İSKİT, HUN VE GÖKTÜRKLERDE DİNİ HAYAT VE BİRBİRLERİYLE MUKAYESESİ
Hazırlayan:
MEHMET MANDALOĞLU
1.
Din
Nedir? Her şeyin bir tanımı, anlamı olduğu gibi
dinin de bir tanımı, anlamı vardır. Toplamların tarihi olduğu gibi dinin de bir
tarihi vardır, insan toplulukları gibi dinin de tarih içinde geçirdiği
değişiklikler vardır. Din her şeyden önce toplumsal bir olaydır. Din ve toplum
birbirinden etkilenmektedir. Din toplumu, toplum dini etkilemektedir. Din;
toplumda, kişilerin düşünce ve davranışlarına, kişiler üstü güçlerin etkilerini
yorumlayarak uygulayan, teorik bir dünya görüşü ve pratik bir evren düzenidir[1] [2]. Türklerde
dışarıdan gelen iki din Türklere etki etmiştir. Bunlardan birincisi Budizm,
İkincisi İslamiyet'tir. İlk Türk dininin içinde sınıf ve imtiyaz ayrımı yoktur.
Bundan dolayı İlk Türk Dini mutluluğun, eşitliğin, kardeşliğin dinidir.
2.
Türk
Dini: Din bir yaşam biçimidir. Türkler tarih
sahnesine çıktıkları andan itibaren çeşitli kutsallara inanmışlar, bundan
dolayı dini bir yaşam biçimini geliştirmişlerdir. Çeşitli dinlerin ve
kültürlerin etkisi altında kalmışlardır. Ziya Gökalp Türk Dini'nin Türk sosyal
yapısının bir ürünü olduğunu belirtmektedir: "Türk dininin genel izahı
bize gösterecektir ki, eski Türklerde Tanrılar, sosyal zümrelerin sembolleri
gibidir. Her tanrı mutlaka bir zümrenin vicdanını temsil eder:
Aşiretin timsali Oğan, Batınların timsali Yer sulardır. Batınların aşiretten
doğdukları gibi, Yersular'da Organ'nın oğullarıdır. Buguhan, cemaatini 4 orduya
ayırmış, her birini bir cihetin bekçisi tanıtmıştı. Bu sosyal örgütün lahuta
inikasından (gökyüzü aynasına çarpmasından): Gök, Kızıl, Ak, Kara Han'lar diye
4 ikinci derece Tanrı vücuda geldi. Bunlar Oğan'ın oğulları sayıldı. Sonraları,
sosyal zümreler bölündükçe, Tanrıların sayısı da o bölümlenişe paralel olarak
arttı. Bu Taunlara Yersu adı verilmesi, Türklerin toplantıları vahalara ve
büyük ırmakları tabi olmasındandır" .
Türkler
tarihleri içerisinde çeşitli dinlere inanmışlardır. Türklerin İslamiyet'ten
önce mensup olduktan dinler hakkında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Türkler
İslamiyet! benimsemeden önce Gök Tanrı Dini, Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık,
Yahudilik, Animizm, Totemizm, Naturizm, Şamanizm gibi dini inanç ve gelenekleri
benimsemişlerdir. Türklerin asıl dini yapışım ise Gök Tanrı Dini oluşturmuştur.
Türkler
kendilerine gelen iyilik ve kötülüklerin gökten geldiğine inanmışlardır.
Türklerin bu inançtan onların Gök Tanrı Dininin benimsemelerine neden olmuştur.
Türklerin bu dini benimsemeleri Gök Tanrı'dan dolayıdır. Tanrı'yı Gök Tanrı
olarak ifade etmişlerdir. Türklerin tek Tanrı'ya dayanan bu inanç sistemleri
daha sonralan İslamiyet'in din olarak benimsenmesinde etkili olacaktır.
Türklerin inandıklan dinin Şamanizm olarak nitelendirildiği de görülmekle
beraber aslında Şamanizm din değil sadece sihri bir durumdur. Türklerin
inandıklan eski dinleri Tek Tanrı inancına dayalı Gök Tanrı Dini'dir.
BÖLÜM
Tarih
sahnesine çıkan ilk Türkler, yani Hunlar (M.Ö. IH. Asır), Şarki Asya sahasında,
Çin'in şimaline doğru, Gobi çölü etrafında görünüyorlar. Milattan sonraki bin
yılın ikinci yansında Asya ve kısmen Avrupa tarihinde de mühim roller oynayan
Türk kavimleri, Türkler ve Uygurlar, Orta Asya büyük dağlık bölgelerinde Baykal
gölünün cenub garbinde oturuyorlardı. Türklerin anayurdunun Altay civarında
olduğu başka belgeler yanında Çin kaynaklarının ilmi eserlerde çok geçen bir
kaydı ile de ispat edilmiştir. Bu kayda göre Türk kavİmlerine adım veren ve
M.S. VI. asırda meydana çıkan "Türk" (=Göktürk) kavminin anayurdu
Altay'dı[3].
Eski
Türklerde din, tüm kainatın hakimi ve yaratıcısı olan yüce bir varlığa inanma
etrafında şekillenmiştir. Türkler bu yüce varlığı hem gök hem de Tanrı anlamı
içeren “Tengri” kelimesi ile ifade etmişlerdir. Tengri, eski Türk inancında,
tek yaratıcı olarak din sisteminin merkezinde yer almaktadır. O, aynı zamanda
semavi bir mahiyete sahip olduğundan, eski Türk vesikalarında çoğu kez “Kök-
Tengri” adı ile zikredilmektedir. Bundan yola çıkarak eski Türk inancına
“Kök- Tengri Dini” adı verilmiştir[4]. Eski
Türkler bunun yanı sıra Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi
dinleri de kabul etmişlerdir. Bazı araştırmacılar Türklerin mensup oldukları
dinleri arasında Şamanizm'i de zikretmişlerdir.
Orta
Asya gibi muazzam bir coğrafyada yaşayan Türk toplulukları zamanla çeşitli
inanç sistemlerini benimsemişler birini bırakıp bir diğerine geçmişlerdir. Bir
önceki inanç sistemi yenisinin gelmesiyle birlikte kaybolmamış, kendini yeni
inanç sisteminin içine uydurarak varlığım sürdürmüştür. Türk zümrelerinin
girdiği her yeni din, onlara yeni bir şeyler öğretip belli ölçüde düşünce ve
hayat tarzlarına etki etmiştir[5]. Türk
kelimesi Türkleri diğer kavimlerden yalnız lisanca ve siyasetçe ayıran bir
tabir değildi; onlan din itibariyle de yabancılardan ayırıyordu[6]. Kuzey
Eurasia boylarının tabiata yakın hayatı,dini tasavvurlara da kozmolojik
bir veçhe vermişti. Kadim Çin ve erken Türk kaynaklarından belirdiğine göre,
inançlar, kainatın dış görünüşünden, gece ile gündüzün tezadından ve
mevsimlerin tekrarından mülhem idi. Erken Türk tasavvurlarında, zamanın akışı
şöyle izah ediliyordu: Gök kubbe, kutbundaki bir altın veya demir kazık
etrafında, dönmekte idi. Burçları taşıdığı sanılan büyük bir çark şeklindeki
Ekliptik (Türkçe, çığn), gök kubbenin dönmesine dik, bir diğer deveran icra etmekte
idi. Canlıların da, benzer şekilde, hayat ile ölüm arasında seyir ettiklerine
marnlıyordu. Yeıyüzünde, parlak gök kubbe altında yaşayıp, ölünce, yer altı
karanlıklarına batıyorlardı. Gök ile yer arasında mihver gibi görülen dağlarda,
semavi varlıkların, alp ruhları ile buluştuğu düşüncesi de, bazı boylarda
kaydedilir. İnsanların kaderi gök tanrısı ve yer su "kuflarının
(ruhlarının) bahş ettikleri "kut"a göre beliriyordu[7].
Eski
Türk dini Gök Tanrı merkezinde şekillenmiş kendine özgü bir sistemdir. Gök Tanrı
merkezli olan eski Türk dinini Gök Tanrı dini olarak nitelendirmek yanlış
olmaz. Türk Tarihi üzerine araştırma yapanlar Türklerin eski dini hakkında
değişik şeyler söylemişlerdir. Eldeki kaynakların çok yeterli olmadığım
düşündüğümüzde ilk müracaat kaynağının yabancı yazarlarınki olduğu aşikardır. Eski Türk dini hakkında
araştırma yapan batılı tarihçiler konu ile ilgili yanlış bilgiler
aktarmışlardır. Türklerin Tek Tanrı inancının aksine, Çok Tanrılı
dinlere sahip oldukları batılı tarihçiler tarafından iddia edilmiştir.
Ülkemizde Eski Türk Dini hakkında araştırma yapan yazarlarımızdan bazıları
batılı tarihçilerin fikirlerinden etkilenmişler, ve hatta bu fikirleri
benimseyerek çalışmalarına almışlardır. Bizim araştırmacılarımız içinde de
Türklerin eski dinini Şamanizm veya totemizm olarak nitelendirenler
bulunmaktadır. Bazı batılı araştırmacılar ise Türklerin eski dinlerinin Tek Tanrı
inancı olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu araştırmacılar Tek Tanrı inancı
içerisinde yer alan ve
Türkler
tarafından kutsal sayılan bazı şeyleri ilah seviyesine çıkarmaya
çalışmışlardır: Örneğin Türkler arasında ve bilhassa Orhun Abidelerinde
dikkatimizi çeken Umay kutsal bir varlıktır. Bu kelime bir ilahe olarak
değerlendirilebilir. Divan-ı Lügat'it-T ürk'te Umay kelimesi "Çocukları
koruyan ruh" anlamında geçmektedir. "Umay" bu haldeyken bir
kadın ilahe olarak dini inancın içerisinde incelenmiştir[8].
Eski
Türk Dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler
gösterse de onu Lev. N. Gumilev'in halkın Gök Tanrı'ya, aristokratların da
atalara tapındıkları şeklinde ikili bir şemaya oturttuğu, nitelik yönünden de
bir nevi animatizm olarak ifade ettiği düşünceye katılmak mümkün olmadığı gibi
J.P. Roux'un dediği gibi Moğol etkisi ile yeniden canlandırılmış bir çeşit
Şamanizm olarak da kabul etmek mümkün değildir. Bize göre eski Türk dini, Gök
dini, Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir
monoteizmdir ve onu ancak Gök Tanrı Dini olarak isimlendirmek mümkündür[9].
Türkler
hakkındaki ilk bilgilerimizi Çin tarihçileri tarafından yazılmış olan
yıllıklardan öğrenmekteyiz. Ancak bu yıllıklar Çinliler tarafından
yazıldığından tarafsız bir bakış açısına sahip değildir. O yüzden iyi etüd
edilmesi gerekmektedir. Çin yıllıklannda Türklerin dini inançlan ile ilgili
bilgiler bulunmasına rağmen yanlış anlaşılmalara neden olmuştur. Theophylaktos
Simokattes, Türklerin ateşe, havaya ve suya taptıklarım bildirir. Onlar
"toprağa ilahi söylerler ve sadece göğü ve yeri yaratanın önünde boyun
eğer ve O'na Tanrı derler. O'na at, sığır ve koyun kurban ederler. Din adamları
olarak, onlara ne olacağı hakkında kehanette bulunma yeteneğini sergilediğini
düşündükleri kimseler vardır, burada, kökleri muhtemelen İç Asya halklannın
eski inanışlarında bulunan, Türklerin Tengri (Gök, Semavi Tanrı) inancını
görüyoruz. Yir-Sub (Yer-Su) inancına ve (en önemlisi kehanet olmak üzere)
Şamanlık uygulamalarına işaret vardır. Bunlara ilaveten Orhun yazıdan,
doğurganlığı çağnştıran Umay adlı bir koruyucu ilaheye gönderme yapar. Kutsal
dağlara, özellikle Ötüken yışa (dağ ormanı) da tapınma vardı. Burası mukaddes
bir yerdi[10].
Bozkır
Türklerinin dini inançları şu üç noktada toplanmaktadır[11]:
a:
Tabiat kuvvetlerine inanma: Türkler
tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanmaktaydılar. Türkler
inandıkları bu gizli kuvvetlere kutsiyet atfetmişlerdir. Bundan dolayıdır ki
Türkler arasında kahinlik veya falcılık itibar görmüştür. Menandor, Türklerden
bahsederken "her ne kadar toprağa, suya ve ateşe kutsiyet yüklerlerse de
kainatın tek yaratıcısı olan tek Tanrı'ya inanırlar" demektedir. Eski
Türklerin tabiatta varlığına inandıkları gizli kuvvetler İdi/İzi/lyeler
adıyla bilinen koruyucu ruhlar idiler. Tabiatta olan bu gizli güçler dünyanın
üzerinde dolaşırlardı. Topraklar üzerinde hakim sahipler veya hakim ruhlar
olarak da adlandırılan bu varlıklar gözle görünmezlerdi. Eski Türklerin aynı
ruhlar hakkında çok belirli tasavvurları vardı. Bu ruhlardan iyilik getireni
de, kötülük vereni de olurdu. Lâkin onlar ayrı ayrı bölgelerde bulunmaktaydılar.
Yani aynı ruhlar aynı zamanda hem iyi, hem de kötü olmuyorlardı[12].
b.
Atalar
kültü: Ölmüş atalara tazim olarak da
geçmektedir. Atalar öldükten sonra, ruhları vasıtasıyla, aile efradım korumağa
devam ettiklerinden, onlara karşı duyulan minnet hissidir. Atalara ait
hatıralar kutsal sayılmakta, mezarlarına yapılan tecavüzler savaş sebebi kabul
edilmektedir.
c.
Gök
Tanrı: Eski Türklerde Gök Tanrı dini hakimdi. Gök Tanrı
bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olarak görünmekte ve din sisteminin
merkezinde yer almış bulunmaktadır. Türkler, Gök Tanrı adım verdikleri
gökyüzünü inançlarının merkezine yerleştirdiler. Bu kavram onların zihninde
zamanla maddi bir varlık olmaktan çıktı ve bütün varlıkları yaratan ve bütün
varlıklara hükmeden yüce bir varlık haline dönüştü[13].
Türklerin
eski dinleri konusundaki bilgileri Çinlilerin "Wey-şu" ve
"Sui-şu" salnamelerinde rastlanmaktadır:
"Wey-şu"
Türk dini törenlerini şu şekilde göstermektedir: 1. güneşin memleket üzerine
doğuşunu temsilen hanın otağına doğudan giriş; 2. devlet erkanının, ataların
mağarasına yılda bir defa kurban takdim etmesi; 3. beşinci ayın 10-20. günleri
arasında halkın nehir kenarında toplanarak göğün ruhuna kurban takdim etmesi;
4. Dugın'ın 500 li batısında yüksek bir dağ vardır ve dağın tepesinde ağaç ve bitki
bulunmayan Bodin İnli isminde bir yer bulunmaktadır ki manası ülkelerin
koruyucu ruhu demektir.
"Sui-şu"
ise sadece "cinlere ve perilere taparlar, Şamanlara inanırlar"
demektedir[14].
Eski
Tilrkînancı Üzerine Ortaya Atılan Tezler:
Türkler
Totemisttir: Bu görüşü savunanlar Çin
yıllıklarına göre hüküm vermektedirler. Fuad Köprülü'nün de aralarında yer
aldığı kişiler Çin yıllıklarında bulunan Türklerin keçeden resimler yapmaları,
onları sırıkların uçlarına asmaları ve saraylarda yanlarında bulundurmaları[15] gibi
bilgilerle kurda değer vermelerini göz önüne alırlar.
Eski
Türklerin Dini Toyunizmdir: Bu görüşü Ziya
Gökalp savunmaktadır[16]. Buna
göre Türklerde din adamlarına Toyun denilmektedir. Bundan dolayı da Türklerin
Eski dinleri toyunizm olarak nitelendirilmektedir. Ziya Gökalp, eski Türk
inancı hakkında açıklama yaparken Şamanizm'in eski Türklerin dini değil, sihri
bir sistemi olduğunu belirtir[17].
Türkler
Şamanisttir: Türklerin şamanist olup
olmadıkları yada Şamanizme inanıp inanmadıkları ile ilgili olarak pek çok yerli
ve yabancı araştırmacı fikir beyan etmişlerdir. Bazdan Eski Türk Dinini
Şamanizm olarak nitelendirirlerken, bazdan da bunun tam zıddını iddia
etmişlerdir. Kanaatimize göre de ikinci iddia doğrudur. Çünkü Eski Türk dini
Şamanizm değildir. Ancak eski Türk dini içerisinde şamanist unsurlar
bulunmaktadır. Tek Tanrı dininin içinde yer alan bir cüzdür. Eski Türk dinini
Şamanizm olarak kabul eden Abdülkadir İnan bu konu ile ilgili şunlan beyan
ediyor[18]:
"...eski Türk dinini cihanşümul iptidai Şamanizm'in bir dalı olarak kabul
ediyor, eski Türk dinine Şamanizm diyoruz. Kafesoğlu, Şamanizmi
değerlendirirken onu, bir din olmaktan ziyade ruhlara, cinlere, perilere emir
ve kumanda eden gelecekten haber veren sihir olduğunu beyan ediyor.
Türkler
Tek Tanrıya İnanıyorlardı: Türklerin dinlerinin Tek Tanrılı
din olduğu kabul edilmektedir. Bu inanca Gök-Tanrı veya Tanrı İnancı
denilmektedir. Orhun Abidelerinin pek çok yerinde Tengri kelimesine
rastlanmaktadır. Eski Türklerin dini hayatının tek Tanrı inancı olduğunu pek çok
araştırmacı savunmaktadır. Bunlardan en önemlileri İbrahim Kafesoğlu, Hikmet
Tanyu gibi önemli isimlerdir. Kafesoğlu, Gök Tanrı'nın bozkır kavimleri
inancında tek yaratıcı olarak göründüğünü ve din sisteminin merkezinde yer
almış bulunduğunu söyleyerek Gök Tanrı dininin eski Türklerin hakim dini
olduğunu[19]; Hikmet
Tanyu da Türklerde Tek Tanrı inancının olduğunu belirtmektedirler[20]. L.
Rasonyi de Türklerin tek Tanrı inancına sahip olduklan görüşündedir. Tek Tanrı
görüşü eski Türklerin içtimai teşkilatına, ataerkil fikrine tamamen uygundur[21].
Bahaeddin Ögel, Türklerin disiplinli bir hayat ve toplum düzenleri yüzünden
"Tek Tanrı" düşüncesine erken çağlarda eriştikleri görüşündedir[22].
Bütün
bunların dışında olmakla beraber dağ, orman, ağaç kültüne istinaden anemist
(tabiatçı) olduklarını savunanlar da bulunmaktadır.
Eski
Türkler dinle iç içe bir hayat yaşamışlardır. Toplumun gelişmesi dini hayatın
da gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme toplumdaki gelişmeye paralel olarak
gerçekleşmiştir. Eski Türk dini animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi
bir takım özellikler gösterse de Eski Türk dini, Gök dini, Gök Tanrı merkezli,
onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir ve onu ancak
Gök Tanrı Dini olarak isimlendirmek mümkündür[23].
1.
Şamanizm: Zihinleri meşgul eden bir konu Türk
Dininin ne olduğu sorusudur. Bu soru üzerinde çalışmalar yapan yerli ve yabancı
araştırmacılar Eski Türk Dininin Şamanizm olduğunu belirtmişlerdir. Bu
araştırmacılardan bir kısmı Şamanizmi Tek Tanrı inancı olarak ele alırken
diğerleri çok Tanrılı bir din olarak ele almışlardır. Şamanizm, gerçekte arkaik
bir dini-sihri-mistik olaydır. Ona Paleolitik Çağ'dan bu yana rastlanmaktadır.
Şamanizm, ekstazik ve terapötik yöntemler toplamı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şamanizm'in gayesi, ancak görülmez ruhlar alemi ile temasm ve insanların
işlerinin gidişatına ruhların desteğinin sağlanması olarak görülmektedir[24].
Eliade'ye göre Orta ve Kuzey Asya topluluklarının dini-sihri hayatı
"şaman" etrafında şekillenmektedir. Ancak dini sihri hayat
Şamanlıktan ibaret bulunmamaktadır. Şamanlık hastalara şifa verici
unsurlardandır. Şamanlık kısaca "vecd ve istiğrak" halidir[25]. Çin
kaynaklarının verdikleri haberlere göre eski Orta Asya şamanizminin esası Gök-Tanrı,
Güneş, Ay, Yer, Su ve Ateş Kültleri idi[26].
Şamanizm, dünyevi olup tarihte çok geniş alanı kapsamıştır.N. L. Jukovskaya'ya
göre de dünyevi olan ve kabile sisteminin bozulma, sınıflara ayrılmış cemiyetin
başlangıcında ortaya çıkan mistik olaydır[27].
Şamanizm'de
kainat bir takım tabakalara ayrılmıştı. Yukarıda on yedi kat ışık aleminin
yani, Cennet'in ve aşağıda yedi yahut dokuz kat karanlık alemin, yani
Cehennem'in varlığı kabul edilirdi. Ortada da, insanların yurdu olan yeryüzünün
bulunduğu sanılırdı. Tanrı'nm, göğün en yüksek noktasında oturduğu düşünülürdü.
Türkler, Gök Tanrısına milli bir anlam vererek bağlanırdı. Onlara göre, iyi
ruhlar bir kuş veya böcek gibi uçarak yakanda Cennet'e gider ve
şefaatçi olurlar. İnsan ölünce, kötü ruhlar yerin aşağısındaki tabakalara gidip
kötülük yapmaktan haz duyarlar. Yeryüzünde Yer-Su adına iyilik yapan ruhlar
bulunur. Bunlar yüksek dağlarda, nehir kaynaklarında ve ormanlarda kalırlar.
Türkler bu sebeple buralara kurban sunarlardı. Dini merasimleri, dini önder
sayılan "kam"lar yürütürlerdi[28].
Şamanizm,
Türklerin eski dini olamazdı çünkü Şamanizm bir din değildir. Özellikle Eliade
tarafından ortaya atılan ve birçoklan tarafından kabul edilen bu fikre göre,
Şamanhk bir din olmaktan çok "vecd tekniği"dir. Bu tatbikat şamanlar
tarafından ruhların çağrılması, kötü ruhların kovulması v.s. yoluyla bazı
pratik gayeler gütmektedir. Şamanhk birçok kavim gibi Türkler arasında da
yaşıyordu fakat Türklere mahsus olmadığı gibi, bir din de değildi. Asıl
din içinde sürdürülen ayn bir tatbikattı[29].
Şamanizm, Ohlmarks'a göre din olmayıp din yerine geçen bir nevi cezbe ve
istiğrak halidir[30].
Şamanizm'in,
"din" olmayıp bir "sihir" olduğunu aşağıdaki deliller ispat
eder[31]:
1.
Seher,
dinin zıddına kıymet verir: Eski Türk dini, "sağ"ı kutlu tanırdı.
Şamanizm ise "sol"u kutlu tanırdı.
2.
Din "sağ"da
oturan erkeğe kıymet verirdi. Şamanizm ise, "sol"a mensup bulunan
kadına kıymet verirdi,
3.
İptidai
cemiyetlerde, din "millef'tir; sihir ise, "kozmopolif'tir. Bir adam
dini ayn, milleti ayrı, ırkı ayn Şamanlara müracaat edebilir. Fakat, kendi
dininden ve cemiyetinden olmayan din reislerine müracaat edemez. Sihir, tababet
gibi kozmopolittir. Fakat, din öyle değildir.
4.
Şamanizm'in
bir din olmadığı, bir şamanın muvaffak olmak için, kadın gibi saçım
kestirmesinden, bıyığım, sakalım tıraş ettirmesinden, kadın elbisesi giyip,
kadın evzaı takınmasından, cins münasebetlerinde kadın rolü oynamasından, hatta
gebe kalıp birtakım hayvanlan doğurmasından anlaşılır. Bu gibi zıt hareketler
sihiri, dinden ayınr.
5.
Bir de
şamanın bir tabip gibi, yalnız müşterileri vardır, din reisinin ise,
müşterileri değil müminleri vardır.
Şamanizm'in
en eski şekline göre öbür dünya aşağıdaki dünya ile aynıdır. Daha mütekamil
Şamanizm'de ışık alemi olan göğün de aşağıdaki dünyanın da birçok tabakası
vardır[32]. Yukarıda
17 kat ışık alemi olan sema ve aşağıdaki 7 veya 9 katta karanlıklar
alemim meydana getirirler.
Eski
Türk panteonunda (Taunlar Alemi) birçok Taunlar bulunmuştur. İlk büyük Türk
İmparatorluğu devrinden sonra bu panteondaki Tanrıların en büyüğünün Gök-Tanrı
olduğuna inanılmıştır. M.Ö. II. asırda Hun Türklerinin Gök Tanrıya
inandıklarına dair Çin kaynaklarında haberler vardır[33].
Çin kaynaklarından öğrendiğimiz dini törenler vardır. Bu dini törenlerin
yöneticileri kam adı verilen dini liderlerdir. Çin kaynaklarının
bildirdiklerine göre yılın 5. ayında "Lung çeng" şehrinde
toplanırlar, atalarına, Gök Tanrı'ya, Yer-Su ruhlarına kurban sunarlardı. Bu
ayine ruhların başbuğları da katılırdı.
Ölülerine
yuğ denilen dini törenler yapıyorlardı. Şamanistlere göre bütün dünya ruhlarla
doludur. Dağlar, göller, ırmaklar hep canlı nesnelerdir. Bazı dağlar veya bu
kabilenin mukaddes tözü sayılır ki bu töz asıl menşe sayılır .
Yer-Su
ruhlarının en önemlilerinden biri dağ kültüdür. Katanov, mukaddes dağlar ve
onların ruhları adına en muhteşem ayin ve törenler yapıldığım belirtiyor.
Ayrıca oba kültü ve onun için yapılan ayin ve törenler ormana olan inanç ve
ağaç kültü önemli inançlardır. Türkler ormana çok değer verirlerdi. Ötüken
ormanı Göktürkler devrinde önemli kültlerden biri olmuştur. Ateş ve ocak kültlerinin
de önemini unutmamak gerekir.
Ayinlerin
iki şekilde yapıldığım görmekteyiz:
Muayyen
vakitlerde yapılan ayin ve törenler
Tesadüfi
olaylar karşısında yapılan ayin ve törenler
Muayyen
vakitlerde yapılan ayinler bahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir.
Bu ayinler eskiden beri yapıla gelmiştir. Ölüm, evlenme, doğum, hastalık gibi
durumlarda yapılan ayinler de bulunmaktadır,
Türk
Dini değerlendirilirken "Gök Tanrı veya Tanrı inancı” olarak
adiandınlmalıdır. Yapılan son araştırmalarda Türklerin Tek Tanrıya inandıkları
ve onların dinlerinin Tek Tanrıh bir din olduğu ispatlanmıştır.
Atiı
Türkler yere sadece atlarının ayaklan ile bağlı idi. Onlar kendilerini yağız
yer ile mavi gök arasında asılmış, boşlukta yürür gibi görürlerdi. Türk'ün başı
gökteydi. Sonsuz göğün tek rengi tek kubbesi onun düşüncelerim birleştiren ve
tek amaca yönelten önemli bir sebepti. Otağının altında bir aile reisi, gök
kubbesinin altında da bir Türk kağanı vardı. Elbetteki bu sonsuz ve masmavi
kubbenin üstünde dolaşan, ay ile yıldızların da sahibi bir hakan olacaktı. Her
şeyi o yaratmış, yaratıklar yaşasın diye yer ile sulan o vermişti.
1.
1. Şaman (Kam): Şaman, Şamanizm'e bağh
kavimlerde ruhlarla insanlar arasında mutavassıt rolünü oynayan bir nevi din
adamıdır >
Şaman
kelimesi üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmış ve bu kelimenin, Tunguzca’dan
Rusça vasıtasıyla bilim dünyasındaki yerini aldığı kabul edilmiştir, Türk
halklan arasında ise bu kelime bilinmemektedir. Onlar Samanlarına, “Kam”
demektedirler. Bilindiği kadanyla bu kelime V. yy.dan beri yaşamaktadır.
Avrupa’da hakimiyet kuran Hunlar zamanında “Ata-kam” ve “Eş-kam” adlarında İki
kişiden bahsedilmektedir[34] [35] [36] [37].
Şamanların
kendilerine mahsus totemleri vardı. Şaman totemini en gizli, kapalı yerlerde,
örneğin karlar altında saklardı. Çünkü, totem ölürse, şaman kendinin de
öleceğine hükmederdi. Şaman, toteminin ahlakına tabi idi: totemi
"tavşan" olan şaman gayet cevval olurdu. Totemi "tilki"
olan çok hilekar olurdu. Totemi "arslan" olan, çok yiğit olurdu .
Kamların
geleneksel Türk dini içerisinde belli bir mevkileri vardır, ancak onların
faaliyetleri, statüleri ve fonksiyonları sınırlıdır . Başlıca vazifesi ruhlarla
temas olan şamanlar, özel bazı kabiliyetlere sahip kimselerdir. Bu nedenle
belirli bir eğitimle herkes şaman olamaz. Şamanhk, doğuştan gelen bir
özelliktir. Dini-sihri özelliklere sahip olan Şamardan "rahip" olarak
kabul etmek hatalıdır. Onları "büyücü" olarak da nitelendirmek yanlış
olur. Kahin veya halk hekimi olarak da nitelendirilmemelidir. Şamanlar,
"vecd ve istiğrak" teknisyeni olarak karşımıza çıkmaktadırlar[38] [39].
Kamların, Tanrı veya Tanrılar ile insanlar ve ruhlar arasında aracılık yapma
kabiliyetine sahip olduğuna inanılmaktadır. Toplumda ölüm ve hastalık gibi
birçok kötülükler ruhların işi olarak görülmektedir. Onların, vecd tekniği
sayesinde ruhlan hükümleri altına alabildikleri; ölülerle ve tabiat ruhlan ile
bağlantı kurabilecekleri, ateşe hakim olabilecekleri, hastalanan yani ruhlan
çalman kimselere şifa temin edebilecekleri, dertlilerin şikayet ve dileklerini
dinleyerek onlarla Gök Tanrı ve öteki kutsiyetler arasında aracılık
yapabilecekleri kabul edilmekteydi. Onların toplumdaki dini sihri hayattaki
önemleri ölümlerinden sonra kendilerine gösterilen saygıda da devam etmiş ve
kamlar ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyuculan sayılmışlardır.
Ancak onlar, toplumsal hayata ve hatta toplumun dini yaşayışının tamamına
hiçbir şekilde hakim olamamışlardır . Eski Türklerde, dini ayin ve kurban
merasimlerini yöneten, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan kamlar,
çeşitli ruhlarla ilişki kurmasını bilen kişilerdir. Normal insanlar, ruhların
hangi tabiatta, hangi huyda olduklarım, nelerden hoşlandıklarım bilemezler.
Onların, hangi cins kurbanlardan memnun kalacaklarım tayin edemezler. Şamanlar
ata ruhlarından aldıkları kuvvet ve ilham ile, bütün bunları bilirler. Bir
yandan iyi ruhların insanlar için faydalı ve hayırlı tesirlerini devam
ettirmediğini sağlamağa, diğer yandan da çeşitli çarelere baş vurarak, kötü
ruhların zararlı faaliyetlerini önlemeğe çalışırlar[40].
Gök Tanrı insanlarla, ruhlardan oluşan elçiler vasıtasıyla konuşuyordu. Şamana
gök seyahatinde ruhlar refakat ederlerdi. Aynca, tabiattaki her bir varlığın
sahibi olan bir ruh vardı. Hiyerarşik olarak vazife yaparlardı. Bütün
nehirlerin, denizlerin, göllerin, dağların, tepelerin içinde veya üzerinde
yaşayanların koruyucu ruhlan vardı[41].
Şamanist
Türkler, Şamanlarm harikulade insanlar olduklarına, ruhlar, gizli güçler ile
ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı. Hatta şamanlar
Gök Tanrı ile de temasa geçip ondan mesajlar getirebilen şahsiyetlerdi. Onlar
bu kabiliyetleri elde etmek için inzivaya çekilerek kendilerini sıkı bir
riyazete
tabi
tutarlardı. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri
önleyen, yahut düşmanlarına musallat olan, hastalan iyileştiren, göğe çıkıp
uçabilen, ateşte yanmayan Tüık Şamanlan incelendiğinde bunların Türk veli
imajına çok benzedikleri görülecektir[42].
Şamanhk
kabiliyeti ve bilgisi irsidir, babadan oğula intikal eder. Herkes kam olamaz.
Kendi kendine öğrenmekle de şaman olunamaz. Şaman olabilmek için belli başlı
bir karnın neslinden gelmek gerekir. Şaman olabilmek için başka bir yöntem ise
doğal yetenektir. Dalgınlık, hayal görme, inziva eğilimi, söyleme, asabiyet,
zaman zaman bayılma, sara nöbetlerine benzer ve ağızdan köpük gelmesi gibi
haller, ağaç kabuklarıyla beslenme, kendini ateşe veya suya atma, bıçakla
yaralama gibi davranışlar kamlık eğilimi ve kabiliyetinin belirtileri
sayılmaktadır[43].
Karalıkla ilgili bazı belirtiler göstermiş olmak da şaman olmak için yeterli
değildir. Bunun için yaşlı bir kamın yaranda belli bir süre eğitim almak
gerekir. Hazırlık ve deneme sathasmî başarıyla tamamlayanlar, bir giriş
töreniyle bu mesleğe kabul edilmiş sayılırlar[44].
Kam olacak kişi, daha çocukken marazlı, çekinik ve dalgındır. Bir ailede
gençlerden biri sara nöbetleri geçiriyorsa Altaylılar, onun atalarından birinin
mutlaka şaman olduğuna inanırlar. Kişi, kendi istemiyle de kam olabilir, ancak
bu tür bir şaman ötekilerine göre daha aşağı düzeyde sayılır[45].
Gerçekten sayısız misaller, Şamardık yeteneğinin marazi olduğunu
göstermektedir. Radloffun şamanlar hakkında aktardığı bilgiler abartılıdır.
Onun aktardıklarına göre; ataların kuvvetleriyle şaman olarak tespit edilen
şahıs, azalarında birdenbire bir gevşeklik hisseder, bu hal şiddetli bir
titreme ile kendini gösterir. Onda, kuvvetli ve doğal olmayan esneme başlar.
Göğsünde ağır bir tazyik hisseder, birdenbire yerinden sıçrayarak deli gibi
etrafta dönmeye başlar, nihayet ter içerisinde yere yuvarlanır ve saralı
çarpınmalarla kramp İtrisinde kıvranır. Azalar bir şey duymaz, eline ne geçerse
yakalar ve yutmaya bakar. Kızgın demir, bıçak, iğne, balta gibi şeyler olsa
dahi bunları yutmaktan ona bir zarar gelmez. Bir müddet sonra yuttuğu şeyleri
olduğu gibi geri çıkanr. Bütün bu ıstıraplar, gittikçe artar, nihayet bu
şekilde muzdarip olan şahıs, şaman davulunu yakalayarak Şamardık işini icraya
başlar[46]. Şaman
olacak kişinin göreve çağınlışı — rüyada, esrimede ya da hastalıkla - ya
tanrısal bir varlıkla, bir ata ruhuyla, bir hayvanla rastlantısal olarak
karşılaşmak suretiyle veya sıra dışı bir olay (yıldırım, ölümcül bir kaza)
sonucu gerçekleşir[47]. Öte
yandan, yalnız fitri kabiliyet de şaman olmak için yeterli değildir. Şaman
adaylarında, bazı özel yetenek ve bilgi de bulunması gerekmektedir. İnanışa
göre şaman, mesleğindeki gücü ve bilgiyi atalarından alır. Onlardaki kudretin
suduru ile davulu idare etmeyi, makamla dualar okuyup, ataları, ruhları
çağırmayı ve nihayet onların yardımı ile kendi ruhunu bedeninden ayırarak
aydınlık veya karanlık aleme göndermeyi öğrenir. Denildiğine göre, ölmüş
Şamanların ruhları “temiz, iyi ruh” olarak yer altı aleminden ayrılıp bu
dünyada yaşarlar. İşte şaman, bu akraba ruhları olmadan bunları asla yapamaz.
Şamanların kendilerine göre asıl öğretmenleri, bir takım özel ruhlar ile işte
bu ata ruhlarıdır. Bununla birlikte müstakbel şaman genellikle usta bir şamanın
yanında öğrenim görür. Şaman adayı bu kişinin yardımıyla çeşitli ayinlerin
nasıl yapılacağım, okunacak dualan ve efsunlan öğrenerek görünmez kuvvetlerle irtibata
geçer. Sonra genç kamın bütün yakınlan toplanıp “kam baksı toy”denilen ayini
yaparlar. Bu ayin ihtiyar şamanın nezaretinde genç şaman tarafından
gerçekleştirilir. Böylece genç şaman, gerçek kam sıfatıyla ayin yapmaya yetki
kazanmış olur. Şamanlığa tayin edilen kimse ataların arzusuna karşı gelir ve
Şamanhk yapmak istemezse, korkunç ıstıraplara katlanır veya azgın bir
şekilde delirerek kısa zamanda kendisine kıyar veya hastalığının artmasından
ölür[48]. Kamlar
ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyucuları sayılmışlardır. Ancak
onlar, toplumsal hayata ve toplumun dini yaşayışının tamamına hiçbir şekilde
hakim olamamışlardır[49].
Ak
kamlar, yalnız göğe, başta aydınlık aleminin hakimi ve yaratıcısı olarak kabul
edilen Ülgen olmak üzere, oradaki iyi ruhlar için ayin yaparlar. Kötü ruhlara
(kara töz) ayin yapmazlar, kanlı kurbanlar vermekten sakınırlar. Kara kamlar
ise, yer altının kötü ruhlarını temsil eden Erlik ve ona bağlı kötü ruhlar için
ayin yaparlar. Bu iki kam tipini, kıyafetlerine bakarak da birbirinden ayırmak
mümkündür. Ak kamlar başlıksız ve daha sade elbise giyerken, kara kamlar,
başlıklı ve üzerinde oldukça fazla sembol bulunan elbiseler giyerler. Ak kamlar
halk tarafından çok sayıldıkları halde kara kamlar kadar iş görmezler. Çünkü
toplum, ayin yaptırmak için daha ziyade kara kamlara müracaat ederler. Bunun
sebebi, aydınlık dünyasındaki ruhların daha az tehlikeli olduklarına inanma
olsa gerektir. Şamanist inanca göre insanlar, karanlık dünyası ruhlarından
çekindiklerinden daha çok kara kamlar vasıtasıyla bunları kötülüklerinden
korunmaya çalışırlar.[50]
Şamanist
inançta kamlar, kutsalla olan ilişkilerini yerine getirirlerken veya dini
pratiklerin uygulanışı sırasında kendilerine mahsus, özel kıyafetler
kullanırlar.
Kamların
kendilerine özgü kıyafetleri vardır. Her kamın kendine mahsus özel bir cübbesi,
külahı, davulu ve maskesi mevcuttur. Cübbe ve davulun vasıflan ve biçiminin,
kanım hizmetinde bulunduğu ruh tarafından bildirildiğine inanılmaktadır[51]. Elbise
hazır olduktan sonra kam bir ayin yaparak elbiseyi ruhların beğenisine sunar[52].
Kam
elbiselerinin üzerindeki semboller, bilmen bir hayvanı sembolize eder. Elbise
hangi hayvana benziyorsa, o hayvan kanım koruyucu ruhu olarak kabul edilir[53].
Ayin
yapmak için gerekli olan malzemelerden birisi de davuldur. Cüppe gibi davul da
şamanın mesleğe davet edilmesinden hemen sonra, ata ruhlarının verdiği ilham
üzerine yapılır. Davulun kasnağı tercihen kayın veya sedir ağacından yapılır.
Bunların temiz, sağlam ve evlerden uzak yerlerde yetişmiş, hayvanlar
yaklaşmamış ve insan eli dokunmamış olması gerekir[54].
Davulun derisi ise geyik veya dağ keçisi derisindendir. Davulun iç kısmında
kollarını uzatmış ayakta bir insan şeklinden ibaret bir sap vardır ki buna
davul sahibi manasında “tüngür asi” veya “eezi”[55]
denir. Bunun üzerinde pek çok demir parçacıkları ve levhacıkları olup bunlar,
davul sallanırken kuvvetli ses çıkarırlar. Bundan başka sapa kırmızı ve mavi
renkte ve atalar tarafından takdis edilmiş şeritler iliştirilmiştir.
Ayrıca
davul derisinin hem iç hem de dış kısmında kırmızı ve beyaz şekiller
çizilmiştir. Bunlar şamanist dünya görüşü ile kurban merasimlerini aksettiren
şekillerdir. Bu resimler yerdeki bazı mevcudat ile gökteki efsanevi varlıklara
aittir. Sağda ay, solda güneş resmi onların üzerinde de birçok yıldız vardır.
Ayrıca Ülgen’in kızlarım tasvir eden resimler ile kuş, geyik, at, ağaç vs.
şekiller de bulunur. Bunlardan başka ayin icra edilen bir sahne de
resmedilmiştir.[56]
Davul
yapıldıktan sonra ardıç ağacı yakılıp tütsülenir ve ruhlara şarap serpilir
(saçı saçılır). Her davul şamanın ölümünden sonra ormana götürülüp parçalanır
ve bir ağaca asılır.
Öte
yandan kanım davul çaldığı tokmak da tıpkı davul ve cüppe gibi özel olarak
hazırlanır. Üzeri davula vurulduğunda boğuk ses çıkmasını temin etmek için keçe
ile onun da üzeri, kıllı hayvan derisiyle (samur, kakım veya tavşan derisi)
kaplanır.[57]
1.2.
Şamanın Görevleri: Şamana ancak kısırlık veya zor
doğum gibi ruhlarla temasa geçilmek suretiyle halledilebilecek zor meselelerde
müracaat edilir. Şaman, bazen ölenin ruhunun geri dönmesini önlemek için cenaze
törenlerine çağrılır, yeni evlileri kötü ruhlardan korumak için düğünlerde de
hazır bulunur.[58] Şamanın
başhca vazifesi ruhlarla temas etmektir. Bunu da ancak muayyen kabiliyet ve istidada
sahip kimseler başarabilir. Şamanlık nöbetleri ani olarak gelir. Namzed
önce kendinde büyük bir yorgunluk hisseder, vücudu kasılıp titrer ve bu
hali esnemeler takip eder, göğsü daralır, bir takım acayip sesler çıkararak
ağlar, gözleri döner, sonra birden sıçrayıp ayağa kalkar, deli gibi dönmeğe
başlar ve nihayet ağzından köpükler saçarak yere yıkılır, vücudu hissizleşir.
Bu ıztıraplı haller bir müddet devam eder. Nihayet günün birinde namzed
davulunu alıp çalmağa başlar ve artık sakinleşip kendine gelir. Şaman olmaktan
kaçman kimse sonunda ya delirir veya genç yaşta ölür .
Esas
olarak şaman, hastalık durumlarında vazgeçilmez sayılır[59]
[60]. İnanışa
göre, yeryüzü bir çok kötü ruhlarla doludur. Bu kötü ruhlar, her türlü fenalığı
yaparak insanların hastalanmalarına sebep olmaktadırlar. Yine inanışa göre
insanlar iki türlü hasta olurlar. Biri, kötü ruhların insan vücuduna girerek iç
organları yemek suretiyle inşam hastalandırır. Böyle bir durumda kam ruhla
anlaşmaya çalışır ve bazen onu bir hayvanın vücuduna girmeye ikna ederek
hastanın iyileşmesini sağlar. Abası denilen bu kötü ruh, kam tarafından hasta
kişiden başka bir hayvana geçirtilmişse bu hayvan, sonra canlı olarak serbest
bırakılır. İnsanların hasta olmasının ikinci sebebi ise kötü ruhların insan
ruhunu çalıp yer altına götürmeleriyle olur. Bu durumda kam, yer altı dünyasına
inerek hastanın ruhunu çalan kötü ruhları bularak onlarla anlaşır ve şartlarım
yerine getirerek çalınan ruhu geri getirir. Şayet ruhlar kurban isteğinde
bulunmuşlarsa hastanın akrabaları, ruhların istemiş olduğu kurbanı keserler ve
hasta iyileşir. Bazı Türk toplumlarmda kam, çeşitli bitkilerden hazırladığı
ilaçlarla hastayı tedavi etmeye çalışır[61].
Ayrıca
şaman, Altaylıların belli tarihlerde yapılan kurban törenlerinde, Tanrıya
sunulan atm ruhuna eşlik eder. Bu durumda atı da bizzat şaman kurban eder.
Ancak bunu, görevi kurban sunuculuk olduğu için değil, hayvanın ruhuna Bay
Ülgen’in tahtına kadar gitmesinde kılavuzluk etmek için yapar.[62]
Kamlar,
çeşitli dinlerde görülen ve rahip denilen din adamı tipinden ve büyücü denilen
tiplerden de farklıdır. Zira gerek Türklerde ve gerekse de diğer toplumlarda
yer almış bulundukları şekil altında onlar, her şeyden önce kendi özel usulleri
sayesinde, vecd hali içinde ruhunun göklere yükseldiğini, yeraltına indiğini
ve oralarda dolaştığım hisseden bir trans ustasıdır. Kamların, Tanrı ve insanlar
arasında aracılık yapma kabiliyetine sahip olduğuna inanılmaktadır.
Toplumda ölüm ve hastalık gibi kötülükler ruhların işi olarak görülmekte olduğundan
ve insan bu ruhlara tek başına karşı koyamadığından bu konuda kabiliyetli
birinin yardımına ihtiyaç duyar ve işte bu noktada kamların otoritesi devreye
girer[63]. Şamanlar
ruhlan kovmak için, elbiselerine bir takım şeyler takardı. Bunların arasında kollara,
sırta takılan küçük zil ve çıngıraklar bulunurdu. Çeşitli sesler çıkararak
ruhlan ürküten madeni eşya, şamanın zırhı sayılırdı. Çıngırakların üst kısmında
küçük yaylar bulunurdu. Bunlar da yine zırhın bir parçası olarak kötü ruhlara
karşı silah vazifesi görürdü. Şamanın giydiği elbise, kötü ruhlara karşı onu
bir maske gibi muhafaza etmektedir[64].
Genel
bir anlamda denilebilir ki şamanlar, hayatı, sağlığı, verimliliği ve aydınlığı,
ölüme hastalıklara, kısırlığa, kötü talihe ve karanlıklar alemine
karşı müdafaa etmektedirler. Böylece onlar, kötü ruhlara karşı mücadelede
sembolleşmekte, görünmez alemin kötülüklere eğilimli sakinlerine karşı,
insanların arasından, onlarla ve daha genel olarak ruhlar alemi veya kutsal
alemle, Tanrı ile teması sağlayabilen ve gerektiğinde onlara yardımlar sağlayan
veya en azından haber getiren, kendi içlerinden ancak olağanüstü bir otorite
tipi olarak bu toplumlarm manevi hayatında imtiyazlı bir mevkie erişmiş
bulunmaktadırlar[65].
Bununla
birlikte, kamların görevlerinden belki de en önemlisi ferdin veya toplumun dini
sihirsel ihtiyaçlarına ayin ve tören yapmak suretiyle cevap vermektir.
Şamanist Türk boylarının ayin ve törenlerini iki kısma ayırmak mümkündür; 1)
Muayyen vakitlerde yapılması gerekli ayinler, 2) Tesadüfi olaylar dolayısıyla
yapılan özel ayin ve törenler. Muayyen vakitlerde yapılan ayinler, bahar, yaz
ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir ki, bunların çok eski devrilerden beri
yapıla geldiği
anlaşılmaktadır.
Eski Türk devletleri devrinde bu ayinlerin devletin resmi dini
AS
bayramları
olduğunu Çin kaynaklan haber vermektedir .
Şamanistlerde
her tören için kanlı veya kansız kurban sunulur. Kanlı kurbanlardan en
önemlisi, attır. Attan sonra koyun gelir.
Kanlı
kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma (ağaçlara ve
şaman davuluna sanlan paçavralar), tözlerin ağızlanın yağlama, ateşe yağ atma
ve şarap serpme gibi törenler kansız kurbanlardır. Bununla birlikte kansız
kurbanların en önemlisi, ruhlara bağışlanarak başıboş bırakılmış hayvanlardır.
Bu tür kürbana eski Türkler “Iduk” demişlerdir ki; salıverilmiş, gönderilmiş,
kutlu anlamlarına gelmektedir.
Kansız
kurbanlardan olan saçı, her boyun kendi emeğiyle kazandığı en kıymetli ve
mübarek saydığı nimetlerden biri olur. Konar-göçer Türklerde bu, süt, kımız,
yağ; çiftçi Türklerde de buğday, dan, şarap; tüccarlarda ise para v.s. saçı
olarak kullanılır.
Şamanist
inanca göre, kurban edilen hayvanın kemikleri kınlmaz, köpeklere verilmez;
ateşte yakılır veya yere gömülür. Bazı özel ayinlerden sonra kurban kemikleri
toplanıp bir kaba konularak kayın ağacına asılır. Bütün Türk topluluklarında,
soyun "sök"le (kemikle) ifade edilmesi de, kemiğin eski kültürdeki
yerini göstermektedir.
Şaman,
ancak olmuş veya olması muhtemel felaket, aileden birinin hastalığı veya ölümü
veya hayvan hastalıkları gibi zaruri hallerde çağırılır. Şaman geldikten sonra,
atalarından felaketin sebebini anlamak için haber getirmek amacıyla kısa bir
ayin yapar. Bu iş bitince, sebebi bildirerek ne yapılması gerektiğini söyler.
Kurbanın lazım olup olmadığım, bunun hangi Tanrıya sunulacağım ve nihayet bu
kurbanın neden ibaret olduğunu bildirir. Bu esnada, kurbanın iyi kabul görmesi
ve muvaffak [66]
olabilmesi için, kurbanlık hayvanın rengini ve muayyen işaretlerini söyler.
Erlik’e sunulan kurban, felaketin vuku bulduğu yerde, mesela ya çadırın içinde
veya ölünün mezarı başında kesilir. Halbuki Bay Ülgen için tahsis edilen
kurban, tenha bir yerde, mesela bir kayın ormanında, yeni kurulmuş bir çadırın
yanında takdim edilir.[67] [68]
Altaylıların
büyük ayin ve törenleri Rahip Verbitski, Radloff, Katanov, Anohin ve başka
Türkologlar tarafından tavsif edilmiştir. Verilen bilgilere göre, en uzun süren
ve Bay Ülgen adına yapılan ayin, üç bölümden ibarettir. İlk akşam güneş batınca
kurban (tayılga) için hazırlık başlar. Kurban yeri seçilir, sahibin sürüsünden
kurbanlık hayvan aranır. Şaman, küçük bir kayın ormanının tenha bir yerinde
kurban için en uygun yeri bizzat seçer. Onun gösterdiği yerde bir çadır
kurulur. Çadırın ortasına ucu duman deliğinden çıkacak şekilde sık yapraklı
taze bir kayın ağacı yerleştirilir. Kayının gövdesi, alt tarafi ayakla
basılabilecek şekilde dokuz yerden oyulur ve buna “tapü” denir ki, basamak,
merdiven manasına gelir.
Törene
başlangıç mahiyetindeki birçok uygulamadan sonra kurbanlık hayvan boğulmak ve
bel kemiği kırılmak suretiyle öldürülür. Hayvanın derisi-başı, ayağı ve kuyruğu
ile beraber bir sınğa asılır (baydara). Kurban Ülgen içinse baydaramn başı
doğuya, Erlik namına ise batıya yöneltilir. Daha sonra, atalara ve koruyucu
ruhlara sungularda bulunularak kurbanın eti yenir. İkinci akşam ise özel
elbisesini giyen kam, birçok ruhları davet ederek ayine başlar. Uzun ve
karmaşık bu ayin sonunda kam ruhunun göğe yükselişi başlar. Davulunu çalarak
bazı dualar ve ilahiler okuyarak, bağırarak tırmandığım gösteren şaman göğe
yükselir. Bu yolculuk esnasında şahit olduğu birtakım garip hadiseleri çadırda
bulunanlara anlatır. Daha sonra ise kurbanın ruhunu Ülgen’e sunan şaman, bu
takdim merasimini takiben büyük bir cezbeye kapılarak yere yıkılır ve uykudan
uyanırcasma yahut uzun bir
♦ ♦ A7
yolculuktan dünmüşçesine yavaş yavaş
kendine gelir.
Şaman
ayininde göğe yükselişin bir de yeraltına iniş şeklindeki karşılığı mevcuttur.
Önce kam, sanki yedi basamaklı bir merdivenden yer altı katlarına iniyormuş farz
edilir. Bu sırada ona,atalarının ve koruyucu ruhlarının refakat ettiğine
inanılır. Her basamakta veya yerin altının her bir katında o, engellerle
karşılaşır ve onları aşmak için türlü yollara başvurur. Nihayet Erlik Han’a
ulaşan şaman, ona çeşitli hediyeler sunar, ondan türlü dileklerine vaatler elde
ederek bir kazın üzerine binmiş şekilde geri döner. Yine bu geri dönüş de derin
bir uykudan uyanıyormuş gibi olux[69] [70],
2.
Totemizm:
"Totem"
ilkel bir topluluk olan klanın atası sayılan ve bu sıfatla kutsal sayılan
hayvan, bitki veya cansıza verilen addır. Klan üyeleri bu totemden geldiklerine
inanırlar ve bu totemi kutsal kabul ederler. Toplumlarm en ilkel şekli olan
klanın din ve toplum örgütüne kısaca "Totemizm" denir. Bütün klan
mensuplan o totemden türedikleri kanaatindedirler. Totemin taştan veya tahca.
parçalarından sembolleri yapılır ki buna "şuringa" adı verilir. Kurt,
tavşan vb. herhangi bir bitki ve bir taş parçası; yağmur, deniz vb. totem
olabilir. Onu ata sayanlar kendilerini birbirleri ile akraba bilirler, toteme
ait klanın adım taşırlar, o toteme mahsus törenlere katılırlar, başka totem
sahibi klanların dini törenlerine giremezler. Bir klanın, üyeleri arasında
evlenme yasaktır, zira aym toteme taptıklarından birbirlerine karşı
"mahrem"dirler ve aym kutsallığı taşırlar. Halbuki diğer totemler,
kendilerince, kutsal olmadığı için başka klan mensuplan ile evlenmeleri
mümkündür. Totem dini yalnız bir hayvanın ata tanınmasından, ona ârt bazı
tasvirler yapılmasından ibaret değildir .
Totemizmin
ana fikirleri totem, mana ve tabu fikirleridir. Başlıca ayin ve törenler bir
müspet tapınma ile bir de menfî tapınmadan ibarettir.
Totem
terimi, bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydıkları yaratıklar veya şeyler
çeşidini göstermektedir. Bunlar çoğu zaman (kanguru, opossum, manda, kartal,
şahin, papağan, tırtıl gibi) hayvanlar, bazen (cay fidanı gibi) bitkiler, daha
seyrek olarak da (yağmur, deniz, bazı yıldızlar gibi) şeylerdir. İngiliz
misyoneri Cödrington, mana terimim şöyle tarif etmektedir: " Bu, madde
dışı cinsten ve bir anlamda tabiat üstü bir kuvvet, bir etkidir; fakat kendini
bedeni kuvvet, yahut da insanın sahip olduğu her çeşit kudret ve üstünlük
sayesinde açığa vurur. Mana belirli bir nesne üzerinde sabit değildir; her
çeşit nesne üzerine getirilebilir...Melanezyalının dini, ya kendisi faydalanmak
yada bundan başkalarım faydalandırmak için, mana edinmekten ibarettir."
Tabu, bazı nesnelerin, bazı fillerin yasak olduğuna delalet eden müesseseyi
gösterir. Tabunun başlıca amacı kutsal olanı, kutsal olmayandan ayırmaktır[71]. Tabu,
her hangi bir şeyi söylemekten, yahut bir işi yapmaktan, insanın kendini
alıkoymasına denir. Bu da bir şeyi ya çok sevmek, öftâ saygı göstermek, yahut
da bir şeyden korkmak, onun şerrinden beri bulunmak için yapılırdı[72] [73].
Totemizmin
ayırt edici nitelikleri, ana tarafından akrabalık, dış evlenme, totem inancı,
mantık öncesi zihniyet, ortaklaşa mülk ve parazit ekonomi olarak özetlenir. Bir
klanda herkes birbirinin akrabasıdır. Akrabalık gerçek değil, saymaca bir
kandaşlığa dayanır. Klanın bir başka niteliği de, her klanın taşıdığı adm o
klanın sıkıca ilgili bulunduğu eşya, bitki ve hayvandan birisinin adı
olmasıdır. Klan üyeleri ile bu eşya, bitki veya hayvan arasında bir
akrabalık var sayılır. Bir klanı diğerinden ayıran o klanın totemidir. Klanın
totemi üyelerden her birinin totemidir. Klan, büyük çapta bir aile sayılabilir
.
Tylor'a
göre Totemizm: Tylor, totemizmi atalara tapma
inancı ile açıklamaya çalışır. İlkel insanların çoğu, ölen atalarının
ruhlarının hayvan veya bitki gövdelerine göç ettiklerine inanırlar. Böylece,
atalarına tapan ilkellerde ataların uyandırdığı dini hisler ve saygı, adı geçen
hayvan veya bitkilere yönelir ve bu türler, kutsal bir karakter kazanarak, dini
ayinlerin kendilerine yöneldiği birer nesne hafifti alırlar[74].
Jevons’a
göre Totemizm: Jevons, totemizmin kökünü
olağanüstü varlıklara inançta aramak gerektiğini ileri sürer. Doğanın
düzensizlikleri (güneş veya ay tutulması, Artmalar, şimşekler, sel baskınları,
depremler, vs.) insanları, bu olâylân olağanüstü varlıklara atfetmeğe yöneltti.
Sonra da her klan b olaylardan korunmak için kendilerini akrabalık
ilişkileriyle bu varlıklardan birine bağladılar. Jevons bu şekilde, akrabalık
bağlan ile bir klana bağlanmış olan bu varlıklara totem adını • 74 venr .
Frazer’a
göre Totemizm: Frazer, birbiriyle ilişkileri
zayıf olan üç değişik teori ortaya atar. Son teorisinde, gebelik totemizminin
en ilkel totemizm şekh olduğunu ileri sürer. İlkel bir kadın gebe olduğunu
anladığı zaman, içine bir ruhun girdiğini düşünür. Bu ruhun gelebileceği en
akla yakın yerler de kadının çevresinde bulunan nesnelerdir. Eğer kadın o anda
bir tohum ekmekle, fidan dikmekle, bir hayvanı seyretmekle veya bir şey yemekle
meşgul ise bu tohumun, fidanın, hayvanın yada yiyecek maddesinin ruhunun kendi
içine geçtiğine inanır. Bu şartlar altında doğan çocuğun bu nesnelerin bir
parçası olduğu kabul edilir ve çocuk bunlara karşı belli birtakım kutsal
davranış ve inançlara sahip olur[75] [76].
Durkheim'e
göre Totemizm: Durkheim'e göre, totemin en
önemli özeliği, toteme sahip grubun üyeleri tarafından kutsal olarak kabul
edilişidir. Bu kutsallığın nedeni, totemin iki şeyin sembolü, bir biçimde
ifadesi oluşundandır: önce, totem tanrının veya totemik ilkenin (mana) gözle
görülebilir bir şekli, ikinci olarak da, o toteme sahip olan grubun, klanın,
bir sembolüdür. Totem klanın bayrağı, her klaffifi kendisini diğerlerinden
ayırmasına yarayan bir işarettir. Ve, mademki totem aym ânda hem tanımın hem de
toplumun sembolüdür, o halde Tanrı ve toplum aslında aym şeydir. Durkheim'e
göre, klanın tanrısı aslında totem olarak kabul edilen hayvan veya bitkinin
biçiminde somutlaştırılmış, klanın kendisinden başka bir şey değildir. Ona
göre, bir toplumun kendisini meydana getiren bireyler üzerindeki egemenliği,
zihinlerde kutsallık duygusunu uyandırmağa yeterdir. Durkheim, toteme yönelmiş
olan kutsal davranış ve inançların asıl hedefinin sosyal düzenin kendisi
olduğunu ve sosyal düzenle belli bir ilişki içinde bulunan herhangi bir
nesnenin bu tür davranışlara hedef olacağını söyler. Bir sosyal grup, ancak, o
grup üyelerinin bilinçlerinde bir bağlılık ve ait olma duygusu varsa, bir
devamlılık ve dayanışmaya sahip olabilir. Bu gibi duygular da, varlığım ancak
arada bir topluluk içinde ortaklaşa ifade edilerek, sürdürebilirler. Duıkheim,
sosyal duyguların bu şekilde toplu olanak belli aralıklarla ifadelerinin kutsal
bir şekil, bir ayin şekli, almaya yöneleceğini ve ayinlerde de grubun simgesi
olarak ödev yapacak, az çok somut nesnelere ihtiyaç bulunduğunu söyleyerek,
hayvan ve bitkilerin, çizgilerle gösterilebileceklerinden, en uygun simgeler
olduklarını iddia eder. Totemik simge veya modeller, Durkheim'in teorisinin
temel öğesidir[77] [78].
Radoliffe-Brown'a
göre Totemizm: Radoliffe-Brovvn birinci
teorisinde totemlerinin resimlerini veya modellerini yapmayan birçok kabilenin
bulunduğunu ispat eder. Totemizmin, insanla doğal türler arasındaki çeşitli
kutsal ilişkileri kapsayan çok geniş bir olgunun ancak bir parçası olduğunu
söyler. Fonksiyonel ve faydacı bir görüş açışım benimseyerek, insanın tamamıyla
veya geniş çapta avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği bütün toplumlarda,
totemizme sahip olsun veya olmasınlar, hayvan ve bitkilerin kutsal bir karakter
kazanacaklarım söyler. Toplum alt gruplara ayrılarak farklılaşınca her alt
grup, ihtisaslaşma yoluyla, bir veya daha fazla doğal türle özel bir ilişki
edinir. Toplumun madde veya manevi iyiliğine önemli etkileri olan her hangi bir
nesne veya olayın, kutsal davranış ve inançların bir hedefi olmaya yatkın
olduğu üzerinde önemle durur. Ona göre, totemizmde doğal türler, sosyal
grupların temsilcileri oldukları için değil de, topluma olan faydalarından
ötürü, zaten ayinlerin hedefi oldukları için kutsaldırlar .
Malinowski’ye
göre Totemizm: Malinowski fonksiyonel bir
görüşle, ilkel insanın totem olarak önce hayvan ve bitkileri seçtiğini, zira
bunların onun gıdasını teşkil ettiğini ve gıda ihtiyacının da ilkelin
bilincinde ön sırada yer alarak, yoğun ve çeşitli duygu ve heyecanlar
uyandırdığım söyler. Böylece, bazı hayvan ve bitki türleri, özellikle kabilenin
ana besin maddelerini teşkil edenler, ilkeller için temel ilgi kaynağı haline
gelirler. Ayrıca, hayvanlar, üstün görünüşteki güçleri dolayısıyla insanda
korku, dehşet, hayranlık, gibi kanşık duygular da uyandırırlar. Bu duygular ve
bu varlıklara duyulan büyük ilgi, onların insanlara olan genel benzerliği -
yürümeleri, sesler çıkartmaları, duygularım ifade etmeleri gibi- ile birlikte,
insanlarla hayvanlar arasında akrabalık bağlan olduğunu inanç şeklinde belirir.
İnsanların bu türleri kontrol altında tutmak isteği, kendilerinde, bunlar
üzerinde etkili özel bir takım kuvvetlerin bulunduğu, onlarla aralarında bir
takım akrabalık bağlan bulunduğu, hayvan ve insan türlerinin aslında aynı özden
geldiklerine dair bir inanç doğurur. Bu inanç, bir takım sakınmalara, tabulara ve
bu yasaklar da türlerin çoğalmasını gerçekleştirmeye yönelmiş inanç ve
pratiklere yol açar. Bu kutsal inanç ve pratikler, giderek, bolluk getirdiğine
inanılan büyüye, büyü de bir aile veya klan içinde kalıtsal olan ihtisaslaşmaya
yol açar. İhtisaslaşan aileler de zamanla genişleyip, kökleşerek, her biri
kendi totemlerine sahip birer klan haline gelirler[79].
Fortes’e
göre Totemizm: Fortes, totemizmi sadece
Tallensi toplumu için geçerli olan sembolik bir teori ile açıklamaya çalışır.
Tallensi düşünüşüne göre, atalar, hayattaki torunlar ve hayvanlar arasında
bölgesel bir bağ vardır kutsal hayvanların kutsal gölcüklerde veya kabileye ait
arazide hazır bulunuşu gibi, ataların ruhları da kendi soylarının sosyal
yaşantısı içinde hazır bulunurlar. Tallensi kültüründe, hayattaki torunlarla
atalar arasındaki ilişkiler ebedi bir mücadele şeklinde belirir. Tallensi,
atalarının kendilerine kötülük yapacak, felaket getirebilecek güçlere sahip
olduklarına inanırlar. Atalar, bu saldırgan müdahaleleriyle, toplumun sosyal
düzenini kontrol altında tutarlar. Canlılar, ataların davranışlarım kontrol
altında tutarlar. Canlılar, ataların davranışlarını kontrol altına alamazlar.
Aynı şekilde, Ormanda ve nehir kenarlarında yaşayan vahşi hayvanların
davranışı da atalarınki gibi, önceden kestirilemez ve kontrol altına alınamaz.
Onlar da şaşırtıcı, rahat durmaz, akıldan çıkarılmaması gereken saldırgan
varlıklardır. Bu yüzden, insanın günlük yaşantı içinde hayvanlarla olan
ilişkileri ve tecrübeleri, onların dini alanda atalarla olan ilişkileri için
çok uygun bir sembolizm sağlar[80].
Roux'a
göre Totemizm: Roux, VHI. Yüzyıldan itibaren,
bazı Türk kabilelerinin klanları ile bazı hayvanların arasında bir bağın
gözlenmiş olmasını Türklerde Totemizmin varlığına kanıt saymaktadır. O,
hayvanlarla ilgili inanç ve uygulamaların Türk dini içinde yerlerini aldığım,
mağaraların, suların, ağaçların kutsallaştırılmasının, hayvanlarla ilgili menşe
efsanelerinin eski Türklerde totemizmin varlığım gösterdiğini düşünüyor. Türk
toplulukları arasında yer alan "hayvan ata" inanışı ve efsaneleri,
geleneksel Türk dininin menşei formunu Totemizme bağlama iddialarına temel
teşkil etmiş bulunmaktadır[81].
Totemizmin ayırt edici özelliklerini şu
şekilde sıralamak mümkündür
*Ana tarafından akrabalık
*Dış evlenme
*Totem inancı
* Ortaklaşa mülk
*Parazit ekonomi
*Mantık öncesi zihniyet
Bir
klanda herkes birbirinin akrabasıdır. Ancak bu akrabalık bağı kan bağıyla
değildir. Bir klanı diğerinden ayıran ise o klanın totemidir.
Klan
üyeleri kendilerinin bir totemden geldiklerine inanırlar. Totem kadar klan
üyeleri de kutsal sayıldığından bunların birbirleriyle evlenmeleri yasaktır.
Bundan dolayı dış evlenme (exogami) kuralı klanın temelli bir niteliğidir.
Totem, totemin tasviri, "şuringa" ve klan üyeleri; üçü de kutsaldır.[82] [83]
Ziya
Gökalp, bütün kavimlerin ilk totemizm devresinden geçtiğini, dolayısıyla
Türklerin de totemizm devresini geçirdiğini savunmaktadır . "Eski Türk
dini zahirde bir natürizm yani tabiat perestlik idi. Hakikatte ise bir
sembolizm yani timsalcilik idi. Türkler tabii mevcutlara ve hadiselere taparken
bunların içtimai zümrelerin timsalleri olduklarım bilmezlerdi. Fakat sosyoloji
ilmi gösteriyor ki bütün eski milletler cemiyete ve onun zümrelerine timsal
ittihaz ettikleri eşyaya tapınışlardır. Totemizm devrinde bu timsaller
hayvanlarla nebatlardır".
Gökalp,
totemizmin Türklerin dini inancında bir aşama olduğunu ve totemizm inancından
sonraki inanca geçtiklerini söyler. Ziya Gökalp ile aym düşünceleri taşıyan
Osman Turan, Mehmet Eröz gibi araştırmacılar da Türklerin menşeinin totemizm
olduğu düşüncesini taşımaktadırlar.
Türklerde
totemizmin varlığından Rasonyi bahsetmektedir. Sibirya şamanizminin köklerinin
totemizme dayandığı ise bilinmektedir. Sibirya totemizmi ilk önce iptidai
insanlar arasında çıkmış, insana kendisine zararlı hayvanların fevkal beşer
vasıflan arasında nadir görünüş veya görünmezlik gizlilikleri dikkatinden
kaçmamıştır[84].
Türklerde
totemizmin varlığını savunanlar Türklerdeki nadir görülen putlar ve fetişleri
birer totem olarak ele alırlar. Çin kaynaklarına göre Göktürkler Taunlarının
suretlerini keçeden yaparlar ve deri torbalar içinde muhafaza ederlerdi. Bu
suretleri iç yağıyla yağlarlar ve sırıkların üzerine dikerlerdi. Yılın dört
mevsiminde bu tanrılara kurban keserlerdi. Aynca yine Çin kaynaklarında bir Hun
prensinin çadırında altın put bulunduğu belirtiliyor[85].
Türkler
Bozkurt'tan türediklerine inanırlar. Bütün Türk boylarında Bozkurtun özel bir
yeri vardır. Fuad Köprülü, Eski Türklerin kurdu ata saydıklarını, Kurt namına
yılda bir defa dini merasim yaptıklarım, aşiretler halinde yaşadıkları zaman
totemizm dinine bağlı olduklarım söylemektedir[86]
[87].
Göktürkler kendilerine kurt başlı bayrağı sembol olarak kullanmışlardır. Kurt
başlı bayrağın kullanılması onların totemizme bağlı olduğu fikri8<sne
neden olmuştur.
Ancak
unutulmamalıdır ki Türklerde kurt sadece ata olarak kabul edilmektedir. Kutsal
bir varlık olarak addedilmemiş, totem olarak kabul edilmemiş ve ibadet
edilmemiştir.
Bozkurt
Destanına göre Göktürkler kurttan türemişlerdir. Bozkurt söylencesi, eski Çin
kaynaklarında iki biçimde saptanır[88]:
Göktürk
destanları bütün Türklerin düşmanlarca yok edildiği bir baskın kıyımı ile
başlar. Türk soyunu bu büyük kıyımdan, annesi Bozkurt olan bir kurt kurtarır.
Annesi kurt olduğu için öldürülemeyen bu genç, tek başına sağ kalır, yaz kış
Tanrılarının kızlan ile evlenir. İlk oğluna "Türk" adım verir. Türkün
on çocuğundan birinin adı"Asena", yani Bozkurt'tur. Bu ad
Asena'ya eski analarının adım yaşatması için verilmiştir. Türkler bu
evlenmelerin çocuklan olarak çoğalırlar.
Başka
bir söylencede, ana kurt, önce bir kurtancı, sonra ana olarak anlatılır. Sağ
kalan Türk'ü bu dişi kurt korur, besler. Yeni Türk kuşaklan, dişi kurt ile,
elleri ayaklan kesilmiş tek Türk çocuğunun evlenmesinden türer. Bu evlenmeden
doğan çocuklardan biri Asena'dır. Asena atalarım unutmaz. Herkesin de atalarım
bilmesini ister. Çadırın önüne bir direk diktirir. Üzerine altından bir kurt
kafası koyar. Bu kurt başı Türk'ün ilk bayrağı olur. Türkler, Ergenekon'dan
çıktıklan zaman, hanlarının adı Börte Çene, yani Bozkurt'tur.
İbrahim
KAFESOĞLU, Totemizm ile Türk Toplumunu karşılaştırmıştır. Buna göre:
Totemi
ailede ana hukuku caridir. Türk ailesi ise pederşahi bir karakter taşır. Klanda
akrabalık totem bağına dayandığı halde Türklerde kan bağına dayanır. Klanda
ferdi mülkiyet olmadığı halde Türk toplumunda vardır. Totemci klanda ekonomi
parazit vasıf taşır yani devşirmeye ve avcılığa dayanır. Halbuki, Türk
ekonomisi tarım ve hayvancılık başta olmak üzere devşirme dışındadır. En önemli
ayrılıklardan birisi ise her klanın kendine ait bir totemi vardı. Türklerde ise
ata kabul edilen hayvan sayısı ise bir tanedir. Totemcilikte, yalnız hayvanlar değil
mesela bir taş parçası, yağmur suyu vb. totem olabilir; Türklerde kurdun saygı
görmesinin ise, yüz binlerce baş sürünün otladığı bozkırların korkulu hayvanı
olmasından ileri geldiği düşünülebilir. Kurt efsanesinin toplayıcı bir vasfa
sahip bulunması, klanları birbirinden ayıran ve onları karşı karşıya koyan
totemcilik anlayışına aykırı düşmektedir. Klanda her fert totemin adım taşır.
Klan, totemine taptığı halde, Türklerde kurda tapılmaz. Türklerde totemcilikte
görülen ve her dokunduğu şeyi kutsallaştıran mana telakkisi olmadığı gibi,
totemcilikte ruhun ölmezliğine inanılmadığı halde, kainatı bile ruhlar dünyası
olarak bilen eski Türklerde dini inancın temellerinden birini ruhun ebediliği
teşkil eder ve bu sebeple ataların
DO
ruhlarına
adaklar adanır, kurbanlar kesilir .
3.
Toyunizm:
Türklerde
Toyunizm olduğu fikrini ortaya Ziya Gökalp atmıştır. Gökalp, Türklerin eski dinlerinin
önceleri totemizm olduğunu daha sonra gelişerek bu dinin Toyunizm şeklini
aldığım belirtmiştir.
Şamanizm
eski Türklerde kehanetin ve ruhani tebabetin ismi idi. Mamafih Şamanizm daha
evvel medeni totemizm devrinde bir din idi. Toyunizmden sihir mahiyetine girdi.
AvrupalIlar eski Türk dinine Şamanizm demekle hataya düşmüşlerdir. Tarih
sahnesine çıktıktan sonra Türk dinine toyunizm yahut "nom" demek
lazımdır[89] [90].
Eski
Türklerin dini toyunizm idi. Şamanizm ise sihirden ibaretti. Toyunizm ile
Şamanizm'i birbirinden ayıran özelliklerden en önemlisi, toyunizm milli bir din
olduğu halde Şamanizm'in beynelmilel özellik taşıması idi. Toyunlar sadece
kendi aşiretlerinin mabutlarına ayin yaparlar ve bunlara sadece kendi
aşiretlerinin fertleri müracaat ederdi. Şamanlar ise sihir kuvveti ile bütün
aşiretlere mensup umum mabutlara müracaat edebilirlerdi. Şamanlara tabip gibi
sanatkar olduklarından herkes müracaat edebilirdi. Türklerin ilk devrinde her
il bir ümmetinden ibaretti. Çünkü her ilin kendine mahsus mahutlan ve
ibadetleri vardı. O halde toyunizm ümmeti vardı. Fakat Şamanizm yoktu.
Cihet
yönünden Şamanizm sola, toyunizm sağa kıymet verirdi. Yine toyunizm erkeğe daha
fazla değer verirken Şamanizm kadına değer veriyor ve sihir törenlerinde
muvaffak olmak için kadın kılığına giriyor.
Şamanlar
Gökalp'e göre sihirbazdan başka bir şey değildi. Toyunlar ise aym zamanda
siyasi reislerdi. Siyasi vazifesini gördükleri zaman Tudun, aşiret beyi adım
alırlardı. Dini vazife ifa ederken de Toyun adım alırlardı. Mamafih Toyunlar
Tudunlara münhasır değildi. Yabgu (îlbeyi)lar hatta İlhanlar bile toyunlardan
sayılırdı. Bu gibi delillerin yanında Gökalp Şamanların bir dini kitapları
olmadığı halde toyunlarm nom ismini verdikleri kitapları olduğunu belirtmiş,
bunu da toyunizme delil saymıştır.
Gökalp'in
Türkler için tasavvur ettiği milli bir din olan Toyunizm, budizmden başka bir
şey değildir[91]Toyun
kelimesi yabancı bir kelime olup Budist Rahibi manasım ifade etmektedir.
4.
Fetişizm:
basit,
adi, yahut kıymetli taşlar ile bir takım maddelerin kutsal tanınması, bunların
uğur getireceği inancında bulunulması, bunları kullanmakla kem gözlerden
korunulacağı, Fetişizm’in esasım kurmuştur. İnsan eli ile üzerinde işlenilmemiş
olan ham maddelere fetiş denirdi[92].
5.
Animizm:
Animizm;
bütün varlıkların ruh sahibi olduklarına inanmaktır. Animistlere göre canlı
cansız her şeyin bir ruhu vardır, bu ruhların görevleri ve adlan beraber
bulundukları maddelere göre belirtilmektedir. Ruhlar, maddelerden ayrıldıktan
sonra gök ve yer altı alemine giderler. Bunların iyileri ve kötüleri vardır.
iyilik ve kötülükleri de insanların görüş ve inanışlarına göredir. Hayvanlan
tanrılaştırmada bu inanışa dayanmaktadırlar .
6.
Natürizm:
Natürizm,
Güneş, Ay ve Yıldız gibi kozmik varlıkları, rüzgar ve fırtına gibi tabii
olayları şahıslandırmak, onların zeka ve duygularının bulunduğuna, kudret
sahibi olduklarına inanmak, Tanrı tanımaktır. Bu inanışa göre dağlan, taşlan,
ağaçlan, ve sulan da Tanrılaştırmak Natürizmin ana maddeleri içinde
bulunmaktadır. İyi ve kötü her şey bunlardan beklenir, onların her şeyi
yapabilmek kudretinde olduklarına inanılırdı ki bunların başında güneş
gelmektedir[93] [94].
7.
Diğer
Dinler: Türkler geçmişlerinden beri çeşitli din ve
kültürlere hoşgörü göstermişlerdir. Farklı kültürleri yadırgamamışlar hatta
onlar Türk halklan içerisinde rahatlıkla yaşam alanına sahip olmuşlardır.
Türklerin tarih sahnesinde bulundukları dönem içerisinde Zerdüştlük Türkler
arasında yaşama imkanı bulmuştur. Ancak bundan Türklerin Zerdüştlüğü kabul
ettiği anlaşılmamalıdır. Zerdüştlüğün etkileri daha çok Batı Türkistan ve Doğu
İran'da kendisini göstermektedir. Bilhassa Göktürkler devrinden itibarin
Semerkant, Buhara, Belh ve Herat gibi önemli yerleşim merkezleri, gelişen iç ve
dış hadiselerden bunalar Zerdüştlüğün sığındığı bölgeler olmuştur. Zerdüştlük
gibi farklı dinlerle temas eden Türkler Gök Tanrı dinine bağlılıklarım
sürdürmüşlerdir[95],
B.
ESKİ TÜRKLERDE DİNİ İNANCA
BAĞLI ADETLER
Gök
Tanrı inancında bir Tanrı’ya inanma vardır. Bu durum Türklerde Tanrı
anlayışının ne kadar gelişmiş olduğunu göstermektedir. Orhun Kitabelerinde yer
alan "Tengri teg Tengri” (Tanrı’ya benzer Tanrı) kendine benzer Tanrı idi[96]. Türk
Kağanlarını tahta bu Tanrı oturtur, savaşta Türklere bu Tanrı yardım eder,
şafak söktüren, bitkiyi meydana getiren Ulu Tanrı'dır. Yani o hayat vericidir,
Ölümde can veren de O’dur[97].
Bizans
Tarihçisi Theophylistos Türklerin toprağı, suyu, havayı ve ateşi takdis
etmelerine rağmen sadece yerlerin ve göklerin halikı bir Tanrıya taptıklarım,
ona at, sığır ve koyun kurban ettiklerini istikbali haber veren din adanılan
kamlar olduğunu söyler. Nitekim Mungu Honda din adamlarım münakaşa için
huzuruna çağırdığında "Biz sadece tek bir Tanımın varlığına, onun
sayesinde yaşadığımıza, onun sayesinde öldüğümüze inanırız" demiştir[98].
Türklerin
yaratılış kozmogonisine göre, Tanrı var iken hiçbir şey yoktu, sadece su vardı,
bir de kişi vardı. Kişi büyüklenerek Tanrı'dan yüksekte uçmak istedi. Tanrı,
onu düşürdü. Daha sonra kişiye sudan toprak aldırdı. Bu toprağı suyun yüzüne
saçtı. Kendisi için ayn bir dünya yaratmak isteyen kişi bir parça toprak da
ağzına almıştı. Tanrı suya saçtığı toprağa büyü deyince kişinin ağzmdaki toprak
da büyümeye başlayınca Tanrı tükürmesini istedi. Böylece dağlar
oluştu. Kişi artık Tanrı'ya karşı gelmiş ve günahkar olmuştu. Tanrı, ona
Erlik ismini verdi. Daha sonra Tanrı inşam yarattı. Erlik insanlan kandını. Tanrı,
Erlik'in sözünü dinlediği için insanlan da cezalandırır, Erlik'i ayı güneşi
olmayan dünyaya hapsetti. Erlik'in yalvarmalan sonunda Tanrı, Erlik'i affetti.
Erlik de kendine gökler yaptı. Daha sonra Tanrı'nın en sevgili meleklerinden
Ulu Melek'le Erlik arasında savaşlar olur. Uhı Melek, Erlik'i yener ve
göklerini dağıtır[99].
Türklerde
Cennet ve Cehennem inancı vardı. Eski Türkler Cennet'e "uçmak",
Cehennem'e "tamuğ" adım verirlerdi.
Türkler,
kıyamet gününe ve ruhun ölmezliğine inanırlardı. Fakat, tenasüh inancı yoktu.
Kıyamet sonrası mahşer gününe "Uluğ Gün" ismini veriyoriardr.
Türklerin
atlan ve silahlan ile gömülmelerinin sebebi, bu şekilde Cennet'e gideceklerine
dair bir inancın neticesidir".
Eski
Türkler ruhun ölmezliğine inanırlar ve o ruhun kişi öldükten sonra devamlı
akrabalarının yanında olduğuna inanırlardı. Onun için bazı törenler yapmazlarsa
rahat etmediklerine inanırlardı. Bunun için atalarının ruhlarına kurbanlar keserlerdi.
Eski
Türklerde güneş, ay, yer-su ruhları, atalar, ölüler, ateş, ocak, orman, ağaç,
kaya, dağ, su ve ırmak, göl, demir ile ilgili inanç ve kültler ayrıca bazı
hayvanlarla ilgili inançlar vardı[100]
[101].
1.
Kurban:
Türklerde
kurban öncelikli olarak Gök Tanrı'ya sunulmaktadır. Bunun yanında bazı
durumlarda önemli kişilere de kurban sunulduğunu görmekteyiz. Türklerde kurban
kesme en eski ve köklü ibadet biçimi kabul edilmektedir. Kurban kelimesinin
yerine Türkler, "kergek, kereh, kudayı, Allahlık, itik, ıyık, ızık, yağış
tapığ..* gibi kelimeleri kullanmışlardır[102].
Cenaze merasimlerinde kurban edilen hayvanların ölüm ötesi bir varlıkta, tekrar
canlanıp, adanmış oldukları şahsa yararlı olacakları sanılıyordu[103].
Türklerin
eski dini kurban inançları hakkında şu bilgi dikkat çekicidir: "Kestikleri
at ve koyun kurbanlıkların kafalarım sırıklara korlar. Hakanın çadırı Ötüken
dağmdadır, kapısı doğuya bakar. Her yıl başbuğlarıyla beraber atalarının
mağarasına kurban sunar. Aym ilk onunda ırmak kıyısında Tanrı'ya kurban keserler[104].
Türklerdeki
kurban dini hayatın vazgeçilmez bir ibadet biçimidir. Ferdi olmaktan çok
müşterek olarak yapılan bir merasimdir. Geleneksel Türk dini içerisinde
kurban çeşitli amaçlarla uygulanmaktadır. Bunlar: Tapınma, dua, şükür, ölüm,
zafer, banş isteği, ittifak tesisi, kuraklık döneminde yağmur yağması
için, hastalıkların iyileşmesi vb. gibi hallerdir. Türklerde kesilen kanlı
kurbanların en önemlisini at ohışturmaktadır. Atın yanı sıra koyun, keçi gibi
hayvanlar da kurban edilmişlerdir. Türklerde kurban edilen hayvanların
kemikleri kınlmamakta, köpeklere verilmemekte, ateşte yakılmamakta veya yere
gömühnemektedir. Bazı özel ayinlerden sonra kurban kemikleri toplanıp bir kaba
konularak kayın ağacına asılmaktadır. At kurbanlarının kafatası bir sırık üzerine
konulmaktadır[105]. Kurban
olarak kesilen hayvanın erkeği makbuldür. En çok at kurban edilmiş olup, Türk
kavimlerine ait mezarlarda at iskeletlerine rastlanmıştır.
Türklerde
insan kurban edilip edilmediği ile ilgili çeşitli tartışmalar yaşanmış ve bir kısım
araştırmacılar Türklerde insan kurban edildiğini belirtmişlerdir. Bunun aksini
savunan araştırmacılar da bulunmaktadır. Türklerde insan kurban edildiğini
savunan Barthold, J.P.Roux, Makdisi, Cüveyni, Mesudi'ye karşılık Eberhard,
bozkır kültürüne dayalı Türk topluluklarında insan kurbanı iddialarım
kesinlikle reddetmektedir[106].
Kanaatimizce Türklerde insan kurban edilmemiştir, insan kurban edilmesi Türk
düşüncesine, Türk inancına tamamen zıttır. Nitekim bozkır kültürünün özünde
insan kurbanı meselesi bulunmamaktadır. İnsan kurban edilmesi tamamen ziraat
kültürüne hastır. Eberhard'ın belirttiğine göre, insan kurban adeti bas
yerlerdeki Türkler tarafından yasak edilmiştir[107].
Hatta bu adet Türkler tarafından Çinliler için bile yasaklanmıştır[108] [109].
2,
Tapınma:
Eski
Türklerde gök tapınağına Türkçe "Tengrilik" denilmektedir. Türklerde,
kurban yeri (yağışlık veya yağışhğ orun), otağ gibi üstüvani şekilde inşa
edilecekti. Böylece, gök ibadete ahalinin başlıca unsurları dağ, pınar veya göl
ile otağ kubbesi idi. Bu unsurların tapmaklarda da yer alacağı görülecektir108.
Eski Türkler Gök Tanrı inancına sahiptirler. İbadetlerinin temelini Gök Tanrı'ya
sunulan kurbanlar oluşturmaktadır. Ancak Ziya Gökalp'e göre, Türkler dinin
zühdi ayinlerden ve menfi ibadetlerden uzak, taassuptan ve din
inhisarcılığından azade bulunmaktadır. Bu durum Türkleri gerek kadınlar
hakkında, gerek diğer kavimler hakkında çok müsamahalı yapmıştır . Türk inancı
içerisinde puta tapıcılık asla yer almamıştır. Putları korumak ve tazim etmek
amacıyla da tapmaklar inşa edilmemiştir. Eski Türklerin Gök Tanrı’ya ibadet
usulleri hakkında da açık bilgi bulunmamaktadır[110]
[111].
Türklerin ibadetlerini yaptıkları ibadethanelerin varlığından haberdar değiliz.
Bunun yanında ecdat mağaraları, mukaddes dağlar ve yrr-sular, hakanın otağı ve
obalar, dini merasimlerin yapıldığı yerler olmuşlardır. Türklerdeki ibadetler
ferdi olmaktan çok müşterek olarak yapılmıştır[112].
Altay
dünyasının iki tapınma türü tanıdığı güçlü bir olasılıktır: Bunlardan biri;
devlet ve imparatoru ilgilendiren ve Gök Tanrı'ya (Tengri) dayanan resmi bir
tapınma, diğeriyse (diğer Taunlarla birlikte) klana yada aileye dayanan özel
bir tapınma. Bu iki tapınışta da kurbanlar olduğu gibi, dualar da bulunmalıdır.
Bir yandan yerli belgelerimizin, diğer yandan yabancı kaynakların nitelikleri
höe ağırlığın resmi tapınmadan yana olduğunu açıklamaktadır. Altay
toplumlarında ölmeme arzusu o denli güçlüdür ki, dualara duyulan inanç, güven
onlara yeterli gelmemektedir[113].
Eski
Türklerde dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, deniz, demir,
kılıcın gizemli güçleri var. Ayrıca güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek, ruh
Tanrıları sayılır. Ruhlar iyi ve kötü ruhlar olarak ikiye aynlır. Asyah Hunlar
ilk yaz ve son yazda atalara ve doğa Tanrılarına kurbanlar keserler. Hun Tanhu,
gündüz güneşi, gece dolunayı ulular, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar girişimlerini
ay yıldız hareketleri ile denetlerler. Hunlar, saldırıyı yada savaşı ancak ayın
büyümekte olduğu veya tamamladığı günlerde göze alırlar. Büyük kağan en büyük
din adamı gibi bir şeydir. Her sabah Tanrının çadırından çıkar, tapınır gibi
bir tavırla, doğan güneşi selamlar. Uğur getiren yeni ay gördüğü zaman ise aym
saygı ile selamlar[114].
Türkler,
"güneş"e ve güneşin doğduğu "doğu"ya saygı gösterirlerdi.
Doğu, güneşin doğduğu bir yöndü. Bu sebeple Türkler doğuya büyük bir önem
verirlerdi. Batı ise, aym bir sembolü halinde idi. Türklerde güneş, aydan daha
önemli idi. Türkler ölülerinin başlan ile evlerinin kapılarım da doğuya doğru
çevirirlerdi. Yön tayin ederken de yüzlerini yine doğuya dönerlerdi. Yüzlerini
doğuya dönen Türkler, doğu yönüne, "ileri" derlerdi, ileri yerine,
bazen "gün doğusu" deyimini kullanırlardı[115].
2.1.
Kutsal Sayılan Eski Türkler bazı sayılan
uğurlu kabul etmişlerdir. Sayılar, çeşitli milletler içinde dinle ilgili farklı
anlamlara bürünmüşlerdir. Muhtelif Türk boylarının dili üzerinde yapılan
çalışmalar neticesinde bir, üç, yedi, dokuz, sekiz, on iki, kırk, altmış, üç
yüz altmış gibi sayıların uğurlu kabul edildiği görülmüştür. Eski Türk
boylarında bağışın ve hediyenin sayısı dokuz olurdu ve dokuz uğurlu kabul
edilirdi. Üç, yedi, dokuz, otuz sayılan Orhun abidelerinde kutsallık için
kullanılırdı. Abidelerde bu sayılarla beraber altı ve on sayısı boy, kabile
adlarım ve boydaki kabilelerin miktarım yahut sembolik olarak kutsallık ifadesi
için kullanılır. Orhun-Yenisey abidelerindeki üç kunkan, üç tuglıg, Türk budun,
aş kariuk, üç ıduk Tatar ve üç Oğuz ifadelerinde üç sözü kutsallık ifâde
etmektedir. Orhun-Yenisey abidelerinde yedi sayısı da kutsallık ifade etmektedir[116]. Çin
kaynaklarmın verdiği bilgilere göre Türkler, atlanyla beraber ölü konulan
çadırın etrafim 7 defa dolaşırlar, yüzlerini bıçakla keserlerdi. Ölünün
çadırının etrafındaki bu adet yedi gün devam eder. Günümüzde de bu uygulamaya
benzer bir uygulama görülmektedir. Ölen kimsenin yedisinin, kırkının, elli
ikisinin yapılması bu geleneğin devamı olsa gerektir.
2.2.
Kutsal Renkler: Gelmiş geçmiş bütün devletlerde
renkler Önemli semboller taşımıştır. Renkler, farklı devletlerde başka anlamlar
taşımıştır. Devletin bağımsızlığı olan bayrakta ifadesini bulmuştur. Türk
tarihi içinde de renkler çeşitli anlamlar kazanmıştır. Türk tarihi içinde ana
renkler yön ifadesi olarak kullanılmıştır. Kara kuzeyi, kızıl güneyi, gök
doğuyu, ak batıyı ifade etmek için kullanılmıştır[117].
Renkler Türk devletlerinin bizzat kendilerine de ad olmuştur. İncelediğimiz
dönemin devletlerinden Göktürkler Orhun kitabelerinde devlet adı olarak
Türk adını kullanmışlardır. Bu devletin kullandığı "Gök" kelimesi
devletin doğu tarafı için kullanılmıştır. Çünkü Gök, doğuyu ifade etmektedir.
Göktürk Kitabelerinin bir çok yerinde "Kara Budun" ifadelerini
görmekteyiz. Buradaki kara kelimesi renkten öte "güçlü, kuvvetli, kendine
itibar edilen" anlamlarını taşımaktadır. Kitabelerde kara kelimesinin
zıttı olarak "Ak Budun" kelimelerine rastlanmaz. Kitabelerde sıklıkla
kullanılan "Yağız Yer" kelimesi toprağın rengi olmuştur. Yine
incelediğimiz dönemin devletlerinden olan Hunlarda da, buna benzer bir durum
vardır, çünkü Hunlar, Ak Hunlar, Kara Hunlar biçiminde ifade
edilmektedir. Bu da Hunların kuzey ve batı devletlerinden olduğunu
göstermektedir. İncelediğimiz Bozkır devletlerinin renklerdeki durumu bu
şekildedir. Boz, coğrafyaya verilen renktir. Bu renk kara ve beyazın
karışımından meydana gelir. Kurşuni renk olarak kabul edebileceğimiz boz
Türklerin coğrafyasının adı olmuştur.
3.
Dua:
Eski
Türk dini içerisinde ferdi dualara yer verilmiştir. Türkler, hudutları geçmeğe
karar verdikleri zaman bir mabede gidip zafer için dua ediyor; ondan sonra
ordularım toplayarak Çin'e doğru taarruza geçiyorlardı[118].
Duanın yapılış şekline dair elimizde yalnız bir tek vesika vardır. Bu vesika
Han-Şeu-Ley ile ilgilidir. O, aniden hasım Liyou-yao'ya rastlayınca,
üzengilerine basarak atmrn üstünde dikildikten sonra, önce kollarım Gök'e doğru
uzatıp başım aşağıya doğru eğer ve bu suretle manalı bir dua vaziyeti aldıktan
soma şükran için şöyle haykırır. "Ey Gök, onu bana teslim ettiğin için
sana şükürler olsun!" (Wieger, s. 1092, v.d.) En az iki yerde
duanın mevcudiyeti sabit olmaktadır. Biri, Han Şeu Ley’in kurtuluşu
münasebetiyle Gök'e şükür için yaptığı şahsi bir dua, öteki ise bir and içme
esnasmda herkesin gözü önünde yapılan merasimli bir dua .
4.
Türklerde
falcılık: Türklerde dini sihri hayatın vazgeçilmezi
olarak karşımıza çıkan kişi Şamanlardır. Şamanlan büyücü, kahinlerle birbirine
karıştırmamak gerekir. Türklerde yaygın olarak bilinen fal yöntemi kürek kemiği
falıdır. Kürek kemiği falı, kesilen hayvanların kürek kemiklerinin falcılık
amacıyla kullanılması yöntemiyle yapılmaktadır. Araştırıcılara göre bu türlü
bir fal, çeşitli ırklara mensup toplumlarda eskiden beri bilinen bir yöntemdir.
Kürek kemiği ile fal açtırmak isteyen adam bir kürek kemiği bulur. Falcı kemiği
ateşte kızdırdıktan sonra eline alıp ince tarafından tutar. Kemikte çizgiler,
çatlaklar ve noktalar belirmiştir. Kam bu çizgilere bakarak fala baktıran
kişinin geleceği veya kaybolan eşyasıyla alakalı bilgiler vermeye çalışır[119] [120].
Türklerde
bunun yanı sıra başka falcılık ve kehanet usullerine de rastlanmaktadır.
Oklarla, kemiklerle, fasulyelerle, bağırsaklarla falcılık ve kehanet usulleri
bulunmaktadır[121] [122]. Öte
yandan, falcılık da kamın temel görevlerinden birini teşkil eder. Fal eski
Türkçe'de "ırk" kelimesiyle ifade edilmiştir.
5.
Türklerde
Kan Kardeşliği: Türkler kana büyük bir değer
verirler ve onun akıtılmamasım isterlerdi. Türkler için kendi kanlarının
akıtılmaması gerekirdi. Bir şefin, herhangi bir insanın ve onun klanından bir
hayvanın kam akıtılarak öldürülmesi yasaklanmıştır. Her ne kadar kanın
akıtılmaması gerekiyorsa da, bir şahit huzurunda, koldan bir toplardamar
kesilebilir ve akan değerli sıvı bir kupada toplanabilir; iki insan kan
kardeşliğiyle bağlandığında, kan kardeşi yada anda olmak istediklerinde
gerçekleşen budur .
C.
ESKİ TÜRKLERDE TANRI
ANLAYIŞI:
Geleneksel
Türk dini incelenirken karşımıza çıkan önemli kavramlardan birisi Tanrı'dır.
Türklerdeki Tanrı anlayışının temeli Gök Tanrı anlayışına dayanmaktadır.
Türklerdeki Tanrı anlayışı merkezi planda yer almıştır. Eski Türklerde Gök Tanrı,
sulh Tanrısı olduğu gibi, aym zamanda adalet ve şefkat Tanrısı idi[123] [124]. Eski
Türk inancında Tanrı, siyasi iktidarın da kaynağı durumundadır. Türklerde ilahi
irade olmaksızın hükümdarlık gerçeği mevcut değildir. Türk hükümdarlan devlet
idare etme güç ve yetkisini doğrudan doğruya Tanrıdan almaktaydılar. Türk
Kağanları da kendilerini Tanrı tarafından seçilmiş ve Türk milletinin ve bütün
milletlerin üzerine hükümdar tayin edilmiş kişiler olarak görmekteydiler .
Türkler, evrensel ve semavi dinlerin tek Tanrı anlayışına yakın özelliklere sahip
bir Tanrı anlayışına erişmiş bulunmaktadırlar. Eşi ve benzeri olmayan,
insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve
mükafatlandıran bir "Ulu Varlık" telakkisi mevcuttur. Kendisine itaat
edilmesi gereken ve koruyucu kudret olan Gök Tanrı tamamen manevi bir kudret
halindedir[125] [126]. Semavi
mahiyette olan bu Tanrı anlayışı avcı, çoban ve hayvan besleyici topluluklara
mahsus olmakla birlikte menşei Asya bozkırlarına dayanmaktadır. VH. Yüzyılda
Bizanslı Theophylacte Simocatta Türklerden bahsederken, Türkler
olağanüstü bir biçimde ateşe saygı gösterirler; suyu ve havayı ulularlar,
toprağı kutlarlar. Fakat yalnızca göğü ve yeri yaratan Tanrı derler ve ona
taparlardı demektedir . Eski Türk dini hayatında politeizm, bir yüce Tanrı
fikrinin etrafında belirginlik arz etmektedir. Orta Asya ve Sibirya dini
hayatında Yer Tanrı inancı da önem arz etmektedir. Orhun kitabelerinde yağız
yer tabiri kök tenri "mavi gök" ile yan yana geçmektedir[127].
Türkler
evrensel dinlerle temasa geçmeden önce, tek bir Tanrıya inanıyor, ona
"Tengri" adım veriyorlardı. Asya kıtasının en doğu ucundan başlayarak
Orta Avrupa içlerine kadar hemen her tarafa yerleşmiş olan Türk kavimlerince
kullanılan ve menşei bilinmeyen bu kelime, çeşitli Türk lehçelerinde her lehçenin
fonetik özelliğine göre "Tengri", "Tengere",
"Tingir", "Tanara", "Tenri" şeklinde
söylenilmekte olup "Gök" ve "Tanrı"yı ifade etmek için
kullanılmış, ancak, evrensel dinlerle temasa gelen Türkler bu kelimeyi
"Allah" karşılığı olarak kullanmaya başlamışlardır[128].
Türklerdeki
Tanrı inancı dini yaşam biçiminin merkezinde yer almıştır. Bilinen en eski
inanç biçimi Gök Tanrı inancıdır. Bu inanç sisteminde Tengri "Tanrı"
en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almıştır. Yaratıcı, tam iktidar
sahibi idi. Aynı zamanda semavi mahiyete sahip olup "Gök Tanrı" diye
anılıyordu[129]. Tanrı
Türk halkı tarafından Ulu bir varlıktır. Türkleri zaferlere ulaştıran Tanrı'dır.
Emreden, iradesine uymayanı cezalandıran Tanrı, bağışladığı kutu layık
olmayanlardan geri alır. Şafağı söktüren, bitkiyi canlandıran O'dur. Eski Türk
dininde Gök Tanrı olaylara direkt olarak müdahale etmez. O, olaylara dolaylı
yollardan müdahale eder. Kağan bütün gücünü ve yetkisini Gök Tanrı'dan
almaktadır. Bu yüzden kağan, O'na iyi davranmak zorundadır. Gök Tanrı insanlara
emir ve iradesini farklı yollardan( doğal afet, yangın, sel, tabiat olaylan) da
iletebihnektedir. Türkler ilk çağlardan beri Tanrı kelimesini
kullanmaktadırlar. Bu kelimenin tarihten önceki devirlerde Juan-Juanlardan
geçmiş olabileceği düşünülmektedir. Türklerden birine dininin ne olduğu
sorulursa onlar "Qan Tengri" diye cevap verirlerdi. Onların dilinde
"Qan" mavi gök, "Tengri" de "Allah"ı ifade eder.
Böylece de onlar göğün "Tek Tanrı" olduğuna inanırlar. Mihael'in
belirttiği husus Türklerin Tek Tanrıya inanmış olmalandır. Müellif "Onlar
gökyüzünü Allah olarak tanıyor, onunla ilgili fazla bir şey de
bilmiyorlardı" demektedir[130].
Türklerdeki
Gök Tanrı inancı "İmparatorluk Tanrısı" şeklinde
değerlendirilmektedir. Buna göre A. İnan; "Türklerde büyük imparatorlukların
kurulduğu devirlerde, imparatorluğa dahil bütün uluslar için Gök Tanrı kültünün
müşterek ve umumi bir kült kabul edilmiş ve Gök Tanrı'nın da Tanrıların en
büyüğü sayılmış olabileceğini" düşünmektedir. J.P.Roux da imparatorluk
döneminde Tanrıların tekleştiğini, imparatorlukların dağılmasıyla birlikte Tanrıların
çoğaldığım belirtmektedir[131].
Eski
Türk dini inancında Tanrı sadece siyasi iktidan veren değildir. Tanrı aym
zamanda verdiği iktidan geri alan bir kudrete sahiptir. Tanrının bu gücü Türk
hükümdarlarınm üzerinde siyasi bir baskı aracı olmuştur[132].
D.
ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ
GÖMME
!.
Ölüm: Eski Türkler ölmek yerine "tin"
yani nefes kelimesini kullanmışlardır. Ölüm, ruhun bedeni kesin olarak terk
etmesi şeklinde görülmektedir. Eski Türklere göre ruh, yalnızca ölüm anında
değil, fakat aynı zamanda uykuda ve hastalıklar esnasında da geçici olarak
bedeni terk edebilmekteydi. Eski Türkler için ölüm bir son bulma değil yeniden
bir hayatın başlangıcıdır, ölümden sonraki hayat anlayışı Türklerde ahiret
inancının oluşmasını sağlamıştır. Bu inanç, Türklerde dini tarihin çok eski
dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türklerin çok eski dönemlerden beri atlan ve
silahlan ile birlikte gömülmeleri, bu hayvana binerek cennete gideceklerine
dair bir inancın neticesi idi[133] [134].
Türklerde ölümden sonra hayat tasavvuruna bağlı olarak gelişen ahiret inancı
iyiliklerin ve kötülüklerin hesabının verileceği kanaatini göstermektedir.
Bundan dolayı da iyi ve kötü ruh anlayışı oluşmuştur. Buna göre eski Türk
dininde göklere çıkan iyi ruhlar dünyadaki akrabaları için Tanrı'dan şefaatte
bulunacaklardır. Yer altına giden kötü ruhların insanlara fenalık getireceği
inancı mevcuttur. Bu düşünce eski Türk dini hayatı içinde oldukça eskilere
dayanmaktadır .
2.
Ölü Gömme: Türkler tek Tanrı inancına
sahip olan bir millettir. Öldükten sonra dirilme yani öbür dünya inancına sahip
olan Türkler ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların ebediliğine
inanıyorlardı. Eski Türkçede ruh, can manasında "tin" kelimesini
kullanıyorlardı. Bu kelime aynı zamanda "nefes" demekti[135]. Ölümü
nefesin kesilmesi, ruhun bedenden çıkıp uçması, şeklinde tasavvur ediyorlar,
böylece "öldü" yerine "uçtu" diyorlardı[136].
Eski Türklerde ölüm ile ilgili olaylara destan ve efsanelerde rastlanmaktadır.
Yaratılmışların içinde farklı bir yere sahip olan insan, yaratıldığı günden
itibaren kim tarafından yaratıldığını, nasıl yaratıldığım düşünmüştür. Ölüm
gerçeğini düşünerek bulabilen ilk insanlar bunu sürekli akıllarında
tutmuşlardır. Bu düşünce eski Türklerde ebedi hayat anlayış düşüncesinin
oluşmasına zemin hazırlamıştır. Eski Türkler ölümsüzlüğün sırrım suda ve
bitkide, hatta meyvede aramışlardır. Eski insan için su da, ağaç(bitki) da onun
hayatı, yaşayışı için esas idi[137] [138].
Eski
Türkler de ölü gömme adetleri içerisinde tartışma konusu ölülerin yakılıp
yakılmadığıdır. Konuyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Başlangıçta, Türklere
ait kabirlerde cesetleri yakma adetini ispatlayacak şeyler bulunmamıştır, fakat
sonraları içinde cesetler yakılmış kabirler meydana çıkarılmıştır .
İlkel
insanlar ölümü, ruhun vücudu terk etmesi şeklinde düşünmüşlerdir. Bazı
kavimlerde, ruhun evvelce ayrılmış olduğu vücuda döneceği inancı hakim
olduğundan uzun müddet ölüyü bulunduğu yerden kaldırmamışlardır. Ölüm hayatın
sonu değil, bilakis yeniden başlangıcıdır. Madem ki ruhun yaşadığına
inanılmaktadır, o halde onun arzulan yerine getirilmeli, sevmediği hususlar
yapılmamalıdır. Ölü çeşitli şekillerde gömülmektedir. Ölünün mezan üzerinde
yemekler yenir, eğlenceler tertip edilir. Bazı yerlerde ise, ölenin kansı,
kocasıyla birlikte yakılır. Ölü gömülürken şahsi eşyası ile birlikte gömülür.
Ölünün öbür dünyada başkalarına muhtaç olmamasını sağlamak gerekir. Ölünün
yaşayanlan gözlediği düşünülmektedir[139].
Türklerle Moğolların defin adetlerinin esasında aynı şamani fikir (ide)
bulunmaktadır, ki hanın öldürdüğü veya onun için öldürülen adamlar öteki
dünyada ona hizmet edeceklerdi. Orhun Türklerinde bu fikrin yankısı olarak han
tarafından öldürülen adamların heykelini (balbal) dikmek adeti vardı[140] [141].
Her
Türk ailesinin kendilerine göre şahsi inançları vardı. Herkes bir şaman veya
sihirbaz çağırabilir ve kendi kaderi ile ilgili dualar okutup, büyüler
yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi törenlerdi. Fakat bu törenler bir aile evi
içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili düzenlenirdi. Bu
törenler, ölü gömme törenleri gibi yan dini törenler veya av törenleri gibi,
din ile bir ilgisi olmayan şenlikler olabilirdi. Bunların başlarında Türk
hükümdarlan bulunurdu. 14°.
•
Türkler, büyük ve yüce, yaratıcı, öldürücü tek Tanrı’ya inanmışlardır. Türkler
yüksek dağlan Tanrı makamı olarak kabul etmişlerdir. Bunun en büyük nedeni ise
dağların, tepelerin göğe yakın olmasındandır. Gök Tanrı inancına sahip olan
Türkler, ölülerini yüksek dağlara gömmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü, gökte
oturan Tanrı’ya yeryüzünün en yakın yerleri dağlardır. Türklerin ölülerini
kıymetli eşyalanyia birlikte gömdüklerini yapılan kazılar neticesinde
öğrenmekteyiz. Türklerin ölülerini yüksek dağ başlarına gömmeleri ve mezarların
içine sızan kar sularının donması mezarların günümüze kadar ulaşmasını
sağlamıştır. Soğuk hava deposunu andıran bu mezarların içindeki eşyalar ve
cesetler bozulmadan günümüze ulaşabilmiştir. Türklerin mezarlarım gizli yerlere
yaptıkları bilgisi oldukça yaygındır. Türklerde mezarların gizlenmesi meselesi
ölüyle birlikte gömülen kıymetli eşyaların hırsızların talan etmemesi
düşüncesindendir. Ancak bu bilgi kanaatimizce yanlıştır. Çünkü Türkler
mezarlarım gizlemek yerine belirlemek için çeşitli teknikler kullanmışlardır.
Türkler mezarlarım belli etmek için barklar inşa etmişler, en azından mezarların
üzeri tümsek haline getirilmiştir. Mezarların üzerine taşların yığıldığım da
düşündüğümüzde Türklerin mezarlarım gizlemek yerine açığa çıkarmak için çaba
gösterdiklerini görmekteyiz.
3.
Cenaze
Töreni:Eski Türkler ile ilgili olarak
yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. üç binli yıllarda ölünün toprağa
gömüldüğünü ortaya koyarken; M.Ö. iki binli yıllarda yakma adeti yavaş
yavaş kendini göstermektedir. Eskiden ölülerini yakma adeti olan Türklerin
628'lerde mezarı yükseltme adetine yöneldikleri ve VIH. Yüzyılda mezarların
üzerine barklar inşa ettikleri görülmektedir. Eski Türk dinine sahip olan
Türklerde mezarların seçimi de oldukça önemli olmaktadır. Mezarların gizlenmesi
usulü ise doğuda Moğollara ait olan bir usuldür. Türklerde ise büyüklere hususi
kabirler yapılmakta olup üzerlerine "bark" adı verilen iç duvarları
ölünün hayatta iken katıldığı savaşlara ait sahnelerle resmedilmiş etrafı
taşlarla yığılı olan mezarları ifade etmektedir[142].
Eski
Türklerde cenaze törenlerine katılan davetliler törenlere ve mateme katılmaya
zorlanmışlardır. Törenlere katılan yabancılar olayı garipsemişlerse de
sakallarım da tıraş etmişler, yüzlerini yaralamışlardır. Cenaze törenleri için
resmi ağlayıcı bulundurma adeti de Türklerde mevcuttu.
Türklerde
mezarda ölünün başının doğuya çevrilmesi yaygm bir adet olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak zaman zaman yön değiştirmelere de rastl anmaktadır[143].
Cenaze
törenleri tedbirlerin alınmasına neden olmuştur. Bu törenler son bulduğunda, yas
tutanlar, yeniden sosyal hayata dönmelerini sağlayacak olan arınma törenlerine
tabi tutulurlardı. "Ölülerin akrabaları ve onun evinde yaşayanlar ateşle
arıtılırdı...insanlar, hayvanlar ve çadırlar iki ateş arasından geçmek veya
geçirilmek zorundaydı. Biri bir yanda, diğeri öteki yanda, iki (şaman) kadın su
serperek büyülü sözlerle şarkı söylerlerdi. Ölen kişinin geride bıraktığı her
şey murdar ve tehlikeli kabul edilirdi. Mezarlar da genelde insanlan
ürkütmektedir. Bazı durumlarda ölünün adının telaffuz edilmemesi gerekiyordu[144].
4.
Yuğ
Merasimi: Eski devirlerden itibaren bütün Türk
topluluklarında yuğ aşı merasimi yapılmıştır. Eski Türklerde ölen kimse için
yas törenleri yapılır, ölünün çadırının etrafında atlarla dolaşılır, ölen kişi
için saçlar dağıtılır, yüz bıçakla kesilir, kan akıtılır, ölenin atlan,
kuyrukları kesilerek kurban edilirdi. Aynca ölen kişi için yemek verilirdi.
Verilen bu yemeğe "yoğ basan", "yoğ aşı" veya sadece
"yoğ" (ölü aşı) deniyordu[145].
"Ölü
aşı" töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist
boylarda müşahede edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca kanlar vardır ki
koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp
kocasının mezarına koyarlar ve "ye, iç! Bize dokunma! Hain seni! Hala
doymadın!" diye bağırırlar[146].
Bir
yuğ törenine göre; ölen adam bir çadıra konulur, aile ve akrabaları at yahut
inek kurban ederek çadırın önüne kor, kendileri de ağlayarak çadırın etrafım
atla yedi defa dönerlerdi. Bu sırada yüzlerini çizerler, akan kanlarla
gözyaşları birbirine kanşırdı. Büyük törenlerde yakın akrabası ölenler saçlarım
tıraş ederler, tırnaklarıyla yüzlerini yırtar, kanatırlardı. Yine başka bir
törende: ölünün akrabası üçüncü gün toplanarak ölünün şerefine ziyafet tertip
ederlerdi. Ziyafetten sonraki günlerde mezarlıkta toplanırlar, ağlamak, feryat
etmekle ıztıraplarını ifadeye çalışırlardı. Yedinci gün de yine toplanılarak
önceki ziyafeti tekrar ederlerdi. Ölenin yatağı ise yakılarak yok edilirdi[147].
5.
Yas:
Eski
Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapıldığı bilinmektedir. Yas törenleri
için çeşitli bölgelerden ağlayıcılar getirtilmiştir. Bunlara
"sığıtçı" adı verilmektedir. Ölüm halinde yas törenleri yapılır,
kırda ise, ölü çadırının etrafında süratli atlarla dolaşılır, sağlar dağıtılır,
yüz, kulak bıçakla çizilerek kan akıtılır, ölenin atlan, kuyruklan kesilerek
kurban edilirdi[148].
Eski
Türkler Gök Tanrıya inanmaktadırlar. Türklerde, ocağa tazim, atalara saygı,
dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, demir, kılıç vb.
ruhlarına inanış, güneş, ay, yıldız, yıldırım, gök gürlemesi, şimşek, yıldırım
gibi tabiat üstü güçler tasavvuru bozkır Türklerinin inançları arasında idi.
Ruhlar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmışlardı[149].
Erkek taunlar yarımda bir de "Umay" demlen ve Hind-tran menşeli bir Tanrıça
vardı[150].
1.
Vatan
kültü: Türklerdeki dağ, orman, ırmak kültleri
zamanla gelişerek vatan kültüne dönüşmüştür. Vatan kültü kutsal toprak
anlayışının bir devamıdır. Bu kült, Yer-su terimiyle ifadesini
bulmaktadır. Yer su terimi, ağaç, ateş ve suyun yanı sıra toprağın, taşlar ve
kayaların Geleneksel Türk Dini içerisinde kutsal bir anlam ve öneme sahip
olduklarım ifade etmektedir. Türk din tarihinde Yer-suların en önemli
temsilcileri dağlardır[151].
2.
Atalar
Kültü: ölmüş ataları tazim ve onlar için kurbanlar
sunma inanç ve adeti, eski Türk tarihinin önemli bir nüvesini oluşturmaktadır.
Atalar kültü veya manizm özellikle patriarkal aile tipinin hakim olduğu
toplumlarda görülen bir dini olaydır. Kayıtların bildirdiğine göre Türkler,
atalarının tasvirlerini yaparak saklamaktadırlar. Bu tasvirler Türklerde
"töz" olarak ifadesini bulmaktadır. Bu tasvirler keçeden, paçavradan,
kayın ağacı kabuğundan bazılan da hayvan derilerinden yapılan sembollerdir[152]. Ölen
atalar ve babaların ruhları geride kalanlara iyilik ve kötülük yapabileceği
inancı eski Türkler arasında mevcut olan bir inançtır. Bu inanç ve onlara
duyulan minnet duygusu atalar kültünün temelini teşkil etmektedir. Bütün ölen
ataların ruhları ve mezarı kült haline getirilmemiştir. Sadece kendisine saygı
duyulan değeri üstün tutulan ataların ruhlan ve mezarları kült haline
getirilmektedir. Bu kültü Türklerde mevcut olan ölüler kültü ile birbirine
karıştırmamak gerekir. Atalar kültü, muhtelif Türk zümreleri arasında en eski
ve köklü inançlardan birisidir[153] [154]. Atalar
kültünde bizzat atanın kendisine tapınma yoktur. Atalar kültü, atanın öldükten
sonra ailesine yardım edebileceği inancından doğan, korku ve saygı ile karışık
bir durumdur . Bu yüzden ataların mezarları kutsal kabul edilmiştir.
Onların ruhlan için dualar edilmiş, kurbanlar kesilmiştir. Onların eşyalan da
mukaddes kabul edilmektedir.
X
Dağ Kültü: Türk din tarihi incelendiğinde Tanrı'nın
yanında bulunan kültler vardır, bu kültlerin en önemlilerinden birisi dağ
kültüdür. Türklerde dağlar Tanrı makamı olarak kabul edilmiş olup, bütün dini
tören ve ayinler dağlarda yapılmıştır. Bu yüzden Orta Asya'daki dağların adlan
mukaddes, mübarek, büyük ata, büyük hakan gibi anlamlan içeren Han Tanrı,
Buztağata, Iduk, Art, Kuttağ...gft?i isimlerle anılmıştır. Efsaneler, Eski Türklerde
dağların, insanlar gibi konuşan, duyan, hatta evlenip çoluk çocuk sahibi olan
ruhi varlıklar şeklinde tasavvur edilerek kutsallaştınldıklanm
bildirmektedir.er. eski Türklerde her reis ve oymağın kendine mahsus kutsal bir
dağı olduğu gibi, daha büyük birliklerin de kutsal dağlan bulunmaktaydı[155].
4,
Ateş
kültü: Türkler, öteden beri ateşe saygı
gösteriyor, onu kutsal ve temizleyici bir kuvvet olarak kabul ediyorlardı[156].
Türklerde bu kült ile ilgili uygulamalar da dikkat çekicidir. Hastalıkların
tedavi edilmesinde, evlerin ve ölülerin tütsülenmesinde temizleyicilik ön plana
çıkmaktadır. Türkler kötülüklerin ateş ile temizleneceğine inanmaktadırlar. Bu
yüzden de Türklerde ateşin gökten indiği inana vardır. Türklerde ateş, kehanet
anacı olarak da kullanılmıştır. Türklerdeki ateş kültü, "Aile ocağı
kültü" ve "atalar kültü" ile ilgilidir[157].
Altaylı şamanist Türk boylarında ateş üzerine şöyle bir efsane anlatılmaktadır:
"İlk insanlar meyve ve otla beslendikleri için ihtiyaç yokken, Tanrı
onlara et yemelerini emrederken, Ülgen de ilk defa insanlara ateş yakmayı
öğretmiştir". Ateşe bakarak kehanette bulunmak Türklerin çok eski bir
geleneğidir. Eski Arap müellifleri bu konuda, "Türklerin büyük hükümdarlarınm
muayyen bir günü vardır ki, o gün kendisi için büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe
kurban sunulur ve dua okunur. Bu ateşin üzerinde büyük alevler yükselir. Bu
alev yeşilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve iyi mahsul olacaktır; kırmızı
renkte olursa savaş olacaktır, siyah olursa hükümdarın ölümünü yahut uzak
yolculuğu gösterir "demektedirler*57.
Ateşin,
gökten Ülgen tarafından gönderildiğine inanılır. Ateşe karşı, kötü söz
söylemek, küfür etmek, ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak
kesinlikle yasaktır. Ateşe bakıp kehanette bulunmak eski bir görenektir[158] [159].
5.
Su
Kültü: Eski Türk dini içerisinde su önemli bir
konuma sahiptir. Suyun kaynağı, pınan, ırmak ve göle Türkler tarafından
kutsiyet atfedilmiştir. Türklerin suyu kutsal kabul etmelerinin en önemli
nedeni temizlik ve saflık sembolü olmasından olsa gerektir. Türkler suyun
sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanmışlardır[160].
6.
Orman
kültü: Türklerde orman ve ağaç kültü önemli bir
yer tutmaktadır. Orman kültü, ormanda yaşayan ve yiyecek derleyip avcılık
yaparak geçimini sağlayan ilkel topluluklara ait gibi gözükse de bu kültün
temelini bozkır kültürü oluşturmaktadır[161].
Türklerde kutsal kabul edilen dağlar vardır. Bu dağlar ormanlarla kaplıdır.
Buna en güzel örnek Ötüken Ormanı'dır.
7.
Kartal
Kültü: Eski Türklerdeki kültler içerisinde bir
diğer kült kartal kültüdür. Bunu Türklerdeki totem inancıyla bağdaştıranlar
vardır. İbrahim Kafesoğlu, M.Ö. üç binli yıllara ait Orta Asya kurganlarında
kartal pençesi ve işaretlerine rastlanmasını, Türk topluluklarında kartal
sembolleri ve inançlarının mevcudiyetini Türklerde, çok eski dönemlerde bir
kartal kültünün bulunmuş olabileceği şeklinde yorumlamaktadır[162]. M.Ö.H.
bin başlan olarak tarihlenen Kurat Kurganı içinde bir kartal pençesine
rastlanmıştır. İlk ve Orta çağlardan itibaren çok yaygın görünen ve şark
menşeli olduğu kabul edilen hakimiyet timsali kartalın Türk menşeli olduğu
ileri sürülmüştür[163] [164].
8.
Av
Kültü: Avcılık, dini kültün ve inancın doğmasını
temin etmiştir. Bu inancın başında, Altay sahasının başlıca jeolojik
Özelliğiııi teşkil eden "Tayga ve dağ'Tarm sahibi bulundukları ruhlara
karşı beslenenidir. Çünkü avcı halkın inancına göre avın verimliliği ve
zenginliği tamamıyla bu ruhların himayesi altodadır. İçerisinde kolayca
kaybolma imkanları daima hazır bulunan ıssız ve uçsuz Taygalara dalan her avcı,
kendini koruyacak ve ümitsizlikten kurtaracak tek kuvvetin, Tayga ve dağlar
sahipleri olduğuna inanmış ve ava bu inancın teşvikiyle çıkmıştır. Ava çıkmadan
önce, çeşitli dini ibadetler yapar, avın verimliliği ve başarılı olması için,
gereken bütün örf kaidelerine riayet eder. Bilhassa avı koruyacak olan ruha
bağlılığını göstermeğe çalışır. İlk göçebe Türk devlet hayatında bir taraftan
vahşî hayvan eti yenilip yaşarken, bir taraftan da avlarda kullanılan şahin
ailesinden bütün kuşlar totem olarak takdis edilmekte idi. Tonyukuk yazıtında
"vahşi hayvan" karşılığı olarak "tavşan" kullanılmıştır.
Tersine Orhun yazıtlarında ise devlet ricalinden birinin ölümü tasvir edilirken
onun ölmez ruhu, "şunkar kuşu" ruhuyla birleştiği, ifade
edilmektedir. Böylece, totem haline getirilen şahinler yardımıyla avcılık,
mitti bir gelenek haline getirilmiş idi. Bozkır göçeri Türk devletlerinde ve
boylarında avcılık, dini merasim yaptıracak kadar bir kült değerini bulmuştur .
Kut,
yalnız insanla ata mahsustu. İnsanın kutlu olması, keramet ve şahsiyet sahibi
olması demektir[165]. Eski
Türk devletinde siyasi iktidar kavramı, kut tabiri ile ifade ediliyordu. Bozkır
Türk hükümdarı Tanrı tarafından kut ve ülüg (kısmet) ile donatıldığı için
işbaşına gelebilmekte idi. Kut ile ilgili Kutadgu Bilig'de şu açıklamalar
görülmektedir. Buna göre; ".... Kut'un tabiatı hizmet, şiarı adalettir...,
fazilet ve kısmet kuttan doğar....Beyliğe (hükümdarlığa) yol ondan geçer..Her
şey kut'un eli altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir...,
ilahi (ıduk) dir. ..Beye makamım Tanrı verir. Hükümdarlar iktidan Tanrı'dan
alırlar.."[166].
Eski
Türkler, "kut"u gökten inen bir nur sütunu , bir "Altun
Işık" suretinde tasavvur ederlerdi. Bu "Altun Işık" hangi
insana, hangi hayvana, hangi şeye temas ederse, onu gebe bırakırdı. Türklerde
kut, hangi şeyin üzerine konarsa onu mukaddes kılar: Kutlu Dağ, Kutlu Maral,
Kut kent (Hokand) gibi[167].
Gerek
savaş, gerek avda üstünlük bir "kut" tezahürü sayılıyor idi.
Kazananın kut sahibi olduğu; yenilenin ve öldürülenin ise, hayatta ve Ölümünden
sonra, "kut" sahibine tabi olduğu kabul ediliyordu. Avda vurulan,
veya tabiat üstü şartlarda rastlanılan hayvan da bir "kut" işareti
olup, ongun şekilleri doğmuştu[168].
Türkler,
Hunlar devrinden beri, anasının himayesinden kurtulduğu ve ayakta durabildiği
andan itibaren ömürlerini at üstünde geçirmişler ve hayatlarını bu hayvanla
birleştirmişlerdi. Zira eski Türkler at üstünde yemek yer, kımız içer, toplantı
ve istişarelerde bulunur ve nihayet savaş yapardı. Hun, Göktürk, Selçuklu,
Moğol ve Osmanlı imparatorlukları da at üzerinde yaşayarak ve savaşarak
kurulmuştu. Türkler suratlı süvarileri ve akınlan sayesinde kolaylıkla
istilalara
girişiyor;
uzak yakın ülkeleri fethediyorlardı. Komşu milletlerin yaya veya ağır hareket
eden zırhlı ordulan ani baskın ve hücumlarla ve öne, arkaya ok atmak suretiyle
şaşkına çevriliyor; daima teşebbüsün elde tutulması sayesinde düşman saflan
bozuluyor, ondan sonra da son ve imha savaşı başlıyordu. Bu durum zaferlerin az
bir zayiatla kazanılmasına yardım ediyordu .
At,
Türk devlet hayatında kendisini VII-VIII. Asırlarda göstermeye muvaffak
olmuştur. Nitekim, Lena nehri üst boylan kazılarından, Türk halklarına ait,
elde edilen taş heykellerdeki at ve sancak tasvirlerinden de anlaşıldığı üzere,
at bu devrin Türkleri için, ihmali asla kabil olmayan bir devlet müdafaası
unsuru olmuştur. Bu tasvirlerdeki savaş atlan, kahraman süvarisine nispetle
daha iyi giydirilmiş ve süslenmiştir[169]
[170].
İSKİTLERDE
DİNİ HAYAT
Orta
Asya, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Ural Dağlan ile Hazar Denizi’ne
kadar, kuzeyde Sibirya’dan, güneyde Çin, Tibet ve İran ülkelerine kadar uzanan
oldukça geniş bir sahadır. Buradan göçler iki yoldan olmuştur. İskitler doğuda
Çin Seddi’nden batıda Tuna nehrine kadar, 40. ve 50. paraleller arasında,
yaklaşık 7000 kilometreden fazla bir sahaya yayılmışlardır. Bunun sonucunda
çeşidi kavimler tarafından tanınmışlar ve bunların yazılı belgelerinde
adlarından bahsedilerek, haklarında bilgiler verilmiştir. İskit adına ve
onlarla ilgili bilgilere Grek kaynaklarında, Pers çivi yazılı metinlerinde,
Asur ve Çin yıllıklarında rastîanmaktadır. Arkeolojik buluntular İskitlerin
M.Ö. I. Bin yıl içerisinde Tuna Nehri’nden Çin'in batı sınırlarına kadar uzanan
oldukça geniş bir sahaya yayıldıklarını göstermektedir. Bu kuzeydoğu step
bölgesi yüksek Pamir, Tiyen-Şan ve Altay dağ kollarından, Batı Türkistan
üzerinden batıya ve aşağı Tuna bölgesine kadar, bütün Güney Rusya'ya
yayılmaktadır. Batıda Silezya'ya kadar ulaşmakta, doğuda birçok geçit
vasıtasıyla doğu Türkistan ve Gobi bölgesiyle bağlanmaktadır. Bu bölgenin
doğusu büyük çöl sahasıyla kaplıdır, buna karşılık batı kısmı umumiyetle
verimli ve doğudan elverişlidir. Kuzeye doğru bu mekan eski zamanlarda
bataklıklar ve sık ormanlarla tamamen kaplanmıştı, güneye doğru geniş alanlar
Hazar denizi ve Karadeniz, geri kalan kısımlar İran'daki dağlık arazinin
yükselen dağ dalgalan ve Kafkas dağ silsilesiyle sınırlanmıştır. İskitler Ön
Asya’ya da yönelmişlerdir. Onların Ön Asya'ya yönelmelerinin sebebi Kimmerleri takip
etme düşüncesidir. Kimmerleri yurtlarından çıkaran İskitler, bunların ardından,
Kafkasları doğudan dolaşarak, Hazar denizi kıyışım takiben Derbent-Demir Kapı
geçitleri üzerinden Azerbaycan'a ve daha güneye dalgalar halinde akmaya
başladılar[171].
Hipokrat
îskitler hakkında şu bilgileri vermektedir: İskitler ata çok iyi binerler ve
savaşçı bir ulusturlar. İskit kadınlan da ata binerler ve ok ile yay
kullanırlar. İskitler genellikle su kenarında, dört tekerlekli arabaların
içinde yaşarlar. Yağmur ve rüzgarın girmediği bu arabaların bazılarım iki çit,
bazılarım da üç çift öküz çekerdi. Hayvanların otlanmasına bağlı yaşarlar. Bİr
yerde ot biterse başka yerlere göç ederlerdi. Genellikle pişmiş et yerler,
kısrak sütü içerler ve sütten yaptıkları peynirleri çokça kullanırlardı. İklim
nedeniyle hayvanlar küçük kalır ve gürbüzleşemezdi. Bölgeleri genellikle soğuk
rüzgarlı ve karlıydı. Soğuk ve rüzgar hayvancılık için engel oluştururdu.
Mevsimler arasında pek faik olmadığı için İskitler yaz kış benzer yemekleri yerler,
kar ve buzların çözülmesiyle gelen sulan kullanırlardı. Çok yemek yedikleri
için fazla çevik değillerdi. îskitler semizlikleri ve derilerinin tüysüzlüğüyle
birbirlerine çok benzerlerdi. At üzerinde daha iye durabilmesi için çocuklarım
kundaklamazlar bu nedenle boylan kısa kalırdı. İskit ırkının rengi yanık
kırmızısıydı. Yunanistan'a medeniyetin ışığım getiren İskitlerdir. Yunan
tarihçileri İskitlerin parlak bir medeniyetleri olduğunu, onların o devirlerde
yaşayan diğer milletlerin varamadıktan derecede yüksek bilgileri bulunduğunu
yazmışlardı[172] [173].
îpokrat'ın Litre tercümesinde Avrupa'da, Azak denizi taraflarında yaşayan bir
İskit kavmi vardı. Bu kavmin kadınlan ata binerler, at üzerinde olduktan halde
yay çekerler ve mızrak atarlar. Kız kaldıkları kadar cenk ederler, üç düşman
öldürmedikçe kocaya varmazlar ve kanunun emrettiği kurbanları eda etmeden evvel
kocalanyla bir arada oturmazlar. Bir kız bir erkeğe varınca -bir lüzum üzerine
bütün millet silahlanmağa mecbur olmaz ise- bir daha ata binmez. Kadınların sağ
memeleri yoktur. Çünkü kızlar daha çocuk iken, bu iş için yapılmış bakırdan bir
aleti şiddetle kızdırdıktan sonra sağ memenin üzerine yapıştırarak,
vücudun bu kısmım yok ederler. Meme bu suretle yakıldıktan sonra büyüyemez;
bütün kuvvet ve bütün tagaddi aynı taraftaki omuza ve kola giderler5.
îskitlerde soğuk fazladır. İskit çölü denilen yer, otlakları bol yüksek ve
rutubeti az bir ovadır. Çünkü bu ovanın ortasından geçen büyük ırmaklar suyu
köylerin dışarısına götürürler. îskitler buralarda yaşarlar. Bunlara göçebe
derler; çünkü sabit bir ikametgahları yoktur ve arabalar içinde otururlar.
Arabalardan en küçüklerinin dört tekerleği, diğerlerinin altı tekerleği vardır,
bu arabalar keçe ile örtülü ve ev gibi yapılmıştır. Bazılarının bir tek odası,
diğerlerinin üç odası vardır, yağmur ve rüzgar arabaların içerisine geçemez.
Arabaların bazılarım iki çift, bazılarım üç çift öküz çeker. Öküzlerin boynuzu
yoktur; çünkü soğuk bu hayvanlan boynuzdan mahrum eder. Kadınlar bu arabaların
içinde otururlar, erkekler atla yanlarında giderler; inek ve at sürüleri de
arkalarından gelirler. Bir yerde ot hayvanlarının gıdasına kafi geldiği kadar o
yerde kalırlar; otların hepsi bitince başka yere giderler. îskitler pişmiş et
yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de (hippace) denilen peynir
yaparlar. İskit memleketi ay yıldızının ve Ural dağlarının altında bulunur. Bu
dağlardan şimal rüzgarı eser. Güneş bu memlekete ancak yazın günlerin en uzun
olduğu vakit yaklaşır, o vakitte orayı az zaman ve az kuvvetle ısıtır. Sıcak
mıntıkalardan esen rüzgarlar oraya nadir olarak ve kuvvetsiz gelirler. Bilakis
orada, Ural dağlarından hiç eksik olmayan kardan, buzlardan ve fazla derecede
rutubetten dolayı soğuk ve insanların o dağlarda yaşamasına mani olan küçük ayı
rüzgarı vardır, kış orada daima hakimdir, yaz ise pek az gün devam eder, zaten
pek de sıcak olmaz. Bu yüksek ve çıplak ovaların üzerinde dağlar yoktur, ovalar
gittikçe yükselerek şimale kadar giderler. Orada büyük cüsseli hayvanlar hiç
doğmaz, hayvanlar toprak altına saklanabilecek surette küçük cüsseli olurlar;
büyümelerine mani olan şey kışın soğuğu ve otlan örtemeyen, muhafaza edemeyen
toprağın çıplaklığıdır. Mevsimlerde ne büyük ne de şiddetli değişiklik olmaz,
mevsimler arasındaki fark pek azdır; îskitlerin birbirlerine benzemeleri bundan
ileri gelir. îskitler yaz, kış aym yemekleri yerler, aym elbiseleri giyerler.
Rutubetli ve ağır bir hava teneffüs ederler, kardan ve buzlardan gelen sulan
içerler ve çalışkan bir hayat için lazım şartlardan uzak yaşarlar. îskitler ağır
vücutlu olurlar, semizliklerinden mafsalları belli olmaz. Bünyeleri ratıptır,
çevik değildir. Vücudun boşlukları, en ziyade karom alt kısmmdakiler ahlat ile
doludur. Çünkü öyle bir memlekette, öyle mizaç ile, öyle bir iklimde karom
yabis olması mümkün değildir. îskitler semizliklerinden ve derilerinin tüysüz
olmasından dolayı birbirlerine, erkekler erkeklere, kadınlar kadınlara
benzerler4. îskitlerin ekserisinde, göçebe olanlarının hepsinde,
omuzlarında, kollarında, bileklerinde, göğüslerinde, kalçalarında, boş
böğürlerinde dağlamalar bulursunuz. Bu adetin bir tek sebebi vardır ki o da
İskitlerin bünyelerinin rutubeti ve gevşek olmasıdır. Bu gevşeklik onların
yaylarını germeğe ve mızrağa omuzlarıyla dayanmağa mani olur. Halbuki, dağlama
oynak yerlerinde rutubetin fazlasını giderir, azaya daha ziyade kuvvet verir,
daha ziyade beslenmesine sebep olur ve daha ziyade kabarıklık verir. İskitlerin
vücutları gevşek ve bodur olur; çünkü evvela çocukları kundaklamazlar, İskitler
at üzerinde daha iyi durabilmek için kundak usulünü istemezler. Ondan sonra da
kapalı yaşarlar. Erkek çocuklar ata binecek hale gelmedikçe zamanlarının çoğunu
araba içinde oturmakla geçirirler ve göçebe ahalinin göçlerinden ve
dolaşmalarından dolayı pek yürürler. Böyle tabiatta adamların zürriyeti pek çok
olamaz. Erkeklerde -bünyenin rutubetinden, kanun gevşekliğinden ve
soğukluğundan yani inşam zürriyete Salih olmaktan çıkaran şartlardan dolayı-
aşk zevklerine karşı temayülü azdır5. Bundan başka İskitler daima
ata bindiklerinden erkeklik kuvvetinden kaybederler. Erkekler için az
zürriyetli olmanın sebebi bunlardır. İskitler arasında kısırlığa tutulmuş bîr
çek erkek bulunur. Bunlar kendilerini kadın işlerine mahkum ederler ve kadınlar
gibi konuşurlar. Onlara kadınlaşmış (anandrieis) derler. Yerliler bu akametin
sebebim, ilaha atfederler, bu gibi erkekleri tebcil eder, onlara tapınırlar,
herkes kendisinin de Syte bir derde tutulmasından korkar. İskitler
kısırlıklarım şu suretle tedavi ederler: Hastalığın başlangıcında iki
kulaklarının arkasındaki kara kan damarını açarlar. Kan aktıkça dermansızlıktan
uyku gelir ve uyurlar. Sonra uyandıkları vakit bazısı iyi olmuştur, bazısı
olmamıştır. Bu tedavi tohum suyunu değiştirir. Çünkü kulakların arkasında bir
takım damarlar vardır kİ kesilince, bu ameliyatı geçirenlerde zürriyct hassası
kaybolur. İskitlerin kestikleri de o damarlardır. Bu damarlar kesildikten
sonra, bir kadının yanına gittikleri vakit onunla münasebette bulunamazlar ise
evvela bunu pek merak etmezler ve sakin kalırlar. Fakat iki, üç yahut daha çok
defa muvaffak olamayınca ilaha karşı bir günah irtikap ettikleri zannına
düşerek dertlerini de ilaha atfederler ve kadın elbisesi giyerler.
Kısırlıklarım ilan ederler. Bundan sonra kadınlar gibi yaşarlar ve kadın
işlerini görürler. Bu hastalık, iskitler arasında en aşağı sınıftaki erkeklere
değil, necabetlerinden ve zenginliklerinden dolayı en kudretli olanlara
musallat olur. Sebebi biniciliktir. Fukara olanların hastalığa daha az
tutulması onlarm ata binmemelerinden ileri gelir. Eğer bu hastalık ötekilerden
daha ziyade ilahtan gelmiş olsaydı İskitlerin en necip ve en zengin olanlarına
münhasır kalmaması, her sınıftan halka müsavi derecede musallat olması, hatta-
ilahların insanların hediyelerinden hoşlandıkları ve bu hediyelere karşı lütuf
ile mükafat ettikleri doğru ise mallan az olduğu için, hiç kurban kesemeyenlere
tercihen musallat olması lazım gelirdi. Çünkü zenginler çok kurban
kesebilirler, ilahlara hediyeler takdim edebilirler, servetleri sayesinde
ilahlara tazim gösterebilirler. Halbuki fakirler ihtiyaçlarından dolayı kurban
kesemezler, ilahlara aynı derecede tazim gösteremezler. Hatta fakirliklerini
ilahlara atfederler. Şu halde öyle günahların cezası da zenginlerden ziyade
fakirlerin üzerime düşmek lazım gelirdi. Her gün ata binmek her nerede varsa
bir çok kimselerin oynak yerleri tıkanır, kalça sızısına, karasu hastalıklarına
tutulurlar ve zürriyete Salih olmaktan çıkarlar. Bu hastalıklar İskitlere
musallat olur ve erkekleri en ziyade kısır olurlar. Kısırlık sebeplerine şunu
da ilave ediniz ki, tskitfer daima şalvar giyerler, hemen daima at üzerinde
ölürler. Ellerini vücutlarına götürmeleri kabil değildir. Soğuktan ve
yorgunluktan dolayı kadınlarla münasebet arzusunu unuturlar ve böyle münasebete
teşebbüs ettikleri vakit erkeklik kudretini kaybetmiş bulunurlar[174].
Çin
kaynaklarına istinaden tarihin eski Türk devleti olarak M.Ö.MHI. yüzyılda
mevcut olan "Hiyung-nu'lar, yani 'Türk-Hunlar kabul edilmekle beraber,
bazı Türk zümrelerinin, Türk'ün ana yurdu sayılan Altay-Hazar-Yayık sahasından,
muhtelif amillerin tesiriyle milattan çok yüzyıllar önce doğu, güney ve batı
istikametlerinde yayıldıkları kuvvetle muhtemeldir. Mühim bir kısmı Türk
kabilelerinden teşekkül ettiği anlaşılan îskitler (Sakalar)'in M.Ö. VI-IV.
Yüzyıllarında, orta Dnepr ve Dnestr sahasındaki bazı Slav zümrelerini
hakimiyetleri altında bulundurdukları uzak bir ihtimal sayılamaz. İşkillerden
sonra (M.Ö. IV-L Yüzyıl) Karadeniz'in şimalindeki bozkırların efendileri olan
Sarmalların, hiç olmazsa bir kısmı Türk’tüler; bunların orta Dnepr ve
Karpatlar'a kadar uzanan sahayı ellerinde bulundurduklarına göre Slav
kabilelerinden bazılarının Türk tesirine maruz kalmış olduğuna hükmedilmektedir[175]. Pers
kralı Darius, denizin ötesindeki Sakalar'a karşı bir sefer yapmayı
planlamıştır. Anadolu üzerinden harekete başlayan Darius, Sanroslu Mandrosle
tarafından inşa edilen bir köprü üzerinden İstanbul boğazım geçerek, Trakya
içlerine doğru yönelmiştir. O, mezar yazıtında bildirdiğine göre, "denizin
ötesindeki Sakaların üzerine yürümüştür. Darius yoluna devam ederek, Don
nehrini geçmiş ve Yorgaya doğru ilerlemiştir. İskitler ise, onun önünde geri
çekilmiştir. Pers kralının, Tuna nehri üzerindeki köprüyü savunmaları için
İyonlılar'a verdiği altmış günlük süre hızla dolarken, onun askerleri bu
yararsız kovafamacadan yavaş yavaş bıkmaya başlamışlardır. Ancak, İskitler
doğuya doğru geri çekilmeye devam etmiştir. Bu durum karşısında cam sıkılan ve
bir sonuç alamayan Darius, İskh kralı İdanthyrsos’a bir haber göndermiştir.
İskit kralına kendini güçlü hissediyorsa kaçmayarak savaşa girmesini, eğer
kendisinde o gücü görmüyorsa, huzuruna çıkarak haraç olarak toprak ve su
getirmesini istemiştir. Bunun üzerine İskit kralı da Darius'a bh cevap verme
İhtiyacım duyarak, ondan korkmadığım, kendilerinin kentleri ve dikili ağaçlan
olmadığından dolayı savaşa girmek istemediğini; fakat atalarının mezarlarım
bulurlarsa, o zaman savaşacaklarım bildirmiştir. îskitlerle savaşma fırsâd
bulamayan Darius geri çekilmeye karar vermiş ve askerlerim köprüye kadar
getirerek, Tuna nehrini geçirmeye muvaffak olmuştur. Böylece, Darius felakette
kurtulmuştur5.
1.
îskitlerin
Menşei: îskitlerin menşei meselesi üzerine yerli ve
yabancı araştırmacılar inceleme yapmışlardır. îskitlerin menşei meselesi ile
uğraşan E. Mînns, H.Triedler, Laufer, Zeki Velidi Togan, İlhami Durmuş gjbi
araştırmacılar îskitlerin hakim tabakasının Türk olduğu kanaatindedirler.
îskitlerin hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ahlakları hakkında
Hipokratus tarafından verilen malumat Hunlar ve Göktürkler hakkında
yazılanların aynıdır. Akideleri, defin merasimleri ve adadan Altayhlarınkinin
aynıdır. Bunlar Türk "derme evlerinde, yanı keçeden mamul kubbeli
çadırlarda (çoğunca bunların tekerleklilerinde) yaşamışlardır. Skitler Türk
kavimleri gibi kımız içerler ve sütü kurutarak "kurut" yaparlardı;
akideleri şsafHani idi; yabancılara karşı müdafaası zahmetli ve iç niza'ların
başlıca sebebi diye
8
İlhami
DURMUŞ: "Anadolu'da Kinunerler ve İskitler", Belleten, LXI/230,
(Ankara: TTK Basımevi, Nisan 1997), 284; Ekrem MEMİŞ: "îskitlerin Uyguladığı
Harp Taktiklerinin Diğer Milletler Üzerindeki Etkileri Ve Günümüzdeki
Belirtileri", Türk Kültürü. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan.
XXV/293. Ankara (Eylül 1987), 571 mal-mülk toplamaktan kaçınırlardı.
Düşmanlarına karşı mertçe savaşan, dahilen feragat sahibi, samimi, sade
insanlar diye tanıdıkları Skitlerden Homeros ve diğer bazı eski
Yunanlılar "kımız içer, emlaksiz Skitler" diye idealize ederek
bahsetmişlerdir (Strabon, VII, 3, S.9)[176].
Bazı otoriteler İskitlerin İrani, bazdan Slav ve bazıları da Ural-AItay ırkına
mensup olduklarım belirtmişlerdir. İskitlerin İrani oldukları nazariyesini
savunanlar İskit ve Iran dinini karşılaştırarak bu iki din arasında bağlantı
kurmaya çalışmışlardır. Bu nazariyeyi savunanların başında Albert Herrmann
gelmektedir. Bu bilim adamı Pamir Sakaları olarak adlandırdığı grubun doğu İran
kökenli olduğunu dillerinin gösterdiğini ileri sürmektedir. Kretschmer de
İşkillerle Iranlılar arasında kültürel yakınlık bulunduğunu belirtmektedir.
Junge ise, Sakalarla Perslerin yakın akraba kavim olduklarım ve Hint
Avrupailiklerini kabul etmektedir. Von der Oskten de iskitlerin çoğunluğunun
Hint Avrupai soydan ofeştuğunu belirtiyor. Potratz ve Rostovtzeff de İskitlerin
irani bir kavim olduğu görüşünü ileri sürüyor. Grousset de İskitlerin İran
ırkına mensup olduklarım belirtiyor. Zabelin, Kul-Oba'da bulunan İskit
vazolarındaki resimlerden harekette f
İskitlerin
Slav olduğunu ispat etmeye çalışmıştır. Bu resimlerdeki elbiseler ile Rusların
elbiseleri arasında bağlantı kurmaya gayret etmiştir. Mannert ve Cuno İskitleri
Slavların ataları olarak görmüşlerdir. Grigoriev, fiovaiski gibi
Rus bilim adamları onların Slav orijinli olmaları gerektiğini ileri
sürmüşlerdir. B.G.Niebuhr, İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup oldukları
görüşündedir. Niebuhr, İskitlerin Tatar veya Moğol kavimlerinden oldukları
fikrini ileri sürmüştür. Dayandığı esas, İskitlerle Tatarların örf ve
adetlerindeki benzerliklerdir. Grote de aynı görüştedir. Neumann da aynı
görüşü taşımaktadır. Kiepert ise, Orta Asya'dan Güney Rusya'ya gelen İskitlerin
gelenek ve göreneklerinin atlı kavimlerin göçebe hayat tarzına uyduğunu
belirterek, bunların Moğol yada Türk-Tatar ırkından olduklarım ileri
sürmüştür. Nagy dc İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup bir kavim
olduğunu belirtmiştir. Mbrdtmann, Kuun, Minns İskitlerin Ural-Altay ırkına
mensup olduklarını kabul etmektedirler. Franke de İskitlerin Türklüğü
fikrindedir. Meyer, Oxus, Jaxartes, Huntiford, Ruben de İskitlerin Türk
olduklarına inanmaktadırlar. Von der Osten de İskitlerin içinde Türk
topluluklarının varilim kabul etmektedir. Molla Mehmed El'abeşi, "Türk
uruglarından ve dünyanın büyük eski kavimleri zümresinden biri İskit
Türkleridir" diyerek İşkillerin bir Türk kavmi olduğunu kabul ediyor.
Arsal, Günaltay, Togan, Kırzıoğlu, Guboğlu, Durmuş İskitlerin Türk olduğunu
kabul etmektedirler[177] [178] [179] [180].
2.
İskit
Sanatı: İskitlerin sanatı "hayvan üslubu"
denilen üsluptadır. İskitlerin sanatım Sovyet bilgini M.LArtamanov şöyle
vasıflandırır: "Altay bölgesinin eski sanatında görülen süsleyici motifler
geniş ölçüde o bölgedeki hayvanların gerçek şekillerinden
esinlenmiştir. Bu şekiller ve hayvanların dövüşmesini gösteren sahneler
Karadeniz sahillerinde yaşayan İskitlerin de kullandıkları hayvan üslubu ile
akrabalık göstermektedir"
İskitlerin
dinleri hakkındaki bilgilere Grek kaynaklarından ulaşmaktayız. Grek
kaynaklarının verdikleri bilgjler ise oldukça az olup yetersizdir.
İskitler,
diğer soydaşlan Sarmatlar gibi, Med-Pers inançlarım yavaş yavaş değiştirecek
olan tarihi Zerdüşt dinine, Zerdüştlüğün yarattığı yemliklere yabancı
kalmışlardır. Bu İşkillerden bize Kul-oba ve Voronej'de adeta konuşan portreler
resmedilmiş Grek-İskit vazolan kalmıştır. Persepolis'teki kardeşleri
Sakalar gibi sakallı ve düzgün saçlı, kulaklarım bozkırın sert rüzgarından
koruyan sivri uçla külahlı, kuzenleri Medler ve Persler gibi bol elbiseli, iç
gömlekli ve geniş pantolonludurlar. Yayın en fazla tercih ettikleri silah
olması gibi at da -Çertomlik kurganında bulunan gümüş testi üzerine resmedilmiş
harika bozkır atı- yanlarından ayrılmayan arkadaşlarıdır72.
Massagetlerin dini politeist (çok Tanrılı) değildi. Tanrı olarak güneşi
tanıyorlardı. Heredotos’un ifadesiyle "Tanrıların en hızlısına, ölümlülerin
en hızlısı olan atı kurban ediyorlardı**3.
1.
İskitlerde
Şamanizm: iskitler batıl inançlara sahip olan bir
kavimdi. Büyüye, sihire ve tılsımların gücüne inanırlardı. İskitler hakkında
önemli bilgiler edindiğimiz Herodot, îskitlerin bu durumları hakkında şu
bilgileri vermektedir: "İskit büyüsüne, dininden fazla önem vermiştir.
îskitlerin rahipleri yoktu, bunların yerine söğüt dallarından hakikati söyleyen
büyücüleri (şamanlar) vardı. Şamanlar arasında erkekliği gelişmemiş olan
Enareler, yani "hadımlar" önemli mevkiler kazanırlardı. Tiz bir
sesle konuşan ve kadın elbiseleri giyen bu şahıslar erkeklik uzvunun
eğrilmesi ile kendini gösteren bir "kadınlık hastalığından"
muzdariptiler. Skolot'lar, Enareler'in M.Ö.VII. asırda, Mısır'dan dönerlerken,
Askalon'daki Darketo mabedini yağmaladıktan için, "Büyük Tanrıça" tarafından
"kadınlık hastalığı" ile cezalandırılan îskitlerin soyundan
olduklarına inanırlar. Bunlar Sibirya'nın cinsiyet değiştirmiş Şamanlan ile
aynıdırlar. îskitlerin, had safhada batıl inançlara bağlıdırlar. Buna bir
örnek: Hükümdarın hastalanmasının sebebinin, kavmin, kralın kalbi üzerine
yeminli fertlerinden birinin, yalan yere yemin ederek, kralın üzerine hakarete
uğramış Tanrının intikamım çektiği, inancıdır. Büyücülerin, kehanetlerine
dayanarak böyle bir suçla itham ettikleri bir İskitli, ancak başka büyücüler,
meslektaşlarının ithamının "yanlış olduğu" iddiasında bulunurlarsa,
kurtulmayı ümit edebilirdi. Yoksa, suçlunun kafası koparılır ve malı mülkü
kendini katledenler tarafından paylaşılırdı. Herodot'un verdiği bilgilere göre;
krala yanlış bilgi veren büyücülerin cezalandırılmaları şu şekilde tasvir
edilmektedir: "îskitlerin idam tarzı şudur: Bir arabaya odun doldurulur,
daha sonra arabaya öküzler koşulur. Ayaklan birbirine, kolların arkalarına
bağlanan ve ağızlan tıkanan büyücüler, odun yığınının üzerine atılırlar.
Daha sonra odunlara ateş verilir ve ateşten ürken öküzler hareket eder. Bir
çok defalar öküzler de, büyücülerle beraber yanmaktadır. Büyücülere verilen bu
cezaya, eğer varsa, erkek çocuklan da dahil edilmekte, sadece kızların
yaşamasına müsaade edilmektedir. Öküzler onlan, koşum kayışlan yanıp,
kendilerini kurTanrıcaya kadar sürüklerlerdi. Böylece, "şerefsizce"
sihirbazlık suçu, ateşle temizlenir ve toprağın üzerine saçıhrd?4. [181]
îskitlerde
ruha inanış düşüncesi köklü bir geleneğe bağlıdır. İskitler, hayadan boyunca
tabiatla mücadele içinde ve kaynaşma içinde bulunmuşlardır. İskitler karşılaştıktan
korkunç ve garip tabiat olaylarım ruhlara atfetmişlerdir. Bunlar iyi ve kötü
ruhlardır. İskitlere göre mukaddes addettikleri ve tapındıklan her cisim bir
ruh taşımaktadır. Greklerle temastan önce İskitlerin dininde Şamanizm'e ait
unsurlar bulunmaktadır. İskit dininde Şamanizm ile beraber görünen unsurlar
aynen, Türk- Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır. İskitlerin inandıklan
ruhlar ve Taunlar aleminin eski Türk dininde bulunan motiflerle benzerlikler
İskitlerin Türklüğüne işarettir13.
Şamanhk
Iskitierde vardı. Şamanlar, umumiyetie kehanette bulunmak, büyü yapmak ve
kurban kesmek gibi çeşitli işler yapmaktaydılar. Fakat bu işleri şaman olmayan
kimseler de yapabilmekteydiler. Hakiki Şaman’a ancak ruhlarla temasa geçebilmek
suretiyle halledilebilecek meselelerde müracaat edilmekteydi. İskit toplumunda
Şamanların önemli bir yeri vardıw.
İskitler
keyiflerine düşkün yaşamaktadırlar. Keyif verici içkileri kullanmaktan
kaçınmamışlardır. Hatta İskitler» keyif verici olan içkileri dini yaşam üe
bağdaştırmışlardır. Keyiflerine düşkün olan İskitler içkiye ve eğlenceye düşkündürler.
Bu tutum, Ari kavimlerde "dini" mertebeye kadar yükselmiş ve bundan
sonra "Soma Kültü" doğmuştur. Sona, insanları sarhoşken etkisi altına
alan bir "Tanrı" veya "Tanrısal Kuvvettir"; "insanın
zihnini açar ve büyük işler yapmaya güçlü kılar» yaşama sevinci» ölümsüzlük ve
yeni nesiller verir" . Bu duruma göre İskitler keyif verici maddelere
düşkündürler ve bunu dini bir hüviyete büründürmüşlerdir. [182]
[183] [184]
C.
ÎSKİTLERDE DİNİ İNANCA
BAĞLI ADETLER
1.
Kurban : İskitler Taunlarına her çeşit hayvanı
adamakta ve kurban etmektedirler. (Arese yapılan insan kurbanından maada) Sığır
ve at itibar edilen kurban hayvanlarıdır. Herodot, kurban merasimleri hakkında
şöyle devam etmektedir: "İskitlerin kurban merasimleri her yerde aynıdır.
Kurbanlar, ön ayaklan bir iple bağlı olarak dururlar, kurbanı yapacak şahıs da
onun arkasında yer alır ve elinde tuttuğu ipi çekerek hayvanı yere
yıkar. Hayvan yere düşünce, kurbanı hangi tanrıya takdim ediyorsa ona dua eder,
sonra hayvanın boynuna bir kement geçirir ve bu kemendi bir değnek parçası ile
çevire çevire sıkarak, hayvanı boğar. Buralarda ateş yakılmaz, takdis merasimi
yapılmaz ve kutsal su saçılmaz. Fakat hayvanın boğulması üzerine, kurbanı
takdim eden kimse onun derisini yüzer ve pişirmeğe başlar”. Yine Herodot'un
verdiği bilgilere göre; "İskitler, hayvanların her çeşidini kurban olarak
takdim ederlerse de umumiyetle atlan tercih ederler". Herodot'un verdiği
bilgiler içerisinde "İskitlerin domuzu kurban olarak kesmedikleri ve
domuzlan memleketlerinde yetiştirmek istemedikleri " bilgisi de
bulunmaktadır[185].
İskitlerin kurban törenleri oldukça görkemlidir. îskitlerde Tanrılara dua
edildikten, sonra kurban kesilirdi. Kendilerine özgü kurban etme yöntemlerinin
yanı sıra civar kabilelerle aynı usullerle de kurban ederlerdi. Kurban olarak
bütün hayvanlan ve özellikle at keserler.
Şemseddİn
Sami'nin verdiği bilgiye göre İskitlerin kurban merasimi şu şekildedir:
İskitlerin çok alihesi var idiyse de yalnız cümlesinin büyüğü ad olunan harp
ilahına mahsus mabedleri var idi. Bu mabede 1800 kadim dol ve arzında çalıdan
yapılmış bir çit ile çevrilmiş mandıra gibi bir şey idi. Beher sene tamir için
mabede elli araba çalı götürürlerdi. Ortasında diğer bir mürebbi dairesi var
idi, ki İskit akvamının her biri demirden eski bir kılıç götürüp, harp ilahına
hediye ohnak üzere, oraya asardı; beygir vesair hayvanattan kurbanlar da
keserlerdi. Muharebelerden aldıkları esirlerin de yüzde birini bu ilahlarına
kurban ederlerdi. Kurban edecekleri adamların başına şarap döktükten sonra,
kendilerini mabedin iç dairesi yanma götürüp, boğazlar ve kanını bir kabın
içine akıtarak, asılı bulunan kılıçların üzerine dökerlerdi; sonra kurbanın sağ
eliyle sağ kolunu kesip, havaya atarlardı ve bedenini bulunduğu yerde, eliyle
kolunu da düştükleri yerde bırakıp giderlerdi[186]
[187].
Kurban,
bütün Tanrılara aym biçimde sunulur. Yalnız Ares ayn bir tapınma konusudur. Her
bölgede, toplantı yerlerinde bu Tanrı adına, şu örnek üzere bir tapmak
yükselir: Üç stad (1 stad=177,6 metredir) eninde ve üç stad boyunda bir alana
(Aşağı yukan 300000 Metrekarelik bir alanı kaplamaktadır), üç staddan az yüksek
ve ince dallardan yapılma demetler yığılır. Tepesi, eni ve boyu eşit dörtgen
bir terastır; üç yanı dimdik iner, üstüne dördüncü yandan çıkılır. Her yıl yüz
elli araba dolusu yetti odun getirilip yığına eklenir. Çünkü fırtınalar
yüzünden sürekli olarak çöker. Bu küçük tepenin en üstüne demirden yapı51ma bir
pala dikilirdi, bu pala çok eski olduğu için her bölgeden saygı görür ve Ares
heykeli işte budur. Bu palaya her yıl sürü hayvanlan kurban edeceklerdir ve
tabii at, öbür hayvanlardan daha cömertçe kurban edilecektir. Savaşta esir
aldıkları zaman, bunların yüz tanesinden birifii kurban ederler, ama hayvanlar
için yapılan töreni yapmazlar. Başının üzerine şarap serperler, kafayı bir
lenger üzerinde keserler, lengeri odun bağlarının tepesine taşıyıp içinde
bulunan kam palanın üzerine boşaltırlar. Yukarda olan budur; o sırada aşağıda
kutsal tepeciğin yanında şu tören yapılın kurban edilen adamların sağ kollarım,
elleriyle beraber, omuz başlarından keserler, gökyüzüne doğru fırlatırlar,
öbürlerini de, kurban ettikten sonra giderler. Kol nereye düştüyse orada, gövde
de bir başka noktada, olduğu yerde kalır29.
2.
Tapınma:
Ata
mezarına sürekli olarak saygı duyulmaktadır. Herodot'a göre, îskitler
atalarının gömüt yerini bulmadıkça Darius'la savaşmayı reddetmektedirler. Bu
durumda şunu demektedirler "Mezara hakaret etmeyi dene. O zaman onu
korumak için savaşıp savaşmayacağımızı anlamış olacaksın". Bu saygı ve
kurbanlarla kanıtlanan atalara tapma adeti, resmedilmiş veya yontulmuş
tasvirlerin yapılmasından da anlaşılmaktadır. Bu tasvirlerin bir çoğu kadınlara
aittir ve dolayısıyla kadınla ilgili bir ata tapıcı mevcuttur; bu nokta
özgünlükten yoksun değildir, çünkü "çok az kadının ataya tapınma adetine
konu olduğu " kabul edilmektedir[188].
îskitlerde
savaş tanrısını yere çakılmış bir kılıç temsil ederdi. Bu kılıca kırın
ortasında tapılmaktadır[189].
3.
îskitlerde
Falcılık: Herodot'un verdiği bilgilere göre
"îskitya'da büyücüler pek çoktur ve bunlar söğüt dallarına bakarak
gelecekten haber verirler. Bu dallardan, büyük bir yığın toplanarak getirilir
ve büyücü bunları evvela birleştirir ve sonra dallan teker teker ele alarak
istikbalden söz eder. Bunu yaparken dallan tekrar toplayarak bir yığın yapar.
Bu çeşit büyücülük, îskitya’nın hemen her evinde (her taîafinda) yapılmaktadır.
Enareler'in yani kadına benzer erkeklerin, Aphrodite'den öğrendikleri, diğer
usulleri vardır. Enare’ler İskitlerin dini falcılıkla görevli rahiplerinin
adıdır[190]. Bunlar,
ıhlamur ağacının iç kabuklarını kullanarak ve bu kabuğu üç parçaya ayınp ve
bunları parmaklarına dolayarak, sonra da çözerek kehanetlerini anlatırlar.
Büyücülerin İskitler arasında, mevkii pek o kadar büyük değildi: Bunların en
çok şeref verilenleri bazı belli ailelerden gelirdi[191].
Halk hekimliği îskitlerde gelişmiş durumdadır. İskit hekimleri ıhlamur
yaprağına bakarak bir hastalığın geleceği hakkında haber verirlerdi. Buna göre
hastanın tedavisi uygulanırdı. Kendi aralarında geliştirdikleri bu yöntem halk
arasında yayılma imkanı bulmuştur. Bu da îskitlerde falcılığın gelişmesine
olanak sağlamıştır.
İskit
Kralı hastalandığı zaman, en iyi üç falcıyı getirtir, onlar da fala bakarlar.
Genellikle söyledikleri filan yada falanın kral hanedanı üzerine yalan yere
yemin ettiğidir. İskitler arasında, önemli konularda, kral hanedanı üzerine
yemin edilmesi adettir. Falcıların yalan yere yemin etmekle suçladıkları
adam hemen yakalanır, tek başına kralın huzuruna çıkarılır; falcıların yanında
kendisine anlatılır kİ, btmhr sanatları sayesinde onun kral hanedanı adına
yalan yere yemin etmiş olduğunu ve kralın bu yüzden hastalandığını meydana çıkarmışlardır;
o inkar eder, hiç yalan yere yemin etmediğini söyler, gücenir. İnkar üzerine
kral bunların iki katı kadar falcı getirtir; eğer bunlar da bilimlerine
danışıp, yalan yere yemin suçlamasına katılırlarsa hemen kafası kesilir, van
yoğu ilk falcılar arasında kur'a çekilerek paylaşılır, eğer sonradan gelen
falcılar adamı suçsuz çıkarırlarsa, bir daha, sonra bir daha yem falcılar
getirilir. Eğer sonunda çoğunluk sanığı temize çıkarırsa ilk gelmiş olan
falcılar ölüme mahkum edilirler. Bunlan şöyle öldürürler: Bir arabaya çalı
çırpı doldurulur ve öküzler koşulur; falcılar, ayaklan bağlı, elleri arkadan
bağlı, ağızlan tıkalı olarak arabaya bindirilir, odunların içerisine konur;
ateş verilir, sonra öküzler kovalanır, hızlı koşsunlar diye ürkütülür. Çoğu zaman
falcılarla birlikte öküzler de yanarlar; kimi zaman da arabanın oku alevlerden
yanıp kopar, öküzler her yanlan yanık içinde kaçarlar. Falcıların başka
nedenlerle de aynı şekilde yakıldıktan olur ve adlan yalancıya çıkar. Kral,
birisim öldürdüğü zaman çocuklarım geride bırakmaz; oğlan çocuktan da beraber
öldürtür, kızlara dokunmaz25.
4.
îskitlerde Ant içme: İskitler, dini adet ve
ananelere büyük önem verirlerdi. Onlar için kan kardeşliği oldukça önemliydi.
Bundan dolayı büyü ile birlikte yemin ederler ve kan kardeşliği için ant
içerlerdi. İskitlerin ant içmeleri dini ayin şeklinde gerçekleştirilirdi.
Herodot'un verdiği bilgilere göre, "İskitler arasında, yemin etmek için
bir takım merasimler yapılır. Bir büyük toprak kabın içerisine şarap dökerler.
Sonra, yemin edecek olan taraflar, bir bıçak ile derilerini yanp, kanlarım bu
şarabın içerisine akıtırlar. Kanlı şarapla dolu kabın içerisine bir hançer,
birkaç ok, bir savaş baltası ve bir mızrak daldırırlardı. Bu merasim bittikten
sonra bir dua okuyup, yemin ederler ve nihayet taraflar ve yakınlan bu içkiyi
içerlerdi26. Buradaki kimselerin reisi de aynı şekilde hareket
ederdi. "Kan karıştırmak" ve "kam içmek"; hukuki anlaşmaların
ve kan bağlılıklarının yapıldığı yeminin en eski örneği îskitlerde
görülmektedir. Bunun bağlayıcı karakterini Lucian'daki Toxaris hikayesi
açıklamaktadır; "Sarmatlar tarafından esir edilen İskitli Amizokles'in
arkadaşı [192] [193]
Dandamis
-yaptıkları kan yeminini hatırlayıp- onunla birlikte körü körüne, aynı
tehlikeye kendini atmıştır". Güney Rusya'da, kurganlarda, bu anane ile
alakalı pek çok kıymetli eser ele geçirilmiştir. Kul-Oba'da bulunmuş bir altın
varak üzerinde bir îskitli, sağ elinde fazla süslü ve kıymetli madenden
yapılmış olarak hem Kul-Oba'da hem de Voronez kurganında ve daha bir çok
yerlerde sık sık rastladığımız, böyle bir "kan çanağı" olabilecek
dini karakterli bir kap tutmaktadır. Sol eli ise, bir ok çıkarmak için,
"Okdanhğa” uzanmıştır. Yine Kul-Oba'da bulunmuş olan başka bir altm
kabartma üzerinde, birbirine sarılmış iki Îskitli, tek bir kaptan bu
"mukaddes kan içkisini" içmektedirler. Aym sahneye Solocha kurganında
bulunmuş olan bir altm plaka üzerinde de rastlamaktayız27.
Bir
İskit, öldürdüğü ilk düşmanının kanım bir kupaya doldurup içer; savaşta
öldürdüğü herkesin kafesim kesip krala götürür; zira, ancak kafa götürürse
ganimetten pay alabilir; yoksa, hiçbir şey vermezler. Yılda bir, her vali,
kendi bölgesinde bir krateros içerisinde su ve şarabı karıştırır, bir düşman
yenmiş olan her îskitli gelir içer; böyle bir başarıya sahip olmayanlar bu onur
şarabından içemezler; hor görülür ve kenarda kalırlar, bu hal en ağır
hakarettir. Buna karşılık çok sayıda düşman öldürmüş olanlar iki kupayla gelir
ve üst üste içerler*[194] [195].
îskitlerde
Tanrı yada Tanrılar antropomorflaştınhnamışlar (insan şeklinde tasavvur ve
tasvir edilmeme) ve kült ( tapımla ilgili) heykeller yapılmamıştır. Dolayısıyla
İskit Tanrılan için tapmaklar da inşa edilmemiştir[196].
İskit
Tanrılan, M.Ö.IV. asırdan itibaren belirli normlar kazanmaya başlanış w bu
arada, kuvvetli Grek tesirleri ile, Grek Tanrılar panteonunda görülen
"mitolojik" şahsiyetler de "Tanrılar alemine" dahil
edilerek benimsenmişlerdir. Grek kaynaklarında, Herodot ve diğerlerinde, İskit
Tanrıları şu sırayı takip ederek, takip edilmişlerdir:
a.
Tabiti:
Ana
Tanrıçadır. İskitler asil ibadetlerini bu "Büyük Tanrıçaya"
yapmışlardır. Herodot Tabiti'yi Greklerin "Ocak Tanrıçası",
"Hestia=Vesta" ile bir tutmaktadır. Tabiti aynı zamanda çadırın
koruyucu Tanrıçası idi. "Canavarların Tanrıçası" olarak da takdis
gören Tabiti, "Sülale veya Aile Tanrıçası" vasfina da haizdi.
Sanatlarında yalnız onun figürü tasvir edilmiştir. Bronz çağında, Urallar ve
Dinyeper nehri arasındaki bölgede, pişmiş topraktan küçük figürinleri pek
yaygındır. Bu küçük figürinlerle, Elam, Babil ve Mısırda asırlarca sonra
yapılmış olanlar arasında büyük bir benzerlik görülmektedir. Kırımda bulunan
"Büyük Tanrıça"nın tasvirleri M.Ö. IX. Asım az öncesine
tarihlendirilmektedir. Bazen, kollan arasında bir çocuk taşırken, ayakta tasvir
edilmiştir. Oysa bu Tanrıça, îskitiere hiçbir zaman "anaerkiHigi"
tecessüm ettirmediği gibi daha o sıralarda "Bereket Tanrıçası"nı da
temsil etmemekteydi. İskitler, bu yerli Tanrıçayı benimsemişler ve kendi
bünyelerine göre ona ibadet etmişlerdir. Taman yarımadasında yaşayan iskitler,
yabancıların sahillerine ayak basmalarına şiddetle karşı çıkarlar ve
yakalayabildikleri İonyah denizcileri, bu "Büyük Tanrıça"ya kurban
ederlerdi. Kazaya uğrayan gemicîîemı Taurerler tarafından kurban
edilmelerini Herodot bir adet olarak anlatmaktadır. Bu Tanrıça, İskit at
süslerinde çok sık olarak yan insan, yan hayvan (yılan gövdeli) şeklinde tasvir
edilmektedir. Tabiti, İskitlerin siyasi koruyucusudur. Kral kudretinin,
îskitlerde ne şekilde mütalaa edildiğini gösteren M.Ö. IV ve IH. Asırlara ait
bir çok. eserler mevcuttur. Bilhassa, kudretinin sembolleri olan ryhton ve
asayı Tabiti’nin dinden alan kral tasvirleri çok önemlidir. Kralın, tebaası
üzerindeki kesin ve mutlak idaresi "Büyük Tanrıça"mn ilahi kudretinin
himayesi altodadır. Tabiti, "hayvanlar hakimesi ” olarak da tasvir
edilmektedir. Yırtıcı hayvanlar arasında, anti tetik olarak ayakta ve bu
hayvanlan tutarak zapteden tasvirleri vardır.
b.
Grek yorumlandırmalarına
göre diğer Tanrılar:
Papaios=Zeus=Gök
Tanrısı;
bulut, fırtına ve yağmur, gök gürültüsü île yıldırımın yaratıcısı,
öreklere göre, Tanrılar aleminin yöneticisi ve başı.
Apaia=Hera=Göğün
Tanrıçası
olarak ay ve yıldızların sembolü; fırtına ile sise ve yıldıranlara da
hükmedebihnekte. Evliliğin ve evlilikte kadın haklarının savunucusu.
Aynı zamanda, baş Tanrı Zeus'un kız kardeşi ve kansıdır. îskitlerde de,
Papaios'un kansıdır ve Papaios-Apaia çifti olarak saygı görmektedir. Bazen de
öreklerin ve Romalılara! "Toprak Ana" diye vasıflandırdıklan Gala
yahut Ge ile bir tutulmaktadır.
Oitosyros-Apollon-Işık,
kötülükleri
yok eden, hak koruyan, kehanet Tanrısı. Artemis'in erkek kardeşi olup, bilhassa
savaşlardaki şaşmaz ve öldürücü oklan ile dikkati çeker.
Artimpassa=Aphrodite=Kadm
güzelliğinin,
aşk ve sevginin Tanrıçası. Aynı zamanda, ilkbahar ve çiçeklerin, deniz
köpüklerinin ve dalgaların Tanrıçasıdrr. îskitlerde "Ay Tanrıçası"
olarak da saygı görmektedirler.
Thamimasades
veya Thagomasadas-Poseidön==Akarsu ve özellikle
deniz Tanrısı. Aynı zamanda atın ve biniciliğin koruyucusu olarak "At Tanrısı".
Bilhassa krali İskitler tarafından saygı görmektedir.
(Yerli
bir ismi yok)=Ares=Öldürmekten hoşlanan, savaş Tanrısı.
Fakat savsş Tanrısından biraz daha çok bahis geçmektedir. Kendisi, bir
"Kılıç Fetişi" veya "Akinakez" şeklinde, batı İskitler
tarafından saygı görmekte idi. Akinakez, İskitlerin kullandığı, 50-60 cm
boyundaki demir kılıca verilen isimdir. Bu silah, tıpkı Perelerde c&bğu
gibi sağ baldır üzerinde kemerden aşağı sarkar vaziyette asılırdı. Dikkat
çekici bir husus da, Ares’ten başka. Taunlardan hiç biri için heykel, sunak
veya mabet yapmamışlardır. Bu da İskitlerin savaş Tanrısına verdikleri önemi
açıkça berh etmektedir. Herodot, Ares'ten şöyle bahsetmektedir: "Resimler,
atlarlar ve Tanrı evleri yapmak, Ares hariç, pek adet değildi". "Her
kabilede, başkama yanında, aşağıdaki biçimde bir Ares Mabedi yapılırdı. Üst
üste, sap demetleri yığıhp, eni ve boyu tahminen 3 stadia (Stadia, Greklerin
uzunluk ölçüsüdür. 1 stadia=185 m) uzunluğunda, fakat yüksekliği az olan bir
yığın meydana getirilirdi. Bunun üzerinde dört köşe bir platform hazırlanır,
taraflardan üçü dik bir inişe maliktir, sadece dördüncü taraftan buraya
girilebilir. Her sene yüzeli araba dolusu sap, buna ilave edilir ve zamanla bu
yığın, gittikçe sıkışır. Bu platform üzerine çok eski bir demir krhç (Akinakez)
dikilir ve bu Ares'in sembolüdür. Bu kılıca her sene kurban keserler (sığır ve
at) ve ona diğer tanrılardan, fazla hayvan kurban ederler. Düşmanlardan
aldıkları esirlerden her yüzüncüsünü, sığırları yaptıktan kurban şeklinden
başka bir şekilde kurban ederler.
Başım,
takdis etmek üzere şarapla ıslatırlar ve kestikten sonra kanım, bir kap içine
koyduktan sonra tepenin üzerindeki kılıcın üzerine dökerler. Kam böyle
yaparlar. Tepenin altında ise şunlar olur. Her yüzücü kurbanın sağ omzunu kolla
beraber kesip havaya atarlar. Bundan sonra, diğer kurban merasimleri bitince,
çekilip giderler. Kollar, düştükleri yerde kalırlar, cesetler de kahr.
İskit
Tanrılar Panteonuna göre, İskitlerde tek Tanrılı bir anlayış yoktur. İsimlerin
formu muğlaktır. Filolojik bakımdan delillerin çoğu Sarmat ve İskit dillerinin
Med ve Pers dilleriyle akraba olduğunu gösteriyorsa da, Grek yazarları kanalıyla
öğrendiğimiz İskit Tanrı adlarının İran menşeleri problematiktir. Herodot'tan
öğrendiklerimiz ve Origen'de değişik şekillerde yazılmıştır. Aym zamanda
Origen, "Grek tercümelerine ne mana vereceğimizi bilmediğim" söyler.
Mesela Oitosyros=Apollon veya Thagpmasadas=Poseidon, bunlardan İkincisi
"At Tanrısı" da veya "Deniz Tanrısı" da olabilir.
Mamafih,
Zeus ve onun takipçileri, Hestia,ile Zeus ve Ge ile Apollo ve Aphrodite ve
Pasieidonun Aryan , hatta biraz da hanlılara benzediklerini gösterir bir
sıralama bulmuşlardır. Dolayıs lyla Tiheophylactus "Türkler, ateşi, havayı
ve suyti son derece sayarlar, dünyaya ilahiler okurlar, fakat sadece gökyüzünü
ve yeryüzünü yaratana Tanrı derler. Onların din adanılan, istikbali söyleme
kabiliyeti olanlardı" demektedir. G.Nagy, İskit ve Ural-Altay dini
kavranılan arasında genel bir analoji yaptıktan soma, asıl "Tanrı Adlan"nı
izaha çalışmış ve bu sahada Iran kaynaklan üzerinde çalışanlardan daha da başan
göstermiştir. Mesela: Tabiti=Hestia; Vogul taut=ateş; Papaeus=Zeus için=baba
manalarına gelmektedir.
İskitler
ilahlar namına heykeller yaparlar. Fakat ancak harp ilahı (Mars) için mabetler
yaparlar. Her İskit kabilesi (vilayeti) harp ilahı için bir mabet inşa eder.
İskitler mabetlerini ufak ağaç yığınlarından yaparlar, mabedin tepesine de bir
demir kılıç dikerler. Her sene İskitler harp ilahına at ve sair hayvanlan kurban
keserler31.
E.
İSKİTLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ
GÖMME
1.
Ölfi
Gömme: İskitlerin ölü gömme geleneklerine ait
bilgileri Herodofun Hİstoria'sından öğrenmekteyiz. Herodot, İskitlerin kral
mezarlarının Gerrhi topraklarında olduğunu söylemektedir. Kralların defin
merasimleri büyük ve kanlı seremonilerle defiıedilirdi. Bir kral öldüğünde
Gerrhi’de bir mezar kazarlar. Bu mezar dört köşedir ve gayet geniştir. Mezar
hazırlandıktan sonra kralın cesedini alırlar, kamı açılarak içi temizlenir. İçi
boşalan karnı boşluğuna, ince kıyılmış servi, günlük ve anason tohumu
doldurduktan sonra, kamı dikerler. Ceset mumyalandıktan sonra bir arabaya
konarak, muhtelif İskit kabileleri arasından geçirilir. Cenazeyi karşılayan her
kabile, İskit asilzadelerinin yaptığını aynen tatbik ederler. Yani herkes
kulağının bir parçasını keser, saçlarım yolar (tıraş eder), kollarının
etrafında yara açar, ahum ve burnunu çizerek sol eline bir ok saplar. Böylece,
krallarını Gerrhi yota üzerindeki, diğer bir kabileye getirirler ve onlan da
peşlerine takarlar, çığlık V6 inlemelerle cesedi takip ederler ve bu
şekilde bir başka kabileye geçerek, İskitlere tabi bütün kabileleri dolaştıktan
sonra İskitya’nın en uzak noktası olan Gerrhi’ye vasıl olarak, krallarının
mezarlan bulunan yere gelmiş olurlar (Yolculuğun kırk gün sürmesi gerekirdi,
ancak ondan sonra ölü gömülme yerine getirilebilirdi). Burada cenaze,
hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin
etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta
kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı.
Krala ait mezarın içinde boş kalan yerlere, boğularak öldürülen bir kansı,
sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, birkaç atı ve kendisine ait olan
eşyadan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Kapların altın olmasının sebebi,
gümüş veya bakırın kullanılmamasıdır. Bütün bu işler tamamlandıktan sonra,
mezarın üzerinde büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeyi,
mümkün mertebe yükseltmek için birbirleri ile yanş ederlerdi. Ölen, mevki
sahibi bir İskitlinin, silahlan, hâzineleri ve hizmetkarları gibi, -gönüllü
veya zorla- kansı da kendisi ile birlikte mezara girmektedir. Bu anlayış
îskitlerde ölümden sonraki hayat ve diriliş inancıyla ilgili olmalıdır. Ceset,
gayet rahat bir döşeğe yatırılmakta (bazen ahşap tabut kullanılmıştır) ve
etrafına mızraklar saplanmakta veya üstlerinde bronz hayvan heykelciklerinin
bulunduğu sancaklar (tuğ) üzerine bir tente gerilmektedir. Her boyu temsil eden
bu sancaklar, kralın etrafına sıralanmakla, Öbür dünyada da onun emrinde
olduklarım sembolize etmektedir. Bazen de, üstlerinde çıngıraklar bulunan
direkler dikilmektedir, çünkü, bu tip şeylerin, kötü ruhlan korkuttuklarına
inanırlardı. Kralın bu şekilde emniyeti sağlandıktan sonra, diğer hususlara da dikkat
ederlerdi. Öldürülen şahıslar, en iyi elbiselerini ve ziynet eşyalarım kuşanmış
olarak kralın etrafında yer alırlardı. Her biri için, mezarda ayn bir oda veya
bölme bulunmaktadır, kral ise yalnız başına yatmakta ve yakınında lüzumlu
malzeme yer almaktadır. Bunlar, silah ve hâzineleri, altın kaplar (amphoralar)
ve yolculuğu için, içinde et parçalan istif edilmiş büyük kazanlardır. Krala
kolayca hizmet edebilmeleri için, hizmetçi ve refakatçileri ona yakın
yerleştirilmektedir. Fakat, atlar ise, gömülme hücresinin dışına konulmakta,
uyandığında yakınında olacak şekilde, kolayca yetişebileceği bir yerde ve
ay'fîr tepenin altına gömülmektedirler. Bunların hepsi mükemmel bir şekilde
donatılmış, binmeye hazır bir vaziyettedirler. Daha sonra, mezar odasının etrafı
tahta kalaslarla çevrilmekte ve odanın tavam da kumaş ve keçelerle
örtülmektedir. Tomruklarla sınırlanan bu kısmın üst tarafi5üzerine
yığılacak olan toprak yığınını taşıyabilecek bir şekilde, sağlam olarak, kaim
kalaslarla tahkim edilmektedir. Bu ameliye tamamlanınca, mezar odasının
üzerinde bir ziyafet verilirdi. Daha sonra toprak yığma yarışı başlar ve
muazzam bir tepe meydana getirilirdi. Göçebe İskitler, yaşamış olduktan hayat
şartlan icabı daimi mesken yerine, çadm ikametgah olarak kutlanmışlar ve kendilerini,
her türlü tabiat şartlarından koruyan bu nesneyi kutsal addetmişlerdir. Yukanda
bahsedilen ve "kurgan" adı verilen bu tepecikler de esasında, İskit
çadmnın, "öbür dünya" için hazırlanmış bir benzerinden başka bir şey
değildir. Kralın ölümünden bir sene sonra, daha başka merasimler yapılır. Ölen
kralın, hepsi yerli İskit olan en iyi hizmetkarlarından elli kişi seçilir ve bunlar
boğdurulur. Bunlarla beraber en güzel atlardan elli at da öldürülür.
Bunların hepsinin
karınlan
yarılarak içleri temizlenir ve saman ile doldurularak, yanlan bu kısımlar dikilir.
Bu da yapıldıktan sonra, yere çifter çifter direkler dikilir. Her çift
direğin üzerine bir araba tekerleğinin yansı konur. Daha sonra, atların
içine, kuyruklarından boyunlarına kadar uzanan bir sınk geçirilir ve atlar
tekerleklerin üzerine yerleştirilir. Atm göğsü tekerleğe dayanır ve sırık atın
gövdesini tutar, ayaklan ise havada kalır. Her atm ağzına gem vurulur ve
dizginleri öne alınarak bir tahta çiviye bağlanır ve eyer takımı bir askıya
asılır. Nihayet, boğulan gençlerden her biri, bir atm sırtına bindirilir ve
bunlan atm üzerinde durdurmak için, bellerinden enselerine kadar uzanan bir
sırık geçirilir ve bu sınk atların gövdesine geçirilen sınğa bağlanır ve bu
elli süvari mezarın etrafında daire şeklinde kazıklanarak, bu şekilde
bırakılırdı.
Herodot,
halkın defin merasimleri hakkında şunlan söylemektedir: "bunlardan biri
öldü mü, en yakın akrabası onu bir arabaya koyarak sıra ile
bütün dostlarına götürür. Bunların her biri cenazeyi karşılayarak bir
ziyafet verir ve misafirlere takdim olunan her yiyecekten bir parça alınarak
ölünün önüne konur. Krrk gün bu şekilde dolaştmldıktan sonra cenaze gömülür ve
gömüldükten sonra, onunla meşgul olanlar kendilerini temizlerler".
Herodot'a göre ölü gömme de yer alan herkes temizlenmeden geçerdi. Bunun için
evvela başlarım sabunlarla yıkarlar. Sonra vücutlarım temizlemek için şu
şekilde hareket ederler; yere üç kazık dikerek ve üzerine yünlü keçeler
koyarak, bir çardak yaparlar. Böylece her tarafı kapadıktan sonra, içeriye bir
çanak yerleştirerek, çanağın içine, ateşte kor haline getirilmiş taşlar koyarlar
ve bunun üzerine de bir miktar kendir tohumu atarlar ve tohumu yandıktan soma
duman saçar ve Greklerin sıcak hamamlarından hiç birinin neşredemeyeceği kadar
sıcak buhar verir, iskitler bundan zevk alırlar ve neşelerinden bağırırlar .
M.
Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Heredot’un, îskitlerin ölü gömme adetleri hakkında
vermiş olduğu bilgileri, son zamanlarda Orta Asya ve Altaylarda yapılan kazılar
da tasdik etmektedir. Bu arkeolojik keşiflere göre, bulunan mezarların ve
içindeki eşyaların tarihi, M.Ö. 3000 yıllarına kadar inmektedir. M.S. 4.
yüzyıldan kalma, Çin kaynaklan ve 18. yüzyılda Orta ve Kuzey Asya'yı dolaşan
Radlofun
32
Taner
TARHAN: "îskitlerin..", a.g.e. ,161,162,163,164,165,166,167;
HEREDOTOS: a.g.e., 220,221
görüp
anlattıkları da, hemen hemen tarihi ve arkeolojik bilgilere paralellik arz
etmektedir[197].
İskitlerin
ölü gömme adetleri arkeolojik buluntularla da ispatlanmıştır. Bunlara en güzel
örneği Pazınk buluntuları oluşturmaktadır. Buradan çıkarılan cesetler
mumyalanmış ve cesetlerin gövdeleri dövmeyle kaplanmıştır. Buradan on at
çıkarılmıştır. Bunların kulaklarına birbirinden farklı enler yapılmıştır. Bu
nişanların farklı olmaları, atların değişik kabileler tarafından hediye edilmiş
olduğu kanaatini uyandırmıştır. Atların kuyruk ve yeleleri kesilmiştir. Atların
kuyruk ve yelelerinin kesilmesi eski Türklerde bir matem alametidir. Ayrıca bu
atların aygır olması da Türk adetlerine uygundur[198].
L'art
Barbare Scythe adlı eserde İskitler hakkında şu bilgiler yer almaktadır: •
İskit mezarlarında bulunmuş el aynaları son derece süslüdür. Fakat asıl inşam
şaşırtan şey bunların sayısıdır. Ve merak uyandıran nokta da, bu el aynalarının
sadece kadm mezarlarında değil, erkek mezarlarında da bulunmasıdır"[199]. Bu
bilgilere göre İskit mezarlarında bulunan bu aynalar İskit dini hayatında
aynaların önemli bir rollerinin olduğu fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Bu
sözlere göre îskitlerde aynaların dini motif unsuru olduğunu söyleyebiliriz.
1.1.
Mumyalama: İskitlerin yılda iki defa olmak
üzere ilkbahar ve sonbaharda cenaze merasimleri düzenledikleri bilinmektedir.
Ölülerin gömülmesinin geciktirilmesi beraberinde mumyalama ihtiyacım
getirmiştir. İskitlerin tahnit ameliyesi ile ilgili Pazınk kurganlarından
çıkanlan donmuş mezarlardaki cesetler Herodot'un bu işlem ile ilgili verdiği
bilgileri doğrulamaktadır. Herodot'un tahnit ameliyesiyle ilgili bilgiler
vermektedir. Tahnit ameliyesi şu şekildedir: "Ölünün kamı açılarak içi
temizlenir. İçi boşalan karın boşluğuna, ince kıyılmış servi, günlük ve anason
tohumu doldurduktan sonra karın dikilir". Böylece cesedi mumyalama işlemi
tamamlanmış olur[200]. İskit
akvamından birinin hükümdarı öldüğü vakit, meyyitini alıp balmumuyla
kapladıktan sonra kamım boşaltıp enva tohumlar, sebzeler ve ıtriyat ile
doldururlar; sonra kaldırıp memleketten memlekete gezdirirler ve tebaası
yollara çıkıp göğüslerini döverler ve bedenlerini kanatırlar[201].
Cesetlerin mumyalanmasının nedeni kabilelerin kendileri ve hayvanlan için yeni
otlaklar bulmak amacıyla mevsimlik göçler yapmalandır. Bir diğer sebep de
bedenden çıkan ruhun geri döndüğünde sağlam bir ceset bulma düşüncesidir. Eğer
ruh geri geldiğinde cesedi sağlam bulamazsa bu fanileri rahatsız etmektedir.
Ruhun yeni bir beden bulması için, mezarında başka yere gitmesi ve yakınlarım
terk etmesi onlar için büyük ve affedilmez bir kayıptı. Pazınk'ta bulunmuş olan
mumyalanmış İskit cesetlerinin üzerinde dövmelere rastlanmıştır. Çoğu cesedin,
vücudun hem ön hem de arka kısımları baştan aşağıya kadar dövmelerle
süslenmiştir[202] [203].
îskitlerin yarattığı hayvan üslubunun en güzel örnekleri ve desenleri bu
dövmelerde gözükmektedir. A.L.Mongait’e göre; Pazınk 2 nolu kurganda bulunan,
göğsü, sırtı ve kollan, fantastik hayvan motifleri ile süslenmiş olan bu ceset,
bir kabile şefine aittir. Savaşta ölmüş ve kuvvetli bir darbe ile başı
koparılmıştır. Bu dövmelerin kati olarak, neyi ifade ettiği bilinmemekle
beraber, kötü ruhlardan koruyucu (apotropeik) bir vasfa sahip olduğunu ileri
sürebiliriz. Çünkü îskitler, bu dövmelerde de gözüken ve bu özelliğe sahip olan
hayvanlara çok önem vermişler ve sanatlarında motif olarak bolca
kullanmışlardır. Balık ve geyik en güzel örnektir; bunların, kötü ruhlan ve
uğursuzluktan bertaraf ettiklerine kuvvetle inanırlardı .
2.
Cenaze
Töreni: En zengin cenaze törenlerinde, kabile
reisinin cesedi, genellikle, mezara, en azından iki atla veya
ekseriya dört ve bazen de altı atla çekilen arabalar üzerinde nakledilmişti.
Daha az önemli kimseler, cenaze teskeresi üzerine yerleştirilmiş bir şilteye
yatırılıp, aile fertlerinin oluşturduğu alayla taşınırdı. Her iki dmumda da
cenaze törenleri gürültülü işler olmuş olsa gerektir. Başta, uçlarına vahşi
görünümlü kuşlarla heybetli canavarların bronz veya demir tasvirleri geçirilmiş
olan sırıkları taşıyan standart taşıyıcılar geliyordu. Onlar, büyük metal
çıngırakları girdap gibi döndüren ve ağaçtan kulplara raptedilmiş zilleri
sallayan bir grup kabildi tarafından takip edilmekte idiler ki, bunlar,
kötü ruhlan uzaklaştırmak için acı çığlıklar atıyorlardı. Ardından cenaze
arabası veya adamlar tarafından taşınan yada atlar tarafından çekilen cenaze
arabası veya adamlar tarafından taşınan yada atlar tarafından çekilen cenaze
teskeresi gelmekte idi. Atlar, koşum takımlarındaki zillerin çıkardığı
şıngırtılarla, gürültüye gürültü ekliyorlardı. Çadırda ulaşıldığı zaman,
cesetler mezara, eşyalar da onların çevresine konuluyordu: atlar boğazlanıyor,
cesetler yatırılıyor, gölgelik ve araba kınlıyor ve mezarın yakınma veya
koridorun içerisine konuluyordu. Mezar toprakla örtüldüğü zaman, cenaze
merasimi son buluyordu[204].
Herodotos , İskitlerin ölü gömme işini tamamladıktan sonra mezarın üzerine
toprak attıklarım ve en yüksek tümseği yapmak için birbirleriyle yarıştıklarını
bildirmektedir.
3.
Yoğ
Aşı: Yoğ aşı ölen kişinin ardından verilen ölü
yemeğinin adıdır. Aş törenleri milletlerin gelişmişlik düzeyleri ve kültür
seviyeleriyle doğrudan ilgilidir. Çok eski devirlerde bile Bozkır
kavimlerinde "aş" töreni gelişmiş bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.
S. yüzyılda Yunanlı filozof Lukianos Samosatos'un bir dialogunda
İskitlerin bu adeti bahis konusu edilmektedir. Bu dialogda İskitli Toksaris ile
Yunanlı Mnisippos arasında şöyle muhavere cereyan ediyor:
Mnisippos-
Siz îskitler Orest ile Pilad'ın ölülerine kurban sunuyor ve onfan Tanrı
sanıyorsunuz. Toksaris, sen buna ne diyorsun?
Toksaris-
Kurban sunuyoruz, Mnisippos, sunuyoruz. Fakat onları Tanrı değil, ancak iyi
insanlar sayanz.
Mnisippos-
Demek ki siz iyi insanlara ölümlerinden sonra, taunlara yapıldığı gibi kurbanlar
sunuyorsunuz.
Toksaris-
Yalnız bu değil, biz onların şerefine bayramlar ve muhteşem toplantılar yapanz.
Mnisippos-
Siz ölülerden ne istiyorsunuz? Madem ki bunlar ölülerdir, muhakkak ki teveccüh
ve iltifatlarım kazanmak için kurban sunmuyorsunuz?
Toksaris-
Ölülerin bize teveccühleri olsaydı, hiç de fena olmazdı. Fakat biz, iyi adamlan
hatırlamanın yaşayanlar için faydalı olduğunu tahmin ediyoruz. Bundan dolayıdır
ki ölüleri sayarız. Biz şöyle düşünüyoruz: Ölüleri anarsak bir çoklarımız onlar
gibi olmağa çalışacaklardır.
Bundan
anlaşılıyor ki İskitler, büyük ve muhteşem "aş-yog" törenleri
yapıyorlardı. Eski İskitler hakkında daha eski Yunan kaynaklarının verdikleri
malumata nazaran bunların hükümdarları için yapılan defin törenleri çok kanlı
olurdu. İskit hakanları için onun uşaklarım öldürüp balbal dikerlerdi.
İskitlerin ölüler şerefine kurban kesip muhteşem bayramlar ve büyük toplantılar
yaptıktan, Yunanlı Lokianos’un diyalogundan anlaşılmaktadır[205].
4.
Kurganlar:
Kurgan
adı verilen tepecikler esasında, İskit çadırının, öbür dünya için hazırlanmış
bir benzerinden başka bir şey değildir. Bu mukaddes istirahatgah form olarak
asırlarca devam etmiş ve bilhassa Hun-Türk kültüründe önemini muhafaza etmiştir[206].
Kurganlar, bozkırlardaki göçebe hayat tarzında, belli bir hiyerarşik düzen
içinde önem taşıyan kişilerin mezarlarıdır. Bozkır kültürlerinin ayrılmaz
parçası olan çadırlarının, ölüler için hazırlanmış benzerleridir. Bu yığma
mezar tepeleri, antik batı kaynaklarında ve daha sonraki literatürde Tümülüs
olarak adlandırılmaktadır. Kimmerler ve İskitler, kökenleri M.Ö. III. Bin
yıllan aşan Kurgan Kültürlerinin -M.Ö. II. Ve I. Bin yıllardaki-
Temsilcileridir. En görkemli İskit kurgan gruplan, M.Ö.8. ve M.S. 1. yüzyıllar
arasında Kuban, Taman, Kırım, Dinyeper, Don, Kiev, Poltava, Volga, Ural, Altay,
Kuzey Moğolistan ve batıda da genellikle Macaristan ve Romanya'da
kümelenmişlerdir[207].
îskitlerin mezarlan, şatafatlı bir şekilde bezenmiş silahlar, gösterişli koşum
takımlanyla, altm ve gümüş vazolarla ve çeşitli takılarla (şakak pandantifleri,
büyük nişanlar, yüzükler, vb) tıka basa doluydular. Kerç yakınlarındaki
Kul-oba, Çertomlik ve Nikopol yakınlarındaki "Solokha" kurganlan,
buralarda bulunan altm ve gümüş görkemli eşyalarla ünlüdürler. Eşyalan,
ısmarlama ve İskit aristokrasisinin beğenilerine göre yapan Grek sanatçılar
bunları savaş ve İskit törelerinden sahnelerle beziyorlardı. Kurganlar,
yükseklikleri 15-20 metreyi bulan tepeciklerdir, görkemli gömüt eşyalarıyla
dolu yer altı odalarına, ölüyle birlikte karısı, savaşçıları ve atlan
gömülüyordu. Yüksek İskit soylulan, öteki dünyaya, kendisi hayattayken yanında
bulunan maiyetiyle birlikte girmek istiyordu. Ama şatafatlı mezarların yanı
sıra basit insanların da mezarlan var. Gösterişsiz eşyalan -demir kılıçlar,
kaba saba kil kaplar- çeşitli toplumsal katmanlar arasındaki servet ve konum
farkım açıklıkla göstermektedir. Grek Tanrılarına tapınaklar dikiyorlardı ve
Grek ürünü eşyaların ortasında yaşıyorlardı. Ama, Bosphoros Hellenizminin özgün
niteliklerine sahip olan bölgenin uygarlığı yaşamasını sürdürüyordu.
Bosphoros'un maddi kültürünün belirleyici kalıntılan kurganlardır; kurganların
en önemlisi, hiç kuşkusuz, Kerç dolaylarında bulunan "Krallık Kurganı
"dır. Taş ve topraktan yapılmış, 17 metre yüksekliğinde bir tepe, kubbesi
basamaklı bir yer altı gömütlüğünün üzerinde yükselmektedir. Gömütlüğe,
mihraplı kubbesi kendisini daha da uzun gösteren 36 metre uzunluğunda bir
dehlizden (dromos) geçerek ulaşılmaktadır. Bütün olarak görkemli bir görünümü
vardır, bu tür gömütler İskitlere özgüdür, ama gömütlük eşyalan arasında Grek
üslubuyla yapılmış olanlar da bulunmaktadır[208].
îskitlerin
sanatsal ve dinsel yaşam tarzlarına ait önemli ip uçlarım kurganlardan ele
geçirilen arkeolojik bulgular vermektedir. Koşutlarım İskit kurganlarında bulan
Çavuştepe örneklerinin genel yapılan göçebe hayvan sitiliyle bağdaşmaktadır. Bu
da Anadolu'daki İskit varlığım göstermektedir[209].
4.1.
Katanda
Kazılan[210]:
Katanda,
Güney Altaylarda, mezarlar bakımından oldukça zengin bir site idi. Radlov, bu
mezarların en büyüklerinden bir kaçım açmaya karar verdi. Bu mezarların üzeri,
toprak yerine, Güney Rusya'daki gibi büyük kaya parçalarından bir tabaka ile
örtülmüştü. Radlov, bu mezarların en büyüğü üzerinde bir süre çalışma yaptı. Bu
çalışma sırasında bir buz tabakası ile karşılaştı. Mezarların buzla kaplı
olması üzerini örten taş tabakasından dolayıdır. Sonbahar yağmurlan bu tabakaya
nüfuz eder ve toprağın altına süzülür. Kış aylanmn keskin soğuklan esnasında
nem donar ve hatta bu buz, yazın bile, üzerindeki taşların tecrit etmesi
yüzünden erimez. Neticede, buz katmanının altında gömülü olan pek çok ceset ve
obje, modem bir soğutucu içindeymiş gibi muhafaza edilmiştir. Radlov, bu buzu
eritme işine başladı. Buzun erimesiyle birlikte yüzyıllarca donmuş olarak kalan
cesetler ve onların yanında yer alan mutfak eşyalan görüldü.
4.2.
Pazınk
Mezarları[211]:
Rudenko,
Pazınk vadisi ile Ulagan nehrinin karşılaştığı noktaya yakın bir yerde, kırk
mezardan müteşekkil önemli bir gömü yeri buldu. Bazıları yuvarlak ve bir kısmı
oval olan bu mezarlar, hacim ve şekil bakımından değişiklikler gösteriyorlardı.
Fakat hepsinin üzerinde, gömü odasının üst kısmında koruyucu bir buz
tabakasının teşekkülünde çok önemli rol oynayan münferit kaya parçalan vardı.
Mezarlardan 5 tanesi istisnai bir şekilde oldukça büyüktü. Daha küçük olan 9
tanesi de hem şekil hem de yapı bakımından onlarla yakından benzerlik arz
ediyordu. 1929 yılında Rudenko ve yardımcısı Griasnov, büyük mezarlardan
birincisini tetkik edebildiler. Çalışma bu safhada bırakıldı ve 1947 yılında
çalışmaya kaldığı yerden başlanarak iki yıl devam ettirildi. Bulunan
kurganlardan birinde yapılan kazılar sonucunda, bu mezarın da birinci Pazınk
mezan gibi çok önceleri soyulduğu anlaşılmıştır. Mezarın kuzey tarafında koşum
takımlanyla birlikte yedi at cesedi bulunmuştur. Hepsinin kuyruklan örülü olan
atların ikisi dışında tamamının yeleleri kesilmiştir. Koşum takınılan Birinci
Pazınk mezarındakilerin aynıdır. Mezardan çıkarılan eşyalar arasında kuş
resimleri, altın yaldızla süslenmiş bir oyma tabut, üzerinde pars resimleri
bulunan halıyı andırır keçe ve altın yaldızlı tahta parçalan bulunmaktadır.
Mezarın hırsız yağma ve tahribatından korunabilmiş kuzey tarafındaki
odalarından birinde eyer takımlarıyla beraber on at leşi ve iki geyik maskesi
bulunmuştur. Madeni eşyaların hepsi bronzdandır. Kuyruk, yele ve tırnak
saçaklan kesilen, kulaklan kesilmek suretiyle nişanlanan atların tamamının
rengi aldır. Tüm Pazınk mezarlan, sayılan yedi ile on dört arasında değişen at
gömüleri ihtiva ediyordu. Bunlar, hayatı süresince ölü beye ait olmuş olan
hayvanlardı ve onlara, beyin binek hayvanlan da dahildi. Bey bunlan, öldüğü
zaman da kullanıyordu. Kadınlara bile mezarlarında binmeleri için atlar temin
edilmişti. Buna rağmen onların atı, hayatta iken kullandıklarım gösterecek
delil yoktur. Pazmk'ta bulunan mumyalanmış kalıntılar, kadınların aşağı yukan 5
fit 6 inch, yani 155 cm. boyunda olmalarına karşılık, reislerin ortalama 5 fit
8 inch, yani 173 cm. uzunluğunda olduklarım gösterir.
43.
Güney Rusya Krali İskit Mezarlan[212]: Krali
İskit mezarlarının çoğu, Alexandropol ve Nicopofa yakın bir yere
yerleştirilmiştir, fakat bazıları da Panticapaeum'un Grek yerleşim
merkezlerinin saçaklarında bulunmuştur. Alexandropol-Nicopol gruplarının en
dikkate şayanlan Tolstiya Mogily veya Büyük Höyüklerdir; bunlar yükseklik
bakımından 30 ile 70 fit arasında (yani 9 metre ile 27 metre) arasında
değişmekte idi, mezarların kuşattığı alan ise 400 ile 1200 fit (120 metre ile
360 metre) arasında değişiyor ve hatta daha fazla bir alanı kaplıyordu;
gömü odalarının ölçüleri ise uzunluk bakımından 9 fit 6 inch (2.95 cm)den 15
fit (4.65 cm)'e kadar değişiklik gösteriyor, genişlik bakımından ise 7 fit (217
cm) geliyordu. Bu gömü odalan çoğu kez, ham toprağın 42 fit (13 metre) altına
kazılmışlardı.
4.4.
Altın-Oba
Höyüğü[213]:
Altın-Oba,
muhtemelen gömü odası muazzam taş bloklardan inşa edilmiştir. Yapı Myken
yapılarını hatırlatmaktadır. Minns, bu tip mezarlarda gömülü İskit reislerinin
Helenlik Kültürü, zevklerine çok uygun bulduklarım ve bu nedenle mezarların
inşasında Grekli taş ustalarım çalıştırdıklarım düşünmektedir.
4.5.
Chertomlyk
Buluntuları[214]:
İskit
gömülerinin en önemlisi Güney Rusya'nın kralı* mezarlarıdır ve bunların
hepsinin içerisinde Chertomlyk, içerisinde bulunan objelerin hem çeşitliliği,
hem sanat kalitesi ve hem de altm işinin hemen hemen efsanevi değeri gibi
bakımlardan en zenginidir. Höyük, plan bakımından, görülmemiş titizliktedir. O,
aym merkezden açılan dört küçük bölmeli merkezi bir gömü odasını ihtiva
ediyordu. Kafirler tarafından girilen ilk oda, küçük bîr İskit kazam ile
oklarla dolu mükemmel bir ok sadağı ve kemik saplı, demir ağızlı beş adet
bıçağı ihtiva ediyordu. Esas odada hafîrler, bir hainim fragmanlarım buldular.
Fakat bunlar, onun örneği hakkında fikir veremeyecek kadar çürümüş halde
idiler. Elbiselerin, üzerine asıldığı askılar, hala duvarlardaki ve
tavanlardaki yerlerinde idiler. Fakat oraya vaktiyle asılmış olan elbiseler
harap olmuştu ve yalnızca yere düşmüş bulunan altm plakalar düzenli bir halde
idiler. Daha ilerde kişisel eşyalar ve birkaç altm vazo, yer seviyesindeki
duvarların içersinde yer alan hücrelere yerleştirilmişlerdi. Kuzey doğudaki
odada altı adet amphora, vaktiyle içlense doldurulmuş olan şarap ve yağ
tortularım hala muhafaza etmekte idiler ve söz konusu odada bir de
fildişi kulplu bronzdan bir ayna mevcuttu. Chertomlyk Kurganında bulunan bir
vazo üzerinde eyerli bir atm resmi vardır ve atm kolanından aşağıya saflanan
dar bir şerit, bir üzengi derisine benzer. Buna rağmen, İskit mezarlarında
hiçbir demir üzengi bulunmamıştır.
Türk
kavimlerinin eski dini telakkileri ve gelenekleri incelenirken onların örf,
adet, gelenek, görenek, inanmalar bütünlüğü içerisinde incelenmesi gerekir. Bu
derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur. Bunun için Orta Asya ve Doğu
Avrupa bir bütün olarak ele alınmalı ve birlikte değerlendirmeye tabi
tutulmalıdır. Türk kavimlerinde ant ve anda müesseseleri ve bunlara bağlı
gelenekler M.Ö. V-IV. Yüzyıllarda Yunan tarihçileri tarafından tavsif edilen İskit
ant müessesesinin aynı olduğu malumdur. M.Ö. II. Yüzyıllarda Çin vakanüvisleri
tarafından Hunlarda temsil edilen Gök-Tanrı, güneş, ay, yer-su, atalar ve
ölüler kültü Türk kavimlerinde muhtelif kültürlerin tesirleri altında
kalmalarına rağmen, son devirlere kadar devam ettirilen kültlerdir. Çin kaynaklarının
verdikleri haberlerden anlaşıldığına göre, eski Orta Asya Şamanizminin esasları
Gök Tanrı» güne, ay, yer-su, ata (cedd-i ala), ateş (ocak) kültleri idi. Dini
ayin ve törenlerin muayyen bir nizam (statü) çerçevesi içine alınmış olduğunu
tahmin etmek de mümkündür[215].
İskitlerin manevi ve dini hayatlarına hakim unsur "atalar kültü" idi.
Herodot'a göre İskitlerin kralı İdanthyrsos'un Perslerin kralı Dara'ya
gönderdiği bir cevap şöyledir: "Bizi savunma savaşına iten atalarımızın
mezarları ve ırkımızın bıraktığı izlerdir*[216].
İskitler,
atı ehlileştiren bir kavimdir. Daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi
öğrenmişlerdir. Savaşlardaki başarılan da atı iyi kullanmalarına bağlıdır.
İskitler atı, hem savaşlardaki nakil aracı olarak kullanmışlar hem de
avlanırlarken kullanmışlardır. İskitler ev işlerini halletmek için ise
öküzlerden yararlanmışlardır. Atlar, içerisinde kadın ve çocukların bir yerden
başka bir yere nakledilmesi içi® kullanılan üstü kapalı arabalan çekmek için
kullanıldığı gibi, gömü yerlerindeki büyük taşların taşınmasında da
kullanılmışlardır[217]. At,
bozkır insanının her şeyidir, Onun üzerinde yolculuk yapılır, sürüler
yönetilir, av yapılır. Büyük savaşlar atın çevikliği sayesinde kazanılır. At
bozkır insanı için olmazsa olmazlardandır. Dini inançlara uygun olarak atlar
kurban edilmektedir. Süslü koşum takımlarıyla birlikte sahibiyle birlikte
kurgana gömülür» etinden ve sütünden yararlanılırdı. Bozkır atlan, her ne kadar
küçük boyda iseler de, çok dayanıklı, süratli, çevik ve vahşi idiler. Strabon
bununla ilgili olarak, iskitlerin özel "at Terbiyesinden söz etmektedir.
Bozkır sanatım resmeden eserler üzerinde de atların yakalanması, gem vurulması,
eyerlenmesi ve terbiyesi çokça tasvir edilmiştir. îskitlerde at gibi araba da
kutsaldır. Bazı kurganlardaki "arabalı gömüler" bunu açıkça
yansıtmaktadır. Zengin tezyinattı özel cenaze arabalan, hanlar ve beyler için
kullanılmıştır'[218].
BUNLARDA
DİNİ HAYAT
Hunlar,
İç Asya'da M.Ö. III. Yüzyılda ortaya çıkarak ilk büyük Türk devletini
kurmuşlardır. Çin kaynaklarında Hiugnu olarak geçmektedirler. Hunlar, Çin
sınırlarından içerilere doğru sürekli akınlar düzenlemişler ve bundan dolayı da
Çin kaynaklarında anılmaya başlamışlardır. Hunlar göçebe bir kavim
olduklarından Çin'in dışında Asya'nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar
yapmışlardır. Savaşçı özelliklere sahip olan Hunların kurdukları devletleri
zamanla büyüyerek Türklerin kurduğu ilk İmparatorluk durumuna gelmiştir. Hunların
savaşçı özelliklerine karşı koyamayan Çinliler çareyi Büyük Çin Seddi'ni inşa
etmekte bulmuşlardır. Çin'de kurulan Chou devletinin (M.Ö. 1050-247) Türklerle
alakası üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülalesinde gök dini, güneş ve
yıldızlatın kutlu sayılması gibi inançlarla, askeri kuvvette harp arabalarının
bulunması ve devletin daha çok Türklerle meskun bölgede (Şen-si, Batı Şan-si,
Kan-su) kurulmuş olması çeşitli ilim dallarından bazı bilenleri (F.Hirth> B.
Karlgren, E.Chavannes, J.C.Anderson, R. Wilhelm, W. Eberhard vb.) bu hanedanın
aslen Türk olabileceği veya daha ihtiyatlı bir ifade ile devlette Türk
unsurunun hakim bulunduğu düşüncesine sevk etmiştir .
Hunların
bilinen ilk hükümdan ve kurucusu Teoman’dır. M.Ö. 220'de başa geçen Teoman
dağınık durumda bulunan Hun boylarım bir bayrak altında toplamayı başarmıştır.
Teoman'dan sonra başa Mete geçmiştir. Mete babasının kurduğa devleti kısa
sürede imparatorluğa dönüştürmüştür. Teoman ve Mete'den sonra başa geçen
imparatorların Türkçe isimleri bilinmemektedir. Bunun en önemli nedeni bu
isimlerin Çin kaynaklarından öğrenilmiş olmasıdır. Mete devletin başına
geçtikten sonra doğudaki kavimlerin istekleriyle karşılaştı. Mete'den karısını,
atım ve bir
‘feshim KAFESOĞLU: "Asya Türk
Devletleri”, Türk Dünyası El Kitabı, I, (Ankara :Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınlan, 1992), 111
miktar
toprağı istediler. Mete, vatan toprağının kutsallığından dolayı
verilemeyeceğini belirterek bunun bir savaş sebebi olduğunu söyleyip Doğu
seferine çıktı. Doğu'da yaşayan tüm kavimleri yenerek kendi imparatorluğuna
bağladı. Mete Han, M.Ö. 174 yılında öldüğünde devletinin sınırlan genişlemiş,
kültürel ve toplumsal hayatın zenginleştiği Büyük Hun İmparatorluğunu kurmuş
bulunuyordu.
Katalan
meydan savaşından hemen önce Attila'nın sarf ettiği sözleri Jordanes bize şu
şekilde iletmektedir: " Hanların şefi der ki; ömrü olana hiçbir ok
saplanmaz, oysa vakti gelenin günleri barışta bile sayılıdır"[219].
Hunlar atçı bir topluluktu. Onların Türkler arasında ata binen ilk topluluk
olmalan yönünden değerleri farklıdır. Çin kaynaklarının verdikleri bilgilere
göre, Hunlar, daha küçük yaşta iken ata binerler, fare ve gelincik avlarlardı.
At üstünde alış veriş yaparlar, hatta önemli görüşmelerini at üstünde iken
yaparlardı. Bu yüzden bir Hunhmun yanı başmda her an hazır durumda bulunan
eyerlenmiş bir at bulunurdu. Hunların yerleşik oldukları alanlarda yapılan
kazılar sonucunda evcil hayvanların arasında at ön planda yer almıştır. Hunlar
hakkmda önemli araştırmalar yapmış olan Nemeth şu bilgileri vermektedir[220]: batıda
Hunlar ekseriyetle vahşi, kaba, yakıp yıkıcı ve ahlakça düşük barbarlar olarak
gösterilirler. Nemeth, bu hükmün tamamıyla yanlış olduğuna işaretle, şöyle
devam etmektedir: "Hunlar hakkında hüküm verirken, gözümüzün önünde,
medeni hayat için daha elverişli güney bölgeleri insanlarına mukabil büyük Asya
ve Doğu Avrupa steplerinin tabiata göre teşkil ettiği insan tipini bulundurduk.
Bu, hür çoban hayatının çetin çalışmasından sertleşmiş, mükemmel binici, cesur,
zeki, kurnaz, kendi soyundan reislerin idaresinde büyük birlikler halinde kotey
teşkilatlandınlabilen göçebe tipidir.. .biz, batıklar gibi, Hunlan o
kadar vahşi ve medeniyetlerini o kadar düşük görmüyoruz. Onların
teşkilat ve devlet sistemleri, kudret, faydalılık ve milletin iyiliği ile
devletin refahına hizmet eden tertipler bakımından batınınkilerle boy ölçüşür,
hatta bir dereceye kadar onları geçer."
1.
Hanların Menşei: Hanların menşei meselesi
araştırmacıların zihinlerini bu doğrultuda meşgul etmiştir. Hunlar, tek bir
etnik kökene sahip olmayıp, kültürel yönden birbirine yakın farklı etnik
kökenleri içerisinde barındırmaktadır[221]
[222].
Hunlar,
göçebe bir topluluktur. Göçebe bir topluluk oldukları için at, sığır, koyun,
deve yetiştirmektedirler. Durmadan yer değiştirirler, su ve otlak aramak için
sürekli hareket halindedirler. Et yerler, deriden elbise giyerler, pösteki
üzerinde yatarlardı. Konakladıklarında keçe çadırlarda kalırlardı. Dinleri ise,
Tengri'ye tapma ve bazı kutlu dağların hayranlığından ibaret olan belirsiz bir
şamanizmdi’. Hsiug- nuların en büyük yöneticisi "göğün Yükselttiği
Şhan-yü" (Mao-tun) veya "Hsiung- nuların Yer ve Gök’ten doğmuş ve
güneş ve ayın taktir ettiği büyük Şhan-yü'sfî’* îdi. irsi bir
makam olan Shan-yü’lük, en üst askeri, diplomatik, adli ve dini işlevleri
birleştiriyordu. Yönetici tabaka her yıl birinci ve beşinci aylarda
"Hsiung-nu atalarına, Gök ve Yer'e, ilah ve ruhlara" kurban adamak
için toplanırdı. Bir diğer büyük toplantı güzün, "insan ve hayvanların
sayısı hesaplandığı zaman" yapılırdı[223]
[224] [225].
Türklerin
ilk ataları olan Hunlar, güneş tarafından temsil edilen ve en büyük ehemmiyeti
haiz olan gök tanrısı kültünü ihtiva eden gök dinine inanırlardı. Bütün din
mütekamil bir yıldız dini idi. Bundan maada bir de ateş kültü vardı. Mütekamil
bir hükümet mevcuttu ve muhtelif sınıflar, yani asilzadelerden müteşekkil bir
yüksek tabaka ile kölelerden ibaret bir aşağı tabaka vardı. Zahiren erkek evin
efendisi olduğu halde cemiyette kadın oldukça büyük bir rol oynardı.
Hunlar,
Tek Tanrılı bir gök dinine inanmaktadırlar. Bunun yanı sıra Bunlarda; gök,
güneş, ay, yer-su, atalar kültü kuvvetle yaşamaktadır. Bu kültlerin Hanlarda
dini tapınma öğeleri olduğunu Çin kaynaklan haber vermektedir. Hunlar ve daha
sonra gelen Türkler arasında devam eden "Tengri" kavramı bu kültürel
ve dini formun en belirgin tarafıdır8. Başbuğları bir din adamıdır.
Ona göğün oğlu manasım taşıyan Tengri Kut da denilmektedir. Hakan, her sabah
çadırından çıkınca, eğilerek güneşi selamlar, akşam da aym hareketi aya karşı
yapar, dini törenlerde ise yüzünü daima kuzeye çevirirdi. Avulunda çadırdan bir
tapmak bulunur ve her yıl başında en önemli yirmi dört topluluğun başbuğlarının
iştirakiyle burada büyük bir ayin yapılırdı. Yazılı kaynaklarda hakanlara
Çinliler tarafından Şan-yü denilmektedir[226].
Hun
dini incelenirken en önemli müracaat kaynağım Çin yıllıkları oluşturmaktadır.
Bunun en önemli nedeni ise; Çinlilerle olan münasebetler ve bunun neticesinde
ortaya çıkan durumdur. Göktürklerde bulunan kitabelerden oldukça farklıdır.
Çünkü Çinliler tarafından ortaya konulan bu bilgilerin güvenilirliği tartışma
konusunu teşkil etmektedir. Çin kaynaklarının verdiği bilgileri tam olarak
kabul etmenin mümkün olmadığı görüşünü savunsak da bize Hunlar ve onların dini
yaşam biçimleri hakkında bilgi vermektedir. Bu yönüyle Çin kaynaklarım
kullanmak zorunda olduğumuz aşikardır. Hunlarda gerçek ve halis bir dinin
bulunduğu muhakkaktır. Burada insanların hayatına tesir eden yüksek varlıklar
mevcuttur ve bunlar insanlar tarafından dua, kurban ve merasimlerden meydana
gelen bir kült yapılmaktadır[227]. Bu
kültün oldukça zengin bir şekilde gelişmiş olduğu kabul edilebilir. Bu yüksek
varlıklar arasında Gök'ün önemli yer aldığı inkar edilemez. Hunlar her yıl
bahar mevsiminde "kendi atalarına, Gök'e, Yer'e, Ruhlar'a" kurban
keserlerdi. Hun Şanyu'su iki defa olmak üzere, sabahleyin doğarken Güneş’e,
akşamleyin de Ay’a saygı gösterirdi. Şanyu'nun Gök ve Yer tarafından
doğurulduğuna ve Güneş ile Ay tarafından tayin edildiğine inanılırdı[228]. Hunlar,
hakanlarının kendilerine gök tarafından verildiğine inanırlardı. Hakanın göğün
oğta oluşu ve onunla teması savaş alanlarında da kendini göstermiştir. Dini bir
değeri olan batıda kır atlar, doğuda boz atlar, güneyde doru atlar, kuzeyde ise
yağız atlar yer alırdı. Ayın ilk yansında hücumlar yapılır, diğer yansında da
süratle geri çekilirlerdi12.
l.Hunlarda
Budizm: M.Ö.II ve M.S.I. yüzyıllarda Budizm Orta
Asya’ya yayılmaya başlamıştır. Budizm'in yayılmaya başladığı sıralarda Hunlar
tarih sahnesindedirler. Budist rahipler, Çin'den gelen Budist hacılar,
tüccarlar, göçmenler Orta Asya'da güvenli bir biçimde seyahat edebiliyorlardı.
Onlar seyahatleri sırasında da misyonerlik faaliyetlerini yürütüyorlar ve
Budizm'i burada yaymaya çalışıyorlardı. Hunlar, bu ortamda mevcut olan dini
yapıyı bilmektedirler. Budizm, Orta Asya'da yayılma alanına sahip olmuştur.
Ancak Hunlar, Budizm'in tesiri altında kalmışlardır13. Hunlar
Budizm'i tam anlamıyla kabul etmemekle beraber bazı boylan Budizm'i kabul
etmişlerdir. Gök Tanrı dinine mensup olan Hunların bazı boylan IV, Yüzyılda
Budizm'i kabul etmişlerdi. Çinlilerin Tsü-k'ü adım verdiği Hun grubu, miladi
IV. Yüzyılda Buddha dinine girmiş bulunuyordu. Hamasi dünya görüşünden tamamen
ayrılmak, Tsü-k'ü Hunlarına felaket getirdi[229].
Bilhassa Doğu Hunlan, Çin kültürü içinde erimemek amacı ile Budizm'i benimsiyor
ve yaymaya çalışıyordu. Bu hususta en çok gayret gösterenler Çinlilerin
"Chü-ch'ü" dedikleri Hunlardı. Hunların Budizm ile ilk temasa
geçtikleri yer Hotan'dır. Çinlilerin "Anyang-Hou" dîye andığı Hun
beyi "Chü-ch'ü", Hotan'da Uluğ-Kölüngü (Mahayana) mezhebinin ilk
merkezlerinden "Gomati" manastırında yetişmişti. Budist abideler inşa
eden Hsa beyleri ve sanatkarlar, eserlerim hem Çin'in hem de Altay kavimlerimn
kültür mirası ile zenginleştirip derin dini hislerini ifade eden yeni bir
"Budist sanat" üslubunu da meydana getirmişlerdi. Hunların doğudaki
boylan Budizm'i siyasi nedenlerle ve özellikle de Çin'in kültürel etkisine
karşı kendi kültürlerini korumak için kabul etmişlerdi[230].
2.
Hunlarda
Hıristiyanlık: Hunlar göçebe yaşayan bir
topluluktur. Hunlar konar göçer olduklarından farklı coğrafyalarda
yaşamışlardır. Bu yüzden iyi bir at ktrllamcısıdırlar. Hayatlarının büyük bir
kısmı at üzerinde geçmektedir. Daha küçük yaşlardan itibaren binicilik
konusunda kendilerini yetiştirmişlerdir. İyi bir savaşçıdırlar. Gittikleri
yerlerde farklı insanlarla ilişkide bulunmuşlar ve onlardan etkilenmişlerdir.
Avrupa coğrafyasında Hıristiyan misyonerleriyle görüşmüşler, bu coğrafyada
Hıristiyanlıkla dini anlamda bir etkileşim içinde bulunmuşlardır. Roma
tarihçisi Antakyalı Ammianus Marcellinus Hunların hiçbir dini inanışa sahip
olmadıklarım belirtmektedir10. Ancak unutulmamalıdır ki Hun dini
inanışının temeli Gök Tanrı inancına dayanmaktadır. Buna göre Antakyalı
Ammianus Marcelinus'un tezi geçerli değildir. Hunlar bulunduklan coğrafyada
ticari ve askeri ilişkilerde bulunmuşlardır. Bulunduklan Avrupa coğrafyasında
Hıristiyanlarla olan ticari ve askeri münasebetler onların dini ilişkilerinde
de etkileşimlere neden olmuştur. Bunun yanı sıra Hıristiyan misyonerlerinin
faaliyetleri de Hunlarda Hıristiyanlığın içişe girmeye çalışmasında etkili
olmuştur. Bunda şüphesiz ki Hunlarda bulunan Hıristiyan kölelerin de etkisi
olmuştur. Hunların Hıristiyanlarla ticari ve askeri ilişkilerde bulunması onların
Hıristiyanlığı kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü Hunlar Tek Tanrı inancına
sahip bulunmaktalar ve Gök Tanrı'ya inanmaktadırlar. Bunun yanında
Hıristiyanlığı kabul eden Hunlar olsa bile bunun sayısı önemsiz derecede az
olmalıdır. Hunlar Hıristiyanlığı kendileri kabul etmemekle birlikte tebaaları
içerisinde pek çok Hıristiyan barındırmaktadırlar. Hunlar içerisindeki
Hıristiyanlık etkileşimi Attila'nın ölümü ile birlikte de son bulmuştur n.
3,
Hunlarda
Şamanizm: Hunlarda kamlar toplum içerisinde önemli
rollere sahiptirler. Onların üstlendikleri rolleri dini-sihri hayat içerisinde
değerlendirmek gerekir. Kamların esas önemleri öldükten sonra başlamaktadır.
Çünkü on (arifi ölümlerinden sonra ailenin ve kabilenin koruyucu sayıldıklarına
inanılmaktadır. Ancak, kamlar, toplumsal hayatın ve toplumun dini yaşayışının
tamamına hiçw şekilde hakim olamamışlardır. Eskiden beri Orta Asya'da bulunan
kamların dışındaki [231] [232] büyücü,
kahin ve halk hekimi tipleri ile kamlar birbirleriyle kanştınlmışlardır[233]. Hun
imparatoru Attila, kahinlere çok itibar eder ve onların sözlerini dinlerdi.
Bizans elçisi Jordanes, Attila'nm ilahi kudret tarafından dünyanın hükümdarı
tayin edildiğine ve kılıcım da bu kudretin idare ettiğine inandığım belirtir.
Attila, bir çoban tarafından bulunup kendisine verilen efsanevi kılıcı da Tanrı'mn
bir hediyesi sayardı. Hunlar, hükümdarlarının Tanrı tarafından gönderildiğine
inanıyorlardı. Avrupaîııar da Hunlan, "Tanrının kılıcı" sayıyorlar ve
günahlarından dolayı kendilerim cezalandırmak için gönderildiklerine kani
bulunuyorlardı[234].
4.
Hunlarda Totemizm: Bozkır coğrafyasında
"hayvan üslubu" gelişme imkanı bulmuş, bu üslup göçlerle birlikte
farklı coğrafyalara yayılmıştır. Hunlar, atalarının tabiat üstü kuvvetlere
inanmalarından dolayı onlar da bu inana benimsemişlerdir. Manevi değerlere
büyük ölçüde sarılmışlar, sıkıntılarının çözümünü sihir ve tılsım İle
çözeceklerine İnanmışlardır. Yaptıkları sihrin kuvveti 3e dini merasimin tabiat
üstü unsurların etkisiyle düşmanlarının üstüne bir fenalık getireceğine
inanırlardı. Hayvan biçimleri Hunlar arasında savaş sembolü olarak alınmıştır.
Atların koşum takımları, eyer altı örtüleri hayvan figürleri ile bezeniyor,
çadırlarda bulunan keçe, halı ve dokumalarda hayvan mücadele sahneleri yer
alıyordu. Süvarilerin kemerlerinde hayvan mücadele sahneleri yer alıyordu.
Hunlarda hayvan üslubuna ait bu çizgiler "totemizm" formu içerisinde
değerlendirilmek istenmiştir. Totemizm, totem olarak kabul edilen atalara
tapmak ve inanmak biçiminde olduğundan Hunlardakİ bu durum onların totemizmi
benimsemiş oldukları fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Hunlarda totemizmin
oluşması onlara yol gösteren geyikten dolayıdır. Hunlar efsaneye göre Maeotis
geçidinden sihirli bir geyiğin veya bir ceylanın[235]
önlerinde yol göstermesi neticesinde geçmişlerdir[236].
Başka bir örneğe göre Atilla ve akrabaları Avrupa'ya farklı biçimde
gelmişlerdir. Buna göre; ataları günlerden bir gün bir dişi geyik görürler ve
geyiği süre süre batıya gelirler. Birden bire kendilerini gür çayırlı bir
ülkenin içinde bulurlar. Geyik birden kaybolur ve orada kalırlar. Eski
Türklerde kendi kayasına ve yer altı çayırlıklarına çeken geyik; Hurdan
ise kendi çaymna çekmiştir . Hunların geyiğe olan eğilimlerinden dolayı Avrasya
bozkırlarında işlenmiş sayısız geyik figürlerine tesadüf edilmiştir. Geyik
figürüne îskitlerde de rastlanmış olması onların da totem hayvanının geyik
olduğu fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Bu sanatsal eserler, çadırların orta
direklerine, göçebeler arasında tuğ ve sancak sopalan üzerine asılmaktadır.
Bunun yanı sıra Hunlarda kurt figürlerine de rastlanmaktadır. Hunlarda bir
diğer totem hayvanı kurt olmalıdır. Kurt figürleri at koşum takınılan, kılıç
kabzalan ve kamçılar üzerine yapılırdı. Hunlarda büyük öneme sahip olan
bozkurtua, kağanın odasına dikilen tuğun başmda sembol olarak
kullanıldığı kaynaklar arasında geçmektedir[237].
Bununla birlikte Asya Hunlarının hakanı olan Mao-tun'un soyu ejdere
dayandırılmaktadır[238]. Bu
düşünce Hunlarda bir ejder kültünün gelişmesini sağlamış ıhabilir. Ancak Hunlar
içerisinde ejderin ne denli totem hayvanı olduğunu yada ne kadar kullanıldığım
bilemiyoruz. Yukarıdaki bilgilere ilave olarak Ziya Gökalp'in değerlendirmesi
Hunların toteminin koyun olduğu şeklindedir[239].
Bunlardaki kutsal hayvanlar arasında zikredilen bir diğer hayvan türü ise
kuştur. Kuş, Hunlar tarafından hayırlı sayıhmşfer[240].
Hunların
totemizm dinine mensup olduğunu savunanların dayanak noktası totem hayvanı
olarak bazı hayvanların kült haline getirilmesidir. Ancak şu unutulmamalıdır
ki, Hunlar, Gök Tanrı dinine inanmaktadırlar. Yani Tek Tanrı inancına
sahiptirler. Tek Tanrı’ya inanan bir kavimde totem aramaz biraz güçtür. Bu
durum Bunlara ait inanç ve efsanelerin bir kalıntısı olmalıdır[241].
C.
HUNLARDA DİNÎ İNANCA BAĞLI
ADETLER
1.
Kurban:
Hunlar
ile ilgili en önemli bilgileri Çin kaynaklarından edinmekteyiz, Çin
kaynaklarının verdiği bilgiler ise M.ö. I. Ve M.S. U. Yüzyıla ait bilgilerdir.
Bu bilgiler Han sülalesi zamanına aittir. Milattan önceki ilk Han sülalesi
zamanında Kağan'ın sunduğu kurbandan bahseden en eski vesikalardan birinde:
Atalarına, Gök ile yere, ruhlarla Tanrılara diye bir sıra takip edilmektedir.
M.Ö. 8$ yılında Vey-lü (Çin'de yetiştirilmiş bir Hiugnu), (erkek veya kadın)
vu'ya (şaman) şunları söylemesini buyurdu: "Ölmüş olan Tanhu kızmış, şöyle
diyor: "Hu'lar eskiden beri belirli zamanlarda atalarına kurban sunarlardı.
Savaşçılar her zaman Dsi-su'yu yakalar yakalamaz (Toprağın koruyucu Tanrılan)'na
onu kurban edeceklerini vaat ederlerdi. Onu niçin bp yolda kurban edip
göndermiyorsunuz?". Bunun üzerine Dsi-su’yu yakalayıp lanetledikten sonra,
atalara kurban olarak boğazladılar. Arkasından durmaksızın kar yağdı; insanlar,
hayvanlar salgın hastalıklara yakalandı; ekinler yetişmedi. Vey-lü bundan
korkup Dsi-su'ya bir kurban evi yaptı" (De Groot, s. 186)2S.
Çin
kaynaklarının verdiği bilgilerden Hunların tapınaklarının olduğun» öğreniyoruz.
Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre; hakanın karargahındaki tapmakta her
yılın başında ayin yapılırdı. Bu ayine Hunların yirmi dört boyunun başbuğlan
iştirak ederlerdi. Yılın beşinci ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar,
abalarına, Gök Tanrı'ya, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların
iyi beslendikleri zaman, orman yanında toplanıp etrafı dolaşırlar, ahalinin ve
hayvan sürülerinin sayısını kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırından
çıkarak güneşe ve geceleri aya tapardı29. Hunlar doğu yönünde
bulunan bir tapmakta atalarının ruhlarına kurbanlar kesmektedir. Sonbaharın ilk
ayında da Gök Tanrı'ya kurban aym yapılırdı. Bütün dini ayin ve törenler
belirli bir düzenleme esas alınarak yapılmaktadır. Kesilen kurbanlar önce Tanrı
için sunulurdu. Hakanın nam ve soyu için de kurban kesilirdi. Kurban töreninden
sonra, uğurlu, kutsal sayılan kayın [242]
[243] [244] ağaçlan
dikmek adeti vardı. Böylece Tenrilik (Tengrilik, Tanrıhk) adına saygı ve sevgi
işareti olarak (tengrilik) vücuda getiriliyor ve kutlu ormanlar
yetiştiriliyordu30. Hunlarda bütün işler Tengri Kutun emir ve
işaretleri doğrultusunda yapılırdı. Hunlarda üç türlü toplanma vardı: 1. teşrii
ve idari içtima 2. askeri içtima 3. üçüncü içtima milli ve dini içtima idi. Bu
içtima senenin beşinci ayında vuku bulurdu. Bu içtima esnasında Hunlar Gök ve
Yer Tanrısına ibadet ederler, selefleri için kurbanlar keserlerdi[245].
Hunların mezarlarında dini merasimlerde ve tütsü yapmak üzere kullanılan kurban
kazanları bulunmuştur. Bu kurban kazanları Avrupa'nın çeşitli yollan üzerinde
bulunan mezarlarda bulunmuşlar[246].
Her
yılın ilk ayında, (veya yılbaşında), Hun hakanının sarayının, kurban verilen,
büyük tören yerinde, "küçük toplantı" yapılır. 5. ayda (yani Mayıs
ayında), başkent Lung, (veya Ejderha) şehrinde "büyük Toplantı” yapılırdı.
Kurbanlar, atalara, göğe, yere, ruhlara ve Tanrılara verilirdi. Hunların
geleneklerine göre, bir yılda, üç "Ejderha kurbanı" verilirdi. Bu
kurbanlar, "göğe ve taunlara" yılın 1., 5., 9. aylarında, üç kez
verilirdi[247].
Kurban
Hunlarda karşımıza çıkan önemli bir dini vecibedir. Din adamı obn Kam'lar
(şaman) kurban edilmeden ayin ve törenleri başlatmazlardı. Bu kurban verme
işlemi Gök ve Yer Taunlarına ve çeşitli ruhlara olmak üzere yapılırdı. Hunlarda
kurban iki çeşitte yapılmaktadır. Bunlar, birincisi kanlı kurban, İkincisi ise
kansız kurbandır. Kanlı kurban Türk dindarlığı içerisinde ibadetin en daim olun
biçimidir. Kanlı kurbanlardan en önemlisi attır. Attan sonra koyun ve koç
gelir. Kansız kurban ise, yağ veya at kuyruğunu ateşe atmak, ağaçlara ve kanTm
davulum paçavra bağlamak şeklinde yapılırdı[248].
Kansız kurbana en önemli örneği yine Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz.
Çinliler, Hsiyung-nüların ölen Şanyü'ye şarap ve pirinç sunduklarını haber
veriyorlar. Ölen birisine sunulan bu türden "saçı "lar kansız kurbana
en güzel örnektir.
Hun
kurganlarından çıkarılan buluntulara bakarak dağ koyunu ve koç'un yer
tanrısına; atın ise Gök Tanrı’ya kurban olarak sunulduğunu görmekteyiz. Gök Tanrı
iyilik timsali Ülgen olarak etüt edilmiştir. Gök tanrının iyilik veren bir Tanrı
olmasından dolayı ona fazlaca kurban verilmemiştir. Ancak yerin tanrısına
kötülükleri içinde barındırdığı ve daha fazla korkuttuğu için fazlaca kurban
verilmiştir. Kurbanların yanı sıra kurganlardan muska, nazarlık, tılsım anlayışında
koç çizmeyi veya dağ koyunu ile koç heykelcikleri yapmayı ihmal etmemişlerdir^5.
Ağaç
Türkler için oldukça önemlidir. Bahaeddin Ögel, Çin kaynaklarına dayanarak
Hunların ağaç dikme geleneğinden bahsetmektedir. Çin'in kuzeyinde yaşayan Orman
Hurdacının ormana ağaç dikme geleneğine göre sonbaharda Orman Türkleri, kurban
vermek için ata binip ormanın etrafında dönüyorlarmış. Kurban verilmesi
düşünülen yerde orman yoksa, toprağa birkaç söğüt dah dikerek atla onların
etrafında üç kez dönerlermiş. Bundan sonra nüfus ve hayvan sayımı yapılır,
düğün, kurultay vs. gerçekleştirilirmiş[249]
[250].
Hunlarda
kurban meselesi ile ilgili tartışma konusu olan insan kurban edilip
edilmediğidir. Jean Paul Roux Hunlarda en eski kurban türünün insan kurbartr
olduğunu belirtmektedir. Bunun da göğe, toprağa ve öteki güçlere sunulan
kurbanlardan farksız olduğu görüşündedir’[251].
Hunlar ile ilgili araştırma yapmış olan P. Wilhelm SCHMÎDT de Hunlarda insan
kurban edildiğinden bahsetmektedir. Ona göre, insan sadece atalara kurban
olarak verilmiştir[252]^.
Hunlarda, insan kurbanının sadece mahkumların değil, aynı zamanda cariyeîer,
hizmetçiler, aşçılar gibi birçoklarının cenaze merasimleri esnasında kurban
edildikleri, hatta bunların sayısının yüz ve hatta bine eriştiği ifade ediliyor[253]
1.1.
Kurban
Bayramı: Hayvan besleyen göçebelerde üç büyük kurban
bayramından bahsedilmektedir. Bu üç kurban bayramından ikisi, yanı bahar
bayramı ile yaz bayramı Hiugnularda tespit edilmiştir. Güz bayramının ise
kurbana ait olup olmadığı belli değildir. Bahar bayramında kime kurban
kesildiği bilinmezken yaz bayramında atalara, gök ve yere, ruhlarla Taunlara
kurban sunulmaktadır[254] [255].
2.
Bayram:
tarihi
kaynaklar Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile ilgili bir bayram
kutladıklarından söz etmektedirler .
3.
Tapınma:
Çin
kaynaklan Hun kültüründen bahsederken tapınaklarım zikrediyorlar. Bu haberlere
göre hakanın karargahındaki tapmakta her yılın başında ayin yapılırdı.
Bu ayine Hunların yirmi dört boyunun başbuğjan iştirak ederdi. Yılın beşinci
ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar, atalarına, Gök Tanrı'ya, yer-su
ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların iyi beslendikleri zaman, orman
yanında toplanıp etrafı dolaşırlar, ahalinin ve hayvan sürülerinin sayısını
kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırından çıkarak güneşe ve geceleri aya
tapardı[256].
3.1.
Töz
(idol): Hunlar hakkında en önemli müracaat
kaynağımız olan Çin kaynaklarının verdi© bilgilere göre M.Ö. 121 yılında
Çinlilerin savaş esnasında terkedilmiş bir Hun karargahına girmişlerdir. Bu
karargahın bir Hun prensine ait olduğu bildirilmektedir. Hun prensine ait olan
bu karargahta ele geçirilen ganimetler arasında altın bir idol bulunmaktadır.
Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre bu prens bu altından idolün karşısmda
Gök Tanrı’ya dua eder ve kurban sunarmış. Hunlar idollerini çadırların ana
direğinin tepesine veya bayrak uçlarına takmaktadırlar. Hunların tözleri
totemizmle ilgili olarak hayvan formlan üzerinde gelişmiş ve sanatım bu yönde
etkilemiştir . Hun prensi gerçekten bu töz vasi altından idol karşısmda Gök Tanrı'ya
dua edip kurban sunmuş mudur bilemiyoruz ama gerçek oîan bîr şey varsa o da Hunların
tek bir Tanrı'ya inanmış olmalan ve bu doğrultuda dini hayatlarını
sürdürdükleridir. Çin kaynaklan Hunların altm idolieri hakkında bilgi
vermektedirler. Altın idolün yanı sıra Hunlarda kurt, geyik, grifon, ejder
biçiminde de idoller mevcuttur. Bu idoller daha sonraları Göktürklerde de
görülmektedir. Hunların dini bayatlan hakkında en önemli bilgi kaynağımız olan
kurganlardan geyik ve grifon gibi hayvan heykelcikleri çıkmıştır. Altından ve
midenden yapılmış ve bazen de ahşap olan bu heykeller daha sonraki dönemlerde
Türklerde görülen tözler (idoller) ile özdeş sayılmıştır. Bu idoller Hun
dönemine ait ileri bir sanat anlayışım göstermektedir44.
4.
Dua:
Hiug-nular
döneminden bize kalan tek bir belge vardır, bu kanıt, bir düşman şehrinin
fethinden sonra göğe yönelik bir haykınş ve içten gelen bir şükür eyleminden
ibarettir. Kazanılan askeri bir başarı dolayısıyla göğe edilen bir teşekkür söz
konusudur. Aynı çağda, genelde Tien-şan Dağı'na (Tengri Tag) yapılan bir duayı
da belirtmek gerekir. Dua ve büyü formülleri birbirleriyle kolayca
kânştınlabileceğjne göre, belki de dua niteliğinde bile olmayan birtakım dualar
da toprağa, putlara, dağlara, çeşitli ruhlara seslenmektedir45. Hun
hakanı sabahleyin, otağından çıkar, şafakla birlikte, "eğilip, güneşe
saygı" gösterirdi. (Batıda), yeni "ayın doğuşu" sırasında da ,
aya doğru saygı ile eğilip, (veya secde) ederdi. Dfe çöktüğü zaman, "sol
elini" saygıdeğer yöne çevinr, "yüzünü de kuzeye” dönerdi .
5.
Hunlarda
Ant İçme: Eski Türk dini içerisinde Hun dinmîn
değerlendirmesini yaparken onların yaşam biçiminin bir parçası olarak karşımıza
çıkan ant içme törenini irdelemek yerinde olacaktır. Buna göre Hunların ant
içme törenleri ile ilgili bir örneği Çin kaynaklarından edinmekteyiz. M.Ö. 48
yılında Çin hükümdarının iki elçisi ile, Çinlilerin idaresi altına girmiş olan
Doğu Hun Devleti'nin Kağanı sürekli bir kardeşlik bağı kurarken şöyle and
içmişlerdi: "Kim ki sözffisde durmazsa, bu yeminle yaptığı ahdi Gök
kendisi ve varisleri için yerine getirsift". Bunun üzerine Kağan, Çin
elçileri ile birlikte bir tepeye çıkmış, bir ak at kurban edilmiş, kağan elinde
mücevher kakma bir kılıç (veya hançer) olduğu halde, Kağan Leşang tarafından
öldürülen Goaçi-Yueçi beyi Hafsafın kafatasında altınla kanı
**
Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 111
^Jean-Paul
ROUX; a.g.e., 31,32
Bahaeddin
ÖGEL: a.g.e., 90
birbirine
karıştırdıktan sonra, elçilerle birlikte bu mahluttan içmişti (De Groot, s.223
Parker, s. 41 vd)[257]. Hun
hakanı Huhanye ile Çin elçileri Çan ve Mm arasında karşılıklı olarak akdedilen
dostluk ve kardeşlik muahedesi Çin vakanüvisleri tarafından şu şekilde kaleme
alınmıştır; "Han ve Hunlar bir sülale teşkil ederler: nesiller boyunca
birbirini aldatmaz, birbirine saldırmaz. Hırsızlık vukuunda biri birine
bildirirler. Hırsızlan cezalandırırlar, zararlan öderler, iki taraftan birine
düşman saldırırsa askerleriyle yardım ederler. Bu andı kim bozarsa Tanrımn
cezasına çarpsın, nesiller boyunca bu andın cezası altında inlesin." Çin
elçileri Çan ve Mın, Hun hakanı Huhanye ve boy başbuğlan, No-şuy ırmağının
doğusundaki Hun dağına çıktılar ve bir beyaz at kurban kestiler[258].
Hunlar,
tek Tanrı'ya inanmaktadırlar. Onların dini inançlan Gök Tanrı inancı üîarak
tarif edilmektedir. Tek Tanrı inancına sahip olan Hunlarda Tanrı'nın yanında
oluşan güneş, ay, ve yıldızlar kült haline gelmiş Tanrı'dan sonra kutsal
sayılmış objelerdir. Tanrı'ya tek başına itaat edilmemiş ve Tanrı daima kutsal
sayılan ikinci derecede, yan varlık inançlan ile çevrilmiştir[259].
Hanlardaki Tanrı anlayışı hakkında en önemli bilileri Çin yıllıklarından
öğrenmekteyiz. Çin yıllıklarının verdiği bilgilere göre Hunlar Gök Tanrı'ya
inanmaktadırlar. Milattan önceki Çin kaynağı Şi-ki'de Tanrı kelimesi, Hun
Tanhusu Mao-ton (M.Ö. 209-174)’un unvanlan arasında zikrediliyor[260]. Büyük
Hun imparatorluğunun hükümdarlan mektuplanmn başında "Tanrımn tahta
çıkardığı Kun milletinin büyük Tan-yu veya Şan-yu" su hakimiyetin semavi
menşeden geldiğine dair ilk vesikayı teşkil eder[261].
Asya'nın doğu ucundan Orta Avrupa'ya kadar bütün Türk topluluklarında Tanrı
merkezi bir yer almıştır. Hunlar inandıklan Tanrı'ya "Tengri"
kelimesi ile ifade etmişlerdir. Bu kelime Hunların devamı sayılan Göktürklerde
de kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Göktürklere âıt olan Tonyukuk
Kitabesinde "Türk Tanrısı” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz[262].
Hunlarda Tanrı oldukça büyük öneme sahiptir. Kağanları tahta çıkartan O'dur.
Mete'nin hükümdarlığını meşrulaştıran ve onu tahta çıkaran da Gök Tanrı'dır.
Mete, "Tanrısının Kutu"dur. Hunların hükümdarlan mektuplarının başmda
"Tanımın tahta çıkardığı Kun milletinin büyük Tan-yu veya Şan-yu"su
ibaresini kullanırlardı. Hun hükümdarlan "Tango Kutu" unvanım
taşıyorlardı[263]. Mete,
M.Ö. 176 yılında Çin imparatoruna gönderdiği mektupta, kendisinin Tanrı
tarafından tahta çıkanldığmı kaydederek, askeri zaferini önce Gök Tanrı’nm
inayeti ile kazandığım belirtir. M.Ö.IV. yy.ın başmda bir Hun devleti kuran Liu
Yüan'ın yiğitliği karşısmda genç yeğeni "Gök Tanrı bu kişiyi Hunlan
düşünerek dünyaya getirdi" demiştir[264].
Yine Hun Kağanlarından Kün-içen (M.Ö. 160-126), Çin hükümdan tarafından kendisi
için kurulan tuzağı birdenbire faik edince “orada ast rütbeli kumandanlara
rastlamamı Gök (Tanrı) takdir buyurdu. Kendimi korumayı Gök (Tanrı) nasip
etti." diye sevinçle haykırmıştır[265].
328 yılında, Han Şey-ley, düşmanının karşısına çıkması üzerine atının üzerinde
iki kolunu yukarıya kaldınp, başım aşağıya doğru eğeztit, “Ey Gök (Tanrı),
onu bana teslim ettiğin için, sana şükürler olsun?” diye haykırmıştır. 343
yılında, Hun Devleti’nin Çao kağanı “Herkes milis kuvvetini versin. Gök’e (Tanrı)
itaat için, gelecek yıl birliklerime kendim kumanda edeceğimi” emrini vermiştir[266]. Bir gün
bir çoban sapından yere çakılı olan bir kılıç bulur ve kılıcı Atilla’ya
getirir. Atilla bu kılıcı görünce, dünya egemenliğinin Tanrı tarafından
kendisine verildiğini söyler. Bundan dolayı Atilla, Hunlara göre Tanrının
kılıcı ve kırbacıdır. Çünkü Tanrı, O'nu günah işleyenleri cezalandırmak
için göndermişti[267]. Bizans
elçisi Priskos Hunların, Atilla'nın ilahi bir menşeden geldiğine inandıklarım,
basa itiraz edenlere çok hiddetlendiklerini, dünyanın kendilerine ait olduğu
akidesi ile fetih ve savaşlar yaptıklarını ve sarayında bu inancın hüküm
sürdüğünü söyler. Atilla da diğer Türk hükümdarlan gibi kamlara itibar eder ve onların
sözlerini dinlerdi[268].
Hunlar,
Gök Tanrı’ya inanmaktadırlar. Gök Tanrı'nın tapınakları mevcut değildir. Onun
resim ve heykelleri de yapılarak tapınılmamıştır. Kaynakların belirttiğine göre
bir Çinlilerin M.Ö. 121'de bir Hun prensini yenerek otağım ele geçirmiş ve bir
altın put bulunmuştur. Çin tarihçileri, bunun karşısında Hun prensinin Gök Tanrı’ya
kurban sunduğunu belirtmektedirler[269].
Bu bir ilaha ait olan bir put olmayıp sadece kurban sunmak amacıyla yapılmış
bir ibadet aracıdır.
Bunlardaki
dua, kurban ve merasimler bir kült halindedir. Bu kültlerin içerisinde ise en
önemli yer Gök’e aittir. Çünkü Gök; en önemli vasıftır, vazifeler ona
verilmekte, yalnız ona itaat edilmesi gerekmektedir. Ahlaki karakterle sıkı
münasebeti olan odur ve bu karakter yalnız ona tanınmıştır. Kültte de en yüksek
yeri alan, Gök varlığıdır. Dişi yer tanrısı, Hiugnu inanışlarına sonradan
girmiştir[270].
Hun
imparatorluğu parçalandıktan sonra onu yeniden kurma düşüncesi belirmiştir.
Devletin parçalanmasından sonra bir Hun kumandam, M.S. 304 yılında, devletini
tekrar kurmak ve milletini kurtarmak maksadı ile, ileri gelenleri gizlici
toplar ve "Tan-yümuzun sadece bir unvanı kalmış; beyler Çinlilere esir
olmuştur. Bu halde bile 20000 kişilik bir kuvvetimiz vardır, neden bu esarete
katlanalım ve Çin’deki karışıklıklardan faydalanmayalım" der ve devam
ederek "11-yu-sü cesur ve hükümdar olmağa layık; bütün meziyetleri
haizdir. Eğer Tanrı Kun Devletini diriltmek istemeseydi onu dünyaya yollar mı
idi" tarzında düşüncelerini bildirir. Bu nutkun tesiri ile Çin'de oturan
Tan-yu'yu davet ettiler ve orada hüküm süren kargaşalıktan faydalanarak onu
getirtip tahta çıkardılar. Bütün Hun kumandanları "Tanrının devletlerini
korumak için kendilerine yardım ettiğine dair bir delil de Çin'de hüküm süren
bu kargaşalığın meydana çıkmasıdır" diyorlardı[271].
L
Ölü Gömme: Hunların ölü gömme törenleri
ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Çin kaynaklarının
verdiği haberler kısa ve karışık olmasına rağmen bunlardan fazlaca bilgi
edinmek mümkündür. Çin kaynaklaman Hunların defin törenleri hakkında
verdikleri bilgiler İsa'dan önce İH. Yüzyıla aittir. Bu habere göre
"Hunlar ölülerini tabut içine korlardı. Bu tabut iki katlı olup İç ve dış
tabutlardı. Bu tabutları altm ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi.
Ağaçlar dikilmiş» mezarlıkları ve matem elbiseleri yoktu. Ölü ile beraber
öldürülenler yüz, hatta yüzden fazla olurdu"[272]
[273].
Hiyung-nu'larda birisi ölünce varlık derecesine göre, altm ve mücevherleriyle
tabutunu süslerler, kanlan, hizmetçileri de ölünün arkasından mezara giderler,
bir takım gençler ölü gömüldükten sonraki yeni aym başında toplanarak orada
güreşirierdi6j. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre, miladi
V-VIH. Asra kadar Gobi Çölünün kuzeyinde kara İrtiş havalisinde yaşayan
Türklerin ölüyü atı ve eşyalan ile birlikte yaktıklan belirtilmektedir.
Hunların
ölü gömme adetlerine ait diğer bir bilgi kaynağımızı kurganlar (mezarlar)
oluşturmaktadır. Hun mezarlarında ölünün kadınla birlikte gömüldüğü görülür[274]. Ölü
gömme adetlerine ait en önemli verileri Altaylardaki Pazınk kurganlarında
bulunan kurganlardan öğrenmekteyiz. Buradaki kurganlarda bulunan cesetlerin
başlarının doğuya konması, yüzlerinin ise daima batıya bakar şekilde
yerleştirilmesi sağlanmıştı. Hun ölülerinin gömülmesi yılın muayyen
zamanlarında, bilhassa ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı. Ölülerin muayyen
zamanlarda yapılmasının sebebi "büyük kurgan" inşasının uzun zaman ve
emek gerektirmesindendir. Hunların inançlarına göre, ölümden sonraki hayat,
batıda tekrar yaşanacaktı. Güneşin her gün batıda batışı , onlarda böyle bir
inancın ortaya çıkış sebeplerini hazırlamış olabilir. Hun ölülerinin gömülmesi
yılın muayyen zamanlarında, bilhassa ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı[275]. Pazınk
kurganlarından çıkan cesetlerin vücutlarında dövmeler mevcuttur. Kurganlardan
ölülerin yüzlerine örtülmüş maskeler de çıkmaktadır ve bunların varsa dini
anlamlan bilinmemektedir60. Rus arkeologların 1924-1925 yıllarında
Selenga nehri havzasında, Noyin-Ula dağlarmdaki kurganlarda yapılan kazılarda,
Hun prenslerine ait mezarlar ortaya çıkanlmıştır. Hun prensleri, genellikle
yüksek dağlara gömülmekte idi. Noyin- Ula dağlarmdaki kurganlarda yapılan
kazılarda Hunlara ait mezarlara rastlanmıştır. Hunlar ölülerini
"höyük" denilen suni yığma tepelerin altına gömmekteydiler[276] [277].
Mezarlarının içine dolan kar sulan çabucak donuyor ve asırlarca erimeden
kalıyordu. Bu sebeple, ölüyle birlikte gömülen kumaşlar, ağaç eserler ve hatta
cesetler, konserve olmuş şekilde, çürümeden zamanımıza kadar gelebilmişlerdir.
Mezarların dış kısmı, genellikle iki kısımdan müteşekkildi. Mezar çukurlan
yavaş yavaş derinleşiyor ve bir dehlize giriyordu. Bu dehlizden, tabutun
konduğu bölüme geliniyordu. Tabut, bu iç hücrede açılan bir kuyuya gömülüyordu.
Bu hücre, muntazam kesilmiş kalas ve kütüklerle kapatılıyordu. Bazı tabutların
kapaklarında ipek kumaş kalıntılarına rastlanmıştır. Bundan, tabutların ipek
kumaşlarla kaplandığı anlaşılmaktadır. Mezar koridorlarında, matem alameti
olarak, yağlı kumaşlara da rastlanmıştır. Yine, mezarlarda at takınılan, ipekli
elbiseler, ev eşyalan bulunmuş ve hatta bir vazoda çay kalıntılan görülmüştür.
Bu mezarlarda atlar, insanlara mahsus odaların dışına gömülüyorlardı. Pazarcık
kurganlarında bol miktarda donmuş at cesetlerine rastlanmıştır[278].
Çinliler,
atı ilk Han sülalesi ('M.Ö. 202-M.S. 22)döneminde yaygın olarak
kullanmışlardır. Bu dönemde Hun Tanrı kutu Mete tahtta bulunmaktadır. Mete
(M.Ö. 209-174) döneminde atın ehlileştirilme aşaması asırlar önce
tamamlanmış, at bir savaş hayvanı olarak uygulanacak taktikler için sıkı bir
terbiyeyle savaşlara hazırlanmaya başlanmıştır. Hunların yerleşik olduklan
bölgelerde yapılan kazılarda mezarlarda at cesetlerine rastlanmıştır. Mezarlardan
çıkan atların kahntı/arr, bozulmamıştır. Atlar dikkatle incelendiğinde
kulaklarında "inler" görülür[279].
Hunlarda
ölü gömme geleneklerine ait önemli bir noktayı ölen kişinin atının gömülmesi
oluşturmaktadır. Hunlar, atı mübarek kabul etmekte ve hakan ve
kahramanlar gibi atın da gökten inmiş bir varlık sanmaktaydılar. Şamani Türkler
kağan ve kahramanların cennet (uçmak)'de atlarına bineceklerine inandıklan için
ölünce onlan da ölüleri ile birlikte defnediyor; Allah'a ve ecdada yapılan
kurbanlar arasında bu müstesna yaratık da yer alıyor» yabancı hükümdarlara
gönderilen en kıymetli hediyeyi de at teşkil ediyordu[280].
Buna göre, Hunlarda kahirin bir köşesine at gömmek değişmez bir gelenektir. Bu
gelenek Hunlara ait olan bütün kurganlarda görülmektedir. Mezarların uygun
bölümleri at gömmek için ayrılmıştır. Hun mezarlarında at cesetlerinin çıkması
Türklerde at kurbanının eskiliğini ve sürekliliğini göstermektedir, insan ve atların
gömülmesinden sonra mezar çukuru tomruklarlar örtülür, üzerlerine toprak
konularak büyük taşlarla kapatıldıktan sonra ince bir tabaka halinde üzerine
toprak örtülürdü. Hunlarda bu şekildeki mezar odacıktan çukurun içine giren
yağmur ve kar sularının donması neticesinde içindeki ölü ve eşyalarla birlikte
yüzyıllarca muhafaza olmuştur[281].
Ligeti'nin
verdiği bilgilere göre Hunlarda biri öldüğü zaman haremine oğlu nezaret ederdi.
Dingelstedfe göre kocası ölen dulun, aile içinde başka birine varması, ancak
dulun isteğine bağlı idi. Dul istemezse, çocuklarının başında koruyucu olarak
kalabilirdi. Kocasının malından ise iki pay oranında bir miras hakkı vardı. Dul
dışardan da evlenebilirdi[282].
Hunlar
batıya doğru göç ederlerken bazı alışkanlıklarından da vazgeçmişlerdir. Hazar
ve Karadeniz arasında kalan ve bu bölgenin kuzeye doğru yükselen topraklan üzerinde
uzun müddet yaşamaları sonucunda temas ettikleri yerli topluluklar yüzünden,
bütün bu geniş bölgenin derin tesiri altında kalmışlardı. Ölülerini doğrudan
doğruya gömmüyorlar, cesetleri yakıyorlar ve küllerini gömüyorlardı .
1.1.
Mumyalama:
Hunlar,
ölülerini yılın belirli zamanlarında gömerlerdi. Genellikle ölü gömme ilkbahar
ve sonbaharda yapılırdı. Bunun nedeni ise büyük kurgan inşa edilmesiydi. Kurgan
inşa edilene kadar geçen sürede ise cesetlerin tahnit edildiğini yani
mumyalandığım görmekteyiz. Hunlarda mumyalama işinin oldukça yaygın olduğunu
kurganlardan çıkan mumyalanmış cesetlerden anlamaktayız. Bu teknik Hunlarda
oldukça yaygın olarak kullanılmıştır. Mumyalama işinin yalnız tanınmış asiller
için yapıldığım görmekteyiz. Halktan insanların cesetleri mumyalanmaya gerek
duyulmaksızın hemen gömülüyor olsa gerektir. Tahnit işlemi yapılırken
kafatasının açılarak beynin çıkarıldığını görmekteyiz. Küçük kurganlardan
çıkarılan cesetlerin kafataslan ise açılmamıştır. II. Pazınk kurganından
çıkanları erkek ve kadın cesetlerinde, boynan arka kısmında sivri madeni bir
kalemle açılan bir delikten, beyin boşaltılmış ve boşalan kafa tasma kokulu
otlar, kozalak ve toprak doldurulmuştur. Hun kurganlarından çıkartılan tahnit
edilmiş cesetlerin karın kısımlarının da yarılmış, bütün iç uzuvlarının
çıkartılmış ve boşluğun parçalanmış ağaç kökleri, şekillikler, kokulu otlar ve
toprakla doldurulmuş olduğu müşahede edilir. Vücudun çeşitli kısımlarında
özellikle ellerde, ayaklarda, omuzlarda ve kaba etlerde görülen derin yarıklar
dikkati çekmekte ve bu yarıklardan vücudun çeşidi kısımlarına çürümeyi önlemek
üzere sıvı halinde ilaç zerk edildiği anlaşılmaktadır . Pazınk İÜ ve IV'tc
ölünün kafasının içinin boşaltılmış olduğunu görmekteyiz[283]
[284].
Hunlarda ölüye ait olan cesedin mumyalanması işleminde kullanılan bilhassa özel
bir sıvı vardır, ancak bu sıvı zamanla özelliğini kaybetmiş olabilir. Hım
mezarlarından gönümüze kadar ulaşmış olan ve örneği Leningrad Hermitaj
Müzesinde bulunan cesetlerin günümüze ulaşmasının en önemli sebebi çukurlara
dolan kar sularnîffl burada donması olmalıdır. Çukurlara dolan sulardan dolayı
da bu sıvı özelliğini yitirmiş olmalıdır.
2.
Cenaze
Töreni: Hunların cenaze törenleri ile ilgili
bilgileri Çin yıllıklarından öğrenmekteyiz. Çin yıllıklarına göre. Eski Türklerde,
ceset yedi gün süreyle yerinde kalmakta ve bu süreden sonra cenaze töreninin
tarihi saptanmaktadır Hunlarda ölen birisi öncelikle çadıra konulmaktadır. Bu
çadır ise ölen kişinin günlük yaşamım devam ettirdiği çadırın dışında bu işler
için kullanılan özel bir çadırdır. Jordanes, Attila'nın cenaze törenini şöyle
anlatmaktadır: "Cesedini büyük bir gösterişle, herkesin onu seyredebilmesi
için meydana kurulan ipekten bir çadır içinde sergilediler". Ölü
yıkanmakta, temizlenmekte ve kefenlenmektedir. Ölünün kefenlenmesi çok eski
tarihlere dayanmaktadır. Kaşgarh, ölü beylerin ve hanların üzerine örtülen
kumaş olarak "esük" kelimesini vermektedir. L.Bazİn, esük kelimesini
Orhun kitabelerinde ilk okuyan olmuştur. Ölünün tabuta konulma tarihi ise
saptanamamıştır. Tabut, Hunlarda kullanıldığı gibi daha sonraki dönemlerde de
kullanılmıştır. Jordanes’in Attila hakkında verdiği bilgileri doğru kabul edersek
Attila'nın birincisi altından, İkincisi gümüşten ve üçüncüsü de demirden
olmak üzere üç tabuta konulduğunu görmekteyiz. Şu unutulmamalıdır ki Hunlar,
biri iç, diğeri dış ohnak üzere en az iki tabut kullanıyorlardı. Çin kaynaklan,
tabutların iç ve dış olmak üzere iki katlı olduğunu, tabutların altın ve gümüş
işlemeli kumaş ve kürklerle örtüldüğünü bildiriyorlar[285].
Bu bilgi doğrultusunda Attila'nın üç tane tabuta konulduğu doğru olabilir.
Tabut, çoğu kez basit bir şekilde yapılmaktaydı. Hunların, yerleşim yerlerinde
yapılan kazı alanlarında, tabutlar içinde gömülmüş cesetlerin yanı sıra,
doğrudan toprağa gömülmüş cesetlerin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Noym- Ula’da
Hun mezarlarında, ipek içine sarılmış 17 adet saç örgüsü bulunmuştur. Hunlarda
cenaze töreninin yapıldığı gün, "akrabalarla yakınlan bir kurban
sunmaktadırlar...kurban olarak bir koyun başıyla bir at başı sunmakta ve bu
başlan (mezarın yanma dikilen) bir tür ilan tahtasına asmaktadırlar. Hunlar,
ölüyle birlikte "altın, gümüş ve giysiler" gömüyorlardı. Attila'nın
mezarında, "düşmandan alınan silahlar, değerli taşlarla bezenmiş kolyeler
ve nihayet kral saraylarının donatıldığı çeşitli süs eşyalan” gömülmüştür[286]. Hunların
cenaze törenlerine ait önemli ipuçları kurganlardan çıkanian bulgulara
dayanarak edinmekteyiz. Hunların mezarlarında altından İnce plaka ile sanlı
yaylar bulunmuştur. Bu yayların Hun törenlerinde kullanılan yaylar olduğu
bilinmektedir.
3.
Yas:
Ölen
birisi için duyulan acı Eski Türklerde farklı şekillerde ve farklı merasimlerle
ifade edilmiştir. Hunlarda biri öldüğünde adetlerine göre yas alameti olarak
saçlarım kesmişlerdir. Kahramanlar için gözyaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak
kan akıtırlardı. Çin kaynaklarına göre, Türklerde aile fertleri, ölünün
bulunduğu çadırın kapısı önünde ağlayıp feryat ederken, yüzlerini bıçakla
yaralayıp kanlı göz yaşlan dökerlerdi. Hunların kesilen saçlan diğer kıymetli
eşyalarla birlikte, mezar içine koydukları kazılardan anlaşılmaktadır. Nitekim,
Urga civarında Noyin- Ula'da bulunan bir Hun mezarında, ipek örtüye sanlı 17
saç örgüsü bulunmuştur[287].
Attila'nın cenaze töreni vesilesiyle Jordanes şu bilgileri aktarmaktadır:
" Kendi milletlerinin geleneğine uygun olarak, saçlarının bir kısmım
kestiler ve yüzlerine, kendilerim daha da iğrenç hale getiren derin yaralar
yaptılar. Bu büyük savaşçı için, kadınlar gibi yakınmalar ve gözyaşlanyla
değil, erkek olduklarından, erkekçe kan dökerek onun ölümüne ağlamak
istiyorlardı". Pazınk ü'deki mezarda cesetler üzerinde sahte sakallara
rastlanmıştır[288]. Hun
kurganlarından çıkartılan at cesetlerinin kuyruklarının ya kesik olduğu yada
düğümlü oldukları müşahede edilmiştir. Bu çok eski bir Türk geleneğidir. Atın
kuyruğunun kesilmesi, yada düğümlenmesi büyük bir yas alameti olarak
sayılmaktadır. Hun Türklerine ait Pazınk kurganlarında bulunan at cesetlerinin
kuyruklarının kesik ve yelelerinin örülü olması bu adetin çok eskilere
dayandığım göstermektedir[289]. Bu
gelenek Göktürider döneminde de devam ettirilmiştir[290].
4.
Kurganlar:
Hunlar
devrine ait Pazınk kültürü çok önemlidir. S. V. Kiselev’in "Sovyet
Arkeolojisi" dergisinde (cilt I, s. 282-284) yayınladığı rapora göre,
kazılar Kuray ve Tuyahtı kasabaları civarında bulunan 23 tane kurganda
yapılmıştır. Bu kurganların çoğu çapı 6-7 m. Olup yuvarlak tepe teşkil
ediyorlar. Ölüler her höyük altında ana toprakta yapılan çukurlara gömülmüştür,
başı doğaca veya kuzeye yönelmiştir. Her mezar kısmen veya tamamen soyulmuştur.
Ölü hediyeleri bakır, gümüş ve demirden yapılmış süs eşyası, silahlar ve koşum
takımıyla atlardan ibarettir. Her mezarda bir veya iki at iskeleti bulunuyor.
Bazı mezarlarda atlar kütüklerden yapılmış çit içindedir. Atların bulunduğu
yerde çok ince işlenmiş ve muhtelif resimler hakkedilmiş toka, levhacıklar,
üzengi, gem gibi koşum takımlarından kalıntılar elde edilmiştir. Bu mezarlar
arasında bir kadın mezarında bulunan el değirmeni arkeologların dikkatini
çekmiştir. Ölü hediyeleri arasına konulan bu değirmen çok mükemmel yapılmıştır.
Kuray-Tuyahtı taş kurganlarından bilhassa iki tanesi çok önemlidir. Çapı 12
metre olan bir kurganın altındaki mezarda birçok eşya, gümüş desti,
kemer ve koşum takımı bulunmuştur. Bu mezarlar hırsızlar için cazibe haline
gelmiştir. Çünkü içlerinde değerli eşyaları barındırmaktadırlar. Bu yüzden
soyguncular mezarlara inmişler ve burada bulunan iskeletleri tahrip
etmişlerdir. Tuyahtı denilen yerde açılan kurgandaki mezar oldukça sağlam
bulunmuştur; soyguncular ancak atların bulunduğu kısma dokunmuşlardır. Atların
koşundan soyulmuş, ancak gemden ve eğerden parçalar kalmıştır42. Hun
toplumunda atın yeri çok farklıdır. Daima at ön plana çıkmıştır. Bunda atın hem
kullanım aracı olması hem de etinin yenilmesi, sütünün kımız yapılması,
derisinden giyimde kullanılmasıdır.
4.1.
Pazınk
Kurganı: Hunlara ait Mezarların en önemlilerindendir
derask abartmış olmayız. Pazınk bölgesinde vadilerde serpili durumda bulunan
kırk' civarında kurgandan meydana gelmektedir. Bu kurganların hepsinin üzeri
taşlarla örtülü vaziyette olup birer tepecik görünümündedir. Bu kurganlardan
beş tanesi kayda değer olarak görülmektedir. Bunlardan üç ve dört numaralı
kurgan aynı adı taşıyan yaylanın kuzeyinde bulunmakta, bir ve iki numaralı
kurganlar ortada, beş numaralı ise güneyde yer almaktadır. Pazınk kurganlarının
yapılan ve mezar çukurlarının tipleri aynı biçimde inşa edilmişlerdir. Bunun
yanı sıra Berel, Tüekta, Noyin-Ula, Başadar, Şibe, Katanda ve diğer Hun
kurganlarının aynı özelliklere sahip olduklan anlaşılmaktadır. Bütün bu
kurganlar ise soyguncular tarafından taten edilmişlerdir. Soyguncular büyük
oranda mezarlara zarar vermişler içinde ne buldularsa alıp götürmüşlerdir.
Kurganların tahrip edilmiş olması beraberinde kronolojik sırayı tespit etme olasılığım
ortadan kaldırmıştır. Kurganların
87
Abdûlkadir İNAN: "Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk Mezarları",
Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), yağmalanmış olması
tarihlendirme üzerinde varsayımlar yapılmasına neden olmuştur. Rudenko ve
Tamara Talbot Rice başta olmak üzere bazı Sovyet araştırmacılar Pazınk
kurganlanmn tarihlendirmesini M.Ö. V. Yüzyıla ait olarak yaparlarken; Ghirchman
M.Ö. IV ve IH. Yüzyıla ; E.D. Philips ve Abdülkadir İnan, ffi. Yüzyıla;
Bahaeddin Ögel ve bazı Sovyet araştırmacılan ise M.Ö. D. Ve I. Yüzyıla ait
olduklan üzerinde durmuşlardır. Ancak, büyük kurganlardan çıkarılan bulgular
ışığında yapılan değerlendirmeye göre bu yapıtların M. Ö. Di. İla D. Yüzyıl arası
olduklan üzerinde mutabakata varılmıştır83.
Pazınk
kurganlanmn yapılıştan şöyledir;84
1.
gün
ışığına göre yön verilerek yapılan dikdörtgen mezar odasının (kahirin) etrafı
karaçam kütükleri ile kaplandıktan sonra odanın döşemesi, duvan ve tavam keçe
ve halılarla süslenmekteydi.
2.
kahirin
güney bölümünde inşa edilen küçük bir odacığa, mumyalanan cesedin başı doğuya
çevrili olarak yerleştiriliyordu.
3.
atlar
insan cesedinin bulunduğu mezar odasının dışına gömülürlerdi. Mezar odasının
duvarları ve zemini kütüklerle çevrelendikten sonra, kahirin üst kısmı, toprak
tabakasının basıncına dayanıklı olması için, birkaç tomruk tabakası üst üste
yerleştirilerek örtülürdü. Daha sonra kütüklerin arası kayın ağacı kabuğa ile
kapatıldıktan sonra ağaç kökleri ve civarda yetişen kuril çayı dallan ile
örtülür, bunların üzerine toprak serilir, toprağın üzerine de taşlar yığdırdı.
Bu tip mezarlar Hun kültürünün ortak özelliği idi.
Pazınk
yaylasında büyük kurganların çapı 30 ila 46 metre arasında değişmektedir.
Bu tip kurganlarda cesedin konduğu kabir odası, iki bölüm olarak görülür. Ayaca
kazılan mezar çukurunun üzerine kapatılan toprak ve taş kütlesinin ağırlığım
çekebilmesi ve çökmemesi için direk sistemi kullanılmıştır. Kaim tomruklardan
yapılan tavam, ahşap ayaklar tutmaktadır. Bu büyük mezar yaklaşık olarak 51 ila
55 metrekarelik bir yer kaplamaktadır. IV. Pazınk kurganı ise diğerlerinden
daha küçük olup 30 metrekarelik bir yeri işgal eder Pazınk yaylasmda bulunan
büyük kurganların sayısı beş olarak bilinmektedir. Bunun yanı sıra aym
*
Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e. ,103
DİYARBEKİRLİ:
a.g.e., 100
yaylada
bulunan dokuz tane küçük kurgan açılmıştır. Bunlar diğerleri kadar önemli
olmasalar da yine de önemlidirler. Küçük kurganların çapı 13-15 metre olup,
mezara, gömülenin ufak tefek eşyaları ve bir bölme ile ayrılan küçük bir kısma
iki veya üç atı da beraberinde gömülürdü. Pazınk yaylasındaki bir diğer kurgan
türünü ise orta kurganlar oluşturmaktadır. Orta kurganların çaplan 24 metredir.
Bu kurganlarda ceset için aynmlık küçük bir odacığa yada mezar boşluğuna bir
ağaç gövdesinin oyulması ile oluşturulmuş lahit yerleştirilmiştir. Bu lahitin
üzeri çeşitli hayvan figürleriyle resmedilmiştir. Lahitlerin uzunluktan 3
metre, genişlikleri ise 1 metre kadardır[291].
I.
Pazınk
kurganının mezan kare, diğerlerinin ise dikdörtgen biçiminde inşa edihniştir.
İnşasında üste doğra genişleme, zeminde ise daralma görülmektedir.
E,
Pazınk kurganının ölü odasmda bir erkek ve bir kadın cesedi parçalanmış olarak
bulunmuştur. Her iki ceset de gömülmeden önce tahnit edilerek kurutulmuştur.
Soyguncular buradaki değerli eşyalan almak için tabutu kırmışlar ve cesetleri
parçalamışlardır. Her iki ceset bir tabuta konularak gömülmüştür. Tabutun baş
tarafında bulunan kartal grifonu dikkate değer. Bu grifon ağaçtan yapılmıştır,
Grifonun ağzındaki geyik kafası da aynı ağaçtandır. Bu grifon defin törem içtft
yapılmış olsa gerektir[292].
V.
Pazınk Kurganından mumyalanmış ceset çıkarılmıştır. Mumyalanmış cesedin yanında
1.89x2 metrekareye yakın ebatta yünden Türk ilmesi ile dokunmuş bir halı
bulunmuştur. Bu halı Leningrad Müzesinde teşhir edilmektedir. Bu halının 1
santimetrekaresi 36 ilme, bir metrekaresi 360000 Türk ilmesi atılarak
dokunmuştur [293]. Bu
halının günümüze kadar ulaşmasının en önemli nedeni mezar odasının İçine dolan
suların donmasıdır. Donan kar ve yağmur sulan donarak buradaki eşyaların
günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Pazınk halısı 24 kareye bölünmüştür. Pazınk
halısında 24 ve 28 sayılarına rastlanmaktadır. 24 sayısı Asya Hunlan’mn 24’lü
devlet örgütünü, geyiklerin 28 tane olması Hunlar ve Göktürklerde Tanrı'dan kut
almış sayılan devletin 28 dereceli düzenini anımsatmaktadır[294].
Pazınk
kurganlarından at cesetleri çıkarılmış olup bunların kuyruklarının kesik veya
düğümlü olduğu müşahede edilmiştir. Bunun izahım Türklerdeki yas geleneği ile
açıklayabiliriz. Türklerde, ölünün bindiği atm kuyruğunu kesmek veya bağlamak,
değişmez bir yas geleneğidir. Bu gelenek Göktürklerde de devam ettirilmiştir.
Hun
mezarlarında çıkanlan at cesetlerinde şu hususlar dikkat çekmektedir[295]:
1.
atların
ölü He beraber gömülmeleri
2.
atların
kuyruk ve yelelerinin kesik oluşu
3.
atların
genellikle hepsinin aygır olması
4.
mezarlardan
çıkan aygır cesetlerinin kulaklarında, hangi boydan geldiğine dair kulağı
kesmek suretiyle yapılmış izler, yani nişanların görülmesi
4.2.
Eşik
Kurganı: Diğer Hun mezarlarındaki gibi karaçam
kütükleriyle çevrilmiştir. Mezarın çatısı açıldığında, içeride yatan cesedin
başındaki tolganın sim ucundan, ayağındaki yumuşak çizmeye kadar sapsan altınla
kaplanmış olduğu müşahede edilmiştir. Mezarın içinde dört bine yakın altından
eşya bulunmuştur. Cesedin üzerindeki zırhın üzeri de ince bir altm tabaka He
kaplanmıştır. IV. Yüzyıla ait olan bu kurgandaki arkeolojik bulgular cesetleri
ince altm tabakayla kaplama adetinin Hunlarda yaygın olduğunu göstermektedir[296].
43.
Bağa Hentey Kurganı: Hunlara ait arkeolojik
eserlerin bulunduğu Bag-a Hentey adı ile anılan küçük Hentey
sıradağındaki Hun Kurganlar grubu, Hentey &îğ silsilesinin batı
uzantısında ve Ulan-Bator'dan 100 km kuzeyde bulunmaktadır.
Bütün
bu bölgede, takriben M.Ö.IV. yy. ila M.S. I. Yy ait mühim miktarda Hun
Kurganları bulunduğu bilinmektedir. 1924 yılında Sovyet arkeologu Kozîov bu
kurganların bir çoğunda kazılar yapmış ve gün ışığına çıkarttığı eserleri
Moskova'daki Leningrad Müzesine taşımıştır[297]
[298].
Türklerde
kutsal dağ, orman, kaynak kutsal taş, ateş, demir inancı vardır, bunlar da
koruyucu iyi ruhlar, periler, cinler etkilidir. Çin kaynaklarına göre, Eski Orta
Asya dininin esasım teşkil eden "Gök Tanrı, güneş, ay, yer-su, ata (cedd-i
ala), ateş (ocak) kültleri idi. Kayın ağacı ve kutlu orman inancı vardı . Milattan
önceki IL Yüzyıllarda Çin vakanüvisleri tarafından Hunlarda tespit edilen Gök Tanrı,
güneş, ay, yer-su, atalar ve ölüler kültü Türk kavimlerinde, muhtelif
kültürlerin tesirleri altında kalmalarına rağmen son devirlere kadar devam
ettirilen kültlerdir[299]. Çin
vesikalarında atalar, sadece üç defa, Güneş ile Ay sadece iki defa,
"ruhlarla tanrılar", toprakla darının koruyucu ruhlan bir veya iki
defa geçtiği halde, Gök'ten on iki defa bahsedilmiştir. Güneş ile Ay, toprağın
koruyucu ruhlan, atalardan her biri, tek başına sadece bir defa anıldığı halde,
Gök yalnız başına sekiz defa zikrediliyor. Yer daima Gök ile yan yana olmak
üzere dört defa geçiyor. Nihayet Gök'e birtakım vazifeler tanındığı halde,
diğer yüksek varlıklar için bu gibi mühim fonksiyonlardan bahsedildiğine
rastlanmıyor. Hunlarm dininde Gök’e yüksek bir ehemmiyet verildiği inkar
edilemez. Dişi Yer Tanrısı, Hunlarm inançlarına sonradan girmiş, aynı şekilde
atalar kültü belki de ölmüş hükümdarlar kültünün tesiriyle ehemmiyet
kazanmıştır[300].
1.
Vatan Kültü: Türklerde vatan anlayışı
gelişmiş durumdadır. Bu eski Türklerde kült derecesine yükselmiştir. Hunlarda
vatan kültü ile ilgili olarak anlatrfan Mete Han destanı bu kültün ne denli
yayıldığının göstergesidir. Atım, kansını Çinlilere veren Mete vatan toprağım
Çinlilere vermediği gibi savaş sebebi saymıştır. Hunlarda bu denli önemli olan
vatan milli kültür derecesindedir.
2.
Atalar
Kültü: Hunların dini yaşam biçimleri içerisinde
kurbanın önemli bir yeri vardır. Hunlar kurbanlarım ise, çeşitli biçimlerde
kült haline dönüşmüş olan dağ, su, vb. vermişlerdir. Bu kültler içerisinde Tanrı
anlayışı da yerini Gök Tanrı kültü olarak almıştır. Gök Tanrı’ya inanan Hunlar
yılın muayyen zamanlarında kurbanlar verirlerdi. Hunların kurban verdikleri
arasında atalan da bulunmaktadır. Asya Hunlanmn her yıl mayıs ayının
ortalarında atalarına kurbanlar sundukları bilinmektedir. Hunlar atalarının
ruhlarına saygı duymuşlar ve bu saygıdan dolayı da yılın belirli zamanlarında
onların ruhlan için kurbanlar sunmuşlardır. Avrupa Hun tarihinde Attila'mn 477
yılındaki H. Balkan seferinin nedeni Margos piskoposa tarafından Hun hükümdar
ailesi kabirlerinin açılarak soyulmasıdır. Buna benzer bir sebep de bir
Hun hükümdarım M.Ö. 79 yılında Moğol Ohuanlarla savaşa yöneltmişti .
3.
Dağ
Kültü: Türklerde dağlar kutsal kabul edilmiştir.
Bunun en büyük nedeni ise dağların Türkler tarafından Tanrı makamı olarak kabul
edilmesidir. Dağların Türkler tarafından Tanrı makamı olarak kabul edilmesi
Gök’e daha yakın olmasından olsa gerektir. Türklerde yüksek dağ tepeleri
mukaddes, mübarek, büyük ata olarak nitelendirilmiştir. Hunlarda dağlara
heykeller dikmek adeti vardı. Gök tapmağına heykeller dikmek, Shih-huang-ti
devrinde, Çinin şimal batısında yeni beliren Doğu Hunlanmn adeti idi.
Shih-huant-ti, M.Ö. 220'de, bugünkü Shansi'de bulunan ve Kanch'üan-shan diye
Çin metinlerinde anılan, Hunlara ait semavi dağı almış ve orada bir gök
tapınağı ile birlikte, madeni heykeller yaptırmıştı. Shansi'deki mukaddes
dağlarından tard olan Hunlar ise, daha batıda, bugünkü Kansu’da, Çince Ku-tsang
denen bir başkent kurup, oradaki gök mabetlerinde madeni heykeller yapmışlardı.
Semavi kılıç tapınağı da aynı külliyede bulunuyordu. Tahmine göre, madeni
heykeller, yıldızlan veya onlara teşmil edilen geçmiş Hun hükümdarlarım tasvir ediyor
idi. Semavi ejderlere atfedilen pullu vücut ile temsil edilmişlerdi. [301]
Heykellerin yanında birer musiki aleti bulunuyordu. Çan ve bilhassa davul, gök
ayininde çalınırdı. Hunlar bu heykelleri gök ayininde kullanıyor, fakat
Çinliler bunlara riayet göstermekle iktifa ederek, merasimde heykellere yer
vermiyorlardı. Heykellerin Hun geleneğinde olmasına bir işaret daha: O zamandan
bir Çin taş oyması, Çinlilere esir düşen Kim-yi-ti adlı Hun beyini,
heykellerden biri önünde, secde ederken göstermekte idi. Hunların diğer
"Tengri" dağlarında olduğu gibi, Kan- ch'üan'da da bir pınar vardı.
Zirvesinde pınar veya göl olan semavi dağların bu sularında, gök ejderlerinin
belirdiği de rivayet ediliyordu. Hun hükümdarının gök ibadetine ejder ayini
deniyordu ve en büyük Hun hükümdarının "Tengri" dağının adı, Çince,
ejder şehri manasına, Lung-ch’eng idi95. Türklerdeki dağ kültünü
incelerken Gök Tanrı kültünden ayn ele alınmamalıdır. Çünkü Türkler Gök Tanrı'ya
dağlarda kurban vermektedirler. Hunların eski vatanı olan, Yen-si-yan veya
Şan-din-şan sıra dağlarmdaki Han-Yoan dağı, Hunların her yıl Üzerinde Gök Tanrıya
kurban kestikleri dağdı. Hunlar bu dağdan başka Gan-tsuan-şan dağını da kutsal
kabul ederlerdi[302] [303]. Hun
hakanları, Çin ile yaptıklan antlaşmaları Hun Dağı denilen bir dağın tepesinde
kurban keserek içtikleri antla teyit ederlerdi. Orhun ırmağı kaynaklarında ve
bu kaynaklar çevrelerinde bulunan dağların da, Hunlar zamanından beri, çeşitli
Türk kavimlerince kutsal sayıldığı, kült yerleri olarak kullanıldı
bilinmektedir[304].
4,
Güneş
Kültü: Hunlar, Çin kaynaklarının verdikleri
bilgilere göre Güneş'i ve Ay'ı ululamışlardır. Bir işe başlamadan önce Hunlar,
ayın ve güneşin durumuna bakarlardı. Hun Tanhusunun her sabah çadırından
çıkarak güneşi tazim ederlerdi. Bunlardan sonra Orta Asya'da devlet kuran Türk
topluluklarında da bu gelenek devam ettirilmiştir[305]
[306]. Orhun
Türkleri dünyanın dört yanını tayin ederken doğaya bakarlardı, böylece sağ yan,
güney; sof yan, kuzey olurdu, doğan güneş küftü çeşitli kavîmlerde yaygın
olmuştur199. Güney, göğün zirvesine teşmil olunmakta, kuzey ise
karanlığı temsil etmekteydi. Doğu, güneşin doğduğu yer olmak itibariyle zirveye
müteveccih sayılmaktaydı. Hun hükümdarı güneş doğarken bu yöne yönelirdi. Türk
kağanlarının otağı da doğuya açılmaktaydı. Batı da güneşin battığı yön olarak
karanlık ilkesine müteveccihtir. Hun hükümdarı ay doğarken batıya dönerdi.
Güneyin sembolik hayvanı kızıl saksağan, doğununki kök ejder, kuzeyinki kara
yılan ve batininki de beyaz lekeli pars idiW!.
Hunlarda
hakan, başlıca din görevlisidir. Ona Tengri Kut da denilmektedir. Bu şekilde
ifade edilen Hakan, her gün çadırından çıktığında eğilerek güneşi selamlardı.
Bunu hakan, her gün yapardı. Bu dini tören ve gelenekler bir düzen içinde
yapılırdı. M.S. III. Yüzyılda ortaya çıkan Toba sülalesinde de bu gelenek devam
ettirilmiştir[307] [308].
5.
Mağara
Kültü: Hunlarda hayvan ata efsanesi içerisinde
kutsal mağara motifi yerini almıştır. Çin kaynaklan, Büyük Hun Devletinde bir
ata mağarasının bulunduğunu haber veriyorlar. Bu kutsal mağaraya yalnızca
kamlar veya sıradan kişiler değil, devlet erkanı da saygı gösteriyor ve senenin
belli aylarında orayı ziyaret ediyorlardı[309].
6.
Ay
Kültü: Çin kaynaklanma verdikleri bilgilere göre
Hunlar güneşi ve ayı uhıiamışlardır. Hun Tanhusu geceleri ayı tazim etmiştir[310] [311]. Her
sabah çadırından çıktığında eğilerek güneşi selamlayan Hun hakanı aym işlemi
akşam da ayı selamlayarak yapmaktadır. Bu Hunlarda dini bir sembol haline
gelmiştir.
7.
Yıldız
Kültü: Hunlar bir işe girişmeden önce yıldızların
ve aym durumum bakmaktadırlar^. Bu durum Hunlarda bir yıldız kültünün varlığım
göstermektedir.
Hunların
tarih sahnesine çıktıklarında en önemli amil onların savaşçı özellikleriydi.
Bir Hunlu daha dünyaya gelir gelmez kendisini binicilik konusunda yetiştirmeye
başlardı. Bunun için küçük yaştaki bir Hunlu önce koyunlar üzerinde biniciliğe
başlar, koyun üzerinde iken ok ve mızrabım farelere yönlendirmek suretiyle
binicilik ve atıcılık yönlerini geliştirmeye çalışırlardı. Bir Hunlu adım da
bundan sonra alabilirdi. Koyun sırtında başlayan binicilik daha sonra at
sırtına taşınacaktır. Bundan sonra da bir Hunlunun hayatı at üzerinde
geçecektir. At üzerinde yiyip içecekler, hatta en önemli antlaşmalar bile at
üzerinde iken imza edilecektir. Hunlarda atın bu denli önemli olması iklim
şartlarının ve hayatın ağırlığıdır. Çünkü Hunlar, hızlı bir biçimde yer
değiştirmek zorundadırlar. Bunu başarabilmek için de binicilik konusunda iyi
olmak zorundadırlar.
Hun
İmparatoru Mete, Asya'nın uzak diyarlarında ismen duyulan bir imparatordu.
Mete, bütün atlı kavimleri imparatorluğunun bünyesinde toplamayı başarmıştır.
Mete, M.Ö. 176 yılında Çin imparatoruna gönderdiği bildirilen mektubunda
"Tanrının inayeti, subay ve erlerinin yiğitliği ve atlarının mükemmelliği
sayesinde yirmi altı devleti yendiklerini ve bu suretle bütün yay kullanan
kavimlerin İrtjr' Hunlar haline geldiklerini" yazar ,
Mete,
hakimiyeti döneminde ıslık çalan oklan kullanmıştır. Onun zamanında Hun İmparatorluğu
çok kuvvetlenmiş, her tarafa genişlemeye başlamış ve Çin için büyük bir tehlike
oluşturmuştur. Hunlar, eğer kullanmamışlardır. Atı nallamamışlar ve üzengiyi
tanımamışlardır. Onlar için at beslemek büyük bir meşgaledir. Sidonius'a göre,
daha anasının yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocuğunun
yanı başında eyerlenmiş bir ata rastlandığını ve bunlarda atimin atma yapışmış
gibi oturduğunu söyler. At, başka kavimleri sadece sırtında taşımış, fakat Hun
kavmi at sırtında ikamet etmiştir. 4. yüzyılın en meşhur Romalı tarihçisi
Ammianus Marcellinus da, Hunların tabii İhtiyaçlarını gidermek İçin bile
atlarından
”” Şerif BAŞTAV: "Eski Türklerde Harp
Taktiği", Türk Kültürü, II/22, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınlan, 1964}, 42
inmediklerini
belirtir. At sırtında alış veriş eder, yer içer, hatta hayvanın ince boynuna
sanlarak uyuyabilir ve güzel rüyalar görürlerdi. At sırtında istişare etmek
suretiyle mühim kararlar vermişlerdir. Bir defasında Tuna boyundaki Margus
şehri civarında, sulhu takviye maksadıyla gelen Hun elçi heyeti, atlarından
inmek İstemediği için BizanslIlar at üzerinde müzakerelere mecbur olmuşlardı.
Ammianus ve diğerlerinin anlattıklarına göre, devamlı surette ata binmekten
Hunlar yayan yürümeği ve yaya muharebesini beceremezlermiş. 5. yüzyılın diğer
bir tarihçisi olan Zosimos da, Hunlar hakkında "arz üzerinde kendilerini
iyi hissetmezler ve at üzerinde yaşar ve uyurlar" diye yazar. Eski bir Çin
tarihçisine göre Hun kavmi, muharebede ve mücadelede İmparatorluğunu at
sırtında tesis etmiş ve yüzfereu kuzeyli kavmi hakimiyeti altına almıştır[312]
Hun
Türklerinde at, devlet savaş ve savunmasında önemli mevkilere sahiptir, ikinci
Hun İmparatoru Motun, devlet tahtım eline geçirir geçirmez, nezdine, iktidarda
bulunan Tung-hu (Tunguz?)lar tarafından elçi gönderilerek, eski hükümdar
Toman'a ait olan atı, isteyip istemediğini ve mukabilinde bin "İi"
gibi bir mali fedakarlıkta bulunup bulunamayacağım, istizan etmişlerdir. Bunun
üzerise, bakanlarım istişareye toplayan Motun, derhal bu atı satın almıştır. Hatta.,
renklere göre cihet tayini geleneğini Çinlilerden alan Hsunlar,
savaşlarında bu geleneğe bağlı kalarak, garp cephesine "beyaz"
atlıları, şark cephesine "boz" atlıları, şimal cephesine
"kara" atlıları, cenup cephesine "kızıl" atlıları
göndermekle, "at kültü" geleneğine sadık kalmışlardı/08.
İlim
aleminde kabul edildiğine göre Hunlar, koşum takımlarım, üzengi, eğer ve
dizgini keşfederek ata binmek ve ona hakim olmak sayesinde süratli bir nakit ve
muharebe vasıtası elde etmişlerdi. Süvarilik için gerekli olan dar pantolon,
deri kuşak ve potin de Türkler tarafından icat edilmiş, uzun kılıç da
süvariliğin icabı olarak kullanılmıştır. Çinliler, Türklerden ata binmeyi,
koşum takımlarım öğrenmişte, kendi elbiselerini terk etmek zorunda
kalmışlardır. AvrupalIlar da Çinliler gibi ata
binmeyi
ve onu muharebe vasıtası olarak kullanmayı Hunların istilalan sayesinde
öğrenmişlerdi. Hunlar, at ve süvarileri sayesinde Avrupa'da da üstünlüğü elde
tutuyor, fetih ve istilalarım kolayca yapıyorlardı. Bundan dolayıdır ki Hunlar,
atı kutsal kabul etmişler, onun gökten indiğine inanmışlardır. M.Ö. 49 yılında
bir Kun ailesinin 10000 baş hayvanına mukabil 7000 atı, M.S. 83 yılında da
başka bir ailenin 110000 koyun ve sığırlarına mukabil 20000 atı tespit
edilmiştir109.
Osman
TURAN : a.g.e., 113,114,115
GÖKTÜRKLERDE
DİNİ HAYAT
A.
GÖKTÜRKLERİN
TARİHÇESİ (552-745):
Göktürk
İmparatorluğu Aşina Türk boyu Tarafından kurulmuştur. Türk adım devletin resmi
adı olarak benimseyen ilk Türk devleti Göktürk İmparatorluğu olmuştur.
Türkçe'nin tarihte görülen ilk alfabesi Göktürklerinki olmuştur. Göktürk
İmparatorluğu on iki milyon kilometrekarelik bir alanda kurulmuştur. Kurulduğu
alandaki Yakut Türkleri ve Ogur Türkleri ile Orta Asya'daki tüm Türk asıllı
kavimleri ve boylan çatısı altında toplamıştır. Kendilerine genellikle
"Türük" adım vermişlerdir. Göktürkler, "Hsiung-nu'larm kuzeyinde
Sou ülkesinden çıkmışlar"[313].
Göktürklerin
kökeni ile ilgili bilgiler Çin kaynaklarının verdiği bilgilerle sınırlı
kalmaktadır. Çin kaynaklarının verdiği bilgiler efsanelere dayandığından
mitolojik özellikler taşımaktadır. Çin kaynaklarına göre Göktürkler Hunların
bir koludur ve Aşina soyundan gelmektedirler. Türkler Lin ülkesi ordusu
tarafından büyük bir yenilgiye uğratılırlar ve halkın tümü öldürülür.bu
kırımdan yalnızca 10 yaşında bir çocuk kurtulur. Lin ülkesi askerleri yaşı
küçük diye bu çocuğu öldürmezler ve yalnızca ayaklarım keserler. Kesik ayaklı
çocuğu bataklığa atarlar.dişi bir kurt bu çocuğu bulur ve etle besleyerek
büyütür. Çocuk büyüyünce dişi kurt ondan gebe kalır. Lin ülkesi prensi çocuğun
yaşadığım öğrenince onu öldürtmek için asker gönderir. Askerler hem çocuğu hem
de dişi kurdu öldürmek isterler. Kurt kaçarak Turfan bölgesindeki dağlara
çıkar. Dağda, içi ot ve bitkiyle kaplı derin bir mağara vardır. Gebe kurt b u
mağarada on erkek çocuk doğurur. Çocuklar büyüyünce dışarıdan kızlar ile
evlenirler. Kanlan gebe kalır kalır ve her kadından yeni bir soy türere.
Göktürk İmparatorluğunu kuran Aşina ailesi bu on soydan birisidir. Birkaç kuşak
sonra kurttan türeyen topluluk mağaradan çıkar ve Altay Dağlan eteklerinde Juan
Juanlara bağlı olarak yaşamaya başlarlar.
Başka
Çin kaynaklan bu efsaneyi değişik biçimlerde anlatmaktadır. Bir Çin kaynağı ise
Türkleri bir kuzey boyu olarak benimsemektedir. Türklerin atalanmn So
ülkesinden geldiklerini, birçok kardeşleri bulunduğunu, bu kardeşlerinden
birisinin kurttan türediğim, dağlarda yaşayan bu boyun daha sonra ateşi bularak
ısındığını, Göktürklerin kurucusu Aşina ailesinin bu boyun başkammn soyundan
geldiğini yazar. Başkan ölünce, çocuklar arasında başkanlık secimi yükseğe
sıçrama yarışı ile yapılır. Aşina'mn oğlu, içlerinde en genç olarak, en yükseğe
sıçrar ve böylece başkanlığı ele geçirir. Bozkır dünyasında efsaneler gerçek
sayıldığından Çinliler bunlan belgelemişlerdir. Genellikle, Göktürk devletini
kuran ailenin Aşina ailesi olduğu ve bu ailenin tanrısal kökenli bir kurttan
türediğine inanılır. Göksel kurttan türeme, Aşina soyuna da göksellik ve diğer
boylar üzerinde soyluluk, üstünlük kazandırır. Kurdun Aşina soyunu ürettiği
mağaraya "ecdat mağarası" adı verilir ve her yıl atalara o mağaranın
önünde kurbanlar sunulur. Göktürklerin altından yapılma bir kurt başı taşıdığı,
süslü bir tuğa sahip oldukları, devlet başkammn muhafız gücüne kurt denildiği
belirtilmektedir.
Çin
kaynaklan Göktürk siyasal birliğinin kurucusu Bumin Han hakkında da bilgiler
vermektedir. Kurttan türeme büyük oğlanın Göktürklerin atası olduğu ileri sürülürken,
soğuktan acı çeken bu boyu ateşi bularak ısıtan kişinin başkan seçildiği de
yazılmıştır. Başkan seçilen bu torun daha sonra Büyük Yabgu adı ile anılır.
Büyük Yabgu, Tuyu'nun büyük oğlu Bumin Han, küçük oğlu da istemi Han'dır.
Göktürk devletinin siyasal birliği bu iki han tarafından kurulmuştur.
Göktürkler, Bumin Han başa geçince güçlenerek doğuya doğru açılırlar ve Çin
sınırına kadar gelirler. Başlangıçta ticaret amacıyla Çin sınırına gelen
Bumin'in oymakları demir eşya satıp karşılığında pamuklu ve ipekli kumaşlar
almak istiyorlardı. Bu yoldan Çin İmparatorluğu ile iyi ilişkiler geliştirmek
istiyorlardı. Bumin'e bağlı güçler Çin sınırına geldiğinde daha önceleri bu
bölgelerde var olan Topa devleti çöküş dönemine girmişti. Topa devleti batı ve
doğu olarak ikiye ayrılmışlardı. Batı ve Doğu devletleri eski siyasal birliklerini
yeniden kurabilmek için birbirleriyle savaşlara girmişlerdi. İç ve dış
karışıklıklar içinde bunalan Batı Topa devleti rakibi Doğu Topa devletinin ve
Juan-Juanların baskılarım önleyebilmek için Çin sınırında görülen
Göktürk
boylan ile işbirliği kurmaya çalışır. Bu amaçla bir elçiyi Bumin Han'a
gönderir. Bumin 546 yılında oymaklarının bazı ürünlerini sunmak üzere Batı Topa
devletine elçi gönderir. Bu sıralarda Töles adı ile ortaya çıkan Kaokü'ler Juan
Juan'lara saldın hazırlıklan içindedir. Bumin ve oymakları bu fırsattan
yararlanarak onlan yenilgiye uğratırlar. Bumin bu zaferden güç alarak Juan
Juanların başbuğunun kızım ister. Başbuğ bu olaya sinirlenerek Bumin'e bir
mesaj gönderir. Başbuğ mesajında " Siz bizim demircilik yapan adi
kölelerimizsiniz, nasıl olur da bizden kız istemeye cesaret edebilirsiniz"
diye çıkışır. Bunun üzerine Bumin çok kızar ve gelen elçiyi öldürür. Bumin Han
Batı Topa devletinden bir kız ister ve 551 yılında Batı Topa soyundan bir
prenses ile evlenir.552 yılında Bati Topa devleti ile işbirliğinde olan Bumin,
Juan Juanlara saldırır. Onlan savaşm sonunda hezimete uğratır. Bundan sonra
Bumin Kağan adım alır ve Hanların Tanhu'sundan sonra Türklerin yeni imparatoru
olarak başa geçer. Göktürkler, yine Batı Topa devletinin işbirliğiyle Moğollan
ve Tibetlileri yenerek topraklarım genişletirler. 557 yılında Batı Topa
devletinin yıkılmasıyla kalıntılan Göktürklere katılır.
Bumin
devleti kurduğu ve Kağan ilan edildiği yıl (552) öldü. Bumin'in kardeşi İstemi,
"Yabgu" unvanıyla devletin batı kanadına görevlendirilmişti. Bumin'in
ölümünden sonra İstemi Han batıdaki seferlerini sürdürdü. Bumin'in ölümünden
sonra Ötüken'de iktidara geçen oğul Kolo ve onun erken ölümü üzerine yerine
geçen oğlu Mukan zamanında Göktürk İmparatorluğu en üst seviyeye ulaşmıştı.
Mukan Kağan 555 yılında düzenlediği bir saldın ile Juan Juanlan tamamen tarih
sahnesinden silmeyi başarmıştır. Mukan bundan sonra doğuda Kitaylan yıkar,
onların topraklarım ele geçirir. Kuzeyde Kırgızlan egemenliği altına alarak
Bozkırda Türk egemenliğini bir bütünlüğe kavuşturur.
Göktürklerin
yükselme döneminde Çin'in Doğu ve Batı olarak ikiye aynlması ve iç kavgalarla
uğraşması, bozkır imparatorluğunu kurmalarını kolaylaştırır.
572'de
Mukan Kağan'm ölümü üzerine onun yerine Tapo geçer. Tapo Kağan tahta geçtikten
sonra Çin ile ilişkilerini geliştirmiştir. İki devlet arasında elçiler
gidip gelmektedir. Elçilerle birlikte de ticaret malzemeleri yer
değiştirmektedir. Çin'in kullandığı lüks tüketim malzemesinin Türkler
tarafından bilinmesi Çin'e özentiye neden olmuştur. Hatta bir Budist misyoner
Çin'in zenginlik kaynağının Budizm'de olduğunu belirtmiş ve Tapo Kağan bu
misyonerin sözüne kanarak Budizm'i benimsemiştir. Ülkesine bir tapınak ve Buda
heykeli yaptırır. Budizm'i korumak ve yaymak için seferberlik ilan eder.
Tapo
Kağan 581 yılında ölür. Bundan sonra Göktürklerde kağanlık kavgasının
başladığım görmekteyiz. Batı ve Doğu Göktürkleri arasındaki dayanışma giderek
sarsılır ve düşmanlığa dönüşür.
İstemi
Kağan Altayların batısından Tanrı dağlarına kadar olan bölgeyi kısa zamanda
egemenliği altına alır. O bölgelerdeki Türk boylarım kışkırtarak İpek Yolu
kavgasına kalkışır. Roma İmparatorluğunun ipek ticaretine önem vermesiyle bu
yolun önemi daha da artar.
Göktürkler
571 yılında Horasan'ı aldıktan sonra Kafkasya'ya girdiler. Bu sırada İstemi
Kağan'ın ölümü üzerine yerine oğlu Türk Şad geçti. Ancak aradaki anlaşmazlıklar
yerine İstemi'nin diğer oğlu Tardu kağanlığa geldi. Çin, "Yabgu” unvanlı
Batı Göktürk hükümdarı Tardu'ya kurt başlı bir tuğ göndererek onu büyük kağan
olarak tanıdığını gösterdi. Çin, Ötüken'deki Türk kağanım tanımadığım ortaya
koyarak çeşitli Türk boylarım birbirine karşı kışkırtmaya başladı. Göktürkler
birbirine düştüler. 573-583 yıllan arasında Bağar Kağan ve Tapar Kağan Batı
Göktürklerin başına geçen son büyük kağanlar oldular.
Çin'in
Batı Göktürkleri üzerindeki politikalan neticesinde Doğu Göktürklerini
tanımadıklarım belirttiler. Bundan sonra Göktürk İmparatorluğunun
parçalanmasına neden oldular.
İşbara'mn
Çin seferine çıkması neticesinde Çin ipek ticaretini kesti ve Göktürklerin on
bin kadar tüccarım sınır dışı etti. Bunun üzerine bazı küçük kağanlar Tardünun
yanına geçtiler. Böylece iki Göktürk devleti arasındaki düşmanlık iyice
körüklendi. îşbara, yanındaki kağanların Doğu Göktürklerine sığınmasıyla yalnız
kaldı. Doğu Göktürk Devleti 585'te Çin koruması altına girmekten kurtulamadı.
587'de
İşbara öldü. Bundan sonra Doğu Göktürk Devletinde başa geçen kağanlar, devleti
ne Çin esaretinden kurtarabildiler, ne de yeniden diriltebildiler. Çin
İmparatoru kendisini Türklerin Gök Kağanı ilan ederek 630 yılında Doğu Göktürk
Devletini Resmen yıktı. Doğu Göktürk Devleti yıkılmasına rağmen Göktürkler yine
de varlıklarım sürdürdüler. Zaman zaman ayaklanarak eski devletlerini kurma
teşebbüsünde dahi bulundular.
Tardu
Kağan ise yeniden tek bir imparatorluk kurmak istiyordu. Bunu
gerçekleştirebilmek için Çin'in üzerine yürüdüyse de geri çekilmek zorunda
kaldı. Göktürk birliğini sağlamaya çalışan Tardu Kağaria, ulu hakan anlamına
gelen Bilge Kağan adı verilmişti. Tardu 603 yılında öldü. Yerine sırasıyla
torunları geçti. Doğu devletinin kışkırtmasıyla bazı boylar ayaklandılar. Batı
Göktürk devletinin Çin'e boyun eğmesinden sonra bu devlet de yıkıldı.
630-680
yıllan arası Göktürklerin bağımsızlıklarını yitirdikleri karanlık bir dönem
olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Kitabeler Göktürklerin bu kötü
duruma düşmelerinin nedenini Türk kavimlerinin hakanlarının sözlerini
dinlememeleri ve Çin'in takip ettiği sinsi politikalar olarak göstermektedir. Bu
elli yıllık karanlık dönemden sonra Aşina soyuna mensup olan Kutluğ bağımsızlık
mücadelesine girişmiştir. Gizlice teşkilatlanmıştır. Kendisine ünlü vezir Tonyukak
da katılmıştır. Orhun kıyılarında devleti yeniden kurdular. Göktürkler yeni
kurdukları orduları ile Çin'in içlerine kadar seferler düzenlediler. 682'de
Kutluğ, kağan ilan, edilerek îlteriş Kağan adım aldı.
îlteriş
Kağan yeniden eski Göktürk topraklan üzerinde imparatorluk kurdu, îlteriş Kağan
692'de hayata gözlerini yumdu. Onun yerine kardeşi Kapkan Kağan geçti.
Kapkan Kağan, Çin'i sürekli baskı altında tutmak, Çin'de yaşayan dağınık Türk
boylarım anavatana çekmek, Asya'daki tüm Türk boylarını Göktürk
împaratorluğu'nun çatısı altında toplamayı hedefliyordu. 693 yılında Çin'e
karşı zafer kazandı. Çin sınırlarında oturan Türk boylarını kendisine
bağladıktan sonra Kırgızların üzerine yürüdü. Buradan İpek Yolu'na indi ve bu
yörede Kültekin ile Bilge Kağan Çin orduların yendiler.
Orhun
Yazıtları Göktürklerin bu dönemi hakkında bilgiler vermektedir. Kapkan Kağan
Bayırkulu ayaklanması esnasında öldü. Başa Kapkan Kağan'ın oğlu İnal geçtiyse
de başarılı olamadı. Bunun üzerine devleti kurtarma görevi Kültekin ve Bilge
Kağan'ın omuzlarına kaldı. Tonyukuk'un yol göstericiliğinde Bilge ve Kültekin
devletin başına geçtiler. Bilge Kağan, Çin ordularım yenerek kuzey Çin
bölgelerini ele geçirdi. Tonyukuk, 725 yılında öldü. Kültekin ise 731 yılında
öldü. Tonyukuk ve Kültekin'in ölümü ile Bilge Kağan iki yardımcısını kaybetmiş
oldu. 734 yılında da Bilge Kağan zehirlenerek öldü. Onun ölümü ile birlikte D.
Göktürk Devleti yeniden çöküş içine girdi. II. Göktürk Devleti yıkılmaktan
kurtulamadı. Onun yıkılması üzerine de topraklarında Uygur Devleti kuruldu.
Ülkemizde,
eski Türk dini ile ilgili ilk çalışmayı yapan Ziya Gökalp'tir. Ziya Gökalp
yaptığı çalışmasıyla Eski Türk dininin Şamanizm olmadığım ısrarla
savunmuştur. Göktürklerde din, içtimai ve siyasi teşkilatların mahiyetiyle
mütenasip bir şekilde gelişmiştir. Ayrı ayn aşiretler halinde yaşadıkları ilk
devirlerde "Totemizm" dinine inanıyorlardı[314]
[315]. Ziya
Gökalp tarafından ortaya ahlan tez Fuad Köprülü tarafından kabul görmemiştir.
Fuad Köprülü, Ziya Gökalp'in aksine Eski Türk Dinini Şamanizm olarak
nitelendirmiştir. Totemizm, aşiretin daha küçüğü olan klan'ın dinidir.
Türklerin avcılık devirlerine ait olan bu klan teşkilatında, klanlar
totemlerinin etini yiyemezlerdi. Yalnız yılda bir defa onu kurban edip
yiyebiliyorlardı. İşte Türklerde uzun müddet devam eden sürgün avı ve şöleni bu
sihir dininin bakiyesidir1.
Abdülkadir
inan ise, Ziya Gökalp'in Göktürklerin dini yaşam biçiminin "totemizm"
olduğunu iddiasının tersine onların şamanist olduklarım ileri sürmektedir.
Hatta, Göktürk hakanları ve bunların idareleri altında bulunan Türk boylan,
batıdaki şehirli Türklerin bir kısmı müstesna hep şamanist idiler[316]. VIII.
Yüzyılın sonlarına kadar Orta Asya'da Şamanizm hükümranlığım sürdürmüştür. Bu
dönemde çeşitli dinlerin de şamanizmin etkisi altında olduklarım söylememiz mümkündür.
Eski
Türk Dini hakkında ilmi çalışmalar yapmış olan, bu sahada yapılan çalışmalara
ön ayak olan merhum Hikmet Tanyu Göktürklerin dini inançlan hakkında şu
bilgileri vermektedir: "VI. yüzyılda büyük Türk devletini yeniden kuran
Göktürk sülalesi eski Türklerin dini inançlarına ve geleneklerine sadık kalan
bir sülale idi. Göktürklerin dini hakkında Göktürk yazıtlarında Tengri (Tenri)
inancı esas alınacakken buna manevi halk inanç ve adetleri karıştırılarak 7. ve
8. yüzyıl Göktürklerin inançlarıyla. Altay uluslarının inançlarım Şamanlık
kalıbı içinde tahlil etmek ilmi yönden benimsenmemelidir"[317].
Gerçekte, "Şamanlık" yada "Şamanizm" diye ne bir inanç ve
ne de bir "din", var olmadığı halde, değişik ırk, soy, dil, tarih ve
kültürden gelenlerin birbirleriyle ilintisiz inançlan, "Şaman
Dini" olarak nitelenmiştir. Göktürklerin Tanrısal ve dinsel inançlarının
kaynağı olan Gök Dini, eski bir geçmişte, "her şeyi var ve yok eden tek Tanrı'yı
en yüce değeri ve anlamıyla dile getirmiştir[318].
Çin
kaynaklarının verdiği bilgiler bir yana bırakılırsa, Türk dini ile İlgili en
özlü bilgilere VIII. Yüzyılda Orhun Nehri kenarına dikilmiş olan Orhun Kitabelerinde
rastlamaktayız. Bu abidelerde Türk dini ile ilgili olarak Tanrımn vasıflan
yanında Tenri-Iduk, yer-sub, Umay terimleri zikredilerek Türk dini sisteminin
temel esaslan verilmekte ve dikotomik bir karakter arz eden Türk kozmogonisi
"üze kök tenri asra yağız yir kılundukda ekin ara kişi ogh kılınmış"
cümlesi ile özlü bir şekilde ifade edilmektedir. Kitabelerde verilen bilgiler
dışında, İslam öncesi Türk dini inamşlan hakkmdaki bilgilere X. Yüzyıldan
itibaren klasik İslam tarih ve coğrafyacılan ile seyyahların eserlerinde
rastlamaktayız. Özellikle yaşadıklan çağda mevcut Türk inamşlan ile ilgili
bilgi veren bu tarihçi ve seyyahlardan bazılarını zikretmek gerekirse; Avfî, İbn-i
Hurdadbih, İbn-i Havkal, Mes'udi, Makdisi, Binini, İbn Nedim, Yakuti, vb.
saymak yeterlidir[319].
Şaman
dininin ortaya çıktığı devirlerde Göktürk, Uygur ve Hazar Devletlerinin
kağanlan yabancı dinlere pek çok derecede müsamaha göstermişlerdir. Bunun neticesi
olarak yüksek insanlık idealine sahip olan, sağlam bir adalet ve geniş bir dini
müsamaha gösteren Göktürkler, cihan şümul bir devlet olmuştur. Müsamaha
göstermeleri neticesinde ülkede şamanızmden başka Mani Dini ve Zerdüşt dini de
yerleşmiştir[320].
Hunlarm
ve Göktürklerin kendilerini Allah'ın ordusu sayan ve komşu milletlere de
intikal eden inanışları İslam devrinde de olmuştur. İşbara Han Çin'e
tabiiyetinden önce "elli yıldan beri Tanrının koruduğu Göktürkler...
100000 kişilik bir orduya sahip bulunuyorum" demektedir. Göktürklerin bu
dini inanışı dolayısıyla, Göktürk adının başına konan kelimeye "Gök"
veya "Mavi" anlamım vermek değil de "semavi" manasım vermek
daha doğru olur[321].
Göktürklerin
dinleri hakkında çeşitli bilgiler aktarılmıştır. Bu bilgilerin bir kısmı
Göktürklerin totemist olduklarım savunurken bir kısmı da onların şamanist
olduklarım savunmaktadır. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Göktürkler tek Tanrı
inancına sahiptirler. Bunu da Gök Tanrı dini olarak nitelendirmektedirler.
Göktürklerin
dini hakkında en sağlıklı bilgileri Orhun Kitabelerinden edinmekteyiz. Bu
kitabeler Tonyukuk, Kültegin ve Bilge Kağan adına dikilmiş olan
anıtlardır. Eski Türk dini hakkında en önemli kaynak hiç şüphesiz Hoytu Tamir
yazıdandır. İlk defa bu yazıtlarda Tanrı'ya Iduk sıfatı verilmiştir. Bu
yazıtlardan sonra 732/734 yıllarında Orkun ırmağı kenarına dikilmiş olan
abideler gelmektedir. Bu abidelerin birer mezar kitabesi olması dini
terminoloji olarak çok az kavram içermesine sebep olmuştur. Kuşkusuz
kitabelerde zikredilen Tengri, Yer sub, Iduk, Umay, Kut, Kûç, Ülüg, Türk
Tengrisi kavramları ile bütün bir dini hayatı ifade etmek imkansızdır[322] [323]. Yenisey
ve Orhun ırmakları kenarında Bilge kağan, Kültegin ve Tonyukuk adına dikilmiş
olan bu yazıtlar Göktürklerin dini düşüncesi, siyasi yaşam biçimi, toplum
yapısı hakkında bilgi vermektedir. Yazıtların Türk dini ile ilgisi ise
bünyesinde barındırdığı Tanrı, Iduk, Yer-Sub, Umay gibi kavramlardan yala çıkılmak
suretiyle ortaya çıkmaktadır. Bu abideler, Göktürklerin dini hayatı ile ilgili
inancı yansıtması bakımından büyük önem taşımaktadır. Hunların dini hayatlan
ile ilgili bilgileri ve Göktürklerin hakkındaki dini düşünceleri Çin
kroniklerinden öğrenmekteyiz. Ancak, Göktürklerin dini düşünceleri hakkında
bilgi veren Orhun Abidelerinin yeri tartışılmaz. Bu yazıtlar her ne kadar dini
amaçla yazılmamışlar ise de, Göktürklerin dini düşünceleri hakkında verdikleri
bilgilerden dolayı hareket noktası olarak kabul edilebilir1!.
Wilhelm
SCHMÎDT' e göre Hunların ve Göktürklerin dini yaşanılan birbirinden kesin
çizgilerle aynlmaktadır. Ona göre; Hiugnularla Tukue'lerin dinine dair malumat,
İsa'nın doğumu sırasında seyrek olarak geçtiği halde bilahare Milattan sonra
bininci yılın müteakip asırlarında artmağa başlar. Hiugnu'larla Tukue'lerin dinlerine
dair vesikalar, birbirinden ehemmiyetli şekilde aynlır. Şöyle kİ Tukueler için
bir takım eski kaya kitabeleri mevcut olduğu halde, Hiugnu'lar hakkında sadece
aynı zamana ait eski Çin kaynaklanılın verdiği malumatla kalmaktayız[324] .
Göktürklerin
dini ile ilgili araştırma yapan J.P. Roux ortaya ilginç bir tespit atmaktadır.
Onun araştırmalan doğrultusunda Göktürklerde iki çeşit din bulunmaktadır.
Bunlardan biri milli, devletçi, imparatorluk dini; diğeri ailevi, kabilevi ve
popüler dindir. İmparatorluk dini Gök-Tanrı üzerinde ısrar etmekte; buna
karşılık halk dini Şamanizm ekseninde oluşmaktadır[325].
Maddi
kültür kalıntılarına dayanarak, o devirde yaşayan kişilerin dini hakkında şu
neticeler çıkarılmıştır: mesela, bazı kültür sahiplerinin maderşahi bîr teşkilatla
yaşadıkları mezarlarının düzeninden anlaşılmıştır. Böyle neticeler herhalde,
faraziyeden öteye gidemez. Bir dinin varlığı ya dini temsillere veya yazılı
kaynaklara bağlıdır. Göktürklerin dini hakkında emin bilgimiz var.
Orhun
Kitabeleri bize, sekizinci asrın ilk yansında sevk ve idareyi ellerinde
bulunduran tabakanın devlet ve din telakkisi, yaşayış tarzı ve devletin
umumi bünyesi hakkında bilgi vermektedir.
Dini
telakkilere ait bilgiler nispeten azdır. Öyle görülüyor ki bunlar köklerini
totemist bir dünya görüşünden almaktadırlar. Örneğin, Türklerin totem hayvanı
ve ilerde bir tabu kavramı olan "Borü" kelimesi yerine, sonraları
genelleşen "Kurt" kelimesi kullanılmıştır. Bunun yanında, gök ve yer
ile su (yer-sub) ve küçük çocukları koruyan bir ruhun olduğu ve bunun bir kuş
veya böcek gibi uçup gittiği inancı vardı. Ruhlar için de, görünüşe göre, geniş
ölçüde matem merasimi ile başlayan bir ibadet vardı. Mezarlar taş tepeleri
halinde yapılmıştır. Taş heykeller (Balbal) dikmek herhalde, hususi hallere mahsustur
ve öyle tahmin ediliyor ki, bu heykeller öldürülmüş düşmanlara aittir; çünkü
öldürülen düşman kuvvetlerinin öldürenlerde yaşamaya devam ettiği sanılıyordu.
Türklerde, mezarlar sonradan Çin tarzına göre yapılmaya başlanmıştır[326].
1.
Göktürklerde Budizm: Göktürkler Tek Tanrı inancının
yanında çeşitli dinlerin de etkisi altında kalmışlardır. Türklerin başka
dinlerin etkisi altoda kalmalarının nedeni ise yabancı dinler ve medeniyetlerle
işbirliği içinde olmalarıdır. Çünkü Türkler ticaret yapıyorlar, tüccarlarla
birlikte gelen misyonerleri de ülkelerine alıyorlardı. Hindistan>dan
gelen Budizm, İran yolu İle giren Zerdüştilik ve Nasturilik bilhassa tüccarlar
ve misyonerler vasıtasıyla Türkler arasında yerleşmeye çalışıyordu.
Bunda
Göktürklerin coğrafî mevkileriyle beraber siyasi rolleri etkili olmuştur[327]. Türkler
Budizm, Hıristiyanlık... gibi bir çok dini kabul etmiş, bununla ilgili eserler
meydana getirip, onların terminolojilerini kullanmış, söz konusu dinlere ait
tapmaklar yapmışlardır[328].
Budizm'i daha çok şehirliler ile hakan ve onun etrafında toplananlar kabul
etmişlerdir. Bunların dışmda kalanlar şamanist idiler[329].
Göktürk
Kağanı Mukan (552-572), bir yandan Çin Konfuçyanizmi, Taoizm ve Zerdüşt
dininin, diğer taraftan Bizans'tan ilerleyen Hıristiyanlığın kültürel
etkisinin önüne geçebilmek için Budizm'i kabul etti. Mukan'dan sonra yerine
geçen Tapo Kağan (572-581) bir rahibin tesiri ile Budist tapınağı yaptırdı ve
ayrıca bir de Buda heykeli diktirdi[330].
Birinci
Göktürk Kağanlığı devletin ideolojik birliğini sağlamak için Budizm'in devlet
dini olarak kabul edilmesini uygun bulmuş ve Taspar Kağan da 574 yılında bu
dini kabul edip yayılmasına izin vermiştir. Bu durum Soğdca Bugut yazıtında
" ve o buyurdu: Yeni büyük bir
Samgha (Budist cemaati) meydana
getirir..."
ifadeleri ile anlatılmaktadır[331]. Göktürk
sülalesine ait görünen Göbi Çölü çevresinde bulunan mezarlıktaki bir hükümdar
heykelinin elinde Budist tespihi tuttuğu ve bunun Taspar'a ait olduğu sanılmaktadır.
Budist tapınakları yaptırdığı bilinen Taspar Kağan'm Doğu Türkistan'da,
Kumtura'da bulunan Budist külliyesinin müessisi olduğu tahmin edilmektedir[332]. Taspar
Kağan, "Patra" (Buda kasesi) ve "Arslan" gibi Budist
ünvanlar alarak, kendini tamamen kültürel ve dini faaliyetlere verdi. Budizm'in
temel kitaplarından (sutra) Türkçe'ye birçok eser tercüme ettirdi.
Budizm'i
Türk ülkesinde yerleştirmeye ve korumaya çalıştı. Fakat, Budist rahipler bunda
başarılı olamadılar[333].
Vin.
Yüzyılda Bilge Kağan Orkun'da Buda ve Lao-tse dinlerine birer mabed yapmak
düşüncesini veziri ve kayınpederi Tonyukuk ile görüşmüştür. Bu görüşmenin
neticesinde vezir Tonyukuk " Burkan ve Lao-tse dinleri insanlara
yumuşaklık ve miskinlik verir, bu sebeple Türklerin savaşçı özelliklerine ve
yaşayışlarına uygun değildir " diyerek bu dinin resmi devlet dini haline
getirilmesine karşı çıkmıştır. Hatta yabancı dinlerden hiçbirisinin Türk
yurduna sokulmamasını ve Türklerin ecdatlarının dinlerine sadık kalmalarının
doğru olacağım tavsiye etmiştir. Bilge Kağan da veziri ve kayınpederi olan
Tonyukuk'un tavsiyelerini doğru bulmuştur. Budizm ile münasebet Çin üzerinden
ve gelip geçici mahiyette olmuştur[334].
Orhun Abidelerinde Budizm'den hemen hiç söz edilmemiştir[335].
2.
Göktürklerde
Kainat Anlayışı: Göktürklerde kainat anlayışının
en bariz olarak görüldüğü yer Orhun kitabeleridir. Burada "yukarıda mavi
gök ve aşağıda yağız yer" şeklinde ifade edilen kainat anlayışı geleneksel
Türk çadır tipini göstermektedir. Buna göre gökyüzü yanm kubbe biçimindedir ve
dört köşeli olarak tasavvur olunan yer yüzünü örtmektedir. Bu iki unsur yani
gök ve yer, birbirini tamamlamakta ve bu şekliyle onlar, bir bütünün
tamamlayıcı iki unsurunu teşkil etmektedirler[336].
3.
Göktürklerde
Kam: Kamlar geleneksel Türk dini hayatı
içerisinde kendilerine önemli bir yer edinmişlerdir. Onların menşei meselesi gündeme
geldiğinde Hunlara kadar dayandığı görülmektedir. Gyula Nemeth'in verdiği
bilgiler doğrultusunda Türklerde kam sözcüğü V. Yüzyıldan itibaren mevcuttur.
Avrupa Hunlanmn tarihinde ise, "atakam" ve "eşkam"
adlarında iki şefin varlığından söz edilmektedir. Ancak, Göktürk yazıtlarında
kamların hiç bahsi geçmemektedir[337]
[338].
C.
GÖKTÜRKLERDE DİNİ İNANCA
BAĞLI ADETLER
1.
Kurban
: Göktürk
dini yaşam biçimi içerisinde kurban kesme önemli bir yer tutmaktadır. Kurban
kesmek Türk dini hayatında en önemli tezahür olarak görülmektedir. En önemli
kurban biçimi ise kardı kurban olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra
kansız kurbanlar da bulunmaktadır. Türkler atı kanlı kurban olarak kesmişler,
bunun yanında sığır yada koyun kesmişlerdir. Bunlardan birini seçmek, yerine getirmek,
kişinin mal varlığı ile orantılıydı. Göktürkler, ölülerinin suç ve günahlarının
bağışlanması, ruhlarının Tanrı katında rahat ve huzurlu ohnalan için her yıl
kurban keserlerdi . Ancak en çok kurban edilen hayvan olarak at karşımıza
çıkmaktadır. Kurganlarda çıkanlan at koşum takınılan, eyerler, kuyruk vb. gibi
şeylere bakılırsa Türkler atı sadece dünyada iken değil ahirette de kullanmayı
düşünmüşlerdir. Türkler yılın belirli zamanlarında Tanrıya ve atalarına kurban
keserlerdi. Göktürkler Tanrılanmn suretlerini keçeden yaparlar ve deri torba
içerisinde muhafaza ederlerdi. Bu suretleri iç yağıyla yağlarlar ve sırıklar
üzerine dikerlerdi. Yılın dört çağında (mevsiminde) bu taunlara kurban
keserlerdi. Kestikleri at ve koyun kurbanlıkların kafalarım sırıklara korlar.
Hakanın çadın Ötüken dağmdadır; kapısı doğuya bakar. Her yıl boy başbuğlanyla
beraber atalarının mağarasına kurban sunar. Ayın ilk onunda ırmak kıyısında Tanrıya
kurban keserler. Ötüken dağının batısında 500 "li" mesafede yüksek
bir dağ vardır. Bu dağm üzerinde ağaç ve ot yoktur. Burasına "Budın
inli" derler ki "ülkenin koruyucusu olan ruh" demektir. Ruhlara
taparlar, kamlara inanırlar[339].
Göktürklerdeki
kurban kesme merasiminde bakanlan görmekteyiz. Atalar kültü konumundaki
mağaralar kurban kesme işleminin yapıldığı mabed vazifesi gören yerlerdir.
Kurbanlar her yıl burada Hakan'ın gözetiminde kesilmektedir.
Kültegin'in
mezar külliyesinin "bark" kalıntısının batısında, blok halinde
granitten yapılmış bir kurban sunağı görülmektedir. Ölçüsü: üst satıh 1.70 x
2.20 m. Ve ortasında 0.70 m çapında bir silindirik delik bulunmaktadır. Taşın
derinliği ise 0.80 m kadardır. Büyük granit bloktan yapılmış ve toprağa
gömülmeden seviyede kalmış bulunan bu sunağın diğer bir benzeri, Bilge Kağan
mezar kompleksinin batısmda toprağa gömülü bir durumda keşfedilmiştir[340].
"Ko-han (Kağan) daima Yutukin dağında oturur. Her yıl kurban için beyleri
atalar mağarasına götürür. Ayrıca 5. ayın ortasına doğru (halk) Gök Tanrı'ya
kurban sunmak üzere To-jen ırmağının kıyısında toplanır. Yutukin'den 400 veya
500 li (batı) da sarp ve yüksek bir dağ bulunmaktadır. Üstünde ne çimen, ne de
ağaç vardır. Adı P'o-teng-nin-li olup Çince "yer ilahesi" demektir.
M.S. 622,624,626 yıllarında müteaddid savaşlar olmuş ve bunlan, bir yanda doğu
Tukue'leri, bir yanda da Çin arasında yapılan anlaşmalar takip etmişti. 626'da
yapılan anlaşmada bir ak at kurban edilmiş ve her iki taraf Vey ırmağı
üzerindeki köprünün üstünde and içtikten sonra kendi iline dönmüştü \
Göktürklerin
ongunu öküz olduğundan büyük tanrı için öküz kurban ederlerdi. Bu tanrının dört
renk ile temsil edilen Yeşil Han, Ak Han, Kızıl Han ve San (Kara) Han adlarında
ve birer Tanrı ayarında dört oğlu vardı. Dört boydan kurulmuş olan Türk yurdunu
bunlar idare ederdi. Bu yurtlar; Çiğil yahut koyun ili, ît ili, Kuş ili ve
Tonguz ili adlarım taşırdı. Çünkü bu yurtlarda oturan boyların Ongun'lan; (Çiğil:
Keçi), (Barsancar: Kaplan, Bars), (Almak: Horoz), (Tünük: Domuz)
idi. Bunun için de Ongun'u keçi olan boy ; ilkbaharın başmda kendilerini idare
eden Yeşil Han'a bir koyun yavrusu, Ongun'u kaplan yahut bars olan boy;
Sonbaharın başında Ak Han'a bir köpek yavrusu,Ongun'u horoz olan boy;
sonbaharın başmda Kızıl Han'a bir horoz yavrusu, Ongun'u domuz olan boy da
kışın başmda San Han'a bir domuz yavrusu kurban ederdi. Yer-su perileri de
insanlara iyilik ettiklerinden, bunlar adına da kurban kesilirdi. Totem kabul
edilen hayvanın da, senede bir defa ilk yavrusu kurban edilir, hangi boy
kurbanı kesmiş İse eti onlara dağıtılırdı. Türkler kurbanlara büyük önem verir,
insanları da kurban ederlerdi ama bunda vahşete ve zulme doğru gitmezlerdi[341].
Göktürklerin gerek batıda gerek doğuda kalanların inanç ve adetlerinin
birbirinin aym olduğunu söylemek gerekir. Hakan'ın gözetiminde yılın beşinci ve
sekizinci aylarında ata ruhlarının anısına kurban sunulmak üzere bir araya
geliyorlardı. Babalarının nesiller boyunca yaşadıkları mağaralara her yıl
bir memur gönderip kurban kestirirlerdi. Mağaralar umumiyetle bir ibadet
merkezi olarak kullanılırdı. Hakan, en büyük dini ayinleri yöneten kişiydi[342] [343].
Göktürkler,
mezar üzerine kurgan yaparlardı; balbal dikerler, yoğ-aşı töreni yapıp kesilen
hayvanların derilerini-başlan, ayak ve kuyruklarıyla beraber sırıklara
asarlardı. Ölülere kurban sunarlardı .
Hunlar,
Göktürkler ve Uygurlar yılın beşinci ayında aym mukaddes dağ üzerinde
toplanırlar, Tanrıya ve atalara kurban keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve
merasimleri demircilikle uğraştıktan ve kurt menşei efsanesiyle bağlı
bulunduktan Altay dağlarının bir vadisinde yüksek beylerin ve asillerin
iştiraki ile yapılıyordu[344]. Çin
kaynaklarında ecdat mağarası olarak tanınan bu yer, Türk efsanesinde Ergenekon
ismini almıştır. Ergenekon destanına göre Türkler buradan bir demircinin demir
madeni olan dağı eritmesi suretiyle çıkmışlardır. Bu sebeple de bugünün
bayramında demiri merasimle örs üzerine koyarlar ve döverlerdi. Demirin
kutsiyetinden dolayı kılıç üzerinde yemin ediyorlardı. Yemin edecek kimsenin
önüne kılıç konuyor ve ahdini bozarsa "bu gök girsin, kızıl çıksın"
yani kılıç onu öldürüp kanlansın deniliyordu[345].
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi Göktürklerde kanlı ve kansız olmak üzere iki çeşit kurban
kesme biçimi vardır. Ancak Türklerde kurban edilen hayvanın kanının
akıtılmamasına dikkat edilmektedir. Kurban edilen hayvanın kemikleri kınlmamaktadır.
Kurban edilen hayvanın kemikleri köpeklere verilmemekte, kemikler ateşte
yakılmamakta veya yere gömülmemektedir. Kurban kemikleri toplanıp bir kaba
konularak kayın ağacına asılmaktadır. Bu kemiklerin kayın ağacına asılması ise
Türklerdeki ağaç kültü ile ilgili olsa gerektir. Buna göre kültlerin birbiriyle
ilintili olduğu fikrini ortaya atabiliriz. Türklerde kayın ağacının önemli
olduğu ve bu ağacın şaman davulunda bulunduğu ağaç kültü bölümünde
işlenmektedir. At kurbanlarının kafa tası bir sırık üzerine konulmaktadır.
Göktürklerdeki
kurban meselesiyle ilgili bir tartışma insan kurban edilip edilmediğidir. Bazı
araştırmacılar Göktürklerde insan kurban edildiğini savunurken bazı
araştırmacılar bunun aksi görüştedirler. Göktürklerde insan kurbanının olduğu
fikrini savunan en önemli araştırmacı Barthold'dur. Barthold'un yanı sıra bu
fikri Chavannes, J.P.Roux da savunmaktadır. Makdisi, Cüveyni ve îbn Batuta gibi
Müslüman seyyah ve yazarlarda da benzer kayıtlar mevcuttur[346].
Göktürklerdeki bu durum zihinlerde soru işareti bırakmaktadır. Gerçekten
Göktürkler inşam kurban etmişler midir? Yoksa bazı araştırmacıların iddiaları
mıdır? Bu soruların cevabım bilemiyoruz. Ancak gerçek olan bir şey var ise o da
Göktürklerde insan kurban edildiği meselesinin kayıtlara geçmiş olmasıdır.
Göktürklerde insan kurban edilmesi meselesiyle ilgili tek olay Bizans elçisi
Valent'in naklettiği İstemi Han'ın Yoğ töreni esnasında Hunlu dört kişinin
atlarla birlikte öldürülmelerine dairdir[347].
2.
Tören
ve Ayinler: Göktürkler gece, gündüz
demeksizin herhangi bir yer tahsis edilmeksizin toplu yada bireysel olarak
ibadetlerini, yakarış ve yarlıganma dileklerini yapmışlardır. Ülkenin çeşitli
kent ve obalarında bulunan çeşitli "Bark"larda da yakarış, yarlıganma
ve anma gibi ibadetlerini sürdürürlerdi. Tanrı ile ilgili, Tanrı için
sürdürülen bu kişisel ibadetlerden ayn olarak, bütün bir ulusça Kağan
(hükümdar) başkanlığı altında yapılan iki ayn dinsel ibadet ve tören vardı ki,
bunlardan biri, "Demir dağ-Altın dağ" gibi kutsal olarak benimsenmiş en
yüce dağların doruğunda yapılırdı. Ulusal felaketlerden korunmak yada kurtulmak
için Tanrı’ya yakanlır, günahlarının bağışlanması, yarlıganması dileğinde
bulunulurdu.
Bu
türden ikinci dinsel ve ulusal büyük törenlerden biri de, kutsal sayılan
"mağara"larda, devleti kuran ve yücelten "ataların ruhlan"
için yapılmaktaydı. Her yılın 5. ayında (mayıs ayı) yapılan "ulusal ve
dinsel" törenin anlamı, Tanrı'ya yakanşın ve "şükür" edişin
nedeni ve kökeni, Göktürklerin "yaratılış efsanesiyle "Ergenekon
Destanı"na dayanmaktaydı. Ulusça yok olduktan sonra, bir dişi kurttan
türeyerek yeniden bir ulus olma mutluluğunun gerçekleşmesi karşısmda duyulan
minnet, bu mağaralarda dile getirilirken, bir yandan da Demir dağı eriterek
açılan bir gedikten çıkartarak, tüm Göktürkleri yeni bir ülkede yücelten
"ataların ruhlan" hayırla anılır. Onlara güç ve yetenek veren Tanrı'ya
şükredilerek övgüler söylenirdi, gerek dağ başlarında, gerekse mağaralarda
yapılan bu ibadet ve törenlerde, çok sayıda at, sığır ve koyun kesilerek Tanrı'ya
kurban edilirdi[348] [349] [350].
Göktürkler yılın 5. ayında büyük bir bayram yapıyorlardı. Bahar bayramlarının
en önemli olaylan, hiç şüphe yok ki, kurban törenleri idiler. Göktürklerin
bahar bayramlarında at yanşlan yapılır, şarkılar söylenir, kımız içilir,
eğlendirdi . Herkes bir şaman çağırabilir ve kendi kaderi ile ilgili dualar
okutup, büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi törenlerdi. Fakat bu
törenler bir aile evi içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili
olarak düzenlenirlerdi .
3.
Tapınma (İbadethane) : Eski Türklerin muntazam
günlük ibadetleri ve ibadethaneleri olduğuna dair açık bilgilere sahip değiliz.
Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında mukaddes yerlerde dua ve kurbanlarından
başka sefere çıkarken bir mabede gidip zafer duası yaptıkları ve ondan
sonra da orduları harekete geçirdikleri gözüküyor[351].
Bunun yanı sıra Türklerle ilgili önemli bilgi sahibi olduğumuz Çin kaynaklan
ibadethanelerle ilgili bilgiler de vermektedirler. Çin kaynaklarının verdiği
bilgilere göre Goktürklerde "Fu-yun-se" adım verdikleri bir tapmak
veya ibadethane vardır. Goktürklerde bunların yanı sıra en önemli
ibadethaneleri ecdat mağaraları oluşturmaktadır. Ecdat mağaralarının yanı sıra
mukaddes dağlar, yer ve sular, hakanın otağı ve obalar önemli dini merasimlerin
yapıldığı yerler olarak tanımlanmaktadır[352].
Türk çadırı Göktürklerde dini merasimlerin yapıldığı önemli mekanlardandır.
Devasa Türk mezarlarım incelediğimizde buraların dini ibadetlerin yapıldığı bir
mekan olduğu anlaşılacaktır.
3.1.
Tözler: En eski dönemlerden beri Türklerin
mezarlarından kurban edilmiş hayvanlara ait kalıntılar bulunmuştur. Bu
buluntulara dayanarak Türklerde at kurban edilmesinin ne kadar eskilere
dayandığım görmekteyiz. Atm yanı sıra Hun mezarlarında geyik ve grifon gibi
hayvan heykelcikleri de çıkmıştır. Bu heykelcikler altından, gümüşten ve hatta
ahşaptan yapılmıştır. Göktürkler döneminde bunların yerlerini keçeden ve
ahşaptan yapılmış olanlar almıştır. Bu idoller, Göktürkler döneminde kurt,
geyik, grifon ve ejderha biçiminde varlıklarım sürdürmüşlerdir[353].
4.
Dua: Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında
mukaddes yerlerde yapılan dua ve kurbanlardan başka sefere çıkarken mabede
gidip zafer duası yaptıkları ve ondan sonra da orduları harekete geçirdikleri
görülüyor. Nitekim bu dua için yaptırılan Fu-yun-se adım verdikleri bir tapınak
veya ibadethanenin mevcudiyetini kaydetmektedirler[354].
M.S. 549 yılında batı ve doğu Tukue devletlerinin kağanları, Çin'e karşı kendi
aralarında bir anlaşma yaparlar. Bu suretle elde edilen üstünlüğün şuuru ve
daha savaştan önce belli olan zaferin emniyeti içinde, batı devletinin kağanı,
atından inerek Gök'e dua ve düşmanlarım kendisine teslim ettiği için şükreder.
Göktürk ham, halk için yaptıklarım bir bir saydıktan soma şöyle haykırır:
"Gök, imdi sen bize yardımcı ol!". Göktürklerin Gök Dini'nde Tanrı'ya,
ellerini göğe açarak ibadet edilirdi. Yarhganma (bağışlanma) yada dileğin
yerine getirilmesi amacıyla yapılan bu yakarışlar (dualar), kişinin vicdanından
kopup gelen sözcüklerle yapılırdı. Gerek yarlıganması, gerekse dileğinin yerine
getirilmesi için iki diz üstünde oturularak, eller göğe açılıp gözler gökyüzüne
dikilerek yapılan bu yakarışlar, kişinin mal varlığı durumuna göre, Tanrı'ya
adanan kurbanla tamamlanırdı. Göktürkler, ibadet, yakanş ve yarhganma dileklerini,
gece ve gündüz, her istedikleri yerde sesli-sessiz, toplu yada tek olarak
yaparlardı[355]. Orhun
kitabelerinde geçen "Yukarıda Gök-Tanrı, aşağıda yağız yer var olduğunda
ikisi arasında insanoğlu yaratılmış" cümlesinde Tanrı inancının olduğu
açıkça görülmektedir. Dilek, yarlıgama, elleri göğe açarak dua ve kurbanı
anlatıyor. Her yıl kurban kesilir ve dua edilirdi. Tören yüce dağların
doruğunda olurdu. Kutsal mağaralarda da tören yapılırdı (5 mayısta tören
yapılırdı). Tanrı’ya yakarış ve şükür Göktürklerin yaratılış efsanesi ve
Ergenekon Destanına dayanmaktaydı. Ataların ruhları saygıyla anılırdı. Dağ,
mağaralar önemliydi[356].
Göktürklerde toplu olarak çeşitli ayin ve bayramlarda dua edildiğini kaydettik.
Bunun yanı sıra Göktürklerde Hsiyung-nularda olduğu gibi ferdi dua edildiğine
dair örnekler de bulunmaktadır. Hsiyung-nuların Tien-şan dağlarını geçerken atlarından
inerek dua ettikleri anlaşılıyor. Bu tür rastlantıya bağlı ve bazen ferdi dua
uygulamalarına, Göktürklerin de kısmen yer verdiklerinden söz edilmektedir[357] [358].
5.
Göktürklerde
Falcılık: Göktürklerde falcılık önemliydi. Fal
anlamına gelen en yaygın kelime "tölge"dir. En meşhur falcılık da
kürek kemiği falcılığıdır.
6.
Göktürklerde
Kurt Ata İnancı: Göktürkler, Asya Hunlanmn
devamı olarak gelmişlerdi. Aşina soyuna mensuptular. Göktürklerin mensup
oldukları aşina soyu ile ilgili dişi kurttan türeyiş rivayetleri Göktürklerin
menşei meselesine ışık tutmuştur. Kurt ata inancı dolayısıyla Göktürk hakanlık
alameti, altından kurt başlı sancak olmuştur .
Milletlerin
yaşam biçiminin, inanışlarının, düşüncelerinin gün ışığına çıkarabilmesinde destanların
büyük bir yeri vardır. Bu özellikleri bakımından destanlar büyük önem
taşımaktadır. Göktürklerin tarih sahnesine çıkışları, onların menşei meselesi,
yaşam biçimleri, inanışları tarihin dokusu içerisinde yer alan Ergenekon
Destanı'nda anlatılmaktadır. Bu destanın özünde kurt ata inancı yatmaktadır.
Türk milleti tarihte sevilen bir millet olmasının yanında düşmanı da olan bir
millettir. Düşmanlan tarafından gizli planlar yapılarak tarih sahnesinden
silinmeye çalışılmıştır. Ancak Türk milleti ve devleti devam etmiş ve ebediyete
kadar da devam edecektir. Bunu Orhun Abidelerindeki "senin ilini töreni
kim bozabilir" sözünden anlamaktayız. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu
olan Ulu Önder Atatürk tarafından "ilelebet payidar kalacak" şeklinde
ifade edilmiştir.
Türk
hükümdarlan kendilerim Aşina soyuna bağlamak istemişlerdir. Bunun en önemli
nedeni ise, Türklerde atalar kültünün en önemli delili olan Bozkurt'a duyulan
saygıda gizlidir. Göktürkler, kurt menşe efsanesine dayanarak büyük dini
merasimlerini, demircilikle uğraştıklan Altay dağlarının bir vadisinde beylerin
ve asillerin iştiraki ile yapmışlardır. Çin kaynaklan burayı "ecdat
mağarası" olarak değerlendinnişleıdir. Çinliler tarafından "ecdat
mağarası" olarak değerlendirilen bu yer Türk ananesinde Ergenekon adım
almıştır,
Türklerin
türeyişi ile ilgili kurt ata inancı mevcuttur. Çin kaynaklan Göktürkleri Kunların
torunu gösterir. Tatarlan (Cücen veya Avar) hücumuna uğrayan ve imha edilen
asil bir Hun çocuğu Bozkurt tarafından kurtanlmış ve Göktürkler de onunla
kurdun nesli olarak türemiştir[359]. Bu
çocuk dişi kurt tarafından beslendi. Çocuğun dişi kurtla birleşmesinden dolayı
ata mağarası olarak nitelenen mağarada on erkek çocuk dünyaya geldi. Kurttan
olan bu on çocuk büyüdüler ve bu yurttan çıkıp on tane kız kaçırarak buraya
getirip çoğaldılar. Bunlardan birisi kendisine Aşina adım verdi. Çadırının
önüne kurt başlı sancak astı. Türkler büyüdükçe büyüdüler ve buraya sığmaz
oldular. Çare bulmak için kurultay toplandı. Dediler ki: "Atalarımızdan
işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz
da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp
Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında her kim bize dost olursa, onunla
görüşelim. Düşmanla vuruşalım". Kurultay bu karan alınca Göktürkler
Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar.. Ancak çıkış yolunu bulamadılar.
İçlerinden bir demirci dağın içinde bir demir madeni olduğunu ve bu demir madenini
eriterek çıkabileceklerini söylüyordu. Türkler bu dağı eritmek için çabalarken Tanrı'ya
dua etmeyi de ihmal etmediler. Türkler "Tanrı Türk'ü korusun ve
yüceltsin" demekten kendilerini alamıyorlardı. Bu yakanşa Tanrı elbette
kayıtsız kalamazdı. Göktürkler dağın etrafını odun ve kömürle doldurdular. Tanrı'nın
gücü ve inayeti ile ateş kızdı. Demir dağ delindi. Yüce Tanrı, bu kavmi
esirgedi, onlara yol açtı. Kurdun önderliğinde Türkler bu yurttan çıktılar.
Ergenekon'dan çıktıklan bu günü Türkler unutmadılar ve o gün geldiğinde bayram
kutladılar. Her yıl o gün gelince, büyük törenler yapıldı. Bir parça demir
alınıp ateşte kızdmldı. Bu demiri önce Göktürk hakanı kıskaçla tutup örse
koyup, çekişle döverdi. Ondan sonra Türk beyleri de böyle yapıp şenlikler başlandı[360].
Göktürklerin
bayraklarında kurt başı bulunmuştur. Esasen Türk efsane ve ananelerinde mühim
bir mevkii olan kurt hikayeleri Hunlara kadar çıkar. Bu sebepledir ki kurt
Türklerce at gibi uğurlu ve hatta mübarek sayılmıştır[361].
Göktürklerin kurt efsanesi ve Ergenekon'dan çıkış destanı yeni bir cihan
hakimiyeti devrinin hikayesidir[362].
Kurttan
türeme menkıbeleri Türk tarihinin çeşitli safhalarında görülmektedir. Tarihi
kayıtlarda olduğu gibi destanlarda da "kurt" Türklerin hayatında vazgeçilmezdir.
Önemli bir konuma sahiptir. Vaktiyle Türklerin "totem"i sayılan
"kurt" yalnız Tukue'lerin değil, diğer Türk uruğlan ve uluslarında da
kutsi bir varlık mahiyetini taşımaktadır[363].
7.
Göktürklerde
Balbal: Orhun yazıtlarının keşfi sırasında
heykeller bulunmuştur. Göçebe kavimler tarafından Orta Asya ve Karadeniz bozkırlarında,
geçmiş zamanın hatıraları olarak bırakılan anıtlar, bilhassa kurganlar ve
Rusçada kamennaya baba= taşnine diye tamlan heykeller uzun müddet bilginler
için muamma olmakta devam etti. N.İ. Veselovskiy'nin 1915 yılında neşrettiği
"Taşnineler meselesinin bugünkü durumu" adlı makalesinde gösterdiği
gibi, taşnine'ler adıyla malum olan ve Moğolistan'dan Karadeniz steplerine
kadar yayılan erkek ve kadın heykelleri -ki bu heykeller göbekleri hizasında
ellerinde bir kadeh tutarlar- meselesi de kesin olarak halledilmiş oldu. Bu
heykellere yazıtlarda "Balbal" denilmektedir. Bunlar Türkler
tarafından ölülerin hatırası için konulmuşlardır[364].
Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre Göktürkler askerlerin kabirleri üzerine bunları
öldürdükleri düşmanların heykellerini dikerlerdi. Bazı araştırmacılar
balbalların bronz çağma kadar uzandığım düşünmektedirler. J.P.Roux ise,
onların, imparatorluk döneminin ihdası olduğunu düşünmektedir[365].
Göktürklerde,
ölen hakan veya beyin mezarına, hayatta iken öldürdüğü düşman sayısınca taş
heykeller dikmek adetti. Bunlara balbal denirdi. Bundan maksat, balbal'm temsil
ettiği kişinin, ölüler dünyasında, ölene hizmet etmesini sağlamaktı[366].
Göktürkler, hakan veya kahramanların, ünlü kişilerin mezarlan üzerine
öldürdükleri düşmanlan temsil eden heykel veya taşlan dikmişler, taş
bulamadıkları vakit ağaçtan yapılmış heykel veya kazıklan bu maksatla
kullanmışlardır. Bu, balbal kelimesi ve balbal dikme adeti, "Eski Türk
Yazıtlan" arasında "Kültegin Yazıtının Cenup Bilge Han Yazıtı'nın
doğu tarafında "babam hakana Baz hakanı birinci balbal dikmiş"
anlamıyla yer almaktadır. Hüseyin Namık Orkun, balbal dikme itikadının,
"Türklerin öldükten sonra öbür dünyada da hayatın mevcut olduğuna ve insanın
ölünce öbür dünyaya göç ettiğine inandıklarım (uçuverdi veya kergek oldu)
denmesinin bununla ilgili bulunduğunu, ölünün, öbür dünyada her şeye ihtiyacı
olacağından eşyalarının mezara konulduğunu ilave ediyor ve büyük şahsiyetlerin
hizmetçiye ihtiyacı vardı. Bunun için bir adam öldürülür ve bu öldürülen adamın
adına da müteveffalım kabrine bir taş dikilir ki işte buna balbal adı
verilir" demektedir[367].
Balballar,
ölünün hayatta iken öldürdüğü düşmanı tasvir ettiğinden Göktürkler düşmanın
balballarını çok çirkin bir çehre ile tasvir ediyorlardı ki bu hususa dair
birçok balbal buluntularına rastlanmıştır[368].
Bu balballar düşmanlarım tasvir ettiği gibi, sonraları başka maksatlarla da
dikilmiş olsalar gerektir. Zira, erkek tasvir eden heykellerle birlikte kadm
heykelleri de bulunuyordu. Bunların, ölülerin kendi heykelleri olması da
mümkündür[369]. Üç
yerde sonradan balbal olarak dikilen kişini, hayatta iken kahramanın baş
düşmanı olduğunu görüyoruz: Baz Kağan (Elteriş düşmanı), Kırgız Ham (Elteriş
Han'ın kardeşinin düşmanı) ve Kug-Songün (Bilge Han'ın oğlunun düşmanı). Şu
sözler daha tipiktir: "Onların alplarım öldürüp kendime balbal
yaptım". Çinlilerin verdiği bilgilere bakılırsa bazen mezarın yanma
bir bina yapılır ve duvarlarına da kahramanın resmi ve hayatta iken yaptığı
savaşlara ait sahneler çizilirdi[370].
Nitekim Bilge Kağan mezan önünde bir abide dikildiğini ve üzerinde zaferlerin
yazıldığım, aynı mevkide bir heykelinin de bulunduğunu kaydetmektedir[371].
"Kuzeyde
Baz Kağan ve Tokuz Oğuz düşmandılar... Onlara boyun eğdirdik. Babam (Eltariş)
Kağan öldü (Mezarına) biri, dizinin başmda Baz Kağan'ı (temsil eden) balballar
diktik"[372].
D.
GÖKTÜRKLERDE TANRI
ANLAYIŞI:
Göktürklerde
gökle alakalı olmakla beraber mücerret manası ile tek bir "Tanrı"nm
varlığına inanılırdı. Bu durum Orhun abidelerinde yer, gök ve bütün mahlukların
yaratıcısı, insanların iyi veya kötü kaderlerini tayin edici bir "Tanrı"
fikrinin artık teşekkül ettiğini göstermektedir. Türkler bu devirde yükseliş ve
sukutlarına, kabiliyetli veya kabiliyetsiz kağan ve beylerin kendi kaderlerinde
vasıta olmasını da ilahi himaye veya cezanın bir neticesi olduğuna ve Tanrımn
kadir-i mutlak bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inançtan dolayı Türklerde siyasi
iktidar ve hakimiyet kaynağım Tanrı'dan almaktadır. Nitekim kitabelerde geçtiği
şekliyle Bilge kağan "Tanrı irade ettiği için kağan oldum" ibaresi
Türklere Tanrı'nın bir lütfü olarak değerlendirilebilir. Buna göre kağan, Tanrı'nın
temsilcisi yada elçisidir. Bilge Kağan kitabesinde geçen "Kut'um olduğu
için kağan oldum" ifadesi ile de Türk kağanının Tanrı'dan kut aldığına ve Tanrı'ya
mümasil telakki edildiğine işarettir[373].
Tardu kağan, bir seferinde askerleri ve hayvanlan arasında hastalık çıkmasını Tanrı'nın
bir gazabı sayıyor ve bundan titriyordu. Başka bir han da Çinlilere
mağlubiyetini ilahi kadere bağlıyordu. Göktürklerin Çin'den ayrılarak
müstakil bir devlet kurmaları Gök Tanrı'nın iradesi ile gerçekleşmiştir.
Halk kağanı terk ettiği için Tanrı tarafından cezalandınlmıştır. Savaşlarda
zafere onun yardımıyla ulaşılır. Bu anlamda Göktürklerdeki Tanrı "Ulu
Varlık" mesabesindedir. Göktürklerde Gök Tanrı kendisine itaat edilmesi
gereken yüksek ahlaki karaktere sahip koruyucu kudret sahibidir. Özellikle
Göktürkler döneminde manevi bir kudret halini almıştır[374].
Türkler tek bir Tanrı'ya inanırlar, ona "Gök Tanrı" derler. Türkler
yüce ve mücerret bir Tanrı telakkisine erişmiş olmakla birlikte, başlangıçta
onu yine de gökte düşünüyorlardı. Nitekim Orhun Kitabelerinde "üze kök
tengri" terkibinde Tanrı aym zamanda gök manasım da muhafaza etmekteydi.
Bu nedenle de tekamülcü bir yaklaşımla Türklerde Tanrı düşüncesinin, maddi gök
yüzünden manada Ulu Varlığa doğru bir gelişme gösterdiği öne sürülmüştür.
Hatta, Göktürk çağında, dünyayı kaplayan, yer yüzünde her şeyi hükmü altında
tutan semanın, bozkırh gözünde Tanrı kabul edilmiş olabileceği imkan dahilinde
görülmüştür[375].
Göktürklerdeki Tanrı inancı bütün tarihi Türk topluluklarında merkezi bir yer
almıştır[376].
Türklerin inançlarına göre gök ona aittir. O'nu "Tengri" olarak ifade
ederler. Tengricilik, Göktürklerle birlikte tek Tanrıh bir inanç olarak
gözükmektedir. Tengricilik, alt kültürlerde farklı anlam ve öneme sahip
olmuştur. J.P.Roux, Göktürklerdeki tek Tanrı inancım devletin birliği ve
bütünlüğüne bağlayarak, devletin yıkılması ve parçalanması durumunda
Tengricilik inancının sona erdiği ve alt kültürlerdeki dini inançların su
yüzüne çıktığı kanaatine ulaşmıştır. Tek Tanrı inancı devletin resmi inancı
veya devlet erkanının oluşturmuş olduğu bir inanç şeklidir. Gerçekte ise halk
arasında alt kültürlerde mevcut olan inançlar devam edegelmiştir[377].
Göktürkler tek bir Tanrının varlığına inanırlar, onun sayesinde yaşadıklarına
ve onun emri ile öldüklerine inanırlar. Göktürklerin tek Tanrı inancına
yükselmeleri mühim bir hadisedir. Türkler bu yüksek ve mücerret Tanrı telakkisine
varmakla beraber, başlangıçta onu yine de gökte düşünüyorlardı. Bu sebeple Tanrı
kelimesi hem gök ve hem de Allah manasında kullanılıyordu. Nitekim Türkler
Allah'ı "Gök-Tanrı" adı ile anıyorlardı. Orhun kitabelerinde
"Üze kök tengn" (üstte mavi gök) terkibinde "Tanrı" yine
gök manasım da muhafaza ediyordu[378]
[379].
Yerlerin ve göklerin yaratıcısı bir Tanrı'dır. Eski Türk yazıtlan, gök ile yer
ve insanlığın yaratdışım şu biçimde anlatmaktadır :
"Yukanda
Gök-Tanrı, aşağıda Yağız-Yer yaratıldığında, İkisi arasında kişioğlu (yani
insanoğlu) yaratılmış!
Kişioğlu'nun
üzerine de, atam, amcam, Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturmuş!"
Türklerin
gök kelimesini yer'den önce söylemeleri ona verilen önemden kaynaklanmaktadır.
Göğe "Tenri" veya "Tengri" derlerdi. Aynca Tonyukuk
Kitabesi'nde "Türk Tanrısı" kavramına yer veriyorlardı[380]. Çoğu
zaman göğü mavi rengi ile sıfatlandırarak, "mavi gök" derlerdi. Yer
ve göğü yaratan büyük yaratıcı ise, "bütün göklerin üstünde, kendi
göğünde, arş'da oturuyordu". Türkler sadece göğe değil yere de
gereken önemi göstermişlerdir. Göğün yanında kainatın bir parçası olan
yer de Türkler için önemlidir. Kitabelerde yağız yer olarak geçmektedir. Yağız
yer, yer ve yer altı aleminin bütünü olarak da nitelendirilebilir. Türklerdeki
yer-sularm kutsallığı da buradan gelmektedir. Bütün varlıkların oluş nedeni ve
beslenmesi yer'dendir. Ölen ve yok olanları da yine yer almaktadır.
Yeryüzündeki "Yer ve
Sular",
sonsuz bir güzellik kaynağıydı. Bunlar "ıduk", yani Tanrı tarafından
gönderilmiş kutsal hediyeler idiler .
Göktürkler
hakkında Bizans tarihçisi Theophylaktos'un verdiği bilgiye göre; "Türkler,
ateşe büyük bir saygı duyarlar. Havaya ve suya da, saygıları hürmetleri çoktur.
Toprağa ve yere de, ayin ve tören yaparlar. Fakat onlar, "Gök ve yerin
halikı ve yaratıcısına karşı gösterdikleri ibadet ve imanı, diğerlerine
göstermezler. (Bu Ulu Tanrı'ya), at, sığır ve koyun kurban ederler. Gelecek ile
ilgili haberler veren onların rahipleri (Şamardan) vardır"[381] [382]. Çin
kaynaklarına göre; Göktürkler "Tanrılarınm tasvirlerini keçeden yaparlar
ve deri torba içinde saklarlardı. Bu tasvirler iç yağı ile yağlanırdı. Aynı
zamanda sınk üzerine de dikilirdi. Çin kaynaklarının Göktürklerin "Tanrı
tasvirleri" hakkında verdikleri malumatın açıklanmasına yardım etmiştir.
Bunlar keçeden, paçavralardan, kayın ağacı kabuğundan yapılır. Bir kısmı
çocukların oynadıktan bebeklere benzerler. Bir kısmı da tilki, tavşan ve başka
hayvan derilerinden ibarettir. Bunlar duvarlara yahut sırıklara asılır. Bazı
aileler bunlan torbalarda saklarlar. Ava veya önemli bir sefere çıkarken bu
putlara saçı saçarlar ve ağızlarına yağ sürerler[383].
VI-VIII. Yüzyıllarda büyük Göktürk İmparatorluğunun başmda bulunan Türk
sülalesinin Gök-Tanrı hakkmdaki inanç ve telakkileri epeyce gelişmiş ve
olgunlaşmış olduğu bıraktıktan andaç yazıtlardan anlaşılmaktadır. Göktürk
hükümdan Bilge Kağan "Tanrı irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki
milletleri nizama soktum" demektedir. Türk Tanrısı, sevdiği ve himaye ettiği
milletlerin kağanlan, beyleri ve halkı doğru yoldan, milli örf ve
nizam(Töre)dan aynldıklan zaman onlan cezalandınr, kendilerini Çinlilerin
idaresine düşürür. Kitabelerden anlaşıldığına göre; Tanrı, Türkleri
gerektiğinde cezalandırmaktadır. Kitabelerde bu şu şekilde anlatılıyor:
"Türk bodunu kendi hakanım bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına
girdiği için Tanrı ona ölüm verdi, Türk bodunu öldü, mahvoldu..."[384].
Yer'i,
Su'yu ve tüm canlıları, yaşamı düzenleyen Tanrı'dır. Sonsuzluğu gökte yaşadığı
ve her şeyi oradan yönettiği için, O, "gök Tanrı" deyimiyle anılır.
"Ruh" ölmez, yaratan Gök Tanrı'ya geri döner, sonsuzluğa dek yaşar[385].
Orhun
Abideleri Göktürk Devletinin resmi yazıdandır. Onlar birer mezar taşı biçiminde
olmasına rağmen Göktürkler hakkında doğru bilgiler vermektedir. Orhun
Abidelerinde Tanrı dünyayı yaratmış, daha sonra "kut" verdiği Bilge
ve Kültegin Kağanlar devletin başına geçmişlerdir. Bir bakıma Tanrımn
yeryüzündeki vekilleri olan bu kağanlar, Türk Milletini yüceltmek için
çalışmışlardır. Böyle olmasına rağmen, devlet dini bir karakter arz etmez.
Devlet başkam, peygamber ve veli de değildir[386].
Kainatın,
göğün ve toprağın yaratılışı; insanın var edilmesi; insanoğullarının gök ile
toprak arasında, yani kök tengri ile yağız yir arasında, yir sub üzerinde, veya
yer yüzünde yaşadığı ikin ara ile dile getirilir. Türklerde yaradılışın
ardından kişioğlu üstüne kağan olma tarihinin başlamış olduğunu; burada ulu
atalar olarak, sembolik biçimde ve belki de o gün için hatıraları hala canlı
olarak hafızalarda yaşayan İstemi ve Bumin Kağanların adlarının zikredildiğini
anlıyoruz.
Tanrımn
altında, insanın üstünde olma özelliği, Göktürk kağanlarının en belirgin ve en
değişmez vasfıdır. Kağan olabilme yetkilerinin tamamı Tanrı bağışıdır ve bu
bağışa kavuşmadan kimse kağan oturamaz. Bu bakımdan, Göktürk çağında Tanrı ve
Kağan ilişkisinin gerekliliği kesin bir yargı olarak ortaya çıkar. Kağan adayı,
O isterse kağan olabilir, düşüncesi ve inancı, Göktürk çağına egemendir.
Göktürk çağı Türk hayatında Tanrı, her şeye egemendir. O, hem Türk ulusunun
koruyucusu; hem de yoldan < kağanın buyruğundan> çıktığı zaman
cezalandıncısıdır. Ve aym zamanda, verdiği cezayı da, bağışlayıcıdır.
Cezalandırdığı zaman, kağansız bırakıyor, ulusun acı çekmesine yol açıyor ama,
adının ve sanının yok olmasına da müsaade etmiyor ve o zaman, yeniden kağan
göndererek bağışlıyor. Tanrı'nın tüm bu saydığımız özellikleri yazıtlarda açık
biçimde belirtilir.
Türk
budunug
atı küsi yok bolmazun
tiyin
Kangım kagamg
Ögüm katunug kötürügme
tengri
İl birig (me te)ngri
Türk budun atı küsi yok bolmazun tiyin Özümün
ol tengri kağan olurt (dı erinç)
(M.Ergin, 1973: 71;81)
yukarıdaki parçadan, Tanrı'nın Türk
ulusunun adı/sanı yok olmasın diye, İlteriş Kağan'ı ve İlbilge Katun'u
oturttuğu ve aynı işlemi, Bilge Kağan için de yaptığı açıktır.
Üze
Türk Tengrisi Türk İduk yiri subı Ança itmiş. Türk budun yok bolmazun tiyin
Budun bolçun tiyin kangım iltiriş Kagamg Ogün İlbilge Katunug tengri töpüsinde
Tutup yügerü kötürmiş erinç.
(M.Ergin,
1973; 68-69)
parçaya
göre, O, il veren, Türk ulusunun adı/sanı yok olmasın diye atalarım ve
kendisini, yani Bilge Kağan'ı yügerü kötürmiş ve kağan oturtmuş olan ol
tengri'dir.
Parça,
Tanrı ve kağan ilişkisi ile ilgilidir. Tanrı, burada da, yine kağan adaylarının
tepelerinden/saçlarından, veya
başlarından tutup yukan
çıkarmış/götürmüş[387].
Orhun
Yazıtlarında Göktürk hakan ve beyleri Türk milletine yaptığı iyilik ve
yardımları için Tanrı’ya içten gelen minnet ve şükranlarını ifade ediyorlar.
Hakanlan tahta çıkaran, Türklere zafer kazandıran, felaketlerden koruyan Türk Tanrısı,
Gök Tanrısıdır hakan veya beyler Türklerin başanlarından bahsederken daima
"Tanrının
inayeti
ile (Tengri yarulkaduk üçün...) demeyi ihmal etmemişler. Dikkate değer ki bu
yazıtların birçok yerinde "Tanrı" adı tek başına, başka taunlarla
(yer-su, gök) kanştırmadan, söylenmektedir (tengri il berigme tengri; tengri
yarlıkaduk üçün ;
özümni
ol tengri kağan olurttı; tengri ança temiş....gibi). "Tanrı" adı
bazen "yer", "gök" ve bazen "yer su" ile beraber
zikroluyor (gök tengri, asra yağız yer...; tengri yer bulgakm üçün..; Türk
tengrisi Türk ıduk yer subı ança itmiş..; üze tengri asra yer yarlıkaduk
üçün....), Tonyukuk yazıtının bir yerinde Tanrı ile beraber Umay, yer-su
zikrolunuyor(tengri, umay, yer-sub basa berti). Göktürk ve ilk Uygur hakanlığı
devrinde maddi bir varlık tasavvur edilen "gök" ile onun sahibi olan
ruh birbirinden ayırt edilmemiş olsa gerektir. Bilge Hakan anasının çocuklarına
karşı gösterdiği sevgi ve şefkatinden bahsederken anasım Şamanlığın koruyucu ve
merhametli dişi Tanrısına benzeterek "Umay gibi anam" diyor. İptidai
şamanizmde "gönderilen" (yani Tanrıya ve ruhlara hediye ve kurban
olarak gönderilen, salıverilen) anlamından başka bir şey ifade etmeyen
"ıduk" terimi Gök Türk yazıtlarında "mübarek, mukaddes"
anlamım aldığım görüyoruz (Türk Tanrısı, Türk ıduk yer suyu). Şamanist Gök
Türklerin dünya görüşü daha sağlam ve akla uygun (rationel) olduğu
görülmektedir[388].
Göktürkler Tanrının kendilerine ceza da vereceğine inanırlar. Tardu Kağan, bir
seferinde askerleri ve hayvanlan arasında hastalık çıkmasını Tanrının bir
gazabı sayıyor ve bundan titriyordu. Başka bir han da Çinlilere mağlubiyetini
ilahi kadere bağlıyordu[389].
Göktürklerin Çinliler ile iletişimlerinde Tanrı Anlayışı mevcuttur. Göktürk
hükümdan îşpara Han(581-587)m, Çin İmparatoruna yazdığı bir mektupta "Tanrı
tarafından gönderilmiş (veya gökte doğmuş) Büyük Göktürkler İmparatorluğunun bilge
kağanı Şa-po-lu (îşpara)" ifadeleri geçmektedir. îşpara Han
"elli yıldan beri Tanrı'nın koruduğu Göktürkler... 100000 kişilik bir
orduya sahip bulunuyorum" derken Türk milletinin Allah'ın himayesinde
olduğuna dair Çin kaynaklanılın kayıtlan Orhun kitabelerinin beyanlarını teyid
etmektedir[390].
Bilge
kağan milletinin esaretten kurtuluşunu ve II. Göktürk devletinin kuruluşunu
anlatırken: "Türk Tanrısı Türk milletinin adı ve sanı yok olmasın diye babam
Kağan (Kutluğ) ile anam Hatun'u yükseltmiş; şimdi de beni tahta çıkarmıştır.
Ben hali ve vakti yerinde bir millet üzerinde hükümdar olmadım. Aç ve çıplak
halkın ham oldum. Türk milleti için gündüz oturmadım; gece uyumadım, ölesiye
çalıştım. Başka yerlere göçmüş ve bitkin olan halkı tekrar yurtlarına topladım.
Milletin belini doğrultayım diye şimalde Oğuz iline, şarkta Kıtaylara, cenupta
Çinlileri karşı on sefer yaptım. Tanrı yardım ettiği için ölgün milleti
dirilttim. Çıplak halkı giydirdim; yoksul halkı zengin ettim; nüfusu azalmış
milleti çoğalttım. Türklerin başka milletler arasında mevkiini yükselttim. Dört
yandaki milletleri sulha mecbur ettim" demektedir86.
Tonyukuk
kendi kitabesinde Tanrı anlayışı ile ilgili şöyle demektedir: "Ben hakim
Tonyukuk Çin'de dünyaya geldim. Çünkü o zaman Türk milleti Çin'e tabi idi...o
vakit Tanrı şöyle demişti: Ben sana bir hakan vermiştim; fakat sen onu bırakıp
hüküm altına girdin. Bu sebeple Tanrı onlan ölümle cezalandırdı. Türk milleti
perişan olmuş ve birleşik Türk yurdunda toplu bir halk kalmamıştı...ilk önce
Şad (Kutluğ) yatımda 700 kişi toplandı; ben de onlar arasında idim. Tanrı bana
sezgi verdiği için onun kağan olmasına çalıştım ve kendisini sıkıştırdım. O da
"Tonyukuk benimle bulundukça ben İlteriş (milleti toplayan) hakan
olayım" dedi. Kıtaylarm ve Çinlilerin bu taze kuvvete karşı harekete
geçtiğini öğrenince gündüz oturmadım, gece uyumadım ve derhal durumu hakanıma
arz ettim; düşmanlar birleşmeden üzerlerine varalım dedim. Tanrı yardımı ile
düşmanlan perişan ettik. Kağan ve Türk milleti Ötüken'de yerleşince cenup,
şimal, şark ve garpta bulunan bütün boylar bize katıldı". Büyük vezir
başka bir yerde de "Kapağan han yirmi yedi yaşında tahta çıkınca gündüz
oturmadı ve gece uyumadı. Ben de kızıl kanımı dökerek ve kara terimi akıtarak
onun hizmetinde çalıştım. îlteriş (Kutluğ) kağan himmet etmese veya yok olsa
idi, ben de çalışmasaydım birleşik Türk yurdu sahipsiz kalırdı. Onlarla
birlikte çalıştığın için Türk milleti birliği kavuştu. Bugün Bilge kağan da bu
sayede Türk ve Oğuz milletini idare ediyor" der . [391]
[392]
Kağan olma sürecinin üç ana işlemi ve
özellikleri :
a.
Kağan
kaldırma/yükseltme işlemi: Bu hareket, adayın, Tanrı ile ilişkiye
geçmesi, iletişim kurmasıdır.
Bunun için, Tanrı’ya, yağış adı verilen özel bir kurban sunulur. Ardından, iletişim kurulması
eyleminin
kolaylaştmlması için, kağan adayı, aşağıdan yukan doğru
kaldınlır/yükseltilir. İlk
işlem burada biter.
b.
Yügerü
kötürme/yukarı çıkarma işlemi: Tanrı, adayı uygun bulursa, onu, bulunduğu yerde
iken, tepesinden (başından, saçından) tutup yukanya, yanına çıkarır. Bunu
yapmasının sebebi açıktır: yarlık, kut, küç, ülüg ve il beratı vermek içindir.
Kağan adayı Tanrı tarafından bu emanetler kendisine verildikten sonra kağan
yapılmış olur. Ve bu görüşmeden sonra ikinci işlem de sona ermiş olur.
c.
Kağan
oturma/oturtma işlemi: Kağanlık görevi verilen ve Tanrı tarafından kağan
seçilen aday, yine Tanrı'nın buyruğu ile, yeryüzüne indirilir ve kişi oğlu
üzerine kağan oturtulur. Ve bu işlem, kağanı, Tanrı'nın onu indirmesi ve
kişioğlu üzerine kağan oturtması ile son bulur. Herkes, artık, kağanın buyruğu
altındadır ve kağan da, Tanrı'nın kendisine verdiği yetki ile onlan yöneltme
durumundadır.
Bilge Tonyukuk'tan alman alıntı:
Yedi yüz kişinin en
ulusu/yüksek ünvanlısı
Şadı idi. (Bana), kurban
kes! Dedi. Kurban kesicisi /sunucusu ben idim. (Ben), Bilge Tonyukuk (idim).
-Kağan mı kaldırayım/yükselteyim? Diye sordum.
Düşümdüm.. ..(Bize aittir)[393] [394].
Bu
metinlerden kağanlık için kurban kesildiğini öğrenmekteyiz. Bunun yanı sıra
kesilen kurbanın Tanrı’ya sunulması da söz konusudur. Bu kurban sunmanın esasım
ise kağanın Tanrı ile iletişiminin sağlanması olduğunu görmekteyiz. Bunun için
de kağanın yukan kaldmlması yani yükseltilmesi gerekmektedir.
Orhun
Abidelerinde Yuğ töreninden, Iduk yir-sub'lardan ve Tengri'den bahsedilmeğine
rağmen Şamanizm'den ve din adamları olan Kamlardan bahsedilmemektedir[395].
Kitabelerde Şamanizm'den ve Kamlardan bahsedilmemesi Göktürk devleti içerisinde
dini yaşam biçiminin devlet işlerinde etkin olmadığı ve dini düşüncenin tamamen
ferdin vicdanı meselesi olduğunu göstermektedir. Bu Göktürkler için şu
düşünceyi savunmamızı sağlamaktadır: "Göktürklerde din ve vicdan
hürriyeti" mevcuttur,
Türkler,
büyük ve yüce, yaratıcı, öldürücü tek bir Tanrı'yı inanırlardı[396] [397] [398] [399].
Göktürklerin Tek Tanrı inancına yükselmeleri mühim bir hadise olup milli şuurun
çok ileri bir dereceye ulaşması, kültür ve yazının yayılması, bu devreye
rastlar. Din adamlarının huzurunda münakaşaya çağnlan Mengü Han "biz
sadece bir tek Tanrının ozr varlığına , onun sayesinde yaşadığımıza ve onun
emri ile öldüğümüze inanıyoruz demektedir.
"Türk
kavmi yok olmasın diye Millet olsun diye Babam Elteriş Kağanı, annem Elbilge
Hatunu Tanrı tepesinden tutup yukan götürmüş" . Yazıtlardaki bu ve benzeri
satırlar, Tanrının Göktürkleri koruması, hakanların iktidarı ondan almaları ve
kendilerini başka milletlere üstün tutmalan inancı onlarda milliyet ve cihan
nizamı şuurunu doğurmuştur. Türkler yüksek ve mücerret Tanrı telakkisine
varmalarına rağmen başlangıçta yine onu gökte düşünüyorlardı. Bu sebeple Tanrı kelimesi
hem gök hem de Allah manasında kullanılıyordu .
Orhun
kitabelerinin ilk cümlesini okuduğumuzda Göktürklerin Dini hakkında bilgi
sahibi olabilmekteyiz: "Üstte Gök Tanrı altta yağız yer yaratıldığında
ikisi arasında kişinin oğlu yaratıldı. Kişinin çocuklarından onun atası Bumin
Kağan ve istemi Kağan yaratıldı .
Göktürkler
Gök Tanrıya inandıkları gibi toprak, güneş ve aya da inanmışlardır. Gök
ilahından başka yerin ve suyun Taunlarına ve ecdada tapma vardı. Mukaddes
hayvan olarak Böri yani kurdu tanımışlar, onun için kurban kesmişlerdir[400] [401].
Yazıtların
birçok yerinde "Tanrı" adı yalnız başma başka Tanrılarla beraber
(gök, yer-su) kanştınlmadan zikredilmektedir. "Tengri yalur kaduk
içün...", "üze Tengri basma....", "...özimmi ol Tengri
kağan ohrttı, ....Tengri ança temiş...." Gibi. Yine Tengri kelimesi bazen
"yer, gök" ve bazen da "yer-su" ile zikrediliyor, "gök
Tengri, asra yağız yer...", "Türk Tengrisi, Türk idukyer subı enço
etmiş..." gibi[402].
1.
Göktürklerde Umay Meselesi: Umay adına
Türk edebiyatında ilk defa Göktürk yazıtlarında rastlanır. Şamani dininde
peygamber ve mukaddes kitap gibi, melek mefhumu da yoktu. Fakat Orhun
kitabelerinde ve başka kaynaklarda ona benzer ruh ve varlıklara rastlanmıştır
ki, bunlar arasında Umay dikkati çeker. Kitabelerde kağanların anaları Umay'a
benzetilmekte ve çocukların hamisi sayılmaktadır[403].
Kültegin yazıtında (ID 31) Bilge Hakan "babam hakan öldüğü vakit küçük
kardeşim Kültegin yedi yaşında idi. Umay gibi anam hatun sayesinde küçük
kardeşim Kültegin er-kahraman adım aldı" diyor ki anasım çocukları koruyan
dişi Tanrı Umay’a benzetmiştir. Tonyukuk yazıtının batı cephesinde "Babam
Kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kültigin yedi yaşında kaldı...Umay gibi annem
hatunun devletine (Kültigin abidesi, Doğu Cephesi) ve Tanrı, Umay ilahe,
mukaddes yer-su üzerine çöküverdi herhalde" ifadeleri geçmektedir. . Son
yıllarda Urga (Ulan Batur) çevresinde bulunan bir kiremitte "Kögmen Yer-su
ve Umay hatun" sözleri okunmaktadır. Umay ruhunun menşei ne olursa olsun
bu ruh çok eski devirlerden beri Türklerde milli bir kült olmuştur[404].
Schmidt, Umay ile ilgili görüşünde dişi yüksek bir varlık tanımlaması
yapmaktadır[405]. Hanın
anasım Umay ile kıyasladığını kitabelerden öğrenmekteyiz. Umay, insanlara kut
veren, iyilik yapan yardımcı bir ruh olarak görünmektedir. Göktürklerin dini
hayatı içerisinde Tanrı merkezli bir anlayış var ise de bunun yamnda Yer-su ve
Umay kültü de insanlara yardım etmesi açısından Taundan sonra gelen ikincil
varlıklardır. Umay, yetişkinlerin ve çocukların koruyucu ruhu konumundadır. Bu
Göktürk kitabelerinde bu şekilde nitelendirilmiştir. Bu yönüyle o, Tanrının
yardımcısıdır [406]. İbrahim
Kafesoğlu, Umay'a, "aslı Hint-İran itikadında Huma olan Tanrıçadır diyor.
Umay yeni muhite göre, hususiyetler kazanmış, Türk kadın Tanrı Umay'dan başkası
değildir. Türk anne Tanrıçanm bütün klasik dünyada mahzar olduğu geniş teveccüh
bu görüşü teyit eden diğer kuvvetli delillerdir[407].
Türkler,
Orta Asya kültürüne büyük katkılar sağlamışlardır. Türkler, cesarete ve cömert
davranışa büyük önem vermişlerdir. Türkler, cömertlik, fazilet, töre ve bilgiye
büyük değer vermişlerdir. Hakim olanlara "bilge" unvanı verilmiştir.
Hakan eşi hatunlara da "bilge" unvanı veriliyordu. Hatunlar, hakanlar
gibi merasim ile tahta Oturtuluyor ve eşlerinin veya oğullarının yokluğunda,
"Terken" unvanı ile naib olabiliyordu. Hakan, gök tanrısına, Hatun
ise ana Tanrıça Umay'a teşbih ediliyordu[408]
. Umay kültü, üretici bir kült olarak görülmektedir. Bitkilerin yetişmesi, çocukların
doğumu gibi hayat, can ve ruhla ilgili fenomenlerin genel ifadesi Umay'dır[409].
2.
Umay-Kut
ilişkisi: Umay ve kut birer kült objeleri
değillerdir. Buna rağmen bu iki kavram Türklerin dini telakkileri içerisinde
kendini göstermektedir. Her iki kavram da insanda hayat başlangıcı olarak kabul
edilmekteydi. Her iki kavram da insanın durumuna göre, yaşa bağlı olarak
eşanlamda kullanılıyordu[410]. Umay
kültü, kut ile ilgili olduğundan Tanrı ve Dağ kültüyle de ilişkilidir. Çünkü
Kut, Tanrı tarafından verilmiştir. Bunu bizzat Orhun yazıtlarından
öğrenmekteyiz. Bunun yanında kutsal dağlarında Kut verdiği bilinmektedir. Bu
tür dağlar Bodin İnli ve Ötüken dağlandır.
E.
GÖKTÜRKLERDE ÖLÜM VE ÖLÜ
GÖMME
1.
Ölüm:
Şamanizm'de
bir peygamber ve mukaddes kitap olmadığı için Kam denilen kişiler cenaze ve
defin merasimlerini idare ederlerdi[411].
Kamların hastalık ve ölüm zamanlarında vazifeleri çok önem kazanırdı. Bir kimse
hasta olduğu zaman ona evinin yakınında bir çadır kurulur, hastalık fena
ruhların eseri olduğundan hastanın hizmetine köle ve cariyeler bakardı. Çadır
üzerine bir işaret konularak başkalarının yaklaşmamalan belirtilirdi. Sadece
Kam hastanın yanma gider, kendisine göre dua ve vasıtalarla hastayı tedavi
etmeye çalışırdı. Hastanın akrabaları kendi hastalarını iyileşinceye kadar
göremezlerdi, şayet ölürse orda defiıedilirdi[412],
Göktürklerin
dini adet ve ananelerinin değerlendirilmesi içinde cemiyet hayatına göz atmak
da fayda vardır, bu durum irdelendiğinde Türklerde fuhuş olmadığı görülecektir.
Evli bir kadına tecavüzün cezası idamdı. Bir genç kıza tecavüzse, genç kız
evlenmeyi kabul etmezse, gene aynı cezayla karşılık görürdü. Hırsızlık yapan,
çaldığının on mislini öder ve cemiyetteki yerini kaybederdi. On misli ödeyecek
serveti yoksa hürriyetini kaybeder, esir olarak satılırdı. Evlenme, servet ve
asillikçe yakın olanlar arasında olurdu. Asil genç kızlar, halktan erkeklerle
evlenmezlerdi[413].
Göktürkler
ruhun ebediliğine ve ahiret hayatına, iyilik ve kötülüklere dair hesabın
verileceğine inanırlardı. Göktürkler ölümü "uça barmak" sözü ile
söylemişlerdir. Onlar, "ruhun uçun Tanrı katma gittiğine"
inanırlardı. Göktürklere göre, "kişi oğlu hep ölümlü türemiş" idi.
Bunun için, "Tanrı yaşar", insan da ölürdü. Ölüm, aynı zamanda,
"aileden de bir aynlma", idi. Yazıtlarda da ölenler, kimlerden
ayrıldıklarım birer birer sayarak, "ayrıldım" derler[414]. Bu
yüzden Göktürkler kağan ve beyler öldüğü zaman ruhlarının bir kuş gibi göğe
yanı Tanrımn yanına uçtuğunu kabul ediyorlardı[415].
Göktürk hakanlarından birisi öldüğünde onun kefeni ipekli kumaştan kesilirdi.
İpekli kefenlerin bazen yoksullara dağıtıldığı da görülmektedir. Barthold da,
Türklerin ölülerinin ruhlarım bir kuş olarak tasarladıklarım belirtmektedir.
"Ölmüş" yerine daima "Uçmuş" kullanılır.
Göktürkler,
öleni elbise, silah ve eşyalanyla oturur halde gömüyorlardı (oturarak).
Kümbetler (veya tümsekler) yapılıyordu. Yuğ aşı veya ölü aşı (at) yeniyordu.
Cennet inancı vardı. Öldürülen atm derileri sırıklara asılıyordu. Ölen kişi
cennete bununla gidecekti. Ruhun ölmezliğine inanıyorlardı[416].
2.
ölü
Gömme: Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında
aşağı yukarı aym devirlerde muhtelif gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca
asma, toprağa gömme. Kök Türklerin defin törenleri hakkında verilen malumata
göre, bunlar ölüleri yakarlardı. Bazı mezarlarda kül bulunduğu bu haberleri
teyit etmektedir. Bununla beraber, Kök Türk devrine ait olduğunda hiç şüphe
olmayan mezarlarda iskeletler bulunmaktadır. Arkeolog S.V. Keselev tarafından
Altay-Sayan dağlarında ve çevrelerinde, bilhassa 1935 yılında Kuray ve
Tuhaytı kasabaları civarında, yapılan kazılarda meydana çıkarılan
mezarlarda bulunan iskeletlerde yakma izleri görülmemiştir. Aym devirde
muhtelif şekillerde gömme törenlerinin yapıldığım izah etmek güçtür. Ölüyü
yakma, ağaca asma, toprağa gömme aile veya boy geleneklerine, yahut her boyun
dini telakkilerine dayanmış olabileceğini düşünmek mümkündür[417].
Göktürklerde ölünün yakılması ile ilgili çelişkiler vardır. Bu konu ile ilgili
olarak bazı araştırmacılar Göktürklerin ölülerini yaktıklarım belirtirlerken,
bazı araştırmacılar da kesinlikle Göktürklerde ölü yakma adetinin olmadığım
belirtmektedir. Çin kaynaklarım esas kabul ettiğimizde ise Göktürklerde belli
bir zaman diliminde ölü yakma adetinin olduğunu, daha sonra bu adetten
vazgeçildiğini görmekteyiz. Bu alanın önemli araştırmacılarından olan merhum
Hikmet TANYU,
Türklerde
Taşla ilgili inançlar kitabında Göktürklerin ölü yakma meselesine dair
bilgilere yer vermektedir. O, kitabına aktardığı bilgilere göre
Türklerin ölülerini yaktıklarım belirtmektedir. Bir kısım Türklerin, ölü için
koyun ve at kurbanları sunduktan sonra "naaş bütün servet ve atıyla
birlikte yakılır. Külü sonradan mezara konularak tekrar kurban edilir ve at
yarışları yapılır, matemin sembolü olarak da yüzleri çizilir. Ölünün bir resmi
hazırlanır. Ölünün öldürdüğü adam adedi kadar mezarı üstüne taş yığılır"
vb. denilmektedir[418].
Göktürklerde
birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse gömmek için "yapraklarla
sararmasını" beklerler. Sonbahar veya kışın ölmüşse, ilkbaharı,
"otların çıkmasını" beklerler. Göktürklerde ruh ölümsüzdü. Ölen için
ağız yakılır, Tanrı’ya dua edilirdi. Ölünün çevresinde atla veya yaya olarak 9
defa dönülürdü. Göktürk'te ölüler mumyalanır, sonbaharda veya ilkbaharda
gömülürdü[419] .
Orhun
yazıtlarında, bunça bodun saçın.... (b) içdi, tüm bu insanlar saçlarım kestiler
şeklinde bir cümleyi okumak mümkündür. Orhun Yazıdan, saçların bu şekilde
kesilip atılması işleminin, ölüm sırasında değil de cenaze töreninin
düzenlendiği sırada yapılmış olması gerektiğini göstermektedir. Saç örgülerinin
mezarlarda bulunmuş olması, aynı yöntemin tarih öncesi çağlarda da geçerli
olduğunu kesinlikle göstermektedir. Çoğu zaman saç örgülerinin çözülmesi
yeterliydi. Başka geleneklerde sakalın kesilmesinden söz edilmektedir[420].
3.
Cenaze
Töreni: Göktürklerin defin merasimi hakkında Çin
kaynaklan geniş bilgi vermektedir. Göktürklerden birisi vefat ettiği
zaman vefat eden kimseyi merasimle çadıra koyarlar. Oğullan, torunlan,
erkek-kadın bütün diğer akrabalan çadırın önünde toplanıp vefat eden kimse için
at ve koyun kurban ederler ve çadırın önünde kurbanlan bırakırlardı. Sonra yedi
defa atla çadırın etrafinı dolaşırlar, bu sırada yüzlerini bıçakla keserlerdi.
Kanlar gözyaşlan ile beraber akardı[421].
Defin merasimi ile ilgili olarak başka bir görüş ise şu şekildedir: Defin
merasiminde, ölü, bir çadırın içine konduktan sonra atlarla dokuz defa çadırın
etrafı dönülürdü. Tıpkı tahta çıkma törenleri gibi kalabalık bir grup ve
atlılar, ölünün etrafında dokuz defa dönerek, her halde onu göğe çıkarmış
oluyorlardı[422]. At
koşturma bitince, ölünün bütün eşyaları, atı ile birlikte yakılır ve geriye
kalan, kemikleri toplanırdı. Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler,
ölünün kemikleri, mezara konduktan sonra yapılırdı. Bundan sonra yine, at
yarışları yapılırdı[423]. 7 ve 9
sayılan, Göktürklerde kutsal anlam taşıyan sayılardır. Ölünün çevresinde bu
turun yapılması bir anlamda öleni son yolculuğuna hazırlamak içindir. Ölen bir
Göktürk, hemen o günlerde gömülmezdi. Ölüm olayı ile defin tarihi arasında
belirli bir zaman dilimi bulunmaktadır. Türkler çok eski zamanlardan beri
ölülerini bekletmişlerdir. Bu da beraberinde mumyalama tekniğinin gelişmesini
getirmiştir. Hunlarda mumyalama sanatının daha gelişmiş olduğunu görmekteyiz.
Bunun en önemli kanıtını kurganlardan çıkartılan mumyalanmış cesetler ortaya
koymaktadır. Hunlarda yaygın olarak kullanılan bu teknik Göktürklerde de
kullanılmıştır. Ancak Göktürklerde Hunlardaki kadar yaygın değildir. Göktürkler
mumyalama tekniğine nadiren müracaat etmişlerdir. Bilge Kağan, Tonyukuk ve
Kültigin gibi Göktürk büyüklerinin ölümleri ile gömülme merasimlerinin
farklı tarihlerde yapılmış olması, cesetlerin tahnit edilip mumyalanması
işlemini de beraberinde getirmiştir[424].
Mumyalama tekniğini çok iyi bilen Göktürkler, ilkin bu işlemi yapar, mevsim
bahar yada yazsa, sonbaharda, kış mevsimiyse, ilkbaharda gömerlerdi. Bu külü
gömme sırasında, ölenin akrabaları ilk öldüğü gündeki gibi tekrar at üzerinde
ve mezarın etrafında yedi defa dönerler, kendi yüzlerini keserler ve ağlarlardı[425]. Mezar
kapatılınca, ölünün bir resmi veya heykeli yapılarak, mezar üzerine konur ve
öldürdüğü düşman sayısı kadar , mezar üzerine taş dikilirdi. Eski Türkler bu
taşa "balbal" adım verirlerdi. Göktürk çağındaki Mezarların çoğunda,
yakılmış ölülerin izlerine pek rastlamıyoruz. Göktürklere, ölüleri yakma adetinin,
eski yurtlarından gelmiş olması muhtemeldi. Hatta M.S.630 yılından önce bile
Göktürklerin ölülerini yakma yerine; gömmeğe başlamaları üzerine, Çin
İmparatoru çok içerlemiş ve kendisine gelen Türk elçisine şöyle söylemişti:
-"Artık
ölülerinizi, atalarınız gibi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz. Bunun için de, Tanrı
başınıza felaketler yağdıracaktır!". 630 yılında Göktürk devletini
yıkacak olan bu güçlü Çin İmparatoru, soyca Çin'de yerleşmiş Türklerin
nesillerinden, geliyordu: "Bu sebeple de Türklerin, eski atalarının eski
geleneklerini bırakmış olmaları, onu çileden çıkarmıştı. Bu İmparatorun babası,
önceleri Türkler'e bağlanmak istemişti[426].
Türk
kağanlarının cenaze törenleri, adeta uluslar arası ve büyük bir olay olurdu.
Kağanın ününe ve büyüklüğüne göre, yabancı elçilerin gelmesi de, zorunluluk ve
şart idi[427]. Ölen
devlet başkanı veya yüksek bir şahsiyet ise, bu ölü gömme mera simlerine
yabancı devlet elçileri de katılır, onlar da Türkler gibi yüzlerini yaralamağa
ve aym dini merasimi yapmaya mecbur edilirlerdi. 572 tarihinde gelen Çin, 576
tarihinde gelen Bizans elçileri Mukan ve İstemi Kağan'ın matemlerine
katılmağa zorlandıkları zaman bunu garip karşılamışlar, fakat nihayet
sakallarım tıraş ederek mateme iştirak etmişlerdir[428].
Valentin, İstemi Kağan'ın cenaze töreninde kendi sakalım kesmek zorunda
kalmıştır[429].
Türklerde öldükten sonra hayatın varlığı bilinmektedir. 576 yılında İstemi
Han’ın cenaze töreninde öbür dünyada merhuma refakat etsin diye "dört
savaş esiri Hunlunun" boynu vurulmuştur[430].
Çiang-Kieu-Ling belgeleri külliyatında muhafaza edilen Hiuan- Tsong tarafından
yazılan bir mektup, Bilge Kağan'ın cenaze töreniyle ilgilidir. Bu mektupta
şunlar yazılıdır: "Tu-kiulerin Tengri Kağan'ına emirnamedir. Günler ve
aylar geçmekte ve cenaze töreni için tespit edilen an hızla
yaklaşmaktadır....(Ölüyü gömmek için) uygun bir yerin seçilmiş olduğunu
öğrendiğimizde acımız yeniden canlandı"[431].
Çin kaynaklarından Kültekin ve Bilge Kağan'ın ölüm tarihleriyle cenaze
törenlerinin tarihini kesin olarak bilebiliyoruz. Bilge Kağan, köpek yılında
10. ayın 26. gününde, yani 25 kasım 734 yılında ölmüştü. Onun cenaze töreni ise
domuz yılının, 5. ayının 27. gününde, tam olarak 22 haziran 735 yani gündönümü
gününde yapılmıştır. Bilge Kağan'ın ölüm günüyle toprağa gömülmesi arasında
yaklaşık yedi ay geçmiştir. Onun yuğ merasimine başta elçi Li Tsyuan'ın
idaresinde bir Çin heyeti ve diğer milletlerin temsilcileri de katılmışlardı.
Kültekin, koyun yılının 17. günü ölmüştür. Ay belirtilmediği için bizim
takvimimizde şubat ayına karşılık gelen birinci ayın söz konusu olduğu
düşünülebilir. 9. ayın 27. gününde, yani bize göre 1 kasım 731 tarihinde
gömülmüştür. İki prens için, 27. gün söz konusudur; bu tarih özellikle cenaze
törenleri için uygun olan ay takviminin bitimidir[432].
Türkler,
kendi ölülerinin mezarlarına "bark" dedikleri, küçük bir ev yapmağı
da, ihmal etmezlerdi. Göktürk kağanları ve özellikle Kültegin için yapılan
"barklar", taştan yapılmış ve oymalarla süslenmişlerdi. Bark'ın içine
yazıtlar da yazılırdı. Bu evin içinde, ayrıca Tanrıya verilecek
kurbanlar için bir sunak yeri bulunur ve ölünün de, bir resmi ile heykeli
saklanırdı. Çin tarihçilerine göre Kültegin'in mezarında, bir resmi yapılmıştı.
"Bu resim, Kültegin'e o kadar çok benziyordu ki, Bilge Kağan her gün
barka geliyor ve kardeşinin resmine bakarak, ağlayıp gidiyordu"[433].
Göktürkler,
kağanların gömüldüğü "kurgan" adı verilen Mezarların yerlerini gizli
tutarlardı. Türkler, ölülerini değerli eşyalanyla birlikte gömerlerdi. Onların Mezarların
yerlerini gizli tutmalarının nedeni mezar hırsızlanma önünü kesmek içindi.
Mezarlara ölülerle birlikte gömülen bu değerli eşyalar mezar hırsızlan için
büyük bir hazine olabilirdi. Bu yüzden, tarih boyunca gelip geçmiş Göktürk
kağanlarının gömülü olduklan mezarlar bulunamamıştır. Göktürkler, ölenin değer
verdiği bazı eşyalarım ve özel binek atım, ölenle birlikte-öldürdükten sonra-
aynı kurgana (mezara) gömerlerdi. Atm, ölenin ardından sağ bırakılmayarak onun
ruhu için kurban edilmesi bir Göktürk töresi gereğiydi[434]
[435].
Türklerin ölünce atlan ile birlikte gömülmeleri "bu hayvana binip cennete
gideceklerine" dair inancın bir neticesi ıdı <
Türkler,
mezarlarını yüksek dağ başlarına yada yerleşim yerine hakim olan noktalara
yapmışlardır. Türklerin mezarlarım bu biçimde yapmalarının çeşitli nedenleri olmalıdır.
En önemlisi de Eski Türklerin inançlarında yer alan noktalardır. Eski Türkler,
mezarlarını yüksek dağ başlarına yapmakla gökte oturan Tanrı'ya daha i
yakın
olacaklarını düşünmektedirler . Türklerin Mezarlarının yüksek dağ başlarına
yapılmış olması onlara ait eşyaların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.
Çünkü Mezarların içine sızan sular donarak içindeki eşyaların bozulmadan
günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Bir nevi soğutucu görevi üstlenmiştir.
"Gerek
oldu" yani öldü anlayışı Göktürk Yazıtlarında görülüyordu[436] [437]:
1.
"..
.Küçük kardeşim Kül Tegin, "öldü (kergek) gerek (boldı)". Düşündüm!
Görür gözüm, görmez oldu!..." (Kül Tegin yazıtı, IK 10).
2.
"....İşini
gücünü verip, bunca "töreyi kazandı". Küçük kardeşim Kül Tegin'e
"özünce gerek oldu (özinçe kergek boldı)! Yani "vadesi gelip,
öldü". "Babam kağan öldüğünde, (uçdukda), küçük kardeşim Kül Tegin,
yedi yaşında, (yetim) kaldı...": (Kül Tegin yazıtı, ID30).
3.
"...Atalarım,
Bunun Kağan ve İstemi Kağanlar...özlerince "gerek (vacib), olmuş",
(ölmüşler: (özinçe kergek bolmış)..": (Kül Tegin yazıtı, ID4).
4.
"...Bilge
Küli-Çur yalnız olarak düşmana hücum edip (oplayu, hoplayu?), yetişmiş (tegip),
düşmana girmiş! (Ancak) kıstırılıp, (gerek oldu), öldü (kergek
boltı)....Geldiler ve Küli-Çur'un cenaze törenini", yuğ aşını (yuğlatı)
yapıp, "heykelini yapıp" (bedizin bedizeti) ve oturttular...":
(Küli Çur yazıtı, 23-24).
Göktürkler
ölmüş kelimesi yerine uçmuş kelimesini kullanmışlardır. Bundaki amaç ise ruhun
ölmezliğini göstermek olsa gerektir. Göktürk yazıtlarında uçarak gitme, ölme şu
şekilde ifade edilmektedir[438]:
1.
".... Babam Kağan (İl Teriş Kağan)
"öldüğünde (uçdukta)", ben sekiz
yaşında
kaldım. (Türk devlet) "töresince” (ol törüde üze), Amcam Kağan tahta
oturdu....": (Kül Tegin yazıtı, ID16).
2.
".... Bilmediğin için! Korkaklığın
(yablak) için! Amcam Kağan, "öldü"
(uça
bardı)!...": (Kül Teginyazıtı ID25).
3.
"....Kül
Tegin, (731 yılında) "öldü (uçdı)" (21 Ağustos 732'de), "cenaze
törenini (yuğ)" yaptık. Barkmı, süslemelerini, "yazılı taşını (bitig
taşın), "dua ve alkışla", tamamladık (alka-)! Kül Tegin, 47 yaşında,
"öldü (ölip),
(Aym
yazıt, IKD).
4.
"....Türküme,
milletime, iyiliğine, böyle kazam verdim!.babam Kağan,
.."öldü" (uça bardı: uçarak gitti)!...": (Bilge Kağan yazıtı
IIG10).
Göktürk
kağanı öldüğünde onun ölüm törenine uzak veya yakın çevrelerdeki bütün
devletler ile büyük kavimler katılıyorlardı. Devletin güçlü olduğu dönemlerde
bu törenlere katılma zorunluluğu vardı. Göktürklerde, devlet cenaze
törenlerinin yapıldığım da bilmekteyiz. Bu törenler şu şekilde yapılmaktadır118:
"....(eski
büyük Göktürk kağanlarının), "özünce gerek olmuş", (yani vacip olup,
ölmüşler): Doğu'da, gün doğusunda, Ormanlı ve Çöllü iller, Çin (Tabgaç),
(Güney'de), Tibet; (Batı'da), Apar Apunm; (Kuzey'de), Kırgız, Üç Kunkan;
(Kuzey-doğuda), Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı (gibi) bu kadar kavim (budun),
gelerek ağlamış ve ölüm törenini yapmışlar. (Bu Türk kağanları), bu kadar ünlü
kağanlar imişler....": (Göktürk yazıtları, ID3).
Göktürklerde
öldükten sonra yeni bir hayatın başlayacağı fikri vardır. Bunu mezarlardan
çıkan bulgulara dayanarak söylemekteyiz. Mezarlardan çıkarılan ölünün
hayatta iken kullandığı eşyalarının yanı sıra atının da bulunması bu düşünceyi
destekler mahiyettedir. 576. yılda İstemi Han'ın defin zamanı merhuma öbür
dünyada (hürmet) eşlik etmesi için "dört esir Hun" da idam
edilmişti.649. yılda imparator Taytszunun defin zamanı Aşina Şeni hükümdar
dostundan ayrılmamak için kendini doğramak istedi[439].
Bu bilgilere göre yukarıdaki tezimiz destek bulmaktadır. Türklere göre, öbür
dünya anlayışı, yeryüzündeki yaşantının devamıdır.
Göktürklerin
defin merasimi hakkmdaki en teferruatlı bilgileri Çin kaynaklarından
öğrenmekteyiz. Tan sülalesi tarihi VI. Yüzyıl vukuatından bahsederken
Göktürklerin defin törenini şöyle tasvir etmektedir: "ölüyü çadıra korlar.
Oğullan, torunlan, erkek-kadın başka akrabası atlar ve koyunlar keserler ve
çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa
dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip ağlarlar. Yüzlerinden kan ve
yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrar ederler. Sonra muayyen bir
günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyayı ölü ile beraber ateşe
yakarlar; külünü, yılın muayyen bir gününde, mezara gömerler. İlkbaharda
ölenleri sonbaharda, otların e yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya
güzün ölenleri çiçekler açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler.. Önce ölünün atı
yakılarak külleri, vaktiyle kullandığı eşya ile birlikte ölü ile gömülür. Sonra
bir mezar kazılır. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları
gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar. Mezar üzerinde kurulan
yapınm duvarlarına ölünün resmini, hayatmda yaptığı savaşları tersim
ederler. Bu ölü ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerinde bir taş korlar.
Bazı ölülerin mezarında bu taşlar yüze, hatta bine baliğ olur. Atlar ve
koyunlar kurban ettikten sonra kafalarım kazıklar üzerine korlar[440] [441].
Yılın
belli zamanındaki -yazın ölenlerin sonbaharda; kışın ölenlerin i 'i 1 ilkbaharda -
defin merasimi Göktürklerde VIII. Yüzyıla kadar devam etmiştir .
4,
Mezar:
Göktürklerden
ölen birisi için mezar yapılır. Göktürklerde mezar genellikle gizli olarak
yapılmıştır. Mezarın içinde bir oda bulunur. Odalar gizli bölmeler halindedir.
Hakanların, hanların, yüksek rütbeli kişilerin mezarlan ise tamamen gizli
olarak yapılmıştır. Türkler, han mezarlarım gizli yerlere yaparlardı.
Erişilemeyen, yanma yaklaşılması yasak olan han mezarlarına, Türkçe
"Kuruk" adı verilir, bekçilerine de "Korukçu" denirdi . Mezarın
içine ölenin katıldığı savaşları tasvir eden resimler bulunmaktadır. Mezarın
önüne de ölenin hayatta iken öldürdüğü düşmanlan sayısmda taş dikilir ki buna
balbal denilir. Türk inancına göre, öldürülen bu düşmanlar öbür dünyada,
hanlara ve alplara hizmet edeceklerdir . Bu taşların sayılan bazen yüzlerce ve
binlerce olur. Ölü gömme günüde kurban edilen, "koyun ve atların başlan”,
mezar üzerine dikilen sınğa asılır. Ölü gömme günü erkekler ve kadınlar
toplanır. Eğer bir kız, bir erkeğin hoşuna giderse, -törenden dönüşte-, kızın
babasına birini gönderip evlenme diler. Çoğu zaman, bu isteğe evet denir[442] [443] [444]. Göktürk
çağındaki Mezarların çoğunda yakılmış ölülerin izlerine pek rastlanmıyor.
Tu'yaliti'de yapılan kazılarda bulunan mezarlarda erkek ölünün elbisesi
bulunduğu görülmüştür. Erkek ölünün elbiselerinin üç kat olduğu, üst kısmına
giydirilen elbisenin koyu kırmızı, ortadaki yeşilimsi ve alttaki ise altın
sansı ipekten yapıldığı müşahede edilmiştir[445].
Yine yapılan bir kazıda ölünün yanında bir tencere, tencerenin yanında kemik
yay parçalan ile üç dilimli ok uçlarının bulunduğu görülmüştür. Ölünün sol
elinde tahta kınlı bir bıçak ve ayağının topuk kısmında ise iki tane gümüş
plaka ve kovaya benzer kazan bulunmuştur[446].
Hun, Göktürk ve Avar mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs
eşyalan, silahlar ile dolu idi. Türk mezarlan adeta birer hâzineyi
andırmaktadır. Türk mezarlarının böylesine zengin eşyalarla dolu olması
mezarlan cazibe haline getirmiştir. Bu durum Türk mezarlarının akıbetini
olumsuz etkilemiştir. Çünkü zengin olan Türk mezarlan AvrupalIlar ve Ruslar
tarafından soyulmuştur[447] [448]
Göktürklerin ölülerini yakmaya başlamalan, onun yerine gömmeye başlamalan
üzerine, Çin imparatoru duruma çok içerlemiş ve kendine gelen Türk elçisine
"artık ölülerinizi atalarınız gibi yakmıyor ve yalnızca gömüyorsunuz.
Bunun için de Tanrı başınıza felaketler yağdıracaktır'1 diye
söylenmiştir.
Göktürkler
ölülerini gömmek için tabut kullanmışlardır. Bu tabutlar üzeri süslenmiş,
taştan yapılmış yekpare dört taş levhadan meydana getirilmiştir[449].
Pazınk'ta bulunan bir tabut üzerinde "cennet kuşu" resmi vardı[450].
5.
Yoğ
Merasimi: Türkler ölülerine saygı göstermişler, onlar
için yuğ töreni düzenlemişlerdir. Bu yuğ törenlerinden kitabelerde
bahsedilmektedir. Orhun Kitabelerinde, İstemi Kağan ile Kültegin'in ölümü
münasebetiyle cenaze merasimlerine, birçok milletlerden elçilerin ve bunların
yanında "yuğçı ve sığıtçı"lann geldiklerinden bahsedilmektedir.
"Yuğçı"lar, töreni hazırlayanlar ile törene iştirak eden, resmi
kortej olsa gerekti. Her millet özel ağlayıcılar gönderiyorlar ve Türk kağanı
için, ağlıyorlardı. Eski Türklerde ağlayıcıların arkasından, ölünün önemine
göre, büyük bir halk kitlesi de takip ederdi[451].
Yas merasiminde bulunan kimselerin, matem alameti olmak üzere, kulak ve
saçlarını kesmeleri adetti[452]. Ölünün
gömülmesi sırasında yapılan matem merasimlerine "yuğ töreni" denirdi.
"Yas" anlamına gelen "Yuğ töreni", kişinin önemi, değeri ve
varlığıyla orantılıydı. Bu törende, ölenin yakınlan, yeterince acı
çekmek için bir yerlerini kanatır, göz yaşlarım kanlarıyla kanştırarak ağlaşırlardı[453]. Yuğ
merasimlerinde ölü için ağlamak üzere kadınlar ve erkekler tutulurdu. Bunlara
"yuğçı" veya "sığıtçı" derlerdi. Bu sığıtçıların ekserisi
Çin'den para ile tutulurdu. Sığıtçılar başlarım örten kukuletalı uzun ve beyaz
elbiseler giyinirlerdi. Türklerde de beyaz elbiseler zaman zaman yas elbisesi
olarak kullanılmıştır[454]. Yuğ
töreninden sonra ölen kişin için onlara "Bark=Türbe" de yaptınlmış ve
bu anıtlarla onların ebediliği sağlanmaya çalışılmıştır, ölen düşmanın
cesetlerinin nasıl bir muameleye tabi tutulduğunu tespit etmek mümkün değildir.
Ama bunların Balbal adı verilen ağaçtan suretleri, onu öldüren kahramanın
mezarına dikilmektedir[455] Ölünün
gömülme işi bittikten sonra ölünün atlan kesilerek yenilirdi ki, bu da bütün
Türk kavimlerinde görülen "yuğ aşı" veya "ölü aşı" geleneği
idi. Bu geleneğe eskiden "yuğ basan" adı veriliyordu[456].
Göktürklerin
hakan ve büyük kahramanlarınm yoğ aş törenine bütün imparatorluktaki ulusların
iştirak ettiklerini Orhun yazıtlarından öğrenmekteyiz. Yuğ aşı törenleri umumiyetle
ölünün 1. yıldönümündeki yaz aylarında yapılırdı. Kültegin ve Bilge Kağan'ın aş
törenleri de yaz aylarında yapılmıştır. Kültegin ve Bilge Kağanlar için dikilen
anıtların bulunduğu sahada bunların defin edildiği yer olmayıp "yuğ
aşı" töreni yapılan yerlerdir[457].
6.
Yas:
Türkler,
yas alameti olarak siyahı kullanmışlardır. Bazı Türk topluluklarında ise farklı
renklerin kullanıldığını görmekteyiz. Bu renkler içinde en çok kullanılanı
ise beyaz veya gök rengidir. Türkler matem alameti olarak bu renkleri kabul
etmişlerdir[458]. Orhun
Yazıtlarında Kültegin ve Bilge Kağan'ın matem törenlerine ait bilgiler vardır.
Kültegin yazıtından Kül Tegin için yapılan ağıt şu şekildedir[459];
"... Küçük kardeşim Kül Tegin "öldü
(kergek boldı),, (gerek ve vacib oldu)!
Düşündüm!
Görür
gözüm, görmez gibi oldu! Bilir bildiğim, bilmez gibi oldu!
Düşündüm!
Zamanı
(öd), "Tanrı takdir eder" (yasar)! Kişi oğlu hep ölmek için (ölüğü)
yaratılmış (törümiş)! Böyle düşündüm!
Gözden,
yaş gelseîEtten (etide?), gönülden haykırarak), "ağlama (sığıt) gelse!
Yanar gibi oldum!
Düşündüm!
Çok çok (katıgdı) düşündüm!
İki
Şad'ımm, küçük kardeşlerimin, oğullanmm, beylerimin, milletimin,
Gözleri
ve kaçlan (ağlamaktan) kötü olacak diye! Düşündüm!...": (Kül Tegin yazıtı,
İKİ 1).
Göktürk
çağındaki diğer mezar taşlarından ağıtlar ise şu şekildedir[460]:
1.
"....Oğullarımdan,
sizlerimden, yalnız kızımdan, büyük kardeşlerimden (eçi), eşimden (dostumdan)
(eşime), arkadaşlarımdan (kadaş), aynlı verdim (adınlı bertim!)
"
Tanrılık, (semavi) ilime (Tengri elimke); başta (veya başlık eden) beyime!
Doymadım!...": (Ye. 20:HNO, 3, s.119).
2.
"Ben,
Tüz Bay Küç Bars Külüg! Etkili (uyar) kadınım için biriktirdim
(ökdim)! Yazık!..Etkili beyimden,
aynldım (adınltım)! Etkili
arkadaşımdan
(kadaş-), aynldım!": (Ye. 21:HN0,3, s.l 19).
3.
"Kuyda,
prensesime! Kızıma (kız oglım)! Beyime, arkadaşıma, doymadım (bükmedim)! Kırk
üç yaşımda aynldım!": (Ye. 26).
4.
"Yücelerdeki,
Tanrı (üze tengri), buyurdu (yarlıkadı)...
"halkıma
(kara budun)..Oğluma, doymadım!....": (Ye.31,2: (HNO, 3, s.144).
565
yılında, Göktürk kağanı olan Muchu (Mukan), kızını Kuzey Ch’i imparatoru Wu ile
evlendirdi ve buna karşılık olarak, her yıl 100000 top ipekli kumaş
aldı. Sui ve Tang sülaleleri zamanında Göktürkler ile Sui ve Tang imparatorları
arasındaki ilişki daha da yakındı, Sui ve Tang imparatorlarından gelen armağan
ve ödüller daha da boldu. 627 yılında, Tang Taizong, Batı Göktürklerin kabile
reisinin ölümü yüzünden yas tuttu ve mezarında yakılmak üzere ipekli kumaş
yolladı[461],
Türklerde
matemin sade geçmediği hatta biraz abartıldığı görülmektedir. Yas alameti
olarak Türklerde saç kesme adetinin yaygın olduğunu görmekteyiz. Ölüm
hadisesinin büyük yasa sebep olduğu bizzat Göktürk Kitabelerinden
anlaşılmaktadır.
Yüzler
yırtılır, saçlar yolunur, karalar giyilir, saçlarını, kulaklarını keserler,
feryat ederek ağlarlardı. Büyük "yuğ" törenleri yapılır, pek çok at
kurban edilerek "yuğ aşı" verilir. Hunlar'dan günümüze kadar, bütün
Türk uruklarında bu, böyle yapıla gelmiştir[462].
Kültegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: "Çok
yaslandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve
ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım". Bilge Hakan'ın
oğlu babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: "....bunca kavim saçlarını
ve kulaklarını biçtiler"[463]. Çünkü yapılan
kazılarda anıtların altında mezar çıkmamıştır.
Eski
Türkler tabiatta bir takım güçlerin varlığına inanmışlardır. Bu inanış
dolayısıyla Türklerin yaşantısında bir takım kültler meydana gelmiştir. Tabiat
kuvvetlerine inanan Türkler tabiatın gücünün bulunduğuna inanmaktalar ve onlan
kutsal olarak kabul etmekteydiler. Türklere göre bu inançlar, tabiatta mevcut
olarak bulunan dağ, ağaç, su, kaya, vb. varlıkların birer ruhunun b ulunduğunu
tasavvur etmekteydi. Hatta bu ruhlar iyilik verenler ve kötülük getirenler
şeklinde ikiye ayrılmıştı. Güneş, ay, yıldız, gök gürültüsü, şimşek birer
kutsal ve semavi ruh şeklinde tasavvur edilmekteydi[464].
1.
Vatan
Kültü: Devlet ve vatan toprağı Türklere, göre
devlet ve milletin toprağım meydana getiren, yerler ile sular, mukaddes idiler.
Yerli-sulu yurt, Türklerin yurt ve vatan düşüncesinin temelidir. Göktürklerin
aynı mukaddes yerlerde ibadet etmeleri, Tanrı'ya ve ata ruhlarına kurban
vermeleri, hem oralarda, yüzyıllar boyunca nasıl devam ettiğini gösteriyordu.
Eski Türkler, akıl ve mantık gereği olarak, "yer-su", yani
"yerler sular" deyimini kullanmışlardır. Aileler, su içtikleri pınarlar
ile yaşadıklan yerlere, kutsiyet vermişlerdir. Göktürk çağındaki
"yer-su" deyimindeki yerin içinde dağlar, yaylalar, otlaklar ile hatta
tarlalar bile vardı. Su ile bu toprak varhklan, birbirinden aynlmaz birer bütün
idiler. Göktürkler yer ve su için eski Türkçe "Iduk", yani "Tanrı'nın
gönderdiği" tanıtmasını yapıyorlardı. Bu da, mukaddes demekti. Suyu
bulunmayanlara, su verme ile sebil ve hayrat anlayışı da, Türklerde eski bir
gelenektir. Eski Türklerin, "yer-su" dedikleri kutsallıklar ile dolu
idi. Bu iki kutsal varlık "insanların kaderlerini de çizebiliyordu".
Yer ve sular Türklerin koruyucusu idiler. Göktürk yazıtlarında "Türk yer ve
su'lan, Türk milleti yok olmasın diye! Millet olsun diye!" onlara, yardım
etmişlerdi. Tıpkı "Türk Tanrısı" gibi, bir de "Türk yer ve
sulan" vardı. Yer ve sular Tanrı değil; sadece birer "kutsallık"
idiler[465]. Göktürk
kitabelerinden anlaşıldığına göre, Yer-su kültü, VDI. Yüzyılda Türk
İmparatorluğunda devletin resmi kültlerinden biri olmuştur. Göktürk yazılanyla
yazılmış bir mezar taşında "Yerimden suyumdan aynldım!” deniliyordu. Bu
söz içinde yurdunun küçük sularının yatımda; büyük sulan da yer alıyordu:
"Yerimden, yazık! Suyumdan aynldım! Milletimden, halkımdan, arkadaşlarım,
akrabalanmdan aynldım!"[466].
denilmektedir. Burada dikkat edilirse aynldığı şeylerin başında yer ve su
kelimeleri geçmektedir. Çünkü eski Türklerde yer ve su mukaddestir. Eski
Türklerde yer ve suların sahibi devlet ve hakan idi.
Göktürklerdeki
yer-su tabiri tamamen vatan kültü derecesine yükselmiştir. Çünkü ifade ettiği
mana ile kutsal yerleri tanımlamaktadır. Buna göre Göktürk kitabelerinde
kutsallık ifade eden dağ, orman, ırmak gibi yer-su tabirleri vatan kültüne
dönüşmüştür. Orhun kitabeleri ıduk Yer-s ulardan ikisini tasrih etmiştir. Bu
kutsal yerler ise "Iduk Ötüken" ve Tamir Suyunun kaynağı "Tamlag
ıduk baş"tır[467].
Kutsallık izafe eden bu yer-su tabirleri Göktürklerin mukadderatı konusunda
bizleri aydınlatmaktadır. Kutsallık tabirinin Tanrı Umay ile zikredilmesi de
ayn bir öneme haizdir.
Kitabelerde
Yer-su yan yana zikredilmektedir: Kültigin kitabesi: üze Türk tengrisi türk
Iduk yeri subı inçe itmiş; Tonyukuk kitabesi: tenri umay ıduk yer sub....;
Ongin kitabesi: sub yer tenri... [468].
Dikkat edilirse Umay kelimesi kitabelerde
Tanrı
ve yer-sub ile birlikte zikredilmektedir. Buradan hareketle, Umay'm bir tür
koruyucu ruh olduğu görülmektedir. Umay, çocukların ve küçüklerin koruyucusu
durumundadır. Kültegin yazıtında Kağan Gök Tanrı'ya, eşi Umay'a nispet
ediliyor. Yazıtlara göre Umay'm Göktürklerden itibaren var olduğu bilinmektedir[469].
Bazı bilim adamları tarafından. "yer-sub"a verilen
manalar şunlardır:
S.E.Malov,
yer-sub'u "kutsal vatan" olarak tercüme etmiştir. A.V.Anohin,
"yer- sub"un mitolojik karakterine yer ayırmıştır. O, "dağ
ruhlan, gökte veya yer altında değil, yeryüzünde insanların yaşadığı yerde
yaşar" diyor. Temelini buradan alan Altayhlar bu kategoride ruhlan, "
su ruhu", "yer ruhu".... Diye adlandınyorlar, demiştir.
A.V.Anohin, araştırmalan sonucu "yer-sub" ruhunun ulaşılmaz yerlerde
olmayıp, insanların yaşadığı dünyada olduğunu ileri sürmüştür. L.P.Potapov,
yer-sub hakkında şöyle diyor: "Altay-Sayan dağlarındaki günümüz
halklarının tarihi önem taşıyan iki Tanrısı vardır; Umay- çocukların
koruyucusu, kadın ilahı ve yer-su". L.P.Potapov, yer-sub'un Altayhlar gibi
Kırgızlarda da olduğunu belirtmektedir. Barthold, Malov, Anohin, Potapov'un
araştırmalan ve eski Türk eserlerindeki metinler Yer-sub'un kutsal olduğunu ve
bir de vatan manasına geldiğini gösteriyor. Bu kutsal şeyleri birleştiren
halklar onlan en üst koruyuculan, hamileri olarak görüyorlardı. Bize göre
yer-sub, vatan (toprak) ve aynı zamanda mitolojik bir güçtür. Sadece bu yüzden
Altaylı Türklerde ve diğerlerinde, yeryüzünde yer-su ile alakalı on yedi ilah
yaşamaktadır. Bunlar yüksek dağların tepesinde veya yerde toprağa hayat
veriyorlardı. Eski Çin kaynaklatma göre Türkler göğe, yer-suya, güneşe ve aya
kurban sunarlarmış, yine kaynaklarda Göktürklerin yılda bir kere su-yer'e ve
atalan olan Bozkurt (Serego Volka) şerefine tören yaptıklan kayıtlıdır[470].
Göktürklerin dini üzerinde araştırma yapmış olan P.W. Schmidt Yer-sub terimini
farklı bir biçimde yansıtmaktadır. Ona göre; yer-su yeryüzünde yaşayan iyi
ruhların bütünüdür[471]. Yer- su
kültü büyük imparatorluk devrinde gelişerek vatan kültü derecesine
yükselmiştir. Göktürk İmparatorluğu devrinde Yer-su ruhlarının mahiyetini Orhun
yazıtlarından anlamak mümkündür. Göktürklerin "Iduk yer-sub"
(Mukaddes yer-su) ile ifade ettikleri mefhum hem koruyucu ruhlar hem de vatan
idi. Eçümiz apamız tutmış yer- sub (atalarımızın idare ettiği yer-su)
cümlesindeki yer-su vatan kültü olan yer-su'dur. Kült olan bu vatan yer-suyu
Ötügen ve Budun İnli dağlan ve ormanlan temsil ediyorlardı. Bu mukaddes yer-su
ruhlan Göktürklerin mukadderatım idare ediyorlardı (Türk tengrisi ıduk yer subı
ança etmiş). Vatanın korunmasında yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk yazıtında pek
açık ifade edilmiştir. Göktürk vatanına saldıran düşmanlar, Tanrı Umay ve
yer-su ruhlarınm yardımıyla gafil avlanarak basılmışlardır (tangri, Umay,
yer-sub basa berti). Bugünkü şamanist Türk boylarında rastlanan dağ, su (ırmak,
göl, pınar), ağaç-orman, kaya kültleri eski Türk yazıtlarında
"yer-sub" adı altında toplanmıştır. Bununla beraber bu yazıtlarda
ıduk (yani mübarek, mukaddes) sıfatıyla zikredilen Tamag Iduk, Iduk Baş gibi
dağ, ormanlık yahut su adlan geçmektedir[472].
"Iduk yir-sub" ifadeleri ile Türk vatanının kutsallığı
belirtilmektedir. Bu kutsallık içerisinde vatana karşı duyulan sevgi ve
bağlılık vardır. Göktürkler, ötüken ve Orhun nehri çevresinde yerleşiktir.
Bunun delili Yer-Sub ruhlarıdır. Onlar bazı yerleri korur, bazı dağlar, ağaçlar
kutsaldır. Onlar terk edilemez, çevresi kutsaldır. Yanmayan ağaç evler
yapılmıştır[473].
Göktürklerde kutsal addedilen ve "ıduk" olarak nitelendirilen yerler
Türkler tarafından korunmaya alınmış; oralarda avlanmak, o yerlerin ağacım ve
ormanım kesmek, mahsulünü almak ve hatta otunu koparmak yasak addedilmişti. Bu
görüşü belirten Ünver Günay ve Harun Güngör büyük bir iddia ortaya
atmaktadırlar. Bu iddianın doğruluk derecesi nedir bilemiyoruz. Onlara göre,
"Iduk" kelimesi Tanrı'ya adanan ve bu amaçla salıverilen hayvanı
belirtmektedir[474].
Göktürkler için "Ötüken" her zaman "Iduk" sıfatı ile
nitelendirilmiştir. Çünkü devletin birlik ve bütünlüğünü temsil etmekte, onun
kutsallığı bütün vatanın kutsal olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda bu
kutsal mekan dünyanın merkezi olarak düşünülmüş ve "Ötüken yerinde oturup
kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntısı yoktur. Ötüken ormanında oturursan
ebediyen, il tutarak oturacaksın" denilmektedir[475].
2.
Gök
Tanrı Kültü: Türklerin eski inançları içinde
Gök Tanrı İnancı önemli yer tutmaktadır. Bu, Göktürklerde bir kült olarak
karşımıza çıkmaktadır. Göktürklerle ilgili edindiğimiz en önemli bilgi kaynağı
olan Orhun Kitabelerinde bu durum şu biçimdedir: "Başlangıçta yukanda mavi
gök, aşağıda kara toprak vardı: beni adem bu ikisinin arasında yaratıldı"[476]. Burada
geçen gök Tengri, maddi bir nesnenin ötesinde bizim mavi gök olarak
nitelendirdiğimiz gökyüzüdür. Bu kültten dolayı kurban kesme törenlerinin
göğe karşı yapıldığı görülmektedir. Köktürk harfli abidelerde bu şekilde
söyleyiş pek çoktur. Mesela Irk Bitig'in ilk satın. Tensi men "Göğün Oğlu'yum".
Mesela Şine-Usu abidesinin ilk satın :Tengride bolmuş, il etmiş, Bilge Kağan
(men) "Tanrı (Gök)'dan olmuş (yaradılmış), il itmiş, Bilge Kağan'ım"[477] [478].
3.
Atalar
Kültü: Göktürklerde atalar kültü
değerlendirilirken mağara kültünü de bu sınıfta değerlendirmek gerekir.
Birbirinden farkı olmayan bu iki kült aynlmaz bir bütündür. Etle tırnak
gibidir. O yüzden atalar kültünü değerlendirirken atalara saygı duyulan, ona
kurbanlar sunulan mağara kültünü değerlendirmek gerekir. Türklerde atalar kültü
bünyesinde değerlendirmeye çalıştığımız mağara kültü aslında hayvan ata yani
kurt ata efsanesine bağlı, diğer bir ifadeyle Göktürk menşe efsanesinde yer
alan dişi kurt çocuğundan türemeye bağlı bir motiftir. Bu motif içerisinde dişi
kurdun çocuğu mağaraya götürmesi ve Göktürklerin orada türedikleri
anlatılmaktadır. Türklerin atalarının çıktığı bu mağaralara devletçe saygı
törenleri yaptıkları bilinmektedir. Göktürkler senenin belirli günlerinde kendi
kağanlarının başkanlığında bu ata mağaralarına giderler ve atalara saygı
gösterirlerdi165. Mayıs ayının ortasında, (yani yılbaşı veya
ilkbaharın başlangıcında), toplanırlar ve Temir ırmağına giderler, orada
"Gök Tanrısı'na kurban verirler[479].
Göktürkler yılın 5. ayının ikinci yansında Tanrıya ve Atalar kurban takdim
ediyorlardı[480].
Göktürklerde
atalar kültünü değerlendirirken ölüler kültü ile karıştırmamak gerekmektedir.
Ölen her atanın mezan kült olarak kabul edilmemektedir. Atalar kültü olarak
değerlendirilenler ise sadece saygıdeğer olanlar içindir. Atalar kültünün
temelini ise, ölen atanın veya babanın ruhlarının geride kalanlara iyilik yada
kötülüklerinin dokunabileceğin inancından dolayıdır. Bunda gizli de olsa bir
minnet duygusu yatmaktadır.
"Kağan
her yıl kurban için beyleri atalar mağarasına götürürdü. Pelliot, buna ait
notunda, başka bir Çin kaynağına göre, Batı-Türkleri kağanının, kendi
bölgesinde olmadığından, bizzat gidemediği mag-maya vaktiyle atalarının
yaşadığı yerde kurban sunmak üzere, her yıl bir veya birkaç memur
gönderdiğine" işaret eder. Burada bahis konusu olan mağara, Türklerin
atasının, bir dişi kurt olan karısı ile birlikte sığındığı yerdir. Türkler
buradan verimli bir ovaya çıkmış, sonra bir çok kuşak yctişinceyc kadar
kaldıkları bu yerden göç etmişlerdir[481].
Göktürkler mukaddes dağ üzerinde toplanır; Tanrı'ya ve atalara kurban
keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve merasimleri demircilikle uğraştıktan ve
kurt menşe efsanesiyle bağlı bulunduktan Altay dağlarının bir vadisinde yüksek
beylerin ve asillerin iştiraki ile yapılıyordu, Çin kaynaklarında ecdad mağarası
olarak tanınan bu yer Türk ananesinde Ergenekon ismini almış ve İslam
kaynaklarına kadar intikal etmiştir. Gerçekten Türkler her yılbaşı buraya gidip
demircilik devrinin hatırası olarak bir miktar demiri örs üzerinde dövmek
suretiyle bir bayram yapıyorlardı[482].
4.
Dağ Kültü:
Eski Türklerde dağ kutsaldır. Dağ, Eski Türkler tarafından Tanrı Makamı
olarak nitelendirilmiştir. Tanrı'nın makamı olarak nitelendirilen bu dağlar
üzerinde yemin edilmiştir. Bu gibi yerler Türkler tarafından "Iduk"
(mukaddes) yerler kabul edilmiştir[483].
Türklerin böyle bir düşünceye sahip olmalarındaki önemli etken dağların yüksek
olması ve uzaktan bakıldığında gök ile bitişikmiş gibi gözükmesidir.
Göktürklerde en önemli dağ ötüken Dağı'dır. Ötüken , sadece bir bölge, coğrafya
değil Türklerin kültürel birliğini veya töreyi temsil eden bir sembol olarak
kullanılmaktadır[484]. Ötüken
Dağı'mn önemli bir kült haline geldiği bilinmektedir. Çünkü hakanın çadırı
Ötüken dağındadır. Hakanın çadırının kapısı doğuya bakar. Ötüken dağının
batısında 500 "li" mesafede yüksek bir dağ vardır. Bu dağın üzerinde
ağaç ve ot yoktur. Burasına "Budın înli" derler ki "ülkenin
koruyucusu olan ruh" demektir. Bu "Budun İnli" budun (millet) Tanrısı,
bütün vatanı ve milleti koruyan tanrının makamı olan dağ demek olsa gerektir.
Herhalde bu kült dağ, mağara, ve atalar kültünün birleşmesinden meydana gelen
çok önemli bir kült olmuştur. Eski Türklerde kutsal dağlar insanlar gibi canlı
kabul edilmişlerdir. Bu yüzden bu inançların içerisinde ilkel bir animizm
bulunmaktadır[485]. Ötüken
Dağı'mn Türk boylan ve Göktürk İmparatorluğu'na giren yabancı boylar için kült
olduğu Göktürk Yazıtlarından anlaşılmaktadır[486].
Göktürklerin menşeleri hakkında Çin kaynaklarında tespit edilen rivayetlerde de
dağ ve mağara mühim unsurlardandır. Mukaddes dağlar ve onların ruhlan
adına çok muhteşem ayin ve törenler yapılır[487].
Dağ
kültünü orman veya ağaç kültü bünyesinde değerlendirmek de mümkündür. Buna göre
orman kültü ilkel toplulukların orman mahsulleriyle ve avcılıkla geçindikleri
devrin hatırasıdır. Ziraatçı ve geniş bozkırlarda çobanlık ile geçinen
uluslarda orman kültü eski önemini kaybetmiş, orman Tanrılan da kötü ruhlar
sayılmıştır. Bununla beraber hayat şartlan ve dini telakkileri bakımından
epeyce gelişmiş ve yükselmiş olan bazı uluslar orman kültünü yeni dinlerine
sokmaya muvaffak olmuşlardır[488].
Türklerde bozkır kültürünün hakim olduğu bilinmektedir. Türklerin Kutsal Ötüken
Dağı ormanla kaplıdır ve "Ötüken Yış" (Ötüken Ormanı) Göktürklerde
kutsal bilinmektedir. Türklerin orman kültü bünyesi içerisinde
değerlendireceğimiz bir alt konu başlığım ise ağaç kültü oluşturmaktadır. Buna
göre Türkler ağaca önem vermişlerdir. En çok önem verdikleri ise kayın
ağacıdır. Kayın ağacı Türklerde ayrı bir kutsiyete sahiptir. Dini lider
konumundaki kamların davulları üzerinde güneş, ay, yıldız, şimşek sembollerinin
yanında kayın ağacı da yer almakta ve bu ağaç şaman ayinlerinde önemli bir
mevki işgal etmektedir .
5.
Ateş
Kültü: Türkler öteden beri ateşin temizleyici güç
olduğuna inanmışlardır. Kutsal kabul ettikleri ateşe saygı göstermeyi de ihmal
etmemişlerdir. Türkler arasında ateşin gökten indiği görüşü kabul görmektedir.
Şamanistlerin
inançlarına göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar. VI. Yüzyılda Batı
Göktürk hakanına gelen Bizans elçisi Zamerkos'un ve elçilik heyetini Hakan'ın
huzuruna çıkarılmadan yanmakta olan ateşin etrafında döndürülmüş ve ateşler
arasından geçirilmiştir. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel olan kötü ruhları
kovmak için yapılırdı . Ateş ruhuna hitaben okunan şaman ilahilerinden
anlaşıldığına göre aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemez.
Aynı zamanda ocak kültü atalar kültüyle bağlıdır[489]
[490] [491].
6.
Su
kültü: Göktürklerde kültler konusunu işlerken
gözden kaçırılmaması gereken bir kült de su kültüdür. Su kültü, yer ve ateş
kültü ile değerlendirildiğinden böyle bir ayrıma gidilmemiştir. Ancak biz
burada bunu ayn bir başlık olarak değerlendirmeyi uygun bulduk. En az ateş
kültü ve yer kültü kadar önemlidir. Görüleceği üzere Türkler suya büyük önem
atfetmişlerdir. Türkler, suyun da bir sahibinin ve ruhunun bulunduğuna
inanmışlardır. Türkler, suyun sahibinin ve ruhunun bulunduğuna inanmışlarsa da
bir su ilahının bulunduğundan bahsetmemişlerdir. Türklerde suya da kutsallık
atfedilmiş ve bir kısım sular "Iduk" sayılmıştır. Göktürkler; Tamir
ırmağım kutsal kabul etmişler bunun yanında Orhun, Selenga, Tola... gibi
ırmaklar da Türkler tarafından kutsal kabul edilmiştir[492].
Türkler,
Kunlar devrinden beri ömürlerini at üzerinde geçirmişlerdir. At üzerinde
yerler, toplantılarını at üzerinde yaparlar, at üzerinde savaşırlardı. At
üzerinde hayatlarım devam ettiren Türkler uzak yakın ülkelerin fethinde de ah
kullanmışlardır. Türklerin hayatlarında bu kadar önemi olan atın kutsi bir
mahluk sayılması, tarih ve destanlarda, Orhun kitabelerinde adlan ve
menkıbeleri ile yer alması tabii idi. Nitekim Hunlar ve Göktürkler atı mübarek
sayıyor; hakan ve kahramanlar gibi onu da gökten inmiş bir varlık sanıyorlardı.
VI. Asırda Göktürk hakanı îşpara Han "size ilahi menşeden gelen atlar
takdim edilecektir" derken atm kutsiyetine bir kez daha değinmiştir[493] [494].
Türklerin hayatlarında önemli bir mevkie ait olan at, Türklerin öldükten
sonraki hayatlarında da kullanacakları bir varlıktır. Bu düşünceden dolayı
Türkler öldükten sonra atlarıyla birlikte gömülmüşlerdir. Türklerin atlan ve
silahlan ile birlikte gömülmeleri, öldükten sonra dirilme inancının olduğuna
delildir. Şamani Türkler kendilerinin cennete atlanyla birlikte gideceklerine
inanıyorlardı. En kıymetli hediyeyi at oluştururken, Allah'a ve ecdada yapılan
kurbanlar arasında at yer alıyordu. Eski Türkler atm semavi bir menşeden
geldiğine ve mukaddes olduğuna inanmaktaydılar. Göktürkler tarafından
gönderilen armağanlar arasında güzel atlar çok önemli yer tutardı. Göktürklerin
yükselişinden yıkılışına kadar aradan geçen 200 yıl içerisinde, Sui ve Tang
sülalelerinin imparatorlarına gönderilen Göktürk armağan listesinde, atlara 40
kez rastlanmıştır ,
VH-VIH.
asır Türk devlet hayatında "at kültü" açıktan açığa Türk onomastiği
ile muayyen bir bağ kurmuş bulunmaktadır. Lena nehri kıyılarındaki kayalar
üzerinde resimleri tersim edilen ve Göktürk devletinin savunmasından, kahraman
Kültigin'in savaşlarda bindiği atlar Türk onomastiğinde, yer bulmuş , birer ad
ve ünvana malik idiler. Bunlar, daha fazla atların cinsine, rengine ve hususi
özelliklerine göre vücuda getirilmiştir. Göktürklerin kullandığı on iki
hayvanlı Türk takviminde bir yıl adı "at" manasına gelen "yund,
yond" kelimesiyle adlandırılmıştır. Bu eski Türklerdeki "at kültü"nün
canlı bir sembolüdür[495].
İSKİT,
HUN VE GÖKTÜRK DİNİNİN MUKAYESESİ
A.
İSKİT VE BUNLARIN BENZERLİKLERİ
Yunan
tarihçilerinin bize anlattığı veya Yunan-İskit vazolarının bize gösterdiği
İskitlerin, Çinli tarihçilerin tasvir ettiği veya Çinli sanatkarların çizdiği
Hunlar, Göktürkler ve Moğollara kültür durumu ve umumi yaşayış tarzı
bakımından benzediklerini gördüğümüzde şaşırmamak gerekir. Bu iki grup arasında
birçok törenin ortak olduğunu görmekteyiz, bu, gerek aynı hayat tarzının
İskitlere ve Bunlara aynı çözüm yollarım sağlamasından, gerekse İskit
toplulukları ve Hun topluluklarının aynı kültür sahası ile olan coğrafi
temaslarının aynı uygulamaları vermesindendir.
Hunlarda
olduğu gibi îskitlerde de hükümdarın mezarı üzerinde cariyeleri ve
hizmetkarları katledilirdi. Herodot, İskitlerin düşmanlarının kafataslarmı
kaşların hizasından keserler, dışım köseleyle, içini altınla kaplarlar ve kupa
niyetine kullanırlar diye yazmaktadır. Ts'ien-Han-Şu aynı adetin Hunlarda da
olduğunu belirtir[496].
İskitlerin
hayat tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ablaklan hakkında Hipokratus
tarafından verilen malumat Hunlar ve Göktürkler hakkında yazılanların aynıdır.
Akideleri, defin merasimleri ve adatlan Altaylılarınkinin aynıdır. Bunlar Türk
"derme evlerinde" yani keçeden mamul kubbeli çadırlarda yaşamışlardır[497]. Hunlar
geyiğe eğilimli * olduklarından totem kabul etmişlerdir. Geyik figürüne
îskitlerde de rastlanmış olması onlara da totem hayvanının geyik olduğu
fikrinin oluşmasma neden olmuştur.
1.
Kurban
: İskitler
kurban olarak daha çok atı kesmişlerdir. Hunlarda da kurban olarak kesilen
hayvanların başında at gelmektedir. Bunun yanında diğer hayvanların kesildiğini
de görmekteyiz. Hem İskitlerde hem de Hunlarda domuz kurban olarak
kesılmemiştir . iskitler ve Hunlar kurbanlarını atalarına kesmişlerdir. Hunlarda
kurbanlar atalarına, gök ile yere, ruhlarla Tanrılara diye bir sıra takip
ederken İskitlerde böyle bir sıralama söz konusu olmamıştır. İskitlerde kurban
verilen Tanrımn adına dua edilirdi.
2.
Kımız
: İskitler
ve Hunlar ata binmek ve kımız içmek gibi adetleri bakımından birbirlerine
benzemektedirler[498] [499].
3.
Ant
İçme: Herodotos, îskitlerin ant içmeleri hakkında
bilgi vermektedir.
O,
ant içenlerin toprak bir kabın içerisine şarap doldurup, kanlarını bunun
içerisine karıştırdıktan sonra içtiklerini ve orada bulunan ileri gelen
kişilere de ikram edildiğini belirtmektedir. İskitlerdeki bu merasim eski
Türklerdeki ant içme merasiminin aynıdır. Bu merasim Asya Hunlarmda da aym
şekilde yapılmaktadır. Hun hükümdarlarından Huhanye M.Ö.l. yüzyılın ortalarında
Çin elçileriyle anlaşma yaptığı zaman şaraba kan karıştırarak içmiştir.
İskitlerdeki dostlaşma merasimlerinde görülen kan karıştırma usulü tarih
boyunca bütün Türk boylarında devam ettirilmiştir[500]. ’
4.
Sanat
: Çin'in
kuzeybatısından Tuna nehrine kadar çok geniş bir sahada meydana çıkarılan
kurgan buluntuları İskit ve Bunlardaki sanat anlayışının benzerliğini
göstermektedir. Bu sanata "hayvan üslubu" adı verilmektedir. İskit ve
Hun Bozkır sanatkarları, ölümüne birbirleriyle mücadeleye girmiş hayvanlan
tasvir etmektedir. Uzuvların bükülmesi, yırtıcı hayvanların, akbabaların veya
ayıların pençelerinde kıvranan geyikler ve atlar dramatik sanatın hoşlandığı
konulan oluşturmaktadır. En çok kaplar, vazolar, levhalar ve süs eşyalan
üzerindeki savaş sahneleri ve hayvan mücadelelerinde ileri teknik dikkati
çekmektedir. Bu sanatın en belirgin özelliğini mücadele halinde olan hareketli
figürler oluşturmaktadır. Orta Asya Türk sanatının özünü oluşturan Hayvan
Üslubu da îskitlerde çok kullanılmış ve onlar tarafından geliştirilmiştir.
Gerek seçilen konular ve gerekse bunların işlenişleri bakımından, İskit ve Hun
sanatı birbirine çok yakınlık göstermektedir. Hatta bir merkezde imal edilip,
değişik yerlerde ele geçen sanat ürünleri gibidirler. Bu yakınlık, İskit ve Hunların
hayat tarzlan ve aynı anlayışta sanatlarına da aksetmiş olduğunu
göstermektedir. Bu durum, Hun sanatının İskit sanatının bir devamı olduğu
fikrini akla getirmektedir[501] [502].
5.
Mumyalama
: Herodot,
İskitlerin mumyalama gelenekleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Kanlan,
hakanlan, hatunlan, ululan mumyalama geleneği îskitlerde görülmektedir. Bu
gelenek Hunlarda da görülmektedir.
6.
Ölü
Gömme: Hunlar ve İskitler ölülerini gömmek için
tabut kullanmışlardır. Hunların tabudan iki kadı olup iç ve dış tabut olarak
aynlmaktaydı. Bu tabutların üzeri altın ve gümüş işlemeli kumaşlarla
örtülmekteydi . iskitlerin tabudan ise ahşaptan yapılmaktaydı. Ancak
îskitlerde Bunlardaki kadar tabut kullanılmamıştır. Hunlarda ve İskitierde
kurganlar ön plandadır. Birbirinin benzeri denilebilecek bir sanat anlayışına
sahiptirler. Kurganların içinden çıkanlan eşyalarda da birbirine benzerlikler
vardır. Hunlar ve İskider ölülerini gömmek için yılın belli zamanlarını
tercih etmişlerdir. Tercih edilen zaman ise incelediğimiz her iki dönemde de
ilkbahar ve sonbahardır. Cesetlerin her iki dönemde de bekletilmesinin nedeni
büyük inşa edilmesindendir. Bundan dolayı da hem Hunlarda hem de İskitierde mumyalamanın
yapıldığını görmekteyiz. Bunu her iki döneme ait olan kurganlardan çıkanlan
mumyalanmış cesetler doğrulamaktadır.
7.
Kurganlar:
Ölen
kimsenin cesedinin konulduğu büyük mezarlardır. Hunlarda ve îskitlerde de
kurganlara rastlanılmaktadır. Hunlarda ve îskitlerde kurganların içine
konulan eşyalarda benzerlikler vardır, cesetlerin yanlarında atlarının
gömüldüğü görülmektedir. Atlara ait üzengi, eyer takımı vb. eşyalar da
kurganlardan çıkarılmıştır. Bunun yanında sanatsal özellik taşıyan kaba
formlu eşyalar da bu kurganlardan çıkarılmıştır.
8.
Kültler:
Hem
Hunlarda hem de îskitlerde atalar kültü vardır. Diğer kültler sadece Hunlarda
bulunurken îskitlerde görülmemektedir.
9.
At:
İskitler
atı ehlileştiren bir kavimdir. Daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi
öğrenmişlerdir. Hunların da atla ilgili geçmişleri îskitlerinkinden farklı
değildir. Hunlar da daha küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenmişlerdir.
At bozkır kavimlerinin yaşamlarında önemli bir yer tutmuştur. Her iki kavim de
atı kullanmış, mezarlarına ölen kimsenin yanma gömmüşlerdir. Her iki
kavim de atı kurban olarak kesmişlerdir.
10.
Şamanizm:
İskitler
ve Hunlar büyüye, sihre, kahinliğe, tılsıma inanan kavimlerdir. Bundan dolayı
da her iki kavimde de şamanı unsurlar yer almıştır. Hurlardaki kamlar ile
îskitlerdeki büyücüler şamani unsurları uygulayan kimselerdir. Herodot'un
verdiği bilgilere göre İskitler büyüye dinden fazla önem vermişlerdir.
İskitlerin rahiplerinin yerine şamanlar vardı ki bunlar söğüt dalma bakarak
hakikati söyleyen kimselerdi. İskit dininde Şamanizm ile beraber görünen
unsurlar Türk- Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır. İskitlerin inandıkları
ruhlar -ve Tanrılar alemi eski Türk dininde bulunan motiflerle benzerlik
göstermektedir .
B.
İSKİT VE GÖKTÜRKLERİN
BENZERLİKLERİ
İskitler
ile< Göktürklerin birbirleriyle benzer noktalan vardır, bu benzerlikleri
değişik alt başlıklar halinde incelememiz mümkündür.
I.
Tanrı
Anlayışı: İskitlerin ilahiyatına dair malumat
İskitlerin Türklüğünü gösteriyor. Başlıca ilah üçtür: Papaeuç (gök ilahı), Apia
(Yer ilahı) ve Tabiti (Ev ve [503] aile
îlahı). Eski Türklere ait bütün eski membalar Gök ilahı (Tengri) ile yer ilahı
(Yersub) dan bahsediyorlar. Mesela Orhun kitabelerinde şu cümleleri okuyoruz:
"Yukarıda Türk Tanrısı ve Türkün mukaddes Yer-Sub'u şöyle Demiştir:
"Türk milleti yok olmasın, millet olsun. Bu iki ilahtan başka Türklerde
bir de (Umay) isminde ev hayatına ve çocuklara bakan bir kadın ilahe vardı.
îskitlerin Tabiti dedikleri ilahe muahhar Türklerin Umay*larına tekabül etse
gerektir[504].
2.
Ölü
Gömme: îskitlerin matem ve tedfin merasimi kadim
Türklerde görülen merasimin aynıdır. Orhun kitabelerinde Göktürklerdeki tedfin
merasimi hakkında şu bilgiler yer almaktadır: "Babam Han it yılının 10.
ayında 26. gününde vefat etti. Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedinci
gününde ben defin merasimi yaptırdım, (defin merasimine iştirak etmek üzere)
Çin ülkesinden Lisün-Tai- Sengün'ün riyaseti altında beş yüz kişilik bir heyet
geldi. Çinliler pek çok ıtriyat, altın, gümüş getirdiler. Tedfin için misk
getirdiler. Sandal ağacı getirdiler. Bütün halk saçlarını tıraş ettiler,
kulaklarını ve (yanaklarını?) yaraladılar. Milletler iyi atlar getirdiler ve
pek çok kara samur, mavi teyün kürkleri getirip koydular. Bu metinden de
anlaşıldığına göre Bilge Han vefatından ancak yedi ay sonra tedfin olunmuştur.
Çinlilerin defin için misk, ıtriyat ve sandal ağacı getirmiş olmaları îskitler
gibi Göktürklerin de ölülerini yere gömdükleri zaman tahnit ettiklerini
gösteriyor, îskitlerin hem matem alameti olarak saçlarım tıraş etmeleri hem
kulak ve yüzlerini yaralamaları, hem meyyitlerini tahnit etmeleri, hem ölüm
anile tedfin zamanı arasında uzun bir müddet geçmesine riayet etmeleri
Türklerdekinin aym olduğu görülüyor. îskitlerin mezarlar üzerine taş ve
topraktan bir tepecik (kurgan) yapmaları da bu benzerliklerdendir[505].
Anlaşılan İskitlerdeki ölü gömme gelenekleri Göktürklerde aynen tatbik
edilmiştir.
3.
Gelenek
ve Görenekler: îskitler kendi gelenek ve
göreneklerine bağlı olan bir kavimdir. Göktürkler de gelenek ve göreneklerine
bağlıdırlar. Göktürklerin gelenek ve göreneklerine bağlı olduklarını Orhun
kitabelerinden öğrenmekteyiz. İskit ve Göktürklerin gelenek ve göreneklerine
bağlılıkları onlar arasındaki benzerliği göstermektedir.
4.
Mumyalama:
İskitierde
Herodot'un verdiği bilgiler doğrultusunda mumyalama geleneğinin olduğunu
bilmekteyiz. Bu gelenek hanlara, hakanlara, ulu kişilere yapılmıştır.
Göktürklerde de bu gelenek görülmektedir.
5.
Kurban:
İskitler
ve Göktürklerin kurban etme konusu ile ilgili ortak özellik her iki kavim
tarafından da atm kurban olarak kesilmesidir. Her iki kavim de kanlı kurban
olarak atı tercih etmişlerdir. Kurban hayvanı olarak seçilen atın kanının
akıtılmamasma özen gösterilmiştir. Herodot'un İskitlerdeki kurban merasimi ile
ilgili verdiği bilgiler arasında kurban edilen hayvanın boynuna bir kement
geçirildiği ve bu kemendin bir değnek ile çevirerek sıkıldığı ve hayvanın
boğarak öldürüldüğü bilgisi yer almaktadır[506].
Göktürklerde de kurban edilen hayvanın kanının akıtılmamasma dikkat
edilmektedir. Kurban edilen hayvanın kemikleri köpeklere verilmemekte, kemikler
ateşte yakılmamakta veya yere gömülmemektedir.
6.
Mezar:
Göktürk
mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyalan, silahlar ile
dolu idi. Bu yüzden Göktürk mezarlan canlı birer hazine konumundadır. İskit
mezarlan da Göktürklerinkinden farklı değildir. İskitlerin mezarlan şatafatlı
bir şekilde bezenmiş silahlar, gösterişli koşum takımlanyla, altın ve gümüş
vazolarla ve çeşitli takılarla ( şakak pandantifleri, büyük nişanlar, yüzükler
vb) tıka basa doluydular. Bu durum mezarlan cazibe merkezi haline getirmiş,
soyguncuların iştahım kabartmıştır.
7.
Şamanizm:
İskitler;
büyüye, sihire ve tılsımların gücüne inanırlardı. Yani Şamanlık İskitierde
mevcuttu. İskitler hayatlan boyunca tabiatta karşılaştıktan korkunç ve garip
tabiat olaylarım iyi ve kötü ruhlara atfetmişlerdir. İskitlere göre tapınılan
ve mukaddes kabul edilen her cisim bir ruh taşımaktadır. İskitlerin dininde
görünen
unsurlar aynen, Türk-Moğol kültür tarihinde de bulunmaktadır[507]. VIII.
Yüzyılın . sonlarına kadar Orta Asya'da Şamanizm hükümranlığını sürdürmüştür.
Göktürklerin mensup olduğu Tek Tanrılı Gök Dini içerisinde şamanist unsurlar
yer almıştır. Bu yönüyle iki kavim birbirine benzer özellikler göstermektedir.
C.
HUNLAR VE GÖKTÜRKLERİN
BENZERLİKLERİ
1.
Kurban: Hunlar ve Göktürkler kurban olarak atı
kesmişlerdir. Bunun yanında koyun, sığır gibi hayvanlar da her iki kavim
tarafından kurban olarak kesilmiştir. Her iki kavimde de kurban kesme
merasimlerinde hakanları gprmekteyiz. Göktürklerde kurban atalar mağarasında
hakanın gözetiminde kesilmektedir. Hunlar da doğu yönünde bulunan bir
tapınakta, atalarının ruhlarına kurbanlar kesmektedirler. Her iki kavimde de
insan kurban edilip edilmediği ile ilgili tartışmalar yaşanmaktadır. Ancak her
iki kavimde de insan kurban edilmediği kanaatindeyiz.
2..Tapınma:
Hunların
ve Göktürklerin tören ve ayinlerini yaptıklan bu iş için aynlmış yerleri mevcuttur.
Hunların tapmaktan ile ilgili olarak Çin kaynaklan bilgiler vermektedir. Hun
hakanının karargahında da bir tapınağın olduğu yine Çin kaynaklarının verdiği
bilgiler arasında yer almaktadır. Göktürklerde de tapınma ulusal mekan halini
almış olan Demir dağ- Altın dağ gibi kutsal dağların tepelerinde yapılmaktadır.
Bunun yanı sıra Göktürklerde zafere çıkılırken mabette yapılan zafer duasi da
söz konusudur[508],
3.
Dua:
Hem
Hunlarda hem de Göktürklerde ferdi dua yapıldığını görmekteyiz. Toplu halde
yapılan dualar-ise her iki kavmin duası arasındaki farkı yansıtmaktadır, - .
4.
Tanrı
Anlayışı: Hunlar ve Göktürklerde gökle alakalı olmak
üzere tek bir Tanrı anlayışı vardır. Hunlar ve Göktürkler inandıklan Tanrı'yı
"Tengri" kelimesi ile ifade etmişlerdir. Hunlarda ve Göktürklerde
kağanın tahta Tanrı tarafından oturtulduğuna inanılmaktadır. Bu anlayış her iki
kavim arasındaki bir başka benzerliktir.
5.
Mumyalama:
Hunlar
ölülerini yılın belirli zamanlarında gömerlerdi. Genellikle ölü gömme ilkbahar
ve sonbaharda yapılırdı. Bunun nedeni ise büyük kurgan inşa edilmesi idi.
Kurganlar inşa edilene kadar cesetler mumyalanmıştır. Bunu kurganlardan
çıkanlan mumyalanmış cesetler doğrulamaktadır. Erkek ve kadın cesetlerinde,
boynun arka kısmında sivri madeni bir kalemle açılan bir delikten beyin
boşaltılarak boşalan kısmın içine kokulu otlar, kozalak ve toprak
doldurulmuştur. Hun kurganlarından çıkanlan mumyalanmış cesetlerin karın
kısınılan yanlmış, iç uzuvları, çıkanlmış durumdadır. Boşaltılan kısmın için
parçalanmış ağaç kökleri, şekillikler, kokulu otlar ve toprakla doldurularak
mumyalanmıştır. Cesedin çürümesini önlemek için de sıvı bir ilaç kullanılmıştır
. Göktürklerde de Hunlardaki gibi yılın belirli zamanlarında ölü gömme
gerçekleştirilmiştir. Göktürklerde birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse gömmek
için "yaprakların sararmasını" beklerler, sonbahar veya kışın
ölmüşse, ilkbahan, "otların çıkmasını" beklerler. Göktürklerde ölüler
mumyalanır, sonbaharda veya ilkbaharda gömülürdü[509]
[510].
6.
Cenaze
Töreni: Hunların ve Göktürklerin cenaze törenleri
hakkında Çin yıllıklarından bilgiler edinmekteyiz. Çin kaynaklarının verdiği
bilgilere göre Hunlarda ölen kişi çadıra konulmaktadır. Göktürklerde de. ölen
kimse çadıra konulmaktadır. Hunlarda cenaze töreninin yapıldığı gün akrabalarla
yakınlan bir kurban sunmaktadırlar. Göktürklerde de ölen kimse için kurbanlar
sunulmaktadır.
7.
Yas:
Ölen
kimse için duyulan acı farklı şekillerde ve farklı merasimlerle ifade
edilmiştir. Hunlarda biri öldüğünde yas alameti olarak saçlarını kesmişlerdir.
Kahramanlar için gözyaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak kan akıtırlardı. Hunların.
kesilen saçlan diğer kıymetli eşyalarla birlikte mezarın içine konulmuştur.
Urga civarında Noyin-Ula'da bulunan bir Hun mezarında ipek örtüye sanlı 17 saç
örgüsü bulunmuştur[511] [512]. Göktürklerdea
birisi vefat ettiği zaman vefat eden kimseyi çadıra koyarlar. Oğullan,
torunlan, erkek-kadm bütün diğer akrabaları çadırın önünde toplanıp vefat eden
kimse için at ve koyun kurban ederler ve çadmn önünde kurbanlan bırakırlardı.
Sonra yedi defa atla çadmn etrafını dolaşırlar, bu sırada yüzlerini bıçakla
keserlerdi. Kanlar gözyaşlan ile beraber akardı . Defin merasiminde ölü, bir
çadmn içine konduktan sonra atlarla dokuz defa çadmn etrafı dönülürdü[513]. At
koşturma bitince, ölünün bütün eşyaları, atı ile birlikte yakılır ve geriye
kalan, kemikleri toplanırdı. Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler ,
ölünün kemikleri mezara konduktan sonra yapılırdı. Bundan sonra yine at
yarışları yapılırdı[514].
8.
Mezar:
Hunlarda
ve Göktürklerde ölen kimse için mezar yapıldığını görmekteyiz. Göktürklerde ve
Hunlarda mezarlar genellikle gizli olarak yapılmıştır. Göktürklerde mezarın
içinde gizli odalar ve odaların içinde gizli bölmeler vardır, hakanların,
hanların, yüksek rütbeli kişilerin mezarlan tamamen gizli yapılmıştır. Mezarların
içinde ölenin katıldığı savaşlan tasvir eden resimler bulunmaktadır. Hun,
Göktürk ve Avar mezarlan, kıymetli madenlerden yapılmış kemerler, süs eşyaları,
silahlar ile dolu idi. Türk mezarlan adeta birer hâzineyi andırmaktadır. Türk
mezarlarının bu hali soyguncular için mezarlan cazibe haline getirmiştir[515].
Hunlarda ölü hediyeleri bakır, gümüş ve demirden yapılmış süs eşyası, silahlar
ve koşum takımıyla atlardan ibarettir. Her mezarda bir veya iki at iskeleti
bulunuyor. Bazı mezarlarda atlar kütüklerden yapılmış çit içindedir. Atların
bulunduğu yerde çok ince işlenmiş ve muhtelif resimler hakkedilmiş toka,
levhacıklar, üzengi, gem gibi koşum
9
1 takımlarından
kalıntılar elde edilmiştir .
9.
Vatan
Kültü: Türklerde vatan kültü gelişmiş durumdadır.
Bundan dolayı Türkler vatanlarına kutsallık izafe etmişlerdir. Bu Hunlarda ve
Göktürklerde değişik biçimlerde ortaya çıkmış bir kült konumundadır. Hun
hükümdarı Mete'den karısını isteyen Çinlilere Mete karşılık vermeksizin
karısını vereceğini beyan etmiştir. Yine Mete'den atını isteyen Çinlilere
karşılık konulmaksızm atın verilebileceği kabul edilmiştir. Çinlilerin Mete'den
kutsal vatan toprağım istemeleriyle Mete vatan toprağının kutsal olduğunu ve
bunun verilemeyeceğini bildirmiştir. Hunlardaki kutsal vatan anlayışına
Göktürklerde de rastlamaktayız. Göktürklerde devlet ve milletin toprağım
meydana getiren yerler ile sular mukaddes idi. Göktürklerdeki kutsal yerler ve
sular Göktürk kitabelerinde "Iduk yer sub" olarak ifade edilmiştir.
Göktürklerdeki bu yer ve sular Tanrı değil; sadece birer "kutsallık"
idiler[516] [517]. Göktürk
kitabelerinde kutsallık ifade eden dağ, orman, ırmak gibi yer-su tabirleri
vatan kültüne dönüşmüştür. Göktürkler kutsal yerlerini "Iduk" sıfatı
ile ifade etmişlerdir. Dağ, su (ırmak, göl, pınar), ağaç-orman, kaya kültleri
Eski Türk YazıtlarıncL-ı "yer-sub" adı altında toplanmıştır. Bununla
beraber bu yazıtlarda Iduk (yani mübarek, mukaddes) sıfatıyla zikredilen Tamag
Iduk, Iduk Baş gibi dağ, ormanlık yahut su adlan geçmektedir[518].
"Iduk yir-sub" ifadeleri ile Türk vatanının kutsallığı
belirtilmektedir. Bu kutsallık içerisinde vatana karşı duyulan sevgi ve
bağlılık vardır.
10.
Gök
Tanrı Kültü: Hunlar ve Göktürkler Gök Tanrı
inancına sahip kavimlerdir. Her iki kavim de inandıklan Gök Tanrı inancından
dolayı Gök Tanrı’ya inanmaktadırlar. Gök Tanrı’ya inanan Hunlar yılın muayyen
zamanlarında Gök Tanrı’ya sunmuşlardır. Göktürk kitabelerinde "yukarıda
mavi gök, aşağıda yağız yer * ve ikisi arasında insanoğlu kılındı.."
ifadeleri Gök Tanrı'yı ifade etmektedir. Bundan dolayı Göktürklerde kurbanlar
gök için Gök Tanrı adına kesilmiştir. Her iki kavimde
de Gök Tanrı inancı vardır.
11.
Atalar
Kültü: Hunlar ve Göktürkler yılın belli
zamanlarında atalarına kurbanlar vermişlerdir. Asya Hunlarının her yıl mayıs
ayının ortalarında atalarına kurbanlar sundukları bilinmektedir. Göktürkler de
Hunlarda olduğu gibi yılın 5. ayında yani Mayıs ayının ikinci yansında Tanrıya
ve Atalara kurban takdim ediyorlardı .
12.
Dağ
Kültü: Hunlarda ve Göktürklerde dağlar kutsal
kabul edilen yerlerdir. Dağların kutsal olarak kabul edilmesi bu yerlerin her
iki kavimde de Tanrı Makamı olarak kabul edilmesindendir. Dağların Hunlar ve
Göktürkler tarafından Tanrı Makamı olarak kabul edilmesinin nedeni dağların
Gök'e daha yakın olmasından olsa gerektir .
13.
Mağara
Kültü: Çin kaynaklan Büyük Hun Devletinde bir ata mağarasının
bulunduğunu haber veriyorlar. Bu kutsal mağaraya kamlarla birlikte devlet
erkanı da saygı gösteriyor ve senenin belli aylarında orayı ziyaret ediyorlardı[519] [520] [521] [522].
Göktürklerde de kutsal mağara anlayışı vardır. Göktürk menşe efsanesinde yer
alan dişi kurt çocuğundan türeyen kurt ata efsanesi Göktürk mağara kültü
bünyesinde değerlendirilen bir motiftir. Bu motif içerisinde dişi kurdun çocuğu
mağaraya -götürmesi ve Göktürklerin orada türedikleri anlatılmaktadır.
Türklerin atalarının çıktığı bu mağaralara devletçe saygı törenleri yaptıkları
bilinmektedir. Göktürkler senenin belirli günlerinde kendi kağanlarının
başkanlığında bu ata mağaralarına giderler ve atalara saygı gösterirlerdi .
14.
At:
At
Hunlarda ve Göktürklerde hem savaşlarda kullanılan hem de diğer alanlarda kullanılan
bir araçtır. Bundan dolayı at hem Hunlarda hem de Göktürklerde vazgeçilmez
bir durumdadır. En önemli anlaşmalar dahi at üzerinde gerçekleştirilmiştir. Her
iki kavimde de önemli olan at kutsi bir mahluk sayılmaktadır. Hunlar ve
Göktürkler atı mübarek sayıyor; hakan ve kahramanlar gibi onu da gökten inmiş
bir varlık sanıyorlardı. VI. Asırda Göktürk hakanı İşbara Han "size ilahi
menşeden gelen atlar takdim edilecektir" derken atın kutsiyetine
değinmiştir[523]. Hunlar
ve Göktürkler atı mezarlarına da koymuşlar, kurban olarak atı kesmişlerdir.
15.
Din:
Göktürklerin
Tanrısal ve dinsel inançlarının kaynağı olan Gök Dini, eski bir geçmişte,
"her şeyi var ve yok eden Tek Tanrı'yı en yüce değeri ve anlamıyla
dile getirmiştir[524] [525] [526]. Hunlar
da Tek Tanrılı bir gök dinine inanmaktadırlar. Hunların dinleri, Tengri'ye
tapma ve bazı kutlu dağların hayranlığından ibaret bir Şamanizm gibi gösterilse
de Şamanizm bir din değil, sihri bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi Hunlarda
ve Göktürklerde görülmektedir. Her iki kavmin dini yaşamı hakkında Çin kaynaklarından
bilgiler edinmekteyiz. Hunlar ve Göktürkler kendilerini Allah'ın ordusu olarak
kabul etmektedirler.
Hun
dini ve Göktürk dininin ne olduğu üzerinde çeşitli fikirler ortaya atılmıştır.
Bunların arasında totemizm yer almıştır. Ziya Gökalp'e göre
Göktürkler aşiretler halinde yaşadıklan ilk devirlerde totemizm dinine
inanıyorlardı . Hunlarda gelişen hayvan üslubu ve atalarının tabiat üstü
kuvvetlere inanmalarından dolayı Hunlar da totemizm inancını benimsemişlerdir.
Her iki kavimde de totem hayvanı olarak kurt karşımıza çıkmaktadır. Hunlarda
dişi bir geyik de totem olarak kabul edilmiştir3 \
16.
Budizm:
Hunlar
ve Göktürkler Tek Tanrı inancına dayalı Gök Dini'ni kabul etmiş iki kavimdir.
Her iki kavim de Gök Dini'ne inanmalarına rağmen faiklı nedenlerle
değişik dinlerin etkisinde kalmışlardır. Her iki kavmin de ortak olarak
etkilendikleri din Budizm'dir. Budizm Orta Asya'ya yayılma imkanı bulduğunda
Hunlar tarih sahnesindedirler. Budist misyonerlerinin faaliyetleri neticesinde
Hunların
bazı boylan IV. Yüzyılda Budizm'i kabul etmişlerdir[527]
[528].
Göktürkler de ticari faaliyetleri neticesinde ülkelerine tüccarlarla birlikte
gelen misyonerlerin etkisinde kalmışlardır. Göktürk kağanı Mukan Çin
Konfüçyanizmi, Taoizm, Zerdüştlük ve Hıristiyanlığın kültürel etkisinin önüne
geçebilmek için Budizm'i kabul etmiştir. Tapo Kağan bir rahibin tesiri ile
Budist tapmağı yaptınp Buda heykeli diktirmiştir. Taspar Kağan da Budizm'i
kabul etmiş ve Budizm'in yayılmasına izin vermiştir.
Ç.
İSKİT VE BUNLARIN FARKLILIKLARI
1.
Tanrı
Anlayışı:
Hunlar tek Tanrı inancına sahip bir yapıdadırlar. Onların inançları Gök Tanrı
merkezlidir. Dinlerini tarif ederlerken Gök Tanrı dini olarak
nitelendirmektedirler. Hunlar bundan dolayı tek Tanrı inancına sahiptirler.
Mukayesesini yaptığımız îskitlerde ise çok Tanrılı bir yapı göze çarpmaktadır.
Bu iskitler hakkında önemli bilgiler veren Herodot'un eserine de yansımıştır .
2.
Ölü
Gömme: Hunların ölü gömme geleneklerini Çin
yıllıklan bilgi verirken[529] [530],
İskitlerin ölü gömme geleneklerini Herodot bildirmektedir. Hunlar ve İskitler mezarlarına
atlarını da gömmüşlerdir. İskit mezarlarında Hun mezarlarmdakinden
farklı olarak kuyruğu düğümlenmiş at cesetlerine rastlanılmıştır. Mezarlarda at
cesetlerinin bulunması eski bir gelenektir.
3.
Tapınma:
Hun
kültürü hakkında bilgi veren Çin kaynaklan Hunların tapmaklarından
bahsetmektedirler. Hun hakanı bu tapmakta her yılın başında düzenli olarak ayin
yapmaktadır. îskitlerde ise buna benzer bir tapmak söz konusu değildir,
îskitlerde savaş Tanrısını yere çakılmış bir kılıç temsil ederdi. Bu kılıca
kırın ortasında tapıhnaktadır'.
4.
Töz:
Çin kaynaklan Hunlar hakkında bilgi verirlerken M.Ö. 121 yılında savaş
esnasındaki bir Hun karargahından ele geçirilen ganimetler arasında altm bir
idolün bulunduğundan bahseder. Hun prensine ait olan bu karargahta ele
geçirilen altm idol karşısında Hun prensinin Gök Tanrı'ya dua edip ona kurban
sunduğu belirtilmektedir[531]. Bu altm
idolün yanında Hunlarda kurt, geyik, grifon, ejder biçiminde idoller de yer
almakta olup[532] [533]
İskitlerde mevcut değildir.
5.
Falcılık:
İskitler
hakkında bilgi veren Herodot, İskitya'da büyücülerin varlığından haberler
vermektedir. Herodot, îskitlerin büyücülerinin söğüt dallarına bakarak gelecekten
haber verdiklerini, bu uygulamaların İskitya’nm hemen her evinde yapıldığım
belirtmektedir. Büyücülükle uğraşanlarına Enâreler denildiğim bilmekteyiz .
iskitlerde falcılık olayına rastlamamıza rağmen Hunlarda falcılık yapıldığını
kayıtlarda görememekteyiz.
6.
Dua:
Hun
hakam sabahleyin otağından çıkar, şafakla birlikte, eğilip, güneşe saygı
gösterirdi. Batıda, yeni aym doğuşu sırasında da, aya doğru saygı İle eğilip,
(secde) ederdi. Diz çöktüğü zaman, "sol elini" saygıdeğer yöne
çevirir, "yüzünü de kuzeye" dönerdi[534].
Hunların düşman şehrini fethettikten sonra göğe yönelik bir haykırış ve içten
gelen bir şükür eyleminde bulunduklarım bilmekteyiz. Bu durum Hunlarda mevcut
bulunan dua anlayışım bize göstermektedir. Hunlarda gördüğümüz bu dua formunu
İskitlerde görememekteyiz.
7.
Cenaze
Töreni: Çin yıllıklarının verdiği bilgiler
doğrultusunda Hunların cenaze törenlerinde ceset yedi gün süreyle yerinde
kalmakta ve bu süreden sonra cenaze töreninin tarihi saptanmaktadır. Hunlarda
ölen kimsenin cesedi çadıra konulurken İskitlerde cenaze merasim alayı
tarafından dolaştırılmaktadır.
8.
Yoğ
Aşı: İskitlerde ölen kişinin ardından ölü yemeği verilmektedir. Aş töreni ile
ilgili olarak II. Yüzyılda Yunanlı filozof Lukianos Samosatos'un diyalogunda
İskitlerin yoğ aşı adeti konu edilmektedir. İskitierde ölen kimse için yoğ aşı
yapılırken Hunlarda ölen kimse için yoğ aşı yapıldığına kayıtlarda
rastlanılmamaktadır.
9.
Yas:
Hunlar
ölen birisi için duydukları acıyı belirtmek için farklı merasimler
yapmışlardır. Yüzlerini yaralayarak kan akıtmak suretiyle Hunlar acılarım
yansıtırlarken îskitlerde buna benzer bir uygulama göze çarpmaz.
10.
İskit
Dini-Hun Dini: Hunlar Tek Tanrılı bir gök
dinine inanmaktadırlar. Bunun yanı sıra Hunlarda; gök, güneş, ay, yer-su,
atalar kültü kuvvetle yaşamaktadır. Hunlarda "Tengri" kavramı dini
formun en belirgin tarafıdır[535] [536].
Hunlarda gerçek bir dini hayat vardır, insanların hayatına tesir eden yüksek
varlıklar mevcuttur ve bunlara insanlar tarafından dua, kurban ve merasimlerden
meydana gelen bir kült yapılmaktadır4'. İskit dinine gelince onların
dinleri hakkında Grek kaynaklan pek bilgi vermez. İskitler Med-Pers inançlarını
değiştirecek Zerdüşt dinîne ve Zerdüştlüğün yarattığı yeniliklere
yabancı kalmışlardır. Diğer bir deyişle İskitler Med-Pers inançlarını devam ettirmişlerdir.
Hunlar değişik kültürlerin etkisi altında kalmışlardır. Bunun en önemli nedeni
de Hunların konar göçer bir özellikte olmasıdır. Hunlar bu özelliklerinden
dolayı Orta Asya coğrafyasında yayılma imkanı bulan Budizm ve Hıristiyanlık
gibi dinlerin etkisi altında kalmışlardır. îskitlerde ise bu dinlerden
etkilenme söz konusu değildir..
d.
İskit ve göktürklerin farkliliklari
1.
Kurban:
Göktürklerde
kurban kesme merasimlerinde hakanlan görmekteyiz. îskitlerde ise buna benzer
bir uygulama görülmemektedir. Göktürklerde kurban her yıl mağaralarda Hakan'ın
gözetiminde kesilmektedir. Göktürklerdekİ kurban merasimlerini İskitlerden
ayıran başka bir unsur da Göktürklerde kesilen hayvanların derilerini-başlarını,
ayak ve kuyruklarıyla beraber sırıklara asmalarıdır. Buna benzer bir uygulamaya
îskitlerde rastlayamıyoruz. Göktürklerin ongunu öküz olduğundan öküzün de
kurban edildiğini görmekteyiz. Göktürklerdeki öküz kurbanı büyük Tanrı için
yapılmaktaydı[537].
2.
Tapınma:
îskitlerde
ve Göktürklerde farklı ibadet biçimlerine rastlamaktayız. Her iki kavimde de
ibadet edilmesi meselesi benzerlik arz etse de birbirinden farklıdır.
Göktürkler Çin kaynaklarının bildirdiğine göre "Fu-yun-se" adındaki
bir tapmakta ibadetlerini yapmaktadırlar. Göktürklerin başka bir ibadethaneleri
ise ecdat mağaralandır. Ecdat mağaralarının yanı sıra mukaddes dağlar, yer ve
sular, hakanın otağı ve obalar dini merasimlerin yapıldığı yerlerdir[538],
îskitlerdeki tapınma konusunu ise îskitlerde savaş Tanrısını temsil eden bir
kırın ortasındaki kılıca tapılması teşkil etmektedir[539].
Göktürklerde gördüğümüz kurt, geyik, grifon ve ejderha biçimindeki varlıklar
îskitlerde görülmez. Göktürkler Tanrı’ya elerini açarak ibadet edip dualar
ederlerken îskitlerde buna benzer bir duâ biçimini görememekteyiz. Göktürkler ibadet,
yakanş ve yarlıganma dileklerini, gece ve gündüz, her istedikleri yerde
sesli-sessiz, toplu yada tek olarak yaparlardı[540].
İskitler mabetlerim ufak ağaç yığınlarından yaparlar, mabedin tepesine de bir
demir kılıç dikerler. Her sene İskitler harp ilahına at ve sair hayvanlan
kurban ederler[541].
3.
Falcılık:
îskitlerde
ve Göktürklerde falcılık önemlidir. Her iki kavim arasındaki fark ise
falcılığın yapılış şeklidir. Göktürklerde en meşhur falcılık kürek kemiği
falcılığı iken îskitlerde en yaygın fal şekli söğüt dallarına bakılarak,
yapılanıdır. Aynca îskitlerdeki önemli bir fal biçimi ıhlamur yaprağına
bakılarak yapılanıdır. İskit hekimleri bir hastalığın tedavisi hakkında haber
verirlerken ıhlamur yaprağına bakarlardı.
4.
Tanrı
Anlayışı: Göktürklerde tek Tanrılı bir yapı mevcut
iken îskitlerde çok Tanrılı bir yapı ile karşılaşıyoruz. Göktürkler Gök Tanrı
Dini’ne mensup olduklarından bir tek Gök Tanrı'sına inanmışlardır. îskitlerin Tanrılan
ise birden fazladır. Bu yönü ile iki kavim birbirinden farklılık arz etmektedir.
Göktürkler havaya, suya, ateşe, toprağa ve yere saygı göstermişler fakat Gök Tanrı'ya
gösterdikleri ibadet ve imam diğerlerine göstermemişlerdir. Göktürkler
taunlarının tasvirlerini keçeden yaparlar ve deri torba içinde saklarlardı. Bu
tasvirleri iç yağı ile yağlarlardı. İskitlerde ise buna benzer bir uygulama
görülmemektedir. Göktürkler ceza ve ödülün Tanrı tarafından verildiğine
inanmaktadırlar. İskitlerde ise sadece Tabiti, "Sülale veya Aile Tanrıçası"
sanatlarında tasvir edilmiştir. Bronz çağında, Urallar ve Dinyeper nehri
arasındaki bölgede, pişmiş topraktan küçük fîgürinleri pek yaygındır. İskitler
bu yerli Tanrıçayı benimseyerek ona ibadet etmişlerdir.
5.
Ölü
Gömme: Göktürklerde farklı ölü gömme adetleri
görmekteyiz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme. Aynca Göktürkler ölülerim
yakarlardı. Bazı mezarlarda kül bulunduğu haberi bunu teyit etmektedir.
İskitlerde ise ölülerini yaktıklarına dair bir kayda rastlanmamıştır. îskitler
ve Göktürkler ölü gömme adetleri içerisinde ölülerini mumyalamışlardır. Ancak
îskitlerin mumyaladıklan cesetler üzerinde dövmelere rastlanmaktadır.
Göktürklerde ise ölen kimsenin vücudunda dövmeye rastlandığına dair kaynaklarda
kayıtlar yoktur. îskitlerin defin merasimlerinde diğer bir ayrıntı kendi
içindedir. Çünkü îskitler kralları ile halktan birisinin defin merasimlerini-
birbirinden farklı yapmışlardır. İskitlerde halktan birinin defin merasimi ile
ölen kralın defin merasimi birbirinden farklıdır. Kralların defin merasimleri
büyük ve kanlı seremonilerle yapılırdı. Kralın ölümünden bir sene sonra, daha
başka merasimler yapıldığım görmekteyiz. Ölen kralın, hepsi yerli İskit olan en
iyi hizmetkarlarından elli kişi seçilir ve bunlar boğdurulur. Bunlarla beraber
en güzel atlardan elli at da öldürülür. Bunların hepsinin karınlan yanlarak
içleri temizlenir ve saman ile doldurularak, yanlan bu kısımlar dikilir.
Bu da yapıldıktan sonra, yere çifter çifter direkler dikilir. Her
çift direğin üzerine bir araba tekerleğinin yansı konur. Daha sonra, atların
içine, kuyruklarından boyunlarına kadar uzanan bir sınk geçirilir ve atlar
tekerleklerin üzerine yerleştirilir. Atm göğsü tekerleğe dayanır ve sınk atm
gövdesini tutar, ayaklan ise havada kalır. Her atm ağzına gem vurulur ve
dizginleri öne alınarak bir tahta çiviye bağlanır ve eyer takımı bir askıya
asılır. Nihayet boğulan gençlerden her biri, bir atın sırtına bindirilir ve
bunlan atm üzerinde durdurmak için, bellerinden enselerine kadar uzanan bir
sınk geçirilir ve bu sırık atların gövdesine geçirilen sınğa bağlanır ve bu
elli süvari mezarın etrafında daire şeklinde kazıklanarak, bu şekilde
bırakılırdı. Göktürklerde ise buna benzer bir uygulama bulunmamaktadır.
Göktürkler ve İskitler ölen kimse için yuğ merasimi yapmışlardır. Göktürklerin
yuğ merasimi İskitlerinkinden farklıdır. Çünkü Göktürklerin yuğ merasimlerinde
"yuğçı ve sığıtçı"lar gelmişlerdir. Hatta Göktürk kağanlarından
İstemi Kağan ve Kültegin'in Ölümü münasebetiyle cenaze merasimlerine, birçok
milletlerden elçilerin yanında "yuğçı ve sığıtçı"lar gelmişlerdir. Göktürklerin
yuğ töreninde, ölenin yakınlan, acı çekmek için bir yerlerini kanatır, göz
yaşlarını kanlanyla karıştırarak ağlaşırlardı[542].
6.
Mezar:
İskitierde
cesetler mezara, eşyalar da onların çevresine konuluyordu: atlar boğazlanıyor,
cesetler yatınlıyor, gölgelik ve araba kınlıyor ve mezarın yakınma veya
koridorun içerisine konuluyordu. Mezar toprakla örtüldüğü zaman, cenaze
merasimi son buluyordu[543].
İskitler ölü gömme işlemini tamamladıktan sonra mezarın üzerine toprak atmakta
ve en yüksek tümseği oluşturmak için birbirleriyle yarışmışlardır[544].
Göktürkler ise mezarlarını belli etmek yerine onu gizlemeyi tercih etmişlerdir.
Mezarların içlerine koyduklan odalar dahi gizli bölmeler halindedir. Göktürk
hakanlarının, hanlarının ve yüksek rütbeli kişilerin mezarlan -ise tamamen
gizli yapılmıştır. Göktürk mezarlarının kıymetli madenlerden yapılmış kemerler,
süs eşyaları ve silahlar ile dolu olması mezarlan cazibe merkezi haline
getirmiştir. Bu durum da Göktürk Mezarlarının gizli yapılmasının nedeni olsa
gerektir. Göktürk mezarlarım İskit mezarlarından ayıran bir başka nokta ise
Göktürklerin ölülerini gömmek için tabut kullanmış olmalandır. Bu tabutların
üzeri süslenmiş, taştan yapılmış yekpare dört taş levhanın bir araya
gelmesinden meydana gelmiştir,
7.
At:
İskitler
ve Göktürkler atı binek hayvanı olarak kullanmalarının yanında onun gücünden,
etinden yararlanmışlardır. Ancak İskitler atı ehlileştiren ilk kavim olarak
bilindiğinden Göktürklerden bu yönü ile ayrılmaktadır. Bu yüzden at kutsal
kabul edilmiştir. İskitlerin özel "At Terbiyesi" yaptıkları
bilinmektedir. Aynca İskitler atın yanı sıra arabayı da kutsal kabul
etmişlerdir. Zengin tezyinatlı özel cenaze arabalarını hanlar ve beyler için
kullanmışlardır[545].
Göktürkler de atı mübarek bir mahluk kabul etmelerine rağmen, hakan ve
kahramanlar gibi onun da gökten inmiş bir varlık olduğunu sanıyorlardı. VI.
Asırda Göktürk hakanı İşbara Han "size ilahi menşeden gelen atlar takdim
edilecektir" derken atın kutsiyetine değinmiştir[546].
8.
Din:
İskitlerin
dinleri hakkında Grek kaynaklarından bilgi edinmemize rağmen Göktürk dini
hakkmdaki bilgilerimizi Çin kaynaklarından ve eski kaya kitabelerinden
edinmekteyiz. Grek kaynaklarının İskit dini ile ilgili verdiği bilgiler
yetersiz olup Göktürk dini hakkında bilhassa kitabeler doyurucu bilgi
vermektedir. İskitlerin keyif verici maddelere düşkün olmaları bunu dini bir
hüviyete büründürmüştür. îskitlerde görülen bu durum Göktürklerde görülmez.
Göktürkler çeşitli dinlerin etkisi altında kalmışlardır. İskitler için böyle
bir etkilenme söz konusu değildir.
E. HUNLARIN VE
GÖKTÜRKLERİN FARKLILIKLARI
1.
Bayram:
Târihi
kaynaklarda Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile ilgili olarak bir bayram
kutlamadıkları bildirilmekte olup[547]
Göktürklerde kutlanılan bayramlarla ilgili bilgiler yer almamaktadır.
2.
Töz
(idol): Hunlarda ve Göktürklerde de bir idolün
varlığım bilmekteyiz. Ancak bu idollerin bulunduğu yer ve şekli
birbirinden tamamen farklıdır. Hanlarla ilgili bilgi sahibi olduğumuz
Çin kaynaklan M.Ö. 121 yılında Hun karargahının içindeki altın bir idolden
bahsetmektedir. Hun prensine ait olan bu altın idolün yanı sıra Hunlarda geyik
ve grifon gibi hayvan heykelcikleri de vardır, bu hayvan heykelcikleri Hunlara
ait olan kurganlardan çıkmıştır[548].
Göktürkler döneminde Hunların bir devamı niteliğinde kabul edebileceğimiz
türden olarak farklı tözlere rastlanmaktadır. Göktürkler döneminde
Hunlardakilerin yerlerini keçeden ve ahşaptan yapılmış olanlar almıştır. Bu
idoller, Göktürkler döneminde kurt, geyik, grifon ve ejderha biçiminde varlıklarını
sürdürmüşlerdir[549].
3.
Dua:
Bunlardaki
ferdi dua anlayışının yerini Göktürklerde toplu halde yapılan dualar
almaktadır. Hun hakanı her gün sabahleyin çadırından çıkarak şafakla birlikte
güneşe eğilerek saygı gösterirdi. Ayın doğuşu sırasında da aya doğru eğilip diz
çöktüğünde sol elini saygıdeğer yöne çevirirdi. Böylece dua edilmiş
olunmaktaydı. Göktürklerde ise toplu biçimde yapılan dualar söz konusudur.
Göktürkler, ibadet, yakarış ve yarhganma dileklerini, gece ve gündüz, her
istedikleri yerde sesli-sessiz, toplu yada tek olarak yaparlardı[550].
Göktürklerin dualarında kişinin mal varlığına göre Tanrı'ya sunulan kurbanlar
da söz konusudur. Göktürklerde çeşitli ayin ve bayramlarda da toplu olarak dua
edilmektedir[551].
4.
Kurt
Ata İnancı: Göktürkler kendilerini Hunların
devamı olarak kabul etmektedirler. Göktürklerin tarih sahnesine çıkışlan
Ergenekon destanı ile başlatılmaktadır. Bu destana göre dişi bir kurt
Göktürklere yol göstermiş onlara önderlik etmiştir. Bu yüzden Göktürkler
bu hayvanı ata olarak kabul etmektedirler. Hunlarda ise böyle bir kurt ata
inancı mevcut değildir.
5.
Balbal:
Göktürklerde
karşımıza çıkmaktadır. Hunlarda Mezarların üzerine dikilen balballar yoktur.
Balballar tamamen Göktürklere mahsustur.
6.
Tanrı
Anlayışı: Hunlar ve Göktürkler tek bir Tanrı'ya
inanmakta olup, bunu Gök Tanrı olarak kabul etmişlerdir. Göktürklerde Tanrı
anlayışının yanında gelişmiş kutsallar vardır. Bu kutsal yer anlayışı,
yani Yer-Sulardır. Bu vatan kültü konumunda olan, Tanrı anlayışının yanında
gelişmiş bir külttür. Orhun kitabelerinde bu durum
yağız yer olarak nitelendirilmiştir. Bunun yanı sıra Göktürkler ateşe, havaya
büyük hürmet göstermişlerdir. Göktürklerde Hunlarda bulunmayan "Umay"
adı verilen ve kadın Tanrıça olduğu kabul gören bir Tanrı vardır.
6.
Ölü
Gömme: Hunların ölü gömme gelenekleri ile ilgili
olarak Çin kaynaklarından bilgi edinmekteyiz. Çin kaynaklanılın verdiği
bilgilere göre Hunlar ölülerini tabut içerisine koyarlardı. Hunların tabutları
iki katlı olup iç ve dış tabutlardı. Hunlarda ölü gömme geleneği
içerisinde karşımıza çıkan tabutlar Göktürklerde görülmemektedir. Göktürklerin
ölü gömme gelenekleri Hunlarınkine göre daha farklıdır. Çünkü Göktürklerin
ölülerini yaktıklan ile ilgili olarak kaynaklarda kayıtlar yer almaktadır.
Hunların
ölü gömme geleneklerine ait önemli bir unsur ölen kişiyle birlikte onun atının
da gömülmesidir. Hunlar için at oldukça önemlidir. Öldükten sonra ölen kişinin
atma bineceği inancı atm da gömülmesine neden olmuştur. Hıralardaki ölen
kişiyle birlikte atının gömülmesine Göktürklerde rastlanılmamaktadır.
8.
Dağ
Kültü:
Hunlarda Göktürklerdekilerden farklı bir anlayış vardır. Hanlardaki bu
farklı anlayış dağlara heykeller dikme adetidir. Bu Göktürklerde
görülmemektedir. Hıralar dağlara heykeller dikerlerdi. Gök tapınağına heykeller
dikmek, Shih-huang-tİ devrinde, Çinin şimal batısmda yeni beliren Doğu
Hıralarının adeti idi. Shih-huang-ti, M.Ö. 220'de, bugünkü Shansi'de bulunan ve
Kanch'üan-shan diye Çin metinlerinde anılan, Hıralara ait semavi dağı almış ve
orada bir gök tapmağı ile birlikte, madeni heykeller yaptırmıştı.
Shansi'deki mukaddes dağlarından tard olan Hıralar ise, daha batıda, bugünkü
Kansu’da, Çince Ku-tsang denen bir başkent kurup, oradaki gök mabedlerinde
madeni heykeller yapmışlardı. Semavi kılıç tapmağı da aynı külliyede
bulunuyordu. Tahmine göre, madeni heykeller, yıldızlan veya onlara teşmil
edilen geçmiş Hun hükümdarlarım tasvir ediyor idi. Semavi ejderlere atfedilen
pullu vücut ile temsil edilmişlerdi. Heykellerin yaranda birer musiki aleti
bulunuyordu. Çan ve bilhassa davul, gök ayininde çalınırdı. Hunlar bu
heykelleri gök ayininde kullanıyor, fakat Çinliler bunlara riayet göstermekle
ikti ederek, merasimde heykellere yer vermiyorlardı[552].
9.
Güneş
ve Ay Kültü: Çin kaynaklarının verdiği
bilgilere göre Huni; Güneş’i ve Ay'ı ululamışlardır. Hunlar bir işe
başlamadan önce yıldızların, güneşi ve ayın durumuna bakarlardı. Hun Tanhusu
her sabah çadırından çıkarak güne; tazim ederdi. Geceleri ise ayı tazim ederdi[553].
Göktürklerde ise buna benzer bi uygulamaya rastlanamamıştır.
10.
Ateş
ve Su Kültü: Göktürkler ateşin ve suyun
temizleyici olduğun; inanmışlardır. Bundan dolayı da Göktürklerde ateş ve su
kült derecesindedir. Bu ik kült birbiriyle iç içe değerlendirilmektedir. Bunun
nedeni ise hem ateşin hem de suyun sahibinin ve ruhunun bulunduğuna
inanıldığmdandır. Kötü ruhları kovduğum inanılır. Göktürklerde gördüğümüz, ateş
ve su kültüne Hunlarda rastlayamıyoruz.
11.
At:
Hunlar
ve Göktürkler için at beslemek büyük bir meşgaledir. Bu yüzden anasının
yardımından yeni kurtulan bir Hunlu yanı başında eyerlenmiş bir at bulur. Bu
yüzden bütün hayatlarım at sırtında geçirirler. Hunlar, atı kullanmışlar
ancak eğer kullanmamışlardır. Atı nallamamışlar ve üzengiyi tanımamışlardır.
Göktürklerde ise buna benzer bir kayda rastlanamamıştır.
12.
Din:
Hunlar
ve Göktürkler Tek Tanrılı Gök Dinine inanmaktadırlar. Ancak bu iki kavmin
etkilendiği diğer dinler birbirinden farklılık gösterir. Göktürkler cihan
şümul bir devlet kurmuşlardır. Bunun neticesinde ülkede şamanizmden başka Mani
Dini ve Zerdüşt Dini yerleşme alanı bulmuştur[554].
Hunlar ise konar göçer bir kavim oîduklarından gittikleri yerlerde farklı
insanlarla etkileşimde bulunmuşlardır. Hunlar Avrupa coğrafyasında Hıristiyan
misyonerleriyle görüşmüşler, bu coğrafyada Hıristiyanlıkla dini anlamda
bir etkileşim içinde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra Hıristiyan misyonerlerin
faaliyetleri Hunların Hıristiyanlıktan etkilenmelerinde etkili olmuştur[555]. Hunların
ve Göktürklerin dini yaşamlarının birbirinden kesin çizgilerle aynldığı görüşü
vardır, bu görüşü W. Schmıdt savunmaktadır. Onun görüşüne göre Hunlarla
Göktürklerin dinlerine dair vesikalar birbirinden ayrılmaktadır. Göktürkler
için kaya kitabeleri varken Hunlar hakkında sadece Çin kaynaklarının verdiği
malumat vardır[556]. Din ile
ilgili diğer bir fark Göktürklerde görülen imparatorluk dini ile halk dini
ayrımıdır. Bu biçimdeki bir ayrım Hunlarda görülmez. Göktürklerde imparatorluk dini
Gök Tanrı üzerinde ısrar etmekte; buna karşılık halk dini Şamanizm
ekseninde oluşmaktadır[557].
Eski
Türklerde din, kainatın hakimi ve yaratıcısı olan yüce bir varlığa inanma
biçiminde şekillenmiştir. Türkler bu varlığı hem gök hem de Tanrı anlamım
içeren ''Tengri" kelimesi ile ifade etmişlerdir. Türklerdeki bu Tanrı
anlayışından yola çıkarak eski Türk inancım Gök Tanrı Dini olarak
nitelendirmemiz mümkündür. Gök Tanrı Dinine inanan Türkler zaman zaman farklı
dinlerin etkisi altında da kalmışlardır. Türklerin kabul ettikleri ya da
etkilendikleri dinler arasında Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık, Yahudilik
gibi dinler yer almaktadır. Bazı araştırmacılar Türklerin dinini incelerlerken onların
Şamanizm'e inandıklarım belirtmişlerdir. Onlara göre Türklerin dini
Şamanizm'dir. Ancak şu gerçek unutulmamalıdır ki Türklerin dini Şamanizm değil,
tek Tanrı Dinine dayalı Gök Tanrı Dini'dir. Eski Türk dini animistik,
totemistik ve atalara tapınma gibi bir takım özellikler gösterse de merkezinde
Tek Tanrı anlayışı yer almaktadır. Bozkır Türklerinin dini İnançlan; tabiat
kuvvetlerine inanma, atalara tapınma ve Gök Tanrı merkezinde toplanmıştır.
Türkler tabiattaki bir takım gizli güçlerin varlığına inanmışlardır. Ataları
öldükten sonra onlara duyulan minnet duygusu artmıştır. Gök Tanrı bozkır
kavimlerinin inancının merkezinde yer almaktadır.
Eski
Türklerin-. dini inançlan ile ilgili olarak bir takım görüşler ortaya
atılmıştır. Ortaya atılan görüşler içerisinde Türklerin totemist olduğu, onların
dininin toyunizm olduğu ya da Şamanizm olduğu biçiminde görüşler yer
almaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki Türklerin dini hayadan tek Tanrı inancına
dayalı Gök Tanrı Dini’dir. Eski Türklerde dini inanca bağlı olarak gelişen kurban
kesme, ölü gömme vb. gibi örf ve adetler dinden bağımsız değildir.
İskitlerin
dinlerinde Şamanizm'e ait unsurlar yer almaktadır. İskitler büyüye, sihire ve
tılsıma inanırlardı. İskitler, Zerdüşt dinine ve Zerdüştlüğoün yarattığı
yeniliklere yabancı kalmışlardır. İskiüer karşılaştıklan olaylan tabiat
kuvvetieri ile ifade etmeye çalışmışlardır. Tabiatta karşılaştıkları garip
olayları iyi ve kötü ruhlara atfetmişlerdir. İskitler ruhlar ve Taunlar alemine
inanmaktadırlar. İskitler keyif verici maddelere düşkündürler ve bu
düşkünlüklerini dini hüviyet içerisinde değerlendirmektedirler. Tanrılarına
kurbanlar sunmaktalar, atalarına ise sürekli tazimde bulunmaktadırlar. İskitler
çok Tanrılı bir anlayışa sahiptirler. Ölülerini "kurgan" adı verilen
yüksek mezarlara gömmektedirler. İskitler atı ehlileştiren bir kavimdir. Yaşam
biçimleri dikkate alındığında onların Türk olduklan görülecektir.
Hunlar,
İç Asya'da büyük Türk devletini kurmuşlardır. Hunların bilinen ilk hükümdan ve
kurucusu Teoman’dır. Hunlar, Tek Tanrılı Gök Dim’ne inanıyorlardı. Hunlarda gök
Tanrı dininin yanı sıra gök, güneş, ay , yer-su , atalar kültü kuvvetle
yaşamıştır. Hunlarda "Tengri" kavramı yerleşmiştir. Hunlarda
başbuğlarına göğün oğlu anlamına gelen "Tengri Kut" denilmektedir.
Hunlar hakkında en önemli bilgileri Çin yıllıklarından edinmekteyiz. Çin
yıllıklan Hunlardan "Hiugnu" olarak bahsetmektedirler. Hunlar
hakkındaki bilgilerin Çin yıllıklarından edinilmesinin nedeni Çinlilerle Hunlar
arasındaki münasebetlerdir. Ancak unutulmamalıdır ki Çin yıllıklarının verdiği
bilgiler son derece doğru bilgiler değildir. İçerisinde tek taraflı bakış açısı
yer almaktadır. Ancak elimizde başka kaynakların olmaması Çin yıllıklarından
faydalanmayı zorunlu kılmaktadır. Hunlar bulundukları bozkır coğrafyasında farklı
dinlerle etkileşim halinde bulunmuşlardır. Hunların etkilendikleri dinler
Budizm, Hıristiyanlık gibi dinlerdir. Hunlarda da Şamanizm yer almaktadır.
Hunlarda Şamanlar önemli rollere sahip kimseler olarak görülmektedir. Hunlarda
Totemizm de görülmektedir. Tek Tanrı inancına sahip olan Hunlarda kurban kesme
merasimleri görülmektedir. Hunlarda kesilen kurbanların en önemlisini at
oluşturmaktadır. Ondan sonra koyun gelmektedir. Hunlarda mukaddes kabul edilen
mekanlar vardır. Bunlardan en önemlisi Hun Dağı denilen yerdir. Hunlar
ölülerini "kurgan" denilen mezarlara gömmüşlerdir. Ölüleriyle beraber
atlarım ve kıymetli eşyalarım da gömmüşlerdir. Hunlar iyi bir at binicisi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha küçük yaştan itibaren gelişen bu yetenek
daha sonraları kendisini gösterecektir. Hunlar ata büyük önem verdiklerinden
hayatlarının devamım at üzerinde geçirmişlerdir.
Göktürkler
Aşina Türk boyu tarafından kurulmuşlardır. Onların kökeni ile ilgili
bilgileri Çin kaynaklarından edinmekteyiz. Göktürklerin dini içtimai ve
siyasi teşkilatların mahiyetiyle mütenasip bir şekilde gelişmiştir. Ayn ayn
aşiretler halinde yaşarlarken Totemizm dinine inanmışlardır. Şamanizm
Göktürklerde etkili olmuştur. Göktürkler Tek Tanrı inancına sahiptirler. Bunun
en güzel örneğini Orhun Kitabeleri vermektedir. Bu kitabeler Tonyukuk, Kültegin
ve Bilge Kağan adına dikilmiş olan anıtlardır. Göktürkler Tek Tanrı inancının
yanında çeşitli dinlerin de etkisi altında kalmışlardır. Göktürklerin
etkilendikleri en önemli din Budizm'dir. Göktürklerde dine bağlı çeşitli örf ve
adetler gelişmiştir. Kurban kesme, ölü gömme, cenaze merasimleri vb. dini
hayata bağlı olarak gelişmiştir.
Sonuç
olarak incelediğimiz dönemin dini hayatının temelini Tek Tanrı anlayışı
oluşturmaktadır. Türklerin eski dinleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmış
olmakla beraber bunlar birbirinden farklılıklar göstermektedir. Türklerin eski
dinlerinin Şamanizm olduğu görüşü yaygın görüştür. Ancak Türklerde Şamanizm bir
din değil sihri bir durumdur. Türklerin dini ise Gök Tanrı inancına dayalı Gök Tanrı
Dini'dir.
* ABDYKOULOVA, Roza
1997 |
Eski Bozkır Kavimlerinin Dini
İnanç ve Adetleri (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara |
* ACIPAYAMLI Orhan,
1962 |
"İptidailerde
Ölü Gömme ile İlgili Bazı Pratikler ve İzahları", DTCF Dergisi, C.XX,S.l-2 |
* AKPINAR, Turgut
1986 |
"Eski Türklerin Dini Tek
Tanrı İnancı mıydı?", Tarih ve Toplum, İstanbul:
İletişim Yayınlan, 145-149 |
* ANOHİN, A.V .. 1995 |
"Şaman Davulu", Ülkü , XVI |
* ARSAL Sadri Maksudi,
Türk
Tarihinin Ana hatları eserinin müsveddeleri, No:5
* ATAÇ Galip, |
îskitlerde Hekimlik Türk
Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri No 3 |
* ATALAY, Besim |
Divan-ı Lügat'it-Türk |
* AVCIOĞLU Doğan,
1997 |
Türklerin Tarihi (Birinci
Kitap), Tekin Yayınevi İstanbul |
* AYDA Adile,
1987 |
Türklerin İlk Ataları, Ankara
: Ayyıldız Matbaası |
1994
"Şamanizmin
Eski Türk Dini Hayatı ile İlişkisi", XI. Türk Tarih Kongresinden
Aynbasım, Ankara, s.487-500
1947
"Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Belleten
C.XI, Ankara, s.515-539
1964 "Eski Türklerde Harp
Taktiği", Türk Kültürü, , C.2, S.22,
Ağustos,
Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan
"Anadolu
Halk Sufizminin Oluşmasında Şamanlığm Rolü", www. Alewiten. Com
1997 "Hunlar Devrinde Evlenme
Gelenekleri", T ürk Dünyası
Tarih Dergisi,
İstanbul
Temmuz
1995
Türklerin
Dini, İstanbul: Cem yayınevi
Hunların
Hayatı (Çev: M .-Reşat ÜZMEN) Orkun yay.
İstanbul
* BUHARALI, Eşref
1990 |
"Türklerde Matem
Alametleri", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi |
* BULUÇ, Sadettin
1948 |
"Şamanizmin
Menşei ve İnkişafı Hakkında", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.IL,
S.3-4, İstanbul, 277-288 "Şaman", îslam
Ansiklopedi 11. cilt, İstanbul |
* CAFEROĞLU, 1972 |
Ahmet "Türklerde Av Kültü ve
Müessesesi", VII. Türk Tarik Kongresi, Ankara,
169-175 |
1953 |
"Türk Onomastiğinde At Kültü", Türkiyat
Mecmuası, X, İstanbul: Osman Yakın Matbaası, 201-216 |
* CHALLAYE, Felıcıen,
1960 |
Dinler Tarihi, (Çev:Samih
Tiıyakioğlu), Eylül, İstanbul: Varlık yayınlan |
* CLAUSON, Sir Gerard
1976 |
"Tonyukuk Abidesi
Hakkında Bazı Notlar", Türkiyat Mecmuası, C.XVIII,
1973-75, İstanbul : Edebiyat Fakültesi Basımevi, 141-148 |
* ÇUBUKÇU İbrahim Agah,
1990 |
"Kültür Tarihimizde
Din", Belleten, C.LIV, Ağustos, 773- 803 |
1987
İlkçağ Tarihi 1 Uzakdoğu-Ortadoğu-Eski Yunan, Türkçesi. Özdemir
İnce, Ankara: V Yayınlan
1979
"Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, S. 198-199, yıl XVII,
Nisan-Mayıs, Ankara, 321 -343
1972 Hun Sanatı, MEB yayınlan,
İstanbul
2002
"Türk Halıcılığının Kısa Tarihçesi", Yörtürk Dergisi, Mayıs-
Haziran 2002, Ankara: Yörtürk Vakfı Yayınlan, 31-35
2002 "İslamiyetten Önceki Türk
İnancına Dair", Türkler, IH,
Ankara : Yeni Türkiye
Yayınlan, 305-320
"Eski
Türk Dini Şamanizm mi idi?", Türk Dünyası Tarih Dergisi, 7-11
1997
"Anadolu'da Kimmerler ve İskitler", Belleten, C.LXI, 273- 286
1993 İskitler (Sakalar), Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü yayınlan,
1996 "Massagetler", Bilig, 3,
86-91
2002
"İskitlerin Kimliği", Türkler, I, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 620-627
1943 "Eski Çin Kültürü ve
Türkler", DTCF Dergisi, C.I., S.4,
Ankara, 19-29
1996 Çinin Şimal Komşuları, Ankara:
TTK Basımevi
1952 "Kitaplar Arasında", İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı
Dergisi, İstanbul: Osman Yakın Matbaası, 471-478
Şamanizm, İstanbul:
İmge Yayınlan
Orhun
Abideleri, İstanbul: Boğaziçi Yayınlan
1985 " Türk Topluluklannın Ölüm
Adetleri Üzerine Bir Deneme",
Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi S. 35, İstanbul: Türk Dünyası
Araştırmalan Vakfı Yayınlan, 56-68
1968 "Alp
Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü”, Türk Kültürü,, S.70, C.VI,
Ağustos, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 775-791
1979 Türk
Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar), İstanbul:
Edebiyat Fakültesi Matbaası,
1985 |
Türk Kültür Tarihi, İç
Asya’daki Erken Safhalar, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, |
1983 |
"Tengrilik", Sanat Tarihi
Yıllığı, İstanbul, 35-51 |
* GABAİN, A.Von |
Köktürklerin Tarihine Bir
Bakış |
* GOLDEN, PeterB.
2002 |
Türk Halkları Tarihine Giriş,
(Çev:
Osman Karatay), Ankara: Karam Araştırma ve Yayıncılık, |
* GÖKALP, Ziya 2002 |
"Türklerde Ahlak”, Türkler, IH,
Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 283-289 |
1976 |
Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul
Kültür Bakanlığı Yayınlan Milli Tetebbular, S. 3 |
* GÖMEÇ, Sadettin
2003 "Eski Türk İnancı Üzerine Bir
Özet", Tarih Araştırmaları
Dergisi, Ankara,
79-104
|
"Umay Meselesi"
Türk Dünyası Tarih Dergisi, 38-44 |
* GÖRGÜNAY KIRZIOĞLU,
Neriman
2002 |
"Pazınk Halısı ve
Günümüzde Yaşayan Örnekleri”, Yörtürk Dergisi, Yıl
7, Sayı 44, Ankara: 43-47 |
* GROUSSET, |
Rene |
1999
Bozkır
İmparatorluğu, İstanbul: Ötüken Yayınlan
* GUMİLÖV, L.N.
1994 |
"Eski Türk Dini”, Türk Kültürü, S.377,
Yıl XXXII, Eylül, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Vakfı Yayınlan, 520-531 |
1999 |
Eski Türkler, (Çev:
D.Ahsen Batur), İstanbul: Birleşik yayıncılık, |
* GÜNGÖR, Harun
1989 |
"Orta Asya'da
Mani Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi", Erciyes
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.6, Kayseri, 81-94 |
2003 |
"Süryani
Kaynaklatma Göre Türklerin Menşei, Dini İnanış ve Adetleri”, www.alewiten. com. S.
1-8 |
2003 |
"Eski
Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", www.alewiten.com,
1-4 |
1998 |
"Dinler
Tarihçisi Olarak Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Türk Dini Tarihi Çalışmalarına
Katkısı",. Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri:
Kıvılcım Yayınlan |
2002 |
"Eski Türklerde Din ve
Düşünce", Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan,261-282 |
1998 |
"Göktürk Kitabeleri ve
Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından
İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri:
Kıvılcım Yayınlan, 100-120 |
1998 |
"Eski
Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", Türk Bodun Bilimi
Araştırmaları. Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, |
* GÜNGÖR Harun - GÜNAY
Ünver
2003 |
Başlangıçlarından Günümüze
Türklerin Dini Tarihi, İstanbul: Rağbet Yayınlan, |
*HEREDOTOS
2002 |
Herodot
Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, İstanbul: Türkiye İş
Bankası yayınlan, |
* HÜSEYİN KIZI Nezaket
2002 |
"Eski Türklerde Tabiat
Kuvvetlerine İnancın Destanlarda Tasviri",
Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 338- 344 |
* INOSTRANTSEV, K.
1950 |
"Eski
Türklerin İnançlan Hakkında Birkaç Söz", Belleten, C.XIV,
Ankara, 45-47 |
* İNAN,
Abdülkadir
1948 |
"Eski’Türklerde
ve Folklorda Ant”,DTCF Dergisi, C.VI, 279- 290 |
1952 |
"ikinci Pazınk
Kurganı", Belleten, C.XVI, Ankara, 137-139 |
1953 |
"Türklerde Su Kültü ile
İlgili Gelenekler", (FUAD KÖPRÜLÜ
ARMAGANI’ndan aynbasım), İstanbul: Osman Yalçın Matbaası, 249-253 |
1976 |
Eski Türk Dini Tarihi, Kültür
Bakanlığı yayınlan, İstanbul |
2000 |
Tarihte ve Bugün Şamanizm
Materyaller ve Araştırmalar, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınlan |
1947 |
"Altay Dağlarında
Bulunan Eski Türk Mezarlan", Belleten, C.XI, Ankara: TTK Basımevi |
* JİSL, Lumir |
"Kültegin
Anıtında Arkeoloji Araştırmalan”, Belleten, C. VH |
* KAÇAR, Turhan 2002 |
"Avrupa
Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, IH, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 385-391 |
* KAFESOĞLU,
İbrahim
2002 |
"Eski
Türk Dini", Türkler, III, Ankara:Yeni Türkiye Yayınlan,
290-304 |
1993 |
Türk Milli Kültürü, İstanbul:
Boğaziçi Yayınlan |
1992 |
"Asya Türk Devletleri", Türk
Dünyası El Kitabı, 111- 125,127-145 |
1980 |
Eski
Türk Dini, Ankara: Kültür Bakanlığı
yayınlan, |
* KALKAN, Mustafâ
1997 |
"Bozkır
Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre Kazandırdığı
Dinamizm", Erdem, C.9, Ankara, 1129-1141 |
2002 |
"Türk
Kültüründe Renkler", Yörtürk Dergisi, Yıl 7, Sayı 42, Ankara Mart
Nisan, 39-42 |
* KIVILCIMLI, Hikmet
2003 |
"Dinin
Türk Toplumuna Etkileri", Alewiten.
com. 1-17 |
*KOCA,
Salim
2000
Türk Kültürünün Temelleri I, Trabzon; Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen
Edebiyat Fakültesi Yayınlan
2002
"Gök Tanrı İnancı", Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 326-329
1341
Türk Tarih-i Dinisi, Darülfünun Matbaası,
1941
"Tang sülalesi ile Hemzaman Olan Devletlerin Siyasi ve Ticari Münasebetleri",
Sinoloji Araştırmaları, İstanbul; Cumhuriyet Matbaası, 777-781
1952 "Gök Türk Kağanlığı", DTCF
Dergisi, C.X, S. 1 -2, Mart-
Haziran, 1-56
1992
"Doğu Avrupa'daki En Eski Türk Kavimleri", Türk Dünyası El Kitabı,
C.I, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 176-177
1987
İskit’lerin Tarihi, Konya: Selçuk Üniversitesi yayınlan,
1987 |
"İskitlerin
Uyguladığı Harp Taktiklerinin Diğer Milletler Üzerindeki Etkileri ve
Günümüzdeki Belirtileri”, Türk Kültürü, Yıl XXV, S. 293, Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 565-572 |
* MEMMEDOV, 2002 |
Celal Beydili "Eski Türklerde Gizli
Tabiat Kuvvetlerine İnanma (İye İnancı)",
Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 330- 337 |
1987 |
"Orhon-Yenisey
Abidelerinde Kutsal Sayılar", Türk Kültürü, S.290, yıl XXV,
Haziran, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 351-354 |
* MERAM, Ali Kemal
1964 |
Göktürk İmparatorluğu, Milliyet
Yayınlan, |
* NEMETH, Gyula
1940 |
"Türklüğün Eski
Çağı", Ülkü Halkevleri ve Halkodaları Dergisi, C.XV,
S. 88, Haziran, 299-306 |
* OCAK, Ahmet Yaşar
1997 |
Kültür Tarihi Kaynağı Olarak
Menakıbnameler, Ankara: TTK yayınlan |
* ORKUN, Hüseyin Namık
* OYMAK, İskender
2002
"Türkistan'da Zerdüştlüğün Yayılması ve Etkileri" Türkler, IH,
Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 375-384
1957
"Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar", Belleten, C.XXI,
Ankara, 81-137
1997
Dünden
Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara: Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınlan
1979 Türk
Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara: Kömen yayınlan,
* "Ölü
Gömme", TÜRK ANSİKLOPEDİSİ
1998
"Göktürk
Bengütaşlannda Sosyal Analiz ve Milli Oto-Kritik”, Türk Kültürü, S. 306,
Yıl XXVI, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan , 654-659
»ÖZERDİM, M.Nabi
"Çin
Dininin Menşei Meselesi ve Dini İnançlar", Belleten XXVI
1969 Türk
Tarihinden Yapraklar, İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınlan
* PAŞAYEV
Nazim - PAŞAYEVA Valide
2002 "Eski Oğuzların İnamşlan ve
Mitolojik Görüşleri", Türkler,
IH, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 345-357
1976
Sibirya’dan (Seçmeler), Çev. Ahmet Temir İstanbul: Kültür Bakanlığı
Yayınlan,
* RASSONYÎ, 1. |
Tarihte Türklük, Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan |
* ROUX, J.Paul
1999 |
Eskiçağ ve Ortaçağda Altay
Türklerinde Ölüm, İstanbul: Kabalcı yayınevi |
* SADİ YANG CHAO CHUN
1989 |
"Türkiye ve Çin
Arasındaki Kültür Mübadelesinin Tarihi Geçmişi", Çev. Tüten ÖZKAYA, Erdem
Atatürk Kültür Merkezi
Dergisi, C.5, S. 15, Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Yayınlan, 749-772 |
* SAMI Şemseddin,
1296 |
Esatir, İstanbul:
Mihıan Matbaası, |
* SAN, Oya 2000 |
"Bazı Bulgular Işığında Anadolu'da
Kimmer ve İskit Varlığı Üzerine Gözlemler", Belleten, C.LXTV,
1-21 |
* SARIKÇIOĞLU, Ekrem
1983 |
Başlangıçtan Günümüze Dinler
Tarihi, İstanbul: Bayrak Yayımcılık, |
* SCHMİDT, P.Wİlhelm
1965 |
"Eski Türklerin Dini”, İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XIII,
74-90 |
1966 |
"Tukue'lerin
Dini", Î.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
C.XIV’den aynbasım, İstanbul, 63-80 |
* SERTKAYA, F. Osman
1980 |
"Tonyukuk Abidesi Üzerine Üç
Not", Türkiyat Mecmuası, C. XIX,1977-1979,İstanbul: Edebiyat
Fakültesi Basımevi, 165-182 |
* SEYİDOV, M.A.
1997 |
"Eski
Türk Kitabelerindeki Yer-Sub Meselesi", Çev. Sadettin Gömeç, Tarih Araştırmaları
Dergisi, C.XVDI, S.29, Ankara: A.Ü: DTCF Tarih Bölümü Yayınlan,
259-265 |
* SPULER, Bertold
1981 |
"Gök
Türklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar",. VIIL Türk Tarih Kongresi, Ankara,
659-663 |
* TANYU, Hikmet |
- |
1973 |
Dinler Tarihi Araştırmaları,
Ankara |
1980 |
İslamlıktan Önce Türklerde
Tek Tanrı İnancı, Ankara: A.Ü. İlahiyat
Fakültesi Yayınlan, |
1968 |
Türklerde Taşla İlgili
İnançlar, Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınlan, |
1998 |
Türklerin Dini Tarihçesi, İstanbul:
Burak yayınlan, Türk Töresi |
* TAPLAMACIOGLU, Mehmet
*TARHAN, Taner 1969 |
"îskitlerin Dini
İnanç ve Adetleri", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 23,
İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, |
2002 |
"Ön Asya Dünyasında
İlk Türkler Kimmerler ve İskitler", Genel Türk Tarihi, I, Ankara:
Yeni Türkiye Yayınlan, 511- 532 |
* TAŞ, İsmail 2002 |
Türk Düşüncesinde
Kozmogoni-Kozmoloji, Konya: Kömen Yayınları, |
* TEKÇE, E.Fuat 1993 |
Pazınk, Altaylar'dan Bir
Halının Öyküsü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınlan |
* THOMSEN, W. |
Moğolistan’daki Türkçe
Kitabeler |
*TOGAN, A.ZekiVelidi
1970 |
Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I.
İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınlan, |
* TURAN, Fatma Ahsen
2002 |
"Eski Türklerde Tek Tanrı
İnancı", Türkler, IH, Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 320-325 |
* TURAN, Osman 1994 |
Türk Cihan Hakimiyeti
Mefkuresi Tarihi, İstanbul. Boğaziçi Yayınlan |
Selçuklu
Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul:
Boğaziçi Yayınlan
* "Türkler", İslam
Ansiklopedisi, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan
*URAZ, Murat
1967 Türk Mitolojisi, İstanbul:
Hüsnütabiat Matbaası
* YILDIRIM, Dursun
1994 "Köktürklerde Kağanlık Süreci;
Kaldırma, Kötürme ve
Oturma", XI. Türk
Tarih Kongresi, Ankara, 519-530
"Totemizm”,
Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, S.2 1975'den aynbasım, 69-78
Orta
Asya gibi muazzam bir coğrafyada yaşayan Türk toplulukları zamanla çeşitli
dinlerin etkisi altında kalmışlardır. Türklerin etkilendikleri dinler zaman ve
mekana göre birbirinden değişiklikler arz etmiştir. Türklerin ticari, siyasi
yakınlaşmaları dini hayatm farklılık göstermesinin temel nedenidir. Türkler
Şamanizm'i kabul etmekle beraber bu Türklerde bir din değil, sihri bir
metoddur. Türklerin diğer inanç biçimlerim totemizm, toyunizm oluşturmuştur.
Bunun yanı sıra Türkler bu dinlerin fazla etkisi altında kalmamışlardır. Esasen
Türk Dini tek Tanrı inancına dayalı olan Gök Tanrı Dini'dir. Gök Tanrı Dini'nin
esasım tek bir Tanrı anlayışı oluşturur. Türkler Tanrı'yı gökte kabul
ettiklerinden ona bu ismi vermişlerdir. Türklerin inanç ekseninde Gök Tanrı'nın
yanında çeşitli kutsallar yer almaktadır. Gizli tabiat güçlerini tam anlamıyla
anlamlandıramayan Türkler bunlara inanmaktan geri durmamışlardır. Tabiat
kuvvetlerine olan inancın yanında atalara saygı da yer almıştır. Çünkü Türkler
ölmüş atalarının ruhlarının kendilerine yardımcı olacağına inanmaktadırlar.
Bundan dolayı da yılm belirli zamanlarında atalarına kurbanlar sunmayı
kendilerine görev kabul etmişlerdir. Yılın belirli zamanlarında atalarına
sunulan bu kurbanlar dini hayatın vazgeçilmez bir bütünüdür. Yılm belirli
zamanlarında Gök Tanrı’ya verilen kurbanlar vardır. Eski Türkler bazı dağ, tepe
vb. yerleri kutsal kabul etmişlerdir. Güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek Tanrılar
kabul edilmiştir. Türklerde var olan öldükten sonra dirilme anlayışı onların
mezar yapılarının farklı olmasına neden olmuştur. Çünkü Türkler ölüleriyle
beraber kullandıktan atlarım, eşyalarım ve hatta kadınlarım da beraberlerinde
gömmüşlerdir. Bunun nedeni ise öldükten sonraki diriliş anlayışıdır. Türklerde
ölümden sonra yuğ aşı törenleri yapılmaktadır. Türklerde ölen kimseler için yas
tutulduğunu görmekteyiz. Hatta bu yaslara diğer devletlerden de elçilerin
katıldığım bilmekteyiz. Türklerde vatan toprağı kutsaldır. Buna bağlı olarak
kültler oluşmuştur.
İskitler
ata çok iyi binen ve savaşçı bir millettir. İskitlerin kadınlan da ata binerler
ve ok ile yay kullanırlar. İskitler genellikle arabalan üzerinde ve su
kenarlarında yaşarlar. Onların yaşamları hayvanlarının otlamalarına bağlıdır.
Bir yerden başka bir yere göç etmeleri hayvanlarına otlak aramak
içindir. İskitlerin hayât tarzı, kıyafet ve simaları, adat ve ahlakları
Hunlar ve Göktürkler ile aynıdır. Yaşam biçimleri Türklerinkiyle aynıdır.
Bundan dolayı İskitler de menşei Türk olan bir kavimdir. Dini yaşamları
içerisinde Şamanizmin etkileri görülmektedir. Büyücülere, sihirbazlara büyük
kıymet vermektedirler. Hayatları boyuncu tabiatla mücadele içinde
bulunmuşlardır. Tabiatta karşılaştıkları korkunç ve garip tabiat olaylarını
ruhlara atfetmişlerdir. Bunlar iyi ve kötü ruhlardır. İskitlerin keyiflerine düşkündürler. İskitler
keyif verici maddelere olan düşkünlüklerini dini bir hüviyete
büründürmüşlerdir. İskitlerin Tanrılarına kurbanlar adadıklarım görmekteyiz.
Yalnız İskitlerde farklı bir kurban kesimi görülmektedir. Kurban
edilecek hayvanın ön ayaklarım bağlamak suretiyle hayvanı kurban etmişlerdir.
İskitler atalarına saygı duymuşlardır. Çok Tanrılı bir anlayışa sahiptirler.
İskit mezarlan kurgan biçimindedir. Ölüleriyle beraber atlarım ve kıymetli
eşyalarım da gömmüşlerdir.
Hunlar,
savaşçı özelliklere sahip bir kavimdir. Hunların savaşçı özelliklerinden dolayı
Çinliler onlara karşı koyabilmeyi Çin Seddi'ni inşa etmek suretiyle
başaracaklanm düşünmüşlerdir. Hunların bilinen ilk hükümdan olan Teoman dağınık durumda bulunan Hun
boylarını bir bayrak altında toplamıştır. Ondan sonra yerine oğlu Mete
geçmiştir. Mete babasının kurduğu devleti kısa sürede imparatorluğa
dönüştürmüştür. Hunlar göçebe bir topluluk olduklarından at, sığır, koyun, deve
yetiştirmişlerdi-. Hayvanlarına otlak bulmak için göçebe yaşamışlardır.
Hayatlarının büyük bir kısmı at üzerinde geçmiştir. Tek Tanrılı bir din olan
Gök Dinine inanmaktadırlar. Bunun yanında Hunlarda; gök, güneş, ay, yer su,
atalar kültü yaşamaktadır. Konar göçer bir yapıya sahip olduklarından Budizm,
Hıristiyanlık gibi dinlerin etkisinde kalmışlardır. Şamanizm ve Totemizm Hunların
içinde yer almıştır. Belirli zamanlarda atalarına kurbanlar sunmuşlardır.
Ölülerini kurgan denilen mezarlara gömmüşlerdir.
Göktürk
İmparatorluğu Aşina Türk boyu tarafından kurulmuştur. Türk adım devlet adı
olarak kabul eden ilk Türk Devleti'dir. Türk adım kabul eden ikinci devlet ise
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir.
Göktürklerin
kökeni ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Göktürkler ile
ilgili diğer bir müracaat kaynağımız Orhun Kitabeleri 'dir. Göktürkler
de tek Tanrı inancına dayalı olan Gök Tanrı Dini'ni benimsemişlerdir.
Göktürkler dini durumlarını "üze kök tenri asra yağız yir kılundukda
ekin ara kişi oglı kılınmış" sözleriyle ifade etmektedirler. Yani
üstte mavi gök, altta yağız yer ve ikisinin arasında insanoğlu.
Göktürkler
Tek Tanrılı Gök Tanrı Dini'ne inanmalannın yanında değişik dinlerin de etkisi
altında kalmışlardır. Bunun en önemli nedeni ise bulundukları coğrafyaya gelip
giden misyoner tüccarlann faaliyetleridir. Göktürkler Budizm'den
etkilenmişlerdir. Ancak Budizm Göktürklerin tamamı tarafından din olarak kabul
edilmemiştir. Göktürkler kurban olarak atı ve öküzü kesmişlerdir. Öküzün
kesilmesi ise Göktürklerin ongunu olmasındandır. Göktürkler ile ilgili en
önemli noktayı Ergenekon Destanı oluşturmaktadır. Çünkü Ergenekon'dan çıkış
Göktürkler açısından önemlidir. Göktürklerde şamanist unsurlar görülmektedir.
Kam denilen kişiler Göktürklerin cenaze ve defin merasimlerini idare
etmişlerdir. Göktürklerde vatana büyük önem verilmiştir. Bu yüzden vatan,
kutsal yerler ve sular Göktürkler için önemlidir.
[1] Hikmet
KIVILCIMLI: "Dinin Türk Toplumuna Etkileri", www. alewiten com. 3
[2] Hikmet
KIVILCIMLI: a.g.m., 3
[3] Gyula
NEMETH: "Türklüğün Eski Çağı", Ülkü Halkevleri ve Halkodaları
Dergisi, XV/88, (Haziran 1940), 299.
[4] İbrahim
KAFESOĞLU: Türk Milli Kültürü, (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1999), 308.
[5] Ahmet
Yaşar OCAK: Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Ankara: TTK Basımevi,
1997), 11
[6] Ziya
GÖKALP: Türk Medeniyeti Tarihi, (İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976),
41,42
[7] Emel
ESİN: Türk Kültür Tarihi, İç Asya'daki Erken Safhalar, (Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yayınlan, 1985), 3
[8] Besim
ATALAY: Divan-ı Lügat'it-Türk, 693
[9] Harun
GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin İsimlendirilmesi Üzerine", Türk Bodun
Bilimi
Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım
Yayınlan, 1998), 24
s Peter B. GOLDEN: Türk
Halkları Tarihine Giriş, Çev, Osman KARATAY, (Ankara :Karam Yayınlan, 2002),
121,122
[11] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk
Dini", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 298,299,300;
İbrahim KAFESOĞLU: Eski Türk Dini, ( Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınlan ,1980),
42-67
[12] Celal BEYDİLİ MEMMEDOV, "Eski Türklerde
Gizli tabiat kuvvetlerine inanma (İye İnancı)", Türkler, III, (Ankara:
Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 330,332,333
[13] Salim KOCA : Türk Kültürünün Temelleri II,
(Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi
Yayınlan, 2000), 164
[14] Lev Nikolayeviçen GUMİLEV: Eski Türkler, Çev,
D.Ahsen BATUR, (İstanbul: Birleşik Yayıncılık, 1999), 115; Ünver GÜNAY-Harun
GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet
Yayınlan, 2003), 69,70; İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoioji,
(Konya: Kömen Yayınlan, 2002), 29,30; L. N.GUMİLEV: "Eski Türk Dini",
Aktaran, Harun GÜNGÖR, Türk Kültürü Dergisi, XXXII/377, (Eylül 1994), 520
[15] Abdülkadir İNAN: Eski Türk Dini
Tarihi,(İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976), 7
[16] Ziya GÖKALP:a.g.e., 40
[17] Ahmet DOĞAN: "Islamiyetten önceki Türk
inancına dair", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 305
[18] Ahmet DOĞAN: a.g.e., 305
[19] İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk....",
a.g.e., 213
[21] Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tann İnancı",
Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 328
[22] Turgut AKPINAR: "Eski Türklerin Dini Tek
Tann İnancı mıydı?", Tarih ve Toplum, (İstanbul: İletişim Yayınlan, 1986),
146
[23] Harun GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin
İsimlendirilmesi Üzerine", www.alewiten.
com., 4
[24] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde Din ve
Düşünce", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 265; Ünver
GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 119
[25] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk....",
a.g.e., 293
[26] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 2
[27] Roza ABDYKOULOVA: Eski Bozkır Kavimlerinin Dini
İnanç ve Adetleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1997, 24
[28] İbrahim Agah ÇUBUKÇU: "Kültür Tarihimizde
Din", Belleten, LIV, 210 (Ağustos 1990), 774
[29] Turgut AKPINAR: "Eski Türklerin...a.g.e.,
145
[30] Sadettin BULUÇ: "Şamanizmin Menşei ve
İnkişafı Hakkında", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, II, 3-4,1948,278
[31] Ziya GÖKALP: a.g.e. ,117
[32] L.RASSON YI: Tarihte Türklük, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınlan), 29
[33] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 15
[34] Sadettin BULUÇ: "Şaman", İslam
Ansiklopedisi, XI, İstanbul, 3îü
[35] Saadettin GÖMEÇ: “Eski Türk İnancına Dair Bir
Özet”, A.Ü. DTCF.,Tarih Araştırmaları Dergisi, 33, 2003, 82.
[36] Ziya GÖKALP: a.g.e. ,121
[37] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 120
[38] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde ....",
a.g.e., 266
[39] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 123
[40] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze
Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 94
[42] Ahmet Yaşar OCAK: a.g.e., 11
[43] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde ... ",a.g.e., 267
[44] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 125
[45] Mircea ELİADE: Şamanizm, (İstanbul: İmge Yayınevi), 39.
4Î Sadettin BULUÇ:
a.g.m., 311; W. RADLOFF: Sibirya'dan Seçmeler, (İstanbul: Kültür Bakanlığı
Yayınlan, 1976), 233-234.
[47] Mircea ELİADE: a.g.e., 108.
[48] W. RADLOFF : a.g.e., 234.
[50] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 83-84; Sadettin BULUÇ: a.g.m., 313
[51] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde......... ", a.g.e., 267; Ünver GÜNAY-Harun
GÜNGÖR: a.g.e., 127
[52] Sadettin BULUÇ: a.g.m., 314; Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 91,92
[53] Feyzullah BAYAT: "Anadolu Halk Sufizminin Oluşmasında
Şamanlığm Rolü", alewiten. Com.
[54] A. V. ANOHİN: "Şaman Davulu", Ülkü, XVI / 95, 401,405
[56] Abdttlkadir İNAN: a.g.e., 96; Sadettin BULUÇ : a.g. m., 316,317; W.
RADLOFF: a.g.e., 234-235
[57] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 95; Mircea ELİADE: a.g.e., 199-207; W.
RADLOFF: a.g.e., 236
[58] Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319,; Mircea ELİADE: a.g.e., 213-214
[59] Abdülkadir DONUK: "Eski Türk Dini Şamanizm mi İdi?", Tflrk
Dünyası Tarih Dergisi, III/14, (Şubat 1988), 8
[60] Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319
[61] Sadettin BULUÇ: a.g.m., 319; Mircea ELİADE: a.g.e., 214
[62] Mircea ELİADE: a.g.e. ,215
[63] Harun GÜNGÖR-Ünver GÜNAY: a.g.e„ 122-123
[64] Abdûlkadir DONUK: "Eski Türk Dini................ ", a.g.e., 9,10
[65] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e, 130
65
Abdülkadir İNAN: a.g.e.,
97; Wolfram EBERHARD: Çin'in Şimal Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 76
[67] W. RADLOFF : a.g.e., 236-237
[68] W. RADLOFF: a.g.e., 235; Sadettin BULUÇ: a.g.m. ,319; Abdülkadir
İNAN: a.g.e., 103-107
[69] Onver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a-g.e., 129
[70] İbrahim KAFESOĞLU, "Eski Türk...", a.g.e., 290,291
[71] Felıcıen CHALLAYE: Dinler Tarihi, Çev, Samih
TİRYAKİOĞLU, (İstanbul: Varlık Yayınlan, 1960), 10,11,12,13
[72] Murat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul:
Hüsnütabiat Matbaası, 1967), 184
[73] Mehmet TAPLAMACIOĞLU: Din Sosyolojisi, (Ankara:
A.Ü.İlahiyat Fakültesi Yayınlan,1983), 79
[74] Ersan YÜCEL: "Totemizm", Sosyal
Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, II, 1975'den aynbasım,
69,70
[75] Ersan YÜCEL: a.g.m., 70
[76] Ersan YÜCEL: a.g.m. ,70
[77] Ersan YÜCEL: a.g.m., 71
[78] Ersan YÜCEL: a.g.m., 72
[79] Ersan YÜCEL: a.g.m.,72,73
[80] Ersan YÜCEL; a.g.m., 73
[81] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 135
[82] Mehmet TAPLAMACIOĞLU: a.g.e., 78-79
[83] Ziya GÖKALP: a.g.e., 75
[84] L. RASONYİ: a.g.e., 28
[85] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 3
[86] Fuad KÖPRÜLÜ: Türk Edebiyatı Tarihi, 15
[87] Fuad KÖPRÜLÜ: a.g.e., 56
[88] Fuat BOZKURT: Türklerin Dini, (İstanbul: Cem
Yayınevi, 1995) ,14
[89] İbrahim KAFESOĞLU: Eski Türk Dini, (Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınlan, 1980); İbrahim
KAFESOĞLU:
"Eski Türk...", a.g.e„ 291; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 137;
İslam Ansiklopedisi, XII/2, 240; İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk................................... ",
a.g.e., 208,209
[90] Ziya GÖKALP: a.g.e., 40
[93] Murat URAZ: a.g.e., 157
[94] Murat URAZ: a.g.e„ 157
[95] İskender OYMAK: "Türkistan'da
Zerdüştlüğün Yayılması ve Etkileri", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 2002) ,382
^Bahaeddin ÖGEL: Türk Kültürünün
Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk Dünyası Araştırmalan Vakfı Yayınlan, 1997), 312
[97] İbrahim KAFESOĞLU: a.g.e., 67
[98] Muharrem ERGİN: Orhun Abideleri, t İstanbul:
Boğaziçi Yayınlan), 13-15
[99] W. RADLOFF: a.g.e.,215
[101] Hikmet TANYU: Türk Töresi, 114
[102] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde....", a.g.e,, 265
[103] Emel ESİN: a.g.e., 4
[105] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 98; Sadettin GÖMEÇ: "Eski
Türk İnancı.......... ",
a.g.e, 93
[106] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde.... ”, a.g.e. ,265
[107] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e., 299; Fuat
BOZKURT: a.g.e., 24
[108] Wolfram EBERHARD: "Eski Türk Dini", Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisi, XIII, (İstanbul, 1964),
rosEmel ESİN;
"Tengrilik" ,Sanat Tarihi Yıllığı, (İstanbul, 1983), 37
J8*Ziya GÖKALP:
"Türklerde Ahlak", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan,
2002), 288
[113]
LPaul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, (İstanbul: Kabalcı
Yayınları, 1999),52
[114]
Fuat BOZKURT: a.g.e., 29,30
1,3 Yunus MEMMEDOV:
"Orhon-Yenisey Abidelerinde Kutsal Sayılar", Türk Kültürü, XXV/290,
(Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1987), 351,352,354
[118]
Osman TURAN: a.g.e., 94
,ÎS P. Wilhelm
SCHMÎDT: "Eski Türklerin Dini",Çev, Sadettin BULUÇ, İ.Ü. Türk Dili ve
Edebiyatı Dergjsi. 83,89
[120] Abdûlkadir İNAN: a.g.e. ,155
[121] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 123
[123] Ziya GÖKALP: "Türklerde...", a.g.e., 288
[124] Salim KOCA: a.g.e., 167,168
[125] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde...",
a.g.e., 262
123 Fatma AHSEN
TURAN: "Eski Türklerde tek tann inancı", Türkler ,111, (Ankara: Yeni
Türkiye Yayınlan, 2002), 321
[127] Mehmet AYDIN: "Şamanizmin Eski Türk Dini
Hayatı İle İlişkisi", XI. Türk Tarih Kongresinden Aynbasım, (Ankara,1994),
493
[128] Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da Mani Dininin Yayılması ve Türk
Kültürüne Etkisi, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Kayseri:
1989), 83
[129] Yıldız KOCAŞAVAŞ: "Gök Tann...a.g.e., 326
[130] Harun GÜNGÖR: "Süryani Kaynaklarına Göre
Türklerin Menşei, Dini İnanış ve Adetleri”, Alewiten. Com., 3,4
[132] Salim KOCA : a.&e., 168
[133] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 104,105,106
[134] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e„ 107
[135] Salim KOCA : a.g.e., 176
[136] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...a.g,e.
,298
[137] Nezaket HÜSEYN KIZI: "Eski Türklerde
Tabiat kuvvetlerine İnancın Destanlarda Tasviri", Türkler, III, (Ankara:
Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 340
[138] İskender OYMAK: "Türkistan'da Zerdüştlüğün........... ", a.g.e., 379
[139] Orhan ACIPAYAMLI: "İptidailerde ölü Gömme île İlgili Bazı
Pratikler ve İzahları", DTCF Dergisi, XX/1 -2, (Ocak-Haziran 1962),
245,246247
[140] W. BARTHOLD: "Türklerde ve Moğollarda defin merasimi Meselesine
dair", Belleten, XI, 525
[141] Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan,
(Ankara: Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan,
1997), 303
[143] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e, 116
[144] J.Paul ROUX: a.g.e, 101,102,103
[145] Salim KOCA : a.g.e., 179
[146] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 189
[149] İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e., 294; Salim KOCA
: a.g.e., 170
[150] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 242
[151] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde...", a.g,e., 263
[152] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde....", a.g.e., 264
[154]
MJMabi ÖZERDİM: "Çin dininin menşei meselesi ve dini inançlar",
Belleten, XXVI, 79,80
[156] Salim KOCA: a.g.e., 171
[157] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde.......... ",a.g.e.,
263
ıy7
İskender OYMAK: "Türkistan'da Zerdüştlüğün......... ",
a.g,e., 379 ; K. INOSTRANTSEV: "Eski
Türklerin İnançları Hakkında Birkaç
Söz", Çev, Abdûlkadir İNAN, Belleten, XIV/53,54,55,56, 1950, 56
[159] Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g.e., 91
[160] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 78
[163] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 241
[164] Ahmet CAFEROGLU: "Türklerde Av Kültü ve Müessesesi", VII.
Türk Tarih Kongresi (25-29 Eylül 1970), I. Cilt, 1972,169,171,172,174
[165] Ziya GÖKALP: "Türklerde....", a.g.e., 288
[166] İslam Ansiklopedisi, XII/2, 229
[168]
Emel ESİN: a.g.e.,4
[170]
Ahmet CAFEROĞLU: "Türk Onomastiğinde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X,
(İstanbul:
Osman Yalçın Matbaası, 1953), 203
’ îlhami DURMUŞ:
İskitler(Sakalar), (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1993),32,33,3435
[172] Galip ATAÇ: îskitlerde Hekimlik, Türk Tarihinin ana
hatları eserinin müsveddeleri, 42
[173] Galip ATAÇ: a.g,e_,4S
[174] Galip ATAÇ: a.g.e., 46,47
[175] Akdes Nimet KURAT: "Doğu
Avrupa'daki En Eski Türk Kavimleri", Türk Dünyası El Kitabı, l, (Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1992), r76
[176] A_Zeki Velidi TOGAN: Umumi Türk
Tarihine Giriş, I, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınlan, 1970), 34
[177].................................................. İlhami
DURMUŞ: İskitler a.g.e.,
45,46,47,48,49,50,51,52,53
[179] Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu, (İstanbul: ötüken
Yayınlan, 1999), 25
[180] îlhami DURMUŞ: "Massagetler" , Bİ1İ& 3,
(1996), 90
14
Taner TARHAN:
"îskitlerin dini inanç ve adetleri", LÜ.Edebiyat Fakültesi Tarih
Dergisi, 23 (Mart 1969), (İstanbul: Edebiyat Fak. Matbaası, 1969),
157,155
[182] İlhami DURMUŞ: İskitler...., a.g.e.,
52,84
[184] Taner TARHAN:
"İskitlerin....... ",
a.g.e., 160
”
HEREDOTOS : Herodot Tarihi, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınlan, 2002), 217;
Taner TARKAN: "İskitlerin.......................................... ",
a-g.e. ,156; Ekrem MEMİŞ: İskitlerin Tarihi, (Konya: Selçuk
Üniversitesi Yayınlan, 1987),48;
îlhami DURMUŞ: İskitler.. a.g.e., 53
[186] Şemseddin SAMİ: Esatir, (İstanbul: Mihran Matbaası, 1296\
[187] HEREDOTOS: a.g.e., 217,218; Ekrem M EMİŞ: a.g.e.,4%49
[188] Jean-Paul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda
Altay Türklerinde ölüm, (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1999), 20Ü^Q.l
[190]
Adile AYDA .a.g.e.,. Î97
[193] HEREDOTOS: a.g,e., 219; Sadn
Maksudi ARSAL: İskitler-Sakaiar,TSrk Tarihînin Ana Hatları Eserinin
Müsveddeleri,6; Ekrem MEMÎŞ : a.g.e., 36; îlhami DURMUŞ : îskitler..a.g.e.,54;
İlhami DURMUŞ : "îskitlerin Kimliği", Türkler, I, (Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları.2002), 624
37
Taner TARHAN : "îskitlerin........ ",
a.g.e., 159
[194]
Ekrem MEMİŞ: a.g.e,
"HEREDOTOS:
a.g.e., 216,217; Taner TARHAN: "îskitlerin.................. ”,
a.g.e.
[197] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan
Gflnfimüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983). 89
[198] İlhami DURMUŞ: İskitler...a.g.e. ,91
[199] Adile AYDA : a.g.e., 196
[200] Sadri Maksudi ARSAL: a.g.e., 6
[201] Şemseddin SAMİ: a.g.e., 61
[202] İlhami DURMUŞ: îskitler... a.g.e. ,55
; İlhami DURMUŞ : "îskitlerin...", a.g.e., 624
[203] Taner TARHAN :
"îskitlerin....", a-g.e., 167,168,169 ; İlhami DURMUŞ :
"İskitlerin....", a.g.e., 624
Abdülkadir
İNAN : Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK
Basımevi, 2000), 190,191,193
[206] İlhami DURMUŞ: İskitler.... a.g.e.,
57
[207] Taner TARHAN: ”Ön Asya Dünyasında İlk
Türkler Kimmerler ve İskitler”, Genel Türk Tarihi, 1,513
[208] V.DİAKOV-S. KOVALEV : İlkçağ Tarihi 1
Uzakdoğu-Ortadoğu-Eski Yunan, Türkçesi. özdemir İnce, (Ankara: V Yayınları,
1987), 507,513
[209] Oya SAN: "Bazı Bulgular Işığında
Anadolu'da Kimmer ve İskit Varlığı Üzerine Gözlemler", Belleten, LXIV/239,
9
[210] Ekrem MEMÎŞ: a.g.e., 10 ; îlhami
DURMUŞ: a.g.e. ,12
[211] Ekrem MEMÎŞ : a.g.e. ,11,38,43;
îlhami DURMUŞ: a.g.e.,13
[213] Ekrem MEMİŞ : a.g.e. ,12,13
[214] Ekrem MEMİŞ : a.g,e., 1337
[217]
Ekrem MEMİŞ : a.g.e., 37
[219] Jean-Paul ROUX: Eskiçağ ve Ortaçağda
Altay Türklerinde Ölüm, Çev. Aykut KAZANCIGİL (İstanbul: Kabala Yayınevi, 1999),.66;
Turhan KAÇAR: " Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık”, Türkler ,111,
(Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 385
[220] J. ECKMANN: "Kitaplar
Arasında", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
(İstanbul 1952), 471
[222] Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu,
Çev. M.Reşat ÜZMEN, (İstanbul: ötüken Yayınevi, 1999), 41
[223] Peter
B.GOLDEN: Türk Halktan Tarihine Giriş, Çev. Osman KARAT AY, (Ankara: Karam
"Marcef BRION: Hunların Hayatı,
Çev. M.Reşat ÜZMEN, (İstanbul: Orkun Yayınevi), 272 ;
Nejat DİYARBEKİRLÎ: Hun Sanatı,
(İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1972), 62
* P.Wilhelm SCHMİDT: "Eski
Türklerin Dini", Çev. Sadettin BULUÇ, Î.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XIII, 1965, 89
[228]
İsmail TAŞ: a.g.e., 23
[230]
İsmail TAŞ: a.g.e., 28
w Emel ESİN: "Alp
şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü", Türk Kültürü, VI/70, (Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınlan, 1968), 776
ss Ünver GÜNAY-Harun
GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet
Yayınlan, 2003), 162,163,164; Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde Din ve
Düşünce", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 269
w Turhan KAÇAR.
"Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 2002), 3£5
[234] Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti
Mefkuresi Tarihi, (İstanbul: Boğaziçi Yayınlar*, 1994), 84,85
[235] Doğan AVCIOĞLU: Türklerin Tarihi,
(İstanbul: Tekin Yayınevi, 1997), 371
[236] Osman TURAN: a.g,e., 85
[239] Nejat DİYARBEKİRLİ, a.g.e., ÎÎ9
24
Ünver GÜNAY-Harun
GÜNGÖR, a.g.e., 83; İbrahim KAFESOĞLU, "Eski Türk Dini", Türkler
, III, (Ankara: Yeni Türkiye
Yayınlan, 2002), 291
25
Ziya GÖKALP: Türk
Medeniyeti Tarihi, (İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1976), 268
[240] Doğan AVCIOĞLU: a.g.e., 362
[241] Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tann İnancı", Türkler,
III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002),
326
^Abdûlkadir İNAN: Tarihte ve
Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK Basımevi, 2000), 2;
İbrahim KAFESOĞLU: "Eski Türk...", a.g.e. ,294
[247]
Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 60
33
Bahaeddin ÖGEL:
a.g.e., 89 ; Emel ESİN: Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar),
(İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1979), 43
[248] Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 91
[250]Nazım
PAŞAYEV-Valide PAŞAYEVA: "Eski Oğuzların İnanışları ve Mitolojik
Görüşleri", Türkler, III,(Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 350
[251]
Jean Paul ROUX: a.g.e., 194-195
[253]
Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 99
[254]
P.Wilhelm SCHMÎDT: a.g.m.
[256]
Aile AYDA: Eski Türk Dini Tarihî, 3
* Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e.,
88,89; Doğan AVCTOĞLU: a.g.e., 357
[258] Abdülkadir İNAN: "Eski Türklerde
ve Folklorda Ant", DTCF Dergisi, VI/ 1-5, 1948, 279
[259] Yıldız KOCASAVAŞ: "Gök Tanrı
İnancı", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002) ,327
[262]
Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:a.g.e., 59
[264] Fatma Ahsen TURAN: "Eski
Türklerde Tek Tann İnancı", Türkler, III, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan,
2002), 321
[265] P.WilheIm SCHMİDT: a.g.m., 6.
[266] P.Wiihelm SCHMİDT: a.g,m. ,82
[268]
Osman TURAN: a.g.e., 84
[271] Osman TURAN: a.g.e.., 84
[272] Abdülkadir İNAN : a.g.e., 177
[273] Morat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul: Hüsnütabiat
Matbaası 1967), 164
[274] Doğan AVCIOĞLU: a.g,e., 411
[278] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi,
(İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96-v“
[279] Mustafa KALKAN: "Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy
Atı”, Erdem, IX/27, Atatürk Kültür
Merkezi yayınlan, Ankara (Ocak
1997), 1132,1138
72
M.Ziya BİNLER:
"Hunlar Devrinde Evlenme Gelenekleri", Tflrk Dünyası Tarih Dergisi,
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan, Temmuz 1997, İstanbul
73
Nejat DİYARBEKİRLİ:
a.g.e., 61
[284]
J.Paul .ROUX: a.ş,e., 259
[288]
’.Paal ,ROUX: a.R.e., 246,247
& Salim KOCA : Türk
Kültürünün Temelleri II, (Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun
Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 2000), 177
** Abdülkadir İNAN: "İkinci
Pazınk Kurganı", Belleten, XVI/61,62,63,64, (Ankara: TTK Basımevi, 1952),
138
[293]
Nejat DİYARBEKİRLİ: " Türk Halıcığmm Kısa Tarihçesi", Yörtürk
Dergisi, Yör-Türk Vakfı y ayınran,
Ankara Mayıs-Haziran 2002, 31
w E. Faat TEKÇE:
Pazınk, Altaylar'dan Bir Halının Öyküsü, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları,
1993), 155; Neriman GÖRGÜNAY KIRZIOĞLU: "Pazınk Halısı ve Günümüzde
Yaşayan Örnekleri", Yör-Tûrk Dergisi. VII/44, Ankara (Temmuz-Ağustos
2002), 43
[295] Marcel BRION: a.g.e.. 279,280,281,282; Nejat DİYARBEKİRLİ:
a.g.e., 77
[296] Marcel BRION: a.g.e. ,284J8Ö
Nejat
DIYARBEKİRLÎ: "Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, XVII/198-199, Türk
Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınlan,
Ankara (Nisan Mayıs 1979), 327
[298] Hikmet TANYU: Türklerin....,a.g.e., 24- 25
[299] Abdûlkadir İNAN: Eski Türk Dini Tarihi, (İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi), 1976, 1
[302] Essel ESİN: "Tengriiik”, Sanat
Tarihi Yıllığı, (İstanbul, 1983), 39,40
[303] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 48; Ünver
GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 73
94
Ekrem SARIKÇIOĞLU: a.g,e. ,92 ı Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.£.e.. 73:
Hikmet TANYU: Dinler Tarihi Araştırmaları, (Ankara: A.Ü. İlahiyat Fakültesi
Yayınlan, 1973), 38
[305]
Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a-g.e., 70,7f
rı;,J W.BARTHOLD:
"Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev.
Abdûlkadir İNAN, Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), 534
[308] Hikmet TANYU: a.g.e., 26; W.BARTHOLD:
"Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev.
Abdülkadir İNAN, Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947), 534
[309] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e^ 84
[310] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 7 i
[311] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 71
ro7 Şerif BAŞTAV:
a.g.m., 43,44
ıog Ahmet CAFER OĞLU.
"Türk Onomastiğjnde At Kültü", Türkiyat Mecmuası, X,
(İstas&td:
Osman Yafçm Matbaası, 1953), 202
[313]
Bahaeddin ÖGEL: "Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar",
Belleten, XXI/6, (Ankara: TTK Basımevi, 1957), 9
[314] Ziya GÖKALP: Milli Tetebbular, 3, 386
[315] Fuad KÖPRÜLÜ: Türk Edebiyatı Tarihi, 22
[316] Abdülkadir İNAN: Tarihte ve Bugün
Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara: TTK Basımevi, 2000), 6
[317] Hikmet TANYU: Türklerin Dini
Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998), 22
[318] Ali Kemal MERAM : Göktürk
İmparatorluğu, (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1974), 126,128
[319] Harun
GÜNGÖR: "Dinler Tarihçisi Olarak Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Türk Dini
Tarihi
Çalışmalarına Katkısı",
Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 301 s
Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, (İstanbul: Boğaziçi Yayınlan,
1994), 131,132,133
[321] Osman TURAN: a.g.e., 96
[322] Harun GÜNGÖR: "Eski Türk Dininin
İsimlendirilmesi Üzerine", www. Alewiten. Com. 1
[323] İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde
Kozmogoni Kozmoloji, (Konya: Kömen Yayınlan, 2002), 30
[324] P.Wilhelm SCHMÎDT: "Eski
Türklerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XIII, 1965, 78-79
[325] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:
Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, (İstanbul: Rağbet Yayınlan,
2003), 127
[326] Bertold SPULER: "Göktürklerin
Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi (11-15
Ekim 1976), (Ankara: TTK basımevi, 1981), 659-660
[327] Mustafa KÖYMEN: "Tang Sülalesi
ile Hemzaman olan Devletlerin Siyasi ve Ticari Münasebetleri", Sinoloji
Araştırmaları, (İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1941), 778
[328] Harun GÜNGÖR: "Göktürk
Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından
İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım
Yayınlan, 1998), 105
[329] Murat URAZ: Türk Mitolojisi, (İstanbul:
Hüsnütabiat Matbaası, 1967), 144
[330] Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da Mani
Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi", Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, (Kayseri: Erciyes Üniversitesi Matbaası, 1989), 83; İbrahim
KAFESOĞLU: "Asya Türk devletleri", Türk Dünyası El Kitabı, (Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1992), 131 ; Osman TURAN :
a.g.e., 64
[331] Harun GÜNGÖR: "Orta
Asya'da....", a.g.e. ,109
[332] Emel ESİN: Türk Kültür Tarihi, İç
Asya'daki Erken Safhalar, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, 1985), 10,
11
[333] Salim KOCA : Türk Kültürünün Temelleri II, (Trabzon:
Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 2000),
185
[334] Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da...." , a.g.e. ,109;
Bertold SPULER: a.g.m. ,661 ; Osman
TURAN: a.g.e., 65
[335] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 170
[336] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 86
[338] A.Kemal MERAM: a.g.e. ,131
[339] Abdülkadir İNAN: a.g.e. ,4-5
28
Nejat DÎYARBEKİRLi:
"Orhun'dan Geliyorum", Türk Kültürü, XVII/198-199, (Ankara: 1979),
338
[340]
P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ,,
(C.XIV'den aynbasım), İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1966, 72; Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara
: Türk Dünyası Araştırmaları Vakti Yayınlan, 1997),166
[341] Murat URAZ: a.g.e., 169
[342] Hikmet TANYU: a.g.e. ,27;
Abdülkadir İNAN: a.g.e., 6
[343]Abdülkadir
İNAN: a.g.e., 10
[344] Wolfram EBERHARD: Çinin Şimal
Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 86; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 166
[345] Osman TURAN: a.g.e., 93
[346] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 99
[347] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 100
[348] A.Kemal MERAM: a.g.e., 132
[349] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,775
[350] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 772
[351] Osman TURAN: a.g.e. ,53
[352] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 94
[353] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111
[354] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 152
[355] A.Kemal MERAM: a.g.e. ,130-131
[356] Hikmet TANYU: İslamlıktan önce
Türklerde Tek Tann İnancı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980), 46
[357] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 95
[358] İbrahim KAFESOĞLU: "Asya
Türk...a.g.e.., 128
[359] Osman TURAN: a.g.e., 78
[360] Yılmaz ÖZTUNA: Türk Tarihinden Yapraklar, (İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi, 1969), 17
[361] Osman TURAN: a.g.e., 78
[362] Osman TURAN: a.g.e., 82
32 Akdes Nimet KURAT:
"Göktürk Kağanlığı", A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi,
X/1 -2, (Ankara: TTK Basımevi, Mart-Haziran 1952), 8
33 W. BARTHOLD: "Türklerde ve
Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Çev, Abdülkadir İNAN,
Belleten, XI, (Ankara: TTK Basımevi, 1947) 51S
[365] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:
a.g.e. ,117
33 Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96,97
36 Hikmet TANYU: Türklerde Taşla İlgili
İnançlar, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1968), 88,89
37 Osman TURAN:
Selçuklu Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, (İstanbul: Boğaziçi Yayınları), 317;
P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", Çev, Sadettin BULUÇ , İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (C.XIVden aynbasım), İstanbul
1966, 75
[369] W. BARTHOLD: "Türklerde ve
Moğollarda....", a.g.e., II, 515
[370] P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m., 75
[371] Lumir JİSL: "Kültegin Anıtında
Arkeoloji Araştırmaları", Belleten VII, 387
[372] Sir Gerard CLAUSÖN: "Tonyukuk
Abidesi Hakkında Bazı Notlar", Türkiyat Mecmuası, XVIII, 1973-1975, (İstanbul:
Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1976), 144
[373] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 62
[374] Osman TURAN : a.g.e. ,48; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:
a.g.e., 63,64
[375] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 60
[376] Ünver GÜNAY- Harun GÜNGÖR: a.g.e., 58
[377] İsmail TAŞ: a.g.e., 42
[378] Osman TURAN: a.g.e., 49
[379] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,700
[380] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 59
[381] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,701-702
[382] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,710; Osman TURAN: a.g.e., 48
[383] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 42
[384] İbrahim KAFESOĞLU: "Asya Türk....", a.g.e., 136
[385] A.Kemal MERAM: a.g,e., 129
[386] Harun GÜNGÖR: "Orta Asya'da...", a.g.e., 93
[387] Dursun
YILDIRIM: "Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve
Oturma", XI. Türk Tflrlh Eylül
1990), (Ankara: TTK Basımevi, 1994), 520,521,522
[388] Abdûlkadir İNAN: a.g.e. ,26,27
[389] W. THOMSEN: Moğolistandaki Türkçe Kitabeler,99
[391] Osman TURAN: a.g.e., 89
[392] Osman TURAN: a.g.e., 90
[393] Dursun YILDIRIM: a.g.m., 529
[394] Dursun YILDIRIM: a.g.m., 529
[395] Harun GÜNGÖR: "Göktürk
Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından
İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, (Kayseri: Kıvılcım
Yayınlan, 1998), 106
[396] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,762; Hikmet
TANYU: İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, (Ankara: A. Ü. İlahiyat
Fakültesi Yayınlan, 1980), 132
[397] Osman TURAN: a.g.e.,., 49
[398] H.Namık ORKUN: Eski Türk Yazıtları,
34
[399] W. THOMSEN: a.g.e., 89
[400] H.Namık ORKUN: a.g.e., 29
[401] A. Von GABAİN: Köktürklerin Tarihine Bir Bakış. 688
[402] H.Namık ORKUN: a.g.e., 34,36,40
[403] Osman TURAN: a.g.e.,51
[404] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 36-37
[405] P.WİJhelm SCHMİDT: a.g.m., 73
[406] İsmail TAŞ: a.g.e., 45
[407] Sadettin GÖMEÇ: "Umay Meselesi", Türk Dünyası
Tarih Dergisi, (Kasım 1989), VI/35,40
[408] Emel ESİN: a.g.e., 7
[409] İsmail TAŞ: a.g.e., 51
[410] İsmail TAŞ: a.g.e., 49
[412] Osman TURAN: a.g.e., 56
[413] Yılmaz ÖZTUN: a.g.e., 296,297
[414] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. 758 ; Osman TURAN : a.g,e. ,50
[415] Fuad KÖPRÜLÜ: a.g.e., 23
[417] Abdülkadir İNAN : a.g.e., 180,181
[418] Hikmet TANYU: Türklerde Taşla..., a.g.e., 90
[419] Hikmet TANYU: İslamlıktan önce..., a.g.e.,46
[420] J.Paul ROUX: Eskiçağda ve Ortaçağda Altay
Türklerinde Ölüm, (İstanbul: Kabalcı Yayınlan, 1999), 247
[422] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157; A.Kemal MERAM : a.g.e., 133
[423] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,760
[424] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 110
[425] Türk Ansiklopedisi, Ölü Gömme Maddesi, XVIII, 13,14
[426] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,761
[427] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 759
[429]
Jean-Paul ROUX: a.g.e.,247
[433] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 762
[434] A.Kemal MERAM: a.g.e., 132, 133; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 763
[435] Osman TURAN: a.g.e. ,51
[437] Bahaeddin ÖGEL: a,g,e„ 764,765
[438] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 765
[439]_L.N.GUMİLEV: "Eski Türk
Dini", Türk Kültürü Dergisi (Eylül 1994), Aktaran, Harun GÜNGÖR,
XXXJI/377, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan), 528; L.N. GUMlLEV:
a.g.e., 125
[440] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 177,178; P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m., 74-75
[441] Marcel BRION: Hunlann Hayatı, Çev, M.Reşat
ÜZMEN, (İstanbul: Orkun Yayınevi), 276
[442] Mehmet ERÖZ: "Türk Topluluklarının ölüm
Adetleri Üzerine Bir Deneme", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
İstanbul 35, Nisan 1985, 57
[443] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 58
[444] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 768
[445] Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, (
Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakti Yayınlan, 1997), 143
[446] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e„ 144
[447] Mehmet ERÖZ : a.g.m., 66
[448] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157
[449] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 165
[450] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 58
[451] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 760
[452] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul:
Bayrak Yayımcılık, 1983), 96
[453] A. Kemal MERAM: a.g.e., 133
[454] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,155
[455] Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani
Değer ve Hukuk Açısından İncelenmesi", Türk Bodun Bilimi Araştırmaları,
(Kayseri: Kıvılcım Yayınlan, 1998), 105
[456] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 189
[457] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 193; Mehmet ERÖZ: a.g.m., 60; Ünver
GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 115
[458] Eşref BUHARALI: "Türklerde Matem Alametleri", Türk Dünyası
Araştırmalan Dergisi, (İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan,
1990), 151
[459] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 766; Hüseyin Namık ORKUN: a.g.e.„ 50-52-70
[460] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 766-767
[461] SADİ YANG CHAO CHUN: "Türkiye ve Çin Arasındaki Kültür
Mübadelesinin tarihi Geçmişi", Çev, Tüten ÖZKAYA, Erdem Atatürk Kültür
Merkezi Dergisi, V/15, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınlan, Eylül 1989),
756
[462] Mehmet ERÖZ: a.g.m., 67
[464] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 70
[465] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,415420-421-422-702-703
[466] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,428
[468] Abdülkadir İNAN: "Türklerde Su Kültü İle
İlgili Gelenekler", Fuad KÖPRÜLÜ ARMAĞANINDAN ayrıbasım, (İstanbul: Osman
Yalçın Matbaası, 1953), 249
[469] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 79
[470] M.A. SEYÎDOV: "Eski Türk Kitabelerindeki Yer-Sub
Meselesi", Çev, Sadettin GÖMEÇ, Tarih Araştırmaları Dergisi,
XVIII/29, Ankara 1997, 264-265
[471] P W.SCHMÎDT: a.g.m., 73
[472] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 48; Osman TURAN:
a.g.e., 88
[474] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 79,97
[475] Harun GÜNGÖR: "Göktürk Kitabeleri...", a.g.e., 103
[476] L. N. GUMİLEV: a.g.e. ,118
[477] Osman F. SERTKAYA: "Tonyukuk Abidesi Üzerine üç Not",
Türkiyat mecmuası, XIX, 1977-
1979, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi
Basımevi, 1980), 169
[478] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,762; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g,e., 84
[479] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e. ,713
[480] Saadettin GÖMEÇ: a.g.m., 87; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e, 80
[481] P.Wilhelm SCHMİDT: a.g.m. ,76; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 762
[482] Osman TURAN: a.g.e. ,52
[483] Osman TURAN : a.g.e. ,52
[484] Hüseyin ÖZBAY: "Göktürk Bengütaşlannda
Sosyal analiz ve milli Oto-Kritik", Türk Kültürü, XXVI/306, (Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, Ekim 1998), 656
[486] Abdûlkadir İNAN: a.g.e„ 49
[487] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 53
[488] Abdûlkadir İNAN: a.g.e., 62
[489] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 75
[490] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 76
[491] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 68
[492] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 78
[493] Osman TURAN : a.g.e., 114
[494] SADİ YANG CHAO CHUN: a.g.m., 752
[495] Ahmet CAFEROĞLU: "Türk onomastiğinde At
Kültü", Türkiyat Mecmuası, X, (İstanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1953),
204,207
[496] Rene GROUSSET: Bozkır İmparatorluğu, (İstanbul: Ötüken
Yayınlan, 1999), 26,40
[497] A. Zeki Velidi TOGAN: Umumi Türk
Tarihine Giriş, I, (İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 1970), 34
[498] Sadri Maksudi: Îskitler-Sakalar, Türk
Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, 10
[499] İlhami DURMUŞ: İskitler (Sakalar),
(Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan, 1993), 53
[500] İlhami DURMUŞ: a.g.e.,88
[501] İlhamı DURMUŞ: a.g.e., 93,94
[502] Abdûlkadir İNAN: Tarihte ve Bugün
Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, (Ankara : TTK Basımevi, 2000, 177
[504] İlhami DURMUŞ: a.g.e.,
[505] Sadri Maksudi: a.g.e., 12
[506] HEREDOTOS: Herodot Tarihi, (İstanbul:
Türkiye İş Bankası Yayınları, 2002, 217
[507] İlhami DURMUŞ: a.g.e. ,52,84
[508] Osman TURAN: Türk Cihan Hakimiyeti
Mefkuresi Tarihi.. (İstanbul: Boğaziçi Yayınlan, 1994), 53
[509] Marcel BRION: Hunlann Hayatı,
(İstanbul: Orkun Yayınları) 274,276,277; Nejat DİYARBEKİRLİ: Hun Sanatı, (
İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1972), 6S
[510] Hikmet TANYU: İslamlıktan önce
Türklerde Tek Tann İnancı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980), 46
[511] Ekrem SARIKÇIOĞLU: Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi, (İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1983), 96; Ünver
GÜNAY-Harun GÜNGÖR: Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi,
(İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2003), 108
[512] Wolfram EBERHARD: Çinin Şimal
Komşuları, (Ankara: TTK Basımevi, 1996), 86;
Bahaeddin ÖGEL: Dünden Bugüne Türk
Kültürünün Gelişme Çağlan, (Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınlan,
1997), 767
Ig A. Kemal MERAM:
Göktürk İmparatorluğu, (İstanbul: Milliyet Yayınlan, 1964) ,133;
Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 157
” Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 760;
Türk Ansiklopedisi, Ölü Gömme Maddesi, C. XVIII, 13,14; Abdûlkadir İNAN:
a.g.e., 177,178; P.Wilhelm SCHMİDT: "Tukue'lerin Dini", İ.Ü. Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 74,75
[515] Mehmet ERÖZ: "Türk
Topluluklarının ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme" , Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, 66
[516] Abdülkadir İNAN, "Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk
Mezarlan", Belleten, XI, 569,570
[517] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 415,420,421,422,702,703
[518] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 48; Osman TURAN: a.g.e., 88
[519] Sadettin GÖMEÇ: "Eski Türk İnancı Üzerine Bir Özet",
Tarih Araştırmaları Dergisi, (Ankara : 2003), 87; Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR:
a.g.e., 80
[520] Osman TURAN: a.g.e., 52
[521] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 84
[522] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 84; Bahaeddin ÖGEL: a.g.e.,
762
[523] Osman TURAN: a.g.e., 114
[524] A.Kemal MERAM: a.g.e. ,126,128
[525] Ziya GÖKALP: Milli Tetebbular, S. 3,386
[526] Nejat DİYARBEKİRLİ: a.g.e., 119
[527] Emel ESİN: "Alp Şahsiyetinin Türk
Sanatında Görünüşü", Türk Kültürü, VI/70, 776
[529] Abdülkadir İNAN: a.g.e., W
[530] Adile AYDA: Türklerin İlk Ataları, (Ankara: Ayyıldız Matbaası,
1987), 199
[531] Adile AYDA: Eski Türk Dini Tarihi, 3
[532] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111
[534] Bahaeddin ÖGEL: a.g.e., 90
[535] İsmail TAŞ: Türk Düşüncesinde Kozmogoni
Kozmoloji, (Konya : Kömen Yayınlan, 2002), 20
[536] P. V/ilheJm SCHMİDT: "Eski Türklerin Dini", İÜ. Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 89
[537] Abdülkadir İNAN: a.g.e., 6; Hikmet TANYU: Türklerin Dini
Tarihçesi, (İstanbul: Burak Yayınlan, 1998), 27
[538] Osman TURAN: a.g.e., 53
[539] Adile AYDA: Türklerin..., a.g.e., 199
[540] A. Kemal MERAM: a.g.e., 130,131
[541] Sadri Maksudi: a.g.e., 5
[542] A. Kemal MERAM: a.g.e., 133
[543] Ekrem MEMİŞ: İskitlerin Tarihi, (Konya : Selçuk
Üniversitesi Yayınlan, 1987), 50
[544] Îlhami DURMUŞ: a.g.e., 90
[545] Taner TARKAN: "Kimmerler ve
İskitler", Genel Türk Tarihi, I, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002},
514,515
[547] Harun GÜNGÖR: "Eski Türklerde
Din ve Düşünce", Türkler ,111, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 265
[548] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e. ,111
[549] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 111
[550] A.
Kemal MERAM: a.g.e., 130-131
[552] Emel ESİN: "Tengrilik", Sanat Tarihi Yıllığı,
(İstanbul, 1983), 39.40
[553] Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 71
[555]
Turhan KAÇAR: "Avrupa Hunlan ve Hıristiyanlık", Türkler, III, (
Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 2002), 387,388389
[556]P.
Wilhelm SCHMIDT: "Eski Türklerin...i", a.g.e. ,78,79
[557]
Ünver GÜNAY-Harun GÜNGÖR: a.g.e., 127
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar