Print Friendly and PDF

KANİ KARACA VE MEVLİD İCRACILIĞI

Bunlarada Bakarsınız

 

Hazırlayan: Mustafa YILDIRIM

  1. Kani Karaca Kimdir?

Türk mûsikîsi’nin 20. yüzyılda yetiştirdiği çok kıymetli bir icrâcısı olan Kani Karaca’nın hayatı, diğer üstâdların kendisi hakkında mûsikî kimliği ile tanımladıkları övgülerden ve değerden çok uzak, hatta bir o kadar tezattır. Bugün, mûsikî bilgisi ve ses özelliği araştırıldığında, Mûsikî kültürümüzü yurtdışında başarıyla temsil etmesi ve hayatı bölümünde değineceğimiz Amerika’da “Yüzyılın Sesi” olarak seçilmesi olayı, Türk mûsikîsi’nin neredeyse bütün formlarına vâkıf ve icrâsı eşsiz olan üstâdın, bilhassa kurum bazında gereken değeri görmediğini söyleyebiliriz. Refik Hakan Talu: “Bir defa dinlediği koskoca âyinleri ânında hâfızasına alan, yıllar önce geçtiği eserleri ilk günkü gibi hatırlayan, son 50 yılın müzik tarihinin birçok önemli olayını acı, tatlı bizzat yaşayan, İstanbul’un son saray veya tekke görmüş müzisyenlerinden aldıklarını bugünlere taşıyan, birçok eserin unutulmamasını sağlayan Kani Karaca, acaba Türkiye’de değil de Almanya, Fransa veya Amerika’da yaşasa nasıl olurdu diye, zaman zaman merak da ederim.” diyerek kıymetinin bilinmemesine işaret etmektedir (www.alaturkarecords.com).

Bu meselelere bir o kadar tezat da kederli hayatına rağmen kendisi her türlü yakınmadan uzak, hayat dolu ve mûsikîye âşıkâne bağlı olmasıdır.

  1. Hayatı

1930 yılında Adana’nın Adalı köyünde doğmuştur. Babası Durmuş Ali Bey, annesi Zeynep Hanım’dır. Zeynep Hanım, babasının ikinci evliliğinden olup, ilk hanımı Döndü Hanım’dır. Babası ilk hanımından erkek evlat olmaması sebebiyle Zeynep Hanımla evlenmiştir (Akkuş, 2018: 5). Henüz üç aylıkken kıskançlık krizine giren üvey annesinin kezzapla gözlerini yakması sonucu gözleri zarar görür. Tıbbî ve mâlî yetersizlikler sonucu “Görmek nedir, hatırlamam!” dediği kadar küçük çağlarda tamamen görme yetisini kaybeder (Güntekin, 2014: 243). Asıl gözlerini kör eden bu olay değildir. Bu hadisenin etkisiyle çok zayıflayan gözlerine sonrasında bir de çapalanma olayı hâsıl olur. Evde yapılan kocakarı ilaç nevî sıvıyı gözünde fazla beklettikleri için gözleri tamamen görmez olur. Babasının vefâtından sonra Zeynep Hanım, Bedirhan Öz ile evlilik yapınca yeni eşi Karaca’yı istememiştir. Sonrasında Karaca’nın oğlu Mehmet Ali Karaca, Zeynep Hanım’ın öldüğünü babasına haber verdiklerini ve Kani Karaca’nın bütün İstanbul câmilerini arayıp sabah vakti sala okuttuğunu belirtmiştir. Kani Karaca’nın babası öldükten sonra Zeynep Hanım’ın ikinci eşi, kendisiyle görüşmesine de izin vermemiş, yaşarken de hiç görüşmediklerini dile getirmiştir (www.dunyabizim.com).

Annesinin evliliğinden sonra halası Eşeli Hanım, ortada kalacak korkusuyla Karaca’yı himâyesine almıştır (Akkuş, 2018: 5). Kendisini himayesine alan halasının eşi Vahip Efendi hâfızdır. Mutaassıp bir insan olan halası onu Ali Nergis Hoca’ya teslim eder. O yıllarda 80 yaşında olan bu zât, Sultan Abdülhamid’i görmüş, huzurunda bulunmuş, oldukça muktedir bir hocadır. Ali Hoca Kani Karaca’yla ilgilenir, hâfızlığını ikmâl ettirir (Paçacı, t.y.: 16). Sesinin güzelliği bazı çevrelerin nazarı dikkatini çekince Adana’da Hacı Şefîk Hatun Câmi imamı Abdi Efendî’nin derslerine verilir. Mûsikîyi nazarî olarak bilmeyen ancak kulaktan dolma şekilde mûsikîye âşinâ olan Abdi Efendî’den bazı makâmları, seyirleri ve mûsikî tavrıyla kırâati öğrenir (Güntekin, 2014: 243). Dokuz yaşında hâfız olur.

(www.earsiv.sehir.edu.tr).

Abdi Efendî’nin derslerine devam ettiği sırada Adana’da mûsikî halk evlerindeki konserleri takip etmeye başlar. Burada klarnetçi Ali Bakır, kemânî Galip Ongun ile beraber olur. Gramofonda Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla gibi sanatçıları dinlerken, radyoda Şükrü Tunar, Ahmet Yatman ve Haydar Tatlıyay’ın taksimlerinden makâmları takip etmektedir. Sesini çok beğenen bazı tüccarlar, sesini geliştirmesi için onu İstanbul’a getirirler (Paçacı, t.y.: 16). Yirmili yaşlarının başında İstanbul’a gelip Mustafa Özgür’ün evinde kalmıştır. İstanbul’daki hocalarından bir tanesi İbrahim Büyükçopur’un tanıştırdığı ve her zaman minnetle andığı Karaköy’deki Yeraltı Câmi İmamı Hâfız Ali Üsküdarlı’dır

(www.alaturkarecords.com).

Karaca, İstanbul Karaköy’de Yeraltı Câmi imam ve hatibi Hâfız Üsküdarlı Ali Efendi’den İstanbul’a özgü en güzel okuyuş tavrı olan ve “Üsküdar ağzı” denilen üslûbu meşkeder. Hâfızlık ve mevlidhânlık alanındaki üstün yeteneğini öncelikle bu hocası sayesinde geliştirmiş, yüksek sanat zevkini ve gücünü temsil eden bir seviyeye ulaşmıştır (Paçacı, 2016: 16).


Resim 4.1. Üsküdarlı Ali Efendi


İbrahim Büyükçopur daha sonra kendisini Sadettin Kaynak ile tanıştırmıştır (www.mûsikîdergisi.net). Kani Karaca, Sadettin Kaynak ile tanışmasını: “Yeni Câmide ramazanda mukabele okuyorduk. Sadettin Kaynak da mukabele okuyordu. Beni onunla tanıştırdılar. Beni dinledikten sonra bayramdan sonra Sıra Selvilerdeki evine beni derse çağırdı. İlk meşk eserimiz Şehnâz makâmında kendi bestesi olan - Bana bu ten gerekmez- idi. Sonrasında Ahmet Avni Konuk’un 119 makâmlı Kâr-ı Nâtık eserini bana meşk etti.” diye anlatmıştır (www.youtube.com).

Resim 4.2. Sadettin Kaynak


Her zaman rahmetle andığı diğer iki isim ise, ilk dersini Tophane’deki Kadîrî tekkesinde aldığı Kudümzen Sâdeddin Heper ve Neyzen Aka Gündüz Kutbay’dır. Âyinler başta olmak üzere çeşitli formlardaki dinî müzik eserlerini onlardan geçmiş, Heper’den usullerin velveleli şekillerini öğrenmiştir. Bu arada Nuri Halil Poyraz, Refik Fersan, Fahire Fersan gibi sanatkârlardan da meşk etmiştir (www.alaturkarecords. com).

Sadettin Kaynak felç geçirmeden önce evinde bir meşk sırasında Sadettin Heper gelmiş ve Kani Karaca’yla tanıştırdıktan sonra “Bak evladım bana bir emr-i Hâkk vâki olursa seni bu zâta emanet ediyorum, bu zât benden daha bilgilidir.” dedikten sonra Sadettin Heper ile meşk etmeye başlamıştır (www.mûsikîdergisi.net).


Resim 4.3. Sadettin Heper

Kânî Karaca’nın, Sadettin Kaynak’tan sonraki hocası Heper olmuştur ve uzun yıllar onunla Beyoğlu Ağa Câmi’nde dinî mûsikî meşk etmiş, sık sık birbirlerinin evlerine gitmişlerdir. Heper ile ilk çalışmaları Tophane’deki Kâdirî Tekke’sinde olmuştur (www.mûsikîdergisi.net). Kânî Bey, Sadettin Heper’in hazırladığı ‘Mevlevi Ayinleri’ kitabının çalışmalarında da bulunmuştur (Sağlam, 2015: 67). Karaca, Heper’den usûl, kudüm, repertuar, çok sayıda klasik eser ve mevlevî âyinleri meşketmiştir. (Güntekin, 2014: 244). Cüneyd Kosal, Karaca’nın Heper’in talebeliği hususunda “Kânî Karaca’nın Saadeddin Hoca’dan geçtiği çok şey var tabii. Kânî’nin durakları ondan ve Hopçuzade Şakir Hoca’dan geçtiğini biliyoruz. Yüzde doksan Heper ama. Hocanın sesinden mana çıkarıp okumak kolay iş değildi, çok büyük insandı o.” (Sağlam, 2015: 68).

Hakkı Süha Gezgin, Karaca’yı Mesud Cemil ile radyoda tanıştırır. Kendisine Nuri Halil Poyraz’dan öğrendiği Hicâz Durak’ı icrâ eder. Mesud Cemil, Karaca’nın Sadettin Heper’den meşk ettiğini öğrenince yüzü ekşir, fakat Karaca’dan çok etkilenen Cemil, bir mûsikî meselesi yüzünden dargın olmasına rağmen Beyoğlu Mal Müdürlüğü'nde çalışan Sadettin Heper’in yanına gider. Ondan Karaca’nın radyoda icrâsı için izin ister. Karaca, Heper’den izin aldıktan sonra radyoda icrâya başlar. Karaca, radyoda daha önce hiç icrâ edilmemiş yaklaşık 70-80 klasik takım icrâ eder ve bunlar kayda alınır. O dönemde icrâ edilen bu kayıtları radyoda bir görevlinin çöpe attığını gören Niyazi Sayın, çoğunu kurtarmıştır (www.mûsikîdergisi.net).

1976’da kurulan Türk mûsikîsi Devlet Konservatuvarı’nda ders vermeye başlar ve usûl derslerine girer (www.youtube.com).

Yıllar boyu Konya’da ve İstanbul’da düzenlenen Şeb-i Arûz törenlerinde naathân, âyinhan ve kudümzenbaşı olarak icrâ görevlerini yerine getirmiştir. (Güntekin, 2014: 244) Konya’ya gidilmeden evvel ayin çalışmaları Heper’in Kuzguncuk’taki evinde ve İstanbul Radyosu’nun B stüdyosunda yapılırdı. Provaların çekirdek kadrosu Cüneyt Kosal, Abdi Coşkun, Akagündüz Kutbay, Doğan Ergin, Nihat Doğu, Vahit Anadol, Kani Karaca, Cinuçen Tanrıkorur ve Ahmet Hatipoğlu gibi Heper’in yakın olduğu genç kuşak müzisyenlerden oluştururdu (Sağlam, 2015: 62).

1958 yılında bir tanıdığının vâsıtasıyla tanıştığı Hâfıze Hanım ile evlenir. Hafize Hanım, İstanbul Paşabahçe doğumludur (1930). Yakın çevresi onu “Muazzez” diye çağırdığı için Kani Bey'de ömrü boyunca ona öyle hitap etmiştir. http://www.yenisoz.com.tr/hâfız-kani-karaca-ile-hâfıze-hanim-makale-28444 (17-052019 21.30) Bu evlilikten Mehmet Ali, Hasan ve Yasemin adında üç çocuğu olmuştur (Akkuş, 2018: 5).

Hâfıze Hanım. Ailesinden kalma zengin bir kitap koleksiyonuna sahiptir. Çocuklarını da kitaba ve okumaya alıştırır. Hâfıze “Muazzez” Hanım 22 Haziran 2005’te vefat etmiştir.

Her cuma günü mûtâd haline getirdiği Fatih Sultan Mehmet Hân’ın türbesini ziyâret eden Karaca, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği tarih olarak kabul edilen 29 Mayıs 2004’te vefât etmiştir. Cenâzesini Hüseyin Top kıldırmış, Sadeddin Evginer tezkiyesini yapmış ve Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir (Akkuş, 2018: 8).

Resim 4.4. Kani Karaca


  1. Sanatçı Kişiliği

Özellikle Cumhuriyetten önceki Türk Mûskîsi’nde yetişen bestekâr ve icrâcılara bakıldığında mûsikîye muktedir olmalarının önemli sebeplerinin başında meşk sistemi gelmektedir. Meşk usulü bir nevî fem-i muhsindir. Yani; sadece ağızdan kulağa veya gözle görülen bir şeyi aktarma değil, gönülden gönüle hâlin ve ilhâmın aktarımıdır. Bizim dînimiz vahiy ile başlayan ve ilhâm ile devam eden bir dindir (Ahmet Özhan, görüşme, 2018). Mânâya dayalıdır. Temelinde din olan mûsikîmizin uygulaması “...irfan ve beceri işidir.” (Ahmet Özhan, görüşme, 2018). Bu minvâlde yetişen bir güftekârın, bestekârın ve icrâcının ürünü dinleyende muhrik bir etki bırakır. Bu tespit, Osmanlı dönemi şâir, bestekâr ve icrâcıların hayatları incelendiğinde daha iyi anlaşılır.

Kani Karaca, Cumhuriyet sonrası icrâcılara bakıldığında Ahmet Özhan, Alaadin Yavaşça’nın kendisine “Mûsikîyi algılayan, üstün bir şekilde hâfızasıyla icrâsı ile kendine haslığı ile ortaya koyabilen insan Nevâdir’dendir. Kani Karaca da Nevâdir’dendir.” dediğini aktarmaktadır (Ahmet Özhan, görüşme, 2018). Küçük yaşta hâfız olması, gerekli dinî bilgileri edinmesi, Kur’ân kırâatinin ve mevlidhânlığın inceliklerini Üsküdarlı Ali Efendî’den öğrenmesi, mûsikîyi dönemin Sadettin Kaynak ve Sadettin Heper gibi Türk mûsikîsi’nin muktedir üstâdlardan meşk etmesi ve bu bilgileri icrâsına nakşetmesiyle Nevâdir’dendir. Karaca, meşk silsilesi içinde Dede Efendî’nin son temsilcilerindendir. Hocası Sadeddin Heper, klasik silsilenin son büyük üstâdları sayılan Zekâî Dede’nin öğrencisi Rauf Yekta Bey, Ahmet Irsoy, Ahmet Avi Konuk ve Emin Yazıcı gibi dört büyük müzik adamı tarafından yetiştirilmiştir. Kendisine Konya’daki bir ihtifalde Emin Işık, Tahir Karagöz’e “Türk Müziği yok olsa bu adamın hâfızasından yeniden yazılır.” dedirtecek kadar repertuarı olan Heper, başta Kani Karaca olmak üzere pek çok önemli müzisyene de hocalık yapmış, müzik tarihimiz için kıymetli bir isimdir (Sağlam, 2015: 46).

1955 yılından itibaren 30-35 kereden fazla Konya’daki mevlevî mukabelelerinde naathân, âyinhân ve kudümzen olarak bulunmuş, Itrî’nin rast Naat-ı Mevlânâ’sını en iyi icrâ eden sanatkâr olarak kulaklarda yer etmiştir. Ayrıca her pazartesi günü İbnül Emin Mahmut Kemal Bey’in, her cuma ise Hakkı Süha Gezgin’in Beşiktaştaki evindeki fasıllara, amatörler için bir “konservatuvar” niteliğinde olan bu toplantılardan istifade etmiştir. Katıldığı radyo programlarında 70-80 klasik takım okumuş, 1960 ihtilalinden sonra da müşavir Feridun Fazıl Bey’in isteğiyle Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını okumuştur. 1979 yılında kadrolu olarak, tekrar sınav vererek İstanbul radyosu’na giren Kani karaca bu kurumdan 1996 yılında emekliye ayrılmıştır (Paçacı, t.y.: 24-26). Kani Karaca, World Music Institute (Dünya Müzik Bilimsel Kurum) tarafından "Efsanevi vokalist ve bu asrın en büyük sesi" olarak ilan edilmiştir (www. milliyet.com.tr / 1997/02/05/sanat/semazen.html (08.09.2017).

Kani Karaca adına düzenlenen “Dünden Yarına Mûsikî İnsanlarımız - Kani Karaca” adlı belgesel programında mûsikîşinasların kendisi hakkında söylemiş olduğu sözler şu şekildedir:

Ercüment Berker: Ben konservatuarda koro dersi veriyorum, Kani kudüm dersi verirken ben dersi keser, öğrencilerimi çok iyi bir icrâcının usûl, kudüm dersini dinlemelerini teşvik eder ve sonra kendi dersimi yapardım.

Alaaddin Yavaşça: Kendisi akordu çok iyi yapılmış bir saz gibidir. Türk mûsikîsinin perdelerini, aralıklarını ondan daha emin, güzel ve sağlıklı basabilen bir ses sanatçısına pek zor rastlarım.

Ercüment Berker: Kani Karaca gibi dinî mûsikîye vâkıf olanlar, Türk mûsikîsi’ni bir başka duygu yükü ve büyüklüğü içinde icrâ ediyorlar.

Bülent Aksoy: Asıl Kani Karaca’yı bilmek için onun irticâlî okuyuşunu dinlemek gerekir. Meyan içinde meyanlar açar, alışık olmadığımız şedler, geçkiler ve nağmeler yapar. O anda bir sazende ona eşlik etmek istese çok zor durumda kalabilir.

Ahmet Özhan: Çok usta bir sazende onu takip etmek istese sazında perde bulamaz.

Abdi Coşkun: Aka Gündüz Kutbay kendisiyle mûsikî meşki yapmak istemiş, önce neyle kendisi bir taksim yapmış, sonra Karaca dügâh başlangıçlı taksimi sesini dikleştirerek dügâhı segâha taşımış, bunu fark edemeyen Kutbay, dügâh sesi verince gülüşmeye başlamışlar ve ‘Galiba yapamayacağım, seninle başa çıkamayacağım’ demiş. Coşkun: “Sonrasında kendisiyle yarışmaya kalkan bir sazda olmadı.”

Alaaddin Yavaşça: Bestelediği eserlerde makâmları çok iyi kullanmış, güfte ve beste imtizâcını da büyük bir muvaffakıyet içerisinde yapmıştır (www.youtube.com).

Kani Karaca klasik eserler haricinde, dinî mûsikî formlarının da hemen hemen hepsini icrâ etmiştir. Bu formların içinde Kur’ân- Kerim tilâveti, Mevlevî ayinleri ve mevlid icrâları daha fazladır. Dokuz yaşında hâfız olan, küçük yaşta öğrendiği mûsikî bilgisiyle Kur’ân kırâatine başlayan ve Üsküdarlı Ali Efendi’den Kur’ân tilâvetine yönelik aşere takrib dâhil bütün incelikleri edinen Karaca, o dönem çok iyi tanınan hâfız-ı kirâm ve mûsikîşinasların dikkatini celb etmiştir.

Karaca’nın Fatih Câmindeki aşere takrib icazetinden sonra evine çay içilmeye gidilmiş, orada bulunan Rahmi Şenses, o dönem memleketin iftihar ettiği iki üstâzın birbirlerine: “Birader, bugün merhum Musullu Hâfız Osman Efendi hayatta olsaydı, Kani Efendi kadar muvaffak olamazdı.” dediklerini aktarmaktadır (Şenses, 1967: 79). Taklit yeteneği çok gelişmiş olan Kani Karaca, radyodan dinlemiş olduğu Mısırlı hâfızları taklid ederek bir Arap kârî gibi okumaya başlamıştır. 1964 yılında İstanbul’da Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın sarayına mensup olan Hasan Kutbî Efendi’nin bulunduğu bir programda Arap tavrıvla Kurân tilâvetinde bulununca o kişi çok beğenmiş kendisini Mekke’de bir programda Kur’ân tilâvetine davet etmiştir. Bu programda çok muhrik bir tilâvet sergileyen Kani Karaca, aynı kişi tarafından sonraki yıllarda hac fârizası için eşiyle birlikte davet edilmiştir (Şenses, 1967: 79).

Üsküdarlı Ali Efendi’den edindiği Üsküdar Kur’ân Tavrı’nın son temsilcilerinden belki de son temsilcisi olan Karaca’dan sonra bu tavrı sürdüren neredeyse bir kârî kalmamıştır. Bu özelliğinin en güzel örneklerini her hafızın nasiblenemediği ve yapmış olduğu görüntülü Kur’ân-ı Kerim hatim setinde vermiştir.

Kani Karaca’nın içinde şarkı, saz semâisi, şuğûl ve ilâhî formlarında 20 bestesi vardır.

  1. Bahçemde açan goncaların hepsi dökülsün

Makam: Sûznâk

Güfte: Ümit Gülerman

Usûl: Türk aksağı

Form: Şarkı

  1. Beni yaktın yanasın sen de gönülden dilerim

Makam: Hicâz

Güfte: Amir Ateş

Usûl: Aksak

Form: Şarkı

  1. Bir anda bütün her şeyi yık gel diyemem ki

Makam: Sûznâk

Güfte: Ümit Gülerman

Usûl: Aksak

Form: Şarkı

  1. Bekledi günlerce yoksun gelmedin bilmem neden

Makam: Ferahnâk

Güfte: Necdet Revi

Usûl: Semâî

Form: Şarkı

  1. Bir zamanlar ben de sevdim hep kapandık dizlere

Makam: Bûselik

Güfte: Ümit Gülerman

Usûl: Semâî

Form: Şarkı

  1. Bismillâhi Zîşân

Makam: Uşşâk

Usûl: Ağır Düyek

Form: Şuğûl

  1. Cevr olur imkân-ı vuslat vermeyen îmâların

Makam: Hicâz

Güfte: İbrahim Akçam

Usûl: Devr-i Hindî

Form: Şarkı

  1. Eli boş gidilmez gidilen yere

Makam: Hicâz

Güfte: Tahirul Mevlevî

Usûl: Düyek

Form: Şarkı

  1. Hiç düşmedi dilinden ne hatıran ne adın

Makam: Hüzzâm

Güfte: Mustafa Sevilen

Usûl: Semâî

Form: Şarkı

  1. Mecnûn gibi duy özlemi Leylâ’yı hatırla

Makam: Nikrîz

Güfte: Fevzi halıcı

Usûl: Aksak

Form: Şarkı

  1. Ra’sül hikmeti mehâfetullâh

Makam: Rast

Güfte: Hadîs-i Şerîf

Usûl: Sofyan

Form: Şuğûl

  1. Sevginle inan gönlüme sen başka cihansın

Makam: Nikrîz

Güfte: Ümit Gürelman

Usûl: Türk aksağı

Form: Şarkı

13 - Zahme-i sevda nisârın vur ki ey feyyâz-ı aşk

Makam: Sûznâk

Güfte: Tahirul Mevlevî

Usûl: Devr-i Hindî

Form: Şarkı

  1. Arafat duâsı - Telbiye (Lebbeyk Allâhümme)

Makam: Hicâz

Usûl: Düyek

Form: Telbiye

  1. Saz semâisi

Makam: Rûy-ı Irâk

Usûl: Aksak Semâî

  1. Saz semâisi

Makam: Karciğar

Usûl: Aksak Semâî

  1. Saz semâisi

Makam: Sûznâk

Usûl: Aksak Semâî

  1. Canımın canı efendim

Makam: Segâh

Güfte: Hüseyin Top

Usûl: Devr-i Hindî

Form: İlâhi

  1. Ey Hüdâ’dan lutf u ihsân isteyen

Makam: Rast

Güfte: Vali Kadıasker Abdurrahman

Usûl: Devr-i Hindî

Form: İlâhi

  1. Reng-i ruhsârına gülgün dediler

Makam: Sûznâk

Güfte: Üryânizâde Sait Bey

Usûl: Aksak

Form: Şarkı

  1. Mevlidhânlığı

Şüphesiz Kani Karaca’nın icrâ ettiği formlar içinde müstesnâ olanı, kendi şahsına münhasır mevlidhânlığıdır. “Eskiden Sadettin Kaynak devrinden bu yana, öyle çok mevlid okurdum ki, neredeyse Osman Ağa Câmi ile Şişli Câmi arasını, tabiri caizse

suyolu yapmıştık. Sabahleyin evden çıkardım, gece yarısından önce eve dönemezdim.” (Akkuş, 2018: 39). diyen Karaca, vefâtına kadar mevlid

programlarının yıllar boyu müdâvimi olmuştur.

Bizim mûsikîmiz, icrâ amacı açısıyla Kur’ân ve ezan mûsikîsine dayanır ve tesirli bir mevlidin icrâsı için üç boyut gereklidir; mânevî, edebî ve mûsikî. (Çalışır, 2017).

Bu cihetle kültürümüzdeki mevlid icrâlarında mânevî boyut; hem icrâda hem de icrâyı işleyen kişinin yaşamında görülmesi ve hissedilmesidir. Kani Karaca’nın hayatı ve kendisi hakkında söylenenler tetkik edildiğinde mânevî boyutu hayatına ve icrâlarına nakşettiğini görmek mümkündür. Öğrencilerinden Kemal Karaöz bu konu hakkında duygularını şöyle dile getirmektedir:

“Cenâb-ı Allah’ın verdiği o kabiliyeti ziyan etmeyen, Cenâb-ı Allah’ın (c.c) verdiği kabiliyetle insanların gönlünü mesrûr eden, Rabbin verdiği kabiliyetle yapabileceğinin en iyisini yapmaya gayret eden bir insandı. Hâfız-ı Kur’ân, insanların gönlünü ferahnâk etmiş, insanlara ‘Allah’ dedirtmiş, gözyaşı akıtmış, kalplerini yumuşatmış, nice nice insanların belki başka kötü yollardan dönerek hak yoluna girmesine vesile olmuş, talebe yetiştirmiş, evlatları hayırlı bir insan olmuş, kimseye muhtaç olmamış, dünyevi hırslara kapılmamış, Fatih’te iki göz odada yaşamış bir insandı.” (Akkuş, 2018: 25).

Kani Karaca hâfız olmasının, edindiği dinî bilgilerin ve değerli hocalardan aldığı eğitim neticesinde mâneviyatı, yaşamında her dâim hissedilen ve bunları mevlid dâhil birçok icrâsında görülen bir kişidir.

Mevlid icrâsının tesirli olabilmesi için gerekli olan ikinci boyut ise edebî yeterliliktir. Osmanlı Türkçesini anlayabilmek ve yerli yerinde kullanabilmek için Türkçeyi, Arapçayı, Farsçayı, dinî terimleri ve kültürü çok iyi bilmek gerekir. Karaca, Farsçayı ve Arapçayı bilmemesine rağmen, mûsikî kültür birikimleriyle bu incelikleri çok iyi bilen mûsikîşinaslardan meşk ettiği için icrâlarında telaffuzla ilgili bir eksiklik neredeyse yok denecek kadar azdır. İster günlük konuşmalarında ister icrâlarında edebî boyutun tezahürlerini Karaca’da görmek mümkündür.

Mevlid icrâsında en önemli boyut ise; mûsikînin inceliklerini bilmek, makâmları çok iyi kavramak, perdeleri âdetâ hünerli bir cambaz gibi kullanmaktır. Hele mevlid gibi uzun bir icrâda dinleyenleri sıkmadan yerli yerince makâmdan makâma geçmek ve ezgi-güfte uyumunu çok kullanmak gerekir. Karaca, bu incelikleri bilen ve uygulayan nâdirattandır.



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar