Uğur Mumcu _ Kürt İslâm Ayaklanması
UĞUR MUMCU
KÜRT İSLAM AYAKLANMASI 1919-1925
Uğur Mumcu _ Kürt İslâm Ayaklanması
1919-1925
Kürt-İslâm Ayaklanması, Uğur Mumcu / 11. Basım, 1993
/ Kapak, Erkal Yavi / Kapak Baskısı, Özyılmaz Matbaası / iç Baskı, Yaylacık
Matbaası / Cilt, Aziz-Kan Müceliithanesi / Kitabı Yayımlayan Tekin Yayınevi,
Ankara Cad. No: 43 İSTANBUL Tel: 527 69 69-512 59 84 Fax: 511 11 22
UĞUR MUMCU
KÜRT - İSLAM AYAKLANMASI 1919-1925
Onbirinci Basım
TEKÎN YAYINEVİ
I Emperyalizme, ırkçılığa, baskıya, sömürüye ve teröre karşı olan herkeseU [Bu yazı dizisi 2-22 Haziran 1991 günleri arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde «Öncesi ve Sonrası ile Şeyh Sait Ayaklanması» adıyla yayınlanmıştır.]
İÇİNDEKİLER
Sunuş .....................................................
Seyit Abdülkadir ..........................................
İngiliz Kürtçülüğü..................................
Emperyalizmin
Diplomasisi...................
Koçkiri Ayaklanması ....................................
Sakallı Nurettin Paşa ....................................
Kürtlere Özerklik .........................................
Aşiretler Kavgası ..........................................
Cibranlı Halit Bey..................................
Şeyh Sait Ayaklanması Başlıyor
Bir Polis Oyunu ... '........................
Takrir-i Sükun Dönemi Başlıyor ...
Ayaklanma Bastırılıyor.................................
Şeyh Sait'i Bacanağı Kasım Bey İhbar Ediyor Seyit
Abdülkadir: Kürt Değilim!
Şeyh Sait: Amacım
Şeriat......................
Şeyh Sait Sorguda..................................
Şeyh Sait: Kürdistan'da Halk Birleşmez Şeyhler:
Ayaklanmaya Korku Yüzünden Katıldık Şeyh Abdullah: «Biz Hainlere Uyduk»
Musul İngilizlere! .........................................
Şeyh Sait'in Torunu Melik Fırat ...
Notlar.................................................
Ad Dizini........................................... <
...
5
SUNUŞ
Yakın tarihi bilmeden bugün olup bitenleri anlamaya
olanak yoktur.
Kürt sorunu üzerinde araştırma yapmanın binbir türlü
engeli var. Engellerden biri resmi belge ve kayıtların incelemelere açık
olmamasıdır.
Oysa, bugün, ABD, İngiltere, Fransa ve Federal
Almanya yirmili ve otuzlu yıllara ilişkin bütün gizli yazışma ve belgeleri
yerli ve yabancı bütün araştırmacıların incelemelerine açmıştır. Türkiye'de ise
bırakın gizli yazışmaları, Genelkurmay Başkanlığı, 1972 yılında Harp Tarihi
yayınları arasında çıkan bir inceleme kitabını kendisi yasaklamıştır!
İstiklal Mahkemesi dosya ve tutunakları ancak TBMM
Başkanlığının «özel izni» ile incelenebiliyor. Şeyh Sait Ayaklanma dosyaları
TBMM arşivinde «tasnif dışı»dır. Genelkurmay belgelerini incelemek ise bizler
için hemen hemen olanaksızdır.
Üstelik, yakın tarihimizde «Kürt sorunu» yasak
çemberleri içine alınmıştır. Kürt konusunda üzerindeki bu yasaklar sorunun ve
konunun yeterince aydınlanmasını önlemiştir.
Üzerlerinden altmış-yetmiş yıl geçmiş olayları
inceleyip tartışamıyorsak bugünleri hiç anlayamayız.
Bu nedenle 1919 yılında İstanbul'daki Kürt
örgütlenmeleri ile başlayan ve Şeyh Sait ayaklanması ve Musul sorunu ile
noktalanan bu süreci elden geldiğince bütün ayrıntıları ile incelemeye
çalıştım: 7
Bu bir başlangıç sayılmalıdır.
Yararlandığım kaynaklar arasında çeşitli yazar-larca
daha önce yayınlanmış, İngiliz ve Amerikan gizli belgeleri, Londra, Sen Remo ve
Lozan Anlaşma tutanakları ve bu konular üzerindeki inceleme kitapları
bulunuyor.
Fransız Dışişleri Bakanlığının gizli belgelerinin
bazıları ise ilk kez yayınlanıyor.
Bu döneme ilişkin TBMM'nin açık ve gizli
tutanaklarını da inceleyerek olayların siyasal boyutlarını yansıtmaya ve
gelişmeleri de bu bağlamda sunmaya çalıştım. Şeyh Sait ve arkadaşlarını
yargılayan Şark İstiklal Mahkemesi savcılarından Avni Doğanın bugüne kadar
yayınlanmamış anılarında ve Doğanın arşivinde olaylara ışık tutacak birçok
yazışma, rapor ve belge bulunuyor. Bunları konuların akışı içinde
değerlendirerek dip notlarında da bu yazışma, belge ve raporları sayı ve
tarihlerini de belirttim.
1944 yılında İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ın emri ile
başlayan «Yakın Doğu Ayaklanmaları» ile ilgili çalışma için «Doğu Genel
Müfettişi» Avni Doğan'a gönderilen raporlar ve yazışmalarda birçok gerçek
sergilenmektedir.
Yayınlanmamış anilardaki şifreli telgraflar ile
«polis takip raporları» karanlıkta kalmış olaylara da ışık tutuyor.
Şeyh Sait olayını anlayabilmek için Kürt sünni ve
Kürt alevi aşiretlerin yapılarını, birbirleriyle olan çekişmelerini ve
çelişkilerini bilmek gerekiyordu. Bu konuları önce anlamaya, sonra da sizlere
anlatmaya çalıştım. Kürt ayaklanmalarına hangi Kürt aşiretleri hatıldı?
Hangileri Hükümetten yana tavır aldılar? Şeyh Sait'i hangi Kürt aşireti ihbar
etti? Şeyh Sait'i ele-veren Cibranlı Binbaşı Kürt Kasım kimdi?
Bir film kuşkusu içindeki bu olaylar kaynakların-
S
dan incelenerek, soruşturularak,
araştırılarak su--nuldu.
Kürt kökenli aydınların yayınları da gözden
geçirildi, bu yayınlarda ileri sürülen savlar başka kaynaklar ile
karşılaştırılarak incelendi. Şeyh Sait Ayaklanmasını irdeleyen ve savunan
islamcı dergiler ile marksist yayınlar birlikte incelenerek yorumlandı. Buradan
şaşırtıcı sonuçlara ulaşıldı.
Yararlandığım kaynakların herbiri dip notlarında
gösterildi. Yazarların İngiliz gizli belgelerine yaptıkları yollamalarda özgün
kaynağın tarihi ile dosya sayısı da verildi.
Bundan da amacım şu.-
Bu İzonular, bundan sonra araştırmacılarca
incelenecek ve tarih, karanlıkta kalan bütün olaylar ve ilişkilerle birlikte
sorgulanacaktır. Bu yüzden bütün kaynakları tek tek okurlara ve araştırmacılara
sunmayı zorunlu ve yararlı gördüm. Yararlanılan belgelerin tarih ve sayılarını
vererek bundan sonra bu konuları araştıracak olanlara - karınca kararınca -
yardımcı olmaya çalıştım. İsteyen ana metinlerdeki olayları okumakla yetinir,
olayları daha derinden kavramak isteyen okurlarla araştırmacılar da dip
notlarında verilen ayrıntıları okuyup, incelerler. Araştırmacılar, gerekirse bu
ayrıntılar konusunda daha da derin araştırmalar yaparlar. Böyle bir yöntem
izledim.
Şeyh Sait'in bugün hayatta olan yakınları ile
görüşerek kendilerinden bilgiler de aldım.
Avni Doğan'ın yayınlanmış anıları ile arşivini
incelememize açan torunu gazeteci Ali Doğan'a, Şeyh Sait'in torunu Melik Fırat
ile Şeyh Sait'in kardeşi Abdurrahim'in torunu Abdurrahim Bilgin'e, Şeyh Sait
ailesi ile tanışmamızı
sağlayan, ayrıca aşiretler konusunda arşiv ve
bilgilerinden yararlandığım emekli Jandarma Albayı Yılmaz Erkekoğlu'na, Fransız
Dışişleri Bakanlığının gizli belgelerini veren Doç. Dr: Unsal Yavuz'a, bu yazı
dizisini Cumhuriyet Cazete- 9
si'nde yayına hazırlayan Gürsel Gözcü'ye, bütün
araştırmacıların dostu TBMM Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Ali Rıza Cihan ile
kitaplığın güler yüzlü çalışanlarına yürekler dolusu teşekkür borçluyum.
Resmi tariJi, yasaklar ve ideolojik bağnazlıklar
aynı anadan doğmuş üçüzlere benzerler. Tarihe ön yargılar ve yapay kuramlar ile
bakılmaz.. Bu önyargıları ve yapay kuramları ile karşılıklı bağnazlıkları aşamazsak,
ne dünü anlarız, ne bugünü.
Öyleyse sayfayı çevirip bu «Kürt-îslam
Ayaklanmasının öyküsünü okumaya başlayalım.
Evet 1919'un İstanbul'undayız. Kürdistan Teali
Cemiyetinin kapısını çalıp, Seyit Abdülkadir ile tanışıyoruz. Oradan Sivas
Kongresine, oradan da Koçkiri Ayaklanmasına, Londra, Sen Remo ve Sevr'e,
Sevr'den Koçkiri Ayaklanmacılarına, buradan da Varto'-Ju Hörmek Aşiretine konuk
olacağız, sonra da Şeyh Sait'in, Cibranlı Halit'in, Bitlis Milletvekili Yusuf
Zi-ya'yı tanıyacağız.
Polis görevlisi Celal'i İngiliz görevlisi Mr.
Temp-len kılığına giren Zabıta memuru Nizamettin'i, Palu-lu Kör Sadi'yi ve Şeyh
Sait'i eleveren bacanağı Binbaşı Kasım'ı.
Sonra Şark İstiklal Mahkemelerini göreceğiz.
Sanıkları, yargıçları, savcıları ve polis raporlarını.
Sonra idamları.
Sürgünleri...
Sonra?
Sonrasını kitap bittikten sonra konuşacağız... Uğur
Mumcu 1 Haziran 1991 10
SEYİT ABDÜLKADİR
«Kürdistan Teali Cemiyeti», İstanbul'da
Cağaloğlu'n-da Sihhat ve İçtimai Muavenet Umum Müdürü Dr. Abdullah- Cevdet
Bey'in apartımanındn Seyit Abdülkadir ve arkadaşlarınca kjrulmuştu1.
Hüseyin Şükrü (Baban) Bey, Dr. Şükrü Mehmet (Sekban)
Bey, Muhittin Nami Bey, Babanzade Hikmet ve Aziz Beylerce 1918 yıiı Eylüi
ayında İstanbul'da kurulan Cemiyet başkanlığına Seyit Abdülkadir'i, başkan
yardımcılıklarına Mehmet Ali Bedirhan ve Ferik Fuat Paşa'yı, genel sekreterliğe
de Babanzade Şükrü'yü getirmişti".
Eski Hicaz Valisi Mustafa Zihni Paşa, eski Harput
Valisi Kemahlı Sabit, Bediüzzaman Molla Said, Muş milletvekili ilyas Sami,
Kaymakam Abdülaziz, Babanzade Hikmet, Şeyhülislam Haydarizade İbrahim, Baytar
Çivrüzade Mehmet Nuri, Emin Paşa, Dr. Şükrü Mehmet, Mevlana-zade Rıfat, Ferit
Ahmet Hamdi Paşa, topçu yüzbaşısı Emin, emekli savcı Urfalı Tayfur, Kamuran Ali
Bedirhan, Kadızade Mehmet Şevki, Kürdistan dergisi başyazarı Ar-vasizade Mehmet
Şefik, aynı derginin sorumlu müdürü Mehmet Mihri, Jin dergisi sorumlu müdürü
Hamza, Ber- zencizade Abdülvahit, Heyzanizade Kemal Fevzi örgütün ileri
gelenlerindendP. Cemiyetin Kürtçe ve Türkçe yayınlanan «Jin» adlı dergisi
vardı. Ayrıca Mevlanazade Rıfat'ın «Serbesti» Gazetesi de Kürt Teali
Cemiyeti'nln görüşlerini savunuyordu.
«Rozi Kürdistan» ve «Bankı Hak» adlı dergiler de
aynı doğrultuda yayınlar yapıyorlardı. Bağdat'ta da «Kürdistan» adlı bir dergi
çıkarılıyordu. 11
Kürt Teali Cemiyeti'ni «Kürt Neş-i Maarif
Cemiyetinin kuruluşu izledi4. Bu cemiyeti, aralarında. Bedirhanzade Emin Ali
Bey, Mithat Bey, Kamil Bey, Bediüzzaman Sait Bey ve Dr. Abdullah Cevdet'in
bulunduğu İstanbul'daki Kürt aydınları kurmuşlardı.
Bedirhanoğulları, Seyit Abdülkadir ve Paris'teki
Kürt delegesi Şerif Paşa, Kürt örgütlerinin önde gelen liderleriydi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk yasal Kürt örgütü
Diyarbakır'da 1908 yılında kurulmuştu. Örgütün adı, «Osmanlı Kürt İttihat ve
Terakki Cemiyeti»ydi. Aynı yıl İstanbul'da «Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti»
kurulmuştu. Kürt Teavün ve Terakki
Cemiyeti başkanlığına ömür boyu başkan kalmak üzere
Seyit Abdülkadir seçilmişti5.
1918 yılında İstanbul'da «Kürdistan Teali Cemiyeti»
ile «Kürdistan Cemiyeti», 1919 yılında «Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti», «Kürt
Talebe Heyvi Cemiyeti», «Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti» ve «Kürt Milli Fırkası»,
1921 yılında «Kürdistan Teşriki Mesai Cemiyeti»6 ile «Kürt Talebe Heyvi
Cemiyeti» kurulacaktı.
«Kürdistan Teşriki Mesai Cemiyeti» genel sekreteri
Palulu Kör Sadi'ydi. Kör Sadi de Seyit Abdülkadir'in en yakın adamıydı. Bütün
bu örgütlerin odak noktası Seyit Abdülkadir'in Caddebostan'daki eviydi.
Seyit Abdülkadir, Şemdinlili Übeydullah'ın oğluydu.
Peygamber soyundan geldiğini ileri süren Nakşibendi Şeyhi Übeydullah, İran'da
bir Kürt Devleti kurmak için ayaklanmış, 1879'da başlayan bu ayaklanma
başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Abdülkadir, babası ile birlikte bir süre Taif'de
sürgünde yaşamış, sonra da İstanbul'a gelip yerleşmişti. Şeyh Übeydullah'ın
oğlu Seyit Abdülkadir'in Kürtler üzerinde oldukça büyük bir etkisi vardı. Ayan
Meclisi üyeliği yapan . Abdülkadir, Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın da
kurucusuydu7. Seyit Abdülkadir, 4 Mart 1919 tarihinde kurulan 1. Damat Ferid
hükümetinde de Şurayı Devlet Reisi (Danıştay Başkanı) olarak girmişti.
İngilizler o günlerde Mardin'in güneyinden başlayan
12 ve Bitlis ve Van illerini içine alan ingiltere'nin korumasında bir Kürdistan
devleti kurmayı planlıyordu8.
Erzurum ve Trabzon'un da ABD koruması altında
Ermenilere verilmesi düşünülmüştü. Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson'un yayınladığı
14 ilke de Kürtlere devlet kurmak için yeşil ışık yakıyordu. Wilson, Osmanlı
İmparatorluğunun geleceği ile ilgili şu sözleri Ermeni ve Kürt liderlerini umutlandırmışti:
«— Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk
bölgelerinde egemenlik ve güvenlik sağlanacak, fakat bugün Türk tahakkümü
altında bulunan öteki milletlerin de mutlak bir yaşama güveni ve hiçbir surette
incinmeden kendi başlarına gelişmek hususunda imkanlar verecektir..»
Ermeni lideri Boğos Paşa, Paris'teki Barış
Konferansına 12 Şubat 1919 günü isteklerini bildirmişti, Ermeniler şu illeri
istiyorlardı:
Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas, Erzurum, Trabzon,
Moras, Kozan, Adana.
Osmanlı İmparatorluğu'nun eski Hariciye
Nazırlarından Kürt Sait Paşa'nın oğlu eski Stockholm Büyükelçisi Şerif Paşa da
Paris konferansında Kürt isteklerini bildirdi:
Doğu ve Güneydoğu illeri Kürtlere bırakılmalıydı.
Ermeniler ve Kürtler, aynı illerde hak ileri sürüyorlardı.
Bir süre sonra bu çelişkiler giderildi ve Ermeni
Boğos Paşa ile Kürt Şerif Paşa anlaşarak 20 Aralık 1920 günü Paris'te ortak
imzalı bir «muhtıra» yayınladılar. Muhtıra şöyleydi:
«Ermeni ve Kürt uluslarının yetkili delegeleri olan
bizler yüksek ırka mensup, çıkarları ortak ve resmi ve gaynresmi hükümetleri
kendilerine bunca zulüm etmiş bulunan Türklerin boyunduruğundan tamamen
kurtularak ve bağımsızlıklarından başka bir gaye ve maksat takip etmeyen iki
milletin emellerini Barış Anlaşmasına sunmakla onur duyarız.
Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin
etmeleri konusundaki ilkesine dayanarak büyük devletlerden bi- 13
risinin koruması altında bağımsız bir Ermenistan ve
bir Kürt Devletinin kurulmasını ve bütün büyük devletlerin uluslarımızın emel
ve arzularını kabul ederek aydınlanma ve gelişmede bize teknik yardım
yapmalarını Barış Konferansından istememek konusunda fikir birliğine vardık.
Toprakların paylaşılması sorununa gelince, daha önce
sunduğumuz muhtıralarla belirttiğimiz sınırların çizilmesi sorununun da Barış
Konferansının iyi niyet ve adalet duygularına bırakırız. Çünkü verilecek
kararın adaletli olacağına inanıyoruz.
Bundan başka azınlıkların hukuku ile ilgili
anlaşmayı da sunarız»0.
Kürt Şerif Paşa ve Boğos Nobar Paşa'nın
imzaladıkları bu «muhtıra» Meclis-i Mebusan'da büyük tepkiyle karşılandı.
Mecliste konu üzerinde sert tartışmalar oldu. Journal d'Orient adlı bir yabancı
gazeteye anlaşma konusunda demeç veren
Seyit Abdülkadir hakkında soruşturma açılması
istendi. Celal Nuri (İleri), Abdüikadir'i suçladı. Abdülkadir, gizli oturumda
böyle bir demeç vermediğini açıklamak zorunda kaldı.
Anlaşma, Osmanlı Kürtleri arasında da tepkiyle
karşılanmıştı
Erzincan'dan on aşiret reisi Fransız Yüksek
Komiserliğine gönderdikleri telgrafta Şerif Paşa'yı protesto etmişler «Türkler
ile Kürtlerin soy ve din olarak kardeş olduklarını» bildirmişlerdi.
Vakit gazetesinde Bediüzzaman Said-i Kürdi, Dava
Vekili Ahmet Arif ve Binbaşı Mehmet Sıddık, Vakit gazetesinde 22 Aralık 1920
günü de yayınladıkları ortak yazıyla Şerif Paşa'yı kınıyorlardı:
«Dört buçuk asırdan beri islamın fedakar ve cesur
taraftarı olarak yaşamış ve dini geleneklere bağlılığı gaye bilmiş olan
Kürtler, henüz beşyüz bin şehidin kanları kurumadan, şişlere geçirilen
yetimlerin, gözleri oyulan İhtiyarların hatırlarını teessürle anarken
islamiyet'in zararına olarak tarihi ve hayati düşmanımız ile barış anlaşmaları
imzalamak suretiyle dinlerine aykırı hareket edemezler. Bu nedenle, Kürt ulusal
vicdanı bu gibi anlaşmaları imzala- 14 yanlan tanımadığını ve emellerinin din ve
milliyetlerini birleştirmek olduğunu bildirilmesine aracı olunması»10.
Bu yazıdan sonra Kürt Şerif Paşa, Paris'teki Kürt
delegeliğinden çekildiğini Vakit gazetesine telgrafla bildirmişti.
Kürtler arasında bu kaynaşma bitecek gibi değildi.
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği Kürt sorunu
ile yakından ilgilenmekteydi.
1919-1920 arasındaki İngiliz gizli belgelerine
kısaca göz atarak bu ilgiyi ve bu ilginin amacını anlamaya çalışalım:
İngiltere'nin İstanbul'daki Yüksek Komisar
yardımcısı Amiral Webb, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a gönderdiği 19 Ağustos
1919 günlü raporda şunları yazıyordu: «— Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine
alan bir Ermenistan'ı himaye edecek, geri kalan dört il de bir Kürt devleti
olarak İngilizlerin himayesine bırakılıyor»11. Ancak İngiltere'nin işi güçtü.
Güçtü, çünkü, Seyit Abdülkadir de Van ve Erbil
bölgesinde bir Kürt devleti kurmayı tasarlıyordu. Yeğeni Sey-yit Tana, Simko ve
Bedirhan kardeşler de Kürt devletî kurma peşindeydiler. Şeyh Mahmut ve
Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa da aynı sevdanın düş dolu umut
yolcularıydı12.
İşin ilginç yanı görüldüğü gibi Ermeniler de aynı
bölgede hak ileri sürmekteydiler.
Ermeniler ve Kürtler arasındaki çelişkiler nasıl
giderilecekti? Şerif Paşa ve Boğos Paşa örneğinde görülmüştü, Ermenileri ve'
Kürtleri bağdaştırmak güçtü. Kürt liderleri birbirleriyle nasıl anlaşacaklardı?
İngilizler, Kürtler arasında bir nabız yoklaması
yapmak ve gerektiğinde bir ayaklanma düzenlemek için Binbaşı Noel'i doğu
illerine göndermeye karar vermişlerdi.
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral
Calthor-pe, Noel'in gezisiyle ilgili ilk haberleri İngiltere Başbakanı Lord
Curzon'a 9 Temmuz 1919 günü şu raporla bildiriyordu:
«— Binbaşı Noel, Abdülkadir ve Bedirhanoğullan ile
görüştü»18. 15
Amiral Calthorpe'nin yardımcısı Amiral Weeb'in
Londra'ya gönderdiği raporunda Abdülkadir ile ilgili yargısı ilginçtir: «Satın
alındığı takdirde güçlük çıkarmaz»14.
8 Araljk 1919 günü Seyit Abdülkadir, İngiliz Yüksek
Komiserliği memurlarından Hohler ile görüşmektedir. Konu, Kürtlerle Ermenilerin
çıkarlarını bağdaştırmaktır. Abdülkadir, Hohler'e yakınır:
«— Kürtler güç durumdadır. Kişisel görüşüm durumun
tehlikelfolduğudur.. Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli oluyor»15.
T.B. Hohler, raporunda Ermeniler ile Kürtlerin
Paris'te biraraya gelip anlaştıkları, bu barış anlaşmasının Şerif Paşa ile
Nubar Paşa arasında imzalandığını da belirtir.
Hohler'in Seyit Abdülkadir konusundaki
değerlendirmesi de Abdülkadir'in «Kürtlerin bağımsızlığı ve Kürtlerin
Türklerden ayrılması konusunda ısrarlı göründüğü» de kaydedilir10.
İngilizler, Seyit Abdülkadir'den yararlanmayı
düşünürler. Binbaşı Noel, Doğu illerinde İngiliz mandası önerir. Doğu illerinin
bir kısmı Ermenilere verilecek, bir kısmı da Kürtlere! İngiltere'nin
İstanbul'daki Yüksek Komiserliği Noel'in bu planını onaylar17.
Irak Komiserliğinden de bir rapor gelir: «Seyit
Abdülkadir ile yeğeni Şeyh Taha'nın araları açıktır. Bu iki Kürt liderinin
aralarını Bedirhanoğullan bulabilir.»
Hükümet de gelişen Kürtçülük akımlarından
tedirgindir.
10 Temmuz t919 günü Sadarette Hükümet üyeleri ile
başlarında Seyit Abdülkadir'in bulunduğu Kürt ileri gelenleri arasında bu
konuda görüşme yapılmıştır.
Toplantıya, Hükümet adına, Haydarizade İbrahim
Efendi, Abuk Ahmet ve Avni Paşalar katılır. Kürt kurulunda da Abdülkadir, Emin
Mehmet Bedirhan, Mevlanazade Rıfat, Yüzbaşı Emin ve Binbaşı Avni Beyler
bulunmaktadır18.
Hükümet sözcüleri, Abdülkadir ve arkadaşlarını Kürt
16
.•devleti kurmakla suçladılar. Abdülkadir ve
arkadaşları da Damat Ferid'i doğu yöresini Ermenilere açmakla!
Görüşmelerin sonunda bir uzlaşma noktası bulun-,
muştu: Özerk Kürt Devleti!
Yöreye Seyit Abdülkadir'in onaylayacağı valiler
atanacaktı. Bu görüşmelerden üç ay önce İstanbul'daki İngiliz Yüksek
Komiserliği de boş durmamış, Binbaşı Noel'i doğu illerine göndermişti.
Noel'in gezisine Kürt liderleri de katılacaklardı.
Ancak, Kürtler, Noel ile beraber gitmeyecekler;
İngiliz binbaşısı ile Halep'de buluşacaklardı. İstanbul'daki Kürt liderleri,
Emin Ali Bedirhan ve oğulları Celadet Ali ve Ka-muran Noel ile Halep'de
buluştular.
Seyid Abdülkadir, söz vermesine karşın Halep'e
gitmedi. Noel, Abdülkadir yerine Diyarbakırlı Cemil Paşa'nın torunu Ekrem'i
bularak Kürtlerle görüşmeye başladı. Halep'den Musul'a, Musul'dan da Nusaybin'e
geçen Noel, 1919 yılı Nisan ayının 14. günü Nusaybin'dedir1".
Noel, Nusaybin'de aşiretlerle ilgili inceleme ve
soruşturma yapar. İngiliz binbaşısı, 17 Mayıs'da Midyat'da Has-bani Aşiretine
konuk olur. Avire'de Sürgici ve Şeykhan Aşiretlerince ağırlanır. Aşiret reisi
Hacı Ahmet Ağa'nın oğlu Kamil, İngiliz siyasetine karşıdır20..
Binbaşı Noel, Mardin ve Diyarbakır'a da gider.
Buralarda incelemeler yapar. Diyarbakır'da hükümet tarafından kapatılan «Kürt
Teali Cemiyeti»nin kurucuları ile görüşür. Noel, bu incelemeler sonunda
raporunu verir.
Rapor 20 sayfadır. Bu raporda,,Kürtlerin, örgütçü,
uygarlığa açık, cesur insanlar olduklarını, Ermeniler ile Kürtlerin Abdülhamid
tarafından Hamidiye alayları kurularak birbirlerine düşürüldükleri, «Kürtlerin
ari ırktan oldukları, bu nedenle Avrupalılara Türklerden daha yakın oldukları»
ileri sürülür.
29 Eylül 1919 günü Bağdat'daki İngiliz Yüksek
Komiserliğinden Dışişleri Bakanlığına ve İstanbul'daki ingiliz Yüksek
Komiserliğine gönderilen gizli yazıda da Noel'in çalışmaları övülüyor ve Emin
Ali Bedirhan'ın Diyarbakır'a vali atanması öneriliyordu21.
17 F..-
2
İNGİLİZ KÜRTÇÜLÜĞÜ
«— Benim sorunum Kürtler. Noel, Bağdat'tan buraya
geldi. Çok iyi insan, çok güçlü biri. Fakat, diğer bakımdan da Kürtlerin
peygamberi olmak istiyor. Kürtler gibi kimse yoktur, onlar çok asil, çok iyiler
diyor. Ermenilerin ise değersiz ve hilebaz oldukları görüşünde. Kürtler hiç
Ermeni öldürmedi, aksine onları korudular, fakat Ermeniler Kürtleri öldürdüler,
diyor. Korkarım ki, Noel bir Kürt Lawrenci olabilir. Mezopotamya şimdi bizim
olduğuna göre ona bir Kürt devleti kurdurup kuzey dağlarını böylece
koruyabiliriz. Binbaşı Noel, bir 'Kürt Lawrence'dir!
Abdülkadir ve onun gibilerle konuştum. Onlara etki
edebilmek için biz de Türklere hile yapıyoruz, diye belki beş defa tekrarlamak
mecburiyetinde kaldım. Ancak Kürtlere fazla güvenilmez. Majestelerinin
hükümetinin amacı Türkleri elden
geldiğince zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu
şekilde harekete getirmek fena bir plan değil..»
Bu sözler, İngiltere'nin 1919 yılındaki İstanbul'da
görevli Büyükelçiliği Müsteşarı Hohler'indir22. Hohler, Sir E. Tilley'e bu
kuşkularını bildiriyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir A.
Calthorpe, aynı günlerde Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a şu gizli raporu
gönderiyordu:
«— Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine
varırsa, bundan büyük faydalar sağlayacağını söylüyor. Bunlar, İstanbul'da
Abdülkadir ve Bedirhan ve daha az önemli bazı kişilerdir. Bunlar, şüphe
uyandırmamak için Noel'den ayrı olarak Kürt bölgesine gidecekler. Türkler, Pa-
.18
ris'teki Sulh konferansına Kürtlerin de geleceğinden
korkuyorlar.
Kürtler henüz Mustafa Kemal'e karşı ayaklanmadı.
Noel bunu başaracağından emin..»2'.
Noel, 1886 yılında doğmuştu1'4. Yetenekli bir
subaydı. Noel'in ilk görevi Hindistan'daydı. İkinci görevi İran'daydı. İngiliz
Binbaşısı Edward Noel, Kürtçe de öğrenmişti.
Bu «Kürt Lawrence»i için üçüncü ve önemli görev,
Kürtlerdi.
Noel, Tatarları ayaklandırmak istemiş, ancak Londra
buna izin vermemişti'-3. Noel, şimdi hükümeti izin verir ve desteklerse
Kürtleri ayaklandıracaktı!
Bu iş için de bir aile seçmişti:
Bedirhaniler.
Noel'e göre Bedirhanoğulları ailesi Hz. Muhammed'-in
komutanlarından Halid bin Velid'in soyundan gelir. Aileden iki kişi, Hüseyin
Paşa ile Hasan Bey, 1910 yılında Meclis-i Mebusan'a Kürdistan milletvekilleri
olarak seçilmişlerdir.
Seçilmişlerdir ama İttihatçılar, Hüseyin Paşa'yı
tutuklamışlardır.
Noel, Bedirhanoğulları, bir süre Çarlık Rusyası ile
de işbirliği yaptıklarını, ailenin en önemli adamının da Emin Ali Bey olduğunu
yazıyor.
Fransız istihbaratı da boş durmayacak ve Bağdat'taki
Yüksek Komiserliğine .1920 başında Bedirhanoğulları ile ilgili şu bilgiyi
ulaştıracaktı:
«Botan aşiretinden Bedirhan ailesi (Zaho ve Van
arası) İngiliz ajanları ile anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir»20.
Binbaşı Noel'in gezisi birçok kişiyi
kuşkulandırmıştı. Kimdi bu adam? Ve ne yapmak istiyordu? Bu kuşkuları
paylaşanlar arasında bazı Türkler ve Fransızların dışında İngilizler de vardı.
Bunlardan biri İngiliz Yüksek Komiser yardımcısı
Amiral Webb, biri de Yüksek Komiserin kendisiydi:
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir Ro-
19
beck, endişelerini 18 Eylül 1919 günü Dışişleri
Bakanı Lord Earl Curzon'a 41812 sayılı şifre ile bildiriyordu:
«— ..Binbaşı Noel ile Kürt liderleri ve Harput
Valisi Ali Galip'in faaliyetleri Majestelerinin hükümetinin yönetimi ele
alacağı kuşkusunu doğuruyor»-7.
Bir gün önce de Robeck'in yardımcısı Amiral Webb,
aynı kuşkuları, Bağdat'taki İşgal ordusu komutanlığı ile Dışişleri Bakanlığına
bildiriyordu:
«— Noel, Kürt ayaklanmasının ardında Majestelerinin
hükümetlerinin olduğu izlenimini verecek çalışmalar yapıyor ki bu, ilerdeki
barış ortamına zarar verir»-8.
Amiral Robeck'in Dışişleri Bakanlığına gönderdiği
raporun altında bir de ilginç not var. G. Kidston'un notu şöyle:
«Mustafa Kemal Türk Lenin'i olarak
tanımlanıyor»2". Noel'in gezileri sürerken 23 Temmuz 1919 günü Erzurum
Kongresi toplanmış, Harbiye Nazırı Nazım Paşa, 15.
Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e gönderdiği 30
Temmuz 1919 günü gizli telgrafla Kongrede başkanlığa seçilen Mustafa Kemal ve
Rauf Bey'in tutuklanmalarını istemişti30.
Mustafa Kemal ve arkadaşları yollarına devam
ederler. İkinci durak Sivas'tır. Erzincan'dan Sivas'a geçerken bir haber
alırlar:
«Dersim Kürtleri boğazı tuttular, geçiş
tehlikelidir»31. Binbaşı Noel'in Elazığ Valisi Ali Galip ile birlikte Sivas
Kongresi'ni basacakları öğrenilir.
Kayseri'nin Feyzioğluları ailesinden emekli Kurmay
Yarbay Ali Galip, İttihat ve Terakki Hükümetince ordudan ayrılmaya zorlanmış;
ordudan ayrıldıktan sonra Kayseri milletvekili olmuş; 3 Mayıs 1919'da da Damat
Ferit hükümetince Elazığ Valiliğine atanmıştı3-'.
Sivas Kongresi'nde Ali Galip ve Noel'in kongreyi
basma haberini alan Mustafa Kemal söz alarak kürsüde olayı açıklar:
«— Bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Buraya
Galip Bey adında bir vali atanmış, geliyormuş (..). Mr.
20
Noel adlı bir İngiliz binbaşısı, Bedirhanilerden
Kamuran,, Celadet ve Cemil Beylerle beraber yanlarında onbeş kadar Kürt atlısı
olduğu halde Malatya'dan gelmiş ve mutasarrıf Bedirhani Halil Bey tarafından
karşılanmışlardır. Harput Valisi de sözde bir posta hırsızını izliyormuş
bahanesi ile otomobille Malatya'ya gelmiştir. Bu maksatla bunlara
Hısnımansur'daki müfreze de verilmiştir.
Bu İngilizlerin amacı, para ile memleketimizde
propaganda yapmak ve Kürtlere Kürdistan kurmak sözü vererek aleyhimize ve bize
karşı suikast düzenlemeye yöneltmek olduğu anlaşılmış, karşı önlemler
alınmıştır.
Bunun üzerine Malatya Mutasarrıfı da Kürt
aşiretlerini Malatya'ya çağırmıştır. Bu duyurum üzerine 13. Kolordu
mıntıkasında faaliyete girdik. Fakat 13. Kolordu Komutanlığına
güvenmediğimizden 13. Kolordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Halit Bey ile
görüşüyoruz»33.
Binbaşı Noel, yanında Bedirhanilerden Celadet Ali ve
Bedirhan ve Cemil Paşazade Ekrem ile birlikte Elbistan üzerinden Malatya'ya
gelir34.
Noel'in bu kuşku doğuran gezisi Kolordu Komutanı
tarafından Harbiye Nezaretine bildirilir.
Binbaşı Noel'e Dahiliye Nazırı Adil Bey,
postanelerden «şifreli telgraflaşma yetkisi» verir35. Noel, postanelerden
kolaylıkla şifreli telgraflar çeker. Malatya Mutasarrıfı Halil Rami Bey de
Bedirhaniler-dendir30. Malatya Mutasarrıfı, Bedirhanilerden Celadet Ali ve
Kamuran ile gelen Noel'i korur. Kolordu Komutanı. Noel'e Malatya'ya geliş
nedenini sorar. Aldığı yanıt «Doğu illerindeki Kürt, Ermeni, Yahudi ve Türk
nüfusunu saptamak»tır.
Kolordu Komutanı, Harbiye Nezaretine gönderdiği
telgrafta, Binbaşı Noel ve yanındakilerin tutuklanmaları için Elazığ Valiliğine
emir verilmesini ister. Noel kuşkulanmıştır.
İstanbul'daki Yüksek Komiserliğe bir telgraf çekerek
durumdan ve koşullardan yakınır.
«— Yanımda bulunan Bedirhanpaşazade Celadet Alî ile
Kamuran Ali'nin tutuklanmaları hakkında Diyarbakır 21
Kolordu Komutanlığından Malatya Süvari Alayı
Komutanlığına resmen emir geldiğini hayretle haber aldım... Yanımda bulunarak
bana verilen görevi sonuna kadar yapmak konusunda son derece ihtiyacım olan
arkadaşlarımın tutuklanmalarının devlet için vahim sonuçları olacağını Osmanlı
hükümetine bildirilmesi...»37 2 Eylül günü hem Noel hem Ali Galip
Malatya'dadırlar. Ali Galip, İstanbul hükümetinden emir almıştır. Sivas
Kongresi'ni basacak ve Mustafa Kemal'i tutuklayacaktır. Ali Galip, Mutasarrıf
Halil Rami Bey'den bu amaçla Riş-van Aşiretinden silah sağlamasını ister.
Mustafa Kemal, Malatya'daki 12. Alay komutanına Ali
Galip, Noel, Celadet Ali ve Kamuran Beyler'in tutuklanmalarını emreder. Alay
Komutanı İlyas Bey duraksar. Ve 13. Kolordu komutanının da tutuklanmasının
sorun doğuracağı kanısında olduğunu Mustafa Kemal'e bildirir.
Ali Galip, Mustafa Kemal'in kendisini tutuklatmak
istediğini öğrenir. Öğrenince de Malatya Mutasarrıfı Halil Rami ve Hacı Kadir
Ağa'yı alarak Urfa üzerinden Halep'e kaçar.
Binbaşı Noel de kurtuluşu kaçmakta bulur. 10 Eylül
günü Malatya'dan ayrılıp Rişvan Aşiretine sığınır. Noel ve Ali Galip, kaçarlarken
de mektuplaşırlar38. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck ve
İngiltere'nin İstanbul Büyükelçiliği Müsteşarı Hohler, Noel'in Kürt sorununu
eline yüzüne bulaştırdığı kanısın-daydılar. Robeck ve Hohler, bu konudaki
gözlemlerini Londra'ya yazarlar. İngiliz binbaşısı «Kürt Lawrence'i» Kuvayı
Milliye Mustafa Kemal'e yenilmişti!
12 Eylül 1919 günü Damat Ferit Paşa ve İngiltere
Hükümeti adına M. Fresrer ve H.N. Churchill arasında imzalanan gizli anlaşma
şöyleydi:
«1 — İngiliz Hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu
üzerinde genel bir manda yetkisine sahip olması koşuluna karşılık
bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti eder.
2
—
Konstantinopolis, Boğazlann İngiliz denetimi ve 22
koruması altında olması koşulu ile Sultanlık ve
hilafet merkezi olmaya devam eder.
3
—
Türkiye, bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı koymaz.
4
—
Bunlara karşılık, Türk Hükümeti, İngiltere'ye Suriye ve Mezopotamya'deki
egemenliğin korunması için destek verir ve aynı amaca yönelik olarak Halife,
Mezopotamya, Suriye ve diğer müslüman ile mukim bölgelerde İngilizlere manevi
destek vermeyi kabul eder.
5
—
İngiltere, Sultan otoritesine karşı kurulabilecek olan yarı yasal ulusal
örgütlere karşı askeri açıdan Osmanlı Hükümetine destek vermeyi taahhüt eder.
6
—
Türkiye, Kıbrıs ve Mısır üzerindeki bütün istemlerinden vazgeçecektir.
7
—
Bu konvansiyon, özel ve yarı resmi bir belge olarak kabul edilir. İngiliz
Hükümeti, anlaşmada öngörülen hususların gerçekleşmesi için konferansta
Türkiye'yi desteklemeyi taahhüt eder.
8
—
Barış koşulları, Yüksek Konsey'de karara bağlandıktan sonra Majesteleri Sultan,
4 ve 5. maddelerdeki konuları içeren ve bu anlaşmaya uygun yeni bir anlaşmayı
kabul eder.
Sözü edilen anlaşma tıpkı bu anlaşma gibi gizli
olacaktır.
Konstantinopolis'de yapılan ve çift nüsha olan bu
anlaşma iki tarafça 12 Eylül 1919'da imzalanmıştır»3".
Fransız Yüksek Komiseri Lepıssıer'in Trabzon'dan 1
Mayıs 1920 günü Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderdiği anlaşma metninin altına
bir de not düşülmüş: «— Anlaşma ile ilgili bu metin, Kemal Paşa'nın elinde
bulunan metinden kopye edilmiştir. Bu nüsha kısa bir süre önce Ankara'ya gelmiş
olan Amerikalı gazeteci Brown'a da verilmiştir. Herhalükarda, 1 Nisan tarihli
La Temps gazetesinde sözü edilen belgenin aynıdır.
Bay Brown, aynı şekilde Anzavur'un bir İngiliz ajanı
olduğunu gösteren bir dosyayı yayınlamakla görevlendirilmiştir.»
- İngiltere Dışişleri Bakanlığı gizli belgeleri.
Kurtuluş Sa- 23
vaşı yıllarında İngilizlerin bir Kürt devleti
kurdurmaya çalıştıklarını gözler önüne seriyor.
İngiltere'nin İstanbul'daki Yüksek Komiser
yardımcısı Amiral Webb'den Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a gönderilen 19 Ağustos
1919 günlü raporda bu amaç açık açık yazılıyor:
«— Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir
Ermenistan'ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de bir Kürt devleti olarak
İngilizlerin himayesine bırakıyor..» Müsteşar Hohler, 27 Ağustos 1919 günü
Londra'ya şu görüşü bildirir:
«— Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya
bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez...»
28 Kasım 1919 günü Mr. Kidston'dan Londra'ya
gönderilen raporda şunlar yazılıyor:
«— Kürtlere her ne kadar inanmazsak da onları
kullanmamız çıkarlarımız gereğidir..»44
9 Aralık 1919 günü Yüksek Komiser Amiral Sir F de
Robeck, Londra'ya Lord Curzon'a şu raporu gönderir:
«— Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt Başkanı
olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa (Seyit Abdülkadir) ile görüştü. Kürtler bütün
ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal
gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Pa-şa'ya
karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar...»41
Aynı amacı sergileyen bir İngiliz belgesi de 26
Aralık 1919 tarihli ve 966/633 sayılı.
«— Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hakimiyetine
konacak, Kürdistan'da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti
mi, yoksa birçok Kürt devleti mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere
Amerikalılar kanalıyla silah sağlanacak.» Amiral Sir F de Robeck 26 Mart 1920
günü Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a şu bilgileri veriyordu:
«— Kürdistan, Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk
olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarların! bağdaştırabiliriz.. 24
İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı Seyit Abdülkadir
ile Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir...»4-
Robeck'in 29 Mart 1920 günü Lord Curzon'a gönderdiği
rapor ile Şerif Paşa gözden çıkarılıyordu:
«— Kürtlerin çoğu bir başkan tarafından idare
edilmek ister. Buna rağmen Şerif Paşa'nın Kürtler üzerinde bir etkisi yoktur.
Şerif Paşa üzerinde hiç vakit kaybetmeyin»''".
Robeck'in Lord Curzon'a gönderdiği 28 Temmuz 1920
tarihli rapor İngilizlerin Kürt planını açıklıyor:
«— Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi biliyorum.
Daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi,
sulh anlaşmasına göre Kürtler ayn bir devlet olacaklar.
Kürt liderleri, Mustafa Kemal'i sevmezler. Çünkü o
bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal'den nefret ediyorsunuz, çünkü,
o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal'e
karşı kullanalım, dedi»44.
Paris ve Londra Konferanslarında Kürdistan sorunu
çözülememişti.
Başkan Lloyd George kararlıydı. Sorun çözülecekti.
Kürtler İngiliz koruması altında bir Kürt devleti
kurmak istiyorlardı. Öyleyse bu devleti kurmgk gerekiyordu48.
<25
EMPERYALİZMİN DİPLOMASİSİ
26 Şubat 1920 Perşembe günü Londra'da S.W. 1 Downing
Street 10 numaralı Başbakanlık konutunda toplanan konferansın sabahki oturumu
kısa sürmüş; görüşmeler öğleden sonra saat 16'da başlamıştı4".
Toplantıya Dışişleri Bakanı Lord Curzon başkanlık
ediyordu, Başbakan Lloyd George o gün toplantıya gelmemişti. Konferansa katılan
Fransız Delegasyonu Başkanı B. Cambon söz almış konuşuyordu. Konu,
Kürdistan'dı.
Kurdistan bağımsız olacak mıydı? Olmayacak mıydı?
İngiliz Dışişieri Bakanı Lord Curzon, söz alarak «Kurdistan konusunun
çözülmediğini» söyledi.
Başbakan Lloyd George, Avam Kamarasında yapacağı
konuşmayı hazırlıyordu. Başbakan, Avam Kamarasında Türk İmparatorluğu'ndan,
Türk olmayan soyların yaşadığı bütün bölgelerin ayrılması görüşünü savunacaktı.
Bu soylar kimlerden oluşmaktaydı? Araplardı, Ermelilerdi, Suriyeliler ve
Kültlerdi.
Fransız Delegasyonundan B. Berthelot: — Kürdistan
yeni bir öğedir. Geleceği Sykes-Picot Anlaşması47 ile çizilmiş değildir, diyor
ve Kürdistan'da çeşitli madenlerin bulunduğunu ileri sürüyordu.
Lord Curzon, Sykes-Picot Anlaşması'nın Fransızlara
Ortadoğu'da ekonomik haklar vermediğini söylüyordu. Kürdistan, bu bakımdan da
önemliydi. Çünkü, kurulacak bir Kürdistan, Ermenistan.ve Suriye-Geldani
bölgesine ya-ıkın olacaktı. 26
Kürdistan madenleri üzerinde kim hak sahibi
olacaktı? Fransa mı? İngiltere mi? İngiliz ve Fransız delegasyonu bu konuda
anlaşama-• mışlardı.
Ertesi günkü konu Ermenistan'dı. Başbakan Lloyd
George'nin başkaniığmdaki toplantıda Ermenistan konusu görüşülmüştü. Hem
Ermenistan kurulacaktı, hem de Doğu Karadeniz'de Ermenistan'ın korumasında
«Özerk Laz devleti».
17 Mart günü Gürcü Cumhuriyeti Temsilcileri adına N.
Çeitze de kaldığı Curzon Hotel'den Barış Konferansı Başkanlığına gönderdiği
dilekçe ile Artvin'i istiyordu.
Londra Barış Konferansı'nda Kürdistan konusu
kara--ra bağlanmadı.
Sorun, italya'nın Sen Remo kentindeki toplantıda
karara bağlanacaktı. Konferans 18 Nisan 1920 günü «Villa Devechan»da bcşladı.
İngiliz Başbakanı Lloyd George, 19 Nisan 1920
Pazartesi günü saat 16'da başlayan toplantıda söz aldı.
Konu, gündeme gelmişti.
Lloyd George sözlerine «Kürdistan hakkında karar
vermek çok güçtür» diye başlamış ve şöyle konuşmuştu. Bu konuşmayı tutanaktan
izleyelim:
«— Bu ülke şimdiye değin Türk İmparatorluğumun bir
parçası olagelmiştir. Ülkede oturanlar, genellikle komşuları ile ve çoğu zaman
da Türk hükümetinin kendisi ile savaş halindeki kabilelerdir. Ülke,
Ermenistan'ın yanı-başında olduğu ve yazgısı da Asuri ya da Geldani
Hris-tiyanları ilgilendirdiği için Avrupalı ülkeler açısından ilgi çekicidir.
Ayrıca, Güney Kürdistan, Büyük Britanya'nın manda yönetiminin denetimi altına
geçme olasılığı bulunan Musul ilinin de bir bölümünü oluşturur.
Çeşitli olasılıklar ileri sürülmüştür.
Örneğin Fransız hükümeti ile İngiliz hükümetinin
ülkenin bazı bölümleri üzerinde korumanlık kurmaları gibi. Halbuki, her ikisi
de bu sorumluluğu yüklenmek istememişlerdir. Bunun üzerine ülkeyi Türkiye'den
ayırıp özerklik vermenin iyi olacağı düşünüldü. 27
Ancak, Kürtlerin kendilerinin ne istediğini ve özerk
bir devlet olarak örgütlenecek olurlarsa ne denli bir denge oluşturacaklarını
kestirmek güçtür. Kendisi kişisel olarak Kürtlerin duygularını anlamaya
çalışmıştır. İstanbul, Bağdat ve başka yerlerde soruşturmalar yaptırdıktan
sonra, sonuçta, temsil yeteneği olan bir Kürt bulma olanağı elde edilememiştir.
Hiçbir Kürdün, kendi özel kabilesinin dışında hiçbir şey temsil etmediği
izlenimi edilmektedir»48. Lloyd Davit George, Şerif Paşa'nın da Kürtleri temsil
ettiğine inanmamaktadır. İstanbul'dan ve Bağdat'tan gönderilen raporları günü
gününe okuyan İngiliz Başbakanı şu kanıdadır:
«— ..Öte yandan Kürtlerin arkalarında büyük devlet
olmadıkça varlıklarını sürdüremeyecekleri düşüncesinde oldukları izlenimi elde
edinilmektedir. İngiliz korumanlığı isteyerek kabul edecekleri ve Fransız
korumancılığını isteyecekleri kuşkusuzdur. Ama ne Fransa, ne Büyük Britanya bu
görevi üstlenecek olurlarsa - ki her ikisinin de istemeyeceği umulur -
kendilerinin Türk koruması altında bırakılmalarının yeğlenebileceği
düşüncesinde oldukları sanılıyor. Ülke Türk yönetimine alışmıştır ve değişik
bir koruyucu keşfedemeyecek ise Türkiye'den ayrılması güç olacaktır.
Musul ilinin dağlık kesiminde Kürtler oturduğu için,
Güney Kürdistan'ıh bu bölümü İngiliz çıkarlarını ilgilendirir. Bağımsız bir Kürdistan
düşünüldüğü sırada bu Kürtlerin Musul ilinin öteki bölümlerinden ayrılarak yeni
bağımsız Kürdistan Devleti'ne bağlanabileceği umulmuştu.
Şimdi cldığımız bilgilere göre Musul ilinin
bölünmesi uygulumada yapılmayacak ve buna ilk karşı koyacaklar da Kürtler
olacaktır!
Bu durumda bağımsız bir Kürdistan kurulursa, o zaman
Musul ilinin bir kısım halkının Britanya mandası altında mı kalmayı, yoksa,
kendi vatandaşları ile mi birleşmeyi istediklerine kendilerinin karar
vermelerinin sağlanmasıdır.
Bu konuyu anlaşma içinde çözmek çok güçtür.» İngiliz
Başbakanı zaman kazanmak istiyordu. 28
Fransız delegasyonu başkanı Dışişleri Bakanı Mösyö
Millerand da Kürdistan'ı elinden kaçırmak istemiyordu.
Bu çelişkiyi tutanaktan izleyelim:
«— B. Millerand konuşmaları sırasında Lord
Curzon'-un Musul ilinde yaşayan bazı Kürtlerin Britanya mandasına geçeceklerine
işaret ettiğini belirterek bu konunun tümü ile Fransız ve İngiliz
Hükümetlerinin arasındaki bir sorun olduğunu ve yanlış sonuç çıkarılmamasını
sağlamak amacıyla konunun çekinceli olduğunun kaydedilmesini istediğini
belirtti»4".
Konferansın o günkü oturumu saat 19.10'da
kapandığında 5 sayılı toplantı eki hazırdı.
Bu ek metin ile Kürdistan sınırları çiziliyordu:
«— İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak
altı ay içinde İstanbul'da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan
hükümetlerince atanacak bir komisyon (..) maddelerde tanımlandığı biçimde
Fırat'ın doğusunda, Ermenistan'ın güney
sınırları güneyinde Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey
sınırlarının kuzeyinde çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel
özerklik planı hazırlayacaktır. Bu plan bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki
soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla,
Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon
işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sınırı ile aynı olduğu
yerlerde, gerekmekte ise ne gibi düzeltmeler Yapılacağını incelemek ve karara
bağlamak için bu yerleri gezecektir.»
Sen Remo'daki bu metin, Sevres Anlaşması'nın 62.
maddesi olarak yer almıştıı-w! Sen Remo'daki Konferansta hazırlanan 5 sayılı
not ekininin 3. maddesi de şöyleydi:
«Bununla birlikte, iş bu anlaşmanın yürürlüğe
girmesinden başlayan bir yıl içinde 1. maddede tanımlanan bölge içindeki Kürt halkları,
bu bölge nüfusunun çoğunluğunun Türk yönetiminden bağımsız olmak istediğini
gösterir biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvuracak olur ve Konsey de bu
halkların bu bağımsızlığı kullanmaya ye- 29 tenekli olduktan kanısına vararak,
bunu kendilerine sağlanmasını öğütleyecek olursa, Türkiye, bu öğütleme
hükümlerini yerine getirmeyi ve bölge üzerindeki tüm hak ve yetkilerini
bırakmayı başından yükümlenir.
Bu bırakma işleminin ayrıntıları, Türkiye ile işbu
anlaşmayı imzalayan başlıca müttefikler arasında ayrı bir anlaşma konusu
olacaktır.»
Sen Remo'da 19 Nisan 1920 günü kaleme alınan bu
madde de 10 Ağustos 1920 Sevres Anlaşması'nın 64. maddesi olarak kabul
edilmiştir.
Anlaşma Ankara'daki TBMM'since tepkiyle karşılandı.
Anlaşma imzalanırken Şerif Paşa ve Diyarbakırlı Fahri Bey de Sevres'tedirler.
Aynı günlerde Sadrıazam Damat Ferit Paşa, Kürtleri M. Kemal'e karşı kullanmak
için iki İngilizle gizli planlar yapıyordu'51.
Bu arada Erzurum ve Sivas Kongreleri yapılmış ve 23
Nisan 1920 tarihinde TBMM kurulmuş ve TBMM hükümeti. Kurtuluş Savaşı'nı
başlatmıştı.
1
.
İnönü utkusundan sonra Sadrıazam Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti,
Londra'da toplanacak konferansa katılacak Osmanlı delegasyonu için M. Kemal'den
delege göndermesini ister. M. Kemal bu öneriyi red eder. TBMM de aynı
doğrultuda karar verir.
Ankara Hükümeti, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey
başkanlığındaki bir delegasyonu Londra'ya gönderir. Bekir Sami Bey'in Ankara
ile görüşmeden imzaladığı yabancılara hak ve ayrıcalık veren anlaşmayı Mustafa
Kemal kabul etmez. Bekir Sami Bey görevinden alınır, yerine Yusuf Kemal Bey
(Tengirşek) atanır.
30 Mart - 1 Nisan tarihlerinde Yunan ordusu «2.
İnönü Savaşı» ile püskürtülür.
23 Ağustos 1921 günü başlayan Sakarya Savaşj ile
Yunan ordusu'13 Eylül günü kesin yenilgiye uğratılır-.
Sakarya Savaşı; bir dönüm noktası olmuş; Sakarya
Savaşı'nı Büyük Taarruz izlemiştir.
Batı dünyası, artık Ankara Hükümeti'nin gücünü ve
etkinliğini kabul etmiştir. 3-11 Ekim günleri arasındaki 30 görüşmelerden sonra
imzalanan Mudanya Mütarekesi'n-den sonra Lozan'da Barış Konferansı
toplanmıştır.
Konferans 21 Kasım 1922'de Lozan'da Hotel de
Cha-teau'da açıldı. Görüşmeler, 4 Şubat 1923'de kesildi. 23 Nisan 1923'de
yeniden başlamış ve 24 Temmuz 1923'de sonuçlanmıştır63.
Türk delegasyonunun başkanlığına «Muzaffer ordular
komutanı» ve yeni Dışişleri Bakanı İsmet Paşa atanmıştı.
Lozan'da Türkiye ile İngiltere arasındaki en büyük
sorun Musul'du. «Misakı Milli»04 sınırları içinde kalan Musul, Mondros
Mütarekesinden sonra İngilizler tarafından işgal edilmişti.
Sevres Anlaşması da Kürdistan Devleti kurulmasını
öngörmekteydi. Petrol kaynaklarının üzerindeki Musul, Kürdistan'a bırakılan
bölgede kalmaktaydı.
İsmet Paşa, Süleymaniye, Kerkük ve Musul'da yaşayan
toplam 503 bin kişinin 263 bininin Kürt, 149 bininin Türk. 43 bininin Arap, 18
bininin Yezidi olduğunu
açıklıyor; buna karşılık Lord Curzon, bu üç ile
Erbil'i de katarak bölgedeki Kürt nüfusunun 457 bin, Türk nüfusunun da 65 bin
olduğunu ileri sürüyordur,n. İsmet Paşa, Musul konusunda plebisit yapılmasını
istiyor, ancak Lord Curzon, bu öneriye «halkının çoğunluğu cahil olan, kısmen
de göçebe hayatı yaşayan, kuvvetli ırki ve dini inançları bulunan» bir bölgede
plebisit yapılamayacağını, Kürtlerin plebisitin anlamını bile bilmediklerini
ileri sürerek öneriye karşı çıkıyordu™.
İsmet Paşa, 28 Aralık 1922 günü Bakanlar Kuruluna
gönderdiği 338 sayılı raporda İngilizlerin Musul sorununda ısrarlı olduklarını,
Kürdistan'a özerklik vermek istediklerini yazarken şu düşüncelerini de
kaydediyor:
«— Halbuki biz muhtıra ve mektubumuzda Kürdistan'a
daha serbest bir idare vermek istediğimizi zannettirecek birşey
söylememişiz»57.
İsmet Paşa, konferansta «Musul'u almadan Ankara'ya
dönmeyeceğini» söylüyordu5S. 31
İngilizler, İsmet Paşa'nın Musul'dan vazgeçmesi koşuluyla
petrol gelirlerinden pay vermeyi de öneriyorlardı.
Görüşmeler tıkanmıştı. Lord Curzon Musul'u elden
çıkarmamak için her yola başvuruyordu. Bu yollardan biri konunun Cemiyet-i
Akvam'da görüşülmesiydi. Lord Curzon, 25 Aralık 1923 günü Cemiyet-i Akvam'a
başvuruyordu.
Musul'un yazgısını belirleme hakkı Cemiyet-i Akvam'a
devredilmişti.
Tam bugünlerde -3 Şubat 1923 günü- Bornova'daki
İngiliz Kilisesine gece bilinmeyen kişHerce saldırı düzenleniyordu!
Başbakan Rauf Bey, 4 Şubat 1923 günü İsmet Pa-şa'ya
gönderdiği 382 sayılı telgrafla Kürt lideri Seyid Ta-na'nın İngilizler
tarafından «Çölemerik'e kadarki bölgede» hükümdar ilan edildiğini bildiriyordu.
Rauf Bey'in telgrafında şu konu da yer almıştı:
«— İngilizler Kürdistan'da hilafet ve saltanat
meselesi hakkında birtakım hainler vasıtasıyla efkarı zehirlemeye çalışmışlarsa
da hiçbir şeye muvaffak olamamışlardır»5".
1921 yılı Mart ayıpda Koçkiri Ayaklanması başlamış;
bu ayaklanma 17 Haziran'da bastırılmıştı00. Bu ayaklanmayı Nasturi Ayaklanması
izledi.
12 Eylül 1924 günü başlayan ayaklanmada İngiliz
askerleri de görev almışlardı61. Musul için Cemiyet-i Akvam görüşmeleri de tam
bu sırada yapılıyordu...
32
KOÇKİRİ AYAKLANMASI «Efendim;
Bakanlığın bilgisi için Askeri Ataşe tarafından
Kür-distan'daki durumla ilgili hazırlanan raporu sunuyorum. Daha önceki
yazılarımda belirttiğim gibi Kürt sorunu dikkat çekecek değerdedir. Normal
koşullarda bile Kürtler, daima komşuları için sorun olmuşlardır. Şimdi
Kürdistan'-ın ünlü petrol yatakları nedeniyle yabancı entrikalar kuşkusuz
başladığı için ciddi sorunlar çıkabilir. İngilizler, herhalde, Kürdistan'ı
denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyeceklerdir.
Türkler de Kuzey Mezopotamya'yı ele geçirmek için aynı şeyi yapacaktır.
Kürdistan'ı özel bir etki bölgesi sayan Fransızlar da Türk-İngiliz
sürtüşmesinden çıkar sağlamakta bir an duraksa-mayacaklardır»02. Bu yazı, 20
Şubat 1922 tarihini taşımaktaydı.
ABD Dışişleri Bakanlığına gönderilen bu kısa yazının
altındaki imza Amiral Bristol'undu.
Amiral Mark Lambert Bristol, 1898 yılındaki
Amerikan-İspanyol savaşlarında bulunmuş, Birinci Dünya Savaşı sonunda da
istanbul'da Yüksek Komiser olarak görev yapmış bir Amerikan amiraliydi63.
Bristol'un bu yazısının ekinde sunulan Askeri
Ataşenin raporunda da şunlar yazılıydı:
«...Kürt akımı ciddiye alınmamalıdır. Kürtler bir
lider bulamamışlardır. Onları düzene koyacak güçte kimse yoktur. Şerif Paşa,
kendi ülkesinden izin almamıştır. İstanbul'daki iki Kürt Derneği de oturup uzun
uzun tartışmakta, ancak ortaya bir lider çıkaramamaktadır. Halen Süley- 33
F.: 3
maniye'de bulunan Kürt Kongresi, bir başkan seçmek
ve bir program üzerinde birleşmek için çağrıda bulunmuş, ancak Kürt aşiret
reislerinin üçte ikisi bu
çağrıya katılmamışlardır. Askeri ve siyasal
liderlikten yoksundurlar.» Amerikan Askeri Ataşesi, bu gözlemlerini aktardıktan
sonra şu yorumu yapıyor:
«..Yunanlılar, önemli bir zafer kazanırlarsa, Kürt
isyanı, Türkiye'nin arkasını ciddi bir biçimde tehdit edebilir, ancak Batı'daki
savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerinde yarım düzine yetenekli
liderlerden biriyle Kürt sorunlarına son verebilir.
İngilizler, kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene
de Kürt durumu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal'in Musul'a el
koyamayacağını düşünmektedirler. Do- layısiyle Kürt akımına yardımcı
olmaktadırlar.»
Ataşe daha sonra ChurchiH'in Avam Kamarasında
yaptığı konuşmada, «İngiliz Yüksek Komiserliğinde yönetiminde olursa Kürtlerin
Mezopotamya ile birlikte idare edilmeye razı olduklarını araştırmaları sonunda
öğrendiğini» söylediğini aktarıyor ve şunları yazıyordu:
«— ..Gerçekte bu araştırmalar İngilizlerin
İstanbul'daki iki Kürt Derneğini (Teali) ve (Teşkilatı), Musul ve Mardin
bölgesindeki bazı küçük Kürt reislerini satın almaları biçiminde sınıriı
olmuştur. İngilizlerin yardımıyla, Mustafa Paşa, Mulanzade Rıfat Bey1'4 ve
başkaları geçen yaz Kür-distan'a gönderilmiştir. Mustafa Paşa, İngiliz mandası
altında Kürt bağımsızlığı istediğini bildiren bir broşür yayınlamıştır»*".
Amerikan Askeri Ataşesi, Kürt Teali Cemiyeti üyesi
Hamdı Paşa ile Ahmet Taha'nın İngilizler tarafından Kür-distan'a
gönderildiklerini de yazıyor.
Ataşe, raporunun sonunda hükümetine şu uyarıyı da
yapıyor:
«..Fransız-Türk anlaşmasına'"1 karşı
yürüttükleri kampanya ve Kürt ayaklanmasına verdikleri itici güç konusunda
İngilizlerin eylemlerini yakından izlemek gerekir. İngiliz iddiasına göre gizli
bir anlaşmayla Türkler, Musul'u geri aldıktan sonra petrol yataklarının
işletilmesi hakkını 34
Fransızlara verecekleri konusunda söz vermişler.
Böyle bir anlaşmanın varlığı konusunda ellerinde kanıt yoktur. Şimdi, aynı
zamanda bizim Türklere yaptığımızı - ki yanlış olduğuna eminim - Kürtlere
yapmaya çalışmaktadırlar.
Kürtleri Mardin ve öteki bölgeleri ele geçirmeye,
yani Türklerin bize verdikleri bölgeleri"7 ele geçirmeyi istiyorlar. Bu
durumda İngilizler, Fransız çıkarları aleyhine çalışmıyorlar mı?GS
Bu belgeler, İngilizlerin Kürdistan Teali Cemiyeti
liderlerini kullanarak, Musul petrollerini ele geçirmeye çalıştıklarını, bu
amaç için de İngiltere'nin korumasında bir Kürt Devleti kurdurmak istediklerini
kanıtlıyor.
İngilizler, Kürtlerin arasında bir lider
bulamıyorlar. Şerif Paşa Kürtler arasında tutulmuyor. Seyit Abdülkadir ile
Bedirhanikr geçinemiyorlar.
Londra'da ve Sen Remo'da Kürdistan'ın yazgısını
belirlemek için toplantıların yapıldığı günlerde Ankara hükümeti «Koçkiri
ayaklanması» ile uğraşmak zorunda kalıyordu.
«Koçkiri», Sivas'ın İmranlı ilçesinde Karlık ve
Boğaz-ören köylerinde yerleşik bir Kürt-Alevi aşiretinin adıdır. O tarihlerde
bu aşiret, Sivas'tan Erzincan'a kadar yayılan bir alanda yaşıyordu.
Koçhisar, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kangal
ve çevre köylerinde yaşayan aşiretin kırkbin kişiden oluştuğu
sanılmaktaydı0".
Koçkirili Mustafa Paşa'nın oğlu Alişan ve Haydar
Beyler aşiret içinde sevilen iki kardeşti. Haydar Bey, Ümraniye Bucak
müdürüydü"".
Sivas'ın Ümraniye ilçesine bağlı Koçkiri yöresinde
olaylar şöyle gelişir: Kürdistan Teali Cemiyeti, Alişan Bey'i Dersim'e
göndererek örgütün burada da kurulmasını istiyordu. Alişan Bey, Baytar Nuri ile
birlikte Dersim'de (Tuncel) örgütü kurar.
Aynı günlerde Baytar Nuri de Zara, Divriği, Kangal
ve Hafik ilçeleriyle İmraniye, Beypınar, Celalli, Sincan, Hamo, Zınara ve
Domurca bucaklarında Kürt Teali Cemi-yeti'ni kurmaktadır. 35
Mustafa Kemal, bu örgütlenmeleri haber alıyor. Haber
alınca da M. Kemal, Sivas Valisi Reşid Paşa aracılığı ile Baytar Nuri ve Alişan
ile görüşmek ister. Görüşmeye Baytar Nuri gitmez, Mustafa Kemal, Alişan Bey'le
görüşür.
Mustafa Kemal, Alişan Bey'e İngilizlerin
Bedirhaniler ve Cemilpaşazade Ekrem'in Vali Ali Galip ile Sivas Kong-resi'ni
basmayı planladıklarını anlatır. Seyit Abdülkadir'-den yakınır. Erzurum
Kongresi'nde alınan kararların Kürtleri de kapsadığını anlatır1.
Alişan Bey, bu konuşmadan sonra Sivas'tan
milletvekili olmayı kabul eder. Ancak, sonradan Baytar Nuri ile konuşup bu
öneriyi reddeder. Baytar Nuri de kendisine Alişan Bey aracılığı ile yapılan
milletvekilliği önerisini kabul etmez.
Baytar Nuri, Kürt Devleti peşindedir. Seyit
Abdülka-dir'i de eleştirir. Kürt özerkliği ile yetinen Abdülkadir'i «Türk ajanı
ajan rolünü bilerek veya bilmeyerek oynamakla» suçlar7-.
Baytar Nuri, 1921 yılı başlarında Kangal İlçesinin
Yellice nahiyesinin «Hüseyin Abdal tekkesi»nde bir toplantı düzenler. Bu
toplantıya, «Cangaben» ve «Kurmeşan» aşiretleri başta olmak üzere Kürt aşiret
reisleri katılırlar. Toplantıda karar alınır:
Sevr Anlaşması'nın uygulanması ve Diyarbakır, Van,
Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçkiri'yi içine alan bağımsız bir Kürt devleti
kurulması73!
Hazırlıklar tamamlanınca ilk saldırı Temmuz ayında
yapılır. Mısto komutasındaki Kürt birlikleri Zara'nın Culfa Ali Karakoluna
saldırırlar.. Bu saldırıyı Refahiye'de Şa-dan Aşiret Reisi Paşo'nun saldırısı
izler.
Ankara hükümeti, çatışmayı önlemek amacıyla Koç-kiri
Aşireti Reisi Alişan Bey'i Refahiye Kaymakam Vekilliğine, kardeşi Haydar Bey'i
de Ümraniye Bucak Müdürlüğüne atar74. İşin gerçeği şudur: Her iki kardeş de
Kürt ayaklanmasının gizli liderleridir. Mustafa Kemal, uyguladığı bu taktikle
iki lideri kazanmak ister!
Sivas yöresinde «Zalim Çavuş» diye anılan Şadan 36
Aşiretinden Hüseyin Ağa da Zara'da saldırıya geçer.
Ayaklanmayı bastırmak ve asker kaçaklarını toplamak için İmranlı'ya gelen 6.
Süvari Alayı, büyük direnişle karşılaşır. Yakalanan Alay Komutanı Binbaşı
Halis, Kürtler tarafından kurulan bir Harp Divanında ölüm cezasına
çarptırılarak kurşuna dizilir; subay ve erler de tutuklanırlar.
Alişan Bey ile kardeşi Ümraniye Bucak MüdC^İ Haydar
Bey, ayaklananlara yardım ederler7"'.
Ayaklanma büyür ve yayılır. Ayaklanmanın yayılmasına
«Kürtlerin Ermeniler gibi sürülecekleri» yolundaki söylentiler de etken olur.
Kürtler, Kemah'ta da yönetimi ele geçirmişler,
kaymakamı tutuklarlar. Ayaklanan aşiretler, Koçhisar'ın Celalli bucağından
TBMM'sine telgraf çekerek Koçkiri kazasının «mümtaz bir vilayet» yapılmasını
isterler.
Koçkiri aşireti yanında Pezgavır, Maksuden, Aslanan,
Kurmeşan, Perçikan, Cenbergan ve Ginyan -aşiretleri de ayaklanmanın ön
saflarında yer alırlar. Kürt aşiretleri Ankara hükümetinden şu isteklerde
bulunurlar:
«..1 — İstanbul hükümetince kabul edilen Kürdistan
özerkliğinin Ankara hükümetince de tanınıp tanınmayacağının açıklanması;
2
—
Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt
vermesi;
3
—
Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi;
4
—
Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi;
5
—
Koçkiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.»
Baytar Nuri'nin babası İbrahim Efendi tarafından
kaleme alınan bu «muhtıra»dan sonra Batı Dersim Aşiret Reisleri adına TBMM'sine
25 Kasım 1920 günü şu başvuruda bulunurlar:
«Sevr Anlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ,. Van
ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gere- 37
klyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu
hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz»''.
Amaç, bir Kürt devleti kurmaktır. Alışan Bey,
Ovacık, Hozat ve Çemişkezek'te aşiret reisleri ile toplantılar yapar. ,45 bin
milis hazırdır. Aşiret reisleri. Kürdistan kurmak için yemin ederler. Bu yemine
Seyit Rıza katılmaz.
Kürtler arasında «Baytar Nuri» olarak bilinen
Mu-hammed Nuri, «programımız şu idi» diye yazıyordu yıllar sonra. Ve bu
programını açıklıyordu:
«İlk önce Dersim'de Kürt istiklalini ilan edecek,
Hozat'a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve
Malatya istikametlerinden Sivas'a doğru hareket ederek Ankara hükümetinden
Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti.
Türkler, bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü
isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı»'7.
Ayaklanmanın büyümesi üzerine Merkez Ordusu Komutanı
Nurettin Paşa, bir plan hazırlayarak Genelkurmay'a sundu. Kazım Karabekir'in
oluşturduğu Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa'nın emrine
verildi7*.
Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921 günü ayaklanmacıların
üstüne yürüdü.
Kürt aşiretleri, Türkkeşlik köyünde 7 Mart 1921 günü
13 Türk köylüsünü öldürmüşler, İmranlı bölgesinde on köyü yağma etmişlerdi.
Kangal'ın Topardıç, Suşehri'nin Karacaviran ve Yoncalı köyleri de saldırıya
uğramıştı.
Kürt aşiretleri ile Merkez Ordusu arasında büyük ve
kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalardan sonra ayaklanma 17 Haziran 1921 günü
tümüyle bastırıldı. Alişan ve Haydar Beyler de teslim oldular.
Kangal Ağası Kürt Hacı Ağa ile Ginyan Aşiret Reisi
Murat Paşa, Kureyşan aşireti de hükümet kuvvetlerinden yana tavır almışlar ve
ayaklananların yakalanmalarında Nurettin Paşa'nın Merkez Ordusuna yardım
etmişlerdi.
Koçkiri aşiret reislerinden Alişan ve Haydar Beyler,
Naki, Azemet. Kör Rıfat, Zalim Çavuş, Mahmut Bey, Bay- 38
tar Nuri, Polis Munzur, Eczacı Halil ayaklanmanın
bilinen liderleriydi. Ayaklanma bastırılmıştı7".
Nurettin Paşa, ayaklanmanın bastırılmasından sonra
şu duyuruyu yayınladı:
«— Ümraniye olayı sorumlularından ve Koçkiri
reislerinden Azemet ve kardeşleri Bahri ve Sabit Beyler ile Karacaviran
Bucağının en acımasız eşkiya reislerinden Filiçbeyü Hamu ve Zara ile Suşehri
arasındaki asilerin reisi bulunan Çevirmahlı Aziz ve Naki'nin kardeşinin oğlu
Naki ve Ali'nin kardeşi Haydar'ın yakınlarından Pehlivan ve yakın adamı Hüseyin
Efendi ve Refahiye eşkiya-sından Aşir ve 159 eşkiya ölü olarak ele
geçirilmiştir.
Eşkiya reislerinden meşhur Ali'nin ve eşkiyaya
muhbirlik eden Kaçurzade Haydar Bey ve Şerefiye eşkiyasın-dan ve maktul Aziz'in
arkadaşlarından İbrahim ve reislerden Felik Ali'nin babası ve üç kardeşi ile
oğlu ve Şeyh Kasım namındaki casus ile 113 kişi ölü olarak ele
geçirilmişlerdir.
Ümraniye olayının düzenleyicilerinden ve
başkanlarından olup ayaklanma sırasında Ümraniye Bucağı Müdürü bulunan
Koçkirili Mustafapaşazade Haydar Bey ile reislerden Naki Bey'in kardeşi İzzet
ve Hasan Beyler, ve avanesinden Genco ile 56 eşkiya af dileyerek teslim
olmuşlardır.
200 çeşitli cins ve tüfekle bir hayli cephane ve 118
beygirle birçok koyun ve hayvana el konulmuş ve 207 asker ve yoklama kaçağı
yakalanmıştır.
Memurlara, subay ve erlerin gösterdikleri azim ve
gayretten dolayı takdirlerimi beyan ve teşekkür ederim»*".
Vali Ebubskir Hazım Bey, Sakallı Nurettin Paşa'nın
^müsademe değil katliam yaptığı» ve ayaklanmayı «şiddet ve vahşetle bastırdığı»
kanısındadır*1. O günlerin Sivas Valisi Ebubekir Hazım Bey (Tepey-ran)
anılarında ayaklanmanın nasıl bastırıldığını şöyle anlatıyor:
«— Askerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin
doğruluğuna, yani Kürtlerin tenkil edileceğine inanarak 39
hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini
terkederek dağlara sığınmaya mecbur olmuşlardır. Sırf can korkusuyla kaçanlar
isyan ve eşkiyalıkla suçlanarak boş kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve
eşyalara el konmuştur.
Şu surette Ümraniye bucağına ve Zara ilçesinin
merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriği ilçesinden 57 toplam 132 köy savaşan
düşman istihkamları gibi yakılmış, tahrip olunmuş ve yüzlerce nüfus
öldürülmüştür. Ayrıca, bütün mal, eşya, zahire ve hayvanlar yağma olunmuştur.
Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum
edilmişlerdir»82.
Olaylar, TBMM'sine yansıtılmış ve Mecliste sert
tartışmalar olmuştu.
40
SAKALLI NURETTİN PAŞA
Günlerden perşembeydi.
TBMM'nin 3 Ekim 1921 günkü gizli oturumuna Dı\ Adnan
Bey (Adıvar) başkanlık ediyordu.
Erzincan milletvekili Emin Bey ve arkadaşları
Koç-kiri olayları konusunda gizli görüşme isteyen 107 imzalı bir önerge
vermişlerdi. Konu üzerinde sert tartışmalar başlamıştı.
Emin (Lekili) Bey, kürsüden ateş püskürüyordu:
«— Gizli oturumu biz istedik. Gerekçesi de şu:
Ümraniye'den geçmiş bir arkadaşınızım. Koçkiri olayını izleyen bir
arkadaşınızım. (..) Orada öyle zulüm yapılmıştır ki, tüyleri ürpertir. Çünkü
efendiler, memlekette yapılan zulüm felâketi Büyük Millet Meclisi adına
yapılıyor. Bunu açıklamak dışarıda yanlış ve kötü etkiler yapar. Gizli oturumu
bu nedenle istiyoruz».
Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey (Ulaş) de Emin
Bey'i destekliyordu: «Bu zulüm, iki yıldan beri yaptığımız içten çaba ve
etkinlikleri sıfıra indirmiştir. Bilelim ki, verdiğimiz yetkileri kötüye
kullananlar vardır. Bu zulüm kalmamalı, her-şey bilinmelidir.»
Bir başka Erzurum milletvekili Mustafa Durak
(Sakarya) Bey de gizli oturum yapılmasına karşıydı.
«Bütün Dünya'ya ilan edilmelidir ki, sizinle
ilgiliyiz. Memurlar da duymalı, herkes duymalı. Gizli oturum, bir memlekette
yabancıya karşı yapılır. Memleketimizde yapılan zulmü bütün dünyaya ilan
etmeliyiz. (..) Bu nedenle görüşmelerin açık yapılmasını istiyoruz.»
Bu konuşmalardan sonra kürsüye İçişleri Bakanı
Re-fet (Bele) Paşa, kürsüye gelir. 41 «Hiçbir şey gizli kalmamalıdır. Herşey
açık açık söylenmelidir» der. Ve «bir inceleme kurulu gönderilmeli, bu kurul,
suçluları saptamalı ve adalet suçluların yakalarına yapışmalıdır» diye
konuşurs:t.
Sert tartışmalar bir gün sonra da devam eder..
Erzincan milletvekili Emin Bey şöyle konuşur:
«Nurettin Paşa'nın kendi deyişi ile, Hükümetin
önerilerini daha genişleteceğim diye tuttuğunu öldürmeye, ırzlara geçmeye,
namuslara saldırmaya kalkıyor. Rica ederim, hanginiz bu facia karşısında
sabredebilirsiniz?
Buna üç yaşındaki çocuklar bile tahammül edemezler.
Ve böyle birşeye maruz kaldığınızda, rica ederim, nasıl karşınıza çıkanlara
kurşun atmazsınız? Bu surette beş milyon, onsekiz milyon liralık servet
mahvolmuştur. Bu paralar tamamiyle gitmiştir. Ben kanıtlamaya hazırım. Otuz bin
hayvanı Osman Paşa götürmüştür. (..). Refahiye'de bir arkadaşım vardır, onu
tanık tutarak söylüyorum; (..) Bir Türk servetine göz dikilerek karısı cebren
alınmış ve alevisin diyerek herifin malvarlığı yağma edildikten sonra öldürülmüştür.
Efendiler, dünyanın hangi yerinde böyle bir hareket görülmüştür ki, babasının
bir evladın elinde ip, diğer elinde bir ip olarak çektirilerek tam altı saat
içinde bu surette acımasızca öldürülmüştür?» Bunları yapanlar kimlerdir? Emin
Bey, bunları da açıklar:
«— Nurettin Paşa'nın emri ile buraya gelen sorumsuz
Osman Ağa kuvvetleridir. Elbette Nurettin Paşa uyarılmıştır. Sonuç olarak, bu
gibi olaylara meydan vermeyiz denmiştir. Evet efendiler, burada anket
parlamenter istiyor musunuz? Evet. Ben de buna taraftarım. Ne var ki, siz bunu
yaparsanız, bir tane Koçkiriliyi asamayacaksınız. Efendiler., hükümet bizden
daha acizdir»84. Koçkiri ayaklanmasına Dersim neden katılmıştır? Emin Bey, bu
konuyu da şöyle açıklıyor: «— Sonra efendim, diyeceksiniz ki, Dersim buna ne
surette katılmıştır? (..) Abdülkadir adındaki bir valinin boş vere bu sorunları
yaratması.. Kürdistan namıma gelen bu 42 gazeteleri doğrudan doğruya Dersim'de
dağıttırmış.. O gazetelerde (Kürtleri de Ermenilere benzetecekler» diye
yazılmış. Üzülerek bildiriyorum ki, bu adam, yükselmiş, şimdi de Tortum
Kaymakamı olarak gidiyor.
Bu Ümraniye (İmranlı)'de meydana gelen ve (terbiye
etmek) denilen bu şeyin Afrika barbarlarının bile kabul etmeyecek bir derecede
olduğunu görünce Dersimliler korkmuşlar. İşte örneği budur demişler.
Bu facia Ermenilere bile yapılmamıştır.» Görüşmeler,
5 Ekim günü de sürer.
Konya milletvekili Vehbi Bey söz alır ve «cinayet
edenlere karşı cinayet işlemeyenleri korumak hükümetin görevi iken, tersine;
önüne geçeni, her kim ise yakmış, yıkmış» diyerek olay yerine bir soruşturma
kurulunun gönderilmesini istor.
Dersim milletvekili Mustafa Bey de söz alır; «bize
islamiyet adına İngiliz parası diye leke sürüyorlar» diye yakınır.
',
Ve bazı olaylardan söz eder. Şöyle konuşur:
«— Kadınların ırzına geçilmiş, herifin oğlu
öldürülmüş, karısının ırzına geçilmiş, beş yaşındaki kızının ırzına geçilmek
için kesilmiştir. (..) Çorum'a geliyorlar. Belediye reisini sokak sokak
dolaştırıyorlar. Bize et bul, bize illa et bulacaksın.. Amasya'dan bir mektup
var. Diyor ki, Allahaşkına bu Topal Osman'ın yaptığı fenalık nedir?..
Tahakkümünü uygulamak isteyen Vali, Dersim isyan etti diyor.. (..). Namusumla
güvence veriyorum: Bütün Dersim isyan etmemiştir... Önce bizim çaresizleri
bağışlayalım, sonra da soruşturma kurulu gönderelim. Eğer biz İngiliz parası
aldıysak kendimizi asalrm»s'.
Lazistan milletvekili Ziya Hurşit, Nurettin Paşa'nın
komutanlığının «zavallı halkın, o şehirlerin, o köylerin» zararına olduğunu,
Koçkiri olaylarından sonra Rum Pon-tus çetelerini izlemek için Samsun'a giden
Paşa'nın, burada da «idaresizliği yüzünden» Rumların müslüman köylerine
saldırmalarına yol açtığını söyler.
Trabzon milletvekili Hafız Mehmet de Trabzon'da
yağmacılık olayları olduğunu, bu yağmaya tanık olduğunu, 43
bütün bunion Nurettin Paşa'ya anlattıklarını anlatır
ve «bu adam orada durdukça Samsun mahvolur» der86.
O günkü oturuma Mustafa Kemal Paşa başkanlık
etmektedir.
Nurettin Paşa hakkında nasıl bir soruşturma yöntemi
izlenecektir?
Paşa'nın Nurettin Paşa ve olay hakkındaki yorumu
şudur: «— Efendiler;
İçişleri Bakanı ile orduda kumanda görevi yapan bir
kimse hakkında karar vermek, Genelkurmay Başkanı ile benim yetkilerim içine
girer. Nurettin Paşa, öteki komutanlar gibi bir ordu komutanıdır. Nazik
zamanlara rastlayan olaylar nedeniyle ordu komutanlar; iç güvenlik konularında
da görevlendirilmektedir. İç güvenlikten kural olarak İçişleri Bakanı
sorumludur. Fakat ayaklanmalar nedeniyle, doğal olarak, askeri birlik ve araç
sağlanması zorunludur. Nurettin Posa, Merkez yöresindeki olaya bu nedenle
müdahale etmiştir.
Nurettin Paşa'nın yasa dışı eylem ve davranışlarına
gelince... Ben bunları incelettim. Bu incelemelerden bazı sonuçlar da çıkardım.
Nurettin Paşa'nın değiştirilmesi kanısı öoçirnamıştır. Konunun, aynı zamanda,
Genelkurmay Başkanınca da sözünün edilmesi üzerine bir görüş aykırılıkları
ortaya çıktı. Öte yandan, Genelkurmay Başkanı, Nurettin Paşa'nın orada düzeni
sağlayamaması nedeniyle görevinden alınmasını önerdi. Tabii bu bizde de
verilecek bir emirle yapılabilirdi. Tabii bu da bizim için uygulanması gereken
bir karar olurdu»"7. TBMM, verilen önergeyi kabul eder ve bir soruşturma
kurulu kurulur.
Konu, 29 Ekim günü Ziya Hurşit tarafından yine
gündeme getirilir. Ziya Hurşit şöyle konuşur:
«— Demek ki bu adam, TBMM'nin üzerindedir. Ve
kendisi orada bir dile hükümeti kurmuştur. Damadı Kurmay Başkanı, bir kardeşi
Tokat mutasarrıfıdır. Bütün bunlarla memlekette bir eşkiyalık faslı
başlamıştır. (..) Nurettin Paşa, bu olağanüstü yetkileri kimden almıştır? Or-
44
du komutanı olarak en ince ayrıntıya müdahale eder.
Savcısıyla' komiseri ile uğraşır. TBMM bu adamı görevinden almalıdır. Ricam
budur, bir dakika bile gecikilmemesi gerekir»83.
Soruşturma Kurulu, Nurettin Paşa'nın görevden
alınmasını ve yargılanmasına karar vermiştir. TBMM, kurul kararını kabul eder.
Paşa görevinden alınıp, yargılanmak üzere Ankara'ya çağırılır. Nurettin Paşa,
Mustafa Kemal Paşa'ya başvurup suçlamaları yanıtlar.
Mustafa Kemal Paşa, TBMM'sinde Nurettin Paşa'ya
verilen cezanın «biraz ağır olduğunu» söyler. Konunun Bakanlar Kurulunda da
görüşüldüğünü, Nurettin Paşa'nın görevinden alındığını, bu nedenle yargılanması
kararının değiştirilmesi gerektiğini, Nurettin Paşa'nın savunmasının da
alınarak konunun bir komisyonda incelenmesi gereğini anlatır.
Erzincan milletvekili Emin Bey, kararının neden ağır
sayıldığını M. Kemal Paşa'dan sorar. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, «nasıl
uygun görürseniz, öyle yapın» yanıtını verir.
17 Ocak 1923 günü Nurettin Paşa'nın TBMM'sine
sunduğu savunma okunurs".
Mustafa Kemal Paşa'nın, konunun «gereği kadar
soruşturmasını» ister. Nurettin Paşa hakkındaki suçlamaları öğrendikten sonra
«soruşturma yapma zorunluluğunu» duyduğunu anlatır.
Yapılan tartışmalardan sonra konunun bir yeni
soruşturma kurulunca incelenmesi kararlaştırılır*0.
Olay öylece kapanır.
Nurettin Paşa'dan sonra Elcezire Komutanı Nihat Paşa
da görevinden alınır91.
O günlerde TBMM Hükümeti, Elcezire Komutanı Nihat
Paşa'ya şu kararı göndermişti. Mustafa Kemal hükümeti aldığı kararda «Kürtlerin
oturdukları bölgelerde hem iç hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak
yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz» diyordu.
Mustafa Kemal Paşa. «yabancılar ile Kürtlerin anlaş-
45
malarına» engel olunmasını ve Kürtlerin yoğun olarak
yaşadıkları yerlerde yerel yönetimleri güçlendirmek istiyordu.
Amaçlardan biri de şuydu:
Kürtlerle İngilizleri silahlı çatışmaya sokmak!
Karar şöyleydi:
«1 — Göreceli olarak bütün ülkede geniş çapta
doğrudan doğruya halk tabakalarını ilgilendiren ve etkili biçimde yerel
yönetimler kurulması iç siyasetimiz gereklerindendir. Kürtlerin oturdukları
bölgelerde hem iç hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir
yönetim biçimini gerekli görüyoruz.
2
—
Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri bütün dünyada kabul
edilmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi kabul etmişizdir. Öngörüleceği üzere
Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetim birimlerini tamamlamış ve başkanlarını
ve tartışan yandaşlarını bu amaç adına tarafımızdan kazanılmış olması ve
oylarını kullandıkları zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını TBMM
yönetiminde yaşamayı istedikleri düyurulmalıdır. Kürdistan'-daki bütün sorunun
bu amaca dayalı siyasete yönelmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığı
sorumluluğundadır.
3
—
Kürdistan'da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı
husumetini silahlı çatışma ile değiştirilmeyecek ölçülere vardırmak ve
yabancılarla Kürtlerin uyuşmalarına engel olmak, göreceli olarak, yavaş yavaş
yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yolla içtenlikle bize
bağlılıklarını sağlamak, Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize
bağlılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeler benimsenmiştir.
4
—
Kürdistan iç siyaseti, Elcezire Cephesi Kuman-danlığınca yönetilecektir. Cephe
kumandanlığı, bu konularda TBMM başkanlığı ile görüşür. İller arasında
izlenecek siyaseti düzenleyecek olan Cephe Komutanlığı aynr zamanda bu
illerdeki sivil memurların bu konularda başvuracakları yerdir.
5
—
Elcezire Cephe Komutanlığı yönetsel, yargıya ilişkin ya da önemli değişiklik ve
iyileştirmeleri gerek gördükçe bunların uygulanmasını hükümete önerir»92.
46
KÜRTLERE ÖZERKLİK
30 Ağustos 1922'deki Büyük Utku'dan sonra Gazi
Mustafa Kemal, 14 Ocak günü bir yurt gezisine çıkmıştı. Bu yurt gezisinin
Eskişehir'den sonraki durağı İzmit'ti.
16/17 Ocak günü Gazi Mustafa Kemal körfeze bakan
tepe üzerindeki «İzmit kasrı»nda İstanbul'dan gelen gazeteciler ile
konuşuyordu.
Akşam Gazetesi yazarı Falih Rıfkı (Atay)'nın bir
sorusu üzerine Gazi Paşa, Musul ve Kürtler konusuna değiniyordu.
«Musul» diyordu Gazi Paşa, «ulusal sınırlarımız
içindedir. Bu ulusal sınır deyişini de ben bulmuştum»93.
Ve şöyle sürdürüyordu konuşmasını:
«— ..Musul'u da kendi topraklarımız içine alan
sınıra ulusal sınır demiştim. Gerçekten o zaman Musul'un güneyinde bir ordumuz
vardı. Fakat biraz sonra bir İngiliz kumandanı gelmiş ve İhsan Paşa'yı
aldatarak orada oturmuş"4. Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi,
Musul'da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır.» Musul'un ulusal
sınırlar içine alınmasını gerektiren ikinci nedeni Gazi Paşa şöyle açıklıyordu:
— ..İkincisi onun kadar önemli olan Kürtlük
sorunudur. İngilizler, orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu
yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna
engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir..
Gazi Paşa, o gün «Kürt özerkliği» konusuna
değinmişti. Ancak, konuşmanın bu bölümünün yayınına 12 Eylül dönemindeki Tarih
Kurumu yetkilileri izin vermemişlerdi. Bu 47
ikonuşma «2000'e Doğru» Dergisi'nce 1987 yılında
yayınlanacaktı93.
«Tarih Kurumu - Atatürk ve Devrim Araştırma Merkezi»
mührünü taşıyan 1089 giriş numaralı tutanağın 15 sayfası yayınlanmamıştı!
Yayınlanmayan sayfa Gazi Paşa'nın Kürtlere özerklik
verilmesi ile ilgili bölümleri kapsıyordu. Neler konuşulmuştu o gün?
Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin (Yalman), Gazi
Paşa'ya «Kürt sorununa değinmiştiniz» diye giriyor ve yanıtı 64 yıl gizlenen şu
soruyu soruyordu: «— Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak de-ğinseniz iyi
olur.» Gazi Paşa'nın yanıtı şöyleydi:
«— Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için
kesinlikle söz konusu olmaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt
öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak
yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir
sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye'yi
mahvetmek gerekir. Örneğin Erzurum'a giden, Erzincan'a, Sivas'a giden, Harput'a
kadar giden bir sınır çizmek gerekir. Ve hatta Konya çölferindeki Kürtleri de
göz önünde tutmak gerekir.»
Gazi Paşa'nın Kürt konusundaki gözlemi buydu. Pe-'ki
nasıl bir çözüm düşünüyordu?
«— Bu nedenle başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten
çok Anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi
bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir.
Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek
gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarırlar.
Şimdi TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin yetkili temsilcilerinden oluşmuştur. Ve
bu iki öge, bütün çıkarını ve bütün yazgılarını birleştirmiştir. Yani onlar
bilirler ki, bu ortak birşeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.» 48
Nasıl bir özerklik olacaktı bu? Gazi Paşa,
«özerklik» demiyordu «bir çeşit özerklik» diyordu9'.
1921 Anayasası da 21. maddesiyle illerin «manevi
kişiliğe ve özerkliğe sahip» olacaklarını öngörüyordu.
Madde şöyleydi:
«— İl yönetimi yerel işlerde manevî kişilik
sahibidir ve özerktir. Dış ve iç siyaset, dinsel, adli ve askeri işler,
uluslararası ekonomik ilişkiler ve birçok ili ilgilendiren işler dışında,
Hükümetin önerisi üzerine Büyük Millet Meclisince çıkarılacak yasalar gereğince
Evkaf, Medreseler, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık, sosyal yardım
işlerini düzenlemek İl Kurullarının yetkisindedir.»
Kockiri ayaklanması 6 Mart 1921 günü başlamıştı.
Yunan Ordusu da Bursa doğusundan 23 Mart günü saldırıya geçmişti.
Sonunda Koçkiri ayaklanması bastırılmış; Haydar ve.
Alişan Beyler 17 Haziran 1921 günü 32 kişiyle teslim oi-muşlardıST. Ayaklanmanın
liderlerinden Baytar Nuri, neden yenildiklerini açıklarken şu nedenlerini
sıralar:
1
—
Sevr Anlaşması'nın Kürtler arasında heyecan yarattığını, ancak İtilaf
devletlerinin ayaklanmalara kayıtsız kaldıkları;
2
—
Kürtlerin aşiretlere bölünmüş olması; aşiretler arasında dağınıklık ve
düşmanlığın birliği engellediği;
3
—
Orta sınıfın oluşmaması nedeniyle aşiret reislerinin devletçe kendi saflarına
çekildikleri;
4
—
Aşiretler arasında din ve mezhep ayrımlarının yol açtığı güvensizliği giderecek
Kürt aydınlarının yeterli sayıya ulaşmamaları;
5
—
Türk ordusunun silah ve sayı üstünlüğü98. Baytar Nuri, Koçkiri Ayaklanmasının
Kürt bağımsızlık savaşında bir «aşama» olduğunu yazıyor. Genelkurmay
Başkanlığı'nca yayınlanan «Türk İstiklal Harbi» adlı kitapta da aynı yargıya
hemen hemen aynı sözcüklerle yer veriliyor:
«— Siyasi bakımdan büyük önem taşıyan bu harekat
dolayısıyla, Kürt bağımsızlığı davasının ilk basamağının 49
F.: 4
Koçkiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış
etkilerin en açık ve kesin delilidir»99.
1919 yılı 12 Mayıs'ında Nusaybin'de Ali Batı
ayaklanması başlamış; aynı yılın Kasım ayında Anzavur Ayaklanması
başgöstermişti. Anzavur Ayaklanmalarını 1920 Ni-san'ında ^ Düzce Ayaklanmaları
izlemiş; TBMM orduları, «Kuvayt İnzibatiye» ile savaşmışlardı.
Ayaklanmalar biribiri ardından geliyordu.
15 Mayıs 1920'de Yozgat'ta Çapanoğlu Ayaklanması
başlamıştı. Ayaklanma Çerkez Ethem Kuvvetlerince bastırıldı. Hükümete sığınan
bir kısım ayaklanmacının oluşturduğu «Akdağmadeni Alayı»ndan kaçanlar da Küçük
Ağa ve arkadaşlarının liderliğinde yeniden ayaklanmışlardı. Çerkez Ethem'in
«Kuvayı Seyyare»si bu ayaklanmayı da bastırdı100. 1920 yılı Haziran başında
Zile Ayaklanması başladı101. Ayaklanma Cemil Cahit Paşa (Toydemir)
komutasındaki kuvvetlerce bastırıldı.
4 Ekim 1920'de Zeynelabidin liderliğindeki Konya
Ayaklanması Albay Refet (Bele) Kuvvetlerince bastırıldı. Bu bastırma harekatına
Demirci Efe liderliğindeki milis güçleri de katıldı. Çok geçmeden Demirci Efe
de Hükümet Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Bu ayaklanma da bastırıldı.
27 Aralık 1920 günü Nazım Hikmet'in «4 top/ve 1800
atlı bir ihanet/Yani Çerkez Ethem» dizeleriyle anlattığı Çerkez Ethem
Ayaklanması başlamıştı102.
Çerkez Ethem Ayaklanması 24 Ocak 1921'de bastırıldı.
İki ay sonra da Ankara hükümeti Koçkiri Ayaklanması ile karşılaşmıştı.
Kurtuluş Savaşı'nın lider kadrosu bütün bu
olaylardan İngilizleri sorumlu tutuyordu.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, «İngilizlerin bu
defa da komünistliğin tamimi gibi bir maske altında» bazı kimseleri Türkiye'ye
göndereceklerini, Sovyetler Birliği'n-de «Halk Şuralar Fırkası» adıyla bir
komünist partisi kuran Enver Paşa ile de İngilizlerin ilişkiye geçtiklerini
şifre ile Karabekir'e duyuruyor. Kazım Karabekir de bu kuşkuları
paylaşıyordu103. 50
Musul sorununun Lozan'da kilitlenmesi ve sorunun
Cemiyet-i Akvam'da çözülmesi kararından sonra patlayan Nasturi Ayaklanması bu
kuşkuların daha da artmasına yol açmıştı.
Musul konusunda İngilizler ile ilk görüşme 19 Mayıs
1924 günü İstanbul'da yapıldı, «Haliç Toplantısı» olarak adlandırılan bu görüşmeden
bir sonuç alınmadı. İngilizler, Haliç toplantısında Musul'daki haklarından
vazgeçmek bir yana bir de Nasturi sorunu'nu ortaya atmışlardı ve Hakkari'yi de
istiyorlardı104. Toplantı 5 Haziran günü kapandı. 7 Ağustos günü de ayaklanma
başladı.
Nasturiler Hangediği bölgesinde Hakkari Valisi Halil
Rıfat Bey'i yaralayarak tutsak almışlar, jandarma komutanını da öldürmüşlerdi.
Nasturiler, Süryani papazlarından
Nastorıs tarafın-, dan kurulan «Nastur» mezhebine bağlı Hristiyanlardı. Su- *
riye ve Mısır'a kadar
yayılan Nasturiler, Türkiye sınırları içinde
Hakkari'de yaşarlardı.
Hakkari bölgesinde ayaklanmadan önce İngiliz
misyonerleri görülmüştü. Bu misyoner kılığındaki İngiliz sıv baylarının İmadiye
ve Çömelek'te Nasturileri örgütledikleri ve ayaklanmaya hazırladıkları
anlaşılıyordu. Ayaklanma, Çal (Çukurca), Oraman, Çölemerik, Beytüşşebap ve
Habur suyu çevrelerinde başladı10*. Hükümet, 14 Ağustos günü ayaklanmayı
bastırma kararı aldı. Görev Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa'ya verildi.
Bakanlar Kurulu, Nasturi Ayaklanması'nın
bastırılmasında Kürt aşiretlerinden de yararlanmayı planladı. O sıralar
Türkiye'de bulunan ve «Simko» diye bilinen Şikak Kürt Aşireti Reisi İsmail Ağa
ile ilişki kuruldu100. Zaho bölgesindeki Gılıgoyan Aşiretinin de desteği
sağlandı. Güli ve Gürür Aşireti de Nasturilere karşı savaşa katıldı.
Musul'daki İngiliz birlikleri hava akınları ile
Nasturileri destekliyordu. 21. Süvari Alayı'na 14 Eylül günü Şi-raniş ve
Birsivi'de üç İngiliz uçağı ateş etti107.
15
Eylül
günü Gavdan, Manhuran, Pavriz, Bardino ve Kiravi aşiretleri de Cafer Tayyar
Paşa kuvvetlerine katılacaklarını bildirdiler.
51
İngiliz uçakları sürekli olarak birliklerimize
saldırdılar.
4 Eylül günü birliklerinden Yüzbaşı İhsan, Teğmen
Vanlı Hurşit, Teğmen Rasim, Ali Rıza ve Tevfik, 270 kadar er, 10 otomatik tüfek
ve 380 tüfekle kaçışları olayı büyür.
Teğmen Rıza, Bitlis milletvekili Yusuf Ziya'nın
kardeşidir.
16
Eylül
1924 günü Başbakan İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'ya yazdığı
raporda Bitlis milletvekili Yusuf Ziya'nın kardeşi Beytüşşebap'taki 18. Alay
Emir Subayı Rıza'nın, ağabeyi Yusuf Ziya'ya gönderdiği 31 Ağustos tarihli
telgrafta «emredilen miktardaki meblağı emrinize poliçe etmek üzere cevabını
bekliyorum» dendiğini kaydediliyordu108.
Yusuf Ziya da Teğmen Rıza'ya, Erzurum'a gideceğini,
paranın hemen gönderilmesinin, tutarının önemli olmadığını da bildirmişti.
İsmet Paşa, bu şifreli yazışmaların ayaklanma ile
ilgili olduğu kanısındadır. Üstelik, kaçan subaylardan biri Zaho'daki İngiliz
birliklerine katılmıştır! İsmet Paşa'nın yazısında «Kürt aşiret reislerinin
Türk kıtalarına katılmaya hazır oldukları» da belirtilmişti.
Nasturi Ayaklanması 28 Eylül günü kesin olarak
bastırıldı. Ayaklanmanın liderleri Irak'a doğru kaçtılar.
«Turkish Petroeum» Şirketi 25 Temmuz 1923 günü İngiltere
Dışişleri Bakanlığı'na başvurarak Musul'un Türklere bırakılmamasını istemişti.
İngiltere 6 Ağustos 1924 günü de Cemiyet-i Akvam'a başvurarak Musul sorununun
ele alınmasını istemişti. Nasturi ayaklanması bu başvurudan bir gün sonra
başlamıştı!
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Genelkurmay
Başkanı Fevzi Çakmak, 23 Ekim 1924 günü Milli Savunma Bakanlığı'na şu raporunu
göndermişti:
«—< Musul sorunu henüz açık ve belli bir biçim
göstermemekte ve bu _ nedenle genel durumdaki belirsizlik devam etmektedir.
İngilizler, bir yandan çeşitli durumlar yaratarak ve siyasal görüşmeler
hazırlayarak ve düzen- 52
leyerek zaman kazanmakta, bir yandan da Irak'ta daha
güçlü bulunmak konusuna önem vermektedirler. Musul ilinin kuzey bölümlerinde
Sıkıyönetim ilanı, izinli subayların Irak'taki kıtalarına ivedilikle
yollanmaları, Irak'taki kuvvet siklet merkezinin Musul'a naklolunması,
İngilizlerin İran içinde de faaliyet göstermekte olmaları, bizzat müstemlekeler
bakanının uçakla Musul'a kadar giderek denetlemelerde bulunması, aynı zamanda
Irak Başbakanının da Irak Hükümeti adına Musul'un bütün sancaklarını dolaşması
ve denetlemesi ve en son istihbarat cümlesinden olarak kuvvetli bir İngiliz
donanmasının Basra'ya hareket ettirilmiş olması, İngiltere'nin Musul sorununa
çok önem verdiklerini göstermektedir»109.
Genelkurmay Başkanı şu kanıdadır:
Yalnız siyasal görüşmelerle yetinmeyelim, savaşa
hazırlıklı olalım...
Şeyh Sait Ayaklanması da işte tam bu günlerde
başladı. 53
AŞİRETLER KAVGASI
Hormek Aşireti'nden yiğitliği ile yöresel
söylencelere konu olan Mustafa Zeynel'in torunu Veli Ağa ile Zeynel'in kardeşi
Hallo diye bilinen Halil Ağa'nın sesleri birbirine karışıyordu.
— Halit Bey, erkekçe konuşalım. Biz Kürt değiliz.
Nemrut'la akrabalığımız yoktur. Siz, Hamidiye alayı oldunuz, yıllarca
birbirimizi kırdık. Bu defa sultan olmak isterseniz, biz size kul olmayız. Biz
beylik istemiyoruz. Bırakın kardeşler gibi yaşayalım.
Bir Kürt-alevi aşireti olan Hormeklileri kızdıran
konuşmayı yapan Halit Bey'di; Kürt Miralayı ünlü Cibranlı Halit Bey.
Cibran, Varto'daki bir Kürt-sünni aşireti adıydı.
Varto'da Hormekliler ve Cibranlılar oldum olası hiç
geçinemezlerdi.
Birbirleriyle savaşan bu iki aşiret arasındaki
düşmanlıklar 1891 yılında «Hamidiye Alaylarının kurulması ile daha da artmıştı.
Hormek ve Lolan aşiretleri ile Cibran Aşireti bu tarihten sonra sık sık
birbirleriyle savaştılar.
Sultan 2. Abdülhamid, Hamidiye Alaylarını kurarken
bir taşla iki kuş vurmayı düşünmüştü:
Ermenilere karşı Kürt Birliklerini kullanmak; hepsi
de Kürt-sünni aşiretlerden oluşturulan Hamidiye Alayları ile aşiret kavgalarını
keskinleştirerek Kürtlerin birliğini engellemek110.
Hali; Bey komutasındaki Cibran Alayı, sırtını
-Padişah 2. Abdülhamid'e dayamıştı. Dayadığı için de bölgede tam bir egemenlik
kurmuştu. Hormek köyleri Crbranlı Ha
V
Üt Bey komutasındaki Alayı tarafından sık sık
basılıyor ve Hormekliler öldürülüyorlardı. Bu düşmanlık, bir kan davası
biçimine bürünerek 2. Meşrutiyetten sonra da sürmüştü111..
Hamidiye Alayları, 1914 Türk-Rus savaşında da yer
aldılar. Bu savaşta hem Hormek Aşireti, hem Cibranlılar, Ruslara karşı
döğüştüler. Cibranlı Miralay Halit Bey ve Hormekli Küçükağa'nın oğlu Mehmet bu
savaşlarda ün yaptılar.
Hormek aşiretinden Selim, oğlu Haydar, Veli ve
Zeynel, Ali Ulaş, Cibranlı Halit Bey ve Hasenalı Halit Beyler, Ermenilere karşı
da omuz omuza döğüşmüşlerdi. 1920'lere gelindiğinde Cibranlı Halit ve Hasenalı
Halit ve kardeşleri kendilerini yakında kurulacak Kürt Dev-leti'nin öncüleri
gibi görüyorlardı. Hamidiye Alayları eski güçlerine yeniden kavuşmuş^ lardı.
Liderleri yine Cibranlı Halit Bey'di.
Cibranlı Halit Bey, Sevres Anlaşması'nın
imzalanmasından bir ay kadar önce aşiret reisleri arasında bir nabız yoklaması
yapmayı uygun görmüştü.
15 Haziran 1920 gecesi akrabası Binbaşı Kasım Bey'in
Varto'nun merkezine yakın köylerden Karaç'daki evinde aşiret reisleri ile
konuşuyordu.
Binbaşı Kasım, Şeyh "Sait'in de bacanağıydı.
Şeyh Sait, Cibranlı Halit Bey'in kız kardeşi Fatma Hanım ile evliydi. Halit
Bey'in kardeşi Güllü Hanım da Binbaşı Kasım ile evlenmişti.
«Kürtler» diyordu Halit Bey, «Nemrud soyundandır. Bu
soy, asırlardır dünyayı elinde tutmuşlardır. Ancak, aralarında birlik olmadığı
için Türklerin boyunduruğuna girmişlerdir.»
Sevres Anlaşması imzalanacaktı. Anlaşmadan sonra
Kürt Bağımsızlığı, Cemiyet-i Akvam tarafından onaylanacaktı. O halde ne
duruluyordu?
Hormekli Veli ve Hallo'yu çileden çıkaran Halit
Bey'in şu son sözleri olmuştu: «Padişaha asi ve şeriata aykırı olan Ankara
hükümeti, Yunanlılar tarafından yıkılmak üzeredir. Bütün ale- 55
viler bu hayırlı işe katılsınlar. Bunu özellikle
Hormek Ağalarından bekliyorum.» Kasım da Halit Bey'i onaylıyordu. Hormekliler
dayanamamışlar, Halit Bey'e bağırmaya başlamışlardı.
İpler yeniden kopmuştu.
Hamidiye Alayı komutanlarından Mutki Aşireti Reisi
Muşlu Hacı Musa «Kürt Azadi (İstiklal) Cemiyeti» adlı gizli Kürt örgütünün ilk
başkanıydı. Bu gizli örgüt,
Erzurum'da 1923 yılı Mayıs'ında kurulmuştu. Örgütün
ilk kongresi 1924 yılında Erzurum'da yapıldı. Şeyh Sait, bu kongrede «Kürdistan
İstiklal Cemiyeti»ne girdi.
Kongrede şu karar alınmıştı:
«1 — En geç Mayıs 1925 tarihine kadar bir ayaklanma
başlatılacak.
2 — Gerekli dış destek İngiliz, Fransız ve Ruslardan
sağlanacak.» Yabancılardan yardım alma önerisine bazı üyeler karşı çıkınca.
Şeyh Sait, «yabancılardan yardım almanın mubah olduğunu» anlatmıştı. Bunun
üzerine Gürcistan yoluyla Rusya'ya adam gönderilmiş, Ruslardan «yardım edecek
koşullarda olmadıkları» yanıtı gelmişti112.
Örgüt, beş kişilik hücrelerden oluşuyordu.
Şurayı Devlet Başkanı Seyit Abdülkadir, Kemal Fevzi,
Kadri Cemil Paşa, Kasım Cemil Paşa, Dr. Fuat, «Hacı Ahti» diye bilinen Avukat
Mehmet, bucak müdürlerinden Tayyip, Bitlis milletvekili ve Kastamonu İstiklal
Mahkemesi üyesi Yusuf Ziya da bu örgütün üyesiydiler. Hase-nan Aşireti Reisi
Halit Hüsnü Bey de aynı gizli örgütün bir başka üyesiydi113.
Nasturi Ayaklanmasını bastıran birliklerde görevli
Fırka Komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da bu
örgütün üyesiydiler.. Nasturi Ayaklanması sırasında Yüzbaşı İhsan Nuri'nin 270 er
ve üç teğmenle ve otomatik tüfeklerle kaçması Ankara'da kuşkuyla karşılanmıştı.
Teğmen Ali Rıza, Bitlis milletvekili Yusuf Ziya'nın
do kardeşiydi. 56
Kürt istiklal Cemiyeti, yapılan toplantılardan sonra
silahlı savaşa karar vermişti114.
Örgüt, Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey'i önemli
bir görev ile Hınıs'a göndermişti:
Yusuf Ziya, Erzurum'un Hınıs ilçesine gidip Şeyh
Sait ile görüşecekti. Şeyh Sait, çevrede tanınan ve çok sevilen bir Nakşibendi
şeyhiydi.
Yusuf Ziya ile Şeyh Sait görüştüler. Görüştüler ve
anlaştılar.
1923 yılı baharında Yusuf Ziya Bey, Cibranlı Halit
Bey'in konuğu oldu. Konu, Kürt aşiretlerini Mahmut Ezberci ve Simko Ağa
yardımıyla silahlandırmaktı118. Cibranlı Kürt Miralayı Halit Bey, Varto,
Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan ve Capakçur yörelerindeki
muhtarlardan aldığı mühürlü başvuru dilekçesini Kürt Teali Cemiyeti'ne
göndermişti. Bu dilekçeler. Cemiyet aracılığı ile Kürt Nemrut Mustafa Paşa ve
Paris'teki Kürt Şerif Paşa'ya ulaştırılmış^118.
Cumhuriyet'in ilanı, arkasından da Halifeliğin
kaldırılması, Kürt aşiretleri arasında tepkiyle karşılanmıştı.
1925 yılı Ağustos ayında Şeyh Sait, Cibranlı Halit
Bey ve Mutki Aşireti Reisi Musa Bey, Erzurum'da görüştüler.. «Kürt İstiklal
Cemiyeti» başkanlığına Şeyh Sait'i seçtiler.
Şeyh Sait'in kardeşi Abdurrahim de on arkadaşı ile
biraraya gelerek bir «Müstakil islam hükümeti» kurmaya karar vermişlerdi117.
Umum Bozan Aşireti Reisi Şahin Bey de bir bildiri yayınlayarak kurulan
Cumhuriyet'e karşı çıkmıştı.
Şahin Bey'in Halep'te yayınlanan 15 Nisan 1924
tarihli bildirisi şöyleydi: «— Doğu ulusları üzerinde miskinlik ve esaret
bağlarını birer birer çözerek bağımsızlık ve özgürlüğe koşuyorlar. Dünya büyük
bir devrim içinde yeni olaylar doğuruyor. Bunlara rağmen otuz asırlık bir
tarihe sahip bulunan Kürt ulusu, hâlâ Türklerin esareti altında yaşıyor.
Asırlardan beri cepheden cepheye, meydandan meydana 67 .Allah için koşan
Kürtler, bugün birkaç serserinin ihtiras ve baskısının aracı oluyor.
(..) Irak, Suriye ve Filistin gibi Türk ülkesine
göre birer avuç olan ülkeler de bugün özgür ve bağımsız yaşarlarken Süleymaniye
dağlarından ta Karadeniz kıyısına kadar uzanan yirmi milyon insanı bağrında
besleyen bu kıtanın beş-on ihtirasperver, Yahudi dönmesi türediye bende ve uşak
olması ne feci ve utanılacak bir durumdur.
Ey büyük Selahattin'in cesur evlatları! Tarihin
saygıyla sakladığı çağdaş cesareti gösterecek zaman da gelmiştir. Kutsal
hilafet makamını kaldırarak kutsal dini yokeden birkaç Yahudinin zulüm ve
baskısından kurtulacak tarihin şanlı sayfalarını yeniden açacak genç Kürtlerin
hareketi bekleniyor.
Çerkezleri, Rumları, Ermenileri, Arnavutları ve
Arapları birer birer yok eden, hor görülen ve yoksul bölgelere süren muhtaris
Türk siyasetinin son kurbanı olmadan zengin yurtlarınızdan, yeşil dağlarınızdan
ve verimli yaylalarınızdan ayrılarak değersiz ve uyuşuk mahvoidan uyanınız ve
ulusunuzu kurtarınız, ey Kürdistan'ın kahramanları!
Dilinizi, dininizi, mülkiyetinizi yokeden ve kendi
kendine açıkça dinsiz cumhuriyet diye ortaya çıkan kudurmuş harisin oyuncağı
olan ve sizin ananıza esaret zincirini takmaya çalışan kansız ve halsiz
adamlara inanmayınız. Ve onların yalanlarına inanmayınız. Yedi asırlık bir
saltanatı ve kutsal halifeliğin koruyucuları olan Osmanlı hanedanını
çırılçıplak yabancı ülkelere kovan Ankara pek yakında Kürt ırkının mallarına,
namus ve servetine aç kurtlar gibi saldıracaktır.
Ey cesur Kürt ulusu. Bu feci sonucu şerefli
tarihimizde bir leke gibi sürmeden gözlerinizi açınız ve Allah'ın kitabını
inkarcılardan ayrılınız.
Bağımsızlığı için çarpışan ve uğraşan Yahudilerden
olsun örnek alın ve otuz asırlık görkemli geçmişe siyah lekeler sürmekten
kaçının. Esaret altında yaşayan yalnız Kürt ulusu olduğunu göstermekten
utanmayın ve ölerek, 58 öldürerek, kurtuluş ve esenliğinizi, bağımsızlık ve özgürlüğünüzü
kurtarınız. Cenab-ı Allah ve resul-i şerifiniz size bakan binlerce Kürt
yardımcınız olsun118..
1924 yazında Erzurum'da biraraya gelen Şeyh Sait,
Cibranlı Halit ve Muşlu Musa Bey kararlarını vermişlerdi:
Bu dinsiz düzene karşı boyun eğmeyecekler, karşı
koyacaklar, direnecekler; yakalanmayacaklardı.
Şeyh Sait, bu görüşmeden sonra Hınıs'tan ayrılıp,
Kürt Ağaları ve Beyleri ile görüşecektir. Karar gereğince Şeyh Sait, Lice'nin
Hani bucağına gider ve burada Hanili Hacı Salih Bey'in evinde kalır.
Şeyh Sait, Hanili Salih Bey'in evinde Tarikanlı
Reşit Ağa, Kör Hüseyin Ağa, Eyüp oğlu Zülfi Ağa, Piran'da öğretmen Fahri, Şeyh
Sait'in kardeşi Abdurrahim ve Miri Hamid Bey ile görüşür11",
Ayaklanma tarihi de belirlenir: 21 Mart 1925. 21
Mart Nevruz günüdür5-0.
Ayaklanma için İstanbul'daki Kürt Teali Cemiyeti
Başkanı Seyit Abdülkadir ile de görüşme kararı alınır. Bu işle Şeyh Sait'in
oğlu Ali Rıza görevlendirilir.
15 Kasım 1924 günü Ali Rıza, İstanbul'da Seyid
Abdülkadir ile görüşür.
Seyit Abdülkadir, Ali Rıza'dan ayaklanmaya dinsel
görüntü verilmesini ister. Mustafa Kemal aleyhine yazılmış bildirileri
dağıtılmak üzere Ali Rıza'ya veren Seyit Abdülkadir «Bütün gücümle ayaklanmayı
desteklerim» der12'.
Aynı günlerde Sen Remo'daki villasında Osmanlı
İmparatorluğumun son Padişahı Sultan Vahdettin, Kürt Teali Cemiyeti üyesi ve
Serbesti Gazetesi sahibi Mevlana- zade Rıfat'tan «Kürdistan'daki olaylar»
konusunda son haberleri alıyordu.
Bükreş'te «Hilafet Komitesi» kurulmuştu, komite
Damat Ferit Paşa'nın İçişleri Bakanı M. Ali'nin liderliğinde bir darbe
hazırlamaktaydı122.
Ayaklanmanın odak noktası Nakşibendi tarikatıydı.
Hem Şeyh Sait hem Seyit Abdülkadir aynı Nakşibendi 59 kolundan geliyorlardı.
Her ikisinin dedesi de Mevlana Halid'in öğrencileriydi.!
Nakşibendi, 1300'lü yıllarda Buhara kenti
yakınlarında Kasrı Arifan'ın Nakşinbent köyünden Mehmet Ba-hattin
ÜI-Üveys-ÜI-Nakşibendi adlı bir Türk'ün öncülüğünde kurulan bir islam
tarikatının adıdır123.
Nakşibendi tarikatını Kürtlerin arasında yayan
Mevlana Halid'di.
Süleymaniyeli bir Kürt olan Mevlana Halid, 1800
yılının başında Abdullah Dahlavi'den «icazet» alarak Nakşibendiliği Kürtlere de
benimsetmişti124. Bağdat'ta oturan Mevlana Halid, Nakşibendi Kürtler arasında
«Bağdadi» diye de tanınırdı. Mevlana Halid de «destur» vererek müritlerinden
bazılarını «halife» yapmıştı. Bu müritlerden biri Nehri'li Seyit Taha, öbürü de
Bismil'in Cilustun köyünden Palulu Şeyh Ali Sebdi'ydi.
Bu Kürt-nakşibendiliğinin iki kolu da Kürt
Ayaklanmasını yönlendirmişti. Kürtlerin iki lideri de Nakşibendi tarikatından
çıkmıştı:
Seyit Taha kolu, Seyit Abdülkadir aracılığı ile
«Kurdistan Teali Cemiyeti»ni yönetiyordu. Şeyh Sait de «Kürt İstiklal
Cemiyeti»ni.
Mevlana Halid'in dergahında yetişen Palulu Şeyh Ali
Sebdi, Şeyh Sait'in dedesiydi. Şeyh Ali Sebdi, Şam'da din eğitimi gördükten
sonra Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Serdi köyüne yerleşmiş; bu köyde
imamlığa başlamıştı. Daha sonra Palu'da Ekrek köyüne giden Ali Sebdi, bu köyden
de ayrılıp Kelhasi köyüne yerleşmiştir.
Şeyh Ali Sebdi'nin dört oğlu olmuştu:
Şeyh Hasan, Şeyh Hüseyin, Şeyh Mehmet ve Şeyh
Mahmut.
Şeyh Sait'in babası Şeyh Mahmut, Erzurum'un Hınıs
ilçesine yerleşmişti. Şeyh Mahmut'un yedi erkek çocuğu olmuştu:
Şeyh Sait, Şeyh Bahattin, Şeyh Diyaettin, Şeyh
Necmettin, Şeyh Tahir, Şeyh Mehdi ve Şeyh Abdurrahim135.
Şeyh Sait, Nakşibendi tarikatında kısa sürede ün
yapıyor. Adı çevrede saygıyla anılmaya başlıyor. Şeyh 60
Sait, Ruslar Erzurum'u işgal edince Erzurum'dan
ayrılıp piyarbakır'a yerleşiyor. Diyarbakır'da Piran ilçesine yerleşen Şeyh
Sait, Baz-bent köyünde bağ ve bahçe satın alıyor. Kardeşi Ab-durrahim, Bazbent
köyünden bir ağanın kızı ile evleniyor126. Öbür kardeşi Tahir de Lice'nin Serdi
köyünden bir kız ile evlenmiştir.
Kurtuluş Savaşı bitince de Şeyh Sait, yeniden
Hınıs'a dönüyor.
Kürt liderlerinden Mahmut Berzenci'nin akrabası olan
Büyük Seyit Taha, 12 müridine «icabat» denilen yolla halifelik vermişti. Devlet
Bakanı Kamuran İnan'ın 1914 yılında Bitlis ayaklanması sırasında asılan Gayda
köyündeki dedesinin babası Sibragullah Efendi de Seyid Taha'nın halifelerinden
biriydi. Seyit Taha'nın oğlu Şeyh Übeydullah da «Kürdistan Teali Cemiyeti
Başkanı» Ayan Meclisi üyesi ve «Şuray-ı Devlet Reisi» Seyit Abdülkadir'in
babasıydı.
Seyit Taha'nın aynı adı taşıyan bir torunu vardı.
Bu küçük Seyit Taha da «Simko» diye anılan İsmail
Ağa'nm yeğeni ile evliydi. İngilizler tarafından Revendiz Kaymakamlığına
atananan Seyit Taha da bir Nakşiben-diydi.
Ayaklanma başladığında Şeyh Sait şu adı
kullanmaktaydı: «Emirelmücahidin Elseyit Muhammed Saidi Nakşibendi.» Şeyh Sait
«Sünni-Şafii Mezhebi»ne bağlıydı. Şafii mezhebi kurucusu Ebu Abdullah Muhammed
Bin İdris, Hz. Muhammed'in soyundan «Kureyşi Ailesi»nden gelmekteydi. Mezhep,
Kürtler arasında çok yaygındı.
Kürk ayaklanması, Şafii mezhebinin
nakşibendilerin-ce hazırlanmıştı1-7. Cumhuriyeti kuran ve Halifeliği kaldıran
Mustafa Kemal yönetimine karşı Kürt- Nakşi ayaklanması başlıyordu!
61
CİBRANLI HALİT BEY
Trabzon'da bir yurt gezisinde bulunan Gazi Paşa'ya
Başbakan İsmet Paşa'dan 16 Eylül 1924 günü gizli bir yazı gelmişti.
Konu, Nasturi Ayaklanması'ydı.
Nasturi Ayaklanması'nı bastırmak için
görevlendirilen alaydan subay ve erlerin kaçmaları Ankara'yı kuşkulandırmıştı.
Bitlis milletvekili Yusuf Ziya ve kardeşi Teğmen Ali Rıza arasındaki ele geçen
şifreli telgraflar kuşkuları büsbütün artırmıştı.
Teğmen Ali Rıza Nasturi Ayaklanması'nı bastırmakla
görevli Beytüşşebap grubunda görevli 18. Alay komutanı emir subayıydı. Teğmen.
Ali Rıza ve ardından da Yüzbaşı İhsan Nuri birliklerinden kaçmışlardı.
Kaçarlarken de 10 otomatik tüfek ve 380 tüfek götürmüşlerdi, bu subaylarla
birlikte 351 er de kaçmıştı.
Yusuf Ziya ile kardeşi Teğmen Ali Rıza arasındaki
telgraflardaki şifreler de çözülmüştü.
Başbakan İsmet Paşa'nın Gazi Paşa'ya gönderdiği
gizli yazıda olay şöyle anlatılıyordu:
«— Beytüşşebap Grubuna dahil olan Ziya'nın kardeşi
Rıza'nın yanında bulunduğu 18. Alaydan dört subay ve 400 er de Eylülün 3/4
gecesi firar etmişlerdir.
Telgraf muhaberatı ve Yusuf Ziya'nın olaydan önce
firar edeceğinden söz edişi kıtalarının firarı ile içerde Van, Bitlis, Siirt
bölgelerinde ayaklanma
düzenlenmiş olduğunu ve bu ayaklanma sırasında
bizzat Erzurum'da bulunarak ya bizzat düzenlenmiş olduğunu gizlemek veya
Erzurum yöresinde bir yolda dayanak ve katılım sağlamak istendiği- 62 /¦¦
nj düşündürmüştür. Kaçak subaylardan bitinin Zaho'da
İngilizlere katılmış olması, ayaklanmanın İngilizlerce düzenlendiği olasılığını
akla getirmektedir.. Adı geçenlerin' tümü tutuklanmıştır»128.
Cibranlı Halit Bey, Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa,
Bitlis milletvekili Yusuf Ziya, tutuklanarak Bitlis'teki Harp Divanı'na
götürülmüşlerdi129. Hacı Musa bir süre sonra salıverilmiş, Hasenalı Halit
aranmaya başlanmıştı.
Yusuf Ziya, 1924 yılı ilkbaharında önce Cibranlı
Halit Bey ile sonra da Şeyh Sait ile görüşmeler yapmıştı. Yusuf Ziya, Zirkan
Aşireti ile de görüşmüştü. Eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya'nın Cibran
Aşireti Reisi Kamil ve Baba Bey'lerin de onayını aldıktan sonra Şeyh Sait'in
bacanağı, Binbaşı Kasım Bey'in evinde aşiret reisleri ile toplantı yapmıştı.
Yusuf Ziya, Kasım'ın evinde Cibranlı Halit Bey,
amcası İsmail, Zirkanlı Kerem, Melekanlı Şeyh Abdullah' ve Solhan Aşireti Reisi
Mehmet Ali'ye mektuplar yazmıştı.
Yusuf Ziya, dolaştığı bütün köylerde hocalara,
imamlara, ağalara, Cibranlı Halit ile Şeyh Sait'in imzalarını taşıyan
bildirileri gösteriyordu"0.
Cibranlı Halit Bey, 20 Aralık günü Erzurum'da
konağında gözaltına alınarak Erciş-Van üzerinden Bitlis'e gönderilmişti.
İki gün sonra da Erzurum valiliğinin emri üzerine
Şeyh Sait Hınıs Adliyesi'ne getirilerek ifadesi alınmıştı.
Şeyh Sait:
«— Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya ile işbirliği
yapmadım. Yusuf Ziya'ya ödünç para vermedim, bana kırgındır, iftira ediyor»
demiş ve Hınıs Kaymakamı Maksun Bey tarafından salıverilmişti131.
Şeyh Sait evine dönerken Bitlis Cezaevi'nden Miralay
Hatiften gelen şu haberi de öğrenmişti:
Cibranlı Halit Bey, eniştesi Şeyh Sait'ten
«ayaklanmanın başına geçmesini» istiyordu.
Hasenalı Halit de bu arada boş durmuyor, Bitlis'i
basarak Halit Bey'i kurtarma planlan yapıyordu.. Hasenalı Halit, Karlıova'nın
Kanıreş köyünde adamları ile bir 63 toplantı düzenlemiş ve Cibranlı Hqlit Bey'e
de «emirlerini beklediğini» bildirmişti.
Şeyh Sait ile Şuşar'ın Gökoğlan bucağının Kırıkan
köyünde aşiret reisleri ile durum değerlendirmesi yapma gereği duymuştu.
Toplantı 4 Ocak 1925 günü yapıldı; bu toplantıya, İstanbul'a gidip Seyit
Abdülkadir ile görüşen oğlu Ali Rıza da katıldı.
Toplantıdan sonra Şeyh Sait'in imzasını taşıyan
bildiriler çevrede dağıtılmaya başlandı.
Şeyh Sait'in bildirisi şöyle başlıyordu:
«— Kurulduğu günden beri islam dininin temellerini
yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ile arkadaşlarının
Kur'an'ın ahkamına aykırı hareket ederek Allah ve Peygamber'i inkar ettikleri
ve İslam Halifesini sürdükleri için gayrımeşru olan bu idarenin yıkılmasının
bütün islamların üzerine farz olduğu..»
Varto ve Hınıs'taki Alevi aşiretleri ne
yapacaklardı?
Varto ve Kiği'de Hormek Aşireti Mustafa Kemal
Pa-şa'dan yanaydı. Üstelik, Hormek Aşireti ile Cibran Aşireti iki yüzyıldır
kavga halindeydiler.
Öylese ilk iş Hormek Aşireti'ni kazanmak olmalıydı.
Şeyh Sait, 4 Ocak 1924 günü de Hormek Aşireti
Reisleri Halil, Veli ve Ali Haydar Ağalara şu mektubu göndermişti:
«— Esselamün-aleyküm, rahmetullahi ve berekatühü,
tehülhamd, velminne. Hidayeti rabbani ile dini mübini Ah-medi'yi kafir olan
Mustafa Kemal'in yedi zulmünden kurtarmak amacıyla hareket edildi. Bu gaza ve
cihadın mezhep ve tarikat ayrımı yapılmaksızın (la ilahe illallah Mu-hammedün
resulullah) diyen bütün müslümanlar
üzerine farz olduğundan eskiden beri memleketimizde
büyük bir gayret ve yiğitlik sahibi olan müslüman aşiretinizin de şeriatı
getirmek için cihada katılacağınıza eminim.
Ya Eyyühelensar!
Dinimizi ve namusumuzu bu dinsizlerin elinden
kurtaralım. Size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet sizi de kendisi
gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdir»1M.
64
Şeyh Sait'in «Emirelmücahidin Elseyit Muhammed Saidi
Nakşibendi» imzasıyla gönderilen bu mektup, Varto'da Hormek Dağı'ndaki aşiret
reislerine ulaşmıştı. Bu mektubun Hormek Aşireti'nin eline ulaşmasından sonra
olaylar hızlanacaktı. Aşiret reisleri, Cibranlıların Şeyh Sait liderliğinde bir
ayaklanma hazırladıklarını Kasman köyünden Mehmet Şerif ve Varto Kaymakamı
Sırrı Bey'e bildirmişlerdi133. Sırrı Bey de durumu Genç Valisine anlatmıştı.
Şeyh Sait'in bir ayaklanma hazırladığı Hormek
Aşireti tarafından da daha önce bir gizli mektupla Mustafa Kemal'e haber
verilmişti134.
Cibranlı Halit Bey'in Şeyh Sait ve Yusuf Ziya ile
birlikte bir ayaklanma hazırladıkları eski Genç milletvekili Hamdi Bey
tarafından da İçişleri Bakanlığına bildirilmişti.
Hamdi Bey, Bucak Müdürü Tayyib'in «İngilizlerle
haberleştiğini» ileri sürmüştü. Hamdi Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya ayaklanma
hazırlandığını ilk kez 11 Mayıs 1924 günü bildirmişti.. Hamdi Bey'in ikinci başvurusu
9 Haziran 1924 tarihini taşıyordu.
Hamdi Bey'in 17 Haziran 1924 tarih ve 5 numaralı
telgrafında «Erzurum'da bulunan Aşiret Reisi Vartolu Halit Bey, Erzurum
milletvekili Süleyman Necati Bey ve ayakdaşları ile anlaşarak İngiltere'nin
kötü emellerine hizmet ile Van sınırında ayaklanan Kürt Simko diye bilinen
karanlık adam ile Bitlis, Muş, Genç ve çevresinde bağımsızlık için gizli gizli
haberleşiyorlar» deniyordu.
Genç milletvekili Hamdi Bey, 13 Eylül 1924 günlü, 8
numaralı şifreli telgrafında da «Zaho'da İngiltere'nin desteği ile kurulan Kürt
Cemiyeti'nden» söz ediyordu. Hamdi Bey'in Diyarbakır Valiliğine verdiği 28
Mayıs 1924 tarihli ve 340 sayılı dilekçede de «İngilizlerin din sömürüsü» ile
halkı kışkırttıkları, çevrede «Cumhuriyet aleyhine ve hanedan lehine»
propagandalar yapıldığı, M. Kemal Paşa ve İsmet Paşa'nın devrilmesi için bir
ayaklanma düzenlendiği kaydediliyordu.. Hamdi Bey'in içişleri Bakanlığına
gönderdiği 24 Ey-Jül 1924 tarihli şifrede şunlar yazılıyordu:
65 F.:
5
«— Molla Saidi Kürdi13* diye bilinen kişi
İstanbul'da bulunan Kürt Cemiyeti'nce kararlaştırıldığı üzere Kurdistan adıyla
özerk bir devlet kurmak için Erzurum'a gelerek Varto Aşireti Reisi Miralay Kürt
Halit Bey'le, sonra da Oğut bucağından geçerken Aşiret Reisi Binbaşı Baba ile görüşerek...
(..). Musul'un Zaho ilçesinde Kürt Cemiyeti ile bu konu ile ilgili görüşmeler
yapmış (..) Kürt Cemiyeti üyeleri olan Şeyh Şerif, Muşlu Hacı Musa Bey ve Halit
Bey ve eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya. (..) Oğut Bucak Müdürü Tayyip
Efendiler., cahil halkı kışkırtıyorlar. (..). İngiltere'nin lanetli siyaseti
gereği olarak Musul İlinin doğunun bir kilidi olarak Van, Hakkari, Erzurum,
Bitlis, Muş, Malatya, Diyarbakır, Siverek, Elazığ, Malatya ve Genç İlleri ile
ilgilenmektedirler»136. Çapakçur İlkokulu Başöğretmeni Elazığlı Mehmet Zeki
(Dündaralp) de kaymakamlığa ayaklanma çıkacağını bildirmişti. İlk TBMM'de Genç
İli milletvekilliği yapan Ham-di Bey ve öğretmen Mehmet Zeki, Çapakçur'da bir
Maliye memurunun «Kürtçülük propagandası» yaptığını düzenledikleri tutanakla
İçişleri Bakanlığına bildirmişlerdi.
Bu olay üzerine ayaklanma olacağını haber veren
öğretmen Mehmet Zeki'nin hakkında soruşturma açılmış ve Çapakçur
Kaymakamlığı'nca ifadesi alınmıştı. Kayma-ka.nlık, Mehmet Zeki'nin ihbarının
«garaza dayalı» olduğu sonucuna vctiiş ve Çapakcr İlkokulu Başöğretmeninin
meslekten çıkartılmasına karar vermişti. Ayrıca düzenlenen bir «fezleke» ile de
Mehmet Zeki hakkında ceza soruşturması başlatılmıştı; yapılan yargılama
sonucunda üç ay hapis cezası verilmişti. Mehmet Zeki de durumu Mustafa Kemal
Paşa'ya üç ayrı telgrafla bildirmişti.
Olayı Hükümete haber verenler arasında Ağnot Bucak
Müdürü Tevfik Bey de vardı. Tevfik Bey, bu konuda bir rapor yazmış ve valiliğe
sunmuştu137.
Ayaklanma yaklaşık iki yıldır hazırlanıyordu138.
İngiliz İstihbarat Servisi, bu ayaklanma hazırlığı
haberlerini almış 23 Temmuz 1924 tarihinde - ayaklanmadan yaklaşık yedi ay önce
- Londra'ya bildirmişti.
İngiltere'nin İstanbul'daki Büyükelçilik
Maslahatgüzarı Mr. Handerson, Dışişleri Bakanı Mac Donald'a şu ra- 66 poru
göndermişti.
Raporda, Kürt liderlerinin İngiliz Büyükelçiliği ile
görüşmek istedikleri bildirilmişti:
«— Son olarak Kürtler. Kaynaşan bu halk Doğu
bölgelerinde sürekli tedirginler. Kısa bir süre önce Misyonumuza bütün yerel
komitelerin harekete geçmeye hazır oldukları ve buradaki Kürt ileri gelenleri
ile görüşmek üzere tam bir yetkili bir temsilcinin İstanbul'a gönderilmesini
içeren bir mesaj yolladı. Mr. Ryan'dan bu temsilcinin karşılanması istendi.
Tabii ki bu istek kabul edilmedi»13".
. Fransız istihbaratçıları da aynı günlerde
Dışişleri Bakanlığına şu raporu göndermişlerdi:
«— Türkler, Nasturi Kürtleri üzerine 8. süvari
alayının iki taburunu göndermişlerdi. Bu birliklerdeki Kürt subaylarının
bazıları firar etmişler. Ancak daha sonra yakalanmışlardı. Bunların arasında
bulunan Şeyh Sait'in arkadaşı Bitlisli Yusuf Ziya Bey'in kardeşi de
tutuklanmıştı.» Fransız istihbaratı bu gözlemlerden sonra şu görüşünü de
bildirmişti:
«— Türkler, 1924 yılından bu yana İngilizlerle
işbirliği yapan Kürtleri hedef alıyorlardı...»140
Şeyh Sait Bitlis Divanı Harbi'ne çağrılmasından
tedirgin olmuştu. Acaba Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya gibi tutuklanıp
yargılanacak mıydı? Cibranlı Halit ya da Yusuf Ziya konuşurlarsa kendisi de
yakalanacaktı!
Bundan sonraki durağı Piran'di; Şeyh Sait Piran'da
kardeşi Şeyh Abdurrahim ile görüşecekti.
13 Şubat günü yanında üçyüz atlı ile Şeyh Sait
kardeşi Abdurrahim'in evindedir1*1.
Şeyh Saifin kardeşi Abdurrahim, Piran'da Mahmut
Celebiyan Mahaflesi'nde, caminin arkasında kayalıkların karşısındaki evde
oturuyordu.
O zamanlar Piran, Eğil Bucağına bağlı bir köydü.
Eğil Bucağı da Genç İline bağlıydı. Genç de şimdiki gibi Bingöl ilinin bir
ilçesi değildi. Bir il adıydı. Adı sonradan Dicle olarak değiştirilen Piran'a
gelen Şeyh Sait verdiği vaazda şöyle konuşmuştu:
«— Medreseler kapandı. Din ve Vakıflar Bakanlığı
kaldırıldı. Din okulları Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde 67
birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye,
Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat
döğüşmeye başlar; dinin yükselmesine gayret ederim»142.
Altı asker kaçağını yakalamak için görevlendirilen
Jandarma Birliği komutanları Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü, 13 Şubat
1925 günü Şeyh Abdurra-him'in köyünü sardıklarında hem nakşi-Kürtlerin hem de
Cumhuriyet tarihinin en büyük olaylarından birinin başlamak üzere olduğunu
elbette bilmiyorlardı143.
Evin sarıldığını gören Şeyh Sait, jandarma
teğmenlerine haber göndermişti: «— İstediğiniz adamlar benim yanımdadır. Şimdi
bunları yakalarsanız benim şerefim ve haysiyetimi çiğnemiş olursunuz. Hükümetin
kolu uzundur, bu suçluları istediği zaman yakalayabilir.» Teğmenler şöyle
karşılık vermişlerdi:
«— Bizim görevimiz de bunları yakalamaktır. Bu iş
için buraya geldik, yakalayıp götürmek zorundayız.»
Bunun üzerine araya Şeyh Abdurrahim girmişti:
«— İstediğiniz adamların hepsi de suçlu değiller.
Bunların içinde suçlu olmayanlar da vardır. İzin verin bunlar dışarı çıksınlar.
Ne yaparsanız yapın»144.
Teğmen Hüsnü, Şeyh Abdurrahim'in bu önerisini kabul
etmişti.
Ne olduysa o anda olmuş; Şeyh Abdurrahim, subay ve
askerler üzerine ateş açtırmıştı140.!
Şeyh Abdurrahim, subayları esir almıştı.
Artık ok yayından çıkmıştı.
Yaklaşık iki yıldır hazırlanan «Kürt-İslam
Ayaklanması» Piran'da basit gibi görünen bir olayla başlamıştı.
Şeyh Sait, yanındaki 350 atlı ile 13 Şubat günü
öğleden sonra Genç İli merkezi Darahini'ye doğru yola koyuluyordu.
Gece Genç İlinde cezaevine ateş ediliyor;
jandarmalara da evlerden ateş açılıyordu.
Aşiret reisleri çevre köylerden Darahini'ye
geliyorlardı.
Şeyh Sait 15 Şubat günü Hakik köyündedir. 16 Şubat
günü Şeyh Sait kuvvetleri Darahini'ye girmişlerdir.
68
ŞEYH SAİT AYAKLANMASI BAŞLIYOR
Jandarma Teğmenleri Mustafa ve Hüsnü Beyler, Şeyh
Abdurrahim'in bu saldırısı karşısında eşraftan Zülküf Cafer Ağa'nın evine
sığınmışlardı. Abdurrahim, jandarmalarla Bucak Müdürü İsmail Bey'i tutsak alıp
Gürnos Köyü'-ne götürmüşlerdi14*.
Jandarmalarla Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının
çatışmaları sürerken Şeyh Sait «Bu iş bir kaç ay sonra başlayacaktı» demişti,
«ne yapalım ki kader böyleymiş»147.
Şeyh Sait, kardeşi Şeyh Abdurrahim jandarmaları
tutsak aldıktan sonra olacakları düşünmüş ve kararını vermişti.
Genç Merkezi Darahini'ye gidecekti.
Ve ayaklanma orada başlayacaktı.
Şeyh Sait, yanında üç yüz atlıyla Piran'dan
Darahini'ye giderken yolda kendisine katıdan aşiretler oluyordu. Butyanlı,
Mistanlı, Tavaslı, Silvanlı aşiretleri ayaklanmaya hemen katılmışlardı148.
Şeyh Sait, ayaklanmanın bu kadar çabuk başlayacağını
beklemiyordu. Ancak ok yaydan çıkmıştı.
İki gün önce de kardeşleri Şeyh Mehdi ve Şeyh
Ta-hir. Serdi Köyü'nden geçmişler ve Genc'e gelerek postaneyi basmış, kasada ne
buldularsa, bunları alıp götürmüşler ve telgraf hatlarını da kesmişlerdi149.
Ayaklanma başlamıştı.
Genç İli merkezi Darahini Şeyh Sait kuvvetlerinin
eline geçmiş; Şeyh Sait, Ziraat Bankası ve Mal Sandığı'na girmiş ve kasalardaki
paraları Yusuf Ağa'nın evin^ taşıt-mıştı.
69
Darahini Kürdistan'ın geçici başkenti olacaktı.
Ayaklanma lidşri Şeyh Sait. 14 Şubat 1925 günü ilk
yazılı emirlerini «Emirelmücahidin Muhammed Said Nakşibendi» imzasıyla
yayınlamış; Modan Aşireti Reisi Faki Hasan'ı da kaymakamlığa atamıştı1-™.
Darahini*den sonra sıra Hani'ye gelmiş; Hani de kısa
sürede ele geçirilmişti151..
Şeyh Sait, Hani Bucağı'ndaki Serdi Köyü'ne giderek
burada Lice üzerine yürüme planı yaptı15-:
Lice'de Şeyh Sait'i bir sürpriz bekliyordu:
Lice'nin Hazan Bucağı'nda Şeyh Selim, Hezan,
Halh-la, Kantınal, Zengi, Nenyas, Kerves köylüleriyle Şeyh Sait'e karşı direnme
kararı almıştı.
Şeyh Sait, Şeyh Selim'i kazanmak için Lice'de
kendisiyle beş saat süren bir görüşme yapmıştı. Hayır; Selim, ayaklanmaya
katılmıyordu.
Şeyh Sait ve kurmayları savaş planını yapmışlardı.
Bu plan gereğince cepheler ve bu cephelerin komutanları da belirlenmişti.
Çapakçur Cephesi, Şeyh Şerif komutasında Çan
şeyhlerinden İbrahim ve Hasan tarafından yönetilecek, Çapakçur ele geçtikten
sonra Göykün ağalarının da desteği ile Elazığ'a doğru yürünecekti. Gezik ve
Kiği boğazları tutulacak, askerlerin bu yönden gelmeleri engellenecekti.
Melakanlı Şeyh Abdullah'a Muş Cephesi Komutanlığı
verilmişti.
Diyarbakır komutanlığını Şeyh Sait kendisi üzerine
almıştı153. Kardeşi Şeyh Abdurrahim de Maden'deki kuvvetlere komuta ediyordu.
Abdurrahim, Maden İlçesi'nden sonra Siverek'e doğru yol açacak, Siverek de Şeyh
Sait'e bağlı Şeyh Eyyüp tarafından ele geçirilecektiır'4.
Şeyh Sait için hedef Lice'ydi.
Şeyh Sait Lice yakınlarında Tilek Mehmet Şerif Hoca
tarafından karşılanmıştı. Şerif Hoca, Şeyh Sait'den Lice'ye gece girmemesini
istemişti, gece köyde konaklayan Şeyh Sait, bir ara Lice'ye girmekten
vazgeçmişti. 70 tam bu sırada aldığı bir haber kararını değiştirmeye yetmişti-
Kardeşi Şeyh Mehdi, bir piyade alayını Kıs
Ovası'n-da geriletmişti. 21 Şubat günü Lice'nin Hezan Köyü'ne ulaşılmıştı165.
21 Şubat günü Lice ayaklanmacıların eline geçti.
Kürt-Nakşi atlıları Lice'yi de almışlardı.
Önde beyaz bir at üzerinde Şeyh Sait yürüyor, atın
başını yaya olarak Lice Müftüsü Abdulhamid'in oğlu Sait Hoca çekiyordu. Şeyh
Sait'in sağında Lice Müftüsü Ab-dulhamid, solunda sekreteri Liceli Fehmi,
arkalarında da Liceli Molla Mustafa, Botyanlı Ömeri Faro, Lice beylerinden
Hakkı ve Hüseyin at üzerinde Lice'ye giriyorlardı.
Tutsak aldıkları Binbaşı Cemil Bey de arkalarında at
üstündeydi.
Alay, ilçe sokaklarında ilerlerken «selavat»
çekiliyor; Şeytı Sait'in adı haykırılıyor; atının yelesi öpülüyordu. Şeyh Sait,
bu karşılama töreninden sonra Kasım Bey'in evine konuk olmuştu106.
Bu arada Hükümet kuvvetleri Piran'ı geri almışlar,
çıkan çatışmada Şeyh Sait'in yakın adamlarından Öğretmen Fehmi öldürülmüştü.
Piran'dan Şeyh Sait'e «teslim ol» çağrıları da gelmişti.
Şeyh Sait, bir an duraksıyor ve tutsak olarak
Lice'ye getirdiği Binbaşı Cemil Bey'le de konuşuyordu.
Evet, teslim olacaktı. Binbaşı Cemii Bey de güvence veriyordu.
Elinden geleni yapacaktı. Şeyh, bağışlanacaktı!
Şeyh Sait, 7. Kolordu komutanına, teslim olacağını
bildiren bir mektup yazdı. Ömeri Farro ve Liceli Molla Mustafa'nın kardeşi
Abdussamet bu mektubu yırttılar.
Duraksanma anı atlatılmıştı.
Ömeri Farro ve Abdussamet bağırıyorlardı:
—
Kemal
Paşa'yı siz affetseniz, biz affetmeyiz.. Şeyh Sait, yanındakilere şöyle
seslenmişti:
—
Artık
bu işi durdurmak elimde değildir. Ne netice verirse versin harekata devam
edeceğiz. Kürtlerin bulundukları yerleri Türklerin elinden alacağız.
Topraklanmız verimlidir. Madenlerimiz çoktur, bunlardan yararlanacağız.
71
Bugünkü Türk hükümeti islamiyetten ayrılıyor.
İstanbul'da Beyoğlu'nda bazı islam kızları şapka ile geziyorlar.. Abdullah
Cevdet, İçtihad Dergisi'nde yazdığı bir yazıda,, kuşağın düzelmesi için
Macaristan'dan damızlık getirilmesini istiyor157.
Lice'den sonra hedef Diyarbakır'dı.
Lice'den ayrılan Şeyh Sait kuvvetleri, Diyarbakır
yakınlarındaki «Alibardak Köyü»ne kadar sokulmuşlardır. Yolda, Demirli
Köyü'nden İzolli Aşiret Reisi Bedirağaoğul-ları da ayaklanmacılara katılmıştır.
7. Kolordu Komutanı Mürsel Paşa komutasındaki askeri
birlikler de ayaklanmacılarla çatışmaya tutuşmuştur138.
Yarbay Keramettin komutasındaki askerler Yabacr
Köyü'nde yağmur altında beraberindeki toplarla bataklığa saplanmışlardı. Bu
olay Şeyh Sait kuvvetlerinin cesaretini artırmıştır. Yabacı Köyü'nde de bir
çatışma olmuş; bu çatışma sonunda Hükümet kuvvetleri geri çekilmişlerdi.
Şeyh Sait'in adamları sevinçten çığlık çığlığa
bağı-rıyoriardi: «Sallallahu aleyhüm. Ya Allah! Teslim, teslim!»159
Genç ve Çapakçur'dan sonra Şeyh Sait Elazığ üzerine
yürümüştür.
Bu arada Mürsel Paşa boş durmuyor, Diyarbakırlı Şeyh
Ahmet ve Şeyh Ömer'i Şeyh Sait ile görüşmeye gönderiyordu. Paşa, •'Sadi Köylü
Aziz'i de gizlice Şeyh Sait'in yanına sokmuştu100.
Tilalo Köyü'ndeki görüşmeler de sonuç vermemişti.
Diyarbakır Valisi Ahmet Mithat Bey de Diyarbakır'ı
Pirinçcizadelerin çevresinden Derikli Hacı Necim, Nakip-zade Bekir, Derikli
İlyas, Bahçerli Hacı Hamid Bey'i Diyarbakır savunması için görevlendirmişti.
Diyarbakır ve çevresinde bu olaylar yaşanırken
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, 21 Şubat 1925 cumartesi günü Ankara garında
İstanbul'dan bir önemli yolcusunu beklemekteydi.
Gazi Paşa'nın karşıladığı bu önemli yolcu eski Baş-
72
bakan İsmet Paşa'ydı. Karşılayıcılar arasmda
Başbakanu Fethi Bey (Okyar) yoktu161.
M. Kemal ve İsmet Paşa beraberce Çankaya'ya
çıktılar.
Gazi Paşa tedirgindi. İsmet Paşa'ya «ayaklanma senin
uzaktan izlediğin gibi önemli ve geniş boyutta görünüyor» diyordu.
M. Kemal ve İsmet Paşa, olayı birlikte değerlendirip
alınacak önlemleri tartıştılar.
Dört gün sonra da Fethi Bey Hükümeti, Doğu İllerinde
sıkıyönetim ilan ediyordu.
Fethi Bey, sıkıyönetim gerekçesini 25 Şubat 1925
günlü oturumda şöyle açıklıyordu:
«— ..geçen yaz ortalarında Nasturi harekatı
yapılmış, bu harekat sırasında bazı subaylar yabancıların yalanlarına kapılarak
sınırın güneyine geçmişlerdir. Vatan hainliğine işaret eden bu eylemlerin
içerde bulunan bazı kışkırtıcıları hakkında elde ettiğimiz kanıtlar üzerine
bazı kişiler Bitlis Divanı Harbi'nde yargılanmak üzere tutuklanmışlardır.
Tutuklanan bu kişilerle uzaktan ve yakından ilişkili olan ve divanı harp
tarafından talimatla ifadesi alınmasına gerek görülen Nakşibendi Şeyhlerinden
Şeyh Sait adında bir kişi vardır. Şeyh Sait, bir süre önce müritleri ve
yakınlarını yanına alarak Genç İli'nde dolaşmış ve uğradığı her yerde özellikle
hükümete karşı olanlarla gizli görüşmeler yapmıştı. (...) Yalnız ayaklanma
başlamadan önce biri Halep'te, biri İstanbul'da bulunan iki oğlunu Hınıs'a
çağırarak onlarla görüşmüş ve Halep ile İstanbul'dan görüşmesi olası bulunan
kişilerden beklediği haberleri alınca ayaklanma başlamıştır.» Fethi Bey, daha
sonra olayı şöyle yorumlamıştı :
«— ..Elde edilen belgeye ve öldürülen
ayaklanmacıların üzerlerinden çıkan bir mektuba göre, sözüm ona, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, o yörede 800 kişinin öldürülmesine emir vermiş,
öldürülecekler arasında Şeyh Sait de varmış!. Bu bilgiyi para karşılığında elde
etmiş ve bundan kurtulmak için zaten gizli olan, düzenlenen ayak- 73
lanmayı şimdi yapmaya mecburum. Bu ayaklanma amacı
da şeriatı sağlamaktır, diyormuş.
Alınan raporların birinde deniyor ki:
— Olay, Padişahlık, Hilafet, şeriat, Abdülhamid'in
oğullarından birinin saltanatını sağlamak gibi gerici propagandası altında
Kürtçülüktür. Söylenen şeyler şunlardır:
1300 yıldan bu yana olgunlaşan islam dini
mahvolmuştur ya da mahvolmaktadır. Islama yeniden dönme görevi de Şeyh Sait'e
verilmiştir. Kendisine bir Mehdi süsü verdiği de diğer belgelerden anlaşılıyor.
Bu yolla Şeyh Şart, zavallı halkı en can alıcı noktasından yakalamış ve böylece
memleketin başına bir sorun çıkarmıştır.
Efendiler! Öteden beri zavallı Türk milletinin
başına gelmiş birçok felaket, hep aynı silahı, aynı araçları kullanmak üzere
ortaya çıkmıştır. Bu olayları belirtmeye ne benim belleğim ne sizin zamanınız
elverir. Ancak en yakın ve dikkat çekici olan olaydan, örneğin Balkan
Sava-şı'ndan önce Arnavutluk Ayaklanmasında ondan önceki 31 Mart
Ayaklanmasından söz edeceğim. Bu olaylarda kullanılan aynı din silahının bugün
de kullanıldığım belirlemeliyiz.
Efendiler! O zaman da şeriat mahvolmuştur, din
mahvolmuştur, şu kişi ya da bu kişi dini yıkmak üzeredir. Ey ahali, ne
duruyorsunuz? Kalkınız., diyerek zavallı ahaliyi kandıranlar, vatan aleyhine
hareket ettirmişler ve hatta din aleyhine hareket ettirmişlerdir.»
Fethi Bey'den sonra kürsüye gelen Terakkiperver
Hürriyet Partisi lideri Kazım Karabekir Paşa da Hükümeti destekleyen şu
konuşmayı yapmıştı:
«— Hükümetin beyanına göre bazı Doğu illerimizde
Sıkıyönetimi gerektiren olaylar ortaya çıkmıştır. Bu bir avuç zorbanın dış
kışkırtma ile bazı amaçlara ulaşmak üzere halkı dini duyguları ile
kandırdıkları anlaşılmıştır. Dini kullanarak
ulusal birliğimizi tehlikeye koyanlar her türlü
lanete layıktır. Hükümetin alacağı bütün yasal önlemlere biz de yardımcıyız. İç
ve dış herhangi bir tehlike 74
karşısında bütün dünya bilmelidir ki, bu vatanın
bütün evlâtları her türlü özveriyi göstereceklerdir»162.
Aynı gün Hiyanet-i Vataniye Yasası'nda bir değişiklik
yapılıyor ve dince kutsal kavramları kullanmak için örgüt kurma suçu «vatan
ihaneti» olarak tanımlanıyordu.
Yasaya göre bu suçun cezası idamdı.
Yasayı Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt)
TBMM'-Sine hazırlamıştı. Yasa tasarısını TBMM'sine sunan milletvekilleri
arasında bulunan Karesi milletvekili Ahmet Süreyya, 7 Mart 1925 günü TBMM'since
Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığına seçilecekti.
Aynı günlerde Şeyh Sait Ayaklanmasına karşı çıkan
aşiretlerden hükümeti destekleyen telgraflar gelmeye başlamıştı.
TBMM'sine ilk telgraf Nusaybin'den Heverki Aşireti
Reisi Haco'dan Mardin milletvekilleri Yakup Kadri. Derviş, Abdurrezzak ve
Abdülgani Beylerden gelmişti.
Telgraf şöyleydi:
«— Nusaybin CHP Başkanı Hacıalibeyzade Kaddur Bey'in
gösterdiği etkinlikler ile maddi ve manevi yardımlar sonucu olarak namuslarını
çıkarları uğruna satan asilerin bastırılması için hareket eden fedakar asker
kardeşlerime katılmak üzere aşiretimle beraber bugün Diyarbakır kolordu emrine
harekat ettim. Cumhuriyet Hükümetinin ezici kuvvetine dayanarak hainlerle son
nefese kadar savaşacağımızı bildiririz.» TBMM'sine 10 imzalı bir başka telgraf
da Midyat'tan gelmişti.
Cenbirit Aşireti Reisi Hüseyin. Hasankeyf Aşireti
Reisi Şeyh Ahmet, Keşuri Aşireti Reisi Gercüşlü Bedrettin, Midyat Belediye
Reisi Reşit, Huvergin Aşireti Reisi Celebi, Resan Aşireti Reisi Cemil, Mahalmi
Aşireti Reisi Halil, Hisar Aşireti Reisi İsmail, İrnas Aşireti Reisi Salih ve
İsmail imzalı telgraf da şöyleydi:
«— Din ve vatan düşmanlarımızın kandırdığı bu
fesatçıların milletimiz aleyhine yaptıkları bu uğursuz harekatı bütün ilçe
halkı adına suçluyor ve milletimizle Cumhuriyet hükümetinin, sevgili yurdumuzun
düşmanlarına 75
karşı yapılacak her türlü bastırma harekatına bir
bütün olarak mal ve canımızla katılmaya hazır olduğumuzu bil. diririz.»
Cizre'den gelen telgraf da şöyleydi:
«— Şeyh Sait adındaki hainin yardakçıları ile Palu
ve çevresinde Hükümete karşı ayaklandığını haber aldık, Cumhuriyet
hükümetimizin her türlü adaletli yönetimine karşı yapılan bu saldırıyı nefretle
kınıyoruz. Ve bunların kısa sürede bastırılıp püskürtüleceklerine kuvvetle
güveniyoruz. Bu nedenle her türlü lekeden arınmış olarak vatan Cumhuriyet
hükümetinin emirlerine bağlı ve vatan hizmeti yapmaya hazır olduğumuzu
arzederiz.» Taban Kabilesi Reisi Reşit, Varazisi Kabilesi Reisi Reşit, Miran
Aşireti Reisi Naif, Devriye Kabilesi Reisi Süleyman, Pişri Kabilesi Reisi
İbrahim, Alevkan Kabilesi Reisi İbrahim, Mehmet, Musa, Reşan Kabilesi Reisi
İbrahim Haso, Serbitan Kabilesi Reisi Mehmet.
TBMM'sine bir başka telgraf da Cizre Belediye
Başkanı Abdülselam'dan gelmişti. Telgrafta Cizre halkının Hükümeti desteklediği
bildiriliyordu: «— Ayaklanmanın bastırılması için memleketimiz adına Allah'a
dua ediyoruz. Bu tutumumuz ilçe halkınca sevinçle karşılanmıştır. Cumhuriyet
askeri ve hak tarafından tel'in okunan gaddarların yok edilmelerini
bekliyoruz»"'1.
27 Şubat 1925 günü de Şeyh Sait kuvvetlerine karşı
savaşan Hormek Aşireti'ne Ankara'dan bir telgraf geliyordu. Telgrafın altındaki
imza «Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal»di.
Telgraf şöyleydi:
«— Şeriat perdesi altında Cumhuriyet ve birliğimize
karşı düzenlenen suikast girişimi karşısında yurtsever ve özverili
duygularınıza teşekkür ederim. Yüksek savaşınızı da aynı duygu ve imanla
sürdüreceğinize de eminim. Gerici örgüt ve girişimlere karşı halkımızın her
taraftan gösterdiği lanet ve nefret duygulan
karşısında hainlerin en kısa zamanda tamamen uygun
cezalara çarptırılacaklarına inancım tamdır. Hepinize selam ve saygılar»164.
76
BİR POLİS OYUNU
«Kürdistan Teali Cemiyeti» Başkanı, Ayan üyesi ve
eski Şurayı Devlet Başkanı Seyit Abdülkadir'in özel kalem müdürü Palulu Kör
Sadi, pek öyle kül yutacak cinsten adam değildi.
2.
Meşrutiyet
yıllarında Sadrazam Mahmut Şevket Paşa tarafından Taife sürülmüş, sekiz yılını
orada sürgünde geçirmişti.
Babası, İstanbul'da çöpçü onbaşısı Sait'dir.
Aksaray Sofular mahallesinde oturan Kör Sadi,
İstanbul Hukuk Fakültesi'nin 7044 numara ile kayıtlı öğrencisiydi.
Abdülkadir'in bu has adamının her tarakta bezi
vardı. Sürgündeki Padişah Vahdettin yandaşlarınca kurulan «İlayı Vatan
Cemiyeti»nin de üyesiydi. Kör Sadi'nin Kürt Teali Cemiyeti'ndeki üye kayıt
sayısı 62'vdi. Matbuat Umum Müdürlüğünce verilmiş 134 numaralı kimlik kartı
taşıyan Sadi'nin kartvizitinde şu kimlik yazılıydı:
«Abdülkaharzade Erhaç Abdullah Sadi»ıcr>.
Bütün Kürt derneklerinde etkin roller oynayan Sadi,
sürgün günlerinin bitiminde Kahire'ye gitmiş; Kahire'de Celal adlı bir Türk
polisi ile tanışmıştı.
Kör Sadi, Kahire'de İngiliz polisi adına
çalışmaktaydı. Celal'i de «İngiliz istihbarat memuru» olarak tanımıştı.
Polis memuru Celal, Sadi ile karşılaşır karşılaşmaz
Emniyet Müdürü Ekrem Bey'e (Korgeneral Ekrem Bay-dar) raporunu vermişti.
27 Eylül 1924 tarihli rapor şöyleydi:
«..Palulu Kör Sadi.. Kürt muhtariyeti için
faaliyette bulunduğundan... Taif'te sürgündü ve savaşta da Seyit 77
Beşir Usare kampında bulunuyordu. Bu zat, o zaman,
İngiliz orduları Genelkurmay Başkanı Deedes'e160 Kurdistan konusunda bir proje
vermişti. Sadi, geçmişteki bu girişimlerini bana anımsatarak büyük çapta bir
işe giriş, meye hazır olduğunu, bunun için İngiliz Büyükelçiliğine aracılık
yapmamı istemiştir. Adı geçenin arkasında Şeyh Abdülkadir'in ve başka Kürt
liderlerinin bulunduğunu, bu önerinin Kürt liderlerinin bilgisi altında
yapıldığını üstü-kapalı olarak anlatmıştır. Palulu Kör Sadi'nin büyük çapta
yapmak istediği işler şunlardır:
Dersim ve Palu çevresinde geniş tabanlı bir
ayaklanma;
Gazi Paşa'ya suikast düzenlenmesi;
İngilizlerin buna karşılık para yardımları ve
güvence vermeleri»167.
Sadi, İngilizlerle kendisi görüşmek ister.
Polis Celal, Müdür Ekrem Bey'e verdiği 8 Ekim 1924
günlü raporda, Sadi'nin Abdülkadir ile görüştüklerini, Abdülkadir'in Sadi'ye
tam yetki verdiğini bildirir168.
Sadi'nin koşulları şunlardır:
«1 — Mısır ya da Kıbrıs'ta görüşme:
2
—
Ayaklanma başarıya ulaşınca Kürdistan'ın bağımsızlığının onaylanması ve
yapılacak yardımlar için şimdiden güvence verilmesi ve bu amaçla belge
alışverişi yapılması;
3
—
Ayaklanma süresince silah, mermi ve yardım sağlanması;
4
—
İki yüz bin lira kredi verilmesi.»
Celal, daha sonra, Kör Sadi ile aralarında şu
konuşmanın geçtiğini yazar: «Celal:
—
Sana
güvendiğim için aracı olmayı kabul ettim. Bu kadar çok istekte bulunan bir
adamdan bu yetkinin neye dayandığını sormak akla gelir.
Sadi:
—
Ben
de sizin gibi yalnızca bir aracıyım. Tek başıma değilim ki. 78
Celal:
— Demek ki, bir gücü, bir örgütü temsil ediyorsunuz.
Sadi:
— Evet. Celal:
— İstekleriniz arasındaki en önemli nokta sanırım
karşılıklı olarak siyasal belge alışverişidir. Eğer siz, temsil ettiğiniz örgüt
adına hareket etmeye yetkili olduğunuzu kanıtlayabilirseniz yetkili
İngilizlerle ilişkiye geçirebilirim. Bunun dışında, İngilizler sizinle görüşmek
istemezler.
Sadi:
— Mütarekenin son yılında Kürdistan Teali Cemiyeti,
General Harrington'a başvurmuştu. O zaman buna benzer isteklerimizi General
Harrington kabul etmemişti. Kürdistan bağımsızlığının İngiltere tarafından
tanınacağına güvence verilirse, bütün Kürdistan ayaklanır. Ve başarı
yüzdeyüzdür. İlk aşamada, Diyarbakır'da hükümeti deviririz. Bunun dışında
yapılacak herhangi bir girişim sönmeye mahkum bireysel ve bölgesel bir çete
savaşı olabilir. İngiltere'nin Kürt bağımsızlığını tanıması bütün Kürtlüğü
ayaklandırmaya yeter. Seyit Tana ve yanındakiler, Kürtleri ayaklandıramazlar.
Kürtler, bunların bağımsızlığı sağlayacağına inanmıyorlar. İngilizlerin ciddi
yardımı ile bu işlere girmek isteriz. Ben, yalnız bireysel hareket etmediğimi
ve büyük bir kuvvete dayandığımı, bu kuvvet adına görüşmeler yaptığımı
kanıtlayabilirim. Ancak bu sorun, yurt dışında görüşülmelidir.
Celal:
— Burası yetkilidir. Niçin görüşmekten
çekmiyorsunuz? İstediğiniz ortamı ben hazırlarım.
Sadi:
— Burada korkuyorum, çünkü izleniyorum. Celal:
— Sanıyorum, hükümetin gözünde ben senden daha
tehlikeli bir adamım. Korkak adamlar bu işlere girerler mi?
Sadi:
— Sizi İngilizler korur. 79
Celal:
— Gerekirse seni de korurlar. Fakat, bu görüşmeleri
ben, sen ve İngilizlerden başka kimsenin bilme olasılığı var mı?
Sadi:
— 1911'de
buradaki Rus Konsolosu ile Kürdistan ayaklanması için temas
ediyordum. Mahmut Şevket Pa-şa'ya Kürdistan
özerkliği için başvurdum. Tutuklanmamdan altı gün önce Rus konsolosluğuna,
tutuklanacağımdan Batum'a gönderilmemi, oradan da Kürdistan'a gideceğimi
söyledim, Konsolos, (ben seni korurum, seni alırım) dedi. Altı gün sonra tutuklandım.
Taife sürüldüm. Sekiz yıl sürgünde kaldım. Taife ulaştığım günlerde
düzenlediğimiz Bitlis ayaklanması11'1 patladı. Fakat yöresel ve sonuçsuz kaldı.
Geçmişi anımsadıkça korkuyorum.
Celal:
— Ben önerinizi İngilizlere bildiririm, sonra da
size yanıt veririm»17". Bundan sonra devreye «Şehirmaneti memurlarından
Nizamettin» girmiştir. İngilizlere benzeyen Taksim Belediye Zabıta
memurlarından Nizamettin, sarışın ve uzun boyludur.
Nizamettin'e İngilizlere benzemesi için makyaj da
yapılır.
Hazırlıklar tamamlanınca Celal, zabıta memurunu Kör
Sadi'ye «İngiltere'nin Umumi Şarkiyei Siyasiye Müdürü Mr. Templen» diye
tanıştırır.
Görüşme başlar.
Nizamettin, Türkçe ve Fransızca dilleriyle
düzenlenmiş belgeler sunar.
Daha sonrasını 24 Kasım 1924 tarihli rapordan okuyalım:
«— Kör Sadi... Kürt hükümetinin kurulma şekli ve '
kurulmasından sonra taraflarca ilişkilerin, maddi ve manevi yardımların
sağlanmasına ilişkin altı maddelik not ve ayrıca bazı görüşleri içeren bir
siyasi not verdi. Bu siyasi not, Templen tarafından İngiltere Dışişleri
Bakanlığına verilmek üzere kabul edilmiştir. Palulu Sadi'nin ver- 80
.diği bu siyasi not görüşme ve danışma sonucu
yazıldığt su bakımdan önemlidir. Kendisine randevu gün ve saatini iki gün önce
verdiğim için Sadi, gereken kişilerce görüşmüş ve görüşmeye hazır olarak
gelmiş, ve hiç duraksamadan okur gibi söylemiş ve yazdırmıştır...» Sadi'nin
istekleri nelerdi?
Polis Celal'in Diyarbakır İstiklal Mahkemesi
dosyalarında bulunan raporunda, Kör Sadi'nin Seyit Abdülka-dir'in liderliğinde
«Kürt devleti» kuracakları, bir saldırı durumunda İngilizlerden yardım
beklediği bu Kürt devletinin Mersin ve İskenderun limanlarını da içine alacak
biçimde kurulacağını bildirir.
Polis Celal, raporunun 5. maddesinde Sadi'nin
görüşlerini özetlerken şu noktayı da vurgular:
«Kürdistan Emirliğine kesinlikle Abdülkadir'in
getirilmesi gerekir. Hükümeti Abdülkadir kuracaktır. Yani, Kral Hüseyin'in1 n
takip ettiği gibi baskı rejimi uygulanacaktır. Düş gerçek olduğu gün Sultan,
Abdülkadir olacaktır.» Celal'in raporunda daha sonra Kürt ayaklanmasının
İstanbul'da da başlayacağı, daha sonra ayaklanmanın Bursa, İzmir ve Konya'ya da
sıçratılacağı, İngilizlerden silah ve mermi isteneceği, ayaklanmanın başarı ile
sonuçlanmasından sonra Sultan Vahdettin'in İstanbul'a getirileceği yazılıyor.
İstanbul Emniyet Müdürü Ekrem Bey, bu raporu,
İçişleri Bakanlığına gönderir. Bakanlık dört ay boyunca hiç yanıt vermez.
Görüşmeler de kesilir.
Yanıt ve buyruk, Şeyh Sait Ayaklanmasının
başlamasından iki ay sonra gelir: «Abdülkadir ve Sadi ile görüşün.» Bu, en
önemli görüşmedir.
Görüşme, Şişli Dede sokağı, Zafer apartımanının 8
numaralı dairesinde yapılır. Saat onbiri kırk geçe başlayıp, biri on geçe biten
görüşme, Polis Celal, Belediye Zabıta Memuru Nizamettin, Birinci Şube İkinci
Başmemuru Nihat, Birinci Şube Üçüncü Kısım Başmemuru Ziya ve Kör Sadi
katılırlar172. 8,1 F.: 6
Raporu okuyalım:
«— Kör Sadi, dört ay önce tam sonuç elde edecekken
Mr. Templen tarafından gelen görüşme önerisini Ab-dülkadir adına memnuniyetle
karşıladıklarını belirtip teşekkür ettikten sonra:
— İngiltere Hükümetinin Seyit Abdülkadir Hazretle- )
rinin başına geçmediği hareketin sonuçsuz kalacağını an- j ladığı kanısındayız.
Gerçi Şeyh Hazretleri saygıdeğer bir | kimse ise de bu gibi işlerde deneyimi
olmadığı ve Kür-distan'da Abdülkadir kadar etkisi olmadığından sonuçsuz i
kalmaya yüz tutmuştur. Ayaklanmanın yayılması ve sonuç elde edilmesi, Erzurum
ve Van çevresindeki en güçlü aşiretlerin katılımı ile mümkündür. Seyit
Abdülkadir'-in babası Abdullah Efendi'nin İran üzerindeki ayaklanmasında
başlangıçta 90 bin kişi bulunmuştu. O zaman Abdullah Efendi, İran başkentini
yıkıp yakacakken zamanın padişahı Sultan Hamid merhumun müdahalesi ile olay
önlenmişti. Eğer bu kez de işin başına Seyit Abdülkadir geçmiş olsaydı,
ayaklanma 50 bin kişi ile başlayacak ve Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas
yörelerindeki silah ve mühimmat depolarını elde ederek Ankara'yı düşürecek ve
sorun da şimdiye kadar bitmiş olacaktı.
Gerçi önerimiz üzerine bu ayaklanma yine de yapılır,
ancak birbuçuk ay kadar hazırlık süresi gerekir. Templen:
—
Hay
hay, bu süre çok birşey değildir. Yalnız acele etmek gerekir. İngiltere'den
dört ay önceki isteklerinize ek isteklerde bulunacak mısınız? Kör Sadi:
—
Bu
konuda Seyit Abdülkadir ile uzun uzadıya görüştük. Aldığım emir şudur: 1 — Son
günlerde İngiltere ve İtalya'nın bir anlaşma imzaladıklarını duyuyoruz. Bu
anlaşma, büyük olasılıkla, Antalya ve İzmir yöresine bir çıkartma harekatı ile
ilgilidir. Eğer bu gerçek ise bu harekatın Kürdistan harekatının sonuna kadar
ertelenmesi gerekir. Böyle bir harekat, Yunanlıların İzmir'i işgalleri gibi bir
ulusal heyecanı doğurma olasılığı vardır. Bu, harekatımızı engeller ve ba- 82
şansızlığa mahkum eder. Bu nedenle tehlike vardır.
2
—
Daha önce verilmesi kararlaştırılan 500 bin lira paranın artırılması. Bugünkü
koşullar bu paranın yetmeyeceği sonucunu doğurduğundan ayaklanma sırasında
harcanacak paranın emre hazır tutulması;
3
—
Seyit Abdülkadir'in ayaklanmanı.! başına geçmesi için İstanbul'dan ayrılması
gerekmektedir. Bunun için İngilizlerce bir motor sağlanması ve İngilizlerin
koruması altında Suriye yoluyla Kürdistan'a gitmesi gerekir. Bunun için de en
az bir aylık zaman gerekir. Çünkü Van'da Seyit Abdülkadir'in oğlu var. Önceden,
buradan haber göndererek oğlunun sınır dışına çıkmasından sonrc Abdülkadir'in
İstanbul'dan ayrılması gerekir. Yoksa, oğlunu yakalarlar ve eziyet ederler...
Mr. Templen tarafından uygun görülen bu koşullaı
üzerine Sadi hemen uygulanmak üzere şu önerilerde bulunmuştur:
1
—
Irak'ta İngilizlere karşı savaşan Şeyh Mahmud'un1T! kendi adamları olduğunu
ve ayaklanmaya Şeyh Mah-mud'un katılması da
kararlaştırıldığı, Mahmud'un İngilizlerce affının sağlanması; buna karşılık,
Şeyh Mahmud'u teslim ederiz diye söz verildiği, halen İngilizlerin elinde
bulunan Şeyh Mahmud'un kayınbiraderi Fettah Efendi'nin Abdülkadir'e Musul
sorunu görüşülürken başvurarak, arzu edilecek biçimde hareket edileceğini, bu
önerinin baştercüman Ryan'a bildirildiği, Fettah'ın kabul edilmediği, bu
nedenle Fettah'ın da serbest bırakılması konusunun İstanbul'daki Yüksek
Komiserliğe bildirilmesi;
2
—
Halen İstanbul'da Seyit Abdülkadir'e konuk olan Hoşnu Aşireti Reisi
Nafiz'in gereken talimat ile Er-bil'e gideceğinden
vize almak için İngiliz Elçiliğine başvurmuş, durumunu Irak Yüksek
Komiserliğine soracağız, yanıtı verilmiş. Biz bu adamı tanıyoruz ve güvence
veriyoruz. Bizjm adımıza hareket edeceği için soruşturma yapılmaksızın vize
verilmesi.» Bu görüşmeden sonra protokol imzalanması kararlaştırılır.
Ancak, görüşmelerden Seyit Abdülkadir kuşkulanır. 83
Oğlu Seyit Mebmed'r İngiliz Büyükelçiliğine
göndererek Templen'in kimliğini ve imza yetkisi olup olmadığını öğrenmek ister.
İsteyince de gerçeği anlar:
Palulu Şeyh Sadi, İstanbul Polis Müdürü Ekrem Beyin
tuzağına düşürülmüştür! Durumu hemen Kör Sadi'ye bildirir. Bildirir ama iş
işten geçmiştir. Polis Müdürü Ekrem Bey, Abdülkadir'in olayı öğrendiğini
Ankara'ya bildirir.
İçişleri Bakanlığının 15 Nisan 1925 gün ve 1144
sayılı emri Ekrem Bey'e ulaştığında Seyit Abdülkadir ve Kör Sadi'nin yazgıları
belli olmuştu. Seyit Abdülkadir, Nafıa Vekaleti muhasebecisi Sadi Bey'den satın
aldığı sakız ağaçları ile çevrili Suadiye'deki bugünkü Koru, Park sokaktaki
Koru Apartımanı ve çevresini kaplayan bahçe üzerindeki yalısı basılarak
tutuklanır ve Diyarbakır'a doğru yola çıkarılır174.
Olayın içyüzü Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi'nde
anlaşıldığında İngiltere'nin İstanbul'daki Büyükelçisi Lind-say'ın İngiltere
Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain'e gönderdiği 2 Haziran 1925 günlü raporda
şunlar" yazılmıştı: «Ayaklanmanın bir İngiliz kışkırtması olduğunu ya da
ayaklanmaya İngilizlerin karıştıkları yolunda, garip karşılanacak kadar çok az
şey ortaya konuldu ya da bu kadarına izin verildi. Üç yıl kadar önce İngiliz
ajanı olduğu ileri sürülen ama bir Türk kışkırtıcı ajanı olan Templeng adında bir
İngilizden söz edildi. Bu adamın kim olabileceği konusunda hiçbir bilgim yok.
Şeyh Sait'in Diyarbakır'ı aldıktan sonra Cezire yoluyla İngiliz yetkilileri ile
ilişkiye gireceği de söylendi»173.
Büyükelçi'nin 9 Haziran 1925 tarihli yazısında
«Templing» adındaki bir polisin İstanbul'da görev yaptığı ve sonradan ayrılıp
Hulse adındaki bir İngilizle özel dedektiflik yaptığı da yazılır.
«— Gazeteler, Seyid Abdülkadir ve arkadaşlarının
mahkumiyetleri ile ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler yayınladılar. Bu yayınlara
göre (...). Abdülkadir'in ajanı Kör Sa 84 di, ingiliz ajanı pozundaki bîr Türk
polisi ile ilişkiye geçmiş. Bu sahte Templing, Kör Sadi'den bir yazılı belge
almış-
Gerçek Templing daha önce burada müttefik polisiyle
çalışmış, sonra da Hulse He özel dedektif olarak çalışmaya başlamış. Zaman
zaman başkaları adına da çalışan bu ajanlara İngiliz yetkililerinin
güvenemedikleri, ancak, Mr. A. Block tarafından sahte banknotlar konusunda
görevlendirildikleri anlaşıldı.
Templing'in buradan ayrıldığı, ancak Hulse'nin
bolşeviklerle çalıştığı sanılıyor»17*.
Abdülkadir'in ölüm cezasına çarptırılmasından sonra
İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi R.C. Lindsay, Dışişleri Bakanlığına
gönderdiği 2 Haziran 1925 günlü raporda şuhları yazmıştı:
«— 1919-1921 yılları arasında Kürtlerin özerkliği
yanlısı hareketlerle çok yakın ilgisi olan eski Senatör Seyit Abdülkadir.. (.)
son ayaklanmanın kışkırtıcısı olarak idam edildi»177.
85
TAKRİR-İ SÜKÛN DÖNEMİ BAŞLIYOR
«İstiklal Mahkemeleri, adından da anlaşılacağı üzere
İstiklal Harbimiz sırasında kurulan ve kurulması gereken mahkemelerdi. Bu
nedenle bu mahkemelerin tarihe karışması Yüce Meclisiniz için tarihsel bir
onurdur. İsmet Paşa Hazretleri, eğer İstiklal Mahkemelerini iyileştirme aracı
sayıyorsa çok yanılıyor»1™.
4 Mart 1925 çarşamba günü Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası lideri Kazım Karabekir Paşa, TBMM kürsüsünde «Takrir-i Sükûn Kanunu»na
bu sözlerle karşı çıkıyordu.
Fethi Bey hükümeti ayrılmış, yerine İsmet Paşa
hükümeti kurulmuştu.
Karabekir Paşa'dan önce İsmet Paşa hükümetinin programı
üzerine söz alan Ali Fuat Paşa, «Hükümet değişikliğinin nedeni» diyordu,
«millet önünde tartışılmadıkça İsmet Paşa hükümetine güvenemeyeceğiz.»
Ali Fuat Paşa, kuşkularını şöyle dile getirmişti:
«Ayaklanmalar, gerici eylemler yok edilmeli,
ayaklanmacılar ve gericiler cezalandırılmalıdır. Buna şüphe yoktur. Ancak,
milletin doğal haklarını ve özgürlüğünü kısıtlayacak baskı yöntemlerine idare
mekanizmasında yer verilmemesini rica ediyorum.»
Ali Fuat Paşa da, Karabekir de, Rauf Bey de
olacakları İsmet Paşa hükümeti kurulurken sezmişlerdi.
Gazi Paşa, köktenci yöntemleriyle işe girişmişti.
Önlemler birbiri ardından gelecekti.
İhtilallerin kan ve ateş çemberlerinden gecenler
için olacakları kestirmek hiç de güç değildi.
86
Bir baskı döneminin geleceğinden kuşkulanıyorlardı..
Bu yüzden var güçleriyle yasaya karşı çıktılar.
Karabekir, Ali Fuat Paşa, Dersim milletvekili
Feridun Fikri Bey (Düşünsel), Sivas milletvekili Halis Turgut Bey ve Rauf Bey
ardarda konuşarak Takrir-i Sükûn Yasası'na ve bu yasa ile getirilen İstiklal
Mahkemelerine karşı çıktılar.
Rauf Bey de ayaklanmanın Cumhuriyeti yıkacak güçte
olmadığını, getirilen Takriri Sükûn Yasası ile uygulanacak yöntemlerin
Anayasaya aykırı olduğunu vurgulayarak «Takrir-i Sükûn'un sükûnsuzluk
getireceğinden şüphe ediyorum» demişti.
Karabekir ordudan yeni ayrılmış, yakın arkadaşları
Rauf Bey (Orbay) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası'nı kurmuştu1"'.
Mustafa Kemal Paşa'nın İsmet Paşa'yı Ankara'ya
çağırması birtakım siyasal gelişmelerin olacağına işaretti.
23 Şubat 1925 günü Doğu illerinde sıkıyönetim ilan
edilmiş, bu karar TBMM'since oybirliği ile onanmış; iki gün sonra da Hıyanet-i
Vataniye Yasası değiştirilerek din duygularını ve dince kutsal kavramları
siyasal amaçla kullanmak için örgüt kuranlara ölüm cezası yaptırımı
getirilmişti180.
Sıra, İstiklal Mahkemelerinde ve Takrir-i Sükun
Yasa-sı'ndaydı. Yeni bir dönem başlıyordu.
Başlayan bu yeni dönemde Başbakan Fethi Bey'e de yol
görünmüştü.
Gazi Paşa, ayaklanma başlar başlamaz kararını vermişti:
Bu ayaklanmayı ancak İsmet Paşa ile beraber
bastırabilirlerdi.
Kararını verdi; Hükümeti değiştirecekti.
3
Mart
günü M. Kemal Paşa'nın da katıldığı on iki saat süren Halk Fırkası grubunda
ayaklanma karşısında Hükümetin görevi yapmasında «azimli ve basiretli
davranması» konusunda bir önerge verilmiş önerge 60 oya karşı 92 oy ile kabul
edilmişti.
Ayaklanma başlar başlamaz Hükümet üyeleri arasın-
87
da da alinacak önlemler konusunda görüş ayrılıkları
belirmişti. İçişleri Bakanı Recep Bey (Peker) de ayaklanmadan önce «Hükümet
enerjik davranmıyor» diye görevinden çekilmişti181.
2
Mart
günü Halk Partisi gurubundaki bu uzun tartışmalardan sonra Mustafa Kemal Paşa
da kürsüye gelmiş ve şöyle konuşmuştu: -
«Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi
başlatan tamamlayacaktır»11-2. Fethi Bey o gün görevinden ayrıldı.
İki gün sonra da milletvekilliğinden çekildi. 27
Mart günü de Paris'e doğru yola çıktı.
Siyaseten ayrılmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin Paris
Büyükelçisi olmuştu183.
Yeni Başbakan İsmet Paşa'ydı.
İsmet Paşa, iki yıl içinde ikinci kez başbakanlıği
Fethi Okyar'dan devralıyordu1*4..
İsmet Paşa'nın Mustafa Kemal'den iki isteği vardı:
Emre hazır bir kolordu ve İstiklal Mahkemeleri186.
İsmet Paşa'nın hükümet programı altı paragraftan
oluşuyordu. Programın üçüncü paragrafı şöyleydi:
«İç siyasette herşeyden önce son olayların hızla ve
şiddetle bastırılıp söndürülmesi ve ülkenin maddi ve manevi bozgundan
korunması, genel huzur ve rahatlığın sürdürülmesi ve herhalde devletin etki ve
gücünün pekiştirilip kuvvetlendirilmesi için hızlı ve etkili özel önlemler
alınmasını gerekli görüyoruz»186.
Hükümet programı üzerindeki ilk sözü Ankara
milletvekili Ali Fuat Paşa almış, ve Hükümet değişikliğinin nedenini sormuştu.
Bu neden açıklanmadıkça Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası İsmet Paşa hükümetine
güvenoyu vermeyecekti.
Oylama yapıldı:
Oylamaya 179 üye katılmış, Hükümet, 23 hayır oyuna
karşı 154 oyla güvenoyu almış, iki milletvekili de çekimser oy kullanmışlardı.
Teşekkür için kürsüye gelen İsmet Paşa, «Bu gece 88
görüşülmesini istediğim iki yasa var» diye bitirdi
konuşmasını.
Yasa tasarıları hazırdı.
On dakika sonra oturum yeniden başlamıştı.
Tasarılar da hemen Adliye Encümeni tarafından
hazırlanmış ve TBMM'sine sunulmuştu.
Takrir-i Sükûn Yasa Tasarısı'nı görüşen Encümen
üyelerinden ikisi tasarıya karşı oy kullanmışlardı. Bu üyelerden birisi Dersim
milletvekili Feridun Fikri Bey, öbürü de Bursa milletvekili Osman Nuri Bey'di.
Bu iki milletvekili de Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası kurucusuydular.
Takrir-i Sükûn Yasası üç maddelikti. Birinci madde
şöyleydi:
«Gericiliğe ve ayaklanmaya memleketin sosyal
düzeninin ve huzurunun ve sükununun ve güvenliğinin ve asayişin bozulmasına
neden olacak bütün kuruluşları, kışkırtmaları, davranışları ve yayınları
hükümet; Cumhurbaşkanının onayı ile kendi başına ve idari olarak
yasaklayabilir.»
3
.
madde, yasanın iki yıl süreyle yürürlükte kalmasını öngörmekteydi187.
Tasarı üzerinde ilk sözü Gümüşhane milletvekili Zeki
Bey aldı. Zeki Bey, yasanın anayasaya aykırı olup olmadığının tartışılması gerektiğini
söyledi.
Karesi (Balıkesir) milletvekili Ahmet Süreyya Bey,
Zeki Bey'i yanıtlayarak konunun Anayasa Encümeninde konuşulduğunu belirterek
hemen görüşmelere geçilmesini istedi.
Tasarının tümü üzerindeki ilk sözü de Dersim
milletvekili Feridun Fikri Bey aldı.
Feridun Fikri Bey, Hükümetin bu tasarıyla «Anayasayı
da denetimi altına alacağından endişe ettiğini» söylüyor ve şu gerekçeleri
ileri sürüyordu: «— Hükümet istediğinde belirsiz bazı deyimlerle herhangi bir
kavramı irtica sözcüğü kapsamına sokamaz mı? Herhangi bir kavramı da isyan
sözcüğünün kapsamı içine sokamaz mı? Memleketin sosyal düzeni kavramından
89
daha belirsiz sının çizilmemiş ne vardır?. Baskıcı
hükü-jmetler, sosyal düzen ilkesi altında hep kendi isteklerini ileri
sürmüşlerdir.
Cumhuriyetimizde böyle bir maddeye yer olmamalıdır.
Cumhuriyet ve ulusal egemenlik yönetimindeki amaç bütün yurttaşların güven ve
huzurudur. Bu gibi konularda hükümetin takdir hakkı kullanması herkesin
yarınına güvenmemesi demektir. Çünkü dünyada huzur ve sükun deyimi kadar geniş
bir deyim yoktur. Bu deyime neler girmez ki?
Dünyadaki keyfi yönetime dayanan bütün hükümetler
bütün yanlış işlerini bu kapıdan içeri sokmuşlardır.»
Konuşmanın bu yerinde Zonguldak milletvekili Tuna-lı
Hilmi Bey yerinden söz atmıştı:
— Sen de uslu otur çocuğum!
Feridun Fikri Bey, yerinden «Çok yanlış, hangi
maddeye göre konuşuyorsun?» diye sataşan Karesi milletvekili Ahmet Süreyya
Bey'i yanıtlamadan konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
— Bir de güvenlik sözcüğü var. Bu sözcüğü hükümetin
eline vererek insanların çabalarını, kuruluş, kışkırtıcılık, bozgunculuk
yayayım diye sınırlamak doğru değildir. Öyle bir sınır ki, insanların
uslarından geçenleri bile bu kapsama sokmak mümkündür. Bu nedenlerle bu yasayı
Cumhuriyet ve ulusal egemenlik ruhuna, Anayasaya aykırı görüyorum.
Feridun Fikri Bey, konuşmasını şöyle tamamlamıştı:
«Bu ortama girmeden de vatanın muhtaç olduğu huzuru, muhtaç olduğu emniyeti
sağlama olanağı vardır. (..). Bu gerçek ortadayken bu yanlış yola girmek, emin
olun, vicdanımın en acı yaralarından birini oluşturmaktadır. Tek avuntum,
Encümende bu yasaya karşı olma gibi bir mutluluğu elde etmemdir. (..).
Ayaklanmayı tezelden ve acımaksızın bastırılmasında
hepimiz görüş birliğindeyiz. Nitekim Başbakan Fethi Bey, nefret edilecek durumu
anlattığında oybirliği ile güvenoyu verdik. Şimdi ise sıkıyönetimi bile geride
bırakacak fbir şüphe yasası getiriliyor»188.
90
Feridun Fikri Bey'den sonra kürsüye İstanbul
milletvekili Kazım Karabekir Paşa gelmişti.
Şöyle konuşuyordu Paşa:
«— Önce de bu kürsüde söylediğim gibi ayaklanma olan
yerlerde Hükümetimizin alacağı yasal önlemlere taraftarız, bunu bir kez daha
yineliyorum. Fakat bu belirli olay karşısında milletin doğal haklarını baskı
altına alacak eylemlerden kesinlikle yana değiliz. Önünüze getirilen yosa açık
değildir ve lastiklidir.
Kabul edilip uygulanırsa Anayasanın ruhundan doğan
ve Anayasada yer alan siyasal organlar ve bunların çalışmalarını sınırlama ya
da basının baskı altında tutulma girişimlerine tanık olunursa, halk egemenliği
kısılmış olacaktır.
Milletvekillerinin sesleri bile Meclis'den dışarı
çıkmayacaktır. Bu yasayı kabul etmek Cumhuriyet tarihi için bir onur değildir.
İstiklal Mahkemelerine gelince: İstiklal Mahkemeleri
adından da anlaşılacağı üzere İstiklal Harbimiz sırasında kurulmuş ve kurulması
gereken mahkemelerdi. Bu nedenle bu mahkemelerin tarihe karışması Meclisimiz
için tarihsel bir onurdur. İsmet Paşa Hazretleri, eğer, İstiklal Mahkemelerini
iyileştirme aracı sayıyorsa çok yanılıyor.»
Karabekir Paşa'dan sonra kürsüye Konya milletvekili
Refik Bey (Koraltan) çıkıyordu.
«— ..devrimi hiçe indirmek ve Cumhuriyeti yıkmak,
vatanı yeni bir kargaşaya sokmak ve parçalamak gibi gerici ve lanetli
düşünceler Doğu'da bozgunculuk ateşi yakmıştır. Biz burada sözcükler üzerinde
tartışırken orada haklarını korumak istediğimiz kardeşlerimizin kanı
akmaktadır.
Şimdi, oradaki aziz kardeşlerimiz bize diyorlar ki:
Biz temiz kanımızı akıttık. Size bir vatan, bağımsızlık, yaşam ve ulusu
mutluluğa götüren devrim verdik. Bizim ruhlarımızı üzmeyin, yurdun esenliğine,
yaşamına, Cumhuriyete suikast etmek isteyen gericilerin tezelden yurttan
kovulup yok edilmeleri için bu yasayı kabul edin.»
Fefik Bey'den sonra söz sırası eski başbakanlardan
Rauf Bey'e gelmişti.
Rauf Bey, şöyle konuşmuştu: 91
«— Genç Ayaklanmasının başladığı günlerde çekilen
hükümet, ayaklanmayı anlatırken, bazı kimselerin iğrenç, çürük, alçakça
denebilecek kötü niyetlerle
herşeyden habersiz birtakım kimseleri peşlerine
takarak ortaya çıkan bu ayaklanmadan ötürü ulusal egemenlik ve Cumhuriyetin
yıkılacağını sanmak yürek zayıflığından başka birşey değildir.
Türkiye halkı içinde bilinci olan, namusu olan,
vatan sevgisi olan hiç kimse bu kötülüğe göz yumamaz ve bir saniye bile
dayanamaz. Bunun için Genç Ayaklanması oldu diye Cumhuriyetin ve ulusal
egemenliğin temeli olan Anayasa bozulamaz. Bu nedenle bu konu ne kadar çok
görüşülse o kadar yararlıdır. Yüreklerimize dolan kuşkuların hiçbir zaman
kişisel olduğuna inanmayın. Kuşkumuz vatan ve millet içindir. Kurtuluş
Savaşı'nın en çetin olaylar karşısında bile Meclis herhangi bir yasanın
uygulanmasını savsaklamamış; Anayasaya aykırı davranmamış; soğukkanlılığı
korumuş ve başarıya ulaşmıştır... Türlü anlamlara çekilen bu yasayı iyice
inceleyelim, zararlı yerleri varsa çıkaralım.»
Rauf Bey'den sonra Sivas milletvekili Halis Turgut
konuşuyordu:
«— Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türk ve Kürt
kardeşliği yaşıyor. Anayasamızca, Cumhuriyetin sınırları içinde yaşayan herkes
Türktür. Türk olan, Türkiye'nin bir parçasında olay var. Bu olay bazı zavallıların
Kürtlük peşinde alçakça koşmalarıdır. Bunu millete açıkça söylemek gerekir.»
«Efendiler» diye devam edryordu Halis Turgut Bey,
«Türk milletinden şüphe edilemez.. Egemenlik onun hakkıdır... Bu yangını
söndürürken Türk milletinin doğal hukuku çiğnenmemelidir»190.
Halis Turgut Bey'den sonra Muş milletvekili İlyas
Sami Bey, yasayı savunuyordu: «— Genç Ayaklanması deyip ülkenin ufuklarında
görülen bozgunculuğu ve ayaklanmayı görmemek doğru değildir. Gericileri tel'in
etmek ve alınacak önlemler ile bunları yok etmek zamanı geldiğinde bir dakika
durma- 92 malı ve halkır yararına, yaşamına ve yönetimin millete vereceği
mutluca yol gösterici olmalıdır.»
Söz sırası, Ivı.'ü Savunma Bakanı Recep Bey
(Peker)'-dedir.
Recep Bey konuşmasına, «yalnız nazariyeler göz önünde
tutularak yapılmış yanlışların ve gösterilen hoşgörülerin sonucu ve tepkisi
olarak» yasayı getirdiklerini söyleyerek başlamıştı.
Recep Bey, sertlik yanlısıydı:
«— Türkiye'de devlet nüfusu adına gösterilen
hoşgörünün sonunda devlet işlemez hale gelmiştir. Çok yüksek adlar adına
yapılmış bazı yasalar da buna yol açmıştır. Basın özellikle İstanbul basını
Türkiye'de devlet gücü diye ne kadar kutsal yer ve makam varsa hepsini ite kaka
meşruluk dışı bir çekişme aracı yapmıştır. Bunlar, devlet kuruluşu diye ne
varsa hepsine birden yalan ve iftiralarla saldırıp tüm devleti tahrip
etmektedirler.
Her sabah milletin yüzüne fışkıran mikroplu
balgamlar, masum halka, devlet gücünün değerli birşey olmadığını aşılamaktadır.
İstanbul gazetelerinin yarattıkları duruma göre Türkiye'de devlet yoktur;
hükümet yoktur; hükümetin dayanağı Meclis de yoktur. Herkes özgürlük kavramının
kutsallığına bürünen basını herşey yapmaya kudretli olan tek varlık kabul
ediyor. Ve devleti de basının hakaretlerini içine sindirdiği için de gerçekten
buna layık bir zavallı sayıyor.»
Milli Savunma Bakanı Recep Bey'e göre devlete karşı
bu yıkıcı eylemler, bilinerek,ya da bilinmeyerek iç ve dış etkenlerle birleşir,
işte ayaklanmanın ardında da böyle bir oluşum yatıyor.
Öyleyse?
Öyleyse şiddet!
«Hükümetimiz, pis kötülük yuvalarını temizleme
yetkisi olmadan bu ülkenin yönetimini ele almaz. (..) İç tehlike içinden yanan
yangın gibidir. Eğer devlet kuruluşları, Meclisler ve hükümetler, bu yangını,
patlamadan önce bulup gereken yasal önlemleri alamazlarsa, yangın büyüdükten
sonra önlem almaya da zaman kalmaz. 93
Herhangi bir düşünce ile ve herhangi bir amaçla
özgürlüğü yine bizzat özgürlüğe çevrilmiş bir silah gibi kullanmak gerçeğe ve
yurt yaranna uygun değildir»19'. Kozan milletvekili Ali Saip ve Gaziantep
milletvekili Kılıç Ali Bey oturdukları yerlerden Recep Bey'i destekleyen
çıkışlar yapıyorlardı.
Mehmet Emin Bey'in yasayı destekleyen konuşmasından
sonra söz alan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, hakların yasalarla
sınırlandırıldığını söylüyor ve amacın «polis yetkilerinin genişletilmesi»
olduğunu ileri sürerek yasayı şöyle savunuyordu:
«— Memleketin düzenini, asayişini, genel güvenliğini
bozacak davranışları hükümet yasaklar, hüküm verir demiyoruz. Hükmü yasa ile
belirlenen mahkemeler verecektir. Niçin bu yüzden Anayasa hiçe sayılıyormuş?
Hükümet hapsetmiyor, hükmetmiyor, suçluya mahkemenin kapısını gösteriyor. En
uygar devletlerde de bundan başka ne yapılır?. Vatanın Doğu bölgesi baştan
aşağı gericilik ateşi içinde yanarken isyancıların karşısına anarşi özgürlüğü
ile mi çıkacağız? Mahmut Esat Bey kürsüde konuşurken, Rauf Bey yerinden
soruyordu:
«— Devletin polisi, yargıçları, jandarması, güvenlik
görevlileri görev yapamıyacak durumdadırlar mı ki, olağanüstü önlem almak
gereğini duydular?» Bu konuşmalardan sonra kürsüye Başbakan İsmet Paşa
gelmişti. Paşa, her zamanki gibi yine o gün de sözcüklerin üstüne basa basa ve
ağır ağır konuşuyordu: «— Muhalefet liderlerinin ve sanırım bütün üyelerin
duygularını yansıtan düşüncelerini dinledik. Muhalefetin bütün üyelerine
düşüncelerini son sözcüklerine kadar söylettiren millet kürsüleri bütün dünyada
pek azdır. Siyasal tutum ve davranışımızın doğruluğuna en açık ve haklı belge
budur. Arkadaşlarımın açıklamaları ile anlaşıldı ki, bu yasa, Anayasanın
sınırlan içinde yararlı önlemlerle yararlı sonuçlar doğuracak bir yasadır.
Yalnız sayın Kazım Karabekir Paşa, toplumsal iyileştirmeleri İstiklal
Mahkemelerine dayanarak mı yapacaksınız? diye soruyor. Be- 94 nim kanım şudur
ki, bu iyileştirmeleri ancak güvenlik v» asayiş temeline dayanarak yapabiliriz.
(..). İstiklal Mahkemesi de bir araçtır. (..). Yalnız birşey sorayım: Bana
iyileştirmeden söz ederken bu memlekette (ıslahat, yenilik, ilerleme
ahlaksızlıktır» diye boğınlırken bu noktada birşey söylemediler?» İsmet Paşa'dan
sonra kürsüye gelen Kazım Karabekir Paşa, «bizim endişemiz» diyordu, «böyle her
yere çekilen, istenen biçime sokulabilecek yasayla özgürlüklerin kısılmasıdır.
Bu yasanın kabulüyle basın özgürlüğü tümüyle kısıtlanacaktır.» Karabekir,
konuşmasını şöyle noktalıyordu:
«İsmet Paşa Hazretlerine şunu bildiririm ki,
yirminci yüzyılda kuşku ve kuruntularla millet yönetilmez!»
Yasa, Halk Fırkası grubundan 79'a karşı 82 oy Jle
geçebilmişti. Bu tartışmalardan sonra hava değişmişti. TBMM'sindeki oylamada
122 kabul, 22 red oyu kullanıldı. Üç gün sonra da Şark İstiklal Mahkemesi savcı
ve yargıçları seçiliyordu.
Yeni bir devir açılıyordu.
«Şark Cephesinde Kürt-Nakşi Ayaklanması»
yaşanıyordu. «Garp Cephesinde de yeni şeyler» vardı. Garp Cephesinin eski
komutanı Başbakan olarak şimdi de Şark Cephesinde düzeni sağlayacaktı. 95
AYAKLANMA BASTIRILIYOR
Türk Dışişleri Bakanlığının Nusret adlı görevlisiyle
konuşan İngiliz Büyükelçisi Mr. Lindsay belki de en önemli telgrafını 27 Şubat
1925 günü çekiyordu.
Mr. Lindsay'ın yeni Dışişleri Bakanı Austen
Chamber-lain'e gizli telgrafı şöyleydi:
«— ..dün Nusret'e basında ve resmi bildirilerde Kürt
Ayaklanmasını İngiltere'nin entrikalarına bağlanmasının üzerinde durduğumuzu
bildirdim. Bunları ileri sürenlerin bu savlara inanıp inanmadıklarını
bilmiyorum. Ancak, ayaklanmayı hazırlayanların İngiliz yetkililerden yardım
sağlama girişimlerinin karşılıksız kaldığı ve yardım isteklerinin geri,
çevrildiğini kendisine bildirdim.
Türk yetkilileri, tutuklularının sorgularında bu
gerçekleri hiç kuşkusuz anlayacaklardır»10-.
Bu gizli yazışmadan açıkça anlaşılıyordu;
Ayaklanmayı hazırlayanlar, İngilizlere başvurmuşlardı. Ancak bu başvuru red
edilmişti. Lindsay, bu olayın altını çiziyordu193.
4
Mart
günü Büyükelçi, Bakanlığa bir telgraf daha çekmişti.
«Dersim'deki önsmli Kürt Şeyhlerinden Hükümete
bağlılıklarını bildiren telgraflar gönderiyorlar. Ancak ulaşan bu bilgiler ve
bu şeyhlerin verdikleri güvencelere pek güven olmaz»™4.
Büyükelçi, bu raporuna Askeri Ataşe Binbaşı
Ha-renc'in raporunu eklemişti. Binbaşı Harenc'in raporunda ilginç haberler ve
yorumlar vardı.
96
«Şeyh Sait Ayaklanması, dinci, milliyetçi ve
Cumhuriyet karşıtıdır. Bu etkenlerden hangisinin sonucu etkileyeceği şimdiden
kestirilemez.
Şu anda Halep'te sürgünde yaşayan Abdülhamid'in
oğullarından Selim Efendi'nin Kürtler tarafından ayaklanmanın başı olarak ya da
gelecekteki Kürdistan'ın kralı olarak kabul edildiği söyleniyor.»
Aynı günlerde Fransa'nın Bağdat'taki Yüksek
Komiserliğinden Dışişleri Bakanlığına gönderilen raporda şu satırlar göze çarpıyordu:
«— Ayaklanmacılara silahlar İtalya'dan gelecekti.
Kürt hareketi, Berlin'de Cumhuriyet karşıtı Türkler, Mısırlı ve Hintli
eylemciler tarafından desteklendi. Cenevre'de toplanan bazı bilgiler İtalya ve
İngiltere'nin ayaklanmanın hazırlandığından önceden haberi olduğunu
gösteriyor..
(..) — Kürt Ayaklanması, kendiliğinden birdenbire
meydana çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile
ayaklandı. Ayaklanma işareti İstanbul'daki Kürt yanlısı çevrelerden geldi. Bu
bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç
affe-demedikleri Mustafa Kemal'e ve Ankara'daki Meclise karşı yürüttükleri
siyasetin bir parçasıdır.»
Haritaya baktığımızda Harput, Diyarbakır, Muş ve
Bitlis'in oluşturduğu dörtgenin Musul'un Kuzeybatısında ve Şubat ayında kesin
çözüme bağlanması gereken Musul da Irak'ın Kuzey sınırı Zaho ve Ahmediye'nin
batısın-dadır.
Kürt ayaklanması bundan daha iyi
koşullarda patlak vermezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını
araştıran Komisyonda Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile
huzuru sağlayamayacağını gösterecekti»195. Seyid Abdülkadir'in tutuklanmasını,
Ankara'daki hükümet değişikliğini, Takrir-i Sükun Yasası görüşmelerini,
olaylarla ilgili İngiliz ve Fransız yazışmalarını okuduktan sonra yeniden Şeyh
Sait karargahına dönelim : Cibranlı Halit Bey'in tutuklanması ayaklanmanın
askeri liderini devre dışı bırakmıştır. Şeyh Sait, dinsel lider 97 F.: 7
olarak yörede yaygın bir addı. Nakşi-Kürt
aşiretlerini birleştirecek tek adam da Şeyh Sait'ti.
Şeyh Sait, kuvvetlerini cephelere ayırmıştı.
Çapakçur Cephesi, akrabası olan Çan Şeyhlerinden
İbrahim ve Hasan Beylerin komutasına verilmişti. Muş Cephesi'ni damadı
Melikanlı Şeyh Abdullah yönetecekti. Diyarbakır saldırısı da Şeyh Sait'in komutasında
yapılacaktı. Ayaklanma haberi duyulur duyulmaz ayaklanmayı bastırma görevi de
ilk kez 2. Tümen Komutanı ve Bitlis Vali Vekili Kazım Dirik'e verilmişti196.
Kazım Paşa hemen karşı saldırıya geçer. 19 Şubat
günü hükümet kuvvetleri Piran'ı geri alır. . 20 Şubat günü ayaklanmacılar,
Alibadak Köyü'nde hükümet kuvvetlerine karşı başarı elde ederler. 21 Şubat günü
hükümet kuvvetleri Hani'ye girerler. 22 Şubat günü ayaklanmacılar, Hani'deki
alayını basıp, subay ve erleri tutsak alırlar197.
Şeyh Sait, 26 Şubat günü Hani'ye yeniden girer.
Ayaklanmanın genişlemesi üzerine hükümet seferberlik
ilan eder. 7. Kolordu harekatı bastırmakla görevlendirilir.
Şeyh Sait ve Gökdereli Şeyh Şerif ve Yado ile
birlikte Palu'ya doğru yürür. Kardeşi Şeyh Abdurrahim de Şeyh Eyyup ve
Beritanlı Aşireti ile birlikte Ergani üzerine yürümektedir198.
Ayaklanmacılar 23 Şubat sabahı Elazığ'a yirmi
kilometre uzaklıktaki Abusi Köyü'ne dayanırlar. Aynı gün Ha-vik geçidini tutmak
için görevlendirilen birlik de ayaklanmacılar tarafından tutsak edilir.
Hanik Köyü'ndeki silah ve cephaneler de
ayaklanmacıların eline geçer. Albay Osman komutasındaki birlikler yeniden
cephaneyi geri alırlar190.
Albay Osman Bey'in direnişine karşın Şeyh Sait
kuvvetleri ilerler. 24 Şubat günü Elazığ, Şeyh Sait kuvvetlerinin eline geçer.
Kente irk giren Şeyh Şerif,
Dersimli eski milletvekili Hasan Hayri'nin evine
konuk olur. Müftü Mehmet Efendi'yi de Elazığ valiliğine atar200. 98
Bu arada alevi aşiretleri Şeyh Sait kuvvetlerini
kuşatırlar. Malatyalı Ağuçanlı Doğandede oğlu Hüseyin Efendi liderliğindeki
HTron, İzol aşiretleri ile Ohi Bucağı'ndan Necip Ağa, Beritanlı Hacı İbrahim
ile Capakçur'daki Zaza-lan kuşatmış ve birçok ayaklanmacıyı öldürmüştür201.
Dumandıoğlu Hüseyin ile Lolan, Soran ve Abuzalan
aşiretleri ve Elazığ eşrafı da Hükümet kuvvetlerine yardım ederler202.
Melikanlı Şeyh Abdullah da Muş üzerinden
Diyarbakır'a yürümektedir. Diyarbakır ele geçirilecek ve Kürdistan başkenti
olacaktır.
Şeyh Sait, Samaki'deki karargahında emrini verir:
Diyarbakır'a dört koldun saldırılacak ve saldırı 7 «Mart günü başlayacaktır.
5
Mart
günü TBMM de Takrir-i Sükun Yasası'nı kabul etmiş ve 7 Mart günü de Şark
İstiklal Mahkemesi üyeleri seçilmişti.
Kaçınılmaz son büyük bir hızla yaklaşmaktadır. Şeyh
Sait'e bağlı kuvvetler, Büyükkadıköy, Fasri, Kamşık, Karakiiise yörelerinde
toplanmışlardır.
7
Mart
günü saldırı başlar.
Şeyh Sait kuvvetleri, gece yarısı, Diyarbakır'ın
dört kapısına birden saldırırlar. En şiddetli saldırı kentin gü-, neyindedir.
Bir ara Mardin kapısı ayaklanmacıların eline geçer. Ordu Müfettişi Kazım Paşa
(Orbay) ve Vali Cemal (Bardakçı) ve Kolordu Komutanı Mürsel Paşa (Baku) gereken
önlemleri alırlar. Mürsel Paşa, süvari birliğini kentin Kuzeyinden hemen
Güneyine kaydırır20-''. Zazalar, kentin içinden açtıkları kanallarla
ayaklanmacıların kente girmelerini sağlamışlardı. Mardin kapısı önünde büyük
bir çatışma olur.
8
Mart
sabahı ayaklanmacılar Diyarbakır önlerinden çekilirler204.
9
Mart
günü Diyarbakır Postanesi'ne Londra'dan postalanmış zarflar gelir.
99
Aares şuyıcuu.
«Kurdistan Kraliyet Harbiye Nazırlığı».
Zarfların içinden İngiliz silah fabrikalarının
katalogları çıkar203.
Şeyh Sait, 11 Mart günü Diyarbakır'a yeniden
saldırır. Ancak askeri birliklerce püskürtülür. Aynı gün oğlu Ali Rıza da
Hınıs'ta harekete geçer, ancak başarılı olamaz.
Ayaklanmacılar, Diyarbakır bozgunundan sonra
Varto'yu ele geçirmeye çalışırlar. Şeyh Sait'in damadı Meııkanlı Şeyh Abdullah,
Hase-nalı Halit ve Halit'in amcası ve Şeyh Sait'in bacanağı Binbaşı Kasım
Varto'ya saldırırlar-"00..
Daha önce Melikanlı Şeyh Abdullah, Karlıova
İlçe-si'nde Hasanova Köyü'ne gelmiştir.. Burası Cibranlı Aşi-reti'nin yoğun
olarak yaşadığı köydür. 17 Şubat günü Hormek Aşireti Üstükran Bucağı'nda
biraraya gelip durum değerlendirmesi yapmış; Lolan Aşireti ile birlikte Şeyh
Sait'e karşı koymak kararı almışlardı.
Şeyh Abdullah'ın verdiği emir üzerine Cibranlı Kamil
ve Baba Beyler Mengel gediğini geçip Hormeklilerin oturdukları kasman Köyü'nü
basarlar. Haberi alan Hormek Aşireti reisleri Muş Vali Vekili Sırrı Bey ile
görüştükten sonra Kasman Köyü'nü kuşatırlar. Ayaklanmacılar kurtuluşu kaçmakta
bulurlar.
Şeyh Abdullah Varto bozgunundan sonra yeniden
Hasanova Köyü'ne döner. Başkan Köyü'nde oturan Cibranlı Halit Bey'in kardeşleri
Selim ve Hasan ile beraber Varto'ya doğru yola koyulur.
Varto'da Hormek Aşireti ile Şeyh Abdullah kuvvetleri
arasında sokak savaşları yapılır. Çatışmalar sonunda Şeyh Abdullah kuvvetleri
ilçe merkezini ele geçirirler.
Varto'dan sonraki hedef Muş'tur.
Vali Vekili Sırrı Bey, Muş eşrafını olası bir
saldırıya karşı harekete geçirir. Murat köprüsündeki çatışmada ayaklanmacılar
yenilgiye uğrayıp çekilirler207. Ankara'da Mustafa Kemal, ismet ve Fevzi
Paşalar 100
«Tenkil = Tepeleme Harekatını bütün ayrıntıları ile
planlamışlardır. Tenkil (bastırma, tepeleme) Harekatı bütün hız ve şiddetiyle
başlar.
Ordu Müfettişi Kazım Paşa (Orbay)'dır. Kolordu
Komutanı Mürsel Paşa'dır; Tümen Komutanı Osman Paşa, Fır'^a Komutanları da
Kazım Paşa (Dirik) ile Cemil Cahit (Toydemir)'dir.
23 Mart günü Osman Paşa komutasındaki hükümet kuvvetleri
Hınıs'a girerler208. Osman Paşa, Hormekli Ali Haydar ve Lolanlı Kamer ile öteki
milis güçlerine yeni görevler verir. 26 Mart günü Hükümet kuvvetleri Varto,
Elazığ ve Diyarbakır'a doğru yürümeye başlarlar.
Hükümet kuvvetleri ile Hormek, Lolan ve Hayderan
Aşiretleri Osman Paşa'nın komutasında Şeyh Abdullah ve Cibranlı Binbaşı Kasım
komutasındaki ayaklanmacıları Leylek Dağı çevresinde kuşatırlar. Binbaşı Kasım
ve Şeyh Abdullah, Goma-Garko geçidinden kaçıp kurtulurlar.
Hasenalı Halit, 27 Mart günü Hınıs merkezine baskın
düzenler. Osman Paşa kuvvetleri Hasenalı Halit Bey'i kıstırır. Halit, Şeyh
Sait'in oğlu Ali Rıza ve Kerem İran'a kaçarlar209.
Piran ve Maden de hükümet kuvvetlerinin eline geçer.
1 Nisan günü Hükümet kuvvetleri Sunanhan sırtlarında ayaklanmacılarla
giriştikleri çatışma sonunda Hani'ye girerler. 6 Nisan günü Hükümet kuvvetleri
Palu'dadır. Palu'dan sonra birlikler Göynük'e doğru ilerlerler: Şeyh Sait,
Çapakçur-Genç arasına sıkıştırılmıştır. Osman Paşa ilerler. Çapakçur, 8
Nisan'da Hükümet kuvvetlerinin elindedir.
Bozgun başlamıştır.
Şeyh Sait cephesinden ilk fire Genç Jandarma
Komutanı Kürt Üsteğmen Mihri'dir. Üsteğmen Mihri, Hükümet kuvvetlerine
sığınarak Şeyh Sait hakkında bilgi verir210.
Hükümet kuvvetleri ayaklanmaya katılan Kuştiban 101
Köyü ile Senikanlı ve Raçkotan Aşireti'nin köyleri
yakılır211. Bu arada
Silvan'da ayaklanmacılar 12 nci Alay'a saldırırlar.
Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Abdurrahim Hani-Piran arasında direnişini
sürdürmektedir. Şeyh Şemsettin de Silvan'dadır.
—
2
Nisan'da Hükümet kuvvetleri Darahini'yi alırlar.
—
4
Nisan günü Şeyh Sait, Şeyh Abdullah, Binbaşı Kasım, Şeyh Galip, Kargapazarlı
Reşit ve Timur Ağa Sabikan bölgesindedirler. Şeyh Sait, İran'a geçme
kararındadır. Karabel, Kirvas ve Cıpan köylerinde geceler.
Binbaşı Kasım ise teslim olma kararındadır.
Şeyh Sait, yanındakilerle birlikte Ciban Köyü'nden
Çarüpuh'a doğru yol alır. İspahan Köyü'nde kalır. Burada bir «durum muhakemesi»
yapılır. Damadı Şeyh Abdullah teslim olmak ister21-.
Sabah gün yeni ağarmıştır.
Aynı gün sabaha karşı saat 5.30'da Kürt'İstiklal
Cemiyeti kurucuları Cibraniı Kürt Miralayı Halit Bey, eski Bitlis Milletvekili
Yusuf Ziya Bey, kardeşi Teğmen Ali Rıza, Yusuf Ziya'nın damadı Faik Bey ile
Molla Abdurrahman Bitlis'te kurşuna dizilmişlerdir213.
14-15 Nisan günleri Kürt ayaklanmasının yazgı
günleridir.
—
4
Nisan günü Cibraniı Hallt kurşuna dizilmiş, 15 Nisan günü İstanbul Emniyet
Müdürü Ekrem Bey, gözaltına aldırdığı «Kürdistan Teali Cemiyeti» lideri Ayan
Meclisi üyesi ve eski Şuray-ı Devlet Reisi Seyit Abdülkadir Diyarbakır'a doğru
yola çıkarılmıştı214.
14-15 Nisan günleri Şeyh Sait ikirciklidir. Önce
teslim olmak ister, sonra vazgeçer.
Yanındakiler ile birlikte Varto'nun güneyinde Dirik
yöresinde Abdurrahman Paşa Köprüsü'nden Bulanık üzerinden İran'a geçmeye karar
verir215.
Binbaşı Kasım teslim olmak ister.
Bacanağı Cibraniı Binbaşı Kasım, Osman Paşa'ya
gizlice mektup yazmış ve teslim olacaklarını bildirmiştir!
Şeyh Sait, bacanağı Binbaşı Kasım'ın kurduğu tuza-
102 ğa düşmüştür. Binbaşı Kasım, 1924 Ekim ayından yakalanacakları güne kadar
hükümetle haberleşmektedir!
Evet, Kasım Bey bir hükümet ajanıdır!
—
4
Nisan günü bacanağı Halit Bey, Bitlis'te kurşuna dizilmiş, bir gün sonra da
öbür bacanağı Binbaşı Kasım da Varto'da kendisini darağacına gönderecek yolu açmıştı.
Şeyh Sait, Alevi-Kürt aşireti Hormek tarafından
ihbar edilmişti. Ayaklanma sırasında Lolan, Hormek ve Hay-deran aşiretleri
başta olmak üzere Kürt aşireti ile döğüş-müştü. Birçok Kürt aşireti de
Ankara'ya bağlılık telgrafı çekmek için birbirleriyle yarışmıştı.
Şimdi de bacanağı, Güllü Hanım'ın kocası Kürt
Binbaşı Kasım Bey tarafından Hükümet kuvvetlerine teslim ediliyordu216.
Şeyh Sait'i yargılayıp idama mahkum edecek olan Şark
İstiklal Mahkemesi üyesi Revandizizade Emin Efen-di'nin oğlu Urfa milletvekili
Kerküklü Ali Saip Bey de bir Kürttü!217
103
ŞEYH SAİT'İ BACANAĞI KASIM BEY İHBAR EDİYOR
Aradan yıllar geçmişti.
Söke Kaymakamı Kazım Atakul, karşısındaki uzun boylu
esmer adamı dikkatle dinfîyor. Arada sorular soruyordu.
Esmer uzun boylu siyah bıyıklı adam anlatıyordu.
Kaymakamın karşısındaki uzun boylu adamın adı Kasım,
soyadı Ataç'dı. ,
Şeyh Sait'in bacanağı ve Cibranlı Halit Bey'in
kayınbiraderi Binbaşı Kasım, 13
Ocak 1945 günü Söke Kaymakamına Şeyh Sait'i 15 Nisan
1925 günü nasıl yakaladığını, Cibranlı Halit Bey'i ve «Kürt İstiklal
Cemiyeti»ni nasıl ele verdiğini anlatıyordu218.
Binbaşı Kasım'ın Söke Kaymakamı'na Şeyh Sait'i 15
Nisan 1925 günü Abdurrahmanpaşa köprüsünde nasıl yakaladığını şöyle
anlatıyordu: «Solhan'ın Bugilan ve İğik Köyü'ndeyiz.
Şeyh Sait, bir kağıt gönderiyor.
—
Türk
askerinin geldiğini veö kuvvetin fazla olduğunu ve kendi kuvvetlerinin dağlara
çekilmek zorunda kaldığını, bir kısmının da evlerine dağıldıklarını, işlerin
kötüye gittiğini, yazıyordu.
İki gün sonra da kendisi ansızın İğik Köyü'ne geldi.
Şeyh Sait'in esasen bana hiç güveni yoktu. Fakat Şeyh Abdullah ona güven
vermişti, ikisi yanıma geldiler. Şeyh Sait:
—
Bu
işe başladığımda ümitliydim, fakat vahim bir netice ile karşılaştım. Ancak
umutsuzluk caiz değildir, dedi.
104
Bu konudaki görüşümü sordu.
Ben de günün birinde duruma hakim olacağımı ve bu
işi yaratan Şeyh Sait'i elden kaçırmamak gerektiğini düşünerek kendisine
kuşkuya düşürmemek için yapay bir ciddiyetle şu yanıtı verdim:
—
Bu
işin önemi biliniyor. Böyle bir dar günde düşünceleri keskinleştirecek sorulara
ve yorumlara yer yoktur. Bugün vereceğiniz emirleri hepimiz ve herkes
kayıtsız-koşulsuz kabul etmelidir.
Bu sözümden memnun göründü. Ve:
—
Şu
halde buradaki 400 kişilik kuvvetimizle Muş Ovası'na inelim. Murat Nehri'rii köprüden
geçip Huvit Reisi Nuh ve Hasenaiı Halit'le birleşelim oradan İran'a geçelim,
dedi.
Hemen hazırlık yapılmasını emretti. Bir saat sonra
hareket edildi. Girvas Köyü'nde akşam namazı kılındı. Şu öneride bulundum:
— Akşam karanlığında Bogilan Gediği'nde kuvvetimizin
bir pusuya düşmemesi için ileriye bir silahlı birlik gönderilmesi uygundur.
Şeyhler, bu önerimi uygun buldular.
Şeyh Sait, Ognut Beylerine «biriniz beş-on atlı ile
ilerde yürüyünüz» dedi. Birkaç kez yineledi, yanıt veren olmadı.
Benim de aradığım buydu!
Ve hemen «bu akşam nöbeti ben alayım, başka zaman
diğerleri alırlar» dedim. İlerledim.
Arkamdan kardeşimle beş-on atlı geliyordu. Bogilan
Gediği denilen boğazı geçtik. Muş Ovası'na indik. Atlıyı durdurdum. Biraz sonra
şeyhler geldiler.
Şeyh Sait, «haydi yürüyelim» dedi.
Ben:
— Evet ama buradan köprüye altı saatlik mesafe var,
sabaha da dört saat var. Köprüden nasıl geçersiniz?
«Uygun» dediler. Bazıları «Murat'ı geçitten geçelim.
Gündüzün atlı geçtiğini gördüklerini» söylediler. 105
Ben:
— Şu memlekette Nisan ayı taşkınında gece yarısı
Murad'ı geçmek mucize sahibi olmak demektir. Gündüzün sular azalıyor, geceleyin
son derece kabarıyor, bunu herkes bilir, dedim.
Şeyh Abdullah:
— Hepiniz geçseniz de ben suya vurmam. Ölümüme ben
kendim sebep olacağıma, başkası beni öldürsün, dedi.
Şeyh Sait, «şu halde ne yapalım?» diye sordu. Ben:
— Girvas Köyü'ne dönelim, orada sabahlayalım, yarın
görüşürüz, dedim.
Geriye dönüldü, Girvas'a geldik. Sabah şeyhlerle
görüştük.
Şeyhlere «Şerafettin Dağı'ndan aşıp Varto'ya
inmemizin vaziyeti biraz daha kolaylaştıracağını» söyledim.
Tartışmalardan sonra Şeyh Abdullah'ın da etkisiyle
bu önerimi benimsediler. Öğleyin Şerafettin Dağı'na tırmandık. Birkaç yüz metre
yükseklere çıkınca karların üzerinde yürüyoruz. Bata, çıka dağın üstüne çıktık.
Şerafettin'in 2500 rakımındayız.
Hafif bir tipi ile karışık bir kar yağışı başladı.
Ovaya inip de bir taraftan kaçmaya fırsat
bulmasınlar diye hemen kuzey yıldızını yön vererek öncüleri tenbih ettim. Ve
bunları izledik. İki saat sonra Varto yüzünü aştık. Ve dağda bulunan Habiban
Köyü'ne indik.
Köyde kimse yok.
Yerleştik. Herkes yorgun yatıyor.
Ben bir mektup yazdım. Fırka komutanına gönderdim.
Beni gözlüyorlardı. Şeyh Sait'e haber vermişler.
Şeyh çağırdı.
— Atlıyı geri al, burada bulunduğumuzu etraf ve
Hükümet hissetmesin yahut ben birini göndereyim geri getireyim, dedi.
— Şimdi geri çağırırım, dedim.
Biraderi yolladım. Mektubu yırtıp atlıyı getirdi,
ikindi vakti köyün kenarında akan incecik suyun ba- 106 şında toplanan
şeyhlerle beyler beni çağırdılar. Şeyh Sait, görüşümü sordu. Ben, başka yollar
gösterdim.
Beylerden biri «Sen göz göre göre bizi Türklere
öldür-teceksin. Senin gösterdiğin yolda müfrezeler vardır. Bize ne düşmanlığın
var?» dedi. Ben işi gürültüye boğmak için bağırdım:
—
Sen
bu ağzınla mı 600 yıllık hükümetle uğraşmaya kalktın?. O müfrezelerle değilse
başka müfrezelerle karşılaşacaksın, dedim.
Ve oradan ayrıldım.
Akşam namazı, hepsi at binmiş olarak bulunduğum yere
geldiler. Bizi de ister istemez atlara bindirdiler.
Şeyh Sait'in fikri, Varto suyunu geçip Hınıs'a doğru
gitmekti. Beraberimdeki bir miktar atlı ile Şeyh Abdullah ve biz başka geçite
indik. Biz onları bekliyorduk. Onlar da bizi bekliyorlardı. Nihayet bizi
buldular.
Geçitten geçtik, bir yokuştan sonra Baltaş Köyü
tepesine çıktık.
Tugay karargahı 20 dakika sağımızda, Fırka karargahı
bir saat solunuzda ve bu arada hiçbir tertibat, posta ve hatta gözcü bile yok.
Güneş, doğmuştu. Dürbün elimden düşmüyor, hep bir
takip müfrezesi ve kuvvetin hareketini gözlüyorum.
Gelen yok.
Çevre köy halkı işaret atışları yaptı. Hiçbir engel
ile karşılaşmadan o gün akşam üzeri İspahan Köyü'ne indik. Akşam namazından
sonra Melhemli Köyü'ne geldik.
Melhemli Köyü şeyhlerin köyüdür; ancak yerinde
yeller esiyor. Ne bir şey var, ne de bir kimse!
Geceledik, sabahleyin köyün güneyinde Murat Nehri
üzerinde bir tepede toplandık. Şeyh Sait, orada, bir yolcuya bir altın verdi.
Murad'ı yüzüp geçerek karşıdaki köyün adamlarından, kendilerini geçirmek üzere
geçidin başına gelmelerini istedi. Bir aralık, yolcuyu bir kenara çektim.
Kendimi tanıttım. Ve askeri kuvvet beklediğimi, karşı köydeki atlının geçit
başındaki şeyhlerin geçişlerine engel olmalarını ve aksi takdirde ak- 107 şama
kalmaz, bütün çoluk çocuklarıyla köylerinin yakılacağını söylemesini tenbih
ettim.
Yolcu yüzerek Murad'ı geçti, bir saat sonra beş-on j
atlı geçit başına geldiler. Şeyh Sait «İşte bizi geçirmek f için atlılar geldi»
dedi.
—
Murad'ı
geçersek selamete vardık demektir. Nuh i ile Halit'i bulur birlikte İran'a
geçeriz. •
Ben:
—
Buradan
itibaren hakaretlerine katılmayacağımı, bu yaşa kadar Türk vatanına karşı
nankörlük yapmak te- : nezzülünde bulunamayacağımı ve geçidin -geçebilirse
-kendilerine açık olduğunu söyledim.
Şeyh Abdullah:
—
Ben
Acemlerin ve İngilizlerin ekmeğini yemeyeceğim. Ve sizinle de gelmeyeceğim.
Ölüm nerede olsa bizi bulacaktır, dedi.
Şeyh Sait:
—
Zaten
ikinizin de gizli gizli görüştüğünüzü biliyordum, dedi-'19.
Ve yürüdü. Büyük bir kütle ile geçidin başına
vardılar.
Karşıdan yaylım ateşi gibi silah sesleri duyuldu. Şeyhler
dönüp bize geldiler. Bir-iki saat sonra bir askeri birliğin dağdan indiğini
haber verdiler. Dürbünle baktım.
—
Herhalde
bir fırka geliyor. Bu süvariler öncüdür, yüz atlı, otuz kadar yaya tahmin
ediyorum, dedim.
Beş kilometre karşımızdaki Darabi Köyü'ne indiler.
Orada bir müfreze sağa, bir müfreze sola çıkardılar. Diğer kısmı köyde kaldı.
Şeyhler, aralarında görüşüp tartışmışlar. Beni
çağırdılar. Teslim olacaklarını söylediler. Ben Şeyh'e baktım.., «evet teslim
olmaya karar verdik» dedi. Yemin etti., «hiçbiri teslim olmasa bile ben teslim
olurum, bütün harekatı da sana teslim ediyorum» dedi.
—
Şu
halde Varto'da fırkaya teslim olalım, dedim.
Ve hemen tepeden Murat kıyısına indik. Bir kısmı
ayrılmış, oralarda saklanmışlar. Varto'ya birbuçuk saat uzaklıkta Çarbahor Köyü
yakınında akrabalarımdan biri geldi. Ongut Beylerinin Şeyh Sait'i kandırıp,
caydırdıklarını ve teslim olmayıp Murat'ı geçeceklerini söyledi. 108 Şeyh'e
yetiştim. Köyün kenarına vardık. Yolun yukarıdan geçeceğini söyledim.. «Aşağı
caddeden çıkalım» dedi.
Köyün içinden geçtik; yine ses yok. Köyü geçince,
«teslimden vazgeçtiğini, boş yere kanını neden heder edeceğini» söyledi.
Beş çeyrek uzaklıktaki Abdurrahman Paşa KöprüSü'-ne
gelinceye kadar cevaplarımla idare ediyordum. Önde Ongut Beyleri 90 atlı ile
yürüyorlardı. Bunlar, köprüyü geçtiler. Şeyh Sait de geçmek için atından indi.
Ben de indim. Geçmemesini ve bırakmayacağımı
söyledim.
Elini şöyle havaya sallayarak köprüye doğruldu. Ben
silahımı beylere çevirdim. Birkaç söz söyleyerek ateş ettim. Ateşe karşılık
gelmedi. Cayın öbür yakasından ptlı-nın karartısı da kalmadı; kaçtılar.
Şeyh Sait, köprüyü geçtikten sonra akrabalarımdan
bir-ikisi önünü kestiler. Ve beni çağırdılar.
Köprüyü geçtiğim zaman Şeyh Sait üç arkadaşı ile
kayaya arkasını dayamış ve elinde mavzer, akrabalarımdan ikisi de yolun
üzerinde silaha davranmış durumda bekliyorlar.
Ben, Şeyh Sait ile karşılaştım. Elindeki
mavzeri kalbimin üzerine çevirerek «bak» dedi. Ben silahı göğsümden
uzaklaştırdım. Oradaki akrabalarımdan ikisi her ikimizin de silahını almak
istedi. Şeyh Sait «vermem» dedi. Fakat akrabalarım çekti, aldı. r
Fişek yatakta ve silah tetikteydi.
Meğer Şeyh Sait, silahını göğsüme uzattığı zaman
arkamdaki biraderim silahı ile Şeyh'e nişan almış, ihtimal ki, bu nedenle ateş
edememişti.
Biz altı, onlar dört kişi, hepimiz silahlıyız.
Varto'ya gitmek için ne kadar ısrar ettiysem de para etmedi.
Sonunda Fırka komutanına tezkere yazdım:
«12; Fırka Komutanlığına
Şeyh Sait'i Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde
tutukla-dım, Küçük bir müfrezenin gönderilmesini arzederim. Emekli Binbaşı
Kasım» (15 Nisan 1335) 109
Bir atlı ile gönderdim820.
Hizmetçinin hareketinden bir buçuk saat sonra Fırka
komutanı telefon etmiş olmalı ki, Çarbohor sırtlarına bir manga asker çıktı.
Biraz sonra bize doğru adım adım geldiler. Yaklaştılar, kim olduğumuzu sorup,
anladılar.
Başlarındaki subay Çarbohor'a davet etti. Gittik.
Varto'dan istediğim müfrezeyi Hareket Şubesi Müdürü Yüzbaşı Ata komutasında
gönderen Osman Paşa, (..) beni takdir etmişti.
Duyduğuma göre Osman Paşa, orduya başvurarak
Varto'da idamıma emir verilmesini istemiş; ancak iki haf-'ta önce Şeyh Sait'i
benim tutukladığımı bildiren bir telgrafı ile bu istek çeliştiği için İstiklal
Mahkemesi Savcılığı beni istemiş bu yüzden beni yoketmeye olanak bulamamıştı.»
Kasım Ataç'ın ifadesinde şaşırtıcı olan ayaklanmayı
1924 yılında Mustafa Kemal Paşa'ya Erzurum'da ihbar ettiğini anlatan bölümdü.
İfadeyi okuyalım:
«— Bulunduğum çevre ve bölgede bir Kürt bağımsızlığı
ve Türkiye'den ayrılmayı amaçlayan akımlar bulunduğunu, bu akımların halkın
yüzde seksen beşini etkilediğini, ruhlarını bildiğim için adam saptamada ayrıca
kanıt gerekmediğini, hükümetçe bir an önce önlem alınması gerektiğini, bu
önlemlerin de örneğin merkezde bir' gezici fırkanın oluşturulmasını, aşiret
reislerinin Batıya sürülmeleri, karşı koyanların örnek olacak biçimde şiddetle
cezalandırılmalarını, yoksa, büyük bir felaketin gelmekte olduğunu gözümle
görür gibi olduğumu, söylediklerimin hiçbirinin soruşturulmasına bile gerek
olmadığını ayrıntılı olarak ar-zetmiş ve teşekkür yanıtlarını almıştım»'-21.
Bu sözler de Binbaşı Kasım'ındı.
Kasım konuşuyor, Söke Kaymakamı Kazım Atakul da bu
sözleri tutanağa yazdırıyordu.
Ayaklanmadan sonra Söke'ye yerleşen Kasım Bey, bugün
Tariş binasının bulunduğu tren yolu çevresinde bir küçük incir bahçesi satın
almıştı.
Kemal Paşa Mahallesi'nde oturuyordu. 110
Kasım, olaydan yıllar sonra Mustafa Kemal ile gizli
görüşmelerini ve Kürt İstiklal Cemiyeti'ni nasıl ihbar ettiğini Söke Kaymakamı
Kazım Atakul'a böyle anlatıyordu.
«1924 yılında Atatürk Erzurum'a geldi. Halkın
saygılarını sunmak için Muşlular ile birlikte Erzurum'a gitmiştim. Kabulden
sonra Atatürk'ten özel görüşme istedim. Kabuî edildim. 9. Kolordu Komutanı Ali
Sait Paşa (Aybaytugan) hazırdı.» Demek ki, Kasım'ın ihaneti 1924 yılında
başlıyor. 1924 yılı Ekim ayında Kasım, hem Cibranlı Halit'i hem Yusuf Ziya ve
Şeyh Sait'i Gazi Paşa'ya ihbar ediyor! Gazi Paşa da Ankara'ya döner dönmez emir
vererek Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya'yı tutuklatıyor.
Kasım, ayaklanma sırasında 7. Kolordu ile gizli
gizli görüşüyor.. TBMM Başkanı Kazım Paşa (Özalp), Binbaşı Kasım'a bu
çabalarından ötürü bir teşekkür telgrafı bile çekiyor.
Ataç'ı dinleyelim:
«— Şeyh Sait'in Yusuf Ziya'dan etkilenerek ayaklanma
fikri taşıdığını duymuştum. Erzurum'dan Varto'ya dönüşümde Hınıs'ta beş saat
süren tartışmamız üzerine bu fikirden tamamen vazgeçtiğini söyledi. Bu arada
yol hazırlıklarından da vazgeçti. Fakat, olaylar, ayaklanma fikrinin
değişmediğini ortaya koydu. Atatürk'ün Ankara'ya dönüşünden sonra Yusuf Ziya ve
arkadaşları için Bitlis'te bir Özel Harp Divanı kuruldu. Yusuf Ziya'nın ifadesi
üzerine bazı aşiret reisleri ile Şeyh Sait Divan-ı Harp'e çağrıldı. Erzurum'da
Tetkiki Hesabat
Komisyonu Başkanlığından ayrılan Miralay Halit Bey
Bitlis'e götürüldü. Hasenalı Aşiret Reisi Halit ve Zerikanlı Aşiret Reisi Kerem
tebligata uymayarak kaçtılar. Şeyh Sait, yaşlılığını ileri sürerek ifadesinin
Hınıs'ta alınmasını istedi. Verilen emirle Hınıs'ta ifadesi alındı.
Bitlis Valisi ve 2. Fırka Komutanı Kazım Dirik Paşa,
Muş ve Erzurum Valilerinin de yardımlarıyla ve askeri bir kuvvetle ayaklanmayı
bastırmaya memur edildi. Bitlis-Muş arasında oturan Huvit (Mutki) Aşireti Reisi
ünlü Hacı Mu- 111
sa'yı yakalayıp Bitlis'e gönderdi. Ve Bulanık İlçe
Merkezi Kop'a kadar geldi. Hasenalı Halit'in Varto köylerinden geçeceğini haber
aldım. Ankara'da Cumhurbaşkanına, Başbakana, İçişleri Bakanına ve Meclis
Başkanına ve Muş Valisi aracılığı ile de Kazım Paşa'ya telgraflar çektim.
Sözcükleri anımsamıyorum, genel anlamını
anımsıyorum.
Telgraf şöyleydi:
(Hasenalı Halit, Cumhuriyet aleyhinde kötü
düşünceleriyle Cibranlı aşiretimizi ve ilçemizi lekelemek amacındadır.
Aşiretimiz bu amacı nefretle karşılamakta ve Cumhuriyet hükümetinden adaletin
uygulanmasını istemekte ve bu uğurda hizmete amade bulunmaktadır.)
Hasenalı Halit, bu başvurudan haber almış ve
fikrinden vazgeçmiş. Bir bölük seyyar jandarma Halit'i evinde yakalıyor..(..).
altı jandarma ile hareket ediliyor. Oğlu Şemsettin, yüz atlı ile Halit'i
jandarmaların elinden kurtarıyor. Zirikanlı Kerem bir aralık Hınıs'tan Bulanık
köylerine geçiyor; oradan Varto köylerine geliyor. Bir saat uzaklıktaki
Çerbahor Köyü'nde jandarma müfrezesi ile küçük bir çatışmadan sonra akşam
karanlığından yararlanarak yoluna devam ediyor. Genç, Ognut, oradan da Çapakçur'a
iniyor.
Kerem'in geçişinden bir gün sonra jandarma bölüğü
Varto'ya geldi. (¦¦)•
Esasen verdiği ifadelerden şüpheli bulunan Şeyh
Sait, Erzurum Valisinin Hınıs'a geleceğini haber alınca Hınıs'ın Şuşar
Bucağı'ndaki koyunlarını bahane ederek savuşuyor. Son baharda Halep'e beş-altı
bölük koyun satan ve parasını altın olarak İstanbul'da alan Şeyh Sait'in oğlu
Ali Rıza bu sırada Erzurum'a gelmiş; babasının Susar'da bulunduğunu haber almış
ve doğruca yanına gitmiş, aralarında ne konuştuklarını bilemeyeceğim.
Ancak, duyduklarıma göre Ali Rıza babasına:
«— İstanbul'da Seyit Abdülkadir ile görüştüğünü ve
onun bir Kürtlük işi ile meşgul bulunduğunu ve ilkbaharda 112
Hakkari yöresine geçerek bir kıyam harekatını
yöneteceğini, söylemiş.
Ali Rıza, oradan evine geliyor. Şeyh Sait de
Şuşar'-dan Ognut - bugünkü Karlıova İlçesi - geçiyor. Orada aşiret reisleriyle
konuşuyor. Sözler, vaitler alıyor. Devamla, Çapakçur, Çan, Fahran Bucaklarına
ve ilçe merkezlerine uğrayarak ve birer ikişer gece kalarak Genç İli'nin
merkezi olan Darahini'ye geçiyor. Gerek geçtiği ilçelerde ve gerekse il
merkezinde bütün sözleri Cumhuriyet aleyhine olduğu halde yerel memurlar
saygıyla karşılamışlar ve hükümete haber vermeyi bile düşünmemişlerdi.
İstiklal Mahkemesi, bu dediklerimi gereği gibi saptamıştır.»
Binbaşı Kasım'ın Şeyh Sait'i yakalattığı
biliniyordu. Ancak, Kasım'ın ayaklanma ile ilgili ihbarı, 1924 yılında Mustâfa
Kemal'e yaptığı, bu Kürt istiklal Cemiyeti hakkındaki soruşturmanın bu tarihten
sonra başladığını bugüne kadar bilen insan sayısı çok azdı.
Olaydan sonra uzun yıllar İsparta'da sürgün yaşayan
Şeyh Sait'in katibi Fehmi (Fırat), herhalde, kesilecek ağaç ve balta arasındaki
konuşmaları anlatan şu şiiri Cibranlı Binbaşı Kasım'ın ihaneti için yazmış
olmalıdır:
«Ben gücü senden alıyorum / Başımı senin elinle
kesiyorum / Sen bana vermezsen balta sapını / Benimle taş arasında ne fark
vardır?
Bu Kürtlerin hikayesidir / Dertlerin başı da budur /
Onların bazı haramzade evlatları /Evlatların nankörleri / Yabancılara ellerini
vererek / Kürtleri boyunduruk altında tutuyorlar»222 (*).
(*) ŞUrin Kürtçesi şöyle:
«Ez guwette Jı re dıgınm / Ser* te bı deste dıbırım
/ Tu nedi mm deste bıvır / Ha ezu ha er kevir / Ev mesela?
Kurdane / Derde sere dardana / Handek xeram zaden
wan / Nanköre ewlade wan / Di bigamenra dibin destgıru / oı pıstgşr Kurdan
dıxın bınenîr.> 113
F.: 8
SEYİT ABDÜLKADİR: KÜRT DEĞİLİM!
14 Mayıs 1925 perşembe günüydü.
İstanbul'daki «Kürdistan Teali Cemiyeti»nin Başkanı
Seyit Abdülkadir, oğlu Seyit Mehmet, Huşnev Aşireti Reisi Nafiz ve Palulu Kör
Sadi'nin yargılanmaları Şark İstiklal Mahkemesinde başlanmıştı.
Bitlisli Kemal Feyzi, Diyarbakırlı Hacı Ahti Mehmet
Tevfik, Cemil Paşazade Ekrem, Hoca Askeri, Diyarbakır-Hı Ahmet, Divriğli İlyas
ve Fado (Abdülkadir Sido), Rıfat, Hüseyin ve İlyas da yargılananlar
arasındaydılar.
Savcılık, Seyit Abdülkadir'in ayaklanma öncesindeki
hazırlıkların lideri olduğu kanısındaydı. Bu yüzden önce Seyid Abdülkadir ve
arkadaşlarının davası başlamıştı.
Savcı Ahmet Süreyya Bey, iddianamesini şöyle
özetlemişti:
—
Mahkemenizin
huzurunda bulunan sanık Seyit Abdülkadir, oğlu Mehmet, Hoşnev Aşireti Reisi
Nafiz ve Abdullah Sadi ile yargılaması kısmen yapılmış olan Bitlisli Kemal
Feyzi, Türk vatanının doğu bölgelerinde zaman zaman meydana gelen ve memleketin
ikiye bölünmesini amaçlayan bir hareketin hazırlayıcıları ve
kışkırtıcılarıdırlar. Bu haince hareketlerin ana hatlarını şu basit sözlerle
özetleyeceğim:
Gizli amaçlarına ulaşmak için sanıklar dört devre
geçirmişlerdir:
Birinci devre, hayal kurma, ikinci devre tertip, üçüncü
devre karar ve dördüncü devre de icra!
Esasen suç olan hareket de dört devrelik bir
düşüncenin sonucudur. Bu hazırlık aşamaları içinde Kemal Feyzi de olmak üzere
başlayıp devam edegelen eylemlerle sabittir. 114
Seyit Abdülkadir, son zamanlarda İstanbul'da evinden
çok az çıkmışsa da ayaklanmanın başarı ile sonuçlanmasını sağlamak için oğlu ve
özellikle Abdullah Sadi aracılığı ile yabancı bir devletin korumasını sağlamaya
çalışmıştı.
Sadi, kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere en
faal elemanlarından biriydi. Hoşnev Aşireti Reislerinden Er-billi Nafiz son
ayaklanmadan bir ay önce İstanbul'a gelmiş, Seyid Abdülkadir ve oğlu Mehmet ile
çok candan ve etkili işbirliği yapmıştır. Seyit Abdülkadir, geçimini sağlamak
için evini ve eşyasını satmak zorunda kaldığını ısrarla itiraf ettiği halde
Nafiz'i evinde günlerce misafir etmiştir.
Seyit Abdülkadir, Cumhuriyet Hükümeti ordusu
ayaklanmacılara şiddetli darbeler indirdiği sıralarda -hatta 11 Nisan gününe
kadar bile - bu mel'un fikrinden vazgeçmemiştir.
Hükümet bütün hareketini bilir. Cumhuriyet
Hükümetinin dikkatten hiçbir şeyin kaçmayacağı bilinir. Hükümet, sırf bu
adamları yakalamak için sabretmesini bilmiştir.
Hükümet, Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza, İstanbul'a
geldiği zaman Seyit Abdülkadir'in evinden çıkmayan malum şahıslarca elim
sonuçlar verecek bu müthiş ve hain kararlan saptamıştır2-".
Savcı, kanıt olarak, sahte Templen ile Kör Sadi'nin
görüşme tutanaklarını ve gizli yazışmaları sunmuştu.
Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı Mazhar Müfit
Bey224,. Bitlisli Kemal Feyzi'nin Şırnak Aşireti Reisi Abdurrahman Bey'e
gönderdiği mektupla, Şırnak, Hacı Bayram, Selubi, Güyan Aşireti Reisleri adına
Şırnak Aşireti Reisi Aysurza-de Abdurrahman Ağa'nın İngiltere'nin Irak'daki
Başkomi-serliğine gönderdiği 7 Ocak 1922 tarihli mektubu okutuyordu.
Jin Dergisi sahibi ve başyazarı Bitlisli Kemal Feyzi
ile Zaho Belediye Başkanı Mehmet Bey'in Şırnak Aşireti" Reisine
gönderdikleri mektupta, Türkler ile ingilizlerin imzaladıkları gizli bir
anlaşma ile Kürtlere özerklik veril-'- 115 meşinin planlandığı kaydedilerek
İngiltere hükümeti ile «samimi bir münasebat» kurulması isteniyordu225.
Bitlisli Kemal Feyzi'nin önerdiği Kürtler ve
İngilizler arasındaki bu «samimi münasebat» da kurulmakta gecikmemişti.
Sımak Aşireti Reisi Abdurrahman Ağa'nın Bağdat'taki
İngiliz Başkomiserliğine gönderdiği mektup şöyle başlıyordu:
—
Asaletmeap;
Adaleti bütün dünyaca bilinen Büyük Britanya
hükümetinin doğuda Kürt milletinin yüce hukukun üstün tuttuğuna inancımız
tamdır. Lloyd George Cenaplarının Kürtler ve Avam Kamarası'nda çeşitli
beyanları İstanbul'daki muhalif Kürtlerin bağımsızlık hareketleri ve son olarak
da Sevre Anlaşması'nda bağımsızlığımızın açıkça belirtilmesi bu konudaki
kanılarımızı daha da pekiştirmiştir.
Biz, bu konuyu, herşeyden önce, bir ırk ilişkisi
nedeniyle kaydetmek zorundayız.
Abdurrahman Ağa'nın mektubunda daha sonra
Anglosakson ve Kürt soyları hakkında tarihsel bilgiler veriliyor ve şu
isteklerde bulunuyordu:
—
Britanya
hükümetinin haklarımızın yalnızca bu anlaşmayla tanımakla yetinmesine rıza göstermeyiz.
Bağımsızlığımızın sağlanması konusunda gizli
yardımda bulunulacağı umudunu taşımaktaydık. Oysa, Sımak olayında, umut
ettiğimiz ve beklediğimiz yardımı görmediğimizden güçlü düşmanımız olan Türk
Hükümeti elinde yalnız kaldığımızı üzülerek ifade ederiz2"".
Milli hukukumuzun elde edilmesi ve hükümetimizin
kurulmasına kadar aşiretlerimizin savaş mühimmatı konusundaki eksiklikler milli
maksadımızın gerçekleşmesini engellemektedir. Bazı aşiretler de mühimmatsızlık
yüzünden harekete katılamıyorlar.
Gerçi, hükümet kurmadan Büyük Britanya'nın açıkça
yardım edemeyeceğini biliyoruz. Ancak, hükümet kurulduktan sonra yapılacak açık
yardımdan önce bu gizli yardanın yapılmasını bütün içtenliğimizle
bildiririz227.
116
ı
Mektupta, bu istekler konusunda daha ayrıntılı bilgi
verileceği de bildiriliyordu.
Mahkemede Kemal Feyzi ile ilgili raporlar
okunuyordu228.
Kemal Feyzi, 20 Nisan 1925 günü saat 11'de başlayan
sorgusunda Savcı Ahmet Süreyya Bey'e şunları söylemişti:
—
Ben,
bağımsız bir Kürdistan kurulması için çok çalıştım. Yıllarca aşiretler içinde
yaşadım. Vilayetlerde uğraştım. Ünlü Simko'ya altı ay katiplik yaptım. Bütün bu
gezilerim ve faaliyetlerimden sonra gördüklerim bana şu kanıyı verdi:
Birçokları gibi benim de önceden sandığım birşeyin bugün ham bir hayal olduğunu
anlamış bulunuyorum. Ortada millet denecek bir Kürt topluluğu yokmuş meğer.
Benim, o eski bütün emellerim ve hayallerim, inançlarım hep boş, yersiz bir
kuruntudan başka birşey değilmiş.
Kemal Feyzi, mahkemede şöyie konuşmuştu:
—
Evet,
ben, Kürtlük için ve bir Kürt hükümeti kurulması için çok çalıştım. Bu yüzden
daha önce de ölüm cezasına çarptırılmıştım. Bu uğurda benim gibi çalışanların
bir kısmı bağımsızlık, bir kısmı da özerklik istiyordu. Bunların fikirlerini
birleştirmek ve bu gaye uğruna bunları birleştirmek mümkün olmadı2'-".
Sanıklardan Kör Sadi, bütün suçlamaları kabul
ediyordu. Polis görevlisi Çelai'in raporları mahkemede okunmuştu. Sadi,
Kürdistan Devleti kurulması için çalıştığını, Seyit Abdülkadir adına yaptığı
görüşmeleri, sahte Temp-len ile buluşmasını, hepsini, hepsini..
«Pişmanım» diyordu.
— Ama yapmış bulundum. Bana verilecek idam cezası
adaletin tam kendisi olacaktır.
Kör Sadi, neden böyle itiraflarda bulunmuştu?. Kör
Sadi, savcılıkta suçlamaları reddetmişti. Mahkemede reddettiği suçlamaları
mahkemede birdenbire kabul etmesi Savcı Ahmet Süreyya Bey'i de şaşırtmıştı.
Savcının uyarısı üzerine bu tutumunu da şöyle
açıklıyordu: 117
'••¦ — Bu ana kadar Seyit Abdülkadir Efendi ve
diğerleri aleyhine hiçbir şey söylemedim. Şimdi neden söylüyorum. Bunun nedeni
şudur:
Uzun zamandan beri Seyit Abdülkadir Efendi, beni iyi
kötü besler, beni korurdu. Ben de kendilerine hizmetler ederdim. Tutuklanıp
buraya geldikten sonra bana bir süre baktı. Fakat son günlerde beni tamamen
terketti. İnsanlar felaket günlerinde belli oluyor. Kendisine bu kadar hizmet
ettim. Şu son günlerimde beni aç bıraktı. Ondan müteessir oldum. Ve zaten
mahkemece anlaşılan durumu adalet huzurunda beyan ediyorum.
Hapishanede tahakküm etmek istiyor, bu gece beni m
kalsın öldürüyordu. Alemi ateşle yakıp kendileri kurtulmak istiyorlar.
Cumhuriyetin adaletinden, şefkatinden eminim.
İstanbul'da Mr. Templen ile konuşmalarım Seyit
Ab-dülkadir'in bilgisi ile yapılmıştır. Biz bu adamı hakiki İngiliz zannettik.
Türk ve hatta Emniyet memuru olduğunu katiyen farketmedik. Seyit Abdülkadir,
bana konuşmalar hakkında talimat veriyordu. Hatta bir gün:
— Aşiretler ücret almaz. Silah, erzak ve bazı
subayları elde etmek için para gerekir. Bundan başka terkede-ceğim köşküm için
de para isterim, dedi.
Ben de bunun üzerine Templen'den önce 250 bin, sonra
da 500 bin lira istedim. Konuşmalar altı aydan fazla devam etti. Demin de
arzettiğim gibi esasları Seyid Abdülkadir idare ediyordu.
Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza, iki gün Abdülkadir'in
evinde oturdu. Ayaklanmayı o zaman düzenlediler. Bu sebepten dolayıdır ki,
Abdülkadir ayaklanmayı daha önceden biliyordu.
Zaten Abdülkadir'in haberi olmadan Kürdistan'da
yaprak kıpırdamaz. Ah beyler!
Bu sır Bektaşi sırrı gibidir. Abdülkadir, oğlu
aracılığı ile komşusu İngilizlerle de bu konuyu görüştü. Bütün iskele
hamallarını elde etmişti. Cephaneyi İstanbul'dan kendisi sağladı!»230 118
Duruşmada Seyit Abdülkadir ise Kör Sadi'nin itiraf-,
larını kabul etmiyordu. «Benim haberim yok» diyordu.
— Belki, oğlum Mehmet'in haberi vardır!
Ya da «yalan söylüyor» diye tepki gösteriyordu.
Seyit Abdülkadir sorgusunda Damat Ferit Paşa'nın
Ermenistan kurulması için girişimlerde bulunduğunu, kendisinin Ermenistan
fikrine karşı koyduğunu söylüyor ve Kurdistan özerk devleti kurulma
çalışmalarını da şöyle anlatıyordu: Mazhar Müfit Bey, Ocak 1919 tarihinde
imzalanmış bir anlaşmanın Abdülkadir'in evinde bulunduğunu, Kürt Teali Cemiyeti
ile Damat Ferit Paşa hükümeti arasında imzalanan bu anlaşmada özerklik
konusunun yer aldığını belirterek soruyordu: — Bu konuda bizi aydınlatır
mısınız? Seyit Abdülkadir yanıtlıyordu:
— Evet, bilgim vardır, inkar etmem. Hürriyet ve
İtilafla bir anlaşma yaparak Ferit Paşa'nın Ermenistan emellerini kırmak
istedik. Bu anlaşma gereğince Kürdis-tan'a özerklik verecektik. Fakat Osmanlı
Hükümetiyle İslam halifeliğini ayırmadık.
— Bu imza sahipleri kim?
— Bizim taraftan Molla Sait vardı. Bedirhanilerden
Mehmet Ali vardı, bir de bendeniz vardım. Hürriyet ve İtilaftan da Vasfi,
Zeynelabidin ve Sabri Hocalar vardı.
— Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza'yı tanır mısın?
— Allah şahit, Şeyh Sait'i tanımam. Oğlunu da yeni
tanıdım. Ben evimden sık çıkmazdım. Yalnız bazen Ab-dülhamid adında bir tüccara
gider, mağazasında bir çay içerd!m. Bir gün yine gittiğimde birisi daha vardı.
Oturuyordu. O adamın Şeyh Sait'in oğlu olduğunu söyledi. Beni tanıştırdı. O
vakit Ali Rıza kalktı; elimi öptü. Ben de çay içtim ve evime döndüm.
— Sonra yine görüştünüz mü?
— Evet; ertesi gün evime geldi. Ziyaret için
geldiğini söyledi, bir-iki saat oturdu, gitti.
— Sonra bir daha gelmedi mi? 119
— İki gün sonra bir daha geldi. Gece kaldı, ertesi
gün gitti.
— Siz görüştüğünüzde yanınızda kim vardı?
— İlk geldiğinde Nafiz vardı; ikinci gelişinde bir
adamıyla geldi.
— Bu görüşmeden sonra Ali Rıza'nın dönüşünden üç
veya dört gün sonra ihtilal başladı. Bundan haberiniz var mı?
— Dinimle sizi temin ederim ki, bu ihtilalden
haberim yoktu ve olsaydı hükümete haber verirdim.
Mahkeme üyesi Ali Saip Bey «seyitlik nereden
geliyor?» diye sormuştu. Seyit Abdülkadir'in bu soruya verdiği yanıt herkesi
şaşırtmıştı:
— Abdulgani Geylani ahfadındanım. Aslen Kürt
değilim, Kürdistan'da yerleşmişim- 31.
Seyit Abdülkadir'in evindeki aramada şifreler ele
geçmişti.
Bu şifrelere neden gerek görüldüğünü Seyid
Abdülkadir'in oğlu Seyit Mehmet 17 Mayıs günlü duruşmada şöyle açıklıyordu:
— Hükümetten korktuğumuz için Anadolu'daki kulüpler
ile haberleşmek için bu şifreleri yaptık2"-'..
Şifreler şöyleydi:
«Terfiniz mukarrerdir» demek «ihtilal için olursa»
demekti.. «Tahsilinizi ikmal için geliniz» tümcesi «Kürtlük lehine hükümete
karşı nümayiş için» anlamındaydı.. «Sıhhatiniz işar olunması»., «her tarafta
birlik sağlandı» demekti. «Elbiseniz gönderilecek» demek «her tarafta hükümeti
ele almak» anlamına geliyordu.
Seyit Abdülkadir ve oğlu Mehmet, savunmalarında Kör
Sadi'yi yalancılıkla ve çıkarcılıkla suçladılar. Sadi de Seyit Abdülkadir ile
ilgili suçlamalarını sürdürdü.
Mahkeme 23 Mayıs günü kararını açıkladı:
Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdülkadir,
oğlu Seyit Mehmet, Palulu Kör Sadi, Bitlisli Hüzanizade Kemal Feyzi, Avukat
Hacı Ahdi Mehmet Tevfik, Aksaray'da Valide Camii kürsü şeyhi Silifkeli Hoca
Askeri'nin idamlarına karar verilmişti233. 120
Gerekçeli kararda Seyit Abdülkadir - Kör Sadi ile
ilgili şu gerekçeler yer alıyordu:
Kör Sadi'nin... (..) Maddi ve manevi nüfusu
dotayı-sıyla adeta Kürt ırkının ilahı olan Seyit Abdülkadir Efen-di'nin köşküne
sürekli olarak gittiği ve sonra da İngilizlerin güvenini kazanmış olan Celal
Efendi aracılığı ile Mr. Templen adı verilen İngilizle Seyit Abdülkadir Efendi'nirv
emir ve talimatıyla ve oğlu Seyit Mehmet'in yardımıyla Kürdistan bağımsızlığını
sağlamak, ihtilal ve ayaklanmayı genişletmek için görüşmeler yaptığı gibi bu
görüşmelerin devam sırasında ayaklanma lideri Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza'nın
Seyit Abdülkadir'e geldiği (..). görüşme sırasında Kürdistan'a gönderilecek
silahın kaynağı konusunda önemsiz uyuşmazlıklar başgöstermiş ise de karşılıklı
özveriler ile uyuşmazlık giderilmiş, tam anlaşma imzalanacakken, Templen'in
imzaya yetkili olup olmadığı konusunda tereddüt eden Seyit Abdülkadir
Efendi'nin anlaşmanın imzalanmasını birkaç gün ertelediğini kabul ve itiraf
eylemiş olmasına.. (..) suçüstü halinde düzenlenen raporun olaya tamamen
uymasına..
— Seyid Abdülkadir'in (..). evinde bulunan ve
içlerinde Kürdistan ile ilgili belgelerin bulunduğu iki çuvalı crama sırasında
yoketmeye teşebbüs etmesi.. (..)... bunların içinde dinsizlik ve şeriat ile
medreselerin kaldırılmasından dolayı cumhurbaşkanına hakaret eden yazıların
bulunmasına., tutuklanmasından sonra evinde çok miktarda ateşli silah ele
geçmesi... (..) ve Ayan üyeliğinde iken dahi özellikle Kürdistan geleceği ile
ilgili girişimlerde bulunduğu eldeki belgelerden anlaşılması ve adı geçenin
Lozan Konferansı'ndan önceki günlerde Sultan Hamid döneminden beri Kürt ve Kürtlük
işleri ile ilgilenmeyi siyasal amaç edinen Şerif Paşa ile aynı amaçla çalışması
(..). Dünya savaşından sonra Ermenistan'ın geleceğini belirlemek için çalışan
Boğos Nubar ile de ilişki kurması, Abdülkadir Efendi, Şemdinli gibi dar bir
yerden asırlarca imparatorluğun başkenti olan İstanbul'a gelerek Türklerin
arasında şeref ve mutlulukla mevki ve servet kazan- 121
dığı halde Türk'ün güçlü zamanında olumlu bir vatan
görevi yerine vatan aleyhine çalışması.. (..) Kürdistan bağımsızlığı
liderlerinden Şeyh Sait ve avanesi vasıtasıyla Doğu illerinde ayaklanma
çıkarıldıktan sonra Seyit Abdülkadir ve oğlu ile Palulu Abdullah Sadi'nin (..)
Abdülkadir Efen-di'nin emir ve
talimatıyla Sadi'nin Templen namı verilmiş bir
İngiliz ile görüşüp Doğu ayaklanmasını genişletmeye ve milli şahsiyetlere
suikast ve bunun sonucu olarak da Kürdistan bağımsızlığını sağlamak,
sınırlarını belirlemek ve Abdülkadir'i Kürdistan kralı ilan etmek için
İngilizlerden para yardımı yapılması için görüşmelerde bulunulması234..
İsmet Paşa, İstiklal Mahkemesi kararlarının
TBMM'-sine sunulmadan infazı yetkisini de almıştı-1'-"'.
İnfazlar, 27 Mayıs Çarşambc sabahı Ulucami önünde
yapıldı.
Önce Bitlisli Kemal Feyzi, arkasından Hacı Ahti
asıldılar. Kemal Feyzi, suçsuz olduğunu söyledi. Avukat Hacı Ahti «Yaşasın
Kürtlük mefkuresi, yaşasın Kürdistan» diye bağırdı.
Seyit Abdülkadir idam sehpasında «Beni asmakla
Kürtlük gayretlerini diriltiyorsunuz. Kürtlerle Arapların birleşmesine sebep
oluyorsunuz» dedi. Oğlu Seyit Mehmet «Peygamber sülalesine bu reva görülür mü?.
Başınıza iş açtınız» diye konuştu.
Kör Sadi «İdam kararını minnet ve şükranla kabul
«diyorum. Hepimiz idam cezasına müstehakız. Çünkü vatana ihanet ettik. Allah
Türk milletinin ve memleketinin saadetini ebedi etsin, başka sözüm yok.»
diyordu236.
Sabah saat dört elli üçtü.
İstanbul'daki «Kürdistan Teali Cemiyeti» başkanı
asılmıştı. 15 Nisan günü de Erzurum'daki «Kürt İstiklal Cemiyeti» lideri
Cibranlı Miralay Halit Bey Bitlis'te kurşuna dizilmişti.
Şeyh Sait, Cibranlı Halit Bey'in kurşuna dizilmesinden
bir gün sonra yakalanmıştı; davası da Seyit Abdülkadir ve arkadaşlarının
asılmalarından bir gün önce başlıyordu 122
ŞEYH SAİT: AMACIM ŞERİAT
Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Karasi milletvekili
Ahmet Süreyya Bey, sorgudan önce Şeyh Sait ile dostluk ilişkisi kurmak
istemişti.
Bu amaçla S:k sık Şeyh Sait ile görüşüyordu.
Ahmet Süreyya Bey, ayaklanmanın nasıl başladığını
anlamak istiyor; bu amaçla Şeyh ile görüşüyordu.
Ahmet Süreyya Bey'in sorularına Şeyh Sait hep aynı
karşılığı veriyordu:
— Jandarmalar ile Hükümet tarafından aranan şahıslar
arasında meydana gelen çatışmadan sonra ben artık köyde kalmadım; döndüm.
Yolda, kafileye bir çok kişi katılarak gösteri yaptı. Olay bu yüzden oldu.
Ahmet Süreyya Bey, Şeyh Sait'in söylediklerine hiç
inanmıyor üsteliyor; Şeyh Sait de açık yanıtlar vermekten kaçınıyordu.
— Pekiyi.. Siz de onlara uydunuz. Ve başlarına
geçtiniz. İşi, yani ayaklanmayı büyütüp genişlettiniz. Öyle mi?
— Yoh.. Onlar çoktu ve silahlan' da vardı. Beni
dinlemiyorlardı ki.
— Şu halde siz de onları dinlemeyerek bırakıp
geldiğiniz yere, Hınıs'a gidebilirdiniz. Ama siz böyle yapmadınız; 'onların
başına geçtiniz. «Emir-ül Mücahidin» unvanı aldınız; onlara emir ve komutan
oldunuz demek?
— Yoh yoh, onlar beni zorladılar. Ben de kaderim
olarak, onların içinde oldum. Ben bu işin ne önündeyim, ne arkasındayım. Herkes
gibi içindeyim Sava Bey!237 123
Savcı Ahmet Süreyya Bey, Şeyh Sait ile konuşurken
hep kafasını kurcalayan şu sorulara yanıt arıyordu:
Şeyh Sait'in Piran'a gitmekteki amacı neydi?.
Piran'a gitmeden önce kimlere haber yermişti? Ayaklanma dinsel amaçlı mıydı,
yoksa dinsel görüntü altında Kürdistan devleti kurmak mıydı?
Şeyh Sait bir süre düşünüyor ve Savcıyı
yanıtlıyordu:
— Şeriat hükümlerinin hükümetimiz tarafından
uygulanmasını sağlamak düşüncesi benim başımda yaşayan bir fikir ve arzuydu.
Bunu gereğinde söylemekten de çekinmezdim. Fakat, böyle olsun diye kimseye
birşey söylemedim.
Savcı, Şeyh Sait'i konuşturmak
istiyordu. Bu amaçla bilmezlikten gelerek sormuştu: '
— Nasıl olsun diye anlayamadım Şeyh Efendi?
— İşte bu ayaklanma denilen olaya ait önceden bir
karar olmamıştı.
Ahmet Süreyya Bey, yendien üsteliyordu:
— Yusuf Ziya ve Cibranlı Halit, size kıyam için
teklifte bulunmuşlar. Ve Bitlis'teki askeri .cephaneliği ele geçireceklerinden
de söz etmişler. Yusuf Ziya size de gelir gidermiş, Muşlu Nuh Bey de böyle bir
harekete taraftar-mış. Siz bunlardan haberli olduğunuzu da inkar edemezsiniz
ya..
— Onların fikri, davası başka idi. ]
— Ne gibi dava?
— Kürdistan davası.. Kürt hükümeti kurmak istediklerini
Yusuf Ziya Bey'den duymuştum.
Savcı, umudu kesmişti. Şeyh Sait, istediği yanıtları
bir türlü vermiyordu. Aralarındaki söyleşi şöyle sürmüştü: — Şeyh Hazretleri!
Ben şahsen, cidden size acıyorum. Size uyan, şu
zavallı, masum insanlara da çok acırım. Onlar, siz büyüklerine uymuşlar.
Size gelince...
Siz de yaşh-başlı, on evlat sahibi bir ihtiyarsınız.
Ve 124 şahsen öyle anlıyorum ki. işlediğiniz fiil, ne şer*an ne de akıl
yönünden caiz bir fiil değildir. Nasılsa seçtiğiniz harw-tin cezasını görerek
pişman olduğunuza da inanıyorum. Benim elimde olsa sizi bir kaleye kapatır ve
orada uzun ömürlü olarak yaşamanızı isterdim. Böylece, Cumhuriyet yönetiminin
bu vatan ve millete sağlayacağı hayırlı hizmetleri ve büyük faydaları görmenizi
isterdim..
— Sizin olgun imam sahibi bir müslüman olduğunuza
inanıyorum. Merhametinizden de eminim. Şu halde bizi affetmek olmaz mı?
— Bak Şeyh Efendi; ben, savcıyım. Yetkim yasayla
belirlenmiştir ve sınırlıdır. Bir sanığı, bir suçluyu affetmek yetkim yok. Size
yalnız şu güvenceyi verebilirim: Mahkemenin adaletine ve yasalara uyacağına
inanınız. Yasa ve adalete karşı hiçbir işlem olmaz. Bir haksız karar verilmez.
— Ben adalet istemiyorum. Merhamet, atıfet
istiyorum. Adalet uygulanırsa benim halim nice olur? Beni, sizin buyurduğunuz
gibi uzak bir yerde, bir şehirde ikamete memur kılsalardı, olmaz mıydı?
Şeyh Sait'in savcılıktaki ilk sorgusu 21 Mayıs günü
Savcı Ahmet Süreyya Bey ile askeri Yargıç Münir Bey tarafından yapılmıştı.
Savcı Bey soruyordu:
— Diyarbakır'a saldırırken kaç bin kişi vardı? Şeyh
Sait yanıtlıyordu:
— Bilmem, Allah bilir. Benim haberim yok. Ben o gece
Semahi'deydim. Dörtbin, dörtbin beşyüz, belki beşbin asker olur, Allah bilir.
Süreyya Bey soruyor, Şeyh Sait yanıtlıyordu:
— Bu askeri siz Semahi'deyken kim yöneliyordu?
— Hanili Salih Bey238, Mustafa Bey, Şeyh İsmail,
Ab-dullatif, Hacı Selim var ise de kesin olarak bilemiyorum.
— Sizin askerlerden o gece kaç kişi Diyarbakır'a
girmişti?
— Seksen ile yüzkırk arasında söyleniyor.
— Diyarbakır'ın çevresinde, kale ve içerisinde de
asker vardır. Top. kamalı tüfek mevcuttur. Buranın yalnız 125 tüfek ile
zaptedileceğine nasıl inandınız? Topunuz mu vardı?
— Elimizde top vardıysa da kullanan yoktu. Esasen
topumuz da, tüfeğimiz de noksandı.
— Peki alınmasına ümit edilmeyen yere nasıl saldırı
düzenlenir?
— Belki içerden de bize taraftar çıkar umuduyla akıl
iieri sürüldü ve yürütüldü. Bu bence imkansızdı.
— İçerden taraftar çıkacağını kim söyledi? Bu
taraftarlar kimlerdi?
— Salih Bey söylemişti. Daha kim söyledi,
bilmiyorum. Ben Diyarbakır ahalisini tanımıyorum. Ancak aklıma geldiğine göre
Salih Bey, Cemil Paşazadeler, Dr.
Fuat239 şeriata taraftardır, demişti. Bir de Nakip
Bekir Bey'in şeriata eğilimli olduğunu söylemişti.
— Diyarbakır'ı aldıktan sonra ne yapacak ve nereye gidecektiniz?
— Diyarbakır'ı aldıktan sonra Hükümet ile görüşecek
ve şeriatı isteyecek, kabulü halinde hükümetin raiyesi240 olacaktık.
— Bu kadar yerleri almıştınız. Neden oralardan
hükümetle görüşmediniz de görüşme için Diyarbakır'ı seçtiniz?
— Kaderi ilahi bu tarafa düşürdü.
— Oğlunuz Şeyh Ali Rıza Efendi İstanbul'da kimlerle
görüşmüş?
— Kürtlere misafir olmuş..
— Kimlere?
— Reşit adlı bir amele başı birine..
— Otelde yatmamış mı?
— Yok, hayır, söylemedi.
— Başka kimlere misafir olmuş?
— Yok, işitmemişem.
— Seyit Abdülkadir'e misafir olmamış mı?
— Misafir olmamış. Yalnız görüşmüş. Ziyarete
gittiğini söyledi.
— Seyit Abdülkadir, oğlunuzun kendisinde misafir
kaldığını söylüyor.
126
— Ben, oğlumun bana söylediğini bildiriyorum. O
ba-na yalnız ziyaret ettiğini söyledi.
— Size bağlı olanlar arasında geçen bir söz vardır:
o da (Diyarbakır'ı aldıktan sonra Şeyh Efendi, Cizre üzerinden İngilizlerle
temas edecek ve yardım sağlayacaktır). Bu nasıldır?
— Böyle birşeyden haberim yoktur. Bilsem söylerim.
Fakat kimseye iftira etmem ve yalan söylemem241.
(...)
— Lice'den buraya mektup yazdırdınız mı?
— Ben Lice'de esir süvari kaymakamı Cemil Bey'e24-,
Mürsel Paşa'ya hitaben bir mektup yazdırdım ve bunda maksadımın şeriat olduğunu
elbirliği ile dinin ihyasına ça-lışmaklığımı yazdım. Fakat, vardı, varmadı
bilmiyorum.
(...)
— Diyarbakır'ı - farzedeli'm ki - aldınız. Tabii bir
hükümet kuracaksınız ve Ankara'ya yazacaksınız, Ankara -farzedelim ki- kabul
etmedi, o zaman ne yapacaktınız?
— Bazı şeyleri kabul edeceklerini ümit, bazılarını
da bahanelerle kabul etmeyeceklerini sanıyordum. Mesela, medreseleri açmalarını
ümit ediyordum.
— Kesin olarak reddettikleri zaman ne yapacaktınız?
— Ya bağımsızlık ilan ederdik; ya göç ederdik;
Şam'a, Halep'e bir yere çekilir, giderdik.
— Cibranlı Halit Bey, Hasenalı Halit Bey, Hacı Musa,
Nuh ve Yusuf Ziya Beylerin eskiden beri bu konularda çalışmaları vardı. Bunlar
hakkında neler duymuştunuz?
— Hınıs'daydım. Bir gün işittim ki, Halit Bey'i
hapsetmişler. Bir gün de Hacı Musa Bey'in hapsini duydum. Ondan evvel de Yusuf
Ziya Bey'i hapsetmişlerdi.
Hasenalı Halit Bey'i de tutmaya gelmişlerdi. Başka
birşey bilmiyorum.
— Başka bir diyeceğin var mı?
— Hayır, benim maksadım bu dine hizmet vermekti. Bu
çeşit niyetim de yoktu.
Allahü Teala'nın kaderi beni bu çeşide düşürdü.
Muvaffak olamadık. Şimdi anladığıma göre muvaffak
olsaydık bu ahali ile birşey olmazdı. Bu vaziyet idi. Çün- 127
kö ahaliden sıtkım sıyrıldı. Seriate razı olan ahali
kalmamıştır. ,
Savcı Mustafa Süreyya Bey. Şeyh Sait imzasını
taşıyan bir mektup çıkarıp soruyordu:
— Türk ve düşman sözleri ne anlama geliyor? Yanıt:
— Mektubun altındaki imza benimdir. Fakat yazısı ve
katibi Liceli Bilal Efendi'nin oğlu Fehmi'nindir.
Savcı bazı askeri terimlerin yer aldığı mektubu Şeyh
Sait'e gösterip yeniden soruyordu:
— Nedir bunların anlamı? Yanıt aynıydı:
— Katip Fehmi'nin yazısı24^..
Savcı, Şeyh Sait'e bir mektup daha gösterdi. Mektup
oğlu Ali Rıza tarafından yazılmıştı. Mektupta Varto baskınındaki
başarısızlıktan Binbaşı Kasım Bey ile İsmail Beyin sorumlu tutulduğu
anlaşılıyordu.
Savcı soruyordu:
— Madem, Kasım ve İsmail Beyler, ayaklanmaya
karşıydılar, bunlara ^nasıl güvendiniz?
Şeyh Sait - herhalde iç çekerek - bu soruyu şöyle
yanıtlamıştı:
— Bu mektup bana oğlumdan geldi. Benim Kasım Bey'e
hiç itimadım yoktu. Kasım Bey'le benim . aramda bir yazışma da olmamıştı.
Kendisini kaçış sırasında Şeyh Abdullah'ın yanında gördüm.
Bu soru ve yanıtlar üzerine savcı, Şeyh Sait'i,
Binbaşı Kasım, Şeyh Sait'in damadı Melikanlı Şeyh Abdullah ve «Elazığ cephesi
komutanı» Şeyh Şerif ile yüzleştirmeye karar veriyordu.
Şeyh Sait, Binbaşı Kasım'ın yüzüne karşı da aynı
sözleri yineliyor ve ekliyordu: — Teslim olmak meselesini bu Kasım Bey ortaya
çıkardı. Şeyh Abdullah da Kasım Bey'in fikrir.â katıldı.
Şeyh Sait, damadı Melikanlı Şeyh Abdullah'ı Varto ve
-'Muş üzerine gönderdiğini anlatıyor; Şeyh Abdullah kayınpederinin bu
sözlerini;
128
— Gerçi ben bu konuda birçok mektup aldım ama
,oralara gitmedim, diye yanıtlıyordu.
Şeyh Sait, ısrar edince de «mecbur kaldım, Şeyh
Sait'in zoruyla gittim» diyordu. Damat, can pazarındaydı!
Yüzleştirme sırası Şeyh Sait'in «Elazığ cephesi
komutanı» Şeyh Şerifteydi. Şeyh Sait, «Elazığ Cephesi Komutanı Şeyh Şerifti»
diyordu. Israrlıydı. Şerif de Melikanlı Şeyh Abdullah gibi «Şeyh Sait'in
zoruyla» Elazığ'a gitmek zorunda kaldığını söylüyordu.
— Ben cephe komutanı olmadım, cebren, korkudan ve
istemeyerek Şeyh Celal'in yanına gittim.
Şeyh Sait ile bacanağı Binbaşı Kasım Bey'in
yüzleş-tirilmeleri çok gerilimliydi. Kasım Bey, hem Şeyh Sait'i hem Şeyh Şerifi
suçluyordu:
— Şeyh Şerif, niçin gerçekleri saklıyorsun? Şeyh
Sait, sana emir vermeseydi bile sen bu ayaklanmaya kendi başına ve kendi
kuvvetinle yine katılırdın, sanıyorum. Gerçi seni ilk kez görüyorum. Fakat, bu
düşünce çevresinde yedi yıl önce yazdığın mektubu gördüm ve okudum.
Şeyh Şerifin «mektubu sana mı yazmıştım» sorusuna
karşı Binbaşı Kasım suçlamalara devam ediyordu:
— Hayır, bana değil, başkasına yazmıştın. Ve hatta
mektubun altına (Birinci Alay Komutanı Kaymakam Mehmet Şerif) imzasını atmıştın-44.
Yüzleştirme bitti. Kozlar, 26 Mayıs günü başlayacak
duruşmalarda paylaşılacaktı. Avukat tutulmayan, Yargıtay yolu kapalı olan,
verilen idam kararlarının iki gün içinde infaz edildiği astığı astık, kestiği
kestik Şark İstiklal Mahkemesinde! Şeyh Sait'in duruşması 26 Mayıs günü
Diyarbakır sinema salonunda başlıyordu.
Salon tıklım tıklım dolmuştu. 6 Mayıs günü Yarbay
Ali Rıza Bey (General Altunkal) komutasındaki birliklerce Diyarbakır'a
getirilen Şeyh Sait ile birlikte öteki sanıklar da mahkemeye getirilmişlerdi245.
129
F.: 9
Savcı Ahmet Süreyya Bey, iddianamesini okuduktan
sonra şöyle konuşmuştu:
— Türkiye'nin doğusundaki illerin bir kısmında bütün
dünyanın çeşitli şekillerde öğrendiği bir ayaklanma olayı vardı. Ayaklanma, hiç
kuşku yok ki, yıllardan beri içerden ve ayaklanma alanı dışından gelen
yönlendirmeler ve düşüncelerle eşkıya hareketinin fiilen gözükmesiy-le ortaya
çıkmıştır. Ayaklanma olayı, iddianamede anlatıldığı gibi sanki Peygamber
dininin yükselmesi perdesi altında meydana getirilmiştir. Oysa asıl amaç, Türk
vatanının belirli bir kısmını ana yurttan ayırmak, vatanın birlik ve
beraberliğini bozmaktır.
Huzurunuzda bulunan Hınıslı Şeyh Sait, yüzlerce,
binlerce askerin, halkın, malını canını yokeden hareketleri fiilen yönetmiş ve
hepsini etkilemiş bir vatan hainidir.
Öbür sanıklardan Şeyh Abdullatif ve kardeşi İsmail,
ayaklanmanın lideri olan Şeyh Sait'in bu eşkiyalık hareketlerine fiilen
katılmış ve Diyarbakır'a yapılan saldırının başarıya ulaşması için
yönlendirmelerde bulunmuştur. Şeyh Mehmet Şerif, Elazığ Cephesi komutanı adı
ile ortaya çıkmış ve ayaklanmayı yönetmiştir. Şeyh Abdullah, genç ve Varto
olaylarında bulunmuş ve kendisine Şeyh Mehmet Şerif gibi cephe kumandanı unvanı
verilmiştir. Şeyh Sait'in de damadıdır.
Kasım, Şeyh Abdullah'ın Varto'yu işgal etmesi
üzerine kendisine katılmış ve onunla uzunca süre birlikte çalışmıştı. Şeyh Ali
ve Şeyh Musa bir sürü eşkiyaya kumanda etmekten sanıktır. Mehmet Mihri'nin
ayaklanmadan önceki günlerde hazırlıklara katıldığına ilişkin kanıtlar olmamakla
birlikte Şeyh Sait tarafından hizmete alınmış ve görevini terketmiştir.
Baba Bey ve Kemal Beyler de ayaklanma liderleridir.
Diğer sanıklar da ayaklanmaya katılmışlardır. İddialarımız soruşturma
belgeleri, mektuplar ve mahkeme sırasındaki sorgulamalardan anlaşılacağından
mahkemenin bu şekilde yapılmasını talep ve dava ederim»1'46. Dava başlamıştı.
Mazhar Müfit Bey, Şeyh Sait'in sorgusuna başlıyordu.
130
ŞEYH SAİT SORGUDA
Mazhar Müfit Bey, sorguya Şeyh Sait'in kimliğini
saptamakla başlıyor; sonra ayaklanmanın amacı ile ilgili sorular yöneltiyordu:
— Kaç yaşındasınız? Ve nerede öğrenim gördünüz?
— Altmış küsur yaşındayım. Muş, Malazgirt, Hınıs ve
Palo'da eğitim gördüm. Medresede okudum. Palo'da amcam Şeyh Hasan'ın yanında,
Muş'ta Mehmet Efendi, Malazgirt'te Dev Abdülhalim ve Hınıs'ta da Musa
Efendilerin yanında okudum.
— Ayaklanmayı nasıl düşündünüz? Nasıl buldunuz? Sizi
kışkırtanlar var mıydı?. Yoksa ilham mı vaki oldu?
— Haşa.. İlham? İlham vaki olmadı. Kitaplarda
gördük. İmam, ne zaman, şeriat kurallarını uygulamazsa üzerine kıyam
vaciptir247.
Hükümete şeriat sorununu anlatmak istedik. Hiç
olmazsa şeriatın bir kısmının uygulanmasını isteyecektik. Al-lahım beni bu
kaderin içine düşürdü. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.
— Bu kıyamın hiç şartlan yok mu?
— Bunun şartları nedir? Şartları bilmiyordum. Şer'an
vaciptir biliyorum.
— Bu halin - imamdan geldiğinde - bir müslüman kıyam
mı eder?
— Benim de niyetim bu değildi. Mecburen oldu.
— Kıyamınızın sebebi nedir? Onu söyleyiniz.
— Şeriat meselesi!
Bir de Sebilürreşat'ın yazdıkları öfkemizi
artırıyordu248. 131
Bizi kışkırtıyordu. Biz bu fikri yazı ile halletmek
için gidip ilmi tartışma yapayım dedim, bazı taraftarlar bulmak istiyordum.
Fakat kaderi ilahi beni Piran'a sürükledi.
/ — Şeyh Efendi, bunları bir yana bırakın, ayaklanma
nedenlerini ayrıntısıyla açıklayın..
— Kıyamımızın sebebi.. Piran'da bir olay oldu.
Çatışma çıktı. Yaralananlar oldu. Oysa ben Teğmen Efendi'ye kaç kez rica ettim.
Herifler talak-ı selasiye ile yemin etmişler-'4". Israr etmeyihiz diye
rica ettim. Sonra sekiz tanesini bırakmış iki tanesini tutuklamış.
— Piran'a gelmeden önce din meselesinden ötürü
kıyamı düşünüyordunuz değil mi?
— Kalbimde düşünüyordum. Ancak savaş yoluyla
de-ğil.. Küçük kitaplar yazıp şeriat esaslarını gösterip şeriata uygun bir
şekilde talep etmek istedik. Meclise göndermek istedim.
— Niçin yazmadınız böyle bir kitap?-""
— Allah'ın kaderi bırakmadı. Piran olayı çıktı.
Önünü alamadık.
— Şeriat kuralları uygulanmıyor diye ayaklandınız
öyleyse?
— İmam şeriat ahkamını icra etmezse., dedim. Bu
ayaklanmanın meşruluğuna, geçerliliğine kanıttır2'1. Vakfa ki, vukubuldu. İşte
şeriat vaciptir, diyor, hiç olmazsa günahkar olmayalım dedim.
— Şeyh Efendi, siz buyuruyorsunuz ki, müslümanlar
birbirinin kardeşidir. Müslümanı müslüman üzerine vuruşmaya, öldüresiye
göndermek caiz midir?
— Evet, yekdiğerinin kardeşidir. İmama kıyam etmek
savaşı doğurmaz mı? Kitap öyle diyor.
— İslamlar, madem ki, kardeştiler. Nasıl oldu da siz
müslümanları birbirine vuruşmaya gönderdiniz?
— Ya.. Hazreti Ali., savaştıkları adam müslüman
değil miydi? Yine kardeş kalır. — Seçilmiş Cumhurbaşkanı, Meclis ve hükümet
vardır. Bunlara, dinde gördüğünüz kayıtsızlığı bildirmeden müslümanları neden
vuruşmaya gönderdiniz?
— E.. Vuruşmaya ben göndermek istemedim. Bu za- 132
tiara da yazmadım, niyette kaldı. Kader bırakmadı,
kavgaya düştük. İş elimize geçti.
— Bu kıyamınızı vacip görüyorsunuz. Küffar, islam
beldelerini çiğnerken cihat nedir?-"'2
— O da cihattır.. Farzdır..
— Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız
dört bin kişi ile neden Yunan üzerine yürümediniz?
— O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktu. O zaman biz
çok perişandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan muharebesinde hazırlandık.
İstemediler. Bu muharebede göçmendik, yoksulduk.
— Bu ayaklanmayı nerede ve ne zaman hazırladınız?
— Önceden hazırlık yoktu. Piran olayında alevlendi,
biz de düştük içine ve işe başladık. Ben Lice'ye geldim. Hiçbir suretle kimseye
birşey dememiştim. Bu olaydan önceydi, kimseye - açıkça ya da gizli - hiçbir
şey söylemedim.
— Oğlunuz Ali Rıza Efendi'nin İstanbul'dan
gelmesinden kaç gün sonra bu kıyama başlandı?
— Ali Rıza İstanbul'dan geldikten yaklaşık bir ay
sonra oldu.
— Oğlunuz bu ayaklanma konusunu kimlerle görüşmüştü?
Size ne gibi haberler getirmişti?
— Ayaklanma konusunda İstanbul'da kesinlikle birşey
duymamış. Erzurum'a gittim. (Cibranlı) Halit Bey'i bekledim, gelmedi. Oğlu
geldi; babasının tutuklandığını söyledi. Duymamıştım.
— Oğlunuz size İstanbul'dan geldikten sonra şeriat
şöyle olmuş, böyle olmuş diye herhalde birşeyler söylemiştir.
— Hınıs Kürtierinden Reşit adında birisine misafir
olmuş ve Seyit Abdülkadir Efendi'yi ziyaret etmişti.
— İstanbul'a ne maksatla gitmişti?
— Koyun götürmüştü. Halep tacirlerine verilir..
— Oğlunuzun dönüşünde nerede buluştunuz?
— Şuşar'da..
— Jandarmalar geldi, adamlar vuruldu, bu ayaklan-
133
ma böyle başladı diyorsunuz. Yoksa ayaklanma başka
nedenle ve başka şekilde midir?
— Jandarmalar vurulmasaydı, amaçlarını kitap yoluyla
uygulayacaktım..
— Size neydi, jandarmalar görev yapıyor diye bütün
halkı ayaklanmaya kaldırdınız?
— Hayır, bence birşey yoktu. Bir anlaşmazlık çıkmış,
bunlar yemin etmiş, siz ısrar ediyorsunuz, yapmayın dedim.
— Sizin bu nasihatleriniz sonunda birşey oldu mu?
— Ya., vuruştular..
— Vuruştular diye size ne oldu da halkı kıyam
ettirdiniz?
— Ben köyden çıktım. Kıyamet koptu. Olunca ben de
başına geçtim.
— O kıyametten sonra mı başa geçtiniz?
— Ben Darahini'ye gitmeden önce orayı
kuşatıyorlardı. Jandarma meselesi olmasaydı, hitabeden - kitabeden belki bir
yıl sonra olurdu, belki altı ay sonra olurdu, belki olmazdı.
— Jandarma meselesi düşündüğümüz ve tanımladığımız
gibi bir olaya yol açtı. O olmasaydı altı ay önce olacaktı, öyle mi?
— Hayır, o olmasaydı belki olmazdı. Allahü Teala
kader etseydi olurdu.
— Siz her şeyi kaza ve kadere bağlıyorsunuz. İrade-i
cüzziyenizi inkar mı ediyorsunuz?
— Hayır., irade de var tabii. Ben de boş değilim.
Benim de sorumluluğum var tabii. İnkar etmiyorum.
— Ayaklanmayı yalnız başınıza yaptığınıza
inanmıyorum. Herhalde sizi kışkırtanlar, yüreklendirenler vardır?
— Ne içeriden, ne dışarıdan kışkırtan yoktur.
Dışarıdan kastım, yabancılardır.
— Bu kıyamı, bu ayaklanmayı yalnızca siz mi
düşündünüz?
— Evet. Benim fikrim de vardı. Ulema, fudala ve
134
ukalayı göreyim dedim. Din ahkamı bırakıldı, onları
isteyelim dedim. Öyle umud ediyorduk2'4.
— Ukala ve ulemayla görüştünüz mâ?
— Görüşmedim, görüşemedim. Zaman kalmadı. Bu iş
başladı.
— Israrla Diyarbakır'ı almak fikri size nereden
geldi?. Diyarbakır'ı olsaydınız ne olacaktı?
— Bizim rızkımız, nasibimiz bu tarafa düşmüştü. Lice
tarafına geldik. Daha nereye gideyim?
— Bir mektubunda Fetih kelimesi kullanıyorsunuz,
neden?
— Her neresi alınırsa fetih deriz.
— Mektuplarınızda (Emir-ül-Mücahidin) diyorsunuz.
Kendi kendine (Emir-ül- Mücahidin) namını alır mı bir insan?
— Önce Emir-ül-Mücahidin yazıyordum. Büyüklüğü
kendime layık görmedim. Sonra Hadım-ül-Mücahidin dedim, hadım oldum251.
— Diyarbakır'ı alacağınızı sanarak mı
saldırmıştınız?
— Diyarbakır'ı almak taraftarı değildim. Fakat bazı
ağalar taraftardı.
— Kimdi bu ağalar?. Adlarını söyleyin.
— Salih Bey.. Hanili Salih Bey taraftardı.. Başka
kim vardı bilmiyorum.
— Bir saldırıyla Diyarbakır'ı alamayacağınızı
biliyordunuz. Başarınızı sağlayacak şey ne idi ki saldırdınız?
— Diyorduk., birkaç savaş olmuştu. Başarı
Kürtler-deydi. Yine öyle olur sandık; fakat olmadı.
— Şehir içinden haberleştikleriniz var mıydı?
— Diyarbakır'ın içinden yoktu. Yalnız halkının
çoğunun şeriat taraftarı olduğunu ve dindar olduğunu biliyorduk.
— Diyarbakır içinden yardım umudunuz var mıydı?
Kimlerden umud ediyordunuz?
— Yardımdan umutluyduk efendim. Halktan umutvar-dık.
— Cemil Paşazadeler ve Nakip Bey eğilimlidir
diyorlar. Neye eğilimlidir? 135
— Ben kimseyi tanımam, duyduğuma göre Nakıp,, Cemil
Paşazadeler, şeriat yanlılarıdır diyorlardı. Doğru mu denil mi, bilmem-''0.
— Şeriat düzenine eğilimlidir diyenler kimlerdir?
— Ağalar., muhtarlar.. Salih Bey'den de işitiyordum.
— Salih Bey bunlarla görüşüyor muymuş?
— Bilmem, görüştüklerini sanmam.
— Size böyle önemli bir haber verilirse araştırıp,
incelemez misiniz?
— Öyle yalanlar söyleniyordu ki, ne haddi vardı ne
hesabı.. Muş, Bitlis işgal ediliyor diye haber geliyordu, sonra yalan olduğu
çıkıyordu. Ne postamız vardı, ne irtibat.
— Birşey yokken bu kadar Ümmedi Muhammed'in kanını
döktürmek caiz miydi Şeyh Efendi?
— Günahtır gerçekten.. Fakat ben fetva almıştım.
Yoksa yapmazdım.. Zaten olmuştu. Darahini'ye saldırmışlardı. Hani'de olay oldu.
— Emir-ül-Mücahidin olan bir adam başarılı olacağını
anlamadan Diyarbakır'a saldırır mı?
— Ben başarılı olamayacağımızı nereden bilirdim?
Önce de Hani meselesinde durum aynıydı. Başardık.
— Demek Diyarbakır için bir tertibatınız vardı..
— Hayır, tertibatımız yoktu. Yine eskisi gibiydi.
— Tertibatsız böyle kan akıtılır mı Şeyh Efendi?
— Şeriatı inşallah tamir ederiz. Bir miktar can
kaybr da olsa yine şeriat içindir dedik.
(•¦)•
— Diyarbakır'a girdikten sonra ne yapacaktınız?
— Diyarbakır'a girdikten s§nra bir takım adamları
toplayıp hükümetimizle görüşecektik. İçki yasağı koydurup, medreseleri açtıracaktık.
Zaman kalmadı.
— Ayaklanıp da bir kıta zaptederek hükümete şöyle
yapın, böyle yapın diyeceğine, ayaklanmadan önce baş-vursaydın ve hükümet
isteklerinizi kabul etmeseydi ne olacaktı?
— Hükümet kabul etmeseydi günahtan kurtulurduk!.
Evimizde otururduk. Önce hükümete yazsaydım ve kabuh
136
etmeseydi göç İzni isterdik. Ve bu izin de
verilmezse günah bizden giderdi, otururduk.
— Fetihten sonra bağımsız bir Kürdistan krallığı
yapacaktınız, öyle mi?
— Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Amacımız
Şeriat ahkamını uygulamaktı. Ben ne başkanlık kabul ederdim, ne de elimden
gelirdi.
— Bu kadar kan döktükten sonra nedamet olur mu?'
— Bilmem.. O kadar düşünmedim.
— Burada bir beyanname var.
— Bu beyannameden benim haberim yok. Kim yazmış
bilmiyorum.
— Bunda diyorsunuz ki, bazı dindar milletvekilleri
var, dinsizler de var. Onlara dinsiz diyebilir misiniz?
— Beyanname öyle demiş, ben o fikirde değilim. Hepsi
dindardır. Fakat bazısı dine çok hizmet eder; bazısı az eder. Dini açıkça
reddettiğini söylerse ancak o zaman dinsiz derim.
— Sizden ve benden daha çok inanmış olan müslü-man
askerine kurşun sıkılır mı?
— Evet, o da islam askeridir. Kıyam fikrimize
cihattır.
— Siz yalnız kendi reyinizle kıyam ediyorsunuz.
Erdemli ilim adamları île görüşmeniz gerekmez miydi? Siz müctehit misiniz?
— Hayır; müctehit değilim. İslami kuralların hepsi
değil ama büyük bir kısmı bırakılmıştı.. Ben böyle anladım257.
— Madem müctehit değildiniz, şeriat yoktur diye
ayaklanmamalıydınız.
— Nihayet nasıl olacağını düşünemedim. Meclisin
büyük bir kısmı dindardır, isteklerimizi kabul ederler. Medreseleri açarlar
dedik. Tabii (vakt-i saadet)-'" kadar olmasa da bir dereceye kadar
iyileşir dedik.
— Düşünmediniz mi ki, bu kıyamı Türkiye Cumhuriyeti
askerle bastırır ve bizi yok eder diye?. Bu cesareti size veren neydi?
— Delilimiz yoktu. Bu kadar askeri süratle
sevkede-çeklerini zannetmiyorduk. 137
— Sonra mı anladınız?
— Şimdi anladım, belli...
— Siz bunu - kıyam meselesini - tarihte görmüştünüz
ama bugünle o günü birbirine kıyas etmiştiniz ve sonra da öyle olmadığını
anlamıştınız, değil mi?
— Bize sorsaydılar, niçin ayaklanıyorsunuz?.. Biz de
söylerdik. Onlar da kısmen kabul ederlerdi. Biz de teşekkür ederdik. Önceden
düşünseydik daha iyi olurdu. Mazhar Müfit Bey'den sonra Şark İstiklal Mahkemesi
üyesi Ali Saip Bey soru sormaya başladı. Ali Saip Bey'in ilk sorusu şuydu:
— Ayaklanma önceden hazırlanmış mıydı, yoksa
rastlantı sonucu mu başladı? Bunun esası nedir?
— Esasını kime bağlayayım?
— Lice'ye yazdığın mektuba göre ayaklanmayı önceden
düşündüğün anlaşılıyor.
— O yazı benim değildir. İmza benim.
— Mektupta (ah Türkler kaleden çıksalar intikam
alırdık) falan deniyor. İmza ederken okumadın mı?
— Okur yazarım. Aklıma gelmiyor. Vallahi o intikam
meselesini bilmem.. Diyarbakır kale olmasaydı, şöyle alınırdı, böyle keserdik,
diyorlardı. Onu demek istedim.
(...)
— Öğretmen Fahri Efendi'yi öldürttüm, diyorsun. Öyle
mi? Sonra ayaklanmaya ben karar verdim dedin. Vaktiyle düşünülüp konuşulan
birşey olmasa, seni bu yörede kimse tanımazken nasıl Diyarbakır'a saldırdın?
Vaktiyle düşünülmüş, karar verilmiş demek!
— Hayır, ben öyle birşey demedim. Öğretmen Fahri
Efendi Piranlıdır. Asker tarafından vuruldu. O olay oldu ben de ileri gittim.
Allah'ın kaderi oldu ben de içindeydim.
Eğer düşünülmüş, tertip edilmişse, eğer böyle birşey
gerçek ise..
— Şeriat işini beş-on yıl, yirmi yıl önce niçin
düşünmedin? Niye başvurmadın?
— Önce de düşündük; fakat Allahü Teala kader
etmemiş. Vakit ve saati dolmamış!
— Kabahati bir yandan jandarma subayına yüklüyor-
138
sun, bir taraftan da Allah emretti diyorsun. Allah
sana. isyan et mi dedi?
— Ben içindeyim. İşin başına geçtim. Kendi aklımca
nasihat ve vaaz ederim, esirleri incitmeyin derdim..
— Senin medresen var mıydı? Medresede sen mi hocalık
ederdin? Medresen kapandı mı?
— Medresem vardı. Müderrisim vardı. Kapandı, resmen
kapattılar.
— Ayaklandığın zaman müslüman askeri olarak mı
görüyordun? Yoksa kafir askeri olarak mı?
— Hayır, müslüman askeri olarak görüyordum.
— Şeriat kurallarına göre şahıs çıkarlarını umumi
menfaatlara tercih etmek caiz midir?
— Hayır, şohsi menfaat umumi menfaata tercih
edilmez, Şeriata aykırıdır.
— Ya sen, Şeyh Şerife yazdığın bir mektupta nefsin
herşeyden mukaddes olduğunu yazıyorsun:
(Şeyh Şerif Efendi'ye;
Selam ve dualar eylerim. Fişeklerin noksan ve
yokluğundan cepheyi Belkini dağına aldım. Bu tarafta asker-i rum ziyadedir.
Eğer helakimiz mucip bir mani yoksa Karacagöl'den geri çekileceksiniz. Ve bir
miktar kafi kuvveti bize göndereceksiniz. Ve Şeyh Hüseyin ile beraber güzelce
yazarsınız.
Dersim, ne haldedir? Lehimize veya aleyhimize mi?
Bugün bizim hayatımızı düşün. Kimsenin hayat ve
malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra başkalarının hayat ve malı bize ne
faydadır? Nefis, başkalarından önce gelir)-"'".
— Ben onu yazdım, benim cepheme gelmesini istedim.
(..) Nefisten murad, orayı terket.. buraya gel demek istedim. Umumi menfaat
buradadır. Ya savunalım, ya kaçalım dedim. Biz telef olduktan sonra sizin orada
lüzumunuz yoktur demek istedim. Biz reis idik, reisin yok 139 olması, ölümü
umumun menfaatlerine mugayyir değil miydi? (...)
— Şeyh Sait Efendi, siz elinizle top mermisi
tutuyor; üfleyerek uçağı yere attırıyormuşsunuz, öyle mi?
— Ne o doğrudur, ne o.. Bunu kim söylemişse
yalandır.
— Asker-i rum nedir?
— Bir Kürtler Türk askerlerine asker-i rum deriz.
Tabirdir, öyle deriz.
ŞEYH SAİT: KURDISTAN'DA HALK BİRLEŞMEZ
Mahkeme başkanı Kastamonulu Aziz Paşazadelerden
Edirne Emlak-ı Hümayun Başkanı Süleyman Müfit Efen-di'nin oğlu eski
mutasarrıflardan Mazhar Müfit Bey, Şeyh Sait'in sorgusunda saygılı davranıyor
ve sorularına genellikle «siz» diyerek başlıyordu; Kerküklü Revandizade Emin
Efendi'nin oğlu Kürt kökenli eski jandarma subayı Ali Saip Bey ise Şeyh Sait'e
karşı çok sertti. Şeyh Sait'e azarlarcasına peşpeşe sorular soruyordu-'"'.
— Rastlantı sonucunda ve olayların yarattığı yerde
ayaklanma oldu, ben de karıştım diyorsun. Oysa, ayaklanma için üç ay önce
yollara düşmüşsün. Ne için bu seyahat?
— Biz çıktık, lakin Divan-ı Harp, Bitlis'e şahitlik
için beni istediler. Şeyh Abdülbaki'ye yazdım. Benim ifademi burada alsınlar,
müsaade alırım dedim.
Müsaade edildiğine dair haber geldi. Hınıs'ta
mahkemede ifademi aldılar. Memleketin kışı uzundur. Palo'ya gelip kalmak
istedim.
— Hangi ayda çıkmıştınız? Kışın en şiddetli zamanı
değil mi?
— Aralıkta çıktım.
— Yaşlı bir insan, kış günü böyle bir seyahata çıkar
mı?. İlk ve sonbaharda veya yazın çıkmadınız. Böyle bir zaman daha uygun değli
mi?
— Günde üç saat gidiyordum. Fazla gitmiyorduk, yer
elverişli değildi. Odun ve ateş de yoktu. Yazın ticaret ve ziraat ile meşgulüz.
Aralık durgunluk ayıdır. İş yoktur. 141
— O zamandan ayaklanmaya kadar ne kadar süre geçti?
— İki aydan fazla geçti.
— Aradan çok geçmeden ayaklanma oluyor. Dediniz ki
Sebilürreşat okuyorsunuz. Demek ondan ilham aldınız, düşündünüz ve ayaklandınız.
— O fikrimde vardı. Patlatmak niyetimde yoktu. Fakat
patladı.
(...)
— Hani'yi işgal ettiğiniz zaman Mustafa Bey ve Salih
Bey bana katıldı demiştiniz. Salih Bey de size Diyarbakır'da katılacaklar
olduğunu söylemiş, bunlara Salih Bey de bir haber göndermiş, ne dersiniz?
— Hani'yi ben işgal etmedim, etmişler.. Salih Bey'in
haber gönderdiğini bilmiyorum. Yalnız bunların hapsedildiklerini duymuştum.
(...)
— Siz yalnız Kürtlerle mi iş görmek istiyordunuz?
Eğil taraflarında Türkler ve büyük adamlar da var. Onlarla neden görüşüp
işbirliği yapmıyordunuz?
— Eğil tarafına, Ergani'ye gittim. Türkleri de
çağırdım. Dinimize çalışalım, diyordum.
— Onlar sizinle beraber ayaklandılar mı?
— Tutan tutuyor; tutmayan tutmuyordu sözümü.
— Ergani'den kimler vardı?
— Ergani'den Şevki Efendi vardı, Hamit Ağa vardı,
Hacı Hüsnü Efendi vardı, Türktüler. Mesela onlar katıldılar.
— Acaba bir cemiyet olduğunu duyuyor muydunuz?
— Hayır; böyle cemiyetlerden haberim yok. Kürt Teali
Cemiyeti nerededir, görüşme ve yazışmalarını kim sağlar? Hiç haberim yoktur.
— Diyarbakır'a geldiğinizde tutuklu olduklarını
duyduklarınız kimlerdi?
— Dediler, altmış kişi. Cemil Paşalardan beş kişi,
bir de Nakip hapistir dediler.
(...) 142
— Kürt Teali Cemiyeti'nden haberiniz olmadığını
söylediniz. Bitlisli Yusuf Ziya ile neler görüştünüz?
— Yusuf Ziya'yı tanırım; bana gelmişti.
Ramazandaydı. Bitlisli Haydar Efendi, Yusuf Ziya Bey'in Muşlu Reşit Bey'i
ziyarete geldiğini bana söyledi. Kendisinden ders okumuştum. Tanıdım. Yusuf
Ziya'nın Bitlis milletvekili olduğunu orada öğrendim. Bir saat kaldılar, çay
içtiler ve kalktılar, gittiler.
— Yusuf Ziya size Kürt meselesinden birşey söylemedi
mi?
— Bir süre sonra bahar gelmişti. Benim köyüme
misafir geldi. Orada açtı bu meseleyi ve dedi ki:
— Bir Kürdistan hükümeti kurmak üzereyiz. Mümkün
değildir dedim. Fikrim, bunu kabul etmiyordu. Sonra Erzurum'a gitti.
— Erzurum'da kime gidiyordu?
— Benden para istedi. Paramı Ali Rıza'ya vermiştim.
Ona veremedim. Borcunu vermek üzere Erzurum'a gidiyorum, dedi.
— Bu adam kimlerle iş görüyormuş, size söylemiştir.
— Hayır; ben O'nun da umudunu kestim. Kendi de kani
oldu. Erzurum'dan dönüşünde bir daha görmedim.
— Cibranlı Halit Bey ile bir ilişkisi yok mu? Halit
Bey'in tavsiyesi vardır dediler.
— Bilmiyorum. Meclise girdiği zaman Halit Bey'in
tavsiyesi vardır dediler.
— Kürdistan Hükümeti yapacağız dedi başka birşey
söylemedi mi?
— Bildiğim birşey yok. Mümkün değildir, olmaz dedim.
Ne tedbiriniz var, ne tertibiniz dedim.
(...)
Soru sorma sırası yeniden Başkan Mazhar Müfit
Bey'deydi:
— Hacı Musa Bey'i tanır mısınız?
— Hacı Musa Bey'i Medine'de gördüm. Göreli 22 yıl
oluyor.
— Görüşüyor muydunuz onunla? 143
— Ne yazışma,, ne görüşme.. Hiç görüşmedim.
— Hasenalı Halit Bey'i?
— Halit Bey'le de görüşmem yoktur. O bize yakındır.
— Cibranlı Halit Bey., bununla tanışır mısınız?
— Cibranlı Halit Bey ile tanışırım.
(...)
— Cibranlı Halit Bey ile nerede görüştünüz?.
Yanınız-•da kimler vardı?
— Halit Bey ile bu bahar Erzurum'da görüştüm. Para
almak için Erzurum'a gitmiştim. Orada, kendi divansn-da görüştüm.
— Şeriattan, devlet idaresinden söz etmedi mi Halit
Bey?
— Birşey konuşmadık. Şeriattan söz ettik. Kürtçe bir
tercüme yapmıştı. Bana onu gösterdi, okudum. O kadar.
— (Bu fikir benim içimde vardı, müteessir oluyordum)
dediniz. Böyle bir adam görünce insan bu fikrini - nasihat kabilinden de olsa -
açmaz mıydı?
— Nasihat kabilinden.. Gazetelerde şeriata aykırı
yayınları bana gösterirdi. (...)
— Cibranlı ve Hasenalı Halit Beyler bir Kürdistan
Hükümeti kurmak istiyorlarmış. Ve her tarafa da haber gönderiyorlarmış. Size bu
konuda bir haber gönderdiler mi?
— Haber göndermediler. Yalnız, Yusuf Ziya Bazı
şeylerden bir nebze açtı. Ben kapattım
— Ne vakitti bu, Şeyh Efendi?
— İki sene önce ilkbahardaydı. Ayaklanmadan söz
etti: birleşelim dedi. Ayrılarak bir hükümet kuralım dedi. Birleşirsek
birşeyler yaparız diyordu. — Bunu duyduğun zaman bu iş nasıl olur diye
sormadınız mı?
— Ben dedim: Kürdistan'da bütün halk birleşmez
dedim. Bitlis'te cephane çoktur; asker de yoktur dedi. Onun imkansızlığından
bahsettim261.
— Parayı nereden bulacaklarını sormadınız mı? 144
— Para meselesini sormadım.: Savcı Ahmet Süreyya
Örgeevren, yıllar sonra o günKü duruşmayı şöyle anlatacaktı:
«— Büyük bir salonu hınca hınç dolduran seksen küsur
insandan ibaret sanıklar gurubunun hep birarada muhakemelerinin yapıldığı
günlerde dinleyici mahallerini dolduran yurttaşların adeta nefes almaktan
çekinir gibi ibretli bir hayret içinde dinledikleri bu uzun soru ve cevaplar
böyle sürüp giderken zaman zaman gerektikçe mahkeme huzurunda hazır bulunan diğer
sanıklara da sorular soruluyordu»262.
Bu sanıklardan biri Şeyh Sait'in damadı Melikanlı
Şeyh Abdullah'tı. Başkan Mazhar Müfit Bey, Şeyh- Abdullah'ın sorgusuna
başlamıştı.
— Şeyh Abdullah Efendi, bu ayaklanma nerede
düzenlendi?
— Ben önceden duymadım. Yalnız Piran'da meydana
geldiğini duydum.
— Pekala.. Bu ayaklanma kendi kendine olmadı ya..
— Ondan önce birşey duymadım.
— Ayaklanmadan önce size bilgi verilmedi mi?
— Hayır, ayaklanma başlamadan önce haberim yoktu.
— ilk ifadenizde Şeyh Efendi'den aldığım emir
üzerine diyorsunuz..
— Evet; Çapakçur'un düşmesinden sonra Şeyh Sait
Efendi'den bir mektup aldım.
— Kim yazmış?. Mektupta neler deniyordu?
— Bu şehirleri alalım, şeriat isteyelim, katılın
gibi şeyler. Geri döndürdüm. İki müdür tutmuşlardı. Onları da geri aldım.
— Şeyh Sait Efendi, nereleri işgal etmek üzere sizi
kumandan tayin ediyordu?
— Ben hiçbir saldırıya kumanda etmedim. Hatta önünü
almak istedim.
— Bu ayaklanmada hiçbir yerde komutanlık etmediniz
mi? Hiç çatışmaya girmediniz mi? Yanında k^ç kişi vardı?. Kimlerdi bunlar?
145
R: 10
— Yorumda yüzelli kişi vardı, Zazalardı bunlar.
— Bunlarla nerelere uğradınız, neler yaptınız?
— Muş'a Köprü'ye kadar gittiler. Ben döndürdüm. Şeyh
Ali Rıza aldı bunları götürdü. Hatta Varto'ya gittiğim zaman orası işgal
olunmuştu, silah sesleri geliyordu.
— Size Şeyh Sait Efendi, Muş ve Varto'ya gidiniz ve
müfsitleri cezalandırınız dedi mi?
— Ben de diyorum ki, yazdı.
— Bu mektup üzerine Şeyh'in emrini yerine getirdiniz
mi?
— İnfaz etmedim. Zaten ben istemedim. Ben halkı iki
kere kütyüne soktum. Sonra oğlu Ali Rıza aldı, gitti.. Bucak müdürleri
şahittir.
— Şeyh Sait Efendi'nin oğlu İstanbul'dan döndükten
sonra babasıyla görüşürken siz de bulunmadınız mı?
— İstanbul'dan dönüşünde ben görmedim. Yalnız asker
almaya geldiğinde gördüm.
— Size de tabii bazı tekliflerde bulundu..
— Teklif etti; gitmedim. Benim hükümete itirazım
vardı. Ancak ayaklanma taraftarı değildim.
(...)
— Siz Varto'da halka birşeyler söylediniz mi?
— Varto'ya vardığımızda ahaliye dedim ki: Vurmayın,
kırmayın, hükümetle başaramazsınız, dedim rt.
(...)•
— Bu ayaklanmadan sizin tabii olarak haberiniz
vardır. Bu konuda bizi aydınlatınız.
— Önceden haberim yoktu. Sonra Piran'da olay
başladı. Ve her tarafa bulaştı. Ben hatta sarığımı ayaklarına attım. Gitmeyiniz
dedim, fakat dinlemediler, gittiler.
— Varto'yu işgal eden siz değil misiniz?. O kuvvetin
komutanı siz değil misiniz?
— Vallahi ben Varto'nun işgalinden sekiz saat sonra
girdim.
— Hükümet konağına ve Selim Bey'in evine bayrağı
çeken siz değil misiniz?
— Bayrağı da ben çekmedim. Bayrağı yine Kürtler
146
götürmüş. O kolun komutanı Şeyh Ali Rıza'ydı. Muş'ta
yaptığım 9*' orada da döndürmek istedim.
— Şeyh Ali'ye yazıJmış bir mektup var. Sizin değil
mi bu mektup?
— Benim bilgim yok. Ben okur ve yazar değilim.
Arapça okurum fakat yazamam.
— Okuma yazma bilmiyorsun, bu kocaman sarığı neden
taşıyorsun?
— Vallah yazım yok, sarık öyle adettir.
— Size bir memuriyet daha verilmiş. Tezahürat-ı
Diniye Riyaseti., bu ne demek?
— Bilmiyorum, vallah.
Mazhar Müfit Bey'den sonra sorgu sırası Ali Saip
Bey'deydi.
— Bu ayaklanma ile ilgin olmadığını söylüyorsun.
Oysa sen bu ayaklanmada Şeyh Sait kadar etkili olmuşsun.
— Bunlar iki kere Muş'a gittiler; ben çevirdim
beyim..
— Kirvas'daki kuvvetin başındaki kumandan kimdi?
Kasım Bey'e mektup yazıyorsun sen204.
Ali Saip Bey, Binbaşı Kasım ile Şeyh Abdullah'ı
yüz-leştiriyordu:
— Kasım Bey, sen söyle, kimdi o komutan? Binbaşı
Kasım:
— Evet, Şeyh Abdullah'ın emriyle üç-dört defa haber
geldi. Görüştüğümüzde haber gönderirim, dedi. Ben de (felaket yaptın) dedim.
(Sen gelseydin bu felaket olmazdı) dedi.
Bu yüzleştirme üzerine Başkan Mazhar Müfit Bey,
yeniden soruyordu:
— Şeyh Abdullah, demek ki, sen, Kasım katılmadığı
için onun köylerini yaktın. İşgal ettin. O da senin geleceğini haber alıyor.
Adamlarıyla Şeyh Abdullah'ı sokmayın diye haberler gönderiyor köylere..
Şeyh Abdullah:
— Benim kuvvetim yetmezdi, Kasım Bey'e haber gön-
147
derdim, (gel bu askeri geri çevirelim) dedim. (Orada
sen olsaydın, başka türlü birşey yapamazdın) dedim.
(...)
— Kirvas'tan Kasım Bey'e mektup yazıyorsun. Ne için
inkar ediyorsun?
— Eğer yazılmış ise bu mektup Kürtler benim adıma
yazmışlardır!. (Geleydin, bu felaket zuhur etmezdi) dedim. Kumandan diye öyle
bir mektup yazmadım. Kürtler yazmıştır.
Mazhar Müfit Bey, Şeyh Abdullah ile Binbaşı Kasım'ı
yeniden yüzleştiriyordu.
— Kasım Bey, Şeyh Abdullah, bunların başında mıydı?
Kasım Bey:
— Bu adam bunların başındaydı. Fakat ötekileri de
çok alevlenmişlerdi. Şeyh Abdullah Varto'ya girerken onlardan sekiz saat sonra
gelmişti.
— Sana yazdığı mektupta katılmanı istemiyor muydu?
— Evet, teklif ediyordu.
Soru yağmuru, doluya, sele dönmüştü. Şeyh Abdullah,
bu sorular karşısında bocalıyordu.
— Elman Aşireti Reisi Bedirhan Ağa'yı bilir misin?
— Hayır; tanımam, ömrümde görmedim ve işitmedim.
— Mektubun var bu Bedirhan Ağa'ya.
— Ben kendisine birşey yazmadım.
— Bu mektubu cinler mi yazdı? Senin emrin olmadan
Kürtler mektup yazabilir mi?
— Yemin ettim; kendini rüyada bile görmedim.
— 4 Nisan 1341 tarihli mektupta bir belge var.
Cepheye er gönderiyorsun.
— Haberim yoktur. Herkes benim ağzımdan yazıyordu
ki, beni bu işlere soksunlar.
— Bak bu mektubun altındaki imza senin değil midir?
— Bu imza benimdir, evet benimdir. Bu mektubu inkar
etmiyorum, ne yapayım, beni de soktular içine.
148
— Ben senden bunu anlamak istiyorum, bu işe
istemeyerek mi kanştın?
— Evet, bir kere oldu, istemezdim...
— Beyannamede halkı ayaklanmaya kışkırtıyorsun...
— Beyannameden haberim yoktu. Ben okumak bilmiyordum
ki..
— Ne dersin, bu işi yaptın mı?
— Ne diyeyim? Zaruret oldu. İstemezdim, korkudan
oldu.
— Kim korkutuyordu seni? Bak Şeyh Sait kalkıyor.
Bütün aşiretleri arkasından kaldırıyor.
— Aşiretler.. Kürtler.. Zazalar korkuluyordu.
— Krm zorladı seni? Dövdüler mi seni?
— Döğmediler.. döğmezlerdi.. Başka surette cebir ettiler- Başlarına
geçirdiler ve bu işi yaptırdılar!
149
ŞEYHLER: AYAKLANMAYA KORKU YÜZÜNDEN KATILDIK
Ayaklanma hazırlıklarını 1924 yılında gizlice
Mustafa Kemal'e bildiren emekli Binbaşı Kasım Bey'in tanıklığı birçok olayı da
ortaya çıkaracaktı.
Başkan Mazhar Müfit Bey, ayaklanmanın başlaması ve
gelişmesi ile ilgili sorular sorduktan sonra Binbaşı Ka-sım'ın Şeyh Sait -
Seyit Abdülkadir ilişkileri ve özellikle Kürt Bağımsızlık Hareketi üzerinde
konuşmasını istiyordu.
— Şeyh Sait'in bu ayaklanmadan amacını, sebeplerini
ve kimlerle görüştüğünü söyler misiniz?
— Esasen Seyit Abdülkadir ile Bedirhaniler,
paylaşılmayan iki kardeş gibi Kürdistan Başkanlığını bölüşemiyor-lardı.
Abdurrezzak Bedirhani, Kürtçülüğü benimsetmek için Rusya'ya gitti, bu fikir
gelişti. İstanbul'da Kürt Teali Cemiyeti açıldı. Muş'ta da açıldı, bu cemiyete
Seyit Abdülkadir başkanlık ediyormuş. Savaş yılları bir durgunluk oldu.
Mütarekenin ilk yıllarında bunalım dönemi başlayınca265 fırsat buldular. Bazı
yerlerde de şubeler açıldı.
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin Erzurum
Kongre-sl'ni teşriflerinde bendeniz oradaydım.
Herkeste bir kanaat vardı ki, hatta halk bile
(Kürdistan olacak) diye düşünüyordu. Şerif Paşa Paris'te Kürt temsilcisi olarak
çalışıyordu. Biz yazdık. (Şerif Paşa kimsenin temsilcisi değildir) dedik.
İngiliz temsilcisine başvurduk. 1920'de Meclis
açılınca kutladık. Umutlanan insanlar benimle alay ettiler. (Kürt iken bu
adamlara neden meylediyorsun) dediler.
Bendeniz fikirlerimi onlara söylemezdim.
Bir kere Kültlerde, ezelden ebede, birleşme
olmayacaktır. Söz olarak, ancak tanıklık kelimesinde birleşirler.
150
Sonra dilleri yoktur.
Bağımsız olsalar bile ya İngiliz, ya Farsça veya
Arapça konuşacaklardır. Bu nedenle bir Kürt hükümeti değil Arap ve İran Hükümeti
olacaktı. Ben de altıyüz yıldan beri beraber yaşadığımız bir milletten ayrılmak
istemezdim.
Binbaşı Kasım, daha sonra «Kürt İstiklal Cemiyeti»
ve Yusuf Ziya Bey ile ilgili bilgileri aktarıyordu.
— Yusuf Ziya (..), beni çağırdı, (yemin et sana birşey
söyleyeceğim) dedi. Ben de subay olduğum zaman yemin ettim. Bir daha etmem
dedim, (bu bir sırdır) dedi. Ben, söz veririm, dedim. (Kürdistan Kurtuluş ve
Bağımsızlık Cemiyeti kurulmuş, bu işi siz üstleneceksiniz ve yemin edeceksiniz)
dedi, ben, bu cemiyeti önemsemediğimi söyledim. Yalvardı, hatta ısrar etmeye
başladı. Gezmeye çıktık, (neden kabul etmiyorsun) dedi.
(Kürtlerde bağımsızlık yeteneği yok) dedim.
(Yardım edenler çoktur) dedi.
Kim? diye sordum.
(Bize para ve siiah yardımını hep bir devlet yapacak)
dedi. Yokladım.
Farzedelim ki, İngilizler versin. İngilizlerin
parasıyla, müslüman öldürülür mü? dedim.
Mustafa Kemal Paşa'ya da arzetmiştim. Ve önlemler
alınması gereğini de belirtmiştim260.
— Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza'nın İstanbul'a gidişi
bu. ayaklanma ile ilgili midir?
— Ali Rıza, Halep'e, oradan da İstanbul'a geçti.
Sonra döndü. Seyit Abdülkadir Efendi'yi gördüğünü söyledi. Bu düdük ötmez,
ömrümüz onbeş gündür, dedim. Merak etme olacak, dedi.
— Ali Rıza İstanbul'dan döndükten sonra Seyit Ab-dülkadir'den
söz ederken size İngiliz nüfusu ile bir Kürdistan kurulmasından söz etti mi?
— Esasen, söylesin, söylemesin, bu olaylarda
İngilizlerin parmağı olduğunu biliyordum.
— Seyit Abdülkadir, bunu Ali Rıza'ya söylemiş mi?
— Onu Ali Rıza bana söylemedi. 151
— Şeyh Sait Efendi, herhalde, ayaklanmadan önce
tertibat yaptı. Bu tertibatta kimler vardı? Ve sebepler neydi?
— Tertibat; din meselesini ortaya attılar. Ayaklanma
için dini ortaya attılar. «Güya dini uygulamak istiyorlardı.
— Dini araç olarak kullandıklarını söylüyorsunuz. 0
halde esas amaçları neydi?
— Esas amaçları bağımsızlık elde etmekti.
Kasım Bey'in sorgusundan sonra yeniden yüzleştirme
başlıyordu.
Mahkeme üyesi Ali Saip Bey, hem Şeyh Sait'i hem
damadı Şeyh Abdullah'ı sıkıştırıyordu:
Şeyh Abdullah «Şeyh Sait, Piran'a giderken bana ve
herkese teklif etti. Hükümet bana vurmadıkça vurmuyorum. Bana vurursa ben de
vuruyorum, siz de vurunuz dedi. Kendisine taraftar arıyordu. Hatta ben,
reddettim; kabul etmedim. Şeyh Sait, Divan-ı Harb'in kendisini istemesinden
korktu» deyince Ali Saip Bey, Şeyh Sait'e soruyordu:
— Şeyh Sait Efendi!.. Sen bu ayaklanmanın önceden
hazırlanmadığını söylüyorsun, bak damadın ne diyor?
— Benim hükümete karşı ayaklanmam önceden
kararlaştırılmış değildi.. (...)
— Şeyh Efendi, sen daha önceden karar veriyorsun.
Damadına da bilgi veriyorsun. Hâlâ da dinden, şeriattan söz ediyorsun.
— Bizim dinden başka bir fikrimiz yoktu. Din içindi;
başka bir fikir yoktu...
— Kasım Bey, sen anlat.. Şeyh Sait, Piran'a giderken
neler söyledi, neler yaptı?
— İşittiğim odur ki, Şeyh Sait, din için kıyam farz
oldu demiş. Bir Türk öldürmek, yetmiş gavuru öldürmekten daha üstündür, demiş.
— Şeyh Sait Efendi, sana din bunu mu emretti? Şeyh
Sait susuyordu! 152
Bu yüzleştirmeden sonra Şeyh Abdüllatif ve Şeyh Şev
rif'in sorgularına geçilmişti.
Hınıslı KamHbeyzade Şeyh Abdüllatif de tıpkı Şeyh
Abdullah gibi konuşuyordu:
— Korkumdan ayaklanmacılarla beraber oldum.
— Acaba ayaklanmacılar yabancı bir hükümetten kuvvet
almak için söz almışlar mıdır?
— Duyduğuma göre Şeyh Sait, Diyarbakır'ı alacak,
dört kişiyi İngilizlere gönderecek ve anlaşacakmış.. Bunları da ben Zazalardan
işittim. Öyle anlaşılıyor. Böyle duydum efendim. Hükümet mi kuracaklarmış, ne
yapacak-larmış, bilmiyorum. Savaşacaklar, İngilizlerin yardımıyla hükümet
kuracaklarmış-07.
— Korkudan katıldım diyorsun, ne yaptılar sana?
— Kızılbaşlardan korktum efendim.. Beylere mensup
olduğumdan korktum.
Elazığ Cephesi Komutanı Şeyh Şerife sıra gelmişti.
Şeyh Şerif de uzun sorgusunda «Elazığ Cephesi Komutanı»
olmadığını, Harput'u işgal etmediğini, bu işlere de Şeyh Sait'in zoruyla
istemeyerek karıştığını söyleyecekti!
Sıra Şeyh Sait'in eniştesindeydi.
Enişte Can Şeyhi İbrahim'di..
Can Şeyhi ve Çapakçur Müftüsü İbrahim de Şeyh Şerifi
suçluyor ve Şeyh Şerifin zoruyla ayaklanmaya katılmak zorunda kaldığını, yoksa
hayatının tehlike içinde olduğunu ileri sürüyordu.
Şeyh Şerif ve Şeyh ibrahim birbirlerini
suçluyorlardı. Şeyh Şerif, Çapakçur'un Şeyh İbrahim'in kardeşini de suçluyordu.
Çapakçur'u kendisi değil Çan Şeyhleri işgal
etmişlerdi.
Başkan Mazhar Müfit Bey, sanıklar arasında bulunan
Çapakçur Kaymakamı Hilmi Bey'e sordu:
— Kaymakam Hilmi Bey, Çapakçur'a ilk giren Şeyh
Şerif mi? Yoksa Şeyh İbrahim mi?
Hilmi Bey'in yanıtları birbirlerini suçlayarak
kurtulmaya çalışan her iki şeyhi de ele vermeye yetiyordu:
— İlk gün Şeyh İbrahim Efendi geldi. Vilayetle gö-
153
rüşmek için bir hat kuruldu. (..) Akşam üzeri Şeyh
Şerif geldi. Yanında adamı yoktu. Arif Bey'in evine indi. (Bizim gayemiz hattı
açıp, Gazi Paşa ile muhabere edip şeriatı istemekti) dedi.
— Siz, Şeyh Şerif gelince mi görevinizden
çekildiniz?
' —
Şeyh Şerifin gelmesiyle görevden çekildik, zaten bir gün önce de görev
yapmak mümkün değildi.
(...) •
— Müftü Efendi; şunlar ispat eder ki, sen de
ayak-lanmacrlar ile berabermişsin. Bu yazılar, bu telgraflar senin değil mi?
— Ben itiraf ettim. Mecbur oldum. Muhcrebe yaptım.
Korkumdan yaptım. Ben, zannımca iyi hareket ettim. Ve memurların hayatlarını
kurtardım. Ben ne kuvvet gönderdim, ne de kimse benim emrimle giderdi.
— Sen kimden korkuyordun? Seni kim öldürecekti?
— Kim öldürmezdi? Memuru öldürünce beni niye
öldürmezlerdi?
Darahinili Fakih Hasan Fehmi de çareyi Şeyh Sait'i
suçlamakta bulanlardandı.. «Sebep olan Şeyh Sait'tir» di-yordu2Cs.
Hemen hemen bütün sanıklar, ayaklanmaya istemeden
katıldıklarını ileri sürüyorlardı.
Hanili Salih ve Mustafa Beyler de ayaklanmaya «din
için» katıldıklarını söylüyorlardı.
Ayaklanmadan sonra kayıtsız koşulsuz af koşulu ile
teslim pazarlığı yapan, sonra da yakalanan Şeyh Şemsettin'in sorgusundan sonra
sıra savunmalara gelmişti. 26 Haziran günü Savcı Ahmet Süreyya Bey, esas
hakkındaki görüşünü açıkladı.
Ayaklanmaya katılanların 47'sinin idam cezası ile
cezalandırılmalarını isteyen savcı, yöredeki tekke ve zaviyelerin de kapatılmalarını
istiyordu.
Ahmet Süreyya Bey. Doğu'daki ayaklanma düşüncesinin
Arnavutluk ve Arap ihtilallerine benzediğini, din ile bir ilgisinin olmadığını
söylüyordu. 154
Savcı, Cemil Paşazadeler ile Binbaşı Kasım'ın
aklanmalarını istiyordu.
Şeyh Sait, «Heyet-i Aliye-i Adliyeyi İstiklalimize
son maruzatımdır» diye başladığı yazılı savunmasını gözlüğünü takarak okumaya
başlamıştı20".
Şeyh Sait kendisini şöyle savunuyordu: — Yöre halkı
fen ve yeniliklerden habersiz olduğu için din kurallarını, fıkıh ve hadisten
başkasını bilmez. Medreselerin, din mahkemelerinin, içki yasağı kanununun
kaldırılması, nikahta
boşanma hükümlerinin değiştirileceği hakkındaki
söylentilerin çıkması bura halkının kalbinde üzüntüye yol açmıştı.
Sebilürreşat gibi gazeteler bu haberlerle halkın
fikrini bozuyordu.
Piran olayı olunca her taraftan Kürtler galeyana,
heyecana geldiler. Önünü alamadım. Civarımızdaki bazı şeyhlere, beyiere,
muhtarlara mektup yazdıysam da sonra kanaat ettim ki, mektuplarının zerre kadar
etkisi olmadı.
Herkes kendi keyfine, tek başına hareket ediyordu.
Mektup gönderdiğim şahısların bazısı itaat etmiyordu. Haber vermediğim
aşiretler koşup bana geldiler.
Bu işlerin ne önündeyim, ne aıkasındayım.
Belki ortada bulunmuşum. Binefis kumanda etmedim.
Hcrbi, ne uzaktan, ne yakından görmedim. Aşiretler kendi akıllarıyla hareket
ediyorlardı.
Benim hizmetim ahaliye zulmetmemek, esirlere iyi
muamele etmek, vaaz ve nasihatta bulunmaktı. İyi ahlaklılar zulmetmiyordu.
Geriye kalanlar da zaten sözümü dinlemiyorlardı.
Bizim olaya katılmaktan maksadımız din hükümlerinin
uygulanmasını rica yoluyla hükümete arzetmekti!
Zannımız buydu.
İnşallah kabul buyrulur. Zira onlar da bizim gibi,
hatta daha fazla müslümandırlar; din ehlidirler.
Hatta Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun içerisinde
«Türkiye Cumhuriyetinin dini islamdır» diye yazılıdır.
Din hükümlerinin yerine getirilmesi de yazılıdır.
Elhamdülillah Türkiye ricali dindardır»-70.
155
Şeyh Sait, savunmasının sonunda yakalandığında
üzerinde bulunan 2000 altının da kendisine geri verilmesini istiyordu271.
Mazhar Müfit Bey, Şeyh Sait'den son
sözlerini sor-1 du. Şeyh Sait'in mahkemedeki son sözleri şunlar oldu: >|
—
Elhamdülillah,
büyük nimetler beklemekteyiz. Peygamberin işareti çoktur. Sizin gibi adil
mahkemenin vicdanına bırakırım.
Ne karar verirseniz makbulümdür. Kaderim, olduktan
sonra isyanın içinde bulunmaktır. Kader.ne ise onu göreceğim27-.
Şeyh Sait'den sonra damadı Şeyh Abdullah savunmasını
yaptı. Şeyh Abdullah:
—
Kürtçülükle
meşgul değildim, affım hükümetin şa-nındandır, diyordu. Binbaşı Kasım da Şeyh
Sait'i yakalattığı için ödül istiyordu-"'. Karar 28 Haziran günü
açıklanıyordu.
— Gerekçeli kararda ayrıntısıyla beyan olunduğu
üzere yalan yere din ve şeriatı araç yaparak bağımsız bir İslam Kürt
hükümeti-74 kurmak maksat ve gayesiyle Şeyh Sait'in başlattığı silahlı
ayaklanma ve ihtilal hareketine çeşitli şekillerde karışıp katılarak,
ayaklanmanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca birçok şehir, kasaba ve
köyleri, devlet, hükümet, zabıta ve askeri kuvvetleriyle, kanlı bir savaş
halinde çarpışmak suretiyle zapt ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en
önemli İl merkezlerinden Diyarbakır kentini de kuşatan ve orada bile inat ve
ısrarla savaşıp vuruşmaktan çekinmeyen ve uğradıkları acz ve mahrumiyetten
sonra tutuldukları günlere kadar birçok asker, subay ve vatandaşları yaralayan,
şehit eden, hırsızlıklar, gasplar, yağmalar yapan ve yaptıran şahıslardan
yargılanmaları biten seksen sanıktan...»
Başta Şeyh Sait olmak üzere 48 kişi ölüm cezasına
çarptırılıyor; idam cezasına çarptırılan Capakçur Kaymakamı Hilmi Bey'in bu
cezası geçmiş hizmetleri göz önüne alınarak 15 yıl ağır hapis cezasına
çevriliyor, diğerlerine çeşitli ağır hapis cezaları veriliyor; aralarında Cemil
Pa- 156
şazadeler'den Ömer, Kadri, Cevdet, Memduh ve
Muhittin Beyler ile Binbaşı Kasım'ın bulunduğu 18 kişi de aklanıyorlardı276.
Kararla, yöredeki tekke ve zaviyelerin de kapanması
kararlaştırılmıştı. Başkan Mazhar Müfit Bey, kararı okuduktan sonra şunları
söylüyordu: — Kiminiz hasis kişisel çıkarlarınıza bir zümreyi alet, kiminiz
yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslarını rehber ederek, hepiniz bir noktaya,
yani Bağımsız Kürdistan kurulmasına yöneldiniz. Yıllardan beri düşündüğünüz ve
hazırladığınız genel ayaklanmayı yaparak bu bölgeyi ateş içinde bıraktınız.
Cumhuriyet hükümetinin azimli ve kesin hareket ve
Cumhuriyet ordusunun öldürücü darbeleriyle ayaklanmanız, gericiliğiniz derhal
yok edildi. Ve hepiniz yakalanarak hesap vermek üzere adalet huzuruna
çıkarıldınız.
Herkes bilmelidir ki, Cumhuriyet hükümeti, fesat ve
irticaa her türlü lanetli faaliyetlere kesin suretle göz yummayacağı gibi hatta
kesin önlemler ile eşkiya eylemlerine yer vermeyecektir. Yıllardan beri
şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen, can
ve ırzları şeyhlerin, beylerin, ağaların keyfine kurban edilen bu bölgenin
zavallı halkı sizin fesadınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin
feyizli ilerleme ve mutluluk vaad eden yollarda yürüyerek, refah ve mutluluk
içinde yaşayacaktır.
Siz de döktüğünüz kanların, sömürdüğünüz ocakların cezasını
adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz.
İşte Cumhuriyet'in sert fakat adil yasalarının hükmü
budur»276. 157
ŞEYH ABDULLAH: «BİZ HAİNLERE UYDUK»
28 Haziran'ı 29 Haziran'a bağlayan gece Osman Bey,
Şeyh Sait'in hücresinin kapısını vuruyordu.
Osman Bey, Cezaevi Müdürüydü.
Şeyh Sait, Osman Bey'i görünce karşısında,
olacakları anlamıştı. Vasiyetnamesini yazdırmak istedi.
Ve yazdı.
Vasiyetinde Savcı Ahmet Süreyya Bey'i «vasi» olarak
görevlendiriyordu'-77. Şeyh Sait, yanındaki paraları saymış ve gazetecilerin
önünde Osman Bey'e vermişti.
— Bu paraları evlatlarıma teslim ediniz.
Şeyh Sait, vasiyetinde mezarının yapılmasını
istiyordu-^.
Merkez Hastanesi'nden Dr. Yüzbaşı Cemil Bey, Muhafız
Bölüğü Komutam Yüzbaşı Nafiz Bey ile gelmiş; koğuşlarda öteki idam
mahkumlarının son muayenelerini yapıyordu.
Gazeteciler de koğuştaydılar.
Şeyh Sait'in damadı Melikanlı Şeyh Abdullah,
gazetecilere «yazın» diyordu.
— Yazın, biz bu hainlere uyduk, başkası
uymasın"79. Muhafız bölüğü erleri ellerinde lüks lambaları ile koğuşun
önünde sıralanmışlardı.
İdam mahkumları zincirle birbirlerine
bağlanmışlardı.
En önde Darahini İnzibat Komutanı ve Geri Hizmetler
Amiri Fakih Hasan Fehmi vardı.
Zincirler bağlanırken Hanili Mustafa Bey, oğlu
Mahmut ile helalleşiyordu. 158
Hanili Hacı Salih Bey, asılmaya giderken
arkadaşlarının mert olmalarını söylüyordu280.
Şeyh Sait en önde değildi; aralardaydı.
İdam mahkumları birbirlerine bağlanıp yürürlerken
karanlığı yaran tanıdık bir sesle irkildiler.
— Şeyh Sait nerede?
Şeyh Sait, sesin sahibini tanımıştı.
O da karanlıkta Ali Saip Bey'e karşılık veriyor;
idam kararı veren İstiklal Mahkemesinin Kürt kökenli üyesi ile Kürt-İslam
ayaklanması liderinin bu son söz düellosu karanlıkta yankılanıyordu:
— Saip Bey hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktın?
Duruş.malardaki o asık yüzlü Ali Saip Bey, ilk kez
gülüyordu:
— Ne yapalım Sait Efendi, seninle Hınıs'da
kuzu.yiyemedik..
— Ben doğru söyledim, siz cezamı hafifletmeliydiniz.
— Şeyh Efendi, bundan hafif ceza olur mu?
— Bundan daha ağırını söyle bakalım Saip Bey? Şeyh
Sait de gülmeye başlamıştı. — Artık kuzu filan kalmadı. Ne olurdu Edirne'de
yüz-bir sene verseydiniz..
Ali Saip Bey, bu kez gülmeyi keserek öfkeyle
bağırıyordu:
— Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocaklarının
sönmesine sebep oldun, cezasını çekeceksin..
Şeyh Sait, gülümsüyor ve mırıldanarak yürüyordu.
Konuşma kesilmişti.
Gece karanlığında yalnızca askerlerin ve idam
mahkumlarının ayak sesleri duyuluyordu.
Diyarbakır'ı Siverek'e bağiayan Dağ Kapısı'ndan
çıkıldı.
Başkan Mazhar Müfit ile Savcı Ahmet Süreyya Bey
gelmemişlerdi. İnfazlarla yerel savcılık görevliydi.
Ali Saip ve Lütfi Müfit gelmişlerdi281.
46 idam sehpası hazırdı2*2.
Sehpaların başında General Mürsel, Diyarbakır mil-
159
Jetvekillerinden Cavit Bey (Ekin) ve Şeref Bey onlara
bakıyorlardı.
Şeyh Sait, durdu ve Ali Saip Bey'e seslendi:
— Seni severim; ama mahşer günü seninle muhakeme
olacağız.
Mahkeme üyesi Karakol Cemiyeti ile MM grubunun acar
subayı mahkeme üyesi Lütfi Müfit Bey de oradaydı. Lütfi Müfit Bey de soruyordu:
— Beni mi çok seversin, Saip'i mi? Şeyh Sait
gülümsüyordu:
— Saip Bey'L sonra seni.. Seninle çok sevişmiştik.
Reisten de Allah hoşnut olsun. En sevdiğim Süreyya Bey'di.
Vali Mithat Bey de darağacı önündeki bu ilginç
söyleşiye şu sert çıkışı ile katılıyordu:
— Mahşer gününde adil yargıçlarımızla değil
öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün biçarelerle muhakeme
edileceksin.
Şeyh Sait mırıldanıyordu:
— Boynuzsuz keçinin ahım boynuzludan alırlar. Mürsel
Paşa, Şeyh Sati'e soruyordu:
— Din kalktı; diyorsun, namazını kılmıyor muydun?
Camilerde ezan okunmuyor muydu?
Şeyh Sait, kimsenin namaz kılmasına, oruç tutmasına
karışılmadığını söyledikten sonra ekliyordu:
— Ahmet Zihni. Bey'in Fütuhat-ı İslamiye'sinde
yazılıdır. Mehdi'nin hurucunda-1 üç yüz bin asker verecekler- -dir. Anlaşılıyor
ki, Türkiye, kıyamete kadar İslamiyeti koruyacaktır.
Bir süre düşündükten sonra başını eğip
mırıldanıyordu:
— Fena yaptık.. Bundan sonra iyi olur inşallah..
Gömleğini giydirdiler. Sessizce yürüdü. Sehpaya çıktı. Şeyh Sait son nefesini
verirken alkış sesleri geliyordu. İnfazda bulunanlar. Şark İstiklal
Mahkemesinin kara-Tinı alkışlıyorlardı28-*.
Bütün idam hükümlüleri teker teker asıldılar.
Ayaklanma bastırılmıştı280. 160
Şeyh Sait Ayaklanması dinsel bir ayaklanma mıydı?.
Yoksa ulusal nitelikli mi?. Bir «irtica» olayı mıydı? Yoksa «Bağımsız Kürt
devleti» kurmayı amaçlayan bir ayak- janma mı?
Bir islam ayaklanması mıydı? Yoksa Kürt ayaklanması
mı?2SlJ Ya da her ikisi miydi?
Bu sorunun yanıtını, Savcı Ahmet Süreyya Bey'in Şark
İstiklal Mahkemesinin ilk kararı. Dr. Fuat Bey ile Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası eski Siverek İl BaşKanı Karabahçeli Eyüp Bey ile ilgili kararı
açıklarken verilmişti. Ahmet Süreyya Bey, kararı açıklarken, Dr, Fuat ve Eyüp
Beylerin «Bağımsız bir Kürdistan» kurmaya teşebbüs suçundan
cezalandırıldıklarını duyuruyordu. Ayrıca, Şeyh Sait ve arkadaşlarını ölüm
cezalarına çarptıran kararın gerekçesinde de ayaklanmacıların «İslam-Kürt
hükümeti» kurma peşinde oldukları vurgulanıyordu- 87.
Kaldı ki, ayaklanmanın bastırılması sırasında
«Kürdistan Harbiye Nezareti», «Kürdistan Hükümeti» ya da «Kürdistan reisi» gibi
yazılı belgeler de ele geçmişti-'8".
Şeyh Sait'in kardeşi Abdurrahim ve arkadaşlarınca
yayınlanan beyannamede de «Kürtlerin bağımsız bir müs-lüman hükümeti»
kuracakları açıklanmıştı28".
Bütün bunlar, ayaklanmanın «islami düzen» istemlerle
bcşladığını ve ayaklanma sonunda da «Bağımsız Kürt-İslam devleti» kurulmasının
amaçlandığını ortaya koyuyordu290.
Ayaklanmanın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile bir
ilgisi var mıydı?
Marjkeme Başkanı Mazhar Müfit Bey, Şeyh Sait'e
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hakkındaki görüşünü sormuş, şu yanıtları
almıştı:
— Mecliste bir muhalefet olduğunu ve bu muhalefetin
dini kurtaracağını geçen duruşmada söylemiştiniz. Bunu nasıl duydun, bir daha
söyler misin?
— Duymuştum.
— Bu muhalefetten birşey umut ettiniz mu?
— Kalbimizden seviniyorduk. Allah bir sebep çıkarsa
161 F.: 11
da dine yardımcı büyük adamlar kalsalar derdik.
Allah sebep yaratır derdik.
— Sen her iki fırkanın programını gördün mü? Senin
en çok hoşuna giden hangisi oldu?
— Muhabere etmedik. Programı Darahini'de Belediye
Başkanı verdi. İçkiyi yasaklayacağız diyordu. Hoşuma gitti. (..) Terakkiperveri
nisbeten doğru buldum. — Bir madde vardı o programda, dine saygılıyız diye..
— Evet... o madde çok iyiydi.
— Buna taraftar olan adamları, başlarında
bulunanların kimler oldununu bilmez miydin?
— Her iki programı da Belediye Başkanı verdi.
Ergani'nin işgalinden sonra Ali Bey namında birinde bir kağıt gördüm. Kazım
Karabekir imzalıydı. (İnşallah işimiz iyi gider) diyordu. Bunu bana Ali
gösterdi-"1.
Bu ilişki, daha önce de Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası Urfa «katibi mesulü» emekli Yarbay Fethi Bey'in davasında da aranmıştı.
Fethi Bey'in Eyüp Bey ile görüşmesi ve Şeyh Eyup'un
evinde kalması, ayrıca üzerinde bazı şifreler içeren defterin yakalanması beş
yıl ağır hapis cezası almasına yetmiş; Fethi Bey, parti programının 6.
maddesinde yeralan «din duygularına saygılıyız» ilkesinin de «cahil şeyhler»
tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılacağını bildiği halde, bunu,
parti merkezine bildirmemekten de sorumlu bulunmuştu!
Sorumlu bulunmuştu ama ayaklanmayla parti arasında
bir ilişki olduğu kanıtlanamamıştı.
Şeyh Eyup'un Şeyh Sait'e yazdığı mektup ele geçmiş;
Eyüp'un ayaklanma sırasında Alibardak Köyü'nde bulunan Türk askerlerine gece
baskını yapılmasını önerdiği anlaşılmıştı. Şeyh Eyüp, bu nedenle asılmıştı29-'.
Şark İstiklal Mahkemesi, 25 Mayıs 1925 günü verdiği
kararla görev bölgesi içindeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerini
kapatıyordu.
3 Haziran 1925 günü de Bakanlar Kurulu,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılmasına karar vermişti.
162
5 Haziran günü İstanbul Emniyet Müdürü Ekrem Bey,
partinin İstanbul İl örgütünü basarak arama yapıyor ve ele geçen belgelerle
yazışmaları Ankara'ya gönderiyor- du2"3.
Mustafa Kemal, en yakın arkadaşlarının kurdukları
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın dinsel gericilerce desteklenmesini hiç
bağışlamamış ve Söylev'de partiyi ve arkadaşlarını bu nedenle ağır biçimde eleştirmiştir.
— ..Yeni parti, dinsel düşünce ve inançlara saygı
perdesi altında (biz halifeliğin yeniden kurulmasını isteriz. Biz yeni yasaları
istemeyiz. Bize din yasaları yeterlidir. Medreseler, tekkeler, bilgisiz
softalar, şeyhler, müritler, biz sizi koruyacağız, bizimle birlfk olunuz. Çünkü
Mustafa Kemai Paşa'nın partisi halifeliği kaldırdı, müs-iümanlığr zedeliyor,
sizi gavur yapacak, size şapka giydirecek) diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin
ilke edindiği bu sözler gerici haykırışlarla dolu değildir, denilebilir mi?
Mustafa Kemal Paşa, şu kanıdaydı: — Tarih, gizli amaçlarla düzenlenmiş genel ve
gerici doğu ayaklanmasının nedenlerini araştırdığı zaman, onun önemli ve
belirli nedenleri arasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın dinsel
konularda verdiği sözleri ve Doğu'ya gönderdiği sorumlu yazmanın kurduğu
örgütleri ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır104.
Karar verilmişti. Tek partili Cumhuriyetle devrimler
yapılacaktı. Çünkü «devrim yasaları yasaların üzerinde»y-di. Gazi Paşa böyle
düşünüyordu.
Şeyh Sait Ayaklanması, devrimlerin tek parti
yönetimi altında yapılması sonucunu doğurmuştu.
Atatürk, Söylev'de bu olayı şöyle değerlendirir: —
Baylar; tekke ve zaviyeler ile türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla
şeyhlik, dervişlik, müritlik, çele-bicilik, falcılık gibi birtakım sanların
kaldırılması ve yasak edilmesi de Takrir-i Sükun yasası yürürlükte iken yapıl-'
mış işlerdir»20"'.
İngiliz gizli belgelerinde ayaklanmanın Türk
hükümetince düzenlendiği yolunda savlara da rastlanıyor296. Ayaklanmadan sonra
tek parti yöntemleri ve İstiklal 163
Mahkemesinin «şiddet hükümleri» ile laik düzenin
yerleştirilmesi yolu da açılmıştı287.
Bugün açıklanan İngiliz gizli belgeleri,
ayaklanmadan sonra yurt dışına kaçan Şeyh Şeyh Sait'in oğlu Şeyh Ali Rıza'nın
«Bağımsız bir Kürt devleti» kurulması için İngiltere'ye-gitmek istediğini, bu
amaçla İngiltere'nin Tebriz'deki Başkonsolosluğuna başvurduğunu ortaya
koyuyor-"88. İngiliz yetkilileri, Şeyh Ali Rıza'ya İngiliz hükümetinin
bağımsızlıktan yana olmadığını bu nedenle ziyaretin yapılmaması gerektiği
bildirilmişti.
İstanbul'daki İngiliz büyükelçisinin 21 Nisan 1925
günlü raporunun 4. maddesinde de «Harekat sırasında ele geçen belgelerin
Irak'daki İngiliz yetkililerinin ayaklanmayı desteklemeseler bile
onayladıklarını gösterdiğini» yazmak zorunda kalıyordu'-"11'.
Aynı günlerde, İngiltere'nin İstanbul'daki
Büyükelçisi Lindsay, Dışişleri Bakanı Charberlain'e şu raporu gönderiyordu:
— Böylece başladığımız noktaya döndük. Bu nokta,
Türk-İngiliz ilişkilerinin gelişmesini engelleyen Musul sorunudur. Son birkaç
ay içinde ortaya çıkan kışkırtmalardan sonra Majestelerinin hükümeti bütün
kozları ele geçirmiş ve dilediği kartı oynayabilecek duruma gelmiştir. Ancak
sorunun yalnızca sınır düzeltilmesi ile sınırlı tutulmaması gerekiyor.
Majestelerinin hükümeti, Güney Kürdistan'da
milliyetçiliği geliştirmek yolunda geri dönemeyeceği biçimde bağlantılar kurmuş
olabilir, eğer böyle bağlantılar kurma-mışsa, Cemiyet-i Akvam'ın mandater
devlete bu yönde baskı yapmayacağını düşünmek için elde yeterli neden var8®0.
Emperyalizmin diplomasisi çok başarılıydı. Bütün bu
sorunlar gelip Musul konusuna bağlanıyordu.
164
MUSUL İNGİLİZLERE!
«Arkadaşlar; ben Kürdüm.
Fakat, Türkiye'nin yükselmesini, Türkiye'nin
şerefini, Türkiye'nin gelişmesini dileyen Kürtlerdenim. Nedeni ise okur yazar
olmaklığım ve konuştuğum dildir. Bu dil ise ırkımın dili değildir.
Türkierindir. Bunun için Türklerin gelişmesini ve yükselmesini isterim.
Arkadaşlar; benim bir imanım, bir kanaatim var,
bugünkü durumu Avrupa Devletleri öyle tesbit etmişlerdir ki, Türk ile Kürt,
birlikte çalışarak yaşamazlarsa ikisi için de son yoktur. (..) Arkadaşlar,
sosyal durumumuz bunu gösteriyor. Bu nedenle, herhangisi, herhangisine ihanet
ederse, ikisi için de son yoktur.» Günlerden salıydı.
6 Mart 1923 günü TBMM'si gizli oturumlarında Musul
sorunu görüşülüyordu.
27 Şubat salı günü, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa,
aya-" ğının tozuyla TBMM'si gizli oturumunda Musul sorunu ile ilgili bilgi
vermişti.
Milletvekilleri sert konuşmalar yapıyorlardı.
Konuşmaların sertleşmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa,
kürsüye gelmiş ve Musul sorununun İngilizlerle karşılıklı görüşmelerde karara
bağlanacağını, bunu sağlaya-mazlarsa savaş çıkacağını anlatmış ve şunları
söylemişti:
«— Musul sorununu bir günde halledeceğiz, ordumuzu
yürüteceğiz, bir gün alacağız desek bu mümkündür. Fakat Musul'u aldıktan sonra
savaşın hemen son bulacağına emin olamayız. Şüphesiz orada savaş cephesi açmış
olacağız»™1.
165
Konu, 5 Mart günü de gizli oturumda görüşülmüş;
sövgülü tartışmalar çıkmıştı. Kürsüde İzmit milletvekili Sırrı Bey, Hükümeti
eleştiriyordu. Ergani milletvekili Emin Bey de heyecanlanıp yerinden
bağırmıştı:
— Musul'u satıyorlar.. Bu memleketi daima
satıyorlar., daima gidiyor.
Başbakan Hüseyin Rauf Bey, şaşırmıştı. Oturumu
yöneten Başkan Ali Fuat Paşa'ya sesleniyordu:
— Paşa, ya bana söz verirsiniz, ya da görevden
affedersiniz..
İki yıl sonra Bitlis Harp Divanı tarafından idam
cezasına çarptırılacak olan Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, «ben
açıklayayım» diye bağırıyordu. «Milli mesele olarak satıyorlar.»
Antalya milletvekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) de
Ziya Bey'e bağırmaya başlamıştı.
— Bu sözü söyleyen namusun ne olduğunu bilmeyen
aşağılık ve rezildir.
Yusuf Ziya Bey de Hamdullah Suphi Bey'e bağırıyordu:
— Aşağılık sensin, rezil sensin, namussuz sensin,
alçak!302.
Kavga nedeniyle oturum kapanmıştı. TBMM 6 Mart günü
gizli oturumunda «Arkadaşlar» diyordu Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey:
— Dilerdim ki, Musul, Türkiye'nin bir parçasıdır,
densin. Çünkü, Musul, Türkiye'nin Türklerle, Kürtlerin yaşadıkları bir
parçasıdır. Yarısından fazlası Kurttur. Musul'un Kürdün tarihinde bir önemi
vardır. (..) Musul'un Kürdün tarihinde bir sandalyesi vardır. Arkadaşlar, bir
insanı ikiye bölmek yahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değilse Musul'u
Türkiye'den ayırmak öylece mümkün değildir303.
Mustafa Kemal, Ocak ayında çıktığı yurt gezisinde
İzmit'te Musul sorununu gazetecilere şöyle anlatmıştı:
— Musul sorununa gelince; biz bu ili eski sınırı ile
ulusal sınırlarımız içine almıştık. Bu sorunda İsmet Paşa, Lord Curzon ile
karşı karşıya geldi. Curzon diyor ki;
166
— Musul, Irak'ın ayrılmaz parçasıdır. Musul, Irak
için gereklidir. Bunu vermeyeceğiz. İsterseniz sizi petrollere ortak edelim.
Oysa Musul, bizim için petrol değil memleket
sorunudur.
En son aşama budur. Ve Musul sorunu Boğazlarla,
Adalar sorunu görüşüleceği zaman halledileceğini söyledi. Sorun da bu noktada
kaldı"'4.
Musul sorunu nasıl çözülecekti?
Gazi Paşa, ne gibi bir çözüm düşünüyordu?
Önce İngilizlerle görüşmelerde bir çözüm yolu
arayacaktı.
Olmazsa? Olmazsa savaş!
Musul'u alacak komutan bile kafasında hazııdi: Kazım
Karabekir.
Nasturi Harekatı ye.ıi başlamış. Fevzi Paşa,
ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Cafer Tayyar Paşa'ya emrini vermişti: —
Gerekirse eşkiyayı Londra'ya kadar takip edeceğiz..
İsmet Paşa, yakın arkadaşı Kazım
Karabekir'e birdenbire «Kazım, Musul boş., işgal ediversene» diyordu10'. \
Karabekir kuşkulanmış; Genelkurmay Başkanı Fevzi
Çakmak'a bu kuşkularını anlatır.
Karabekir şu görüştedir:
— ..bugün için yapılacak şey, İngilizlerle harbin
önünü almaktır.
Kazım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa'nın Musul'u alıp
imparatorluğunu ilan edeceği kanısındadır!
Musul için girişilecek askeri harekatın «felaket»
ile sonuçlanacağını düşünür. Bu kanısını, daha doğrusu bu kuşkusunu M. Kemal
Paşa'ya da anlatır.
Gazi Paşa, bu eski silah arkadaşına oldukça soğuk
bir yanıt vermiştir:
— Büyük Millet Meclisi'ni acele topladık. Söz
milletindir..
Karabekir, Gazi Paşa'dan aldığı bu yanıttan sonra
yazgısını değiştiren kararı ahr: 167
Söz milletin ise ordudan ayrılıp, siyasete
girecektir8*».
Paris'teki Fransa Dışişleri Bakanlığı sorumlusu
önündeki «çok gizli» damgalı raporu okuyordu.
«İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan
oluşturulmasının doğal sonucu, Cizre'nin Irak'a katılması yani İngilizlerin
petrol nedeniyle bizden almak istedikleri Fırat ve Dicle arasındaki Yukarı
Mezopotamya'nın ilhakı demektir.
Bağımsız Kürdistan, aynı zamanda İngiltere'nin,
İran'ın batısındaki kesime egemen olmasım da sağlayacaktı.
Ankara Hükümeti, bu çok ustalıkla hazırlanan plana
karşı sert karşılık verdi. Böylece, Türklerin durumu daha da iyileşiyor.
İngiliz politikası dikkatsiz kışkırtmalarıyla belayı daha da yakın-laştırmışa
benziyor.» Bu satırlar, 1925 yılında Fransız istihbaratçılarınca yazılmış ve
rapor Dışişleri Bakanlığına gönderilmişti.
1920'li yıllarda Ortadoğu'da kum değil ajan
kaynıyordu. İngilizler, Fransızlarla, Fransızlar da İngilizler ile bir ajan
savaşına girmişlerdi. Birbirlerini adım adım izliyorlardı. Çünkü bölgedeki
çıkarları birbiriyle çelişiyordu.
Şeyh Sait ayaklanmasını izleyen günlerde Bağdat'taki
Fransız Yüksek Komiserliği'nden Paris'e 40 sayfalık rapor gönderilmişti. .
Konu, Ortadoğu'daki çelişen İngiliz-Fransız
çıkarları ve özellikle Kürt-İngiliz ilişkileriydi.
Rapora yıllar sonra biz de göz gezdiriyoruz...
İşte 25 sayfa..
Sayfayı açıp birlikte okuyoruz:
«— Şeyh Sait, 1918 yılından beri amacı İngiliz
mandası altında bir Kürt devleti kurmak olan İstanbul Kürt Komitesi'ne bağlı
olarak çalışmaktadır. Şeyh Sait, 1919 yılında Kürdistan Bağımsızlığı Türk
Komitesi lideri Abdullah Djendel Bey:0T tarafından İngilizlerin Kürt
politikasında temel unsur olan Binbaşı Noel ile ilişkiye geçirildi.
Şeyh Sait, daha önce Suriye'ye sığınan Sultan Ha-mid
ailesinden bir prensin Kürdistan'a girmesi için destek 168
vermiş olabilir. Ayrıca bu konuda Halep'te gizli
toplantılar yapılmış olabilir. Bir hanedan prensi de 1924 yılında Halep'i
bizzat ziyaret etmiştir.
Damat Zülkadir Paşa, Sultan Abdülaziz'in damadıdır.
Beyrut'a sığınmıştır. Şu anda Halep'tedir. Kısa bir süre önce, İngiliz
yetkililerinin çağrısı üzerine Kudüs'e gitmek için pasaport aldı. Kendisi büyük
bir Kürt ailesine mensuptur. (..)
Van Kökenli Hacı Bey de Süleymaniye sancağını
yeniden toplama ve Hakkari'de Kürt milisleri oluşturma görevi verilmiş
olabilir. Hacı Bey'in Dersim bölgesindeki liderlerle ilişki içinde olduğu
belirtiliyor. Öte yandan liderler de Halep'teki İngiliz Konsolosu Russel ile
ilişkideler.
Suriye, kuzey sınırında İngiliz egemenliğinde bir
Kürdistan kurulmasından hiçbir şekilde yarar sağlamaz. Binbaşı Noel'in tam bu
sırada bölgede bulunması hiçbir şekilde açıklanamaz.
Ayaklanma bölgesinde çok sayıda İngiliz ajanı
saptandı. Binbaşı Thomson'un bölgede olması ihtimal dışı değil.
Bedirhan Ailesinin temsilcileri kısa bir süre sonra
İstanbul'dan Beyrut'a gelerek Fransız Yüksek Komiserli-ği'ne, Bağımsız
Kürdistan Hareketini desteklemesini önerdiler. Ancak bu öneri reddedildi.
Bedirhanoğulları Ailesinden bir albay şu anda Halep'te kalıyor"8.
Albay ve Şeyh Sait, İngiltere'nin Halep konsolosu
ile ilişki içinde'0'1.
(..) Türklerin ayaklanmayı bastırmasındaki başarısı
Musul'daki prestijlerini artıracaktır.. Suriye'den geçen birçok Türk subayı,
İngiltere'ye karşı besledikleri kini ve intikam arzularını ifade ettiler.»
Musul sorunu Fransa ve İngiltere arasında da bir
uyuşmazlık kaynağıydı. Kurtuluş Savaşı'nda Ankara hü- 169
kümeti ile olumlu ilşkiler kuran Fransa, ayaklanma
sırasında Türk hükümetinin istediği Bağdat demiryolu hattının kullanılmasına,
bu trenle asker taşınmasına da izin vermişti810.
İsmet Paşa, Musul'da plebisit yapılmasını önermiş,
ancak bu öneri Lord Curzon tarafından reddedilmişti.
Lord Curzon şu görüşteydi:
—
Halkının
çoğunluğu cahil olan, kısmen de göçebe hayatı yaşayan, kuvvetli ırki ve dini
inançları bulunan bir ülkede plebisit yapılamaz".
ismet Paşa da ikili görüşmede şöyle konuşmuştu:
—
Musul'u
almadan Türkiye'ye dönmem!1-
Konu, ikili görüşmelerle ele alınıyordu. Türk
delegasyonundan Dr. Rıza Nur, 5
Aralık günü Lord Curzon'a şu öneride bulunmuştu:
—
Musul'u
verin Sovyetler'le ilişkimizi keselim-1'-. Lord Curzon, Türkiye'ye petrollerden
pay vermeyi
öneriyor, bu öneri de İsmet Paşa tarafından red
ediliyor-du.
İngiliz delegasyonu başkanı Lord Curzon direniyor ve
«Kürtlerin Türk yönetiminden hoşnut olmadıklarını» söylüyordu'"4.
İngiliz diplomasisi bir oyuna daha girişmiş ve
Abdül-hamid'in mirasçılarına el atmıştı.
Mirasçılar, İsviçre Federal Mahkemesi'ne başvurarak
Abdülhamid'in yurt dışında bulunan malvarlığını almak istemişlerdi.
İngiliz Yüzbaşı John Godolpin Benetti, Abdülhamid'in
mirasçılanyla ilişkiye geçti. Amaç, Abdülhamid'in Musul'daki malvarlığını ele
geçirmekti. İngilizler bu amaçla Vahdettin ile de görüştüler'11'"'.
Lozan'da Musul görüşmeleri çıkmaza girmiş; konunun
bir çözüme bağlanması için Türkiye 25 Ocak 1923 günü Cemiyet-i Akvam'a başvurmuştu.
Musul konusunda ilk görüşmeler, 19 Mayıs 1924 günü
İstanbul'da başladı. «Haliç Konferansı» olarak adlandırılan bu görüşmelerde bir
sonuç alınamadı.
170
Türk delegasyonu başkanı Fethi Bey (Okyar) Musul
konusundaki Türk tezlerini yineledi.
İkinci toplantı, Cenevre'de yapıldı.
Fethi Bey, Musul konusundaki Türk tezlerini yeniden
anlattı. Ancak bu toplantıda da sonuç alınmadı.
Konu, Macaristan, Belçikalı ve İsveçli
temsilcilerden oluşan bir Üçlü Komisyonda görüşülecekti. 30 Eylül 1924 günü
komisyon kuruldu.
12 Eylül günü başlayan Nasturi Ayaklanması,
komisyonun kurulduğu günden iki gün önce bastırılmıştı.
Üçlü Komisyon, 13 Kasım 1924 günü göreve başladı.
Komisyon ilk toplantısını Londra'da yaptı. 16
Ocak'-ta Bağdat ve Musul'da toplanan Komisyon, kararını vermişti:
— 1928
yılı-ıda bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması
ve Kürtlere özerklik verilmesi ,;.
Bu kararın verildiği günü izleyen Şubat ayında Şeyh
Sait Ayaklanması başlamıştı.
Komisyon raporundan sonra sorun Milletler Meclisi
tarafından Milletlerarası Adalet Divanı'na götürüldü. Türkiye Divan
toplantılarına katılmadı.
Milletler Cemiyeti tarafından görevlendirilen
Eston-yalı General Laidoner de bu arada raporunu vermişti:
— Türkler hristiyanlara kötü davranıyor.
Bu rapordan sonra da Milletler Cemiyeti Meclisi 16
Aralık günü kararını veriyordu:
Musul, İngiltere mandasındaki Irak'a bırakılmıştı.
Türkiye bu karara karşı direndi.
Ancak, Hükümet, o günlerde, birbiri ardından
başlayan ayaklanmalarla meşguldü.
Nasturi Ayaklanması'ndan sonra Şeyh Sait Ayaklanması
başlamıştı. Şeyh Sait Ayaklanması'nı Reçkotan ve Raman Ayaklanmaları
izlemişti.v 1925'de Sason Ayaklanması patlak veriyordu.
Reçkotan Ayaklanması'ndan sonra 16 Mayıs 1926 günü
1. Ağrı Ayaklanması, 26 Mayıs 1927'de de Mutki Ayaklanması başgöstermişti.
Türkiye bu koşullarda 5 Haziran 1926 günü İngiltere
171
ile anlaşma imzalamak ve Musul'u terketmek zorunda
kalıyordu. Anlaşma gereği olarak da Türkiye'ye Musul petrolleri üzerindeki
hakkı karşılığı olmak üzere 500.000 sterlin ödenecekti317.
Musul'u İngiltere kazanmıştı!
4 Ocak 1927 günü Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi Sir
D. Cleck, Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain'e şu raporu göndermişti:
— Tarihte yalnız İngiliz İmparatorluğu ayrılıkçı
güçlere, kendisini uydurarak kendi yapısını koruma hünerini gösterebilmiştir.
(:.) » Türkiye'nin doğusundakilerin kültür düzeyleri o kadar düşüktür ki,
Türklerin bunları kolayca asimile etmelerine olanak yoktur. Ekselansları,
bunları, Amerikalıların Hindularma benzetti. Sanıyorum Ekselans, Kızılderilileri
kastediyorlardı. Kürtlerin, Türklerin ileri kültürleri ile yarışmalarına
ekonomik bakımdan güçleri yetmeyenleri kaybolup gidecekler"\
Şeyh Sait Ayaklanması bastırılmış, ancak Musul
İngilizlerin eline geçmişti:l1!'. 172
ŞEYH SAİT'İN TORUNU MELİK FIRAT
Şeyh Sait'in torunlarından Melik Fırat anlatıyor;
dinliyorum:
— Sevdim Paşalardan Hatip Bey, Atatürk'ün huzuruna
çıkıyor. Şeyh Sait'e karşı hükümet ile işbirliği yapmış; ama o da sürülmüş.
Atatürk'e çıkıp, derdini anlatacak. Binbir güçlükle huzura ulaşıyor. Kapıdan
içeri girince, bakıyor; Atatürk, elini şakağına koymuş, bir noktaya bakmış,
düşünüyor. Diyor ki:
— Paşam, biliyorsunuz, size bağlılığımı ve saygımı.
Biz, sizinle Şeyh Sait'e vurduk; onlar bizden öldürdü, biz onlardan öfdürdük.
Şimdi bizi assan, bize ağır gelmez, fakat, sen bizi onlarla bir yaptın. Sürdün.
Bu ağırımıza gittiği için sana geldik.
Mustafa Kemal:
— Hatip Bey, sen akıllı bir adamsın. Bir insan ki,
milletine hayındır; ondan bir hayır gelmez... diyor.
«Hadi gidin» diyor. Kovuyor.
Melik Fırat, Şeyh Sait'in kardeşlerinden Şeyh
Bahat-tin'in torunu. Aynı zamanda Şeyh Sait'in oğlu Şeyh Ali Rıza'nın da
damadı.
Fırat, eski DP milletvekili. 1957 seçimlerine yaşını
küçülterek girmiş-'"0. 1960'da Yassıada'da yargılanmış; Yassıada ve
Kayseri Cezaevi'nde hapis yatmış;
12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde de gözaltına
alınmış. 12 Eylül döneminde Ereğli Demir-Çelik İşletmeleri Yönetim Kurulunda da
yönetim kurulu üyesi olarak görev yapmış.
Soruyorum. 173
— Siz, Şeyh Sait'in oğlu Şeyh Ali Rıza'nın
damadısınız. Kayınpederiniz bu olayın, Şeyh Sait'ten sonra gelen önemli lideri.
Herhalde aile arasında bu olayı çok konuşmuşsunuzdur. Şeyh Ali Rıza'dan
dinledikleriniz vardır. Şeyh Sait olayını siz nasıl yorumluyorsunuz? Nedir,
sizce olay?
Önce «teşekkür ederim» diyor..
— Bir -Kemalist gazetede bu konuları ele alıp, bize
söz hakkı verdiğiniz için! Ve yakınıyor:
— Yıllarca ezildik, sürüldük ve suçlandık. Sonra
ağır konuşarak yanıtlıyor sorumuzu:
— Şeyh Sait olayı, bugün bütün dünyada üzerinde
fikir yürütülen bir büyük olaydır. Bu büyük olayı herkes, kendi düşünce
açısından görür ve yorumunu ona göre yapar. Fakat biz Şeyh Sait ailesi olarak
Şeyh Sait'i ve fikriyatını şöyle özetleyebilirim size:
Şeyh Sait, babasından, dedesinden intikal eden
medrese ilim ve irfan ile meşgul olmuş bir kimsedir. Aynı zamanda Nakşibendi
Tarikatı post-şini'dir; yani tarikatın en yüksek rütbesinin sahibidir.
Şeyh Sait, müktesabatı ve ailesinin yapısı
nedeniyle, islami bir düşüncenin dışında, ümmet fikrinin dışında herhangi bir
beşeri sisteme inanması, o yolda, hareket etmesi mümkün değil.
Nasyonalist bir düşüncesi olamaz, diyorum. Şeyh
Sait'in şahsi düşüncesi nasyonalist olamaz. Fakat, islami ağırlıklı bir hareket
içinde, otomatikman, nasyonalist bir harekete, yani ulusal bir harekete
katılabilir.
Soruyorum:
— Bazı marksistler de islamcılar da sahip çıkıyorlar
Şeyh Sait'e?. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?.321
Yanıtlıyor:
— Bazı çevreler meseleyi yanlış değerlendiriyorlar.
Eğer marksist ve ataistse, diyor ki:
— Bu hareket nasyonalist bir harekettir, dini
olamaz. Bu yanlış!
Bazı çevreler var. Onlarda diyorlar ki: 174
— Madem ki, dini bîr harekettir. Bu harekete Kürt
meselesini karıştırmak dine zarar verir.
Bu da yanlış!
Burada nasyonalizm ve din birbirinden soyutlanmaz.
Din nedir?. İslam dini bir yaşam tarzıdır. Bir
insan, doğumundan, ölümüne kadar, kendi şahsına, topluma ve yaradana karşı
görevlerini yerine getiren bir varlıktır. Bu yüzden, islami siyasetten
soyutlamak yanlıştır.
iiu bakımdan demek istediğim şu:
Şeyh Sait gibi yetişmiş bir insanın, durup dururken
«ben Kurdistan devleti» kuracağım demesi biraz yanlıştır. O, dine inandığı
için, din yıkıldığı zaman kıyam edebilir.»
Atatürk dini mi yıkmıştı?. Neden?. Şeyh bu yüzden mi
kıyam etmişti?. Neydi Şeyh Sait'i ayaklanmaya yönlendiren ana neden? Torunundan
bunları öğrenmek istiyorum. Yorumu şöyle:
— Şeyh Sait ile Atatürkçülük, bunlar birbirine karşı
iki olgudur. İki dünya görüşü ve iki ayrı siyasettir doğuda.
Mustafa Kemal,
— Osmanlı İmparatorluğu batıyor, devlet yıkılacak,
bunun yerine, batının kültür sisteminin, hukuk sistemini alıp, Türk ulusunu
yüceltebilirim diye, düşünüyor.
Buna karşı «Osmanlı İmparatorluğu yıkılsa bile yine
kendi kültürünü, inançlarını yaşatıp, batı teknolojisini almak» fikri
savunuluyor.
Bu çarpışan iki fikirdir.
Şeyh Sait, cumhuriyete karşı değildir. Bu
batılı-tak-litçi düşünceye karşıdır.
Şöyle düşünüyor:
— Kürtler ve Türkler, islam unsuru kaldıkça bir
devlet çatısı altında birlikte yaşarlar, fakat, islam düşüncesi ortadan
kalkarsa beraber bir devlet olmanın anlamı kalmaz.
İslam düşüncesi, Kürtleri ve Türkleri birarada tutan
unsurdur.
Bu kalktı... Bunu söyleyen Kürtler.
Jön-Türklerde nasıl batı standardında bir devlet
kur- 175
Trra fikri varsa, Kürtler arasında, da Kürt devleti
kurmak isteyenler vardı. İngiliz sosyologu Toynbee «Medeniyet Yargılanıyor»
adlı kitabında diyor ki: — Biz, doğuluları tahkir ettik. Onlarla alay ettik.
Onların kültürlerini küçümsedik. Ve onlardan kendi kültürümüzü taklit
etmelerini istedik.
Yanlış yaptık. Bu taklitçiler bizim kültürümüzü de
mahvedecekler, medeniyetimizi de.
Toynbee'nin görüşü bu. Ben bu görüşe katılıyorum.
Müslüman ülkelerde en büyük batı taklitçisi Mustafa
Kemal'dir diyor.
Ben de Doğulu bir düşünceye sahip olarak diyorum ki:
— Doğunun kültürü, tarihi kalsın, batının sadece
medeniyet dediğimiz teknolojisini alalım.
İslam ülkelerinde bu iki görüş çarpışmıştır.
Atatürkçüler «din terakkiye manidir»., «din, bizim batılı olmamıza engeldir»
diye düşünmüşler. Sizin yayınladığınız anılarda, Fethi Okyar, İsmet Paşa ve
Tevfik Rüştü Araş, «dinimizi değiştirelim» diyorlar1--.
Batılı olmak için hristiyan olmamız şart!
Buna karşı,
— Batının teknolojisini alalım ama kendi tarihimiz,
kültürümüz bizim olsun...: görüşü savunuluyor.
Çatışmanın nirengi noktası budur. Mücadelenin temeli
de budur.
Bununla beraber, Şeyh Sait olayının diğer yanı da
Kürt ulusunun kendi başına devlet kurma fikridir. Bu fikir de var işin içinde.
O iş de Şeyh Sait ile başlamıyor, bu da her milletin kendini idare hakkından
doğuyor.
Şeyh Sait, duruşmalarda Kürt Devleti kurma suçlamasını
hep red etmiş.. Melik Fırat'a bunu anımsatıyor ve soruyorum:
— Şeyh Sait. Kürt devleti kurmayı düşünmemiştim,
•diyor. Diyelim ki, bir Kürt-İslam Devleti kuruldu. Devlet
başkanı mı olacaktı Şeyh Sait?
— "Şeyh Sait, (Kürt Devleti kurmayı
düşünmemiştim) 176
derken doğruyu söylüyor. Çünkü kendisi ruhanidir.
Ilim-irfan sahibidir. O'nun vazifesi tebliğ.. Kürdistan'da ve Kurdistan dışında
herkese, Doğu'da ve Batı'da tanıdığı herkese gönderdiği mesaj şu:
—
İslam
esasına dayalı bir devlet taraftarıyız. Bu esas kalkıyor, bunu kabul
etmeyelim..
Kürt Devleti, bunun sonucu.
Şeyh Sait, Cibranlı Halit Bey'e, hem yazıyla .hem
şifahen haber gönderiyor.
—
Gel,
aşiret içinde organizeyi kur..
Tam o sırada, Halit bey, Mustafa Kemal tarafından
tutuklanıyor. Yusuf Ziya ile birlikte Bitlis'e gönderiliyorlar. Şeyh Sait gitse
aynı akıbet O'nun başına gelecek. Hınıs'ı terketmese Şeyh Sait'i de
tutuklatacaklar.
Şeyh Sait, «dini kaldırdılar. Biz Kürtler, kendi
kendimize, dini esaslara göre idare edilelim» diyor.
Kendisine bağlı birçok aşiret var. Birbirine zıt
aşiretlerin ruhani lideri olarak hepsini birarada tutmak istiyor. Bir de
medreseler açıp islami bilgileri yaymak. Askeri veya siyasi bir amacı yok:
amacı dini.
İleri gelen bütün beylere, aşiretlere, aydınlara
hitap ediyor, diyor ki:
—
Bu
iş bitti, artık. İslami esaslara göre kendi başımıza devlet olalım.
Şeyh Sait-Seyit Abdülkadir ilişkisi çok önemliydi.
Şeyh AH Rızo, ayaklanmadan önce Seyit Abdülkadir ile niçin görüşmüştü?
Melik Fırat, «Amcam» diye saygıyla andığı
kayınpederi Şeyh Ali Rıza'nın Kürt Teali Cemjyeti Başkanı Seyit Abdülkadir ile
görüşmesini ve görüşmenin amacını şöyle anlatıyor:
—
Seyit
Abdülkadir, Doğu'nun en büyük ailelerinden birini temsil ediyor. Seyit
Abdülkadir, siyasetin içinde, Büyük Seyit Taha Nehri'nin torunu. Küfrevi
ailesi, Nurişnler.. İran'daki başka aileler, hatta Kafkasya'daki Şeyh Şamil..
Seyit Taha ailesine bağlı. Küfrevi'nin dedesi icazet almış bu aileden... Seyit
Abdülkadir'in babası Osmanlı'ya karşı kıyam etmiş Şeyh Ubeydullah...
Ayaklanmadan sonra Me- 177
F. : 12
dine'ye sürülmüş. Oğlu, gelmiş İstanbul'a Şuray-ı
Devlet Reisliğine kadar yükselmiş. O'nun zaten bir hüviyeti var. Şeyh Sait
onlarla temas etmek istemiştir. Herkese de mektup göndermiştir. İşin icabı bu.
—
Kıyam
başlıyor; haberiniz olsun; gelin toplanalım, bir karara varalım. Kıyam, fikri
bakımdan tamamlanmamış; bu kıyama fiili olarak hiç başlanmamıştır.»
Melik Fırat'a ayaklanmanın Nevruz günü başlayaca-•
ğını ileri süren ve ayaklanmayı savunan yazarlardan söz ediyor; bu yazılardan
örnekler veriyorum. «Hayır» diyor:
—
Bunlar
senaryo.. Bu konuda bir yazılı belge yok. Bunları hangi kaynak anlatıyorsa, bir
senaryo sunuyor. Piran'a Şeyh Abdurrahim'in evine bir jandarma üsteğmeni
geliyor. Piran, o zampn bir köy, küçük bir köy. Jandarmalar Şeyh Abdurrahim'in
evine gelmiyorlar. Firariler, başka bir evdeler. Başka bir ağanın evindeler.
Şeyh Sait Efendi, haberi alınca, çağırıyor üsteğmene diyor ki:
—
Bugün
cuma; ben namazımı kılıp, burayı terkede-ceğim. O zaman ne yaparsanız yapın.
Hadise çıkmasın.
Üsteğmen gidip ağanın evini kuşatıyor. Çatışma
oluyor. Abdurrahim Efendi'nin kesinlikle dışında. Mesele tesadüfen olarak
çıkıyor.
Ya Hükümetin yaptığı bir provokasyondur - ki bakın
kesin olarak provokasyondur demiyorum, olabilir diyorum - veyahut da öyle
ayarlanmış.
Olay patlak verdiği zaman Şeyh Sait Efendi'nin
yanında bulunanlar, çok üzüldüğünü söylerler. Şeyh Sait Efendi «hadise bizim
irademiz dışına kaçtı; kader bizi sürükledi» dermiş. Doğrudur.
Her aşiret Diyarbakır'a kendi başına hücum etmiş;
O'nun ifadeleri de bunu teyid eder.
—
Ben
bu hadisenin ne önündeyim, ne arkasındayım. İçindeyim.
Fevkalade objektif anlatıyor.» Bu noktada sorumu
yineliyorum.
—
Rastlantı
ya da değil... Ayaklanma başlıyor...
178
Ayaklanma başarıya ulaşsaydı, bu Kürt-Islam
Devletini kimler yönetecekti?
Melik Fırat:
— Bütün Kürdistan'da kıyam fikrinde birlik
sağlanmamış; kıyam hareketi organize de edilmemiş. Kim organize edecek?. Askeri
ve mülki kadro yok... Kıyam hazır değil. Olgunlaşmamış bir hadise. Kıyam,
zamanından önce patlak veriyor. Ve iradelerinin dışında gelişiyor. Hadise
sebebiyle hüznünü dile getiriyor.
Bundan sonra, bütün Kürdistan'da başlattığı şiddet,
cebir, öldürme, sürgünler, hadisenin boyutunu daha da büyütmüştür.
Ruhani bir lider. Sevilen, sayılan, sözü dinlenen
bir liderdir Şeyh Sait Efendi.. Asker değil, kumandan değil, paşa değil.
Size, şimdi biri gelse, dese ki (arabam bozuldu,
tamir et).. Tamir edebilir misiniz? Arabanın tamirinden anlayacak bir teknik
adam lazım.» Benim de sorum şuydu:
— Kimler olabilirdi bu teknik adamlar?. Kürt-İslam
Devletini kimler yönetecekti?
— Seyit Abdülkadir.. Cibranlı Halit Bey.. Doktor
Fuat.. Cemil Paşazadeler.. Kasım Bey de var tabii. Hem Halit Bey'in akrabası,
hem Şeyh Sait'in bacanağı. Böyle bir devlet kurulsaydı, Şeyh Sait Efendi'nin
fonksiyonu yine ruhani kalırdı.
Devleti yönlendirenler yine onlar olurdu.
Bilemiyoruz.»
Şeyh Ali Rıza, anılarını yazmış mıydı?
Hayır, yazmamıştı.
Melik Fırat'a dedesinin Erzurum'da kurulan «Kürt
İstiklal Cemiyeti»nin başkanlığını yaptığını ileri süren yayınlardan da söz
ediyorum.
Buna da «hayır» diyor.
— Hayır. Ancak, biliyorsunuz bu gibi işlerde
toparla-yıcılık şart. Cibranlı Halit Bey'in kendisi miralay. Harbiye okumuş.
Hamidiye alaylarının da komutanı. Binbaşı Kasım da Harbiye'de okumuştur. Şimdi
Halit Bey, kıyamın başına geçse, aşiretlerin hinterlandı geniş, kabul etrne-
179 yebilirler. Mesela diyelim ki, birçok aşiret - belki on beş, yirmi aşiret -
birbirleriyle rekabet halinde olmalarına rağmen, manevi bakımdan, Şeyh Sait'e
bağlıdırlar.
Aşiretlerin üzerinde kollayıcı, muvazene sağlayıcı
bir sıfatı var. Liderlik de işte bu ruhani şahsiyete dayanıyor. Şeyh Sait
Efendi'nin politik hüviyeti o hadiseyle başlıyor.»
Melik Fırat, «ayaklanma» sözcüğü kullanmıyor,
ayaklanma yerine hep «kıyam» diyor. Çünkü «kıyam»ın dinsel anlamı var. Dinsel
amaçlı ayaklanmaya kıyam deniyor.
Soruyorum:
— Sayın Fırat, aradan bunca yıl geçmiş, olayları,
serinkanlı biçimde ele almak zorundayız. Dünyanın her yerinde silahlı ayaklanma
suçtur ve cezası idamdır. Hangi ülkeye giderseniz gidin, durum farklı değildir.
Ben, İstiklal Mahkemesini mahkeme saymıyorum, bu bir Harp Divanı'dır. Ama
elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin; aynı ayaklanma bugün olsa, hukuk devleti
güvenceleri ile donatıldığı ileri sürülen bugünkü mahkemeler de aşağı yukarı
aynı cezaları vermezler mi?. Uygulamaları de görüyorsunuz. İhtilallerin yasası
budur.* Ayaklanmayı başaramayan asılır. Yalnızca bizde değil dünyanın her
yerinde geçerli kural budur. Başarıya ulaşırsanız, kendi kurallarınızı kendiniz
koyarsınız.. Ayaklanma ya da sizin deyişinizle kıyam suç değil midir?
Fırat, bu sorumu şöyle yanıtlıyor:
— Hukuki bakımdan iş o noktaya geldikten sonra
ayrı., tabii, suç olabilir.. Bu noktaya nasıl gelindi? Bazı hadiseleri tarihin
karanlığında görünce ve resmi ideoloji de hadiseleri çevirince bazı fikirler
donuklaşıyor; sehit-leşiyor. Bu kıyam ya da sizin deyişinizle ayaklanma niye
ol-rrrştur?. Mesela, kıyam başladıktan sonra, eline bomba alıp, sağı solu
bombalama!: mı var, yoksa bir nizam! rayına oturtmak mı?
Şimdi ben de diyorum ki:
— Bugün Türkiye'de birçok siyasi parti var. Bir
parti fikrini söyleyip iktidara geldiği zaman silahlı güç gelip 180
vuruyor, diyor ki (sen bu işi yapamadın). Şimdi
Türkiye'de darbelerin garabeti nedir?
Giden Kemalist, gelen Kemalist! Her ihtilalin
kaidesi vardır dediniz. Doğrudur. Ancak bize uygulananlar değişiktir.. Fransız
ihtilali, Sovyet ihtilali.. Bunların hepsinin kendilerine göre kanunları
vardır. Benim söylemek istediğim şu:
Bütün bunlar, kendi dönemlerinde olur, biter. Fakat
biz, 66 senedir, hadiselerin varisleriymişiz gibi kuşku altındayız. Doğacak
çocuklar bile! Dedim ki, (biz çok ezildik.) . • 1925'de erkekler, İran'a ve
Irak'a geçmişler. Kadınlarla çocuklar sürülüyorlar. 1928'de çıkarılan afla geri
dönüyorlar 29 senesinde. 35'de ikinci sürgün Trakya'ya. 1960'-da Milli Birlik
Komitesi 55 ağa ile aileyi sürgüne gönderiyor. Her birini de başka ile..
Menkuller satılıyor, gayrı-' menkullere de el konuyor3^.
Söyleşi burada bir başka konuya bağlanıyor. Sözün
burasında bir başka soru daha soruyorum:
— Bunlar geride kaldı. O dönemin koşulları içinde
yapılmış uygulamalardır.. Bugünkü hukuk düzeninde bu tür uygulamaları
savunmanın olanağı yoktur. Görüyorsunuz, bugün, içinde Kürt kökenli bakanların
da bulunduğu Akbuluf hükümeti sürgün ve sansür kararnamesi çıkardı. Bu
kararnameye önce bizler karşı çıktık. Yine elinizi vicdanına koyarak
yanıtlayın; bakın. Devlet Bakanı Ka-muran İnan'ın dedesi Bitlis Ayaklanması'nda
asılmış.. Oğluyla birlikte asılan Seyid Abdülkadir'in torunu Sümerbank Genel
Müdürlüğü yapmış. Şeyh Sait ailesinden birkaç kişi milletvekili olmuşlar..
Devlet, bu açıdan kin gütmemiş, ama marksistseniz, devrimciyseniz, devlet ömür
boyu sizi izler. Kamu hizmetlerine alınmazsınız, pasaport da alamazsınız. Ruhi
Su'ya ve Orhan Apaydın'a ölüm döşeklerinde bile pasaport verilmedi. Zekeriya
Sertel, yıllarca vatanına gelemedi. Nazım Hikmet olayını biliyorsunuz. En son
örnek, Behice Boran.. TİP'liler.. DİSK'ciler.. yapılanları biliyorsunuz. Ne
diyorsunuz bu konulara?
— TBMM'ye Kürt milletvekili olarak giremiyor. Resmi
181
ideoloji Kürdü tanımıyor. Bir bakan (ben Kürdüm)
dedi.. Mahkemeler cezalandırdı324.
Kürtler, İran'da da, Irak'ta da ayaklandılar.
Türkiye'deki uygulamalar değişiktir.
Bir başka noktayı dikkatinize sunmak istiyorum.
Doğu'daki bütün aşiretler, boylar, şeyhler. Şeyh Sait ile beraber değildi. Daha
çok Atatürk ile beraber olup, bağlılık telgrafları çektiler.
Türkiye Cumhuriyeti, Şeyh Sait ile beraber devlete
karşı kıyam edenleri yargılayıp cezalandırsaydı, tepki bu kadar büyük olmazdı,
derlerdi ki: — Cumhuriyete karşı geldiler, Kürt devleti kurmak istediler. Biz
de beraber yaşamak istedik, Atatürk ile beraberdik, biz de beraber yaşıyoruz.
Bu fikri bugün bizzat devleti kuranlar yıktılar.
Tabii. Şeyh Sait ile beraber yargılanıp cezalandınlanlar tepki gösterecekler.
Bu onların en tabii haklarıdır. Ama Şeyh Sait ile değil Atatürk ile beraber
olanlar da beraberce horlanınca tepki büyüdü. Bugün Türkiye'deki Kürtler, eğer,
nasyonalist akıma girmişlerse, onların öğretmeni Atatürk'tür.»
Bugün dünya değişmiş. Bugün koşullar bambaşka. ,
Çağımızın ulaşmak istediği amaç şu: Uluslar ve insanlar barış içinde birarada
yaşamalılar. Ulusları, etnik kökenleri, soyları, dinleri ve inançları ne olursa
olsun insanlar, uygar bir dünyada birarada barış içinde yaşamalılar.
Ülkede barış da insan haklarının yurdun dört
köşesinde uygulanması ile sağlanır. Melik Fırat ile birçok konuda görüşlerimiz
ayrı. Ben, Atatürkçüyüm ve devrimciyim; laikliğe bütün yüreğimle inanıyorum.
Sinlerin, şeyhlerin ve ağaların, toplumda birer sömürü kaynağı oldukları
görüşündeyim. Birleştiğimiz noktalar da var:
Barış, düşünce ve örgütlenme özgürlükleri,
yurttaşlık bilinci ve insan hakları...
182
NOTLAR
Seyit Abdülkadir
(1)
Meşrutiyet
aydınlarından Dr. Abdullah Cevdet, «garpçı» diye bilinen düşünceleri ile tanınan
bir aydındır. «İçtihat» adlı yayın organını çıkaran Dr. Abdullah Cevdet,
Cumhuriyet'-in ilanından sonfa Türklerin Almanlar ve İtalyanlar ile evlenerek
«Türk kanına kan eklenmesi» görüşünü savunmuştur (Tunaya. Türkiye'nin Siyasal
Hayatında Batılılaşma Hareket-ları, Yedigün Yay., 1st. 1960, s: 81).
Kürt Kökenli aydın Dr. Abdullah Cevdet'in Kürdistan
hakkındaki yorumları için (Hanioğlu. Dr. M. Şükrü. Bir Siyasal Düşünür Olarak
Abdullah Cevdet ve Dönemi, 1st. 1981, s: 318).
(2)
Tunaya,
Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Partiler, cild 2 (Hürriyet Vakfı Yay. 1986. s:
186-87; Sekban, Dr. Şükrü M. Kürt Meselesi, Kon Yay., Ank. 1979, s: 155-156).
(3)
Kürdistan
Teali Cemiyeti'nin kurucu üyeleri şunlardı :
1
—
Ayan üyesi Seyit Abdülkadir Efendi, 2 — Eski Hicaz Valisi Babanzade Mustafa
Zihni Pasa, 3 — Bediüzzaman Molla Sait, 4 — Eski Harput Valisi Kemahlı Sabit. 5
— Eski Belediye Başmüfettişi Bedirhanzade Murat Remzi, 6 — Bedirhan-zade Mehmet
Ali, 7 — Bedirhanzade Hasan Remzi, 8 — 3. Kolordu Komutanlarından emekli Yarbay
Emin Bey, 9 — Tekkeler ile ilgili daire olan Meclis-i Müşatih Başkanı Şeyh
Saffet, 10 — Binbaşı Mehmet Sıddık, 11 — Eski Muş Milletvekili İl- yas Sami, 13
— Şeyhülislam Haydarizade İbrahim, 14__Be- dirhan Emin Ali, 15 — Eski Malatya
Mutasarrıfı, Halil Rami Bey, 16 — Eski ükre Kaymakamı Abdülaziz, 17 — Babanzade
Hikmet, 18 — Bedirhanzade Bedirhan, 19 — Eski Erbil Müftüsü Abdullah Efendi, 20
— Baytar Çivrilzade Mehmet Nuri, 21 — Yüzbaşı Mevlut, 22 — Emin Paşa, 23 —
Darülfünun öğretmenlerinden Abdülkadir Nuri, 24 — Ankara'nın Bala Eşrafından
Hacı Osman, 25 — Eski Medine Kadısı Hacı Molla Sait, 26 — Dr. Şükrü Mehmet, 27
— Binbaşı Hanbeyzaâe Süleyman 183
Nuri, 28 — Dersim Aşiretlerinden Eczacı Sarığoğlu
Hüseyin Hüsnü, 29 — Sina Konsolosluğundan emekli Emin Avni, 30 — Dr. Binbaşı
Ahmet Vicdani, 31 — Siverekli merhum Osman-pasazade Halil Fahri, 32 — Babanzade
Mahmut, 33 — Baban- zade Şükrü, 34 — Mevlanazade Rıfat, 35 — Mehmet Emin Pasa,
36 — Kurmay Yüzbaşı Tevfik Vehbi, 37 — Öğretmen Abdurrahman, 38 — Üsteğmen
Diyarbakırlı Osmanbeyzade Mustafa Şevket, 39 — Eski Üsküdar Mutasarrıfı
Sadrettin, 40 — Mutasarrıf Hamza, 41 — Ahmet Hamdi Pasa, 42 — Emekli Savcı
Urfalı Tayfur, 43 — Eski polis müdürü Halil, 44 — Üsteğmen Kemal Feyzi, 45 —
Yüzbaşı Emin, 46 — Yüzbaşı Mehmet Zeki, 47 — Fatih Medresesi hocalarından Osman
Nuri, 48 — Yüzbaşı İhsan, 49 — Vanlı komiser Süleyman, 50 — Hacı Abdullah Sadi,
51 — Dr. Tevfik, 52 — Topçu Yüzbaşı Abdülke-rim, 53 — Cemilpasazade Ekrem, 54 —
Bedirhan Asaf, 55 — Dr. Feyzi Berhu. 56 — Eski Palu kaymakamı Süleymaniyeli
Tevfik, 57 — Süleymaniyeli M. Emin Bey, 58 — Hoca Ali Efendi. 59 — Arvaslı
Şefik, 60 — Babanzade Fuat, 61 — Tüccar Fettullah Efendi.
(Doğan Avni, Yayınlanmayan Anılar, s: 44; Bruinessen
Martin Van. Özgür Gelecek, Şubat 1989, s. 32).
Dernek Başkanı Seyit Abdülkadir ve Abdullah Sadi,
Kemal Feyzi, Şark İstiklal Mahkemesi Kararı ile asıldılar. Der-simli Mehmet
Nuri, (Avni Doğan'daki listede Çevilzade, Bru-inessen'in listesinde Çolakizdde
olarak yer alıyor) Koçkiri ve Dersim Ayaklanmalarında görev aldı.
Cemilpaşazadelerden Ekrem Bey. Şeyh Sait ayaklanması nedeniyle yargılandı.
Yüzbaşı İhsan Nuri, Dersim ayaklanmasının liderliğini yaptı. Emin Ali Bedirhan
da *Kürt Teskilat-ı İçtimaiye* Başkanlığına seçildi.
Bu derneğin üç kurucusunun izledikleri yaşam çizgisi
ilginçtir:
Kürt Teali Cemiyeti genel sekreteri Babanzade Şükrü,
İstanbul İktisat Fakültesi eski öğretim üyelerinden Ord. Prof. Dr. Şükrü
Baban'dır. Eski Valilerden Babanzade Mustafa Zihni Paşa'nın oğlu olan Şükrü
Baban, öğretim üyeliği ve gazetecilik yaptı.
Baban, Dr. Şükrü Mehmet ve eski polis müdürlerinden
Halil Bey ile birlikte 4 Ağustos 1919 tarihinde Amerikan İnceleme Komisyonuna
Bağımsız Kürdistan kurulması için başvurdu (Kutlay Naci, İttihat ve Terakki ve
Kürtler, Komal Yay., İst. 1991, s: 136).
Dernek kurucularından Dr. Şükrü M. Sekban (Kürt
Meselesi) adlı kitabında (Kon Yay., Ank. 1979, s: 162) «Kürt meselesinin
Ortadoğu'da yeni bir koz olarak* kullanıldığı kanısındadır. 184
Aynı Dernek kurucularından Baytar Mehmet Nuri Dersimi
(Dersim Tarihi) adlı kitabında (Eylem Yay. İst. 1979, s: 264) Türkiye'nin Kürt
sorununu, İngiltere, Sovyetler Birliği ve Birleşik Amerika'da olduğu gibi
çözmesi gerektiğini, bunu yapamazsa ilerde «ecnebi müstemlekesh olacağını
yazmaktadır.
(4)
1908
yılında Diyarbakır'da «Osmanlı Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti* ile
İstanbul'da Seyit Abdülkadir ömür boyu başkanlığında «Kürt Teavün ve Terakki
Cemiyeti* kurulmuştur (Kutlay Naci, İttihat ve Terakki ve Kürtler, Fırat Yay.,
İst. 1991, s: 41). Kurucular arasında Dr. Şükrü Mehmet (Sekban) ve Babanzade
Nairn Bey de bulunmaktadır. Derneğin Diyarbakır Şube Başkanı Müftü Suphi
Efendidir.
Kürt Üniversite Öğrencileri Derneği «Hivi» de 1912
yılında kurulmuştur (Kutlay, 42; Sekban, Dr. Şükrü Mehmet, Kürt Sorunu, Menteş
Basımevi, 1979, s: 19).
Kürt Hivi Cemiyeti şu Kürt aydınlarınca kurulmuştu:
Cemilpasazade Ömer, Cemilpasazade Kadri, Fuat Temo, Cerrahzade Memduh Selim,
Necmettin Hüseyin, Abdülaziz Baban, Motkili Halil Hayali.
Derneğin «Roji Kürd» adlı bir yayın organı bulunmaktaydı.
İstanbul Darülfünun'unda Anayasa hukuku profesörü Babanzade İsmail Hakkı Bey,
Yusuf Ziya ve Kemal Fevzi, bu dergide çalışıyorlardı. Bu derginin kapanması
üzerine dernek yöneticilerince «Hatewa Kurd-» adlı yayın organı çıkarıldı.
Dernek daha sonra Jin 2dlı bir dergi daha çıkardı.
Korçikan Aşireti Reisi Hacı Musa Bey de derneği
desteklemişti. (Koçkiri Halk Hareketi, 1919-1921, Komal Yay., Ank. 1976, s:
34). «Kürt Nesr-i Maarif Cemiyeti* kurucularının adları da şunlardı:
Bedirnanzade Emin Ali, Dr. Abdullah Cevdet,
Bedirhanzd-ûe Mithat Bey, Erzurum Milletvekili Seyfullah Bey, Hakkari
Milletvekili Taha Efendi. Van Milletvekili Tevfik Bey, Bedir-hanzade Kamil Bey,
Bedirhanzade Abdurrahman Bey, Genç Milletvekili Mehmet Efendi, Mir Zeytinzade
Hüseyin Avni Bey, Miralay Mahmut Sami Bey, Yargıç Diyarbakırlı Mehmet Faik Bey,
Bediüzzaman Sait Efendi, Mutkaylı Halil Hayali Efendi, Kürdizade Ahmet Ramiz
(Tunaya Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Partiler, cilt 2, Mütareke Dönemi.
Hürriyet Vakfı Yay., İst. 1986, s: 214-215).
«İstihlas-ı Kürdistan Cemiyeti» de eski
milletvekillerinden Seyit Taha ve Abdülkadir'in girişimleri ile Mısır'da
kurulmuştur. Süreyya Bedirhan'm başkanlığındaki dernek, Paris Barış
185
.-görüşmelerine Arif Paşa'yı görevlendirmişti
(Tunaya, cilt i s: 408; Kutlay, s: 139).
Seyit Abdülkadir'i uzlaşmacı bulup «.Kurdistan Teali
Ce-miyethnden ayrılan köktenci bir grup da «Teşkilât-ı İçtimaiye •Cemiyetimi
kurmuşlardı. Bu köktenci Kürtlerin adları şöyleydi: Bedirhani Emin Ali,
Bedirhani Ferit Bey, Babanzade Şükrü Bey, Babanzade Fuat Bey, Babanzade Hikmet
Bey, Dr. Abdullah Cevdet Bey. Dr. Şükrü Mehmet Bey, Bitlisli Kemal Feyzi Bey,
Cemilpasazade Ekrem, Kerküklü Necmettin Hüseyin Bey, Mevlanazade Rıfat Bey
(Kutlay, s: 135).
(5)
Aralık
1918 tarihinde kurulan «Vilayet-i Şarkıyya Mü-dafaa-i Hukuk Cemiyettenin kurucu
üyeleri de şu Kürt ve Türk .aydınlarıydı: Mahmut Nedim Bey, eski Beyrut Valisi
Hakkı Bey, Beyazıt Milletvekili Şefik Bey, Diyarbakır milletvekilleri Fevzi ve
Lütfü Beyler. Şair Süleyman Nazif. Cevat ve Hoca Raif Efendi (Kutlay, s: 136).
1923 yılında Erzurum'da «Kürt İstiklal Cemiyeti» de
şu üyelerden oluşuyordu: Erzurum: Başkan Miralay Cibranlı Halit Bey. Kaymakam
küçük Kazım Bey, Miralay küçük Ragıp Bey, Hacı Dursun Bey, Hınıs Kaymakamı Arif
Bey, Abdullah ve Arslan Beyler. İs-tanbul: Seyit Abdülkadir, Avukat Abdurrahim.
Kars: Yüzbaşı Tevfik. Beyazıt: Şeyh İbrahim. Malazgirt: Haydaranlı Hüseyin
Paşa. Varto: Hascnalı Halit Bey. Hınıs: Yüzbaşı Raşit ve Rüştü Efendi.
Muş-Bitlis: Eski Milletvekili Yusuf Ziya Bey, Bin--başı Hacı Hasan Bey,
Abdurrahman Ağa. Van: Molla Abdül-macit Efendi, Binbaşı Arif Bey, Sadun Bey,
Ali Bey. Siirt: Yüzbaşı İhsan Bey, Hacı
Abdullah Efendi, Derviş Bey. Kaymakam Rezzak Bey,
emekli Miralay Vais Bey. Şırnak: Süleyman Ağa. Cizre: Hacı Dursun Efendi,
Abdulvahap Efendi, Ab-'dulmuttalip Efendi. Diyarbakır: Cemilpasazade Ekrem Bey,
Dr. Fuat Bey, Abdülgani Bey, Dr. Nazım Bey, Binbaşı Mustafa Bey, Kaymakam Adnan
Bey. Mardin: Hacı Kadir Efendi, Dersim Kaymakamı Kadir Bey.
Erzincan-Harput-Dersim: Kangör- zade Ali Haydar. Bitlis çevresi: Hacı Musa Bey
ve oğulları, Cemil Çeto, Şeyh Selahattin, Mustafa Ağa ve oğulları. Van çevresi:
Karavilli Dezgin Ağa. kardeşi Ebubekir Ağa. İsmail Ağa, Umar Ağa. İsmail Simko
Ağa, Şeyh Abdurrahman Efendi, Şahin Ağa, Yahya Ağa, Yakup Ağa. Şırnak çevresi:
Alihan Ağa, Abdurrahman Ağa, Süleyman Ağa, Umar Timur Ağa, Ağıt Ağa, Şeyh T
ahir. Mardin çevresi: Remo Ağa, Eyüp Bey, İsa Ağa, İbrahim Ağa, Faris Ağa,
Milli Aşiretinden İbrahim Paşa (Olson Robert, The Emergence of Kurdish
Nationalism and The :Said Rebellion, 18801925, University Of Texas Press.
Austin, 186 1989, s: 170-171). Yazar, İngiliz belgelerinde (Air 5/566) sayılı
belgeye yollan»» yapıyor.
Bunlardan*~başka Nuri Dersimi'nin liderliğindeki
«Kurdistan Muhibban Cemiyette ile «Kürt Milliyet Fırkası*, «Kürt Hoy-bun
Cemiye/ ile Diyarbakır'da 1918 yılında Ekremcemilpa-şazade Ekrem ve Kasım
Beyler ile Cerşizade Kerim ve Fikri Beylerin önderliğinde kurulan «.Kürt Teali
Cemiyette ile Ada-na'da İsmail Asafhan'ın başkanlığındaki «Teavün Cemiyette-ni
de saymak gerekir (Tunaya, s: 189: Kutlar, s: 133: Koçkiri, s: 29: Çay,
Abdulhaluk, 2. Meşrutiyet sonrası İhanet Şebekeleri, Türk Kültürü Araştırma
Enstitüsü, Kasım 1981, s: 88). (5) Kürt Teali Cemiyeti ile Kürt Neşri Maarif
Cemiyeti ve Teal-i İslam Cemiyeti kurucularından Bediüzzaman Sait Efendi
«nurculuk» olarak adlandırılan dinsel akımın lideri Sa-id-i Nursi'dir. Said-i
Nursi'nin Kürt devleti kurmak isteyen Seyit Abdülkadir'e şu yanıtı verdiği
ileri sürülüyor: «Allahü Zülcelal Hazretleri, Kur'an-ı Kerim'de (öyle bir kavim
getireceğim ki, onlar Allah'ı severler. Allah da onları sever) diye
buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahi karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan
beri alem-i islamın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu
kahraman millete hizmet yerine dörtyüz elli milyon hakiki müslümanın kardeş
bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi peşinden gitmem.> (Şahiner Necmettin,
Bilinmeyen Yanlarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yay., 7. Bası, s: 229).
(6)
Tunaya,
Türkiye'de Siyasal Partiler, cild 1: İkinci Meşrutiyet Dönemi, s: 404; Tunaya,
a.g.e., cild 2, s: 188; Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti hakkında bkz. (d) Türk
Kültürü, sayı 223, Kasım-Aralık. s: 84 vd.).
(7)
Aksin,
s: 181 ve 195; Erdost Muzaffer, Şemdinli Röportajı. Yön dergisi. 29 Temmuz
1966, s: 12: Seyit Abdülkadir'-in ailesi hakkında bkz: Erdost Muzaffer,
Şemdinli Röportajı, Onur Yay., İst. 1987, s: 23-32.
Yalçın Küçük, Kürtler Üzerine Tezler adlı kitabında
(Dönem Yay., s: 70) şu satırlar yazılıyor:
«Abdülkadir, bir Kürt lideri olmasının yanında önde
gelen İttihatçıdır. Eldeki bilgilere göre hiç katılmadığı Şeyh Sait İsyanı
nedeniyle Diyarbakır'da asılmasını, M. Kemal'in İttihatçı önderleri temizleme
eğilimine de bağlayabiliyoruz.* Abdülkadir, 1896 yılında İttihat ve Terakki'ye
girmiş, sonra da Hürriyet ve İtilafın kurucuları arasında yer almıştır (Tunaya,
cild II, 264; Aksin Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitabevi,
İst. 1987, s: 20).
Damat Ferit kabinesi üyesi bir Hürriyet ve
İtilafçının «önde gelen bir İttihatçı* olduğu ve bu yüzden M. Kemal tarafın-
187 dan «temizlendiği» yolundaki sav ve bu sava dayalı kesin yargının hiçbir
dayanağı yoktur!
(8)
(..İmadiye
dahil fakat Zaho hariç ve Mardin'in güneyinden 37. enlem
boyunca ve Mamureltüzaziz. Bitlis, Van illerinin
kuzey sınırlarıyla belirlenen Kürdistan.) Aksin, .s: 535.
(9)
İstiklal
Mahkemesi Savcılarından ve Doğu İlleri Umumi Müfettişi Avni Doğan'ın
yayınlanmamış anılarından (s: 50-51) alınan bu anlaşma metnini günümüz
Türkçesi ile yayınlıyoruz. Ayrıca metni karşılaştırmak
için bkz. (Kutlay Naci, İttihat ve Terakki ve Kürtler, Koral-Fırat Yay., İst.
1991, s: 122).
(10)
İstiklal
Mahkemesi Savcısı Avni Doğan, Yayınlanmamış Anılar, s: 52. Meclis-i
Mebusan'daki tartışmalar hakkında (Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, cild
II, s: 194). Aşiret Reislerinin telgrafı hakkında (Yıldız Doğan, Fransız
Belgeleriyle Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, Koral Yay., İst. 1991, s: 8182:
İngilizlerin yorumu hakkında bkz. (Şimşir, İngiliz Belgelerinde Türkiye, s: 425
vd.).
(11)
Ulubelen
Erol, İngiliz Belgelerinde Türkiye, Çağdaş Yay., İst. 1982, s: 195.
(12)
Kürt
delegesi Şerif Paşa için geniş bilgi için bkz. (Timur Taner, Bir İttihatçı
Düşmanı/Şerif Paşa ve Meşrutiyet gazetesi, Tarih ve Toplum. Aralık 1989. sayı
72, s: 17-20, ayrıca Şerif Paşa, Bir Muhalifin Hatıraları. Nehir yay. İst.
1990.
(13)
Şimşir
N. Bilal. İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), cild I. Türk Tarih Kurumu
Yay., Ank. 1973, s: 39. Belge no: F.O. 371/4158/100983.
(14)
Öke,
Mim Kemal, İngiltere'nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E.W. Noel'in
Faaliyetleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ank. 1988, s: 24.
Hindistan Bakanlığı Arşivi Belge no: IOR L/PS/11/151. P. 23333.
23.IV.1919.
Doç. Dr. Öke'nin bu kitabı 1989 yılında Boğaziçi
Yayınları arasında «İngiliz Ajanı Binbaşı E.W.C. Noel'in Kürdistan Misyonu»
adıyla da yayınlanmıştır.
(15)
Şimşir,
a.g.e., s: 272-73. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Belge no: F.O. 406/41, 424 No:
194.
(16)
Şimşir,
s: 273.
(17)
Aksin,
s: 536. İngiliz Dışişleri Bakanlığı belgesi:. F.O. 371/4191,
89705.
(18)
Aksin,
6. Kolordu Komutanlığından 18 Aralık 1918 günü gönderilen 4302 sayılı yazıya
karşılık Harbiye Nezaretinin gönderdiği yanıtta şu kaygıların yer aldığını
aktarıyor:
«..ayrımcılığın kabul edilemeyeceğini, ancak
Kürtlere karşı yürütülecek tedip hareketlerinin asayişi bozuk göstererek
ingilizlere işgal vesilesi verilebileceği..* 188
(19)
Öke,
s: 30.
(20)
Öke'nin
kitabının bu bölümü Noel'in tuttuğu günlüklere ve İngiltere Dışişleri Bakanlığı
gizli belgelerine dayanılarak hazırlanmıştır. Kitapta, Noel'in gezileri ile
ilgili ayrıntılı bilgilere yer veriliyor. Bkz. s: 29 vd. (21) Şimşir, s:
119-120, İngiliz Dışişleri Bakanlığı özgün belge no: F.O. 371/4913/141332.
İngiliz Kürtçülüğü
(22)
Ulubelen,
s: 193. İngiliz Dışişleri Bakanlığının özgün belge tarih ve sayısı: 21 Temmuz
1919, 693/464: Jaeschke Gott-hard, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz
Belgeleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank. 1971, s: 144.
(23)
Ulubelen,
s: 193. Kaynak özgün belge no: 678/451.
(24)
Öke,
s: 26. Dr. Öke, Noel'in Tatar ayaklanması planı için özgün kaynak olarak
Hindistan Bakanlığı'nın şu gizli belgesine yollama yapıyor: «IOR, L/PS/11/130,
p. 38/1S18, 3.4 ş. 1918.»
(25)
Aksin,
s: 535.
(26)
öke,
s: 100-101. Kaynak özgün belge: PRO, WO 106/ 920. «Personallities in
Kurdistan*, Bağdat. Haz. 1919.
Kaynak özgün belge: Fransa'nın Bağdat'taki Yüksek
Komiserliği de 19 Şubat 1920 günü Raux imzasıyla geçen raporun Fransız
Dışişleri Bakanlığı arşivindeki sayısı: F-311-3.
Bedirhanoğlu ailesinin kökeni için bkz. (Sevgen
Nazmi, . Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Osmanlı Belgeleriyle Kürt
Tarihi,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. 1981, s:
61-137).
(27)
Şimşir,
İngiliz Belgelerinde Atatürk, s: 108, İngiliz Dışişleri Bakanlığındaki özgün
belge: F.O. 371/4159/135054.
(28)
Şimşir,
s: 107. Özgün belge: F.O. 371/4192/137252.
(29)
Şimşir,
s: 109.
(30)
Atatürk,
Mustafa Kemal. Söylev. Cild I-II: Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,
Çağdaş Yay., 8. baskı, s: 63 vd.: Karabekir Kazım, İstiklal Harbimiz, Merk
Yay., İst. 1938, s: 62 vd.: Uğur Mumcu. Kazım Karabekir Anlatıyor. Tekin Yay.,
İst, .1990, s: 23 vd.
(31)
Feyzioğlu,
Prof. Dr. Necmettin Feyzi, İnkılap Tarihi. Fakülteler Mat., İst. 1975, s: 134.
v
(32)
Ali
Galip'in yaşam öyküsü hakkında bkz. (Kurtuluş Savaşında Valiler. Mülkiyeliler
Birliği Dergisi, yıl 1971. s: 36. VII. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri.
Ank. 1970. s: 60-62).
Ali Galip 1922 yılında Adapazarı'nda kurulan Osman
Paşa 189
Harp Divanı'nda yargılanmış ve aklanmıştır. Rauf
Bey'in isteği üzerine 150'likler listesinin 39. sırasında Romanya'ya sürülen
Ali Galip, Romanya'da at canbazlığı yaparak geçimini sağladı. 1932 yılında
Romanya'da öldü (Soysal İlhami, 150'likler, Gür Yay., 1st. 1988, 3. bası, s:
270-71; Feyzioğlu, a.g.e., s: 104-5).
(33)
İğdemir
Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank. 1969, s: 78.
(34)
Nadi
Yunus. Ali Galip Hadisesi, Sel Yay., İst. 1955, s: 53-54.
(35)
Aksin,
s: 53; özgün kaynak: Diary of Major E.W. Noel, C. I, E.D.S.O. on special Duty
in Kurdistan from the 14 th. September 21 st. 1919 (Basrah), F.O. 371/5068, E.
2999.
(36)
Nadi.
s: 55.
(37)
Nadi,
s: 58: Öke, s: 90.
(38)
Bu
mektuplar için Atatürk Kemal, Söylev; Velide-deoğlu, cild III. Belgeler, s: 70;
Noel ve Ali Galip serüveni için Nadi, s: 70-73; Aksin, s: 552-3: Öke, s: 95.
Noel-Ali Galip olayında adı geçen Kamuran
Bedirhanoğlu, 1840 yılında Osmanlılara karşı ayaklanan Cizre Beylerinden Bedirhan'm
torunudur. Kamuran ve Celadet Bedirhan'm babaları Kürt aydınlarından Emin Ali
Bedirhan'dır.
Celadet ve Kamuran Bedirhan'm Kürt dili üzerine
çalışmaları bulunuyor (Özgür gelecek 1989. sayı 3, s: 39-40).
Kamuran Bedirhan, İstanbul Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. Hakkında soruşturma açılınca kardeşi Celadet Bey ile yurt dışına
kaçtı. Almanya ve Fransa'da yaşayan Celadet ve Kamuran Bedirhanoğlu kardeşler,
daha 1930 yılında Suriye'ye gittiler. Celadet Bey, Suriye'de Haıoar ve Ronahi
adlı dergileri çıkardı. Celadet Bey.
Beyrut'da da Roja Nu adlı Kürtçe dergi çıkarmaya
başladı.
Kamuran Bedirhanoğlu, Suriye'de Kürt Haybon
Cemiyetini kurdu. 1940 yılından sonra Paris'e yerleşti, Polonyalı bir kadın ile
evlendi ve ölümüne kadar da Paris'de yaşadı. Kardeşi Celadet. 1951 yılında bir
kazada öldü.
Bedirhanoğlu. Irak Kürtlerinin ayaklanmalarından
sonra 1961 yılında bu ayaklanmaların Avrupa'daki sözcülüğünü üstlendi. 1968
yılında «Kürt İhtilal Konseyi temsilcisi Emir Kamuran Ali Bedirhan» imzası ile
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U-Thant'a muhtıra verdi (Sevgen Nazmi, Doğu
ve Güneydoğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araştırma Ens., Ank.
1982, s: 133 ve 245).
Bedirhanoğlu, Paris'de «Inelco» kısa adıyla bilinen
Doğu Dilleri Araştırma ve Öğrenim Enstitüsü'nde uzun süre öğretmenlik yaptı. 6
Aralık 1978 günü ölen Kamuran Bedirhanoğlu, Paris'de 1983 yılında kurulan Kürt
Enstitüsü'nün manevi kurucularından sayılıyor. 190
»
Atatürk'ün bakanlarından Vasıf Çınar, Kamuran
Bedir-hanoğlu'nun teyzesinin oğludur. Şair İbrahim Alâettin Gövsa,.
Bedirhanoğullarmdan Hasan Bey'in damadıdır. Tarihçi Cemal Kutay da Bedirhanoğlu
ailesindendir.
(39)
Fransız
Dışişleri Bakanlığı'nın gizli belgesi. Kaynak, özgün belge. bkz:(E. Levand
(1918-1920) serisi, Vol. 93, s: 1.
Ayrıca bkz: (Bayur Hikmet, Türk Devleti'nin Dış
Siyasası, Ank. 1942, s: 40; metin için Karabekir, İstiklal Harbimiz, s: 374;
Sonyel Salah, Osmanlı İngiliz Gizli Anlaşması, Belleten C. XXXIV, Ank. 1970, s:
135).
Bu gizli Anlaşmanın 6. maddesinde yer alan Kıbrıs'ın
İngiltere'ye verilişi de Sevres Anlaşması ile gerçekleşmiştir.
Gürel Şükrü, Kıbrıs Tarihi, 1878-1960, Kaynak Yay'.,
İst. 1984, s: 107-9.
(40)
Bu
belgeler için Ulubelen, s: 195-96. Kaynak özgün belge: 734/488, s: 206, kaynak
özgün belge: 907/609.
(41)
Raporun
İngilizce tam metni için bkz. Şimşir, s: 272-73.
(42)
Ulubelen, s: 257:
özgün belge: 49/33.
(43)
Ulubelen, s: 257:
özgün belge: 49/34.
(14)
Jaeschke. s: 145:
Ulubelen, s: 264, özgün belge: 108/ 103.
(45)
Baytok,
Taner. İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaş:. Başnur Mat..
Ank. 1970. s: 32, 109 vd.
Emperyalizmin Diplomasisi
(46)
Olcay
Osman, Sevr Anlaşmasına Doğru, SBF Yay.,. Ank. 1981, s: 121 vd.
(47)
İngiltere
ve Fransa arasında Ortadoğu'nun paylaşılmasına ilişkin 16 Mayıs 1916 tarihli
anlaşma.
(48)
Olcay,
s: 465-66.
(49)
Olcay,
s: 457.
(50)
Her
iki metni karşılaştırmak için bkz. (Erim Nihat,, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi
Tarih Metinleri, AÜHF Yay., TTK Basımevi, 1953, s: 551-52 ve Olcay, s: 467.
(51)
Seyid
Abdülkadir'in Sevres Anlaşması'nı imzalayanlardan biri olduğu (Sekban, Kürt
Meselesi, s: 156) ileri sürülüyor. Ancak resmi anlaşma metninde Ayan üyeleri
Hadi Pasa ile Rıza Tevfik ile Bern Büyükelçiliği Fevkalade Temsilcisi Reşid
Halis Bey'in imzaları bulunuyor (Erim, s: 527). Sonyel' Dr. R. Selahi. Türk
Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Türk Tarih Kurumu Basımevi, A,nk. 1986. Özgün
İngiliz belgesi F.O/ 5053/E 9071; F.O/5054/E. 966; Yıldız Hasan, Fransız
Belgele- 191
riyle Sevr-Lozan-Misul üçgeninde Kurdistan, Koral
Yay., İst. 1991," s: 23. Yazar, Sevr görüşmelerinde Ermeniler ve Kürtler
arasında gerginliğin sürdüğünü, Kürt toplumu içindeki çeşitli kesimlerin
sözcülerinin «kendilerine ait olmayan hayali bir devlet için kavga ettiklerini*
yazıyor.
(52)
Artuç
İbrahim, Büyük Dönemeç, Kastaş Yay., İst. 1985, s: 77 vd.
(53)
Gönlübol-Sar.
Mehmet-Cem, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, AKDTYK Yay., Ank. 19S0, s:
41 vd.; Sonyel, s: 369 vd.
(54)
Milli
Misak hakkında bkz. (Kaymaz Nejat, TBMM'nde Misak-ı Milli'ye Bağlılık Andı
İçilmesi Konusu, Tarih ve Toplum, sayı 19, Temmuz 1985. s: 47 vd.).
(55)
Meray
Seha. Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, SBF Yay.. Ank. 1970. Takım
1, cild 1, kitap 1, s: 354 vd.: Kürkçüoğlu Ömer, Doç. Dr. Türk İngiliz
İlişkileri, SBF Yay., 1978, s. 277: Sonyel. s. 307.
(56)
Sonyel.
s: 310-11. özgün belge F.O/9060/E 932/E 959. ayrıca Times, 24 Ocak 1923.
(57)
Şimşir.
N. Bilal, Lozan Telgrafları I (1922-1923), AKDTYK Yay.. Ank. 1990. s: 288.
(58)
Sonyel,
s: 399. özgün belge: F.O/7965/E 13599.
(59)
Şimşir,
a.g.e.. s: 493.
(60)
Türk
İstiklal Harbi, VI ncı cilt, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar 19191921.
Genelkurmay Yay., Ank. 1974, s: 260 vd.
(61)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Yay., Ank. 1972, s: 28.
Koçkiri Ayaklanması
(62)
Duru
Orhan, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye'-nin Kurtuluş Yılları, Milliyet
Yay., İst. 1978, s: 160-61.
(63)
Webster'e
Biographical Dictionary, s: 194.
(64)
Mevlanazade
Rıfat olacak.
(65)
Mustafa
Kemal'i idam cezasına çarptıran Kürt Nemrut Mustafa Paşa'dır.
Kürt Mustafa Paşa, Kürt liderlerinden Şerif Paşa'nın
da akrabasıydı. Damat Ferit. Kürt Mustafa Paşa'yı Hüdavendigar Valiliğine
atamayı tasarlamıştı (Aksin, s: 79 ve 590).
Fransız gizli belgeleri üzerinde bir araştırma yapan
Hasan Yıldız. Fransız belgelerinde Kürt Mustafa Paşa, Mevlanazade Rıfat,
Bahriye Nazırı Hamdi (Kiraz Hamdi Paşa), bölgedeki aşiret reislerinden Ahmet
Taha ve birkaç Kürt köken- 192 li subay ve sivilin İngiliz egemenliği için
çalıştıklarını, bunların sayısının 27 olduğunu kaydediyor (Yıldız Hasan,
Fransız Belgeleriyle Sevr-Lozan-Musul,... s: 33).
Yılmaz «General Kürt Mustafa, İngiliz propaganda
bildirileriyle birlikte grubuyla Güney Kürdistan'a hareket eder* diye yazıyor.
Yılmaz'm yollama yaptığı özgün Fransız Belgesi
(Kurdistan dosyası, cild 12, s: 94).
(66)
Fransa
ile yapılan 20 Ekim 1921 tarihli Anlaşma İngilizlerin tepkisiyle karşılanmıştı.
Sonyel, s: 69 vd.
(67)
Askeri
Ataşe, «bizlere verilen bölgeler» derken herhalde Amerikan mandası projesinden
söz ediyor.
(68)
Raporun
tam metni. Duru, a.g.e., s: 161-66.
(69)
Koçgiri
Aşireti altı büyük kabileden oluşur: İboîar, Geriyalar, Sefolar, Sarolar,
Bolular, Laçinler, Pc-uzanlı... Bugün Koçkiri aşiret ileri gelenleri, yörede
yaşayan Tannverdi, Aüşanoğlu, Apaydın, Balta ve Öztürk Aileleridir.
Türk İstiklal Harbi, VI. cild, İstiklal Harbinde
Ayaklanmalar 1919-1921, Genelkurmay Yay., Ank. 1974, s: 260; Şadil-li, s: 36.
Kürt aşiretleri ile ilgili bilgi için bkz. (Gökalp
Ziya, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler, Komal Yay., Ank. 1975,
s: 48 vd; Zeki, M. Emin, Kürdistan Tarihi, Komal Yay., İst. 1977, s: 191 vd.;
Sevgen Nazmi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü, Ank. 1982, s: 51-240; Yavuz Edip, Tarih Boyunca Türk
Kavimleri, Kurtuluş Matbaası 1968, s: 308 vd.; Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun
Genel Durumu, İçişleri Bakanlığı Yay., Ank. 1972, s: 479 vd.
(70)
Baytar
Nuri, bucak müdürünün Alişan Bey olduğunu; yazıyor (Dersimi, M. Nuri, Dersim
Tarihi, Eylem Yay., İst. 1979, s: 110). Genelkurmay yayınında da «Ümraniye
Nahiye müdürünün Haydar Bey olduğu» yazılıyor (İstiklal Harbinde Ayaklanmalar,
s: 260).
(71)
Dersimi,
s: 112. Dersimi, Binbaşı Noel'i şöyle savunuyor:
«..Mustafa Kemal Paşa'nın casus diye vasıflandırdığı
Binbaşı Noel, bu adamdır ve vazifesi resmi bir vazife olup Sulh Kongresi
tarafından Ermenistan ve Kürdistan hududlarmı tayin, ve tesbiti için ihzari bir
rapor tanziminden başka birsey değildir.»
İngiliz belgeleri Noel'i aklamaya çalışan Baytar
Nuri'yi yalanlıyor!
(72)
Dersimi,
s: 110.
(73)
Koçkiri
Halk Hareketi. Komal Yay., Ank. 1979, s: 35. 193
F.: 13
Kitapta, Koçkiri Ayaklanmasının «Kürt Teali
Cemiyeti» yöneticileri Seyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan, Said-i Nursi ve Dr.
Mehmet Şükrü Sekban'ın, İstanbul'da ABD, İngiliz ve Fransız Yüksek
Komiserlikleri ile görüştükleri kaydediliyor. Kitapta, dernek üyesi Baytar
Nuri'nin yöredeki ayaklanmayı örgütlemesi için Dernek tarafından
Zara-Divriği-Kangal yöresine gönderildiği anlatılıyor (s: 36). Ayrıca bkz:
Dersimi,, s: 114; Gündoğan Cemil - İncesu İbrahim - Gezici Ali Rıza, Halepçe
Jenosidi öncesi ve Sonrası Vahşet Yargılanıyor, Sun Yay., 1991, s: 247. '
(74)
Dersimi,
s: 115; Türk İstiklal Harbi, s: 261.
(75)
Türk
İstiklal Harbi, s: 263.
(76)
Türk
İstiklal Harbi, s: 269-70; Dersimi, s: 117.
(77)
Dersimi,
s: 118.
(78)
Ayaklanmanın
gün gün gelişmesi için bkz. (İstiklal Harbi, s: 266 vd.).
Milis Yarbayı Topal Osman Ağa,
Atatürk'ün Muhafız Bir-liği'nin de komutanlığını yaptı. 27 Mart 1922 günü
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün öldürülmesi olayından sorumlu görüldü.
Hükümet kuvvetleriyle çatışmada ölü olarak ele geçirildi. Ulus meydanında ölüsü
asıldı. Bkz: TBMM, Zabıt Ceridesi 29.3.1923, c: 28, s: 227; Kandemir Feridun,
Cumhuriyet Devrinde Siyasi Cinayetler, Ekicigil Yay., 1955, s: 44; Kara-bekir,
İstiklal Harbimiz, s: 526; Ali Şükrü olayı ve Ziya Hurşit hakkında bkz: Goloğlu
Mahmut, Devrimler ve Tepkileri, s: 190-91; Sarıbayraktaroğlu. Mehmet Şakir,
Osman Ağa ve Giresun Uşakları, İst. 1975, s: 142-143:
«Kcrahisar'da istirahatta iken henüz Koçkiri
mevkiine hareket etmeden Osman Ağa asi Kürtlerin elebaşıları olan ve bir kısmı
İstanbul'da tahsil görmüş kimseler olan bu beylere bir heyetle, yazdığı bir
yazıyı gönderdi. Bu elçilerin başında Karahisarlı ahçı Kel Hasan geliyordu. Bu
Hasan Ağa asi beyleri çok iyi tanıyordu.
Alay komutanı Osman Ağa'nın yazısı şöyle idi:
Açık yazı — Ey din kardeşlerimiz. Muhterem
arkadaşlar. İçimizdeki Pontusçuları temizledik. Ermenilere terki silah
ettirdik. Başka büyük düşmanlarımız var. Yunan ordusu da yurdumuza saldırdı.
Kardeş kavgasını bırakalım; bir din kardeşi olarak birleşelim. Yunan ordusunu
yurdumuzdan atalım. Davamızın peşi pek büyüktür. Vatanımızı bu felaketten
kurtaralım, demişti.
Asilerin cevabı da şu idi: Osman Ağa,
biz senin topunu, tüfeğini elinden alacağız, başka kimse ile işimiz yoktur,
diyerek cevap göndermişlerdir.» (79) Genelkurmay Başkanlığınca hazırlatılan
İstiklal Har- 194 binde Ayaklanmalar (s: 274),
ayaklanmada İngiliz etkisi olduğu ileri
sürülüyor. Şöyle ki: «Alişan ve Haydar'm İngiliz
altınlanyla Dersim'den Ali-şir'e toplattığı 500 asinin büyük bir kısmı böylece
felaketli bir sonuç ile canlarını vererek cezalarını çekmiş oldular.»
Ginyan Aşireti Reisi Murat Paşa hakkında bkz:
Koçkiri Halk Hareketi, s: 44 ve 72.
(80)
Tepeyran
Ebubekir Hazım, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anılan, Çağdaş Yay., İst. 1982, s:
76-7.
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Oktay Akbal'ın
dedesi olan Ebubekir Hazım Tepeyran, 1864 yılında Niğde'de doğdu. Aralarında
Ankara, Trabzon ve Sivas'ın da bulunduğu çeşitli illerde valilik yaptı.
Danıştayda üyelik ve Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. Mütareke yıllarında
Ali Rıza ve Salih Paşa kabinelerinde İçişleri Bakanlığı yaptı. İçişleri
bakanıyken M. Kemal ile ilişki kurduğu gerekçesi ile Kürt Mustafa Paşa divam'nca
ölüm cezasına çarptırıldı. Cezası yaşam boyu hapis cezasına çevrildi. Tevfik
Paşa Hükümeti tarafından cezaevinden çıkarıldıktan sonra Anadolu'ya geçti.
Sivas ve Trabzon valilikleri yaptı. 2. Donemde TBMM'ne girdi. Anayasa
komisyonunda üyelik ve başkanlık yaptı. 1939-4Ç arasında Niğde milletvekili
olarak görevini ve siyasal yaşamını sürdürdü. «Zalimane Bir İdam Hükmü», «Canlı
Tarihler», «Küçük Paşa» adlı romanları ve «Eski Şeyler» adlı öykü kitabı
yayınlandı (Neca- tigil Behçet, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık Yay,,
İst. 1989, s: 312). (81) Tepeyran, s: 76 ve 80. Sivil otorite ile ordu komutanı
arasındaki buna benzer bir çatışma, Birinci Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa
Muğlalı ile Doğu İlleri Umum Müfettişi Avni Doğan arasında 40'lı yıllarda yaşanmıştır.
Bkz: (Beşikçi İsmail, Orgeneral Muğlalı Olayı ve Otuzüç Kurşun, Belge Yay.,
Bilim dizisi, İst. 1991, s: 84-5).
Orgeneral Muğlalı'nın yargılanması ile sonuçlanan
Özalp olayı nedeniyle yapılan yazışmalardan bir örnek sunuyoruz.
Avni Doğan'ın arşivinde görüp okuduğumuz Muğlalı'nın
5.7.1944 tarihli yazısı şöyle:
«..buna karşılık cevabın 5. maddesi çok uluorta ve
makama karşı gösterilmesi lazım gelen her +ürlü nezaketi ve hürmet
kaidelerinden uzak yazılmıştır. Umumi müfettişliğe kadar yükselen bir zatın bu
şekilde cevap yazması şahsıma ve makama hürmetsizliktir.*
(82)
Tepeyran,
s: 75. 195
Sakallı Nurettin Paşa
(83)
TBMM
Gizli Celse Zabıtları, İş Bankası Yay., c: 2, s: 248 vd. (t: 85, 3.10.1337, c:
1). Konuşmaları bugünkü Türkçe ile yayınlıyoruz.
(84)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, s: 269-70.
(85)
TBMM Gizli Celse Zabıtları.-s: 275.
(86)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, s: 282-85. Ziya Hurşit ve Hafız Mehmet, 1926
yılında İzmir suikastı nedeniyle İstiklal Mahkemesi kararı ile ölüm cezalarına
çarptırılmışlardır.
(87)
TBMM
Gizli Celse Zabıtları, s: 286-7. M. Kemal Pa-şa'nın aynı doğrultudaki konuşması
için bkz: s: 408: Mustafa Kemal Paşa'nm ilk konuşmasında Genelkurmay Başkanının
Nurettin Paşa'nın görevinden alınmasını istediği, ikinci konuşmasında da bu
isteğin İçişleri bakanından geldiği kaydediliyor.
(88)
TBMM
Gizli Celse Tutanakları, s. 405.
(89)
Nurettin
Paşa'nın savunması tutanaklarda yer almıyor! (s: 627).
(90)
TBMM
Gizli Celse Zabıtları, s: 630.
M. Kemal Paşa, 15. Kolordu Komutanı Kazım
Karabekir'e gönderdiği 13.11.1922 günlü yazıda TBMM'nin çoğunluğunun Nurettin
Paşa ile Elcezire Komutanı Nihat Paşa'nın görevlerinden alınmalarından hoşnut
kaldıklarını, ancak Nurettin ve Nihat Paşaları eleştirenlerin İsmet Paşa ve
Karabekiri de hedef yapmalarından endişe ettiğini anlatıyor (Karabekir, s:
994).
Atatürk, bu olayı, Söylev'de şöyle anlatır: «..Ben
Nurettin Paşa'ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Feyzi Pasa hazretleri
de benim görüşüme katıldı. İkimizle Bakanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık,
Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis'te Nurettin Pasa'yı savundum. Kendisi için
ağır bir işlem yapılmasını önledim.» Atatürk, Gazi Mustafa Kemal, Söylev,
Velidedeoğlu, s: 338. (91) «Sakallı Nurettin Paşa* diye bilinen Korgeneral
İbrahim Nurettin, 1873 yılında Bursa'da doğdu.. 1893 yılında Harbiye'yi
bitirdikten sonra 1897'de Türk-Yunan savaşında, 1902'de de Makedonya'da Bulgar
çetelerine karşı savaştı. Balkan Savaşı'na katıldı. Basra, Bağdat, Aydın ve
İzmir valilikleri yaptı. 1919'da Urla Ayaklanması'nm bastırılmasında görev
aldı. 1920'de Anadolu'ya geçti ve merkez komutanlığına atandı. 1922'de 1. Ordu
Komutanı oldu. 1. Ordunun 1922 yılında kaldırılması üzerine izinli sayıldı.
1924 yılında Yüksek Askeri Şura üyeliğine atandı. 1925 yılında Bursa
milletvekilliğine seçildi. 1925 yılında kendi isteği ile emekli oldu. 1932
yılında öldü. 196 (Türk İstiklal Harbl'ne Katılan Tümen ve Daha Üst
Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Yay., 2. baskı, Ank.
1989, s: 29-31).
Atatürk Söylev'de Nurettin Paşa'yı «utkunun şerefine
katılmaya en az hakkı olanlardan biri» olarak nitelemiştir (Söylev, s: 408).
12 Eylül askeri yönetimince çıkarılan 2549 sayılı
Devlet Mezarlığı Yasası'nda Nurettin Paşa (Orgeneral Nurettin) olarak rütbesi
de korgenerallikten orgeneralliğe yükseltilerek İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'dan
sonra üçüncü sırada Atatürk Araştırma Mcrke'zi'nin şeref üyesi sayılmış bu
nedenle Devlet Mezarlığına gjömülmesi kararlaştırılmıştı (!) Genelkurmay
Başkanlığı oluşan tepkiler yüzünden Nurettin Paşa'nın Devlet Mezarlığına
gömülmesinden vazgeçmişti.
Şapka devrimine de karşı çıkan Nurettin Paşa'nın
Şapka İktizası Hakkındaki Yasa nedeniyle verdiği önerge için bkz: (Tarih ve
Toplum, Nurettin Paşa'nın 12 Eylül Atatürkçülüğü, 1987 Ocak, sayı 37, s: 9-12).
Şu satırlar 2 Aralık 1925 günü Cumhuriyet
gazetesinde yayınlanmıştır: «Millet Meclisinde İrtica Paşasının isi ne?
Şapkayı değil fesi, yeniliği değil bağnazlığı,
devrimi denil gericiliği savunan Nurettin Paşa'nın Türk Devrim Meclisinde işi
yoktur.» Milletvekilliği ve dinsel konulardaki bağnaz tutumu hakkında bkz:
(Tuncay Mete, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması
1923-1931, Yurt Yay., Ank. 1981, s: U7-118).
Tuncay, Nurettin Paşa'yı «yobaz, kibirli ve
acımasız» olarak niteliyor (Tuncay, s: 117).
Nihat Paşa (Korgeneral Nihat Anılmış), 1878 yılında
Filibe'de doğdu. 1,896 yılında Harp Okulu'nu bitirdi. Balkan, 1. Dünya ve
İstiklal Savaşlarına katıldı.
1920'de Elcezire komutanlığına atanan Anılmış,
1922'de Askeri Yargıtay Başkanlığına atandı. 1942 yılında emekli oldu. Ankara
milletvekilliği. yaptı. 1954 yılında öldü.
Hakkında yöre halkına eziyet etmek ve görevini
kötüye kullanmak savlarıyla TBMM'nce açılan soruşturma Adliye Encümeni
tarafından Nihat Paşa'nın TBMM Hükümetinin «emirlere uyduğu» gerekçesi ile
sonuçlandırılır. Ve Nihat Paşa aklanır.
Nihat Paşa'nın savunması için bkz: (TBMM Gizli Celse
Zabıtları, s: 553-564). (92) TBMM Gizli Celse Zabıtları, s: 551. Metni bugünkü
Türkçeye çevrilerek yayınlıyoruz.
197
Kürtlere Özerklik
(93)
İnan
Arı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923 Es-kişehir-İzmit konuşmaları, TTK Yay.,
Ank. 1982, s: 45. Konuşmaları bugünkü dite çevirerek yayınlıyoruz. Ahmet Emin
Yalman, anılarında bu konudan söz etmiyor. Ancak, 26 Ocak 1923 günlü Vakit
gazetesinde «İngilizlerin Kürtçülük meseleleri etrafında tahriklere giriştiler
ve ortalığı bulandırmaya başladılar» konusunu işleyen «İngiltere ve Kürtçülük»
başlıklı bir yazı yazdığını anlatıyor (Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte
Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cüd 3, Yenilik Basımevi, İst. 1970, s: 33).
(94)
Jaeschke
Gotthard, İngiliz Belgeleri, s: 33; Tansel Selahattin, Mondros'dan Mudanya'ya
Kadar, 1 cild, Başbakanlık Kültür Müs. Yay., Ank. 1973, s: 39. Atatürk,
Söylev'de Ali İhsan Sabis'i ağır biçimde eleştirir. Atatürk, Söylev, TDK Yay.
Ank. 1981, s: 490. General Sabis'in 2. Dünya Savaşı yıllarındaki siyasal tutumu
ve ilişkileri hakkında bkz: (Mumcu Uğur, 40'ların Cadı Kazanı, Tekin Yay., İst.
1990, s: 40 vd.); General Sabis'in anıları için bkz: (Sabis Ali İhsan, Birinci
Dünya Harbi, cild 3, Nehir Yay.); Sirel Ziya Arif, Bir Emrivaki ile İngilizler
Musul'u Nasıl Aldılar?, Yakın Tarihimiz, 26 Nisan 1962, s: 261-2.
(95)
2000'e
Doğru, 30 Ağustos - 6 Eylül 1987 Gizlenen Tutanak, Atatürk,
Kürtlere Özerklik, s: 1-6.
(96)
2000'e
Doğru, 1921 Anayasasının illere özerklik tanıyan bu maddesini
görmezlikten gelmişti. Konuşmanın bu acıdan yorumu
için: Uğur Mumcu, Türk ve Kürt; Cumhuriyet, 5 Aralık 1989).
(97)
Türk
İstiklal Harbi, s: 280. M. Nuri Dersimi, Alişan ve Haydar Beylerin önce idama
mahkum olduklarım, sonra TBMM kararı ile affedildiklerini, uzun süre
İstanbul'da sürgün yaşadıktan sonra 1931 yılında çıkarılan Af yasasını izleyen
günlerde Koçkiri'ye döndüklerini, Zara'da Kaymakam Şükrü eliyle düzenlenen bir
suikast sonucunda öldürüldüklerini yazıyor (Dersimi, s: 147).
(98)
Dersimi,
s: 151.
(99)
Türk
İstiklal Harbi, s: 280; Dersimi, s: 152. «Koçkiri, Kürt istiklal savasının bir
merhalesidir, onunla
bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi.
Biz son zaferi kazanacağız. (100) Kut,ay Cemal, Çerkez Ethem Dosyası, Boğaziçi
Yay., 1st. 1989, 3. bası, s: 305 vd.
(101)
Şehidoğlu
Süreyya Hami, Milli Mücadele'de Zile Ayaklanması, Ank. 1983, s: 20. 198
(102)
Nadi
Yunus, Çerkez Ethem Kuvvetlerinin İhaneti', Sel Yay., 1st. 1955, s: 105 vd.
«Çerkez Ethem'in ihaneti kanıtlanmış sayılmaz. İspat
etmeyi gerektiriyor.* Bkz: (Küçük Yalçın, Türkiye. Üzerine Tezler, Tekin Yay.,
İst. 1985, s: 710-11); aynı doğrultuda görüş (Şener Cemal, Çerkeş Ethem Olayı,
Okan Yay., İst. 1984, s: 70).
«Kardeşlerim, Yunanlıları pek iyi tanırım. Dinimizi,
namusumuzu, hürriyetimizi, malımızı müdafaa etmekte bulunmuşlardır. Onlar Türk milletine
değil asi Af. Kemal Paşa ve uşaklarına karşı harp ediyorlar. - Çerkez Ethem,
Peyami Sabah, 2 Nisan 1921.
(Sarıhan Zeki, Çerkez Ethem'in İhaneti, Kaynak Yay.,
İst. 1984, s: 192). Çerkez Ethem'in Yunan Ordusuna katılması ve Türk Ordusu ile
savaşı hakkında bkz: (Akıncı İbrahim Ethem, Demirci Akıncıları, TTK Yay., Ank.
1978, s: 31).
(103)
Karabekir
Kazım, İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkanı. Tekin Yay.,
İst. 1991, s: 138-39 ve 327 vd.
(...İngilizlerin Enver ve Halil Paşalarla temasa
gelmesine tavassut ettiği i'sar buyurulan Hakkı ismindeki şahıs..)
(104)
Kürkçüoğlu
Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), SBF Yay., Ank. 1978, s: 282.
(105)
Doğu
Bölgesindeki Geçmiş İsyanlar ve Alman Dersler, Genelkurmay Yay., Ank. 1946, s:
16; Mumcu Uğur, Kazım Karabekir Anlatıyor, s: 138.
(106)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, 1924-1938, Genelkurmay Yay., Ank. 1972, s: 43-44:
Sekban, Kürt Meselesi, s: 139-141. 21 Haziran 1930'da İran Şahı tarafından
düşürüldüğü pusuda öldürülen İran'daki Kürt ayaklanmaların lideri Simko.
Kürtler tarafından «Kürt Zapatası» olarak adlandırılıyor. Bkz: (Kürt Halk
Hareketi ve Baas Irkçılığı, Ko-mal Yay., Ank. 1975, s: 43).
(107)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 55.
(108)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 484.
(109)
Türkiye
CumhuriyetindeAyaklanmalar, s: 486.
Aşiretler Kavgası
(110)
Beşikçi
İsmail, Doğu Anadolu'nun Düzeni, E. Yay., İst. 1969, s: 237.
(111)
Fırat
M. Şerif. Doğu İlleri ve Varto Tarihi, M.E.B. Yay., Ank. 1961. s:
96-110-118.
Hamidiye Alayları, 1891 yılında Erzurum'daki 4. Ordu
Ko- 199
mutanı Çerkez Müşir Zeki Paşa'nın önerisi ile
kuruldu. Aşiret reislerine, kaymakamlık ve miralaylık rütbeleri verildi. 66
alaydan oluşan Hamidiye Alayları, Ruslara ve Ermenilere karşı savaştılar. Bu
alaylar, yörede baskı ve derebeylik aracı olarak da kullanıldılar. 2.
Meşrutiyet ile birlikte bu uygulama kaldırıldı. Ancak, alaylar, feodal
ilişkilerden kaynaklanan güçlerini ve etkinliklerini sürdürdüler.
Bu alaylar, Kurtuluş Savaşı'na da katıldılar.
Herbiri 1200 atlı Hamidiye Alayları, Cibran Aşireti
dışında Celalli, Hayderan, Milli, Sincar, Zilan, Sıpkanlı, Samanlı ve Takariyon
aşiretlerinden de oluşmaktaydı (Çay, Abdülhalik M.-Kalafat Yaşar, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da Kuvay-ı Milliye Hareketleri, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yay., Ank. 1990, s: 20-31).
(112)
Bruinessen
Van Martin, Şeyh Sait İsyanı, özgür Gelecek, Şubat 1969, s: 28-29; Hasretyan
M.A., 1925 Kürt Ayaklanması (Şeyh Sait Ayaklanması) 1985, Jina Nu Yay.,
Uppsala, s: 8.
Dernek üye listesinde Şeyh Sait'in adına
rastlanmıyor. Şeyh Sait'in bir çeşit onur başkanı seçildiği anlaşılıyor.
Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa, Erzurum Kongresi'nce
Mustafa Kemal başkanlığındaki Temsilciler Heyeti'nde yer aldı. Atatürk
Söylev'de Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa'yı «Erzincanlı bir nakşi şeyhi ve
Mutki'li bir aşiret başkanı» gibi acınacak kişilerden kurulu» ve *Mutki
Dağları'ndan dışarı çıkmaktan korktuğu» biçiminde ağır yergilerle eleştirmiştir
(Atatürk, Söylev, 1 cild TDK'Yay., Ank. 1981, s: 51-59).
(113)
Fırat,
s: 125; Cibran Aşireti hakkında bkz: (Yavuz Edip, Tarih Boyunca Türk Kavimleri,
Kurtuluş Yay., Ank. 1968, s: 316-319); Özgür Gelecek, s: 29: Arda Behram. Şeyh
Sait Ayaklanması Dinsel İrtica mıydı? Toplumsal Kurtuluş, Şubat 1988, s: 51;
Medya Güneşi, Temmuz-Ağustos 1988, s: 20.
1925 yılında Bitlis'te idam edilen Cibranlı Halit
Beyin ailesi Sever soyadını aldı. Halit Bey'in İbrahim ve Ahmet Sever
adlarındaki iki oğlu 6ü'lı yıllarda öldüler. Ayaklanmadan sonra yurt dışına
kaçan, sonra da Türkiye'ye dönen kardeşi Mahmut Sever de 1973 yılında öldü.
(114)
Hasretyan
M.A., 1925 Kürt Ayaklanması, s: 8; Hasretyan bu konuda şu Rusça doktora tezine
yollama yapıyor:
Barzani Hüseyin, Kürt Probleminin Çözümünde Kürt
Parti ve Toplumsal Örgütleri (doktora tezi), Moskova 1974, s: 45; Arda Behram,
Toplumsal Kurtuluş, 8 Şubat 1988, s: 51:
*..Daha 1923'te kurulan Kürt İstiklal Cemiyeti,
ulusal Wr ayaklanma hazırlıklarına girişti..*
(115)
Hasretyan,
s: 8.
200
(116)
Fırat
M. Şerif, Doğu tileri ve Varto Tarihi, MJİ.B, Yay., Ankara 1961, s: 119;
Toplumsal Kurtuluş, Şubat 1988r s: 51.
(117)
Bir
bildirge yayınlayan Abdurrahim ile birlikte bu bildirgede imzası bulunanlar
şunlardı:
Fahri, Mehmetağazade Bahri, Mustafabin Zülfü oğlu
Mehmet, Abdullah Ağazade, Kürdiyanzade Molla ömerzade, Melem-yanzade Ahmet,
Hacı Ali Ağazade^ Zülfü Bezdua Ağazade, Büyük Hacıağazade. Hacıbedirağazade
Mehmet.
Avni Doğan'ın Yayınlanmamış Anılar'ı, Türkçe daktilo
metin, s: 66.
(118)
Doğan
Avni, Yayınlanmamış Anılar, s: 68. Metni sövgülerden arındırarak bugünkü Türkçe
ile yayınlıyoruz.
(119)
Tarikanlı
Reşid Ağa: Eğil'li zengin bir ağa. Ayaklanmadan sonra sürgüne gönderiliyor.
1928 yılındaki aftan ronra köyüne döndü. Ve köyünde öldü.. Kör Hüseyin Ağa:
Pi-ran'ın kuzeyindeki köylerden birinde yasayan ağa. Ayaklanmadan sonra sürgüne
gönderiliyor, üç yi! sonra çıkan yasa ile affediliyor. Bir başka nedenle
cezaevine giriyor ve cezaevinde ölüyor. Eyüp oğlu Zülfü Ağa: Ayaklanmaya
katılıyor: yakalanıyor, yargılanmak üzere İstiklal Mahkemesine götürülürken
yolda kaçıyor. Bir süre dallarda dolaşıyor, 7 Mayıs 1928 tarihinde çıkarılan
aftan sonra köyüne dönüyor. Ve köyünde ölüyor. Öğretmen Fahri: Ayaklanma
sırasında Piran'da ilkokul başöğretmeni. Ayaklanmadaki çatışmalarda
öldürülüyor.. Şeyh Abdurrahim: Ayaklanmadan sonra Suriye'ye kaçıyor.. Miri Ha-
mid Bey: Ayaklanmadan sonra İstiklal Mahkemesi karan ile asılıyor.
(Avni Doğan'ın arşivindeki Eğil Kaymakamı Hakkı
Genç-oğlu'nun 24 Şubat 1945 gün ve 445 sayılı yazı).
(120)
Hasretyan,
s: 9; Behçet Cemal, bu tarihi 1926 Mart o'arak veriyor (Şeyh Sait İsyanı, s:
22).
H21) Hasretyan, s: 9: Tuncay Mete, Türkiye
Cumhııriye-ti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931. Yurt Yay., s: 130.
Tuncav. Seyid Abdülkadir'ir ayaklanma ilo bir ilcisinin olmadığı kanısındadır.
Karşılaştırmak için bkz: (Küçük Yalçın, Kürtler Üzerine Tezler, s: 770: Arda
Behram, Şeyh Sait Ayaklanması Dinsel İrtica mı?, Toplumsal Kurtuluş, 8 Şubat
1988.
«..silahlı mücadeleden başka yolun olmadığı
anlaşıldı ve (..-) Ali Rıza, Ocak 1925 tarihine kadar Seyid Abdülkadir dahil
birçok aydın ve aşiret reisi ile görüştü.-»
(122)
Göstepe
Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahidettin Gurbet Cehenneminde,
Sebil Yay.. İst., s: 158; Cemal Behçet, s: 16; Türkiye Cumhuriyeti'nde
Ayaklanmalar, s: 83.
201
(123)
Eyupoğlu
İsmet Zeki, Gün Işığında Tasavvuf, Tarikatlar, Mezhepler Tarihi, s: 250.
(124)
Beşikçi
İsmail, Doğu Anadolu'nun Düzeni, E Yay., İst. 1969, s: 251; Harzya Ali, Kürt
Sorunu, Emek Aylık Sosyalist Dergi, Kasım 1970, s: 47.
(125)
Şeyh
Sait Ailesi ve yakınları ile ilgili bilgi verelim: Şeyh Diyaettin, ayaklanmadan
sonra İran'a kaçıyor. Akrabası Şeyh Ziyaettin ile birlikte İran'da kurşuna
diziliyor. Şeyh Tahir ve Şeyh Mehdi, bir süre kaçak yaşadıktan sonra çıkan af
yasası ile özgürlüklerine kavuşuyorlar. Her ikisi de sonradan eceliyle ölüyor.
Şeyh Bahattin, Hınıs'ta evinde vurularak öldürülüyor. Ayaklanmadan sonra
Suriye'ye kaçan Şeyh Abdurrahim bir arkadaşının ihbarı üzerine 1937de Bismil
yakınlarında jandarmalarca öldürülüyor.
Ayaklanmadan sonra Irak'a kaçan Şeyh Sait'in
oğullarından Şeyh Selahattin, Irak'ta Başbakan Nuri Sait Paşa tarafından Bağdat
Harpokulu'nda okutuluyor. 1930'lu yıllarda Türkiye'ye dönünce tutuklanıyor ve
«Şimali Kürdistan Partisi» davası nedeniyle 12 yıl ağır hapis cezasına
çarptırılıyor; yedi yıl cezaevinde kalıyor; 1970 yılı Eylül ayında ölüyor. Şeyh
Selahattin, 1950'lerde «Fırat-» soyadı yerine «Saitoğlu» soyadını alıyorsa da
bu soyad, 1960 ihtilalinden sonra Savcılığın başvurusu üzerine mahkeme kararı
ile iptal ediliyor.
Şeyh Sait'in köyü Erzurum İli Hınıs İlçesi Kolhisar
köyüdür. Bu köy şimdi mahalledir.
Şeyh Sait'in dördü kız, altısı erkek olmak üzere on
çocuğu oluyor. Bütün çocuklar, gelinleri ve damatları Trakya'ya sürülüyorlar.
Ali Rıza, Gıyasettin ve
Selahattin, Abdülhalik ve Ahmet Fırat Kırklareli'nin
Vize İlçesi Midye ve Sergen köylerinde sürgün olarak yaşıyorlar. Sürgünden
sonra Hınıs'a yerleşiyorlar. Şeyh Sait'in oğulları 27 Mayıs 1960 İhtilalinde 55
ağa arasında sürgüne gönderiliyorlar. Ali Rıza, Gıyasettin ve Selahattin Fırat
ölüyorlar.. Ahmet Fırat, bir süre Tekman'ın Hırbasol köyünde yaşıyor. Şimdi
Palandöken'de Eğriçayır yaylasında oturuyor. Şeyh Sait'in en küçük kızı Şeyh
Haydar ile evlenen Azize Hınıs'ta yaşıyor.
1957-60 dönemi DP milletvekillerinden Melik Fırat da
Şeyh Sait'in kızı 1972 yılında ölen Ayşe Hanım'ın oğludur. Fırat'ın 1947
yılında ölen babası Şeyh Sabahattin de ayaklanma sırasında Hınıs'taki evinde
öldürülen Şeyh Bahattin'in oğluydu. Şeyh Sait'in büyük oğlu Ali Rıza'nın kızı
ile evlenen Melik Fırat, bugün DYP içinde siyaset yapıyor.
1973 yılında TBMM'sine Erzurum Bağımsız milletvekili
olarak giren Fuat Fırat, Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza Efendi'nln 202
oğludur. Fuat Fırat, daha sonra MSP'ye girdi. Şimdi
Erzurum-' da RP'de siyaset yapıyor.
Eski AP milletvekillerinden ve Ecevit hükümeti
Devlet Bakanlarından Ali Rıza Septioğlu, Şeyh Sait'in amcası Şeyh Ha-san'ın
torunudur. Şeyh Hasan'ın iki oğlu «.Küçük Efendi» diye bilinen Ali Rıza ve
Şerif Efendiler, ayaklanma sırasında öldürülüyorlar.
Septioğlu. 1987 seçimlerinde de DYP'den Elazığ
milletvekili olarak TBMM'sine girmiştir.
Eski TİP milletvekillerinden Dr. Tarık Ziya
Ekinci'nin kardeşi Diyarbakır TİP İl Başkanlığı yapan kardeşi Avukat Tahsin
Ekinci de Şeyh Sait'in kardeşlerinden Şeyh Tanir'in kızı ile evlidir. Şeyh
Abdurrahim'in oğullarından Öğretmen Fevzi Bilgin de TİP listesinden
Diyarbakır'da seçimlere katılmıştır. Şeyh Sait'in kardeşi «Mehdi» diye bilinen
kardeşi Muhyettin Aygören de Elazığ'da TİP'i desteklemiştir.
Muhyettin Aygören'in oğlu da 1983 yılından sonra bir
süre ANAP Dicle Belediye Başkanlığı yaptı. Aygören ailesi sol eğilimli olarak
tanınıyor.
(126)
Şeyh
Sait'in kardeşi Abdurrahim. Piran zenginlerinden Hasan Ağa'nın kızı Medine ile
evlendi. Şeyh Abdurrahim'in Zülküf, Fevzi ve Selahattin adlarında üç erkek
çocuğu oldu. Ayaklanmadan sonra Suriye'ye kaçan Şeyh Abdurrahim, 19 Temmuz 1937
günü Sinan bucağı Salat Jandarma Karakolu'na birlikte Suriye'ye gittikleri
arkadaşı Yüzbaşı Ziya tarafından ihbar edildi. Şeyh Sait Ayaklanması dışında,
ayrıca 15 Mart 1932 günü Lice'nin Serdi köyünün basılıp iki jandarma erinin
öldürülmesi olayı nedeniyle de aranan Abdurrahim, Batman çevresinde Bismil'in Salat
köyü yakınlarında çıkan çatışmada yanındakiler ile birlikte jandarma
birliklerince öldürüldü. Şeyh Abdurrahim'in üzerinde Dersim ile ilgili
yazışmalar bulundu. 'Diyarbakır Valisi Cihat ökmen'in Avni Doğan'a yazdığı 25
Ekim 1943 gün ve 1197 sayılı yazı).
Ailesi, ayaklanmadan sonra Tekirdağ'ın Şarköy İlçesi
Kirazlı köyüne sürüldü. Abdurrahim'in oğlu Zülküf Bilgin 1950-60 arasında üç
devre - önce DP. sonra Hürriyet Partisi'nden - Diyarbakır Belediye Başkanlığı
yaptı.
(127)
Şener
Abdülkadir. İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, III, Ank. 1958. s: 81-158;
Gölpınarlı Abdülbaki, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik. Der yay., İst.
1987, s: 208-9.
Cibranlı Halit Bey
(128)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay Yay., s: 484. Metni bugünkü Türkçe ile
yayınlıyoruz. 203
4 Eylül 1924 günlü firar olayı İle ilgili olarak
Başbakan İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı M. Kemal'e yazdığı yazıda 16 Eylül 1924
tarihli yazıda «400 ersin kaçtığı bildiriliyor (Türkiye Cumhuriyetinde
Ayaklanmalar, s: 484). Aynı kitapta kaçan er sayısının 76 + 275 = 361 olduğu
belirtiliyor (s: 46).
Nasturi Ayaklanması sırasında Yusuf Ziya'nın kardeşi
Teğmen Ali Rıza, üç teğmen ve 351 askerle birliklerinden kaçan Yüzbaşı İhsan
Nuri, 1937 yılında Dersim Ayaklanmasında «Der-r-lm Generali Nuri* olarak ortaya
çıktı! (Arda Behram, Şeyh Bait Ayaklanması'nm Ulusal ve Sosyal Karakteri, Medya
Güneşi, Ağustos 1988, s: 16).
İngiliz gizli kaynakları birliklerinden kaçan beş
yüzbaşı ve dört üsteğmen adı veriyor.
Yüzbaşılar: Ahmet Macit, Ahmet Edip, Said Fehmi ve
İhsan Nuri.
Üsteğmenler: Hurşit, Ahmet Edip, Ahmet Hamdi,
Abdul-kasım (Ölson Robert, The Emergence of Kurdish Nationalism And The Sheiskh
Said Rebellion, 1989, University Of Texas Press Austin, s: 172).
(129)
Dersimi,
s: 153. Cibranlı Halit Bey. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya, Ziya'nın damadı
Faik, kardeşi Teğmen Ali Rıza ve Molla Abdurrahman Bitlis Harp Divanı
tarafından «Hıyaneti Vataniye Yasası* gereğince verilen karar sonucu 14 Nisan
1025 günü kurşuna dizildiler.
Mahkeme, Kazım Dirik Paşa tarafından serbest bıraktırılan
Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa'yı da 15 yıl (Sinop Ceza-evi'nde kalebentlik)
ağır hapis cezasına çarptırmıştı.
(130)
Fırat, s: 126-27.
(131)
Fırat, s: 129.
(132)
Fırat, s: 130.
(133)
'
Mehmet Şerif Fırat, Hk baskısı 1945
yılında yapılan (Doğu İlleri ve
Varto Tarihi) adlı kitabın yazarıdır. Fırat, 1949
yılında amcası Halil Bey tarafından öldürülmüştür. Cinayet ile ilgili olarak
Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza'nın Muş Ağır Ceza Mahkemesi savcılığınca ifadesi
alınmıştır. (Ailesinden edindiğimiz özel bilgi).
(134)
«Bu
yılda çok şiddetlenen bu irtica hareketi, her taraftan sezilmiş, fakat isyan
bölgesinde olan idare memurları Cibranlı Halit'in adamları tarafından aldatılıp
keyfiyet yukarılara yazılmamıştır. Bu irtica hareketini ilk önce gizli bir
mektupla Gazi Mustafa KemaVe arzeden Varto'daki Hormek aşireti aydınları
olmuştur* (Fırat, s: 127).
(135)
Hamdi
Bey'in adını verdiği Said-i Kürdi'nin Şeyh Sait değil Said-i Nursi olması
gerekiyor.
(136)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 89; Ce- 204
mal Behçet, Şeyh Sait İsyanı, s: 28. Genç
milletvekili Hamdi Bey'in bu ihbar dilekçeleri ile şifrelerinin tam metinleri
Avnl Doğan'in yayınlanmamış anılarındadır (daktilo metin: 136-148).
Çapakçur'un Yukarı Akpmar köyünden Muş'un Merkez
İlçesi Kak köyü nüfusuna kayıtlı Hamdi Yılmaz, 1879 yılında doğdu, 10.3.1940 târihinde
öldü. Adliye başkatibiydi.
(137)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 89. Elazığ Valisi Halis Ergun'un Birinci Umumi
Müfettiş Avni Doğan'a yazdığı 4.1.1945 gün ve 16 sayılı yazıda, görevle Palu'ya
giden Elazığ Baytarı Kemaliydi Hacı Osman Bey'in görev dönüşü durumu Elazığ
Valisi Serfiçeli Hilmi Bey'e bildirdiği ancak gereken önlemin alınmadığı
belirtiliyor.
Behçet Cemal, ayaklanmayı haber veren öğretmen Zeki
Dündaralp'ın ayaklanmacılar tarafından cezaevinde öldürüldüğünü yazıyor (Cemal
Behçet, a.g.e. ,s: 28).
Genç Valiliğinin 23 Nisan 1925 tarihinde İçişleri
Bakanlığına yazdığı yazıda «öğretmen Mehmet Zeki Dündaralp, Lice'de bir suçtan
aranmakta olan Galip Ağa'nm evinden çıkarken gece karanlığtnda Galip Ağa
sanılarak yanlışlıkla öldürüldüğü* ileri sürülmüştü.
Olay tarihinde Lice Askerlik Şubesi'nde görevli
Tahsin Cahit Çubukça da (sonradan Diyarbakır Halkevi Başkanlığı yapmıştır) Avni
Doğan'a yazdığı yazıda öğretmen Zeki Dündaralp'ın «Liceli Yusuf-ı Perişan oğlu
Mustafa tarafından» sokakta vurularak öldürüldüğünü, cesedin iki gün kar
.üzerinde sokakta kaldığını ve kendisinin bu olaya tanık olduğunu anlatıyor.
Öğretmen Zeki, Çapakçur Bidayet Mahkemesinin 5 Şubat
1925 günü 5 sayılı kararı ile «gerçek dışı beyanlarda bulunmak... iftira etmek*
suçundan mahkum olmuş; ayaklanma 13 Şubat 1925 günü başlamıştı!
Öğretmen Mehmet Zeki, M. Kemal Paşa'ya 5, 12 ve 15
Ocak 1925 günlerinde üç ayrı telgraf çekmiş, bu telgraflardan yalnız 5 Ocak
1925 gün ve 3/33 sayılı olanı İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir.. (Avni Doğan,
Yayınlanmamış Anılar, s: 173. Cumhurbaşkanlığı özel Kalem Müdürlüğünün 26 Mayıs
1925 gün ve 6/295 sayılı yazısına yollama yapıyor.)
İstiklal Mahkemesi, ayaklanma hazırlıklarını önceden
haber veren «Elazığ'ın Mustafapaşa Mahallesi'nden Kamber oğlu Zeki Dündaralp*
hakkında «iftira ediyor* diye soruşturma açan ve gereken önlemleri zamanında
almayan Genç Valisi İsmail Hakkı Bey'i 1 yıl hapis cezasına çarptırmış,
Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi'nin de sınır dışına çıkarılmasına karar
vermişti (Aybars Ergün, İstiklal Mahkemeleri, Cilt I-II, 1920-1927, 9 Eylül Ün.
Yay., İzmir 1988, s: 325). 205
Avni Doğan'ın anılarında Valiye verilen cezanın 10
yıl olduğu kaydediliyor (s: 184).
Doğan'ın anılarında İsmail Hakkı Bey'in Topal Osman
tarafından öldürülen M. Kemal'in TBMM'sindeki karşıtlarından Trabzon
milletvekili Ali Şükrü'nün yakın akrabası olduğu da belirtiliyor.
(138)
Arda
Behram, Medya Güneşi, Ağustos 1988, s: 20.
(139)
Şimşir
Bilal, İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu, TTK Yay., Ank. 1991, s: 6.
(140)
Fransa
Dışişleri Bakanlığının Gizli Belgeleri (E. Levant, 1918-1929, Kurdistan Caucase
Serisi, Vol. 101, s: 20-21).
(141)
Piran
olayının 13 Şubat günü başladığı (Cemal Behçet, s: 23; Türkiye Cumhuriyetinde
Ayaklanmalar, s: 88) yazılıyor. Ancak, bazı yayınlarda (Dersimi, s: 154; Toplumsal
Kurtuluş, Şubat 1988, s: 52) 8 Şubat tarihi veriliyor.
(142)
Cemal
Behçet, s: 24: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 88.
(143)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 88; Dersimi, s: 154; Cemal
Behçet, Şeyh Sait İsyanı, s:. 23; Toker Metin, Şeyh
Sait ve İsyanı, Akis Yay., Ank. 1968, s* 37; Hasret-yan, s: 10; Fırat, s: 132.
(144)
Dersimi,
s: 15; Şeyh Sait'in yanında bulunan bu asker kaçakları, Mehmet oğlu Bahri, Vali
oğlu Hadik, İsmail oğlu İsmail, Mehmet Ali oğlu Hasan ve Zülfi Abdal'dı (Eğil
Kaymakamı Hakkı Gençoğlu'nun 24 Şubat 1945 tarihli ve 445 sayılı yazısı).
(145)
Dersimi,
«...kardeşi Abdurrahim, hem müfreze komutanı subayını hem de Türk askerlerini
Piran merkezinde öldürmüştü,.», s: 154. ı Şeyh Sait Ayaklanması Başlıyor
(146)
Diyarbakır
İli Eğil İlçesi Kaymakamı Hakkı Gençoğlu'nun 1. Genel Müfettiş Avni Doğan'a
gönderdiği 24 Şubat 1945 gün ve 445 sayılı yazı ekindeki rapor, s: 10; Toker
Metin, Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yay., Ank. 1968, s: 38. (147) Dersimi, s: 155;
Hasretyan, s: 11.
(148)
Şeyh
Saife yolda şu aşiretler ve reisleri katılmışlardı:
Paro oğlu Ömer komutasında Butyanlı, Fakih Hasan
oğlu Abdulhamid komutasında Mıstanlı, Ömer oğlu Haydar komutasında Tavaslı,
Tavberli Molla Ahmet komutasında Silvanlı aşiretleri (Behçet Cemal, s: 25,
Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 89).
206
(149)
Cemal,
s: 26; Fırat, s: 132.
(150)
Dersimi,
s: 155; Fırat, s: 133; Hasretyan, s: 11. Avni Doğan'ın arşivindeki Mustafa
Kızılkaplan imzalı 21 sayfalık raporda. Şeyh Sait'e Darahini'de Jandarma
Teğmeni Mehmet Mihri, Hacı Mustafa Ağanın oğullarının yardım ettikleri, Şeyh
Sait'in Piran'daıı çıktıktan sonra Hasenalı Halit, Haydaranlı Halit, Hizanlı
Selahattin, Muşlu Kasım ve Rıza ile de haberleştiği kaydediliyor.
(151)
Ayaklanmayı
bastıran birliklerde görev alan Mustafa Kızılkaplan'm
raporuna göre Haniden Mustafa Bey ve oğlu Mahmut,
Salih Bey, Hamdi Bey, Şeyh Cafer, Şeyh Abdullah. Şükrü ve oğlu Refo, Kasap Ali,
Molla Zülfü, Hani'nin Şaklat Köyü'nden Şahin Bey ve Sadık. Hani'nin ele
geçirilmesinde Şeyh Sait ile işbirliği yapmışlardır.
(152)
Şeyh
Sait ile yapılan bu toplantıya katılanlar : Lice'nin ileri gelenlerinden Hakkı
Bey, İbrahim Bey ve oğulları, Liceli Selim ve Fehmi. Molla oğulları Galip ve
Tahir (Avni Doğan Arşivi. Kızılkaplan raporu, s: 3).
(153)
Emekli
Kurmay Albay Reşat Halli tarafından hazırlanan ve Genelkurmay Harp Tarihi
Başkanlığı yayınları arasında 1972 yılında basılan «Türkiye Cumhuriyetinde
Ayaklanmalar-» kitabın bu bölümü Behçet Cemal'in 1955 yılında
basılan «Şeyh Sait Ayaklanması» adlı kitabı ile
kelime kelime aynıdır (Türkiye Cumhuriyetinde., s: 95-96: Cemal, s: 29-30).
(154)
Dersimi,
s: 155.
(155)
Cemal,
s: 30-31.
(156)
Olayın
tanıklarından Tahsin Cahit Çubukçu'nun Avni Doğan'a verdiği rapor, s: 11.
(157)
Çubukçu'nun
anlatımları, rapor, s: 12. Ömeri Fer-ro. Darahini'de çatışmalarda öldürüldü.
Abdussamet, Şark İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edildi. Abdussamet hakkında
Çubukçu tanıklık yaptı.
(158)
Tümgeneral
Mürsel Baku. 1881 yılında Erzurum'da doğdu. 1904 yılında Harpokulunu bitirdi.
Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal savaşlarına katıldı. Ayaklanma sırasında 7.
Kolordu Komutan Vekilliği yaptı. 1938'de Askeri Yargıtay üyesiyken emekliye
ayrıldı. 1943-1945 yılları arasında Kocaeli milletvekilliği yaptı, 2 Şubat 1945
tarihinde öldü (Türk İstiklal Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki
Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Yay., Ank. 1989, s: 146.
(159)
Cemal,
s: 32.
(160)
Mustafa
Kızılkaplan'm Avni Doğan'a verdiği rapor, s: 7.
(161)
İnönü
İsmet, Hatıralar, Bilgi Yay., Ank. 1987, s: 198; Toker, s: 12. 207
(162)
Bugünkü
Türkçe ile yayınladığımız bu konuşmalar 1çin bkz: (TBMM Tutanakları, İ: 64, 25.2.1925,
C: 2, s: 306-309).
(163)
Ayın
Tarihi, 1341, sayı 14, Ank. Goloğlu Mahmut, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930),
Goloğlu Yay., Ank. 1972, s: 107.
(Telgrafları bugünkü Türkçeye çevirerek
yayınlıyoruz.) (164) Fırat, s: 137 (Metin bugünkü Türkçeye çevrilmiştir).
Hormek Aşiretinin Şeyh Sait Ayaklanmasında Hükümetten yana tavır alması
konusunda Dersimi'nin yorumu şöyledir:
«..Bu sırada Bitlis Havalisindeki bir kısım Kürt
aşiretleri ve Varto mıntıkasındaki Hormek ve Lolan aşiretleri reisleri,
Türklerin iğfalatına kapılarak Küdistan mücahitlerini arkadan vurmak suretiyle
geri çekilmeye mecbur bırakmışlardı. Öteden beri aralarında husumet inzimam
eden Türk iğfalatı yüzünden ve Lolan aşiretleri reisleri bu muharebelerde
Cebran ve Hasenan aşiretlerine vurdukları darbe Kürtlük tarihinde lanetle
yadedilecektir.
Bir Polis Oyunu
(165)
Seyit
Abdülkadir, Sadrazam Talat Paşa'nın emri İle Emniyet Genel Müdürlüğünün 16
Nisan 1333 (1917) tarih ve 764/74 sayılı emri ile izlenmeye alınmıştır.
Abdülkadir, sürekli olarak polis tarafından
yakalandığı ana kadar adım adım izlenmiştir. 2 Aralık 1924 günü Şeyh
Sait'in" oğlu Ali Rıza ve Şemdinli Tahrirat Katibi Süleymaniye-li Nafiz'le
beş saat süre ile görüştükleri, 4 Aralık günü Ali Rıza'nm yeniden Seyid
Abdülkadir'in evine geldiği, bir gece evde kaldığı, 1 sınıf 3 memur Bahattin
tarafından 7 Aralık 1924 gün ve 663 sayılı rapor ile Emniyet Müdürlüğüne
bildirilmiştir. 8 Nisan 1925 günü İngiliz Büyükelçiliği kavaslarından Selim
İhsan'ın Abdülkadir'in evine geldiği, 12 Nisan günü de Seyid Abdülkadir'in oğlu
Seyit Mehmet'in Reşit Paşa yalısında İngiliz Mr. Taker ile yarım saatlik bir
görüşme yaptığı belirtilmiştir.
Şark İstiklal Mahkemesi dava dosyaları arasında
bulunan bu raporlardaki ayrıntılı bilgiler Avni Doğan'ın yayınlanmayan
anılarından alındı (daktilo metin, s: 90).
(166)
General
Deedes, Genel Kurmay Başkanı değil İstanbul'daki İngiliz askeri ataşesidir.
(167)
Bu
rapora. Şeyh Sait'i yargılayan İstiklal Mahke--mesi Savcısı Ahmet Süreyya
Örgeevren'in Dünya Gazetesi'nde
2C3
yayınlanan anılarında yer verilmiştir (Dünya. Şeyh
Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemeleri, 1 Haziran 1957).
Aynı rapor metnine Avni Doğan'ın yayınlanmayan
anılarında da rastlıyoruz, örgeevren. Kör Sadi ile görüşen görevlinin adının
Nizamettin, Doğan ise Polis Celal olduğunu yazıyor (Doğan, daktilo metin, s: 92
vd.).
Baydar Ekrem, M. Kemal'in İstanbul Emniyet
Müdürüydüm. Cumhuriyet, 2 Ağustos 1971. Derleyen - Orhan Erinç:
«İşin komik tarafı Nizamettin Efendi'nin kendisini
bir İngiliz olarak tanıtmasına rağmen tek kelime İngilizce bilme-mesiydi.
Fakat, o kadar güzel taklit yapardı ki, şaşırırdınız. İn-gilizceyi de sanki
İngiliz centilmenleri gibi telaffuz ediyordu.
(..)
Nizamettin Efendi akşam Emniyet Müdürlüğünde
müzakereleri anlatırken hem gülüyor, hem de düşünüyordum. İsin ilginç yanı, oturduğumuz
binanın Seyit Abdülkadir'e ait olmasıydı.
70-80 bin lira o gün için büyük paraydı. Ama para
temini bizim İçin güç değildi. Felah Grubunu yönetirken para meselelerini
Osmanlı Bankası ile hallediyor ve ödemeleri de çek ile yapıyorduk. Ama artık karşılıkları
yoktu. Bu çeklerden birini kullanmak meseleyi halledebilirdi, öyle yaptım. Bir
çeki hamiline ödenmek üzere doldurdum ve Mr. Templen'e verdim.
Bu arada, eskiden beri işbirliği yaptığım Berç
Kerestiyan'ı aradım. Kendisine, doldurduğum çekin numarısını bildirdim ve bu
çekle para almaya gelen olursa bana bildirmesini rica ettim.
(....... )
Kesin sonuca ulaşamadığımız için üzgündük ama o güne
kadarki temas ve gelişmeler, Abdülkadir'in Şeyh Sait ile işbirliği yaptığını,
Bağımsız Kurdistan Devleti'nin başına geç-li'c-:-: istediğini bütün çıplaklığı
ile gösteriyordu. Seyit Abdülkadir'in yalısını karadan ve denizden kontrol
altına aldırdım.
Şeyh Sait. Seyit Abdülkadir ile yüz yüze konuşmamış;
oğlu Ali Rıza Efendi'yi aracı kılmıştı.
(...)
Çok muhtemeldir ki, Seyit Abdülkadir, Mr. Templen
ile koruttuğum:, temas ettiği İngiliz ajanlarına söylemiş, onlara da
İstanbul'da böyle görevli bir İngiliz olmadığını söylemişlerdir. Diğer bir
ihtimal de Seyit Abdülkadir'in yalısının çevre-, sinde görevli bulunan İngiliz
servisi ajanları, memurlarımızın giriş çıkışlarını görmüşlerdir.
Behçet Cemal (Şeyh Sait İsyanı. Sel Yay. 1955, s:
15) ve Metin Toker (Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yay. 1968, s: 55) ve Vedat Şadili
(Türkiye'de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, Kon Yay., Ank. 1980. s: 73-74)
Kör Sadi ile ilişki kuran ve görüşen kişinin Nizamettin olduğunu yazıyorlar.
209 F.:
14
Örgeevren ve Doğan'm anıları ve bu anılarda yer alan
raporların incelenmesinden çıkan sonuç. Kör Sadi ile ilk görüşmeleri Celal'in
yaptığı, Nizamettin'in İngiliz Templen kimliği ile yaptığı bir tek görüşme
olduğudur.
Raporu, bugünkü Türkçeye çevirerek yayınlıyoruz.
(168)
Cemal,
s: 79-80.
(169)
1914
yılında Molla Selim liderliğindeki başarısızlıkla sonuçlanan Kürt
Ayaklanması (Celil Celile, 1914 Kürt Ayaklanması,
Toplumsal Kurtuluş, Şubat 1991, s: 33 vd.).
Ermeni yayın organi Horizon, ayaklanmaya çok sayıda
Er-meninin de katıldığını yazdı (Celil Celile, s: 35).
Ayaklanmaya katılan ve bu nedenle asılan Gayda
Köyü'n-de Şeyh Sayid Ali, Akbulut Hükümeti Devlet Bakanı emekli Büyükelçi
Kamuran İnan'ın dedesidir.
(170)
Cemal
Behçet, s: 82; Doğan Avni, Yayınlanmayan Anılar, s: 101-102'deki
bilgilere göre Palulu Abdullah Sadi ile yapılan
görüşmeler, polis Celal tarafından İçişleri Bakanlığına 13 Ekim 1924 gün ve
İstanbul Polis Müdürlüğü 919 sayı ile 11 Aralık 1924 ve 1535 sayılı yazı ekinde
gönderiliyor. İçişleri Bakanlığı 3 Şubat 1935 gün ve Emniyet 1821/652 sayılı
yazı ile görüşmelere ara verilmesini istiyor. Piran'da ayaklanma başladıktan
sonra 29 Mart 1925 günü 1688 sayılı emir ile görüşmelerin yeniden başlatılması
isteniyor!
(171)
İngilizler
ile işbirliği yapan Arap lideri Mekke Şerifi Hüseyin (Kandemir Feridun, Medine
Müdafaası, Nehir Yay., İst. 1991. s: 421 vd.).
(172)
Dünya,
Örgeevren Süreyya, Şeyh Sait İsyanı, 2 ve 3 Haziran 1957.
(173)
Şeyh
Mahmut Berzerci. 1918 yılında Kürtlere özerklik verilmesi için başvurdu.
Binbaşı Noel, kendisini Güney Kürdistan hükümdarı ilan etti. Şeyh Mahmut. 1919
yılında da İngilizlere karşı ayaklandı. Ancak ayaklanma
başarısızlıkla sonuçlandı. Şeyh Mahmut, 1922'de yeniden
ayaklandı. Bu ayaklanma da başarısızlıkla sonuçlandı. 1930'da Irak ve İngiliz
orduları, Şeyh Mahmud'un ayaklanmasını bastırdılar. Mahmut, 1956 yılında
Bağdat'ta öldü (Aegleton William, 1946 Me-habad Kürt Cumhuriyeti, Koral Yay.,
İst. 1960, s: 40).
(174)
Metin
Toker, bu yalının Nafia Nezareti Muhasebecisi Sadi Beyden satın alınıp Seyit
Abdülkadir'e Sultan Abdül-hamit tarafından hediye edildiğini yazıyor (Toker, s:
55).
Seyit Abdülkadir'in ailesinden aldığımız bilgiye
göre sonradan bahçesine apartımanlar yapılan bu yalı 1914 yılında açık arttırma
yoluyla satın alınmıştır. Daha önce Sultanahmet'te Akbıyık Mahallesi'nde oturan
Abdülkadir, sonra Kızıltoprak'a yerleşmiş, daha sonra da bu yalıyı satın
almıştır. 210
Seyit Abdülkadir, duruşmalarda Kadiri Tarikatı kurucusu
Abdülkadir Geylani soyundan geldiğini ileri sürmüştü. Geylan, Abdülkadir
Geylani'nin doğum yeri olan ilçenin adıdır.
İstiklal Mahkemesi kararı ile babası ile birlikte
asılan Seyit Abdülkadir'in oğlu Mehmet'in iki kız ve iki oğlu oldu. Oğullardan
biri İran'a'yerleşti. İki kızı ve oğlu Hızır, İstanbul'da yaşıyorlar.
Seyit Abdülkadir'in torunu Hızır, Abdülkadir
Geylani'nin doğum yeri olan «.Geylan^'ı soyadını aldı.
Haydarpaşa Lisesi'ni bitirdikten sonra Amerika'da
tekstil mühendisliği öğrenimi gören Hızır Geylan, 1971-74 yıllan ara^ sında
Sümerbank Genel Müdürlüğü yaptı. Yük. Mühendis Hızır Geylan daha sonra 1975-79
yılları arasında da Ortakpazar'-da Sanayi Bakanlığı temsilciliğinde de bulundu.
(175)
Şimşir,
İngiliz Belgeleriyle Kürt Sorunu (1924-1938, TTK Yay., s: 60: özgün kaynak:
İngiltere Dışişleri Bakanlığı belge no: F.O 424/262, p. 167168 173, no: 175).
(176)
Şimşir,
s: 64, İngiltere Dışişleri Bakanlığındaki özgün belge sayısı: F.O 424/262, p.
173, no: 180.
(177)
Şimşir,
s: 59.
Takrir-i Sükun Dönemi Başlıyor
(178)
TBMM
Zabıt Ceridesi. İ: 69 4.3.1341, c: 2, s: 134-135.
(179)
Mumcu
Uğur, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yay.. İst.
1990, s: 144 vd.:
1924 yılı Kasım ayında kurulan Terakkiperver
Cumhuri-vot Fırkası'nın genel başkanlığına Kazım Karabekir getirilmiş, Rauf Or
bay ve Adnan Adıvar genel başkan yardımcılıklarına seçilmişlerdi. Refet Paşa
(Bele), İzmir suikastı nedeniyle ası-;an Rüştü Paşa. Halis Turgut, Feridun
Fikri (Düşünsel), Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez) da partinin kurucuları
arasınday-dılar. Ali Fuat Paşa (Cebesoy), partinin genel sekreteriydi (Kandemir
Feridun, Siyasi Dargınlıklar, Cilt 3, Ekinci Tarih Yay., İst. 1955, s: 18-19:
Mazıcı Nurşen, Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet, Dilmen Yay., İst. 1984,
s: 80).
(180)
TBMM
Zabıt Ceridesi, Cilt 14, İ: 63, 23. 2.1341, c: 3. s: 288 ve 306 vd.
(181)
Okyar'a
Hükümet içinde Recep Peker'den başka Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt), Deniz
Bakanı İhsan (Eryavuz), Ticaret Bakanı Ali Cenani ve İçişleri Bakanı Cemil
(Uybadın) karşı çıkmışlardı (Cemal Behçet, s: 54); Toker, s: 64. 211
(182)
Toker,
s: 66.
(183)
Okyar
Fethi, Üç Devirde Bir Adam,, Tercüman Yay. 1st. 1980, s: 371.
(184)
Takrir-i
Sükun Yasası'nı getiren 3. İsmet Paşa Hükümeti, İçişleri Bakanı Cemil Uybadın,
Dışişleri Bakanı Tev-fik Rüştü Araş, Milli Savunma Bakanı Recep Peker, Adalet
Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı Bey. Maliye
Bakanı Hasan Saka, Ticaret Bakanı Ali Cenani, Sağlık Bakanı Refik Saydam, Deniz
Bakanı İhsan Eryavuz. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıover ve Ziraat
Bakanı Sabri Toprak'dan oluşmaktaydı (TBMM Tutanak Dergisi: Dönem 2., cilt 15,
sayfa 127; Dağlı Nuran - Ak-türk Belma, Hükümetler ve Programlan, TBMM Yay.
Ank. 1988, s: 33).
(185)
Toker,
s: 67.
(186)
TBMM
Zabıt Ceridesi, Cilt 15, İ: 69, 4.3.1341 (1925), c: 1, s: 127.
(187)
Yasayı
görüşen Adliye Encümeni üyeleri şunlardı: Başkan Saruhan milletvekili Mustafa
Fevzi, Tutanak yazmanı Çorum milletvekili Münir, üyeler Konya milletvekili
Refik (Koraltan), Karesi milletvekili Mustafa Süreyya Örgeev- ren, Beyazıt
milletvekili Şefik, Kırşehir milletvekili Ali*Rıza. Bursa milletvekili Yusuf
Ziya ve Dersim milletvekili Feridun Fikri (Düşünsel).
(188)
Feridun
Fikri Bey'in bugün de geçerliğini koruyan parlak ve tutarlı konuşmasını bugünkü
Türkçeye çevirerek yayınlıyoruz.
TBMM Zabıt Ceridesi, cilt 15, İ: 69, 4.3.1341, c: 2,
s: 133-134. Goloğlu Mahmut, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Turhan
Kitabevi, Ank. 1972, s: 112. Feridun Fikri Düşünsel, 1892 yılında İstanbul'da
doğdu. 23 Aralık 1958 günü Ankara'da öldü. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra
Paris Hukuk Fakültesi'nde doktora yaptı. 2. dönemde milletvekili oldu.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucuları arasında yer aldı. 1926 yılındaki
İzmir suikastı nedeniyle İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Dava sonunda
aklandı. 8 ve 9. dönem Bingöl milletvekilliği yaptı (Önelçin Adnan, Nutuk'un
İçinden, Yüce Yay. 1981, s: 61; Aybers, s: 452).
(189)
TBMM
Zabıt Ceridesi 4.3.1341 (1924), s:
135.
Takrir-i Sükun Yasası, CHP grubunda 79'a karşı 82
oyla kabul edilmişti. Bkz: (Topuz Hıfzı, Cumhuriyeti Kuranlar Anlatıyor:
«Takrir-i Sükun Kanunu ile neler kaybettik?», Akşam, 4 Kasım 1951; Tuncay, s:
139).
Takrir-i Sükun Yasası'nı bu ateşli konuşması ile
savu- 212
nan Refik Koraltan, 1891 yılında Divriği'de doğdu.
17 Haziran 1974 günü İstanbul'da öldü.
1914 yılında Hukuk Fakültesini bitiren Koraltan,
1914-18 arasında savcılık ve emniyet müdürlüğü yaptıktan spnra Anadolu'ya
geçti. İlk TBMM'sine Konya milletvekili olarak girdi. Yozgat ve İstanbul
İstiklal Mahkemelerinde yargıç olarak çalıştı. 1935 yılından sonra Artvin,
Trabzon ve Bursa valiliklerinde bulunduktan sonra 1939 yılında yeniden
TBMM'sine girdi. 1946 yılında DP'nin kurucuları arasına Katıldı. 1950-60
yılları arasında TBMM başkanlığı yaptı. 27 Mayıs 1960 İhtilali'n-den sonra
Yüksek Adalet Divanınca yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Bu ceza Milli Birlik
Komitesince yaşam boyu hapis cezasına dönüştürüldü. 1966 yılında çıkarılan Af
Yasası ile özgürlüğüne kavuştu (Aybers, s: 488).
(190)
Sivas
milletvekili Halis Turgut, M. Kemal Paşa'ya suikast düzenlemek suçundan İzmir
İstiklal Mahkemesi kararı ile 14 Temmuz 1926 sabahı İzmir'de idam edilmişti
(Aybers, s: 453).
(191)
Recep
Peker, 1889 yılında doğdu, 1 Nisan 1950 tarihinde öldü, Harp Okulunu bitiren
Recep Peker, 1. Dünya Savaşı ile Balkan Savaşı'na katıldı. İlk TBMM genel
sekreterliğine getirildi. 1923 yılında 2. dönem milletvekili olarak TBMM'-ne
girdi. Aynı yıl CHP genel sekreterliğine seçildi. Oniki yıl bu görevi sürdürdü.
Okyar, İnönü ve Saraçoğlu hükümetlerinde İçişleri, İmar ve İskan Bakanlığı ve
Milli Savunma Bakanlıkları yaptı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde başyazarlık
yaptı. Üniversitelerde İnkılap Tarihi dersleri verdi. 1946 yılında kurulan
Hükümetin de başbakanlığına atandı..
Peker, 1935 yılında İtalya ve Almanya'da faşist
parti modellerini inceleyip, Atatürk'e bu modelleri sunmuş, Atatürk'ün büyük
tepkisiyle karşılanmıştı (Soyak Hasan Rıza, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi
Bankası Yay., İst. 1973, s: 589).
Ayaklanma Bastırılıyor
(192)
Şimşir,
s: 27, kaynak özgün belge: F.O 424/262, p: 82-83, No: 87.
(193)
Lindsay,
herhalde, Seyid ,Abdülkadir'in ilişkilerinden söz ediyor. Bugüne kadar Şeyh
Sait'in ayaklanma öncesinde İngilizlerle ilişki kurduğunu gösteren açık kanıt
ya da belge bulunmuş değildir.
Şeyh Sait Ayaklanmasında İngilizlerin bir rolünün
olup olmadığı bugüne kadar çok tartışılmıştır.
Kürt-İngiliz ilişkilerine, Sevr Anlaşması - Lozan
görüşme- 213
leri ve Musul sorunu açısından bakılınca bu
ilişkilerin amacı anlaşılır. Kurtuluş Savaşı ile ilgili gizli İngiliz
yazışmaları da bu amacı yeterince sergilemektedir.
Tartışma konusu Şeyh Sait Ayaklanmasının İngilizlerce
düzenlenip düzenlenmediğidir.
Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir.
Örneğin Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından yayınlanan «Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar-» kitabında Şeyh Sait Ayaklanması öncesinde
«İngiliz Intellicens Service'-nin Doğu'da bütün metodlarını kullanarak Türkiye
içinde karışıklıklar çıkarmaktan bir an geri kalmadığı» yazılıyor (s: 78).
Liselerde okutulan «Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi* ders kitabında
«ayaklanmayı İngilizlerin çıkarttığı» (Su Mü-kerrem K. - Mumcu Ahmet, MEB Yay.,
Ank. 1983, s: 187) görüşü savunuluyor. Aynı koşuttaki görüş, «İngiltere'nin
Nasturi ve Kürt hareketlerini desteklediği» tümceleriyle Doğan Avcıoğlu
tarafından ileri savunulmuştur (Avcıoğlu Doğan.
Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yay., İst. 1974. s:
1417).
Avcığolu, «7 Mart 1925'te Diyarbakır'a Kürdistan
Krallığı Harbiye Bakanlığı» adresine yazılı bazı İngiliz silah ve
kataloglarının geldiğini» de yazıyor (s: 1333).
9 Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ergün Aybars ayaklanmanın «İngiliz
tahrikiyle-» çıktığı kanısındadır (Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s: 261).
Doç. Dr. İsmail Beşikçi. Atatürk Üniversitesi'ndeki
doktora tezinde Doğu ayaklanmalarmdaki emperyalizm olgusunu incelediği bölümde
şu görüşü savunuyor: «Örneğin 1925'te Şeyh Sait İsyanının patlak verdiği ilk
günlerde İngiliz silah fabrikalarından Şeyh Sait'e çeşitli silah kataloglarının
gelmesi emperyalizmin bu konudaki çalışmalarını doğrulamaktadır (Beşikçi
İsmail, Doğu Anadolu'nun Düzeni, E Yay., 2. Bası, İst. 1970, s: 308).
Dr. Beşikçi, bu görüşlerini sonradan değiştirmiş ve
şu satırları yazmıştır: «..Doğu Kürdistan'daki bütün başkaldırıları hep
İngiltere'nin desteği ile bastırılmıştır. Şeyh Sait Kürt isyanında Kürtlere
İngilizlerin yardım ettiği büyük bir aldatmacadır» (Beşikçi İsmail,
Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Alan Yay., İst. 1990, s: 28).
«Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926)» başlıklı
incelemeyi yapan Ankara SBP Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ömer Kürkçü-oğlu,
«İngiltere'nin Kürt sorununa karşı genel ilişkisi gereği ayaklanmayı yakından
izlediği fakat destekleyici bir tutumdan da kaçındığı» kanısındadır
(Kürkçüoğlu, s: 314).
214
SBF öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mete Tuncay,
«Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931)» başlıklı
kitabında «Hemen belirteyim ki, resmi ideolojiyle ileri sürülen (ve sol
çevrelerce de benimsenen) bu harekete İngiliz kışkırtmalarının yol açtığı savı,
inanılması güç görünüyor» (Tuncay, s: 130) diye yazıyor. Kemal Öke, «Musul
Meselesi Kronolojisi» başlıklı kitabında ayaklanmanın «ardında İngilizlerin
bulunup bulunmadığı henüz aydınlığa kavuşmuş değildir» görüşünü savunuyor (Öke,
Musul Meselesi Kronolojisi 1918-1926, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İst.
1991, s: 168).
Şeyh Sait Ayaklanmasını bastıran Hükümetin Başbakanı
İsmet İnönü, «Bütün bunlarda Şeyh Sait İsyanında memlekette senelerden beri
yuvalanmış propagandanın eseri görülmüştür. Şeyh Sait İsyanını doğrudan doğruya
İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller
bulunamamıştır» diyor (İnönü İsmet, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yay., Ank. 1987,
s: 202).
(194)
Şimşir,
s: 28, kaynak özgün belge: F.O 424/262, p: 100, no: 103.
1920 yılında İstanbul'da kurulan «Tarikat-ı
Selahhiye» ya da Türkçesi ile «Yüksek Hilafet Haklarının Savunulması» adlı
örgüt de Vahdettin'! yeniden padişahlığa getirmek için çalışmalar yapıyordu. Bu
dernek, Kürtlerle de işbirliği içindeydi. Dernek Doğu illerinde «distol» adlı
bir koyun hastalığı ilacı satma perdesi altında çalışmalar yapmıştı (Avcıoğlu,
s: 1334).
Yurt dışında toplanan Hilafet Kongresi de Şeyh Sait
ve Seyid Abdülkadir ile ilişki kurmuştu (Cemal, s: 17; Avcıoğlu, s: 1333; Soyak
Hasan Rıza, Atatürk'ten Hatıralar, cilt 1, s: 315-316 ve 335-337).
(195)
Fransız
Dışişleri Bakanlığı gizli belgeleri, E. Levant (1918-1929 Kürdistan Cause
Serisi, Vol. 101, s: 21 vd.).
(196)
Korgeneral
Kazım Dirik, 1881 yılında Manastır'da doğdu. 2 Temmuz 1941 yılında Edirne'de
öldü. 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıkan Mustafa Kemal'in kurmay başkanı
olan Dirik, Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşlarına katılmış. Ayaklanmayı
bastıran 2. Tümen Komutanı olarak görev yapmış ve 1928 yılında da ordudan
ayrılmıştı. 1935 yılına kadar İzmir Valiliği, bu tarihten sonra da Trakya Genel
Müfettişliği yaptı (Türk İstiklal Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst
Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, s: 127-129).
(197)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 100-101; Ölson Robert, s: 108 vd.
(198)
.
Dersimi, s: 157; Fırat, s: 133; Cemal, s: 32. (199) Behçet Cemal, s: 33.
215
(200)
Dersimi,
s: 157; Olson, s: 110.
(201)
Fırat,
s: 135.
(202)
«Kürtlerle
işbirliği yapmış olan Elazığ eşrafı bu defa da Türk kuvvetleriyle işbirliği
yaparak onları takip ekmişlerdi* (Dersimi, s: 158). Ayrıca bkz: Hasretyan, s:
14; Fırat, s: 135.
(203)
Cemal,
s: 36-37; Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 119 vd. •
(204)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 119.
(205)
Cemal
Behçet, s: 63-64; Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 120; Avcıoğlu, s:
1333; Aybars, 283; Beşikçi, s: 308.
«Şeyh Sait adına İngiliz silah fabrikalarından
kataloglar gelmiş olması - doğruysa bile - İngiliz Hükümetinin resmi
politikasının bu yönde olduğunu kanıtlamaz. Kapitalist dünyada özel girişimin
elinde olan uluslararası silah ticaretinin hükümet denetimi altına sokulma
çabaları çok yenidin (Tuncay, s: 130, dip notu: 5).
O tarihlerde İngiliz silah ticareti Muğlalı bir Rum
olan Sir Vasil Zaharoff'un elindeydi. Zaharoff, İngiliz hükümetleriyle
içli-dışlıydı. Zaharoff, İngiliz Başbakanlarından Lloyd George ve Fransız
Başbakanı. Clemenceqau'nun yakın dostuydu. İngilizler, bu silah tacirine «.sin
unvanı verdiler; Fransızlar da «Legion d'honneun nişanı ile ödüllendirdiler.
İngiliz silah şirketleri 1931 yılında Dünya silah
ticaretinin yüzde 28'ini ellerinde tutuyorlardı (Sampson Anthony, The Arms
Bazaar, Coronet Books, Londra 1981, s: 72).
Tuncay'ın bu yorumu bu nedenle doğru değildir.
İngiliz silah şirketleri o tarihte hükümetin denetimi altındadır.
Tuncay İngiliz belgelerini incelemeden, Seyit
Abdülkadir ile ilgili belgeleri okumadan bu olaylar ve ilişkiler konusunda
yorumlar yapıyor. Ayrıca dünya silah ticareti konusunda genellemeye ve soyut
yaklaşımlarla mantık yürütüyor. Bu gibi konular incelenmeden yazılmaz.
Genellemelere dayalı savlarla da tarihsel konularda kesin yargılara varılmaz.
(206)
Fırat,
s: 139; Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 123; Hasretyan, s: 13.
(207)
Şeyh
Sait kuvvetlerine karşı savaşı örgütleyenler Hormek Aşireti'nden Veli Ağa, Ali
Haydar, M. Şerif, M. Halit, Tatanlı Haydar'dı. Muş eşrafından Hacı Derviş,
Kamil, Hamza ve Feremez Ağalar ile Bildiri Aşireti Reisi Hacı Fira oğlu Hasan
Bey, Şeyh Sait kuvvetlerine karşı savaşmışlardır (Fırat, s: 139-143).
(208)
Tümgeneral
Osman Nuri Koptagel, 1874 yılında doğdu; 1942 yılı Kasım ayında öldü. Balkan,
1. Dünya ve İs-
216
tiklaî Savaşlarına katıldı. Ayaklanma bölgesindeki
12. Tümen komutanı olarak görev yaptı. 1927'de Askeri Mahkeme üyeliğine,
1932'de de Askeri Yargıtay üyeliğine atandı. 1934 yılında emekliye ayrıldı.
Daha sonra Malatya milletvekilliğine seçildi (Türk İstiklal Harbine Katılan
Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, s: 39).
(209)
Adamları
ile birlikte İran'a geçen Hasenalı Halit Bey, İran'da Mako İlçesinde Mako
kaymakamı tarafından açtırılan ateş ile karşılaştılar. Hasenalı Halit, Şeyh
Sait'in oğlu Ali Rıza ve Ferzende Ağa, Mako'dan bu yaylım ateşinden kurtuldular.
Hasenalı Halit'in oğlu Şemsettin ve Zirkan Aşireti'nden Kerem Bey bu çatışmada
öldüler. Ali Rıza ve Hasenalı Halit daha sonra Kürt lideri Simko'ya katıldılar.
Ali Rıza, Suriye'de lîoybun örgütüne girdi. Hasenalı Halit, yeniden
ayaklanmak üzere Malazgirt'e dönerken yolda
yakalandı. 31 Temmuz 1926 rünü Diyarbakır'da idam edildi (Fırat, s: 146;
Hasretyan, e: 15).
(210)
Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 126.
(211)
a.g.e.,
s: 136.
(212)
Behçet
Cemal, s: 72; Toker, s: 98: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s: 138.
(213)
Bitlis
Harp Divanı Süvari Tümen Komutan Vekili Albay Ferit başkanlığında kurulmuştu.
Cibranlı Halit Bey ve arkadaşlarının
kurşuna dizilmeleri tarihi 14 Nisan 1925'dir. Dersimi ve Fırat başka tarihler
veriyorlar. Doğrusu 14 Nisan'dır. Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa'nın Kürt
İstiklal Cemiyeti ile ?lgili itirafları göz önüne alınarak Musa Bey'e idam
yerine 15 yıl ağır hapis cezası verilmiştir. (214) Toker, s: 99.
(215)
Dersimi,
s: 159.
(216)
Şeyh
Sait ile birlikte teslim olanlar şunlardı: Damadı Melekanlı Şeyh Abdullah,
Binbaşı Kasım, Şeyh
Ali, Cibranlı İsmail, Hatto oğulları Reşit, Mahmut,
Temur Ağalar ile Karpazarlı Reşit, Şeyh Galip, Çan Şeyhleri İbrahim ve Hasan,
Silvanlı Şemsettin, Boğlanlı Hacı Halit (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar,
s: 138; Fırat, s: 147). Sercük Köyü'nden Lolanlı Hüseyin Efendi (Ballıkaya)'nin
komutasındaki milisler, Abdurrahmanpaşa köprüsünü tutmuşlardı. Talat Bey, Derik
Köyü'nü kuşatmıştı. Galip Bey'in emrindeki askerler ile Lolan ve Hormek
milisleri de köprü başlarından kuş uçurtmuyorlardı. Şeyh Sait, köprüde Lolanlı
Hüseyin Efendi'nin milislerince açılan ateş ile karşılaşmıştı.
Sercüklü Hüseyin Efendi, Şeyh Sait'in
yakalanmasındaki yararlılığından ötürü Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak tarafın-
217
«dan ödüllendirildi. Osman Nuri Paşa, Hüseyin
Efendi'ye takdirname ile 1000 TL'lık ödül de verdi (Kocadağ Burhan, Lo-lan
Oymağı ve Yakın Çevre Tarihi, Yalova 1987, s: 215-216. Yazar yakalanma tarihini
27 Nisan olarak veriyor). Kaçan Cibranlı Kamil ve Baba, Şeraîettin dağı
eteklerinde Hormek atlılarınca yakalanmıştır. Teslim olanlarla yakalananlar
Osman Paşa tarafından Çapakçur Kaymakamı Sa-im Bey'e teslim edilmişlerdir. Saim
Bey de sanıkları geniş güvenlik önlemleri altında Diyarbakır'a göndermiştir.
(217)
Beşikçi
İsmail, Orgeneral Muğlalı Olayı ve Otuzüç Kurşun, Belge Yay. Bilim Dizisi, İst.
1991, s: 45.
Şeyh Sait'i Bacanağı Kasım Bey İhbar Ediyor
(218)
Binbaşı
Kasım Ataç'ın bu sözlerini içeren ifadesi Emniyet Müşavirliğinin 9.12.1944 gün
ve 1347/4276 sayılı emri^ üzerine Aydın İli Söke Kaymakamlığınca alınarak
13.1.1945 ta-* rihinde Tahrirat 7134 sayı ile Diyarbakır'daki Birinci Umumi
Müfettişliğe gönderilmiştir. Bu ifade de Avni Doğan'm arşivindedir.
(219)
Şeyh
Abdullah, Şerafettin Dağları'ndaki adı sonradan (Mutluca) olarak değiştirilen
«Melekan» Köyü'ndendir. Cibranlı Halit Bey ile de akraba olan Şeyh Abdullah,
Şeyh Sait'in kızlarından Hayriye ile evlenmiştir. Melekanlı Şeyh Abdullah kızı
Emine de amcası Şeyh Ebubekir'in oğlu Vahdettin ile evlenmiştir. Bu evlilikten
beş kız ve beş erkek çocuk olmuştur.
Melekanlı Şeyh Abdullah'ın beş erkek torunundan biri
olan Mahmut Sönmez, 1986 yılında yapılan ara seçiminde ANAP Bingöl milletvekili
olarak TBMM'sine girdi. Sönmez, 1987'den sonra da ANAP Bingöl İl Başkanlığına
getirildi.
(220)
Şeyh
Sait'in İstiklal Mahkemesinde 21 Mayıs 1925 günü yapılan sorgusunda olayı Kasım
Bey'in anlattığı gibi anlatmıştır (örgeevren, Ahmet Süreyya, Şeyh Sait İsyanı,
Dünya Gazetesi, 11-14 Haziran 1957).
«Kasım Bey'den emin değildim. Yalnız kaçarken
Menek-şut'ta gördüm. Teslim olmak meselesini bu Kasım Bey ortaya çıkardı. Şeyh
Abdullah da Kasım Bey'in fikrinde oldu» (Örgeevren, Dünya, 14 Haziran 1957).
(221)
Ayaklanmayı
hazırlık aşamasında öğretmen Mehmet Zeki Dündaralp, Genç milletvekili Hamdi
Yılmaz, Hormek Aşireti ileri gelenleri dışında ayrıca Şeyh Sait'in bacanağı
Binbaşı Kasım, 1924 yılı Ekim ayında Mustafa Kemal Pa-.şa'ya ihbar ettiği
anlaşılıyor.
218
Şerif Fırat Hormek Aşireti'nin ayaklanma
hazırlıklarını nasıl haber verdiğini şöyle anlatıyor:
«Bu irtica hareketini ilk önce gizli bir mektupla
Gazi Mustafa Kemal'e arzeden Varto'daki Hormek Aşireti'nin aydınları olmuştu.
Bu haberden sonra büyük kurtarıcı 1924 Ekim ayında Pasin depreminden ötürü
Erzurum'a gelmişti. Erzurum yurtseverlerinden ve idari makamlardan edindiği
tahkikatta ve Cibranlı Halit'in gösterdiği muhalefetten yakında isyanın
başlayacağını anlamış ve Ankara'ya dönerken Yusuf Ziya, Cibranlı Halit ve
arkadaşlarının yakalanmalarını emir buyurmuştu» (Fırat, s: 127).
(222)
Fehmi
F'.rat'ın bu Kürtçe şiiri Şeyh Sait'in torunlarından Melik Fırat'dan aldık.
Şiiri de Melik Fırat Türkçeye çevirdi.
Seyit Abdülkadir: Kürt Değilim! (223) Cemal Behçet,
s: 78-79. (224) Şark İstiklal Mahkemesi, Denizli Milletvekili Başkan Mazhar
Müfit (Kansıı), üyeler: Urfa Milletvekili Ali Saip (Ursayaş) ve Kırşehir
Milletvekili Lütfi Müfit (Özdeş)'den kuruluydu. Savcılar: Karası Milletvekili
Ahmet Süreyya (örgeevren) ve Bozok Milletvekili Avni Doğan'dı (TBMM Zabıt
Ceridesi, 7.3.1341, s: 218-253).
Başkan Mazhar Müfit Bey vali, Ali Saip ve Lütfi
Müfit Bey de subay kökenliydiler. Savcı Ahmet Süreyya Bey hukukçu, Avni Doğan
da kaymakamdı. Askeri Yargıç Münir Bey de (emekli Korgeneral Münir Kocaçıtak)
da savcı yardımcısı olarak çalışmıştı.
İstiklal Mahkemelerini «mahkeme* sayma olanağı
yoktur. Bunlar, astığı astık, kestiği kestik Harp Divanlardır.
(225)
Kemal
Feyzi, Damat Ferit Paşanın İngilizlerle imzaladığı 12 Eylül 1919 tarihli bu
anlaşmanın Fransızlar tarafından ele geçirilerek Amerikan gazetelerinde
yayınlandığını yazıyor. Bu gizli anlaşmanın metni için bkz. (Karabekir Kazım,
İstiklal Harbimiz, s: 374; ayrıca Trabzon'daki Fransız Başkonsolosu
Lepissier'in 1 Mayıs 1920 tarihli raporu için: Fransız Dışişleri Bakanlığı
Arşivi, E-Levant (1918-1920) Serisi, Vol. 93, s: 1 vd.).
(226)
1
Haziran - 8 Eylül 1920 günleri arasında yörede Milli Aşireti, Ali
Batı ve 20 Mayıs - 7 Haziran 1920 tarihleri arasında
Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Ceto ayaklanmaları olmuştur (Türk İstiklal Harbi,
VI ncı cilt: İstiklal .Harbinde Ayaklanmalar, Genelkurmay Yay., Ank. 1974, s:
176-181). 219
(227)
Örgeevren,
Dünya, 4-5 Haziran 1957. Bu metni, özetleyerek ve bugünkü Türkçe ile
yayınlıyoruz.
(228)
Avni
Doğan'ın anılarına aldığı İçişleri Bakanlığının 7 Eylül 1924 tarihli raporuna
göre Kemal Feyzi, Bitlis'in Taş Mahallesi'nden Hacı Necmettinzade Reşid'in
oğludur.
Teğmenlikten ayrılan Kemal Feyzi'nin Kürt Teali
Cemi-yeti'nin kurucularından olduğu, 18 Ağustos 1921 günü İngilizlerin yardımı
ile Kürdistan Hükümeti kurmak için Mısır yoluyla, Kürdistan'a geçtiği, İngiliz
giysileri ile Şırnak, Zaho, Kelekiryân Bucağı Beriyan çevresinde dolaştığı, 15
Aralık 1921 günü yanında iki İngiliz subayı ile Şırnak Aşireti Reisi
Abdurrahman Ağa ile görüştüğünü, İngilizler tarafından Kuzey Kürdistan'da
propaganda işleriyle görevlendirildiği, yörede bildiriler dağıttığı; daha sonra
izini kaybettirdiği, 14 Haziran 1923 günü de Genelkurmay Başkanlığından alınan
bir yazı üzerine yapılan soruşturmada, Kemal Feyzi'nin İstanbul'da İçtihat
Matbaası'nda çalıştığının saptandığı bildirilmiştir. Aynı raporda, Bitlis
Valiliğinden alman 7 Haziran 1923 günlü telgrafta, adı geçenin ihanetini
kanıtlayıcı herhangi bir bilgi edi-nilmediği, İstanbul Valiliğinin 3 Ağustos
1923 günlü yazısında da Kemal Feyzi'nin 9 Ağustos 1923 günü vapurla
İstanbul'dan Trabzon'a gittiği, Elcezire Zabitan Divanı'mn verdiği 18.8.1923
gün ve 1259 sayılı tutuklama karan ile arandığı kaydediliyor. Raporda şu olaya
da değiniliyor: «Kemal Feyzi, Musul'da 1922 yılı Ekim ayından sonra İngilizlere
aylıkla hizmet ettiği ve polis hafiyeliği yaptığı ihbar edilmiş, yurttaşlıktan
çıkarılarak sınır dışına sürülmesi istenmiştir (Avni Doğan, 'Yayınlanmamış
Anılar, s: 80-810).
(229)
Kemal
Feyzi'nin savcılık ifadesi için bkz. (örgeevren, Dünya, 20-21 Mayıs 1957,
mahkemedeki savunması için Dünya, 5 Haziran 1957).
(230)
Örgeevren,
Dünya, 31 Mayıs 1957.
(231)
Cemal
Behçet, s: 87-89.
(232)
Doğan
Avni, Yayınlanmamış Anılar, s: 118.
(233)
Aynı
kararla Cemil Paşazade Ahmet, Nafiz Bey, Di-rikli İlyas Bey, Kado diye bilinen
Dirikli Abdülkadir, Rıfat -ve Hüseyin Beylerin aklanmalarına karar verilmiştir.
(234)
Avni
Doğan'ın anılarında yer alan karar metnini bugünkü Türkçe ile özetleyerek
yayınlıyoruz.
(235)
TBMM,
Zabıt Ceridesi, İ: 69, 4.3.1341, c: 2, s: 149. İsmet Paşa Hükümetinin
seferberlik ilan eden tezkeresinde 4.3.1925 günü infazlarla İlgili şu izni
İstiyordu:
*..İşbu mahkemelerin vereceği idam kararlarının dahi
aynı kanunun 5. maddesi mucibince ve vaziyetin müsteceliyet v istisnaiyete
binaen Meclis-i Ali'ce tasdik edilmeksizin infazına müsaade talep eder.* 220
(236)
Behçet
Cemal, s: 92; örgeevren, Dünya, 5 Haziran 1957, Aybers, s: 309.
Yılmaz Odabaşı'nm «Şeyh Said İsyanı» adlı uzun
şiirinde (Zilan Yayıncılık, İst. 1991, s: 58) de Kemal Feyzi'ye mal edilen
«cennet Kürdistan bizimdir» türünden sözleri doğrulayıcı kaynağa rastlayamadık.
Tersine tutanaklar, Kemal Feyzi'nin duruşmalarda «.Kürtler Turan asımdandır»
görüşünü savunduğunu ve «.Bugün ben tamamen ve katiyetle anlamış bulunuyorum
ki, ben yıllarca hükümet, zabıta ve memurlarını beyhude yere işgal etmişim.
Şimdi kendim kadar onlara da acıyorum» dediğini kanıtlıyor (Dünya, 20 Mayıs
1957, Behçet Cemal, s: 91-92).
Şeyh Sait: Amacım Şeriat
(237)
örgeevren,
Dünya, 15-16 Nisan ve 12 Haziran 1957.
(238)
Hanili
Hacı Salih Bey, çevresinde çok tanınan, Fransızca, Arapça ve Farsça bilen, şiir
de yazan bir yerel liderdi. Oğlu Hasan ve torunu Ferit Bora, Hani'de belediye
başkanlığı yaptılar. Ferit Bora, 1937 seçimlerinde DYP listesinden Diyarbakır
milletvekili olarak TBMM'ne girdi.
(239)
Diyarbakır'ın
Çermik ilçesinde Hacıkadiroğulları ailesinden Dr. Fuat'ın İstanbul'da Ferit
Paşa adlı bir yakınına yazdığı 21 Şubat 1925 tarihli şu mektup ele geçmişti. Dr.
Fuat, mektubunda şunları yazıyordu:
«Yerel haberler:
Aylardan heri ciddiyetle faaliyete geçen Bağdat ve
Musul'daki Kürt İstiklal Komitesi'nin emir ve işareti ile Hınıs Şeyhi Sait
Efendi ayaklanarak Hani ve Lice'ye kadar geldi. Şimdi, Diyarbakır'ın sekiz-dokuz
saatlik kuzeyinde savaş oluyor. Allah encamını hayretsin. Halep'teki Kürt
Cemiyeti de aynı amaçla sınırda Kürtleri ayaklandırmak üzeredir. Muş ve çevresi
aşiretlerin eline geçti. Sonuç olarak şimdiye kadar amaçlanan Kürdistan fikri,
hükümeti ciddi düşündürmeye başlamıştır. Bakalım ne olacak?
Bendeniz, gördüğüm ve geçirdiğim derbeder günlerden
sonra bekleme dönemi yaşıyorum.*
Ele geçen bu mektup, hem Diyarbakır'da çok sevilen
Dr. Fuat'ı idam sehpasına yollamış, Şeyh Sait davası için de ayaklanmanın önceden
planlandığını gösteren bir suç belgesi sayılmıştı (örgeevren. Dünya, 14-15
Mayıs 1957)..
Duruşmalarda Türk olduğunu ısrarla vurgulayan Dr.
Fuat, Şeyh Sait'in Diyarbakır'ı kuşattığı günlerde Kürt ulusal giysileri ile
kentte dolaştığı ve Ferit Paşa'ya yazdığı mektupla, «11
Kürt ayaklanması ile ilişkili olduğunun kanıtlandığı
gibi gerekçelerle Siverekli Karabahçeli Şeyh Eyüp ile birlikte yargılanıp idama
mahkum edilmiş; 17 Nisan 1925 günü de asılmıştı.
Şark İstiklal Mahkemesinin ilk idam kararı bu
karardır.
Aynı kararla Diyarbakır Milletvekili Feyzi Bey'in
fabrika bekçisi Hasan idam cezasına çarptırılmış; Yürekli Terzizade Abdurrahman
da 5 yıl ağır hapse mahkum olmuştu.
Savcı Örgeevren, Dr. Fuat'a savcı olarak kendisi
tarafından da istenen ölüm cezasının kaldırılması için karardan sonra mahkemeye
başvurduğunu, ancak mahkemenin idam kararını değiştirici nitelikte hafifletici
neden bulamadığını kaydediyor (Dünya, 15 Mayıs 1957).
Dr. Fuat'ın ailesi, sonradan «Erkmen-» soyadını
aldı.
Eski Danıştay Daire başkanlarından ve eski CHP
senatörlerinden Kamuıan Erkmenoğlu da Dr. Fuat'ın yeğenidir. Ünlü şair Cahit
Sıtkı Tarancı da Kamuıan Erkmenoğlu'nun kayınbiraderidir.
Dr. Fuat'ın biri kız. biri ilk evliliğinden olmak
üzere iki oğlu oldu. İlk eşinden doğan oğlu Muzaffer, babasına yapılan
haksızlığı ömür boyu anımsamak ve anımsatmak için «Öldü-rülenoğlu» soyadını
aldı.
İstanbul Kadıköy Belediyesinden emekli olan Muzaffer
Öl-dürülenoğlu. 1978 yılında- öldü. Muzaffer Öldürülenoğlu'nun kızı Dicle
Öldürülenoğlu. Kadıköy Anadolu Lisesi'nde İngilizce öğretmenliği yapıyor.
Dr. Fuat'ın küçük oğlu Mehmet Fuat Erkmen, 1949
yılında İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra kısa bir süre Niğde'de
savcılık yaptı. Daha sonra İzmir'de avukatlığa başladı. Erkmen, 1955 yılından
bu yana İzmir'de serbest avukat olarak çalışıyor.
Baktığı hastalardan ücret almayan ve yoksul
hastalara ücretsiz ilaç veren, sevecen kişiliği ile bugün de adı
Diyarbakırlılar arasında saygıyla anılan Dr. Fuat'ın oğlu Avukat Mehmet Fuat
Erkmen, 1945-49 yılları arasında kaldığı İstanbul Aksaray Fırat' Talebe
Yurdu'nda, babasına duyulan saygı nedeniyle, kendisinden ücret alınmadığı, bu
yüzden yurdun sahibi Musa Anter'e «ömür boyu şükran boçlu» olduğunu söylüyor.
Musa Anter de şu anda İsveç'te yaşıyor.
(240)
Şeyh
Sait, burada, «raiyyesi» sözcüğünü kullanıyor. Arapça sözcük olan raiyye,
«sürü, otlatılan hayvan sürüsü* ya da «bir hükümdar idaresi altında bulunan ve
vergi veren halk» anlamındadır (Develioğlu Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lügat, Aydın Kitabevi, Ank. 1982, s: 1049).. 222
(241)
Örgeevren,
Dünya, 12 Haziran 1957.
Bu sorgu metinleri TBMM arşivindedir. Bu arşivdeki
dosyaların «tasnif dışı» olduğunu öğrendik. Bu nedenle bu dosyaları inceleme
olanağı yok. Kaldı ki, bu dosya ve tutanakların incelenmesi TBMM Başkanlığının
özel iznine bağlıdır.
Devrim Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Aybars,
bu. yazışmalar için (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 96-101'e yollama yapıyor. Aybars,
s: 297).
(242)
Süvari
Albayı Cemil Çevindir. Çevindir, 1980 yılında Edirne'de öldü. Ailesinden
aldığımız bilgiye göre Şeyh Sait kuvvetlerince tutsak alınan Cemil Bey, Lice'ye
girerken «harp esiriz olarak, yaya yürütülmek istenmiş, ancak Cemil Bey, «Ben
süvariyim,, esir de olsam at üzerinden inmem» dediği için Kürt atlılarının
arkasında Lice'ye de at üstünde getirilmiştrir.
(243)
Şeyh
Sait'in sekreteri Lice'li Bilal Efendi oğlu Fehmi, olaydan sonra Suriye'ye
kaçtı. Onüç yıl Suriye ve Fransa'da yaşadı. Dönüşte İsparta'ya sürgün edildi.
1967 yılında Lice'de öldü.
Birkaç yabancı dil bilen Avukat Fehmi Fırat,
Lafontairı masallarını Kürtçeye çevirdi. Ölümüne yakın «Sosyalizmin Umumi
Tarihh adlı bir kitaptan notlar alıyor, sosyalizm üzerine çalışıyordu. Yazdığı
anılarını ölümüne yakın yırttı. Fehmi Fırat'ın bir oğlu da Avukat Sırrı
Fırat'tır. Kuşkulu bir kaza sonunda öldü. Fırat'ın Amerika'da okuyan' Zerdeş
adlı bir başka oğlu da Kore savaşma gönüllü olarak katıldıktan sonra adı bir
cinayete karıştı. Bu olay üzerine Japonya'ya kaçan Zerdeş, burada da bazı
serüvenlere karıştıktan sonra Türkiye'ye döndü ve dokuz yıl cezaevinde kaldı.
Cezaevinden af yasası ile çıktı. 60'h yıllarda da öldü.
Oğullarından Feridun Fırat İsparta'da
yaşıyor ve ticaretle uğraşıyor. (244) Örgeevren,
Dünya, 14' Haziran 1957.
(245)
Şeyh
Sait davasında yargılananların adlan şöyleydi:
1
—
Şeyh Sait, 2 — Varto ve Muş Cephesi Komutanı damadı Melikanlı Şeyh Abdullah, 3
— Tokliyanlı Halit oğlu Kamil Bey, 4 — Kamil Bey'in kardeşi Baba Bey, 5 —
Elazığ Cephesi Komutanı Şeyh Şerif, 6 — Darahini Komutanı Fakih Hasan Fehmi, 7
— Velirli Hacı Sadık Bey, 8 — Canlı İbrahim, 9 — Şeyh Abdullah, 10 — Harput '
Şeyhlerinden Şeyh Ali, 11 — Şeyh Celal, 12 — Şeyh Hasan, 13 — Garipli İzzet
~oğlu Mehmet Bey, 14 — Hanili Hacı Salih Bey, 15 — Oğlu Mustafa Bey, 16 —
Hanili Şeyh Adem, 17 — Maden Şehri Komutanı Kadri Bey, 18 — Piranlı ................................................................................. Bey, 19 — Molla Mahmut, 20 —
223
Silvanlı Şeyh Şemsettin, 21 — Termili Şeyh İsmail,
22 — Şeyh Abdullatif, 23 — Belikanlı Molla Emin, 24 — Hanüi Salih Bey oğlu
Hasan, 25 — Arap Abdi, 26 — Kargapazarlı Halil oğlu Mehmet, 27 — Şinikli Hasan
oğlu Süleyman, 28 — Öğretmen Müsyanlı Molla Cemil, 29 — Az Aşireti Reisi
Demirci Ömer oğlu Süleyman, 30 — Şerif oğlu Süleyman, 31 — Fakih Ha-san'm
katibi Tahir, 32 — Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmut Bey, 33 — Vartolu Şeyh Musa
oğlu Şeyh Ali, 34 — Bolikanlı Hacı Halit, 35 — Diyadinli Timur Ağa, 36 —
Htnıslı Kamil oğlu Abdullatif, 37 — Muşlu Mehmet, 38 — Süleyman Bey, 39 — Bahri
Bey, 40 — Zorabadlı Şeyh Cemil, 41 — Çapakçurlu Süleyman oğlu Yusuf, 42 — Yamaç
aşiretti Ali Baban, 43 — Kar- gapazarlı Halit, 44 — Mehmet oğlu Tahir, 45 —
Bucak Müdürü Tayyip AH, 46 — Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi, 47 — Şeyh
Sait'in hizmetçisi Yusuf oğlu Çerkeş jandarma Ha-mid, 48 — Salih oğlu Hasan, 49
— Cemil Paşazade Ekrem, 50 — Malazgirt Savcısı Abdülhamit, 51 — Jandarma Teğmeni
Mehmet Mihri, 52 — Jandarma Yüzbaşısı Ali Avni, 53 — Hanili Mustafa Bey'in
torunu Örfi, 54 — Genç Valisi İsmail Hakkı Bey, 55 — Çapakçur Yargıcı Ali Rıza,
56 — Bazıkenli Reşit, 57 — Çapakçurlu Hüseyin. 58 ¦— Sıhhiye Kâtibi Niyazi, 59
— Jandarma Ali, 60 — Bitlisli Mehmet Salih, 61 — Kar-gapazarlı'Raşit, 62 —
Kargapazarlı Süleyman Bey, 63 — İsmail oğlu Ahmet, 64 — Vartolu Ali, 65 —
Vartolu Çendi, 66 — Darahini Müftüsü İsmail Bey, 67 — Emekli Binbaşı Kasım, 68
— Halk Fırkası Başkanı Rüştü Efendi, 69 — Molla Abdül-hamid, 70 —- Ratcanlı
Nimet, 71 — Ratcanh Ahmet, 72 — Ratcanlı Maksut, 73 —'Ratcanlı İbrahim. 74 —
Nakip Bekir Bey, 75 — Cemil Paşazade Ömer. 76 — Cemil Paşazade Kadri, 77 —
Cemil Paşazade Cevdet, 78 — Cemil Paşazade Memduh, 79 — Muhittin Bey (Behçet
Cemal, s: 97; Aybars, s: 323325).
Aybars, savcılık belge ve yazışmaları için şu özgün
kaynağa yollama yapıyor: TBMM Arşivi T-12. dosya 69, Karar 69 ve IV-12 b-1,
Şark İstiklal Mahkemesi Karar defteri, s: 15, s: 4/32.
(246)
Behçet
Cemal, s: 98-99. Şeyh Sait Sorguda
(247)
Kıyam,
sözcük anlamıyla «ölümden sonra dirilip ayağa kalkmak» demektir (Hançerlioğlu
Orhan, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst. 1984, s: 250). Kur'an'daki
«Kıyamet suresi» (Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Diyanet İşleri Yay., Ank.
1985, s: 576), insanların öldükten sonra dirileceklerini «kıyam» sözcüğü ile
anlatır.
224
İslaml amaçlarla yapılan ayaklanmaya da «kıyam»
deniyor. Şeyh Sait, bu nedenle ayaklanmadan «kıyam» diye söz ediyor.
(248)
Sebilürreşat,
ayaklanmadan hemen sonra kapatılmıştı. Sebilürreşat, başyazarlığını Habip Edip
(Törehan)'ın yaptığı dinsel konulara ağırlık veren tutucu gazeteydi.
Şark İstiklal Mahkemesi, ayaklanma nedeniyle basına
da gözdağı vermek amacıyla 7 Haziran günü Habip Edip, Veli Ebu-ziya, ünlü yazar
Orhan Kemal'in babası Abdülkadir Bey (Öğütçü), Feyzi Lütfi (Karaosmanoğlu),
Sadri Etem (Ertem), İlha- mi Safa, Gündüz Nadir, Ağustos ayında da Ahmet Emin
(Yalman), Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (İleri) ve İsmail (Mayokan)'in
tutuklanmalarına karar vermişti.
Gazeteciler, yargılama sonunda salıverildiler
(Tuncay, s: 143-145; Toker, s: 102).
Savcı Avni Doğan «Kurtuluş ve Sonrası» adlı
kitabında şu satırları yazıyor: «..Şeyh Sait'in gazete muhabirlerinin birer
birer isimlerini söyleyerek yaptığı isnadın içyüzünü sıkı bir tetkikten sonra
tamamen öğrenmiş bulunuyorum: Şeyh Sait'in gazeteciler hakkında yaptığı
beyanat, kendi fikrinden doğmuş değildi, ona telkin yapılmış, muayyen isimler
verilerek bunları itham ederse cezasının hafifleyeceği vaad olunmuştu» (Doğan
Avni, Kurtuluş ve Sonrası. Dünya Yay., İst. 1964, s: 174).
Ahmet Emin Yalman da anılarında tutuklu
gazetecilerin :nahkeme üyeleri ile Elazığ'da Çarsancaklı Ahmet Bey'in evinde
içkili akşam yemeklerinde biraraya geldiklerini yazıyor! (Yalman Ahmet Emin,
Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt 3, Yenilik Basımevi, İst.
1970, s: 179).
(249)
«Talak-ı
selase», İslam hukukunda erkeğin karısını kesin olarak boşayacağını bildiren
kararına verilen addır. Erkek, karısını üç kez boşar ya da üç kez boşayacağinı
ardar-da söylerse bu söz kesin sonuç doğurur. Erkeğin aynı kadınla evlenmesi
için kadının bir başka erkekle yapay olarak evlenmesi ve bu erkekten ayrılması
gerekir. Buna da hülle denir (Üçok Coşkun - Mumcu Ahmet, Türk Hukuk Tarihi,
Savaş Yay.. Ank. 1985, s: 91).
(250)
Risale,
mektup ya da kitapçık, dergi anlamlarında kullanılıyor. Dinsel konuları içeren
ve «tebliğ» adı verilen bildirimler olarak algılanıyor.
(251)
Şeyh
Sait, burada dinsel anlamlarıyla «cevazına delildir» sözcüklerini kullanıyor.
«Cevaz» arapçada izin demektir.
(252)
«Cihat»
din için yapılan savaş demektir. Kur'an'ın 225
R: 15
«Furkan suresinin 52. ayetinde «kafirlere boyun
eğme, Kur'-an'la onlarla savaş» denilir.
(253)
Örgeevren,
Dünya, 15-16 Haziran 1957, Cemal Behçet, s: 99 vd.
(254)
Ulema,
bilginler: fudala, erdemli kimseler, ukala da akıllı
insanlar
demekti.
(255)
Hadım,
hizmet eden demektir, «Hadım-ül-Mücahi-din». savaşçıların hizmetkarı anlamına
geliyor.
(256)
Cemil
Paşazadeler. Diyarbakır'ın varlıklı ve ünlü ailelerindendir. Eski valilerden
Cemil P şa'nın 11 oğlu, 3 kızı olmuş, oğulları: Mustafa, Fuat, Kasım, Ziya,
Hacı Abdurrahman, Besim, Nairn, Ömer, Cevdet, İbrahim. Kemal. Kızları: Naime,
Vasfiye, Mihrinisa.
Çanakkale Sa,raşı'na gönüllü olarak katılan Besim ve
Nairn, savaşta şehit oluyorlar.
Binbaşı Noel ile işbirliği yapan Cemil Paşazade
Ekrem. Cemil Paşanın torunu ve Kasım Bey'in oğludur (Karabekir, İstiklal
Harbimiz, s: 300).
Ekrem Paşazade'nin beş çocuğu oluyor, Pervin,
Handan, Nevzat, Jale ve Hayriye. Pervin, Belçika'da yaşıyor. Pervin, Brüksel'de
Kürt Enstitüsü başkanlığını yapıyor.
1986 yılında İstanbul Beşiktaş'ta ölen Kürt Teali
Cemiyeti Diyarbakır İl seki eteri Ekrem Cemil Paşa, Şeyh Sait Ayaklanması
nedeniyle yargılanıp 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırılıyor (Örgeevren,
Dünya, 25 Temmuz 1957). Kürt liderlerinden Nuri Dersimi, Ekrem Bey'in beş yıl
ağır hapse çarptırıldığını ve Kastamonu cezaevinde kaldığını yazıyor (Dersimi,
s: 161).
Ekrem Bey, büyük olasılıkla 1928 yılında çıkarılan
Af Ya-tası'ndan sonra yurt dışına çıkıyor. Yurt dışına çıkmadan önce iki yi)
İstanbul Göztepe'de ve kız kardeşinin köşkünde yaşıyor.
Cemil Paşazadelerden Mustafa Bey'in oğlu Ahmet ve
Fuat Bey'in oğlu Kadri Cemiloğlu ve aynı aileden Ömer, Cevdet, Memduh ve
Muhittin Beyler de Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanıp, aklanıyorlar.
Bir yabancı araştırmacı, Ekrem Bey'in babası Kasım
Bey'in hükümeti desteklediği, bu nedenle ayaklanma başladıktan sonra
Diyarbakır'dan ayrıldığını yazıyor (Orson, s: 98).
Aile He ilgili özel bilgileri sayın Vedat Günyol'dan
aldık.
Ekrem Bey, ünlü yazar Vedat Günyol'un dayısıdır.
Vedat Günyol'u eğiten Ekrem Bey'dir.
Günyol, Kasım Bey'in Kurtuluş Savaşı'nda babasının
Anadolu'ya geçtiğini, Kasım Bey'in de babasına 350 bin lira gönderdiğini
anlatıyor.
226
Geçtiğimiz yıllarda bir trafik kazasında ölen Prof.
Cemil Cemiloğlu da Cemil Paşazadelerdendir. Eski boksörlerden Yük. Ziraat
Mühendisi Esat Cemiloğlu da aynı ailedendir. Esat Cemiloğlu, Diyarbakır'da
yaşıyor.
(257)
İslâm
hukukunda içtihat, bir sorunun Kur'an ve hadiselerdeki hükümlere dayanarak
kıyas yoluyla çözülmesi demektir. İçtihatda bulunanlara da «müetehid» denir.
(258)
(Vakt-i
sadet) Hz. Muhammed'in yaşadığı dönem için kullanılan bir tanımdır.
(259)
7
Ramazan 1343 tarihli mektup Hadim-ül-Mücahi-din Muhammed Sait El
Nakşibendi imzasını taşıyor, (örgeevren, Dünya, 19
Haziran 1957).
Şeyh Sait: Kürdistan'da Halk Birleşmez
(260)
Mazhar
Müfit Kansu, 1873 yılında doğdu, 13 Kasım 1948 tarihinde öldü. Kastamonulu Aziz
Paşazade ailesinden-dir. Öğretmenlik, mutasarrıflık, valilik yaptı. Bitlis
Valisiyken Damat Ferit Paşa Hükümetince görevinden alınarak yargılanmak istendi.
Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldı. TBMM'-ne Hakkari milletvekili olarak
girdi. Milletvekiliyken Elazığ Valiliği de yaptı. Şeyh Sait Ayaklanmasından
sonra Şark İstiklal Mahkemesi başkanlığına atandı.
Bilge ozan Ceyhun Atuf Kansu'nun babası eski
milletvekillerinden Nafi Atuf Kansu, Mazhar Müfit Bey ile kardeş çocuklarıdır.
(261)
Cibranlı
Halit Bey ile Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey'in (Kocaoğlu) Bitlis Harp
Divam'ndaki sorgu metinlerine dayanarak bu soruları sordukları anlaşılıyor.
(262)
Savcı
Ahmet Süreyya Örgeevren, 1888 yılında Sındırgı'da doğdu; Hukuk Fakültesini
bitirdi. Taşova'da savcıyken Yunan Ordusu tarafından tutuklandı. Birinci Dünya
Sa-vaşı'na gönüllü olarak katıldı. Edremit ve Nazilli Savcılıklarında bulundu.
Söke'de savcıyken milis kuvvetleri kurarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı. TBMM'ne
Karesi (Balıkesir) milletvekili olarak girdi. Şeyh Sait Ayaklanmasından sonra
Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığına atandı.
(263)
Şeyh
Sait'in damadı duruşmada doğru söylemiyordu. Şeyh Abdullah, 17 Mart 1925 günü
Varto'ya saldırmış; İlçe, Hormek Aşireti Reislerinden Veli ve Ali Haydar Ağa
(Dikmen). Mehmet Şerif, amcası «Hallo» diye bilinen Halil Ağa (Fırat), Tatanlı
Haydar ile Lolan Aşireti Reisi Kareçerli Hüseyin Efendi'nin oğlu Kamer Ağa
(Öztürk) ile Selçuklu Hüseyin Efendi (Ballıkaya) liderliğindeki Alevi
aşiretlerince savu- 227
nulmuş, Şeyh Abdullah İnak ve Kers Köylerine doğru
kaçmak zorunda kalmıştı (Kocadağ Burhan, Lolan ve Yakın Çevre Tarihi, Yalova,
İst. 1967, s: 189194; Fırat, s: 131-139).
(264)
Şeyh
Sait'in 25 Şaban 1343 -19 Mart 1341- tarihli mektubunda «Diyarbakır'a hücum
ettiklerini* anlatıldıktan sonra «Varto'yu aldığınızı işittim» deniliyor ve
«ihtilalin dairesi genişledikçe hükümetin kuvveti parça parça olur ve zayıflar*
görüşü savunuluyordu (Örgeevren, Dünya, 24 Haziran 1957).
Şeyhler: Ayaklanmaya Korku Yüzünden Katıldık
(265)
Binbaşı
Kasım, burada «.fetret devri başlayınca..* diyor.
Fetret devri, iki peygamber ya da padişahlar
arasındaki başsız yönetim dönemini anlatmak için kullanılan bir kavramdır.
Padişah Yıldırım Beyazıt'ın Timurlenk'e yenilmesinden Çelebi Mehmet'in Padişah
oluncaya kadar geçen süre Osmanlı Tarihinde «Fetret Dönemi» olarak
adlandırılır.
(266)
Gerek
Erzurum'daki Kürt İstiklal Cemiyeti kurucularının yakalanıp asılmalarında
gerekse Şeyh Sait Ayaklanmasının bastırılmasında Binbaşı Kasımın büyük rolü
olduğu anlaşılıyor. Kasım Bey'in bu olaylardaki rolü bugüne kadar araştırılmış
değildir.
Araştırmacı Prof. Dr. Mete Tuncay, «Türkiye
Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması* adlı kitabında 027-142) Şeyh
Sait Ayaklanması'nı inceliyor, ancak, ne Bilal Şim-şir'in 1975 basımı «İngiliz
Belgeleriyle Kürt Sorunu» kitabını incelemiş, ne Erol Ulubelen'in «İngiliz
belgelerinde Türkiye» kitabındaki Kürt- İngiliz ilişkilerinin belgelerini!
Prof. Dr. Tuncay, TBMM arşivindeki Şeyh Sait
dosyasını incelemediği gibi davanın Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren ve 1957
yılında Dünya Gazetesinde yayınlanan anılar ile bu anılarda yeralan tutanakları
görmüş ve okumuş değildir. Tuncay'ın kaynakçaları arasında İstanbul Emniyet Müdürü
Ekrem Baydar'ın 1971 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde (10 Ağustos -9 Eylül 1971)
tarihleri arasında yayınlanan «Mustafa Kemal'in İstanbul Emniyet Müdürüydüm»
adlı anıları da yoktur.
Tuncay, gereken araştırmaları yapmıyor, her
kitaplıkta rahatça bulunacak türden kaynakları okumuyor. Ancak incelemediği
olaylar ile ilgili yetersiz kaynaklarla kesin yargılarda bulunmaktan da geri
kalmıyor.
Prof. Tuncay'ın «Bastırma harekatı boyutları
hakkında (yukarıda değindiğim Ayaklanmalar 1923-1938 adlı yapıtı iyice inceleyemediğim
için kesin bir bilgim yok) yolundaki «itirafı» (Tuncay, s: 136) da bu bağlamda
herhalde ilginçtir. 228
Araştırmacı bilim adamlarımız bunu yaparlarsa,
olaylar hakkında yüzeysel bilgilerle yetinip, bu yetersiz bilgiler üzerine
kuramlar oluşturan delikanlıları da anlayışla karşılamak gerekir.
(267)
örgeevren,
Dünya, 30 Haziran 1957.
(268)
Örgeevren,
Genç İli yargıcı Bursalı İsmail Hakkı Bey'in Şark İstiklal Mahkemesi
Savcılığına gönderdiği yazıyı yayınlıyor. İsmail Hakkı, eski yazı ile 20 sayfa
tutan bu mektubunda olayları bütün ayrıntısı ile anlatıyor ve Fakih Hasan
Fehmi'nin karıştığı olayları sıralıyor (Dünya, 19 Temmuz 1957)..
(269)
Cemal
Behçet, s: 109; Örgeevren, 21-22 Temmuz 1957: Toker, s: 129-30; Ay bars,
iddianame, savunma ve gerekçeli karar için (TBMM Arşivi T-12, Dosya 69, Karar
69, IV-12, b-1, Şark İstiklal Mahkemesi Karar defteri, s: 15, D-4-32)ye yollama
yapıyor (Aybars, s: 323).
(270)
Cemal
Behçet, s: 109-110.
(271)
Cemal
Behçet, s; 111.
(272)
Cemal
Behçet, s: 111; Örgeevren, Dünya. 24 Temmuz 1957.
(273)
Mahkeme
kararı ile aklanan ve Soyadı Yasası'ndan sonra da Ataç soyadını alan Binbaşı
Kasım'ın Söke'de tren yolunun çevresindeki küçük incir bahçesi belki de bu
ihbarın ödülüydü!
(274)
Örgeevren,
Dünya, 24 Temmuz 1957.
Mahkeme, ayaklanmanın «Bağımsız Kürt Devleti» kurma
amacını taşıdığını kabul etmesine karşı ayaklanmayı bastıran Hükümetin
Başbakanı İsmet İnönü, 1987 yılında yayınlanan anılarında şu değerlendirmeyi
yapıyor: «Şeyh Sait İsyanı'nın sebeplerini değerlendirirken dikkatli olmak
gerektiği kanaatindeyim. Herhalde bunu bir milli hareket olarak kabvl etmek
lazımdır» (İnönü İsmet, Hatıralar, 2 Kitap. Bilgi Yay., Ank. 1987, s: 202).
(275)
Şark
İstiklal Mahkemesinin 28 Haziran 1925 gün ve 341/69 sayılı gerekçeli kararına
göre şu sanıklar idam cezasına çarptırılmışlardı: *
1
—
Şeyh Sait. 2 — Damadı Melikanlı Şeyh Abdullah, 3 — Tokliyanh Halit oğlu Kamil,
4 — Kardeşi Baba Bey, 5 — Şeyh Şerif, 6 — Fakih Hasan Fehmi, 7 —Velirli Hacı
Sadık Bey, 8 — Canlı Şeyh İbrahim, 9 — Harputlu Şeyh Ali, 10 — Harputlu Şeyh
Celal, 11 — Şeyh Hasan, 12 — Garipli İzzet Bey oğlu Mehmet Bey, 13 — Hanili
Mustafa Bey, 14 — Hanili Hacı Salih Bey, 15 — Canlı Şeyh Abdullah, 16 — Şeyh
Ömer, 17 - Hanili Şeyh Adem, 18 — Madenli Kadri Bey, 19 — Piranlı Molla Mahmut,
20 — Silvanlı Şeyh Şemsettin, 21 — Termili Şeyh İsmail, 22 — Termili Şeyh
Abdullatif, 23 — Belikanlı Molla 229
Emin, 24 — Hanili Bey oğlu Hasan, 25 — Arap Abdi, 26
— Kargapazarlı Halil oğlu Mehmet, 27 — Sinikli Hasan oğlu Süleyman, 28 —
Öğretmen Musyanlı Molla Cemil, 29 — Az Aşireti Reisi Demircioğlu Ömer oğlu Süleyman,
30 — Şerif oğlu Süleyman, 31 — Fakih Hasan'ın katibi Tahir, 32 — Hanili
Mus-iafa Bey oğlu Mahmut Bey, 33 — Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali, 34 — Belikanlı Hacı
Halit, 35 — Diyadinli Timur Ağa, 36 — Hınıslı Kamil Bey oğlu Abdüllatif, 37 —
Muşlu Mehmet, 38 — Süleyman Bey. 39 — Bahri Bey, 40 — Zorabadanlı Şeyh Cemil,
41 — Çapakçurlu Süleyman oğlu Yusuf, 42 — Yamaç aşiretli AH Baban, 43 —
Kargapazarlı Halit, 44 — Mehmet oğlu Tahir, 45 — Bucak Müdürü Tayyip Ali, 46 —
Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi. 47 — Çerkeş jandarma Halit, 48 — Salih oğlu
Hasan.
Aynı karara göre 10'ar yıl kürek cezasına
çarptırılanlar:
Cemil Paşazade Ekrem Bey. Malazgirt Savcısı
Abdülhamid. Jandarma Teğmeni Mehmet Mihri. Yüzbaşı Ali Avni. Hanili Mustafa Bey
torunu Örfi üç yıl hapis cezasına çarptırılırken. Genç Valisi İsmail Hakkı Bey
bir yıl hapis cezasına çarptırılıyor; Çapakçur Yargıcı Ali Rıza'nın da sınır
fdışına sürülmesine karar veriliyordu.
Aklananlar da şunlardı:
Cemil Paşazadelerden Ömer, Kadri, Cevdet, Memduh ve
Muhittin Beyler. Bazikenli Reşit, Çapakçurlu Hüseyin, Sıhhiye Katibi Niyazi.
Jandarma Ali. Bitlisli Mehmet Salih, Kargapazarlı Reşit ve Süleyman Beyler,
İsmail oğlu Ahmet, Varto-lu Ali ve Çendi, Darahini Müftüsü İsmail Bey, Binbaşı
Kasım. Halk Fırkası Reisi Rüştü Efendi, Molla Abdülhamid, Ratcanlı Nimet,
Ahmet, Maksut ve İbrahim Beyler, Nakip Bekir Bey (Örgeevren, Dünya, 24-25
Temmuz 1957).
(276)
Cemal,
Behçet, s: 113-114.
Şeyh Abdullah: «Biz Hainlere Uyduk»
(277)
örgeevren.
Dünya, 25 Temmuz 1957.
«Şeyh Sait. idamından biraz önce tevkifhanede
yazdığı bir vasiyetname ile beni bu vasiyetin icrası için vasi nasp ve tayin
etmiş ve bu vasiyetnamesi asılmasından sonra bana verilmişti. (..) resmi ve
itimad edilir ve el ve vasıta ile vasiyetin yerine getirilmesi için
vasiyetnameyi Ankara'da İçişleri Bakanlığına göndermiştim.»
(278)
Vasiyetin
bu hükmü bugüne kadar uygulanmadı. Şeyh Sait ve 44 ayaklanmacı, infazlardan
hemen sonra
duruşmaların yapıldığı Yenişehir Sineması çevresinde
kazılan 230
çukura birlikte gömüldüler. Kızkardeşi, Şeyh
Şemsettin'in cesedini alarak başka yere gömdürmeyi başardı. Şeyh Şemsettin
dışındakilerin kemikleri burada gömülüdür.
(Şeyh Şemsettin, 1980 öncesi TBMM'sine bağımsız
olarak girip, önce CHP'ye, sonra da AP'ye giren Eşref Cengiz'in de-desidir.)
Şeyh Sait'in ailesi ile eski Diyarbakırlılardan
aldığımız bilgilere göre toplu mezar, Dağ Kapı'da, yıkılan Yenişehir Sineması
ile Astsubay Ordu Evi ile askeri lojmanlar arasında kalan yerdedir. Yenişehir
Sineması geçen yıllarda yıkıldı ve yer sahip değiştirdi. Ekrem Adıvar adındaki
bir işadamı burayı Licelilere sattı. Diyarbakır Belediye Başkanı Turgut
Atalay'dan aldığıma bilg'ye göre bu yeri satın alanlar inşaat izni için
başvurmadılar.
(279)
Cemal
Behçet, s: 115: Kutay Cemal, Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi,
Alioğlu Yay. 20. cil-' din 19 cildi, İst. 1985, s: 11384).
Cemal Kutay'ın kitabında Şeyh Sait'in idamını
anlatan bu bölüm, kelimesi kelimesine Behçet Cemal'in kitabından kaynak
gösterilmeksizin kopye edilmiştir. Genelkurmay Başkanlığında Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar kitabının Şeyh Sait Ayaklanması ile ilgili
bölümleri de Behçet Cemal'in kitabından kelime kelime alınmıştır. Behçet Cemal
de Bahriye Nazırı İttihatçı Cemal Paşa'nın oğludur.
Biri yazıyor, ötekiler kopye çekiyor. Görüyorsunuz,
tarih yazmak ne kadar güç iş!
(280)
Hanili
Salih Bey cezaevinde şu şiiri yazıyor: «Rahmet-i mevlaya yaklaşmakla / Mesrur
olmuşuz I Hak
yolunda müflis-i hane harap olduksa da / Bu
harabiyetle biz manada mamur olmuşuz / Kul bize zulme müzacat etse perva
etmeyiz / Çünkü teyid-i nahiyeye mazhar olmuşuz.*
Bu şiiri Salih Bey'in torunu DYP Diyarbakır
milletvekili Ferit Bora'dan aldık. (281) Lütfi Müfit Bey, 1874 yılında
Kırşehir'de doğdu; Harp Okulu'nu bitirdi: 31 Mart gerici ayaklanmasını bastıran
Harekat Ordusu'nda ve 31 Mart olayından sonra Hurşit Paşa Harp Dlvanı'nda görev
aldı. 1. Dünya Savaşına katıldı.
Kurtuluş Savaşı'nda MM ve Karakol gruplarında
çalıştı. Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz'a katıldı. Şark İstiklal Mahkemesi
üyeliği yapan Müfit Bey, soyadı yasasından sonra Özdeş soyadını aldı. 2, 3, ve
4. dönemlerde Kırşehir milletvekilliği yaptı. 18 Nisan 1940 günü öldü (Aybars,
s: 487; Hiçyılmaz Ergun, Teşkilat-ı Mahsusa'dan MİT'e, Varlık Yay., 1st. 1990,
s: 44).
231
(282)
Şark
İstiklal Mahkemesi, 48 kişi hakkında idam cezası vermiş; bunlardan Çapakçur
Kaymakamı Hüseyin Hilmi Bey ile Hanili Hacı Salih Bey'in oğlu Hasan'm cezaları
ağır hapis cezalarına çevrilmişti.
Diyarbakır'da oturan emekli Müftü Ahmet Atak'dan
aldığımız bilgiye göre de Ahmet Atak'ın dedesi Lice Müftüsü Ha-mit ile babası
Sait Bey, Şark İstiklal Mahkemesi göreve başlamadan önce Lice'de Harp Divanı
tarafından idama mahkum edilmişler: hükümler de hemen uygulanmıştır.
(283)
Mehdi,
Kıyamet gününden önce ortaya çıkarak insanları islam dinine döndüreceğine ve
insanları dinden ayıran Dcccal'ı öldüreceğine inanılan kişidir. (284) Bu
konuşmaları, Behçet Cemal'in Şeyh Sait İsyanı adlı kitabından aldık (s:
115-117). İslamcılar ve aile yakınları Şeyh Sait'in darağacında şu şiiri Arapça
okuduğunu kaydediyorlar:
«Basit ağaçların dallarında asılmaktan perva etmem /
Muhakkak ki yolum Allah içindir ve dinimin yoludur.-»
(Dava. 1990 Temmuz-Ağustos. s: 15: Ümmet-i Muhammed.
17 Haziran 1989; ayrıca Metin Toker de Şeyh Sait'in idamdan önce gazetecilere
yazdığı Arapça şiir verdiğini yazıyor. Toker, s: 133).
Ümmet-i Muhammed, Federal Almanya'nın Köln kentinde
yaşayan «İslami Cemaatlar ve Cemiyetler Birliği» Başkanı eski Adana Müftüsü
Cemalettin Kaplan'ın yayın organıdır.
Şeyh Sait'in torunlarından Kasım Fırat (Şeyh Ali
Rıza'-nın oğlu) «Dava» adlı dergide (1990 Haziran-Temmuz, yıl 2, sayı 8, s: 15)
Şeyh Sait'in Kürtçe olarak da şu yazıyı bıraktığını belirtiyor.
«Tabii hayat sona erdi. Kendimi milletimin yolunda
feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İleride torunlarımızın bizden
dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için yeterlidir.»
Kürt ozanı Yılmaz Odabaşı, Şeyh Sait'in bu
sözlerinin son bölümünü «Yeter ki, torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde
mahcup bırakmasınlar-,' diye çeviriyor (Odabaşı, s: 59).
(285)
Şark
İstiklal Mahkemesi, 24 Eylül 1925 tarihine kadar, yargılanmak üzere gönderilen
1855 kişiden 690'ını yargılamış, bunlardan 99'u tutuklu olmak üzere 110 sanığa
ölüm cezası vermiş, 1 kişiyi ömür boyu hapis cezası ile cezalandırmış, 129
kişiyi geçici kürek, 116 kişiyi de çeşitli hapis cezalarına çarptırmış, 118
kişi aklanmış ve 69 kişi hakkında da soruşturmaya yer olmadığı kararı
verilmişti (Aybars, s: 337).
(286)
Şeyh
Sait Ayaklanmasının dinsel mi, yoksa ulusal bir ayaklanma mı olduğu bugün de
tartışılmaktadır.
232
Doç. Dr. İsmail Beşikçi, Atatürk Üniversitesinde
hazırladığı doktora tezinde şu görüşü savunuyor:
«Şurası da bir gerçektir ki, Şeyh Sait hareketinin
ulusal bir niteliği sanıldığı kadar önemli değildir. (..) bu isyanda tamamen
dini sloganlar kullanılmış ve hareket tamamen irticai bir anlamda hareket
olmuştur» (Beşikçi, Doğu Anadolu'nun Düzeni, s: 312-313).
Prof. Dr. Mete Tuncay ayaklanmanın «dinsel bir giysi
altında ulusal bir başkaldırı» olduğu kanısındadır (Tuncay, Türkiye
Cumhuriyeti'nde..., s: 129). Doç. Dr. Yalçın Küçük, ayaklanmada «dini renghm
görmenin mümkün olmadığını, ancak «milli rengi»nm de bulunduğu görüşünü
savunuyor (Küçük Yalçın, Kürtler Üzerine Tezler, s: 99).
Ayrımcı terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan,
olayın «laikliğe karşı olan dindarların tepkisi» olduğunu, ancak ayaklanmanın
«milli yönleri» de olduğu görüşündedir (Serxwebun, . 1990 Kasım, s: 18).
İran benzeri İslam Cumhuriyeti kurma yanlısı akımın
lideri Cemalettin Kaplanın yayın organı, ayaklanmanın İngilizlerce «Kürt
ayaklanması» biçiminde sunulduğunu, bu ayaklanmaya «müslüman Kürt ve Türklerin»
katıldıklarını, bu nedenle ayaklanmanın «islami» nitelikte olduğunu ileri
sürüyor 'Ümmet-i Muhammed. Şehid Şeyh Said Pirani ve Kıyamı, 17 Haziran 1989,
s: 73).
Marksist «Toplumsal Kurtuluş» dergisinde (Arda
Behram, Şeyh Sait Ayaklanması (dinsel irtica) mı?. 1988 Şubat, s: 53-54),
ayaklanmanın «dinsel irtica» değil «ulusal nitelikli bir hareket» olduğu
yazılıyor. Aynı yazarın «Medya Güneşi» adlı dergideki «Şeyh Sait
Ayaklanması'nın ulusal ve sosyal karakteri» başlıklı yazısında ayaklanmanın
«ilerici» olduğu ileri sürülüyor' (Medya Güneşi, 1988 Temmuz-Ağustos, s: 22).
Ayaklanmanın «Kür t-islam» ayaklanması olduğu
kesindir. Ancak, Nakşibendi şeyhlerince hazırlanan ve «islami düzen» kurmayı
amaçlayan bir ayaklanmanın «ilericiliğine hiçbir ideolojide dayanak
bulunacağını sanmıyoruz.
(287)
Ayın
Tarihi, sayı 14. yıl 1341. «Şark İstiklal Mahkemesi Müddeiumumisinin mühim bir
tebliği», ayrıca karar özeti için bkz: (Örgeevren, Dünya, 24 Temmuz 1957).
(288)
Örgeevren.
Dünya, 20-21 Nisan 1957; Aybars, s: 315. Aybars, TBMM arşivindeki T-12 Dosya
69, 4-14 Dosya 6/
65'deki 3. Ordu yazışmasına yollama yapıyor.
(289)
Örgeevren,
Dünya, 21 Nisan 1957.
(290)
Örgeevren.
Dünya, 23 Mayıs 1957.
(291)
Örgeevren,
Dünya, 9 Temmuz 1957. Kazım Karabe-kir'in ayaklanma nedeniyle yaptığı konuşma:
233
«Dini alet ederek varlığımızı tehlikeye koyanlar her
türlü lanete layıktırlar». TBMM Zabıt Ceridesi, i: 64, 25.2.1341, c: 2, s: 309;
ayrıca, M. Kemal Paşa ile konuşması «Dünya işlerini ¦camilere soktuğumuzun
acısını çektiğimiz yetmez mi Paşam? (..) Türk milleti yeniliğe muhtaçtır ve
bunu da uzmanlarla l>aşarabiliriz. Asla camilerle değil, asla
muhafazakarlarla değil» (Mumcu Uğur, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yay.,
îst.
1990, s: 76).
(292)
Aybars.
s: 296.
(293)
Baydar
Ekrem, Mustafa Kemal'in Emniyet Müdürüydüm. Cumhuriyet, 4 Eylül 1971.
(294)
Atatürk.
Söylev, Velidedeoğlu. s: 453.
(295)
Atatürk,
Söylev, Velidedeoğlu, s: 457.
(296)
Kürkçüoğlu,
s: 312. 4 Mart 1925 tarihli özgün belge sayısı (1 E 1360/1091/44, F.O.
371/10867): Öke, Mim Kemal, Musul Meselesi Kronolojisi. Türk Dünyası Araştırma
Vakfı, 1st.
1991, 2.
bası. s: 168.
(297)
Tuncay
Mete, Siyasal Gelişiminde Evreler, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi.
1968, s: 7.
(298)
Kürkçüoğlu,
js: 311. (Özgün belge: İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Sir Percy Loraine'nin 7
Ekim 1925 tarihli raporu). E 6730/193/65, F.O. 371/10835. no: 523..
(299)
Şimşir,
s: 56. Özgün belge: F.O. 424/262, p. 154-155, no: 156/1.
(300)
Şimşir,
s: 80-81. Özgün belge: F.O. 424/263, p. 41-42, no: 50.
Musul İngilizlere!
(301)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, İ: 200,
27.2.1338. c: 1, s:
1318.
(302)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, î: 5,
5.3.1338, c: 1, s: 111.
(303)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, İ: 6,
6.3.1939, c: 2, s: 163.
(304)
İnan
Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923 Es-kişehir-İzmit Konuşmaları, s: 43.
(305)
Mumcu
Uğur, Karabekir Anlatıyor, s: 137.
(306)
Mumcu,
s: 143.
«Harp felaketinin önüne ancak Büyük Millet
Meclisi'nde bir blok halinde görünebilir sek durabiliriz. Esasen Cumhuriyetin
kökleşmesi için icabında bir parti halinde çıkmaya da ¦karar vermiş
bulunuyorduk.*
(307)
Fransız
Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri, E-Levant 234
0918-1929), Kurdistan Caucase Serisi, Vol. 101, s:
25.
«Abdullah Djendel» adında bir Kürt lideri hakkında
bilgi bulamadık.
(308)
Kürt
liderlerinin batılı devletlerden destek aramaları geleneği Seyit Rıza ve Molla
Mustafa Barzani örneklerinde de yaşandı.
Dersim ayaklanmasının lideri Seyit Rıza, 30 Temmuz
1937 günü İngiltere Dışişleri Bakanlığına başvurarak, İngilizlerden yardım
istedi (Nokta, İlk Kez Açıklanan Belgeler, Ümit Zileli, 28 Haziran 1987).
Kürdistan Demokrat Partisi lideri Molla Mustafa
Barzani de ABD Devlet Başkanı Carter'e yazdığı 9 Şubat 1977 günlü mektubunda
«yarım asırdan fazla zamandan ki. halkım bütün güvenini, umudunu bana bağladı.
Şimdi ben bu umudu size devrediyorum» diyerek Kürt sorununu ABD'ye ihale etti
(Özgürlük Yolu, Bir İhanetin Belgeleri, Eylül 1977, s: 49).
Kürdistan Demokrat Partisi, 1954 yılında Azerbaycan
Sovyet Cumhuriyeti Başbakanı Cafer Bakırof'un önerisi ile kuruldu (Aegleton
William. 1946 Mehebad Kürt Cumhuriyeti, Koral Yay., İst. 1990, s: 141 vd.).
Molla Mustafa Barzani. 1946 yılında kısa ömürlü
Meha-mad Kürt Devleti'nin Genelkurmay Başkanlığını yaptı. Meha-mad devletinin
yıkılmasından sonra Barzani. 1947 yılından 1958 yılına kadar Sovyetler
Birliği'nde yaşadı. Barzani. 1975 yılına kadar ABD ve İran'ın desteği ile
yürüttüğü ayaklanmanın başarısızlığa uğramasından sonra Amerika'ya yerleşti ve
1 Mart 1979'da Amerika'da öldü.
Bugün. Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal
Talabani ile Kürdistan Demokrat Partisi lideri Mesut Barzani de aynı Keleneği
sürdürüyorlar!
(309)
Türkiye'de
1961-68 yılları arasında Büyükelçilik yapan Iraklı General Hasan Arfa
tarafından yazılan ve Londra'da Oxfort Üniversitesi Kitabevi tarafından basılan
«Kürtler Hakkında Tarihi ve Siyasi Bir Etüd» adlı incelemede Şeyh Sait'in
oğullarından Şeyh Selahattin'in Hamilton adlı bir İngi-lizin yardımıyla Bağdat
Askeri Akademisi'ne girdiği ileri sürülüyor (Dünya Basın ve Yayınında Kürtlerle
İlgili Yayınlar, Turizm ve Tanıtma Bakanlığının 1968 yılında yaptırdığı çeviri,
s: 38).
Melik Fırat, Şeyh Selahattin'in Irak Başbakanlarından
Nuri Said Paşa tarafından okutulduğunu bildiriyor.
(310)
Sonyel
R. Salahı, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika. TTK Yay., Ank. 1986, s: 69 vd.
(311)
Sonyel,
s: 311.
(312)
Sonyel.
s: 309, İngiliz özgün belgesi: F.O. 7966/E. 13599; Tyrell'in raporu, 28.11.1922,
Kürkçüoğlu, s: 2.86. 235
(313)
Öke,
s: 91-92; Sonyel, s: 309.
Dr. Rıza Nur, 27 Ocak 1923 günü Dışişleri
Bakanlığına yazdığı yazıda şu uyarıyı yapıyor:
«Musul, memleketin gelişmesi için çok gerekli olan
petrolleri ile bize çok gereklidir. Keza, elden çıkması basımıza bir Kürdistan
belası çıkarması demektir ki, bizi böğrümüzden vurur» (Şimşir, Lozan'
Konferansları, s: 449). Rıza Nur, anılarında da şu değerlendirmeyi yapıyor:
«Biz Önce Musul'u İngilizlerin petrol için
istedikleri ka-naatındayız. Petrollerin imtiyazını verip, Musul'u alacağımızı
zannettik» (Nur Dr. Rıza, Hayat ve Hatıralarım 3, 1st. 1967, s: 1035).
(314)
Meray
Sena. Lozan Barış Konferansı: belgeler, SBF Yay.. Ank. 1978, takım 1. cilt 1.
kitap 1, s: 359: Öke, s: 83.
(315)
Şensözen
Vasfi. Osmanoğulları'nm Varlıkları ve 2. Abdülhamid'in Emlaki. TTK Yay.. Ank.
1982, s: 97: Öke, s: 95-102".
(316)
Kürkçüoğlu,
s. 296: raporun ayrıntısı için Öke, s: 158-166.
(317)
Kürkçüoğlu.
s: 318 vd.
(318)
Şimşir.
İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu, s: 98.
(319)
Ayaklanmanın
bastırılması sırasında Hükümet Kuvvetlerinin mal ve can kaybı konusunda resmi
bir açıklama yapılmadı.
Savcı Ahmet Süreyya Örgeevren'in anılarında bu
konuda su bilgi veriliyor: «...Sonradan yetkili makamlardan aldığımız bilgiye
göre Şeyh Sait isyanının devlet ve hükümet bünyesinde açtığı yaralar arasında
yalnız askeri harp malzemesi olarak asilerin eline geçen 4012 tüfek. 2026
kasatura, 51 hafif makinalı tüfek, ¦i eğir makinalı. 11 bomba tüfeği. 999.463
muhtelif cins piyade mermisi olduğu öğrenilmiştir.
16 zabit, 106 nefer şehit düşmüş, 17 .zabit ve 300
neferimiz yaralanmış jolduğu mahallindeki askeri makamların bize verdiği
malumat arasında idh (Örgeevren, Dünya, 19 Nisan 1957).
Mete Tuncay. Kürt örgütü Hoybun üyelerinden bir Kürt
prensinin yazdığı Philadelphia'da 1929 yılında yayınlanan «The Case of
Kurdistan Against Turkey» adlı kitapta ordunun kaybının 50.000 kişi olduğunun
yazıldığını kaydediyor. Ayrıca, Ay-bars'dan aktarma yaparak Abdurrahman Chasses
Lou'nun «Kurdistan and the Kurds» kitabında Türklerin 15-20 bin ölü verdiklerinin
ileri sürüldüğünü kaydediyor.
Kurtuluş Savaşı boyunca, Doğu ve Batı Cephelerinde
980'i subay, 8187'si er ve erbaş olmak üzere 9 bin 167 kişi şehit ol- 236
muştur. Yaralı er ve subay sayısı 33 bin 685'dlr
(Selek Sabahattin, Anadolu İhtilali, Burçak Yay., jst. 1968, s: 110-111).
Sakarya savaşındaki şehit sayısı 5 bin 173;
Çanakkale savaşlarındaki şehit sayısı da 55 bin 127'dir (Artuç İbrahim, Büyük
Taarruz, Kastas Yay., s: 288). Bu savaşlardaki ölü sayısını vermemizin nedeni
Kürt prensinin ileri sürdüğü ölü sayısının gerçek olmayacağını göstermek
içindir.
Tuncay. Örgeevren'in anılarını okumadığı için bu
Kürt kaynağına yollama yapmakla yetiniyor. Amerikalı araştırmacı Olson da Mete
Tuncay'ı kaynak göstererek gerçek olmayan ölü sayılarını veriyor. Böylece
propaganda amacıyla yazılmış ki-
laplardaki gerçek dışı bilgiler, yabancı
araştırmacıları da yönlendiriyor (Tuncay, s: 156: Olson, s: 125-126).
Şeyh Sait'in Torunu Melik Fırat
(320)
Melik
Fırat, Anayasanın 146 '3. maddesi gereğince 4 yıl 2 ay ağır hapse mahkum olmuş,
karara, üyelerden Hıfzı Tüz, Abdullah Üner ve Selamı Yörük. Fırat'ın aklanması
gerektiği görüşü ile mahkumiyet kararın?, katılmamışlardır.
Mahkumiyet gerekçesi ilginçtir:
«Son devre milletvekilidir. İç tüzük tadiline ve
Sclahiyet Kanunu'nun kabulüne oy vermiştir. (..) Yazılı müdafaası, daha ziyade,
iddia makamınca 146/Ve esas. alınan yaş tashihi, asker kaçağı ve Şarktaki
(Fırat) ailesine mensup bulunması gibi hususların 1. fıkrasının tatbikini icap
ettiren bir mahiyet olmadığına matuftur. Esasen yaş tashihi, hukuk mahkemesi
ilamına müstenid olup usulen kesinleştikten sonra nüfusa tescil edilir ve artık
onun üzerinde leh ve aleyhte durulmamak icap eder. Asker kaçaklığından verilen
hükmü sanık temyiz ettiğini bildirmektedir. Bunun da doğrudan doğruya Anayasa
nizamı ile bir alakası olamaz. Said-i Nursi'nin mektubunu adları geçen
kimselere verdiği hakkında da bir delil yoktun (Yüksek Adalet Divanı kararı,
Anayasayı ihlal davası, 15 Eylül 1961 gün ve Esas no: 1960/1 sayılı karar,
sayfa 309).
Ayrıca bkz: Nimet Arzık, Menderes Şeyh Sait'in
torununu mebus yapmak için kanunu çiğnedi. Yeni Sabah, 6 Kasım 1960.
(321)
Örneğin
Marksist Toplumsal Kurtuluş, (1988 Şubat, Arda Behram'ın yazısı, s: 53-54) ve
Dinci Tevhid Dergi -sl'nde Şeyh Sait'in torunlarından Kasım Fırat'ın yazısı
(Mazlum Halk önderi Şeyh Sait, Haziran 1991, s: 6-10).
(322)
Karabekir,
geçen yıl derlediğimiz anılarında Tev-fik Rüştü Araş ve Mahmut Esat Bozkurt'un
«islamlığın terak- 237
kiye mani olduğu» konusunu konuştukları, Fethi
Okyar'ın bu görüşe katıldığı, Atatürk'ün de bu tartışmayı izlediği
kaydediliyordu (Mumcu Uğur, Kazım Karabekir Anlatıyor, s: 86-87).
Bozkurt, aynı olayı şöyle anlatıyor:
«Dinle devlet islerinin birbirine karışmasının Türk
milleti için felaket sebebi olduğunu ileri sürmüştüm. (..) General Karabekir,
fikrime asabiyetle hücum ettn (Bozkurt Mahmut Esat, Atatürk İhtilali, İnkılap
Enst. Yay. 1940, s: 439).
(323)
Şeyh
Sait Ayaklanmasından sonra 7 Mayıs 1928 gün ve 1939 sayılı Şark Mıntıkasında
Muayyen Vilayet ve Kazalarda Ceraim Takibatı ile Cezaların Tecili hakkındaki
Kanun ile aynı yasaya ek 23 Mayıs 1928 günü çıkarılan yasa ile affedildiler.
Daha sonra çıkarılan yasalarla da ayaklanma bölgesindeki bazı Kürt aşiret ve
aileleri batıya sürüldüler. 10 Haziran 1927 gün ve 1097 sayılı Bazı Eşhasın
Şark Mıntıkalarından Garp Vilayetlerine Nakline Dair Kanun ile 400 aile batı
illerine yerleştirildi. Yasada, batıya sürülenlerden iyi halleri görülenlerin
eski yerlerine dönmeleri de öngörüldü.
26 Haziran 1927 tarihinde de Umumi Müttefiklik
kurularak, bu göreve Dr. İbrahim Tali Bey atandı. 1928 yılında çıkarılan 1505
sayılı yasa ile de bölgede toprak reformu çalışmalarına girişildi.
Ayaklanmaların sürmesi üzerine, 1934 yılında ünlü
İskan ve Tunceli kanunları çıkarılacaktı. 14 Haziran 1934 gün ve 2510 sayılı
yasanın ilk maddesi ilginçtir: «Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla
nüfus oturuş ve yayılışının bu kanuna uygun olarak icra vekillerince yayılacak
bir programa göre düzeltilmesi Dahiliye vekilliğine verilmiştir.*
1949 yılında bu yasa maddesi şu biçimde değiştirilmiştir:
«.Muhacir ve mültecilerle göçebelerin ve gezginci
çingenelerin yurt içinde yerleştirilmeleri; Türk kültürüne bağlılık ve nüfus
oturuş ve yayılışının düzeltilmesi amacıyla Bakanlar Kurulunca yapılacak
programa uygun olarak İçişleri ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca
tertiplenir.»
(324)
Ecevit
hükümetinin Bayındırlık Bakanı Mardin milletvekili Şerafettin Elçi, Ankara
Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin 25.3.1981 gün ve
1980/ 1287 esas sayılı kararı ile Hürriyet gazetesine verdiği demeçte
(Türkiye'de Kürtler vardır. Ben de Kürdüm) dediği için Türk Ceza Yasasının
142/3. maddesi gereğince bir yıl onbeş ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
238
I
AD DİZİNİ
Abdülaziz (Kaymakam): 11. 183
Abdülbaki Gölpınarlı: 203
Abdülgani Bey: 75
Abdülhamit |
II:
54, 84. 170, 210 |
Abdülhamit |
(Lice
Müftüsü): 71 |
Abdülkadir |
Geylani:
211 |
Abdülkadir |
Nuri
(öğretmen): 183 |
Abdülkadir |
Şener:
203 |
Abdullah Cevdet Bey: (Doktor): 11. 12. 72, 183. 185.
186
Abdullah Dahlevi: 60
Abdullah Djendel Bey: 168
Abdulselam: 76
Abdurrahman Bey (Şırnak Aşireti Reisi): 115. 116
Abdurrahman Chasses Lou: 236
Abdurrahman (Öğretmen): 184
Abdurrezzak Bedirhani: 150
Abdurrezzak Bey (Milletvekili): 75 241
Abuk Ahmet Paşa: 16
Adil Bey (Dahiliye Nazın): 21
Adıvar. Adnan: 41, 211
Adıvar, Ekrem: 231
Ahmet Arif (Dava Vekili): 14
Ahmet Hamdi Paşa: 184
Ahmet Mithat Bey: 72
Ahmet Vicdani (Doktor Binbaşı) : 184
Akbal, Oktay: 195
Akıncı, İbrahim Ethem: 199
Aksin, Sina: 187, 189, 190
Aktürk, Belma: 212
Albay Ferit: 217
Ali |
Cenanı |
:
211, 212 |
||
Ali |
Galip |
(Harput Valisi): 20, 22, |
36, 189, |
190 |
Ali |
Şükrü |
(Trabzon
Milletvekili): |
194,
206 |
|
Ali |
şan
Bey |
(Mustafa
Paşa'-nın oğlu) |
:
35-38, 193, |
195,
198 |
Altunkal, Ali Rıza: 129
Amiral Webb: 15, 16. 19, 20. 24
Anılmış, Nihat (Korgeneral): 45. 197
F.: 16
Anter, Musa: 222
Apaydın, Orhan: İSİ
Araş, Tevfik Rüştü: 176. 212,
237 Arda, Behram: 200, 204, 206,
233,
237
Arfa, Hasan: 235 Artuç, İbrahim: 192, 237 Arvasizade Mehmet Şefik: 11 Arzık,
Nimet: 237 Ataç, Kasım: (Cibranh Binbaşı): 8, 10,
55, 56. 63, 101104, 109-111, 113. 128-130.
147,
148, 150-152, 155. 156,
177,
179,
217, 218, 228 Atak, Müftü Ahmet: 232 Atakul, Kazım: 104, 110. 111
Atalay, Turgut: 231 Atay, Falih Rıfkı: 47 Austen
Chamberlain: 84. 96.
164,
172
Avcıoğlu, Doğan: 214, 215
Avni Bey (Binbaşı): 16 Avni Paşa:
16 Aybars, Ergun: 205, 214, 216,
223,
229,
232, 233 Aybaytugan, Ali Sait: 111 Aygören, Muhyettin: 203 Azamet: 38, 39
B
8,
Berthelot:
26 M. Cambon: 26 Baban, Hüseyin Şükrü: 11, 184, 186
Babanzade Fuat: 184,
186 Babanzade İsmail Hakkı: 185 Babanzade Mahmut: 184 Babanzade Mustafa Zihni
Paşa: 11, 183 Babanzade Nairn Bey: 185 Babanzade Aziz Bey: 11 Babanzade Hikmet Bey: 11, 183, 186
Bağos Nobar Paşa (Ermeni lideri): 13-16
Bahçerli Hacı Hamit Bey: 72
Bahri Bey: 39
Bakırof, Cafer: 235
Baku, Mürsel: 72. 99, 101,
127,
159,
160, 207 Ballıkaya. Hüseyin: 227
Bardakçı, Cemal: 99 Barzani,
Mesut: 235 Baydar, Ekrem: 77, 78, 81,
84,
163,
209, 234 Baytar Nuri: 49 Baytok. Taner: 191
Bayur, Hikmet: 191
Bedirhan, Asaf: 184 Bedirhan Cemil Bey:
21 Bedirhan Ferit Bey: 186
Bedirhan Halil Bey: 21
Bedirhan, Celadet Ali: 17, 21,
22,
190
BccMrhan, Emin Ali: 12. 17,
19,
183-186, 190, 194
Bedirhan, Emin Mehmet: 16 Bedirhan, Kamuran Ali:
11,
17,
21, 22, 190, 191 Bedirhanzade Abdurrahman
Bey: 185
Bedirhanzade Bedirhan: 183
242
Bedirhanzade Hasan Remzi:
183,
Bedirhanzade
Kamil Bey:
185,
Bedirhanzade
Mehmet Ali:
11,
119,
183 Bedirhanzade Mithat Bey:
185
Bedirhanzade Murat Remzi:
183 Bediüzaman Said-i Nursi: 14 Bediüzzaman Molla
Sait: 11,
12,
183, 185, 187
Bekir Sami Bey (Dışişleri Bakanı : 30 Bele, Raf et: 41, 50, 211
Berhu, Dr.
Fevzi: 184
Berzani, Hüseyin: 200 Berzani, Mustafa: 235 Berzencizade
Abdülvahit: 11 Berzerci Şeyh Mahmut: 210 Beşikçi, İsmail: 195, 199, 202,
214,
218,
233 Bilgin, Fevzi: (Öğretmen):
203 Bilgin, Zülküf: 203 Bilgin,
Abdurrahim (Şeyh Abdurrahim'in torunu): 9
Boğlaniı Hacı Halit: 217 Bora, Ferit: 221, 231 Boran, Behice:
181 Botyanlı, Ömeri Faro: 71 Bozkurt, Mahmut Esat:
75,
94,
211, 212, 237,
238 Brown (Gazeteci): 23 Bruinessen Wan Martin: 200
C
Cafer Tayyar Paşa: 167 Carter (ABD Bşk.): 235
Cebesoy, Ali Fuat: 86-88. 166,
211 Celil, Celile: 210
Cemal. Behçet: 201, 205-207, ' 209, 210, 215-217,
219-221,
226,
229,
231, 232 Cemil Bey (Doktor Yüzbaşı):
158
Cemil Paşa (Diyarbakırlı): 17, 155
Cemiloğlu, Cemil: 227 Cemiloğlu, Esat: 227
Cemiloğlu, Kadri: 226 Cerrahzade
Memduh Selim: 185
Cevdet Cemilpaşazade: 157 Cibranh Kamil: 100. 218
Cihan, Ali Rıza: 10
Ç
Çabukça, Tahsin Cahit: 205 Çakmak,
Fevzi: 50, 52, 100,
167,
196,
197, 217 Çan Şeyhi İbrahim: 153 Çerkez Ethem: 50, 199 Çevindir
Cemil Bey: 71, 127,
223 Çubukçu, Tahsin Cahit: 207
243
D
Dağlı, Nuran: 212
Damat Ferit Paşa: 22,
30, 59. 119, 219, 227
Damat ZUlkadir Paşa: 169
Demirci Efe: 50
Derikli Hacı Necim: 72
Derikli Ilyas: 72
Dersimi, Mehmet Nuri
Baytar: 11, 35-37. 183, 185, 187, 193, 198, 206,
215-217
Derviş Bey: 75
Devellioğlu, Ferit: 222
Dirik, Kazım: 98, 101. 111,
204, 215
Doğan, Avni: 8, 9, 184,
188, 195, 201, 203, 205-207, 209, 210, 218-220, 225
Doğan, Dedeoğlu Hüseyin Ef.: 99
Doğan, Ali: 9
Doktor Tevfik: 184
Dündaralp, Mehmet Zeki: 66, 205, 218
Duru, Orhan: 192
Düşünsel, Feridun Fikri: 87. 89-91, 211. 212
E
Ebubekir Hazım Bey (Vali):
39 Eczacı Halil: 39 Edward Noel (Binbaşı): 15-22.
168,
169,
193. 210
,Eğilmez, Cafer Tayyar: 51, . 211
Ekin, Cavit: 160
Ekinci. Dr. Tarık Ziya: 203
Ekinci, Tahsin: 203
Ekrem (Cemil
Paşa*nın oğlu): 17, 36, 114. 226, 230 •Elçi, Şeıafettin:
238
Emin Bey: 168
Emin Paşa: 11. 183
Emin (Topçu Yüzbaşı):
11, 16, 184
Enver Paşa: 50, 199
Erdost, Muzaffer: 187
Ergun, Halis: 205
Erim, Nihat: 191
Erkekoğlu, Yılmaz: 9
Erkmen. Dr. Fuat: 56,
161, " 179, 221, 222
Erkmen, Mehmet Fuat: 222
Erkmenoğlu, Kamuran: 222
Ertem. Sadri Ethem: 225
Eryavuz, İhsan: 211. 212
Esmer, Ahmet Şükrü: 225
Eşref, Cengiz: 231
Eyüboğlu, İsmet Zeki: 202
F
Fahri Bey (Diyarbakırlı): 30 Fahri
(Öğretmen): 59, 138,
201 Faik Bey: 102 Faki, Hasan Fehmi (Dara-
hinili): 70, 154. 158
244
Fatma Hanım: 55 Fehmi (Öğretmen): 71 Felik Ali: 39
Ferit Ahmet Hamdi Paşa:
11 Ferik Fuat Paşa: 11 Ferit Paşa: 119 Feyzioğlu,
Necmettin Feyzi:
189 Fırat, Fehmi: 113, 219. 223 Fırat. Feridun: 223 Fırat, Fuat: 202.
203 Fırat-, Halil: 227 Fırat, Kasım: 232. 237 Fırat,
Mehmet Şerif: 199.
201,
204,
219 Fırat, Sırrı: 223 Fırat, Melik fŞeyh
Sait'in torunu):
9,
173. 176-180, ! 182, 219, 235, 237 Fuat Temo: 185
G
Gençoğlu. Hakkı (Eğil Kaymakam;): 206
General Laidoner (Estonya-lı): 171
Geylan, Hızır: 211
Gezici, Ali Rıza: 194
Goloğlu, Mahmut: 208. 212
Göğsa. İbrahim Alâaddin: 191
Gökalp, Ziya: 193
Gönlübol, Sar: 192
Göstepe Tank Mümtaz: 201
Güllü Hanım: 55
Gündoğan, Cemil: 194 Gündüz, Nadir: 225 Günyol,
Vedat: 226 Gürel, Şükrü: 191
H
Hacı Ahmet Ağa (Aşiret reisi): 17 Hacı Alibeyzade
Kaddur Bey:
75 Hacı Hüsnü Efendi: 142 Hacı Kadir
Ağa: 22T Hacı Musa (Mutki Aşireti Reisi): 127. 143. 185, 200, 217 Hacı Osman
Bey (Elazığ Baytarı) : 205
ITacı
Osman: 183 Hac; Selim: 125 Hafız Mehmet: 43, 195 Hakkı Bey (Beyrut
Valisi):
186 Halil Ağa: 54-64 Halil Hayali (Mutkili): 185
Halil Rami Bey (Mutasarrıf):
21,
22, 183 Halil Rıfat Bey: 51 Halis Turgut Bey: 87,
92, 211,
213 Halis (Binbaşı): 37 Halit Bey: 21
Hamdi Bey (Genç Milletvekili): 65, 205 Hamdi Paşa:
34 Hamit Ağa: 142 Hamza: 11 245
Hanbeyzade Süleyman Nuri:
183 Hançerlioğlu, Orhan: 224 Hanioğlu, M. Şükrü
(Doktor): 183 Harenç (Binbaşı): 96 Harrington (General): 79 Hasan Hayri: 98
Hasenalı Halit Hüsnü: 55, 56, 63, 101, 105. 111, 112,
127, 144, 207, 217
Hasretyan M. A.: 200, 201.
216,
217
Haydar Bey (Mustafa Paşa'-nın oğlu): 35-39, 143. 195, 198
Haydaranlı Halit: 207 Haydarizade İbrahim
(Şeyhülislam): 11. 16: 183 Heyzanizade Kemal Fevzi:
11,
.
56, 114-117, 120, 122 Hiçyılmaz,
Ergun: 231 Hikmet, Nazım: 50,
181,
Hızanlı
Selahattin: 207 H.N. Churchill: 22, 34 Hoca Askeri: 114.
120
Hohler: 16, 18. 22, 24 Hüseyin Hilmi: (Çapakçur
Kaymakamı): 205 Hüseyin Paşa: 19
İbrahim Nurettin
(Sakallı Nurettin Paşa: 38, 39, 42-45, 196, 197
ibrahim Tali Bey (Doktor): 238
İğdemir, Uluğ: 190
İhsan Nuri (Yüzbaşı):
52, 56. 62, 184, 204
İhsan Paşa: 47
İhsan Selim: 208
İleri, Suphi Nuri: 225
İleri, Celal Nuri: 14
İlhamı, Safa: 225
İlyas Bey (Alay Komutanı): 22
İlyas Sami (Muş Milletvekili):
11, 92, 183
İnan, Arı: 198, 234
İnan, Kamuran: 61. 181. 210
İncesu, İbrahim: 194
İnönü, İsmet: 31, 32,
52, 62, 65. 73. 86-88, 91, 94. 95, 100. 122, 165-167, 170, 176, 196, 207, 215, 217, 229
İsmail Bey: 69
İsmail Hakkı Bey (Genç
İii Valisi): 205, 206, 230
J
Jaeschke Gotthard: 139, 191,
198 John Godolpin Benetti: 170
K
Kaçurzade Haydar Bey: 39 Kadızade Mehmet Şevki: 11
246
Kadri. Cemil Paşa: 56 Kadri,
Cemilpaşazade: 157,
185 Kamil Bey: 12 Kamil (Hacı Ahmet Ağa'nın
oğlu): 18 Kandemir, Feridun: 194, 210,
211 Kansu, Ceyhun Atuf: 227 Kansu. Mazhar Müfit:
119. 130, 131, 138, 141, 143, 145. 147, 148, 150, 153, 156, 157. 159, 161, 219,
227 Kansu, Nafi Atuf: 115, 227 Kaplan, Cemalettin: 232, 233 Karabahçeli Eyüp
Bey: 161.
162,
222
Karabekir, Kazım: 20. 38, 50, 74. 86, 87, 91, 94, 95. 162, 167.
189,
191,
196, 199. 211. 219, 238 Karaosmanoğlu,
Feyzi Lütfi:
225 Kargapazarlı Reşit: 102, 217 Kasım
Cemil Paşa: 56 Kaymakam Hilmi Bey (Ça- pakçurlu): 153, 156 Kaymaz, Nejat: 192 Kemahlı Sabit (Harput Valisi):
11,
183,
Kemal
Feyzi (Üsteğmen):
184,
219, 220, 221
Kemal, Orhan: 225 Kılıç Ali Bey: 94 Kızılkaplan,
Mustafa: 207
Kocaçıtak, Minür: 219 Kocaoğlu, Yusuf Ziya (Bitlis
Milletvekili): 10, 52,
56, 57, 62, 63, 65-67, 102, 111,
124,
127,
143, 144, 151, 166, 177, 185, 204, 219,
227 Koptagel, Osman Nuri: 216,
218 Kör Rıfat: 41 Kör Sadi (Palulu): 10. 12,
77. 78, 80-85, 114,
115, 117, 119-121, 209, 210 Koraltan, Refik: 91, 212, 213 Küçük,
Yalçın: 187, 199, 201,
233 Küirdizade Ahmet Ramiz: 185
Kürkçüoğlu. Ömer: 192, 199,
214,
234-236
Kürt Hacı Ağa: 38 Kürt Halit Bey (Miralay -
Varto Aşireti Roisi): 66 Kürt Nemrut
Paşa: 57 Kürt Sait
Paşa
(Hariciye Nazırı): 13 Kürt Şerif Paşa:
12-16, 25,
28,
29,
33, 35, 57, 121, 150, 188 Kutay, Cemal: 191, 198,
231 Kutlay, Naci: 184, 185, 188
L
Lekili, Emin (Milletvekili):
41,
42,
45 Liceli Hakkı: 71 Liceli Hüseyin: 71 Liceli Mustafa: 71 Lloyd David George: 25-28,
116, 216 247
Lolanlı Hüseyin Efendi: 217, 218 Lord Earl Curzon:
15, 16, 20, 24-26, 29, 31, 166, 170 M Mac Donald: 66 Mahmut Bey: 38 Mahmut
Ezberci: 57 Mahmut Nedim Bey: 186 Mahmut Şevket Paşa: 77. 80 Maksun Bey: 63
Mark Lamberd Bı istol <Amiral): 33
Mayokhan İsmail: 225 Mazıcı, Nursen: 211 Mehmet Ali:
63 Mehmet Bey (Zaho Be!.
Bşk.): 115
Mehmet Cem: 192 Mehmet Efendi (Genç Milletvekili): 185
Mehmet Emin Bey: 94, 184 Mehmet Emin
Paşa: 184 Mehmet Şerif: 65, 129
Mehmet
Tevfik (Hacı Ahti): 56, 114, 120, 122 Mehmet Zeki (Yüzbaşı): 184 Memduh
Cemilpaşazade: 157
Meray, Seha: 192, 236 Mevlana Halit: 60 Mevlanazade
Rıfat: 11, 16.
59, 184, 186
Mihri, Mehmet: 11, 130, 207, 230
Millerand: 29 Minür Bey (Savcı): 125 Miralay Mahmut Sami Bey: 185 Miri Hamit
Bey: 59 Mirzeytinzade Hüseyin Avnl Bey: 185
Mithat Bey: 12 Mithat Bey (Vali): 160 Molla Abdurrahman: 102
Molla Sait: 119, 183 Mr. A. Block: 85 Mr. Fresrer: 22 Mr. Hand
er son: 66 Mr. Kidston:
24 Mr. Ryan: 67 Müftü İbrahim (Çapakçur- lu): 153 Müftü Mehmet Efendi: 98
Muğlalı, Mustafa (Orgeneral):
195 Muhittin Cemilpaşazade: 157 Muhittin
Nami Bey: 11 Mulanzade
Rifat Bey:
34 Mumcu, Ahmet: 214, 225 Mumcu, Uğur: 189, 198, 199,
211.
234, 238 Murat Paşa (Aşiret ağası):
38 Muşlu Hacı Musa: 56 Muşlu Musa Bey:
57, 59, 66 Mustafa Bey (Hanili): 43,
125,
142, 154, 158
Mustafa, Kemal: 16, 19,
20, 22-25, 30, 34, 35, 44,
47-49, 52, 59, 61, 62, 64-66, 71-73, 76.
86-88, 97, 100, 110, 111.
248 / 113, 150, 151,
163, 165, 167, 173, 177, 182, 187, 189, 190, 193, 196, 198, 204, 205, 213, 215, 217, 218, 234 Mustafa Paşa
(Koçkirili) ¦
35 Mustafa Zeynel: 54 Mutasarrıf Hamza: 184
Mutasarrıf Sadrettin: 184 N
N. Ceitze: 27 JNadi, Yunus: 190, 199 Nafiz Bey (Yüzbaşı): 158
Nakipzade
Bekir: 72, 126
Naki: 38, 39
Nazım Paşa (Harbiye Nazırı): 20
Necatigil, Behçet: 195 Necmettin, Hüseyin: 185, 186 Nizamettin (Zabıta Memuru):
10, 80 Nur, Dr. Rıza: 170, 236 Nuri Sait
Pasa: 235
O
Odabaşı,
Yılmaz: 221, 232 Ohili Necip Ağa: 99 Okyar, Fethi: 73, 74, 86-88. 90, 171, 176, 211. 212, 238
Olcay, Osman: 191
Olson: 237
Orbay, Hüseyin Rauf: 20, 32, 86, 87, 91,
92, 94, 166, 211
Orbay, Kazım: 99, 101
Osman Bey (Albay): 98, 111
Osman Bey (Cezaevi Müdürü): 158
Osman Nuri Bey: 89
Osman Paşazade Halil Fahri: 184
Osmanbeyzade Mustafa Şevket: 184
Öcalan. Abdullah: 233
Öğütçü, Abdülkadir: 225
Öke, Mim Kemal: 188, 189, 234, 236
Ökmen, Cihat: 203
Öldürülenoğlu, Muzaffer: 222
Ömer Cemilpaşazade: 157, 185
Ömeri Ferro: 207
Önelçin, Adnan: 212
Özalp, Kazım: 111
Özdeş, Lütfi, Müfit: 159, 160, 219, 231
Özgeevren, Ahmet Süreyya: 75, 89, 90, 114, 117,
123-125. 127, 130, 145, 154, 158-161, 208-210, 212, 218-223, 226, 227, 229,
230, 233, 236 öztürk, Kamer: 227 248 p
Peker, Recep: 88, 93, 94, 211
213 Polis Celal: 10. 78-81, 117, 210 Polis Munzur:
39 R
R.C. Lindsay: 85, 96, 164 Reşat Halli
(Em. Alb.): 207 Reşit Ağa (Tarikanlı): 59,
201 Reşit Bey: 143 Reşit Halis Bey: 191 Reşit Paşa:
36 Revandizizade Emin Efendi: 103, 141 Ruhi Su: 181
S
Sabis, Ali İhsan: 198 Sabit Bey: 39
Saka, Hasan: 212 Sakarya, Mustafa Durak: 41 Salih Bey: (Hanili): 59, 125, 126,
135, 136, 142, 154, 159, 221, 231, 232 Sarıbayraktaroğlu, Mehmet
Şakir: 194
-Sarıoğlu, Hüseyin Hüsnü: 184
Sarıhan, Zeki: 199 Saydam, Refik: 212 Sebdioğlu, Ali
Rıza: 203 Sekban, Şükrü M. (Doktor):
II,
183, 185, 186, 194 Selek, Sabahattin: 237 Selim Bey: 146
Serficeli
Hilmi Bey: 205 Sertel, Zekeriya: 181 Sever, Ahmet
(Cibranlı Ha-
lit'in oğlu): 200 Sever, Halit
(Cibranlı): 54-57, 63-67, 97, 100. 102,
104, "
III,
122.
124, 127, 133, 143, 144, 179, 186. 200, 204, 217, 218, 219, 227 Sever, İbrahim
(Cibranlı Ha- lit'in oğlu): 200
Sevgen, Nazmi: 189. 190, 193
Seyit Abdülkadir:
10-12, 14
18,
24, 25, 35, 36, 59-61,
64,
77.
81-85, 97, 112, 114,
115,
117-121, 126, 133, 150,
151,
177. 179, 181-187, 191,
194,
201, 208-211, 213
Seyit Bedirhan (Seyit Ab-
dülkadir'in yeğeni): 15 Seyit Mehmet Reşit Paşa:
84. 114, 115. 120-122, 208 Seyit Rıza: 38, 235 Seyit Simko (Seyit
Abdülka-dir'in yeğeni): 15, 51, 57, 61. 117, 217 Seyit Taha (Seyit
Abdülka-dir'in yeğeni): 15, 16, 32, 60, 61, 79,
177, 185 Sibrağullah
Efendi: 61
Sıddık Mehmet: (Binbaşı):
14,
183
Silvanlı Şemsettin: 217
250
Sir A. Calthorpe: 15, 16, 18
Sir D. Cleck: 172
Sir E. İlley: 18
Sir Robeck (Amiral): 19, 20,
22.
24,
25 Sirel, Ziya Arif: 198 Sırrı Bey (İzmit
Milletvekili): 166
Sırrı Bey (Varto
Kaymakamı): 65. 100 Sonyel, R. Salah!:
192. 235
Soyak. Hasan Rıza. 213, 215 Soysal, İlhamı: 190
Süleyman, Nazif: 186
Süleyman Necati Bey: 65 Süleyman Sırrı Bey: 212
Sultan Abdülaziz: 169
Sultan Vahdettin: 59, 77, 81
Ş
Şadili Vedat: 209 Şahin Bey: 57 Şahiner, Necmettin:
187 Şemdioğlu, Ali
Rıza: 203 Şefik Bey (Beyazıt
Milletvekili): 186
Şehitoğlu, Süreyya Hami: 198
Şemdinlili Ubeydullah (Nakşibendi Şeyhi): 12 Şener,
Cemal: 199 Şensözen.
Vasfi: 236 Şeref Bey (Milletvekili): 160 Şevki
Efendi (Erganili): 142 Şeyh
Abdülbaki: 141 Şeyh Abdullah (Melikanlı) :
63. |
70, |
98-102, 104 |
, 106 |
108, |
128, |
129,
145, 147, |
148, |
156, |
158, |
217,
218, 227, |
228 |
Şeyh |
Abdüllatif Bey: |
125, |
130.
153
Şeyh Abdurrahim (Şeyh Sait'in kardeşi): 9, 57, 59-60, 61,
67-70, 98, 102, 161,
178. 201, 202
Şeyh Ali Rıza (Şeyh Sait'in Oğlu): 59. 100, 101,
112, 113, 115, 118-121, 126, 128, 133, 143, 146. 147. 151, 164, 173. 174. 177, 179.
202, 208, 232
Şeyh Ali Sebdi: 60
Şeyh Ali: 130
Şeyh Bahattin: 60. 173, 202
Şeyh Celal: 129
Şeyh Diyaettin: 60. 202
Şeyh Eyyup: 70. 98, 162
Şeyh Galip: 102, 217
Şeyh Hasan (Sebdioğlu): 60
Şeyh Hüseyin (Sebdioğlu): 60-139
Şeyh İsmail: 125
Şeyh Kasım: 39
Şeyh Mahmut (Sebdioğlu): 60
Şeyh Mahmut (Şeyh SaK'ln babası): 60
Şeyh Mahmut: 15
Şeyh Mehdi 60, 69, 71
Şeyh Mehmet (Sebdioğlu):
60 Şeyh Musa: 130 Şeyh Necmettin: 60 Şeyh Saffet:
183 Şeyh Sait Ali: 210
251
Şeyh Sait: 8, 10,
55-57, 59-61, 63-65, 67-76, 81, 84, 97-100, 102-115, 118, 119, 121. 123-125, 128-131, 140, 141,
145-147, 150-156, 158-161, 164, 168,
169, 171-182, 200, 203, 206-209, 213, 217, 222, 225, 228, 232
Şeyh Şamil: 177
Şeyh Selahaddin (Şeyh Sait'in oğlu): 202, 235
Şeyh Selim: 70
Şeyh Şemsettin: 231
Şeyh Şerif (Gökdereli):
98, 128-130, 139, 153, 154
Şeyh Şerif: 66
Şeyh Tahir: 60, 61, 69
Şeyh Ubadullah: 61, 177
Şeyh Ziyaettin: 202
Şimşir, N. Bilal: 188, 189, 192, 206, 211, 215, 234,
236 T
Talabani, Celal: 235 Talat Paşa (Sadrazam):
208 Tanrıöver, Hamdullah Suphi: 166, 212 Tarancı, Cahit Sıtkı: 222 Teğmen Ali
Rıza: 52, 56. 62.
102.
104
Teğmen Hasan Hüsnü: 68,
69 Teğmen Mustafa: 68, 69 Teğmen Rasim (Vanlı): 52,
56
Teğmen Refik Cemal: 52, 56 Temur Ağa:
102, 217 Tengirşek. Yusuf
Kemal: 30
Tepeyran, Ebubekir Hazım:
195 Tevfik Bey: 66 Tevfik Paşa
(Sadrazam): 30 Tilek Mehmet Şerif Hoca: 70 Toker. Metin: 206, 209, 210,
212. 217, 229, 232 Topal Osman (Milis
Yarbayı): 38, 42, 43, 194,
206
Toprak, Sabri: 212 Topuz. Hıfzı: 212 Törehan: Habip Edip: 225 Toydemir,
Cemil Cahit: 50, 101 Toynbee: 176 Tunalı
Hilmi Bey: 90 Tunaya, Tarık Zafer: 183,
185.
187
Tuncay. Mete: 197, 201, 212,
215.
225,
228, 233, 234, 236 Tüz. Hıfzı: 237
U
Ulaş, Hüseyin Avni: 41
Ulubelen. Erol: 188, 189, 191, 228
Uran, Hilmi: 8
Urfalı Tayfur (Emekli
Savcı): 11, 184
Ursavaş, Ali Saip: 94, 103, 120, 138,
141, 147, 152, 159, 160, 219
Uybadın, Cemil: 211, 212
2Ü52
Y
Üçok, Coşkun: 225 •, Üner, Abdullah: 237 Üssat, Hacı İbrahim: 99
Üsteğmen Mihri: 101
V
Vanlı Teğmen Hurşit: 52
Vasıf Çınar: 191 Veli Ağa: 54, 55, 64
Veli Ebuziya: 225 Velidedeoğlu, Hıfzı Mehmet:
189-196
W
Wilson (ABD Cumhurbaşkanı): 13
Yakup Kadri Bey: 75 Yalman, Ahmet Emin: 48, 198, 225
Yarbay Emin Bey: 183 Yarbay Fethi Bey: 162 Yargıç Mehmet Faile Bey:
185 Yavuz Edip: 193 Yavuz, Unsal: 9
Yıldız, Doğan: 188 Yıldız, Hasan: 191. 193
Yılmaz, Hamdi: 205, 218 Yörük, Selami: 237 Yüzbaşı Ata: 110
Yüzbaşı Mevlut: 183 Yüzbaşı Tevfik Vehbi: 184 2
Zalim Çavuş: 38 Zileli Ümit: 235
Zirkanlı Kerem: 63, 111
Ziya Hurşit:
43, 44. 194, 196 Zülfü Ağa:
59 Zülküf Cafer Ağa: 69
253 s
Seyit Abdülkadir F.:17 257
Seyit Abdülkadir'in oğlu Seyit Mehmet. 258
İdam edilen Şeyh Sait, resimde ortada önde oturan
beyaz sakallı olandır. Sağında Şeyh Şerif. Arkada kalpaklı Binbaşı Kasım, onun
sol yanında siyah sakallı Melikanlı Şeyh Abdullah görülmektedir. 259
Şeyh Sait'in oğullan Irak'ta 1926. Ayaktaki: Şeyh
Selahattin, oturan: Şeyh Ali Rıza.
260
Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Abdurrahim. 261
Şeyh Sait'in oğlu Şeyh Ali Rıza (ölümünden önce). 262
, TPnBff w*"
<1
Türkler Berlin'de Musul konusundaki gösteride
(1924). 263 F*»V ¦"•*%«
I
Dr. Fuat, büyük oğlu Muzaffer Öldürülcnoglu ile
birlikte.. 264 Dr. Fuat.
265
Diyarbakır'da vazifeye başlayan «Şark İstiklal
Mahkemesi» Heyeti: Ön safta oturanlar: 1) Sağda gözlüklü: Mahkeme Reisi Mazhar
Müfit (Kansu), 2) Solda Müddeiumumi Ahmet Süreyya (Örgeovren).
Arkada ayakta duranlar: Sağda: 1) Lütfi Müfit
(Özdeş), 2) Avni Doğan, 3) Ali Saip (Orsavaş).
266
Şark İstiklal Mahkemesi Müddeiumumilik kadrosu: 1)
Ön sırada ortada papiyonlu, Müddeiumumi Ahmet Süreyya Bey (karesi Mebusu), 2)
Süreyya Bey'in solundaki: Müddeiumumi Muavini Münir Bey (emekli Korgeneral
Münir Kocaçıtak), 3) Süreyya Bey'in sağındaki: Başkatip Lebip Bey (Lebip
Aktan), 4) Münir Bey'in sağındaki: Katibi Muzaffer Bey (Muzaffer Sincaplı),
5)Lebip Bey'in sağındaki: Hapishane Müdürü Mülazimievvel (Üsteğmen) Osman Bey,
6) Muzaffer Bey'in solundaki: Muhafaza Kumandanı Mülazım (Teğmen) Nazif Bey.
Arka (soldan sağa doğru:) 1) Müddeiumumilik Başkomiseri Şakir, 2) Polis
Abdurrahman, 3) Polis Faruk, 4) Polis Tahir.
1919 - 1925 yılları arasında Kürt-islam Ayaklanması
kimler tarafından nasıl örgütlendi9 Ayaklanma nasıl başladı? Şeyh Sait'i ihbar
eden yakını kimdi? Kürt örgütlerini kimler kurmuşlardı?. Koçkiri, Nasturi ve
Şeyh Sait Ayaklanmaları nasıl başladı?. Nasıl bastırıldı? Şeyh Sait
Ayaklanmasında hangi aşiretler Şeyh Sait'e karşı savaştılar?. Şeyhler mahkemede
kimleri suçladılar?. Şeyh Sait idam edilirken neler söyledi?. Ayaklanma
ingilizler tarafından desteklendi mi?. Ayaklanma dinsel gerekçelere mi
dayanıyordu? Yoksa amaç kurt devleti kurmak mıydı? Nakşibendi tarikatının*
olaydaki rolü neydi?
Seyit Abdülkadir ve Şeyh Sait'in ayaklanma nedeniyle
yargılananların yakınları bugün ne yapıyorlar?. Hangi siyasal görüşleri
savunuyorlar? Şeyh Sait'in ailesi ayaklanma hakkında ne düşünüyor?
UĞUR MUMCU ARAŞTIRDI VE YAZDI.
ingiliz, Fransız, Amerikan belgeleri, gizli
tutanaklar ve davanın savcılarından Avni Doğan'ın arşivindeki yazışmalar ile
Sevres'den Lozan'a ve Lozan'dan Şeyh Sait Ayaklanmasına kadar geçen dönemin
soluk kesici öyküsü.
Yakın tarihimize olduğu kadar bugünlere de ışık
tutan belgesel inceleme.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar