Evren ve Yolculuk
Bu bilinmeyeni fazla
olan evrende yıldız tozu olan bizlerin hikâyesidir. Evrenin dört boyutlu ve çok
boyutlu açıklamasını hiperküp kavramı ile yapan bilim adamları bize evrenin gizemli
yapısını boyutlar ile açıklıyor. Bu boyutlar içerisinde Dünya’nın en, boy,
derinlik algısı ile üç boyutlu bir yaşam alanı olduğunu söylerlerken,
Einstein’ın genel görelilik kuramı ile zamanın tek başına değişken olduğu
tespiti ile birlikte, dünyanın içinde olduğu evrenin dört boyutlu olduğu
açıklaması bilim dünyasına hâkim oluyor. Kuantum mekaniği ile birlikte dört
boyutlu evrenin, kuantum sıçraması ile çok boyutlu evren olduğu açıklaması
Hiperküpü tanımlıyor. Dört boyutlu ve çok boyutlu olan evren, yani Hiperküp
içerisind e yer alan Güneş Sistemi içerisinde bir zamanlar gezegen olup daha
sonra gezegenlik özelliklerine sahip olmadığı açıklaması ile gezegenlikten
çıkarılan Plüton, bu tezin savının ana karakterini oluşturuyor.
İnsanın kendini anlatırken birincil olarak
seçtiği dil kavramı ise bireyi anlamada bize rehber oluyor. Dilin özellikle
insan ilişkilerini düzenleyen bir konumda durması ve bireyin kendi içerisinde
yaşadığı derin duyguların ifadesinde bir anlatım biçimi olarak şiiri seçmesi
bizi şiiri incelemeye yönlendiriyor. Dilin özellikleri kullanılarak bireyin en
derin duygu ve düşüncelerini dile getiren ve çağlar boyunca bireyin en gizli
duyguları ile örülmüş cümlelerin şiirsel olarak tanımlanması, bize evrenin
poetik (şiirsel) bir renk cümbüşü olduğu düşüncesine itiyor. Toplumdan sıyrılan
bireyin kendi varlığını oluşturmak adına yeni bir yaşam alanı arayışı
içerisinde oluşu, onu bilimsel ve edebi incelemelerle birlikte bir serüvene
itiyor. Bu serüvenin başlangıcı ise; Plüton’un gezegenlikten çıkarılması ile
toplumdan kopan bireyin yalnızlığı ve ötekileştirilmesi, renkler ve şiirler ile
buluşarak “Plüton’da Bir Koloni” ismi adı altında çalışmalar olarak karşımıza
çıkıyor. (Sema YAYLA)
Einstein’ın buluşunun
büyük bir insanlık dramına dönüşmesi şüphesiz onun beklediği bir sonuç olmasa
gerek. Hiroşimaya atom bombası atıldıktan sonra, “Yalnızca iki şey
sonsuzdur, evren ve insanoğlunun aptallığı; aslında evrenin sonsuzluğundan o
kadar da emin değilim” demiş olan Albert Einstein, aldatılmaya pek müsait
olan insanlığı gözler önüne serer.
Yola koyulan tüm güzelliği, tüm
zayıflıklarıyla birlikte “kendi”siyle karşılaşmayı ve anlamayı isteyen kişidir.
Bunun için alışkanlıkların ve toplumsal bencilliklerin sınırlamalarından
uzaklaşır. Çünkü yol sezgi, özgürlük ve farkındalıktır. Başkaca bir işareti
izlemeden, yalnızca kendi aklının ve kalbinin sesini dinleyerek vadedilen yere
ulaşılabilir. Yol kilometreler kat etmek değildir. Hiç yer değiştirmeden de,
bilincin ve anlayışın çeperleri genişletilebilir. Anı derin bir farkındalıkla
yaşamak ve açılan zaman aralıklarından geçerek sonsuza varmak gibi... Yine de,
belirsiz ve anlamsız olanla yüzleşerek, boşluk içinde denge kurabilmek
bilgeliğini kazanmanın en elverişli yöntemi yollara düşmektir. belirsizliğin
içinden geçen, sonu kestirilemez yolculuklara çıkılır. Bu bazen kentte dolaşan
bir aylağın, kimi zaman da düş kuran oyuncak bir bebeğin serüvenidir. Soğuk bir
gece vakti benzinlik kahvesinde tekbaşına oturan tedirgin yolcunun
garipliğinden, sıcak güneşe doğru yol alan otobüsün penceresinden dışarıya
bakarak toprakta kayan gölgeleri izleyen yaşlı adamın keyfine dek uzanır yolun
renkleri. Yolculuk içe dönüşlerle yoğurulur, anımsayışlarla düşlerin zamanını
birleştirerek anlamın peşinden götürür. Hüzünlü yol şarkıları, çocukluk
imgeleri saçılır. Dünyanın parçalanmışlığında meleklerin sessizliği, tek
başınalıkta ise gezgin dervişin aydınlık sevinci vardır.
Bitmeyen yolculuğun ereği küçük bir kırılma
noktasıdır. Tüm değerlerin ötesine geçebilen bir aydınlanma deneyimidir.
Varılan nokta bir an sürer, ancak gezginin tüm gelecek ve geçmiş yaşamına
yayılarak, bilincini biraz daha engin, çeperlerini biraz daha saydam kılar. Bu
saf sevgi anında gezgin de, sanatçı da evrenle birleşir ve bu deneyimden bir
üst anlam doğururlar. Kendinden yeniden doğmak, evrendeki anlamını kavramak,
derinleştirmek ve genişletmek budur.
Yolculuğun zamanla
doğrudan, çok güçlü bir ilişkisi vardır. Çünkü zaman, maddenin uzamda hareketini
mümkün kılan boyuttur. Yine de, uzamda hareket etmeyi içerse bile yolculuk,
zamanın tüm geçmiş ve gelecek hallerini bırakıp, en çok şimdide bulunmayı
gerektirir.
Pascal Bruckner ve Alain Finkielkraut
yazdıkları makalede yolcuyu saf zamandan ibaret bir kişi olarak tanımlarlar:
“Zira yola çıkış,
öncelikle kendi kendini tatil etmektir, ‘ben’ dediğimizi unutmak, kimliği,
geçmişi ya da geleceği olmayan, yalnızca kaydeden, şaşıran, hayran olan veya
öfkelenen, saf bir zamandan ibaret o insan haline gelmektedir."
Yolculuk, aslında ömrü zamanla sınırlı
insanoğluna, kendine dair gerçeğin kalbine dokunabileceği bir boşluk, bilinçli
bir sessizlik, niçinsiz bir varoluş aralığı sunar. Yolcu zamanın sıradan,
günlük akışından ve anlamlarından, dünyayla uçsuz bucaksız bir yalnızlık içinde
baş başa kalarak ve alçak gönüllülükle anda yaşayarak sıyrılabilir. Sadece var
olunan anlar vardır ki, kişi hiçbir kaygı ve dayatma duymaksızın, oluşun ve
dile gelmez yalın bir bilgeliğin deneyimini yaşayabilir.
Heidegger de benzer bir düşünceyi, XVII.
Yüzyıl şair ve tanrıbilimcisi Angelus Silesius’un mistik şiiri hakkındaki
sözleriyle şöyle dile getirir:
“Gül niçinsiz’dir; çiçek açar çünkü çiçek açar,
Kendini umursamaz görülme arzusu yoktur.”
“...Bu sözün
söylenmemişi -ki her şey orada olup biter- daha fazlasını söyler: İnsan
varlık’ı, yaşadığı yerin en gizli köşesinde, ancak gül gibi niçin’siz
olduğunda, ve bunu kendine özgü bir biçimde gerçekleştirdiğinde gerçekten var
olabilir.”
Öyle ise yolcunun zamanı, bildik akışından
sıyrılan, eğilip bükülen başka bir zamandır. Uzayan, kısalan bu zamanının
akışında bazen sonsuzluk dolu duraklar vardır. Bu saf sessizlik anlarında
nesneler adeta içlerinden dışarı derin ve saf bir gerçeklik ve anlamla
parıldarlar. Yolcu, bir an, dünyanın bu katışıksız ve yalın mükemmelliği
karşısında sonsuzluğu kavrar. Boş otel odasının daracık tavanında yalpalayarak
dönen eski pervane, yolcunun, tekbaşına sessizliği içinde devinen zihniyle
özdeşleşir, boş bir kola şişesi, sinekli bir çöp yığını, belirgin bir koku ve
renk birleşerek, o yoğun duyum anında, derin bir kutsallık kazanır.
Uzaklara gitmeden yol almanın basit ve
keyifli bir başka biçimi daha vardır: Aylaklık etmek! Şehir içinde, işsiz
güçsüz dolaşmak, mümkünse tüm görev ve işlevleri bir kenara bırakıp küçük
yolculuklara çıkmak... Baltasar Gracian L’homme de Cour’un, “Zamandan başka
bize ait hiçbir şey yok; zamanın tadını tam da yeri yurdu olmayanlar çıkarır
zaten.” sözü aylaklığa övgüdür.
Nihayetinde yol bizi
bize getirmiştir.
Yolculuğun kişiyi zamanın bildik akışından çıkarışı gibi, resmin de zamanı aşan
boyutunda, kişi, fark edemediği iç karmaşaları ve sevinçleriyle yüzleşmiştir.
Yolculuk her çağda hüznü
ve melankoliyi beraberinde getirir.
Ne kadar sevinçli ve aydınlık olursa olsun her yolculuk bir parça hüzün
taşıyacaktır. Kişi, kendisinin varlığını kabullenmiş, benimsemiş olan bir
memleketin, sevdiği sevmediği insanlardan oluşmuş bir çevrenin sıcak güvenini
bırakırken kopuş ve boşluk duygusu yaşar. Kimliklerinin anlamsızlaşarak, tek
tek dökülmesiyle içinde beliren bu metafizik boşluk duygusu gittikçe güçlenir.
Bir yolcunun ilk başa çıkması gereken şey derin bir anlamsızlık duygusudur. Bu
duyguya korku eşlik eder. Elbette, yolcunun bizzat kendisi, belirsizliğin
tam ortasında tek başına olmayı seçmiştir ama boşlukta var olabilmek,
varoluşsal bir anlamsızlık duygusuyla yüzleşebilmek en cesur insanları bile sarsacak
ve zorlayacak bir deneyimdir.
İşte yolculukta katlanılan ve sevilen
tekbaşınalığın, yabancılığın, gizlenmeyen incinebilirliğin bize kazandırdığı
bilgelik ve erdem budur. Mesela resim yapan kişi de bir yolcu olup, bu alçak
gönüllü cesarete sahip olduğu için bilinmeyen dünyanın içinde yol alır. Boş
tuvalin belirsizliğinden geçer ve çoğalan imgelerin arasından, içe dönüşlerle,
anımsayışlarla ve kendisiyle karşılaşmalarla yoğuracağı bir kompozisyon çekip
çıkarır.
...
Yaşadığımız dünyanın dışına, gökyüzünün ötesine kafamızı uzattığımızda sonsuza uzanan ve sonsuzluk içinde hareket eden birçok nesne ile karşılaşıyoruz. Evrene geziye çıktığımızda yanan/sönen, dağılan ve birleşen maddeler ile birlikte parıldayan renkler görüyoruz. Renklerin gizemli kımıldanmaları ve coşku ile dolu gizemli yapısı biz insanların merakını cezbediyor ve bir çok alanda gökyüzü ve ötesini araştırıyoruz. Astronomi biliminin son dönemlerde bu gizemli yapının sırlarını çözmeye devam ederken biz dünyalılar bu gelişmeleri merak ve korku içerisinde takip ediyoruz. Ama bazılarımız merak ve korkudan değil, yeni bir yaşam alanı bulabilmenin heyecanı ve coşkusu ile bu haberleri takip ediyor. Dünyanın içindeki yaşamdan sıkılan insan, tez içerisinde detaylandırdığımız bireyliğini ilan etmiş varlık için evren; bambaşka anlamlar taşıyor.
Toplum içerisinden kopan ve kendine ait olan alana gizlenen bireyi incelediğimizde, Güneş Sistemi içerisinden çıkarılan Plüton ile dostluğuna şahitlik ediyoruz. Bireyi kendini daha rahat ifade edebilmesi ve içindekileri özgürce yaşaması için Plüton’a bırakıyor ve orada koloni kurmasına izin veriyoruz. Evet yanlış duymadınız, “Plüton’da Bir Koloni ” kuruluyor. Yalnızlık, dışlanmışlık, kaos, coşkunluk ve daha derin duyguların ifadesini renkler aracılığı ile tuvale aktarıyor, yetmeyerek şekillendirme hamuru ile üç boyutlu Plüton insanları, geyikleri yaparak insan olmanın dayanılmaz yüklerini Plüton’a bırakıyoruz. Plüton’a renkler fışkırtıp, naif dokunuşlar ile kurulan koloniye duyguları yerleştirerek özlem duyduğumuz özgürlük naralarını sonsuza savuruyoruz. Renklerin ve formun yetersiz geldiği yerde kelimelere sarılarak şiirlerden kolajlar yapıp bir metin hazırlıyor ve bireyi o metnin baş rolü haline getiriyoruz. Bireyin dünyadan evrene uzandığı sonsuzluğu bilimsel açıklamalar ışığında Hiperküp olduğunu kavrıyor ve bireyin iç dehlizlerinin güçlü şövalyesi Poetika ile dans ediyoruz. Sonsuza uzanan bu dans gösterisinde birey, Hiperküp’te Poetika ile birlikte yeni renklerin gizemini çözmek için serüvenine devam ediyor
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar