saflığa, insanın yaratılışında kullanılan "o bir avuç eskiz
çamurunun /ham ve bakir haline;"[570] [571] döneceği
vurgulanır. Sanatçı yapıtını ortaya koyarken yapıta konu / tema edindiği
kişilere, figürlere ve şeylere nüfuz etmek için onların hallerini yaşar. Bu
deneyim sanatın "mış gibi yapma" boyutuyla da algılandığını ortaya
koyar. Ancak bu, salt öykünme değildir; zira öykünme temelde sanatçının bir
bütün halinde varoluşu ve bu bütünlüğün bir parçası olarak kendi benini
anlaması için araçtır. Bu nedenle sanatçı, "Yaratırken yeni bir
parça, / Kendinden önce / Ve kendinden başka / Herkestir ve her tt27
şeydir
(...), . Bu
bağlamda sanat; resim, müzik, tiyatro, heykel, edebiyat...
aracılığıyla
farklı ruh hallerini, maskları öykünebilme yeteneğiyle ölçülen, bu öykünme
aracılığıyla sanatçıyı arıtan, özüne yaklaştıran bir eylemdir.
Cahit Koytak'ın sanat kavramına ilişkin olarak yaptığı tanımlamalar özetle
şu şekilde sıralanabilir: Sanat, Yaratıcı'yı arayıp bulma, ona ulaşma
çabasıdır; ölüp gidene, geçici olana karşı insanın tek dayanak noktasıdır; akıp
giden zamandan "an"lar, sahneler çalarak onları ölümsüzleştirme
eylemidir; farklı ruh hallerini, kişileri ve şeyleri öykünerek varoluşu anlama
çabasıdır ancak bu anlama salt akılla yapılmaz çünkü en nihayetinde kurmacaya
dayanan sanat "ruhun sarhoşluğundur.
3. 2. 1. 1. Sanatın İşlevi
Cahit Koytak'a göre sanatın en temel işlevi insanı / sanatçıyı Tanrı'ya
ulaştırmaktır. Cahit Koytak'ın sanatın bu işlevinin üzerinde durduğu
"Çiçekler İnsanlara Benzemiyorlar"[572] [573] şiirinde bu durum, güzel nedenlemeyle kurulan
eğretileme aracılığıyla betimlenir. Buna göre insanın duygu ve düşünceleri
gelip geçici olanın hengâmesinde yok olup gitmekten korktuğu için "kör
solucanlar"[574] gibi toprağın altında dolaşıp durmakta ve gün
ışığına çıkmaktan korkmaktadır. Bu duygu ve düşünceler, genelde sanatın özelde
ise "(...)şiirin /gözlerinin yardımıyla da olsa / tanrıyı
görecekleri / ve yine bir şiirin kanatlarıyla / ona doğru uçacakları / umudunu
/es7em[ektedir.]"[575] [576]. Bütün yazılanlar, resmedilenler, bestelenenler, inşa
edilen yapılar, yontulan kayalar, "kazılan kuyular" bir
başka deyişle sanat yapıtlarının hepsi 32
boyu arşıalaya varan / bir dağ[dır.] (...). .
Sanatsal çabalar sonucu yükseltilen bu
dağ "uzanıp,
güm güm güm güm / göğün kapısını çal[mak],"[577], Tanrı'ya
ulaşmak içindir. Şiir anlatıcısı, Tanrı'ya giden yolu ve bu yoldaki konakları,
nirengi noktalarını ayrıntılı olarak gösteren bir "Peutinger
haritası"na[578] benzer bir haritanın sanat tarafından çizilip
çizilemeyeceğini de sorgular: "-esin ve sezgi yo7uy7a, sanat, /
akıl'dan Tanrı'ya giden yolda / uğranacak yerleri simgelerle gösteren / bir
harita
7
7
• 7 • ^,,35 T'11,11
,1111
1,11/
11
1
çıkarabilir
mı bize? . Bu
dizelerde sanat, akıldan hareket ederek / uzaklaşarak esin
ve sezgi
yoluyla insanı Tanrı'ya ulaştırma işlevini yüklenen bir olgudur.
Sanatın başka bir işlevi de akıp giden gündelik yaşamın içinde insanın "Bazen
küçük, bazen büyük bir rolün / Sahibi olduğunu[n] /Farkına
var[dır\ma(...)"sıdır[579] [580] [581]. Bunu
yaparken sanat, insanda başka boyutta bir bilinç de yaratır. Bu her insanın
kaçınılmaz yazgısı olan ölümlülüğüdür: "sanatın her şeyden
çıkardığı / ve herkese
verebileceği
/ ilk ders: / seni de gömerler, güzel, / çirkinleri, geçkinleri / gömdükleri
Sanat insanda ölümlü olma farkındalığını yaratırken "(...)
hakikat vaat etmez / mutluluğu da artırmaz."[582] [583]. Sadece "
'güzel olan'da, / 'acı çekmeye değer olan'da," sanatçının / "Tanrı
çömezi"nin de bir payı bulunduğunu, sanatçıyla hakikat
arasında ff39
bir anlam ve kader bağı olduğunu / hissettirmeye
çalışır (...).
. Sanat, sanatçı ile
hakikat
arasında bir bağ olduğunu "hissettirmek"ten öteye geçmez. Buna
karşın, ölüm karşısında savunmasız olan özne için bir teselli yaratır.
Sanatçıyla hakikat arasındaki bağı hissettirmeyi "(...) başardığı
zaman" Tanrı çömezi olan sanatçıyı "gündelik olanın
biraz üstüne / çıkar[arak] (...) //g e ç ip g i d e n'in
karşısında / bize [sanatçıya] aradığımız teselliyi ver[ir]. /
(...)"[584]0. Teselli
olmanın ötesinde sanat, yaşamın katı gerçekliği karşısında bir sığınak bir
siper olarak işlev görür. Aşağıdaki dizelerde sanat, kitap eğretilemesiyle yer
alır: "bir gözünü dünyanın tozu / toprağı kör etti, şairceğizim; /
kitabını siper etmezsen, / kargalar oyacak ötekini de."[585]. Sanat;
insanı, sanatçıyı, kurmacalar / oyunlar aracılığıyla da avutur. Aynı
zamanda "neşveyi ve erinci artır[malı\, / sarhoşluk verme[lidir.] (...)"[586]2 Bu
işlevini yerine getirirken "(...) zekâmızdan çok, saflığımızla /
yakınlık kurarak"[587] bireyi şaşırtıp duraksatmalıdır.
Cahit Koytak'ın poetik anlayışında sanata yüklenen işlevler şu biçimde
sıralanabilir: Sanat; sanatçıyı, genel anlamda insanı, Tanrı'ya ulaştırır /
ulaştırmalıdır. Bunu yaparken de sanatçının kendi benini daha yakından
tanımasına olanak sağlar. İnsanda gelip geçici oluşunun, ölümlü oluşunun
farkındalığını yaratır. Kurduğu oyunlar aracılığıyla insanı mutlu ederek yaşama
sevincini arttırır. Gelip geçici ve bitimli olan her şey karşısında bir sığınak
olarak insanı avutur.
3. 2.
2. Sanatçı
Cahit Koytak'a göre "Büyük Sanatçı", "Büyük
Usta", Yaratıcı'nın kendisidir. Sanatçı ise "Tanrı
çömezi"[588] / "çırağı"[589] / "yamağı"[590] / "kalfası - halifesi"[591]'dir. Şiir
anlatıcısı, "Yamak" şiirinde, şiir kişilerinden Söz'ü / Söz Söyleme
Sanatı'nı insanlaştırıcı eğretileme aracılığıyla şu dizelerde konuşturur: "
'yaratma Büyük Usta'nın işi, / ben yamağıyım,' diyor / 'hem yamağıyım, hem
maskarası, O'nun!' "[592] . Sözün ya da onu ortaya koyan sanatçının "ölme
huyu"[593] da yoktur bu nedenle sanatçı icra ettiği sanat
ediminden dolayı ölümsüz bir kimliğe de sahiptir. Şiir anlatıcısı, bir sanatçı
olarak kendini "Yüce Tanrı[nın] (...) /yerdeki ihtiyar k a
l f a'sı(...)"[594] olarak tanımlar. Çünkü sanatçıyı yaratan; ona,
onun yetenekleri ve donanımı ölçüsünde yaratmayı da öğretmiştir.
Sanatçının da -Büyük Usta'nın yaratıcılığının yanında son derece sınırlı
olmakla birlikte- yaratıcı bir tarafı vardır[595] [596]. Sanatçının resmi, şiiri, yontuyu, yapıyı, müziği
kısaca sanat yapıtını inşa etmesi, insanın, Büyük Sanatçı'nın yeryüzündeki
halifesi / kalfası olmasının doğal bir sonucudur. Zaten sanatçının sanatsal
yapıtı ortaya koyabilmesindeki
temel
saik "O'nu 'gelip
geçici olan'ın içinde
hissetme[sidir.]". Yoksa "Nasıl resim
yapabilirdi, ressamlar, /Nasıl şiir yazabilirdi, tt52 şairler, /Nasıl kuleler,
mabetler, şehirler / Yükseltebilirlerdi mimarlar, / (...)
. Bu
bağlamda
sanatçı, sonlu olanın içindeki sonsuzu görebilen incelmiş bir duyarlığa ve
kişiliğe sahiptir. Sonlu, bitimli olan; sanatçı dışındaki her şeyi kapsadığı
gibi sanatçının maddî varlığını da kapsar. Ölümlü bir formun içinde geçici
yaşamını sürdüren sanatçı / kalfa, Büyük Usta'yı kendi içinde arayıp bulan
kişidir de. Dolayısıyla sanatçı yine sonlu olanda sonsuzu bulan kişidir. O'nun
sanat eseri olan herkes, potansiyel olarak sanatçı olabilir yeter ki kendi
içindeki Sonsuz Olan'ı keşfedebilsin. Cahit Koytak, bu tanımlamasını retorik
soru formundaki şu dizelerle açıklar:
"Sol
Elle Yazılanlar
Büyük
sanatçı, sanatçı olarak doğan kişi midir,
Yoksa
kendinde herkes gibi olanı
Yonta,
incelte,
İçindeki sanatçıyı,
Biricik
olanı, benzersiz olanı
Ortaya
çıkarmasını bilen kişi mi?"[597]
Sanatçı, Büyük Usta'nın kalfası / halifesi olarak Büyük Usta'yı kendi
içinde ortaya çıkaran, keşfeden kişidir. "Şairlerin Tanrısı"nda
Yaratıcı'nın insanı / sanatçıyı niçin ve nasıl yarattığı açıklanırken yine
sanatçının Tanrı kalfası olması üzerinde durulur:
" (...)
hem kendi
kendini, kendi içindeki şiiri
hem de öteki
bütün şiirleri okuyabilen akıllı bir şiir, bir şaheser yazacağım, dedi bir
çömez yapacağım kendime, bir kalfa*, ’yeryüzünde... "[598] [599].
Yaratılan insanı ve öteki bütün yaratılmışları şiir olarak tanımlayan şiir
anlatıcısı, insanı dolayısıyla sanatçıyı; hem kendi şiirini yazan hem kendi
içindeki şiiri açığa çıkaran hem de öteki bütün yaratılmışların varoluşundaki
sanatı "şiir" olarak "okuyabilen akılı bir şiir," biçiminde
nitelendirir. Sanatçı bu tanımlamayla bir Tanrı halifesi / "kalfa"sı
olarak değerlendirilir. Bununla da yetinilmeyerek son dizede geçen kalfa
sözcüğü için şiirin sonuna eklenen dipnotta sözcük, "*kalfa:
Arapça halife sözcüğünün Türkçede aldığı biçim. "5 olarak
açıklanır.
Sanatı; Yaratıcı'yı arama, öteki varlıkların hallerinin ve insanların ruh
hallerini / benlerini yaşayarak her şeyde ve herkeste O'nu görmek, anlamak
olarak tanımlayan Cahit Koytak, sanatçıyı da buna paralel olarak öteki
insanların masklarını takan, yarattığı kurmacalar aracılığıyla diğer yaşamları
oynayan bir kişi olarak ele alır. Sanatçı bu deneyimleme işini öyle tutkuyla ve
kendini kaptırarak yapar ki şiir anlatıcısı bir sanatçı olarak yaşadığı
deneyimi şu dizelerde epik bir tavırla -metnin kendisinin de kurmaca olduğunu
belirterek- dile getirir: "Yaşayabiliyorum öyküsünü, / İstediğim
her ölümlünün, / Daha çok kaptırarak kendimi / Öyküye, öykünün sahibinden... //
Tadabiliyorum herkesin yazgısını, /Beş kuruş ödemeden /Her kederi, her
sevinci... /Bir sanatçıyım ben!"[600] [601]. Ancak
sanatçı, arayış serüveninde öteki benleri oynarken en sorunlu ilişkiyi de kendi
beniyle yaşayan kişidir. Çünkü "Yaratırken yeni bir parça, /
Kendinden önce / Ve kendinden başka / Her şeydir ve herkestir \tt57
sanatçı,
(...) . Aslında
bu durum ötekini oynayan, mış gibi yapan sanatçının temel
varoluşsal
açmazlarından biridir. Bu çoklu açmazda sanatçı kendine şu soruyu
yöneltir: "(...) kim olmalıyım ki, / herkesi olmam
gerekmesin?"[602]. Sonraki dizelerde bu açmaz, sanatçıdan bilgeye ve
insana doğru açımlanır. Sanatçının açmazı ya da sınanması kendi ben'iyle,
bilgeninki bilgiyle, insanınki ise ölüm düşüncesiyle yani aklıyladır.
Sanatçının ben'ini Cahit Koytak, kuyu eğretilemesiyle somutlaştırır. Bu
"ben" öyle bir kuyudur ki sanatçı ne zaman "ya bir
gerdel su ya bir gerdel kum /ya da bir gerdel şiir çekmeye" eğilse
kendini "dibindeki yusuflardan birinde bulup (...) ötekinde yitir [ir] (...)"[603]. Özetle
sanatçı, öteki benleri ve varlıkların hallerini yaşarken / oynarken /
öykünürken varoluşsal açmazları yaşayarak kendi benine ve bu yolla da Tanrı'ya
ulaşan kişidir.
3. 2. 3. Şiir
Cahit Koytak, en genel anlamda şiiri bir yarat(ıl)ma biçimi olarak görür.
Şairin estet bakış açısıyla yaratılmış her şey bir bütün halinde "Tanrının
şiiri"dir[604]. "Varlığın Dilleri"nde şiir anlatıcısı,
insandan taşlara, bozkıra, kum tanelerine kadar bütün varlıkların "Tanrının
planında. / ve (...) yeryüzü oyununda\ki],"[605] bir başka deyişle "büyük hilkat
şiirinde"ki[606] yerini sezebilen, anlayabilen bir kişiliktir. Bu
nedenle Tanrı çömezi / kalfası olan şair de yaratılmış her şeyden şiirini
kotarabilecek bir potansiyele sahiptir.
Varlığa bu poetik bakışıyla Cahit Koytak, "Kainatı şiir gören,
şiir bilen, şiire dönüştüren bir şair[dir]. Büyük şairler gibi tek bir
şiirin peşinde [dir]"[607]. Bu noktada Cahit Koytak, Recaizade Mahmut
Ekrem'in "Zerrattan şumusa kadar her güzel şey şiirdir. ”[608] biçiminde özetlediği klasik estet bakışla
benzerlik gösterir. Ancak Cahit Koytak'ın bu bakış açısından ayrıldığı nokta
onun, zerrattan şumusa kadar her güzel şeyi şiir olarak görürken seküler bir
tavır takınmaması, şiirini kotardığı varlık evrenini bir "tanrı
sofrası"[609] olarak görmesidir. Bu sofra ve bu sofradan
beslenen sanat, kâinat gibi sonsuzdur. Şair, Tanrı'nın sonsuz sofrasından
şiiri, " 'Nektar ve Ambrosia' "yı, "sıkı pabuçlar, kısa
adımlar ve küçük avuçlarla"[610] [611] [612] bir başka deyişle Tanrı'nın yaratmasının yanında
son derece sınırlı -"küllî"nin yanında "cüzî"- olanaklarla
ancak devşirebilmektedir. Bu genellemeden hareketle şiir, Tanrı'nın
"(...), kendine 'şair'diyen, divane çömezinin, /dudağında çağıldayan
Varlık(...)"tır67. Dolayısıyla Tanrı'nın şiiri gibi şairin
şiiri de -Tanrı'nın şiirine göre yine son derece sınırlı olmakla birlikte- bir
var etme ve var olma biçimidir. Şair, şiirle yaratıcılığını gösterir ancak bu
yaratıcılık "Yüce Tasarımcı"nın6S yaratıcılığının
bir yansımasından ibarettir. Şair de o ustanın çırağı olarak sözü, estetik
formlarla yeni ve katmanlı anlamlara, imalara dönüştüren kişidir. Zaten şaire
göre "En Büyük Sanatçı"nın[613] da ilk yarattığı şey söz'dür. Bu nedenle şiirin
temel yapı elemanı olan "söz", insanın yaratılışından önce var olmuş
kadim bir mirastır: "Tanrı, önce 'söz' olsun dedi / ve söz oldu;
// ve insanla sözü birbirine kattı / bu ikisinden de şiiri yarattı / insan ve
söz, / balçık ve logos, /kozmos içinde kozmos /kozmos içinde kozmos... "[614]. Şiir
anlatıcısı, şiiri var eden temel olgu sözün yaratılmış ilk mefhum olduğunu
belirtir. "Tanrı, önce 'söz' olsun dedi" dizesiyle
İncil, Tevrat ve Kur'an-ı Kerim'deki kadim bilgiye gönderme yapılır. İncil'e
göre önce söz yani kelam yaratılmıştır ve ondan sonra yaratılan her şey onunla
var olmuştur[615]. Bu bilgi,
Kur'an-ı Kerim'in, Yaratı cı'nın her şeyi "Ol!"[616] emriyle / sözle yarattığı bilgisiyle benzerlik
gösterir. Şiir anlatıcısı, sözden sonra yaratılmış olan insan ve sözün
birbirine katılmasıyla da şiirin Tanrı tarafından yaratıldığını belirterek
kendi poetik anlayışında şiirin teolojik kaynaklı bir olgu olduğunu belirtir.
İki ayrı âlem olan insan ve sözün birbirine katılarak şiirin yaratılması; şiiri
girift, derinlikli, "kozmos içinde kozmos"[617] ya da âlem içinde âlem biçiminde
tanımlanabilecek kuşatıcı bir olgu kılmaktadır. Bu nedenle Cahit Koytak, şiiri
bir kozmos olarak gördüğü gibi "Kozmosu [da] şiir
gören, gördüğünü şiire dönüştüren veludbir şairdir (...)"[618]. Balçık
(insan) ve sözün (logosun) iç içeliği şiirin temel niteliğidir. Balçık insanın,
logos da -yukarıda anıldığı üzere- kutsal kitaplarda bütün yaratılışın temel
dinamiği olduğundan şiir, doğası gereği bir yarat(ıl)ma eyleminin iki temel
malzemesiyle, balçık ve sözle, var olur. Cahit Koytak'a göre insanın yeniden
Yaratıcı'sına döndüğü gibi şiir de -insan aracılığıyla şiiri yaratan- Tanrı'ya
dönebilecek bir niteliğe sahiptir:
" (...)
Şiir bu,
belli mi olur,
Onu ilk kez
terennüm eden yüreğin Geri dönme günü gelince kara balçığa, Bakarsınız, o da,
-Ne kadar
havaleli olursa olsun- Basıldığı kâğıtla beraber, Onu okuyan gözleri, Terennüm
eden dudakları, Ve hisseden yürekleri de Yüklenip Zümrüdüanka gibi sırtına,
Kanatlanıvermiş, Dönmek için, Onu ilk defa kara balçığa Üfleyen dudaklara...
(...)."75
Şairin, şiir anlayışına göre insan, şiir ve sözle / "Ol!" emriyle
yaratıldığı için Tanrı, insanı yaratırken aynı zamanda şiiri de yaratmıştır.
İnsanın ve varlıkların sonunda Tanrı'ya dönmesi gibi şiirin de günün birinde
Tanrı'ya / "Onu ilk defa kara balçığa / Üfleyen dudaklara..." dönmesi
muhtemeldir. Bu niteliğinden dolayı şiir nesnel dünyaya ait bir üretim olarak
görülmez. Şiir ve insan, metafizik bir dünyaya ait iki varlık olarak
değerlendirildiği için her ikisinin yazgısı benzerdir. Bu nedenle Cahit Koytak,
şiiri her ne kadar nesnel dünyayla ilişkili gibi görünse de bu dünyaya ait
olmayan, insan gibi, nesneler dünyasında geçip gidici bir varlıkla
konumlanan "(...) şu yersiz yurtsuz, / Şu yoksul, ebedi
yolcu..."[619] [620] olarak nitelendirir. Çünkü o "göğünyedinci
katın[dan]" "yeryüzüne in[miş]", insanlar
arasında "gönülden gönüle, / duraktan durağa" gezip
dolaştıktan sonra "geldiği yere"[621] dönecek "Ebedî Gezgin"dir. Metafizik,
madde ötesi / üstü bir bakış açısıyla kavranan şiir, nesneleştirilip
profanlaştırılarak fanileştirilemeyecek bir yaratımdır. "yediğimiz,
içtiğimiz şeylere, / yonttuğumuz, taptığımız şeylere / eskitip attığımız / ya
da gömdüğümüz şeylere, /saçlara, tırnaklara, kemiklere"[622] indirgenemez. Şiir maddesel anlamda "(...)
hayatın aynası mıdır, / hayatın parçası mıdır / hayatın içinde midir, dışında
mıdır, / üstünde midir?" diye sorgulandığında ancak "sora
sora, (...) / kendi burnumuzun ucuna varabiliriz"[623]. Bu
nedenle Cahit Koytak'a göre şiir, ölümlü, sonlu, gelip geçici olan şeyleri
ölümsüz olana çeviren bir dönüştürme sanatı olarak görür.
Estetik dönüştürüm sanatı olan şiirin kendine özgü yasaları bulunur. Şiir,
kendine özgülüğü ve kendi iç yasalarıyla belirlenen özgür doğasıyla bir
bütünlüğe sahip olduğu için Cahit Koytak, şiiri "(...) büyük bir
krallık(...), fethedilemeyen bengi bir imparatorluk"[624] [625] olarak betimler. Yine aynı şiirin devamında
şiirin kendine özgü özgürlüğüne dikkat çekilerek şiir, yine temel yasası
özgürlük olan "(...) bir krallık / ff81
ıssız bir
imparatorluk, olarak
tanımlanır.
Yukarıda yapılan açıklamaların yanı sıra Cahit Koytak, genel olarak şiir
kavramı hakkında çok sayıda poetik şiirinde farklı eğretilemeler aracılığıyla
da tanımlamaya girişir[626]. Bunlardan bazılarını açıklayarak değerlendirmeye
çalışalım. "Cihangir" adlı şiirinde şiir yaşama eşdeğer bir olgu
olarak ele alınır. Şiir sanatı yaşamın tamamını, bütün ögeleriyle içine alan,
kuşatıcı bir genişlikte tanımlanır. "Anlı şanlı şiir sanatıyım
ben, / Bakma sanatıyım, görme sanatıyım, / Sevme sanatı, ölme sanatı..."[627] [628]. "Ana
Kara"da şiir anlatıcısı, şiiri ayrı ayrı bireyler olmamıza rağmen tüm
insanlığı ortak bir hikâyede birleştiren "şey" olarak tanımlar:
"Ana Kara
ayrı ayrı adalar olduğumuzu ve
birbirimize kavuşmamızın imkansız olduğunu düşünmemize rağmen, bize, okyanusun
altında kesintisiz devam eden ortak bir bedenimizin, ortak bir hikâyemizin
olduğunu hissettiren şey midir, şiir? "84
Şiir, insanı insana ulayan ve insanlara, tüm insanların aynı varoluşun bir
başka deyişle aynı bütünün parçaları olduğunu hissettiren, hatırlatan ortak ve
gizil bir payda olarak tanımlanır. Şiirin insanı insana ulayan bu özelliği,
birbirinden ayrı gibi görünen iki adanın, denizin dibinde devam eden ana kara
ile birbirine bağlanması eğretilemesiyle somutlaştırılarak açıklanır. Cahit
Koytak'ın Tarafta yayımlanan "Zamanın Çocuğu"[629] şiirinde son derece göreceli, sanatsal
benzetmelerle şiir tanımlamaları yapılır. Ancak bu tanımlamaların çoğu nesnel
bir tutumla ele alınıp değerlendirilemeyecek derecede öznel açıklama ve
benzetmelerdir. Orhan Okay'ın deyişiyle "Denizde, avuçlarınızla
yakalayacağınızı zannettiğiniz zaman çoktan parmaklarınız arasından sıyrılıp
kurtulmuş bir balı[ğa]"[630] benzeyen şiir üzerine yapılan tanımlama ve
nitelemelerin de son derece öznel olması bu tanımlamaları sistematize etmeyi
zorlaştırmaktadır. Ece Ayhan'ın "Mor Külhani"[631] şiirinin parodisi ve aynı zamanda dil ve üslup
bakımından pastişi olarak değerlendirilebilecek "Zamanın Çocuğu"nda
her bentte bir şiir tanımı yapılır ve bu yapılırken de Ece Ayhan'ın "Mor
Külhani"deki üslubunu anımsatan bıçkın bir sokak dili kullanılır.
"Zamanın
Çocuğu
güçle
kirletilmiş bilginin intiharı değilse, böyle bir arınmanın kuzenidir şiirimiz,
bütün devrimlerin çocukluk arkadaşı ve bastırılmış ayaklanmaların varisi.
kalbin
tezcanlılığı, aklın üşengeçliği; tam kazanıyorum derken muharebeyi, insana silahını
gömdürten yufka yürekliliğin utangaç havarisi.
sokakta
karşısına çıkacak ilk kişiyi kucaklayıp öpme isteğidir şiirimiz, sonra,
hatırları kalmasın diyerekten sokaktaki herkesi ve herşeyi...
dünyalar
iyisi tek refikadan
sekiz çocuk
sahibi hayalci bir babanın, istem dışı, mantık dışı, mevsim sonu dokuzuncu
çocuğudur, şiirimiz.
bizim gibi, yağız tozdan topraktan
yaratıldığını söylüyor olabilir
ve ruhunun yukardan üflendiğini falan...
kesinlikle doğru değil bu kuram.
yaşlı doğan, ama artık hiç yaşlanmayan
bütün haşarı çocuklar gibi
onun ebesi de zamandır, zaman, ipek tenli, rüzgâr
kanatlı zaman...
doğar doğmaz yürüyen ve konuşan
ve adına şiir denen bu zamane çocuğu,
anasına, babasına değil de,
ebesine çekmiştir, ebesine!
o ebe ki, kendisi çağıldar durur
ırmak gibi sürekli,
ama işte, gelip geçici kılar
değip dokunduğu herşeyi. "[632] [633]
İlk bentte şiir, "güçle kirletilmiş bilginin intiharı" bir
başka deyişle endüstriye ve teknolojiye dönüşmüş modern çağın bilgisinin
intihar yoluyla arınması; akıl yerine sezginin, irfanın ürünü olması yönüyle
tanımlanır. Ayrıca şiir, devrimlerin ve bastırılmış ayaklanmaların /
tamamlanmamış eylemlerin çocukluk arkadaşı yani ilkel ve en saf biçimi olarak
da nitelenir. İkinci bentte de şiirin "kalbin tezcanlılığı, aklın
üşengeçliği;" oluşu belirtilir. Dolayısıyla şiirin, akıldan çok
sezgiyle ortaya konulan ve kavranan yönü üzerinde durularak birinci bentte
yapılan tanımlama desteklenerek pekiştirilir.
Üçüncü bentte ise şiir, insanlaştırıcı eğretileme yoluyla herkese ve her
şeye insani sıcaklıkla yaklaşan bir kişi biçiminde betimlenerek öznel bir
yaklaşımla tanımlanır. Dördüncü bentte şiir anlatıcısı kendi biyografisinden
hareketle son derece öznel, ben merkezli bir şiir tanımlamasına giderek şiiri
çocuklarıyla aynı eşinden olma dokuzuncu çocuğu olarak tanımlar. Bu
tanımlamanın dikkat çeken tarafı ise şiirin akıl dışında ancak akıllıca ve
esine dayalı yönünün vurgulanmasıdır. Bu bağlamda şiir, "istem
dışı, mantık dışı" doğmuş dokuzuncu çocuktur.
Beşinci bentte ironik bir tavırla şiirin insan gibi topraktan yaratılmadığı
(!), şiire yukarıdan ruh üflenmediği (!) üzerinde durularak, şiirin ne
olmadığından hareketle ne olduğu tanımlanır. Son iki bentte ise dönemsel olarak
her şiirin, dönemin / "zamane"nin kendine özgü koşulları ışığında
belirlendiği, bu nedenle de şiir denen mefhumun "zamane çocuğu"
olarak tanımlanabileceği görüşü ele alınır.
Cahit Koytak şiire ilişkin, imge düzeyinde ve son derece öznel bir bakış
açısıyla farklı tanımlamalar da yapar. Örneğin şiir, sanatçının kendi içindeki
'çocuğu' / sanatçıyı / tanrı çömezini keşfetmek için yaptığı kazıdır89.
Şiir aynı zamanda, birey için bir sığınaktır. Anlamlandırılması güç bir dünyada
ya da şairin eğretilemesiyle "Devler için kükreyen bu sırlar ve
imalar denizinde" şiir, "Yalnız bir
kazazede..."nin90 sığındığı liman, betimlenen bu
korkulu ve dalgalı denizde yalnızlığı ve korkuyu bastıracak "türkü", yol
gösterecek "fener"; deniz deneyimi olmayan çöl
adamı "bedevi" w dalgalardan koruyacak "muska"dır[634].
3. 2. 3. 1. İyi Şiir
Sanatı en temelde Tanrı'yı arama ve ona ulaşma çabası olarak tanımlayan Cahit
Koytak'a göre iyi şiirin de en temel niteliği "(...) Tanrı'nın
dudağına /dönmeyi hak ed[ecek] (...)"[635] saflığa, duruluğa, kalıcılığa ve özgünlüğe sahip
olmasıdır. İyi şiirin yeniden Tanrı'ya dönecek olmasının temel nedeni de "sahici
şiir"in, " 'Ol!' emrinin çömezi(...)"[636] [637] olmasıdır. Tanrı'dan gelen her şeyin Tanrı'ya
dönmesinde olduğu gibi iyi şiir de en sonunda Tanrı'ya dönen bir yaratımdır.
Yoksa şiir, büyük ve parlak hayallerin, imgenin peşinde koşan dolayısıyla
"büyük şiir" olmaya çalışan bir metin olmamalıdır. Büyük sözler
söylemek, şiiri sıradanlaştırarak popülerleştirmek iyi şiirin önündeki en büyük
engeldir. "Hâkim dünya düzeninin kıvamı tutturulmakta zorluk
çekilmeyen popülist şiirini yazmaz Cahit Koytak. Huş ağacına eğilir ve anlar;
şeylerin suretini, olguların zahirliğini. "94. Nitekim
şair, küçük duyarlıkların, ince düşünüşlerin, küçük sevinçlerin peşinde
olmalıdır. Bu nedenle iyi şiir "her tene girebilecek / her akla
sığabilecek kadar / incel\meli, yalınlaşmalıdır.] ”[638], bunu
yaparken de "bölüne çoğala" anlamı derinleştirmelidir. İyi şiiri
temelde teolojik bir bakış açısıyla niteleyen Cahit Koytak, iyi şiirde esinin
de önemli bir payı olduğu düşüncesindedir.
Esin, iyi şaire melekler tarafından "göğün dağları" ve "bayırları"
dan yuvarlanan "göğün hüzün balyaları(...) /erinç
balyaları(...)"dır[639]. Hatta iyi şiir, şairin sağında, solunda, omuz
başında ve bileğinde hazır bulunan melekler tarafından üflenecek /
esinlenecektir[640]. Dolayısıyla iyi şiirde en önemli ve ilk koşul
esindir. İyi şiir en temelde esine bağlı olduğu için zamansızdır. Cahit Koytak
iyi şiirin esinle ilişkisinin zaman kaydından bağımsız olduğunu, neden-sonuç
ilişkisini tersyüz etme bağlamında kurduğu ironiyle şöyle açıklar:
"(■■■)
o şiirler
ki, yazılmazlar, çizilmezler, zaman akıyormuş, aksın, aceleleri yoktur,
yüzyıllarca beklerler, beklerler de, sonunda İyi bir şair bulur ve bir gecede
yazdırırlar ona, içlerinde akan ırmağın çağıltısını."[641]
Cahit Koytak'a göre, esinle gelen iyi şiirler -şairin deyişiyle kendini
şairine yazdıran şiirler- doğası gereği olgunlaşmış, kıvamını bulmuş; dil,
söyleyiş ve estetik bakımından kendini tamamlamış metinler olarak varlık
bulmaktadır. Bu nedenle "İyi Şiirler Yaşlı Doğarlar"[642]. İyi şiirin, " 'gecikmiş bir doğum'
"la "yaşlı doğmuş çocuk(...)"[643] olması gibi şiirin ölümünü de "kıyamete
kadar gecik[tirecek]"[644] [645] ve onun kalıcı şiir olmasını sağlayacaktır. İyi
ve kalıcı şiire ulaşmada tüm bunların yanı sıra şairin kendi gibi olması da
önemlidir. Çünkü iyi şiirin ölçütlerinden biri de özgünlüğü, kendinden başka
hiçbir şeye benzememesidir. Şair, büyük fikirlerin "peşinden
koşma[k]" yerine "sahteliklerden sıyrılmaya bak\malı] //
kendini 111102
arındır\malıdır.] ve bu bağlamda Bildik temalardan
uzak dur\malı] / (...) /Sesine
•
7
7
r 1
1 17/103
* 11
11
11
....
-ı -ı
yem yankılar
ara[malıdır.] . Ancak bu yolla özgün, kalıcı, iyi şiire ulaşmak
mümkün olur.
Sanatı, yaşanmamış olanı kurmaca yoluyla deneyimleme, bir başka deyişle mış
gibi yapma ile ilişkilendiren Cahit Koytak, iyi şiirin başka bir niteliğinin de
düşleme yoluyla yaşanmamış olanı deneyimleme, onun künhünü sezme olduğunu
belirtir. Bu durumu saraya hiç girmemiş bir yoksulun düşlem yoluyla sarayı
Sezar'dan daha iyi ve ayrıntılı olarak bilmesi bütüncül eğretilemesiyle
somutlaştırarak anlatır: yoksulun "(...) bulunduğu o yerden /
saraya baktığında, artık orada / sezar'ın içerden gördüğünden / daha fazlasını
görebilmesi..."dirW4. Cahit Koytak' göre, "(...),
işte yoksulluğun böylesi /zenginliğin ender türlerindendir / ve iyi şiir, böyle
bir zenginliği / kendisinde keşfeden şairlere verilir."0.
Böylece iyi şiir, kurmaca metin aracılığıyla yaşanmamış olanı deneyimleme
yeteneğini kendinde keşfeden şair tarafından yazılan metin olarak tanımlanır.
Bir başka deyişle iyi şiir, öteki ruh hallerini ve yaşamları öykünerek onları
başkalarının da deneyimlemesini / yaşamasını sağlayabilen şiirdir.
İyi şiirin başka bir özelliği de okuyucusuna sanatsal yapıt / şiir
karşısında estetik bir doyum sağlamaması, okuyucunun estetik doyumsuzluğunu
artırmasıdır. Şairin eğretilemesiyle söylenecek olursa iyi şiir, okuyucusunun
şiire olan açlığını tatmin etmek yerine şiire "(...) açlığını
artır [an] / (...) / ince, hüner isteyen bir iş(...)"tir[646] [647] [648] [649]. Estetik
doyuma ulaştırma bağlamında iyi şiir "suvarmaz, susatır; /
söndürmez, yakar!"[650]bir özelliğe sahiptir.
İyi şiirde bulunması gereken özelliklerden biri de duygu, düşünce ve dil
arasındaki uyumu sağlamasıdır. Bu aynı zamanda biçim ve içeriğin uyumudur da.
Şiirin üç temel ögesi arasında kusursuz uyum sağlandığı takdirde şiir,
"has şiir" olabilmektedir. Cahit Koytak bu görüşünü, şiirlerinde
çeşitli bağlamlarda, farklı anlam ilgileriyle kullandığı jonglör
eğretilemesiyle açıklar. "has şiir"in, bir jonglör gibi "(...)
duyguyu, /düşünceyi ve dili, //üç anka kuşu /yumurtasıymış gibi / tek elde, yere
düşürmeden // uyum ve ustalıkla havada / atıp tutarken öyle / bir yandan da, //
Z\/7v77
7-7
/
7
••
,r
’l tf108
1
1 •
11'-'
(...) /
boşta kalan eliyle, / oorkestra yönelmesine], benzer
bir şey olduğunu belirterek; duygu, düşünce ve dil arasındaki uyumun ne derece
kusursuz bir biçimde sağlanması gerektiğini vurgular. Nitekim kötü şiirde bu
uyumsuzluk belirgin biçimde görüldüğü için şiir kötüdür. Böylesi şiirin şairi,
Tanrı tarafından kendi içine yazılmış "(...) partisyonu[651] [652] [653] /yanlış okumanın bir (...)"nQ sonucu olarak uyumsuz / kötü şiiri ortaya
koymaktadır. Özgün içeriğin doğallıkla işlenmesi, şiirin zamana yayılarak
sabırlı bir işçilikle kotarılması, yalın bir dille ancak anlamsal derinlik
içerecek biçimde yazılması özellikleri ise "Kısık Ateşte", "(...)
sahanda yumurta /pişirmek C-.)"[654] eğretilemesiyle somutlaştırılarak anlatılır.
Cahit Koytak tarafından, iyi şiirin ölçütlerinden biri de şiirin okuyucuda
yarattığı duygusal etki olarak belirlenir. Bu ölçüt, saptanması güç ve son
derece öznel bir ölçüdür. Cahit Koytak'ın ortaya koyduğu bu ölçüte göre şiirin
iyi olmasının ölçüsü okuyucuda yaratacağı santimantal etkidir. "(...)
okunduktan sonra, insana, / konuşmayı unutturan, / oturup sessiz sessiz /
ağlama isteği veren şiir..."[655] iyi şiirdir. Ancak okur merkezli bu tanımlama
son derece görecelidir. Daha önce iyi şiirin Cahit Koytak tarafından Tanrı'ya
döne(bile)cek mükemmellikte ve bütünlük içinde var edilmiş şiir olarak
tanımlandığı üzerinde durulmuştu. İşte okuyucuda böyle santimantal etki yaratan
iyi şiir, "hakikatle güzelliksin, "(...) yerden göğe dönerken
/ bindikleri kızağ[a]"[656] koştukları
şiirdir. Bir başka deyişle, okuyucuda duygusal etki yaratan iyi şiir, aynı
zamanda Tanrı'ya dönerken beraberinde "hakikatle güzellik"\ de
Tanrı'ya ulaştıran şiirdir.
3. 2.
3. 2. Kalıcı Şiir: Ölümsüzlüğün Peşinde
Cahit Koytak, ölümsüzlüğü, şiirin kurmaca dünyası içinde edebi metnin
geleceğe kalması, insanın yaşamına başka bir dünyada devam ettiği gibi şiirin
ve güzel şeylerin de başka bir dünyada var olmaya devam etmesi bağlamında
değerlendirir. Yoksa ölümsüzlüğün peşinde koşmak, şairane bir tavır olmanın
ötesine geçmeyecek bir çabadır. Bu bakış açısını Kürşat Bumin'e gönderdiği
manzum mektupta şöyle açıklar:
" 'Ölümsüzlük' sözünün sadece bir nükte / ve
şairlerin dudağına yakışan, / yani onlar için mazur görülebilecek tatlı bir /
'soytarılık' / olduğunu belirtmeme gerek yok, elbette. /Ama, 'ölümsüzlük
vehmi’nin, şairler de dahil, /herkes için korkutucu bir takıntı olduğu
konusunda / sizinle kesinlikle hemfikir olduğumu bilmenizi / isterim. "114.
Bu nedenle ölümsüzlük ya da kalıcılık, edebi metnin geleceğe kalabilme
yetisi bakımından niteliği ve sanatçının yapıtını inşa ederken takındığı
tutumla ilgili bir kavram olarak ele alınacaktır.
Cahit Koytak'a göre iyi şiirin ölümsüz olmasının nedeni Tanrı'dan
gelmesidir. Bu nedenle iyi şiir için tekrar Tanrı'ya / özüne dönmek anlamına
gelen bir "miraç" ya da "îtakayolculuğu"[657] [658] söz konusudur. İyi şairler her şiiriyle,
buluşuyla bu yolculuğa ya da "ölüme çare" aramaktadır[659]. Düz yazı tıpkı insanın bedeni gibi topraktan gelip
toprağa dönecek maddesel bir var oluşla bulunurken iyi şiir tıpkı ruh gibi
Tanrı tarafından şaire üflenmiştir. Bu görüş, Güzel Sözlerin Cini, oyun
kişilerinden biri ve şiir anlatıcısı konumundaki Efendi arasında bir polilog
biçiminde kurgulanmış "Çarşı Pazar Gezerken"de şöyle açıklanır:
"(■■■)
Bense kerpiç dökmek istiyorum, Güzel Sözlerin Cini, Yalnızca kerpiç dökmek
ve böylece, ölümlü bedenimi Ve düz yazılarımı toprağa iade etmek...
Çünkü ikisi de oraya aittiler
Ve çürümekten
başka kaderleri yoktu.
'Ama ruhunuz
ve şiirleriniz?' diye atlıyor, öteki,
'Onları,
ölmenizi istemeyen biri
Ciğerlerinize
üfledi, efendimiz (.)"[660]
Cahit Koytak'a göre şiirin ölümsüzlüğünü, kalıcılığını belirleyen
etkenlerin en önemlisi şairin tutumudur. Ona göre şiir / söz, kalıcı olmak
istiyorsa ölümsüzlüğü düşleyen şairler tarafından yazılmalıdır. Şairin yapıtını
ortaya koyarken takındığı tutum zamandan ve mekândan aşkın olmalıdır. Şair,
eşyaya, kavramlara ve olaylara zamanın sınırlayıcı zincirini kırarak baktığında
zaman üstü bir yapıt ortaya koyabilir. Yapıtın bir döneme, çağa ya da zamana
kayıtlı olmayışı, belli bir mekâna ait olmamayı da beraberinde getirir. Bu
nedenle şair zamanda ve mekânda " 'şimdi ve burada' değilmiş
gibisine..."[661] konumlanmalıdır. Şair böyle bir bakış açısı
geliştirebildiğinde "(...) ebediyet / [şairin] hem
süt annesi(...), / hem mozole nöbetçisi!"[662] olacaktır. Kalıcı şiirler böylesi bir tutumu
geliştirebilmiş şairler tarafından yazılabilir. Şiir çürüyüp, yok olup gitmeye
mahkûm olmak istemiyorsa "Bu fani, unutkan kulaklarda, / Bu yaralı
bereli, mezar toprağı kokan / Dudaklarda"[663] hayat bulmak yerine kendisine "(...)
Dökülecek ölümsüz /Dudaklar ve narasıyla gökleri / Sırça saraylar gibi alaşağı
edecek / Sarasız ve sıtmasız hançereler / arayıp bul[malıdır.] (...)"[664]. Ancak böylesi şairler tarafından ölümsüz şiirler
yazılabilir. Zira şiiri ölümsüz bir nitelikle ikame eden "ustası" /
şairidir[665].
Şiirle şair arasındaki ölümsüzlük ilişkisi, iki taraflıdır. Ölümsüz şiir,
iyi şair tarafından inşa edildiği gibi; iyi inşa edilmiş bir şiir de şairini
edebi anlamda ölümsüz kılar[666]. Şiir, sanatçının ölümünden sonra da onun varlığını,
bu dünyadan gelip geçmiş olduğunu hatırlatmaya devam ederek sanatçıyı yaşatmaya
devam edecektir. Bu görüş, bahçıvan ve bahçe eğretilemesiyle açıklanır.
Bahçıvanın / sanatçının geride bıraktığı bahçedeki çiçekler / şiirler "
bahçıvanın elleri, gözleri ve yüreği / toza toprağa dönüştükten sonra, / ondan
nice sonra, nice sonra da, / (...) // bahçıvanın, hâlâ orada, / hep orada
olduğunu / göstermek isteyecekler[dir],"[667].
Cahit Koytak, sanatçıyı; yapıtlarını bir başka deyişle Tanrı'nın doğaçlama
olarak esinlediklerini "zamanın derisine, / bekanın
kemiklerine..." nakşeden bir "mumyacı"15 olarak
görür. Dolayısıyla sanatçı yapıt vererek bir tür mumyalama işlemi
gerçekleştirir. Böylece sanatçı hem yapıtlarını ölümsüzleştiren hem de
yapıtlarıyla ölümsüzleşen bir kişiliktir. Sanatçının yaptığı "sonlu
hayatı(...) / (...) / bir yol şarkısıyla telafi(...)"[668] [669] [670] ederek ebedi kılmaktır.
Kalıcı şiir kendi çağının ötesine seslenebilecek nitelik taşımalıdır. Kendi
çağının ötesine geçebilen, gelecek kuşaklara, geleceğin dünyasına söyleyecek
sözü olan şiir kalıcı olabilir. "büyük şiir, uygarlığın bir
yüzyıl, / belki üç, belki beş yüzyıl / \ft127 sonraki yıkıntılarında /
dolaşmayı hayal edebilen / bir kurttur, / (...)
. Kurt
eğretilemesiyle
somutlaştırılan ölümsüz şiirin (kurdun) içerdiği anlamlar (ruhu), metinler
arası ilişkiler sayesinde bedenden bedene (şairden şaire / yapıttan yapıta)
aktarılarak ölümsüz olacaktır: "kurdumuzun ruhuysa, / bin yıl,
belki binlerce yıl sonra / bir şairin bedeninde uyanmak / ve sancıları
tuttuğunda varlığın, / gecenin sessizliğinde / aya karşı ulumak için /
uyumaktadır mağarada. "[671]. Böylesi bir şiir, kendinden sonra gelecek edebi
metinlere pastiş, parodi, gizli anıştırma, yeniden yazma (palimpsest) vb.
bakımlardan üst / alt metin olarak kaynaklık edebildiğinde ölümsüzlüğü
yakalamış olacaktır. Bu bağlamda şiirin, edebi metnin ölümsüz olmasının
gereklerinden biri de gelecekteki edebi üretimlere metinler arasılık bağlamında
kaynaklık edebilmesidir.
Cahit Koytak, Şair H. Hanım'a (Hayriye Ünal) yazdığı manzum mektupta şiirin
kalıcılığının ölçütlerinden birinin de şiirin yazıldığı çağdaki niteliğiyle
ilişkilendirir. Mektupta, şiirin yazıldığı çağda okurunun beklentilerini
karşılayabildiği ölçüde kalıcılığı yakalayabileceği belirtilir[672].
Cahit Koytak için şiir, belirli bir muhatap için söylenmiş, yazılmış metin
değildir. Şiir, zamanın rüzgârının kulağına fısıldanmış "monologlardan" ibarettir.
Zamanın rüzgârı da zaten ilgilisini bularak onun kulağına bu monologları
fısıldayacaktır. Bu nedenle şiir, şairin sesine yankı, sözüne muhatap
beklemeden sadece "(...), yolun ıssızlığını, / Yolcunun yürek
vuruntularını / Bastırmak için dili\ne\ doladığı /serseri monologlar... "dır[673]. Bu yönüyle bir avunma aracı da olan şiir "Tek
boynuzlu ve kırk kanatlı"[674] [675] [676] beyaz bir küheylandır. Pegasus'tan yirmi kat
daha fazla kanadı olan bu uçan beyaz küheylan, aynı zamanda bir "kainat"tır.
"Bu uçan kainatın [küheylanın] karnında / arpa, saman ve
selüloz yerine, / Ona yüzlerce tt132
belki
binlerce yıl yetecek fethedilmiş zaman var[dır.],
(...)
. Bu zaman üstü
niteliğinden
ötürü şiir, salt bugünün okuru için değil tüm zamanların okuru içindir. Cahit
Koytak'ın birçok şiirinin matrisini oluşturan ölümsüzlüğe ulaşma, maddesel
varlığın faniliğini aşma, ruhun ölümsüzlüğü, Tanrı'ya ulaşarak ölümsüzleşme
gibi düşünceler, Cahit Koytak'ın şiir anlayışını tematik olarak zaman üstü bir
konuma taşır. İbn-i Arabî başta olmak üzere tasavvufun "ebu'l- vakt"
ile "ibnü'l-vakt" ve Henry Bergson'un ortaya attığı "duree"
kavramlarıyla örtüşen bu bakış açısına göre zaman kavramı, maddesel olarak var
olan için geçerlidir. Şiir de maddeden ziyade bir "mana" olduğu için
Cahit Koytak şiirinin / beyaz küheylanın "(...), toynak seslerini,
/ Bazen keder; bazen erinç veren / gökçe kişnemelerini / Panayır tellalları,
panayır simsarları değil, / Tellalların, simsarların kemiklerinin tozunu /
Yolun kıyısına
tt133 savurup
geçen / rüzgarlar fısıldayacak[tır] / Kulağına serazat yolcuların. .
Geleceğe
kalacak metinler, zamanın rüzgârının kulağına fısıldandığı için şiir, zamanla
kendine başka edebi mecralarda farklı anlamlar bularak, yeni ve farklı metinler
arası ilişkilerde kendi anlamını tamamlayarak sürüp gidecektir.
Cahit Koytak; şiiri, zamanla çatışan değil uzlaşan bir kavram olarak
değerlendirir. Bu açıdan bakıldığında şiir, dil ve üslup özelliklerinden çok
söylediklerinden ötürü kalıcılığı yakalayabilecek zaman üstü, sanatsal bir
üretimdir. Çünkü Cahit Koytak'a göre şiir, ne soru sormaya ne yanıt vermeye ne
de sorusu henüz sorulmamış yanıtları bulmaya gelmiştir. Şiir sanatı, evrende ve
zamanda "Büyük Usta"nın[677] eliyle yaratılmış "şiiri" görüp onu
metne dönüştürmektir. Bu sanatsal var etme biçimi, "Büyük
Usta"nın yaratma biçimiyle uyumlu ve onun yaratmasının bir tür
yansıması olduğu için evrenin ve zamanın ruhuna aykırı değildir. Evrenin ve
zamanın ruhuna uygun oluş ise kalıcılığın önemli ölçütlerindendir. Böylesi bir
şiir, okurunu aramaz; okuru onu bulur. Bu noktada bir sanatçı olarak Cahit Koytak,
şiirine / sanatına muhatap arayan bir şair değildir. Bu durum onun münzevi
tavrına da uygun düşmektedir. Bu tutumuyla Cahit Koytak, "Ben
buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"[678] tavrının -kendisi de bir münzevi olmasına
rağmen- karşısında yer alır. "Geniş zaman"a seslenen şiiriyle okuru
arayan değil okur tarafından bulunan yapıtlar ortaya koymayı amaçlar.
Okuyucusunun kendisini bul(a)mamasına da "darılma[z\":
"Dert etme, darılmam, / bak bu hiç önemli değil! / Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı / Yoksul ve şair okurunu / sonsuza kadar bekleyebilir; /Her
şeyi kıt[tır], ama şükür / [şiiri zaman üstü bir nitelik
taşıdığı için] vakti bol[dur.\"[679].
Ölümsüz ya da kalıcı şiir için tehlikeler de söz konusudur. En büyük
tehlike ise " 'genç kalma' " isteğidir. "
çünkü bu, şiirin gençliğinden çok, / şairin, olduğundan daha genç /görünme
hevesini yansıtır. "[680]. Şairin
olduğundan daha genç görünme hevesi, doğallıktan uzaklaşma, yapaylaşma tehlikesini
beraberinden getireceği için şiirin kalıcılığı bakımından tehlikeli bir durum
olarak görülür.
3. 2.
3. 3. Şiir Hikmettir
Günlük dilde de sıkça kullanılan "hikmet" sözcüğü, "Türkçe
Sözlük"te "1. Bilgelik. 2. Tanrı'nın
insanlarca anlaşılamayan amacı. 3. Gizli sebep. 4. Öğüt
verici söz. 5. Fizik. 6. Felsefe"[681] gibi farklı anlamlarla tanımlanır. Felsefede ise
genellikle bilginin ve "bilgelik"in (sophia / wisdom) eş anlamlısı
olarak belirtildikten sonra aşağıda örneklenen tanımlamalara benzer biçimde
tanımlanır:
"1- Geniş anlamıyla bilgi demektir. Bu bağlamda:
Bilmenin ereği, bilmenin eksiksiz oluşu 2- Kendini tanımanın bilgisi."[682] [683] ya da "En geniş ve en genel anlamı içinde,
insanın içinde yaşadığı dünya ve toplumla uyumlu, kendi kendine yeten ve
bilinçli bir varlık olmasını; dünyaya, kendisine, yaşama ve yaşamın nihaî ve en
yüksek amaçlarına ilişkin olarak sağlam bir kavrayışa sahip bulunmasını;
eylemlerinde bilginin belirleyici rol oynamasını; düşünüp taşınarak eylemesini;
eylemlerinin enine boyuna düşünülmüş eylemler olmasını öngören ideal durum ya
da erdem. "140.
Bu tanımlamalara göre felsefi terminolojide hikmetin en temel niteliği,
bilgi kavramına ve bilme eylemine yaslanmış olmasıdır. Buradan hareketle
bireyin kendinden başlayarak toplumu, dünyayı ve evreni bilmesi, tanıması ve
bütünlüklü bir biçimde kendi donanımı ve düzeyi ölçüsünde kavrayışı hikmet
olgusunu belirlemektedir. İslam tasavvufunun önce kendini sonra da Tanrı'yı,
dolayısıyla "hakikat"i bilmeyi merkeze alan yaklaşımında ise hikmet
kavramı, "Amel ve bilgi bütünleşmesinden meydana gelen ilim.
Insan'ın, gücü oranında, dış âlemdeki (afâktaki) nesnelerin hakikatini olduğu
gibi bilip, ona göre hareket etmesinden bahseden [ilim]."747 olarak
tanımlanır.
Cahit Koytak da poetikası kapsamında, şiirin bizzat kendisini bir tür
hikmet olarak değerlendirir. Ona göre şiir, bilgece söz söyleme sanatıdır. Söz
söyleme edimi de iki şekilde ortaya çıkar: ilki "anlatıl(a)maz" olanı
anlatmak, ikincisi ise anlatılabilir olanı anlatmaktır[684] [685] [686] [687]. Şiir bunlardan birincisini yaparken yani
anlatıl(a)maz olanı anlatırken hikmet niteliği taşır. Ancak her ikisini de
yaparken şiirin taşıması gereken özelliklerinden en önemlisi söyleyeceğini didaktikleştirip
sloganlaştırmadan söylemesidir. Çünkü şiir öyküsünü, iletisini yüksek perdeden
anlatmayan, anlatılabilir olanın yanında anlatıl(a)maz olanı da anlatmayı
amaçlayan bir sanattır. Anlatılamaz olanı, alçak sesle bazen de "sessizliği
dil olarak kullanmak" suretiyle ve alçak gönüllülükle anlatma
yolunu seçtiği için şiir bir tür "hikmet"tir. "hikmet de
şiir de 'anlatılamaz olan' konusunda susmak, / ve sessizliği dil olarak
kullanmak, / ama bunu gösteriye dönüştürmeden yapmaktır."743.
Cahit Koytak, şiirin hikmetli olmasını şiirin sessizliği eğretilemesiyle
somutlaştırır. Şiirin iddialı büyük sözler etmeden, gösterişli anlam oyunlarına
girmeden doğallık ve yalınlıkla bir başka deyişle "sessizce"
içerikleştirdiği hikmet, öyle bir suskunluk, sessizlik yaratmalıdır ki okuyucu
dizelerde, "çiğnediği keçi yollarında sezginin ayak seslerini (...) /
ruhun dehlizlerinde / inancın iç çekişlerini / aklın tepelerinde / kuşkunun
ulumalarını"744 işitebilmelidir.
Şiirin anlatılamaz olanı anlatması bir başka şiirinde ise "içi
mucizelerle dolu, ama dilsiz ve tutuk.", "Kafasını çağlara vura vura
kanatan / ergen bir Buda (...), "[688] eğretilemesiyle
somutlaştırılır. Şiirin dilsiz ve tutuk bir Buda aracılığıyla tanımlanması
Budacılıkta sezginin, irfanın ve hikmetin önemli bir yere sahip olmasıyla
ilgilidir. Şiir hikmetli olmayanı, anlatılabilir olanı anlatma konusunda ise
yine aynı tavrı elden bırakmamalıdır. Gösterişten uzakta delilerin, çocukların
ve çobanların bile rahatça anlayabileceği, zevk alacağı nitelikte olmalıdır.
Yoksa şair, Heiddegger'in yaptığı gibi "varolanın varlıkta varolan
olarak var olması / falan, falan, falan..." diye söze
başlayınca "gülmekten kırıl[maktadır], çobanlar, çocuklar
ve deliler."[689] [690] [691]. Çünkü
çobanlar, deliler ve çocuklar gündelik yaşamlarındaki eylem ve tutumlarında
akla fazla ya da hiç ihtiyaç duymayan, sezgi ve içsel yönsemelerle davranan,
kimi zaman da davranışlarında -davranış nedenlerinin anlaşılmamasından dolayı-
hikmet aranan kişilerdir. Bu nedenle şiir, akla yaslanan bilgi olmaktan çok
sezgiye, irfana dayanan hikmetli bir olgudur. Öğretmek yerine bilgece susarak
sezdirmek, söz söylerken daha ketum bir tavır seçmek, şiiri hikmetli kıldığı
gibi geçip gidici olanla birlikte yok olmaktan kurtararak ölümsüz de
kılabilecek bir özelliktir: "Taş gibi katı olursan, ruhum, / taş
gibi katı, ağır ve ketum, / açılmamış sırlarla doluymuş gibi hani... //yaşarken
çürümekten / ve ayaklar altına düşsen de ezilmekten / kurtulabilirsin
belki."141.
Şiir aynı zamanda yoğun, özlü dil kullanma tavrıyla az söz kullanarak çok
şey anlatma ve okuru üzerindeki etki gücü bakımından da bir tür hikmet olarak
tanımlanır. Nitekim sözü hikmetli / veciz kılan özellikler de bunlardır. Cahit
Koytak, şiirin yoğunluğu ve etkileyiciliği bağlamında hikmetli oluşunu şarap
eğretilemesiyle somutlaştırır. Bu eğretilemeye göre şiir, "(...) /
insanoğlunun, sıka sıka / sözün suyunu çıkarması, / sonra onu bekletip
yıllandırması, / sözü şaraba çevirmesidir."14^.
3. 2. 3. 4. Şiir-Büyü, Şair-Büyücü
Cahit Koytak'a göre şiir bir yönüyle büyücülük sanatıdır. Bu durum büyünün
tıpkı şiirde olduğu gibi nesnel gerçekliği deforme etmesi ve insan üzerinde
etki bırakmasıyla ilgilidir. Nitekim Türkçe Sözlükte büyü, "
1. Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların
başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, afsun, efsun,
sihir, füsun, bağı; 2. mec. Karşı durulamaz güçlü etki"[692] olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamada büyünün
iki özelliği şiir için de geçerlidir. Birincisi, nesnel gerçeklikte, fizik
yasalarıyla işleyen nesneler dünyasında gerçekleşmesi olanaksız durum ve
olayların (bir asanın yılana dönüşmesi gibi), şiirin kurmaca dünyasında olağan
olay ve durumlar haline gelebilmesidir. İkincisi ise iyi kurgulanmış ve çarpıcı
bir dille ifade edilmiş, estetik bir şiirin okuyucu üzerinde duygusal
açıdan "Karşı durulamaz güçlü etki" yaratmasıdır.
Cahit Koytak, bu ortak niteliklerden ötürü şiirle büyü arasında benzerlik
kurar. Örneğin "Büyünün güzel bacısı şiir [in], /
(...) / (...) balkona çıkıp / Yıldızlarla dolu eteğini / Sokağa
silkele[mesi],"[693] şiirin kurmaca dünyasında hem olağan bir
durumdur hem de aykırı bağdaştırmalar ve hiperbolik söylem aracılığıyla kurulan
ironi nedeniyle güçlü etki yaratan çarpıcı bir imgedir. Cahit Koytak, bu
biçimde nesnel gerçekliği deforme ederek okuyucuyu etkilemeyi yani şiiri "(...)
büyülemek için, büyü bozma\k\"[694] [695] olarak
formülize eder. "Büyü bozmak" nesnel gerçekliği
deforme etmeyi, "büyülemek" ise okuyucuyu etkilemeyi
karşılar. Şair de bu durumda büyü bozma eylemiyle ruhbilimcilerle rol değişimi
yapan bir büyücüdür.
Cahit Koytak, ruhbilimci hekimlerin bir araya geldiği bir kongrede okumak
üzere yazdığı ve ilişiğinde bir mektupla Ruhbilimci Kemal Sayar'a gönderdiği
iki epizottan oluşan "Sevgili Hayalet" şiirinde büyü konusunda
ruhbilimcilerle şairler arasındaki benzerliği şöyle şiirleştirir: "(...)
/sizler, büyü bozmak için, büyülemeyi /iş edinen ruhbilimciler, ruh hekimleri /
ve ben, büyülemek için, büyü bozmayı / oyuna, sanata çevirmek isteyen şair... /
bazen değiş tokuş ediyor olabiliriz, evet, / -tl152
rollerimizi . Ancak şiir, büyü olarak da estetik ve pozitif
bir edimdir. Bu farkı yansıtmak amacıyla şiir anlatıcısı, şairin şiir aracılığıyla
yarattığı büyüyü, bir başka deyişle kurmaca aracığıyla yeniden inşa ettiği
sanatsal, üst gerçekliği "beyaz büyü"[696] olarak
adlandırır. Şiirin bir tür büyü; şairin de bir tür büyücü olduğu ironi
söylemiyle " 'Şiir ve Hayat' "ta da belirtilir: "(...) /
ve şiirin gardırobu çok yoksul; / odalar dolusu sihirbaz kostümleri, / dolaplar
dolusu sihirbaz kostümleri, / sihirbaz şapkaları, sihirbaz bastonları... "[697].
Cahit Koytak'ın poetikasında, şiir sanatıyla büyücülük arasında benzerlik
kurulması ilk şiirlerinden itibaren görülen bir durumdur. 1990'da yayımlanan
ilk kitabı "İlk Atlas"ın epigrafında kitabın içindeki şiirlerin bir
tür büyücülük sanatının, büyü gibi farklı bir gerçekliğin ürünleri olduğunu ima
eden bir epigrafa yer verilir. Epigraf Kur'an-ı Kerim'in Tâ-Hâ suresinin on
sekizinci ayetidir. Epigrafta manzum biçimde dizilen ayetin meali "Bu
benim asam, / bu benim değneğim /Dayanırım ona; / Onunla davarıma /yaprak
silkelerim / (Ve meyve çocuklarıma)"[698] biçimindedir. Bu ayette Hz. Musa, elinde tuttuğu
asasını gündelik yaşamında yaslandığı, koyunları için ağaçtan yaprak
silkelediği ve başka işlerde kullandığı bir değnek olarak tamamen nesnel
dünyanın fizik kuralları içindeki somut niteliğiyle tanımlar. Buraya kadar her
şey göründüğü gibidir. Ancak Tâ-Hâ suresinde bu ayetten sonra gelen ayetler
nesnel gerçekliğin fizik yasalarını ihlal ederek alışılmış
"gerçeklik"te skandala yol açan farklı bir üst gerçekliğe ait
olayları anlatır. Sonraki ayetlerde Hz. Musa, Allah'tan gelen emir üzerine
asasını yere atınca asa, kıvrılarak akan bir yılana dönüşür. Koynuna sokup
çıkardığı eli ay gibi ışık saçmaya başlar[699]. Dolayısıyla bu ayetten sonra anlatılanlar
neden-sonuç ilişkisiyle ve doğa yasalarıyla işleyen dünyanın dışında bir
gerçekliğe ait olay ve durumlardır[700]. Yirmi birinci ayetin dipnot olarak verilen
tefsirinde Muhammed Esed, bu iki farklı gerçekliğe dikkat çeker:
"Asâ'nın mucizevî bir biçimde yılana dönüşmesi,
kanaatimizce, gizemli bir anlam taşımaktadır; bununla, öyle anlaşılıyor ki,
görünüş ile gerçeklik arasındaki mahiyet farklılığına ve buna bağlı olarak,
Allah’ın, bu farklılığı kavramak üzere seçilmiş kullarına bahşettiği manevî
vukuf ve sezgiye işaret edilmek isteniyor (...). "[701].
Cahit Koytak da üst bir sanatsal gerçeklik sunan yapıtının içeriğini ve bu
metni kavrayabilecek nitelikteki okuru beklediğini epigraf aracılığıyla ima
etmektedir. "İlk Atlas"ta ise bu ayetten / epigraftan sonra gelen
şiirler de tıpkı asanın yılan olmasındaki gibi nesnel gerçekliğe ait olmayan,
kendine özgü yasaları sanatçı tarafından belirlenen kurmaca bir dünyanın
büyüsel ürünleridir[702]. Şiirin bir tür büyü olduğu görüşü yukarıdaki
anıştırmayla "Şair Bugünden Geçiyor"[703] şiirinde de yer alır. Bu şiirde aynı zamanda Hz.
Musa'nın Kızıldeniz'i asasıyla yarması olayına anıştırmada bulunularak da
şiirin büyüye benzediği vurgulanır. Şairin, anlatılmaz olanı anlatma yeteneği
bakımından sorgulandığı "Sorgu Sual"[704] şiirinde ise şairin filozof mu yoksa "sihirbaz" mı
olduğu üzerinde durulur.
Cahit Koytak'a göre sanatın iyi olması okuyucusu, dinleyicisi, izleyicisi /
muhatabı üzerinde yarattığı etkiyle ölçülür. Sanat yapıtının niteliğini
kanıtlamasının ölçütlerinden biri derin bir etki bırakabilme yetisiyle başka
bir deyişle "büyüleyebilmesiyle" ölçülmektedir. Ancak büyülemenin
yanında daha da önemlisi muhatabında bir farkındalık da yaratabilmelidir. Cahit
Koytak bu görüşünü "Sanatın iyisi /Bir kere büyüler / On kere
büyüden çıkarır seni,"[705] dizeleriyle ortaya koyar. Ancak şiirdeki
büyüleme eyleminde, okur da büyücü şairin paydaşıdır. Dolayısıyla okur, metnin
/ şiirin / büyünün tamamlayıcısıdır. Cahit Koytak okur merkezli bu bakışıyla
büyüye okurun aktif katılımını bekler. Okuyucunun metne katkısı olduğu zaman
büyü kendini tamamlamış olur. Şair'le Kral arasındaki diyalog biçiminde
kurgulanmış "Şair, Kral'a.." şiirinde şiir anlatıcısı okurun şiire /
büyüye katkısını bütüncül bir alegori üzerinden açıklar:
"Şair,
Krala..
Şair, krala
şunu söyledi:
'Benim bütün
hünerim, bu beyaz büyü, efendimiz...’
Kral, 'Nasıl
yani, dedi,
sen, meselâ,
deveyi iğnenin deliğinden geçirebilir misin?' 'Hayır, efendimiz, dedi, Şair,
Hayır, yaptığım tam olarak bu değil; ben önce iğneyi, sonra deveyi
sizin
gözünüzün önünden geçiririm, işin geriye kalanını siz, efendimiz, kendiniz
yaparsınız.' "[706]
Şiir öznesi ve anlatıcısı olan şair, büyü için gerekenleri hazırlayıp
büyüyü tamamlamayı, deveyi iğnenin deliğinden geçirmeyi okuyucuya
bırakmaktadır. Bu bakımdan okuyucu sadece büyülenen değil aynı zamanda metne
nüfuz ederek büyüleme eylemini gerçekleştirmede ya da büyüyü / şiiri
tamamlamada şaire eşlik eden tamamlayıcı bir role sahiptir.
3. 2.
3. 5. Şiir ve Akıl
Cahit Koytak'a göre şiir akılla kavranan, akılla tasarlanan ancak akıldan
çok sezgiye, irfana ve esine dayalı bir sanatsal üretimdir. Şiirin ve
yaratıcılığın saiklerinden birinin akıl / zekâ olduğunu Cahit Koytak yadsımaz.
Çünkü "Yaratmak zeka gerektirir / Gökten sabah geçen kuşun izini /
Akşam seçebilen bir zeka..."[707] sanatçının
temel gereksinimlerindendir. Sanatsal yapıtta biçimi belirleyen, dış yapıyı
inşa eden akıl ve zekâ olmakla birlikte; yapıta asıl ruhunu veren şey ise
sanatçının sezgisel yeteneği ve sanatçı duyarlığıdır. Bu hassas dengeye dikkat
edilmediğinde zekâ ve akıl şiiri zedeleyebilir,
"şiirin yanağında, dudağında / yara aç[abilir.]
"[708]. Zaten "Cahit Koytak yazdığı şiirlerde 'düşünen özne’ tarafını ön
plana çıkartarak, şiiri salt duygulanımların dışa vurulduğu, psikolojik
boşalmaların yaşandığı bir iç dökme alanı ya da manevi anlamda rehabilite eden
bir uğraşı olarak görmez. Ne kıskaç belirlenimci bir tasavvurun ne de agnostik
bir zihniyetin ürünüdür Cahit Koytak şiiri."[709].
Çünkü zekâ ile yapılabilecek işler sınırlıdır ve şiir de bütünüyle bu
sınırlar içinde yer almayan bir yapıdadır, "(...) / Zekâ taşı
suya, suyu altına /Dönüştürebilir belki, ama / Kaba narayı ve kuru yaftayı /
iyi şiire, yüksek şiire / Dönüştüremez asla."[710]. Bu nedenle
akıl ve / veya zekâ, şiiri var eden diğer etmenler arasında daha geride
konumlanır. Bu nedenle şair, şiiri tercih etmekle bir tür "Akıllı
Delilik"[711] yolunu
seçmiş olur. Cahit Koytak, Roni Margulies'e yazdığı manzum mektupta şiir
sanatını en nihayetinde "(...) akıllı deliliksanatı(...)"[712] olarak tanımlar. Bunun delilik olmasının
nedenlerinde biri şairin, evrene ve eşyaya kendini başkasının yerine koyarak
bakabilmesiyle ilgilidir. Cahit Koytak kendinin şiire başlama serüvenini bu
yetiye bağlayarak şiirin kurmaca evreni içinde "benim göz oyuklarımdan
/ bir başkasının / bir kralın mı, bir çobanın mı, / bir yalvacın mı, / henüz
tanımadığım birinin / gözleriyle dünyaya / baktığımı fark ettim"[713] [714] dizeleriyle açıklar. Dolayısıyla sanatçının şiir
yazmaya, akıllı delilik mesleğine başlaması kendi göz oyuklarından başka
birinin dünyaya baktığını fark etmesiyle olur. Zaten şiir, olanaklarının
genişliği ve nesnel dünyada gerçekleşmesi olanaksız olay, durum ve şeyleri
olanaklı 171
kılmasıyla akıldışı,
muhteşem, hercai / istihaleleri olan, belirli bir şekle biçime
sığmayan, metamorfik bir sanattır. Bu nedenle şiir, akıldan ne kadar
uzaklaşırsa imgelem o kadar genişler, derinleşir.
Akıl, akılcı düşünce şiir için bir ayak bağı, görünmez bir kafestir. Cahit
Koytak, şiirle akıl arasındaki ilişkiye ait bu görüşünü, bir ucu yerdeki kazığa
/akla, diğer ucu ise göğe salınan kuşun / şiirin ayağına bağlı ip imgesiyle
somutlaştırır[715]. Kuşun yani şiirin ayağı, akıl denen yere çakılı
kazığa bağlı olduğu sürece şiir, sınırlarını ve anlatım olanaklarını
genişletemeyecek bir tür akıldan kafese mahkûm olmuş bir biçimde, sınırlı
olanaklar içinde kalmaya devam edecektir. Şiire akıl karşısında özgürlük
tanınması gerektiğini düşünen Cahit Koytak, şairi "sözlere kanat
takmasını bilen" bir kişi; şiiri ise "düşünceden
hızlı koşabilen, / (...) / bir at (...)"[716]3 olarak
tanımlar. Bu nedenle şairin "aklın dağdağasından /kaçıp da
tırmanacağı(...) bir dağı(...) / ve o dağı dolanıp öteye geçen / bir keçi
yolu(...)"[717] olmalıdır. Ancak şair, bunu yaparken akıl, sezgi
ve duygu arasındaki hassas dengeyi göz ardı etmemelidir. Şair, aklın sınırları
içinde kendini kısıtlamadığı gibi ortaya koyduğu sanatsal metinde de aklın
ürünü olan düşünceyi ret ve inkâr etmemelidir. Bu düşüncesini "yazıkların
ne kapan olsun düşünceye / ne de duygularına kafes!"[718] dizeleriyle
dile getirir. Dolayısıyla Cahit Koytak, şiirde aklı gerekli ancak sezginin,
irfanın, şairane duyarlığın daha gerisinde konumlanması gereken bir olgu olarak
görür, bu nedenle şiiri "(...,) aklın yedi kulaç üstünde
çağıldayan / gerçek mucize(...)"[719] olarak tanımlar.
3. 2.
3. 6. Şiirin İşlevi
Her şeyden önce şiirde Tanrı bulunmalıdır. Çünkü içinde Tanrı olmayan şiir,
insanı bir yere ulaştıramaz. Bu bakımdan şiiri anlamlı ve işlevsel kılan temel
koşul Tanrı'dan izler taşıması, O'nu anlatması, O'na dair bir şeyler söylemesi,
O'ndan gelen esinle var olmasıdır. Eğer bir şiirde ilk kıvılcım olarak
Tanrı'dan gelen bir esin yoksa o şiir, insana bir şey söyleyemeyecek ve yokluğa
mahkûm olacaktır. Cahit Koytak, bu düşüncesini "Günlük"ün "13
Ağustos" tarihli epizodunda gemi eğretilemesiyle dile getirir. Emek ve iyi
bir işçilikle ortaya konulan şiir, parçaları kusursuz bir işçilikle
birleştirilmiş, özenle kalafatlanmış sağlam bir gemidir. Suya indirme zamanı
gelmiş bir gemi gibi üzerinde iyi çalışılmış bir şiirde de "ama
gel gelelim, sizin eliniz [Tanrı'nın esini] yoksa,
efendimiz,", o gemi / şiir, bütün kusursuz görüntüsüne rağmen
suya indirilir indirilmez "denizin dibini
boylayıver[ecekiir.]"[720]. Bir
şiirin işlev kazanabilmesi, öncelikle varlığını sürdürmesine bağlıdır. Şiirin
varlığını sürdürmesi de "içinde Tanrı'nın bulunması"na[721] bağlıdır.
Şiire yüklenen işlevlerden biri de insanın varoluşunu düşünmesinde ve
sorgulamasında araç olma görevidir. İnsan düşünen bir özne olarak evrendeki
konumunu, kendi varlığının niteliğini, evrende nesnel ve ruhsal bir varlık
olarak aynı Yaratıcı tarafından "yaratılmış olma" ekseninde öteki
varlıklarla denk olduğunu ve kendi varlığının ne anlama geldiğini şiir
aracılığıyla anlar. "yaban kazlarıyla /ya da bıldırcınlarla / ve
onların taze sürülmüş / tarlalardan topladıkları / solucanlarla aynı anadan, /
aynı çamurdan, / aynı rüyadan / kendimize uyandığımızı[n] / (,..)"[722] [723] ayırdına
vardıran bir düşünme biçimi olarak şiir, bireyi düşünmeye, sorgulamaya yönelten
sanatsal bir etkinliktir. Şiir aracılığıyla düşünerek kişi kendi özüne /
Tanrı'ya dönebilecektir. Ancak sadece iyi şiirler "kendimizi",
"kendimize" getirme bir başka deyişle insanı Tanrı'ya
ulaştırma gücüne sahiptir. Tasavvuf düşüncesinden kaynaklanan bu yaklaşım,
Divan şiirinin meyhane ve saki-meyhaneci mazmunları aracılığıyla
somutlaştırılarak anlatılır: "kendimize getirsinler,
kendimizi! / o ft180 sabahlara kadar açık meyhaneye / ve sabahlara
kadar ayık Meyhaneci ye...
.
Şiir; ölümden, ölümlü olmanın bireyde yarattığı endişeden kaçmak için bir
tür avuntudur. Cahit Koytak, şiir ile insanın ölümlü bir varlık olarak evrende
var olması gerçeği arasında doğrudan ya da dolaylı olarak her zaman bir ilişki
görür. İnsanın ölümlü olmasının yarattığı endişe, şiiri var eden etmenlerden
biridir. Şiir anlatıcısının bakış açısına göre "gökyüzünde
görülmemiş büyüklükte / yalnız bir kuş (...)" imgesiyle
somutlanan ölümün gerçekliğinden duyulan "(...) bu korku, yolları
teptiriyor, / dağları aştırıyor kimimize, / sözcüklere bölünüp / dizelere
dönüşüyor kimimizde de."[724]. Aklın,
düşüncenin ve felsefenin; ölümlü olduğunun bilincinde olan öznede yarattığı
derin travmaya karşı şiir; acıyı dindiren, bir süreliğine de olsa acı veren
şeyleri insana unutturan bir sığınaktır.
"(■■■)
yaşlanan
beygirlere
kaderin
yaptığı gibi,
biz şimdiden, çözüp koşumlarını,
kırlara, bayırlara,
gönlün viranelerine
salalım
fukara felsefeyi;
(■■■)
ama bizimle
kalsın şiir, her zaman dilimizin altında ya da ucunda, aklımızın, kalsın
ki, çare olsun titreyip durmasına böyle alt çenemizin ölümüm
karşısında ve kıyısında, sonsuzun; (...)"[725]
Düşünce yoluyla ölüm karşısında insanı açmaza sürükleyen "fukara" felsefenin
insana yaşattığı entelektüel bunalım / "sefalet" karşısında şiir,
bir "çare" olarak görülür. Zaten şiir, bireyi
aralıksız olarak izleyen "ölümü oyalamak için" insanın
/ sanatçının yol boyunca arkasında bıraktığı "(...) parıltılı
izler / ve oyalı, dantelli sessizlikler "dir[726]. Şair, yazdığı şiirler sayesinde ölüm düşüncesinden
-bir süreliğine de olsa- kurtulmakta, ölüm düşüncesini arkada
bırakmaktadır: "Yazdıklarımla da, kusura bakma, / Siliyorum ayak
izlerini senin [ölümün]; / Yüzyıllarca [ölümün] önüne
geçiyorum / Uçan çizmeleriyle güzel sözlerin [şiirin] "[727]. Cahit
Koytak'ın şiir özelinde ele aldığı ölüm karşısında sığınak / avuntu olma
düşüncesi, bütün güzel sanat dallarına da genellenebilir. Örneğin aynı işlev
caz için de söz konusudur. "(...) [caz,] unuttursun
hepsini, hepsini bir süreliğine, / Charley Patton'ın bluesları gibi, /LeadBelly
'nin bluesları gibi /Muddy Waters'ınkiler gibi, / Blind Lemon'ınkiler
gibi..."[728]. Caz
gibi şiirin de işlevlerinde biri yitirilenlerden duyulan hüznü anlatarak insanı
rahatlatmaktır. Bu bağlamda şiir anlatıcısı, caz solisti Bessie Smith ile kendi
arasında, sanatlarına yükledikleri işlev bakımından benzerlik kurar: "Ya
yitirilen aşkı anlatırmış, /Mahalia Jackson'un dediğine göre, / ince bir hüzün
ve ironiyle / Ya yitirilen çocukluğu, gençliği / Ya da yitirilen cenneti... //
(Benim, şiirlerimde yapmak istediğim, / Ama bir türlü yapamadığım şeyi... / Tam
işte onu yapmış, / Demek ki, Bessie Smith.)"[729]. Bu
bakımdan şiirin bir işlevi de anlatılmak istenip de anlatılamayan duygu ve
düşünceleri anlatmak olmalıdır[730] [731].
Özelde şiire genelde ise sanata yüklenen işlev, sadece ölüm karşısında
bireyi avutma, ona sığınak sunma ile sınırlı değildir. Yaşamın insanda yarattığı
bütün sıkıntılar karşısında iç döküp rahatlama, bir tür katharsis sayılabilecek
arınma da sağlamalıdır: "bir bluesla [müzikle /
şiirle] boşalt içindekileri, / içindeki közleri, 188
alevleri, . Şiir, okuru arıttığı gibi şaire de Platoncu bir
bakışla katharsis olarak değerlendirilebilecek arınma sağlar. Şiir anlatıcısı
bu arınmayı suyun buharlaşma yoluyla arınarak buluta, yağmura dönüşmesine
benzeterek kurduğu eğretileme yoluyla açıklar. "Yazdıklarını
çizip, kurduklarım bozup, / Tekrar tekrar yeniden, / Yeniden yaratırken
şiirini, // Varmak istediği nedir şairin? / Belki de buluta dönüştürmek, /
Yağmura dönüştürmek kendini! "[732]. Şiir
yazma yoluyla şairin kendini arındırıp saflaşması farklı bağlamlarda birçok kez
yinelenir. Arınarak şair kendini ağırlaştıran, kirleten şeylerden uzaklaşarak
göğe / Tanrı'ya ulaşmayı kolaylaştırmanın peşindedir. "(...)
/ saçıp savurdukça ruhumdaki renkleri, / sesleri - rüzgâra, toprağa ya
da kâğıda, /gün be gün dikenlerim de dökülecek, /dikenlerim de, kabuklarım
da... // ve yalınlaşacağım, umudum bu, / saydamlaşacağım, /yakınlaşacağım göğe
/ (...) // devam et arınmaya dökünmeye, / (,..)"[733]. Şair
ruhundakileri kâğıda döktükçe, bir başka deyişle şiir yazdıkça, sanatçının
doğasında bulunmayan, "diken" ve "kabuk" eğretilemesiyle
somutlaştırılan yabancı şeylerden kurtulacak, yalınlaşıp saydamlaşacaktır.
Şiirin şaire sağladığı ayrıcalıklar arasında, gündelik yaşamın akıl ve
mantıkla örülü sıradanlığının sınırlılığından şairi kurtarması da vardır. Şair,
şiir sayesinde aklın ve mantığın ilkeleriyle analitik, pragmatik, determinist
vb. yöntemlerle düşünmek zorunluluğundan şiir sanatının sanatçıya sağladığı
özgürlükle kurtulur. "ruha boğuntu veren 'gündelik olan'dan kopup
/ düşünceyle keşfedilen dünyada, / o dünyayı aşıp giden yollarda yitip gitmek /
ve hanlarda pineklemek, / hesap kitap kaygısı taşımadan... / şiirden umduğumuz
budur."[734] [735]. Şair, aklın kısıtlılığını şiirle aşarak sezginin
hiçbir kuralla kayıtlı olmayan yollarında özgürce hareket edebilir. Beş duyuyla
algılanıp, akıl ve mantıkla anlamlandırılan gündelik yaşantının sıradan
dünyasının sınırları, şiir sanatının olanaklarıyla aşılabilir. Bu bağlamda
şiir, gündelik yaşamın dayatmalarından kurtulmanın bir yolu olarak da
değerlendirilir. Şiir anlatıcısı, "bedenin yetmiş kilogramlık
yükünden " ve "(...) kaderin ayakları[n\a zincirle
bağladığı /dünyanın ağırlığından /kurtulmak için (...)" bir başka
deyişle bu tt192
iki yükten
de kurtulmak için şiir
yazmaktadır.
Şiir, sosyopolitik bir işleve de sahiptir. Ancak bu sosyopolitik işlev
belirli bir dünya görüşüne, ideolojiye angaje olarak politik bir misyon
üstlenmek değildir. Şiirin sosyopolitik işlevi barışa katkı sağlamak, barışın
güzelliğini öğretmektir. Bu yönüyle şiire barışçıl, romantik, idealize bir
işlev de yüklenmiştir. "Gelin-Güvey Oyunu"nda şiir anlatıcısı şiiri,
Tanrı'nın vişne ya da kiraz bahçesi olarak düşler[736]. Bu durumda kan lekeleri ise vişne ya da kiraz
lekeleri olacaktır. Bu düşlemden sonra şiir anlatıcısı, şiirden asıl
beklentisini, şiirin barışa karşı olan herkese barışı öğretmesi olarak açıklar:
"(...)
şiirin, her şeyden önce, tanrının bahçesine tanklarla girilemeyeceğini
anlatması gerekiyor darbeci şairlere, darbeci okurlara,
darbeci
generallere, silah tüccarlarına...
ve bu
olmuyorsa eğer,
tankların
üzerine çıkmayı öğretmesi gerekiyor, yılmadan ve sabırla, onların çocuklarına,
çocuklarının çocuklarına çocuklarının çocuklarına o da olmuyorsa, bıkmadan
usanmadan torunlarının torunlarına ,,194 torunlarının torunlarına.
" .
Cahit Koytak'ın poetik anlayışında şiire yüklediği işlevler kısaca şöyle
sıralanabilir. Şiir, Tanrı'dan izler taşımalı ve insanı O'na ulaştırmalıdır.
İnsana, insanın kendi var oluşunu sorgulatmalıdır. Kaçınılmaz ölüm gerçeği
karşısında şiir, şair ve okur için bir tür sığınaktır. Bireyi, gündelik yaşamın
akıl ve mantıkla örülü sıradanlığının dışına çıkarır. Rahatlama, arınma
sağlayarak daha saf ve duru olmayı sağlar. Şiir, içerdiği temalar ve bakış
açıları aracılığıyla barışa katkı sağlamalıdır. Bütün bunların yanı sıra Cahit
Koytak'ın şair olarak kendi şiirinden beklediği en önemli şey ise şiirini
okuyan okurların, şiirin içerdiği esinlerden, özgün buluşlardan ve
söyleyişlerden ötürü şaire "Tanrı seni seviyormuş!"[737] [738] demeleridir. Şiirin okurda böyle bir düşünceyi
oluşturulabilmesi, iyi şiirin hem ölçütlerinden hem de işlevlerinden biridir.
3. 2.
4. Şairin Kimliği
Cahit Koytak'a göre şairliğin çalışma, emek, yetenek, estet bakış açısı
gibi birçok yönü vardır. Ancak şairliğin en temel niteliği Tanrı vergisi
olmasıdır. Bu nedenle şair olmak en temelde mesleki bir tercihle yapılan seçim
değildir. Doğasında şairlik yeteneği olmayan kişi kendini şair yapacak
uğraşılar peşinde koşmaz. Kişinin şiir yazma ediminin ilk ateşleyicisi içsel
bir gerekliliktir. Dolayısıyla Cahit Koytak, ancak şair bir tabiat ve buna
elverişli içsel bir donanımla dünyaya gelen kişilerin çaba, çalışma ve bilgisel
kazanımlarla şair olabileceğini düşünür. Şair olabilmek için önce şair doğmak
gereklidir. "(...) kendimi ben şair yapmadım, / (...) / kendimi
şair buldum, / yoksul ve şair, daha çıkarken yola."[739], bir
başka deyişle kişi şair olmaz, şairlik yetisiyle yaratılır. Bu nedenle
şairliğini en temel özelliği doğuştan / yaratılıştan gelen bir insani donanım
olmasıdır.
Cahit Koytak'ın poetikasına göre doğasında yetenekle yaratılan şair, bir
sanatçı olarak Tanrı'nın halifesi-kalfası, çömezi, yamağı, çırağıdır[740]. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılışından
bahsedilirken insanın bir "halife" olarak yaratıldığı bildirilir[741]. Tanrı "kendi ruhundan üfe[yerek]"[742] [743] [744] kalfasını yaratmıştır. Cahit Koytak, Tanrı'nın
şaire, ruh ve sanatsal yeti "üfleyerek" yaratmasını çalgı
eğretilemesiyle somutlaştırarak anlatır: "bu, kendi eliyle
yonttuğu ve üflediği çalgının / bu, kendine 'şair' diyen, divane çömezinin,/
(,..)"2(m. Bu dizeler, şair kimliğinin üç özelliğinin
içerir: Şairin ruhu gibi yeteneği de Tanrı tarafından verilmiştir, şair
"akıl"la sorunlu bir ilişki yaşayan "divane"dir, şair
Tanrı'nın "çömezi"dir. Çıraklık, çömezlik, kalfalık,
potansiyel olarak şair yaratılışa sahip bir bireyin çalışmayla ulaşabileceği
düzeylerdir. Ancak usta olmak Yaratıcı'ya özgü bir durumdur. Şiir anlatıcısı da
bir şair olarak bilincinde olduğu bu durumu, "Çıraklık yontularım,
/
1l201
Kalfalık
oyunlarım, / Ustalık hülyalarım. dizeleriyle
belirtir. Çıraklık, çömezlik, kalfalık şair için mümkünken ustalık bir "hülya"dır.
"Büyük Usta"[745], şair
kalfasını / çırağını, evrende ve kendi içinde yaratıcısını bulmakla yükümlü
kılmıştır. Şair bu nedenle kendi içinde ve her şeyde olup bitenleri anlamaya
çalışarak Tanrı'yı kendinde ve şeylerde bulmaya çalışan kişidir:
"Çırağın Şarkısı
bir körün
çağlayana kulak kesilmesi gibi
hissetmeye çalışıyorum
ben de bütün azalarımla,
Tanrının,
insanda böyle her yaşta,
her mizaçta
‘mucize yaratma ’ sanatını...
yaratan ellerini görmüyorum, O’nun,
ama rüzgarların yönünden,
havadaki, ışıktaki, yüzlerdeki
ve huylardaki değişmelerden
çıkarmaya çalışıyorum,
//
(...)"[746].
Bu arayışta öncelikli olan Tanrı halifesi şairin, kendini keşfetmesi ve bu
yolla Tanrı'yı bilmesi, O'na ulaşmasıdır. O'na ulaşan yolda halife-kalfa / şair
ortaya koyacağı yapıtlarıyla "büyükyeryüzü şiirine"[747] katkıda bulunması için yaratılmıştır.
Zaten "büyük ve özgün imgeler, ahenkler tasarlayan / bir çırak,
bir kalfa* /çıkarmak için üflemedi mi / kara balçığa, / kendi ruhundan, Büyük
Sanatçı?"[748]. Yaratıcı'nın sanatçıyı / şairi yaratmasının temel
nedeni Yaratıcı'nın sanatını daha iyi anlayabilecek "meslekten
biri"nin[749] var olmasını istemesidir. Tanrı'nın insanı
yaratma nedenini "(...) / tanısın diye [Tanrı'nın] eserini
/ ve aklından çıkarmasın diye seni [Tanrı'yı], /(,..)"[750] dizeleriyle açıklar. Şairi bir halife olarak
gören
"Cahit Koytak’ın poetikasına göre şair Allah
tarafından bizlere hediye edilen yeryüzü ayetlerini okumakla görevlidir. Allah
bu yeryüzü ayetlerini (şiir/resim/tabiat/müzik/insan vs.) okumaktan aciz
kaldığımızda bizlere yazılı ayetler indirmiştir. Aslında Kur’an’da da
bahsettiği gibi her şey O’ndan bir cüzdür ve gördüğümüz her şey ondan bir
ayettir. Bakmanın sırrını keşfettiğinde şair için kolaylık başlar. Bu anlamda
şairler Büyük Usta’nın ’Kalfa’sıdırlar. (ki kalfa kelimesi Halife
sözcüğünden
gelmektedir) Yani şair kalfa olduğumuzu düşünerek şair olunabileceğini
hissetmiş ve böylece yoluna koyulmuştur. "[751].
Halife-kalfa olarak "Ustalar Ustası"nın izinde
olan şair, Usta'sının bütün yarattıklarına kendini, sıfatlarını yansıtması gibi
o da bütün yapıtlarına kendinden bir parça katarak şiirlerine
"dağılacaktır". Cahit Koytak, bu anlayışını "tıpkı
'Ustalar Ustası'nın yaptığı gibi, / tıpkı senin yaptığın gibi, Allah'ım, /
dağılarak el izlerime, ayak izlerime, dağılarak şiirimin 'Kelimelerine..."[752] dizeleriyle dile getirir. Tanrı'nın sanatçıya yansıyan
sıfatlarından biri de "yaratıcılık"tır. Ancak sanatçının yaratıcılığı
Tanrı'nın yarattığı insan, ot, taş, su, ağaç, rüzgar, börtü böcek... vb.
varlıklardan şiirini devşirmek, bir başka deyişle yaratılmış olanda söylenmemiş
olanı bulup söylemektir. Şairin yaptığı var olandan hareket ederek yeni olanı
bulup tasarlamaktır. Şair bu yeniden tasarlama eylemine karşı içsel bir
zorunluluk hisseder. Onun yaratıcılığı ancak bu biçimde mümkündür.
"Şair
Prometus I
ağaçlar
bakıp duruyorlar sana ve zorluyorlar seni, taşlar bakıp duruyorlar sana, ve
zorluyorlar seni;
duran
şeyler, salınan, savrulan ya da tozuyan şeyler, otlar, kemikler, kabuklar bakıp
duruyorlar sana ve zorluyorlar seni: 'içine al, içine al ve yeniden tasarla
bizi! Uçan şeyler, kaçan şeyler Sürünen ve yüzen şeyler (■■■) Her şey bakıp
duruyor sana (...)."[753]
Şairin yaratıcılığı bu yönüyle şeylerin bir tür yeniden tasarımı ya da
sanatsal gerçekliğe dönüştürümüdür. Tanrı'nın yaratıcılığı yoktan var etmek,
şairin yaratıcılığı ise var edilmiş şeyleri yeniden tasarlayarak sanatsal yeni
bir gerçeklik meydana getirmektir. Yukarıda bir kısmı alıntılanan şiirde
şairin, insanoğluna yaratıcılığı armağan eden mitolojik figür Prometheus'la
bağdaştırılması da bu nedenledir. Şiirin adının "Şair Prometus"
olarak belirlenmesi, içerik öykünmesi bağlamında şiirin, Prometheus söylencesi
ile parodik bağ kurulmasıyla ilgilidir.
Titan İapetos'un oğlu Prometheus, balçıkla gözyaşını karıştırarak ilk
insanı yapar ve ateş tanrısı Hephaistos'tan[754] ateş çalarak insanoğluna ateşi / yaratıcılığı
armağan eder[755]. Sanatçının
yaratıcılığından dolayı şair, mitolojide insanlara yaratıcılığı armağan eden
Prometheus'un adıyla birlikte şiirin başlığında yer almıştır. Ancak, şairin
tavrı Tanrı'ya karşı Prometheus'unkinden daha farklıdır. Prometheus tanrılara
karşı meydan okurken Cahit Koytak'ın poetik anlayışında şair "Tanrı'nın
kulu ve çömezi"dir[756]. Cahit Koytak'ın bir çok şiirinde şiir anlatıcısı
kendini, "Bir sanatçıyım ben, /Bir yaratıcı, / Tanrı'nın çömezi
yani, / Ve yol arkadaşı... "[757] olarak tanımlar. Ancak yol arkadaşı şair, Tanrı'nın
hizmetinde, onun şiirine kendi sesini katmanın yollarını arayan bir
yolcudur. "Yaratılışın görkemi" ile "var
olmanın erinci"nden doğan şaşkınlık arasında ikilemler
yaşayan, "Tanrının şiiriyle buluşup onunla bütünleşen",
"bahtiyar bir yolcu" ve "edep heykeli"dir[758]5.
Şair, yolcunun yol serüveninde "O'nun nimetlerini sayıp dök[me] /
O'nun sözlerini şerh et[me], sanatlarını anlat[ma]"nın
yanı sıra "bir düşün akışına" kapılıp giderken "(...)
yollar, yolcular ve yolculuklar üstüne / Kederli, anlaşılmaz öyküler
sayıklayan"[759] mistik bir arayışın öznesidir.
Cahit Koytak, şairi tanımlamada yol ve yolcu imgesini farklı bağlamlarda
kullanır. Örneğin şair, nesnel gerçekliği farklı formlara dönüştürerek
estetize, sanatsal bir gerçeklik inşa edebilen bir başka deyişle "Hepsi,
dilleriyle çölü bağa bahçeye, / Taşı sıcak ekmeğe / Ve suları şaraba
çevirmesini bilen / Yoksul yol \tt217
arkadaş[ıdır.] (.)"[760]. Şiir
anlatıcısı, gündelik yaşamın sıradan nesnelerini ve olgularını estetik bir
dönüştürümle yeniden tasarlayan şairi, bu yeniden tasarlama işini nerden
öğrendiği konusunda sorgular. "Söyle, yaşlı ozan, sen bu sanatı, /
mezarlıktaki servi ağacını düğün evine, / ölülerin dipsiz gecesini de / düğün
gecesine çevirmesini bilen / ağustos böceğinden mi öğrendin?"[761]. Yanıt
beklenmeyen bu retorik soru, şeyleri ve kavramları estetik bir dönüştürümle
şiirleştirme yetisinin asıl kaynağını, güzel nedenleme ile örterek şairliğin en
temelde Tanrı vergisi bir yetenekle yapılan bir dönüştürme sanatı olduğu
vurgular.
Şair kimliğinin bir başka özelliği de kendinden başka hiç kimseye
benzemeyişi, özgün oluşudur. Her şair taşıdığı "öz"le benzersiz,
"nevi şahsına münhasır" bir kişiliktir.
" Şair Bugünden Geçiyor
hangi rüzgâr buraya attı seni?
yüzün
herkese benziyor, ama bütün içinde yerin, yol üzerinde izin,
ruhlar arasında eşin benzerin
yok gibi çünkü senin "[762]
Şiirin derin yapısında şairin ruhlar arasında eşsiz / benzersiz oluşuyla
duyarlık ve esinleri bakımından özgünlüğü; "yol üzerinde
izin,"in bulunmayışıyla da aynı yolu, geleneği izleyen diğer
şairlere benzemeyişi ima edilmektedir. Şairin özgünlüğü öyle bir
benzersizliktir ki o kendine bile benzemediği için "şair" olarak adlandırılmıştır: "Ve
beni kendime de, / Kendilerine de benzetemeyenler / Şair adını taktılar bana.
"[763].
Şair, sanatı oyun olarak gören ve nesnel gerçekliği oyunlaştırarak
tasarlayan, kendine ve okuruna / izlerine oyun zevki tattırmak için kurmaca
dünyalar yaratan kişidir. Basit sorulara yanıtlar aradığı şiirlerinde bile
yanıtı bulmaktan çok yanıt aramayı amaçsallaştırır. Arayışı sözcüklerle oynanan
bir oyuna çevirmesi şairin oyuna düşkün kişiliğinin bir özelliğidir. Şair için
yanıtı bulmaktan çok yanıt ararken kurulan oyunlar önemlidir. Örneğin "körler
rüya görür mü?" ya da "körler görürler mi, hiç
değilse rüyada?" gibi yanıtı herkes tarafından bilinen "basit
ve büyük
7
/ 1
/
7
7
7 tf221
..II*
,1 1
sorulara
(...) / cevap bulmanın
hazzını
sürekli erteleyerek oyunu
renklendirmekte
ve oyundan alınan keyfi artırmaktadır. Şiir anlatıcısı, kendisine şair
denmesinin gerekçesini oyun oynamasıyla ilişkilendirir. "böyle
olduğum için (...) /
şair
diyorlar bana"[764] [765]. Zaten
şair, sanatını "oyun zevki"[766] [767] [768] için icra eden kişidir. Şiir, olanaksızı
olanaklı kılan kurmaca bir dünya yarattığı için şairin oyunlara düşkün doğası
için son derece elverişli bir alandır. Şair şiirinde "sözcüklerle,
Nemrut'un ateşi gibi ateşler yak[ıp]/ (...) / ibrahim olmayı / ve ateşi gül
bahçesine çevirmeyi // sözcüklerle denizlerdin] / (...) / Nasıralı İsa gibi /
suların üzerinde gezmeyi "224 hep bir oyun zevki
tatmak için yapan kişidir. Şairin sanata, özelde şiire bir oyun; şaire de bir
oyuncu olarak bakmasının altında yatan temel neden "ne alınan bir
şey var, / ne tt225 satılan bir şey var, gerçekte, / hepsi oyun,
herkes oyuncu, / her şey hikaye!
anlayışıdır.
Çünkü Yaratıcı tarafından şairin içinde bulunduğu yaşam ve yaşamın mekânı olan
evren büyük bir oyunun parçaları olarak kurgulanmıştır. Bütün bunlara şairin
yaşamdaki bedensel varlığından önce tasarlanıp karar verilmiştir. "Benim
haberim olduğunda, / Benim kim olduğuma, / Kim olacağıma çoktan karar verilmiş,
/ Oyunlar ona göre yazılmış, / Kostümler ona göre seçilmiş, / Sahne ona göre
düzenlenmişti.". Tiyatro eğretilemesiyle somutlaştırılan bu
anlayışa göre dekoru, figüratif kadrosu, teksti. kısaca her ayrıntısı önceden
belirlenmiş bu konjonktürde şair varlıklara "İstediği(...) adları,
/ İstediği(...) anlamları / Verebilme özgürlüğü[ne] (...)" sahip
bir "oyuncu"dur.
Tamamen sanal, gelip geçici şeylerle, kurmacalar ve yanılsamalarla dolu bir
"gerçeklikte" şiirin bir oyun, şairin de bir oyuncu olarak görülmesi,
Cahit Koytak şiirinde belirgin bir eğilimdir.
Şair, gelip geçici olan maddesel bir evrende, maddeden oluşmuş ve maddeye
mahkûm bir bedenin içinde ölümsüz bir ruh taşıdığı için "Şairler
amfibik yaratıklardır, (,..)."[769]. Şair,
hem suda hem karada yaşama yetisiyle donanık canlılar gibi amfibik bir nitelik
taşıdığı için iki farklı boyutta, birbirini etkileyen ve birbirinden beslenen
iki yaşam sürdürür. Bu yaşamın ilki herkesin içinde yaşadığı, ateşin yaktığı,
suyun boğduğu, fizik yasalarına göre tasarlanmış nesneler dünyasıdır. Diğeri
ise fizik yasalarında skandallar yaratacak işleyişe sahip, kendine özgü
kural(sızlık)lara sahip, nesneler dünyasından tamamen farklı, esine ve
şairin "kulağına fısıldananlara" açık metafizik bir
dünyadır. Bir "amfibik yaratık" olarak şair, fizik
ve metafizik dünyalar arasında "(...) ayakları taşa, kanatları da
/Boşunalık duygusuna gömülü"[770] olarak yaşamaktadır. Cahit Koytak bu ikili
yaşantıyı şairin yaratıcılığını sağlayan bir dilemma olarak değerlendirir.
Cahit Koytak, şairin kimliğiyle ilgili bu bakış açısını farklı şiirlerinde de
dile getirir. Örneğin "Onca Beyin Humması"nda[771] şairin bir melekle / esin perisiyle siyam ikizi
olarak doğduğu belirtilir. Bu nedenle ne melek yere inebilmekte ne de şair göğe
yükselebilmektedir. Zaten kişioğlunun şair olabilmesinin koşullarından biri de
böylesi "iki hayatı[ın] var(...) "[772] [773] olmasıdır.
Şair kimliğinin belirgin özelliklerinden biri de şairin akılla yaşadığı
sorunlu ilişkidir. Şair, akılla didişen, akılla kalp arasında gelgitler
yaşayan, akıl olgusuna felsefi anlamda ciddi eleştiriler yönelten ancak her
şeye rağmen aklı yadsımayan ve trajedisini aklıyla derinleştiren bir kişiliktir.
Bu nedenle şair, ne akılla ne de akıl tt230 olmaksızın
edebilir. Sanatsal üretim söz konusu olduğunda katıksız şnr
için aklı
ve aklın
üretimlerini önemsemeyerek dışlayabilir. Şair, akla karşı tavır takındığı
durumu "Tüneller aça aça (...) / (...) / aklın öteki tarafına
geç[mek]."[774] imgesiyle somutlaştırarak anlatır. Şiir
anlatıcısı, aklı şairin önünü kapatan, ufkunu daraltan bir engel olarak
değerlendirir. Şairler, "Zekâyı, tef çalıp, ayı gibi oynatır, /
Bir kadeh katıksız şiir için / Bilimi de, sanatı da / Musaların önüne bahşiş
diye atarlar. "[775]. Şairin, şiirlerinde; aklın, bilimde ortaya koyduğu
nedensellik ilkesini tersyüz etmesi[776] şairi aklın dışına çıkarır. Cahit Koytak'a göre
şair, "(...) aldırmadan nedenselliğe / buluşlar yapmasını, /
yaratmasını... "[777] bilen kişidir. Bir ölümlü olarak aynı zamanda akıllı
da olmak trajik ve kaçınılmaz bir açmaz yaratır. Şair bir birey ve sanatçı
olarak trajedisini doğuştan yazgılı olduğu iki insani niteliği olan akıllık ve
ölümlük arasında yaşar. Bu nedenle şair "(...) aklın başparmağını
// ebediyetin meme ucuymuş gibi"[778] emerek akılla ölüm arasında "bal
süzen"[779] / şiirini yazan bir sanatçıdır.
Şairin şiir sanatında olağan kabul edilen söz ve anlam oyunları ve içeriğe
yaklaşımı akıllı insanlara, ortalama akla sahip olanlara anlaşılmaz görünür. O,
kamuoyunun "meşru" gördüğü aklî ölçülerin dışına / üstüne çıktığı
için delidir ve şairlik de bir tür deliliktir. Ancak şair bunu bilinçli olarak,
belirlenmiş bir amacı kastederek yaptığı için onun deliliği bir tür
"Akıllı Delilik"tir[780] [781]. Cahit Koytak'a göre ortalama aklın üzerine çıkaran
bu tür delilik aslında dehanın bir türüdür:
"Şair Caius Kendini Tanımaya Çalışıyor
ilk bakışta akıllıları şaşırtan,
onlara delilik gibi gelen
denenmemiş,
söylenmemiş şeylerin
tanrısal akıllılık ya da deha olabileceğini
göstermeye yetecek kadar zekâ
ve cesaret
ortaya koymasını bilen,
ortanın biraz üstünde diyelim,
akıllılardan biriyim,
bir şairim,
belki biraz iyi bir şair,
hepsi bu, hepsi bu kadar!
(.)"238.
Delilik, sanatçının yaratıcı dehasıyla ortaya koyduğu yapıtlardaki cüretkâr
tavrı meşrulaştırmanın da bir yoludur. Şair, "umut, umutsuzluk,
aşk; iman, inkar ve bilgi ağacının bütün meyvelerini" uyum ve
denge içinde peş peşe "Havada atıp /«/[arken]" bu "kor
halinde[\d\\" toplarla elini yakmadığı gibi "usta
jonglörlerin yaptığı gibi”[782] hiçbirini de yere düşürmez. Her sanatçı kendine
özgü akıllı bir delilikle aşırı uçlar arasında gidip gelerek yapıtını inşa
eder. Bunu yaparken şairin aşırı uçlardaki tavırları aynı zamanda delilikle
meşrulaştırılır. Cahit Koytak, bu durumu ironik bir tutumla "Deliliğin
aklını ve cüretini kullanmak"[783] biçiminde özetler.
Şairin akılla ilişkisi bağlamında genel geçer kabullerle sınırları
belirlenmiş olağan ölçülere uymayışı farklı şiirlerde de sorgulanır. Şairin
bütün insani özellikleri taşımakla birlikte ortalama insanın ihtiyaç
duyduğundan daha fazlasına gereksinim duyduğu üzerinde durulur. Örneğin
"Sol Elle Yazılanlar"da şairin ampirik akılı aşan bir kavrayış ve
sezişte bulunmasının gerekliliği, aklı dama çıkararak opera söyletmek
eğretilemesiyle somutlaştırılır: "insan olmaktan fazlası mı
gerekiyor, şaire? / şair olmak, akıllılardan akıllı, / delilerden deli olmak mı
demek? / aklı dama çıkarmak ve orada / opera şarkısı mı söyletmek ona?"[784]'. Bu
bağlamda “şair aklı” öteki akıl sahipleri için sıra dışı bir olgudur. Ancak bu
sıra dışılık sadece akılda değildir, kalbi, ruhu ve duyarlığı da kapsayan bir
aykırılıktır.
Cahit Koytak, şairin sıra dışılığını, özellikle aklıyla ilişkisindeki sıra
dışılığı, birçok şiirinde farklı bağlamlarda vurgular. İradeleri üzerinde çoğu
zaman aklın egemenliği bulunmayan "şarhoş", "çocuk" ve
"deli" figürleri, Cahit Koytak’ın şiirlerinde özdeşim kurulan anlatı
kişileri olarak göze çarpar. "bütün onmaz şairler gibi, / her
zaman biraz şair oldum // biraz şair, biraz sarhoş, / biraz sarhoş, biraz deli,
/ biraz deli, biraz çocuk"[785]. Şairin sarhoşluğu bir başka deyişle akılla sorunlu
ilişkisi doğuştan gelen, Tanrı vergisi bir özelliktir. Bu nedenle şair "bir
yudum bile içmeden,"[786] sarhoştur. Sarhoşlukla birlikte Tanrı ona "Anka
Kuşu'nun kanatlarını"[787] da
takmıştır.
Deliliğin gereği olarak "Her şair güceniktir / Biraz
Tanrı'ya;"[788]. Buna rağmen o, iç dünyasında kendi durumundan memnun
kendi sıra dışılığının içinde sıradan bir yaşam sürmektedir: "Evet,
aklımdan, kalbimden / Ve ruhumdan zorum var benim! // Ve sanırım, bunun için
şairim, / Deliyim, yoksulum, prensim!"26. Şiir
anlatıcısı için delilik ve yoksulluk hem benimsenen hem de ayrıcalık olarak
görülen "prens"lik biçiminde değerlendirilir. Şair
kendi ruhuna ulaşabilmek ya da kendini keşfedebilmek, varoluşunu
tamamlayabilmek için bütün iç sorgulamalarını, hesaplaşmalarını aklıyla yapar
ve bu deneyimdeki bütün sancılı süreçleri yine aklıyla yaşar. Cahit Koytak,
şairin kendini keşfetme çabasında aklıyla olan ilişkisini dağı kazan fare
eğretilemesiyle açıklar. Şair, kendi ruhuna / "dağın öteki
yüzüne" ulaşabilmek için "aklın elleri" ve "ayakları"yla "kendilik
dağını"[789] [790] / kendini, benliğini kazıp duran bir dağ
faresidir.
Şair, duyarlığı ve kavrayıcı bakışıyla kültürler, çağlar ve uluslarüstü bir
kişiliktir. Şiir her ne kadar kültüre ve ulusa özgü özellikler taşısa da şair
zamanı, mekânı, kültürleri, ulusları kısaca her şeyi bir bütün olarak kuşatıcı,
evrensel bir bakış açısıyla gören, hisseden, şiirleştiren bir sanatçıdır. "(...)
/ cihangir şairlerin / içlerinden tek bir ulus değil, // onlarca ulus, /
onlarca yüz yıl / ve ümranlar, ümranlar, / ırmaklar akar durur..."[791]. Çünkü
şair, insan doğasının her insanda tezahür eden bütün niteliklerini kendinde
taşıyan, öteki insanların ruh hallerini öykünerek insan doğasının evrensel
özelliklerini yapıtları aracılığıyla keşfeden bir kişiliktir.
Şairin temel amacı, yazma eylemiyle evreni, insanları, şeyleri anlamanın /
keşfetmenin ötesinde kendi varoşlunu ve ruhunu keşfetmektir[792]. Bu nedenle şair kendi varlığını ve ruhunu yazı
aracılığıyla keşfe çıkan bir öznedir. Yazdıklarında
kimi ve neyi
anlatırsa anlatsın onun asıl yapmaya çalıştığı kendi varlığını ve ruhunu
anlamaya / anlatmaya çalışmaktır. Dolayısıyla şair, metafizik ve ontolojik bir
sorgulamanın hem öznesi hem de nesnesi olmak durumundadır. Bu durum sıradan
betimlemelerden en derin felsefi sorgulamalara kadar şairin bütün yazma
eylemini kuşatan genel geçer bir amaçsallıktır. "(...) bir köpeği
/ya da bir böceği betimlerken 1-1
/Zl/7 1- -7
7-
7
-7
7 , /Z~\ 7y-7
7,7- ff250
•
1
bile, /
(...) / kendim, kendi ruhunu izlemekte, / Onu betimlemektedir. . Şair her neyi tema ediniyor ve anlatıyorsa
anlattığı şeyler ve kavramlarla "kendi ruhu arasında kurduğu
özdeşlik / ne kadar derinlere iniyorsa / işte o kadar"[793] [794] okuru / insanı kuşatacak ve sarsacak bir yapıt
ortaya koyar. Şairin kendini keşif serüveni olan yazma eyleminde kendi maddesel
ve ruhsal varlığıyla kendi dışındakiler arasında kurduğu bağın derinliği "(...)
kendimizi / güvende hissettiğimiz gündelik gerçekliği / içine çekecek, onu
yiyip yutacak / daha büyük bir dip gerçeklik / katmanı (,..)"[795] yaratacaktır.
Cahit Koytak şairin varlıktan hareketle kendini keşif serüvenini kazıcı,
dalgıç, seyyah, kâşif... eğretilemeleriyle somutlaştırarak anlatır. "Ah
biz kazıp duranlar kendi içlerini, / Ah biz derin dalıcılar, / Zilzurna sarhoş
dalıcıları, sözün, / Dalıp dalıp çıkıyoruz / Vakitli vakitsiz böyle, / Kaderin
dümen izinde Varlığın sularına. "[796].
3. 2.
4. 1. Estet Şair
Cahit Koytak'a göre her şeyin kaynağı Yaratıcı olduğu için mutlak
güzelliğin kaynağı da bizzat Yaratıcı'dır. Mutlak güzellik aynı zamanda her
yönüyle kusursuzluk gerektirdiğinden tek kusursuz olan da ancak Tanrı'dır.
Yaratıcı, nitelikleri bakımından insanın somut varlığından ve bütün
varlıklardan münezzeh olarak konumlandığından sadece Yaratıcı'nın zatında
mümkün olan kusursuz güzellik, insan / sanatçı için ulaşılmazdır. Çünkü insanın
sınırlı akılla sınırsız bir aklı bütün yönleriyle kavraması olanaksızdır. Bu
agnostik tavır "kusursuz güzelliğe dokunulamaz, / gözlerinin içine
bakılamaz, / kusursuz güzelle konuşulamaz, / kusursuz güzellik anlaşılamaz.
"[797] dizelerinde ifadesini bulur. Bu nedenle O'nun
dışındaki her şey, doğası gereği kusurludur ve eksiktir. Şair de "
'kusursuz'un izinde"2'' olmalıdır. İşte bu noktada
sanatçı "şey"lerdeki kusuru ve eksikliği resimle, müzikle, yontuyla,
filmle, şiirle... güzel sanat dallarındaki etkinlikleriyle tamamlar. Ressam
ışıktaki, renkteki; müzisyen sesteki; şair sözdeki; mimar matematik ve yapı
malzemesindeki. eksikliği tamamlar, kusuru örter[798] [799]. Yaratıcı, sanatçıya bunu yaptırırken yaratma
eylemini sanatçılar eliyle sürdürmüş olur[800].
Sanatçıyı yeniden tasarlamaya, yeni biçimler bulmaya yönelten dürtü ise
mutlak güzel ol(a)mayan şeylerin insanda uyandırdığı "yaratıcı
eksiklik duygusudur"[801]. Bu
bağlamda sanatçının / şairin yaptığı iş tam olarak şöyle tanımlanabilir: Eksik
ve kusurlu yaratılmış varlıkların mutlak bir uyumla ve estetik bir formla yeniden
tasarlanarak tamamlanması bir başka deyişle evrendeki şeylerin, kusursuz
güzelliğe biraz daha yaklaştırılmasıdır[802]. Zaten şiir de dâhil olmak üzere bütün güzel
sanatların varlık nedeni budur. Şair bu görüşünü asimetrik bir varsayımla
açıklar. "şimdi diyelim ki, gerçek cennettesiniz / ve her şey
kusursuz ve tam / görünüyor gözünüze, / çirkin ve uyumsuz olanın zerresi
yok."[803]. Bu
durumda "(...) onlar olmayınca, güzel ve kusursuz olanın da bir
anlamı ol[mayacağı] "[804] gibi sanatçının yeniden yaratım ya da tasarlama
gibi kaygıları, içsel gereksinimleri de olmayacaktır. Sanatçılar /
şairler "önce yüreklerinde ya da kafalarında güzelliğe ilişkin
esaslı bir şeyin eksikliğini fark ederler. "[805], bunları
tamamlayarak güzele ulaşma güdüsüyle hareket ederler. İnsanın kendisinde ve
bütün şeylerde eksiklik, kusur var olduğu için sanatçı kusursuz güzelliğin
peşindedir. Şairin arayışı belli bir buluşla sonlanmayan, sanat yaşamı boyunca
süren bir güzellik arayışıdır.
"(■■■)
güzeli gör,
güzeli seç, güzeli düşle,
deli divane
ol onun her haline, her suretine, çok gez, çok sor, çok ara onu, oturuyor olsa
da senin terkinde.
ama en çok
kendin güzel ol ve güzelleştir
dilini,
halini, düşündüklerini, yaptıklarını ki bilgelik dost selâmı gibi varsın
kapına, güzellik de, onun getirdiği, dost armağanı. "[806]
Bu arayışta güzelliği bulmak şairin bilgeliğiyle de ilgilidir. Ancak bu
bilgelik, öğretici şiirin kuru didaktizminden uzak bir doğallıkla şairin
tavrında bulunmalıdır. Sanatçı, bu bilgece eylemiyle aslında kusursuz güzelliği
ararken Yaratıcı'nın yaratışındaki kusursuzluğu aramaktadır. Sanatçı arayışında
kendi içine ve evrene "güzel"in penceresinden bakar[807]. Bu bakışla soğuk mezar / ölüm, "yer
altı prensliği"[808] olarak betimlenir. Çünkü onun bakış
açısında "ölmenin de zarafeti, / asaleti, mehabeti var [dır],
/ (,..)"[809]. İnsan
eğer güzelin penceresinden değil de "(...) çevresine, kedine,
hayatına / hep kusur arayarak / bak[arsa] (...) / 'kusursuz' güzel
de, / kusursuz şiir de, / (...) /yüzünü saklayacaktır] "[810].
Şairin sanatsal dönüştürüm eylemindeki temel bakış açısı güzellik merkezli
olmalıdır. Ancak sanatçı şiiri, güzeli bulmada / anlatmada bir araç olarak
görmemelidir. Çünkü şiirin kendisi bizatihi bir güzellik inşa eder. Şiir nesnel
gerçeklikten hareketle yazılsa bile sonuna bambaşka estetize edilmiş bir
gerçekliği yaratır. Bu bağlamda şiir güzele varmakta bir araç değil tasarlanmış
güzelliğin
kendisidir.
Şair de güzeli inşa etme yükümlülüğü taşır. Cahit Koytak, şairi "bizi
güzele
inandırmak",
"içimizde uyuyan güzeli uyandırmak"[811] niyetiyle sanatsal
yaratımlar
peşinde koşan kişi olarak tanımlar.
Şair de varlığıyla zarif, hafif, estetik bir öznedir. "-bu
tabutun içinde kimse yok mu? /neden bir gül sepeti kadar hafif? // -yoksul bir
şairin cenazesi bu, yabancı; / (,..)"[812]. Şairin
cenazesini de "ruhumuzun kıraç bayırlarına / çiçek polenlerini
dağıtan /döllenmiş rüzgârlar / (,..)"[813] omzunda taşımaktadır. Şairin cenazesini bile
incelik ve zarafetle niteleyen şiir anlatıcısı şairin cenaze arabasına atlar
yerine karıncaları koşar[814]. Şair gibi şiiri de "latif,
"uçucu", "(...) tüy gibi hafif, düş gibi uçumlu"dur[815]72. Şairin estet bakış açısında
günahkârların cezalandırıldığı cehennem bile "(.) süslü
alevleriyle / Cennetin yolunu aydınlatan / Yufka yürekli cehennem[dir.]"[816]. Güzel bir şiir, biyolojik eliminasyona benzer bir
biçimde yüzyıllardan, binyıllardan süzülüp gelerek "seçilmiş bir
sanatçıda türünün en güzel örneğine / Ulaş[abilir] (...)" [817]
3. 2.
4. 2. Bilge Şair, Bilginin Şiiri
Bütün yazılı metinler, şiir de dahil olmak üzere doğrudan ya da dolaylı,
açık ya da hermeneutik bir yaklaşımla elde edilebilen bilgi içerir. Cahit
Koytak şiirleri ise belirgin bir biçimde bilgi üzerine kurulu
metinlerdir. "Cahit Koytak şiirinde, tabiattaki her 'şey' ve
'durum'yerini alabiliyor. Buradan bakarsak Cahit Koytak bir envanterist gibi
şiir yazıyor. "[818]5. Şiirlerinde
tema edindiği, adını andığı, gönderimde bulunduğu çeşitli olay, kişi, mitolojik
figür ve varlıklara ilişkin ilginç, çarpıcı bilgiler verildiği için "Cahit
Koytak'ın şiirinde müthiş bir bilgi, kültür birikimi göze çarpar."[819]. Ancak
bu bilgi üzerine kurulu olma niteliği salt bir didaktizme dönüşmüş manzum
ansiklopedik bir söylem olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü salt "bilgi
1
-7 •
*77,7-
7
7
/77y
7 1l277 . .'t .
1
buz gibi
soğuk, katı, / bir aşk ya da iman / olmaktan uzak. estetikten yoksun kümülatif olarak ilerleyen bir
olgudur. Her şeyden önce "bilgi", Cahit Koytak için bir "tapınma
nesnesi", ansiklopedik bir yük, epistemik bir aktarımın malzemesi
değildir, "insana daha özgür, daha derin, daha saf /
olunabileceğini duyumsatman]"[820] [821] [822] bir edinimdir. Bu nedenle Cahit Koytak şiirinin
içerdiği bilgi; öğreten, ders veren bir bilgi değildir.
Şiir, "Akla ve bilgiye sezginin / Yedi
fersah pabuçlarını, / Hayal gücünün ',,279
kanatlarını
bahşeden / (...)
bir başka deyişle akılsal ve bilgisel olanı başkalaşıma
uğratan bir
sanatttır. Yazgıç, şiirinin bu özelliğinden hareketle Cahit Koytak'ı, "Malumatfuruş
olmayan ama bilgiden de kaçmayan şiiri inşa ediyor. "[823] cümlesiyle niteler. Cahit Koytak için
"bilme", bir eylem olarak, konusu olan şey'in ya da kavramın künhünü
sezmektir. Dolayısıyla bilgi, bilme basamağından sezgiye geçmede bir araç
olmalıdır, bir başka deyişle varlığı hakkında bilgi edindiğimiz şeylerin
ötesine nüfuz etmektir. Bu bağlamda,
"Cahit
Koytak ’ta bilmenin ölçüsü 'bir sırrı çözmektir.'. Nurettin Topçu ’nun
belirttiği gibi 'Kâinat olaylarını çok tanımak, bilmek değildir. Bilmek, kanunu
bilmektir. Dünyamızın nizamını anlamaktır. Sebepleri ve zaruretleri
yakalamaktır. Büyük nizamın muammasını çözmektir.'. İşte 'büyük nizamın
muamması'nı çözmeye adanmış bir hayat Cahit Koytak ’ınki. "[824].
Cahit Koytak'a göre şair, bilgiden hareketle irfana / sezgiye ulaşan, bilge
/ ârif bir kişiliktir. Cahit Koytak, kendini şair olarak tanımlarken şairane
sezgiyi "Ben ki şairim, yüzünüze bakarken / en çok içinizi
görmekten korkuyorum; / (,..)"[825] dizeleriyle
vurgular. Böylece şiir, bilge şairin elinde bir tür "hikmet"e dönüşür[826] [827]. Zaten şairler de bu niteliğiyle "nektar
ve ambrosia ile, / cezbe ve hikmetle / şiir ve hakikatle beslenen / ölümsüz
faniler[dir.]"284. "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı" serisinin son cildinin epilogunda şairin, şiiri kurarken
yararlandığı üç temel malzemeyi "bilgi, hüner ve kader"[828] [829] olarak açıklar. Ancak bilgi şiirde ansiklopedik
bir nitelik ve doğrulukla yer almaz. Şiire giren, şiirleşen bilgi, yeniden
kurgulanmış yeni anlamlar ve imalarla derinleştirilerek katmanlı hale gelmiş,
öğreten değil sezdiren bir nitelik taşır.
Cahit Koytak şiirinde bilgi şiirleştirilirken sanatçının duyarlığı,
eğretilemeler ve sözcüklere kazandırılan anlamsal katmanlılıkla dönüştürüme
uğrar. Böylece doğrulanabilir niteliğinden sapar. Cahit Koytak, şiirle bilgi
arasındaki bu dönüştürüm ilişkisini "(...) şiir, bilginin kuru
kemiklerinden / geyikler yapar, karacalar yapar, / ince belli tazılar yapar; /
atlar yapar ve atların sırtında / yufka yürekli avcılar, / \1l286
borazancılar
/ (...)
dizeleriyle açıklar. Tek başına bilgi estetikten uzak, kuru
kemik" gibi tat vermeyen bir mefhumdur. Ancak bilgi
şiire dönüşebildiği zaman formu ve içeriği de değişir. Yukarıya alıntılanan
dizelerde şiirsel yapı içinde eritilen bilginin estetik bir form
kazanması "ince belli tazı" eğretilemesiyle
somutlaştırılırken; aklın üretimi olan bilginin duygu değeri kazanması da "yufka
yürekli avcı"ya dönüşmesi eğretilemesiyle somutlaştırılır.
Bilgi, şiirin önemli bileşenlerinden biridir ancak tek başına yeterli
değildir: "(...) yıldızların / tek tek isimlerini bilmeniz bile /
bir işe yaramayabilir, (...)" [830] Şairin şiir
yazmak için yapması gereken ansiklopedik, ampirik ya da akademik bilgiyi
estetize ederek öğrenilen olmaktan çıkarıp sezilebilir bilgi düzeyine
getirmektir. Bu da yeniden kurmayı, bilgiyi daha önce günlük dilde kurulmamış
anlam ilişkileri içinde şiirsel yapının estetik bir parçası olarak yorumlamayı
gerektirir. Şair ya da şiir yazmaya hevesli bir kişi, yıldızların isimlerini
tek tek ezbere bilse bile bilgisinin tamamını "(...) unutma[lı] /
yahut belleğini(.) çalkalayıp, çalkalayıp / onları iyice birbirine
karışlırma[\\\, / sonra bu karışımdan, / kendi zevkin[e] göre, (,..)"[831] estetik bir kurguyla nesnel bilgiyi, özgün ve
katmanlı anlamlar içeren sanatsal bir üst gerçeklik olarak yeniden üretmelidir.
Bir başka deyişle şair didaktizmden uzak durmalı "(...) dilini
incelt[meli], ama / Onunla tanımlar yapmaya [doğrudan bilgi vermeye,
bilgi üretmeye] kalkma[malıdır\." [832] Bilgi,
şiirde ancak uygun ve doğru bir biçimde kullanılırsa şiiri iyi şiir yapar. Aksi
durumda bilgi şiiri, şiir olmaktan çıkran tehlikeler içerir. "Bilgi,
yerinde kullanırsan / Saflığa dönüşür, / Yerli yersiz kullanırsan / Bönlüğe,
boşboğazlığa, / Pek pek kötü şiire..."[833] dönüşebilir.
Estetize edilmeyen, didaktik düzeyde kalan ampirik, pozitif ya da felsefi
bilgi, şiirin / "sözün" estetiğini zedeler."
felsefenin, perhizden / karnı sırtına yapışacak / ve lirizmin zayıf kaldığı
yerden, / ya aklının, ya dilinin kemiği / fırlayıp, diken gibi / sözün yanağını
yırtacak[tır.\"[834]. Alıntılanan
dizelerde aklın kemiği eğretilemesiyle somutlaştırılan bilginin şiirsel uyumu
ve güzelliği bozması, bu kemiğin "sözün yanağını yırtması" imgesiyle
çarpıcı bir biçimde şiirleştirilmiştir.
Cahit Koytak şiirinde bilginin önemli bir yer tutması Ömer Erdem'in de
dikkatini çeker. Radikal Kitap'taki kitap tanıtma yazısında bu
durumu "Nuh Tufanı öncesinde ve sonrasında sözün kemiğinden
yapılma dil sazı ne kadar tınıyı toplayabilmiş ne kadar hoşgörü kuyusunda
toplanabilmişse onların şiirden ansiklopedisini yazar Cahit Koytak. "[835] cümlesiyle özetler. Ansiklopedik bilgiyi
şiirleştirme yöntemi, bilgiyi dizeye dönüştürme ameliyesinden ibaret bir çaba
değildir. Aynı zamanda bilgiyi estetize ederek duyurulabilir bir seziye
dönüştürme işidir. Bilgiye yaslanan Cahit Koytak şiiri sağlam bir epistemolojik
altyapı üzerine kurulu olduğu için onun "(...) bilgi ve hayatın
çakıştığı yerde var olan (...)" şiirini "Okuyup tat
almak için çeşitli alanların bilgilerini bir araya getirmek, o bütünlük ff293 içinde
yorumlamak gerek[ir]"[836].
Cahit Koytak şiirinde ansiklopedik bilginin ironik bir tavırla dönüştürüme
uğradığı da görülür. Fonografın Charles Cros tarafından icat edildiği
bilgisiyle başlayan "Büyük Keşifler" (YŞK I, s. 73)
şiirinde pozitif bilimlere ait hangi keşfin kim tarafından yapıldığı açıklanır.
Bu ansiklopedik bilgilerin yanı sıra klasikleşmiş edebi başyapıtlar birer
keşif; Nizami, Hayyam, Şeyh Galip, Dante gibi sanatçılar asıl önemli buluşları
yapmış kâşifler olarak tanıtılır. Pozitif bilimlere ait öteki keşifler ise bu sanatsal
keşiflerin yanında "Arşimet, Kepler, Christoph Colomb, / Thomas
Edison falan... " tarafından "bini bir paraya" bulunuvermiş,
çok da önemli olmayan (!) " bi dolu teferruat, ıvır zıvır, "dan[837] ibaret şeyler olarak değerlendirilir.
Cahit Koytak şiiri, çok geniş bir yelpazede farklı alanlarla ilgili bilgi
içerir. Örneğin Hindistan'ın doğusundaki "Andaman takımadalarında
yaşayan yerlilerdin av dönüşünde yerine getirdikleri dinsel ritüelleri
ile İskenderiyeli gnostiklerin "(...) sezgisel-akıl / ya da
kavrayış (Nous)" ve "hakikat (Aletheiaf'e ilişkin
görüşleri arasında bağ kurularak didaktik ansiklopedik bilgi, şairin ironik
yaklaşımıyla "hiç yoktan" bir şiire
dönüşebilmektedir[838]. Cahit Koytak ansiklopedik bilgiden hareketle şiir
yazma eğilimini birçok şiirinde açıkça ortaya koyar. Hatta kimi şiirlerinde
şiire esin veren ansiklopedik bilgi dipnotta -bazen bilginin kaynağı olan
ansiklopedi de kaynak verilerek- açıklanır. "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı"nın üçüncü cildindeki "Homopoeticus"un VII. epizodunda
(s. 222) "mürekkep balığı" sözcüğüne eklenen
dipnotta bu ifade ansiklopedik bilgiyle açıklandıktan sonra bilginin
kaynağı "VlKİPEDl"[839] olarak belirtilir.
"(■■■)
sırtıma ve aklıma yapışık merdiveni, bu ağır ve belalı emaneti, sürüye
sürüye altmışına dayadım, oh ne âlâ, ne güzel, ne iyi!
ama biliyorum ki, bir balinanınki kadar derin olsaydı karnım, büyük olsaydı
ruhum, kırkına varmadan yutmak isterdim onu, bu meczup merdiveni, bu saralı
kuleyi...
büyümesine büyüdü gerçi ruhum, uzamasına uzadı boyum, fakat yere değil de
misal suya düşseydi yolum, balina olmayı bir kenara bırakın,
ne torik, ne
orkinoz, ne yunus...
olsam olsam,
minik aklıyla okyanusu
düşüncenin
rengiyle boyayabileceğim sanan küçük boy bir mürekkepbalığı * olurdum.
(,..)"[840]
Alıntılanan bu şiirde, salgıladığı mürekkebimsi sıvıyla okyanusu
düşüncesinin rengiyle boyayabileceğini düşünen minik mürekkepbalığı için
düşülen dipnotta balığın niteliği ansiklopedi söylemiyle ancak yine manzum bir
biçimde açıklanır. Dipnot, dört dize halinde şu biçimde dizilmiştir:
"
Coleoidea: "Olağanüstü bir beyin, heyecan hissi, hassas bir koku alma,
oburluğa varan bir tat alma duyusu ve çok güçlü gözlere sahip bir balık türü.
Görüş alanı 360 dereceyi buluyor;
yani
arkasını da rahatça görebiliyor. ’ VİKİPEDİ "[841]8.
Şiirin okuyucu tarafından daha kolay ve doğru anlaşılabilmesi için dipnot
olarak verilen bu bilginin şairin kaynak olarak belirttiği Vikipedi'deki
"Mürekkep Balığı" maddesinde verilen bilgiyle -sözcük ve ek düzeyinde
birkaç değişiklik dışında- birebir aynıdır[842].
Cahit Koytak'ın şiirinin bilgiye dayalı olmasını belirgin biçimde
örneklendiren bir başka metin de yakın dostu Nabi Avcı'ya yazdığı ve
beraberinde "Homopoeticus"tan (YŞK III, s. 224-262)
bazı epizotları gönderdiği "Yaşlı Şairden Yaşlı Krala" başlıklı
manzum mektuptur. Mektupta anlatıcı, "Homopoeticus" şiirindeki şiir
anlatıcısının öyküsünü "mûsikâr destanı"[843] olarak adlandırır. Bu mektubun dipnotunda ise
mûsikâr sözcüğü manzum bir dizilişle "* Mûsikâr: Gagasındaki
deliklerden türlü sesler / çıkardığına inanılan efsane kuşu; / çok sayıda
7
y
7
/“ 7 • 7
•
7 / \tf301 11,
1
n..
1..1
’1 1 1*
kamıştan
oluşan nefesli bir çalgı, (...)
olarak tanımlanır. Sözlük ve ansiklopedi
maddelerinin
betimleyici ve açıklayıcı söylemini yansıtan[844] [845] bu dipnot bilgisini, mektubun anlatıcısı
dağarcığına yeni eklemiştir. Anlatıcının bu yeni bilgiyi öğrenmesinden duyduğu
mutluluk bilgiye olan iştiyakını ve öğrenmeye duyduğu "heyecanı" yansıtması
bakımından önemlidir. "(Bu sözcüğü yeni ekledim dağarcığıma ve bu
kazanç, ismi geçen destanı yazmış olmak kadar bahtiyar etti beni.) "[846]. Yeni ve ilginç bilgiler edinmeye karşı duyulan istek
bu tür bilgilerin şiirde yaygın olarak kullanılmasını sağlar.
"Sol Elle Yazılanlar"da akıldan Tanrı'ya giden yolun haritasının,
sanat tarafından "peutinger haritası"na[847] benzer biçimde çizilip çizilemeyeceği sorulur.
Ortalama bir şiir okurunun bu bilgiye sahip olamayacağı ve bu nedenle şiirin
anlaşılamayacağı düşüncesiyle şiirde geçen "Peutinger haritası*" ifadesinin
üzerine yıldız (*) imli bir dipnot konularak okura "Ispanya'dan
başlayıp Babil'e kadar uzanan yolu, yol üzerindeki nirengi noktaları göstererek,
tarif eden ve Roma Orta Çağı'nda kullanılan çizgisel harita. "[848] bilgisi verilir. Hem yer altı hem yeryüzü ırmağı
olma özelliği taşıyan Guadelkivir Nehri'nden[849] rüzgarların oluşumuna kadar son derece geniş bir
ansiklopedik bilgi birikimi çeşitli bağlamlarda şiirleştirilirken bilgi,
estetik bir dönüştürüme uğrar.
" (...)
rüzgârların
oluşumunu düşün, a ruhum, düşük basınç alanları, karşı konulmaz bir güçle,
nasıl emerler, kucaklarına çekip alırlar tohum yüklü, yağmur yüklü siklonları,
bahçıvana
dönüştürmek için onları...
(,..)"[850]
Rüzgarların oluşumu ansiklopedik bilgi ışığında açıklanır. Yüksek basınç
alanından düşük basınç alanına doğru hava kütlesinin hareketiyle rüzgarların
nasıl oluştuğu açıklandıktan sonra fizik kuralı gereği gerçekleşen bu durumun
nedeni "(...) yağmur yüklü siklonları / bahçıvana dönüştürmek
(...)" gibi estetik bir nedene bağlanarak ansiklopedik bilgi
şiirleştirilir. Alacakarga ve devekuşu gibi şiir figürleri ancak ansiklopedi,
sözlük maddelerinde ve zooloji kaynaklarında rastlanabilecek terminolojideki
Latince isimleriyle şiirde "Struthio camelus" (devekuşu)
ve "Pica pica"[851] (alacakarga) isimleriyle anılır.
"Cazın Irmakları"nda caz müziğinin tarihsel gelişimi özetlenirken
ansiklopedik bilginin yoğunluğu dikkat çeker. Örneğin "Ragtime,
New Orleans / Ve Dixieland cazıyla başlıyor / Cazın ve cazı sevenlerin
tarihi"[852] dizelerinde caz stillerinin tarihsel gelişimiyle
ilgili verilen bilgi, Joachim E. Berendt'in "Caz Kitabı"[853] adıyla dilimize aktarılan yapıtının "Caz
Stilleri" bölümünde 1890-1910 yılları arasında görülen ilk caz stillerini
açıkladığı ilk üç dönemin özeti niteliğindedir[854]. Berendt, Cahit Koytak'ın manzum olarak ifade ettiği
ansiklopedik bilgiyi şu biçimde aktarır: "Ragtime, New Orleans ve
Dixieland cazı ile caz müziğinin tarihi başlar. Öncesi -caz araştırmacısı Prof.
Marshall W. Stearns'ın söylediği gibi- 'cazın prehistoryası'na aittir."[855]. Cazın
tarih öncesi kökenleri açıklanırken hem ansiklopedik bilgi verilir hem de cazın
kökenleri anıştırma yoluyla Kur'an-ı Kerim'de bildirilen kadim bir öyküye
bağlanır:
"(■■■)
Cazın tarih
öncesine gelince,
Orta
Avrupalı çingene havalarından, Balkan köçekçelerinden tutun da,
Eski Mısır
’da,
Zadegân
karısı Zeliha'nın, İçkili, çalgılı kabul gününde,
Öyle aniden içeri girince Yusuf
Peygamber, Görülmemiş güzelliği karşısında onun, Kendilerinden geçip
Ellerindeki meyve bıçaklarıyla
Parmaklarını kesen, saraylı
kadınların,
Tambur, santur
Ve kaval seslerine karışan
Çığlıklarına, çığrışmalarına kadar
Götürenler var, cazı."
Yukarıda yapılan alıntının ilk bendinde yer alan cazın Avrupalı
Çingenelerin müziğinden Balkan köçekçelerine kadar geniş bir yelpazede tarihsel
arka plandan beslendiği bilgisi, Berendt tarafından caz müziğinin tarihsel kökenleri
açıklanırken Barry Ulanov'dan şu bilgi aktarılır: “Orta Avrupa
Çingenelerinin keman tıngırtısında ff313
Afrika tam-
tam larının hepsinden daha çok caz vardır. . Shterev'in müzikal yetkinliği açıklanırken de cazın
beslendiği "Balkanların zengin müzikal miras[a](...)"[856] [857] sahip olduğu belirtilir.
Kimi şiirlerde de adı anılan ancak kimliğinin okuyucu tarafından bilinme
olasılığı zayıf görülen kişilerle ya da anılan kavramlarla ilgili dipnotlarla
okuyucuya bilgi verilir. Bu notlarda Attilâ İlhan'ın şiir kitaplarının sonuna
eklediği "Meraklısına Notlar"ın ironisi ve merak etmeyen okur
kitlesinin dolaylı yoldan eleştirisi olarak değerlendirilebilecek "Meraksızlar
için not:"[858] ifadesi bulunur. "Manifesto" şiirinde
adı anılan şairler Ryuchi Tamura, Tao Yuan Ming, Kateb Yasin ve Veysel Vedat
isimleri yıldız (*) imli dipnotla belirtilerek sayfa altında "Meraksızlar
için not"316 başlığı altında kısaca haklarında okuyucuya
bilgi verilir. Meraksız okurlar için düşülen notlar sırasıyla şöyledir:
" *Meraksızlar için not: / Ryuichi Tamura (19231998) Japon şairi.
/ **Tao Yuan Ming (365-427) Çin şairi."317 ve "*
Meraksızlar için notlar: / Kateb Yasin (1929-1989), Cezayirli şair. / **Veysel
Vedat (1952-?), / Şiirin göğünde 1968-70 arası gözüküp kaybolan, / kendisinden
bir daha haber alınamayan bir takım yıldızı. / 'Takım yıldızı' deniyor, çünkü,
iyi şairler / bir yıldız gibi değil, bir takım yıldızı gibi / gelip geçerler,
bizim fani göklerimizden. "[859].
Görüldüğü üzere Cahit Koytak birçok bilgi, bilim, uzmanlık, sanat alanına
ilişkin bilgisel birikimini estetize ederek, şiirin kurmaca dünyası içinde
yeniden dönüştürüme uğratarak bilginin şiirini yazmaktadır. Ancak şairlik
yetisiyle, bunu yaparken kuru bir didaktizme, emredici bir öğreticiliğe
düşmeden her türlü bilgiyi sanatsal metnin içinde eritebilmektedir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
CAHİT KOYTAK ŞİİRİNİN KAYNAKLARI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. CAHİT KOYTAK
ŞİİRİNİN KAYNAKLARI
4.1. Şiirinin Yaslandığı Birikim
Cahit Koytak, şiirinin zoolojiden botaniğe, kozmolojiden diğer bütün fen
bilimlerine; gündelik yaşantılardan çocukluğa; felsefe ve mitolojiden kutsal
kitaplara kadar son derece zengin ve geniş kaynaklardan beslendiği görülür.
Ölüm endişesi bile onda şiire müziğe, paraya dönüştürülebilecek bir kaynaktır[860]. "Onda doğunun içsel ve gür sesini, uzak
doğunun havasını, batının felsefi yaklaşımını ve daha birçok boyutu bir arada
görür okur."[861]. Murat
Tokay'a verdiği röportajda bir şair olarak beslendiği kaynakların genişliğini
kendisi de vurgular: " 'Çok şeyden beslendim ben. Bir sürü isim
sayarım. Fuzuli, Rumi, Genceli Nizami, Rilke. Hafız, Yahya Kemal, Nazım Hikmet,
Necip Fazıl, Ece Ayhan, Edip Cansever, Sezai Karakoç. Bağımsız zihnin sınırı
olmamalı' "[862].
Doğan Hızlan, Hürriyet'teki köşesinde Cahit Koytak'ın geniş bir yelpazede
farklı kaynaklardan beslenmesini, onun şiirini "(...) yorum
çeşitlemelerine açık (...) aynı zamanda onun zenginliğini de gözler önüne
ser[en]"[863] bir durum olarak değerlendirir. Çok çeşitli
kaynaklardan beslenmekle birlikte, mitolojinin, kadim uygarlıklara ilişkin
anlatıların ve kutsal kitapların, onun şiirine daha yoğun bir biçimde kaynaklık
ettiği görülür. Cahit Koytak'ın şiirine "(.) baktığımızda tümüyle
kadim kültürlerden (din / felsefe) beslendiğini görürüz. Bu kültür ve
felsefeleri bilmeyenlerin onun şiirinden zevk alması, onun şiiriyle bir bağ
kurması mümkün değildir."[864]. Özellikle kadim kültürlere ait ögelerin tema, fon,
anıştırma, palimpsest vb. yöntemlerle şiirlerinde yoğun olarak yer aldığı
görülür. Cahit Koytak şiirinin kadim kaynaklardan beslenme tavrına İstanbul
BirNokta dergisinin Cahit Koytak dosyasında Mehmet Kurtoğlu tarafından
da dikkat çekilir: "(...) geniş bilgi ve birikimiyle kurduğu
mısralar bizi geniş bir coğrafyaya çeker ve kadim dünyanın gizemlerinden,
dinlerin hikemi ve irfanı boyutundan haber verir."[865]. Aynı
dosyada Cahit Koytak'ın "Anıt"[866] şiiri bağlamında Emrah Tahiroğlu ve Mahmut Feyzi'nin
yaptığı söyleşide de bu dikkat çekici özelliğe değinilir; Feyzi'ye göre Cahit
Koytak, "(...) gelmiş geçmiş bütün zamanların şiirini yazıyor,
onun şiirinde kadim kültür ve değerler büyük bir yer edinmiştir, (..f"[867].
4. 2. Yerli Kaynaklar
4. 2.1.
Kutsal Kitaplar
Cahit Koytak şiirinin beslendiği kaynakların en önemlileri ve en yoğun
olarak yararlanılanı teolojik kaynaklardır. Birçok şiirinin matrisini oluşturan
düşüncenin Kur'an-ı Kerim'deki bir ayete, kıssaya, sureye; İncil'de ya da
Tevrat'ta anlatılan bir öykü ya da anekdota dayandığı görülür. Nitekim Cahit
Koytak, dört kitabın birliğini, klasik İslam inanışında kabul edildiği üzere
dört kitabın aynı şeyi anlatmak için indirilmesine bağlayarak, dört kutsal
kitabı dört meleğin dört yüzü olarak tanımlar: "dört yüzlü meleğim
ben, / dört meleğin yüzüyüm, / dört kitabın, / altı yönün birliğiyim;"[868]. Kutsal
kitapları şiirlerine kaynak edinen şiir anlatıcısı, bireyin bu kitaplar
karşısındaki ruhsal erincini önemser. Şiir anlatıcısı, insanı Tanrı'ya
yaklaştırma işlevinden dolayı vahyedilmiş "kitab"ın okunmasını salık
verir:
"Epilog
Hangi kitabı
okurken, ruhun, Çeşmenin Önündeki kap gibi Tanrı'yla dolup taşıyor - ya da
Yağmurun altında kül gibi Sevgiden ve erinçten eriyip akıyorsa, Korkma, oku o
kitabı,
Korkma, o
kitap sana indirildi."[869]
Bazı şiirlerinin adı Tevrat ve Zebur'dan hareketle "Neşide" ya da
"Mezmur" olarak adlandırılır. "İlk Atlas"ın altıncı
bölümünün (İA, s. 119-134) ve diğer kitaplarında birkaç farklı
şiirinin ortak adının "Cehennemden Yükselen Neşideler" olması[870]; "İlk Atlas"ın sekizinci bölümünün
"Mezmurlar" olarak adlandırılması; bazı şiirlerini "Evsizin
Mezmuru" (YŞKII, s. 205), "Yunus Peygamberin
Mezmuru" (İA, s. 180) gibi isimlerle adlandırması gibi.
Tek tanrıcı semavi dinlerin İbrahimî geleneğinin Cahit Koytak şiirine kaynaklık
etmesi bu dinlerin kutsal kitaplarının sıklıkla referans, üst metin ya da
kaynak olmasını sağlar. Cahit Koytak şiiriyle ilgili çeşitli yazılar kaleme
alan Metin Önal Mengüşoğlu'na Göre Cahit Koytak'ın ”(...) İbrahimî
geleneğe eklenecek bir şiir felsefesi vardır. Mukaddes kitaplardan; Tevrat,
Zebur, İncil ve Kur'an'da beslenen, oralardan şiirini devşiren bir şairdir.
Tanrısal nefesten bir an gaflete düşmüş bir mısrasını bulamazsınız. ”[871].
Cahit Koytak şiirine kaynaklık eden kutsal kitaplar, şiirlere kaynak olma,
esin verme sıklığına göre ilk sırada Kur'an-ı Kerim yer alır:
4. 2. 1. 1. Kur'an-ı Kerim
Cahit Koytak şiiri, hangi kaynaktan beslenirse beslensin, en nihayetinde
şiirde ortaya konulanlar ya Kur'an-ı Kerim'in temel doktrinine dayanan ya da bu
doktrinle çelişmeyen bir bakış açısıyla ele alınır. "Şairin vahyî
bir çizgiye, Kur'anî bir bilgiye yaslandığını, fiillerinin tertibinde bunları
en başa yerleştirdiğini görürsünüz. Şairlerin Tanrısı'nda olduğu gibi... ”[872]. Şairin bu tutumuna Resul Tamgüç de dikkat
çeker: "(...) Cahit Koytak şiirde zeka ile batının imgeler, mitler
ve efsaneleri karşısına (onlardan bahsedip) Kur'anî hakikatleri, remizleri
koyuyor. Bunu şiirin dip akıntısı olarak yapıyor ”[873]. Buna bağlı olarak İslam teolojisinin temel kaynağı
Kur'an-ı Kerim başta olmak üzere hadisler, İslam tarihi, kıssalar ve Kur'an-ı
Kerim'in temel doktrinleriyle çelişmeye İsrailiyat türünden anlatılar Cahit
Koytak külliyatını oluşturan şiirlere kaynaklık ederek şairin tematik ve
biçemsel olanaklarını genişletir.
Cahit Koytak, has şiiri Kur'an-ı Kerim'de yaratma eyleminin nasıl
gerçekleştiği konusunda sıkça anılan "ol!" emriyle
ilişkilendirir: " 'Ol!' emrinin çömezidir, sahici şiir; / ama
olmamış olanı değil, / söylenmemiş olanı / dile getirmek ister."[874]. Hatta şiir, gerçek anlamda bu emrin izinden giderek
yaratılışı anla(t)ma çabasıyla yaratılmışlar "şeyler"in içinde
potansiyel olarak bulunan ancak henüz söylenmemiş olanı söyleyebilirse "
'Ol!' emrinin Tanrıya /geri dönüşü(...)"[875] olarak geldiği kaynağa geri dönecektir. Bu döngü
hem şiir hem insan için geçerli bir durumdur. Şiir varlığı anlama, bir başka
deyişle varlığı var eden emri anlama işidir. Bu bağlamda insan ise şiir
aracılığıyla varlığı anlamakla görevlidir. Ancak varlığı anlamak için insanın
önce kendini anlaması gerekmektedir. Kendini anlaması içinse Tanrı'yı anlaması
zorunludur. Bu zincirleme zorunluluk,
"Döngü
insanı
anlamak istiyorsan
ağacı anla!
ağacı
anlamak istiyorsan
rüzgârı
anla!
rüzgârı
anlamak istiyorsan
bulutu anla!
bulutu
anlamak istiyorsan
yağmuru
anla!
yağmuru
anlamak istiyorsan
balçığı anla!
balçığı anlamak istiyorsan
insanı anla!
insanı anlamak istiyorsan
Tanrı’yı anla!
Tanrı’yı anlamak istiyorsan
kendini anla!
ama her şeyden çok
kendi kalbini dinle, kendi içini ve her şeyi anla, sonra herkesi!"[876],
dizeleriyle ifade edilir. Görüldüğü üzere bireyin varlığı anlaması için
kendini anlaması gerekmektedir. Ancak birey kendini anlamak için Tanrı'yı
anlamak, Tanrı'yı anlamak için de yine kendini anlamak zorundadır. Cahit
Koytak'ın bu şiirinde matrisi oluşturan düşünce "Kendim bilen,
Rabbi'ni bilir"[877] anlamındaki hadis-i şerifidir. Kişinin kendini
bilmesi / anlaması "kendi içini daha derin kazmak"[878] [879] eğretilemesiyle somutlaştırılır. Ancak kişi
"kendi içini kazarak" bir başka ff20
deyişle
sorgulayarak insanın serapa ahsen-i takvim! üzere yaratılışını
kavrayabilir. "ahsen-i takvim" kavramı, Kur'an-ı Kerim'in
terminolojisinde insanın kusursuz bir biçimde, en güzel kıvamda yaratılmış
olduğunu ifade eden bir terim olarak kullanılır. "incire, zeytine,
Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde
(ahsen-i takvim üzere) yarattık."[880].
Bağdat, Necef ve Kerbela'nın müezzinlerine ithaf edilen "Minarede
Vurulan Müezzin" şiirinde, müezzinler "Adını duyurmak için /
Acıyan esirgeyen tanrısının / dünyanın bütün minarelerinden ince, / dünyanın
bütün minarelerinden uzun / bir kuleye tırman[maktadır.]"[881]. Bu dizelerde "acıyan esirgeyen" olarak
nitelenen Kur'an-ı Kerim'de yüz on üç surenin başında bir surenin ise hem
başında hem içinde[882] olmak üzere yüz on dört defa yinelenen besmelede
Allah'ın hem "acıyan" hem de "esirgeyen" olduğu
vurgulanır.
Kur'an-ı Kerim'de bildirilen insanın balçığa ruh üflenerek yaratılması
Cahit Koytak şiirinde sıklıkla tema ve / veya motif olarak yer alır. M. Özhan'a
ithaf edilen "Balçığa Üflenen Ruh" şiirinde anlatıcı yaratılışının
ilk günlerini anımsamak ister, çünkü kendi yaratılışı sırasında onun ruhuna da
"yaratıcılık" üflenmiştir. Şiir anlatıcısı kendi ruhuna üflenen "yaratma
suflesi"ni Kur'an-ı Kerim'deki kıssalarla ilişkilendirerek anımsamaya
çalıştığı bu suflenin şimdi nerede ve nasıl olduğunu anlamaya çalışır. Şiirin
ilk bendi bu anımsama çabasıyla başlar:
"Ah
nasıldı? Nasıldı, hatırlasam,
Çamuruma
üflenen o yaratma suflesi!
Hangi
rüzgârların dudağında unuttum onu?
Hangi
diyarlarda dolaşıyordur şimdi?
Hangi
vadilerden süzülüverip,
Yorulunca
hangi mağaraya çekiliyordur? "[883].
Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılışıyla ilgili birçok ayette yinelenen
bilgiye göre, kıvamlı bir balçığa, Yaratıcı kendi ruhundan üfleyerek insanı
yaratmıştır. Örneğin, "Rabbin meleklere: 'Ben, balçıktan,
işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan
üflediğimde ona secdeye kapanın' demişti."[884] mealindeki
ayet Cahit Koytak şiirine kaynaklık eden bilginin kaynağını açıklar.
Yukarıya alıntılanan ilk bendin son dizesindeki "yaratma suflesinin
yorulunca çekildiği mağara" imgesi, şiirin on üçüncü bendinde, Kur'an-ı
Kerim'de kıssası anlatılan Ashab-ı Kehfin uyuyakaldıkları mağaraya dönüşür:
"Bir vediaydı*
belki, bir emanet, mağaradakilerden,
Sahnedekilere,
meydandakilere, meyhanedekilere,
Zamanı
yüzyıllarca, binyıllarca taşlardan
Ve düşlerden
süze süze
Bir
kadansla, bir es'le gönle terennüm eden!"[885].
Şiir anlatıcısı Yaratıcı tarafından kendi ruhuna üflenmiş olan yaratma
suflesini "mağaradakilerden" / Ashab-ı Kehften[886] insanlara tevarüs etmiş bir emanet olarak
tanımlar. "vedia" sözcüğüne düşülen yıldız (*) imli
dipnot ise sayfa sonunda manzum bir açıklama içerir:
"bir
vedia ki., tahrir için şairi,
ölülerin
ağzından altın diş söker gibi, kafa kemiklerinin en iç kıvrımlarından pek kadim
diller bulup,
çarşıda akçe diye geçmeyen,
lakin sarrafların gözünü fal taşma çeviren
antika sikkeleri,
hangi vakte uyandı, onu dahi bilmeyen
ol ehl-i Kehiv gibi, değerinden onlarca kat azına bozdurmaya sevk eder."
Şiir anlatıcısı kendi sözlerini, bir mağarada "üç
yüz yıl veya üç yüz dokuz ıtt28
yıl ya da daha fazla kaldıktan sonra uyanan Ashabı
Kehfin içlerinden birini çarşıya gönderirken arkadaşlarının eline
tutuşturdukları artık kullanılmayan, tedavülden kalkmış, antika nitelikli
paraya benzetir. Şairin sözü, bu antika para gibi "geçersiz" olmasına
rağmen -ironik bir biçimde- son derece değerlidir. " hangi vakte
uyandı, onu dahi bilmeyen " dizesi de yine Kehf suresinin "Birbirine
sorsunlar diye onları böylece uyandırdık. içlerinden biri, 'Ne kadar kaldınız?'
dedi. 'Bir gün veya bir günden az kaldık.' dediler. 'Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir. Birinizi şu para ile şehre gönderin de, yiyeceklerin
en iyisine baksın ve size yiyecek getirsin, nazik davransın ve sakın sizi
kimseye duyurmasın. "[887] [888] mealindeki ayetine dayanır.
Birçok şiirde, insanın yaratılışı Kur'an-ı Kerim kaynaklı bir bilgiye
dayandırılarak ele alınır. Bu şiirlerden biri de "Şairlerin
Tanrısı"dır[889]. Şiirde henüz insanın yaratılmadığı "başlangıçta,
zamanın olmadığı günlerde," Yaratıcı'nın yarattığı yüce sanat
eserlerini anlayacak ve onlara hayran kalacak kimse olmadığı için Yaratıcı,
insanı var eder:
"(■■■)
Ve Yüce Tanrı sonunda,
'kendin yaz, kendin oku,
bu böyle olmaz!’ dedi
ve yazdıklarını okuyabilen
biri olsun istedi.
'hem kendi kendini, kendi içindeki şiiri
hem de öteki bütün şiirleri
okuyabilen akıllı bir şiir,
bir şaheser yazacağım, dedi
bir çömez yapacağım kendime, bir kalfa*, yeryüzünde...
(-)"[890] [891]
Şairin bu yaklaşımı, "Ben bir gizli
hazine idim, bilinmeyi murad ettim; kainatı «32
yarattım. kutsi hadisine ve Ben, cinlen ve
insanları ancak beni tanıyıp ibadet etsinler diye yarattım."[892] ayetine dayanır. Alıntının son dizesindeki "kalfa" sözcüğü
ise yıldız (*) imli dipnotla "kalfa: Arapça halife sözcüğünün
/ Türkçede aldığı biçim."[893] [894] İfadesiyle açıklanmıştır. Şiirin matrisini
oluşturan, insanın Yaratıcı'nın halifesi olması düşüncesi de yine Kur'an-ı
Kerim kaynaklı bir görüştür. İnsanın O'nun halifesi olması Kur'an-ı Kerim'de
şöyle bildirilir: "Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde
bir halife [insan] yaratacağım, dedi. Onlar:
Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat
çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara:
Sizin bilemiyeceğinizi 1l35
herhalde ben
bilirim, dedi. .
Dolayısıyla Cahit Koytak poetikasında şairin (daha genelde ise sanatçının ve
insanın) "halife" olarak tanımlanması, Kur'an-ı
Kerim kaynaklı bir bakış açısını gösterir.
Yukarıda da anıldığı üzere, Kur'an-ı Kerim'de belirtilen, insanın balçığa
ruh üflenerek yaratılması[895] olayı sıklıkla Cahit Koytak şiirine kaynaklık
eden Kur'an-ı Kerim kaynaklı bir bilgidir. Örneğin manzum bir Charlie Parker
portresi çizen şiir anlatıcısı, saksafon virtüözü Parker'a "üfle
ona şimdi, üfle ona, Charlie, / İsrafil'in sûra üflediği gibi! / balçığa
üflediği gibi, Tanrının, / üfle ona şimdi, / (...)"[896] dizeleriyle
yaratılışın bu Kur'anî yönüne gönderme yaparak salık verir.
İnsanın yaratılışıyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği,
Yaratıcı'nın kadının ve erkeğin birbirinin kusurlarını örtmek üzere yaratılması
Cahit Koytak şiirinde ifadesini bulur. Kur'an-ı Kerim'de "(...)
onlar [kadınlar] sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz.
(...)"[897] biçiminde mealen ifade edilen durumu şiir
anlatıcısı "Tanrı'nın nefesiyle dolup taşarak / Gün ağarıyor
/Kusursuz sessizliğinde yaratılışın / (...) /Benimle kim uyanacak, Tanrım!
/Ki onunla örterek kusurlarımı /Bana da ruhundan üflediğini /
Haykırabileyim."[898] dizeleriyle şiirleştirir. Alıntıda koyu
harflerle dizilen söz öbeği doğrudan doğruya, anılan ayete dayanan bir yorumu
içermektedir. "Gazze Risalesi" şiirinin onuncu epizodunda ilk insana
ait ilk hücrenin yaratılışı da bu bağlamda değerlendirilebilir: "yoktan
yaratmanın Yüce Ustası / kara balçığa üfleyiverdi / ve o ilk gri, müteal hücre
/ başladı düş görmeye / (...) "[899].
Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde yer alan kıssalar ve bu kıssalara ilişkin
anekdotlar Cahit Koytak'ın şiirlerine kaynaklık eden önemli birikimlerdir.
"Solo Saksafon"[900] şiirinde şiir anlatıcısı sahip olmayı hayal
ettiği saksafonu betimlerken üç büyük dinin peygamberlerinin Kur'an-ı
Kerim'deki anlatımlarında onlarla özdeşleşmiş mekanlarını anar. Hz. Musa'ya vahyin
ilk geldiği Sina Dağı (yamacındaki Tuva Vadisi[901]), Hz. İsa'nın en büyük vaazını[902] verdiği Zeytin Dağı ve Hz. Muhammet'e vahyin ilk
geldiği Hira Mağarası[903] art arda saksafonla ilişkilendirilerek bu
mekanlarda yaşanan olaylara anıştırma yapılır:
"(■■■)
bir
saksafonun olsun istemez miydin, inerken zeytin dağından yeri göğü inleteceğin?
bir
saksafonun olsun istemez miydin,
huş ağacı
gibi yanan, yanan
ve duman
vermeyen, sina dağında?
bir
saksafonun olsun istemez miydin,
üstelediğinde
melek bir başka dağda,
göğüs kafesi kadar
daracık bir mağarada,
içine korkularını, şüphelerini,
sonra, ebediyetin sana üflediklerini üfleyeceğin?
(^)"45
Alıntılan birinci bentte, yukarıda belirtildiği üzere Hz. İsa'nın vaazına
mekan olmanın yanı sıra Zeytin Dağı, Hz. İsa'ya ve Hz. İbrahim'e vahyin ilk
geldiği aynı zamanda Süleyman Mabedi'nin inşa edildiği önemli bir mekandır[904] [905]. İkinci bentte ise Sina Dağı'nda duman çıkarmadan
yanan huş ağacı imgesiyle Hz. Musa'ya yanan bir ateşin içinden gelen sesle
vahyedilen Sina Dağı'na (Tuva Vadisi'ne)[906] gönderimde bulunulmuştur. Üçüncü bentte ise
vahiy meleğinin Hz. Muhammet'e ilk vahyi getirdiğinde "Oku!”[907] emrini ısrarla yinelediği Hira Mağarası'na
(Mekke) gönderimde bulunulmuştur. Kutsal mekanların şiirdeki sıralamasının Tin
suresindeki sıralamayla aynı olması da ayrıca dikkat çekicidir. "1.
incir ve zeytine and olsun, 2. And olsun Sina dağına, 3. And olsun bu güvenli
Mekke şehrine ki:"[908].
Hz. İsa'nın Kur'an-ı Kerim'deki kıssası ve mucizeleri de birçok şiirde tema
ya da motif olarak kullanılır. "ve daha önemlisi, duyurmakta
zorlanıyorum, / şiirin, doğar doğmaz konuşan İsa gibi, Gazze'de / yeri göğü
tanıklığa çağıran sesini"[909] dizeleri
ile "ve bakarsın, doğar doğmaz / konuşmaya başlayan / kendi
İsa'sını dünyaya getirir / şiirin Meryem anası."[910] dizeleri Kur'an-ı Kerim'de anılan Hz. İsa'nın
konuşması mucizesine[911] gönderimde bulunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de bildirilen kıssalardan Hz. Süleyman kıssası şiirlerde
sıkça çeşitli bağlamlarda ele alınan kadim öykülerdendir. Kıssada bir hükümdar
peygamber olan Hz. Süleyman'a ölümü bildirilince, cin, peri vb. metafizik
varlıklar tarafından yapılmakta olan işlerin aksamaması için ayakta ölmeyi ve
öldüğünün bu varlıklar tarafından fark edilmemesini ister. İsteği kabul olan
Süleyman Peygamber,
asasına
dayanmış halde vefat eder. Onun öldüğünü uzun süre bu metafizik varlıklar fark
edemez. Ancak asayı kemiren bir ahşap kurdu asayı çökertince Süleyman
peygamberin ölmüş olduğu anlaşılır[912]. Gerçekliğin görünenden farklı olabileceği bağlamında
bu olaya anıştırma yapılır: "sızıp duruyor, ta ki, / kilitli
bilinen kapı / kendiliğinden açılıncaya; / kralın âsasını kurtlar güveler /
kemirip bitirinceye / ve söz tükenip de çeng / ve raks / başlayıncaya
kadar..."[913]. Bu
dizelerde kilitli olduğu sanılan kapının kendiliğinden açılması, gerçekliğin
aslında göründüğü gibi olmayışına; Kral'ın asasının kurtlar tarafından
kemirilmesi ise doğrudan Hz. Süleyman'ın kıssasında asanın kemirilmesi olayına
göndermedir.
"Gazze Risalesi"nin IX. Epizodunun epistemolojik bakımından
kaynağı yine Kur'an-ı Kerim'dir. "öyleyse dönüp bakma, / denizi
yarıp geçtikten, / ateşi yarıp geçtikten sonra, / kutsal kalıplarla dökülmüş /
altın buzağılara, / (,..)"[914] dizelerin kaynağı, Kur'an-ı Kerim'de
İsrailoğullarıyla ilgili olarak anlatılan Samiri adlı bir usta tarafından
yapılan altından bir buzağı heykeline tapınma olayı[915] ve "(...), Musa’ya: "Asanla
denize vur!" diye vahyettik. (Musa söyleneni yapınca) deniz ortadan
yarıldı; öyle ki, açılan yolun her iki yanında sular koca dağlar gibi
yükseldi".[916] ayetinde belirtilen denizin yarılması olayıdır.
Kur'an-ı Kerim'deki kıssada Hz. Yakup'un oğlu Hz. Yusuf'un Mısır'da nazır
olmasından[917] hareketle
Telavivli Jozef "Peygamber Jacob'un oğlu Jozef gibi /
'Mısır'aprens olmak' düşüne!"[918] katılmaya çağırılır. "Sözcükler ve
İmgeler" şiirinde ise Kur'an-ı Kerim kaynaklı bilgiye art arda göndermeler
yapılır.
"(■■■)
ya
mağaradaki köpek?
ya musa ve
genç yol arkadaşı?
ya molada
unutturulan öteki balık?
öteki zaman,
öteki keder?
ya göğsü
sıkıştıran melek?
(■■■)
ya sultan süleymanı güldüren
marifetli karınca (...)"[919].
Birinci dizede "mağaradaki köpek"le, Ashab-ı
Kehf ile aynı mağarada uzun yıllar uyuyakalan köpekleri Kıtmir'e[920] gönderimde bulunulur. İkinci dizedeki "musa
ve genç yol arkadaşı" ve "molada unutturulan öteki
balık"la Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssasına[921] gönderimde bulunulur. Beşinci dizede yer
alan "göğsü sıkıştıran melek" ifadesi ile Hz.
Muhammet'e gelen ilk vahiy olan Alak suresinin ilk beş ayeti vahyedilirken Hz.
Cebrail'in O'nu üç defa kucaklamasına; son iki dizede ise Hz. Süleyman'ın
karıncanın öteki karıncaları uyarması karşısında tebessüm etmesini belirten
ayetlere[922] göndermedir.
Cahit Koytak şiirlerinde Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayet ve surelerine
doğrudan ya da dolaylı olarak gönderimde bulunulur. Meryem ve Al-i İmran surelerinde
anlatılan Hz. İsa'nın babasız olarak dünyaya gelmesi[923]; Rad suresinde göğün direksiz olarak durması[924] gibi kıssa ve bilgilerin Cahit Koytak şiirine
kaynaklık ettiği görülür. Örneğin, "Bilinen en ağır elementin ruh
olduğunu / Ve bu önermenin, göğün direksiz durduğu, / Isa'nın babasız doğduğu,
ne kadar doğruysa, / Tam işte o kadar doğru olduğunu / Daha önce söyleyen oldu
mu size hiç?"[925] dizelerinin bilgisel anlamda kaynağı yukarıda anılan
surelerde geçen ayetlerdir. Yine aynı şiirde yer alan "Terazinin
bir kefesine kendi ruhunuzu / Ve onun çektiği ıstırapları koyun, /(...) //
Herkesin terazisi, kendi çektiklerinden / Daha ağırını tartamayacağına göre, /
(...)"[926] dizelerindeki
kişinin kendi çektiği sıkıntılardan daha ağır olan şeyleri kaldıramayacağı
düşüncesinin kaynağı da Bakara süresinin "Allah insana
kaldıramayacağı yükü yüklemez."[927] ayetidir. Ayet ve hadis kaynaklı yorumlarda
insanın ruhunun bedeninden önce yaratıldığına ilişkin bakış açısının Cahit
Koytak şiirinde ele alındığı görülür. Bu görüşe göre önce ruhlar yaratılarak
"bezm-i elest" ya da "berzah" adı verilen bir âlemde
toplanmıştır. Zamanı gelince de ana rahminde olgunlaşan cenine / bedene ruh
üflenmektedir[928]. Cahit Koytak, İslam tasavvufunun bu yorumunu "insan,
kuşkusuz, bedeninden önce doğar, / bedeninden fazla yaşar / ve muhtemelen /
bedenin ölümüyle ölmez / insan, balçığa üflenen ölümsüzlüktür. "[929] dizeleriyle
şiirleştirir.
Cahit Koytak şiirinde Kur'an-ı Kerim; esinlenilen, üst metin olarak
yararlanılan ve birçok şiirin epistemolojik temellerini oluşturan bir kaynak
olarak değerlendirilir. Okuyucuya bireysel bunalım ve açmazlarını aşması için
de salık verilirken çözüm olarak Kur'an-ı Kerim'deki kimi sureleri okuması
önerilir:
"
beyninde sürgün veren huysuz düşüncelerin kafasını patlatmak için, sivilce
gibi, a ruhum, a kuzum, a beyaz fare, aç, Felak suresini oku!
//
(J
eksik
olmasın ama, dilinin altında,
ana sütü
tadında o Cebrail nefesi:
o mübarek ve
muhteşem Nas suresi!"[930]
Dört epizottan oluşan "Cennete Dönüş"[931] şiiri, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Âdem'in cennetten
çıkarılışını anlatan ayetlerdeki[932] bilgilere dayanır.
4. 3.
Yabancı Kaynaklar
4. 3.
1. İncil
Cahit Koytak, şiirlerinde çeşitli bağlamlarda Incil'deki öykü, görüş ve
düşüncelerden sıklıkla yararlanır. İncil'e göre insanın ve sözün yaratılışı,
Hz.İsa'nın yaşamı, havarileriyle ilişkileri, çoban-sürü eğretilemeleri, son
akşam yemeği gibi öykü ve anekdotlar Cahit Koytak şiirine tema, motif, fon
olarak ya da anıştırma, üstkurmaca, gizli anıştırma, palimpsest vb. yöntem ve
teknikler aracılığıyla kaynaklık eder.
İncil'in ilk kitabı Matta, "1. Bidayette kelâm vardı. 2. Her
şey onun ile oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz
olmadı."[933] ifadeleriyle başlar. Cahit Koytak da insanı,
onun ruhunu, aklını kısacası varoluşunu kaim kılan her şeyi söze indirger. Bu
tavrı, yeni bir İncil yazmak için kuramsal taslaklar ve notlar oluşturan şiir
anlatıcısı Caius şu dizelerle açıklar: "Söz, insanın hem yüzüdür,
/Hem ruhudur, hem aklı. / Söz insanın, yüzüyle de, / Tersiyle de kendisidir,
kendisi!"[934]. İncil'de "Her şey onun [söz] ile
oldu (...)"[935] biçiminde belirtilen her şeyin sözle yaratılmış
olduğu bilgisi "Şairlerin Tanrısı"nda şu biçimde şiirleştirilir:
"(■■■)
Tanrı, önce,
'söz olsun!’ dedi
ve söz oldu;
olmakla
kalmadı olmaya devam etti,
çoğaldı,
çoğaldı,
(■■■)
//
ve insanla sözü birbirine kattı
bu ikisinden de şiiri yarattı.
insan ve söz,
balçık ve logos,
kozmos içinde kozmos,
kozmos içinde kozmos... "[936]
Cahit Koytak, söz'e ve söz söyleme yetisine değer verdiği ve bunu kutsal
bir erdem saydığı için bu erdeme sahip olan Homeros'u, Rumî'yi, Tolstoy'u, Tao
Yuan Ming'i... "söz ehli"[937] olarak adlandırır. İncil'in yukarıda
anılan "Bidayette kelam vardı." İlkesinden
hareketle "en yüce değerin Kelâm / en büyük devrimin de, / sözün,
çavlan balıkları gibi cezbeyle / yerden göğe tırmanmayı öğrenmesi olduğunu
"[938] belirtir.
İncil'de önemli bir yer tutan Hz.İsa'nın Ferisilere ihbar edilmeden önce
havarileriyle yediği ve kendinin ihbar edileceğini bildirdiği "son akşam
yemeği"[939] de
şiirlerinde ele alınır. Örneğin Cahit Koytak'ın üniversite öğrenciliği
yıllarından bir kesiti fon edinen "Asansörde Birden İsa"[940] şiirinde, Şakir Kocabaş, ansızın yurt dışına
gitmeden önce Kocabaş'ın evinde yenilen yemek "son akşam yemeği"ne
benzetilir. Ancak yemekten sonra Kocabaş'ın ayrılışı İncil'in öyküsünden
farklıdır. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın göğe çekilişini anlatan kıssayı[941] ima edecek bir biçimde Kocabaş, "Kendine
küçük kanatlar çıkarıp Tractatus'ten / Londra'ya uç[ar] c-)"[942].
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın birinci cildinin son bölümü
olan "Bizanslı Şairler" bölümünde kurmaca şiir kişilerinden olan
Osias'ın öyküsünde ise Hz. İsa'nın kendisinin havarilerden biri tarafından
ihbar edileceğini açıkladığı anı resmeden Leonardo Da Vinci'nin "Son Akşam
Yemeği" tablosuna[943] gönderimde bulunulur:
"(■■■)
'Bu gece
yüklüce para ayırmalı muhbire!
sonra
yanarız, alimallah!’ diyerek bir ara kalbini bozan meyhanecimiz Agop, ve
Agop’un ince, esmer güzeli ismi Ofelya olan sağır ve dilsiz kızı... // ve
meyhanenin kedisi, köpeği, kısacası, İsa’yı 'son akşam yemeği’nde gösteren bir
resimde yer alabilecek herkes," [944].
"Son Akşam Yemeği"nde on bir havari ve Magdalalı Meryem olduğu
düşünülen bir kadın yer alır. Masanın ortasında oturan Hz. İsa figürünün
sağında ve solunda altışar kişi yer alır. Yukarıya alıntılanan şiirdeki "Bu
gece yüklüce para ayırmalı muhbire!" dizesiyle yemekte yer alan
ve Hz. İsa'nın İncir Dağı'nda saklandığı yeri Ferisiler ihbar eden Yahuda
İşkariyot'a gönderimde bulunulur. "Son Akşam Yemeği" adlı tabloda ise
Yahuda, Hz. İsa figürünün solunda elinde Ferisilerden aldığı içinde otuz gümüş
bulunan[945] keseyle
resmedilmiştir. Hz. İsa'nın kendisinin sofrada bulunanlardan biri tarafından
ihbar edileceğini açıkladığı o anda Yahuda sağ elindeki kese ile şaşkınlıkla
kendini geriye atmış olarak görülür[946]. Dizede geçen "yüklüce para ayırmalı
muhbire" ifadesi Yahuda'nın elindeki para kesesine anıştırmadır.
Hz. İsa'nın havarileriyle birlikte olduğu Son Akşam Yemeği'nde bir kadın yer
alırken, şiirde betimlenen son akşam yemeğinde kadın olarak meyhaneci Agop'un
kızı Ofelya yer alır.
Hz. İsa'nın "Son Akşam Yemeği", Kaşgar'ın on
dördüncü sayısında yayımlanan "Prolog"[947] şiirinde de bu bağlamda anılır. Şiir
anlatıcısının Güzel Sözlerin Cini'ne hitap ettiği monologda örümceğin
pazılarına bir "son akşam yemeği" sahnesi gösteren bir dövme yapmak
istediğini belirtir. Ancak şiir anlatıcısının yapmayı tasarladığı dövme,
Kilisenin onay verdiği kanonik, standart bir son akşam yemeği freski değildir.
Şiir anlatıcısının dövmesindeki akononik son akşam yemeği tasviri, "Çağrılmayanları
/ 'Son Akşam Yemeği'ne / Ya da çağrıldıkları halde, /
Görünmeyenleri; / Kanonik tasvirlerde; / O kalender o rindâne /Havarileri
(,..)"[948] gösteren, kimseyi dışarıda bırakmayan bir
çizimdir.
"Şiir ve Metafizik"in yirmi birinci epizodunda altmış yaşından
sonra, esin ve fikirlerin gecikerek gelmesi Hz. İsa'nın İncil'de anlatılan
çarmıha gerilme öyküsüyle ilişkilendirilerek anlatılır.
"XXI
altmışından sonra insanın içine doğan
kimi geç fikirler de, geç şiirler de
geç gelen aşklar gibi,
çarmıhtaki İsa’nın
ölüp ölmediğini anlamak için
Romalı lejyonerin
mızrağının ucuyla
İsa’nın göğsünü
dürtüklemesine benziyor. "[949]
Kur'an-ı Kerim Hz. İsa'nın çarmıha gerilip öldürülmediğini, Ferisilere onun
benzerinin gösterildiğini; gerçekte Hz. İsa'nın gökyüzüne yükseltildiğini[950] bildirirken;
İncil, Hz. İsa'nın halktan bazı kişiler ve askerler tarafından hakaretler
edilip işkence yapılarak Çile Yolu'ndan[951] geçirilerek Golgota Kayası'nda çarmıha gerilmek
suretiyle öldürüldüğü bilgisini verir[952]. Dolayısıyla şiirdeki benzetmeye konu olan anlatının
kaynağı İncil'dir.
Hz. İsa yakalanmadan önce son ibadetini yaparken Havarileri ona sadakat
yemini eder. Petrus ise ona olan sadakatini ısrarla belirtir. Ancak buna
karşılık Hz. İsa, horozlar ötmeden önce Petrus'un kendisini üç kere inkar
edeceğini ve bu üç inkardan sonra horozların öteceğini belirtir. Cahit Koytak,
bu öyküden metinler arasılık bağlamında yararlanır. Cahit Koytak'ın
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın "Bizanslı Şairler"
bölümüne aldığı "Şair Caius'un İkinci Gelişi"[953] şiirinde anlatıcı Caius, İsa Mesih'i horozlar
ötmeden önce üç defa inkar eder. Sırasıyla İncil'deki özgün metin ve Cahit
Koytak'ın metinler arasılığın parodi yöntemiyle yeniden kurduğu öykü şu
biçimdedir.
İncil'in öyküsü:
"32. Bu arada İsa öğrencilerine, Bu gece hepiniz benden ötürü
sendeleyip düşeceksiniz' dedi. 'Çünkü şöyle yazılmıştır: 'Çobanı vuracağım,
sürüdeki koyunlar da darmadağın olacak.'
(■■■)
33. Petrus
O'na, 'Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de, ben asla düşmem' dedi.
34. 'Sana doğrusunu söyleyeyim’
dedi İsa, ’bu gece horoz ötmeden sen beni üç kez inkâr edeceksin.'
35 Petrus, 'Seninle birlikte ölmem bile gerekse, seni
asla inkâr etmem’ dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi."[954],
" 69. Petrus ise dışarıda, avluda oturuyordu. Bir
hizmetçi kız yanına gelip, 'Sen de Çelileli İsa’yla birlikteydin' dedi.
70. Ama Petrus bunu herkesin
önünde inkâr ederek şöyle dedi: 'Senin neden söz ettiğini anlamıyorum.'
71. Sonra avlu kapısının önüne
çıktı. Onu gören başka bir hizmetçi kız orada bulunanlara, ’Bu adam Nasıralı
İsa’yla birlikteydi’ dedi.
72. Petrusyemin
ederek, Ben o adamı tanımıyorum' diye yine inkâr etti.
73. Orada duranlar az sonra Petrus’a yaklaşıp,
'Gerçekten sen de onlardansın. Lehçen seni ele veriyor’ dediler.
74. Petrus kendine lanet okuyup yemin ederek, ’O
adamı tanımıyorum!' dedi. Tam o anda horoz öttü.
75 Petrus, İsa’nın, 'Horoz ötmeden sen beni üç kez inkâr edeceksin’
dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. "[955].
Cahit Koytak'ın parodisi:
"(■■■)
genç ölüleri, gelinleri, güveyleri,
en çok da ölmeden gömülenleri
diriltip ayağa kaldırırdı.
bense, horozlar ötünceye kadar
üç defa inkâr ederdim onu.
üçüncü inkârdan sonra da
aklım başıma gelir,
kollarımı geriye doğru gerip,
kendim, ceza olarak, horoz gibi
öterdim.
ve her
seferinde Romalı zaptiyeler,
başında
dikenli taç, Tanrıoğlunu
çakmaya
kalmadan haça,
tam
zamanında biterdi oyun.
C-)"[956]
Alıntılanan ilk bentte Hz. İsa'nın ölüleri diriltme mucizesine anıştırma
yapılır. Son iki bentte ise Hz. İsa'nın daha önceden belirttiği üzere Petrus'un
horozlar ötmeden Hz. İsa'yı üç defa inkar ettikten sonra yaptığı yanlışlığı
anlayarak pişmanlık duymasının parodisi yapılmıştır.
İncil'in Hristiyan topluluklar üzerinde Hz. İsa'nın koruyuculuğunu ve
otoritesini anlatırken kullandığı çoban-sürü, çoban-kuzu eğretilemeleri de
İncil kaynaklı[957] bir öge olarak Cahit Koytak şiirinde sıkça
görülür. İncil'e göre Hz. İsa çoban, insanlık ise onun yeryüzüne aramaya
geldiği kayıp kuzularıdır[958]:
"(■■■)
Ama ben, Bakire Meryem’in oğlu,
Keçilerimin göklerde,
Göklerin melekûtunda, otladıkları bilindiğine
Ve benim, yeryüzüne,
İki ayaklı kuzularını toplayıp
Göğün çayırlarına götürmeye gelen
İsa Mesih’ten başka kimliğim olmadığına göre,
(...)"[959].
Caz / blues müziğinin kişileştirilerek anlatımında blues, Meryem oğlu
İsa'ya benzetilir. İncil'in Hz. İsa anlatısındaki ayrıntılara anıştırma yoluyla
gönderimde bulunulur. Blues, Hz. İsa'nın yaşadığına benzer bir serüven
yaşamıştır. Hz. İsa'nın, Kudüs'te Vali'nin sarayı önünden başlayarak Golgotha
Tepe'sine kadar olan ve Hristiyan terminolojide Via Dolorosa olarak
adlandırılan güzergahtan işkence,
hakaret ve
çilelere maruz kalarak sırtına yüklendiği çarmıhla geçmesi gibi[960] [961] blues da "(...) çarmıhı sırtında /
(...) / Gönlün sokaklarını / Dolaşıp durmaktadır, / Hüznün sokaklarını, /
Acının sokaklarını, / Açlığın sokaklarını, / Aşkın sokaklarını / C1 1 • 1 • 1
A
-11 /TT- 1
1 A -1 f ft102
Şehirlerinde
Amerika nın / Varoşlarında Amerika nın. .
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın birinci cildinin son
bölümünde kurmaca bir şiir kişisi olan Caius, "yeni incil" yazmak
için beş epizottan oluşan "kuramsal taslak” ve on bir
epizottan oluşan "kuramsal notlar"ı yazar[962]. Bu kuramsal İncil denemelerinden oluşan epizotlarla
Caius'un "Yeni İncil"i tamamlanmış olur. Yeni İncil'den sonra ise
"İsa, Caius'a Hülûl Ediyor"[963] şiiri gelir. İsa'nın Caius'ta yeniden mücessem
hale gelmesini, İncil'in kronolojik anlatısına koşut olarak "Caius'un Göğe
Çekilmesi"[964] şiiri izler. Caius'un İsa Mesih gibi göğe
çekildikten sonra yeniden dünyaya gelişini tema edinen "Caius'un İkinci
Gelişi"[965] şiiriyle
yeni İncil bahsi ve aynı zamanda "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın
birinci cildi sona erer.
4. 3. 2. Tevrat (Tanah) ve Mezmurlar
Kur'an-ı Kerim ve İncil kadar yoğun olmamakla birlikte Tevrat (Tanah) ve
sonuna eklenmiş mezmurlar; anekdot, öykü, olay, kişiler, ritim ve ahenk
bakımlarından Cahit Koytak şiirine kaynaklık eder. Şiirlerde sıklıkla Tevrat'a
(Tanah ve Eski Ahit), Tevrat'ı oluşturan diğer kitaplar ve mezmurlara da
gönderimde bulunulur. "İlk Atlas"ta sekizinci bölüm mezmurlar adını
taşır. Bu bölümde her biri birer kurmaca mezmur pasajı olarak tanımlanabilecek
yirmi altı şiir yer alır. Bu bölümdeki bazı şiirlerdeki dize yinelemelerinin
mezmurlardaki yinelemeleri çağrıştıracak biçimde belirli bir ritimle yapıldığı
görülür. Nitekim dize ve söz öbeği düzeyinde yapılan ritmik nitelemeler
mezmurlarda görülen belirgin özelliklerdendir[966] [967]. Örneğin mezmurların parodisi niteliğinde bir yakınma
olan aşağıdaki epizot ritmik yinelemeler bakımdan mezmuru andırır:
"III
Bir demir
kapıyım ben
Gelip geçersen sövemden
Rezelerimden kopar da
Koşarım
peşinden
Adsız bir tepeyim ben
Gelip yanımdan geçersen
Tozu dumana katıp
Eserim
peşinden
Eski bir köprüyüm ben
Gelip altımdan geçersen
Çöker de yüzükoyun
Akarım
peşinden
İzbe bir ormanım ben
Gelip bağrıma girersen
Ateş alır da - özümü
Yakarım
peşinden
Susuz bir kuyuyum ben
Ve bir minare olur
Ve bir minare olur
Bakarım
peşinden "108
Mezmurların çoğunda "(...) başlangıç cümlesinde kime ait
oldukları belirtilmiştir. "[968] Buna benzer biçimde birinci epizotta
"Mezmurlar" başlığı altında "Eyyüb Eyyüb'ü Bekliyor" alt
başlığıyla şiirin Eyyüb'ü bekleyen Eyyüb tarafından söylendiği ima edilmiştir[969]. Yukarıda alıntılanan epizotta her bendin ilk
dizesindeki "'bir.... ben" yinelemeleri,
ikinci dizelerdeki "geçersen" sözcüğünün
yinelenmesi ve her bentten sonra gelen bağımsız dizelerin benzer biçim ve
anlamda yinelenmesi mezmurlarda sıklıkla görülen ritmik yinelemeli söyleyişin
pastişi olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda yüz ellinci mezmur ile
"İlk Atlas" kitabında yer alan "Mezmurlar / Eyyüp Eyyüb'ü
Bekliyor" şiiri karşılaştırılabilir:
"150. Mezmur
1. RAB'be övgüler
sunun! Kutsal yerde Tanrı'ya övgüler sunun!
Gücünü gösteren göklerde övgüler sunun O'na!
2. Övgüler sunun
O'na güçlü işleri için!
Övgüler sunun O'na eşsiz büyüklüğüne yaraşır biçimde!
3. Boru çalarak O'na
övgüler sunun! Çenkle ve lirle O'na övgüler sunun!
4. Tef ve dansla O'na
övgüler sunun!
Saz ve neyle O'na övgüler sunun!
5. Zillerle O'na
övgüler sunun!
Çınlayan zillerle O'na övgüler sunun!
6. Bütün
canlı varlıklar RAB'be övgüler sunsun!
RAB'be
övgüler sunun! "[970]
Yukarıda alıntılanan metinde ise ilk ve son mezmurda "RAB'be
övgüler sunun!" ifadesi, diğer dizelerde ise ritmik olarak
dize sonlarında "O'na övgüler sunun! " ifadesi
yinelenmektedir.
"Mezmurlar / Eyyüb Eyyüb'ü Bekliyor" şiirinin birinci epizodu ise
yüz kırk üçüncü mezmurun parodisi olarak değerlendirilebilir.
"Mezmurlar
Eyyüb Eyyüb 'ü Bekliyor
I
Gel artık
Gel artık al bunları ben kurtulayım
Aklımı dindireyim
Zırhımı ikiye böleyim
Al bunları benden
Bu sahipsiz
bahçeyi
Bu yankısız
ruhu
Sözlerini
ayak seslerini
Yaprakların
dikenlerini
Al bunları
surların dışına götür
Toprağa göm
rüzgâra saç
Barbarlara
dağıt
Yalnız sen
gel
Kapıları döv
değneğinle
Geceleri
camlara vur
Sinema
önlerinde bekle ilk havarileri
(■■■)
Gel artık
Meydanda
oturan fili kaldır
Kimin
bülbülü ölmüşse aramızda
Çıkarıp
ceplerinden
Yaşayan
bülbüller dağıt"[971].
Yukarıdaki
şiirle içerik ve içeriği işleme tavrı bakımından karşılaştırılacak yüz kırk
üçüncü mezmur ise şu biçimdedir:
"143.
Mezmur
1. Duamı işit, ya RAB, Yalvarışlarıma kulak ver!
Sadakatinle, doğruluğunla yanıtla beni!
2. Kulunla
yargıya girme,
Çünkü hiçbir
canlı senin karşında aklanmaz.
3. Düşman
beni kovalıyor, Ezip yere seriyor.
Çoktan ölmüş olanlar gibi, Beni karanlıklarda oturtuyor.
4. Bu yüzden bunalıma düştüm, Yüreğim perişan.
5. Geçmiş günleri anıyor,
Bütün yaptıklarını derin derin düşünüyor, Ellerinin işine bakıp dalıyorum.
6. Ellerimi sana açıyorum, Canım kurak toprak gibi
sana susamış. Sela
7. Çabuk yanıtla beni, ya RAB, Tükeniyorum.
Çevirme
benden yüzünü,
Yoksa ölüm
çukuruna inen ölülere dönerim.
(■■■)
9. Düşmanlarımdan kurtar beni, ya RAB; Sana
sığınıyorum.
(■■■)
10. Sevginden ötürü, Öldür düşmanlarımı, Yok et
bütün basımlarımı, Çünkü senin kulunum ben. "[972].
Alıntılanan epizot ve mezmur metinleri karşılaştırıldığında her iki metinde
de aklı ve yaşantısı nedeniyle bunalıma düşmüş, yolunu şaşırmış yakaran şiir
anlatıcıları görülür. Her iki şiir kişisi de Yaratıcı karşısında çaresiz ve tam
teslimiyet içinde yakararak Yaratıcı'dan yardım dilemektedir. Mezmur metninin
kişisi, karşısında çaresiz kaldığı ölüm ve düşmanlarıyla mücadele edebilmek
için yardım dilerken, şiir kişisi Tanrı'dan "Meydanda oturan fili
kaldırtmasını ve ] / Kimin bülbülü ölmüşse (...) / Çıkarıp
ceplerinden / Yaşayan bülbüller dağıt[masını] "[973] dilemektedir. Meydanda oturan fil
eğretilemesiyle ölüm karşısında duyulan çaresizlik ve bireyin açmazı, ölen
bülbül eğretilemesiyle de kırılan ya da tanrıyı hissetmediği için ölü olarak
nitelenen kalp somutlaştırılır.
"İlk Atlas"ın "Mezmurlar" bölümünde, herkes için,
hatta "Uyuyan kurtlar için, (...)" bile
ağlayabilecek santimantal duyarlığa sahip şiir kişisiyle birlikte İncil'in ve
Tevrat'ın ortak eğretilemeleri olan "kurt-kuzu-çoban"[974] simgeleri kullanılır. Tevrat'ın anlatısına göre
Hz. "Musa Sina Dağı'na
çıktığında Israiloğullarını memnun
etmek için Harun tarafından
yapılmış birput[975](...)"[976]
olan altın buzağı[977]
eğretilemesiyle,
günlük hayata tapınan modern bireyin eleştirisi yapılırken "Mezmurlar /
Oyun mu Bitti?" başlıklı şiirde / mezmurda yine altın buzağı şu dizelerle
imgeleştirilir: "Sahnede günlük hayat, / Altın buzağının içinde; /
Sesini Tanrı'nın sesine benzetiyor / Ve göz kaş oynatıyor / Kanımızı
emerken"[978]. Nitekim
altın buzağı -içinde bırakılan boşluğa rüzgarın çarpması sayesinde- ses
çıkaracak biçimde tasarlanmıştır[979]. Günlük yaşam modernite çağının bireyinin yaşamını
merkezine oturarak tanrılaşmıştır.
Tevrat'ta (Tanah), "Şir Aşirim"; Eski Ahit'te ise "Neşideler
Neşidesi / Ezgiler Ezgisi"[980] olarak adlandırılan bölüm Cahit Koytak şiirine
çeşitli bağlamlarda kaynaklık eder. "İlk Atlas"ın altıncı bölümü (s.
119-134), "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın birinci cildinin
yedinci bölümü (s. 199-222) ve üçüncü cildinin yine yedinci bölümü (s. 185-214)
"Cehennemden Yükselen Neşideler" adını taşır. Ayrıca yine üçüncü
ciltte anılan bölümün dışında da "Cehennemden Yükselen Neşideler /
Poetika" (s. 81) adlı bir şiir yer alır.
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın ikinci cildinde evsizler
için bir mezmur yer alır. Şiir anlatıcısı mezmurda evsizlerin, ünsüz şairlerin,
huysuz yaşlıların, âşıkların, delilerin Tanrı'sı olarak tanımladığı Tanrı'ya
evsizler adına yakarır. "Evsizin Mezmuru" adını taşıyan şiir, Hz.
Musa ile kendi halince Tanrı'ya yakaran çobanın kıssasının[981] [982] parodisi ile başlar: "benimle
gelirsen, sen ey / evsizlerin tanrısı, / kovuğuma götürürüm seni, / saçlarını
tararım, bitlerini kırarım,/ tımar ederim ff123
yaralarını;
/ azığımı da, açlığımı da / paylaşırım seninle! . Anlatıcı kafasındaki bütün düşünceleri, aklın
kuşkularını ve açmazlarını, hayata, ölüme aşka dair korkularıyla itirazlarını
bütün içtenliğiyle Tanrı'ya sunarak yakarır.
Birçok şiirde çeşitli bağlamlarda mezmurlar anılır. Örneğin şiir
anlatıcısı "(...) mezmur okurken davut / başucunuzda / toprak
atarken kazıcılar"[983] ölülerin esnemelerine sempati ile bakar.
Olgunlaşarak sararmış "(...) buğday tarlaları / altın sarısı,
kağıt sarısı; / mezâmir sayfaları[na]"[984] benzetilir. Şiir anlatıcısı kendi açmazlarını
somutlaştırdığı "paslı çivi" ile içsel
sorgulamalarını "uzunlu, kısalı mezmurlar halinde böyle ”[985] şiirleştirir. Şiirleri çivi yazılı tabletlerde
yer alan kadim mezmur metinlerine benzetilir. Mezmurlara benzetilen bu şiirler
de en nihayetinde şairin içsel sorgulamaları ve Tanrı'ya yakarısıdır. Nitekim
bu şiir de son bendinde yer alan bir yakarı ile bitmektedir: "yine
de, o duvar ve bu paslı çivi... / bir daha olmasın, Allah’ım, /bir daha
olmasın, yalvarırım sana!"[986] [987].
Tevrat'a göre İsrailoğullarının Tanrı'yla yaptığı "Antlaşmanın
taş 111 r i / \ 11İ28
n-r
1,11
11
1*
11 1
levhalarını[n]
(...)
ve Museviliğin kutsallarının saklandığı sandık olan
Bundeslade'le
aynı adlı şiir[988] Yahudi asıllı bir Musevi olan Franz Kafka
portresidir.
Kafka'nın
Musevi kimliğine ve Tevrat'taki Yahve ile ilgili anlatıya gönderimde
bulunularak Kafka, henüz yaşamaktayken "eriyen, incelen, uzayan /
ve saydamlaşan bedenliyle] / (...) ölüm ve ötesinin / süsleriyle süslenmiş; /
(...) bir kurbanadır], îzraelin evinden / intikamcı Yahveye..."[989]. Kafka'nın ruhu ise "gökçe bir kandil
gibi"[990] Bundeslade'e kutsal bir emanet gibi konularak
saklanmıştır ve geceleri sandıktan gizilice çıkarılan bu kandilin "ışığında
öyküler, romanlar, / günlükler karalanmış[tır]; / (...) "[991].
4. 3.
3. Mitoloji
Cahit Koytak şiirine kaynaklık eden önemli birikimlerden biri de
mitolojidir. Mitolojik olaylar, kişi ve kişilikler, tanrı ve tanrıçalar,
savaşlar, yaratılışa ilişkin açıklama ve anlatılar Cahit Koytak'ın şiirlerini
geniş kaynaklarla besleyen mitsel ögelerdir. Genel geçer kabule göre
mitoloji, "ilkel insan topluluklarının evreni, dünyayı ve tabiat
olaylarını kişileştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve
evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak ihtiyacından
doğmuş öyküler(...)"[992] bütünü olarak tanımlanır. Dolayısıyla
mitolojinin kaynağı, insan muhayyilesi olarak değerlendirilir. Mitolojiye ait
üretimler her ne kadar fantastik, metafizik, muhayyile ürünü anlatılar olsa da
ortaya çıkışındaki temel etken varlığın nasıl ve ne zaman yaratıldığını / var
edildiğini açıklamak isteyen akıldır. Mitlerin, insan muhayyilesinin bir ürünü
olduğu konusundaki genel kanının aksine "Düşünmeyen bir varlığın
söylencesi de olamaz. Söylence bir yaratmadır, bir üründür, onun da kaynağı
doğa karşısında düşünmek soru sormaktır."[993]. Cahit
Koytak da mitleri muhayyilenin değil aklın icadı olarak görür. Bu nedenle
mitler her çağda vardır. İnsanlık bilgiyi keşfettikçe, eşyanın ve olayların
arkasındaki nedenleri bilimsel yöntemlerle keşfettikçe mitler de biçim
değiştirerek bilimin ve sanatın içinde farklı formlarda var olmaya devam
edecektir. Bu nedenle mitoloji her çağda farklı biçimlerde var olmaya devam
ederek sanata kaynaklık etmeyi sürdürecektir. İnsan aklının üretimi olan
mitlerin Cahit Koytak tarafından yadsınmamasının ve şiirin kaynaklarından biri
olarak görülmesinin nedeni bu anlayışıdır. Mitolojiye ilişkin görüşlerini
"Balmumundan Düşünceler"de şu dizelerle dile getirir:
"Mitler,
hakikatin, kalbi yormaması, Gözü köreltmemesi için, Sanılanın tersine,
Hakikate, muhayyilenin değil, Aklın giydirdiği kıyafetlerdir.
Ama
insanoğlu kendini Ve şeylerin özünü keşfettikçe, Akıl, mitolojiyi bilimin,
felsefenin Ve sanatın içinde gizlemektedir. (.)"[994]5.
Bu dizelerden hareketle antik çağlarda mitoloji, dinin, inançların,
geleneklerin bir parçasıyken; modern çağda bilimin, felsefenin ve sanatın
içinde biçim değiştirip, kendini gizleyerek varlığını sürdürmektedir. Mitoloji
ve modern zamanlarda mitolojinin sığınağı olan sanat, her çağda "aklın
sızılarını dindirmek için"[995] vardır. Cahit Koytak, sanatla mitolojinin iç içe
geçmişliğini "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın üçüncü cildinde
dile getirir. Şiir anlatıcısı, bu kitapta anlatılanları, "(...)
ceylan derisine, kalbimin /kaydedilen esatiri evvelin ve ahirin'in /kargacık
burgacık tt137
satırları, / derkenarları ve dipnotları, (...)
biçiminde niteleyerek kendi
kaleminden
çıkan şiirleri, sanatsal üretimleri antik çağ mitlerine / "esatir-i
evvel"e benzetir. Dolayısıyla şiir anlatıcısı, mitolojiyi bir
kaynak olarak ele aldığı gibi kendi sanatsal üretimlerini de bir tür mit olarak
değerlendirir.
Roma, Yunan, Mısır, Hint, Arap, İran, Türk ve Uzak Doğu kökenli mitlere
dayanan geniş bir birikim onun şiirlerinde belirgin biçimde tema, fon, motif,
vb. biçimlerde yer alır. Bunlar arasında Yunan mitolojisine ait ögelerin
ötekilerine oranla daha yoğun olarak kullanıldığı dikkati çeker.
4. 3.
3. 1. Yunan Mitolojisi
Yunan mitolojisinde öteki mitolojik figürlerin hiçbirine benzemeyen,
başarılarını çaldığı lirin gücüyle kazanan, "hassas kalpli, zarif
bir şair"[996] [997] Orpheus, söylenceye göre topuğuna yılan sokması
üzerine ölen, güzel eşi Eurydike'yi kurtarmak üzere Kayıkçı Kharon'un
yardımıyla ölüler ülkesine (Akheron'a) gider. Ancak Orpheus, bu ülkeyi
sevgilisiyle terk ederken dönüp arkaya bakmaması kuralını çiğnediği için eşini
ebediyen kaybeder[998]. Orpheus, anlatıdaki bu özellikleriyle Cahit Koytak
şiirlerinde sıkça anılan mitolojik figürlerin başında gelir.
"Honky-Tonky" adlı şiirde siyahî bir köle olan şiir anlatıcısı "komşu
cehennemdeki" / komşu pamuk tarlasındaki sevgilisi "Eurydike'ye" sesini
işittirme çabasında olan "Orpheus"[999] biçiminde adlandırılarak bu kadim anlatıya
gönderimde bulunulur. Yine benzer biçimde "Cehenneme Su Taşıyan
Serçeler" şiirine de bu mitolojik anlatı kaynaklık eder. Orpheus,
Kharon'un kayığıyla cehennemde ilerlerken çaldığı enstrüman ve etkileyici
sesiyle cehennemin alevlerini teskin eder, herkesi büyüler hatta cehennemdeki
azap bile bir süreliğine durur[1000]. Anlatıdaki bu ayrıntı bir Sezen Aksu şarkısının
sözlerinin de kolaj ögesi olarak kullanıldığı "Cehenneme Su Taşıyan
Serçeler" adlı şiire kaynaklık eder. Şiirin matrisinde "her şeyin her
şeye dönüşebileceği"[1001] düşüncesi vardır. Bu bağlamda Orpheus'un
cehennemde meydana getirdiği değişim, şiir anlatıcısının tezini doğrulayan bir
final olarak anıştırılır:
"(■■■)
'Ve sen de,
cehennemin kapıları önünde Doldurmak için sadaka çanağını, ey şair,
Dönüştürebilirsin, diye bitirdim notlarımı, Kayıkçı Kharon’un kasvetli mi
kasvetli Cehennem türkülerini andıran şiirlerini Orpheus’un, cehennemin
yüreğini soğutan Arp doğaçlamalarına, Flüt doğaçlamalarına.' "[1002].
Caz ile mitolojinin ilişkisinin ele alındığı "Caz & Mitoloji"
şiirinde ise Orpheus'un ölüler ülkesine / yer altı ülkesine giderken bir geçiş
kapısı olarak kullandığı Taenaeus Mağarası'nın önünde hepsi caz enstrümanı olan
nefesli çalgılar dörtlüsüne Orpheus'un arpı da katılarak caz ile mitolojinin iç
içeliği vurgulanır. Şiir anlatıcısı mitolojiyi şiirin olduğu gibi cazın da
kaynaklarından "yol arkadaşları"ndan biri olarak görür:
"Eurydike’yi
geri getirmek için Arpçı Orpheus'un
Yeraltı
krallığına inerken kullandığı TaenaeusMağarası’nın dibinde Geçidin önünde
sahneye çıkan Bir nefesli çalgılar dörtlüsü:
Trompet,
kornet, alto saksafon Bir de klarnet...
Orpheus’un
yeraltına inişinden, Belki bir on bin yıl sonra, (■■■)
Mit gerçeğe
karışıyor, böylece, Ölüler dirilere...
Arp yerini
alıyor arasında nefesli çalgıların Ve caz bir kere daha
Yanına alıp yeraltı krallığını Göklere tırmanıyor.
"[1003].
Cahit Koytak şiirine kaynaklık eden, Yunan mitolojisine ait öğelerden biri
de Sisyphos söylencesidir[1004]. Örneğin kendi beniyle didişen şiir anlatıcısı kendi
beninin eğretilemesi olan "beyaz fare"yi "sisifos'un
kayası[na] (,..)"[1005] benzetir. Yunan mitolojisinde tanrıların
yiyeceği olan ve onlara ölümsüzlük kazandıran iki besin maddesi nektar ve
ambrosia[1006] Cahit
Koytak şiirlerine kaynaklık eder ve Cahit Koytak'ın bu adı taşıyan birden fazla
şiiri bulunur[1007]. Homeros'on Odysseus[1008] destanının
başkişisi olan ve Yunan mitolojisinde Truva yenilgisinden sonra kralı olduğu
İthaka ülkesine on yıl süren yolculuğuyla insanoğlunun öyküsünü özetleyen
Odysseus, Cahit Koytak şiirine esin veren önemli mitolojik bir öykünün simgesi
olarak yer alır. Örneğin insan ruhunun serüveni Odysseus'un yolculuğunu
kaydettiği seyir defterine yazılıdır[1009]. Zaman bile betimlenirken Yunan mitolojisindeki insan-
boğa birleşimi bir tür mutant yaratık olan Minotor'dan[1010] esinle "(...) insan başlı, boğa
gövdeli zaman"[1011] olarak nitelenir. Yunan mitolojisinin sınırsız
sayıdaki perileri olan nymphe'ler de çeşitli bağlamlarda ele alınır[1012].
Tanrılar tanrısı Zeus ve Zeus'a ilişkin anlatıların kült mekanı Olimpos
Dağı[1013] ve bunlara
ait çeşitli söylenceler, Cahit Koytak şiirinin mitolojik kaynakları arasında
yer alır. Wikileaks olarak adlandırılan Amerikan istihbaratından bilgi
sızdırılması skandalının tarihselci ironik bir tavırla ele alındığı "
'Wikileaks' ya da Yitik Bellek" şiirinde "Zeus'un belleğini
yitirdiği şaiyası / inince ovaya Olimpos'tan / (,..)"[1014] ortaya çıkan
kaotik ortam betimlenir. Hatta şiir anlatıcısı cennette Olympos Dağı eteklerindeki
kenar mahallerden topladığı adamlarıyla cehennemden cennete adam kaçırma
planları yapar: "İşi ilerletince de, çete kurar / adam kaçırırım
cennete, cehennemden. / ve Olimpos'un eteğinde, / kenar mahallelerinde cennetin
/ devletsiz bir krallık kurarım, yoksullar için. "[1015].
Yunan mitolojisinde babası Kronos'un mirasından yer altını tevarüs eden,
kederli, zifiri karanlıklar içindeki ölüler ülkesinin tanrısı olan Hades
(Aidoneus ya da Pluton adıyla da bilinir)[1016], aşağıdaki dizelerde şu biçimde anılır: "İçimizin
karanlığından türemiş / Sayısız hayaletin / Mağripli cinlerin Hades'ten
ifritlerin / Kum üstünde çekerek yürüttüğü / Can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle
yüklü / Sahra gemileri"[1017]. İronik
sahra gemileri "mağripli" cinler ve yine "mağripli" bir
mitolojik figür olan Hades'ten mülhem ifritler tarafından yürütülmektedir.
Ancak bunların hepsinin ortak yönü Hades'in karanlık yer altı tanrısı olmasını
çağrıştıran "İçimizin karanlığından türemiş" olmasıdır.
Yunan mitolojisinde, güneşten ya da ateş tanrısı Hephaistos'tan ateşi
(bilimi, sanatı, yaratıcılığı) çalarak insanlara armağan eden[1018] Prometheus, Cahit Koytak şiirinde yer alan
önemli bir mitolojik figürdür. Örneğin bütün varlıklar şaire "
'içine al, içine al ve / yeniden tasarla bizi!' "[1019] diye seslenerek onun yaratıcılığını
kamçılamakta, şairi yazmaya dolayısıyla varlıkları, sanatsal üst bir gerçeklik
olarak yeniden tasarlamaya zorlamaktadır. Ateşi / yaratıcılık ateşini
tanrılardan çalarak insana armağan eden Prometheus, anılan şiire de adını
vermiştir. Şiir anlatıcısı, şaire, Prometheus'un yaptığı gibi bu ateşi çalmaya
kalkışmamasını salık verir. Çünkü bu yaratıcılık ateşi zaten şairin "içinde"dir[1020]. "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın
birinci cildinin son bölümünü oluşturan "Bizanslı Şairler" bölümünün
şiir kişilerinden olan Şair Caius, sanatı bir tür ölümsüzleştirme eylemi olarak
gördüğü için tanrılardan ateşi çalan Prometheus gibi cezalandırıldığını
düşünür. Antik Yunan mitolojisine göre Prometheus, Zeus tarafından Kafkas
dağlarında bir kayaya zincirlenmiştir. Her gün bir kartal gelerek Prometheus'un
karaciğerini yemektedir. Karaciğer didiklendikçe tazelenmekte ve Prometheus'un
çektiği işkence döngüsel olarak sürüp gitmektedir[1021]. Caius, bu söylenceye anıştırmada bulunarak
cezalandırılmış olabileceğini düşünür:
" ah,
Caius, haftalardır
bir tek
satır çıkmıyor kaleminden;
yoksa
tanrıların hışmıyla Prometus’a İnen kartal senin de mi karaciğerini gagalıyor,
şunları, şunları yazdığın için:
"İnsanın
zihninden geçen, o okyanusun sularını yüzeyden ya da derinden çizen küçük,
büyük her şey, her yaşantı, sanatın eliyle ölümsüzleştirilebilir;
(...)"[1022].
Şairin tema edindiği kişilerin portrelerini işlerken onlarla özdeşim
kurarak başkalarının yaşamlarını, ruhsal serüvenlerini kurmaca bir dünya içinde
deneyimlemesini işleyen "Bugün Jesus, Yarın Judas"[1023] şiirinde anlatıcı Nasıralı İsa'dan Kenanlı Yakup
oğlu Yusuf’a kadar geniş bir yelpazede farklı yaşamlara bürünebileceğim
anlatır. Bu bağlamda antik Yunan mitolojisinde Vulcain, Vulcanus adlarıyla da
bilinen, Olympos Dağı'ndan babası Zeus tarafından fırlatıldığı için aksak olan,
ateş tanrısı ve demir ustası Hephaistos[1024] da şiir anlatıcısının yaşamını içselleştirdiği
anlatı kişilerinden biridir. "bugün kafama esti, sözgelimi, / Paris'te
- Ravignant Sokağı / numara yedide mukim / fukara Max'i oynuyorum / ve babasız
Hefaistos* gibi / çirkinim diyelim ki, / (,..)"[1025]. Zeus,
-eşi Hera'nın karşı çıkmasına rağmen- oğlu Hephaistos'u Olympos Dağı'ından
Limnos adasına fırlattığı, reddettiği için Hephaistos, şiirde "babasız" olarak
nitelenmiştir. Ayrıca "Hefaistos" ismine düşülen
yıldız (*) imli dipnotta, şiiri okur nezdinde daha anlaşılır
kılmak için şu bilgi
verilir: "Tanrıça
Hera'dan, babasız doğan, bir ayağı kısa, çirkin ve demircilik
sanatının
piri sayılan mitoloji figürü"[1026].
Yunan mitolojisinin Cahit Koytak şiirine kaynaklık etmesinin en belirgin
örneklerinden biri de "Şairlerin Tanrısı"dır. Bu şiirde Yunan
mitolojisine ait figürler art arda sıralanarak Yaratıcı'nın neyi niçin yarattığı
poetika bağlamında açıklanır. Mitolojik ögelerin yoğun olarak kullanıldığı
bentler şöyledir:
"Şairlerin Tanrısı
Yunanlıları yarattım, güzel dolaklı Akhaialıları[1027], onların tez yürüyüştü koca karınlı gemilerini,
budunlar başı Atreoğlu Agamemnon'u, akıllı, tedbirli Odisseus'u,
gümüş ayaklı Thetis'i ve onun kısa ömürlü oğlunu,
yenilmez Ahilleus 'u[1028] [1029];
vefa timsali Patroklos'u ve onun ölümlüler gibi ağlamasını
bilen atlarını;
kalın kafalı Menelaus'la güzeller güzeli Helen'i yarattım;
ve bu iki ruh arasındaki
karanlık ormanları, aşılmaz tepeleri...
Priamos'u ve onun Troya'sını, arslan pençeli Hektor'u, karaca
yürekli Paris'i ve daha nicelerini, nicelerini...
(...f70".
4. 3. 3. 2. Roma Mitolojisi
Roma mitolojisinde tüccarların, hırsızların ve diplomatların tanrısı olarak
tanımlanan Merkür'ün (Mercurius) hırsızlara akıl verdiği, dolayısıyla onların
yol göstericisi olduğuna inanılır. Aynı zamanda yol kenarlarına biriktirdiği
taş yığınlarıyla nirengi noktaları oluşturarak tüccarlara ve yolculara da yol
göstericidir[1030]. Bu
mitolojik bilgiyi, Cahit Koytak "söz"ün yani şiirin ruhunu değilleme
yöntemiyle tanımlarken kullanılır: "kaldır başını kaldır bir bak,
kaldır bir bak! / ben ne güneşin çiğ ışığıyım, ne ayın / ne de Merkür'ün
hırsızlara yol gösteren ışığı... /ışığın verdiği sarhoşluğum ben, /sarhoşluğun
verdiği süreğen uyanıklık!"[1031].
4. 3. 3. 3. Hint Mitolojisi
Hint mitolojisinin yer ile gök arasında sürekli mekik dokuyan ve döngüsel
olarak bu eyleme mahkum tanrısı İndra, kaçınılmaz yazgısıyla şiirde
anılır: "Ve mitteki tanrı indra 'nın döngüsel kaderi gibi, /
Binlerce, binlerce yıl köşklerde, gökçe kaşanelerde / çağıldayıp, çağıldayıp
dursa da, / Sonunda vara vara hiçliğe varacak olan / Ve başka İndralar için
yeniden, yeniden ve iştahla başa dönen / zalim bir döngüden kaçar gibi,
(,..)"[1032]. Şiir
anlatıcısı kısır döngüyü yapıtıyla kırarak kurmaca da olsa yeni bir yaşamı ve
bakış açısını yakalamanın peşindedir. Kaçtığı döngüyü ise tanrı İndra'nın
yaşamına benzetmektedir.
4. 3. 3. 4. Mısır Mitolojisi
Mısır mitolojisinde tanrıların çeşitli hayvan başlarıyla tasarlanması ve
resmedilmesi ve buna ilişkin inanışların da Cahit Koytak şiirine kaynaklık
ettiği görülür. "Hançerle Değil Şiirle"de cennette bilgi ağacının
altında yatmakta olan "Büyük Düşünce", "atları,
seyisleri, köleleriyle birlikte (,..)"[1033] mumyalanmayı bekleyen Mısırlı antik bir krala
benzetilir. Mumyalama işleminden önce gelenek üzere kralın ölüp ölmediğini
kalbinin üzerinde bir delik açarak kontrol eden hekimbaşının onayından sonra
mumyacılar gelir. Mısır mitolojisine göre mezarları koruyan, amelleri tartan,
yer altı ülkesinde ölülere kılavuzluk eden tanrı, çakal başlı Anubis'tir[1034]. Şahin / kuzgun başlı tanrı Horus ise vicdanı
simgeler[1035] [1036]. Bu nedenle mumyacılar, çakal ve kuzgun başlı
maskeler takarak mumyalama işini yapar. Şiirde "Büyük Düşünce
"yi mumyalamaya "tan sökerken, bir cerrah, / kuzgun
başlı, pars ayaklı bir şaman / yahut çatal dilli bir felsefe doçenti değil de,
/ gök bakışlı Şiir ft177
gel[ir], . Bu dizelerde ismi anılmadan
özellikleri betimlenerek mitolojik Mısır
tanrılarına
gönderimde bulunulur ve şiir, ölümsüzlük bahşeden mitolojik tanrıların işlevini
üstlenerek "Büyük Düşünce"yi mumyalayarak sonsuzluğa
eriştirir. Dolayısıyla Mısır mitolojisinden hareketle şiirin matrisini
oluşturan şiirin düşünceyi ölümsüz kılma işlevi, kadim inanışlara
dayandırılarak çarpıcı bir biçimde şiirleştirilmiş olur.
Bir saksafon virtüözünün doğaçlamaları aracılığıyla yapmak istediği şeyin,
varmak istediği yerin ne olduğunun sorgulandığı "Caz & Metafizik"[1037] şiirinin üçüncü epizodunda olasılıklar tek tek
sıralandıktan sonra onun asıl ulaşmak istediğininin "(...)
Mısır'ın ölüler kitabında geçen / Altın şahine, altın kartala, (,..)"[1038] bir başka deyişle ölümsüzlüğe ulaşmak istediği
belirtilir. "Ölüler Kitabı"[1039] olarak
anılan metin, Antik Mısır'ın erken dönem hiyeroglif metinleri, kutsal
kitabeleri ve mezar yazıtlarından derlenmiş bir yapıttır. Ölmek üzere olan
kişilerin kolay can vermesi için baş ucunda bulundurulan ve ölümden sonraki
hayatta geçireceği aşamaları, orada ne yapması, nasıl davranması gerektiğini ve
mumyalama yöntemlerini anlatan temel bir yapıttır. Şiirde anılan "Altın
şahin(...), altın kartal (...)" ruhu ölümsüzlüğe taşıyan
semboller olarak mitoloji de sembolik değer taşıyan kutsallardır. Bu nedenle
saksafon virtüözü de doğaçlamalarıyla bu mitolojik varlıkların sembolize ettiği
ölümsüzlüğe ulaşmayı amaçlamaktadır.
"Şen Maneviyat" şiirinin "7. Ayin"inde şiir anlatıcısı
zamanın, mevsimlerin geçip gitmesi karşısında "îsis'in mevsimlik
ölümleri için /Mısırlıların yaptığı gibi”[1040] hüzünlenmektedir.
4. 3. 3. 5. Mezopotamya
Mitolojisi
Mezopotamya kaynaklı mitolojik anlatılardan en bilineni, Kur'an-ı Kerim,
Tevrat (Tanah) ve Eski Ahit'te de değinilen Babil Kulesi'ne ilişkin anlatıdır.
Daha çok dillerin kaynağını ve Tanrı'nın kendine meydan okuyan kusurlu
insanları çok dilli kılarak cezalandırıp onları kaosa atması bağlamında
kullanılan bu mitolojik öyküye[1041] dolaylı olarak "Huş Ağacı Hakkında Bilgi
Topluyorum"[1042] şiirinin altıncı epizodunda gönderimde
bulunulur:
"(■■■)
Who ’s who
La Vie des Abeilles
Yıkık kuleler tarihi
Himyerice
Bazı düğümleri çözdüm böylece:
O kadınlar mesela,
O sokağın kadınları
Nerde doğurur çocuklarını
(^)”[1043].
Yukarıda alıntılan dizelerde çok dilli bir "girişim" örneği
görülmektedir. İngilizce, Fransızca ve Türkçe dizelere yer verilmiş ve
Himyerice'nin de adı anılmıştır. Biçemsel olarak yukarıdaki dizeler, Babil
halkının bir kule inşa ederek tanrıya meydan okumaya kalkışmaları karşılığında
tanrı tarafından herkese farklı bir dil verilmek suretiyle cezalandırılmasını
anıştıracak biçimde çok dilli olarak yazılmıştır. Herkesin farklı bir dil
konuşmasıyla ortaya çıkan kaotik ortam farklı dillerde verilen dizelerin
birbirinden kopuk "anlamsız"lığıyla içeriğe de yansıtılmıştır.
Nitekim İngilizce "Kim kimdir? / Kim kimin?" anlamına gelen "who's
who" ve Fransızca "Arıların yaşamı" anlamına
gelen "La Vie des Abeilles" dizeleri kendilerinden
önceki ve sonraki Türkçe dizelerle anlamlı bir bütün oluşturmayan, biçimdeki
kaotik görüntüyü içeriğe de yansıtan dizelerdir. Bu dizelerden sonra
gelen "yıkık kuleler tarihi" dizesi ise Babil
söylencesinde, tanrı tarafından yıkılan kuleyi çağrıştırmaktadır.
Çok dillilik bağlamında Babil Kulesi anlatısı " 'Zamanın Ruhu' "[1044] şiirine kaynaklık eder. Şiirin
kıyısında kulelerden oluşan bir şehirde herkes kendi dilinde şiirlerini
söyleyebilecek ve konuşabilecektir. Bu kuleler şehri çok dilliliğiyle Babil ve
İstanbul'a benzemektedir. Ayrıca Babil Kulesi ve buna ait söylence "Kule
ve Vıımıırtfi"[1045] "İZnİA Ur N/f^rrli
" [1046] "k'ııl^ VaIVam"[1047] "İZiiIa Vananın
Çarkı cı"[1048] luıııuııa ,
Kuıe & ıvıeidiveıı , Kule, Yelken , Kule Yapanın Şaikısı ,
"Kerpiç
Döküyorum Kule Dikiyorum"[1049],
"Kule Yıkanın Şarkısı"[1050] gibi
şiirlere de doğrudan ya da dolaylı olarak kaynaklık eder.
Ortadoğulu mitolojilerde yer alan ateş yiyen, ateş kusan, ateşte yaşayan,
ateş karınlı semender figürünün Divan şiirinde ve modern şiirde olduğu gibi
Cahit Koytak şiirinde de kullanıldığı görülür. Şiir anlatıcısı kendi yaralanmış
beynini / bilincini "ateş yiyen semenderin / karnın[a] (,..)"[1051] [1052] benzetir. "Karanfil Makamında Caz
Semaisi"nde şiir anlatıcısı olan şair, aklı "ateşle oynamaya
kışkırtan / "hayta ft193 semenderlere mezardayken bile
bale öğretmek ister.
Mitolojik varlıklar arasında Cahit Koytak şiirinde en sık kullanılanı
çeşitli mitolojilerde ortak özellikler taşıyan ancak farklı isimlerle anılan
kuşlardır.
4. 3.
3. 6. Mitolojik Kuşlar
Cahit Koytak şiirinde sıklıkla imge, sembol, anıştırma ögesi, eğretileme
vb. bağlamlarda mitolojik kuşlar yer alır. Benzer özelliklerle farklı kültürlerin
mitsel anlatılarında yer alan Anka, Zümrüdüanka, Hüma, Simurg, Tuğrul, Rok,
Phoneix, Tanniao, Saena gibi farklı biçimlerde adlandırılan mitolojik kuşlar
Cahit Koytak
şiirinin beslendiği mitolojik kaynakları göstermesi bakımından önemlidir. Anka,
Zümrüdüanka, Hüma, Simurg ya da folklorik adıyla Devlet Kuşu, ”(...)
Eski Mısır ve Yunan mitolojisindeki Phoenıs'le de benzerlik gösterir.”[1053]. Şiirin insan gibi yine en sonunda geldiği yere
dönebileceği anlatılırken Zümrüdüanka'nın dönüş yolculuğuna gönderimde
bulunulur: "[Şiir,] Basıldığı kâğıtla beraber, / Onu
okuyan gözleri, / Terennüm eden dudakları, / Ve hisseden yürekleri de /
Yüklenip Zümrüdüanka gibi sırtına, / Kanatlanıvermiş, / Dönmek için, / Onu ilk
defa kara balçığa / Üfleyen dudaklara... / (...)"[1054]5. Zira
Zümrüdüanka bir süre[1055] yaşadıktan sonra yanar ve yanarken kendi
küllerinin içinde genç bir Zümrüdüanka doğar. Bu kuş babasının külleriyle dolu
yuvayı, dolayısıyla yanarak kendisini yeniden var etmiş babayı ”(...)
Mısır'ın Heliopolis kentindeki güneş tanrısının tapınağına (,..)”[1056] götürmek üzere yola çıkar. Şairlerin / sanatçıların
nesnel gerçeklikle ilişkisini kesmesi, şairin deyişiyle sanatçıların "uçması” yine "humanın,
ankanın, albatrosun / kanatlarıyla (,..)”[1057] gerçekleşen bir durumdur. Alıntılanan dizelerde
Hüma ve Anka'nın yanı sıra nesnel dünyada bir tür olarak ”kordalılar
şubesine”[1058] [1059] ait olan albatrosun anılması, bu kuşun kanat
genişliğiyle etkileyici bir büyüklüğe sahip olması ve ”(...) anka ile
dünyanın en iri, en yüksekten uçan ve havada en fazla kalabilen (200 gün) kuşu
albatros arasında bir benzerlik (...)"2<000 bulunmasıdır.
Şiir anlatıcısı, Genceli Nizami'ye Gence şehrini terk edince ne yapması
gerektiği konusunda salık verirken ona Hüma'yı örnek gösterir. ''Otağını
öyle bir tepeye kur ki, / Işığın kırk konak /
Öteden görülebilsin. / Ve hüma gibi, gölgeni ta yukarda tut / Ki baykuşlar
beynini didiklemesin."2". "Anka"[1060] [1061] adlı poetik şiirde, şiir anlatıcısı şairlerin
nesnel gerçekliği yeni ve farklı formlarda kurgulayarak okuyucusuna nesnel
gerçeğin üstünde / ötesinde yeni ve farklı bir gerçeklik sunduğunu, geniş
kanatlarıyla sürekli uçan, yerde yürüyemeyen Zümrüdüanka eğretilemesiyle
anlatır. Bu şiir. Cahit Koytak'ın şiirlerini oluştururken mitolojiyi bir kaynak
olarak kullanmasının son derece belirgin bir örneğidir. Şiirdeki Zümrüdüanka
eğretilemesi aşağıdaki gibidir:
"Anka
dikkat et, a ruhum,
dikkat et, dikkat!
şairler, yerden bir sözü, göktenmiş gibi satmak istediklerinde,
onu, kanatlarının büyüklüğünden konacak yer bulamayan ve yerde yürüyemeyen
Zümrüdüanka gibi göstermesini iyi bilirler, iyi. "[1062]3.
Şair, nesnel gerçeklikten / "yerden" aldığı şiir
içeriğini, estetik bir formla ve sanatsal bir üstgerçeklik yani "zümrüdüanka" olarak
yeniden kurgulamaktadır. Yine "İlk Atlas"ta huş ağacını ve onun
varoluşunu irdeleyen şiir anlatıcısı ağacın neliği konusunda tereddüt yaşar ve
altında oturduğu ağacın "Huş ağacı mı anka kuşu mu"[1063] olduğuna bir türlü karar veremez.
"Atlas" şiirinde gündelik hayat, "(...) sur içinde, hayaları
burulan / azgın bir boğa gibi / böğürüp dur [urken]",
başka bir âlemdeki / "dağın öteki yüzün[deki]" [1064] kim ve ne olduğu bilinmeyen bir ikinci tekil
kişiyi arar. Tam olarak kimliği bilinmeyen ancak sürekli aranan merkez
kişi, "anka içinde anka içinde zümrüdüanka;" olarak
mitolojik bir varlıkla ilişkilendirilerek tanımlanmaya çalışılır. Gazel formuna
öykünülerek yedi beyit olarak yazılan "Büyükbabalar İçin Gazel"de
şiir anlatıcısı, Hüma kuşunun tepesindeki tüye ulaşmayı ister: "hüma
kuşunun dağda /yuvasını bulmuşlar // tepesindeki altın tüyü / ben çıkarayım ben
çıkarayım"[1065]. Bu
mitolojik kuşun tepesinden ya da kanadından altından bir tüy bulunur. "Çeşitli
efsanelere göre Anka [Hüma] (...) Tüyleriyle sıvazlayıp
yaraları iyi eder."[1066] bu nedenle şiir anlatıcısı Hüma'nın tepesindeki
tüyü almak ister. Şiirin son beytinde ise anlatıcı, Hüma'nın gözleri
aracılığıyla normal koşullarda gidilmesi olanaksız âlemlere gitmenin
peşindedir: "ve gözlerimi dikip hümanın gözlerine yarenler /
girilmez alemlere gireyim"[1067]. Hüma'nın / Anka'nın kanadındaki tüyün iyileştirici,
sağaltıcı etkisi ile şiire yüklenen işlev arasında benzerlikler kurulur: "Her
sözcüğün sağaltıcı bir öpüş olsun, /Meneviş renkli bir tüy, /Simurg'un
kanadından, / Usulca, yârence kondurduğun / Yaralarımızın üzerine!"[1068].
Anka ve Simurg gibi mitolojik kuşlar, Cahit Koytak şiirinde Doğulu ve
Batılı edebiyatın kadim izlekleri olan kendini arama, kişinin kendi benini
keşfetme, kendi olma yolunda yapılan içsel yolculuk aracılığıyla aydınlanma
motifleri bağlamında da kullanılır. Örneğin "Hem Kendinsin, Hem Bir
Başkası" şiirinde kendini arama ve aydınlanma motifleri Simurg
aracılığıyla anlatılır:
"
Bazen, sinende söz, tüylenip, kanatlanıp, Erinçle yükselirken çenene Ruhun da
yükselir Bembeyaz ve kanatlı sözcüklerle, Simurg ’unu arayan sözcük
sürüleriyle.
Bir anda
dirilir, tazelenir içinde
Ve çevrende
insanlar, nesneler, kaderler...
İşte
aydınlanıyorum, dersin,
Aydınlanıyoruz,
Akıl, bellek, muhayyile
Dipten doruğa, birlikte.
(,..)"[1069].
Feridüddin Attar'ın "Mantıku't- Tayr" mesnevisinin ve ondan aynı
adla Gülşehri'nin uyarladığı mesnevinin ana temasını oluşturan kendini bulma
motifi burada da yinelenir[1070]. Nitekim "Mantıku't- Tayr"da Simurg adlı
kuşu arayan otuz kuştan oluşmuş kuş sürüsü anlatının sonunda aslında aradıkları
şeyin bizzat kendileri(nde) olduğunu fark eder. İyiliğin tanımlandığı
"Peki, Nedir, Bu, ‘İyi Olan’?" şiirinde yine Attar'ın yapıtına
doğrudan gönderimde bulunularak karşılık beklenmeden yapılan saf "iyilik"in
bir tanrıtanımaza bile saflığıyla Tanrı'yı düşündürtecek bir eylem olduğu
belirtilerek iyilik, Attar'ın yapıtının merkez kişisi Simurg'la
özdeşleştirilir. Kıyamet günü bütün varlıkların Yaratıcı'ya döneceği inancı
yine Simurg eğretilemesi aracılığıyla anlatılır: "Ama gün gelecek,
bu, göğe tırmanan yolda, / (...) // Çiçekler ağaca geri dönecek, / Dudular
Simurg 'a geri dönecek / (,..)"[1071] [1072]. Yine
benzer biçimde ölümden sonra ruhun Yaratıcı'ya ulaşması "her
kuşun tt213
bittiği
/Simurgun başladığıyer(.)! olarak
somutlaştırılır.
"(.)
‘iyilik’, ne
süs köpeğidir, ne av köpeği. olsa, olsaAttar’ın kuşlarından biridir belki,
her tüyü bir
başka iyiliğin rengiyle parıldayan Simurg ’un peşindeki göçmen kuşlardan biri.
iyi olan,
güzel olan
ve dile
düşürülmeyen şeyler.
öyle şeylerdir ki, katına uçmak için, o kuşlar gibi, kendilerine bir Simurg
ararlar. (.)"[1073].
Attar'ın yapıtında, "tüyleri renkli"[1074] ve parlak olmasıyla bilinen Simurg'a ulaşmak
isteyen çok sayıda kuş yola çıkar. Bu kuşların amacı kendilerine padişah
olabilecek Simurg'u bularak sahipsiz kalmamaktır. Ancak engellerle dolu bu
yolcuğun sonunda çeşitli aşamalarda elene elene sadece otuz kuş (sî-mürg)
kalır. Ancak bu kuşlar aradıklarının aslında kendilerinden başkası olmadığını
fark eder[1075] [1076]. Şiir anlatıcısı, saf "iyilik"i bu
kuşlardan biri olarak tanımlar. Bir leit motif olarak arayış temasının
işlendiği "Balçığa Üflenen Ruh"ta, şiir anlatıcısı, kendi
ruhuna ft217
yaratılışta
üflenen yaratma suflesinin peşindedir, her şeyde ve yerde onu
arar ve aradığı şeyin aslında bir Simurg öyküsündeki gibi bir şey olduğunu fark
eder.
"Cazın Irmakları"nda caz müziğini besleyen seslerin caza
katılması ve her şeyin bir bütünlük içinde "ezgiler ezgisine" /
Tanrı'nın yaratma sanatına katılması "Cazın İdeolojisi" olarak
tanımlanır. Müziğe, dolayısıyla sanata karşı bu felsefi yaklaşım, "Sakaların,
kumruların Simurg'a / Dönüşü (,..)"[1077] eğretilemesiyle anlatılır.
Mitoloji, "Cazın Irmaklarında" yeniden yazma (palimpsest)
uygulamasıyla kurulan "Joachim E. Berendt'in Doğaçlaması"[1078] adlı şiire epistemolojik olarak, üst metne ise
benzetme ögesi olarak kaynaklık eder. Şiir kişilerinden Coltrane ile Yunan
mitolojisindeki Sysphos, Coleman ile Yunan mitolojik tanrısı Zeus arasında
ilişki kurulur. "(...) çaldığı ve bestelediği her şeyi karaklerize
eden armonik serbestlikle] (,..)"[1079] "Free Jazz"ın babası olarak bilinen ve
bir caz stili olan bebop'ı radikal kurallara bağlayan caz virtüözü Ornette
Coleman ve alto saksafonun aykırı çalış tekniğiyle[1080] cazın öncü isimlerinden John Coltrane'in
karşılaştırıldığı şiirde "Caz Kitabı"ndan alıntılan bazı cümleler
düzenlenerek manzum bir formda yeniden yazılır[1081]. Yeniden yazmaya (palimpsest) konu olan orijinal
metinle, yeniden yazılmış metin sırasıyla şu biçimdedir.
Özgün metin:
"Eğer Coleman, ta başından beri, Zeus’un başından
fışkırmışa benzeyen müziğiyle “Anka kuşu”ysa; Coltrane de o kocaman ağır kayayı
durmaksızın dağın tepesine doğru
yuvarlamaya çalışan ''Sisyphos”tu. Coltrane yukarıya
vardığında -ironik olarak söylersek-, sirk mavisi takım elbisesi içindeki
Ornette Coleman çoktan gelmiş ve güzel melodilerini çalmaya başlamış olurdu.
Ama John Coltrane’in hemen yanı başında durarak dağın tepesinden üflediği
müzikte ilahi bir güç vardı; idrâk uğruna (ya da Coltrane’in inancına uygun
olarak “Tanrı için” diyelim) katedilen o uzun dikenli yolun bir bölümünü daha
geride bırakmış, ancak daha gidecek pek çok istasyon olduğunu bilen bir hacının
taşıdığı güç. Yine de Coltrane ölümünü önceleyen tükeniş aylarında, artık neler
olacağını bilemedi. ".[1082]
Cahit
Koytak'ın yeniden yazması (palimpsesti):
"JOACHIME. BERENDTİNDOĞAÇLAMASI*
’eğer
Coleman, ta başından beri,
Zeus ’un başından fışkırmışa
benzeyen
müziğiyle 'Anka Kuşu’ysa,
Coltrane de o kocaman kayayı
tekrar tekrar
dağın tepesine çıkarmaya çalışan ’Sisyphos’tu.
Coltrane yukarı vardığında,
Ornette Coleman, ironik bir deyişle,
sirk mavisi takım elbisesi içinde çoktan gelmiş ve güzel melodilerini çalmaya
başlamış oluyordu.
ama John Coltrane’in hemen yanı
başında,
dağın tepesinde,
oradan yukarılara üflediği müzikte,
toz toprak kokan
aşkın bir yücelme duygusu vardı.
derin kavrayış peşinde
(yahut Coltrane 'in inançlı
diskuruyla,
'Tanrı için' diyelim)
kat edilen o uzun meşakkatli yolun
bir bölümünü daha geride
bıraktığını,
ama önünde
daha tepilecek upuzun meşakkatli bir
yolun, aşılacak pek çok engelin
olduğunu kestiren bir hacının esrik
yücelme duygusuydu bu.
ama bütün bu bilgiler, Coltrane’in
ölümünden önceki tükeniş aylarında, bundan sonra nelerin olacağına dair
ayrıntıları içermiyordu.' "[1083].
Yukarıya alıntılanan yeniden yazmada üst metnin de doğal olarak yeniden
yazmanın da matrisini oluşturan düşünce mitoloji kaynaklı bilgiyle
açıklanmıştır. Coleman aykırı ve garip müziğiyle Yunan mitolojisin hem en güçlü
hem de gökyüzü, şimşek ve gök gürültüsünün tanrısı olan "Zeus'un
başından fışkırmışa / benzeyen müziğiyle 'Anka kuşu[na] " benzetilir.
Coltrane ise tanrı tarafından, yuvarlak bir kayayı dağın tepesine çıkartmakla
cezalandırılan ancak her seferinde kayayı yukarı doğru yuvarlarken elinden
kaçırarak hep başladığı yere dönen "Sisyphos"a benzetilir.
Cahit Koytak şiirine kaynaklık eden başka bir mitolojik kuş da Feng Huang /
Fenghuang olarak adlandırılan Uzakdoğu mitolojisine özgü bir kuştur. "Yunan
mitolojisindeki Phoenix'in karşılığı(...)."[1084] olan bu kuşun Fenghuang adı birleşik bir
sözcüktür."—) erkek 'Feng' ve dişi 'Huang' kelimelerinden oluşmakta ve
sonsuz aşkı sembolize etmektedir."[1085]. "Bir
Sözcük: Feng Huang"[1086], Cahit Koytak'ın Taraf gazetesindeki
köşesinde mensur bir sözlük maddesi formatında, yedi farklı tanımlama olarak
kurgulanmış bir metindir. Metinde mitolojik bilgi ve gündelik yaşama ait nesnel
gerçekliğin ampirik bilgisi ironik bir dönüştürümle bir arada yer alır.
Şairin mitolojiye yönelmesinin temel nedeni, mitoloji başta olmak üzere
yaşama dair her şeyi şiire katarak güzelleştirme isteğidir. Şiir yazma eylemi,
şairin deyişiyle "kazı" işi, derinlemesine anlamlar
ve estetik bir doku gözetilerek yapıldığında mitoloji, kültler ve yaşama dair
her şey şiire katılmış olur. Şair, bu bakış açısını aşağıdaki dizelerle
şiirleştirir:
"(■■■)
daha derin
kazmalıyım,
daha derin!
kaza kaza,
kabuk kabuk miti
katman
katman kültü
küreyip
alıncaya...
ve kuyunun
dibinde
küf atan,
kurtlanan gökyüzünü
kazıya
küreye, hohlaya parlata şiire katıncaya kadar! (...)"[1087].
Yukarıdaki incelemelerde görüldüğü üzere mitoloji ve mitolojiye ait çeşitli
figür ve anlatılar, Cahit Koytak şiirinin başlıca kaynakları arasında yer
almaktadır. Başta erken dönem Yunan mitolojisi olmak üzere Roma, Mısır, Hint ve
Ortadoğu mitolojileri Cahit Koytak şiirini besleyen kaynaklardır. Bunlar içinde
en geniş yer tutanı ise kuşkusuz Yunan mitolojisidir. Cahit Koytak, mitolojiyi
sadece şiiri kurmakta bir kaynak olmanın ötesinde, şiiri zaten kendi içinde
taşıyan bir olgu olarak görür. Bazen de hem mitolojide hem de kutsal kitaplarda
geçen kadim öyküleri iç içe harmanlayarak şiirin kendine özgü dünyasında bir
tür yeniden kurma ediminin nesnesi olarak değerlendirir. Cahit Koytak'ın şiiri,
kutsal kitapların ve kadim mitolojinin anlatılarıyla beslemesi onun şiirini
içerik bakımından evrensel değer taşıyan her çağda ve kültürde anlamlı olan
metinler olmasını sağlar.
BEŞİNCİ BÖLÜM
CAHİT KOYTAK ŞİİRİNİN TEMATİK EVRENİ
BEŞİNCİ BÖLÜM
5. CAHİT KOYTAK
ŞİİRİNİN TEMATİK EVRENİ
5. 1. Tematik Tutum
Cahit Koytak şiirinde; Tanrı, yaratıcılık, insan, ölüm, kıyamet, aşk, akıl,
delilik, bütünlük, kozmik uyum, müzik, sinema ve portreler gibi geniş
yelpazeden oluşan bir tematik çeşitlilik görülür. Bu temalar şairin kendine
özgü duyarlığı, bakış açısı ve diliyle işlenir. Ele aldığı temaları karmaşıktan
yalına indirgeyerek zihin açıklığıyla kavranabilecek, nüfuz edilebilecek bir
biçimde işler. Ancak bu şiirler aynı zamanda okurun entelektüel donanımı
ölçüsünde katmanlı, girift anlamlar üretebileceği türden metinlerdir. Cahit
Koytak şiirinde özlem, yalnızlık, ayrılık, hüzün... gibi şiir anlatıcısının
doğrudan doğruya kendi bireyselliğiyle ilgili duygusal durumları ele alan
temaların son derece sınırlı sayıda şiirde işlendiği görülür. Cahit Koytak,
daha çok evrensel anlamda insan, bir olgu olarak ölüm, Tanrı, varlık-yokluk,
akıl, delilik, hayat, modernlik gibi temaları ele alarak bunlara kavramsal çerçevede
yaklaşıp tanımlamaya, eleştirmeye girişerek; bu kavramları yeniden
boyutlandırmayı amaçlar. 1990'da yayımlanan ilk şiir kitabı "İlk
Atlas"ta daha çok kendiyle didişen, kendi varlığını ve içinde yaşadığı
çağı sorgulayan, yanıtlar arayan, sorular soran; bunalımları, açmazları olan,
kendi ne'liğini, birey olarak niçin yaratıldığını anlamaya çalışan, doğrudan ya
da dolaylı olarak modernite sürecine ve ona ait olgulara eleştiriler yönelten
bir şair tavrı görülürken 1990 sonrasında yazdığı şiirlerde, kendi içsel
sorunlarını çözmüş, iç dünyasını tanımış ve dizayn etmiş bir şair tavrı
sergiler. "İlk Atlas"ta didişilen Doğu ve Batı geleneklerine / inanma
biçimlerine ait metafizik konular, artık "Şen Maneviyat"ı oluşturan
izleklere dönüşür. "İlk Atlas"ta görülen huzursuz, parçalanmış, silik
modern birey yerini, sonraki dönem şiirlerinde Tanrı'yı bulmuş, O'nun
niteliğini tanımış, dingin bir ruh hali içinde varlığa, kavramlara kuşatıcı ve
bütünlüklü, hakim bir bakışla yaklaşan bilge bir şiir anlatıcısına dönüşür.
Ancak tüm bu bilge ve dingin niteliğe rağmen akla olan güvensizlik, akıl -kalp
ikiliği arasında bir pandül gibi sonsuz gitgeller yaşama tavrı -insan olmanın
doğası gereği- elden bırakılmaz.
Şair, yaşadığı çağın tanığı olarak güncel olayları tema edinen şiirler de
yazar. Bu tür şiirler şairin külliyatı içinde diğer temalara kıyasla son derece
sınırlı sayıda olmakla birlikte entelektüel çevrelerde ses getirecek nitelikte
çıkışlar içeren şiirlerdir. Bu güncel olaylar içinde İsrail’in 2008 yılı
başlarındaki yirmi bir gün süren Gazze kuşatması sırasında yazılan şiirler
kamuoyunda geniş yankı bulur. Aynı coğrafyada yaşayan ve aynı peygamberin
adlarını taşıyan Gazzeli Yusuf ve Telavivli Jozef adlı çocuklara yazılmış iki
mektup ve "Ekler"den oluşan üç uzun şiir, “Gazze Risalesi”ni
oluşturur. Kitap, tema olarak Filistin-İsrail Savaşı özelinden hareketle savaş
olgusunu işler. Savaşın acımasızlığı, her şeyi trajik bir biçimde anlamsız
kıldığı, aynı babadan gelen insanların kavgası olarak en çok savunmasız
çocukları vurduğu üzerinde durulur.
Cahit Koytak'ın şiirlerinde ele aldığı başlıca temalar ve bu temaları
işlemedeki kendine özgü tavrı; onun şiirleri ve tema edindiği kavramlara
ilişkin düşünceleri ışığında değerlendirilmeye çalışılacaktır.
5. 2. Temalar
Koytak şiirindeki belirgin metafizik eğilimin doğal bir sonucu olarak aşk,
akıl, Tanrı, ölüm, arayış, kozmik uyum gibi soyut temaların ağırlıklı ele
alındığı görülür. Caz, suskunluk, sarhoşluk, evsizlik, yaşam gibi nesneler
dünyasında somut biçimde algılanan varlık ya da durumlar ele alınırken somuttan
soyuta, bir başka deyişle gündelik yaşamın fizik yasalarıyla evrende konumlanan
varoluştan metafizik duyarlıkla algılanabilen bir evrene doğru açımlanarak
işlenir. Temalar şiir anlatıcısının son derece öznel ruhsal durumları, bireysel
duygulanımları olmanın ötesinde evrensel durum, olgu, kavram ya da sorunsallar
olarak ele alınır.
5. 2. 1. Aşk
Cahit Koytak şiirlerinde aşk teması; teolojik, felsefi kavramlar ve çeşitli
insani durumlarla ilişkilendirilerek ele alınır. Aşk, genellikle birçok şairin
başat temaları arasında yer almasına rağmen, Cahit Koytak'ın aşk temasını
sınırlı sayıda şiirinde kullandığı görülür. Onun şiirlerinde aşk tensel bir aşk
olmaktan öte mistik ve aşkın, Divan şiirinin ızdıraplı aşkından farklı olarak
da "şen" bir duygudur. Bu durum, şiir anlatıcısının Tanrı'ya ve aşk
başta olmak üzere O'na ilişkin kavramlara iyimser ve neşeli bir bakış açısı
geliştirmesiyle ilgilidir.
Tanrı'ya duyulan aşk, sembolik, mistik, agnostik ya da platonik bağlamda
ele alınmaz. Özneyi bilinmezliğe, girift, eklektik ruh hallerine, kendini
unutturacak ruhsal bir sarhoşluğa, Divan şiirinde olduğu gibi asketik bir
çileciliğe sürüklemez. Tanrı'ya karşı insanın duyduğu aşk; duru, karşılıksız ve
doğrudan doğruya yalın bir biçimde ifade edilen tutkulu ve yoğun bir sevgidir.
Aşk temasının işlendiği "Sıradanlığın Metafiziğinde[1088] [1089] aşk duygusunun erkeği, kadını, cini, meleği ve
şeytanı arıtıp saydamlaştırdığı düşüncesi işlenir. Şiirin ilk bendinde "sade
ama pahalı
\tt2 koslıımler\\n\
/ ucuz ama markalı dostluklar[ın] / (...) odüller\yri\ (...) insanı görünmez kıldığı, insanı
"insan" yapan özelliklerden uzaklaştırdığı belirtilerek toplum içinde
çokça görülür ve tanınır olmanın insanı "yok" ettiği belirtilir.
Bunun karşıt durumunun ise aşkla mümkün olduğu sonraki dizelerde belirtilir:
"(■■■)
aşksa içini
gösterir kişinin,
kabuklarını
soyar,
perdelerini
indirtir aşağı,
açtırır pencereleri ardına kadar
ve baktırtır, hangi ucundan
sokağa girecek Tanrı
ve arkasında göğün bütün müzisyenleri.
insanın içini dışına çıkarır aşk,
daha da incelir, latifleşirse
cama çevirir insanı,
cama ya da suya,
ipeği, altını, taşı, demiri,
(■■■)
bakar ve anlarsınız hemen,
bakar ve anlarsınız,
aşıktır, içi görünen adam,
aşıktır, içi görünen kadın, aşıktır, içi görünen ins, cin,
melek ve
şeytan..."[1090].
Aşk duygusu, insanı yalınlaştıran, arıtan; duygu ve düşüncelerinde insana
duru bir bakış açısı kazandıran bir perspektif geliştirir. Bu yaklaşımda aşk
karşısında tutum, davranış ve düşünüşte değişikliğe uğrayan birey değil genel
anlamda "insanoğlu" hatta bütün "cin, melek ve
şeytan"lardır. Dolayısıyla Cahit Koytak'ın aşk duygusu karşısında
konumlandırdığı özne, modernitenin dizayn ettiği "birey" değil
sosyolojik ve felsefi anlamda "geleneksel / evrensel insan tipi"dir.
Bu nedenle aşk duygusu, her öznede aynı etkiyi yaratan, aşk duygusunu
deneyimleyen herkesi aynı biçimde durulaştırıp yalınlaştıran bir etkiye
sahiptir. Zaten aşkı tema edinen şiirin adının "Sıradanlığın Metafiziği"[1091] olarak seçilmesi aşk karşısından bütün öznelerin
aynılığını ima etmektedir.
Aşkın saflaştırması, arılaştırması, bilgi de dahil olmak üzere her şeyi
anlamsız ve "boşuna" kılar. Cahit Koytak aşkı tema edindiği
"Kötü Şiir, İyi Sözler"de[1092] bu düşüncesini " 'Aşk var, ötesi
yok, / Fark eder mi, bilgelik, budalalık!' " dizeleriyle özetler.
Cahit Koytak, aşka anlam yüklerken aşk dışında kalan şeyleri profanlaştırarak
"boşunalık" olarak tanımlaması noktasında Fuzuli'nin "İlm
kesbiyle pâye-i rif’at / Arzû-yı muhâl imiş ancak // Aşk imiş her ne var âlemde
/ İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak"[1093] [1094] yaklaşımıyla kesişir. Ancak Cahit Koytak'ta aşk,
gelenekten farklı olarak insanın çektiği acıyı artıracak, uğrunda ölünecek bir
kavram değil, duru duygular ve saflıkla Tanrı'yı sevmektir. Nitekim "altmışından
sonra [bile] aşk, tt7 safiyeti /v/|mekte| /
Ve şerh edebilmektedir] onu. .
"Bahçıvanın Karısı"[1095] şiirinde ise insana duyulan aşkla Tanrı'ya
duyulan aşkın aslından aynı kaynaktan çıktığı üzerinde durulur. Şiir kişisi
Bahçıvan, kırk yıl birliktelikten sonra yitirdiği karısının ardından
sorgulamaya girişir: "işte o zaman anlamaya da başladım, Allah
’ım, // onda aradıklarımla, sende bulduklarım, / onda kaybettiklerimle, senden
umduklarım / aynı kaynaktan yola çıkıyor / ve aynı denize karışıyorlar. "[1096].
Cahit Koytak, aşkla felsefenin de bir arada olamayacağını düşünür. Felsefe
düşünceye, akla dayanması; aşkın ise akılla açıklanamayacak bir doğaya sahip
oluşu bu bir aradalığın önündeki en büyük engeldir. "Aşk &
Felsefe"[1097] şiirinde Sokrates'ın âşık olması ve Eflatun'un
(Sokrates'ın öğrencisi Platon'un) felsefi metinler yerine aşk romanı yazmasını
olanaksız görür. Bir varsayım üzerinden giden şiir anlatıcısı Sokrates'ın âşık
olması durumunda "(...) aşk hikayelerimizin] / Daha az avutucu,
"[1098] olacağı
tezini ileri sürer. Çünkü akla "bulaşan" aşk, doğasındaki saflığı
yitirecektir. Aklı dışlayan "Aşk bir sarhoşluk[tan\ (...)" başka
bir şey değildir; aşkın yaptığı aslında tam olarak "Aklın
sultanlığını vadeder iptida sana, / Sonra, deliliğin kulu, kölesi yapar
seni"[1099] dizeleriyle özetlenebilir.
Yıllar önce yaşanmış, tamamen beşeri bir aşk olan çocukluk aşkı, şiir
anlatıcısının ömrünün "güz ikindisi"nde rüyalarına
girerek ona tuhaf ve umulmadık duygular yaşatır: "Aşk için, hem de
bu yaşta, / O yanık yüzlü köylü güzeli için / Çocukluğumun oralarda /
Hissettiklerimin ne olduğunu / Yıllar sonra yeniden keşfederek rüyada, // Böyle
kana kana, böyle dolup taşarak / Ağlayabileceğim / Hiç mi hiç aklıma gelmezdi.
"[1100]. Aşkın
saflığıyla çocukluğun saflığının iç içe geçtiği bu dizelerde şiir anlatıcısı
çocukluk çağlarına döndüğü rüyasında çocukça, basit, yalın ve katışıksız olarak
yaşadığı duygusal yoğunluğun aslında aşk olduğunu anlar. Hem çocuklukta hem de
rüyada aklın devre dışı kalması şiir öznesinin aslında yaşadığı duygunun aşk
olduğunu fark etmesini sağlamıştır.
Cahit Koytak şiirinde aşk teması aklın karşısında konumlanan bir olgu
olarak ele alınmıştır. Hem Tanrı'ya hem de insana duyulan aşka şiirlerde yer
verilmiştir. Aşkın her iki türünün de ortak yönü -Cahit Koytak'taki aşk
temasını geleneğe bağlayan yönü-; içtenlikle yaşanan ve itiraf edilmekten
kaçınılmayan, duru, saf, yalın bir duygulanım olarak aynı zamanda
yalınlaştıran, saflaştıran bir nitelik taşıması ve aynı kaynaktan çıkmasıdır.
5. 2.
2. Akıl: "dışarıdan kilitli kapı
Akıl temasının işlendiği şiirlerde daha çok, akıl kalp ikiliği, insanın
aklıyla yaşadığı çelişki, aklın açmazları, aklın yarattığı kuşkunun insanı
sürüklediği huzursuzluk, aklın güvenilmezliği vb. üzerinde durulur. Tematik
tutum olarak da akla karşı doğrudan ya da dolaylı eleştirel bir tavır
takınılır. Bu bağlamda insan aklının üretimleri olan felsefe ve pozitif bilimin
ortaya koyduğu ilkeler bazen mizah ve ironiyle de ele alınır. Modernitenin
Tanrı'yı "öldürüp" yerine aklı ve onun üretimi olan pozitif bilgiyi
koymasına asimetrik olarak akla karşı eleştirel bir tavır "İlk
Atlas"tan "Dudakta Bekletilen Şarkılar"a kadar sürekli kendini
hissettirir. Ancak bu tavır, aklın topyekûn inkârı ya da reddi değil;
cedelleşen ve bir türlü yenişemeyen "insan"ın ve onun "pusuda
bekleyen düşman"ı[1101] olan "akıl"ın ezeli ve ebedi trajedisi
olarak okunmalıdır.
Cahit Koytak'ın tanımlamasına göre insan "onmayan, uslanmayan
meraktan / azıcık akıl, azıcık, fikir, azıcık izan / ve çokça duygudan /
bağırlar dolusu duygudan / yaratılmıştır; / (,..)"[1102]. Dolayısıyla
insanın doğasında akıl ve fikir "azıcık" yer
alırken; akıldan ve mantıktan bağımsız, nasıllığı tam olarak saptanamayan
kendine özgü bir işleyişe sahip duygu ise "çokça" / "bağırlar
dolusu" vardır. Bu nedenle akıl kavramının insanın davranış ve
yaklaşımlarında duygu kadar etkili ve ağırlıklı olması beklenemez.
Şaire göre insan, ölümsüz bir ruhla dünyada varlık bulur; akıl ise
dünyevidir. İçinde yaşanan, fizik yasalarıyla işleyen dünyaya ait somut
verilerle ve beş duyuyla kuşatılmış olarak çalışan bir mekanizmadır akıl. Bu
niteliklerinden ötürü de kuşatılmış ve kısırdır. Akıl teması etrafında örülen
"Yerin Kulağı" şiirinde anlatıcı, aklın kuşatılmışlığından ötürü,
kendine söylenecek şeylerin "ağırlığı [olan] (...) /
yere dayan[an] (...), yere dokunan" aklının kulağına değil; "kalbin
dudaklarıyla" "(...) ruhu[n]un kulağına söylenmesini]"[1103] ister, akla güvenemez. Fransız şair Isidore
Lucien Ducasse'nın (ya da daha yaygın bilinen yakıştırma adıyla Comte de
Lautreamont) portresinin akılın eleştirisi bağlamında ele alındığı, Fransız
şairin adını taşıyan şiirde, Ducasse'nın aklıyla sorunlu ilişkisi üzerinde
durulur. Fransız şair, "aklı, süs köpeği gibi / tasmasından tutup,
bütün bir ömür, / ruhun kenar mahallelerinde / sokak sokak gezdirmiş."tix[1104]. Günün
birinde tasmasını bıraktığı "akıl" adlı köpeğini yitirince her yere
bakmış ancak bulamamıştır. Kaybettiği köpeği bulmak için kafasının içine bir
başka deyişle ruhunun derinliklerine bakmayı "akletmiş" ve oraya
bakabilmek için şakağında "şiirleri gibi akıl dışı, trajik/ bir
delik aeıvermiş\{w'.\". Bu dizelerde müntehir şairin ruhunun
derinliklerine bakmayı akletmesi için "köpeğini" / aklını kaybetmesi
gerekmiş, ancak aklı kaybedince ruhunun derinliklerine bakabilmiştir. Bu
bütüncül eğretileme ve güzel nedenleme aracılığıyla ruh ve akıl paradoksu
somutlaştırılmıştır.
Koytak şiirinde aklın kendisi güvenilmez olduğu gibi akılla ulaşılan bilgi
ve edinimler de yanıltıcı ve güvenilmezdir. Aklın tema edinildiği şiirlerde
aklın ve akılla edinilen bilginin de bu perspektiften eleştirisi yapılır.
"Demirci Çırağı" şiiri bu tutumun belirgin örneklerindendir:
"Demirci
Çırağı
Düşünceyi
balyoz gibi kaldırıp
Nakış nakış
kar taneleri halinde İndirmemi istiyor ustam, Sırça sarayların üzerine.
(D)
Lokma lokma
yedirmemi
İstiyor
benden, Beynimi yüreğime. (d)"[1105].
Akıl aracılığıyla ulaşılmış bilgilerin güvenilmezliği ve sorgulanması
gerektiği tezi "düşünceyi balyoz gibi kaldırıp" sırça
sarayların üzerine indirmek imgesiyle somutlaştırılır. Bu aynı zamanda aklî
olanın tahribi, değerden düşürülmesi anlamında da okunabilir. Beynin bir başka
deyişle aklın yüreğe yedirilmesi de akıl-kalp ikiliği bağlamında akılın değil
yüreğin / duygunun önemsendiğini gösterir.
Aklın Cahit Koytak şiirlerinde görülen önemli açmazlarından biri de
metafiziktir. Akıl temalı "Metafizik"[1106] şiirinde, aklın metafizik karşısında akim kalışı
/ metafiziğin aklı işlevsizleştirmesi üzerinde durulur. Metafizik, akıl
karşısında küçülüp görünmezleşerek pasif direniş gösterir. "Akıl" ve "aklı
keskin nişancılar" metafizik'i ele geçirmek istediğinde metafizik "Onların
akıllarının hızı, bilimlerinin dili"™2 kullanarak
aklın boyunduruğundan kurtulur. Dolayısıyla metafizik, akıldan yine aklın
yöntemleriyle kendini kurtarır. Aslında metafizik'in yaptığı "cüsse[sini] küçült[erek]" kendini "Samanlıkta
iğneye" dönüştürüp görünmez kılmaktan başka bir şey değildir. Bu
yolla akıl, metafiziği sindirememekte ve her defasında metafizik, akıl
tarafından ıskalanmaktadır. Aklın tam olarak kavrayamadığı, açıklayamadığı,
derinliğini ve işleyişini idrak edemediği metafizik, akıl için her zaman "(...)
iğnenin ucu, bilincin dibi, / Demir leblebi (.)"[1107] [1108] olmayı sürdürür ve metafizik karşısında akıl,
çaresiz ve işlevsiz kalarak açmaza düşer.
Aklın zamanı kavrayıp kuşatamaması, soyut ve hacimsiz zaman kavramını
etraflıca idrak edememesi, dolayısıyla zamanın önüne geçememesi "Rüzgârla
Yarışan Tazı"da[1109] ele alınır. Şiirde "Kalde'nin
kral-rahibi"nin aklı, yukarıda anılan "Isidore Lucien
Ducasse" şiirinde olduğu gibi bir köpek olarak somutlaştırılır. Şiirin bir
figürü ve anlatıcısı olan köpek / akıl, birçok olağanüstü yeteneği edinmiş
ancak her şeye rağmen zaman karşısında çaresiz kalmıştır:
" 'Ölümden kaça kaça
Tazı gibi koşmasını öğrendim,
Gözü açık uyumasını,
Çamurda yüzmesini, duvardan
geçmesini...
Ama yine de
yetişip, tam dört bin yıldır, Önüne bir türlü geçemedim, Efendimizin tozunu
savuran rüzgârların. "[1110]3.
Şiir anlatıcısı olan köpek / akıl, ölümden bile kaçmayı öğrenmiş ancak
zaman kavramının / "rüzgârların" önüne geçememiştir.
Şiirde "rüzgâr"ın hem zaman gibi engellenemez bir
biçimde akıp geçici olması hem de klasik şiirde zaman anlamıyla kullanılması
gibi anlam ilgileri içinde kullanıldığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu açıdan
bakıldığında zamanın rüzgâr gibi engellenemez niteliği karşısında aklın
çaresizliğe düştüğü görülür. Aklın metafizik, varlık-yokluk, ölüm, ruh gibi
konularda düştüğü açmazlar "Sol Elle Yazılanlar"da[1111] "dışarıdan kilitli kapı" ve
"içeriden kilitli kapı" imgeleriyle somutlaştırılır.
Beklenti içindeki iki anlatı kişisinin diyaloğu biçiminde kurgulanmış
"Yavan Metaforlar" şiirinde ise birinci kişi, "Şiir
sanatı denen ve Mısır'a giden / Bu kervan yolu üzerinde, / Akıl denen bu susuz
kuyunun dibinden" kendisini çıkarıp Mısır'a götürerek "Mısır
Azizi'ne satacak / kervancıları tı25
bekl[emektedir.] . Akıl şair
için yardımı olmayan, yararsız bir kaynak, susuz bir su
kuyusu" olarak değerlendirilir.
Aklın insan için bir başka handikapı da onu kuşkuya sürükleyerek bireyde
Tanrı, varlık, yok oluş, ruh vb. felsefi konularda huzursuzluk ve tereddüt
yaratmasıdır. Aklın bu yönüyle temalaştırıldığı şiirlerde genellikle kuşku;
insanı, aklı, kalbi kemiren bir kurt olarak betimlenir. "Yoksulların ve
Şairlerin Tanrısı"nda[1112] [1113] kuşku, bir
kurt olarak Tanrı'nın "bahşettiği azıkla [akılla]" beslenen
bir kurttur. "Öteki Tarafla Yaralı"[1114] şiirinde ise akılla algılanan dünya "şüphe
ve gam tüten kül yığını" olarak tanımlanır. Yine akıl bağlamında
onun yarattığı kuşkuyu tema edinen "Biraz Uyku..."[1115] şiirinde kendisi de bir "kurt" olan
kuşku, meyve kurtlarını bile çürüten, "Ateş kusan ruhları da takıp
peşine" sabaha kadar "uluyan", insan
aklının ürünü olarak yine aklı rahatsız eden bir olgudur. Bu bağlamda aklın
tema olarak işlendiği "Çarmıh"[1116] şiirinde akıl, insanın "kendi
kendini gerdiği(...) bir çarmıh ol[arak]." tanımlanır.
Ancak şair bütün ikilemlerine ve çıkmazlarına rağmen aklı yadsımaz. Aklın,
haklı ve / veya mazur görüldüğü durumlar da vardır. Örneğin
"Bilinmezlik"te[1117] [1118] insan aklının yaşadığı ikilem ve çıkmazlar,
evrendeki varlığın doğası gereği olağan karşılanır. " 'her yerde,
her şeyde / Tanrı'yı da, tanrıtanımazı da / haklı çıkaran bir \tt31 miktar
uyum, / bir miktar da saçmalık var; / ne yapsın buna akıl! //
(...)
. Aklı
yadsımamanın
bir başka olumlu yönü de "Kapıyı Açık Tutmak" [1119]şiirinde dile getirilir. İki yolcunun diyaloğu
biçiminde kurgulanan şiirde "gönlün kapısını açık bırakma"nın
erdemleri sıralandıktan sonra, "aklın kapısını açık bırakma"nın
erdemi belirtilir: " 'kim ki açık bırakır aklının kapısını / her
soruya, şüpheye, /(.)' // 'o kapıdan içeri, / ne sorulara, ne cevaplara sığan /
büyük fikirler girer, büyük esinler girer.' "[1120].
Cahit Koytak şiirinde akıl temasının ele alındığı şiirlerde sıkça üzerinde
durulan sorunlardan biri de akıl - kalp ikilemidir. Bu dilemmada şiir
anlatıcıları ve şiir öznelerinin aklın güvenilmezliği ve aldatıcılığı
karşısında tercihlerini kalpten, sezginin yanılmazlığından yana yaptıkları
görülür. Bu bakımdan akıl rahatsız edicidir. Sorunu gösterir ya da sürekli yeni
sorunlar icat eder. Çözüm bulmaktan öte akıl, insanın sorunları gören gözüdür.
Kalp, sezginin yollarında "hakikat"in izini sürerken; akıl, yol bulamaz.
Sürekli yolun çıkmaz olduğu konusunda telkinde bulunur. Bu nedenle akıl,
"Homopoeticus"un dokuzuncu epizodunda, "bir ateş topu
biçiminde // beyniniz avuçlarınızda[dır.]" dizeleriyle
nitelendikten sonra, şiir anlatıcısı okura şu soruyu yöneltir: "ve
sormak istiyorum şimdi, / bu durumda ne yaparsınız, /yakmamak için /
ellerinizi, yüreğinizi?" [1121]. Bu
sorunun hemen ardından gelen yanıt ise aklın bireyi sürüklediği çıkmazı
özetler: "hiiç, hiç.. /sabahlara kadar, sadece, / kızgın saç
üzerinde / dön o yana, / dön bu yana"[1122]. Akıl -
kalp ikilemi "Homopoeticus"un on altıncı epizodunda[1123] ise "horoz" ve "kirpi" eğretilemeleriyle
somutlaştırılarak imgeleştirilir. Şiir anlatıcısının iç monologuyla verilen
dizelerde şiir anlatıcısı, kirpi ve horozla kendisi arasında kurduğu benzerliği
açıklar: "(...) -biri kalbim kadar çığırtkan; / diğeri aklım kadar
temkinli- / bu iki benzerimi de / severim ziyadesiyle.’ "[1124]. Kalp,
söz dinlemez duygusal coşkunluğuyla çığırtkan bir horoza; akıl ise rahatsız
ediciliği ve temkinli güvensizliğiyle dikenli kirpiye benzetilir.
"Oyuncakçı Dükkânı"[1125] adlı şiirin ikinci epizodu da akıl temasını,
akıl - kalp ikilemi bağlamında işler. Aklın rahatsız ediciliğinin yine dikenle
ilişkilendirildiği beş epizottan oluşan "Aklın Dikenleri"[1126] üst başlığını taşıyan şiirler, "Yeni
Başlayanlar İçin Metafizik"te arka arkaya yer alır.
İnsanın akılla savaştığı bir başka cephe de "inanç"tır. Aklın
inançla verdiği savaşımın ele alındığı "Meyvenin Kurdu"[1127] şiirinde inanç, yine "akılın
dikenleri" karşısında pasif direniş gösterir. Onunla doğrudan
çatışma yöntemiyle savaşmaz. "ipek, su, şiir, rüya" gibi
aklın dikenlerinin işlemeyeceği biçimler girdiği için akılın rahatsız edici
sorgulamaları inancı derinden etkilemez. Ancak inancın bütün bu savunma
mekanizmalarına rağmen "(...) akıl yine de meyvede oyacak, / tatlı
tatlı kanatacak bir yara, / bir çürük bulur" sessiz bir meyve
kurdunun meyvenin etine işlemesi gibi akıl da inanca işlemeye çalışır. Ancak bu
çürük ve çürükte yola alan kurt aslında yine "aklın
kendisi"dir. Dolayısıyla inancın meyve, aklın da kurt
eğretilemesiyle anlatıldığı bu şiirde inancın aksayan tarafı yani "çürük"ü, kuşkusuz
akıldan başkası değildir. Bir başka deyişle akıl hem inancın kendisi hem de
düşmanıdır. Dolayısıyla inanç karşısında akıl çift yönlü bir açmaza (düal
paradoksa), kısır döngüye tutsaktır.
"Bir Gogol Kahramanı"nda[1128] şiir anlatıcısı, mistik bir birey olmasına rağmen
aklıyla sorunlar yaşayan, bir inanlı olarak görülür:
"(■■■)
[Şeytan /
Akıl,] Önce O'na [Tanrı'ya] yetişmek, Sonra da - yine bizim elimizle - O'nu
geçmek için mi
yapıyor
bunu, peki?
Düşüşünde
incelmek, derinleşmek, Böylece, ebedileşmek isteyen akılsız akıl, akılsız
şeytan seni!
Tanrım
aklımı koru! Tanrım aklımı koru! Tanrım, aklımı durdur!
Tanrım,
bağışla beni!"[1129].
Yukarıya alıntılanan dizelerde şiir anlatıcısı ortaya yapıtlar koymasını
sağlayan esinlerin Tanrı'dan mı geldiğinin, kendi aklından mı kaynakladığının,
yoksa şeytanın onun aklı kullanılarak Tanrı'yla yarışmak için mi kendisine
fısıldandığının ayırdına varamaz. Aklının yarattığı kuşkular yumağı içindeki
anlatıcı, yapıtlarının kaynağı olan esinin, akıl ve / veya şeytan kaynaklı
olmasından korkarak aklıyla çatışma yaşar. Ancak anlatıcı, Tanrı'dan yardım
isterken de ironik bir biçimde "Tanrım aklımı koru!" dizesiyle
yakararak paradoksal bir durum yaratıp çatışmasını
derinleştirir. Anlatıcının korkusu aklın ve onun neden olduğu tereddüt ve
kuşkuların, kendisini ayartarak içindeki Tanrı'nın yerini alması bir başka
deyişle içindeki Tanrı'yı kovmasıdır. Akıl temasının bu eleştirel tutumla
işlendiği başka bir şiir olan "Altıncı Şarkı / Kayıp Mumyalar"da
akıl "şüphelerden dökülmüş / altın buzağı(...)"yda benzetilir.
Kur'an- Kerim'de Hz. Musa Tur Dağı'na kırk günlüğüne gittiğinde kavminin tek
Tanrı'nın yerine Samiri adlı ustanın altından döktüğü buzağıya tapınmaya
başlamalarını anlatan kıssayla[1130] [1131] üst kurmaca bağlamında ilişki kurularak kuşkunun
insanın içindeki Tanrı'nın yerini alması somutlaştırılır. Çünkü kuşku, bireyi
Tanrı'ya inanmak yerine O'nu sürekli olarak sorgulamak zorunda bırakarak
insanın içindeki Tanrı'yı yok etmeye çalışır. Aklın ve onun edimlerinin
bulamadığı Tanrı'yı bulduran ise sezgi, iyilik ve erdemdir. "Peki, Nedir,
Bu 'İyi Olan' ?"da gösteri niyeti taşımayan saf iyilik, "Attar'ın
(...) / her tüyü bir başka iyiliğin / rengiyle parıldayan / Simurg'un peşindeki
/ göçmen kuşlar[ın]dan biri." olarak metinler arası bir
gönderimle somutlandıktan sonra, kuşkunun tam aksine "aklı da
yerinden oynat[ıp]"[1132] insanı Tanrı'ya ulaştıran bir tutum olarak
değerlendirilir.
Aklı tema edinen "Tiyatro I"[1133] ve vicdanı tema edinen "Tiyatro II"[1134] şiirlerinde
simetrik olarak akıl ve vicdanın karşılaştırılması yapılır. Her iki kavram da
tiyatro sahnesi bütüncül eğretilemesi aracılığıyla anlatılır. Dörder bentten
oluşan her iki şiirde aynı iki dizeyle başlar. Diğer bentler de aynı dizelerle
veya söz öbekleriyle başlar. Birinci bentlerde mahkemeye, mezarlığa ve tapınağa
benzetilen akıl bir tür "hapishane"dir. Yine aynı şeylere
benzetilen vicdan ise "dikenli bahçe"dir. Her ikisi
de "avuç içi kadar küçük, (...)" olmasına rağmen
orada herkes ve her şey "tıkış tıkış, (.)" bir
durumda bulunur. Tanımlama ve betimlemelerin ardından farklılıklar sıralanır.
Akıl hep "(...) gözü, bir başkasının rolünde,"[1135] olan ancak hep kendini beğenip kendini seyreden
bir rol üstlenirken; vicdan, kimsenin rolünde gözü olmayan "(...)
kendini oynay[an] / ve başkalarını seyred[eri]"[1136] bir oyun kişisidir. Akıl, "iyi oyun
çıkardığı zaman / kendi kendini ödüllendir[en], / ama günahlarını başkasına /
ödetmek istey[en]" bir oyucuyken; vicdan, aklın tam tersine bir
davranış sergileyerek "iyi oyun çıkardığı zaman da, / oyundan
bili[ir], bunu / ve oyun arkadaşlarından;/ ama kendine ödeti[y] / kusurlarını,
falsolarını." dizeleriyle, sürekli ben merkezli olan akıl
karşısında kendini sorgulayan bir oyun kişisi olarak tanımlanır.
Cahit Koytak şiirinde sıkça kullanılan temaların başında gelen akıl
temasının olumlu yönleri üzerinde durulurken bile aklın sürekli olarak
eleştirel bir tavırla ele alındığı görülür. Bu eleştirel tavır daha çok aklın,
şiirlerde felsefi bir olgu olarak değerlendirilmesini sağlar. Bunlar; Tanrı,
inanç, sezgi, vicdan, kalp, ölüm... vb. ile aklı arasında ikilem yaşayan
bireylerin şiir anlatıcısı ve / veya öznesi olduğu şiirlerdir. İnsanın aklı ve
öteki kabulleri arasında yaşadığı ikilem onun ezeli, ebedi ve evrensel
trajedisi olarak kabul edilir. Akıl, yarattığı bütün açamazlara ve dilemmaya
rağmen tamamen ret ve inkar edilmez. Bireyin sürekli cedelleştiği, savaşım
içinde olduğu ancak bir türlü yenişemediği sorunsalıdır. Bu nedenle birey,
aklıyla cedelleşmeye yazgılıdır. Bu yazgısallık, bireyin ezeli ve ebedi
trajedisini oluşturur. Akıl karşısında sorun yaşayan kalp ve birey için Cahit
Koytak, çözüm önerisi de sunar:
"(■■■)
kalbin yaraları içinse, bence,
merhemlerin en iyisi, tartışmasız, Tanrı’nın, kutsal kitaplardaki ve doğadaki
aşk şiirleridir.
bir de aklın yaraları var,
onlar için merhemlerin en iyisi, kim
ne derse desin, Tanrı’nın kendisidir, bence, Tanrı’nın kendisi..."[1137].
5. 2. 3. Mülkiyetsizliğin Fotoğrafı Olarak
"Evsizlik"
Cahit Koytak şiirinde Kaliforniya'daki portakal bahçesinde sömürülen
kölelerden Gazzeli Yusuf'a kadar dünyanın her coğrafyasından ve kültüründen
ezilenler ve onların trajedisinin yer almasına koşut olarak evsizlik temasının
da sıkça işlendiği görülür. Mengüşoğlu, Cahit Koytak şiirinde görülen bu
tematik tutuma dikkat çeker. Mengüşoğlu'na göre Cahit Koytak, "Bütün
dünyanın mustadaf ve mazlumları için, bütün dünyanın yoksul, evsiz ve
barksızları için, bütün dünyanın köleleştirilmiş acizleri için (.)"[1138] şiir yazan bir ustadır. Cahit Koytak'ın evsizlik
temalı ilk şiiri 2000 yılında Defter dergisinde “Nabi
Avcı 'ya, doğum günü için. ” İthafıyla yayımladığı "Homeless"[1139] adlı şiiridir[1140]. "Homeless", somut olarak bir eve,
yaşanacak belli bir mekana sahip ya da ait olmamanın ötesinde felsefi anlamda
genel olarak bir aidiyetsizlik bağlamında evsizliği ele alan bir şiirdir. Şiir
öznesi olan evsiz "Gare de Nice'de, kaldırmada" doğallıkla
ve halinden şikayetçi olmayan bir rahatlıkla "Kaderinin çullarına
sarınmış(...);/ (...) / Yan gelmiş yat[makta]" olan kadim,
rint bir derviş ya da modern bir flanördür. Çünkü o, ironik olarak dünyayı
kendine ev edinmiş bir "evsiz"dir, hatta şehir bile onun "çıkınından
saçılmış[tır].". Bu bağlamda evsizlik hiçbir şeye ve hiç kimseye
ait olmama, bir tür özgürleşme biçimidir. Şiir öznesi bu tavrıyla tasavvufun
"terk-i dünya"[1141] aşamasındaki derviş tipiyle benzerlik gösterir.
Evsizlik, şiir öznesini aidiyetsiz ve mülkiyetsiz kıldığı için aynı zamanda
minnetsiz ve özgür kılar bu nedenle evsiz öznenin bütün "Sevişmeleri!...)
didişmeleri(.) / Alınıp satılmayan bir Tanrıyla[dır.] // Ve çıkınındaki hiçbir
şey / Satılık değil[dir];". Evsizlik aynı zamanda şiir
öznesinin sıra dışı davranışlarını meşrulaştırmanın da bir yoludur.
"Cazın Anası"[1142] olarak tanındığı için Gertrude "Ma"
Rainey adıyla bilinen erken dönem Amerikan caz solisti Gertrude Malissa Nix
Pridgett ile bir "evsiz"in diyaloğu biçiminde kurgulanan ve
sanatçının popüler adını taşıyan "Gertrude Ma Rainey"[1143] şiirinin ikinci epizodunda evsizlik, sosyolojik
anlamda mekânsızlık anlamıyla ele alınır. Evsiz, Ma'dan biraz para, biraz da
şarap ister. Ma ise bunların kendisinde fazlasıyla bulunduğunu hiperbolik
eğretilemeler aracılığıyla anlatır. Evsiz'in üçüncü isteği ise Ma'nın evinde
bir köşedir:
"(■■■)
- Ah Ma, bir evin var mı, Ma?
Ve kestirmek için bir köşe?
- Olmaz olur mu, tatlı çocuk,
Olmaz olur mu,
Dünyanın bütün evsizlerini,
Bütün öksüzlerini,
Bütün yalnızlarım
İçine alacak kadar hem de!
i^)"57.
Bir Edward Estlin Cummings portresi olan "Genizden Konuşan Prens"
şiirinde ölümden sonraki hayatta Cummings uyuyunca çizmelerinden biri "(..)
İsfahan çarşısında / sesini seninkine [Cummings'in sesine] benzeterekten
/ genizden bluzlar çığırıp /polkalar yaparak halktan / new yorklu evsizler / ve
batının tükenmiş hayal gücü için / bağış topla[r]"[1144] [1145]. Evsizlik
temasını önemseyen Cahit Koytak evsizler için Tevrat'tan (Tanah) esinle bir de
mezmur yazar: "Evsizin Mezmuru"[1146] [1147].
"Evsizin Mezmuru
benimle gelirsen, sen ey
evsizlerin tanrısı,
kovuğuma götürürüm seni,
saçlarını tararım, bitlerini kırarım,
tımar ederim yaralarını;
azığımı da, açlığımı da
paylaşırım seninle!
(...)"60.
Bu şiirde Tanrı'nın evsizlerin Tanrı'sı olması yönü vurgulanır. "Hz.
Musa ile Çoban"[1148] kıssasını çağrıştıran bir parodiyle şiirin evsiz
anlatıcısı, evsizlerin Tanrı'sını kendi kovuğunda ağırlamak ister. Anlatıcı,
evsizlerin Tanrı'sına karşı katıksız, içten bir sevgi ve engin bir
konukseverlikle doludur.
Evsizlik temasının işlendiği şiirlerden "Evsizlerin Kralı"nda[1149] ise şiir anlatıcısı olan evsiz, ölümden sonraki
hayatta yaşamayı düşlediği cennette ne yapması gerektiğine karar vermeye
çalışır. "akıl üstünün ebedi çayırına kurulmuş" bir
mekan olarak betimlenen cennette "sokak süpürücüsü",
"köpek gezdiricisi", "sokak köpeği", burada olduğu
gibi yine bir "evsiz" mi yoksa Nietzsche'nin boynuna
sarılıp ağladığı söylenen "beygir" mi olmak
istediğine karar veremez. Evsizin yapmak istediklerinin ortak yönü, belirli bir
aidiyeti gerektirmeyen ve sofistike akla ihtiyaç duyulmayan uğraşılar
olmasıdır.
Cahit Koytak'ın şiir öznelerinin evsizliğinin bir nedeni de ölümden kaçma
dürtüsüdür. Neden - sonuç ilişkisini deforme etme bağlamında ironi yapılarak
belirli bir adreste sürekli bulunmayarak ölümden kaçılmaya çalışılır. Örneğin
"Uygarlığın Sonu"[1150] şiirinde sürekli ölümden kaçarak yaşayan şiir
öznesi bilinçli bir seçimle evsiz, "yersiz yurtsuz"dur.
Sürekli arkasında "(...) karışık adresler / bırak[arak]" yaşar.
Böylece ölüm, onu belirli bir "ev"de, ait olduğu bir yerde
bulamayacaktır.
5. 2.
4. Tanrı
Cahit Koytak şiirinde sıkça işlenen Tanrı teması, çeşitli bağlamlarda
farklı yönleriyle ele alınır. Şiirlerde Tanrı, öznitelikleri ve tanımlamaları
bakımından İslam dininin temel doktrinini oluşturan Kur'an-ı Kerim'de tanıtılan
Yaratıcı'dır. Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine uygun olarak Tanrı her şeyden önce
varlığı kendiliğinden ve zorunlu olandır. Tanrı'nın varlığının zorunluluğunun
tema olarak işlendiği "Münzevinin Aynaları"nda[1151] şiir anlatıcısı karşılaştığı zorlu durumlarda,
yaşadığı felsefi açmazlarda, Tanrı'nın bir sığınak olarak varlığının zorunlu
olduğunu somutlayıcı eğretilemeler üzerinden anlatır. " 'O'na Dair"in
ikinci epizodunda[1152] insanın hiç
kimseye açamadığı, anlatamadığı acıları anlatma zorunluluğu Tanrı'nın varlığını
da zorunlu kılar:
"(■■■)
bunun
içindir ki, her acıyı gören,
hesaba katan
ve onu
sizinle paylaşan
bir Tanrı,
var olmak zorundadır,
bize
şahdamarımızdan daha yakın bir kendilik, var olmak zorundadır; tek zorunluluk
budur,
tek zorunluluk, Tanrı için..."65.
İnsan'ın çektiği acılardan dolayı varlığı zorunlu olarak düşünülen
Tanrı'nın "bize şahdamarımızdan daha yakın" olduğunu
bildiren dize Kur'an-ı Kerim'in Yaratıcı hakkında verdiği bilgiyle birebir
örtüşür. Nitekim Kaf suresinin on altıncı ayetinde "Gerçek şu ki,
insanı yaratan Biziz ve onun iç benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz
çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız. ”[1153] [1154] denilmektedir. Tanrı'nın felsefi anlamda zorunlu
olan varlığı, gündelik yaşamda da büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Tanrı,
varlığıyla insanın varoluşunun taşınmaz, "trajik" ağırlığına çaredir.
Tanrı, kendi varlığıyla insan ve eşyadan bir başka deyişle "Her
yürekten, her çiçekten / Tek tek var olmanın yükü[nü] "[1155] kaldırır. Aksi takdirde “Tanrısız olmak,
fili yutmak isteyen yılan olmak gibi görün[mektedix].’’[1156] bireye. Tanrı, ezeli varlığıyla "başlangıçta,
Zaman'ın olmadığı günlerde"[1157] bile var olandır. Tanrı ve "ölümden
sonra kalkış"[1158] yoksa erdem bile anlamını yitirir. Çünkü
varlığa, tavra ve eyleme anlam yükleyen Tanrı'nın varlığı düşüncesidir.
Tanrı'nın olmaması durumunda "gökçe töreye bağlı kalmak/mümkün ve
anlamlı (...)"[1159] da değildir.
Tanrı'nın korkulan, çekinilen değil; her şeyden önce sevilen, sevgiyle
kavranan, birey için güven ve neşe kaynağı olan varlığının ön plana
çıkarılması, Tanrı temasının işlendiği şiirlerin belirgin bir özelliğidir.
Tanrı, her şeyin üstünde, yüce, "Yüzü, güzelliğinden, / Nazı,
merhametinden görünmeyen / Müteâl sevgilimdir.]"[1160]. "Müteâl", hem yüce,
yüksek, âli anlamında hem de Allah'ın doksan dokuz isminden biri olarak iki
farklı anlam ilgisiyle Yaratıcı'yı karşılayacak biçimde "Sevgili" sözcüğünün
sıfatı olarak kullanılır. Yine yukarıdaki şiire benzer biçimde "Yaşlı
Şairden Genç Editörüne"[1161] başlıklı manzum mektupta Cahit Koytak, Tanrı'ya,
yerde ve gökte O'na ilişkin her şeye iyimserlik, güven, neşe ve sevgiyle
yaklaşmak gerektiği üzerinde durulur.
"(■■■)
sadece korkularla,
boğuntularla,
insanı mutsuz eden tasavvurlarla değil, fakat neşeyle, coşkun bir neşe ve açık
zihinlilikle de algılanabileceğine, hissedilebileceğine inanıyor insana, insanı
yaratan büyük sanatçıya ve insan için yaratılanlara yönelmiş
sahici bir
güven ve sevginin gereği de budur aslında Korku değil, sevgi, güven ve neşe..
Tanrı; korku, karamsarlık, buhranlarla dolu bir ruh haliyle değil sevgi ve
açık zihinlilikle ulaşılıp kavranabilir. Zaten Tanrı da "(...)
krallardan, ruhbanlardan / Ve onların yamaklarından çok, / Yoksulları, şairleri
ve sarhoşları sev[mektedir.] "7Ö. Zaten
şairlerin ve yoksulların Tanrı'dan beklediği de "başımızı okşa,
gönlümüzü al / 77
şarabı da [esini de] eksik etme /ne olur,
Meyhaneci [Tanrı]/ dizeleriyle özetlenir. Bu rint ve sevgi
dolu bakış, Tanrı temalı şiirlerde Tanrı karşısında şiir anlatıcısını ve diğer
şiir kişilerini açık yürekli, içten ve doğal kılar. Bu tavır klasik
şathiyelerdeki gibi Tanrı'yla senli benli rahat bir diyalog değildir. Tam
tersine Tanrı'ya duyulan derin sevginin ve her şeyiyle Tanrı'ya ait olma
bilincinin bireyde yarattığı güven ve içtenlik duygusudur. Bireyin yetenek ve
güçlerinin sınırlılığı, Tanrı'nın sınırsız merhameti ve bağışlayıcılığı, şiir
anlatıcısını yüreklendiren onu Tanrı'ya daha da yakın hissettiren argümanlar
olarak karşımıza çıkar. Şairin Tanrı karşısında tavrının, O'na bakışının ve
duyduğu derin sevginin en belirgin metinleri olan "Şen Dua I" ve
"Şen Dua II" şiirleri, şiir anlatıcısının Tanrı'yla yaptığı iki
simetrik monologdur. Bu iki şiirin tam metin olarak alıntılanması şiir
anlatıcısının Tanrı karşısında kendini nasıl konumlandırdığının anlaşılması
bakımından yararlı olacaktır:
"Şen
Dua I
biz senin
konuğunuz, Allah ’ım,
bizi hoş
tut!
bizi
barındır, yedir, içir, aç ve açıkta koyma!
fakat ikramlarınla bizi utandırma, utandırma ki,
kendi evimizde hissedelim burada
kendimizi!
75 agş., s. 158.
76 "İsa Caius'a Hülûl Ediyor", YŞKI, s. 326.
77 "Meyhanede Dua", ÖÇ, s. 93.
ve bütün
bunları yaptığın için
sabah akşam teşekkür bekleme bizden, yahut belli etme beklediğini;
izin ver, biz, kendiliğimizden gösterelim
minnetimizi, sadakatimizi, sevgimizi, bazen de sitemimizi;
amin, amin![1162]
Şen Dua II
Allah ’ım, bizim konuk olduğumuz gibi senin mülkünde,
sen de bizim konuğumuz ol ara sıra, gönlümüzü nurunla doldur!
evimizi bereketinle!
evimizden saçılan ışık, gönlümüzden taşan neşe
şehrin ta öteki ucundan gözüksün;
ve yoksullar, ezikler, acı çekenler üşüşsün kapımıza!
sokak rahmetten geçilmez olsun,
evimiz genişlesin, bahçemiz genişlesin, gönlümüz genişlesin, genişlesin de,
gelenin uğuru, şenliğin süruruyla dünyaları alsın içine!
geçmişi, geleceği,
ölüyü, diriyi, deliyi,
meleği, şeytanı, periyi,
uçanı, kaçanı, göçeni alsın içine!
amin, Allah ’ım! amin, Allah ’ım! amin, amin![1163]".
Birinci
şiirde, Yaratıcı'ya dileklerini içtenlikle anlatan şiir anlatıcısı,
"Allah"ın büyüklüğünün farkında ve O'na karşı teslimiyet içinde, saf
gönüllülükle yakarıda bulunur. Yaratıcı'dan beslenme, barınma gibi temel insani
gereksinimlerini karşılaması isteğinde bulunur. Ama bunları kendisini
utandıracak biçimde değil de "Allah"ın mülkünde konuk olan insana
kendini "kendi evinde hissettirecek" biçimde yapılmasını ister. Bu
yakarı, şiir anlatıcısı tarafında bireysel olarak yapılsa da bütün insanlar
adına dilenen bir dilektir ve evrensel anlamda "insan"ın
Yaratıcı'sına karşı bir yakarısıdır. Bununla aynı nitelikte bir yakarı olan
"Şen Dua II"de ise "Allah", evrensel anlamda
"insan"ın kalbinde konuktur. Ev sahibi insanın prototipi olan şiir
anlatıcısı Yaratıcı'dan insanlar adına iyi dilek ve isteklerde bulunur.
Cahit Koytak şiirinde Tanrı ve O'nun özellikleri betimlenirken Kur'an-ı
Kerim'in tanımlaması esas alınır. Örneğin "Uludere, Uludere"[1164] şiirinde Tanrı, zaman ve mekân üstüdür, "Yani
herkesin ve her çağın Rabbi\dir] (...)". "Münzevinin
Aynaları"nın[1165] on ikinci epizodunda ise yaratılmış olan her
şeyin üstünde konumlanan Tanrı, "her yönden kusursuz" dizesiyle
nitelenir. Bireyin yardım isteyeceği, yakaracağı tek varlık ise yine ancak ve
ancak Tanrı'dır. Bunun içtenlikle ve yalın bir biçimde yapılması önemlidir.
Tanrı'nın bazı niteliklerinin de sıralandığı "Münzevinin Aynaları"nın[1166] [1167] yirmi birinci epizodunda, Tanrı karşısında
bireyin takınması gereken tutum işlenir:
"Münzevinin
Aynaları
XXI
dua mı etmek istiyorsun, a ruhum, a kuzum, a beyaz farecik, dua mı etmek
istiyorsun, bir şey mi isteyeceksin O’ndan? bak, bunun için O’na dalkavukluk
yapman gerekmez.
O’na dil dökmen -şöylesin, böylesin falan- pohpohlamaya kalkman gerekmez.
O’nunla konuş, yalnızca konuş ve boynunu eğip bükmeden O’ndan açıkça iste, ne
isteyeceksen!
O’nunyüceliğini, cömertliğini, merhametini hatırında tutman ve yinelemen
elbette iyi, ama bu bilgi, O’na değil, sadece ve sadece sana gerekli.
/
1 "83
Yukarıda alıntılanan dizelerde bireyin açık yüreklilik ve doğrulukla
isteyeceği, dileyeceği her şeyi, "O’nunyüceliğini, cömertliğini,
merhametini" hatırda tutarak yalnızca O'ndan istemesi gerektiği
belirtilir. Bu dizelerde Tanrı temasının işlenmesinde esas alınan tutum Fatiha
suresinde geçen Yaratıcı'nın "Rahman, Rahim" olduğunu
bildiren üçüncü ayete ve "Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız
Senden yardım dileriz."[1168] mealindeki beşinci ayete dayanmaktadır.
Yaratıcı, "Tanrı" adıyla anıldığı gibi Kur'an-ı Kerim'in özel
adlandırması olan "Allah" adıyla da anılır. Bunun yanı sıra Esmaü'l-
Hüsna olarak bilinen Allah'ın doksan dokuz ismi çeşitli bağlamlarda Yaratıcı'yı
betimlemek amacıyla kullanılır. Cahit Koytak şiirinde arı bile "Tanrının
mısra-ı bercestesi / doksan dokuz dil bilen arı[dır]"[1169]. Esmaü'l- Hüsna içinde yer alan ve Cahit Koytak
şiirlerinde Yaratıcı'yı tanımlamak için kullanılan özel isimler "Ölüme
Çare ya da Şen Maneviyat"ın on birinci bölümünü oluşturan ve on bir tarihi
tablet metni biçiminde kurgulanmış şiirlerden oluşan "Tabletler"de
açıklanır. "Tabletler" üst başlıklı şiirler, Kaldea adlı kurmaca,
kadim bir uygarlıktan günümüze ulaşmış, milattan öncesine tarihlenmiş, tablet
metinleri olarak kaleme alınmıştır. Kaldea, metinde kurmaca bir tarihsel
topluluk / dönem olarak ele alınmakla birlikte çağdaş Keldani halkının tarih
öncesi çağlarda Mezepotamya'da yaşamış ataları da Kaldea olarak adlandırılan
semitik inanca mensup bir topluluktur[1170]. Tarih öncesi bu semitik inancı ima edecek biçimde
"Tabletler"de Tanrı "i'" ile simgelenir. Ancak semitik
Hristiyan inanca bir gönderme taşısa da İncil'in de Kur'an-ı Kerim'in de aynı
Tanrı tarafından vahyedilmiş olması düşüncesi doğrultusunda şiir anlatıcısı,
Tanrı "i'"yi Kur'an-ı Kerim'in "Allah" inancı
doğrultusunda, O'nun nitelikleriyle tanımlar. Tamamı Tanrı temalı bu şiirlerin
her birinde Tanrı, Kur'an-ı Kerim'in temel doktrinleri ışığında nitelenir.
Örneğin beşinci tabletin ilk bendinde Tanrı, İhlâs suresinde "O
doğurmamıştır, doğurulmamıştır;"[1171] ayetinde
belirtilen niteliğiyle ele alınır:
" TABLETLER
V
( Kaldea /
M.Ö. 2009)
her doğandan
önce vardır, i’, demek ki, doğmamış olandır, i ’. ve her ölenden geriye kalır;
demek ki, ölümsüz olandır, i’. (■■■) bütün analardan önce, bütün babalardan
önce hep buradaydı i’...
çıkılan
yoldadır, i’,
yolda söylenen türküde,
molada
yenilen azıkta,
içilen suda,
gölgede
uyunan uykuda ve uykuda görülen düşte.
gözümüzün
görmesidir, i’,
kulağımızın
işitmesidir, i’, dilimizin tatmasıdır, i’, (■■■)
(■■■)
her ses
susar da içimizde, azalmadan kalır, i’;
azalması
olmayandır,
tükenmesi
olmayandır, i’!"[1172].
Alıntılan şiirin ilk bendinin son dizesi Allah'ın subuti sıfatlarından
"Hayat" ile ilgilidir. Alıntıdaki ikinci bentte "bütün
analardan önce, / bütün babalardan önce / hep buradaydı i’."[1173] dizeleriyle İslam inancındaki Allah'ın
"ezeli" olduğu; son bentteki "azalması olmayandır, /
tükenmesi olmayandır i’"[1174] dizeleriyle ise Allah'ın "ebedi"
olduğu inancı dile getirilir. Alıntıdaki üçüncü bentte, yaratılmış her şeyde
"i'"nin var olması yine İslam tasavvufunun vahdet-i vücut inancıyla
ilgilidir. Alıntının dördüncü bendindeki "gözümüzün görmesidir i'
/ kulağımızın işitmesidir
i’”[1175] dizeleriyle "i'" / Yaratıcı, subuti
sıfatları olan "Basar" ve "Sem'i" ile tanımlanır. Tanrı
temasının "Tanrı'yı niçin göremiyoruz?" sorunsalı bağlamında
işlendiği dördüncü tablette[1176] her şeyin Tanrı'dan olduğu, var olan şeylerin
O'nu görebilmesi durumunda da "(...) hem şaşkınlıktan, hem
hayranlıktan,"[1177] eriyip O'na karışıp gideceği belirtilir. Şiirin
son bendinde ise "ya söz neye karışır giderdi, / kime karışır
giderdi? / O’na karışır giderdi o da, / i’ye karışır giderdi.."[1178] dizelerinde "Allah"ın subuti
sıfatlarından "Kelâm" sıfatına gönderimde bulunulur. i'nin gözle
görülememesi ancak buna rağmen var olması Allah'ın "Ez- Zahir" ve
"El- Batın" isimleriyle açıklanır[1179]. Aynı zamanda bu şiirde Tanrı, "En Ulu
Olan", "Konuşan [Kelîm sıfatı]", "görüp de
gözeten"[1180] olarak da betimlenir. İki numaralı tablete ise
Yaratıcı, zorbalar ve hırsızlar için " 'dağdan taş yuvarla[yan] (...)
' / (...) // 'gökten hışım indir[en] (...)' "[1181] olarak anılırken "Cebbar" ve
"Kahhar" isimlerine
gönderimde
bulunulur. Yine aynı şiirde Yaratıcı " 'gökten üzüm, incir ve dut
/ getirmeye gid[en]' ”[1182] biçiminde nitelenerek "Razık" ismine
gönderimde bulunulur. "Yarım Kalmış Dua"da[1183] ise Yaratıcı, "Allah" adıyla
anılarak "Kerîm" ve "Rahim oluşu
vurgulanır.
Cahit Koytak, Taraf gazetesinde kendisiyle aynı dönemde
köşe yazarlığı yapan Sevan Nişanyan’ın ateist görüşlerini dile getirdiği
ve “Allah diye biri”ne inanmadığını belirttiği, “Sansür”[1184] başlıklı yazısının yayımlanmasından sonra
Nişanyan’a cevap olarak Tanrı’nın ne ve nasıl olduğunu, niçin var olması
gerektiğini ele aldığı “Prolog”[1185] [1186] şiirini, “Köşe komşum, Sevan Nişanyan’a,
/ sitemkârane, tarizkârane bir ‘merhaba!"” ithafıyla yayımlar.
Şiirin ilk bendinde Tanrı'ya inanmanın, insanın kendini güvende hissedeceği bir
yere ya da varlığa sığınma gereksinimini karşıladığı üzerinde durulur:
"Prolog
insan,
ömrünce yanağını
dayayacağı
bir başka yanak,
yüreğini
dayayacağı
bir başka
yürek aranır durur,
“bırakma
uykuya gömüleyim!”
yahut,
“uyursam, bırak,
yanında uyuyayım, korkmadan, uyanamamaktan!” diyebileceği birini...
(...)"102.
İnsanlar bu arayışta Tanrı'sını faklı yerlerde bularak kendi içinde
Tanrı'yla derinleşir. İnsan, Tanrı'yı bulduğunda "(...) o zaman,
her şeyden taşar Tanrı..."[1187]. İnsan,
Tanrı'sının kaybettiği zaman da "kendi /vzs7//[nun] içinde
(...)" kendisi de kendi benliğini, benliğine ait özellikleri
ve "var olu.yu [nun] derinliğini"[1188] [1189] kaybetmektedir.
Çünkü şiir anlatıcısına göre Tanrı, insanı "kendisi" yapan temel
güçtür, anlatıcının deyişiyle: "kendilik genimizdir
'tanrı'. "105.
Cahit Koytak'ın birçok şiirinde Tanrı temasının Tanrı'ya ulaşma, kavuşma
bağlamında ele alındığı görülür. İnsanın dünyadaki sanatsal ve bilimsel her
türlü edimi, buluşu; esine, emeğe, çalışmaya, bilgiye dayalı her türlü yapıtı,
çalışması ve çeşitli alanlardaki üretimleri kısaca "insanoğlunun,
her çağda, / her tekamül safhasında / güzel ve iyi olsun diye / bir yöne doğru
attığı her ilk adım," Tanrı'ya ulaşmak için atılmış adımdır, bir
başka deyişle insanın edimleri, "hep O ’na doğru yücelmenin /
basamaklarındır.],"[1190]. İyiye,
güzele ulaşmayı amaçlayan her türlü eylem ve yapıtın Tanrı'ya ulaşmak için
atılmış adımlar olarak tanımlaması şiiri de kapsar. Bu nedenle şiirin
amaçlarından biri de "akıp durmak, akıp durmak 'Akıp Durmayan'a
karışıp gidinceye kadar..."[1191] dizeleriyle açıklanır. Şiirin Tanrı'ya
ulaş(tır)ması gibi birey de O'nu aramalı, O'na ulaşmalıdır. Bunun için şiir
anlatıcısı ikinci tekil kişiye şöyle salık verir:
"Kitaplar Devirerek..
Kitaplar devirerek bulamadığın şeyi
Sokakları arşınlayarak
Bulabilirsin belki!
Bunun için karşına çıkan yüzleri Tanrının yeryüzündeki
Ayak izleriymiş gibi okumasını öğren;
Ve kulak verip çözümlemesini,
Onun ayak sesleriymiş gibi,
Vuruşlarını her dilde, insan kalbinin. "[1192].
İnsanı Tanrı'ya ulaştıracak ipuçları, insan yüzlerinde ve insan kalbinin
ritminde gizlidir. Dolayısıyla insanı Tanrı'ya ulaştıracak sır yine insanda
gizlidir. Cahit Koytak, buradan hareketle Tanrı'ya ulaşmanın bireyin kendini ve
"insanı" anlamasıyla gerçekleşebileceği görüşünü ileri sürer. Nitekim
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın son bölümü "Bizanslı
Şairler"de, Şair Caius'u anlatan okul arkadaşı onu, "kendi
derinliklerinde bulamayıp da, / Tanrıyı başkalarının içinde, / başkalarının
gönül yaralarında / arayan biri (,..)"[1193] olarak tanımlar. Cahit Koytak'a göre Tanrı'yı
arama ve bularak O'na ulaşma serüvenin de insanın yol arkadaşları da olabilir.
Aileden bir tür kültür, yaşam biçimi olarak tevarüs edilmiş, künhüne enlememiş
ampirik inancın eleştirisi ve bireyin kişisel çabasıyla Tanrı'ya ulaşması
bağlamında Tanrı temasını işleyen "Ölü Diriltme Sanatı"nda Cahit
Koytak, insanın akıl, sezgi, ruh ve "yol arkadaşları" aracılığıyla
Tanrı'ya ulaşılabileceği üzerinde durur:
" (...)
seni Tanrı’na götüren yolu
hem Kelâm’ın
içinde, hem Kâinatın,
kendin
aramaya koyul
ve kendin
kat etmeye onu,
ister
yürüyerek, ister uçarak,
İsa, Musa, Muhammet
Ve öteki yol
arkadaşlarınla.' "110.
Tanrı'yı arama serüveninde, insanın doğadan ve kâinattaki varlıklardan
hareket ederek Tanrı'ya ulaşabileceği de birçok şiirde işlenir. Örneğin
"Sol Elle Yazılanlarda[1194] [1195] gece karanlığında gökyüzünün etkileyici
görüntüsü sorgulanarak bu olağanüstü tasarımın büyük bir "Akıl" tarafından
yapıldığı sonucuna ulaşılır. Dolayısıyla doğadaki varlıklardan hareketle bir
Tanrı'nın, yaratıcı bir aklın / iradenin varlığı sonucuna ulaşılır.
Cahit Koytak şiirinde Tanrı, çeşitli nitelikleriyle farklı biçimlerde
adlandırılır. Bu adlandırmalarda güzellik, bağışlayıcılık, yücelik, ustalık,
yaratıcılık, kusursuzluk, yalnızlık vb. sıfatlardan hareketle adlandırmalar
yapıldığı gibi bahçıvan, maestro gibi çeşitli meslek dallarıyla da metaforik
ilişkiler kurularak adlandırmalar da yapılır. Tanrı anlamıyla kullanılan bu
adlardan bazıları şöyle sıralanabilir:
5. 2. 4. 1. Güzel Sanatlara İlişkin Eğretilemeler Yoluyla
Tanrı'nın Adlandırılması
Cahit Koytak şiirinde Tanrı, yaratma sanatından dolayı çeşitli güzel
sanatlarla ve bu sanatların icracısı olarak ele alınır. Sesleri yarattığı için
besteci, maestro, virtüöz olarak adlandırılan Tanrı, insanları ve dünyayı
yaratmasıyla bir tiyatro sahnesi kuran, oyunculara / insanlara farklı roller /
kaderler dağıtan bir dramaturg olarak da adlandırılır. Güzel sanatlarla
bağlamında Tanrı, şu isimlerle de anılmıştır: "Büyük Sanatçı"[1196], "En Yalnız Sanatçı"[1197]; "Büyük Sazende"[1198], "Büyük Besteci"[1199];
"Ressam"[1200]; "Büyük Dramaturg"[1201], "Oyun Tasarlayan"[1202], "Yüce Maestro"[1203];
"Mimar'"[1204].
5. 2.
4. 2. Çeşitli Zanaat ve Mesleklere İlişkin Eğretilemeler Yoluyla Tanrı'nın
Adlandırılması
Cahit Koytak'ın Tanrı'yı tema edinen şiirlerinde çeşitli zanaat ve
mesleklerle ilişkili kavramlar kullanılarak Tanrı adlandırılır. Bu alanların
bilgisiyle ve sözcük kadrosu kullanılarak kurulan şiirlerde Tanrı'nın bazı
nitelikleri, meslek alanlarının ustalarıyla yapılan eğretilemeler bağlamında
işlenir. Örneğin çömlek ustası eğretilemesiyle Tanrı'nın yaratma, varlığı
optimal formlarda kusursuz olarak tasarlama gibi özellikleri açıklanırken;
canlıların temel gereksinimlerini giderme, onlara sevgiyle yaklaşma bağlamında
bahçıvan eğretilemesi kullanılır. Cahit Koytak'ın şiirlerinde sıklıkla
kullanılan zanaat ve mesleklere ilişkin eğretilemeler şöyle
sıralanabilir: "Usta"[1205], "Büyük Usta"[1206], "Yüce Usta"[1207], "Birlik-Bütünlük Ustası"[1208], " 'Ustalar Ustası' "[1209]5, "Ustaların Ustası / Şairlerin Tanrısı /
Bilgelerin Tanrısı"[1210], "Meyhaneci"[1211], "Büyük Meyhaneci"[1212], "Büyük Çömlekçi Ustası"[1213], "Bahçıvan"[1214], "BüyükBahçıvan"[1215], "BüyükRençber"[1216].
5. 2. 4. 3. Monark
Eğretilemeleri Yoluyla Tanrı'nın Adlandırılması
Tanrı'nın mutlak anlamdaki varlığı, biricikliği, gücünün kaynağının yine bizzat
kendisi oluşu ve her şey üzerindeki mutlak egemenliği ve iradesi çeşitli
monarklarla kurulan eğretilemeler aracılığıyla somutlaştırılarak anlatılır.
Tanrı'yı karşılayan bu tür eğretilemeler şunlardır: "Krallar
Kralı"[1217], "En Yalnız Padişah"[1218], " 'Padişeh' "[1219], "Sultanlar Sultanı"[1220], "yaratıcıların şahı"[1221], "Lord / Efendi"[1222], "dağların ve çarların çarı"[1223], " 'Ulular Ulusu' "[1224], "Yüceler Yücesi Rab / Söz'ün efendisi Rab"[1225], "Sözlerin Efendisi"[1226], "Sözün Büyük Sahibi"[1227], "Gecenin Sahibi"[1228].
5. 2. 4.
4. Tanrı'nın Öz Niteliklerine İlişkin Adlandırmalar
Cahit Koytak şiirinde Tanrı'nın tema edinildiği şiirlerde Tanrı, çeşitli
niteliklerinin kavramlaştırılması yoluyla da adlandırılır. Tanrı'yı
adlandırmada kullanılan nitelikler ya doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim'de
belirtilen niteliklerdir ya da Kur'an-ı Kerim'in Tanrı tanımlamasıyla
çelişmeyen özgün adlandırmalardır. Bu adlandırmalar şöyle sıralanabilir: "başsız
ve sonsuz olan"[1229], "hem Başlangıç hem Son"[1230], " 'Sonu Olmayan' "[1231], "Apaçık Olan"[1232], "Kusursuz Olan"[1233], "Kusursuz ve
Bütün
Olan"[1234], "Büyük Hayat”[1235], "En Büyük Olan / En Aşkın Olan"[1236], "İnsanı İnsan Yapan"[1237], "En Güzel"[1238], "En Büyük Yalnız"[1239], "İçimizdeki Tanrı"[1240].
Özetle, Cahit Koytak şiirinin önemli temaları arasında Tanrı'nın ve ona
ilişkin kavramların yer aldığı görülür. Tematik tutum bakımında Tanrı'nın en
belirgin özelliği ise kendisine korkudan çok sevgiyle yaklaşılması ve sevgi
kavramı üzerinden betimlenmesidir. Cahit Koytak'a göre bireyin Tanrı'yı kavrama
çabasında en temel gereklilik ise O'na "açık zihinlilikle" yaklaşılmasıdır.
Tanrı, hiçbir dine, topluma, kliğe inanma biçimine hapsedilemeyecek
zamanlardan, mekanlardan ve bütün şeylerden bağımsız; nitelikleri, varlığı ve
iradesi kendiliğinden olandır. Bu bağlamda Cahit Koytak şiirinin Tanrı
anlayışı, Kur'an-ı Kerim'in anlayışına uygun olarak biçimlenmiştir.
5. 2. 5. Arayış
Arayış, insanın kendini gerçekleştirme sorunu olarak her çağda felsefe,
edebiyat ve çeşitli inanç sistemlerinin temel sorunsallarından bir
olagelmiştir. Kendini arama, kendini ve neliğini keşfetme yoluyla Tanrı'ya
ulaşma ya da Tanrı'ya ulaşarak kendi benliğini bulma gibi bakış açılarıyla ele
alınan "arayış" Doğulu ve Batılı birçok yapıtta tema ya da motif
olarak kullanılmıştır. Arayışın olmaması ya da başarısızlıkla sonuçlanması durumunda
ortaya çıkan iç çatışma, açmaza düşme, iç huzursuzluk, parçalanmış kişilik gibi
psikolojik krizler modernist edebiyatın da temel temaları olarak
kullanılmaktadır. Cahit Koytak şiirinde de arayışın bir tema olarak işlendiği
görülür. Arayış, Cahit Koytak'ta somut eğretilemeler üzerinden soyut anlamlar
üreten metafizik, mistik, içsel ancak bireyin maddi varlığını aşkın bir
eylemdir. Cahit Koytak'ın şiir kişileri kendilerini, kendi benini arayarak
kendi içlerindeki Tanrı'yı dolayısıyla varlığı mutlak olanı bulma, O'na
eklemlenme peşindeki mistik kişilerdir. " 'Zamanın Ruhu' "[1241] şiirinin birinci epizodunda tema edinilen arayış
motifi bireyin arayışının nasıl ve nerede olması gerektiği bağlamında işlenir.
Şiirde anlatıcı "Aranan"dır. Anlatıcı tanrısal bakış açısıyla ölümlü
ikinci tekil kişiye arayışı ile ilgili salık verir. Arayışın nerede ve nasıl
yapılması gerektiğini ikinci tekil kişiye bildirir:
"(■■■)
İşte buraya
getirmekti sözü, niyetim: Beni kendinde ara, kendinde, dostum! Ama önce kendini
bul, önce kendini! Sonra beni bana arat, beni bana buldur! Beni kendimde ve
kendimle yarat!
Önce sen
içini aç ki bana
Aynada benim
yüzüm görünsün!
Ben tur
dağındaki ateş olayım, Sen, yol sormaya gelen Musa ol ki, Oyunun tadına
varalım, Gerçeğin tadına varalım, Sonra sanatın tadına varalım!
(...)" 158.
Anlatıcı, arayışın dışarıda değil doğrudan doğruya bireyin kendi içinde
yapılması gereken bir eylem olduğunu vurgular. Ancak birey aradığını bulmak
için önce kendini bulmalıdır. Kendini bulmak için de yine kendi içindeki
"Aşkın Olan"ı bulmalıdır. Bu birbirinin içine geçmiş iki kapalı halka
gibi iç içe paradoksal bir durumdur. Çünkü aslında arayan da aranan da bulunan
hem aynı şeylerdir hem de aynı anda farklı şeylerdir. Bu nedenle yukarıya
alıntılanan şiirin anlatıcısı olan "Aranan", "(...) önce
kendini bul, (...)" sonra da "Beni bana arat, beni
bana buldur!" biçiminde yönlendirmede bulunur. Arayan, "(...)
içini aç[tıkça]" Aranan'ın yüzü, içindeki aynada görünür
olmaya başlayacaktır. Anlatıcı konumundaki Aranan, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan
Tur Dağı'ndaki ateşin içinden Hz. Musa'ya seslenilmesi[1242] [1243] olayına anıştırmada bulunarak kendinin aslında
aranmakta olan Tanrı / insanın kendiliği yani insana "üflenen"
olduğunu açıkladıktan sonra "Arayan"ı ise "Musa" olarak
adlandırır. Bu şiirde görülen Aranan ve Arayan'ın birliği / aynılığı, Cahit
Koytak şiirindeki arayışın kadim metinlerdeki arayış temasının bir devamı
olduğunu gösterir. Cahit Koytak'ın arayış temalı şiirlerindeki iz sürümesini ve
sonunda şiir kişilerinin kendini ararken Tanrı'ya; Tanrı'yı ararken kendilerine
ulaşmalarını Torun, "neyi bulacağını bilen" bir
arayış olarak değerlendirir: "(...) bizi, Cahit Koytak şiirini bir
kere daha ve daha derinlemesine okumaya iten şey, büyük ölçüde de, bu gelmiş
olduğu yerdeki kendi gerçeğine yönelik, sağlam iz sürüşü ve şiirin ve şairin
geçirdiği evrelere içkin bu kendilik bilgisidir. O kadar ki, (...) şairin daha
en başında içine girdiği ‘rüya’ ve ‘arayış’ dizgesindeyken bile nereye giderse
gitsin neyi bulacağını bilen böylesine bir sesin emniyetiyle konuşması da işte
bu bilgiyi ele vermektedir. "[1244]. Arayış
temasının, Aranan'ın yine Arayan'ın kendi içinde bulunması bağlamında ele
alındığı "Hikâye"[1245] [1246] şiirinde, elinde şişeyle "büyük
sarhoşluğu ara[yan]" şiir öznesine "bir viranenin izbelerinden"
"sesleniver[en] bir evsiz" yapması gereken şeyi açıklar:
"(■■■)
“o aradığın
edeple olur, dedi, sevdayla olur, sevdayla, sabırla, sanatla olur.
bir de
olacaksa, böyle davulla, zurnayla aratmaz kendini, çeker götürür seni,
aradığın
şeyi değilse de, senin kendini, kendi diplerini, kendi izbelerini buldurtur
sana. ".
Cahit Koytak; kendi okurunun, yapıtın ve bir bütün olarak kitaplarında
anlatılanın ve asıl anlatılmak istenenin izini sürmesini, yazılanları okurken
kendi arayış serüvenini yaşamasını ister. Bu nedenle şiirlerinde ele aldığı,
şair ve yoksul portreleri olarak temalaştırdığı kişileri "Kat
ettiğim yolları, iz sürmek isteyenler / Kolay bulabilsinler diye, / Sözün gök
katlarına eke eke geldiğim / Yıldızlar, galaksiler, gönlün hazineleri, / Elmaslar,
zümrütler, safirlersiniz. "162 biçiminde
niteleyerek onları okurun arayış serüvenine kılavuzluk edecek ipuçları olarak
tanımlar.
Cahit Koytak'ın ilk dönem şiirlerinde de sıklıkla yer alan arayış teması
2000 sonrası şiirlerden farklılık gösterir. "İlk Atlas"ta arayış
eylemini deneyimleyen şiir kişileri salt arayan konumundadır ve bilinmezliğin
kıyısında duran, aramak için arayan, sorular soran ancak yanıt veremeyen,
arananı bulamayan; varoluş acıları çeken, yenik ve agnostik kişilerdir. Örneğin
"Anıt" şiirinde "Kim olduğu\nu\ çıkarmaya
çalış\an\" şaşkın ve agnostik şiir kişisi "Doldurulmuş
bir kuş mu / Bir Ağaç mı / Bir Mezar mı?"[1247], her ne
ya da kim olduğuna bir türlü karar veremez. Yanıtsız sorularla uzayıp giden ve
bir sonuca var(a)mayan uzun sorgulamalarını yine yanıtsız sorularla
sonlandırır: "Adım ne? /Görevim ne? /Efendim kim?"[1248].
Cahit Koytak şiirinde arayış temasının Türk, İran, Yunan ve Arap
mitolojisinin ortak anlatısı Simurg'a (Anka, Zümrüdüanka, Tuğrul, Phoneix[1249]) anıştırma yapılarak sıkça kullanıldığı görülür.
Simurg anlatısında Simurg'u arayan kuşların serüven boyunca elene elene otuz
kuş kalması ve en sonunda aradıkları Simurg'un aslında kendileri olduğunu fark
etmelerinin[1250] parodisi
yapılır. Şiir anlatıcısı ve / veya şiir kişileri giriştikleri arayış
serüvenlerinde aradıkları şeyin aslında kendileri(nde) olduğunun farkına
vararak varoluşlarının arkasındaki çarpıcı gerçekliği keşfederler. Örneğin
sinema yönetmeni ve şair Ahmet Uluçay'ın ölümü üzerine yazılarak ona
ithafla Tarafta yayımlanan "Şiir & Sinema"da[1251] şiir, "(...) sözün Simurg'u,
Zümrüdüanka'sı (...)" olarak tanımlanır. Bu şiir kuşu türlü türlü
kuşların kılıklarına girer ancak en sonuna bu kuşun kendi küllerinden şiir
olarak yeniden doğduğu belirtilir. Dolayısıyla kılıktan kılığa, kalıptan kalıba
girerek arayış içinde olan şiir kuşu en sonunda kendini, kendinde (şiirde
sinemayı, sinemada şiiri) bulmuştur. "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı"nın birinci cildinin "Prolog" başlıklı manzum öndeyişinde
farklı ruh hallerine öykünerek başka başka yaşam biçimlerini deneyimlemek
yoluyla girişilen arayış, Simurg eğretilemesi aracılığıyla
somutlaştırılır: "(...) / Benim şu, rüzgâra saçtığım / Hercaî
benliklerim, / Yüzlerim, peçelerim, kilden personalarım / Simurgunu arayan
çenebaz dudularım..."[1252]. Şiir anlatıcısı, şiirin matrisini oluşturan;
yüzlerden, masklardan, personalardan kurtulma, kendi benliğine, bir başka
deyişle Tanrı'dan parça olan ve O'ndan izler taşıyan öze ulaşma düşüncesini "Simurgunu
arayan çenebaz dudular(...)" eğretilemesiyle somutlaştırır.
5. 2. 6. Sarhoşluk
Cahit Koytak şiirinde tema ya da sıkça yinelenen bir motif olarak ele
alınan kavramlardan biri de sarhoşluktur. Sarhoşluk, sarhoşun yaşadığı durumu
ifade eder. Türk Dil Kurumu'nun "Türkçe Sözlük"ü sarhoş
sözcüğünü, "1. Alkollü içki veya keyif verici bir
madde sebebiyle kendini bilmeyecek durumda olan (kimse), esrik, mest, sermest,
başı dumanlı, kafası bulutlu, kafası iyi, kafası dumanlı, kafası kıyak. 2.
mec. Bir şeyden çok fazla mutluluk duyan (...). 3. zf.
mec. Hoşa giden bir etki ile kendinden geçmiş olarak, esrik
(,..)."[1253] [1254] biçiminde tanımlar. Cahit Koytak şiirinde
sarhoşluk, sözcüğün mecaz anlamıyla ilgili anlamsal bağlantılar içinde
kullanılır. Narkotik madde kullanımı vb. etkilerden kaynaklanmayan, bilincin
bütün yetileriyle uyanık olduğu bir sarhoşluk durumu, şiir kişilerinin ulaşmaya
çalıştığı bir ruh hali olarak karşımıza çıkar.
Cahit Koytak şiirinde meczup, münzevi, şizofren, depresif, deli vb. akılla
sorunlu ilişkileri olan şiir tiplerinin sıklığı göz önüne alındığında şiir
kişilerinin "akıllı delilik"i aradıkları gibi "bilinçli
sarhoşluk"un da peşinde oldukları görülür. Bu şarhoşluk, "büyük
sarhoşluk" olarak kavramlaştırılır. Büyük sarhoşluk, bilgece bir sarhoşluktur.
Çünkü bu ruhsal durum, bireyin Tanrı'sını dolayısıyla kendisini bulmasıyla
gerçekleştiği için bir arayış eyleminin sonucu olarak ortaya çıkar.
Örneğin "eli[n]de şişe, ağzı[n]da ıslık, / sokak
sokak dolaşıp / büyük sarhoşluğu ara[yan]" şiir kişisine,
her türlü mülkiyetten sıyrılmış, varlığın künhünün sezmiş, bilge bir "evsiz" şöyle
seslenir: " 'o aradığın, rakıyla, şarapla olmaz.' "170.
Bireyi sarhoş eden de sarhoşluktan uyandıran da aynı şeylerdir. Bunlar
Yaratıcı'nın gücü ve sanatı[1255], "ebediyet”[1256], Yaratıcı'nın
varlığı[1257], muhabbet
ve ülfet[1258], "sevda",
"edep", "sabır"[1259] gibi olgu ve erdemlerdir. Bireyi sarhoş eden
etmenlerden biri olan sonsuzluk arzusu eğretilemeler yoluyla somutlaştırılarak
anlatılır: "(...) // sarhoşları ve ölüleri uyandıran, / taşları
konuşturan bir testi şarap, / bir testi âbıhayat, bir testi ebediyet!' "[1260]. Divan
ve halk şiiri geleneği izlenerek kurulan eğretilemelerde, sonsuz olma içgüdüsü;
içene ölümsüzlük bahşeden, mitolojik bir su olan âbıhayat ve sarhoş
ediciliğiyle "taşları [bile] konuşturan bir testi
şarap" aracılığıyla anlatılır. Şiir kişilerini sarhoş eden
durumlardan biri de Yaratıcı'nın varlığı ve O'nun -insanın sınırlılıklarıyla
kavranması olanaksız- sonsuz irade ve nitelikleridir. Sınırlılığının farkında
olan şiir özneleri ve / veya anlatıcıları kendi akıllarının açmaza düştüğü
Tanrı'nın sınırsızlığı karşısında O'na ve sanatına karşı duyulan derin sevgi ve
hayranlıkla sarhoşluk yaşar: "beni, O'nun varlığının uğultusu / ve
yaratıcı soluğunun kokusu sarhoş etti;"[1261]. Şiir
anlatıcısı, şiir kişilerinin "başının dönmesini, dilinin
peltekleşmesini / (...) / aklının bir gidip bir gelmesini!"[1262] sınırsız
Tanrı karşınında, sonsuz olmak isteyen bireyin sınırlılıklarıyla açıklar.
Sarhoşluğun gereklerinden biri de Tanrı'ya ve varlığa karşı duyulan
"muhabbet, ülfet ve üleşmek"[1263] gibi duygulardır. Yoksa "oturup
yalnız içmek, / Tanrı yokmuş gibi orada / neşvesiz ve kahrederek... // (...)
bir öğünlük sarhoşluk için / koca bir küpü."[1264] kırmaya benzetilir.
Cahit Koytak şiirinde sarhoşluk Tanrı'ya ve onun sanatına karşı duyulan
hayranlık, varlığı ve öz nitelikleriyle sonsuz ve sınırsız bir Tanrı tasavvuru
karşınında aklın yaşadığı çaresizlik ve insanın sonsuz olma isteği gibi temel
içgüdülerinin motivasyonuyla giriştiği arayışın yarattığı bir ruh hali olarak
ele alınır. Sarhoşluğun tema, motif ya da fon olarak kullanıldığı birçok şiirde
sarhoşluk bu bağlamlarda işlenir.
5. 2.
7. Delilik
Delilik olgusu Cahit Koytak şiirinde sanatçı kimliğinin gereği olarak
görülür. Hatta özelde şiir sanatı onun için bir tür "Akıllı
Delilik"tir[1265] [1266]. Çünkü delilik, sanatçının temel yetisidir. Sanatın
temel niteliklerinden olan sıra dışı bağdaştırmalar, aykırı çağrışımlar,
rasyonel bir nedenselliğe dayanmama, akılla açıklanamayan esinlere yaslanma
gibi özellikler sanatçıyı ve yapıtını "akıl dışı"na çıkarır. Ancak bu
akıl dışılık sanatçı ve yapıtı için bir düşüş değildir. Nitekim, "aklın,
akıl olmaktan çıkıp / bir oyun güdüsü, oyun becerisi / katına yükselmesidir,
delilik;"12, bu açıdan bakıldığında delilik, Cahit
Koytak şiirinde olgusal açıdan olanaksızı olanaklı kılan sanatsal
"yaratıcılık"a eşdeğer bir kavram olarak ele alınır.
"Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın "Epilog"unda sanatsal
kurmaca içinde olanaklı kılınan durumların imrenilesi bir delilik olduğu
üzerinde durulur:
"(■■■)
çünkü,
bakın, darı tanesi kadar kafacığına
bütün
çağıltısıyla bir bahar sabahını sığdırabilen çalışkan karıncanın, bir akşam,
güneşi, battığı yerden alıp, yeraltından tüneller kaza kaza, dağın öteki yüzüne
taşımayı kafasına koyması neden delilik olsun? olsa bile, akıl kurban olsun
böyle bir deliliğe! (...)"[1267] [1268] [1269].
Delilik, aklı ve akılcı düşünme ilkelerini deforme
etme eylemi olarak 1ft184
tanrının sarhoş arabacısı akıl[a] yöneltilen
bir tur dolaylı eleştiri biçiminde
değerlendirilebilir.
Delilik, mütevazı ve zararsız bir olguyken; akıl, "kibrine
dokunulduğunda] / arı gibi değil / akrep gibi sokar [insan] yüreğini."15. Aklı
kullanarak bilgi ve kuram üreten felsefe ve teolojinin kesişim noktası "(...)
teozofinin / zekânın, bilginin, belagatin / tırmanamadığı / o buzullu
zirveler(...) / büyük deliliğin, kutsal deliliğin"[1270] de mekanıdır. Bu
nedenle akıl ve onun hem eleştirisi hem de "keskinleşmiş biçimi"[1271] olan deliliğin akılla iç içe ve her ikisinin de
Tanrı'dan olduğu gerçeği ancak akıl Tanrı'ya kavuştuğu zaman ortaya çıkar:
"(■■■)
Balıkçının
ağından
Can
telaşıyla suya sıçrayan
Ve deryayı
dudağında, derisinde
Ve yüreğinde
ilk kez ancak o zaman
Duyumsayan
talihli balık gibi,
Akıl da bir
kere kavuşunca O’na
Deliliğin
tadını çıkarmak ister:
Yüzündeki
perdeleri açar,
Derileri
sıyırır ve 'Ben O’yum!
Ben O’yum!'
diye bağırır. "[1272].
Bu durum zaten olması gerekendir çünkü Tanrı'da "her deli bir
parça büyük akıl bulmaktadır]"[1273]
Aşkın insan bilincinde yarattığı köklü değişim ve âşığın olağan dışı
davranışları da delilik temalı şiirlerde deliliğin bir türü olarak ele alınır.
Çünkü âşıklar da deliler gibi akla gereksinim duymazlar. Aşk gelince aklın
gitmesi biçiminde özetlenen klişe anlayış, âşığı deliye yaklaştırır. Zira aşk
akılla değil duygu ve içsel süreçlerle algılanarak idrak edilebilen bir
kavramdır. "Evsizin Mezmuru"nun son bendinde şiir anlatıcısı "aşıkların,
delilerin tanrısı"na[1274]° kendisiyle
gelmesi durumunda aklın ve hayalin dizginlerini bırakacağını söyler:
"(■■■)
benimle
olursan, sen ey
aşıkların,
delilerin tanrısı,
benimle
gelirsen, hehey!
bırakırım
dizginleri
istediği
yöne gitsin akıl,
istediği
yöne aksın hayat! "[1275].
Âşık ve deli için akıl, kendisinden kurtulmak gereken bir külfettir. Aklın
salıverilişi, Tanrı'nın gelişine bağlanır; böylece aklın reddiyesi teolojik bir
kaynağa
dayanılarak meşrulaştırılır. Aşkın mekanı olan kalp de zaten delilerin ve
deliliğin şehridir: "ah kalbim, deliler şehri, kalbim! / deliler
şehri, / deliler panayırı, / deliler şöleni...// (...)"192.
Sonuç olarak Cahit Koytak şiirinde delilik teması, sanatsal kurmacanın bir
gereği / özniteliği, aklın eleştirisi, aşkın yarattığı olağan ruh hali, akıl
gibi varlığı Tanrı'dan bir olgu biçiminde değerlendirilerek işlenir.
5. 2. 8. Caz
Genel olarak müzikle şiiri iç içe, aynı içeriğin farklı biçimlerde ifadesi
olarak gören Cahit Koytak'ta caz müziğinin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Nitekim
"Cazın Irmakları" adlı şiir kitabı tamamen caz, caz tarihi, caz
enstrümanları ve caz ustalarının portrelerine ayrılmış, Cumhuriyet Dönemi Türk
şiirinde özgün yeri olan bir yapıttır. Cahit Koytak şiirinde cazın yer aldığı
ilk şiir "Daktilo Kıza Caz İçin Nihavent"193 1977'de
yazılır ve ilk defa 1988'de Yedi İklim'de yayımlanır.
Cazın otoritelerine göre "(...) daima bir azınlığın işi olagel[en] "194 caz
müziği, New Orleans'ta doğmuş Dixileand, Chicago, swing, bebop, cool-hard bop,
serbest caz195, gibi her biri bir aşama sayılabilecek tarzlarla
günümüze ulaşmıştır. Cazın geçirdiği bu aşamaları Cahit Koytak, Joachim Ernst
Berendt'ten alıntıladığı metni manzum biçimde düzenleyerek "Caz'ın
Irmakları"nda epigraf olarak kullanır:
" 'New Orleans Cazı’ndan bu
güne tek bir ırmak
akıp duruyor... Akıntı bazen
çağlayanlardan,
geçebilir, zaman zaman hızlanabilir
ama akmaya kesintisiz
devam etmekte ve hep aynı ırmak
olarak kalmaktadır. Hiçbir stil diğerinin yerine geçemez. Ama her stil bir
öncekini -ve öncekilerin hepsini- içinde taşır. ’ "196.
Bu epigraf aracılığıyla sanatın kendisi gibi cazın da tüm tarz ve
ustalarıyla büyük bir bütünlüğe doğru ilerlemekte olduğu düşüncesi dile
getirilir. Tarz, notasyon, virtüöz vb. cazda her "yeni"nin aslında
öncekilerin doğal bir devamı olarak onları içinde taşıdığı belirtilir.
Caz virtüözlerinin portrelerini temalaştırıldığı şiirler kitapta önemli bir
yer tutar. Ancak bu portreler sanatçıların biyografileriyle paralellik gösterse
de Cahit Koytak'ın şair duyarlığıyla bu sanatçılara dair izlenimlerini ve
sezişlerinin içeren özgün prtrelerdir. Jelly Roll Morton (s. 164), Sonny Boy
Williamson (s. 167), Louis Armstrong (ss. 171; 173), Edward Kennedy Ellington
(Duke Ellington) (s. 182), Bix Beiderbecke (s. 182), Charlie Parker (The Bird)
(ss. 184; 186), Charlie Mingus (s. 192), Lester Young (s. 197), Miles Davis
(ss. 199; 201), Nathaniel Adams Coles (Nat King Cole) (s. 211), Henry Thomas (s.
69), Lead Belly (s. 71), Gertrude Ma Rainey - iki epizot halinde- (ss. 73; 76),
Charley Patton (ss. 79; 81), Mamie Smith (s. 84), Henry Jefferson (Blind Lemon)
-iki epizot halinde- (ss. 85; 87), E. Bessie Smith -beş epizot halinde- (ss.
88; 90; 93; 96; 97;100), Muddy Waters (McKinley Morganfield) -iki epizot
halinde- (ss. 100; 101), Cahit Koytak şiirinde portreleri tema edinilen caz
virtüözleri ve / veya solistleridir. Bu portreler ele alınırken Joachim Ernst
Berendt'in "Caz Kitabı"ndan[1276] ve Miles Davis'in otobiyografisinden[1277] de yer yer yararlanılır. Yapılan alıntı ve
yeniden yazmalar (palimpsest) italik dizilerek ve dipnotta belirtilerek
gösterilir.
Portrelerden sonra cazın tanımları bağlamında cazı tema edinen şiirlerin
yoğunluğu dikkat çeker. Ancak bu tanımlamalar herhangi bir müzikolojik yönelim
doğrultusunda yapılmadığı gibi diskografik bir anlayış kapsamında da
değerlendirilemez. Bu tanımlamalar, şiirin kurmaca dünyasında bir sanatçı
olarak şairin kişisel izlenimleri, duyuş ve sezişleri ışığında yapılmış son
derece göreceli, ilkeleri ve kapsamı tam olarak saptanamayan şiirsel, özgün
tanımlamalardır. Örneğin "Tanımlara Sığmayan" şiirinde cazın
ezilmişliğin, sömürünün ve insanlık dışı koşulların yarattığı sanatsal bir
üretim olması "Siyah bir fahişe"[1278] eğretilemesi üzerinden anlatılır. Siyahi hayat
kadınının tahammül edilemez koşullardaki son derece zor ve onur kırıcı yaşamı
üzerinden cazın "tanımlara sığmayan" tanımı yapılır.
Bu
tanımlamaya benzer biçimde "Tanımlardan Bir Tanım"da[1279] "batakhanelerden birinde / bir
fahişenin" insanlık tarafından ağır cinsel istismara
uğratıldıktan sonra acımasız bir biçimde darp edilerek soğuk bir gecede sokağa
atılması durumuyla caz müziği arasında ilişki kurularak bir tanımlamaya
gidilir:
"(■■■)
(...) bir azize olduğunu kendisi de bilmeyen o kutlu fahişeyi kucaklamak
için
sıcak bir battaniye gibi yüreğin iç çeperinden yüzülen sevginin derisidir
blues, katıksız sevginin derisi,
yani gözünün
akı, göğün
ve sesinin
titremesi, Ebediyetin [ / Tann'nm]... "[1280] [1281].
Son derece ağır ve onur kırıcı koşullarda yaşayan insanların bir tür pasif
isyanı olan caz, bir yönüyle "yeraltı sanatı" / "underground
art" olarak da değerlendirilir. Ancak cazın illegal, gayrimeşru, toplumsal
normlarca dışlanmış yönü Tanrı'yla ilişkilendirilerek meşrulaştırılır. Örneğin
"Cazın Ruhu" şiirinde "siyah bir fahişe"ye2° âşık
bir sokak satıcısının öyküsü ele alınırken genel geçer toplumsal etik açısından
meşru olmayan, caz sanatına konu olan bu durum Tanrı'ya duyulan güçlü inançla
meşrulaştırılır.
"Cazın
Ruhu
yanlış anlama beni, babalık, Cazın ruhu, cazın özü Harlem’de o malum
evlerden birinde mesai boyunca yatakta tavana bakıp duran yorgun mu yorgun
Tanrı’ya kırgın mı kırgın siyah bir fahişeyi allayıp pullayıp
Tanrı’nın evine gelin olarak götürmek için gerekirse Harlem’i omzunda
gezdirip satmaya hazır siyah bir sokak satıcısının sesindeki ezgide ve inançtadır.
"[1282].
Caz'ın ruhunu, sömürünün nesnesi haline getirilen insanların Tanrı'ya
duyduğu derin ve güçlü inançla ilişkilendiren şiir anlatıcısı, cazın ruhu için
mekan olarak da Harlem'deki Milton Sokağı'nı seçer. Sokağın Hristiyan ve Musevi
geleneğe göre insanın "düşüş"ünü tema edinen "Kayıp
Cennet"in[1283] şairi Milton'a anıştırma olarak
değerlendirilebilecek bir isimle adlandırılması ise metinler arası ironik bir
bağlantı olarak göze çarpar. "Caz Budur"[1284] şiirinde Miles Davis'in otobiyografisinde
cazı " 'Arkansas'ın arka sokaklarında gece baykuşlar çıktıktan
sonra duyulan sesler...’ "[1285] [1286] ifadesiyle yeraltı sanatı olarak tanımladığı üst
metinden hareketle cazın, tl207 her olgunun arka
yollarında, / arka sokaklarında, / arka bahçelerinde / (...) ortaya
çıkmış bir müzik türü olduğu üzerinde durulur.
Caz, "Yük Trenleri"nin birinci epizodunda ise Hz. İsa ile
özdeşleştirilerek açıklanmaya çalışılır. "Yük trenlerinde doğan /
Siyah bir velet"[1287] olarak tanımlanan caz / blues, Hz. İsa gibi
babasızdır ve doğar doğmaz konuşur. Onun gibi "kör gözleri açar
(...) / Kötürümleri yürütür, / Cinleri kovar (...) / Ölüleri kaldırır ayağa //
çarmıha gerilir / (,..)"[1288]. Bu
tanımlamada cazın çileli kölelik geçmişinden gelen sanatçıların elinde bir tür
pasif isyan oluşu üzerinde durulur. Bu bağlamda caz "(..) bir
siyah ağızdan", "acının, aşkın ve özgürlük ülküsünün"[1289] terennümüdür. "Cazın Renkleri"
şiirinin dördüncü epizodunda caz, yine sesini yükseltemeyenlerin /
duyuramayanların "volümü yükseltilmiş"[1290] sesi olarak eğretilemeler üzerinden tanımlanır.
Bir başka deyişle caz, "taşların, ölülerin / duyabileceği kadar
harbi / ve yüksek sesle konuşmanın dilidir"[1291]. Kölelerin, hayat kadınları başta olmak üzere tüm
ezilenlerin, sömürülenlerin, dışlananların sözcüsü ve seslerini duyurabilmeleri
için caz ideal bir araçtır. "Çünkü caz, aynı tema üzerinde / Tek
bir sorunu, / Tek bir acıyı ya da sevinci / Seslendirmek için bile / Birbirinden
farklı / Sonsuz sayıda ezgi[yi] "[1292]3 bulma esini
ve cesareti vermektedir. Caz, beslendiği kaynak bakımından siyahi bir trajediye
yaslanmakla birlikte "melez"dw, "Siyah esinlerle beyaz
esinlerin, / Siyah yazgıyla beyaz yazgının... // (...) / Irkların, zevklerin ve
aşkların / karışımından doğ[muş] "[1293] melez bir olgudur.
Caz; yalın, açık ve doğal bir anlatıma sahip olması, ancak bu yalınlığının
yanı sıra yoğun anlamlar içermesi, ritmik ve akıcı ezgilerle icra edilmesi
bakımından Tanrı'nın yaratmasıyla benzerlik gösterir[1294] [1295].
"Kulağını Toprağa Daya
kulağını toprağa daya yahut gövdesine huş ağacının!
ve oradan da göklere...
bak bakalım ne işitecek kulak?
sonra da söyle, cazdan başka hangi müzik türüne benziyor
Tanrı’nın şiirindeki ritim, ezgi ve uyak?
ve yaratmanın hangi bahrinde, söz hem cazda olduğu kadar yoğun, hem cazda
olduğu kadar sarih, hem cazda olduğu kadar muğlak? "216.
Cazla Tanrı'nın yaratması arasındaki bir başka benzerlik, her iki sanatın
da doğaçlamaya yaslanmasıdır. Caz, doğaçlama karakteristiğinden ötürü Tanrı'nın
ardı arkası kesilmeyen yaratması gibi sürekli ve değişkendir. "Caz
müziğini ayakta tutan şey, canlılığı, yaşıyor olmasıdır. Yaşayan değişir."[1296]. Örneğin
1950'lerde Lester Young'dan 30'larda çaldığı ve o dönemin stilini yansıtan bazı
parçaları yeniden çalması istendiğinde Young: " 'Yapamam' (...)
'Artık böyle çalmıyorum. Başka türlü çalıyorum; başka türlü yaşıyorum. Şimdi,
zaman başka; o ise o zamandı. Biz değişiyoruz, hareket ediyoruz' "[1297] [1298] yanıtını verir. Caz, öz nitelikleri ve içine
doğduğu sosyokültürel kökleri nedeniyle doğaçlama olmak zorundadır. Cazın
doğaçlama olmasının zorunluluğu şu dizelerle ifade edilir:
"(..)
Sakayı yahut çayırkuşunu
Zorlayabilir misiniz Şakıyıp durması için Eşit aralıklarla?
Kiraz ağacını yahut şeftaliyi Zorlayabilir misiniz,
Dümdüz dallar sürüp çıkarsın diye Gövdesinden, eşit aralıklarla?
Ve çiçekler çıkarsınlar hep aynı Renkte, hep aynı büyüklükte, Aynı yöne,
aynı açıyla bakan Ve tabii, eşit aralıklarla!
Peki, şimdi sorarım, size,
Zorlayabilir misiniz Bessie Smith’i
(■■■)
(■■■)
Uydursun blueslarını,
Uydursun çığlıklarını, dualarını,
Uydursun küfürlerini, federal yasalara?
(...)"219.
Dolayısıyla caz da Tanrı'nın yarattığı doğaya ve öteki şeylere benzer
biçimde tarihselliğin kısır döngüsüne tutsak olmayan özgür bir sanattır. Cahit
Koytak, Tanrı'nın yaratmasıyla caz arasında kurduğu bu benzerliği aşağıdaki
dizelerle dile getirir:
"(■■■)
Gösterin,
cazdan daha çok benzeyen Sanat var mı, Tanrı’nın yaptığı işe?
Tanrı’nınyaratma
sanatına benzeyen, Tanrı’nın yok etme sanatına benzeyen, Tanrı’nın, tekrarlana
tekrarlanagüzelleşen, Zarifleşen, zenginleşen doğaçlamalarına Cazdan daha
benzeyen sanat var mı?"[1299] [1300].
Caz, insanın hem çocukluğunu yeniden yaşamasına hem yaşlılığın yarattığı
kederi duyumsamasına hem de insan aklının ölümün ötesine geçerek aşkınlaşmasına
olanak sağlayan bir sanat olarak da değerlendirilir. "Caz Üzerine Dervişçe
Tezler"in dördüncü epizodunda cazın son derece göreceli ve sınırlanmayan
artistik tanımlamaları yapılır. Örneğin, "Ruha arka kapısından
girmektir, caz;", "(...) gönül denilen / Has bağlara, has bahçelere /
Bahçe duvarından atlayıvermekftir]... ", " Çete kurup adam
kaçırmasıdır, müziğin, /Adam kaçırması cennete, cehennemden! / TT-
••
7/T’ / ini 1'1 il* ft221
11,
1
11
Ve göz
yummasıdır / Tanrının da Bu delikanlılığa. vb. bu tanımlamalardan bazılarıdır. Yukarıdaki öznel, şairane
tanımlara benzer biçimde "Kitaplarda Yazan"[1301] [1302] [1303] adlı caz temalı şiirde, Joachim E. Berendt'in
"Caz Kitabı"ndan yapılan alıntılar manzum biçimde düzenlenerek caz
virtüözlerinin belirgin özellikleri ve caz enstrümanları bağlamında caz
tanımlamaları yapılır.
Özetlenecek olursa Cahit Koytak şiirinin önemli temalarından olan caz,
farklı bakış açılarıyla ele alınmaktadır ve her şeyden önce sosyolojik bir olgu
olarak değerlendirilir. Afroamerikan alt kültürün sanatsal üretimi olduğu için
underground bir sanat kabul edilir. Alt kültürün ürünü olmasının temel nedeni
ise cazın, sömürünün nesnesi olan insan kitlelerinin sözcülüğünü yapmasıyla
ilgilidir. Caz sanatçılarının sıkça işlenen portrelerinin de gettolaştırılmış
Afroamerikan kültürünün
atmosferi içinde yer yer sarkazma varan bir üslupla temalaştırıldığı görülür.
Ayrıca caz, doğaçlama olma, belirli notasyon ve sözlerle yinelenmekle birlikte
her zaman farklı formlarda ortaya çıkma gibi özellikleriyle Tanrı'nın yaratma
eylemine benzediği için Tanrı'nın müziği olarak değerlendirilir.
5. 2. 9. Suskunluk
Gündelik ve sanatsal yaşamında münzevi tavrıyla bilinen Cahit Koytak'ın
şiirlerinde suskunluk bir tema olarak sıkça işlenir. "Susma
Sanatı"nda223 konuşmanın, insanı ve varlığı tüketen bir
eylem olduğu üzerinde durulur. Ancak kararlı bir biçimde susarsa insanın "susuşu(...)
nara ol[ur], konuşma\sı\ çare olur."224. Aksi
takdirde insan, konuşa konuşa yokluğa ve anlamsızlaşmaya mahkûm olur. Hatta
sular bile konuşmaya başlayınca "çölde kuruyup gitm[eye]"[1304] mahkûmdur.
Susmak bir bakıma konuşmanın erdemli biçimidir. Şiir anlatıcısı bu anlayıştan
hareketle, Edip Cansever'e ithaf edilen ve aynı zamanda bir Edip Cansever
portresi olan "Karanfil Makamında Caz Semaisi"nde kendisini "Ben,
susması bağırmasından büyük, / Erguvan pelerinli ve yumuşak hançerli,"[1305] olarak tanımlamaktadır. Zaten insanın
yaşadıklarından "öğrendiği önemli erdemlerden biri"[1306] de "(...) taşlar gibi anlamlı
anlamlı / Kederli kederli susma\ktır.\"[1307] [1308].
Susmanın konuşmaktan daha güçlü bir iletişim olduğu "Ölümün Estirdiği
Düşünceler" şiirinin sekizinci epizodunda yine taş eğretilemesi
aracılığıyla anlatılır: "insanlar gider, taşlar kalır, / taşlar
kalır ve konuşur / insanın insana / konuşmadığı tt229
kadar. . Doğası gereği suskun taşların, konuşa konuşa bir şey
anlat(a)mayan insanlardan daha fazla anlamı aktarması ironik söylem
aracılığıyla şiirleştirilir. Susmak, aslında eşyanın doğasında "kuşekmeği
/ gülkurusu... "[1309] doğallığıyla bulunan bir olgudur. Bütün doğal
varlıklar, kendi varoluşlarıyla duyargaları açık şaire; " 'sessiz
bir tanrının ayak izleriyiz biz, / ruhtan ruha trapez yapan.” / (...) / 'olup
bitene sessiz kalmanın simgeleriyiz, / solup gidinceye kadar sessiz kalmanın, /
rengârenk sessiz kalmanın simgeleri...' "[1310] dizeleriyle seslenmektedir.
Tarafta "Yoksullar
ve Siviller İçin Tezler" üst başlıklı köşesinde yayımladığı
"Yoksullar İçin Bilmem Kaçıncı Tez" adlı şiirde, kararlılıkla
susmanın aslında bireyin, varlığı kendi adına konuşmaya çağrısı olarak
değerlendirir. Bireyin ısrarlı sessizliği, cansız varlıkları bile dile gelmeye
zorlamaktadır:
"Susacağın zaman büyük susarsan, halkım,
Susmasını, ama iyi susmasını, sıkı susmasını,
Ağır susmasını bilebilirsen, halkım,
Sen susunca taştan su sızmaya başlar.
Hırsından ağlamak isteyip de ağlayamayan
Ergenlerin sıkılı yumruğu gibi, taştan şiir
Ve sessizlikten de hakikat sızmaya başlar.
Sessizliğini büyütür, büyütür de buluta, boraya,
Sağanağa çevirmesini bilebilirsen, halkım,
Gün gelir, taşlar konuşmaya başlar,
Taşlar, otlar, ağaçlar hep bir ağızdan
bağırır,
senin yerine, halkım!
(...)"[1311].
Alıntılanan dizelerde, "şiir" ve varlığın
künhünü oluşturan bir başka deyişle "nesnesiyle örtüşen bilgi" olarak
tanımlanan "hakikat" ancak bireyin susması durumunda
görülür / sezilir hale gelmektedir. Zira "büyük suskunluk"un hizmet
ettiği temel amaç, "tenin kulakları[nın] işite[mediği] (...)" Tanrı'nın
sesini yani "Bütün varlık türlerine / Kendileriyle an be an /
Konuşan'ın sesini"[1312] işittirebilmektir.
Ağaçların, taşların, otların, yağmurların... kısacası bütün doğal
varlıkların yaptığı gibi "ebediyen susarak konuş[mak] (,..)"[1313] gündelik yaşamın gitgide anlamsızlaşan,
birbirinin aynısı olan, tek düze sığlığına ve ampirik akla karşı protest bir
tavır olarak da şiirlerde ele alınır. Taşın son derece doğal ve olağan
suskunluğu bile gündelik yaşamın insana özgü sıradanlığından kaçma istemine
bağlanır. Taşlar, "bir ömür didinip durmaktan, / (...) / aklın
dırdırından / (...) / boşunalığın verdiği kederden / (...) / ve hiç var olmamış
gibi, / toza toprağa karışıp gitmekten / ff235
korktukları
için / dillerini yutmuş susuyorlar, .
"Varlığın Dilleri"nde şiirlerinin yazılma süreçlerini işleyen
şiir anlatıcısı, şiirlerinin kaynağı olan esini; bilinçli olarak, içsel bir
gereklilikle susmasının karşılığında kendisine verilmiş bir ödül olarak görür:
"Varlığın Dilleri
kendimi bildim bileli
ne zaman konuşmak istesem,
içimde mi, dışımda mı, kederli,
kısık bir ses susmamı söyler bana.
ve sustuğum anların,
sustuğum hallerin ödülü olarak,
içimde mi, dışımda mı, akar bir
yerlerde, akar ışıktan, sesten dereler."[1314] [1315].
Suskunluk, erdemli bir davranış olmanın yanında sanatsal yaratıcılığı
kamçılayan, sanatçıyı esinleyerek motive eden bir başka deyişle sanatçının iç
dünyasında "ışıktan, sesten dereler." akmasını
sağlayan bir derinlikli bir eylemdir.
Cahit Koytak şiirinde suskunluk ya da sessizlik aynı zamanda yalın ve duru
bir söyleyiş kast edilerek de kullanılır. Cahit Koytak, yüksek perdeden,
sanatlı, abartılı, barok bir sanatçı tavrının ve üslubunun (biçem anlamında)
karşısına yalınlığın bilgece duru derinliğini bir başka deyişle sessizliği
koyar. Ancak böylesi bir sessizliğin egemen olduğu şiirlerde "çiğnediği
keçi yollarında sezginin / ayak sesleri (...) /inancın iç çekişleri (...) / ve
kuşkunun ulumaları /aklın mağaralarında / işitilebil[ir]." [1316]
Suskunluk, entelektüelin kendi çağına / moderniteye ve entelijansiyaya
dönük bir eleştiri olarak bir tür inziva biçimde de değerlendirilir. Cahit
Koytak'ın susma eylemini bu tavırla ele aldığı şiirlerin en önemlisi Tarafta yayımlanan
"Ben Yokum, Beni Karıştırmayın!"[1317] şiiridir. Cahit Koytak, 19. Yüzyıldan günümüze
çağdaş entelijansiyayı yaratan modernitenin temel saiki olan akıl ve aklın
yarattığı kitaplardan başlayarak eleştirilerini sıralar. Şiirin matrisine
oturan tez; yazı, kitap, medya vb. aracılığıyla aralıksız süren konuşma edimine
karşı susma önerisidir. Şiir anlatıcısı konuşmak, anlatmak yerine susmayı
seçerek "Kulaklarımı balçıkla sıvadım ben, / Kafamın çatlaklarını,
/ Kalbimin deliklerini tıkadım şiirle / Sizin kuramlarınıza,
söylemlerinize."[1318] çıkışıyla, suskunluğunu bir reddiyeye dönüştürür.
5. 2. 10.
Ölüm
Cahit Koytak şiirinde ölüm teması sıkça ele alınır. Ölüm temasının ele
alınışındaki belirleyici temel tutum, semavi dinlerin ortak tezini oluşturan
ölümün bir son olmadığı, yeni bir yaşamın başlangıcı olduğu görüşüdür. Asıl
hayat ise ölümden sonra kişiyi bekleyen hayattır. Ölüme bu açıdan yaklaşan şiir
anlatıcısı, ölümün bütün trajikliği ve kaçınılmazlığı karşısında çıkmaza düşüp
kahretmek yerine, "Ölüme Çare" olarak gördüğü "Şen
Maneviyat"la "(...), sonlu yoksunluğun / sonsuz varsıllıkla
telafisine / inanarak yaşamak / ve umut içinde ölmek"[1319] gerektiğini salık verir. Bu nedenle ölüm "Büyük
Hayat"[1320] olarak adlandırılır. Balina eğretilemesiyle
imgeleştirilen günlük yaşam "(...) koca karnını / sizin
günlerinizle, gecelerinizle, / yol öykülerinizle, / yol türkülerinizle doldurup,
/ Büyük Hayat'ın dipsiz, / kıyısız sularına dalacaktır]."[1321]. Ölüm
yeni bir hayatın başlangıcı olduğu için insana yeni ve güzel bir yaşam sunacak
olan ölüm, "Ölümün iyisi / Bir kere öldürür / Bin kere diriltir
seni, / (...)" dizeleriyle nitelenir. Ölümden sonraki yaşamda
uyanılan ilk sabahı fon edinen "Yüzler ve Kemikler"de[1322] "Büyük Hayat"taki her şey idealize
edilmeden dünya hayatındaki gibi, kaldığı yerden devam eden bir formda
tasarlanır. Ölümden sonraki yaşama ilişkin beklentilerin ve ölüm sonrası
dünyaya ait tasarımların sorular aracılığıyla betimlendiği iki epizottan oluşan
"İki Kere Yazılan Şiir"in birinci epizodunda öteki dünyada "kayıtsız,
sınırsız düşüncenin tadı[nın]?" ve kurmaca metinler aracılığıyla
tadılan "oyun hazzı'nıü24 olup olmadığı
sorgulanır. İkinci epizotta ise düşünme, mantık yürütme, sorgulama, kuşkulanma,
merak etme gibi düşünsel hazların öteki dünyada olup olmayacağı; olacaksa bunun
nasıl olacağı üzerinde durulur[1323] [1324].
Cahit Koytak'ın ölüm temalı şiirlerinde ölüm olgusu, sıklıkla somutlayıcı
eğretilemeler aracılığıyla imge ve simge düzeyinde somutlanarak betimlenir.
Divan ve halk şiiri geleneğinin ortak mazmunu olan ölüm-kuş / alıcı kuş
eğretilemesi Cahit Koytak'ın ölüm temalı, şiirlerinde de görülür. "Piyano
& Balina" şiirinde ölümün gelip çattığı gün, her kuş gibi can kuşunun
uçtuğu gün olarak tanımlanır. O gün şairin ruhu, bir başka deyişle "(lüzelSözlerınCını"
/ "beyaz farecik"[1325] de kuş gibi uçacaktır. Şiirde kuş
eğretilemesiyle somutlanan ruh, "Her kuşun bittiği, / Simurg'un
başladığı yere!"[1326], /
Tanrı'nın başladığı yere ulaşacaktır. "Bütün Kuşlar Havaya" şiirinde
ölüm, yine Türk şiir geleneğinin ten-kafes, ruh-kuş eğretilemesi aracılığıyla
anlatılır. Ancak bu şiiri ölüm teması bağlamında özgün kılan şey, şiirin ikinci
bendinde ironik söylem aracılığıyla kuş-kafes eğretilemesinin tersyüz
edilmesidir:
"Bütün
Kuşlar Havaya
bir gün bu
küçük kafesin kapısı açılacak ve bir tek kuş değil, a ruhum, a kuzum, a beyaz
fare, bir tek kuş, bir tek fare değil, bütün kuşlar uçacak, bütün fareler,
kurt, güve, cin, şeytan, kilitli ne kalmışsa içimizde...
ama asıl
dışardaki kafesin,
bizi, O’ndan
ayıran
sonsuz büyük
kafesin
kapısı
açılıverecek bir gün
dışardan
içimize doğru ardına kadar hem de. (...)"[1327].
Geleneksel eğretilemede kafes insan bedeni / teni, kuş ise kafeste
hapsolmuş ruhtur. Ancak ikinci bentte kafes insanı O'ndan ayıran dış dünyadır.
Ruh, büyük kafesten yani dış dünyadan ayrıldığında / masivadan koptuğunda O'na
kavuşarak özgürleşecektir.
"Aklın Cennete Dönüşü"nde ölüm, "gökyüzünde
görülmemiş büyüklükte / yalnız bir kuş[tur] "[1328]. Bu
yalnız, alıcı kuş, gölgesini üzerine düşürdüğü "her şeyin ama her
şeyin rengini / grinin tonlarına boyayan / aşkın bir korku (,..)"[1329]dur. Bu
gölge insanın içine de düşmektedir. Zaten sanatçıyı sanatsal üretime zorlayan
şey de tam olarak bu ölüm korkusunun yarattığı motivasyondur. Yaratıcı bir
motivasyon olarak da nitelenen ölüm, aynı zamanda "Ustaların Son
İşi"dir[1330]. Çünkü ölüm
bilge bir sanatçı için "(...) / bütün temaların doruğu, / bütün
öykülerin özeti, / bütün oyunların nihayeti..." dır[1331] bir başka deyişle ölüm, "(...) /
Bütün yolların sonunda / Düşsüz, deliksiz uyku."dur[1332]. Ölümün nasıl bir "son" olduğu "Sol
Elle Yazılanlar"da[1333] ders-paydos eğretilemesiyle açıklanır.
Ölüm, "(...) bütün derslerin birbirini çürüttüğü, /(...)
/paydoslarınpaydosu(...)"[1334] biçiminde tanımlanır.
Ölüm teması Cahit Koytak şiirlerinde kaçınılmazlığı bakımından da ele
alınır. Ölümü düşünmemek, katı yürekli olmak, farklı düşüncelere kendini
kaptırmak, sanatla ölüme çare aramak vb. çözüm girişimlerinden hiçbiri
kaçınılmaz olan ölümün önüne geçemeyecek, bir başka
deyişle "teni[miz]de
bekleyen kurtların,
böceklerin."[1335] [1336] gözlerini yıldırmayacaktır. Çünkü ölüm meleği;
insana, ölüme hazırlıklı olup olmadığını sorduğunda, insan ölüm karşısında
hazırlıklı olsa da tl257
olmasa
da, yanıt ne olursa olsun, / oyun biter, perde kapanır. . Bu
nedenle şiir anlatıcısı, olağan ya da olağanüstü her türlü bilgiye inanmaya
hazırdır. Ancak her şeye rağmen şunu sormadan edemez: "ya ölüm?
/ya ölüm?"[1337]. Şiir
anlatıcısının bu agnostik soruya yanıt bulamaması, "Meyhanede
Sabahlayanlar İçin Metafizik"te insanın paradoksal niteliklerine ve
yetilerine rağmen ölüm karşısında açmazda oluşuyla açıklanır:
"(■■■)
insan bir yanıyla meleğe, bir
yanıyla da şeytana karışır hayat denen trajedide. ama neye karışırsa karışsın,
ölümün elinde kalır yine de. (...)"[1338].
Ölüm yeni bir yaşamın başlangıcı olarak ele alınsa da güçlü bir hayatta
kalma içgüdüsüyle, dünyada kendilik bilincine sahip, biyolojik bir varlık
olarak bulunan insan için aynı zamanda endişe, korku ve anksiyete yaratan bir
olgudur. Bireyin Tanrı'nın varlığından kaynaklanan umuduyla, ölümün
kaçınılmazlığının yarattığı korku arasında yaşadığı karmaşa ölüm temalı bir çok
şiirde üzerinde durulan bir ruhsal durumdur. "Yeni Başlayanlar İçin
Metafizik"in epigraflarından biri olan, Andre Malraux’un ölüm karşısında
insanın doğal durumunu belirttiği “Bir rahip dostum şunu söylemişti
bana: / ‘Aslına bakarsanız, ister dindar olsun, ister / dinsiz, / tüm insanlar
kördüğüm olmuş bir korku ve umut / karışımı içinde ölürler’ ”[1339] aforizması
bu kitapta yer alan ölüm temalı şiirlerin önemli bir kısmının matrisini
oluşturur. Ölüm, bu kaotik yönüyle bütün "Korkuların Anası"dır[1340]. Bireyin ölüm karşısında duyduğu kaygıyı şiir anlatıcısı "insanın
ölüsü, iki metreküp / mezara sığar da, / insanın ölüm endişesi / koca kâinata
sığmaz."[1341] dizeleriyle özetler. Bilge şiir kişisi Harranlı
Müneccim'in, ölüm karşısında duyulan endişenin ölümün kendisinden daha sarsıcı
olduğu görüşünü dile getirdiği, " 'Ben derim ki, tek başına ölüm,
/ öldüremez insan ruhunu; / insanı öldürürse, ölümden çok, / ölüm endişesi
öldürür.' "[1342] dizeleri "Ölüme Çare ya da Şen
Maneviyat"ın epigraflarından biridir. Ölüm endişesinin tek çaresi ironik
olarak yine ölümün kendisidir. Çünkü kaçınılmaz olan ölüm gelip çattığında,
"(■■■)
Ölüm endişesinin bu her günkü
ağırlığı sıyrılıp düşecek üstümüzden, Ve lafazanlığı da dilimizden, Sözümüzün,
sazımızın üstünden sıyrılıp düşecek - sabret,
A ruhum, a kuzum, a beyaz fare, İyileşmiş bir yaranın kabuğu gibi.
(...)"[1343].
Ölüm endişesi yarattığı bütün rahatsız edici ruhsal durumlara rağmen
tamamen olumsuzlanan bir durum değildir. Çünkü ölüm karşısında endişelenmek,
kaygı duymak insan olmanın doğal bir sonucudur. Hatta ölüm endişesi, "İnsanı
İnsan Yapan"ın2[1344] ışıltısına karışan rafine bir duygudur.
5. 2. 11.
Kozmik Uyum
Cahit Koytak, başta şiir olmak üzere bütün edebi türlerin ve öteki bütün
güzel sanat dallarının; temel işlevi "hakikat"i / Tanrı'yı aramak
olan sanatın doğasıyla, insanın doğasıyla ve evrenin -varoluşuyla Tanrı'yı
işaret eden- doğasıyla uyumlu olması gerektiğini savunur. Cahit Koytak, bir
bütün halinde varlığı, evreni ve insanın her türlü soyut-somut üretimlerini
kapsayan bu büyük uyuma "kozmik uyum"[1345] adını verir. Hem nihai olarak insanın estetik
üretimi olan hem de insanı konu edinen sanat (özelde ise şiir), doğallıkla bu
uyumun bir parçasıdır.
Uyum, "insan"ın adında[1346] [1347] olduğu gibi doğasında da var olan, yadsınamaz
bir gerçekliktir. Bu nedenle insan, içsel bir gereklilikle -farkında olarak ya
olmayarak- kendi içinde, sanatta, şeylerde ve evrende bir uyum aramaktadır.
İnsanın ortaya koyduğu sanatsal yaratılar, bir yönüyle "(...)
duran şeylerde biçim, / akan şeylerde uyum gibi bir şey, / bir söz, bir sanat
yaratmak / ve bununla avunmak için / bil[inen]leri, gör[ülen]leri / ve
(...) sez[ilen]leri" estetik formlarla tasarlamak
biçiminde tanımlanır. Bu tasarımlama eyleminde uyumun belirgin bir biçimde
vurgulanması dikkat çekicidir. Sanatın zaten en zor olan tarafı da "Tanrı'nın
belirlediği ritmi bozmamakftır]... "268. Zira bu kozmik
bütünlüğü yakaladığında bir oyun gibi kurgulanan sanatta "(...) /
Oyunlar oyun olmaktan çıkar, / Katıksız sanat olurlar.' ”[1348].
Sanatçının evrendeki şeylerde, devinim ve oluşlardaki uyumu, kapsayıcı bir
bakışla sezip kavrayarak sanatsal yapıtı bu perspektifle ortaya koyabilmesinin
temel koşulu "kendini bırak[ması] kendine"[1349], ve
büyük uyumun bir parçası olmasıdır. Sanatçı kendini engelleyen içsel
açmazlardan dolayısıyla yine "kendi"nden ancak bu yolla kurtulabilir.
"Cennet" şiirinde okuyucuya "(...), kendi haline bırak,
/ kendi haline, kendini de, dünyayı da"[1350] dizeleriyle salık verilir. Şiir anlatıcısı, bu
düşüncesini "Dalgalar"da deniz-dalga eğretilemesi aracılığıyla
aşağıdaki dizelerde somutlaştırır:
"(■■■)
denizin yakınındasın, denize
[kendine] koş, denizin kucağına at kendini ve kurtar canını!
(■■■)
kendini bırak denize, bırak
dalgalara, içinde alçalan, yükselen ezgiye, kendini bırak kendine, ve kurtar
canını, kurtar kendinden!"[1351] [1352].
Sanatçının aklıyla giriştiği sorgulamalarda girdiği çıkmazlardan, yaşadığı
içsel bunalımlardan kurtuluşu, kendini yine kendini boğan "deniz"e
bırakmasıdır. r-T . 1*1
"1
1//7-7 7ri
7 7r 1 1tt273
•
• 1‘
1 1
Zaten kişi
için kendilik ya da deniz karışıl[ıp], yok ol[mak]
içindir. Dolayısıyla
çatışmadan
uyuma gitmenin temel koşullarından biri sanatçının kendi beniyle uzlaşmasıdır.
Sanatsal yapıt aracılığıyla ulaşılmak istenen kozmik uyum böylece sanatçının
içsel uyuma ulaşmasıyla başlar. Cahit Koytak şiirinde tema olarak ele alınan
kozmik uyum; bireyin görünmeyen içsel yaşantısından sanata, sanattan evrene
doğru açımlanan bütüncül bir olgudur.
Sanatçının ölümü bile bu büyük uyumu bozmadan gerçekleşmesi gereken bir
eylemdir. Bir bütün halinde nesnel varlığa son verecek olan, kaçınılmaz kıyamet
bile bu uyumun doğal bir parçası olarak, kozmik uyumu zedelemez: "ah,
bu uyumu bozmadan / biri alıp götürse bizi! / her şeyi, herkesi..."[1353]. Bütün şeyler ve kişiler nesnel varlıkla bulunduğu
dünyayı terk ederken de bu uyumu bozmaz.
İnsanın içsel bir gereksinim olarak duyumsadığı Tanrı'ya inanma
zorunluluğunun da bu uyumun bir parçası olup olmadığı "İbrahimce" bir
tutumla, İbrahimi geleneğin anlayışıyla sorgulanır:
" 'Tanrı' inancı, öncelikle, küllî bir uyum
ve güzellik
arayışının mı,
yoksa bir güç algısının mı sonucu?
ilke, uyum ve güzellik, yaratma gücünün mü,
yoksa sevgi
ve rahmetin mi ürünü"[1354].
Tanrı'ya inanma gereksiniminin her şeyden önce "küllî bir
uyum"un mu yoksa güzel olanı arama güdüsünün mü sonucu olduğu
açık uçlu ve yanıtsız bırakılmış retorik bir soruyla sorgulanır. Daha sonra
yine yanıt verilmeden "ilke" ve "güzellik"le birlikte "uyum"un Tanrı'nın
yaratma gücünün mü yoksa onun sevgisinin ve bağışlayıcılığının mı bir ürünü
olduğu yine aynı nitelikte bir soruyla sorgulanır. Düşün(dür)meye zorlayan
sorularla kurulmuş bu şiirde, sanatın temel ereği olan "güzellik" ve
sanatın nihai olarak ulaşmaya çalıştığı "uyum" ve bu
uyumu ortaya çıkaran "ilke"ler -soruların yanıtı her
ne olursa olsun- Tanrı kaynaklı olgular olarak değerlendirilir. Dolayısıyla
şiir anlatıcısına göre, sanatın temel ereği olan kusursuz güzellik gibi uyumun
ve bu uyumu yaratan ilkelerin biricik kaynağı da yine Tanrı'dır.
Şiir sanatının kendisi de bu kozmik uyumu eklemlenen, Tanrı'ya ulaşan,
kozmik bütünlüğün parçası olan bir nitelik taşıdığı zaman kalıcı ve işlevsel
olabilir. Bu nedenle şiiri bir bilgelik gösterisi peşinde olmadan doğayla uyum
içinde olmalıdır. Doğadan kasıt, yukarıda açıklandığı üzere kapsam sırasıyla
insanın, sanatın ve evrenin doğasıdır. Bu doğal uyumu yitiren şiir; doğayla,
evrenle çatışır ve düzene kaotik, anarşist tohumlar eker. Bu tür şiir "kan
dökücü"[1355] ölümcül şiirdir. Büyük uyumu tahdit eden "kara
bilgelik" taslayan şiir kendi iç dengelerini deforme
etmekle
kalmaz "Karıncaların yuvasını bozar, /
Kırlangıç sürüsünün Uçuş
koreografısini..."[1356] bir başka deyişle doğadaki uyumu, anarşiye
çevirir.
Sanat doğası gereği her zaman " 'her yerde, her şeyde /
Tanrı'yı da, tanrıtanımazı da / haklı çıkaran bir miktar uyum, / bir miktar
da saçmalık (...); / (,..)"[1357] içerir. Ancak buna rağmen, sanat çeşitli
çelişkiler ve eklektik durumlar içerse bile sanatçının ortaya koyduğu sanatsal
yapıtlarla / şiirle asıl amaçladığı şey:
"(■■■)
Yerde de,
gökte de gün gün
Daha
karmaşık,
Daha
muhteşem,
Daha uyumlu,
Daha yüce ve
aşkın ritimlere ulaş[maktır]...
(...)"[1358].
Çalışmanın "Hayatı: 'göğe tırmanan yolda' ", bölümündeki
"Tempolu Yürüyüşler, Düşünceler ve Şiir" başlığında ele alınan
tempolu yürüyüşler bile, "(...), büyük uyum için"[1359] yapılmaktadır.
Varlığın ruhuyla uzlaşan bir ritmi yakalayan şiir, insanı arındırır; "ideal"
olana / olgunluk haline eriştirir. Böylece sanatçı, temel ereği olan kozmik
uyumu sağlayarak doyuma ulaşır. Kozmik uyumun tema edinildiği " 'Şiir
Vadisi-Ölüm Vadisi' " şiirinde anlatıcı, şiir aracılığıyla ulaşılan
"mutlak" durumu: "(...) / özgür, doyum içinde, / kozmik
bütünlüğe ermiş, / mutlak uyum, mutlak sükun / ve kemâl hali(...)...' "[1360] dizeleriyle betimler.
5. 2. 12.
"Büyük Oyun"un İçinde Bir Oyun: Yaşam
Tarihsel süreçte insan akıl sahibi ve sahip olduğu aklı kullanabilen bir
varlık oluşuyla "homo sapiens" ve "homo sapiens sapiens"[1361], üretici olması yönüyle "homo faber"[1362], aklını kullanarak ürettiği teknolojiye tutsak olması
yönüyle modernite sürecinde "homo tekno-sapiens"[1363] olarak tanımlanır. Bu tanımlama ve tasniflere
göre son derece sıra dışı sayılabilecek bir tanımlamayı da insanların ve
toplumların doğrudan ya da dolaylı oyun düşkünlüğü bağlamında Hollandalı
tarihçi Huizinga yapar. Ona göre bilinç sahibi, dolayısıyla evrendeki
varoluşunun idrakinde olan, insan denen varlık; akleden, üreten, ürettiğine
önce egemenken daha sonra tutsak olmanın ötesinde, "oyun oynayan insan"
/ "homo ludens"tir[1364]. Bu bağlamda insanın üretimleri ve eylemleri olan
sportif ve her türlü "müsabaka, hukuk, savaş, bilgelik, şiir, felsefe ve
sanat"[1365] hep
bir yönüyle oyun oynama eğiliminin sonucunda ortaya çıkmış oyunsu kavram, durum
ve etkinliklerdir.
Klasik tanımlamada "Oyun günlük yaşamda bir ara veriş, bir
dinlenme, günlük yaşamın bir süsü (,..)"[1366] olarak tanımlansa da Cahit Koytak'ın yaşam-oyun
temalı şiirlerinde oyun, yaşamın bizzat kendisidir. Cahit Koytak'ın, kavramsal
olarak "yaşam"ı tema edindiği şiirlerinde, genellikle yaşam bir tür
oyun, yaşama eylemi ise oyun oynamanın bir biçimi olarak ele alınır. Yaşamın
oyunlaştırılması, gündelik yaşamın tekrar edile edile sıradanlaşan ve
tekdüzeleştikçe anlamsızlaşan karmaşasından bir kaçışın sonucudur.
Nitekim, "Oyun 'gündelik' ve 'asıl' hayat değildir. Oyun bu
hayattan kaçarak, kendine özgü eğilimleri olan geçici bir faaliyet alanına
girme bahanesi suna\n\"[1367] bir sığınaktır. Sanatı bir yönüyle "mış
gibi yapmak"[1368] olarak algılayan Cahit Koytak, sanat ile oyunun
ruhunu özdeşleştirir. Çünkü sanat da oyun da avunmak ya da bir başka deyişle
sığınmak için vardır. Bireyin yazgısı da aslında oynaması için ona verilmiş bir
oyun tekstinden başka bir şey değildir. Sanatsal yapıtın kendisi de aslında
oyunlaşarak yaşamın oyunsuluğunu, oyuna düşkünlüğünü simgelemektedir. Bir Louis
Armstrong portresi olan "Louis Armstrong İçin Kitabe"[1369] adlı grotesk şiirde, fantastik bir şiir
anlatıcısı olan Armstrong'un ölüsü, diğer şiir kişisi olan "hayat"ın
oyuna düşkünlüğünü ifşa eder: "oyuna ve ironiye olan düşkünlüğünü
/ yüzüne vurmak için, ey hayat, / yıllarca üfledik, / birlikte üfledik
trompete."[1370]. Sanatçı, yaşamın oyuna ve oyunun bir alt türü olarak
değerlendirilebilecek ironiye "düşkünlüğünü" ortaya koymak için
sanatsal etkinlikte bulunmuştur. Bu bakımdan sanatçının yaptığı iş, yaşamın
doğasında bulunan oyunu ortaya çıkarmaktan başka bir şey değildir.
Yukarıda belirtildiği gibi yaşam ve sanat en nihayetinde bir oyun olduğu
için aklı ve aklın ortaya koyduğu yasaları umursamayan delilerin ve çocukların
her türlü kayıttan bağımsız oyunlar oynaması, "oyunları ve oyuncakları
bozup bozup /yeniden yapmaları!...), / bozup bozup bir kenara almaları!...) /
ve yeni şeyler, tuhaf şeyler yaratmaları!...) /!...)”"[1371]' sanat
ve sanatçı için esin vericidir.
Postmodernizmin biçimi ve içeriği oyunsulaştırması[1372] bağlamında ele alınan "sanat-oyun"
birlikteliği, yaşam-oyun arasındaki geçişkenlikle de ilgilidir. Çünkü yaşamı
oyunlaştırmanın aracı olan sanatsal ürünler, derin yapıdaki anlamlarıyla
aslında doğrudan yaşamın kendisini imlemektedir. Sanatsal yapıtı oluşturan
oyundaki kostümler, dekor, makyaj ve masklar bir kenara bırakıldığında ortaya
yaşamın kendisi çıkacaktır. Bu nedenle yaşam sanatın, sanat da yaşamın ta
kendisidir. Sanatı ve yaşamı iki ayrı olgu olarak görüp yaşam-sanat arasında
ilişki kurmaya çalışmak "Anlamsız, yalınkat bir eşleştirme\dir\ (,..)"[1373]. Çağlar,
kişiler, figürler, yaşama biçimleri, koşullar, toplu durumlar ne kadar
değişirse değişsin değişmeyen tek şey bir oyun olan yaşamın / sanatın özüdür.
Cahit Koytak, bu düşüncesini sanatsal arkeolojik kazı eğretilemesiyle
somutlaştırır:
"(■■■)
Kazın bu şehri, yüz yıl derinlerine kadar kazın!
Bugün burada yaşayan yüzlerdeki boyayı, Sahici ya da takma, sakalları,
bıyıkları kazıyıp atın, Bakalım, kimleri bulacaksınız, Altında bütün o
maskelerin, Bütün o makyajların?
(■■■)
Tekrar tekrar yapın bunu, tekrar tekrar, Yüz sene daha, yüz sene daha, Yüz
sene daha aşağılara inin:
Katman katman öykü, katman katman kader... Değişen yalnızca kostümler
olacaktır, Yalnızca oyunlar ve roller olacaktır.
Değişmeyen, kaybolmayansa
(■■■)
Ölümü oyuna
çeviren şiir[dir.] "295.
Yukarıya alıntılanan dizelerde sanatın-yaşamın değişmezliğinin,
biricikliğinin; değişen ve akıp giden her şey karşısında kalıcılığının yanında
başka bir işlevi de vurgulanmıştır. Bu işlev, sanatın insan için tedirginlik ve
huzursuzluk kaynağı olan ölüm karşısında bir sığınak olmasıdır. Çünkü genelde
sanat özelde ise şiir, soğuk ölüm gerçeğini bile bir tür oyuna çevirerek daha
katlanılabilir kılan, estetize edici bir etkinliktir. Örneğin "Büyük
Anneler İçin Kaside" şiirinde ölüm çocukların avunduğu "oyuncak
dürbün"dür[1374] [1375] [1376]. Ölümün zorunluluğu karşısında ff297
yaşam, Kaçmakla
sonunu getiremediğimiz / Iç içe oyunlar [dır] (...)
. Bu nedenle
kaçmakla kurtulmanın
mümkün olmadığı bu oyunlardan, kaçmak yerine oyunlara sığınmak daha avutucu bir
çözümdür. Hatta sadece ölüm değil, kıyametin kopması[1377]
ve ölümden sonraki, endişe duyulan yaşam da birer oyundur. Bu nedenle insanın
nesneler dünyasındaki yaşamı, ölümü ve ölüm sonrasındaki metafizik yaşamının
hepsi birden "Bitmeyen Oyun"dur[1378] [1379] [1380] [1381].
Cahit Koytak şiirinde yaşam öylesine oyunlaşmış bir olgudur ki insanın ruhu
bile, insanın "kendini, Tanrı'nın huzurunda / oynanacak oyuna
hazırladığı(...)" her türlü donanımıyla tam "bir
tiyatro sahnesi"dir30. Dahası bu oyunda herkes kendi
tiyatrosuyla aynı zamanda öteki bireylerin gezgin tiyatrosunda "bir
sahne-arkası tt301
oluştur[maktadır.] . Dolayısıyla bütün ruhlar, yaşam
oyununda hem sahnenin
kendisi hem
de bir başkasının oyunu için sahne arkasıdır.
Yaşam-oyun temalı şiirlerde Tanrı'nın yaratması da bir tür oyun olarak
değerlendirilir. Örneğin "Sol Elle Yazılanlar"da Tanrı bir "oyuncakçı
ustası"dır; insanlar ve evrendeki diğer varlıklar bu Usta'nın
yarattığı "tahtadan, alçıdan ya da 7/302
kilden
oyuncaklar[dır.] .
Evren ise hepsi aynı ustanın hayalhanesinden çıkmış(...)", insanın
aklından çok kalbiyle orada bulunduğu "bir oyuncakçı dükkânı[dır.]"[1382]. Bütün oyuncaklar aynı Usta'nın yaratımı olduğu
için "evren denen bu muazzam oyuncakçı dükkânında, / Gauss'un ve
Mozart'ın oynadığı / kozmik oyuncaklar(...)"[1383] da dahil olmak üzere her şey bir yönüyle
birbirine benzemektedir.
Yaşam-oyun temalı şiirlerde, yaşamın ve onun dönüştürüme uğramış estetik
tasarımı olan sanatın ve Tanrı'nın yaratmasının genellikle tiyatro, tiyatro
sahnesi, kulis, kumpanya, gezgin tiyatro çadırı gibi tiyatro sanatına ilişkin
eğretilemeler aracılığıyla işlendiği görülür.
Katı, nesnel gerçekliğin trajik olgusu olarak yaşamı tehdit eden savaş bile
bir oyun olarak tiyatro sahnesi eğretilemesiyle işlenir. İsrail'in 2008 yılı
başlarındaki Gazze ablukası sırasında yazılan, savaşın insan yaşamı özellikle
de çocukların yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerinin ve savaşın anlamsızlığının
ele alındığı "Gazze Risalesi" şiirinde tiyatro eğretilemesi aşağıdaki
gibidir:
"(■■■)
ben
yeryüzünün hüzün şairi,
sormak
geliyor içimden:
biz, bütün bir insanlık, cin
taifesi, melek taifesi, şeytan ve Yüce Tanrı, hangi oyunu oynuyoruz bu tiyatroda,
hangi oyunu, onlarca yıldır, hangi oyunu, böyle kan revan içinde? (...)"305.
"Ançüezli Şiir"de bir şiir kişisi olarak kader, yaşam denen ve
her gün kendini tekrar ederek tekdüzeleşen "(...) aynı oyuna /yeni
repliklerle girer[ek\" annelerinin gayretlerine rağmen "boğa
bakışlı kaderle" baş edemeyen çocuklara "(...)
rollerini unutturur (,..)"[1384] [1385]. Şiir
anlatıcısı, yine tiyatro eğretilemesi bağlamında, diğer şiir kişilerini "rol
arkadaşları"[1386] olarak adlandırılır.
Tanrı'nın insan ve insan yaşamına ilişkin emirleri ve insanın yazgısı yaşam
denilen tiyatro "oyu[nu\nun tekstleri, tabletleri,"dir[1387]. Hz. Musa, Sina Dağı'ndan "koltuğunun
altın[a\" tutuşturulan tekstleri / kendisine vahyedileni "Ezber
yapa yapa döne[mektedir.] "[1388]9 Cahit
Koytak şiirinde sıklıkla geçen "Büyük Oyun"[1389] kavramı, insanlığın dünya adlı "Kozmik
Sahne"deki yaşamını karşılayacak biçimde kullanılmaktadır. Oyun ise
bireyin kendine özgü "tekstini" / yazgısını karşılamaktadır.
Yaşam-oyun temalı şiirlerde genellikle bilinçli bir biçimde ve iyice belirginleştirilmiş
bir tutumla öyküleyici anlatıma başvurulur[1390]. Bu durum şairin, yaşamı bir tür oyun / tiyatro
olarak görmesinin şiirin biçimsel yapısına yansımasının bir sonucudur.
Şiir anlatıcısı; yaşamı, sanatı, ölümü bir oyun olarak görmenin sanatsal
kurmacaya özgü bir tavır olduğunu yine kurmaca / oyunlaştırılmış bir metin olan
şiir aracılığıyla açıklayarak; postmodern anlatıların temel niteliklerinden
olan, okuyucuya anlatının kurmaca olduğunu bildirme tavrını sergileyerek oyunu
daha da girift bir hale getirir. Böylece oyun içinde sayısız oyun olabileceği
düşüncesi içeriğe dolaylı olarak yansıtılır. Metnin derin yapısında ise yaşamın
ve sanatın bir oyun ve bütüncül olarak döngüsel bir süreklilik gösterdiği
iletisi okuyucuya ulaştırılmış olur:
"(■■■)
dekor, ışık, figürasyon, her şey tamam,
her şey eksiksiz tamam, tamam da...
yine de bir tuhaflık var havada;
herkesin görüp de dile getirmekten ürktüğü,
"yok canım, bana öyle geliyor!" deyip peşinen
kendinden sakladığı türden bir tuhaflık...
(■■■)
birden fark ediyorsunuz ki,
ne alınan bir şey var,
ne satılan bir şey var, gerçekte,
hepsi oyun, herkes oyuncu,
her şey hikâye!"[1391].
Birey, ölümlü olma niteliğiyle var oldukça geçip giden karşısında yaşamı,
sanatı, ölümü, başta olmak üzere kendi varoluşuyla ilgili sorunsal, eylem ve
üretimleri oyunsulaştırarak avunmaya devam edecektir. Bu nedenle insana dair
olan şeylerin "hepsi oyun" ve bu olanların etken /
edilgen aktörü olan "herkes oyuncu"dur.
ALTINCI BÖLÜM
CAHİT KOYTAK ŞİİRİNİN DİLİ ve ÜSLUBU
ALTINCI BÖLÜM
6. CAHİT
KOYTAK'IN ŞİİR DİLİ VE ÜSLUBU
6. 1. Şiir Dili ve Üslubu
Cahit Koytak şiirinin en belirgin özelliği şiir dilini günlük dilden
devşirmesidir. Ancak bu durum anlamsal olarak bir tür sığlık ya da yüzeysellik
olarak değerlendirilmemelidir. Şiir, başka bir şeyin sıfatı, ardılı, öncülü ya
da açıklayıcısı değildir. Olgusal ve sözel anlamda şiir, kendini kaim kılan
değerlerle kendini var eden, kendisi için yine salt kendisiyle var olan
sanatsal bir yaratımdır. Anlam yüklenmeye muhtaç olmadan kendinde kaim bulunan
anlamları çoğaltan bir metindir. Bu bakımdan Cahit Koytak, şiirin bir dil
sorunu olduğunun farkındadır. Ancak Cahit Koytak'ın bu farkındalığı, II.
Yeni'nin şiir anlayışında olduğu gibi şiiri tamamen dile indirgeyen bir
yaklaşım değildir. Şiir dili düzyazı gibi nesnel gerçekliğe ait olay, olgu ve
durumları anlatan bir dil olmanın ötesinde sözcüklerini günlük dilden
devşirmekle birlikte bir üst gerçekliği anlatan, kendini oluşturan sözcüklerin
ötesinde bir dil olarak değerlendirilir. Cahit Koytak bu görüşünü "
'Şiir, suyun üstünde yürümektir, efendimiz, / Düz yazıysa karada (...)' "1 dizeleriyle
açıklar. Buna rağmen Hayriye Ünal, Cahit Koytak'ın dizelerini şiirden çok
düzyazıya yakın görerek bu nedenle Cahit Koytak şiirinin "sarsıcı" olmadığı
eleştirisinde bulunur. Ünal, bu görüşünü bir örnekle açıklar: "Uzunca
bir cümlenin, belli yerlerinden bölünüp dize yapıldığını; yan cümleler,
gösterişli sıfatlar ve çoğaltılmış ek ifadeler [ara sözler] yoluyla
zenginleştirildiğini gözlemliyoruz. Örneğin; 'upuzun ve pek zayıf,/ hemen hemen
bir deri/ bir kemik bedeniyle Kafka’dan,/ ressam Ascher’a,/ Ermiş Sabastian
için/ çıplak modellik/ yapması istenmiş...'güzel bir düzyazı cümlesidir ama
şiir değildir. "[1392] [1393].
İyi şiir tüm yalınlığına rağmen "çobana, krala ve estete"[1394] anlamlar çoğaltır. Bütün yalınlığının ve basit
görünümünün ötesinde okurun donanımına, "içinin derinliğine
göre"[1395] anlam içinde anlam taşıyan katmanlı bir yapı arz
eder. Bu anlamlar avam ("çoban"), havas /
entelijansiya ("kral") ve beğenisi incelmiş
sanatçı ("'estet”[1396] [1397]) için
gerçek ve geçerli anlamlardır. Cahit Koytak bunu yaparken modern şiirin
başatlaştırdığı imgeyi amaç olarak edinmez. Onun şiirinde "(...)
imge'nin kalınca örtüler altında kaldığı (...)'" görülür. İmge
anlamla birlikte kendi gel(ebil)en bir şiir ögesi olarak görülür. Cahit
Koytak'ın imgeyi öncelemeyen bu tavrı bazen eleştiri konusu olur: "Cahit
Koytak şiirinde zihni kanırtacak, büyüleyecek imgeler yok. Sadece zekice
'söylenen' hakikatin hayreti var."[1398]. İmge
ihmal edilirken önemsenen anlatım özelliklerinin başında yalınlık gelir.
6. 1.
1. Yalınlık
Sadelik, vuzuh, sarahat, açıklık, duruluk olarak da adlandırılan yalınlık
Karataş tarafından "(...) Bir edebi metinde meramın kolayca
anlaşılması için ifadenin açık olması (...)"[1399], ve "(...)
gösterişsizlik. Bir fikri, herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatma; bir
duyguyu hemen herkesin hissedeceği şekilde söyleme."[1400] biçimlerinde
tanımlanır. Ancak Karataş, bu tanımlamaya ek olarak "Unutmamak
gerekir ki, sadelik, hiçbir zaman 'basitlik' anlamına gelmez."[1401] açıklamasında bulunur. Cahit Koytak şiirinin,
bilinçli olarak yalınlığı amaçlamasıyla ilgili olarak Adıyan, şu saptamada
bulunur: "Cahit Koytak’ın şiiri; yalın, derin ve içseldir. Bu
yalın hali, konuşma diline yakın dursa da, bu bir yanılsamadır. Zira yüzeysel
değil, derinlemesinedir."[1402] [1403] [1404]. Cahit Koytak, şiirinde en sofistike, anlatması ve
anlaşılması son derece zor konuları, çetrefil felsefi bahisleri bile duru bir
anlatımla, sıradan insanın anlayışına indirgeyerek duru bir biçimde anlatmayı
amaçlar, "Katıksız, koşulsuz -1112
yalınlık! Yalın yalınlık
yanı . Bir başka deyişle
şair, dinmiş, durulmuş şeyler
• •7 r • -| tt13
*11*
T'»
11
1 • . Tf .
1
7-7 7
söyleme [nin] peşindedir.
Bu nedenle Cahit Koytak, Kelimelerle satranç oynamayan şairler
(...)"[1405] arasında değerlendirilir. Zaten zor olan da
eklektik ve derin olanı anlaşılır kılarak anlatmaktır. "yalınlık
daha zor bazen / karmaşıklıktan, / daha kafa karıştırıcı, / uyum arayan zihin
için.”[1406]. Yoksa "Kendini,
büyük sırlar taşıyormuş gibi satmaktan daha kolay ne var dünyada?”[1407]. Şairin
yalın, duru bir anlatımı amaçlaması aslında yaratılışın saflığını ve estetiğini
yakalama çabasının bir sonucudur. Bu nedenle yalın bir dille şiirlerini
yazarken "yalnızca saflığı al[ır] yanına / [Tanrı'nın] yaratırken
kullandığı saflığı / bir çiçekte, bir bulutta, bir tırtılda / değişmeden devam
eden saflığı”[1408]. Bu
saflığı kullanarak şair, "yalvaçların gördüğü rüyalar gibi açık,
/yalın (...)"[1409] şiirler yazmalıdır[1410]. Cahit Koytak'ın peşinde olduğu şiir yapay olandan
kaçınan, söyleyişin dolambaçlı yollarında bilinci ve dili bulandırmayan "Apaçık,
(...), / Kır çiçeği gibi yalın, / Ümmi ve hilesiz; /(,..)"[1411] berrak bir
söyleyiştir. Yalın şiirin, doğal olarak "(...) yalınayak bir
yolcunun hafıflıği’m taşıması için şunu salık verir: "Sıfatları
azaltmalısın!"[1412].
Cahit Koytak, şiirde yalınlığın ölçüsünü "Yazmış olduğun
şiirleri mahallenin bakkalı da okuyabilmeli. "[1413] olarak belirler. Çünkü okurun şaire ulaşmak
zorunluluğu yoktur; şair, "çobana ve bilgine, azize ve
katile,"[1414] ulaşmak zorundadır. Şair açık ve yalın bir
söyleyişi yakaladığında sadece insanlara ulaşmakla kalmaz Tanrı'ya da ulaşmanın
yolunu bulmuş olur. Çünkü "açık söz söylersen, güzel söz
söylersen, / (...) / akar gidersin, akar gidersin ta denize [Büyük
Bütünlük'e, Tanrı'ya] varıncaya kadar."[1415]. Şair,
şiirle Tanrı'ya ulaşmanın koşulu olarak O'nun yaratmasındaki saflığı yakalamış
yeni ve yalın bir dili bulmak olarak görür: "işte böyle, işte
böyle ve böyle, / yeni bir dile ulaşmak! // (.) / böyle ve böyle ve böyle / bir
yalınlığa / bir yakınlığa erişmek, / bir yakınlığa iyi caz için, / iyi şiir
için / ve O'nunla!"[1416].
Şairin ve şiirinin kalıcılığı yakalamasının yolu da yalınlığa ulaşmaktan
geçmektedir. Klasik olmanın, geleceğe kalmanın en önemli belirleyicilerinden
biri yalınlıktır. Ancak bu yalın oluş, sığlık ve yavanlıkla taban tabana zıt
bir nitelikte olmalıdır. "(...) anneniz gibi / ya da büyükanneniz
gibi / konuşmayı deneye[erek]."[1417] yazılmış
yalın şiirlerde her okur, kendi düzeyine, donanımına, kavrayışına ve hazır
bulunuşluk düzeyine göre farklı entelektüel derinlikte anlamlar üretebilir.
Böylesi bir şiir dili "Hem doçentlerin, hem simitçilerin diline /
çevzri'l[miş]"[1418] bir üst dil niteliği taşır. Yalın, "(...)
sanatın kas gücü[nün] hissedil[mediği]"[1419] metinlerin "mahallenin bakkalına" da
entelektüel bireye de söyleyecekleri olacaktır. Sanatın çeşitli dallarında
anlatımın büyük ustalarının yalınlığın peşinde olması, primitif sanata
yönelmesi - örneğin Picasso'nun tablolarında ilkelliğin saflığını ve sadeliğini
amaçlaması- bu nedenledir. Cahit Koytak'a göre yalın metinlerin bu derinliği
ilk bakışta göğün sığ görünmesi gibidir ancak sonsuz bir derinliği içinde taşır
ve büyük sanatçıların yalın metinlerle yapmaya çalıştığı da tam olarak budur:
"Göğün
Dibi
ilk bakışta
nasıl da sığ gözükür,
büyük sanat
da, büyük fikir de göze;
vuzuhtan
korkmadan gösterir gibidirler bu ikisi, ne varsa diplerinde.
ama daha ilk
adımı atarsınız ve işte, düş babam düş! kuyulardan, yutaklardan geçerek,
inersiniz kendi ruhunuzun derinliklerine!
neden sonra
etrafınıza bakar ve anlayamazsınız, yerin altında mısınız, yoksa göğün çatı
aralığında mı?
öyle bir yer
ki, herkes oradadır:
pablo
picasso, hazreti ali, hazreti isa, edith piaf, tolstoy ve gandi,
selim ışık,
hamlet, jimmy hendrix, yusuf, züleyha... "[1420].
Cahit Koytak, "Soyut ve terminolojik kavramlarla kendine
dayanak bulan kuru, yapay bir ifade dilini kullanmaktan kaçınmıştır (...).
Şairin derdi anlaşılması güç, kapalı bir şiir anlayışına öncülük etmek
değildir. "[1421] [1422] [1423]. Felsefi
bir içeriği işlediği şiirlerde bile dil, soyut, mekanik bir kuruluğa düşmez.
Dolayısıyla Cahit Koytak şiiri hem kalıcılığı yakalamak hem de duruluğuyla
Tanrı'ya ulaşmak için "bilinçli bir yalınlık ve neredeyse
/kurgulanmış bir saflıkla (.)"31 yazılmaktadır. Cahit
Koytak'ı önemli kılan da yalın bir dille anlamsal derinliği sağlamasıdır. Şair
Alper Gencer Cahit Koytak'ın bu anlatım özelliğiyle Yunus Emre'nin şiir dili
arasında benzerlik kurar: "Yunus'a bakın mesela. Açık ve basit
görünen el kadar Türkçe ile neler ft32
yazmış. . Onun kasıtlı bir tercihle amaçladığı dil (...)
yağmur suyu kadar saydam / ve açık olmaktan korkmayan bir şiir (...)"[1424] dilidir.
6. 1.
2. Doğallık
İlk baskısı 1990'da yapılan "İlk Atlas"ta "Gençtim
şiire hevesim vardı / Büyük sözlerden utanmıyordum henüz"[1425] dizeleriyle kendini tanımlayan şiir anlatıcısı,
büyük sözlerle inşa edilmiş şiir söylemine kapılarını açık tuttuğunu belirtir.
Ancak aynı anlatıcı, yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra, şiir yazmanın temel
ilklerden birini "Doğanın konuştuğu gibi konuşmak."[1426] biçiminde niteler ve şiir dilinin doğanın
akışındaki yazgısallık gibi kendine özgü bir ritim ve doğallık içinde olması
gerektiğini söyler. Şairin yazdıkları yapay geometrik ölçüler, tasarlanmış
yapaylıklardan uzak olmalıdır. İşlene işlene klişeleşmiş tema ve üsluplardan
uzak durmak gerektiğini belirtir. Şairin ortaya koyduğu şiirler ne "gösterişli
türbeler (.)" ne "tapınak avluları gibi soğuk, / ne
kışlalar gibi intizamlı ol[malıdır],"[1427]. Şiirler
gerek tematik açıdan gerekse dil ve ritim açısından kopuk olmamalıdır. Şiir
içerdiği ince duyarlıkla doğayı, duymalı ve duyurmalıdır: "Rüzgârların
uğultusuyla dolsun / Kulağın ve şiirin; / Derelerin, ırmakların çağıltısıyla, /
Ormanların fısıltısıyla..."[1428]. Şair, iyi
şair olmanın gereklerini bir başka deyişle poetikaya ilişkin kavramları öğrenip
uygulamada doğayı örneksemelidir:
"(■■■)
Rüzgârdan
esmesini öğrenmeli,
Buluttan
gezmesini, yağmurdan yağmasını, Otlardan da yeşermesini...
Önce
yeşermesini,
Allanıp
pullanmasını, Sonra sararıp gitmesini!
Ve mevsimi
gelince de terütaze bir tende, Yeni bir donda ve yeni oyunda Bir daha, bir daha
dirilmesini!"[1429].
Şair, doğayı çok yakından izleyerek ona öykünse de bu şair için ulaşılması
son derece güç bir hayal gibidir. Ulaşmak her ne kadar zor olursa olsun şair,
dil ve anlatımda incelip kusursuza yaklaşmak için bu tavrı elden
bırakmamalıdır. Doğanın dili gibi bir şiir dili kurmanın zorluğunu "
'suların, rüzgârların, otların, ağaçların / teklemeden söyleyebildikleri şiir /
insan için erişilebilir değildir.' "[1430] dizeleriyle dile getirir. Cahit Koytak,
kendisine şiirleri ve poetikası ile ilgili sorular yönelten, bu konuyla ilgili
röportaj talebi ileten çeşitli dergi ve gazete yazarlarına yanıt olarak[1431] doğa
olaylarıyla şiirini ilişkilendirdiği, poetikasının merkezinde yer alan doğal
olma düşüncesinden hareketle yazılmış "Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları
Sorulsa"[1432] şiirini
gönderir.
"AĞACA,
RÜZGÂRA, YAĞMURA POETİKALARISORULSA
Badem
ağacına, çiçeğinden sual olunsa,
'Baharı
bekleyin ve bunu saka kuşuna sorun!' diyecektir.
Yağmurdan, kendini anlatması
istenecek olsa, ’Tohum olun ve bunu toprağa sorun!' diyecektir.
Bir kayadan bilgi sorulsa,
suskunluğuna dair,
'Kulaklarınızı tıkayın ve bunu
kalbinize sorun!" diyecek ve tutup daha derin bir sessizliğe gömülecektir.
(■■■)""4.
Şiir anlatıcısı kendisine şiirin ne olduğunu soranlara badem ağacı, yağmur
ve kaya gibi varlıkların doğal suskunluğunu işaret ederek yanıtlar. Badem
ağacının kendi çiçeğini soranlara çiçeğin muhatabı olan saka kuşunu; yağmurun
da tohumu ve toprağı işaret etmesi gibi şiir anlatıcısı da kendi şiirinin ne
olduğu konusunda kendisi açıklama yapmaktan kaçınarak zımnen şiirinin
okuyucusunu işaret eder. Alıntılanan son bentte ise kaya gibi bilgeliğin
bilmemezliğine sığınan şiir anlatıcısı, şiirinin içeriği, dili, estetiği vb.
hakkında bilgece bir suskunluğu tercih eder.
Cahit Koytak, şiirinin içeriğini kurgulamasında olduğu gibi şiir dilini
inşa ederken de bilinçli bir çabayla doğallığı amaçlar. Doğallık, şairin dil ve
anlatımda önemsediği yalınlık ve saflığa ulaşmasında önemli bir etkendir.
6. 1.
3. Günlük Dilden Şiir Dilini Yontmak
Cahit Koytak şiirinin sözcük kadrosu -çeşitli bilgi ve bilim alanlarından
alınan o alanların kendine özgü sözcük kadrosuna ait sözcükler ve söz öbekleri
bir kenarda tutulursa- günlük dilin dağarcığından beslenir. Günlük dilden
alınan sözcükler, günlük dildeki anlamsal boyutlarını ve derinliğini aşacak
biçimde şiirin anlam dünyası içinde yeni anlamlar kazanarak şiir diline
dönüşür. Ancak bu yeni anlamlandırma aykırı bağdaştırmalardan çok sözcüğün dize
içinde oturduğu anlamsal bağlamların özgünlüğü ile sağlanır. Cevat
Akkanat, İstanbul BirNokta dergisinin "Cahit Koytak Özel
Sayısı"nda yazdığı yazıda Cahit Koytak'ın bu yönüne dikkat çeker:
" '(...) artık yıldızların her bir ayrı bir
yörüngede / dervişler gibi dönüyor, / güneşler patlayıp dağılıyor, / Tanrının
ellerinden kaynayan ışık / saniyede üç yüz bin kilometre hızla / [1433] geleceğe akıyor, akıyordu. // Çünkü, sonsuzluğun
dibinde / ‘gelecek ’ dediğimiz / o fantastik delik açılmıştı.’ (...) İktibas
ettiğimiz dizelere dikkat edilirse şairin günlük dilden fazla uzaklaşmadığını
görürüz. "[1434].
Cahit Koytak'ın günlük gazetede şiir yazma tavrının arkasında yatan şiiri
"herkesle" buluşturma düşüncesi aynı zamanda şiir dilinin kaynağı
olarak günlük dili seçmesinin de nedenidir. Şiir, ancak öylesi bir tutumla
geniş kitlelere seslenebilir ve onlara belirli bir estetik düzeyin üstünde
edebi haz sunabilir. Herkesin dilinden devşirilmiş ancak anonimleşerek
sıradanlığa düşmemiş şiirlerle şair ve şiiri sahiciliği yakalayabilir. Yunus
Emre Altuntaş, Cahit Koytak şiirini ele aldığı yazısında konuşma dilinin Cahit
Koytak şiirine kaynaklık etmesini şöyle değerlendirir: "Hep
beraber kullandığımız dilden almalıyız şiirimizi ve okunmaz hale gelmişlikten
çıkarmalıyız. Yunus kadar sahici, herkese söyleyecek sözü olan şiirler
yazmalıyız."[1435]. Şiir yazarken konuşma diline yakın olmanın
zorluğunun yanı sıra bu tutumdan kaynaklanan riskleri ortadan kaldırmak da ayrı
bir zorunluluk olarak şairin karşısına çıkar. Ancak Ömer Erdem'den aktaran
Murat Tokay'ın da belirttiği gibi Cahit Koytak'ın bu zorluğu aştığı
görülür. "Söz oyunlarından ve imgeden kaçan bir şiir yazıyor Cahit
Koytak. (...) Ömer Erdem'in de belirttiği gibi birçok şair sözü eksilte eksilte
büyük sanata varırken o sözü çoğaltıyor, konuşur gibi yazıyor. Sözü çoğaltmanın
da zafiyetine düşmüyor, şiir hakikatini kaybetmiyor."[1436]. Günlük
konuşma dilini kullanarak içerik, teknik ve estetik açıdan esaslı metinler
ortaya koymak Cahit Koytak'ta bilinçli olarak ve çalışılarak geliştirilmiş bir
poetik tutumdur. Cahit Koytak, bu tavrını ele aldığı "Tuz ve Kekik"
şiirinde, şiir anlatıcısı ile şiir kişisi Güzel Sözlerin Cini'nin diyaloğu
aracılığıyla şiir diliyle ilgi temel amacını açıklar.
" Tuz
ve Kekik
- Öyle bir
söz söyle ki, GüzelSözlerinCini,
Öyle güzel
bir söz söyle ki, bana, İçinde ne bilgi, ne keder, ne zekâ, Ne de sanatın kas
gücü hissedilsin.
Yani ilk üçü yeterince,
Dördüncüsü de tuz, kekik düzeyinde
Var olmasına olsun, ama
Hiçbiri, öyle tadar tatmaz, insanın
Ağzını yakmasın, buruşturmasın.'
- “Efendimiz, gerçekte, en iyisinden,
En incesinden, en keskininden şiir,
Demek istiyorlar, yanılmıyorsam...
Masal gibi kıvrım kıvrım belki,
Ama dolambaçlı değil, apaçık ve akıcı;
Gazete yazısı gibi gündelik dile ait,
Ama yine de okuyanda da, dinleyende de
Gurbette vatanın,
Mezarda hayatın uyandırdığı
Hasreti uyandıran söz,
Demek istiyorlar, Majesteleri.'
(...)"[1437].
İyi şiirin "bilgi", "zekâ", "keder" ve "sanatın
kas gücü"nün yani sanatsal dilin optimal bileşiminden oluştuğunu
belirten şiir anlatıcısı, son derece ölçülü bir bileşimden meydana gelen bu
içeriğin aktarıcısı olan dilin, gazetelerin kullandığı yazı dili gibi gündelik
dilden alınması gerektiğini vurgular. Böylece iyi şiir, içerik olarak bilgi,
zeka ve kederle / duyguyla; biçimsel olarak da günlük dilden devşirilen edebi
dille kurulur. Eğer şair, "evde çocuklarıyla / konuştuğu gibi
konuşmuyorsa, / karısıyla konuştuğu gibi konuşmuyorsa, // hasta bakıcısıyla,
mezar kazıcısıyla, / kurtlarıyla, böcekleriyle, kemikleriyle / konuştuğu gibi
süssüz, / caka satmadan,"[1438] konuşamıyorsa
iyi şiirin dilini bulamamış demektir.
6. 1. 4. Öyküleyici Anlatım
Manzum ya da mensur bütün edebi metinler en temelde bir
"anlatı"dır ve içerdiği bir öyküsü vardır. Şiir de doğal olarak -öykü
ve romandaki kadar belirgin olmamakla birlikte- silik ve örtük de olsa bir öykü
içerir. Bu zorunlu durum şairin, şiiri tahkiyeye yaslaması dolayımında şiir
sanatı için, şiiri "manzum anlatı" düzeyine düşürme riskini de
beraberinde getirir. İlhan Berk'in "Öykülü şiire karşıyım. Öykülü
dediğim, konusu anlatılan, bir yerde başlayıp bir yerde biten şiir. Bu bana
şiirin dışında bir olay gibi görünüyor."[1439] çıkışıyla kastettiği de tam olarak şiirin karşı
karşıya kaldığı bu risktir. Ancak kendine özgü şiir dilini kurabilmiş şairler;
öyküleyici anlatımla kurulan şiirlerde söz diziminin deforme edilmesi,
sözcüklerin temel anlamlarının ötesinde anlam bağlantıları içinde kullanılması,
çağrışım gücü yüksek sözcüklerin seçimi, içeriğe uygun sözcük kadrosu
oluşturma, aykırı bağdaştırmalar, dilde ve duyarlıkta sıradanlığın kırılması,
ritmik söyleyiş gibi yol ve yöntemleri kullanarak anılan öyküleyici anlatımı,
bir risk olmanın ötesinde bir anlatım olanağına dönüştürebilmektedir. Bu
nedenle şiirin "(...) bir yerde başlayıp bir yerde bilmesinden] "[1440] çok, şiirselliğin gereklerini ne ölçüde
sağladığı belirleyicidir.
Cahit Koytak şiirinin belirgin özelliklerinden biri de bu bağlamda
öyküleyici anlatımdır. Cahit Koytak, iyi tasarlanmış bir öyküyü ve şiir dilinin
dokusuna uygun öyküleyici anlatımı, iyi şiiri inşa eden önemli yapı
elemanlarından biri olarak görür.
Cahit Koytak'a göre en temelde, "Milyarlarca hikâye katmanının
/ altında akıp çağılda[y an] şiir. / (...) / Katman katman
öykü, katman katman kader [den] ,.."[1441] başka bir
şey değildir. Bu anlayışından ötürü şair, öyküleyici anlatımı bir şiir söylemi
olarak kullanmaktan çekinmez. Cahit Koytak'ın bu tavrı "Edebi
türlerin birbirini beslemesi anlamında hikâyenin, hikâye etmenin şiire çeşni
kattığı (...)"[1442] biçiminde de değerlendirilebilir. Ancak Hayriye
Ünal, "Cahit Koytak Şiirleri Bizi Neden Sarsmıyor?"[1443] sorusuna yanıt aradığı yazısında, Cahit
Koytak'ın şiir dilinin belirgin bir biçimde öykülemeye dayalı olmasını bir
başka deyişle düz cümleye daha yakın cümlelerin dizeleştirilmesini onun
şiirlerini sarsıcı olmaktan uzaklaştırdığı görüşünü savunur. Said Yavuz, Cahit
Koytak'ın şiirinde öyküleyici anlatımın belirginleşmesinin "(...)
en büyük tehlıkesı\n\n\ şiirdeki sesi olumsuz yönde etkilemesi." olduğunu
ancak bu dilsel tutumun "(...) sözü hikmete metni tedailere
hasretmiş bir (...)"[1444] şairi işaret ettiğini belirterek, Hayriye
Ünal'ın tersine, aslında bunun bir handikap olmadığını belirtir.
Öyküleyici anlatımın onun şiirlerine olumlu katkıları üzerinde duran Şahin
Torun Ayraçta yayımlanan yazısında, Cahit Koytak şiirindeki
öyküleyici anlatımı şiirin iç zamanı bakımından anlatım olanaklarını genişleten
bir avantaj olarak görür. Ona göre, "Cahit Koytak şiirine en
baştan sona kadar eşlik eden masalsı deyiş/söyleyiş biçimi[nin] bir yandan
tarihe, mitolojiye, rivayetlere doğru giderken diğer yandan kırk yılın
birikimiyle tekrar şimdiki zaman dönüşüyle"[1445] şiirdeki insan ve zaman gerçeğini okuyucuya daha
yalın ve etkileyici biçimde fark ettirdiği üzerinde durur. Öyküleyici anlatımla
kurulan şiirlerinde Cahit Koytak, şiiri düz yazıya yaklaştırma tehlikesine
düşmez. Suavi Kemal Yazgıç, bu handikap karşısında Cahit Koytak şiirinin,
şiirselliğinden ödün vermeyişini, "En hikâyeli şiirinde bile
narrative değil, imgeler mısra mısra teşekkül ederken, aslolanın şiir olduğu,
anlatılanın bunun bahanesi olduğu gözden yitmiyor."[1446] biçiminde açıklar. Şiirsellikten ödün verilmeden
yapılan öykülemenin şiirin öz niteliklerini zedelemeyeceği eksenindeki
değerlendirmeye Emrah Tahiroğlu da katılır. Ona göre öyküleyici anlatım
gerekçesiyle "Cahit Koytak gibi bir şairin söylediklerinin aza
alınıp küçümsenmesi düşünülemez."[1447].
Öyküleyici anlatımı bir şiirleştirme yöntemi olarak sıkça kullanan Cahit
Koytak, birçok şiirinin adında da "hikâye / (...) hikâyesi" sözcüğüne
yer verir[1448]. Örneğin
kitaplarında, "Hikâye" ortak adını taşıyan birden fazla şiirin yer
alması dikkat çekicidir[1449]. Bu şiirler tanrısal bakış açısıyla ve üçüncü tekil
kişi anlatımıyla ve monolog, diyalog ya da polilog yöntemiyle kurgulanır.
Örneğin Hükümdar ile emrindeki kişilerin diyaloğunun öykülemesi biçiminde
kurgulanan, aşağıdaki "Hikâye" adlı şiirde, öyküleyici anlatım
belirgin bir biçimde görülür. Ancak şiire egemen olan, paradoksal anlatımla
sağlanmış bütüncül ironi, metni şiir kılan temel özelliktir. Belirgin
öykülemeye rağmen metin, şiirin sınırları içinde kalmayı sürdürür:
“Hikâye
'hükümdarım, taht tabuta sığmıyor. ” demişler,
’o zaman, tabutu tahta sığdırın,' demiş,
’o zaman, mezarı tahta sığdırın!
’o zaman, torlayın toplayın
Zaman ’ı
tahta sığdırın!' "[1450].
Öyküyü oluşturan diyaloğun ilk bendinden gündelik, olağan deneyimi yansıtan "taht
tabuta sığmıyor" bilgisi gerçek anlama yaslanan; ancak aslında
bir kinayeyi işaret etmesiyle metni öykü olmaktan çıkaran ilk özelliktir.
İkinci ve üçüncü bentlerdeki tabutun ve mezarın tahta sığdırılması emri ise
nesnel mekân algısının tersyüz edilmesi[1451] bağlamında kurulmuş bir ironi olarak diyaloğu
şiirsel açıdan çarpıcı ve güçlü kılan başka bir özelliği içerir. Son bentteki
"zaman"ın tahta sığdırılmasında ise olanaksızı olanaklı kılma
bağlamında güçlü bir ironi kurulur. Bu dilsel özellikler şiiri -son derece
belirgin bir biçimde öyküleme içermesine rağmen- manzum hikâye düzeyine düşme
tehlikesinden uzak tutar.
Yukarıda alıntılanan şiire benzer biçimde, öyküleyici anlatıma dayanan
"Gül Sepeti" şiiri de bir yabancı ile şiir anlatıcısının diyaloğundan
oluşur. Şiirin öyküsü, yabancının şiir anlatıcısına yönelttiği soruyla başlar:
"Gül Sepeti
-bu tabutun
içinde kimse yok mu?
neden bir
gül sepeti kadar hafif?
-yoksul bir
şairin cenazesi bu, yabancı;
ruhumuzun
kıraç bayırlarına
çiçek
polenleri dağıtan
döllenmiş
rüzgârlar
taşıyor
omuzlarında onu...
(-)"[1452]-
İlk bentte olması gerekenden farklı sonuç çıkarma bağlamında ironi yapılır.
Ağır olması gereken dolu bir tabut, ironik olarak "bir gül sepeti
kadar hafif\t,'w'.\". Tabut, bu olağan dışı hafifliğinden
dolayı "döllenmiş rüzgarlar" tarafından omuzlarda
taşınmaktadır. Öyküleyici anlatıma eşlik eden bu dilsel özellikler, metni salt
manzum anlatı olmaktan kurtaran temel etmenlerdir.
Cahit Koytak şiirinde öyküleyici anlatımın belirgin özelliklerinden biri de
dizelerdeki eylem ve yüklemlerin öğrenilen, görülen geçmiş zaman kipleri ya da
ekeylemin rivayeti ve hikâyesiyle çekimlenmesidir. "İki Yolcu: İnsan ve
Su" şiirinde eylemler ya öğrenilen geçmiş zaman kipiyle ya da ekeylemin
rivayetiyle çekimlenir: "(...) buluşmuşlar / (...) oturmuşlar /
(...) konuşmuşlar / (...) gelmiş // (...) övdüm / (...) döktüm / (...) anlattım
// (...) "[1453] dizelerinde olduğu gibi.
Cahit Koytak, öykülemeye dayalı şiirlerinde, öyküleyici anlatımı belirgin
bir biçimde kullanmanın yanı sıra parodik bağ kurduğu üst metin olan öyküleri
de belirterek şiirin, hem üslup hem de içerik olarak "öykü"
niteliğini pekiştirir. Örneğin Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar?"[1454] öyküsünün parodisi olan "Kunduracının
Rüyası" şiirinde, okuyucuya parantez içinde "(Tolstoy'un bir
hikâyesinde olduğu gibi),"[1455] bilgisi
verilir. Böylece Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" öyküsü ile
"Kunduracının Rüyası" şiiri aynı anlatı düzleminde buluşmuş olur.
Öyküleyici anlatımın dört temel ögesini oluşturan olay, zaman, mekân ve
kişi ögeleri öykülemeye dayalı şiirlerde belirgin bir biçimde öne çıkarılır.
Bazı şiirler ise doğrudan doğruya zaman, mekân, olay ve kişi gibi temel
öğelerin tanıtılmasıyla başlar:
"Hikâye
eski
zamanlarda bir yolcu
kenarında
bir akarsuyun
bir başka
yolcuyla karşılaşıyor.
akşam da
girmek üzeredir.
(.J"[1456].
Yukarıya alıntılanan dizelerde öyküleyici anlatımın dört temel ögesi
belirgin bir biçimde vurgulanır. Olay, iki yolcunun karşılaşmasıdır. Zaman
ise "eski zamanlarda" biçiminde tanımlanan uzak
geçmiştir. Mekân bir akarsu kenarıdır. Kişiler ise iki yolcudur. Böylece
okuyucu, sonraki bentlerde ya da epizotlarda gelecek öyküleyici anlatıma
hazırlanmış olur.
Bazı şiirlerde ise öykülemeyi belirgin biçimde vurgulamak için realist
anlatıların sonunda yapıldığı gibi anlatı kişilerinin sonraki dönemlerinde,
nerede ne yaptıkları, akıbetlerinin ne olduğu hakkında okuyucuya bilgi
verilerek şiir sonlandırılır:
"(■■■)
O gece
Osias'a şiirini sunan gence gelince, onu da meyhanede artık gören olmadı.
Çünkü ertesi
gün, güneşlenmesi
İçin bahçeye
çıkardığı yaşlı anacığını
sırtında
odasına taşırken, evi basan bir Latin mangası alıp götürdü onu. Ve bir daha da
kendisinden haber alınamadı.
(...)"[1457].
6. 1.
5. Dil Sapmaları
Şairin, dili kendine özgü kullanım biçimi olan üslubunun bir yönü olarak
değerlendirilebilecek sapmalar; sözcüklerin, söz öbeklerinin, dizelerin ve bir
bütün halinde şiir metninin ölçünlü dilden çeşitli uygulamalarla alışılmışın
dışında bir kırılma yaratacak biçimde kopmasıdır. Genel anlamda sanatçı
sapmalar aracılığıyla "(...) dile yeni bir güç kazandırmayı,
göstegeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyan / dinleyenin
zihninde yeni değişik tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar."[1458]. Bu
çalışmada dilsel sapmalar, Cahit Koytak'ın şiirlerindeki sapmalar, niteliğine
göre dört farklı başlık altında değerlendirilecektir. Ölçünlü dilin dışında yer
alan kullanımlar niteliğine göre argo ve sarkazm, arkaik sözcükler kullanma, öz
Türkçe sözcükler kullanma ve şairin kendi ürettiği sözcükleri kullanması
başlıkları altında incelenecektir.
6. 1.
5. 1. . Argo ve Sarkazm
Lisan-ı erazil, lisan-ı hezele biçiminde dışlanarak tanımlanan argo[1459], yeraltı edebiyatının bir tür haline gelerek kabul
görmesiyle meşrulaşmış bir dağarcık olarak edebiyatta kendini
"erazil" ve "hezl" olmaktan kurtaran bir kullanım alanı
bulur. Yeraltı edebiyatında, içerikteki aykırılığın biçime yansımasının bir
sonucu olan "argo", her ne kadar genel bir yanılsamayla
"hırsızların dili"[1460] olarak bilinse de, "Türkçe
Sözlük"te " a. (a'rgo) 1. Her yerde ve her zaman kullanılmayan
veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya
deyim. 2. Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynı meslek veya topluluktaki
insanların kullandığı özel dil veya söz dağarcığı, jargon. 3. mec.
Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim. "[1461] [1462] biçiminde tanımlanır. Turan Karataş ise
"argo"yu edebiyat terminolojisi bakımından "(...)
çoğunlukla yazı diline taşınmayan 'özel bir dil’ (.../"1 olma
yönüne vurgu yaparak tanımlar. Sarkazm ise argo, kinaye, iğneleme, ironi
aracılığıyla söylenenin tersini kastetme gibi yol ve yöntemlerle dili, günlük
kullanımın dışında rahatsız edici bir formda kullanma biçimidir.
Cahit Koytak'ın ilk şiirlerinden bu yana yararlandığı argo ve sarkastik
söyleyiş genel ahlakı aşmayacak boyutta kullanılır. Ancak "Cazın
Irmakları"ndaki bazı söyleyişler bu genellemenin dışına tutulmalıdır.
Çünkü şiirin anlattığı dünya ve sosyokültürel çevre için olağan sayılan bu
jargon, genel geçer toplumsal kuralların dışında kalabilir.
Argo ve sarkastik söyleyişin en yoğun kullanımına da "Cazın
Irmakları"nda rastlanır. Kitapta yer alan şiirlerde; pamuk tarlaları,
portakal bahçeleri, Amerikan gettoları gibi köleliğin ve sömürünün mekânlarında
yaşayan, köleleştirilerek değersizleştirilmiş, aykırı, yasa dışı, toplumdan
dışlanarak marjinalleştirilmiş, insan olup olmadığı bile sorgulanan şiir
kişilerinin yaşamları tema, motif ya da fon olarak kullanılır. Böylesi bir
içerik, sıklıkla argo ve sarkastik üslupla şiirleştirilir. Yine bu kitapta, caz
güftelerinin pastişi olan şiirlerde, caz güftelerinin üslubuna öykünüldüğü için
doğal olarak şiirin sözcük kadrosunda çok sayıda argo sözcük ve sarkastik
deyişler yer alır.
Sosyokültürel koşullar, eğitim düzeyi, sosyal uyum sorunları ve kölelik
geçmişi gibi nedenlerden ötürü zencinin argo konuşması olağan karşılanır. Bu
nedenle zenci şiir kişilerinin anlatıcı olduğu şiirlerde argo ve sarkastik
söyleyişe sıkça yer verilir. Cahit Koytak, zenci şiir kişilerine tanıdığı bu
özgürlüğü aşağıya alıntılanan dizelerde açıklar:
"(■■■)
Zenci küfürlü konuşur diyorlar
Yakası açılmadık küfürler eder...
Bırakın küfretsin, bırakın küfretsin,
Yeter ki, yaratıcı olsun küfürleri, Charley Patton’ın
bluesları gibi!
Zenci blueslar yakar, blueslar;
(J
Yeter ki, kalın olmasın,
Yeter ki, köşeli olmasın,
Çiftlik kâhyası Jo ’nun
Kalın kafası gibi,
Aptal kafası gibi!"[1463].
Bu özgürlükten dolayı kimse zenci şiir kişilerinden ölçünlü dile uygun /
"meşru" bir dil beklememelidir. Örneğin "Bessie Smith'i
zorlayabilir misiniz, / (...) / Uydursun küfürlerini, federal yasalara?"[1464] dizeleriyle bu özgürlüğün doğal bir biçimde hak
edilmişliği üzerinde durulur. Irkçılığa maruz kalma ve dışlanmışlık
zenci argosunu olağan kılar. Örneğin zenci karşıtı ırkçı bir örgüt olan Ku Klux
Klan militanlarının zenci caz sanatçısı Bessie Smith'in evini yakmaya geldiği
sahnede Smith, "Bir manga ku klux klan itini, / Kıçını göstererek
kapıdan kovan / Bronz renkli cesaretin ve öfkenin adı (...)"'[1465] olarak, argo içeren
dizelerle tanımlanır. Caz bestecisi ve virtüözü "Charlie Mingus"un
adını taşıyan portre şiirde şiir anlatıcısı, Mingus ile olan diyaloglarını ve
onun hakkındaki düşüncelerini argo ve sarkastik söylem aracılığıyla
şiirleştirir:
" 'Öyle
tembel bir o... çocuğusun ki sen, Mingus'
derdim ona,
(■■■)
Kim ne derse desin, matrak bir dahiydi
bu Charlie Mingus denen
o... çocuğu;
umulmadık anlarda gamdan gama geçer,
ona esin taşıyan melekleri bile şaşırtırdı, eşşoğlusu.
"[1466].
Argo, şiir adlarında da görülür. Caz güftelerine özgü yinelemelerle
kurulmuş, siyah adamın köle yaşamını tema edinen şiirin adı "Honky
Tonky"dir. Tek başına kullanıldığında "honky" sözcüğü zenci
jargonunda beyaz adam için aşağılayıcı bir adlandırmadır. "honky
tonky" ikilemesi ise hayat kadınlarının çalıştığı gece kulübü tarzındaki
yerleri karşılayan bir addır[1467]. Afroamerikan caz sanatçılarının beslendiği sokak
kültürünün söylemiyle kurulan "Sokakta Caz" şiiri, alt kültürün maruz
kaldığı travmayı yansıtan dilsel bir şiddet içerir. Bu dilsel şiddet, argo ve
sarkazmın rahatsız edici sözcük dağarcığıyla sağlanır. Şiir anlatıcısı, cazı
besleyen sokağı, "eroinin bilinçte açtığı / (...) piç kurusu çukur[a]" benzeterek
caz sanatçısına "oğlum!" ve "evlat!" [1468] diye seslenir. Sanatçıya gelen esinler bile
sadaka olarak sokak çalgıcılarının önüne atılan "(...) lanet yirmi
sentliklerdir[1469]. Akortlar ve ritim ise "şu, kaldırım
yosmalarının / göğüsleri gibi, kalçaları gibi / hoplayıp zıplayan (...)"[1470] dizelerinde
sarkastik bir dille okuyucuyu rahatsız edecek biçimde şiirleştirilir.
Anglosakson ve Amerikan toplumunda kişiler, genel bir görgü kuralı olarak
ilk adlarıyla anılmaz, genellikle formel bir ifadeyle ikinci adlarıyla anılır.
Ancak Afroamerikan sosyokültürel çevrede kişiler ilk adlarıyla bile anılmaz.
Çoğunlukla ilk adlarından oluşturulan -bir tür argo olarak
değerlendirilebilecek- kısaltmalar ya da çeşitli fiziksel özellikleri sarkastik
bir biçimde vurgulayan yakıştırmalarla adlandırılır. Örneğin trompet virtüözü
Louis Daniel Armstrong "Torba Ağız"[1471] / "Satcmo"[1472] lakaplarıyla anılır. Tenor saksafoncu Lester
Willis Young, kısaca "Le"[1473] olarak
adlandırılır. Caz solisti Gertrude Malissa Nix Pridgett, "Cazın
Anası"[1474] olarak
bilindiği için İngilizce anne sözcüğünden kısaltma olan ”Ma”[1475] ile anılır.
Cahit Koytak'ın şiirlerinde argo ve sarkastik söyleyişin çeşitli dönemlerde
ve farklı kitaplarında kullanımını hakkında kanaat oluşturabilecek, seçilmiş
bazı örnekler şöyle sıralanabilir:
"yürüdüm höt! dedim Van Gogh defoldu "[1476]5,
"yolun geçişi gibi sessiz
(ve bütün dostlukları gereksinmesiz)
Tüyüp gidecek tanla "[1477],
"oturmuşlar kıçlarının üstüne
"[1478],
"hiçbir şey kaybolmuyor demek ki;
Sadece tornistan ediliyor"[1479],
"ayıp
el kol hareketleriyle
"Sekiz
sütuna manşet, davullarla zurnalarla,
Geliyorum ulan,
geliyorum! Diyerek
(...)
Çürük kafalara, hödük kafalara
sığmayacak
kadar büyük"88 [1480],
" 'annesi
kaldırım çiçeği' olan
(■■■)
-gözünü
açtığında kahpe dünyaya, "[1481],
"Sinkafsız muhabbet
hak getire, "[1482],
"ya
da 'küfrederken ana avrat!' "[1483]2,
"ağzını
açınca ana avrat dümdüz gitmesi"[1484] [1485] [1486],
"saksafonun
ucundan
beyaz
dumanlar çıkarmak için
1
< i tt94
kıçımı
yırtmazdım. ' ,
"yahut
dinleyenlerden bazısı,
'vay
anasını, herif,
erken cavlağı
çekmiş!" desin,
'bir gece
daha öttürebilseymiş,
ezgileriyle,
Orion takım
yıldızını
yere
indirecekmiş, o.. çocuğu!' "95,
"altının
kokusunu almış deyyuslar
yalayacaklar
çizmelerinin tozunu belli"[1487],
"Anasının nikâhına okutur her türlü
güzelliği"96 [1488],
"(...) civcivli görünüyor,
"[1489],
"(...) bu haspa şehir"[1490],
"(...): 'Afyonu bırakırım,
Sana mumlar yakarım, Meryem Ana! Semtlerine
uğramam, er-yosma civanların; "[1491].
6. 1. 5. 2. Arkaik Sözcükler
Kullanma
Dilsel sapmalar içinde Cahit Koytak şiirinde en yoğun olarak görüleni
ölçünlü dilde kullanım alanını tamamen yitirmiş ya da son derece belirgin
biçimde daraltmış arkaik sözcüklerin kullanılması yoluyla yapılan sapmalardır.
Arkaik sapmalar, arkaik sözcüklerin kullanımı yoluyla yapılabildiği gibi
çeşitli yapım ya da çekim eklerinin arkaik biçimlerinin kullanılması yoluyla da
yapılır. Arkakik sözcüklerin metindeki yoğunluğu ve kullanımındaki yerindelik,
bazı şiirlerde örneğin "Kısa Abbasi Tarihi"nde[1492], okurun neredeyse, "dilinden ötürü [şiirin] eski
bir kitaptan sadeleştirilmiş bir alıntı(...)"[1493] olduğunu düşünmesini sağlar. Arkaik sözcük
kadrosu oluşturmadaki dil işçiliği ve -aynı zamanda şiiri tehlikeli sulara
sokma riski de olan bu- ustalık sayesinde Cahit Koytak'ın şiirinde, şiirin
içeriğine ve fon edindiği tarihsel-sosyal-kültürel yapıya uygun sözcüklerle
dilsel bir mimari kurulur.
Cahit Koytak şiirinde ek düzeyinde görülen arkaik sapmalar dokuz madde
halinde sıralanabilir. Bu sapmalar açıklanırken tipik örneklerin bir arada yer
aldığı "Ustalık Yılları" şiirinde yapılan alıntılarla her bir madde
açıklanmaya çalışılacaktır. Bu nedenle yapılacak açıklamaların daha doğru ve kolay
anlaşılması için şiirin tam metin olarak aşağıya alıntılanması yararlı
olacaktır:
"Ustalık
Yılları
kedere ney
değil
davul
nekkâre...
keder ki,
yakışan
odur
hünkâre.
bin kulaç
dipten gelür,
ervah
içinden;
dokunmaz
ağyare
duyulmaz
ahımız.
destur
vericek
eşiğe diz vura, kederlice konuşa, lakin sızlanmaya
zinhar, ihvanımız "103.
1. Ölçünlü dilbilgisinin fonetik kurallarına göre,
kalın ünlüyle sonlanan sözcükten sonra yönelme durum eki olarak, "+a"
sesinin kullanılmasının gerektiği yerlerde bunun yerine "+e" sesinin
kullanılması:
Örneğin; "(...) / keder ki, yakışan / odur hünkâre." dizelerinde
"hünkâr + a" yerine, yönelme eki olarak "+e" sesinin
kullanılıp sözcüğün "hünkâr + e" biçimiyle şiire
girmesi, ekin arkaik kullanımına son derece uygun bir örnektir. Yine aynı
biçimde "ağyar + a" sözcüğünün arkaik biçimi olan "ağyar +
e" biçiminde kullanılması da bu bağlamda değerlendirilebilir.
2. Geniş zaman kipinde çekimlenen eylemlerde
bağlantı ünlüsü olarak düz- dar ünlüler (ı, i) yerine, dar-yuvarlak (u, ü) ünlülerin
kullanılması:
Örneğin; "bin kulaç dipten gelür, / (...)" dizesindeki
"gel- i - r" sözcüğünde düz-dar ünlü (i) yerine, düz dar-yuvarlak
ünlü (ü) kullanılarak sözcüğün arkaik geniş zaman çekimi olan "gel-
ü - r" biçiminde kullanılması.
3. "-IncA" ulacı yerine Türkçenin arkaik
bir ulacı olan "-cAk" ulacının kullanılması: [1494]
"destur vericek" dizesinde, "ver- ince" ulacı
yerine "ver- i - cek" ulacının kullanılması.
4. Arkaik bir dil özelliği olan "-ArAk" ulacı
yerine "-A" ulacının kullanılması:
"eşiğe diz vura" dizesinde "vur- a" ulacı,
"vur- arak" ulacının anlamını verecek biçimde arkaik dil özelliğiyle
kullanılmıştır.
5. "-A" istek kipinin, "-sIn"
emir kipi yerine kullanılması:
"(...) kederlice konuşa, / lakin sızlanmaya /
(...)", dizelerinde "konuş-
a" ve "sızlanma- y -a" eylemlerinde
emir kipi "-sIn" emir kipi yerine (arkaik kullanıma özgü kip
kaymasıyla) "-A" emir kipi kullanılır.
6. Bazı yapım eklerinde dar ünlüler (ı, i) yerine,
dar-yuvarlak (u, ü) ünlülerin kullanılması:
Örneğin; "Yeni bir tanrı mı arıyor bu devletlüler kendilerine"[1495] dizesinde düz-dar ünlüyle kullanılması gereken
"-lI" yapım ekinin dar-yuvarlak ünlüyle "-lü" biçiminde
kullanılmıştır.
7. Bazı ad ve eylem çekim eklerinde bağlantı ünlüsü olarak
dar ünlüler (-ı- / - i-) yerine, düz-geniş (u, ü) ünlülerin kullanılması:
"has odada bir mum yanar / ben fitilem"[1496] dizesinde, ek eylem bildirme kipi ile ad kökü
arasına ("fitil- e - m" ) bağlantı ünlüsü olarak
düz-dar ünlü "-i-" sesi yerine, düz-geniş "-e-" sesinin
girmesi bu kullanımlara bir örnektir
8. Bazı adların arkaik kullanımlarında, anlamca bulunması
gereken belirtme durumum eklerinin sözcüğün arkaik biçimde kullanımındaki eğilime
uyularak düşürülmesi:
"perçemimden tutup burnum sürçmüyor"[1497] dizesinde sözcüğün "burnumu" biçiminde
değil de "burnum" biçiminde kullanılması bu dilsel tutuma bir
örnektir.
9. Sözcüklere gelen eklerin "fasih" ya da klasik
sarf açısından kaideli kabul edilen biçimleri yerine, muhaffef biçimlerinin
kullanılması:
"bütün dei'gehlerin kalender şairleri..."[1498] dizesinde "dergâh" sözcüğü yerine,
onun ölçünlü dilde yer almayan, arkaik ve muhaffef biçimi olan "dergeh" sözcüğünün
seçilmesi; yine " 'Çaba kuldan ve kayra / Padişehten!',
kavlince:"[1499] dizesinde
"padişah" yerine "padişeh"in kullanılması
şairin bu eğiliminin örnekleridir.
Cahit Koytak'ın şiirlerinde, arkaik sözcük kullanma yoluyla, sözcük ve söz
öbeği düzeylerinde gerçekleşen dil sapmalarını, betimleyebilecek seçilmiş
örneklerden bazıları şunlardır:
"İşbu
misalde, icazı biemsal ve kemali ehliyetle
Fakirane bir kere daha dermeyan edilmiştir."[1500],
"*o iskarpinler ki,
kimi raviye göre
burak
nam safkan
arap küheylanının
mübarek
toynak larından
intihal
edilmiştir.
**size (...)
müşariunileyhin
bizdeki etba-ı
tabileri!
(.)
ve topladıklarını, 'ceylan derüsüdür, vaşak derüsüdür' sanıp,
(.)
***dahası, kendü hars u zebanımıza kahr-ıgurbetten"[1501],
" 'Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’ bahrinde imal-i
sanat devam ediyor, dostlarım, fil- ley-i ven-nehar bütün
çağıltısıyla hem de. "[1502],
"Padişeh
Ben öşrünü vermeyince Padişeh
Zaptiyeler göndermiyor kapıma;
Bana nispet otağını her
mevsim
Bir konak öte aparıyor
Padişeh.
(.)"[1503],
"olKıssa-yı Yusufta..."[1504],
"bu, bir deve yükü evrak-ı
metrukemizi,"[1505],
"hayret ettiler, pesent
ettiler
(■■■)
soydular ol kemiği
(■■■)
ol nesneye, kızgın mil marifetiyle"[1506],
"mey içtikçe susazirem
men içirem
kanan sensin"[1507],
"(■■■)
hemcinslerinin de sana
havarilerinmiş
gibi ‘hörmetli,
riayetli, ülfetli’ (,..)"[1508].
6. 1. 5. 3. Öz Türkçe Sözcükler
Kullanma
Cahit Koytak, günümüze değin yayımlanmış şiirlerinde sınırlı sayıda da olsa
öz Türkçe sözcükler kullanır. Bu sözcükler günlük konuşma dilinde ya hiç
kullanılmayan ya da çok az kullanılan sözcüklerdir. Bu sözcüklerin belirlenmesi
ve anlamlarının verilmesinde kaynak olarak birincil olarak Türk Dil Kurumu'nun
"Özleştirme Kılavuzu"[1509] [1510], ikincil kaynak olarak da yine aynı kurum tarafından
hazırlanan "Türkçe Sözlük" esas alınmıştır. Bu başlık altında
kullanılan öz Türkçe sözcüklerden "Özleştirme Kılavuzu"nda yer
alanlar için ayrıca dipnot verilmeyecektir.
Cahit Koytak'ın yayımlanmış ilk şiiri "Eski Sofra" öz Türkçe
sözcüklerin kullanımı bakımından dikkat çekici şiirlerden biridir. Aşağıya
alıntılanan dizelerde, dil sapması olarak değerlendirilen öz Türkçe sözcükler
koyu harflerle dizilerek vurgulanmıştır.
"Düzmece hoş sular içtik
D)
Ağlamayla gelen anısal usul dizeler
Bana anamın bitmeyen oruçlarından ağan
görk (■■■)
Mumu emen dirim
(■■■)
Gözlerinde bir sev'iyi kuytulaştıran bacı
l.M.
Alıntılanan ilk dizede Farsça "sahte" yerine öz Türkçe "Düzmece" sözcüğü
kullanılırken, ikinci dizede Arapça "hatıra" ile ilgili sıfatı
yerine "anısal" sözcüğü kullanılmıştır. Üçüncü
dizede iki farklı gerçek anlamı karşılayacak biçiminde kullanılan "ağan" (yükselen
ya da aydınlanan) ortacı, Arapça "irtifa" ve "şafak"ın
atması yerine kullanılmıştır. Yine aynı dizede, Arapça "hüsn" ve
"cemal" yerine "görk" sözcüğü kullanılır.
Dördüncü dizede ise Arapça "hayat" yerine öz Türkçe "Dirim" sözcüğü
kullanılır. Beşinci ve son dizede ise yine Arapça "aşk"ın karşılığı
olarak "sevi" sözcüğü kullanılır[1511].
"Usta Sanatçının Çömezde..." şiirindeki, "onun
insanların katında elde ettiği orun,"[1512] dizesinde Arapça "makam" ya da
"mevki" sözcükleri yerine "Özleştirme Kılavuzu"nda
önerilen "orun" kullanılır. Kaşgar'da yayımlanan
"Gözlemci" şiirinde ise "asude iklimlere, uz
diyarlara?"[1513] dizesinde yine öz Türkçe bir sözcük olan "uz"
sözcüğü kullanılır.
"Depresif Karınca"da geçen "(...) / değer mi sizce
peki, / bu bir damlacık gönenç / (,..)"[1514] dizelerinde ise Arapça "refah" sözcüğü
yerine öz Türkçe "gönenç" sözcüğü kullanılır.
"Ölüler İçin Reklam Arası"nda Farsça "sarhoş" ya da
"sermest" yerine öz Türkçe "esrik" sözcüğü
kullanılır: "esrik tiklerini yanaklarınızın"[1515]. "Dokuzuncu Şarkı / 'Yeraltından Notlar'
"da, Arapça "kederli / mükedder" yerine "bungun" sözcüğü
kullanılır: "Yorgun vicdanımızın / çıkardığı o bungun,
/ bayat avazeyi andıran... / (,..)"[1516]. "İşaretler"
şiirinde Arapçadan Türkçeye geçerek
yerleşmiş
"akıl" yerine öz Türkçe "us" sözcüğü
kullanılır: "akşam ki tanrının usuydu da sanki,"[1517]. "Ölümün
Ansızın.. ."da "devinimin ansızın atladığı"[1518] dizesinde, "devinim" sözcüğünün,
yine Arapça kökenli "hareket" sözcüğü yerine kullanılması öz Türkçe
sözcükler kullanma yoluyla yapılan dil sapmalarının örnekleridir.
6. 1.
5. 3. Şairin Kendi Ürettiği Sözcükler
Cahit Koytak şiirlerinde, ölçünlü dilde bulunmayan ve ölçünlü dili yansıtan
sözlük çalışmalarında daha önce yer almayan, tamamen kendi tasarrufu olan sözcükler
türeterek, bu sözcüklere kendine özgü anlamlar yükleyip kullanma tavrına sık
rastlanmaz. Bu tür sözcükler bakımında Cahit Koytak'ın kitapları ve süreli
yayınlarda yayımlanmış şiirleri üzerinde yapılan taramada, bu tutumu
örnekleyecek bir adet sözcük saptanabilmiştir. Bu durum şiirinin dili ve üslubu
bağlamında değinilmeye değer önemli bir tutumudur. Bu sözcük, Kaşgar derisinde
yayımlanan "Başka Uykulara Uyanmak" şiirinde "sonlanmak, sona
ermek" anlamında kullanılan,
şairin kendi üretimi olan "sonmak" eylemidir: "böyle
olacağı belliydi, / böyle son’acağı /belliydi;"'2'.
Ölçünlü dilde kullanılan sözcükleri bir araya getirerek yeni bir varlığı
karşılayacak birleşik sözcük oluşturma yoluyla üretilen sözcüklere ise Cahit
Koytak'ın çiçeklere verilen adları tema edindiği "Çiçek Adları"[1519] [1520] şiirinde yer verilir. Bu şiirde Cahit Koytak,
günlük dilde kullanılan sözcükleri bir araya getirerek botanik terminolojisinde
ve ölçünlü dilde yer almayan adet yeni ad türetir. Cahit Koytak, nesneler
dünyasında bulunmayan, muhayyel çiçekler icat ederek bunlara yeni adlar
tasarlama tavrını aşağıdaki dizelerde açıklar:
"dünyanın bütün dillerinde bilinen çiçek adlarını, dünyanın bütün
dillerinde sevilen çiçek adlarını, (■■■)
(...) ara bul ve yaz defterine.
onları bitirince de durma, sen kendin uydur,
sen uydur ve eşine, dostuna, yarenlerine,
sonra okurlarına söyle, onlar da
gönüllerindeki çiçeklere dönüp baksınlar
ve adlarını yasıp göndersinler sana;
[okurlar,] o güne kadar içlerinde sakladıkları,
o güne kadar açtıramadıkları
yahut ne
yapsalar solduramadıkları
çiçeklere
isim bulsun, isim koysunlar;
çiçek
adlarıyla doldursunlar senin bahçeni,
(...)"[1521].
Bu şiirde
Cahit Koytak, günlük dilde kullanılan sözcükleri bir araya getirerek botanik
terminolojisinde ve ölçünlü dilde yer almayan otuz üç adet yeni ad türetir.
Aşağıdaki alıntıda şairin kendi ürettiği dalar koyu harflerle dizilerek
vurgulanmıştır:
"(■■■)
ipsiz
çiçeği yahut ipsizsapsız
çiçeği
—açar açmaz
sapından kopup
havalanan bir kır çiçeğinin adı, bu—
kulağıküpesiz
çiçeği
—aşağı sarkan taç yapraklarının ucu kulak memesi gibi delik
bir saksı çiçeğinin adı, bu da—
yüreğidelikdeşik çiçeği, gönlüyaralıçiğdem,
berberyakası çiçeği, alkaponyakası, güveyyakası, dudakkanatan, yanakkızartan,
cinkadehi, perikadehi, ağlayançiçek, ağlayankız, ağlayancellat,
padişahımgörbeni, gündenöncedoğan, baharhissi, baharyarenliği, yağmurçiçeği,
yağmurbusesi, yağmurla-yarenlik çiçeği, karfeneri, kardudağı, yar-yanağı,
kardayürüyenkız, kışgülü, kışın-ağlayan, kışsevdası, kışrüyası, râhıcebel,
tûliömür, hubbibahir, ilâhiri,
ilâhiri, ilâhir "131.
Yukarıda koyu harflerle dizilerek belirtilen, şaire özgü birleşik
sözcüklerin oluşturulmasında kullanılan yöntemler, örnekleriyle birlikte sekiz
kulvarda sınıflandırılabilir:
1. Ad
tamlaması yoluyla: "kışsevdası, kışrüyası, ipsiz çiçeği,
berberyakası".
2. Farsça
kurala göre kurulmuş tamlamalar yoluyla: "râhıcebel, tûliömür,
hubbibahir".
3. İlgeç
öbeği yoluyla: "yağmurla-yarenlik".
4. ikilemeden
oluşan öbekleştirme yoluyla: "ipsizsapsız, yüreğidelikdeşik".
5. Birden
fazla sözcükten oluşan adlaşmış ortaç yoluyla: "kardayürüyenkız,
gündenöncedoğan".
6. Bir
ad ve ortacın kaynaşması yoluyla: "dudakkanatan,
yanakkızartan".
7. Birleşik
sıfat ve adın kaynaşması yoluyla: "gönlüyaralıçiğdem".
8. Yargı bildiren söz öbeği yoluyla: "padişahımgörbeni".
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere Cahit Koytak, çeşitli yöntemler
kullanarak Türkçede bulunmayan çeşitli sözcükler üretmek yoluyla ölçünlü dilden
saparak dilde ve duyarlıkta sıradanlığı kırmayı amaçlamaktadır.
SONUÇ
SONUÇ
1949 yılında 29 Ocak Cumartesi günü dünyaya gelen Cahit Koytak, ilk gençlik
yıllarını, ilk ve orta öğrenimini Erzurum'un kültürel atmosferi içinde
geçirmiştir. Çocukluk yıllarına ilişkin anı ve izlenimlerin, çocukluğun büyülü
dünyası fon edinilerek şiirleştirildiği "Eski Sahneler, Eski
Oyuncular" şiiri şairin geleneksel aile yapısı içinde yetişmesini
göstermesi açısından son derece önemlidir. Henüz şairin hiçbir kitabında ya da
süreli yayında yer almayan bu şiir tezin "Ekler" bölümünde yer
almaktadır.
Edebiyata ilgi duymasını sağlayan ilk etken ümmi ancak bilge baba Hakkı
Koytak'tır. Hakkı Koytak'ın oğul Cahit Koytak üzerindeki en önemli etkisi ise
onun irfan sahibi bir halk bilgesi oluşudur. Hakkı Koytak, duyargaları açık,
hayata, çevreye, kültüre, kelamıkibara karşı son derece ilgilidir. Erzurum
şehrinde sosyal çevrenin yarattığı sözlü kültürü ve halk irfanını özümsemiş bu
ârif baba, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun
gibi aşk hikâyeleri başta olmak üzere birçok halk hikâyesi ve peygamber
kıssaları bilir. Bildiği bu hikâyeleri uzun kış geceleri, dost meclisleri gibi
uygun zaman ve yerlerde türküleriyle birlikte, türkülerini de makamıyla
okuyarak anlatır. Cahit Koytak, çocukluğunun, dolayısıyla şiirinin çocukluğunun
ve erken gençliğinin kulaklarının babasının sesiyle dolu olduğunu belirtir.
Cahit Koytak, yüksek öğrenim için geldiği İstanbul'daki sosyokültürel
çevresi, onun bir entelektüel ve şair olarak ortaya çıkışını belirleyen ve
hızlandıran en önemli etkendir. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesinden
yüksek kimya mühendisi unvanıyla 1974 yılında mezun olur. İstanbul Teknik
Üniversitesi yılları Cahit Koytak’ın entelektüel kimliğinin oluşmasında son
derece önemli bir süreçtir. Metin Önal Mengüşoğlu, Şakir Kocabaş, Ahmet Ertürk,
Sezai Karakoç gibi isimlerle dostluğu bu döneme dayanır. Edebiyat, felsefe,
teoloji, sanat, siyaset, gazetecilik ve dergicilik konulu konuşmalar,
tartışmalar şairin öğrencilik yıllarının iz bırakan etkinlikleridir.
Cahit Koytak, üniversiteden mezun olduktan sonra bir kimya mühendisi olarak
ilk ve son görev yeri Ankara’ya gider. Genç mühendis, bursuyla okuduğu devlete
borcunu ödemekle yükümlü kılındığı için görevlendirildiği kamu kuruluşunda
zorunlu hizmette bulunur. Ancak Cahit Koytak, altı ay çalıştıktan sonra
burs borcunu
taksitle dışarıdan ödeme yolunu seçerek İstanbul'a döner. Cahit Koytak,
Ankara'dan İstanbul'a dönüşünden sonra mühendis diplomasını rafa kaldırarak
tuhafiye, kuyumculuk, bezzazlık, tüccarlık gibi çeşitli alanlarda ticaretle
uğraşır.
Onun şiirlerinde en çok iz bırakan uğraşı ise Sultan Hamam'daki Hacopulo
Han'da Yaşar Bostan'la ortaklaşa kurdukları ticarethanedeki toptan bezzazlık
işidir. Sekiz yıl kadar süren bu dönemde Cahit Koytak kendine çevirmenliğin
kapılarını açacak yabancı dil öğrenme çalışmalarına yoğunluk verir. Dil
öğrenmek amacıyla çeviri temrinleri yapar.
Cahit Koytak 1994 yılında ticaret hayatından ayrılarak 2008 yılına kadar
Yeni Dünya İletişim AŞ bünyesinde yer alan Kanal 7 televizyonunda çalışmaya
başlar.
Medyanın ve hayatın içinde fiilen yer almasına rağmen Cahit Koytak
biyografisinin ve poetikasının dikkat çekici yönlerinden biri de münzevi bir
tavrının olmasıdır. Cahit Koytak'ın münzevi tavrında iki önemli etken
sıralanabilir: şairin poetik anlayışı ve mizaç özellikleri.
Cahit Koytak; sanatı, poetikası, kişisel yaşamı hakkında televizyon,
gazete, dergi, internet vb. medyadan bilinçli bir kişisel tercihle uzak
durmuştur. Özel bir televizyon kanalının yabancı yayınlar departmanının
kuruculuğunu ve on beş yıl aralıksız olarak yöneticiliğini yapan ve medyanın
içinde fiilen yer almış bir kişi olarak daima kameranın arkasında kalmayı
kararlı bir biçimde ilke edinmiştir.
Yaklaşık yarım asırlık sanat yaşamında -kıramadığı çok yakın bir iki
dostunun ricasıyla katıldığı bir iki etkinlik hariç tutulursa- kendi iç
dengeleri bakımından yararlı, hatta gerekli olduğunu tecrübelerle gördüğü
sınırlar içinde kalmayı ve susmayı tercih eden, 'medya' kaçkını modern münzevi
mizaca sahip bir şairdir. Ona göre bu durum, biraz da münzeviliği seven
tabiatından kaynaklanmaktadır.
Cahit Koytak, sonraki dönemlerde de -ilk gençliğindeki birkaç istisna hariç
tutulursa- yayımlanması talebiyle hiçbir dergiye şiir göndermez. Ancak
kendinden yayımlamak amacıyla şiir talep eden kimseyi de boş çevirmez. Yayın
organlarında şiirlerinin yayımlanması çoğu zaman bu şekilde gerçekleşir. Taraf,
Agos; Hece, Dergâh, Anlayış, Defter, Kaşgar, Kelime, Kayıtlar, Anlayış,
Yönelişler, Kitap-lık, Gergedan, La Poete Travaille, Merdiven Şiir, Yasak
Meyve, Mor Taka, Yönelişler, Kriter, Mesel, İstanbul BirNokta, Yedi iklim,
Granada, Türk Edebiyatı... gibi gazete ve dergilerde şiirlerinin
yayımlanması genellikle bu biçimde gerçekleşir.
Cahit Koytak'ın münzevi tavrı şairin poetikası bağlamında iyi bir şair
olmanın gereği olarak da değerlendirilir. İyi bir şairin tıpkı ay gibi bir
görülen / bilinen yaşantısı bir de kendine özgü münzevi, yalnız ve
"tenha" tarafı olmalıdır.
Cahit Koytak'ın bilinçli bir tutumla ve ısrarla sürdürdüğü münzeviliği
modernliğin eleştirisi bağlamında değerlendirildiğinde entelijansiyaya dönük
eleştirel bir tavır olarak da okunabilir. Şairin bu tutumu, bir bakımdan da
çağına yöneltilmiş eleştirel, pasif bir karşı çıkıştır. Cahit Koytak'ın bu
tutumunun çarpıcı örneklerinden biri aydınlanma çağından günümüze kadar çağdaş
entelijansiyayı yaratan modernitenin temel saiki olan akıl ve aklın yarattığı
kitaplardan başlayarak eleştirilerini sıraladığı ve bu çalışmanın birinci
bölümünde bu bağlamda değerlendirilen "Ben Yokum Beni Karıştırmayın"
şiiridir. Entelektüel anlamda inziva, susma, içe yönelme eylemleri;
nesneleşmekten kurtulmanın, kişinin kendini yeniden keşfinin en önemli
aşamasıdır.
Cahit Koytak'ın inzivasının bir başka boyutu da şiirle okur arasına girme
endişesidir. Bu nedenle Cahit Koytak, en mühim vasfının yazdığı şiirler olduğu
görüşündedir. Dünyadan, olan bitenlerden bahsetmek ona göre şiirle okur arasına
girmek gibidir. Bu sebeple topluluklar içine çıkmaktan imtina eder ve bu
nedenle de münzevi bir hayatı tercih eder.
Cahit Koytak'ın günlük yaşamı çeşitli bağlamlarda şiirlerinde sıkça yer
almaktadır. Şair, Hayriye Ünal'a yazdığı manzum mektupta bütün entelektüel
donanımıyla birlikte günlük yaşamında kendini, şiiri de sayarsak, dokuz çocuk
atası, doğulu bir 'aksakal' olarak tanımlar. Şairin yaşamının önemli bir kısmı
çalışma odasında geçer. Şiirlerinin önemli bir çoğunluğu bu odada hayat bulur.
Cahit Koytak’ın yayın faaliyeti, üniversite öğrenciliği sırasında Sezai
Karakoç’la tanışmasıyla başlar. Karakoç’la 1970 yılının Ocak ayında
Beyazıt’taki Küllük’te tanışan Cahit Koytak, bu tanışmada eleştirip görüşlerini
bildirmesi için Karakoç’a verdiği “Eski Sofra” şiirini Dirilişsin bir
ay sonraki sayısında yayımlanmış olarak görür. Cahit Koytak, 1970-1971
yıllarında Dirilişte toplam beş şiir yayımlar.
1971'den
1984'e kadar geçen süre yayın faaliyeti açısından bir
suskunluk
evresidir.
Yukarıda anılan üç yıllık dönem, Cahit Koytak’ın üniversite öğrenciliği,
mühendislik ve tüccarlık gibi geniş bir yelpazede hayatın içinde aktif olarak
yer aldığı; gözlem, okuma, dinleme, tartışma, izleme ve deneyimleme gibi birçok
yolla şiir kumaşına malzeme olacak entelektüel ve pratik donanımı edindiği son
derece önemli bir dönemdir. Yayın faaliyetindeki bu dönemsel durgunluk, şairin
edebî kimlik kurma sürecinin tekâmülü ve sanatçının bir birey olarak hayatın
içinde yoğun bir çabayla yer almasıyla ilgilidir.
Cahit Koytak’ın Diriliş’ten sonra yayımladığı ilk şiir M.
Said Çekmegil ve oğlu M. Selami Çekmegil’in Ankara’da çıkardığı ve kendine özgü
bir yayın politikası güden Kriter dergisinde yayımlanan, modern
bireyin tekdüzeleşek bir kısır döngü halini alan gündelik yaşamını Kafkaesk,
ironik bir tavırla temalaştıran “Memurun Ölümü”dür.
Cahit Koytak’ın şiir yayımlama serüveninde en yoğun etkinliğin görüldüğü
mecra Taraf gazetesidir. Cahit Koytak Tarafta 1
Haziran 2009 ile 29 Nisan 2013 tarihleri arasında “Yoksullar ve Siviller İçin
Tezler” başlıklı köşesinde, gazetenin olağan yayın akışı değişmediği takdirde
her hafta pazartesi günü şiir yayımlar. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında
daha önce gazetelerde şiir yayımlanmışsa da bir şairin ‘köşe şairi’ olarak
haftalık bir periyotla uzun süre şiir yayımlaması alışılmışın dışında aykırı
bir durumdur.
Cahit Koytak’a göre zamanın ruhuna uygun yeni yatak gazete
sayfalarıdır. Hayatın içinden çıkan şiirin artık şairin deyişiyle soğuk
nevale dergilerde değil insanla dopdolu olan, hayatın içindeki gazete
sayfasında yer alması gerekir. Cahit Koytak’a göre “şiirin gazeteye hulûlü”
onun insan içine çıkışı, hayata dönüşüdür.
Cahit Koytak, 1971'den günümüze sayısı yirmiye yaklaşan farklı yayın
politikaları ve olan çeşitli süreli yayınlarda çok sayıda şiir yayımlamıştır.
Bu şiirlerin bir kısmı da henüz kitaplaşmamıştır.
İlk şiirinin yayımlandığı 1970’ten başlayarak 1990 yılına kadar birkaç cilt
tutarında şiiri dergilerde yayımlamasına rağmen Cahit Koytak, kitap yayımlamaz.
Çünkü bir şair olarak sabırlıdır. Şiiri yaşayan, zamanla değişerek olgunlaşan
ve kendi doğal biçimini bulan bir organizma olarak gördüğü için yazdığı bir şiiri
süreli yayında ya da kitap olarak yayımlamakta acele etmez.
İlk kitabı olan “İlk Atlas”ın Yazı Yayıncılıktan çıkması ise şairin öyle
bir fikri ve planı olmamasına rağmen yakın arkadaşı Ahmet Kot’un ısrar ve
isteği üzerine olur.
İsrail’in 2008 yılı başlarındaki yirmi bir gün süren Gazze kuşatması
sırasında yazılan ve aynı coğrafyada yaşayan, aynı peygamberin adlarını taşıyan
Yusuf ve Jozef adlı çocuklara yazılmış iki mektubu içeren “Gazze
Risalesi” 2009 yılında yayımlanır.
2010 yılıyla birlikte şairin yayıma hazır bir biçimde bekleyen kitapları,
Timaş Yayınlarınca arka arkaya yayımlanır. Yayınevi, baskısı bulunmayan ve
Cahit Koytak okurlarının bulmakta zorluk çektiği, “İlk Atlas”ı yeniden
yayımlamakla işe başlar. 2010 yılında "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı"nın üç cildi yayımlanır. 2011'de "Yeni
Başlayanlar için Metafizik", 2012'de "Cazın Irmakları",
2013'te "Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat", 2014'te "Dudakta
Bekletilen Şarkılar" adlı şiir kitapları okurla buluşur.
Kimya mühendisliği eğitimi alan ve Ankara Şeker Fabrikalarında altı ay gibi
kısa bir mühendislik mesaisi dışında bu alanda çalışmayan Cahit Koytak,
kuyumculuk, bezzazlık, tüccarlık ve özel bir televizyonda yayın yönetmenliği
gibi işler yaparken şiir sanatına olan tutkulu bağlılığının yanında dil öğrenmeye
de vakit ayırarak kendi kültür atlasına Arapça, Fransızca ve İngilizceyi de
ekler.
Cahit Koytak, başta Muhammed Esed, Ebu'l- Ala Mevdudi, Ebu'l- Fazl İzzet,
1913 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan, Bengal edebiyatında “büyük romantik çağı
başlatan” öncü şairlerden Rabindranath Tagore, Lübnan asıllı Arap şair Halil
Cibran olmak üzere önemli bilgin, düşünür ve sanatçıların Arapça, İngilizce ve
Fransızcadan birçok yapıtını Türkçeye çevirmiş yetkin bir çevirmen olarak da
tanınmıştır.
Cahit Koytak'a göre sanat en genel anlamıyla Yaratıcı'yı arama, O'na
ulaşma, O'na giden yolu bulma çabasıdır. Cahit Koytak, sanata bakışı ve
yüklediği misyonla Necip Fazıl'la benzerlik gösterir. "Anladım
işi, sanat, Allah'ı aramakmış; /Marifet bu, gerisi yalnız
çelik-çomakmış...". Sanat, "Allah'ı ararken" aynı zamanda
yeni biçimler, biçemler, estetik kurgular peşindedir. Cahit Koytak'a göre
sanatın kapsamı kâinatı, yaratılmış her şeyi kuşatan bir enginliğe sahiptir.
Şiir, caz, dans da dâhil olmak üzere her türlü "iyi" sanata, O'ndan, "O'nun
hayatından / O'nun sanatından / iz, toz, köz taşıyan / her şey dahildir". Çünkü
sanat; Tanrı'yı, O'ndan olanı / sudur edeni, onun insanı yaratmak suretiyle
insana ne demek istediğini estet bir bakış açısıyla kavrama çabasıdır. Bu
nedenle O'na dair her şey sanatın kapsamı dâhilindedir. Cahit Koytak'a göre
sanatın en temel işlevi ise insanı / sanatçıyı Tanrı'ya ulaştırmaktır.
Cahit Koytak'a göre "Büyük Sanatçı", "Büyük
Usta", Yaratıcı'nın kendisidir. Sanatçı ise "Tanrı
çömezi" / "çırağı" / "yamağı" / "kalfası -
halifesi"dir. Sanatçının da -Büyük Usta'nın yaratıcılığının yanında
son derece sınırlı olmakla birlikte- yaratıcı bir tarafı vardır. Sanatçının
resmi, şiiri, yontuyu, yapıyı, müziği kısaca sanat yapıtını inşa etmesi,
insanın, Büyük Sanatçı'nın yeryüzündeki halifesi / kalfası olmasının doğal bir
sonucudur. Kısaca sanatçı, Büyük Usta'nın kalfası / halifesi olarak Büyük
Usta'yı kendi içinde ortaya çıkaran, keşfeden kişidir.
Cahit Koytak, en genel anlamda şiiri bir yarat(ıl)ma biçimi olarak görür. Şairin
estet bakış açısıyla yaratılmış her şey bir bütün halinde Tanrının
şiiridir. Varlığa bu poetik bakışıyla Cahit Koytak, Kainatı
şiir gören, şiir bilen, şiire dönüştüren bir şairdir. Büyük şairler gibi tek
bir şiirin peşindedir. Bu noktada Cahit Koytak, Recaizade Mahmut
Ekrem'in Zerrattan şumusa kadar her güzel şey şiirdir, biçiminde
özetlediği klasik estet bakışla benzerlik gösterir. Ancak Cahit Koytak'ın bu
bakış açısından ayrıldığı nokta onun, zerrattan şumusa kadar her güzel şeyi
şiir olarak görürken seküler bir tavır takınmaması, şiirini kotardığı varlık
evrenini bir Tanrı sofrası olarak görmesidir.
Sanatı en temelde Tanrı'yı arama ve ona ulaşma çabası olarak tanımlayan
Cahit Koytak'a göre iyi şiirin de en temel niteliği Tanrı'nın dudağına
/ dönmeyi hak edecek saflığa, duruluğa, kalıcılığa ve özgünlüğe sahip
olmasıdır.
Cahit Koytak, ölümsüzlüğü, şiirin kurmaca dünyası içinde edebi metnin
geleceğe kalması, insanın yaşamına başka bir dünyada devam ettiği gibi şiirin
ve güzel şeylerin de başka bir dünyada var olmaya devam etmesi bağlamında
değerlendirir. Cahit Koytak'a göre iyi şiirin ölümsüz olmasının nedeni
Tanrı'dan gelmesidir. Bu nedenle iyi şiir için tekrar Tanrı'ya / özüne dönmek
anlamına gelen bir miraç ya da Itaka yolculuğu söz
konusudur. İyi şairler her şiiriyle, buluşuyla bu yolculuğa ya da ölüme
çare aramaktadır. İyi şiir tıpkı ruh gibi Tanrı tarafından şaire
üflenmiştir. Şiirle şair arasındaki ölümsüzlük ilişkisi, iki taraflıdır.
Ölümsüz şiir, iyi şair tarafından inşa edildiği gibi; iyi inşa edilmiş bir şiir
de şairini edebi anlamda ölümsüz kılar. Şiir, sanatçının ölümünden sonra da
onun varlığını, bu dünyadan gelip geçmiş olduğunu hatırlatmaya devam ederek
sanatçıyı yaşatmaya devam edecektir.
Cahit Koytak poetikası kapsamında, şiirin bizzat kendisini bir tür hikmet
olarak değerlendirir. Ona göre şiir, bilgece söz söyleme sanatıdır. Söz söyleme
edimi de iki şekilde ortaya çıkar: ilki "anlatıl(a)maz" olanı
anlatmak, ikincisi ise anlatılabilir olanı anlatmaktır. Şiir bunlardan
birincisini yaparken yani anlatıl(a)maz olanı anlatırken hikmet niteliği taşır.
Cahit Koytak'a göre şiir bir yönüyle büyücülük sanatıdır. Bu durum büyünün
tıpkı şiirde olduğu gibi nesnel gerçekliği deforme etmesi ve insan üzerinde
etki bırakmasıyla ilgilidir. Cahit Koytak'a göre sanatın iyi olması okuyucusu,
dinleyicisi, izleyicisi / muhatabı üzerinde yarattığı etkiyle ölçülür. Sanat
yapıtının niteliğini kanıtlamasının ölçütlerinden biri derin bir etki
bırakabilme yetisiyle başka bir deyişle "büyüleyebilmesiyle"
ölçülmektedir. Ancak büyülemenin yanında daha da önemlisi muhatabında bir farkındalık
da yaratabilmelidir.
Cahit Koytak'a göre şiir akılla kavranan, akılla tasarlanan ancak akıldan
çok sezgiye, irfana ve esine dayalı bir sanatsal üretimdir. Şiirin ve
yaratıcılığın saiklerinden birinin akıl / zekâ olduğunu Cahit Koytak yadsımaz.
Sanatsal yapıtta biçimi belirleyen, dış yapıyı inşa eden akıl ve zekâ
olmakla birlikte; yapıta asıl ruhunu veren şey ise sanatçının sezgisel yeteneği
ve sanatçı duyarlığıdır. Bu hassas dengeye dikkat edilmediğinde zekâ ve akıl
şiiri zedeleyebilir. Çünkü zekâ ile yapılabilecek işler sınırlıdır ve şiir de
bütünüyle bu sınırlar içinde yer almayan bir yapıdadır. Bu nedenle akıl ve /
veya zekâ, şiiri var eden diğer etmenler arasında daha geride konumlanır. Bu
nedenle şair, şiiri tercih etmekle bir tür "Akıllı Delilik" yolunu seçmiş
olur.
Cahit Koytak, şiire teolojik bir işlev de yükler. Her şeyden önce şiirde
Tanrı bulunmalıdır. Çünkü içinde Tanrı olmayan şiir, insanı bir yere
ulaştıramaz. Bu bakımdan şiiri anlamlı ve işlevsel kılan temel koşul Tanrı'dan
izler taşıması, O'nu anlatması, O'na dair bir şeyler söylemesi, O'ndan gelen
esinle var olmasıdır. Eğer bir şiirde ilk kıvılcım olarak Tanrı'dan gelen bir
esin yoksa o şiir, insana bir şey söyleyemeyecek ve yokluğa mahkûm olacaktır.
Şiire yüklenen işlevlerden biri de insanın varoluşunu düşünmesinde ve
sorgulamasında araç olma görevidir. İnsan düşünen bir özne olarak evrendeki
konumunu, kendi varlığının niteliğini, evrende nesnel ve ruhsal bir varlık
olarak aynı Yaratıcı tarafından "yaratılmış olma" ekseninde öteki varlıklarla
denk olduğunu ve kendi varlığının ne anlama geldiğini şiir aracılığıyla anlar.
Şiir; ölümden, ölümlü olmanın bireyde yarattığı endişeden kaçmak için bir
tür avuntudur. Cahit Koytak, şiir ile insanın ölümlü bir varlık olarak evrende
var olması gerçeği arasında doğrudan ya da dolaylı olarak her zaman bir ilişki
görür. İnsanın ölümlü olmasının yarattığı endişe, şiiri var eden etmenlerden
biridir.
Düşünce yoluyla ölüm karşısında insanı açmaza sürükleyen felsefenin insana
yaşattığı entelektüel bunalım / "sefalet" karşısında şiir, bir "çare" olarak
görülür. Şair, yazdığı şiirler sayesinde ölüm düşüncesinden -bir süreliğine de
olsa- kurtulur.
Şiirin şaire sağladığı ayrıcalıklar arasında, gündelik yaşamın akıl ve
mantıkla örülü sıradanlığının sınırlılığından şairi kurtarması da vardır. Şair,
şiir sayesinde aklın ve mantığın ilkeleriyle analitik, pragmatik, determinist
vb. yöntemlerle düşünmek zorunluluğundan şiir sanatının sanatçıya sağladığı
özgürlükle kurtulur.
Şiir, sosyopolitik bir işleve de sahiptir. Ancak bu sosyopolitik işlev
belirli bir dünya görüşüne, ideolojiye angaje olarak politik bir misyon
üstlenmek değildir. Şiirin sosyopolitik işlevi barışa katkı sağlamak, barışın
güzelliğini öğretmektir.
Cahit Koytak'a göre şairliğin çalışma, emek, yetenek, estet bakış açısı
gibi birçok yönü vardır. Ancak şairliğin en temel niteliği Tanrı vergisi
olmasıdır. Bu nedenle şair olmak en temelde mesleki bir tercihle yapılan seçim
değildir. Doğasında şairlik yeteneği olmayan kişi kendini şair yapacak
uğraşılar peşinde koşmaz. Kişinin şiir yazma ediminin ilk ateşleyicisi içsel
bir gerekliliktir. Dolayısıyla Cahit Koytak, ancak şair bir tabiat ve buna
elverişli içsel bir donanımla dünyaya gelen kişilerin çaba, çalışma ve bilgisel
kazanımlarla şair olabileceğini düşünür. Şair olabilmek için önce şair doğmak
gereklidir.
Şair kimliğinin bir başka özelliği de kendinden başka hiç kimseye
benzemeyişi, özgün oluşudur. Her şair taşıdığı "öz"le benzersiz,
"nevi şahsına münhasır" bir kişiliktir.
Şair, gelip geçici olan maddesel bir evrende, maddeden oluşmuş ve maddeye
mahkûm bir bedenin içinde ölümsüz bir ruh taşır. Şair, hem suda hem karada
yaşama yetisiyle donanık canlılar gibi amfibik bir nitelik taşıdığı için iki
farklı boyutta, birbirini etkileyen ve birbirinden beslenen iki yaşam sürdürür.
Bu yaşamın ilki herkesin içinde yaşadığı, ateşin yaktığı, suyun boğduğu, fizik
yasalarına göre tasarlanmış nesneler dünyasıdır. Diğeri ise fizik yasalarında
skandallar yaratacak işleyişe sahip, kendine özgü kural(sızlık)lara sahip,
nesneler dünyasından tamamen farklı, esine açık, metafizik bir dünyadır. Ona
göre, bir amfibik kişilik olarak şair, fizik ve metafizik
dünyalar arasında konumlanır. Cahit Koytak bu ikili yaşantıyı
şairin yaratıcılığını sağlayan bir dilemma olarak değerlendirir.
Şair kimliğinin belirgin özelliklerinden biri de şairin akılla yaşadığı
sorunlu ilişkidir. Şair, akılla didişen, akılla kalp arasında gelgitler
yaşayan, akıl olgusuna felsefi anlamda ciddi eleştiriler yönelten ancak her
şeye rağmen aklı yadsımayan ve trajedisini aklıyla derinleştiren bir
kişiliktir. Bu nedenle şair, ne akılla ne de akıl olmaksızın edebilir. Sanatsal
üretim söz konusu olduğunda "katıksız şiir" için
aklı ve aklın üretimlerini önemsemeyerek dışlayabilir.
Şair, duyarlığı ve kavrayıcı bakışıyla kültürler, çağlar ve uluslarüstü bir
kişiliktir. Şiir her ne kadar kültüre ve ulusa özgü özellikler taşısa da şair
zamanı, mekânı, kültürleri, ulusları kısaca her şeyi bir bütün olarak kuşatıcı,
evrensel bir bakış açısıyla gören, hisseden, şiirleştiren bir sanatçıdır.
Cahit Koytak'a göre her şeyin kaynağı Yaratıcı olduğu için mutlak
güzelliğin kaynağı da bizzat Yaratıcı'dır. Mutlak güzellik aynı zamanda her
yönüyle kusursuzluk gerektirdiğinden tek kusursuz olan da ancak Tanrı'dır.
Yaratıcı, nitelikleri bakımından insanın somut varlığından ve bütün
varlıklardan münezzeh olarak konumlandığından sadece Yaratıcı'nın zatında
mümkün olan kusursuz güzellik, insan / sanatçı için ulaşılmazdır. Çünkü insanın
sınırlı akılla sınırsız bir aklı bütün yönleriyle kavraması olanaksızdır. Bu
nedenle O'nun dışındaki her şey, doğası gereği kusurludur ve eksiktir. Şair
de " 'kusursuz'un izinde" olmalıdır. İşte bu noktada
sanatçı "şey"lerdeki kusuru ve eksikliği resimle, müzikle, yontuyla,
filmle, şiirle... güzel sanat dallarındaki etkinlikleriyle tamamlayan estet bir
kişiliktir.
Sanatçıyı yeniden tasarlamaya, yeni biçimler bulmaya yönelten dürtü ise
mutlak güzel ol(a)mayan şeylerin insanda uyandırdığı yaratıcı eksiklik
duygusudur. Bu bağlamda sanatçının / şairin yaptığı iş tam olarak
şöyle tanımlanabilir: Eksik ve kusurlu yaratılmış varlıkların mutlak bir uyumla
ve estetik bir formla yeniden tasarlanarak tamamlanması bir başka deyişle
evrendeki şeylerin, kusursuz güzelliğe biraz daha yaklaştırılmasıdır.
Şiirlerinde tema edindiği, adını andığı, gönderimde bulunduğu çeşitli olay,
kişi, mitolojik figür ve varlıklara ilişkin ilginç, çarpıcı bilgiler verildiği
için Cahit Koytak'ın şiirinde müthiş bir bilgi, kültür birikimi göze
çarpar. Ancak bu bilgi üzerine kurulu olma niteliği salt bir
didaktizme dönüşmüş manzum ansiklopedik bir söylem olarak
değerlendirilmemelidir. Her şeyden önce "bilgi", Cahit Koytak için
bir "tapınma nesnesi", ansiklopedik bir yük,
epistemik bir aktarımın malzemesi değildir, "insana daha özgür,
daha derin, daha saf / olunabileceğini duyumsatan bir edinimdir. Bu
nedenle Cahit Koytak şiirinin içerdiği bilgi; öğreten, ders veren bir bilgi
değildir.
Cahit Koytak'a göre şair, bilgiden hareketle irfana / sezgiye ulaşan, bilge
/ ârif bir kişiliktir. Böylece şiir, bilge şairin elinde bir tür hikmete
dönüşür. Cahit Koytak şiirinde bilgi şiirleştirilirken sanatçının duyarlığı,
eğretilemeler ve sözcüklere kazandırılan anlamsal katmanlılıkla dönüştürüme
uğrar. Böylece doğrulanabilir niteliğinden sapar.
Şairin şiir yazmak için yapması gereken ansiklopedik, ampirik ya da
akademik bilgiyi estetize ederek öğrenilen olmaktan çıkarıp sezilebilir bilgi
düzeyine getirmektir. Bu da yeniden kurmayı, bilgiyi daha önce günlük dilde
kurulmamış anlam ilişkileri içinde şiirsel yapının estetik bir parçası olarak
yorumlamayı gerektirir.
Cahit Koytak, şiirinin zoolojiden, botaniğe, kozmolojiden, diğer bütün fen
bilimlerine; gündelik yaşantılardan çocukluğa; felsefe ve mitolojiden kutsal
kitaplara kadar son derece zengin ve geniş kaynaklardan beslendiği görülür. Cahit
Koytak şiirinin beslendiği kaynakların en önemlileri ve en yoğun olarak
yararlanılanı teolojik kaynaklardır. Birçok şiirinin matrisini oluşturan
düşüncenin Kur'an-ı Kerim'deki bir ayete, kıssaya, sureye; İncil'de ya da
Tevrat'ta anlatılan bir öykü ya da anekdota dayandığı dikkati çeker. Cahit
Koytak şiiri, hangi kaynaktan beslenirse beslensin, en nihayetinde şiirde
ortaya konulanlar ya Kur'an-ı Kerim'in temel doktrinine dayanan ya da bu
doktrinle çelişmeyen bir bakış açısıyla ele alınır.
Cahit Koytak, şiirlerinde çeşitli bağlamlarda İncil'deki öykü, görüş ve
düşüncelerden sıklıkla yararlanır. İncil'e göre insanın ve sözün yaratılışı,
Hz.İsa'nın yaşamı, havarileriyle ilişkileri, çoban-sürü eğretilemeleri, son
akşam yemeği gibi öykü ve anekdotlar Cahit Koytak şiirine tema, motif, fon
olarak ya da anıştırma, üstkurmaca, gizli anıştırma, palimpsest vb. yöntem ve
teknikler aracılığıyla kaynaklık eder.
Kur'an-ı Kerim ve İncil kadar yoğun olmamakla birlikte Tevrat (Tanah) ve
sonuna eklenmiş mezmurlar; anekdot, öykü, olay, kişiler, ritim ve ahenk
bakımlarından Cahit Koytak şiirine kaynaklık eder. Şiirlerde sıklıkla Tevrat'a
(Tanah ve Eski Ahit), Tevrat'ı oluşturan diğer kitaplar ve mezmurlara da
gönderimde bulunulur.
Mitoloji ve mitolojiye ait çeşitli figür ve anlatılar, Cahit Koytak
şiirinin önemli kaynakları arasında yer alır. Başta erken dönem Yunan
mitolojisi olmak üzere Roma, Mısır, Hint ve Ortadoğu mitolojileri Cahit Koytak
şiirini besleyen kaynaklardır. Bunlar içinde en geniş yer tutanı ise kuşkusuz
Yunan mitolojisidir. Cahit Koytak, mitolojiyi sadece şiiri kurmakta bir kaynak
olmanın ötesinde, şiiri zaten kendi içinde taşıyan bir olgu olarak görür. Cahit
Koytak'ın şiiri, kutsal kitapların ve kadim mitolojinin anlatılarıyla beslemesi
onun şiirini içerik bakımından evrensel değer taşıyan her çağda ve kültürde
anlamlı olan metinler olmasını sağlar.
Cahit Koytak şiirinin en belirgin özelliği şiir dilini günlük dilden
devşirmesidir. Ancak bu durum anlamsal olarak bir tür sığlık ya da yüzeysellik
olarak değerlendirilmemelidir. Şiir, başka bir şeyin sıfatı, ardılı, öncülü ya
da açıklayıcısı değildir. Olgusal ve sözel anlamda şiir, kendini kaim kılan
değerlerle kendini var eden, kendisi için yine salt kendisiyle var olan
sanatsal bir yaratımdır. Anlam yüklenmeye muhtaç olmadan kendinde kaim bulunan
anlamları çoğaltan bir metindir. Bu bakımdan Cahit Koytak, şiirin bir dil
sorunu olduğunun farkındadır. Ancak Cahit Koytak'ın bu farkındalığı, II.
Yeni'nin şiir anlayışında olduğu gibi şiiri tamamen dile indirgeyen bir yaklaşım
değildir. Şiir dili düzyazı gibi nesnel gerçekliğe ait olay, olgu ve durumları
anlatan bir dil olmanın ötesinde sözcüklerini günlük dilden devşirmekle
birlikte bir üst gerçekliği anlatan, kendini oluşturan sözcüklerin ötesinde bir
dil olarak değerlendirilir.
Cahit Koytak, şiirinde en sofistike, anlatması ve anlaşılması son derece
zor konuları, çetrefil felsefi bahisleri bile duru bir anlatımla, sıradan
insanın anlayışına indirgeyerek duru bir biçimde anlatmayı amaçlar. Bu nedenle
Cahit Koytak, kelimelerle satranç oynamayan şairler arasında
değerlendirilir. Zaten zor olan da eklektik ve derin olanı anlaşılır kılarak
anlatmaktır. Şairin yalın, duru bir anlatımı amaçlaması aslında yaratılışın
saflığını ve estetiğini yakalama çabasının bir sonucudur.
Cahit Koytak, şiir yazmanın temel ilklerden birini doğanın
konuştuğu gibi konuşmak biçiminde niteler ve şiir dilinin doğanın
akışındaki yazgısallık gibi kendine özgü bir ritim ve doğallık içinde olması
gerektiğini söyler. Şairin yazdıkları yapay geometrik ölçüler, tasarlanmış
yapaylıklardan uzak olmalıdır. İşlene işlene klişeleşmiş tema ve üsluplardan
uzak durmak gerektiğini belirtir.
Cahit Koytak şiirinin sözcük kadrosu -çeşitli bilgi ve bilim alanlarından
alınan o alanların kendine özgü sözcük kadrosuna ait sözcükler ve söz öbekleri
bir kenarda tutulursa- günlük dilin dağarcığından beslenir. Günlük dilden
alınan sözcükler, günlük dildeki anlamsal boyutlarını ve derinliğini aşacak
biçimde şiirin anlam dünyası içinde yeni anlamlar kazanarak şiir diline
dönüşür. Ancak bu yeni anlamlandırma aykırı bağdaştırmalardan çok sözcüğün dize
içinde oturduğu anlamsal bağlamların özgünlüğü ile sağlanır.
Cahit Koytak'ın günlük gazetede şiir yazma tavrının arkasında yatan şiiri
"herkesle" buluşturma düşüncesi aynı zamanda şiir dilinin kaynağı
olarak günlük dili seçmesinin de nedenidir. Şiir, ancak öylesi bir tutumla
geniş kitlelere seslenebilir ve onlara belirli bir estetik düzeyin üstünde
edebi haz sunabilir. Herkesin dilinden devşirilmiş ancak anonimleşerek
sıradanlığa düşmemiş şiirlerle şair ve şiiri sahiciliği yakalayabilir.
Cahit Koytak şiirinin belirgin özelliklerinden biri de bu bağlamda
öyküleyici anlatımdır. Cahit Koytak, iyi tasarlanmış bir öyküyü ve şiir dilinin
dokusuna uygun öyküleyici anlatımı, iyi şiiri inşa eden önemli yapı
elemanlarından biri olarak görür.
Şairin, dili kendine özgü kullanım biçimi olan üslubunun bir yönü olarak
değerlendirilebilecek sapmalar; sözcüklerin, söz öbeklerinin, dizelerin ve bir
bütün halinde şiir metninin ölçünlü dilden çeşitli uygulamalarla alışılmışın
dışında bir kırılma yaratacak biçimde kopmasıdır.
Cahit Koytak'ın şiir dilinin belirgin özelliklerinden biri de dilsel
sapmalardır. Cahit Koytak'ın şiirlerindeki sapmalar, niteliğine göre dört
farklı başlık altında değerlendirilebilir. Ölçünlü dilin dışında yer alan
kullanımlar niteliğine göre argo ve sarkazm, arkaik sözcükler kullanma, öz
Türkçe sözcükler kullanma ve şairin kendi ürettiği sözcükleri kullanması
başlıkları altında incelemek mümkündür.
Cahit Koytak şiirinde Tanrı, yaratıcılık, insan, ölüm, kıyamet, aşk, akıl,
delilik, bütünlük, kozmik uyum, müzik, sinema ve portreler gibi geniş
yelpazeden oluşan bir tematik çeşitlilik görülür. Bu temalar şairin kendine
özgü duyarlığı, bakış açısı ve diliyle işlenir. Ele aldığı temaları karmaşıktan
yalına indirgeyerek zihin açıklığıyla kavranabilecek, nüfuz edilebilecek bir
biçimde ele alır. Ancak bu şiirler aynı zamanda okurun entelektüel donanımı
ölçüsünde katmanlı, girift anlamlar üretebileceği türden metinlerdir.
Cahit Koytak şiirindeki temalar içinde özlem, ayrılık, hüzün... gibi şiir
anlatıcısının doğrudan doğruya kendi bireyselliğiyle ilgili duygusal durumları
ele alan temaların son derece sınırlı sayıda şiirde işlendiği görülür. Cahit
Koytak, daha çok evrensel anlamda insan, bir olgu olarak ölüm, Tanrı,
varlık-yokluk, akıl, delilik, hayat, modernlik gibi temaları ele alarak bunlara
kavramsal çerçevede yaklaşıp tanımlamaya, eleştirmeye girişerek; bu kavramları
yeniden boyutlandırmayı amaçlar.
1990'da yayımlanan ilk şiir kitabı "İlk Atlas"ta daha çok
kendiyle didişen, kendi varlığını ve içinde yaşadığı çağı sorgulayan, yanıtlar
arayan, sorular soran; bunalımları, açmazları olan, kendi ne'liğini, birey
olarak niçin yaratıldığını anlamaya çalışan, doğrudan ya da dolaylı olarak
modernite sürecine ve ona ait olgulara eleştiriler yönelten bir şair tavrı
görülürken 1990 sonrasında yazdığı şiirlerde, kendi içsel sorunlarını çözmüş,
iç dünyasını tanımış ve dizayn etmiş bir şair tavrı sergiler.
"İlk Atlas"ta didişilen Doğu ve Batı geleneklerine / inanma
biçimlerine ait metafizik konular, artık "Şen Maneviyat"ı oluşturan
izleklere dönüşür. "İlk Atlas"ta görülen huzursuz, parçalanmış, silik
modern birey yerini, sonraki dönem şiirlerinde Tanrı'yı bulmuş, O'nun
niteliğini tanımış, dingin bir ruh hali içinde varlığa, kavramlara kuşatıcı ve
bütünlüklü, hâkim bir bakışla yaklaşan bilge bir şiir anlatıcısına dönüşür.
Ancak tüm bu bilge ve dingin niteliğe rağmen akla olan güvensizlik, akıl -kalp
ikiliği arasında bir pandül gibi sonsuz gitgeller yaşama tavrı - insan olmanın
doğası gereği- elden bırakılmaz.
Şair, yaşadığı çağın tanığı olarak güncel olayları tema edinen şiirler de
yazar. Bu tür şiirler şairin külliyatı içinde diğer temalara kıyasla son derece
sınırlı sayıda olmakla birlikte entelektüel çevrelerde ses getirecek nitelikte
çıkışlar içeren şiirlerdir. Bu güncel olaylar içinde İsrail’in 2008 yılı
başlarındaki yirmi bir gün süren Gazze kuşatması sırasında yazılan şiirler
kamuoyunda geniş yankı bulur.
Cahit Koytak şiirlerinde aşk teması; teolojik, felsefi kavramlar ve çeşitli
insani durumlarla ilişkilendirilerek ele alınır. Aşk, genellikle birçok şairin
başat temaları arasında yer almasına rağmen Cahit Koytak'ın aşk temasını
sınırlı sayıda şiirinde kullandığı görülür.
Tanrı'ya duyulan aşk, sembolik, mistik, agnostik ya da platonik bağlamda
ele alınmaz. Özneyi bilinmezliğe, girift, eklektik ruh hallerine, kendini
unutturacak ruhsal bir sarhoşluğa, Divan şiirinde olduğu gibi asketik bir
çileciliğe sürüklemez. Tanrı'ya karşı insanın duyduğu aşk; duru, karşılıksız ve
doğrudan doğruya yalın bir biçimde ifade edilen tutkulu ve yoğun bir sevgidir.
Akıl temasının işlendiği şiirlerde daha çok, akıl kalp ikiliği, insanın
aklıyla yaşadığı çelişki, aklın açmazları, aklın yarattığı kuşkunun insanı
sürüklediği huzursuzluk, aklın güvenilmezliği vb. üzerinde durulur. Tematik
tutum olarak da akla karşı doğrudan ya da dolaylı eleştirel bir tavır
takınılır. Bu bağlamda insan aklının üretimleri olan felsefe ve pozitif bilimin
ortaya koyduğu ilkeler bazen mizah ve ironiyle de ele alınır. Modernitenin
Tanrı'yı "öldürüp" yerine aklı ve onun üretimi olan pozitif bilgiyi
koymasına asimetrik olarak akla karşı eleştirel bir tavır "İlk
Atlas"tan "Dudakta Bekletilen Şarkılar"a kadar sürekli kendini
hissettirir. Ancak bu tavır, aklın topyekûn inkârı ya da reddi değil; aklıyla
cedelleşen ve bir türlü yenişemeyen insan ve "akıl"ın ezeli ve ebedi
trajedisi olarak okunmalıdır.
Cahit Koytak şiirinde Kaliforniya'daki portakal bahçesinde sömürülen
kölelerden Gazzeli Yusuf'a kadar dünyanın her coğrafyasından ve kültüründen
ezilenler ve onların trajedisinin yer almasına koşut olarak evsizlik temasının
da sıkça işlendiği görülür.
Cahit Koytak şiirinde sıkça işlenen Tanrı teması, çeşitli bağlamlarda
farklı yönleriyle ele alınır. Şiirlerde Tanrı, öznitelikleri ve tanımlamaları
bakımından İslam dininin temel doktrinini oluşturan Kur'an-ı Kerim'de tanıtılan
Yaratıcı'dır. Tanrı'nın korkulan, çekinilen değil; her şeyden önce sevilen,
sevgiyle kavranan, birey için güven ve neşe kaynağı olan varlığının ön plana çıkarılması,
Tanrı temasının işlendiği şiirlerin belirgin bir özelliğidir. Bireyin yetenek
ve güçlerinin sınırlılığı, Tanrı'nın sınırsız merhameti ve bağışlayıcılığı,
şiir anlatıcılarını yüreklendiren onları Tanrı'ya daha da yakın hissettiren
argümanlar olarak karşımıza çıkar.
Cahit Koytak şiirinde Tanrı, çeşitli nitelikleriyle farklı biçimlerde
adlandırılır. Bu adlandırmalarda güzellik, bağışlayıcılık, yücelik, ustalık,
yaratıcılık, kusursuzluk, yalnızlık vb. sıfatlardan hareketle adlandırmalar
yapıldığı gibi bahçıvan, maestro gibi çeşitli meslek dallarıyla da metaforik
ilişkiler kurularak adlandırmalar da yapılır.
Arayış, insanın kendini gerçekleştirme sorunu olarak her çağda felsefe,
edebiyat ve çeşitli inanç sistemlerinin temel sorunsallarından bir
olagelmiştir. Kendini arama, kendini ve neliğini keşfetme yoluyla Tanrı'ya
ulaşma ya da Tanrı'ya ulaşarak kendi benliğini bulma gibi bakış açılarıyla ele
alınan "arayış" Doğulu ve Batılı birçok yapıtta tema ya da motif
olarak kullanılmıştır. Arayışın olmaması ya da başarısızlıkla sonuçlanması
durumunda ortaya çıkan iç çatışma, açmaza düşme, iç huzursuzluk, parçalanmış
kişilik gibi psikolojik krizler modernist edebiyatın da temel temaları olarak
kullanılmaktadır. Cahit Koytak şiirinde de arayışın bir tema olarak işlendiği
görülür. Arayış, Cahit Koytak'ta somut eğretilemeler üzerinden soyut anlamlar
üreten metafizik, mistik, içsel ancak bireyin maddi varlığını aşkın bir
eylemdir. Cahit Koytak'ın şiir kişileri kendilerini, kendi benini arayarak
kendi içlerindeki Tanrı'yı dolayısıyla varlığı mutlak olanı bulma, O'na
eklemlenme peşindeki mistik kişilerdir.
Cahit Koytak şiirinde meczup, münzevi, şizofren, depresif, deli vb. akılla
sorunlu ilişkileri olan şiir tiplerinin sıklığı göz önüne alındığında şiir
kişilerinin "akıllı delilik"i aradıkları gibi bilinçli sarhoşluğun da
peşinde oldukları görülür. Bu sarhoşluk, "büyük sarhoşluk" olarak
kavramlaştırılır. Büyük sarhoşluk, bilgece bir sarhoşluktur. Çünkü bu ruhsal
durum, bireyin Tanrı'sını dolayısıyla kendisini bulmasıyla gerçekleştiği için
bir arayış eyleminin sonucu olarak ortaya çıkar. Bireyi sarhoş eden de
sarhoşluktan uyandıran da aynı şeylerdir. Bunlar Yaratıcı'nın gücü ve
sanatı, ölümsüzlük isteği, yaratıcı'nın varlığı, muhabbet ve
ülfet, sevda, edep, sabır gibi olgu ve erdemlerdir.
Cahit Koytak şiirinde delilik teması, sanatsal kurmacanın bir gereği /
özniteliği, aklın eleştirisi, aşkın yarattığı olağan ruh hali, akıl gibi
varlığı Tanrı'dan bir olgu biçiminde değerlendirilerek işlenir.
Genel olarak müzikle şiiri iç içe, aynı içeriğin farklı biçimlerde ifadesi
olarak gören Cahit Koytak'ta caz müziğinin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Nitekim
"Cazın Irmakları" adlı şiir kitabı tamamen caz, caz tarihi, caz
enstrümanları ve caz ustalarının portrelerine ayrılmış, Cumhuriyet Dönemi Türk
şiirinde özgün yeri olan bir yapıttır. Şiir anlatıcıları; şiirlerin önemli bir
kısmında cazın ruhunu, sömürünün nesnesi haline getirilen insanların Tanrı'ya
duyduğu derin ve güçlü inançla ilişkilendirir.
Cahit Koytak şiirinin önemli temalarından olan caz, farklı bakış açılarıyla
ele alınır ve her şeyden önce sosyolojik bir olgu olarak değerlendirilir.
Afroamerikan alt kültürün sanatsal üretimi olduğu için underground bir sanat
kabul edilir. Alt kültürün ürünü olmasının temel nedeni ise cazın, sömürünün
nesnesi olan insan kitlelerinin sözcülüğünü yapmasıyla ilgilidir. Caz
sanatçılarının sıkça işlenen portrelerinin de gettolaştırılmış Afroamerikan
kültürünün atmosferi içinde yer yer sarkazma varan bir üslupla temalaştırıldığı
görülür. Ayrıca caz, doğaçlama olma, belirli notasyon ve sözlerle yinelenmekle
birlikte her zaman farklı formlarda ortaya çıkma gibi özellikleriyle Tanrı'nın
yaratma eylemine benzediği için Tanrı'nın müziği olarak değerlendirilir.
Cahit Koytak'ın şiirlerinde suskunluk bir tema olarak sıkça işlenir. Ağaçların,
taşların, otların, yağmurların... kısacası bütün doğal varlıkların yaptığı
gibi susarak konuşmak gündelik yaşamın gitgide anlamsızlaşan,
birbirinin aynısı olan, tek düze sığlığına ve ampirik akla karşı protest bir
tavır olarak da şiirlerde ele alınır. Suskunluk, erdemli bir davranış olmanın
yanında sanatsal yaratıcılığı kamçılayan, sanatçıyı esinleyen derinlikli bir
eylemdir.
Cahit Koytak şiirinde ölüm teması sıkça ele alınır. Ölüm temasının ele
alınışındaki belirleyici temel tutum, semavi dinlerin ortak tezini oluşturan
ölümün bir son olmadığı, yeni bir yaşamın başlangıcı olduğu görüşüdür. Asıl
hayat ise ölümden sonra kişiyi bekleyen hayattır. Ölüme bu açıdan yaklaşan şiir
anlatıcıları, ölümün bütün trajikliği ve kaçınılmazlığı karşısında çıkmaza
düşüp kahretmek yerine, "Ölüme Çare" olarak görülen "Şen
Maneviyat"a sığınır.
Cahit Koytak şiirinde ölüm, yeni bir yaşamın başlangıcı olarak ele alınsa
da güçlü bir hayatta kalma içgüdüsüyle, dünyada kendilik bilincine sahip,
biyolojik bir varlık olarak bulunan insan için aynı zamanda endişe, korku ve
anksiyete yaratan bir olgudur. Bireyin Tanrı'nın varlığından kaynaklanan
umuduyla, ölümün kaçınılmazlığının yarattığı korku arasında yaşadığı karmaşa
ölüm temalı birçok şiirde üzerinde durulan bir ruhsal durumdur.
Cahit Koytak, bir bütün halinde varlığı, evreni ve insanın her türlü soyut-
somut üretimlerini kapsayan bu büyük uyuma "kozmik uyum" adını
verir. Hem nihai olarak insanın estetik üretimi olan hem de insanı konu edinen
sanat (özelde ise şiir), doğallıkla bu uyumun bir parçasıdır. Sanatçının
evrendeki şeylerde, devinim ve oluşlardaki uyumu, kapsayıcı bir bakışla sezip
kavrayarak sanatsal yapıtı bu perspektifle ortaya koyabilmesinin temel
koşulu kendini kendine bırakması ve büyük uyumun bir parçası
olmasıdır.
Cahit Koytak'ın yaşam-oyun temalı şiirlerinde oyun, yaşamın bizzat
kendisidir. Cahit Koytak'ın, kavramsal olarak "yaşam"ı tema edindiği
şiirlerinde, genellikle yaşam bir tür oyun, yaşama eylemi ise oyun oynamanın
bir biçimi olarak ele alınır. Yaşamın oyunlaştırılması, gündelik yaşamın tekrar
edile edile sıradanlaşan ve tekdüzeleştikçe anlamsızlaşan karmaşasından bir
kaçışın sonucudur.
Sanatı bir yönüyle "mış gibi yapmak" olarak algılayan Cahit
Koytak, sanat ile oyunun ruhunu özdeşleştirir. Çünkü sanat da oyun da avunmak
ya da bir başka deyişle sığınmak için vardır. Bireyin yazgısı da aslında
oynaması için ona verilmiş bir oyun tekstinden başka bir şey değildir. Sanatsal
yapıtın kendisi de aslında oyunlaşarak yaşamın oyunsuluğunu, oyuna düşkünlüğünü
simgelemektedir.
İlk şiirini 1970'te yayımlayan Cahit Koytak, 1970'ler ve 1980'in son
yıllarına kadar olan iki onyıllık süreçte genellikle İkinci Yeni ekseninde şiir
verimlerini sürdüren muhafazakâr eğilimli şairlerle poetik açıdan benzerlik
gösteren bir tutum sergilemiştir.
Cahit Koytak, 1990'larla birlikte bu çizgiden uzaklaşarak, herhangi bir
edebi grup, hareket ya da topluluk içinde değerlendirilemeyecek -ana hatları
yukarıda belirtilen- kendine özgü bir şiir anlayışı geliştirmiştir. Dolayısıyla
Cahit Koytak Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri içinde özellikle 1990 sonrası ikinci
dönem şiirleriyle tematik tutumu, şiir dili ve üslubu kısacası bir bütün
halinde poetik anlayışıyla kendine özgü bir alan açmıştır. Şiirlerinde görülen
Tanrı'ya karşı duyulan derin ve içten inanç ve İslami duyarlık şairin
"İslamcı şair" olarak yanlış ve eksik değerlendirmesine yol
açmamalıdır. İnsanı ve insana özgü sorunsalları ulusa, dine, kültüre özgü
olmaktan öte kavramsal bir perspektiften evrensel bir bakış açısıyla ele alan
bir şair olarak adlandırmak daha yerinde bir tanımlama olacaktır.
KAYNAKÇA
KAYNAKÇA
A. Şairin Çalışmaya Konu Olan Eserleri
Cahit Koytak, Cahit; Gazze Risalesi, Pınar Yayınları,
İstanbul 2009.
Cahit Koytak, Cahit; îlk Atlas, Timaş Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Cahit; Şairlerin ve
Yoksulların Kitabı I, Timaş Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Cahit; Şairlerin ve Yoksulların Kitabı II, Timaş
Yayınları, İstanbul
2010.
Cahit Koytak, Cahit; Şairlerin ve Yoksulların
Kitabı III, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.
Cahit Koytak, Cahit; Yeni Başlayanlar îçin
Metafizik, Timaş Yayınları, İstanbul
2011.
Cahit
Koytak, Cahit; Cazın Irmakları, Timaş Yayınları, İstanbul
2012.
Cahit Koytak, Cahit; Ölüme Çâre -ya da Şen
Maneviyat-, Timaş Yayınları, İstanbul 2013.
Cahit Koytak, Cahit; Dudakta Bekletilen
Şarkılar, Timaş Yayınları, İstanbul 2014.
B. Matbu
Kaynaklar
1. Kitaplar
Afacan, Aydın; Şiir ve Mitologya -Cumhuriyet
Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası-, Doruk Yayınları, Ankara
2004.
Akatlı, Füsun; Zamanı Yaşatan Roman / Zamana
Direnen Şiir, Boyut Yayınları, İstanbul 1998.
Akay,
Hasan; Şiir Yeniden Okumak, Kitabevi, İstanbul 2003.
Akın,
Gülten; Şiiri Düzde Kuşatmak, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
1996.
Akkanat, Cevat; Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.
Aksamaz, Nuray Gök; Nartlardan Beri Kuzey Kafkasya Mitolojisi, Sorun
Yayınları, Ankara 2001.
Aksamaz, Nuray Gök; Şiir Tasarımı ve Süreçler, Gerçek
Sanat Yayınları, İstanbul 2005.
Aksan,
Doğan; Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınları, Ankara
1995.
Aksoy, N. Vd.; Şiir ve Şiir Kuramları Üzerine Söylemler, Düzlem
Yayınları, İstanbul 1996.
Aktaş, Hasan; Çağdaş Türk Şiirinde Din ve Tasavvuf, Çizgi
Kitabevi, Konya 2001.
Aktaş, Hasan; Çağdaş Türk Şiirinde Tarihi Şahsiyetler ve Eserler, Çizgi
Kitabevi, Konya 2002.
Aktulum,
Kubilay; Metinlerarasılık, Öteki Yayınları, İstanbul 1999.
And, Metin; Oyun ve Bügü -Türk Kültüründe Oyun Kavramı-, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1974.
Arslan,
Mehmet; Argo Kitabı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009.
Asad,
Muhammad; The Road to Mecca, Simon and Schuster, Newyork 1954.
Asiltürk, Bâki; 1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası, Toroslu
Kitaplığı, İstanbul 2006.
Aslan, Bahtiyar; Günebakan -Yeni Türk Edebiyatı Değerlendirmeleri-, Kesit
Yayınları, İstanbul 2012.
Atay,
Oğuz; Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 1987.
Aytaç,
Gürsel; Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yayınları, İstanbul
1999.
Ayvazoğlu, Beşir; Aşk Estetiği -Islâm Sanatlarının Estetiği Üzerine
Bir Deneme, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1993.
Ayvazoğlu,
Beşir; Geleneğin Direnişi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997.
Bachelard, Gaston; Mekânın Poetikası, Çev.: Aykut Derman,
Kesit Yayınları, İstanbul 1996.
Berendt, Joachim E.; Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010.
Berk,
İlhan; Şairin Toprağı, Simavi Yayınları, İstanbul 1992.
Berk, İlhan; El Yazılarına Vuruyor Güneş -1955-1990-,II. b.,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997.
Berk,
İlhan; Poetika ,II. b., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001.
Berkes, Niyazi; Türkiye'de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi
Yayınları, II. b., Haz.: Ahmet Kuyaş, İstanbul 2002.
Bilgegil, M.
Kaya; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, Enderun Kitabevi, İstanbul
1989.
Bretton, Gerard; Sinema Tarihi, Çev.: Şirin Tekeli,
İletişim Yayınları, İstanbul 1992.
Campbell, Joseph; ilkel Mitoloji -Tanrının Maskeleri-, C.
I., II. b., Çev.: Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1995.
Campbell, Joseph; Doğu Mitolojisi -Tanrının Maskeleri-, C
II., III. b., Çev.: Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2001.
Can, Adem; Cumhuriyet Devri Şiir Poetikası -Dergâh’tan Büyük
Doğu’ya-, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 2012.
Can, Şefik; Klâsik Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka
Kitabevleri Koll. Şti., İstanbul 1970.
Celal,
Metin; Yeni Türk Şiiri, Çizgi Yayınları, İstanbul 1999.
Ceram, C.
W.; Tanrıların Vatanı Anadolu, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979.
Cibran, Halil; Tanrı Elçisi -Nebi-, Çev.: Cahit Koytak,
Kapı Yayınları, İstanbul Mart 2012.
Cibran, Halil; Gezgin -Kıssalar ve Hikmetler-, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Mart 2012.
Cibran, Halil; Kaçık, Çev.: Cahit Koytak, Kapı Yayınları,
İstanbul Nisan 2012.
Cibran, Halil; Kum ve Köpük, Çev.:
Cahit Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Nisan
2012.
Cibran, Halil; Yeryüzü Tanrıları, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Haziran 2012.
Cibran, Halil; Öncü, Çev.: Cahit Koytak, Kapı Yayınları,
İstanbul Haziran 2012.
Cibran, Halil; Gözyaşları ve Kahkahalar, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Temmuz 2012.
Cibran, Halil; Vadinin Perileri, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Temmuz 2012.
Cibran, Halil; Gece ile Sabah Arasında, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul Ekim 2012.
Cibran, Halil; Gönlün Sırları, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul Ekim 2012.
Cibran, Halil; Başkaldıran Ruhlar, Çev.:
Cahit Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul
2013.
Cibran, Halil; Kırık Kanatlar, Çev.: Cahit Koytak, Kapı
Yayınları, İstanbul 2013.
Contemporary Poetry From Turkey Catalogue - Frankfurt
Book Fair 2008-, Editor:
Metin Celal, The Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism General
Directorate of Libraries and Publications, İstanbul 2008.
Çalışkan,
İsmail; "Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası",
İnsan Yayınları,
İstanbul
2009.
Çetin, Nurullah; Yeni Türk Şiirinde Geleneğin izleri, Hece
Yayınları, Ankara 2004.
Çetin, Nurullah; Yeni Türk Şairinin “Yusuf ile Züleyha Hikâyesi”
Duyarlığı, Hece Yayınları, Ankara 2004.
Çetin,
Nurullah; Şiir Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara 2010.
Çonoğlu, Salim; İdeolojik Ölüm Algısı -Cumhuriyet Dönemi Türk
Şiirinde Ölüm 1920-1950-, Akçağ Yayınları, 1.b, Ankara 2007.
Çoruhlu, Yaşar; Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı
Yayınları, İstanbul 2002.
Çüçen, A.Kadir; Heidegger’de Varlık ve Zaman, Asa
Kitabevi, 3.bs., Bursa 2003.
Dante, Alighieri; La divinia commedia, a cura di Lodovico
Magugliani, Rizzoli Editöre, Milano, 1949.
Dante, Alighieri; İlahi Komedya -Cehennem, Âraf, Cennet-, Çev.:
Rekin Teksoy, Oğlak Yayıncılık, İstanbul 1998.
Davis, Miles; Miles -Otobiyografi-, Çev.: Avi Pardo, Afa
Yayıncılık, İstanbul 1995.
Ebu’l Fazl İzzet, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, Çev.:
Cahit Koytak, İnsan Yayınları, İstanbul 2003.
Ece Ayhan, "Mor Külhani", Bütün Yort Savul'lar, VII.
b., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008.
Ecevit, Yıldız; Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, IV.
b., İletişim Yayınları İstanbul 2006.
Emiroğlu, Öztürk; Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Hisar
Topluluğu ve Edebi Faaliyetleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
2000.
Enginün, İnci; Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001.
Esed, Muhammed; Mekke’ye Giden Yol, Çev.:
Cahit Koytak, İnsan Yayınları, İstanbul 1985.
Esed, Muhammed; Sahîh-i Buhârî-Islâm’ın ilk
Yılları- Çev.: Mustafa Armağan, İşaret Yayınları, İstanbul 2001.
Esed, Muhammed; Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, Çev.:
Cahit Koytak - Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2002. [Çeviriye esas
olan nüsha: Asad, Muhammad; The Message of The Qur’ân -Translated and
Explained by MuhammadAsad-, Dâr al-Andalus Limited 3 Library Ramp,
Gibraltar 1980.]
Eski Mısır'ın Ölüler Kitabı -British Museum'daki Ani,
Hunefer, Anhai Papiruslarma Göre-, Haz.:
Albert Champdor, Çev.: Suat Tahsuğ, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1984.
Estin, Colette vd.; Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev.:
Musa Eran, TÜBİTAK, Ankara 2002.
Eyüboğlu, İsmet Zeki; Anadolu Mitolojisi
-Anadolu Üçlemesi 2-, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998.
Fanon, Frantz; Peau noire, masques blancs, Editions
du Seuil, Paris 1952.
Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maske, Çev.:
Cahit Koytak, Seçkin Yayınları, İstanbul 1988 (2. b., Versus Kitap, İstanbul
2009).
Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr, Çev.:
Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968.
Fink, Gerhard; Antik Mitolojide Kim Kimdir?, Çev.:
Serpil Erfındık Yalçın, İlya Yayınları, İzmir 2004.
Fuzulî, Fuzulî Dîvânı, "Kıt'alar",
III. b., Haz.: Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1985.
Garaudy, Roger; Afarozdan Diyaloğa -De
l’antheme au Dialogue-, Çev.: Sadık Kılıç, Birey Yayınları, İstanbul
1996.
Gencer,
Bedri; Islamda Modernleşme -1839-1939-, II. b., Doğu Batı
Yayınları, İstanbul 2012.
Güçbilmez,
Beliz; Sophokles’ten Stoppard’a Ironi ve Dram Sanatı,Deniz
Kitabevi, Ankara 2005.
Gülşehrî, Mantıku’t-
Tayr -tıpkıbasım-, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1957.
Günyol,
Vedat; Sanat ve Edebiyat Dergileri, Alan Yayıncılık, İstanbul
1986.
Gürsel, Nedim; Nâzım Hikmet ve Geleneksel Türk Yazını, Adam
Yayınları, İstanbul 1992.
Heidegger, Martin; Varlık ve Zaman, Çev.: Kaan H. Ökten,
Agora Kitaplığı, İstanbul 2011.
Homeros; Odysseia, Çev.: Azra Erhat, A. Kadir, Can
Yayınları, İstanbul, 1998.
Huizinga, Johan; Homo Ludes -Oyunun Toplumsal işlevi Üzerine Bir
Deneme-, IV. b., Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2013.
İlhan, Attilâ; Elde Var Hüzün -Bütün Şiirleri: 9-, 6. b.,
Bilgi Yayınevi, İstanbul 1998.
İlhan, Attilâ; Sisler Bulvarı -Bütün Şiirleri: 2-, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003.
Kahraman, Hasan Bülent; Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke
Yayınları, İstanbul 2000.
Karaca, Alâattin; II. Yeni Poetikası, Hece Yayınları,
Ankara 2005.
Karaca,
Alâattin; Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
2014.
Karataş, Turan; "Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç", Kaknüs
Yayınları, İstanbul 2000.
Kocabaş, Şakir; İfadelerin Gramatik Ayrımı, Küre
Yayınları, İstanbul 2002.
Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, LX. b., Büyük Doğu
Yayınları, İstanbul 2006.
Kolcu, Ali İhsan; "Hayata Karşı Hazırlananların Şiiri: Futbol Oynayan
Çocuklar", Modern Türk Şiiri I Şiir Tahlilleri -Modern Türk
Şiirinin Panoraması, Salkım Söğüt Yayınları, Erzurum 2007.
Konularına Göre Kur'an -SistematikKur'an Fihristi-, IX. b., Haz.: Ömer Özsoy, İlhami Güler, Fecr
Yayınları, Ankara 2005.
Koytak, Cahit, Gazze Risalesi, Çev.: Koray Kaya, Yunus
Emre Enstitüsü Yayınları, Ankara 2014.
Mackenzie, Donald A; Çin ve Japon Mitolojisi, Çev.: Koray
Atken, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1996.
Mengüşoğlu, Metin Önal; Bilge Terzi M. Said Çekmegil, Beyan
Yayınları, İstanbul 2009.
Mevdudi; Kur’an- Kerim’de Dört Terim -İlah /Rab /Din /İbadet-, Çev.:
Cahit Koytak, Kahraman Yayınları, İstanbul 1990.
Mevlana; Mesnevi, "Hz. Musa ile Çoban Hikâyesi",
C. II, Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.
Milton, John; Kayıp Cennet -Adem ile Havva'nın Cennetten Kovuluş
Öyküsü-, Çev.: Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, İstanbul 2006.
Necatigil, Behçet ; 100 SorudaMitologya, Gerçek Yayınevi,
İstanbul 1995.
Okay, M. Orhan; Poetika Dersleri, Dergâh Yayınları, İstanbul
2011.
Onay, Ahmet Talat; Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Akçağ
Yayınları, Ankara 2000.
Ögel,
Bahaeddin; Türk Mitolojisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1971.
Özlem, Doğan, Tarih Felsefesi, İnkılâp Yayınları, İstanbul
1998.
Rosenberg, Dona, Dünya Mitolojisi -Büyük Destan ve Söylenceler
Antolojisi-, Çev.: Kudret Emiroğlu-Ali Tarlanoğlu, İmge Kitabevi
Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2003.
Sazyek, Hakan Behçet; Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, İş
Bankası Yayınları, İstanbul, 1996.
Sazyek, Hakan; Şiir Üzerine Şiirler, Perşembe Kitapları,
İstanbul 2001.
Seber, Cemal Süreya; Folklor Şiire Düşman, Can Yayınları,
İstanbul 1992.
See Syed Abul Ala Maududi, Four Basic Quranic Terms, Transl.
by: Abu Asad, Lahore 1996.
Şahin, Seval, Modernizmin Oyunu Oyunun Modernizmi Tanpınar ’da
Oyun, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Şeriati, Ali; Dine Karşı Din -Anne Baba Biz Suçluyuz-, Fecr
Yayınları, Ankara 2009.
Şeriati, Ali; Kendisi Olamayan insan -insanın Dört Zindanı-, Fecr
Yayınları, Ankara 2009.
Şeriati, Ali; Sanat, Fecr Yayınları, Ankara 2009.
Tagore, Rabindranath; Veda Şarkısı, Çev.: Cahit Koytak,
Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Tagore, Rabindranath; Gitanjali -Tanrı’ya Adanmış Şiirler-, Çev.:
Cahit Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Tagore, Rabindranath; Ayın Bitmeyen Çocukluğu, Çev.: Cahit
Koytak, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
Tolstoy, Leo; insan Ne ile Yaşar?, Çev.:
İhsan Özdemir, Timaş Yayınları, İstanbul 2004.
Tökel, Dursun Ali; Divan şiirinde Harf
Simgeciliği, Hece Yayınları, Ankara 2003.
Türk Edebiyatı Tarihi, C. IV, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2007.
Ülken, Hilmi Ziya; Türkiye'de Çağdaş Düşünce
Tarihi, III. b., Ülken Yayınları, İstanbul 1992.
Wittgenstein, Ludwig; Tractatus
Logico-Philosopihicus, Çev.: Oruç Aruoba, Bilim Felsefe Sanat
Yayınları, İstanbul 1985.
Yazır, Elmalılı Hamdi; Kur’ân-ı Kerîm ve
Türkçe Meâli, Temel Neşriyat, İstanbul 2000.
Yazır, Elmalılı Hamdi; Hak Dini Kur'an Dili,
C. VIII, Haz.: Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul 1996.
Yunus Emre, Divan [Yûnus Divanı], Haz.: Prof. Dr.
Turan Karataş, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014.
Yücel, Müslüm; Edebiyatta Ölüm ve İntihar, Agora
Kitaplığı, 3.b., İstanbul 2007.
2. Yayımlanmamış Tezler
Adem Çalışkan, Cumhuriyet Devri İslamî Türk
Edebiyatı (1960-2000), (basılmamış doktora tezi), Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2002.
Fikret Uslucan, Dergâh Mecmuası Üzerine Bir
İnceleme, (basılmamış yüksek lisans tezi) Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 1995.
Zübeyde Şenderin, Turgut Uyar’ın Hayatı,
Sanatı, Eserleri Üzerine Bir Araştırma, (basılmamış doktora tezi),
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004.
3. Makaleler
ve Bildiriler
Abak, Şaban, " ‘İlk Atlas’ın
Irmakları", Dergâh, C. II, S. 15, (Mayıs 1991), ss. 10,
11.
Adıyan, Abdurrahman, “Güzel Sözlerin
Cini: Cesur Bir Şair”, Aşkın (e) Hali, S. 28,
(Ekim-Kasım-Aralık 2012), ss.
Adıyan, Abdurrahman, “Cahit Koytak
Şiirinde ‘Öteki’nin ‘Beriki’leşmesi”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 26-27.
Akkanat, Cevat, “ ‘Şairlerin
Tanrısı’nda Cahit Koytak Ne Söyler?”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 22-25.
Aköz, Emre, “ ‘İşe Atla Gidip Gelme
İsteği’ ”, Sabah, (20/05/2012).
Aköz, Emre, “Trompet Çala Çala
Ölmek”, Sabah, (03/07/2012).
Altay, İbrahim, “Batı’nın Doğusu
Doğu’nun Batısı”, Sabah Kitap, S. yok, (26/02/2012).
Asad, Muhammad, "Towards a
Resurrection of Thought", Islamic Culture, V. XI., n.
1, 1937.
Aslan, Bahtiyar, “ ‘Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı’ ”, Türk Edebiyatı, S. 441, (Temmuz 2010), s.
65.
Ay, Mehmet, “İki Medeniyet
Sarkacında Türkçe Şiir”, İstanbul BirNokta, S. 48, (Ocak
2006), ss. 15-16.
Aycı, Mehmet, “Ben Cahit Koytak’ı
Nasıl Bilirim?”, İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s.
28.
Aydın, Emel, “Öyküde Şiir, Şiirde
Öykü”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, S.8, (Temmuz Aralık
2012), ss. 145-158.
Barışta, Pakize, "Sessizliğin
İç Zenginliğini Keşfeden Şair: Halil Cibran", Taraf, (03/06/2012).
Batislam, H.
Dilek, “Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg”, Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 7, (2002), ss. 185-208.
Bekiroğlu,
Nazan, "Halil Cibran, Ermiş ve Sınav Sorusu", Zaman, (24/11/2013).
Berfe,
Süreyya, “Cahit Koytak”, İstanbulBirNokta, S. 126, (Temmuz
2012), s. 16.
Bulduk,
Zeki, “Bir Müneccimin Bana Ettikleri”, İstanbulBirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), s. 29-31.
Bünyamin K.;
"Yahya Kemal Üzerine Notlar", Mostar -Aylık Kültür ve
Aktüalite Dergisi-, S. 47, (Ocak 2009), ss. 27-28.
Celep,
Mustafa, “Cahit Koytak’ın ‘Defter’ Adlı Şiiri Üzerine -Otomatik Bir Yazı
Denemesi”, İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), ss. 18-19.
Çavuş,
Necat, “Cahit Koytak’ın Şiiri I”, Bürde, S. 1., (Nisan
1991),ss. 41-44.
Çavuş,
Necat, “Cahit Koytak’ın Şiiri II”, Bürde, S. 2., (Mayıs 1991),
ss. 21-22.
Çıkla,
Selçuk, “Şiirde ‘Tema’ Kavramı Üzerine”, YeniTürk Edebiyatı Dergisi, S.
6, (Ekim 2012), ss. 71-86.
Daşcıoğlu,
Yılmaz, “İşaret Çocukları"ndaki Şiirlerde Temel Yapı Oluşturma
Tekniği Olarak Sapmalar”, İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisi, C. 30, (2001-2003), ss. 469-492.
Deniz,
İhsan, “Martin Heidegger mi, Âl-i İmrân mı?”, Bürde, S. 1.,
(Nisan 1991),ss. 34-36.
Dölek, Ali,
“-İmgeler Dünyasında Gezintiler V- Günlük Hayatın Resmini Çizen ve Valizinde
Gittikçe Ağırlaşan Dünyadan Kaçan Şair: Cahit Koytak”, Kayıtlar, S.
39, (Ocak 1994), ss. 31-36.
Durman,
Nurettin, “Beylerbeyi’ne Uğrayan Şairler Yazarlar”, İstanbul BirNokta, S.
84, (Ocak 2009), ss. 30-31.
Durman,
Nurettin, “İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir”, İstanbulBirNokta, S.126,
(Temmuz 2012), ss.13-14.
Dündar,
Murat, “Modern Türk Şiirinde ‘Ev’in Hazin Öyküsü”, Türk Edebiyatı, S.
291, (Ocak 1998), ss. 57-58.
Editöryal,
“Genç Şair Cahit Koytak”, İstanbul BirNokta, S. 42, (Temmuz
2002), s. 23.
Editöryal,
[Soruşturma:] "Niçin Kitap Yayımlamadılar?", Kitap Zamanı, S.
40, (04/05/2009).
Ergülen,
Haydar, “Cahit Koytak Şiirinin Tehlikeleri Üzerine”, Yasak Meyve, S.
42, (Ocak-Şubat 2010), ss. 80-86.
Eriş, Seda,
“Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış”, Akatalpa, S. 123,
(Mart 2010), ss. 10-11.
Fennema,
Jan, "The Human Being Called: 'Homo Techno-Sapiens': A Note on a
Post-Human Perspective", The Future of The Religion: Toward a
Reconcilled Society -Studies in Critical Social Sciences, Vol.: IX,
Hotei Publishing, Ed.: Michael R. Ott, Brill 2007
Feyzi,
Mahmut, “Cahit Koytak İle Söyleşi”, İstanbul BirNokta, S. 126,
(Temmuz 2012), ss. 2-3.
Flaccus,
Quintus Horatius, Ars Poetika, [Tiyatro Araştırmaları Dergisi içinde],
Çev.: Irmak Bahçeci, Eren Buğlalılar, Barış Yıldırım, S. 19, (Bahar 2005), ss.
89102.
Gönen,
Ayşenur, “Yokulların ve Şairlerin Kitabı”, Anlayış, S. 84,
(Mayıs 2010), s. 87.
Gür, Âlim,
vd, “Yeni Türk Edebiyatında Kaynak Olarak Poetika”, Turkish
Studies, Volume 4/1-I, (Winter 2009), ss. 79-187.
Hızlan,
Doğan, “Cahit Koytak Özel Sayısı”, Hürriyet, (14.08.2012).
İleri,
Selim, "Kitabı Kim Okuyor?", Zaman, (26/05/2013).
İlhan,
Nilüfer, “Cemal Süreya’nın Şiirlerinde Ölüm Teması”, Turkish Studies,
Türkoloji Araştırmaları, International Periodical For The Languages, Literature
and History of Turkhis or Turkic, Volume 6/2-II (Spring 2011),
ss.473-484.
Kacıroğlu,
Murat, “II. Yeni Şiirinde Öteki Dünya: Orta Doğu ve Afrika”, İstanbul
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Mecmuası, (Güz 2011).
Kacıroğlu,
Murat, “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerinde Özne-Ben’in Metafizik Bunalımı ve
Bu Bunalımda İnanç Krizlerinin Rolü” Doğumunun 100. Yılında Uluslar arası Cahit
Sıtkı Tarancı Sempozyumu, Diyarbakır, (2010).
Kacıroğlu,
Murat, “Bir Bunalımın Anatomisi: Tanzimat Şiirinde İnanç Krizleri”, Turkish
Studies, Türkoloji Araştırmaları, International Periodical For The Languages,
Literatüre and Hıslory of Turkhis or Turkic, Volume 4/1-II (Winter
2009), ss. 2127-2156.
Karaaslan,
İsa, “Şiirde ‘Anlama’ Yeni Bir Yorum ya da Yeni Başlayanlar İçin
Metafizik”, Ayraç, s. 22, (2011), s. 2.
Karcı,
Mehmet Ragıp, “Şairler ve Şiirler: Cahit Koytak Şiirinin Okunmasına
Zeyl”, Hece, S. 83, (Kasım 2003), ss. 45-48.
Cahit
Koytak, "Ruhun Haritaları", Dergâh, C. II, S.13,
(Mart 1991), ss. 3- 6.
Koytak,
Cahit, " ‘Cahit Koytak: Şiiri, Hep Fonunda Sessizlikten ve Derin Bir
Mavilikten Başka Bir Şeyin Görünmediği Bir Çift Büyük Beyaz Kanat İmajı ve O
Kanatların Hışırtısı Olarak Düşünmüşümdür.' ", Hece, S.
82, (Ekim 2003), ss. 68-71.
Koytak,
Cahit, “İlk Atlas'a Bir Mektup ve Bir Şiir”, Kitap
Zamanı, S. 61, (7 Şubat 2011), s.12.
Koytak,
Cahit, "Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat İdesi -‘Güvercin Besleyen Adam’-
", Soruşturan: Editöryal, Yeni Şafak Kitap, S.14, Şubat
2007.
Kurtoğlu,
Mehmet, “Bilginin Şairi: Cahit Koytak”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 6-7.
Kurtoğlu,
Metin, “İslam ve Şiir”, İstanbulBirNokta, S. 111, (Nisan
2011), ss. 36-39.
Orhan, Okay,
"Çavuşoğlu’nun Divanları Arasında", Yedi İklim,S. 17-18,
(Temmuz- Ağustos 1988), ss. 2-4.
Ömer
Lekesiz, "Cahit Koytak İçin Bir Terceme-i Hâl", Hece, S.
82, (Ekim 2003), ss. 83-84.
Metin, Ali K., “Cahit Koytak
Şiirinin Halleri”, Atlılar, S. 7., (Şubat-Mart 2001), s. 14.
Metin, Ali K., “Şiir Eleştirisi ve
Poetikalar Üzerine 2007-2009 Ajandasından Notlar (IV)”, Hece, S.
., (), s. 50-61.
Metin, Ali K., “1970 Kuşağının
Şiirimizdeki Yeri”, Hece, S. 156., (2009 Aralık ), ss. 96-113.
Mengüşoğlu, Metin Önal, "İlk
Göz Ağrım ‘Kelime’ ", Haksöz, S. 226, (Ocak 2010).
Mengüşoğlu, Metin Önal, “Cahit
Koytak Şiiri -Türkçe’de Bir Milat-”,İstanbul BirNokta, S.126,
(Temmuz 2012), ss. 10-11.
Nişanyan, Sevan,
"Sansür", Taraf, (21/09/2009).
Ocaktan, Mehmet, “Hayatın Ölüme En
Çok Yakışan Yeri”, Bürde, S. 1., (Nisan 1991), ss. 32-33.
Örgen, Ertan, “Yeni Türk Şiiri ve
Gelenek İlişkisinde Kaynaklar”, Turkish Studies, Volume
4/1-II, (Winter 2009), ss. 2157-2178.
Öz, Asım, “Cazın
Irmakları-Cahit Koytak”, Varlık, S. 1254, (Mart
2012), s. 99.
Sazyek, Hakan, “Poetikanın
Boyutları”, Sombahar, S. 5, (Mayıs-Haziran 1991).
Sazyek, Hakan, “Şiir Dili ve
Lirizm”, Sombahar, S. 8, (Kasım-Aralık1991).
Sazyek, Hakan, “Geleneğe Uzanmak ve
Genç Şair”, Dergâh, S. 29, (Temmuz 1992).
Sazyek, Hakan, “Poetikanın
Bireyselliği ve Biçimleri”, Sombahar, S. 11, (Mayıs- Haziran
1992).
Sazyek, Hakan, “Şiirde Ana Yol
Meselesi”, Sombahar, S. 18. (Temmuz-Ağustos 1993).
Sazyek, Hakan, "Poetîka Kavramı
ve Yeni Türk Edebiyatında Manzum Poetik Ön Sözler", Türk Dili, S,
577, (Ocak 2000).
Sazyek,
Hakan, "Yeni Türk Edebiyatında Poetika Tarzlarına Bir Örnek: Manzum Ön
Sözler", Hece, S. 53 / 54 / 55, (Mayıs - Haziran - Temmuz
2001), s. 359.
Sevinç,
Canan, “Cahit Koytak Şiiri”, Hece, S. 112, (Nisan 2006).
Sorgun,
Zeynep, “ ‘Bir Avuç Dolusu Aspirin İçen Kızlar İçin Kanto’ Yazan Güzel
Adam”, İnceleyen, S. 3, (Eylül 2011).
Soyak,
Murat, “Futbol Oynayan Çocuklar”, İstanbul BirNokta, S. 126,
(Temmuz 2012), ss. 20-21.
Soysal,
Faysal, “ ‘Türk Sineması’nın Yolu “Türk Şiiri”nden Geçiyor”, Anlayış, S.
75, (Ağustos 2009), ss.56-57.
Sönmez,
Mürsel, “Şiire Dair Sözler ya da ‘Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’ndan Kalkarak
Bir Yere Doğru Gidiş”, İstanbulBirNokta, S. 107, (Aralık
2010), ss. 24-26.
Tahiroğlu,
Emrah; Feyzi, Mahmut, “Anıt Şiiri Bağlamında Cahit Koytak Şiirine Genel
Bakış”, İstanbulBirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), ss. 8-9.
Tamgüç,
Resul, “Büyük Usta’ya Kalfa Olma Yolunu Şiirle Keşfetmek”, İstanbul
BirNokta, S. 112, (Mayıs 2011), ss. 4-6.
Tamgüç,
Resul, “Varoluşçu Bir Poetika Oluşturmak: Cahit Koytak Deneyimi”, İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), ss. 2-3.
Taşdelen,
Vefa, “İroni”, Hece, S. 124, (Nisan 2007), ss. 53-66.
Tokay,
Murat, “Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun”, Zaman, (12.06.2011).
Torun,
Şahin, “Cahitce Bir Şiir ya da Şiirin Cahit Hali”, Ayraç, S.
8, (Mayıs 2010), ss. 39-40.
Turan, Adem,
“Kış Halleri IV”, Ayvakti, S. 100-101, (Ocak-Şubat 2009), s.
12-13.
Turinay,
Necmettin, “Doksan Sonrası Şiir ve Cahit Koytak Şiiri”, Hece, S.
110, (Şubat 2006), ss. 44-47.
Turinay, Necmettin, “Cahit Koytak
Şiiri”, Hece, S. 112, (Nisan 2006), ss. 134-138.
Userin, Ali Görkem, “Yağmura Dairdir
II”, İstanbul BirNokta, S. 4, (Eylül 2004), s. 2.
Userin, Ali Görkem, “Dünden Bugüne
Edebiyat Dergileri”, İstanbulBirNokta, S. 67, (Ağustos 2007),
s. 22.
Userin, Ali Görkem, “Cahit Koytak
Şiiri: Cennetin Fon Müziği”, Dergâh, S. 210, (Ağustos 2007),
s. 11.
Ünal, Hayriye, “Bir Portre ve Türk
Şiirinde Dokuz îronik Söylem”,Hece, S. 124, (Nisan 2007), ss. 67-83.
Ünal, Hayriye, “Cahit Koytak
Şiirleri Bizi Niçin Sarsmıyor?”, Hece, S. 153, (Eylül 2009),
ss. 16-18.
Ünlü, Seyfettin, “Cahit Koytak Şiiri
îçin Nur Heykelleri”, Bürde, S. 1, (Nisan 1991), ss. 38-40.
Yakın, A. Can,
“Radyoaktivite”, Kaşgar, C. 8, S. 8, (Mart 1999), ss. 43-47.
Yardım, Mehmet Nuri, “Şiirin
Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit Koytak...”, Hece, S. 106,
(Ekim 2005), ss. 121-124.
Yavuz, Said, “Bütün Ülkelerin
Yerlisi”, Mostar, S. 70, (Aralık 2010).
Yazgıç, Suavi Kemal, "Yoksul
Yitik ve Güzel", Yeni Şafak Kitap, (13/04/2010).
Zaim, Sabahattin, "Söyleşi:
AB-Türkiye Bir Tereddüdün Romanı", Anlayış, S. 21, (Şubat
2005), ss. 36-41.
4. Sözlükler
Akarsu, Bedia; Felsefe
Sözlüğü, Savaş Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1984.
Atlıcan, İhsan Coşkun; Erzurum
Ağzı, Halk Deyimleri ve Folklor Sözlüğü, Erzurum Halk Oyunları, Halk
Türküleri Derneği Yayınları, İstanbul 1977.
Ayverdi, İlhan; Misalli
Büyük Türkçe Sözlük, Kubbe Altı Neşriyat, C. I, II, III., İstanbul
2011.
Beydili, Celal; Türk
Mitolojisi -Ansiklopedik Sözlük-, Yurt Kitap-Yayınları, Ankara 2003.
Cebecioğlu, Ethem; Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2004.
Cevizci, Ahmet; Felsefe
Sözlüğü, Paradigma Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2002.
Çağbayır, Yaşar; Ötüken
Türkçe Sözlük, C. I-V., Ötüken Neşriyat, İsanbul 2007.
Çetin, Nurullah; Takma
(Müstear) isimler Sözlüğü, Otağ Yayınları, Ankara 2006.
Derleme
Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, C. VIII.,
Ankara 1993.
Devellioğlu, Ferit; Osmanlıca-
Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, Ankara 1999.
Dilçin, Cem; Yeni Tarama
Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983.
Eren, Hasan, Türk Dilinin
Etimolojik Sözlüğü, II. b., Bizim Büro Basımevi, Ankara 1999.
Erhat, Azra; Mitoloji
Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 6. Baskı, İstanbul 1996.
Gündüz, Şinasi; Din ve İnanç
Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara 1998.
Hançerlioğlu, Orhan; Felsefe
Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979.
Kanar, Mehmet; Farsça-Türkçe
Sözlük, Say Yayınları, İstanbul 2010.
Karataş, Turan; Ansiklopedik
Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Perşembe Kitapları, İstanbul 2001.
Muallim Naci; Lügat-i Nâcî, Çağrı
Yayınları, İstanbul 1987.
Mütercim Âsım Efendi; Burhun-ı
Katı, Haz.: Mürsel Öztürk-Derya Örs, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
2000.
Necatigil, Behçet; Edebiyatımızda
Eserler Sözlüğü, Varlık Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1992.
Necatigil, Behçet; Edebiyatımızda
isimler Sözlüğü, Varlık Yayınları, 23. Baskı, İstanbul 2006.
Nişanyan, Sevan, Sözlerin
Soyağacı -Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü-, IV. b., Everest
Yayınları, İstanbul 2012.
Özhan Öztürk, Folklor ve
Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınları, Ankara 2009.
Özleştirme
Kılavuzu, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1978.
Pala, İskender; Ansiklopedik
Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara 1995.
Redhouse, Sir James W.; Turkish
and English Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2001.
Sarı, Mevlût; El-Mevârid
-Arapça-Türkçe Lügat-, İpek Yayın Dağıtım, İstanbul.
Sazyek, Hakan; Roman
Terimleri Sözlüğü, Hece Yayınları, Ankara 2013.
Şemseddin Sâmî; Kâmûs-ı
Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1999.
Sontag, Susan; Sanatçı:
Örnek Bir Çilekeş, IV. b., Metis Yayınları, İstanbul 2013.
Tekin, Arslan; Edebiyatımızda
isimler ve Terimler, Bilgeoğuz Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2010.
Türkçe
Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 11.
Baskı, Ankara 2010.
Uludağ, Süleyman; Tasavvuf
Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001.
Uslu, Mustafa; Ansiklopedik
Türk Dili ve Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Yağmur Yayınevi, İstanbul
2007.
Weber, Max; Sosyoloji
Yazıları, VI. b., Çev.: Taha Parla, İletişim Yayınları, İstanbul 2004.
Zavotçu, Gencay; Divan
Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, Aydın Kitabevi, Ankara 2006.
5. Ansiklopediler
AnaBritannica
-Genel Kültür Ansiklopedisi-, Encyclopedia
Britannica, Inc. & Ana Yayıncılık, İstanbul 1998.
BüyükLarousse, İnterpress Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul
1986.
Işık, İhsan; Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, II. b., Ankara 2002.
Işık, İhsan; Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, II.
b., Ankara 2007.
Tanzimat’tan
Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Yapı
Kredi Yayınları, II. b., İstanbul 2003.
TDVİslâm
Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1998-2014.
-Türk
Dünyası Ortak Edebiyatı- Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, AYK AKM Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006.
Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: 2002.
6. Elektronik
kaynaklar
"12 Angry Men (1952)",
http://en.wikipedia.org/wiki/12_Angry_Men_(1957_film). [21.11.2013].
Abdullah Güner, “Cahit Koytak Cevap
Verdi!”,
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1309 [22.09.2012] Ali Görkem Userin, "Cahit Koytak’ın
İlk Atlas’ı" , Genç -aylık gençlik dergisi-, S.
11(Ağustos 2007),
http://gencdergisi.com/5167-cahit-Cahit
Koytakin-ilk-atlasi.html [16.03.2014].
Ali Koca,
"Yeni Başlayanlar İçin Cahit Koytak", Cuma
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1147799
[11.10.2011] .
“Askerlik
Hizmet Süreleri”,
http://www.asal.msb.gov.tr/er_islemleri/gun.kadar%20askerlik%20hiz.htm [11.02.2013].
Büşra
Koytak, “Soyadınız “Cahit Koytak”sa Ne Olur?”,
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1952
[25.12.2012] .
"Cahit
Koytak",
http://eskieserler.com/YazarDetay.asp?LID=AR&ID=1671 [05.02.2014].
Cahit Koytak
(Mülakat), “Cahit Koytak: Öğretmeye Değil, Öğrenmeye Çalışın”, http://uzuncorap.com/2012/08/22/cahit-Cahit Koytak-ogretmeye-degil-ogrenmeye-
calisin/ [10.10.2012].
"Diabetes
Mellitus"
http://www.tipterimlerisozlugu.com/diabetes.html [04.08.2014].
"Etik-Reyting
Savaşı Çizgi Filmde de Var",
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/temmuz/27/televizyon.html [04.02.2014].
"Fanzin",
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fanzin [26.02.2014].
"Fanzine",
http://en.wikipedia.org/wiki/Fanzine [26.02.2014].
"Friedrich Wilhelm Nietzsche ve
'Tanrı Öldü' Deyişi" http://www.felsefe.gen.tr/friedrich_nietzsche_tanri_oldu.asp [10.09.2014].
"Giambattista Vico", http://global.britannica.com/EBchecked/topic/627497/Giambattista-Vico [Erişim:
10.11.2013].
Hakan Arslanbenzer, “Şiir Yazanlara
Kılavuz!”,
http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=4302 [06.06.2012].
Hilal Kaplan, "Önden Yırtılan
Gömlek", Yeni Şafak, (26/07/2013), http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/onden-yirtilan-gomlek/38752 [01.02.2014].
İbrahim Altay, "Batı’nın doğusu
Doğu’nun batısı", Sabah Kitap [Sabah gazetesi kitap eki],
(23/06/2012), http://www.sabah.com.tr/kitap/2012/06/23/batinin-dogusu-dogunun- batisi?paging=false [14.09.2013].
İbrahim Karagül, "Dünyanın Tüm
Yoksullarına!.." , Yeni Şafak, (19/12/2006), http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/dunyanin-tum-yoksullarina/2996 [01.02.2014].
"CAHİT KOYTAK, Cahit",
http://www.kultur.gov.tr/EN,38293/Cahit
Koytak-cahit.html [05.02.2014].
Lead Belly, "Poor
Howard", http://www.lyrics.net/lyric/2672739 [28.02.2014].
"Librarian of Congress
Announces National Film Registry Selections for 2007", http://www.loc.gov/today/pr/2007/07-254.html [20.11.2013].
Mahmut Nedim Hazar, "Yeni
Başlayanlar İçin Cahit Koytak", http://www.zaman.com.tr/mahmut-nedim-hazar/yeni-baslayanlar-icin-cahit-Cahit Koytak_1148786.html
[11.09.2011].
Mehmet Nuri Yardım, "Cahit
Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin-
edebiyat-dunyasi
-2/#.UvC 0uz 1_tOJ [31/12/2013].
Mehmet Önder Karacaoğlu, “Cahit
Koytak/’ın Keskin Tiryakları”, http://www.sanatalemi .net/kose_yazi.asp?
ID=640 [26.12.2012]
Murat Tokay,
"Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1145736
[29.12.2012] .
Mustafa Pesen, “Şiir Zümrüdüanka
mı?”, http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=4909 [01.07.2012]
Mengüşoğlu, Metin Önal, "İlk
Göz Ağrım ‘Kelime’ ", http://www.haksozhaber.net/okul/issue.php?id=234 [31.12.2013].
Musa İğrek, "Cahit Koytak
Okumak Tehlikelidir", http://www.zaman.com.tr/cuma_cahit-CahitKoytak-okumak- tehlikelidir_863326.html [10.02.2013].
"Mürekkepbalığı", http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCrekkep_bal%C4%B 1
%C4%9F%C4%B 1 [01.09.2014]
Orhan Miroğlu, "Önden Yırtılan
Gömlek", Star, (29/07/2013), http://haber.stargazete.com/yazar/onden-yirtilan-gomlek/yazi-776745 [01.02.2014].
Ömer Erdem, "Böyle Paldır
Küldür Nereye Kardeşim", Radikal Kitap, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=98898 7&CategoryID=40
[11.03.2013]
Reşit Güngör Kalkan, “Ruhuyla
Secdekar Bedeniyle İsyankar Şair”, http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=8803 [20.12.2012]
Samet Köse, “Cahit Koytak ve Genizden Konuşan Prens”, http://borgesdefteri.blogspot.com/search?
q=cahit+Cahit Koytak [15.01.2012]
"Son Akşam Yemeği", http://tr.wikipedia.org/wiki/Son_Ak%C5%9Fam_Yeme%C4%9Fi [11.10.2014].
Suavi Kemal Yazgıç, "Bir Kanal
7 Seyircisinin Not Defteri", http://www.suavikemalyazgic.com/bir-kanal-7-seyircisinin-not-defteri/ [04.02.2014].
Sümeyye Karaaslan, “Biraz Şiir,
Biraz Duman... -Alper Gencer’le Söyleşi-”, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=5742&tip=haber
[26.12.2012]
Süreyya Önal, "Ertuğrul Özkök
ve Nevval Sevindi’nin Dekoltesi", http://sureyyaonal.blogcu.com/ertugrul-ozkok-ve-nevval-sevindi-nin- dekoltesi/7493667 [04.02.2014].
"Türkiye’de Evsizlere Dair
Rapor",
http://www.emekveadalet.org/wp-content/uploads/Evsizler-icin-Rapor.pdf [19.06.2012].
"Vasili Kandinskiy",
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vasiliy_Kandinskiy
Yasemin Çongar, Ayşe Sarıoğlu,
"Sabah Ezanından Sonra Namaz Sırasında Geldiler",
http://www.taraf.com.tr/yazilar/yasemin-congar/sabah-ezanindan-sonra-namaz- sirasinda-geldiler/11554/ [29.29.2013].
Yasemin Çongar, Ayşe Sarıoğlu,
"Üzerimize Tükürdüler", http://www.taraf.com.tr/yazilar/yasemin-congar/uzerimize-tukurduler/11579/
[29.29.2013] .
"Yoksulların ve Sivillerin İsyanı
Yok Sattı", http://www.haber7.com/kitap/haber/512453-yoksullarin-ve-sivillerin-isyani-yok-satti [11.03.2013].
Yunus Emre Altuntaş, “Zordur Cahit
Koytak’a Soru Sormak”, http://www.haberkultur.net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.html
[03.01.2013]
Zafer Acar, “Cahit Koytak Neden
Türkü Değil de Cazı Seçti?”, http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=9017&tip=haber [26.12.2012]
C. Cahit
Koytak Kaynakçası
Abak, Şaban, " ‘İlk Atlas’ın
Irmakları", Dergâh, C. II, S. 15, (Mayıs 1991), ss. 10,
11.
Adıyan, Abdurrahman, “Güzel Sözlerin
Cini: Cesur Bir Şair”, Aşkın (e) Hali, S. 28,
(Ekim-Kasım-Aralık 2012), ss.
Adıyan, Abdurrahman, “Cahit Koytak
Şiirinde ‘Öteki’nin ‘Beriki’leşmesi”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 26-27.
Akkanat, Cevat, “ ‘Şairlerin
Tanrısı’nda Cahit Koytak Ne Söyler?”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 22-25.
Aköz, Emre, “ ‘İşe Atla Gidip Gelme
İsteği’ ”, Sabah, (20/05/2012).
Aköz, Emre, “Trompet Çala Çala
Ölmek”, Sabah, (03/07/2012).
Altay, İbrahim, “Batı’nın Doğusu
Doğu’nun Batısı”, Sabah Kitap, S. yok, (26/02/2012).
Aslan, Bahtiyar, “ ‘Yoksulların ve
Şairlerin Kitabı’ ”, Türk Edebiyatı, S. 441, (Temmuz 2010), s.
65.
Aycı, Mehmet, “Ben Cahit Koytak’ı
Nasıl Bilirim?”, İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s.
28.
Barışta, Pakize, "Sessizliğin
İç Zenginliğini Keşfeden Şair: Halil Cibran", Taraf, (03/06/2012).
Berfe, Süreyya, “Cahit
Koytak”, İstanbulBirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 16.
Bulduk,
Zeki, “Bir Müneccimin Bana Ettikleri”, İstanbulBirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), s. 29-31.
Celep,
Mustafa, “Cahit Koytak’ın ‘Defter’ Adlı Şiiri Üzerine -Otomatik Bir Yazı
Denemesi”, İstanbulBirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), ss. 18-19.
Çavuş,
Necat, “Cahit Koytak’ın Şiiri I”, Bürde, S. 1., (Nisan
1991),ss. 41-44.
Çavuş,
Necat, “Cahit Koytak’ın Şiiri II”, Bürde, S. 2., (Mayıs 1991),
ss. 21-22.
Deniz,
İhsan, “Martin Heidegger mi, Âl-i İmrân mı?”, Bürde, S. 1.,
(Nisan 1991),ss. 34-36.
Dölek, Ali,
“-İmgeler Dünyasında Gezintiler V- Günlük Hayatın Resmini Çizen ve Valizinde
Gittikçe Ağırlaşan Dünyadan Kaçan Şair: Cahit Koytak”, Kayıtlar, S.
39, (Ocak 1994), ss. 31-36.
Durman,
Nurettin, “Beylerbeyi’ne Uğrayan Şairler Yazarlar”, İstanbul BirNokta, S.
84, (Ocak 2009), ss. 30-31.
Durman,
Nurettin, “İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir”, İstanbulBirNokta, S.126,
(Temmuz 2012), ss.13-14.
Editöryal,
“Genç Şair Cahit Koytak”, İstanbul BirNokta, S. 42, (Temmuz 2002),
s. 23.
Editöryal,
[Soruşturma:] "Niçin Kitap Yayımlamadılar?", Kitap Zamanı, S.
40, (04/05/2009).
Ergülen,
Haydar, “Cahit Koytak Şiirinin Tehlikeleri Üzerine”, Yasak Meyve, S.
42, (Ocak-Şubat 2010), ss. 80-86.
Eriş, Seda,
“Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış”, Akatalpa, S. 123,
(Mart 2010), ss. 10-11.
Feyzi,
Mahmut, “Cahit Koytak İle Söyleşi”, İstanbul BirNokta, S. 126,
(Temmuz 2012), ss. 2-3.
Gönen,
Ayşenur, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabi”, Anlayış, S. 84,
(Mayıs 2010), s. 87.
Hızlan,
Doğan, “Cahit Koytak Özel Sayısı”, Hürriyet, (14.08.2012).
Karaaslan,
İsa, “Şiirde ‘Anlama’ Yeni Bir Yorum ya da Yeni Başlayanlar İçin
Metafizik”, Ayraç, s. 22, (2011), s. 2.
Karcı,
Mehmet Ragıp, “Şairler ve Şiirler: Cahit Koytak Şiirinin Okunmasına
Zeyl”, Hece, S. 83, (Kasım 2003), ss. 45-48.
Cahit
Koytak, Cahit, "Ruhun Haritaları", Dergâh, C. II,
S.13, (Mart 1991), ss. 3- 6.
Cahit
Koytak, Cahit, " ‘Cahit Koytak: Şiiri, Hep Fonunda Sessizlikten ve Derin
Bir Mavilikten Başka Bir Şeyin Görünmediği Bir Çift Büyük Beyaz Kanat İmajı ve
O Kanatların Hışırtısı Olarak Düşünmüşümdür.' ", Hece, S.
82, (Ekim 2003), ss. 68-71.
Cahit Koytak,
Cahit, “ilk Atlas”a Bir Mektup ve Bir Şiir”, Kitap
Zamanı, S. 61, (7 Şubat 2011), s.12.
Cahit
Koytak, Cahit, "Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat İdesi -‘Güvercin
Besleyen Adam’- ", Soruşturan: Editöryal, Yeni Şafak Kitap, S.14,
Şubat 2007.
Kurtoğlu,
Mehmet, “Bilginin Şairi: Cahit Koytak”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 6-7.
Ömer
Lekesiz, "Cahit Koytak İçin Bir Terceme-i Hâl", Hece, S.
82, (Ekim 2003), ss. 83-84.
Metin, Ali
K., “Cahit Koytak Şiirinin Halleri”, Atlılar, S. 7.,
(Şubat-Mart 2001), s. 14.
Metin, Ali
K., “Şiir Eleştirisi ve Poetikalar Üzerine 2007-2009 Ajandasından Notlar
(IV)”, Hece, S. ., (), s. 50-61.
Mengüşoğlu,
Metin Önal, "İlk Göz Ağrım ‘Kelime’ ", Haksöz, S.
226, (Ocak 2010).
Mengüşoğlu,
Metin Önal, “Cahit Koytak Şiiri -Türkçe’de Bir Milat-”, İstanbul
BirNokta, S.126, (Temmuz 2012), ss. 10-11.
Ocaktan, Mehmet, “Hayatın Ölüme En
Çok Yakışan Yeri”, Bürde, S. 1., (Nisan 1991), ss. 32-33.
Öz, Asım, “Cazın
Irmakları-Cahit Koytak”, Varlık, S. 1254, (Mart
2012), s. 99.
Sevinç, Canan, “Cahit Koytak
Şiiri”, Hece, S. 112, (Nisan 2006).
Sorgun, Zeynep, “ ‘Bir Avuç Dolusu
Aspirin İçen Kızlar İçin Kanto’ Yazan Güzel Adam”, İnceleyen, S.
3, (Eylül 2011).
Soyak, Murat, “Futbol Oynayan
Çocuklar”, İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), ss. 20-21.
Soysal, Faysal, “ ‘Türk Sineması’nın
Yolu “Türk Şiiri”nden Geçiyor”, Anlayış, S. 75, (Ağustos
2009), ss.56-57.
Sönmez, Mürsel, “Şiire Dair Sözler
ya da ‘Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’ndan Kalkarak Bir Yere Doğru
Gidiş”, İstanbulBirNokta, S. 107, (Aralık 2010), ss. 24-26.
Tahiroğlu, Emrah, Feyzi, Mahmut,
“Anıt Şiiri Bağlamında Cahit Koytak Şiirine Genel Bakış”, İstanbulBirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 8-9.
Tamgüç, Resul, “Büyük Usta’ya Kalfa
Olma Yolunu Şiirle Keşfetmek”, İstanbul BirNokta, S. 112,
(Mayıs 2011), ss. 4-6.
Tamgüç, Resul, “Varoluşçu Bir
Poetika Oluşturmak: Cahit Koytak Deneyimi”, İstanbul BirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 2-3.
Tokay, Murat, “Şiir Kitaplarımı
Roman Gibi Okuyun”, Zaman, (12.06.2011).
Torun, Şahin, “Cahitce Bir Şiir ya
da Şiirin Cahit Hali”, Ayraç, S. 8, (Mayıs 2010), ss. 39-40.
Turan, Adem, “Kış Halleri IV”, Ayvakti, S.
100-101, (Ocak-Şubat 2009), s. 12-13.
Turinay, Necmettin, “Doksan Sonrası
Şiir ve Cahit Koytak Şiiri”, Hece, S. 110, (Şubat 2006), ss.
44-47.
Turinay, Necmettin, “Cahit Koytak
Şiiri”, Hece, S. 112, (Nisan 2006), ss. 134-138.
Userin, Ali Görkem, “Cahit Koytak
Şiiri: Cennetin Fon Müziği”, Dergâh, S. 210, (Ağustos 2007),
s. 11.
Ünal, Hayriye, “Cahit Koytak
Şiirleri Bizi Niçin Sarsmıyor?”, Hece, S. 153, (Eylül 2009),
ss. 16-18.
Ünlü, Seyfettin, “Cahit Koytak Şiiri
İçin Nur Heykelleri”, Bürde, S. 1, (Nisan 1991), ss. 38-40.
Yakın, A. Can,
“Radyoaktivite”, Kaşgar, C. 8, S. 8, (Mart 1999), ss. 43-47.
Yardım, Mehmet Nuri, “Şiirin
Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit Koytak...”, Hece, S. 106,
(Ekim 2005), ss. 121-124.
Yavuz, Said, “Bütün Ülkelerin
Yerlisi”, Mostar, S. 70, (Aralık 2010).
Yazgıç, Suavi Kemal, "Yoksul
Yitik ve Güzel", Yeni Şafak Kitap, (13/04/2010).
EKLER
Ek 1. TABLOLAR
Tablo 1. 1.
Süreli Yayınlarda Yayımlanan Şiirler Tablosu
Kitap |
Şiir Adı |
Yayın |
Tarih |
Yer |
S |
s |
kgş |
“Eski
Sofra”1 |
Diriliş |
Şubat 1970 |
İst. |
5 |
56 58 |
kgş |
“Parmaksız
Evliya, Karanlık ve Şeytan” |
Diriliş |
Mart 1970 |
İst. |
6 |
52 59 |
kgş |
“Bir
Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar” |
Diriliş |
Nisan 1970 |
İst. |
7 |
109, 110 |
kgş |
“Elişinden
Kanatlarla / Pasin’de” |
Diriliş |
31 Aralık 1970 |
İst. |
15 |
30 32 |
kgş |
“Ölümün
Ansızın...” |
Diriliş |
31 Ocak 1971 |
İst. |
16 |
27 |
İA (s. 117) |
“Memurun
Ölümü” |
Kriter |
Şubat 1984 |
Ank. |
40 |
1 |
İA (s. 10) |
“Futbol
Oynayan Çocuklar” |
Yönelişle r |
Aralık 1984 |
İst. |
33-36 |
5,6 |
İA (s. 207) |
“Sokak
Oğlanlarının Sivri ve Hain Yüreklerine Sığacak Kadar Küçük Küçücük Kızların
Güneşi”[“Sokağın Küçük Oğlanları Küçük Kızları / Küçük Kızların Güneşi”]2 (Devamı) |
Yönelişle
r |
Aralık 1984 |
İst. |
33-36 |
7 |
İA (s. 18) |
“Sevgili
Hayâlet” |
Yönelişle
r |
Nisan 1990 |
İst. |
45 |
6 |
İA (s. 9) |
“Biraz Kum
ve Rüzgâr” |
Yönelişle
r |
Nisan 1990 |
İst. |
45 |
7 |
1 Cahit Koytak’ın yayımlanmış ilk şiiridir. Cahit
Koytak, arkadaşlarıyla gittiği Beyazıt’taki Çınaraltı kahvehanesinde tanıştığı
Sezai Karakoç’a eleştirmesi için bu şiiri daha sonra posta ile gönderir. Cahit
Koytak, şairin yanıtım beklerken Diriliş ’te şiirini yayımlanmış
olarak görür. Bu şiirle başlayan şiir yayımı serüveninde Cahit Koytak,
yayımlanması talebiyle hiçbir yayın organına şiir göndermez; ancak kendinden
çeşitli vesilelerle şiir isteyenleri de incelikli bir şair tavrıyla boş
çevirmez. (Cahit Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin
Çengelköy’deki evi.)
2 Kitaplaştırılırken adı değiştirilen şiirlerin
kitaptaki adı köşeli ayraç içinde verilmiştir.
İA (s. 175) |
“Avra” |
Yönelişle r |
Nisan 1990 |
İst. |
45 |
7 |
İA (s. 94) |
“Kısa
Abbasi Tarihi” |
Kelime |
Temmuz 1987 |
Kon. |
13 |
24 26 |
İA (s. 209) |
“Gemi
Şiirleri I” [“Gemi Şiiri”] |
Kelime |
Eylül 1987 |
Kon. |
15 |
12, 13 |
iA(s. 147) |
“Mezmurlar
/ Eyyüb Eyyüb’ü Bekliyor” |
Kelime |
Ekim 1987 |
Kon. |
16 |
13, 14 |
İA(s. 137) |
“Bir Prens
Olduğun Belliydi İki Kanadını Verdin Üç Arkadaşa” |
Yedi İklim |
Eylül 1987 |
İst. |
7 |
6 |
İA(s. 140) |
“Filmin
Banyosu” |
Yedi İklim |
Eylül 1987 |
İst. |
7 |
7 |
İA(s. 142) |
“Orda
Otlar Nasıl ve Çiçekler Nasıl” [“ ‘Orada Ağaçlar Nice Ve Çiçekler Nasıl?’ ”] |
Yedi İklim |
Eylül 1987 |
İst. |
7 |
8 |
İA(s. 144) |
“Duman
Çıkaran Ağaç” |
Yedi İklim |
Eylül 1987 |
İst. |
7 |
8 |
İA(s. 36) |
“Son
Osmanlı” |
Yedi İklim |
Ekim 1987 |
İst. |
8 |
2, 3 |
İA(s. 189) |
“Tüccarın
Günlüğünden / Bugün Kimse Aramasın Beni Sayım Var Dükkan Kapalı” |
Yedi İklim |
Kasım 1987 |
İst. |
9 |
2 |
İA(s. 191) |
“Tüccarın
Günlüğünden / II Satıcının Ölümü / Kanlı Metre” |
Yedi İklim |
Kasım 1987 |
İst. |
9 |
3 |
İA(s. 194) |
“Tüccarın
Günlüğünden / III Son Müşteri” |
Yedi İklim |
Kasım 1987 |
İst. |
9 |
4 |
İA(s. 20) |
“Büyük
Anneler İçin Kaside” |
Yedi İklim |
Aralık 1987 |
İst. |
10 |
2, 3 |
İA(s. 27) |
“Bir
Halayığın Parıldayan Göz Yaşları” [“Halayık”] |
Yedi İklim |
Ocak Şubat 1988 |
İst. |
11/12 |
2, 3 |
İA(s. 12), CAZ (s. 396) |
“Daktilo
Kızın Ölümü Üzerine Caz İçin Nihavent ” [“Daktilo Kıza Caz İçin Nihavent”] |
Yedi İklim |
Mart 1988 |
İst. |
13 |
4 |
İA(s. 41) |
“Poesie
Demoniac” |
Yedi İklim |
Nisan 1988 |
İst. |
14 |
3 |
İA(s. 15) |
“Asansörde
Birden İsa” |
Yedi İklim |
Mayıs 1988 |
İst. |
15 |
7, 8 |
İA(s. 83) |
“Nuh’a
Gemi Resimleri I, II, II, IV, V, VI” |
Yedi İklim |
Haziran 1988 |
İst. |
16 |
2-6 |
iA(s. 45, 49, 52) |
“Üç
Ortaçağ Resmi -Affinitees, Fecundation, Metamorphose-” |
Yedi İklim |
Temmuz Ağustos 1988 |
İst. |
17 / 18 |
4-7 |
YŞK I(s. 45) |
“Kalk
Yürü” |
Yedi İklim |
Aralık 1992 |
İst. |
33 |
39 |
İA |
“Asansörde
Birden İsa” |
Gergeda n |
|
İst. |
- |
- |
iA(s. 55) |
“Şanlı
Tarihi Gericiliğin / I. Bireyciliğin
Ölümü”3 [“Bireyciliğin
Sonu”] |
Defter |
Kasım- Ocak 1990 |
İst. |
11 |
129 131 |
YŞK I(s. 160) |
“Virginia
Woolf un Dama Taşları” |
Defter |
Yaz 2000 |
İst. |
40 |
76 78 |
YŞK I(s. 50) |
“
‘Homeless’ ” |
Defter |
Yaz 2000 |
İst. |
40 |
79 81 |
YŞK I(s. 399) |
“Paralı
Asker Ksennias’tan Atinalı
Şaire Mektup (M. Ö. 399)” |
Defter |
Sonbahar 2000 |
İst. |
41 |
62 64 |
YŞK I(s. 232) |
“Harranlı
Müneccim” |
Defter |
Sonbahar 2000 |
İst. |
41 |
65 68 |
YŞK I(s. 30) |
“Bağdatlı
Şair” |
Defter |
Sonbahar 2000 |
İst. |
41 |
69 71 |
YŞK III(s. 96) |
“Cennetin
Tavan Resimleri I”4 [“Vasili
Kandinski’nin Kuruntuları”] |
Defter |
Bahar 2001 |
İst. |
43 |
35 37 |
3 1986’da yazıldıktan on dört yıl sonra Defter"de yayımlanan
bu şiir İA’da sadece "Bireyciliğin Sonu" başlığıyla
yer almaktadır, 1990’daki bu ilk baskıda "Şanlı Tarihi Gericiliğin"
üst başlığı yer almamıştır.
4 "Cennetin Tavan Resimleri" YŞK /'de
bir bölüme ad olmuş, yukarıdaki şiir ise bu bölümde "Vasili Kadinski’nin
Kuruntuları" adlı epizodu oluşturmuştur.
kgş |
“Taşralı
Uzak Akraba” |
Defter |
Bahar 2001 |
İst. |
43 |
38 |
YŞK II(s. 198) |
“Cennetin
Tavan Resimleri (II) / Bundeslade”5 |
Defter |
Kış 2002 |
İst. |
45 |
95 97 |
YŞK
III(s. 162) |
“Cennetin
Tavan Resimleri (III) / 22. yüzyılda gündelik hayat”6 [“Cennette
Gündelik Hayat”] |
Defter |
Kış 2002 |
İst. |
45 |
98, 99 |
kgş |
“Beyler de
Kalkar” |
Dergâh |
Mayıs 1990 |
İst. |
3 |
4 |
YŞK III (s. 176) |
“ ‘Şiir’in
Bugünki7 Meseleleri / Falan Filan Yahut ‘Sıkışmak Buz
Altında’ ” [“Cennette Şiir Günleri”] |
Dergâh |
Temmuz 1990 |
İst. |
5 |
5 |
DBŞ(s. 195) |
“Büyük
Sözler” |
Dergâh |
Kasım 1990 |
İst. |
9 |
3 |
YŞK
I (s. 201) |
“Dante
Alighieri’nin Ateşten Çıkarılışı” |
Dergâh |
Aralık 1990 |
İst. |
10 |
3 |
DBŞ (s. 116) |
“Avluda
Oturan Şizofrenler I / II / III” |
Dergâh |
Şubat 1991 |
İst. |
12 |
4, 5 |
YŞK
I (s. 35) |
“Çırak”[“Büyücü
Çırağı”] |
Dergâh |
Mayıs 1991 |
İst. |
15 |
1 |
DBŞ (s. 29) |
“Sipahî” |
Dergâh |
Haziran 1991 |
İst. |
16 |
3 |
YŞK
II (s. 213) |
“Padişeh” |
Dergâh |
Nisan 1992 |
İst. |
26 |
1 |
YŞK
II (s. 163) |
“Suda
Eriyen Çinli” |
Dergâh |
Mayıs 1992 |
İst. |
27 |
3 |
YŞK |
“Praglı
Adam” [“Praglı Duvar |
Dergâh |
Haziran |
İst. |
28 |
1 |
5 Bu Şiir YŞK IIFte "Cennetin
Tavan Resimleri" bölümünde değil, YŞK II'de "Göğe
Tırmanan Keçi Yolları" bölümünde sadece "Bundeslade" adıyla yer
almıştır.
6 Bu Şiir YŞKIIIte "Cennette Gündelik
Hayat" bölümünün aynı adlı epizodu olarak yer almıştır.
7 Özgün yazımlar aynen korunmuştur.
II(s. 201) |
Ustası”] |
|
1992 |
|
|
|
kgş |
“Krokodil” |
Dergâh |
Temmuz 1992 |
İst. |
29 |
1 |
YŞK III (s. 132) |
“Ha Derviş
Ha Derviş” [“Şeyh Galip İçin Üç Şiir / Kalfalık Yılları”] |
Dergâh |
Eylül 1992 |
İst. |
31 |
3 |
YŞK
I (s. 147) |
“Haller -
I” [“Sidarta”] |
Dergâh |
Aralık 1994 |
İst. |
58 |
3 |
|
“Çobanını
Kapında Tutuyorsun Öyle mi?” |
Dergâh |
Kasım 2001 |
İst |
141 |
2 |
|
“Tapınak” |
Dergâh |
Aralık 2001 |
İst. |
142 |
1 |
|
“Gül
Sepeti” |
|
Ocak 2002 |
|
143 |
3 |
|
“Elli Yaş
Şarkısı I” |
|
Şubat 2002 |
|
144 |
2 |
|
|
|
|
|
|
|
İA(s. 65) |
“Huş Ağacı
Hakkında Bilgi Topluyorum
I-IX” |
Kayıtlar |
Aralık 1990 |
İst. |
2 |
13 19 |
İA(s. 33) |
“Bir avuç
dolusu asprin içen kızlar için kanto” [“Bir Avuç Dolusu Aspirin İçen Kızlar
İçin Kanto”] |
Kayıtlar |
Ocak 1991 |
İst. |
3 |
3, 4 |
kgş |
“Vahyin
Gelişi” |
Kayıtlar |
Nisan 1991 |
İst. |
6 |
3-5 |
YŞK I(s. 42) |
“Birkaç
Mısra Tanrım...” [“Gece Ayini”] |
Kaşgar |
Ocak 1999 C. 7 |
İst. |
7 |
4,5 |
kgş |
“Taşralı
Nebiler” |
Kaşgar |
Ocak 1999 C.7 |
İst. |
7 |
6 |
YŞK II(s. 337) |
“Yolcu”
[“Oruç Üstüne Oruç”] |
Kaşgar |
Ocak 1999 C. 7 |
İst. |
7 |
7 |
YŞK |
“Demirci
Çırağı” |
Kaşgar |
Mayıs |
İst. |
9 |
5 |
I(s. 21) |
|
|
1999 |
|
|
|
kgş |
“Büyükbabalar
İçin Gazel” |
Kaşgar |
Mayıs 1999 |
İst. |
9 |
6 |
kgş |
“Elli
Yaşında Şiir” |
Kaşgar |
Mayıs 1999 |
İst. |
9 |
7 |
YŞK I(s. 42) |
“Birkaç
Mısra Tanrım...” [“Gece Ayini”]8 |
Kaşgar |
Mayıs 1999 |
İst. |
9 |
8, 9 |
DBŞ (s. 126) |
“Söz
Kurdu” [“Sipahi”] |
Kaşgar |
Temmuz 1999 |
İst. |
10 |
5 |
YBİM( s. 16) |
“Yeniden
Düşüş” [“Düşüş”] |
Kaşgar |
Temmuz 1999 |
İst. |
10 |
6, 7 |
YŞK III (s. 351) |
“Oyun” |
Kaşgar |
Eylül 1999 |
İst. |
11 |
4 |
YŞK II(s. 124) |
“Yaşlı
Adam ve Şiir” |
Kaşgar |
Eylül 1999 |
İst. |
11 |
5 |
DBŞ (s.
124) |
“Melankoli” |
Kaşgar |
Eylül 1999 |
İst. |
11 |
6, 7 |
kgş |
“Mucize
İstemeyen Ölü” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
4 |
kgş |
“Mucize
İstemeyen Deli” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
5 |
DBŞ (s. 202) |
“Mucize
İstemeyen Âmâ” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
6 |
YŞK I(s. 125) |
“Nevrotikler” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
7 |
8 Bu şiir daha önce Kaşgar'ın yedinci
sayısında (s. 4,5.) şiirin anlamını etkileyebilecek dizgi hatalarıyla
yayımlanmıştır. Derginin dokuzuncu sayısında dizgi hataları düzeltilip
okuyuculardan ve şairden özür dilenerek şiir, şu dipnotla yayımlanmıştır: "Cahit
Koytak’ın"Birkaç Mısra Tanrım..." şiirini, 7. Sayımızdaki bazı
hatalardan dolayı yeniden yayınlıyor, okuyucular ve şairimizden özür
diliyoruz.".
YŞK I(s. 123) |
“Ançüezli
Şiir” |
Kaşgar |
Ocak 2000 |
İst. |
13 |
13, 14 |
YŞK I(s. 259) |
“Genç Şair
ve İlk Kitap”9 [“Yergici Lucas’ın ‘Gecikmiş Şair ve Gecikmiş
Kitap’ Üzerine İğnelemeleri”] |
Kaşgar |
Ocak 2000 |
İst. |
13 |
15 |
kgş |
“Çöp
Toplayıcılar” |
Kaşgar |
Ocak 2000 |
İst. |
13 |
16 |
kgş |
“Prolog” |
Kaşgar |
Mart 2000 |
İst. |
14 |
13, 14 |
kgş |
“Dülger” |
Kaşgar |
Mart 2000 |
İst. |
14 |
15 |
YŞK I(s. 24) |
“Bedevi”
[“Bedevi Şair”] |
Kaşgar |
Mart 2000 |
İst. |
14 |
16 |
kgş |
“Münzevinin
Aynaları” |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
5, 6 |
DBŞ (s. 263) |
“Sipahi
(II)” [“Sipahi ve Seyisi”] |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
7 |
kgş |
“Kekeme” |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
8 |
YŞK III(s. 273) |
“Balçığa
Üflenen Ruh” |
Kaşgar |
Temmuz 2000 |
İst. |
16 |
7-13 |
kgş |
“Gözlemci” |
Kaşgar |
Temmuz 2000 |
İst. |
16 |
14, 15 |
kgş |
“Meczup” |
Kaşgar |
Temmuz 2000 |
İst. |
16 |
16 |
|
Bu sayıyı
nette gördüm. Şiiri var. |
Kaşgar |
Eylül 2000 |
İst. |
17 |
14 16 |
kgş |
“Ölüler
İçin Reklam Arası” |
Kaşgar |
Kasım 2000 |
İst. |
18 |
14 16 |
YŞK |
“Kunduracının
Hikayesi” |
Kaşgar |
Ocak |
İst. |
19 |
6, 7 |
9 YŞK I’in
"Bizanslı Şairler" bölümünün "Yergici Lucas’ın ‘Gecikmiş Şair ve
Gecikmiş Kitap’ Üzerine İğnelemeleri" başlıklı epizodu olarak yer
almıştır.
I(s. 75) |
[“Babamın
Hikâyesi”] |
|
Şubat 2001 |
|
|
|
kgş |
“Vukuatsız
Uyanmak” [“Bayram Sabahı”10] |
Kaşgar |
Ocak Şubat 2001 |
İst. |
19 |
8 |
DBŞ (s. 69) |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Dördüncü Şarkı / Ölü Taklidi”[“Ölü Taklidi Yahut Ölümü Aynada
Prova Etmek”] |
Kaşgar |
Ocak Şubat 2001 |
İst. |
19 |
9-14 |
DBŞ (s.
85) |
“Beşinci
Şarkı / Başka Uykulara Uyanmak” |
Kaşgar |
Ocak- Şubat 2001 |
İst. |
19 |
15 21 |
DBŞ (s. 102) |
“Altıncı
Şarkı / Kayıp Mumyalar” |
Kaşgar |
Ocak- Şubat 2001 |
İst. |
19 |
22 27 |
kgş |
“İlahi” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
10 |
YŞK I(s. 33) |
“Varlığın
Dilleri” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
11, 12 |
kgş |
“Yüzler ve
Kemikler” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
13, 14 |
DBŞ (s. 111) |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Yedinci Şarkı/Benlik mi, Yer altı mı?” [“Yer Altında Gezenin
Şarkısı”] |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
15 17 |
DBŞ (s. 162) |
“Sekizinci
Şarkı / Daha Derin Kazmalıyız, Daha Derin!” [“Benlik mi, Yer altı mı?”] |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
18 21 |
DBŞ (s. |
“Dokuzuncu
Şarkı / ‘Yeraltından
Notlar’ ” |
Kaşgar |
Mart- Nisan |
İst. |
20 |
22 24 |
10 21 Eylül 2009 tarihli Taraf gazetesindeki
"Yoksullar ve Siviller İçin Tezler" başlıklı köşesinde, Ramazan
Bayramı’nın ikinci gününde (2 Şevval 1430), bu şiir "Bayram Sabahı"
adıyla başına "Elif ile Betül’e, öpücük yerine..." ithaf epigrafı ile
yayımlanmıştır. Şiirin Taraftaki nüshasının altındaki tarihten
anlaşıldığına göre "Vukuatsız Uyanmak" adıyla Ocak 2001 ’de yazımına
başlanan bu şiir, aynı sene Kaşgar'da yayımlanmışsa da şiire
son şekli 19 Eylül 2009’da verilmiş; başlığı da yukarıda belirtildiği biçimde
değiştirilerek son haliyle yeniden yayımlanmıştır.
191) |
|
|
2001 |
|
|
|
DBŞ (s. 53) |
“Onuncu
Şarkı / Merdivenin Dibinde,
Zekânın Çiğ Işığında Varyete” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
25 29 |
DBŞ (s. 58) |
“Dipnotlar” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2001 |
İst. |
20 |
30, 31 |
DBŞ (s. 203) |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Arasözler (I)”
[“Sipahi ve Seyisi”] |
Kaşgar |
Mayıs- Haziran 2001 |
İst. |
21 |
11 14 |
DBŞ (s. 217) |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Günlük (25 temmuz)” |
Kaşgar |
Mayıs- Haziran 2001 |
İst. |
21 |
15 21 |
kgş |
“Depresif
Karınca” |
Kaşgar |
Mart- Nisan 2002 |
İst. |
26 |
7-9 |
kgş |
“Keder de
Olmasa. ” |
Kaşgar |
Mayıs- Haziran 2002 |
İst. |
27 |
7 |
kgş |
“Yumruğun
Kadar Küçük mü”? |
Kaşgar |
Temmuz- Ağustos 2002 |
|
28 |
7 |
kgş |
“Parmak
Uçlarından mı Başlar.” |
Kaşgar |
Temmuz- Ağustos 2002 |
|
28 |
6 |
YŞK I(s. 181) |
“İlhan
Berk’i Yeniden Okurken.”
[“Galatalı Rimbaud”] |
Kitap-lık |
Mayıs 2004 |
İst. |
72 |
18 |
kgş |
“Rüzgâr mı
Getirip Yığmış .” |
Kitap-lık |
Mayıs 2004 |
İst. |
72 |
19 |
YŞK II(s. 205) |
“Evsizin
Mezmuru” |
Kitap-lık |
Mayıs 2004 |
İst. |
72 |
19 |
YŞK II(s. 324) |
"Şiirden
Soranlara..." ["Yazdığın Şiirlerle"] |
Hece |
Temmuz 2001 |
İst. |
53/54/ 55 |
526 |
YŞK I(s. 102) |
“Sarf ve
Nahiv” [“İbn-i Hazm’dan Sarf Nahiv Dersleri”] |
Hece |
Eylül 2001 |
Ank. |
57 |
4-7 |
kgş |
“Sipahi
III” |
Hece |
Ekim 2001 |
Ank. |
58 |
20 |
YŞK I(s. 153) |
“Kalp
Müfrezesi” [“Dokuz Çizmeli,
Dokuz Rüzgârlı Şair”] |
Hece |
Ekim 2001 |
Ank. |
58 |
21 22 |
YŞK II(s. 246), CAZ(s. 393) |
“Piyanist” |
Hece |
Kasım 2001 |
Ank. |
59 |
4, 5 |
YŞK III (s. 70), CAZ(s. 338) |
“Solo
Saksafon” |
Hece |
Aralık 2001 |
Ank. |
60 |
5-10 |
DBŞ (s. 325) |
“
‘Kusursuz’ ” |
Hece |
Şubat 2002 |
Ank. |
62 |
4, 5 |
ÖÇ(s.1 8 ) |
“Kuyu” |
Hece |
Mart 2002 |
Ank. |
63 |
4-6 |
YŞK II(s. 156) |
“Güvercin
Besleyen Adam” |
Hece |
Nisan 2002 |
Ank. |
64 |
4-7 |
YŞK II(s. 189) |
“Ece
Ayhan’ın Öldüğü Gün -13 Temmuz 2002-” [“Şairin Öldüğü Gün”] |
Hece |
Ağustos 2002 |
Ank. |
68 |
4, 5 |
kgş |
“Zenon’un
Kaplumbağası” |
Hece |
Ağustos 2002 |
Ank. |
68 |
6, 7 |
kgş |
“
‘Kusursuz’ II” |
Hece |
Eylül 2002 |
Ank. |
69 |
4 |
YŞK I(s. 77) |
“Aşk da
Vahşidir” |
Hece |
Eylül 2002 |
Ank. |
69 |
5 |
kgş |
“Sözcükler
ve Simgeler” |
Hece |
Ekim 2002 |
Ank. |
70 |
4, 5 |
kgş |
“Şarkı
Sözleri / ‘Cennetin Arka Sokakları’
” |
Hece |
Kasım 2002 |
Ank. |
71 |
6, 7 |
YŞK I(s. 87) |
“Şairler
Kitabı / İmrül Kays’ın Kıskançlık Nöbetleri’ ” |
Hece |
Aralık 2002 |
Ank. |
72 |
8 |
kgş |
“Yakarışlar
Kitabı / Sen Bu Kırık Çömleğe.” |
Hece |
Aralık 2002 |
Ank. |
72 |
9 |
kgş |
“Yakarışlar
Kitabı / Ayışığı Şeftali Ağacının..” |
Hece |
Şubat 2003 |
Ank. |
74 |
4 |
YŞK I(s. 130) |
“Şairler
Kitabı / R. M. Rilke’nin Bitişik Oda Komşusu” [“Şairin Bitişik Oda Komşusu”] |
Hece |
Şubat 2003 |
Ank. |
74 |
5, 6 |
YŞK I(s. 37) |
“Jonglör” |
Hece |
Mart 2003 |
Ank. |
75 |
4, 5 |
kgş |
“Atlas” |
Hece |
Nisan 2003 |
Ank. |
76 |
4, 5 |
kgş |
“Aklın
Cennete Dönüşü” |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
4 |
kgş |
“Ay
Işığında Buğday Tarlaları” |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
5 |
DBŞ (s. 262) |
“ ‘Şiir ve Hakikat’ ”11 |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
6 |
YŞK II(s. 43) |
“Şairler
Kitabı / Hayyam’ın Bir Günü” |
Hece |
Eylül 2003 |
Ank. |
81 |
4 |
YŞK II(s. 271) |
“Öyle Bir
Sessizlik Olsun ki.” |
Hece |
Ekim 2003 |
Ank. |
82 (Cahit Koytak Dosyas ı) |
4 |
YŞK III(s. |
“Ağaca,
Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa.”12 |
Hece |
Kasım 2003 |
Ank. |
83 |
4-5 |
11YŞK IIBte ve YBİM'de.
ÖÇ’de ve DBŞ’de "Şiir ve Hakikat" adlı farklı
şiirler bulunmaktadır. Bu şiirler, süreli yayındaki künyesi verilen yukarıdaki
aynı adlı şiirle karıştırılmamalıdır.
386) |
|
|
|
|
|
|
YŞK II(s. 238) |
“Ortanca
Oğul Paris’te Udunu Çaldırır..” |
Hece |
Kasım 2003 |
Ank. |
83 |
6 |
kgş |
“İşaretler” |
Hece |
Aralık 2003 |
Ank. |
84 |
5-7 |
YŞK
III(s. 384) |
“Şiirin
Gömülüşü” |
Hece |
Şubat 2004 |
Ank. |
86 |
4 |
kgş |
“Sipahi V” |
Hece |
Şubat 2004 |
Ank. |
86 |
5-6 |
kgş |
“Köylüler” |
Hece |
Mart 2004 |
Ank. |
87 |
4 |
kgş |
“Bir Rüya” |
Hece |
Mart 2004 |
Ank. |
87 |
5-6 |
kgş |
“Virtüöz
Ölüm” |
Hece |
Nisan 2004 |
Ank. |
88 |
4 |
YŞK I(s. 228) |
Şairler
Kitabı / Bizans” [“Darbeci Şair”] |
Hece |
Nisan 2004 |
Ank. |
88 |
5 |
kgş |
“Kırkyaş13 Şarkıları
/ Yarıda Kesilen Konuşma” |
Hece |
Nisan 2004 |
Ank. |
88 |
6-7 |
kgş |
“Çiçekler
İnsanlara Benzemiyorlar” |
Hece |
Mayıs 2004 |
Ank. |
89 |
6-7 |
YŞK I(s. 126) |
“İki Şair” |
Hece |
Mayıs 2004 |
Ank. |
89 |
8 |
YŞK I(s. 44) |
“Kalk
Şair!” |
Hece |
Mayıs 2004 |
Ank. |
89 |
9 |
YŞK II(s. 45) |
“Şairler
Kitabı / Hayyam’ın Düğün Sabahı” [“Hayyam’ın Sabahı”] |
Hece |
Mayıs 2004 |
Ank. |
89 |
10 |
12 Bu şiir, Kitap Zamanı’nın 7 Şubat 2011
tarihli 61. sayısının "Bir Kitabın Hikayesi" bölümünde yayımlanmak
üzere şairden istenen röportaja "münzevi şairin" yanıtı olarak
yayımlanmştır: Cahit Koytak, " ‘İlk Atlas’a Bir Mektup ve Bir Şiir /
‘Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa...’ ", Kitap Zamanı, S.
61., (7 Şubat 2011), s. 12.
13 Tabloda geçen şiir adlarının yazımında, süreli
yayındaki özgün yazım biçimi aynen korunmuştur.
YŞK
III(s. 373) |
“Gece
Gelen” |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
4 |
YŞK III (s. 375) |
“ ‘Şiir ve
Hakikat’” |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
5 |
YŞK II(s. 340) |
“Şiir
Gözleri” [“Şiirinin Gözleri Olsun..”] |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
6 |
kgş |
“Minarede
Vurulan Müezzin” |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
7 |
YŞK I(s. 181) |
“İlhan
Berk’i Yeniden Okurken.. ,”14 [“Galatalı Rimbaud”] |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
74 75 |
YŞK II(s. 94) |
“Makedonyalı
İskender ve Gece Nöbetçisi” |
Hece |
Ekim 2004 |
Ank. |
94 |
4-5 |
YŞK III(s. 131) |
“Şairler
Kitabı / Şeyh Galib’in Çıraklık Yılları” [“Şeyh Galib İçin Üç Şiir / Çıraklık
Yılları”] |
Hece |
Ekim 2004 |
Ank. |
94 |
6 |
kgş |
“ ‘Şiir ve Hakikat’ ” |
Hece |
Ekim 2004 |
Ank. |
94 |
7 |
kgş |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Kendini Gizleyen Kral” |
Hece |
Kasım 2004 |
Ank. |
95 |
4-5 |
kgş |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Yol Arkadaşları” |
Hece |
Kasım 2004 |
Ank. |
95 |
6-7 |
kgş |
“Cehennemden
Yükselen Neşideler
/Cennette Sessizlik” |
Hece |
Aralık 2004 |
Ank. |
96 |
4-6 |
kgş |
Kırkyaş
Şarkıları / ‘Şiir ve Hakikat’ |
Hece |
Aralık 2004 |
Ank. |
96 |
7 |
YŞK III(s.1 14 ) |
“ ‘Tolstoy
Üzerine Üç Şiir’ / Anna Karenina’nın Yaratılışı” [1] |
Hece |
Şubat 2005 |
Ank. |
98 |
4-7 |
YŞK |
“ ‘Tolstoy
Üzerine Üç Şiir’ / |
Hece |
Şubat |
Ank. |
98 |
8-9 |
14 Mükerrer yayım. İlk yayım: Kitap-lık, S.
72., (Mayıs 2004).
III(s. 118) |
‘Tolstoy’un
Portresi’ ” [2] |
|
2005 |
|
|
|
YŞK
III(s. 121) |
“ ‘Tolstoy
Üzerine Üç Şiir’ / Yaşlı Yalvacın Acıları” [3] |
Hece |
Şubat 2005 |
Ank. |
98 |
10 11 |
YBİM( s. 168) |
“Tsunami”
[“Büyük Hayat”] |
Hece |
Mart 2005 |
Ank. |
99 |
4-6 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkıları Kitabı / Aforizmalar 1, 2, 3, 4” |
Hece |
Mart 2005 |
Ank. |
99 |
7, 8 |
YŞK I(s. 149) |
“Şairler
Kitabı / ‘Beş Söğütlü Şair’ Tao Yuan-Ming (M.S. ? - 427)” [“Çin'in Irmakları:
Tao Yuan-Ming ‘Beş Söğütlü Şair’ (M.S. ?-427)”] |
Hece |
Nisan 2005 |
Ank. |
100 |
4, 5 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı” |
Hece |
Nisan 2005 |
Ank. |
100 |
6 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkıları / Günlük 4 Aralık” |
Hece |
Nisan 2005 |
Ank. |
100 |
7, 8 |
YŞK I(s. 93) |
“Şairler
Kitabı / Bir Gogol Kahramanı” |
Hece |
Mayıs 2005 |
Ank. |
101 |
4-7 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı” |
Hece |
Mayıs 2005 |
Ank. |
101 |
8 |
YŞK I(s. 115) |
“Şairler
Kitabı / Li Po (M.S. 700? -
762)” [“Çin'in Irmakları: Li Po
(M.S. 700 ?-762)”] |
Hece |
Haziran 2005 |
Ank. |
102 |
6-8 |
YŞK I(s. 216) |
“Şairler
Kitabı / Endülüslü Saray
Şairi” [“Endülüslü ‘Saray Şairi’ ”] |
Hece |
Haziran 2005 |
Ank. |
102 |
9 |
YŞK II(s. 220) |
“Şairler
Kitabı / Şairler ve Yoksullar
Bir Millettir” |
Hece |
Temmuz 2005 |
Ank. |
103 |
4 |
YŞK III(s. 108) |
“Şairler
Kitabı / Fuzûlî’nin Bir Günü” |
Hece |
Temmuz 2005 |
Ank. |
103 |
5 |
YŞK III(s. |
“Şairler
Kitabı / ‘Jaguar’ ” |
Hece |
Ekim 2005 |
Ank. |
106 |
4-10 |
99) |
|
|
|
|
|
|
YŞK
I(s. 203) |
“Neron’un
‘Bir Sanatçı Olarak’ Hikâyesi”
[“Şair Neron: Sanatçının Bir Tiran Olarak Portresi”] |
Hece |
Kasım 2005 |
Ank. |
107 |
4-8 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Prelüd” |
Hece |
Aralık 2005 |
Ank. |
108 |
5 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Bilgi Ağacına Konmuş Bir Şahin” |
Hece |
Aralık 2005 |
Ank. |
108 |
6 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Rüzgârla Yarışan Tazı” |
Hece |
Aralık 2005 |
Ank. |
108 |
7 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Göçmen Kuşlar” |
Hece |
Aralık 2005 |
Ank. |
108 |
8 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Avcı” |
Hece |
Aralık 2005 |
Ank. |
108 |
9 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Koruluktaki Hayalet” |
Hece |
Şubat 2006 |
Ank. |
110 |
20, 21 |
kgş |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Ayağı
Tozlu Çerçi” |
Hece |
Şubat 2006 |
Ank. |
110 |
22, 23 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkılar / Kule Yapanın
Şarkısı” |
Hece |
Mart 2006 |
Ank. |
111 |
13 15 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkılar / Kule Yıkanın
Şarkısı” |
Hece |
Mart 2006 |
Ank. |
111 |
16 |
kgş |
“Kırkyaş
Şarkılar / Ölümle Oyun Oynayanın Şarkısı” |
Hece |
Mart 2006 |
Ank. |
111 |
17 |
kgş |
“ ‘Sokağın
Küçük Oğlanları, Küçük Kızları’ Kitabı / ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri” |
Anlayış |
Ocak 2005 |
İst. |
20 |
74 |
kgş |
“
‘Cehennemden Yükselen Neşideler’ Kitabı / Cennette Şiir Gecesi” |
Anlayış |
Ocak 2005 |
İst. |
20 |
75 |
kgş |
“ ‘Batı
Kapısı’ ”15 |
Anlayış |
Şubat |
İst. |
21 |
88 |
15 Bu şiir daha önce "Çöp Toplayıcılar"
adıyla Kaşgar'da yayımlanmıştır: "Çöp
Toplayıcılar", Kaşgar, C. XII, S. 13, (Ocak 2000), s.16.
|
|
|
2005 |
|
|
|
kgş |
“ ‘Terror Worldwide’
” |
Anlayış |
Eylül 2005 |
İst. |
28 |
81 |
kgş |
“ ‘Geciken
Ayin’ ” |
Anlayış |
Ekim 2005 |
İst. |
29 |
79 |
YBİM( s. 20) |
“
‘Metafizik’ ” |
Anlayış |
Kasım 2005 |
İst. |
30 |
94 |
kgş |
“ ‘Büyük
Kundakçı’ ” |
Anlayış |
Haziran 2006 |
İst. |
37 |
21 |
kgş |
“Gecikmiş
Şarkılar Kitabı / - Şakir Kocabaş İçin- Günlük 4 Aralık “ |
Anlayış |
Eylül 2006 |
İst. |
40 |
85 |
YŞK II(s. 156) |
“
‘Güvercin Besleyen Adam’ ”[1522] |
Anlayış |
Şubat 2007 |
İst. |
45 |
80, 81 |
kgş |
“ ‘Hepimiz
Hrant’ız’ Bence Ne Demektir ” |
Anlayış |
Mart 2007 |
İst. |
46 |
86, 87 |
kgş |
“
‘Filistinli Yusuf UEFA Maçlarını İzliyor’ ” |
Anlayış |
Temmuz 2008 |
İst. |
62 |
50 |
kgş |
“ ‘Utangaç
Entelijensiya Zincirlerini Saklıyor’
” |
Anlayış |
Temmuz 2008 |
İst. |
62 |
51 |
kgş |
“
‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri”[1523] |
Mor Taka |
Yaz 2005 |
Trabzo n |
2 |
3 |
DBŞ (ss. 168, 210, 319) |
“Keçisini
Arayan Adam 1-6” |
Mor Taka |
Kış- Bahar 2006 |
Trabzo n |
4 |
6, 7 |
kgş |
“Yoksullar
İçin İki Tez (I / II)” |
BirNokta |
Eylül 2008 |
İst. |
80 |
3 |
YŞK I(s. 49) |
“Avarelik
Yılları” |
BirNokta |
Kasım 2008 |
İst. |
82 |
5 |
ÖÇ(s. 114) |
“Yeni
Başlayanlar İçin Metafizik”
[“En Yalnız Olan”] |
BirNokta |
Şubat 2009 |
İst. |
85 |
3 |
kgş |
“Kozmik
Ağaç”18 |
BirNokta |
Ağustos 2009 |
İst. |
91 |
3 |
kgş |
“Halayık” |
BirNokta |
Ekim 2009 |
İst. |
93 |
3 |
YŞK
III(s. 203) |
“Kolay
Sorular” [“Sorgu Sual”] |
BirNokta |
Şubat 2010 |
İst. |
97 |
4 |
YŞK II(s. 23) |
“İki
Yolcu” [“İki Yolcu: İnsan ve Su”] |
BirNokta |
Mayıs 2010 |
İst. |
100 |
10 |
YŞK III(s. 354) |
“Oyunlara
Dönüş” |
BirNokta |
Eylül 2010 |
İst. |
104 |
16,1 7 |
kgş |
“Diabetes
Mellitus ya da Bana İnen Melek” |
BirNokta |
Mayıs 2011 |
İst. |
112 |
7-26 |
CAZ(s. 22) |
“Kısa
Tarihi, Bluesun” |
BirNokta |
Ağustos 2011 |
İst. |
115 |
4-6 |
YŞK
II (s. 45) |
“Morning
of Hayyam”19 [“Hayyam’ın Sabahı”] |
BirNokta |
Temmuz 2012 |
İst. |
126 |
12 |
YŞK III (s. 386) |
“Ağaca,
Yağmura, Rüzgâra Poetikaları Sorulsa... ”20 |
BirNokta |
Temmuz
2012 |
İst. |
126 |
14, 15 |
ÖÇ (s. 47) |
“Evde
Çalışanlar İçin Ayinler I”21 [“Evde Çalışanlar İçin Metafizik
II”] |
BirNokta |
Temmuz
2012 |
İst. |
126 |
16 |
YŞK I(s. 210) |
“Filozof”
[“ ‘Filozof ”] |
Türk Edebiyat ı |
Ocak 2006 |
İst. |
387 |
17 |
kgş |
“Kırk Yaş
Şarkıları Kitabı / Eve Dönüş
Şarkısı” |
Türk Edebiyat |
Şubat 2006 |
İst. |
388 |
21, 22 |
'''''"YBİM'de ve ÖÇ’de yer alan "Kozmik
Ağaç", adlı şiirler YBİM: s. 145 ve s. 283; ÖÇ: 151)
aynı adı paylaşan farklı şiirlerdir; bkz.: Tezin "Tablolar ve
Grafikler" bölümündeki "Aynı adlı şiirler tablosu".
19 Çev.: Mustafa Burak Sezer.
20 Mükerrer yayım. İlk yayım: Hece, S.
83, (Kasım 2003), s. 4-5; İkinci yayım: Kitap Zamanı, S. 61,
(7 Şubat 2011), s. 12.
21 Mükerrer yayım, ilk yayımı: Taraf, (25 Haziran
2012), s.6.
|
|
ı |
|
|
|
|
kgş |
“Dünya
Evi”22 |
Türk Edebiyat ı |
Şubat 2006 |
İst. |
388 |
23 |
YŞK I(s. 89) |
“Mumyacı
Mozart” [“Şair Mozart Mumyacı Mozart”] |
Türk Edebiyat ı |
Nisan 2006 |
İst. |
390 |
18, 19 |
YŞK I (s. 54) |
“Şair
‘Bugün’den Geçiyor, O ‘Ebedî
Yoksunluk Zamanı’ndan...” |
Türk Edebiyat ı |
Mayıs 2006 |
İst. |
391 |
19 |
YŞK II(s. 41) |
“Hayyam’ın
Gecesi” |
Türk Edebiyat ı |
Haziran 2006 |
İst. |
392 |
14 |
YŞK II(s. 43) |
“Hayyam’ın
Bir Günü” |
Türk Edebiyat ı |
Haziran 2006 |
İst. |
392 |
15 |
YŞK II(s. 45) |
“Hayyam’ın
Sabahı”23 |
Türk Edebiyat ı |
Haziran 2006 |
İst. |
392 |
15 |
YŞK I(s. 137) |
“ ‘Divan-ı
Kebir’ ” |
Türk Edebiyat ı |
Temmuz 2006 |
İst. |
393 |
9 |
kgş |
“Çarşı
Pazar Gezerken” |
Türk Edebiyat ı |
Ağustos 2006 |
İst. |
394 |
27 |
YŞK II(s. 61) |
“Viyanalı
Ermiş’in İtirafları - Viyanalı Ermiş Tractatus Logico Poeticus-” |
Türk Edebiyat ı |
Ekim 2006 |
İst. |
396 |
14 18 |
YŞK I(s. 109) |
“Manifesto” |
Türk Edebiyat ı |
Aralık 2006 |
İst. |
398 |
10 12 |
22ÖÇ’deki
"Dünya Evi", bu şiirle aynı adı paylaşan farklı bir şiirdir. Aynı
adlı şiirlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Tezin "Tablolar ve
Grafikler" bölümündeki "Aynı adlı şiirler tablosu".
23 Cahit Koytak’ın bireysel bakış açısı ve şair
duyarlığıyla çizdiği Ömer Hayyam portresi olarak da değerlendirilebilecek bu üç
şiirden son ikisi, daha önce Hece'de yayımlanmıştır (bkz.:
Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümündeki "Süreli Yayınlarda
Yayımlanan Şiirler Tablosu"); Türk Edebiyatı dergisinin
"İran Kültürü ve Biz" konulu özel sayısı [S. 392, ss. 14-15, (Haziran
2006)] münasebetiyle bu dergide "Şairler Kitabı / Hayyam’ın Bir Günü"
, "Şairler Kitabı / Hayyam’ın Düğün Sabahı" adlarıyla mükerrer olarak
yayımlanmıştır.
YŞK III (s.226) |
“Homopoeticus”[1524] |
Türk Edebiyat ı |
Şubat 2007 |
İst. |
400 |
16 18 |
kgş |
“ ‘Hepimiz
Hrant’ız’ Bence Ne Demektir?” |
Agos |
09/02/20 07 |
İst. |
567 |
|
kgş |
“Şiir
‘günlük gazete’ye hulûl ediyor” |
Taraf[1525] |
01/06/20 09 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s.168) |
“Günlük
gazete, cesur şiir, gündelik destanı hayatın... ”[1526] [“
‘Zamanın Ruhu’ I”] |
Taraf |
01/06/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Can
sıkıntısından oturup darbe planları yapan, asker, sivil bütün generaller için
dostça önerler”[1527] |
Taraf |
15/06/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Geçip
giden’ için son şarkı” |
Taraf |
22/06/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Siviller
için marş yerine kanto” |
Taraf |
29/06/20 09 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 212) |
“Fiziğin
dili”[1528] |
Taraf |
06/07/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Güncellenmemiş
ekonomi dersleri -II: Küresel kriz” |
Taraf |
13/07/20 09 |
İst. |
|
|
YŞK
I (s.143) |
“Moğol
paşası & acem şairi” |
Taraf |
20/07/20 09 |
İst. |
|
|
YBİM (s.140) |
“ ‘Büyük
Sanat’ ”[1529] [“Küçük Akıl & Büyük Akıl”] |
Taraf |
27/07/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Küçük Meslek’ ” |
Taraf |
27/07/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bilmem
Kaçıncı Tez” |
Taraf |
17/08/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Göğe
Çıkarma” |
Taraf |
17/08/20 09 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 22) |
“İşe Atla
Gidip Gelme İsteği” |
Taraf |
24/08/20 09 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 20) |
“
‘Metafizik’ ” |
Taraf |
24/08/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Kitabın
‘Ortası’ ” |
Taraf |
24/08/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Doksan
Dokuz Dil Bilen Arı” |
Taraf |
24/08/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Güç’
üzerine antitez: İnce şiir, ‘kalın’ bileği büker” |
Taraf |
07/09/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Güzel
dağlara, yoksul canlara, altın çağlara ‘operasyon’ ” |
Taraf |
14/09/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bayram
sabahı”[1530] |
Taraf |
21/09/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Yüreğim
parmağımın ucunda” |
Taraf |
28/09/20 09 |
İst. |
|
|
YBİM (s.149) |
“Prolog”[1531] [“Her Şeyden, Her Yüzden” / “ ‘O’na Dair V”] |
Taraf |
05/10/20 09 |
İst. |
|
|
YBİM (s.183) |
“Çalgıcı” |
Taraf |
05/10/20 09 |
İst. |
|
|
YŞK
III(s. 34) |
“Eylül”[1532] |
Taraf |
12/10/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Oyun
kişisi”[1533] |
Taraf |
12/10/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Yoksullar
için bilmem kaçıncı |
Taraf |
19/10/20 |
İst. |
|
|
|
tez” |
|
09 |
|
|
|
YŞK III (s. 86) |
“Homopoeticus” |
Taraf |
26/10/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“İki
sözcük: ‘Yoksul’ & ‘Zengin’ ” |
Taraf |
02/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bir
sözcük: ‘Feng huang’ ” |
Taraf |
02/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“
‘Tsunami’ Bildirisi” |
Taraf |
09/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“İşporta
Tezgâhı” |
Taraf |
16/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sofist”34 |
Taraf |
23/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“İnferno” |
Taraf |
23/11/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Örtücü’
entelijensiya ve ‘sıkmabaş’ zihinler” |
Taraf |
24/11/20 09 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 417) |
“Deliler
gibi”35 |
Taraf |
30/11/20 09 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 421) |
“Rübaî”36 [“Öyledir,
Öyle”] |
Taraf |
07/12/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Şiir
& Sinema” |
Taraf |
07/12/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Eski
Dünya & Yeni Dünya” |
Taraf |
14/12/20 09 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 32) |
“Usta
& Çırak” |
Taraf |
21/12/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sofist” |
Taraf |
21/12/20 09 |
İst. |
|
|
kgş |
“Gemici
Düğümleri” |
Taraf |
28/12/20 |
İst. |
|
|
34 bkz.: Bir önceki dipnot.
35 Şiirin sonunda Tarla Kuşunun Doğaçlamaları adlı
kitapta yer alacağı belirtilmiştir; ancak şiir ÖÇ’de yer almıştır.
36 Şiirin sonunda YBİM'de yer alacağı
belirtilmiştir; ancak şiir "Öyledir, Öyle" adıyla ve biçimsel
değişikliklerle ÖÇ’de yer almıştır.
|
|
|
09 |
|
|
|
kgş |
“ ‘Tat
Twam Asi’ [Sanskritçe, ‘sen busun’] ” |
Taraf |
04/01/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Mahrem
bir soru soruyor bir anne bir generale” |
Taraf |
11/01/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bilmem
kaçıncı tez” |
Taraf |
11/01/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Yumuşak
Sloganlar: 3S” |
Taraf |
18/01/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Açık
İnsan Açık Toplum” |
Taraf |
18/01/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Örnek
Ahret Soruları” |
Taraf |
25/01/20 10 |
İst. |
|
|
YŞKI (s. 49) |
“Avarelik
Yılları”[1534] |
Taraf |
01/02/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK I (s. 53) |
“Rüzgâra
Ekilen Şair” |
Taraf |
01/02/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
I (s. 40) |
“Kendi
kendine ney dersi, kaval dersi, klarinet dersi” |
Taraf |
08/02/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
I (s. 44) |
“Kalk
şair!” |
Taraf |
08/02/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 206) |
“
‘Homopoeticus’ (II)”[1535] [“Homopoeticus”] |
Taraf |
15/02/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 171) |
“ ‘Zamanın
Ruhu’ ” [“ ‘Zamanın Ruhu’ II”] |
Taraf |
22/02/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“BilmemKaçıncıKezGüncellene
nTez” |
Taraf |
22/02/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 18) |
“Cihangir” |
Taraf |
08/03/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 20) |
“ ‘Zamanın
Ruhu’ ” |
Taraf |
08/03/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK |
“Yoksulların
Ve Şairlerin |
Taraf |
15/03/20 |
İst. |
|
|
III (s. 209) |
Tanrısı” |
|
10 |
|
|
|
kgş |
“Tempolu
Yürüyüş” |
Taraf |
22/03/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Annemin
Başucunda” |
Taraf |
29/03/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 118) |
“Şiir
& Bilgi” |
Taraf |
05/04/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 122) |
“Baijo” |
Taraf |
05/04/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 33) |
“Bugün
Jesuz, yarın Judas” [“Bugün Jesus, yarın Judas”] |
Taraf |
12/04/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bahar
tezi” |
Taraf |
19/04/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Kutlu
Doğum’ Kutlu Esin”39 |
Taraf |
26/04/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bahar
Sarhoşluğu / Kül Üzerinde Dans” |
Taraf |
03/05/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Nisan
Şarkısı (I)” |
Taraf |
03/05/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Nisan
Şarkısı (II)” |
Taraf |
03/05/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 49) |
“Sözün
Sarhoşluğu” |
Taraf |
10/05/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Oyunu
Baştan Almak” |
Taraf |
17/05/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 16) |
“Yolun
Kıyısı” [“Suyun Kıyısı”] |
Taraf |
24/05/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK
II (s. 15) |
“Sözün
Kıyısı” |
Taraf |
24/05/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Homopoeticus
(III)”40 |
Taraf |
31/05/20 |
İst. |
|
|
39 Bu şiirin sonundaki notta, şiirin YBİMde yer
alacağını belirtilmesine rağmen şiir, herhangi bir kitapta henüz
yayımlanmamıştır.
40 Şiirin sonundaki notta, şiirin YŞK IIP te
yayımlanacağı belirtilmiştir; ancak şiir herhangi bir kitapta henüz
yayımlanmamıştır..
|
|
|
10 |
|
|
|
İA (s. 243) |
“Nuh’a
Gemi Resimleri (X)”41 [Nuh’a Gmi Resimleri VII] |
Taraf |
06/06/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Doğaçlama
Bir Kule” |
Taraf |
07/06/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Homopoeticus
(IV)” |
Taraf |
14/06/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 38) |
“Homopoeticus
(V)” [“Sol Elle Yazılanlar”] |
|
14/06/20 10 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 295), ÖÇ (s. 351) |
“Caz İçin
Doğaçlama: ‘ Şen Maneviyat’
” [“ ‘Şen Maneviyat’ ”], [“Şen Maneviyat”] |
Taraf |
21/06/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Zeki,
Yetenekli, Cesur Toplumlar İçin İyi Fikirler” |
Taraf |
28/06/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Köşe
Şairi’ ” |
Taraf |
05/07/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Büyük
Yağmur” |
Taraf |
12/07/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Melankoli” |
Taraf |
12/07/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Cennette
Çekim” |
Taraf |
12/07/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 320) |
“Sokaktaki
Ayna”42 |
Taraf |
19/07/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 28) |
“ ‘Şiir
Sanatı’ ” |
Taraf |
26/07/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Kendim
İçin Notlar (IV)”43 |
Taraf |
26/07/20 10 |
İst. |
|
|
41İA’ın 1990’daki
ilk baskısında altı epizotluk "Nuh’a Gemi Resmileri" şiiri yer
almaktaydı. 2011’de yapılan ikinci baskının "Ekler" bölümünde
"Nuh’a Gemi Resimleri"nin yedinci epizodu olarak yer almıştır.
42ÖÇ’de aynı
adlı şiirin I. epizodu olarak yer almıştır.
43 Şiirin sonundaki notta ÖÇ’de yer
alacağı belirtilen şiir, herhangi bir kitapta yer almamıştır.
kgş |
“Ne Kalır,
Kime Kalır” |
Taraf |
02/08/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Doğaçlama” |
Taraf |
02/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 64) |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
Taraf |
09/08/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 31) |
“Kabuk” |
Taraf |
09/08/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Düşünce
Sanatı” |
Taraf |
09/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 103) |
“ ‘Ruh’
Üzerine Tezler” [“‘Ruh’ Üzerine Karışık Tezler”] |
Taraf |
16/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 125) |
“ ‘Akıl’
Üzerine Tezler” |
Taraf |
16/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 80) |
“Taş
Ustalığı” |
Taraf |
23/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 134) |
“Cennete
Dönüş” |
Taraf |
23/08/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 439) |
“Kuş Falı”
[Epilog II] |
Taraf |
30/08/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Demek
İstediğim”44 |
Taraf |
30/08/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Kötü
Düşünceler”45 |
Taraf |
30/08/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 167) |
“Divinia
Comedia” [“ ‘Divinia Commedia’
”] |
Taraf |
06/09/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 175) |
“Matrix /
M.S. 2500” [“Cennette Müzayede”] |
Taraf |
06/09/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. |
“Dilenci”[1536] [“Yolunu Arayan |
Taraf |
06/09/20 |
İst. |
|
|
44 Bkz.: Bir önceki dipnot.
45 Şiirin sonundaki notta YBİMde yer
alacağı belirtilen şiir, herhangi bir kitapta yer almamıştır.
413) |
Yalvacın
Şarkısı”] |
|
10 |
|
|
|
YBİM (s. 53) |
“Balçığın
Bileşimi” |
Taraf |
13/09/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s.55) |
“ ‘Ruh’
Üzerine Karışık Tezler (II)” |
Taraf |
20/09/20 10 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 273) |
“Beyoğlun’na
‘Akarken’ ”46 [1537] |
Taraf |
27/09/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 334) |
“Ana Kara” |
Taraf |
04/10/20 10 |
İst. |
|
|
YŞK III (s. 321) |
“Nereye
Ekersen Ek, Biter...” |
Taraf |
04/10/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Günlük
Hayat” |
Taraf |
18/10/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Yolcu” |
Taraf |
18/10/20 10 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 141) |
“Cazın
Tanımları” [“Caz Üzerine Dervişçe Tezler / IV”] |
Taraf |
25/10/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Tuz ve
Kekik” |
Taraf |
01/11/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“
‘Şairler’ ” |
Taraf |
01/11/20 10 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 348) |
“Cazın
Tanımları (II)” [“Sol Elle Çalınanlar”] |
Taraf |
08/11/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Münzevinin
Aynaları XXI / XXII” |
Taraf |
15/11/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Melankoli
I / II” |
Taraf |
29/11/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Gemi Toz
Çıkarır Mı” |
Taraf |
29/11/20 |
İst. |
|
|
|
|
|
10 |
|
|
|
kgş |
“
‘WikiLeaks’ Ya da Yitik Bellek” |
Taraf |
06/12/20 10 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 348), ÖÇ (s. 424) |
“Bütün
Kuşlar Havaya!”48 [“Bütün Kuşlar Havaya”] |
Taraf |
06/12/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 140) |
“Küçük
Akıl & Büyük Akıl”49 |
Taraf |
13/12/20 10 |
İst. |
|
|
kgş |
“Yalnızlığın
Türleri” |
Taraf |
13/12/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 426) |
“Yunuslar” |
Taraf |
13/12/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 187) |
“Ölüm
Üzerine Tezler IV / V” [“Ölüm
Üzerine Karışık Tezler I / II”] |
Taraf |
20/12/20 10 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 340) |
“ ‘Varlık
ve Zaman’ ” |
Taraf |
27/12/20 10 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 344) |
“Yerde,
Gökte, Her yerde” |
Taraf |
27/12/20 10 |
İst. |
|
|
I: CAZ (s.
126), II: CAZ (s. 138, 140) |
“Cazın
Bileşimi I / II / III”50 |
Taraf |
03/01/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ |
“Cazın
Ermişleri: ‘Torba Ağız’, |
Taraf |
10/01/20 |
İst. |
|
|
48 Şiirin sonundaki notta "Günü Gününe
Kitabı"nda yer alacağı belirtilen şiir, CAZ ve ÖÇ’de
aynı adla yer almıştır.
49 Mükerrer yayım. İlk yayımı (" ‘Büyük Sanat’
" adıyla): Taraf, 27/07/2009
50 Bu şiirin birinci epizodu CAZ’da aynı adla
yer alırken ikinci ve üçüncü epizot, "Caz Üzerine Dervişçe Tezler"
şiirinin ikinci ve üçüncü epizodu olmuştur.
(s. 174) |
Louis
Armstrong” [“Torba Ağız, Louis Armstrong, Yahut Satchmo II”] |
|
11 |
|
|
|
CAZ (s. 250) |
“Saxophone
Quartet” |
Taraf |
10/01/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 288) |
“Doğaçlama” |
Taraf |
24/01/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bir
Sözcük: Hanif” |
Taraf |
24/01/20 11 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 22) |
“Şiir
Dediğin” [Şiir Dediğin I / II]51 |
Taraf |
31/01/20 11 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 265) |
“Caz
Session Yahut ‘Gül İhtilali’” [“Jam Session Yahut ‘Gül İhtilali’”] |
Taraf |
04/02/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Zamanın
Çocuğu” |
Taraf |
07/02/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Sevgili
Hayalet’ ” |
Taraf |
14/02/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 152) |
“
‘Tanrı’ya Dair ” [“ ‘O’na Dair I”] |
Taraf |
21/02/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 376), ÖÇ (s. 440) |
“ ‘Kitap’a
Dair ” [“Epilog”, “Epilog III”] |
Taraf |
21/02/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 257) |
“Şiir ve
Hakikat” |
Taraf |
28/02/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 260) |
“Şiir ve
metafizik...” [“Şiir ve Metafizik I”] |
Taraf |
07/03/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM( |
“Tsunami:
Büyük Hayat” |
Taraf |
14/03/20 |
İst. |
|
|
51 II. epizot kitapta yer almamıştır.
s. 168) |
[“ ‘Büyük
Hayat’ ”] |
|
11 |
|
|
|
kgş |
“
‘WikiLeaks’: Yitik Bellek”52 |
Taraf |
21/03/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 336) |
“Büyük
Panayır” |
Taraf |
28/03/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“
‘Shopping Fest’ ” |
Taraf |
04/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 336) |
“Yüreğe
Yapılan Dövme” |
Taraf |
11/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 47) |
“Dağları
Yürütmek” |
Taraf |
11/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 61) |
“Hayat
Dipnot” |
Taraf |
18/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 74) |
“Göğün
Dibi” |
Taraf |
18/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 32) |
“Aynı
Nehirde” |
Taraf |
25/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 33) |
“Şeyler Ve
Sözcükler” |
Taraf |
25/04/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 24) |
“İbrahimce
Sorular” |
Taraf |
02/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 30) |
“Göğün
Resimleri” |
Taraf |
02/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 123) |
“Tanrının
Eli” |
Taraf |
09/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 123) |
“Unio
Musica” [“Büyük Çağıltı”] |
Taraf |
09/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 95) |
“Susma
Sanatı” |
Taraf |
16/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM |
“Yağmurda
Kitap Okuyan |
Taraf |
16/05/20 |
İst. |
|
|
52 Mükerrer yayım. İlk yayımı (Bent düzeyinde
değişikliklerle): Taraf, 06/12/2010
(s. 89) |
Adam” |
|
11 |
|
|
|
YBİM (s. 364) |
“Kali
Yuga” |
Taraf |
23/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 225) |
“Hikâye”53 |
Taraf |
30/05/20 11 |
İst. |
|
|
YBİM (s. 237) |
“İç kapı” |
Taraf |
30/05/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Neye
Dokunsan” |
Taraf |
06/06/20 11 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 338) |
“Meyhane
Muhabbeti” [“İki Kere Yazılan Şiir II”] |
Taraf |
06/06/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“XXIII” |
Taraf |
14/06/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Baba
Duası’ ” |
Taraf |
14/06/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Saraylar,
Kuleler... ” |
Taraf |
14/06/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Ben
Yokum, Beni Karıştırmayın!” |
Taraf |
20/06/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Genç
Şair’e” |
Taraf |
27/06/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 17) |
“New-Orleans’ta,
Sokakta” [New Orleans’ta, Sokakta] |
Taraf |
27/06/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 19) |
“Boogie-Woogie” |
Taraf |
04/07/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 79) |
“Charley
Patton’ın Bluesları” [“Zenci Yalan Söyler Diyorlar”] |
Taraf |
04/07/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 10) |
“Caz İyi
Gider, Caz İyi!” [“İlk Vuruşlar II”] |
Taraf |
11/07/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 34) |
“Auto da
Fe” |
Taraf |
18/07/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ |
“Honky-Tonky” |
Taraf |
25/07/20 |
İst. |
|
|
53 Şiir, kitapta dört epizot biçiminde
kurgulanmıştır.
(s. 31) |
|
|
11 |
|
|
|
CAZ (s. 27) |
“Caz
Hikâyesi” [“Bir Horoz Çaldım Çiftlikten”] |
Taraf |
01/08/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Münzevinin
Aynaları XII” |
Taraf |
08/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 69) |
“Sadaka
Çanağı” |
Taraf |
15/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 361) |
“İyi Caz
ve İyi Şiir İçin Notlar I / II” [“İyi Caz, İyi Şiir”] |
Taraf |
22/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 114) |
“Cazın
Kısa Tarihi” [“Kısa Tarihi
Cazın”] |
Taraf |
29/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 126) |
“Cazın
Bileşimi” |
Taraf |
29/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 137) |
“Cazın
Faydaları” |
Taraf |
29/08/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 81) |
“Charley
Patton’ın Bluesları” |
Taraf |
05/09/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 358) |
“
‘Sokakta’ Solo Saksafon” [“Sokakta Caz”] |
Taraf |
12/09/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 62) |
“Bluesların
Bluesu” |
Taraf |
19/09/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 318) |
“Piyano
& Balina” |
Taraf |
26/09/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 329) |
“Gemi,
Dağ, Kafes” |
Taraf |
03/10/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 331) |
“Biri Bir
Türkü Tutturur” |
Taraf |
03/10/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Annemin
Başucunda”[1538] |
Taraf |
10/10/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Vakit
Varken I / II”[1539] |
Taraf |
17/10/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 276) |
“Küresel
Bahar” [“Küresel Bahar-Küresel Sanat: Caz”] |
Taraf |
24/10/20 11 |
İst. |
|
|
kgş |
“Diken ve
Balta” |
Taraf |
31/10/20 11 |
İst. |
|
|
YŞKI (s. 50) |
“ ‘Evsiz’
” [“ ‘Homeless’ ”] |
Taraf |
07/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 326) |
“Eski
Şarkı” |
Taraf |
14/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 255) |
“Cazın
Renkleri” [“Cazın Rengi XII”] |
Taraf |
21/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 325) |
“Cazın
Kanatları” [“Şiirin Kanatları
II”] |
Taraf |
21/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 383) |
“Sessiz,
Derin” [“Sessiz Caz”] |
Taraf |
28/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 385) |
“İç İçe
Fareler” |
Taraf |
28/11/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 301) |
“Ayiner /
1. Ayin / 3. Ayin” |
Taraf |
05/12/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 241) |
“Cazın
Renkleri III / IV” [“Cazın Rengi III / IV”] |
Taraf |
12/12/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ |
“Jelly
Roll Morton” |
Taraf |
19/12/20 |
İst. |
|
|
(s. 164) |
|
|
11 |
|
|
|
CAZ (s. 90) |
“E. Bessie
Smith” |
Taraf |
26/12/20 11 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 85) |
“Blind
Lemon I / II” |
Taraf |
02/01/20 12 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 355) |
“Caz Nefes
Kesmeli” |
Taraf |
09/01/20 12 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 351) |
“Şarkı
gibi” |
Taraf |
09/01/20 12 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 347) |
“Trompet
& Maymun” |
Taraf |
09/01/20 12 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 372) |
“Telefonda
Caz” |
Taraf |
16/01/20 12 |
İst. |
|
|
CAZ (s. 368) |
“Sokaktan
Geçen Yalvaçlar” |
Taraf |
16/01/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Uludere,
Uludere” |
Taraf |
23/01/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“123.000
Tüy, yahut Yolmak Kanadını
Şeytanın” |
Taraf |
30/01/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Münzevinin
Aynaları XII” |
Taraf |
06/02/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Buzul” |
Taraf |
13/02/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Göğe
Merdiven Dayamak” |
Taraf |
20/02/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Tiyatro
Çadırı (XII)”56 |
Taraf |
27/02/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Mezarda
Geçen Günler” |
Taraf |
05/03/20 |
İst. |
|
|
56 Bu şiirin sonunda, DBŞ'de yer
alacağı notu bulunmaktadır. Ancak şiir, Cahit Koytak’ın kitaplarının hiçbirinde
henüz yer almamıştır.
|
|
|
12 |
|
|
|
kgş |
“Tiyatro
Çadırı (XIII)”[1540] |
Taraf |
05/03/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 67) |
“Kendime
Gecikmiş Öğütler” [“Meyhanede
Yazı Dersi”] |
Taraf |
12/03/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 9) |
“Prolog”
[“Prolog II”] |
Taraf |
19/03/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 18) |
“Kuyu” |
Taraf |
26/03/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 18, 384, 436) |
“Kuyu II /
III / IV” [“Kazı”, “Kazı II”, “Sözcüklere Gömülmek”][1541] |
Taraf |
02/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 26) |
“Yerin
Ağırlığı” |
Taraf |
09/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 30) |
“Yol” |
Taraf |
09/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 97) |
“Tiyatro
Çadırı III” [“ ‘Şimdi ve Burada’ ”] |
Taraf |
16/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 372) |
“Haşir,
Neşir” |
Taraf |
16/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 31) |
“Kabuk” |
Taraf |
23/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 438) |
“Kuş Falı”
[“Epilog II”] |
Taraf |
23/04/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 238) |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
Taraf |
30/04/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Ayinler
(I): Ben ve Başkaları” |
Taraf |
07/05/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 32) |
“Ayinler
(IV): Hem Kendinsin, Hem Başkası” [“Hem Kendinsin, Hem Başkası”] |
Taraf |
14/05/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. |
“Daha Ne
Daha Neler...” [Sol |
Taraf |
21/05/20 |
İst. |
|
|
37) |
Elle
Yazılanlar] |
|
12 |
|
|
|
kgş |
“
‘Aslanlı’ Gazetede ‘Beyaz Fareli’
Şiir” |
Taraf |
28/05/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 29) |
“Yolda
Yürürken Kitap Okuyan Adam”
[“Kaçış”] |
Taraf |
04/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 305) |
“Sözün
Mucizeleri” |
Taraf |
04/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 306) |
“Gözün
Mucizeleri” |
Taraf |
04/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 108) |
“Defter” |
Taraf |
11/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 307) |
“Sazın
Mucizeleri” [“Sazın Mucizeleri
I”] |
Taraf |
11/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 49) |
“Evde
Çalışanlar İçin Metafizik I” [“Evde Çalışanlar İçin Metafizik III”] |
Taraf |
18/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 47) |
“Evde
Çalışanlar İçin Ayinler I” [“Evde Çalışanlar İçin Metafizik II”] |
Taraf |
25/06/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 52, 44) |
“Evde
Çalışanlar İçin Metafizik II / III” [“Evde Çalışanlar İçin Metafizik IV / I”] |
Taraf |
02/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 74) |
“ ‘Aşkın
Metafiziği’ I / II / III” [“Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik II / III /
IV”] |
Taraf |
09/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 78) |
“ ‘Aşkın
Metafiziği’ IV” [“Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik V”] |
Taraf |
16/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 162) |
“Çocuk Ve
Zaman I” [“Çocuk Ve Zaman II”] |
Taraf |
23/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 179) |
“Bahçıvanın
Sabah Şarkısı” |
Taraf |
30/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 180) |
“Bahçıvanın
ve Karısı” |
Taraf |
30/07/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Kuzguni
Anka” |
Taraf |
30/07/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 117) |
“Yol
Türküleri I / II” |
Taraf |
06/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 181) |
“Meneviş
Rengi” |
Taraf |
13/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 135) |
“Çırağın
Şarkısı” |
Taraf |
13/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 111) |
“Türkuaz
& Lacivert” |
Taraf |
13/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 99) |
“Bitmeyen
Oyun” |
Taraf |
20/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 159) |
“Zamanın
Ruhu” [“ ‘Zamanın Kurdu’ I”] |
Taraf |
20/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 122) |
“Anka” |
Taraf |
20/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 164) |
“Zamanın
Kurdu” [“ ‘Zamanın Kurdu’
II”] |
Taraf |
20/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 182) |
“Bahçıvanın
Türküsü” [“Bahçıvanın
Akşam Türküsü”] |
Taraf |
27/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 136) |
“Küçük
Şeyler” |
Taraf |
27/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 198) |
“Dalgalar”
[“Dalgalar (I)”] |
Taraf |
27/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 125) |
“Yol
Arkadaşı” [“Yol Arkadaşı II”] |
Taraf |
27/08/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 165) |
“Hikâye” |
Taraf |
03/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 104) |
“Kim,
Kimin?” |
Taraf |
03/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 64) |
“Ölüme
Çare” [“Üç Kere Okunacak
Şiir”] |
Taraf |
03/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 218) |
“
‘Farecik’ ” [“Farecik”] |
Taraf |
03/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 216) |
“Münzevinin
Aynaları XI” [“Münzevinin Aynaları”] |
Taraf |
10/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 214) |
“Goya’ya
Göre Eyyüb’ün Hikâyesi” |
Taraf |
10/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 350) |
“Irmak
Türküsü” [“Irmak II”] |
Taraf |
17/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 206) |
“Ağaçlar,
Taşlar, İnsanlar...” |
Taraf |
17/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 373) |
“Bakmanın
Türleri” |
Taraf |
17/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 123) |
“Yol
Arkadaşı II” [“Yol Arkadaşı I”] |
Taraf |
24/09/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 41) |
“Ev
Türküsü” |
Taraf |
24/09/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Şuâra’
” |
Taraf |
01/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 82) |
“Gül
Yaprağı” |
Taraf |
01/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 129) |
“Yol
Arkadaşı III” |
Taraf |
08/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 131) |
“Dipnot” |
Taraf |
08/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 429) |
“Komşular” |
Taraf |
15/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 348) |
“Şen
Balıkçı” |
Taraf |
15/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 173) |
“Vakit
Varken” |
Taraf |
22/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 240) |
“Yalvaç” |
Taraf |
22/10/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Çiçek
Adları” |
Taraf |
29/10/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 406) |
“Utangaç
Yalvaç” [“Kim Olduğunu
Bilmeyen Yalvaç”] |
Taraf |
05/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 394) |
“Varlığın
Dilleri” |
Taraf |
05/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 393) |
“Yerin
Kulağı” |
Taraf |
05/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 71) |
“Meyhanede
Gül Dersi” |
Taraf |
12/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 72) |
“Sarhoşluk
Sanatı” |
Taraf |
12/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 73) |
“Meyhanede
Sabahlayanlar İçin Metafizik” [“Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik I”] |
Taraf |
12/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 65) |
“Şişe ve
Tıpa” |
Taraf |
12/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 113) |
“Yeni
Yollar” [“Tanrının Yolu”] |
Taraf |
19/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 114) |
“En Yalnız
Olan” |
Taraf |
19/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 116) |
“Münzevinin
Şarkısı” |
Taraf |
19/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 234) |
“Akan
Şeyler” |
Taraf |
26/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 209) |
“Yaban
Ördekleri” |
Taraf |
26/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 294) |
“Şen Dua”
[“Şen Dua II”] |
Taraf |
26/11/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 35) |
“Simurg’un
Peşinde” |
Taraf |
03/12/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 107) |
“Yolda
Yürürken Kitap Okuyan Adamın
Şarkısı” |
Taraf |
03/12/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 100) |
“Oyuncunun
Bir Günü” |
Taraf |
10/12/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 106) |
“İki Kere
Yazılan Şiir” |
Taraf |
10/12/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bir
Özgürlük Şarkısı” |
Taraf |
17/12/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Şiir
Köşesi” |
Taraf |
17/12/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sessizliğe
Türkü” |
Taraf |
17/12/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sol Gözün
Yalnızlığı” |
Taraf |
24/12/20 12 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sol Gözle
Yazılanlar” |
Taraf |
24/12/20 |
İst. |
|
|
|
|
|
12 |
|
|
|
kgş |
“Uludere,
Uludere... II” |
Taraf |
31/12/20 12 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 422) |
“Yarım
Kalmış Şarkı” |
Taraf |
07/01/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 423) |
“Yarım
Kalmış Dua” |
Taraf |
07/01/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 283) |
“Tabletler
VIII (Kaldea / M.Ö. 1300)” [““Tabletler VIII (Kaldea / M.S. 1300)””] |
Taraf |
14/01/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 284) |
“Tabletler
IX (Kaldea / M. S. 2009)” |
Taraf |
14/01/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Dualardan
Bir Dua” |
Taraf |
21/01/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 404) |
“Göğün
Ağzı Toprak Kokara, Yerin Ağzı Şiir.” |
Taraf |
21/01/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ ” |
Taraf |
28/01/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Dağdan
Onurlu İniş” |
Taraf |
04/02/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 357) |
“Ölüler
İçin Enternasyonal”59 |
Taraf |
11/02/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (II)” |
Taraf |
18/02/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ - Notları (III)” |
Taraf |
25/02/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 126) |
“Yol
Arkadaşı” [“Yağmurla İnen
Şarkı”] |
Taraf |
25/02/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (IV)” |
Taraf |
04/03/20 13 |
İst. |
|
|
ÖÇ (s. 326) |
“Platonik” |
Taraf |
04/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Ölü
Diriltme Sanatı” |
Taraf |
11/03/20 13 |
İst. |
|
|
59 Şiirin sonundaki notta, şiirin "Yoksullar
ve Siviller İçin Tezler" kitabında yer alacağı belirtilmiş ancak
şiir ÖÇ’ye alınmıştır.
kgş |
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (IV)” |
Taraf |
11/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Uludere
Anları İçin Barış Türküsü” |
Taraf |
18/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Münzevinin
Aynaları XIX / XX” |
Taraf |
18/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Belli mi
Olur” |
Taraf |
25/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Aşk
Şiiri” |
Taraf |
25/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Evsizlerin
Kralı” |
Taraf |
25/03/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Acılara
Dair I / II” |
Taraf |
01/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘Güzel
Sözlerin Cini’ I / II” |
Taraf |
01/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sofist” |
Taraf |
08/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Dilin
Güzelliği” |
Taraf |
08/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Bir Rüya
Tasarımı” |
Taraf |
08/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“An Be An” |
Taraf |
15/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
Taraf |
15/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Define
Avcısı” |
Taraf |
22/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Marangoz
Dükkanı” |
Taraf |
22/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“ ‘2015 -
Ermenilerle Helalleşme’
/ Biraz Şairce” |
Taraf |
26/04/20 13 |
İst. |
|
|
kgş |
“Neşet
Ömer Sokak No: 23’te Neler
Oluyor?” |
Taraf |
29/04/20 13 |
İst. |
|
|
|
“Büyük
Prova” |
Yasak Meyve |
Mart- Nisan |
İst. |
43 |
?? |
|
|
|
2010 |
|
|
|
kgş |
“ ‘Sevgili
Hayalet’ ”[1542] [1543] |
Hayalet 61 |
Nisan - Temmuz 2011 |
Yok |
5 / 6 |
20 |
ÖÇ (s. 265) |
“Caz
Session Yahut ‘Gül İhtilali’ ”[1544] [“Jam Session Yahut ‘Gül İhtilali’ ”] |
Hayalet |
Nisan - Temmuz 2011 |
Yok |
5 / 6 |
41 44 |
kgş |
“Hepimiz
Hrant’ız”[1545] |
Afrika Pazar[1546] |
6 Şubat
2011 |
Yok |
304 |
11 |
YŞKI (s. 50) |
“Evsiz” [“
‘Homeless’ ”][1547] |
Türkiye ’
de Evsizlere Dair Rapor[1548] |
Güz 2011 |
Yok |
Yok |
4 |
YŞK III (s. 386) |
“Ağaca,
Rüzgâra Yağmura Poetikaları
Sorulsa... ”[1549] |
Kitap Zamanı |
7 Şubat 2011 |
İst. |
61 |
12 |
kgş |
“Günlük /
4 Aralık [Bu şiir aşağıdaki şiirle aynı adı taşıyan farklı bir şiirdir.] |
Bilim ve Sanat Vakfı - Bülten- |
Mayıs -
Ağustos 2006 [b. Kasım 2006] |
İst. |
61 |
18 |
kgş |
“Günlük /
4 Aralık”[1550] |
Bilim ve Sanat Vakfı - Bülten- |
Mayıs -
Ağustos 2006 [b. Kasım |
İst. |
61 |
32 |
|
|
|
2006] |
|
|
|
kgş |
“Ara Güler
İçin Resim Altı Yazısı” |
Hakları Çalınmış Çocukla r
Albümü 69 |
Şubat 2011 |
İst |
|
28 |
|
“Önden
Yırtılan Gömlek” (10 Aralık 2006)[1551] [1552] |
Yeni Şafak |
19 Aralık 2006 |
İst. |
|
|
|
“Önden
Yırtılan Gömlek” (16 Temmuz 2013)[1553] |
Yeni Şafak |
26 Temmuz 2013 |
İst. |
|
|
ÖÇ(s. 177) |
“Raks Eden
Ağaç” |
Mesel |
Ocak 2013 |
Iğdır |
2 |
3 |
Tablo 1. 2.
Süreli Yayınlarda Yayımlanmış Ancak Kitaplarına Girmemiş
Şiirler
Tablosu
Şiirin Adı |
Süreli Yayın |
Yayım Tarihi |
Yer |
S. |
s. |
“Eski
Sofra” |
Diriliş |
Şubat 1970 |
İst. |
5 |
56 58 |
“Parmaksız
Evliya, Karanlık ve Şeytan” |
Diriliş |
Mart 1970 |
İst. |
6 |
52 59 |
“Bir
Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar” |
Diriliş |
Nisan 1970 |
İst. |
7 |
7, 8 |
“Elişinden
Kanatlarla / Pasin’de” |
Diriliş |
31 Aralık 1970 |
İst. |
15 |
30 32 |
“Ölümün
Ansızın...” |
Diriliş |
31 Ocak 1971 |
İst. |
16 |
27 |
“Taşralı
Uzak Akraba” |
Defter |
Bahar 2001 |
İst. |
43 |
38 |
“Beyler de
Kalkar” |
Dergâh |
Mayıs 1990 |
İst. |
3 |
4 |
“Büyük
Sözler” |
Dergâh |
Kasım 1990 |
İst. |
9 |
3 |
“Sipahî” |
Dergâh |
Haziran 1991 |
İst. |
16 |
3 |
“Krokodil” |
Dergâh |
Temmuz 1992 |
İst. |
29 |
1 |
“Vahyin
Gelişi” |
Kayıtlar |
Nisan 1991 |
İst. |
6 |
3-5 |
“Taşralı
Nebiler” |
Kaşgar |
Ocak 1999 C.7 |
İst. |
7 |
6 |
“Büyükbabalar
İçin Gazel” |
Kaşgar |
Mayıs 1999 |
İst. |
9 |
6 |
“Elli
Yaşında Şiir” |
Kaşgar |
Mayıs 1999 |
İst. |
9 |
7 |
“Söz
Kurdu” |
Kaşgar |
Temmuz 1999 |
İst. |
10 |
5 |
“Melankoli” |
Kaşgar |
Eylül 1999 |
İst. |
11 |
6, 7 |
“Mucize
İstemeyen Ölü” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
4 |
“Mucize
İstemeyen Deli” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
5 |
“Mucize
İstemeyen Âmâ” |
Kaşgar |
Kasım 1999 |
İst. |
12 |
6 |
“Meczup” |
Kaşgar |
Temmuz 2000 |
İst. |
16 |
16 |
“Prolog” |
Kaşgar |
Mart 2000 |
İst. |
14 |
13, |
|
|
|
|
|
14 |
“Dülger” |
Kaşgar |
Mart 2000 |
İst. |
14 |
15 |
“Münzevinin
Aynaları” |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
5, 6 |
“Sipahi
(II)” |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
7 |
“Kekeme” |
Kaşgar |
Mayıs 2000 |
İst. |
15 |
8 |
“Gözlemci” |
Kaşgar |
Temmuz 2000 |
İst. |
16 |
14, 15 |
“Çöp
Toplayıcılar” |
Kaşgar |
Ocak 2000 |
İst. |
13 |
16 |
“Ölüler
İçin Reklam Arası” |
Kaşgar |
Kasım 2000 |
İst. |
18 |
14, 15 |
“Vukuatsız
Uyanmak”72 |
Kaşgar |
Ocak Şubat 2001 |
İst. |
19 |
8 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Dördüncü Şarkı / Ölü Taklidi” |
Kaşgar |
Ocak Şubat 2001 |
İst. |
19 |
9 14 |
“Beşinci
Şarkı / Başka Uykulara Uyanmak” |
Kaşgar |
Ocak-Şubat 2001 |
İst. |
19 |
15 21 |
“Altıncı
Şarkı / Kayıp Mumyalar” |
Kaşgar |
Ocak-Şubat 2001 |
İst. |
19 |
22 27 |
“İlahi” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
10 |
“Yüzler ve
Kemikler” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
13, 14 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Yedinci Şarkı/Benlik mi, Yer altı mı?” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
15, 16, 17 |
“Sekizinci
Şarkı / Daha Derin Kazmalıyız, Daha
Derin!” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
18 21 |
“Dokuzuncu
Şarkı / ‘Yeraltından Notlar’ ” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
22 24 |
“Onuncu
Şarkı / Merdivenin Dibinde, Zekânın Çiğ Işığında Varyete” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
25 29 |
“Dipnotlar” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2001 |
İst. |
20 |
30, 31 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Arasözler (I)” |
Kaşgar |
Mayıs- |
İst. |
21 |
11- |
72 Birden fazla süreli yayında çeşitli
değişikliklerle mükerrer olarak yayımlanmış şiirlerde, sadece kronolojik olarak
ilk süreli yayının künyesi verilecektir.
|
|
Haziran 2001 |
|
|
14 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Günlük” |
Kaşgar |
Mayıs- Haziran 2001 |
İst. |
21 |
15 21 |
“Depresif
Karınca” |
Kaşgar |
Mart-Nisan 2002 |
İst. |
26 |
7-9 |
“Rüzgâr mı
Getirip Yığmış...” |
Kitap-lık |
Mayıs 2004 |
İst. |
72 |
19 |
“Sipahi
III” |
Hece |
Ekim 2001 |
Ank. |
58 |
20 |
“
‘Kusursuz’ ” |
Hece |
Şubat 2002 |
Ank. |
62 |
4, 5 |
“Zenon’un
Kaplumbağası” |
Hece |
Ağustos 2002 |
Ank. |
68 |
6, 7 |
“
‘Kusursuz’ II” |
Hece |
Eylül 2002 |
Ank. |
69 |
4 |
|
|
|
|
|
|
“Sözcükler
ve Simgeler” |
Hece |
Ekim 2002 |
Ank. |
70 |
4, 5 |
“Şarkı
Sözleri / ‘Cennetin Arka Sokakları’ ” |
Hece |
Kasım 2002 |
Ank. |
71 |
6, 7 |
“Atlas” |
Hece |
Nisan 2003 |
Ank. |
76 |
4, 5 |
“Aklın
Cennete Dönüşü” |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
4 |
“Ay
Işığında Buğday Tarlaları” |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
5 |
“ ‘Şiir ve
Hakikat’ ”[1554] |
Hece |
Ağustos 2003 |
Ank. |
80 |
6 |
“Yakarışlar
Kitabı / Sen Bu Kırık Çömleğe.” |
Hece |
Aralık
2002 |
Ank. |
72 |
9 |
“Yakarışlar
Kitabı / Ayışığı Şeftali Ağacının..” |
Hece |
Şubat 2003 |
Ank. |
74 |
4 |
“İşaretler” |
Hece |
Aralık
2003 |
Ank. |
84 |
5-7 |
“Sipahi V” |
Hece |
Şubat 2004 |
Ank. |
86 |
5-6 |
“Köylüler” |
Hece |
Mart 2004 |
Ank. |
87 |
4 |
“Bir Rüya” |
Hece |
Mart 2004 |
Ank. |
87 |
5-6 |
“Virtüöz
Ölüm” |
Hece |
Nisan 2004 |
Ank. |
88 |
4 |
“Kırkyaş[1555] Şarkıları / Yarıda Kesilen Konuşma” |
Hece |
Nisan 2004 |
Ank. |
88 |
6-7 |
“Çiçekler
İnsanlara Benzemiyorlar” |
Hece |
Mayıs 2004 |
Ank. |
89 |
6-7 |
“Minarede
Vurulan Müezzin” |
Hece |
Eylül 2004 |
Ank. |
93 |
7 |
“ ‘Şiir ve
Hakikat’ ” |
Hece |
Ekim 2004 |
Ank. |
94 |
7 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Kendini Gizleyen Kral” |
Hece |
Kasım 2004 |
Ank. |
95 |
4-4 |
“Kırk Yaş
Şarkıları / Yol Arkadaşları” |
Hece |
Kasım 2004 |
Ank. |
95 |
6-7 |
“Cehennemden
Yükselen Neşideler / Cennette
Sessizlik” |
Hece |
Aralık
2004 |
Ank. |
96 |
4-6 |
Kırkyaş
Şarkıları / ‘Şiir ve Hakikat’ |
Hece |
Aralık
2004 |
Ank. |
96 |
7 |
“Kırkyaş
Şarkıları Kitabı / Aforizmalar 1, 2, 3, 4” |
Hece |
Mart 2005 |
Ank. |
99 |
7, 8 |
“Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı” |
Hece |
Nisan 2005 |
Ank. |
100 |
6 |
“Kırkyaş
Şarkıları / Günlük 4 Aralık” |
Hece |
Nisan 2005 |
Ank. |
100 |
7, 8 |
“Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı” |
Hece |
Mayıs 2005 |
Ank. |
101 |
8 |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Prelüd” |
Hece |
Aralık
2005 |
Ank. |
108 |
5 |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Bilgi Ağacına Konmuş Bir Şahin” |
Hece |
Aralık
2005 |
Ank. |
108 |
6 |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Rüzgârla Yarışan Tazı” |
Hece |
Aralık
2005 |
Ank. |
108 |
7 |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Göçmen Kuşlar” |
Hece |
Aralık
2005 |
Ank. |
108 |
8 |
“Tarla
Kuşunun Doğaçlamaları / Avcı” |
Hece |
Aralık
2005 |
Ank. |
108 |
9 |
“ ‘Sokağın
Küçük Oğlanları, Küçük Kızları’ Kitabı / ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri” |
Anlayış |
Ocak 2005 |
İst. |
20 |
74 |
“
‘Cehennemden Yükselen Neşideler’ Kitabı /
Cennette Şiir Gecesi” |
Anlayış |
Ocak 2005 |
İst. |
20 |
75 |
“ ‘Batı
Kapısı’ “ |
Anlayış |
Şubat 2005 |
İst. |
21 |
88 |
“ ‘Terror
Worldwide’ ” |
Anlayış |
Eylül 2005 |
İst. |
28 |
81 |
“ ‘Geciken
Ayin’ ” |
Anlayış |
Ekim 2005 |
İst. |
29 |
79 |
“ ‘Büyük
Kundakçı’ ” |
Anlayış |
Haziran |
İst. |
37 |
21 |
|
|
2006 |
|
|
|
“Gecikmiş
Şarkılar Kitabı / -Şakir Kocabaş İçin- Günlük 4 Aralık “ |
Anlayış |
Eylül 2006 |
İst. |
40 |
85 |
“
‘Filistinli Yusuf UEFA Maçlarını İzliyor’ ” |
Anlayış |
Temmuz 2008 |
İst. |
62 |
50 |
“ ‘Utangaç
Entelijensiya Zincirlerini Saklıyor’ ” |
Anlayış |
Temmuz 2008 |
İst. |
62 |
51 |
“Yoksullar
İçin İki Tez (I / II)” |
BirNokta |
Eylül 2008 |
İst. |
80 |
3 |
“Kozmik
Ağaç”[1556] |
BirNokta |
Ağustos 2009 |
İst. |
91 |
3 |
“Mezarlıkta
Kumpanya Kitabı / Şair ‘Bugün’den Geçiyor, O Ebedi ‘Yoksunluk’ Zamanından. ”[1557] |
Merdiven Şiir |
Mart-Nisan 2005 |
İst. |
2 |
60 |
“Şairler
Kitabı / Galatalı Ulysses” |
Merdiven
Şiir |
|
İst. |
4 |
14, 15 |
“Kırkyaş
Şarkıları Kitabı / Meczubun Şarkısı” |
Merdiven
Şiir |
Temmuz- Ağustos 2005 |
İst. |
4 |
17 |
“ Kırkyaş
Şarkıları Kitabı / Şiir ve Hakikat” |
Merdiven
Şiir |
Temmuz- Ağustos 2005 |
İst. |
4 |
17 |
“Halayık” |
BirNokta |
Ekim 2009 |
İst. |
93 |
3 |
“Diabetes
Mellitus ya da Bana İnen Melek” |
BirNokta |
Mayıs 2011 |
İst. |
112 |
7 26 |
“Kırk Yaş
Şarkıları Kitabı / Eve Dönüş Şarkısı” |
Türk Edebiyatı |
Şubat 2006 |
İst. |
388 |
21, 22 |
“Dünya
Evi”[1558] |
Türk Edebiyatı |
Şubat 2006 |
İst. |
388 |
23 |
“Çarşı
Pazar Gezerken” |
Türk Edebiyatı |
Ağustos 2006 |
İst. |
394 |
27 |
“ ‘Hepimiz
Hrant’ız’ Bence Ne Demektir?” |
Agos |
09/02/2007 |
İst. |
567 |
|
“Şiir
‘günlük gazete’ye hulûl ediyor” |
Taraf[1559] |
01/06/2009 |
İst. |
|
|
“Can
sıkıntısından oturup darbe planları yapan, asker, sivil bütün generaller için
dostça önerler”[1560] |
Taraf |
15/06/2009 |
İst. |
|
|
“ ‘Geçip
giden’ için son şarkı” |
Taraf |
22/06/2009 |
İst. |
|
|
“Siviller
için marş yerine kanto” |
Taraf |
29/06/2009 |
İst. |
|
|
“ ‘Küçük
Meslek’ ” |
Taraf |
27/07/2009 |
İst. |
|
|
“Bilmem
Kaçıncı Tez” |
Taraf |
17/08/2009 |
İst. |
|
|
“Göğe
Çıkarma” |
Taraf |
17/08/2009 |
İst. |
|
|
“Doksan
Dokuz Dil Bilen Arı” |
Taraf |
24/08/2009 |
İst. |
|
|
“ ‘Güç’
üzerine antitez: İnce şiir, ‘kalın’ bileği büker” |
Taraf |
07/09/2009 |
İst. |
|
|
“Güzel
dağlara, yoksul canlara, altın çağlara ‘operasyon’ ” |
Taraf |
14/09/2009 |
İst. |
|
|
“Yüreğim
parmağımın ucunda” |
Taraf |
28/09/2009 |
İst. |
|
|
“Oyun
kişisi”[1561] |
Taraf |
12/10/2009 |
İst. |
|
|
“Yoksullar
için bilmem kaçıncı tez” |
Taraf |
19/10/2009 |
İst. |
|
|
“İki
sözcük: ‘Yoksul’ & ‘Zengin’ ” |
Taraf |
02/11/2009 |
İst. |
|
|
“Bir
sözcük: ‘Feng huang’ ” |
Taraf |
02/11/2009 |
İst. |
|
|
“
‘Tsunami’ Bildirisi” |
Taraf |
09/11/2009 |
İst. |
|
|
“İşporta
Tezgâhı” |
Taraf |
16/11/2009 |
İst. |
|
|
“Sofist”[1562] |
Taraf |
23/11/2009 |
İst. |
|
|
“İnferno” |
Taraf |
23/11/2009 |
İst. |
|
|
“ ‘Örtücü’
entelijensiya ve ‘sıkmabaş’ zihinler” |
Taraf |
24/11/2009 |
İst. |
|
|
“Şiir
& Sinema” |
Taraf |
|
İst. |
|
|
“Eski
Dünya & Yeni Dünya” |
Taraf |
14/12/2009 |
İst. |
|
|
“Sofist” |
Taraf |
21/12/2009 |
İst. |
|
|
“Gemici
Düğümleri” |
Taraf |
28/12/2009 |
İst. |
|
|
“ ‘Tat
Twam Asi’ [Sanskritçe, ‘sen busun’] ” |
Taraf |
04/01/2010 |
İst. |
|
|
“Mahrem
bir soru soruyor bir anne bir generale” |
Taraf |
11/01/2010 |
İst. |
|
|
“Bilmem
kaçıncı tez” |
Taraf |
11/01/2010 |
İst. |
|
|
“Yumuşak
Sloganlar: 3S” |
Taraf |
18/01/2010 |
İst. |
|
|
“Açık
İnsan Açık Toplum” |
Taraf |
18/01/2010 |
İst. |
|
|
“Örnek
Ahret Soruları” |
Taraf |
25/01/2010 |
İst. |
|
|
“BilmemKaçıncıKezGüncellenenTez” |
Taraf |
22/02/2010 |
İst. |
|
|
“Tempolu
Yürüyüş” |
Taraf |
22/03/2010 |
İst. |
|
|
“Annemin
Başucunda” |
Taraf |
29/03/2010 |
İst. |
|
|
“Bahar
tezi” |
Taraf |
19/04/2010 |
İst. |
|
|
“ ‘Kutlu
Doğum’ Kutlu Esin”[1563] |
Taraf |
26/04/2010 |
İst. |
|
|
“Bahar
Sarhoşluğu / Kül Üzerinde Dans” |
Taraf |
03/05/2010 |
İst. |
|
|
“Nisan
Şarkısı (I)” |
Taraf |
03/05/2010 |
İst. |
|
|
“Nisan
Şarkısı (II)” |
Taraf |
03/05/2010 |
İst. |
|
|
“Oyunu
Baştan Almak” |
Taraf |
17/05/2010 |
İst. |
|
|
“Homopoeticus
(III)”[1564] |
Taraf |
31/05/2010 |
İst. |
|
|
“Doğaçlama
Bir Kule” |
Taraf |
07/06/2010 |
İst. |
|
|
“Homopoeticus
(IV)” |
Taraf |
14/06/2010 |
İst. |
|
|
“Zeki,
Yetenekli, Cesur Toplumlar İçin İyi Fikirler” |
Taraf |
28/06/2010 |
İst. |
|
|
“ ‘Köşe
Şairi’ ” |
Taraf |
05/07/2010 |
İst. |
|
|
“Büyük
Yağmur” |
Taraf |
12/07/2010 |
İst. |
|
|
“Melankoli” |
Taraf |
12/07/2010 |
İst. |
|
|
“Cennette
Çekim” |
Taraf |
12/07/2010 |
İst. |
|
|
“Kendim
İçin Notlar (IV)”84 |
Taraf |
26/07/2010 |
İst. |
|
|
“Ne Kalır,
Kime Kalır” |
Taraf |
02/08/2010 |
İst. |
|
|
“Doğaçlama” |
Taraf |
02/08/2010 |
İst. |
|
|
“Düşünce
Sanatı” |
Taraf |
09/08/2010 |
İst. |
|
|
“Demek
İstediğim”85 |
Taraf |
30/08/2010 |
İst. |
|
|
“Kötü
Düşünceler”86 |
Taraf |
30/08/2010 |
İst. |
|
|
“Günlük
Hayat” |
Taraf |
18/10/2010 |
İst. |
|
|
“Yolcu” |
Taraf |
18/10/2010 |
İst. |
|
|
“Tuz ve
Kekik” |
Taraf |
01/11/2010 |
İst. |
|
|
“
‘Şairler’ ” |
Taraf |
01/11/2010 |
İst. |
|
|
“Münzevinin
Aynaları XXI / XXII” |
Taraf |
15/11/2010 |
İst. |
|
|
“Melankoli
I / II” |
Taraf |
29/11/2010 |
İst. |
|
|
“Gemi Toz
Çıkarır Mı” |
Taraf |
29/11/2010 |
İst. |
|
|
“
‘WikiLeaks’ Ya da Yitik Bellek” |
Taraf |
06/12/2010 |
İst. |
|
|
“Yalnızlığın
Türleri” |
Taraf |
13/12/2010 |
İst. |
|
|
“Bir
Sözcük: Hanif” |
Taraf |
24/01/2011 |
İst. |
|
|
“Zamanın
Çocuğu” |
Taraf |
07/02/2011 |
İst. |
|
|
“ ‘Sevgili
Hayalet’ ” |
Taraf |
14/02/2011 |
İst. |
|
|
“
‘Shopping Fest’ ” |
Taraf |
04/04/2011 |
İst. |
|
|
“Neye
Dokunsan” |
Taraf |
06/06/2011 |
İst. |
|
|
“XXIII” |
Taraf |
14/06/2011 |
İst. |
|
|
“ ‘Baba
Duası’ ” |
Taraf |
14/06/2011 |
İst. |
|
|
“Saraylar,
Kuleler... ” |
Taraf |
14/06/2011 |
İst. |
|
|
“Ben
Yokum, Beni Karıştırmayın!” |
Taraf |
20/06/2011 |
İst. |
|
|
“Genç
Şair’e” |
Taraf |
27/06/2011 |
İst. |
|
|
“Münzevinin
Aynaları XII” |
Taraf |
08/08/2011 |
İst. |
|
|
“Vakit
Varken I / II” |
Taraf |
17/10/2011 |
İst. |
|
|
“Diken ve
Balta” |
Taraf |
31/10/2011 |
İst. |
|
|
“Uludere,
Uludere” |
Taraf |
23/01/2012 |
İst. |
|
|
“123.000
Tüy, yahut Yolmak Kanadını |
Taraf |
30/01/2012 |
İst. |
|
|
84 Şiirin sonundaki notta ÖÇ’de yer alacağı
belirtilen şiir, herhangi bir kitapta yer almamıştır.
85 Bkz.: Bir önceki dipnot.
86 Şiirin sonundaki notta YBİM'de yer
alacağı belirtilen şiir, herhangi bir kitapta yer almamıştır.
Şeytanın” |
|
|
|
|
|
“Münzevinin
Aynaları XII” |
Taraf |
06/02/2012 |
İst. |
|
|
“Buzul” |
Taraf |
13/02/2012 |
İst. |
|
|
“Göğe
Merdiven Dayamak” |
Taraf |
20/02/2012 |
İst. |
|
|
“Tiyatro
Çadırı (XII)” |
Taraf |
27/02/2012 |
İst. |
|
|
“Mezarda
Geçen Günler” |
Taraf |
05/03/2012 |
İst. |
|
|
“Tiyatro
Çadırı (XIII)” |
Taraf |
05/03/2012 |
İst. |
|
|
“Ayinler
(I): Ben ve Başkaları” |
Taraf |
07/05/2012 |
İst. |
|
|
“
‘Aslanlı’ Gazetede ‘Beyaz Fareli’ Şiir” |
Taraf |
28/05/2012 |
İst. |
|
|
“Kuzguni
Anka” |
Taraf |
30/07/2012 |
İst. |
|
|
“ ‘Şuâra’
” |
Taraf |
01/10/2012 |
İst. |
|
|
“Çiçek
Adları” |
Taraf |
29/10/2012 |
İst. |
|
|
“Bir
Özgürlük Şarkısı” |
Taraf |
17/12/2012 |
İst. |
|
|
“Şiir
Köşesi” |
Taraf |
17/12/2012 |
İst. |
|
|
“Sessizliğe
Türkü” |
Taraf |
17/12/2012 |
İst. |
|
|
“Sol Gözün
Yalnızlığı” |
Taraf |
24/12/2012 |
İst. |
|
|
“Sol Gözle
Yazılanlar” |
Taraf |
24/12/2012 |
İst. |
|
|
“Uludere,
Uludere... II” |
Taraf |
31/12/2012 |
İst. |
|
|
“Dualardan
Bir Dua” |
Taraf |
21/01/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ ” |
Taraf |
28/01/2013 |
İst. |
|
|
“Dağdan
Onurlu İniş” |
Taraf |
04/02/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (II)” |
Taraf |
18/02/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ - Notları (III)” |
Taraf |
25/02/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (IV)” |
Taraf |
04/03/2013 |
İst. |
|
|
“Ölü
Diriltme Sanatı” |
Taraf |
11/03/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Ölümsüz
Bellek’ Notları (IV)” |
Taraf |
11/03/2013 |
İst. |
|
|
“Uludere
Anları İçin Barış Türküsü” |
Taraf |
18/03/2013 |
İst. |
|
|
“Münzevinin
Aynaları XIX / XX” |
Taraf |
18/03/2013 |
İst. |
|
|
“Belli mi
Olur” |
Taraf |
25/03/2013 |
İst. |
|
|
“Aşk
Şiiri” |
Taraf |
25/03/2013 |
İst. |
|
|
“Evsizlerin
Kralı” |
Taraf |
25/03/2013 |
İst. |
|
|
“Acılara
Dair I / II” |
Taraf |
01/04/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Güzel
Sözlerin Cini’ I / II” |
Taraf |
01/04/2013 |
İst. |
|
|
“Sofist” |
Taraf |
08/04/2013 |
İst. |
|
|
“Dilin
Güzelliği” |
Taraf |
08/04/2013 |
İst. |
|
|
“Bir Rüya
Tasarımı” |
Taraf |
08/04/2013 |
İst. |
|
|
“An Be An” |
Taraf |
15/04/2013 |
İst. |
|
|
“Sol Elle
Yazılanlar” |
Taraf |
15/04/2013 |
İst. |
|
|
“Define
Avcısı” |
Taraf |
22/04/2013 |
İst. |
|
|
“Marangoz
Dükkanı” |
Taraf |
22/04/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘2015 -
Ermenilerle Helalleşme’ / Biraz Şairce” |
Taraf |
26/04/2013 |
İst. |
|
|
“Neşet
Ömer Sokak No: 23’te Neler Oluyor?” |
Taraf |
29/04/2013 |
İst. |
|
|
“ ‘Sevgili
Hayalet’ ”[1565] |
Hayalet[1566] |
Nisan - Temmuz 2011 |
Yok |
5 / 6 |
20 |
“Ara Güler
İçin Resim Altı Yazısı” |
Hakları Çalınmış Çocuklar Albümü[1567] |
Şubat 2011 |
İst |
|
28 |
“Önden
Yırtılan Gömlek” (10 Aralık 2006)[1568] |
Yeni Şafak |
19 Aralık 2006 |
İst |
|
|
“Önden
Yırtılan Gömlek”(16 Temmuz 2013)[1569] |
Yeni Şafak |
26 Temmuz 2013 |
İst. |
|
|
Tablo 1. 3.
Mektuba İliştirilen Şiirler Tablosu
Kitap / Süreli Yayın |
Manzum
Mektup / s. |
Muhatap |
Mektuba
İlişik Şiirin Adı / s. |
YŞKI |
“Yaşlı
Şairden Hekim Şaire”
s.26 |
K [Kemal
Sayar] |
“Şair
‘Bugün’den Geçiyor, Ebedi
Yoksunluk Zamanı’ndan...”
s.28 |
YŞKI |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.56 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Karanfil
Makamında Caz Semaisi”
s.57 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Şaire”
s.100 |
M. |
“İbn-i
Hazm’dan Sarf ve Nahiv
Dersleri” s.102 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Genç Dostlarına”
s.107 |
İ. ve A. |
“Manifesto”
s.109 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Genç Şair Şaire” s.127 |
Çağrı |
“Kanat ve
Yüzgeç” s.128 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Şair Bayana”
s.166 |
H.
[Hayriye Ünal] |
“Yunanlı
‘Kadın Şair’ ” s.167 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Köşe Yazarına”
s.179 |
K. [Kürşat
Bumin] |
“Şair
Oidipus” s.180 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Bir Başka
Şaire” s.228 |
R. |
“Harranlı
Müneccim” s.232 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.236 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Şair
Lucius’un Arınma Günü”
s.239 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.241 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Caius’u
Çıldırtan Merak” s.243 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.245 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Harranlı
Leon’dan Konsül Nabius’a
Pisagoresk Bir Mektup” s.246 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Hekim Şaire”
s.251 |
K [Kemal
Sayar] |
“Hekim
Lazarus” s.253 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Daha Genç Bir Şaire” s.261 |
Ş.[?] |
“İkonialı
Celadin’e Mektp” s.263 |
YŞK I |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.270 |
Nabius
[Nabi Avcı] |
“Yergici
Lucas’ın Son Şiiri” s.271 |
YŞKI |
“Mektup”
s.271 |
Caius
[Cahit Koytak] |
“Caius’u
Coşturan Mektup Yahut
Nabius’un Şiire Dönüşü”
s.273 |
YŞKI |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.276 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Caius,
Saray Şairi Osias’ın Hikâyesini Kaleme Alıyor” s.281 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Filozofa”s.52/s.54 [İki ayrı mektup] |
Ş. [Şakir Kocabaş] |
“Viyanalı
Ermiş Tractatus Logico
Poeticus” s.61 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala” s.84/s.86 [İki ayrı mektup] |
N. [Nabi
Avcı] |
“
‘Anekdota Poiima’ I ” s.87 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Bir Başka
Şaire” s.92 |
E. [Erhan
?] |
“
‘Anekdota Poiima’ II” s.93 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.111 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Yaşlı
Çömezin Şarkısı I” s.113 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Köşe Yazarına”
s.117 |
K. B.
[Kürşat Bumin] |
“Şiir
&Bilgi” s.118 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Dergi Yönetmenine”
.155" |
M.
[Mustafa Özel92] |
“Güvercin
Besleyen Adam” s.156 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Genç Dosta” s.172/s.173/s.174/
s.175 [Dört ayrı
mektup] |
S. [Samet
Köse93] |
“Genizden
Konuşan Prens” s.182 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.207 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Yoksulların
ve Şairlerin Tanrısı”
s.209 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden R. M.’e” s.216 |
Roni [Roni Margulies] |
“Yoksullar
ve Şairler Bir Millettir”
s.220 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yeni Dostuna”
s.231 |
R. M.
[Roni Margulies] |
“R. M.’e
İkinci Mektup” s.233 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Yeni Dostuna”
s.235 |
R. [Roni
Margulies] |
“Ortanca
Oğul Paris’te Udunu Çaldırır...”
s.238 |
YŞK II |
“Yaşlı
Şairden Genç Şaire”
s.251 |
A.[Alper
Gencer] |
“Genç Şair
ve Gölgesi” s.254 |
92Anlayış dergisi
genel yayın yönetmeni.
93 Edward Estlin Cummigns külliyatının çevirmeni.
YŞKII |
“Yaşlı
Şairden Şair Bayana”
s.294 |
H.
[Hayriye Ünal] |
“Ellisini
Devirmiş Şair” s.301 |
YŞKIII |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.60 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Tanrı’nın
Şehri (I)” s.65 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Birkaç Dostuna”
s.62 |
Erhan [?]
vd. |
“Tanrı’nın
Şehri (I)” s.65 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Genç Bayan
Dostuna” s.63 |
M. [?] |
“Tanrı’nın
Şehri (I)” s.65 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yeni Dostuna”
s.69 |
Değerli
Dostum [Roni Margulies] |
“Solo
Saksafon” s.70 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Hikâye Yazarına”
s.112 |
R. Ö.
[Rasim Özdenören] |
“Anna
Karenina’nın Yaratılışı”
s.114 “Tolstoy’un
Portresi” s.118 “Yaşlı
Yalvacın Acıları” s.121 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Şair Dostuna”
s.134 |
H. [Haydar
Ergülen] |
“Yelkenli
Tabut” s.136 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala” s.148/s.150 [İki ayrı mektup] |
N. [Nabi
Avcı] |
“ Hoca”
s.151 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Genç Editörüne”
s.158 |
A. T. [?] |
“Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir / Caz İçn Doğaçlama: ‘Şen Maneviyat’ ” s.159 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala”
s.171 |
N. [Nabi
Avcı] |
“Puro ve
Çakmak” s.172 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Editöre” s.199 |
E. [Emine
Eroğlu94] |
“Hacker”
s.200 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala” s.217/s.222 [İki ayrı mektup] |
N. [Nabi
Avcı] |
“Homopoeticus”
s.224 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şaiirden Yaşlı Krala”
s.263 |
Sevgili
kardeşim [Nabi Avcı] |
“Sahnedeki
Hayalet” s.268 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Hekim Şaire” s.
267 |
K. [Kemal
Sayar] |
“Sahnedeki
Hayalet” s.268 |
94 Timaş Yayınları Genel Yayın Yönetmeni.
YŞKIII |
“Yaşlı
Şairden Dergi Editörüne”
s.285 |
M.
[Mustafa Özel] |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Bayramlık Giysiler; Şiirde Zorlama Yok; Şiir Yazmak mı?;
Bezirgân; Zekânın İşleri; Rüya & Şiir” s.287 |
YŞKIII |
“Yaşlı
Şairden Genç Eleştirmene”
s.365 |
Ş. [Şahin Torun] |
“Dibek
Taşı” s.366 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yazar Dostuna”
s.376 |
K. B.
[Kürşat Bumin] |
“Saklı
Bahçe” s.377 |
YŞK III |
“Yaşlı
Şairden Yaşlı Şaire” s. |
M. [Metin
Önal Mengüşoğlu] |
“Sol Elle
Yazılanlar” s. 397 |
herTaraf9 |
“ ‘Hepimiz
Hrant’ız’ Bence Ne
Demektir?” |
Etyen Mahcupyan |
“‘Hepimiz
Hrant’ız’ ” |
95herTaraf
(Taraf
gazetesi
eki), 22/01/2011.
Ekin
e-nüshası için
bkz. :http://www.taraf.com.tr/haber/hepimiz-hrant-iz-bence-ne-demektir.htm [Erişim:
21/03/2011].
Tablo 1. 4.
İthaf Edilen Şiirler Tablosu
İthaf
Edilen Kişi ya da
Kişiler |
Şiirin Adı |
Kitap |
Süreli
Yayın |
“Cahit
Zarifoğlu İçin Dört Şiir” / 1 |
“Bir Prens
Olduğun Belliydi
İki Kanadını
Verdin Üç
Arkadaşa” |
İA s.137 |
Yedi
İklim, S. 7, s. 6 (Eylül
1987) |
“Cahit
Zarifoğlu İçin Dört Şiir” / 2 |
“Filmin
Banyosu” |
İA s. 140 |
Yedi
İklim, S. 7, s. 7 (Eylül
1987) |
“Cahit
Zarifoğlu İçin Dört Şiir” / 3 |
“ ‘Orada
Ağaçlar Nice Ve Çiçekler Nasıl?’ ”[1570] |
İA s. 142 |
Yedi
İklim, S. 7, s. 8 (Eylül
1987) |
“Cahit
Zarifoğlu İçin Dört Şiir” / 4 |
“Duman
Çıkaran Ağaç” |
İA s. 144 |
Yedi
İklim, S. 7, s. 8 (Eylül
1987) |
Cahit
Zarifoğlu |
“C.
Zarifoğlu İçin Beşinci Şarkı” |
İA s. 242 |
|
“ ‘nabi
avcı’ için” |
“Mucize
İstemeyen Ölü” |
|
Kaşgar, S.12, s. 4 (Kasım 1999) |
“Nabi Avcı
'ya, doğum günü için.” |
“
‘Homeless’ ” |
YŞK I s.
50 |
Defter, S. 40, ss. 79-81 (Yaz 2000) |
“Yine ona,
Konsül Nabius’a...” [Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı] |
‘Ölümsüz
Bellek’ |
kgş |
Taraf, 28/01/2013 |
“Elif
ile
Betül’e, bayram öpücükleriyle.” |
“Vukuatsız Uyanmak”[1571] |
kgş |
Kaşgar, S. 19, s. 8 (Ocak 2001) |
"M.
Emin Özkan’a” |
“Şair
‘Bugün’den Geçiyor
‘Ebedî Yoksunluk Zamanı’ndan”[1572] |
YŞK I s.
54 |
Türk
Edebiyatı, S.
391, s. 19 (Mayıs 2006) |
“Edip
Cansever İçin” |
“Karanfil Makamında
Caz Semaisi I,
II, III, IV” |
YŞK I s.
57 |
|
“Erhan
Sökmen’e” |
“Ançüezli
Şiir”[1573] |
YŞK I s. 123 |
Kaşgar, S.12, ss. 13-14
(Ocak 2000) |
“H.
Ergülen’e” |
“İki Şair” |
YŞK I s.
126 |
Hece, S. 89, s.8 (Mayıs
2004) |
“Zarif
şiirlerin, zarif jestlerin sahibi, Haydar Ergülen’e...” |
“Ortanca
Oğul Paris’te
Udunu Çaldırır...” |
YŞK II
s. 238 |
Hece, S. 83, s.6 (Kasım
2003) |
“İ. Berk
İçin” |
“Galatalı Rimbaud”[1574] |
YŞK I s.
181 |
|
“Dr. Kemal
Sayar’a” |
“Hekim
Lazarus” |
YŞK I s. 253 |
|
“Sezai
Karakoç İçin” |
“Güvercin
Besleyen Adam”[1575] [1576] |
YŞK II
s. 156 |
Anlayış,
S. 45 s. 80, (Şubat
2007) |
“Ece
Ayhan’a” |
“Şairin
Öldüğü Gün -13 Temmuz
2002- „102 |
YŞK II
s. 189 |
|
“Ece Ayhan
için” |
“Göğe
Çekilişinin Dördüncü
Sene-yi Devriyesi” |
YŞK II
s. 191 |
|
“Necip
Fazıl için” |
“Jaguar” |
YŞK III
s. 99 |
|
“Orhan
Okay ’a” |
“Jaguar”[1577] |
|
Hece, S. 106, ss. 4-10 (Ekim 2005) |
“Rasim
Özdenören’e” |
“Anna |
YŞK |
|
|
Karenina’nın Yaratılışı”104 |
III
s. 114 |
|
“Şeyh
Galip İçin Üç Şiir” / 1 |
“Çıraklık
Yılları” |
YŞK III
s. 131 |
|
“Şeyh
Galip İçin Üç Şiir” / 2 |
“Kalfalık
Yılları” |
YŞK III
s. 132 |
|
“Şeyh
Galip İçin Üç Şiir” / 3 |
“Ustalık
Yılları” |
YŞK III
s. 133 |
|
“Nazım
Hikmet için” |
“Yelkenli
Tabut” |
YŞK III
s. 136 |
|
“Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir” / 1 |
“Caz
İçin Doğaçlama:
‘Şen Maneviyat’
”105 |
YŞK III
s. 159 |
|
“Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir” / 2 |
“Cennette
Gündelik Hayat” |
YŞK III
s. 162 |
|
“Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir” / 3 |
“Yufka
Yürekli Acılar” |
YŞK III
s. 164 |
|
“Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir” / 4 |
“Charlie
Chaplin Anlatıyor” |
YŞK III
s. 165 |
|
“M.
Özhan’a” [Mehmet Özhan] |
“Balçığa
Üflenen Ruh” |
YŞK III
s. 273 |
Kaşgar, S. 16, ss.
7-13 (Temmuz 2000) |
“Değerli
Editör Emine
Eroğlu Hanımefendiye” |
“Yetmiş
Gram” |
YŞK III
s. 394 |
|
“Sözcüklerin
Bahçıvanı’na Sevan |
“Hiç
Yoktan” |
YBİM |
|
104 Bu şiirin Hece’deki ilk yayımında
ithaf yer almamıştır ancak YŞK IlI’te Rasim Özdenören’e bir mektup ve ithafla
yer alır.
105 Tematik niteliğinden dolayı birden fazla kitapta yer
alan şiirlerde, şiirin sadece kronolojik ilk yayımlandığı kitap belirtilmiştir.
Nişanyan’a” |
|
s. 25 |
|
“Köşe
komşum, Sevan Nişanyan’a,
sitemkârane,
tarizkârane bir ‘merhaba!’
” |
“Prolog”[1578] |
YBİM s. 149 / s.159 |
Taraf, 05/10/2009 |
“Sözcüklerin
Bahçıvanı, köşe komşum, S.
Nişanyan’a, ‘merhaba!’ ” |
“İki
sözcük: ‘Yoksul’
& ‘Zengin’ ” |
kgş |
Tara, 02/11/2011 |
“Dr. Hasan
Aydın’a” |
“Diabetes
Mellitus ya da Bana İnen Melek” |
kgş |
BirNokta, S. 112,
ss.7-26 (Mayıs 2011) |
“Erken bir
kutlama için, Sevgili Zeynep’e
ve Yıldıray’a [Oğur]” |
“Yüreğim
parmağımın ucunda” |
kgş |
Taraf, 28/09/2009 |
“Dağdan
dönen yoksullar ve onları bağrına
basan analar,
babalar, kardaşlar
ve barışmasını bilen erdemli yoksullar için” |
“Yoksullar
İçin Bilmem
Kaçıncı Tez” |
kgş |
Taraf, 19/10/2009 |
“İki büyük
dağcıya, Yasemin Çongar ve Ahmet Altan’a” |
“
‘Tsunami’ Bildirisi” |
kgş |
Taraf, 09/11/2009 |
“Büyük
Sinema’ya, Büyük Festival’e çağırılan dostuma, Ahmet Uluçay’a. ” |
“Şiir
& Sinema” |
kgş |
Taraf, 07/12/2009 |
“Vicdanî
retçi Enver Aydemir ve onun gibi öncü insanseverler,
öncü ‘vatanseverler’,
koşulsuz savaş aleyhtarları
için.” |
“Oyunu
Baştan Almak” |
kgş |
Taraf, 17/05/2010 |
“
(Yasemin
Çongar’ın Ayşe Sarıoğlu’yla
yaptığı / Destansı |
“Nuh’a
Gemi Resimleri
(X)”[1579] |
İA s. 243 |
Taraf, 06/06/2010 |
söyleşinin
rüzgârıyla, / Hem bu iki ‘haber meleği’ için, / Hem de Mavi Marmara
gemisinin, / Fani, ebedî, bütün yolcuları için...) ” |
|
|
|
“ ‘İktisadın
Unuttuğu İnsan’ isimli enfes kitabın yazarı, Ester Ruben’e” |
“
‘Shopping Fest’ ” |
kgş |
Taraf, 04/04/2011 |
“Sevgili
editörüm Ayşe
Tuba Ayman’a” |
“Neye
Dokunsan” |
kgş |
Taraf, 06/06/2011 |
“Tenzile
Anne’ye, benim anneme ve hayatı bize bırakıp giden öteki bütün
annelere
‘rahmet okunması’ dileğiyle.” |
“Annemin Başucunda”[1580] |
kgş |
Taraf 10/10/2011 |
“Yirmin
yılında Mazlum- Dergönüllülerine.” |
“Diken ve
Balta” |
kgş |
Tara/10/31/2011 |
“(Biz
şehirlileri,
yalnızca depremzedeler
için değil, fakat, dünyanın
bütün şehirlerinde sokakta yaşayan
ve geceleri
başlarını evlerimizin
ve yüreklerimizin eşiğine koyarak sabahlayan yüz binlerce, belki
milyonlarca ‘Evsiz’ kardeşimiz için de dünyayı ‘bayram
yeri’ne çevirmeye çağıran ve bu yıl Bayram’ı, onlar gibi,
geceyi
sokakta
geçirerek karşılayan
AKDER,
EMEK VE ADALET
PLATFORMU, KALPLERE
SEVİNÇ BIRAKANLAR İNİSİYATİFİ,
ÖZGÜR AÇILIM PLATFORMU,
MAVERA GENÇLİK
HAREKETİ
ve MAZLUMDER
gönüllüleri için...)” |
‘Evsiz’[1581] |
|
Taraf 07/11/2011 |
“Mahir’e
ve Merve Ceren’e” |
“Uludere,
Uludere” |
kgş |
Taraf 23/01/2012 |
“Esra
Yalazan’a” |
“Göğe
Merdiven Dayamak” |
kgş |
Taraf, 20/02/2012 |
“Erkut
Sezgin’e” |
“Kuyu” |
ÖÇs. 18 |
Taraf, 26/03/2012 |
“Ahmet
Altan’a” |
“Evde
Çalışanlar İçin
Metafizik II”[1582] |
ÖÇ s. 52 |
Taraf, 02/07/2012 |
“Rahmetli
Neşet Ertaş ve yoksulların öteki ozanları için. ” |
“ ‘Şuâra’
” |
kgş |
Taraf, 01/10/2012 |
“Dr. İnci
Candan Hanımfendiye”[1583] |
“Yol
Arkadaşı III” |
ÖÇ s. 129 |
Taraf, 08/10/2012 |
“Tamer
Kayaş’a” |
“Meyhanede
Gül Dersi” |
ÖÇ s. 71 |
Taraf, 12/11/2012 |
“Bu şiir,
'Muhammed'in Yakarması' şiiriyle, / Muhammed'i
sevenlerin kapısına / İsa meşrep bir armağan bırakan / Rainer Maria Rilke'ye
ve onun sevenlerine, / o komşu kapısına, / yine o armağanın, kabında sunulan
/ mütevazı bir karşı - armağan olarak okunmalıdır.”[1584] |
“Bitişik
Oda Komşusu”[1585] |
YŞK I s.130 |
Hece, S. 74, ss. 56 (Şubat 2003) |
“Ahmet
Kot’a” |
“Ağaca,
Rüzgâra, Yağmura
Poetikaları Sorulsa.”[1586] |
YŞK III s. 386 |
Hece, S. 83, ss. 45 (Kasım 2003) |
“Bağdat’ın,
Necefin, Kerbela’nın Kahraman
Müezzinlerine.” |
“Minarede
Vurulan Müezzin” |
kgş |
Hece, S. 73, s.7 (Eylül
2004) |
“Şakir
Kocabaş için” |
“Günlük /
4 Aralık” |
kgş |
Anlayış, S. 40, s. |
|
|
|
85 (Eylül
2006) |
“Gökçe
cesaretiyle Türkiye ’nin ve Türkiye ’deki gazeteciliğin önünde yeni bir
dönemi başlattığına inandığım, ALPER GÖRMÜŞ’e
ve ‘NOKTA’ dergisinin
öteki emekçilerine... ” |
“Cansıkıntısından
oturup
darbe planları
yapan, asker, sivil
bütün generaller için dostça
öneriler *”[1587] |
kgş |
Taraf, 15/06/2009 |
“Dağdan
dönen yoksullar ve onları / bağrına
basan analar, babalar, kardaşlar/
ve barışmasını bilen erdemli
yoksullar için. ” |
“Yoksullar
için bilmem
kaçıncı tez” |
kgş |
Taraf, 19/10/2009 |
“Sevgili
eşine yazdığı, o yürekleri dağlayan mektubula bu şiire esin veren Rakel Dink
Hanımefendi’ye...” |
“
‘Hepimiz Hrant’ız’
” |
kgş |
Agos, 09/02/2007[1588] |
Tablo 1. 5.
Epigraf Metni İçeren Şiirler Tablosu
Yayın |
Şiirin adı |
Epigraf
metni |
Belirtilen
kaynak |
İA s. 229 |
“Okuyucuya
/ I” |
“Ben
vaktinin çoğunu / Oturmakla
geçiren / Çekingen bir sivilim ” |
“(B.
Shaw)” |
İA s. 239 |
“Huş
Ağacı Konuşsun,
Sen Sus ” |
“Oraya
varınca, bereketli vadinin /
sağ yamacında, / yanan bir ağacın içinden / ona seslenildi: / ‘Ey Musa,
benim, ben!’ ” |
“Kur’an” |
Taraf, 06/07/2009;ÖÇ s. 212 |
“Fiziğin
Dili” |
“... /
Sonra bir gün ruhu gene dirilir. / Bu sefer de öyle olacaktır, umarım, / Ama
biraz korkuyorum işte.” |
“Şavkar
Altınel” |
Taraf, 14/12/2009 (kgş) |
“Eski
Dünya & Yeni
Dünya” |
“... yaşlı
adamlar gelir / ve bizim kazandığımız dünyayı /
bildikleri eski
dünyaya çevirirler...
” |
“T. E.
Lawrence” |
Taraf, 11/01/2010 (kgş) |
“Mahrem
bir soru soruyor bir anne bir generale” |
“vatanseverliğin
de çok aşağılık,
/ alçaltıcı biçimleri olabiliyor.” |
“Oscar
Wilde” |
Taraf, 30/01/2012 (kgş) |
“123.000
Tüy, yahut
Yolmak Kanadını
Şeytanın” |
“Denklik
gözetilen ödeşmede hayat vardır.” |
“Kur’an”777 |
117 2 /179
Tablo 3. 1.
Poetik Metinler Tablosu
Şiirin adı |
Kitap /
Süreli yayın |
“Her Şey
Ortada... ” |
İA, s. 157 |
“Okuyucuya
/ II” |
İA, s.232 |
“Prolog I” |
YŞKI, s. 9 |
“Prolog
II” |
YŞK I, s. 11 |
“Prolog
III” |
YŞK I, s. 13 |
“Yakarış” |
YŞK I, s. 19 |
“Nektar ve
Ambrosia” |
YŞKI, s. 22 |
“Bedevi
Şair” |
YŞKI, s. 24 |
“Varlığın
Dilleri” |
YŞKI, s. 33 |
“Jonglör” |
YŞKI, s. 37 |
“Gece
Ayini” |
YŞKI, s. 42 |
“Kalk
Şair” |
YŞKI, s. 44 |
“Kalk
Yürü” |
YŞKI, s. 45 |
“Şair
Prometus I” |
YŞKI, s. 81 |
“Şair
Propmetus II”118 |
YŞKI, s. 83 |
“İbn-i
Hazm’dan Sarf Nahiv Dersleri” |
YŞKI, s. 102 |
“Bahr-ı
Kebir” |
YŞKI, s. 142 |
“Moğol
Paşası & Acem Şairi” |
YŞKI, s. 143 |
“Bedevi
Şair” |
YŞKI, s. 146 |
“Endülüslü
‘Saray Şairi’ ” |
YŞKI, s. 216 |
“Büyük
Sorulara Takılıyor Caius’un Aklı” |
YŞKI, s. 297 |
“Suyun
Kıyısı” |
YŞK II, s. 16 |
“ ‘Şiir ve
Hayat’ ” |
YŞK II, s.28 |
“Büyük
Keşifler” |
YŞKII, s. 30 |
“
‘Jonglör’ ” |
YŞK II, s. 37 |
“Gül
Sepeti” |
YŞKII, s. 125 |
“Çırak” |
YŞKII, s. 126 |
“Şairin
Yontusu” |
YŞKII, s. 139 |
“İyi Şiir
& İyi Şiir” |
YŞKII, s. 140 |
“Şiir,
Matematik, Felsefe” |
YŞKII, s. 146 |
118 Şiirin adı tipo hatası nedeniyle kitapta
yukarıdaki biçimiyle yer almıştır. Özgün yazımı "Şair Prometus II"
biçiminde olmalıdır. Bkz.: Tabloda yer alan bir önceki şiir.
“Şiir,
Geometri, Estetik” |
YŞKII, s. 148 |
“Şair
Bugünden Geçiyor” |
YŞKII, s. 214 |
“Şairlerin
Tanrısı” |
YŞKII, s. 222 |
“Şairlerin
Tanrısı” |
YŞK II, s. 227 |
“Dublör” |
YŞKII, s. 257 |
“Şair
& Yalvaç” |
YŞKII, s. 258 |
“Şiir
& Hayat” |
YŞKII, s. 261 |
“Öyle Bir
sessizlik Olsun ki...” |
YŞK II, s. 271 |
“Öyle
Dokunmalısın ki.” |
YŞKII, s. 273 |
“ ‘Ol!’
Emrinin Çömezidir Şiir” |
YŞK II, s. 274 |
“Doğanın
Konuştuğu Gibi” |
YŞKII, s. 276 |
“Meleğe
Tutulan Şeytan” |
YŞKII, s. 286 |
“ ‘Şiir ve
Hayat’ mı Diyoruz ” |
YŞKII, s. 287 |
“Örsle
Çekiç Arasında” |
YŞK II, s. 291 |
“Eğer
Sahte ve Uydurma..” |
YŞK II, s. 292 |
“Ellisini
Devirmiş Bir Şair” |
YŞKII, s. 301 |
“Kendi
Yazdıklarını Okuduğunda” |
YŞKII, s. 307 |
“Yüksek
Sanat” |
YŞKII, s. 308 |
“Hikmet
de, Şiir de” |
YŞKII, s. 309 |
“ ‘Büyük
Şiir’ ” |
YŞKII, s. 311 |
“İyi
Şiirler Yaşlı Doğarlar” |
YŞKII, s. 313 |
“Genç
Kalma” |
YŞKII, s. 314 |
“Orta
Halli Şiirler” |
YŞKII, s. 315 |
“Palamutlar
Büyüyünce” |
YŞKII, s. 316 |
“ ‘iyi
şiir’ ” |
YŞKII, s. 317 |
“Şair,
Krala..” |
YŞKII, s. 318 |
“Melekleri
ve Okurlarıyla..” |
YŞKII, s. 319 |
“Dil Bütün
Biçimleriyle..” |
YŞKII, s. 320 |
“Bir Şiir,
Okuruna..” |
YŞKII, s. 323 |
“Yazdığın
Şiirlerle” |
YŞKII, s. 324 |
“Yazdıkların
Ne Kapan Olsun” |
YŞKII, s. 326 |
“Onca
Beyin Humması” |
YŞKII, s. 327 |
“Pekâla
İyi Olabilecek” |
YŞKII, s. 328 |
“ ‘İyi
Şair’ ” |
YŞKII, s. 329 |
“Şiirlerini
Yazarken” |
YŞKII, s. 331 |
“Bu Atlar
Şeninse” |
YŞKII, s. 332 |
“Aradığın
Şairi..” |
YŞKII, s. 333 |
“Usta
Sanatçının Çömezde..” |
YŞKII, s. 335 |
“Oruç
Üstüne Oruç” |
YŞKII, s. 337 |
“Şiirinin
Gözleri Olsun..” |
YŞKII, s. 340 |
“Ağaç
Zaman Dikilir” |
YŞKII, s. 341 |
“Düşünceden
Hızlı” |
YŞKII, s. 342 |
“Genç Bir
Şair Çıkıp..” |
YŞKII, s. 343 |
“Her
Çağda” |
YŞKII, s. 344 |
“Balık İz
Bırakmaz” |
YŞKII, s. 345 |
“Şiir
Bizatihi Bir Şeydir” |
YŞKII, s. 346 |
“Bir
Hırsız Gibi” |
YŞKII, s. 347 |
“Işığa
Fazla Bakarsan” |
YŞKII, s. 348 |
“Hal &
Söz” |
YŞKII, s. 350 |
“İyi
Şairlerin Diğerlerinden Farkı” |
YŞKII, s. 351 |
“Genesis” |
YŞKII, s. 352 |
“Sesin
Kendisi Değil” |
YŞKII, s. 354 |
“Şiir
Sanatı” |
YŞKIII, s. 28 |
“Hayat
& Sanat” |
YŞKIII, s. 43 |
“Şairlerin
Tanrısı” |
YŞK III, s. 44 |
“Şiire Yer
Açmak” |
YŞKIII, s. 46 |
“Çırağın
İlk İşi” |
YŞKIII, s. 48 |
“Kötü
Şairler” |
YŞKIII, s. 51 |
“Şiir
& Hayat” |
YŞKIII, s. 52 |
“Şiir
& Ölüm” |
YŞKIII, s. 53 |
“Cehennemden
Yükselen Neşideler / Poetika” |
YŞKIII, s. 55 |
“Homopoeticus” |
YŞKIII, s. 83 |
“Gecikmiş
Şair” |
YŞKIII, s. 84 |
“Homopoeticus” |
YŞKIII, s. 86 |
“Dağ Yolu” |
YŞK III, s. 91 |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
YŞKIII, s. 95 |
“Homopoeticus
/ X” |
YŞKIII, s. 241 |
“Homopoeticus
/ XI” |
YŞKIII, s. 242 |
“Homopoeticus
/ XIV” |
YŞKIII, s. 247 |
“Homopoeticus
/ XVII” |
YŞKIII, s. 253 |
“Homopoeticus
/ XXI” |
YŞKIII, s. 260 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Bayramlık Giysiler” |
YŞKIII, s. 287 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şiirde Zorlama Yok” |
YŞKIII, s. 288 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şiir Yazmak mı?” |
YŞKIII, s. 290 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Zekânın İşleri” |
YŞKIII, s. 292 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Rüya & Şiir” |
YŞKIII, s. 293 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Büyük Kuşçu” |
YŞKIII, s. 294 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Akıllı Delilik” |
YŞKIII, s. 296 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Nereye?” |
YŞKIII, s. 300 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Anahtar” |
YŞKIII, s. 301 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Her Şey Her Şeyle” |
YŞKIII, s. 302 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Sonsuz Eksi Bir” |
YŞKIII, s. 305 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Karınca, Gül Yaprağı, Sultan Süleyman...” |
YŞKIII, s. 306 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Hurdacı” |
YŞKIII, s. 308 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Kaleydoskop” |
YŞKIII, s. 309 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Gelin-Güvey Oyunu” |
YŞKIII, s. 311 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Mevsiminde Dirilmek” |
YŞKIII, s. 313 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Homopoeticus” |
YŞKIII, s. 315 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Kısık Ateş” |
YŞKIII, s. 316 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Ardıç Kuşu, Martı” |
YŞKIII, s. 318 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şair & Mucit” |
YŞKIII, s. 319 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Nereye Ekersen Ek, Biter” |
YŞKIII, s. 321 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Viking Şairi” |
YŞKIII, s. 324 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şairin Ölümü” |
YŞKIII, s. 329 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Balıkçı - Şair” |
YŞKIII, s. 331 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Ana Kara” |
YŞKIII, s. 334 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şair Bugünden Geçiyor” |
YŞKIII, s. 335 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Ot, Diken, Kuyu, Şiir.” |
YŞKIII, s. 336 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Toplayıcı” |
YŞKIII, s. 337 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Bırak, O Düşsün Senin Peşine!” |
YŞKIII, s. 338 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Sol Elle Yazılanlar” |
YŞKIII, s. 339 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Şiir & Hayat” |
YŞKIII, s. 341 |
“Güncellenmemiş
Edebiyat Dersleri / Pagoda” |
YŞKIII, s. 342 |
“Şair
Çalışıyor” |
YŞKIII, s. 378 |
“Ağaca,
Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa. ” |
YŞKIII, s. 386 |
“Şair
‘Bugün’den Geçiyor” |
YŞKIII, s. 389 |
“Ebedî
Gezgin” |
YŞKIII, s. 391 |
“Epilog I” |
YŞKIII, s. 403 |
“Epilog
II” |
YŞKIII, s. 405 |
“Epilog
III” |
YŞKIII, s. 407 |
“Usta
& Çırak” |
YİBİM, s. 70 |
“Kule,
Yelken” |
YİBİM, s. 71 |
“ ‘Ders’ ” |
YİBİM, s. 75 |
“İbrahimce
Sorular” |
YİBİM, s. 86 |
“Balmumundan
Düşünceler” |
YİBİM, s. 87 |
“İbrahimce
Sorular” |
YİBİM, s. 90 |
“Herkesin
Bildiği Şeyler” |
YİBİM, s. 91 |
“Ölüm
Üzerine Karışık Tezler I” |
YİBİM, s. 187 |
“İbrahimce
Sorular” |
YİBİM, s. 211 |
“Şairlerin
Zamanı” |
YİBİM, s. 218 |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
YİBİM, s. 251 |
“ ‘Şiir
Kuşu’ ” |
YİBİM, s.252 |
“ ‘Söz’
Üzerine” |
YİBİM, s. 253 |
“Hikâye” |
YİBİM, s. 254 |
“Şiir ve
Metafizik. / I-XII” |
YİBİM, s. 260-271 |
“Şiir ve
Metafizik. / XVII-XXI” |
YİBİM, s. 274-277 |
“Balmumundan
Düşünceler” |
YİBİM, s. 346 |
“İbrahimce
Sorular” |
YİBİM, s. 360 |
“Şiir ve
Hakikat” |
YİBİM, s. 369 |
“Blues
Şairi” |
CAZ, s.47 |
“Sol Elle
Çalınanlar / II” |
CAZ, s.106 |
“Caz
Şairi” |
CAZ, s.127 |
“Şu, ‘Caz’
Dediğimiz de Nedir?” |
CAZ, s.134 |
“Sol Elle
Çalınanlar” |
CAZ, s.217 |
“Cazın ve
Şiirin Kıyıları / I-VII” |
CAZ, s.219-228 |
“Cazın ve
Şiirin Yolları” |
CAZ, s.229 |
“Cazın
Rengi / I, II” |
CAZ, s.238-240 |
“Cazın
Rengi / VII,VIII” |
CAZ, s.247-249 |
“Caz &
Metafizik / III” |
CAZ, s.286 |
“Şiirin
Kanatları / I-II” |
CAZ, s.323-325 |
“Cazın
Kolları ve Kanatları Şiirin” |
CAZ, s. 333 |
“İyi Caz,
İyi Şiir / I-I” |
CAZ, s. 361-362 |
“Büyük
Caz” |
CAZ, s. 399 |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
ÖÇ, s. 15 |
“Şiir
Dediğin” |
ÖÇ, s. 22 |
“Emzik” |
ÖÇ, s. 24 |
“Meyhanede
Sabahlayanlar İçin Metafizik / III” |
ÖÇ, s. 75 |
“Yol
Türküsü” |
ÖÇ, s. 80 |
“Yol
Arkadaşı I” |
ÖÇ, s. 123 |
“Çırağın
Şarkısı” |
ÖÇ, s. 135 |
“Küçük
Şeyler” |
ÖÇ, s. 136 |
“Sol Elle
Yazılanlar” |
ÖÇ, s. 238 |
“İlk
Sanatçı” |
ÖÇ, s. 245 |
“Yamak” |
ÖÇ, s. 334 |
“Şen
Balıkçı” |
ÖÇ, s. 348 |
“Homopoeticus
(III)” |
Taraf, 31/05/2010 |
“
‘Şairler’ ” |
Taraf, 01/11/2010 |
“Tuz ve
Kekik” |
Taraf, 01/11/2010 |
“ ‘Şuara’
” |
Taraf, 01/10/2012 |
“Dualardan
Bir Dua” |
Taraf, 21/01/2013 |
“Marangoz
Dükkânı” |
Taraf, 22/04/2013 |
“Çarşı
Pazar Gezerken” |
Türk
Edebiyatı, S.
394, (09/2006), s. 27. |
“Kırkyaş
Şarkıları Kitabı / Aforizmalar / 1, 2, 3, 4” |
Hece, S. 99, (03/2005), s. 7, 8. |
“ ‘Şiir ve
Hakikat’ ” |
Hece, S. 80, (09/2003), s. 6. |
“
‘Kusursuz’ ” |
Hece, S. 62, (02/2002), s. 4, 5. |
Ek 2. Tez
Çalışmasında Alıntı Yapılan
Yayımlanmamış Şiirleri
Eski Sahneler, Eski oyuncular
Ablalarıma,
ağabeylerime
ve küçük kardeşime...
daracık uzunca bir hol,
mutfak olarak kullandığımız bir ‘tandır evi’
ve tandır evine açılan,
yoksullara vergi bir mizah zevkiyle,
‘kuyu" dediğimiz,
Yusuf’un kuyusundan hallice,
yeraltında, eski kilerden bozma
on metre karelik o tek odada
tam on kişi yaşıyorduk:
yedi kardeş, anne-baba
ve ‘abla" diye çağırdığımız,
ermeni tehcirinde
merhameti sonsuz Tanrı’nın
kuyuların bu en rahme benzeyenindesıtar ettiği,
dulların en güzeli
inananların hası,
yetmişlik Fadime Abla.
sonra, bütün kış boyu köyden
kağnılarla oyunlara taşınan,
sahneye giren çıkan
dayılar, teyzeler, kuzenler...
ve cismiyle ‘kuyu’da yer
kaplamayan,
tersine, alçacık sesi, utangaç doğası
ve kendisi gibi küçük
küçücük ‘ Rekâtları* yla
bize kuyu içinde kuyu, kuyu içinde
saraylar, has bahçeler armağan eden
‘ böyükanam*,
o, bir insan yüreği büyüklüğündeki
‘khemeççik* hatun,
( ‘bez bebek* demek, bu )
sevgili anneannem...
bir de ‘Paşiko’muz vardı,
annemin halası ve hemen bütün
çocuklarının ebe anası.
gün aşırı uğrar, okuyup üfler,
şeytanlarımızı ‘kışkış’lar,'biber sürerdi,
bizi azdırmaya niyetli
cinlerin, ifritlerin ağızlarına.
tandır gününde un eler
bir aylık ekmek için, söylene
söylene
yufka yetiştirirdi anneme.
gün boyu dumandan, sıcak istimden
yanakları nar gibi kızarıp pişen,
gözleri kan çanağına,
cennetin tan ağartısına dönen
anneme...
ve kuşkusuz, komşularımız vardı,
bize gönlümüzün kapısı kadar yakın
rol arkadaşlarımız, oyun şeriklerimiz...
onlar da günün yarısını kapıda, sövede,
ve - babamın iflas edip de,
kunduracı tezgâhını,
doldukça genişleyen mucize ‘kuyu’muza
taşımadan önceki günlerde -
çat kapı tandır evinde,
‘kuyu*da, ‘seki’de
oyunlarımıza katılır,
repliklerimizi
tazelerlerdi;
Hüsna eze,
Hatice abla, Çatılo bibi...
teravih namazında camide
kadınlar mahfelinden aşağı
horoz uçurduğu söylenen
‘mugallit ’Çatılo bibi, bu.
bir de
Müşerref abla vardı,
takma bıyığı, kasketi,
kaytanlı ‘zığva’ sıyla
tebdili kıyafet sokağa çıkan
ve ‘işmarlarıyla’’
evde kalmış kızların,
o buz tutmuş çiçeklerin
yüreğini hoplatan,
kendisi de geçkin kızlardan,
‘reggez’Müşerref Abla.
ve Nano...
yalnız
‘Kuşbazlar’ın Ali’nin
ve ‘aşağı mahalle'mn
öteki bıçkınlarının değil,
paçalı kumru ve güvercin kılığında
dama inen cinlerin, perilerin de
bağrını yumruklatan,
ama sonunda babası yaşında
- at cambazı mıydı, neydi -
bir tufeyliyle kaçan[********]
çukur gözlü ‘nanaher’,
öksüzler
güzeli Nano!
kapımızı sık
sık ‘poşa’larçalardı,
elekler, kalburlar satan
Çukurovalı ‘çingeneler
ya da Türkmenler,
‘bohçacı’ denirdi bu kadınlara,
annemin dünya-ahret ‘ bacılık’ları.
onları,
eşikte, kapı önünde tutmak
annemin arına gider ve her seferinde
elekleri, kalburları, bohçalarıyla
‘yukarkioda’ya buyur ederdi,
büyük ablamın, oyaları, dantelleri,
‘kırlent’leriyle, Şeyhname gibi süslü,
‘leyal-i elf ve vahid’ kadar hülyalı,
ama, daha o yaşta, o bilinç düzeyinde bile
insanda, bir karanlık çağ etkisi
uyandıracak kadar gizemli
o girilmez gök katına,
ablamın her gün al baştan silip süpürdüğü
ve içine gömüldüğü
tirendazmahremiyetine yani...
ve o efsane
sahnelerinin
gizemli figürlerinden biri,
cennetten geçerken memnu meyveye
tamah etmekten korkan
dünyanın en açık sözlü havvası
bir ‘Yıldız’ kadıncık vardı ki,
kalkıp gideceği zaman, insana,
“iştepoşaların / çingenlerin Meryem Anası!”
dedirtecek bir safiyetle,
“beni kapıya kadar geçir, bacılık!”
derdi anneme
ve bir
üçüncü kişiden bahseder gibi
hemen eklerdi,
“bakarsın
şeytana uyacağı tutar,
bu Allahınpoşası, kim bilebilir.”
gün boyu,
yalnızca ekmek isteyen
ve verilen eski püskü esvaplar için
dualarıyla oğlanlara göğün kaftanlarını,
kızlara göğün fistanlarını bağışlayan
dünyanın en cömert dilencileri,
bazen de onların kılığına girmiş
Hızır İlyas döverdi kapımızı;
ama her
seferinde, tabii,
ancak gittikten sonra
anlardık onun kim olduğunu.
• •••
ah, ebediyen
yitirdik, yitirdik hepsini,
o on metre karelik odaya
ve ‘kırlangıç" tavanlı
tandır evine
sığdırabildiğimiz sayısız hikâyeyi,
sayısız kahramanı, sayısız yüzü
ve sayısız kozmik maskeyi?
şimdi belki
onların dualarının bereketiyle,
yedi kardeş, hemen her birimizin
kaftanlarımız, fistanlarımız,
‘ üçodasalonsalonmanje ’
meskenlerimiz,
bazılarımızın çardaklı bahçe içinde
gösterişli, asude konaklarımız var;
ve
bazılarımızın, fantezilerinde,
bir tek, ‘Mısır Azizi’
yahut ‘Bizans Tekfuru’
yahut ‘Şiir
Sultanı’ rolünü
oynamadığı kaldı...
ama
çalmıyorkapısını artık,
hiç birimizin
nepoşalar, ne çingenler,
ne hızır
ilyaslar,
ne bize
düşlerimiz kadar yakın
hatırlı, ülfetli komşularımız,
ne başka gök katlarından,
başka gezegenlerden
misafir 'oyun kişileri’.
ah yitirdik
mi sahiden, yitirdik mi hepsini?
yoksa, bilgelerin dediği gibi,
bir kere yaşanan,
oyuna giren, sahneden geçen,
gönlün defterine geçirilen
bir daha yok olmaz mı, ebediyen?
ve izleyip
duruyorlar mı
sonraki oyunlarımızı
içimizin ‘kuyumlarından,
tandır evlerinden,
‘sekilerinden,
eski
benliklerimizin,
eski
maskelerimizin
karanlıkta parıldayan
gözevlerinden?
6 Aralık
2007
Cahit Koytak
[1] Hilmi
Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları,
III. b., İstanbul 1992, s. 28.
[2] Niyazi
Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, II. b.,
Haz.: Ahmet Kuyaş, İstanbul 2002, s. 521.
[3] İnci
Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları,
İstanbul 2001, ss. 17-18.
[4] Hakan
Sazyek, "1920-1950 / Cumhuriyetin Eşiğinde Şiirimizin Genel Durumu",
Türk Edebiyatı Tarihi, C. IV., II. b., İstanbul 2007, ss. 22-23.
[5]
"İnkılapçı şiir"in kanonik anlamda ele alınışı bağlamında bkz.:
Selçuk Çıkla, "Türk Edebiyatında Kanon ve İnkılap Kanonu", Muhafazakar
Düşünce, S. 13-14, (Yaz-Güz 2007), ss. 57-58.
[6] Hakan
Sazyek, "1920-1950 / Cumhuriyetin Eşiğinde Şiirimizin Genel Durumu",
Türk Edebiyatı Tarihi, C. IV., II. b., İstanbul 2007, s. 23.
[7] Nedim
Gürsel, Nâzım Hikmet ve Geleneksel Türk Yazını, Adam
Yayınları, İstanbul 1992, s. 21.
[8] Hakan
Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, İş
Bankası Kültür Yayınları, II. b., 1999, s. 35.
[9] Ayrıntılı
bilgi için bkz: Öztürk Emiroğlu, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında
Hisar Topluluğu ve Edebi Faaliyetleri, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2000.
[10] Bâki
Asiltürk, "Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Manifestolar", Türk
Edebiyatı Tarihi, C. IV., II. b., İstanbul 2007, s. 145..
[11] Alâattin
Karaca, II. Yeni Poetikası, Hece Yayınları, Ankara 2005, s.
89.
[12] Cemal
Süreya, Folklor Şiire Düşman, Can Yayınları, İstanbul 1992, s.
23.
[13] Hasan
Bülent Kahraman, "İkinci Yeni Şiiri", Türk Şiiri Modernizm
Şiir, Büke Yayınları, İstanbul, 2000, s. 104.
[14] agy.,
s. 95.
[15] Cahit
Koytak, "Bir Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar", Diriliş, III.
Dönem, S. 7, (Nisan 1970), ss. 109, 110.
[16] Cahit
Koytak, "Elişinden Kanatlarla / Pasin'de", Diriliş, III.
Dönem, S. 15, (31 Aralık 1970), ss. 3032.
[17] Cahit
Koytak, "Sevgili Hayalet", İlk Atlas, Timaş
Yayınları, İstanbul 2010, s. 19.
[18] Koytak,
"Nuh'a Gemi Resimleri [II. Epizot]", İlk Atlas, Timaş
Yayınları, İstanbul 2010, s. 86.
[19] Cahit
Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, III. Dönem, S. 5,
(Şubat 1970), s. 56.
[20] Cahit
Koytak, "Huş Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum [V. Epizot]", İlk
Atlas, s. 75.
[21]
agş., s. 76.
[22] "Babamın
Hikâyesi", YŞKI, s. 75.
[23] "Prolog
IV.Epizot", YŞKI, s. 16.
[24] Bkz.:
Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, Çev.: Kaan H. Ökten, Agora
Kitaplığı, İstanbul 2011.
[25] Cahit
Koytak, "Huş Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum [II. Epizot]", İlk
Atlas, s. 67.
[26] Şairin
bu tutumu Attilâ Ilhan'ın "Meraklısına Notlar" uygulamasıyla
ilişkilendirilerek bu çalışmada ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir.
[27] Alâattin
Karaca, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014.
[28] Haydar
Ergülen, “Cahit Koytak Şiirinin Tehlikeleri Üzerine”, Yasak Meyve, S.
42, (Ocak-Şubat 2010), ss. 80-86.
[29] Cahit
Koytak, "Akıllı Delilik", Yoksulların ve Şairlerin Kitabı
III, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 296. Not: Çalışmaya konu olan
yapıtlardan yapılan alıntılarda bundan sonra sadece yapıtın adının her
sözcüğünün ilk harfi kullanılarak oluşturulan kısaltmalar kullanılacaktır.
Bkz.: "Kısaltmalar" listesi
[30] "Yaşlı
Şairden Şair Bayana", YŞKII, s. 295.
[31]
"Koytak", Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 2013. "Cahit Koytak" sözcüğü Derleme Sözlüğü’nde ise şu
biçimde tanımlanmaktadır: "Cahit Koytak 1. Yel deymeyen yer,
çukur. (Yuvacık, *İzmit Kc.; *Hendek -Sk.; Göksun -Mr.; Çalış Avanos, Nş.) 2.
Yer altındaki boşluklar. (Bademağacı *Alanya, Ant.)". ["Cahit
Koytak", Derleme Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, C. VIII.,
Ankara 1993, s. 2943]
[32] Cahit
Koytak’ın ağabeyi Cahit Koytak’ın torunu Büşra Cahit Koytak, bir internet
sitesinin mülakatında soyadıyla ilgi soruya verdiği cevapta Cahit Koytak
soyadının verilişini şu şekilde açıklamaktadır: Hakkı Bey askerde olduğu için
"(...) diğer kardeşlerinin aldığı ‘Biçengil’ soyadından haberi olmamış.
Askerden geldiğinde ise muhtarın koyduğu "Cahit Koytak" soyadına
itiraz etmemiş". Bkz.:
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1952 [Erişim: 25/12/2012]. Anılan tarihte zorunlu askerlik
süresinin 11,5 yıl olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bkz.: http://www.asal.msb.gov.tr/er_islemleri/gun.kadar%20askerlik%20hiz.htm [Erişim:
25/12/2012].
[33] "Homopoeticus
(XVI. Epizot)", YŞKIII, s. 251.
[34] Şairin
kitaplarında ve süreli yayınlarda yayımlamadığı bu şiiri için bkz.: Tezin
"Ekler" bölümü "Tez Çalışmasında Alıntı Yapılan Ancak
Yayımlanmamış Şiirleri" bölümündeki "Eski Sahneler, Eski
Oyuncular" adlı şiir.
[35] Ağızlara
özgü bu sözcük orijinal metinde italik olarak vurgulanmıştır. Bundan yapılacak
alıntıların harflerle belirtilecektir. "sıtar etmek", Erzurum ağzında
"korumak" anlamında kullanılan bir birleşik eylemdir. Bkz.: İhsan
Coşkun Atlıcan, "Sitar", Erzurum Ağzı, Halk Deyimleri ve
Folklor Sözlüğü, Erzurum Halk Oyunları, Halk Türküleri Derneği
Yayınları, İstanbul 1977, s. 101.
[36] agş.
31 "hekât", Derleme ve Tarama sözlüklerinde
bulunmayan bu sözcük, muhtemelen Arapça "hikayât" verilmiştir. Bkz.:
İhsan Coşkun Atlıcan, "hekât", Erzurum Ağzı, Halk Deyimleri
ve Folklor Sözlüğü,
[38]
[39]
[40]
komik kişi, meddah.
[41] Arapça,
çok oynayan, dans eden anlamında mübalağa kalıbındaki "rakkas"
sözcüğünün aşınmış biçimi olan reggez / rekkez sözcüğü, Erzurum ağzında "şakacı,
oynak, rakkas" anlamında kullanılır. Bkz.: İhsan Coşkun Atlıcan,
"rekkez", Erzurum Ağzı, Halk Deyimleri ve Folklor Sözlüğü, Erzurum
Halk Oyunları, Halk Türküleri Derneği Yayınları, İstanbul 1977, s. 96.
[42] Büşra
Cahit Koytak, "Soyadınız ‘Cahit Koytak’sa Ne Olur?", http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&
ArticleID=1952 [Erişim: 25/12/2012].
[43] "Babamın
Hikâyesi", YŞKI, s. 75.
[44] "
‘Şiir ve Hakikat’ ", YBİM, s. 258.
[45] "Sevgili
Hayalet", İA, s. 18.
[46] Cahit
Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi. Ayrıca
bkz.: Ömer Lekesiz, "Cahit Koytak İçin Bir Terceme-i Hâl", Hece, S.
82, (Ekim 2003), ss. 83, 84.
[47] "Ortanca
Oğul Paris'te Udunu Çaldırır..." YŞKII, s. 238) şiirine
esin veren şiir kişisi Mimar Ahmet Selim Cahit Koytak.
[48] "
‘Şiir ve Hakikat’ ", YBİM, s. 25.
[49] "Homopoeticus"un
VI. epizodunda ise YŞKIII, s. 232) şiir anlatıcısı öğrenmeye
çalıştığı şeylerde, tevazu göstererek, hep çırak olarak kaldığını söyler:
"VI
bir şaire, iki bilgine, üç cihangire
yetecek bir ömür yaşadım
ama
hiçbirini künhüyle olamadım,
hep keçi
yollarında yürüdüm
ve hep
birbirine karıştırdım onları
öğrenmeye
çalıştığım meslekler,
müzik, marangozluk,
metafizik.
hepsi yarım
yamalak kaldı bende,
her şey
çıraklık düzeyinde
(■■■)"
[50] "söve
(I) a. 1. Kapı ve çerçevenin yerleştiği kasa, çerçeve. Söve (II): Pencere ve
kapı kenarlarındaki süs kalıpları." ("söve", Türkçe
Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2013.)
[51] "Dülger", Kaşgar, S.
14, (Mart 2000), ss. 12, 13.
[52] Cahit
Koytak’ın tamamı el yapımı eserlerinden bazı örnekler için bkz.:
"Ekler" bölümündeki fotoğraflar.
[53] "Yonga
Kokusu", YBİM, s. 372.
[54] agş.,
s. 371.
[55] "Büyükbabalar
İçin Gazel", Kaşgar, S.9, (Mayıs 1999), s. 6.
[56]
"Edebiyat Akşamları" etkinlikleri kapsamında "Cahit Koytak
Söyleşisi" konulu program, Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ., 26
Aralık 2012, Mahkeme Hamamı İbrahim Paşa Kültür Merkezi, Bursa. Bu etkinlikteki
konuşmadan yapılacak alıntılar bundan sonra metin içinde Bursa söyleşisinin
kısa yazımı olan (Bs.) biçiminde gösterilecektir.
[57] Mehmet
Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım: http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin- edebiyat-dunyasi-2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim:
31/12/2013].
[58] "Kerpiç
Döküyorum Kule Dikiyorum", DBŞ, ss. 258-261.
[59] Cahit
Koytak, "Buzul", Taraf, (13/02/2012).
[60] Bs.
[61] Örneğin
" 'Ölümsüz Bellek' Notları (II)" şiirinin ilk bendi şu şekildedir:
"günde
on beş dakika ıslık çalarsanız,
on beş gün
sonra, saka kuşu kadar olmasa bile,
güzel
doğaçlamalar yapmaya başlıyorsunuz.
bunu, dört
beş yaşlarındayken, ben, kendim
denedim ve
şaşırtıcı sonuç aldım.".
Cahit Koytak, " 'Ölümsüz
Bellek' Notları (II)", Taraf, (18/02/2013).
[62] "Sevgili
Hayalet", İA, s. 18.
[63] a.gş-
[64] Ömer
Lekesiz, "Cahit Koytak İçin Bir Terceme-i Hâl", Hece, S.
82, (Ekim 2003), s. 84.
[65] "Kalk
Yürü", YŞKI, s. 46.
[66] Bs.
[67] Mehmet
Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım:
http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin-edebiyat-dunyasi-
2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim: 31/12/2013].
[68] Bs.
[69] agm.
[70] _
agm.
[71] Uzak
geçmişe ait bu olayın, Bs.’de "beşinci sınıfta"; olabileceği ifade
edilmiştir.
[72] _
agm.
[73] __
agm.
[74] "Define
Haritası", YŞKIII, s. 323.
[75] agş.
s. 323.
[76] Cahit
Koytak, "Dualardan Bir Dua", Taraf, (21/01/2013).
"Bir
Rüya, Bir Prova (I. Epizot)", ÖÇ, s. 235.
Ömer Lekesiz, "Cahit Koytak İçin Bir
Terceme-i Hâl", Hece, S. 82, (Ekim 2003), s. 84.
agm.
[80] "Asansörde
Birden İsa", İA, ss. 15, 16.
[81]
Wittgenstein'ın hayatta iken yayımlanmasına izin verdiği tek kitabı ve
felsefesinin ilk dönemini içeren başyapıtı olan kitabın Almancada özgün
adı: Logisch Philosopische Abhadlung tur. Türkçede ilk yayımı
Almanca orijinal metinle bakışımlı baskı: Ludwig Wittgenstein, Tractatus
Logico- Philosopihicus, Çev.: Oruç Aruoba, Bilim Felsefe Sanat
Yayınları, İstanbul 1985.
[82] agy.,
s. 15.
[83] Şakir
Kocabaş, İfadelerin GramatikAyrımı, Küre Yayınları, İstanbul
2002.
[84] "Asansörde
Birden İsa", İA, s. 17.
[85] Metin
Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 10.
[86] Mengüşoğlu
Metin Önal, "İlk Göz Ağrım ‘Kelime’ ", Haksöz, S.
226, (Ocak 2010). Derginin e- nüshası için bkz.: http://www.haksozhaber.net/okul/issue.php?id=234 [Erişim:
31/12/2013].
[87]Cahit
Koytak, "Memurun Ölümü", Kriter, S. Yok, (Şubat
1984), s. Kapak sayfası. Bu şiirin yayımlanma serüvenini Mengüşoğlu şöyle
aktarır: "Yetmişli yılların sonuna doğru artık uzatmalı
fakültelerimizi bitirme arifesindeydik. Bitirince ne olacaktı? Her birimiz
gidip ‘düşük pantolonlu’ birer memur mu olacaktık? Bu endişeleri birlikte çekip
hüzünlenirken Cahit bir şiir yazıp getirdi bana. Adı: ‘Memurun Ölümü ’ idi.
Bütün teferruatı ve incelikleriyle bizi anlatıyordu. O tarihlerde Selami
Çekmegil Ankara ’da Kriter dergisini çıkartıyordu. Şiiri ona postaladım ve
dedim ki: ‘ağabey bu şiiri yayınla bak arkasından ihtilal olacak. ’ Şiir kapaktan
yayımlandı. Ardından Selami ağabey bana telefon etti ve dedi ki: "şiiri
yayımladım ama ihtilal filan olmadı." Bilmiyorum Timaş Yayınları editörü
Emine Hanım da böyle bir beklenti içerisinde miydi?" [Metin Önal
Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta,S. 126, (Temmuz 2012), s. 10.]. Not: Derginin kapağındaki
şiir için bkz.: Tezin "Ekler" bölümü.
[88] Vedat
Günyol, Sanat ve Edebiyat Dergileri, Ankara 1986, s. 70.
[89] agy.,
s. 70.
[90] Mehmet
Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım: http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin- edebiyat-dunyasi-2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim:
31/12/2013].
[91] Cahit
Koytak, "Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat İdesi -‘Güvercin Besleyen
Adam’- ", Soruşturan: Editöryal, Yeni Şafak Kitap, S.14,
Şubat 2007, s. 9.
[92] "Cahit
Koytak’ın Edebiyat Dünyası", Röportaj: Mehmet Nuri Yardım:
http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin-edebiyat-dunyasi-
2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim: 31/12/2013].
[93] 1.
kgş. 2. Cahit Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, III.
Dönem, S. 5, (Şubat 1970), ss. 56, 57, 58.
[94] Bkz.:
"I. Bölüm: Hayatı", "Münzevi Şair: 'uzlette yaşar
mahşeri'" başlığı.
[95] Cahit
Koytak, bundan sonraki yaşamında mühendislik yapmamasına rağmen hâlâ TMMOB
Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesine 4120 sicil numarasıyla kayıtlıdır.
[96] "Homopoeticus", YŞKIII, s.
31.
[97] Cahit
Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11/5/17.30, şairin Çengelköy’deki evi. [Bu
bölümde aktarılan biyografik bilgilerin tamamı bu görüşmeye dayanmaktadır.
Farklı kaynaklardan ulaşılan bilgiler ise ayrıca dipnotlarda belirtilmiştir.]
[98]
Cahit Koytak, yaratıcıyla benzer bir konuşmayı da "Ortanca Oğul Paris'te
Udunu Çaldırır..." şiirinde udunu Paris'in kuzey garında çaldıran şiir
kişisi Ortanca Oğul'un (Mimar Ahmet Selim Cahit Koytak) yakarısında dile
getirir:
"Ben bir yoksul gezginim, sen ey gezgin
çalgıcıların tanrısı,
(...)
Udumu çaldırdım ve gecenin ucunda
Yapayalnız kaldım, senin gibi!
(...) //
Fenerini yoluma tut, sen daralan göklerin,
Yabancı şehirlerin, tenha sokakların, sahibi!
Fenerini içime tut ve benimle konuş!
Ve sazımı çalmalarına göz yumduğuna göre,
Bana ne yapacağımı da sen söyle artık, ". "
Ortanca Oğul
Paris'te Udunu Çaldırır...", YŞKII, s. 238.
[99] Bkz.:
Tezin "Ekler" bölümündeki "Fotoğraflar".
[100] Şairin
günlük yaşamına ve dolaylı olarak sanat anlayışına da yön veren bu tavrın
izleri aşağıdaki dizelerde de sürülebilir:
"Yüzmeyi
iyi bilenler, ki ermiş diyoruz onlara,
hayatın dev
dalgaları üstlerine geldiği zaman
onlarla
boğuşmaya kalkışmıyorlar;
dalgaların
kucağına bırakıyorlar kendilerini;
bırakıyorlar
beşik gibi sallasın hayat,
indirsin
çıkarsın onları
gerçeğin
altıyla
gerçeğin
üstü arasında;
(...)".
"Dalgalar", YŞK II,
s. 262.
[101] "Komşu
Niçin Öldürdü Kırk Yıllık Ortağını", İA, s. 197.
[102] Nurettin
Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 13.
[103]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011),
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012].
[104] Manzum
mektuplarında ise Nabius, "Yaşlı Kral" olarak anılır. Nabius’la
gıyabi tanışması onun Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde, Cahit
Koytak'ın da İTÜ’de ondan iki - üç yıl ileride olduğu, Nabius'un Ahmet Kot ve
diğer arkadaşlarıyla Gelişme dergisini çıkardıkları yıllara
dayanır. Yüz yüze dostluklarının koyulaşmaya başlaması ise, Kanal 7’deki mesai
ortaklığından on yıl öncesindedir.
[105]
Tiyatrocu, senarist ve sinema yönetmeni Orson Welles’in başyapıtıdır.
"Citizen Kane" adıyla 1941’de vizyona giren filmde başkişi Charles
Foster Kane’i filmin yönetmeni canlandırmıştır. Yardımcı oyuncu ise, Caz’ın
Irmakları’nda "Nat King Cole’ü Sever misiniz?" CAZ, s.
211) şiirinin kişisi olarak karşımıza çıkan ünlü Afroamerikan caz virtüözü
Nathaniel Adams Coles’dür (Afroamerikan caz tarihinde yakıştırma adıyla kısaca
Nat King Cole). Filmin başkişisi ve yönetmeni Welles, "Şahane
Ambersonlar" ("The Magnificent Ambersons") gibi kült filmlerini
göz ardı ederek bu filmi için, " ‘İlk cümlesinden son cümlesine
kadar baştan sona yazdığım ve (...) başarılı olan tek
filmim’
" diyecektir. Film daha
sonra "Bütün zamanların en iyi oniki sinema başyapıtı
sınıfladırmasına (Brüksel, 1959) gir [erek]" Welles’i doğrular:
Gerard Bretton, Sinema Tarihi, Çev.: Şirin Tekeli, İletişim
Yayınları, İstanbul 1992, s. 61.
[106] Orijinal
adı "How Green was My Valley" olan filmin ilk gösterimi 28 Ekim
1941’de New York’ta yapılır. Filmin başkişisi Bay Gruffydd’i Walter Pidgeon
oynar. Film, "Amerika’da Hollywood’un
‘altın
çağı’nın önde gelen isimlerinden olan John Ford[‘un], gösterişli sahneye koyuş
tarzıyla ve fotoğraflarının güzelliğiyle çarpan eserler [inden] (...)" biri olarak
tanınır: Gerard Bretton, Sinema Tarihi, Çev.: Şirin Tekeli,
İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s. 58.
[107]1957’de
gösterime giren "Twelve Angry Man" Sidney Lumet’nin ilk filmidir:
http://en.wikipedia.org/wiki/12_Angry_Men_(1957_film). [Erişim: 21/11/2013]. Film, 2007 yılında Amerika
Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel,
tarihi ve estetik olarak önemli" ("The films are chosen because they
are ‘culturally, historically or aesthetically’ signifıcant. ") olduğu
gerekçesiyle ABD Ulusal Film Arşivinde korunmaya alınmıştır:
http://www.loc.gov/today/pr/2007/07-254.html [Erişim: 20/11/2013].
[108] Suavi
Kemal Yazgıç, Avcı ve Cahit Koytak’la çalıştığı bu dönemde onlarla aylar süren
işbirliği ile
"(...)
dünya sinemasının en özgün metinlerinin listesini içeren tam 37 sayfalık bir
proje
hazırla [dığını]" belirtir. Suavi Kemal
Yazgıç, "Bir Kanal 7 Seyircisinin Not Defteri", http://www.suavikemalyazgic.com/bir-kanal-7-seyircisinin-not-defteri/ [Erişim:
04/02/2014].
[109] agm.
[110] Editöryal,
"Etik-Reyting Savaşı Çizgi Filmde de Var", Yeni Şafak, 27.07.2005.
Soruşturmanın e- nüshası için: http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/temmuz/27/televizyon.html [Erişim:
04/02/2014].
[111] Suavi
Kemal Yazgıç, "Bir Kanal 7 Seyircisinin Not Defteri", 31.12.2013:
http://www.
suavikemalyazgic.com/bir-kanal-7-seyircisinin-not-defteri/ [Erişim: 04/02/2014].
[112] Süreyya
Önal, "Ertuğrul Özkök ve Nevval Sevindi’nin Dekoltesi",
http://sureyyaonal.blogcu.com/ertugrul-ozkok-ve-nevval-sevindi-nin-dekoltesi/7493667 [Erişim:
04/02/2014].
[113]İA (II.b.),
YŞKI, YŞKII, YŞKIII 2010; YBİM, 2011; CAZ, 2012; ÖÇ,
2013; DBŞ, 2014 ve 1 Haziran 2009 ile 29 Nisan 2013
arasında Tarafta yayımlanan 326 adet şiir.
[114]
"Çeşitli nedenlerle toplumdan
uzaklaşarak bir başına yaşama; dünyadan el etek çekme; bir başına kendini
ibadete, teemmül ve istiğraka verme. Asketik yaşam tarzının vaz geçilmez bir
unsuru olan inzivaya, asketizme yer veren tüm dinsel geleneklerde önem verilir.
Tasavvufta "Halvet" olarak ifade edilen bu yaşam tarzı, yaygın
geleneğe göre 40 gündür."
Şinasi Gündüz, "inziva",
Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara 1998, s. 193.
[115]Şemseddin
Sâmi, "İnzivâ", Kamus-ı Türkî, , Enderun Kitabevi,
İstanbul 1989, s. 176.
[116] Ferit
Devellioğlu, "İnziva", Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, XV.
b., Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 1993, s. 444.
[117] "İnziva", Türkçe
Sözlük, IX. b., 1998, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara s. 1092.
Ayrıca bkz.: Şemseddin Sâmi (agy): "Bir köşeye çekilme, çekilip
karışmama, dünyadan münkatı olma."; Devellioğlu (agy): "1.
Bir köşeye çekilme, çekilip hiçbir işe karışmama. 2. Dünya işlerinden
vazgeçme"; Muallim Naci (Muallim Naci, "inziva", Lügat-ı
Naci, Asır Matbaası Mücellithane ve Kitaphanesi, İstanbul 1366. s.
160. E-nüshası için bkz: https://archive.org/stream/lgatnaci0001na#page/n5/mode/1up)
[Erişim: 10/07/2014]: "Çekilip bir bucakta oturmak, zaviye nişin
olmak".
[118]
Weber'in tanımladığı asketik ve mistik inziva, çilecilite benzerdir; ancak
birbirinden farklı durumları karşılar. Sosyolojik inziva ise bu ikisine göre
daha derin karşıtlıklar içerir. Çünkü sosyolojik inzivada birey, dünyasal
yaşamın içinde kalarak entelektüel anlamda dünya içi bir inziva yaşar. Mistik
ve asketik inzivada ise birey, dünyadan tamamen el etek çekerek, dünyayla
ilişkileri minimal düzeye indirilmiş ya da Weber'in deyişiyle "(...)
sindirilmiş alçak gönüllülük, en aza indirilmiş eylem, dünyada varla yok arası
bir yer alış[la]."* konumlanır. Weber, "mistik"
özne için bu tutumun nedenini şöyle açıklar: "Tanrı'nın
konuşabilmesi için kul susmalıdır.". Koytak'ın inziva anlayışının
bir yönünü de "Yeter ama yeter, ölüler için de, diriler için de!
/Ayıp, çünkü bakın, / Tanrı konuşmak için /Sizin susmanızı bekliyor. "** çıkışı
oluşturur. Ancak Cahit Koytak'ın inziva önerisinde temel amaç mistik ya da
asketik bir çilecilikle Tanrı'ya ulaşmak değil, bireyin entelektüel inziva
aracılığıyla kendi bireyliğini / neliğini keşfederek Tanrı'ya ulaşmasıdır. Bir
başka fark da münzevinin bilinç düzeyi ve kimliği ile ilgilidir. Weber'e göre
inzivaya çekilmiş mistik/asketik özne, edinilmiş ritüeller gereği, susarak
Tanrı'nın kendiyle konuşmasını uman mistik bir "tip", Cahit Koytak'a
göre ise bu özne, "birey"liğinin farkında bir karakterdir. *Max
Weber, Sosyoloji Yazıları, VI. b., Çev.: Taha Parla, İletişim
Yayınları, İstanbul 2004, s. 415.; **Cahit Koytak, "Ben Yokum, Beni
Karıştırmayın!", Taraf, (20/06/2011).
[119] Cahit
Koytak, " ‘Cahit Koytak: Şiiri, Hep Fonunda Sessizlikten ve Derin Bir
Mavilikten Başka Bir Şeyin Görünmediği Bir Çift Büyük Beyaz Kanat İmajı ve O
Kanatların Hışırtısı Olarak Düşünmüşümdür.' ", Hece, S.
82, (Ekim 2003), s. 70.
[120]
agm.
[121] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak'a Soru Sormak",
http://www. haberkultur.
net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
17/01/2013].
[122] Sakarya
Valiliği ve Sakarya İl Kültür Müdürlüğü organizasyonunda düzenlenen "IX.
Sapanca Şiir Akşamları", 25, 26, 27 Haziran 2009, Sakarya / Sapanca.
[123] Musa
İğrek, "Cahit Koytak Okumak Tehlikelidir", Cuma [Zaman gazetesi
cuma eki], tehlikelidir_863326.html [Erişim:
10/02/2013].
[124] "Sıradanlığın
Metafiziği", ÖÇ, s. 53.
[125] "Yergici
Lucas'ın 'Gecikmiş Şair ve Gecikmiş Kitap' Üzerine İğnelemeleri", YŞKI, s.
259.
[126] "Beni
Burada Bırak", İA, s. 170.
agş., s.
171.
"Taş
Gibi Katı", ÖÇ, s. 371.
[129] Cahit
Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, III. Dönem, S. 5,
(Şubat 1970), ss. 56, 57, 58.
[130] İlk
şiirinin yayımlanma serüveni için bkz.: Tezin ikinci bölümündeki "Yayın
Faaliyeti: Başsayfa Şairi" başlığı.
[131] Cahit
Koytak, Editöryal, "Ruhun Haritaları", Dergâh, C.
II, S.13, (Mart 1991), ss. 3- 6.
[132]
Mehmet Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım:
http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin-edebiyat-dunyasi-
2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim: 31/12/2013].
[133] Mahmut
Feyzi, "Cahit Koytak ile Söyleşi", İstanbulBirNokta, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 2, 3.
[134] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak'a Soru Sormak",
http://www. haberkultur.
net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
17/01/2013].
[135] "Yaşlı
Şairden Dergi Editörüne", YŞKIII, s. 285.
[136]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012]
[137] Kur'an-ı
Kerim, Secde 32 / 9: "sonra ona (yaratılış) amacına uygun bir
şekil verip Kendi ruhundan üfler; ve (böylece, ey insanoğlu,) sizi hem işitme
ve görme (melekeleri) hem de düşünce ve duygularla donatır, (Buna rağmen) ne
kadar da az şükrediyorsunuz!". [Muhammed Esed, Kur’an
Mesajı -Meal- Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız
Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009, s.
1004.] Ayrıca bkz.: Kur'an-ı Kerim, Hicr 15 / 29; Sâd 38 / 72.
[138] "Yol
Arkadaşı III", ÖÇ, s. 130.
[139] "Yaşlı
Şairden Genç Şaire", YŞKII, s. 251.
[140] "Genç
Şair ve Gölgesi" YŞK II, s. 254.
[141] agş.,
s. 254.
[142] agş., YŞKII, ss.
252, 253.
[143] Cahit
Koytak, "Münzevinin Aynaları XII", Taraf, (08/08/2011).
[144] Cahit
Koytak, " 'Şuâra' ", Taraf, (01/10/2012). Dil ve
üslup bakımından Bektaşi nefeslerinin pastişi olan şiirde "münzevi"
mahlası aşağıda alıntılanan bağlamda geçer:
" (...)
Azrail ebe
anamız,
musâlla
beşik sefamız;
mevtimiz
aşık gassal
yuması
haktır bizim.
Yolların
tozu dumanı,
düşenin ah u
amanı,
yitik
kuzuların çobanı,
cümlesi
aşktır bizim.
Zor
Münzevi’nin işleri,
uzlette
yaşar mahşeri
iki vadide
de çağıldar,
suyumuz
paktır bizim."
[145] "Kalk
Yürü", YŞKI, s. 45.
[146] "Cihangir", YŞKII, s.
132.
[147] "Şöhret,
Gün Gelir...", YŞK II, s. 336.
[148] "Oruç
Üstüne Oruç", YŞKII, s. 337.
[149] "Suyun
Kıyısı", YŞKII, ss. 16,1 7.
[150] "Evsizin
Mezmuru", YŞKII, s. 205.
[151] Ali
Koca, "Yeni Başlayanlar İçin Cahit Koytak", Cuma [Zaman gazetesi
cuma eki], (17/06/2011). E-nüsha için bkz.: http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1147799 [Erişim:
11/10/2011].
[152] Cahit
Koytak, "Ben Yokum, Beni Karıştırmayın!", Taraf, (20/06/2011).
[153]
Sanatçının susmasının estetize bir eylem ve çilecilik bağlamında eleştirel bir
tavırla değerlendirilmesiyle ilgili olarak bkz.: Susan Sontag, "Susmanın
Estetiği", Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, IV. b., Metis
Yayınları, İstanbul 2013.
[154] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak'a Soru Sormak", http://www.haberkultur.net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.html
[17/01/2013].
[155] Cahit
Koytak, " 'Cahit Koytak: Şiiri, Hep Fonunda Sessizlikten ve Derin Bir
Mavilikten Başka Bir Şeyin Görünmediği Bir Çift Büyük Beyaz Kanat İmajı ve O
Kanatların Hışırtısı Olarak Düşünmüşümdür.' ", Hece, S.
82, (Ekim 2003), s. 70.
[156] Bs.
[157] Koyu
harflerle yapılmış vurgulamalar tarafıma aittir.
[158] Nurettin
Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2C12), s. 14. Not: Cahit Koytak, bu mektupla
birlikte Durman'a kendi şiir anlayışını dile getiren bir de şiir gönderir.
"Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa..." YŞKIII, s.
386.
[159] Cahit
Koytak, " ‘İlk Atlas’a Bir Mektup ve Bir Şiir / ‘Ağaca, Rüzgâra, Yağmura
Poetikaları Sorulsa...’ ", Kitap Zamanı, S. 61, (7 Şubat
2011), s. 12.
[160] Mahmut
Nedim Hazar, "Yeni Başlayanlar İçin Cahit Koytak", Zaman, (20/06/2010).
Makalenin e- nüshası için bkz.: http://www.zaman.com.tr/mahmut-nedim-hazar/yeni-baslayanlar-icin-cahit-Cahit Koytak_1148786.html
[Erişim: 11/09/2011].
[161] "Yaşlı
Şairden Şair Bayana", YŞKII, s. 295.
[162] "Yaşlı
Şairden Daha Genç Bir Şaire", YŞKI, s. 261.
[163] "Yerin
Kabuğu Göğün Dudağı", ÖÇ, s. 208.
[164] Cahit
Koytak, "Annemin Başucunda", Taraf, (29/03/2010).
[165] Cahit
Koytak, "Günlük Hayat", Taraf, (18/10/2010).
[166] agş-
[167] "Oyuncunun
Bir Günü", ÖÇ, s. 100.
[168] "Sabahın
Erken Saatlerinde", YŞKII, s. 277.
[169] agş.,
s. 277.
[170] "Usta
& Çırak", YŞKIII, s. 32.
[171] Cahit
Koytak, "Günlük Hayat", Taraf, (18/10/2010).
[172] "Komşular", ÖÇ, s.
429. Bu şiire esin veren "bababula ağacı" için bkz.: Tezin
"Ekler" bölümündeki "Fotoğraflar".
[173] "Yol
Arkadaşı III", ÖÇ, s. 129, 130.
[174] Şiirlerinde
sıklıkla yer alan yürüme pisti "Mavi Çam Sokağı" ("Yağmurda
Kitap Okuyan Adam" YŞKII, s. 128) için bkz.: Tezin
"Ekler" bölümündeki "Fotoğraflar". Şiirlerde sıkça anılan,
şairin her gün düzenli olarak yürüdüğü parkur, Atatürk büstünden başlayarak
Orkide Sokak'a kadar park boyunca devam eden caddedir.
[175] "Yol
Arkadaşı I", ÖÇ, s. 121.
[176] agş.,
s. 121.
[177] "Cazın
Rengi [II. Epizot]", CAZ, s. 240.
[178] "Yağmurda
Kitap Okuyan Adam", YBİM, s. 65.
[179] Cahit
Koytak, "Melankoli [I. Epizot]", Taraf, (29/11/2010).
[180] "İkiz
Ruhlar", YŞKIII, s. 192.
[181] Örneğin
bkz.: "2. Ayin" CAZ, s. 303) şiirinin sonundaki not.
[182] Cahit
Koytak, "Kitaplı Adam", Taraf, (14/02/2011).
[183] Cahit
Koytak'ın kendi "yerine konuşmaya" razı etmeye çalıştığı ney için
bkz.: Tezin "Ekler" bölümünde "Fotoğraflar".
[184] "Kendi
Kendine Ney Dersi, Kaval Dersi, Klarinet Dersi", YŞKI, s.
40.
[185] agş.
[186] agş.
[187] "Yaşlı
Şairden R. M.'e", YŞKII, s. 217.
[188] "Homopoeticus
[XV. Epizot]", YŞKIII, s. 248.
[189] Cahit
Koytak'ın piyano çalmayı öğrenmek için üzerinde çalıştığı piyano için bkz.:
Tezin "Ekler'
[190] "Diabetes
Mellitus: İnsulin noksanlığına bağlı olarak gelişen bir karbonhidrat
metabolizmasında bozukluk şeklinde ortaya çıkan bir hastalık, şekerli
diyabet.".
Bkz.: http://www.tipterimlerisozlugu.com/diabetes.html [Erişim:
04/08/2014].
[191] Cahit
Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi. Ayrıca
bkz.: Bütün kitaplarının künye sayfaları.
[192] Cahit
Koytak, "Daibetes Mellitus ya da Bana İnen Melek [I.-XXVIII.
Epizotlar]", İstanbul BirNokta, S. 112, (Mayıs 2011), ss.
7-26.
[193] agş.,
ss. 10, 11.
[194] Cahit
Koytak, "Sol Gözle Yazılanlar", Taraf, (24/12/2012).
[195] Cahit
Koytak, "Sol Gözün Yalnızlığı", Taraf, (24/12/2012).
198 "Homopoeticus [XII. Epizot]", YŞKIII, s.
243.
"Kurtlar
İçin Kuzular İçin", İA, s. 155.
"Cazın Rengi [II. Epizot]", CAZ, s. 240.
" 'Şiir
ve Hayat' ", YŞKII, s. 135.
"Dünya
Evi", YŞK II, s. 136.
"Dünya
Evi", YŞK II, s. 136.
"Mum
Ayin", ÖÇ, s. 222.
agş.
[204] Frantz
Fanon, Peau noire, masques blancs, Editions du Seuil, Paris
1952.
[205] Frantz
Fanon, Siyah Deri Beyaz Maske, Çev.: Cahit Koytak, Seçkin
Yayınları, İstanbul 1988 (2. b., Versus Kitap, İstanbul 2009).
[206] Bkz.: http://www.tyb.org.tr/tybodulleri/84-1.html [Erişim:
20/03/2013].
[207] Cahit
Koytak'a sunulan fahri doktora derecesi belgesi ve ekinde yer alan gerekçe
metni. Not: Cahit Koytak'a fahri doktora belgesi sunumunu gösteren fotoğraf
için bkz.: Tezin "Ekler" bölümü.
[208]
Cahit Koytak, Yeni Şafak’ın kitap eki Yeni Şafak Kitap’ta
Sezai Karakoç hakkında yapılan "Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat
İdesi" konulu soruşturmaya verdiği yanıtta Karakoç’la ne zaman tanıştığını
tam olarak hatırlayamadığını belirtmiştir: "Sezai Karakoç’la,
yanlış hatırlamıyorsam, 1968 ya da 69’da, öğrencilik yıllarımda tanışma onuruna
eriştim."*. Ancak Cahit Koytak’la daha sonra yapılan görüşmelerde
ve Diriliş dergisinin ilgili sayıları üzerinde yapılan
incelemelerde bu tarihin Ocak 1970 olduğu saptanmıştır. *(Cahit Koytak,
"Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat İdesi -‘Güvercin Besleyen Adam’-
", Soruşturan: Editöryal, Yeni Şafak Kitap, S.14, Şubat
2007, s. 9.)
Bu
tanışmanın ayrıntıları için bkz.: Tezin "1. Hayatı: 'göğe tırmanan
yolda'" bölümünün "1. 2. Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde: İstanbul ve
Fakülte Yılları" başlığı.
[209]
Cahit Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, III. Dönem, S.
5, (Şubat 1970), ss. 56, 57, 58.
[210]
Cahit Koytak, "Şiirle Medeniyet Arasındaki Sanat İdesi -‘Güvercin Besleyen
Adam’- ", Soruşturan: Editöryal, Yeni Şafak Kitap, S.14,
Şubat 2007, s. 9.
[211]
Mehmet Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım: http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin- edebiyat-dunyasi-2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim:
31/12/2013].
[212]
Şiirin süreli yayındaki tam metni için bkz.: Tezin "Ekler" bölümü.
[213] Tanzimat’tan
Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, C. II., Yapı Kredi Yayınları, II.
b., İstanbul 2003, s. 618.
[214]
Arslan Tekin, Edebiyatımızda İsimler ve Terimler, Bilgeoğuz
Yayınları, IV. b., İstanbul 2010, s. 670.
[215]
İhsan Işık, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan
Yayınları, C. VI, II. b., Ankara 2007, s. 2258.
[216]
Contemporary Poetry From Turkey Catalogue - Frankfurt Book Fair 2008-, Editor: Metin Celal, The Republic of Turkey
Ministry of Culture and Tourism General Directorate of Libraries and
Publications, İstanbul 2008, s. 15.
[217]
Örneğin: http://www.kultur.gov.tr/EN,38293/Cahit
Koytak-cahit.html [Erişim: 05/02/2014].; http://eskieserler.com/YazarDetay.asp?LID=AR&ID=1671 ;
[Erişim: 05/02/2014].
[218]
Cahit Koytak’ın 1970’ten günümüze süreli yayınlarda yer alan bütün şiirleri
için bkz.: "Ekler" bölümü, "Süreli Yayınlarda Yayımlanan Şiirler
Tablosu".
[219]
Mehmet Nuri Yardım, "Şiirin Hudutlarını Zorlayan Sanatkâr, Cahit
Koytak...", Hece, S. 106, (Ekim 2005), ss. 212-124.
Röportajın e-nüshası için bkz.: "Cahit Koytak’ın Edebiyat Dünyası",
Röportaj: Mehmet Nuri Yardım:
http://mehmetnuriyardim.com/yazilarim/dergi-yazilarim/cahit-Cahit
Koytakin-edebiyat-dunyasi-
2/#.UvC0uz1_tOJ [Erişim: 31/12/2013].
[220]
agr.
[221]
Cahit Koytak, "Parmaksız Evliya, Karanlık ve Şeytan", Diriliş, III.
Dönem, S. 6, (Mart 1970), ss. 52-59.
[222]
Cahit Koytak, "Bir Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar", Diriliş, III.
Dönem, S. 7, (Nisan 1970), ss. 109, 110.
[223]
Cahit Koytak, "Elişinden Kanatlarla / Pasin’de", Diriliş, III.
Dönem, S. 15, (31 Aralık 1970), ss. 3032.
[224]
Cahit Koytak, "Ölümün Ansızın.", Diriliş, III.
Dönem, S. 16, (31 Ocak 1971), s. 27.
[225]
Turan Karataş, "Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç", Kaknüs
Yayınları, İstanbul 2000.
[226]'Kriter dergisinin yayın politikası ve M. Said Çekmegil
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Metin Önal Mengüşoğlu, "Bilge Terzi M.
Said Çekmegil", Beyan Yayınları, İstanbul 2009.
[227]
Cahit Koytak, "Memurun Ölümü", Kriter, S. 40, (Şubat
1984), s. Kapak sayfası. Bu şiir daha sonra, şairin 1990’da yayımlanacak olan
ilk şiir kitabı İlk Atlas’ın beşinci bölümünün son şiiri olarak
-dize düzeyinde çeşitli küçük değişikliklerle- kitapta yer alacaktır iA,
s. 117.
[228]
Derginin kapağı ve şiirin özgün tam metni için bkz.: Tezin "Ekler"
bölümü.
[229]
Cahit Koytak, "Futbol Oynayan Çocuklar", "Sokak Oğlanlarının
Sivri ve Hain Yüreklerine Sığacak Kadar Küçük Küçücük Kızların
Güneşi", Yönelişler, S. 33-36 (tek cilt halinde), (Aralık
1984), ss. 5-7. 1978 yılında yazılan "Futbol Oynayan Çocuklar"
dergideki yayımından altı yıl sonra "İlk Atlas"ta aynı adla ve dize
düzeyinde kimi değişikliklerle yayımlanır iA, s. 10.
[230]
1976'da yazıldıktan sekiz yıl sonra süreli yayında "Sokak Oğlanlarının
Sivri ve Hain Yüreklerine Sığacak Kadar Küçük Küçücük Kızların Güneşi"
adıyla yayımlanan şiir, kitapta "Sokağın Küçük Oğlanları Küçük
Kızları" adı ve "Küçük Kızların Güneşi" alt başlığıyla
yayımlanmıştır. Şiir, kitaba alınırken iki yerinde dize düzeyinde değişikliğe
uğramıştır İA, s. 207.
[231]
Cahit Koytak, "Sevgili Hayâlet", "Biraz Kum ve Rüzgâr",
"Avra", Yönelişler, S. 45, (Nisan 1990), ss. 6, 7.
Bu şiirlerin üçü de aynı yılın sonlarına doğru yayımlanacak "İlk
Atlas"ta aynı adla yer alacaktır (künyedeki sırayla, "İlk
Atlas"ta : s. 18; s. 9; s. 175. "Sevgili Hayalet", yazım ve dize
değişikliğiyle; "Biraz Kum ve Rüzgâr" ile "Avra" ise hiçbir
değişikliğe uğramadan aynı yayın içinde kitaplaşmıştır.
[232]Kelime dergisinin
ortaya çıkışı ile ilgili bir söyleşide Metin Önal Mengüşoğlu derginin doğuşunda
kendi rolünü "Kelime ’nin hem isim hem de fikir babası
bendim" sözleriyle özetlemektedir. Daha geniş bilgi için bkz.:
Mengüşoğlu Metin Önal, "İlk Göz Ağrım ‘Kelime’ ", Haksöz, S.
226, (Ocak 2010). Derginin e-nüshası için bkz.:http://www.haksozhaber.net/okul/issue.php?id=234 [Erişim:
31/12/2013].
[233]
Nurettin Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 13.
[234]
Cahit Koytak, "Kısa Abbasi Tarihi", Kelime, S. 13,
(Temmuz 1987), ss. 24, 25, 26.
[235]
Cahit Koytak, "Gemi Şiirleri I", Kelime, S. 15,
(Temmuz 1987), ss. 12, 13.
[236]
Cahit Koytak, "Mezmurlar / Eyyüb Eyyüb’ü Bekliyor", Kelime, S.
16, (Ekim 1987), ss. 13, 14.
[237]
Şaban Abak, " ‘İlk Atlas’ın Irmakları", Dergâh, C.
II, S. 15, (Mayıs 1991), ss. 10, 11.
[238]
_
agm.
[239]
Cahit Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi.
[240]
Cahit Koytak, "Cahit Zarifoğlu İçin Dört Şiir: ‘Bir Prens Olduğun Belliydi
İki Kanadını Verdin Üç Arkadaşa’, ‘Filmin Banyosu’, ‘Orda Otlar Nasıl ve
Çiçekler Nasıl’, ‘Duman Çıkaran Ağaç’", Yedi İklim, S. 7,
(Eylül 1987), ss. 6, 7, 8.
[241] Dergide
yayımlanmayan ve yine Zarifoğlu’na ithaf edilen bir başka şiir "Cahit
Zarifoğlu İçin Beşinci Şarkı", "İlk Atlas"ın Timaş Yayınları
tarafından yapılan ikinci baskısının "Ekler" bölümünde İA, s.
242), ve yine aynı yayınevi tarafında yayımlanan "Yoksulların ve Şairlerin
Kitabı"nın ikinci cildinde YŞKII, s. 107) yayımlanmıştır.
[242]
Cahit Koytak, "Son Osmanlı", Yedi İklim, S. 8, (Ekim
1987), ss. 2, 3.
[243]
Cahit Koytak, " ‘Tüccarın Günlüğünden / Bugün Kimse Aramasın Beni Sayım
Var Dükkân Kapalı’, ‘II / Satıcının Ölümü / Kanlı Metre’, ‘III / Son Müşteri’
", Yedi İklim, S. 9, (Ekim 1987), ss. 2, 3, 4.
[244]
Cahit Koytak, "Büyük Anneler İçin Kaside", Yedi İklim, S.
10, (Aralık 1987), ss. 2, 3.
[245]
Cahit Koytak, "Bir Halayığın Parıldayan Göz Yaşları", Yedi
İklim, S. 11-12, (Ocak-Şubat 1988), ss.
2, 3.
[246]
Cahit Koytak, "Daktilo Kızın Ölümü Üzerine Caz İçin Nihavent ", Yedi
İklim, S. 13, (Mart 1988), s.
4.
[247]
Şaban Abak, " ‘İlk Atlas’ın Irmakları", Dergâh, C.
II, S. 15, (Mayıs 1991), ss. 10-11.
[248]
Cahit Koytak, "Poesie Demoniac", Yedi İklim, S. 14,
(Nisan 1988), s. 3.
[249]
Cahit Koytak, "Asansörde Birden İsa", Yedi İklim, S.
15, (Mayıs 1988), ss. 7, 8.
[250]
Cahit Koytak, "Nuh’a Gemi Resimleri I, II, II, IV, V, VI", Yedi
İklim, S. 16, (Haziran1988), ss. 2-6.
[251]
Cahit Koytak, "Üç Ortaçağ Resmi / ‘Affinitees’ / ‘Fecundation’ /
‘Metamorphose’ ", Yedi İklim, S.
17 / 18, (Temmuz - Ağustos 1988),
ss. 4-7.
[252]
Cahit Koytak, "Kalk Yürü", Yedi İklim, S. 33,
(Aralık 1992), s. 39.
[253]
Bu sayılar sırasıyla: S. 7, 8, 9, 10, 11-12 (tek cilt halinde), 13, 14, 15, 16,
17-18 (tek cilt halinde), 33.
[254]
Cahit Koytak’ın başsayfa şairi olduğu şiirle başlayan sayılar: 8, 9, 10, 11, 12
ve 16. sayılardır.
[255]
Orhan Okay, "Çavuşoğlu’nun Divanları Arasında", Yedi İklim,S.
17-18, (Temmuz-Ağustos 1988), ss. 2, 3, 4.
[256]
Cahit Koytak şiirlerinin ilk şiir olarak yer aldığı sayılar: 7, 13, 14, 15,
17-18 ve 33. sayılardır.
[257] Defter
"-Edebiyat - Tarih - Politika - Felsefe-, S. 1, (Ekim-Kasım
1987), s. Kapak sayfası.
[258]
Cahit Koytak, "Şanlı Tarihi Gericiliğin / I. Bireyciliğin
Ölümü", Defter, S. 11, (Kasım-Ocak 1990), ss. 129, 130,
131.
[259]
Cahit Koytak, "Virginia Woolf’un Dama Taşları",
"Homeless", Defter, S. 41, (Yaz 2000), ss. 76-81.
[260] Cahit
Koytak, "Paralı Asker Ksennias’tan Atinalı Şaire Mektup (M. Ö. 399)",
"Harranlı Müneccim", "Bağdatlı Şair", S. 41, (Sonbahar
2000), ss. 62-71.
[261]
Cahit Koytak, "Taşralı Uzak Akraba", "Cennetin Tavan Resimleri
(I)", Defter, S. 43, (Bahar 2001), ss. 36-38.
[262]
Cahit Koytak, "Cennetin Tavan Resimleri (II) / Bundeslade", Defter, S.
45, (Kış 2002), ss. 95, 96, 97.
[263]
Cahit Koytak, "Cennetin Tavan Resimleri (III) -22. yüzyılda gündelik
hayat-", Defter, S. 45, (Kış 2002), ss. 98, 99.
[264] Dergâh
-aylık edebiyat-sanat-kültür dergisi-, C.I, S. 1, (Mart 1990), s.
Kapak sayfası.
[265]
Cahit Koytak, "Beyler de Kalkar", Dergâh, C. I, S.
3, (Mayıs 1990), s. 4.
[266]
Süreli yayındaki orijinal metne ait özgün yazımlar aynen korunmuştur.
[267]
Cahit Koytak, " ‘Şiir’in Bugünki Meseleleri / Falan Filan Yahut ‘Sıkışmak
Buz Altında’ ", Dergâh, C. I, S. 5, (Temmuz 1990), s. 5.
[268]
Cahit Koytak, "Büyük Sözler", Dergâh, C. I, S. 9,
(Kasım 1990), s. 3.
[269]
Cahit Koytak, "Dante Alighieri’nin Ateşten Çıkarılışı", Dergâh, C.
I, S. 10, (Aralık 1990), s. 3.
[270]
Cahit Koytak, "Avluda Oturan Şizofrenler I / II / III", Dergâh, C.
I, S. 12, (Şubat 1991), ss. 4, 5.
[271]
Cahit Koytak, Editöryal; "Ruhun Haritaları", Dergâh, C.
II, S.13, (Mart 1991), ss. 3- 6.
[272]
On üçüncü sayısında bir Cahit Koytak röportajı yayımlayan dergi, on beşinci
sayıda hem bir Cahit Koytak şiirini kapaktan yayımlayacak hem de Cahit Koytak
şiiri üzerine bir inceleme yazısına sayfalarında yer verecektir: Şaban Abak,
" ‘İlk Atlas’ın Irmakları ", Dergâh, C. II, S. 15,
(Mayıs 1991), ss. 10, 11. Not: Cahit Koytak’tan şiir talep edilen bundan
sonraki sayılarda Cahit Koytak’ın şiiri genellikle kapak sayfasında okurla
buluşacaktır.
[273]
Cahit Koytak, "Çırak", Dergâh, C. II, S. 15, (Mayıs
1991), s. Kapak sayfası.
[274]
Cahit Koytak, "Sipahî", Dergâh, C. II, S. 16,
(Haziran 1991), s. 3.
[275]
Cahit Koytak, "Padişeh", Dergâh, C. III, S. 26,
(Nisan 1992), s. Kapak sayfası.
[276]
Cahit Koytak, "Suda Eriyen Çinli", Dergâh, C. III,
S. 27, (Mayıs 1992), s. 3.
[277]
Cahit Koytak, "Praglı Adam", Dergâh, C. III, S. 28,
(Haziran 1992), s. Kapak sayfası.
[278]
Cahit Koytak, "Krokodil", Dergâh, C. III, S. 29,
(Temmuz 1992), s. Kapak sayfası.
[279]
Cahit Koytak, "Ha Derviş Ha Derviş", Dergâh, C. III,
S. 31, (Eylül1992), s. 3.
[280]
Cahit Koytak, "Haller I", Dergâh, C. V, S. 58,
(Aralık 1994), s. 3.
[281]
Cahit Koytak, "Çobanını Kapında Tutuyorsun Öyle mi?", Dergâh, C.
XII, S. 141, (Kasım 2001), s.
2.
[282]
Cahit Koytak, "Tapınak", Dergâh, C. XII, S. 142,
(Aralık 2001), s. 1.
[283]
Cahit Koytak, "Gül Sepeti", Dergâh, C. XII, S. 143,
(Ocak 2002), s. 3.
[284]
Cahit Koytak, "Elli Yaş Şarkısı I", Dergâh, C. XII,
S. 144, (Şubat 2002), s. 2.
[285]
Dölek Ali, "-İmgeler Dünyasında Gezintiler V- Günlük Hayatın Resmini Çizen
ve Valizinde Gittikçe Ağırlaşan Dünyadan Kaçan Şair: Cahit Koytak", Kayıtlar, S.
39, (Ocak 1994), ss. 31-36.
[286]
Cahit Koytak, "Huş Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum", Kayıtlar, S.
2, (Aralık 1990), ss. 13-19.
[287]
Şiirin adındaki "Asprin" sözcüğü, şiir kitaplaştırılırken
"Aspirin" biçiminde yazılmıştır.
[288]
Cahit Koytak, "Bir Avuç Dolusu Asprin İçen Kızlar İçin Kanto", Kayıtlar, S.
3, (Ocak 1991), ss. 3, 4.
[289]
Cahit Koytak, "Vahyin Gelişi", Kayıtlar, S. 6,
(Nisan 1991), ss. 3, 4, 5.
[290] Kaşgar
-Edebiyat Seçkisi-, C. I, S. 1, (Aralık 1997), s. Kapak sayfası.
[291] Kaşgar
-Edebiyat Seçkisi-, C. XX, S. 20, (Mart-Nisan 2001), s. Kapak sayfası.
[292]
Cahit Koytak, "Birkaç Mısra Tanrım.", "Taşralı Nebiler",
"Yolcu", Kaşgar, C. VII, S. 7, (Ocak 1999), ss. 4,
5; 6; 7.
[293]
Yayıncının şiirin dipnotuna iliştirdiği özür metni şu şekildedir: "Kaşgar’ın
Notu: Cahit Koytak’ın Taşralı Nebiler ve Yolcu isimli şiirlerini, altıncı
sayımızdaki anlamı bozan dizgi yanlışları nedeniyle
yeniden
yayınlıyoruz." Kaşgar, C.
VII, S. 7, (Ocak 1999), s. 7.
[294]
Şiirin dipnotundaki özür metni şu şekildedir: "Cahit
Koytak’ınBirkaç Mısra Tanrım... ’ şiirini, 7. Sayımızdaki bazı hatalardan
dolayı yeniden yayınlıyor, okuyucular ve şairimizden özür diliyoruz.".
Kaşgar, C. IX, S. 9, (Mayıs 1999), ss. 8, 9.
[295]
A. Can Yakın, "Radyoaktivite", Kaşgar, C. VIII, S.
8, (Mart 1999), ss. 43-47.
[296]
Cahit Koytak, "Demirci Çırağı", "Büyükbabalar İçin Gazel",
"Elli Yaşında Şiir", "Birkaç Mısra Tanrım.", Kaşgar, C.
IX, S. 9, (Mayıs 1999), ss. 5.; 6.; 7.; 8, 9.
[297]
Cahit Koytak, "Söz Kurdu", "Düşüş", Kaşgar, C.
X, S. 10, (Temmuz 1999), ss. 5.; 6, 7.
[298]
Cahit Koytak, "Oyun", "Yaşlı Adam ve Şiir" ile
"Melankoli", Kaşgar, C. XI, S. 11, (Eylül 1999), ss.
4.; 5.; 6, 7.
[299]
Bu şiir " ‘Nabi Avcı’ için" ithafıyla
yayımlanmıştır.
[300]
Cahit Koytak, "Mucize İstemeyen Ölü", "Mucize İstemeyen
Deli", "Mucize İstemeyen Âmâ", "Nevrotikler", Kaşgar, C.
XII, S. 12, (Kasım1999), ss. 4.; 5.; 6.; 7.
[301]
Bu şiir "Erhan Sökmen için" ithafıyla
yayımlanmıştır.
[302]
Cahit Koytak, "Ançüezli Şiir", "Genç Şair ve İlk Kitap",
"Çöp Toplayıcılar", Kaşgar, C. XIII, S. 13, ss. 13,
14.; 15.; 16.
[303]
Cahit Koytak, " ‘Batı Kapısı’ ", Anlayış, S. 21,
(Şubat 2005), s. 88.
[304]
Cahit Koytak, "Prolog", "Dülger", "Bedevi", Kaşgar, C.
XIV, S. 14, (Mart 2000), ss. 13, 14.; 15.;
16.
[305]
Cahit Koytak, "Münzevinin Aynaları", "Sipahi (II)",
"Kekeme", Kaşgar, C. XV, S. 15, (Mayıs 2000), ss. 5,
6.; 7.; 8.
[306]
Cahit Koytak, "Balçığa Üflenen Ruh", "Gözlemci",
"Meczup", Kaşgar, C. XVI, S. 16, (Temmuz 2000), ss.
7-13.; 14, 15.; 16.
[307] Bu
şiir "Mehmet Özhan ’a" ithafıyla yayımlanmıştır.
[308] Cahit
Koytak, "Ölüler İçin Reklam Arası", Kaşgar, C.
XVIII, S. 18, (Kasım 2000), ss. 14, 15, 16.
[309] Cahit
Koytak, "Vukuatsız Uyanmak", "Kırk Yaş Şarkıları / Dördüncü
Şarkı / Ölü Taklidi", "Beşinci Şarkı / Başka Uykulara Uyanmak",
"Altıncı Şarkı / Kayıp Mumyalar", Kaşgar, C. XIX, S.
19, (Ocak-Şubat 2001), ss. 6, 7.; 8.; 9-14.; 15-21.; 22-27.
[310] 21
Eylül 2009 tarihli Taraf gazetesindeki "Yoksullar ve
Siviller İçin Tezler" başlıklı köşesinde, Ramazan Bayramı’nın ikinci
gününde (2 Şevval 1430), bu şiir "Bayram Sabahı" adıyla başına
"Elif ile Betül’e, öpücük yerine..." ithaf epigrafi ile
yayımlanmıştır. Şiirin Taraftaki nüshasının altındaki tarihten
anlaşıldığına göre "Vukuatsız Uyanmak" adıyla Ocak 2001 ’de yazımına
başlanan bu şiir, aynı sene Kaşgar'da yayımlanmışsa da şiire
son şekli 19 Eylül 2009’da verilmiş; başlığı da yukarıda belirtildiği biçimde
değiştirilerek son haliyle yeniden yayımlanmıştır.
[311] Cahit
Koytak, "İlahi", "Varlığın Dilleri", "Yüzler ve
Kemikler", "Kırk Yaş Şarkıları / Yedinci Şarkı/Benlik mi, Yer altı
mı?", "Sekizinci Şarkı / Daha Derin Kazmalıyız, Daha Derin!",
"Dokuzuncu Şarkı / ‘Yeraltından Notlar’ ", "Onuncu Şarkı /
Merdivenin Dibinde, Zekânın Çiğ Işığında Varyete",
"Dipnotlar", Kaşgar, C. XX, S. 20, (Mart-Nisan
2001), ss. 10; 11, 12; 13, 14; 15, 16, 17; 18-21; 22, 23, 24; 25-29; 30, 31.
[312]
Sanatsal yapıtın ‘kurmaca’ gerçeğinin, nesnel gerçeklikten farklı bir gerçeklik
olduğunu vurgulayan ve kitapta yer almayan, ironi söylemiyle kurulmuş epigraf
şu şekildedir:
"Alay, sanatın şeytana rehinle borçlanmasıdır,
efendimiz,
Burada rehin,
bazen zeka, bazen estetik,
Bazen de
kişiliğin kendisidir;
Ve pek
tabii, çok defa üçü birden...
Sanatın
kendi kendisiyle alay etmesine gelince;
Buna da,
görünüşte, sanatın hileli iflası diyebiliriz belki;
Ama zevki selim sahipleri için, bunun
Gerçek
iflastan hiçbir farkı yoktur;
Çünkü sanatın zaten bütün işleri hilelidir, efendimiz,
‘Arasözler /
Güzel sözlerin Cini’ "
[313] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Arasözler (I)", "Kırk Yaş
Şarkıları / Günlük (25 temmuz)", Kaşgar, C. XXI, S. 21,
(Mayıs-Haziran 2001), ss. 11-14; 15-21.
[314] Cahit
Koytak, "Depresif Karınca", Kaşgar, C. XXVI, S. 26,
(Mart-Nisan 2002), ss. 7, 8, 9.
[315] Cahit
Koytak, "Keder de Olmasa.", Kaşgar, C. XXVII, S. 27,
(Mayıs-Haziran 2002), s. 7.
[316] Cahit
Koytak, "Yumruğun Kadar Küçük mü?", "Parmak Uçlarından mı
Başlar.", Kaşgar, C. XXVIII, S. 28, (Temmuz-Ağustos
2002), s. 7; 8.
[317] Cahit
Koytak, "İlhan Berk’i Yeniden Okurken.", "Rüzgâr mı Getirip
Yığmış.", "Evsizin Mezmuru", Kitap-lık, S. 27,
(Mayıs 2004), ss. 18; 19.
[318] Cahit
Koytak, Editöryal, "Cahit Koytak: ‘Şiiri, Hep Fonunda Sessizlikten ve
Derin Bir Mavilikten Başka Bir Şeyin Görünmediği Bir Çift Büyük Beyaz Kanat
İmajı ve O Kanatların Hışırtısı Olarak Düşünmüşümdür.’ ", Hece, S. 82,
(Ekim 2003), s. 68.
12 agm., s. 68.
[320] Cahit
Koytak, "Şiirden Soranlara...", Hece, S. 53 / 54 /
55, (Temmuz 2001), s. 526.
[321] Cahit
Koytak, "Sarf ve Nahiv Dersleri", Hece, S. 57, (Eylül
2001), ss. 4-7.
[322] Cahit
Koytak, "Sipahi III", "Kalp Müfrezesi", Hece,
S. 58, (Ekim 2001), ss. 20; 21-22.
[323] Cahit
Koytak, "Piyanist", Hece, S. 59, (Kasım 2001), ss. 21-22.
[324] Cahit
Koytak, "Solo Saksafon", Hece , S. 60, (Aralık
2001), ss. 5-10.
[325] Cahit
Koytak, " ‘Kusursuz’ ", Hece , S. 62, (Şubat 2002),
ss. 4-5.
[326] Cahit
Koytak, "Kuyu", Hece, S. 63, (Mart 2002), ss. 4-6.
[327] Cahit
Koytak, "Kuyu", Taraf, (26 Mart 2012), s. 6.
[328] Cahit
Koytak, "Güvercin Besleyen Adam ", Hece, S. 64,
(Nisan 2002), ss. 4-7.
[329] Cahit
Koytak, " ‘Güvercin Besleyen Adam’ ", Anlayış, S.
45, (Şubat 2007), s. 80, 81.
[330] Cahit
Koytak, "Ece Ayhan’ın Öldüğü Gün -13 Temmuz 2002-", "Zenon’un
Kaplumbağası", Hece, S. 68, (Ağustos 2002), ss. 4-5; 6-7.
[331] Cahit
Koytak, " ‘Kusursuz’ II", "Aşk da Vahşidir", Hece,
S. 69, (Eylül 2002), ss. 4; 5.
[332] Cahit
Koytak, "Sözcükler ve Simgeler", Hece, S. 70, (Ekim
2002), ss. 4-5.
[333] Cahit
Koytak, "Şarkı Sözleri / ‘Cennetin Arka Sokakları’ ", Hece, S.
71, (Kasım 2002), ss. 6-7.
[334] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / İmrül Kays’ın Kıskançlık Nöbetleri’ ",
"Yakarışlar Kitabı / Sen Bu Kırık Çömleğe.", Hece, S. 72,
(Aralık 2002), s. 8; 6-9.
[335] Cahit
Koytak, "Yakarışlar Kitabı / Ayışığı Şeftali Ağacının..",
"Şairler Kitabı / R. M. Rilke’nin Bitişik Oda Komşusu", Hece, S.
74, (Şubat 2003), ss. 4; 5-6.
[336] Cahit
Koytak, "Jonglör", Hece, S. 75, (Mart 2003), ss.
4-5.
[337] Cahit
Koytak, "Atlas", Hece, S. 76, (Nisan 2003), ss. 4-5.
[338] Cahit
Koytak, "Aklın Cennete Dönüşü", "Ay Işığında Buğday
Tarlaları", " ‘Şiir ve Hakikat’ ", Hece, S. 80,
(Ağustos 2003), ss. 4; 5; 6. Not: YŞK IIBte, YBİMde, ÖÇ’de ve DBŞ’de "Şiir
ve Hakikat" adlı farklı şiirler bulunmaktadır. Bu şiirler, süreli
yayındaki künyesi verilen yukarıdaki aynı adlı şiirle karıştırılmamalıdır.
[339] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / Hayyam’ın Bir Günü", Hece, S.
81, (Eylül 2003), s. 4.
[340] Cahit
Koytak, "Öyle Bir Sessizlik Olsun ki.", Hece, S. 82,
(Ekim 2003), s. 4.
[341] Cahit
Koytak, "Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa.", "Ortanca
Oğul Paris’te Udunu Çaldırır..", Hece, S. 83, (Kasım
2003), ss. 4-5; 6.
[342] Cahit
Koytak, " ‘İlk Atlas’a Bir Mektup ve Bir Şiir / ‘Ağaca, Rüzgâra, Yağmura
Poetikaları Sorulsa.’ ", Kitap. Zamanı, S. 61, (7 Şubat
2011), s. 12.
[343] Cahit
Koytak, "İşaretler", Hece, S. 84, (Aralık 2003), ss.
5-7.
[344] Cahit
Koytak, "Şiirin Gömülüşü", "Sipahi V", Hece, S.
86, (Şubat 2004), ss. 4; 5-6.
[345] Cahit
Koytak, "Köylüler", "Bir Rüya", Hece, S.
87, (Mart 2004), ss. 4; 5-6.
[346] Cahit
Koytak, "Virtüöz Ölüm", "Şairler Kitabı / Bizans",
"Kırkyaş Şarkıları / Yarıda Kesilen Konuşma", Hece, S.
88, (Nisan 2004), ss. 4; 5; 6-7.
[347] Cahit
Koytak, "Çiçekler İnsanlara Benzemiyorlar", "İki Şair",
"Kalk Şair", "Şairler Kitabı / Hayyam’ın Düğün
Sabahı", Hece, S. 89, (Mayıs 2004), ss. 6-7; 8; 9; 10.
[348] Cahit
Koytak, "Gece Gelen", " ‘Şiir ve Hakikat’ ", "Şiir
Gözleri", "Minarede Vurulan Müezzin", "İlhan Berk’i Yeniden
Okurken", Hece, S. 93, (Eylül 2004), ss. 4; 5; 6; 7; 74,
75.
[349] Cahit
Koytak, "Makedonyalı İskender ve Gece Nöbetçisi", "Şairler
Kitabı / Şeyh Galib’in Çıraklık Yılları", " ‘Şiir ve Hakikat’
", Hece, S. 94, (Ekim 2004), ss. 4, 5; 6; 7.
[350] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Kendini Gizleyen Kral", "Kırk Yaş
Şarkıları / Yol Arkadaşları", Hece, S. 95, (Kasım 2004),
ss. 4, 5; 6- 7.
[351] Cahit
Koytak, "Cehennemden Yükselen Neşideler / Cennette Sessizlik",
"Kırkyaş Şarkıları / ‘Şiir ve Hakikat’ ", Hece, S.
96, (Aralık 2004), ss. 4-6; 7.
[352] Cahit
Koytak, " ‘Tolstoy Üzerine Üç Şiir’ / Anna Karenina’nın Yaratılışı",
" ‘Tolstoy’un Portresi’ ", "Yaşlı Yalvacın Acıları", Hece, S.
98, (Şubat 2005), ss. 4-7; 8, 9; 10, 11.
[353]Cahit
Koytak, "Tsunami", "Kırkyaş Şarkıları Kitabı / Aforizmalar 1, 2,
3, 4", Hece, S. 99, (Mart 2005), ss. 4-6; 7, 8.
[354] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / ‘Beş Söğütlü Şair’ Tao Yuan-Ming (M.S. ? -
427)", "Kırkyaş Şarkıları / Meczubun Şarkısı", "Kırkyaş
Şarkıları / Günlük 4 Aralık", Hece, S. 100, (Nisan 2005),
ss. 4, 5; 6; 7, 8.
[355]Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / Bir Gogol Kahramanı", "Kırkyaş
Şarkıları / Meczubun Şarkısı", Hece, S. 101, (Mayıs 2005), ss.
4- 7; 8.
[356] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / Li Po (M.S. 700? - 762)", "Şairler
Kitabı / Endülüslü Saray Şairi", Hece, S. 102, (Haziran 2005),
ss. 6-8; 9.
[357] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / Şairler ve Yoksullar Bir Millettir",
"Şairler Kitabı / Fuzûlî’nin Bir Günü", Hece, S.
103, (Temmuz 2005), ss. 4; 5.
[358] Cahit
Koytak, "Şairler Kitabı / ‘Jaguar’ ", Hece, S. 106,
(Ekim 2005), ss. 4-10.
[359] Cahit
Koytak, "Neron’un ‘Bir Sanatçı Olarak’ Hikâyesi", Hece, S.
107, (Kasım 2005), ss. 4-8.
[360] Cahit
Koytak, "Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Prelüd", "Tarla Kuşunun
Doğaçlamaları / Bilgi Ağacına Konmuş Bir Şahin", "Tarla Kuşunun
Doğaçlamaları / Rüzgârla Yarışan Tazı", "Tarla Kuşunun Doğaçlamaları
/ Göçmen Kuşlar", "Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Avcı", Hece, S.
108, (Aralık 2005), ss. 5; 6; 7; 8; 9.
[361]
Cahit Koytak, "Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Koruluktaki Hayalet",
"Tarla Kuşunun Doğaçlamaları / Ayağı Tozlu Çerçi", Hece, S.
110, (Şubat 2006), ss. 20, 21; 22, 23.
[362] Cahit
Koytak, "Kırkyaş Şarkılar / Kule Yapanın Şarkısı", "Kırkyaş
Şarkılar / Kule Yıkanın Şarkısı", "Kırkyaş Şarkılar / Ölümle Oyun
Oynayanın Şarkısı", Hece, S. 111, (Mart 2006), ss. 13-
15;16; 17.
[363]Analyış, S.1, (Haziran 2003), s. Kapak sayfası.
[364] "Dosya:
Stratejik Hedef Avrupa", Anlayış, S. 20, (Ocak 2005), ss.
40-57.
[365] Cahit
Koytak, " ‘Sokağın Küçük Oğlanları, Küçük Kızları’ Kitabı /
‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri", " ‘Cehennemden Yükselen
Neşideler’ Kitabı / Cennette Şiir Gecesi", Anlayış, S.
20, (Ocak 2005), ss. 74; 75.
[366] "Dosya:
Küresel Finans Açmazı ve Türkiye", Anlayış, S. 21, (Şubat
2005), ss. 42-57.
[367] Prof.
Dr. Sabahattin Zaim, "Söyleşi: AB-Türkiye Bir Tereddüdün
Romanı", Anlayış, S. 21, (Şubat 2005), ss. 36-41.
[368] Cahit
Koytak, " ‘Batı Kapısı’ ", Anlayış, S. 21, (Şubat
2005), s. 88.
[369] Cahit
Koytak, "Terror Worldwide", Anlayış, S. 28, (Eylül
2005), s. 81.
[370]Cahit
Koytak, " ‘Geciken Ayin’ ", Anlayış, S. 29, (Ekim
2005), s. 79.
[371] Cahit
Koytak, " ‘Metafizik’ ", Anlayış, S. 30, (Kasım
2005), s. 94.
[372] Cahit
Koytak, " ‘Büyük Kundakçı’ ", Anlayış, S. 37,
(Haziran 2006), s. 21.
[373] Cahit
Koytak, "Gecikmiş Şarkılar Kitabı / -Şakir Kocabaş İçin- Günlük 4
Aralık", Anlayış, S. 40, (Eylül 2006), s. 85.
[374] Cahit
Koytak, "Güvercin Besleyen Adam", Hece, S. 64,
(Nisan 2002), ss. 4-7. (Bu nüsha şiirin ilk yayımıdır.)
[375] Cahit
Koytak, "Güvercin Besleyen Adam", Anlayış, S. 45,
(Şubat 2007), ss. 80, 81.
[376] Cahit
Koytak, " ‘Hepimiz Hrant’ız’ Bence Ne Demektir ", Anlayış, S.
46, (Mart 2007), s. 86, 87. Not: Bu şiirin ilk yayımı Agos gazetesinde
yapılmıştır. Şiir, bu gazetede yayımlanması ricasıyla Etyen Mahçupyan'a
gönderilerek Agos yazarı Mahçupyan'ın aracılığıyla ilk defa
Agos’ta yayımlanması sağlanır: Cahit Koytak, " ‘Hepimiz Hrant’ız’ Bence Ne
Demektir?", Agos, S. 567, (09/02/2007). Cahit Koytak’ın
şiirin yayımlanması için metnin başına iliştirdiği rica notu şu şekildedir:
"Değerli
Etyen Mahcupyan,
Sizinle tanışmıyoruz, ama ben, sizin topluma, siyasete
ilişkin derinlikli yazılarınıza; değişik kimlikler, değişik kostümler ve
maskeler altında, insanın, kendi yüzünü, kendi içini görmesini kolaylaştıran
ince, hatta çok defa şairce yaratıcı, şairce coşkulu analizlerinize çok şey
borçlu olduğunu düşünen okurlarınızdan biriyim. İlişikte, dostunuz Hrant Dink
için taziye dileklerimin ve derin acınızı paylaşma isteğimin bir ifadesi
olarak, o aziz insan için yazılmış ve onun değerli eşi Rakel Hanımefendi’ye
ithaf edilmiş, Hepimiz Hrant’ız başlıklı bir şiir bulacaksınız. Bu şiiri,
açıkça ifade etmem gerekirse, hem aynı toprağı, aynı dünyayı ve dolayısıyla pek
çok bakımdan aynı insanlık durumunu paylaşan bir birey olarak, hem de, İsa’yı
da, Musa’yı da, Muhammed’i de (hepsine selâm olsun) aynı gökçe öğretinin, yani
güç ve tahakküm karşısında insan onurunu ayakta tutmaya çağıran, bu ülküye
destek veren tek bir öğretinin habercileri, kardeş öncüleri olarak gören
bağımsız Müslüman kimliğinin Hrant Dink cinayetine bakışını ve bu saldırıyı
duygu planında kendi üzerine alınma biçimini yansıtması bakımından, Hrant
Dink’in dostlarına ulaştırmayı bir borç olarak telakki ettim.
Şiiri, eğer sizin için de anlamlı olacaksa, Hrant
Dink’in yakınlarına, dostlarına ve ona reva görülen bu kahpece saldırıyı kendi
üzerine alındığını düşündüğünüz acılı insanlara iletmenizin ve yine eğer
anlamlı olacağını düşünürseniz, onun Agos gazetesinde yayınını sağlamanızın
benim için büyük onur olacağını bilmenizi isterim. Saygılarımla. 28 Ocak
2007"
herTaraf
[Taraf gazetesi eki], 22/01/2011.
Ekin e-nüshası için bkz.:
http://www.taraf.com.tr/haber/hepimiz-hrant-iz-bence-ne-demektir.htm [Erişim: 09/06/2011].
[377] "Yaşlı
Şairden Dergi Editörüne", YŞKIII, s. 285.
[378] Cahit
Koytak, " ‘Filistinli Yusuf UEFA Maçlarını İzliyor’ ", "
‘Utangaç Entelijensiya Zincirlerini Saklıyor’ ", Anlayış, S.
62, (Temmuz 2008), s. 51.
[379] Cahit
Koytak, " ‘Sokağın Küçük Oğlanları, Küçük Kızları’ Kitabı /
‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri", Anlayış, S. 20, (Ocak
2005), s. 74.
[380] Cahit
Koytak, " ‘Güncellenmemiş’ Ekonomi Dersleri", Mor Taka, S.
2, (Yaz 2005), s. 3.
[381] Cahit
Koytak, "Keçisini Arayan Adam", Mor Taka, S. 4,
(Kış- Bahar 2006), ss. 6, 7.
[382] Cahit
Koytak, "Filozof", Türk Edebiyatı, S. 387, (Ocak
2006), s. 17.
[383] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları Kitabı / Eve Dönüş Şarkısı", "Dünya
Evi", Türk Edebiyatı, S. 388, (Şubat 2006), ss. 21, 22;
23. (Not: ÖÇ’deki "Dünya Evi", bu şiirle aynı adı
paylaşan farklı bir şiirdir.
[384] Cahit
Koytak, "Mumyacı Mozart", Türk Edebiyatı, S. 390, (Nisan
2006), ss. 18, 19.
[385] Cahit
Koytak, "Şair ‘Bugün’den Geçiyor, O ‘Ebedî Yoksunluk
Zamanı’ndan.", Türk Edebiyatı, S. 391, (Mayıs 2006), s.
19.
[386] Cahit
Koytak, "Hayyam’ın Gecesi", "Hayyam’ın Bir Günü",
"Hayyam’ın Sabahı", Türk Edebiyatı, S. 392, (Haziran
2006), ss. 14; 15; 15. [Not: Cahit Koytak’ın bireysel bakış açısı ve şair
duyarlığıyla çizdiği Ömer Hayyam portresi olarak değerlendirilebilecek bu üç
şiirden son ikisi, daha önce Hece ’de "Şairler Kitabı /
Hayyam’ın Bir Günü", "Şairler Kitabı / Hayyam’ın Düğün Sabahı"
adlarıyla yayımlanmıştır (bkz.: Tezin "Tablolar ve Grafikler"
bölümündeki "Süreli Yayınlarda Yayımlanan Şiirler Tablosu"); Türk
Edebiyatı dergisinin "İran Kültürü ve Biz" dosya konulu
sayısı münasebetiyle bu iki şiir, dergi editörünün talebiyle mükerrer olarak
yayımlanmıştır.]
[387] Cahit
Koytak, " ‘Divan-ı Kebir’ ", Türk Edebiyatı, S. 393,
(Temmuz 2006), s. 9.
[388] Cahit
Koytak, "Çarşı Pazar Gezerken", Türk Edebiyatı, S.
394, (Ağustos 2006), s. 27.
[389] Cahit
Koytak, "Viyanalı Ermiş’in İtirafları -Viyanalı Ermiş Tractatus Logico
Poeticus-", Türk Edebiyatı, S. 396, (Ekim 2006), ss.
14-18.
[390] Cahit
Koytak, "Manifesto", Türk Edebiyatı, S. 398,
(Aralık2006), ss. 10-12.
[391] Cahit
Koytak, "Homopoeticus", Türk Edebiyatı, S. 400,
(Şubat 2007), ss. 16-18.
[392] 80,
82, 85, 91, 93, 97, 100, 104, 112, 115 ve 126. sayılar.
[393]'İstanbul
BirNokta -Cahit Koytak Özel Sayısı-, S.
126, (Temmuz 2012), ss. 2- 36.
[394] Cahit
Koytak, "Yoksullar İçin İki Tez (I / II)", İstanbul BirNokta, S.
80, (Eylül 2008), s. 3.
[395] Cahit
Koytak, "Avarelik Yılları", İstanbul BirNokta, S.
82, (Kasım 2008), s. 5.
[396] Cahit
Koytak, "Yeni Başlayanlar İçin Metafizik", İstanbul BirNokta, S.
85, (Şubat 2009), s. 3.
[397] Cahit
Koytak, "Kozmik Ağaç", İstanbul BirNokta, S. 91,
(Ağustos 2009), s. 3. [Not: YBİM'de ve ÖÇ’de yer
alan "Kozmik Ağaç" adlı şiirler YBİM: s. 145 ve s.
283; ÖÇ: s. 151) aynı adı paylaşan farklı şiirlerdir.]
[398] Cahit
Koytak, "Halayık", İstanbulBirNokta, S. 93, (Ekim
2009), s. 3.
[399] Cahit
Koytak, "Kolay Sorular", İstanbul BirNokta, S. 97,
(Şubat 2010), s. 4.
[400] Cahit
Koytak, "İki Yolcu", İstanbul BirNokta, S. 100,
(Mayıs 2010), s. 10.
[401] Cahit
Koytak, "Oyunlara Dönüş", İstanbul BirNokta, S. 104,
(Eylül 2010), ss. 16, 17.
[402] Cahit
Koytak, "Diabetes Mellitus ya da Bana İnen Melek", İstanbul
BirNokta, S. 112, (Mayıs 2011), ss. 7-26.
[403] Cahit
Koytak, "Kısa Tarihi, Bluesun", İstanbul BirNokta, S.
115, (Ağustos 2011), ss. 4-6.
[404] Cahit
Koytak, "Morning of Hayyam", "Ağaca, Yağmura, Rüzgâra
Poetikaları Sorulsa.", "Evde Çalışanlar İçin Ayinler I", İstanbul
BirNokta, S. 115, (Ağustos 2011), ss. 12; 14, 15; 16. [Notlar:1.
"Morning of Hayyam", özgün adıyla "Hayyam’ın Sabahı" şiiri
İngilizceye Mustafa Burak Sezer tarafından aktarılmıştır. Bu şiirin özgün metni
daha önce Hece dergisinde (Cahit Koytak, "Şairler Kitabı
/ Hayyam’ın Düğün Sabahı", Hece, S. 89, (Mayıs 2004),
s.10.) ve Türk Edebiyatı dergisinin "İran Kültürü ve
Biz" dosyasında (Cahit Koytak, "Hayyam’ın Sabahı", Türk
Edebiyatı, S. 392, (Haziran 2006), s.15.) yayımlanmıştır. 2.
"Ağaca, Yağmura, Rüzgâra Poetikaları Sorulsa." şiiri Hece dergisinde
[Cahit Koytak, "Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa.", Hece, S.
83, (Kasım 2003), ss. 4-5.] ve Zaman gazetesinin kitap
eki Kitap Zamanı'nın 7 Şubat 2011 tarihli 61. sayısının
"Bir Kitabın Hikayesi" bölümünde yayımlanmak üzere şairden istenen
röportaja "münzevi şairin" yanıtı olarak yayımlanmıştır [Cahit
Koytak, " ‘İlk Atlas’a Bir Mektup ve Bir Şiir / ‘Ağaca, Rüzgâra, Yağmura
Poetikaları Sorulsa.’ ", Kitap Zamanı, S. 61, (7 Şubat
2011), s. 12.]. 3. "Evde Çalışanlar İçin Ayinler I" şiiri ise daha
önce Taraf gazetesinde yayımlanmıştır: Taraf, (25
Haziran 2012), s. 6.
[405]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012]
[406] Cahit
Koytak Söyleşisi:"Edebiyat Akşamları", Bursa Büyükşehir Belediyesi
Kültür AŞ., 26 Aralık 2012, Mahkeme Hamamı İbrahim Paşa Kültür Merkezi, Bursa.
[407] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak’a Soru Sormak", (31/12/2012),
http://www.
haberkultur. net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
03/01/2013].
[408] Abdullah
Güner, "Cahit Koytak Cevap Verdi!", (12/06/2009), http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1309 [Erişim:
22/09/2012].
[409] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak’a Soru Sormak", (31/12/2012),
http://www.
haberkultur. net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
03/01/2013].
[410]
Zeynep Sorgun, " ‘Bir Avuç Dolusu Aspirin Yutan Kızlar İçin Kanto’ Yazan
Güzel Adama", Ince’eleyen, S. 3, (Ocak-Şubat 2011), s.
16.
[411] Abdullah
Güner, "Cahit Koytak Cevap Verdi!", (12/06/2009), http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1309 [Erişim:
22/09/2012].
[412] Metin
Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 10.
[413] agm.,
s. 10.
[414] Cahit
Koytak, "Şiir ‘günlük gazete'ye Hulûl Ediyor", Taraf, (01/06/2009).
[415] agş.
[416]Abdullah
Güner, "Cahit Koytak Cevap Verdi!", (12/06/2009),
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1309 [Erişim: 22/09/2012].
[417] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak’a Soru Sormak", (31/12/2012),
http://www.
haberkultur. net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
03/01/2013].
[418]
Zeynep Sorgun, " ‘Bir Avuç Dolusu Aspirin Yutan Kızlar İçin Kanto’ Yazan
Güzel Adama", İnce’eleyen, S. 3, (Ocak-Şubat 2011), s.
16.
[419] Cahit
Koytak, "İşporta Tezgâhı", Taraf, (17/12/2012).
[420] Cahit
Koytak, "İşporta Tezgâhı", Taraf, (17/12/2012).
[421] Cahit
Koytak, " ‘Köşe Şairi’ ", Taraf, (05/07/2010).
[422] Cahit
Koytak, "Şiir Köşesi", Taraf, (17/12/2012).
[423] Cahit
Koytak, "Yüreğim Parmağımın Ucunda", Taraf, (28/09/2009).
[424] Sevan
Nişanyan, "Sansür", Taraf, (21/09/2009).
[425] Cahit
Koytak, "Prolog", Taraf, (05/10/2009).
[426] Cahit
Koytak, "İki sözcük: ‘Yoksul’ & ‘Zengin’ ", Taraf, (02/11/2011).
[427] Cahit
Koytak, " ‘Tsunami’ Bildirisi", Taraf, (09/11/2009).
[428] Bu
şiir "Ölüm Çare ya da Şen Maneviya"ta "Evde Çalışanlar İçin
Metafizik" bölümümün aynı adlı üçüncü şiirinin dördüncü epizodu olarak,
başına ithaf konulmadan yer almıştır.
[429] Yasemin
Çongar, Ayşe Sarıoğlu, "Sabah Ezanından Sonra Namaz Sırasında
Geldiler", "Üzerimize
Tükürdüler"
(04/06/2010); (05/06/2010). Şiire esin veren röportajın
e-nüshası için bkz.:
http://www.taraf.com.tr/yazilar/yasemin-congar/sabah-ezanindan-sonra-namaz-sirasinda- geldiler/11554/ ; http://www.taraf.com.tr/yazilar/yasemin-congar/uzerimize-tukurduler/11579/ [Erişim:
29/11/2013].
[430] Cahit
Koytak, "Nuh’a Gemi Resimleri (X)", Taraf, (06/06/2010).
Not: Taraf gazetesindeki yayımında "Nuh’a Gemi
Resimleri" dizisinin onuncu epizodu olarak tasarlanan bu şiirin altında
yer alan nottan şairin bu şiiri ileride yayımlamayı düşündüğü "Yoksullar
ve Siviller İçin Tezler" kitabında yer vermeyi planladığı anlaşılmaktadır.
Ancak tematik bütünlük açısından şiir "Nuh’a Gemi Resimleri" adlı
bölümü içeren "İlk Atlas"ın "Ekler" bölümünde "Nuh’a
Gemi Resimleri VII" adıyla - yedinci epizot olarak- (s. 243) yer almıştır.
[431] Cahit
Koytak, "Meyhanede Gül Dersi", (12/11/2012).
[432] Cahit
Koytak, "Cansıkıntısından oturup darbe planları yapan, asker, sivil bütün
generaller için dostça öneriler", Taraf, (16/06/2009).
[Bu şiirin gazetede yer alan nüshasının başlığında şiirin adıyla ilgili olarak
şu not yer almaktadır:
"*Şiirin
ismi, yalnızca "CANI SIKILAN GENERALLER İÇİN ÖNERİLER" olabilirdi.
Fakat ara sıra canları sıkılsa da, demokrasiye ve
hukuka bağlı kalan saygıdeğer generallerimize yönelmiş, kastedilmeyen anlamlar
çıkarılmasına meydan vermemek için, şiire, uzunlukta nerdeyse şiirin kendisiyle
yarışan böyle tatsız tuzsuz bir isim verilmek zorunda kalındı".
[433] Cahit
Koytak, "Göğe Merdiven Dayamak", Taraf, (20/02/2012).
[434] "hanım" sözcüğü
şiirin gazetede yayımlanan orijinal metninde italik olarak dizilmiştir. Sivilay
Hanım ile kastedilen yazar; Tarafta, Toplumsal Onarım ve
Siyasal Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı, Ruh
ve Sivil Hastalıkları Mütehassısı Dr. Sivilay Genç müstearını kullanarak,
kurmaca okurlardan gelen, genellikle güncel politikaya dair mizahi soruları
"Sivilay Abla" adlı köşesinde yine mizah söylemiyle yanıtlayan, Genç
Siviller grubunun sözcülerinden Turgay Oğur’dur.
[435] Cahit Koytak: "Güncellenmemiş Ekonomi Dersleri II: Küresel
Kriz", Taraf, (13/07/2009).
[436]
agş.
[437] Cahit
Koytak, " ‘Tsunami’ Bildirisi", Taraf, (09/11/2009).
[438]
agş.
[439] Cahit
Koytak, "Neşet Ömer Sokak No: 23’te Neler Oluyor?", Taraf, (29/04/2009).
[440] İlk
yayım sırasına göre Tarafta mükerrer olarak yayımlanan şiirlerden
ilki: "Annemin Başucunda" Taraf, (29/03/2010),
(10/10/2011). İkincisi: " ‘Wikileaks’ ya da Yitik Bellek", Taraf, (06/12/2010),
(21/03/2011); üçüncüsü: "Münzevinin Aynaları XII", Taraf, (08/08/2011),
(06/02/2012).
[441]Tara/’ta yayımlanan şiirlerin tam künyeleri, hangi şiirin
hangi kitabın kaçıncı sayfasında yer aldığı, yayım tarihi ve sırası gibi
ayrıntılı dökümler için bkz: Tezin "Tablolar ve Grafikler"
bölümündeki "Süreli Yayınlarda Yayımlanan Şiirler Tablosu".
[442]
Fanzin, popüler kültürde " İngilizce FANatic
ve magaZINE kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulan finansal kaynaklardan ve
hiyerarşik yapılardan uzak" özgür bir yayın biçiminde
tanımlanarak değer görmektedir.
Bkz.: http://tr.wikipedia.org/wiki/Fanzin; http://en.wikipedia.org/wiki/Fanzine [Erişim:
26/02/2014].
[443] Cahit
Koytak, " ‘Sevgili Hayalet’ ", "Caz Session Yahut ‘Gül İhtilali’
", Hayalet, S. 5/6, (Nisan - Temmuz 2011), ss. 20; 41-44.
Deginin e-nüshası için bkz.:http://www.catidans.org/files/hayalet5.pdf [Erişim:
23/02/2012]. Not: Bu şiirlerin ikisi de mükerrer yayımdır. " ‘Sevgili Hayalet’
"in ilk yayımı Taraf, 14/02/201; "Caz Session Yahut
‘Gül İhtilali’ "nin ilk yayımı Taraf, 04/02/2011]
[444] Cahit
Koytak, "Hepimiz Hrant’ız", Afrika Pazar -Afrika gazetesinin
ücretsiz pazar eki-, S.304, (6
Şubat 2011),
s. 11. Ekin e-nüshası için bkz.:
http://www.afrikagazetesi.net/Pazar-
Arsiv/AfrikaPazarSayi304.pdf [Erişim: 11/08/2012]. [Şiirin sonundaki not şu
şekildedir: "Şair Cahit Koytak’ın Hrant Dink’in ölümünden sonra
yazdığı ve daha evvel Agos gazetesinde yayımlanan şiiri..."]
[445] İlk üç
yayım kronolojik sırayla: 1. [" ‘Hepimiz Hrant’ız’ Bence Ne
Demektir?" adıyla], Agos, S.567, (09/02/2007). 2. Anlayış, S.
46, (Mart 2007), ss. 80, 81. 3. herTaraf (Taraf gazetesi eki),
22/01/2011. Ekin e-nüshası için bkz.: http://www.taraf.com.tr/haber/hepimiz-hrant-iz-bence-ne- demektir.html [Erişim: 09/06/2011].
[446] Cahit
Koytak, "Evsiz", Türkiye’de Evsizlere Dair Rapor, S.
Yok, (Güz 2011), s. 4. Yayının e- nüshası için bkz.: http://www.emekveadalet.org/wp-content/uploads/Evsizler-icin-Rapor.pdf [Erişim:
19/06/2012].
[447] Cahit
Koytak, "Evsiz", Taraf, 07/11/2011.
[448]Cahit
Koytak, "Günlük / 4 Aralık", "Günlük / 4 Aralık", Bilim
ve Sanat Vakfı -Bülten-, S. 61, (Mayıs-Ağustos 2006), ss. 18; 32. [s.
18’deki şiirin ilk iki yayım:
1.Anlayış, S. 40, (Eylül
2006), s. 85.
2. ("Kırkyaş
Şarkıları / Günlük 4 Aralık" adıyla) Hece, S. 100, (Nisan
2005), ss. 7, 8.]
[449] 25-27
Şubat, İstanbul.
[450] Ara
Güler’in fotoğrafı ve Cahit Koytak’ın şiiri için bkz.: Tezin "Ekler"
bölümü.
[451] Cahit
Koytak, "Ara Güler İçin Resim Altı Yazısı", Hakları Çalınmış
Çocuklar Albümü, (Şubat 2011), s. 28.
[452]
Kronolojik sıraya göre şiirin yayımlanma serüveni şu şekildedir: 1. İbrahim
Karagül, "Önden Yırtılan Gömlek" ["Dünyanın Tüm Yoksullarına!.."
başlıklı köşe yazısı içinde], Yeni Şafak, (19/12/2006). Köşe
yazısının e-nüshası için bkz.:
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/dunyanin-tum-yoksullarina/2996 [Erişim:
01/02/2014].
2. Hilal Kaplan, "Önden Yırtılan Gömlek" ["Önden Yırtılan
Gömlek" başlıklı köşe yazısı
içinde], Yeni
Şafak,
(26/07/2013). Köşe yazısının e-nüshası için
bkz.:
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/onden-yirtilan-gomlek/38752 [Erişim: 01/02/2014]. 3.
Orhan
Miroğlu, "Önden Yırtılan Gömlek" [" ‘Önden Yırtılan Gömlek’
" başlıklı köşe yazısı içinde],
Star, (29/07/2013). Köşe yazısının e-nüshası için
bkz.: http://haber.stargazete.com/yazar/onden-
yirtilan-gomlek/yazi-776745 [Erişim: 01/02/2014].
[453] İbrahim
Karagül, "Dünyanın Tüm Yoksullarına!..", Yeni Şafak, (19/12/2006).
Köşe yazısının e- nüshası için bkz.: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/dunyanin-tum-yoksullarina/2996 [Erişim:
01/02/2014].
[454] Hilal
Kaplan, "Önden Yırtılan Gömlek", Yeni Şafak, (26/07/2013).
Köşe yazısının e-nüshası için bkz.: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/onden-yirtilan-gomlek/38752 [Erişim:
01/02/2014].
[455] Orhan
Miroğlu, "Önden Yırtılan Gömlek" , Star, (29/07/2013).
Köşe yazısının e-nüshası için bkz.: http://haber.stargazete.com/yazar/onden-yirtilan-gomlek/yazi-776745 [Erişim:
01/02/2014].
[456] "Yaşlı
Şairden Şair Dostuna", YŞKIII, 134)
[457] agş.,
s. 135.
[458]
"Meraklısına Notlar"ın örnekleri için bkz.: Attilâ İlhan,
"Sisler Bulvarı -Bütün Şiirleri: 2-", Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2003, ss. 51-56.; Attilâ İlhan, "Elde Var Hüzün -Bütün
Şiirleri: 9-", 6. b., Bilgi Yayınevi, İstanbul 1998, ss. 89-119.
[459] Selim
İleri, "Kitabı Kim Okuyor?", Zaman, (26/05/2013).
[460] “Ekler
1”, YŞKIII, s. 75.
[461] Orijinal
metinde italik ve koyu olarak dizilmiştir.
[462] “Ekler
1 [Bkz.: Sayfa altındak dipnot]”, YŞKIII, s. 75.
[463] Metin
Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 10.
[464] Cahit
Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi.
[465] Şairin
daha sonra yayın planlamasında yaptığı kişisel tasarruflar sonucu notta
belirtilen kitapta yer almayarak farklı bir kitaba giren ya da henüz
kitaplarına girmemiş şiirler de vardır. Örneğin Taraf gazetesinde
yayımlanan "Ölüler İçin Enternasyonal" (Taraf, 11/02/2013)
şiirinin sonundaki notta şiirin "Yoksullar ve Siviller İçin Tezler"
kitabında yayımlanacağı belirtilmiş ancak şiir aynı adla "Ölüme Çare ya da
Şen Maneviyat"ta (s. 357) yayımlanmıştır. Bu tür şiirler için bkz.: Tezin
"Tablolar ve Grafikler" bölümünde "Süreli Yayınlarda Yayımlanan
Şiirler Tablosu".
[466]
Süreli yayında ve kitapta farklı adla yayımlanmış şiirler. "Süreli
Yayınlarda Yayımlanan Şiirler Tablosu"nda tek tek belirtilmiştir. Şiirin
süreli yayındaki adı tırnak içinde verilmiş, eğer şiir kitaplaşırken ad
değişikliğine uğramışsa şiirin kitaptaki adı köşeli ayraç içinde
belirtilmiştir.
[467] Bu
kitapların Yazı Yayıncılık tarafından yayımlanma serüveni için bkz: Nurettin
Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbulBirNokta, S.126,
(Temmuz 2012), ss. 13-14.
[468] Bu
şiirler için bkz: Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümündeki
"Süreli Yayımlarda Yayımlanan Şiirler Tablosu".
[469] Cahit
Koytak, "Ruhun Haritaları", Dergâh, C. II., S. 13,
(Mart 1991), s. 3.
[470] Editöryal,
[Soruşturma:] "Niçin Kitap Yayımlamadılar?", Kitap Zamanı, S.
40, (04/05/2009).
[471]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1145736 [Erişim: 29/12/2012]
[472] agh.
[473] Editöryal,
"Yoksulların ve Sivillerin İsyanı Yok Sattı",
http://www.haber7.com/kitap/haber/512453-yoksullarin-ve-sivillerin-isyani-yok-salti [Erişim:
11/03/2013].
[474]
Editör Ayman’a adanan "Neye Dokunsan" adlı şiir: "Sevgili
editörüm Ayşe Tuba Ayman’a" ithafıyla yayımlanır (Taraf, 06/06/2011).
Emine Eroğlu’na ithaf edilen şiir: "Değerli Editör Emine Eroğlu
Hanımefendiye" ithafıyla yayımlanan "Yetmiş Gram" YŞKIII, 394)
adlı şiirdir.
210 Ali Görkem Userin, "Cahit Koytak’ın İlk
Atlas’ı" , Genç -aylık gençlik dergisi-, S. 11(Ağustos
2007). Yazının e-nüshası için bkz.: http://gencdergisi.com/5167-cahit-Cahit
Koytakin-ilk-atlasi.html [Erişim: 16/03/2014]
[476] Cahit
Koytak, İlk Atlas, Yazı Yayıncılık, İstanbul 1990.
[477] Kur'an-ı
Kerim, Tâ-Hâ 20/18. Ayrıca bkz.: Muhammed Esed, Kur’an Mesajı
-Meal-Tefsir-, VII. b., Çev.: Cahit Koytak; Ahmet Ertürk, İşaret
Yayınları, İstanbul 2009. s. 761.
[478] Kur'an-ı
Kerim, Tâ-hâ 20 / 19, 20.
[479] Muhammed
Esed, Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b., Çev.: Cahit
Koytak; Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009. s. 761.
[480] Cahit
Koytak, "Ruhun Haritaları", Dergâh, C. II, S. 13,
(Mart 1991), s. 3.
[481] "Homo
Poesia [I. Epizot]", İA, s. 61.
[482] Cahit
Koytak, "İlk Atlas"ın yayımlanmasından sonra Dergâh dergisine
verdiği ilk röportajda "İlk Atlas’tan sonra Cahit Koytak şiiri nasıl bir
yol izleyecek?" sorusuna şu yanıtı verir:
"(...) kitaptaki parçalar ana haritaların öteki
kayıp parçalarım bekliyorlar: önce nasipse ‘Ota Atlas’ olmak için, sonra da
yine nasipse ‘Büyük Atlas’ olmak için. Tabii, bizi güzel sözlerle ve güzel
sözlere düşkünlüğü olan zayıf bir yürekle sınayan Yüce Allah ’ın keremiyle...
".
Cahit Koytak, "Ruhun
Haritaları", Dergâh, C. II, S. 13, (Mart 1991), s. 6.
[483] Şahin
Torun, "Cahitçe Bir Şiir ya da Şiirin Cahit Hali", Ayraç, S.
8, (Mayıs 2010), ss. 11,12.
[484]
Editöryal, "Gazze Risalesi", herTaraf, (24/01/2009).
Haberin ve Şiirin e-nüshası için bkz.: http://www.taraf.com.tr/haber-gazze-risalesi-26256/ [Erişim:
24/11/2011].
[485]
" ‘Gazze Risalesi ’ şiirini okuduktan sonra, / Telaviv’li Jozef’e de bir
mektup / yazmamanın bir eksiklik olacağını bana /hatırlatan sevgili kardeşim
Mehmet’e / (Mehmet Koytak’a) " GR, s. 61.
[486] Cahit
Koytak, Gazze Risalesi, Çev.: Koray Kaya, Yunus Emre Enstitüsü
Yayınları, Ankara 2014.
[487] Dante
Alighieri, İlahi Komedya -Cehennem, Âraf, Cennet-, Çev.: Rekin
Teksoy, Oğlak Yayıncılık, İstanbul 1998.
[488] Dante
Alighieri, "La divinia commedia", a cura di Lodovico Magugliani,
Rizzoli Editore, Milano, 1949.
[489]
"İlahi Komedya"da şiir anlatıcısının kendini karanlık bir ormanda
bulduğu ve Vergilius’la karşılaşarak serüvenlerin başladığı ilk kanto
"giriş" olarak kabul edilirse; yapıt, her biri otuz üçer kanto olarak
tasarlanmış "Cehennem", "Âraf' ve "Cennet"
bölümlerinden oluşan toplam doksan dokuz kantodur.
[490] Cahit
Koytak, "Eve Dönüş Şarkısı", Türk Edebiyatı, S. 388,
(Şubat 2006), ss. 21, 22.
[491] Anka
ya da simurg genellikle aşağıda verilen niteliklerle tanımlanır:
"İslâm tasavvuf ve sanatında anka veya sîmurg,
halk arasında zümrüdüanka adlarıyla anılan efsanevî kuş. Araplar ’ın ankâ ’,
İranlılar ’ın sîmurg adını verdikleri, Türkçe’de ise her iki şekliyle birlikte
zümrüdüanka (sîmurg u ankâ) olarak da adlandırılan Ön Asya efsanelerindeki bu
kuş, pek çok kaynakta birlikte ele alındığı Batı’daki Eski Mısır kökenli
phoenix ve İslâmî çevrelerdeki hümâ/devlet kuşundan tamamen, Hint
mitolojisindeki garuda ile Altay mitolojisindeki çift başlı kartaldan ise
kısmen farklı özelliklere sahiptir.".
Sargon Erdem,
"Anka", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.
III, s. 198.; Ayrıca bu kuşa Türk mitolojisinde ise Alp Karakuş, Tuğrul,
Karakuş adları verilir. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1971, s. 111, 112, 541. Ayrıca bkz.: Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınları,
İstanbul 2002, s. 131.
[492] "Epilog
[V. Epizot]", YŞKIII, s.410.
[493] Gülşehrî, Mantıku
’t- Tayr -tıpkıbasım-, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1957.
[494] Ferideddin-i
Attar, Mantık Al-Tayr, Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968.
[495] ,
"Simurg", İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, VI.
b., Ötüken Neşriyat A. Ş., İstanbul 1999, s. 354.
[496] Kur’an-ı
Kerim’de erkeğin, kadının ve genel anlamda insanın yaratılışı ile ilgili
ayetler (96/1,2; 77/20-23; 75/37; 80/18; 53/45, 46; 7/189...) vardır; ancak
kadının, erkeğin eğe / kaburga / göğüs kemiğinden yaratılmış olduğuna dair
kesin bir ayet olmamasına rağmen yaratılışa ilişkin bu kadim hikâye bir
"israiliyat" olarak söylenen ve inanılagelen bir olgudur [Ebû
Hüreyre (r.a.), Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Kadınlara
iyi davranın, çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin
en eğri kısmı üst tarafıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kendi haline
bırakırsan sürekli olarak eğri kalır. O halde kadınlara karşı iyi
davranın." (Buhârî, Enbiyâ, 1, Nikâh, 80; Müslim, Radâ, 60; İbn
Mâce, Tahâre, 77; Dârîmî, Nikâh, 35; Ahmed b. Hanbel. V, 8.)]. Kaburga
kemiğinden yaratılma inanışının kaynağı Tevrat’ın Tekvin bölümünün ikinci
babına (Tekvin 2 / 21, 22, 23) dayanır: "21. RAB Tanrı Adem’e derin bir
uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp
yerini etle kapadı. 22. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın Yaratarak
onu Adem’e getirdi. 23. Adem, "İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,
Etimden alınmış ettir" dedi (...)"
[497] Necla
Cahit Koytak, yedi çocuklu Hakkı Cahit Koytak ailesinin beşinci çocuğu ve kız
kardeşlerin en küçüğü olarak 1946’da dünyaya gelir.
[498]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi
Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012]
[499] "Sanatın
kaynağına ilişkin bu antik görüş Rönesans ’tan Nietzsche’ye kadar uzanır.
Nietzsche, "Empedokles" adlı yapıtında "sanatçı Tanrı" ile
"Hristiyan Tanrı"yı karşılaştırırken bu ayrıma dikkat çeker:
"sanatçı Tanrı kendisini Yunanlıya bir model olarak sunar: Onun kendisine
bir şekil vermesini, mermerin yada taşın içinde gizli kalan heykeli çıkarıp,
sonra da gerçekleştirilen bu sanat yapıtının tadına varmasını önerir. Hristiyan
Tanrı ise emredicidir. İnsanın dünya nimetlerinden faydalanması yerine, çile
çekmesini ister.". http://www.felsefe.gen.tr/friedrich_nietzsche_tanri_oldu.asp [Erişim:
10/09/2014].
[500] "Zarif
dostluğunu, / şiirin bana kazandırdığı / en büyük ödüllerden biri olarak
gördüğüm / ALPER GÖRMÜŞ’e... " YBİM, s. 5)
[501] Ali
Koca, "Yeni Başlayanlar İçin Cahit Koytak", Cuma [Zaman gazetesi
cuma eki], (17/06/2011).
E-nüsha için bkz.:
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1147799
[Erişim: 11/10/2011].
[502] agh.
[503] agh.
[504] agh.
[505]
"Vico, Giambattista", Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma
Yayınları, İstanbul 2002, ss.
1087, 1088; Doğan Özlem, Tarih
Felsefesi, İstanbul 1998; ayrıca bkz.:
http://global.britannica.com/EBchecked/topic/627497/Giambattista-Vico [Erişim: 10/11/2013].
[506] "Şu,
‘Caz’ Dediğimiz de Nedir?", CAZ, ss. 134, 135.
[507] "Sanatların
en incesinin, en büyüğünün, / dostluk sanatının adımlarıyla / cazın da, şiirin
de, önünde giden / dostum ve kardeşim /MUHAMMET EMİN ÖZKAN’a..." CAZ, s.
5.
[508] Bu
dizeler Lead Belly’nin "Poor Howard" adlı caz eserinin ilk dört
dizesidir. Orijinal metin şu şekildedir: "Ol’ Howard, po' boy / Ol'
Howard he is dead an’ gone /Leftme here to sing this song / Left me here to sob
and mourn" bkz.: http://www.lyrics.net/lyric/2672739 [Erişim:
28/02/2014].
[509] "New Orleans Cazı ’ndan bu güne tek bir
ırmak / akıp duruyor.. Akıntı bazen çağlayanlardan / geçebilir, zaman zaman
hızlanabilir ama akmaya kesintisiz /devam etmekte ve hep aynı ırmak olarak
kalmaktadır. Hiçbir /stil diğerinin yerine geçemez. Ama her stil bir öncekini
/-ve öncekilerin hepsini- içinde taşır. ", CAZ, s. 7.
[510]"
'Amerikan insanının Dünya kültürüne kazandırdığı /en özgün, en büyük değer,
cazdır.' diyorlar, / Amerikan insanını, Dünya kültürünü / ve cazı iyi bilenler,
efendimiz. / Ben çok şey bilmiyorum, ama şu kadarını /görüyorum ki, siyah
insanın, baskılana baskılana, / kömürken elmasa dönüşen dehasının ürünüdür,
caz; / sandıklar dolusu, bağırlar dolusu elmas, / soundun göğüne saçılan / ve
orada yıldızlar gibi parlayıp duran..." CAZ, s. 7)
[511] "Yaşlı
Şairden Genç Editörüne", YŞKIII, s. 158.
[512] İthaf
şu şekildedir: "Benden üç yıl sonra dünyaya gelen ikizim, / dert
ortağım, zevk ortağım, /yol arkadaşım, /canım sevgili kardeşim, Mehmet’ime...
" ÖÇ, s. 5.
[513] Mehmet
Koytak aynı zamanda Cahit Koytak’ın öğrencilik yıllarından beri yakın dostu
Metin Önal Mengüşoğlu’nun ilk öykü kitabı "Gâvur Kayıncılar"ın ilk
baskısının kapak tasarımcısıdır.
[514]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012]
"Sevgili
çocuklarıma,
Evladü
ayalime,
Ve sevgili,
sevgili,
Sevgili torunlarıma. Çünkü onlar şiiri sevecekler Ve
umulur ki, onu onlara bırakıp gidecek olanı da...
İnsanı
sevecekler
Ve onu
yaratanı,
Ona kalemle
yazmayı Ve yaratmayı öğreteni.
Sabırla ilerleyin gezegenimde, diyorum onlara,
Çöllerim
yıldırmasın gözünüzü. Sabredin, vahalar göreceksiniz.
Bozkırlarımı,
önce sevmeye, Sonra anlamaya çalışın.
Onların
bağırlarında,
Sizi bekleyen saklı bağlar, bahçeler göreceksiniz.
Dağlarıma
tırmanın,
Dağcılıklarımı yaşayın, doruklarına kadar.
Sizi kendi
bahçelerinize,
Kendi
içinizin
definelerine götüren Keçiyolları göreceksiniz.
Ve o yolları
süsleyen yabangülleri, sümbüller,
Mormenekşeler...
" DBŞ, s. 5,
6.
[516]Dördüncü
epigraf: " ‘Ey Kral, neden bu cehennemde kalıp da /günahkâr ruhların
ıstıraplarını paylaşıyorsun? / Arabana bin ve onları geride bırak, / acı dolu
geçmişini yeniden yaşama!’ / RABİNDRANATH TAGORE" DBŞ, s.
8. Altıncı epigraf: "Ben şimdi balina avına çıkıyorum. / HERMAN
MELVİLLE" DBŞ, s. 8. Beşinci epigraf ise Satprem’den
alıntılanan "Gidip bir bakalım, / cehennemin dibin de ne
varmış!" DBŞ, s. 8) aforizmasıdır.
[517] Metin
Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta,S. 126, (Temmuz 2012), ss. 10, 11.
[518]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi Okuyun", Zaman,
(12/06/2011),
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012]
[519] Ayrıca
bkz.: Samet Köse, "Cahit Koytak ve Genizden Konuşan Prens", borgesdefteri.blogspot, (22/10/2008). http://borgesdefteri.blogspot.com.tr/2008_10_01_archive.html [Erişim:
28/11/2011].
[520] Bu
ithafla Sevan Nişanyan’a adanmış şiirler için bkz.: Tezin "Tablolar ve
Grafikler" bölümündeki "İthaf Edilen Şiirler Tablosu".
[521] Cahit
Koytak, "Dilin Güzelliği", Taraf, (08/04/2013).
[522]Cahit
Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi.
[523]
İbrahim Altay, "Batı’nın doğusu Doğu’nun batısı", Sabah Kitap [Sabah
gazetesi kitap eki], (23/06/2012). Kitap tanıtma yazısının e-nüshası için bkz.:
http://www.sabah.com.tr/kitap/2012/06/23/batinin-dogusu-dogunun-batisi?paging=false [Erişim:
14/09/2013].
[524]
Çeviriye esas olan nüsha: Muhammad Asad, The Message of The Qur’ân
-Translated and Explained by Muhammad Asad-, Dâr al-Andalus Limited 3
Library Ramp, Gibraltar 1980.; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı
-Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız Osman),
Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009.
[525] Muhammad
Asad, "Towards a Resurrection of Thought", Islamic Culture, V.
XI., n. 1, (1937), pp. 7-16’dan alıntılayan: İsmail Çalışkan, Muhammed
Esed ve Düşünce Dünyası, İnsan Yayınları, İstanbul 2009, s. 41.
[526] Muhammed
Esed, "Ön Söz", Sahîh-i Buhârî -İslâm’ın İlk Yılları- Çev.:
Mustafa Armağan, İşaret Yayınları, İstanbul 2001, s. IX.
[527] İsmail
Çalışkan, MuhammedEsed ve Düşünce Dünyası, İnsan Yayınları,
İstanbul 2009, s. 55.
[528] Metin
Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçede Bir Milat)", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s.11.
[529] Muhammad
Asad, The Road to Mecca, Simon and Schuster, Newyork 1954.
[530] Muhammed
Esed,Mekke’ye Giden Yol,Çev.: Cahit Koytak, İnsan Yayınları, İstanbul
1985.
[531] Nurettin
Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 13.
[532] Mevdudi, Kur’an-
Kerim’de Dört Terim -İlah/Rab/Din/İbadet-, Çev.: Cahit Koytak,
Kahraman Yayınları, İstanbul 1990.
[533] See
Syed Abul Ala Maududi, Four Basic Quranic Terms, Transl. by:
Abu Asad, Lahore 1996.
[534] Ebu’l
Fazl İzzet, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, Çev.: Cahit
Koytak, İnsan Yayınları, İstanbul
2003. Kitabın İngilizcedeki
adı: "An Introduction to The History of The Spreadofİslam"
[535] Frantz
Fanon, Peau noire, masques blancs, Editions du Seuil, Paris
1952.
[536] Frantz
Fanon, Siyah Deri Beyaz Maske, Çev.: Cahit Koytak, Seçkin
Yayınları, İstanbul 1988. (2. b., Versus Kitap, İstanbul 2009).
[537] Bkz.: http://www.tyb.org.tr/tybodulleri/84-1.html [Erişim:
20/03/2013].
[538] "Epirgraflar", CAZ, s.
7)
[539] Nazan
Bekiroğlu, "Halil Cibran, Ermiş ve Sınav Sorusu", Zaman, (24/11/2013).
Makalenin e-
nüshası
için
bkz.:http://www.zaman.com.tr/nazan-bekiroglu/halil-cibran-ermis-ve-sinav-
sorusu_2171903.html [Erişim: 09/12/2014].
[540] Bkz.:
Arslan Tekin, "Cibran, Halil", Edebiyatımızda İsimler ve
Terimler, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2010, ss. 231, 232.
[541] Esra
Yalazan, "Halil Cibran Külliyatı Yeniden Doğuyor", Cuma [Zaman gazetesi
cuma eki], (31/08/2012), s. 6.
[542] Bkz.:
Tezin "Poetikası" başlıklı bölümü.
[543] Pakize
Barışta, "Sessizliğin İç Zenginliğini Keşfeden Şair: Halil
Cibran", Taraf, (03/06/2012). E- nüshası için bkz.: http://www.taraf.com.tr/\azilar/pakize-barista/sessizligin-ic-zenginligini-kesfeden- sair-halil/21643/ [Erişim: 25/10/2013].
[544] Syed
Sajjad Husain, "Bengalce", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C. V, s. 441.
[545]
Âlim Gür, Bedia Koçakoğlu, "Yeni Türk Edebiyatında Kaynak Olarak
Poetika", Turkish Studies - International Periodical For the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, V. 4 /1-I,
(Winter 2009), s. 79.
[546]
Alâattin Karaca, II. Yeni Poetikası, Hece Yayınları, Ankara
2005, s. 14.
[547]
M. Orhan Okay, Poetika Dersleri, Dergâh Yayınları, İstanbul
2011,
s.15.; Turan Karataş,
Ansiklopedik
Edebiyat Terimleri Sözlüğü, II.
b., Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 375.
[548]
Aristoteles, Poetika, Çev.: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi,
İstanbul 1987, s. 25. Ayrıca bkz.: agy., s. 102.
[549]
Flaccus Quintus Horatius, Ars Poetika, [Tiyatro Araştırmaları Dergisi içinde],
Çev.: Irmak Bahçeci, Eren Buğlalılar, Barış Yıldırım, S. 19, (Bahar 2005), ss.
89-102.
[550]
Horatius, poetika içinde değerlendirdiği uygunluk kavramını çok yönlü olarak
ele alır. Konunun sanatçının "kapasitesine uygun"luğu (agy.,
38-45. dizeler), içeriğin türe uygunluğu: "(..) her tür, kendisine
tahsis edilen uygun yerde kalsın." (agy., 89-98. dizeler),
bağlama uygun sözcük kadrosu kullanma (agy., 99-113. dizeler), yapıtın
okuyucunun / izleyicinin yaşına ve hazır bulunuşluk düzeyine uygunluğu (agy.,
153-178. dizeler) vb. hep poetika kavramı içinde değerlendirilir. Ars
Poetika'nın önemli bir kısmı yapıtın uygunluk, yerindelik niteliğine
ayrılmıştır.
[551]
Poetika kavramının tarihsel süreçteki serüveninin kısa bir özeti için bkz.:
Alâattin Karaca, II. Yeni Poetikası, Hece Yayınları, Ankara
2005, ss. 13-30.
8http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bilimsanat&arama=kelime&guid=TDK.GTS.53fb72b 9f28de4.08952698
[Erişim: 19/08/2014].
[553]
agy. s. 31.
[554]
M. Orhan Okay, Poetika Dersleri, Dergâh Yayınları, İstanbul
2011, s.17.
[555]
Turan Karataş, "poetika", Ansiklopedik Edebiyat Terimleri
Sözlüğü, II. b., Akçağ Yayınları, Ankara 2004.
[556]
Mustafa Uslu, "poetika", Ansiklopedik Türk Dili ve Edebiyatı
Terimleri Sözlüğü, Yağmur Yayınevi, İstanbul 2007. Not: Alıntıdaki
koyu vurgulama tarafıma aittir.
[557]
Arslan Tekin, "poetika", Edebiyatımızda İsimler ve Terimler, Bilgeoğuz
Yayınları, İstanbul 2010.
[558]
Hakan Sazyek, "Yeni Türk Edebiyatında Poetika Tarzlarına Bir Örnek: Manzum
Ön Sözler", Hece, S. 53 / 54 / 55, (Mayıs - Haziran -
Temmuz 2001), s. 359.
[559]
agm., s. 359.
[560]
M. Orhan Okay, Poetika Dersleri, Dergâh Yayınları, İstanbul
2011, ss. 23-25.
[561]
"Kule, Yelken", YBİM, s. 71.
[562]
agş.
[563]
Necip Fazıl Kısakürek, "Sanat", Çile, LX., Büyük
Doğu Yayınları, İstanbul 2006, s. 39.
[564]
Bu anlamda bir yaklaşım için bkz.: "Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s.
222.
[565]
"Hayat & Sanat", YŞKIII, s. 43.
[566]
"İyi Caz, İyi Şiir [II. epizot]", CAZ, s. 363.
[567]
"Tiyatro Çadırı (XII)", Taraf, (27/12/2012).
[568]
"Homopoeticus [XX. epizot]", YŞKIII, s. 259.
[569]
"Sol Elle Yazılanlar", YŞKII, s. 259.
[570]
"Tiyatro Çadırı (XII)", Taraf (27/12/2012).
[571]
"Sol Elle Çalınanlar [II. epizot]", CAZ, s. 106.
[572]
"Şiirin Kanatları [II. epizot]", CAZ, s. 323.
[573]
Cahit Koytak, "Çiçekler İnsanlara Benzemiyorlar", Hece, S.
89, (Nisan 2004), s. 7.
[574]
agş., s. 7.
[575]
agş., s. 8.
[576]
"Güm Güm Güm Güm!", ÖÇ, s. 16.
[577]
agş., s. 16.
[578]
Şiirde geçen "Peutinger haritası" terimi, şiirin dipnotunda şu
biçimde açıklanmaktadır: "Ispanya’dan başlayıp Babil’e kadar
uzanan yolu, yol üzerindeki nirengi noktaları göstererek, tarif eden ve Roma
Orta Çağ'ında kullanılan çizgisel harita.". ["Sol Elle
Yazılanlar", YBİM, s. 327.]
[579]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 327.
[580]
"Balmumundan Düşünceler", YBİM, s. 77.
[581]
" 'Ders' ", YBİM, s. 75.
[582]
"Balmumundan Düşünceler", YBİM, s. 87. Not: Önceki
şiirle aynı adlı farklı bir şiir. Bkz.: Aynı adlı şiirler tablosu.
[583]
agş. s. 87.
[584]
agş. s. 87. Not: Şiirin özgün metninde "geçip giden" ifadesi karakter
boşluklu ve koyu harflerle vurgulanmış olarak dizilmiştir.
[585]
"Rubai", YBİM, s. 361. Not: Şiir anlatıcısın "bir
gözünü dünyanın tozu[nun] / toprağı[nın\ kör et[mesi] (...)" aynı
zamanda şairin yaşadığı nesnel gerçekliğe, sağ gözündeki optik nöropatiye bir
göndermedir. Bkz.: "Hayatı" bölümünde, "Şiire Yansıyan Sağlık
Sorunları: Bir Melek Adı Olarak Diabetes Mellitus" başlığı.
[586]
"İbrahimce Sorular", YBİM, s. 90.
[587]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 73.
[588]
"İlk Sanatçı", ÖÇ, s. 245.
[589]
"Prolog [II. epizot]", ÖÇ, s. 9.
[590]
"Yamak", ÖÇ. S. 335.
[591]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 224.
[592]
"Yamak", ÖÇ. S. 335.
[593] _ agş.
[594] "Prolog
[II. epizot]", ÖÇ, s. 9. Not: "kalfa sözcüğü şiirde
karakter boşluklu ve italik olarak dizilmiştir."
[595]
Cahit Koytak’la görüşme, 4 Şubat 2013, 11.15-17.30, şairin Çengelköy’deki evi.
[596]
" 'O'na Dair [IV. epizot]", YBİM, s. 158.
[597]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 83.
[598]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 224. Not: Şiir
metninin özgün yazımı aynen korunmuştur.
[599]
"Kalfa" sözcüğünün Hasan Eren'in "Türk Dilinin Etimolojik
Sözlüğü"nde ve Sevan Nişanyan'ın "Sözlerin Soyağacı"nda Arapça
"Halife" sözcüğünden kaynaklanan bir sözcük olduğu belirtilmektedir.
Bkz.: Hasan Eren, "kalfa", Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, II.
b., Bizim Büro Basımevi, Ankara 1999, s. 202.; Sevan Nişanyan,
"kalfa", Sözlerin Soyağacı -Çağdaş Türkçenin Etimolojik
Sözlüğü-, IV. b., Everest Yayınları, İstanbul 2012. Çalışmanın
e-yayımı için bkz.: http://www.nisanyansozluk.com/?k=kalfa&x=11&y=10 [Erişim:
25/08/2014].
[600]
"Blues Şairi", CAZ, s. 48.
[601]
"Sol Elle Çalınanlar [II. epizot]", CAZ, s. 106.
[602]
"Ölümün Estirdiği Düşünceler [III. epizot]", YBİM, s.
196.
[603]
"Kuyu", ÖÇ, s. 20.
[604]
"Oyuncakçı Dükkânı [I. epizot]", ÖÇ, s. 145.
[605]
"Varlığın Dilleri", YŞKI, s. 33.
[606]
agş., s. 33.
[607]
Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi
Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action7newsIdM145736 [Erişim: 29/12/2012].
[608]
İsmail Parlatır, Recaî-zade Mahmut Ekrem, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986, ss. 13-16.
[609]
" 'Nektar ve Ambrosia' ", YŞKI, s. 22.
[610]
agş.
[611]
"Yakarış", YŞKI, s. 19.
[612]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 222.
[613]
"Gemiyi Yüzdürmek", DBŞ, s. 228.
[614]
"Şairlerin Tanrısı", YŞK III, s. 45.
[615]
İncil, Matta: 1/1: "Bidayette kelam vardı.".; 1/2: "Her
şey onun ile oldu, ve olmuş olanlardan hiç bir şey onsuz olmadı.".
[616]
Kur'an-ı Kerim'e göre (Yasin 36/82) bir şeyin yaratılması, var olması
Allah'ın "yekûle lehû: kün, feyekûn" / "
'Ol!' der -ve o (şey hemen) oluverir."* emriyle gerçekleşir. Yine
aynı bağlamda Nahl
suresi 16 /
40: "Biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece 'Ol!'
deriz -ve o (şey hemen) oluverir."* ayetiyle aynı duruma işaret
etmektedir. Ayrıca bkz.: Bakara 2 / 117; Enam 6 / 173. Varlığın söz
aracılığıyla / sözle yaratılması Tevrat'ta da yer alır: Tevrat, Tekvin 1 /
3: "Tanrı, 'Işık olsun!' diye buyurdu ve ışık oldu". [*Ayet
mealleri: Muhammed Esed, Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b.,
(Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk,
İşaret Yayınları, İstanbul 2009.]
[617]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKIII, ss. 44, 45.
[618] Zeynep
Sorgun, " 'Bir Avuç Dolusu Aspirin Yutan Kızlar İçin Kanto' Yazan Güzel
Adama", İnce'eleyen, S. 3, (Ocak-Şubat 2011), s. 16.
[619]
"Yetmiş Gram", YŞKIII, s. 395.
[620]
"Şair 'Bugün'den Geçiyor, Ebedi Yoksunluk Zamanından", YŞKI, s.
221.
[621]
"Ebedî Gezgin", YŞKIII, s. 391.
[622]
"Nereye Ekersen Ek, Biter", YŞKIII, s. 321.
[623] _
agş.
[624]
"Caius, Saray Şairi Osias'ın Hikâyesini Kaleme Alıyor", YŞK I,
s. 292. "Cihangir" şiirinde ise YŞK II, s. 18) şiir,
ruhun, kalbin, sözün ve sazın krallığı olarak tanımlanmaktadır.
[625]
agş., s. 295.
[626]
Cahit Koytak'ın kitaplarında ve süreli yayınlarda yayımlanmış poetik metinlerin
tam listesi için bkz.: Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümündeki
"Poetik Metinler Tablosu".
[627]
"Cihangir", YŞKII, s. 18.
[628]
"Ana Kara", YŞK III, s 334.
[629]
Şiirin adının "Zamanın Çocuğu" olması, tasavvuftaki "îbnü'l-
Vakt"la da ilgili olarak düşünülebilir. Çünkü şiirde, şiir zamanın ruhuna,
gereklerine uyan bir zamane çocuğu olarak tanımlanır. Tasavvufa göre de ibnü'l-
vakt "Zamana uyan, devrin çarkına uygun yaşayan kişi. (...)
Tasavvufta sûfî, ibnü’l- vakt olarak geçer. Yani sûfî, geçmişle ve gelecekle
uğraşmaz, içinde bulunduğu zaman neyi gerektiriyorsa onu yapar. Böylece Tanrı
tecellisine uymuş olur." [İskender Pala, "ibnü'l-
vakt", Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, VI. b., Ötüken
Neşriyat A. Ş., İstanbul 1999, s. 202. Ayrıca bkz.: Ethem Cebecioğlu,
"âbâu'l- Ahval", Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, III.
b., Anka Yayınları, İstanbul 2010, s. 4.]
[630]
M. Orhan Okay, Poetika Dersleri, Dergâh Yayınları, İstanbul
2011, s. 13.
[631]
Ece Ayhan, "Mor Külhani", Bütün Yort Savul'lar, VII.
b., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008, ss. 124, 125.
[632] Cahit Koytak, "Zamanın Çocuğu", Taraf, (07/02/2011).
Not: Alıntıda, şiirin özgün yazım ve
noktalaması aynen korunmuştur.
89 "Büyük Kuşçu", YŞKIII, s.
295.
[635] _
agş.
[636]
" 'Ol!' Emrinin Çömezidir, Şiir", YŞKII, s. 274.
[637]
Seda Eriş, "Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış", Akatalpa, S.
123, (Mart 2010), s. 10.
[638]
"Palamutlar Büyüyünce", YŞKII, s. 316.
[639]
"İyi Şiir & İyi Şiir", YŞK II, s. 140.
[640]
"Şiirlerini Yazarken", YŞKII, s. 331.
[641]
"İyi Şiir & İyi Şiir", YŞK II, s. 140.
[642]
"İyi Şiirler Yaşlı Doğarlar" , YŞKII, s. 313.
[643] "Arasözler
\IV. Epizot]", YŞK III, s. 16.
[644] agş.
s. 16.
[645] "Herkesin
Bildiği Şeyler", YBİM, s. 92.
[646] "Cazın
ve Şiirin Yolları", CAZ, s. 229.
[647] "Caius'a
Göre Yoksulların ve Şairlerin Zenginliği", YŞKI, s.298.
[648] agş.
[649] "
'İyi Şiir' ", YŞKII, s. 317.
[650] "
'Ol!' Emrinin Çömezidir, Şiir", YŞKII, s. 275.
[651] "
'Jonglör' ", YŞKII, s. 37.
[652] "Partisyon:
Bir orkestra ya da koro yapıtında, seslere ve çalgılara ait bütün partilerin
belli bir sıraya göre yazılı olduğu nota defteri ya da kitapçığı." [Joachim
E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime’dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, s. 556.]. Senfonik
müzikte her enstrüman sanatçısının önünde kendi çaldığı enstrümanın notasını
içeren "parti" bulunur. Orkestra şefinin önünde ise bütün
enstrümanların ne zaman ve hangi sırayla hangi notaları çalacağını gösteren
"partisyon" bulunur. Orkestrayı yöneten kişi partisyon sayesinde
müziği doğru ve "uyumlu" bir biçimde yönetebilir.
[653] "Eğer
Sahte ve Uydurma..", YŞK II, s. 292.
[654] "Kısık
Ateşte", YŞK III, s. 316.
[655] "Bir
Şiir, Okuruna..", YŞK II, s. 323.
[656] agş.
s. 323.
[657] "Yaşlı
Şairden Yazar Dostuna", YŞKIII, s. 376.
[658]
"Mevsiminde Dirilmek", YŞK III, s. 313. Not: 1.
Bkz.: "Eski Yunan", Memo Larousse, Milpa Yayıncılık
AŞ, İstanbul 1990, s. 295. 2. "İthaka yolculuğu" kavramının kaynağı
için bkz: Homeros, Odysseia, Çev.: Azra Erhat, A. Kadir, Can
Yayınları, İstanbul 1998.
[659] "Harranlı
Hekim", ÖÇ, s. 190.
[660] Cahit
Koytak, "Çarşı Pazar Gezerken", Türk Edebiyatı, S.
394, (Ağustos 2006), s. 27.
[661] "Şairin
Yontusu", YŞKII, s. 139.
[662] "Şair
'Bugün'den Geçiyor Ebedi 'Yoksunluk Zamanı'ndan", YŞKI, s.
54.
[663] "Rüzgârın
Savurduğu", YŞKII, s. 120.
[664] agş.
s. 120.
[665] "Yol
Arkadaşı I", ÖÇ, s. 123.
[666] "İşe
Atla Gidip Gelme İsteği ya da Yeni Başlayanlar İçin Metafizik", YBlM, s.
23.
[667] "Bahçıvanın
Ölümü", ÖÇ, s. 183.
[668] "Şair
Mozart Mumyacı Mozart", YŞKI, ss. 89-91.
[669] "Şiir
ve Metafizik [VII. Epizot]", YBİM, s. 267.
[670] "
'Büyük Şiir' ", YŞKII, s. 311.
[671] agş.,
s. 312.
[672] "Yaşlı
Şairden Şair Bayana", YŞKII, s. 298.
[673] "Prolog
I", YŞKI, s. 9.
[674] "Prolog
IV", YŞK I, s. 16.
[675] agş.,
s. 16.
[676] agş.,
s. 16.
[677] "Prolog
II", YŞK I, s. 12.
[678] Oğuz
Atay, Korkuyu Beklerken, "Demiryolu Hikayecileri -Bir
Rüya", İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 195.
[679] "Prolog
IV", YŞKI, s. 15.
[680] "
'Genç Kalma' ", YŞKII, s. 314.
[681] "hikmet", Türkçe
Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2003.
[682] Bedia
Akarsu, "bilgelik", Felsefe Terimleri Sözlüğü, III.
b., Savaş Yayınları, İstanbul 1984.
[683] Ahmet
Cevizci, "bilgelik", Felsefe Sözlüğü, Paradigma
Yayınları, İstanbul 2002, s.155.
[684] Ethem
Cebecioğlu, "hikmet", Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri
Sözlüğü, III. b., Anka Yayınları, İstanbul 2010, 185.
[685] "Hikmet
de, Şiir de", YŞKII, s. 309.
[686] agş.,
s. 309.
[687] "Öyle
Bir Sessizlik Olsun ki..", YŞK II, s. 271), Not: Son iki
dize alıntı yapılırken takdim-tehirle alıntılanmıştır.
[688] "Şiir
'Bugün'den Geçiyor Ebedî Yoksunluk Zamanından", YŞKII, s.
22.
[689] "Hikmet
de, Şiir de", YŞKII, s. 309.
[690] "Taş
Gibi Katı", ÖÇ, s. 371.
[691] "Büyük
Keşifler", YŞK II, s. 30.
[692] "büyü", Türkçe
Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2013.
[693]
"Okuyucuya [II. Epizot]", İA, s. 231.
[694]
"Sahnedeki Hayalet [II. Epizot]", YŞKIII, s. 271.
[695] agş.
s. 271.
[696]
"Sol Elle Yazılanlar", YŞK III, s. 397. Ayrıca
bkz.: "Şair, krala şunu söyledi: / 'Benim bütün hünerim, /bu beyaz
büyü, efendimiz... ' ". "Şair, Krala..", YŞKII, s.
318.
[697] "
'Şiir ve Hayat' ", YŞKII, s. 28.
[698] Kur'an-ı
Kerim, Tâ-Hâ 20 / 18.; İA, s. 5.
[699] Tâ-Hâ
20 / 19: " 'Şimdi onu yere at, ey Musa!' dedi."; 20 / 20:
"Bunun üzerine, [Musa], onu yere
attı; bir de
ne görsün! hızla akan bir yılan oluvermişti o!"; 20 /21:
" 'Onu tut' dedi, 've korkma! Biz
onu hemen
eski haline döndüreceğiz.' "; 20 /
22: " 'Şimdi de elini koynuna sok:
herhangi bir
uğursuzluğun
değil, [Bizim rahmetimizin] başka bir işareti olarak bembeyaz [ışıldayarak]
çıkacaktır.' ". Muhammed
Esed, Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf
metninin hattı: Hafız Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret
Yayınları, İstanbul 2009, s. 761.
[700] Hz.
Musa'nın ortaya koyduğu farklı bir gerçekliğe ait bu olağanüstülükler, vahye
inanmayanlar tarafından büyü olarak algılanır. Örneğin bkz.: Tâ-Hâ 20 / 57, 58,
59; 65, 66.; Şuara 26 / 34, 35.; Araf 7 / 117, 119.
[701] Muhammed
Esed, Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf
metninin hattı: Hafız Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret
Yayınları, İstanbul 2009, s. 761.
[702] Örneğin
bu dünyada, nesnel gerçeklikte, tıpkı asadan dönüşen yılan gibi, yeri
olmayan "Ölümün incecik/Kalemiyle çizilen /akşamın turuncu
sularına" "Yedi nazlı kuğu süzül[mektedir]" .
["Halayık", İA, s. 27.]
[703] "Şair
Bugünden Geçiyor", YŞKII, s. 214.
[704] "Sorgu
Sual", YŞK III, ss. 203, 204.
[705] "Üç
Kere Okunacak Şiir", ÖÇ, s. 64.
[706] "Şair,
Krala..", YŞK II, s. 318.
[707] "Balık
İz Bırakmaz", YŞKII, s. 345.
[708] "Sol
Elle Yazılanlar", YŞKIII, s. 348.
[709] Seda
Eriş, "Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış", Akatalpa, S.
123, (Mart 2010), s. 10.
[710] "Zekânın
İşleri", YŞK III, s. 292.
[711] "Akıllı
Delilik", YŞK III, s. 296.
[712] "Yaşlı
Şairden R. M.'e", YŞK II, s. 217.
[713] agş.
s. 217.
[714] "Şiirin
Parmakları", YBİM, s. 85.
[715] "
'Şiir Kuşu' ", YBİM, s. 252.
[716] "Düşünceden
Hızlı", YŞKII, s. 342.
[717] "Şiir
ve Metafizik [IX. Epizot]", YBİM, s. 269.
[718] "Yazdıkların
Ne Kapan Olsun", YŞKII, s. 326.
[719] "İbn-i
Hazm'dan Sarf Nahiv Dersleri", YŞK I, s. 102.
[720] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Günlük (13 Ağustos)", Kaşgar, S.
21, (Mayıs-Haziran 2001), ss. 18, 19.
[721] agş.,
s. 19.
[722] "Şiir
& Rüya", YŞKIII, s. 293.
[723] "Meyhanede
Yazı Dersi", ÖÇ, s. 69. Not: Şiirin alıntılandığı
kaynaktaki özgün yazımında italik olarak vurgulanan sözcükler koyu harflerle
dizilmiştir.
[724] "Aklın
Cennete Dönüşü", YBİM, s. 354.
[725] "Evde
Çalışanlar İçin Metafizik [I. Epizot]", ÖÇ, s. 45. Not:
Alıntı yapılan orijinal metinde italik olarak vurgulanmış "çare" sözcüğü
koyu harflerle dizilerek belirtilmiştir.
[726] "Yol
Arkadaşı [III. Epizot]", ÖÇ, s. 129.
[727] "Yol
Arkadaşı [I. Epizot]", ÖÇ, s. 123.
[728] "İlk
Vuruşlar [III. Epizot]", CAZ, ss. 13, 14.
[729] "E.
Bessie Smith [V. Epizot]", CAZ, s. 98.
[730] "Ölüm
Üzerine Karışık Tezler [I. Epizot]", YBİM, s. 187.
[731] agş.,
s. 13.
[732] "Caz
& Metafizik [III. Epizot]", CAZ, s. 286.
[733] "Eski
Şarkı", CAZ, ss. 326, 327.
[734] "Sol
Elle Yazılanlar", YŞKII, s. 134.
[735] "Homopoeticus
[XXIII. Epizot]", YŞK III, s. 262.
[736] "Gelin
- Güvey Oyunu", YŞK III, ss. 311, 312.
[737] agş.,
ss. 311, 312.
[738] "Melekleri
ve Okurlarıyla..", YŞKII, s. 319.
[739] Cahit
Koytak, "Dualardan Bir Dua", Taraf, (21/01/2013).
[740] Bu
yaklaşımla ilgili ayrıntılı açıklamalar için bkz.: Tezin "Üçüncü Bölüm:
Poetikası"ndaki "3. 2. Sanatçı Kimdir?" başlığı.
[741] Cahit
Koytak'ın, "Tanrı, 'Ben söylememiş miydim size, / ‘yeryüzünde bir
kalfa yaratacağım!’ diye?’/buyurduğunda, 'Ustalar Ustasıdır, Efendimiz, /
Ulular Ulusudur!’ deyip kapanıversinler yere / melekler, şeytanlar, cinler,
periler." dizeleri Bakara suresinde insanın "halife" olarak
yeryüzünde yaratılışının bildirildiği otuzuncu ayete bir anıştırmadır. [Cahit
Koytak, "Kitabın 'Ortası' ", Taraf, (31/08/2009).].
Bkz.: Kur'an-ı Kerim, Bakara 2 / 30: "Rabbin meleklere 'Ben
yeryüzünde muhakkak bir halife yapacağım’ dediği vakit, (Onlar cevap olarak)
'Biz hamdinle tesbih eder ve Seni ululayıp dururken, orada bozgunculuk yapacak
ve kanlar akıtacak bir varlık mı yaratacaksın?’ dediler. O, Şüphesiz Ben, sizin
bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim’ buyurdu.". Kur'an-ı Kerim [Meali],
Çev.: Elmalılı Hamdi Yazır (Sadeleştiren: Mustafa Özel), özgün Mushaf metninin
hattı: Şekerzade Mehmet Efendi, Asır Yayıncılık, İstanbul 2011. Ayrıca bu
bağlamda şu ayetlere de bakılabilir: Enam 6 / 165; Araf 7 / 69; Yunus 10 / 14,
73; Neml 27 / 62; Fatır 35 / 39; Hadid 57 / 7.
[742] "Evde
Çalışanlar İçin Metafizik [II. Epizot]", ÖÇ, s. 47. Ayrıca
insana ruhun ve şairlik yetisinin Tanrı tarafında balçığa üflenerek verildiği
düşüncesinin işlendiği şiirlerinden bazı örnekler için bkz.: "Hem Kendisinin,
Hem Bir Başkası", ÖÇ, s. 32.; "Çocuk ve Zaman [I.
Epizot]", ÖÇ, s. 160. ; "Yalnızlığın
Türleri", ÖÇ, s. 227.; "Herkesin Bildiği
Şeyler", YBİM, s. 92.; "Yazılıp Silinen", YBİM, s.
177.; "Caius'un Yeni İncil İçin Kuramsal Taslakları I", YŞKI, s.
305.; "Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 226.;
"Homopoeticus", YŞKIII, s. 22.; "Cazın ve
Şiirin Kıyıları [V. Epizot]", CAZ, s. 224.; "Gazze
Risalesi [X. Epizot]", GR, s. 41. vd.
[743] "Yakarış", YŞKI, s.
19.
[744] "Prolog
[II. Epizot]", YŞKI, s. 12.
[745] "Tahta
Kılıç", YBİM, s. 93.
[746] "Çırağın
Şarkısı", ÖÇ, s. 135.
[747] Gazze
Risalesi [X. Epizot]", GR, s. 41.
[748] agş.
S. 41. Not 1. Yukarıda alıntılanan dizelerde geçen "kalfa" sözcüğüne
konulan yıldız (*) imli dipnotta şu açıklama yer alır: " 'halife'
sözcüğünün Türkçe'ye geçiş biçimi.". 2. Alıntılanan metinlerdeki
özgün yazım ve noktalama aynen korunmuştur.
[749] "Şairlerin
Tanrısı", YŞKI, s. 368.
[750] "Tabletler
[IX. Epizot] (Kaldea / M. S. 2009)", ÖÇ, s. 286.
[751] Yunus
Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak'a Soru Sormak ",
http://www. haberkultur.
net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
17/01/2013].
[752] "Yaşlı
Çömezin Şarkısı", YŞKII, s. 114.
[753] "Şair
Prometus I", YŞKI, s. 81.
[754] Söylencenin
bazı eşmetinlerinde ise Prometheus ateşi Hephaistos'tan değil Zeus'tan çalar.
Örneğin bkz.: Gerhard Fink, Antik Mitolojide Kim Kimdir?, Çev.:
Serpil Erfındık Yalçın, İlya İzmir Yayınevi, İzmir 2004, s. 366.
[755] Colette
Estin; Helene Raporte, Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev.: Musa
Eran, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK)
Yayınları, Ankara 2002, ss. 128,
129.; Ayrıca bkz.:
http://en.wikipedia.org/wiki/Prometheus [Erişim: 12/09/2014].
[756] "Saraydan
Kaçan Şair", YŞKI, s. 213)
[757] "Blues
Şairi", CAZ, s. 47.
[758] "İki
Yolcu: İnsan ve Su", YŞK II, ss. 23-27.
[759] agş.
ss. 23-27.
[760] "Prolog
[I. Epizot]", YŞK I, s. 10),
[761] "Baijo", YŞKII, s.
122.
[762] "Şair
Bugünden Geçiyor", YŞKIII, s. 335.
[763] "İsa,
Caius'a Hülûl Ediyor", YŞKI, s. 322.
[764]
"İbrahimce Sorular", YBİM, s. 360. Şair bu dizelerde
dille de oyun oynamayı sürdürmektedir. Günlük yaşamın sıradan bir soru cümlesi
olan "körler görür mü?" dizesinin söz dizimi ve
vurgusu bir sonraki dizede değiştirilerek iki dizeyE bölünmüş olarak birinci
dizenin hemen ardından ikinci ve üçüncü dizeler olarak gelir. Böylece
dizelerdeki söz dizimi de oyunun bir parçasına dönüşür. "demek
istediğim, / körler görürler mi, hiç değilse rüyada? ", alıntılanan
bu iki dizede aynı sorunun yanıtını aramaktadır. Ancak şiir anlatıcısı, günlük
yaşamın sıradan söz dizimiyle kurulmuş cümlesini nasıl dizeleştirdiğini
göstererek "oyun" oynar.
[765]
agş.
[766] "Şiir
ve Metafizik [XII. Epizot]", YBİM, ss. 270, 271.
[767]
~
agş.
[768] "Büyük
Panayır", YBİM, s. 338.
[769] Cahit
Koytak, "Çarşı Pazar Gezerken", Türk Edebiyatı, S.
394, (Ağustos 2006), s. 27.
[770] Cahit
Koytak, "Kırkyaş Şarkıları Kitabı / Aforizmalar [2. Epizot]", Hece, S.99,
(Mart 2005), s. 7.
[771] "Onca
Beyin Humması", YŞKII, s. 327.
[772] "Suyun
Kıyısı", YŞKII, s. 16.
[773] Cahit
Koytak, " 'Şairler' ", Taraf, (01/11/2010).
[774] Cahit
Koytak, "Homopoeticus (III)", Taraf, (31/05/2010).
[775] Cahit
Koytak, " 'Şairler' ", Taraf, (01/11/2010).
[776] "suda
yanmasını, / ateşte donmasını bilmek gerekir" dizelerinde olduğu
gibi. "Hikaye", YBİM, s.
255.
[777] "Şairlerin
Tanrısı", YŞKII, s. 225.
[778] "Emzik", ÖÇ, s.
25.
[779] agş.,
s. 25.
[780] "Akıllı
Delilik", YŞK III, s. 296.
[781] "Şair
Caius Kendini Tanımaya Çalışıyor", YŞKI, s. 254.
[782] "Homopoeticus
[XI. Epizot]", YŞKIII, s. 242.
[783] agş.,
s. 242.
[784] "Sol
Elle Yazılanlar", YŞKIII, s. 38.
[785] "Homopoeticus", YŞKIII, s.
86.
[786] "Şair
Bugünden Geçiyor", YŞKIII, s. 349.
[787] agş.,
s. 349.
[788] "Karanfil
Makamında Caz Semaisi [IV. Epizot]", YŞKI, s. 69.
[789] "Homopoeticus
[XXI. Epizot]", YŞKIII, s. 260)
[790] "Homopoeticus
[XVII. Epizot]", YŞKIII, s. 252)
[791] "Epilog
[II. Epizot]", YŞKIII, s. 406.
[792] Aşağıya
alıntılanan bentler şairin bu anlayışını örneklendiren dizeler olarak
değerlendirilebilir.
"Şair
Bugünden Geçiyor
senin
vatanın nerde?
senin kendi
evin, kendi yüzün,
kendi
bakışların, kendi sözlerin?
onları
bulmak için mi, hep
başkalarının
rüyalarında
dolaşıp
durdun?
(■■■)
kendi ruhunu
tanımak için mi,
karanlıkta
hep
başkalarının
yüzlerinde
gezinip
durdu parmak uçların?
(■■■)".
"Şair Bugünden
Geçiyor", YŞK III, s. 280)
[793] "
'Bir Köpeğin Tasviri' ", YŞKII, s. 150.
[794] agş.,
s. 150
[795] agş.,
s. 150
[796]
"Yol Türküsü", ÖÇ, s. 80. "kazıcı"
metaforu bağlamında "İmrül Kays'ın Kıskançlık Nöbetleri", YŞKI, s.
87) şiirine de bakılabilir.
[797] "
Herkesin Bildiği Şeyler [III. Epizot]", YBİM, s. 300.
[798] "Bedevi
Şair", YŞKI, s. 24. Ayrıca şairin kusursuz olan güzelliğin
peşinde olması bağlamında bkz.: " Caius'un, 'Yeni İncil' İçin Kuramsal
Taslakları [IV. Epizot]", YŞKI, s. 308.
[799] "Bulunamayan", YBİM, s.
294.
[800] agş.,
s. 294.
[801] "Balmumundan
Düşünceler", YBİM, s. 296.
[802] Sanatçının
konu / tema edindiği şeylerin yeniden tasarlanmış / hayal edilmiş / yeniden
kurgulanmış biçimleri o şeyin nesnel dünyadaki gerçek biçiminden daha
estetiktir. İşte bu nedenle "sevgilinin hayali / sevgilinin
kendisinden daha güzeldir. / şairlerin yazdıkları da öyle, gördüklerinden,
duyduklarından, /" daha güzeldir, "Herkesin Bildiği
Şeyler", YBİM, s. 301. Bu nedenle "
yalan [Kurmaca olan], hakikatten [nesnel
gerçeklikten] daha anlamlı, / daha derin ve karmaşık görünmek, / bunun
için de, daha iyi tasarlanmış olmak, / daha içe işleyen ezgilerle / terennüm
edilmek zorundadır.", "Gül, Bülbül, Yalan, Gerçek.", YBİM, s.
306.
[803] "Gül,
Bülbül, Yalan, Gerçek.", YBİM, s. 306.
[804] agş.,
s. 306.
[805] "Sofistçe", YBİM, s.
293.
[806] "Bir
Hırsız Gibi", YŞKII, s. 347.
[807] agş.
Cahit Koytak'ın varlığa ve yaşama bakışı "güzelin penceresinden
bakmak" ilkesiyle özetlenebilir. Örneğin arkadaşı K.'nın kendisine
gönderdiği yazıyı değerlendiği manzum yanıt mektubunda bu tavır açık bir
biçimde görülür:
"bu ne güzel yazılar, K’ciğim,
(...)
bu ne güzel
kanat vuruşlar,
bu ne güzel
pervaz edişler,
bu ne güzel
kalkışlar ve konuşlar!
benim dün
yazdığım şiirle
(Şair 'Bugün
'den Geçiyor,
Ebedi
Yoksunluk Zamanından),
senin şu
"Güzellik Unut(ul)maz"
başlıklı
denemenin
nasıl aynı göğe salınmış
iki beyaz güvercin olduğunu
fark edebiliyor musun? " .
"Yaşlı Şairden Hekim
Şaire", YŞKI, s. 26.
[808] "At
ve Sürücüsü", YBlM, s. 230.
[809] "Hazırlıklar", YŞK
III, s. 392.
[810] "Herkesin
Bildiği Şeyler [IV. Epizot]", YBlM, s. 300.
[811] "Şair
& Yalvaç", YŞKII, s. 258.
[812] "Gül
Sepeti", YŞK II, s. 125.
[813] agş.
[814] "Cenaze
Arabası", YŞKIII, s. 393.
[815] "Yetmiş
Gram", YŞKIII, s. 394.
[816] "Yüzü
Yaralı Çocuk", YŞKIII, s. 359.
[817] "Caius'un
Yeni İncil İçin Kuramsal Notları VII", YŞKI, s. 315.
[818] Cafer
Keklikçi'den aktaran: Suavi Kemal Yazgıç, "Yoksul Yitik ve
Güzel", Yeni Şafak Kitap, (13/04/2010). Makalenin
e-nüshası için bkz.: http://www.yenisafak.com.tr/kitap/yoksul-yitik-ve-
guzel-251912 [Erişim: 25/12/2013]
[819] Abdurrahman
Adıyan, "Cahit Koytak Şiirinde 'Öteki'nin 'Beriki'leşmesi", İstanbul
BirNokta, S.
126, (Temmuz 2102), s. 27.
[820] "Homopoeticus
[VI. Epizot]", YŞKIII, s. 232.
[821] "İnsana
Daha Özgür...". YŞKII, s. 283.
[822] "Balmumundan
Düşünceler", YBİM, s. 78.
[823] Suavi
Kemal Yazgıç, "Yoksul Yitik ve Güzel", Yeni Şafak Kitap, 13/04/2010.
Makalenin e-nüshası için bkz.: http://www.yenisafak.com.tr/kitap/yoksul-yitik-ve-guzel-251912 [Erişim:
25/12/2013]. Not: Cahit Koytak'ın bilgi bakımından donanımlı oluşu, onun
şiirlerinde bilginin şiiri didaktik bir havaya bürümeden, şiiri şiir yapan
temel niteliklerden uzaklaştırmadan kullanılmasına dikkat çeken başka makaleler
de anılabilir. Örneğin: Nurettin Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum
Şiir", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 13.
[824] Seda
Eriş, "Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış", Akatalpa, S.
123, (Mart 2010), s. 10.
[825] Cahit
Koytak, "Virtüöz Ölüm", Hece, S. 88, (Mart 2004), s.
4.
[826] Cahit
Koytak'ın poetikasında şiir ve hikmet ilişkisinin yeri hakkında daha geniş
bilgi için bkz.: Tezin "Üçüncü Bölüm: Poetikası" bölümünde "3.
3. 3. Şiir Hikmettir" başlığı.
[827] "Nektar
ve Ambrosia", YŞK II, s. 256. Not: "Ambrosia.
Homeros destanlarında Olympos tanrıları "ambrosia" ve
"nektar" ile beslenirler. Ölümsüz anlamına gelen ambrosia birçok
çiçek özlerinin katıldığı bir çeşit balmış. Ambrosia ile beslenen tanrılar
yaralanmaz olurlar, bu büyülü bal insanlara da içirildi mi, onlara gençlik,
mutluluk ve ölümsüzlük sağlarmış. ", Azra Erhat, Mitoloji
Sözlüğü, VI.
b., Remzi
Kitabevi, İstanbul 1996, s. 325
NEKTAR — Tanrıların içkisidir. Zeus’a bu içkiyi
GANYMEDES sunar. Mitologyanın en güzel delikanlılarından Biri olan Ganymedes
(Lat.Catanitus)’i Zeus, bir kartalla Olympos’a getirtti, ona ebedî bir gençlik
bağışladı. Zeus’un sakisi olan Ganymedes, bazan pınar tanrılarından Nils ile
özdeş kabul edilir.", Behçet
Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul
1995, s. 21.
[828] "Epilog
[III. Epizot]", YŞKIII, s. 407.
[829] "Bilgi
& Şiir", YŞK II, s. 118.
[830] "Şiir
Yazmak mı?", YŞK III, s. 290.
[831] agş.
[832] "Hayatı
Tanımlamak", YBİM, s. 60.
[833] "Kötü
Şiir, İyi Sözler", YBİM, s. 143.
[834] "Evde
Çalışanlar İçin Metafizik [I. Epizot]", ÖÇ, s. 45.
[835]
Ömer Erdem, "Böyle Paldır Küldür Nereye Kardeşim", Radikal
Kitap, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=988987&CategoryID=4 0
[Erişim: 11/03/2013\.
[836] Doğan
Hızlan, "Cahit Koytak Özel Sayısı", Hürriyet, (14/08/2012).
[837] "Büyük
Keşifler", YŞKI, s. 73.
[838] "Hiç
Yoktan", YBİM, s. 25.
[839] "Homopoeticus
[VII. Epizot]", YŞKIII, s. 222.
[840]
_
agş.
[841] "Mürekkepbalığı",
http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCrekkep_bal%C4%B 1%C4%9F%C4%B
1
[Erişim:
01/09/2014]
[842] Şair
tarafından şiirin dipnotuna alıntılanan ansiklopedi maddesinin özgün metin şu
biçimdedir: "(...) olağanüstü bir beyin, heyecan hissi, hassas bir
koku alma duyusu, oburluğa varan bir tat alma
duyusu ve
çok hassas gözlere sahiptir. (...) Görüş alanları 360 dereceyi bulur.
Arkalarını da rahatça görebilirler. (...)". Bkz.: "Mürekkepbalığı", http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCrekkep_bal%C4%B 1%C4%9F%C4%B
1 [Erişim:01/09/2014].
[843] "Yaşlı
Şairden Yaşlı Krala", YŞK III, s. 222.
[844] agş.
[845] Yukarıda verilen dipnot aşağıda verilen sözlük ve ansiklopedi
maddeleriyle karşılaştırılabilir: "a.
(mu:sika:rı)
esk. 1. Gagasındaki deliklerden rüzgâr estikçe türlü sesler çıktığına inanılan
bir masal kuşu. 2.(.)""musikar", Türkçe
Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
2013; "(...)
musikar,
büyük bir gagası ve gagasında yüzlerce delik bulunan, rüzgar esmesi sonucu bu
deliklerden nağmeli sesler çıkaran ve bu şekilde musikinin doğuşuna öncülük
ettiğine inanılan büyük mitolojik bir kuş. Musiki kuşu olarak da bilinen
kaknüs, kuğu anlamına gelen Yunanca kökenli kiknos (Cygnus) kelimesinden
gelmektedir. Bu kuşun güzel sesini duyarak etrafına doluşan küçük kuşları
yiyerek beslendiği ifade edilir. Bin yıl yaşayıp daha sonra Feniks gibi
küllerinden yeniden doğmak için ormanlardan odun toplayıp bunları kanatlarını
süratle çırparak tutuşturduğuna ve kendini yanan ateş ile yaktığına
inanılır.". "Musikar", http://tr.wikipedia.org/wiki/Kakn%C3%BCs_ku%C5%9Fu [Erişim:
10/10/2014]
[846] agş.
[847] "Sol
Elle Yazılanlar", YBİM, s. 327.
[848] agş.
[849] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Onuncu Şarkı -Merdivenin Dibinde Zekânın Çiğ
Işığında Varyete-", Kaşgar, S. 20, (Mart 2001), s. 29
[850] "
'Zamanın Ruhu' II", ÖÇ, s. 171.
[851] Cahit
Koytak, "Şiir & Sinema", Taraf, (07/12/2009).
[852] "Kısa
Tarihi Cazın [I. Epizot]", CAZ, s. 114.
[853] Joachim
E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010.
[854] agy.,
s. 22-30. (1890'lar Ragtime s. 22; 1900'ler New Orleans s. 24; 1910'lar
Dixieland s. 28)
[855] agy.,
s. 29.
agy., s. 29.
agy., s.
311.
Şairin bu
uygulamasıyla ilgili açıklamalar için bkz.: "İkinci Bölüm: Yayın
Faaliyeti" bölümündeki
8 agş. (s. 112. Prof. Dr. Nabi Avcı, 1970'lerin başında Eskişehir'de
çıkardıkları Deneme dergisinde ve daha sonra Ankara'da
çıkardıkları Gelişme dergisinde yayımladığı ilk şiirlerinde
müstear olarak Veysel Vedat adını kullanmıştır.
[860]
"Evde Çalışanlar İçin Metafizik", ÖÇ, s. 45.
[861]
Abdurrahman Adıyan, "Cahit Koytak Şiirinde 'Öteki'nin 'Beriki'leşmesi
", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 27.
[862]
Cahit Koytak'tan aktaran: Murat Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi
Okuyun", Zaman, (12/06/2011). http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1145736 [Erişim:
29/12/2012]
[863]
Doğan Hızlan, "Cahit Koytak Özel Sayısı", Hürriyet, (14/08/2012).
[864]
Mehmet Kurtoğlu, "Bilginin Şairi: Cahit Koytak", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 6.
[865]
agm., s. 6.
[866]
"Anıt", İA, s. 221.
[867]
Emrah Tahiroğlu, Mahmut Feyzi, "Anıt Şiiri Bağlamında Cahit Koytak Şiirine
Genel Bakış", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012),
s. 9.
[868]
"Esin Meleği", ÖÇ, s. 25)
[869]
"Epilog", YBİM, s. 376.; Ayrıca aynı şiir,
"Epilog [III. Epizot]", ÖÇ, s. 440)'ta da yer almaktadır.
[870]
"Cehennemden Yükselen Neşideler" ortak adını taşıyan şiirler için
bkz.: İA, s. 121); YŞKI, s. 199); YŞK III,
ss. 55; 81.
[871]
Metin Önal Mengüşoğlu'ndan aktaran: Abdurrahman Adıyan, "Güzel Sözlerin
Cini: Cesur Bir Şair", Aşkın (e) Hali,S. 28,
(Ekim-Kasım-Aralık 2012), s. 24.
[872]
Cevat Akkanat, " 'Şairlerin Tanrısı'nda Cahit Koytak Ne Söyler?
", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 22.
[873]
Resul Tamgüç, "Varoluşçu Bir Poetika Oluşturmak: Cahit Koytak
Deneyimi", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s.
5.
[874]
" 'Ol!' Emrinin Çömezidir, Şiir", EŞK II, s. 274.
[875]
agş., s. 275.
[876]
"Döngü", ÖÇ, s. 387.
[877]
Arapça özgün ifadesi: "Men arefe nefsehu fekad men arefe Rabbehu.".
El-Aclunî, Keşfu’l-Hafâ, 2 / 262; Ayrıca bkz.: Elmalılı Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'an Dili, C. VIII, Haz.: Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları,
İstanbul 1996, s. 5817. Bu hadis-i şerifi destekleyen ayetler için bkz.:
Kur'an-ı Kerim, Fussilet 41 / 53: " Onlara, ufuklarda ve kendi
nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine
açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? "; Zâriyât
51 / 21: "Kendi nefislerinizde de. Görmüyor musunuz?" [Kur’an
Meali, Çev.: Ahmet Varol, Ozan Yayıncılık, İstanbul 1995.]. Aynı
hadis bu bağlamda Yunus Emre tarafından da ele alınır:
" 'Men arefe nefsehu'
Dersin illa değilsin
Melâikten yukarı
Seyran arzu kılarsın "
Yunus
Emre, Divan [YûnusDivanı], "143. Candan Geçmeden Canân
İstenmez", Haz.: Prof. Dr. Turan Karataş, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014,
s. 146.
[878] Cahit
Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Sekizinci Şarkı -Daha Derin Kazmalıyız, Daha
Derin!-", Kaşgar, S. 20, (Mart-Nisan 2001), s. 18.
[879]
agş., s. 21.
[880]
Kur'an-ı Kerim, Tin 95 / 1-4. [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.]
[881]
Cahit Koytak, "Minarede Vurulan Müezzin", Hece, S.
83, (Eylül 2004), s. 7.
[882]
Tevbe suresinin başında besmele bulunmaz (Bkz.: Tevbe 9 / 0); ancak Neml
suresinde, surenin başında ve içinde olmak üzere iki defa besmele geçer (Bkz.:
Neml 27 / 30).
[883]
"Balçığa Üflenen Ruh", YŞKIII, s. 273.
[884]
Hicr 15 / 28, 29 [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.]
[885]
agş., s. 276
[886]
"Tefsirlerdeki bilgilere göre, Ashab-ı Kehf, Roma İmparatoru Dekanus
zamanında yaşamışlardır. O
dönemde Hz.
İsa’ya inanan mü’minlere zulmedilmekteydi. Dinlerini terk etmeyip, bu
zulümlerden kaçarak bir mağaraya sığınan bu gençler, Roma İmparatorluğunda
Hıristiyanlığın yayıldığı İmparator I. Theodosius zamanında
uyandılar.",
[Konularına Göre Kur'an -Sistematik Kur'an
Fihristi-, IX. b., Haz.: Ömer Özsoy, İlhami Güler, Fecr
Yayınları, Ankara 2005, s. 804]. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'deki Ashab-ı Kehf
kıssasıyla ilgili ayetler için bkz.: Kehf 18 / 9-26.
[887]
Kur'an-ı Kerim, Kehf 18 / 25, 26. [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.]
[888]
Kur'an-ı Kerim, Kehf 18 / 19 [Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın
Işığında Kur'an Tefsiri, Bayraklı Yayınları, İstanbul 2009.].
[889]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 222.
[890] agş.,
s. 224. Not: Şiirin özgün metninde italik olarak dizilen sözcükler, orijinal
metindeki bu vurgulamayı belirtmek için koyu harflerle dizilmiştir.
[891]
Acluni, Keşfü'l- Hafa, II, 132.
[892]
Kur'an-ı Kerim, Zariyat 51 / 56 [Celal Yıldırım, Tefsirli Kur'an-ı
Kerim Meali, C. I, Anadolu Yayınları, İzmir 2002.].
[893]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 224. "Kalfa", kalfa
sözcüğünün bu anlamda kullanımına ilişkin benzer bir dipnot da "Gazze
Risalesi"nin aynı adlı bölümünün birinci epizodunda yer alır: "*
'halife' sözcüğünün Türkçe’ye geçiş biçimi.", ["Gazze
Risalesi [X. Epizot]", GR, s. 41. ].
[894]
Kur'an-ı Kerim, Bakara 2 / 30 [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.]. Not: Meal metni içindeki vurgulama
tarafıma aittir.
[895]
Kur'an-ı Kerim'de insanın balçıktan / çamurdan yaratılması konusu ile ilgili
olrak bkz.: Sad 38 / 71, 72; Fatır 35 / 11; Hicr 15 / 26, 28, 29; Enam 6 / 2;
Mümin 40 / 67; Müminun 23 / 12; Secde 32 / 7 -9; Rahman 55 / 14; Hac 22 / 5.
[896]
"Cazın Irmakları", YŞK II, s. 245.
[897]
Kur'an-ı Kerim, Bakara 2 / 187. [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.]. Not: Alıntıdaki koyu vurgulamalar
tarafıma aittir.
[898]
"Tanrı'nın Nefesiyle Dolup Taşarak ", İA, s. 168.
[899]
"Gazze Risalesi [X. Epizot]", GR, s. 42.
[900]
"Solo Saksafon", CAZ, s. 388.
[901]
Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 11-13.
[902] "Dağ
Vaazı: Hz. İsa'nın taraftarlarına ve kalabalık bir halk kitlesine Zeytin Dağı
olarak adlandırılan bölgede yaptığı vaaza verilen addır. Bu vaaz, genel olarak
İsa’nın, taraftarlarının yerine getirmesi gereken temel ahlâkî kuralları ve
yasal prensipleri içermektedir. (...)", Şinasi Gündüz, "Dağ
Vaazı", Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara
1998, s. 89.
[903]
Kur'an-ı Kerim, Alak 96 / 1-5.
[904]
"Solo Saksafon", CAZ, s. 389.
[905]
Mustafa İslamoğlu, "Tefsir Dersleri: Tîn Suresi (01-80)",
http://kurantefsir.wordpress.com/2014/09/11/islamoglu-tef-ders-tin-suresi-01-8-193-c/ [Erişim: 18/10/2014]
[906]
Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 11-13, 41.
[907]
Kur'an-ı Kerim, Alak 96 / 1-5.
[908]
Kur'an-ı Kerim, Tin 95 / 1-3, [Ku'ran-ı Kerim Meali, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.].
[909]
"Gazze Risalesi [II. Epizot]", GR, s. 14.
[910]
"Bilgi, Keder ve Sanat", YŞKII, s. 338.
[911]
Maide 5 / 110; Meryem 19 / 29, 30; Al-i İmran 3 / 45, 46.
[912]
Kur'an-ı Kerim, Sebe 34 / 14.
[913]
Cahit Koytak, "İşaretler", Hece, S. 84, (Aralık
2003), s. 7.
[914]
"Gazze Risalesi [IX. Epizot]", GR, s. 36.
[915]
Bu kıssa ile ilgili olarak bkz.: Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 85-97.
[916]
Kur'an-ı Kerim, Şuara 26 / 63. [Muhammed Esed, Kur’an Mesajı
-Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız Osman),
Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009].
[917]
Bkz.: Kur'an-ı Kerim, Yusuf 12 / 55-60.
[918]
"Jozefe Mektup", GR, s. 83.
[919]
Cahit Koytak, "Sözcükler ve İmgeler", Hece, s. 70,
(Ekim 2002), s. 5.
[920]
Kur'an-ı Kerim, Kehf 18 / 18.
[921]
Kur'an-ı Kerim, Kehf 18 / 60-82.
[922]
Kur'an-ı Kerim, Neml 27 / 18, 19:
"18. (Nitekim,) karınca(larla dolu bir) vadiye
geldiklerinde, karıncalardan biri: "Ey karıncalar!" diye bağırdı,
"Hemen yuvalarınıza girin ki Süleyman ve ordusu, farkında olmadan sizi
ezip geçmesin!" 19. (Süleyman temsildeki karıncanın) bu sözüne neşeyle
güldü ve 'Ey Rabbim!' dedi, 'İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana
babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım; ve hep Senin
hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni, rahmetinle, dürüst
ve erdemli kulların arasına sok!’ "
[Muhammed Esed, Kur’an
Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız
Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009.].
[923]
Kur'an-ı Kerim, Meryem 19 / 19-30; Al-i İmran 3 / 45, 47, 59.
[924]
Kur'an-ı Kerim, Rad 13 / 2.
[925]
" 'Ruh' Üzerine Karışık Tezler", YBİM, s. 103.
[926]
agş., s. 103.
[927]
Kur'an-ı Kerim, Bakara 2 / 286.
[928]
Daha çok tasavvuf kaynaklı olan bu anlayışla ilgili olarak bkz: "Ruhun
bedenden önce veya bedenle birlikte yaratıldığına dair görüşler şöyledir: 1.
Ruhlar bedenlerden önce topluca yaratılmış olup zamanı gelince ait oldukları
bedenlere gönderilmiştir. Bezm-i elestte âdemoğullarının bedenleri henüz
yaratılmamışken ruhlarının Adem’in sırtından çıkarıldığına dair âyetin hadislerde
yapılan açıklamaları bunu teyit eder. Topluca yaratılan ruhlar "madde
âleminin son bulduğu yer" anlamına gelen berzahta bulunur. Rahimde
yaratılan cenin ruhun girişine elverişli hale gelince görevli melek tarafından
bedene ruh üflenir. Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İshak b. Râhûye ve İbn Hazm bu
görüştedir. 2. (...).", Yusuf Şevki Yavuz, "Ruh", Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XXXV, s. 190.
[929]
"Doğum, Ölüm, Ölümsüzlük", YBİM, s. 111.
[930]
"Evde Çalışanlar İçin Metafizik [IV. Epizot]", ÖÇ, s.
52. Not: Şiirin özgün metninde italik olarak vurgulanan sözcükler koyu
harflerle belirtilmiştir.
[931]
"Cennete Dönüş [I-IV. Epizotlar]", YBİM, s. 134-138.
[932]
Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 121; Araf 7 / 22-25.
[933]
İncil, Matta: 1 / 1, 2. Not: Yaratma edimi ve söz arasındaki ilişkinin Kur'an-ı
Kerim'de ele alınışıyla ilgili daha ayrıntılı bir açıklama için bkz.: Tezin
"III. Bölüm: Poetika"sındaki " Şiir Nedir?" başlığı.
[934]
"Caius'un 'Yeni İncil' İçin Kuramsal Notları X", YŞKI, s.
319.
[935]
İncil, Matta: 1 / 2.
[936]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKIII, s. 44, 45.
[937]
"Manifesto", FŞK I, s. 109.
[938]
agş., s. 110.
[939]
Bu olayın İncil'deki öyküleri için bkz.: Matta: 26/17-28; Markos: 14 /12, 17,
22-24; Luka: 22/19,20.
[940]
"Asansörde Birden İsa", İA, s. 17.
[941]
Nisa 4 / 155, 156, 157, 158: " (Yahudiler, İsâ Peygamberi)
inkârları, Meryem'e zina (gibi) büyük bir iftirada bulunmaları ve Allah’ın
Peygamberi Meryem oğlu İsa’yı gerçekten öldürdük, demeleri (sebebiyle Allah
onları lanetleyip kalblerini mühürledi). Oysa onlar İsa’yı öldüremediler ve
asamadılar; (öldürülen başkası idi). kendilerine İsâ gibi) benzetildi. İsâ’ nın
öldürülmesi hakkında ihtilâfa düşenler elbette bu hususta şüphe içindedirler;
onların bu konuda zanna uymaktan başka bir, bilgileri yoktur. İsa’yı kesinlikle
öldüremediler; bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah yegâne üstündür,
hikmet sahibidir.". [Celal Yıldırım, Tefsirli Kur'an-ı
Kerim Meali, C. I, Anadolu Yayınları, İzmir 2002.]
[942]
"Asansörde Birden İsa", İA, s. 17.
[943] "Son
Akşam Yemeği, Rönesans ressamlarınca
çokca işlenen bir konu olmuştur. Bu eserlerin içinde en bilineni Leonardo da Vinci’nin yaptığı resimdir.
Resim, Santa Maria Della Grozia Manastırı'nın yemekhanesindedir. İsa ve
havarileri akşam yemeği yemektedir. İsa tam ortada oturmaktadır. Diğer figürler
üçlü kompozisyonlarla iki yanına sıralanmışlardır. Bu resimde Leonardo, İsa’nın
içlerinden
birinin
kendisine ihanet edeceğini söylediği anda kişilerin yüzündeki dramatik ifadeyi
çok iyi yansıtmıştır. İsa’nın arkasındaki pencereden içeri süzülen bir ışık,
dikkati İsa’ya çekmektedir.", "Son
Akşam Yemeği", http://tr.wikipedia.org/wiki/Son_Ak%C5%9Fam_Yeme%C4%9Fi [Erişim:
11/10/2014]. Not: Şiirde gönderimde bulunulan sahneyi betimleyen tablo için
bkz.: Tezin "Ekler" bölümü.
[944]
"Caius Saray Şairi Osias'ın Hikâyesini Kaleme Alıyor", YŞKI, s.
289, 290.
[945]
İncil, Markos 14 /10, 11; Luka 22 / 3-6.
[946]
Tablo için bkz.: Tezin "Ekler" bölümü.
[947]
Cahit Koytak , "Prolog", Kaşgar, S. 14, (Mart 2000),
s. 10.
[948]
agş., s. 10, 11.
[949]
"Şiir ve Metafizik", YBİM, s. 277.
[950]
Kur'an-ı Kerim, Nisa 4/ 156-158.
[951]
İncil'in Latince nüshasındaki orijinal adıyla "Via Dolorosa / Via
Crucis" Acı Yolu, Golgota Yolu ya da Çile Yolu.
[952]
İncil'de, yukarıdaki konuyla ilgili anlatısı için bkz.: İncil, Matta 27 /
26-50; Markos15 / 2 -21; Yuhanna 18 / 16; 19 / 17-27.
[953]
"Şair Caius'un İkinci Gelişi", YŞK I, s. 339, 340.
[954]
İncil, Matta 26 / 32, 33-35. Bu anlatının diğer İncil'lerdeki eşmetinleri için
bkz.: Markos14 / 2731; Luka 22 / 31-34; Yuhanna 13 / 36-38.
[955]
İncil, Matta 26 / 69-75. Bu anlatının diğer İncil'lerdeki eşmetinleri için
bkz.: Markos 14 / 6672; Luka 22 / 56-62; Yuhanna 18 / 15-18, 25-27
[956]
"Şair Caius'un İkinci Gelişi", YŞKI, ss. 339, 340.
[957]
Örneğin İncil, Yuhanna 10 / 11: "Ben iyi çobanım. İyi çoban
koyunları uğruna canını verir.".; Matta 25 / 32, 33: "32.
Ulusların hepsi O'nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir
çoban gibi, onları birbirinden ayıracak. 33. Koyunları
sağına, keçileri soluna alacak. ". Not: Bu durum benzer biçimde
Tevrat ve Mezmurlar'da da yer alır (Örneğin: Tevrat, Yeşeya 40 /11; Hezeikel 34
/ 2, 5-7). Ancak bu kadim eğretileme Cahit Koytak'ın şiirlerinde genellikle
İsa, Meryem oğlu İsa, Kayıp Kuzuların Çobanı, Nasıralı İsa biçiminde kullanıldığı
için bilginin kaynağı İncil olarak belirlenmiştir.
[958]
Bkz.: Bir önceki dipnot.
[959]
"İsa Caius'a Hülûl Ediyor", YŞKI, s. 325. Not:
Şiirin özgün metninde italik olarak vurgulanan ifadeler, yukarıdaki alıntıda
koyu harflerle dizilmiştir.
[960] Bu
olayın dört İncil'deki ayrıntılı anlatımları için bkz.: İncil, Matta 27 /
26-35; Markos 15 / 16-32; Luka 23 / 26-43; Yuhanna 19 / 2-27.
[961] "Yük
Trenleri I", CAZ, ss. 53, 54.
[962] "Caius'un,
'Yeni İncil' İçin Kuramsal Taslakları [I-V. Epizotlar]", YŞKI, s.
305-312); "Caius'un, 'Yeni İncil' İçin Kuramsal Notları [I-XI.
Epizotlar]", YŞKI, ss. 313-322.
[963] "İsa,
Caius'a Hülûl Ediyor", YŞKI, s. 323.
[964] Caius'un
Göğe Çekilmesi", YŞK I, s. 334.
[965] "Caius'un
İkinci Gelişi", YŞKI, s. 339.
[966]
Mezmurlar, kanonik Hristiyan geleneğe göre Hz. Davut'un; Musevi geleneğe göre
ise Hz. Süleyman ve Hz. Davut peygamberlerin ilahi formundaki yakarı
şarkılarıdır. Hem Tevrat'ta (Tanah) hem de Musevi geleneği tarafından
reddedilen Eski Ahit'te yüz elli mezmur yer alır (Eski Ahit'te yer alan ve
Musevilerce kabul edilmeyen yüz elli birinci mezmur bir kenarda tutulursa) bu
bağlamda mezmurlar Musevi ve Hristiyan geleneğin ortak kutsalı olarak
değerlendirilmelidir. Incil'deki mezmurların asıl kaynağı Tevrat olduğu için
mezmurlar bahsi Tevrat başlığıyla birlikte ele alınmıştır. Not: Kur'an-ı Kerime
göre ise öteki peygamberlere kitap vahyedildiği gibi Zebur (mezmurlar) da Hz.
Davut'a vahyedilmiş bir kitaptır (Bkz.: Kur'an-ı Kerim, Nisa 4 / 163; İsra 17 /
55.
[967]
"Mezmurlar / Eyyüb Eyyüb'ü Bekliyor [III. Epizot]", iA,
s. 151. Not: Yinelemeleri belirtmek amacıyla yapılan koyu vurgulamalar tarafıma
aittir.
[968] Salime
Leyla Gürkan, "Zebur", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C. XLIV, s. 172.
[969] "Mezmurlar
/ Eyyüb Eyyüb'ü Bekliyor [I. Epizot]", iA, s. 147.
[970] Tanah,
Teilim 150. Mezomir / 1-6; Eski Ahit, 150. Mezmur / 1- 6. Not: Yinelemeleri
belirtmek amacıyla yapılan koyu vurgulamalar tarafıma aittir.
[971] "Mezmurlar
/ Eyyüb Eyyüb'ü Bekliyor [I. Epizot]", İA, ss. 147, 148.
[972] Tanah,
Teilim 143. Mezomir / 1-7, 9, 10; Eski Ahit, 143. Mezmur / 1- 7, 9, 10.
[973] agş.,
s. 147, 148.
[974] Örneğin
bkz.: "Kurtlar İçin Kuzular İçin", İA, s. 155.
[975] "Mezmurlar
/ Oyun mu Bitti?", İA, s. 161.
[976] Tavrat,
Aflara 13 / 2
[977] Tanah,
Mısırdan Çıkış 32 / 1-8. Altın buzağıyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de
verilen bilgiye göre Altın Buzağı'yı yapan Hz. Harun değil İsrailoğullanndan
Samiri adlı bir ustadır bkz.: Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 85-97.
[978] "Mezmurlar
/ Oyun mu Bitti?", İA, s. 161.
[979] Kur'an-ı
Kerim, Araf 7 / 248.
[980] Ömer
Faruk Harman DİA için yazdığı "Ahd-i Atîk" maddesinde "Neşideler
Neşidesi"ni şu biçimde açıklar: "Ahd-i Atîk’in Ketuvîm
kısmında ve Megilloth denilen grubun başında yer alır. Sinagoglarda, Paskalya
(Pesah) bayramının sekizinci günü okunur. Kitapta, iki sevgilinin karşılıklı
sevgi ve aşkları tasvir edilmektedir. Adeta erotik aşk şiiri mahiyetindeki bu
kitabın kutsal kitaplar listesine alınması bir hayli tartışmadan sonra ve
Jamnia Sinodu ’nda olmuştur.", Ömer Faruk Harman, "Ahd-i
Atîk", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, C. I, s. 499.
[981] Kıssanın
bir eşmetni için bkz.: Mevlana, Mesnevi, "Hz. Musa ile
Çoban Hikâyesi", C. II, Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki
Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, ss. 132-138.
[982] "Evsizin
Mezmuru", YŞKII, s. 205.
[983] Cahit
Koytak, "Ölüler İçin Reklam Arası", Kaşgar, S. 18,
(Kasım 2000), s. 16.
[984] Cahit
Koytak, "Ay Işığında Buğday Tarlaları", Hece, S. 80,
(Ağustos 2003), s. 5.
[985] "Goya'ya
Göre Eyyüb'ün Hikâyesi", ÖÇ, s. 215.
[986] agş.,
s. 215.
[987] Tevrat
(Eski Ahit), Çıkış 25 / 16. Ayrıca bkz.: Tevrat (Tanah), Yeremya 2 / 16; Tevrat
(Eski Ahit), Yasanın Tekrarı 10 / 1-5.
[988] "Bundeslade", YŞKII, s.
198.
[989] agş.,
s. 198. Tanrı Yahve, Yahudileri Mısır'dan çıkararak onları kendi milleti
yapması ve böylece Yahudilerin intikamını Mısırlılardan alması nedeniyle
"İntikamcı" olarak anılmıştır. Bu bağlamda bkz.: Tevrat (Eski Ahit),
Çıkış 3 / 15-18; 6 / 2-8
[990] agş.,
s. 199.
[991] agş.,
s. 199.
[992] Behçet
Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul
1995, s. 10.
[993] İsmet
Zeki Eyüboğlu, Anadolu Mitolojisi -Anadolu Üçlemesi 2-, "Söylence
Üstüne", Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998, s. 12.
[994] "
Balmumundan Düşünceler ", YBlM, s. 309.
[995] "Charlie
Chaplin İçin Dört Şiir / Caz İçin Doğaçlama: 'Şen Maneviyat' ", YŞKIII, s.
160.
[996] "Arasözler
[III. Epizot]", YŞKIII, s. 12.
[997] Şefik
Can, Klâsik Yunan Mitolojisi, "Orpheus", İnkılap ve
Aka Kitabevleri Koll. Şti., İstanbul 1970, s. 241.
[998] Orpheus
anlatısının ayrıntısı için bkz.: Colette Estin; Helene Raporte, Yunan
ve Roma Mitolojisi, Çev.: Musa Eran, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) Yayınları, Ankara 2002, ss. 182, 183.
[999] "Honky-Tonky", CAZ, s.
33.
[1000]
Orpheus anlatısının ayrıntısı için bkz.: Colette Estin; Helene Raporte, Yunan
ve Roma Mitolojisi, Çev.: Musa Eran, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) Yayınları, Ankara 2002, ss. 182, 183.
[1001]
"Cehenneme Su Taşıyan Serçeler", YŞKIII, s. 209.
[1002]
agş., s. 211.
[1003]
"Caz & Mitoloji", CAZ, s. 291.
[1004]
Bkz.: Şefik Can, "Sisyphus, Glaukos, Bellerophon", Klâsik
Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka Kitabevleri Koll. Şti., İstanbul
1970, s. 216.
[1005]
"Dağ Doğuran Fare", YŞKIII, s. 89.
[1006]
Özhan Öztürk, "Ambrosia" ; "Nektar", Folklor ve
Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınları, Ankara 2009, ss. 80; 727.
[1007]
Örneğin: "Nektar ve Ambrosia", YŞKI, s. 22); YŞKII, s.
256.
[1008]
Homeros, Odysseia, Çev.: Azra Erhat, A. Kadir, Can Yayınları,
İstanbul 1998.
[1009]
" 'Ruh' Üzerine Karışık Tezler", YBlM, s. 104.
[1010] "Minotauros [Yunan
Mitolojisi] Girit adasında yaşamış, insan gövdesi üzerinde bir boğanın başına
sahip bir yaratığın adıdır. Kraliçe Pasiphae ile Poseidon’un kurbanm edilmesi için
gönderdiği beyaz bir boğanın yavrusudur. Pasiphae’nin kocası Minos canavarı bir
labirente kapatmış, her yıl Atina’dan getirilen yedi genç kız ve delikanlıyı
yiyen Minotaur’u Thesus bu labirentte öldürmüştür. " Özhan
Öztürk, "Minotauros", Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix
Yayınları, Ankara 2009, s. 698.
[1011]
Cahit Koytak, "Sözcükler ve Simgeler", Hece, S. 70,
(Ekim 2002), s. 4.
[1012] Cahit
Koytak, "Bahar Sarhoşluğu / Kül Üzerinde Dans";
"Buzul", Taraf, (03/05/2010); (13/02/2012).
[1013]
Şefik Can, , "Zeus"; "Olympos", Klâsik
Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka Kitabevleri Koll. Şti., İstanbul
1970, ss. 20; 8.
[1014]
Cahit Koytak, " 'Wikileaks' ya da Yitik Bellek", Taraf, (06/12/2010).
[1015]
"Anarşist", YŞK III, s. 202. Not: Orijinal metinde
italik olarak dizilen sözcükler, alıntıda kalın puntolu harflerle
vurgulanmıştır.
[1016]
Şefik Can, "Hades", Klâsik Yunan Mitolojisi, İnkılap
ve Aka Kitabevleri Koll. Şti., İstanbul 1970, s. 156.
[1017]
"Nuh'a Gemi Resimleri [I. Epizot]", İA, s. 83.
[1018]
Özhan Öztürk, "Prometheus", Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix
Yayınları, Ankara 2009, s. 806.
[1019]
"Şair Propmetus II", YŞK I, s. 81. Not: Bu şiirin
ikinci epizodunun başlığı "Şair Prometus II" biçiminde yazılması
gerekirken tipo hatasıyla "Şair Propmetus II" biçiminde yazılmıştır.
[1020]
agş., s. 82.
[1021]
Özhan Öztürk, "Prometheus", Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix
Yayınları, Ankara 2009, s. 806.
[1022]
"Caius, Kendini Prometus'a Benzetiyor", YŞKI, s.
296.
[1023]
"Bugün Jesus, Yarın Judas", YŞKII, s. 35.
[1024]
Cahit Beğenç, Anadolu Mitolojisi, "Haphaistos veya
Vulcain", Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1967, s. 31, 32.
[1025]
agş., s. 35.
67 agş., s. 35. NOT: Hephaistos, Hera
ve Zeus'un dört çocuğundan biridir. Son derece çirkin olmasına rağmen kusursuz
güzellikte zanaat-sanat yapıtları ortaya koymaktadır. Bkz.: Behçet
Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul
1995, ss. 13, 14.
[1027]
Güney Yunanistan'da dağlık bir bölge olan "Arkadya / Archadia", tipo
hatası sonucu "Arkhaia" biçiminde dizilmiş olmalıdır.
[1028]
Yunan mitolojisinin yenilmez savaşçısı "Aşil / Akhilleus", tipo
hatası sonucu "Ahilleus" biçiminde dizilmiş olmalıdır.
[1029]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 227.).
[1030]
Merkür, geç dönem Yunan mitolojisinde Zeus'un Maia'dan olma oğlu
"Hermes" adıyla da bilinir. Bkz.: agy., ss. 14, 15. Ayrıca
"Merkür" için bkz.: Özhan Öztürk, "Mercurius", Folklor
ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınları, Ankara 2009, s. 690.
[1031]
"Sözün Sarhoşluğu", YŞKII, s. 50.
[1032]
"Arasözler [I. Epizot]", YŞKIII, s. 9.
[1033]
"Hançerle Değil Şiirle", YBİM, s. 278.
[1034]
"Anubis", Eski Mısır'ın Ölüler Kitabı -British Museum'daki
Ani, Hunefer, Anhai Papiruslarına Göre-, Haz.: Albert Champdor, Çev.:
Suat Tahsuğ, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1984, s. 14.
[1035]
agy., "Horus", s. 18.
[1036]
"Hançerle Değil Şiirle", YBİM, s. 278.
[1037]
"Caz & Metafizik", YBİM, s. 285
[1038]
agş. [III. Epizot], s. 288.
[1039] "Ölüler
Kitabı" hakkında geniş bir "Giriş" ve kitabın içerdiği özgün
metinler için bkz.: Eski Mısır’ın Ölüler Kitabı -British Museum’daki
Ani, Hunefer, Anhai Papiruslarına Göre-, Haz.: Albert Champdor, Çev.:
Suat Tahsuğ, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1984.
[1040]
"Şen Maneviyat - 7. Ayin", CAZ, s. 313.
[1041]
Kutsal kitaplarda Babil Kulesi için bkz.: Kur'an-ı Kerim, Kasas 28 / 8, 38;
Mümin 40 / 36, 37; Tevrat (Tanah), Tekvin, Noah 32 / 1-9. Babil Kulesi'nin
mitolojik anlatısı için bkz.: Donna Rosenberg, Dünya Mitolojisi -Büyük
Destan ve Söylenceler Antolojisi-, Çev.: Koray Akten vd., III. b.,
Metis Yayınları, İstanbul 2003, s. 239 vd.
[1042]
"Huş Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum [VI. Epizot]", îA, s.
77.
[1043]
noc c 77
agş. s. 77.
[1044]
" 'Zamanın Ruhu' ", YŞKII, s. 20.
[1045]
"Kule ve Yumurta", YBlM, s. 101.
[1046]
"Kule & Merdiven", YŞK II, s. 39.
[1047]
"Kule, Yelken", YBlM, s. 71.
[1048]
"Kule Yapanın Şarkısı", DBŞ, s. 240.
[1049]
"Kerpiç Döküyorum Kule Dikiyorum", DBŞ, s. 258.
[1050]
"Kule Yıkanın Şarkısı", DBŞ, s. 249.
[1051]
Cahit Koytak, "Yakarışlar Kitabı / Ayışığı Şeftali
Ağacının...", Hece, S. 74, (Şubat 2003), s. 4.
[1052]
"Karanfil Makamında Caz Semaisi [I. Epizot]", YŞKI, s.
57.
[1053]
Özhan Öztürk, "Anka", Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix
Yayınları, Ankara 2009, s. 95. Not: Sargon Erdem bu kuşların tamamen aynı
olmadığını benzeyen ve ayrılan yönlerini şöyle açıklar: "İslâm
tasavvuf ve sanatında anka veya sîmurg, halk arasında zümrüdüanka adlarıyla
anılan efsanevî kuş. Araplar ’ın anka ’, İranlılar ’ın sîmurg adını verdikleri,
Türkçe’de ise her iki şekliyle birlikte zümrüdüanka (sîmurg u anka) olarak da
adlandırılan Ön Asya efsanelerindeki bu kuş, pek çok kaynakta birlikte ele
alındığı Batı’daki Eski Mısır kökenli phoenix ve İslâmî çevrelerdeki
hümâ/devlet kuşundan tamamen, Hint mitolojisindeki garuda ile Altay
mitolojisindeki çift başlı kartaldan ise kısmen farklı özelliklere sahiptir. ” Sargon
Erdem, "Anka", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, sC. III, s. 198.;
Ayrıca bu kuşa Türk mitolojisinde ise Alp Karakuş, Tuğrul, Karakuş adları
verilir. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1971, ss. 111, 112, 541. Ayrıca bkz.: Yaşar
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınları,
İstanbul 2002, s. 131."
[1054]
"Yetmiş Gram", YŞKIII, s. 395.
[1055]
Bazı kaynaklara göre beş yüz yıl, bazılarına göre ise bin yedi yüz yıl.
(Örneğin bkz.: Özhan Öztürk, "Anka", Folklor ve Mitoloji
Sözlüğü, Phoenix Yayınları, Ankara 2009, s. 791; Gerhard Fink, Antik
Mitolojide Kim Kimdir?, Çev.: Serpil Erfındık Yalçın, İlya İzmir
Yayınevi, İzmir 2004, s. 354.
[1056]
Gerhard Fink, Antik Mitolojide Kim Kimdir?, Çev.: Serpil
Erfındık Yalçın, İlya İzmir Yayınevi, İzmir 2004, s. 354.
[1057]
"Sol Elle Yazılanlar", CAZ, s. 387.
[1058]
"Albatross",
http://global.britannica.com/EBchecked/topic/12596/albatros [Erişim: 16/10/2014].
[1059] Sargon
Erdem, "Anka", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, C. III, s. 199.
"Bu Daracık Gence Şehrinden", İA, s. 167.
"Anka", ÖÇ,
s. 122.
agş., s.
122.
"Huş
Ağacı Hakkında Bilgi Topluyorum [II. Epizot] ", İA, s. 67.
Cahit Koytak, "Atlas", Kaşgar, S. 76, (Nisan
2003), s. 5.
[1065]
Cahit Koytak, "Büyükbabalar İçin Gazel", Kaşgar, S.
9, (Mayıs 1999), s. 6.
[1066]
Hanife Dilek Batislam, "Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: HÜMÂ, ANKA VE
SİMURG", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi I, S. 7,
(2002), ss. 185-208.
[1067]
Cahit Koytak, "Büyükbabalar İçin Gazel", Kaşgar, S.
9, (Mayıs 1999), s. 6.
[1068]
"Kalk Şair!", YŞK I, s. 44.
[1069]
"Hem Kendinsin, Hem Bir Başkası", ÖÇ, s. 32.
[1070]
Ayrıca Ali Şir Nevai'nin naziresi "Lisanü't- Tayr", Gazali'nin
Attar'a esin veren yapıtı "Risaletü't- Tayr"ı, Zaifı'nin
"Gülşen-i Simurg"u da bu bağlamda değerlendirilebilir. [Ali Şir
Nevai, Lisanü’t- Tayr, Haz.: Mustafa Canpolat, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 1995; Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr, Çev.:
Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968.]. Not.:
Kendini arama leit motifi eksenli klasik Simurg anlatılarının içeriğin çevirisi
bağlamında karşılaştırması için bkz.: Cem Dilçin, "Mantıkut-Tayr'ın Manzum
Çevirileri Üzerine Bir Karşılaştırma", Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 36, S. 1-2, (1993), ss. 35-52.
[1071]
"Prolog [III. Epizot]", YŞK I, s. 13.
[1072]
"Piyano & Balina", CAZ, s. 320.
[1073]
"Peki, Nedir, Bu, ‘İyi Olan’?", ÖÇ, s. 378.
[1074]
İskender Pala, "Anka", Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Leyla
ile Mecnun Yayıncılık, XI. b., İstanbul 2003, s. 34.
[1075]
Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr, Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968.
[1076]
"Balçığa Üflenen Ruh", YŞKIII, s. 274.
[1077]
"Cazın İdeolojisi", CAZ, s. 123.
[1078]
"Joachim E. Berendt'in Doğaçlaması", CAZ, s. 203.
[1079]
Joachim E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, s. 143.
[1080]
Coltrane, saksafonu o kadar sıra dışı bir teknikle çalmaktadır ki, grup lideri
Pee Wee Crayton, sırf grupta çalmasın diye Coltrane'e para vermeye başlar.
Bkz.: agy., s. 142.
[1081]
"Caz Kitabı"ndan alıntılanarak yeniden yazılmış metinler italik
olarak dizilmiş ve bu durum dipnotta belirtilmiştir: "Bu başlık
altındaki metin, Joachim E. Berendt’in, ’Caz Kitabı’ ismiyle Türkçeye Neşe Ozan
tarafından çevrilen (Ayrıntı Yayınları) kitabından alınmış ve aranje
edilmiştir." "Joachım e. Berendt'in Doğaçlaması", CAZ,
s. 213.
[1082]
agy., s. 159.
[1083]
"Joachim e. Berendt'in Doğaçlaması", CAZ, s. 213.
[1084]
Özhan Öztürk, "Feng-huang", Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix
Yayınları, Ankara 2009, s. 381.
[1085]
agy., s. 381.
[1086] "Bir
sözcük: ‘Feng huang’
1. Çin icadı, iki başlı, dört kanatlı, musikâr bir
kuş; 2. Çin yapımı çok tutulan ünlü bir kuş markası, 3. Çinli
balıkçılarının, anka kuşu tüyünden yaptıkları orkinoz zokası; 4. Yaratılış
sırasında hem dişisinin, hem erkeğinin ruhu, çok çenebaz oldukları için, biri
ötekinin ağzına tıkıştırılan, böylece, tek bedende iki ruhlu olarak yeryüzüne
salınan efsanevi kuş türü. 5. Çin hüsn-ü hat sanatında, biri
ruhun önünü, öteki ruhun arkasını simgeleyen, sırt sırta yapışık ikiz kuş
figürü. 6. Çinli bir sözcük bahçıvanına göre, kırk kanatlı bir
hayal gücünü, karmakarışık zamanları, tanımı yapılamayan bin yüzlü mizaçları,
ucu bucağı gözükmeyen engin ruhları simgeleyen bir anka türü, 7. İlk defa, İsa
’dan 2.009 yıl önce, ünlü Çin şairi Cio Kio ’nun bir şiirinde sesi duyulan, huş
ağacının dalına tünemiş, boğazını kanatıncaya kadar öten ve bütün ötücü
kuşların sesini hem tek tek, hem de çok sesli olarak çıkarabilen, melekle
şeytan karışımı tuhaf bir yaratık. Ve bu yaratığın bedenine ıkış tıkış doluşup
dünyaya geri dönen düzinelerce ölü şairin büyük ruhlar kominyonu.". Cahit Koytak, "Bir Sözcük: Feng
Huang", Taraf, (02/11/2011).
[1087]
Cahit Koytak, "Sekizinci Şarkı / Daha Derin Kazmalıyız, Daha
Derin!", Kaşgar, S. 20, (Mart- Nisan 2001), s. 19.
[1088]
"Sıradanlığın Metafiziği", ÖÇ, ss. 53, 54.
[1089]
agş., s. 53.
[1090]
agş., ss., 53, 54.
[1091]
Koyu vurgulama tarafıma aittir.
[1092]
"Kötü Şiir, İyi Sözler", YBİM, s. 143.
[1093]
Fuzulî, Fuzulî Dîvânı, "Kıt'alar", III. b., Haz.:
Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1985, s. 187.
[1094]
"Meneviş Rengi", ÖÇ, s. 181.
[1095]
"Bahçıvanın Karısı", ÖÇ, s. 184.
[1096]
agş., s. 184.
[1097]
"Aşk & Felsefe", YBİM, s. 144.
[1098]
agş., s. 144.
[1099]
Cahit Koytak, "Aşk Şiiri", Taraf, (25/03/2013). Not:
alıntıda orijinal metne ait yazım ve noktalama aynen korunmuştur.
[1100]
Cahit Koytak, "Bir Rüya", Hece, S. 87, (Mart 2004),
ss. 4, 5.
[1101]
Cahit Koytak, "Sipahi III", Hece, S. 58, (Ekim
2001), s. 20.
[1102]
"Balçığın Bileşimi", YBİM, s. 53.
[1103]
"Yerin Kulağı", ÖÇ, s. 393.
[1104]
" Isidore Lucien Ducasse ", YŞKI, s. 188.
[1105]
"Demirci Çırağı", YŞKI, s. 21.
[1106]
"Metafizik", YBİM, s. 20.
[1107]
agş., s. 21.
[1108]
agş., s. 21.
[1109]
Cahit Koytak, "Rüzgârla Yarışan Tazı", Hece, s. 108,
(Aralık 2005), s. 7.
[1110]
agş., s. 7.
[1111]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 65.
[1112]
"Yavan Metaforlar", YBİM, s. 212.
[1113]
"Yoksulların ve Şairlerin Tanrısı", YŞK II, s. 210.
[1114]
"Öteki Tarafla Yaralı", İA, s. 169.
[1115]
"Biraz Uyku.", İA, s. 172.
[1116]
"Çarmıh", YBİM, s. 139.
[1117]
"Bilinmezlik", YBİM, s. 161.
[1118]
agş., s. 161.
[1119]
"Kapıyı Açık Tutmak", ÖÇ, s. 313.
[1120]
agş. s. 313.
[1121]
"Homopoeticus [IX. Epizot]", YŞKIII, s. 239.
[1122]
agş., s. 239.
[1123]
"Homopoeticus [XVI. Epizot]" YŞKIII, s. 250.
[1124]
agş., s. 250.
[1125]
"Oyuncakçı Dükkânı", ÖÇ, s. 146.
[1126]
"Aklın Dikenleri [I. - V. Epizotlar]", YBİM, ss. 127-131.
[1127]
"Meyvenin Kurdu", YBİM, s. 133.
[1128]
"Bir Gogol Kahramanı", YŞK I, s. 197.
[1129]
agş., s. 197.
2001), s. 24.
[1131]
Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 85-97.
[1132]
"Peki, Nedir, Bu 'İyi Olan' ?", ÖÇ, ss. 378, 379.
[1133]
"Tiyatro I", ÖÇ, s. 246.
[1134]
"Tiyatro II", ÖÇ, s. 247.
[1135]
"Tiyatro I", ÖÇ, s. 246.
[1136]
"Tiyatro II", ÖÇ, s. 247.
[1137]
"Ruhun Yaraları İçin", YBİM, s. 178.
[1138]
Metin Önal Mengüşoğlu, "Cahit Koytak Şiiri (Türkçe'de Bir
Milat)", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 11.
[1139]
Daha sonra "Yoksulların ve Şairlerin Kitabı"nın birinci cildinde (s.
50) yer alan bu şiir, Emek ve
Adalet Platformu tarafından 2011
yılı için hazırlanan Türkiye’de Evsizlere Dair Rapor'da
"Evsiz" adıyla yayımlanmıştır. Raporun e-nüshası için bkz.:
http://www.emekveadalet.org/wp-
content/uploads/Evsizler-icin-Rapor.pdf [Erişim: 12/04/2014]
[1140]
Bkz.: Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümünde "İthaf Edilen
Şiirler" tablosu.
[1141]
Bkz.: Ethem Cebecioğlu, "Terk", Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü, III. b., Anka Yayınları, İstanbul 2010, s. 345.
[1142]
Joachim E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, s. 438. Not: Anne
anlamındaki "mother" sözcüğünün Afroamerikan ağzında kısalmış biçimi
olan "ma" bir tür lakap olarak kullanılmıştır. Ayrıca Ma Rainey için
bkz.: "Ma Rainey", http://en.wikipedia.org/wiki/Ma_Rainey [Erişim:
04/08/2014]
[1143]
"Gertrude Ma Rainey [II. Epizot]", CAZ, ss. 76,
77.).
[1144]
agş., ss. 77, 78.
[1145]
Genizden Konuşan Prens", YŞKII, s. 184.
[1146]
"Evsizin Mezmuru", YŞKII, s. 205.
[1147]
agş., s. 205.
[1148]
Kıssanın bir eşmetni için bkz.: Mevlana, Mesnevi, "Hz.
Musa ile Çoban Hikâyesi", C. II, Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren:
Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, ss.
132-138.
[1149]
Cahit Koytak, "Evsizlerin Kralı", Taraf:,(25/03/2012).
[1150]
"Uygarlığın Sonu", ÖÇ, ss. 374, 375.
[1151]
Cahit Koytak, "Münzevinin Aynaları", Kaşgar, S. 15,
(Mayıs 2000), ss. 5-6.
[1152]
" 'O'na Dair [II. Epizot]", YBİM, s. 154.
[1153]
agş., ss. 154, 155.
[1154]
Kur'an-ı Kerim, Kaf 50 / 16. [Muhammed Esed, Kur’an Mesajı
-Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız Osman),
Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009.] Not: Koyu
vurgulamalar tarafıma aittir.
[1155]
"Bahçıvanın Son Şarkısı", ÖÇ, s. 179.
[1156]
Anne Sexton'dan epigraf olarak aktaran: Cahit Koytak, ÖÇ, s. 7.
[1157]
"Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 223.
[1158]
"İbrahimce Sorular", YBlM, s. 321.
[1159]
agş., s.321
[1160]
"Yol Türküsü", ÖÇ, s. 80.
[1161]
"Yaşlı Şairden Genç Editörüne", YŞKIII, s. 158.
[1162]
"Şen Dua I", ÖÇ, s. 293.
[1163]
"Şen Dua II", ÖÇ, s. 294.
[1164]
Cahit Koytak, "Uludere, Uludere", Taraf, (23/01/2012).
[1165]
Cahit Koytak, "Münzevinin Aynaları [XII. Epizot]", Taraf, (08/08/2011).
[1166]
Cahit Koytak, "Münzevinin Aynaları [XXI. Epizot]", Taraf, (15/11/2011).
[1167]
agş., Taraf (15/11/2011).
[1168]
Kur'an-ı Kerim, Fatiha 1 / 3, 5. [Muhammed Esed, Kur’an Mesajı
-Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız Osman),
Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009.]
[1169]
Cahit Koytak, "Doksan Dokuz Dil Bilen Arı", Taraf, (31/08/2009).
[1170]
Kadir Albayrak, "Keldânîler", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXV, ss. 207-210.
[1171]
Kur'an-ı Kerim, İhlas 112 / 3. Kur'an-ı Kerim, Fatiha 1 / 3, 5. [Muhammed Esed, Kur’an
Mesajı - Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf metninin hattı: Hafız
Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2009.]
[1172]
"Tabletler V [Kaldea / M. Ö. 2009]", ÖÇ, s. 277.
[1173]
agş., s. 278.
[1174]
agş., s. 278.
[1175]
agş. s. 278.
[1176]
"Tabletler IV [Kaldea / M. Ö. 2009]", ÖÇ, s. 271.
[1177]
agş. s. 272.
[1178]
agş. s. 272. "Kelam" sıfatının işlendiği Tanrı temalı bir başka
tablet için bkz.: "Tabletler VII [Kaldea / M. Ö. 1. 200]", ÖÇ,
ss. 281, 282.
[1179]
"Ez- Zahir & El- Batın", ÖÇ, ss. 302-305. Tanrı'nın
gözle görülemeyeceğini açıklayan şiir anlatıcısı, genç bir şair olarak
"İlk Atlas" kitabına da adını veren şiirde Tanrı'yı ve "(...)
yeryüzü zamanına / İnip çıkan ruhları, / Şeytanları, / Melekleri...", "Çıplak
gözle görebileceğini san [an] / toy bir büyücü[dür]" Ancak
ona "(...) yıllar kör olduğu[nu] göster[miştir.] ”, ["İlk
Atlas", İA, ss. 183, 184.]. Örneğin, modernite sürecinde
silikleşerek yenilmişlik duygusunu derinden yaşayan birey öznelerin şiir
anlatıcısı olarak sıkça görüldüğü "İlk Atlas"ta yer alan
"Örtüyor Ayak Seslerini" şiirinin anlatıcısı, maddeye tutsak ve yenik
bir birey özne olarak sesini Tanrı'ya duyuramaz:
"Örtüyor Ayak Seslerini
Örtüyor ayak seslerini
Ham vuruşları yorgun yüreğin
Ve boğuyor fani şeyler
Uykuya mağlup ceset
Kurtların böceklerin uğultusu
Sana duyurmak için
Çıkardığım âvâzeleri
Buradayım, hey buradayım!
Bu kalın perdenin arkasında
Kulaklarıma kadar taşa gömülü.", İA, s. 163.
Şiir
anlatıcısının kendini fark ettiremeyen, sesini duyuramayan tavrı Oğuz Atay'ın
okuruna "Ben buraydım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" seslenişini
anımsatır. [Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, "Demiryolu
Hikâyecileri -Bir Rüya", İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 195.].
[1180]
"Ez- Zahir & El- Batın", ÖÇ, ss. 302-305.
[1181]
"Tabletler II [Kaldea / M. Ö. 3500]", ÖÇ, s. 261.
[1182]
agş., s. 261.
[1183]
"Yarım Kalmış Dua", ÖÇ, s. 423.
[1184]
Sevan Nişanyan, "Sansür", Taraf, (21/09/2009).
[1185]
Cahit Koytak, "Prolog", Taraf, (05/10/2009). Not:
"Prolog" şiiri Mayıs 2011’de ilk bakısı yapılan "Yeni
Başlayanlar İçin Metafizik"te iki parçaya bölünüp yeniden kurgulanmış iki
farklı epizot olarak yer alır. Bunlardan ilki "Tanrı’ya ve İnsana
Dair" başlıklı bölümün ilk epizodu olan "Her Şeyden, Her
Yüzden..." (s. 149) şiiridir. Kitaptaki bu şiir, "Prolog"un ilk
üç bendinin sözcük ve dize düzeyinde yapılan değişikliklerle yeniden
düzenlenmiş halidir. "Prolog"un son iki bendi ise hiç değiştirilmeden
yine aynı bölümdeki altı şiirden oluşan " ‘O’na Dair’ " şiirinin
"V" numaralı epizodu olarak (s. 159) kitapta yer almıştır.
[1186]
agş., Taraf, (05/10/2009).
[1187]
agş., Taraf, (05/10/2009).
[1188]
agş., Taraf, (05/10/2009).
[1189]
agş., Taraf, (05/10/2009).
[1190]
"İlk Resim, İlk Gemi, İlk Kitap", ÖÇ, ss. 368, 369.
[1191]
"Arasözler [III. Epizot]", YŞKIII, s. 14.
[1192]
"Kitaplar Devirerek...", YŞK II, s. 330.
[1193]
"Bir Okul Arkadaşı Caius'u Anlatıyor", YŞKI, s. 303.
[1194]
Cahit Koytak, "Ölü Diriltme Sanatı", Taraf, (11/03/2013).
[1195]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 42.
[1196]
"Gazze Risalesi", GR, s. 41.
[1197]
"Yol Arkadaşı [III. Epizot]", ÖÇ, s. 130.
[1198]
"Musikâr", ÖÇ, s. 419.
[1199]
"İlk Vuruşlar", CAZ, s. 9); "Cazın Rengi [III.
Epizot]", CAZ, s. 241.
[1200]
"Resim", ÖÇ, s. 43.
[1201]
"Homopoeticus", YŞKIII, s. 22); "En Yalnız
Olan", ÖÇ, s. 114.
[1202]
"En Yalnız Olan", ÖÇ, s. 115.
[1203]
"Ağaç, Zaman, İnsan", ÖÇ, s. 138.
[1204]
"Sol Elle Yazılanlar", YŞK II, s. 267.
[1205]
"Sözün Sarhoşluğu", YŞKII, s. 51); "Çömlekçi
Dükkânında", YBİM, s. 69); "Epilog [IV.
Epizot]", YŞKIII, ss. 408, 409); "Evde Çalışanlar
İçin Metafizik [II. Epizot]", ÖÇ, s. 47.
[1206]
"Şair Mozart Mumyacı Mozart", YŞKI, s. 90);
"Nedir Zaman?", YBİM, s. 214); "Caz
Şairi", CAZ, s. 127); "Tahta Kılıç", YBİM, s.
93); "Vasili Kadinski'nin Kuruntuları", YŞKIII, s.
97.
[1207]
"İbrahimce Sorular", YBİM, s. 86.
[1208]
"Prolog [II. Epizot]", YŞKI, s. 21.
[1209]
Cahit Koytak, "Kitabın 'Ortası' ", Taraf, (31/08/2009);
"Yaşlı Şairden Yaşlı Krala", YŞKII, s. 86); "
'Anekdota Poima' ", YŞK II, s. 88); "Yaşlı Çömezin
Şarkısı [I. Epizot]", YŞK II, s. 114); "Evde
Çalışanlar İçin Metafizik [II. Epizot]", ÖÇ, s. 48);
"Şiirlerini Yazarken", YŞKII, s. 331.
[1210]
"Yol Türküleri [I., II. Epizot]", ÖÇ, ss. 117, 119),
[1211]
"Meyhanede Yazı Dersi", ÖÇ, s. 69.
[1212]
"Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik [V. Epizot]", ÖÇ,
s. 78); "Ruh Üzerine Karışık Tezler [II. Epizot]", ÖÇ, s.
56); "Hayyam'ın Sabahı", YŞKII, s. 46.
[1213]
"Sol Elle Yazılanlar", ÖÇ, s. 85.
[1214]
" 'Şimdi ve Burada' ", ÖÇ, s. 97.
[1215]
"Endülüslü Şair", YŞKII, s. 166); "Bahçıvanın
Akşam Türküsü", ÖÇ, s. 182.
[1216]
"Sözün Sarhoşluğu", YŞKII, s. 50.
[1217]
"Irmak [II.Epizot]", ÖÇ, s. 350.
[1218]
"Epilog [III. Epizot]", YŞKIII, s. 407.
[1219]
"Yaşlı Şairden Hekim Şaire", YŞKI, s. 26);
"Bağdatlı Şair", YŞKI, s. 31); "Yoksulların ve
Şairlerin Tanrısı", YŞKII, s. 213.
[1220]
Cahit Koytak, "Kırkyaş Şarkıları / Meczubun Şarkısı", Hece, S.
101, (Mayıs 2005), s. 8. Not: Bu şiir bir önceki dipnotta künyesi verilen
şiirle aynı adı taşıyan farklı bir şiirdir.
[1221]
"Yakarış", YŞKI, s. 19.
[1222]
"Avarelik Yılları", YŞKI, s. 49); "Bağdatlı
Şair", YŞKI, s. 31.
[1223]
"Bir Gogol Kahramanı", YŞKI, s. 93.
[1224]
"Yaşlı Şairden Yaşlı Krala", YŞKII, s. 86.
[1225]
Cahit Koytak, "Vahyin Gelişi", Kayıtlar, S. 6,
(Nisan 1991), s. 5.
[1226]
"Güzel Sözlerin Efendisi", ÖÇ, s. 207.
[1227]
"Epilog [I. Epizot]", YŞK III, s. 403.
[1228]
"Sisle Örtülü Yollar", İA, s. 154.
[1229]
"Hayyam'ın Gecesi", YŞKII, s. 41.
[1230]
" 'Şimdi ve Burada' ", ÖÇ, s. 97.
[1231]
"Ölümden Öte Ne Deniz, Ne Kara...", YBİM, s. 203.
[1232]
"Meyhanede Yazı Dersi", ÖÇ, s. 69.
[1233]
"Kusursuz Olan'ın", YŞKII, s. 355.
[1234]
"Vasili Kadinski'nin Kuruntuları", YŞKIII, s. 97.
[1235]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, ss. 216, 217.
[1236]
"Küresel Bahar, Küresel Sanat: Caz", CAZ, s. 278.
[1237]
"Kabuk", ÖÇ, s. 31.
[1238]
Cahit Koytak, "Kırkyaş Şarkıları / Meczubun Şarkısı", Hece, S.
100, (Nisan 2005), s. 6.
[1239]
"Yalnızlığın Türleri", YBİM, s. 172);
"Yalnızlığın Türleri", ÖÇ, s. 227. Not: Bu şiirler aynı
adlı iki farklı şiirdir.
[1240]
"İçimizdeki Tanrı", YBİM, s. 164.
[1241]
" 'Zamanın Ruhu' [I. Epizot]", ÖÇ, s. 169.
[1242]
agş., s. 169.
[1243]
Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ 20 / 10, 11, 12: 10. Hani, o (uzakta) bir ateş
görmüş ve ailesine: 'Siz burada bekleyin; ben bir ateş gördüm' demişti, 'belki
size oradan bir tutam kor getiririm; yahut orada ateşin yanında bir yol
gösterici bulurum’. 11. Fakat ateşe yaklaşınca bir ses ona Ey Musa!' diye
seslendi,
12. 'Benim,
Ben! Senin Rabbin! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar! Ve bil ki, sen iki kez
kutlu kılınmış vadidesin!". [Muhammed
Esed, Kur’an Mesajı -Meal-Tefsir-, VII. b., (Özgün Mushaf
metninin hattı: Hafız Osman), Çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret
Yayınları, İstanbul 2009.]
[1244]
Şahin Torun, " 'İlk Atlas'tan 'Yeni Başlayanlar İçin Metafizik'e Bir
Yol", Taraf, (05/09/2011).
[1245]
"Hikâye", ÖÇ, s. 92.
[1246]
"Prolog [II.Epizot]", YŞKI, s. 11.
[1247]
[1248]
[1249]
bağlamlarda şiirlerde figüratif bir
öge olarak kullanımı için bkz.: Tezin "III. Bölüm Poetikası"ndaki
"Şiirinin Kaynakları / Mitoloji" başlığı.
[1250]
Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr, Çev.: Abdülbaki
Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1968.
[1251]
Cahit Koytak, "Şiir & Sinema", Taraf, (07/12/2009).
[1252]
"Prolog [II. Epizot]", YŞK I, s. 12.
[1253]
"sarhoş", Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 2013.
[1254]
"Hikâye", ÖÇ, s. 92.
[1255]
"Sarhoşluk Sanatı", ÖÇ, s. 72.
[1256]
"Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik [IV. Epizot]", ÖÇ,
s. 77.
[1257]
"Sarhoşluk Sanatı", ÖÇ, s. 72.
[1258]
"Küpü Kırmak", ÖÇ, s. 84.
[1259]
"Hikâye", ÖÇ, s. 92.
[1260]
"Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik [IV. Epizot]", ÖÇ,
s. 78.
[1261]
"Sarhoşluk Sanatı", ÖÇ, s. 72.
[1262]
agş., s. 72.
[1263]
"Küpü Kırmak", ÖÇ, s. 84.
[1264]
agş., s. 84.
[1265]
"Akıllı Delilik", YŞKIII, s. 296. Not:
"Delilik"in şiir sanatı bağlamında ele anışı bkz.: Tezin "III.
Bölüm: Poetika" başlığı
[1266]
"Delilik", ÖÇ, s. 380.
[1267]
"Epilog [I. Epizot]", YŞK III, s. 403.
[1268]
"Dalgalar", YŞK II, s. 262.
[1269]
"Akıl Arı Gibi", YŞK II, s. 281.
[1270]
" 'Merdivenin Dibinde' Zekânın Çiğ Işığında Varyete", DBŞ, s.
56.
[1271]
"Meczubun Şarkısı", YŞKII, s. 211.
[1272]
"Münzevinin Aynaları", DBŞ, ss. 169, 170.
[1273]
"Tabletler I (M. Ö. 35000)", ÖÇ, s. 259. Not: Şiirin
özgün metninde italik olarak vurgulan sözcükler alıntıda koyu harflerle
belirtilmiştir.
[1274]
"Evsizin Mezmuru", YŞKII, s. 205)
[1275]
agş., s. 206.
[1276] _
agy.
[1277]
Miles Davis, Miles -Otobiyografi-, Çev.: Avi Pardo, Afa
Yayıncılık, İstanbul 1995.
[1278]
"Tanımlara Sığmayan", CAZ, s. 43.
[1279]
"Tanımlardan Bir Tanım", CAZ, s. 57.
[1280]
agş., s. 57.
[1281]
"Cazın Ruhu", CAZ, s. 159.
[1282]
agş., s. 159.
[1283]
John Milton, Kayıp Cennet -Adem ile Havva'nın Cennetten Kovuluş
Öyküsü-, Çev.: Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, İstanbul 2006.
[1284]
"Caz Budur", CAZ, s. 366.
[1285]
Miles Davis, Miles -Otobiyografi-, Çev.: Avi Pardo, Afa Yayıncılık, İstanbul
1995, s. 47'den aktaran Cahit Koytak, "Caz Budur", CAZ,
s. 366.
[1286]
agş., s. 366.
[1287]
"Yük Trenleri [I. Epizot]", CAZ, ss. 51-54.
[1288]
agş., s. 53.
[1289]
"Zor Geliyorsa Sana", CAZ, s. 58.
[1290]
"Cazın Renkleri [IV. Epizot]", CAZ, s. 242.
[1291]
"Sol Elle Çalınanlar", CAZ, s. 348.
[1292]
"Jam Session", CAZ, s. 263.
[1293]
"Cazın Bileşimi", CAZ, s. 126.
[1294]
"Kulağını Toprağa Daya", CAZ, s. 344.
[1295]
agş., CAZ, s. 344. Not: Şiirin özgün metninde italik olarak
vurgulanan sözcükler koyu harflerle dizilerek belirtilmiştir.
[1296]
Joachim E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, s. 21.
[1297]
agy., s. 21.
[1298]
"E. Bessie Smith [III. Epizot]", CAZ, ss. 93, 94.
[1299]
"Benzerlikler", CAZ, s. 274.
[1300]
"Caz Üzerine Dervişçe Tezler [IV. Epizot]", CAZ, ss.
141-143.
[1301] "Kitaplarda
Yazan", CAZ, s. 148. Not: Bu şiirde Berendt'ten alıntılanarak
manzum biçimde yeniden
yazma işlemine konu olan ifadeler italik dizilmiş ve bu durum şiirde ve
dipnotta şair tarafından
belirtilmiştir.
223 "Susma Sanatı", YBİM, s.
95.
25 agş., s. 96.
[1305]
"Karanfil Makamında Caz Semaisi \I. Epizot]", YŞKI, s.
58.
[1306]
Cahit Koytak, "Gemici Düğümleri", Taraf, (28/12/2009).
[1307]
"Sol Elle Yazılanlar", ÖÇ, s. 38.
[1308]
"Ölümün Estirdiği Düşünceler [VIII. Epizot]", YBİM, s.
199.
[1309]
Cahit Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, S. 6, (Şubat
1970), s. 58.
[1310]
Cahit Koytak, "Melankoli", Taraf, (29/11/2010).
[1311]
Cahit Koytak, "Yoksullar İçin Bilmem Kaçıncı Tez", Taraf, (19/10/2009).
Not: Alıntılanan şiirin özgün metninde italik olarak dizilen sözcükler,
alıntıda kalın karakterli harflerle dizilerek belirtilmiştir.
[1312]
"Ez-Zahir & El-Bâtın", ÖÇ, s. 302.
[1313]
Cahit Koytak, "Kekeme", Kaşgar, S. 15, (Mayıs 2000),
s. 8.
[1314]
"Sol Elle Yazılanlar", YBİM, s. 184.
[1315]
"Varlığın Dilleri", ÖÇ, s. 394.
[1316]
"Öyle Bir Sessizlik Olsun ki...", YŞKII, s. 271.
[1317]
Cahit Koytak, "Ben Yokum, Beni Karıştırmayın!", Taraf, (20/06/2011).
Not: Şiirin inziva ve modernlik bağlamında bir tahlili için bkz: Tezin "1.
6. 2. 2. Entelijansiyaya Dönük Eleştirel Bir Tavır Olarak İnziva: 'Ben Yokum,
Beni Karıştırmayın' " başlığı.
[1318]
agş.
[1319]
"Kambur", YBİM, s. 323.
[1320]
"Evde Çalışanlar İçin Metafizik [III. Epizot]", ÖÇ, s.
50.
[1321]
agş., s. 50. Ayrıca " 'Büyük Hayat' " YBİM, s. 168)
şiiri de ölümün yeni bir yaşamın kapısını açan "Büyük Hayat" olarak
ele alınması bağlamında değerlendirilebilir.
[1322]
Cahit Koytak, "Yüzler ve Kemikler", Kaşgar, S. 20,
(Mart-Nisan 2001), s.13.
[1323]
"İki Kere Yazılan Şiir [I. epizot]", ÖÇ, s. 338.
[1324]
"İki Kere Yazılan Şiir [II. epizot]", ÖÇ, ss. 339, 340.
[1325]
"Piyano & Balina", CAZ, s. 320. Ölümün kuş,
göçmen kuş, yaban ördeği eğretilemeleri aracılığıyla anlatıldığı başka bir şiir
için bkz.: "Yaban Ördekleri", ÖÇ,s. 209.
[1326]
agş., s. 320.
[1327]
"Bütün Kuşlar Havaya", CAZ, s. 376.
"Aklın
Cennete Dönüşü", YBİM, s. 354.
agş., s.
354.
"Ustaların
Son İşi", YŞKIII, s. 47.
agş., s. 47.
"Yol
Arkadaşı [I. Epizot]", ÖÇ, s. 123.
"Sol
Elle Yazılanlar [II. epizot]", ÖÇ, s. 62.
agş., s. 63.
"Taş
Gibi Katı", ÖÇ, s. 371.
"Sahne", ÖÇ,
s. 402.
"Prolog
[I. Epizot]", ÖÇ, s. 8.
[1338]
"Meyhanede Sabahlayanlar İçin Metafizik [I. Epizot]", ÖÇ, s.
73.
[1339] YBİM, s.
7.
[1340]
"Korkuların Anası", YBİM, s. 194.
[1341]
"Ölümün Estirdiği Düşünceler [XIII. Epizot]", YBİM, s.
202.
[1342] ÖÇ,
s. 7.
[1343]
"Kabuk", ÖÇ, s. 31.
[1344]
agş., s. 31.
[1345]
Örneğin bkz.: Cahit Koytak, "Kitabın 'Ortası' ", "Düşünce
Sanatı", "İbrahimce Sorular", Taraf, (31/08/2009),
(09/08/2010), (02/05/2011).; " 'Şiir Vadisi-Ölüm Vadisi' ", ÖÇ, s.
334.; "İki Yolcu: İnsan ve Su", YŞKII, s. 25.
[1346]
Çoğul olan "İnsan" sözcüğünün bir başka kök biçimi
"ins"tir. "ins" sözcüğü Arapça yakınlaşma, alışma, uyma,
uyum sağlama anlamına gelen "üns" mastarından türemiş bir sözcüktür.
Bkz.: Muallim Naci, "üns", "ünsiyet", Lügat-ı Naci, Asır
Matbaası Mücellithane ve Kitaphanesi, İstanbul 1366. s. 160. E-nüshası için
bkz: https://archive.org/stream/lgatnaci0001na#page/n5/mode/1up)
[Erişim: 30/11/2014]
[1347]
"Taş Ustalığı", YBİM, s. 80.
[1348]
Cahit Koytak, "Düşünce Sanatı", Taraf, (09/08/201).
[1349]
"Dalgalar [IV. Epizot]", ÖÇ, s. 428.
[1350]
"Cennet", ÖÇ, s. 387.
[1351]
"Dalgalar [IV. Epizot]", ÖÇ, s. 428.
[1352]
"Haşir, Neşir", ÖÇ, s. 372.
[1353]
"Saklı Bahçe", YŞKIII, s. 377.
[1354]
"İbrahimce Sorular", YBİM, s. 24.
[1355]
"Şiir & Ölüm", YKŞ III, s. 53.
[1356]
agş., s. 53.
[1357]
"Bilinmezlik", YBİM, s. 161.
[1358]
"Jam Session yahut 'Gül İhtilali'", CAZ, s. 266.
[1359]
"2. Ayin", CAZ, s. 303.
[1360]
"Şiir Vadisi-Ölüm Vadisi", DBŞ, s. 334.
[1361]
"Düşündüğünün üstüne düşünebilen insan" anlamındaki bu tanımlamayı
ilk kez Rene Descartes yapar. Bkz.: Mehmet Salih Kartal, Homo Sapiens
Manifesto -Modern Toplumda İnsanın Sonu-, Yakın Plan Yayınları,
İstanbul 2013.
[1362]
"Alet yapan insan" anlamındaki bu adlandırma, Hannah Arendt ve Max
Scheler tarafında yapılmış, Henry Bergson tarafından "yaratıcı evrim"
("creative evolution") olarak kavramlaştırılmıştır. Bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/Homo_faber [Erişim:
30/11/2014].
[1363]
Jan Fennema, "The Human Being Called: 'Homo Techno-Sapiens': A Note on a
Post-Human Perspective", The Future of The Religion: Toward a
Reconcilled Society -Studies in Critical Social Sciences, Vol.: IX,
Hotei Publishing, Ed.: Michael R. Ott, Brill 2007, p. 415. Kaynağın e-kitap
biçimi için bkz.: "The Future of The Religion: Toward a
Reconcilled Society",
http://books.google.com.tr/books?id=wo3VzZOmzHwC&pg=PA415&dq=The+Human+Being+Calle d:+%27Homo+TechnoSapiens%27&hl=tr&sa=X&ei=xzaAVKnrPKXTygP3kICYDw&ved=0CBoQ6
AEwAA#v=onepage&q=The%20Human%20Being%20Called%3A%20'Homo%20TechnoSapiens'&f
=false [Erişim: 03/12/2014].
[1364]
Johan Huizinga, Homo Ludens-Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir
Deneme-, IV. b., Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2000, s. 13.
[1365]
agy., bkz.: müsabaka, s. 70; hukuk, s. 106; savaş s. 120; bilgelik, s. 140;
şiir, s. 156; felsefe, s. 188; sanat, s. 201.
[1366]
Metin And, Oyun ve Bügü -Türk Kültüründe Oyun Kavramı-, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1974, s. 14.
[1367]
Johan Huizinga, Homo Ludens-Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir
Deneme-, IV. b., Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2000, s. 25.
[1368]
Bkz.: Bu çalışmanın " Cahit Koytak'ın Poetikası" bölümündeki "
Sanat Nedir?" başlığı.
[1369]
"Louis Armstrong İçin Kitabe", CAZ, s. 171.
[1370]
agş., s. 171.
[1371]
"Sol Elle Yazılanlar", ÖÇ, s. 150.
[1372]
Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, IV. b.,
İletişim Yayınları İstanbul 2006, s.
71.
[1373]
" 'Şiir ve Hayat' mı Diyoruz", YŞKII, s. 287.
[1374]
agş., ss. 287-288.
[1375]
"Büyükanneler İçin Kaside", IA, s. 21.
[1376]
"Şairin Bitişik Oda Komşusu", YŞK I, s. 132.
[1377]
"Bireyciliğin Sonu", IA, ss. 55-58.
"Bitmeyen
Oyun", YBİM, s. 345.
"Sahne", ÖÇ, s.
401.
agş. s. 401.
"Sol
Elle Yazılanlar", ÖÇ, s. 148.
agş., ss.
148-149.
"Oyuncakçı
Dükkanı [I. epizot]", ÖÇ, ss. 144-145.
[1384]
"Gazze Risalesi [II. Epizot]", GR, s. 15.
[1385]
"Ançüezli Şiir", YŞKI, s. 123.
[1386]
"Yaşlı Şairden Yaşlı Krala", YŞKII, s. 207. Not:
Cahit Koytak'ın birçok şiirinde, şiir anlatıcısı kendisiyle aynı çağda yaşayan
insanları, sanatçıları kendi "rol arkadaşı" olarak görür. Bazen de
şiir anlatıcısında çok önce yaşayıp ölmüş sanatçılar ve şiir anlatıcısından
sonra dünyaya gelecek müstakbel sanatçılar, senkronik ve diyakronik zaman
kırılmaları aracılığıyla şiir anlatıcısının "rol arkadaşı" olur.
Örneğin bkz.: Cahit Koytak, "Şiir ve Hakikat", "Tiyatro Çadırı
(XII)", Taraf, (28/02/2011); "Balmumundan
Düşünceler", "Bitmeyen Oyun", YBİM, s. 77; 345.
"Bireyciliğin Sonu", İA, s. 55.
[1387]
"Charlie Chaplin İçin Dört Şiir / Caz İçin Doğaçlama: 'Şen Maneviyat'
", YŞKIII, s. 159.
[1388]
agş., s. 159.
[1389]
Örneğin bkz.: Cahit Koytak, "Oyun Kişisi", "Münzevinin Aynaları
(XII)", Taraf, (12/10/2009), (80/08/2011).; "Günlük
/ 17 Nisan", DBŞ, s. 298.; "Sahne", ÖÇ, s.
402.
[1390]
Bu şiirlere örnek olarak: Babamın Hikâyesi", İA, s. 75;
"Çin Şiiri Çin Hikâyesi", YŞK I, s. 151;
"Caius, Saray Şairi Osias'ın Hikâyesini Kaleme Alıyor ", YŞK
I, s. 181; "Hikâye / Gelinağacı", ÖÇ, s. 185;
"Büyük Hikâye & Küçük Hikâye", ÖÇ, s. 249;
"Hikâye / 'Kral ve Soytarısı' ", ÖÇ, s. 252; "Hikâye
/ Kanatlı Karınca", ÖÇ, s. 408.; "Hikâye", YBİM, ss.,
225; 243; 254; "Hikâye", ÖÇ, ss. 92; 165.
[1391]
"Büyük Panayır", YBİM, ss. 337-338.
[1392]
Cahit Koytak, "Çarşı Pazar Gezerken", Türk Edebiyatı, S.
394, (Ağustos 2006), s. 27.
[1393]
Hayriye Ünal, "Cahit Koytak Şiirleri Bizi Niçin Sarsmıyor?", Hece, S.
153, (Eylül 2009), s. 17.
[1394]
"Şiir Bizatihi Bir Şeydir", YŞKII, s. 346.
[1395]
agş., s. 346.
[1396]
agş., s. 346.
[1397]
Şahin Torun, "Cahitçe Bir Şiir ya da Şiirin Cahit Hali", Ayraç, S.
8, (Mayıs 2010), s. 5.
[1398]
Resul Tamgüç, "Bilginin Şairi: Cahit Koytak", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 5.
[1399]
Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, "Açıklık",
s. 14.
[1400]
agy., "Sadelik", s. 357.
[1401]
agy., "Sadelik", s. 357.
[1402]
Abdurrahman Adıyan, "Güzel Sözlerin Cini: Cesur Bir Şair", Aşkın
(e) Hali, S. 28, (Ekim-Kasım- Aralık 2012), s. 24.
[1403]
Cahit Koytak, "Şiir & Sinema", Taraf, (07/12/2009).
Not: Şiirin özgün metninde italik olarak dizilen "yalınlık" sözcüğündeki
vurguyu belirtmek için, bu sözcük koyu harflerle dizilmiştir.
[1404]
"Daha Durulmuş Şeyler", YBİM, s. 368.
[1405]
Bünyamin K., "Yahya Kemal Üzerine Notlar", Mostar -Aylık
Kültür ve Aktüalite Dergisi-, S. 47, (Ocak 2009), s. 27.
[1406]
Cahit Koytak, "Doğaçlama", Taraf, (02/08/2010).
[1407]
Herman Melville'den epigraf olarak aktaran Cahit Koytak, YBİM, s.
7.
[1408]
"Prolog [II. Epizot]", ÖÇ, s. 10.
[1409]
"Meyhanede Yazı Dersi", ÖÇ, s. 68.
[1410]
Cahit Koytak, bu dizelerde yalın şiiri, Hz. Yusuf'un tabir ettiği kolayca
anlaşılabilen berrak ve yalın rüyaya anıştırmada bulunarak tanımlamaktadır. Bu
rüya için bkz.: Kur'an-ı Kerim, Yusuf 12 / 45-49.
[1411]
"Sol Elle Yazılanlar [I. Epizot]", YŞKII, s. 7.
[1412]
agş., [II. Epizot], s. 8.
[1413]
Cahit Koytak'tan aktaran Alper Gencer bkz.: Sümeyye Karaaslan, "Biraz
Şiir, Biraz Duman... - Alper Gencer’le Söyleşi-", http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=5742&tip=haber [Erişim:
26/12/2012].
[1414]
"Arasözler [III. Epizot]", YŞKIII, s. 15.
[1415]
"Hal & Söz", YŞKII, s. 350.
[1416]
"İyi Caz, İyi Şiir [I. Epizot]", CAZ, s. 361.
[1417]
"Kısık Ateş", YŞKIII, s. 317.
[1418]
Cahit Koytak, "Tuz ve Kekik", Taraf, (01/11/2010).
[1419] agş.
[1420]
"Göğün Dibi", YBİM, s. 74.
[1421]
Seda Eriş, "Cahit Koytak Şiirine Genel Bir Bakış", Akatalpa, S.
123, (Mart 2010), s. 11.
[1422]
"Kule ve Yumurta", YBİM, s. 101.
[1423]
Sümeyye Karaaslan, "Biraz Şiir, Biraz Duman... -Alper Gencer’le
Söyleşi-"
http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=5742&tip=haber [Erişim: 26/12/2012].
[1424]
Cahit Koytak, " 'Aslanlı' Gazetede 'Beyaz Fareli' Şiir", Taraf, (28/05/2012).
[1425]
"Nuh'a Gemi Resimleri [I. Epizot]", İA, s. 83.
[1426]
"Doğanın Konuştuğu Gibi", YŞKII, s. 276.
[1427]
"Meyhanede Yazı Dersi", ÖÇ, s. 67.
[1428]
"Cazın ve Şiirin Yolları", CAZ, s. 229.
[1429]
"Sol Elle Yazılanlar [II. Epizot]", YŞKII, s. 9.
[1430]
"Doğanın Dili", YBİM, s. 366.
[1431]
Örneğin Zaman gazetesinin kitap eki Zaman Kitap, Hece dergisi, İstanbul
BirNokta gibi yayınlarda anılan şiir bu bağlamda yayımlanmıştır. Bkz.:
Cahit Koytak, " ‘İlk Atlas’a Bir Mektup ve Bir Şiir / ‘Ağaca, Rüzgâra,
Yağmura Poetikaları Sorulsa...’ ", Kitap Zamanı, S. 61,
(7 Şubat 2011), s. 12.; Cahit Koytak, "Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları
Sorulsa.", Hece, S. 83, (Kasım 2003), ss. 4, 5.; Nurettin
Durman, "İlk Atlas ile Yakınlık Kurduğum Şiir", İstanbul
BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 14.
[1432]
"Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa", YŞKIII, s.
386.
42 agş., s. 386.
[1434]
Cevat Akkanat, " 'Şairlerin Tanrısı'nda Cahit Koytak Ne Söyler?
", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s. 23.
[1435]
Yunus Emre Altuntaş, "Zordur Cahit Koytak'a Soru Sormak ",
http://www. haberkultur.
net/HD5349_zordur-cahit-Cahit Koytaka-soru-sormak.
html [Erişim:
17/01/2013].
[1436] Murat
Tokay, "Şiir Kitaplarımı Roman Gibi
Okuyun", Zaman,
(12/06/2011).
http://www.zaman.com.tr/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=1145736 [Erişim: 29/12/2012].
[1437]
Cahit Koytak, "Tuz ve Kekik", Taraf, (01/11/2010).
Not: 1. Alıntıda, özgün metindeki yazım ve noktalama aynen korunmuştur. 2. Koyu
vurgulamalar tarafıma aittir.
[1438]
"Ellisini Devirmiş Bir Şair", YŞKII, s. 301.
[1439]
İlhan Berk, "Yeni Şiir -1 Kasım-", El Yazılarına Vuruyor
Güneş -1955-1990-, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s. 49.
[1440]
agy., s. 49.
[1441]
" 'Şiir ve Hayat' mı Diyoruz", YŞKII, s. 287.
[1442]
Resul Tamgüç, " Varoluşçu Bir Poetika Oluşturmak: Cahit Koytak
Deneyimi", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012), s.
4.
[1443]
Hayriye Ünal, "Cahit Koytak Şiirleri Bizi Niçin Sarsmıyor?", Hece, S.
153, (Eylül 2009), s. 17.
[1444]
Said Yavuz, "Bütün Ülkelerin Yerlisi", Mostar -Aylık Kültür
ve Aktüalite Dergisi-, S. 70., (Aralık 2010).
[1445]
Şahin Torun, "Cahitçe Bir Şiir ya da Şiirin Cahit Hali", Ayraç, S.
8, (Mayıs 2010), ss. 11,12.
[1446]
Suavi Kemal Yazgıç, "Yoksul Yitik ve Güzel", Yeni Şafak
Kitap, (13/04/2010). Makalenin e-
nüshası için
bkz.: http://www.yenisafak.com.tr/kitap/yoksul-yitik-ve-guzel-251912 [Erişim:
25/12/2013]
[1447]
Emrah Tahiroğlu, Mahmut Feyzi, "Anıt Şiiri Bağlamında Cahit Koytak Şiirine
Genel Bakış", İstanbul BirNokta, S. 126, (Temmuz 2012),
s. 9.
[1448]
Bazı örnekler için bkz.: "Babamın Hikâyesi", iA, s. 75;
"Çin Şiiri Çin Hikâyesi", YŞKI, s. 151; "Caius,
Saray Şairi Osias'ın Hikâyesini Kaleme Alıyor ", YŞK I, s.
181; "Hikâye / Gelinağacı", ÖÇ, s. 185; "Büyük
Hikâye & Küçük Hikâye", ÖÇ, s. 249; "Hikâye / 'Kral
ve Soytarısı' ", ÖÇ, s. 252; "Hikâye / Kanatlı
Karınca", ÖÇ, s. 408.
[1449]
Örneğin bkz.: "Hikâye", YBİM, ss., 225; 243; 254;
"Hikâye", ÖÇ, ss. 92; 165.
[1450]
"Hikâye", ÖÇ, s. 165.
[1451]
Yani nesnel gerçeklikte taht, mezara sığabilecekken; şiirin kurmaca dünyasında
mezarın, tahta sığdırması mekan algısının tersyüz edilmesidir.
[1452]
"Gül Sepeti", YŞKII, s. 125.
[1453]
"İki Yolcu: İnsan ve Su", YŞKII, s. 23.
[1454]
Leo Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar?, Çev.: İhsan Özdemir, Timaş Yayınları,
İstanbul 2004.
[1455]
"Kunduracının Rüyası", YŞKIII, s. 124.
[1456]
"Hikâye", YBİM, s.254.
[1457]
"Caius, Saray Şairi Osias'ın Hikâyesini Kaleme Alıyor ", YŞKI, s.193.
[1458]
Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınları,
III. b., Ankara 1999, s. 166.
[1459]
Argo jargonunun serüveni ve bu konu hakkında yapılmış çalışmalar için bkz.:
Mehmet Arslan, Argo Kitabı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009,
ss. 376.
[1460]
Hulki Aktunç, Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü (Tanıklarıyla), Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 1998, s. 9.
[1461]
"argo", Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 2013.
[1462]
Turan Karataş, "argo", Ansiklopedik Edebiyat Terimleri
Sözlüğü, II. b., Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 42.
[1463]
"Zenci Yalan Söyler Diyorlar", CAZ, ss. 79-80.
[1464]
"Bessie Smith [III. Epizot]", CAZ, s. 94.
[1465]
agş., s. 95.
[1466]
"Charlie Mingus", CAZ, ss. 192-193. Not: Alıntıda
koyu karakterlerle vurgulanan dizeler, Cahit Koytak'ın da şiirin dipnotunda
belirttiği üzere Miles Davis'in "Otobiyografi"sinden alıntılanarak
şiirleştirilmiş metinlerdir, ve şiirin özgün yazımında italik olarak
gösterilmiştir.
[1467]
Sir James William Redhouse, "honky-tonk", Redhouse English
Dictionary, Redhouse Co., GB London 1998.
[1468]
"Sokakta Caz", CAZ, ss. 358-359.
[1469]
agş., s. 358.
[1470]
agş., s. 358.
[1471]
"Torba Ağız, Louis Armstrog, yahut Satchmo", CAZ, ss.
173-178.
[1472]
"Redhouse", "Longman", "Oxford" gibi temel
sözlüklerde, dolayısıyla ölçünlü dilde yer almayan bu
sözcük Duke
Ellington ve Ella Fitzgerald tarafından Armstrong'a yakıştırılmış bir addır.
İngilizcede "çanta, torba" anlamına
gelen "satchel"
ve "ağız" anlamına gelen "mouth" sözcüklerinin
kısaltılmasıyla
oluşturulan "satcmo" sözcüğü "torba
ağızlı" anlamına gelir. Bkz.: Joachim E. Berendt, Caz Kitabı
-Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III. b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul 2010, s. 85.
[1473]
"Tenor Saksafon Lester Young", CAZ, ss. 197-198.
[1474]
Joachim E. Berendt, Caz Kitabı -Ragtime'dan Fusion ve Sonrasına-, III.
b., Çev.: Neşe Ozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, s. 94.
[1475]
"Gertrude Ma Rainey [II. Epizot]", CAZ, ss. 76-78. Not:
Bu örneklerin sonuna kadar, alıntılardaki argo ifadeleri belirten koyu
vurgulamalar tarafıma aittir.
[1476]
Cahit Koytak, "Bir Yağmur, Bir Kule, Kıyıda İnsanlar", Diriliş, III.
Dönem, S. 7, (Nisan 1970), s. 110.
[1477]
Cahit Koytak, "Elişinden Kanatlarla / Pasin'de", Diriliş, III.
Dönem, S. 15, (31 Aralık 1970), ss. 3032.
[1478]
Cahit Koytak, "Kırk Yaş Şarkıları / Yol Arkadaşları", Hece, S.
95, (Kasım 2004), ss. 6- 7.
[1479]
Cahit Koytak, "Sol Gözün Yalnızlığı", Taraf, (24/12/2012).
[1480]
Cahit Koytak, " 'Geçip Giden' İçin Son Şarkı", Taraf, (22/06/2009).
[1481]
"Sol Elle Çalınanlar", CAZ, s. 349.
[1482]
"Jelly Roll Morton", CAZ, s. 164.
[1483]
"Solo Saksafon", CAZ, s. 389.
[1484]
"Sonny Boy Williamson", CAZ, s. 168.
[1485]
"Miles Davis, Solo Trompet Geçer Sahneden [III. Epizot]", CAZ,
s. 204.
[1486]
"Miles Davis, Solo Trompet Geçer Sahneden [IV. Epizot]", CAZ,
s. 205.
[1487]
"Genizden Konuşan Prens", YŞKII, s. 184.
[1488]
"Şiir ve Ölüm", YŞKII, s. 29.
[1489]
"Büyük Panayır", YBİM, s. 336.
[1490]
"Kaçış", YBİM, s. 29.
[1491]
"Şair Lucius'un Arınma Günü", YŞKI, s. 240.
[1492]
"Kısa Abbasi Tarihi", İA, s. 94
[1493]
Hayriye Ünal, "Cahit Koytak Şiirleri Bizi Niçin Sarsmıyor?", Hece, S.
153, (Eylül 2009), s. 17.
103 "Ustalık Yılları", YŞKIII, s.
133.
[1495]
Cahit Koytak, "Uludere, Uludere", Taraf, (23/01/2012).
Not: Koyu şiirin özgün metninde italik yazılarak vurgulanan sözcük alıntıda
koyu harflerle gösterilmiştir.
[1496]
"Fuzulî'nin Gecesi", YŞKIII, s. 110.
[1497]
agş. s. 110.
[1498]
Cahit Koytak, " 'Kusursuz' ", Hece, S. 62, (Şubat
2002), s. 4.
[1499]
"Bağdatlı Şair", YŞKI, s. 31.
[1500]
Cahit Koytak, "Güncellenmemiş Ekonomi Dersleri - II: Küresel
Kriz", Taraf, (13/07/2009).
[1501]
"Onuncu Şarkı / Merdivenin Dibinde, Zekânın Çiğ Işığında Varyete [adlı
şiire ait manzum "Dipnotlar"ın ilk ikisi]", Kaşgar, C.
XX, S. 20, (Mart-Nisan 2001), ss. 30-31.
[1502]
"Tanrının Şehri (I)", YŞKIII, s. 65.
[1503]
"Padişeh", YŞKII, s. 213.
[1504]
"Gazze Risalesi / Ekler [III. Epizot]", GR, s. 58.
[1505]
"Evde Çalışanlar İçin Metafizik [I. Epizot]", ÖÇ, s.
46.
[1506]
"Tenor Saksafon Charlie Bird Parker'ın Göğe Çekilişi", CAZ, ss.
186-187.
[1507]
"Fuzulî'nin Gecesi", YŞK III, s. 110.
[1508]
"Prolog [I. Epizot]", ÖÇ, s. 8.
[1509] Özleştirme
Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1978.
[1510]
Cahit Koytak, "Eski Sofra", Diriliş, S. 6, (Şubat
1970), ss. 58-59.
[1511]
Bkz.: agy., ss. 76, 48, 73;127;169.
121121 "Usta Sanatçının Çömezde.", YŞKII, s.
335.
[1513]
Cahit Koytak, "Gözlemci", Kaşgar, C. XVI, S. 16,
(Temmuz 2000), s. 15.
[1514]
Cahit Koytak, "Depresif Karınca", Kaşgar, C. XXVI,
S. 26, (Mart-Nisan 2002), s. 9.
[1515]
Cahit Koytak, "Ölüler İçin Reklam Arası", Kaşgar, C.
XVIII, S. 18, (Kasım 2000), s. 14.
[1516]
Cahit Koytak, "Dokuzuncu Şarkı / 'Yeraltından Notlar' ", Kaşgar, C.
XX, S. 20, (Mart-Nisan 2001), s. 20.
[1517]
Cahit Koytak, "İşaretler", Hece, S. 84, (Aralık
2003), s. 6.
[1518]
Cahit Koytak, "Ölümün Ansızın.", Diriliş, III.
Dönem, S. 16, (31 Ocak 1971), s. 27.
2001), s. 20.
[1520]
Cahit Koytak, "Çiçek Adları", Taraf, (29/10/2012).
[1521]
agş.
[1522]
Bir Sezai Karakoç portresi olan aynı zamanda ona ithaf edilen "Güvercin
Besleyen Adam" şiiri Mükerrer olarak yayımlanmıştır. İlk yayımı Hece, S.
64, (Nisan 2002), ss. 4-7.
[1523]
Mükerrer yayım. İlk yayım: Anlayış, S. 20, (Ocak 2005), s. 74.
[1524]
Süreli yayında yer alan kısım YŞK III’teki "Homopoeticus"
adlı şiirin sadece ikinci epizodudur.
[1525]
E-gazete için bkz.:http://www.taraf.com.tr/cahit-Cahit Koytak/
[1526]Tarafta yayımlanan
bu şiirin altında şiirin, YBİM'de yer alacağı notu düşülmüş;
ancak şiir 2010’da yayımlanan bu kitapta değil, 2013 baharında yayımlanan ÖÇ’de
" ‘Zamanın Ruhu’ I" adıyla değişiklerle yer almıştır.
[1527]
Şiire konulan bu uzun başlıkla ilgili olarak Cahit Koytak’ın köşesine düştüğü
dipnot şu şekildedir: "Şiirin ismi, yalnızca "CANI SIKILAN
GENERALLER İÇİN ÖNERİLER" olabilirdi. Fakat, ara sıra canları sıkılsa da,
demokrasiye ve hukuka bağlı kalan saygıdeğer generallerimize yönelmiş,
kastedilmeyen anlamlar çıkarılmasına meydan vermemek için, şiire, uzunlukta
nerdeyse şiirin kendisiyle yarışan böyle tatsız tuzsuz bir isim verilmek
zorunda kalındı".
[1528]
Şiirin altında, YBİMde yer alacağı notu düşülmüştür; ancak
şiir ÖÇ’de yer almıştır.
[1529]
Şiirin sonunda Yoksullar İçin Tezler kitabında yer alacağı
belirtilmiştir; ancak şiir "Küçükük Akıl & Büyük Akıl"
adıyla YBİM'e alınmıştır.
[1530]
Mükerrer yayım. İlk yayımı ("Vukuatsız Uyanmak" adıyla): Kaşgar, S.
19, (Ocak 2001), s.8.
[1531]
"Prolog şiirinin ilk üç bendi yeniden düzenlenerek YBİM'de "Her
Şeyden, Her Yüzden" adıyla (s. 149); son iki bendi ise hiç değiştirilmeden
" ‘O’na Dair " şiirinin V. epizodu olarak aynı kitapta yer almıştır
(s. 159).
[1532]
Şiirin sonunda Eylül Çıkmadan adlı kitapta yer alacağı
belirtilmiştir; ancak şiir aynı adla YŞK IITe alınmıştır.
[1533]
Şiirin sonunda YBİM'de yer alacağı belirtilmiştir; ancak şiir
yayımlanmış kitaplarının hiç birine girmemiştir.
[1534]
Mükerrer yayım. İlk Yayımı: İstanbul BirNokta, S. 82, (Kasım
2008), s. 5.
[1535]
Şiirin sonundaki notta Dudakta Bekletilen Şarkılar kitabında
yer alacağı belirtilmiştir; ancak ÖÇ’de yer almıştır.
[1536]
Şiirin sonundaki notta Dudakta Bekletilen Şarkılar kitabında
yer alacağı belirtilen şiir, ÖÇ’de "Yolunu Arayan Yalvacın
Şarkısı" şiirinin son iki bendini oluşturmuştur.
[1537]
Şiirin sonundaki notta ÖÇ’de yer alacağı belirtilen şiir, CAZ’da
yer almıştır.
[1538]
Mükerrer yayım. İlk yayımı (İthaf epigrafında değişiklikle): Taraf, 29/03/2010
[1539]
Bu şiirin dipnotunda, şiirin ÖÇ’de yayımlanacağı notu vardır; ancak
şiir şimdiye kadar yayımlanmış kitapların hiçbirinde yer almamıştır.
[1540]Bkz: Bir
önceki dipnot.
[1541] II.
epizot: "Kazı", III. epizot: "Kazı II", IV. epizot:
"Sözcüklere Gömülmek" adıyla kitapta yer almıştır.
[1542]
Mükerrer yayım. İlk yayımı: Taraf, 14/02/2011.
[1543]
E-dergi için bkz.:http://www.catidans.org/files/hayalet5.pdf
[1544]
Mükerrer yayım. İlk Yayım: Taraf, 04/02/2011. Ayrıca e-dergi
için bkz.:
http://www.catidans.org/files/hayalet5.pdf [Erişim: 09/06/2014]
[1545]
Mükerrer yayım. İlk üç yayım kronolojik sırayla: 1. [" ‘Hepimiz Hrant’ız’
Bence Ne Demektir?" adıyla], Agos, S.567,
(09/02/2007). 2Anlayış,S. 46, (Mart 2007), s. 80, 81. 3.herTaraf
(Taraf gazetesi eki), 22/01/2011. Ekin e-nüshası için bkz.:http://www.taraf.com.tr/haber/hepimiz-hrant-iz-bence-ne- demektir.htm [Erişim: 09/06/2011].
[1546]Afrika Gazetesinin Pazar eki. Ekin e-nüshası için bkz.:http://www.afrikagazetesi.net/Pazar- Arsiv/AfrikaPazarSayi304.pdf [Erişim:
11/08/2012]
[1547]
Mükerrer yayım. İlk yayımı: Taraf, 07/11/2011.
[1548]
Emek ve Adalet Platformu tarafından hazırlanan raporun e-nüshası için bkz.:
http://www.emekveadalet.org/wp-content/uploads/Evsizler-icin-Rapor.pdf [Erişim: 09/06/2014].
[1549]
Mükerrer yayım. İlk yayım: Hece, S. 83, (Kasım 2003), s. 4-5.
[1550]
Mükerrer yayım. İlk iki yayım: 1Anlayış, S. 40, (Eylül 2006),
s. 85. 2. ["Kırkyaş Şarkıları / Günlük
4 Aralık" adıyla] Hece,
S. 100, (Nisan 2005), s. 7, 8.
[1551]
Çocuk Vakfı yayını, l.Türkiye Çocuk Hakları Kongresi kapsamında.
[1552]
Bu şiir İbrahim Karagül tarafından Yeni Şafak gazetesindeki
köşesinde "Dünyanın Tüm Yoksullarına!.." başlıklı yazısında şu
sunuşla birlikte yayımlanır: "Dünyayı, hayatı ve insanı aynı duyarlılık,
aynı kavrayış, aynı endişe, aynı özlemle algılayanlara. Güçlü yüreği, açık
zihni, onurlu duruşu olanlara. Dünyanın tüm yoksullarına. Adalet ve erdemin
peşinde koşanlara... Cahit Koytak’ın, "yoksullardan biri olmanın onurunu
taşıdığı" için dünyanın tüm yoksullarına adadığı "Önden Yırtılan
Gömlek" adlı yeni şiirini, aynı gerekçelerle buraya aldım bugün.
Kalplerimizi, hafızalarımızı, duruşlarımızı, hedeflerimizi, sevgilerimizi bir
kez olsun gözden geçirmek için... "
[1553]
"Önden Yırtılan Gömlek" adlı ilk şiirden yedi yıl sonra aynı adlı bir
başka şiir bu defa Hilal Kaplan tarafından Yeni ŞafakAa -aynı
zamanda şiirin adı yazıya başlık yapılarak- şu sunuşla yayımlanır: "Malumunuz,
en çok mazlumlara hitap eden şiirlerin şairi, muhterem Cahit Koytak, Tarafta
yapılan
zulmü
sindiremeyip köşesini mecburen terk etmişti. Ancak son dönemdeki gelişmeler
üzerine yazdığı şiirini fakirle paylaşınca, okuyucularımın da bu ayrıcalıktan
istifade etmesi gerektiğini düşündüm. Şairin nefesi, bizimkinden de uzundur
belki... " Ayrıca
bu şiirin adı, Orhan Miroğlu tarafından 29 Temmuz 2013 tarihli Star gazetesindeki
köşe yazısının başlığına -tırnak içinde belirterek- konulmuş, şiirin tamamı
köşe yazısının devamında yayımlamıştır.
[1554]YŞK IIP te ve YBİM'de "Şiir ve
Hakikat" adlı dört farklı şiir bulunmaktadır. Bu şiirler, süreli yayındaki
künyesi verilen ve şairin henüz hiçbir kitabına girmeyen yukarıdaki aynı adlı
şiirle karıştırılmamalıdır. Aynı adlı şiirlerle ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz.: Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümündeki "Aynı adlı
şiirler tablosu".
[1555] Tabloda
geçen şiir adlarının yazımında, süreli yayındaki özgün yazım biçimi aynen
korunmuştur.
7YBİM'de ve ÖÇ’de yer alan "Kozmik
Ağaç", adlı şiirler YBİM: s. 145 ve s. 283; ÖÇ: 151)
aynı adı paylaşan farklı şiirlerdir; bkz.: Tezin "Tablolar ve
Grafikler" bölümündeki "Aynı adlı şiirler tablosu".
7'Merdiven Şiir dergisinin, Friedrich Hölderlin’in "Ekmek ve Şarap"
şiirinin yedinci bölümündeki "Bilmem; hem, neye yarar ozanlar
yoksunluk zamanında" dizesinden esinle düzenlediği "Şair
Bugün..." konulu soruşturmaya Cahit Koytak, yanıt olarak bu şiiri
göndermiştir. Friedrich, Hölderlin; "Seçme Şiirleri", Çev.: A. Turan
Oflazoğlu, İz Yayıncılık, İstanbul: 1997, s. ?? (Dizenin orijinali
şöyledir: "I don ’t know, and who wants poets at all in lean
years?": Friedrich Hölderlin; "Poems and Fragments",
Translated by: Michael Hamburger, Cambridge Universiyt Press, Cambridge: 1986,
p. 251. E-kitap için bkz:
https://web.duke.edu/secmod/primarytexts/Holderlin-Poems.pdf - [Erişim 19.02.1014]
[1558]ÖÇ’deki "Dünya Evi", bu şiirle aynı adı
paylaşan farklı bir şiirdir. Aynı adlı şiirlerle ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz.: Tezin "Tablolar ve Grafikler" bölümündeki "Aynı adlı
şiirler tablosu".
[1559]
E-gazete için bkz.:http://www.taraf.com.tr/cahit-Cahit Koytak/ [Erişim: 25/05/2013]
[1560]
Şiire konulan bu uzun başlıkla ilgili olarak Cahit Koytak’ın köşesine düştüğü
dipnot şu şekildedir: "Şiirin ismi, yalnızca "CANI SIKILAN
GENERALLER İÇİN ÖNERİLER" olabilirdi. Fakat, ara sıra canları sıkılsa da,
demokrasiye ve hukuka bağlı kalan saygıdeğer generallerimize yönelmiş,
kastedilmeyen anlamlar çıkarılmasına meydan vermemek için, şiire, uzunlukta
nerdeyse şiirin kendisiyle yarışan böyle tatsız tuzsuz bir isim verilmek
zorunda kalındı".
[1561]
Şiirin sonundaki notta şiirin YBİM'de yer alacağı
belirtilmiştir; ancak şiir yayımlanmış kitaplarının hiç birine girmemiştir.
[1562]
bkz.: Bir önceki dipnot.
[1563]
Bu şiirin sonundaki notta, şiirin YB/M'de yer alacağını
belirtilmesine rağmen şiir, herhangi bir kitapta henüz yayımlanmamıştır.
[1564]
Şiirin sonundaki notta, şiirin YŞK IIP te yayımlanacağı
belirtilmiştir; ancak şiir herhangi bir kitapta henüz yayımlanmamıştır..
[1565]
Mükerrer yayım. İlk yayımı: Taraf, 14/02/2011.
[1566]
E-dergi için bkz.:http://www.catidans.org/files/hayalet5.pdf
[1567]Çocuk Vakfı
yayını, l.Türkiye Çocuk Hakları Kongresi kapsamında.
[1568]
Bu şiir İbrahim Karagül tarafından Yeni Şafak gazetesindeki
köşesinde "Dünyanın Tüm Yoksullarına!.." başlıklı yazısında şu
sunuşla birlikte yayımlanır: "Dünyayı, hayatı ve insanı aynı
duyarlılık, aynı kavrayış, aynı endişe, aynı özlemle algılayanlara. Güçlü
yüreği, açık zihni, onurlu duruşu olanlara. Dünyanın tüm yoksullarına. Adalet
ve erdemin peşinde koşanlara... Cahit Koytak’ın, "yoksullardan biri
olmanın onurunu taşıdığı" için dünyanın tüm yoksullarına adadığı
"Önden Yırtılan Gömlek" adlı yeni şiirini, aynı gerekçelerle buraya
aldım bugün. Kalplerimizi, hafızalarımızı, duruşlarımızı, hedeflerimizi,
sevgilerimizi bir kez olsun gözden geçirmek için... "
[1569]
"Önden Yırtılan Gömlek" adlı ilk şiirden yedi yıl sonra aynı adlı bir
başka şiir bu defa Hilal Kaplan tarafından Yeni ŞafakAa -aynı
zamanda şiirin adı yazıya başlık yapılarak- şu sunuşla yayımlanır: "Malumunuz,
en çok mazlumlara hitap eden şiirlerin şairi, muhterem Cahit Koytak, Tarafta
yapılan
zulmü
sindiremeyip köşesini mecburen terk etmişti. Ancak son dönemdeki gelişmeler
üzerine yazdığı şiirini fakirle paylaşınca, okuyucularımın da bu ayrıcalıktan
istifade etmesi gerektiğini düşündüm. Şairin nefesi, bizimkinden de uzundur
belki... " Ayrıca
bu şiirin adı, Orhan Miroğlu tarafından 29 Temmuz 2013tarihli Star gazetesindeki
köşe yazısının başlığına -tırnak içinde belirterek- konulmuş, şiirin tamamı
köşe yazısının devamında yayımlamıştır.
[1570]
Bu şiir, Yedi İklim" de "Orada Otlar Nasıl ve
Çiçekler Nasıl" adıyla yayımlanmıştır.
[1571]
21 Eylül 2009 tarihli Taraf gazetesindeki "Yoksullar ve
Siviller İçin Tezler" başlıklı köşesinde, Ramazan Bayramı’nın ikinci
gününde (2 Şevval 1430), bu şiir "Bayram sabahı" adıyla başına
"Elif ile Betül’e, öpücük yerine..." ithaf epigrafıyla
yayımlanmıştır. Şiirin Taraftaki nüshasının altındaki tarihten
anlaşıldığına göre "Vukuatsız Uyanmak" adıyla Ocak 2001 ’de yazımına
başlanan bu şiir, aynı sene Kaşgar'da yayımlanmışsa da şiire
son şekli 19 Eylül 2009’da verilmiş; başlığı da yukarıda belirtildiği biçimde
değiştirilerek son haliyle yeniden yayımlanmıştır.
[1572]
Şiir, Türk Edebiyatı dergisinde "Şair ‘Bugün’den Geçiyor,
O ‘Ebedî Yoksunluk Zamanı’ndan..." adıyla yayımlanmıştır.
"Kaşgaf da ithaf, "Erhan Sökmen için"
biçimindedir.
[1574]
Bu şiir ilk olarak Kitap-lık’ta [S. 72, s. 18, (Mayıs 2004)],
"İlhan Berk’i Yeniden Okurken" adıyla ihaf edilmeden yayımlanmıştır.
[1575]
"Güvercin Besleyen Adam", Hece dergisinin 64. (Nisan
2002, ss. 4-7) sayısında aynı adla, ithaf epigrafı olmaksızın yayımlanmıştır.
[1576]
"Şairin Öldüğü Gün" adlı şiir ilk defa Hece’nin 68.
(Ağustos 2002, ss. 4-5) sayısında "Ece Ayhan’ın Öldüğü Gün -13 Temmuz
2002-" adıyla ithaf epigrafı olmaksızın yayımlanmıştır.
[1577]
"Jaguar" YŞK III’te (s. 99) "Necip Fazıl için" ithafıyla
yer almıştır.
[1578]
5 Ekim 2009’da Sevan Nişanyan’a ithaf edilerek Tarafta "Prolog"
adıyla yayımlanan bu şiirin
altında 12
Aralık 2007- 18 Mart 2009 tarihi yer almaktadır. "Prolog" Mayıs
2011’de ilk bakısı yapılan Yeni Başlayanlar İçin Metafizik’te iki
parçaya bölünüp yeniden kurgulanmış ayrı şiir olarak yer alır. Bunlardan ilki
"Tanrı’ya ve İnsana Dair" başlıklı bölümün ilk epizodu olan "Her
şeyden, Her
Yüzden..."
(s. 149) şiiridir. "Prolog"un ilk üç bendinin sözcük ve
dize düzeyinde yapılan
değişikliklerle
yeniden düzenlenmiş halidir. "Prolog"un son iki bendi ise -hiç
değiştirilmeden- yine aynı bölümdeki altı şiirden oluşan ‘ ‘O’na Dair’
epizodunun "V" numaralı şiiri olarak (s. 159) kitapta yer almıştır.
Kitapta yer alan biçimleriyle her iki şiirde de ithaf epigrafı yer almamıştır.
Şairin metinleri üzerindeki son derece olağan tasarrufu, onun kaleminden çıkan
şiirlerin zamanla nasıl değişip evirilerek olgunlaştığını göstermesi bakımından
önemlidir. Bu konuda daha ayrıntılı değişimler için bkz: Tezin
"Şiirlerinin Yazılış Süreçleri" bölümü.
[1579]
Bu şiir İA’ın 2. baskısında "Nuh’a Gemi Resimleri VII"
adıyla ve "Yasemin Çongar’ın / Ayşe Sarıoğlu’yla yaptığı / Destansı
söyleşinin rüzgârıyla, / Hem onlar için, hem / Mavi Marmara Gemisinin, / Fani,
ebedî, bütün yolcuları için." ithafıyla yer almıştır.
[1580]
Şiirin ilk yayımı 29 Mart 2010 tarihli Tarafta yine aynı adla
yapılmıştır. Buradaki ithaf ise şu
şekildedir:
"...................... Sevgili okurdan, dünyalar iyisi,
/.................. dünyalar tatlısı bir anneye/
................
‘Rahmet okuması ’ dileğiyle...".
[1581] 11
Kasım 2011’de Tarafta yayımlanan bu şiir, YŞK I’de
"Homeless" başlığı altında "Nabi Avcı’ya, doğum günü için."
(s. 50) ithafıyla yayımlanır.
[1582]
Bu şiir, Ölüme Çare ya da Şen Maneviyatta "Evde
Çalışanlar İçin Metafizik" bölümünün aynı adlı üçüncü şiirinin dördüncü
epizodu olarak, başına ithaf konulmadan yer almıştır.
[1583]
Bu ithaf Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat ta "Dr. İnci
Candan’a" biçimindedir.
[1584]
Bu ithaf şiirin yer aldığı kitapta ve süreli yayında epigraf olarak verilmemiş,
dipnot olarak belirtilmiştir.
[1585] "Bitişik
Oda Komşusu", Hece'de "R. M. Rilke’nin Bitişik Oda
Komşusu" adıyla yer almıştır. Süreli yayındaki mensur ithaf dipnotu ise şu
şekildedir: "Bu şiir, ’Muhammed'in Yakarması' şiiriyle, Muhammed’i
(s.a.v) sevenlerin kapısına İsa meşrep bir armağan bırakan Rainer Maria
Rilke’ye ve onun sevenlerine, o komşu kapısına, yine o armağanın kabında
sunulan, mütevazı bir karşı armağan olarak görülmelidir; tabiî, hiçbir zaman bu
‘iade armağan ’ı asıl armağanla kıyaslama hatasına düşmeden... ".
[1586]
TYB’nin, 17 Ekim 2003’te Strasbourg’da düzenlediği "5. Uluslar arası Şiir
Şöleni"nin şiir atölyesi çalışmaları oturumunda sunulan bu şiir, YŞK
IlI’te ve Zaman gazetesinin kitap eki Kitap Zamanı’nda
[S. 61, s. 12 (7 Şubat 2011) ] ithaf epigrafı olmaksızın yer almıştır.
[1587]
Uzun başlıklı bu şiir, Tarafta şiirin başlığına tutturulan şu
dipnotla yayımlanmıştır: "*Şiirin ismi, yalnızca "CANI
SIKILAN GENERALLER İÇİN ÖNERİLER " olabilirdi. Fakat ara sıra canları
sıkılsa da, demokrasiye ve hukuka bağlı kalan saygıdeğer generallerimize
yönelmiş, kastedilmeyen anlamlar çıkarılmasına meydan vermemek için, şiire,
uzunlukta nerdeyse şiirin kendisiyle yarışan böyle tatsız tuzsuz bir isim
verilmek zorunda kalındı".
[1588]
16 Ocak 2007’deki Hrant Dink suikastının ardından yazılan bu şiirin aynı
ithafla diğer yayımları için bkz.: 1. Anlayış,S. 46, (Mart
2007), s. 80, 81. 2. herTaraf (Taraf gazetesi eki),
22/01/2011. Ekin e-nüshası için bkz.: http://www.taraf.com.tr/haber/hepimiz-hrant-iz-bence-ne-demektir.htm [Erişim:
09/06/2011]. 3. Afrika Pazar, S. 304, (06/02/2011), s.
11. [Afrika Gazetesi'wn Pazar eki. Ekin e- nüshası için bkz.:http://www.afrikagazetesi.net/Pazar-Arsiv/AfrikaPazarSayi304.pdf (Erişim:
11/08/2012) ]
[********]Nano tam
böyle değildi, biliyorum,
Ve mesela,
gerçek hikâyeye bağlı kalınsaydı,
sadece ‘yaşlı bir tufeyliye varan ’ gibi bir ifade
Nano’nun evlilik macerasını anlatmak için yetecekti.
ama şiirin ve oyunun stilize kostümleri içine sığabilmesi,
kahramanımızın böyle ufak ve dramatik bir değişim
geçirmesiyle mümkün gözüktü benim gözüme.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar