Print Friendly and PDF

İSKİT, HUN VE GÖKTÜRKLERDE DİNİ HAYAT VE BİRBİRLERİYLE MUKAYESESİ

 


Hazırlayan: MEHMET MANDALOĞLU

 

GİRİŞ

1.   Din Nedir? Her şeyin bir tanımı, anlamı olduğu gibi dinin de bir tanımı, anlamı vardır. Toplamların tarihi olduğu gibi dinin de bir tarihi vardır, insan toplulukları gibi dinin de tarih içinde geçirdiği değişiklikler vardır. Din her şeyden önce toplumsal bir olaydır. Din ve toplum birbirinden etkilenmektedir. Din toplumu, toplum dini etkilemektedir. Din; toplumda, kişilerin düşünce ve davranışlarına, kişiler üstü güçlerin etkilerini yorumlayarak uygulayan, teorik bir dünya görüşü ve pratik bir evren düzenidir[1] [2]. Türklerde dışarıdan gelen iki din Türklere etki etmiştir. Bunlardan birincisi Budizm, İkincisi İslamiyet'tir. İlk Türk dininin içinde sınıf ve imtiyaz ayrımı yoktur. Bundan dolayı İlk Türk Dini mutluluğun, eşitliğin, kardeşliğin dinidir.

2.    Türk Dini: Din bir yaşam biçimidir. Türkler tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren çeşitli kutsallara inanmışlar, bundan dolayı dini bir yaşam biçimini geliştirmişlerdir. Çeşitli dinlerin ve kültürlerin etkisi altında kalmışlardır. Ziya Gökalp Türk Dini'nin Türk sosyal yapısının bir ürünü olduğunu belirtmektedir: "Türk dininin genel izahı bize gösterecektir ki, eski Türklerde Tanrılar, sosyal zümrelerin sembolleri gibidir. Her tanrı mutlaka bir zümrenin vicdanını temsil eder: Aşiretin timsali Oğan, Batınların timsali Yer sulardır. Batınların aşiretten doğdukları gibi, Yersular'da Organ'nın oğullarıdır. Buguhan, cemaatini 4 orduya ayırmış, her birini bir cihetin bekçisi tanıtmıştı. Bu sosyal örgütün lahuta inikasından (gökyüzü aynasına çarpmasından): Gök, Kızıl, Ak, Kara Han'lar diye 4 ikinci derece Tanrı vücuda geldi. Bunlar Oğan'ın oğulları sayıldı. Sonraları, sosyal zümreler bölündükçe, Tanrıların sayısı da o bölümlenişe paralel olarak arttı. Bu Taunlara Yersu adı verilmesi, Türklerin toplantıları vahalara ve büyük ırmakları tabi olmasındandır" .

Türkler tarihleri içerisinde çeşitli dinlere inanmışlardır. Türklerin İslamiyet'ten önce mensup olduktan dinler hakkında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Türkler İslamiyet! benimsemeden önce Gök Tanrı Dini, Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Animizm, Totemizm, Naturizm, Şamanizm gibi dini inanç ve gelenekleri benimsemişlerdir. Türklerin asıl dini yapışım ise Gök Tanrı Dini oluşturmuştur.

Türkler kendilerine gelen iyilik ve kötülüklerin gökten geldiğine inanmışlardır. Türklerin bu inançtan onların Gök Tanrı Dininin benimsemelerine neden olmuştur. Türklerin bu dini benimsemeleri Gök Tanrı'dan dolayıdır. Tanrı'yı Gök Tanrı olarak ifade etmişlerdir. Türklerin tek Tanrı'ya dayanan bu inanç sistemleri daha sonralan İslamiyet'in din olarak benimsenmesinde etkili olacaktır. Türklerin inandıklan dinin Şamanizm olarak nitelendirildiği de görülmekle beraber aslında Şamanizm din değil sadece sihri bir durumdur. Türklerin inandıklan eski dinleri Tek Tanrı inancına dayalı Gök Tanrı Dini'dir.

BÖLÜM

A.    ESKİ TÜRK DİNÎ

Tarih sahnesine çıkan ilk Türkler, yani Hunlar (M.Ö. IH. Asır), Şarki Asya sahasında, Çin'in şimaline doğru, Gobi çölü etrafında görünüyorlar. Milattan sonraki bin yılın ikinci yansında Asya ve kısmen Avrupa tarihinde de mühim roller oynayan Türk kavimleri, Türkler ve Uygurlar, Orta Asya büyük dağlık bölgelerinde Baykal gölünün cenub garbinde oturuyorlardı. Türklerin anayurdunun Altay civarında olduğu başka belgeler yanında Çin kaynaklarının ilmi eserlerde çok geçen bir kaydı ile de ispat edilmiştir. Bu kayda göre Türk kavİmlerine adım veren ve M.S. VI. asırda meydana çıkan "Türk" (=Göktürk) kavminin anayurdu Altay'dı[3].

Eski Türklerde din, tüm kainatın hakimi ve yaratıcısı olan yüce bir varlığa inanma etrafında şekillenmiştir. Türkler bu yüce varlığı hem gök hem de Tanrı anlamı içeren “Tengri” kelimesi ile ifade etmişlerdir. Tengri, eski Türk inancında, tek yaratıcı olarak din sisteminin merkezinde yer almaktadır. O, aynı zamanda semavi bir mahiyete sahip olduğundan, eski Türk vesikalarında çoğu kez “Kök- Tengri” adı ile zikredilmektedir. Bundan yola çıkarak eski Türk inancına “Kök- Tengri Dini” adı verilmiştir[4]. Eski Türkler bunun yanı sıra Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinleri de kabul etmişlerdir. Bazı araştırmacılar Türklerin mensup oldukları dinleri arasında Şamanizm'i de zikretmişlerdir.

Orta Asya gibi muazzam bir coğrafyada yaşayan Türk toplulukları zamanla çeşitli inanç sistemlerini benimsemişler birini bırakıp bir diğerine geçmişlerdir. Bir önceki inanç sistemi yenisinin gelmesiyle birlikte kaybolmamış, kendini yeni inanç sisteminin içine uydurarak varlığım sürdürmüştür. Türk zümrelerinin girdiği her yeni din, onlara yeni bir şeyler öğretip belli ölçüde düşünce ve hayat tarzlarına etki etmiştir[5]. Türk kelimesi Türkleri diğer kavimlerden yalnız lisanca ve siyasetçe ayıran bir tabir değildi; onlan din itibariyle de yabancılardan ayırıyordu[6]. Kuzey Eurasia boylarının tabiata yakın hayatı,dini tasavvurlara da kozmolojik bir veçhe vermişti. Kadim Çin ve erken Türk kaynaklarından belirdiğine göre, inançlar, kainatın dış görünüşünden, gece ile gündüzün tezadından ve mevsimlerin tekrarından mülhem idi. Erken Türk tasavvurlarında, zamanın akışı şöyle izah ediliyordu: Gök kubbe, kutbundaki bir altın veya demir kazık etrafında, dönmekte idi. Burçları taşıdığı sanılan büyük bir çark şeklindeki Ekliptik (Türkçe, çığn), gök kubbenin dönmesine dik, bir diğer deveran icra etmekte idi. Canlıların da, benzer şekilde, hayat ile ölüm arasında seyir ettiklerine marnlıyordu. Yeıyüzünde, parlak gök kubbe altında yaşayıp, ölünce, yer altı karanlıklarına batıyorlardı. Gök ile yer arasında mihver gibi görülen dağlarda, semavi varlıkların, alp ruhları ile buluştuğu düşüncesi de, bazı boylarda kaydedilir. İnsanların kaderi gök tanrısı ve yer su "kuflarının (ruhlarının) bahş ettikleri "kut"a göre beliriyordu[7].

Eski Türk dini Gök Tanrı merkezinde şekillenmiş kendine özgü bir sistemdir. Gök Tanrı merkezli olan eski Türk dinini Gök Tanrı dini olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Türk Tarihi üzerine araştırma yapanlar Türklerin eski dini hakkında değişik şeyler söylemişlerdir. Eldeki kaynakların çok yeterli olmadığım düşündüğümüzde ilk müracaat kaynağının yabancı yazarlarınki olduğu aşikardır. Eski Türk dini hakkında araştırma yapan batılı tarihçiler konu ile ilgili yanlış bilgiler aktarmışlardır. Türklerin Tek Tanrı inancının aksine, Çok Tanrılı dinlere sahip oldukları batılı tarihçiler tarafından iddia edilmiştir. Ülkemizde Eski Türk Dini hakkında araştırma yapan yazarlarımızdan bazıları batılı tarihçilerin fikirlerinden etkilenmişler, ve hatta bu fikirleri benimseyerek çalışmalarına almışlardır. Bizim araştırmacılarımız içinde de Türklerin eski dinini Şamanizm veya totemizm olarak nitelendirenler bulunmaktadır. Bazı batılı araştırmacılar ise Türklerin eski dinlerinin Tek Tanrı inancı olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu araştırmacılar Tek Tanrı inancı içerisinde yer alan ve

Türkler tarafından kutsal sayılan bazı şeyleri ilah seviyesine çıkarmaya çalışmışlardır: Örneğin Türkler arasında ve bilhassa Orhun Abidelerinde dikkatimizi çeken Umay kutsal bir varlıktır. Bu kelime bir ilahe olarak değerlendirilebilir. Divan-ı Lügat'it-T ürk'te Umay kelimesi "Çocukları koruyan ruh" anlamında geçmektedir. "Umay" bu haldeyken bir kadın ilahe olarak dini inancın içerisinde incelenmiştir[8].

Eski Türk Dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler gösterse de onu Lev. N. Gumilev'in halkın Gök Tanrı'ya, aristokratların da atalara tapındıkları şeklinde ikili bir şemaya oturttuğu, nitelik yönünden de bir nevi animatizm olarak ifade ettiği düşünceye katılmak mümkün olmadığı gibi J.P. Roux'un dediği gibi Moğol etkisi ile yeniden canlandırılmış bir çeşit Şamanizm olarak da kabul etmek mümkün değildir. Bize göre eski Türk dini, Gök dini, Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir ve onu ancak Gök Tanrı Dini olarak isimlendirmek mümkündür[9].

Türkler hakkındaki ilk bilgilerimizi Çin tarihçileri tarafından yazılmış olan yıllıklardan öğrenmekteyiz. Ancak bu yıllıklar Çinliler tarafından yazıldığından tarafsız bir bakış açısına sahip değildir. O yüzden iyi etüd edilmesi gerekmektedir. Çin yıllıklannda Türklerin dini inançlan ile ilgili bilgiler bulunmasına rağmen yanlış anlaşılmalara neden olmuştur. Theophylaktos Simokattes, Türklerin ateşe, havaya ve suya taptıklarım bildirir. Onlar "toprağa ilahi söylerler ve sadece göğü ve yeri yaratanın önünde boyun eğer ve O'na Tanrı derler. O'na at, sığır ve koyun kurban ederler. Din adamları olarak, onlara ne olacağı hakkında kehanette bulunma yeteneğini sergilediğini düşündükleri kimseler vardır, burada, kökleri muhtemelen İç Asya halklannın eski inanışlarında bulunan, Türklerin Tengri (Gök, Semavi Tanrı) inancını görüyoruz. Yir-Sub (Yer-Su) inancına ve (en önemlisi kehanet olmak üzere) Şamanlık uygulamalarına işaret vardır. Bunlara ilaveten Orhun yazıdan, doğurganlığı çağnştıran Umay adlı bir koruyucu ilaheye gönderme yapar. Kutsal dağlara, özellikle Ötüken yışa (dağ ormanı) da tapınma vardı. Burası mukaddes bir yerdi[10].

Bozkır Türklerinin dini inançları şu üç noktada toplanmaktadır[11]:

a: Tabiat kuvvetlerine inanma: Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanmaktaydılar. Türkler inandıkları bu gizli kuvvetlere kutsiyet atfetmişlerdir. Bundan dolayıdır ki Türkler arasında kahinlik veya falcılık itibar görmüştür. Menandor, Türklerden bahsederken "her ne kadar toprağa, suya ve ateşe kutsiyet yüklerlerse de kainatın tek yaratıcısı olan tek Tanrı'ya inanırlar" demektedir. Eski Türklerin tabiatta varlığına inandıkları gizli kuvvetler İdi/İzi/lyeler adıyla bilinen koruyucu ruhlar idiler. Tabiatta olan bu gizli güçler dünyanın üzerinde dolaşırlardı. Topraklar üzerinde hakim sahipler veya hakim ruhlar olarak da adlandırılan bu varlıklar gözle görünmezlerdi. Eski Türklerin aynı ruhlar hakkında çok belirli tasavvurları vardı. Bu ruhlardan iyilik getireni de, kötülük vereni de olurdu. Lâkin onlar ayrı ayrı bölgelerde bulunmaktaydılar. Yani aynı ruhlar aynı zamanda hem iyi, hem de kötü olmuyorlardı[12].

b.    Atalar kültü: Ölmüş atalara tazim olarak da geçmektedir. Atalar öldükten sonra, ruhları vasıtasıyla, aile efradım korumağa devam ettiklerinden, onlara karşı duyulan minnet hissidir. Atalara ait hatıralar kutsal sayılmakta, mezarlarına yapılan tecavüzler savaş sebebi kabul edilmektedir.

c.    Gök Tanrı: Eski Türklerde Gök Tanrı dini hakimdi. Gök Tanrı bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olarak görünmekte ve din sisteminin merkezinde yer almış bulunmaktadır. Türkler, Gök Tanrı adım verdikleri gökyüzünü inançlarının merkezine yerleştirdiler. Bu kavram onların zihninde zamanla maddi bir varlık olmaktan çıktı ve bütün varlıkları yaratan ve bütün varlıklara hükmeden yüce bir varlık haline dönüştü[13].

Türklerin eski dinleri konusundaki bilgileri Çinlilerin "Wey-şu" ve "Sui-şu" salnamelerinde rastlanmaktadır:

"Wey-şu" Türk dini törenlerini şu şekilde göstermektedir: 1. güneşin memleket üzerine doğuşunu temsilen hanın otağına doğudan giriş; 2. devlet erkanının, ataların mağarasına yılda bir defa kurban takdim etmesi; 3. beşinci ayın 10-20. günleri arasında halkın nehir kenarında toplanarak göğün ruhuna kurban takdim etmesi; 4. Dugın'ın 500 li batısında yüksek bir dağ vardır ve dağın tepesinde ağaç ve bitki bulunmayan Bodin İnli isminde bir yer bulunmaktadır ki manası ülkelerin koruyucu ruhu demektir.

"Sui-şu" ise sadece "cinlere ve perilere taparlar, Şamanlara inanırlar" demektedir[14].

Eski Tilrkînancı Üzerine Ortaya Atılan Tezler:

Türkler Totemisttir: Bu görüşü savunanlar Çin yıllıklarına göre hüküm vermektedirler. Fuad Köprülü'nün de aralarında yer aldığı kişiler Çin yıllıklarında bulunan Türklerin keçeden resimler yapmaları, onları sırıkların uçlarına asmaları ve saraylarda yanlarında bulundurmaları[15] gibi bilgilerle kurda değer vermelerini göz önüne alırlar.

Eski Türklerin Dini Toyunizmdir: Bu görüşü Ziya Gökalp savunmaktadır[16]. Buna göre Türklerde din adamlarına Toyun denilmektedir. Bundan dolayı da Türklerin Eski dinleri toyunizm olarak nitelendirilmektedir. Ziya Gökalp, eski Türk inancı hakkında açıklama yaparken Şamanizm'in eski Türklerin dini değil, sihri bir sistemi olduğunu belirtir[17].

Türkler Şamanisttir: Türklerin şamanist olup olmadıkları yada Şamanizme inanıp inanmadıkları ile ilgili olarak pek çok yerli ve yabancı araştırmacı fikir beyan etmişlerdir. Bazdan Eski Türk Dinini Şamanizm olarak nitelendirirlerken, bazdan da bunun tam zıddını iddia etmişlerdir. Kanaatimize göre de ikinci iddia doğrudur. Çünkü Eski Türk dini Şamanizm değildir. Ancak eski Türk dini içerisinde şamanist unsurlar bulunmaktadır. Tek Tanrı dininin içinde yer alan bir cüzdür. Eski Türk dinini Şamanizm olarak kabul eden Abdülkadir İnan bu konu ile ilgili şunlan beyan ediyor[18]: "...eski Türk dinini cihanşümul iptidai Şamanizm'in bir dalı olarak kabul ediyor, eski Türk dinine Şamanizm diyoruz. Kafesoğlu, Şamanizmi değerlendirirken onu, bir din olmaktan ziyade ruhlara, cinlere, perilere emir ve kumanda eden gelecekten haber veren sihir olduğunu beyan ediyor.

Türkler Tek Tanrıya İnanıyorlardı: Türklerin dinlerinin Tek Tanrılı din olduğu kabul edilmektedir. Bu inanca Gök-Tanrı veya Tanrı İnancı denilmektedir. Orhun Abidelerinin pek çok yerinde Tengri kelimesine rastlanmaktadır. Eski Türklerin dini hayatının tek Tanrı inancı olduğunu pek çok araştırmacı savunmaktadır. Bunlardan en önemlileri İbrahim Kafesoğlu, Hikmet Tanyu gibi önemli isimlerdir. Kafesoğlu, Gök Tanrı'nın bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olarak göründüğünü ve din sisteminin merkezinde yer almış bulunduğunu söyleyerek Gök Tanrı dininin eski Türklerin hakim dini olduğunu[19]; Hikmet Tanyu da Türklerde Tek Tanrı inancının olduğunu belirtmektedirler[20]. L. Rasonyi de Türklerin tek Tanrı inancına sahip olduklan görüşündedir. Tek Tanrı görüşü eski Türklerin içtimai teşkilatına, ataerkil fikrine tamamen uygundur[21]. Bahaeddin Ögel, Türklerin disiplinli bir hayat ve toplum düzenleri yüzünden "Tek Tanrı" düşüncesine erken çağlarda eriştikleri görüşündedir[22].

Bütün bunların dışında olmakla beraber dağ, orman, ağaç kültüne istinaden anemist (tabiatçı) olduklarını savunanlar da bulunmaktadır.

Eski Türkler dinle iç içe bir hayat yaşamışlardır. Toplumun gelişmesi dini hayatın da gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme toplumdaki gelişmeye paralel olarak gerçekleşmiştir. Eski Türk dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler gösterse de Eski Türk dini, Gök dini, Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir ve onu ancak Gök Tanrı Dini olarak isimlendirmek mümkündür[23].

1. Şamanizm: Zihinleri meşgul eden bir konu Türk Dininin ne olduğu sorusudur. Bu soru üzerinde çalışmalar yapan yerli ve yabancı araştırmacılar Eski Türk Dininin Şamanizm olduğunu belirtmişlerdir. Bu araştırmacılardan bir kısmı Şamanizmi Tek Tanrı inancı olarak ele alırken diğerleri çok Tanrılı bir din olarak ele almışlardır. Şamanizm, gerçekte arkaik bir dini-sihri-mistik olaydır. Ona Paleolitik Çağ'dan bu yana rastlanmaktadır. Şamanizm, ekstazik ve terapötik yöntemler toplamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Şamanizm'in gayesi, ancak görülmez ruhlar alemi ile temasm ve insanların işlerinin gidişatına ruhların desteğinin sağlanması olarak görülmektedir[24]. Eliade'ye göre Orta ve Kuzey Asya topluluklarının dini-sihri hayatı "şaman" etrafında şekillenmektedir. Ancak dini sihri hayat Şamanlıktan ibaret bulunmamaktadır. Şamanlık hastalara şifa verici unsurlardandır. Şamanlık kısaca "vecd ve istiğrak" halidir[25]. Çin kaynaklarının verdikleri haberlere göre eski Orta Asya şamanizminin esası Gök-Tanrı, Güneş, Ay, Yer, Su ve Ateş Kültleri idi[26]. Şamanizm, dünyevi olup tarihte çok geniş alanı kapsamıştır.N. L. Jukovskaya'ya göre de dünyevi olan ve kabile sisteminin bozulma, sınıflara ayrılmış cemiyetin başlangıcında ortaya çıkan mistik olaydır[27].

Şamanizm'de kainat bir takım tabakalara ayrılmıştı. Yukarıda on yedi kat ışık aleminin yani, Cennet'in ve aşağıda yedi yahut dokuz kat karanlık alemin, yani Cehennem'in varlığı kabul edilirdi. Ortada da, insanların yurdu olan yeryüzünün bulunduğu sanılırdı. Tanrı'nm, göğün en yüksek noktasında oturduğu düşünülürdü. Türkler, Gök Tanrısına milli bir anlam vererek bağlanırdı. Onlara göre, iyi ruhlar bir kuş veya böcek gibi uçarak yakanda Cennet'e gider ve şefaatçi olurlar. İnsan ölünce, kötü ruhlar yerin aşağısındaki tabakalara gidip kötülük yapmaktan haz duyarlar. Yeryüzünde Yer-Su adına iyilik yapan ruhlar bulunur. Bunlar yüksek dağlarda, nehir kaynaklarında ve ormanlarda kalırlar. Türkler bu sebeple buralara kurban sunarlardı. Dini merasimleri, dini önder sayılan "kam"lar yürütürlerdi[28].

Şamanizm, Türklerin eski dini olamazdı çünkü Şamanizm bir din değildir. Özellikle Eliade tarafından ortaya atılan ve birçoklan tarafından kabul edilen bu fikre göre, Şamanhk bir din olmaktan çok "vecd tekniği"dir. Bu tatbikat şamanlar tarafından ruhların çağrılması, kötü ruhların kovulması v.s. yoluyla bazı pratik gayeler gütmektedir. Şamanhk birçok kavim gibi Türkler arasında da yaşıyordu fakat Türklere mahsus olmadığı gibi, bir din de değildi. Asıl din içinde sürdürülen ayn bir tatbikattı[29]. Şamanizm, Ohlmarks'a göre din olmayıp din yerine geçen bir nevi cezbe ve istiğrak halidir[30].

Şamanizm'in, "din" olmayıp bir "sihir" olduğunu aşağıdaki deliller ispat eder[31]:

1.     Seher, dinin zıddına kıymet verir: Eski Türk dini, "sağ"ı kutlu tanırdı. Şamanizm ise "sol"u kutlu tanırdı.

2.     Din "sağ"da oturan erkeğe kıymet verirdi. Şamanizm ise, "sol"a mensup bulunan kadına kıymet verirdi,

3.     İptidai cemiyetlerde, din "millef'tir; sihir ise, "kozmopolif'tir. Bir adam dini ayn, milleti ayrı, ırkı ayn Şamanlara müracaat edebilir. Fakat, kendi dininden ve cemiyetinden olmayan din reislerine müracaat edemez. Sihir, tababet gibi kozmopolittir. Fakat, din öyle değildir.

4.     Şamanizm'in bir din olmadığı, bir şamanın muvaffak olmak için, kadın gibi saçım kestirmesinden, bıyığım, sakalım tıraş ettirmesinden, kadın elbisesi giyip, kadın evzaı takınmasından, cins münasebetlerinde kadın rolü oynamasından, hatta gebe kalıp birtakım hayvanlan doğurmasından anlaşılır. Bu gibi zıt hareketler sihiri, dinden ayınr.

5.     Bir de şamanın bir tabip gibi, yalnız müşterileri vardır, din reisinin ise, müşterileri değil müminleri vardır.

Şamanizm'in en eski şekline göre öbür dünya aşağıdaki dünya ile aynıdır. Daha mütekamil Şamanizm'de ışık alemi olan göğün de aşağıdaki dünyanın da birçok tabakası vardır[32]. Yukarıda 17 kat ışık alemi olan sema ve aşağıdaki 7 veya 9 katta karanlıklar alemim meydana getirirler.

Eski Türk panteonunda (Taunlar Alemi) birçok Taunlar bulunmuştur. İlk büyük Türk İmparatorluğu devrinden sonra bu panteondaki Tanrıların en büyüğünün Gök-Tanrı olduğuna inanılmıştır. M.Ö. II. asırda Hun Türklerinin Gök Tanrıya inandıklarına dair Çin kaynaklarında haberler vardır[33]. Çin kaynaklarından öğrendiğimiz dini törenler vardır. Bu dini törenlerin yöneticileri kam adı verilen dini liderlerdir. Çin kaynaklarının bildirdiklerine göre yılın 5. ayında "Lung çeng" şehrinde toplanırlar, atalarına, Gök Tanrı'ya, Yer-Su ruhlarına kurban sunarlardı. Bu ayine ruhların başbuğları da katılırdı.

Ölülerine yuğ denilen dini törenler yapıyorlardı. Şamanistlere göre bütün dünya ruhlarla doludur. Dağlar, göller, ırmaklar hep canlı nesnelerdir. Bazı dağlar veya bu kabilenin mukaddes tözü sayılır ki bu töz asıl menşe sayılır .

Yer-Su ruhlarının en önemlilerinden biri dağ kültüdür. Katanov, mukaddes dağlar ve onların ruhları adına en muhteşem ayin ve törenler yapıldığım belirtiyor. Ayrıca oba kültü ve onun için yapılan ayin ve törenler ormana olan inanç ve ağaç kültü önemli inançlardır. Türkler ormana çok değer verirlerdi. Ötüken ormanı Göktürkler devrinde önemli kültlerden biri olmuştur. Ateş ve ocak kültlerinin de önemini unutmamak gerekir.

Ayinlerin iki şekilde yapıldığım görmekteyiz:

Muayyen vakitlerde yapılan ayin ve törenler

Tesadüfi olaylar karşısında yapılan ayin ve törenler

Muayyen vakitlerde yapılan ayinler bahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir. Bu ayinler eskiden beri yapıla gelmiştir. Ölüm, evlenme, doğum, hastalık gibi durumlarda yapılan ayinler de bulunmaktadır,

Türk Dini değerlendirilirken "Gök Tanrı veya Tanrı inancı” olarak adiandınlmalıdır. Yapılan son araştırmalarda Türklerin Tek Tanrıya inandıkları ve onların dinlerinin Tek Tanrıh bir din olduğu ispatlanmıştır.

Atiı Türkler yere sadece atlarının ayaklan ile bağlı idi. Onlar kendilerini yağız yer ile mavi gök arasında asılmış, boşlukta yürür gibi görürlerdi. Türk'ün başı gökteydi. Sonsuz göğün tek rengi tek kubbesi onun düşüncelerim birleştiren ve tek amaca yönelten önemli bir sebepti. Otağının altında bir aile reisi, gök kubbesinin altında da bir Türk kağanı vardı. Elbetteki bu sonsuz ve masmavi kubbenin üstünde dolaşan, ay ile yıldızların da sahibi bir hakan olacaktı. Her şeyi o yaratmış, yaratıklar yaşasın diye yer ile sulan o vermişti.

1. 1. Şaman (Kam): Şaman, Şamanizm'e bağh kavimlerde ruhlarla insanlar arasında mutavassıt rolünü oynayan bir nevi din adamıdır >

Şaman kelimesi üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmış ve bu kelimenin, Tunguzca’dan Rusça vasıtasıyla bilim dünyasındaki yerini aldığı kabul edilmiştir, Türk halklan arasında ise bu kelime bilinmemektedir. Onlar Samanlarına, “Kam” demektedirler. Bilindiği kadanyla bu kelime V. yy.dan beri yaşamaktadır. Avrupa’da hakimiyet kuran Hunlar zamanında “Ata-kam” ve “Eş-kam” adlarında İki kişiden bahsedilmektedir[34] [35] [36] [37].

Şamanların kendilerine mahsus totemleri vardı. Şaman totemini en gizli, kapalı yerlerde, örneğin karlar altında saklardı. Çünkü, totem ölürse, şaman kendinin de öleceğine hükmederdi. Şaman, toteminin ahlakına tabi idi: totemi "tavşan" olan şaman gayet cevval olurdu. Totemi "tilki" olan çok hilekar olurdu. Totemi "arslan" olan, çok yiğit olurdu .

Kamların geleneksel Türk dini içerisinde belli bir mevkileri vardır, ancak onların faaliyetleri, statüleri ve fonksiyonları sınırlıdır . Başlıca vazifesi ruhlarla temas olan şamanlar, özel bazı kabiliyetlere sahip kimselerdir. Bu nedenle belirli bir eğitimle herkes şaman olamaz. Şamanhk, doğuştan gelen bir özelliktir. Dini-sihri özelliklere sahip olan Şamardan "rahip" olarak kabul etmek hatalıdır. Onları "büyücü" olarak da nitelendirmek yanlış olur. Kahin veya halk hekimi olarak da nitelendirilmemelidir. Şamanlar, "vecd ve istiğrak" teknisyeni olarak karşımıza çıkmaktadırlar[38] [39]. Kamların, Tanrı veya Tanrılar ile insanlar ve ruhlar arasında aracılık yapma kabiliyetine sahip olduğuna inanılmaktadır. Toplumda ölüm ve hastalık gibi birçok kötülükler ruhların işi olarak görülmektedir. Onların, vecd tekniği sayesinde ruhlan hükümleri altına alabildikleri; ölülerle ve tabiat ruhlan ile bağlantı kurabilecekleri, ateşe hakim olabilecekleri, hastalanan yani ruhlan çalman kimselere şifa temin edebilecekleri, dertlilerin şikayet ve dileklerini dinleyerek onlarla Gök Tanrı ve öteki kutsiyetler arasında aracılık yapabilecekleri kabul edilmekteydi. Onların toplumdaki dini sihri hayattaki önemleri ölümlerinden sonra kendilerine gösterilen saygıda da devam etmiş ve kamlar ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyuculan sayılmışlardır. Ancak onlar, toplumsal hayata ve hatta toplumun dini yaşayışının tamamına hiçbir şekilde hakim olamamışlardır . Eski Türklerde, dini ayin ve kurban merasimlerini yöneten, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan kamlar, çeşitli ruhlarla ilişki kurmasını bilen kişilerdir. Normal insanlar, ruhların hangi tabiatta, hangi huyda olduklarım, nelerden hoşlandıklarım bilemezler. Onların, hangi cins kurbanlardan memnun kalacaklarım tayin edemezler. Şamanlar ata ruhlarından aldıkları kuvvet ve ilham ile, bütün bunları bilirler. Bir yandan iyi ruhların insanlar için faydalı ve hayırlı tesirlerini devam ettirmediğini sağlamağa, diğer yandan da çeşitli çarelere baş vurarak, kötü ruhların zararlı faaliyetlerini önlemeğe çalışırlar[40]. Gök Tanrı insanlarla, ruhlardan oluşan elçiler vasıtasıyla konuşuyordu. Şamana gök seyahatinde ruhlar refakat ederlerdi. Aynca, tabiattaki her bir varlığın sahibi olan bir ruh vardı. Hiyerarşik olarak vazife yaparlardı. Bütün nehirlerin, denizlerin, göllerin, dağların, tepelerin içinde veya üzerinde yaşayanların koruyucu ruhlan vardı[41].

Şamanist Türkler, Şamanlarm harikulade insanlar olduklarına, ruhlar, gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı. Hatta şamanlar Gök Tanrı ile de temasa geçip ondan mesajlar getirebilen şahsiyetlerdi. Onlar bu kabiliyetleri elde etmek için inzivaya çekilerek kendilerini sıkı bir riyazete


tabi tutarlardı. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri önleyen, yahut düşmanlarına musallat olan, hastalan iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Tüık Şamanlan incelendiğinde bunların Türk veli imajına çok benzedikleri görülecektir[42].

Şamanhk kabiliyeti ve bilgisi irsidir, babadan oğula intikal eder. Herkes kam olamaz. Kendi kendine öğrenmekle de şaman olunamaz. Şaman olabilmek için belli başlı bir karnın neslinden gelmek gerekir. Şaman olabilmek için başka bir yöntem ise doğal yetenektir. Dalgınlık, hayal görme, inziva eğilimi, söyleme, asabiyet, zaman zaman bayılma, sara nöbetlerine benzer ve ağızdan köpük gelmesi gibi haller, ağaç kabuklarıyla beslenme, kendini ateşe veya suya atma, bıçakla yaralama gibi davranışlar kamlık eğilimi ve kabiliyetinin belirtileri sayılmaktadır[43]. Karalıkla ilgili bazı belirtiler göstermiş olmak da şaman olmak için yeterli değildir. Bunun için yaşlı bir kamın yaranda belli bir süre eğitim almak gerekir. Hazırlık ve deneme sathasmî başarıyla tamamlayanlar, bir giriş töreniyle bu mesleğe kabul edilmiş sayılırlar[44]. Kam olacak kişi, daha çocukken marazlı, çekinik ve dalgındır. Bir ailede gençlerden biri sara nöbetleri geçiriyorsa Altaylılar, onun atalarından birinin mutlaka şaman olduğuna inanırlar. Kişi, kendi istemiyle de kam olabilir, ancak bu tür bir şaman ötekilerine göre daha aşağı düzeyde sayılır[45]. Gerçekten sayısız misaller, Şamardık yeteneğinin marazi olduğunu göstermektedir. Radloffun şamanlar hakkında aktardığı bilgiler abartılıdır. Onun aktardıklarına göre; ataların kuvvetleriyle şaman olarak tespit edilen şahıs, azalarında birdenbire bir gevşeklik hisseder, bu hal şiddetli bir titreme ile kendini gösterir. Onda, kuvvetli ve doğal olmayan esneme başlar. Göğsünde ağır bir tazyik hisseder, birdenbire yerinden sıçrayarak deli gibi etrafta dönmeye başlar, nihayet ter içerisinde yere yuvarlanır ve saralı çarpınmalarla kramp İtrisinde kıvranır. Azalar bir şey duymaz, eline ne geçerse yakalar ve yutmaya bakar. Kızgın demir, bıçak, iğne, balta gibi şeyler olsa dahi bunları yutmaktan ona bir zarar gelmez. Bir müddet sonra yuttuğu şeyleri olduğu gibi geri çıkanr. Bütün bu ıstıraplar, gittikçe artar, nihayet bu şekilde muzdarip olan şahıs, şaman davulunu yakalayarak Şamardık işini icraya başlar[46]. Şaman olacak kişinin göreve çağınlışı — rüyada, esrimede ya da hastalıkla - ya tanrısal bir varlıkla, bir ata ruhuyla, bir hayvanla rastlantısal olarak karşılaşmak suretiyle veya sıra dışı bir olay (yıldırım, ölümcül bir kaza) sonucu gerçekleşir[47]. Öte yandan, yalnız fitri kabiliyet de şaman olmak için yeterli değildir. Şaman adaylarında, bazı özel yetenek ve bilgi de bulunması gerekmektedir. İnanışa göre şaman, mesleğindeki gücü ve bilgiyi atalarından alır. Onlardaki kudretin suduru ile davulu idare etmeyi, makamla dualar okuyup, ataları, ruhları çağırmayı ve nihayet onların yardımı ile kendi ruhunu bedeninden ayırarak aydınlık veya karanlık aleme göndermeyi öğrenir. Denildiğine göre, ölmüş Şamanların ruhları “temiz, iyi ruh” olarak yer altı aleminden ayrılıp bu dünyada yaşarlar. İşte şaman, bu akraba ruhları olmadan bunları asla yapamaz. Şamanların kendilerine göre asıl öğretmenleri, bir takım özel ruhlar ile işte bu ata ruhlarıdır. Bununla birlikte müstakbel şaman genellikle usta bir şamanın yanında öğrenim görür. Şaman adayı bu kişinin yardımıyla çeşitli ayinlerin nasıl yapılacağım, okunacak dualan ve efsunlan öğrenerek görünmez kuvvetlerle irtibata geçer. Sonra genç kamın bütün yakınlan toplanıp “kam baksı toy”denilen ayini yaparlar. Bu ayin ihtiyar şamanın nezaretinde genç şaman tarafından gerçekleştirilir. Böylece genç şaman, gerçek kam sıfatıyla ayin yapmaya yetki kazanmış olur. Şamanlığa tayin edilen kimse ataların arzusuna karşı gelir ve Şamanhk yapmak istemezse, korkunç ıstıraplara katlanır veya azgın bir şekilde delirerek kısa zamanda kendisine kıyar veya hastalığının artmasından ölür[48]. Kamlar ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyucuları sayılmışlardır. Ancak onlar, toplumsal hayata ve toplumun dini yaşayışının tamamına hiçbir şekilde hakim olamamışlardır[49].

Ak kamlar, yalnız göğe, başta aydınlık aleminin hakimi ve yaratıcısı olarak kabul edilen Ülgen olmak üzere, oradaki iyi ruhlar için ayin yaparlar. Kötü ruhlara (kara töz) ayin yapmazlar, kanlı kurbanlar vermekten sakınırlar. Kara kamlar ise, yer altının kötü ruhlarını temsil eden Erlik ve ona bağlı kötü ruhlar için ayin yaparlar. Bu iki kam tipini, kıyafetlerine bakarak da birbirinden ayırmak mümkündür. Ak kamlar başlıksız ve daha sade elbise giyerken, kara kamlar, başlıklı ve üzerinde oldukça fazla sembol bulunan elbiseler giyerler. Ak kamlar halk tarafından çok sayıldıkları halde kara kamlar kadar iş görmezler. Çünkü toplum, ayin yaptırmak için daha ziyade kara kamlara müracaat ederler. Bunun sebebi, aydınlık dünyasındaki ruhların daha az tehlikeli olduklarına inanma olsa gerektir. Şamanist inanca göre insanlar, karanlık dünyası ruhlarından çekindiklerinden daha çok kara kamlar vasıtasıyla bunları kötülüklerinden korunmaya çalışırlar.[50]

Şamanist inançta kamlar, kutsalla olan ilişkilerini yerine getirirlerken veya dini pratiklerin uygulanışı sırasında kendilerine mahsus, özel kıyafetler kullanırlar.

Kamların kendilerine özgü kıyafetleri vardır. Her kamın kendine mahsus özel bir cübbesi, külahı, davulu ve maskesi mevcuttur. Cübbe ve davulun vasıflan ve biçiminin, kanım hizmetinde bulunduğu ruh tarafından bildirildiğine inanılmaktadır[51]. Elbise hazır olduktan sonra kam bir ayin yaparak elbiseyi ruhların beğenisine sunar[52].

Kam elbiselerinin üzerindeki semboller, bilmen bir hayvanı sembolize eder. Elbise hangi hayvana benziyorsa, o hayvan kanım koruyucu ruhu olarak kabul edilir[53].

Ayin yapmak için gerekli olan malzemelerden birisi de davuldur. Cüppe gibi davul da şamanın mesleğe davet edilmesinden hemen sonra, ata ruhlarının verdiği ilham üzerine yapılır. Davulun kasnağı tercihen kayın veya sedir ağacından yapılır. Bunların temiz, sağlam ve evlerden uzak yerlerde yetişmiş, hayvanlar yaklaşmamış ve insan eli dokunmamış olması gerekir[54]. Davulun derisi ise geyik veya dağ keçisi derisindendir. Davulun iç kısmında kollarını uzatmış ayakta bir insan şeklinden ibaret bir sap vardır ki buna davul sahibi manasında “tüngür asi” veya “eezi”[55] denir. Bunun üzerinde pek çok demir parçacıkları ve levhacıkları olup bunlar, davul sallanırken kuvvetli ses çıkarırlar. Bundan başka sapa kırmızı ve mavi renkte ve atalar tarafından takdis edilmiş şeritler iliştirilmiştir.

Ayrıca davul derisinin hem iç hem de dış kısmında kırmızı ve beyaz şekiller çizilmiştir. Bunlar şamanist dünya görüşü ile kurban merasimlerini aksettiren şekillerdir. Bu resimler yerdeki bazı mevcudat ile gökteki efsanevi varlıklara aittir. Sağda ay, solda güneş resmi onların üzerinde de birçok yıldız vardır. Ayrıca Ülgen’in kızlarım tasvir eden resimler ile kuş, geyik, at, ağaç vs. şekiller de bulunur. Bunlardan başka ayin icra edilen bir sahne de resmedilmiştir.[56]

Davul yapıldıktan sonra ardıç ağacı yakılıp tütsülenir ve ruhlara şarap serpilir (saçı saçılır). Her davul şamanın ölümünden sonra ormana götürülüp parçalanır ve bir ağaca asılır.

Öte yandan kanım davul çaldığı tokmak da tıpkı davul ve cüppe gibi özel olarak hazırlanır. Üzeri davula vurulduğunda boğuk ses çıkmasını temin etmek için keçe ile onun da üzeri, kıllı hayvan derisiyle (samur, kakım veya tavşan derisi) kaplanır.[57]

1.2. Şamanın Görevleri: Şamana ancak kısırlık veya zor doğum gibi ruhlarla temasa geçilmek suretiyle halledilebilecek zor meselelerde müracaat edilir. Şaman, bazen ölenin ruhunun geri dönmesini önlemek için cenaze törenlerine çağrılır, yeni evlileri kötü ruhlardan korumak için düğünlerde de hazır bulunur.[58] Şamanın başhca vazifesi ruhlarla temas etmektir. Bunu da ancak muayyen kabiliyet ve istidada sahip kimseler başarabilir. Şamanlık nöbetleri ani olarak gelir. Namzed önce kendinde büyük bir yorgunluk hisseder, vücudu kasılıp titrer ve bu hali esnemeler takip eder, göğsü daralır, bir takım acayip sesler çıkararak ağlar, gözleri döner, sonra birden sıçrayıp ayağa kalkar, deli gibi dönmeğe başlar ve nihayet ağzından köpükler saçarak yere yıkılır, vücudu hissizleşir. Bu ıztıraplı haller bir müddet devam eder. Nihayet günün birinde namzed davulunu alıp çalmağa başlar ve artık sakinleşip kendine gelir. Şaman olmaktan kaçman kimse sonunda ya delirir veya genç yaşta ölür .

Esas olarak şaman, hastalık durumlarında vazgeçilmez sayılır[59] [60]. İnanışa göre, yeryüzü bir çok kötü ruhlarla doludur. Bu kötü ruhlar, her türlü fenalığı yaparak insanların hastalanmalarına sebep olmaktadırlar. Yine inanışa göre insanlar iki türlü hasta olurlar. Biri, kötü ruhların insan vücuduna girerek iç organları yemek suretiyle inşam hastalandırır. Böyle bir durumda kam ruhla anlaşmaya çalışır ve bazen onu bir hayvanın vücuduna girmeye ikna ederek hastanın iyileşmesini sağlar. Abası denilen bu kötü ruh, kam tarafından hasta kişiden başka bir hayvana geçirtilmişse bu hayvan, sonra canlı olarak serbest bırakılır. İnsanların hasta olmasının ikinci sebebi ise kötü ruhların insan ruhunu çalıp yer altına götürmeleriyle olur. Bu durumda kam, yer altı dünyasına inerek hastanın ruhunu çalan kötü ruhları bularak onlarla anlaşır ve şartlarım yerine getirerek çalınan ruhu geri getirir. Şayet ruhlar kurban isteğinde bulunmuşlarsa hastanın akrabaları, ruhların istemiş olduğu kurbanı keserler ve hasta iyileşir. Bazı Türk toplumlarmda kam, çeşitli bitkilerden hazırladığı ilaçlarla hastayı tedavi etmeye çalışır[61].

Ayrıca şaman, Altaylıların belli tarihlerde yapılan kurban törenlerinde, Tanrıya sunulan atm ruhuna eşlik eder. Bu durumda atı da bizzat şaman kurban eder. Ancak bunu, görevi kurban sunuculuk olduğu için değil, hayvanın ruhuna Bay Ülgen’in tahtına kadar gitmesinde kılavuzluk etmek için yapar.[62]

Kamlar, çeşitli dinlerde görülen ve rahip denilen din adamı tipinden ve büyücü denilen tiplerden de farklıdır. Zira gerek Türklerde ve gerekse de diğer toplumlarda yer almış bulundukları şekil altında onlar, her şeyden önce kendi özel usulleri sayesinde, vecd hali içinde ruhunun göklere yükseldiğini, yeraltına indiğini ve oralarda dolaştığım hisseden bir trans ustasıdır. Kamların, Tanrı ve insanlar arasında aracılık yapma kabiliyetine sahip olduğuna inanılmaktadır. Toplumda ölüm ve hastalık gibi kötülükler ruhların işi olarak görülmekte olduğundan ve insan bu ruhlara tek başına karşı koyamadığından bu konuda kabiliyetli birinin yardımına ihtiyaç duyar ve işte bu noktada kamların otoritesi devreye girer[63]. Şamanlar ruhlan kovmak için, elbiselerine bir takım şeyler takardı. Bunların arasında kollara, sırta takılan küçük zil ve çıngıraklar bulunurdu. Çeşitli sesler çıkararak ruhlan ürküten madeni eşya, şamanın zırhı sayılırdı. Çıngırakların üst kısmında küçük yaylar bulunurdu. Bunlar da yine zırhın bir parçası olarak kötü ruhlara karşı silah vazifesi görürdü. Şamanın giydiği elbise, kötü ruhlara karşı onu bir maske gibi muhafaza etmektedir[64].

Genel bir anlamda denilebilir ki şamanlar, hayatı, sağlığı, verimliliği ve aydınlığı, ölüme hastalıklara, kısırlığa, kötü talihe ve karanlıklar alemine karşı müdafaa etmektedirler. Böylece onlar, kötü ruhlara karşı mücadelede sembolleşmekte, görünmez alemin kötülüklere eğilimli sakinlerine karşı, insanların arasından, onlarla ve daha genel olarak ruhlar alemi veya kutsal alemle, Tanrı ile teması sağlayabilen ve gerektiğinde onlara yardımlar sağlayan veya en azından haber getiren, kendi içlerinden ancak olağanüstü bir otorite tipi olarak bu toplumlarm manevi hayatında imtiyazlı bir mevkie erişmiş bulunmaktadırlar[65].

Bununla birlikte, kamların görevlerinden belki de en önemlisi ferdin veya toplumun dini sihirsel ihtiyaçlarına ayin ve tören yapmak suretiyle cevap vermektir. Şamanist Türk boylarının ayin ve törenlerini iki kısma ayırmak mümkündür; 1) Muayyen vakitlerde yapılması gerekli ayinler, 2) Tesadüfi olaylar dolayısıyla yapılan özel ayin ve törenler. Muayyen vakitlerde yapılan ayinler, bahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir ki, bunların çok eski devrilerden beri yapıla geldiği

anlaşılmaktadır. Eski Türk devletleri devrinde bu ayinlerin devletin resmi dini

AS

bayramları olduğunu Çin kaynaklan haber vermektedir .

Şamanistlerde her tören için kanlı veya kansız kurban sunulur. Kanlı kurbanlardan en önemlisi, attır. Attan sonra koyun gelir.

Kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma (ağaçlara ve şaman davuluna sanlan paçavralar), tözlerin ağızlanın yağlama, ateşe yağ atma ve şarap serpme gibi törenler kansız kurbanlardır. Bununla birlikte kansız kurbanların en önemlisi, ruhlara bağışlanarak başıboş bırakılmış hayvanlardır. Bu tür kürbana eski Türkler “Iduk” demişlerdir ki; salıverilmiş, gönderilmiş, kutlu anlamlarına gelmektedir.

Kansız kurbanlardan olan saçı, her boyun kendi emeğiyle kazandığı en kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden biri olur. Konar-göçer Türklerde bu, süt, kımız, yağ; çiftçi Türklerde de buğday, dan, şarap; tüccarlarda ise para v.s. saçı olarak kullanılır.

Şamanist inanca göre, kurban edilen hayvanın kemikleri kınlmaz, köpeklere verilmez; ateşte yakılır veya yere gömülür. Bazı özel ayinlerden sonra kurban kemikleri toplanıp bir kaba konularak kayın ağacına asılır. Bütün Türk topluluklarında, soyun "sök"le (kemikle) ifade edilmesi de, kemiğin eski kültürdeki yerini göstermektedir.

Şaman, ancak olmuş veya olması muhtemel felaket, aileden birinin hastalığı veya ölümü veya hayvan hastalıkları gibi zaruri hallerde çağırılır. Şaman geldikten sonra, atalarından felaketin sebebini anlamak için haber getirmek amacıyla kısa bir ayin yapar. Bu iş bitince, sebebi bildirerek ne yapılması gerektiğini söyler. Kurbanın lazım olup olmadığım, bunun hangi Tanrıya sunulacağım ve nihayet bu kurbanın neden ibaret olduğunu bildirir. Bu esnada, kurbanın iyi kabul görmesi ve muvaffak [66] olabilmesi için, kurbanlık hayvanın rengini ve muayyen işaretlerini söyler. Erlik’e sunulan kurban, felaketin vuku bulduğu yerde, mesela ya çadırın içinde veya ölünün mezarı başında kesilir. Halbuki Bay Ülgen için tahsis edilen kurban, tenha bir yerde, mesela bir kayın ormanında, yeni kurulmuş bir çadırın yanında takdim edilir.[67] [68]

Altaylıların büyük ayin ve törenleri Rahip Verbitski, Radloff, Katanov, Anohin ve başka Türkologlar tarafından tavsif edilmiştir. Verilen bilgilere göre, en uzun süren ve Bay Ülgen adına yapılan ayin, üç bölümden ibarettir. İlk akşam güneş batınca kurban (tayılga) için hazırlık başlar. Kurban yeri seçilir, sahibin sürüsünden kurbanlık hayvan aranır. Şaman, küçük bir kayın ormanının tenha bir yerinde kurban için en uygun yeri bizzat seçer. Onun gösterdiği yerde bir çadır kurulur. Çadırın ortasına ucu duman deliğinden çıkacak şekilde sık yapraklı taze bir kayın ağacı yerleştirilir. Kayının gövdesi, alt tarafi ayakla basılabilecek şekilde dokuz yerden oyulur ve buna “tapü” denir ki, basamak, merdiven manasına gelir.

Törene başlangıç mahiyetindeki birçok uygulamadan sonra kurbanlık hayvan boğulmak ve bel kemiği kırılmak suretiyle öldürülür. Hayvanın derisi-başı, ayağı ve kuyruğu ile beraber bir sınğa asılır (baydara). Kurban Ülgen içinse baydaramn başı doğuya, Erlik namına ise batıya yöneltilir. Daha sonra, atalara ve koruyucu ruhlara sungularda bulunularak kurbanın eti yenir. İkinci akşam ise özel elbisesini giyen kam, birçok ruhları davet ederek ayine başlar. Uzun ve karmaşık bu ayin sonunda kam ruhunun göğe yükselişi başlar. Davulunu çalarak bazı dualar ve ilahiler okuyarak, bağırarak tırmandığım gösteren şaman göğe yükselir. Bu yolculuk esnasında şahit olduğu birtakım garip hadiseleri çadırda bulunanlara anlatır. Daha sonra ise kurbanın ruhunu Ülgen’e sunan şaman, bu takdim merasimini takiben büyük bir cezbeye kapılarak yere yıkılır ve uykudan uyanırcasma yahut uzun bir

     ♦ A7

yolculuktan dünmüşçesine yavaş yavaş kendine gelir.

Şaman ayininde göğe yükselişin bir de yeraltına iniş şeklindeki karşılığı mevcuttur. Önce kam, sanki yedi basamaklı bir merdivenden yer altı katlarına iniyormuş farz edilir. Bu sırada ona,atalarının ve koruyucu ruhlarının refakat ettiğine inanılır. Her basamakta veya yerin altının her bir katında o, engellerle karşılaşır ve onları aşmak için türlü yollara başvurur. Nihayet Erlik Han’a ulaşan şaman, ona çeşitli hediyeler sunar, ondan türlü dileklerine vaatler elde ederek bir kazın üzerine binmiş şekilde geri döner. Yine bu geri dönüş de derin bir uykudan uyanıyormuş gibi olux[69] [70],

2.    Totemizm: "Totem" ilkel bir topluluk olan klanın atası sayılan ve bu sıfatla kutsal sayılan hayvan, bitki veya cansıza verilen addır. Klan üyeleri bu totemden geldiklerine inanırlar ve bu totemi kutsal kabul ederler. Toplumlarm en ilkel şekli olan klanın din ve toplum örgütüne kısaca "Totemizm" denir. Bütün klan mensuplan o totemden türedikleri kanaatindedirler. Totemin taştan veya tahca. parçalarından sembolleri yapılır ki buna "şuringa" adı verilir. Kurt, tavşan vb. herhangi bir bitki ve bir taş parçası; yağmur, deniz vb. totem olabilir. Onu ata sayanlar kendilerini birbirleri ile akraba bilirler, toteme ait klanın adım taşırlar, o toteme mahsus törenlere katılırlar, başka totem sahibi klanların dini törenlerine giremezler. Bir klanın, üyeleri arasında evlenme yasaktır, zira aym toteme taptıklarından birbirlerine karşı "mahrem"dirler ve aym kutsallığı taşırlar. Halbuki diğer totemler, kendilerince, kutsal olmadığı için başka klan mensuplan ile evlenmeleri mümkündür. Totem dini yalnız bir hayvanın ata tanınmasından, ona ârt bazı tasvirler yapılmasından ibaret değildir .

Totemizmin ana fikirleri totem, mana ve tabu fikirleridir. Başlıca ayin ve törenler bir müspet tapınma ile bir de menfî tapınmadan ibarettir.

Totem terimi, bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydıkları yaratıklar veya şeyler çeşidini göstermektedir. Bunlar çoğu zaman (kanguru, opossum, manda, kartal, şahin, papağan, tırtıl gibi) hayvanlar, bazen (cay fidanı gibi) bitkiler, daha seyrek olarak da (yağmur, deniz, bazı yıldızlar gibi) şeylerdir. İngiliz misyoneri Cödrington, mana terimim şöyle tarif etmektedir: " Bu, madde dışı cinsten ve bir anlamda tabiat üstü bir kuvvet, bir etkidir; fakat kendini bedeni kuvvet, yahut da insanın sahip olduğu her çeşit kudret ve üstünlük sayesinde açığa vurur. Mana belirli bir nesne üzerinde sabit değildir; her çeşit nesne üzerine getirilebilir...Melanezyalının dini, ya kendisi faydalanmak yada bundan başkalarım faydalandırmak için, mana edinmekten ibarettir." Tabu, bazı nesnelerin, bazı fillerin yasak olduğuna delalet eden müesseseyi gösterir. Tabunun başlıca amacı kutsal olanı, kutsal olmayandan ayırmaktır[71]. Tabu, her hangi bir şeyi söylemekten, yahut bir işi yapmaktan, insanın kendini alıkoymasına denir. Bu da bir şeyi ya çok sevmek, öftâ saygı göstermek, yahut da bir şeyden korkmak, onun şerrinden beri bulunmak için yapılırdı[72] [73].

Totemizmin ayırt edici nitelikleri, ana tarafından akrabalık, dış evlenme, totem inancı, mantık öncesi zihniyet, ortaklaşa mülk ve parazit ekonomi olarak özetlenir. Bir klanda herkes birbirinin akrabasıdır. Akrabalık gerçek değil, saymaca bir kandaşlığa dayanır. Klanın bir başka niteliği de, her klanın taşıdığı adm o klanın sıkıca ilgili bulunduğu eşya, bitki ve hayvandan birisinin adı olmasıdır. Klan üyeleri ile bu eşya, bitki veya hayvan arasında bir akrabalık var sayılır. Bir klanı diğerinden ayıran o klanın totemidir. Klanın totemi üyelerden her birinin totemidir. Klan, büyük çapta bir aile sayılabilir .

Tylor'a göre Totemizm: Tylor, totemizmi atalara tapma inancı ile açıklamaya çalışır. İlkel insanların çoğu, ölen atalarının ruhlarının hayvan veya bitki gövdelerine göç ettiklerine inanırlar. Böylece, atalarına tapan ilkellerde ataların uyandırdığı dini hisler ve saygı, adı geçen hayvan veya bitkilere yönelir ve bu türler, kutsal bir karakter kazanarak, dini ayinlerin kendilerine yöneldiği birer nesne hafifti alırlar[74].

Jevons’a göre Totemizm: Jevons, totemizmin kökünü olağanüstü varlıklara inançta aramak gerektiğini ileri sürer. Doğanın düzensizlikleri (güneş veya ay tutulması, Artmalar, şimşekler, sel baskınları, depremler, vs.) insanları, bu olâylân olağanüstü varlıklara atfetmeğe yöneltti. Sonra da her klan b olaylardan korunmak için kendilerini akrabalık ilişkileriyle bu varlıklardan birine bağladılar. Jevons bu şekilde, akrabalık bağlan ile bir klana bağlanmış olan bu varlıklara totem adını • 74 venr .

Frazer’a göre Totemizm: Frazer, birbiriyle ilişkileri zayıf olan üç değişik teori ortaya atar. Son teorisinde, gebelik totemizminin en ilkel totemizm şekh olduğunu ileri sürer. İlkel bir kadın gebe olduğunu anladığı zaman, içine bir ruhun girdiğini düşünür. Bu ruhun gelebileceği en akla yakın yerler de kadının çevresinde bulunan nesnelerdir. Eğer kadın o anda bir tohum ekmekle, fidan dikmekle, bir hayvanı seyretmekle veya bir şey yemekle meşgul ise bu tohumun, fidanın, hayvanın yada yiyecek maddesinin ruhunun kendi içine geçtiğine inanır. Bu şartlar altında doğan çocuğun bu nesnelerin bir parçası olduğu kabul edilir ve çocuk bunlara karşı belli birtakım kutsal davranış ve inançlara sahip olur[75] [76].

Durkheim'e göre Totemizm: Durkheim'e göre, totemin en önemli özeliği, toteme sahip grubun üyeleri tarafından kutsal olarak kabul edilişidir. Bu kutsallığın nedeni, totemin iki şeyin sembolü, bir biçimde ifadesi oluşundandır: önce, totem tanrının veya totemik ilkenin (mana) gözle görülebilir bir şekli, ikinci olarak da, o toteme sahip olan grubun, klanın, bir sembolüdür. Totem klanın bayrağı, her klaffifi kendisini diğerlerinden ayırmasına yarayan bir işarettir. Ve, mademki totem aym ânda hem tanımın hem de toplumun sembolüdür, o halde Tanrı ve toplum aslında aym şeydir. Durkheim'e göre, klanın tanrısı aslında totem olarak kabul edilen hayvan veya bitkinin biçiminde somutlaştırılmış, klanın kendisinden başka bir şey değildir. Ona göre, bir toplumun kendisini meydana getiren bireyler üzerindeki egemenliği, zihinlerde kutsallık duygusunu uyandırmağa yeterdir. Durkheim, toteme yönelmiş olan kutsal davranış ve inançların asıl hedefinin sosyal düzenin kendisi olduğunu ve sosyal düzenle belli bir ilişki içinde bulunan herhangi bir nesnenin bu tür davranışlara hedef olacağını söyler. Bir sosyal grup, ancak, o grup üyelerinin bilinçlerinde bir bağlılık ve ait olma duygusu varsa, bir devamlılık ve dayanışmaya sahip olabilir. Bu gibi duygular da, varlığım ancak arada bir topluluk içinde ortaklaşa ifade edilerek, sürdürebilirler. Duıkheim, sosyal duyguların bu şekilde toplu olanak belli aralıklarla ifadelerinin kutsal bir şekil, bir ayin şekli, almaya yöneleceğini ve ayinlerde de grubun simgesi olarak ödev yapacak, az çok somut nesnelere ihtiyaç bulunduğunu söyleyerek, hayvan ve bitkilerin, çizgilerle gösterilebileceklerinden, en uygun simgeler olduklarını iddia eder. Totemik simge veya modeller, Durkheim'in teorisinin temel öğesidir[77] [78].

Radoliffe-Brown'a göre Totemizm: Radoliffe-Brovvn birinci teorisinde totemlerinin resimlerini veya modellerini yapmayan birçok kabilenin bulunduğunu ispat eder. Totemizmin, insanla doğal türler arasındaki çeşitli kutsal ilişkileri kapsayan çok geniş bir olgunun ancak bir parçası olduğunu söyler. Fonksiyonel ve faydacı bir görüş açışım benimseyerek, insanın tamamıyla veya geniş çapta avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği bütün toplumlarda, totemizme sahip olsun veya olmasınlar, hayvan ve bitkilerin kutsal bir karakter kazanacaklarım söyler. Toplum alt gruplara ayrılarak farklılaşınca her alt grup, ihtisaslaşma yoluyla, bir veya daha fazla doğal türle özel bir ilişki edinir. Toplumun madde veya manevi iyiliğine önemli etkileri olan her hangi bir nesne veya olayın, kutsal davranış ve inançların bir hedefi olmaya yatkın olduğu üzerinde önemle durur. Ona göre, totemizmde doğal türler, sosyal grupların temsilcileri oldukları için değil de, topluma olan faydalarından ötürü, zaten ayinlerin hedefi oldukları için kutsaldırlar .

Malinowski’ye göre Totemizm: Malinowski fonksiyonel bir görüşle, ilkel insanın totem olarak önce hayvan ve bitkileri seçtiğini, zira bunların onun gıdasını teşkil ettiğini ve gıda ihtiyacının da ilkelin bilincinde ön sırada yer alarak, yoğun ve çeşitli duygu ve heyecanlar uyandırdığım söyler. Böylece, bazı hayvan ve bitki türleri, özellikle kabilenin ana besin maddelerini teşkil edenler, ilkeller için temel ilgi kaynağı haline gelirler. Ayrıca, hayvanlar, üstün görünüşteki güçleri dolayısıyla insanda korku, dehşet, hayranlık, gibi kanşık duygular da uyandırırlar. Bu duygular ve bu varlıklara duyulan büyük ilgi, onların insanlara olan genel benzerliği - yürümeleri, sesler çıkartmaları, duygularım ifade etmeleri gibi- ile birlikte, insanlarla hayvanlar arasında akrabalık bağlan olduğunu inanç şeklinde belirir. İnsanların bu türleri kontrol altında tutmak isteği, kendilerinde, bunlar üzerinde etkili özel bir takım kuvvetlerin bulunduğu, onlarla aralarında bir takım akrabalık bağlan bulunduğu, hayvan ve insan türlerinin aslında aynı özden geldiklerine dair bir inanç doğurur. Bu inanç, bir takım sakınmalara, tabulara ve bu yasaklar da türlerin çoğalmasını gerçekleştirmeye yönelmiş inanç ve pratiklere yol açar. Bu kutsal inanç ve pratikler, giderek, bolluk getirdiğine inanılan büyüye, büyü de bir aile veya klan içinde kalıtsal olan ihtisaslaşmaya yol açar. İhtisaslaşan aileler de zamanla genişleyip, kökleşerek, her biri kendi totemlerine sahip birer klan haline gelirler[79].

Fortes’e göre Totemizm: Fortes, totemizmi sadece Tallensi toplumu için geçerli olan sembolik bir teori ile açıklamaya çalışır. Tallensi düşünüşüne göre, atalar, hayattaki torunlar ve hayvanlar arasında bölgesel bir bağ vardır kutsal hayvanların kutsal gölcüklerde veya kabileye ait arazide hazır bulunuşu gibi, ataların ruhları da kendi soylarının sosyal yaşantısı içinde hazır bulunurlar. Tallensi kültüründe, hayattaki torunlarla atalar arasındaki ilişkiler ebedi bir mücadele şeklinde belirir. Tallensi, atalarının kendilerine kötülük yapacak, felaket getirebilecek güçlere sahip olduklarına inanırlar. Atalar, bu saldırgan müdahaleleriyle, toplumun sosyal düzenini kontrol altında tutarlar. Canlılar, ataların davranışlarım kontrol altında tutarlar. Canlılar, ataların davranışlarını kontrol altına alamazlar. Aynı şekilde, Ormanda ve nehir kenarlarında yaşayan vahşi hayvanların davranışı da atalarınki gibi, önceden kestirilemez ve kontrol altına alınamaz. Onlar da şaşırtıcı, rahat durmaz, akıldan çıkarılmaması gereken saldırgan varlıklardır. Bu yüzden, insanın günlük yaşantı içinde hayvanlarla olan ilişkileri ve tecrübeleri, onların dini alanda atalarla olan ilişkileri için çok uygun bir sembolizm sağlar[80].

Roux'a göre Totemizm: Roux, VHI. Yüzyıldan itibaren, bazı Türk kabilelerinin klanları ile bazı hayvanların arasında bir bağın gözlenmiş olmasını Türklerde Totemizmin varlığına kanıt saymaktadır. O, hayvanlarla ilgili inanç ve uygulamaların Türk dini içinde yerlerini aldığım, mağaraların, suların, ağaçların kutsallaştırılmasının, hayvanlarla ilgili menşe efsanelerinin eski Türklerde totemizmin varlığım gösterdiğini düşünüyor. Türk toplulukları arasında yer alan "hayvan ata" inanışı ve efsaneleri, geleneksel Türk dininin menşei formunu Totemizme bağlama iddialarına temel teşkil etmiş bulunmaktadır[81].

Totemizmin ayırt edici özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür

*Ana tarafından akrabalık

*Dış evlenme

*Totem inancı

* Ortaklaşa mülk

*Parazit ekonomi

*Mantık öncesi zihniyet

Bir klanda herkes birbirinin akrabasıdır. Ancak bu akrabalık bağı kan bağıyla değildir. Bir klanı diğerinden ayıran ise o klanın totemidir.

Klan üyeleri kendilerinin bir totemden geldiklerine inanırlar. Totem kadar klan üyeleri de kutsal sayıldığından bunların birbirleriyle evlenmeleri yasaktır. Bundan dolayı dış evlenme (exogami) kuralı klanın temelli bir niteliğidir. Totem, totemin tasviri, "şuringa" ve klan üyeleri; üçü de kutsaldır.[82] [83]

Ziya Gökalp, bütün kavimlerin ilk totemizm devresinden geçtiğini, dolayısıyla Türklerin de totemizm devresini geçirdiğini savunmaktadır . "Eski Türk dini zahirde bir natürizm yani tabiat perestlik idi. Hakikatte ise bir sembolizm yani timsalcilik idi. Türkler tabii mevcutlara ve hadiselere taparken bunların içtimai zümrelerin timsalleri olduklarım bilmezlerdi. Fakat sosyoloji ilmi gösteriyor ki bütün eski milletler cemiyete ve onun zümrelerine timsal ittihaz ettikleri eşyaya tapınışlardır. Totemizm devrinde bu timsaller hayvanlarla nebatlardır".

Gökalp, totemizmin Türklerin dini inancında bir aşama olduğunu ve totemizm inancından sonraki inanca geçtiklerini söyler. Ziya Gökalp ile aym düşünceleri taşıyan Osman Turan, Mehmet Eröz gibi araştırmacılar da Türklerin menşeinin totemizm olduğu düşüncesini taşımaktadırlar.

Türklerde totemizmin varlığından Rasonyi bahsetmektedir. Sibirya şamanizminin köklerinin totemizme dayandığı ise bilinmektedir. Sibirya totemizmi ilk önce iptidai insanlar arasında çıkmış, insana kendisine zararlı hayvanların fevkal beşer vasıflan arasında nadir görünüş veya görünmezlik gizlilikleri dikkatinden kaçmamıştır[84].

Türklerde totemizmin varlığını savunanlar Türklerdeki nadir görülen putlar ve fetişleri birer totem olarak ele alırlar. Çin kaynaklarına göre Göktürkler Taunlarının suretlerini keçeden yaparlar ve deri torbalar içinde muhafaza ederlerdi. Bu suretleri iç yağıyla yağlarlar ve sırıkların üzerine dikerlerdi. Yılın dört mevsiminde bu tanrılara kurban keserlerdi. Aynca yine Çin kaynaklarında bir Hun prensinin çadırında altın put bulunduğu belirtiliyor[85].

Türkler Bozkurt'tan türediklerine inanırlar. Bütün Türk boylarında Bozkurtun özel bir yeri vardır. Fuad Köprülü, Eski Türklerin kurdu ata saydıklarını, Kurt namına yılda bir defa dini merasim yaptıklarım, aşiretler halinde yaşadıkları zaman totemizm dinine bağlı olduklarım söylemektedir[86] [87]. Göktürkler kendilerine kurt başlı bayrağı sembol olarak kullanmışlardır. Kurt başlı bayrağın kullanılması onların totemizme bağlı olduğu fikri8<sne neden olmuştur.

Ancak unutulmamalıdır ki Türklerde kurt sadece ata olarak kabul edilmektedir. Kutsal bir varlık olarak addedilmemiş, totem olarak kabul edilmemiş ve ibadet edilmemiştir.

Bozkurt Destanına göre Göktürkler kurttan türemişlerdir. Bozkurt söylencesi, eski Çin kaynaklarında iki biçimde saptanır[88]:

Göktürk destanları bütün Türklerin düşmanlarca yok edildiği bir baskın kıyımı ile başlar. Türk soyunu bu büyük kıyımdan, annesi Bozkurt olan bir kurt kurtarır. Annesi kurt olduğu için öldürülemeyen bu genç, tek başına sağ kalır, yaz kış Tanrılarının kızlan ile evlenir. İlk oğluna "Türk" adım verir. Türkün on çocuğundan birinin adı"Asena", yani Bozkurt'tur. Bu ad Asena'ya eski analarının adım yaşatması için verilmiştir. Türkler bu evlenmelerin çocuklan olarak çoğalırlar.

Başka bir söylencede, ana kurt, önce bir kurtancı, sonra ana olarak anlatılır. Sağ kalan Türk'ü bu dişi kurt korur, besler. Yeni Türk kuşaklan, dişi kurt ile, elleri ayaklan kesilmiş tek Türk çocuğunun evlenmesinden türer. Bu evlenmeden doğan çocuklardan biri Asena'dır. Asena atalarım unutmaz. Herkesin de atalarım bilmesini ister. Çadırın önüne bir direk diktirir. Üzerine altından bir kurt kafası koyar. Bu kurt başı Türk'ün ilk bayrağı olur. Türkler, Ergenekon'dan çıktıklan zaman, hanlarının adı Börte Çene, yani Bozkurt'tur.

İbrahim KAFESOĞLU, Totemizm ile Türk Toplumunu karşılaştırmıştır. Buna göre:

Totemi ailede ana hukuku caridir. Türk ailesi ise pederşahi bir karakter taşır. Klanda akrabalık totem bağına dayandığı halde Türklerde kan bağına dayanır. Klanda ferdi mülkiyet olmadığı halde Türk toplumunda vardır. Totemci klanda ekonomi parazit vasıf taşır yani devşirmeye ve avcılığa dayanır. Halbuki, Türk ekonomisi tarım ve hayvancılık başta olmak üzere devşirme dışındadır. En önemli ayrılıklardan birisi ise her klanın kendine ait bir totemi vardı. Türklerde ise ata kabul edilen hayvan sayısı ise bir tanedir. Totemcilikte, yalnız hayvanlar değil mesela bir taş parçası, yağmur suyu vb. totem olabilir; Türklerde kurdun saygı görmesinin ise, yüz binlerce baş sürünün otladığı bozkırların korkulu hayvanı olmasından ileri geldiği düşünülebilir. Kurt efsanesinin toplayıcı bir vasfa sahip bulunması, klanları birbirinden ayıran ve onları karşı karşıya koyan totemcilik anlayışına aykırı düşmektedir. Klanda her fert totemin adım taşır. Klan, totemine taptığı halde, Türklerde kurda tapılmaz. Türklerde totemcilikte görülen ve her dokunduğu şeyi kutsallaştıran mana telakkisi olmadığı gibi, totemcilikte ruhun ölmezliğine inanılmadığı halde, kainatı bile ruhlar dünyası olarak bilen eski Türklerde dini inancın temellerinden birini ruhun ebediliği teşkil eder ve bu sebeple ataların

DO

ruhlarına adaklar adanır, kurbanlar kesilir .

3.    Toyunizm: Türklerde Toyunizm olduğu fikrini ortaya Ziya Gökalp atmıştır. Gökalp, Türklerin eski dinlerinin önceleri totemizm olduğunu daha sonra gelişerek bu dinin Toyunizm şeklini aldığım belirtmiştir.

Şamanizm eski Türklerde kehanetin ve ruhani tebabetin ismi idi. Mamafih Şamanizm daha evvel medeni totemizm devrinde bir din idi. Toyunizmden sihir mahiyetine girdi. AvrupalIlar eski Türk dinine Şamanizm demekle hataya düşmüşlerdir. Tarih sahnesine çıktıktan sonra Türk dinine toyunizm yahut "nom" demek lazımdır[89] [90].

Eski Türklerin dini toyunizm idi. Şamanizm ise sihirden ibaretti. Toyunizm ile Şamanizm'i birbirinden ayıran özelliklerden en önemlisi, toyunizm milli bir din olduğu halde Şamanizm'in beynelmilel özellik taşıması idi. Toyunlar sadece kendi aşiretlerinin mabutlarına ayin yaparlar ve bunlara sadece kendi aşiretlerinin fertleri müracaat ederdi. Şamanlar ise sihir kuvveti ile bütün aşiretlere mensup umum mabutlara müracaat edebilirlerdi. Şamanlara tabip gibi sanatkar olduklarından herkes müracaat edebilirdi. Türklerin ilk devrinde her il bir ümmetinden ibaretti. Çünkü her ilin kendine mahsus mahutlan ve ibadetleri vardı. O halde toyunizm ümmeti vardı. Fakat Şamanizm yoktu.

Cihet yönünden Şamanizm sola, toyunizm sağa kıymet verirdi. Yine toyunizm erkeğe daha fazla değer verirken Şamanizm kadına değer veriyor ve sihir törenlerinde muvaffak olmak için kadın kılığına giriyor.

Şamanlar Gökalp'e göre sihirbazdan başka bir şey değildi. Toyunlar ise aym zamanda siyasi reislerdi. Siyasi vazifesini gördükleri zaman Tudun, aşiret beyi adım alırlardı. Dini vazife ifa ederken de Toyun adım alırlardı. Mamafih Toyunlar Tudunlara münhasır değildi. Yabgu (îlbeyi)lar hatta İlhanlar bile toyunlardan sayılırdı. Bu gibi delillerin yanında Gökalp Şamanların bir dini kitapları olmadığı halde toyunlarm nom ismini verdikleri kitapları olduğunu belirtmiş, bunu da toyunizme delil saymıştır.

Gökalp'in Türkler için tasavvur ettiği milli bir din olan Toyunizm, budizmden başka bir şey değildir[91]Toyun kelimesi yabancı bir kelime olup Budist Rahibi manasım ifade etmektedir.

4.   Fetişizm: basit, adi, yahut kıymetli taşlar ile bir takım maddelerin kutsal tanınması, bunların uğur getireceği inancında bulunulması, bunları kullanmakla kem gözlerden korunulacağı, Fetişizm’in esasım kurmuştur. İnsan eli ile üzerinde işlenilmemiş olan ham maddelere fetiş denirdi[92].

5.   Animizm: Animizm; bütün varlıkların ruh sahibi olduklarına inanmaktır. Animistlere göre canlı cansız her şeyin bir ruhu vardır, bu ruhların görevleri ve adlan beraber bulundukları maddelere göre belirtilmektedir. Ruhlar, maddelerden ayrıldıktan sonra gök ve yer altı alemine giderler. Bunların iyileri ve kötüleri vardır. iyilik ve kötülükleri de insanların görüş ve inanışlarına göredir. Hayvanlan tanrılaştırmada bu inanışa dayanmaktadırlar .

6.    Natürizm: Natürizm, Güneş, Ay ve Yıldız gibi kozmik varlıkları, rüzgar ve fırtına gibi tabii olayları şahıslandırmak, onların zeka ve duygularının bulunduğuna, kudret sahibi olduklarına inanmak, Tanrı tanımaktır. Bu inanışa göre dağlan, taşlan, ağaçlan, ve sulan da Tanrılaştırmak Natürizmin ana maddeleri içinde bulunmaktadır. İyi ve kötü her şey bunlardan beklenir, onların her şeyi yapabilmek kudretinde olduklarına inanılırdı ki bunların başında güneş gelmektedir[93] [94].

7.    Diğer Dinler: Türkler geçmişlerinden beri çeşitli din ve kültürlere hoşgörü göstermişlerdir. Farklı kültürleri yadırgamamışlar hatta onlar Türk halklan içerisinde rahatlıkla yaşam alanına sahip olmuşlardır. Türklerin tarih sahnesinde bulundukları dönem içerisinde Zerdüştlük Türkler arasında yaşama imkanı bulmuştur. Ancak bundan Türklerin Zerdüştlüğü kabul ettiği anlaşılmamalıdır. Zerdüştlüğün etkileri daha çok Batı Türkistan ve Doğu İran'da kendisini göstermektedir. Bilhassa Göktürkler devrinden itibarin Semerkant, Buhara, Belh ve Herat gibi önemli yerleşim merkezleri, gelişen iç ve dış hadiselerden bunalar Zerdüştlüğün sığındığı bölgeler olmuştur. Zerdüştlük gibi farklı dinlerle temas eden Türkler Gök Tanrı dinine bağlılıklarım sürdürmüşlerdir[95],

B.    ESKİ TÜRKLERDE DİNİ İNANCA BAĞLI ADETLER

Gök Tanrı inancında bir Tanrı’ya inanma vardır. Bu durum Türklerde Tanrı anlayışının ne kadar gelişmiş olduğunu göstermektedir. Orhun Kitabelerinde yer alan "Tengri teg Tengri” (Tanrı’ya benzer Tanrı) kendine benzer Tanrı idi[96]. Türk Kağanlarını tahta bu Tanrı oturtur, savaşta Türklere bu Tanrı yardım eder, şafak söktüren, bitkiyi meydana getiren Ulu Tanrı'dır. Yani o hayat vericidir, Ölümde can veren de O’dur[97].

Bizans Tarihçisi Theophylistos Türklerin toprağı, suyu, havayı ve ateşi takdis etmelerine rağmen sadece yerlerin ve göklerin halikı bir Tanrıya taptıklarım, ona at, sığır ve koyun kurban ettiklerini istikbali haber veren din adanılan kamlar olduğunu söyler. Nitekim Mungu Honda din adamlarım münakaşa için huzuruna çağırdığında "Biz sadece tek bir Tanımın varlığına, onun sayesinde yaşadığımıza, onun sayesinde öldüğümüze inanırız" demiştir[98].

Türklerin yaratılış kozmogonisine göre, Tanrı var iken hiçbir şey yoktu, sadece su vardı, bir de kişi vardı. Kişi büyüklenerek Tanrı'dan yüksekte uçmak istedi. Tanrı, onu düşürdü. Daha sonra kişiye sudan toprak aldırdı. Bu toprağı suyun yüzüne saçtı. Kendisi için ayn bir dünya yaratmak isteyen kişi bir parça toprak da ağzına almıştı. Tanrı suya saçtığı toprağa büyü deyince kişinin ağzmdaki toprak da büyümeye başlayınca Tanrı tükürmesini istedi. Böylece dağlar oluştu. Kişi artık Tanrı'ya karşı gelmiş ve günahkar olmuştu. Tanrı, ona Erlik ismini verdi. Daha sonra Tanrı inşam yarattı. Erlik insanlan kandını. Tanrı, Erlik'in sözünü dinlediği için insanlan da cezalandırır, Erlik'i ayı güneşi olmayan dünyaya hapsetti. Erlik'in yalvarmalan sonunda Tanrı, Erlik'i affetti. Erlik de kendine gökler yaptı. Daha sonra Tanrı'nın en sevgili meleklerinden Ulu Melek'le Erlik arasında savaşlar olur. Uhı Melek, Erlik'i yener ve göklerini dağıtır[99].

Türklerde Cennet ve Cehennem inancı vardı. Eski Türkler Cennet'e "uçmak", Cehennem'e "tamuğ" adım verirlerdi.

Türkler, kıyamet gününe ve ruhun ölmezliğine inanırlardı. Fakat, tenasüh inancı yoktu. Kıyamet sonrası mahşer gününe "Uluğ Gün" ismini veriyoriardr.

Türklerin atlan ve silahlan ile gömülmelerinin sebebi, bu şekilde Cennet'e gideceklerine dair bir inancın neticesidir".

Eski Türkler ruhun ölmezliğine inanırlar ve o ruhun kişi öldükten sonra devamlı akrabalarının yanında olduğuna inanırlardı. Onun için bazı törenler yapmazlarsa rahat etmediklerine inanırlardı. Bunun için atalarının ruhlarına kurbanlar keserlerdi.

Eski Türklerde güneş, ay, yer-su ruhları, atalar, ölüler, ateş, ocak, orman, ağaç, kaya, dağ, su ve ırmak, göl, demir ile ilgili inanç ve kültler ayrıca bazı hayvanlarla ilgili inançlar vardı[100] [101].

1.    Kurban: Türklerde kurban öncelikli olarak Gök Tanrı'ya sunulmaktadır. Bunun yanında bazı durumlarda önemli kişilere de kurban sunulduğunu görmekteyiz. Türklerde kurban kesme en eski ve köklü ibadet biçimi kabul edilmektedir. Kurban kelimesinin yerine Türkler, "kergek, kereh, kudayı, Allahlık, itik, ıyık, ızık, yağış tapığ..* gibi kelimeleri kullanmışlardır[102]. Cenaze merasimlerinde kurban edilen hayvanların ölüm ötesi bir varlıkta, tekrar canlanıp, adanmış oldukları şahsa yararlı olacakları sanılıyordu[103].

Türklerin eski dini kurban inançları hakkında şu bilgi dikkat çekicidir: "Kestikleri at ve koyun kurbanlıkların kafalarım sırıklara korlar. Hakanın çadırı Ötüken dağmdadır, kapısı doğuya bakar. Her yıl başbuğlarıyla beraber atalarının mağarasına kurban sunar. Aym ilk onunda ırmak kıyısında Tanrı'ya kurban keserler[104].

Türklerdeki kurban dini hayatın vazgeçilmez bir ibadet biçimidir. Ferdi olmaktan çok müşterek olarak yapılan bir merasimdir. Geleneksel Türk dini içerisinde kurban çeşitli amaçlarla uygulanmaktadır. Bunlar: Tapınma, dua, şükür, ölüm, zafer, banş isteği, ittifak tesisi, kuraklık döneminde yağmur yağması için, hastalıkların iyileşmesi vb. gibi hallerdir. Türklerde kesilen kanlı kurbanların en önemlisini at ohışturmaktadır. Atın yanı sıra koyun, keçi gibi hayvanlar da kurban edilmişlerdir. Türklerde kurban edilen hayvanların kemikleri kınlmamakta, köpeklere verilmemekte, ateşte yakılmamakta veya yere gömühnemektedir. Bazı özel ayinlerden sonra kurban kemikleri toplanıp bir kaba konularak kayın ağacına asılmaktadır. At kurbanlarının kafatası bir sırık üzerine konulmaktadır[105]. Kurban olarak kesilen hayvanın erkeği makbuldür. En çok at kurban edilmiş olup, Türk kavimlerine ait mezarlarda at iskeletlerine rastlanmıştır.

Türklerde insan kurban edilip edilmediği ile ilgili çeşitli tartışmalar yaşanmış ve bir kısım araştırmacılar Türklerde insan kurban edildiğini belirtmişlerdir. Bunun aksini savunan araştırmacılar da bulunmaktadır. Türklerde insan kurban edildiğini savunan Barthold, J.P.Roux, Makdisi, Cüveyni, Mesudi'ye karşılık Eberhard, bozkır kültürüne dayalı Türk topluluklarında insan kurbanı iddialarım kesinlikle reddetmektedir[106]. Kanaatimizce Türklerde insan kurban edilmemiştir, insan kurban edilmesi Türk düşüncesine, Türk inancına tamamen zıttır. Nitekim bozkır kültürünün özünde insan kurbanı meselesi bulunmamaktadır. İnsan kurban edilmesi tamamen ziraat kültürüne hastır. Eberhard'ın belirttiğine göre, insan kurban adeti bas yerlerdeki Türkler tarafından yasak edilmiştir[107]. Hatta bu adet Türkler tarafından Çinliler için bile yasaklanmıştır[108] [109].

2,        Tapınma: Eski Türklerde gök tapınağına Türkçe "Tengrilik" denilmektedir. Türklerde, kurban yeri (yağışlık veya yağışhğ orun), otağ gibi üstüvani şekilde inşa edilecekti. Böylece, gök ibadete ahalinin başlıca unsurları dağ, pınar veya göl ile otağ kubbesi idi. Bu unsurların tapmaklarda da yer alacağı görülecektir108. Eski Türkler Gök Tanrı inancına sahiptirler. İbadetlerinin temelini Gök Tanrı'ya sunulan kurbanlar oluşturmaktadır. Ancak Ziya Gökalp'e göre, Türkler dinin zühdi ayinlerden ve menfi ibadetlerden uzak, taassuptan ve din inhisarcılığından azade bulunmaktadır. Bu durum Türkleri gerek kadınlar hakkında, gerek diğer kavimler hakkında çok müsamahalı yapmıştır . Türk inancı içerisinde puta tapıcılık asla yer almamıştır. Putları korumak ve tazim etmek amacıyla da tapmaklar inşa edilmemiştir. Eski Türklerin Gök Tanrı’ya ibadet usulleri hakkında da açık bilgi bulunmamaktadır[110] [111]. Türklerin ibadetlerini yaptıkları ibadethanelerin varlığından haberdar değiliz. Bunun yanında ecdat mağaraları, mukaddes dağlar ve yrr-sular, hakanın otağı ve obalar, dini merasimlerin yapıldığı yerler olmuşlardır. Türklerdeki ibadetler ferdi olmaktan çok müşterek olarak yapılmıştır[112].

Altay dünyasının iki tapınma türü tanıdığı güçlü bir olasılıktır: Bunlardan biri; devlet ve imparatoru ilgilendiren ve Gök Tanrı'ya (Tengri) dayanan resmi bir tapınma, diğeriyse (diğer Taunlarla birlikte) klana yada aileye dayanan özel bir tapınma. Bu iki tapınışta da kurbanlar olduğu gibi, dualar da bulunmalıdır. Bir yandan yerli belgelerimizin, diğer yandan yabancı kaynakların nitelikleri höe ağırlığın resmi tapınmadan yana olduğunu açıklamaktadır. Altay toplumlarında ölmeme arzusu o denli güçlüdür ki, dualara duyulan inanç, güven onlara yeterli gelmemektedir[113].

Eski Türklerde dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, deniz, demir, kılıcın gizemli güçleri var. Ayrıca güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek, ruh Tanrıları sayılır. Ruhlar iyi ve kötü ruhlar olarak ikiye aynlır. Asyah Hunlar ilk yaz ve son yazda atalara ve doğa Tanrılarına kurbanlar keserler. Hun Tanhu, gündüz güneşi, gece dolunayı ulular, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar girişimlerini ay yıldız hareketleri ile denetlerler. Hunlar, saldırıyı yada savaşı ancak ayın büyümekte olduğu veya tamamladığı günlerde göze alırlar. Büyük kağan en büyük din adamı gibi bir şeydir. Her sabah Tanrının çadırından çıkar, tapınır gibi bir tavırla, doğan güneşi selamlar. Uğur getiren yeni ay gördüğü zaman ise aym saygı ile selamlar[114].

Türkler, "güneş"e ve güneşin doğduğu "doğu"ya saygı gösterirlerdi. Doğu, güneşin doğduğu bir yöndü. Bu sebeple Türkler doğuya büyük bir önem verirlerdi. Batı ise, aym bir sembolü halinde idi. Türklerde güneş, aydan daha önemli idi. Türkler ölülerinin başlan ile evlerinin kapılarım da doğuya doğru çevirirlerdi. Yön tayin ederken de yüzlerini yine doğuya dönerlerdi. Yüzlerini doğuya dönen Türkler, doğu yönüne, "ileri" derlerdi, ileri yerine, bazen "gün doğusu" deyimini kullanırlardı[115].

2.1. Kutsal Sayılan Eski Türkler bazı sayılan uğurlu kabul etmişlerdir. Sayılar, çeşitli milletler içinde dinle ilgili farklı anlamlara bürünmüşlerdir. Muhtelif Türk boylarının dili üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde bir, üç, yedi, dokuz, sekiz, on iki, kırk, altmış, üç yüz altmış gibi sayıların uğurlu kabul edildiği görülmüştür. Eski Türk boylarında bağışın ve hediyenin sayısı dokuz olurdu ve dokuz uğurlu kabul edilirdi. Üç, yedi, dokuz, otuz sayılan Orhun abidelerinde kutsallık için kullanılırdı. Abidelerde bu sayılarla beraber altı ve on sayısı boy, kabile adlarım ve boydaki kabilelerin miktarım yahut sembolik olarak kutsallık ifadesi için kullanılır. Orhun-Yenisey abidelerindeki üç kunkan, üç tuglıg, Türk budun, aş kariuk, üç ıduk Tatar ve üç Oğuz ifadelerinde üç sözü kutsallık ifâde etmektedir. Orhun-Yenisey abidelerinde yedi sayısı da kutsallık ifade etmektedir[116]. Çin kaynaklarmın verdiği bilgilere göre Türkler, atlanyla beraber ölü konulan çadırın etrafim 7 defa dolaşırlar, yüzlerini bıçakla keserlerdi. Ölünün çadırının etrafındaki bu adet yedi gün devam eder. Günümüzde de bu uygulamaya benzer bir uygulama görülmektedir. Ölen kimsenin yedisinin, kırkının, elli ikisinin yapılması bu geleneğin devamı olsa gerektir.

2.2. Kutsal Renkler: Gelmiş geçmiş bütün devletlerde renkler Önemli semboller taşımıştır. Renkler, farklı devletlerde başka anlamlar taşımıştır. Devletin bağımsızlığı olan bayrakta ifadesini bulmuştur. Türk tarihi içinde de renkler çeşitli anlamlar kazanmıştır. Türk tarihi içinde ana renkler yön ifadesi olarak kullanılmıştır. Kara kuzeyi, kızıl güneyi, gök doğuyu, ak batıyı ifade etmek için kullanılmıştır[117]. Renkler Türk devletlerinin bizzat kendilerine de ad olmuştur. İncelediğimiz dönemin devletlerinden Göktürkler Orhun kitabelerinde devlet adı olarak Türk adını kullanmışlardır. Bu devletin kullandığı "Gök" kelimesi devletin doğu tarafı için kullanılmıştır. Çünkü Gök, doğuyu ifade etmektedir. Göktürk Kitabelerinin bir çok yerinde "Kara Budun" ifadelerini görmekteyiz. Buradaki kara kelimesi renkten öte "güçlü, kuvvetli, kendine itibar edilen" anlamlarını taşımaktadır. Kitabelerde kara kelimesinin zıttı olarak "Ak Budun" kelimelerine rastlanmaz. Kitabelerde sıklıkla kullanılan "Yağız Yer" kelimesi toprağın rengi olmuştur. Yine incelediğimiz dönemin devletlerinden olan Hunlarda da, buna benzer bir durum vardır, çünkü Hunlar, Ak Hunlar, Kara Hunlar biçiminde ifade edilmektedir. Bu da Hunların kuzey ve batı devletlerinden olduğunu göstermektedir. İncelediğimiz Bozkır devletlerinin renklerdeki durumu bu şekildedir. Boz, coğrafyaya verilen renktir. Bu renk kara ve beyazın karışımından meydana gelir. Kurşuni renk olarak kabul edebileceğimiz boz Türklerin coğrafyasının adı olmuştur.

3.    Dua: Eski Türk dini içerisinde ferdi dualara yer verilmiştir. Türkler, hudutları geçmeğe karar verdikleri zaman bir mabede gidip zafer için dua ediyor; ondan sonra ordularım toplayarak Çin'e doğru taarruza geçiyorlardı[118]. Duanın yapılış şekline dair elimizde yalnız bir tek vesika vardır. Bu vesika Han-Şeu-Ley ile ilgilidir. O, aniden hasım Liyou-yao'ya rastlayınca, üzengilerine basarak atmrn üstünde dikildikten sonra, önce kollarım Gök'e doğru uzatıp başım aşağıya doğru eğer ve bu suretle manalı bir dua vaziyeti aldıktan soma şükran için şöyle haykırır. "Ey Gök, onu bana teslim ettiğin için sana şükürler olsun!" (Wieger, s. 1092, v.d.) En az iki yerde duanın mevcudiyeti sabit olmaktadır. Biri, Han Şeu Ley’in kurtuluşu münasebetiyle Gök'e şükür için yaptığı şahsi bir dua, öteki ise bir and içme esnasmda herkesin gözü önünde yapılan merasimli bir dua .

4.    Türklerde falcılık: Türklerde dini sihri hayatın vazgeçilmezi olarak karşımıza çıkan kişi Şamanlardır. Şamanlan büyücü, kahinlerle birbirine karıştırmamak gerekir. Türklerde yaygın olarak bilinen fal yöntemi kürek kemiği falıdır. Kürek kemiği falı, kesilen hayvanların kürek kemiklerinin falcılık amacıyla kullanılması yöntemiyle yapılmaktadır. Araştırıcılara göre bu türlü bir fal, çeşitli ırklara mensup toplumlarda eskiden beri bilinen bir yöntemdir. Kürek kemiği ile fal açtırmak isteyen adam bir kürek kemiği bulur. Falcı kemiği ateşte kızdırdıktan sonra eline alıp ince tarafından tutar. Kemikte çizgiler, çatlaklar ve noktalar belirmiştir. Kam bu çizgilere bakarak fala baktıran kişinin geleceği veya kaybolan eşyasıyla alakalı bilgiler vermeye çalışır[119] [120].

Türklerde bunun yanı sıra başka falcılık ve kehanet usullerine de rastlanmaktadır. Oklarla, kemiklerle, fasulyelerle, bağırsaklarla falcılık ve kehanet usulleri bulunmaktadır[121] [122]. Öte yandan, falcılık da kamın temel görevlerinden birini teşkil eder. Fal eski Türkçe'de "ırk" kelimesiyle ifade edilmiştir.

5.    Türklerde Kan Kardeşliği: Türkler kana büyük bir değer verirler ve onun akıtılmamasım isterlerdi. Türkler için kendi kanlarının akıtılmaması gerekirdi. Bir şefin, herhangi bir insanın ve onun klanından bir hayvanın kam akıtılarak öldürülmesi yasaklanmıştır. Her ne kadar kanın akıtılmaması gerekiyorsa da, bir şahit huzurunda, koldan bir toplardamar kesilebilir ve akan değerli sıvı bir kupada toplanabilir; iki insan kan kardeşliğiyle bağlandığında, kan kardeşi yada anda olmak istediklerinde gerçekleşen budur .

C.    ESKİ TÜRKLERDE TANRI ANLAYIŞI:

Geleneksel Türk dini incelenirken karşımıza çıkan önemli kavramlardan birisi Tanrı'dır. Türklerdeki Tanrı anlayışının temeli Gök Tanrı anlayışına dayanmaktadır. Türklerdeki Tanrı anlayışı merkezi planda yer almıştır. Eski Türklerde Gök Tanrı, sulh Tanrısı olduğu gibi, aym zamanda adalet ve şefkat Tanrısı idi[123] [124]. Eski Türk inancında Tanrı, siyasi iktidarın da kaynağı durumundadır. Türklerde ilahi irade olmaksızın hükümdarlık gerçeği mevcut değildir. Türk hükümdarlan devlet idare etme güç ve yetkisini doğrudan doğruya Tanrıdan almaktaydılar. Türk Kağanları da kendilerini Tanrı tarafından seçilmiş ve Türk milletinin ve bütün milletlerin üzerine hükümdar tayin edilmiş kişiler olarak görmekteydiler . Türkler, evrensel ve semavi dinlerin tek Tanrı anlayışına yakın özelliklere sahip bir Tanrı anlayışına erişmiş bulunmaktadırlar. Eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükafatlandıran bir "Ulu Varlık" telakkisi mevcuttur. Kendisine itaat edilmesi gereken ve koruyucu kudret olan Gök Tanrı tamamen manevi bir kudret halindedir[125] [126]. Semavi mahiyette olan bu Tanrı anlayışı avcı, çoban ve hayvan besleyici topluluklara mahsus olmakla birlikte menşei Asya bozkırlarına dayanmaktadır. VH. Yüzyılda Bizanslı Theophylacte Simocatta Türklerden bahsederken, Türkler olağanüstü bir biçimde ateşe saygı gösterirler; suyu ve havayı ulularlar, toprağı kutlarlar. Fakat yalnızca göğü ve yeri yaratan Tanrı derler ve ona taparlardı demektedir . Eski Türk dini hayatında politeizm, bir yüce Tanrı fikrinin etrafında belirginlik arz etmektedir. Orta Asya ve Sibirya dini hayatında Yer Tanrı inancı da önem arz etmektedir. Orhun kitabelerinde yağız yer tabiri kök tenri "mavi gök" ile yan yana geçmektedir[127].

Türkler evrensel dinlerle temasa geçmeden önce, tek bir Tanrıya inanıyor, ona "Tengri" adım veriyorlardı. Asya kıtasının en doğu ucundan başlayarak Orta Avrupa içlerine kadar hemen her tarafa yerleşmiş olan Türk kavimlerince kullanılan ve menşei bilinmeyen bu kelime, çeşitli Türk lehçelerinde her lehçenin fonetik özelliğine göre "Tengri", "Tengere", "Tingir", "Tanara", "Tenri" şeklinde söylenilmekte olup "Gök" ve "Tanrı"yı ifade etmek için kullanılmış, ancak, evrensel dinlerle temasa gelen Türkler bu kelimeyi "Allah" karşılığı olarak kullanmaya başlamışlardır[128].

Türklerdeki Tanrı inancı dini yaşam biçiminin merkezinde yer almıştır. Bilinen en eski inanç biçimi Gök Tanrı inancıdır. Bu inanç sisteminde Tengri "Tanrı" en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almıştır. Yaratıcı, tam iktidar sahibi idi. Aynı zamanda semavi mahiyete sahip olup "Gök Tanrı" diye anılıyordu[129]. Tanrı Türk halkı tarafından Ulu bir varlıktır. Türkleri zaferlere ulaştıran Tanrı'dır. Emreden, iradesine uymayanı cezalandıran Tanrı, bağışladığı kutu layık olmayanlardan geri alır. Şafağı söktüren, bitkiyi canlandıran O'dur. Eski Türk dininde Gök Tanrı olaylara direkt olarak müdahale etmez. O, olaylara dolaylı yollardan müdahale eder. Kağan bütün gücünü ve yetkisini Gök Tanrı'dan almaktadır. Bu yüzden kağan, O'na iyi davranmak zorundadır. Gök Tanrı insanlara emir ve iradesini farklı yollardan( doğal afet, yangın, sel, tabiat olaylan) da iletebihnektedir. Türkler ilk çağlardan beri Tanrı kelimesini kullanmaktadırlar. Bu kelimenin tarihten önceki devirlerde Juan-Juanlardan geçmiş olabileceği düşünülmektedir. Türklerden birine dininin ne olduğu sorulursa onlar "Qan Tengri" diye cevap verirlerdi. Onların dilinde "Qan" mavi gök, "Tengri" de "Allah"ı ifade eder. Böylece de onlar göğün "Tek Tanrı" olduğuna inanırlar. Mihael'in belirttiği husus Türklerin Tek Tanrıya inanmış olmalandır. Müellif "Onlar gökyüzünü Allah olarak tanıyor, onunla ilgili fazla bir şey de bilmiyorlardı" demektedir[130].

Türklerdeki Gök Tanrı inancı "İmparatorluk Tanrısı" şeklinde değerlendirilmektedir. Buna göre A. İnan; "Türklerde büyük imparatorlukların kurulduğu devirlerde, imparatorluğa dahil bütün uluslar için Gök Tanrı kültünün müşterek ve umumi bir kült kabul edilmiş ve Gök Tanrı'nın da Tanrıların en büyüğü sayılmış olabileceğini" düşünmektedir. J.P.Roux da imparatorluk döneminde Tanrıların tekleştiğini, imparatorlukların dağılmasıyla birlikte Tanrıların çoğaldığım belirtmektedir[131].

Eski Türk dini inancında Tanrı sadece siyasi iktidan veren değildir. Tanrı aym zamanda verdiği iktidan geri alan bir kudrete sahiptir. Tanrının bu gücü Türk hükümdarlarınm üzerinde siyasi bir baskı aracı olmuştur[132].

D.    ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME

!. Ölüm: Eski Türkler ölmek yerine "tin" yani nefes kelimesini kullanmışlardır. Ölüm, ruhun bedeni kesin olarak terk etmesi şeklinde görülmektedir. Eski Türklere göre ruh, yalnızca ölüm anında değil, fakat aynı zamanda uykuda ve hastalıklar esnasında da geçici olarak bedeni terk edebilmekteydi. Eski Türkler için ölüm bir son bulma değil yeniden bir hayatın başlangıcıdır, ölümden sonraki hayat anlayışı Türklerde ahiret inancının oluşmasını sağlamıştır. Bu inanç, Türklerde dini tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türklerin çok eski dönemlerden beri atlan ve silahlan ile birlikte gömülmeleri, bu hayvana binerek cennete gideceklerine dair bir inancın neticesi idi[133] [134]. Türklerde ölümden sonra hayat tasavvuruna bağlı olarak gelişen ahiret inancı iyiliklerin ve kötülüklerin hesabının verileceği kanaatini göstermektedir. Bundan dolayı da iyi ve kötü ruh anlayışı oluşmuştur. Buna göre eski Türk dininde göklere çıkan iyi ruhlar dünyadaki akrabaları için Tanrı'dan şefaatte bulunacaklardır. Yer altına giden kötü ruhların insanlara fenalık getireceği inancı mevcuttur. Bu düşünce eski Türk dini hayatı içinde oldukça eskilere dayanmaktadır .

2. Ölü Gömme: Türkler tek Tanrı inancına sahip olan bir millettir. Öldükten sonra dirilme yani öbür dünya inancına sahip olan Türkler ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların ebediliğine inanıyorlardı. Eski Türkçede ruh, can manasında "tin" kelimesini kullanıyorlardı. Bu kelime aynı zamanda "nefes" demekti[135]. Ölümü nefesin kesilmesi, ruhun bedenden çıkıp uçması, şeklinde tasavvur ediyorlar, böylece "öldü" yerine "uçtu" diyorlardı[136]. Eski Türklerde ölüm ile ilgili olaylara destan ve efsanelerde rastlanmaktadır. Yaratılmışların içinde farklı bir yere sahip olan insan, yaratıldığı günden itibaren kim tarafından yaratıldığını, nasıl yaratıldığım düşünmüştür. Ölüm gerçeğini düşünerek bulabilen ilk insanlar bunu sürekli akıllarında tutmuşlardır. Bu düşünce eski Türklerde ebedi hayat anlayış düşüncesinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Eski Türkler ölümsüzlüğün sırrım suda ve bitkide, hatta meyvede aramışlardır. Eski insan için su da, ağaç(bitki) da onun hayatı, yaşayışı için esas idi[137] [138].

Eski Türkler de ölü gömme adetleri içerisinde tartışma konusu ölülerin yakılıp yakılmadığıdır. Konuyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Başlangıçta, Türklere ait kabirlerde cesetleri yakma adetini ispatlayacak şeyler bulunmamıştır, fakat sonraları içinde cesetler yakılmış kabirler meydana çıkarılmıştır .

İlkel insanlar ölümü, ruhun vücudu terk etmesi şeklinde düşünmüşlerdir. Bazı kavimlerde, ruhun evvelce ayrılmış olduğu vücuda döneceği inancı hakim olduğundan uzun müddet ölüyü bulunduğu yerden kaldırmamışlardır. Ölüm hayatın sonu değil, bilakis yeniden başlangıcıdır. Madem ki ruhun yaşadığına inanılmaktadır, o halde onun arzulan yerine getirilmeli, sevmediği hususlar yapılmamalıdır. Ölü çeşitli şekillerde gömülmektedir. Ölünün mezan üzerinde yemekler yenir, eğlenceler tertip edilir. Bazı yerlerde ise, ölenin kansı, kocasıyla birlikte yakılır. Ölü gömülürken şahsi eşyası ile birlikte gömülür. Ölünün öbür dünyada başkalarına muhtaç olmamasını sağlamak gerekir. Ölünün yaşayanlan gözlediği düşünülmektedir[139]. Türklerle Moğolların defin adetlerinin esasında aynı şamani fikir (ide) bulunmaktadır, ki hanın öldürdüğü veya onun için öldürülen adamlar öteki dünyada ona hizmet edeceklerdi. Orhun Türklerinde bu fikrin yankısı olarak han tarafından öldürülen adamların heykelini (balbal) dikmek adeti vardı[140] [141].

Her Türk ailesinin kendilerine göre şahsi inançları vardı. Herkes bir şaman veya sihirbaz çağırabilir ve kendi kaderi ile ilgili dualar okutup, büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi törenlerdi. Fakat bu törenler bir aile evi içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili düzenlenirdi. Bu törenler, ölü gömme törenleri gibi yan dini törenler veya av törenleri gibi, din ile bir ilgisi olmayan şenlikler olabilirdi. Bunların başlarında Türk hükümdarlan bulunurdu. 14°.

• Türkler, büyük ve yüce, yaratıcı, öldürücü tek Tanrı’ya inanmışlardır. Türkler yüksek dağlan Tanrı makamı olarak kabul etmişlerdir. Bunun en büyük nedeni ise dağların, tepelerin göğe yakın olmasındandır. Gök Tanrı inancına sahip olan Türkler, ölülerini yüksek dağlara gömmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü, gökte oturan Tanrı’ya yeryüzünün en yakın yerleri dağlardır. Türklerin ölülerini kıymetli eşyalanyia birlikte gömdüklerini yapılan kazılar neticesinde öğrenmekteyiz. Türklerin ölülerini yüksek dağ başlarına gömmeleri ve mezarların içine sızan kar sularının donması mezarların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Soğuk hava deposunu andıran bu mezarların içindeki eşyalar ve cesetler bozulmadan günümüze ulaşabilmiştir. Türklerin mezarlarım gizli yerlere yaptıkları bilgisi oldukça yaygındır. Türklerde mezarların gizlenmesi meselesi ölüyle birlikte gömülen kıymetli eşyaların hırsızların talan etmemesi düşüncesindendir. Ancak bu bilgi kanaatimizce yanlıştır. Çünkü Türkler mezarlarım gizlemek yerine belirlemek için çeşitli teknikler kullanmışlardır. Türkler mezarlarım belli etmek için barklar inşa etmişler, en azından mezarların üzeri tümsek haline getirilmiştir. Mezarların üzerine taşların yığıldığım da düşündüğümüzde Türklerin mezarlarım gizlemek yerine açığa çıkarmak için çaba gösterdiklerini görmekteyiz.

3.    Cenaze Töreni:Eski Türkler ile ilgili olarak yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. üç binli yıllarda ölünün toprağa gömüldüğünü ortaya koyarken; M.Ö. iki binli yıllarda yakma adeti yavaş yavaş kendini göstermektedir. Eskiden ölülerini yakma adeti olan Türklerin 628'lerde mezarı yükseltme adetine yöneldikleri ve VIH. Yüzyılda mezarların üzerine barklar inşa ettikleri görülmektedir. Eski Türk dinine sahip olan Türklerde mezarların seçimi de oldukça önemli olmaktadır. Mezarların gizlenmesi usulü ise doğuda Moğollara ait olan bir usuldür. Türklerde ise büyüklere hususi kabirler yapılmakta olup üzerlerine "bark" adı verilen iç duvarları ölünün hayatta iken katıldığı savaşlara ait sahnelerle resmedilmiş etrafı taşlarla yığılı olan mezarları ifade etmektedir[142].

Eski Türklerde cenaze törenlerine katılan davetliler törenlere ve mateme katılmaya zorlanmışlardır. Törenlere katılan yabancılar olayı garipsemişlerse de sakallarım da tıraş etmişler, yüzlerini yaralamışlardır. Cenaze törenleri için resmi ağlayıcı bulundurma adeti de Türklerde mevcuttu.

Türklerde mezarda ölünün başının doğuya çevrilmesi yaygm bir adet olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak zaman zaman yön değiştirmelere de rastl anmaktadır[143].

Cenaze törenleri tedbirlerin alınmasına neden olmuştur. Bu törenler son bulduğunda, yas tutanlar, yeniden sosyal hayata dönmelerini sağlayacak olan arınma törenlerine tabi tutulurlardı. "Ölülerin akrabaları ve onun evinde yaşayanlar ateşle arıtılırdı...insanlar, hayvanlar ve çadırlar iki ateş arasından geçmek veya geçirilmek zorundaydı. Biri bir yanda, diğeri öteki yanda, iki (şaman) kadın su serperek büyülü sözlerle şarkı söylerlerdi. Ölen kişinin geride bıraktığı her şey murdar ve tehlikeli kabul edilirdi. Mezarlar da genelde insanlan ürkütmektedir. Bazı durumlarda ölünün adının telaffuz edilmemesi gerekiyordu[144].

4.    Yuğ Merasimi: Eski devirlerden itibaren bütün Türk topluluklarında yuğ aşı merasimi yapılmıştır. Eski Türklerde ölen kimse için yas törenleri yapılır, ölünün çadırının etrafında atlarla dolaşılır, ölen kişi için saçlar dağıtılır, yüz bıçakla kesilir, kan akıtılır, ölenin atlan, kuyrukları kesilerek kurban edilirdi. Aynca ölen kişi için yemek verilirdi. Verilen bu yemeğe "yoğ basan", "yoğ aşı" veya sadece "yoğ" (ölü aşı) deniyordu[145].

"Ölü aşı" töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist boylarda müşahede edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca kanlar vardır ki koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyarlar ve "ye, iç! Bize dokunma! Hain seni! Hala doymadın!" diye bağırırlar[146].

Bir yuğ törenine göre; ölen adam bir çadıra konulur, aile ve akrabaları at yahut inek kurban ederek çadırın önüne kor, kendileri de ağlayarak çadırın etrafım atla yedi defa dönerlerdi. Bu sırada yüzlerini çizerler, akan kanlarla gözyaşları birbirine kanşırdı. Büyük törenlerde yakın akrabası ölenler saçlarım tıraş ederler, tırnaklarıyla yüzlerini yırtar, kanatırlardı. Yine başka bir törende: ölünün akrabası üçüncü gün toplanarak ölünün şerefine ziyafet tertip ederlerdi. Ziyafetten sonraki günlerde mezarlıkta toplanırlar, ağlamak, feryat etmekle ıztıraplarını ifadeye çalışırlardı. Yedinci gün de yine toplanılarak önceki ziyafeti tekrar ederlerdi. Ölenin yatağı ise yakılarak yok edilirdi[147].

5.   Yas: Eski Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapıldığı bilinmektedir. Yas törenleri için çeşitli bölgelerden ağlayıcılar getirtilmiştir. Bunlara "sığıtçı" adı verilmektedir. Ölüm halinde yas törenleri yapılır, kırda ise, ölü çadırının etrafında süratli atlarla dolaşılır, sağlar dağıtılır, yüz, kulak bıçakla çizilerek kan akıtılır, ölenin atlan, kuyruklan kesilerek kurban edilirdi[148].

E.    KÜLTLER:

Eski Türkler Gök Tanrıya inanmaktadırlar. Türklerde, ocağa tazim, atalara saygı, dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, demir, kılıç vb. ruhlarına inanış, güneş, ay, yıldız, yıldırım, gök gürlemesi, şimşek, yıldırım gibi tabiat üstü güçler tasavvuru bozkır Türklerinin inançları arasında idi. Ruhlar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmışlardı[149]. Erkek taunlar yarımda bir de "Umay" demlen ve Hind-tran menşeli bir Tanrıça vardı[150].

1.    Vatan kültü: Türklerdeki dağ, orman, ırmak kültleri zamanla gelişerek vatan kültüne dönüşmüştür. Vatan kültü kutsal toprak anlayışının bir devamıdır. Bu kült, Yer-su terimiyle ifadesini bulmaktadır. Yer su terimi, ağaç, ateş ve suyun yanı sıra toprağın, taşlar ve kayaların Geleneksel Türk Dini içerisinde kutsal bir anlam ve öneme sahip olduklarım ifade etmektedir. Türk din tarihinde Yer-suların en önemli temsilcileri dağlardır[151].

2.    Atalar Kültü: ölmüş ataları tazim ve onlar için kurbanlar sunma inanç ve adeti, eski Türk tarihinin önemli bir nüvesini oluşturmaktadır. Atalar kültü veya manizm özellikle patriarkal aile tipinin hakim olduğu toplumlarda görülen bir dini olaydır. Kayıtların bildirdiğine göre Türkler, atalarının tasvirlerini yaparak saklamaktadırlar. Bu tasvirler Türklerde "töz" olarak ifadesini bulmaktadır. Bu tasvirler keçeden, paçavradan, kayın ağacı kabuğundan bazılan da hayvan derilerinden yapılan sembollerdir[152]. Ölen atalar ve babaların ruhları geride kalanlara iyilik ve kötülük yapabileceği inancı eski Türkler arasında mevcut olan bir inançtır. Bu inanç ve onlara duyulan minnet duygusu atalar kültünün temelini teşkil etmektedir. Bütün ölen ataların ruhları ve mezarı kült haline getirilmemiştir. Sadece kendisine saygı duyulan değeri üstün tutulan ataların ruhlan ve mezarları kült haline getirilmektedir. Bu kültü Türklerde mevcut olan ölüler kültü ile birbirine karıştırmamak gerekir. Atalar kültü, muhtelif Türk zümreleri arasında en eski ve köklü inançlardan birisidir[153] [154]. Atalar kültünde bizzat atanın kendisine tapınma yoktur. Atalar kültü, atanın öldükten sonra ailesine yardım edebileceği inancından doğan, korku ve saygı ile karışık bir durumdur . Bu yüzden ataların mezarları kutsal kabul edilmiştir. Onların ruhlan için dualar edilmiş, kurbanlar kesilmiştir. Onların eşyalan da mukaddes kabul edilmektedir.

X Dağ Kültü: Türk din tarihi incelendiğinde Tanrı'nın yanında bulunan kültler vardır, bu kültlerin en önemlilerinden birisi dağ kültüdür. Türklerde dağlar Tanrı makamı olarak kabul edilmiş olup, bütün dini tören ve ayinler dağlarda yapılmıştır. Bu yüzden Orta Asya'daki dağların adlan mukaddes, mübarek, büyük ata, büyük hakan gibi anlamlan içeren Han Tanrı, Buztağata, Iduk, Art, Kuttağ...gft?i isimlerle anılmıştır. Efsaneler, Eski Türklerde dağların, insanlar gibi konuşan, duyan, hatta evlenip çoluk çocuk sahibi olan ruhi varlıklar şeklinde tasavvur edilerek kutsallaştınldıklanm bildirmektedir.er. eski Türklerde her reis ve oymağın kendine mahsus kutsal bir dağı olduğu gibi, daha büyük birliklerin de kutsal dağlan bulunmaktaydı[155].

4,    Ateş kültü: Türkler, öteden beri ateşe saygı gösteriyor, onu kutsal ve temizleyici bir kuvvet olarak kabul ediyorlardı[156]. Türklerde bu kült ile ilgili uygulamalar da dikkat çekicidir. Hastalıkların tedavi edilmesinde, evlerin ve ölülerin tütsülenmesinde temizleyicilik ön plana çıkmaktadır. Türkler kötülüklerin ateş ile temizleneceğine inanmaktadırlar. Bu yüzden de Türklerde ateşin gökten indiği inana vardır. Türklerde ateş, kehanet anacı olarak da kullanılmıştır. Türklerdeki ateş kültü, "Aile ocağı kültü" ve "atalar kültü" ile ilgilidir[157]. Altaylı şamanist Türk boylarında ateş üzerine şöyle bir efsane anlatılmaktadır: "İlk insanlar meyve ve otla beslendikleri için ihtiyaç yokken, Tanrı onlara et yemelerini emrederken, Ülgen de ilk defa insanlara ateş yakmayı öğretmiştir". Ateşe bakarak kehanette bulunmak Türklerin çok eski bir geleneğidir. Eski Arap müellifleri bu konuda, "Türklerin büyük hükümdarlarınm muayyen bir günü vardır ki, o gün kendisi için büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe kurban sunulur ve dua okunur. Bu ateşin üzerinde büyük alevler yükselir. Bu alev yeşilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve iyi mahsul olacaktır; kırmızı renkte olursa savaş olacaktır, siyah olursa hükümdarın ölümünü yahut uzak yolculuğu gösterir "demektedirler*57.

Ateşin, gökten Ülgen tarafından gönderildiğine inanılır. Ateşe karşı, kötü söz söylemek, küfür etmek, ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak kesinlikle yasaktır. Ateşe bakıp kehanette bulunmak eski bir görenektir[158] [159].

5.    Su Kültü: Eski Türk dini içerisinde su önemli bir konuma sahiptir. Suyun kaynağı, pınan, ırmak ve göle Türkler tarafından kutsiyet atfedilmiştir. Türklerin suyu kutsal kabul etmelerinin en önemli nedeni temizlik ve saflık sembolü olmasından olsa gerektir. Türkler suyun sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanmışlardır[160].

6.    Orman kültü: Türklerde orman ve ağaç kültü önemli bir yer tutmaktadır. Orman kültü, ormanda yaşayan ve yiyecek derleyip avcılık yaparak geçimini sağlayan ilkel topluluklara ait gibi gözükse de bu kültün temelini bozkır kültürü oluşturmaktadır[161]. Türklerde kutsal kabul edilen dağlar vardır. Bu dağlar ormanlarla kaplıdır. Buna en güzel örnek Ötüken Ormanı'dır.

7.    Kartal Kültü: Eski Türklerdeki kültler içerisinde bir diğer kült kartal kültüdür. Bunu Türklerdeki totem inancıyla bağdaştıranlar vardır. İbrahim Kafesoğlu, M.Ö. üç binli yıllara ait Orta Asya kurganlarında kartal pençesi ve işaretlerine rastlanmasını, Türk topluluklarında kartal sembolleri ve inançlarının mevcudiyetini Türklerde, çok eski dönemlerde bir kartal kültünün bulunmuş olabileceği şeklinde yorumlamaktadır[162]. M.Ö.H. bin başlan olarak tarihlenen Kurat Kurganı içinde bir kartal pençesine rastlanmıştır. İlk ve Orta çağlardan itibaren çok yaygın görünen ve şark menşeli olduğu kabul edilen hakimiyet timsali kartalın Türk menşeli olduğu ileri sürülmüştür[163] [164].

8.    Av Kültü: Avcılık, dini kültün ve inancın doğmasını temin etmiştir. Bu inancın başında, Altay sahasının başlıca jeolojik Özelliğiııi teşkil eden "Tayga ve dağ'Tarm sahibi bulundukları ruhlara karşı beslenenidir. Çünkü avcı halkın inancına göre avın verimliliği ve zenginliği tamamıyla bu ruhların himayesi altodadır. İçerisinde kolayca kaybolma imkanları daima hazır bulunan ıssız ve uçsuz Taygalara dalan her avcı, kendini koruyacak ve ümitsizlikten kurtaracak tek kuvvetin, Tayga ve dağlar sahipleri olduğuna inanmış ve ava bu inancın teşvikiyle çıkmıştır. Ava çıkmadan önce, çeşitli dini ibadetler yapar, avın verimliliği ve başarılı olması için, gereken bütün örf kaidelerine riayet eder. Bilhassa avı koruyacak olan ruha bağlılığını göstermeğe çalışır. İlk göçebe Türk devlet hayatında bir taraftan vahşî hayvan eti yenilip yaşarken, bir taraftan da avlarda kullanılan şahin ailesinden bütün kuşlar totem olarak takdis edilmekte idi. Tonyukuk yazıtında "vahşi hayvan" karşılığı olarak "tavşan" kullanılmıştır. Tersine Orhun yazıtlarında ise devlet ricalinden birinin ölümü tasvir edilirken onun ölmez ruhu, "şunkar kuşu" ruhuyla birleştiği, ifade edilmektedir. Böylece, totem haline getirilen şahinler yardımıyla avcılık, mitti bir gelenek haline getirilmiş idi. Bozkır göçeri Türk devletlerinde ve boylarında avcılık, dini merasim yaptıracak kadar bir kült değerini bulmuştur .

F.    KUT:

Kut, yalnız insanla ata mahsustu. İnsanın kutlu olması, keramet ve şahsiyet sahibi olması demektir[165]. Eski Türk devletinde siyasi iktidar kavramı, kut tabiri ile ifade ediliyordu. Bozkır Türk hükümdarı Tanrı tarafından kut ve ülüg (kısmet) ile donatıldığı için işbaşına gelebilmekte idi. Kut ile ilgili Kutadgu Bilig'de şu açıklamalar görülmektedir. Buna göre; ".... Kut'un tabiatı hizmet, şiarı adalettir..., fazilet ve kısmet kuttan doğar....Beyliğe (hükümdarlığa) yol ondan geçer..Her şey kut'un eli altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir..., ilahi (ıduk) dir. ..Beye makamım Tanrı verir. Hükümdarlar iktidan Tanrı'dan alırlar.."[166].

Eski Türkler, "kut"u gökten inen bir nur sütunu , bir "Altun Işık" suretinde tasavvur ederlerdi. Bu "Altun Işık" hangi insana, hangi hayvana, hangi şeye temas ederse, onu gebe bırakırdı. Türklerde kut, hangi şeyin üzerine konarsa onu mukaddes kılar: Kutlu Dağ, Kutlu Maral, Kut kent (Hokand) gibi[167].

Gerek savaş, gerek avda üstünlük bir "kut" tezahürü sayılıyor idi. Kazananın kut sahibi olduğu; yenilenin ve öldürülenin ise, hayatta ve Ölümünden sonra, "kut" sahibine tabi olduğu kabul ediliyordu. Avda vurulan, veya tabiat üstü şartlarda rastlanılan hayvan da bir "kut" işareti olup, ongun şekilleri doğmuştu[168].

G.   ESKİ TÜRKLERDE AT

Türkler, Hunlar devrinden beri, anasının himayesinden kurtulduğu ve ayakta durabildiği andan itibaren ömürlerini at üstünde geçirmişler ve hayatlarını bu hayvanla birleştirmişlerdi. Zira eski Türkler at üstünde yemek yer, kımız içer, toplantı ve istişarelerde bulunur ve nihayet savaş yapardı. Hun, Göktürk, Selçuklu, Moğol ve Osmanlı imparatorlukları da at üzerinde yaşayarak ve savaşarak kurulmuştu. Türkler suratlı süvarileri ve akınlan sayesinde kolaylıkla istilalara

girişiyor; uzak yakın ülkeleri fethediyorlardı. Komşu milletlerin yaya veya ağır hareket eden zırhlı ordulan ani baskın ve hücumlarla ve öne, arkaya ok atmak suretiyle şaşkına çevriliyor; daima teşebbüsün elde tutulması sayesinde düşman saflan bozuluyor, ondan sonra da son ve imha savaşı başlıyordu. Bu durum zaferlerin az bir zayiatla kazanılmasına yardım ediyordu .

At, Türk devlet hayatında kendisini VII-VIII. Asırlarda göstermeye muvaffak olmuştur. Nitekim, Lena nehri üst boylan kazılarından, Türk halklarına ait, elde edilen taş heykellerdeki at ve sancak tasvirlerinden de anlaşıldığı üzere, at bu devrin Türkleri için, ihmali asla kabil olmayan bir devlet müdafaası unsuru olmuştur. Bu tasvirlerdeki savaş atlan, kahraman süvarisine nispetle daha iyi giydirilmiş ve süslenmiştir[169] [170].

II.    BÖLÜM

İSKİTLERDE DİNİ HAYAT

A.    İSKİT'LERİN TARİHÇESİ

Orta Asya, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Ural Dağlan ile Hazar Denizi’ne kadar, kuzeyde Sibirya’dan, güneyde Çin, Tibet ve İran ülkelerine kadar uzanan oldukça geniş bir sahadır. Buradan göçler iki yoldan olmuştur. İskitler doğuda Çin Seddi’nden batıda Tuna nehrine kadar, 40. ve 50. paraleller arasında, yaklaşık 7000 kilometreden fazla bir sahaya yayılmışlardır. Bunun sonucunda çeşidi kavimler tarafından tanınmışlar ve bunların yazılı belgelerinde adlarından bahsedilerek, haklarında bilgiler verilmiştir. İskit adına ve onlarla ilgili bilgilere Grek kaynaklarında, Pers çivi yazılı metinlerinde, Asur ve Çin yıllıklarında rastîanmaktadır. Arkeolojik buluntular İskitlerin M.Ö. I. Bin yıl içerisinde Tuna Nehri’nden Çin'in batı sınırlarına kadar uzanan oldukça geniş bir sahaya yayıldıklarını göstermektedir. Bu kuzeydoğu step bölgesi yüksek Pamir, Tiyen-Şan ve Altay dağ kollarından, Batı Türkistan üzerinden batıya ve aşağı Tuna bölgesine kadar, bütün Güney Rusya'ya yayılmaktadır. Batıda Silezya'ya kadar ulaşmakta, doğuda birçok geçit vasıtasıyla doğu Türkistan ve Gobi bölgesiyle bağlanmaktadır. Bu bölgenin doğusu büyük çöl sahasıyla kaplıdır, buna karşılık batı kısmı umumiyetle verimli ve doğudan elverişlidir. Kuzeye doğru bu mekan eski zamanlarda bataklıklar ve sık ormanlarla tamamen kaplanmıştı, güneye doğru geniş alanlar Hazar denizi ve Karadeniz, geri kalan kısımlar İran'daki dağlık arazinin yükselen dağ dalgalan ve Kafkas dağ silsilesiyle sınırlanmıştır. İskitler Ön Asya’ya da yönelmişlerdir. Onların Ön Asya'ya yönelmelerinin sebebi Kimmerleri takip etme düşüncesidir. Kimmerleri yurtlarından çıkaran İskitler, bunların ardından, Kafkasları doğudan dolaşarak, Hazar denizi kıyışım takiben Derbent-Demir Kapı geçitleri üzerinden Azerbaycan'a ve daha güneye dalgalar halinde akmaya başladılar[171].

Hipokrat îskitler hakkında şu bilgileri vermektedir: İskitler ata çok iyi binerler ve savaşçı bir ulusturlar. İskit kadınlan da ata binerler ve ok ile yay kullanırlar. İskitler genellikle su kenarında, dört tekerlekli arabaların içinde yaşarlar. Yağmur ve rüzgarın girmediği bu arabaların bazılarım iki çit, bazılarım da üç çift öküz çekerdi. Hayvanların otlanmasına bağlı yaşarlar. Bİr yerde ot biterse başka yerlere göç ederlerdi. Genellikle pişmiş et yerler, kısrak sütü içerler ve sütten yaptıkları peynirleri çokça kullanırlardı. İklim nedeniyle hayvanlar küçük kalır ve gürbüzleşemezdi. Bölgeleri genellikle soğuk rüzgarlı ve karlıydı. Soğuk ve rüzgar hayvancılık için engel oluştururdu. Mevsimler arasında pek faik olmadığı için İskitler yaz kış benzer yemekleri yerler, kar ve buzların çözülmesiyle gelen sulan kullanırlardı. Çok yemek yedikleri için fazla çevik değillerdi. îskitler semizlikleri ve derilerinin tüysüzlüğüyle birbirlerine çok benzerlerdi. At üzerinde daha iye durabilmesi için çocuklarım kundaklamazlar bu nedenle boylan kısa kalırdı. İskit ırkının rengi yanık kırmızısıydı. Yunanistan'a medeniyetin ışığım getiren İskitlerdir. Yunan tarihçileri İskitlerin parlak bir medeniyetleri olduğunu, onların o devirlerde yaşayan diğer milletlerin varamadıktan derecede yüksek bilgileri bulunduğunu yazmışlardı[172] [173]. îpokrat'ın Litre tercümesinde Avrupa'da, Azak denizi taraflarında yaşayan bir İskit kavmi vardı. Bu kavmin kadınlan ata binerler, at üzerinde olduktan halde yay çekerler ve mızrak atarlar. Kız kaldıkları kadar cenk ederler, üç düşman öldürmedikçe kocaya varmazlar ve kanunun emrettiği kurbanları eda etmeden evvel kocalanyla bir arada oturmazlar. Bir kız bir erkeğe varınca -bir lüzum üzerine bütün millet silahlanmağa mecbur olmaz ise- bir daha ata binmez. Kadınların sağ memeleri yoktur. Çünkü kızlar daha çocuk iken, bu iş için yapılmış bakırdan bir aleti şiddetle kızdırdıktan sonra sağ memenin üzerine yapıştırarak, vücudun bu kısmım yok ederler. Meme bu suretle yakıldıktan sonra büyüyemez; bütün kuvvet ve bütün tagaddi aynı taraftaki omuza ve kola giderler5. îskitlerde soğuk fazladır. İskit çölü denilen yer, otlakları bol yüksek ve rutubeti az bir ovadır. Çünkü bu ovanın ortasından geçen büyük ırmaklar suyu köylerin dışarısına götürürler. îskitler buralarda yaşarlar. Bunlara göçebe derler; çünkü sabit bir ikametgahları yoktur ve arabalar içinde otururlar. Arabalardan en küçüklerinin dört tekerleği, diğerlerinin altı tekerleği vardır, bu arabalar keçe ile örtülü ve ev gibi yapılmıştır. Bazılarının bir tek odası, diğerlerinin üç odası vardır, yağmur ve rüzgar arabaların içerisine geçemez. Arabaların bazılarım iki çift, bazılarım üç çift öküz çeker. Öküzlerin boynuzu yoktur; çünkü soğuk bu hayvanlan boynuzdan mahrum eder. Kadınlar bu arabaların içinde otururlar, erkekler atla yanlarında giderler; inek ve at sürüleri de arkalarından gelirler. Bir yerde ot hayvanlarının gıdasına kafi geldiği kadar o yerde kalırlar; otların hepsi bitince başka yere giderler. îskitler pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de (hippace) denilen peynir yaparlar. İskit memleketi ay yıldızının ve Ural dağlarının altında bulunur. Bu dağlardan şimal rüzgarı eser. Güneş bu memlekete ancak yazın günlerin en uzun olduğu vakit yaklaşır, o vakitte orayı az zaman ve az kuvvetle ısıtır. Sıcak mıntıkalardan esen rüzgarlar oraya nadir olarak ve kuvvetsiz gelirler. Bilakis orada, Ural dağlarından hiç eksik olmayan kardan, buzlardan ve fazla derecede rutubetten dolayı soğuk ve insanların o dağlarda yaşamasına mani olan küçük ayı rüzgarı vardır, kış orada daima hakimdir, yaz ise pek az gün devam eder, zaten pek de sıcak olmaz. Bu yüksek ve çıplak ovaların üzerinde dağlar yoktur, ovalar gittikçe yükselerek şimale kadar giderler. Orada büyük cüsseli hayvanlar hiç doğmaz, hayvanlar toprak altına saklanabilecek surette küçük cüsseli olurlar; büyümelerine mani olan şey kışın soğuğu ve otlan örtemeyen, muhafaza edemeyen toprağın çıplaklığıdır. Mevsimlerde ne büyük ne de şiddetli değişiklik olmaz, mevsimler arasındaki fark pek azdır; îskitlerin birbirlerine benzemeleri bundan ileri gelir. îskitler yaz, kış aym yemekleri yerler, aym elbiseleri giyerler. Rutubetli ve ağır bir hava teneffüs ederler, kardan ve buzlardan gelen sulan içerler ve çalışkan bir hayat için lazım şartlardan uzak yaşarlar. îskitler ağır vücutlu olurlar, semizliklerinden mafsalları belli olmaz. Bünyeleri ratıptır, çevik değildir. Vücudun boşlukları, en ziyade karom alt kısmmdakiler ahlat ile doludur. Çünkü öyle bir memlekette, öyle mizaç ile, öyle bir iklimde karom yabis olması mümkün değildir. îskitler semizliklerinden ve derilerinin tüysüz olmasından dolayı birbirlerine, erkekler erkeklere, kadınlar kadınlara benzerler4. îskitlerin ekserisinde, göçebe olanlarının hepsinde, omuzlarında, kollarında, bileklerinde, göğüslerinde, kalçalarında, boş böğürlerinde dağlamalar bulursunuz. Bu adetin bir tek sebebi vardır ki o da İskitlerin bünyelerinin rutubeti ve gevşek olmasıdır. Bu gevşeklik onların yaylarını germeğe ve mızrağa omuzlarıyla dayanmağa mani olur. Halbuki, dağlama oynak yerlerinde rutubetin fazlasını giderir, azaya daha ziyade kuvvet verir, daha ziyade beslenmesine sebep olur ve daha ziyade kabarıklık verir. İskitlerin vücutları gevşek ve bodur olur; çünkü evvela çocukları kundaklamazlar, İskitler at üzerinde daha iyi durabilmek için kundak usulünü istemezler. Ondan sonra da kapalı yaşarlar. Erkek çocuklar ata binecek hale gelmedikçe zamanlarının çoğunu araba içinde oturmakla geçirirler ve göçebe ahalinin göçlerinden ve dolaşmalarından dolayı pek yürürler. Böyle tabiatta adamların zürriyeti pek çok olamaz. Erkeklerde -bünyenin rutubetinden, kanun gevşekliğinden ve soğukluğundan yani inşam zürriyete Salih olmaktan çıkaran şartlardan dolayı- aşk zevklerine karşı temayülü azdır5. Bundan başka İskitler daima ata bindiklerinden erkeklik kuvvetinden kaybederler. Erkekler için az zürriyetli olmanın sebebi bunlardır. İskitler arasında kısırlığa tutulmuş bîr çek erkek bulunur. Bunlar kendilerini kadın işlerine mahkum ederler ve kadınlar gibi konuşurlar. Onlara kadınlaşmış (anandrieis) derler. Yerliler bu akametin sebebim, ilaha atfederler, bu gibi erkekleri tebcil eder, onlara tapınırlar, herkes kendisinin de Syte bir derde tutulmasından korkar. İskitler kısırlıklarım şu suretle tedavi ederler: Hastalığın başlangıcında iki kulaklarının arkasındaki kara kan damarını açarlar. Kan aktıkça dermansızlıktan uyku gelir ve uyurlar. Sonra uyandıkları vakit bazısı iyi olmuştur, bazısı olmamıştır. Bu tedavi tohum suyunu değiştirir. Çünkü kulakların arkasında bir takım damarlar vardır kİ kesilince, bu ameliyatı geçirenlerde zürriyct hassası kaybolur. İskitlerin kestikleri de o damarlardır. Bu damarlar kesildikten sonra, bir kadının yanına gittikleri vakit onunla münasebette bulunamazlar ise evvela bunu pek merak etmezler ve sakin kalırlar. Fakat iki, üç yahut daha çok defa muvaffak olamayınca ilaha karşı bir günah irtikap ettikleri zannına düşerek dertlerini de ilaha atfederler ve kadın elbisesi giyerler. Kısırlıklarım ilan ederler. Bundan sonra kadınlar gibi yaşarlar ve kadın işlerini görürler. Bu hastalık, iskitler arasında en aşağı sınıftaki erkeklere değil, necabetlerinden ve zenginliklerinden dolayı en kudretli olanlara musallat olur. Sebebi biniciliktir. Fukara olanların hastalığa daha az tutulması onlarm ata binmemelerinden ileri gelir. Eğer bu hastalık ötekilerden daha ziyade ilahtan gelmiş olsaydı İskitlerin en necip ve en zengin olanlarına münhasır kalmaması, her sınıftan halka müsavi derecede musallat olması, hatta- ilahların insanların hediyelerinden hoşlandıkları ve bu hediyelere karşı lütuf ile mükafat ettikleri doğru ise mallan az olduğu için, hiç kurban kesemeyenlere tercihen musallat olması lazım gelirdi. Çünkü zenginler çok kurban kesebilirler, ilahlara hediyeler takdim edebilirler, servetleri sayesinde ilahlara tazim gösterebilirler. Halbuki fakirler ihtiyaçlarından dolayı kurban kesemezler, ilahlara aynı derecede tazim gösteremezler. Hatta fakirliklerini ilahlara atfederler. Şu halde öyle günahların cezası da zenginlerden ziyade fakirlerin üzerime düşmek lazım gelirdi. Her gün ata binmek her nerede varsa bir çok kimselerin oynak yerleri tıkanır, kalça sızısına, karasu hastalıklarına tutulurlar ve zürriyete Salih olmaktan çıkarlar. Bu hastalıklar İskitlere musallat olur ve erkekleri en ziyade kısır olurlar. Kısırlık sebeplerine şunu da ilave ediniz ki, tskitfer daima şalvar giyerler, hemen daima at üzerinde ölürler. Ellerini vücutlarına götürmeleri kabil değildir. Soğuktan ve yorgunluktan dolayı kadınlarla münasebet arzusunu unuturlar ve böyle münasebete teşebbüs ettikleri vakit erkeklik kudretini kaybetmiş bulunurlar[174].

Çin kaynaklarına istinaden tarihin eski Türk devleti olarak M.Ö.MHI. yüzyılda mevcut olan "Hiyung-nu'lar, yani 'Türk-Hunlar kabul edilmekle beraber, bazı Türk zümrelerinin, Türk'ün ana yurdu sayılan Altay-Hazar-Yayık sahasından, muhtelif amillerin tesiriyle milattan çok yüzyıllar önce doğu, güney ve batı istikametlerinde yayıldıkları kuvvetle muhtemeldir. Mühim bir kısmı Türk kabilelerinden teşekkül ettiği anlaşılan îskitler (Sakalar)'in M.Ö. VI-IV. Yüzyıllarında, orta Dnepr ve Dnestr sahasındaki bazı Slav zümrelerini hakimiyetleri altında bulundurdukları uzak bir ihtimal sayılamaz. İşkillerden sonra (M.Ö. IV-L Yüzyıl) Karadeniz'in şimalindeki bozkırların efendileri olan Sarmalların, hiç olmazsa bir kısmı Türk’tüler; bunların orta Dnepr ve Karpatlar'a kadar uzanan sahayı ellerinde bulundurduklarına göre Slav kabilelerinden bazılarının Türk tesirine maruz kalmış olduğuna hükmedilmektedir[175]. Pers kralı Darius, denizin ötesindeki Sakalar'a karşı bir sefer yapmayı planlamıştır. Anadolu üzerinden harekete başlayan Darius, Sanroslu Mandrosle tarafından inşa edilen bir köprü üzerinden İstanbul boğazım geçerek, Trakya içlerine doğru yönelmiştir. O, mezar yazıtında bildirdiğine göre, "denizin ötesindeki Sakaların üzerine yürümüştür. Darius yoluna devam ederek, Don nehrini geçmiş ve Yorgaya doğru ilerlemiştir. İskitler ise, onun önünde geri çekilmiştir. Pers kralının, Tuna nehri üzerindeki köprüyü savunmaları için İyonlılar'a verdiği altmış günlük süre hızla dolarken, onun askerleri bu yararsız kovafamacadan yavaş yavaş bıkmaya başlamışlardır. Ancak, İskitler doğuya doğru geri çekilmeye devam etmiştir. Bu durum karşısında cam sıkılan ve bir sonuç alamayan Darius, İskh kralı İdanthyrsos’a bir haber göndermiştir. İskit kralına kendini güçlü hissediyorsa kaçmayarak savaşa girmesini, eğer kendisinde o gücü görmüyorsa, huzuruna çıkarak haraç olarak toprak ve su getirmesini istemiştir. Bunun üzerine İskit kralı da Darius'a bh cevap verme İhtiyacım duyarak, ondan korkmadığım, kendilerinin kentleri ve dikili ağaçlan olmadığından dolayı savaşa girmek istemediğini; fakat atalarının mezarlarım bulurlarsa, o zaman savaşacaklarım bildirmiştir. îskitlerle savaşma fırsâd bulamayan Darius geri çekilmeye karar vermiş ve askerlerim köprüye kadar getirerek, Tuna nehrini geçirmeye muvaffak olmuştur. Böylece, Darius felakette kurtulmuştur5.

1.    îskitlerin Menşei: îskitlerin menşei meselesi üzerine yerli ve yabancı araştırmacılar inceleme yapmışlardır. îskitlerin menşei meselesi ile uğraşan E. Mînns, H.Triedler, Laufer, Zeki Velidi Togan, İlhami Durmuş gjbi araştırmacılar îskitlerin hakim tabakasının Türk olduğu kanaatindedirler. îskitlerin hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ahlakları hakkında Hipokratus tarafından verilen malumat Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanların aynıdır. Akideleri, defin merasimleri ve adadan Altayhlarınkinin aynıdır. Bunlar Türk "derme evlerinde, yanı keçeden mamul kubbeli çadırlarda (çoğunca bunların tekerleklilerinde) yaşamışlardır. Skitler Türk kavimleri gibi kımız içerler ve sütü kurutarak "kurut" yaparlardı; akideleri şsafHani idi; yabancılara karşı müdafaası zahmetli ve iç niza'ların başlıca sebebi diye

8       İlhami DURMUŞ: "Anadolu'da Kinunerler ve İskitler", Belleten, LXI/230, (Ankara: TTK Basımevi, Nisan 1997), 284; Ekrem MEMİŞ: "îskitlerin Uyguladığı Harp Taktiklerinin Diğer Milletler Üzerindeki Etkileri Ve Günümüzdeki Belirtileri", Türk Kültürü. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan. XXV/293. Ankara (Eylül 1987), 571 mal-mülk toplamaktan kaçınırlardı. Düşmanlarına karşı mertçe savaşan, dahilen feragat sahibi, samimi, sade insanlar diye tanıdıkları Skitlerden Homeros ve diğer bazı eski Yunanlılar "kımız içer, emlaksiz Skitler" diye idealize ederek bahsetmişlerdir (Strabon, VII, 3, S.9)[176]. Bazı otoriteler İskitlerin İrani, bazdan Slav ve bazıları da Ural-AItay ırkına mensup olduklarım belirtmişlerdir. İskitlerin İrani oldukları nazariyesini savunanlar İskit ve Iran dinini karşılaştırarak bu iki din arasında bağlantı kurmaya çalışmışlardır. Bu nazariyeyi savunanların başında Albert Herrmann gelmektedir. Bu bilim adamı Pamir Sakaları olarak adlandırdığı grubun doğu İran kökenli olduğunu dillerinin gösterdiğini ileri sürmektedir. Kretschmer de İşkillerle Iranlılar arasında kültürel yakınlık bulunduğunu belirtmektedir. Junge ise, Sakalarla Perslerin yakın akraba kavim olduklarım ve Hint Avrupailiklerini kabul etmektedir. Von der Oskten de iskitlerin çoğunluğunun Hint Avrupai soydan ofeştuğunu belirtiyor. Potratz ve Rostovtzeff de İskitlerin irani bir kavim olduğu görüşünü ileri sürüyor. Grousset de İskitlerin İran ırkına mensup olduklarım belirtiyor. Zabelin, Kul-Oba'da bulunan İskit vazolarındaki resimlerden harekette f

İskitlerin Slav olduğunu ispat etmeye çalışmıştır. Bu resimlerdeki elbiseler ile Rusların elbiseleri arasında bağlantı kurmaya gayret etmiştir. Mannert ve Cuno İskitleri Slavların ataları olarak görmüşlerdir. Grigoriev, fiovaiski gibi Rus bilim adamları onların Slav orijinli olmaları gerektiğini ileri sürmüşlerdir. B.G.Niebuhr, İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup oldukları görüşündedir. Niebuhr, İskitlerin Tatar veya Moğol kavimlerinden oldukları fikrini ileri sürmüştür. Dayandığı esas, İskitlerle Tatarların örf ve adetlerindeki benzerliklerdir. Grote de aynı görüştedir. Neumann da aynı görüşü taşımaktadır. Kiepert ise, Orta Asya'dan Güney Rusya'ya gelen İskitlerin gelenek ve göreneklerinin atlı kavimlerin göçebe hayat tarzına uyduğunu belirterek, bunların Moğol yada Türk-Tatar ırkından olduklarım ileri sürmüştür. Nagy dc İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim olduğunu belirtmiştir. Mbrdtmann, Kuun, Minns İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup olduklarını kabul etmektedirler. Franke de İskitlerin Türklüğü fikrindedir. Meyer, Oxus, Jaxartes, Huntiford, Ruben de İskitlerin Türk olduklarına inanmaktadırlar. Von der Osten de İskitlerin içinde Türk topluluklarının varilim kabul etmektedir. Molla Mehmed El'abeşi, "Türk uruglarından ve dünyanın büyük eski kavimleri zümresinden biri İskit Türkleridir" diyerek İşkillerin bir Türk kavmi olduğunu kabul ediyor. Arsal, Günaltay, Togan, Kırzıoğlu, Guboğlu, Durmuş İskitlerin Türk olduğunu kabul etmektedirler[177] [178] [179] [180].

2.   İskit Sanatı: İskitlerin sanatı "hayvan üslubu" denilen üsluptadır. İskitlerin sanatım Sovyet bilgini M.LArtamanov şöyle vasıflandırır: "Altay bölgesinin eski sanatında görülen süsleyici motifler geniş ölçüde o bölgedeki hayvanların gerçek şekillerinden esinlenmiştir. Bu şekiller ve hayvanların dövüşmesini gösteren sahneler Karadeniz sahillerinde yaşayan İskitlerin de kullandıkları hayvan üslubu ile akrabalık göstermektedir"

B.    İSKİTLERİN DİNİ İNANCI

İskitlerin dinleri hakkındaki bilgilere Grek kaynaklarından ulaşmaktayız. Grek kaynaklarının verdikleri bilgjler ise oldukça az olup yetersizdir.

İskitler, diğer soydaşlan Sarmatlar gibi, Med-Pers inançlarım yavaş yavaş değiştirecek olan tarihi Zerdüşt dinine, Zerdüştlüğün yarattığı yemliklere yabancı kalmışlardır. Bu İşkillerden bize Kul-oba ve Voronej'de adeta konuşan portreler resmedilmiş Grek-İskit vazolan kalmıştır. Persepolis'teki kardeşleri Sakalar gibi sakallı ve düzgün saçlı, kulaklarım bozkırın sert rüzgarından koruyan sivri uçla külahlı, kuzenleri Medler ve Persler gibi bol elbiseli, iç gömlekli ve geniş pantolonludurlar. Yayın en fazla tercih ettikleri silah olması gibi at da -Çertomlik kurganında bulunan gümüş testi üzerine resmedilmiş harika bozkır atı- yanlarından ayrılmayan arkadaşlarıdır72. Massagetlerin dini politeist (çok Tanrılı) değildi. Tanrı olarak güneşi tanıyorlardı. Heredotos’un ifadesiyle "Tanrıların en hızlısına, ölümlülerin en hızlısı olan atı kurban ediyorlardı**3.

1.    İskitlerde Şamanizm: iskitler batıl inançlara sahip olan bir kavimdi. Büyüye, sihire ve tılsımların gücüne inanırlardı. İskitler hakkında önemli bilgiler edindiğimiz Herodot, îskitlerin bu durumları hakkında şu bilgileri vermektedir: "İskit büyüsüne, dininden fazla önem vermiştir. îskitlerin rahipleri yoktu, bunların yerine söğüt dallarından hakikati söyleyen büyücüleri (şamanlar) vardı. Şamanlar arasında erkekliği gelişmemiş olan Enareler, yani "hadımlar" önemli mevkiler kazanırlardı. Tiz bir sesle konuşan ve kadın elbiseleri giyen bu şahıslar erkeklik uzvunun eğrilmesi ile kendini gösteren bir "kadınlık hastalığından" muzdariptiler. Skolot'lar, Enareler'in M.Ö.VII. asırda, Mısır'dan dönerlerken, Askalon'daki Darketo mabedini yağmaladıktan için, "Büyük Tanrıça" tarafından "kadınlık hastalığı" ile cezalandırılan îskitlerin soyundan olduklarına inanırlar. Bunlar Sibirya'nın cinsiyet değiştirmiş Şamanlan ile aynıdırlar. îskitlerin, had safhada batıl inançlara bağlıdırlar. Buna bir örnek: Hükümdarın hastalanmasının sebebinin, kavmin, kralın kalbi üzerine yeminli fertlerinden birinin, yalan yere yemin ederek, kralın üzerine hakarete uğramış Tanrının intikamım çektiği, inancıdır. Büyücülerin, kehanetlerine dayanarak böyle bir suçla itham ettikleri bir İskitli, ancak başka büyücüler, meslektaşlarının ithamının "yanlış olduğu" iddiasında bulunurlarsa, kurtulmayı ümit edebilirdi. Yoksa, suçlunun kafası koparılır ve malı mülkü kendini katledenler tarafından paylaşılırdı. Herodot'un verdiği bilgilere göre; krala yanlış bilgi veren büyücülerin cezalandırılmaları şu şekilde tasvir edilmektedir: "îskitlerin idam tarzı şudur: Bir arabaya odun doldurulur, daha sonra arabaya öküzler koşulur. Ayaklan birbirine, kolların arkalarına bağlanan ve ağızlan tıkanan büyücüler, odun yığınının üzerine atılırlar. Daha sonra odunlara ateş verilir ve ateşten ürken öküzler hareket eder. Bir çok defalar öküzler de, büyücülerle beraber yanmaktadır. Büyücülere verilen bu cezaya, eğer varsa, erkek çocuklan da dahil edilmekte, sadece kızların yaşamasına müsaade edilmektedir. Öküzler onlan, koşum kayışlan yanıp, kendilerini kurTanrıcaya kadar sürüklerlerdi. Böylece, "şerefsizce" sihirbazlık suçu, ateşle temizlenir ve toprağın üzerine saçıhrd?4. [181]


îskitlerde ruha inanış düşüncesi köklü bir geleneğe bağlıdır. İskitler, hayadan boyunca tabiatla mücadele içinde ve kaynaşma içinde bulunmuşlardır. İskitler karşılaştıktan korkunç ve garip tabiat olaylarım ruhlara atfetmişlerdir. Bunlar iyi ve kötü ruhlardır. İskitlere göre mukaddes addettikleri ve tapındıklan her cisim bir ruh taşımaktadır. Greklerle temastan önce İskitlerin dininde Şamanizm'e ait unsurlar bulunmaktadır. İskit dininde Şamanizm ile beraber görünen unsurlar aynen, Türk- Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır. İskitlerin inandıklan ruhlar ve Taunlar aleminin eski Türk dininde bulunan motiflerle benzerlikler İskitlerin Türklüğüne işarettir13.

Şamanhk Iskitierde vardı. Şamanlar, umumiyetie kehanette bulunmak, büyü yapmak ve kurban kesmek gibi çeşitli işler yapmaktaydılar. Fakat bu işleri şaman olmayan kimseler de yapabilmekteydiler. Hakiki Şaman’a ancak ruhlarla temasa geçebilmek suretiyle halledilebilecek meselelerde müracaat edilmekteydi. İskit toplumunda Şamanların önemli bir yeri vardıw.

İskitler keyiflerine düşkün yaşamaktadırlar. Keyif verici içkileri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Hatta İskitler» keyif verici olan içkileri dini yaşam üe bağdaştırmışlardır. Keyiflerine düşkün olan İskitler içkiye ve eğlenceye düşkündürler. Bu tutum, Ari kavimlerde "dini" mertebeye kadar yükselmiş ve bundan sonra "Soma Kültü" doğmuştur. Sona, insanları sarhoşken etkisi altına alan bir "Tanrı" veya "Tanrısal Kuvvettir"; "insanın zihnini açar ve büyük işler yapmaya güçlü kılar» yaşama sevinci» ölümsüzlük ve yeni nesiller verir" . Bu duruma göre İskitler keyif verici maddelere düşkündürler ve bunu dini bir hüviyete büründürmüşlerdir. [182] [183] [184]

C.    ÎSKİTLERDE DİNİ İNANCA BAĞLI ADETLER

1. Kurban : İskitler Taunlarına her çeşit hayvanı adamakta ve kurban etmektedirler. (Arese yapılan insan kurbanından maada) Sığır ve at itibar edilen kurban hayvanlarıdır. Herodot, kurban merasimleri hakkında şöyle devam etmektedir: "İskitlerin kurban merasimleri her yerde aynıdır. Kurbanlar, ön ayaklan bir iple bağlı olarak dururlar, kurbanı yapacak şahıs da onun arkasında yer alır ve elinde tuttuğu ipi çekerek hayvanı yere yıkar. Hayvan yere düşünce, kurbanı hangi tanrıya takdim ediyorsa ona dua eder, sonra hayvanın boynuna bir kement geçirir ve bu kemendi bir değnek parçası ile çevire çevire sıkarak, hayvanı boğar. Buralarda ateş yakılmaz, takdis merasimi yapılmaz ve kutsal su saçılmaz. Fakat hayvanın boğulması üzerine, kurbanı takdim eden kimse onun derisini yüzer ve pişirmeğe başlar”. Yine Herodot'un verdiği bilgilere göre; "İskitler, hayvanların her çeşidini kurban olarak takdim ederlerse de umumiyetle atlan tercih ederler". Herodot'un verdiği bilgiler içerisinde "İskitlerin domuzu kurban olarak kesmedikleri ve domuzlan memleketlerinde yetiştirmek istemedikleri " bilgisi de bulunmaktadır[185]. İskitlerin kurban törenleri oldukça görkemlidir. îskitlerde Tanrılara dua edildikten, sonra kurban kesilirdi. Kendilerine özgü kurban etme yöntemlerinin yanı sıra civar kabilelerle aynı usullerle de kurban ederlerdi. Kurban olarak bütün hayvanlan ve özellikle at keserler.

Şemseddİn Sami'nin verdiği bilgiye göre İskitlerin kurban merasimi şu şekildedir: İskitlerin çok alihesi var idiyse de yalnız cümlesinin büyüğü ad olunan harp ilahına mahsus mabedleri var idi. Bu mabede 1800 kadim dol ve arzında çalıdan yapılmış bir çit ile çevrilmiş mandıra gibi bir şey idi. Beher sene tamir için mabede elli araba çalı götürürlerdi. Ortasında diğer bir mürebbi dairesi var idi, ki İskit akvamının her biri demirden eski bir kılıç götürüp, harp ilahına hediye ohnak üzere, oraya asardı; beygir vesair hayvanattan kurbanlar da keserlerdi. Muharebelerden aldıkları esirlerin de yüzde birini bu ilahlarına kurban ederlerdi. Kurban edecekleri adamların başına şarap döktükten sonra, kendilerini mabedin iç dairesi yanma götürüp, boğazlar ve kanını bir kabın içine akıtarak, asılı bulunan kılıçların üzerine dökerlerdi; sonra kurbanın sağ eliyle sağ kolunu kesip, havaya atarlardı ve bedenini bulunduğu yerde, eliyle kolunu da düştükleri yerde bırakıp giderlerdi[186] [187].

Kurban, bütün Tanrılara aym biçimde sunulur. Yalnız Ares ayn bir tapınma konusudur. Her bölgede, toplantı yerlerinde bu Tanrı adına, şu örnek üzere bir tapmak yükselir: Üç stad (1 stad=177,6 metredir) eninde ve üç stad boyunda bir alana (Aşağı yukan 300000 Metrekarelik bir alanı kaplamaktadır), üç staddan az yüksek ve ince dallardan yapılma demetler yığılır. Tepesi, eni ve boyu eşit dörtgen bir terastır; üç yanı dimdik iner, üstüne dördüncü yandan çıkılır. Her yıl yüz elli araba dolusu yetti odun getirilip yığına eklenir. Çünkü fırtınalar yüzünden sürekli olarak çöker. Bu küçük tepenin en üstüne demirden yapı51ma bir pala dikilirdi, bu pala çok eski olduğu için her bölgeden saygı görür ve Ares heykeli işte budur. Bu palaya her yıl sürü hayvanlan kurban edeceklerdir ve tabii at, öbür hayvanlardan daha cömertçe kurban edilecektir. Savaşta esir aldıkları zaman, bunların yüz tanesinden birifii kurban ederler, ama hayvanlar için yapılan töreni yapmazlar. Başının üzerine şarap serperler, kafayı bir lenger üzerinde keserler, lengeri odun bağlarının tepesine taşıyıp içinde bulunan kam palanın üzerine boşaltırlar. Yukarda olan budur; o sırada aşağıda kutsal tepeciğin yanında şu tören yapılın kurban edilen adamların sağ kollarım, elleriyle beraber, omuz başlarından keserler, gökyüzüne doğru fırlatırlar, öbürlerini de, kurban ettikten sonra giderler. Kol nereye düştüyse orada, gövde de bir başka noktada, olduğu yerde kalır29.

2.    Tapınma: Ata mezarına sürekli olarak saygı duyulmaktadır. Herodot'a göre, îskitler atalarının gömüt yerini bulmadıkça Darius'la savaşmayı reddetmektedirler. Bu durumda şunu demektedirler "Mezara hakaret etmeyi dene. O zaman onu korumak için savaşıp savaşmayacağımızı anlamış olacaksın". Bu saygı ve kurbanlarla kanıtlanan atalara tapma adeti, resmedilmiş veya yontulmuş tasvirlerin yapılmasından da anlaşılmaktadır. Bu tasvirlerin bir çoğu kadınlara aittir ve dolayısıyla kadınla ilgili bir ata tapıcı mevcuttur; bu nokta özgünlükten yoksun değildir, çünkü "çok az kadının ataya tapınma adetine konu olduğu " kabul edilmektedir[188].

îskitlerde savaş tanrısını yere çakılmış bir kılıç temsil ederdi. Bu kılıca kırın ortasında tapılmaktadır[189].

3.    îskitlerde Falcılık: Herodot'un verdiği bilgilere göre "îskitya'da büyücüler pek çoktur ve bunlar söğüt dallarına bakarak gelecekten haber verirler. Bu dallardan, büyük bir yığın toplanarak getirilir ve büyücü bunları evvela birleştirir ve sonra dallan teker teker ele alarak istikbalden söz eder. Bunu yaparken dallan tekrar toplayarak bir yığın yapar. Bu çeşit büyücülük, îskitya’nın hemen her evinde (her taîafinda) yapılmaktadır. Enareler'in yani kadına benzer erkeklerin, Aphrodite'den öğrendikleri, diğer usulleri vardır. Enare’ler İskitlerin dini falcılıkla görevli rahiplerinin adıdır[190]. Bunlar, ıhlamur ağacının iç kabuklarını kullanarak ve bu kabuğu üç parçaya ayınp ve bunları parmaklarına dolayarak, sonra da çözerek kehanetlerini anlatırlar. Büyücülerin İskitler arasında, mevkii pek o kadar büyük değildi: Bunların en çok şeref verilenleri bazı belli ailelerden gelirdi[191]. Halk hekimliği îskitlerde gelişmiş durumdadır. İskit hekimleri ıhlamur yaprağına bakarak bir hastalığın geleceği hakkında haber verirlerdi. Buna göre hastanın tedavisi uygulanırdı. Kendi aralarında geliştirdikleri bu yöntem halk arasında yayılma imkanı bulmuştur. Bu da îskitlerde falcılığın gelişmesine olanak sağlamıştır.

İskit Kralı hastalandığı zaman, en iyi üç falcıyı getirtir, onlar da fala bakarlar. Genellikle söyledikleri filan yada falanın kral hanedanı üzerine yalan yere yemin ettiğidir. İskitler arasında, önemli konularda, kral hanedanı üzerine yemin edilmesi adettir. Falcıların yalan yere yemin etmekle suçladıkları adam hemen yakalanır, tek başına kralın huzuruna çıkarılır; falcıların yanında kendisine anlatılır kİ, btmhr sanatları sayesinde onun kral hanedanı adına yalan yere yemin etmiş olduğunu ve kralın bu yüzden hastalandığını meydana çıkarmışlardır; o inkar eder, hiç yalan yere yemin etmediğini söyler, gücenir. İnkar üzerine kral bunların iki katı kadar falcı getirtir; eğer bunlar da bilimlerine danışıp, yalan yere yemin suçlamasına katılırlarsa hemen kafası kesilir, van yoğu ilk falcılar arasında kur'a çekilerek paylaşılır, eğer sonradan gelen falcılar adamı suçsuz çıkarırlarsa, bir daha, sonra bir daha yem falcılar getirilir. Eğer sonunda çoğunluk sanığı temize çıkarırsa ilk gelmiş olan falcılar ölüme mahkum edilirler. Bunlan şöyle öldürürler: Bir arabaya çalı çırpı doldurulur ve öküzler koşulur; falcılar, ayaklan bağlı, elleri arkadan bağlı, ağızlan tıkalı olarak arabaya bindirilir, odunların içerisine konur; ateş verilir, sonra öküzler kovalanır, hızlı koşsunlar diye ürkütülür. Çoğu zaman falcılarla birlikte öküzler de yanarlar; kimi zaman da arabanın oku alevlerden yanıp kopar, öküzler her yanlan yanık içinde kaçarlar. Falcıların başka nedenlerle de aynı şekilde yakıldıktan olur ve adlan yalancıya çıkar. Kral, birisim öldürdüğü zaman çocuklarım geride bırakmaz; oğlan çocuktan da beraber öldürtür, kızlara dokunmaz25.

4. îskitlerde Ant içme: İskitler, dini adet ve ananelere büyük önem verirlerdi. Onlar için kan kardeşliği oldukça önemliydi. Bundan dolayı büyü ile birlikte yemin ederler ve kan kardeşliği için ant içerlerdi. İskitlerin ant içmeleri dini ayin şeklinde gerçekleştirilirdi. Herodot'un verdiği bilgilere göre, "İskitler arasında, yemin etmek için bir takım merasimler yapılır. Bir büyük toprak kabın içerisine şarap dökerler. Sonra, yemin edecek olan taraflar, bir bıçak ile derilerini yanp, kanlarım bu şarabın içerisine akıtırlar. Kanlı şarapla dolu kabın içerisine bir hançer, birkaç ok, bir savaş baltası ve bir mızrak daldırırlardı. Bu merasim bittikten sonra bir dua okuyup, yemin ederler ve nihayet taraflar ve yakınlan bu içkiyi içerlerdi26. Buradaki kimselerin reisi de aynı şekilde hareket ederdi. "Kan karıştırmak" ve "kam içmek"; hukuki anlaşmaların ve kan bağlılıklarının yapıldığı yeminin en eski örneği îskitlerde görülmektedir. Bunun bağlayıcı karakterini Lucian'daki Toxaris hikayesi açıklamaktadır; "Sarmatlar tarafından esir edilen İskitli Amizokles'in arkadaşı [192] [193]

Dandamis -yaptıkları kan yeminini hatırlayıp- onunla birlikte körü körüne, aynı tehlikeye kendini atmıştır". Güney Rusya'da, kurganlarda, bu anane ile alakalı pek çok kıymetli eser ele geçirilmiştir. Kul-Oba'da bulunmuş bir altın varak üzerinde bir îskitli, sağ elinde fazla süslü ve kıymetli madenden yapılmış olarak hem Kul-Oba'da hem de Voronez kurganında ve daha bir çok yerlerde sık sık rastladığımız, böyle bir "kan çanağı" olabilecek dini karakterli bir kap tutmaktadır. Sol eli ise, bir ok çıkarmak için, "Okdanhğa” uzanmıştır. Yine Kul-Oba'da bulunmuş olan başka bir altm kabartma üzerinde, birbirine sarılmış iki Îskitli, tek bir kaptan bu "mukaddes kan içkisini" içmektedirler. Aym sahneye Solocha kurganında bulunmuş olan bir altm plaka üzerinde de rastlamaktayız27.

Bir İskit, öldürdüğü ilk düşmanının kanım bir kupaya doldurup içer; savaşta öldürdüğü herkesin kafesim kesip krala götürür; zira, ancak kafa götürürse ganimetten pay alabilir; yoksa, hiçbir şey vermezler. Yılda bir, her vali, kendi bölgesinde bir krateros içerisinde su ve şarabı karıştırır, bir düşman yenmiş olan her îskitli gelir içer; böyle bir başarıya sahip olmayanlar bu onur şarabından içemezler; hor görülür ve kenarda kalırlar, bu hal en ağır hakarettir. Buna karşılık çok sayıda düşman öldürmüş olanlar iki kupayla gelir ve üst üste içerler*[194] [195].

D.    İSKİT TANRILARI®;

îskitlerde Tanrı yada Tanrılar antropomorflaştınhnamışlar (insan şeklinde tasavvur ve tasvir edilmeme) ve kült ( tapımla ilgili) heykeller yapılmamıştır. Dolayısıyla İskit Tanrılan için tapmaklar da inşa edilmemiştir[196].

İskit Tanrılan, M.Ö.IV. asırdan itibaren belirli normlar kazanmaya başlanış w bu arada, kuvvetli Grek tesirleri ile, Grek Tanrılar panteonunda görülen "mitolojik" şahsiyetler de "Tanrılar alemine" dahil edilerek benimsenmişlerdir. Grek kaynaklarında, Herodot ve diğerlerinde, İskit Tanrıları şu sırayı takip ederek, takip edilmişlerdir:

a.     Tabiti: Ana Tanrıçadır. İskitler asil ibadetlerini bu "Büyük Tanrıçaya" yapmışlardır. Herodot Tabiti'yi Greklerin "Ocak Tanrıçası", "Hestia=Vesta" ile bir tutmaktadır. Tabiti aynı zamanda çadırın koruyucu Tanrıçası idi. "Canavarların Tanrıçası" olarak da takdis gören Tabiti, "Sülale veya Aile Tanrıçası" vasfina da haizdi. Sanatlarında yalnız onun figürü tasvir edilmiştir. Bronz çağında, Urallar ve Dinyeper nehri arasındaki bölgede, pişmiş topraktan küçük figürinleri pek yaygındır. Bu küçük figürinlerle, Elam, Babil ve Mısırda asırlarca sonra yapılmış olanlar arasında büyük bir benzerlik görülmektedir. Kırımda bulunan "Büyük Tanrıça"nın tasvirleri M.Ö. IX. Asım az öncesine tarihlendirilmektedir. Bazen, kollan arasında bir çocuk taşırken, ayakta tasvir edilmiştir. Oysa bu Tanrıça, îskitiere hiçbir zaman "anaerkiHigi" tecessüm ettirmediği gibi daha o sıralarda "Bereket Tanrıçası"nı da temsil etmemekteydi. İskitler, bu yerli Tanrıçayı benimsemişler ve kendi bünyelerine göre ona ibadet etmişlerdir. Taman yarımadasında yaşayan iskitler, yabancıların sahillerine ayak basmalarına şiddetle karşı çıkarlar ve yakalayabildikleri İonyah denizcileri, bu "Büyük Tanrıça"ya kurban ederlerdi. Kazaya uğrayan gemicîîemı Taurerler tarafından kurban edilmelerini Herodot bir adet olarak anlatmaktadır. Bu Tanrıça, İskit at süslerinde çok sık olarak yan insan, yan hayvan (yılan gövdeli) şeklinde tasvir edilmektedir. Tabiti, İskitlerin siyasi koruyucusudur. Kral kudretinin, îskitlerde ne şekilde mütalaa edildiğini gösteren M.Ö. IV ve IH. Asırlara ait bir çok. eserler mevcuttur. Bilhassa, kudretinin sembolleri olan ryhton ve asayı Tabiti’nin dinden alan kral tasvirleri çok önemlidir. Kralın, tebaası üzerindeki kesin ve mutlak idaresi "Büyük Tanrıça"mn ilahi kudretinin himayesi altodadır. Tabiti, "hayvanlar hakimesi ” olarak da tasvir edilmektedir. Yırtıcı hayvanlar arasında, anti tetik olarak ayakta ve bu hayvanlan tutarak zapteden tasvirleri vardır.

b.    Grek yorumlandırmalarına göre diğer Tanrılar:

Papaios=Zeus=Gök Tanrısı; bulut, fırtına ve yağmur, gök gürültüsü île yıldırımın yaratıcısı, öreklere göre, Tanrılar aleminin yöneticisi ve başı.

Apaia=Hera=Göğün Tanrıçası olarak ay ve yıldızların sembolü; fırtına ile sise ve yıldıranlara da hükmedebihnekte. Evliliğin ve evlilikte kadın haklarının savunucusu. Aynı zamanda, baş Tanrı Zeus'un kız kardeşi ve kansıdır. îskitlerde de, Papaios'un kansıdır ve Papaios-Apaia çifti olarak saygı görmektedir. Bazen de öreklerin ve Romalılara! "Toprak Ana" diye vasıflandırdıklan Gala yahut Ge ile bir tutulmaktadır.

Oitosyros-Apollon-Işık, kötülükleri yok eden, hak koruyan, kehanet Tanrısı. Artemis'in erkek kardeşi olup, bilhassa savaşlardaki şaşmaz ve öldürücü oklan ile dikkati çeker.

Artimpassa=Aphrodite=Kadm güzelliğinin, aşk ve sevginin Tanrıçası. Aynı zamanda, ilkbahar ve çiçeklerin, deniz köpüklerinin ve dalgaların Tanrıçasıdrr. îskitlerde "Ay Tanrıçası" olarak da saygı görmektedirler.

Thamimasades veya Thagomasadas-Poseidön==Akarsu ve özellikle deniz Tanrısı. Aynı zamanda atın ve biniciliğin koruyucusu olarak "At Tanrısı". Bilhassa krali İskitler tarafından saygı görmektedir.

(Yerli bir ismi yok)=Ares=Öldürmekten hoşlanan, savaş Tanrısı. Fakat savsş Tanrısından biraz daha çok bahis geçmektedir. Kendisi, bir "Kılıç Fetişi" veya "Akinakez" şeklinde, batı İskitler tarafından saygı görmekte idi. Akinakez, İskitlerin kullandığı, 50-60 cm boyundaki demir kılıca verilen isimdir. Bu silah, tıpkı Perelerde c&bğu gibi sağ baldır üzerinde kemerden aşağı sarkar vaziyette asılırdı. Dikkat çekici bir husus da, Ares’ten başka. Taunlardan hiç biri için heykel, sunak veya mabet yapmamışlardır. Bu da İskitlerin savaş Tanrısına verdikleri önemi açıkça berh etmektedir. Herodot, Ares'ten şöyle bahsetmektedir: "Resimler, atlarlar ve Tanrı evleri yapmak, Ares hariç, pek adet değildi". "Her kabilede, başkama yanında, aşağıdaki biçimde bir Ares Mabedi yapılırdı. Üst üste, sap demetleri yığıhp, eni ve boyu tahminen 3 stadia (Stadia, Greklerin uzunluk ölçüsüdür. 1 stadia=185 m) uzunluğunda, fakat yüksekliği az olan bir yığın meydana getirilirdi. Bunun üzerinde dört köşe bir platform hazırlanır, taraflardan üçü dik bir inişe maliktir, sadece dördüncü taraftan buraya girilebilir. Her sene yüzeli araba dolusu sap, buna ilave edilir ve zamanla bu yığın, gittikçe sıkışır. Bu platform üzerine çok eski bir demir krhç (Akinakez) dikilir ve bu Ares'in sembolüdür. Bu kılıca her sene kurban keserler (sığır ve at) ve ona diğer tanrılardan, fazla hayvan kurban ederler. Düşmanlardan aldıkları esirlerden her yüzüncüsünü, sığırları yaptıktan kurban şeklinden başka bir şekilde kurban ederler.

Başım, takdis etmek üzere şarapla ıslatırlar ve kestikten sonra kanım, bir kap içine koyduktan sonra tepenin üzerindeki kılıcın üzerine dökerler. Kam böyle yaparlar. Tepenin altında ise şunlar olur. Her yüzücü kurbanın sağ omzunu kolla beraber kesip havaya atarlar. Bundan sonra, diğer kurban merasimleri bitince, çekilip giderler. Kollar, düştükleri yerde kalırlar, cesetler de kahr.

İskit Tanrılar Panteonuna göre, İskitlerde tek Tanrılı bir anlayış yoktur. İsimlerin formu muğlaktır. Filolojik bakımdan delillerin çoğu Sarmat ve İskit dillerinin Med ve Pers dilleriyle akraba olduğunu gösteriyorsa da, Grek yazarları kanalıyla öğrendiğimiz İskit Tanrı adlarının İran menşeleri problematiktir. Herodot'tan öğrendiklerimiz ve Origen'de değişik şekillerde yazılmıştır. Aym zamanda Origen, "Grek tercümelerine ne mana vereceğimizi bilmediğim" söyler. Mesela Oitosyros=Apollon veya Thagpmasadas=Poseidon, bunlardan İkincisi "At Tanrısı" da veya "Deniz Tanrısı" da olabilir.

Mamafih, Zeus ve onun takipçileri, Hestia,ile Zeus ve Ge ile Apollo ve Aphrodite ve Pasieidonun Aryan , hatta biraz da hanlılara benzediklerini gösterir bir sıralama bulmuşlardır. Dolayıs lyla Tiheophylactus "Türkler, ateşi, havayı ve suyti son derece sayarlar, dünyaya ilahiler okurlar, fakat sadece gökyüzünü ve yeryüzünü yaratana Tanrı derler. Onların din adanılan, istikbali söyleme kabiliyeti olanlardı" demektedir. G.Nagy, İskit ve Ural-Altay dini kavranılan arasında genel bir analoji yaptıktan soma, asıl "Tanrı Adlan"nı izaha çalışmış ve bu sahada Iran kaynaklan üzerinde çalışanlardan daha da başan göstermiştir. Mesela: Tabiti=Hestia; Vogul taut=ateş; Papaeus=Zeus için=baba manalarına gelmektedir.


İskitler ilahlar namına heykeller yaparlar. Fakat ancak harp ilahı (Mars) için mabetler yaparlar. Her İskit kabilesi (vilayeti) harp ilahı için bir mabet inşa eder. İskitler mabetlerini ufak ağaç yığınlarından yaparlar, mabedin tepesine de bir demir kılıç dikerler. Her sene İskitler harp ilahına at ve sair hayvanlan kurban keserler31.

E.    İSKİTLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME

1.    Ölfi Gömme: İskitlerin ölü gömme geleneklerine ait bilgileri Herodofun Hİstoria'sından öğrenmekteyiz. Herodot, İskitlerin kral mezarlarının Gerrhi topraklarında olduğunu söylemektedir. Kralların defin merasimleri büyük ve kanlı seremonilerle defiıedilirdi. Bir kral öldüğünde Gerrhi’de bir mezar kazarlar. Bu mezar dört köşedir ve gayet geniştir. Mezar hazırlandıktan sonra kralın cesedini alırlar, kamı açılarak içi temizlenir. İçi boşalan karnı boşluğuna, ince kıyılmış servi, günlük ve anason tohumu doldurduktan sonra, kamı dikerler. Ceset mumyalandıktan sonra bir arabaya konarak, muhtelif İskit kabileleri arasından geçirilir. Cenazeyi karşılayan her kabile, İskit asilzadelerinin yaptığını aynen tatbik ederler. Yani herkes kulağının bir parçasını keser, saçlarım yolar (tıraş eder), kollarının etrafında yara açar, ahum ve burnunu çizerek sol eline bir ok saplar. Böylece, krallarını Gerrhi yota üzerindeki, diğer bir kabileye getirirler ve onlan da peşlerine takarlar, çığlık V6 inlemelerle cesedi takip ederler ve bu şekilde bir başka kabileye geçerek, İskitlere tabi bütün kabileleri dolaştıktan sonra İskitya’nın en uzak noktası olan Gerrhi’ye vasıl olarak, krallarının mezarlan bulunan yere gelmiş olurlar (Yolculuğun kırk gün sürmesi gerekirdi, ancak ondan sonra ölü gömülme yerine getirilebilirdi). Burada cenaze, hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı. Krala ait mezarın içinde boş kalan yerlere, boğularak öldürülen bir kansı, sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, birkaç atı ve kendisine ait olan eşyadan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Kapların altın olmasının sebebi, gümüş veya bakırın kullanılmamasıdır. Bütün bu işler tamamlandıktan sonra, mezarın üzerinde büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeyi, mümkün mertebe yükseltmek için birbirleri ile yanş ederlerdi. Ölen, mevki sahibi bir İskitlinin, silahlan, hâzineleri ve hizmetkarları gibi, -gönüllü veya zorla- kansı da kendisi ile birlikte mezara girmektedir. Bu anlayış îskitlerde ölümden sonraki hayat ve diriliş inancıyla ilgili olmalıdır. Ceset, gayet rahat bir döşeğe yatırılmakta (bazen ahşap tabut kullanılmıştır) ve etrafına mızraklar saplanmakta veya üstlerinde bronz hayvan heykelciklerinin bulunduğu sancaklar (tuğ) üzerine bir tente gerilmektedir. Her boyu temsil eden bu sancaklar, kralın etrafına sıralanmakla, Öbür dünyada da onun emrinde olduklarım sembolize etmektedir. Bazen de, üstlerinde çıngıraklar bulunan direkler dikilmektedir, çünkü, bu tip şeylerin, kötü ruhlan korkuttuklarına inanırlardı. Kralın bu şekilde emniyeti sağlandıktan sonra, diğer hususlara da dikkat ederlerdi. Öldürülen şahıslar, en iyi elbiselerini ve ziynet eşyalarım kuşanmış olarak kralın etrafında yer alırlardı. Her biri için, mezarda ayn bir oda veya bölme bulunmaktadır, kral ise yalnız başına yatmakta ve yakınında lüzumlu malzeme yer almaktadır. Bunlar, silah ve hâzineleri, altın kaplar (amphoralar) ve yolculuğu için, içinde et parçalan istif edilmiş büyük kazanlardır. Krala kolayca hizmet edebilmeleri için, hizmetçi ve refakatçileri ona yakın yerleştirilmektedir. Fakat, atlar ise, gömülme hücresinin dışına konulmakta, uyandığında yakınında olacak şekilde, kolayca yetişebileceği bir yerde ve ay'fîr tepenin altına gömülmektedirler. Bunların hepsi mükemmel bir şekilde donatılmış, binmeye hazır bir vaziyettedirler. Daha sonra, mezar odasının etrafı tahta kalaslarla çevrilmekte ve odanın tavam da kumaş ve keçelerle örtülmektedir. Tomruklarla sınırlanan bu kısmın üst tarafi5üzerine yığılacak olan toprak yığınını taşıyabilecek bir şekilde, sağlam olarak, kaim kalaslarla tahkim edilmektedir. Bu ameliye tamamlanınca, mezar odasının üzerinde bir ziyafet verilirdi. Daha sonra toprak yığma yarışı başlar ve muazzam bir tepe meydana getirilirdi. Göçebe İskitler, yaşamış olduktan hayat şartlan icabı daimi mesken yerine, çadm ikametgah olarak kutlanmışlar ve kendilerini, her türlü tabiat şartlarından koruyan bu nesneyi kutsal addetmişlerdir. Yukanda bahsedilen ve "kurgan" adı verilen bu tepecikler de esasında, İskit çadmnın, "öbür dünya" için hazırlanmış bir benzerinden başka bir şey değildir. Kralın ölümünden bir sene sonra, daha başka merasimler yapılır. Ölen kralın, hepsi yerli İskit olan en iyi hizmetkarlarından elli kişi seçilir ve bunlar boğdurulur. Bunlarla beraber en güzel atlardan elli at da öldürülür. Bunların hepsinin


karınlan yarılarak içleri temizlenir ve saman ile doldurularak, yanlan bu kısımlar dikilir. Bu da yapıldıktan sonra, yere çifter çifter direkler dikilir. Her çift direğin üzerine bir araba tekerleğinin yansı konur. Daha sonra, atların içine, kuyruklarından boyunlarına kadar uzanan bir sınk geçirilir ve atlar tekerleklerin üzerine yerleştirilir. Atm göğsü tekerleğe dayanır ve sırık atın gövdesini tutar, ayaklan ise havada kalır. Her atm ağzına gem vurulur ve dizginleri öne alınarak bir tahta çiviye bağlanır ve eyer takımı bir askıya asılır. Nihayet, boğulan gençlerden her biri, bir atm sırtına bindirilir ve bunlan atm üzerinde durdurmak için, bellerinden enselerine kadar uzanan bir sırık geçirilir ve bu sınk atların gövdesine geçirilen sınğa bağlanır ve bu elli süvari mezarın etrafında daire şeklinde kazıklanarak, bu şekilde bırakılırdı.

Herodot, halkın defin merasimleri hakkında şunlan söylemektedir: "bunlardan biri öldü mü, en yakın akrabası onu bir arabaya koyarak sıra ile bütün dostlarına götürür. Bunların her biri cenazeyi karşılayarak bir ziyafet verir ve misafirlere takdim olunan her yiyecekten bir parça alınarak ölünün önüne konur. Krrk gün bu şekilde dolaştmldıktan sonra cenaze gömülür ve gömüldükten sonra, onunla meşgul olanlar kendilerini temizlerler". Herodot'a göre ölü gömme de yer alan herkes temizlenmeden geçerdi. Bunun için evvela başlarım sabunlarla yıkarlar. Sonra vücutlarım temizlemek için şu şekilde hareket ederler; yere üç kazık dikerek ve üzerine yünlü keçeler koyarak, bir çardak yaparlar. Böylece her tarafı kapadıktan sonra, içeriye bir çanak yerleştirerek, çanağın içine, ateşte kor haline getirilmiş taşlar koyarlar ve bunun üzerine de bir miktar kendir tohumu atarlar ve tohumu yandıktan soma duman saçar ve Greklerin sıcak hamamlarından hiç birinin neşredemeyeceği kadar sıcak buhar verir, iskitler bundan zevk alırlar ve neşelerinden bağırırlar .

M. Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Heredot’un, îskitlerin ölü gömme adetleri hakkında vermiş olduğu bilgileri, son zamanlarda Orta Asya ve Altaylarda yapılan kazılar da tasdik etmektedir. Bu arkeolojik keşiflere göre, bulunan mezarların ve içindeki eşyaların tarihi, M.Ö. 3000 yıllarına kadar inmektedir. M.S. 4. yüzyıldan kalma, Çin kaynaklan ve 18. yüzyılda Orta ve Kuzey Asya'yı dolaşan Radlofun

32       Taner TARHAN: "îskitlerin..", a.g.e. ,161,162,163,164,165,166,167; HEREDOTOS: a.g.e., 220,221

görüp anlattıkları da, hemen hemen tarihi ve arkeolojik bilgilere paralellik arz etmektedir[197].

İskitlerin ölü gömme adetleri arkeolojik buluntularla da ispatlanmıştır. Bunlara en güzel örneği Pazınk buluntuları oluşturmaktadır. Buradan çıkarılan cesetler mumyalanmış ve cesetlerin gövdeleri dövmeyle kaplanmıştır. Buradan on at çıkarılmıştır. Bunların kulaklarına birbirinden farklı enler yapılmıştır. Bu nişanların farklı olmaları, atların değişik kabileler tarafından hediye edilmiş olduğu kanaatini uyandırmıştır. Atların kuyruk ve yeleleri kesilmiştir. Atların kuyruk ve yelelerinin kesilmesi eski Türklerde bir matem alametidir. Ayrıca bu atların aygır olması da Türk adetlerine uygundur[198].

L'art Barbare Scythe adlı eserde İskitler hakkında şu bilgiler yer almaktadır: • İskit mezarlarında bulunmuş el aynaları son derece süslüdür. Fakat asıl inşam şaşırtan şey bunların sayısıdır. Ve merak uyandıran nokta da, bu el aynalarının sadece kadm mezarlarında değil, erkek mezarlarında da bulunmasıdır"[199]. Bu bilgilere göre İskit mezarlarında bulunan bu aynalar İskit dini hayatında aynaların önemli bir rollerinin olduğu fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Bu sözlere göre îskitlerde aynaların dini motif unsuru olduğunu söyleyebiliriz.

1.1. Mumyalama: İskitlerin yılda iki defa olmak üzere ilkbahar ve sonbaharda cenaze merasimleri düzenledikleri bilinmektedir. Ölülerin gömülmesinin geciktirilmesi beraberinde mumyalama ihtiyacım getirmiştir. İskitlerin tahnit ameliyesi ile ilgili Pazınk kurganlarından çıkanlan donmuş mezarlardaki cesetler Herodot'un bu işlem ile ilgili verdiği bilgileri doğrulamaktadır. Herodot'un tahnit ameliyesiyle ilgili bilgiler vermektedir. Tahnit ameliyesi şu şekildedir: "Ölünün kamı açılarak içi temizlenir. İçi boşalan karın boşluğuna, ince kıyılmış servi, günlük ve anason tohumu doldurduktan sonra karın dikilir". Böylece cesedi mumyalama işlemi tamamlanmış olur[200]. İskit akvamından birinin hükümdarı öldüğü vakit, meyyitini alıp balmumuyla kapladıktan sonra kamım boşaltıp enva tohumlar, sebzeler ve ıtriyat ile doldururlar; sonra kaldırıp memleketten memlekete gezdirirler ve tebaası yollara çıkıp göğüslerini döverler ve bedenlerini kanatırlar[201]. Cesetlerin mumyalanmasının nedeni kabilelerin kendileri ve hayvanlan için yeni otlaklar bulmak amacıyla mevsimlik göçler yapmalandır. Bir diğer sebep de bedenden çıkan ruhun geri döndüğünde sağlam bir ceset bulma düşüncesidir. Eğer ruh geri geldiğinde cesedi sağlam bulamazsa bu fanileri rahatsız etmektedir. Ruhun yeni bir beden bulması için, mezarında başka yere gitmesi ve yakınlarım terk etmesi onlar için büyük ve affedilmez bir kayıptı. Pazınk'ta bulunmuş olan mumyalanmış İskit cesetlerinin üzerinde dövmelere rastlanmıştır. Çoğu cesedin, vücudun hem ön hem de arka kısımları baştan aşağıya kadar dövmelerle süslenmiştir[202] [203]. îskitlerin yarattığı hayvan üslubunun en güzel örnekleri ve desenleri bu dövmelerde gözükmektedir. A.L.Mongait’e göre; Pazınk 2 nolu kurganda bulunan, göğsü, sırtı ve kollan, fantastik hayvan motifleri ile süslenmiş olan bu ceset, bir kabile şefine aittir. Savaşta ölmüş ve kuvvetli bir darbe ile başı koparılmıştır. Bu dövmelerin kati olarak, neyi ifade ettiği bilinmemekle beraber, kötü ruhlardan koruyucu (apotropeik) bir vasfa sahip olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü îskitler, bu dövmelerde de gözüken ve bu özelliğe sahip olan hayvanlara çok önem vermişler ve sanatlarında motif olarak bolca kullanmışlardır. Balık ve geyik en güzel örnektir; bunların, kötü ruhlan ve uğursuzluktan bertaraf ettiklerine kuvvetle inanırlardı .

2.     Cenaze Töreni: En zengin cenaze törenlerinde, kabile reisinin cesedi, genellikle, mezara, en azından iki atla veya ekseriya dört ve bazen de altı atla çekilen arabalar üzerinde nakledilmişti. Daha az önemli kimseler, cenaze teskeresi üzerine yerleştirilmiş bir şilteye yatırılıp, aile fertlerinin oluşturduğu alayla taşınırdı. Her iki dmumda da cenaze törenleri gürültülü işler olmuş olsa gerektir. Başta, uçlarına vahşi görünümlü kuşlarla heybetli canavarların bronz veya demir tasvirleri geçirilmiş olan sırıkları taşıyan standart taşıyıcılar geliyordu. Onlar, büyük metal çıngırakları girdap gibi döndüren ve ağaçtan kulplara raptedilmiş zilleri sallayan bir grup kabildi tarafından takip edilmekte idiler ki, bunlar, kötü ruhlan uzaklaştırmak için acı çığlıklar atıyorlardı. Ardından cenaze arabası veya adamlar tarafından taşınan yada atlar tarafından çekilen cenaze arabası veya adamlar tarafından taşınan yada atlar tarafından çekilen cenaze teskeresi gelmekte idi. Atlar, koşum takımlarındaki zillerin çıkardığı şıngırtılarla, gürültüye gürültü ekliyorlardı. Çadırda ulaşıldığı zaman, cesetler mezara, eşyalar da onların çevresine konuluyordu: atlar boğazlanıyor, cesetler yatırılıyor, gölgelik ve araba kınlıyor ve mezarın yakınma veya koridorun içerisine konuluyordu. Mezar toprakla örtüldüğü zaman, cenaze merasimi son buluyordu[204]. Herodotos , İskitlerin ölü gömme işini tamamladıktan sonra mezarın üzerine toprak attıklarım ve en yüksek tümseği yapmak için birbirleriyle yarıştıklarını bildirmektedir.

3.     Yoğ Aşı: Yoğ aşı ölen kişinin ardından verilen ölü yemeğinin adıdır. Aş törenleri milletlerin gelişmişlik düzeyleri ve kültür seviyeleriyle doğrudan ilgilidir. Çok eski devirlerde bile Bozkır kavimlerinde "aş" töreni gelişmiş bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.

S.  yüzyılda Yunanlı filozof Lukianos Samosatos'un bir dialogunda İskitlerin bu adeti bahis konusu edilmektedir. Bu dialogda İskitli Toksaris ile Yunanlı Mnisippos arasında şöyle muhavere cereyan ediyor:

Mnisippos- Siz îskitler Orest ile Pilad'ın ölülerine kurban sunuyor ve onfan Tanrı sanıyorsunuz. Toksaris, sen buna ne diyorsun?

Toksaris- Kurban sunuyoruz, Mnisippos, sunuyoruz. Fakat onları Tanrı değil, ancak iyi insanlar sayanz.

Mnisippos- Demek ki siz iyi insanlara ölümlerinden sonra, taunlara yapıldığı gibi kurbanlar sunuyorsunuz.

Toksaris- Yalnız bu değil, biz onların şerefine bayramlar ve muhteşem toplantılar yapanz.

Mnisippos- Siz ölülerden ne istiyorsunuz? Madem ki bunlar ölülerdir, muhakkak ki teveccüh ve iltifatlarım kazanmak için kurban sunmuyorsunuz?

Toksaris- Ölülerin bize teveccühleri olsaydı, hiç de fena olmazdı. Fakat biz, iyi adamlan hatırlamanın yaşayanlar için faydalı olduğunu tahmin ediyoruz. Bundan dolayıdır ki ölüleri sayarız. Biz şöyle düşünüyoruz: Ölüleri anarsak bir çoklarımız onlar gibi olmağa çalışacaklardır.

Bundan anlaşılıyor ki İskitler, büyük ve muhteşem "aş-yog" törenleri yapıyorlardı. Eski İskitler hakkında daha eski Yunan kaynaklarının verdikleri malumata nazaran bunların hükümdarları için yapılan defin törenleri çok kanlı olurdu. İskit hakanları için onun uşaklarım öldürüp balbal dikerlerdi. İskitlerin ölüler şerefine kurban kesip muhteşem bayramlar ve büyük toplantılar yaptıktan, Yunanlı Lokianos’un diyalogundan anlaşılmaktadır[205].

4.    Kurganlar: Kurgan adı verilen tepecikler esasında, İskit çadırının, öbür dünya için hazırlanmış bir benzerinden başka bir şey değildir. Bu mukaddes istirahatgah form olarak asırlarca devam etmiş ve bilhassa Hun-Türk kültüründe önemini muhafaza etmiştir[206]. Kurganlar, bozkırlardaki göçebe hayat tarzında, belli bir hiyerarşik düzen içinde önem taşıyan kişilerin mezarlarıdır. Bozkır kültürlerinin ayrılmaz parçası olan çadırlarının, ölüler için hazırlanmış benzerleridir. Bu yığma mezar tepeleri, antik batı kaynaklarında ve daha sonraki literatürde Tümülüs olarak adlandırılmaktadır. Kimmerler ve İskitler, kökenleri M.Ö. III. Bin yıllan aşan Kurgan Kültürlerinin -M.Ö. II. Ve I. Bin yıllardaki- Temsilcileridir. En görkemli İskit kurgan gruplan, M.Ö.8. ve M.S. 1. yüzyıllar arasında Kuban, Taman, Kırım, Dinyeper, Don, Kiev, Poltava, Volga, Ural, Altay, Kuzey Moğolistan ve batıda da genellikle Macaristan ve Romanya'da kümelenmişlerdir[207]. îskitlerin mezarlan, şatafatlı bir şekilde bezenmiş silahlar, gösterişli koşum takımlanyla, altm ve gümüş vazolarla ve çeşitli takılarla (şakak pandantifleri, büyük nişanlar, yüzükler, vb) tıka basa doluydular. Kerç yakınlarındaki Kul-oba, Çertomlik ve Nikopol yakınlarındaki "Solokha" kurganlan, buralarda bulunan altm ve gümüş görkemli eşyalarla ünlüdürler. Eşyalan, ısmarlama ve İskit aristokrasisinin beğenilerine göre yapan Grek sanatçılar bunları savaş ve İskit törelerinden sahnelerle beziyorlardı. Kurganlar, yükseklikleri 15-20 metreyi bulan tepeciklerdir, görkemli gömüt eşyalarıyla dolu yer altı odalarına, ölüyle birlikte karısı, savaşçıları ve atlan gömülüyordu. Yüksek İskit soylulan, öteki dünyaya, kendisi hayattayken yanında bulunan maiyetiyle birlikte girmek istiyordu. Ama şatafatlı mezarların yanı sıra basit insanların da mezarlan var. Gösterişsiz eşyalan -demir kılıçlar, kaba saba kil kaplar- çeşitli toplumsal katmanlar arasındaki servet ve konum farkım açıklıkla göstermektedir. Grek Tanrılarına tapınaklar dikiyorlardı ve Grek ürünü eşyaların ortasında yaşıyorlardı. Ama, Bosphoros Hellenizminin özgün niteliklerine sahip olan bölgenin uygarlığı yaşamasını sürdürüyordu. Bosphoros'un maddi kültürünün belirleyici kalıntılan kurganlardır; kurganların en önemlisi, hiç kuşkusuz, Kerç dolaylarında bulunan "Krallık Kurganı "dır. Taş ve topraktan yapılmış, 17 metre yüksekliğinde bir tepe, kubbesi basamaklı bir yer altı gömütlüğünün üzerinde yükselmektedir. Gömütlüğe, mihraplı kubbesi kendisini daha da uzun gösteren 36 metre uzunluğunda bir dehlizden (dromos) geçerek ulaşılmaktadır. Bütün olarak görkemli bir görünümü vardır, bu tür gömütler İskitlere özgüdür, ama gömütlük eşyalan arasında Grek üslubuyla yapılmış olanlar da bulunmaktadır[208].

îskitlerin sanatsal ve dinsel yaşam tarzlarına ait önemli ip uçlarım kurganlardan ele geçirilen arkeolojik bulgular vermektedir. Koşutlarım İskit kurganlarında bulan Çavuştepe örneklerinin genel yapılan göçebe hayvan sitiliyle bağdaşmaktadır. Bu da Anadolu'daki İskit varlığım göstermektedir[209].

4.1.    Katanda Kazılan[210]: Katanda, Güney Altaylarda, mezarlar bakımından oldukça zengin bir site idi. Radlov, bu mezarların en büyüklerinden bir kaçım açmaya karar verdi. Bu mezarların üzeri, toprak yerine, Güney Rusya'daki gibi büyük kaya parçalarından bir tabaka ile örtülmüştü. Radlov, bu mezarların en büyüğü üzerinde bir süre çalışma yaptı. Bu çalışma sırasında bir buz tabakası ile karşılaştı. Mezarların buzla kaplı olması üzerini örten taş tabakasından dolayıdır. Sonbahar yağmurlan bu tabakaya nüfuz eder ve toprağın altına süzülür. Kış aylanmn keskin soğuklan esnasında nem donar ve hatta bu buz, yazın bile, üzerindeki taşların tecrit etmesi yüzünden erimez. Neticede, buz katmanının altında gömülü olan pek çok ceset ve obje, modem bir soğutucu içindeymiş gibi muhafaza edilmiştir. Radlov, bu buzu eritme işine başladı. Buzun erimesiyle birlikte yüzyıllarca donmuş olarak kalan cesetler ve onların yanında yer alan mutfak eşyalan görüldü.

4.2.    Pazınk Mezarları[211]: Rudenko, Pazınk vadisi ile Ulagan nehrinin karşılaştığı noktaya yakın bir yerde, kırk mezardan müteşekkil önemli bir gömü yeri buldu. Bazıları yuvarlak ve bir kısmı oval olan bu mezarlar, hacim ve şekil bakımından değişiklikler gösteriyorlardı. Fakat hepsinin üzerinde, gömü odasının üst kısmında koruyucu bir buz tabakasının teşekkülünde çok önemli rol oynayan münferit kaya parçalan vardı. Mezarlardan 5 tanesi istisnai bir şekilde oldukça büyüktü. Daha küçük olan 9 tanesi de hem şekil hem de yapı bakımından onlarla yakından benzerlik arz ediyordu. 1929 yılında Rudenko ve yardımcısı Griasnov, büyük mezarlardan birincisini tetkik edebildiler. Çalışma bu safhada bırakıldı ve 1947 yılında çalışmaya kaldığı yerden başlanarak iki yıl devam ettirildi. Bulunan kurganlardan birinde yapılan kazılar sonucunda, bu mezarın da birinci Pazınk mezan gibi çok önceleri soyulduğu anlaşılmıştır. Mezarın kuzey tarafında koşum takımlanyla birlikte yedi at cesedi bulunmuştur. Hepsinin kuyruklan örülü olan atların ikisi dışında tamamının yeleleri kesilmiştir. Koşum takınılan Birinci Pazınk mezarındakilerin aynıdır. Mezardan çıkarılan eşyalar arasında kuş resimleri, altın yaldızla süslenmiş bir oyma tabut, üzerinde pars resimleri bulunan halıyı andırır keçe ve altın yaldızlı tahta parçalan bulunmaktadır. Mezarın hırsız yağma ve tahribatından korunabilmiş kuzey tarafındaki odalarından birinde eyer takımlarıyla beraber on at leşi ve iki geyik maskesi bulunmuştur. Madeni eşyaların hepsi bronzdandır. Kuyruk, yele ve tırnak saçaklan kesilen, kulaklan kesilmek suretiyle nişanlanan atların tamamının rengi aldır. Tüm Pazınk mezarlan, sayılan yedi ile on dört arasında değişen at gömüleri ihtiva ediyordu. Bunlar, hayatı süresince ölü beye ait olmuş olan hayvanlardı ve onlara, beyin binek hayvanlan da dahildi. Bey bunlan, öldüğü zaman da kullanıyordu. Kadınlara bile mezarlarında binmeleri için atlar temin edilmişti. Buna rağmen onların atı, hayatta iken kullandıklarım gösterecek delil yoktur. Pazmk'ta bulunan mumyalanmış kalıntılar, kadınların aşağı yukan 5 fit 6 inch, yani 155 cm. boyunda olmalarına karşılık, reislerin ortalama 5 fit 8 inch, yani 173 cm. uzunluğunda olduklarım gösterir.

43. Güney Rusya Krali İskit Mezarlan[212]: Krali İskit mezarlarının çoğu, Alexandropol ve Nicopofa yakın bir yere yerleştirilmiştir, fakat bazıları da Panticapaeum'un Grek yerleşim merkezlerinin saçaklarında bulunmuştur. Alexandropol-Nicopol gruplarının en dikkate şayanlan Tolstiya Mogily veya Büyük Höyüklerdir; bunlar yükseklik bakımından 30 ile 70 fit arasında (yani 9 metre ile 27 metre) arasında değişmekte idi, mezarların kuşattığı alan ise 400 ile 1200 fit (120 metre ile 360 metre) arasında değişiyor ve hatta daha fazla bir alanı kaplıyordu; gömü odalarının ölçüleri ise uzunluk bakımından 9 fit 6 inch (2.95 cm)den 15 fit (4.65 cm)'e kadar değişiklik gösteriyor, genişlik bakımından ise 7 fit (217 cm) geliyordu. Bu gömü odalan çoğu kez, ham toprağın 42 fit (13 metre) altına kazılmışlardı.

4.4.   Altın-Oba Höyüğü[213]: Altın-Oba, muhtemelen gömü odası muazzam taş bloklardan inşa edilmiştir. Yapı Myken yapılarını hatırlatmaktadır. Minns, bu tip mezarlarda gömülü İskit reislerinin Helenlik Kültürü, zevklerine çok uygun bulduklarım ve bu nedenle mezarların inşasında Grekli taş ustalarım çalıştırdıklarım düşünmektedir.

4.5.    Chertomlyk Buluntuları[214]: İskit gömülerinin en önemlisi Güney Rusya'nın kralı* mezarlarıdır ve bunların hepsinin içerisinde Chertomlyk, içerisinde bulunan objelerin hem çeşitliliği, hem sanat kalitesi ve hem de altm işinin hemen hemen efsanevi değeri gibi bakımlardan en zenginidir. Höyük, plan bakımından, görülmemiş titizliktedir. O, aym merkezden açılan dört küçük bölmeli merkezi bir gömü odasını ihtiva ediyordu. Kafirler tarafından girilen ilk oda, küçük bîr İskit kazam ile oklarla dolu mükemmel bir ok sadağı ve kemik saplı, demir ağızlı beş adet bıçağı ihtiva ediyordu. Esas odada hafîrler, bir hainim fragmanlarım buldular. Fakat bunlar, onun örneği hakkında fikir veremeyecek kadar çürümüş halde idiler. Elbiselerin, üzerine asıldığı askılar, hala duvarlardaki ve tavanlardaki yerlerinde idiler. Fakat oraya vaktiyle asılmış olan elbiseler harap olmuştu ve yalnızca yere düşmüş bulunan altm plakalar düzenli bir halde idiler. Daha ilerde kişisel eşyalar ve birkaç altm vazo, yer seviyesindeki duvarların içersinde yer alan hücrelere yerleştirilmişlerdi. Kuzey doğudaki odada altı adet amphora, vaktiyle içlense doldurulmuş olan şarap ve yağ tortularım hala muhafaza etmekte idiler ve söz konusu odada bir de fildişi kulplu bronzdan bir ayna mevcuttu. Chertomlyk Kurganında bulunan bir vazo üzerinde eyerli bir atm resmi vardır ve atm kolanından aşağıya saflanan dar bir şerit, bir üzengi derisine benzer. Buna rağmen, İskit mezarlarında hiçbir demir üzengi bulunmamıştır.

F.    KÜLTLER

Türk kavimlerinin eski dini telakkileri ve gelenekleri incelenirken onların örf, adet, gelenek, görenek, inanmalar bütünlüğü içerisinde incelenmesi gerekir. Bu derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur. Bunun için Orta Asya ve Doğu Avrupa bir bütün olarak ele alınmalı ve birlikte değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Türk kavimlerinde ant ve anda müesseseleri ve bunlara bağlı gelenekler M.Ö. V-IV. Yüzyıllarda Yunan tarihçileri tarafından tavsif edilen İskit ant müessesesinin aynı olduğu malumdur. M.Ö. II. Yüzyıllarda Çin vakanüvisleri tarafından Hunlarda temsil edilen Gök-Tanrı, güneş, ay, yer-su, atalar ve ölüler kültü Türk kavimlerinde muhtelif kültürlerin tesirleri altında kalmalarına rağmen, son devirlere kadar devam ettirilen kültlerdir. Çin kaynaklarının verdikleri haberlerden anlaşıldığına göre, eski Orta Asya Şamanizminin esasları Gök Tanrı» güne, ay, yer-su, ata (cedd-i ala), ateş (ocak) kültleri idi. Dini ayin ve törenlerin muayyen bir nizam (statü) çerçevesi içine alınmış olduğunu tahmin etmek de mümkündür[215]. İskitlerin manevi ve dini hayatlarına hakim unsur "atalar kültü" idi. Herodot'a göre İskitlerin kralı İdanthyrsos'un Perslerin kralı Dara'ya gönderdiği bir cevap şöyledir: "Bizi savunma savaşına iten atalarımızın mezarları ve ırkımızın bıraktığı izlerdir*[216].

G.    ÎSKİTLERDE AT:

İskitler, atı ehlileştiren bir kavimdir. Daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenmişlerdir. Savaşlardaki başarılan da atı iyi kullanmalarına bağlıdır. İskitler atı, hem savaşlardaki nakil aracı olarak kullanmışlar hem de avlanırlarken kullanmışlardır. İskitler ev işlerini halletmek için ise öküzlerden yararlanmışlardır. Atlar, içerisinde kadın ve çocukların bir yerden başka bir yere nakledilmesi içi® kullanılan üstü kapalı arabalan çekmek için kullanıldığı gibi, gömü yerlerindeki büyük taşların taşınmasında da kullanılmışlardır[217]. At, bozkır insanının her şeyidir, Onun üzerinde yolculuk yapılır, sürüler yönetilir, av yapılır. Büyük savaşlar atın çevikliği sayesinde kazanılır. At bozkır insanı için olmazsa olmazlardandır. Dini inançlara uygun olarak atlar kurban edilmektedir. Süslü koşum takımlarıyla birlikte sahibiyle birlikte kurgana gömülür» etinden ve sütünden yararlanılırdı. Bozkır atlan, her ne kadar küçük boyda iseler de, çok dayanıklı, süratli, çevik ve vahşi idiler. Strabon bununla ilgili olarak, iskitlerin özel "at Terbiyesinden söz etmektedir. Bozkır sanatım resmeden eserler üzerinde de atların yakalanması, gem vurulması, eyerlenmesi ve terbiyesi çokça tasvir edilmiştir. îskitlerde at gibi araba da kutsaldır. Bazı kurganlardaki "arabalı gömüler" bunu açıkça yansıtmaktadır. Zengin tezyinattı özel cenaze arabalan, hanlar ve beyler için kullanılmıştır'[218].

III.     BÖLÜM

BUNLARDA DİNİ HAYAT

A.     BUNLARIN TARİHÇESİ:

Hunlar, İç Asya'da M.Ö. III. Yüzyılda ortaya çıkarak ilk büyük Türk devletini kurmuşlardır. Çin kaynaklarında Hiugnu olarak geçmektedirler. Hunlar, Çin sınırlarından içerilere doğru sürekli akınlar düzenlemişler ve bundan dolayı da Çin kaynaklarında anılmaya başlamışlardır. Hunlar göçebe bir kavim olduklarından Çin'in dışında Asya'nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar yapmışlardır. Savaşçı özelliklere sahip olan Hunların kurdukları devletleri zamanla büyüyerek Türklerin kurduğu ilk İmparatorluk durumuna gelmiştir. Hunların savaşçı özelliklerine karşı koyamayan Çinliler çareyi Büyük Çin Seddi'ni inşa etmekte bulmuşlardır. Çin'de kurulan Chou devletinin (M.Ö. 1050-247) Türklerle alakası üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülalesinde gök dini, güneş ve yıldızlatın kutlu sayılması gibi inançlarla, askeri kuvvette harp arabalarının bulunması ve devletin daha çok Türklerle meskun bölgede (Şen-si, Batı Şan-si, Kan-su) kurulmuş olması çeşitli ilim dallarından bazı bilenleri (F.Hirth> B. Karlgren, E.Chavannes, J.C.Anderson, R. Wilhelm, W. Eberhard vb.) bu hanedanın aslen Türk olabileceği veya daha ihtiyatlı bir ifade ile devlette Türk unsurunun hakim bulunduğu düşüncesine sevk etmiştir .

Hunların bilinen ilk hükümdan ve kurucusu Teoman’dır. M.Ö. 220'de başa geçen Teoman dağınık durumda bulunan Hun boylarım bir bayrak altında toplamayı başarmıştır. Teoman'dan sonra başa Mete geçmiştir. Mete babasının kurduğa devleti kısa sürede imparatorluğa dönüştürmüştür. Teoman ve Mete'den sonra başa geçen imparatorların Türkçe isimleri bilinmemektedir. Bunun en önemli nedeni bu isimlerin Çin kaynaklarından öğrenilmiş olmasıdır. Mete devletin başına geçtikten sonra doğudaki kavimlerin istekleriyle karşılaştı. Mete'den karısını, atım ve bir

‘feshim KAFESOĞLU: "Asya Türk Devletleri”, Türk Dünyası El Kitabı, I, (Ankara :Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1992), 111

miktar toprağı istediler. Mete, vatan toprağının kutsallığından dolayı verilemeyeceğini belirterek bunun bir savaş sebebi olduğunu söyleyip Doğu seferine çıktı. Doğu'da yaşayan tüm kavimleri yenerek kendi imparatorluğuna bağladı. Mete Han, M.Ö. 174 yılında öldüğünde devletinin sınırlan genişlemiş, kültürel ve toplumsal hayatın zenginleştiği Büyük Hun İmparatorluğunu kurmuş bulunuyordu.

Katalan meydan savaşından hemen önce Attila'nın sarf ettiği sözleri Jordanes bize şu şekilde iletmektedir: " Hanların şefi der ki; ömrü olana hiçbir ok saplanmaz, oysa vakti gelenin günleri barışta bile sayılıdır"[219]. Hunlar atçı bir topluluktu. Onların Türkler arasında ata binen ilk topluluk olmalan yönünden değerleri farklıdır. Çin kaynaklarının verdikleri bilgilere göre, Hunlar, daha küçük yaşta iken ata binerler, fare ve gelincik avlarlardı. At üstünde alış veriş yaparlar, hatta önemli görüşmelerini at üstünde iken yaparlardı. Bu yüzden bir Hunhmun yanı başmda her an hazır durumda bulunan eyerlenmiş bir at bulunurdu. Hunların yerleşik oldukları alanlarda yapılan kazılar sonucunda evcil hayvanların arasında at ön planda yer almıştır. Hunlar hakkmda önemli araştırmalar yapmış olan Nemeth şu bilgileri vermektedir[220]: batıda Hunlar ekseriyetle vahşi, kaba, yakıp yıkıcı ve ahlakça düşük barbarlar olarak gösterilirler. Nemeth, bu hükmün tamamıyla yanlış olduğuna işaretle, şöyle devam etmektedir: "Hunlar hakkında hüküm verirken, gözümüzün önünde, medeni hayat için daha elverişli güney bölgeleri insanlarına mukabil büyük Asya ve Doğu Avrupa steplerinin tabiata göre teşkil ettiği insan tipini bulundurduk. Bu, hür çoban hayatının çetin çalışmasından sertleşmiş, mükemmel binici, cesur, zeki, kurnaz, kendi soyundan reislerin idaresinde büyük birlikler halinde kotey teşkilatlandınlabilen göçebe tipidir.. .biz, batıklar gibi, Hunlan o kadar vahşi ve medeniyetlerini o kadar düşük görmüyoruz. Onların teşkilat ve devlet sistemleri, kudret, faydalılık ve milletin iyiliği ile devletin refahına hizmet eden tertipler bakımından batınınkilerle boy ölçüşür, hatta bir dereceye kadar onları geçer."

1. Hanların Menşei: Hanların menşei meselesi araştırmacıların zihinlerini bu doğrultuda meşgul etmiştir. Hunlar, tek bir etnik kökene sahip olmayıp, kültürel yönden birbirine yakın farklı etnik kökenleri içerisinde barındırmaktadır[221] [222].

B.    HUN DİNİ:

Hunlar, göçebe bir topluluktur. Göçebe bir topluluk oldukları için at, sığır, koyun, deve yetiştirmektedirler. Durmadan yer değiştirirler, su ve otlak aramak için sürekli hareket halindedirler. Et yerler, deriden elbise giyerler, pösteki üzerinde yatarlardı. Konakladıklarında keçe çadırlarda kalırlardı. Dinleri ise, Tengri'ye tapma ve bazı kutlu dağların hayranlığından ibaret olan belirsiz bir şamanizmdi’. Hsiug- nuların en büyük yöneticisi "göğün Yükselttiği Şhan-yü" (Mao-tun) veya "Hsiung- nuların Yer ve Gök’ten doğmuş ve güneş ve ayın taktir ettiği büyük Şhan-yü'sfî’* îdi. irsi bir makam olan Shan-yü’lük, en üst askeri, diplomatik, adli ve dini işlevleri birleştiriyordu. Yönetici tabaka her yıl birinci ve beşinci aylarda "Hsiung-nu atalarına, Gök ve Yer'e, ilah ve ruhlara" kurban adamak için toplanırdı. Bir diğer büyük toplantı güzün, "insan ve hayvanların sayısı hesaplandığı zaman" yapılırdı[223] [224] [225].

Türklerin ilk ataları olan Hunlar, güneş tarafından temsil edilen ve en büyük ehemmiyeti haiz olan gök tanrısı kültünü ihtiva eden gök dinine inanırlardı. Bütün din mütekamil bir yıldız dini idi. Bundan maada bir de ateş kültü vardı. Mütekamil bir hükümet mevcuttu ve muhtelif sınıflar, yani asilzadelerden müteşekkil bir yüksek tabaka ile kölelerden ibaret bir aşağı tabaka vardı. Zahiren erkek evin efendisi olduğu halde cemiyette kadın oldukça büyük bir rol oynardı.

Hunlar, Tek Tanrılı bir gök dinine inanmaktadırlar. Bunun yanı sıra Bunlarda; gök, güneş, ay, yer-su, atalar kültü kuvvetle yaşamaktadır. Bu kültlerin Hanlarda dini tapınma öğeleri olduğunu Çin kaynaklan haber vermektedir. Hunlar ve daha sonra gelen Türkler arasında devam eden "Tengri" kavramı bu kültürel ve dini formun en belirgin tarafıdır8. Başbuğları bir din adamıdır. Ona göğün oğlu manasım taşıyan Tengri Kut da denilmektedir. Hakan, her sabah çadırından çıkınca, eğilerek güneşi selamlar, akşam da aym hareketi aya karşı yapar, dini törenlerde ise yüzünü daima kuzeye çevirirdi. Avulunda çadırdan bir tapmak bulunur ve her yıl başında en önemli yirmi dört topluluğun başbuğlarının iştirakiyle burada büyük bir ayin yapılırdı. Yazılı kaynaklarda hakanlara Çinliler tarafından Şan-yü denilmektedir[226].

Hun dini incelenirken en önemli müracaat kaynağım Çin yıllıkları oluşturmaktadır. Bunun en önemli nedeni ise; Çinlilerle olan münasebetler ve bunun neticesinde ortaya çıkan durumdur. Göktürklerde bulunan kitabelerden oldukça farklıdır. Çünkü Çinliler tarafından ortaya konulan bu bilgilerin güvenilirliği tartışma konusunu teşkil etmektedir. Çin kaynaklarının verdiği bilgileri tam olarak kabul etmenin mümkün olmadığı görüşünü savunsak da bize Hunlar ve onların dini yaşam biçimleri hakkında bilgi vermektedir. Bu yönüyle Çin kaynaklarım kullanmak zorunda olduğumuz aşikardır. Hunlarda gerçek ve halis bir dinin bulunduğu muhakkaktır. Burada insanların hayatına tesir eden yüksek varlıklar mevcuttur ve bunlar insanlar tarafından dua, kurban ve merasimlerden meydana gelen bir kült yapılmaktadır[227]. Bu kültün oldukça zengin bir şekilde gelişmiş olduğu kabul edilebilir. Bu yüksek varlıklar arasında Gök'ün önemli yer aldığı inkar edilemez. Hunlar her yıl bahar mevsiminde "kendi atalarına, Gök'e, Yer'e, Ruhlar'a" kurban keserlerdi. Hun Şanyu'su iki defa olmak üzere, sabahleyin doğarken Güneş’e, akşamleyin de Ay’a saygı gösterirdi. Şanyu'nun Gök ve Yer tarafından doğurulduğuna ve Güneş ile Ay tarafından tayin edildiğine inanılırdı[228]. Hunlar, hakanlarının kendilerine gök tarafından verildiğine inanırlardı. Hakanın göğün oğta oluşu ve onunla teması savaş alanlarında da kendini göstermiştir. Dini bir değeri olan batıda kır atlar, doğuda boz atlar, güneyde doru atlar, kuzeyde ise yağız atlar yer alırdı. Ayın ilk yansında hücumlar yapılır, diğer yansında da süratle geri çekilirlerdi12.

l.Hunlarda Budizm: M.Ö.II ve M.S.I. yüzyıllarda Budizm Orta Asya’ya yayılmaya başlamıştır. Budizm'in yayılmaya başladığı sıralarda Hunlar tarih sahnesindedirler. Budist rahipler, Çin'den gelen Budist hacılar, tüccarlar, göçmenler Orta Asya'da güvenli bir biçimde seyahat edebiliyorlardı. Onlar seyahatleri sırasında da misyonerlik faaliyetlerini yürütüyorlar ve Budizm'i burada yaymaya çalışıyorlardı. Hunlar, bu ortamda mevcut olan dini yapıyı bilmektedirler. Budizm, Orta Asya'da yayılma alanına sahip olmuştur. Ancak Hunlar, Budizm'in tesiri altında kalmışlardır13. Hunlar Budizm'i tam anlamıyla kabul etmemekle beraber bazı boylan Budizm'i kabul etmişlerdir. Gök Tanrı dinine mensup olan Hunların bazı boylan IV, Yüzyılda Budizm'i kabul etmişlerdi. Çinlilerin Tsü-k'ü adım verdiği Hun grubu, miladi IV. Yüzyılda Buddha dinine girmiş bulunuyordu. Hamasi dünya görüşünden tamamen ayrılmak, Tsü-k'ü Hunlarına felaket getirdi[229]. Bilhassa Doğu Hunlan, Çin kültürü içinde erimemek amacı ile Budizm'i benimsiyor ve yaymaya çalışıyordu. Bu hususta en çok gayret gösterenler Çinlilerin "Chü-ch'ü" dedikleri Hunlardı. Hunların Budizm ile ilk temasa geçtikleri yer Hotan'dır. Çinlilerin "Anyang-Hou" dîye andığı Hun beyi "Chü-ch'ü", Hotan'da Uluğ-Kölüngü (Mahayana) mezhebinin ilk merkezlerinden "Gomati" manastırında yetişmişti. Budist abideler inşa eden Hsa beyleri ve sanatkarlar, eserlerim hem Çin'in hem de Altay kavimlerimn kültür mirası ile zenginleştirip derin dini hislerini ifade eden yeni bir "Budist sanat" üslubunu da meydana getirmişlerdi. Hunların doğudaki boylan Budizm'i siyasi nedenlerle ve özellikle de Çin'in kültürel etkisine karşı kendi kültürlerini korumak için kabul etmişlerdi[230].

2.    Hunlarda Hıristiyanlık: Hunlar göçebe yaşayan bir topluluktur. Hunlar konar göçer olduklarından farklı coğrafyalarda yaşamışlardır. Bu yüzden iyi bir at ktrllamcısıdırlar. Hayatlarının büyük bir kısmı at üzerinde geçmektedir. Daha küçük yaşlardan itibaren binicilik konusunda kendilerini yetiştirmişlerdir. İyi bir savaşçıdırlar. Gittikleri yerlerde farklı insanlarla ilişkide bulunmuşlar ve onlardan etkilenmişlerdir. Avrupa coğrafyasında Hıristiyan misyonerleriyle görüşmüşler, bu coğrafyada Hıristiyanlıkla dini anlamda bir etkileşim içinde bulunmuşlardır. Roma tarihçisi Antakyalı Ammianus Marcellinus Hunların hiçbir dini inanışa sahip olmadıklarım belirtmektedir10. Ancak unutulmamalıdır ki Hun dini inanışının temeli Gök Tanrı inancına dayanmaktadır. Buna göre Antakyalı Ammianus Marcelinus'un tezi geçerli değildir. Hunlar bulunduklan coğrafyada ticari ve askeri ilişkilerde bulunmuşlardır. Bulunduklan Avrupa coğrafyasında Hıristiyanlarla olan ticari ve askeri münasebetler onların dini ilişkilerinde de etkileşimlere neden olmuştur. Bunun yanı sıra Hıristiyan misyonerlerinin faaliyetleri de Hunlarda Hıristiyanlığın içişe girmeye çalışmasında etkili olmuştur. Bunda şüphesiz ki Hunlarda bulunan Hıristiyan kölelerin de etkisi olmuştur. Hunların Hıristiyanlarla ticari ve askeri ilişkilerde bulunması onların Hıristiyanlığı kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü Hunlar Tek Tanrı inancına sahip bulunmaktalar ve Gök Tanrı'ya inanmaktadırlar. Bunun yanında Hıristiyanlığı kabul eden Hunlar olsa bile bunun sayısı önemsiz derecede az olmalıdır. Hunlar Hıristiyanlığı kendileri kabul etmemekle birlikte tebaaları içerisinde pek çok Hıristiyan barındırmaktadırlar. Hunlar içerisindeki Hıristiyanlık etkileşimi Attila'nın ölümü ile birlikte de son bulmuştur n.

3,    Hunlarda Şamanizm: Hunlarda kamlar toplum içerisinde önemli rollere sahiptirler. Onların üstlendikleri rolleri dini-sihri hayat içerisinde değerlendirmek gerekir. Kamların esas önemleri öldükten sonra başlamaktadır. Çünkü on (arifi ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyucu sayıldıklarına inanılmaktadır. Ancak, kamlar, toplumsal hayatın ve toplumun dini yaşayışının tamamına hiçw şekilde hakim olamamışlardır. Eskiden beri Orta Asya'da bulunan kamların dışındaki [231] [232] büyücü, kahin ve halk hekimi tipleri ile kamlar birbirleriyle kanştınlmışlardır[233]. Hun imparatoru Attila, kahinlere çok itibar eder ve onların sözlerini dinlerdi. Bizans elçisi Jordanes, Attila'nm ilahi kudret tarafından dünyanın hükümdarı tayin edildiğine ve kılıcım da bu kudretin idare ettiğine inandığım belirtir. Attila, bir çoban tarafından bulunup kendisine verilen efsanevi kılıcı da Tanrı'mn bir hediyesi sayardı. Hunlar, hükümdarlarının Tanrı tarafından gönderildiğine inanıyorlardı. Avrupaîııar da Hunlan, "Tanrının kılıcı" sayıyorlar ve günahlarından dolayı kendilerim cezalandırmak için gönderildiklerine kani bulunuyorlardı[234].

4. Hunlarda Totemizm: Bozkır coğrafyasında "hayvan üslubu" gelişme imkanı bulmuş, bu üslup göçlerle birlikte farklı coğrafyalara yayılmıştır. Hunlar, atalarının tabiat üstü kuvvetlere inanmalarından dolayı onlar da bu inana benimsemişlerdir. Manevi değerlere büyük ölçüde sarılmışlar, sıkıntılarının çözümünü sihir ve tılsım İle çözeceklerine İnanmışlardır. Yaptıkları sihrin kuvveti 3e dini merasimin tabiat üstü unsurların etkisiyle düşmanlarının üstüne bir fenalık getireceğine inanırlardı. Hayvan biçimleri Hunlar arasında savaş sembolü olarak alınmıştır. Atların koşum takımları, eyer altı örtüleri hayvan figürleri ile bezeniyor, çadırlarda bulunan keçe, halı ve dokumalarda hayvan mücadele sahneleri yer alıyordu. Süvarilerin kemerlerinde hayvan mücadele sahneleri yer alıyordu. Hunlarda hayvan üslubuna ait bu çizgiler "totemizm" formu içerisinde değerlendirilmek istenmiştir. Totemizm, totem olarak kabul edilen atalara tapmak ve inanmak biçiminde olduğundan Hunlardakİ bu durum onların totemizmi benimsemiş oldukları fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Hunlarda totemizmin oluşması onlara yol gösteren geyikten dolayıdır. Hunlar efsaneye göre Maeotis geçidinden sihirli bir geyiğin veya bir ceylanın[235] önlerinde yol göstermesi neticesinde geçmişlerdir[236]. Başka bir örneğe göre Atilla ve akrabaları Avrupa'ya farklı biçimde gelmişlerdir. Buna göre; ataları günlerden bir gün bir dişi geyik görürler ve geyiği süre süre batıya gelirler. Birden bire kendilerini gür çayırlı bir ülkenin içinde bulurlar. Geyik birden kaybolur ve orada kalırlar. Eski Türklerde kendi kayasına ve yer altı çayırlıklarına çeken geyik; Hurdan ise kendi çaymna çekmiştir . Hunların geyiğe olan eğilimlerinden dolayı Avrasya bozkırlarında işlenmiş sayısız geyik figürlerine tesadüf edilmiştir. Geyik figürüne îskitlerde de rastlanmış olması onların da totem hayvanının geyik olduğu fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Bu sanatsal eserler, çadırların orta direklerine, göçebeler arasında tuğ ve sancak sopalan üzerine asılmaktadır. Bunun yanı sıra Hunlarda kurt figürlerine de rastlanmaktadır. Hunlarda bir diğer totem hayvanı kurt olmalıdır. Kurt figürleri at koşum takınılan, kılıç kabzalan ve kamçılar üzerine yapılırdı. Hunlarda büyük öneme sahip olan bozkurtua, kağanın odasına dikilen tuğun başmda sembol olarak kullanıldığı kaynaklar arasında geçmektedir[237]. Bununla birlikte Asya Hunlarının hakanı olan Mao-tun'un soyu ejdere dayandırılmaktadır[238]. Bu düşünce Hunlarda bir ejder kültünün gelişmesini sağlamış ıhabilir. Ancak Hunlar içerisinde ejderin ne denli totem hayvanı olduğunu yada ne kadar kullanıldığım bilemiyoruz. Yukarıdaki bilgilere ilave olarak Ziya Gökalp'in değerlendirmesi Hunların toteminin koyun olduğu şeklindedir[239]. Bunlardaki kutsal hayvanlar arasında zikredilen bir diğer hayvan türü ise kuştur. Kuş, Hunlar tarafından hayırlı sayıhmşfer[240].

Hunların totemizm dinine mensup olduğunu savunanların dayanak noktası totem hayvanı olarak bazı hayvanların kült haline getirilmesidir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Hunlar, Gök Tanrı dinine inanmaktadırlar. Yani Tek Tanrı inancına sahiptirler. Tek Tanrı’ya inanan bir kavimde totem aramaz biraz güçtür. Bu durum Bunlara ait inanç ve efsanelerin bir kalıntısı olmalıdır[241].

C.    HUNLARDA DİNÎ İNANCA BAĞLI ADETLER

1.   Kurban: Hunlar ile ilgili en önemli bilgileri Çin kaynaklarından edinmekteyiz, Çin kaynaklarının verdiği bilgiler ise M.ö. I. Ve M.S. U. Yüzyıla ait bilgilerdir. Bu bilgiler Han sülalesi zamanına aittir. Milattan önceki ilk Han sülalesi zamanında Kağan'ın sunduğu kurbandan bahseden en eski vesikalardan birinde: Atalarına, Gök ile yere, ruhlarla Tanrılara diye bir sıra takip edilmektedir. M.Ö. 8$ yılında Vey-lü (Çin'de yetiştirilmiş bir Hiugnu), (erkek veya kadın) vu'ya (şaman) şunları söylemesini buyurdu: "Ölmüş olan Tanhu kızmış, şöyle diyor: "Hu'lar eskiden beri belirli zamanlarda atalarına kurban sunarlardı. Savaşçılar her zaman Dsi-su'yu yakalar yakalamaz (Toprağın koruyucu Tanrılan)'na onu kurban edeceklerini vaat ederlerdi. Onu niçin bp yolda kurban edip göndermiyorsunuz?". Bunun üzerine Dsi-su’yu yakalayıp lanetledikten sonra, atalara kurban olarak boğazladılar. Arkasından durmaksızın kar yağdı; insanlar, hayvanlar salgın hastalıklara yakalandı; ekinler yetişmedi. Vey-lü bundan korkup Dsi-su'ya bir kurban evi yaptı" (De Groot, s. 186)2S.

Çin kaynaklarının verdiği bilgilerden Hunların tapınaklarının olduğun» öğreniyoruz. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre; hakanın karargahındaki tapmakta her yılın başında ayin yapılırdı. Bu ayine Hunların yirmi dört boyunun başbuğlan iştirak ederlerdi. Yılın beşinci ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar, abalarına, Gök Tanrı'ya, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların iyi beslendikleri zaman, orman yanında toplanıp etrafı dolaşırlar, ahalinin ve hayvan sürülerinin sayısını kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırından çıkarak güneşe ve geceleri aya tapardı29. Hunlar doğu yönünde bulunan bir tapmakta atalarının ruhlarına kurbanlar kesmektedir. Sonbaharın ilk ayında da Gök Tanrı'ya kurban aym yapılırdı. Bütün dini ayin ve törenler belirli bir düzenleme esas alınarak yapılmaktadır. Kesilen kurbanlar önce Tanrı için sunulurdu. Hakanın nam ve soyu için de kurban kesilirdi. Kurban töreninden sonra, uğurlu, kutsal sayılan kayın [242] [243] [244] ağaçlan dikmek adeti vardı. Böylece Tenrilik (Tengrilik, Tanrıhk) adına saygı ve sevgi işareti olarak (tengrilik) vücuda getiriliyor ve kutlu ormanlar yetiştiriliyordu30. Hunlarda bütün işler Tengri Kutun emir ve işaretleri doğrultusunda yapılırdı. Hunlarda üç türlü toplanma vardı: 1. teşrii ve idari içtima 2. askeri içtima 3. üçüncü içtima milli ve dini içtima idi. Bu içtima senenin beşinci ayında vuku bulurdu. Bu içtima esnasında Hunlar Gök ve Yer Tanrısına ibadet ederler, selefleri için kurbanlar keserlerdi[245]. Hunların mezarlarında dini merasimlerde ve tütsü yapmak üzere kullanılan kurban kazanları bulunmuştur. Bu kurban kazanları Avrupa'nın çeşitli yollan üzerinde bulunan mezarlarda bulunmuşlar[246].

Her yılın ilk ayında, (veya yılbaşında), Hun hakanının sarayının, kurban verilen, büyük tören yerinde, "küçük toplantı" yapılır. 5. ayda (yani Mayıs ayında), başkent Lung, (veya Ejderha) şehrinde "büyük Toplantı” yapılırdı. Kurbanlar, atalara, göğe, yere, ruhlara ve Tanrılara verilirdi. Hunların geleneklerine göre, bir yılda, üç "Ejderha kurbanı" verilirdi. Bu kurbanlar, "göğe ve taunlara" yılın 1., 5., 9. aylarında, üç kez verilirdi[247].

Kurban Hunlarda karşımıza çıkan önemli bir dini vecibedir. Din adamı obn Kam'lar (şaman) kurban edilmeden ayin ve törenleri başlatmazlardı. Bu kurban verme işlemi Gök ve Yer Taunlarına ve çeşitli ruhlara olmak üzere yapılırdı. Hunlarda kurban iki çeşitte yapılmaktadır. Bunlar, birincisi kanlı kurban, İkincisi ise kansız kurbandır. Kanlı kurban Türk dindarlığı içerisinde ibadetin en daim olun biçimidir. Kanlı kurbanlardan en önemlisi attır. Attan sonra koyun ve koç gelir. Kansız kurban ise, yağ veya at kuyruğunu ateşe atmak, ağaçlara ve kanTm davulum paçavra bağlamak şeklinde yapılırdı[248]. Kansız kurbana en önemli örneği yine Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Çinliler, Hsiyung-nüların ölen Şanyü'ye şarap ve pirinç sunduklarını haber veriyorlar. Ölen birisine sunulan bu türden "saçı "lar kansız kurbana en güzel örnektir.

Hun kurganlarından çıkarılan buluntulara bakarak dağ koyunu ve koç'un yer tanrısına; atın ise Gök Tanrı’ya kurban olarak sunulduğunu görmekteyiz. Gök Tanrı iyilik timsali Ülgen olarak etüt edilmiştir. Gök tanrının iyilik veren bir Tanrı olmasından dolayı ona fazlaca kurban verilmemiştir. Ancak yerin tanrısına kötülükleri içinde barındırdığı ve daha fazla korkuttuğu için fazlaca kurban verilmiştir. Kurbanların yanı sıra kurganlardan muska, nazarlık, tılsım anlayışında koç çizmeyi veya dağ koyunu ile koç heykelcikleri yapmayı ihmal etmemişlerdir^5.

Ağaç Türkler için oldukça önemlidir. Bahaeddin Ögel, Çin kaynaklarına dayanarak Hunların ağaç dikme geleneğinden bahsetmektedir. Çin'in kuzeyinde yaşayan Orman Hurdacının ormana ağaç dikme geleneğine göre sonbaharda Orman Türkleri, kurban vermek için ata binip ormanın etrafında dönüyorlarmış. Kurban verilmesi düşünülen yerde orman yoksa, toprağa birkaç söğüt dah dikerek atla onların etrafında üç kez dönerlermiş. Bundan sonra nüfus ve hayvan sayımı yapılır, düğün, kurultay vs. gerçekleştirilirmiş[249] [250].

Hunlarda kurban meselesi ile ilgili tartışma konusu olan insan kurban edilip edilmediğidir. Jean Paul Roux Hunlarda en eski kurban türünün insan kurbartr olduğunu belirtmektedir. Bunun da göğe, toprağa ve öteki güçlere sunulan kurbanlardan farksız olduğu görüşündedir’[251]. Hunlar ile ilgili araştırma yapmış olan P. Wilhelm SCHMÎDT de Hunlarda insan kurban edildiğinden bahsetmektedir. Ona göre, insan sadece atalara kurban olarak verilmiştir[252]^. Hunlarda, insan kurbanının sadece mahkumların değil, aynı zamanda cariyeîer, hizmetçiler, aşçılar gibi birçoklarının cenaze merasimleri esnasında kurban edildikleri, hatta bunların sayısının yüz ve hatta bine eriştiği ifade ediliyor[253]

1.1.   Kurban Bayramı: Hayvan besleyen göçebelerde üç büyük kurban bayramından bahsedilmektedir. Bu üç kurban bayramından ikisi, yanı bahar bayramı ile yaz bayramı Hiugnularda tespit edilmiştir. Güz bayramının ise kurbana ait olup olmadığı belli değildir. Bahar bayramında kime kurban kesildiği bilinmezken yaz bayramında atalara, gök ve yere, ruhlarla Taunlara kurban sunulmaktadır[254] [255].

2.   Bayram: tarihi kaynaklar Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile ilgili bir bayram kutladıklarından söz etmektedirler .

3.   Tapınma: Çin kaynaklan Hun kültüründen bahsederken tapınaklarım zikrediyorlar. Bu haberlere göre hakanın karargahındaki tapmakta her yılın başında ayin yapılırdı. Bu ayine Hunların yirmi dört boyunun başbuğjan iştirak ederdi. Yılın beşinci ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar, atalarına, Gök Tanrı'ya, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların iyi beslendikleri zaman, orman yanında toplanıp etrafı dolaşırlar, ahalinin ve hayvan sürülerinin sayısını kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırından çıkarak güneşe ve geceleri aya tapardı[256].

3.1.    Töz (idol): Hunlar hakkında en önemli müracaat kaynağımız olan Çin kaynaklarının verdi© bilgilere göre M.Ö. 121 yılında Çinlilerin savaş esnasında terkedilmiş bir Hun karargahına girmişlerdir. Bu karargahın bir Hun prensine ait olduğu bildirilmektedir. Hun prensine ait olan bu karargahta ele geçirilen ganimetler arasında altın bir idol bulunmaktadır. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre bu prens bu altından idolün karşısmda Gök Tanrı’ya dua eder ve kurban sunarmış. Hunlar idollerini çadırların ana direğinin tepesine veya bayrak uçlarına takmaktadırlar. Hunların tözleri totemizmle ilgili olarak hayvan formlan üzerinde gelişmiş ve sanatım bu yönde etkilemiştir . Hun prensi gerçekten bu töz vasi altından idol karşısmda Gök Tanrı'ya dua edip kurban sunmuş mudur bilemiyoruz ama gerçek oîan bîr şey varsa o da Hunların tek bir Tanrı'ya inanmış olmalan ve bu doğrultuda dini hayatlarını sürdürdükleridir. Çin kaynaklan Hunların altm idolieri hakkında bilgi vermektedirler. Altın idolün yanı sıra Hunlarda kurt, geyik, grifon, ejder biçiminde de idoller mevcuttur. Bu idoller daha sonraları Göktürklerde de görülmektedir. Hunların dini bayatlan hakkında en önemli bilgi kaynağımız olan kurganlardan geyik ve grifon gibi hayvan heykelcikleri çıkmıştır. Altından ve midenden yapılmış ve bazen de ahşap olan bu heykeller daha sonraki dönemlerde Türklerde görülen tözler (idoller) ile özdeş sayılmıştır. Bu idoller Hun dönemine ait ileri bir sanat anlayışım göstermektedir44.

4.    Dua: Hiug-nular döneminden bize kalan tek bir belge vardır, bu kanıt, bir düşman şehrinin fethinden sonra göğe yönelik bir haykınş ve içten gelen bir şükür eyleminden ibarettir. Kazanılan askeri bir başarı dolayısıyla göğe edilen bir teşekkür söz konusudur. Aynı çağda, genelde Tien-şan Dağı'na (Tengri Tag) yapılan bir duayı da belirtmek gerekir. Dua ve büyü formülleri birbirleriyle kolayca kânştınlabileceğjne göre, belki de dua niteliğinde bile olmayan birtakım dualar da toprağa, putlara, dağlara, çeşitli ruhlara seslenmektedir45. Hun hakanı sabahleyin, otağından çıkar, şafakla birlikte, "eğilip, güneşe saygı" gösterirdi. (Batıda), yeni "ayın doğuşu" sırasında da , aya doğru saygı ile eğilip, (veya secde) ederdi. Dfe çöktüğü zaman, "sol elini" saygıdeğer yöne çevinr, "yüzünü de kuzeye” dönerdi .

5.       Hunlarda Ant İçme: Eski Türk dini içerisinde Hun dinmîn değerlendirmesini yaparken onların yaşam biçiminin bir parçası olarak karşımıza çıkan ant içme törenini irdelemek yerinde olacaktır. Buna göre Hunların ant içme törenleri ile ilgili bir örneği Çin kaynaklarından edinmekteyiz. M.Ö. 48 yılında Çin hükümdarının iki elçisi ile, Çinlilerin idaresi altına girmiş olan Doğu Hun Devleti'nin Kağanı sürekli bir kardeşlik bağı kurarken şöyle and içmişlerdi: "Kim ki sözffisde durmazsa, bu yeminle yaptığı ahdi Gök kendisi ve varisleri için yerine getirsift". Bunun üzerine Kağan, Çin elçileri ile birlikte bir tepeye çıkmış, bir ak at kurban edilmiş, kağan elinde mücevher kakma bir kılıç (veya hançer) olduğu halde, Kağan Leşang tarafından öldürülen Goaçi-Yueçi beyi Hafsafın kafatasında altınla kanı

** Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 111

^Jean-Paul ROUX; a.g.e., 31,32

Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 90

birbirine karıştırdıktan sonra, elçilerle birlikte bu mahluttan içmişti (De Groot, s.223 Parker, s. 41 vd)[257]. Hun hakanı Huhanye ile Çin elçileri Çan ve Mm arasında karşılıklı olarak akdedilen dostluk ve kardeşlik muahedesi Çin vakanüvisleri tarafından şu şekilde kaleme alınmıştır; "Han ve Hunlar bir sülale teşkil ederler: nesiller boyunca birbirini aldatmaz, birbirine saldırmaz. Hırsızlık vukuunda biri birine bildirirler. Hırsızlan cezalandırırlar, zararlan öderler, iki taraftan birine düşman saldırırsa askerleriyle yardım ederler. Bu andı kim bozarsa Tanrımn cezasına çarpsın, nesiller boyunca bu andın cezası altında inlesin." Çin elçileri Çan ve Mın, Hun hakanı Huhanye ve boy başbuğlan, No-şuy ırmağının doğusundaki Hun dağına çıktılar ve bir beyaz at kurban kestiler[258].

D.    HUNLARDA TANRI ANLAYIŞI:

Hunlar, tek Tanrı'ya inanmaktadırlar. Onların dini inançlan Gök Tanrı inancı üîarak tarif edilmektedir. Tek Tanrı inancına sahip olan Hunlarda Tanrı'nın yanında oluşan güneş, ay, ve yıldızlar kült haline gelmiş Tanrı'dan sonra kutsal sayılmış objelerdir. Tanrı'ya tek başına itaat edilmemiş ve Tanrı daima kutsal sayılan ikinci derecede, yan varlık inançlan ile çevrilmiştir[259]. Hanlardaki Tanrı anlayışı hakkında en önemli bilileri Çin yıllıklarından öğrenmekteyiz. Çin yıllıklarının verdiği bilgilere göre Hunlar Gök Tanrı'ya inanmaktadırlar. Milattan önceki Çin kaynağı Şi-ki'de Tanrı kelimesi, Hun Tanhusu Mao-ton (M.Ö. 209-174)’un unvanlan arasında zikrediliyor[260]. Büyük Hun imparatorluğunun hükümdarlan mektuplanmn başında "Tanrımn tahta çıkardığı Kun milletinin büyük Tan-yu veya Şan-yu" su hakimiyetin semavi menşeden geldiğine dair ilk vesikayı teşkil eder[261]. Asya'nın doğu ucundan Orta Avrupa'ya kadar bütün Türk topluluklarında Tanrı merkezi bir yer almıştır. Hunlar inandıklan Tanrı'ya "Tengri" kelimesi ile ifade etmişlerdir. Bu kelime Hunların devamı sayılan Göktürklerde de kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Göktürklere âıt olan Tonyukuk Kitabesinde "Türk Tanrısı” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz[262]. Hunlarda Tanrı oldukça büyük öneme sahiptir. Kağanları tahta çıkartan O'dur. Mete'nin hükümdarlığını meşrulaştıran ve onu tahta çıkaran da Gök Tanrı'dır. Mete, "Tanrısının Kutu"dur. Hunların hükümdarlan mektuplarının başmda "Tanımın tahta çıkardığı Kun milletinin büyük Tan-yu veya Şan-yu"su ibaresini kullanırlardı. Hun hükümdarlan "Tango Kutu" unvanım taşıyorlardı[263]. Mete, M.Ö. 176 yılında Çin imparatoruna gönderdiği mektupta, kendisinin Tanrı tarafından tahta çıkanldığmı kaydederek, askeri zaferini önce Gök Tanrı’nm inayeti ile kazandığım belirtir. M.Ö.IV. yy.ın başmda bir Hun devleti kuran Liu Yüan'ın yiğitliği karşısmda genç yeğeni "Gök Tanrı bu kişiyi Hunlan düşünerek dünyaya getirdi" demiştir[264]. Yine Hun Kağanlarından Kün-içen (M.Ö. 160-126), Çin hükümdan tarafından kendisi için kurulan tuzağı birdenbire faik edince “orada ast rütbeli kumandanlara rastlamamı Gök (Tanrı) takdir buyurdu. Kendimi korumayı Gök (Tanrı) nasip etti." diye sevinçle haykırmıştır[265]. 328 yılında, Han Şey-ley, düşmanının karşısına çıkması üzerine atının üzerinde iki kolunu yukarıya kaldınp, başım aşağıya doğru eğeztit, “Ey Gök (Tanrı), onu bana teslim ettiğin için, sana şükürler olsun?” diye haykırmıştır. 343 yılında, Hun Devleti’nin Çao kağanı “Herkes milis kuvvetini versin. Gök’e (Tanrı) itaat için, gelecek yıl birliklerime kendim kumanda edeceğimi” emrini vermiştir[266]. Bir gün bir çoban sapından yere çakılı olan bir kılıç bulur ve kılıcı Atilla’ya getirir. Atilla bu kılıcı görünce, dünya egemenliğinin Tanrı tarafından kendisine verildiğini söyler. Bundan dolayı Atilla, Hunlara göre Tanrının kılıcı ve kırbacıdır. Çünkü Tanrı, O'nu günah işleyenleri cezalandırmak için göndermişti[267]. Bizans elçisi Priskos Hunların, Atilla'nın ilahi bir menşeden geldiğine inandıklarım, basa itiraz edenlere çok hiddetlendiklerini, dünyanın kendilerine ait olduğu akidesi ile fetih ve savaşlar yaptıklarını ve sarayında bu inancın hüküm sürdüğünü söyler. Atilla da diğer Türk hükümdarlan gibi kamlara itibar eder ve onların sözlerini dinlerdi[268].

Hunlar, Gök Tanrı’ya inanmaktadırlar. Gök Tanrı'nın tapınakları mevcut değildir. Onun resim ve heykelleri de yapılarak tapınılmamıştır. Kaynakların belirttiğine göre bir Çinlilerin M.Ö. 121'de bir Hun prensini yenerek otağım ele geçirmiş ve bir altın put bulunmuştur. Çin tarihçileri, bunun karşısında Hun prensinin Gök Tanrı’ya kurban sunduğunu belirtmektedirler[269]. Bu bir ilaha ait olan bir put olmayıp sadece kurban sunmak amacıyla yapılmış bir ibadet aracıdır.

Bunlardaki dua, kurban ve merasimler bir kült halindedir. Bu kültlerin içerisinde ise en önemli yer Gök’e aittir. Çünkü Gök; en önemli vasıftır, vazifeler ona verilmekte, yalnız ona itaat edilmesi gerekmektedir. Ahlaki karakterle sıkı münasebeti olan odur ve bu karakter yalnız ona tanınmıştır. Kültte de en yüksek yeri alan, Gök varlığıdır. Dişi yer tanrısı, Hiugnu inanışlarına sonradan girmiştir[270].

Hun imparatorluğu parçalandıktan sonra onu yeniden kurma düşüncesi belirmiştir. Devletin parçalanmasından sonra bir Hun kumandam, M.S. 304 yılında, devletini tekrar kurmak ve milletini kurtarmak maksadı ile, ileri gelenleri gizlici toplar ve "Tan-yümuzun sadece bir unvanı kalmış; beyler Çinlilere esir olmuştur. Bu halde bile 20000 kişilik bir kuvvetimiz vardır, neden bu esarete katlanalım ve Çin’deki karışıklıklardan faydalanmayalım" der ve devam ederek "11-yu-sü cesur ve hükümdar olmağa layık; bütün meziyetleri haizdir. Eğer Tanrı Kun Devletini diriltmek istemeseydi onu dünyaya yollar mı idi" tarzında düşüncelerini bildirir. Bu nutkun tesiri ile Çin'de oturan Tan-yu'yu davet ettiler ve orada hüküm süren kargaşalıktan faydalanarak onu getirtip tahta çıkardılar. Bütün Hun kumandanları "Tanrının devletlerini korumak için kendilerine yardım ettiğine dair bir delil de Çin'de hüküm süren bu kargaşalığın meydana çıkmasıdır" diyorlardı[271].

E.    HUNLARDA ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME

L Ölü Gömme: Hunların ölü gömme törenleri ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Çin kaynaklarının verdiği haberler kısa ve karışık olmasına rağmen bunlardan fazlaca bilgi edinmek mümkündür. Çin kaynaklaman Hunların defin törenleri hakkında verdikleri bilgiler İsa'dan önce İH. Yüzyıla aittir. Bu habere göre "Hunlar ölülerini tabut içine korlardı. Bu tabut iki katlı olup İç ve dış tabutlardı. Bu tabutları altm ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi. Ağaçlar dikilmiş» mezarlıkları ve matem elbiseleri yoktu. Ölü ile beraber öldürülenler yüz, hatta yüzden fazla olurdu"[272] [273]. Hiyung-nu'larda birisi ölünce varlık derecesine göre, altm ve mücevherleriyle tabutunu süslerler, kanlan, hizmetçileri de ölünün arkasından mezara giderler, bir takım gençler ölü gömüldükten sonraki yeni aym başında toplanarak orada güreşirierdi6j. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre, miladi V-VIH. Asra kadar Gobi Çölünün kuzeyinde kara İrtiş havalisinde yaşayan Türklerin ölüyü atı ve eşyalan ile birlikte yaktıklan belirtilmektedir.

Hunların ölü gömme adetlerine ait diğer bir bilgi kaynağımızı kurganlar (mezarlar) oluşturmaktadır. Hun mezarlarında ölünün kadınla birlikte gömüldüğü görülür[274]. Ölü gömme adetlerine ait en önemli verileri Altaylardaki Pazınk kurganlarında bulunan kurganlardan öğrenmekteyiz. Buradaki kurganlarda bulunan cesetlerin başlarının doğuya konması, yüzlerinin ise daima batıya bakar şekilde yerleştirilmesi sağlanmıştı. Hun ölülerinin gömülmesi yılın muayyen zamanlarında, bilhassa ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı. Ölülerin muayyen zamanlarda yapılmasının sebebi "büyük kurgan" inşasının uzun zaman ve emek gerektirmesindendir. Hunların inançlarına göre, ölümden sonraki hayat, batıda tekrar yaşanacaktı. Güneşin her gün batıda batışı , onlarda böyle bir inancın ortaya çıkış sebeplerini hazırlamış olabilir. Hun ölülerinin gömülmesi yılın muayyen zamanlarında, bilhassa ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı[275]. Pazınk kurganlarından çıkan cesetlerin vücutlarında dövmeler mevcuttur. Kurganlardan ölülerin yüzlerine örtülmüş maskeler de çıkmaktadır ve bunların varsa dini anlamlan bilinmemektedir60. Rus arkeologların 1924-1925 yıllarında Selenga nehri havzasında, Noyin-Ula dağlarmdaki kurganlarda yapılan kazılarda, Hun prenslerine ait mezarlar ortaya çıkanlmıştır. Hun prensleri, genellikle yüksek dağlara gömülmekte idi. Noyin- Ula dağlarmdaki kurganlarda yapılan kazılarda Hunlara ait mezarlara rastlanmıştır. Hunlar ölülerini "höyük" denilen suni yığma tepelerin altına gömmekteydiler[276] [277]. Mezarlarının içine dolan kar sulan çabucak donuyor ve asırlarca erimeden kalıyordu. Bu sebeple, ölüyle birlikte gömülen kumaşlar, ağaç eserler ve hatta cesetler, konserve olmuş şekilde, çürümeden zamanımıza kadar gelebilmişlerdir. Mezarların dış kısmı, genellikle iki kısımdan müteşekkildi. Mezar çukurlan yavaş yavaş derinleşiyor ve bir dehlize giriyordu. Bu dehlizden, tabutun konduğu bölüme geliniyordu. Tabut, bu iç hücrede açılan bir kuyuya gömülüyordu. Bu hücre, muntazam kesilmiş kalas ve kütüklerle kapatılıyordu. Bazı tabutların kapaklarında ipek kumaş kalıntılarına rastlanmıştır. Bundan, tabutların ipek kumaşlarla kaplandığı anlaşılmaktadır. Mezar koridorlarında, matem alameti olarak, yağlı kumaşlara da rastlanmıştır. Yine, mezarlarda at takınılan, ipekli elbiseler, ev eşyalan bulunmuş ve hatta bir vazoda çay kalıntılan görülmüştür. Bu mezarlarda atlar, insanlara mahsus odaların dışına gömülüyorlardı. Pazarcık kurganlarında bol miktarda donmuş at cesetlerine rastlanmıştır[278].

Çinliler, atı ilk Han sülalesi ('M.Ö. 202-M.S. 22)döneminde yaygın olarak kullanmışlardır. Bu dönemde Hun Tanrı kutu Mete tahtta bulunmaktadır. Mete (M.Ö. 209-174) döneminde atın ehlileştirilme aşaması asırlar önce tamamlanmış, at bir savaş hayvanı olarak uygulanacak taktikler için sıkı bir terbiyeyle savaşlara hazırlanmaya başlanmıştır. Hunların yerleşik olduklan bölgelerde yapılan kazılarda mezarlarda at cesetlerine rastlanmıştır. Mezarlardan çıkan atların kahntı/arr, bozulmamıştır. Atlar dikkatle incelendiğinde kulaklarında "inler" görülür[279].

Hunlarda ölü gömme geleneklerine ait önemli bir noktayı ölen kişinin atının gömülmesi oluşturmaktadır. Hunlar, atı mübarek kabul etmekte ve hakan ve kahramanlar gibi atın da gökten inmiş bir varlık sanmaktaydılar. Şamani Türkler kağan ve kahramanların cennet (uçmak)'de atlarına bineceklerine inandıklan için ölünce onlan da ölüleri ile birlikte defnediyor; Allah'a ve ecdada yapılan kurbanlar arasında bu müstesna yaratık da yer alıyor» yabancı hükümdarlara gönderilen en kıymetli hediyeyi de at teşkil ediyordu[280]. Buna göre, Hunlarda kahirin bir köşesine at gömmek değişmez bir gelenektir. Bu gelenek Hunlara ait olan bütün kurganlarda görülmektedir. Mezarların uygun bölümleri at gömmek için ayrılmıştır. Hun mezarlarında at cesetlerinin çıkması Türklerde at kurbanının eskiliğini ve sürekliliğini göstermektedir, insan ve atların gömülmesinden sonra mezar çukuru tomruklarlar örtülür, üzerlerine toprak konularak büyük taşlarla kapatıldıktan sonra ince bir tabaka halinde üzerine toprak örtülürdü. Hunlarda bu şekildeki mezar odacıktan çukurun içine giren yağmur ve kar sularının donması neticesinde içindeki ölü ve eşyalarla birlikte yüzyıllarca muhafaza olmuştur[281].

Ligeti'nin verdiği bilgilere göre Hunlarda biri öldüğü zaman haremine oğlu nezaret ederdi. Dingelstedfe göre kocası ölen dulun, aile içinde başka birine varması, ancak dulun isteğine bağlı idi. Dul istemezse, çocuklarının başında koruyucu olarak kalabilirdi. Kocasının malından ise iki pay oranında bir miras hakkı vardı. Dul dışardan da evlenebilirdi[282].

Hunlar batıya doğru göç ederlerken bazı alışkanlıklarından da vazgeçmişlerdir. Hazar ve Karadeniz arasında kalan ve bu bölgenin kuzeye doğru yükselen topraklan üzerinde uzun müddet yaşamaları sonucunda temas ettikleri yerli topluluklar yüzünden, bütün bu geniş bölgenin derin tesiri altında kalmışlardı. Ölülerini doğrudan doğruya gömmüyorlar, cesetleri yakıyorlar ve küllerini gömüyorlardı .

1.1.     Mumyalama: Hunlar, ölülerini yılın belirli zamanlarında gömerlerdi. Genellikle ölü gömme ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı. Bunun nedeni ise büyük kurgan inşa edilmesiydi. Kurgan inşa edilene kadar geçen sürede ise cesetlerin tahnit edildiğini yani mumyalandığım görmekteyiz. Hunlarda mumyalama işinin oldukça yaygın olduğunu kurganlardan çıkan mumyalanmış cesetlerden anlamaktayız. Bu teknik Hunlarda oldukça yaygın olarak kullanılmıştır. Mumyalama işinin yalnız tanınmış asiller için yapıldığım görmekteyiz. Halktan insanların cesetleri mumyalanmaya gerek duyulmaksızın hemen gömülüyor olsa gerektir. Tahnit işlemi yapılırken kafatasının açılarak beynin çıkarıldığını görmekteyiz. Küçük kurganlardan çıkarılan cesetlerin kafataslan ise açılmamıştır. II. Pazınk kurganından çıkanları erkek ve kadın cesetlerinde, boynan arka kısmında sivri madeni bir kalemle açılan bir delikten, beyin boşaltılmış ve boşalan kafa tasma kokulu otlar, kozalak ve toprak doldurulmuştur. Hun kurganlarından çıkartılan tahnit edilmiş cesetlerin karın kısımlarının da yarılmış, bütün iç uzuvlarının çıkartılmış ve boşluğun parçalanmış ağaç kökleri, şekillikler, kokulu otlar ve toprakla doldurulmuş olduğu müşahede edilir. Vücudun çeşitli kısımlarında özellikle ellerde, ayaklarda, omuzlarda ve kaba etlerde görülen derin yarıklar dikkati çekmekte ve bu yarıklardan vücudun çeşidi kısımlarına çürümeyi önlemek üzere sıvı halinde ilaç zerk edildiği anlaşılmaktadır . Pazınk İÜ ve IV'tc ölünün kafasının içinin boşaltılmış olduğunu görmekteyiz[283] [284]. Hunlarda ölüye ait olan cesedin mumyalanması işleminde kullanılan bilhassa özel bir sıvı vardır, ancak bu sıvı zamanla özelliğini kaybetmiş olabilir. Hım mezarlarından gönümüze kadar ulaşmış olan ve örneği Leningrad Hermitaj Müzesinde bulunan cesetlerin günümüze ulaşmasının en önemli sebebi çukurlara dolan kar sularnîffl burada donması olmalıdır. Çukurlara dolan sulardan dolayı da bu sıvı özelliğini yitirmiş olmalıdır.

2.      Cenaze Töreni: Hunların cenaze törenleri ile ilgili bilgileri Çin yıllıklarından öğrenmekteyiz. Çin yıllıklarına göre. Eski Türklerde, ceset yedi gün süreyle yerinde kalmakta ve bu süreden sonra cenaze töreninin tarihi saptanmaktadır Hunlarda ölen birisi öncelikle çadıra konulmaktadır. Bu çadır ise ölen kişinin günlük yaşamım devam ettirdiği çadırın dışında bu işler için kullanılan özel bir çadırdır. Jordanes, Attila'nın cenaze törenini şöyle anlatmaktadır: "Cesedini büyük bir gösterişle, herkesin onu seyredebilmesi için meydana kurulan ipekten bir çadır içinde sergilediler". Ölü yıkanmakta, temizlenmekte ve kefenlenmektedir. Ölünün kefenlenmesi çok eski tarihlere dayanmaktadır. Kaşgarh, ölü beylerin ve hanların üzerine örtülen kumaş olarak "esük" kelimesini vermektedir. L.Bazİn, esük kelimesini Orhun kitabelerinde ilk okuyan olmuştur. Ölünün tabuta konulma tarihi ise saptanamamıştır. Tabut, Hunlarda kullanıldığı gibi daha sonraki dönemlerde de kullanılmıştır. Jordanes’in Attila hakkında verdiği bilgileri doğru kabul edersek Attila'nın birincisi altından, İkincisi gümüşten ve üçüncüsü de demirden olmak üzere üç tabuta konulduğunu görmekteyiz. Şu unutulmamalıdır ki Hunlar, biri iç, diğeri dış ohnak üzere en az iki tabut kullanıyorlardı. Çin kaynaklan, tabutların iç ve dış olmak üzere iki katlı olduğunu, tabutların altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örtüldüğünü bildiriyorlar[285]. Bu bilgi doğrultusunda Attila'nın üç tane tabuta konulduğu doğru olabilir. Tabut, çoğu kez basit bir şekilde yapılmaktaydı. Hunların, yerleşim yerlerinde yapılan kazı alanlarında, tabutlar içinde gömülmüş cesetlerin yanı sıra, doğrudan toprağa gömülmüş cesetlerin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Noym- Ula’da Hun mezarlarında, ipek içine sarılmış 17 adet saç örgüsü bulunmuştur. Hunlarda cenaze töreninin yapıldığı gün, "akrabalarla yakınlan bir kurban sunmaktadırlar...kurban olarak bir koyun başıyla bir at başı sunmakta ve bu başlan (mezarın yanma dikilen) bir tür ilan tahtasına asmaktadırlar. Hunlar, ölüyle birlikte "altın, gümüş ve giysiler" gömüyorlardı. Attila'nın mezarında, "düşmandan alınan silahlar, değerli taşlarla bezenmiş kolyeler ve nihayet kral saraylarının donatıldığı çeşitli süs eşyalan” gömülmüştür[286]. Hunların cenaze törenlerine ait önemli ipuçları kurganlardan çıkanian bulgulara dayanarak edinmekteyiz. Hunların mezarlarında altından İnce plaka ile sanlı yaylar bulunmuştur. Bu yayların Hun törenlerinde kullanılan yaylar olduğu bilinmektedir.

3.    Yas: Ölen birisi için duyulan acı Eski Türklerde farklı şekillerde ve farklı merasimlerle ifade edilmiştir. Hunlarda biri öldüğünde adetlerine göre yas alameti olarak saçlarım kesmişlerdir. Kahramanlar için gözyaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak kan akıtırlardı. Çin kaynaklarına göre, Türklerde aile fertleri, ölünün bulunduğu çadırın kapısı önünde ağlayıp feryat ederken, yüzlerini bıçakla yaralayıp kanlı göz yaşlan dökerlerdi. Hunların kesilen saçlan diğer kıymetli eşyalarla birlikte, mezar içine koydukları kazılardan anlaşılmaktadır. Nitekim, Urga civarında Noyin- Ula'da bulunan bir Hun mezarında, ipek örtüye sanlı 17 saç örgüsü bulunmuştur[287]. Attila'nın cenaze töreni vesilesiyle Jordanes şu bilgileri aktarmaktadır: " Kendi milletlerinin geleneğine uygun olarak, saçlarının bir kısmım kestiler ve yüzlerine, kendilerim daha da iğrenç hale getiren derin yaralar yaptılar. Bu büyük savaşçı için, kadınlar gibi yakınmalar ve gözyaşlanyla değil, erkek olduklarından, erkekçe kan dökerek onun ölümüne ağlamak istiyorlardı". Pazınk ü'deki mezarda cesetler üzerinde sahte sakallara rastlanmıştır[288]. Hun kurganlarından çıkartılan at cesetlerinin kuyruklarının ya kesik olduğu yada düğümlü oldukları müşahede edilmiştir. Bu çok eski bir Türk geleneğidir. Atın kuyruğunun kesilmesi, yada düğümlenmesi büyük bir yas alameti olarak sayılmaktadır. Hun Türklerine ait Pazınk kurganlarında bulunan at cesetlerinin kuyruklarının kesik ve yelelerinin örülü olması bu adetin çok eskilere dayandığım göstermektedir[289]. Bu gelenek Göktürider döneminde de devam ettirilmiştir[290].

4.    Kurganlar: Hunlar devrine ait Pazınk kültürü çok önemlidir. S. V. Kiselev’in "Sovyet Arkeolojisi" dergisinde (cilt I, s. 282-284) yayınladığı rapora göre, kazılar Kuray ve Tuyahtı kasabaları civarında bulunan 23 tane kurganda yapılmıştır. Bu kurganların çoğu çapı 6-7 m. Olup yuvarlak tepe teşkil ediyorlar. Ölüler her höyük altında ana toprakta yapılan çukurlara gömülmüştür, başı doğaca veya kuzeye yönelmiştir. Her mezar kısmen veya tamamen soyulmuştur. Ölü hediyeleri bakır, gümüş ve demirden yapılmış süs eşyası, silahlar ve koşum takımıyla atlardan ibarettir. Her mezarda bir veya iki at iskeleti bulunuyor. Bazı mezarlarda atlar kütüklerden yapılmış çit içindedir. Atların bulunduğu yerde çok ince işlenmiş ve muhtelif resimler hakkedilmiş toka, levhacıklar, üzengi, gem gibi koşum takımlarından kalıntılar elde edilmiştir. Bu mezarlar arasında bir kadın mezarında bulunan el değirmeni arkeologların dikkatini çekmiştir. Ölü hediyeleri arasına konulan bu değirmen çok mükemmel yapılmıştır. Kuray-Tuyahtı taş kurganlarından bilhassa iki tanesi çok önemlidir. Çapı 12 metre olan bir kurganın altındaki mezarda birçok eşya, gümüş desti, kemer ve koşum takımı bulunmuştur. Bu mezarlar hırsızlar için cazibe haline gelmiştir. Çünkü içlerinde değerli eşyaları barındırmaktadırlar. Bu yüzden soyguncular mezarlara inmişler ve burada bulunan iskeletleri tahrip etmişlerdir. Tuyahtı denilen yerde açılan kurgandaki mezar oldukça sağlam bulunmuştur; soyguncular ancak atların bulunduğu kısma dokunmuşlardır. Atların koşundan soyulmuş, ancak gemden ve eğerden parçalar kalmıştır42. Hun toplumunda atın yeri çok farklıdır. Daima at ön plana çıkmıştır. Bunda atın hem kullanım aracı olması hem de etinin yenilmesi, sütünün kımız yapılması, derisinden giyimde kullanılmasıdır.

4.1.    Pazınk Kurganı: Hunlara ait Mezarların en önemlilerindendir derask abartmış olmayız. Pazınk bölgesinde vadilerde serpili durumda bulunan kırk' civarında kurgandan meydana gelmektedir. Bu kurganların hepsinin üzeri taşlarla örtülü vaziyette olup birer tepecik görünümündedir. Bu kurganlardan beş tanesi kayda değer olarak görülmektedir. Bunlardan üç ve dört numaralı kurgan aynı adı taşıyan yaylanın kuzeyinde bulunmakta, bir ve iki numaralı kurganlar ortada, beş numaralı ise güneyde yer almaktadır. Pazınk kurganlarının yapılan ve mezar çukurlarının tipleri aynı biçimde inşa edilmişlerdir. Bunun yanı sıra Berel, Tüekta, Noyin-Ula, Başadar, Şibe, Katanda ve diğer Hun kurganlarının aynı özelliklere sahip olduklan anlaşılmaktadır. Bütün bu kurganlar ise soyguncular tarafından taten edilmişlerdir. Soyguncular büyük oranda mezarlara zarar vermişler içinde ne buldularsa alıp götürmüşlerdir. Kurganların tahrip edilmiş olması beraberinde kronolojik sırayı tespit etme olasılığım ortadan kaldırmıştır. Kurganların

87 Abdûlkadir İNAN: "Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk Mezarları", Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), yağmalanmış olması tarihlendirme üzerinde varsayımlar yapılmasına neden olmuştur. Rudenko ve Tamara Talbot Rice başta olmak üzere bazı Sovyet araştırmacılar Pazınk kurganlanmn tarihlendirmesini M.Ö. V. Yüzyıla ait olarak yaparlarken; Ghirchman M.Ö. IV ve IH. Yüzyıla ; E.D. Philips ve Abdülkadir İnan, ffi. Yüzyıla; Bahaeddin Ögel ve bazı Sovyet araştırmacılan ise M.Ö. D. Ve I. Yüzyıla ait olduklan üzerinde durmuşlardır. Ancak, büyük kurganlardan çıkarılan bulgular ışığında yapılan değerlendirmeye göre bu yapıtların M. Ö. Di. İla D. Yüzyıl arası olduklan üzerinde mutabakata varılmıştır83.

Pazınk kurganlanmn yapılıştan şöyledir;84

1.    gün ışığına göre yön verilerek yapılan dikdörtgen mezar odasının (kahirin) etrafı karaçam kütükleri ile kaplandıktan sonra odanın döşemesi, duvan ve tavam keçe ve halılarla süslenmekteydi.

2.    kahirin güney bölümünde inşa edilen küçük bir odacığa, mumyalanan cesedin başı doğuya çevrili olarak yerleştiriliyordu.

3.    atlar insan cesedinin bulunduğu mezar odasının dışına gömülürlerdi. Mezar odasının duvarları ve zemini kütüklerle çevrelendikten sonra, kahirin üst kısmı, toprak tabakasının basıncına dayanıklı olması için, birkaç tomruk tabakası üst üste yerleştirilerek örtülürdü. Daha sonra kütüklerin arası kayın ağacı kabuğa ile kapatıldıktan sonra ağaç kökleri ve civarda yetişen kuril çayı dallan ile örtülür, bunların üzerine toprak serilir, toprağın üzerine de taşlar yığdırdı. Bu tip mezarlar Hun kültürünün ortak özelliği idi.

Pazınk yaylasında büyük kurganların çapı 30 ila 46 metre arasında değişmektedir. Bu tip kurganlarda cesedin konduğu kabir odası, iki bölüm olarak görülür. Ayaca kazılan mezar çukurunun üzerine kapatılan toprak ve taş kütlesinin ağırlığım çekebilmesi ve çökmemesi için direk sistemi kullanılmıştır. Kaim tomruklardan yapılan tavam, ahşap ayaklar tutmaktadır. Bu büyük mezar yaklaşık olarak 51 ila 55 metrekarelik bir yer kaplamaktadır. IV. Pazınk kurganı ise diğerlerinden daha küçük olup 30 metrekarelik bir yeri işgal eder Pazınk yaylasmda bulunan büyük kurganların sayısı beş olarak bilinmektedir. Bunun yanı sıra aym

* Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e. ,103

DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 100

yaylada bulunan dokuz tane küçük kurgan açılmıştır. Bunlar diğerleri kadar önemli olmasalar da yine de önemlidirler. Küçük kurganların çapı 13-15 metre olup, mezara, gömülenin ufak tefek eşyaları ve bir bölme ile ayrılan küçük bir kısma iki veya üç atı da beraberinde gömülürdü. Pazınk yaylasındaki bir diğer kurgan türünü ise orta kurganlar oluşturmaktadır. Orta kurganların çaplan 24 metredir. Bu kurganlarda ceset için aynmlık küçük bir odacığa yada mezar boşluğuna bir ağaç gövdesinin oyulması ile oluşturulmuş lahit yerleştirilmiştir. Bu lahitin üzeri çeşitli hayvan figürleriyle resmedilmiştir. Lahitlerin uzunluktan 3 metre, genişlikleri ise 1 metre kadardır[291].

I.   Pazınk kurganının mezan kare, diğerlerinin ise dikdörtgen biçiminde inşa edihniştir. İnşasında üste doğra genişleme, zeminde ise daralma görülmektedir.

E, Pazınk kurganının ölü odasmda bir erkek ve bir kadın cesedi parçalanmış olarak bulunmuştur. Her iki ceset de gömülmeden önce tahnit edilerek kurutulmuştur. Soyguncular buradaki değerli eşyalan almak için tabutu kırmışlar ve cesetleri parçalamışlardır. Her iki ceset bir tabuta konularak gömülmüştür. Tabutun baş tarafında bulunan kartal grifonu dikkate değer. Bu grifon ağaçtan yapılmıştır, Grifonun ağzındaki geyik kafası da aynı ağaçtandır. Bu grifon defin törem içtft yapılmış olsa gerektir[292].

V. Pazınk Kurganından mumyalanmış ceset çıkarılmıştır. Mumyalanmış cesedin yanında 1.89x2 metrekareye yakın ebatta yünden Türk ilmesi ile dokunmuş bir halı bulunmuştur. Bu halı Leningrad Müzesinde teşhir edilmektedir. Bu halının 1 santimetrekaresi 36 ilme, bir metrekaresi 360000 Türk ilmesi atılarak dokunmuştur [293]. Bu halının günümüze kadar ulaşmasının en önemli nedeni mezar odasının İçine dolan suların donmasıdır. Donan kar ve yağmur sulan donarak buradaki eşyaların günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Pazınk halısı 24 kareye bölünmüştür. Pazınk halısında 24 ve 28 sayılarına rastlanmaktadır. 24 sayısı Asya Hunlan’mn 24’lü devlet örgütünü, geyiklerin 28 tane olması Hunlar ve Göktürklerde Tanrı'dan kut almış sayılan devletin 28 dereceli düzenini anımsatmaktadır[294].

Pazınk kurganlarından at cesetleri çıkarılmış olup bunların kuyruklarının kesik veya düğümlü olduğu müşahede edilmiştir. Bunun izahım Türklerdeki yas geleneği ile açıklayabiliriz. Türklerde, ölünün bindiği atm kuyruğunu kesmek veya bağlamak, değişmez bir yas geleneğidir. Bu gelenek Göktürklerde de devam ettirilmiştir.

Hun mezarlarında çıkanlan at cesetlerinde şu hususlar dikkat çekmektedir[295]:

1.   atların ölü He beraber gömülmeleri

2.    atların kuyruk ve yelelerinin kesik oluşu

3.    atların genellikle hepsinin aygır olması

4.    mezarlardan çıkan aygır cesetlerinin kulaklarında, hangi boydan geldiğine dair kulağı kesmek suretiyle yapılmış izler, yani nişanların görülmesi

4.2.    Eşik Kurganı: Diğer Hun mezarlarındaki gibi karaçam kütükleriyle çevrilmiştir. Mezarın çatısı açıldığında, içeride yatan cesedin başındaki tolganın sim ucundan, ayağındaki yumuşak çizmeye kadar sapsan altınla kaplanmış olduğu müşahede edilmiştir. Mezarın içinde dört bine yakın altından eşya bulunmuştur. Cesedin üzerindeki zırhın üzeri de ince bir altm tabaka He kaplanmıştır. IV. Yüzyıla ait olan bu kurgandaki arkeolojik bulgular cesetleri ince altm tabakayla kaplama adetinin Hunlarda yaygın olduğunu göstermektedir[296].

43. Bağa Hentey Kurganı: Hunlara ait arkeolojik eserlerin bulunduğu Bag-a Hentey adı ile anılan küçük Hentey sıradağındaki Hun Kurganlar grubu, Hentey &îğ silsilesinin batı uzantısında ve Ulan-Bator'dan 100 km kuzeyde bulunmaktadır.

Bütün bu bölgede, takriben M.Ö.IV. yy. ila M.S. I. Yy ait mühim miktarda Hun Kurganları bulunduğu bilinmektedir. 1924 yılında Sovyet arkeologu Kozîov bu kurganların bir çoğunda kazılar yapmış ve gün ışığına çıkarttığı eserleri Moskova'daki Leningrad Müzesine taşımıştır[297] [298].

F.    KÜLTLER:

Türklerde kutsal dağ, orman, kaynak kutsal taş, ateş, demir inancı vardır, bunlar da koruyucu iyi ruhlar, periler, cinler etkilidir. Çin kaynaklarına göre, Eski Orta Asya dininin esasım teşkil eden "Gök Tanrı, güneş, ay, yer-su, ata (cedd-i ala), ateş (ocak) kültleri idi. Kayın ağacı ve kutlu orman inancı vardı . Milattan önceki IL Yüzyıllarda Çin vakanüvisleri tarafından Hunlarda tespit edilen Gök Tanrı, güneş, ay, yer-su, atalar ve ölüler kültü Türk kavimlerinde, muhtelif kültürlerin tesirleri altında kalmalarına rağmen son devirlere kadar devam ettirilen kültlerdir[299]. Çin vesikalarında atalar, sadece üç defa, Güneş ile Ay sadece iki defa, "ruhlarla tanrılar", toprakla darının koruyucu ruhlan bir veya iki defa geçtiği halde, Gök'ten on iki defa bahsedilmiştir. Güneş ile Ay, toprağın koruyucu ruhlan, atalardan her biri, tek başına sadece bir defa anıldığı halde, Gök yalnız başına sekiz defa zikrediliyor. Yer daima Gök ile yan yana olmak üzere dört defa geçiyor. Nihayet Gök'e birtakım vazifeler tanındığı halde, diğer yüksek varlıklar için bu gibi mühim fonksiyonlardan bahsedildiğine rastlanmıyor. Hunlarm dininde Gök’e yüksek bir ehemmiyet verildiği inkar edilemez. Dişi Yer Tanrısı, Hunlarm inançlarına sonradan girmiş, aynı şekilde atalar kültü belki de ölmüş hükümdarlar kültünün tesiriyle ehemmiyet kazanmıştır[300].

1. Vatan Kültü: Türklerde vatan anlayışı gelişmiş durumdadır. Bu eski Türklerde kült derecesine yükselmiştir. Hunlarda vatan kültü ile ilgili olarak anlatrfan Mete Han destanı bu kültün ne denli yayıldığının göstergesidir. Atım, kansını Çinlilere veren Mete vatan toprağım Çinlilere vermediği gibi savaş sebebi saymıştır. Hunlarda bu denli önemli olan vatan milli kültür derecesindedir.

2.    Atalar Kültü: Hunların dini yaşam biçimleri içerisinde kurbanın önemli bir yeri vardır. Hunlar kurbanlarım ise, çeşitli biçimlerde kült haline dönüşmüş olan dağ, su, vb. vermişlerdir. Bu kültler içerisinde Tanrı anlayışı da yerini Gök Tanrı kültü olarak almıştır. Gök Tanrı’ya inanan Hunlar yılın muayyen zamanlarında kurbanlar verirlerdi. Hunların kurban verdikleri arasında atalan da bulunmaktadır. Asya Hunlanmn her yıl mayıs ayının ortalarında atalarına kurbanlar sundukları bilinmektedir. Hunlar atalarının ruhlarına saygı duymuşlar ve bu saygıdan dolayı da yılın belirli zamanlarında onların ruhlan için kurbanlar sunmuşlardır. Avrupa Hun tarihinde Attila'mn 477 yılındaki H. Balkan seferinin nedeni Margos piskoposa tarafından Hun hükümdar ailesi kabirlerinin açılarak soyulmasıdır. Buna benzer bir sebep de bir Hun hükümdarım M.Ö. 79 yılında Moğol Ohuanlarla savaşa yöneltmişti .

3.     Dağ Kültü: Türklerde dağlar kutsal kabul edilmiştir. Bunun en büyük nedeni ise dağların Türkler tarafından Tanrı makamı olarak kabul edilmesidir. Dağların Türkler tarafından Tanrı makamı olarak kabul edilmesi Gök’e daha yakın olmasından olsa gerektir. Türklerde yüksek dağ tepeleri mukaddes, mübarek, büyük ata olarak nitelendirilmiştir. Hunlarda dağlara heykeller dikmek adeti vardı. Gök tapmağına heykeller dikmek, Shih-huang-ti devrinde, Çinin şimal batısında yeni beliren Doğu Hunlanmn adeti idi. Shih-huant-ti, M.Ö. 220'de, bugünkü Shansi'de bulunan ve Kanch'üan-shan diye Çin metinlerinde anılan, Hunlara ait semavi dağı almış ve orada bir gök tapınağı ile birlikte, madeni heykeller yaptırmıştı. Shansi'deki mukaddes dağlarından tard olan Hunlar ise, daha batıda, bugünkü Kansu’da, Çince Ku-tsang denen bir başkent kurup, oradaki gök mabetlerinde madeni heykeller yapmışlardı. Semavi kılıç tapınağı da aynı külliyede bulunuyordu. Tahmine göre, madeni heykeller, yıldızlan veya onlara teşmil edilen geçmiş Hun hükümdarlarım tasvir ediyor idi. Semavi ejderlere atfedilen pullu vücut ile temsil edilmişlerdi. [301] Heykellerin yanında birer musiki aleti bulunuyordu. Çan ve bilhassa davul, gök ayininde çalınırdı. Hunlar bu heykelleri gök ayininde kullanıyor, fakat Çinliler bunlara riayet göstermekle iktifa ederek, merasimde heykellere yer vermiyorlardı. Heykellerin Hun geleneğinde olmasına bir işaret daha: O zamandan bir Çin taş oyması, Çinlilere esir düşen Kim-yi-ti adlı Hun beyini, heykellerden biri önünde, secde ederken göstermekte idi. Hunların diğer "Tengri" dağlarında olduğu gibi, Kan- ch'üan'da da bir pınar vardı. Zirvesinde pınar veya göl olan semavi dağların bu sularında, gök ejderlerinin belirdiği de rivayet ediliyordu. Hun hükümdarının gök ibadetine ejder ayini deniyordu ve en büyük Hun hükümdarının "Tengri" dağının adı, Çince, ejder şehri manasına, Lung-ch’eng idi95. Türklerdeki dağ kültünü incelerken Gök Tanrı kültünden ayn ele alınmamalıdır. Çünkü Türkler Gök Tanrı'ya dağlarda kurban vermektedirler. Hunların eski vatanı olan, Yen-si-yan veya Şan-din-şan sıra dağlarmdaki Han-Yoan dağı, Hunların her yıl Üzerinde Gök Tanrıya kurban kestikleri dağdı. Hunlar bu dağdan başka Gan-tsuan-şan dağını da kutsal kabul ederlerdi[302] [303]. Hun hakanları, Çin ile yaptıklan antlaşmaları Hun Dağı denilen bir dağın tepesinde kurban keserek içtikleri antla teyit ederlerdi. Orhun ırmağı kaynaklarında ve bu kaynaklar çevrelerinde bulunan dağların da, Hunlar zamanından beri, çeşitli Türk kavimlerince kutsal sayıldığı, kült yerleri olarak kullanıldı bilinmektedir[304].

4,    Güneş Kültü: Hunlar, Çin kaynaklarının verdikleri bilgilere göre Güneş'i ve Ay'ı ululamışlardır. Bir işe başlamadan önce Hunlar, ayın ve güneşin durumuna bakarlardı. Hun Tanhusunun her sabah çadırından çıkarak güneşi tazim ederlerdi. Bunlardan sonra Orta Asya'da devlet kuran Türk topluluklarında da bu gelenek devam ettirilmiştir[305] [306]. Orhun Türkleri dünyanın dört yanını tayin ederken doğaya bakarlardı, böylece sağ yan, güney; sof yan, kuzey olurdu, doğan güneş küftü çeşitli kavîmlerde yaygın olmuştur199. Güney, göğün zirvesine teşmil olunmakta, kuzey ise karanlığı temsil etmekteydi. Doğu, güneşin doğduğu yer olmak itibariyle zirveye müteveccih sayılmaktaydı. Hun hükümdarı güneş doğarken bu yöne yönelirdi. Türk kağanlarının otağı da doğuya açılmaktaydı. Batı da güneşin battığı yön olarak karanlık ilkesine müteveccihtir. Hun hükümdarı ay doğarken batıya dönerdi. Güneyin sembolik hayvanı kızıl saksağan, doğununki kök ejder, kuzeyinki kara yılan ve batininki de beyaz lekeli pars idiW!.

Hunlarda hakan, başlıca din görevlisidir. Ona Tengri Kut da denilmektedir. Bu şekilde ifade edilen Hakan, her gün çadırından çıktığında eğilerek güneşi selamlardı. Bunu hakan, her gün yapardı. Bu dini tören ve gelenekler bir düzen içinde yapılırdı. M.S. III. Yüzyılda ortaya çıkan Toba sülalesinde de bu gelenek devam ettirilmiştir[307] [308].

5. Mağara Kültü: Hunlarda hayvan ata efsanesi içerisinde kutsal mağara motifi yerini almıştır. Çin kaynaklan, Büyük Hun Devletinde bir ata mağarasının bulunduğunu haber veriyorlar. Bu kutsal mağaraya yalnızca kamlar veya sıradan kişiler değil, devlet erkanı da saygı gösteriyor ve senenin belli aylarında orayı ziyaret ediyorlardı[309].

6. Ay Kültü: Çin kaynaklanma verdikleri bilgilere göre Hunlar güneşi ve ayı uhıiamışlardır. Hun Tanhusu geceleri ayı tazim etmiştir[310] [311]. Her sabah çadırından çıktığında eğilerek güneşi selamlayan Hun hakanı aym işlemi akşam da ayı selamlayarak yapmaktadır. Bu Hunlarda dini bir sembol haline gelmiştir.

7.  Yıldız Kültü: Hunlar bir işe girişmeden önce yıldızların ve aym durumum bakmaktadırlar^. Bu durum Hunlarda bir yıldız kültünün varlığım göstermektedir.

G.    HUNLARDA AT:

Hunların tarih sahnesine çıktıklarında en önemli amil onların savaşçı özellikleriydi. Bir Hunlu daha dünyaya gelir gelmez kendisini binicilik konusunda yetiştirmeye başlardı. Bunun için küçük yaştaki bir Hunlu önce koyunlar üzerinde biniciliğe başlar, koyun üzerinde iken ok ve mızrabım farelere yönlendirmek suretiyle binicilik ve atıcılık yönlerini geliştirmeye çalışırlardı. Bir Hunlu adım da bundan sonra alabilirdi. Koyun sırtında başlayan binicilik daha sonra at sırtına taşınacaktır. Bundan sonra da bir Hunlunun hayatı at üzerinde geçecektir. At üzerinde yiyip içecekler, hatta en önemli antlaşmalar bile at üzerinde iken imza edilecektir. Hunlarda atın bu denli önemli olması iklim şartlarının ve hayatın ağırlığıdır. Çünkü Hunlar, hızlı bir biçimde yer değiştirmek zorundadırlar. Bunu başarabilmek için de binicilik konusunda iyi olmak zorundadırlar.

Hun İmparatoru Mete, Asya'nın uzak diyarlarında ismen duyulan bir imparatordu. Mete, bütün atlı kavimleri imparatorluğunun bünyesinde toplamayı başarmıştır. Mete, M.Ö. 176 yılında Çin imparatoruna gönderdiği bildirilen mektubunda "Tanrının inayeti, subay ve erlerinin yiğitliği ve atlarının mükemmelliği sayesinde yirmi altı devleti yendiklerini ve bu suretle bütün yay kullanan kavimlerin İrtjr' Hunlar haline geldiklerini" yazar ,

Mete, hakimiyeti döneminde ıslık çalan oklan kullanmıştır. Onun zamanında Hun İmparatorluğu çok kuvvetlenmiş, her tarafa genişlemeye başlamış ve Çin için büyük bir tehlike oluşturmuştur. Hunlar, eğer kullanmamışlardır. Atı nallamamışlar ve üzengiyi tanımamışlardır. Onlar için at beslemek büyük bir meşgaledir. Sidonius'a göre, daha anasının yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocuğunun yanı başında eyerlenmiş bir ata rastlandığını ve bunlarda atimin atma yapışmış gibi oturduğunu söyler. At, başka kavimleri sadece sırtında taşımış, fakat Hun kavmi at sırtında ikamet etmiştir. 4. yüzyılın en meşhur Romalı tarihçisi Ammianus Marcellinus da, Hunların tabii İhtiyaçlarını gidermek İçin bile atlarından

”” Şerif BAŞTAV: "Eski Türklerde Harp Taktiği", Türk Kültürü, II/22, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1964}, 42

inmediklerini belirtir. At sırtında alış veriş eder, yer içer, hatta hayvanın ince boynuna sanlarak uyuyabilir ve güzel rüyalar görürlerdi. At sırtında istişare etmek suretiyle mühim kararlar vermişlerdir. Bir defasında Tuna boyundaki Margus şehri civarında, sulhu takviye maksadıyla gelen Hun elçi heyeti, atlarından inmek İstemediği için BizanslIlar at üzerinde müzakerelere mecbur olmuşlardı. Ammianus ve diğerlerinin anlattıklarına göre, devamlı surette ata binmekten Hunlar yayan yürümeği ve yaya muharebesini beceremezlermiş. 5. yüzyılın diğer bir tarihçisi olan Zosimos da, Hunlar hakkında "arz üzerinde kendilerini iyi hissetmezler ve at üzerinde yaşar ve uyurlar" diye yazar. Eski bir Çin tarihçisine göre Hun kavmi, muharebede ve mücadelede İmparatorluğunu at sırtında tesis etmiş ve yüzfereu kuzeyli kavmi hakimiyeti altına almıştır[312]

Hun Türklerinde at, devlet savaş ve savunmasında önemli mevkilere sahiptir, ikinci Hun İmparatoru Motun, devlet tahtım eline geçirir geçirmez, nezdine, iktidarda bulunan Tung-hu (Tunguz?)lar tarafından elçi gönderilerek, eski hükümdar Toman'a ait olan atı, isteyip istemediğini ve mukabilinde bin "İi" gibi bir mali fedakarlıkta bulunup bulunamayacağım, istizan etmişlerdir. Bunun üzerise, bakanlarım istişareye toplayan Motun, derhal bu atı satın almıştır. Hatta., renklere göre cihet tayini geleneğini Çinlilerden alan Hsunlar, savaşlarında bu geleneğe bağlı kalarak, garp cephesine "beyaz" atlıları, şark cephesine "boz" atlıları, şimal cephesine "kara" atlıları, cenup cephesine "kızıl" atlıları göndermekle, "at kültü" geleneğine sadık kalmışlardı/08.

İlim aleminde kabul edildiğine göre Hunlar, koşum takımlarım, üzengi, eğer ve dizgini keşfederek ata binmek ve ona hakim olmak sayesinde süratli bir nakit ve muharebe vasıtası elde etmişlerdi. Süvarilik için gerekli olan dar pantolon, deri kuşak ve potin de Türkler tarafından icat edilmiş, uzun kılıç da süvariliğin icabı olarak kullanılmıştır. Çinliler, Türklerden ata binmeyi, koşum takımlarım öğrenmişte, kendi elbiselerini terk etmek zorunda kalmışlardır. AvrupalIlar da Çinliler gibi ata

binmeyi ve onu muharebe vasıtası olarak kullanmayı Hunların istilalan sayesinde öğrenmişlerdi. Hunlar, at ve süvarileri sayesinde Avrupa'da da üstünlüğü elde tutuyor, fetih ve istilalarım kolayca yapıyorlardı. Bundan dolayıdır ki Hunlar, atı kutsal kabul etmişler, onun gökten indiğine inanmışlardır. M.Ö. 49 yılında bir Kun ailesinin 10000 baş hayvanına mukabil 7000 atı, M.S. 83 yılında da başka bir ailenin 110000 koyun ve sığırlarına mukabil 20000 atı tespit edilmiştir109.

Osman TURAN : a.g.e., 113,114,115

IV.    BÖLÜM

GÖKTÜRKLERDE DİNİ HAYAT

A.    GÖKTÜRKLERİN TARİHÇESİ (552-745):

Göktürk İmparatorluğu Aşina Türk boyu Tarafından kurulmuştur. Türk adım devletin resmi adı olarak benimseyen ilk Türk devleti Göktürk İmparatorluğu olmuştur. Türkçe'nin tarihte görülen ilk alfabesi Göktürklerinki olmuştur. Göktürk İmparatorluğu on iki milyon kilometrekarelik bir alanda kurulmuştur. Kurulduğu alandaki Yakut Türkleri ve Ogur Türkleri ile Orta Asya'daki tüm Türk asıllı kavimleri ve boylan çatısı altında toplamıştır. Kendilerine genellikle "Türük" adım vermişlerdir. Göktürkler, "Hsiung-nu'larm kuzeyinde Sou ülkesinden çıkmışlar"[313].

Göktürklerin kökeni ile ilgili bilgiler Çin kaynaklarının verdiği bilgilerle sınırlı kalmaktadır. Çin kaynaklarının verdiği bilgiler efsanelere dayandığından mitolojik özellikler taşımaktadır. Çin kaynaklarına göre Göktürkler Hunların bir koludur ve Aşina soyundan gelmektedirler. Türkler Lin ülkesi ordusu tarafından büyük bir yenilgiye uğratılırlar ve halkın tümü öldürülür.bu kırımdan yalnızca 10 yaşında bir çocuk kurtulur. Lin ülkesi askerleri yaşı küçük diye bu çocuğu öldürmezler ve yalnızca ayaklarım keserler. Kesik ayaklı çocuğu bataklığa atarlar.dişi bir kurt bu çocuğu bulur ve etle besleyerek büyütür. Çocuk büyüyünce dişi kurt ondan gebe kalır. Lin ülkesi prensi çocuğun yaşadığım öğrenince onu öldürtmek için asker gönderir. Askerler hem çocuğu hem de dişi kurdu öldürmek isterler. Kurt kaçarak Turfan bölgesindeki dağlara çıkar. Dağda, içi ot ve bitkiyle kaplı derin bir mağara vardır. Gebe kurt b u mağarada on erkek çocuk doğurur. Çocuklar büyüyünce dışarıdan kızlar ile evlenirler. Kanlan gebe kalır kalır ve her kadından yeni bir soy türere. Göktürk İmparatorluğunu kuran Aşina ailesi bu on soydan birisidir. Birkaç kuşak sonra kurttan türeyen topluluk mağaradan çıkar ve Altay Dağlan eteklerinde Juan Juanlara bağlı olarak yaşamaya başlarlar.

Başka Çin kaynaklan bu efsaneyi değişik biçimlerde anlatmaktadır. Bir Çin kaynağı ise Türkleri bir kuzey boyu olarak benimsemektedir. Türklerin atalanmn So ülkesinden geldiklerini, birçok kardeşleri bulunduğunu, bu kardeşlerinden birisinin kurttan türediğim, dağlarda yaşayan bu boyun daha sonra ateşi bularak ısındığını, Göktürklerin kurucusu Aşina ailesinin bu boyun başkammn soyundan geldiğini yazar. Başkan ölünce, çocuklar arasında başkanlık secimi yükseğe sıçrama yarışı ile yapılır. Aşina'mn oğlu, içlerinde en genç olarak, en yükseğe sıçrar ve böylece başkanlığı ele geçirir. Bozkır dünyasında efsaneler gerçek sayıldığından Çinliler bunlan belgelemişlerdir. Genellikle, Göktürk devletini kuran ailenin Aşina ailesi olduğu ve bu ailenin tanrısal kökenli bir kurttan türediğine inanılır. Göksel kurttan türeme, Aşina soyuna da göksellik ve diğer boylar üzerinde soyluluk, üstünlük kazandırır. Kurdun Aşina soyunu ürettiği mağaraya "ecdat mağarası" adı verilir ve her yıl atalara o mağaranın önünde kurbanlar sunulur. Göktürklerin altından yapılma bir kurt başı taşıdığı, süslü bir tuğa sahip oldukları, devlet başkammn muhafız gücüne kurt denildiği belirtilmektedir.

Çin kaynaklan Göktürk siyasal birliğinin kurucusu Bumin Han hakkında da bilgiler vermektedir. Kurttan türeme büyük oğlanın Göktürklerin atası olduğu ileri sürülürken, soğuktan acı çeken bu boyu ateşi bularak ısıtan kişinin başkan seçildiği de yazılmıştır. Başkan seçilen bu torun daha sonra Büyük Yabgu adı ile anılır. Büyük Yabgu, Tuyu'nun büyük oğlu Bumin Han, küçük oğlu da istemi Han'dır. Göktürk devletinin siyasal birliği bu iki han tarafından kurulmuştur. Göktürkler, Bumin Han başa geçince güçlenerek doğuya doğru açılırlar ve Çin sınırına kadar gelirler. Başlangıçta ticaret amacıyla Çin sınırına gelen Bumin'in oymakları demir eşya satıp karşılığında pamuklu ve ipekli kumaşlar almak istiyorlardı. Bu yoldan Çin İmparatorluğu ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyorlardı. Bumin'e bağlı güçler Çin sınırına geldiğinde daha önceleri bu bölgelerde var olan Topa devleti çöküş dönemine girmişti. Topa devleti batı ve doğu olarak ikiye ayrılmışlardı. Batı ve Doğu devletleri eski siyasal birliklerini yeniden kurabilmek için birbirleriyle savaşlara girmişlerdi. İç ve dış karışıklıklar içinde bunalan Batı Topa devleti rakibi Doğu Topa devletinin ve Juan-Juanların baskılarım önleyebilmek için Çin sınırında görülen

Göktürk boylan ile işbirliği kurmaya çalışır. Bu amaçla bir elçiyi Bumin Han'a gönderir. Bumin 546 yılında oymaklarının bazı ürünlerini sunmak üzere Batı Topa devletine elçi gönderir. Bu sıralarda Töles adı ile ortaya çıkan Kaokü'ler Juan Juan'lara saldın hazırlıklan içindedir. Bumin ve oymakları bu fırsattan yararlanarak onlan yenilgiye uğratırlar. Bumin bu zaferden güç alarak Juan Juanların başbuğunun kızım ister. Başbuğ bu olaya sinirlenerek Bumin'e bir mesaj gönderir. Başbuğ mesajında " Siz bizim demircilik yapan adi kölelerimizsiniz, nasıl olur da bizden kız istemeye cesaret edebilirsiniz" diye çıkışır. Bunun üzerine Bumin çok kızar ve gelen elçiyi öldürür. Bumin Han Batı Topa devletinden bir kız ister ve 551 yılında Batı Topa soyundan bir prenses ile evlenir.552 yılında Bati Topa devleti ile işbirliğinde olan Bumin, Juan Juanlara saldırır. Onlan savaşm sonunda hezimete uğratır. Bundan sonra Bumin Kağan adım alır ve Hanların Tanhu'sundan sonra Türklerin yeni imparatoru olarak başa geçer. Göktürkler, yine Batı Topa devletinin işbirliğiyle Moğollan ve Tibetlileri yenerek topraklarım genişletirler. 557 yılında Batı Topa devletinin yıkılmasıyla kalıntılan Göktürklere katılır.

Bumin devleti kurduğu ve Kağan ilan edildiği yıl (552) öldü. Bumin'in kardeşi İstemi, "Yabgu" unvanıyla devletin batı kanadına görevlendirilmişti. Bumin'in ölümünden sonra İstemi Han batıdaki seferlerini sürdürdü. Bumin'in ölümünden sonra Ötüken'de iktidara geçen oğul Kolo ve onun erken ölümü üzerine yerine geçen oğlu Mukan zamanında Göktürk İmparatorluğu en üst seviyeye ulaşmıştı. Mukan Kağan 555 yılında düzenlediği bir saldın ile Juan Juanlan tamamen tarih sahnesinden silmeyi başarmıştır. Mukan bundan sonra doğuda Kitaylan yıkar, onların topraklarım ele geçirir. Kuzeyde Kırgızlan egemenliği altına alarak Bozkırda Türk egemenliğini bir bütünlüğe kavuşturur.

Göktürklerin yükselme döneminde Çin'in Doğu ve Batı olarak ikiye aynlması ve iç kavgalarla uğraşması, bozkır imparatorluğunu kurmalarını kolaylaştırır.

572'de Mukan Kağan'm ölümü üzerine onun yerine Tapo geçer. Tapo Kağan tahta geçtikten sonra Çin ile ilişkilerini geliştirmiştir. İki devlet arasında elçiler gidip gelmektedir. Elçilerle birlikte de ticaret malzemeleri yer değiştirmektedir. Çin'in kullandığı lüks tüketim malzemesinin Türkler tarafından bilinmesi Çin'e özentiye neden olmuştur. Hatta bir Budist misyoner Çin'in zenginlik kaynağının Budizm'de olduğunu belirtmiş ve Tapo Kağan bu misyonerin sözüne kanarak Budizm'i benimsemiştir. Ülkesine bir tapınak ve Buda heykeli yaptırır. Budizm'i korumak ve yaymak için seferberlik ilan eder.

Tapo Kağan 581 yılında ölür. Bundan sonra Göktürklerde kağanlık kavgasının başladığım görmekteyiz. Batı ve Doğu Göktürkleri arasındaki dayanışma giderek sarsılır ve düşmanlığa dönüşür.

İstemi Kağan Altayların batısından Tanrı dağlarına kadar olan bölgeyi kısa zamanda egemenliği altına alır. O bölgelerdeki Türk boylarım kışkırtarak İpek Yolu kavgasına kalkışır. Roma İmparatorluğunun ipek ticaretine önem vermesiyle bu yolun önemi daha da artar.

Göktürkler 571 yılında Horasan'ı aldıktan sonra Kafkasya'ya girdiler. Bu sırada İstemi Kağan'ın ölümü üzerine yerine oğlu Türk Şad geçti. Ancak aradaki anlaşmazlıklar yerine İstemi'nin diğer oğlu Tardu kağanlığa geldi. Çin, "Yabgu” unvanlı Batı Göktürk hükümdarı Tardu'ya kurt başlı bir tuğ göndererek onu büyük kağan olarak tanıdığını gösterdi. Çin, Ötüken'deki Türk kağanım tanımadığım ortaya koyarak çeşitli Türk boylarım birbirine karşı kışkırtmaya başladı. Göktürkler birbirine düştüler. 573-583 yıllan arasında Bağar Kağan ve Tapar Kağan Batı Göktürklerin başına geçen son büyük kağanlar oldular.

Çin'in Batı Göktürkleri üzerindeki politikalan neticesinde Doğu Göktürklerini tanımadıklarım belirttiler. Bundan sonra Göktürk İmparatorluğunun parçalanmasına neden oldular.

İşbara'mn Çin seferine çıkması neticesinde Çin ipek ticaretini kesti ve Göktürklerin on bin kadar tüccarım sınır dışı etti. Bunun üzerine bazı küçük kağanlar Tardünun yanına geçtiler. Böylece iki Göktürk devleti arasındaki düşmanlık iyice körüklendi. îşbara, yanındaki kağanların Doğu Göktürklerine sığınmasıyla yalnız kaldı. Doğu Göktürk Devleti 585'te Çin koruması altına girmekten kurtulamadı.

587'de İşbara öldü. Bundan sonra Doğu Göktürk Devletinde başa geçen kağanlar, devleti ne Çin esaretinden kurtarabildiler, ne de yeniden diriltebildiler. Çin İmparatoru kendisini Türklerin Gök Kağanı ilan ederek 630 yılında Doğu Göktürk Devletini Resmen yıktı. Doğu Göktürk Devleti yıkılmasına rağmen Göktürkler yine de varlıklarım sürdürdüler. Zaman zaman ayaklanarak eski devletlerini kurma teşebbüsünde dahi bulundular.

Tardu Kağan ise yeniden tek bir imparatorluk kurmak istiyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için Çin'in üzerine yürüdüyse de geri çekilmek zorunda kaldı. Göktürk birliğini sağlamaya çalışan Tardu Kağaria, ulu hakan anlamına gelen Bilge Kağan adı verilmişti. Tardu 603 yılında öldü. Yerine sırasıyla torunları geçti. Doğu devletinin kışkırtmasıyla bazı boylar ayaklandılar. Batı Göktürk devletinin Çin'e boyun eğmesinden sonra bu devlet de yıkıldı.

630-680 yıllan arası Göktürklerin bağımsızlıklarını yitirdikleri karanlık bir dönem olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Kitabeler Göktürklerin bu kötü duruma düşmelerinin nedenini Türk kavimlerinin hakanlarının sözlerini dinlememeleri ve Çin'in takip ettiği sinsi politikalar olarak göstermektedir. Bu elli yıllık karanlık dönemden sonra Aşina soyuna mensup olan Kutluğ bağımsızlık mücadelesine girişmiştir. Gizlice teşkilatlanmıştır. Kendisine ünlü vezir Tonyukak da katılmıştır. Orhun kıyılarında devleti yeniden kurdular. Göktürkler yeni kurdukları orduları ile Çin'in içlerine kadar seferler düzenlediler. 682'de Kutluğ, kağan ilan, edilerek îlteriş Kağan adım aldı.

îlteriş Kağan yeniden eski Göktürk topraklan üzerinde imparatorluk kurdu, îlteriş Kağan 692'de hayata gözlerini yumdu. Onun yerine kardeşi Kapkan Kağan geçti. Kapkan Kağan, Çin'i sürekli baskı altında tutmak, Çin'de yaşayan dağınık Türk boylarım anavatana çekmek, Asya'daki tüm Türk boylarını Göktürk împaratorluğu'nun çatısı altında toplamayı hedefliyordu. 693 yılında Çin'e karşı zafer kazandı. Çin sınırlarında oturan Türk boylarını kendisine bağladıktan sonra Kırgızların üzerine yürüdü. Buradan İpek Yolu'na indi ve bu yörede Kültekin ile Bilge Kağan Çin orduların yendiler.

Orhun Yazıtları Göktürklerin bu dönemi hakkında bilgiler vermektedir. Kapkan Kağan Bayırkulu ayaklanması esnasında öldü. Başa Kapkan Kağan'ın oğlu İnal geçtiyse de başarılı olamadı. Bunun üzerine devleti kurtarma görevi Kültekin ve Bilge Kağan'ın omuzlarına kaldı. Tonyukuk'un yol göstericiliğinde Bilge ve Kültekin devletin başına geçtiler. Bilge Kağan, Çin ordularım yenerek kuzey Çin bölgelerini ele geçirdi. Tonyukuk, 725 yılında öldü. Kültekin ise 731 yılında öldü. Tonyukuk ve Kültekin'in ölümü ile Bilge Kağan iki yardımcısını kaybetmiş oldu. 734 yılında da Bilge Kağan zehirlenerek öldü. Onun ölümü ile birlikte D. Göktürk Devleti yeniden çöküş içine girdi. II. Göktürk Devleti yıkılmaktan kurtulamadı. Onun yıkılması üzerine de topraklarında Uygur Devleti kuruldu.

B.             GÖKTÜRK DİNÎ:

Ülkemizde, eski Türk dini ile ilgili ilk çalışmayı yapan Ziya Gökalp'tir. Ziya Gökalp yaptığı çalışmasıyla Eski Türk dininin Şamanizm olmadığım ısrarla savunmuştur. Göktürklerde din, içtimai ve siyasi teşkilatların mahiyetiyle mütenasip bir şekilde gelişmiştir. Ayrı ayn aşiretler halinde yaşadıkları ilk devirlerde "Totemizm" dinine inanıyorlardı[314] [315]. Ziya Gökalp tarafından ortaya ahlan tez Fuad Köprülü tarafından kabul görmemiştir. Fuad Köprülü, Ziya Gökalp'in aksine Eski Türk Dinini Şamanizm olarak nitelendirmiştir. Totemizm, aşiretin daha küçüğü olan klan'ın dinidir. Türklerin avcılık devirlerine ait olan bu klan teşkilatında, klanlar totemlerinin etini yiyemezlerdi. Yalnız yılda bir defa onu kurban edip yiyebiliyorlardı. İşte Türklerde uzun müddet devam eden sürgün avı ve şöleni bu sihir dininin bakiyesidir1.

Abdülkadir inan ise, Ziya Gökalp'in Göktürklerin dini yaşam biçiminin "totemizm" olduğunu iddiasının tersine onların şamanist olduklarım ileri sürmektedir. Hatta, Göktürk hakanları ve bunların idareleri altında bulunan Türk boylan, batıdaki şehirli Türklerin bir kısmı müstesna hep şamanist idiler[316]. VIII. Yüzyılın sonlarına kadar Orta Asya'da Şamanizm hükümranlığım sürdürmüştür. Bu dönemde çeşitli dinlerin de şamanizmin etkisi altında olduklarım söylememiz mümkündür.

Eski Türk Dini hakkında ilmi çalışmalar yapmış olan, bu sahada yapılan çalışmalara ön ayak olan merhum Hikmet Tanyu Göktürklerin dini inançlan hakkında şu bilgileri vermektedir: "VI. yüzyılda büyük Türk devletini yeniden kuran Göktürk sülalesi eski Türklerin dini inançlarına ve geleneklerine sadık kalan bir sülale idi. Göktürklerin dini hakkında Göktürk yazıtlarında Tengri (Tenri) inancı esas alınacakken buna manevi halk inanç ve adetleri karıştırılarak 7. ve 8. yüzyıl Göktürklerin inançlarıyla. Altay uluslarının inançlarım Şamanlık kalıbı içinde tahlil etmek ilmi yönden benimsenmemelidir"[317]. Gerçekte, "Şamanlık" yada "Şamanizm" diye ne bir inanç ve ne de bir "din", var olmadığı halde, değişik ırk, soy, dil, tarih ve kültürden gelenlerin birbirleriyle ilintisiz inançlan, "Şaman Dini" olarak nitelenmiştir. Göktürklerin Tanrısal ve dinsel inançlarının kaynağı olan Gök Dini, eski bir geçmişte, "her şeyi var ve yok eden tek Tanrı'yı en yüce değeri ve anlamıyla dile getirmiştir[318].

Çin kaynaklarının verdiği bilgiler bir yana bırakılırsa, Türk dini ile İlgili en özlü bilgilere VIII. Yüzyılda Orhun Nehri kenarına dikilmiş olan Orhun Kitabelerinde rastlamaktayız. Bu abidelerde Türk dini ile ilgili olarak Tanrımn vasıflan yanında Tenri-Iduk, yer-sub, Umay terimleri zikredilerek Türk dini sisteminin temel esaslan verilmekte ve dikotomik bir karakter arz eden Türk kozmogonisi "üze kök tenri asra yağız yir kılundukda ekin ara kişi ogh kılınmış" cümlesi ile özlü bir şekilde ifade edilmektedir. Kitabelerde verilen bilgiler dışında, İslam öncesi Türk dini inamşlan hakkmdaki bilgilere X. Yüzyıldan itibaren klasik İslam tarih ve coğrafyacılan ile seyyahların eserlerinde rastlamaktayız. Özellikle yaşadıklan çağda mevcut Türk inamşlan ile ilgili bilgi veren bu tarihçi ve seyyahlardan bazılarını zikretmek gerekirse; Avfî, İbn-i Hurdadbih, İbn-i Havkal, Mes'udi, Makdisi, Binini, İbn Nedim, Yakuti, vb. saymak yeterlidir[319].

Şaman dininin ortaya çıktığı devirlerde Göktürk, Uygur ve Hazar Devletlerinin kağanlan yabancı dinlere pek çok derecede müsamaha göstermişlerdir. Bunun neticesi olarak yüksek insanlık idealine sahip olan, sağlam bir adalet ve geniş bir dini müsamaha gösteren Göktürkler, cihan şümul bir devlet olmuştur. Müsamaha göstermeleri neticesinde ülkede şamanızmden başka Mani Dini ve Zerdüşt dini de yerleşmiştir[320].

Hunlarm ve Göktürklerin kendilerini Allah'ın ordusu sayan ve komşu milletlere de intikal eden inanışları İslam devrinde de olmuştur. İşbara Han Çin'e tabiiyetinden önce "elli yıldan beri Tanrının koruduğu Göktürkler... 100000 kişilik bir orduya sahip bulunuyorum" demektedir. Göktürklerin bu dini inanışı dolayısıyla, Göktürk adının başına konan kelimeye "Gök" veya "Mavi" anlamım vermek değil de "semavi" manasım vermek daha doğru olur[321].

Göktürklerin dinleri hakkında çeşitli bilgiler aktarılmıştır. Bu bilgilerin bir kısmı Göktürklerin totemist olduklarım savunurken bir kısmı da onların şamanist olduklarım savunmaktadır. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Göktürkler tek Tanrı inancına sahiptirler. Bunu da Gök Tanrı dini olarak nitelendirmektedirler.

Göktürklerin dini hakkında en sağlıklı bilgileri Orhun Kitabelerinden edinmekteyiz. Bu kitabeler Tonyukuk, Kültegin ve Bilge Kağan adına dikilmiş olan anıtlardır. Eski Türk dini hakkında en önemli kaynak hiç şüphesiz Hoytu Tamir yazıdandır. İlk defa bu yazıtlarda Tanrı'ya Iduk sıfatı verilmiştir. Bu yazıtlardan sonra 732/734 yıllarında Orkun ırmağı kenarına dikilmiş olan abideler gelmektedir. Bu abidelerin birer mezar kitabesi olması dini terminoloji olarak çok az kavram içermesine sebep olmuştur. Kuşkusuz kitabelerde zikredilen Tengri, Yer sub, Iduk, Umay, Kut, Kûç, Ülüg, Türk Tengrisi kavramları ile bütün bir dini hayatı ifade etmek imkansızdır[322] [323]. Yenisey ve Orhun ırmakları kenarında Bilge kağan, Kültegin ve Tonyukuk adına dikilmiş olan bu yazıtlar Göktürklerin dini düşüncesi, siyasi yaşam biçimi, toplum yapısı hakkında bilgi vermektedir. Yazıtların Türk dini ile ilgisi ise bünyesinde barındırdığı Tanrı, Iduk, Yer-Sub, Umay gibi kavramlardan yala çıkılmak suretiyle ortaya çıkmaktadır. Bu abideler, Göktürklerin dini hayatı ile ilgili inancı yansıtması bakımından büyük önem taşımaktadır. Hunların dini hayatlan ile ilgili bilgileri ve Göktürklerin hakkındaki dini düşünceleri Çin kroniklerinden öğrenmekteyiz. Ancak, Göktürklerin dini düşünceleri hakkında bilgi veren Orhun Abidelerinin yeri tartışılmaz. Bu yazıtlar her ne kadar dini amaçla yazılmamışlar ise de, Göktürklerin dini düşünceleri hakkında verdikleri bilgilerden dolayı hareket noktası olarak kabul edilebilir1!.

Wilhelm SCHMÎDT' e göre Hunların ve Göktürklerin dini yaşanılan birbirinden kesin çizgilerle aynlmaktadır. Ona göre; Hiugnularla Tukue'lerin dinine dair malumat, İsa'nın doğumu sırasında seyrek olarak geçtiği halde bilahare Milattan sonra bininci yılın müteakip asırlarında artmağa başlar. Hiugnu'larla Tukue'lerin dinlerine dair vesikalar, birbirinden ehemmiyetli şekilde aynlır. Şöyle kİ Tukueler için bir takım eski kaya kitabeleri mevcut olduğu halde, Hiugnu'lar hakkında sadece aynı zamana ait eski Çin kaynaklanılın verdiği malumatla kalmaktayız[324] .

Göktürklerin dini ile ilgili araştırma yapan J.P. Roux ortaya ilginç bir tespit atmaktadır. Onun araştırmalan doğrultusunda Göktürklerde iki çeşit din bulunmaktadır. Bunlardan biri milli, devletçi, imparatorluk dini; diğeri ailevi, kabilevi ve popüler dindir. İmparatorluk dini Gök-Tanrı üzerinde ısrar etmekte; buna karşılık halk dini Şamanizm ekseninde oluşmaktadır[325].

Maddi kültür kalıntılarına dayanarak, o devirde yaşayan kişilerin dini hakkında şu neticeler çıkarılmıştır: mesela, bazı kültür sahiplerinin maderşahi bîr teşkilatla yaşadıkları mezarlarının düzeninden anlaşılmıştır. Böyle neticeler herhalde, faraziyeden öteye gidemez. Bir dinin varlığı ya dini temsillere veya yazılı kaynaklara bağlıdır. Göktürklerin dini hakkında emin bilgimiz var.

Orhun Kitabeleri bize, sekizinci asrın ilk yansında sevk ve idareyi ellerinde bulunduran tabakanın devlet ve din telakkisi, yaşayış tarzı ve devletin umumi bünyesi hakkında bilgi vermektedir.

Dini telakkilere ait bilgiler nispeten azdır. Öyle görülüyor ki bunlar köklerini totemist bir dünya görüşünden almaktadırlar. Örneğin, Türklerin totem hayvanı ve ilerde bir tabu kavramı olan "Borü" kelimesi yerine, sonraları genelleşen "Kurt" kelimesi kullanılmıştır. Bunun yanında, gök ve yer ile su (yer-sub) ve küçük çocukları koruyan bir ruhun olduğu ve bunun bir kuş veya böcek gibi uçup gittiği inancı vardı. Ruhlar için de, görünüşe göre, geniş ölçüde matem merasimi ile başlayan bir ibadet vardı. Mezarlar taş tepeleri halinde yapılmıştır. Taş heykeller (Balbal) dikmek herhalde, hususi hallere mahsustur ve öyle tahmin ediliyor ki, bu heykeller öldürülmüş düşmanlara aittir; çünkü öldürülen düşman kuvvetlerinin öldürenlerde yaşamaya devam ettiği sanılıyordu. Türklerde, mezarlar sonradan Çin tarzına göre yapılmaya başlanmıştır[326].

1. Göktürklerde Budizm: Göktürkler Tek Tanrı inancının yanında çeşitli dinlerin de etkisi altında kalmışlardır. Türklerin başka dinlerin etkisi altoda kalmalarının nedeni ise yabancı dinler ve medeniyetlerle işbirliği içinde olmalarıdır. Çünkü Türkler ticaret yapıyorlar, tüccarlarla birlikte gelen misyonerleri de ülkelerine alıyorlardı. Hindistan>dan gelen Budizm, İran yolu İle giren Zerdüştilik ve Nasturilik bilhassa tüccarlar ve misyonerler vasıtasıyla Türkler arasında yerleşmeye çalışıyordu.

Bunda Göktürklerin coğrafî mevkileriyle beraber siyasi rolleri etkili olmuştur[327]. Türkler Budizm, Hıristiyanlık... gibi bir çok dini kabul etmiş, bununla ilgili eserler meydana getirip, onların terminolojilerini kullanmış, söz konusu dinlere ait tapmaklar yapmışlardır[328]. Budizm'i daha çok şehirliler ile hakan ve onun etrafında toplananlar kabul etmişlerdir. Bunların dışmda kalanlar şamanist idiler[329].

Göktürk Kağanı Mukan (552-572), bir yandan Çin Konfuçyanizmi, Taoizm ve Zerdüşt dininin, diğer taraftan Bizans'tan ilerleyen Hıristiyanlığın kültürel etkisinin önüne geçebilmek için Budizm'i kabul etti. Mukan'dan sonra yerine geçen Tapo Kağan (572-581) bir rahibin tesiri ile Budist tapınağı yaptırdı ve ayrıca bir de Buda heykeli diktirdi[330].

Birinci Göktürk Kağanlığı devletin ideolojik birliğini sağlamak için Budizm'in devlet dini olarak kabul edilmesini uygun bulmuş ve Taspar Kağan da 574 yılında bu dini kabul edip yayılmasına izin vermiştir. Bu durum Soğdca Bugut yazıtında "      ve o buyurdu: Yeni büyük bir Samgha (Budist cemaati) meydana

getirir..." ifadeleri ile anlatılmaktadır[331]. Göktürk sülalesine ait görünen Göbi Çölü çevresinde bulunan mezarlıktaki bir hükümdar heykelinin elinde Budist tespihi tuttuğu ve bunun Taspar'a ait olduğu sanılmaktadır. Budist tapınakları yaptırdığı bilinen Taspar Kağan'm Doğu Türkistan'da, Kumtura'da bulunan Budist külliyesinin müessisi olduğu tahmin edilmektedir[332]. Taspar Kağan, "Patra" (Buda kasesi) ve "Arslan" gibi Budist ünvanlar alarak, kendini tamamen kültürel ve dini faaliyetlere verdi. Budizm'in temel kitaplarından (sutra) Türkçe'ye birçok eser tercüme ettirdi.

Budizm'i Türk ülkesinde yerleştirmeye ve korumaya çalıştı. Fakat, Budist rahipler bunda başarılı olamadılar[333].

Vin. Yüzyılda Bilge Kağan Orkun'da Buda ve Lao-tse dinlerine birer mabed yapmak düşüncesini veziri ve kayınpederi Tonyukuk ile görüşmüştür. Bu görüşmenin neticesinde vezir Tonyukuk " Burkan ve Lao-tse dinleri insanlara yumuşaklık ve miskinlik verir, bu sebeple Türklerin savaşçı özelliklerine ve yaşayışlarına uygun değildir " diyerek bu dinin resmi devlet dini haline getirilmesine karşı çıkmıştır. Hatta yabancı dinlerden hiçbirisinin Türk yurduna sokulmamasını ve Türklerin ecdatlarının dinlerine sadık kalmalarının doğru olacağım tavsiye etmiştir. Bilge Kağan da veziri ve kayınpederi olan Tonyukuk'un tavsiyelerini doğru bulmuştur. Budizm ile münasebet Çin üzerinden ve gelip geçici mahiyette olmuştur[334]. Orhun Abidelerinde Budizm'den hemen hiç söz edilmemiştir[335].

2.   Göktürklerde Kainat Anlayışı: Göktürklerde kainat anlayışının en bariz olarak görüldüğü yer Orhun kitabeleridir. Burada "yukarıda mavi gök ve aşağıda yağız yer" şeklinde ifade edilen kainat anlayışı geleneksel Türk çadır tipini göstermektedir. Buna göre gökyüzü yanm kubbe biçimindedir ve dört köşeli olarak tasavvur olunan yer yüzünü örtmektedir. Bu iki unsur yani gök ve yer, birbirini tamamlamakta ve bu şekliyle onlar, bir bütünün tamamlayıcı iki unsurunu teşkil etmektedirler[336].

3.   Göktürklerde Kam: Kamlar geleneksel Türk dini hayatı içerisinde kendilerine önemli bir yer edinmişlerdir. Onların menşei meselesi gündeme geldiğinde Hunlara kadar dayandığı görülmektedir. Gyula Nemeth'in verdiği bilgiler doğrultusunda Türklerde kam sözcüğü V. Yüzyıldan itibaren mevcuttur. Avrupa Hunlanmn tarihinde ise, "atakam" ve "eşkam" adlarında iki şefin varlığından söz edilmektedir. Ancak, Göktürk yazıtlarında kamların hiç bahsi geçmemektedir[337] [338].

C.    GÖKTÜRKLERDE DİNİ İNANCA BAĞLI ADETLER

1.    Kurban : Göktürk dini yaşam biçimi içerisinde kurban kesme önemli bir yer tutmaktadır. Kurban kesmek Türk dini hayatında en önemli tezahür olarak görülmektedir. En önemli kurban biçimi ise kardı kurban olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra kansız kurbanlar da bulunmaktadır. Türkler atı kanlı kurban olarak kesmişler, bunun yanında sığır yada koyun kesmişlerdir. Bunlardan birini seçmek, yerine getirmek, kişinin mal varlığı ile orantılıydı. Göktürkler, ölülerinin suç ve günahlarının bağışlanması, ruhlarının Tanrı katında rahat ve huzurlu ohnalan için her yıl kurban keserlerdi . Ancak en çok kurban edilen hayvan olarak at karşımıza çıkmaktadır. Kurganlarda çıkanlan at koşum takınılan, eyerler, kuyruk vb. gibi şeylere bakılırsa Türkler atı sadece dünyada iken değil ahirette de kullanmayı düşünmüşlerdir. Türkler yılın belirli zamanlarında Tanrıya ve atalarına kurban keserlerdi. Göktürkler Tanrılanmn suretlerini keçeden yaparlar ve deri torba içerisinde muhafaza ederlerdi. Bu suretleri iç yağıyla yağlarlar ve sırıklar üzerine dikerlerdi. Yılın dört çağında (mevsiminde) bu taunlara kurban keserlerdi. Kestikleri at ve koyun kurbanlıkların kafalarım sırıklara korlar. Hakanın çadın Ötüken dağmdadır; kapısı doğuya bakar. Her yıl boy başbuğlanyla beraber atalarının mağarasına kurban sunar. Ayın ilk onunda ırmak kıyısında Tanrıya kurban keserler. Ötüken dağının batısında 500 "li" mesafede yüksek bir dağ vardır. Bu dağm üzerinde ağaç ve ot yoktur. Burasına "Budın inli" derler ki "ülkenin koruyucusu olan ruh" demektir. Ruhlara taparlar, kamlara inanırlar[339].

Göktürklerdeki kurban kesme merasiminde bakanlan görmekteyiz. Atalar kültü konumundaki mağaralar kurban kesme işleminin yapıldığı mabed vazifesi gören yerlerdir. Kurbanlar her yıl burada Hakan'ın gözetiminde kesilmektedir.

Kültegin'in mezar külliyesinin "bark" kalıntısının batısında, blok halinde granitten yapılmış bir kurban sunağı görülmektedir. Ölçüsü: üst satıh 1.70 x 2.20 m. Ve ortasında 0.70 m çapında bir silindirik delik bulunmaktadır. Taşın derinliği ise 0.80 m kadardır. Büyük granit bloktan yapılmış ve toprağa gömülmeden seviyede kalmış bulunan bu sunağın diğer bir benzeri, Bilge Kağan mezar kompleksinin batısmda toprağa gömülü bir durumda keşfedilmiştir[340]. "Ko-han (Kağan) daima Yutukin dağında oturur. Her yıl kurban için beyleri atalar mağarasına götürür. Ayrıca 5. ayın ortasına doğru (halk) Gök Tanrı'ya kurban sunmak üzere To-jen ırmağının kıyısında toplanır. Yutukin'den 400 veya 500 li (batı) da sarp ve yüksek bir dağ bulunmaktadır. Üstünde ne çimen, ne de ağaç vardır. Adı P'o-teng-nin-li olup Çince "yer ilahesi" demektir. M.S. 622,624,626 yıllarında müteaddid savaşlar olmuş ve bunlan, bir yanda doğu Tukue'leri, bir yanda da Çin arasında yapılan anlaşmalar takip etmişti. 626'da yapılan anlaşmada bir ak at kurban edilmiş ve her iki taraf Vey ırmağı üzerindeki köprünün üstünde and içtikten sonra kendi iline dönmüştü \

Göktürklerin ongunu öküz olduğundan büyük tanrı için öküz kurban ederlerdi. Bu tanrının dört renk ile temsil edilen Yeşil Han, Ak Han, Kızıl Han ve San (Kara) Han adlarında ve birer Tanrı ayarında dört oğlu vardı. Dört boydan kurulmuş olan Türk yurdunu bunlar idare ederdi. Bu yurtlar; Çiğil yahut koyun ili, ît ili, Kuş ili ve Tonguz ili adlarım taşırdı. Çünkü bu yurtlarda oturan boyların Ongun'lan; (Çiğil: Keçi), (Barsancar: Kaplan, Bars), (Almak: Horoz), (Tünük: Domuz) idi. Bunun için de Ongun'u keçi olan boy ; ilkbaharın başmda kendilerini idare eden Yeşil Han'a bir koyun yavrusu, Ongun'u kaplan yahut bars olan boy; Sonbaharın başında Ak Han'a bir köpek yavrusu,Ongun'u horoz olan boy; sonbaharın başmda Kızıl Han'a bir horoz yavrusu, Ongun'u domuz olan boy da kışın başmda San Han'a bir domuz yavrusu kurban ederdi. Yer-su perileri de insanlara iyilik ettiklerinden, bunlar adına da kurban kesilirdi. Totem kabul edilen hayvanın da, senede bir defa ilk yavrusu kurban edilir, hangi boy kurbanı kesmiş İse eti onlara dağıtılırdı. Türkler kurbanlara büyük önem verir, insanları da kurban ederlerdi ama bunda vahşete ve zulme doğru gitmezlerdi[341]. Göktürklerin gerek batıda gerek doğuda kalanların inanç ve adetlerinin birbirinin aym olduğunu söylemek gerekir. Hakan'ın gözetiminde yılın beşinci ve sekizinci aylarında ata ruhlarının anısına kurban sunulmak üzere bir araya geliyorlardı. Babalarının nesiller boyunca yaşadıkları mağaralara her yıl bir memur gönderip kurban kestirirlerdi. Mağaralar umumiyetle bir ibadet merkezi olarak kullanılırdı. Hakan, en büyük dini ayinleri yöneten kişiydi[342] [343].

Göktürkler, mezar üzerine kurgan yaparlardı; balbal dikerler, yoğ-aşı töreni yapıp kesilen hayvanların derilerini-başlan, ayak ve kuyruklarıyla beraber sırıklara asarlardı. Ölülere kurban sunarlardı .

Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar yılın beşinci ayında aym mukaddes dağ üzerinde toplanırlar, Tanrıya ve atalara kurban keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve merasimleri demircilikle uğraştıktan ve kurt menşei efsanesiyle bağlı bulunduktan Altay dağlarının bir vadisinde yüksek beylerin ve asillerin iştiraki ile yapılıyordu[344]. Çin kaynaklarında ecdat mağarası olarak tanınan bu yer, Türk efsanesinde Ergenekon ismini almıştır. Ergenekon destanına göre Türkler buradan bir demircinin demir madeni olan dağı eritmesi suretiyle çıkmışlardır. Bu sebeple de bugünün bayramında demiri merasimle örs üzerine koyarlar ve döverlerdi. Demirin kutsiyetinden dolayı kılıç üzerinde yemin ediyorlardı. Yemin edecek kimsenin önüne kılıç konuyor ve ahdini bozarsa "bu gök girsin, kızıl çıksın" yani kılıç onu öldürüp kanlansın deniliyordu[345].

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Göktürklerde kanlı ve kansız olmak üzere iki çeşit kurban kesme biçimi vardır. Ancak Türklerde kurban edilen hayvanın kanının akıtılmamasına dikkat edilmektedir. Kurban edilen hayvanın kemikleri kınlmamaktadır. Kurban edilen hayvanın kemikleri köpeklere verilmemekte, kemikler ateşte yakılmamakta veya yere gömülmemektedir. Kurban kemikleri toplanıp bir kaba konularak kayın ağacına asılmaktadır. Bu kemiklerin kayın ağacına asılması ise Türklerdeki ağaç kültü ile ilgili olsa gerektir. Buna göre kültlerin birbiriyle ilintili olduğu fikrini ortaya atabiliriz. Türklerde kayın ağacının önemli olduğu ve bu ağacın şaman davulunda bulunduğu ağaç kültü bölümünde işlenmektedir. At kurbanlarının kafa tası bir sırık üzerine konulmaktadır.

Göktürklerdeki kurban meselesiyle ilgili bir tartışma insan kurban edilip edilmediğidir. Bazı araştırmacılar Göktürklerde insan kurban edildiğini savunurken bazı araştırmacılar bunun aksi görüştedirler. Göktürklerde insan kurbanının olduğu fikrini savunan en önemli araştırmacı Barthold'dur. Barthold'un yanı sıra bu fikri Chavannes, J.P.Roux da savunmaktadır. Makdisi, Cüveyni ve îbn Batuta gibi Müslüman seyyah ve yazarlarda da benzer kayıtlar mevcuttur[346]. Göktürklerdeki bu durum zihinlerde soru işareti bırakmaktadır. Gerçekten Göktürkler inşam kurban etmişler midir? Yoksa bazı araştırmacıların iddiaları mıdır? Bu soruların cevabım bilemiyoruz. Ancak gerçek olan bir şey var ise o da Göktürklerde insan kurban edildiği meselesinin kayıtlara geçmiş olmasıdır. Göktürklerde insan kurban edilmesi meselesiyle ilgili tek olay Bizans elçisi Valent'in naklettiği İstemi Han'ın Yoğ töreni esnasında Hunlu dört kişinin atlarla birlikte öldürülmelerine dairdir[347].

2.    Tören ve Ayinler: Göktürkler gece, gündüz demeksizin herhangi bir yer tahsis edilmeksizin toplu yada bireysel olarak ibadetlerini, yakarış ve yarlıganma dileklerini yapmışlardır. Ülkenin çeşitli kent ve obalarında bulunan çeşitli "Bark"larda da yakarış, yarlıganma ve anma gibi ibadetlerini sürdürürlerdi. Tanrı ile ilgili, Tanrı için sürdürülen bu kişisel ibadetlerden ayn olarak, bütün bir ulusça Kağan (hükümdar) başkanlığı altında yapılan iki ayn dinsel ibadet ve tören vardı ki, bunlardan biri, "Demir dağ-Altın dağ" gibi kutsal olarak benimsenmiş en yüce dağların doruğunda yapılırdı. Ulusal felaketlerden korunmak yada kurtulmak için Tanrı’ya yakanlır, günahlarının bağışlanması, yarlıganması dileğinde bulunulurdu.

Bu türden ikinci dinsel ve ulusal büyük törenlerden biri de, kutsal sayılan "mağara"larda, devleti kuran ve yücelten "ataların ruhlan" için yapılmaktaydı. Her yılın 5. ayında (mayıs ayı) yapılan "ulusal ve dinsel" törenin anlamı, Tanrı'ya yakanşın ve "şükür" edişin nedeni ve kökeni, Göktürklerin "yaratılış efsanesiyle "Ergenekon Destanı"na dayanmaktaydı. Ulusça yok olduktan sonra, bir dişi kurttan türeyerek yeniden bir ulus olma mutluluğunun gerçekleşmesi karşısmda duyulan minnet, bu mağaralarda dile getirilirken, bir yandan da Demir dağı eriterek açılan bir gedikten çıkartarak, tüm Göktürkleri yeni bir ülkede yücelten "ataların ruhlan" hayırla anılır. Onlara güç ve yetenek veren Tanrı'ya şükredilerek övgüler söylenirdi, gerek dağ başlarında, gerekse mağaralarda yapılan bu ibadet ve törenlerde, çok sayıda at, sığır ve koyun kesilerek Tanrı'ya kurban edilirdi[348] [349] [350]. Göktürkler yılın 5. ayında büyük bir bayram yapıyorlardı. Bahar bayramlarının en önemli olaylan, hiç şüphe yok ki, kurban törenleri idiler. Göktürklerin bahar bayramlarında at yanşlan yapılır, şarkılar söylenir, kımız içilir, eğlendirdi . Herkes bir şaman çağırabilir ve kendi kaderi ile ilgili dualar okutup, büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi törenlerdi. Fakat bu törenler bir aile evi içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili olarak düzenlenirlerdi .

3. Tapınma (İbadethane) : Eski Türklerin muntazam günlük ibadetleri ve ibadethaneleri olduğuna dair açık bilgilere sahip değiliz. Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında mukaddes yerlerde dua ve kurbanlarından başka sefere çıkarken bir mabede gidip zafer duası yaptıkları ve ondan sonra da orduları harekete geçirdikleri gözüküyor[351]. Bunun yanı sıra Türklerle ilgili önemli bilgi sahibi olduğumuz Çin kaynaklan ibadethanelerle ilgili bilgiler de vermektedirler. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre Goktürklerde "Fu-yun-se" adım verdikleri bir tapmak veya ibadethane vardır. Goktürklerde bunların yanı sıra en önemli ibadethaneleri ecdat mağaraları oluşturmaktadır. Ecdat mağaralarının yanı sıra mukaddes dağlar, yer ve sular, hakanın otağı ve obalar önemli dini merasimlerin yapıldığı yerler olarak tanımlanmaktadır[352]. Türk çadırı Göktürklerde dini merasimlerin yapıldığı önemli mekanlardandır. Devasa Türk mezarlarım incelediğimizde buraların dini ibadetlerin yapıldığı bir mekan olduğu anlaşılacaktır.

3.1. Tözler: En eski dönemlerden beri Türklerin mezarlarından kurban edilmiş hayvanlara ait kalıntılar bulunmuştur. Bu buluntulara dayanarak Türklerde at kurban edilmesinin ne kadar eskilere dayandığım görmekteyiz. Atm yanı sıra Hun mezarlarında geyik ve grifon gibi hayvan heykelcikleri de çıkmıştır. Bu heykelcikler altından, gümüşten ve hatta ahşaptan yapılmıştır. Göktürkler döneminde bunların yerlerini keçeden ve ahşaptan yapılmış olanlar almıştır. Bu idoller, Göktürkler döneminde kurt, geyik, grifon ve ejderha biçiminde varlıklarım sürdürmüşlerdir[353].

4. Dua: Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında mukaddes yerlerde yapılan dua ve kurbanlardan başka sefere çıkarken mabede gidip zafer duası yaptıkları ve ondan sonra da orduları harekete geçirdikleri görülüyor. Nitekim bu dua için yaptırılan Fu-yun-se adım verdikleri bir tapınak veya ibadethanenin mevcudiyetini kaydetmektedirler[354]. M.S. 549 yılında batı ve doğu Tukue devletlerinin kağanları, Çin'e karşı kendi aralarında bir anlaşma yaparlar. Bu suretle elde edilen üstünlüğün şuuru ve daha savaştan önce belli olan zaferin emniyeti içinde, batı devletinin kağanı, atından inerek Gök'e dua ve düşmanlarım kendisine teslim ettiği için şükreder. Göktürk ham, halk için yaptıklarım bir bir saydıktan soma şöyle haykırır: "Gök, imdi sen bize yardımcı ol!". Göktürklerin Gök Dini'nde Tanrı'ya, ellerini göğe açarak ibadet edilirdi. Yarhganma (bağışlanma) yada dileğin yerine getirilmesi amacıyla yapılan bu yakarışlar (dualar), kişinin vicdanından kopup gelen sözcüklerle yapılırdı. Gerek yarlıganması, gerekse dileğinin yerine getirilmesi için iki diz üstünde oturularak, eller göğe açılıp gözler gökyüzüne dikilerek yapılan bu yakarışlar, kişinin mal varlığı durumuna göre, Tanrı'ya adanan kurbanla tamamlanırdı. Göktürkler, ibadet, yakanş ve yarhganma dileklerini, gece ve gündüz, her istedikleri yerde sesli-sessiz, toplu yada tek olarak yaparlardı[355]. Orhun kitabelerinde geçen "Yukarıda Gök-Tanrı, aşağıda yağız yer var olduğunda ikisi arasında insanoğlu yaratılmış" cümlesinde Tanrı inancının olduğu açıkça görülmektedir. Dilek, yarlıgama, elleri göğe açarak dua ve kurbanı anlatıyor. Her yıl kurban kesilir ve dua edilirdi. Tören yüce dağların doruğunda olurdu. Kutsal mağaralarda da tören yapılırdı (5 mayısta tören yapılırdı). Tanrı’ya yakarış ve şükür Göktürklerin yaratılış efsanesi ve Ergenekon Destanına dayanmaktaydı. Ataların ruhları saygıyla anılırdı. Dağ, mağaralar önemliydi[356]. Göktürklerde toplu olarak çeşitli ayin ve bayramlarda dua edildiğini kaydettik. Bunun yanı sıra Göktürklerde Hsiyung-nularda olduğu gibi ferdi dua edildiğine dair örnekler de bulunmaktadır. Hsiyung-nuların Tien-şan dağlarını geçerken atlarından inerek dua ettikleri anlaşılıyor. Bu tür rastlantıya bağlı ve bazen ferdi dua uygulamalarına, Göktürklerin de kısmen yer verdiklerinden söz edilmektedir[357] [358].

5.    Göktürklerde Falcılık: Göktürklerde falcılık önemliydi. Fal anlamına gelen en yaygın kelime "tölge"dir. En meşhur falcılık da kürek kemiği falcılığıdır.

6.    Göktürklerde Kurt Ata İnancı: Göktürkler, Asya Hunlanmn devamı olarak gelmişlerdi. Aşina soyuna mensuptular. Göktürklerin mensup oldukları aşina soyu ile ilgili dişi kurttan türeyiş rivayetleri Göktürklerin menşei meselesine ışık tutmuştur. Kurt ata inancı dolayısıyla Göktürk hakanlık alameti, altından kurt başlı sancak olmuştur .

Milletlerin yaşam biçiminin, inanışlarının, düşüncelerinin gün ışığına çıkarabilmesinde destanların büyük bir yeri vardır. Bu özellikleri bakımından destanlar büyük önem taşımaktadır. Göktürklerin tarih sahnesine çıkışları, onların menşei meselesi, yaşam biçimleri, inanışları tarihin dokusu içerisinde yer alan Ergenekon Destanı'nda anlatılmaktadır. Bu destanın özünde kurt ata inancı yatmaktadır. Türk milleti tarihte sevilen bir millet olmasının yanında düşmanı da olan bir millettir. Düşmanlan tarafından gizli planlar yapılarak tarih sahnesinden silinmeye çalışılmıştır. Ancak Türk milleti ve devleti devam etmiş ve ebediyete kadar da devam edecektir. Bunu Orhun Abidelerindeki "senin ilini töreni kim bozabilir" sözünden anlamaktayız. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Ulu Önder Atatürk tarafından "ilelebet payidar kalacak" şeklinde ifade edilmiştir.

Türk hükümdarlan kendilerim Aşina soyuna bağlamak istemişlerdir. Bunun en önemli nedeni ise, Türklerde atalar kültünün en önemli delili olan Bozkurt'a duyulan saygıda gizlidir. Göktürkler, kurt menşe efsanesine dayanarak büyük dini merasimlerini, demircilikle uğraştıklan Altay dağlarının bir vadisinde beylerin ve asillerin iştiraki ile yapmışlardır. Çin kaynaklan burayı "ecdat mağarası" olarak değerlendinnişleıdir. Çinliler tarafından "ecdat mağarası" olarak değerlendirilen bu yer Türk ananesinde Ergenekon adım almıştır,

Türklerin türeyişi ile ilgili kurt ata inancı mevcuttur. Çin kaynaklan Göktürkleri Kunların torunu gösterir. Tatarlan (Cücen veya Avar) hücumuna uğrayan ve imha edilen asil bir Hun çocuğu Bozkurt tarafından kurtanlmış ve Göktürkler de onunla kurdun nesli olarak türemiştir[359]. Bu çocuk dişi kurt tarafından beslendi. Çocuğun dişi kurtla birleşmesinden dolayı ata mağarası olarak nitelenen mağarada on erkek çocuk dünyaya geldi. Kurttan olan bu on çocuk büyüdüler ve bu yurttan çıkıp on tane kız kaçırarak buraya getirip çoğaldılar. Bunlardan birisi kendisine Aşina adım verdi. Çadırının önüne kurt başlı sancak astı. Türkler büyüdükçe büyüdüler ve buraya sığmaz oldular. Çare bulmak için kurultay toplandı. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında her kim bize dost olursa, onunla görüşelim. Düşmanla vuruşalım". Kurultay bu karan alınca Göktürkler Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar.. Ancak çıkış yolunu bulamadılar. İçlerinden bir demirci dağın içinde bir demir madeni olduğunu ve bu demir madenini eriterek çıkabileceklerini söylüyordu. Türkler bu dağı eritmek için çabalarken Tanrı'ya dua etmeyi de ihmal etmediler. Türkler "Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin" demekten kendilerini alamıyorlardı. Bu yakanşa Tanrı elbette kayıtsız kalamazdı. Göktürkler dağın etrafını odun ve kömürle doldurdular. Tanrı'nın gücü ve inayeti ile ateş kızdı. Demir dağ delindi. Yüce Tanrı, bu kavmi esirgedi, onlara yol açtı. Kurdun önderliğinde Türkler bu yurttan çıktılar. Ergenekon'dan çıktıklan bu günü Türkler unutmadılar ve o gün geldiğinde bayram kutladılar. Her yıl o gün gelince, büyük törenler yapıldı. Bir parça demir alınıp ateşte kızdmldı. Bu demiri önce Göktürk hakanı kıskaçla tutup örse koyup, çekişle döverdi. Ondan sonra Türk beyleri de böyle yapıp şenlikler başlandı[360].

Göktürklerin bayraklarında kurt başı bulunmuştur. Esasen Türk efsane ve ananelerinde mühim bir mevkii olan kurt hikayeleri Hunlara kadar çıkar. Bu sebepledir ki kurt Türklerce at gibi uğurlu ve hatta mübarek sayılmıştır[361]. Göktürklerin kurt efsanesi ve Ergenekon'dan çıkış destanı yeni bir cihan hakimiyeti devrinin hikayesidir[362].

Kurttan türeme menkıbeleri Türk tarihinin çeşitli safhalarında görülmektedir. Tarihi kayıtlarda olduğu gibi destanlarda da "kurt" Türklerin hayatında vazgeçilmezdir. Önemli bir konuma sahiptir. Vaktiyle Türklerin "totem"i sayılan "kurt" yalnız Tukue'lerin değil, diğer Türk uruğlan ve uluslarında da kutsi bir varlık mahiyetini taşımaktadır[363].

7.     Göktürklerde Balbal: Orhun yazıtlarının keşfi sırasında heykeller bulunmuştur. Göçebe kavimler tarafından Orta Asya ve Karadeniz bozkırlarında, geçmiş zamanın hatıraları olarak bırakılan anıtlar, bilhassa kurganlar ve Rusçada kamennaya baba= taşnine diye tamlan heykeller uzun müddet bilginler için muamma olmakta devam etti. N.İ. Veselovskiy'nin 1915 yılında neşrettiği "Taşnineler meselesinin bugünkü durumu" adlı makalesinde gösterdiği gibi, taşnine'ler adıyla malum olan ve Moğolistan'dan Karadeniz steplerine kadar yayılan erkek ve kadın heykelleri -ki bu heykeller göbekleri hizasında ellerinde bir kadeh tutarlar- meselesi de kesin olarak halledilmiş oldu. Bu heykellere yazıtlarda "Balbal" denilmektedir. Bunlar Türkler tarafından ölülerin hatırası için konulmuşlardır[364]. Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre Göktürkler askerlerin kabirleri üzerine bunları öldürdükleri düşmanların heykellerini dikerlerdi. Bazı araştırmacılar balbalların bronz çağma kadar uzandığım düşünmektedirler. J.P.Roux ise, onların, imparatorluk döneminin ihdası olduğunu düşünmektedir[365].

Göktürklerde, ölen hakan veya beyin mezarına, hayatta iken öldürdüğü düşman sayısınca taş heykeller dikmek adetti. Bunlara balbal denirdi. Bundan maksat, balbal'm temsil ettiği kişinin, ölüler dünyasında, ölene hizmet etmesini sağlamaktı[366]. Göktürkler, hakan veya kahramanların, ünlü kişilerin mezarlan üzerine öldürdükleri düşmanlan temsil eden heykel veya taşlan dikmişler, taş bulamadıkları vakit ağaçtan yapılmış heykel veya kazıklan bu maksatla kullanmışlardır. Bu, balbal kelimesi ve balbal dikme adeti, "Eski Türk Yazıtlan" arasında "Kültegin Yazıtının Cenup Bilge Han Yazıtı'nın doğu tarafında "babam hakana Baz hakanı birinci balbal dikmiş" anlamıyla yer almaktadır. Hüseyin Namık Orkun, balbal dikme itikadının, "Türklerin öldükten sonra öbür dünyada da hayatın mevcut olduğuna ve insanın ölünce öbür dünyaya göç ettiğine inandıklarım (uçuverdi veya kergek oldu) denmesinin bununla ilgili bulunduğunu, ölünün, öbür dünyada her şeye ihtiyacı olacağından eşyalarının mezara konulduğunu ilave ediyor ve büyük şahsiyetlerin hizmetçiye ihtiyacı vardı. Bunun için bir adam öldürülür ve bu öldürülen adamın adına da müteveffalım kabrine bir taş dikilir ki işte buna balbal adı verilir" demektedir[367].

Balballar, ölünün hayatta iken öldürdüğü düşmanı tasvir ettiğinden Göktürkler düşmanın balballarını çok çirkin bir çehre ile tasvir ediyorlardı ki bu hususa dair birçok balbal buluntularına rastlanmıştır[368]. Bu balballar düşmanlarım tasvir ettiği gibi, sonraları başka maksatlarla da dikilmiş olsalar gerektir. Zira, erkek tasvir eden heykellerle birlikte kadm heykelleri de bulunuyordu. Bunların, ölülerin kendi heykelleri olması da mümkündür[369]. Üç yerde sonradan balbal olarak dikilen kişini, hayatta iken kahramanın baş düşmanı olduğunu görüyoruz: Baz Kağan (Elteriş düşmanı), Kırgız Ham (Elteriş Han'ın kardeşinin düşmanı) ve Kug-Songün (Bilge Han'ın oğlunun düşmanı). Şu sözler daha tipiktir: "Onların alplarım öldürüp kendime balbal yaptım". Çinlilerin verdiği bilgilere bakılırsa bazen mezarın yanma bir bina yapılır ve duvarlarına da kahramanın resmi ve hayatta iken yaptığı savaşlara ait sahneler çizilirdi[370]. Nitekim Bilge Kağan mezan önünde bir abide dikildiğini ve üzerinde zaferlerin yazıldığım, aynı mevkide bir heykelinin de bulunduğunu kaydetmektedir[371].

"Kuzeyde Baz Kağan ve Tokuz Oğuz düşmandılar... Onlara boyun eğdirdik. Babam (Eltariş) Kağan öldü (Mezarına) biri, dizinin başmda Baz Kağan'ı (temsil eden) balballar diktik"[372].

D.             GÖKTÜRKLERDE TANRI ANLAYIŞI:

Göktürklerde gökle alakalı olmakla beraber mücerret manası ile tek bir "Tanrı"nm varlığına inanılırdı. Bu durum Orhun abidelerinde yer, gök ve bütün mahlukların yaratıcısı, insanların iyi veya kötü kaderlerini tayin edici bir "Tanrı" fikrinin artık teşekkül ettiğini göstermektedir. Türkler bu devirde yükseliş ve sukutlarına, kabiliyetli veya kabiliyetsiz kağan ve beylerin kendi kaderlerinde vasıta olmasını da ilahi himaye veya cezanın bir neticesi olduğuna ve Tanrımn kadir-i mutlak bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inançtan dolayı Türklerde siyasi iktidar ve hakimiyet kaynağım Tanrı'dan almaktadır. Nitekim kitabelerde geçtiği şekliyle Bilge kağan "Tanrı irade ettiği için kağan oldum" ibaresi Türklere Tanrı'nın bir lütfü olarak değerlendirilebilir. Buna göre kağan, Tanrı'nın temsilcisi yada elçisidir. Bilge Kağan kitabesinde geçen "Kut'um olduğu için kağan oldum" ifadesi ile de Türk kağanının Tanrı'dan kut aldığına ve Tanrı'ya mümasil telakki edildiğine işarettir[373]. Tardu kağan, bir seferinde askerleri ve hayvanlan arasında hastalık çıkmasını Tanrı'nın bir gazabı sayıyor ve bundan titriyordu. Başka bir han da Çinlilere mağlubiyetini ilahi kadere bağlıyordu. Göktürklerin Çin'den ayrılarak müstakil bir devlet kurmaları Gök Tanrı'nın iradesi ile gerçekleşmiştir. Halk kağanı terk ettiği için Tanrı tarafından cezalandınlmıştır. Savaşlarda zafere onun yardımıyla ulaşılır. Bu anlamda Göktürklerdeki Tanrı "Ulu Varlık" mesabesindedir. Göktürklerde Gök Tanrı kendisine itaat edilmesi gereken yüksek ahlaki karaktere sahip koruyucu kudret sahibidir. Özellikle Göktürkler döneminde manevi bir kudret halini almıştır[374]. Türkler tek bir Tanrı'ya inanırlar, ona "Gök Tanrı" derler. Türkler yüce ve mücerret bir Tanrı telakkisine erişmiş olmakla birlikte, başlangıçta onu yine de gökte düşünüyorlardı. Nitekim Orhun Kitabelerinde "üze kök tengri" terkibinde Tanrı aym zamanda gök manasım da muhafaza etmekteydi. Bu nedenle de tekamülcü bir yaklaşımla Türklerde Tanrı düşüncesinin, maddi gök yüzünden manada Ulu Varlığa doğru bir gelişme gösterdiği öne sürülmüştür. Hatta, Göktürk çağında, dünyayı kaplayan, yer yüzünde her şeyi hükmü altında tutan semanın, bozkırh gözünde Tanrı kabul edilmiş olabileceği imkan dahilinde görülmüştür[375]. Göktürklerdeki Tanrı inancı bütün tarihi Türk topluluklarında merkezi bir yer almıştır[376]. Türklerin inançlarına göre gök ona aittir. O'nu "Tengri" olarak ifade ederler. Tengricilik, Göktürklerle birlikte tek Tanrıh bir inanç olarak gözükmektedir. Tengricilik, alt kültürlerde farklı anlam ve öneme sahip olmuştur. J.P.Roux, Göktürklerdeki tek Tanrı inancım devletin birliği ve bütünlüğüne bağlayarak, devletin yıkılması ve parçalanması durumunda Tengricilik inancının sona erdiği ve alt kültürlerdeki dini inançların su yüzüne çıktığı kanaatine ulaşmıştır. Tek Tanrı inancı devletin resmi inancı veya devlet erkanının oluşturmuş olduğu bir inanç şeklidir. Gerçekte ise halk arasında alt kültürlerde mevcut olan inançlar devam edegelmiştir[377]. Göktürkler tek bir Tanrının varlığına inanırlar, onun sayesinde yaşadıklarına ve onun emri ile öldüklerine inanırlar. Göktürklerin tek Tanrı inancına yükselmeleri mühim bir hadisedir. Türkler bu yüksek ve mücerret Tanrı telakkisine varmakla beraber, başlangıçta onu yine de gökte düşünüyorlardı. Bu sebeple Tanrı kelimesi hem gök ve hem de Allah manasında kullanılıyordu. Nitekim Türkler Allah'ı "Gök-Tanrı" adı ile anıyorlardı. Orhun kitabelerinde "Üze kök tengn" (üstte mavi gök) terkibinde "Tanrı" yine gök manasım da muhafaza ediyordu[378] [379]. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı bir Tanrı'dır. Eski Türk yazıtlan, gök ile yer ve insanlığın yaratdışım şu biçimde anlatmaktadır :

"Yukanda Gök-Tanrı, aşağıda Yağız-Yer yaratıldığında, İkisi arasında kişioğlu (yani insanoğlu) yaratılmış!

Kişioğlu'nun üzerine de, atam, amcam, Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturmuş!"

Türklerin gök kelimesini yer'den önce söylemeleri ona verilen önemden kaynaklanmaktadır. Göğe "Tenri" veya "Tengri" derlerdi. Aynca Tonyukuk Kitabesi'nde "Türk Tanrısı" kavramına yer veriyorlardı[380]. Çoğu zaman göğü mavi rengi ile sıfatlandırarak, "mavi gök" derlerdi. Yer ve göğü yaratan büyük yaratıcı ise, "bütün göklerin üstünde, kendi göğünde, arş'da oturuyordu". Türkler sadece göğe değil yere de gereken önemi göstermişlerdir. Göğün yanında kainatın bir parçası olan yer de Türkler için önemlidir. Kitabelerde yağız yer olarak geçmektedir. Yağız yer, yer ve yer altı aleminin bütünü olarak da nitelendirilebilir. Türklerdeki yer-sularm kutsallığı da buradan gelmektedir. Bütün varlıkların oluş nedeni ve beslenmesi yer'dendir. Ölen ve yok olanları da yine yer almaktadır. Yeryüzündeki "Yer ve

Sular", sonsuz bir güzellik kaynağıydı. Bunlar "ıduk", yani Tanrı tarafından gönderilmiş kutsal hediyeler idiler .

Göktürkler hakkında Bizans tarihçisi Theophylaktos'un verdiği bilgiye göre; "Türkler, ateşe büyük bir saygı duyarlar. Havaya ve suya da, saygıları hürmetleri çoktur. Toprağa ve yere de, ayin ve tören yaparlar. Fakat onlar, "Gök ve yerin halikı ve yaratıcısına karşı gösterdikleri ibadet ve imanı, diğerlerine göstermezler. (Bu Ulu Tanrı'ya), at, sığır ve koyun kurban ederler. Gelecek ile ilgili haberler veren onların rahipleri (Şamardan) vardır"[381] [382]. Çin kaynaklarına göre; Göktürkler "Tanrılarınm tasvirlerini keçeden yaparlar ve deri torba içinde saklarlardı. Bu tasvirler iç yağı ile yağlanırdı. Aynı zamanda sınk üzerine de dikilirdi. Çin kaynaklarının Göktürklerin "Tanrı tasvirleri" hakkında verdikleri malumatın açıklanmasına yardım etmiştir. Bunlar keçeden, paçavralardan, kayın ağacı kabuğundan yapılır. Bir kısmı çocukların oynadıktan bebeklere benzerler. Bir kısmı da tilki, tavşan ve başka hayvan derilerinden ibarettir. Bunlar duvarlara yahut sırıklara asılır. Bazı aileler bunlan torbalarda saklarlar. Ava veya önemli bir sefere çıkarken bu putlara saçı saçarlar ve ağızlarına yağ sürerler[383]. VI-VIII. Yüzyıllarda büyük Göktürk İmparatorluğunun başmda bulunan Türk sülalesinin Gök-Tanrı hakkmdaki inanç ve telakkileri epeyce gelişmiş ve olgunlaşmış olduğu bıraktıktan andaç yazıtlardan anlaşılmaktadır. Göktürk hükümdan Bilge Kağan "Tanrı irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki milletleri nizama soktum" demektedir. Türk Tanrısı, sevdiği ve himaye ettiği milletlerin kağanlan, beyleri ve halkı doğru yoldan, milli örf ve nizam(Töre)dan aynldıklan zaman onlan cezalandınr, kendilerini Çinlilerin idaresine düşürür. Kitabelerden anlaşıldığına göre; Tanrı, Türkleri gerektiğinde cezalandırmaktadır. Kitabelerde bu şu şekilde anlatılıyor: "Türk bodunu kendi hakanım bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına girdiği için Tanrı ona ölüm verdi, Türk bodunu öldü, mahvoldu..."[384].

Yer'i, Su'yu ve tüm canlıları, yaşamı düzenleyen Tanrı'dır. Sonsuzluğu gökte yaşadığı ve her şeyi oradan yönettiği için, O, "gök Tanrı" deyimiyle anılır. "Ruh" ölmez, yaratan Gök Tanrı'ya geri döner, sonsuzluğa dek yaşar[385].

Orhun Abideleri Göktürk Devletinin resmi yazıdandır. Onlar birer mezar taşı biçiminde olmasına rağmen Göktürkler hakkında doğru bilgiler vermektedir. Orhun Abidelerinde Tanrı dünyayı yaratmış, daha sonra "kut" verdiği Bilge ve Kültegin Kağanlar devletin başına geçmişlerdir. Bir bakıma Tanrımn yeryüzündeki vekilleri olan bu kağanlar, Türk Milletini yüceltmek için çalışmışlardır. Böyle olmasına rağmen, devlet dini bir karakter arz etmez. Devlet başkam, peygamber ve veli de değildir[386].

Kainatın, göğün ve toprağın yaratılışı; insanın var edilmesi; insanoğullarının gök ile toprak arasında, yani kök tengri ile yağız yir arasında, yir sub üzerinde, veya yer yüzünde yaşadığı ikin ara ile dile getirilir. Türklerde yaradılışın ardından kişioğlu üstüne kağan olma tarihinin başlamış olduğunu; burada ulu atalar olarak, sembolik biçimde ve belki de o gün için hatıraları hala canlı olarak hafızalarda yaşayan İstemi ve Bumin Kağanların adlarının zikredildiğini anlıyoruz.

Tanrımn altında, insanın üstünde olma özelliği, Göktürk kağanlarının en belirgin ve en değişmez vasfıdır. Kağan olabilme yetkilerinin tamamı Tanrı bağışıdır ve bu bağışa kavuşmadan kimse kağan oturamaz. Bu bakımdan, Göktürk çağında Tanrı ve Kağan ilişkisinin gerekliliği kesin bir yargı olarak ortaya çıkar. Kağan adayı, O isterse kağan olabilir, düşüncesi ve inancı, Göktürk çağına egemendir. Göktürk çağı Türk hayatında Tanrı, her şeye egemendir. O, hem Türk ulusunun koruyucusu; hem de yoldan < kağanın buyruğundan> çıktığı zaman cezalandıncısıdır. Ve aym zamanda, verdiği cezayı da, bağışlayıcıdır. Cezalandırdığı zaman, kağansız bırakıyor, ulusun acı çekmesine yol açıyor ama, adının ve sanının yok olmasına da müsaade etmiyor ve o zaman, yeniden kağan göndererek bağışlıyor. Tanrı'nın tüm bu saydığımız özellikleri yazıtlarda açık biçimde belirtilir.

Metin Kutusu: KT D 26/26Metin Kutusu: BK D 20/21Türk budunug

atı küsi yok bolmazun tiyin

Kangım kagamg

Ögüm katunug kötürügme tengri

İl birig (me te)ngri

Türk budun atı küsi yok bolmazun tiyin Özümün ol tengri kağan olurt (dı erinç)

(M.Ergin, 1973: 71;81)

yukarıdaki parçadan, Tanrı'nın Türk ulusunun adı/sanı yok olmasın diye, İlteriş Kağan'ı ve İlbilge Katun'u oturttuğu ve aynı işlemi, Bilge Kağan için de yaptığı açıktır.

Metin Kutusu: KT D 10/11Üze Türk Tengrisi Türk İduk yiri subı Ança itmiş. Türk budun yok bolmazun tiyin Budun bolçun tiyin kangım iltiriş Kagamg Ogün İlbilge Katunug tengri töpüsinde Tutup yügerü kötürmiş erinç.

(M.Ergin, 1973; 68-69)

parçaya göre, O, il veren, Türk ulusunun adı/sanı yok olmasın diye atalarım ve kendisini, yani Bilge Kağan'ı yügerü kötürmiş ve kağan oturtmuş olan ol tengri'dir.

Parça, Tanrı ve kağan ilişkisi ile ilgilidir. Tanrı, burada da, yine kağan adaylarının tepelerinden/saçlarından,       veya başlarından tutup yukan

çıkarmış/götürmüş[387].

Orhun Yazıtlarında Göktürk hakan ve beyleri Türk milletine yaptığı iyilik ve yardımları için Tanrı’ya içten gelen minnet ve şükranlarını ifade ediyorlar. Hakanlan tahta çıkaran, Türklere zafer kazandıran, felaketlerden koruyan Türk Tanrısı, Gök Tanrısıdır hakan veya beyler Türklerin başanlarından bahsederken daima "Tanrının

inayeti ile (Tengri yarulkaduk üçün...) demeyi ihmal etmemişler. Dikkate değer ki bu yazıtların birçok yerinde "Tanrı" adı tek başına, başka taunlarla (yer-su, gök) kanştırmadan, söylenmektedir (tengri il berigme tengri; tengri yarlıkaduk üçün    ;

özümni ol tengri kağan olurttı; tengri ança temiş....gibi). "Tanrı" adı bazen "yer", "gök" ve bazen "yer su" ile beraber zikroluyor (gök tengri, asra yağız yer...; tengri yer bulgakm üçün..; Türk tengrisi Türk ıduk yer subı ança itmiş..; üze tengri asra yer yarlıkaduk üçün....), Tonyukuk yazıtının bir yerinde Tanrı ile beraber Umay, yer-su zikrolunuyor(tengri, umay, yer-sub basa berti). Göktürk ve ilk Uygur hakanlığı devrinde maddi bir varlık tasavvur edilen "gök" ile onun sahibi olan ruh birbirinden ayırt edilmemiş olsa gerektir. Bilge Hakan anasının çocuklarına karşı gösterdiği sevgi ve şefkatinden bahsederken anasım Şamanlığın koruyucu ve merhametli dişi Tanrısına benzeterek "Umay gibi anam" diyor. İptidai şamanizmde "gönderilen" (yani Tanrıya ve ruhlara hediye ve kurban olarak gönderilen, salıverilen) anlamından başka bir şey ifade etmeyen "ıduk" terimi Gök Türk yazıtlarında "mübarek, mukaddes" anlamım aldığım görüyoruz (Türk Tanrısı, Türk ıduk yer suyu). Şamanist Gök Türklerin dünya görüşü daha sağlam ve akla uygun (rationel) olduğu görülmektedir[388]. Göktürkler Tanrının kendilerine ceza da vereceğine inanırlar. Tardu Kağan, bir seferinde askerleri ve hayvanlan arasında hastalık çıkmasını Tanrının bir gazabı sayıyor ve bundan titriyordu. Başka bir han da Çinlilere mağlubiyetini ilahi kadere bağlıyordu[389]. Göktürklerin Çinliler ile iletişimlerinde Tanrı Anlayışı mevcuttur. Göktürk hükümdan îşpara Han(581-587)m, Çin İmparatoruna yazdığı bir mektupta "Tanrı tarafından gönderilmiş (veya gökte doğmuş) Büyük Göktürkler İmparatorluğunun bilge kağanı Şa-po-lu (îşpara)" ifadeleri geçmektedir. îşpara Han "elli yıldan beri Tanrı'nın koruduğu Göktürkler... 100000 kişilik bir orduya sahip bulunuyorum" derken Türk milletinin Allah'ın himayesinde olduğuna dair Çin kaynaklanılın kayıtlan Orhun kitabelerinin beyanlarını teyid etmektedir[390].

Bilge kağan milletinin esaretten kurtuluşunu ve II. Göktürk devletinin kuruluşunu anlatırken: "Türk Tanrısı Türk milletinin adı ve sanı yok olmasın diye babam Kağan (Kutluğ) ile anam Hatun'u yükseltmiş; şimdi de beni tahta çıkarmıştır. Ben hali ve vakti yerinde bir millet üzerinde hükümdar olmadım. Aç ve çıplak halkın ham oldum. Türk milleti için gündüz oturmadım; gece uyumadım, ölesiye çalıştım. Başka yerlere göçmüş ve bitkin olan halkı tekrar yurtlarına topladım. Milletin belini doğrultayım diye şimalde Oğuz iline, şarkta Kıtaylara, cenupta Çinlileri karşı on sefer yaptım. Tanrı yardım ettiği için ölgün milleti dirilttim. Çıplak halkı giydirdim; yoksul halkı zengin ettim; nüfusu azalmış milleti çoğalttım. Türklerin başka milletler arasında mevkiini yükselttim. Dört yandaki milletleri sulha mecbur ettim" demektedir86.

Tonyukuk kendi kitabesinde Tanrı anlayışı ile ilgili şöyle demektedir: "Ben hakim Tonyukuk Çin'de dünyaya geldim. Çünkü o zaman Türk milleti Çin'e tabi idi...o vakit Tanrı şöyle demişti: Ben sana bir hakan vermiştim; fakat sen onu bırakıp hüküm altına girdin. Bu sebeple Tanrı onlan ölümle cezalandırdı. Türk milleti perişan olmuş ve birleşik Türk yurdunda toplu bir halk kalmamıştı...ilk önce Şad (Kutluğ) yatımda 700 kişi toplandı; ben de onlar arasında idim. Tanrı bana sezgi verdiği için onun kağan olmasına çalıştım ve kendisini sıkıştırdım. O da "Tonyukuk benimle bulundukça ben İlteriş (milleti toplayan) hakan olayım" dedi. Kıtaylarm ve Çinlilerin bu taze kuvvete karşı harekete geçtiğini öğrenince gündüz oturmadım, gece uyumadım ve derhal durumu hakanıma arz ettim; düşmanlar birleşmeden üzerlerine varalım dedim. Tanrı yardımı ile düşmanlan perişan ettik. Kağan ve Türk milleti Ötüken'de yerleşince cenup, şimal, şark ve garpta bulunan bütün boylar bize katıldı". Büyük vezir başka bir yerde de "Kapağan han yirmi yedi yaşında tahta çıkınca gündüz oturmadı ve gece uyumadı. Ben de kızıl kanımı dökerek ve kara terimi akıtarak onun hizmetinde çalıştım. îlteriş (Kutluğ) kağan himmet etmese veya yok olsa idi, ben de çalışmasaydım birleşik Türk yurdu sahipsiz kalırdı. Onlarla birlikte çalıştığın için Türk milleti birliği kavuştu. Bugün Bilge kağan da bu sayede Türk ve Oğuz milletini idare ediyor" der . [391] [392]

Kağan olma sürecinin üç ana işlemi ve özellikleri :

a.      Kağan kaldırma/yükseltme işlemi: Bu hareket, adayın, Tanrı ile ilişkiye

geçmesi, iletişim kurmasıdır. Bunun için, Tanrı’ya, yağış adı verilen özel bir kurban sunulur.             Ardından, iletişim kurulması eyleminin

kolaylaştmlması için,      kağan adayı, aşağıdan yukan doğru

kaldınlır/yükseltilir. İlk işlem burada biter.

b.     Yügerü kötürme/yukarı çıkarma işlemi: Tanrı, adayı uygun bulursa, onu, bulunduğu yerde iken, tepesinden (başından, saçından) tutup yukanya, yanına çıkarır. Bunu yapmasının sebebi açıktır: yarlık, kut, küç, ülüg ve il beratı vermek içindir. Kağan adayı Tanrı tarafından bu emanetler kendisine verildikten sonra kağan yapılmış olur. Ve bu görüşmeden sonra ikinci işlem de sona ermiş olur.

c.      Kağan oturma/oturtma işlemi: Kağanlık görevi verilen ve Tanrı tarafından kağan seçilen aday, yine Tanrı'nın buyruğu ile, yeryüzüne indirilir ve kişi oğlu üzerine kağan oturtulur. Ve bu işlem, kağanı, Tanrı'nın onu indirmesi ve kişioğlu üzerine kağan oturtması ile son bulur. Herkes, artık, kağanın buyruğu altındadır ve kağan da, Tanrı'nın kendisine verdiği yetki ile onlan yöneltme durumundadır.

Bilge Tonyukuk'tan alman alıntı:

Yedi yüz kişinin en ulusu/yüksek ünvanlısı

Şadı idi. (Bana), kurban kes! Dedi. Kurban kesicisi /sunucusu ben idim. (Ben), Bilge Tonyukuk (idim). -Kağan mı kaldırayım/yükselteyim? Diye sordum.

Düşümdüm.. ..(Bize aittir)[393] [394].

Bu metinlerden kağanlık için kurban kesildiğini öğrenmekteyiz. Bunun yanı sıra kesilen kurbanın Tanrı’ya sunulması da söz konusudur. Bu kurban sunmanın esasım ise kağanın Tanrı ile iletişiminin sağlanması olduğunu görmekteyiz. Bunun için de kağanın yukan kaldmlması yani yükseltilmesi gerekmektedir.

Orhun Abidelerinde Yuğ töreninden, Iduk yir-sub'lardan ve Tengri'den bahsedilmeğine rağmen Şamanizm'den ve din adamları olan Kamlardan bahsedilmemektedir[395]. Kitabelerde Şamanizm'den ve Kamlardan bahsedilmemesi Göktürk devleti içerisinde dini yaşam biçiminin devlet işlerinde etkin olmadığı ve dini düşüncenin tamamen ferdin vicdanı meselesi olduğunu göstermektedir. Bu Göktürkler için şu düşünceyi savunmamızı sağlamaktadır: "Göktürklerde din ve vicdan hürriyeti" mevcuttur,

Türkler, büyük ve yüce, yaratıcı, öldürücü tek bir Tanrı'yı inanırlardı[396] [397] [398] [399]. Göktürklerin Tek Tanrı inancına yükselmeleri mühim bir hadise olup milli şuurun çok ileri bir dereceye ulaşması, kültür ve yazının yayılması, bu devreye rastlar. Din adamlarının huzurunda münakaşaya çağnlan Mengü Han "biz sadece bir tek Tanrının ozr varlığına , onun sayesinde yaşadığımıza ve onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz demektedir.

"Türk kavmi yok olmasın diye Millet olsun diye Babam Elteriş Kağanı, annem Elbilge Hatunu Tanrı tepesinden tutup yukan götürmüş" . Yazıtlardaki bu ve benzeri satırlar, Tanrının Göktürkleri koruması, hakanların iktidarı ondan almaları ve kendilerini başka milletlere üstün tutmalan inancı onlarda milliyet ve cihan nizamı şuurunu doğurmuştur. Türkler yüksek ve mücerret Tanrı telakkisine varmalarına rağmen başlangıçta yine onu gökte düşünüyorlardı. Bu sebeple Tanrı kelimesi hem gök hem de Allah manasında kullanılıyordu .

Orhun kitabelerinin ilk cümlesini okuduğumuzda Göktürklerin Dini hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz: "Üstte Gök Tanrı altta yağız yer yaratıldığında ikisi arasında kişinin oğlu yaratıldı. Kişinin çocuklarından onun atası Bumin Kağan ve istemi Kağan yaratıldı .

Göktürkler Gök Tanrıya inandıkları gibi toprak, güneş ve aya da inanmışlardır. Gök ilahından başka yerin ve suyun Taunlarına ve ecdada tapma vardı. Mukaddes hayvan olarak Böri yani kurdu tanımışlar, onun için kurban kesmişlerdir[400] [401].

Yazıtların birçok yerinde "Tanrı" adı yalnız başma başka Tanrılarla beraber (gök, yer-su) kanştınlmadan zikredilmektedir. "Tengri yalur kaduk içün...", "üze Tengri basma....", "...özimmi ol Tengri kağan ohrttı, ....Tengri ança temiş...." Gibi. Yine Tengri kelimesi bazen "yer, gök" ve bazen da "yer-su" ile zikrediliyor, "gök Tengri, asra yağız yer...", "Türk Tengrisi, Türk idukyer subı enço etmiş..." gibi[402].

1. Göktürklerde Umay Meselesi: Umay adına Türk edebiyatında ilk defa Göktürk yazıtlarında rastlanır. Şamani dininde peygamber ve mukaddes kitap gibi, melek mefhumu da yoktu. Fakat Orhun kitabelerinde ve başka kaynaklarda ona benzer ruh ve varlıklara rastlanmıştır ki, bunlar arasında Umay dikkati çeker. Kitabelerde kağanların anaları Umay'a benzetilmekte ve çocukların hamisi sayılmaktadır[403]. Kültegin yazıtında (ID 31) Bilge Hakan "babam hakan öldüğü vakit küçük kardeşim Kültegin yedi yaşında idi. Umay gibi anam hatun sayesinde küçük kardeşim Kültegin er-kahraman adım aldı" diyor ki anasım çocukları koruyan dişi Tanrı Umay’a benzetmiştir. Tonyukuk yazıtının batı cephesinde "Babam Kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kültigin yedi yaşında kaldı...Umay gibi annem hatunun devletine (Kültigin abidesi, Doğu Cephesi) ve Tanrı, Umay ilahe, mukaddes yer-su üzerine çöküverdi herhalde" ifadeleri geçmektedir. . Son yıllarda Urga (Ulan Batur) çevresinde bulunan bir kiremitte "Kögmen Yer-su ve Umay hatun" sözleri okunmaktadır. Umay ruhunun menşei ne olursa olsun bu ruh çok eski devirlerden beri Türklerde milli bir kült olmuştur[404]. Schmidt, Umay ile ilgili görüşünde dişi yüksek bir varlık tanımlaması yapmaktadır[405]. Hanın anasım Umay ile kıyasladığını kitabelerden öğrenmekteyiz. Umay, insanlara kut veren, iyilik yapan yardımcı bir ruh olarak görünmektedir. Göktürklerin dini hayatı içerisinde Tanrı merkezli bir anlayış var ise de bunun yamnda Yer-su ve Umay kültü de insanlara yardım etmesi açısından Taundan sonra gelen ikincil varlıklardır. Umay, yetişkinlerin ve çocukların koruyucu ruhu konumundadır. Bu Göktürk kitabelerinde bu şekilde nitelendirilmiştir. Bu yönüyle o, Tanrının yardımcısıdır [406]. İbrahim Kafesoğlu, Umay'a, "aslı Hint-İran itikadında Huma olan Tanrıçadır diyor. Umay yeni muhite göre, hususiyetler kazanmış, Türk kadın Tanrı Umay'dan başkası değildir. Türk anne Tanrıçanm bütün klasik dünyada mahzar olduğu geniş teveccüh bu görüşü teyit eden diğer kuvvetli delillerdir[407].

Türkler, Orta Asya kültürüne büyük katkılar sağlamışlardır. Türkler, cesarete ve cömert davranışa büyük önem vermişlerdir. Türkler, cömertlik, fazilet, töre ve bilgiye büyük değer vermişlerdir. Hakim olanlara "bilge" unvanı verilmiştir. Hakan eşi hatunlara da "bilge" unvanı veriliyordu. Hatunlar, hakanlar gibi merasim ile tahta Oturtuluyor ve eşlerinin veya oğullarının yokluğunda, "Terken" unvanı ile naib olabiliyordu. Hakan, gök tanrısına, Hatun ise ana Tanrıça Umay'a teşbih ediliyordu[408] . Umay kültü, üretici bir kült olarak görülmektedir. Bitkilerin yetişmesi, çocukların doğumu gibi hayat, can ve ruhla ilgili fenomenlerin genel ifadesi Umay'dır[409].

2.    Umay-Kut ilişkisi: Umay ve kut birer kült objeleri değillerdir. Buna rağmen bu iki kavram Türklerin dini telakkileri içerisinde kendini göstermektedir. Her iki kavram da insanda hayat başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Her iki kavram da insanın durumuna göre, yaşa bağlı olarak eşanlamda kullanılıyordu[410]. Umay kültü, kut ile ilgili olduğundan Tanrı ve Dağ kültüyle de ilişkilidir. Çünkü Kut, Tanrı tarafından verilmiştir. Bunu bizzat Orhun yazıtlarından öğrenmekteyiz. Bunun yanında kutsal dağlarında Kut verdiği bilinmektedir. Bu tür dağlar Bodin İnli ve Ötüken dağlandır.

E.    GÖKTÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME

1.   Ölüm: Şamanizm'de bir peygamber ve mukaddes kitap olmadığı için Kam denilen kişiler cenaze ve defin merasimlerini idare ederlerdi[411]. Kamların hastalık ve ölüm zamanlarında vazifeleri çok önem kazanırdı. Bir kimse hasta olduğu zaman ona evinin yakınında bir çadır kurulur, hastalık fena ruhların eseri olduğundan hastanın hizmetine köle ve cariyeler bakardı. Çadır üzerine bir işaret konularak başkalarının yaklaşmamalan belirtilirdi. Sadece Kam hastanın yanma gider, kendisine göre dua ve vasıtalarla hastayı tedavi etmeye çalışırdı. Hastanın akrabaları kendi hastalarını iyileşinceye kadar göremezlerdi, şayet ölürse orda defiıedilirdi[412],

Göktürklerin dini adet ve ananelerinin değerlendirilmesi içinde cemiyet hayatına göz atmak da fayda vardır, bu durum irdelendiğinde Türklerde fuhuş olmadığı görülecektir. Evli bir kadına tecavüzün cezası idamdı. Bir genç kıza tecavüzse, genç kız evlenmeyi kabul etmezse, gene aynı cezayla karşılık görürdü. Hırsızlık yapan, çaldığının on mislini öder ve cemiyetteki yerini kaybederdi. On misli ödeyecek serveti yoksa hürriyetini kaybeder, esir olarak satılırdı. Evlenme, servet ve asillikçe yakın olanlar arasında olurdu. Asil genç kızlar, halktan erkeklerle evlenmezlerdi[413].

Göktürkler ruhun ebediliğine ve ahiret hayatına, iyilik ve kötülüklere dair hesabın verileceğine inanırlardı. Göktürkler ölümü "uça barmak" sözü ile söylemişlerdir. Onlar, "ruhun uçun Tanrı katma gittiğine" inanırlardı. Göktürklere göre, "kişi oğlu hep ölümlü türemiş" idi. Bunun için, "Tanrı yaşar", insan da ölürdü. Ölüm, aynı zamanda, "aileden de bir aynlma", idi. Yazıtlarda da ölenler, kimlerden ayrıldıklarım birer birer sayarak, "ayrıldım" derler[414]. Bu yüzden Göktürkler kağan ve beyler öldüğü zaman ruhlarının bir kuş gibi göğe yanı Tanrımn yanına uçtuğunu kabul ediyorlardı[415]. Göktürk hakanlarından birisi öldüğünde onun kefeni ipekli kumaştan kesilirdi. İpekli kefenlerin bazen yoksullara dağıtıldığı da görülmektedir. Barthold da, Türklerin ölülerinin ruhlarım bir kuş olarak tasarladıklarım belirtmektedir. "Ölmüş" yerine daima "Uçmuş" kullanılır.

Göktürkler, öleni elbise, silah ve eşyalanyla oturur halde gömüyorlardı (oturarak). Kümbetler (veya tümsekler) yapılıyordu. Yuğ aşı veya ölü aşı (at) yeniyordu. Cennet inancı vardı. Öldürülen atm derileri sırıklara asılıyordu. Ölen kişi cennete bununla gidecekti. Ruhun ölmezliğine inanıyorlardı[416].

2.      ölü Gömme: Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aym devirlerde muhtelif gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme. Kök Türklerin defin törenleri hakkında verilen malumata göre, bunlar ölüleri yakarlardı. Bazı mezarlarda kül bulunduğu bu haberleri teyit etmektedir. Bununla beraber, Kök Türk devrine ait olduğunda hiç şüphe olmayan mezarlarda iskeletler bulunmaktadır. Arkeolog S.V. Keselev tarafından Altay-Sayan dağlarında ve çevrelerinde, bilhassa 1935 yılında Kuray ve Tuhaytı kasabaları civarında, yapılan kazılarda meydana çıkarılan mezarlarda bulunan iskeletlerde yakma izleri görülmemiştir. Aym devirde muhtelif şekillerde gömme törenlerinin yapıldığım izah etmek güçtür. Ölüyü yakma, ağaca asma, toprağa gömme aile veya boy geleneklerine, yahut her boyun dini telakkilerine dayanmış olabileceğini düşünmek mümkündür[417]. Göktürklerde ölünün yakılması ile ilgili çelişkiler vardır. Bu konu ile ilgili olarak bazı araştırmacılar Göktürklerin ölülerini yaktıklarım belirtirlerken, bazı araştırmacılar da kesinlikle Göktürklerde ölü yakma adetinin olmadığım belirtmektedir. Çin kaynaklarım esas kabul ettiğimizde ise Göktürklerde belli bir zaman diliminde ölü yakma adetinin olduğunu, daha sonra bu adetten vazgeçildiğini görmekteyiz. Bu alanın önemli araştırmacılarından olan merhum Hikmet TANYU,

Türklerde Taşla ilgili inançlar kitabında Göktürklerin ölü yakma meselesine dair bilgilere yer vermektedir. O, kitabına aktardığı bilgilere göre Türklerin ölülerini yaktıklarım belirtmektedir. Bir kısım Türklerin, ölü için koyun ve at kurbanları sunduktan sonra "naaş bütün servet ve atıyla birlikte yakılır. Külü sonradan mezara konularak tekrar kurban edilir ve at yarışları yapılır, matemin sembolü olarak da yüzleri çizilir. Ölünün bir resmi hazırlanır. Ölünün öldürdüğü adam adedi kadar mezarı üstüne taş yığılır" vb. denilmektedir[418].

Göktürklerde birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse gömmek için "yapraklarla sararmasını" beklerler. Sonbahar veya kışın ölmüşse, ilkbaharı, "otların çıkmasını" beklerler. Göktürklerde ruh ölümsüzdü. Ölen için ağız yakılır, Tanrı’ya dua edilirdi. Ölünün çevresinde atla veya yaya olarak 9 defa dönülürdü. Göktürk'te ölüler mumyalanır, sonbaharda veya ilkbaharda gömülürdü[419] .

Orhun yazıtlarında, bunça bodun saçın.... (b) içdi, tüm bu insanlar saçlarım kestiler şeklinde bir cümleyi okumak mümkündür. Orhun Yazıdan, saçların bu şekilde kesilip atılması işleminin, ölüm sırasında değil de cenaze töreninin düzenlendiği sırada yapılmış olması gerektiğini göstermektedir. Saç örgülerinin mezarlarda bulunmuş olması, aynı yöntemin tarih öncesi çağlarda da geçerli olduğunu kesinlikle göstermektedir. Çoğu zaman saç örgülerinin çözülmesi yeterliydi. Başka geleneklerde sakalın kesilmesinden söz edilmektedir[420].

3.    Cenaze Töreni: Göktürklerin defin merasimi hakkında Çin kaynaklan geniş bilgi vermektedir. Göktürklerden birisi vefat ettiği zaman vefat eden kimseyi merasimle çadıra koyarlar. Oğullan, torunlan, erkek-kadın bütün diğer akrabalan çadırın önünde toplanıp vefat eden kimse için at ve koyun kurban ederler ve çadırın önünde kurbanlan bırakırlardı. Sonra yedi defa atla çadırın etrafinı dolaşırlar, bu sırada yüzlerini bıçakla keserlerdi. Kanlar gözyaşlan ile beraber akardı[421]. Defin merasimi ile ilgili olarak başka bir görüş ise şu şekildedir: Defin merasiminde, ölü, bir çadırın içine konduktan sonra atlarla dokuz defa çadırın etrafı dönülürdü. Tıpkı tahta çıkma törenleri gibi kalabalık bir grup ve atlılar, ölünün etrafında dokuz defa dönerek, her halde onu göğe çıkarmış oluyorlardı[422]. At koşturma bitince, ölünün bütün eşyaları, atı ile birlikte yakılır ve geriye kalan, kemikleri toplanırdı. Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler, ölünün kemikleri, mezara konduktan sonra yapılırdı. Bundan sonra yine, at yarışları yapılırdı[423]. 7 ve 9 sayılan, Göktürklerde kutsal anlam taşıyan sayılardır. Ölünün çevresinde bu turun yapılması bir anlamda öleni son yolculuğuna hazırlamak içindir. Ölen bir Göktürk, hemen o günlerde gömülmezdi. Ölüm olayı ile defin tarihi arasında belirli bir zaman dilimi bulunmaktadır. Türkler çok eski zamanlardan beri ölülerini bekletmişlerdir. Bu da beraberinde mumyalama tekniğinin gelişmesini getirmiştir. Hunlarda mumyalama sanatının daha gelişmiş olduğunu görmekteyiz. Bunun en önemli kanıtını kurganlardan çıkartılan mumyalanmış cesetler ortaya koymaktadır. Hunlarda yaygın olarak kullanılan bu teknik Göktürklerde de kullanılmıştır. Ancak Göktürklerde Hunlardaki kadar yaygın değildir. Göktürkler mumyalama tekniğine nadiren müracaat etmişlerdir. Bilge Kağan, Tonyukuk ve Kültigin gibi Göktürk büyüklerinin ölümleri ile gömülme merasimlerinin farklı tarihlerde yapılmış olması, cesetlerin tahnit edilip mumyalanması işlemini de beraberinde getirmiştir[424]. Mumyalama tekniğini çok iyi bilen Göktürkler, ilkin bu işlemi yapar, mevsim bahar yada yazsa, sonbaharda, kış mevsimiyse, ilkbaharda gömerlerdi. Bu külü gömme sırasında, ölenin akrabaları ilk öldüğü gündeki gibi tekrar at üzerinde ve mezarın etrafında yedi defa dönerler, kendi yüzlerini keserler ve ağlarlardı[425]. Mezar kapatılınca, ölünün bir resmi veya heykeli yapılarak, mezar üzerine konur ve öldürdüğü düşman sayısı kadar , mezar üzerine taş dikilirdi. Eski Türkler bu taşa "balbal" adım verirlerdi. Göktürk çağındaki Mezarların çoğunda, yakılmış ölülerin izlerine pek rastlamıyoruz. Göktürklere, ölüleri yakma adetinin, eski yurtlarından gelmiş olması muhtemeldi. Hatta M.S.630 yılından önce bile Göktürklerin ölülerini yakma yerine; gömmeğe başlamaları üzerine, Çin İmparatoru çok içerlemiş ve kendisine gelen Türk elçisine şöyle söylemişti:

-"Artık ölülerinizi, atalarınız gibi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz. Bunun için de, Tanrı başınıza felaketler yağdıracaktır!". 630 yılında Göktürk devletini yıkacak olan bu güçlü Çin İmparatoru, soyca Çin'de yerleşmiş Türklerin nesillerinden, geliyordu: "Bu sebeple de Türklerin, eski atalarının eski geleneklerini bırakmış olmaları, onu çileden çıkarmıştı. Bu İmparatorun babası, önceleri Türkler'e bağlanmak istemişti[426].

Türk kağanlarının cenaze törenleri, adeta uluslar arası ve büyük bir olay olurdu. Kağanın ününe ve büyüklüğüne göre, yabancı elçilerin gelmesi de, zorunluluk ve şart idi[427]. Ölen devlet başkanı veya yüksek bir şahsiyet ise, bu ölü gömme mera simlerine yabancı devlet elçileri de katılır, onlar da Türkler gibi yüzlerini yaralamağa ve aym dini merasimi yapmaya mecbur edilirlerdi. 572 tarihinde gelen Çin, 576 tarihinde gelen Bizans elçileri Mukan ve İstemi Kağan'ın matemlerine katılmağa zorlandıkları zaman bunu garip karşılamışlar, fakat nihayet sakallarım tıraş ederek mateme iştirak etmişlerdir[428]. Valentin, İstemi Kağan'ın cenaze töreninde kendi sakalım kesmek zorunda kalmıştır[429]. Türklerde öldükten sonra hayatın varlığı bilinmektedir. 576 yılında İstemi Han’ın cenaze töreninde öbür dünyada merhuma refakat etsin diye "dört savaş esiri Hunlunun" boynu vurulmuştur[430]. Çiang-Kieu-Ling belgeleri külliyatında muhafaza edilen Hiuan- Tsong tarafından yazılan bir mektup, Bilge Kağan'ın cenaze töreniyle ilgilidir. Bu mektupta şunlar yazılıdır: "Tu-kiulerin Tengri Kağan'ına emirnamedir. Günler ve aylar geçmekte ve cenaze töreni için tespit edilen an hızla yaklaşmaktadır....(Ölüyü gömmek için) uygun bir yerin seçilmiş olduğunu öğrendiğimizde acımız yeniden canlandı"[431]. Çin kaynaklarından Kültekin ve Bilge Kağan'ın ölüm tarihleriyle cenaze törenlerinin tarihini kesin olarak bilebiliyoruz. Bilge Kağan, köpek yılında 10. ayın 26. gününde, yani 25 kasım 734 yılında ölmüştü. Onun cenaze töreni ise domuz yılının, 5. ayının 27. gününde, tam olarak 22 haziran 735 yani gündönümü gününde yapılmıştır. Bilge Kağan'ın ölüm günüyle toprağa gömülmesi arasında yaklaşık yedi ay geçmiştir. Onun yuğ merasimine başta elçi Li Tsyuan'ın idaresinde bir Çin heyeti ve diğer milletlerin temsilcileri de katılmışlardı. Kültekin, koyun yılının 17. günü ölmüştür. Ay belirtilmediği için bizim takvimimizde şubat ayına karşılık gelen birinci ayın söz konusu olduğu düşünülebilir. 9. ayın 27. gününde, yani bize göre 1 kasım 731 tarihinde gömülmüştür. İki prens için, 27. gün söz konusudur; bu tarih özellikle cenaze törenleri için uygun olan ay takviminin bitimidir[432].

Türkler, kendi ölülerinin mezarlarına "bark" dedikleri, küçük bir ev yapmağı da, ihmal etmezlerdi. Göktürk kağanları ve özellikle Kültegin için yapılan "barklar", taştan yapılmış ve oymalarla süslenmişlerdi. Bark'ın içine yazıtlar da yazılırdı. Bu evin içinde, ayrıca Tanrıya verilecek kurbanlar için bir sunak yeri bulunur ve ölünün de, bir resmi ile heykeli saklanırdı. Çin tarihçilerine göre Kültegin'in mezarında, bir resmi yapılmıştı. "Bu resim, Kültegin'e o kadar çok benziyordu ki, Bilge Kağan her gün barka geliyor ve kardeşinin resmine bakarak, ağlayıp gidiyordu"[433].

Göktürkler, kağanların gömüldüğü "kurgan" adı verilen Mezarların yerlerini gizli tutarlardı. Türkler, ölülerini değerli eşyalanyla birlikte gömerlerdi. Onların Mezarların yerlerini gizli tutmalarının nedeni mezar hırsızlanma önünü kesmek içindi. Mezarlara ölülerle birlikte gömülen bu değerli eşyalar mezar hırsızlan için büyük bir hazine olabilirdi. Bu yüzden, tarih boyunca gelip geçmiş Göktürk kağanlarının gömülü olduklan mezarlar bulunamamıştır. Göktürkler, ölenin değer verdiği bazı eşyalarım ve özel binek atım, ölenle birlikte-öldürdükten sonra- aynı kurgana (mezara) gömerlerdi. Atm, ölenin ardından sağ bırakılmayarak onun ruhu için kurban edilmesi bir Göktürk töresi gereğiydi[434] [435]. Türklerin ölünce atlan ile birlikte gömülmeleri "bu hayvana binip cennete gideceklerine" dair inancın bir neticesi ıdı <

Türkler, mezarlarını yüksek dağ başlarına yada yerleşim yerine hakim olan noktalara yapmışlardır. Türklerin mezarlarım bu biçimde yapmalarının çeşitli nedenleri olmalıdır. En önemlisi de Eski Türklerin inançlarında yer alan noktalardır. Eski Türkler, mezarlarını yüksek dağ başlarına yapmakla gökte oturan Tanrı'ya daha i

yakın olacaklarını düşünmektedirler . Türklerin Mezarlarının yüksek dağ başlarına yapılmış olması onlara ait eşyaların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Çünkü Mezarların içine sızan sular donarak içindeki eşyaların bozulmadan günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Bir nevi soğutucu görevi üstlenmiştir.

"Gerek oldu" yani öldü anlayışı Göktürk Yazıtlarında görülüyordu[436] [437]:

1.     ".. .Küçük kardeşim Kül Tegin, "öldü (kergek) gerek (boldı)". Düşündüm! Görür gözüm, görmez oldu!..." (Kül Tegin yazıtı, IK 10).

2.     "....İşini gücünü verip, bunca "töreyi kazandı". Küçük kardeşim Kül Tegin'e "özünce gerek oldu (özinçe kergek boldı)! Yani "vadesi gelip, öldü". "Babam kağan öldüğünde, (uçdukda), küçük kardeşim Kül Tegin, yedi yaşında, (yetim) kaldı...": (Kül Tegin yazıtı, ID30).

3.     "...Atalarım, Bunun Kağan ve İstemi Kağanlar...özlerince "gerek (vacib), olmuş", (ölmüşler: (özinçe kergek bolmış)..": (Kül Tegin yazıtı, ID4).

4.     "...Bilge Küli-Çur yalnız olarak düşmana hücum edip (oplayu, hoplayu?), yetişmiş (tegip), düşmana girmiş! (Ancak) kıstırılıp, (gerek oldu), öldü (kergek boltı)....Geldiler ve Küli-Çur'un cenaze törenini", yuğ aşını (yuğlatı) yapıp, "heykelini yapıp" (bedizin bedizeti) ve oturttular...": (Küli Çur yazıtı, 23-24).

Göktürkler ölmüş kelimesi yerine uçmuş kelimesini kullanmışlardır. Bundaki amaç ise ruhun ölmezliğini göstermek olsa gerektir. Göktürk yazıtlarında uçarak gitme, ölme şu şekilde ifade edilmektedir[438]:


1.      ".... Babam Kağan (İl Teriş Kağan) "öldüğünde (uçdukta)", ben sekiz

yaşında kaldım. (Türk devlet) "töresince” (ol törüde üze), Amcam Kağan tahta oturdu....": (Kül Tegin yazıtı, ID16).

2.      ".... Bilmediğin için! Korkaklığın (yablak) için! Amcam Kağan, "öldü"

(uça bardı)!...": (Kül Teginyazıtı ID25).

3.      "....Kül Tegin, (731 yılında) "öldü (uçdı)" (21 Ağustos 732'de), "cenaze törenini (yuğ)" yaptık. Barkmı, süslemelerini, "yazılı taşını (bitig taşın), "dua ve alkışla", tamamladık (alka-)! Kül Tegin, 47 yaşında, "öldü (ölip),

(Aym yazıt, IKD).

4.      "....Türküme, milletime, iyiliğine, böyle kazam verdim!.babam Kağan, .."öldü" (uça bardı: uçarak gitti)!...": (Bilge Kağan yazıtı IIG10).

Göktürk kağanı öldüğünde onun ölüm törenine uzak veya yakın çevrelerdeki bütün devletler ile büyük kavimler katılıyorlardı. Devletin güçlü olduğu dönemlerde bu törenlere katılma zorunluluğu vardı. Göktürklerde, devlet cenaze törenlerinin yapıldığım da bilmekteyiz. Bu törenler şu şekilde yapılmaktadır118:

"....(eski büyük Göktürk kağanlarının), "özünce gerek olmuş", (yani vacip olup, ölmüşler): Doğu'da, gün doğusunda, Ormanlı ve Çöllü iller, Çin (Tabgaç), (Güney'de), Tibet; (Batı'da), Apar Apunm; (Kuzey'de), Kırgız, Üç Kunkan; (Kuzey-doğuda), Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı (gibi) bu kadar kavim (budun), gelerek ağlamış ve ölüm törenini yapmışlar. (Bu Türk kağanları), bu kadar ünlü kağanlar imişler....": (Göktürk yazıtları, ID3).

Göktürklerde öldükten sonra yeni bir hayatın başlayacağı fikri vardır. Bunu mezarlardan çıkan bulgulara dayanarak söylemekteyiz. Mezarlardan çıkarılan ölünün hayatta iken kullandığı eşyalarının yanı sıra atının da bulunması bu düşünceyi destekler mahiyettedir. 576. yılda İstemi Han'ın defin zamanı merhuma öbür dünyada (hürmet) eşlik etmesi için "dört esir Hun" da idam edilmişti.649. yılda imparator Taytszunun defin zamanı Aşina Şeni hükümdar dostundan ayrılmamak için kendini doğramak istedi[439]. Bu bilgilere göre yukarıdaki tezimiz destek bulmaktadır. Türklere göre, öbür dünya anlayışı, yeryüzündeki yaşantının devamıdır.

Göktürklerin defin merasimi hakkmdaki en teferruatlı bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Tan sülalesi tarihi VI. Yüzyıl vukuatından bahsederken Göktürklerin defin törenini şöyle tasvir etmektedir: "ölüyü çadıra korlar. Oğullan, torunlan, erkek-kadın başka akrabası atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip ağlarlar. Yüzlerinden kan ve yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrar ederler. Sonra muayyen bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyayı ölü ile beraber ateşe yakarlar; külünü, yılın muayyen bir gününde, mezara gömerler. İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların e yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçekler açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler.. Önce ölünün atı yakılarak külleri, vaktiyle kullandığı eşya ile birlikte ölü ile gömülür. Sonra bir mezar kazılır. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar. Mezar üzerinde kurulan yapınm duvarlarına ölünün resmini, hayatmda yaptığı savaşları tersim ederler. Bu ölü ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerinde bir taş korlar. Bazı ölülerin mezarında bu taşlar yüze, hatta bine baliğ olur. Atlar ve koyunlar kurban ettikten sonra kafalarım kazıklar üzerine korlar[440] [441].

Yılın belli zamanındaki -yazın ölenlerin sonbaharda; kışın ölenlerin i 'i 1 ilkbaharda - defin merasimi Göktürklerde VIII. Yüzyıla kadar devam etmiştir .

4,     Mezar: Göktürklerden ölen birisi için mezar yapılır. Göktürklerde mezar genellikle gizli olarak yapılmıştır. Mezarın içinde bir oda bulunur. Odalar gizli bölmeler halindedir. Hakanların, hanların, yüksek rütbeli kişilerin mezarlan ise tamamen gizli olarak yapılmıştır. Türkler, han mezarlarım gizli yerlere yaparlardı. Erişilemeyen, yanma yaklaşılması yasak olan han mezarlarına, Türkçe "Kuruk" adı verilir, bekçilerine de "Korukçu" denirdi . Mezarın içine ölenin katıldığı savaşları tasvir eden resimler bulunmaktadır. Mezarın önüne de ölenin hayatta iken öldürdüğü düşmanlan sayısmda taş dikilir ki buna balbal denilir. Türk inancına göre, öldürülen bu düşmanlar öbür dünyada, hanlara ve alplara hizmet edeceklerdir . Bu taşların sayılan bazen yüzlerce ve binlerce olur. Ölü gömme günüde kurban edilen, "koyun ve atların başlan”, mezar üzerine dikilen sınğa asılır. Ölü gömme günü erkekler ve kadınlar toplanır. Eğer bir kız, bir erkeğin hoşuna giderse, -törenden dönüşte-, kızın babasına birini gönderip evlenme diler. Çoğu zaman, bu isteğe evet denir[442] [443] [444]. Göktürk çağındaki Mezarların çoğunda yakılmış ölülerin izlerine pek rastlanmıyor. Tu'yaliti'de yapılan kazılarda bulunan mezarlarda erkek ölünün elbisesi bulunduğu görülmüştür. Erkek ölünün elbiselerinin üç kat olduğu, üst kısmına giydirilen elbisenin koyu kırmızı, ortadaki yeşilimsi ve alttaki ise altın sansı ipekten yapıldığı müşahede edilmiştir[445]. Yine yapılan bir kazıda ölünün yanında bir tencere, tencerenin yanında kemik yay parçalan ile üç dilimli ok uçlarının bulunduğu görülmüştür. Ölünün sol elinde tahta kınlı bir bıçak ve ayağının topuk kısmında ise iki tane gümüş plaka ve kovaya benzer kazan bulunmuştur[446]. Hun, Göktürk ve Avar mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyalan, silahlar ile dolu idi. Türk mezarlan adeta birer hâzineyi andırmaktadır. Türk mezarlarının böylesine zengin eşyalarla dolu olması mezarlan cazibe haline getirmiştir. Bu durum Türk mezarlarının akıbetini olumsuz etkilemiştir. Çünkü zengin olan Türk mezarlan AvrupalIlar ve Ruslar tarafından soyulmuştur[447] [448] Göktürklerin ölülerini yakmaya başlamalan, onun yerine gömmeye başlamalan üzerine, Çin imparatoru duruma çok içerlemiş ve kendine gelen Türk elçisine "artık ölülerinizi atalarınız gibi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz. Bunun için de Tanrı başınıza felaketler yağdıracaktır'1 diye söylenmiştir.


Göktürkler ölülerini gömmek için tabut kullanmışlardır. Bu tabutlar üzeri süslenmiş, taştan yapılmış yekpare dört taş levhadan meydana getirilmiştir[449]. Pazınk'ta bulunan bir tabut üzerinde "cennet kuşu" resmi vardı[450].

5.    Yoğ Merasimi: Türkler ölülerine saygı göstermişler, onlar için yuğ töreni düzenlemişlerdir. Bu yuğ törenlerinden kitabelerde bahsedilmektedir. Orhun Kitabelerinde, İstemi Kağan ile Kültegin'in ölümü münasebetiyle cenaze merasimlerine, birçok milletlerden elçilerin ve bunların yanında "yuğçı ve sığıtçı"lann geldiklerinden bahsedilmektedir. "Yuğçı"lar, töreni hazırlayanlar ile törene iştirak eden, resmi kortej olsa gerekti. Her millet özel ağlayıcılar gönderiyorlar ve Türk kağanı için, ağlıyorlardı. Eski Türklerde ağlayıcıların arkasından, ölünün önemine göre, büyük bir halk kitlesi de takip ederdi[451]. Yas merasiminde bulunan kimselerin, matem alameti olmak üzere, kulak ve saçlarını kesmeleri adetti[452]. Ölünün gömülmesi sırasında yapılan matem merasimlerine "yuğ töreni" denirdi. "Yas" anlamına gelen "Yuğ töreni", kişinin önemi, değeri ve varlığıyla orantılıydı. Bu törende, ölenin yakınlan, yeterince acı çekmek için bir yerlerini kanatır, göz yaşlarım kanlarıyla kanştırarak ağlaşırlardı[453]. Yuğ merasimlerinde ölü için ağlamak üzere kadınlar ve erkekler tutulurdu. Bunlara "yuğçı" veya "sığıtçı" derlerdi. Bu sığıtçıların ekserisi Çin'den para ile tutulurdu. Sığıtçılar başlarım örten kukuletalı uzun ve beyaz elbiseler giyinirlerdi. Türklerde de beyaz elbiseler zaman zaman yas elbisesi olarak kullanılmıştır[454]. Yuğ töreninden sonra ölen kişin için onlara "Bark=Türbe" de yaptınlmış ve bu anıtlarla onların ebediliği sağlanmaya çalışılmıştır, ölen düşmanın cesetlerinin nasıl bir muameleye tabi tutulduğunu tespit etmek mümkün değildir. Ama bunların Balbal adı verilen ağaçtan suretleri, onu öldüren kahramanın mezarına dikilmektedir[455] Ölünün gömülme işi bittikten sonra ölünün atlan kesilerek yenilirdi ki, bu da bütün Türk kavimlerinde görülen "yuğ aşı" veya "ölü aşı" geleneği idi. Bu geleneğe eskiden "yuğ basan" adı veriliyordu[456].

Göktürklerin hakan ve büyük kahramanlarınm yoğ aş törenine bütün imparatorluktaki ulusların iştirak ettiklerini Orhun yazıtlarından öğrenmekteyiz. Yuğ aşı törenleri umumiyetle ölünün 1. yıldönümündeki yaz aylarında yapılırdı. Kültegin ve Bilge Kağan'ın aş törenleri de yaz aylarında yapılmıştır. Kültegin ve Bilge Kağanlar için dikilen anıtların bulunduğu sahada bunların defin edildiği yer olmayıp "yuğ aşı" töreni yapılan yerlerdir[457].

6.      Yas: Türkler, yas alameti olarak siyahı kullanmışlardır. Bazı Türk topluluklarında ise farklı renklerin kullanıldığını görmekteyiz. Bu renkler içinde en çok kullanılanı ise beyaz veya gök rengidir. Türkler matem alameti olarak bu renkleri kabul etmişlerdir[458]. Orhun Yazıtlarında Kültegin ve Bilge Kağan'ın matem törenlerine ait bilgiler vardır. Kültegin yazıtından Kül Tegin için yapılan ağıt şu şekildedir[459];

"... Küçük kardeşim Kül Tegin "öldü (kergek boldı),, (gerek ve vacib oldu)!

Düşündüm!

Görür gözüm, görmez gibi oldu! Bilir bildiğim, bilmez gibi oldu!

Düşündüm!

Zamanı (öd), "Tanrı takdir eder" (yasar)! Kişi oğlu hep ölmek için (ölüğü) yaratılmış (törümiş)! Böyle düşündüm!

Gözden, yaş gelseîEtten (etide?), gönülden haykırarak), "ağlama (sığıt) gelse! Yanar gibi oldum!

Düşündüm! Çok çok (katıgdı) düşündüm!

İki Şad'ımm, küçük kardeşlerimin, oğullanmm, beylerimin, milletimin,

Gözleri ve kaçlan (ağlamaktan) kötü olacak diye! Düşündüm!...": (Kül Tegin yazıtı, İKİ 1).

Göktürk çağındaki diğer mezar taşlarından ağıtlar ise şu şekildedir[460]:

1.     "....Oğullarımdan, sizlerimden, yalnız kızımdan, büyük kardeşlerimden (eçi), eşimden (dostumdan) (eşime), arkadaşlarımdan (kadaş), aynlı verdim (adınlı bertim!)

" Tanrılık, (semavi) ilime (Tengri elimke); başta (veya başlık eden) beyime! Doymadım!...": (Ye. 20:HNO, 3, s.119).

2.     "Ben, Tüz Bay Küç Bars Külüg! Etkili (uyar) kadınım için biriktirdim

(ökdim)!   Yazık!..Etkili     beyimden, aynldım (adınltım)! Etkili

arkadaşımdan (kadaş-), aynldım!": (Ye. 21:HN0,3, s.l 19).

3.     "Kuyda, prensesime! Kızıma (kız oglım)! Beyime, arkadaşıma, doymadım (bükmedim)! Kırk üç yaşımda aynldım!": (Ye. 26).

4.      "Yücelerdeki, Tanrı (üze tengri), buyurdu (yarlıkadı)...

"halkıma (kara budun)..Oğluma, doymadım!....": (Ye.31,2: (HNO, 3, s.144).

565 yılında, Göktürk kağanı olan Muchu (Mukan), kızını Kuzey Ch’i imparatoru Wu ile evlendirdi ve buna karşılık olarak, her yıl 100000 top ipekli kumaş aldı. Sui ve Tang sülaleleri zamanında Göktürkler ile Sui ve Tang imparatorları arasındaki ilişki daha da yakındı, Sui ve Tang imparatorlarından gelen armağan ve ödüller daha da boldu. 627 yılında, Tang Taizong, Batı Göktürklerin kabile reisinin ölümü yüzünden yas tuttu ve mezarında yakılmak üzere ipekli kumaş yolladı[461],

Türklerde matemin sade geçmediği hatta biraz abartıldığı görülmektedir. Yas alameti olarak Türklerde saç kesme adetinin yaygın olduğunu görmekteyiz. Ölüm hadisesinin büyük yasa sebep olduğu bizzat Göktürk Kitabelerinden anlaşılmaktadır.

Yüzler yırtılır, saçlar yolunur, karalar giyilir, saçlarını, kulaklarını keserler, feryat ederek ağlarlardı. Büyük "yuğ" törenleri yapılır, pek çok at kurban edilerek "yuğ aşı" verilir. Hunlar'dan günümüze kadar, bütün Türk uruklarında bu, böyle yapıla gelmiştir[462]. Kültegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: "Çok yaslandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım". Bilge Hakan'ın oğlu babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: "....bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler"[463]. Çünkü yapılan kazılarda anıtların altında mezar çıkmamıştır.

F.    KÜLTLER:

Eski Türkler tabiatta bir takım güçlerin varlığına inanmışlardır. Bu inanış dolayısıyla Türklerin yaşantısında bir takım kültler meydana gelmiştir. Tabiat kuvvetlerine inanan Türkler tabiatın gücünün bulunduğuna inanmaktalar ve onlan kutsal olarak kabul etmekteydiler. Türklere göre bu inançlar, tabiatta mevcut olarak bulunan dağ, ağaç, su, kaya, vb. varlıkların birer ruhunun b ulunduğunu tasavvur etmekteydi. Hatta bu ruhlar iyilik verenler ve kötülük getirenler şeklinde ikiye ayrılmıştı. Güneş, ay, yıldız, gök gürültüsü, şimşek birer kutsal ve semavi ruh şeklinde tasavvur edilmekteydi[464].

1.   Vatan Kültü: Devlet ve vatan toprağı Türklere, göre devlet ve milletin toprağım meydana getiren, yerler ile sular, mukaddes idiler. Yerli-sulu yurt, Türklerin yurt ve vatan düşüncesinin temelidir. Göktürklerin aynı mukaddes yerlerde ibadet etmeleri, Tanrı'ya ve ata ruhlarına kurban vermeleri, hem oralarda, yüzyıllar boyunca nasıl devam ettiğini gösteriyordu. Eski Türkler, akıl ve mantık gereği olarak, "yer-su", yani "yerler sular" deyimini kullanmışlardır. Aileler, su içtikleri pınarlar ile yaşadıklan yerlere, kutsiyet vermişlerdir. Göktürk çağındaki "yer-su" deyimindeki yerin içinde dağlar, yaylalar, otlaklar ile hatta tarlalar bile vardı. Su ile bu toprak varhklan, birbirinden aynlmaz birer bütün idiler. Göktürkler yer ve su için eski Türkçe "Iduk", yani "Tanrı'nın gönderdiği" tanıtmasını yapıyorlardı. Bu da, mukaddes demekti. Suyu bulunmayanlara, su verme ile sebil ve hayrat anlayışı da, Türklerde eski bir gelenektir. Eski Türklerin, "yer-su" dedikleri kutsallıklar ile dolu idi. Bu iki kutsal varlık "insanların kaderlerini de çizebiliyordu". Yer ve sular Türklerin koruyucusu idiler. Göktürk yazıtlarında "Türk yer ve su'lan, Türk milleti yok olmasın diye! Millet olsun diye!" onlara, yardım etmişlerdi. Tıpkı "Türk Tanrısı" gibi, bir de "Türk yer ve sulan" vardı. Yer ve sular Tanrı değil; sadece birer "kutsallık" idiler[465]. Göktürk kitabelerinden anlaşıldığına göre, Yer-su kültü, VDI. Yüzyılda Türk İmparatorluğunda devletin resmi kültlerinden biri olmuştur. Göktürk yazılanyla yazılmış bir mezar taşında "Yerimden suyumdan aynldım!” deniliyordu. Bu söz içinde yurdunun küçük sularının yatımda; büyük sulan da yer alıyordu: "Yerimden, yazık! Suyumdan aynldım! Milletimden, halkımdan, arkadaşlarım, akrabalanmdan aynldım!"[466]. denilmektedir. Burada dikkat edilirse aynldığı şeylerin başında yer ve su kelimeleri geçmektedir. Çünkü eski Türklerde yer ve su mukaddestir. Eski Türklerde yer ve suların sahibi devlet ve hakan idi.

Göktürklerdeki yer-su tabiri tamamen vatan kültü derecesine yükselmiştir. Çünkü ifade ettiği mana ile kutsal yerleri tanımlamaktadır. Buna göre Göktürk kitabelerinde kutsallık ifade eden dağ, orman, ırmak gibi yer-su tabirleri vatan kültüne dönüşmüştür. Orhun kitabeleri ıduk Yer-s ulardan ikisini tasrih etmiştir. Bu kutsal yerler ise "Iduk Ötüken" ve Tamir Suyunun kaynağı "Tamlag ıduk baş"tır[467]. Kutsallık izafe eden bu yer-su tabirleri Göktürklerin mukadderatı konusunda bizleri aydınlatmaktadır. Kutsallık tabirinin Tanrı Umay ile zikredilmesi de ayn bir öneme haizdir.

Kitabelerde Yer-su yan yana zikredilmektedir: Kültigin kitabesi: üze Türk tengrisi türk Iduk yeri subı inçe itmiş; Tonyukuk kitabesi: tenri umay ıduk yer sub....; Ongin kitabesi: sub yer tenri... [468]. Dikkat edilirse Umay kelimesi kitabelerde

Tanrı ve yer-sub ile birlikte zikredilmektedir. Buradan hareketle, Umay'm bir tür koruyucu ruh olduğu görülmektedir. Umay, çocukların ve küçüklerin koruyucusu durumundadır. Kültegin yazıtında Kağan Gök Tanrı'ya, eşi Umay'a nispet ediliyor. Yazıtlara göre Umay'm Göktürklerden itibaren var olduğu bilinmektedir[469].

Bazı bilim adamları tarafından. "yer-sub"a verilen manalar şunlardır:

S.E.Malov, yer-sub'u "kutsal vatan" olarak tercüme etmiştir. A.V.Anohin, "yer- sub"un mitolojik karakterine yer ayırmıştır. O, "dağ ruhlan, gökte veya yer altında değil, yeryüzünde insanların yaşadığı yerde yaşar" diyor. Temelini buradan alan Altayhlar bu kategoride ruhlan, " su ruhu", "yer ruhu".... Diye adlandınyorlar, demiştir. A.V.Anohin, araştırmalan sonucu "yer-sub" ruhunun ulaşılmaz yerlerde olmayıp, insanların yaşadığı dünyada olduğunu ileri sürmüştür. L.P.Potapov, yer-sub hakkında şöyle diyor: "Altay-Sayan dağlarındaki günümüz halklarının tarihi önem taşıyan iki Tanrısı vardır; Umay- çocukların koruyucusu, kadın ilahı ve yer-su". L.P.Potapov, yer-sub'un Altayhlar gibi Kırgızlarda da olduğunu belirtmektedir. Barthold, Malov, Anohin, Potapov'un araştırmalan ve eski Türk eserlerindeki metinler Yer-sub'un kutsal olduğunu ve bir de vatan manasına geldiğini gösteriyor. Bu kutsal şeyleri birleştiren halklar onlan en üst koruyuculan, hamileri olarak görüyorlardı. Bize göre yer-sub, vatan (toprak) ve aynı zamanda mitolojik bir güçtür. Sadece bu yüzden Altaylı Türklerde ve diğerlerinde, yeryüzünde yer-su ile alakalı on yedi ilah yaşamaktadır. Bunlar yüksek dağların tepesinde veya yerde toprağa hayat veriyorlardı. Eski Çin kaynaklatma göre Türkler göğe, yer-suya, güneşe ve aya kurban sunarlarmış, yine kaynaklarda Göktürklerin yılda bir kere su-yer'e ve atalan olan Bozkurt (Serego Volka) şerefine tören yaptıklan kayıtlıdır[470]. Göktürklerin dini üzerinde araştırma yapmış olan P.W. Schmidt Yer-sub terimini farklı bir biçimde yansıtmaktadır. Ona göre; yer-su yeryüzünde yaşayan iyi ruhların bütünüdür[471]. Yer- su kültü büyük imparatorluk devrinde gelişerek vatan kültü derecesine yükselmiştir. Göktürk İmparatorluğu devrinde Yer-su ruhlarının mahiyetini Orhun yazıtlarından anlamak mümkündür. Göktürklerin "Iduk yer-sub" (Mukaddes yer-su) ile ifade ettikleri mefhum hem koruyucu ruhlar hem de vatan idi. Eçümiz apamız tutmış yer- sub (atalarımızın idare ettiği yer-su) cümlesindeki yer-su vatan kültü olan yer-su'dur. Kült olan bu vatan yer-suyu Ötügen ve Budun İnli dağlan ve ormanlan temsil ediyorlardı. Bu mukaddes yer-su ruhlan Göktürklerin mukadderatım idare ediyorlardı (Türk tengrisi ıduk yer subı ança etmiş). Vatanın korunmasında yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk yazıtında pek açık ifade edilmiştir. Göktürk vatanına saldıran düşmanlar, Tanrı Umay ve yer-su ruhlarınm yardımıyla gafil avlanarak basılmışlardır (tangri, Umay, yer-sub basa berti). Bugünkü şamanist Türk boylarında rastlanan dağ, su (ırmak, göl, pınar), ağaç-orman, kaya kültleri eski Türk yazıtlarında "yer-sub" adı altında toplanmıştır. Bununla beraber bu yazıtlarda ıduk (yani mübarek, mukaddes) sıfatıyla zikredilen Tamag Iduk, Iduk Baş gibi dağ, ormanlık yahut su adlan geçmektedir[472]. "Iduk yir-sub" ifadeleri ile Türk vatanının kutsallığı belirtilmektedir. Bu kutsallık içerisinde vatana karşı duyulan sevgi ve bağlılık vardır. Göktürkler, ötüken ve Orhun nehri çevresinde yerleşiktir. Bunun delili Yer-Sub ruhlarıdır. Onlar bazı yerleri korur, bazı dağlar, ağaçlar kutsaldır. Onlar terk edilemez, çevresi kutsaldır. Yanmayan ağaç evler yapılmıştır[473]. Göktürklerde kutsal addedilen ve "ıduk" olarak nitelendirilen yerler Türkler tarafından korunmaya alınmış; oralarda avlanmak, o yerlerin ağacım ve ormanım kesmek, mahsulünü almak ve hatta otunu koparmak yasak addedilmişti. Bu görüşü belirten Ünver Günay ve Harun Güngör büyük bir iddia ortaya atmaktadırlar. Bu iddianın doğruluk derecesi nedir bilemiyoruz. Onlara göre, "Iduk" kelimesi Tanrı'ya adanan ve bu amaçla salıverilen hayvanı belirtmektedir[474]. Göktürkler için "Ötüken" her zaman "Iduk" sıfatı ile nitelendirilmiştir. Çünkü devletin birlik ve bütünlüğünü temsil etmekte, onun kutsallığı bütün vatanın kutsal olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda bu kutsal mekan dünyanın merkezi olarak düşünülmüş ve "Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntısı yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen, il tutarak oturacaksın" denilmektedir[475].

2.   Gök Tanrı Kültü: Türklerin eski inançları içinde Gök Tanrı İnancı önemli yer tutmaktadır. Bu, Göktürklerde bir kült olarak karşımıza çıkmaktadır. Göktürklerle ilgili edindiğimiz en önemli bilgi kaynağı olan Orhun Kitabelerinde bu durum şu biçimdedir: "Başlangıçta yukanda mavi gök, aşağıda kara toprak vardı: beni adem bu ikisinin arasında yaratıldı"[476]. Burada geçen gök Tengri, maddi bir nesnenin ötesinde bizim mavi gök olarak nitelendirdiğimiz gökyüzüdür. Bu kültten dolayı kurban kesme törenlerinin göğe karşı yapıldığı görülmektedir. Köktürk harfli abidelerde bu şekilde söyleyiş pek çoktur. Mesela Irk Bitig'in ilk satın. Tensi men "Göğün Oğlu'yum". Mesela Şine-Usu abidesinin ilk satın :Tengride bolmuş, il etmiş, Bilge Kağan (men) "Tanrı (Gök)'dan olmuş (yaradılmış), il itmiş, Bilge Kağan'ım"[477] [478].

3.    Atalar Kültü: Göktürklerde atalar kültü değerlendirilirken mağara kültünü de bu sınıfta değerlendirmek gerekir. Birbirinden farkı olmayan bu iki kült aynlmaz bir bütündür. Etle tırnak gibidir. O yüzden atalar kültünü değerlendirirken atalara saygı duyulan, ona kurbanlar sunulan mağara kültünü değerlendirmek gerekir. Türklerde atalar kültü bünyesinde değerlendirmeye çalıştığımız mağara kültü aslında hayvan ata yani kurt ata efsanesine bağlı, diğer bir ifadeyle Göktürk menşe efsanesinde yer alan dişi kurt çocuğundan türemeye bağlı bir motiftir. Bu motif içerisinde dişi kurdun çocuğu mağaraya götürmesi ve Göktürklerin orada türedikleri anlatılmaktadır. Türklerin atalarının çıktığı bu mağaralara devletçe saygı törenleri yaptıkları bilinmektedir. Göktürkler senenin belirli günlerinde kendi kağanlarının başkanlığında bu ata mağaralarına giderler ve atalara saygı gösterirlerdi165. Mayıs ayının ortasında, (yani yılbaşı veya ilkbaharın başlangıcında), toplanırlar ve Temir ırmağına giderler, orada "Gök Tanrısı'na kurban verirler[479]. Göktürkler yılın 5. ayının ikinci yansında Tanrıya ve Atalar kurban takdim ediyorlardı[480].

Göktürklerde atalar kültünü değerlendirirken ölüler kültü ile karıştırmamak gerekmektedir. Ölen her atanın mezan kült olarak kabul edilmemektedir. Atalar kültü olarak değerlendirilenler ise sadece saygıdeğer olanlar içindir. Atalar kültünün temelini ise, ölen atanın veya babanın ruhlarının geride kalanlara iyilik yada kötülüklerinin dokunabileceğin inancından dolayıdır. Bunda gizli de olsa bir minnet duygusu yatmaktadır.

"Kağan her yıl kurban için beyleri atalar mağarasına götürürdü. Pelliot, buna ait notunda, başka bir Çin kaynağına göre, Batı-Türkleri kağanının, kendi bölgesinde olmadığından, bizzat gidemediği mag-maya vaktiyle atalarının yaşadığı yerde kurban sunmak üzere, her yıl bir veya birkaç memur gönderdiğine" işaret eder. Burada bahis konusu olan mağara, Türklerin atasının, bir dişi kurt olan karısı ile birlikte sığındığı yerdir. Türkler buradan verimli bir ovaya çıkmış, sonra bir çok kuşak yctişinceyc kadar kaldıkları bu yerden göç etmişlerdir[481]. Göktürkler mukaddes dağ üzerinde toplanır; Tanrı'ya ve atalara kurban keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve merasimleri demircilikle uğraştıktan ve kurt menşe efsanesiyle bağlı bulunduktan Altay dağlarının bir vadisinde yüksek beylerin ve asillerin iştiraki ile yapılıyordu, Çin kaynaklarında ecdad mağarası olarak tanınan bu yer Türk ananesinde Ergenekon ismini almış ve İslam kaynaklarına kadar intikal etmiştir. Gerçekten Türkler her yılbaşı buraya gidip demircilik devrinin hatırası olarak bir miktar demiri örs üzerinde dövmek suretiyle bir bayram yapıyorlardı[482].

4.    Dağ Kültü: Eski Türklerde dağ kutsaldır. Dağ, Eski Türkler tarafından Tanrı Makamı olarak nitelendirilmiştir. Tanrı'nın makamı olarak nitelendirilen bu dağlar üzerinde yemin edilmiştir. Bu gibi yerler Türkler tarafından "Iduk" (mukaddes) yerler kabul edilmiştir[483]. Türklerin böyle bir düşünceye sahip olmalarındaki önemli etken dağların yüksek olması ve uzaktan bakıldığında gök ile bitişikmiş gibi gözükmesidir. Göktürklerde en önemli dağ ötüken Dağı'dır. Ötüken , sadece bir bölge, coğrafya değil Türklerin kültürel birliğini veya töreyi temsil eden bir sembol olarak kullanılmaktadır[484]. Ötüken Dağı'mn önemli bir kült haline geldiği bilinmektedir. Çünkü hakanın çadırı Ötüken dağındadır. Hakanın çadırının kapısı doğuya bakar. Ötüken dağının batısında 500 "li" mesafede yüksek bir dağ vardır. Bu dağın üzerinde ağaç ve ot yoktur. Burasına "Budın înli" derler ki "ülkenin koruyucusu olan ruh" demektir. Bu "Budun İnli" budun (millet) Tanrısı, bütün vatanı ve milleti koruyan tanrının makamı olan dağ demek olsa gerektir. Herhalde bu kült dağ, mağara, ve atalar kültünün birleşmesinden meydana gelen çok önemli bir kült olmuştur. Eski Türklerde kutsal dağlar insanlar gibi canlı kabul edilmişlerdir. Bu yüzden bu inançların içerisinde ilkel bir animizm bulunmaktadır[485]. Ötüken Dağı'mn Türk boylan ve Göktürk İmparatorluğu'na giren yabancı boylar için kült olduğu Göktürk Yazıtlarından anlaşılmaktadır[486]. Göktürklerin menşeleri hakkında Çin kaynaklarında tespit edilen rivayetlerde de dağ ve mağara mühim unsurlardandır. Mukaddes dağlar ve onların ruhlan adına çok muhteşem ayin ve törenler yapılır[487].

Dağ kültünü orman veya ağaç kültü bünyesinde değerlendirmek de mümkündür. Buna göre orman kültü ilkel toplulukların orman mahsulleriyle ve avcılıkla geçindikleri devrin hatırasıdır. Ziraatçı ve geniş bozkırlarda çobanlık ile geçinen uluslarda orman kültü eski önemini kaybetmiş, orman Tanrılan da kötü ruhlar sayılmıştır. Bununla beraber hayat şartlan ve dini telakkileri bakımından epeyce gelişmiş ve yükselmiş olan bazı uluslar orman kültünü yeni dinlerine sokmaya muvaffak olmuşlardır[488]. Türklerde bozkır kültürünün hakim olduğu bilinmektedir. Türklerin Kutsal Ötüken Dağı ormanla kaplıdır ve "Ötüken Yış" (Ötüken Ormanı) Göktürklerde kutsal bilinmektedir. Türklerin orman kültü bünyesi içerisinde değerlendireceğimiz bir alt konu başlığım ise ağaç kültü oluşturmaktadır. Buna göre Türkler ağaca önem vermişlerdir. En çok önem verdikleri ise kayın ağacıdır. Kayın ağacı Türklerde ayrı bir kutsiyete sahiptir. Dini lider konumundaki kamların davulları üzerinde güneş, ay, yıldız, şimşek sembollerinin yanında kayın ağacı da yer almakta ve bu ağaç şaman ayinlerinde önemli bir mevki işgal etmektedir .

5.    Ateş Kültü: Türkler öteden beri ateşin temizleyici güç olduğuna inanmışlardır. Kutsal kabul ettikleri ateşe saygı göstermeyi de ihmal etmemişlerdir. Türkler arasında ateşin gökten indiği görüşü kabul görmektedir.

Şamanistlerin inançlarına göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar. VI. Yüzyılda Batı Göktürk hakanına gelen Bizans elçisi Zamerkos'un ve elçilik heyetini Hakan'ın huzuruna çıkarılmadan yanmakta olan ateşin etrafında döndürülmüş ve ateşler arasından geçirilmiştir. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel olan kötü ruhları kovmak için yapılırdı . Ateş ruhuna hitaben okunan şaman ilahilerinden anlaşıldığına göre aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemez. Aynı zamanda ocak kültü atalar kültüyle bağlıdır[489] [490] [491].

6.    Su kültü: Göktürklerde kültler konusunu işlerken gözden kaçırılmaması gereken bir kült de su kültüdür. Su kültü, yer ve ateş kültü ile değerlendirildiğinden böyle bir ayrıma gidilmemiştir. Ancak biz burada bunu ayn bir başlık olarak değerlendirmeyi uygun bulduk. En az ateş kültü ve yer kültü kadar önemlidir. Görüleceği üzere Türkler suya büyük önem atfetmişlerdir. Türkler, suyun da bir sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanmışlardır. Türkler, suyun sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanmışlarsa da bir su ilahının bulunduğundan bahsetmemişlerdir. Türklerde suya da kutsallık atfedilmiş ve bir kısım sular "Iduk" sayılmıştır. Göktürkler; Tamir ırmağım kutsal kabul etmişler bunun yanında Orhun, Selenga, Tola... gibi ırmaklar da Türkler tarafından kutsal kabul edilmiştir[492].

G.    GÖKTÜRKLERDE AT:

Türkler, Kunlar devrinden beri ömürlerini at üzerinde geçirmişlerdir. At üzerinde yerler, toplantılarını at üzerinde yaparlar, at üzerinde savaşırlardı. At üzerinde hayatlarım devam ettiren Türkler uzak yakın ülkelerin fethinde de ah kullanmışlardır. Türklerin hayatlarında bu kadar önemi olan atın kutsi bir mahluk sayılması, tarih ve destanlarda, Orhun kitabelerinde adlan ve menkıbeleri ile yer alması tabii idi. Nitekim Hunlar ve Göktürkler atı mübarek sayıyor; hakan ve kahramanlar gibi onu da gökten inmiş bir varlık sanıyorlardı. VI. Asırda Göktürk hakanı îşpara Han "size ilahi menşeden gelen atlar takdim edilecektir" derken atm kutsiyetine bir kez daha değinmiştir[493] [494]. Türklerin hayatlarında önemli bir mevkie ait olan at, Türklerin öldükten sonraki hayatlarında da kullanacakları bir varlıktır. Bu düşünceden dolayı Türkler öldükten sonra atlarıyla birlikte gömülmüşlerdir. Türklerin atlan ve silahlan ile birlikte gömülmeleri, öldükten sonra dirilme inancının olduğuna delildir. Şamani Türkler kendilerinin cennete atlanyla birlikte gideceklerine inanıyorlardı. En kıymetli hediyeyi at oluştururken, Allah'a ve ecdada yapılan kurbanlar arasında at yer alıyordu. Eski Türkler atm semavi bir menşeden geldiğine ve mukaddes olduğuna inanmaktaydılar. Göktürkler tarafından gönderilen armağanlar arasında güzel atlar çok önemli yer tutardı. Göktürklerin yükselişinden yıkılışına kadar aradan geçen 200 yıl içerisinde, Sui ve Tang sülalelerinin imparatorlarına gönderilen Göktürk armağan listesinde, atlara 40 kez rastlanmıştır ,

VH-VIH. asır Türk devlet hayatında "at kültü" açıktan açığa Türk onomastiği ile muayyen bir bağ kurmuş bulunmaktadır. Lena nehri kıyılarındaki kayalar üzerinde resimleri tersim edilen ve Göktürk devletinin savunmasından, kahraman Kültigin'in savaşlarda bindiği atlar Türk onomastiğinde, yer bulmuş , birer ad ve ünvana malik idiler. Bunlar, daha fazla atların cinsine, rengine ve hususi özelliklerine göre vücuda getirilmiştir. Göktürklerin kullandığı on iki hayvanlı Türk takviminde bir yıl adı "at" manasına gelen "yund, yond" kelimesiyle adlandırılmıştır. Bu eski Türklerdeki "at kültü"nün canlı bir sembolüdür[495].

V.    BÖLÜM

İSKİT, HUN VE GÖKTÜRK DİNİNİN MUKAYESESİ

A. İSKİT VE BUNLARIN BENZERLİKLERİ

Yunan tarihçilerinin bize anlattığı veya Yunan-İskit vazolarının bize gösterdiği İskitlerin, Çinli tarihçilerin tasvir ettiği veya Çinli sanatkarların çizdiği Hunlar, Göktürkler ve Moğollara kültür durumu ve umumi yaşayış tarzı bakımından benzediklerini gördüğümüzde şaşırmamak gerekir. Bu iki grup arasında birçok törenin ortak olduğunu görmekteyiz, bu, gerek aynı hayat tarzının İskitlere ve Bunlara aynı çözüm yollarım sağlamasından, gerekse İskit toplulukları ve Hun topluluklarının aynı kültür sahası ile olan coğrafi temaslarının aynı uygulamaları vermesindendir.

Hunlarda olduğu gibi îskitlerde de hükümdarın mezarı üzerinde cariyeleri ve hizmetkarları katledilirdi. Herodot, İskitlerin düşmanlarının kafataslarmı kaşların hizasından keserler, dışım köseleyle, içini altınla kaplarlar ve kupa niyetine kullanırlar diye yazmaktadır. Ts'ien-Han-Şu aynı adetin Hunlarda da olduğunu belirtir[496].

İskitlerin hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ablaklan hakkında Hipokratus tarafından verilen malumat Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanların aynıdır. Akideleri, defin merasimleri ve adatlan Altaylılarınkinin aynıdır. Bunlar Türk "derme evlerinde" yani keçeden mamul kubbeli çadırlarda yaşamışlardır[497]. Hunlar geyiğe eğilimli * olduklarından totem kabul etmişlerdir. Geyik figürüne îskitlerde de rastlanmış olması onlara da totem hayvanının geyik olduğu fikrinin oluşmasma neden olmuştur.

1.   Kurban : İskitler kurban olarak daha çok atı kesmişlerdir. Hunlarda da kurban olarak kesilen hayvanların başında at gelmektedir. Bunun yanında diğer hayvanların kesildiğini de görmekteyiz. Hem İskitlerde hem de Hunlarda domuz kurban olarak kesılmemiştir . iskitler ve Hunlar kurbanlarını atalarına kesmişlerdir. Hunlarda kurbanlar atalarına, gök ile yere, ruhlarla Tanrılara diye bir sıra takip ederken İskitlerde böyle bir sıralama söz konusu olmamıştır. İskitlerde kurban verilen Tanrımn adına dua edilirdi.

2.   Kımız : İskitler ve Hunlar ata binmek ve kımız içmek gibi adetleri bakımından birbirlerine benzemektedirler[498] [499].

3.    Ant İçme: Herodotos, îskitlerin ant içmeleri hakkında bilgi vermektedir.

O, ant içenlerin toprak bir kabın içerisine şarap doldurup, kanlarını bunun içerisine karıştırdıktan sonra içtiklerini ve orada bulunan ileri gelen kişilere de ikram edildiğini belirtmektedir. İskitlerdeki bu merasim eski Türklerdeki ant içme merasiminin aynıdır. Bu merasim Asya Hunlarmda da aym şekilde yapılmaktadır. Hun hükümdarlarından Huhanye M.Ö.l. yüzyılın ortalarında Çin elçileriyle anlaşma yaptığı zaman şaraba kan karıştırarak içmiştir. İskitlerdeki dostlaşma merasimlerinde görülen kan karıştırma usulü tarih boyunca bütün Türk boylarında devam ettirilmiştir[500].           

4.    Sanat : Çin'in kuzeybatısından Tuna nehrine kadar çok geniş bir sahada meydana çıkarılan kurgan buluntuları İskit ve Bunlardaki sanat anlayışının benzerliğini göstermektedir. Bu sanata "hayvan üslubu" adı verilmektedir. İskit ve Hun Bozkır sanatkarları, ölümüne birbirleriyle mücadeleye girmiş hayvanlan tasvir etmektedir. Uzuvların bükülmesi, yırtıcı hayvanların, akbabaların veya ayıların pençelerinde kıvranan geyikler ve atlar dramatik sanatın hoşlandığı konulan oluşturmaktadır. En çok kaplar, vazolar, levhalar ve süs eşyalan üzerindeki savaş sahneleri ve hayvan mücadelelerinde ileri teknik dikkati çekmektedir. Bu sanatın en belirgin özelliğini mücadele halinde olan hareketli figürler oluşturmaktadır. Orta Asya Türk sanatının özünü oluşturan Hayvan Üslubu da îskitlerde çok kullanılmış ve onlar tarafından geliştirilmiştir. Gerek seçilen konular ve gerekse bunların işlenişleri bakımından, İskit ve Hun sanatı birbirine çok yakınlık göstermektedir. Hatta bir merkezde imal edilip, değişik yerlerde ele geçen sanat ürünleri gibidirler. Bu yakınlık, İskit ve Hunların hayat tarzlan ve aynı anlayışta sanatlarına da aksetmiş olduğunu göstermektedir. Bu durum, Hun sanatının İskit sanatının bir devamı olduğu fikrini akla getirmektedir[501] [502].

5.    Mumyalama : Herodot, İskitlerin mumyalama gelenekleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Kanlan, hakanlan, hatunlan, ululan mumyalama geleneği îskitlerde görülmektedir. Bu gelenek Hunlarda da görülmektedir.

6.       Ölü Gömme: Hunlar ve İskitler ölülerini gömmek için tabut kullanmışlardır. Hunların tabudan iki kadı olup iç ve dış tabut olarak aynlmaktaydı. Bu tabutların üzeri altın ve gümüş işlemeli kumaşlarla örtülmekteydi . iskitlerin tabudan ise ahşaptan yapılmaktaydı. Ancak îskitlerde Bunlardaki kadar tabut kullanılmamıştır. Hunlarda ve İskitierde kurganlar ön plandadır. Birbirinin benzeri denilebilecek bir sanat anlayışına sahiptirler. Kurganların içinden çıkanlan eşyalarda da birbirine benzerlikler vardır. Hunlar ve İskider ölülerini gömmek için yılın belli zamanlarını tercih etmişlerdir. Tercih edilen zaman ise incelediğimiz her iki dönemde de ilkbahar ve sonbahardır. Cesetlerin her iki dönemde de bekletilmesinin nedeni büyük inşa edilmesindendir. Bundan dolayı da hem Hunlarda hem de İskitierde mumyalamanın yapıldığını görmekteyiz. Bunu her iki döneme ait olan kurganlardan çıkanlan mumyalanmış cesetler doğrulamaktadır.

7.    Kurganlar: Ölen kimsenin cesedinin konulduğu büyük mezarlardır. Hunlarda ve îskitlerde de kurganlara rastlanılmaktadır. Hunlarda ve îskitlerde kurganların içine konulan eşyalarda benzerlikler vardır, cesetlerin yanlarında atlarının gömüldüğü görülmektedir. Atlara ait üzengi, eyer takımı vb. eşyalar da kurganlardan çıkarılmıştır. Bunun yanında sanatsal özellik taşıyan kaba formlu eşyalar da bu kurganlardan çıkarılmıştır.

8.   Kültler: Hem Hunlarda hem de îskitlerde atalar kültü vardır. Diğer kültler sadece Hunlarda bulunurken îskitlerde görülmemektedir.

9.   At: İskitler atı ehlileştiren bir kavimdir. Daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenmişlerdir. Hunların da atla ilgili geçmişleri îskitlerinkinden farklı değildir. Hunlar da daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenmişlerdir. At bozkır kavimlerinin yaşamlarında önemli bir yer tutmuştur. Her iki kavim de atı kullanmış, mezarlarına ölen kimsenin yanma gömmüşlerdir. Her iki kavim de atı kurban olarak kesmişlerdir.

10.   Şamanizm: İskitler ve Hunlar büyüye, sihre, kahinliğe, tılsıma inanan kavimlerdir. Bundan dolayı da her iki kavimde de şamanı unsurlar yer almıştır. Hurlardaki kamlar ile îskitlerdeki büyücüler şamani unsurları uygulayan kimselerdir. Herodot'un verdiği bilgilere göre İskitler büyüye dinden fazla önem vermişlerdir. İskitlerin rahiplerinin yerine şamanlar vardı ki bunlar söğüt dalma bakarak hakikati söyleyen kimselerdi. İskit dininde Şamanizm ile beraber görünen unsurlar Türk- Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır. İskitlerin inandıkları ruhlar -ve Tanrılar alemi eski Türk dininde bulunan motiflerle benzerlik göstermektedir .

B.    İSKİT VE GÖKTÜRKLERİN BENZERLİKLERİ

İskitler ile< Göktürklerin birbirleriyle benzer noktalan vardır, bu benzerlikleri değişik alt başlıklar halinde incelememiz mümkündür.

I.    Tanrı Anlayışı: İskitlerin ilahiyatına dair malumat İskitlerin Türklüğünü gösteriyor. Başlıca ilah üçtür: Papaeuç (gök ilahı), Apia (Yer ilahı) ve Tabiti (Ev ve [503] aile îlahı). Eski Türklere ait bütün eski membalar Gök ilahı (Tengri) ile yer ilahı (Yersub) dan bahsediyorlar. Mesela Orhun kitabelerinde şu cümleleri okuyoruz: "Yukarıda Türk Tanrısı ve Türkün mukaddes Yer-Sub'u şöyle Demiştir: "Türk milleti yok olmasın, millet olsun. Bu iki ilahtan başka Türklerde bir de (Umay) isminde ev hayatına ve çocuklara bakan bir kadın ilahe vardı. îskitlerin Tabiti dedikleri ilahe muahhar Türklerin Umay*larına tekabül etse gerektir[504].

2.    Ölü Gömme: îskitlerin matem ve tedfin merasimi kadim Türklerde görülen merasimin aynıdır. Orhun kitabelerinde Göktürklerdeki tedfin merasimi hakkında şu bilgiler yer almaktadır: "Babam Han it yılının 10. ayında 26. gününde vefat etti. Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedinci gününde ben defin merasimi yaptırdım, (defin merasimine iştirak etmek üzere) Çin ülkesinden Lisün-Tai- Sengün'ün riyaseti altında beş yüz kişilik bir heyet geldi. Çinliler pek çok ıtriyat, altın, gümüş getirdiler. Tedfin için misk getirdiler. Sandal ağacı getirdiler. Bütün halk saçlarını tıraş ettiler, kulaklarını ve (yanaklarını?) yaraladılar. Milletler iyi atlar getirdiler ve pek çok kara samur, mavi teyün kürkleri getirip koydular. Bu metinden de anlaşıldığına göre Bilge Han vefatından ancak yedi ay sonra tedfin olunmuştur. Çinlilerin defin için misk, ıtriyat ve sandal ağacı getirmiş olmaları îskitler gibi Göktürklerin de ölülerini yere gömdükleri zaman tahnit ettiklerini gösteriyor, îskitlerin hem matem alameti olarak saçlarım tıraş etmeleri hem kulak ve yüzlerini yaralamaları, hem meyyitlerini tahnit etmeleri, hem ölüm anile tedfin zamanı arasında uzun bir müddet geçmesine riayet etmeleri Türklerdekinin aym olduğu görülüyor. îskitlerin mezarlar üzerine taş ve topraktan bir tepecik (kurgan) yapmaları da bu benzerliklerdendir[505]. Anlaşılan İskitlerdeki ölü gömme gelenekleri Göktürklerde aynen tatbik edilmiştir.

3.    Gelenek ve Görenekler: îskitler kendi gelenek ve göreneklerine bağlı olan bir kavimdir. Göktürkler de gelenek ve göreneklerine bağlıdırlar. Göktürklerin gelenek ve göreneklerine bağlı olduklarını Orhun kitabelerinden öğrenmekteyiz. İskit ve Göktürklerin gelenek ve göreneklerine bağlılıkları onlar arasındaki benzerliği göstermektedir.

4.   Mumyalama: İskitierde Herodot'un verdiği bilgiler doğrultusunda mumyalama geleneğinin olduğunu bilmekteyiz. Bu gelenek hanlara, hakanlara, ulu kişilere yapılmıştır. Göktürklerde de bu gelenek görülmektedir.

5.   Kurban: İskitler ve Göktürklerin kurban etme konusu ile ilgili ortak özellik her iki kavim tarafından da atm kurban olarak kesilmesidir. Her iki kavim de kanlı kurban olarak atı tercih etmişlerdir. Kurban hayvanı olarak seçilen atın kanının akıtılmamasma özen gösterilmiştir. Herodot'un İskitlerdeki kurban merasimi ile ilgili verdiği bilgiler arasında kurban edilen hayvanın boynuna bir kement geçirildiği ve bu kemendin bir değnek ile çevirerek sıkıldığı ve hayvanın boğarak öldürüldüğü bilgisi yer almaktadır[506]. Göktürklerde de kurban edilen hayvanın kanının akıtılmamasma dikkat edilmektedir. Kurban edilen hayvanın kemikleri köpeklere verilmemekte, kemikler ateşte yakılmamakta veya yere gömülmemektedir.

6.   Mezar: Göktürk mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyalan, silahlar ile dolu idi. Bu yüzden Göktürk mezarlan canlı birer hazine konumundadır. İskit mezarlan da Göktürklerinkinden farklı değildir. İskitlerin mezarlan şatafatlı bir şekilde bezenmiş silahlar, gösterişli koşum takımlanyla, altın ve gümüş vazolarla ve çeşitli takılarla ( şakak pandantifleri, büyük nişanlar, yüzükler vb) tıka basa doluydular. Bu durum mezarlan cazibe merkezi haline getirmiş, soyguncuların iştahım kabartmıştır.

7.   Şamanizm: İskitler; büyüye, sihire ve tılsımların gücüne inanırlardı. Yani Şamanlık İskitierde mevcuttu. İskitler hayatlan boyunca tabiatta karşılaştıktan korkunç ve garip tabiat olaylarım iyi ve kötü ruhlara atfetmişlerdir. İskitlere göre tapınılan ve mukaddes kabul edilen her cisim bir ruh taşımaktadır. İskitlerin dininde

görünen unsurlar aynen, Türk-Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır[507]. VIII. Yüzyılın . sonlarına kadar Orta Asya'da Şamanizm hükümranlığını sürdürmüştür. Göktürklerin mensup olduğu Tek Tanrılı Gök Dini içerisinde şamanist unsurlar yer almıştır. Bu yönüyle iki kavim birbirine benzer özellikler göstermektedir.

C.    HUNLAR VE GÖKTÜRKLERİN BENZERLİKLERİ

1. Kurban: Hunlar ve Göktürkler kurban olarak atı kesmişlerdir. Bunun yanında koyun, sığır gibi hayvanlar da her iki kavim tarafından kurban olarak kesilmiştir. Her iki kavimde de kurban kesme merasimlerinde hakanları gprmekteyiz. Göktürklerde kurban atalar mağarasında hakanın gözetiminde kesilmektedir. Hunlar da doğu yönünde bulunan bir tapınakta, atalarının ruhlarına kurbanlar kesmektedirler. Her iki kavimde de insan kurban edilip edilmediği ile ilgili tartışmalar yaşanmaktadır. Ancak her iki kavimde de insan kurban edilmediği kanaatindeyiz.

2..Tapınma: Hunların ve Göktürklerin tören ve ayinlerini yaptıklan bu iş için aynlmış yerleri mevcuttur. Hunların tapmaktan ile ilgili olarak Çin kaynaklan bilgiler vermektedir. Hun hakanının karargahında da bir tapınağın olduğu yine Çin kaynaklarının verdiği bilgiler arasında yer almaktadır. Göktürklerde de tapınma ulusal mekan halini almış olan Demir dağ- Altın dağ gibi kutsal dağların tepelerinde yapılmaktadır. Bunun yanı sıra Göktürklerde zafere çıkılırken mabette yapılan zafer duasi da söz konusudur[508],

3.   Dua: Hem Hunlarda hem de Göktürklerde ferdi dua yapıldığını görmekteyiz. Toplu halde yapılan dualar-ise her iki kavmin duası arasındaki farkı yansıtmaktadır, - .

4.   Tanrı Anlayışı: Hunlar ve Göktürklerde gökle alakalı olmak üzere tek bir Tanrı anlayışı vardır. Hunlar ve Göktürkler inandıklan Tanrı'yı "Tengri" kelimesi ile ifade etmişlerdir. Hunlarda ve Göktürklerde kağanın tahta Tanrı tarafından oturtulduğuna inanılmaktadır. Bu anlayış her iki kavim arasındaki bir başka benzerliktir.

5.    Mumyalama: Hunlar ölülerini yılın belirli zamanlarında gömerlerdi. Genellikle ölü gömme ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı. Bunun nedeni ise büyük kurgan inşa edilmesi idi. Kurganlar inşa edilene kadar cesetler mumyalanmıştır. Bunu kurganlardan çıkanlan mumyalanmış cesetler doğrulamaktadır. Erkek ve kadın cesetlerinde, boynun arka kısmında sivri madeni bir kalemle açılan bir delikten beyin boşaltılarak boşalan kısmın içine kokulu otlar, kozalak ve toprak doldurulmuştur. Hun kurganlarından çıkanlan mumyalanmış cesetlerin karın kısınılan yanlmış, iç uzuvları, çıkanlmış durumdadır. Boşaltılan kısmın için parçalanmış ağaç kökleri, şekillikler, kokulu otlar ve toprakla doldurularak mumyalanmıştır. Cesedin çürümesini önlemek için de sıvı bir ilaç kullanılmıştır . Göktürklerde de Hunlardaki gibi yılın belirli zamanlarında ölü gömme gerçekleştirilmiştir. Göktürklerde birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse gömmek için "yaprakların sararmasını" beklerler, sonbahar veya kışın ölmüşse, ilkbahan, "otların çıkmasını" beklerler. Göktürklerde ölüler mumyalanır, sonbaharda veya ilkbaharda gömülürdü[509] [510].

6.    Cenaze Töreni: Hunların ve Göktürklerin cenaze törenleri hakkında Çin yıllıklarından bilgiler edinmekteyiz. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre Hunlarda ölen kişi çadıra konulmaktadır. Göktürklerde de. ölen kimse çadıra konulmaktadır. Hunlarda cenaze töreninin yapıldığı gün akrabalarla yakınlan bir kurban sunmaktadırlar. Göktürklerde de ölen kimse için kurbanlar sunulmaktadır.

7.   Yas: Ölen kimse için duyulan acı farklı şekillerde ve farklı merasimlerle ifade edilmiştir. Hunlarda biri öldüğünde yas alameti olarak saçlarını kesmişlerdir. Kahramanlar için gözyaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak kan akıtırlardı. Hunların. kesilen saçlan diğer kıymetli eşyalarla birlikte mezarın içine konulmuştur. Urga civarında Noyin-Ula'da bulunan bir Hun mezarında ipek örtüye sanlı 17 saç örgüsü bulunmuştur[511] [512]. Göktürklerdea birisi vefat ettiği zaman vefat eden kimseyi çadıra koyarlar. Oğullan, torunlan, erkek-kadm bütün diğer akrabaları çadırın önünde toplanıp vefat eden kimse için at ve koyun kurban ederler ve çadmn önünde kurbanlan bırakırlardı. Sonra yedi defa atla çadmn etrafını dolaşırlar, bu sırada yüzlerini bıçakla keserlerdi. Kanlar gözyaşlan ile beraber akardı . Defin merasiminde ölü, bir çadmn içine konduktan sonra atlarla dokuz defa çadmn etrafı dönülürdü[513]. At koşturma bitince, ölünün bütün eşyaları, atı ile birlikte yakılır ve geriye kalan, kemikleri toplanırdı. Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler , ölünün kemikleri mezara konduktan sonra yapılırdı. Bundan sonra yine at yarışları yapılırdı[514].

8.    Mezar: Hunlarda ve Göktürklerde ölen kimse için mezar yapıldığını görmekteyiz. Göktürklerde ve Hunlarda mezarlar genellikle gizli olarak yapılmıştır. Göktürklerde mezarın içinde gizli odalar ve odaların içinde gizli bölmeler vardır, hakanların, hanların, yüksek rütbeli kişilerin mezarlan tamamen gizli yapılmıştır. Mezarların içinde ölenin katıldığı savaşlan tasvir eden resimler bulunmaktadır. Hun, Göktürk ve Avar mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyaları, silahlar ile dolu idi. Türk mezarlan adeta birer hâzineyi andırmaktadır. Türk mezarlarının bu hali soyguncular için mezarlan cazibe haline getirmiştir[515]. Hunlarda ölü hediyeleri bakır, gümüş ve demirden yapılmış süs eşyası, silahlar ve koşum takımıyla atlardan ibarettir. Her mezarda bir veya iki at iskeleti bulunuyor. Bazı mezarlarda atlar kütüklerden yapılmış çit içindedir. Atların bulunduğu yerde çok ince işlenmiş ve muhtelif resimler hakkedilmiş toka, levhacıklar, üzengi, gem gibi koşum

9 1 takımlarından kalıntılar elde edilmiştir .

9.    Vatan Kültü: Türklerde vatan kültü gelişmiş durumdadır. Bundan dolayı Türkler vatanlarına kutsallık izafe etmişlerdir. Bu Hunlarda ve Göktürklerde değişik biçimlerde ortaya çıkmış bir kült konumundadır. Hun hükümdarı Mete'den karısını isteyen Çinlilere Mete karşılık vermeksizin karısını vereceğini beyan etmiştir. Yine Mete'den atını isteyen Çinlilere karşılık konulmaksızm atın verilebileceği kabul edilmiştir. Çinlilerin Mete'den kutsal vatan toprağım istemeleriyle Mete vatan toprağının kutsal olduğunu ve bunun verilemeyeceğini bildirmiştir. Hunlardaki kutsal vatan anlayışına Göktürklerde de rastlamaktayız. Göktürklerde devlet ve milletin toprağım meydana getiren yerler ile sular mukaddes idi. Göktürklerdeki kutsal yerler ve sular Göktürk kitabelerinde "Iduk yer sub" olarak ifade edilmiştir. Göktürklerdeki bu yer ve sular Tanrı değil; sadece birer "kutsallık" idiler[516] [517]. Göktürk kitabelerinde kutsallık ifade eden dağ, orman, ırmak gibi yer-su tabirleri vatan kültüne dönüşmüştür. Göktürkler kutsal yerlerini "Iduk" sıfatı ile ifade etmişlerdir. Dağ, su (ırmak, göl, pınar), ağaç-orman, kaya kültleri Eski Türk YazıtlarıncL-ı "yer-sub" adı altında toplanmıştır. Bununla beraber bu yazıtlarda Iduk (yani mübarek, mukaddes) sıfatıyla zikredilen Tamag Iduk, Iduk Baş gibi dağ, ormanlık yahut su adlan geçmektedir[518]. "Iduk yir-sub" ifadeleri ile Türk vatanının kutsallığı belirtilmektedir. Bu kutsallık içerisinde vatana karşı duyulan sevgi ve bağlılık vardır.

10.    Gök Tanrı Kültü: Hunlar ve Göktürkler Gök Tanrı inancına sahip kavimlerdir. Her iki kavim de inandıklan Gök Tanrı inancından dolayı Gök Tanrı’ya inanmaktadırlar. Gök Tanrı’ya inanan Hunlar yılın muayyen zamanlarında Gök Tanrı’ya sunmuşlardır. Göktürk kitabelerinde "yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer * ve ikisi arasında insanoğlu kılındı.." ifadeleri Gök Tanrı'yı ifade etmektedir. Bundan dolayı Göktürklerde kurbanlar gök için Gök Tanrı adına kesilmiştir. Her iki kavimde

de Gök Tanrı inancı vardır.

11.   Atalar Kültü: Hunlar ve Göktürkler yılın belli zamanlarında atalarına kurbanlar vermişlerdir. Asya Hunlarının her yıl mayıs ayının ortalarında atalarına kurbanlar sundukları bilinmektedir. Göktürkler de Hunlarda olduğu gibi yılın 5. ayında yani Mayıs ayının ikinci yansında Tanrıya ve Atalara kurban takdim ediyorlardı .

12.   Dağ Kültü: Hunlarda ve Göktürklerde dağlar kutsal kabul edilen yerlerdir. Dağların kutsal olarak kabul edilmesi bu yerlerin her iki kavimde de Tanrı Makamı olarak kabul edilmesindendir. Dağların Hunlar ve Göktürkler tarafından Tanrı Makamı olarak kabul edilmesinin nedeni dağların Gök'e daha yakın olmasından olsa gerektir .

13.   Mağara Kültü: Çin kaynaklan Büyük Hun Devletinde bir ata mağarasının bulunduğunu haber veriyorlar. Bu kutsal mağaraya kamlarla birlikte devlet erkanı da saygı gösteriyor ve senenin belli aylarında orayı ziyaret ediyorlardı[519] [520] [521] [522]. Göktürklerde de kutsal mağara anlayışı vardır. Göktürk menşe efsanesinde yer alan dişi kurt çocuğundan türeyen kurt ata efsanesi Göktürk mağara kültü bünyesinde değerlendirilen bir motiftir. Bu motif içerisinde dişi kurdun çocuğu mağaraya -götürmesi ve Göktürklerin orada türedikleri anlatılmaktadır. Türklerin atalarının çıktığı bu mağaralara devletçe saygı törenleri yaptıkları bilinmektedir. Göktürkler senenin belirli günlerinde kendi kağanlarının başkanlığında bu ata mağaralarına giderler ve atalara saygı gösterirlerdi .

14.   At: At Hunlarda ve Göktürklerde hem savaşlarda kullanılan hem de diğer alanlarda kullanılan bir araçtır. Bundan dolayı at hem Hunlarda hem de Göktürklerde vazgeçilmez bir durumdadır. En önemli anlaşmalar dahi at üzerinde gerçekleştirilmiştir. Her iki kavimde de önemli olan at kutsi bir mahluk sayılmaktadır. Hunlar ve Göktürkler atı mübarek sayıyor; hakan ve kahramanlar gibi onu da gökten inmiş bir varlık sanıyorlardı. VI. Asırda Göktürk hakanı İşbara Han "size ilahi menşeden gelen atlar takdim edilecektir" derken atın kutsiyetine değinmiştir[523]. Hunlar ve Göktürkler atı mezarlarına da koymuşlar, kurban olarak atı kesmişlerdir.

15.   Din: Göktürklerin Tanrısal ve dinsel inançlarının kaynağı olan Gök Dini, eski bir geçmişte, "her şeyi var ve yok eden Tek Tanrı'yı en yüce değeri ve anlamıyla dile getirmiştir[524] [525] [526]. Hunlar da Tek Tanrılı bir gök dinine inanmaktadırlar. Hunların dinleri, Tengri'ye tapma ve bazı kutlu dağların hayranlığından ibaret bir Şamanizm gibi gösterilse de Şamanizm bir din değil, sihri bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi Hunlarda ve Göktürklerde görülmektedir. Her iki kavmin dini yaşamı hakkında Çin kaynaklarından bilgiler edinmekteyiz. Hunlar ve Göktürkler kendilerini Allah'ın ordusu olarak kabul etmektedirler.

Hun dini ve Göktürk dininin ne olduğu üzerinde çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunların arasında totemizm yer almıştır. Ziya Gökalp'e göre Göktürkler aşiretler halinde yaşadıklan ilk devirlerde totemizm dinine inanıyorlardı . Hunlarda gelişen hayvan üslubu ve atalarının tabiat üstü kuvvetlere inanmalarından dolayı Hunlar da totemizm inancını benimsemişlerdir. Her iki kavimde de totem hayvanı olarak kurt karşımıza çıkmaktadır. Hunlarda dişi bir geyik de totem olarak kabul edilmiştir3 \

16.   Budizm: Hunlar ve Göktürkler Tek Tanrı inancına dayalı Gök Dini'ni kabul etmiş iki kavimdir. Her iki kavim de Gök Dini'ne inanmalarına rağmen faiklı nedenlerle değişik dinlerin etkisinde kalmışlardır. Her iki kavmin de ortak olarak etkilendikleri din Budizm'dir. Budizm Orta Asya'ya yayılma imkanı bulduğunda Hunlar tarih sahnesindedirler. Budist misyonerlerinin faaliyetleri neticesinde

Hunların bazı boylan IV. Yüzyılda Budizm'i kabul etmişlerdir[527] [528]. Göktürkler de ticari faaliyetleri neticesinde ülkelerine tüccarlarla birlikte gelen misyonerlerin etkisinde kalmışlardır. Göktürk kağanı Mukan Çin Konfüçyanizmi, Taoizm, Zerdüştlük ve Hıristiyanlığın kültürel etkisinin önüne geçebilmek için Budizm'i kabul etmiştir. Tapo Kağan bir rahibin tesiri ile Budist tapmağı yaptınp Buda heykeli diktirmiştir. Taspar Kağan da Budizm'i kabul etmiş ve Budizm'in yayılmasına izin vermiştir.

Ç. İSKİT VE BUNLARIN FARKLILIKLARI

1.    Tanrı Anlayışı: Hunlar tek Tanrı inancına sahip bir yapıdadırlar. Onların inançları Gök Tanrı merkezlidir. Dinlerini tarif ederlerken Gök Tanrı dini olarak nitelendirmektedirler. Hunlar bundan dolayı tek Tanrı inancına sahiptirler. Mukayesesini yaptığımız îskitlerde ise çok Tanrılı bir yapı göze çarpmaktadır. Bu iskitler hakkında önemli bilgiler veren Herodot'un eserine de yansımıştır .

2.    Ölü Gömme: Hunların ölü gömme geleneklerini Çin yıllıklan bilgi verirken[529] [530], İskitlerin ölü gömme geleneklerini Herodot bildirmektedir. Hunlar ve İskitler mezarlarına atlarını da gömmüşlerdir. İskit mezarlarında Hun mezarlarmdakinden farklı olarak kuyruğu düğümlenmiş at cesetlerine rastlanılmıştır. Mezarlarda at cesetlerinin bulunması eski bir gelenektir.

3.    Tapınma: Hun kültürü hakkında bilgi veren Çin kaynaklan Hunların tapmaklarından bahsetmektedirler. Hun hakanı bu tapmakta her yılın başında düzenli olarak ayin yapmaktadır. îskitlerde ise buna benzer bir tapmak söz konusu değildir, îskitlerde savaş Tanrısını yere çakılmış bir kılıç temsil ederdi. Bu kılıca kırın ortasında tapıhnaktadır'.

4.   Töz: Çin kaynaklan Hunlar hakkında bilgi verirlerken M.Ö. 121 yılında savaş esnasındaki bir Hun karargahından ele geçirilen ganimetler arasında altm bir idolün bulunduğundan bahseder. Hun prensine ait olan bu karargahta ele geçirilen altm idol karşısında Hun prensinin Gök Tanrı'ya dua edip ona kurban sunduğu belirtilmektedir[531]. Bu altm idolün yanında Hunlarda kurt, geyik, grifon, ejder biçiminde idoller de yer almakta olup[532] [533] İskitlerde mevcut değildir.

5.   Falcılık: İskitler hakkında bilgi veren Herodot, İskitya'da büyücülerin varlığından haberler vermektedir. Herodot, îskitlerin büyücülerinin söğüt dallarına bakarak gelecekten haber verdiklerini, bu uygulamaların İskitya’nm hemen her evinde yapıldığım belirtmektedir. Büyücülükle uğraşanlarına Enâreler denildiğim bilmekteyiz . iskitlerde falcılık olayına rastlamamıza rağmen Hunlarda falcılık yapıldığını kayıtlarda görememekteyiz.

6.    Dua: Hun hakam sabahleyin otağından çıkar, şafakla birlikte, eğilip, güneşe saygı gösterirdi. Batıda, yeni aym doğuşu sırasında da, aya doğru saygı İle eğilip, (secde) ederdi. Diz çöktüğü zaman, "sol elini" saygıdeğer yöne çevirir, "yüzünü de kuzeye" dönerdi[534]. Hunların düşman şehrini fethettikten sonra göğe yönelik bir haykırış ve içten gelen bir şükür eyleminde bulunduklarım bilmekteyiz. Bu durum Hunlarda mevcut bulunan dua anlayışım bize göstermektedir. Hunlarda gördüğümüz bu dua formunu İskitlerde görememekteyiz.

7.   Cenaze Töreni: Çin yıllıklarının verdiği bilgiler doğrultusunda Hunların cenaze törenlerinde ceset yedi gün süreyle yerinde kalmakta ve bu süreden sonra cenaze töreninin tarihi saptanmaktadır. Hunlarda ölen kimsenin cesedi çadıra konulurken İskitlerde cenaze merasim alayı tarafından dolaştırılmaktadır.

8.   Yoğ Aşı: İskitlerde ölen kişinin ardından ölü yemeği verilmektedir. Aş töreni ile ilgili olarak II. Yüzyılda Yunanlı filozof Lukianos Samosatos'un diyalogunda İskitlerin yoğ aşı adeti konu edilmektedir. İskitierde ölen kimse için yoğ aşı yapılırken Hunlarda ölen kimse için yoğ aşı yapıldığına kayıtlarda rastlanılmamaktadır.

9.      Yas: Hunlar ölen birisi için duydukları acıyı belirtmek için farklı merasimler yapmışlardır. Yüzlerini yaralayarak kan akıtmak suretiyle Hunlar acılarım yansıtırlarken îskitlerde buna benzer bir uygulama göze çarpmaz.

10.    İskit Dini-Hun Dini: Hunlar Tek Tanrılı bir gök dinine inanmaktadırlar. Bunun yanı sıra Hunlarda; gök, güneş, ay, yer-su, atalar kültü kuvvetle yaşamaktadır. Hunlarda "Tengri" kavramı dini formun en belirgin tarafıdır[535] [536]. Hunlarda gerçek bir dini hayat vardır, insanların hayatına tesir eden yüksek varlıklar mevcuttur ve bunlara insanlar tarafından dua, kurban ve merasimlerden meydana gelen bir kült yapılmaktadır4'. İskit dinine gelince onların dinleri hakkında Grek kaynaklan pek bilgi vermez. İskitler Med-Pers inançlarını değiştirecek Zerdüşt dinîne ve Zerdüştlüğün yarattığı yeniliklere yabancı kalmışlardır. Diğer bir deyişle İskitler Med-Pers inançlarını devam ettirmişlerdir. Hunlar değişik kültürlerin etkisi altında kalmışlardır. Bunun en önemli nedeni de Hunların konar göçer bir özellikte olmasıdır. Hunlar bu özelliklerinden dolayı Orta Asya coğrafyasında yayılma imkanı bulan Budizm ve Hıristiyanlık gibi dinlerin etkisi altında kalmışlardır. îskitlerde ise bu dinlerden etkilenme söz konusu değildir..

d. İskit ve göktürklerin farkliliklari

1.      Kurban: Göktürklerde kurban kesme merasimlerinde hakanlan görmekteyiz. îskitlerde ise buna benzer bir uygulama görülmemektedir. Göktürklerde kurban her yıl mağaralarda Hakan'ın gözetiminde kesilmektedir. Göktürklerdekİ kurban merasimlerini İskitlerden ayıran başka bir unsur da Göktürklerde kesilen hayvanların derilerini-başlarını, ayak ve kuyruklarıyla beraber sırıklara asmalarıdır. Buna benzer bir uygulamaya îskitlerde rastlayamıyoruz. Göktürklerin ongunu öküz olduğundan öküzün de kurban edildiğini görmekteyiz. Göktürklerdeki öküz kurbanı büyük Tanrı için yapılmaktaydı[537].

2.     Tapınma: îskitlerde ve Göktürklerde farklı ibadet biçimlerine rastlamaktayız. Her iki kavimde de ibadet edilmesi meselesi benzerlik arz etse de birbirinden farklıdır. Göktürkler Çin kaynaklarının bildirdiğine göre "Fu-yun-se" adındaki bir tapmakta ibadetlerini yapmaktadırlar. Göktürklerin başka bir ibadethaneleri ise ecdat mağaralandır. Ecdat mağaralarının yanı sıra mukaddes dağlar, yer ve sular, hakanın otağı ve obalar dini merasimlerin yapıldığı yerlerdir[538], îskitlerdeki tapınma konusunu ise îskitlerde savaş Tanrısını temsil eden bir kırın ortasındaki kılıca tapılması teşkil etmektedir[539]. Göktürklerde gördüğümüz kurt, geyik, grifon ve ejderha biçimindeki varlıklar îskitlerde görülmez. Göktürkler Tanrı’ya elerini açarak ibadet edip dualar ederlerken îskitlerde buna benzer bir duâ biçimini görememekteyiz. Göktürkler ibadet, yakanş ve yarlıganma dileklerini, gece ve gündüz, her istedikleri yerde sesli-sessiz, toplu yada tek olarak yaparlardı[540]. İskitler mabetlerim ufak ağaç yığınlarından yaparlar, mabedin tepesine de bir demir kılıç dikerler. Her sene İskitler harp ilahına at ve sair hayvanlan kurban ederler[541].

3.     Falcılık: îskitlerde ve Göktürklerde falcılık önemlidir. Her iki kavim arasındaki fark ise falcılığın yapılış şeklidir. Göktürklerde en meşhur falcılık kürek kemiği falcılığı iken îskitlerde en yaygın fal şekli söğüt dallarına bakılarak, yapılanıdır. Aynca îskitlerdeki önemli bir fal biçimi ıhlamur yaprağına bakılarak yapılanıdır. İskit hekimleri bir hastalığın tedavisi hakkında haber verirlerken ıhlamur yaprağına bakarlardı.

4.     Tanrı Anlayışı: Göktürklerde tek Tanrılı bir yapı mevcut iken îskitlerde çok Tanrılı bir yapı ile karşılaşıyoruz. Göktürkler Gök Tanrı Dini’ne mensup olduklarından bir tek Gök Tanrı'sına inanmışlardır. îskitlerin Tanrılan ise birden fazladır. Bu yönü ile iki kavim birbirinden farklılık arz etmektedir. Göktürkler havaya, suya, ateşe, toprağa ve yere saygı göstermişler fakat Gök Tanrı'ya gösterdikleri ibadet ve imam diğerlerine göstermemişlerdir. Göktürkler taunlarının tasvirlerini keçeden yaparlar ve deri torba içinde saklarlardı. Bu tasvirleri iç yağı ile yağlarlardı. İskitlerde ise buna benzer bir uygulama görülmemektedir. Göktürkler ceza ve ödülün Tanrı tarafından verildiğine inanmaktadırlar. İskitlerde ise sadece Tabiti, "Sülale veya Aile Tanrıçası" sanatlarında tasvir edilmiştir. Bronz çağında, Urallar ve Dinyeper nehri arasındaki bölgede, pişmiş topraktan küçük fîgürinleri pek yaygındır. İskitler bu yerli Tanrıçayı benimseyerek ona ibadet etmişlerdir.

5.    Ölü Gömme: Göktürklerde farklı ölü gömme adetleri görmekteyiz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme. Aynca Göktürkler ölülerim yakarlardı. Bazı mezarlarda kül bulunduğu haberi bunu teyit etmektedir. İskitlerde ise ölülerini yaktıklarına dair bir kayda rastlanmamıştır. îskitler ve Göktürkler ölü gömme adetleri içerisinde ölülerini mumyalamışlardır. Ancak îskitlerin mumyaladıklan cesetler üzerinde dövmelere rastlanmaktadır. Göktürklerde ise ölen kimsenin vücudunda dövmeye rastlandığına dair kaynaklarda kayıtlar yoktur. îskitlerin defin merasimlerinde diğer bir ayrıntı kendi içindedir. Çünkü îskitler kralları ile halktan birisinin defin merasimlerini- birbirinden farklı yapmışlardır. İskitlerde halktan birinin defin merasimi ile ölen kralın defin merasimi birbirinden farklıdır. Kralların defin merasimleri büyük ve kanlı seremonilerle yapılırdı. Kralın ölümünden bir sene sonra, daha başka merasimler yapıldığım görmekteyiz. Ölen kralın, hepsi yerli İskit olan en iyi hizmetkarlarından elli kişi seçilir ve bunlar boğdurulur. Bunlarla beraber en güzel atlardan elli at da öldürülür. Bunların hepsinin karınlan yanlarak içleri temizlenir ve saman ile doldurularak, yanlan bu kısımlar dikilir. Bu da yapıldıktan sonra, yere çifter çifter direkler dikilir. Her çift direğin üzerine bir araba tekerleğinin yansı konur. Daha sonra, atların içine, kuyruklarından boyunlarına kadar uzanan bir sınk geçirilir ve atlar tekerleklerin üzerine yerleştirilir. Atm göğsü tekerleğe dayanır ve sınk atm gövdesini tutar, ayaklan ise havada kalır. Her atm ağzına gem vurulur ve dizginleri öne alınarak bir tahta çiviye bağlanır ve eyer takımı bir askıya asılır. Nihayet boğulan gençlerden her biri, bir atın sırtına bindirilir ve bunlan atm üzerinde durdurmak için, bellerinden enselerine kadar uzanan bir sınk geçirilir ve bu sırık atların gövdesine geçirilen sınğa bağlanır ve bu elli süvari mezarın etrafında daire şeklinde kazıklanarak, bu şekilde bırakılırdı. Göktürklerde ise buna benzer bir uygulama bulunmamaktadır. Göktürkler ve İskitler ölen kimse için yuğ merasimi yapmışlardır. Göktürklerin yuğ merasimi İskitlerinkinden farklıdır. Çünkü Göktürklerin yuğ merasimlerinde "yuğçı ve sığıtçı"lar gelmişlerdir. Hatta Göktürk kağanlarından İstemi Kağan ve Kültegin'in Ölümü münasebetiyle cenaze merasimlerine, birçok milletlerden elçilerin yanında "yuğçı ve sığıtçı"lar gelmişlerdir. Göktürklerin yuğ töreninde, ölenin yakınlan, acı çekmek için bir yerlerini kanatır, göz yaşlarını kanlanyla karıştırarak ağlaşırlardı[542].

6.      Mezar: İskitierde cesetler mezara, eşyalar da onların çevresine konuluyordu: atlar boğazlanıyor, cesetler yatınlıyor, gölgelik ve araba kınlıyor ve mezarın yakınma veya koridorun içerisine konuluyordu. Mezar toprakla örtüldüğü zaman, cenaze merasimi son buluyordu[543]. İskitler ölü gömme işlemini tamamladıktan sonra mezarın üzerine toprak atmakta ve en yüksek tümseği oluşturmak için birbirleriyle yarışmışlardır[544]. Göktürkler ise mezarlarını belli etmek yerine onu gizlemeyi tercih etmişlerdir. Mezarların içlerine koyduklan odalar dahi gizli bölmeler halindedir. Göktürk hakanlarının, hanlarının ve yüksek rütbeli kişilerin mezarlan -ise tamamen gizli yapılmıştır. Göktürk mezarlarının kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyaları ve silahlar ile dolu olması mezarlan cazibe merkezi haline getirmiştir. Bu durum da Göktürk Mezarlarının gizli yapılmasının nedeni olsa gerektir. Göktürk mezarlarım İskit mezarlarından ayıran bir başka nokta ise Göktürklerin ölülerini gömmek için tabut kullanmış olmalandır. Bu tabutların üzeri süslenmiş, taştan yapılmış yekpare dört taş levhanın bir araya gelmesinden meydana gelmiştir,

7.    At: İskitler ve Göktürkler atı binek hayvanı olarak kullanmalarının yanında onun gücünden, etinden yararlanmışlardır. Ancak İskitler atı ehlileştiren ilk kavim olarak bilindiğinden Göktürklerden bu yönü ile ayrılmaktadır. Bu yüzden at kutsal kabul edilmiştir. İskitlerin özel "At Terbiyesi" yaptıkları bilinmektedir. Aynca İskitler atın yanı sıra arabayı da kutsal kabul etmişlerdir. Zengin tezyinatlı özel cenaze arabalarını hanlar ve beyler için kullanmışlardır[545]. Göktürkler de atı mübarek bir mahluk kabul etmelerine rağmen, hakan ve kahramanlar gibi onun da gökten inmiş bir varlık olduğunu sanıyorlardı. VI. Asırda Göktürk hakanı İşbara Han "size ilahi menşeden gelen atlar takdim edilecektir" derken atın kutsiyetine değinmiştir[546].

8.    Din: İskitlerin dinleri hakkında Grek kaynaklarından bilgi edinmemize rağmen Göktürk dini hakkmdaki bilgilerimizi Çin kaynaklarından ve eski kaya kitabelerinden edinmekteyiz. Grek kaynaklarının İskit dini ile ilgili verdiği bilgiler yetersiz olup Göktürk dini hakkında bilhassa kitabeler doyurucu bilgi vermektedir. İskitlerin keyif verici maddelere düşkün olmaları bunu dini bir hüviyete büründürmüştür. îskitlerde görülen bu durum Göktürklerde görülmez. Göktürkler çeşitli dinlerin etkisi altında kalmışlardır. İskitler için böyle bir etkilenme söz konusu değildir.

E. HUNLARIN VE GÖKTÜRKLERİN FARKLILIKLARI

1.    Bayram: Târihi kaynaklarda Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile ilgili olarak bir bayram kutlamadıkları bildirilmekte olup[547] Göktürklerde kutlanılan bayramlarla ilgili bilgiler yer almamaktadır.

2.    Töz (idol): Hunlarda ve Göktürklerde de bir idolün varlığım bilmekteyiz. Ancak bu idollerin bulunduğu yer ve şekli birbirinden tamamen farklıdır. Hanlarla ilgili bilgi sahibi olduğumuz Çin kaynaklan M.Ö. 121 yılında Hun karargahının içindeki altın bir idolden bahsetmektedir. Hun prensine ait olan bu altın idolün yanı sıra Hunlarda geyik ve grifon gibi hayvan heykelcikleri de vardır, bu hayvan heykelcikleri Hunlara ait olan kurganlardan çıkmıştır[548]. Göktürkler döneminde Hunların bir devamı niteliğinde kabul edebileceğimiz türden olarak farklı tözlere rastlanmaktadır. Göktürkler döneminde Hunlardakilerin yerlerini keçeden ve ahşaptan yapılmış olanlar almıştır. Bu idoller, Göktürkler döneminde kurt, geyik, grifon ve ejderha biçiminde varlıklarını sürdürmüşlerdir[549].

3.    Dua: Bunlardaki ferdi dua anlayışının yerini Göktürklerde toplu halde yapılan dualar almaktadır. Hun hakanı her gün sabahleyin çadırından çıkarak şafakla birlikte güneşe eğilerek saygı gösterirdi. Ayın doğuşu sırasında da aya doğru eğilip diz çöktüğünde sol elini saygıdeğer yöne çevirirdi. Böylece dua edilmiş olunmaktaydı. Göktürklerde ise toplu biçimde yapılan dualar söz konusudur. Göktürkler, ibadet, yakarış ve yarhganma dileklerini, gece ve gündüz, her istedikleri yerde sesli-sessiz, toplu yada tek olarak yaparlardı[550]. Göktürklerin dualarında kişinin mal varlığına göre Tanrı'ya sunulan kurbanlar da söz konusudur. Göktürklerde çeşitli ayin ve bayramlarda da toplu olarak dua edilmektedir[551].

4.    Kurt Ata İnancı: Göktürkler kendilerini Hunların devamı olarak kabul etmektedirler. Göktürklerin tarih sahnesine çıkışlan Ergenekon destanı ile başlatılmaktadır. Bu destana göre dişi bir kurt Göktürklere yol göstermiş onlara önderlik etmiştir. Bu yüzden Göktürkler bu hayvanı ata olarak kabul etmektedirler. Hunlarda ise böyle bir kurt ata inancı mevcut değildir.

5.    Balbal: Göktürklerde karşımıza çıkmaktadır. Hunlarda Mezarların üzerine dikilen balballar yoktur. Balballar tamamen Göktürklere mahsustur.

6.    Tanrı Anlayışı: Hunlar ve Göktürkler tek bir Tanrı'ya inanmakta olup, bunu Gök Tanrı olarak kabul etmişlerdir. Göktürklerde Tanrı anlayışının yanında gelişmiş kutsallar vardır. Bu kutsal yer anlayışı, yani Yer-Sulardır. Bu vatan kültü konumunda olan, Tanrı anlayışının yanında gelişmiş bir külttür. Orhun kitabelerinde bu durum yağız yer olarak nitelendirilmiştir. Bunun yanı sıra Göktürkler ateşe, havaya büyük hürmet göstermişlerdir. Göktürklerde Hunlarda bulunmayan "Umay" adı verilen ve kadın Tanrıça olduğu kabul gören bir Tanrı vardır.

6.    Ölü Gömme: Hunların ölü gömme gelenekleri ile ilgili olarak Çin kaynaklarından bilgi edinmekteyiz. Çin kaynaklanılın verdiği bilgilere göre Hunlar ölülerini tabut içerisine koyarlardı. Hunların tabutları iki katlı olup iç ve dış tabutlardı. Hunlarda ölü gömme geleneği içerisinde karşımıza çıkan tabutlar Göktürklerde görülmemektedir. Göktürklerin ölü gömme gelenekleri Hunlarınkine göre daha farklıdır. Çünkü Göktürklerin ölülerini yaktıklan ile ilgili olarak kaynaklarda kayıtlar yer almaktadır.

Hunların ölü gömme geleneklerine ait önemli bir unsur ölen kişiyle birlikte onun atının da gömülmesidir. Hunlar için at oldukça önemlidir. Öldükten sonra ölen kişinin atma bineceği inancı atm da gömülmesine neden olmuştur. Hıralardaki ölen kişiyle birlikte atının gömülmesine Göktürklerde rastlanılmamaktadır.

8.    Dağ Kültü: Hunlarda Göktürklerdekilerden farklı bir anlayış vardır. Hanlardaki bu farklı anlayış dağlara heykeller dikme adetidir. Bu Göktürklerde görülmemektedir. Hıralar dağlara heykeller dikerlerdi. Gök tapınağına heykeller dikmek, Shih-huang-tİ devrinde, Çinin şimal batısmda yeni beliren Doğu Hıralarının adeti idi. Shih-huang-ti, M.Ö. 220'de, bugünkü Shansi'de bulunan ve Kanch'üan-shan diye Çin metinlerinde anılan, Hıralara ait semavi dağı almış ve orada bir gök tapmağı ile birlikte, madeni heykeller yaptırmıştı. Shansi'deki mukaddes dağlarından tard olan Hıralar ise, daha batıda, bugünkü Kansu’da, Çince Ku-tsang denen bir başkent kurup, oradaki gök mabedlerinde madeni heykeller yapmışlardı. Semavi kılıç tapmağı da aynı külliyede bulunuyordu. Tahmine göre, madeni heykeller, yıldızlan veya onlara teşmil edilen geçmiş Hun hükümdarlarım tasvir ediyor idi. Semavi ejderlere atfedilen pullu vücut ile temsil edilmişlerdi. Heykellerin yaranda birer musiki aleti bulunuyordu. Çan ve bilhassa davul, gök ayininde çalınırdı. Hunlar bu heykelleri gök ayininde kullanıyor, fakat Çinliler bunlara riayet göstermekle ikti ederek, merasimde heykellere yer vermiyorlardı[552].

9.      Güneş ve Ay Kültü: Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre Huni; Güneş’i ve Ay'ı ululamışlardır. Hunlar bir işe başlamadan önce yıldızların, güneşi ve ayın durumuna bakarlardı. Hun Tanhusu her sabah çadırından çıkarak güne; tazim ederdi. Geceleri ise ayı tazim ederdi[553]. Göktürklerde ise buna benzer bi uygulamaya rastlanamamıştır.

10.   Ateş ve Su Kültü: Göktürkler ateşin ve suyun temizleyici olduğun; inanmışlardır. Bundan dolayı da Göktürklerde ateş ve su kült derecesindedir. Bu ik kült birbiriyle iç içe değerlendirilmektedir. Bunun nedeni ise hem ateşin hem de suyun sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanıldığmdandır. Kötü ruhları kovduğum inanılır. Göktürklerde gördüğümüz, ateş ve su kültüne Hunlarda rastlayamıyoruz.

11.   At: Hunlar ve Göktürkler için at beslemek büyük bir meşgaledir. Bu yüzden anasının yardımından yeni kurtulan bir Hunlu yanı başında eyerlenmiş bir at bulur. Bu yüzden bütün hayatlarım at sırtında geçirirler. Hunlar, atı kullanmışlar ancak eğer kullanmamışlardır. Atı nallamamışlar ve üzengiyi tanımamışlardır. Göktürklerde ise buna benzer bir kayda rastlanamamıştır.

12.    Din: Hunlar ve Göktürkler Tek Tanrılı Gök Dinine inanmaktadırlar. Ancak bu iki kavmin etkilendiği diğer dinler birbirinden farklılık gösterir. Göktürkler cihan şümul bir devlet kurmuşlardır. Bunun neticesinde ülkede şamanizmden başka Mani Dini ve Zerdüşt Dini yerleşme alanı bulmuştur[554]. Hunlar ise konar göçer bir kavim oîduklarından gittikleri yerlerde farklı insanlarla etkileşimde bulunmuşlardır. Hunlar Avrupa coğrafyasında Hıristiyan misyonerleriyle görüşmüşler, bu coğrafyada Hıristiyanlıkla dini anlamda bir etkileşim içinde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri Hunların Hıristiyanlıktan etkilenmelerinde etkili olmuştur[555]. Hunların ve Göktürklerin dini yaşamlarının birbirinden kesin çizgilerle aynldığı görüşü vardır, bu görüşü W. Schmıdt savunmaktadır. Onun görüşüne göre Hunlarla Göktürklerin dinlerine dair vesikalar birbirinden ayrılmaktadır. Göktürkler için kaya kitabeleri varken Hunlar hakkında sadece Çin kaynaklarının verdiği malumat vardır[556]. Din ile ilgili diğer bir fark Göktürklerde görülen imparatorluk dini ile halk dini ayrımıdır. Bu biçimdeki bir ayrım Hunlarda görülmez. Göktürklerde imparatorluk dini Gök Tanrı üzerinde ısrar etmekte; buna karşılık halk dini Şamanizm ekseninde oluşmaktadır[557].

SONUÇ

Eski Türklerde din, kainatın hakimi ve yaratıcısı olan yüce bir varlığa inanma biçiminde şekillenmiştir. Türkler bu varlığı hem gök hem de Tanrı anlamım içeren ''Tengri" kelimesi ile ifade etmişlerdir. Türklerdeki bu Tanrı anlayışından yola çıkarak eski Türk inancım Gök Tanrı Dini olarak nitelendirmemiz mümkündür. Gök Tanrı Dinine inanan Türkler zaman zaman farklı dinlerin etkisi altında da kalmışlardır. Türklerin kabul ettikleri ya da etkilendikleri dinler arasında Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi dinler yer almaktadır. Bazı araştırmacılar Türklerin dinini incelerlerken onların Şamanizm'e inandıklarım belirtmişlerdir. Onlara göre Türklerin dini Şamanizm'dir. Ancak şu gerçek unutulmamalıdır ki Türklerin dini Şamanizm değil, tek Tanrı Dinine dayalı Gök Tanrı Dini'dir. Eski Türk dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler gösterse de merkezinde Tek Tanrı anlayışı yer almaktadır. Bozkır Türklerinin dini İnançlan; tabiat kuvvetlerine inanma, atalara tapınma ve Gök Tanrı merkezinde toplanmıştır. Türkler tabiattaki bir takım gizli güçlerin varlığına inanmışlardır. Ataları öldükten sonra onlara duyulan minnet duygusu artmıştır. Gök Tanrı bozkır kavimlerinin inancının merkezinde yer almaktadır.

Eski Türklerin-. dini inançlan ile ilgili olarak bir takım görüşler ortaya atılmıştır. Ortaya atılan görüşler içerisinde Türklerin totemist olduğu, onların dininin toyunizm olduğu ya da Şamanizm olduğu biçiminde görüşler yer almaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki Türklerin dini hayadan tek Tanrı inancına dayalı Gök Tanrı Dini’dir. Eski Türklerde dini inanca bağlı olarak gelişen kurban kesme, ölü gömme vb. gibi örf ve adetler dinden bağımsız değildir.

İskitlerin dinlerinde Şamanizm'e ait unsurlar yer almaktadır. İskitler büyüye, sihire ve tılsıma inanırlardı. İskitler, Zerdüşt dinine ve Zerdüştlüğoün yarattığı yeniliklere yabancı kalmışlardır. İskiüer karşılaştıklan olaylan tabiat kuvvetieri ile ifade etmeye çalışmışlardır. Tabiatta karşılaştıkları garip olayları iyi ve kötü ruhlara atfetmişlerdir. İskitler ruhlar ve Taunlar alemine inanmaktadırlar. İskitler keyif verici maddelere düşkündürler ve bu düşkünlüklerini dini hüviyet içerisinde değerlendirmektedirler. Tanrılarına kurbanlar sunmaktalar, atalarına ise sürekli tazimde bulunmaktadırlar. İskitler çok Tanrılı bir anlayışa sahiptirler. Ölülerini "kurgan" adı verilen yüksek mezarlara gömmektedirler. İskitler atı ehlileştiren bir kavimdir. Yaşam biçimleri dikkate alındığında onların Türk olduklan görülecektir.

Hunlar, İç Asya'da büyük Türk devletini kurmuşlardır. Hunların bilinen ilk hükümdan ve kurucusu Teoman’dır. Hunlar, Tek Tanrılı Gök Dim’ne inanıyorlardı. Hunlarda gök Tanrı dininin yanı sıra gök, güneş, ay , yer-su , atalar kültü kuvvetle yaşamıştır. Hunlarda "Tengri" kavramı yerleşmiştir. Hunlarda başbuğlarına göğün oğlu anlamına gelen "Tengri Kut" denilmektedir. Hunlar hakkında en önemli bilgileri Çin yıllıklarından edinmekteyiz. Çin yıllıklan Hunlardan "Hiugnu" olarak bahsetmektedirler. Hunlar hakkındaki bilgilerin Çin yıllıklarından edinilmesinin nedeni Çinlilerle Hunlar arasındaki münasebetlerdir. Ancak unutulmamalıdır ki Çin yıllıklarının verdiği bilgiler son derece doğru bilgiler değildir. İçerisinde tek taraflı bakış açısı yer almaktadır. Ancak elimizde başka kaynakların olmaması Çin yıllıklarından faydalanmayı zorunlu kılmaktadır. Hunlar bulundukları bozkır coğrafyasında farklı dinlerle etkileşim halinde bulunmuşlardır. Hunların etkilendikleri dinler Budizm, Hıristiyanlık gibi dinlerdir. Hunlarda da Şamanizm yer almaktadır. Hunlarda Şamanlar önemli rollere sahip kimseler olarak görülmektedir. Hunlarda Totemizm de görülmektedir. Tek Tanrı inancına sahip olan Hunlarda kurban kesme merasimleri görülmektedir. Hunlarda kesilen kurbanların en önemlisini at oluşturmaktadır. Ondan sonra koyun gelmektedir. Hunlarda mukaddes kabul edilen mekanlar vardır. Bunlardan en önemlisi Hun Dağı denilen yerdir. Hunlar ölülerini "kurgan" denilen mezarlara gömmüşlerdir. Ölüleriyle beraber atlarım ve kıymetli eşyalarım da gömmüşlerdir. Hunlar iyi bir at binicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha küçük yaştan itibaren gelişen bu yetenek daha sonraları kendisini gösterecektir. Hunlar ata büyük önem verdiklerinden hayatlarının devamım at üzerinde geçirmişlerdir.

Göktürkler Aşina Türk boyu tarafından kurulmuşlardır. Onların kökeni ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarından edinmekteyiz. Göktürklerin dini içtimai ve siyasi teşkilatların mahiyetiyle mütenasip bir şekilde gelişmiştir. Ayn ayn aşiretler halinde yaşarlarken Totemizm dinine inanmışlardır. Şamanizm Göktürklerde etkili olmuştur. Göktürkler Tek Tanrı inancına sahiptirler. Bunun en güzel örneğini Orhun Kitabeleri vermektedir. Bu kitabeler Tonyukuk, Kültegin ve Bilge Kağan adına dikilmiş olan anıtlardır. Göktürkler Tek Tanrı inancının yanında çeşitli dinlerin de etkisi altında kalmışlardır. Göktürklerin etkilendikleri en önemli din Budizm'dir. Göktürklerde dine bağlı çeşitli örf ve adetler gelişmiştir. Kurban kesme, ölü gömme, cenaze merasimleri vb. dini hayata bağlı olarak gelişmiştir.

Sonuç olarak incelediğimiz dönemin dini hayatının temelini Tek Tanrı anlayışı oluşturmaktadır. Türklerin eski dinleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmış olmakla beraber bunlar birbirinden farklılıklar göstermektedir. Türklerin eski dinlerinin Şamanizm olduğu görüşü yaygın görüştür. Ancak Türklerde Şamanizm bir din değil sihri bir durumdur. Türklerin dini ise Gök Tanrı inancına dayalı Gök Tanrı Dini'dir.


* ABDYKOULOVA, Roza

1997

Eski Bozkır Kavimlerinin Dini İnanç ve Adetleri

(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara

 

 

* ACIPAYAMLI Orhan,

1962

"İptidailerde Ölü Gömme ile İlgili Bazı Pratikler ve İzahları",

DTCF Dergisi, C.XX,S.l-2

 

 

* AKPINAR, Turgut

1986

"Eski Türklerin Dini Tek Tanrı İnancı mıydı?", Tarih ve

Toplum, İstanbul: İletişim Yayınlan, 145-149

 

 

* ANOHİN, A.V

.. 1995

"Şaman Davulu", Ülkü , XVI

 

* ARSAL Sadri Maksudi,

Türk Tarihinin Ana hatları eserinin müsveddeleri, No:5

* ATAÇ Galip,

îskitlerde Hekimlik Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin

Müsveddeleri No 3

 

 

* ATALAY, Besim

Divan-ı Lügat'it-Türk

 

 

* AVCIOĞLU Doğan,

1997

Türklerin Tarihi (Birinci Kitap), Tekin Yayınevi İstanbul

 

 

* AYDA Adile,

1987

Türklerin İlk Ataları, Ankara : Ayyıldız Matbaası

Eski Türk dini Tarihi

*   AYDIN, Mehmet

1994                         "Şamanizmin Eski Türk Dini Hayatı ile İlişkisi", XI. Türk Tarih Kongresinden Aynbasım, Ankara, s.487-500

*   BARTHOLD, W.

1947 "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Belleten C.XI, Ankara, s.515-539

*   BAŞTAV, Şerif

1964             "Eski Türklerde Harp Taktiği", Türk Kültürü, , C.2, S.22,

Ağustos, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan

*   BAYAT, Feyzullah

"Anadolu Halk Sufizminin Oluşmasında Şamanlığm Rolü", www. Alewiten. Com

*   BİNLER, M.Ziya

1997             "Hunlar Devrinde Evlenme Gelenekleri", T ürk Dünyası

Tarih Dergisi, İstanbul Temmuz

*   BOZKURT, Fuad

1995                           Türklerin Dini, İstanbul: Cem yayınevi

*   BRION, Marcel

Hunların Hayatı (Çev: M .-Reşat ÜZMEN) Orkun yay. İstanbul

* BUHARALI, Eşref

1990

"Türklerde Matem Alametleri", Türk Dünyası Araştırmaları

Dergisi

 

 

* BULUÇ, Sadettin

1948

"Şamanizmin Menşei ve İnkişafı Hakkında", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.IL, S.3-4, İstanbul, 277-288

"Şaman", îslam Ansiklopedi 11. cilt, İstanbul

* CAFEROĞLU,

1972

Ahmet

"Türklerde Av Kültü ve Müessesesi", VII. Türk Tarik

Kongresi, Ankara, 169-175

1953

"Türk Onomastiğinde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X, İstanbul: Osman Yakın Matbaası, 201-216

 

 

* CHALLAYE, Felıcıen,

1960

Dinler Tarihi, (Çev:Samih Tiıyakioğlu), Eylül, İstanbul:

Varlık yayınlan

 

 

* CLAUSON, Sir Gerard

1976

"Tonyukuk Abidesi Hakkında Bazı Notlar", Türkiyat

Mecmuası, C.XVIII, 1973-75, İstanbul : Edebiyat Fakültesi

Basımevi, 141-148

 

 

* ÇUBUKÇU İbrahim Agah,

1990

"Kültür Tarihimizde Din", Belleten, C.LIV, Ağustos, 773-

803

*   DİAKOV, V.-S. KOV ALEV

1987 İlkçağ Tarihi 1 Uzakdoğu-Ortadoğu-Eski Yunan, Türkçesi. Özdemir İnce, Ankara: V Yayınlan

*   DİYARBEKİRLİ, Nejat

1979 "Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, S. 198-199, yıl XVII, Nisan-Mayıs, Ankara, 321 -343

1972             Hun Sanatı, MEB yayınlan, İstanbul

2002 "Türk Halıcılığının Kısa Tarihçesi", Yörtürk Dergisi, Mayıs- Haziran 2002, Ankara: Yörtürk Vakfı Yayınlan, 31-35

*   DOĞAN, Ahmet

2002             "İslamiyetten Önceki Türk İnancına Dair", Türkler, IH,

Ankara : Yeni Türkiye Yayınlan, 305-320

*   DONUK, Abdülkadir

"Eski Türk Dini Şamanizm mi idi?", Türk Dünyası Tarih Dergisi, 7-11

*   DURMUŞ, İlhami

1997 "Anadolu'da Kimmerler ve İskitler", Belleten, C.LXI, 273- 286

1993             İskitler (Sakalar), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma

Enstitüsü yayınlan,

1996 "Massagetler", Bilig, 3, 86-91

2002 "İskitlerin Kimliği", Türkler, I, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 620-627

*   EBERHARD, Wolfram

1943            "Eski Çin Kültürü ve Türkler", DTCF Dergisi, C.I., S.4,

Ankara, 19-29

1996 Çinin Şimal Komşuları, Ankara: TTK Basımevi

*   ECKMANN, J.

1952              "Kitaplar Arasında", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve

Edebiyatı Dergisi, İstanbul: Osman Yakın Matbaası, 471-478

*   ELİADE, Mircea

Şamanizm, İstanbul: İmge Yayınlan

*   ERGİN, Muharrem

Orhun Abideleri, İstanbul: Boğaziçi Yayınlan

*   ERÖZ, Mehmet

1985              " Türk Topluluklannın Ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme",

Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi S. 35, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmalan Vakfı Yayınlan, 56-68

*   ESİN, Emel

1968 "Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü”, Türk Kültürü,, S.70, C.VI, Ağustos, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 775-791

1979 Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar), İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası,

1985

Türk Kültür Tarihi, İç Asya’daki Erken Safhalar, Ankara:

Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan,

1983

"Tengrilik", Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul, 35-51

 

 

* GABAİN, A.Von

Köktürklerin Tarihine Bir Bakış

 

 

* GOLDEN, PeterB.

2002

Türk Halkları Tarihine Giriş, (Çev: Osman Karatay),

Ankara: Karam Araştırma ve Yayıncılık,

 

 

* GÖKALP, Ziya

2002

"Türklerde Ahlak”, Türkler, IH, Ankara: Yeni Türkiye

Yayınlan, 283-289

1976

Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul Kültür Bakanlığı Yayınlan

Milli Tetebbular, S. 3

 

* GÖMEÇ, Sadettin

2003 "Eski Türk İnancı Üzerine Bir Özet", Tarih Araştırmaları

Dergisi, Ankara, 79-104

 

"Umay Meselesi" Türk Dünyası Tarih Dergisi, 38-44

 

 

* GÖRGÜNAY KIRZIOĞLU, Neriman

2002

"Pazınk Halısı ve Günümüzde Yaşayan Örnekleri”, Yörtürk

Dergisi, Yıl 7, Sayı 44, Ankara: 43-47

* GROUSSET,

Rene

1999

Bozkır İmparatorluğu, İstanbul: Ötüken Yayınlan


 

* GUMİLÖV, L.N.

1994

"Eski Türk Dini”, Türk Kültürü, S.377, Yıl XXXII, Eylül, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Vakfı Yayınlan, 520-531

1999

Eski Türkler, (Çev: D.Ahsen Batur), İstanbul: Birleşik yayıncılık,

 

 

* GÜNGÖR, Harun

1989

"Orta Asya'da Mani Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.6, Kayseri, 81-94

2003

"Süryani Kaynaklatma Göre Türklerin Menşei, Dini İnanış ve

Adetleri”, www.alewiten. com. S. 1-8

2003

"Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", www.alewiten.com, 1-4

1998

"Dinler Tarihçisi Olarak Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Türk Dini Tarihi Çalışmalarına Katkısı",. Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri: Kıvılcım Yayınlan

2002

"Eski Türklerde Din ve Düşünce", Türkler, III, Ankara: Yeni

Türkiye Yayınlan,261-282

1998

"Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve

Hukuk Açısından İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi

Araştırmaları, Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 100-120

1998

"Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları. Kayseri: Kıvılcım Yayınlan,


 

* GÜNGÖR Harun - GÜNAY Ünver

2003

Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi,

İstanbul: Rağbet Yayınlan,

 

 

*HEREDOTOS

2002

Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, İstanbul: Türkiye İş Bankası yayınlan,

 

 

* HÜSEYİN KIZI Nezaket

2002

"Eski Türklerde Tabiat Kuvvetlerine İnancın Destanlarda

Tasviri", Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 338- 344

 

 

* INOSTRANTSEV, K.

1950

"Eski Türklerin İnançlan Hakkında Birkaç Söz", Belleten,

C.XIV, Ankara, 45-47

 

 

* İNAN, Abdülkadir

1948

"Eski’Türklerde ve Folklorda Ant”,DTCF Dergisi, C.VI, 279- 290

1952

"ikinci Pazınk Kurganı", Belleten, C.XVI, Ankara, 137-139

1953

"Türklerde Su Kültü ile İlgili Gelenekler", (FUAD

KÖPRÜLÜ ARMAGANI’ndan aynbasım), İstanbul: Osman

Yalçın Matbaası, 249-253

1976

Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı yayınlan, İstanbul

2000

Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar,

Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan


 

1947

"Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk Mezarlan", Belleten, C.XI, Ankara: TTK Basımevi

 

 

* JİSL, Lumir

"Kültegin Anıtında Arkeoloji Araştırmalan”, Belleten, C. VH

 

 

* KAÇAR, Turhan

2002

"Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, IH, Ankara: Yeni

Türkiye Yayınlan, 385-391

 

 

* KAFESOĞLU, İbrahim

2002

"Eski Türk Dini", Türkler, III, Ankara:Yeni Türkiye

Yayınlan, 290-304

1993

Türk Milli Kültürü, İstanbul: Boğaziçi Yayınlan

1992

"Asya Türk Devletleri", Türk Dünyası El Kitabı, 111- 125,127-145

1980

Eski Türk Dini, Ankara: Kültür Bakanlığı yayınlan,

 

 

* KALKAN, Mustafâ

1997

"Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre

Kazandırdığı Dinamizm", Erdem, C.9, Ankara, 1129-1141

2002

"Türk Kültüründe Renkler", Yörtürk Dergisi, Yıl 7, Sayı 42, Ankara Mart Nisan, 39-42

 

 

* KIVILCIMLI, Hikmet

2003

"Dinin Türk Toplumuna Etkileri",       Alewiten. com. 1-17

*KOCA, Salim

2000 Türk Kültürünün Temelleri I, Trabzon; Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen Edebiyat Fakültesi Yayınlan

*   KOCASAVAŞ, Yıldız

2002 "Gök Tanrı İnancı", Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 326-329

*   KÖPRÜLÜ, M.Fuad

1341 Türk Tarih-i Dinisi, Darülfünun Matbaası,

Türk Edebiyatı Tarihi

*   KÖYMEN, Mustafa

1941 "Tang sülalesi ile Hemzaman Olan Devletlerin Siyasi ve Ticari Münasebetleri", Sinoloji Araştırmaları, İstanbul; Cumhuriyet Matbaası, 777-781

*   KURAT, Akdes Nimet

1952             "Gök Türk Kağanlığı", DTCF Dergisi, C.X, S. 1 -2, Mart-

Haziran, 1-56

1992 "Doğu Avrupa'daki En Eski Türk Kavimleri", Türk Dünyası El Kitabı, C.I, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 176-177

*   MEMİŞ, Ekrem

1987 İskit’lerin Tarihi, Konya: Selçuk Üniversitesi yayınlan,

1987

"İskitlerin Uyguladığı Harp Taktiklerinin Diğer Milletler Üzerindeki Etkileri ve Günümüzdeki Belirtileri”, Türk Kültürü, Yıl XXV, S. 293, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 565-572

* MEMMEDOV,

2002

Celal Beydili

"Eski Türklerde Gizli Tabiat Kuvvetlerine İnanma (İye

İnancı)", Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 330- 337

1987

"Orhon-Yenisey Abidelerinde Kutsal Sayılar", Türk Kültürü, S.290, yıl XXV, Haziran, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 351-354

 

 

* MERAM, Ali Kemal

1964

Göktürk İmparatorluğu, Milliyet Yayınlan,

 

 

* NEMETH, Gyula

1940

"Türklüğün Eski Çağı", Ülkü Halkevleri ve Halkodaları

Dergisi, C.XV, S. 88, Haziran, 299-306

 

 

* OCAK, Ahmet Yaşar

1997

Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ankara:

TTK yayınlan

 

* ORKUN, Hüseyin Namık

Eski Türk Yazıtları

* OYMAK, İskender

2002 "Türkistan'da Zerdüştlüğün Yayılması ve Etkileri" Türkler, IH, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 375-384

*   ÖGEL, Bahaeddin

1957 "Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar", Belleten, C.XXI, Ankara, 81-137

1997                         Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınlan

1979 Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara: Kömen yayınlan,

*   "Ölü Gömme", TÜRK ANSİKLOPEDİSİ

*   ÖZBAY, Hüseyin

1998                         "Göktürk Bengütaşlannda Sosyal Analiz ve Milli Oto-Kritik”, Türk Kültürü, S. 306, Yıl XXVI, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan , 654-659

»ÖZERDİM, M.Nabi

"Çin Dininin Menşei Meselesi ve Dini İnançlar", Belleten XXVI

*   ÖZTUNA, Yılmaz

1969 Türk Tarihinden Yapraklar, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan

*   PAŞAYEV Nazim - PAŞAYEVA Valide

2002             "Eski Oğuzların İnamşlan ve Mitolojik Görüşleri", Türkler,

IH, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 345-357

*   RADLOF, W.

1976 Sibirya’dan (Seçmeler), Çev. Ahmet Temir İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınlan,

* RASSONYÎ, 1.

Tarihte Türklük, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma

Enstitüsü Yayınlan

 

 

* ROUX, J.Paul

1999

Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, İstanbul:

Kabalcı yayınevi

 

 

* SADİ YANG CHAO CHUN

1989

"Türkiye ve Çin Arasındaki Kültür Mübadelesinin Tarihi Geçmişi", Çev. Tüten ÖZKAYA, Erdem Atatürk Kültür

Merkezi Dergisi, C.5, S. 15, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, 749-772

 

 

* SAMI Şemseddin,

1296

Esatir, İstanbul: Mihıan Matbaası,

 

 

* SAN, Oya

2000

"Bazı Bulgular Işığında Anadolu'da Kimmer ve İskit Varlığı Üzerine Gözlemler", Belleten, C.LXTV, 1-21

 

 

* SARIKÇIOĞLU, Ekrem

1983

Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul: Bayrak

Yayımcılık,

 

 

* SCHMİDT, P.Wİlhelm

1965

"Eski Türklerin Dini”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve

Edebiyatı Dergisi, C.XIII, 74-90

1966

"Tukue'lerin Dini", Î.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XIV’den aynbasım, İstanbul, 63-80


 

* SERTKAYA, F. Osman

1980

"Tonyukuk Abidesi Üzerine Üç Not", Türkiyat Mecmuası, C. XIX,1977-1979,İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 165-182

 

 

* SEYİDOV, M.A.

1997

"Eski Türk Kitabelerindeki Yer-Sub Meselesi", Çev. Sadettin Gömeç, Tarih Araştırmaları Dergisi, C.XVDI, S.29, Ankara: A.Ü: DTCF Tarih Bölümü Yayınlan, 259-265

 

 

* SPULER, Bertold

1981

"Gök Türklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar",.

VIIL Türk Tarih Kongresi, Ankara, 659-663

 

 

* TANYU, Hikmet

-

1973

Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara

1980

İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınlan,

1968

Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara: A.Ü. İlahiyat

Fakültesi Yayınlan,

1998

Türklerin Dini Tarihçesi, İstanbul: Burak yayınlan,

Türk Töresi

 

* TAPLAMACIOGLU, Mehmet

Metin Kutusu: Din Sosyolojisi, Ankara
Metin Kutusu: 1983


*TARHAN, Taner

1969

"îskitlerin Dini İnanç ve Adetleri", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 23, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası,

2002

"Ön Asya Dünyasında İlk Türkler Kimmerler ve İskitler", Genel Türk Tarihi, I, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 511- 532

 

 

* TAŞ, İsmail

2002

Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji, Konya:

Kömen Yayınları,

 

 

* TEKÇE, E.Fuat

1993

Pazınk, Altaylar'dan Bir Halının Öyküsü, Ankara: Kültür

Bakanlığı Yayınlan

 

 

* THOMSEN, W.

Moğolistan’daki Türkçe Kitabeler

 

 

*TOGAN, A.ZekiVelidi

1970

Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I. İstanbul: İ.Ü. Edebiyat

Fakültesi Yayınlan,

 

 

* TURAN, Fatma Ahsen

2002

"Eski Türklerde Tek Tanrı İnancı", Türkler, IH, Ankara: Yeni

Türkiye Yayınlan, 320-325

 

 

* TURAN, Osman

1994

Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul.

Boğaziçi Yayınlan


 

Selçuklu Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul:

Boğaziçi Yayınlan

* "Türkler", İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan

*URAZ, Murat

1967            Türk Mitolojisi, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası

* YILDIRIM, Dursun

1994            "Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve

Metin Kutusu: * YÜCEL, Ersan
1975
Oturma", XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 519-530

"Totemizm”, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, S.2 1975'den aynbasım, 69-78


ÖZET

Orta Asya gibi muazzam bir coğrafyada yaşayan Türk toplulukları zamanla çeşitli dinlerin etkisi altında kalmışlardır. Türklerin etkilendikleri dinler zaman ve mekana göre birbirinden değişiklikler arz etmiştir. Türklerin ticari, siyasi yakınlaşmaları dini hayatm farklılık göstermesinin temel nedenidir. Türkler Şamanizm'i kabul etmekle beraber bu Türklerde bir din değil, sihri bir metoddur. Türklerin diğer inanç biçimlerim totemizm, toyunizm oluşturmuştur. Bunun yanı sıra Türkler bu dinlerin fazla etkisi altında kalmamışlardır. Esasen Türk Dini tek Tanrı inancına dayalı olan Gök Tanrı Dini'dir. Gök Tanrı Dini'nin esasım tek bir Tanrı anlayışı oluşturur. Türkler Tanrı'yı gökte kabul ettiklerinden ona bu ismi vermişlerdir. Türklerin inanç ekseninde Gök Tanrı'nın yanında çeşitli kutsallar yer almaktadır. Gizli tabiat güçlerini tam anlamıyla anlamlandıramayan Türkler bunlara inanmaktan geri durmamışlardır. Tabiat kuvvetlerine olan inancın yanında atalara saygı da yer almıştır. Çünkü Türkler ölmüş atalarının ruhlarının kendilerine yardımcı olacağına inanmaktadırlar. Bundan dolayı da yılm belirli zamanlarında atalarına kurbanlar sunmayı kendilerine görev kabul etmişlerdir. Yılın belirli zamanlarında atalarına sunulan bu kurbanlar dini hayatın vazgeçilmez bir bütünüdür. Yılm belirli zamanlarında Gök Tanrı’ya verilen kurbanlar vardır. Eski Türkler bazı dağ, tepe vb. yerleri kutsal kabul etmişlerdir. Güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek Tanrılar kabul edilmiştir. Türklerde var olan öldükten sonra dirilme anlayışı onların mezar yapılarının farklı olmasına neden olmuştur. Çünkü Türkler ölüleriyle beraber kullandıktan atlarım, eşyalarım ve hatta kadınlarım da beraberlerinde gömmüşlerdir. Bunun nedeni ise öldükten sonraki diriliş anlayışıdır. Türklerde ölümden sonra yuğ aşı törenleri yapılmaktadır. Türklerde ölen kimseler için yas tutulduğunu görmekteyiz. Hatta bu yaslara diğer devletlerden de elçilerin katıldığım bilmekteyiz. Türklerde vatan toprağı kutsaldır. Buna bağlı olarak kültler oluşmuştur.

İskitler ata çok iyi binen ve savaşçı bir millettir. İskitlerin kadınlan da ata binerler ve ok ile yay kullanırlar. İskitler genellikle arabalan üzerinde ve su kenarlarında yaşarlar. Onların yaşamları hayvanlarının otlamalarına bağlıdır. Bir yerden başka bir yere göç etmeleri hayvanlarına otlak aramak içindir. İskitlerin hayât tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ahlakları Hunlar ve Göktürkler ile aynıdır. Yaşam biçimleri Türklerinkiyle aynıdır. Bundan dolayı İskitler de menşei Türk olan bir kavimdir. Dini yaşamları içerisinde Şamanizmin etkileri görülmektedir. Büyücülere, sihirbazlara büyük kıymet vermektedirler. Hayatları boyuncu tabiatla mücadele içinde bulunmuşlardır. Tabiatta karşılaştıkları korkunç ve garip tabiat olaylarını ruhlara atfetmişlerdir. Bunlar iyi ve kötü ruhlardır. İskitlerin keyiflerine düşkündürler. İskitler keyif verici maddelere olan düşkünlüklerini dini bir hüviyete büründürmüşlerdir. İskitlerin Tanrılarına kurbanlar adadıklarım görmekteyiz. Yalnız İskitlerde farklı bir kurban kesimi görülmektedir. Kurban edilecek hayvanın ön ayaklarım bağlamak suretiyle hayvanı kurban etmişlerdir. İskitler atalarına saygı duymuşlardır. Çok Tanrılı bir anlayışa sahiptirler. İskit mezarlan kurgan biçimindedir. Ölüleriyle beraber atlarım ve kıymetli eşyalarım da gömmüşlerdir.

Hunlar, savaşçı özelliklere sahip bir kavimdir. Hunların savaşçı özelliklerinden dolayı Çinliler onlara karşı koyabilmeyi Çin Seddi'ni inşa etmek suretiyle başaracaklanm düşünmüşlerdir. Hunların bilinen ilk hükümdan olan Teoman dağınık durumda bulunan Hun boylarını bir bayrak altında toplamıştır. Ondan sonra yerine oğlu Mete geçmiştir. Mete babasının kurduğu devleti kısa sürede imparatorluğa dönüştürmüştür. Hunlar göçebe bir topluluk olduklarından at, sığır, koyun, deve yetiştirmişlerdi-. Hayvanlarına otlak bulmak için göçebe yaşamışlardır. Hayatlarının büyük bir kısmı at üzerinde geçmiştir. Tek Tanrılı bir din olan Gök Dinine inanmaktadırlar. Bunun yanında Hunlarda; gök, güneş, ay, yer su, atalar kültü yaşamaktadır. Konar göçer bir yapıya sahip olduklarından Budizm, Hıristiyanlık gibi dinlerin etkisinde kalmışlardır. Şamanizm ve Totemizm Hunların içinde yer almıştır. Belirli zamanlarda atalarına kurbanlar sunmuşlardır. Ölülerini kurgan denilen mezarlara gömmüşlerdir.

Göktürk İmparatorluğu Aşina Türk boyu tarafından kurulmuştur. Türk adım devlet adı olarak kabul eden ilk Türk Devleti'dir. Türk adım kabul eden ikinci devlet ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir.

Göktürklerin kökeni ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Göktürkler ile ilgili diğer bir müracaat kaynağımız Orhun Kitabeleri 'dir. Göktürkler de tek Tanrı inancına dayalı olan Gök Tanrı Dini'ni benimsemişlerdir. Göktürkler dini durumlarını "üze kök tenri asra yağız yir kılundukda ekin ara kişi oglı kılınmış" sözleriyle ifade etmektedirler. Yani üstte mavi gök, altta yağız yer ve ikisinin arasında insanoğlu.

Göktürkler Tek Tanrılı Gök Tanrı Dini'ne inanmalannın yanında değişik dinlerin de etkisi altında kalmışlardır. Bunun en önemli nedeni ise bulundukları coğrafyaya gelip giden misyoner tüccarlann faaliyetleridir. Göktürkler Budizm'den etkilenmişlerdir. Ancak Budizm Göktürklerin tamamı tarafından din olarak kabul edilmemiştir. Göktürkler kurban olarak atı ve öküzü kesmişlerdir. Öküzün kesilmesi ise Göktürklerin ongunu olmasındandır. Göktürkler ile ilgili en önemli noktayı Ergenekon Destanı oluşturmaktadır. Çünkü Ergenekon'dan çıkış Göktürkler açısından önemlidir. Göktürklerde şamanist unsurlar görülmektedir. Kam denilen kişiler Göktürklerin cenaze ve defin merasimlerini idare etmişlerdir. Göktürklerde vatana büyük önem verilmiştir. Bu yüzden vatan, kutsal yerler ve sular Göktürkler için önemlidir.


 



[1] Hikmet KIVILCIMLI: "Dinin Türk Toplumuna Etkileri", www. alewiten com. 3

[2] Hikmet KIVILCIMLI: a.g.m., 3

[3] Gyula NEMETH: "Türklüğün Eski Çağı", Ülkü Halkevleri ve Halkodaları Dergisi, XV/88, (Haziran 1940), 299.

[4]  İbrahim KAFESOĞLU: Türk Milli Kültürü, (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1999), 308.

[5] Ahmet Yaşar OCAK: Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Ankara: TTK Basımevi, 1997), 11

[6] Ziya GÖKALP: Türk Medeniyeti Tarihi, (İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976), 41,42

[7] Emel ESİN: Türk Kültür Tarihi, İç Asya'daki Erken Safhalar, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, 1985), 3

[8]  Besim ATALAY: Divan-ı Lügat'it-Türk, 693

[9] Harun GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", Türk Bodun Bilimi

Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 24

s Peter B. GOLDEN: Türk Halkları Tarihine Giriş, Çev, Osman KARATAY, (Ankara :Karam Yayınlan, 2002), 121,122

[11]            İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk Dini", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 298,299,300; İbrahim KAFESOĞLU: Eski Türk Dini, ( Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınlan ,1980), 42-67

[12]  Celal BEYDİLİ MEMMEDOV, "Eski Türklerde Gizli tabiat kuvvetlerine inanma (İye İnancı)", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 330,332,333

[13]  Salim KOCA : Türk Kültürünün Temelleri II, (Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 2000), 164

[14] Lev Nikolayeviçen GUMİLEV: Eski Türkler, Çev, D.Ahsen BATUR, (İstanbul: Birleşik Yayıncılık, 1999), 115; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2003), 69,70; İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoioji, (Konya: Kömen Yayınlan, 2002), 29,30; L. N.GUMİLEV: "Eski Türk Dini", Aktaran, Harun GÜNGÖR, Türk Kültürü Dergisi, XXXII/377, (Eylül 1994), 520

[15] Abdülkadir İNAN: Eski Türk Dini Tarihi,(İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976), 7

[16] Ziya GÖKALP:a.g.e., 40

[17]  Ahmet DOĞAN: "Islamiyetten önceki Türk inancına dair", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 305

[18] Ahmet DOĞAN: a.g.e., 305

[19] İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk....", a.g.e., 213

IS Ahmet DOĞAN: a.g.e. ,305

[21]  Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tann İnancı", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 328

[22] Turgut AKPINAR: "Eski Türklerin Dini Tek Tann İnancı mıydı?", Tarih ve Toplum, (İstanbul: İletişim Yayınlan, 1986), 146

[23] Harun GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", www.alewiten. com., 4

[24]  Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde Din ve Düşünce", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 265; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 119

[25]  İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk....", a.g.e., 293

[26] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 2

[27] Roza ABDYKOULOVA: Eski Bozkır Kavimlerinin Dini İnanç ve Adetleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1997, 24

[28]  İbrahim Agah ÇUBUKÇU: "Kültür Tarihimizde Din", Belleten, LIV, 210 (Ağustos 1990), 774

[29] Turgut AKPINAR: "Eski Türklerin...a.g.e., 145

[30]  Sadettin BULUÇ: "Şamanizmin Menşei ve İnkişafı Hakkında", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, II, 3-4,1948,278

[31] Ziya GÖKALP: a.g.e. ,117

[32] L.RASSON YI: Tarihte Türklük, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan), 29

[33] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 15

[34] Sadettin BULUÇ: "Şaman", İslam Ansiklopedisi, XI, İstanbul, 3îü

[35]  Saadettin GÖMEÇ: “Eski Türk İnancına Dair Bir Özet”, A.Ü. DTCF.,Tarih Araştırmaları Dergisi, 33, 2003, 82.

[36] Ziya GÖKALP: a.g.e. ,121

[37] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 120

[38] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde ....", a.g.e., 266

[39] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 123

[40]  Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 94

49   Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g.e., 91

[42]  Ahmet Yaşar OCAK: a.g.e., 11

[43]  Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde ... ",a.g.e., 267

[44] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 125

[45] Mircea ELİADE: Şamanizm, (İstanbul: İmge Yayınevi), 39.

Sadettin BULUÇ: a.g.m., 311; W. RADLOFF: Sibirya'dan Seçmeler, (İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1976), 233-234.

[47]  Mircea ELİADE: a.g.e., 108.

[48]  W. RADLOFF : a.g.e., 234.

43 Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde ....", a.g.e., 267

[50] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 83-84; Sadettin BULUÇ: a.g.m., 313

[51] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde......... ", a.g.e., 267; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 127

[52] Sadettin BULUÇ: a.g.m., 314; Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 91,92

[53]  Feyzullah BAYAT: "Anadolu Halk Sufizminin Oluşmasında Şamanlığm Rolü", alewiten. Com.

[54] A. V. ANOHİN: "Şaman Davulu", Ülkü, XVI / 95, 401,405

34 A.V.ANOHÎN: a.g.m.,402

[56] Abdttlkadir İNAN: a.g.e., 96; Sadettin BULUÇ : a.g. m., 316,317; W. RADLOFF: a.g.e., 234-235

[57] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 95; Mircea ELİADE: a.g.e., 199-207; W. RADLOFF: a.g.e., 236

[58]  Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319,; Mircea ELİADE: a.g.e., 213-214

[59] Abdülkadir DONUK: "Eski Türk Dini Şamanizm mi İdi?", Tflrk Dünyası Tarih Dergisi, III/14, (Şubat 1988), 8

[60]  Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319

[61]  Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319; Mircea ELİADE: a.g.e., 214

[62]  Mircea ELİADE: a.g.e. ,215

[63] Harun GÜNGÖR-Ünver GÜNAY: a.g.e„ 122-123

[64]  Abdûlkadir DONUK: "Eski Türk Dini................ ", a.g.e., 9,10

[65]  Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e, 130

65   Abdülkadir İNAN: a.g.e., 97; Wolfram EBERHARD: Çin'in Şimal Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 76

[67]  W. RADLOFF : a.g.e., 236-237

[68]  W. RADLOFF: a.g.e., 235; Sadettin BULUÇ: a.g.m. ,319; Abdülkadir İNAN: a.g.e., 103-107

[69]   Onver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a-g.e., 129

[70]  İbrahim KAFESOĞLU, "Eski Türk...", a.g.e., 290,291

[71]  Felıcıen CHALLAYE: Dinler Tarihi, Çev, Samih TİRYAKİOĞLU, (İstanbul: Varlık Yayınlan, 1960), 10,11,12,13

[72] Murat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1967), 184

[73] Mehmet TAPLAMACIOĞLU: Din Sosyolojisi, (Ankara: A.Ü.İlahiyat Fakültesi Yayınlan,1983), 79

[74] Ersan YÜCEL: "Totemizm", Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, II, 1975'den aynbasım,

69,70

[75]  Ersan YÜCEL: a.g.m., 70

[76]  Ersan YÜCEL: a.g.m. ,70

[77]  Ersan YÜCEL: a.g.m., 71

[78] Ersan YÜCEL: a.g.m., 72

[79]  Ersan YÜCEL: a.g.m.,72,73

[80] Ersan YÜCEL; a.g.m., 73

[81] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 135

[82] Mehmet TAPLAMACIOĞLU: a.g.e., 78-79

[83] Ziya GÖKALP: a.g.e., 75

[84] L. RASONYİ: a.g.e., 28

[85] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 3

[86] Fuad KÖPRÜLÜ: Türk Edebiyatı Tarihi, 15

[87] Fuad KÖPRÜLÜ: a.g.e., 56

[88]  Fuat BOZKURT: Türklerin Dini, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1995) ,14

[89] İbrahim KAFESOĞLU: Eski Türk Dini, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1980); İbrahim

KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e„ 291; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 137; İslam Ansiklopedisi, XII/2, 240; İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk................................... ", a.g.e., 208,209

[90] Ziya GÖKALP: a.g.e., 40

* Abdülkadir İNAN: a.g.e., 2

Murat URAZ: a.g.e., 149

[93] Murat URAZ: a.g.e., 157

[94] Murat URAZ: a.g.e„ 157

[95]  İskender OYMAK: "Türkistan'da Zerdüştlüğün Yayılması ve Etkileri", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002) ,382

^Bahaeddin ÖGEL: Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk Dünyası Araştırmalan Vakfı Yayınlan, 1997), 312

[97]  İbrahim KAFESOĞLU: a.g.e., 67

[98]  Muharrem ERGİN: Orhun Abideleri, t İstanbul: Boğaziçi Yayınlan), 13-15

[99]  W. RADLOFF: a.g.e.,215

59 Osman TURAN: a.g.e., 54

[101] Hikmet TANYU: Türk Töresi, 114

[102] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde....", a.g.e,, 265

[103] Emel ESİN: a.g.e., 4

Hikmet TANYU: Türklerin Dini Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998), 24

[105] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 98; Sadettin GÖMEÇ: "Eski Türk İnancı.......... ", a.g.e, 93

[106] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde.... ”, a.g.e. ,265

[107] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e., 299; Fuat BOZKURT: a.g.e., 24

[108] Wolfram EBERHARD: "Eski Türk Dini", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XIII, (İstanbul, 1964),

87

rosEmel ESİN; "Tengrilik" ,Sanat Tarihi Yıllığı, (İstanbul, 1983), 37

J8*Ziya GÖKALP: "Türklerde Ahlak", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 288

,!ft İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e., 302

1,1 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 94

[113] LPaul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1999),52

[114] Fuat BOZKURT: a.g.e., 29,30

1,4 Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 703,704

1,3 Yunus MEMMEDOV: "Orhon-Yenisey Abidelerinde Kutsal Sayılar", Türk Kültürü, XXV/290, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1987), 351,352,354

ÎM Mustafa KAFALI: "Türk Kültüründe Renkler", Yör-Türk Dergisi, VII/42, (Ankara Mart Nisan 2002)39

[118] Osman TURAN: a.g.e., 94

,ÎS P. Wilhelm SCHMÎDT: "Eski Türklerin Dini",Çev, Sadettin BULUÇ, İ.Ü. Türk Dili ve

Edebiyatı Dergjsi. 83,89

[120]  Abdûlkadir İNAN: a.g.e. ,155

[121] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 123

t2r J.Paul ROUX: a.g.e., 75,77

[123] Ziya GÖKALP: "Türklerde...", a.g.e., 288

[124] Salim KOCA: a.g.e., 167,168

[125] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde...", a.g.e., 262

123 Fatma AHSEN TURAN: "Eski Türklerde tek tann inancı", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 321

[127] Mehmet AYDIN: "Şamanizmin Eski Türk Dini Hayatı İle İlişkisi", XI. Türk Tarih Kongresinden Aynbasım, (Ankara,1994), 493

[128] Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da Mani Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Kayseri: 1989), 83

[129] Yıldız KOCAŞAVAŞ: "Gök Tann...a.g.e., 326

[130]  Harun GÜNGÖR: "Süryani Kaynaklarına Göre Türklerin Menşei, Dini İnanış ve Adetleri”, Alewiten. Com., 3,4

136   Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 60,61

[132] Salim KOCA : a.&e., 168

[133] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 104,105,106

[134] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e„ 107

[135] Salim KOCA : a.g.e., 176

[136] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...a.g,e. ,298

[137] Nezaket HÜSEYN KIZI: "Eski Türklerde Tabiat kuvvetlerine İnancın Destanlarda Tasviri", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 340

[138] İskender OYMAK: "Türkistan'da Zerdüştlüğün........... ", a.g.e., 379

[139] Orhan ACIPAYAMLI: "İptidailerde ölü Gömme île İlgili Bazı Pratikler ve İzahları", DTCF Dergisi, XX/1 -2, (Ocak-Haziran 1962), 245,246247

[140] W. BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda defin merasimi Meselesine dair", Belleten, XI, 525

[141] Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk

Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, 1997), 303

*** Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,113,114

[143] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e, 116

[144] J.Paul ROUX: a.g.e, 101,102,103

[145] Salim KOCA : a.g.e., 179

[146] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 189

140 Murat URAZ: a.g.e., 166

w İslam Ansiklopedisi, XII/2, 242

[149] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e., 294; Salim KOCA : a.g.e., 170

[150] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 242

[151] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde...", a.g,e., 263

[152] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde....", a.g.e., 264

ıa Mehmed Fuad KÖPRÜLÜZADE: Türk Tarih-i Dinisi, (İstanbul : 1341), 45,46

[154] MJMabi ÖZERDİM: "Çin dininin menşei meselesi ve dini inançlar", Belleten, XXVI, 79,80

134 Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde......... ", a.g,e., 263

[156] Salim KOCA: a.g.e., 171

[157] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde.......... ",a.g.e., 263

ıy7 İskender OYMAK: "Türkistan'da Zerdüştlüğün......... ", a.g,e., 379 ; K. INOSTRANTSEV: "Eski

Türklerin İnançları Hakkında Birkaç Söz", Çev, Abdûlkadir İNAN, Belleten, XIV/53,54,55,56, 1950, 56

[159] Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g.e., 91

[160] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 78

,6° Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde..,",a.g.e., 263

Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 137

[163] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 241

[164] Ahmet CAFEROGLU: "Türklerde Av Kültü ve Müessesesi", VII. Türk Tarih Kongresi (25-29 Eylül 1970), I. Cilt, 1972,169,171,172,174

[165] Ziya GÖKALP: "Türklerde....", a.g.e., 288

[166] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 229

Ziya GÖKALP: a.g,e.. 85

[168] Emel ESİN: a.g.e.,4

Osman TURAN: a.g.e., 114

[170] Ahmet CAFEROĞLU: "Türk Onomastiğinde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X, (İstanbul:

Osman Yalçın Matbaası, 1953), 203

’ îlhami DURMUŞ: İskitler(Sakalar), (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1993),32,33,3435

[172]           Galip ATAÇ: îskitlerde Hekimlik, Türk Tarihinin ana hatları eserinin müsveddeleri, 42

[173]           Galip ATAÇ: a.g,e_,4S

[174]           Galip ATAÇ: a.g.e., 46,47

[175]           Akdes Nimet KURAT: "Doğu Avrupa'daki En Eski Türk Kavimleri", Türk Dünyası El Kitabı, l, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1992), r76

[176]           A_Zeki Velidi TOGAN: Umumi Türk Tarihine Giriş, I, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 1970), 34

[177].................................................. İlhami DURMUŞ: İskitler       a.g.e., 45,46,47,48,49,50,51,52,53

” Adile AYDA: Türklerin İlk Ataları, (Ankara: Ayyılâız Matbaası, 1987), 194

[179]           Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu, (İstanbul: ötüken Yayınlan, 1999), 25

[180]           îlhami DURMUŞ: "Massagetler" , Bİ1İ& 3, (1996), 90

14   Taner TARHAN: "îskitlerin dini inanç ve adetleri", LÜ.Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 23 (Mart 1969), (İstanbul: Edebiyat Fak. Matbaası, 1969), 157,155

[182]           İlhami DURMUŞ: İskitler...., a.g.e., 52,84

İlham! DURMUŞ: İskitler.... ,a.g.e., 87

[184] Taner TARHAN: "İskitlerin....... ", a.g.e., 160

” HEREDOTOS : Herodot Tarihi, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınlan, 2002), 217; Taner TARKAN: "İskitlerin.......................................... ", a-g.e. ,156; Ekrem MEMİŞ: İskitlerin Tarihi, (Konya: Selçuk

Üniversitesi Yayınlan, 1987),48; îlhami DURMUŞ: İskitler.. a.g.e., 53

[186]           Şemseddin SAMİ: Esatir, (İstanbul: Mihran Matbaası, 1296\

[187] HEREDOTOS: a.g.e., 217,218; Ekrem M EMİŞ: a.g.e.,4%49

[188]           Jean-Paul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde ölüm, (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1999), 20Ü^Q.l

* Adile AYDA:a.g.e., 199

[190] Adile AYDA .a.g.e.,. Î97

Taner TARHAN: "İskitlerin....", a.g.e., 157

* HEREDOTOS: a.g.e., 219; Ekrem MEMÎŞ: a.g.e., 47; îlhami DURMUŞ: îskitler.... a.g.e.,87

[193] HEREDOTOS: a.g,e., 219; Sadn Maksudi ARSAL: İskitler-Sakaiar,TSrk Tarihînin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri,6; Ekrem MEMÎŞ : a.g.e., 36; îlhami DURMUŞ : îskitler..a.g.e.,54; İlhami DURMUŞ : "îskitlerin Kimliği", Türkler, I, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.2002), 624

37 Taner TARHAN : "îskitlerin........ ", a.g.e., 159

[194] Ekrem MEMİŞ: a.g.e,

"HEREDOTOS: a.g.e., 216,217; Taner TARHAN: "îskitlerin.................. ”, a.g.e.

,149,150,151,152,153154,155; îlhami DURMUŞ: İskitler...a.g.e. ,51,85

îfelffiami DURMUŞ : "îskitlerin......... ", a.g.e., 623

[197]           Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Gflnfimüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983). 89

[198]           İlhami DURMUŞ: İskitler...a.g.e. ,91

[199]           Adile AYDA : a.g.e., 196

[200]           Sadri Maksudi ARSAL: a.g.e., 6

[201]           Şemseddin SAMİ: a.g.e., 61

[202]           İlhami DURMUŞ: îskitler... a.g.e. ,55 ; İlhami DURMUŞ : "îskitlerin...", a.g.e., 624

[203]           Taner TARHAN : "îskitlerin....", a-g.e., 167,168,169 ; İlhami DURMUŞ : "İskitlerin....", a.g.e., 624

w Ekrem MEMÎŞ : a.g.e., 50

Abdülkadir İNAN : Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK

Basımevi, 2000), 190,191,193

[206]           İlhami DURMUŞ: İskitler.... a.g.e., 57

[207]           Taner TARHAN: ”Ön Asya Dünyasında İlk Türkler Kimmerler ve İskitler”, Genel Türk Tarihi, 1,513

[208]           V.DİAKOV-S. KOVALEV : İlkçağ Tarihi 1 Uzakdoğu-Ortadoğu-Eski Yunan, Türkçesi. özdemir İnce, (Ankara: V Yayınları, 1987), 507,513

[209]           Oya SAN: "Bazı Bulgular Işığında Anadolu'da Kimmer ve İskit Varlığı Üzerine Gözlemler", Belleten, LXIV/239, 9

[210]           Ekrem MEMÎŞ: a.g.e., 10 ; îlhami DURMUŞ: a.g.e. ,12

[211]           Ekrem MEMÎŞ : a.g.e. ,11,38,43; îlhami DURMUŞ: a.g.e.,13

w Ekrem MEMİŞ : a.g.e., 12 ; İlhami DURMUŞ : İskitler....a.g.e. ,14

[213]           Ekrem MEMİŞ : a.g.e. ,12,13

[214]           Ekrem MEMİŞ : a.g,e., 1337

Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 1,2

32 Adile AYDA : a.g.e.. 197

[217] Ekrem MEMİŞ : a.g.e., 37

51  Taner TARH AN : "Kimmerler...", a.g.e. ,514,515

[219]           Jean-Paul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, Çev. Aykut KAZANCIGİL (İstanbul: Kabala Yayınevi, 1999),.66; Turhan KAÇAR: " Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık”, Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 385

[220]           J. ECKMANN: "Kitaplar Arasında", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, (İstanbul 1952), 471

* İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmotoji, (Konya: Kömen Yayınlan, 2002), 20

[222]           Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu, Çev. M.Reşat ÜZMEN, (İstanbul: ötüken Yayınevi, 1999), 41

[223]           Peter B.GOLDEN: Türk Halktan Tarihine Giriş, Çev. Osman KARAT AY, (Ankara: Karam

Araştırma ve Yayıncılık, 2002), 53

T Wolfram EBERHARD: "Eski Çin Kültürü ve Türkler" , DTCF Dergisi, 1/4, ( 1943), 29

s İsmail TAŞ: a.g.e., 20

"Marcef BRION: Hunların Hayatı, Çev. M.Reşat ÜZMEN, (İstanbul: Orkun Yayınevi), 272 ;

Nejat DİYARBEKİRLÎ: Hun Sanatı, (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1972), 62

* P.Wilhelm SCHMİDT: "Eski Türklerin Dini", Çev. Sadettin BULUÇ, Î.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XIII, 1965, 89

[228] İsmail TAŞ: a.g.e., 23

?~Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 60

[230] İsmail TAŞ: a.g.e., 28

w Emel ESİN: "Alp şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü", Türk Kültürü, VI/70, (Ankara: Türk

Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1968), 776

ss Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2003), 162,163,164; Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde Din ve Düşünce", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 269

w Turhan KAÇAR. "Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 3£5

57Turhan KAÇAR: "Avrupa Hunlan... ", a.g.e., 387,388,389

fS Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., S23

[234]           Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, (İstanbul: Boğaziçi Yayınlar*, 1994), 84,85

[235]           Doğan AVCIOĞLU: Türklerin Tarihi, (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1997), 371

[236]           Osman TURAN: a.g,e., 85

aBahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk Dünyası

Araştırmaları Vakfı Yayınlan, 1997), 51

[239]           Nejat DİYARBEKİRLİ, a.g.e., ÎÎ9

24   Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR, a.g.e., 83; İbrahim KAFESOĞLU, "Eski Türk Dini", Türkler

, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 291

25   Ziya GÖKALP: Türk Medeniyeti Tarihi, (İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1976), 268

[240]           Doğan AVCIOĞLU: a.g.e., 362

[241]           Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tann İnancı", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002),

326

^ P.^Vilhelm SCHMIDT: "Eski Türklerin Dini", Çev. Sadettin BULUÇ, Î.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı

Dergisi, XIII, 1965, &7

^Abdûlkadir İNAN: Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK Basımevi, 2000), 2; İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e. ,294

^Hikmet TANYU: Türklerin Dini Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998),19

s' Sadri Maksudi ARSAL: Türk tarihinin ana hatları eserinin müsveddeleri, No. 5, 29

[247] Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 60

33   Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 89 ; Emel ESİN: Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar), (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1979), 43

[248]           Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 91

55Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 92,93

[250]Nazım PAŞAYEV-Valide PAŞAYEVA: "Eski Oğuzların İnanışları ve Mitolojik Görüşleri", Türkler, III,(Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 350

[251] Jean Paul ROUX: a.g.e., 194-195

34 P.Wilhelm SCHMÎDT: a.g.m, 89

[253] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 99

[254] P.Wilhelm SCHMÎDT: a.g.m.

Harun GÜNGÖR: "EskiTürklerde....", a.g.e., 265

[256] Aile AYDA: Eski Türk Dini Tarihî, 3

* Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 88,89; Doğan AVCTOĞLU: a.g.e., 357

4TP.WiUıelm SCHMİDT: a.gjn., 84-85

[258]           Abdülkadir İNAN: "Eski Türklerde ve Folklorda Ant", DTCF Dergisi, VI/ 1-5, 1948, 279

[259]           Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tanrı İnancı", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002) ,327

59 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.&e., 5<5

Osman TURAN:a.g.e., 83

[262] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:a.g.e., 59

33 Osman TURAN:a.g.e., 83; "Türkler", İslam Ansiklopedisi, MEB yay, 22$

[264]           Fatma Ahsen TURAN: "Eski Türklerde Tek Tann İnancı", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 321

[265]           P.WilheIm SCHMİDT: a.g.m., 6.

[266]           P.Wiihelm SCHMİDT: a.g,m. ,82

17 Bahaeddin ÖGEL:a.g.e., 51,52

[268] Osman TURAN: a.g.e., 84

39 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:a.g.e., 62,63

^P WİIhelm SCHMİDT: a&m.

[271]           Osman TURAN: a.g.e.., 84

[272]           Abdülkadir İNAN : a.g.e., 177

[273]           Morat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası 1967), 164

[274]           Doğan AVCIOĞLU: a.g,e., 411

“Nejat DİYARBEKİRLİ: a.^e.,64

“Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR, a.g.e., 111

Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 114

[278]           Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96-v“

[279]           Mustafa KALKAN: "Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atı”, Erdem, IX/27, Atatürk Kültür

Merkezi yayınlan, Ankara (Ocak 1997), 1132,1138

75 Osman TURAN: a.g.e., 115

71   Nejat DİYARBEKİRLİ : a.g.e., 102

72   M.Ziya BİNLER: "Hunlar Devrinde Evlenme Gelenekleri", Tflrk Dünyası Tarih Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, Temmuz 1997, İstanbul

73  Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 61

* Marcel BRION: a.g.e., 274,276,277; Nejat DÎYARBEKÎRLÎ: a.g,e., 65

[284] J.Paul .ROUX: a.ş,e., 259

70   Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 109

" LPaul ,ROUX; a.g.e., 239,241,243,246,259,255,

75 Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g.e., 96; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 108

[288] ’.Paal ,ROUX: a.R.e., 246,247

& Salim KOCA : Türk Kültürünün Temelleri II, (Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 2000), 177

w Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 71

®MarcelBRION: a.g.e., 283,284; Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 100,101

** Abdülkadir İNAN: "İkinci Pazınk Kurganı", Belleten, XVI/61,62,63,64, (Ankara: TTK Basımevi, 1952), 138

[293] Nejat DİYARBEKİRLİ: " Türk Halıcığmm Kısa Tarihçesi", Yörtürk Dergisi, Yör-Türk Vakfı y ayınran, Ankara Mayıs-Haziran 2002, 31

w E. Faat TEKÇE: Pazınk, Altaylar'dan Bir Halının Öyküsü, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993), 155; Neriman GÖRGÜNAY KIRZIOĞLU: "Pazınk Halısı ve Günümüzde Yaşayan Örnekleri", Yör-Tûrk Dergisi. VII/44, Ankara (Temmuz-Ağustos 2002), 43

[295]           Marcel BRION: a.g.e.. 279,280,281,282; Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 77

[296]           Marcel BRION: a.g.e. ,284J8Ö

Nejat DIYARBEKİRLÎ: "Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, XVII/198-199, Türk Kültürünü

Araştırma Enstitüsü Yayınlan, Ankara (Nisan Mayıs 1979), 327

[298]           Hikmet TANYU: Türklerin....,a.g.e., 24- 25

[299]           Abdûlkadir İNAN: Eski Türk Dini Tarihi, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi), 1976, 1

M İsmail TAŞ: a.g.e., 24

’’5 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 81

[302]           Essel ESİN: "Tengriiik”, Sanat Tarihi Yıllığı, (İstanbul, 1983), 39,40

[303]           Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 48; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 73

94   Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g,e. ,92 ı Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.£.e.. 73: Hikmet TANYU: Dinler Tarihi Araştırmaları, (Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınlan, 1973), 38

[305] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a-g.e., 70,7f

rı;,J W.BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev. Abdûlkadir İNAN, Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), 534

m Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 87

[308]  Hikmet TANYU: a.g.e., 26; W.BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev. Abdülkadir İNAN, Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), 534

[309] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e^ 84

[310] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 7 i

[311] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 71

ro7 Şerif BAŞTAV: a.g.m., 43,44

ıog Ahmet CAFER OĞLU. "Türk Onomastiğjnde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X, (İstas&td:

Osman Yafçm Matbaası, 1953), 202

[313] Bahaeddin ÖGEL: "Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar", Belleten, XXI/6, (Ankara: TTK Basımevi, 1957), 9

[314]           Ziya GÖKALP: Milli Tetebbular, 3, 386

[315]           Fuad KÖPRÜLÜ: Türk Edebiyatı Tarihi, 22

[316]           Abdülkadir İNAN: Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK Basımevi, 2000), 6

[317]           Hikmet TANYU: Türklerin Dini Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998), 22

[318]           Ali Kemal MERAM : Göktürk İmparatorluğu, (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1974), 126,128

[319]           Harun GÜNGÖR: "Dinler Tarihçisi Olarak Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Türk Dini Tarihi

Çalışmalarına Katkısı", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 301 s Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, (İstanbul: Boğaziçi Yayınlan, 1994), 131,132,133

[321]           Osman TURAN: a.g.e., 96

[322]           Harun GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", www. Alewiten. Com. 1

[323]           İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni Kozmoloji, (Konya: Kömen Yayınlan, 2002), 30

[324]           P.Wilhelm SCHMÎDT: "Eski Türklerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XIII, 1965, 78-79

[325]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2003), 127

[326]           Bertold SPULER: "Göktürklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim 1976), (Ankara: TTK basımevi, 1981), 659-660

[327]           Mustafa KÖYMEN: "Tang Sülalesi ile Hemzaman olan Devletlerin Siyasi ve Ticari Münasebetleri", Sinoloji Araştırmaları, (İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1941), 778

[328]           Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 105

[329]           Murat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1967), 144

[330]           Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da Mani Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Kayseri: Erciyes Üniversitesi Matbaası, 1989), 83; İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk devletleri", Türk Dünyası El Kitabı, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1992), 131 ; Osman TURAN : a.g.e., 64

[331]           Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da....", a.g.e. ,109

[332]           Emel ESİN: Türk Kültür Tarihi, İç Asya'daki Erken Safhalar, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, 1985), 10, 11

[333]           Salim KOCA : Türk Kültürünün Temelleri II, (Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 2000), 185

[334]           Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da...." , a.g.e. ,109; Bertold SPULER: a.g.m. ,661 ; Osman

TURAN: a.g.e., 65

[335]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 170

[336]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 86

23 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 120

[338]           A.Kemal MERAM: a.g.e. ,131

[339]           Abdülkadir İNAN: a.g.e. ,4-5

28  Nejat DÎYARBEKİRLi: "Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, XVII/198-199, (Ankara: 1979), 338

[340] P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ,, (C.XIV'den aynbasım), İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1966, 72; Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara : Türk Dünyası Araştırmaları Vakti Yayınlan, 1997),166

[341]           Murat URAZ: a.g.e., 169

[342]           Hikmet TANYU: a.g.e. ,27; Abdülkadir İNAN: a.g.e., 6

[343]Abdülkadir İNAN: a.g.e., 10

[344]           Wolfram EBERHARD: Çinin Şimal Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 86; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 166

[345]           Osman TURAN: a.g.e., 93

[346]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 99

[347]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 100

[348]           A.Kemal MERAM: a.g.e., 132

[349]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,775

[350]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 772

[351]           Osman TURAN: a.g.e. ,53

[352]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 94

[353]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111

[354]           Abdülkadir İNAN: a.g.e., 152

[355]           A.Kemal MERAM: a.g.e. ,130-131

[356]           Hikmet TANYU: İslamlıktan önce Türklerde Tek Tann İnancı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980), 46

[357]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 95

[358]           İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk...a.g.e.., 128

[359]           Osman TURAN: a.g.e., 78

[360]           Yılmaz ÖZTUNA: Türk Tarihinden Yapraklar, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1969), 17

[361]           Osman TURAN: a.g.e., 78

[362]           Osman TURAN: a.g.e., 82

32 Akdes Nimet KURAT: "Göktürk Kağanlığı", A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, X/1 -2, (Ankara: TTK Basımevi, Mart-Haziran 1952), 8

33 W. BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev, Abdülkadir İNAN, Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947) 51S

[365] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,117

33 Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96,97

36 Hikmet TANYU: Türklerde Taşla İlgili İnançlar, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1968), 88,89

37 Osman TURAN: Selçuklu Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, (İstanbul: Boğaziçi Yayınları), 317; P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ , İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (C.XIVden aynbasım), İstanbul 1966, 75

[369]           W. BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda....", a.g.e., II, 515

[370]           P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m., 75

[371]           Lumir JİSL: "Kültegin Anıtında Arkeoloji Araştırmaları", Belleten VII, 387

[372]           Sir Gerard CLAUSÖN: "Tonyukuk Abidesi Hakkında Bazı Notlar", Türkiyat Mecmuası, XVIII, 1973-1975, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1976), 144

[373]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 62

[374]           Osman TURAN : a.g.e. ,48; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 63,64

[375]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 60

[376]           Ünver GÜNAY- Harun GÜNGÖR: a.g.e., 58

[377]           İsmail TAŞ: a.g.e., 42

[378]           Osman TURAN: a.g.e., 49

[379]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,700

[380]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 59

[381]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,701-702

[382]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,710; Osman TURAN: a.g.e., 48

[383]           Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 42

[384]           İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk....", a.g.e., 136

[385]           A.Kemal MERAM: a.g,e., 129

[386]           Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da...", a.g.e., 93

[387]                                 Dursun YILDIRIM: "Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve Oturma", XI. Türk Tflrlh                   Eylül 1990), (Ankara: TTK Basımevi, 1994), 520,521,522

[388]           Abdûlkadir İNAN: a.g.e. ,26,27

[389]           W. THOMSEN: Moğolistandaki Türkçe Kitabeler,99

19 Osman TURAN: a.g.e., 96

[391]           Osman TURAN: a.g.e., 89

[392]           Osman TURAN: a.g.e., 90

[393]           Dursun YILDIRIM: a.g.m., 529

[394]           Dursun YILDIRIM: a.g.m., 529

[395]           Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 106

[396]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,762; Hikmet TANYU: İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, (Ankara: A. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınlan, 1980), 132

[397]           Osman TURAN: a.g.e.,., 49

[398]           H.Namık ORKUN: Eski Türk Yazıtları, 34

[399]           W. THOMSEN: a.g.e., 89

[400]           H.Namık ORKUN: a.g.e., 29

[401]           A. Von GABAİN: Köktürklerin Tarihine Bir Bakış. 688

[402]           H.Namık ORKUN: a.g.e., 34,36,40

[403]           Osman TURAN: a.g.e.,51

[404]           Abdülkadir İNAN: a.g.e., 36-37

[405]           P.WİJhelm SCHMİDT: a.g.m., 73

[406]           İsmail TAŞ: a.g.e., 45

[407]           Sadettin GÖMEÇ: "Umay Meselesi", Türk Dünyası Tarih Dergisi, (Kasım 1989), VI/35,40

[408]           Emel ESİN: a.g.e., 7

[409]           İsmail TAŞ: a.g.e., 51

[410]           İsmail TAŞ: a.g.e., 49

,0° Fuad KÖPRÜLÜ: a.g..e., 23

[412] Osman TURAN: a.g.e., 56

[413] Yılmaz ÖZTUN: a.g.e., 296,297

[414] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. 758 ; Osman TURAN : a.g,e. ,50

[415] Fuad KÖPRÜLÜ: a.g.e., 23

103 Hikmet TANYU : a.g.e., 48

[417] Abdülkadir İNAN : a.g.e., 180,181

[418] Hikmet TANYU: Türklerde Taşla..., a.g.e., 90

[419] Hikmet TANYU: İslamlıktan önce..., a.g.e.,46

[420] J.Paul ROUX: Eskiçağda ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, (İstanbul: Kabalcı Yayınlan, 1999), 247

Wolfram EBERHARD : a.g.e., 86; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,767

[422] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157; A.Kemal MERAM : a.g.e., 133

[423] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,760

[424] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 110

[425] Türk Ansiklopedisi, Ölü Gömme Maddesi, XVIII, 13,14

[426] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,761

[427] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 759

7 Osman TURAN : a.g.c., 56

[429] Jean-Paul ROUX: a.g.e.,247

1,9 L.N. GUMİLEV: Eski Türkler, (İstanbul: Birleşik Yayıncılık, 1999), 125

t2ü J.Paul ROUX : a.g.e., 249

l2! J.Paul ROUX: a.g.e., 257; Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.m., 333

[433] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 762

[434] A.Kemal MERAM: a.g.e., 132, 133; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 763

[435] Osman TURAN: a.g.e. ,51

123 Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 763

[437] Bahaeddin ÖGEL: a,g,e„ 764,765

[438] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 765

[439]_L.N.GUMİLEV: "Eski Türk Dini", Türk Kültürü Dergisi (Eylül 1994), Aktaran, Harun GÜNGÖR, XXXJI/377, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan), 528; L.N. GUMlLEV: a.g.e., 125

[440] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 177,178; P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m., 74-75

[441] Marcel BRION: Hunlann Hayatı, Çev, M.Reşat ÜZMEN, (İstanbul: Orkun Yayınevi), 276

[442]  Mehmet ERÖZ: "Türk Topluluklarının ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, İstanbul 35, Nisan 1985, 57

[443] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 58

[444] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 768

[445] Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, ( Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakti Yayınlan, 1997), 143

[446] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e„ 144

[447] Mehmet ERÖZ : a.g.m., 66

[448] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157

[449] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 165

[450] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 58

[451] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 760

[452] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96

[453] A. Kemal MERAM: a.g.e., 133

[454] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,155

[455]  Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 105

[456] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 189

[457] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 193; Mehmet ERÖZ: a.g.m., 60; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 115

[458] Eşref BUHARALI: "Türklerde Matem Alametleri", Türk Dünyası Araştırmalan Dergisi, (İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, 1990), 151

[459] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 766; Hüseyin Namık ORKUN: a.g.e.„ 50-52-70

[460] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 766-767

[461] SADİ YANG CHAO CHUN: "Türkiye ve Çin Arasındaki Kültür Mübadelesinin tarihi Geçmişi", Çev, Tüten ÖZKAYA, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, V/15, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, Eylül 1989), 756

[462] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 67

lî3 Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 195-196

[464] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 70

[465] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,415420-421-422-702-703

[466] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,428

137 Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 73

[468]  Abdülkadir İNAN: "Türklerde Su Kültü İle İlgili Gelenekler", Fuad KÖPRÜLÜ ARMAĞANINDAN ayrıbasım, (İstanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1953), 249

[469] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 79

[470]  M.A. SEYÎDOV: "Eski Türk Kitabelerindeki Yer-Sub Meselesi", Çev, Sadettin GÖMEÇ, Tarih Araştırmaları Dergisi, XVIII/29, Ankara 1997, 264-265

[471] P W.SCHMÎDT: a.g.m., 73

[472] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 48; Osman TURAN: a.g.e., 88

16j Hikmet TANYU: İslamlıktan önce...,a.g.e.,46

[474] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 79,97

[475] Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri...", a.g.e., 103

[476] L. N. GUMİLEV: a.g.e. ,118

[477] Osman F. SERTKAYA: "Tonyukuk Abidesi Üzerine üç Not", Türkiyat mecmuası, XIX, 1977-

1979, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1980), 169

[478] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,762; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e., 84

[479] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,713

[480] Saadettin GÖMEÇ: a.g.m., 87; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e, 80

[481] P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m. ,76; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 762

[482] Osman TURAN: a.g.e. ,52

[483] Osman TURAN : a.g.e. ,52

[484] Hüseyin ÖZBAY: "Göktürk Bengütaşlannda Sosyal analiz ve milli Oto-Kritik", Türk Kültürü, XXVI/306, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, Ekim 1998), 656

173 Abdûlkadir İNAN : a.g.e., 4,5, 50,53

[486] Abdûlkadir İNAN: a.g.e„ 49

[487] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 53

[488] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 62

[489] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 75

[490] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 76

[491] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 68

[492] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 78

[493] Osman TURAN : a.g.e., 114

[494] SADİ YANG CHAO CHUN: a.g.m., 752

[495] Ahmet CAFEROĞLU: "Türk onomastiğinde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X, (İstanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1953), 204,207

[496]           Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu, (İstanbul: Ötüken Yayınlan, 1999), 26,40

[497]           A. Zeki Velidi TOGAN: Umumi Türk Tarihine Giriş, I, (İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 1970), 34

[498]           Sadri Maksudi: Îskitler-Sakalar, Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, 10

[499]           İlhami DURMUŞ: İskitler (Sakalar), (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1993), 53

[500]           İlhami DURMUŞ: a.g.e.,88

[501]           İlhamı DURMUŞ: a.g.e., 93,94

[502]           Abdûlkadir İNAN: Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara : TTK Basımevi, 2000, 177

8   İlhami DURMUŞ: a.g.e. ,52,84

[504]           İlhami DURMUŞ: a.g.e.,

[505]           Sadri Maksudi: a.g.e., 12

[506]           HEREDOTOS: Herodot Tarihi, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2002, 217

[507]           İlhami DURMUŞ: a.g.e. ,52,84

[508]           Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi.. (İstanbul: Boğaziçi Yayınlan, 1994), 53

[509]           Marcel BRION: Hunlann Hayatı, (İstanbul: Orkun Yayınları) 274,276,277; Nejat DİYARBEKİRLİ: Hun Sanatı, ( İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1972), 6S

[510]           Hikmet TANYU: İslamlıktan önce Türklerde Tek Tann İnancı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980), 46

[511]           Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2003), 108

[512]           Wolfram EBERHARD: Çinin Şimal Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 86;

Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, 1997), 767

Ig A. Kemal MERAM: Göktürk İmparatorluğu, (İstanbul: Milliyet Yayınlan, 1964) ,133;

Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157

” Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 760; Türk Ansiklopedisi, Ölü Gömme Maddesi, C. XVIII, 13,14; Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 177,178; P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 74,75

[515]           Mehmet ERÖZ: "Türk Topluluklarının ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme" , Türk Dünyası

Araştırmaları Dergisi, 66

[516]           Abdülkadir İNAN, "Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk Mezarlan", Belleten, XI, 569,570

[517]           Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 415,420,421,422,702,703

[518]           Abdülkadir İNAN: a.g.e., 48; Osman TURAN: a.g.e., 88

[519]       Sadettin GÖMEÇ: "Eski Türk İnancı Üzerine Bir Özet", Tarih Araştırmaları Dergisi, (Ankara : 2003), 87; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 80

[520]       Osman TURAN: a.g.e., 52

[521]       Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 84

[522]       Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 84; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 762

[523]       Osman TURAN: a.g.e., 114

[524]       A.Kemal MERAM: a.g.e. ,126,128

[525]       Ziya GÖKALP: Milli Tetebbular, S. 3,386

[526]       Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 119

[527]    Emel ESİN: "Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü", Türk Kültürü, VI/70, 776

JJ Abdülkadir İNAN: "Eski Türklerde ve Folklorda Ant", A.Ü. DTCF Dergisi, 279; HEREDOT: a.g.e. ,216

[529]    Abdülkadir İNAN: a.g.e., W

[530]    Adile AYDA: Türklerin İlk Ataları, (Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1987), 199

[531]    Adile AYDA: Eski Türk Dini Tarihi, 3

[532]    Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111

33   Adile AYDA: Türklerin...., a.g.e., 197

[534]    Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 90

[535]     İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni Kozmoloji, (Konya : Kömen Yayınlan, 2002), 20

[536]    P. V/ilheJm SCHMİDT: "Eski Türklerin Dini", İÜ. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 89

[537]       Abdülkadir İNAN: a.g.e., 6; Hikmet TANYU: Türklerin Dini Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998), 27

[538]       Osman TURAN: a.g.e., 53

[539]       Adile AYDA: Türklerin..., a.g.e., 199

[540]       A. Kemal MERAM: a.g.e., 130,131

[541]       Sadri Maksudi: a.g.e., 5

[542]           A. Kemal MERAM: a.g.e., 133

[543]           Ekrem MEMİŞ: İskitlerin Tarihi, (Konya : Selçuk Üniversitesi Yayınlan, 1987), 50

[544]           Îlhami DURMUŞ: a.g.e., 90

[545]           Taner TARKAN: "Kimmerler ve İskitler", Genel Türk Tarihi, I, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002}, 514,515

Osman TURAN: a.g.e., 114

[547]           Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde Din ve Düşünce", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 265

[548]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111

[549]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 111

[550]        A. Kemal MERAM: a.g.e., 130-131

36 Hikmet TANYU: a.g.e., 46

[552]           Emel ESİN: "Tengrilik", Sanat Tarihi Yıllığı, (İstanbul, 1983), 39.40

[553]           Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 71

19 Osman TURAN: a.g.e. ,131,132,133

[555] Turhan KAÇAR: "Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, III, ( Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 387,388389

[556]P. Wilhelm SCHMIDT: "Eski Türklerin...i", a.g.e. ,78,79

[557] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 127

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar