RUSYA’DA TANRIYA DÖNÜŞÜ SAĞLAYAN “SPİRİTÜALİZM BİLGİSİ”
Soljenitzin Bir Devrin Sembolüdür
“Soljenitzin’in suçu sadece Sovyet komünizminin şiddet
metotlarına karşı çıkması değildir. Soljenitzin eserlerinde insan ruhuna ve
Tamı sevgisine yer vermek sureti ile Rus milletinin özlemini dile getirmiş ve
bu suretle komünizmin Tanrı'yı inkâr eden materyalist öğretisine ve hayat
felsefesine karşı çıkmıştır.”
Sayın
Prof. ismet GİRİTLİ’nin, asrın olayını yorumlarken koyduğu teşhis, meselenin
ruhunu, özünü bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmaktadır. En veciz anlatımla
Soljenitzin olayının temelindeki gerçek budur. Soljenitzin’in isyanı sadece
Sovyet yöneticilerine karşı değil, bütün tutucu çevrelere karşıdır. «Bunu yaparken şu fikrin etkisinde olmalıydı: kendisi
gibi düşünenler, yeni bir dünyanın kuruluşu için çaba sarfederken, daha önceki
aksaklıkları ortaya koysunlar. Ya da, bu fikri paylaşsınlar. Bu nedenle
soljenitzin’e yalnız bir yazar, romancı gözü ile bakmak doğru olmaz. O
yazarlığın üzerinde başka vasıfları taşıyan bir insandır.»
“Aleksander Soljenitzin hakkında ne düşünürsünüz?” diye sorulduğunda ünlü yazar şöyle diyordu: “Gelecekte bu konuyla ilgili olarak hiç bir problem
doğmayacaktır, buranın insanları şartlandırılmıştır. Bu yüzden kimse taşkın ve
coşkun davranışlarda bulunamaz. Bu sebeple yeni Soljenitzin’lerin doğacağını
ummuyorum.”
“Bu konuşmanın ışığı altında düşünülecek
olursa, Soljenitzin’in ülkesinden sürülmesi yenik düşmenin tabii bir itirafı
olacaktır. Bu da Rusya’nın psikolojiyi ön plâna alan mesleklere ve toplum
rızasıyla doğacak hükümetlere hiç tahammülü olmadığını açıkça gösteriyor. Rus
idarecileri halâ insan ruhundan ve duygularından doğan kuvvete karşı korku
duymakta, bütün güç ve güvenini kaba kuvvetten almaktadır.”
International
Herald Tribüne’ün bu görüşüne rağmen idareciler, Rusya’da, ruhsal olaylarla
ilgili araştırmaları teşvik etmekte ve bu konudaki çalışmalara inanılmaz
ödenekler ayırmaktadır (12 milyon Ruble).
Bu davranışın sebebi ne olabilir?
“Bir Sovyet vatandaşının psikolojik arzu
ve tutkuları hiçe sayılır, bu duygulardan doğacak enerjisi sadece sosyal
faydalar sağlamak amacı için kullanılır” diyor Soljenitzin.
Bir
noktaya işaret etmek isteriz burada. O psikolojiden çok onun en uçtaki
görünüşü, parapsikoloji denen olağan üstü ruhsal olayları konu edinen bilimdir.
Fakat bu Soljenitzin’in sözlerini çürütmez aksine, psikolojiyi bile rejimin katı
çıkarları yolunda kullanan Sovyet idarecilerinin, parapsikolojinin olağan üstü
verilerini, özel maksatlarla kullanabilecekleri görüşünü kuvvetlendirir.
Nitekim Soljenitzin de GULAG TAKIM ADALARI’nın bir bölümünde mahkemelerde,
kendi aleyhine konuşan tutuklulara, «kişiyi
iradesinde eden Tibet otu veya ipnotizma uygulandığını” söylemektedir. Yine yazarın ifadesine göre
1920’lerde Sovyet gizli polisinin bünyesinde bir ipnotizma okulu varmış. Bugün
Rusya’da ipnotizma, modası geçmiş bir uğraşıdır; parapsikoloji çalışmalarında
ancak yardımcı bir unsurdur. Sovyet bilim adamları şimdi telepatinin, çatal
çubukla toprak altındaki su ve madenleri keşfetmenin, büyünün, nazarın bilimsel
açıklanmasını yapabiliyor ve fizik bedenimiz dışındaki gözle görülemeyen ikinci
bedenimizin fotoğraflarım çekebiliyor! Ama sonuçlarının, bütünüyle, batı
dünyasına açıklandığına inanmak saflık olur. Bu kitaptaki bilgilere gelince, ya
batıyla bu konuda bir bilgi alışverişine girme isteği ile açıklanmıştır veya
idareciler bilim adamlarını uyarmakta gaflete düşmüşlerdir (!).
Ne
şekilde olursa olsun bize ulaşan bu bilgiler, Bati da yakın zamana kadar
“fantastik olaylar” olarak damgalanan bilimsel gerçeklerdir. Bilimsel gerçekler
damgasını taşımasına rağmen, Batıda,, bu verileri şüpheyle karşılayan bilim
adamları çoğunluktadır. Fakat bilim, evriminin ulaştığı en üç noktasında
fantastik saydığı olaylarla içiçe girmiş durumdadır. Fantastik saydığımız
âlemden bilgilerimizi aşan gerçekler çıkıyor karşımıza; inkâr ve izah
edemediğimiz gerçekler... Maddeyi enerjiye dönüştürüveren Einsteinin, izafiyet
teorisiyle, Batının materyalist çocukları, ulaştığı fantastik ülke sınırında
yapayalnız ve çaresizdir.
Batı,
astronomisinden tıbbına kadar pek çok bilim dalını Doğu ve bilhassa İslâm
kültüründen aktardığı bilgiler üzerine kurmuştur. Fakat bu aktarmada, manevi
değerlere önem veren insanların yarattığı bu medeniyetlerin deney ve
laboratuarlara sokulamayan verileri hiç dikkate alınmamıştır. Sadece İslâm
medeniyeti değil tâ, İnka, Maya, Atlantis, Mısır, Mezapotamya, Orta Asya ve
Uzak Doğu Medeniyetleri hep spritüalist geleneklerin ürünleridir. Batının bu
konuya, bu görüşe önem vermemesi 16. Asır Avrupası’nda bütün kilise karşısında
verdiği kanlı savaşlar yüzündendir. Bu sebeple Batı, Islâm kültürünü aktarırken
temelinde metafizik kokusu sezdiği her olayı reddetmiştir. Ve şuuraltına
yerleşen bu korku Batı da halâ aynı tazelikte yaşamaktadır.
Batıda
parapsikoloji ve psikoloji çalışmaları için pek eski tarihler verilebilir.
Fakat bunlar çok kişisel çalışmalar olmuş ve hiç bir zaman genel eğilim
sağlayamamışlardır.
Her
bakımdan ruhsal dediğimiz, yepyeni enerjiler dünyası ile ilgili çalışmaları
Batı dünyasından bekIerken bu konudaki keşiflerin katı materyalist, Tanrı
Ummayan bir diyardan gelmesi çok gariptir.
Acaba SOLJENİTZiN RUSYASI TANRI’YI MI ARIYOR?
Uygarlık
tarihine baktığımızda, insanların akıldan ruha, oradan da TANRI fikrine
ulaştıklarını görürüz. Gönümüzdeki düşünce evrimi de aynı paralelde olmaktadır.
SOLJENİTZİN bir ruh bilimci, bir spiritüalist değildir. Fakat eserlerinde özellikle insan ruhuna ve Tanrı
sevgisine yer vermekle, Rus halkının özelliği kadar, bütün insanlığın özlemini
de dile getirmiştir. SOLJENİTZİN’in isyanı sadece gerçekleri saklayan Sovyet
idarecilerine karşı değildir. O, 16. asırda Batı biliminin kilise karşısında
verdiği savaşın intikamını, bütün ruhsal gerçekleri inkâr ederek almak isteyen,
çözemediği ruhsal olayları görmemezlikten gelen, geçmişi sırlarını çözemediği
için tabu sayan, bütün bilim adamlarına da karşı çıkmıştır. SOLJENlTZlN, bu
kutsal isyanı ile, bir devrin sembolü olmuştur. Bunun için ASRIMIZIN
SPARTAKÜS’Ü diyoruz o’na..
L.
Pavvels «Eskiler pek basit tekniklerle, bizim de
yaratabileceğimiz fakat sebebini açıklayamadığımız sonuçlara ulaşmışlardı. Bu
basitlik, eskiçağ biliminin özelliğidir.»
diyor, çağımız bilimini aşan kaybolmuş bilgiler, korunabilenlerden çok
fazla.
«Uygarlığımız, eskilerin bilgilerine,
makineyle ulaşma yolunda harcanmış bir çabanın sonucudur.» Teknik, giderek
eskilerin sırma yaklaşan bir hüviyetle sadeleşiyor. Bir gün evrensel güçler bir
avuç içine sığabilecek belki de!» Evrensel güçler henüz bilemediğimiz
kanunlarla işliyor. Kozmik güçler periyodik olarak hayatı etkiliyor,
çözemediğimiz pek çok problem kozmik etkilerin esrarına bürünmüş.
Brookhaven’deki nükleer enerji reaktörünün ışıma alanındaki beyaz karanfiller,
renk değiştirip, mor olmuş. Bunlardan üretilecek karanfiller de mor olacak..
İşte, kozmik tesirlerin hücre yapısındaki etkilerine en canlı örnek.. İnsan,
hayat, şuur, bilgi... gibi konularda kozmik etküerin rolü büyüktür.
Eski
uygarlıklardan kalan en önemli miras Simya’dır. Simyacılar, potalarında eriyen
eczayla birlikte, vücutlarının da değişikliğe uğradığına inanırlardı. Isınan,
çeşitli tesirlerle değişikliğe uğrayan maddenin enerji saldığım biliyoruz.
Yüksek frekans cihazlarıyla çalışan teknisyenlerin, vücutlarından çıkan
çıtırtılı bir ses duydukları, zihnen konuşabildikleri bilimin son buluşlarıdır.
Yine yüksek frekans alanında çekilen fotoğraflarda insanın, ikinci bir enerji
bedene sahip olduğu görülmüştür. Yakın zamanda, insan vücudunun bir radyo
istasyonu gibi çalıştığı, çeşitli hastalık ve ruhi durumlarda değişik dalga
boylarında yayın yaptığı keşfedilmiştir.
İnsanın
telepati, önsezi gibi bazı olağanüstü güçlere sahip olduğu artık biliniyor.
İnsanın, diğer insanlarla ve evrenle ilişkisini sağlayan bu güç nedir?
Beynin
ancak onda bir bölümünü tanıyoruz. Bugüne kadar dikkatimizi hep bilinç altında
olanlara yöneltmişiz. Bilinç ise, bilinçaltından gelme bir fenomen olarak görülmüştür.
Bilinç altı, Freud’a göre misel içgüdüler, Pavlov’a göre şartlandırılmış iç
tepiler... Aslında insan beyni, sonsuz imkânlara sahiptir. Beynin,
olağanüstü ruhsal olaylarda rol oynayan, bir üst donanımı vardır. Bilinç üstü
denilen iiHtün uyanıklık hali, yüksek hızda titreşen zekâ, eski rahiplerin,
simyacıların ve büyücülerin uğraşı olmuştur. Bilinci üstün uyanıklık haline
ulaşan bir inim için, zaman ve mekânın sırları kalmaz, ve uzaydaki diğer şuurlu
varlıklarla ilişki kurabilir.
Işık
hızı duvarını saniyedeki hızı 300.000 Km. yi aşan cisimlerin kütlesi sonsuz
olur ve ağırlığı yok ulur. Işık hızı duvarının ötesindeki âlem, acaba, ruhlar
âlemi dediğimiz âlem mi? «Acaba ölümle aşılını ışık hızı duvarı mıdır?»
Spitüalistlerin «atomların arasına kadar bütün evreni dolduran töz» olarak
tanımladığı esiri madde acaba, ışık hızı üstünde titreşen bir âleme mi aittir?
Yüksek frekans alanlarında çekilen fotoğraflarda görülen, ikinci bedenimizin
maddesi, o esrarlı âleme mi bağlıyor bizi?
Bilmediğimiz
bir âlem var. Bu âlemle ilişkimiz bugün ancak metafizik çalışmalar alanında
kalmakladır. Fakat metapsişik cemiyetlerin bedensiz varlıklardan (ruhlardan)
aldıkları bilgiler, çeşitli bilim dallarının verileriyle düşündürücü bir
paralellik gösteriyor. Ruhlar âleminden alman bir tebliğde« Dünyanızda ne düşünürseniz, fizik bir aksiyon halinde
materyalize olur ve sizin fizik dünyanız için ne kadar gerçekse o da bizim için
o kadar reeldir. Bu bir kıyas meselesidir. Bizim varlık alanımızda düşünce
sizin varlık seviyenizdeki madde kadar reeldir.» «... uyanınca rüya gördüm dersiniz şimdi rüya görmediğinizi nereden
biliyorsunuz? Farketmeniz gereken şudur:
Siz, ruhu olan beden değil, bedene sahip ruhlarsınız. Ruh maddeye üstündür.»
Evrenin
her zerresinde hayat ve şuur var. Hayat her yerde, bulunduğu çevrenin
şartlarına uygun şekilde materyalize olmakta, vücut bulmaktadır.
Günümüzde
gezegenlere ulaşmakla, zihnin hayatın, ruhun sırlarına ulaşmak aynı derecede
önem kazanmıştır. Ruh bilim çalışmaları henüz aydınlığa kavuşamamış, kanunlarını
koyamamıştır. Ruhun derinliklerine inemiyoruz fakat ruhsal olayları da artık
inkâr edemiyoruz. Zihin haritasında da pek çok boşluklar var.
Çağdaş
aklın işleyişi idrakimizi sonsuz ötesine ulaştırmıştır. Düşünce, tarihte olduğu
gibi akıldan ruha, ruhtan Tanrıya ulaşan bir evrim içindedir.
«Tanrı hakkındaki bilgiler bugün artık
gizli bilimler olmaktan çıkmış hemen her ülkede kurulmuş olan spritüalist
cemiyetler tarafından açıkça ve kendilerine özgü yollarla toplumlarına
verilmeğe başlamıştır. Toplantılar, seminerler düzenlenir, ruhlar âleminin her
tabakasıyla ilişki kurulur ve alman bilgiler insanlığa verilir.»
Spitüalizmin
tanımı da şöyle yapılıyor:
«Spritüalizm;
Rularla ulaşım imkânı ve gerçekliğini deneysel olarak gösteren ve ruhların
bildirdiği hakikatler hakkında bilgi ve açıklamalarda bulunun bir ilahi gelişim
yoludur. Spritizmanın konusu ruh ve ruhsal olaylardan başlamak üzere gitgide
genişleyen bir kavramlar sistemi ile evrensel hakikatlere, ulaşmaktır.
Spritizmayı yalnızca bedensiz varlıklarla ilişki kurmak ve bu ilişkiden doğacak
olan bilgilere göre işlem yapmak diye tanımlamak yanlış olur. Dinlerin ve sapık
olmayan felsefe ve inançların temelini oluşturan prensipler spritizmanın
hareket noktasıdır, ve bunların gerçek açıklamalardır, insanlığın binlerce
yıldan beri kavuşmak istediği bilgiler, açıklamalar yalnız spritizma yolunun
açılmasıyla ortaya çıkmaya başlamıştır.»
Uzay
konusu ile spritiializm arasındaki bağlantıları birkaç madde halinde sıralamaya
çalışalım:
1 — En başta uçan daireler ve uzaylılar
hakkında bilinen bilgilerle spritüalizmin esas nüvesini oluşturan ruhsal
tebliğler hemen hemen birbirleriyle tam bir uyum halinde olmak niteliğini
göstermekte ve "pritüel kavramların hemen hemen hepsinde
birleşmektedirler. Uzaylı dostlar, ruhsal dostlarla aynı amacı gütmekte, dünya
insanını uyarmaya çalışmaktadırlar.
2 — ikinci önemli şık ise ruhsal
tebliğlerde bizzat bedensiz varlıklar, anlatım ve sözleriyle uzaylıları
doğrulamakta ve desteklemektedirler.
3
— Bir diğer madde de, uzay ve uzaylılar konularında geçen kozmik enerji,
levitasyon, teleportasyon, telepati, klerroyan vb., gibi çeşitli konulardır.
Bütün bu kavramlar gerçekte spritüel bilimin yani spritoloji’nin çalışma alanı
içindeki olayları anlatır. Bugünün uzay yolculuklarında bütün bu yetenekler
yavaş yavaş kullanılmaya başlanacak olan spritüel ilkelerdir. Günün
astronotları artık telepati çalışmakta ve bilindiği gibi Apollo uçuşlarında bu
yetenekten yararlanılarak yörünge değişiklikleri yapılmıştı. İşte üstte belirttiğimiz Levitasyon (eşyanın dayanıksız
yükselmesi). Teleportasyon (Bedeni araçsız yer değiştirtme). Telepati
(iki kişi arasında uzaktan düşünce ve duygu nakli). Klervoyan (Duygular
dışı görme ve idrak). Konsantrasyon (Zihnin tek bir şey veya fikir
üzerine bütün dikkatini vermesidir). Meditasyon (Tek bir konu üzerinde
özel bir şekilde düşünme eylemidir). Tüm bunlar uzaylı ağabeylerin daha
bilmediğimiz birçok ruhsal ve bedensel yeteneklerinden birkaçını
oluşturmaktadır. Görülüyor ki, fizik dünyalarda (ruhsal) esaslar üzerine
kurulmuş hayatlar sürdürmektedirler.
Spritüalizm,
insanlığın daha bilinçli olmasını yüksek duygusal ve akli değerler kazanmasını
ister ve bunun için gerekli bir takım ilahi prensipleri tanıyıp yaymaya
çalışır. Spritüalistler daima şu savı ileri sürmüşlerdir:
Modern
spritüalizmi Allan Kardec (1804 1869) kurmuştur. Allan Kardec «Modem Ruhçuluğun
İlkelerinii şöyle açıklıyordu:
a
— Maddi varlıklar, görünen, bir cismi olan varlıklar, madde dışı varlıklar ise
görünmeyen, «yani Ruhlar Âlemini» meydana getiren varlıklardır.
b
— Ruh, bedeni terkederek ruhlar âlemine girer. Zaten yeniden yaratılışa kadar
dünyadaki bedeni terketmiştir. Ruhun tekrar yaratlıştaki bedenlenme zamanına
kadar aradan bir süre geçer ki, bu süre içinde, o durumda bulunan ruhların,
büyük kısmı berzahta başıboş avare ruhlardır.
c
— insan ruhlarının tekrar, yeniden bedenlenerek ahiret yurduna yine gelmeleri
daima insan halinde olur, insan ruhunun hayvan bedeninde yaşayacağı yanlıştır.
d
— Ruh, ruhlar âlemine gideceği zaman, dünyada iken ne tanıdıysa, hepsini orada
bulur ve geçmiş zamanla ilgili bütün anıları yaptığı iyilik ve kötülüklerle
beraber belleğinde canlanır.
e
— İzinli ruhlar evrenin çeşitli dünyalarında mekân tutarlar.
f
— İzinsiz veya başıboş, gezici ruhlar, belirli ve sınırlı bir alandadırlar. Biz
(canlıları) görürler, bizimle devamlı olarak bağlantı halindedirler, çevremizde
kaynaşır dururlar, fakat etkileri olmaz.
g
— Ruhlar ya kendilerinden ya da çağrı üzerine gelirler. Bütün ruhlar
çağrılabilir, ister geri (olgunluğu erişmemiş), ister çok ünlü hangi çağda
yaşamış olursa olsun, ruhlar, çağrılınca gelir..
h
— Bunlar, yakınlarımız, dostlarımız, düşmanlarımız, olabilir. Onlardan yazıyla
ya da konuşarak, öğütler, öbür âlemdeki yaşayışlarına veya bizim hakkımızdaki
düşüncelerine dair bilgiler alabiliriz..»
Artık
ruhlar âlemini aklı başında olan bir kimse inkâr edemez. Size küçük bir deneme
tavsiye ediyoruz. 40X40 boyutlarında bir cam levha alın. Bunun üzerine, daire
şeklinde plastik harfler sıralayın. Dairenin ortasına bakalit bir şişe kapağını
ters olarak koyunuz. Parmağınızı hafifçe kapağın içine bastırarak iyi ahlâklı
bir ruhla temas etmek istediğinizi yavaş bir sesle söyleyiniz. Bu çalışmayı
mavi ışıkla aydınlatılmış bir odada, ruhen ve bedenen temizlenmiş olarak
yapmanız tavsiye ediliyor. Ayrıca müslümanların çalışmadan önce 3 İhlâs süresi
bir Fatiha suresi okumaları gerekir. Zihnen iyi ahlâklı bir ruhla, veya bir
yakınınızın ruhu ile ilişki kurmak istediğinizi düşünün. Gelmesini istediğiniz
ruhu annesinin adıyla çağırınız. Bekleyiniz. Bir müddet sonra kapağın
titrediğini göreceksiniz.
O
zaman sorulan sorun Kapak harfleri dolaşarak somlarınıza, cevap verecektir.
Sorularınız bitince ruha nezaketle teşekkür edip gitmesini, çağırdığınız zaman
tekrar gelmesini söyleyiniz... Bu deneme bize ruhlar âleminin varlığını ispat
edecektir. Bu konularda daha geniş bilgiyi METAPİŞİŞlK ARAŞTIRMALAR
CEMİYETİ’nden (Sıra selviler Taksim İstanbul) ve yayınlarından
öğrenebilirsiniz.
Sırlarına
tam olarak eremediğimiz eskiler canlı organizmalarla cansız varlıkların yapı
taşlarını ayrı ayrı düşünürler, insan, bitki ve hayvanların «vis vital hayat
kudreti» tarafından meydana getirildiklerine inanırlardı. Bu esrarlı «hayat
kudretinin» yapay olarak elde edilmesi imkânsızdı. Fakat
Wöhler’in 1828’de organik bir madde olan «üre»yi laboratuvarda elde etmesiyle
bu düşünce kökten yıkıldı. Artık biyoloji alanına giren bütün konular, sorunlar
fizik ve kimya ile açıklanır oldu. Canlı organizmalarla diğer
maddelerin, temeldeki yapılarının, fizik ve kimyanın konusu olan atom ve
moleküllerden meydana gelmiş olması bu iki ilim dalı ile biyoloji arasındaki
duvarları yıktı. Giderek biyoloji fizik kimya içinde eriyiverdi. Bu gelişme
vitalist *görüşü geçersiz hale getirdi fakat, hayat olaylarının açıklamasını,
bütünüyle fizik ve kimyadan beklemek ne dereceye doğrudur?
*[dirimselcilik: Hayat olaylarını fiziksel kimyasal
güçlerle değil de, özel bir yaşama ilkesi, yaşam gücü ile açıklayan öğreti.
(birine) pervane olmak Birinin
yanında onun hizmetine hazır olduğunu gerekli gereksiz göstermek.]
Çoğunluğun
tuttuğu mekanik görüşe göre hayat olayları, ne kadar karmaşık olursa olsun
fizik ve kimya olayıdır. Bu çevreye sığmayan bir hayat olayı yoktur.
Mekanik
görüş karşısında, vitalist görüş gerçekten geçersiz midir? Yoksa, vitalistlerin
açıklamalarında bir eksiklik mi var?
«Vitalist
görüşü temsil edenler, fizik ve kimyanın buluşlarını kabul etmekle beraber
hayatı, özel bir varlık olarak ele alırlar. Canlı organizmalar ve onları
meydana getiren dokular, hücreler fizik ve kimya kanunlarına uydukları kadar
ayrıca canlılıkları nedeniyle özel bir amilin de etkisi altındadırlar. Bu amil
eskilerin «canlıları yapan esrarlı hayat kudreti» değildir. Fakat, canlı
organizmalar şuursuz, yönsüz bir varlık değillerdir. Davranışları yaşama ve
üreme gibi bir amaca yönelmiştir. Fizik ve kimya-protein ve bir çeşit
moleküllerle birleşip virüs haline gelir. O halde virüs’ün özü nüklein asittir.
İki
türlü nüklein asit bulunmuştur. 1 — Dezaksi ribo nüklein asidi = DNA, 2 — Ribo
nüklein asidi RNA
Bugüne
kadar incelenen organizmaların proteinleri yirmi kadar amino asitten kuruludur
ve bir protein molekülündeki amino asitlerin sıralanması, düzenlenmesi,
DNA’daki dört bazın (genetik kod) sıralanmasıyla belirlidir.
Genetik
kodun yapısını bildiğimiz halde kromozomlarda depolunan. bilgiyi okuyamıyorum.
Bununla beraber amino asitlerin bütün hayatı oluşturdukları, ve protein
molekülleri içindeki düzenlenişlerinin genetik kod tarafından yönetildiğini
düşünmek bile akla durgunluk vericidir.
Nukleoproteinlerin
virüs yapısında yeri büyüktür. Bu bakımdan virüsler, hücrenin çekirdeğinde
kromozom üzerine yerleşmiş ve irsi vasıfları nesilden nesile taşıyan «Gen» leri
hatırlatmaktadır.
Virüsleri
ele almamızın sebebi bunların hayat belirtileri büyük ölçüde nukleoprotein
moleküllerine hatta bunun bir kısmı olan «Nüklein asidi = DNA veya RNA»
moleküllerine bağlıdır. Virüslerin canlı olup olmadıkları, DNA’nın canlı olup
olmadığına bağlıdır.
«Kaliforniya,
Palo Alto’daki Stanford Üniversitesi bilim adamları, biyolojik açıdan etkili
olabiliecek bir virüs çekirdeğinin sentezini başarmışlardı. PhiX 174 adlı bir
virüs türünün genetik modelini izleyen bilginler,
ellerindeki çekirdekçiklerden, bütün hayat işlemlerini denetleyen dev bir DNA
molkülü kurmuşlardı. Suni Virüs çekirdeği daha sonra taşıyıcı bir hücreye
konmuştu. Bir süre sonra suni virüsler aynen doğal olanlar gibi gelişmişlerdi.
Parazit oldukları için de bulundukları hücreleri, Phi X 174’ün modelini izleyen
milyonlarca virüs üretmeye zorlamışlardı.
DNA molekülünün verdiği emirlere uyan hücreler
amino asitlerden milyonlarca protein bileşimi üretmişlerdi. Her yeni bileşim
programlanan örneğe kesinlikle uyuyordu. Kaliforniya’lı bilim adamları yüz
milyon yeni hücrenin yaratılması sırasında yalınız bir tür «genetik hata»
oluştuğunu görmüşlerdi.»
Watson, Crick ve Wilkins’in DNA yapısını
açıklın imasından onbeş yıl sonra önemli bir bilimsel keşif yapılmıştı. Nobel
ödüllü Prof. A. Komberg ve arkdaşları, Phi X 174 virüsünün genetik kodundaki
binlerce bileşimin şifresini çözerek laboratuarda HAYAT üretmişlerdi.»
Bir
atomu da bir hücre olarak düşünebiliriz. Bilinen çekirdeği etrafında dönen
elektronlar belki bugün tanımadığımız bir zar meydana getiriyor. Bilindiği gibi
hücrenin çevre ile ilişkisinde değişimler hücre protoplozmasında olur. Hücre
çekirdeği olaylımı pek az karışır. Canlı bir hücrede gördüğümüz şuurluluk aynen
atomlar âleminde de görülmektedir. Nobel ödülü kazanmış BAHR: «Atom âleminde
bizi bilinmeyen bir değişmecilik ve tam rakamlar ahengi olmalıdır.» diyor.
Fakat atomlar âlemini dengede tutan kuvvet nasıl bir kuvvettir? Atomda kendi
kişisel hayatını koruma ve sürdürme amacı yok mudur?
Atom
konusunun derinliğine inilmesiyle madde ile enerji ilişkilerinin sırlarına
ulaşıldı. Artık madde partikülleri birer enerji yığını olarak görülmektedir.
Bugün bütün evrenin bir madde özünün çeşitli durumlarıyla dolu olduğunu
biliyoruz. Madde ve enerjinin bugün aynı öz’ün iki hali olduğu değişmez bir
gerçektir.
Isının
etkisiyle atomların titreşim genişlikleri (amplitüd) artar, atomlar
birbirlerinden daha uzak durmak zorunda kalırlar. Atomların her birinde
elektron hareketleri hızlanır ve merkezden (çekirdekten) uzaklaştıran bir
merkez kaç kuvveti doğuyor. işte atomda zorlamaya karşı görülen reaksiyon. Her
canlı gibi atom da, giderek elektronlarını normal yörüngesini oturtmak
amacıyla, meydana gelen ısı enerjisini ışık enerjisi olarak dış âleme veriyor
ve eski durumuna dönüyor. Elektronların ısının tesiriyle dış yörüngelere
uzaklaşması, sonra tekrar çekirdeğe doğru kısa dalga boyunda ışık enerjisi
vererek hep bir spiral hareket içindedir. Spiral şekil de bildiğiniz gibi eski
çağlardan beri hep hayatın simgesi olarak kullanılmıştır. Ayrıca DNA
molekülünün, güneşin, gezegenlerin, nebülozların... hep spiral bir hareket
içinde bulunuşları çok düşündürücüdür.
Acaba
bu evrensel spiral hareketler içinde şuurun yeri nedir? Çünkü bu evrenin düzeni
içinde amacın şuurun yeri olmadığını söylemek imkânsızdır, Çünkü bu evrenin hiç
değilse bir yerinde, meselâ insan varlığında bir amacın, bir şuurun varlığını
inkâr edemeyiz. Sadece bir yerde olsa bile amaç ve şuurun açıklanmasını MEKANİK
GÖRÜŞ’ten bekleyemeyiz. O halde ne türlü mümkünse, ne türlü doğruysa o şekilde
açıklamak üzere şuur ve amacı her yerde aramalıyız. Çünkü açıklayamadığımız
olaylarda, evrenin ulaşamadığımız bilinmeyen her köşesinde de bu düzeni ayakta
tutan bir şuurun varlığı gerekli görünüyor.
MEKANİK
GÖRÜŞ, bütün hayatsal olayları fizik ve kimya ile açıklarken vitalist ve neo
vitalist görüş canlı organizmalarda görülen olaylarda, fizik ve kimya ile
açıklanamayan bir unsuru düşünmek gerekir, fikrindeydi. Bu unsur, amaç ve
şuurdu.
Evreni yalnız maddeden yapılmış gören, her
olayın fizik ve kimya ile açıklanacağına inanan felsefi, görüş «Materyalizm»
dir. Mekanizm ve materyalizm birbirinin desteği veya aynı
şeyin iki türlü ifadeleridir.
Diğer
taraftan vitalizm de, felsefe alanında Spiritülaizm» ile beraberdir. Vitalizm,
biyolojik oIaylarda mekanik üstü bir cevheri, bir özü sezer fakat bir inanç öne
sürmez. Spiritüalizm ise, madde üstücevher yani, «RUH» hakkında çok daha fazla
bilgi edinmeye ve söylemeye çalışır. Bir insanın hayatını, sonsuz hayatın
şimdiki kısmı olarak ele alır.
Evrenin
büyük olayları, hayatsal olayları, mekanizm ile vitalizmden daha çok,
materyalizm ile spiritüalizm arasında çatışma konusudur. Materyalizm «menist»
tir; evreni sadece maddeyle kurulmuş sayar. Spiritüalizm ise «düalist» tir,
madde ve ruh olarak iki unsurdan bahseder. Bir de «monist spiritüalizm» vardır
ki bunlara göre evrende ruhtan başka birşey yoktur.
Monist
ve düalist görüşler bütün tarih boyunca çatışagelmişlerdir. Bazan biri, bazan
diğeri üstün olmuştur. Müspet ilmin doğup gelişmesiyle materlayizm, dünya
görüşü haline gelmişti. Fakat, giderek müspet ilim, materyalizmdeki boşlukları
da tanımaktadır. Gelecek, materyalizm ile spiritüalizmden birinin zaferine
değil, ikisinin birleşerek insanlığa hizmet yolunda bir görüşe yer
hazırlamaktadır.
İnsan
aklı, kaskatı kaba maddeye dikkat edince, fizik ve kimyayı daha sonra da fiziko
kimyayı yarattı. Fiziko Kimya ile daldığı atomların derinliğinde, «Mekanik
görüşle kavranamayan» bir başkalık gördü, insan aklı, bedeni atomlardan,
moleküllerden ve onların toplulukları hücrelerden oluşmuş sayarak biyolojiyi
kurdu, geliştirdi. Fakat, burada da her an amaç ve şuurla karşı karşıyaydı.
Evrenin bilmediğimiz köşelerini amaçsız ve şuursuz saysak bile biz insanlar
amaçsız ve şuursuz muyuz?
Evet,
materyalizm çerçevesi içinde kurulan insan ilminin pek ilginç yönleri vardı.
Fizyoloji reflekslerden üstün birşeyle ilgilenmiyor. Psikoloji insan ruhuna
girmiyor, insanın çevresi ile olan ilişkisini fizik gibi inceliyor Ve ben ruh
ilim değil davranış ilmiyim, diyor. Felsefe bile kendini kısıtlamış. Herkes
büyük ve asıl konulardan kaçıyor. İlim adamları kendilerine birer küçük konu
seçmişler, onun ayrıntıları ile ilgileniyorlar.
Düalizmin,
ruh madde İkilisinin şuurlu unsurunu dikkate almadıkça proton, nötron,
elektronları atomların kuruluşlarını, atomların birleşerek çeşit çeşit fakat
bir kanun içinde— moleküller meydana getirmesini açıklayanlayız. Yine atom ve
Moleküllerin bir hücre içindeki dizilişlerini, hücrelerin muazzam hücre
devletleri olan bitki, hayvan ve insan vücutları haline gelmesini «ruhsuz»
açıklayanlayız. Ve bizim ruhsal seviyemiz ile hücrelerimiz seviyesi arasındaki
alanlar materyalist görüş ile doldurulamayacak kadar büyüktür. Biz
hücrelerimizden ibaret olamayız. Biz hücrelerimizden çok üstün başka bir şeyiz.
Kendimizi, hayatımızı ve evreni yeni bir sentez ile tanımak zorundayız. Bu yeni
sentezin bir tarafı ruh bir tarafı maddedir.
Her
alanda müspet ilmin materyalizmin dar kalıplarına sığmadığı görülmektedir.
Müspet ilmin önündeki çıkar yol düalizmdir.
Evvelce
edinilmiş her türlü şekil, renk, tat, ses,, koku... imajları sübjektif iç
hayatımızın çalışma malzemeleridir. Bunlar hafıza kudretimizle saklanmakta ve
istendikleri zaman şuur ile aydınlatılarak hatırlanmakta ve zihinsel
çalışmaların malzemesi olarak kullanılmaktadır.
İnsan
ilk bakışta şekil, renk, tat, koku... nun fizik âlemde varolduğunu sanır.
Halbuki bunlar dışarda yoktur, bunlar ancak duyu organlarımızın berisinde bizim
sübjektif iç âlemimizde meydana gelen ve bizim tarafımızdan orada tanındıktan
sonra dış âleme uygulanan kavramlardır. Bunlar, duyu organlarımızın dışarda
bulup aldıkları şeyler olmayıp, dışarda buldukları şeyler hakkında zihnimize
söyledikleridir. Bugünkü bilgiye göre dış âlem, ancak atom ve moleküller
yığınıdır. Bu madde ve enerji yığınlarının çeşitli halleri duyu organlarımız
tarafından sübjektif iç hayatımızdaki renklere, seslere, tatlara, güzelliklere,
çirkinliklere tercüme olunmaktadır.
İnsan
düşünürken fizik âlemde değil, «Sübjektif iç âlem» de yaşar ve atomları değil
«Duyu elementlerini» kullanır. Fakat sübjektif iç âlem ile fizyolojik ve fizik
çevrenin bazı unsurları birbirleriyle ilgilidir.
İnsanın sübjektif iç yapısını inceleyen araştırıcılar
bir «şuur altı» düşünmüşlerdir. İç âlemimizde şuur aydınlığı, bazı imajlarımızı
kullanırken diğerleri şuur altındadır. Freud’a göre bu depo, cinsiyetle ilgili
ve şuur tarafından itilen imajlarla dolu olarak tarif edilmiştir. Sonradan
kapsamı genişletilerek her türlü arzu ve anının bir gün şuur sahasına çıkmak
üzere şuur altında beklediği kabul edildi. Her türlü heyecanın kökleri de şuur
altına bağlı sayıldı.
Prof.
Muammen BİLGE ye göre «alt şuur», vejetatif hayatımızı idare eden şuurdur.
Burası vejetatif sinir sistemimize dayanarak bütün iç organlarımızın
çalışmalarını düzenler ve idare eder.
«Şuur»
diyebileceğimiz sübjektif seviye ise, fizyoloji bakımından, beyin kabuğu ile
ilgilidir, içimizde hissettiğimiz ve sübjektif olarak tanıdığımız psikolojik
aydınlık şuurumuzdur. Bunun altı ve üstü kendine ait olmayıp kendisiyle
karıştırılmamalıdır. Sübjektif iç âlemimizi meydana getiren duyu elementleri,
idraklar, hatıralar, fikirler... ihtiyaca göre şuurumuz tarafından kullanılır
veya kullanılmadıkları zaman da «Hafıza» mızda saklanırlar. Şuurun kovduğu
imajların depo edildiği bir şuuraltı yoktur.
«Üst
şuur» umuza gelince, bu bizim sübjektif hayatımızın üstünde «süper psikolojik
seviyemizin» görünümleridir. Bu seviye ve onun şuuru olan üst şuur bizim
sübjektif hayatımızı yukardan yönetir. Üst şuur tarafından benimsenen
prensipler, şuurumuz tarafından da benimsenince mutlu oluruz.
Bu
üç seviye bizim psikolojik kudretimizin her biri için ayrı ayrı düşünülebilir,
düşünülmelidir. Şuurumuz seviyesinde bulunup onunla beraber çalışan «irade,
hayal gücü, hafıza...» gibi kudretlerin alt şuur ve üst şuur seviyesinde de
aynıları vardır. Bu üst kudretler insanın kendi kudretleridir, insan kendi iç
varlığını daha derinlere doğru tanıdıkça bu kudretlerini daha iyi tanıyıp
bilerek kullanacak ve yükselecektir.
Duyu
organlarımızın dışardaki fizik âlemden aldığı tesirleri şuurumuzda yorumlayarak
kendi iç âlemimizde renkli, şekilli, tatlı ve acı imajlarla dolu bir evren «Bir
sübjektif âlem» elde etmiş bulunuyoruz. Bu iki âlemin ikisi de vardır. Ve
birbirine bağlıdır.
Materyalizm,
insanı atom ve molekülden yapılmış bir hücre yığını olarak gördü. Bu bu tarif
eksikti. Biz yine tarif edilmiş değildik. Materyalizm, atom ve molekülleri;
«Laplace ruhu» ile tanıdığı zaman bile, «ahenktar bir müzik parçasına uyan atom
hareketlerinin» beynimizin ötesinde neden bir «hazza» ve «ateşle meydana gelen
atom harketlerinin» neden dolayı bir eleme karşılık olduğunu açıklayamadı; « ignorabimus
= bilemiyeceğiz» sonucuna vardı.
İnsan
hakkındaki sırların çözülmemesinin nedeni, iç âlemimizdeki bazı seviyelerin
şuurumuzun üstünde kalmasıdır. Evreni ve hayatı tanımak için biraz da üst
şuurumuzun diliyle konuşmalı, üst şuurun gözleriyle bakmalı ve üst şuurumuzun
bildiklerini şuurumuzun anlayabildiği dile çevirmeliyiz. Bugün, daha fazla
ilerleyebilmek için, insan şuuruna insan üst şuurunu katmalıyız, insanda bir
üst şuurun ve ona bağlı üstün duyu organlarının ve hareket kudretlerinin
varlığı zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Bunlara bağlı yeni bir ilim Prof. Charles Richet tarafından
«Metafizik» adıyla kurulmuştur. Metapsişik yeteneklerle bazı
insanlar uzakları görüyor (clair voyance), insanlardan zihinsel mesajlar
alabiliyor (telepati), yeraltındaki sular ve madenleri bulabiliyor,
(radyestezi), ellerini kullanmadan eşyaları kaldırabiliyor (tele kinezi). Bu
olayları tanımalı ve kanunlarını bulmalıyız.
Üst
şuurumuzun varlığı ve hayatımızda büyük rolü olduğu bir gerçektir. Psikanalitik
araştırmalar giderek artık bir şuur altından ziyade bir şuur üstüne inanmanın
gerektiğini ortaya koymuştur.
Üst
şuur ile uykunun, rüyanın, hipnotizmanın, hipnotik uykunun ilişkileri çok
önemlidir. Normal uyku sırasında üst şuur ile şuur arasında, keza üst şuur ile
dış âlem arasındaki ilgi tamamen kesilmemiştir. Selektif permeabl bir mekanizma
ilişki sağlamaktadır. Burada üst şuur, dış âlemden uyanmayı gerektiren bir
tesir alınca, şuuru etkilemekte ve uyanma olmaktadır. Uyku sırasında şuur, üst
şuurun tesirindedir. İsterse üst şuur onu geçici olarak dinlenmeye bırakır ve
sübjektif hayat kararır. Fakat yine üst şuur, vücudu uyandırmadan şuuru
faaliyete geçirebilir; işte bu anda rüya görülür. Rüyalarımız şuurumuzda
meydana gelen sübjektif olayların aynıdır. Uyanık ve dalgın insanın düşünmesi
de bir çeşit rüyadır. Rüyanın olmasında, gerek vejetatif hayatımızdan, gerek
şuurumuzu dış âleme bağlayan duyu organlarımızdan ve gerek üst şuurumuzun dış
âlemle ilişkisini sağlayan metapisişik antenlerimizden gelen her çeşit tesirler
rol oynar.
Normal
şuurun dışında, onunla anlayamadığımız bir başka şuurumuz ve dereceleri
deneysel hipnotizmanın alanlarına girer. Hipnotizmada süje’nin (uyutulan
kişinin) gösterdiği hal hem normal uyku, hem narkozdaki hem de esrar
sarhoşluğundaki uyku ve rüya hallerinin hepsini belli ölçüde kapsamaktadır.
Hipnotik uyku ile şuur dereceleri, çift şuurluluk, kişiliğin ikileşmesi
problemlerine de çözüm yolu bulunabilinir.
Hipnotizmada
hipnotizör, (uyutan, operatör) kişinin üst şuuruna seslenmekte ve onunla ilgi kurarak
süjenin şuuruna ve vucüduna hakim olmaktadır. İnsanın üst şuuru, hem şuurla,
hem de onun bilmediği daha başka psiko fizyolejik bağlarla dış âleme bağlıdır.
Hipnotizörlerin başarısı, insanların üst şuurlarına yapacakları etkiye
bağlıdır. Bunlar, bir kişinin üst şuuruna çok bilgili, çok kabiliyetli ve çok
iyi görünebildikleri takdirde üst şuur onlara tabı olacak ve icab ederse şuuru
da arkasından sürükleyecektir. Gerçekten insanın şuuru, üst şuur emrinde bir
oyuncak gibidir. Uykuda birçok dış tesirleri duymayız. Bu şuurumuz etrafındaki
kapıların kapalı olmasından ileri gelir. Hipnotizmada da süje hipnotizörün
telkinlerine göre birçok tesirleri duymamaktadır. Yine uykuda, şuurun bütün
kapıları tamamıyla kapalı olmadığı gibi, hipnotizmada da süje hipnotizörün izin
verdiği tesirleri almaktadır. Hipnotizmada süje, hipnotizörün en küçük
fısıltılarını duyarken başkalarınıın bağırmalarını duymaz.
Şuurumuzda
her an yaşanan durumların, şuurun «hafızasına» girmesi veya girmemesi de üst
şuura bağlıdır. Bu sebeple hipnoz uykusundaki süjenin, hipnoz durumunda
yaşadığı halleri hatırlaması veya hatırlamaması hipnotizörün telkinine
bağlıdır. Hatta hipnotizma ile süjeye (uyutulan kişiye) bazı hatıraları
şuurundan (hafızadan) attırmak ve oraya bambaşka hatıralar yerleştirerek
süjenin kişiliğini değiştirmek mümkündür. Rusların bu konudaki deneylerini ve
basanlarını kitabımızın ilerki bölümlerinde okuyacaksınız.
İnsanın
üst şuuru her an bilinmeyen bir âlemle ilişki halindedir. Üst şuurun çalışma
şekli olduğu kadar, ona tesir eden etkenler de şimdilik bilinmiyor. Meselâ,
uykuda gezen bir kimse hipnotizma edilmiş bir insan gibidir. Fakat burada üst
şuurun tabi olduğu bir hipnotizör yoktur. Bu olayda insanın üst şuurunun
kendiliğinden veya bilmediğimiz tesirlerle hareket ettiği muhakkaktır.
Aynı şekilde çift şuurluluk, kişilik ikileşmesi bir
hipnotik vetireden başka birşey değildir.
İnsanı
tanımak istersek, şuur seviyesinde kalmamalı üst şuurun sırlarını çözmeliyiz.
Üst şuurunuz hem sonsuz hayatımızın deneyleriyle hem de önümüzdeki hayatın
sonsuz amaçlarının tohumları ile doludur. Bu sebeple onu şuurumuz yardımıyla
çözümleyemez, açıklayanlayız.
Üst
şuurumuza girebilen yabancı etkenler, biz farkında olmadan oranın malı gibi
görünürler. Psikonevroz grubu hastalıklardaki refulmanlar, hiphozdaki post
hipnotik (hipnoz sonrası) telkinler, üst şuurumuzu girebilmiş yabancı
unsurlardır.
Periyodik devrelerle dünyamızı etkileyen
kozmik tesirleri etraflıca tanımıyoruz. Cin çarpması, nazar değmesi gibi
olayları açıklayamıyoruz. Büyünün bilimsel yönünü
incelememişiz, insanın ruhuna (daha doğrusu üst şuuruna) şeytan hâkim olabilir
mi bilmiyoruz. Bildiğimiz tanıdığımız dalga boyları dışında titreşen bir âlem
var mıdır?
Varsa
tesirleri ve yapısı nedir?
İşte
böyle sırlara bürünmüş bir evrende daha mutlu yaşayabilmek için kitabımızı çok
dikkatli okumanızı istiyoruz.
Not: «Hayatın Sırları» bölümü yurdumuzun
çok yönlü aydın bilim adamı Prof. Dr. Muammer BlLGE’nin METABİYOLOJİ adlı
eserinden derlenmiştir.
Sh:
5-32
Kaynak: Sheila OSTRANDER — Lynn SCHROEDER,
RUSYA’DA TANRIYA DÖNÜŞ, Özgün adı: Pıschısic Discoveries Behind The İron
Curtain, Altın Yayınları,
METAFİZİK VE
PARAPSİKOLOJİ ÜZERİNE ARAŞTIRACAĞINIZ KONULAR
İnsanlar Radyo mu Olacak?
Telepati Ve Yoga İlişkisi
Telepatik Büyü Mümkün mü?
Telepati Ve Astroloji İlgisi
Ruh Ve Beden Yoluyla Çift Haberleşme
Düşünce Okunabilin mi?
Hayvanlarla Telepati yapılacak
Elektronik Büyücülük
Hastalık Uzaktan Nakledilebilir mi?
Telepatik Tedavi
Diktatöre Karşı Telepati
Kanunlara Yön Verebilen ve
Değiştiren Adam
Kuşlak Beyin Dalgalarının Maddeyi Nasıl Etkilediğini Biliyor mu?
Beyin Ve Elektrik Bağlantısı,
Kozmik Etkiler Ve İnsan
Ruh Enerjisi Nasıl Şey?
Telekineziye Bilim Neden İnanmıyor?
«Psikokinezi Bir Silah Olabilir mi»
Ruhsal Olaylar Ve Uzay İlişkisi
Uçan Dairelerle Nasıl Bağlantı kurulur?
Uçan Daireler Ve Psi Olayları Mesih İlişkisi
Ruslar Uçan Dairenin Sırrını Çözdüler
Uzaktan İpnotizma Yapılabilir mi?
Telepati Yetenek mi Teknik mi?
Ölüm Anında Neler Oluyor?
Ölüm Anında Telepati Daha Kolay mı Oluyor?
Telepatik Mesaj Gönderebilirsiniz
İğneli Büyüler
Parapsişik Yeteneklerin Pratikle Geliştirmesi
Astroloji Veya Kozmik Biyoloji?
Telepatik Casuslar
Hayvanlarla Telepati Yoluyla Konuşulabilir mi?
Esrarlı Sıvı Kristaller
Sınırdaki Bilim: Parapsikoloji
Suni Reenkarnasyon
Sovyetler İnsana Başka Bir İnsanın Ruhunu Aşılıyorlar
Saklı Güçlerimizi Nasıl Ortaya Çıkarabiliriz?
Çin Tedavisi Tekrar Canlanıyor
Üstün Bir Sanatkârın Ruhunu Kendinize Nasıl Aşılayabilirsiniz?
Ruhsal Tedavi
Sun’i Dahiler Yaratılabilinecek mi?
Amerika’nın Rönesans Adamı Buckminster Fuller’e Göre Artık
«Telepati Çağı» Gelmiştir.
Zaman : Zihnin Yeni Sınırı
Zaman Da Bir Enerjidir
Zaman Enerjisi Demirden Bile Rahatça Geçebiliyor
Düşünceyle Zamanı Durdurabilir miyiz?
Çiçek Sahibini Tanır mı?
Zamanı Durdurabilecek miyiz?
Aletsiz Uçabilecek miyiz?
«Her Şey Çift Yaratık»
Gözsüz Görüş
Parmaklarınızla Görebilirsiniz
Cisimler Boşlukta İz Bırakıyor
Çatal Çubuk ( ) Radyestezi
Modern Define Arayıcıları
Çelik Çatal Çubuk Nasıl Tapılır ?
Çatal, Çubukla Hastalık Teşhisi
Kirlian Fotoğrafları
İnsanın Kartpostallardaki Veya Röntgen Filmindeki Görüntüsüne
Benzemeyen resimler
Esrar Dünyasına Açılan Pencere
Alkol Ve Ruhsal Hayat
Aura’nın Temel Renkleri
Bilim Enerjisi Bedeni İnceliyor
Enerji Beden Duyu dışı İdrak
İlişkisi
Ruhsal Şifacılar
Enerji Beden Ve Akupunktur
Halk Şifacıları
Görünmez Olmak Mümkün mü?
Gizli Bilimler Ve Toplum Başarısı
D.D.İ. Bir Savaş Aracı mı?
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar