Yeldâ giceni şem-i şebistan itken.. Bir lahzada alemni gülistan itken.. Bes müşkil işim tüşübdür asan itken... Ey barçanı müşkilini âsân itken
Emîr Timur ile Hazret Sultan Yesevî İlişkisi
Aynı zaman diliminde yaşamadıkları
bilinmesine rağmen,
Emîr Timur (1336-1405) iki
asır sonra yaşadığı Ahmed Yesevî’ye derin bir bağlılık duygusu taşımaktadır.
Bu konuda nakledilen rivayetlerin ötesinde Kazak bozkırlarında Emîr Timur’un
emri ile inşa edilen ve dünya kültür mirasının nadide bir eseri olarak bugün de
dimdik ayakta duran Yesevî külliyesi, bu bağlılığın elle tutulur gözle görülür
bir eseri olarak ziyaret edilmektedir. Emîr Timur’un, Ahmed Yesevî’nin kabri
üzerine bir türbe ve külliye bina etmesi de, menkıbeye göre, Hazret Sultan
Yesevî’nin bir kerâmeti eseri dir. Ahmed Yesevî Türbesi’nin yapımı ile ilgili
olarak tarihi kaynaklarda kaydedilenler, Türk tarihi yönünden önemli bir boyutu
ortaya sermektedir.
Rivayete göre vefatından sonra da
kerâmetleri devam eden Ahmed Yesevî, büyük Türk hanı Emîr Timur’ un rüyasına
girerek Batı seferini ve yapacağı fetihleri müjdeler. Risale-i Tevârih-i Bulgariye
adlı eserde Emîr Timur’un rüyası ve Ahmed Yesevî’ye olan manevî bağlılığı Emîr
Timur'un dilinden verilen şu satırlarda anlatılmaktadır: “...Nihayet Hazret-i
Emîr Timur, Hızır (aleyhisselâm) ile beraber Buhara’ya gitmeğe niyet etti.
Yolda Türkistan’a uğradı. Türkistanlı Ahmed Yesevî, Emîr Timur’un rüyasına
girdi.
“Ey yiğit! Çabuk Buhara’ya git, inşallah
oradaki sultanın ölümü senin elindedir, bütün Buhara halkı zâten seni
bekliyorlar. Senin başından çok şeyler geçse gerektir” dedi. Emîr Timur, bu
rüyayı görüp uyandı, Allah’a şükretti. Ertesi gün Türkistan hâkimi Nogaybek
Han’ı çağırttı; Ahmed Yesevî kabri üzerine bir âsitâne yaptırması için ona akça
verdi. Türkistan hâkimi öyle zînetli bir âsitâne yaptırdı ki hâlâ bütün
güzellikleriyle durur”.
Rüyasında
verilen bu işaret üzerine Buhara üzerine sefere çıkan Emîr Timur, Buhara’da
zafere ulaştıktan sonra şükran hissinden kaynaklanan manevî bir yöneliş ile
Seyhun nehrini geçerek Ahmed Yesevî’nin mütevazi kabrini ziyaret eder.
Şerefüddin
Yezdî’nin Zafernâme adını taşıyan ve Emîr Timur dönemini anlatan eserinde bu
durumu şöyle tasvir eder: “Emîr Timur, 1396 yılında Semerkand’da eşi için
Dilguşa Bağı’nı yaptırdıktan sonra Taşkend taraflarına doğru gitti. Seyhun
nehrini geçip o civardaki kasabalarda ordunun kışlamasını emretti ve kendisi de
Türkistan’da ve Kırgız bozkırlarında büyük nâmı olan Ahmed Yesevîkabrini
ziyaret için Yesi’ye geldi.
“Muhammed Hanefî evlâdından bu din
ulusuna hürmeten” mezarı üzerine alî bir imaret yapılmasını emr ve ferman etti.
Mevlana
Abdullah Sadr, bu işle görevlendirilerek Hoca Hüseyin Şîrazîadlı bir mi’mar
marifetiyle işe başlandı. Büyük bir kubbe ile iki minareden ve sayısız sofalar,
hücreler, künbetler- den oluşan muhteşem bir bina iki senede meydana çıktı.
Yesevî
külliyesinin kubbe ve duvarlarının çinilerle tezyini ve Hazret Sultan
Yesevî’nin kabir taşı olacak sandukanın mermerden ve nakışlarla süslenerek
yapılması Emîr Timur’un kesin emri olduğu için, bina gerek içten gerek dıştan
kusursuz denecek bir şekilde inşa edilmiştir. Külliyenin zikir meydanında
1398’de vakfedildiği anlaşılan ve üzerine Kur’an âyetleri kazınmış çok büyük
bir kazan da vardır. Külliyenin ahşap kapı oymaları, külliye ayrıntılarındaki
incelik ve zerafet harikulâde denecek kadar güzeldir. Bu muazzam binanın
yapılmasından sonra, Emîr Timur, şehirdeki fakir ve muhtaçlara birçok ihsan ve
sadakalarda bulundu. Külliyenin açılış töreni sonrasında tekrar Semerkand’a
döndü.”
Din
âlimlerinin ve tasavvuf önderlerinin halk üzerindeki manevî nüfuzlarından
faydalanmak maksadıyla din büyüklerine saygı gösteren, bazı kaynaklarda “bütün
hayatında İslâmî bir siyaset ta- kib eden bir hükümdâr” olarak bilinen Emîr
Timur’un, Buhara’nın fethinin kendisine bir rüya ile müjdelenmesi ve fethin de
nasib olmasından sonra Hazret Sultan Yesevî’nin manevî tasarrufunun etkisine
daha kesin bir inanç ile bağlandığı kaydedilmiştir. Hattâ, bir belgenin
tanıklığına göre Yıldırım Bayezid ile savaşmak üzere Anadolu’ya yürüdüğü zaman,
Yesevî Makâmât’ından tefe’ül etmişti. Azerbaycan ve Anadolu’yu da içerisine
alan Batı seferine ilişkin beklediği işareti Yesevî Makâmât’ından araması Emîr
Timur’un dilinden şöyle nakledilmektedir:
MENKIBE
“... Batı seferine, Rûm ülkesine
-Anadolu’ya- yöneldiğim zaman Hazret-i Şeyh Yesevî” Makâmât’ından” bir işaret
aradığımda şu müjde veren rubai (= dörtlük) ile karşılaştım ki her ne zaman
müşkilât (=güçlük) ile karşılaşsanız Hazret Sultan Yesevî’nin bu rubaisini
okuyun:
“Yeldâ giceni şem-i şebistan itken
Bir lahzada alemni gülistan itken
Bes müşkil işim tüşübdür asan itken
Ey barçanı müşkilini âsân itken”
[
Uzun geceyi kandil gibi aydınlatan
Bir
anda cihanı gül bahçesi eden
Ne
zaman güç işim düşse kolay eden
Ey
herkesin güçlüğünü kolay eden -Allah’ım-...]
Ben bu rubaiyi hıfzettim(= ezberledim).
Rûm (= Anadolu) hükümdarı Bayezid’in askeriyle karşılaştığımızda bunu yetmiş
defa okudum; zafer hasıl oldu..”
Bu
sözler Emîr Timur’un Ahmed Yesevî’ye duyduğu saygı ve O’nun manevî tasarrufuna
olan inancı yanında derin bir sevgi ve güveni de açıkça hissettirmektedir. Yine
bu ifade, Emîr Timur’un Şâh-ı Nakşbend başta olmak üzere bütün Allah dostlarına
karşı sergilediği -ve yazılı kaynaklarda da zikredilen- saygısının bir
örneğidir. Bu sözler aynı zamanda Batı Türk devleti olan Osmanlı’yı Ankara
Ovası’nda yenen Doğu Türk devleti’nin dayandığı manevî gücü de ifade eder.
Anadolu seferinde yaşananlar nedeniyle Emîr Timur’a yönelik küçümseyici,
hakaret dolu hikâyelere inanmış olanlar için bu saygılı ifadeler -herhalde- çok
çarpıcı gelmiş olmalıdır.
Bugün
bir Türk için, Ankara’nın Çubuk ovasında perişan edilen Yıldırım Bayezid için
ne kadar üzülmeli isek, -aslında istemediği halde Anadolu’ya yönelmek zorunda
bırakılan- Emîr Timur’a da -hiç değilse Allah’ın evliyâsına muhabbeti
nedeniyle- en az o kadar saygı duymalıyız. Bugünün dünyasında geçmişin
kavgalarının kan davasını gütmek yerine, bu örnekten yola çıkılarak Ahmed
Yesevî’nin -dün olduğu gibi bugün de- dünya Türklerini dizleri dibinde bir
araya getiren “ortak manevî önder” olduğu hatırlanmalı ve Yesevî ocağında
kucaklaşılmalıdır.
Emîr
Timur’un Buhara civarında yaşayan ve çağdaşları olan Hâcegân silsilesi
meşayıhına gösterdiği ilgiyi anlatan birçok menkıbe yanında, Emîr Timur’dan asırlarca sonra
yaşamış olan büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani’nin Mektubât’ında yer alan bir
mektubunda yer verdiği manevî müjde Emîr Timur hakkında konuşulurken dikkatli
olunmasını ihtar etmektedir.
Nakşbendî
geleneği, Emîr Timur hanedânından ünlü Sultan Ebû Saîd Mirza’nın, Hâcegân
silsilesinden Ubeydullah Ahrar’ın iltifatına mazhar olmasını da, yine Ahmed
Yesevî’nin bir kerâmetine dayandırır:
MENKIBE
Sultan
Ebû SaîdMirza’nın daha nam ve sanı yokken Ubeydullah Ahrar, bir kâğıt parçasına
Ebû Saîd’in ismini yazıp sarığının kıvrımı ara-sına soktu. Bunu gören
Ubeydullah Ahrar ’ın mürîdleri, ismi yazılan Ebû SaîdMirza’nın kim olduğunu
mürşîdlerinden sordular. Ubeydullah Ahrar:
“Bize, size, Taşkend, Semerkand ve Horasan halkına sultan olacak adam!”
cevabını verdi. Gerçekten de aradan az bir zaman geçtikten Ebû SaîdMirza’nın
yıldızı parladı ve nâmı âleme yayıldı.
Meğer
o vakitler Sultan Ebû Saîd Mirza da şöyle bir rüya görür: Bu rüyada Ubeydullah
Ahrar, Ahmed Yesevî ’nin işaretiyle Ebû Saîd için dua edip Fâtiha okur. Ebû
Saîd Mirza rüyasında Hazret Sultan Yesevî’ye kendisine dua edip Fâtiha okuyan
velînin kim olduğunu sorup adının “Ubeydullah Ahrar” olduğunu öğrenir. Ebû Saîd
Mirza sabahleyin, maiyetindekile- re, Ubeydullah Ahrar adlı birini tanıyıp
tanımadıklarını sorar. Taşkend’de o isimde bir mürşîd bulunduğunu haber alır
almaz, hemen Taşkend’e doğru yola çıkar ve nihayet Ferket te Hoca Ubeydullah
Ahrar ile karşılaşıp mülakat ederek, dua ile bir Fâtiha niyâz eder. Bu talebi
üzerine Ubeydullah Ahrar gülerekEbû SaîdMirza’ya der ki: “Fâtiha bir kez olur”.
Cevâhirü’l-Ebrâr’da
Hind ikliminin Türk Sultanı Babür Şah soyundan olan Hümayûn Şah hakkında Seyyîd
Mansur aracılığı ile gerçekleşen Yesevî’nin bir kerâmeti de anlatılır:
MENKIBE
Seyyîd
Mansûr Ata, bir ara Türkistan’a, yani Yesi’ye gelerek, Ahmed Yesevî türbesini
ziyaret edip ve Hazret Sultan ile manevî olarak sohbet etti. Bu manevî mülâkat
sırasında Ahmed Yesevî, SeyyîdMansûr ’a dedi ki:
“Çağatay Sultanı -yani Babür’ün oğlu Hümayûn
Şah- Semerkand’ı zap-tedip o bölgenin egemenliğini ele geçirmek istiyor; fakat
ervâh-ı tayyibe buna razı değil, onu Hindistan’a havâle ediyorlar. Hümayûn
Şah’ın Hind ülkesindeki zaferleri için, türbemizden bir âlem al ve Hümayûn
Şah’a götür. ”
Ahmed
Yesevî’nin bu emri üzerine Seyyîd Mansûr, türbedeki bir âlemi alarak Hümayûn
Şah’ın taht merkezi olan Kabil şehrine gitti. Hümayûn Şah, ceddi olan Emîr
Timur’un kabrinin bulunduğu Semerkand’ı almak istiyordu. Hümayûn Şah’ın kardeşi
Hindal Mirza, Kabil’de SeyyîdMansûr ile başbaşa görüştü ve bu Yesevîyye
mürşîdinin manevî derecesini anlaya-rak mürîdi oldu.
Kardeşi
Hindal Mirza, Hümayûn Şah’ın yanına gittiği zaman, kar-deşine başından
geçenleri anlattı. O da rüyasında bunu işaret eden benzer bir rüya görmüştü.
Bunun üzerine iki kardeş Seyyîd Mansûr ’u davet ettiler. Seyyîd Mansûr Ata,
Ahmed Yesevî’nin işareti ile yanına aldığı âlem ile beraber Kabil’e geldi.
Hümayûn Şah, tarafından saygı ile karşılandı. Hümayûn Şah’ın sarayında zikr
halkası kuruldu, Türkistan pîrlerinin hik-metlerinden manzumeler okundu.
Dinleyenlerde vecd hâsıl oldu. Bundan sonra Seyyîd Mansûr Ata, Hümayûn Şah’a
dedi ki: “Mâverâü’nnehir ev- liyâsı, size Hind fethini müjdeliyorlar. Hazret
Sultan Yesevî de zaferiniz için bu âlemi nişane olarak gönderdi. Kabul
buyurunuz”. Bunun üzerine Hümayûn Şah bu müjdeden çok memnun oldu ve Hindistan
’a yürüyerek pek çok yeri fethetti.
(Babürnâme’de bu rivayetin bir başka
versiyonu yer almaktadır.)
Türkistan
Emîr ve Hanları ile ilişkiler konusunda Yesevîler başlangıçta daha etkili iken
Nakşbendîyye tarîkatının önce Mâ- verâünnehir’de ve sonra bütün Türkistan’da
etkinlik kazanması ile zamanla Nakşbendîlerin gerisinde kalmışlardır.
Şeybânî
Hanlığı’nın ilk zamanlarında Yesevîlik tekrar ön almışsa da, Şeybânî Han’ın
önceleri intisab ettiği Yesevî şeyhi Cemâleddin Kâşgarî Buharî’yi Buhara’dan
Herat’a sürgün etmesi neticesinde durum yeniden Nakşbendîler lehinde
değişmiştir. Son dönemlerinde Yesevî şeyhleri ile aralarına giren soğukluğa
rağmen Şeybânî hanlarının Hazret Sultan Yesevî’ye saygısı ise hiç eksilmemiş;
Yesevî külliyesi vakıflarının güçlendirilmesi yanında yazdıkları şiirlerde de
bu bağlılığı göstermişlerdir.
18.
yüzyılda bazı Mangıt hanlarının Nakşbendîliğin Müceddi- diyye koluna
bağlanmaları ve bazı din adamlarının yönlendirmesi ile cehrî zikri
yasaklamaları, bu asırda Türkistan’daki nüfuzları da azalmış olan Yesevîler’i
siyasî destek yönünden de geriletmiştir.
15.-17.
asırlarda ölen Kazak hanları, Altınorda hanlarının defnedildiği Sarayşık
(Saraycık)’da toprağa verilirlerdi. Bazı hanlar ile önde gelen Kazak
beylerinden bir kısmı ise Yesi (= Türkistan) şehrindeki Ahmed Yesevî türbesine
defnedilmeyi vasiyet ettiklerinden Yesi’deki Yesevî külliyesinde
sırlanmışlardır.
Hazret
Sultan Yesevî külliyesinde, ebedî istirahatgâhlarına tevdi edilen Kazak
hanlarından Abılay Han, Colbarıs-Han, Esim-Han, Babır-Han’a ait sandukalar
külliyede ana binanın çatısı altındadır. Kazak tarihinin şanlı isimlerinden
Kazıbek-Biy, Canıbek-Biy gibi tarihi şahsiyetlerin türbeleri de Ahmed Yesevî
türbesi civarındadır.
18.
asrın ünlü Kazak komutanlarından Bögembay Batır Ar- ka’da Silti boyunda öldüğü
halde cesedi vasiyeti üzerine Türkistan’a getirilerek Yesevî türbesi yanına
defnedilmiştir.77
Kazak
hanlarının ölümlerinden sonra Yesevî külliyesinde defnedilmelerini vasiyet
etmeleri Hazret Sultan Yesevî’nin manevî çekim alanının 18. yüzyılda da güçlü
bir şekilde varlığını devam ettirdiğinin bir işaretidir.
Kaynak:
Dr. Hayati Bice, Pîr-i Türkistan HOCA AHMED YESEVÎ
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar