Nikâh-Mehr-Evlilik
2008
GÜMÜŞHANE
ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
I. Uluslararası
AHMED ZİYAÜDDİN
GÜMÜŞHANEVÎ
Sempozyumu
03-05 Ekim
2013-GÜMÜŞHANE
Editörler
Prof. Dr. İhsan
GÜNAYDIN
Doç. Dr. Ali KUZUDİŞLİ
Yrd. Doç. Dr. Adem
ÇATAK
Gümüşhane
Üniversitesi Yayınları
Gümüşhanevî’de Aile Hukuku:
Nikâh-Talâk ve Âdâbı
Yılmaz FİDAN *
Yrd. Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi
Özet
Bu çalışma bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde nikâh ve nikâhla ilgili meseleler; ikinci bölümde ise talâk
konusu incelenmiştir. Gümüşhanevî’nin eserleri çerçevesinde aydınlatılmaya
çalışılan aile kurumu, nikâh, nikâhın önemi, nikâh öncesi safha, nikâh akdinin
kuruluşu, nikâhın sonuçları, mehir, nafaka, karı-koca hakları ve vazifeleri,
çocukların bakımı ve terbiyesi çalışmanın birinci bölümünü oluşturmaktadır.
Talâkın mahiyeti, sarih ve kinâye boşama sözlerinin yorumlanması ve bu konuda
iradenin hükme etkisi ikinci bölümde ele alınmıştır. Araştırmada evlenmenin
ilke olarak tavsiye edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan boşanmanın
istenmeyen bir helâl olduğu görülmüştür. Boşanma, ancak geçerli mazeretler söz
konusu olması halinde başvurulabilecek bir tasarruftur. Ayrıca gerek nikâh
hakkında gerekse de boşanma hakkında belirtilmesi gereken bir nokta vardır ki o
da bu sözü edilen hukukî tasarruflarda şakaya yer olmadığıdır. Öte yandan
toplumların saadeti ve düzeni için evlilik şarttır. İnsanı günaha düşmekten
muhafaza edecek yuvanın kurulması, belli sayıda çocuk sahibi olmak ve bu sayede
neslin sağlıklı bir şekilde devam ettirilmesi ve insanlık ailesini fakirliğe
düşmekten korumak, evlilik ile hedeflenen maksatlar arasında sayılabilir.
Bütün hukuk düzenlerinde olduğu gibi İslâm
hukukunda da aile toplumun çekirdeğini oluşturan bir kurumdur. İslâm
hukukçuları ailenin kurulması demek olan nikâh akdini medenî bir sözleşme
olarak kabul ettikleri gibi bu akdin aynı zamanda Allah’a yakınlaşma anlamı
taşıması itibariyle de kısmen ibadet mahiyetine büründüğünü ifade ederler.
Hanefî hukukçulardan ed-Debûsî (ö. 430/1039) ve İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457),
“Nikâh ibadetlere daha yakındır. Öyle ki evlenmek, kendisini ibadete vermek
kasdıyla bekâr kalmaktan çok daha üstündür. Hatta cihadla karşılaştırıldığında
da böyledir.” derken bu hususa işaret etmişlerdir.[1]
İslâm hukukunda nikâh ile oluşan ailede eşler
arasında karşılıklı haklar ve vazifeler tanımlanmıştır. Nitekim Kur’an
âyetlerinden ve hadîs-i şerîflerden bir kısmı nikâh ve talâk hakkında çeşitli
bilgiler ihtiva ederler. Bunun yanında İslâm ailesinin temelinde karşılıklı
güven ve iffet duygusunun bulunduğu da bir gerçektir.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, tarikat
silsilelerinde kendi adına özel bir şube teşkil edecek kadar ileri mertebede
bir şeyh ve âlimdir. Hadis, kelâm, fıkıh ve tasavvuf eserleri kaleme almış
velûd bir müellif; aynı zamanda muhaddis, mütekellim ve fakihtir. Gümüşhanevî
hiç kuşkusuz pek çok eser telif etmiştir.[2]
Onun eserlerinden olup bizim de çalışmamızda esas aldığımız ve içerisinde 7101
hadisi derlediği Râmûzü’l-ehâdîs ünlüdür.[3]
Bu eser iki kısımdır. Birinci kısım büyük ölçüde ahlâk hadislerinden teşekkül
eder. Ahkâm[4],
âdâb, tasavvuf, sosyal hayat, muâmelât bu kısımda yer alır. 701 hadisin yer
aldığı ikinci kısımda ise, Hz. Peygamber’in (a.s.) vasfına, günlük hayatını
nasıl değerlendirdiğine, ailevî ve beşerî münasebetlerine ilişkin hadisler
derlenmiştir.”[5]
Müellif, bu hadis derlemesini yine
kendisi şerh etmiştir.[6]
Bu şerh Levâmi‘u’l-ukûl diye meşhurdur. Eser beş cilt halinde matbu olup
Râmûz’da geçen hadislerin açıklamaları için yararlanılacak ilk kaynak
vasfını taşımaktadır.[7]
Gümüşhanevî’nin kendisi hakkında
birçok çalışma yapılmıştır. Bunlar arasında onu tanıtan kitaplar bulunduğu
gibi[8]
sempozyumlar ve bildiri kitapçıkları da vardır.[9]
Gümüşhanevî ile ilgili tasavvuf ve hadis sahalarında çalışılmış çeşitli tezler
de mevcuttur. Ayrıca onun hakkında yazılmış birçok tanıtım yazısı, konferans
metni ve makaleye de şahit olunabilmektedir. Ancak çeşitli yönleriyle ilmî
çalışmalara konu edilen Gümüşhanevî’nin İslâm hukuku sahasındaki görüşleri ve
daha özel olarak ‘aile hukuku’ hakkındaki fıkhî görüşlerini konu alan herhangi
bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olması bizi bu araştırmaya ve incelemeye
sevk etmiştir. Araştırmamız sonucunda edindiğimiz bilgileri şimdilik bildiri
sınırları dahilinde sunacağız. Fakat Gümüşhanevî’nin bu sahadaki görüşlerini
toplayarak ileride bir kitap halinde neşretmeyi planlamaktayız.
Çalışmamızda aile hukukundan
bahsedeceğimizden ötürü kısaca Gümüşhanevî’nin izdivacı hakkında şunu
kaydetmeliyiz: Gümüşhanevî, ömrünün sonlarına doğru Havva Seher Hanım adlı dul
bir bayanla evlenmiştir. Evlendiğinde altmış altı yaşında olduğu belirtilir.[10]
Evlilik hayatının kısa sürdüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca kendisinin bu
evliliğinden herhangi bir çocuğu olduğuna dair elimizde bilgi bulunmamaktadır.
Bu çalışmada Ahmed Ziyaüddin
Gümüşhanevî’nin (ö.1893) eserlerinden hareketle aile hukuku ve ilgili
meselelerin tesbitine gayret edilmiştir. Nikâh ve ilgili konular, bilhassa
hadisler ve onların fıkhî şerhleri üzerinden işlenmiştir. Bu çalışma ile nikâha
dair eşlerin bilmesi icap eden belli başlı âdâb ve erkâna ve de hak ve
yetkilere ışık tutulacaktır.
Nikâh tarafların şahitler huzurunda
icap ve kabulleriyle mehir karşılığında akdettikleri, geçicilik şartı taşımayan
birlikteliğe denir. Gümüşhanevî, nikâh tabirini tezevvüc ile açıklar[11]
ki bu kelimenin Türkçe anlamı zevce edinmek veya evlenmek demektir.
Hiç kuşkusuz İslâm fıkhında her hükmün bir sebebi
vardır. Nikahın sebebi ise insan nevinin en güzel surette devam etmesinin
nikâhla ilintili olmasıdır. Gümüşhanevî bunu şöyle dile getirir: Erkeğin
evlilikten maksadı, neslin muhafazası ve nefsin korunması, evin düzeni ve yine
malın muhafaza edilmesi olmalıdır. Sadece şehvet ve lezzet tatmini olmamalıdır.[12]
Dünyanın düzen içinde devam ettirilmesi ancak bunu sağlayacak olan insan
oğlunun tenasülünün ve nikâh akitlerinin düzenli şekilde yürütülmesi ile
mümkündür.
Nikâhın rüknü icap ve kabüldür. Taraflardan
birisinin nefsimi veyahut müvekkilimi veyahut da kızımı sana tezvic ettim
deyip diğerinin de ben de tezevvüc ettim yahut kendim veya müvekkilim yahut
oğlum için kabul ettim demesi ile olur.[13]
Nikâhın şartı zevc ve zevce, şer‘î mâniden hâli
bulunmak ve âkidler, herbiri diğerinin icap ve kabulünü işitir olmak ve o
esnada onların icap ve kabule dair olan sözlerini işitici, hür ve mükellef iki
müslüman şahit hazır bulunmaktır.[14]
İslâm dininde kimlerle evlenilemeyeceği muharremat
âyeti[15]
olarak bilinen âyet başta olmak üzere Kur’an’da ve ayrıca hadislerde sayılmış,
daha sonra nikâhın mânileri başlığı altında fıkıh eserlerinde düzenlenmiştir.
Özetle ifade edilecek olursa kan hısımlığı, evlenmeden doğan hısımlık ve süt
hısımlığının başta gelen evlenme engelleri arasında yer aldığını söylemek
mümkündür.
Ayrıca iki akrabanın bir nikâh altında olması Hz.
Peygamber’in hadisi ile yasaklanmıştır. Bu şekilde kıyılan nikâh haramdır ve bu
noktada icma mevcuttur. Sözü edilen meseledeki hadiste şöyle buyurulmuştur:
Kadın halasının üzerine, hala da kardeşinin kızı üzerine ve kadın teyzesinin
üzerine, teyze de kız kardeşinin kızı üzerine, büyük kız küçük kız üzerine,
küçük de büyük üzerine bir nikâh altına getirilemez.[16]
Nikâh ile karı koca arasında oluşan zevciyyet bağı
sonucunda şer‘an izin verilen daire içinde eşler birbirinden istimta etme
hakkını alırlar. Bu nikâhın sağladığı bir helâlliktir.[17]
Bundan başka evlenmeye bağlı oluşan yakınlık (musaheret) dolayısıyla eşlerin
herbirisinin usul ve fürûu, diğerininkilere yukarıda da söylendiği üzere
nikâhlanma bakımından haram olur. Nikâh akdi ile doğan bir başka hüküm ise
eşlerden birinin vefatında diğerinin ona mirasçı olmasıdır.[18]
Sahih akde göre vâki olan bir nikâh ile kadın
hakkında diğer kimse ile akde mâni olmak ve kadın kocasının nef‘i / faydası
için nefsini tutmak ve binaenaleyh evden ancak kocasının izni ile çıkabilmek ve
mehir ve nafaka kocaya ait olmak dahi nikâhın hükümlerindendir.[19]
Bunun dışında nikâhın sıfatı kişiden kişiye bağlı
olarak ayrı ayrı hükümler ile tanımlanır. Bu noktada Gümüşhanevî’nin de
belirttiği üzere “Nikâh benim sünnetimdir.”[20]
hadisinden İslâm âlimleri şu hükümleri çıkartmıştır: Nikâh yani evlenmek
itidal halinde sünnet-i müekkede, kuvvetli arzu ve iştiyakın bulunması halinde
vâcip, eşin hukukunun yerine getirilemeyeceğinden korkulması halinde ise
mekruhtur. Gümüşhanevî bu görüşü Dürer adlı kitaptan nak- letmiştir.[21]
Bunun yanında zulüm korkusu bulunması halinde mekruh ve kesin zulüm olacağı
bilinmesi halinde ise nikâh haram olur.[22]
Dinin maksatlarına katkı sağladığı
için dolaylı olarak evliliğin bir ibadet sayıldığını ifade eden âlimler
çıkmıştır. Şâri‘in, yapılmasını teşvik ettiği işlere vesile olan evliliklere
ibadet olarak bakılmıştır.[23]
Hadiste şöyle buyurulmuştur: Nikâh,
benim sünnetimdir. Kim ki benim sünnetimi yapmazsa benden değildir. Evlenin,
zira ben, sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Kim güç
sahibi ise evlensin. Kim de bulamazsa oruç tutsun.[24]
Evlendiği için kimse kınanamaz. Çünkü
evlilik, dinin teşvik ettiği ve tesis edilmesini hoş karşıladığı bir kurumdur.[25]
Ayrıca Kur’an’da nikâhın tavsiye edilmesi; hadiste de “İki kişi arasında nikâh
hususunda şefaat, şefaatin efdalindendir.”[26]
buyurulması, konunun önemini iyice ortaya koyar.
Buna göre evlenmek büyük çoğunluğu
teşkil eden insanlar hakkında sünnet-i müekkede, evlenmemek ise mekruhtur.
Nitekim (Resûlullah) tebettülü (ademü’t-tezevvüc: evlilik yapmamak)
yasaklamıştır.[27]
Ancak bu yasaklamanın genel manada olmadığı yani herkese şamil olmadığı burada
belirtilmelidir.
Gümüşhanevî nikâhlanmanın değeri ve
önemi hakkında şöyle düşünür: Cenab-ı hakkın eşlere nikâh yoluyla fazlından
bahşettiği meşrû birlikteliği ve sevinci bırakıp da meşrû olmayan yollarla
birliktelik ve saadet arayanlara bunun karşılığında fakirlik ve meskenet cezası
verilir. Diğer ifadeyle bir toplumda evlilik değil de zina artarsa bunun doğal
sonucu olarak o toplumda fakirlik ve sefaletin çoğalması kaçınılmazdır.[28]
Evlenmenin amacının insan neslinin
devam ettirilmesi olduğunu daha evvel belirtmiştik. O nedenle evlenme akdinin
gerek öncesinde gerek tesis edilmesi esnasında gerekse de sonrasında bazı
düzenlemeler mevcuttur. Zira konu insan olunca hukukî tasarrufların da nizama
uygun şekilde incelenmesinin önemi bir kat daha artıyor denebilir. Bu bağlamda
nikâha te- kaddüm eden yani önceden yapılacak hususiyetler de nikâh âdâbıyla
ilgili olduğu için kısaca ele alınacaktır. Bu bölümde eş seçimi, kız isteme,
nikâhta veli izni, nikâhın ilan edilmesi, vb. konular incelenecektir.
Hz. Peygamber, bir hanımı nikâhlamak
istediğinde ona “cefne”yi hatırlatırdı. Cefne, bir sini adıdır. Bu tabir burada
maddeten geçim genişliğini ifade etmek için kullanılmıştır.[29]
İstenecek kızın veya kadının evliliğe
teşvik edilmesi gerektiği konusu yer yer Gümüşha- nevî’nin eserlerinde
kaydedilmiştir. Evlendikleri takdirde kadınların bolluk içinde yaşama im-
kânına kavuşacakları hatırlatılmış[30],
söz konusu bolluk ise “mehir, nafaka, bol yiyecek ve er- zak”[31]
ile örneklendirilmiştir.
Kız isteme konusunda bir çok hadîs-i şerîf
mevcuttur. Bunlardan Gümüşhanevî’nin de eserinde yer alan şu örnekler
sayılabilir:
Bakire alın. Zira onların ağzı daha tatlıdır.
Doğum yapabilme cihetinden verimli ve aza da kanaatkâr olurlar (Buna binaen kız
almak, dul almaktan müstehaptır.)[32].
“Kız alsan olmaz mıydı ki, onunla şakalaşırdın.
Hayatınız tatlı olurdu. Hz. Cabir’den (r.a.) naklen, o demiştir ki: Resûlullah
bana sordu ki, kızla mı dulla mı evlendin? Dedim ki dul aldım. Onun üzerine
yukarıdaki hadis vârit oldu.[33]
“…Bir de bir kimse kardeşinin evlenme teklifinde
bulunduğu kadına, o nikâhlanıncaya veya vaz geçinceye kadar talib olmasın.”[34]
“Sizden birisi bir kadınla evlenmek istediğinde,
imkân bulursa, nikâhını destekleyici olacak vasıflarına nazar etsin.”[35]
“Allah Teâlâ, sizden bir erkeğin kalbine, bir
kadını nikâhlama arzusu vermişse, o kimsenin o kadına bakmasında bir beis
yoktur.”[36]
“Sizden birisi bir kadına talib olduğunda,
güzelliğinden sorduğu gibi saçı hakkında da bilgi alsın. Zira saç iki
güzellikten birisidir.”[37]
“Git, ona bak. Zira böyle yapman yani evlenmek
istediğin kimseyi görmen, aranızın daha iyi olması için daha uygundur.”[38]
Kız istemenin hadiste dile getirilen bir de kader
boyutu bulunur ki şöyle anlatılır: Eğer sana İsrafil (a.s.), Cebrail (a.s.),
Mikail (a.s.) ve Hamele-i Arş, aralarında ben de olduğum halde dua etseydik,
sen ancak senin için yazılan kadınla evlenirdin. Sahabeden bir zatın Hz. Pey-
gamber’e “Bir kadını almak istiyorum, dua et.” demesi üzerine bu hadis vârit
olmuştur.[39]
Görüldüğü üzere nikâh meselesinin insan iradesi yanı sıra kader ile ilişkili
olduğu bir yönü daha bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, kadınlardan birini nikâhlamak murad
ettiklerinde perde arkasından: “Ey kızım filan adam seni istiyor. Onu
istemiyorsan (hayır) de. Zira hiç kimse (hayır) demekten utanmamalıdır. Eğer
razı isen bil ki senin (sükûtun) ikrardır” derdi.[40]
Hz. Peygamber bunu akrabalarından bir kadın için yahut da çok yakın ashabının
kız çocukları hakkında böyle yapardı. Dolayısıyla velisi bulunduğu kimseleri
evlendiren her bir kimsenin bu kurala riayet etmesi müstehaptır. Zira bu hem
insanın hoşuna gider, hem de ileriki sonuçları bakımından daha sağlıklıdır.[41]
Yetim kız, kendi nefsi hakkında muhayyer
bırakılır. Sükût ederse ikrardan sayılır. Eğer çekinirse onun üzerine
cevaz yoktur.[42]
Kişi evleneceği adaya bakabilir. Bunda
bir sakınca yoktur. Konu hakkında Gümüşhanevî, İslâm fıkhında yer alan
kolaylaştırma ilkesinden bahseder. Meselâ der ki: “Hekimin ve şahidin (dünür
gidilen kıza) bakması, bakmaksızın nikâhın câiz olması da kolaylıklar
cümlesindendir. Çünkü herkes, kızına veya kardeşine her talip olanın bakmasına
rıza göstermeyebilir.”[43]
Evlenmek istediği kimseye bakmaya özel
olarak verilen bu izin fitneye düşme korkusu olmadığı takdirde ve ihtiyaç
kadarıyla sınırlıdır. Esasen bu iznin Şâri‘ tarafından verildiği de kaydedilir.[44]
Ayrıca bakılacak azaların eller ve yüzden ibaret olduğu da hatırlanmalıdır.
İmam Ebû Hanîfe nikâhın velisiz ve
bakmaksızın yapılabileceğini de söylemiştir.[45]
Konuyla ilgili olduğu için şu
hadisleri de nakletmekte fayda görülmüştür:
“Kadınları evlenmelerinde hüküm sahibi
ediniz. Bu hususta dul kadın arzusunu açıklar; kızın rızası ise susmasıdır.”[46]
“Yetim kızın kendisine sorulur. Eğer
susarsa, bu, kabul ediyor demektir. Şayet istemezse, artık onun nikâhını
yapmaya imkân yoktur.”[47]
“Dul (nikâh hususunda), velisinden
fazla söz sahibidir. Kız olursa babası kendisi hakkında fikrini sorar. Kızın
susması izin sayılır.”[48]
“Hususi velisi olan kimseyi, umumî
veli durumunda olan hâkim evlendiremez.”[49]
Kız isteme usulü ise şu şekilde
özetlenebilir: Kız istemeye erkeğin velisi, anne veya babası, büyükleri,
amcası, dayısı ve bunlardan herhangi biri yoksa başka yakınları da gidebilir.
Esasen evlenmeyi düşündüğü kızı bizzat erkeğin istemesi de mümkündür. Fakat bu
noktada örf ve âdet neyi öngörüyorsa ona riayet etmek daha uygundur.
Hatta erkek tarafı güzel ahlâkı,
fazileti ve dindarlığı ile temayüz etmiş biri ise bu takdirde kız tarafı da ona
teklif götürebilir. Bunda dinen herhangi bir sakınca yoktur.
Bu sözünü ettiğimiz kız istemenin
Allah’ın emri ve Hz. Peygamber’in sünneti olduğu unutulmamalıdır. İsteme
sonucu cevap müsbet ise bu uygun bir şekilde açıklanmalı ve mâkul bir süre
içinde nikâh akdi yapılmalıdır. Eğer nikâhtan önce bir nişan yapılmış ise bunun
süresi iyi ayarlanmalı ve çok fazla uzatılmamalıdır.
Bir kimse bir bayanı isteyip talep
ettiğinde ve onunla evleneceği zaman siyah boya ile boyanmış olduğunda bunu ona
bildirmesi gerekir. Yani karşı tarafın, erkek tarafını olduğundan daha genç
zannetmesine sebebiyet verilmemeli, kadının erkeğe olan arzusu bu şekilde
çekil- memelidir. Erkek aday zengin olsa da genellikle kadınlar yaşlı bir
kimseyi arzu etmezler. Sonuç olarak aldatmanın tasvib edilmediği söylenebilir.[50]
Velinin izni nikâhta şart olarak
aranır.[51]
Çünkü hadiste şöyle buyurulmaktadır: Velisiz nikâh olmaz. Velisi olmayanın
velisi (sultandır) hükümettir.[52]
Gümüşhanevî bu noktada şu açıklamaları yapar:
Konuyla ilgili hadisi Hanefî âlimler öyle anlaşılıyor ki çocuklar ve mecnun
olanlar için tahsis etmiş ve bunlar dışındaki kadınların kendi kendilerini
nikâhlamalarını geçerli saymıştır. Oysa ki bu mana hadisin zahir manasına uygun
düşmemektedir. Buna karşılık İmam Şâfiî ve cumhurun görüşüne göre bir bayanın
kendi kendisini evlendirmesi câiz değildir. Hatta İmam Şâfiî’ye göre
nikâhladıktan sonra velisi izin verse de yapılan akit batıldır.[53]
Bu mevzûda başka rivayetler de mevcuttur. Meselâ evliliğin veli izni ile
birlikte âdil iki şahit huzurunda ve hatta mehir belirlendikten sonra geçerli
olacağını ifade eden hadisler nakledilmektedir.[54]
Bu manayı şu hadis de desteklemektedir: Hangi
kadın ki velisinin izni olmadan evlenmişse, nikâhı batıldır. Nikâhı batıldır.
Nikâhı batıldır. Zifaf olmuşsa kadın için mehir hakkı vardır. Bir kadın ki
velisi yoktur; velisi sultandır.[55]
Gümüşhanevî şunları kaydetmiştir: Fıkha göre bir
kadın kendisini ancak velisinin izni varsa nikâhlayabilir. Hadis, bir bayanın
nikâh akdine doğrudan teşebbüsten men edildiği manasını vurgulamaktadır. Bu
görüş Şâfiî âlimlere aittir. Hanefî âlimler ise hadisin sağîreye (küçüklere),
cariyeye ve mükâtebe olan köleye tahsis edilmiş olduğunu söylerler. Yani
Hanefîler, hadisin hükmünü yetişkin bayanların kendilerini
nikâhlayabileceklerine hamletmişlerdir. Zira bütün tasarruflarındaki yetki
kullanımı buna emsal teşkil eder. Ancak Hanefîler’e şu şekilde itiraz
edilmiştir. Sağîre (küçük kız) kelimesi hüküm mevzûlarında imrae (kadın)
kelimesinden apayrı bir tabirdir.[56]
Evlenirken sırf zahir güzelliğe veya sırf mala ve
mülke iltifat ederek değil de evleneceği adaya onun dindarlığı ve diğer ifade
ile adâlet sahibi olması gözüyle bakıp evlilik kararı veren kimsenin bu sahih
niyeti sayesinde fakirlik ve yoksulluk çekmeyeceği ve başkasına muhtaç olmayacağı
kaydedilmiştir.[57]
Dolayısıyla tercih yaparken dindar olan adayın öncelenmesi tavsiye edilmiş
olmaktadır.
“Kadın; dini, malı ve güzelliği için nikâhlanır.
Bak din sahibine, elin toprak olası.”[58]
Gümüşhanevî, eş seçiminde şunlara dikkat
edilmesini söyler:
“Tohumlarınızı atacağınız tarlayı seçiniz”[59]
yani nikâh yerlerini iyisinden isteyiniz. Nikâhla- yacağınız eşlerde ve
nutfelerinizi atacağınız rahimlerde kirlilik hali bulunmasın.
Adayda akıl, iffet ve haya vasıfları bulunsun.
Bunlar esas vasıflardır. Fetanet ve ev maslahatlarıyla ilgili bilgi, aklın alt
bölümleridir. Kalp inceliği, tatlı dilli olmak, kocaya itaat etmek ve ona
hizmetkâr olmak ise iffetin alt bölümleridir. Örtünmek, takva olmak, (kût)
yiyeceği gizlemek, dışarı çıkmaya meyli bulunmamak ki dışarı çıkma işi
genellikle kutlama törenleri yahut başsağlığı ve yahut da hamama gitmek gibi
nedenlerle görülür, bunlara karşı aşırı derecede meylin bulunmaması da haya ile
ilgili alt bölümlerden sayılır.[60]
Hanımın ise evleneceği kimsenin sadece dış
görünüşüne aldanmaması gerekir. Erkek aday daha evlenmeden önce kendisinden
nefret edilmesin diye üstün vasıflarını öne çıkartarak, kusurlu yönlerini
kapatarak ve güler yüz göstererek bayan adaya yanaşırsa buna dikkat
edilmelidir. Erkeğin evlilikten
maksadı, neslin muhafazası ve nefsin korunması, evin düzeni ve yine malın
muhafaza edilmesi olmalıdır. Sadece şehvet ve lezzet tatmini olmamalıdır. Kadınların
iyi bir aileden olmaları tercih nedenidir. Çünkü çocuk, annesinin soyuna çeker
ve ona benzer. Bu noktada süt annelerin de aynı hükme tâbi olduğu söylenir.
Ayrıca denk olanlarla (küfüvv) nikâh yapılmalıdır.[61]
Nitekim hadiste “Siz siz olun çöplükte
yetişen bitkiden sakının.” yani kötü çevrede büyümüş olan güzel kadından uzak
durun buyurulur.[62]
Nikâhın ilan edilmesi gerektiği
hususunda Hz. Peygamber’den bize ulaşan bir takım rivayetler bulunur. Nikâhta
helâl ile haram arasını vasleden şeyin def ve ses olduğu, nikâhın aleni olması
gerektiği[63],
Hz. Peygamber’in gizli nikâhtan hoşlanmadığı ve nikâhın def ile ilanını iste-
diği[64]
şeklindeki haberler bu sözü edilen rivayetler arasında yer alır.
Nikâhların açıktan olmasını öngören ve
gizlenmesinden sakındıran bir haber ise Garâi- bü’l-hadis’te şu şekilde
geçer: “Nikâhı ilan edin, onu mescidlerde kıyın ve üzerine def çalın. Bir koyun
ile de olsa biriniz bir düğün yemeği versin.[65]
Sizden birisi kız istediği ve siyah boyaya boyandığı zaman bunu kıza bildirsin
ve karşı tarafı sakın aldatmasın.”[66]
“Nikâhı ilan ediniz yani açık biçimde
sevinci dışa vurun, aleni yapın ve nikâhla diğer törenler arasındaki fark bir
ziyafet yemeği olsun.” Bu hadis gizli nikâhın yasaklandığı manasını taşır.
Ancak nikâhın ilanın keyfiyeti konusunda ihtilâf vardır. Ebû Hanîfe iki erkek
yahut bir erkek iki kadının huzurundaki nikâhın aleni nikâh olduğunu söyler.
İmam Şâfiî ise en az iki âdil erkeğin bulunduğu her nikâhın, gizli nikâh
kapsamından müstesna olduğunu söyler. İsterse nikâhın gizlenmesi hususunda
birbirleriyle anlaşmış olsalar dahi böyledir.[67]
Bazı İslâm hukukçuları ise hadiste
emredilen ilan şartının şahit tutma olduğu görüşünü savunmuştur. Malikî
hukukçular ise gizli nikâhın, şahitlerin gizlemek üzere kendi aralarında
anlaşma yaptıkları nikâh şekli olduğunu söylemiştir. Malikî hukukçulara göre
nikâhta ilan şartı farzdır ve şahit bulundurmak bunun yerini alamaz. Genel
olarak burada ifade edilmek istenen, nikâhın herkese ilan edilip
duyurulmasıdır.[68]
Nikâhın mescidlerde yapılması ifadesi
ile nikâhın açıktan yapılması ve duyurulması vurgulanmıştır. Çünkü mescidler,
en başta gelen hayır ve fazilet mahfilleri olarak bilinir. “Nikâhta def çalın”
kısmı ise düğünün sevinç gösterisi olması sebebiyledir. Eğer mescidin def
çalınmaktan korunması gereken bir yer olduğunu; ancak bu şekilde nasıl
emredildiğini sorarsan ben de derim ki: Maksat mescidin içinde def çalınması
değildir, mescidin dışında çalınmasıdır. Mescidin içinde yerine getirilmesi
gerekli olan emir ise sadece nikâhın akdedilmesidir.[69]
Ayrıca bu hadis; düğünlerde,
kutlamalarda, sevinç ızharı yapılan merasimlerde def çalmanın helâl olduğunu
anlatır. Hanefîler erkekler için bunu mekruh, İmam Şâfiî ise bunu mubah kabul
etmiştir. Ona göre isterse zil ve çan ile de olsa. Çünkü Şâri‘ (Hz. Peygamber),
yanında def çalındığı halde O buna ses çıkarmamıştır. İbn Hacer, bu hadis ile
def çalınabileceğine istidlal edildiğini söylemiştir. Def çalma hakkında
çeşitli rivayetler vardır. Rivayetteki ‘def çalınız’
sözüne dayanarak hükmün sadece kadınlara
mahsus olmadığını, erkeklerin de bu kapsama girdiği iddia edilmiş ise de bu
görüş ona göre zayıftır. Çünkü erkeklerin kadınlara benzemesini yasaklayan
umumî kural nedeniyle böyledir. Def çalma konusundaki kuvvetli hadislerde Hz.
Peygamber tarafından verilen iznin kadınlara mahsus olduğu ve erkeklerin bu
noktada kadınlarla bir olamayacağı manası vardır.[70]
Düğün yemeği kısmında ise düğün sahibinin ziyafet amacıyla bir koyun keserek
bunu ikram etmesi tavsiye edilir.[71]
Hz. Peygamber’in, evlendiğinde veya birini
evlendirdiğinde hurma saçmakta oldukları[72]
söylenir.
Esasen dikkat edilmesi gereken bir konu vardır ki
o da velime yemeği verilmesidir. Velime evlenen tarafların düğün yemeği ikram
etmesi anlamındadır. Konuyla ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Evlenen
kimselerin bu daveti vermeleri tavsiye edildiği gibi buna katılmak da ayrıca
bir borçtur.[73]
Bu noktada velimenin bir ziyafet olma vasfı yanında aynı zamanda bir çeşit
duyuru niteliği taşıdığı da söylenebilir.
Hadiste buyurulduğu üzere bir kimse düğün yemeğine
davet edilir de gitmezse, Allah ve Resûlüne âsi olmuş olur. Davetsiz de
giderse, hırsız girer talancı çıkar. Yani bir düğün davetidir, menhiyat yoksa
vâcip mertebesindedir.[74]
Nikâh akdinin oluşumu ile ilgili bu bilgilerden
sonra, şimdi nikâhın sonuçları kısmına geçilecektir. Bu kısımdan itibaren
“mehir, duhul ve halvet, kocanın karısına karşı görevleri, nafaka sorumluluğu,
kadının kocasına karşı görevleri ve çocuk bakımı” konularına yer verilecektir.
Evliliğe Gücü Yetmek ve Mehir
Hadis kaynaklarında genç yaşta evlenmenin önemini
ortaya koyan çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Meselâ bunlardan birisini
ele alacak olursak şunu görürüz: Hangi delikanlı ki, genç yaşında evlenirse,
onun şeytanı şöyle bağırır: “Eyvah, dinini benden korudu.”[75]
Bu hadisteki “din” tabiri, “dinin büyük kısmını” korumak anlamında
yorumlanmıştır.[76]
Bu hadisle yakın anlamda olan diğer bir hadis
şerhinde ise şu ifadeye yer verilir: Sizden biriniz evlenince onun şeytanı
(azab içinde) şöyle bağırır: Eyvahlar olsun! İmanlı insanoğlu evlenerek dininin
üçte birini benden korudu.[77]
Bu konuda Hz. Peygamber’den nakledilen bir hadiste
özellikle gençlere hitap edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: “Ey gençler
topluluğu sizden biriniz evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin.” Gümüşhanevî bu
hadiste geçen evlenme sözünü açıklamış ve ‘kişi evlilik akdinin gereği olan
görevleri yerine getirmeye kendisinde güç buluyorsa o takdirde evlilik tavsiye
edilir’ demiştir.[78]
Bunlar mehir ve nafaka yükümlülükleri olarak da
anlaşılmıştır.[79]
Çünkü evlilik kişinin gözünü haramdan koruduğu gibi iffet ve namusunu da
harama düşmekten koruyan bir vazife görür. Öte yandan evlenmeye gücü
bulunmayanlar ise ‘oruç tutsun’ buyurulmuştur. Bu ise evlilik için belli bir
erişkinliğe sahip olduğu halde evlenemeyenlere bir tavsiye niteliğinde-
dir.[80]
Çünkü açlık kişinin şehvetini kırar ve meni israfından dolayı başına gelecek
şerden onu korur. Burada az yemek ile şehvetin kırılması anlatılmaktadır. Yeme
ve içmenin dizginlenmesi halinde kişinin kendini kontrol etmesi
kolaylaşacaktır. Çünkü bazen oruçlu olduğu halde tam manasıyla orucun hakkını
veremeyenlerin de bulunduğuna işaret edilmiştir. Dolayısıyla ideal olan oruç,
kendisi ile açlık ve şehvetin kırıldığı oruçtur.[81]
Bu noktada Hz. Peygamber’in ümmeti hakkındaki iki endişesi dile getirilmekte ve
“riya ile gizli şehvete” karşı bir uyarı yapılmaktadır. Gizli şehvet hali ile
anlatılmak istenen ise kısaca şudur: Kişinin oruçlu bulunduğu halde kendisine
canı çektiği bir şey takdim edilince orucunu terketmesidir.[82]
Bir hadiste ise şöyle buyurulur: Her
hangi bir kimse, mehrini vermemeye niyet etmiş olarak, bir kadın alsa, öldüğü
zaman zanidir. Yine bir kimse, birisinden, bedelini ödememeye niyet ederek, bir
şey satın alsa, öldüğü gün haindir ve hainin yeri de cehennemdir.[83]
Hadiste geçen mehir ile ilgili
ifadenin şerhi şöyledir: Bu niyet, zinanın künyesi, günahı da zinanın günahı
olarak kabul edilmiştir.[84]
Evlenmeden önce nikâhın sıhhat
şartlarından sayılan mehir hakkında şu hadisler karşımıza çıkmaktadır: Mehir
olarak, demirden bir yüzük mukabilinde olsa da yine evlen.[85]
“Kadının uğurundandır; nikâhının ve
evlenmesinin kolay, mehrinin hafif ve çocuk dünyaya getirişinin kolay olması.”[86]
Gümüşhanevî mehrin önemini vurgulayan
şu ilginç meseleye yer verir: Soru: Hangi baba kızını denk biri ile evlendirdiği
halde, İmâm-ı Âzam’a göre bu nikâh sahih değildir? Cevap: Kızının mehrini,
emsalinin mehrinden az tayin ederek kızını nikâhlayan sarhoş babanın kıydığı
nikâh.[87]
Konuyla ilgili birkaç örnek hadis
şöyle nakledilmektedir:
“Kadının dişiliğinden istifade, mehri
mukabilidir.”[88]
“Ödemeniz en haklı olan şartlar,
mehirlerdir.”[89]
“Kadınlarla evlenin. Zira onlar mal
getirir.” (Yani nikâh kısmet açar.)[90]
“Bekârları evlendiriniz. Yakın
akrabaların bu evlilikte üzerinde anlaşmaya vardıkları (me- hir) isterse bir
tutam misvak ağacı dalı olsa da.”[91]
Gümüşhanevî’nin mehir hakkındaki bazı
açıklamalarına burada yer vermek istiyoruz: Kadınların bereketçe en önde
geleni evlenirken sıkıntısı ve masrafı az olanıdır.[92]
Gümüşhanevî der ki: Kadınların
eşlerine külfet çıkartmayanları övülmüştür. Bir rivayette “eşine en az sıkıntı
verenidir” denir. Bununla dünya hayatının süslerine ve şehvetlerine düşmeksizin
az helâl ile kanaat eden kadın kastedilmiştir. Kanaat ettiği için dünyanın
külfetini kocasına yüklemez ve hafifleştirir. Bu sayede kocası da harama veya
şüpheli olan işlere tevessül
etmez. Hem bedeni hem de kalbi her
türlü sıkıntıdan ve tekellüften müsterih olur. Dolayısıyla da bereket büyür.
Kadının mehir ve sadak bakımından daha kolay olanının bereketli olduğu da ifade
edilmiştir. Böylece koca hanımına rıfk ile davranmaya özen gösterir. Cenâb-ı
Hak Refîk olup rıfk ile muameleyi her işinde sever. Urve der ki kadının ilk
kötülüğü mehrinin çok fazla olmasıdır. Deylemî’de ise “Sadaklarda yani
mehirlerde kolaylığa gidiniz.” denmektedir. Çünkü erkek, kadına mutlaka bu
mehri verir; ancak bu onun içinde o kadına karşı bir tesir bırakır.[93]
Öte yandan mehir bahsinde sükûtun konuşma yerine
geçtiğini de örnekleyen şu mesele zikredilmeye değer görülmüştür: Buna göre
evlenmeden önce susan bakire kızın susması ikrar yerine geçtiği gibi mehir
mevzûunda da sessiz kalması ikrar yerine geçer.[94]
Nikâh akdinin gereği olarak mehir verildikten
sonra bu akdin güçlendirilmesi cinsel muka- renet ile sağlanır. Bu yakınlığa
duhul adı verilir.
Halvet ise zevc ile zevce izinleri olmadıkça
üçüncü şahsın kendilerine ıttılaından emin oldukları bir yerde yalnız
bulunmalarından ibarettir.[95]
Geçerli bir halvet ile tek başına şu sonuçlar ve haklar meydana gelir: Gusül,
ihsan, kız çocuklarının haramlığı, üç talâk ile boşanmış kadın hakkında ilk
eşine helâllik, ric‘at; miras hakkı değilse de nesebin sübutu, iddet, nafaka ve
mehir hakları.[96]
Gümüşhanevî, halvet hakkında şunları söylemiştir:
Bir adam, uyuyan bir adamın bulunduğu yerde, bir kadınla halvette kalırsa, bu
halvet sayılmaz. Bunun dışında bir adam uyurken yabancı bir kadın gelir onun
yanında durursa halvet sayılır. Yani başbaşa kalmış sayılırlar. Ayrıca bir
kadın uyurken yabancı bir adam onun bulunduğu yere girer ve bir müddet kalırsa
halvet sayılır.[97]
Yabancı bir kadınla halvette (başbaşa) kalmak
haramdır. Alacaklısı ise ve kendisinden kaçıyorsa bir harabeye girmişse o
zaman halvette kalmasında bir mahzur yoktur. Yine yaşlı ve çirkin bir kadınsa
mahzurlu değildir. Bir erkek, mahremi olan bir kadın ile halvette kalabilir,
mahzuru yoktur; ancak karısının kız kardeşi ve süt kız kardeşi ile başbaşa
kalamaz.[98]
Halvetin yasaklığına işaret eden bir hadiste şöyle
buyurulur:
Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakın.
Nefsim yed-i kudretinde olana yemin ederim ki, bir kişi bir kadınla yanlız
kalmaz ki, aralarına şeytan girmiş olmasın. Bir kimsenin çamur veya balçığa
bulaşmış bir hınzırla sıkışık durumda olması, o kimse için kendine helâl
olmayan bir kadınla omuz omuza sıkışık olmasından daha hayırlıdır.[99]
Fukahaya göre halvetin halvet-i sahiha ve halvet-i gayr-i sahiha olmak üzere
iki şeklinden bahsedilir.[100]
Kocanın Karısına Karşı Görevleri
Hiç kuşkusuz nikâh akdi eşlere bazı hak ve
sorumluluklar getirir. Bu konuda öncelikli olarak Gümüşhanevî’nin kaydetmiş
olduğu hadislere yer vermek istiyoruz:
Mü’minlerin iman cihetinden kuvvetlileri ve ahlâk
cihetinden en güzelleri, ailesi efradına lütufkâr olanlarıdır.[101]
“Hanımları ile yalnız kaldıklarında,
insanların en yumuşağı, en kerimi, güler yüzlüsü ve mütebessimi idi.”[102]
“Ev hizmetlerini yaparlar ve ekseriya
dikilecek şeyleri de dikerlerdi.”[103]
Hizmetçi bulma konusunda Gümüşhanevî
şu ifadelere yer verir: Kadın babasının evinde iken hizmetçi tutmuyorsa
kocasının evinde olduğu zaman da kocasının ona hizmetçi tutması mecburiyeti
yoktur.[104]
Ev işlerinde kendisine yardım etmek
üzere Hz. Fatıma hizmetçi talep ettiğinde Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye ona
hizmetçi bulmasını emretmedi.[105]
Ancak bu konularda örfte geçerli olan uygulamaların, kadının babasının evinde
iken hizmetçisi bulunan bir hanım olması durumu yanında kocasının maddi
imkânları ve eşlerin birbirleri ile anlayışla iyi geçinmeleri etkili rol
oynayacağı anlaşılmaktadır. Bayan eşin hakkı, kocasının kendisine hizmetçi
temin etmesidir. Yoksa kendisinin hizmetçi olması değildir. Bu sahada
toplumdaki genel kabuller de dikkate alınmalıdır. Kadın bir şekilde hakkından
feragat etmediği sürece kocasının kendisine hizmetçi tutması, onun ücretini ve
gerekirse de hizmetçisinin nafakasını ödemesi icap eder. Yine hizmetçisi
bulunan bir kadının hizmete kendisi talip olması halinde, kocasının da buna
hanımını bayağılaştıracağı için rıza göstermemesi gerekir.[106]
Kişinin karısı için yerine getirmekle
yükümlü olacağı ödevler arasında onunla aynı yatağa gelmesi, hanımının cinsî
münasebetle ihtiyacını karşılaması, onunla muaşeret edip yine mu- başeret
etmesi sayılmaktadır.[107]
Hz. Peygamber, eşleri arasında son
derece dikkatli ve adâletli davranırlardı. Bu sebeple aileleri arasında âdil
bir şekilde taksim yaparlar ve şöyle dua ederlerdi: ‘Allahım, muktedir olduğum
ölçüde bu benim yaptığım taksimdir. Senin sahip olduğun ve benim malik
olmadığım hususlarda beni muâheze etme Allahım.’[108]
Bunlar yanında Hz. Peygamber’in eşleri arasında kura çekmek suretiyle günleri
bölüştürdüğü, onlara belli bir zaman ayırdığı, kendilerine ünsi- yet ettiği ve
böylece onların rızalarını aldığı da rivayet edilmektedir.[109]
Gümüşhanevî, itikâf yapması üzere
karısına izin veren kocanın daha sonra verdiği bu izinden dönmeye hakkı
bulunmadığını kaydetmiştir. [110]
Özellikle hassas davranılması gereken
iki grup insana hadiste şöyle dikkat çekilmektedir: Şu iki zayıf hakkında
Allah’tan korkun; dul kadın ve yetim çocuk.[111]
Gümüşhanevî, kadınların hassas bir
mizaç üzere yaratıldıklarına, onlara iyi muamele yapıldığı takdirde onlarla
uyum içinde yaşanabileceğine dikkat çekmektedir. Kadınların fıtrî bazı zaafları
ve yanlış davranışları bulunabilmekle beraber erkeğe düşen görev; tahammül, af,
anlayış, sabır, yumuşaklık, hoşgörü, iyi davranış ve güzel geçimdir. Bunlar
yanında onlara aşırıya kaçmamak şartıyla rıfk ile yardımcı olunması da gerekir.
Çünkü tamamen gevşek ve başıboş terk edilmeleri halinde ise söz konusu yanlış
gidiş, artarak devam edecek ve hatta günaha sürükleneceklerdir. Bu manayı
te’yid eden âyet ise şöyledir: “…kendinizi ve ailenizi koruyu- nuz…”[112]
“İman, yetmiş küsur şubedir. Efdali “La ilâhe
illallah” sözü ve en aşağısı da, eza verecek bir şeyi, yoldan kaldırmaktır.
Haya da imandan bir şubedir.”[113]
Yukarıdaki hadisin açıklama kısmında
Gümüşhanevî’nin “imanın şubeleri”ne yer vermiş olduğu görülür. İmanın
şubelerini sırasıyla anlatıp sözü bir noktada bizim de konumuzu teşkil eden
evlilik hukukuna getirmesi ilginçtir. Söz konusu başlık altında işlediği ve
kişinin “etbaı ile alakalı olan şubeler” diye bahsettiği noktaya gelince
Gümüşhanevî şu bilgileri aktarır:
Etba ile alakalı olanlar altı haslettir. Bu
hasletler şu şekilde sıralanmaktadır: Nikâh ile te- affüf, ehl-i iyalin
hukukunu gözetmek, anne-babaya iyilik yapmak ve âsi olmamak, evlatların
terbiyesini yapmak, sıla-i rahimde bulunmak, büyüklere saygı göstermek, köleye
yumuşaklıkla davranmak.[114]
Erkeğin haklarını ilgilendirmesi açısından şu
hadis de dikkati çekicidir: Kadın beş vakit namazı kıldığı, bir ay orucu
tuttuğu, kocasına itaat ettiği ve namusunu muhafaza ettiğinde, cennetin hangi
kapısından isterse oradan girer.[115]
Gümüşhanevî, bu bağlamda hanımın, Allah’a karşı masiyete düşmeyen konularda,
kocasına itaat etmesinin kocanın önemli bir hakkı olduğunu vurgular.[116]
Elbette erkeklerin hakları bulunduğu gibi
kadınların da buna mukabil hakları mevcuttur. Şu hadis bu gerçeği açıkça ortaya
koyar:
Ey insanlar! Kadınlar sizin yanınızda
yardımcıdırlar. Siz onları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onlara
yaklaşmanız da Allah’ın kelimesi ile helâl kılındı. Sizin onların üzerinde
haklarınız vardır. Ve onların da elbette sizin üzerinizde hakları vardır.
Yatağınızı kimseye çiğnetmemeleri ve maruf olan hususlarda size baş
kaldırmamaları onlar üzerindeki haklarınızdandır. Onlar, bu haklarınıza riayet
ederlerse, maruf üzere rızıklandırılıp giydirilmeleri de onların haklarıdır.[117]
Hadiste geçen “Kadınlar sizin yanınızda
yardımcıdırlar.”[118]
ifadesini açıklarken Gümüşha- nevî, kadınların erkeğin gerek malını ve gerekse
de ırzını koruyan yardımcılar olduğu belirtir.[119]
Bu noktada Gümüşhanevî sözlerine şöyle devam eder.
Rivayet edilmektedir ki Hz. Ömer’e bir adam
hanımından şikayet etmek üzere gelmişti. Hz. Ömer’in kapısına varınca Ömer’in
hanımı Ümmü Gülsüm’ün Ömer’e karşı bağırıp çağırmakta ve çıkışmakta olduğunu
işitti. Adam kendi kendine dedi ki: “Ben karımdan şikayet etmeye gelmiştim.
Oysa ki onda da aynı bendeki hal var.” Bunun üzerine adam geri döndü. Ömer
adamı çağırdı ve niye geldiğini sordu. O da haber verdi. Hz. Ömer şöyle
buyurdu: Onların bizlerde bazı hakları vardır. (Onun için söylediklerine pek
kulak asmam.)
Birincisi: Eşim benimle cehennem arasında bir
perdedir. Çünkü kalbim eşimle sükûnet buldu ve haramdan korundu.
İkincisi: Eşim, ben evimden çıkınca, evimde bir
hazineci ve bir muhafız olarak bulunur.
Üçüncüsü: Eşim benim için bir çamaşırcıdır. Elbisemi
yıkar.
Dördüncüsü: Eşim benim çocuğumun süt annesidir.
Beşincisi: Eşim benim için bir fırıncı ve bir
aşçıdır. Adam bunları dinleyince şöyle dedi:
Sana ne oluyorsa bana da öyle oluyor.
Madem ki sen vazgeçtin, ben de vazgeçerim.[120]
Hadisin şerhinde daha sonra özetle
kocanın ehli iyalinin haklarını yerine getirmesi gerektiği anlatılır.
Kadınların ve çocukların ahlâklarına ve kendilerinden gelebilecek eziyetlere
tahammül etmeye ve göğüs germeye işaret edilir. Onların ıslah edilmesi ve
onların din yoluna davet edilmesi gerektiği söylenir. Aynı şekilde hanımlar ve
çocukların hatırı için helâl kazanç teminine çalışmak ve çocukların terbiyesini
yerine getirmek gerekir. Ta ki Cenâb-ı Hakk’ın şu kavline uygun şekilde
davranılmış olunsun. “Onları güzellikle salıverin.”[121]
Ayrıca Gümüşhanevî, hadisin “O
kadınların ferclerini Allah’ın kelimesiyle helâl edindiniz.” kısmı hakkında:
“Allah’ın kitabı veya Allah’ın ahkâmı ile yahut da Allah’ı anarak yani besmele
ile helâl edindiniz.”[122]
açıklamasına yer verir.
“Sizlerin (erkeklerin) o kadınlar
üzerindeki hakları” kısmında ise onların ev dahilindeki sorumluluklarına temas
edilir. Evde yemek pişirmek, yerleri süpürmek, bulaşıkları ve çamaşırları
yıkamak şeklindeki hizmetler zikredilir. Kadın şayet bu hizmetleri yapmazsa
günahkâr olur. Ancak hanım kazâen buna zorlanmaz.[123]
Gümüşhanevî, “Bezzâziye kitabından
nakledilir.” diyerek şunları kaydeder: Nikâhlı yahut iddet bekleyen bir kadın
bir rahatsızlığı sebebiyle veya seçkin bir ailenin çocuğu olarak yetiştiği
için ekmek yapıp yemek pişirmekten yüz çevirirse bu takdirde kocası ona yemek
pişirecek bir kimse tutar. Eğer ki sözü edilen kadın kendi hizmetini kendi
gören kadınlardan ise o zaman bu işleri yapması zorla istenebilir.[124]
Toptan bir ifadeyle nikâh bir tür rık’tır (kölelik). Kadına mutlak surette
kocasına itaat etme yükü yükler.[125]
Kadın ev içinde yapılması örfte kabul
edilen işlerde kocasına yardım eder. Kocasının izni olmaksızın onun evinden
hiçbir şey vermez. En önemli iki hakka gelince, bunlardan birincisi kadının
örtünmesi ve korunması, ikincisi ise ihtiyaç fazlası şeyleri istemeyi terk
etmesidir.
Eğer kadın, kocasının kazancının haram
olduğunu biliyorsa onun kazancından uzak durmalıdır. Selef hanımları ve
kızları kocalarına şöyle söylerdi: “Sakın haram kazanma. Çünkü biz açlığa sabretsek
de cehenneme dayanamayız.” Hadisin “O kadınların da sizin üzerinizde hakları
vardır.” kısmında yemek yedirmek, giydirmek ve barındırmak zikredilir. Nafakayı
karşılamak günlük öğünler için vâcip olup ziyadesi ise mendubdur.[126]
Bir hadiste şöyle zikredilmektedir:
Hakîm b. Muâviye’den naklen o şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Resûlü! Eşimizin
bizim üzerimizdeki hakkı nedir?” diye sormuştum. Resûlullah efendimiz de şöyle
cevap vermişti: Yediğinden yedirmen, giydiğinden giydirmen, yüze vurmaman,
kötülememen, ev içerisindeki hariç (yani sadece yatakta ayrı) başka hiç bir
yerde kendisinden ayrı durmamandır. Evden çıkmaman ve boş evde onu yapayalnız
terketmemendir. Belki boş evde korkabilir yahut da kadına boş evde iken bir
başkası kötü niyetle ve kötü emelle gelebi- lir.[127]
Gümüşhanevî, Bezzâziye’de şöyle
kaydedilmiş olduğunu aktarır: Hanımı, kocasına karşı ağzını bozup ona
hitaben ağır sözler sarf ederse kocası onu dövebilir.[128]
Nihâye’de ise şöyle
nakledildiğini belirtir: Onu ancak
kendi menfaatini ilgilendiren hususta dövebilir.[129]
Buna göre kocası karısını namazı terk etmesi yüzünden dövemez. Babanın hilâfına
ki o çocuğunu dövebilir. Fakat Nisab adlı kitaptan nakledildiğine göre namazı
terk etme halinde kocanın da eşini onun güzelliğine bir noksanlık getirmeyecek
şekilde dövmesi câizdir.[130]
“Sizin hanımlarınız üzerindeki haklarınız”
noktasında ise “yatağı çiğnetmeme” sözü ile kadının ırzını koruması ve son
derece iffetli olması anlatılmak istenir. Ve iyilikte, maruf olan hususlarda
size baş kaldırmamalarıdır. Koca, hanımını evinden izinsiz çıkması halinde
döve- bilir.[131]
Gümüşhanevî, Kunye adlı kitaptan ise şunları
aktarır: Kocasına veya bir başkasına şetme- dip sövdüğü zaman kocası onu
dövebilir. Veya mahremi olmayan bir kimseye yüzünü gösterir yahut onunla
konuşursa yahut da evinden alışılmıştan fazla şey verirse onu dövebilir.[132]
Bu sayılan davranışlar için kadına ta‘zîr cezası
gerekir. Koca, hanımını ta‘zîr edebilir. Çünkü koca, hanımının sultanıdır.
Fakat bu yetkiyi kullanırken ifrata düşmekten sakınır. Eğer aşırıya kaçarsa bu
sefer kocaya ta‘zîr gerekir. Onlar bu görevlerine riayet ederlerse maruf üzere
rızık- landırılıp giydirilmeleri de onların hakkıdır.[133]
Gümüşhanevî, Ebü’l-Leys’in şöyle dediğini
nakleder: Hanımın koca üzerindeki hakkı beştir: Ona hizmetçi tutmalı ve onun
örtüsünden çıkmasına göz yummamalıdır. Çünkü kadın avrettir. Örtüsünden
çıkması ise günahtır. Helâlinden hanımını yedirmesi, ahkâma ilişkin abdest,
namaz ve oruç gibi mutlaka hanımının bilmesi icap eden meseleleri hanımına
kendisi öğretmesi, hanımına zulmetmemesi ve hanımına öğüt ve nasihat etmek
maksadıyla onun saldırısına (bağırıp çağırmasına) tahammül etmesidir.[134]
Nafaka Sorumluluğu
Kur’an âyetinin delâleti ile baba olan kimsenin
ehli iyalinin rızkını ve giyim kuşamını tedarik etmesi bir borçtur. Bunun
dışında konuyu düzenlyen bir çok hadîs-i şerîf mevcuttur.
Bu cümleden olarak “Ailene yedirdiğin senin için
sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin senin için sadakadır. Hadimine yedirdiğin senin
için sadakadır. Kendine yedirdiğin de senin için bir sadakadır.”[135]
buyurulmuştur.
Yine ailesinin veya çocuklarının ihtiyacını
karşılamak veya onları insanlardan müstağni kılmak için çalışan kimse hakkında
“O, Allah yolunda çalışıyor.” buyurulmaktadır.”[136]
Gümüşhanevî konuyla ilgili şunları aktarır: Bir
müslüman ehline (ailesine) karşılığını Allah’tan umarak nafaka harcarsa
yaptığı harcama onun için sadaka olur.[137]
Kişinin ailesine yaptığı harcamanın vâcip olduğunda icma vardır. Şâri‘in,
nafakayı sadaka olarak zikretmesinin sebebi müslümanlar “Vâcip olan ibadetleri
yapanlara sevap yoktur.” düşüncesine kapılmasınlar içindir.[138]
Konuyla ilgili bir diğer hadiste eşine
ailesine çoluk çocuğuna merhametle davranan ve onları geçindirmek üzere infak
edip ihsanda bulunan kimselerin Allah katında daha makbul ve daha sevimli kul
olduğu ifade edilmektedir.[139]”
“Allah’ın rızasını gözeterek yaptığın
her harcamadan dolayı sevap alırsın, hatta eşinin ağzına koyduğun lokmadan
bile.”[140]
Bu noktada infakın ibadet sevabına geçmesi için Allah’ın rızası gözetilmeli ve
niyetin sahih ve halis olması gerekmektedir.[141]
Gümüşhanevî şu hadise de yer verir:
Ehline, çocuğuna ve hizmetçine yaptığın harcama sadakadır. Öyle ise onlara eza
yaparak bu nafakayı başlarına kakma.[142]
Buna rağmen çocuğunun nafakasını
vermeyen baba hapsedilir.[143]
Kadın nafakası ile akraba nafakası
arasındaki şu farklara dikkat çekilmekte ve “Kadın nafakası, kocanın maddî
durumuna göredir. Akraba nafakası ise yetecek kadardır. Akraba nafakasında,
akrabanın fakir veya ihtiyar olması gerekir. Kadın nafakasında ise böyle bir
şart yoktur.” denmektedir.[144]
Kadının Kocasına Karşı Görevleri
Erkeklerin mükellef olduğu birçok
hususta kadın mükellef değildir.[145]
Ancak hanımın kocasına karşı görevleri ve ilgili âdâb hakkında şu bilgileri
aktarabiliriz: Öncelikle kadın, kocasına olan haklarının tamamını ödemedikçe
Cenâb-ı hakka karşı olan haklarını ödemiş sayılmaz. [146]
Çünkü koca hakkının çok büyük olduğu ile ilgili bir hayli haber ve
rivayet vardır. Bu haklar şu şekilde sıralanıyor: Kadın, Allah’a masiyete
düşmemek şartıyla kocasına daima itaat etmelidir. Namaz ve oruç dahil,
kocasından izin almaksızın asla nafile bir ibadet yapmamalıdır. Kocasının
kazandığı ile yetinmeli, kocasının hakkını gerek kendi nefsinden ve gerekse de
akrabalarının nefsinden önde tutmalıdır. Kocasının evinden müsaadesi olmadıkça
hiçbir şeyi vermemeli- dir.[147]
Kadının ‘örtünme ve korunması’ ile
‘kocasından ihtiyaç fazlası şeyleri istemeyi terketmesi’ en önemli haklar
arasında sayılır. Kadın, kocasının kazandığı ile yetinmeli ve eğer kocasının
harama düşeceğini önceden sezerse yukarıda da geçtiği üzere kendisine: “Sen sen
ol, sakın haram kazanma! Çünkü ben açlığa dayanırım, fakat cehennem azabına
dayanamam”[148]
demelidir.
Kadının uymakla yükümlü olduğu âdâb ve
erkân arasında ise şunlar sayılmaktadır: Kocasına karşı kendisinin güzelliği
ile övünmemeli; kocasının sözgelimi çirkinliğini, fakirliğini ve yaşlı olduğunu
yüzüne vurmamalıdır. İyilik haline devam etmeli, kocası yanında olmadığı zamanlarda
kendi halinde olmalı, kocası yanında olduğu zamanlarda ise eğlenceye ve lezzet
sebeplerine dönmelidir. Herhangi bir şekilde kocasına eziyet etmemelidir. Gücü
yettiği her konuda, her hizmeti yapmalı ve evinde kendine ait olan köşesinde
oturmalıdır. Bu bilgilerin tamamı, Miftâhu’s-saâde adlı kitaptadır.[149]
Konumuzla ilgili hakları dile getiren hadisler ise
şöyledir:
Kimsenin kimseye secde etmesini emretmem. Eğer bir
kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, kadına, erkeğine secde
etmesini emrederdim.[150]
Erkeğin, hanımının üzerindeki hakkı: Emrine itaat
etmesi, yeminini yerine getirmesi, yatağını terketmemesi, izni olmadan evden
çıkmaması ve erkeğin istemediği adamı eve alma- masıdır.[151]
Hiç kuşkusuz hanımın ve hatta genel bir ifadeyle
nafakası ile yükümlü olunan kimselerin kişinin üzerinde hakkı bulunmaktadır.
Buna karşılık kocanın da belli hakları vardır ve bu hakların önemi daha
fazladır. Aşağıdaki hadisler kocanın kadın üzerindeki hakkını anlatmaya
kâfidir:
“Bir kimse haceti için zevcesini çağırdığında,
tandır üzerinde de olsa ona gelsin.”[152]
“Bir kimse zevcesini yatağına çağırdığında, o
kadın deve sırtında da olsa davetine icabet etsin.”[153]
Bir kimse zevcesini yatağına çağırdığında gelmez,
yüz çevirir de kocası ona öfkeli olarak gecelerse, sabah oluncaya kadar
melekler o kadına lanet eder.[154]
“Erkek, farz olan oruçların dışında karısına oruç
tutturmamak hakkına sahiptir.”[155]
Yani kadın kocasının izni olmadan nafile oruç tutamaz.[156]
Çünkü kadın oruçlu olması halinde kocası hakkında hanımlık görevini ihmal
edeceğinden ötürü kocası ile aynı şehirde olduğu zaman zarfında kocasının izni
olmadan böyle bir tercihte bulunamaz denmiştir.[157]
Kocanın malından infak etmek için hanımın
kocasından izin alması icap eder. Esasen kadın eşinin evinde onun malını
korumakla yükümlüdür. Hanımın kocasının emirlerine mümkün ve mubah olan her
safhada itaat etmesi vâciptir. Dolayısıyla kocasının izni ve rızası dahilinde
olursa evinden birşeyler dağıtabilir. Yakınlarına verip yedirebilir. Bunun
aileye zarar getirmemesine özen gösterir. Örf ve âdet bunun miktarının
tayininde belirleyici olabilir. Farz-ı muhal kadın kocasının parasına, malına
ve değerli eşyalarına çok düşkün veya cimri birisi olduğunu biliyorsa ve malı
alındığında eşiyle kendisi arasında anlaşmazlık zuhur edeceğinden korkuyorsa o
takdirde kocası kendisine açık izin vermediği müddetçe karısı kocasının
parasından tasadduk edemez.[158]
Kocasının ehli iyali veya eve gelen misafirler
için kocasının kazandığı yiyecekten veya evindeki yemekten veya evinde olan
sair şeylerden infak etmesi halinde bu infaktan kadın sevap alır. Yeter ki koca
bu sayılanlar hakkında karısına tasarruf etmek üzere açıkça izin vermiş olsun.
Bu tasarruftan kocası da sevap alır. Kocası kazandığı için, hanımı da infak
ettiği için. Ancak bu hususta örfe göre aşırıya kaçmamak ve savurganlığa
düşmemek gerekir. Bunun yanında sevaba niyet ederek ve umarak bu infakı
gerçekleştirmelidir.[159]
Evden dışarı çıkma meselesindeki hadis ise
şöyledir: Hergangi bir kadın, kocasının evinden, onun izni olmaksızın çıkarsa,
kocası kendisinden razı oluncaya kadar, güneşin ve ayın
üzerine doğduğu her şey ona lanet
eder.[160]
Bu hadisin bir farklı rivayeti ise şu şekilde nakledilmiştir:
Herhangi bir kadın ki kocasının izni
olmadan evinden çıkarsa, evine dönünceye veya kocasının rızasını alıncaya
kadar Allah’ın gazabında olur.[161]
Bu hadisteki ifade genel kural getirmekle birlikte kadının evden çıkmasını
mazur kılacak belli zaruret halleri bu kuralın istisnası olarak sayılır. Bu
şer‘î zaruret hallerinden birkaçı şunlardır: Dinini öğrenmek veya öğretmek,
ana-babasını gerek ziyaret, gerekse onlara bakmak ve hastalığında görmek,
gerekse de taziye etmek üzere evinden çıkması câizdir. Ayrıca kadının ebe
olması veya çocuklara bakan öğretmen olması ve yahut da evde iken kocasının
kendisine fena muamele iradesi bulunması ve bundan ötürü korku duyması halinde
ondan emin olmak gayesiyle evinden çıkmasına izin vardır.[162]
Dolayısıyla belli hallerde hüküm değişebilmektedir.[163]
Çocuk Bakımı Eğitimi ve Evlat Hakları
Gümüşhanevî konuyla ilgili şu
hadislere yer vermektedir: Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Lisanı
içindekini dışa vurana kadar. Lisanı içindekini dışa vurunca, ya şükreden ya da
küfreden biri olur.[164]
Dolayısıyla çocuğun eğitim ve öğretimi
velisinin üzerine borçtur. Velisi çocukta kötü bir huy gördüğünde ona mani
olmalıdır. Bir âyet-i celilede şöyle buyurulmuştur: “Ey iman edenler kendinizi
ve ailenizi o ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taşlardan oluşur.”[165]
İlgili diğer hadiste ise şöyle
buyurulur: Evladınıza yedi yaşında namazı emredin. On yaşında kılmazlarsa
dövün ve yataklarını ayırın.[166]
Çocuklar arasında ne şekilde
davranılacağına ışık tutan hadiste; “Allah’tan korkun. Evladınız arasında
adâletle muamele edin.” buyurulur. Diğer rivayette ise; “Çocuklarınızın sizlere
itaatli olmalarını istediğiniz gibi siz de onların aralarında adâletle
davranınız.”[167]
buyurulur.
Gümüşhanevî’nin bu noktadaki
vasiyetleri arasında şu bilgilerin yer aldığına şahit oluyoruz: İbtidâ-i
tasavvuf halk içinde mümkündür ve kız çocuklarını yedi yaşından yukarısını
döşeklerinizden ayrı yatırıp ve âher nâmahremden bir kimseye göstermemeli. Büyük
kızlara ve ehli iyalde (ailelerinizde) ihtimam ediniz. Bütün peygamberler ehli
iyali (ailelerini, çoluk çocuklarını) korumakla emrolundu. Hz. Peygamber’in
“Sa‘d b. Ebî Vakkas’ın kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Muhakkak ki ben
ondan, Allah da benden daha gayretlidir/kıskançtır.” hadîs-i şerîfi, iyali
muhafaza etme konusunda kâfidir.[168]
Çocuklarınıza takvalı yetişmeleri hususunda yardımcı olunuz. Bu nedenle
çocuklara iyilikle ve güzellikle yaklaşılmalı ve asla baskı yapılmamalıdır.
Onlara hediye verirken yahut bir iyilik yaparken eşit davranılmalıdır.
Gümüşhanevî, şunları da sözlerine
eklemiştir: Onların sizlere iyilik yapmalarına yardımcı olmak üzere sizler de
onlara yardımcı olunuz. İsteyen anne ve baba çocuğundaki âsiliği ve itaatsizliği
kaldırabilir. Bunun için çocuğun itaat etmesini sağlayacak şekilde ona değer
verilerek yaklaşılmalıdır.[169]
Doğrudan doğruya babanın çocuğuna karşı yapmakla
görevli olduğu hususlar ise şu hadislerde belirtilmektedir: Evlâdın baba
üzerindeki hakkı; babasının kendisine yazıyı, yüzmeyi, nişan almayı öğretmesi
ve ona ancak helâl yedirmesidir.[170]
Evlâdın baba üzerindeki hakkı; babasının kendisine
güzel isim vermesi, Kur’an’ı öğretmesi ve vakti gelince de evlendirmesidir.[171]
Kişinin ehline, çocuğuna ve hizmetçisine yaptığı
harcama dinde sadaka olarak tanıtıldığı halde[172]
bir baba çocuğunun nafakasını vermekten kaçınmaya ısrarla devam ediyorsa böyle
baba hapsedilir.[173]
II.
Talâk/Boşanma
Talâk sözlükte boşanma anlamında olup ıstılahta
ise kocanın iradesiyle nikâh bağını çözmesi demektir. Bu çözme işi belli
lafızlarla ifade edilir. Boşama derhal meydana gelebildiği gibi ileriye dönük
şekilde de kullanılabilir. Boşanma manasını anlatan lafızlar kendi arasında
sarih ve kinâye olarak iki kısımda incelenir. Sarih olanlar ile boşanma meydana
gelir, ayrıca niyete gerek duyurmaz. Kinâyeli olanlarda ise boşanmanın
varlığından söz edebilmek için niyete ihtiyaç vardır.
Hadiste de ifade edildiği üzere nikâhtan evvel
talâk yoktur.[174]
Evlenmeden önce boşama hakkında şunlar söylenmiştir: Bu, malik olunmayan şeyin
satılmasına yine malik olunmayan şeyin âzat edilmesine benzer. Dolayısıyla
geçerli değildir.[175]
Boşanma, evlilik kurumunu ve nitekim insanı
ilgilendirir. Bu nedenle son derece önemlidir. Şaka kaldırmaz. Ciddi bir
iştir. Ancak İslâm’da Allah’ın en nahoş kabul ettiği bir helâl olarak boşanmaya
müsaade edilmiştir.[176]
Boşanma, birbiriyle anlaşamayan ve geçinemeyen kimselere sunulan en son çare
olarak benimsenmiştir.
Anlaşmazlık ve geçimsizlik gibi durumlara eşlerin
arasını bulmak dinin tavsiye ettiği konular arasında gelir. Nitekim, Kur’an’da
her iki taraftan işi bilen hakemlerin gönderilmesi ile anlaşmazlığın bir
şekilde çözüme kavuşturulması teklif edilmiştir.[177]
Gümüşhanevî de bu konuda şöyle der: Geçimsizlik ve şikak halinde eşler
arasının ıslah edilmesi için tavsiye vardır.[178]
Her türlü çare ve imkânlar zorlandığı halde
eşlerin birarada yapamayacakları kesin surette anlaşılırsa bu takdirde nikâh
bağının çözülmesi ve eşlerin salıverilmesi doğru olanıdır. Fakat bu esnada
iyilikle ve güzellikle salıverme bir esastır ve Kur’an’ın da emridir.[179]
Bu genel kuraldan sonra şimdi boşanmayı istenmez
ve sevimsiz olarak tanıtan şu hadislere de yer vermekte fayda vardır:
“Evlenin, boşanmayın. Zira talâktan arş-ı âla
titrer.”[180]
“Nedir şu kavmin hali ki, Allah’ın hududu ile
oynuyorlar. Seni boşadım, seni aldım diyerek. Seni boşadım seni aldım diyerek.”[181]
“Cenab-ı hak zevkine çok düşkün
erkeklerden ve yine zevkine çok düşkün kadınlardan hoşlanmaz.”[182]
“Herhangi bir kadın, belli başlı bir
sebeb olmadan, kocasından boşanmak isterse, ona cennetin kokusu dahi haram
olur.”[183]
Benzer rivayetteki ifade “Her ne
suretle olursa olsun boşanmak isteyen kadınlar münâfık- tırlar.” şeklindedir.[184]
Bu hadisin şerhini yaparken İbn
Hacer’den nakil yapan Gümüşhanevî, onun şöyle dediğine dikkati çeker: Hadis,
kocasından boşanmayı talep eden kadını bundan vazgeçirmeye matuftur. Sahih
haberler esasen kadının bir sebep bulunmadığı halde bu yola başvurmasının
çirkinliğini anlatır.[185]
Zaruret teşkil edecek herhangi bir sebep varsa buna denecek bir şey olmaz.
Aynı durum erkek için de söz konusudur. Meselâ Gümüşhanevî, bir erkek şayet
“Namaz kılmayan bir kadın ile yaşayacaksa onu boşaması daha uygun bir davranış
olur.”[186]
demiştir.
Herhangi bir kadın, belli başlı bir
sebeb olmadan, kocasından boşanmak isterse, ona cennetin kokusu dahi haram
olur.[187]
Gümüşhanevî ise bu konuda şunları söylemektedir: Bu ifade geçerli bir mazeret
veya bir sebep yokken bir bedel teklif ederek (muhâlea) yahut normal talâk ile
boşanmayı talep eden kadın hakkında oldukça caydırıcı bir ifadedir.
Gümüşhanevî, buradaki davranışın münâfıklık olarak ifade edilmesi hakkında
İbnü’l-Arabî’den nakil yaparak devam eder ve der ki: Genellikle kadınlar rıza
gösterme ve sabır etme bakımından zayıftırlar. Çoğunlukla da kocalarına karşı
itaatsizlik ettikleri gibi onlara sert davranırlar. Ayrıca eşlerine karşı da
küfran-ı nimete düşerler ki bu sebeple onlara münâfık adı verilmiş oldu. Zaten
nifak, küfrân-ı aşîr demektir.[188]
Esasen kusursuz insan olmaz. Üstelik
ufak tefek problemler her ailede görülebilir. Karşılıklı anlayış, hoşgörü,
sevgi ve saygı bu tür sorunların ilâcıdır. Kadınların yaşadıkları duygusallık
halini de hesaba katarak onlara karşı müsamahakâr davranmak gerekir. Kadına
karşı şiddet ve aşırı sertlik asla çözüm olmaz. Bu noktada hadiste şöyle buyurulmaktadır:
Kadın kaburgadan yaratılmıştır. ‘Doğrultayım’ dersen kırarsın. Müdâra et ve
uyarınca git ki geçinesin.[189]
İslâm fıkhında boşanmanın meşrû
kılınması kolaylık ilkesinin bir gereğidir. Çünkü birbirinden nefret eden karı
ve kocanın bir ömür boyu birlikte yaşamaları eşlerden her ikisi için de işkence
ve çileden başka bir şey olmaz.[190]
Evlilik ve boşanma mevzûunun yukarıda
belirtildiği üzere şaka götürmez bir yönü vardır. Konuyla ilgili şu hadisleri
hatırlamakta fayda vardır:
Bir kimse bir kadını boşasa yahut sen
bana haramsın dese, yahut bir kadınla nefsini nikâh- lasa veya başkasını
başkasına nikâhlasa da sonra “Ben şakadan yaptım.” dese bu iş ciddidir. Bunun
şakası olmaz.[191]
Bir kimse boşasa veya âzat etse, veya
evlense veya evlendirse, ciddi veya şaka olarak yapsa da yaptığının hükmü
geçerlidir.[192]
“Üç şey vardır ki, ciddisi de ciddi, şakası da
ciddidir. Talâk, nikâh ve köle âzat etmek.”[193]
Bir rivayette bunlardan başka ‘talâktan dönme’ de zikredilir.[194]
Üç kez boşanmış olan kadının süknâ hakkı yanında
nafaka hakkı vardır. Bu Hanefî fakih- lerin görüşüdür.[195]
Bu ister ric‘î isterse bâin boşama olsun iddet süresi içinde böyledir. Kadın
hamile olduğunu iddia ederse bu takdirde iddet ihtiyatı gereği iki seneye kadar
hanıma nafaka ödeme yükümlülüğü bulunur.[196]
Üç boşama işine gelince boşama yetkisi her
kullanılmasında erkeğin sahip olduğu haklardan bir tanesi eksilir. Bu yetki
son ve üçüncü olarak kullanıldığında artık eşlerin tekrar birlikte olmaları
haram olur. Bunun bir istisnası vardır. Bu hususa aşağıdaki hadis kısmen ışık
tutmaktadır:
Bir kimse, zevcesini âdetinden temiz iken üç talâk
ile boşadığında veya sarih olmasa bile, yine üç talâkla boşadığında, kadın
başka bir erkekle nikâhlanmadıkça kendisine bir daha helâl olmaz. Yani ikinci
kocasının ölümü veya boşaması neticesinde eski zevcesi serbest kalmadıkça
onunla tekrar evlenemez.[197]
Konuya ışık tutan diğer hadisleri burada
nakletmekte fayda vardır:
“Üç defa talâk gören kadın, yeni kocası ile
münasebette bulunmayınca ayrılsa da eskisi ile evlenemez.”[198]
“Üç talâk halinde ikinci kocası kadının
balcağızından, kadın da erkeğin balcağızından tatmadıkça kadın birinci
kocasına helâl olmaz.”[199]
Bunun yanında kanunu tersten işleterek istismar
etmeye çalışanlar hakkında ise şu hadise yer verilmektedir:
“Müstear teke” nedir, onu size haber vereyim mi?
O, hülle yapan bir kimsedir ki, Allah ona ve kendi lehine hülle yaptırana lanet
etmiştir. (Üç talâktan sonra yalandan evlenme ha- li)[200]
Çünkü bu noktada insan onuru ile oynanmış ve kişilik aşağılanmıştır.[201]
Şimdi burada bir nebze sözel boşanmadan
bahsetmekte fayda görülmüştür.
Boşanma Lafızları
Gümüşhanevî de diğer İslâm âlimleri gibi boşama
için kullanılan lafızları ikiye ayırır. Bunlardan birincisi sarih lafızlardır
ki bunlarda boşamanın tahakkuku için niyet şart değildir. Gaflet, hata ve
unutarak da olsa bu lafızlar ile boşanma meydana gelir.[202]
Öte yandan kinâyeli lafızlar diye ikinci bir tür lafızlar daha mevcuttur ki
bunların kullanılması halinde diyâneten boşanma ancak niyetin varlığı halinde
vukua gelir. İsterse o lafız sarfedilirken boşanma mev- zûu konuşuluyor olunsun
farketmez. Niyet şarttır. Boşama yetkisinin hanıma verilmesi sırasında, bedel
karşılığında anlaşarak boşanmada (hulû‘), îlâda, zıharda sarih ifadeler sarf
edilmesi halinde niyet şart değildir, ancak kinâyeli olan lafızların
kullanılması halinde ise niyet şarttır.
Gümüşhanevî bazı kitaplardan naklen
şöyle demektedir: Hatâen yapılan boşama kazâen vâkidir. Mahkeme hükümlerine
göre bu adam karısından boşanmış olur. Bundan kazâen boşanmada sarih lafzın
niyete ihtiyacı olmadığı gerçeği ortaya çıkar. Kişi, şaka ile de olsa sarih
lafzı ifade ettiğinde karısını boşamış olur. Zira talâk mevzûunda şaka da,
ciddi sayılmaktadır.
Ayrıca kinâye lafızlarının kendi
içinde kısımları ve muhtevası hakkında şu bilgilere rastlamak mümkündür:
Boşanmadaki kinâyeli lafızlar üç kısma ayrılır. Birincisi hem cevap hem de
redde müsait olan başka bir anlama yorumlanması söz konusu olmayan lafızlardır.
Yani karının boşanma hakkındaki herhangi bir sorusuna kocanın cevap ve red
makamındaki sözü buna örnektir. İkincisi kocanın karısına cevap olabilecek
fakat red olamayacak türdeki sözleridir. Üçüncüsü ise kocanın karısına hitaben
söylediği hem cevap hem seb ve hem de şetme yorumlanması mümkün olabilecek
lafızlardır. Bu lafızların iyi bilinmesi halinde bu kısımların daha iyi
anlaşılabileceği kaydedilmektedir.
Buna göre rıza halinde iken bu
lafızlardan bir boşanma sonucu meydana gelmesi ancak niyetin varlığı halinde
mümkün olur. Çünkü boşanmayı hedefleyen bir ihtimal veya belirti bulunmamaktadır.
Niyetin varlığı veya yokluğu hususunda karı koca arasında bir ihtilâf bulunursa
bu takdirde dikkate alınacak söz kocanın sözüdür. Çünkü kocanın sarf ettiği söz
doğrudan boşanma lafzı içermemekle birlikte boşanmaya ve onun yanı sıra başka
mânaya da ihtimallidir.
Boşama müzakeresi yapıldığı ortamda
(ki burada kişinin karısı ile ilgili sorulan soruya karşılık sarfettiği söz
ile boşanmayı istediğine kazâen/mahkemece karar verilir) kocanın sarfettiği bu
tür sözler hakkında boşanmaya niyeti bulunmadığı doğrultusundaki beyanları
tasdik edilmez. Bu sözler, “haliyye, beriyye, bâin, bette, haram, i‘teddî,
emruki biyediki/yetkin elinde, ih- târî” den ibarettir. Bu sözler sekiz tane
olup bu ve benzeri lafızlar boşanma sorusu karşılığında ifade edilmesi halinde
konuşanın maksadının boşanmaktan yana zahir ve açık olduğu kabul edilmiştir.
Bunu şöyle yorumlamak mümkündür:
Kocanın bu sözü, karısı kendisinden “boşanma” talebinde bulunduğu yahut bunu
sorduğunda aynı sözü cevap makamında iade etmiştir. ‘Soru, cevapta iade edilir.’
kuralı gereğince bu böyledir. Meselâ: Bir kadın kocasına “Ben boşum.” der de ,
o da “Evet.” derse kadın boşanmış olur.[203]
Hâkim ise zahire göre hüküm vermekle memurdur. Sarf edilen söz cevaba olduğu
kadar redde de ihtimali olduğu hallerde meselâ: Git, çık, kalk, peçe ile yüzünü
ört, başını ört, vb. lafızlar kullanıldığında kocanın beyanı ile ilgili sözü
tasdik edilir.[204]
Ric‘at yani eşin iddet süresi içinde
karısına yeni bir nikâha ihtiyaç duyulmadan dönebilmesi hali de nikâh gibidir.[205]
Sarih olan lafızların kullanımında niyet şartı aranmazken kinâyeli lafızlarda
ise niyet şarttır.[206]
Görüleceği üzere İslâm fıkhındaki evlilik ve boşanma meselelerinde niyet büyük
önem arzetmektedir.[207]
Gümüşhanevî boşanma konusunda Hâniyye
adlı eserden şu nakli yapar: “Bir kimse karısına ‘sen hürsün’ dedikten sonra
‘Ben bir işten hür olduğunu kastettim.’ derse, bu sözü hukuken kabul edilmez.”[208]
Sarih boşama lafızlarının zorunlu sonuç doğurduğu
hakkındaki şu temsil ilginçtir: “Basît”- te şöyle denilmiştir: “Bir vâiz vaaz
ederken cemaatten bir şey istedi. Cemaat de onun istediğini yerine getirmedi.
Vâiz buna kızarak “Sizi üç defa boşadım.” dedi. Cemaatin içinde kendi karısı da
vardı. Fakat bunu bilmiyordu. İmâmü’l-Haremeyn, boşanmanın vâki olduğuna dair
fetva verdi.”[209]
Sadece niyetin hukukî olarak sonuç doğurmaya
yetmediği ifade edilmektedir. Meselâ boşanma ve köle âzat etme gibi hususlarda
kalbî niyet kâfî değildir. Söz ile beyan edilmesi gerekir. Kalpten geçen bir
şey söz haline gelmedikçe veya fiilen yapılmadıkça muâheze edilmez. Yapmaya
azmederse muâheze edilir.[210]
Meselâ bir kimse ailesine, “İnşallah sen boşsun.”
dese bu sözle bir şey lâzım gelmez.[211]
Sarhoşun Boşaması
Sarhoşun boşaması noktasında şu bilgiye
rastlamaktayız: Sarhoşluk halinde olaya bakmak gerekir. Normal şartlarda
sarhoş, “Sarhoşken namaza yaklaşmayın.”[212]
âyeti delil getirilerek mükellef sayılmıştır. Bununla beraber sarhoşun sarhoş
olurken hangi yolla bu hale düştüğü de önem arzetmektedir. Meselâ bir kişi
haram yolla sarhoş olmuş ise mükelleftir. Ancak mubah yolla sarhoş olan kimse
ise muğmâ aleyh (baygın) hükmünde kabul edilmiştir. Dolayısıyla da bu esnada
söyleyeceği boşanma sözü ile boşanma gerçekleşmez.[213]
Nikâh Akdinden Önceki Boşanma Sözleri
Evlenmeden önceki boşanma işleminin bir hüküm
ifade etmediği görüşü “lâ talâka kable nikâh” hadisi şerhinde işlenmiştir.[214]
Yine bu konuda “Ancak sahip olduğunda talâk geçerli- dir.” hadisine de şahit
olmaktayız ki bu iki rivayet birbirini desteklemektedir.[215]
Münâvî, talâkı “Evlilik bağının kocanın iradesiyle kaldırılmasıdır.” diye tarif
eder. Nikâhın bulunmadığı yerde boşanmadan söz edilemeyeceği gibi dolayısıyla
ayrılık da gerçekleşmez. Bu iş, kişinin sahip olmadan itak (âzat) yapmasına
benzer.[216]
Şâfiî âlimler bu görüştedir. Ancak Hanefîler ise bir umum veya husus lafız ile
irtibatlandırıldığı takdirde nikâhtan önce de talâkın geçerli olabileceğini
savunmuştur. Meselâ onlara göre kişi “Evleneceğim her kadın boş olsun.” derse
veya “Eğer onunla evlenirsem boş olsun.” derse bu ifadeler ile nikâhtan önce de
boşanma meydana gelir.[217]
Kinâî lafızlardan olan şu ifadelerin ise üç
ayırıcı boşama meydan getirdiği bilgisi aktarılmaktadır. Şöyle ki: “el-haliyye
ve’l-beriyye ve’l-harâm lâ tehillü hattâ tenkiha zevcen gayreh.” Yani haliyye,
beriyye ve haram sözlerinden sonra (koca bu lafızlarla talâka ve üç boşanmaya
niyet ederse) kadın bir koca ile nikâh yapmadığı müddetçe kendisine helâl
olmaz.[218]
Bu cümleden olarak üç kez boşanmış bir kadının ilk
eşine helâl olmasına kural olarak imkân yoktur. Bunun tek istisnası kadının
yeni bir eş ile nikâhlandıktan sonra yeni eşinin onunla tam bir yakınlaşma
sağlayıp onun balından tatması halidir.[219]
İğlâk Halindeki Boşama
Hadiste şöyle buyurulmuştur: “Zihnin
kapalı olduğu hallerde ve zorlama altında iken boşanma ve âzat etmenin bir
hükmü yoktur.”[220]
Bu hadisi Gümüşhanevî şöyle açıklamıştır:
‘İğlâk halindeki boşama ve âzadın
geçerliliği yoktur.’ hadisindeki ‘iğlâk hali’, ‘ikrah altında’ demektir.[221]
Çünkü mükreh ismi, üzerine kapının kapatıldığı kişiyi ve çoğunlukla da mecbur
bırakıldığı işi yapıncaya kadar zorlanan ve üzerinde baskı kurulan kimseyi
anlatır.
Bu haldeki kimsenin boşaması şartları
tam olarak yerine gelmediği için üç imama göre geçersizdir. Ebû Hanîfe’ye göre
ise bu kimsenin boşaması, ikrarı bulunmaksızın, ehli olan tarafından
mahallinde sarf edilmiş muteber lafzın varlığı sebebiyle geçerli kabul
edilmiştir. Ancak lafzın hükmünün varlığına karşın ortada rıza bulunmamaktadır.
Rıza ise şaka ile boşayanın boşamasında ve âzat etmesinde olduğu gibi dikkate
alınmamaktadır. Bu görüşü Kâdî şöyle zayıf bulmuştur: Lafza yönelik kasıt,
ağızdan boşama sözünü kaçırtanın sözünün itibara alınmadığı delili uyarınca
muteberdir. Burada ise lafza yönelik kasıt ikrahın neticesidir. Dolayısıyla
mükre- he nisbetle kasıt yok hükmündedir.[222]
İğlâk kelimesi gazap ile de tefsir
edilmiş olup bu görüş diğer hadisler ve genel manalı bir kelime olduğu
yönündeki Hz. Aişe’den gelen rivayet ile reddedilmiştir. Hatta gazap halindeki
kimsenin boşamasının geçerli olduğu yönünde sahabeden bir grup âlim fetva
vermiştir.[223]
İtikadî anlamda sapma ifade eden bazı
sözlerin kullanılması son derece tehlikeli olup, bunlardan ötürü kişinin imanı
tehlikeye düşebildiği gibi nikâhı da batıl olabilmektedir.
Bu bağlamda ilme ve âlimlere yönelik
ağır ifadelerin veya küfür sözlerinin hükmü konusunda Gümüşhanevî şunu söyler:
“Bir âlimin, fakihin ve fazilet sahibi birinin ağzına küfür etmek küfürdür, bu
adamın karısı icmâen üç talâk ile boş olur.”[224]
Gümüşhanevî, Şemsü’l-eimme
es-Serahsî’den nakledilmiş olduğu söylenen şu görüşe yer vermiştir: ‘Ben İslâm
sıfatı diye bir şey bilmem diyen kimse kâfir olur. Nikâhı da hükümsüz- dür.’[225]
Sonuç
Araştırmada evlenmenin ilke olarak
tavsiye edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan boşanmanın istenmeyen bir
helâl olduğu görülmüştür. Boşanma, ancak geçerli mazeretler söz konusu olması
halinde başvurulabilecek bir tasarruftur. Ayrıca gerek nikâh hakkında gerekse
de boşanma hakkında belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır ki o da bu
sözü edilen hukukî tasarruflarda şakanın hiçbir türüne yer olmadığıdır. Öte
yandan toplumların saadeti ve düzeni için evlilik vazgeçilmez bir şarttır.
İnsanın içinde sağlıklı ve iyi bir şekilde yaşayacağı ve kendisini günaha
düşmekten muhafaza edecek bir yuvanın kurulması, belli sayıda çocuk sahibi
olunması ve bu sayede insan neslinin sağlıklı bir şekilde devam ettirilmesi ve
insanlık ailesinin fakirliğe düşmekten korunması, evlilik ile hedeflenen
maksatlar arasında yer alır.
Kaynaklar
Kur’ân-ı Kerîm.
Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Müsned,
(I-VL), thk. Şuayb el-Arnavut, Adil Mürşid v.dğr., Müessese- tü’r-Risâle, yy.,
2001.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî
(d.1813/ö.1893), Câmi‘u’l-mütûn fî hakkı envâi’s-sıfâti’l-ilâhiyye
ve’l-akâidi’l-Mâtürîdiyye ve’l-elfazi’l-küfr ve tashîhi’l-âmâli’l-acîbiyye,
Dârü’t-tıbâati’l-âmire, İstanbul 1273.
_______ , Garâibü’l-ehâdîs: Câmi‘
li’l-Mezâhib ve’l-Merâtib Müştemilu ale’l-ahkâmi’d-dekâik, Dâ-
rü’t-tıbâati’l-âmire, İstanbul, ts.
_______ , Kitâbü’l-âbir fi’l-ensar
ve’l-muhâcir ve’l-cihad ve’l-gazv ve’ş-şühedâ, İstanbul 1276.
_______ , Mülhakâtu Garâibi’l-ehâdîs
(Garâibü’l-ehâdîs: Câmi‘ li’l-Mezâhib içinde) , Dârü’t-tıbâa-
ti’l-âmire, İstanbul, ts.
_______ , Râmûzü’l-ehâdîs, Hulusi
Matbaası, 2. Baskı, İstanbul 1326.
_______ , Şerhu Kitâbi
Garâibi’l-ehâdîs: Letâifü’l-hikem, Muhyiddin Efendi Litografya Basmahanesi,
İstanbul 1285.
_______ , Şerhu Râmûzi’l-ehâdîs:
Levâmi‘u’l-ukûl min şerhi Râmûzi’l-ehâdîs, (I-V), İstanbul, 18751877.
_______ , Ehli Sünnet İtikadı
(Câmiu’l-mütûn Tercümesi) trc. Abdülkadir Kabakçı, Fuad Günel, İstanbul
1996.
_______ , Müceddid Risâlesi (Kitâbu’l-Âbir
ile birlikte), İstanbul 1276.
_______ , Müceddid Risâlesi Vasiyetler
ve Nasihatler, trc. Mehmed S. Bursalı, Vuslat Vakfı Yayınları, Konya 2006.
_______ , Ramûz el-Ehâdis (Hadisler
Deryası), (I-II), trc. Abdülaziz Bekkine, hazırlayanlar: Lütfi Doğan, Cevat
Akşit, Osman Nuri Çataklı, Gonca Yayınevi, İstanbul 2007.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Sempozyum
Bildirileri 11-12 Temmuz 1992,
Gümüşhane, haz. Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1992.
Aynî, Ebû Muhammed Bedrüddîn (ö.
855/1451), el-Binâye Şerhü’l-Hidâye, (I-XIII), Beyrut 2000.
Bağcılar Belediyesi Doğumunun 200.
Yılı Hatırasına Uluslararası Gümüşhanevî Sempozyumu, 1-2 Haziran 2013 İstanbul Bildiri Özetleri
Kitapçığı (http://www.gumushanevisempozyumu.com/KD41_bildi-
ri-ozetleri.html)
Bezzâzî, Hâfızüddîn Muhammed
el-Kerderî (ö. 827/1424), el-Fetâva’l-Bezzâziyye, (I-VI), yy., ts.
Buhârî, Muhammed b. İsmâil (ö.
256/870), el-Câmi‘u’s-sahîh, (I-VI), thk. Mustafa Dîb el-Buğa, Dâru İbn
Kesîr, Dımaşk 1990.
Çakan, İsmail Lütfi, Hadîs
Edebiyâtı, İstanbul 1996.
Debûsî, Ebû Zeyd Abdullah b. Ömer (ö.
430/1039), Kitâbu’n-nikâh mine’l-Esrâr, thk. Nâyif b. Nâfi el-Ö- merî,
Kahire 1413/1993.
Doğan, Lütfi, “Hacı Ahmed Ziyauddin
Efendi ve Râmuzu’l-Ehadis Adlı Eseri”, Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Sempozyumu
(13-17 Haziran 1990), haz. Nasuhi Ünal Karaarslan, Ankara 1991.
Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Ahmed
Ziyaüddin Hayatı- Eserleri-Tarîkat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarîkatı, Seha
Neşriyat, İstanbul 1984.
Hâdimî, Muhammed Ebû Saîd (ö.
1176/1762), el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî şerhi’t-Tarîkati’l-Muham- mediyye
ve’ş-şerîati’n-nebeviyye fî’s-sîreti’l-Ahmediyye, (I-IV),
Matbaatü’l-Halebî, yy., ts.
İbn Hacer
el-Askalânî (ö. 852/1449), Fethü’l-Bârî Şerhü Sahîhi’l-Buhârî, I-XIII,
Beyrut 1379.
İbnü’l-Hümâm,
Kemâleddin Muhammed b. Abdülvâhid (ö. 861/1456), Fethü’l-kadîr, (I-X),
Dâru’l-Fikr, ts.
Karabulut,
Niyazi, Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevî, Gümüşhane Belediyesi Kültür
Yayınları, Gümüşhane 2005.
Kastalanî,
Ahmed b. Muhammed (ö. 923 h.), İrşâdu’s-Sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî,
(I-X), Matbaatü’l-küb- ra’l-Emîriyye, Mısır 1323.
Mehmed Zihni, Nimet-i
İslâm, Münâkehât ve Mufârekât (3. Kısım), Şirket-i Mürettibiye Matbaası,
1324.
Mevsılî,
Abdullah b. Mahmûd Mecdüddîn Ebü’l-Fazl (ö. 683/1284), el-İhtiyâr li
Ta‘lîli’l-Muhtâr, (I-V), Kahire 1937.
Mergînânî,
Burhânüddîn (ö. 593/1197), el-Hidâye fî Şerhi Bidâyeti’l-Mübtedî,
(I-VI), thk. Talâl Yûsuf, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ts.
Molla Hüsrev
(ö. 885/1480), Dürerü’l-hükkâm Şerhü Gureri’l-ahkâm, (I-II), Dâru
İhyâi’l-kütübi’l-Arabiy- ye, yy., ts.
Münâvî,
Muhammed Abdürraûf (ö. 1031/1622), Feyzü’l-kadîr Şerhu’l-Câmi‘i’s-sağîr,
(I-VI), Mısır 1356.
Yaman, Ahmet, İslâm
Aile Hukuku, Marifet Yayınları, İstanbul 1999, s. 14.
Zeyla‘î, Ebû
Muhammed Fahruddîn Osman b. Ali (ö. 743/1343), Tebyînü’l-hakâik Şerhu
Kenzi’d-dekâik, (I-VI), Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, yy., ts.
[1]
Debûsî, Ebû Zeyd Abdullah b. Ömer (ö. 430/1039), Kitâbu’n-nikâh mine’l-Esrâr,
thk. Nâyif b. Nâfi el-Ömerî, Kahire 1413/1993, s. 17; İbnü’l-Hümâm, Kemâleddin
Muhammed b. Abdülvâhid, Fethü’l-kadîr, (I-X), Dâru’l-Fikr, ts., III,
184. Ayrıca bkz. Yaman, Ahmet, İslâm Aile Hukuku, İstanbul 1999, s. 14.
[2]
Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Hayatı-Eserleri-Tarîkat Anlayışı
ve Hâlidiyye Tarîkatı, Seha Neşriyat, İstanbul 1984, s. 87-140; Gümüşhane
Valiliği Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Sempozyumu Bildirileri 13-17
Haziran 1990, Gümüşhane, haz. Nasuhi Ünal Karaarslan, Ankara 1991 içinde, Lütfi
Doğan, “Hacı Ahmed Ziyaüddin Efendi (r.a.) ve Râmû- zu’l-ehâdis Adlı Eseri”,
ss. 571-578, s. 578;
[3]
Çakan, İsmail Lütfi, Hadîs Edebiyâtı, İstanbul 1996, s. 141.
[4]
Kitapta fıkhî hükümler ve kaideler bulunduğu bizzat müellifin kendisi
tarafından söylenmiştir. Ahmed Ziyaüddin Gümüşha- nevî, Râmûzü’l-ehâdîs,
Hulusi Matbaası, 2. Baskı, İstanbul 1326, s. 2.
[5]
Doğan, Lütfi, “Hacı Ahmed Ziyauddin Efendi ve Râmuzu’l-Ehadis Adlı Eseri”, Geçmişte
ve Günümüzde Gümüşhane Sempozyumu (13-17 Haziran 1990), Ankara 1991, s.
574. Râmuz ile el-Câmi‘u’s-sağîr (Müellifi: Celâleddin es-Süyûtî
(ö.911/1505) benzeşmektedir. Çakan, age., s. 141.
[6]
Eser, Levâmi‘u’l-ukûl (Şerhü Râmûzi’l-ehâdîs) adıyla meşhurdur.
[7]
Çakan, age., s. 142. Bu şerhin Münâvî’nin Feyzü’l-kadîr adlı kitabıyla
benzeştiği gözlemlenmiştir. Karşılaştırma için bkz. Münâvî, Muhammed Abdürraûf
(ö. 1031/1622), Feyzü’l-kadîr Şerhu’l-Câmi‘i’s-sağîr, (I-VI), Mısır
1356.
[8]
Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Hayatı-Eserleri-Tarîkat Anlayışı
ve Hâlidiyye Tarîkatı, Seha Neşriyat, İstanbul 1984; Niyazi Karabulut, Ahmet
Ziyaüddin Gümüşhanevî, Gümüşhane Belediyesi Kültür Yayınları, Gümüşhane
2005. Kitabın elektronik görünümü için bkz. http://www.gumushane.gen.tr/index.php?pid=14#axzz2NyenVkjo
[9]
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Sempozyum Bildirileri 11-12 Temmuz 1992,
Gümüşhane, haz. Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1992; Bağcılar
Belediyesi Doğumunun 200. Yılı Hatırasına Uluslararası Gümüşhanevî Sempozyumu,
1-2 Haziran 2013 İstanbul Bildiri Özetleri Kitapçığı. Kitapçık için bkz. http://www.gumushanevisempozyumu.com/KD41_bildiri-ozetleri. html
[10]
Gündüz, age., s. 73-75. Havva Seher Hanım’la ilk haccından sonra altmış
üç yaşında iken evlendiği de söylenmektedir. Karabulut, Niyazi, Ahmet
Ziyaüddin Gümüşhanevî, Gümüşhane Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon 2005,
s. 47.
[11]
Gümüşhanevî, Şerhu Râmûzi’l-ehâdîs: Levâmi‘u’l-ukûl min şerhi
Râmûzi’l-ehâdîs (I-V), İstanbul, 1875-1877, II, 696.
[12]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 134-135;
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 37.
[13]
Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, Münâkehât ve Mufârekât (3. Kısım), Şirket-i
Mürettibiye Matbaası, 1324, s. 14-15.
[14]
Mehmed Zihni,age., s. 16.
[15]
Nisâ 4/23.
[16]
Râmuz, s. 480, nr. 6.
[17]
Esasen yabancı kadınla münasebet haramdır. Ancak nikâh bağı ile -zarureten-
helâl kılınmıştır. Bu da eşyaların aslında haram olduğu kaidesine uygundur. Öte
yandan bazı hadis ehli de eşyada aslolan haram olmasıdır demiştir. Bir ifade
ise şöyledir: Bizim mezhebimize göre uygun olan tevakkuftur. Yani her şeyin bir
hükmü vardır ancak fiil sahasına dökülmedikçe onun hakkında hüküm veremeyiz.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı (Câmiu’l-mütûn Tercümesi)
trc. Abdülkadir Kabakçı, Fuad Günel, İstanbul 1996, s. 220-221.
[18]
Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, s. 19-20.
[19]
Mehmed Zihni,age., s. 20.
[20]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 696.
[21]
Gümüşhanevî,age., II, 696. Ayrıca Molla Hüsrev (ö. 885/1480), Dürerü’l-hükkâm
Şerhü Gureri’l-ahkâm, (I-II), Dâru İhyâi’l-kü- tübi’l-Arabiyye, yy, ts., I,
326’ya bakılabilir.
[22]
Mehmed Zihni,age., s. 20-21.
[23]
Evliliğin ibadet olmadığı da söylenir. Meselâ müstehab seviyesinin altında
kalan evliliğe ibadet nazarıyla bakılmamıştır. Gü- müşhanevî, Levâmi‘,
II, 697.
[24]
Râmuz, s. 239, nr. 5; Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 696.
[25]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 697.
[26]
Râmuz, s. 449, nr. 3.
[27]
Gümüşhanevî, Mülhakâtu Garâibi’l-ehâdîs, s. 62.
[28]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 498.
[29]
Râmuz, s. 531, nr. 5.
[30]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 476.
[31]
Gümüşhanevî,age., V, 592.
[32]
Râmuz, s. 317, nr. 9.
[33]
Râmuz, s. 324, nr. 2.
[34]
Râmuz, s. 175, nr. 12.
[35]
Râmuz, s. 44, nr. 1.
[36]
Râmuz, s. 35, nr. 14.
[37]
Râmuz, s. 44, nr. 2.
[38]
Râmuz, s. 67, nr. 8.
[39]
Râmuz, s. 357, nr. 9.
[40]
Râmuz, s. 524, nr. 14.
[41]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 442.
[42]
Râmuz, s. 241, nr. 3. Bu hadisin şerhi için ve fıkıh kaynaklarından
nakil ile verdiği bilgi için bkz. Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 174.
[43]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 238.
[44]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, I, 235.
[45]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 239.
[46]
Râmuz, s. 5, nr. 2.
[47]
Râmuz, s. 251, nr. 5.
[48]
Râmuz, s. 199, nr. 8; Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 390.
[49]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 261.
[50]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 43.
[51]
Mehmed Zihni,age., s. 18.
[52]
Râmuz, s. 482, nr. 9; Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 111, 112;
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 43.
[53]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 111; Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs
(Letâifü’l-hikem), s. 160.
[54]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 112.
[55]
Râmuz, s. 182, nr. 8.
[56]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 286.
[57]
Gümüşhanevî,age., I, 257.
[58]
Râmuz, s. 107, nr. 6.
[59]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 134. Bkz. Münâvî, Feyzü’l-kadîr,
III, 237.
[60]
Münâvî, Feyzü’l-kadîr, III, 237.
[61]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 134-135;
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 37.
[62]
“İyyâkum ve hadrâe’d-dimen.” Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s.
27.
[63]
Râmuz, s. 322, nr. 11.
[64]
Râmuz, s. 560, nr. 10.
[65]
Râmuz, s. 158, nr. 4.
[66]
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 11.
[67]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 42.
[68]
Gümüşhanevî,age., s. 42.
[69]
Gümüşhanevî,age., s. 42.
[70]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 43. Karşılaştırma
için bkz. İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1449), Fet- hü’l-Bârî Şerhü
Sahîhi’l-Buhârî, I-XIII, Beyrut 1379, IX, 226.
[71]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 43. Ayrıca bkz.
Buhârî, Nikâh, 55, 56.
[72]
Râmuz, s. 535, nr. 6.
[73]
Râmuz, s. 45, nr. 15.
[74]
Râmuz, s. 420, nr. 7.
[75]
Râmuz, s. 179.
[76]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 276.
[77]
Gümüşhanevî,age., I, 256.
[78]
Gümüşhanevî,age., V, 271.
[79]
Gümüşhanevî,age., V, 271.
[80]
Gümüşhanevî,age., V, 272.
[81]
Gümüşhanevî,age., V, 272.
[82]
Gümüşhanevî,age., V, 275.
[83]
Râmuz, s. 181, nr. 2. Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 283.
[84]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 224.
[85]
Râmuz, s. 250, nr. 11. Ayrıca bkz. Buhârî, Nikâh, 52.
[86]
Râmuz, s. 450, nr. 1.
[87]
Gümüşhanevî, Câmiu’l-mütûn Tercümesi, s. 229.
[88]
Gümüşhanevî, age., s. 245.
[89]
Râmuz, s. 112, nr. 10. Ayrıca bkz. Buhârî, Nikâh, 53.
[90]
Râmuz, s. 250, nr. 12.
[91]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 14.
[92]
Gümüşhanevî,age., s. 11.
[93]
Gümüşhanevî, Letâifü’l-hikem, s. 42.
[94]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 262.
[95]
Mehmed Zihni,age., s. 74.
[96]
Mehmed Zihni,age., s. 75.
[97]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 266.
[98]
Gümüşhanevî,age., s. 281.
[99]
Râmuz, s. 172, nr. 7.
[100]
Geniş bilgi için bkz. Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 246-247.
[101]
Râmuz, s. 449, nr. 2.
[102]
Râmuz, 531, nr. 7.
[103]
Râmuz, s. 559, nr. 1.
[104]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 222.
[105]
Bkz. Buhârî, Nafakât, 7.
[106]
Kastalanî, Ahmed b. Muhammed (ö. 923 h.), İrşâdu’s-Sârî li şerhi
Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Matbaatü’l-kübra’l-Emîriyye, Mısır 1323, VIII, 204;
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 222.
[107]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 195.
[108]
Râmuz, s. 559, nr. 16; Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 626.
[109]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 627.
[110]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 279.
[111]
Râmuz, s. 13, nr. 11.
[112]
Tahrîm 66/6; Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 692.
[113]
Râmuz, s. 193, nr. 12.
[114]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 350.
[115]
Râmuz, s. 234, nr. 1.
[116]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 655.
[117]
Râmuz, s. 183-4, nr. 9; Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 295-296.
[118]
Râmuz, s. 183-4, nr. 9; Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 295.
[119]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 295.
[120]
Gümüşhanevî,age., II, 295.
[121]
Ahzâb 33/49.
[122]
Gümüşhanevî,age., II, 296.
[123]
Gümüşhanevî,age., II, 296.
[124]
Gümüşhanevî,age., II, 296. Karşılaştırma için bkz. Bezzâzî, Hâfızüddîn
Muhammed el-Kerderî (ö. 827/1424), el-Fetâva’l-Bez- zâziyye, (I-VI),
yy., ts. II, 25. Benzer görüş için bkz. Mergînânî, Burhânüddîn (ö. 593/1197), el-Hidâye
fî Şerhi Bidâyeti’l-Müb- tedî, (I-VI), thk. Talâl Yûsuf, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ts. II, 216.
[125]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 296.
[126]
Gümüşhanevî,age., II, 296.
[127]
Gümüşhanevî,age., II, 296.
[128]
Gümüşhanevî,age., II, 296. Karşılaştırma için bkz. Bezzâzî, el-Fetâva’l-Bezzâziyye,
II, 26, 39.
[129]
Bu noktada kocanın karısını namazı terk etmesi nedeniyle onu ta‘zîr etmek üzere
dövme hakkı yoktur. Karşılaştırma için Molla Hüsrev (ö. 885/1480), Dürerü’l-hükkâm
Şerhü Gureri’l-ahkâm, (I-II), Dâru İhyâi’l-kütübi’l-Arabiyye, yy, ts., II,
77’ye bakılabilir. Ayrıca bkz. Zeyla‘î, Ebû Muhammed Fahruddîn Osman b. Ali (ö.
743/1343), Tebyînü’l-hakâik Şerhu Kenzi’d-dekâik, (I-VI),
Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, ts. III, 211.
[130]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 296. Karşılaştırma için bkz. Bezzâzî, el-Fetâva’l-Bezzâziyye,
II, 26; Hâdimî, Muhammed Ebû Saîd (ö. 1176/1762), el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye
fî şerhi’t-Tarîkati’l-Muhammediyye ve’ş-şerîati’n-nebeviyye
fî’s-sîreti’l-Ahmediyye, (I- IV), Matbaatü’l-Halebî, yy., ts., IV, 156.
[131]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 296.
[132]
Gümüşhanevî,age., II, 296. Karşılaştırma için bkz. Bezzâziyye, II, 26.
[133]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 296.
[134]
Gümüşhanevî,age., II, 296.
[135]
Râmuz, s. 371, nr. 4; Bir kimse ehline bir nafaka infak ederse, bu
nafaka onun için bir sadaka sayılır. Râmuz, s. 36, nr. 12.
[136]
Râmuz, s. 212, nr. 5.
[137]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 487.
[138]
Gümüşhanevî,age., II, 487.
[139]
Gümüşhanevî,age., V, 297.
[140]
Gümüşhanevî,age., II, 388.
[141]
Gümüşhanevî,age., II, 389.
[142]
Râmuz, s.133, nr. 2.
[143]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 250.
[144]
Gümüşhanevî,age., s. 199.
[145]
Bkz. Gümüşhanevî,age., s. 244.
[146]
Aynı manadaki hadis için bkz. Râmuz, s. 233, nr. 15.
[147]
Kadının kendi malını, kocasının izni olmadan hibe etmesi câiz olmaz. Kocası,
kadının ismetine sahip olduğu müddetçe böyle- dir. Râmuz, s. 468, nr. 9.
[148]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 653.
[149]
Gümüşhanevî,age., II, 653.
[150]
Râmuz, s. 462, nr. 6.
[151]
Râmuz, s. 276, nr. 1.
[152]
Râmuz, s. 45, nr. 10.
[153]
Râmuz, s. 45, nr. 11.
[154]
Râmuz, s. 45, nr. 12.
[155]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 278
[156]
Gümüşhanevî,age., s. 279.
[157]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 137.
[158]
Gümüşhanevî,age., II, 121.
[159]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 174-175.
[160]
Râmuz, s. 177, nr. 11.
[161]
Râmuz, s. 180, nr. 3.
[162]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 281.
[163]
Gümüşhanevî,age., II, 272.
[164]
Râmuz, s. 340, nr. 12.
[165]
Tahrim 66/6.
[166]
Râmuz, s. 393, nr. 3. Yedi yaşına gelen çocukların namaz ile sorumlu
tutulmalarını ve eğer kılmazlar ise dövülebileceklerini öngören diğer hadis
için Râmuz, s. 393, nr. 2’ye bakılabilir. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel
(ö. 241/855), Müsned, (I-VL), thk. Şuayb el-Arnavut, Adil Mürşid v.dğr.,
Müessesetü’r-Risâle, yy., 2001, XI, 369.
[167]
Râmuz, s. 13, nr. 10.
[168]
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Müceddid Risâlesi (Kitâbu’l-Âbir ile
birlikte), s. 51; Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Müced- did Risâlesi
Vasiyetler ve Nasihatler, trc. Mehmed S. Bursalı, Vuslat Vakfı Yayınları,
Konya 2006, s. 44.
[169]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 43.
[170]
Râmuz, s. 276, nr. 6.
[171]
Râmuz, s. 276, nr. 7.
[172]
Râmuz, s. 133, nr. 2.
[173]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 250.
[174]
Râmuz, s. 480, nr. 11; Râmuz, s. 429, nr. 13.
[175]
Râmuz, s. 481, nr. 10.
[176]
Allah’ın hiç sevmediği helâl; talâktır. Râmuz, s. 8, nr. 2.
[177]
Nisâ, 4/35.
[178]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 32.
[179]
Bakara 2/231; Ahzâb 33/49.
[180]
Râmuz, s. 251, nr. 1.
[181]
Râmuz, s. 373, nr. 3.
[182]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 16.
[183]
Râmuz, s. 178, nr. 8.
[184]
bkz. Râmuz, s. 107, nr. 5.
[185]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 275. Karşılaştırma için bkz. İbn Hacer
el-Askalânî (ö. 852/1449), Fethü’l-Bârî Şerhü Sahîhi’l-Buhârî, I-XIII,
Beyrut 1379, IX, 402.
[186]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn [Hâşiye], s. 59. Karşılaştırma için bkz.
Bezzâziyye, II, 26.
[187]
Râmuz, s. 178, nr. 8.
[188]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 648-649.
[189]
Râmuz, s. 107, nr. 7.
[190]
Gümüşhanevî, Câmiu’l-mütûn Tercümesi, s. 238.
[191]
Râmuz, s. 429, nr. 11.
[192]
Râmuz, s. 429, nr. 12.
[193]
Râmuz, s. 260, nr. 10.
[194]
Râmuz, s. 260, nr. 9.
[195]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 34. Çeşitli rivayetler ve
karşılaştırma için için bkz. Müslim, Talâk, 6. Müslim’in konu hakkındaki bab
başlığı ise üç talâk ile ayrılmış olan hanıma nafaka ödenmeyeceğini ifade eder.
[196]
Ayrıca bkz. Mevsılî, Abdullah b. Mahmûd Mecdüddîn Ebü’l-Fazl (ö. 683/1284), el-İhtiyâr
li Ta‘lîli’l-Muhtâr, (I-V), Kahire 1937, IV, 8.
[197]
Râmuz, s. 53, nr. 15.
[198]
Râmuz, s. 469, nr. 9.
[199]
Râmuz, s. 469, nr. 10.
[200]
Râmuz, s. 163, nr. 4.
[201]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, II, 211.
[202]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 192.
[203]
Gümüşhanevî,age., s. 261.
[204]
Bkz. Aynî, Ebû Muhammed Bedrüddîn (ö. 855/1451), el-Binâye Şerhü’l-Hidâye,
I-XIII, Beyrut 2000, V, 367; bkz. Gümüşha-
nevî, Câmi‘u’l-mütûn, s. 89. Ayrıca kinâyeli lafızların kullanımı
hakkında bkz. Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s.192.
[205]
Meselâ bir kimse karısını talâk-ı ricî ile boşar da daha sonra karısı uyurken
gelip ona şehvetle dokunursa, ona dönmüş olur. Yine bir başka meselede: Talâk-ı
ricî meydan gelir de adam uyurken karısı gelir onu şehvetle öperse, adam Ebû
Yûsuf’a göre rücû etmiş olur. İmâm-ı Âzam ve İmam Muhammed’e göre ise rücû
etmiş olmaz. Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 267.
[206]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn, s. 90.
[207]
Bkz. Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 191-192.
[208]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn [Hâşiye], s. 101; Gümüşhanevî, Ehli
Sünnet İtikadı, s. 212. Karşılaştırma için bkz. Aynî, Ebû Muhammed
Bedrüddîn (ö. 855/1451), el-Binâye Şerhü’l-Hidâye, I-XIII, Beyrut 2000,
VI, 7.
[209]
Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı, s. 212-213.
[210]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn, s. 102; Gümüşhanevî, Ehli Sünnet İtikadı,
s. 213. Lafız ve niyetin gerekli olduğu mesele hakkında bkz. Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn,
s. 111.
[211]
Râmuz, s. 436, nr. 5.
[212]
Nisâ 4/43.
[213]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn, s. 138.
[214]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 93, 181.
[215]
Gümüşhanevî,age., V, 102.
[216]
Münâvî, Feyzü’l-kadîr, VI, 432.
[217]
Gümüşhanevî, Levâmi‘, V, 102; Münâvî, Feyzü’l-kadîr, VI, 432.
[218]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘), s. 31.
[219]
Gümüşhanevî,age., s. 34.
[220]
“Lâ talâka ve lâ itâka fî iğlâk.” Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Câmi‘),
s. 43.
[221]
Gümüşhanevî, Garâibü’l-ehâdîs (Letâifü’l-hikem), s. 159.
[222]
Gümüşhanevî,age., s. 159. Karşılaştırma için bkz. Münâvî, Feyzü’l-kadîr,
VI, 561.
[223]
Gümüşhanevî,age., s. 159; Münâvî,age., VI, 561.
[224]
Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İtikadı, s. 151.
[225]
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-mütûn, s. 72-73.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar