İzmir Ve Manisa’daki Son Dönem Önemli Mevlidhânlar
Hazırlayan: M. Efe KAŞIKÇIOĞLU
Türk milletinin özünü yansıtan aynalardan biri olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’e olan sevgisinin en güzel ifâdesi olarak kabûl edilen, yazılan bütün mevlidler içerisinde en tanınanı ve en çok okunanı Süleyman Çelebi’nin kaleme almış olduğu ‘kurtuluş yolu vesîlesi’ mânâsına gelen ‘Vesîlet’ün Necât’ adlı eseridir. Bu Mevlid-i Şerif yazılışından günümüze kadar âşk ile okunmuş ve dinleyenleri derinden etkilemiştir. Çünkü bu sıradan bir âşk değil ‘Âşk-ı Muhammedî’dir. Türk halkı altı asırdır okunan bu eserde Hz. Peygamber’e duyduğu bağlılığın, sevginin tam bir ifâdesini bulmuştur.
Giriş bölümünde mevlid kelimesinin mânâsı, ortaya çıkış, okunma ve yazılma sebebi, Süleyman Çelebi’nin hayâtı, birinci bölümde mevlidin icrâsı ve yapısal özelliklerine -mevlidin bahirleri, mûsikîsi ve icrâları bakımından mevlid çeşitleri- , ayrıca ilk mevlid merâsimleri ve Osmanlı’da mevlid şekli, bugünkü merâsimler, mevlidin günümüze kadar geliş sebebi, mevlidhânların özellikleri ve geçmişten günümüze önemli mevlidhânlara, ikinci bölümde cumhûriyet sonrası İzmir-Manisa’da mevlidhânlık geleneğini sürdürmüş ve vefât etmiş olan mevlidhânlara, üçüncü bölümde ise cumhûriyet sonrası İzmir ve Manisa’da mevlidhânlık geleneğini sürdüren ve hayatta olan mevlidhânlara değinilmiştir.
Bu araştırmada İzmir ve Manisa’da yaşamış veya hâlâ yaşamakta olan Mevlid’in günümüze kadar aktarılmasını sağlayan, bu yüce görevi üstlenen, büyük kitlelere ulaşarak ünü şehir sınırlarını aşan ve mûsikî bilgisi olan mevlidhânlar araştırılmıştır. Bu kişilerden İzmir’den Bekir Sıdkı Sezgin, İsmet Yazar, Arif Biçer, Ali Necâti Burs, Nâim Kaya, Vedat Özarpacı, Süleyman Özer, Manisa’dan ise Fahri Kanel, Hüseyin Köroğlu, Hamdi Bilgi ve Ali Rızâ Şâhin, Yusuf Armağan, Eşref Akhisarlı araştırılmıştır.
Sağ olan mevlidhânlar ile görüşülüp ses kaydı yapılarak, vefât edenleri ise gerek yakınları ya da akrabaları ile görüşerek gerekse özel arşiv, kütüphâne, tez, kitap ve internet gibi kaynaklardan, kendileri ile ilgili en doğru bilgiye ulaşılmaya çalışılmıştır. Birebir yapılan görüşmelerde bâzı mevlidhânlar eser bestelediklerini söylemişler ancak farklı sebeplerden dolayı eserlerini vermekten kaçınmışlardır.
Mevlid Kelimesinin Mânâsı ve Okunma Sebebleri
Mevlid kelimesi günümüzde Peygamber Efendimiz’in doğuşunu, vasıflarını, hayâtının bütün safhalarını dile getiren manzûm ve mesnevî tarzında yazılmış bir eserin bahirlere ayrılarak belirli mûsikî âdâbı içinde okunduğu, sözlerini Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu kitabını hatırlatır.
Arapçada ‘vld’ (doğurmak) kökünden gelen mevlid kelimesinin Arapça yazı dili açısından anlamları şunlardır:
‘Vld’ kökünün ‘masdar-ı mîmî’sidir. ‘Doğmak’ ve ‘doğurmak’ anlamına gelir.
Mîlâd kelimesi gibi bir zaman ve mekan ismidir, yani ‘doğum yeri ve zamânı’ anlamına da gelmektedir. Örneğin mevlidü’n Nebî denilince hem Peygamber’in doğumu hem doğduğu zaman olan 12 Rebiülevvel hem de doğduğu yer olan Mekke’deki ev kasdedilmiş olabilir. Hz. Peygamber ile ilgili kullanımının yanında, zamanla tasavvûf çevrelerinde Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında velîlerin doğum yıl dönümlerini de kapsayacak şekilde geniş bir anlam kazanmıştır. Saygı ve kutsallık ifâde eden ‘Şerif sözüyle birlikte kullanılarak ‘Mevlid-i Şerif diye anılması da âdet hâline gelmiştir.
Mevlidin metni, anlamı, gâyesi ve mûsikîsi halk üzerinde silinmez bir etki oluşturduğu gibi edebiyatımızda çeşitli eserlere de konu olmuştur. Safahat’taki ‘Said Paşa İmamı’ndan bir bölüm buna örnektir:
‘Başlanır Mevlid’e mu’tad olan âdâbıyle;
Önce tevhid okunur, gayş ile dinler herkes.
güzel, sonra müessir sekiz on parlak ses,
Kimi yerlerde ilâhi, kimi yerlerde durak:
Kimi yerlerde cemâatle beraber coşarak,
Kalan üç bahri terennümle, çekerken ‘âmin... ’
Ta uzaklarda çakar zulmet içinden bir enîn,
Gecenin kalbi durur: ürperir dinler, cinler;
Açılan pencereler, göz-kulak olmuş dinler.
Tutuşur cephei Sinâye döner, sînei cev:
Sanki yüzlerce yanık ney savurur, yer yer alev.
Kayalardan, kıyılardan bir ateştir çağlar:
Lâhn-i Davûd ile inler yine gûyâ dağlar.
Mevlid Şu Dinî Sebeplerle Okutulur:
Mübârek gecelerde ;
Hazret-i Muhammed’in doğum yıldönümünde, (rebîü’levvelin on ikinci gecesi)
Regâib gecesi, (recebin ilk cum’a gecesi)
Mi’râc gecesi, (recebin yirmi yedinci gecesi)
Berât gecesi, (şa’banın on beşinci gecesi)
Kadir gecesi, (ramazanın yirmi yedinci gecesi)
Muhtelîf vesilelerle şehidlerin rûhlarını ta’ziz için;
Yıl dönümlerinde,
Herhangi bir cum’a günü veyâ gecesi,
Bir şahsın vefatında;
Toprağa verilmesinin ilk gecesinde,
Vefâtının kırkıncı veyâ elli ikinci günü,
Vefât yıl dönümlerinde,
Adaklarda;
Cum’a günü veyâ gecesi,
Mahallî şöhret sahiplerinin rûhlarını ta’ziz için;
Cum’a günü veyâ gecesi,
Pazartesi gecesi,
Dinî veyâ ictimâî müesseselerin açılışında, (gündüz veyâ gece)
Hac dönüşünde, ( Hacının kendisi veyâ âilesi tarafından münâsib görülen bir günde)
Doğumlarda. (ekseriyâ doğumun haftasında, doğumlarda okunan mevlidler güzel sesli kadınlar tarafından okunur.)
Süleyman Çelebi’nin Hayatı ve Vesîlet’ün Necât’ın Yazılma Sebebi
Mevlid-i Şerifin yazarı Süleyman Çelebi Bursalıdır. Osmanlı Devleti’ni kuran Orhan Gâzi’nin babası, Orhan Gâzi’nin annesinin babası Şeyh Edebâli oğlu Şeyh Mahmud oğlu Ahmed Paşa’nın oğludur. Şeyh Edebâli Osmanlı Devleti’nin kurulmasında mânevî yardımcıdır. Eskişehir civârında tekkesi olan siyâsi nüfuz sâhibi Ahi Şeyhlerindendir. Şeyh Mahmud, Orhan Gâzi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçişinde gaza tehniyesi yazan şâir tabiatlı fâzıl bir zâttır. Ahmed Paşa da Orhan Gâzi’nin vezirlerindendir. İşte Süleyman Çelebi böyle asîl, fâzıl, memlekete gerçekten hizmet etmiş bir sülâlenin çocuğudur. Doğum yılı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklardan anlaşılıyor ki Orhan Gâzi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçiş zamânında (1359) doğmuş olabilir. Şeyh Edebâli Hazretleri’nin soyundan geldiği ve ârif, bilge, âlim, kâmil bir kişi olduğu için Çelebi ünvânıyla anılmıştır. Çelebi (Çalap) bir çeşit ‘Efendi’ mânâsına da gelmektedir. Bursa’nın en tanınmış âlimlerinden Halvetî tarîkati Şeyhi Buharalı Emir Sultan’a mensup olmasından dolayı kendisine Süleyman Dede de denirdi.
Süleyman Çelebi, üçüncü padişah Murad Hüdâvendigâr devrinde yetişmiştir. Yıldırım Beyazıt devrinde Emir Sultan’a intisab etmiştir. Yıldırım Beyazıt’ın divan imamlığını yapmış sonrada yapımı yeni bitmiş olan (1399) Ulucâmi imamı olmuştur. Emir sultan Bursa’da iken O’nun da divan imamlığını yapmış, sonra yine Ulucâmi imamlığına geri dönmüştür. Ömrünün sonuna kadar o vazîfede kalmış, mevlid manzûmesini de orada yazmıştır.
Süleyman Çelebi 1422’de Bursa’da vefat etmiş ve Çekirge semtindeki Eski Kaplıca civârında Yoğurtlu Baba Zâviyesi yakınlarındaki kabristana defnedilmiştir.
Vesîlet’ün Necât’ın yazılma sebebine gelince önemli edebiyat kaynaklarımızdan Âlî’nin Künhü’l Ahbâr’ında ve Lâtîfî Tezkiresi’nde Vesîletü’n-Necât’ın yazılma sebebi kısaca şöyle ifâde edilmektedir:
Bursa Ulu Câmii’nde bir vâiz, Bakara Sûresi 258. âyetinin ‘Allah’ın peygamberlerinin hiçbiri arasında ayırım yapmayız’ kısmını okuyarak , Hz. Muhammed ile Hz. İsâ arasında fark görmediğini söyler. O sırada cemaatten bir âlim, Bakara Sûresi’nin 253. âyetini : ‘O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir’ kısmını okuyarak îtirâz etmiş ‘ Peygamberler arasında resûllük ve nebîlik bakımından fark yoktur, fazîlet ve mertebe bakımından ise Hz İbrâhim, Hz Mûsa, Hz. İsâ gibi bâzı peygamberler diğerlerinden, Hz. Peygamber ise hatemü’l enbiyâ -peygamberlerin son kemâl noktası- olması dolayısıyla hepsinden üstündür ‘diyerek tartışmaları sonlandırmıştır. Bu tartışma cemaat arasında bölünmelere yol açmış her iki tarafı da tutanlar olmuştur. Süleyman Çelebi de bu tartışmaya şâhit olmuş, Hz. Peygamberin fazîlet ve mertebesinin iyice anlaşılması, yanlış bâzı fikirlerin önlenmesi bakımından bir eser yazmanın yerinde olacağı kanaâtine varmıştır. Eserine Vesîletü’n-Necât ismini vermesi ve peygamberler arasındaki bâzı farkları şu şekilde ifâde etmesi böyle bir tartışmayı doğrular mâhiyettedir:
Ölmeyüp Îsâ göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmak içün idi ol
Buna Hz. Peygamberin öteki peygamberlere üstünlüğünü göstermek için hemen şu beyitleri eklemiştir:
Dahi hem Mûsâ elindeki âsâ
Oldu ânın izzetine ejderhâ
Çok temenniler kıldılar Hakdan bular
Kim Muhammed ümmetinden olalar
Gerçi kim bunlar dahi mürseldürür
Lâkin Ahmed efdal ü ekmeldürür
Zîrâ efdallığa ol elyakdurur
Ânı bilmeyen ahmakdurur
Bu beyitlerde Süleyman Çelebi, Hz. Îsâ’nın göğe yükseltilmesini ileride gelecek Hz. Muhammed ümmetinden olmak arzusuna bağlamaktadır. Hz. Îsâ’nın âsâsının yılan hâline gelmesi, onun şerefinin yüceliğine delâlet ettiğini ve nice peygamberlerin onun ümmetinden olmak için Allah’tan temennîlerde bulunduklarını, hepsinin Allah tarafından gönderildiği halde Hz. Muhammed’in onlardan daha fazîletli ve daha mükemmel olduğunu beyân etmektedir. Latîfî Tezkiresi’nde kaydedilen bu rivâyetin doğru olup olmadığı belli değildir. Hâdise gerçek olmasa bile Süleyman Çelebi’nin eserini Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu göstermek maksadıyla yazdığı muhakkaktır. Bütün eserde bu husus açık şekilde görülmektedir.
Süleyman Çelebi’nin mevlidi yazmasındaki ikinci gâye ehl-i sünnet akidesini yıkmak isteyenlerin ve bâtınîlik propagandası yapanların tesirini azaltmak hatta ortadan kaldırmaktır.
Vesîletü’n-Necât 1409 yılında yazılmış ve bu eserin sonunda şu şekilde ifâde edilmektedir:
Hem sekiz yüz on ikide tarihi
Bursa’da oldı tamam bu iy ahi
BİRİNCİ BÖLÜM
MEVLİD-İ ŞERİF’İN İCRÂSI VE YAPISAL ÖZELLİKLERİNE
GENEL BAKIŞ
Geçmişten Günümüze Mevlid Merâsimleri, Mevlid İcrâsı ve Mevlidhânların Özellikleri
İslâm âleminde Hz. Muhammed’in doğum gününü kutlamak için ilk defâ Mısır’da Fatimîler devrinde (910-1171) törenler yapılmıştır. Fâtımîler zamanında Hz. Peygamber'in ve Ehl-i beyt'in doğum yıl dönümlerinin kutlanması dinî hassâsiyet yanında siyasî meşrûiyet açısından da önem taşıyordu. Ancak onlardan günümüze ulaşan bir mevlid veya mevlid ile ilgili her hangi bir eser bulunmamaktadır. Selâhaddin Eyyubî döneminde mevlid, Selçuklular’ın tesirinin bir uzantısı olarak gösterilebilecek dinî ve siyâsi hareket sonucunda Mısır’da yayıldı. Bu dinî hareketin kaynağı sûf’iliğin orada halkın dinî hislerinin ifâdesi demek olan mevlid tezâhürüne zemin hazırlayan derin kökleridir.
İslâm tarihinde adında ilk mevlid kelimesi geçen eser; hadis ve fıkıh bilgini, tarihçi Ebu’l Cevzî (ölümü: 1200) tarafından yazılmış olan ‘Mevlid-ün-Nebî -veya ‘el Arûs’- dir.
İslâm dünyasında çok parlak ve ihtişamlı resmî mevlid törenleri Erbil Atabeklerinden -aynı zamanda Selâhaddin Eyyubî’nin eniştesi- Muzafferüddin Gök Böri (ölümü:1232) zamanında yapılmıştır. Büyük masraflarla gerçekleştirilen bu şenlikler o günün İslâm dünyasında derin yankılar uyandırmış ve bu uygulama birçok yazar tarafından bütün Müslüman ülkeler için bir başlangıç kabûl edilmiştir. Bundan sonraki dönemlerde mevlid, bütün islâm âleminde mukaddes günlerde, çeşitli sebeb ve fırsatlarla tekrarlanan bir tören ve gelenek hâlini almıştır.
Daha sonra Arapça, Türkçe çok sayıda mevlidler yazılmıştır.Osmanlı teşrifatında, Hz. Peygamber'in doğum günü kabul edilen 12 Rebîülevvel'de düzenlenen resmî törenlerin başlangıcı hakkında kesin bilgi yoktur. Bazı vakfiyelerdeki kayıtlardan hareketle bunu Osman Gazi'ye kadar götürenler varsa da genel görüş, bu törenlerin Kanunî Sultan Süleyman döneminden itibaren saray protokolünde yer almaya başladığı ve III. Murad zamanında tamamen resmîleştiği şeklindedir. Selânikî'nin kaydına göre, Sigetvar seferi sırasında (974/1566) Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatının saklanmaya çalışıldığı bir ortamda padişahın otağında 12 Rebîülevvel gecesi mevlid okunmuş, ertesi gece de sadrazamın çadırında tekrarlanmıştır. Yine Selânikî'den, 12 Rebîülevvel 996'da Resûl-i Ekrem'in doğum günü münasebetiyle padişâhın bütün minârelerde kandil yakılmasını ve câmilerde, mescidlerde mevlid okunmasını emrettiği öğrenilmektedir. Bu emir mevlid gecesinin o tarihte resmen kutlandığının kanıtıdır.
Osmanlı’da Mevlid törenlerini saray, konak ve evlerde yapılanlarla padişahın katıldığı mevlid alayı denilen merasim yürüyüşünün ardından bir selatin câmiinde yapılanlar olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. Topkapı Sarayındaki törenlerin bazen Ağalar câminde, bazen da Çinili Köşk'te sonraki yıllarda ise başta Sultan Ahmed Câmi olmak üzere Eminönü Valide Sultan, Eyüp Sultan, Beyazıt, Nusretiye ve Yıldız câmilerinde gerçekleştirildiği bilinmektedir. Mevlid gününden önce protokole dahil devlet adamlarına davetiyeler gönderilir, ne zaman hangi câmide hazır bulunacakları bildirilerek davetlilerin tören kıyafetleriyle belirtilen saatte yerlerini almaları sağlanırdı.
Osmanlı teşrifatında pâdişâhın, merasim erkânı ve muhâfızlarının katılımıyla saraydan belli bir güzergâhı takiben başka bir yere gidiş gelişini ifade etmek için ‘alay’ kelimesi kullanıldığından mevlid okunacak câmiye gidip gelmesine de ‘mevlid alayı’ deniliyordu. Ancak bu tabir zamanla daha geniş anlamda kullanılıp Rebîülevvelin on ikinci günü sarayda ve câmide yapılan törenlerin tamamını kapsamına almıştır.
Mevlid alayı câmiye yaklaştığında müezzin mahfilinde Feth sûresi okunmaya başlar, sûre tamamlandığı sırada padişahın mahfil-i hümayuna geldiğini belli etmek için kafesin küçük penceresi açılır ve cemaat ayağa kalkarak bulunduğu yerde saygıyla eğilirdi. Müezzin mahfilinde "muarrif' denilen görevlinin Hz. Peygamber'in özelliklerini belirten "ta'rîf"i okumasının ardından Ayasofya ve Sultan Ahmed câmilerinin vaizleriyle o câminin vaizi sırayla kürsüye çıkıp kısa birer vaaz verirlerdi; kendilerine de kürsüden indikten sonra bazı armağanlarla birlikte birer samur kürk veya ferace hediye edilirdi. Ayrıca her vaizin kürsüye çıkışı sırasında cemaate şerbet ve buhur sunulurdu. Ardından Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inin okunmasına başlanır ve birinci Mevlidhân ilk bahri bitirip kürsüden inince kendisine hil'at giydirilirdi. İkinci mevlidhân. "Geldi bir ak kuş kanadıyla revan / Arkamı sığadı kuvvetle heman" beytini okurken herkes hürmeten ayağa kalkardı. Bu esnada mahfıl-i hümayun tarafında perde arkasında bekleyen müjdecibaşı Mekke emîrinin gönderdiği mektubu sadrazamın önüne koyar, sadrazamın işaretiyle reisülküttab onu alarak müjdecibaşıyla birlikte padişahın huzuruna girerdi. Dârussaâde ağası da mektubu kesesinden çıkarıp kendisine geri verir, o da okurdu. Daha sonra aynı zamanda Haremeyn nazırın olan Dârüssaâde ağasına samur kürk, reisülküttab ile müjdecibaşıya hil'at giydirilirdi.
Padişâh Medine'den gönderilen hurmanın bir miktarını peşkir ağası eliyle sadrazama yollar, o da birkaçını alıp bir ikisini şeyhülislâma verdikten sonra kalanını vezirlere ve orada bulunan diğer devlet erkânına dağıttırırdı; bu iş tamamlanınca peşkir ağasına bir miktar bahşiş verilirdi. İkinci mevlidhân okumasını bitirip kürsüden inince hil'atini ve armağanlarını alır, yerine üçüncü mevlidhân çıkardı.
Bu sırada Sultan Ahmed Câmi'nin mütevellisi sadrazamın, Ayasofya Câmii'nin mütevellisi şeyhülislâmın, diğer vakıfların mütevellileri de vezirlerle defterdar, nişancı gibi devlet büyüklerinin ve ulemanın önüne şeker tablaları koyar, zamanı gelince de derecelerine göre zağarcıbaşı. Saksoncubaşı, muhzır ağa ve diğer ocaklılar bunları kaldırırdı. Üçüncü mevlidhânın ve arkasından mevlid duası yapan duahanın kürsüden inip hil'at ve hediyelerini almalarından sonra tören tamamlanırdı. Sadrazam ve yüksek rütbeli devlet ricali câmiden çıkıp atlarına binerek abdest çeşmelerinin önündeki alanda padişâhı selamlamak üzere beklerlerdi. Padişâh da yine at üstünde bekleyenlerin önünden geçerken selamlanır ve alkış çavuşlarının alkışlarıyla uğurlanıp yine geldiği yoldan mevlid alayı ile saraya dönerdi. Sadrazam ve şeyhülislâmla diğer devlet büyükleri de kendi maiyetleriyle ve daha küçük çaplı törenlerle konaklarına giderlerdi.
Günümüzde yapılan mevlid merâsimlerinde ise teâmülen bâzı kâideler oluşmuş ve icrâlar genellikle şu şekilde yapılmaktadır: Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ile başlanır ve duruma göre bahirler öncesinde bir ilâhi, kasîde veya Kur’ân okunur. Aralarda ise salavatlar ile devam edilir. Sonunda yine Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve duâ edilerek, peygamberimizden şefaat taleb edilir. Peygamberler, din büyükleri, şehitler, vefât etmiş bütün Müslümanlar ve Süleyman Çelebi saygı ile yâd edilir. Mevlid okutan kimsenin cedleri de anılarak Allah rızâsı için ruhlarına fâtihâ okunur ve böylece merâsim sona erer. Önceleri daha fazla bahir okumakla icrâ edilen Mevlid merâsimleri, günümüzde altı bahre indirilmiş, ayrıca her bahir içerisinde de beyitler atlanmaktadır. Arapça ve Farsça terkiplerden kaçınılarak biraz daha dinleyenlere mesaj verecek öz cümleler tercih edilmektedir.
Mevlid icrâ şekli, mûsikîsi ve mevlidhânların özelliklerine gelince mevlid icrâ edilirken Edebiyât ve Mûsikî bakımından şu hususlara dikkat edilmelidir:
Mevlid manzûmesini kelimelerini doğuran harfleri, heceleri ve kelimeleri nasıl telaffûz edilmeli?
Mısrâlar nasıl okunursa vezne uygun olur?
Nağmeleri hecelere nasıl tevzi -dağıtım- edersek vezin bozulmamış olur?
Nağmeyi okuyuşta takti’ -kesme, parçalama- nasıl olmalıdır?
Doğru ve temiz telaffûz nasıl olmalıdır?
Canlı okumak nasıl gerçekleşir?
Cümle sesteki nâğme ile nasıl belirtilir ve nağme ile okuma tarzı nasıl olmalıdır?
Her cümlenin mefhum -kavram- ve müeddâsına -anlamına- göre okunuşu nedir ve nasıl olur?
Ayrıca bir mevlidhân doğru ve san’atkarâne okuyabilmesi için bu esasları iyi anlamış, kavramış ve tasarrufu altına almış bulunması gerekmektedir. Mevlid; Allâh’ın kudret ve azâmetinin, O’nun sonsuz lütuf ve inâyetine olan ihtiyâcımızın, zikir ve şükrümüzün beyânıdır. Mevlid okuyan kişi bu mânâ ve mefhûm -kavram- içinde ne okuduğunu ve nasıl okuyacağını bilmeli, dinleyen de bu ölçü ve şuur içinde dinlemelidir.
Her sesi güzel olan Mevlid okumamalıdır. Zirâ her mevzu ayrı bir ses ister. Ezân sesi ayrı, Kur’ân sesi ayrı, mevlid, gazel, kasîde sesi ayrı, şarkı sesi ayrıdır ve ayrı bir tavır ister. Mevlid okuma sesi perdeli olmalıdır. Tizlerde devamlı bir şekilde okuma kudretinde bulunulmamalıdır.
Gâyet oynak bir hançereye sahip olunmalı ve soluk uzun olmalıdır. Mevlidhân, mevlid okurken Kur’ân tilâvetine mahsus tecvid kâidelerine uymamalıdır. Çünkü mevlid Türkçe’dir ve her kelimesi Türk ağzıyla okunmalıdır.
Mevlid icrâsında bulunan kişiler şu dört grupta toplanırlar:
Münacat bahrine başlamadan önce okunacak Kur’an-ı Kerîm tilâveti veya ilâhi sabâ, dügâh veya çargâh makamından olmalıdır. Daha sonra aynı makamdan (sabâ) münacat bahri okunur. Münacat bahri icrâsı içinde dügâh, şevkütarâb, muhayyer, uşşâk gibi makamlardan geçkiler yapılarak icrâ tamamlanır.
Nûr bahri denilen ‘Hak teâlâ çün yarattı âlemi’ mısraı ile başlayan bahire hicâz makamı ile başlanır ve icrâ esnâsında şehnâz, evç, segâh, karciğâr gibi geçkiler yapıldıktan sonra tekrar hicâz makâmı ile karar edilir.
‘Âmine hatun...’ diye bilinen Velâdet bahri rast makâmı ile başlar. Bu bahirde de mâhur, nişâburek, segâh, hüzzâm, nihavend, sûzinak. gibi uygun makamlara geçki yapıldıktan sonra tekrar rast makâmında karar edilir. Bu bahirde yer alan ‘İndiler gökten melekler. ’ mısraına gerdâniye perdesinden başlayarak mâhûr nağmeleri yapmak, “Bu gelen ilm-i ledün sultânıdır” mısraını kürdîlihicazkâr, ‘Âmine eydür çü vakt oldu tamam’ mısraını ısfahan makâmında okumak âdettir.
‘Yaratılmış cümle oldu şâdumân’ mısraı ile başlayan merhabâ bahrine hüseynî makâmında girilir ve uşşâk, karcığâr gibi makamlarda geçki yapıldıktan sonra segâh perdesinde karar kılınır ve salât-ü selâm getirilir.
Mevlid’in Miraç bahri ‘Söyleşirken Cebrâil ile kelâm’ mısrâı ile başlar ve bu bahre hüzzâm veya segâh makâmında girildikten sonra eviç, sabâ, hicâz... gibi geçkiler yapıldıktan sonra tekrar segâh perdesinde karar edilip salâvat okunur.
Duâ bahrine uşşâk makâmında girildikten sonra, bu makâma yakın makamlara - karciğâr, sabâ.gibi- geçkiler yapıldıktan sonra ‘Rahmetullâhi aleyhi ecmaîn’ mısraında hüseynî makâmı gösterilerek mevlid tamamlanır. Daha sonra hüseynî makâmından bir aşr-ı şerif okunup duâ edilerek mevlid merâsimi tamamlanır. Önceleri, uşşâk, hicâz, bayâtî gibi makamlarda okunan mevlid’in vefât bahri uzun zamandan beri okunmamaktadır. Takdir olunur ki; anlatılan bu Mevlid icrasının gerçekleşebilmesi için, öncelikle mevlidhânların iyi bir mûsikî bilgisi ve ses güzelliğine sahip olması gerekmektedir. Ayrıca mevlidhânlar ve ilâhi okuyan zâkirler arasındaki ses uyumu da son derece önemlidir. Birinin bıraktığı ton ve perdeden başlayabilmek bu işin en can alıcı noktasıdır. Ayrıca bahir öncelerinde okunan ilâhilerin tevşih formunda olmasına dikkat edilmelidir. Şayet tevşih ilâhisi bilinmiyorsa en azından Hz. Peygamberi konu alan ilahilerin tercih edilmesi mevlidin rûhuna uygunluk bakımından önemlidir. Mevlid saz refakati olmaksızın, usûlsüz, taksim eder gibi, irticâlen okunur.
Geçmişten Günümüze Önemli Mevlidhânlar
Hz. Peygamber’in adının her anıldığı yerde, ona salâvat getirip selâm söylemeyi ihmâl etmeyen Türk milleti, onun dünyayı şereflendirmesinden dolayı yazılan Mevlid’ide ibadet hassasiyeti içerisinde en güzel bir şekilde okuyabilmeyi kendisine ideal bilmiştir. Mevlid’i mûsikî sanatımızın en güzel ve anlamlı nağmeleri ile nakış nakış işleyerek icra etmiş, hatta mûsikî ve din adamlarımız arasından Mevlid okumayı bir sanat dalı haline getiren ve onu şânına lâyık bir üslubla okuyarak Mevlidhân sıfatı ile anılan pek çok sanatkâr yetişmiş ve mevlidhânlarla gelişen üslup özellikleri kısmen de olsa zamânımıza kadar gelmiştir. Mevlid’in şâiri Süleyman Çelebi’nin eseri aynı zamanda bizzat besteleyerek okuduğunu kabul etmek, onun bu hizmetine duyulan saygıdan olsa gerektir. Ayrıca Mevlid’i besteledikleri bilinen Sinâneddîn Yusuf Çelebi ve Bursalı Sekban’ın da Mevlid’i okudukları ve ilk Mevlidhânlardan oldukları söylenebilir.
1700 lü yıllardan başlamak üzere, İstanbul’da Mevlidhânlık ile şöhret olmuş, tespit edebildiğimiz önemli isimlerden bazıları şunlardır: Emir Buhârî Hatîbi hattat ve şâir Hâfız Şuhûdî Mehmet Efendi, Beşiktaş Sinanpaşa Nakşi Bendî Tekkesi Şeyhi Mustafa Rıza Efendi, Zeyrek Câmii Müezzini Hüseyin Dede (ö.1718), Âmâ Şeyh Halil Efendi, Bayrâmî Şeyhi Çolak-zâde Mustafa Efendi, Bursalı Hünkâr İmamı Hacı Mustafa Efendi (ö.1720) ve oğlu Nizameddîn Efendi (ö.1737).
1800’lü yıllarda İstanbul’da Mevlidhânlık ile tanınan önemli isimlerden bazılarını ise şöyle sıralayabiliriz: Aksaraylı Âmâ Hâfız Hasan Efendi, Hünkâr İmamı Fındıklı’lı Hacı Hakkı Efendi, Hünkâr İmamı Hâfız Yusuf Efendi, Bedevî Şeyhi Ali Baba, Hâfız Aşir Efendi, Beylerbeyi Câmii Hatîbi Rifat Bey, Selimiye Hatîbi Şeyh Ömer Efendi, Balat Sünbûlî Dergâhı Şeyhi Kemâl Efendi, Hüâdî Tekkesi Şeyhi Mehmet Rûşen Efendi, Mutaf-zâde Ahmet Efendi. Mehmet Âkif Ersoy’un Safahatı’nın 7. kitabında sesinin güzelliği ve icrâsı ile ölümsüzleştirdiği Hasan Rıza Efendi de bu dönemin en önemli isimlerindendir. Yine bu dönemde sesi ve icrâsı beğenilen Musullu Âmâ Hâfız Osman Efendi (1840-1920) ve güzel Kur’ân ve Mevlid okuması ile ün yapan Enderunlu Hâfız Hüsnü Efendi (1858-1919) da zikredilmesi gereken isimlerdendir.
Son dönem Mevlidhânları arasında en önemli isimlerden biri Hâfız Sami’dir. (1874-1943) 12 yaşında hâfızlığını tamamlayan Sâmi Efendi, çok güzel bir üslûpla Kur’ân ve Mevlid okurdu. Onun bu icra şekli kendisinden sonra gelen sanatkârları etkilemiştir. “Okuyuşunda mânâ ve diksiyona özellikle dikkat ederdi. Yorulmak bilmeyen bir sesi, yanında uzun bir nefesi vardı.Bu konuda yakın arkadaşı Hâfız Ali Rızâ Sağman Hâfız Sâmi Merhum adlı esrinde şöyle der: Merhum Hâfız Sâmi’nin Mevlid’in üç beytini bir solukta okuduğuna çok şâhit olmuşumdur. Hem de baştan savma bir üslupla değil, gereken perdeleri göstermek, gereken nağmeleri yapmak, icap eden uzatmaları hakkıyla eda etmek şartıyla.” Yine aynı eserde Ali Rızâ Sağman Hâfız Sâmi’nin Süleymâniye’de okuduğu bir Mevlid için şunları anlatır: “.nasıl okuduğunu anlatmak için ben kelime bulamıyorum. Çok güzeldi desem az olur, fevkalâde okudu desem bir şey söylemiş olmam, ne diyeyim? Bilmem ama, Mimar Sinan’ın yaptığı kubbenin dinlediği ve inlediği ilk ve son ses olsa gerektir.”
Son dönemin önemli Mevlidhânlarından biri de Hâfız Kemâl’dir. (1889-1939) Geniş, oktavlı, tiz, parlak ve olağanüstü bir sese sahip olan Kemâl Efendi’nin, mûsikî repertuarı da oldukça genişti. Hâfız Saadettin Kaynak ile plâklar da doldurmuştur. Hâfız Kemâl bu güzel sesi ve ünü sayesinde, “Mevlid, Süleyman Çelebi tarafından yazıldı, Hâfız Kemâl tarafından okundu” iltifâtına mazhar olmuştur.
Hâfız Kemal, Mecit Sesigür, Zeki Sesli, Zeki Altun, Nusret Yeşilçay, Hüseyin Tolan gibi meşhur Mevlidhânlara da hocalık etmiştir. Yine bu dönem içerisinde yetişen “Mevlidhân-ı Şehriyârî” (Sultan Mevlidcisi) unvânını taşıyan Boyabatlı Mustafa Şevki Efendi (Ö.1926) ile, Mızıka-i Hümâyun’da yetişen, dînî ve din dışı mûsikîde mâhir ve sesinin güzelliği ile tanınan Hâfız Burhan, adından söz edilmesi gereken önemli Mevlidhânlardır. Ayrıca, mûsikî bilgisi fevkalâde iyi olan ve icralarında çok güzel geçkiler yapan Hâfız Ali Üsküdarlıdan da bahsetmek gerekir. Münir Nûreddin Selçuk onun için; “Ben bu kadar ustaca geçkiler yapabilen bir mûsikîşinas tanımıyorum” demiştir. Yine perdeler üzerinde usta bir cambaz gibi oynayan Mecit Sesigür’den de söz etmek gerekir.
Hâfız Yaşar Okur (1885-1966) Mızıka-ı Hümâyun’a alınmış, Saray müezzinliği yapmıştır. Cumhuriyet’in ilânından sonra, Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyetinde bulunmuş, Atatürk’ün de takdirini kazanmıştır. Tiz perdelerde temiz bir sesi ve icrası olan Hâfız Yaşar, sanat hayatı boyunca hanende, hâfız ve Mevlidhân olarak tanınmıştır.
Dinî ve din dışı mûsikîde ün yapan en önemli isimlerden biri de Hâfız Sadeddin Kaynak’tır. Hâfız Sâmi’yi çok dinlemiş, onu örnek almış ve etkisinde kalmıştır. Kaynak’ın icra tarzı ile ilgili olarak öğrencisi Kâni Karaca şunları söylemiştir: “Kur’ân-ı Kur’ân gibi, gazeli gazel gibi, Mevlid’i de Mevlid gibi okurdu. Bu işlerde güfte taksimâtı çok önemlidir.”
Saadeddin Kaynak’ın talebesi olmuş, Halil İbrahim Çanakkaleli, Hasan Akkuş, Aziz Bahriyeli, Esat Gerede, Mecit Sesigür, Ahmet Kibritçioğlu ve Zeki Altun da son dönemin önemli Mevlidhânlarıdır. Yine Hâfız Saadeddin Kaynak’ın da talebesi olan, Yer altı Câmi Hatibi Hâfız Ali’den de istifâde eden Hâfız Kâni Karaca, Kur’ân ve Mevlid okumadaki ustalığının yanı sıra, sağlam mûsikî bilgisi, sesine olan hâkimiyeti, perdelere doğru basması ve icralarında çok güzel geçkiler yapmasından dolayı haklı bir şöhret kazanmıştır.
Dinî ve din dışı mûsikî de önemli hizmetleri olan Hâfız, Bestekâr, Hoca Bekir Sıdkı Sezgin (1936-1996) son dönemin en önemli isimlerindendir. Sağlam bir mûsikî bilgisine, güzel ve temiz bir sese sahip olan Bekir Sıdkı Sezgin’in geniş repertuar bilgisi de vardı. Kur’ân ve Mevlid icrâlarına da son derece hâkimdir.
Mevlid-i Şerifin Bahirleri
Asırlar boyu milletimizde bu kadar etki bırakan Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n Necât’ı (Dr. Neclâ Pekolcay’ın neşrine göre) 768 beyitten ibâret bir eserdir. Her ne kadar Peygamber Efendimiz’in doğumu için yazılmış olsada muhtevâsında sadece doğum olayı anlatılmamaktadır. Mevlid’de sırasıyla şu bölümler vardır :
Cenâb-ı Hakk’ın birliğinin anlatıldığı Tevhîd Bölümü,
Müellife Duâ bölümü,
Âlemin yaratılması,
Hz. Muhammed’in nûrunun yaratılması,
Hz. Âdem’in yaratılması ve Hz. Muhammed’in nûrunun O’na intikâli,
Hz. Peygamber’in doğumu,
Hz. Peygamber’in övülmesi,
Hz. Peygamber’in mu’cizeleri,
Hz. Peygamber’in mi’râcı,
Hz. Peygamber’in hicreti,
Hz. Peygamber’in bâzı vasıfları,
Ümmetin nasıl olması gerektiği,
Nasihat,
Hz. Peygamber’in vefâtı.
Mevlidin bölümlerine ‘Bahir’ denir ve her bölüm kendi arasında fasıllara 54 ayrılmıştır.
Bunlar:
Tevhîd Bahri,
Velâdet Bahri,
Merhabâ Bahri,
Mir’ac Bahri 1-2, ve
Münacât Bahri’dir.
Eski ve yeni harflerle yayımlanmış mevlid nüshalarında bu bölümlerden bâzıları bulunmamaktadır. Bir kısmında bunlardan sadece Velâdet bahri bulunduğu gibi bâzılarında Mi’raç Bahri de vardır. Matbu nüshalarında genellikle Vefat Bahri yer almaz. Dolayısıyla mevcût matbu nüshalarda mevlidin beyit sayısı farklılıklar arz etmektedir.
Tamamı yedi yüz küsur beyit olan Süleyman Çelebi Mevlidi’nin kendi elinden çıkmış nüshası bulunmadığı için zaman zaman müstensihler -el yazması eserleri el yazması ile kopya eden kimse- tarafından yapılan ilâvelerle hacim oldukça artmış veya kısaltılmıştır. Hatta bâzı şâirler kendi gazel ve kasidelerini ilâve etmişler veya Süleyman Çelebi’nin ifadelerinden sonra ilâve beyit ve bahirler yazmışlardır.
Bâzı mevlid nüshalarında ise eserin sonuna vefâtı veya ahvâl-i Fâtıma, Hikâyet-i Cemel -deve hikâyesi-, Ukâşe hikâyesi, Geyik hikâyesi gibi çeşitli hikâyeler eklenmiştir.
Mevlid merâsimlerinde bölümler arasında Kur’an, ilâhi, na’t veya duâlar mevlid nüshalarına eklenmiştir.
Asırlardan beridir Mevlid metni içerisinde mütalaa edilen fakat Ahmed Ateş kanalıyla, Ahmed adında bir şâir tarafından yazıldığı tespit edilen ‘Merhabâ’ faslı, mevlid metnine girmiş muhtemel bazı ilâvelerin söz konusu olduğunu gösterir ki, bu da, eserin beyit sayısını vermede araştırmacıları hayli zorlamaktadır. (ayrıca bkz. :Ateş Ahmet, Mevlid, s.69-81.) Ayrıca Prof. Dr.M. Fâtih Köksal’a göre Ahmedî’nin İskender- nâmesi’nin bir nüshasında yer alan Mevlid’i, müstakil bir eserdir ve dolayısıyla Türk edebiyatında kaleme alınmış ilk mevliddir.
İcrâları Bakımından Mevlid Çeşitleri
Besteli Mevlid
Câmi mûsikîsinin halk katında en yaygın şekli olan mevlid geçmişte besteli bir eserdi; besteli mevlid günümüze ulaşamadığı için, mevlid de doğaçlamaya dayalı bir mûsikî olmuştur. Besteli câmî mûsikîsi formlarından biri de ‘Besteli Mevlid’dir. Türk edebiyatının en ünlü dinî eseri olan Mevlidi’, Bursa Ulu Câmî’de imamlık görevi yapması dolayısıyle mûsikîye âşinâ olduğu muhakkak olan Süleyman Çelebinnin, bizzat bestelediği kabul edilebilir. Sonraki devirlerde de daha başka mevlid besteleri yapıldığı bilinmektedir. Sinaneddin Yusuf Çelebi ve Bursalı Sekban isimli iki Mevlid bestekârından bahsedilirse de, haklarında kesin bilgi yoktur. Besteli mevlid, ne yazık ki tamamen unutulmuştur. Ancak, bugün Çargâh-Sabâ, Hicaz-Şehnâz, Rast, Uşşak-Bayâtî, Hüzzam-Segâh, Muhayyer-Tâhir gibi klasikleşmiş bir ana makam sıralaması ile okunmakta olan mevlidde, eski besteli mevlidin tesiri ve izleri olduğu tartışılmaz. Hüdâyî ÂsitânesiDnde besteli mevlid okumak âdeti vardı. Besteli mevlid, Mîrâciye gibi ancak çok meraklı mûsikîşinaslarca öğrenilmiş, halka çok yayılmamıştır. İstanbul’da besteli mevlidi bilen kişiler, daha çok tekke mûsikîşinasları arasından çıkmıştır. Bedevî şeyhi Ali Baba, Balat Sünbülî dergâhı şeyhi Kemâl Efendi, Hüdâyî şeyhi Rûşen Efendi, Hüdâyî Zâkirbaşısı şeyh Mehmed Efendi (Paşa Mehmed), Mustafazâde Ahmed Efendi, bunlardan birkaçıdır. Son devirde Hattat Hâfız Kemâl Batanay da mevlid bestelemiştir. Hâfız Sadeddin Kaynak’ın da mevlid bestelediğinden bahsedilirse de, ortaya çıkmamıştır.
Hay Hay’lı Mevlid
Mevlid çeşitleri içerisinde özel bir yeri olan, kandil gecelerinde okunan ve özel olarak bestelenmiş ‘Hay Hay’lı Mevlid’ler, her satırdan sonra, zâkir kürsüsünün dibinde bulunanlar ‘Hay Hay’ dedikleri için bu adla anılmıştır.Ancak bu Mevlid türü yaygınlık kazanamamış, sınırlı yerlerde okunduğundan dolayı da sayılı birkaç kişinin hâfızasında kalmış ve ne yazık ki notaya alınamadığı için de zamanla unutulmuştur. ‘Salât’lı ve ‘Hay Hay’ terennümlü iki ayrı mevlid bestesi son zamanlara kadar bilinmekte idi. Koca Mustafa Paşandaki Sünbülî Âsitânesinde, Hay Hay’lı mevlid okunurdu.
Cumhûr Mevlid
Bugün hâlâ Anadolu’nun bazı bölgelerinde görüldüğü üzere vezne bağlı, ritmik ifadelerle bir melodik seyir çerçevesinde genellikle de cumhûren mevlid icraları yapılmaktadır. Bu türlü icrâ mevlid okumayı bilen Mevlidhânlardan ziyâde, genellikle, mevlid okuma bilgisi bulunmayan, herhangi bir mûsikî eğitimi, almamış ve ses güzelliği de olmayan birkaç kişi tarafından yapılır. Yerde bir halka oluşturulur, okunan Kur’an veya ilâhiden sonra vezin kalıbına bağlı olarak bir melodik seyir çerçevesinde cumhûren icraya geçilir. Bahirler arasında ilâhiler de cumhûren okunur. Bayanlar arasında okunan mevlidde de durum aynıdır. Ancak bayanların okuduğu mevlidde bir de, veznin okunması vardır. Mevlide başlamadan önce birkaç dakika süreyle vezin, ritmik ve melodik bir seyir ile cumhûren okunup, sonra bahirlerin okunmasına geçilir. Bu vezni okuma işi mevlidin aslındanmış ciddiyeti içerisinde yapılır. Bu türlü okuyuş çok yaygın bir şekilde olmasa da bazı bölgelerde uygulanmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
CUMHURİYET SONRASI İZMİR VE MANİSA’DA
MEVLİDHÂNLIK GELENEĞİNİ SÜRDÜRMÜŞ VE VEFÂT ETMİŞ
OLAN ÖNEMLİ MEVLİDHÂNLAR
Cumhuriyet Sonrası İzmir’de Mevlidhânlık Geleneğini Sürdürmüş ve Vefât Etmiş Olan Önemli Mevlidhânlar
Bekir Sıdkı Sezgin
1 Temmuz 1936’da İstanbul Şehr-emini’de dünyaya gelmiştir. Aslen Erzincan Kemah’lı olan babası (1899-1969) merhûm Şeyh Hâfız Hüseyin Sezgin Efendi, annesi (1915-1981) merhûme Feride Sezgin Hanımdır.
Memleketinde hıfzını tamamlayan babası Hâfız Hüseyin Efendi, 1. Dünya savaşındaki askerliğini tâkiben İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Daha önce Kur’an okuma mevzûundaki almış olduğu eğitimi yetersiz bularak İstanbul’daki üstâdlardan yararlanmayı ve onlardan feyz almayı düşünür. Önce Fâtih Câmii İmâmı Ahmed Râsim Efendi (nâm-ı diğer Filibeli Arab Hâfız) ‘den ders almaya başlamıştır. Ağır askerlik şartları altında katbetmiş olduğu hıfzını yeniden tekrarlamıştır. Ahmed Râsim Efendi’nin vefatından sonra sırasıyla Aksaray Vâlide Sultan Câmii hatibi Hâfız İdris Efendi, Bezm-i Âlem Vakıf Gureba Câmii imam ve hatibi Kavalalı Hâfız Ahmed Efendi, Nûr-ı Osmaniye Câmii baş imam ve hatibi Hâfız Hasan Akkuş Efendi’lerden maharec-i huruf , ta’lim, tecvid, tertil, tedvir ve hadır kıra’atlerini ve ayrıca yine Hâfız Hasan Akkuş Efendi’den aşere takrib ve vücûh ilimlerini Hâfız Saadeddin Efendi’den makamât-ı mûsikîyi, tevşih, ilâhi, salâvat, durak, ezân, mevlid gibi dîni mûsikî formlarını tahsil etmiştir. Terhisine müteâkip henüz yirmi yaşında iken İstanbul’a gelen babası, Bekir Sıdkı Sezgin’in doğumundan sonra da devam etmek kaydıyla yaklaşık 2425 yıl bu ilimleri öğrenmek için zaman harcamıştır.Bekir Sıdkı Sezgin babası için ‘’Benim mûsikîdeki ilk hocam, sebeb-i hayâtım, olgun, dolgun, muktedir ve mümtâz bir şahsiyettir ve kendi öğrettiklerini bana aynen nakletmiştir’ ’ demiştir.
Hâfız Hüseyin Efendi küçük Sıdkı’daki mûsikî kabiliyetini şöyle keşfedmiştir:
Akşamları vazife dönüşü oğlunu gezdirip hava aldırmak için elinden tutup Şehremini meydanında gezdirmeğe çıkarırmış. Bu dolaşıp gezme esnasında küçük Sıdkı babasını ısrarla bir kahvehânenin önüne doğru çekermiş. Hâfız Hüseyin Efendi de ‘’gezmek, etrafı seyretmek varken bu çocuk neden bu kahvehânenin önünde durmak istiyor’’ diye merâk eder ve bir mânâ veremezmiş. Fakat, babasının elinden zorla kahvehânenin içine doğru çekmeğe zorlayınca işin aslı ortaya çıkmıştır.
Meğer kahvehânede o zamanlar meşhûr olan bir borulu gramafon varmış ve kahveci plak çalarmış. Sıdkı da gramafonun başına gider dinlemek istermiş. Hâdise bu şekilde aydınlığa kavuşunca artık baba oğul bu kahvehâneye abone olur ve her akşam muhakkak oraya giderlermiş. Oğlunun bu hâlini gören babası ‘’bu çocuk mûsikî fıtratı üzerine doğmuş, şu halde benim bunu değerlendirmem gerekiyor’’fikrinden hareketle 3,5 yaşındayken oğlunu önüne oturtup ilk dersini ‘E’ûzu Besmeleyi’ öğreterek vermeğe başlar. Bu eğitim giderek artar, kabiliyeti ve babasının da bitmek bilmeyen sabrı ile Bekir Sıdkı 5 yaşında Kur’ân-ı Kerimi hatmeder.
Hayâtında hiç unutamadığı ve en büyük hâtırası olarak kabûl ettiği ‘hatim duâsı cemiyeti’ni şöyle anlatmaktadır:
1941 yılı sonbaharında bir ilkindi namazını müteâkip Haseki Hastanesi’nin karşısında bulunan Geyci Hâtun mescidinde babamın en yakın arkadaşları ve hocalarından olanlar toplandılar ve önce bir mevlid okundu. Bu mecliste bulunan üstâdlar sırayla: Hâfız Hasan Akkuş (babamın hocası) açış Kur’ân-ı Kerimini, Beylerbeyi Hâfız Fahri mevlidin Tevhid bahrini, babam Nûr bahrini, Hâfız Mecid Sesigür Vilâdet bahrini, Kavalalı Hâfız Ahmed Efendi (babamın hocası) Merhabâ bahrini, Beşiktaşlı Hâfız Mahmûd Vilâdet bahrini, Hâfız Rızâ Efendi de Münâcat bahrini okudular. Mevlidi müteâkip mihrâbın önünde halka oluşturup beni ortalarına aldılar. Karşılıklı aşr-ı şerifler okuduktan sonra , İhlâs, muavezeteyn, Fâtiha ve Elif- Lâm-Mim sûrelerini de bana ezbere okuttuktan sonra Şeyh Bekir Sıdkı Necmeddin Efendi hatmin duâsını yaptılar. Bu büyük ziyâfeti ölene kadar unutmam mümkün değildir. Babasının Bekir Sıdkı Sezgin’i eğitmesi bununla bitmiyor, artık mûsikî başlıyordu. Nitekim hemen Kur’ân’ın makamla okunması gündeme geldi. Bir taraftan mahâric-i hurûf, bir yandan tecvid, bir yandan tertil-tâlim dersleri olmak üzere hepsi bir arada yürüyordu. Diğer taraftan da sesi çok güzel olan annem Feride Hanım’da o günün meşhûr olan lâdinî formdaki şarkılarını Bekir Bey’e meşk ediyordu. Bu arada babası başka icrâcıların icrâlarındaki güzellikleri alabilmesi için yukarıda bahsedilen hatim cemiyetinde bulunan hâfız arkadaşlarına Bekir Bey’e meşk etmeleri için ricâda bulunuyor onlar da haftanın muayyen günlerinde evlerine gelip mevlid meşk ediyorlardı. Meselâ mevlidin Tevhîd Bahrini Hâfız Fahri Efendi, Nûr Bahrini babası, Vilâdet Bahrini Mecid, Merhaba Bahrini Hâfız Rızâ, Mir’ac ve Münâcat Bahirlerini Hâfız Mahmûd Efendi’lerden meşk etmiştir. Kezâ beş vaktin ezanlarını da Lâleli Câmii baş müezzini Hâfız Nûman Efendi’den meşk etmiştir.
1942 yılına gelindiğinde ilkokula kayd oldu ve tahsil hayâtına da başladı. Bir taraftan okula gidip gelmeler ve dersleri, diğer taraftan babasının yürüttüğü Dinî Mûsikî eğitimi, diğer taraftan da annesinin lâdinî eserler meşki ile öyle mahmûl bir hâle geldi ki oyun oynamaya vakit bulamayıp çocukluğunu da pek anlayamamıştır.
Bu kadar kesif bir eğitimin netîcesinde artık birçok makâmı tanıyor ve hattâ öğrendiklerinin dışında duyduklarını mukâyese ile tanıyabiliyordu. Artık bu öğrendiklerini sergileme zamânının geldiği kanaâtine varan babası, 1945 yılında câmide tertîb edilen bir mevlidde Bekir Bey’i kürsüye çıkartarak cemaatle karşı karşıya getirdi. Bu icrâyı yaptığı zaman dokuz yaşında idi. Bekir Beyin topluluk karşısında ilk icrâkârlığı burada başlamıştır.
1950 yılında ortaokulu bitirdikten sonra iki yıl hıfza çalışmış ve 1953 yılında lise tahsîli ile birlikte İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın imtihanlarını kazanıp her iki okula birden gitmiştir. Konservatuvarda Münir Nûreddin Selçuk, Şefik Gürmeriç, Mesûd Cemil Tel, Şive Hanım, Ferdi Ştadzer hocalardan ders almıştır.
1956-1958 yılları arasında iki yıl Denizli’de askerlik görevini yerine getirdikten sonra 1959 yılında İzmir Radyosunun açmış olduğu imtihana girerek İzmir Radyosu San’atçısı olmuştur. Radyodaki iki yıl stajyerlik dönemi esnâsında Güner Erman, Server Özbay, Turhan Yalçın’dan, tekrar nazariyat, solfej, repertuvar, Mehmet Kutlugün’den yine repertuvar dersleri görmüştür. 1967 yılında yeniden radyoya alınan stajyer san’atçılara hoca olmuştur. 1973 yılında İzmir Radyosu Klâsik Türk Müziği Korosu Şefi oldu. 1975-1976 ders yılında İstanbul’da açılan Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı’na hoca olarak atanmıştır. Bu arada İzmir Radyosu’ndaki görevini de TRT İstanbul Radyosu’na nakl ettirmiştir.
İstanbul Radyosu’nda Küçük Koro Şefliği, Kadınlar Topluluğu Şefliği ve solistlik görevlerini yürütürken TRT Merkez Denetleme Kurulu Üyeliği ve İstanbul Radyosu Repertuvar Kurulu Üyeliği görevlerini yürüten Bekir Sıdkı Hoca, 1981 yılında TRT İstanbul Radyosu’ndan emekli olmuştur. Bekir Sıdkı Bey 1964 yılında evlenmiştir. 1965’de H. Kudsi, 1967’de H. Siyâmi, 1967’de F. Hümeyrâ adlı çocukları dünyâya gelmiştir. 10 Eylül 1996’da Hakka yürümüştür.
İsmet Yazar
1929 İzmir Bayraklı doğumlu olan İsmet Yazar ilk mûsikî derslerini küçük yaşlarda, Kemeraltı Câmii’nde imamlık yapan babasıyla, ilâhileri, şarkıları ve usûlleri öğrenerek başlamıştır. Henüz 6 yaşında iken kendi sünnet düğününde, babasının arkadaşları olan hâfız ve mevlidhânlardan oluşan meşk grubuna katılarak ilâhilere eşlik etmiştir. İlk mevlid çalışmaları da yine 6 yaşında hâfız olan babasıyla başlayan İsmet Yazar 13-14 yaşlarına gelince babasıyla mevlid icrâlarına katılmaya başlamıştır.
1949 yılında Ankara’da yedek subaylığını yapmıştır. O zamanlar belediye yazı işleri müdürü olan Rüştü Şardağ’ın emek ve gayretleriyle 1951 yılının mart ayında açılan İzmir TRT Kurumu’nun ilk ses sanatçılarındandır.
1951 yılından 1968 yılına kadar ayda dört defa yarım saatlik canlı programlar yapan İsmet Yazar 1979 yılında kendi isteğiyle radyodan emekli olmuştur. 1951 yılında ses sanatçılığı ile beraber bir eczâ deposunun muhasebesinde de çalışmaya başlamıştır. 1953 yılının kasım ayında evlenmiştir. 1968 yılından 2001 yılına kadar İzmir Çankaya’da açmış olduğu İsmet Yazar Plak Sarayı’nda da mûsikîye hizmet vermiştir. 1955-1956 yıllarında Muğla’dan gelerek İzmir Radyosu’na giren Bekir Sıdkı Sezgin ile sıkı bir dostluğu olmuştur. Birlikte iyi bir ikili olmuşlar ve sayısız mevlid icrâ etmişlerdir. Mevlid şu şekilde icrâ etmişlerdir: ilk bahri İsmet Bey, ikinci bahri ve Kur’ân-ı Kerim’i Bekir Bey, ilâhileri birlikte ve duâ bölümünü de İsmet Bey. İzmir ve İzmir çevresindeki birçok il ve ilçelerde sayısız mevlide katılmıştır.
Tanbûr-i ve Bestekâr Akın Özkan ile tanıştığı yıllarda bir süre tanbûr öğrenmeye çalışmış ancak Akın Özkan’ın askerliği ve kendi meşgûliyetlerinden dolayı çalışmalara son vermek zorunda kalmıştır.
İzmir Bostanlı’da ikâmet etmekte olan İsmet Yazar kendisiyle yaptığımız görüşmeden kısa bir süre sonra, 13.09.2013 tarihinde Hakk’a yürümüştür.
Ali Necâti Burs
Taşçı Hâfız lakabıyla bilinen Ali Necâti Burs 1898 yılında İzmir’de doğmuştur. İdâdi mezunudur. Hisar Câmii baş imam hatîbi Râkım Elkutlu, Tireli Taşçı Rızâ, Hüseyin Sıdkı Sezgin ve Bekir Sıdkı Sezgin ile meşk etmiştir.
Hâfız Burhan’dan ders almak için gittiği İstanbul’da Neyzen Tevfik ile tanışmış ve çok sıkı dost olmuşlardır. Ney sazına duyduğu sevgi ve hayranlık Neyzen ile daha da pekişmiştir. Karşılıklı sanat icrâ etmekten son derece haz alır hâle gelmişlerdir. 10 sene boyunca Tireli Taşçı Rızâ, Zekî Altun ve talebeleri olan Hâfız Esad Geredeli, Bankacı Hikmet Efendi ile birlikte Mevlid-i Şerif icrâ etmişlerdir.
Cuma günleri namaza gittiği Başdurak Câmii’nde hocaların isteği üzerine ezanı kendisi okurmuş. Hayatını İzmir’de mermercilik yaparak geçirmiş hatta kendisinin meşk hocalığını yapmış olan Hüseyin Sıtkı Sezgin’in mezar taşını yine birlikte meşk ettiği Hüseyin Bey’in oğlu Bekir Sıdkı Sezgin ile beraber yazmışlardır. Mevlevî meşrepli olan Necâti Burs 1960’lı yılların başında Hakk’a yürümüştür.
Arif Biçer
Neyzen ve Mevlidhân Arif Biçer; 1940 yılında İzmir Din Ödemiş ilçesinde dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini Ödemiş □ te, ortaöğrenimini de İzmir □ de tamamlayan Arif Biçer 1968 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinden Mezun olmuştur. Önceleri dinî mûsikî ile ilgilenmiş, üniversite yıllarında ise Neyzen Şevki Sevgin ve Neyzen Andaç ArbaşDtan özel ney dersleri almıştır. Ayrıca bestekâr İsmail Baha SürelsanDdan yararlanmıştır. 1966 yılında TRT Ankara Radyosunun açmış olduğu stajyer sanatçı sınavını kazanarak radyoya girmiş fakat bir süre sonra askerlik görevini yapmak üzere radyodan ayrılmıştır.
1975 yılında tekrar aynı radyoya dönen Arif Biçer 1980 yılında görevle yurtdışına gönderilmiştir. Türkiye dönüşünden sonra katıldığı sınavı da kazanarak TRT Ankara Radyosu’nun kadrolu neyzenleri arasına girmiştir. Uzun yıllar boyunca bu kurumda hizmet eden Neyzen Arif Biçer aynı zamanda birçok öğrenci de yetiştirmiştir. Müezzinlik de yapan Arif Biçer 2007 yılında Hakk’a yürümüştür. Oğlu Celalettin Biçer hâlâ TRT Kurumunda Neyzen olarak görev yapmaktadır.
Cumhuriyet Sonrası Manisa’da Mevlidhânlık Geleneğini Sürdürmüş ve Vefât Etmiş Olan Önemli Mevlidhânlar
Eşref Akhisarlı
1939 yılında Akhisar’da doğmuştur. İlkokulu bitirdikten sonra Akhisar Paşa Câmii İmam Hatibi Hâfız Fahri Efendi’den hıfza başlamıştır. Hıfzı bitirdikten sonra Akhisar’da Demircili Mehmet Efendi’den mûsikî dersleri almıştır. Ud çalmayı da öğrenen Eşref Akhisarlı, 1958 yılında İstanbul’a gelerek Lâleli Câmii’ne müezzin olmuştur. Daha sonra İstanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’ne okuyucu Hâfız olarak tayin edilmiştir. Merhûm Zeki Altun Hoca’dan mûsikî dersleri almıştır. Çeşitli televizyon programlarında görev almıştır. Daha sonra Belediyeden emekli olmuştur.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CUMHURİYET SONRASI İZMİR VE MANİSA’DA
MEVLİDHÂNLIK GELENEĞİNİ SÜRDÜREN VE HAYATTA
OLAN ÖNEMLİ MEVLİDHÂNLAR
Cumhuriyet Sonrası İzmir’de Mevlidhânlık Geleneğini Sürdüren ve Hayatta Olan Önemli Mevlidhânlar
Nâim Kaya
1943 Manisa doğumlu olan Nâim Kaya 1966 senesinde İzmir’e gelmiştir. Bir ikindi namazı sırasında Çiçek Mahalle Câmii’nde aşır okumuştur. Manisa müftüsü, bestekâr Âlim Efendi’nin talebesi Çorapçızâde Ahmet Esad Uğurlu ile orada tanışmıştır. Hocası elinden tutarak ;
Hâfız efendi hangi makamda okudun? diye sordu.
Ben makam bilmem efendim, diye cevapladı Nâim Kaya.
-Muhayyer Kürdi makamında okudun’ dedi hocası ve okuduğu aşr-ı şerifi çok beğenmişti.
Kısa bir süre sonra hocasının imamlar ve müezzinler ile ilâhiler meşk ettiklerini öğrenmişti. Dersi dinlemek için câmiye döndüğünde uşşâk makâmında ‘Ey Enbiyâlar Serveri’ adlı ilâhiyi öğrencilerine meşk ediyordu hocası. Hemen hocanın yanına oturdu. Hocası, Nâim Kaya’yı dinledikten sonra :
-Aferin sende kâbiliyet var, sen de gel bundan sonra, dedi.
Her gün ikindiden sonra bir saat meşk etmeye başladılar. Meşk olunca ticâret olmaz dükkânı kapatıp derslere gidiyordu. Tam on bir sene, hocasının vefât ettiği 1977 senesine kadar her gün iş yerinde meşk etmişlerdi.
İlâhi meşkinden sonra, aynı makamda kasîde ve Mevlid-i Şerifin nasıl okunması gerektiği husûsunda çalışmışlardı. Hocasının bütün eserlerini aldı ve ulaşabildiği bütün san’atkârlara bu eserleri dağıttı.
Ney üflemeyi çok istedi ancak çevresinde ney sazını öğretecek hoca olmadığından öğrenemedi. On beşe yakın ilâhi bestelemiştir.
Vedat Özarpacı
19 Mayıs 1967 ‘de Siirt’te dünyaya gelen Vedat Özarpacı imam olan babasının Kur’ân-ı Kerim sevgisini aşılamasıyla sürekli câmiye gidip gelerek babasıyla ilk derslerine başlamıştır.
Ortaokulu bitirdikten sonra Siirt’te Yeni Mahalle Câmii’nde Kur’ân kursuna başlar ve iki buçuk yıl sonra hâfızlık icâzetini almıştır. Bu kurstaki mûsikî öğretmeni Bekir Nazlı Vedat Özarpacı’nın merâkını keşf etmiş ve kendisiyle özellikle ilgilenmiştir.
Aynı zamanda mevlidhân da olan babasıyla sık sık mevlidlere iştirâk etmeğe başlamıştır. Küçük yaşta mûsikîye olan merâkından dolayı sürekli radyo ve televizyondan tâkip ettiği İbrahim Çanakkaleli, Fevzi Mısır, Zeki Altun, İsmâil Coşar ve İsmâil Danış gibi mevlidhânları dinleyerek onları taklit etmeğe çalışmıştır. Ana dili Arapça olan Vedat Özarpacı hem Türkçe hem de Arapça Mevlidler okumaktadır.
İlk olarak İzmir Basmane’de Hâtuniye Câmii’nde görev almış ve burada Yusuf Armağan Kırkağaçlı, Selçuk Şentürk ve Ahmet Tire’den istifâde etmiştir. Daha sonra 21 yıldır çalıştığı Çiğli Çarşı Câmii’ne atanmıştır.
Aynı zamanda ‘Bendir’ sazını da çalan Vedat Özarpacı, Karşıyaka Alaybey Halk Eğitim Merkezi’nde Neyzen Ali Ortapınar önderliğinde Tasavvûf Mûsikîsi çalışmaları yaparak, birlikte çeşitli şehirlerde ve televizyon programlarında konserler vermişlerdir.
Cezayir’de ‘İslâmî Kültürel Şenlikler adı altında düzenlenen bir konserde ve Belçika’da birçok konserlerde hânende ve kasîdehân olarak görev almıştır.
TRT’de ‘İslâm ve Toplum’ adlı programda kasîde okumuş, 2010 yılı kadir gecesinde Kastamonu Nasrullah Câmii’nde düzenlenen bir mevlid programında görev almıştır.Hâlâ İzmir Çiğli, Çarşı Câmii’nde görevini sürdürmektedir.
Süleyman Özer
24.11.1969 yılında Balıkesir İli Savaştepe ilçesinde dünyaya gelmiştir.Henüz üç dört yaşında iken babaannesi Hacı Zeynep Hanım'dan Kur’ân okumayı öğrenmiştir.Daha yedi yaşında iken mahallelerinin Müezzini Hâfız Ömer Efendi ve diğer büyükleri tarafından mevlidlere götürülüp bahirler ve ilâhiler okutulurmuş.Babası Hacı Mehmet Emin Bey, annesi Hacı Firdevs Hanım’dır. İlk öğrenimini Savaştepe Cumhuriyet İlk okulunda, orta okul ve liseyi Savaştepe İmam-Hatip Lisesinde okumuştur. İlâhiyat ön lisans mezunu olan Süleyman Özer okul çağlarında futbol ve güreşle yakından ilgilenmiştir.
1988yılında rahmetli İsmail Biçer Hoca Efendi'den özel talim dersi almıştır. Eski Fâtih Câmii imam hatibi, şimdiki mushafları inceleme kurulu başkanı Hâfız Osman Şahin Hoca Efendi zaman zaman tâlim konusunda kendisine yardımcı olmuştur. İstanbul'da bulunduğu süre içerisinde çeşitli mûsikî cemiyetlerine giderek kendisini bu alanda da geliştirmiştir.
1989 yılının Kasım ayında İzmir, Konak Murat Reis Câmii’nde müezzin kayyım olarak göreve başlamıştır. Rahmetli Hacı Dursun Aksoy Efendi'nin ve rahmetli emekli İzmir İl Müftüsü Ahmet Karakullukçu Hoca’nın ilminden ve feyzinden istifâde etmeye çalışmıştır. 1997 yılında Güzelyalı Hâkim Efendi Câmii’ne İmam-Hatip olarak tayin edilmiştir.
2007 yılına kadar Kestane pazarı Kur’ân Kursunda Talim ve Mûsikî Hocalığı yapmıştır. Bu zaman zarfında Dünya ve Türkiye çapında isimlerinden söz edilen Dünya Hâfızlık yarışması üçüncüsü Yasin USLU ve Türkiye elemelerinde önemli dereceler kazanan Osman Balcı, Mustafa İşbilen, Şenol Günay, Mehmet Kurt gibi öğrenciler yetiştirmiştir.
Güzelyalı Hâkim Efendi Câmii'nde görev yaptığı süre içeriside özel olarak meslektaşlarından ve cemaatten talep edenlere, İlâhiyat ve İmam Hatip öğrencilerine talim ve mûsikî dersi vermiştir. Daha sonra İzmir merkez Hisar Câmii’nde ve Karabağlar Yıkık Câmii’nde kısa süreli imamlık görevi yapmıştır.
Şu an İstanbul Kağıthane 4. Levent Emniyetevleri Câmii’nde İmamlık vazifesine devam etmektedir.
Cumhuriyet Sonrası Manisa’da Mevlidhânlık Geleneğini Sürdüren ve Hayatta Olan Önemli Mevlidhânlar
Ali Rızâ Şahin
1959 yılında Manisa’nın Salihli ilçesinde doğmuştur. İlk Kur’ân dersini hâfız olan babası Şevket Şahin’den almıştır. İmam hatip yıllarında televizyon ve radyolardan, dönemin ünlü mevlidhânlarının icrâlarını dinleyip onları taklit ederek mevlidhânlık yoluna adımını atmıştır. Talebelik yıllarında en çok dinleyip tavrını taklit etmeye çalıştığı kişi Bekir Sıdkı Sezgin olmuştur. TRT’de koro şefliği yapmış olan ûdî, bestekâr, Yılmaz Yüksel’in şefliğini yaptığı ‘’Salihli Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu’na’’ katılmış ve kendisiyle meşk etme imkânı bulmuştur.
Salihli’de, 1979 yılında başladığı imamlık görevi sırasında’’ Ud’’ çalmaya başlamıştır. 1986’da İstanbul Lâleli’de Kemal Paşa Câmii’ne, oradan da yine İstanbul Fatih’teki Fatih Câmii’ne atanmıştır. Bir süre ud çaldıktan sonra ‘’ney’’ sazına merakı başlamıştır. Bu merak Neyzen Süleyman Erguner ile buluşmasını sağlamış ve 5-6 sene ney üflemişlerdir. Daha sonra da Yıldız Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. İlhan Özkeçeci’den ‘’Tanbûr’’ dersleri almaya başlamıştır. 2 ilâhi bestesi vardır. Yurt içi ve yurt dışında (Fransa, Fas) pek çok konserde solo, koro, ve mevlid icrâlarında bulunmuştur.
İlk televizyon deneyimini 2003 yılında, Fatih Câmii’nde, Miraç Kandili’nde Mevlid-i Şerifi ve Süleyman Erguner ile meşk ettiği Nâyî Osman Dede’nin ‘’Mirâciye’’ adlı eserini icrâ ederek yaşamıştır. Daha sonra Üsküdar Doğancılar Câmii’nde de okumuş olduğu mevlid icrâsı Samanyolu Tv’de yayınlanmıştır.
İstanbul’a ilk geldiği yıllarda Âmir Ateş ile tanışmışve ilâhi topluluğunda görev almıştır. Ayrıca Âmir Ateş ile mevlid ‘i de meşk etmiştir. Âmir Ateş’in bestelediği ilâhilerden oluşan albümde, ayrıca Nâr-ı Kasîde ve Âşk-ı İlâhî adlı albüm çalışmalarında ses icrâcısı olarak görev almıştır. Süleymâniye Câmii’nde Çanakkaleli, Aziz Bahriyeli, Emin Işık ve Âmir Ateş ile kadir gecesinde beraber mevlid icrâ etmiştir. Ayrıca duâhan Âdem Erim ve Kâni Karaca ile de mevlid icrâları mevcuttur. Hâlâ Fatih Câmii’nde 23 sene önce başladığı müezzinlik görevini sürdürmektedir.
Fahri Kanel
1930 yılında Bursa Yenişehir Karasıl Köyü’nde dünyaya gelen Hâfız Fahri Kanel on bir buçuk yaşında hâfız olmuştur. 1942-1949 yılları arasında Fâtih medreselerinde Nakşî Şeyhi Hacı Muhammed Necâti Efendi’den Arapça dersleri almış ve bir müddet hocasına asistanlık yapmıştır. İstanbul’da Nuri Osmaniye’de Hâfız Hasan Akkuş’un kapısını çalarak tashîhi hurûf derslerine başlamıştır. Bu sırada Hâfız Hasan Akkuş tarafından geçici görev yapmak üzere İstanbul’da İstiklâl Caddesi’nde Firuzağa Câmii’ne yerleştirilmiştir. İstanbul Sultan Ahmet Câmii baş imamı ve bestekâr Saadeddin Kaynak ile Edremit’te bir mevlid esnâsında karşılaşmış ve kendisiyle mûsikî derslerine başlamıştır. Aynı dönem Saadeddin Kaynak’ın yanından ayrılmayan öğrencisi Hâfız Tâhir Karagöz ile tanışmıştır. Saadeddin Kaynak ile diz dize oturarak mûsikî dersleri alan Hâfız Fahri Kanel öğrendiği mûsikî inceliklerini büyük bir titizlikle mevlid icrâlarına yansıtmış ve dinleyenlerin kalbinde derin izler bırakmıştır.
İlk mevlid derslerini 1952’de İstanbul Beyazıd Câmii baş müezzini Siirtli Ses Kralı Kerim’den almıştır. 1955 yılında Ankara Radyosu’nu kazanmış ancak annesinin hâfızlığa devam etmesini istemesi üzerine bu göreve başlamamıştır. 1957’den 1961’e kadar Bursa’da 1. Murad Hüdâvendigâr Câmii’nde imamlık görevinde bulunmuştur. 1962 yılında Manisa Hâtuniye Câmii’nde Bekir Sıdkı Sezgin ve İsmet Yazar’ın birlikte icrâ ettikleri bir mevlidde Hâfız Fahri Kanel de Kur’ân-ı Kerim okumuş ve sesiyle Bekir Bey’in dikkatini çekmiştir. Hulûsi Gökmen ve Hâfız Tahir Karagöz ile usûl dersleri çalışmıştır. 1969 yılında İmar ve İskan Bakanlığı’nda görev almış, 1981 yılında emekli olmuştur. 1986 yılında Manisa İmam Hatib Lisesi’nde mûsikî hocalığı yapmış, 1990’da da Manisa Türk Tasavvuf Mûsikîsi ve Mevlidhânlar Derneği’nin kurucularındandır. Bu dernekte uzun süre öğrencilere ilâhi meşk etmiştir.
Birlikte mevlid icrâ ettiği kişilerin başında Mecit Sesigür, Fevzi Mısır, Aziz Bahriyeli, Zekî Altun, Ali Rızâ Altunbay, Âmir Ateş, Bekir Sıdkı Sezgin (20’yi aşkın mevlidde), İsmet Yazar, Yusuf Yakargül, Hârun Soydaş, Hâfız Sâmi Uğur, İdris Pekak, Yusuf Gebzeli, İsmail Biçer, Tahir Karagöz, Ârif Biçer, İsmail Coşar, Bilâl Demiryürek, Hüseyin Köroğlu ve Halit Kırtok gelmektedir.
49 sene Manisa’da yaşamış olan Hâfız Fahri Kanel 1962 yılında Halit Kırtok, 1973 yılında da Hüseyin Köroğlu ile tanışmış on sene boyunca beraber mevlid icrâ etmişlerdir. Hoca Hâfız Fahri Kanel sağ olup Bursa’da ikâmet etmektedir.
Hamdi Bilgi
1948 Manisa Salihli doğumlu olan Hamdi Bilgi ilk mûsikî derslerini Mehmet Sarı ile başlamıştır. 1963 yılında Manisa Alaybey Kur’an kursunda hâfız olarak yetişmiştir. Ardından mûsikîye olan merâkından dolayı Fahri Kanel kendisini İstanbul’a Eşref Akhisarlı Hoca’ya göndermiştir. Burada mevlid tâlimleri almış ve Âmir Ateş ile tanışıp kendisiyle meşk etmeye başlamıştır. Âmir Ateş’in teşvik etmesiyle Üsküdar Mûsikî Cemiyeti’ne katılmıştır. Ahmet Özhan, Meral Mansuroğlu, Refik Akbulut ile bir dönem berâber mûsikî icrâlarında bulunmuştur. Daha sonra Üsküdar Mûsikî Cemiyeti Şefi Emin Ongan’ın da izniyle ve gelen teklif üzerine Divan ve Sürmeli Hotellerinde Klâsik Türk Müziği icrâ etmeye başlamış, burada eşi ile tanışmıştır. 1970-1971 yıllarında 18 plak çalışması ve Diyânet İşleri Başkanlığı’nın düzenlemiş olduğu, içinde dört kasîdenin de yer aldığı ‘İlâhiler 7’ adlı CD çalışması olmuştur. 1981 yılında Ankara Radyosu’nu kazandı ancak Adana’da açmış olduğu müzik marketinin yoğun iş temposundan dolayı Ankara’ya gidemedi. Sonra da İzmir’e yerleşmiştir. Ankara’ya dâvet üzerine katıldığı TRT’nin televizyon çekiminde okumuş olduğu bir kasîde ve ardından Kocatepe Câmii’nde okumuş olduğu ezanı dinleyen dönemin Diyânet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç Hamdi Bilgi’yi makâmına çağırmış ‘Çok güzel sesin var, seni Kocatepe Câmii’nde görevlendirmeyi isterim, ne dersin’ demiş ve kendisine iş teklifinde bulunmuştur. 1986 yılında -36 yaşında- Kocatepe Câmii’nde müezzinlik görevine başlamıştır. Daha sonra câmide bir gün 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ile karşılaşmıştır. Hamdi Bilgi’yi dinleyen Cumhurbaşkanımız İstanbul Fenerbahçe’de- Kalamış’ta- annesinin bir câmi yaptırdığını ve burada görev yapmasını istemiştir. Cumhurbaşkanımızın bu nâzik teklifi üzerine Fenerbahçe Câmii’ne geçmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nde dört yıl görev aldıktan sonra kendi isteğiyle bu görevden ayrılmıştır. TRT’de Kur’ân, Mevlid ve Kasîde icrâlarında bulundu ve canlı yayınlarda Mevlid-i Şerifin ‘Miraç Bahri’ni seslendirmiştir. Herhangi bir saz ile meşgûliyeti olmamıştır.
İsmâil Coşar, Süleyman Arabulan, Aziz Bahriyeli, Ali Rızâ Şâhin, Fevzi Mısır, İsmâil Biçer gibi mevlidhân ve san’atkârlarla çeşitli kandil programlarında görev almıştır. Yıldırım Gürses korosuna ses sanatkârı olarak katılmıştır.
Mûsikî ile son derece yakından ilgilenen, Edirne Klâsik Türk Mûsikîsi Korosu Klâsik Kemençe san’atçısı Furkan adında bir oğlu ve İTÜ Devlet Türk Mûsikîsi Konservatuar’ından Ûdî olarak mezun olan daha sonra da Mîmar Sinân Üniversitesi’nde Batı Müziği okuyan Dilrübâ adında bir kızı olmak üzere iki san’atçı evlat yetiştirmiştir. Şu an İstanbul, Esenyurt, Hârâmidere’de ikâmet eden Hamdi Bilgi hâlâ kandillerde ve dinî gecelerde, İzmir Bostanlı’daki Mustafa Beşikçioğlu Câmii’ne dâvet edilerek Mevlid-i Şerif icrâlarına katılmaktadır.
Hüseyin Köroğlu
1945 Susurluk Manisa doğumlu olan Hüseyin Köroğlu 40 yılın üzerinde Susurluk’ ta fahri ve resmî olarak imam ve müezzinlik görevini yürütmekte olan babasının dizinin dibine oturarak ezân, kamet, müezzinlik, mevlid, ilâhi, kasîde, Kur’ân- ı Kerim tilâvetiyle küçük yaşta yoğrulmaya başlamıştır. O yaşlarda amcası Hâfız Sâmi Köroğlu’nun ve hem babasının hem de amcasının hocası olan Susurluk müftüsü âlim, müderris, hâfız Mehmet Songür Hoca’nın da kendi üzerinde büyük emeği olmuştur.
Meyan sıkıntısı olmayan, tiz ve pestleri temiz, berrak kullanabilen, 2,5-3 oktav ses genişliğine sahip olan Köroğlu güzel ezân okumak, iyi müezzin olmanın yanında Türkçe’yi iyi kullanabilmenin, kelimeleri doğru telaffûz edebilmenin, mahrece dikkat edip onun mûsikî ile zenginleştirilmesi gerektiğinin de farkında idi. Küçük yaşlarda sesinin güzelliği babası tarafından keşf edilmiş, henüz 10-12 yaşlarında iken çevresindekilerce takdir edilen, güzel ezân okuyup müezzinlik yapabilen bir çocuktu. 1959 yılında mevlid okuma hususunda gerekli eğitimi babası müezzin, mevlidhân, şâir, bestekâr Hayri Köroğlu’ndan aldı. 15 yaşına geldiğinde ilk mevlidini Susurluk’ta Çarşı Câmii’nde okumuştur. O dönemlerde babasının, amcasının ve Hâfız Hasan Akkuş’un öğrencilerinden Susurluk Burhâniye Câmii’nde görevli olan Hâfız Hakkı Özâşık ile birlikte mevlid icrâ etmiştir. 1966 yılında askerlik münâsebetiyle İstanbul’a gitmiştir. O zamanlar mûsikî hocalığını yapan Âmir Ateş kendisini Üsküdar Mûsikî Cemiyeti’nin başında yer alan Emin Ongan Hoca ile tanıştırmıştır. Emin Bey kendisini dinledikten sonra cemiyete üye olmasını ve bir an önce derslere başlamasını istemiştir. İstanbul’daki konserler sayesinde Münir Nurettin Selçuk, Radife Erten, Recep Birgit gibi hocalarla tanışma şerefine nâil olmuştur. Bu cemiyetten aldığı mûsikî bilgisi ve edebini asıl branşı olan mevlid, ilâhi ve kasîde icrâları üzerine uygulamaya başlamıştır. 3 yıl cemiyete devam ettikten sonra işi gereği ayrılmak zorunda kalmıştır.
1971 yılında Manisa’ya gelmiştir. İlk olarak kendileri aslen Giritli olan, Manisa’da mevlidhân olarak ün salmış olan Çeşnigir Câmii müezzini Hâfız Ahmet Çakmak ve Yeni Câmii müezzini Kemal Çakmak kardeşlerle tanışmıştır. 1973 yılında da Manisa’da Hâfız Fahri Kanel ve Halit Kırtok ile tanışıp 25 sene beraber mevlid sahasında emek vermişlerdir. Son zamanlarda mevlid sahasının güçlü seslerinden, Ankara Kocatepe Câmii müezzini olan İsmâil Coşar ile 1973-1974 yılında tanışmış ve birlikte birçok mevlid icrâ etmişlerdir. 1980 yılında Manisa İmam Hatib Lisesi’nde derslere girmiştir. 1991 yılında Manisa’da, tüzüğü İstanbul Ehli Kur’ân ve Mevlidhânlar Derneği’nden alınmış olan Türk Tasavvuf Mûsikîsi ve Mevlidhânlar Derneği’nin kurucu başkanıdır. Ney ve Ud sazlarıyla bir müddet uğraşmış, üç ilâhi ve bir de marş bestelemiştir.
Âmir Ateş, Halil İbrahim Çanakkaleli, Fevzi Mısır, Zeki Altun, Aziz Bahriyeli, İsmâil Biçer, Ârif Biçer, Yusuf Gebzeli, Eşref Akhisarlı, Kâni Karaca, İsmâil Doruk (nâm-ı diğer Bülbül Hoca), İsmâil Coşar, Bilâl Demiryürek, Abdülkadir Şehitoğlu, Davut Kaya, Ramazan Pakdil, Ramazan Alparslan ve Mustafa Kavurmacı gibi pek kıymetli şahsiyetlerle mevlid okuma şerefine nâil olmuştur.
Şu an Manisa Belediyesi Meclis Üyesi olan Hüseyin Köroğlu aynı zamanda belediyenin kültür-sanat faaliyetlerinin de sorumluluğunu üstlenmiştir. Millî Eğitim ile ilgili bazı projelerde görev almış, 57 mahallenin muhtarı ile ilgili sorumluluğunun yanında Manisa Şehzâdeler Mehteri Derneği’nin de dernek başkanlığını yürütmektedir. Manisa Türk Tasavvuf Mûsikîsi ve Mevlidhânlar Derneği 2. Başkanı, Şehzâdeler Tasavvuf Mûsikîsi Korosu’nun Şefi ve Hür Işık Dergisi’nin de köşe yazarlığı görevleri hâlâ devam etmektedir.
Yusuf Armağan
20 Ocak 1939 yılında Manisa Kırkağaç’ta dünyaya gelen Yusuf Armağan on üç kardeşli bir ailenin en küçük bireyidir. Küçük yaşta Manisa’dan ayrılarak İstanbul’a gelmiştir. İlkokulu Cevri Kalfa İlkokulu’nda, ortaokulu ise Bakırköy ortaokulunda okumuştur. Lise öğrenimini ise İzmir’de tamamlar. Manisa’da küçük yaşta başlamış olduğu hâfızlık eğitimini 1949 yılında İzmir Kestane pazarına gelerek tamamlamıştır. Kur’an tilâvetini Hasan Akkuş ve Beyazıt Câmii baş imamı Hendekli Abdurrahmân Gürses’ten almıştır. İzmir’e geldiği yıllarda kestane pazarı imamı Hâfız Salih Tanrıbuyruğu hâfızlık hocalığını yapmıştır.1952 yılında tekrar İstanbul’a döner ve sonraki otuz yılını orada geçirmiştir.1953 yılında hocası Hasan Akkuş’un ısrarı üzerine radyoda canlı yayın icrâlarına katılmıştır.1982 yılında tekrar İzmir’e dönerek kestane pazarında imamlık yapar ve 1988 yılında emekli olmuştur. Mevlid okuma hususunda ise en çok örnek aldığı kişi yine Mevlid okuma hocalığını yapmış olan Mecit Sesigür’dür. Birlikte Mevlid-i Şerif icrâ ettiği kişilerin başında Kemal Gürses, Hüseyin Tolon, Zeki Altun, Zeki Sesli ve Mecit Sesigür gelmektedir.
Avrupa’da Fransa, Almanya ve İsviçre’de mevlidhânlık, hâfızlık ve imamlık yapmış, bu ülkelerde de pek çok öğrenci yetiştirmiştir.
SONUÇ
Süleyman Çelebi, yazmış olduğu ‘Vesîletü-n Necât’ adlı eseriyle 15.yy’da büyük bir çığır açmış, Türk Edebiyatı’nın en beğenilen, sevilen ve okunan eseri hâline gelmiştir. Bu eser aynı zamanda Türk Halkı için Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘e duyulan bağlılık ve sevginin en sâf, en samimi ifâdesi olmuştur.
Türkiye genelinde önemli gün ve gecelerde sayısız mevlidhân tarafından icrâ edilen mevlid, İzmir ve Manisa’da da pek çok mevlidhân tarafından icrâ edilmiş ve günümüzde de icrâ edilmektedir.
Bu çalışmada ‘Âşk-ı Muhammedî’nin anlatıldığı ‘Mevlid-i Şerif’ i İzmir ve Manisa’da icrâ etmiş ve hâlâ icrâ etmekte olan mevlidhânların en önemlilerini, mevlidhânlığı iş değil âşk ile görev ve yaşantı şekli hâline getirenler araştırıldı. Bu mevlidhânlardan İzmir’de Bekir Sıdkı Sezgin, İsmet Yazar, Ârif Biçer, Ali Necâti Burs, Süleyman Özer, Nâim Kaya, Vedat Özarpacı’ya, Manisa’da ise Fahri Kanel, Hüseyin Köroğlu, Eşref Akhisarlı, Yusuf Armağan, Hamdi Bilgi ve Ali Rızâ Şâhin’e ulaşılmıştır.
Bu tezdeki araştırmalar sonucunda İzmir ve Manisa’da yaşamış mevlidhânlar içinde bu sahada en bilinen ve mevlid icrâsıyla sadece halkı değil Mevlidhânları dahi mest eden, ünü büyük kitlelere yayılan, mûsikî bilgisini kendi üslûb ve tavrı ile bezeyip ustaca icrâsına yansıtan kişinin Bekir Sıdkı Sezgin olduğu görülmüştür. Şu an İzmir’de ikâmet edenYusuf Armağan ve Nâim Kaya, Bursa’da ikâmet eden Fahri Kanel uzun süre mevlidhân olarak görev yapmış ancak günümüzde yaşlarının ilerlemiş olmasından dolayı mevlid icrâlarına katılamamakta, şu an Manisa’da ikâmet eden Hüseyin Köroğlu, İzmir’de ikâmet eden Vedat Özarpacı, İstanbul’da ikâmet eden Hamdi Bilgi, Ali Rızâ Şâhin ve Süleyman Özer uzun zamandır mevlid icrâlarına katılmakta, hâlâ önemli gün ve gecelerde, gerek yurt içi, gerekse yurt dışında bu icrâlarını sürdürmektedirler. Bu araştırma üslûb ve tavır bakımından bundan sonraki çalışmalara ışık tutabilmesi için yapılmıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar