Print Friendly and PDF

Yesevî Zikir Meclisinde Kadınlar: Bir ‘Âhir Zaman Fitnesi’

Bunlarada Bakarsınız

 




Söz kadın Yesevî-Hanlara gelmiş iken öteden beri Yesevîlik ile ilgili konuşmalarda, tartışmalarda gündeme getirilen bir konuya da açıklık getirmek gerekmektedir. Son yıllarda ülkemizde yoğunla­şan ‘İslâm üzerine tartışmalarda tasavvuf konusunun da gündeme getirilmiş olduğu herkesin bildiği bir hususdur. İslâm tasavvufunu yıpratmak isteyen kimisi akademisyen, kimisi değişik cemaatlere mensub bazı isimler, kadın dervîşler üzerinden Hazret Sultan Ahmed Yesevî’ye de dil uzatmaktan çekinmemişlerdir.

Burada üzerin­de durulması gereken bir diğer konu ise, Ahmed Yesevî’ye saygılı bazı kişilerin bilhassa “kadın hakları” konusunda gündeme gelen kendi yaklaşımlarına Ahmed Yesevî’yi dayanak yapmağa kalkmala­rıdır.

İslâm’ın kadına verdiği öneme güzel bir örnek olarak Yesevî dergâhında mahremiyete hassasiyet gösterilmemesi, zikir meclis­lerinde kadın-erkek ayrımı yapılmaması (= ihtilata izin verilmesi) ve Ahmed Yesevî’nin kadınlara özel bir ilgi gösterdiği iddiaları za­man zaman dile getirilmektedir.

 

“Ahmed Yesevî ve Yesevî Geleneğinde Kadın” konusunu tu­tarlı olarak değerlendirmek üzere bugün iki kaynağa sahibiz.

Bun­lardan birincisi Dîvân-ı Hikmet’tir ve Ahmed Yesevî’nin hikmet­lerinde “kadın” konusuna nasıl yaklaşıldığı hikmetlerin ayrıntılı olarak analizi ile görülecektir. Diğer kaynak ise Yesevîyye tarîkatı üzerine yazılmış, bilinen en değerli eser olan “Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr” adlı eserdir. Türkistan’dan İstanbul’a gelen Hazînî mahlâslı bir Yesevî dervîşi tarafından yazılan “Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr” adlı eser günümüzden dört yüzyıl önceki bir Yesevî mürşîdinin kaleminden “Ahmed Yesevî ve Yesevî Geleneğinde Ka­dın” konusuna açıklık getirecek hususları ihtiva etmektedir.

Ahmed Yesevî’nin kızkardeşi Gevher Şahnâz ve Yesevî’nin Hanım mürîdeleri hakkında bazı rivayetler de kayda girmiştir. Yesevîlik konusunun en önemli yazılı kaynaklarından olan “Cevâhi­ru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr”da Kadın konusunda yazılanlar riva­yetlerde gizli olan gerçeği yansıtır. Bu eserde dile getirilen konu Dîvân-ı Hikmet nüshalarına girmiş olan, -ancak içersindeki unsur­lar nedeniyle Yesevî’ye aidiyeti imkânsız görülen- bir şiirde Yesevî mürîdlerinden Baba Muhammed Hotenî -ki Baba Mâçîn adı ile tanı­nır- kıssası anlatılırken de işlenmektedir.

MENKIBE

Ahmed Yesevî’nin şöhret dairesi genişleyerek mürîdleri binlerle sa­yılacak derecede çoğalınca tabiatıyla, muhalifleri, rakibleri de çoğalmıştı; hattâ bu münafıklar nihayet ağır bir iftiraya da cür ’et ettiler: Güya Yesevî meclisine örtüsüz kadınlar da devam ederek erkeklerle birlikte zikre ka­rışırlarmış. Şeriat hükümlerini muhafazaya şiddetle riayet eden Horasan ve Mâverâünnehir âlimleri, bilhassa, müfettiş göndererek bu dedikodunun doğru olup olmadığını tahkik ettiler. Tahkikat sonucunda bu dedikodunun tamamen bir iftiradan ibaret olduğu anlaşıldı. Lâkin Ahmed Yesevî, onlara artık bir ders vermek istedi: Birgün mürîdleri ile birlikte bir mecliste otu­rurken, mühürlü bir hokka getirtip ortaya koydu. Bütün cemaate hitab ede­rek dedi ki:

“Sağ elini, büluğ gününden bu ana kadar   avret uzuvlarına hiç değdirmemiş kim vardır?” Hiç kimse cevab veremedi. Derken, Yesevî’nin önde gelen mürîdlerinden Celal Ata ortaya geldi. Ahmed Yesevî, hokkayı Celal Ata’nın eline vererek, o vasıtayla, müfettişlerle birlikte Mâverâünne­hir ve Horasan memleketlerine gönderdi. Oralarda bütün âlimler birleşerek hokkayı açtılar: Hokka içindeki pamuk ile ateş hiç birbirine etki etme­mişti; ne pamuk yanmış, ne de ateş sönmüştü. O vakit, Hazret Sultan’dan şüpheye düşerek müfettiş yollamış olan âlimler, Yesevî’nin kendilerine ver­mek istediği dersin anlamını bütün açıklığı ile anladılar. Eğer, erkek-kadın bir ehl-i Hakk meclisinde bir araya gelip beraber zikr ve ibadete devam et­seler bile Hakk Teâlâ, kalblerindeki her türlü eğilim ve arzuyu yok etmeğe muktedirdir. Bu ders üzerine Horasan ve Mâverâünnehir âlimlerinin hepsi olağanüstü derecede utandılar ve armağanlar, adaklarla kabahatlarını af- vettirmeğe çalıştılar.

Yesevîlik temel metinlerinden olan Hazînî imzalı “Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr”da Yesevî mürîdelerin erkeklerle birlikte zikre katılması konusunda yazılanları titizlikle incelemek faydalı olacak ve belge olarak değerlendirilmesi ile daha sağlıklı bir neticeye ulaşılmasını sağlayacak olan şu ibarelere dikkat edil­melidir:132

“...Muzâfat-ı baide içinde mesâmi-i nâsda düşdi ki mecli­sinde bi-ğayr-ı hicâb ricâl u nisvân şer-i şerife muhâlif cem olup zikre karışurlar. Hâlbuki ğayr-ı vâki. Horâsân u Mâverâü’n- nehr’de muhâlif olan ulemâ müfettiş gönderdiler ve tefahhuş it- diler. Ol mesmû olân ahvâl-i mühimü’1-ihtilâl ğayr-ı vâki bulındı. Ammâ Şeyhü’1-meşâyih -kuddise sırruh- bir mühürlü hokka ortaya gitürüp nefır-i âm urdı ki evliyâu’llahdan kim varsa ki sağ kolını bulûğ-ı şerden bu ana gelince gizlü avret azâlarına istimâl u mesâs itürmemiş ola. Huzzâr-ı meclisden kimse cevâba kâdir olmadı illâ imâmü’1-hümâm maden-i cevâhirü’t-takvâ celilü’1-kadr Celâl Ata -rahmetullâhi aleyh- ortaya geldi. Memhûr hokkayı şeyhü’1-meşâyih -kuddise sırruhu’I-azîz- ol halifenün eli ile müfettişler ile Mâverâünnehir ve Horâsân memâlikine gönderdi. Vusûlden son­ra ulemâ ve fuzalâ cem olup Celâl Ata hazretlerini ziyâret kılup hokka-i memhûrı açdılar. İçinde penbe ve âteş bulındı ki ne penbe yanmış ve ne ot sönmiş. Buyurmışlar ki bilâ-ğaraz ve’t-tâkdir eger ricâl u nisâ bir meclisde cem olup zikru’llah itseler ve kalblerini Hakk Teâlâ kendü harâret ve cezbe-i rubûbiyyeti ile mutasarrıf olup hıyânet muzahhemetînden saklaya. Nice ki işbu hokka içinde penbe-i beyâzi tabiat-ı nâr-ı vâkıddan nâkıd -ı emân sararmış ve beyâz saklamış. Bu ahvâl-i şigerf müşâhede oldukdan sonra cümle müstağfir olup kerâmâtlarına mukırr oldılar ve hedâyâ ve nüzur ile tereddüd ve şübhelerini telâfi buyurdılar ve Arâsat ahvâline muvâzene kıldıklarında ki mehâbetden halku’llah biri birinden bi-haber kalurlar ve zikrullah meclisi evliyâullah şerefinden kıyâmet-i âherdür...”

Bu şu hususlar ortaya çıkmaktadır:

Bu rivayeti nakleden önemli metnin yapılacak bir sorgulama­da, şu hususlar ortaya çıkmaktadır:

1.   Yesevîler’in zikir meclisinde, hicabsız olarak erkek ve kadınların İslâm’a aykırı olarak toplanıp zikre katıldıkları asırlar önce ve hattâ Yesevî’nin sağlığında da iddia edilmiştir. Bu iddiaya Hazînî’nin cevabı çok nettir: “Hâlbuki gayr-ı vaki...” ; yani oysa böyle bir şeyin vukua gelmesi sözkonusu değildir.

2.   Horasan ve Mâverâünnehir’de bulunan ve Yesevî dergâhın­da ihtilatı iddia eden muhalif ulema ayrıca durumu yerinde tesbit etmek üzere denetimciler göndermiş ve bu kişiler de Yesevî der­gâhında, “bilhassa kadın konusunda” İslâm’ın zâhirî hükümlerine aykırı bir husus tesbit edememişlerdir.

3.Sanki bu hususlarda olacak dedikoduları önlemek için Ah- med Yesevî ilginç bir test de uygular. “Ergenliğinden o güne kadar cinsiyet organı mahalline sağ eli ile değmemiş” bir dervîşini ara­mış ve bu nitelikteki tek dervîşi olan Celal Ata’ya bir cam mahfa­za içerisine yerleştirdiği köz ve pamuğu yan yana koyarak vermiş ve Horasan’daki iftiracılara göndermiştir. Horasan’a kadar gelen közün ateşi, hiç sönmediği gibi pamuğu da tutuşturmamıştır. Bu durumu tesbit etmek için toplanan ulemaya Celal Ata der ki: “Ga­razsız olarak (artniyet taşımadan) ve irade ile olmaksızın kadın ve erkekler bir meclisde Allah’ı zikretseler kalblerini Allah kendi ha­rareti ve Rububiyet cezbesi ile tasarruf ederek hain düşüncelerin istilâsından saklasın...” Bunu işiten Horasan uleması iddialarından vazgeçip ve istiğfar ederler. Bu durumu izah için Hazînî, “Kıyamet günü Arasat meydanında biraraya gelen Allah’ın halkı dehşet ve hayretten nasıl birbirlerinden habersiz kalırlarsa zikrullah meclisi de evliyaullah şerefinden kıyamet günü gibidir” demekte ve zikir meclisinde hâsıl olan manevî hava ile kadın ve erkeğin birbirlerin- de habersiz kalacaklarını -ve/veya kalmaları gerektiğini- dervîşâ- ne bir nezaket ile ima etmektedir.

Cevâhiru’l-Ebrâr’daki kadın-erkek karışık zikir meclisi dü­zenlenmesini sorgulayan bu ilginç rivayetin bir diğer versiyonu Türkmenistan bölgesinde kısmen değiştirilerek, -rivayete tarîkat silsilesinde Hazret Sultan Yesevî ile halef-selef olan Abdul-Hâlık Gucduvânî de dâhil edilerek- şu şekilde nakledilmektedir:

MENKIBE

Metin Kutusu: 325Rivayetin Türkmen versiyonu olarak anlatımına göre “Ahmed Ye- sevî’nin şöhreti ve mürîdleri artmaya başladıkça, hakkındaki söylentiler de artmaya başlar ve sonunda iftiralara kadar vardırılır. Hazret Sultan’ın zikir meclisine tesettürde itinasız kadınların da katılarak erkeklerle birlikte zikre karıştıkları söylentisi Buhara ’daki dergâhda irşad görevini devralan Abdul-Hâlık Gucduvânî’ye kadar ulaşır. Hoca Ahmed Yesevî, Hacc’a git­mek niyetiyle dervîşleriyle birlikte yola çıkar. Yolculuk sırasında bir gece Gucduvânî’ye misafir olurlar. Abdul-Hâlık Gucduvânî’nin kulağına selefi olan ve irşad postunu kendisinden devraldığı Hazret Sultan Yesevî ile ilgili bazı söylentiler gelmiştir. Baş başa sohbetleri sırasında kurduğu meclislere tesettüre dikkat etmeyen kadın-kızların da katılarak erkeklerle birlikte zikre karıştıkları iddialarını ima eden Gucduvânî’nin sözlerinden Ahmed Yesevî rahatsız olur. Abdul-Hâlık Gucduvânîde Yesevî’ye kadınların biatını kabul edip zikir meclisine dâhil etmesinin bu dedikodulara yol açtığını ve bundan sakınmak gerektiğini söyler. Abdul-Hâlık Gucduvânî’nin de dedikodular­dan etkilendiğini anlayan Hazret Sultan Yesevî, çekirdeği çıkarılmış bir topak pamuğu, ocakta yanmakta olan kor gibi ateşin alevleri üzerine atar. Herkes hayret ile görür ki, pamuk yanmaz. Gözlerini ateşe dikerek olan biteni izleyen Abdul-Hâlık Gucduvânî ile diğer dervîşler, Yesevî’nin bu kerâmeti karşısında utanırlar. Hazret Sultan Yesevî, gösterdiği bu kerâmet ile, gerçek dervîşlerin -kadın veya erkek de olsalar- zikir sırasında cinsiyet farkından fariğ olduklarını isbat etmiştir. Tanık olduğu bu kerâmet karşı­sında hem utanan hem de şaşıran Abdul-Hâlık Gucduvânî, O’nu yeni bir sınamaya tabi tutmak ister. Yesevî, Hacc’a gitmekten vazgeçip yurtlarına dönmelerini teklif eden ve Kâ’be’yi getirmelerinin mümkün olup olmadı­ğını soran Abdul-Hâlık Gucduvânî’ye olumlu cevap verir. Ve kendisinin yaptığı duaya dervîşlerin “âmiiin” demeleriyle birlikte, Kâ’be’yi, oradaki boş bir meydana kondurur. Bu menkıbenin bir diğer varyantında Hazret Sultan Ahmed Yesevî, dervîşlerini de alacak kadar geniş bir tahta binerek uçmak suretiyle Kâbe’ye gitmiştir. ”

Bu rivayetleri nakleden Türkmen araştırmacı Hoca Ahmed Ahun, Buhara’yı ziyareti sırasında bir Özbek’in verdiği habere göre bu tahtın halen Özbekistan’ın Fergana vadisindeki Nemengan ken­tinde olduğunu ve kendisine göstermek istediğini belirtmiştir.133

 

Gerek Cevâhiru’l-Ebrâr’daki ibareler, gerekse Türkmen riva­yetlerinin ötesinde günümüz insanları açısından konuya yaklaşıldı­ğında asıl sorulması ve yanıtı üzerinde derinden derine düşünülme­si gereken sorular şunlar olmalıdır:

1.   Ahmed Yesevî köz-pamuk testini uygularken edebiyle te­mayüz etmiş bir dervîşi olan Celâl Ata’yı seçmiştir. Edeb konusunda hassasiyeti olamayan bir dervîşin eline verilse acaba köz pamuğu yakmaz mıydı?

2.  Bugün acaba garazsız-iradesiz bir araya gelip zikir yapabil­me yiğitliğine sahib erkek ve kadınlar var mıdır?

3.   Kadın ve erkek zikir için bir arada bulunsalar dahi ‘zik- rullah harareti ve ilahi cezbe ile Allah korumadıkça’ her zaman nefsanî tuzaklara düşülmesi mümkün değil midir?

4.   Hazînî zikir için bir araya gelen kadın ve erkeklerin ken­dilerini ancak kıyamet günü bir araya getirilmiş kadın ve erkekler olarak algılayabilecek derecede dünyevî hallerini terk ederlerse bir arada zikirden zarar gelmeyeceğini söylemektedir ki bugün böylesi bir müslümanlar topluluğu -değil ülkemizde- dünyanın herhangi bir yerinde var mıdır?

Bu sorgulama dürüstlükle yapılırsa anlaşılacaktır ki, günü­müzde kadın ve erkeğin bir arada zikir yapabilmeleri bu incelik­ler gözetildiğinde mümkün değildir. Zaten metnin ilk satırlarında bunun 12. Yüzyıl Türkistan’ında Yesevî dergâhında Ahmed Yesevî huzuru ile yapılan zikirlerde bile mümkün olamadığı belirtilmek­tedir. Değil ki bugün?!...

Şimdi bu yazdıklarıma rağmen hâlâ itiraz ederek “Bırakın bunları, menkıbe, hikâye bunlar...” diyenlerin seslerini işitir gi­biyim.

İşte onlara söyleyeceğim söz şudur: Edeb ya Hû! ; “el-insaf vel-merhamet !”

Bu noktada “Dîvân-ı Hikmet’te Kadın” konusu da mercek al­tına alınmalıdır. Ahmed Yesevî’ye ait hikmetlerin tamamını en az on defa okumuş bir kişi olarak şunu net olarak tekrar ifade etmem gerekli ki, Ahmed Yesevî’nin dilinden dökülmüş binlerce satırlık hikmetler arasında bir tane hikmette bile insaniyet dışında cinsiyet izafesi anlamında ve özellikle ‘dişilik’ bağlamında “kadın” lafzı yer almamaktadır. Hattâ Ahmed Yesevî tüm şiirlerinde tek kelime ile olsun bir yaşayan birey olarak “kadın” anlamında “kendi anne­sinden, kendi eşinden-kendi kızlarından” bile söz etmemektedir.

Dîvân- Hikmet’te “kadın” kelimesine sadece birkaç yerde rastlanır; buralarda da aynı kalıp içerisinde orijinal metinde “zen ü ferzend” şeklinde Farsça tamlama olarak “kadın ve çocuk” an­lamında geçirilir.

“Kız” kelimesi ise sadece birkaç kez “oğul-kız” şeklinde tam­lama olarak -bir yerde Rasûlullah’ın sevgili kızı Hz. Fâtıma’ya işa­ret edilerek; bir yerde Hz. Ebûbekr’in kızı (Hz. Aişe)’na işaret için; bir yerde cennetin “Huri kızları”nın tanımlanmasında, bir yerde de genç “kız ü zaif civanlar” deyimi içerisinde genç kızlar kastedile­rek- sadece birkaç kez geçirilmiştir.

Peki nasıl oluyor da Ahmed Yesevî’nin kadınlara “çok özel bir önem” verdiği, dergâhını kadınlarla doldurup erkeklerle beraber zikrettirdiği iddia edilebiliyor?..

Bunun cevabı bence, son dönemde iyice yaygınlaşmış ve de derinleşmiş olan -ve en önemlisi bu iddia sahiblerinin şuuraltlarına da epeyce sızmış olan- “kadınperestlik”te aranmalıdır. Siz Ahmed Yesevî’ye kadınlarla ilgili herhangi bir övgü veya ayıb yamamağa niyeti olanlar, siz Ahmed Yesevî’nin ateş ile pamuğu emanet ede­ceği dervîşine koyduğu şartı kendinizde bir arayın bakalım; sonucu çok merak ediyorum...

Hazînî’nin Savunması  

Hazînî’nin Yesevîlik hakkındaki eserlerinden Menbâü’l-Ebhâr Fi Riyâzi’l-Ebrâr kitabında da tarîkata alınacak mürîdlerin özellik­leri sıralanırken “Mürîd, henüz sakalı bitmemiş yaşta (= emred) olmamalı, kötü huy ve davranışlar edinmiş bulunmamalıdır.”de- nilmektedir.134 Hazînî, Yesevî mürîdi olma niteliklerini sıralarken özellikle bu anlamlı şartı öne çıkararak, ısrarla üzerinde durur: “Bir mecliste sakalı henüz bitmemiş yaşta bir oğlan (= emred) var­sa, o mecliste bulunanlar kazanç elde edemezler. Sakalı bitmiş ( = mültehî) ve din hükümlerine bağlı ( = dîn-şiâr) yoldaş iste; gönül çekici güzel isteme.”der. Uyarı nitelikli bu sözlerini şöyle tamamlar: “Küçük yaşta oğlan çocuğu ve kadınla bir yerde oturma,çünkü öyle yerde vecd haram olur. İyiliğin için iyi kimseleri iste ki vecd ve semâ mubah görülsün, günah sayılmasın.” diyerek önem­li bir meseleye parmak basar, ardından yine aynı noktaya döner ve: “Şüphesiz, iyi dost sakallı olmalıdır; sakalsız oğlanın yüzüne bakmaktan kaçınmak gerektir. Sakalı bitmedik oğlan çocuklarının bulundukları toplantılardan (= ehl-i bid’at meclisinden) uzaklaş, yoksa bu tür bid’atler (= kötü işler ve davranışlar) yüreği yaralar.”

Hazînî’nin yukarıda ayrıntılı olarak naklettiğimiz sözleri, Yesevîlikte zikir meclislerine küçük yaşta çocuklarla kadınların da katıldığı ve böylelikle şeriat sınırlarının ihlâl edildiği yolundaki id­dialara karşı bir reddiye, bir savunma gibidir.

Matbaa baskılarının piyasaya çıkacağı zamana kadar Yesevî kültürünü halk arasında yayan ve fikirlerini geniş halk kitlelerine ileten en önemli ve bir yerde yegâne kaynak, Türkistanlı müslü­man Türk kadınları olmuştur. Türkistan kadınlarının Yesevîcilik ge­leneği, Pîr-i Türkistan’ın fikirlerinin halk arasında yayılmasına ve korunmasına hizmet etmiştir. Kadınlar arasında Yesevî hikmetlerini öğrenmek, ezberlemek ve halka öğretmek faaliyeti Yesevî devrin­de başlamıştır. Hazret Sultan’ın kızı Gevher Şahnâz Hanım, baba­sından öğrendiği hikmetleri önce komşuları, sonra yakınlardaki köy ve avullardaki kadınlar arasında okumuş, hikmetleri başka kadınla­ra öğretme yöntemini de geliştirmiştir. Gevher Şahnâz Hanım dev­rinde hikmetleri öğrenmek, ezberlemek ve meclislerde okumak bir adet haline gelmiştir. Bu yöntem, Gevher Şahnâz Hanım’dan sonra da kadınlar arasında devam edip bir yüzyıl içerisinde gelenek halini almıştır.

Yesevî-Han Meclisi

Sonbahardan ilkbahara kadar bütün kış boyu, hikmetleri ezberden okuyan kırk kadın-kız, köylerde, şehir mahallelerinde, yurtlarda (çadırlarda) Yesevî-Han Meclisi teşkil ederek toplanırlar. Rivayete göre bu kırk hanım, Kırk canı tasvir eden melikeler olarak Kırkları (Çil-Ten) temsil ederdi. (Türkiye Türkçesinde: Çilten=Kırklar) Kırklar hakkında halk arasında anlatılan çok menkıbe vardır. Genellikle Kırklar, darda kalan insanlara yararlı olmak niyetini ta­şıyan bir topluluktur. Yesevî hikmetlerini koro halinde okuyan kırk kadın-kızlar da Allah yolunda hayırlı bir amel işlediklerine inanırlar.

 

Metin Kutusu: 329Hikmetleri ezberden okuyabilen Kırk kadın-kızlar diz çökerek kare şeklinde, dört köşeli bir daire teşkil ederek otururlar. Onların arkasında dinleyiciler yer alır. Dua ve hikmet okuyanları, aralarında bulunan yaşlı bir hanım idare eder. Ortaya 1-1,5 metre yüksekliğin­de yeşil bir ağaç dikilir ve camlar kapatıldıktan sonra bir şamdan­da mum yakılır. Hikmetleri okumadan önce dua okunur. Kırk-kadın kızlar, bir kere “Bismillahirrahmanirrahim” dedikten sonra, kırk kez “Allahüekber” denir. Bunun arkasından kırk kadın-kızlardan ilk on kadın, hikmetleri okumaya başlar. Kalan otuz kişilik grup, okumayı onarlı olarak sırayla devam ettirirler. Onluk gruplar oku­yacakları hikmet parçalarını seçmekte serbesttir ve hangi hikmeti okuyacaklarını önceden aralarında kararlaştırırlar. Yesevî-Hanların hikmet okuma töreni iki saate kadar uzayabilir. Okumanın sonun­da kırk-kadın kız beraber hikmetlerin “münacât be dergâh-ı ka- di’l-hacât celle celâlûhû” kısmını koro halinde söylerler. Koronun okuması, yavaş bir sesle başlar, münacatın ortalarında yükselir; sonuna yaklaştıkça tekrar yavaş yavaş sakinleşir. Koronun okuyuş ritmi, adeta bir neyin dalgalanan sesi gibi yükseltilip alçaltılır. Hik­metlerin okunmasından sonra Hz. Rasûlullah, ehl-i beyt, ashâb ve “Hz. Pîr-i Türkistan” adına dua okunur. Törenin bitişinden sonra gerekirse camlar açılır. Akîl-bâlîğ olmuş erkek çocuklar, kadın-kızlar halkasına alınmaz.

Hikmet okuma merasiminden sonra çay içilir. Çay merasimi sırasında en bilgili olan Yesevî-Han, Yesevî’nin hayatı ve fikirleri hakkında menkıbeler anlatır. Anlatılan menkıbelerin çoğunluğu, Yesevî’nin halvet hayatı ile ilgilidir ve halvetteki zuhurâtları dile getirir. Yesevî’nin sabrı, halvette geçen altmış küsür yıllık hayatını nasıl da tamamıyla Allah’a bağladığı ve insanın iradesiyle her türlü zahmeti geride bırakabileceği de anlatılan konulardandır.

Komünizm döneminde, 1925-1989 yılları arasında, Yesevî’nin eserlerini okumak, fikirlerini anlatmak yasaklandığı gibi Yesevî-Han meclisleri düzenlemek de suç sayılmıştı. Ahmed Yesevî’yi kendi dönemindeki İslâm toplumu içerisinde dini fikirleri halka ilk defa halkın dili ile anlatmaya cesaret eden ilim adamı olarak göstermek de yasak edilmişti. Hattâ Yesevîcilik gerici bir faaliyet olduğu ve tasavvufun bir hayalden başka bir şey olmadığı yıllar boyu pro­paganda edildi. Ama asırlardan beri kadın-kızlar arasında devam ettirilen Yesevî-Han meclisleri, komünizm devrinde de gizli olarak da olsa yaşatılmıştır. Kahraman hanımlar, işyerlerindeki dinlenme aralarında, fırsat buldukları her an bir araya geldiklerinde ve me­selâ bilhassa düğünlerde, Yesevî hikmetlerinden parçalar okumuş­lar ve o ağır şartlarda dahi Yesevî-Hanlık geleneğini yaşatmışlardır. Bugünkü Türkistan’da kadınların Yesevî-Hanlık geleneği yeniden canlanmış durumdadır. Yesevî kültürünün yaşatılmasında hayatî bir önem taşıyan Türkistan hanımlarının Yesevî-Hanlık geleneği ciddi araştırmaları hak etmekte ise de bu konunun yeterince araştırıldığı söylenemez.

Bu Yesevî-Han meclisleri sayesinde Türkistanlı kadınlar, hik­metleri ezberden okumak ve gençlere öğretmek suretiyle Türk lehçelerinin günümüze kadar yaşamasına imkân sağlamışlardır. Çin işgalindeki Doğu Türkistan’lı kadınlar arasında da Yesevî-Hanlık ge­leneğinin devam ettirildiği bilinmektedir.135

Kaynak: Dr. Hayati Bice, Pîr-i Türkistan HOCA AHMED YESEVÎ

 



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar