DİLLERİN ŞİFRESİ 1
“Dünya Dillerine ve
Türkçemize, Farklı Bir Bakış”
OĞUZ DÜZGÜN
Stuttgart-2010
Bana
Anadilimi öğreten, ninnileriyle ve masallarıyla ruhumdaki Türkçe tohumunu
sümbüllendiren Annem Bihter DÜZGÜN’e, Sonsuz Sevgilerimle...
ÖNSÖZ
Dil
(Lisan, Language) kısaca; “düşünce,
duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve
kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok
gelişmiş bir dizge (sistem)” * olarak tanımlanabilir.
“Dillerin
Şifresi” adlı bu kitapta yukarıda özetle tanımı yapılan “Dil” olgusunun nasıl
oluştuğunu, “Âdem ve Havva Dili” olarak adlandırılabilecek ‘İlk İnsanlık
Dili’nin’ mâhiyyetinin ne olduğunu açıklamaya çalışacağız. ‘Dillerin Şifresi’
dillerle ilgili merak edilen pek çok konuyu sorgulayan bazı ‘denemelerden”
oluşan, alanında ilk sayılabilecek bir kitap.
Bu
eserle ne amaçlamadığımızı söyleyelim öncelikle. Sizi,
bilimsel terimlerle boğuşturma gibi bir derdimiz yok. Yine Türkçe ’nin
güzelliklerini anlatırken diğer dilleri küçümsemek gibi bir anlayışa da sahip
değiliz. İnsanlarımızın anlamayacağı, ağır bir dil kullanmak gibi bir gâyemiz
de asla olamaz. Doğru olan sadece biziz, bizim görüşlerimizi benimsemeyenler
ise yanlış yoldadır da demiyoruz. Yazdıklarımızı bilimsel birer makale olarak
da görmüyoruz.
“
Bu kitabı hangi amaçla yazdınız?” sorusuna samimiyetle şöyle cevap verebiliriz:
Gündelik
dilin sâdeliğinde yazılmış “denemeler” yoluyla, cevabını bir türlü
bulamadığınız dillerle ilgili problemlerin çözümlerine, bir adım daha
yaklaşmayı umuyoruz. Dünya dilleri ve güzel dilimiz Türkçe ’nin özellikleri
arasında dolaşırken sizi de sorgulamalarımıza misafir etmek istiyoruz. Türk ve
Dünya dilbilim çevrelerinde, dille ilgili tartışmaları alevlendirerek,
donuklaşmış dilbilim çalışmalarını canlandırmak da amaçlarımız arasında.
Görüşlerimize muhalif ya da mutabık olan herkesi bu tartışmanın içinde görmek
istiyoruz.
Sizinle
birlikte gerçekleştireceğimiz bu “dil” yolculuğu sırasında, birbirinden farklı
kabul edilen dil aileleri arasında var olan ve hiçbir sınırlamayı kabul etmeyen
‘sınırsız’ benzerlikleri de göreceğiz.
“Türkçe’nin
Şifresi” başlığıyla, sanal âlemin Türkçe’ye duyarlı kentçiklerinden tutun da,
bâzı dilbilginlerimizin kıymetli eserlerine kadar yayılmış olan; artık
insanlığın malı olmuş bazı çalışmalarımı da bu kitapta toplamaya karar verdim.
Dünya dillerinden bahseden bir kitap, elbette dünyanın en düzenli dillerinden
birisi olan Türkçe’den ve bu dilin şifrelerinden de bahsetmeliydi. Bu çalışmada
Türkçe ile Anglo-Sakson dillerini de karşılaştırmaya çalıştım. Bu
karşılaştırma işini nesnel kıstaslar yardımıyla yapmayı denedim. Anglo-Sakson
milletleri ya da bu ulusların dillerini küçümsemek, bu dillerin muhtemel
güzelliklerini inkâr etmek gibi bir amacım ise asla olamazdı. Bu nedenle
Almanca ya da İngilizce gibi dillerin öğrenilmesine de haliyle karşı olamazdım.
Anglo-Sakson
dillerinin ve Türkçe’nin birbirlerinden ayrı dil evrenleri oldukları gerçeğini
her fırsatta vurgulamaya çalıştım. Benim vurguladığım nokta, ayrı bir evrene
ait Anglo-Sakson kökenli kelimeleri ya da cümleleri, Türkçe dil evreni
içersinde kullanmanın anlamsızlığıydı. Bu anlamsızlığı ortaya koymak adına
Türkçe’nin düzen yönünden bu dillerden üstün olduğu gerçeğini dile getirdim.
Yoksa yabancı dillerin çeşitli sebeplerle öğrenilmesine ya da öğretilmesine
kesinlikle karşı değilim.
Anglo-Sakson
kökenli dilciler de elbette kendi dillerini savunacaklardır. Onların kendi
dillerini sevmelerini ve savunmalarını da saygıyla karşılıyorum. İnsan merkezli
hayat görüşüm gereği hiçbir millet, din, kültür, dil ayrımı yapmadan bütün
insanların, barış içersinde yaşaması ise yegâne arzumdur. Ancak bu arzu, nesnel
bir bakış açısıyla yaptığım araştırmalar sonucunda Türkçemiz’de gördüğüm
güzellikleri dünya insanlarıyla paylaşmamı engellemedi.
Bu kitabın
bilhassa ÖSS’ye hazırlanan gençlerimizin ve Üniversiteler’de (İlimkentler’de)
çeşitli fakültelerde okumakta olan gençliğimizin önünde yeni ufuklar açacağına
olan inancımı bir kez daha yinelemek istiyorum. Zira biz çalışmalarımızı
yaparken şüpheciliğin imkânlarından yararlandık ve bize öğretilmiş olan dil
kurallarıyla ilgili bütün bilgilere şüpheyle baktık. Bu bilinçli şüpheciliğin
doğurduğu sorulara kendimizce cevaplar bulduk. Bu bakış açısını benimseyen
gençlerimizin gelecekte büyük gelişmelere imza atacaklarını tahmin etmek bir
kehanet olmayacaktır. Sorgulama feneri, kutsal inançlarımıza yönlendirilmemek;
sadece bilimle sınırlı kalmak şartıyla, gerçekleri bulmamıza, bulduklarımızı
daha da geliştirmemize katkı sağlayacaktır. “Dillerin Şifresi” kitabı,
Liselerde ve İlköğretimin çeşitli kademelerinde okumakta olan gençlerimizin
derslerine de yardımcı olacaktır. Bunu düşünmemizi sağlayan bazı gerekçelerimiz
şunlardır:
1- Kitabımızda
yer alan Türkçe’nin Matematikselliği, DNA ve Türkçe ilişkisi, Türkçe’nin
Analitik Geometrisi, Kuantum Fiziği ve Türkçe, Türkçe’nin Felsefi Boyutu gibi
çalışmalarımız, gençlerimizin Türkçeyi sevmelerini sağlayacağı gibi onların
ilgili bilim ve ilim dallarına yönelmelerine de neden olacaktır.
2- Türkçe’nin
dilbilgisi yapısıyla ilgili verdiğimiz bazı örnekler, bu dilin kurallarının
daha kolay öğrenilmesini sağlayacaktır. Bu bilgilerin faydasını girecekleri
sınavlarda göreceklerdir.
3- Türkçe
ile Anglo-Sakson dillerini karşılaştırdığımız maddeleri okuyan bir öğrenci,
verdiğimiz ipuçları sayesinde başta İngilizce olmak üzere diğer Anglo-Sakson
dillerini daha kolay öğrenebilecektir.
4- Bazı
yabancı ve yapma dillerle ilgili olarak verdiğimiz bilgiler, bu dillerin en
kolay şekilde öğrenilmesini sağlayacak ipuçlarına sahiptir. Arapça, Ermenice,
Zuluca, Esperanto, Kıptice, Sümerce, İbranice ve hatta Kızılderilice vd.
dilleri merak eden gençlerimiz için bu kitap bir yol gösterici olacaktır.
5- Dünya
dillerinin ortak bir kökenden geldiğini öğrenen gençlerimiz, dünya barışına
katkı sağlamak adına farklı kültür ve inançtaki milletlere saygı
göstereceklerdir. Aynı zamanda bu gençlerimiz, Türkçe’nin güzelliklerini de
öğrenecekler, vatanlarına, milletlerine bağlı, öz güvenlerini kazanmış insanlar
olarak yollarına devam edecklerdir.
Bu kitabı oluşturan
yazıları hazırlarken, birbirinden değerli bilim adamlarının eserlerinin yanında
sanal âlemin sunduğu sınırsız imkânlardan da yararlandım. Faydalandığım
eserlerin ve bağlantıların bir kısmı yazılarımın içinde ya da sonlarında; diğer
kaynaklar da kitabın son bölümünde belirtilmiştir. Eserlerinden,
çalışmalarından faydalandığım bütün bilim adamlarına da teşekkürlerimi sunmak
istiyorum.
Elinizdeki
kitabın yazarı, ülkesinin her alanda daha ileriye gitmesini arzulamaktadır.
Şahsı hakkındaki tek dileği ise okurları tarafından hayır dualarla yâd
edilmektir.
Kitabın
birinci baskısında emeği geçen arkadaşlarıma, tüm Yayınevi çalışanlarına ve
kitabı okumakta olan siz değerli okuyucularıma teşekkür ediyorum. Umarım
kitaptaki muhtemel kusurlarımızı, hoşgörü ile karşılarsınız.
Daha nice
paylaşımlarda buluşmak ümidiyle. Oğuz Düzgün
* Prof.Dr.
Doğan AKSAN’ın tanımı (Her Yönüyle Dil) “Adem
ve Havva Dili teorisi Oğuz Düzgün adlı bir vatandaşımızın (kimdir bilmem)
geliştirdiği teoridir." (Ekşi Sözlük)
(http://sozluk. sourtimes. org/show. asp?
t=Âdem+ve+havva+dili+teorisi)
ÂDEM VE HAVVA DİLİ
Pek
çok çalışmamızda bir gerçeği ifade etmeye çalışıyoruz. Bütün diller aslında tek
bir kökenden gelmektedir, diyoruz. Çünkü bunun mantığa en uygun olan görüş
olduğunu biliyoruz. Zira insan denilen varlık çağdaş bilimin de kabul ettiği
gibi tek bir atadan gelmişse, insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden
gelmiş olmalıdır. Bu dilin bir numunesini bebeklerin bebekçe konuşmalarında
daha bilimsel bir ifadeyle “babıldama” döneminde çıkardıkları seslerde
görebiliyoruz. Bilhassa “b”, “m”, “v”, “g”, “d”, “a”, “ı”, “h”, e sesleri gibi
sesler bebeklerin de çıkarmakta zorlanmadığı, bizce ilk insanların da
rahatlıkla kullandıkları seslerdendir.
Muhtemelen
ilk insan ve onun yanındakiler bu bebeksi harflerden müteşekkil bir dili konuşuyorlardı.
Bütün harfler bunlardan ibaretti demek istemiyorum elbette. Bu dil basit bir
dil gibi görünse de bütün dünya dillerini de içinde barındıran çekirdek bir
dildi. Fakat şunu da söyleyelim yanlış anlaşılmamak için. Biz hiçbir
çalışmamızda şöyle bir görüş öne sürmüyoruz: “Bütün dünya dilleri Türkçe ’den türemiştir.” demiyoruz. Yani vaktiyle
dilimizdeki Arapça, Farsça ve diğer yabancı kelimeleri içimize kolayca
sindirebilmemiz için geliştirilmiş olan Güneş Dil Teorisinin “bütün dünya
dilleri köken olarak Türkçe’den gelir. ” şeklinde ifade edilebilecek teoriyi
savunmuyorum. Ancak onun
da bir
gerçeği ifade ettiğini, bu gerçeğin de “bütün dünya dillerinin ortak bir
kökenden geldiği” gerçeği olduğunu sıklıkla ifade ediyorum.
İlk
dünya dilinin Türkçe ya da başka bir dil olduğunun kesin bir şekilde
bilinebileceği görüşüne katılmıyorum. Çünkü Türk diye anılan ulusun bir
milletleşme serüveni vardır her millette olduğu gibi. Bir topluluğun
milletleşmesi de hemen olmamaktadır. İlk insanın yaratıldığını düşünelim.
Muhtemelen bu insanın milliyeti sadece insanlık idi. İblisle Âdem’in ilk
mücadelesi de bunun bir göstergesidir. Herhalde ilk ulusun ya da boyun oluşması
için en az bin yıl geçmesi, bu ilk insanların topluluklar halinde yeni
coğrafyalarda yaşamaya başlamaları, hatta değişik inançları benimsemeleri
gerekecektir.
Zira bir
topluluğa ulus diyebilmemiz için onun alternatifi olan toplulukların da olması
gerekir.
Vaktiyle
Japonlar dünyayı sadece kendi adalarından ibaret biliyorlardı. Bu durumda
Japonlar millet değillerdi. Fakat onlar dünya insanlarının da varlığını
hissettiler, o zaman bir “millet” olduklarını anladılar. Bu örneği daha
belirginleştirelim. İlk insan topluluğu aynı coğrafyada yaşıyor, aynı dili
konuşuyordu. Elbette lehçeleşme yer yer oluşmaya başlamıştı ama bu insanlar tek
bir dil konuşuyorlardı. İnançları, gelenekleri de birdi. Karşıtları olan bir
başka topluluk yeryüzünde yoktu. Bu nedenle bu
topluluğa
biz “millet” diyemeyiz. Bu topluluk olsa olsa “saf bir insan topluluğu” idi.
İlk “insan topluluğu” ulus bile değilken onun konuştuğu dili “ herhangi bir
milletin dili” olarak adlandırmamız ne kadar doğru ve tutarlı olabilir?
Bugünkü
anladığımız manada milliyeti olmayan bir insan topluluğu vardı o dönemde. Fakat
zamanla göçler başladı. Bu göçler de elbette öyle gelişi güzel olmuyordu.
Kuşları ve bazı hayvanları göçe sürükleyen içgüdüsel kamçılar benzeri içsel
etkiler, ilk insanı ailesinden, yurdundan, coğrafyasından koparttı. İlk insan,
bu göçleri yapmaya zorunluydu. Çünkü büyük bir plan vardı ve bu plana göre,
mesela Türkiye devletinin şu Anadolu topraklarında bugün var olacağı, Afrika’da
bugünkü devletsel ve toplumsal yapılanmanın oluşacağı, İbranilerin nerede
yerleşmesi gerektiği, Türk milletinin nerden varlık sahnesine çıkacağı,
Amerika’nın ne zaman keşfedileceği; bütün bunlar ve daha fazlası öngörülmüştü.
İşte dillerin oluşması ve başkalaşması da bu planın küçük bir parçasıydı. Ama
etkileri çok büyük olan küçük bir parçası...
Bugün
yeryüzünde kullanılan yazı sistemlerinin bile Fenike gibi ortak yazı
sistemlerinden türediği bilinen bir gerçektir. Hatta ilk başta harflerin
şekillerinin insanların ilişki içinde bulunduğu varlıklara benzetildiği de
bilinen bir gerçektir. Göktürk yazısında “ka” harfi “ok” şeklindedir. Çünkü
“ok” kelimesi “ka” sesini ifade eder. Yine “be” harfi “ev” şeklindedir.
Bildiğimiz gibi “ev” kelimesinin aslı “eb” kelimesidir. Göktürk alfabesinde
“eb” şimdiki “be” harfine karşılık gelir. Bu da gösterir ki eski Türkçe’de bir
kısım harflerin okunuşları bugünkü Anglo-Sakson kökenli dillerde olduğu
gibidir. Örneğin, bizim bugün “ne” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi İngilizler
“en” şeklinde, “re” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi “er” şeklinde telaffuz
ederler. İşte Göktürkçe’de de harfler başlarına bir ünlü getirilerek telaffuz
ediliyordu. Mesela, İngilizce “can” (ken) yardımcı fiili “know” (bilmek)
fiilinden gelir. Türkçe’de de aynı görevde ve anlamda “-e bilmek” fiili
kullanılmaz mı? Bu ve benzeri arızi ortaklıklar ise cevherdeki, özdeki o müthiş
kökendaşlığın yansımasından ibarettir.
Şu
mağara resimlerini bir hatırlayalım. Nereye gidilirse gidilsin; ilk insanın
çizdiği şekiller bile birbirleriyle benzerlik göstermektedir. Bu şekilleri ilk
(ilkel) yazı olarak kabul edersek, ilk insanın yazı sisteminde, kullandığı
harflerin bile aynı olduğunu açıkça görürüz. Demek ki bu insanların ortak bir
atadan geldikleri ve beraberlerinde tüm ortak unsurlarını da gittikleri yerlere
götürdükleri görülmektedir. Hatta bu ortaklığı ilk insanların farklı
coğrafyalarda olmalarına rağmen kullandıkları aletlerde, anlattıkları
efsanelerde, danslarında, müziklerinde ve daha pek çok özelliklerinde de
görmekteyiz. İşte dil de bu insanların beraberlerinde götürdükleri ortak
unsurlardan birisidir. Dillerin bu denli başkalaştığı ve birbirinden
farklılaştığı hatta binlerce farklı dilin var olduğu günümüzde, bütün dünya
dillerinin az iddialı çalışmalarda on iki dil ailesine kadar indirgenmesi
(Merrit Ruhlen) daha cüretkâr çalışmalarda ise bu dil ailelerinin daha az
sayılarla ifade edilmeleri gösterir ki, dünya dilleri aslında ortak bir
kökenden gelmektedir.
Dillerin
nasıl farklılaştığını ve tek bir kökenden nasıl başkalaştığını açıklamak için
bazı deneyler de uyguladım. Hepinizin bildiği “kulaktan kulağa” diye
adlandırılan o oyunu öğrencilerime oynattım. Yani onlar bir yerde bu dil
olayını anlamam için birer denek olmayı gönüllü olarak kabul ettiler. Öncelikle
ön sırada oturan bir öğrencinin kulağına bir kelime fısıldadım. Bu kelime
kulaktan kulağa dolaştı ve farklı bir kelime olarak karşıma çıktı. Örneğin
“kelebek” kelimesi, “kelle paça” kelimesine dönüşmüştü bir keresinde. Elbette
bu bilinen ve de yaygın bir oyundu. Dildeki başkalaşmaların anlatımı için de
örnek gösterilen bir oyundu. Her denememde ilk söylenen kelimenin ya düzensiz
ya da düzenli bir biçimde değişime uğradığını gördüm. Yaptığım incelemeler ve
araştırmalar neticesinde bu başkalaşmaların 1- Öğrencinin kişisel
yetenekleriyle ilgili (duyma, algılama, düşünme, hayal gücü vb.) 2. olarak da
dış etkilerle (gürültü, öğretmenin varlığı, akılda kalan bir şarkı sözü,
yabancı bir dilin etkisi, savaşlar, bir ulusun hâkimiyeti altında kalmak, gece
izlenmiş ve etkisinde kalınmış bir film vb. ile) yakından ya da uzaktan alakalı
olduğunu gördüm. Bu otuz kişilik sınıf ölçeğinde uyguladığım bu deney, bin
kişilik bir topluluk ölçeğinde uygulandığında kelime düzeyinde daha büyük
değişimlerin yaşanacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Bir de bu kişiler
kendi aralarında kelimelerin başkalaşmalarına sebep oldukları gibi, onların
soylarından gelen nesiller de kendi aralarında bu kelimelerin başkalaşmasına
öncülük edebileceklerdir. Aradan bin yıl geçtiğinde ise diller bambaşka
şekillere bürünebileceklerdir. Bu şekilde pek çok farklı dil, lehçe
oluşabilecektir. Ancak bütün bu farklılaşmaların ve de değişmelerin varlığı da
bize en baştaki o sade ve tek dilli dönemi hatırlatacaktır.
Hatta
günümüzde küreselleşme çalışmaları, tek bir ortak dile, tek bir ortak devlete
doğru gidiş meyli, aslında bir “başlangıça dönüş” hamlesidir. Hatta
küreselleşmeye karşı çıkan çevrelerin de aynı mahiyette ama “kapitalizmsiz tek
bir vatan, tek bir millet, tek bir dil olmalı” tarzındaki düşünceleri de bu
asla, ortak kökene dönüş arayışının bir göstergesidir. Bir alabalık nasıl ki,
derenin akış yönünün tersine yüzmek pahasına, doğduğu anavatanına, kökenine dönmek
zorunda olduğunu hisseder ve o köken mevkiine döner. Bunun gibi de insanlık,
aslında her şeyin ortak olduğu o ilk insanlık günlerinin, kendi şuuraltına
genetiksel olarak kayıtlı
hülyasına
doğru koşmaktadır. Hatta Rab tarafından gönderilen dinler de getirdikleri
“inanç” kavramıyla bu “tek” millet bilincini farkında olunmasa da binlerce
yıldır canlı tutan tetikleyicilerdir.
Bahsettiğimiz
bu köken dilinin mahiyetini ise şu anda tam manasıyla bilememekteyiz. Bilim
adamlarına düşen; bu karanlık noktaları aydınlatmaya çalışmak olmalıdır. İşte
biz de çalışmalarımızda; dilbilimcilerimizin, dünya bilim adamlarının
ilgilerini, bu karanlık noktalara çekmeye talibiz. Zira doğruları sadece biz
bulalım diye bir endişemiz yoktur. Ancak gençlerimizi, insanımızı, bilim adamlarımızı
bu alanda düşünmeye, araştırmalar yapmaya zorlama gibi zor bir görevi
omuzlanmış bulunuyoruz. Şimdi bu sorumluk duygumuzun bir gereği olarak ilk
insanlık dili ile ilgili keşfettiğimiz bazı bulguları ya da geliştirdiğimiz
bazı düşünceleri sizlerle paylaşacağız.
“Âdem
ve Havva Dili Teorisi” diye adlandırdığımız bir görüşümüzden bahsedeceğiz. Az
önce bahsettiğim gibi bilim adamlarının çoğunluğu son zamanlarda gen
bilimindeki ilerlemelerin de etkisiyle insanlığın “ortak bir dişi ve erkek”
atadan geldiğini kabul etmektedirler.
Bu gerçeği
ise binlerce, on bilerce yıl öncesinden dinler ortaya koymuştur. Şaşırtıcı bir
şekilde pek çok gerçeği binlerce yıl öncesinden bildiren kutsal kitaplar, pek
çok alanda olduğu gibi ilk
insanın
oluşumu konusunda da bize yol gösterici olmaktadırlar. Biz kutsal kitapların
İlahiliğini ya da gökselliğini bu yazımızda tartışma konusu yapmayacağız.
Onları bilimsel bir referans olarak kabul edeceğiz. Bu kutsal kitapların en
eskilerinden olan Tevrat’ta ve daha sonraları da İncil, Kur’an gibi kutsal
kitaplarda adı geçen Âdem ve Havva isimlerinden yola çıkacağız. İlk insan
hakkında bu denli iddialı konuşan en eski ve ilk insana en yakın yazılı
metinlerden biri olarak gördüğümüz Tevrat’taki bu birkaç kelimeyi
inceleyeceğiz. Bu iki ismin ilk insan tarafından kullanılmış sesleri
içerebileceğini kabul edeceğiz öncelikle.
A-D-E-M-H-A-V-V-A
elbette bu
yazdığımız kelime sitillleri Kur’an’daki seslerden oluşmuştur. Bu isimlerin
İbraniceleri de çok farklı değildir aslında.
A-D-A-M- E-V-A ya da H-E-V-A
Bu
kelimeler isim olarak ilk insana verilebildiyse demek ki ilk insan bu
kelimeleri oluşturan sesleri çıkarabiliyordu.
Bu kelimelerdeki seslere bir dikkat edelim:
A= Düz,
geniş ve kalın bir ses. D= Dişsi, kapalı bir ses
E=
Düz, geniş ve ince bir ses.
M=
Dudaksı, kapalı bir ses.
Temel mantık
olarak Âdem kelimesinde kullanılan seslerin en azından birinin erkeksi birinin
de dişil olduğunu kabul edeceğiz.
D=Erkeksi
bir ses
M=Kadınsı
bir ses
D=
+
M=
-
Demek ki
dişsi ses olan D sesi erkeksiliği M sesi de dişiliği temsil ediyor. Demek ki
Âdem’de dişilik ve erkeklik ve diğer bütün zıtlar potansiyel olarak mevcuttu.
Erkekliğin en ileri düzeyinde D sesi, aileye başlangıç düzeyinde ise B, M
sesleri gibi dudaksı sesler daha belirgindir. Burada erkekliği cinsel bir
kavram olarak görmüyor, zıtlıkların en celalli kısmı olarak görüyoruz. Dişillik
için söylediklerimizde de cinselliği ifade değil negatifliği ya da Ying’in
Yang’ını ifade etmeye çalışıyoruz. Hatta Kur-ân diliyle ifade edilen Âdem
kelimesindeki ae zıtlığı da bu kelimede çekirdek olarak zıtlıkların cem
olduğunu ispat eder. Havva kelimesine baktığımızda ise:
H=Gırtlaksı,
sürekli.
V=Dudaksı, sürekli..
Diğer
ünlüleri az önce incelediğimizden şimdi incelemeyeceğiz. Baştaki h sesinin
sonradan oluşmuş bir ses olduğunu var saysak da değişen bir şey olmayacak. “V”
sesi bildiğimiz gibi Âdem kelimesindeki “M” sesiyle akrabadır. Önce M sesi ya
da B sesi oluşur, daha sonra bu sesler V,
F gibi
seslere dönüşürler. Bu durumda asli M sesinden türemiş olan V sesi Havva
kelimesinde ortaya çıkmaktadır. Bu V sesi dişil bir ses yani dudaksı bir ses
olarak bizim görüşümüzü ispat etmektedir. V sesi dişildir ama bir o kadar da
erkeksidir. Zira B sesinden türemiştir. Aslında dişillik ve erillik bu noktada
iç içe girmiştir. Bu da aslında “insan” denilen varlığın ayrımının onun
cinsiyetinden değil de yapıp edebildiklerinden, çalışmasının derecesinden,
ilminden ve benzeri kesbi yönlerinden kaynaklandığını ortaya koyar. Bu da
apayrı bir konu olduğu için bahsimizden hariçtir.
Bu
Âdem, Adam, Edım ve benzeri şekillerde telaffuz edilen kelime, köken olarak
hangi kelimeden gelmektedir, sorusu kafayı kurcalayabilir. Eğer bu kelimenin
“-em” bölümü dişiliği temsil ediyorsa ki aslında Babil dönemindeki varlıklara
çift isimler verilmesi geleneğinin ta ilk insana ulaştığını da ispat edebilir
bu. “Ad” bölümü de erkeksi bölüm olabilir. Tabii ki bu şu an için sadece bir
olasılıktır. Bu yazımızın bu gibi bölümleri de bir “deneme” olarak
algılanmalıdır.
Havva
bir kadın olarak karşısındaki erkeğe Âdem ya da Adam diyerek seslenmektedir. Bu
kelimeyi telaffuz edebilmek için önce ağız genişçe açılır ve “A” sesi
çıkarılır, alt dişe yakın olan dil “d” sesiyle birlikte üst dile değer, sonuçta
da kelime “m” sesiyle dudaklarda biter ...
Kendinizi su
içerken ya da bir lokmayı yerken düşünün, Âdem, Adım, ya da Edım benzeri bir
ses çıktığını fark edeceksiniz. Bu sesler açıkça yutkunma sesleridir. Havva bu
sesleri çıkarmakta çok zorlanmamıştı herhalde. “Âdem” sesini çıkarmak “Havva”
seslerini telaffuz etmekten daha zordur. Bu durum da “Havva” anamızın dili daha
iyi konuştuğunu göstermektedir. Belki de dillere Ana Dili denmesinin ve
dillerimizi annelerimizden öğrenmemizin nedeni de onların dili daha iyi
kullanmalarından kaynaklanabilir.
Bu düşüncemizi
kanıtlayacak bilisel araştırmalar da var. Kadın Psikiyatrist Luan Brizendine,
''The Female Mind'' (Kadın Zihni) adlı bir kitap yazmış. Yazar kitabında
kadınların “dil zekâlarının” erkeklerden daha üstün olduğunu bilisel kanıtlarla
ispatlıyor. Bu durum da bayanların erkeklerden daha çok konuşmalarının ardında
sırrı ortaya koyuyor. Bu durum kalıtsal, genklerden gelen bir durum. Kadınlar
Hz.Havva’dan aldıkları özelliği muhafaza ediyorlar. Erkek yani Âdemse eve
yiyecek getirmek için dolaşmak, çalışmak, avlamak zorunda olduğundan daha kolay
ve hızlı telaffuz edilebecek seslerle eşine hitap etmiş olabilir.
Âdem ve
Havva elbette gündelik hayatta yemek yiyorlar, su da içiyorlardı. Aslında
Havva’nın bu yutkunması; onun Âdem’e yemek gibi, su gibi ihtiyacı olduğunu,
Âdemsiz gayet güçsüz, zayıf olacağını ortaya koyar. Sondaki m sesi de tüm
dudaksı seslerde olduğu gibi “sevgiyi” de ifade eder. Âdem ise eşine Havva diye
seslenerek nefes alıp verirken çıkarılan tabii sesin bir taklidini ortaya koyar
gibidir. Demek ki Âdem de eşine havaya, nefese ihtiyaç duyduğu gibi muhtaç
olduğunu ifade ediyor. V sesi de dudaksı bir ses olarak onun eşine olan
sevgisini ortaya koyar.
Demek
ki bu örneklerdeki ve benzeri sesleri çıkarabilme kabiliyeti insanoğluna
yaratılıştan verilmiştir. Kedilere “miyav”, köpeklere “hav”, koyunlara “me”
detirten, onların bazı sesleri çıkarmalarını sağlayan çevresel faktörlerden çok
öte içgüdü denilen ve mahiyeti bilimce bir türlü açıklanamayan etkiler vardır.
İşte bu sevk-i tabii ya da sevk-i ilahi diye adlandırılan etkiler sayesindedir
ki ilk insan en az 9, 10 sesi çıkarabiliyordu, bebeklerde olduğu gibi. İlk dil
de zaten onun çıkardığı bu ilk seslerin çeşitli şekillerde kombinasyonundan
oluşuyordu. Bu ilk dille bir kere Ad sesini erkek, güçlü varlık için kullanan
Havva daha sonra tüm güçlü ve erkeksi varlıklar için de Ad sesinden türeyen
kelimeler
oluşturacaktı.
Havva’nın çocukları da onun öğrettiği bu dil sayesinde birbirleriyle
anlaşabileceklerdi.
Şimdi
şu andaki dünya dillerinden bizi bu Âdem ve Havva-Eva kelimelerine götürecek
örneklere bakalım.
Öncelikle
büyüklüğün, güçlülüğün en üst makamında bulunan İlah kavramını karşılamak için
dünya dillerinde kullanılan kelimelere bir bakalım:
Go(d)=İngilizce
(T)engri=Türkçe
(D)ei=Latince
Hu(d)a=Farsça
Eha(d)
Ka(d)ir
Same(d)
(T)eala=Arapça
(D)ingir=Sümerce
A(d)on=İbranice
İlah
kelimesini karşılamak için çeşitli dillerde kullanılan bu kelimelerdeki
bilhassa “d, t” dişsi seslerindeki benzerlik, bu kelimelerin Âdem kelimesindeki
“d” dişsi sesini içermeleri bir tesadüf olmasa gerek.
Erkeksilikleri
ile daha belirgin olan kelimelere bir bakalım:
Dady=İngilizce
(Baba)
Dede=Türkçe (Baba, Büyük
Baba) Father=İngilizce (Baba)
Peder=Farsça
(Baba)
Brother=İngilizce
(Erkek Kardeş)
Ata=Türkçe
(Baba, dede)
Ced=Arapça
(Dede)
Birader=Farsça
(Erkek Kardeş)
Zad=
Farsça (Oğlan çocuk )
Bu ve
benzeri kelimelerdeki “d, t” dişsi seslerinin benzerliği de bu “d” sesinin
erkeksiliğini bize hatırlatan müstesna ortak dil kalıntılarından bazılarıdır.
Hatta Türkçemizdeki Dağ, Deniz, Taş gibi celalli varlıklara verilen isimler de
ortak bir dil mantığının izlerini taşır gibi gözükmektedir.
Dünya
dillerinde dudaksı sesler de genel itibariyle dişiliği ifade eden sesler gibi
gözükmektedir. İlk ortak dilde bu Eva kelimesinden mülhem olarak dişil
varlıkları ifade etmek için “M, V” benzeri dudaksı seslerin kullanıldığı
bilinmektedir. Belki de bebeğin “emme” eyleminin bir nevi taklidi yoluyla
çıkarılan; “annemsi” ve “kadınsı” kavramları ifade etmek için kullanılan “m”
sesine dünya dillerinde belirttiğimiz ölçüler ışığında sıklıkla rastlamaktayız.
Ümm=Anne
(Arapça)
Mam=Anne (İngilizce)
Mother=Anne (İngilizce)
Mader=Anne (Farsça)
Aba=Anne, Abla (Türkçe)
Bibi= Hala (Türkçe)
Umay=Tanrıça (Türkçe)
Women=Kadın (İngilizce)
Meme=Meme (pek çok dilde)
Em-=Emme
fiili. Türkçe’de ve diğer dillerde kadınlarla ilgili olarak kullanılan pek çok
kelimede bu dudaksı seslere bilhassa da “m” sesine rastlarız.
Yum:Tibet dilinde dişiliğin sembolü
Âdem
kelimesinin sonundaki “m” sesi gibi dudaksı bazı seslerin erkekler için de
hususileştiği görülmektedir. Bu sesin erkeksi bir yönünün de olduğu bu örnekle
ortaya çıkar:
(B)aba=Türkçe (Baba)
(B)ava=Farsça (Baba)
(P)apa=Latince (Baba)
(B)irader=Erkek kardeş (Farsça)
(B)rother= Erkek Kardeş (İngilizce)
E(b)u= Baba (Arapça)
A(b)a=Baba (Aramice)
(B)en=Oğul (İbranice)
(B)in=Oğul (Arapça)
(B)ar=Oğul (Aramice)
(P)ir=İhtiyar erkek (Farsça)
(F)ather=Baba (İngilizce)
(P)eder=Baba (Farsça)
(B)ey=Erkek büyük
Ya(b)= Tibet dilinde erkekliğin sembolü
Bütün bu
kelimelerdeki “b-p-f ’ seslerindeki ortaklık, manadaki yakınlıkla da birleşince
bizi ortak bir dile taşımaz mı? Bilhassa b sesi ve onunla akraba olan p ve f
sesleri erkeksi kavramları ifade için seçilmişe benzemektedir. Ancak yine bir
dudaksı ses olan M sesi ise az önce verdiğimiz örnekler de gösteriyor ki dişil
varlıkları karşılamak için kullanılan bir ses olmuştur ilk dünya dilinde.
Bugün dünya
dillerinde “sevmek” fiilini ifade eden kelimelerdeki bazı seslerde de bir
benzerlik göze çarpar:
Se(v)
Lo(v)e
Hu(b)
Lie(b)e
(B)use=Öpücük (Farsça)
Ö(p)=Türkçe
(M)aç=Farsça (öpme)
ve benzeri örneklerden sevgi onla ilgili
pek çok
kavramın da dudaksı
seslerle ifade edildiğini görürüz. Bu da ilk dünya dilinde bu tarz kelimelerin
ortak olduğunu gösteren ayrı birer delil olarak belirmektedirler.
Bu
verdiğimiz örnekler meselemize bir başlangıç olmaları açısından yeterli
gözükmektedir. Fakat bütün dünya dilleri bilhassa Afrika, Avustralya vb.
kıtalarda yaşayan yerli halkların dış etkilerden daha az etkilenmiş dilleri
ciddi çalışmalarla incelenmelidir. Bu dillerde de bizim savlarımızı
destekleyecek deliller bulunabilir.
Biz çeşitli
imkânsızlıklardan dolayı bu dillere ulaşamasak da onlarda da diğer yaygın dünya
dilleriyle benzer pek çok kelimenin, kuralın var olduğunu bugüne kadar
yaptığımız çalışmaların tutarlılığına dayanarak söyleyebiliriz. Ancak bilimsel
olarak bu görüşümüzü ispat etmek için o dilleri; ses yapılarından tutun da
cümle kurulumlarına kadar incelememiz gerekmektedir. Bu imkânı elde ettiğimiz
anda bu alandaki buluşlarımızı da güzel ülkemiz Türkiyemizle ve onun güzel
insanlarıyla paylaşacağız; diğer görüş ve savlarımızı paylaştığımız gibi.
Umarız dünya
insanları “ilk insan topluluğunun” o samimi, katıksız birlikteliğine ulaşır bir
gün. Bu birliktelikte ise bütün uluslar getirmiş oldukları farklılıklar ile o
“insanlık topluluğunu” zenginleştiririler.
Kim
bilir belki güzel dilimiz Türkçe de mantıklı ve formülize edilebilir
yönleriyle, o “insan topluluğu” tarafından “bilişim dili” olarak kabul edilir
bir gün.
Kim
bilir belki de o gün, çok yakındır!
“Göklerin ve yerin yaratılması,
dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin)
delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”
(Rum
Suresi-22)
“Ve bütün
dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman,
Şinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular.
Ve
birbirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim. Ve
onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün
yeryüzü üzerine dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere
erişecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım.
Ve
Ademoğullarının yapmakta oldukları şehri Rab gördü ve dedi; İşte, bir
kavmdirler ve onların bir dili var ve yapmaya niyet ettiklerinden hiç bir şey
onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar
diye, onların dilini karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan
dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil
denildi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün
yeryüzü üzerine oradan dağıttı. ”
(Musa’nın Birinci Kitabı, Bab 11, 1- 9)
DÜNYA DİLLERİNİN ORTAK KÖKENİ
Dillerin
tek bir kökenden geldiğini iddia ediyorduk. Bu iddia gerçekten ispat edilmesi
zor bir iddiadır. Çünkü yüz binlerce yıl öncesinden bahsedilmektedir. O
karanlık dönemlerin silinmiş izleri üzerinde ufak da olsa belirtiler var mı
onlara bakıyoruz. Asıl zor olan bu olsa gerektir. Zira daha yakın dil aileleri
hakkında oldukça fazla delil elimizde mevcuttur. Örneğin, yapılan
araştırmalarda, birçok dilin Hint-Avrupa Dil ailesinden geldiği bulunmuştur.
Yine Ural-Altay dil ailesinin diğer üyeleri de saptanmaya devam etmektedir.
Ancak bütün bunların ötesine inilememektedir. Eldeki tek veri dillerdir. Onlar
da tahmin edeceğiniz gibi asıllarından oldukça farklılaşmışlar, bir dilin
farklı lehçelere hatta farklı dillere dönüşmesi gibi, insanoğlunun ilk dili de
çok farklı dillere, dil ailelerine
dönüşmüştür.
Bu ilk dilin kalıntılarını bulmak zorlaşmıştır.
Dilimiz
döndüğünce büyük bir kısmının ilk insanlık dilinden kaldığını düşündüğümüz
diller arasındaki bazı ortak özelliklerden örnekler verelim:
1. Dünyadaki
bütün dillerde şahıs zamirleri az seslerle ifade edilir. Böyle bir yaptırım
olmadığı halde, bütün dillerin bu kurala uyması şayan-ı dikkattir. Örneğin:
Türkçe: Ben - Sen - O
İngilizce: I -you - he
Arapça: Ene -Ente - Hu
Farsça: Men -Tu - U, A
Almanca: Ich -Du - Sie
2. Dünyadaki
bütün dillerde ekler genelde az seslerle ifade edilir. Bunun için örnek
verelim; Türkçe: (bulunma hali eki) -de > evde, okulda
İngilizce: in, on > in the house: evde
Arapça: fi > fil beyti
Farsça: der > der mektep: okul
3. Dünya
dillerinde kullanılan kelimeler genelde köken itibariyle az seslerin
birleşiminden oluşur;
—git-—,
“come-“, “kerd-“ (yapmak- Farsça), “fi’l (yapmak-Arapça)”, —weg” (yol- Almanca)
Bu
örneklerde görüldüğü gibi dünya dillerindeki kelimeler köken itibariyle az
seslerden oluşmaktadır. Bunun böyle olmasını zorlayan bir kuvvet yoktur ancak
ilk dilin etkileri kelimelerin bu özelliklerinde görülmektedir.
4. Bütün
dillerde sıfat, isim, zarf, edat, fiil, ekler farklı formlarda da olsa
görülmektedir. Hatta Aborjinler, Kızılderililer gibi bazı kavimlerin soyut
kelime hazinesi, Avrupa insanınkinden oldukça fazladır.
Örneğin İngilizce’de > Good man.
Türkçe’de
> İyi adam. Farsça’da > Merd-i Hoş Arapça’da > Reculü Hasen
Bu örnekler
sıfatları içine alan örneklerdi. Elbette bu örnekleri çoğaltmak yine mümkündür.
Fiillere, öznelere ve diğer unsurlara da örnekler vermek mümkündür. Ancak bu
herkes tarafından bilinen bir konu olduğundan sadece bir işaret olarak yazdık.
5. Bütün
dillerde 3 çoğul 3 tekil çekim vardır. Fiillerin ve diğer kelimelerin
çekimlerini ifade eden bu çekimler bütün dillerde farklı formlarda mevcuttur.
6. Bütün
dillerde genelde açık, kapalı heceler vardır. Örnek verelim;
Kadın
kelimesinde “Ka” açık “dın” kapalı bir hecedir. Mikonem-ediyorum (Farsça) “mi” açık
“ko” açık “nem” kapalı hece.. Arapça’da Ehubbek-Seni seviyorum “e” açık hece,
“hub” kapalı hece, “bek” de kapalı hecedir. Bu örnekleri çoğaltmak da
mümkündür. Ancak şimdilik bu işaretlerle yetiniyoruz.
7. Genelde
bütün dünya dillerinde ünlü ve ünsüz olmak üzere benzer sesler vardır.
A, e, ı, i, o, ö, ou, w, v, d, c, m, b, s
vb.
8. Hint
Avrupa dilleri kendi arasında büyük bir aile gibi görünüyor. Demek ki bu dil
grubu diğer diller gibi tek bir kökenden çıkmıştır ve dünyaya yayılmıştır
9. Dünya
dillerindeki sayı sistemlerinde, genelde az sesler bulunmaktadır. Bu sistem
10’a kadarki sayılarda genelde bir iki heceden oluşur. Şöyle örnek verelim:
Türkçe= bir, iki, üç,
beş ...
Farsça=yek, du, se, çar
Japonca=iç,
ni, san, şi Almanca=Ein, zwei, drei, für, fünf gibi örnekler verilebilir.
10. Dünyadaki
dillerin genelinde heyecan, şaşkınlık, sevinç ve korku bildiren kelimelerin
vurgu ve tonlamaları birbirine benzemektedir.
11. Bütün
dünya dillerindeki yansımalar birbirine benzer. Örneğin:
TÜRKÇE İNGİLİZCE ALMANCA
|
Yine
Arapça’da “Vesvese” Türkçe “Fısfıs”tır. Bu örnekler elbette ki daha da
çoğaltılabilir.
Bize
göre bu yansımalar ilk insanlık dilinden kalma safi şekillerdir. Diğer
kelimelerin bu kadar değişip, bu tür kelimelerinin böyle kalmasının nedeni;
İnsanlar devamlı doğa ile iç içe yaşamışlardır. Doğadaki bu kelimelere benzer
sesler, insanlık hafızasını uyanık tutmuş ve bu kelimelerin unutulmasını
engellemiştir. Hatta bu kelimeler, zamanla değişse de sonraları aslına dönmeye
yönelmişlerdir. Diller arasında günümüzde de yüzlerce yansıma formu benzerlik
göstermektedir.
12. Dünyadaki
bütün dillerde bir ekonomiklik kuralı mevcuttur. Yani, bazı ifadeler kolaylık
ve sürat için küçültülür, kısaltılır.
Birisine
İngilizce; Do you know English? dediğimizde onun bize vereceği cevap en az
“Yes” olacaktır veyahut da “Yes I do” formunu kullanacaktır. Bu örneklerde
“yes” ve “do” kelimeleri “know english” kelime grubunun yerini tutmaktadır. Bu
sorunun Türkçesini sorduğumuzu var sayalım. O halde cevap veren yine kısaca
“evet” diyecektir. Türkçe’de bazı ekleri, kelimeleri kısaltma temayülü vardır.
“Yapıyom” formu yapıyorum formundan “ru” sesleri atılarak oluşturulur. Buna
benzer bir kural da Fransızca ve Almanca’da vardır. Bu dillerde bazı yerlerde
“r” seslerini düşürme durumu vardır. Farsça’da da haber bildiren “est” yardımcı
fiilinin “st” sesleri halk dilinde düşer ve yeni form “e” olur. Bu kulanım
Kurmançi lehçesinde de böyledir. İngilizce’de “You are not” ifadesi “You
aren’t” şeklinde kısaltılır.
13. Şimdi
dünya dillerindeki ortak benzer sesler içeren anlamdaş bazı kelimelere bir göz
atalım.
Türkçe= |
Yağmur |
Gün- Güneş |
Gök |
Yer |
İngilizce= |
rain |
sun |
sky |
Earth |
Almanca= |
regen |
sone |
Himmel |
Erde |
Arapça = |
matar |
şems |
sema |
Ard |
Farsça= |
baran |
Hurşid, |
âsuman |
Cay |
|
|
mihr |
|
|
Bu
örneklerde görüldüğü gibi, bazı kelimeler ses itibariyle birbirlerine
benzemektedir. Bu benzerlikler tesadüf müdür acaba? Biz savımız açısından bunun
tesadüf olmadığı kanısındayız. Örneğin, —yağmur” kelimesini oluşturmak için
genelde pek çok dilde akıcı sesler kullanılır. Ayrıca diğer benzer sesler de
bize bazı ipuçları vermektedir. Ayrıca şunu da iddia ediyorum ki; ilk insanın
doğrudan ilişki kurduğu doğa parçalarını ifade eden sesler, günümüzdeki
kullanım uzantılarıyla karşılaştırılarak incelenseler; daha pek çok ortak
kelime yakalanacaktır.
Örnek
vermek gerekirse; kaya, taş kelimelerinin İngilizce rock, stone Farsça, seng-
sutun Almanca Stein kelimeleri aralarındaki benzerlikleri kimse inkâr edemez .
Bu benzerlikler bir kökendaşlığı göstermektedir. Tabii ki benzerlikler, bu
dillerin aynı dil ailesinden olduğunun da göstergesidir. Sub(su)-
Ab(Farsçası)-Ma(Arapça)-Water(İngilizce) bu kelimelerde görünen ortak anlam ve
ses benzerlikleri de dikkat çekmektedir. Bu kelimelerdeki ortak dudaksı sesler
önemlidir.
Ev(eb),
House, Beyt, Mal vb. aynı anlama gelen bazı kelimelerde de ses benzerlikleri
vardır. Yine bu kelimelerde de dudaksı ünsüzler dikkat çekiyor.
Yine
Run(koşmak), yürümek, revan(yürümek), seyr vb kelimelerde de anlamla mutabık
ses olayları vardır. R sesinde bir ortaklık görülmektedir. -r sesinin harekete
işaret etmesi de oldukça ilginçtir.
Ya
toprak(torbah), turab(Arapça) gibi akraba olmadığı var sayılan bu iki dildeki
anlamları aynı ses benzerliği.
14. Dünya
dillerinin çoğunda bazı ekler ortak olarak kelimenin sonuna eklenir. Örneğin;
İngilizce’de -s, Almanca’da -er, in ekleri Farsça’da -an ekleri gibi. Bunlar
gibi birçok örnek arandığı zaman bulunabilir.
15. Dünya
dillerinin pek çoğunda Özne başta yer alır. Örnekler;
Ben seni seviyorum.
I love you.
Ene ehubbek.
Men teşekkur
mikonem (Ben teşekkür ediyorum)
Ich liebe dich (Ben seni
seviyorum)
16. İngilizce
-ed, Türkçe -dı geçmiş zaman ekleri arasında bir benzerlik vardır. Almanca’da
da geçmiş zamanda bazı fiilerden sonra -te gelir. Bu tür benzerlikler sonradan
oluşsa da asla dönüş olayının bir tezahürü olabilirler.
17. Birçok
dilde ortak olarak kelimelere erillik ve dişillik ayrımı verilmektedir. Arapça,
Fransızca, Almanca gibi diller buna örnektir.
18. Dünya
dillerindeki artikeller ve işaret zamirleri genelde tek sesle ifade edilen ve
genelde anlamsız kelimelerdir.
Bu, El-, the, das, der,
ha vb.
19. Dünyadaki
dillerin alfabe yapılarında ve bu alfabelerin seslendirilişinde bir kardeşlik
yaşanmaktadır. Yunanca-gama Arapça-cim İbranice-cim vd.
Bu
alfabelerin ortak bir alfabeye dayanması sebebiyle, seslendiriliş bile
birbirine benzemiştir. Telaffuzlar da farklılıklar vardır. Hatta Yunan
alfabesindeki harflerin sıralanışının Mu medeniyetine dayandığı, bu harflerin
diziliş biçiminin işaretsel olarak, bu dönemde yaşanan tufanı anlattığı da
iddia edilmektedir.
Grek Alfabe sırası:
Alfa, beta,
gamma, delta, epsilon, zeta, eta, teta, iota, kappa, lambda, mu.
Arap Alfabesi sıralaması:
Alif (Elif), be, te, se,
cim, ha, hı, dal, zel sad,
da, tı, zı..kaf, kef, lam, mim.
İbrani Alfabesi Sıralaması:
Aleph(Alef),
Beth, Gimel, Daleth, He, Vau, Zayin, Cheth, Teth, Yod, Caph(Kaf), Lamed, Mem
Görüldüğü
gibi “Mu” medeniyetinin kullandığı dilin şifreli dizilimi pek çok dünya
alfabesinde en azından ilk sıralarda korunmuştur. Elbette sıralamalarda bazı
kaymalar, karışıklıklar da olmuş gözüküyor ama genelde bu alfabe sisteminin
ortak bir kökenden çıktığı belli olmaktadır.
İbranice’de
“Mem” harfi “Su” anlamına gelmektedir. Bu harf muhtemelen “Mu” kelimesinden
türemiştir. O halde İbrânice’deki “Mem” kelimesi “Sular altında kalmış Mu”
anlamına gelebilir. Yine Arapça’da “su” kelimesini karşılayan “Ma” kelimesi de
aynı ortak kökenin işaretleri olmaktadır. Latin alfabesindeki harflerin sesleri
dilimizde “Ebced” olarak adlandırılan sıralamaya göre sıralanmıştır. Hatta bu
Ebced sıralaması Samilerin kullandığı en eski alfabenin sıralamasına uygundur.
Latin Alfabesi Ebced alfabesinde de kullanılan A, B, C, D .. ..K, L, M, N gibi
orijinal sıraları yer yer muhafaza etmiştir. Bu durum İbranice’de daha
belirgindir. İbranice’deki sayı değerlerine göre yapılan harf sıralaması
günümüz Latin Alfabesinin sıralamasıyla neredeyse aynıdır. Grek alfabesindeki
harfler de İbrani ve Arap alfabelerine benzer sayısal değerlere sahiptir.
İbrani ve Hint alfabelerinde de benzerlikler olduğu bilinen bir gerçektir.
Hatta Hint dilinde Brahman kelimesi Brahim kelimesinden gelmektedir. Bu kelime
ile “İbrahim” “Abraham” kelimeleri arasındaki ses benzerliği âşikardır.
Yine insanın kendisine
Hint dilinde “Atman” denir ki bu kelime ile “Âdem” “Adam” kelimesi arasındaki
benzerlik de aşikârdır. Bu konuyla ilgili araştırmalarımızı “İbranice ve Hintçe
Kardeşliği” başlıklı yazımızda okuyabilirsiniz.
20. Kızılderili
dili ve Türkçe arasındaki benzerlikler de önemlidir. Bu konuyu daha iyi anlamak
için Kızılderili ve Türkçe başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. İngilizce’deki
meslek son eki olan “-er” eki Türkçe’deki “-er” yapım ekiyle benzerlik
göstermektedir. “Yazmak” kelimesinden; Yazar “fish” (Balık) kelimesinden
“fisher” (Balıkçı) gibi örnekler
verilebilir.
Japonca ile Türkçe arasındaki benzerlikler de ilgi çekicidir.
21. Pek
çok dilde cümleyi soru şekline sokabilmek için aynı vurgulama sistemi
kullanılmaktadır.
You are coming here?
Sen buraya geliyorsun?
Örneklerinde
olduğu gibi bütün dünya dillerinde düz cümleler hafif bir vurgulama
değişikliğiyle soru şekline dönüştürülebilmektedir. Bu soru şeklini oluşturmak
için herhangi bir eke ihtiyaç duyulmamaktadır.
22. Dünya
dillerinde ekler genelde az seslerden oluşmaktadır. Bilhassa bulunma, ayrılma,
yönelme ekleri gibi isme eklenen eklerin az seslerden oluştuğu görülmektedir.
İngilizce’de in, Türkçe’de -de, Arapça’da -fi, Farsça’da -der vb.
23.
Dünya dillerinin bir kısmında bazı ortak
sesler bazı fiil ya da kelimeleri oluşturmak için kullanılır. Bildiğimiz gibi
Türkçe’deki olmak fiilinin eski şekli “Bol-” dur. Bu şekil pek çok Türk
lehçesinde de halen kullanılmaktadır. Dünya dillerinin genelinde “be, bu” gibi
olmak anlamına gelen fiilerin “bol-“ fiiliyle aynı sesleri içermesi ilginçtir.
Yine eski Türkçe’de “A” zamiri “O” anlamında kullanılmaktaydı. Almancadaki
“Er”,
İngilizce’deki
“He” gibi zamirlerle bu zamirin benzer sesleri içermesi şaşırtıcıdır. Yine
günümüzde kullandığımız “O” zamirinin benzerleri İngilizce’de “Who” , Arapça’da
“Hu”, Farsça’da “O” zamirleridir. “Ben” şahıs zamirinin diğer dillerde “Men” ,
“min” , “me” , “wo”(Çince). gibi benzer dudaksı seslerden oluşan
karşılıklarının olması da aynı özelliği ortaya koymaktadır. Dillerin genelinde
“-d”, “t” sesleri erilliği sembolize eder. “Ata” , “Dede” , “Dady”(Baba) gibi.
“-m” sesi de kadınlığı ve bilhassa anneliği çağrıştırır: “Mam” , “Üm” , “Mader”
, “Meme” , “yum” (Tibet dilinde dişilik)
24. Dünya
dillerinin ekserisinde sıfatlar isimlerin önünde bulunur. Örnek verelim:
dvi go=iki inek(Sanskritçe)
two men=iki kişi(İngilizce)
Zehnte shüler=onuncu öğrenci(Almanca)
25. Dünya
dillerinin tamamında kelimelerin mastar hallerine de rastlanır.
Gitmek
To go(İngilizce)
Gehen(Almanca)
Reften(Farsça)
Zeheben(Arapça) vd.
26. Bütün
dillerde Argo, jargon dilleri dediğimiz alt diller mevcuttur.
27. Bütün
dünya dillerinde Tanrı, Melek, Ruh, Cennet ve Cehennem gibi soyut kavramların
karşılıkları vardır.
28. Bazı
diyarlarda bazı insanların ıslıkla veya işaretle anlaşmasına tek tük de olsa
rastlanabilmektedir. Ancak insanların tamamı seslerden oluşan ve boğaz, ağız,
dudak, ses telleri, dil, küçük dil gibi konuşma organlarının da yardımıyla
oluşan konuşma fiilini bilmektedirler. Bu da dil olayının ilk insanla birlikte
var olan bir olgu olduğunu açıklamaktadır.
29. Dünya
dillerinin çoğunluğunda yardımcı fiil vardır. “İmek” fiili köken olarak “ermek”
(olmak) (er>e>i) kelimesinden gelir. Bütün dünya dillerinde de yardımcı
fiil olarak “olmak” fiili kullanılır.
O bir adam idi
He was a man(İngilizce)
30. Bütün
dünya dillerinde, atasözleri, deyimler, masallar, hikâyeler, destanlar,
fıkralar birbirlerine benzer üsluplarla sözlü olarak anlatıla gelmiştir. Şiir
ve manzum ifadeler de bütün dünya dillerinde karşılaştığımız dil birlikleridir.
31. Bütün
dünya çocuklarının bazı kavramlara verdikleri isimler, çıkarttıkları sesler
birbirini çağrıştırmaktadır. Örneğin “mama” kelimesi bütün dünya dillerinde
çocuk dilinde yemek ya da anne demektir. Üstelik anne babaların çocuklarıyla
iletişim kurmak için çıkardıkları anlamsız sesler, yaptıkları bazı ilşaretler
de bütün dünya dillerinde benzerlik gösterir.
32. Bütün
dünya dillerinde, hangi, ne, nasıl, nerede, neden gibi soru kavramlarının bir
karşılığı vardır:
What(ne-İngilizce)
Was(ne-Almanca)
Ma(ne-Arapça)
Çe(ne-farsça)
33. Dünya
dillerinin çoğunda bazı akrabalık kavramları benzer seslerle ifade edilir.
Örneğin; baba, papa, ebu, peder, father örneklerinde görülen “p, b, f” dudaksı
sesleri. Yine “anne” kavramı da dünya dillerinin genelinde m dudaksı sesini
içinde barındırır. Örneğin; Mam, Mother, Mader, Ümmü. Türkler’de “Umay” olarak
anılan Kutsal Ana anlamına gelen kelimede de “m” sesi hakimdir. Yine “aba” vb.
kadınlarla ilgili Türkçe bazı kelimeler yine bu “m” seslerini taşırlar.
Türkçemizdeki
“dede” (Büyük Baba)... İngilizce’de de “baba” anlamına gelen aynı sesleri
içeren “dady” kelimelerindeki “d” sesi benzerliği ilginçtir.
34. İngilizce
ve Türkçe incelendiğinde iki dilde de benzer anlamlara gelen kelimelerin
çatılarının aynı oldukları görülmektedir. Örneğin: uyumak fiili Türkçe’de
geçişsiz bir fiildir yani nesne almaz. Neyi uyudu? Sorusuna bir cevap alamayız.
İngilizce’de de uyumak fiili(sleep) geçişsizdir. Buna karşılık Türkçe’de
geçişli olan ye- fiiline benzer olarak İngilizce’deki “to eat” fiili de
geçişlidir yani nesne alır. Neredeyse bütün fiillerde bu benzerlik vardır. Bu
benzerlik pek çok dilde de vardır.
35. Almanca’da
düzensizleşmiş ve bükülmüş olarak kabul edilen bazı kelimelerin aslında bizdeki
Büyük Ünlü Uyumu kuralı benzeri bir kurala tabi olduklarını fark ettim. Ancak
bunun bir farkı vardı. Bizde ekler kelime kökünün ses özelliklerine göre şekil
alırken, Almanca’da kök, bazı eklerin ses özelliklerine göre değişime uğruyor.
Bu olaya “Bükümlüleşme” denmektedir. Ancak bunun apaçık bir “Ünlü Uyumu” çeşidi
olduğu ortadadır. Bir kaç örnek verelim:
flug-uçuş,
flügel-kanat, flügge-uçacak hale gelmiş
fromm-dindar,
frömmelei-dindarlık, frömmigkeit-dindarlık
tabiiki ilk başlarda
yazıma göre okuma daha çokken bu zamanla azalmış, böylelikle bazı seslerin
uyumu bozduğu gözlenmiştir.
Fron-angarya,
frönen-müptela / frost-don, frösteln-soğuktan titremek
Sold-ücret>
söldling-ücretli asker
36. Bütün
dillerde bizdeki Küçük Ünlü Uyumu benzeri bir uyumun var olduğu, fakat bu
uyumun düzensizleşmeyle birlikte zamanla bozulduğu görülmektedir. Dünya
dillerinde bu uyum sadece kelimelerin kök ya da gövdelerinde görülmektedir.
Bizde ise bu kural ekleri de kapsayacak bir biçimde devam etmektedir. Bizim dil
ailemizden oldukça farklı olan Arapça’da bile böyle bir kural hissedilmektedir.
Dilimize geçmiş Arapça kelimelerin çoğu aslında bizdeki küçük ünlü uyumu
kuralına uyar. Örneğin: Kitap, şuur, kalem, cevap, selam, kelam, kâmil, atıl
bunlar gibi pek çok örnek var. Avrupa dillerinde de “table” t(e)yb(ı)l, “train”
t(ı)r(e)yn....
37. Bütün
dillerin ortak bir kökene dayandığı gerçeği mantığın da bir iktizasıdır.
Bilindiği gibi, insan mantığı her olayı bir başlangıça dayandırmağa yatkındır.
Çünkü insanoğlunun
gördüğü
bütün olayların bir başlangıçı her zaman için vardır. Dil dediğimiz konuşma
sisteminin de elbette bir başlama noktası olacaktır.
38. Bütün
dünya dillerinin kapsamlı bir araştırma neticesinde, benzer seslere sahip
kelimeleri veya benzer özelliklere sahip kuralları bir çizelge halinde ortaya konulsa,
dünya dillerindeki ortak kelimeler ve kurallar açıkça ortaya çıkacaktır.
39. Dünya
dillerinin bir kısmında olumsuzluk bildiren ekler kalın sesler içerir. Yine bu
ekler az seslerden oluşurlar.
L(a), n(a), n(o)..
40. Dünya
dillerinin sayı sistemlerin de benzerlikler göze çarpmaktadır. İngilizce’de
“bir” anlamına gelen “one” (van okunur) “v” sesiyle yani dudaksı bir sesle
başlar. Türkçe’deki “bir” kelime de aynı şekilde dudaksı bir ses olan “b-“
sesiyle başlar. Yine Arapça’daki “vahid” kelimesi de dudaksı bir ses olan “v-“
sesiyle başlar. Latince’deki “mono” kelimesi de aynen diğer örneklerde olduğu
gibi “m-“ dudaksı sesiyle başlar. Bu bir kelimedeki bu dudaksı ses, dünya
dillerinde birliğe doğru gidişin bir işareti olabilir. Yine Türkçe dört
kelimesi ile, İngilizce “four” , Farsça “çar”, Almanca “für”, Arapça “Erbaa”
kelimeleri arasındaki benzer sesler bize dört kavramının çok eskiden de bir
dünya dilinde -r sesine sahip olduğunu bildirmez mi? Türkçe “beş”, İngilizce
“five”, Farsça “penç”, Latince “penta”, Arapça “hamsun”, Fince “viisi”
kelimelerindeki “b, f, v, m” dudaksı ses ortaklığı tesadüfi mi? Türkçe “on”,
İngilizce “ten”, Almanca “zehn”(tsen) kelimelerinin ortak “- n”sesi bize bir
ortaklığı fısıldamıyor mu?
41. Dünyadaki
bütün bebekler ortak bir dili konuşurlar. Bu ortak dille ihtiyaçlarını dile
getirirler. Üstelik bir bebek hangi milletin yanında olursa olsun, kendisinin
sevildiğini, kendisine kızıldığını ve pek çok şeyi anlar. Bebeklerin
dillerindeki bu ortaklık bize insanlığın bebeklik dönemleri diyebileceğimiz,
ilk dönem insanlarının dillerindeki ortaklığı göstermektedir.
42. Bütün
dünya dillerinin “ortak mantıksal ruha” sahip olduğunu kanıtlayan bir kaç
deneyden bahsedeceğim sizlere. Bildiğimiz gibi, bebekler (doğdukları zaman),
çiçekler ve hayvanlar, insanların dillerini bilmezler. Fakat bu canlıların
mucizevî bir şekilde farklı farklı dilleri konuşsalar da insanların dillerini
anladığını dolayısıyla konuşulan dilin mantıksal ruhunu sezinlediklerini
göreceğiz. Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Larry Sherwitz’in
bir araştırmasından bahsedeceğim.
Bu bilim
insanı, 600 erkekle yaptığı konuşmaları bir kasete kaydetmiş. Bu konuşmaları
yapanların kaç kez “beni” “bana” “ben” “benim” gibi benlik ifade eden sözleri
kullandığını saptamış. Sonunda
görmüş ki,
bu kelimeleri daha çok kullanan erkekler daha çok kalp hastası olma riskini
taşıyor. Demek ki kalp gibi akılsız bir varlık bile insanların konuşmalarının
mantıksal ruhunu sezinleyebilmektedir. Cansız bazı varlıkların bile insanların
farklı farklı konuşmalarına farklı moleküler tepkide bulunduklarını ispatlayan
bir deneyi sizlere anlatalım. Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto on yılı
aşkındır sürdürdüğü deneyler sonucunda cansız, akılsız su maddesinin
konuşulanları anladığını ortaya koymuş. Emoto’nun deneyinin sonucunda şu
anlaşılmış; su molekülleri bir insan duyarlılığına sahip. Bu deneyi yaparken
Dr. Emoto maddelerin kendine özgü birer manyetik alanları olduğu gerçeğinden
yola çıkmış. Üstelik Emoto yaptığı deney sonucunda ortaya çıkan sonuçları
birebir fotoğraflayabilmiş. Su moleküllerinin bulunduğu kabın yanında farklı
içerikleri olan konuşmalar yapmışlar. Mikroskopla yapılan inceleme sonucunda bu
su moleküllerinin her sesin içeriğine göre şekil değiştirdiğini fark etmiş. Kötü
sözler içeren konuşmaların yapılması suyun çok zararlı bir molekül yapısına
dönüşmesini sağlayabiliyormuş Emoto’ya göre. Bunun aksine suyun yanında iyilik,
sevgi, dua içeren sözlerin konuşulması da su moleküllerinin olumlu yönde
başkalaşmasına etki ediyormuş. Su molekülleri diğer seslerle muhatap olan
şekillerinden daha da düzenli ve güzel bir şekle giriyormuş. Bu deneyler de
gösteriyor ki, dünyadaki bütün dillerin ortak bir mantıksal ruhu vardır. Biz bu
tek dünya dilinin farklı elbiseler giymesiyle farklılaştığını sansak da aslında
bu dil Çinli için de, İngiliz için de, Arap için de aynıdır. Konuştuğumuz
diller ise buz dağının görünen kısmıdır.
DİLBİRLİĞİ (MONOGENİST) TEORİLERİ
“Güneş Dil”
teorisi de bahsedeceğimiz Monogenist teorilerden biri. Ancak bu teori, köken
dilini “Türkçe” olarak belirlemesi ile diğer görüşlerden ayrılıyor. Yani bu
haliyle bu teori nev-i şahsına münhasır bir teoridir. Tabii ki biz, Güneş Dil
Teorisinde olduğu gibi dünyada konuşulan ilk dil Türkçe idi demiyoruz. Pek çok
çalışmamızda da ifâde ettiğimiz gibi, bize göre ilk Dünya Dili, bütün
milletlerin dillerini içinde barındıran çekirdek bir dildir. Milletlerin
oluşmadığı bir dönemde, ilk dünya dilini daha o dönemde var olmayan bir
milletin diline mal etmek bilimsellikten uzak tamamen duygusal bir iddia
olacaktır. Fakat kökende bütün Monogenist teoriler birbirlerine benzer. Bütün
bu teorilerin birbirinden oldukça farklı yönleri de vardır.
Alfredo
Trombetti, Sapir, Morris Swadesh gibi dilbilimciler bizim savlarımıza
kökendaşlık edebilecek kuramlar ortaya atmışlardır. Ruhlen’in 1994’te ifade
ettiği gibi: “Dil bilimciler, Hint- Avrupa dil ailesinin bilinen akrabası
olmadığı şeklindeki kolaycı hikâyeyi benimsediler” sözü günümüz dilbilim
anlayışını eleştiren bir ifadedir. Bu görüşü benimseyenlere göre
karşılaştırmalı metot 5-8000 yıl için kullanılabilirdi ki bu, Hint- Avrupa dil
ailesinin bilinen yaşını içine alıyordu.
Bilhassa
1980’den sonra geleneksel dilbilim görüşlerini eleştiren oluşumlar ortaya
çıkmışlardır. Bu oluşumlar oldukça da taraftar toplamışlar bilim çevrelerinden.
Ancak Türkiye’de çok değerli bilim adamlarımız olmasına rağmen ve bazı
istisnaların dışında bu “Dünya Dillerinin Birliği” görüşü resmi olarak kabul
edilmemiştir. Ancak dünyada bilhassa da ABD’de gen biliminde yaşanan gelişmeler,
bilim adamlarını Dil Birliği teorilerine götürmüştür. “Dünya Dillerinin
Birliği” teorilerini savunan bilim adamlarının en son basamaklarından biri
olarak kabul edebileceğimiz Merrit Ruhlen,
“5000
civarında olduğu tahmin edilen dünya dillerini “Greenberg’in görüşleri
ışığında” önce
23, sonra
12 büyük aileye ayırabilmiştir. Bu aileler 1-Hoysan, 2-Nijer-Kordofan
3-Nil-Sahra,
4-
Avustralya, 5-Hint-Pasifik, 6-Ostrik,
7-Dene Kafkas, 8-Afro-Asyatik, 9-Kartvel, 10-Dravit,
11-
Avrasyatik, 12-Amorind” Merrit Ruhlen’in bu
alanda yapılabilecek en son yeniliği yaptığı kabul edilmektedir. Elbette yeni
çalışmalar, yeni kuramlar yeni araştırmalar vardır yapılan.
Biz şunu
söylüyoruz yıllardır. Türkiye’den “pek çok başarılı dilci” çıkmıştır. Çünkü
Türkçe’nin mantıklılığı onunla uğraşanların da çalışmalarına yansımaktadır yer
yer. Ancak bu denli mantıklı ve de matematiksel bir dili olan milletten de
“Dilbilimin Temellerini Eleştiren” onun “köklerini sorgulayan” çalışmalar
çıkmalıdır. Bir zihniyet yenilenmesi muhakkak gereklidir. Dilbilimin
gelişmesine teorileriyle katkıda bulunanlar neden Rusya’dan, ABD’den,
Fransa’dan çıksın hep? Neden kendimizi bu denli küçük görüyoruz düşünce
bakımından? Neden öncelikle bizim daha sonra da dünyanın dilbilim anlayışını
kökünden değiştirecek farklı anlayışları geliştirmeyelim? Ülkemizde muhakkak bu
alanda da yapılan çalışmalar olmuştur ancak bu çalışmalar bazı çevrelerce pek
de destek görmemektedir.
Buradan
ilgililere sesleniyoruz! “İvedilikle “Dilbilim Araştırma Merkezleri” kurulması
gereklidir. Ya da Türk Dil Kurumu gibi Kurumlar bünyesinde başta dilimizi,
ardından Anadolu dillerini ve daha sonra tüm dünya dillerini araştıracak
merkezler teşkil edilmelidir. Tevrat, İncil ve de Kuran gibi Kutsal kitaplarda
bile gücün sembolü olarak kabul edilen “dil” konusu bu denli önemsiz olsaydı,
daha Cumhuriyetin ilk yıllarında TDK gibi bir kurum kurulmazdı. ABD, Rusya,
Fransa gibi devletler dil araştırmalarına bu kadar önem vermezlerdi.
Bizden
hatırlatması!
İBRANİCE VE HİNTÇE KARDEŞLİĞİ
Sami dilleri
ailesine mensup olduğu bilinen hatta Arapça gibi dillerin oluşmasına da büyük
katkıları bulunan İbranice ile Hint-Avrupa dil ailesinin başlangıç noktası
olarak kabul edilen Hintçe arasındaki ilginç benzerlikleri işleyeceğiz bu
çalışmamızda. Bizim yazılarımızı okuyanlar dillerin oluşumu konusunda
savunduğumuz savlarımızı da çok iyi bilirler. Avrupa ve Amerika’da “Monogenist
Diller” teorisi olarak da bilinen “Dilbirliği” teorilerinin içinde kabul
edilebilecek görüşlerimizi çeşitli delillerle ortaya koymaya gücümüz yettiğince
devam edeceğiz.
Görüşlerimizi öncelikle
kısaca özetleyelim. Âdem ve Havva Dili başlıklı çalışmamızda da açıkça ortaya
koyduğumuz gibi bize göre aslında başlangıçta tek bir dil vardı. Yani bütün
insanlığın ortak ataları olan Hz. Âdem ve Havva’nın konuştukları bir dil vardı.
Daha önceki yazılarımızda da ortaya koyduğumuz gibi bu dil herhangi bir
milletin ya da ulusun dili değildi.
Zira milletlerin
olmadığı sadece Âdem ve Havva’nın olduğu o dönemde bir ya da birkaç ulustan
bahsetmek elbette imkânsızdır. Elbette tüm milletlerin, ırkların genetik
özellikleri Hz. Âdem ve Havva’nın genlerinde temerküz etmişti. Daha sonra iç ve
dış saiklerin de etkisiyle ama aslında planlı; programlı bir şekilde, diğer
bütün milletler de oluştu.
Bize göre bu
milletlerin konuştukları diller de tesadüfen oluşmuş olamazdı. İşte bir kısmı
bugün halen konuşulmakta olan binlerce farklı dil, aslında tek bir kökenden
yani “İlk İnsanlık Dilinden” kopup başkalaşan dillerdir. İlk insanlık dili ise
içerdiği sesler itibariyle basit gözükse de içinde barındırdığı mantıklılık,
düzenlilik bakımından oldukça mükemmeldi. Bu dil çekirdek bir dildi. Bütün
dünya dillerinin genetik özelliklerini içinde barındıran çekirdek bir dil. O
dilin içindeki planlar, kodlamalar iç ve dış etkenlerle etkileşime geçtiği
andan itibaren planlı bir şekilde yeni diller oluşmaya başlayacaktı. Bu
dillerin değişimi, başkalaşması önceden öngörülmüştü. Aynen doğadaki,
kâinattaki düzenin bir büyük patlamayla aniden başlatılarak evrenin bugünkü
düzenli şekline gelmesinin de bir planın varlığını göstermesi gibi, doğanın bir
parçası olan dillerin düzenli bir şekilde gelişmesi de bu dillerin planlı bir
şekilde, belli kurallar dâhilinde geliştiğini göstermekteydi.
İşte bir
özetini sunduğumuz temel görüşlerimizin akabinde bu görüşleri destekleyecek
yeni bulgularımızla konumuza daha bir açıklık getireceğiz bugün. Birbirinden
oldukça farklı dil aileleri olarak kabul edilen Sami Dil Ailesi ve Hint Avrupa
dil ailesinin de aslında ortak bir dilin farklılaşmış iki bölümü olduğunu
ortaya koyacağız bazı örneklerle. Bunu yaparken bir makaleden de
faydalanacağız. Aslında Yahudilerin Hindistan’dan göçtüğünü ispat etmeye
yönelik olarak hazırlanmış bu makaledeki örneklerin bizi Ortak Bir Dil’e
götürecek örnekleri de havi olduğunu anlamamız bu yazıyı yazmamıza neden
olmuştur. Gene D. Matlock’un yazısında (Türkçe'ye Tercüme Eden: Kemal
Menemencioğlu - Translation Copyright © 2002 hermetics. org ) Yahudilerin
doğudan yani Hindistan’dan geldiğini ifade eden savların doğruluğunu ya da
yanlışlığını tartışmayacağım bu yazımda. Biz sadece dil boyutundaki bu
benzerliğin tarihi ve coğrafi şartların imkânsızlığına rağmen bu boyutlarda
olmasının bizim savlarımıza destek vereceğine inanıyoruz.
Yazar
öncelikle Hindistan’da geçen ve Tevrat’ta da İbranice olarak belirtilen yer
adları arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Bu yer adlarının manalarının da
şaşırtıcı bir şekilde benzer olması bu iki farklı bölgede de ortak olan Köken
Dili kanıtlarına bizi götürmez mi?
Mesela
Minoa kelimesi Hint Dilinde de benzer anlamda (Ülke, diyar anlamında)
kullanılmaktadır. Turbazu kelimesi hem Filistin’de hem de Hindistan’da bir
kabilenin adı olarak kullanılmış. Arebea (Arap) kelimesi aynen Hindistan’da bir
kabileyi, bir halkı ifade etmek için kullanılıyor. Peygamberimizin ismi Muhammed kelimesi ile Hintçe
“Maha-Atma” (Büyük Ruh) kelimeleri arasındaki anlama varana kadarki paralellik
tesadüfi olabilir mi? Yunan milleti anlamına gelen Helen kelimesi
Hindistan’da aynı şekilde Hindistan’da da bir
kabilenin
adı. Daha şaşırtıcı olarak Arabistan’daki Mekke şehrinin ismine benzer şekilde
çok önceleri bir milletin başkenti olarak Hindistan’da kullanılmış olan Mekke
şehri arasındaki benzerlik de yalan olmasa gerek. Yahudilerin dua ederken
kullandıkları dua şalı “Tallit” aynı seslerle hem de aynı manada Hintçe’de de
kullanılmış bir zamanlar. Yahudilerin ikinci kutsal kitabının adı olan “Talmud”
kelimesi “Talmudra” şeklinde “Kutsal Kitap” manasında Hintçe’de yaşayan bir
kelime. Tabii ki bunlar gibi daha binlerce yer ismi ve kelime şaşırtıcı bir
şekilde benzerlik gösteriyor.
İbranilerin kullandıkları Tanrı isimlerinin de benzerlerinin
Hintçe’de çoklukla bulunması iki, dilin arasındaki geçmişteki ortaklığı açıkça
ortaya koyuyor. İbranice’de Tanrı için kullanılan bütün ön ekler aynen
Hinduların Şaivizm kolunda da kullanılıyor. İbranice’de Yahve’nin köken olarak
Hintçe Tanrı anlamındaki Şiva kelimesi ile benzerliği ortadadır. Elakhim
(Tanrı) kelimesi ile Hintçe “Lakhimi” (Tanrı) kelimesi, Şadday (Tanrı) kelimesi
ile Hintçe Saday (Tanrı), İbranice’de çift cinsiyetlilik anlamına gelen
“Yesoda” kelimesi ile Hintçe aynı manaya gelen ve bir Tanrı için kullanılan
“Yeşoda” kelimeleri arasındaki bu ilginç benzerlik acaba tesadüfi midir? Klim
(Hiçlik) kholi (hiçlik), sefirot-sipat (ruhsal enerji merkezi), yeş me ayin-yeç
me ayen (Yaratılışın amacı), baal (Yahudilerin taptığı
altın buzağı)-balasar(Hindistan’da tapılan Kutsal Boğa),
satan-satan (şeytan) vb. dini terimleri ve daha binlercesi arasındaki inanılmaz
benzerlik de bizi ortak bir İlk İnsanlık Diline götürmüyor mu?
Hatta Tevrat’ta da Hindistan’da da
kullanılan bazı kabile adları arasındaki ilginç benzerliğe de bir bakalım
isterseniz:
Abri- |
Ibri (1 Tarihler 24-27) |
Amal - |
Amal (1 Tarihler 7:35). |
Asaul - |
Asahel (2 Tarihler 17:18) |
Asheriya - |
Asher (Tekvim 30:13) |
Azri - |
Azriel (! Tarihler 5:24) |
Bal. - |
Baal (1 Tarihler 5:5) |
Bala; Balah - |
Bala (Yeşu 19:3) |
Bakru - |
Bokheru (1 Tarihler 7:6) |
Baktu - |
Baca (1 Tarihler 8:38) |
Maikri - |
Machir (Yeşu 17:1) |
Malla; Maula - |
Maaleh (Yeşu 15:3) |
Mallak - |
Mallouck (1 Tarihler 6:44) |
Shahmiri - |
Shamir (1 Tarihler 24:24) |
Shaul - |
Shaul (1 Tarihler 4:24) |
Shavi - |
Shaveh (Tekvim 14:17) |
Shora - |
Sherah (1 Tarihler 7:2) |
Shuah - |
Shuah (1 Tarihler 4:11) |
Bütün bu örnekler bizim “bütün diller
çekirdek bir dilden türemiştir” şeklindeki tezimizle uyumlu örneklerdir. Bu
durumda binlerce farklı dile kökendaşlık etmiş, bu dil ailelerinin dahi aslında
ORTAK BİR TEK DİL olduğu ispatlanmış oluyor. Pek çok yazımızda söylediğimiz
gibi “Hz. Âdem bütün dilleri içinde barındıran bir çekirdek dil konuşuyordu.
Daha sonra onun evlatları dünyanın dört bir tarafına göçtüler. Böylelikle
diller genlerindeki ya da onları konuşan farklı insanların konuşma genlerindeki
farklı farklı özelliklerin de tesiriyle başkalaştılar.
Hz. Âdem ve Havva’nın 10 çocuğu olduğunu var sayalım. İşte bu
çocuklar doğduklarında onların gen yapıları, hatta beyinlerindeki konuşmayı
yöneten sistemleri de birbirlerinden farklılık arz ediyordu. Çünkü hem ırk, hem
de dil farklılaşması zaten öngörülmüştü. Bu farklılıklar olmasaydı ne kutsal
kitaplar, ne inançlar, ne dünyanın bugünkü şekli ne de insanlık namına
oluşturulan bütün o felsefeler var olabilirdi? İşte bu çeşitlilik aslında zaten
olması gereken bir çeşitlilikti ve de öyle oldu. Yine bu çeşitliktir ki
inananların öte dünyadaki sonsuz mutluluğunun da olmazsa olmazıdır.
Bu farklılıklar, bu mücadeleler olmasaydı dinler de var olmazdı.
Eğer Arap milleti diye bir millet oluşturulmasaydı ve de bu milletin Arapça
gibi güzel bir dili şekillendirilmeseydi bugünkü Kur’an olarak nasıl var
olacaktı? Hatta inananlar bütün bu olayların hatta Kur’an-ı Kerim’in dilinin
bile Levh-i Mahfuzda öngörüldüğüne inanırlar ki bu da aslında bütün dillerin
tasarlandığının başka bir kanıtı değil midir? Elbette ki bu öngörme, bir
zorlama anlamını içinde barındırmaz. Sonuçta
herkes kendi seçimlerini yapmış ve o seçimlerden sorumlu, fakat
bütün bu seçimler de ne kadar özgür iradelere dayanırsa dayansın var olan,
işleyen bir gizli planın yürümesine katkı sağlamaktadırlar...
Faydalandığımız makalede gördüğümüz ve asla kabul de
edemeyeceğimiz bizce hatalı bazı kelime benzerliklerine de değinmeden
geçemeyeceğim. Bilindiği gibi Hindistan, Gazneli Mahmud döneminde Müslümanların
eline geçmişti. Yine bilindiği gibi o dönemde konuşulan ortak ilim dili Arapça
idi. Bu sebeple İbranice ile akraba olan ve pek çok benzer kelimeyi içeren
Arapça da Hintçe’yi etkilemiş ve bu dile yeni kelimeler vermiştir. Bazen bu
kelimeler de şaşırtıcı bir şekilde hem İbranice’de hem de Arapça’da ufak ses
farklarıyla kullanılmış olan aynı anlamlardaki ortak kelimelerdir. İşte yazarın
Hintçe ve İbranice arasında ortak olarak gösterdiği bazı kelimeler de aslında
Arapça kökenli kelimelerdir. Bunlardan birisi İbranice Kabala (Kabüllenme)
kelimesine karşılık gelmek üzere Hintçe’deki (Kabül) kelimesinin
kullanılmasıdır. Bu açık bir yanlıştır. Zira az bir etimolojik araştırmayla bu
“kabul” kelimesinin Hintçe’ye Türkçe’ye de geçtiği gibi Arapça’dan geçmiş
olduğunu ortaya koyacaktır. Yine Hindistan’da bir yer adı olarak kullanılan
“Toht Süliman” kelimesinin İbranice ile ortak kökenli bir kelime olduğunu kabul
etmek de gerçeklere zıd olacaktır. Zira “taht” kelimesi Farsça,
Süliman kelimesi de Kur’an-ı Kerimdeki “Süleyman” kelimesidir.
“Taht-ı Süleyman” (Süleyman’ın tahtı) anlamındaki bu kelimeyi Hz. Süleymanla
Tevratçasıyla “Salamonla” irtibatlandırmak anlamsız olacaktır. Yoksa bu bakış
açısıyla İstanbul’daki ya da Türkiye’nin dört bir tarafındaki yer, cami ve
insan isimleri de incelense Arapça’nın dolayısıyla da İslam’ın tesiri göz ardı
edilse, birileri bizim de İbranilerle akraba olduğumuz hatta onların buradan
göçtüğünü iddia edebilecektir. Bu da bilimsel gerçeklere zıt olacaktır.
Aslında dillerine varana kadar aynı ortak kökenden gelmiş
insanların bu kadar ortak özelliklerini unutarak, görmeyerek birbirlerine
düşman olmaları ne kadar da üzücüdür?
Yanlış
öğretilerin de tesiriyle İsrail’de,
Filistin’de, Lübnan’da ve dünyanın pek çok yerinde masum
insanların kanını dökmek insanlara ne kazandıracaktır?
Bütün insanların ortak yönlerine dayanan
ortak bir dünya düzeni yerine devamlı pohpohlanan kine, nefrete dayanan kan
dökücü bu dünya düzeni ne zaman sona erecektir?
Sanırım bu dünya düzenini barış, sevgi dolu bir sisteme dönüştürmede
biz dilcilere büyük işler düşmektedir.
Ve
sanırım Kutsal Kitabımızda bunun için:
“Göklerin ve yerin
yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve
kudretinin) delillerindendir.” buyuruluyor.
Kaynak:
(Gene
D. Matlock, B. A. , M. A. Türkçe'ye Tercüme Eden: Kemal Menemencioğlu -
Translation Copyright © 2002 hermetics. org ) http://www.
viewzone. com/matlock. html
ESPERANTO YAPMA DİLİ
VE TÜRKÇE
Esperanto’yu geliştiren kişi, Polonyalı Yahudi bilgin Doktor
Ludoviko Lazaro Zamenhoftur... Bu bilgin 15 Aralık 1859’da Polonya’nın
Bielestok şehrinde doğmuştur... O bilhassa Hint- Avrupa dillerinden pek çoğunu
çok iyi bilmekteydi... Bu dillerin düzensizlikleri, diğer milletlerce
öğrenilmelerinin güçlüğü, onu yeni bir dil arayışına itmiştir..Ona göre bu dil
yeni dünya dili olacaktı... Zaten Zamenhofun imzası olan “Esperanto” kelimesi
de anlam itibariyle “ümit eden doktor” anlamına gelmekteydi... Daha sonra
oluşturduğu yeni dilin ünvanı olacak olan bu kelime grubu “tüm
dünyanın ortak ve düzenli bir dilde buluşması ümidini” içinde saklı tutan bir
isimdi..Şimdi biz bu çalışmamızda Esperanto namıyla anılan yapma dil ile
Türkçemizi karşılaştıracağız..Çalışma sonucunda görülecektir ki, Esperanto,
Hint-Avrupa dillerini ve bilhassa Avrupa’nın kutsal dili Latince’yi tüm dünyaya
egemen kılma çabasının bir aracıdır. Bir bilgin tarafından oluşturulan ve
dünyaca rağbet görmüş bir dil olan Esperanto’nun, doğal süreçler içinde,
tesadüfen oluştuğu öne sürülen dilimiz Türkçe ile girdiği yarışta nasıl geride
kaldığını da gösterecektir bu çalışma..Sonuçta ise Türkçe’nin hem doğal bir dil
hem de düzenli, mantıklı bir dil olarak dünya dili olabilecek tek dil olduğu
ortaya çıkacaktır... Eğer bir Türk olmasaydım, başka milletten hakperest bir
bilgin olsaydım yine de Türkçe’nin üstünlüğünü söylemekten
çekinmeyecektim..Yani bu söylem milliyetçilikten çok öte bilimsel bir savdır...
Zaten Jean Deny gibi yabancı dilbilimciler bile Türkçe’nin düzen yönünden diğer
dillerden üstünlüğü gerçeğini tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Ben de bir Türk
olarak, elbette yüreğimde, zihnimin kıvrımlarında saklı bu mücevheri ve onun
güzelliklerini tüm dünyaya gösterme aşkıyla yanıp tutuşuyorum..Yaradan’ın Türklere
ve onların şahsında tüm Müslüman milletlere verdiği bu güzelliği, yine bu dili
oluşturan Yaratıcı’ya bir teşekkür edasıyla, tüm dünya insanlarıyla paylaşmak
gibi bir davanın içinde buluverdim kendimi... Türkçe’nin güzelliklerine
ulaşılmasını engelleyen yapay surlardan birisi olan Esperanto yapma dili,
Türkçe’nin dünya dili olmasını engelleyemeyecektir... Çünkü Türkçe, tüm gücüyle
bağırmaktadır... “Ben şu bilgi ve mantık çağının tek dili olacağım” demektedir.
Biz naçizler ise sadece ona tercümanlık yapmaktayız..Konuşan yine Türkçe’dir.
Zamenhof tarafından uzun uğraşlar ve düşünceler sonucunda
oluşturulan Esperanto yapma dili, doğal süreçler içinde, kendiliğinden oluştuğu
iddia edilen Türkçe’ninkine benzer kurallara da sahiptir..Zaten Esperanto
dilini Hint-Avrupa dillerinden ayıran özellikler de bu kurallarda gizlidir
çoğunlukla..Peki neden Türkçe gibi harika ve de doğal bir lisan varken bu
bilgin gitmiş yeni bir dil oluşturmuştur?Üstelik bu oluşturulan dil pek çok
yönden Türkçe’ye benzemektedir..Neden insanlar hemen yayılabilecek, canlı bir
dil varken onun değişik bir versiyonunu, tüm dünyaya yayılması oldukça zor olan
bir dili yeniden oluşturmuşlardır? Bizce bu araştırılması gereken bir
konudur..Zamenhofun Türkçe’yi bilmediği öne sürülebilir.. Ancak 1880’li
yıllarda, hem de Avrupa’nın gelişmiş bir bölgesinde pek çok dili ana dili gibi
bilen bir bilgin, Türkçe ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değildi iddiası gülünç
bir iddia değil de nedir? On küsur dili bilen bir adam herhalde merak edip,
Türkçe’yi de incelemiştir... Böylelikle o, bu dilden de ilham almış olabilir
yeni dil oluşturma çalışmasında. Bazıları “Zamenhof Türkçe ile ilgili bir şey
kesinlikle bilmiyordu diyebilirler” ve bunu da belgelerle ispat edebilirler...
O halde şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır... Zamenhofun uzun çalışmalar
sonucunda geliştirdiği dil, onunla pek çok benzer yöne sahip olan Türkçe kadar,
en azından bazı kurallar yönünden düzenliyse ve bu dil ancak 19.yy’ın sonların
oluşturulabildiyse, binlerce yıldır matematiksel bir düzene sahip Türkçe’nin
üstünlüğü ispat edilmiş olur... Çünkü bin yıl önce de düzenli olan bir lisanın
benzeri daha dün oluşturulmuşsa, elbette önce var olan yarışmayı kazanmış
demektir..Türkçe’nin Esperanto’dan üstün tarafı bu çalışmamızda göreceğiniz
gibi onun eskiden beri düzenli olması değildir sadece..Bu yönleri, ilerleyen
yazılarımızda incelemeye devam edeceğiz... Şimdi şu birinci maddeyi
açıklayalım..
Esperanto’da da kelimeler yapılarına göre üç gruba
ayrılırlar..Basit, türemiş, birleşik... Bu durum bilindiği gibi Türkçe’de de
böyledir...
Yine bu dilde kelime yapımı Hint Avrupa dillerinde olduğu gibi
“bükümlüleşme” yoluyla olmaz sadece eklerle yapılır... İşte burada Türkçe’nin
bir üstünlüğü fiili olarak ispatlanmış olur... Türetme eklerle yapılır ancak bu
ekler Esperanto’da başa da eklenebilir... Burada bir mantık bölünmesi
vardır..Türkçe bu yönden de Esperanto dilinden üstündür.. “Bütün ekler
sondadır” kesin mantığı Türkçe’yi Esperanto dilinden daha mantıklı bir konuma
getirir... Bu yönüyle Türkçe öğrenilmesi daha kolay bir dil olmaktadır... Zira
bu dili öğrenmeye çalışan bir kişi en azından “hangi ek başta, hangi ek sonda?”
şeklinde bir kaygı taşımaz..Bütün eklerin sonda olduğunu bilir... Böylelikle
Türkçe’nin ek bölümünü kolayca öğrenir... Türkçe’de kelime bazındaki bütün iş
eklere düştüğüne göre “ek” meselesi kolayca öğrenilirse Türkçe de öğrenilmiş
demektir. İşte bu özellik Türkçe’ye bariz bir üstünlük verir...
Örnek:
San > Sağ San-a > Sağ-lam San-eco > sağ-lık San-ı >
sağ-al San-ıg-a > sağ-lık-lı
Örneklerde görüldüğü gibi Esperanto Türkçe’nin kelime yapımı
özelliğini almıştır... Bu da Türkçe’nin bu dilden üstün olduğunu ispat
etmektedir..
Esperanto’da bazı örneklerde ekler başa gelmektedir.
Mal-san-o
> sağ-lık-sız-lık ( hastalık)
Bu örnekte de görüldüğü gibi Esperanto dilinde olumsuzluk
bildiren -mal eki Türkçe ma- ekiyle
bağlantılı
olabilir..Bir de bilindiği gibi Proto Türkçe döneminde bazı kavramlar için bir
önek kullanılmaktaydı... En azından günümüze ulaşmış bazı kelime örneklerinden
bunun böyle olduğunu anlamaktayız..
İn- > b-in
İt(yit) > b-it
Esperanto’nun
Türkçe’nin bu dönemlerdeki özelliği ile bir bağlantısı var mı bilinmez ancak
Farsça’nın etkisiyle Osmanlıca’da oluşmuş bir bi- olumsuzluk öneki vardır ki
Esperanto’nun bundan etkilendiği söylenebilir.
Bi-çare > çare-siz
Bi-hude > boş
Bi-nihayet > nihayet-siz
Bi-can > can-sız
Bo-patr-ıno > kaynana
Bu
dildeki kök kelimeler de Türkçe’deki gibi eksizdirler.. Ancak kelime isimse
sona “o” eki, sıfatsa “a” eki, zarfsa “e” eki, fiilse “i” eki gelir.. .Pek çok
kelime de isim olduğuna göre bu “o” sesi adından da anlaşılacağı gibi bu dile
hakim durumdadır..Bu da bu yapma dilin müzikal
boyutuna
indirilen büyük bir darbe olmuştur..Türkçe’de ise her ses yerli yerindedir..Pek
çok farklı ses, bir bestedeki notalar gibi arda arda gelerek, cümlede bir ahenk
oluşturmaktadırlar.. Aslında Türkçe’de de bir kelimenin isim mi, fiil mi ya da
başka tür bir kelime mi olduğunu anlamak çok kolaydır..Mesela: “-mak” mastar
eki isimle fiili birbirinden ayırt eder..İsimlere eklenen yapım ekleri de
fiillere eklenmez..Örneğin bir “+lık” eki fiillere eklenmez.. .Zarf ve
sıfatların oluşumu da eğer kelimeler Türkçe ise eklerle kolaylıkla gerçekleşir.
Esperanto
dilinde İngilizce’deki gibi kelimeler başkalaşmaz.. .Hangi eki alırlarsa
alsınlar köklerini muhafaza ederler Türkçe’de olduğu gibi..Bu dilde kelimelerin
çoğullaştırılması da kurallıdır Türkçe’deki gibi..Sona gelen bir “j” ( “y”
sesine karşılık gelir) kelimeyi değişime uğratmadan başkalaştırır..
Baba-lar > patro-j
Örnekte
de görüldüğü gibi bizim Hint Avrupa dillerinde gördüğümüz düzensizlikleri bir
Avrupalı bilgin de görerek düzeltme yoluna gitmiştir..Kelimelerin
düzensizleşmesi önlenilmeye çalışılmıştır..Bu da bizim tezlerimizi ispat
etmektedir..Demek ki Hint-Avrupa dilleri bizim de iddia ettiğimiz gibi
gerçekten düzensiz dillerdir..Türkçe ise Esperanto’daki bu özelliğin benzerini
binlerce yıldır üzerinde taşımaktadır..Bu yönleriyle Türkçe ile hiçbir Avrupa
dili yarışamaz..
Esperanto dilinde de ismin -i hali vardır..Bu dilde de -i nesne
eki kelimenin sonuna eklenir Türkçe’de olduğu gibi..Bu ek “n” sesiyle ifade
edilir..
Çikolata-(y) ı > cokolado-n Çay-ı > teo-n
Bu örnekler Türkçe’de binlerce yıldır var olan ve Hint-Avrupa
dillerinde bulunmayan -i nesne hali ekinin aslında çok önemli ve akıllıca bir
ek olduğunu göstermektedir..Bu yönüyle Türkçe Hint-Avrupa dilerine yine fark
atmaktadır..Esperanto’da Türkçe’deki gibi diğer haller de eklerle ifade
edilir..
-in
hali(genetiv):
Esperanto’da bu hal “De” önekiyle oluşturulur.. De -bırdoj >
kuşlar-ın -e hali:
Bu dilde yönelme hali “al” önekiyle Türkçe’deki gibi muhakkak
gösterilir..
Al-mı
> ben-e>bana
Al-kıu
> kim-e
-de
hali: “en” ön ekiyle yapılır..
En
-kiu > kim-de
En
-la cambro > oda-da
-den
hali: “el” öne ekiyle yapılır.
El -kio > ne-den El-stono > taş-tan
Bütün bu örnekler Türkçe’nin üstünlüğünü ispat eden
örneklerdendir.. i hali eki olan “n” yi sona alıp da diğer hal edatlarını başa
alan Esperanto bu yönüyle Hint Avrupa dillerini çağrıştırır..Belki o bu oyunla
Hint Avrupa dilini konuşanları kendi diline çekmeyi amaçlamıştır.. Ancak
görünen bir şey var ki bazı ekleri sona bazı ekleri başa getirmek de
mantıksızlıktır..Mantıklı bir dil oluşturduğunu iddia edenler bile böyle
mantıksızlıkları sahiplenebilmektedirler..Bu da Anglo-sakson dillerinin şuuraltına
tesirleriyle izah edilebilir..Demek ki bu dillerin mantık tahribatı bu denli
fazladır..Mantıklı bir dil oluşturanlar bile anlamasız ve gereksizce bazı
mantıksızlıklar yapabilmektedirler..Türkçe ise hiçbir bilgin tarafından
geliştirilmediği halde pek çok mantıksızlığı kendiliğinden tasfiye eden bir
dildir..Bu da onun ayrı bir üstünlüğüdür..
Mantıklı bir dil olduğu iddiasında bulunan Esperanto bir başka
mantıksızlık örneği daha gösterir..Sıfatları belli eden “a” eki ile aynı
zamanda sıra sayıları, şahıs zamirleri ve dil adları oluşturulur..Türkçe’de ise
bütün bu özelikleri ortaya koymak için farklı farklı ekler kullanılır..
Bir-inci
> unu-a
İngiliz-ce
> Angl-a
Büyük
> Grand-a
Örnekte görüldüğü gibi Türkçe’de farklı şekillerde gösterilen
bir çok görev Esperanto dilinde aynı eklerle ifade edilmektedir ki bu da bu
dilin ileri de diğer Hint-Avrupa dilleri gibi düzensizleşebileceğinin bir
göstergesidir..Elbette şu andaki Türkçe’nin tamamen istisnasız düzenli bir dil
olduğunu söylemiyorum.. Ancak düzenli bir dil olarak oluşturulduğu iddia edilen
Esperanto dilinden daha düzenli yönleri var, diyorum..
Esperanto dilinde Türkçe’deki “ki” zamiri benzeri görev ifa eden
bir ek vardır..Bu ek “cı” ekidir..
Tıo-cı
> beri-ki
Esperanto dilinde Türkçe’deki “Sayın” kelimesine benzer bir
şekilde “mosto” kelimesi
kullanılır..Bu kelime dişi ve erkekler için değişmez..
Türkçe’deki gibi kelime önüne gelir genelde.
Bazı Hint-Avrupa dillerinde olduğu gibi Esperanto dilinde Tekil
kelimeler için bir ek yoktur aynen Türkçe’de olduğu gibi.. Ancak Esperanto
Türkçe’ye benzememek için tüm düzenlilik iddalarına rağmen bir artikel alma
gereği duymuştur..Bu “la” artikeli aslında Arapça “el” harf-i tarifinden bozma
bir ektir..Ve de hiç lüzumu olmadığı halde bu ek Esperanto’da
kullanılmaktadır..Türkçe’de ise bu konuda da bir istisna yoktur..Belki de
Zamenhof bu kullanımında haksız da sayılmaz..Zira Almanca, Fransızca gibi
artikel mevzuunu abartmış AngloSakson dillerinin düzensizlikleri aşikaredir..O
en azından dişi ve erkek ayrımını ortadan kaldırmış, bir yerde artikeli
pasifleştirmiştir..Onu adeta Türkçe’deki bu, şu işaret sıfatları konumuna
getirmiştir..Demek ki bu artikel olayı da şuuraltından silinmesi zor bir
olaydır..
Bilindiği üzere Türkçemizde bir kelimeyi soru yapabilmek için
-mi soru edatı kullanılır..Esperanto da soru yapımında aynen Türkçe’deki gibi
“cu” soru edatını muhakkak kullanır. Demek ki bir dil düzenlileştirilmek
isteniyorsa Türkçe’ye benzetilmelidir..
Esperanto dilindeki sayı mantığı da aynen Türkçe’deki gibidir..
Üç
yüz seksen(sekiz on)
Trı cent okdek
On
beş bin iki yüz altmış
Dek kvın mil du cent
sesdek
Ancak görüldüğü gibi bu dildeki pek çok kelimede olduğu gibi
sayılarda da köken olarak Latince esas alınmıştır..Bu da bu dilin, tüm dünyaya
Avrupa kültürünü bir okus pokus yöntemiyle yayma amacı taşıdığını açıkça
göstermektedir..Madem bütün dünyanın ortak bir dili olacaktır, neden Türkçe,
Japonca, Çince, Arapça gibi dillerden de kelimeler yoktur Esperanto’da?Neden
genellikle Latin kökenli dillerden kelimeler vardır?Böyle bir dilin tüm dünyaca
benimsenmesi herhalde Avrupa’nın ve de Kilise’nin işine yarardı..Çünkü bu dili
öğrenen insanlar Latince’yi ve Latin kültürünü, dolayısıyla Anglo-Sakson
kültürünün tahakkümünü asla reddedemezler..Belki de o dönemde oluşturulan bu
dille Osmanlıca Türkçesi karşılaştırılsa daha anlamlı sonuçlar da
çıkabilir..Türkçe gramerine giydirilmiş , Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca vb
dillerden gelme kelimelerden oluşan Osmanlıca, bir dönem tüm Türk İslam
aleminde hatta tüm İslam coğrafyasında, edebi ve resmi yazılarda ortak dil
olarak kullanılmıştı..Zaten Esperanto’nun ortaya çıktığı 1800’lü yıllarda da
Osmanlı Devleti vardı ve onun dili Osmanlı Türkçesi idi..Osmanlıya karşı
çeşitli tarihi sebeplerden ötürü antipati duyan Avrupa’da, Esperanto gibi tüm Avrupalıları
ve de Hıristiyanları birleştirmeyi amaçlayan bir dilin ortaya çıkması daha da
anlamlı olmaktadır..İslam alemini birleştiren bir Osmanlıca ortak diline
mukabil, Avrupa’yı ve de Hıristiyan alemini birleştirecek bir Esperanto dili..
.Bunu pek çok Avrupa devletinin de destekleyeceği aşikardır. Bu da bu yapma
dilin nasıl bilhassa Avrupalı milyonlarca insanca benimsendiğini ve de tüm
dünya insanlarına dünyanın ortak dili olarak nasıl dayatıldığını açıkça
göstermektedir. Ay adlarında, sayılarda ve pek çok kelimede Anglo-Sakson
dillerinin ortak kelimeleri hakimdir..Bu da bu dille birleştirilmek istenenin
kimler olduğunu göstermektedir. Birleştirilmek istenenlerin Türkler ve
Müslümanlar olmadığı açıktır.
Esperanto dilinde Türkçe’deki gibi şahıs zamirleri farklı
şekilde çoğul yapılırlar..
Ben-biz
> mı-nı
Sen-siz
>cı-vı
Fakat bu örneklerde de görüldüğü gibi mı-nı ve de cı-vı
kelimeleri arasında anlam kökendaşlığı olmakla birlikte kelime kökendaşlığı
gözükmemektedir..Yani burada da bir düzensizlik göze çarpmaktadır.. Mı neden
nı, cı neden vı olmuştur? Türkçe’de ise bu kökendaşlık oldukça açıktır.. Ben
kelimesinin aslı “bi” dir.. “n” tekil ekidir.. Bi-n(Ben) “z” ise çoğul ekidir
bi-z..Sen kelimesinin de kökeni “si” kelimesidir..Tekili Sin (Sen) çoğulu ise
Si-z kelimesidir..Şimdi Türkçe’nin buradaki mantıksal üstünlüğü de oldukça
açıktır..
Esperanto dilinde zamanlar muzari(şimdiki ve geniş zaman),
gelecek zaman, geçmiş zaman olmak üzere üçe ayrılır..Bu zamanlar için sırasıyla
“AS” , “OS”, “IS” son ekleri kullanılır..Emir kipi için de “u” eki getirilir.
Fiiller asla düzensizleşmezler..En azından bu böyle öngörülür..Bu yönüyle bu
dil Türkçe’nin fiillerini ve onların zaman durumlarını hatırlatır..
O
oku-r > Lı leg-as
Türkçe’de 3. tekil ve çoğullar hariç fiillerde şahıs ekleri de
kullanılır.. .Aslında Proto-Türkçe döneminde bu şahıs ekleri yoktu..Yani ilk
dönem Türkçe’sinde insanlar Ben okur-um demiyorlardı..Sadece “Ben okur”
diyorlardı..Zamanla şahıs zamirini daha da güçlendirmek gereği hissedildi ve bu
ben, sen, o zamirleri kelime sonunda da söylenmeye başlandı.. “Ben okur ben”
eski şekliyle “Mın okur mın” daha sonra bu fiilin sonundaki “mın”
ekleşti..Diğer şahıs zamirleri de böyle oluştu..Esperanto Türkçe’nin ilk
zamanlarını andırmaktadır..Tabiri caizse bu dil Türkçe’nin en ilkel
dönemlerindeki şeklini taklit etmiştir..Böylelikle düzenli olmuş görüntüsü
vermiştir.. Ancak Esperanto’daki eklerin sesleri bizce uygun seçilmemiştir..
AS, OS, IS sesleri kelime içinde çok da ayırt
edilememektedir..Türkçe’deki gibi birbirlerinden farklı ekler
aslında daha da mantıklıca olurdu..Daha kolay akılda kalırlardı bence..Üstelik
zamanla bu seslerin telaffuzları birbirlerini andırabilir..Bu durumda halk,
farklı ekler geliştirmek zorunda kalabilir..Yine dilde çoklukla tekrar edilecek
olan bu eklerdeki “s” sesleri dile adeta Latince ya da Yunanca boyası
sürmüştür.. .Bu da bilinçli bir seçim olmalıdır..Dilin müzikalliğini baltalayan
seslerden birisi de bu “s” seslerinin çoklukla tekrarı olacaktır..
Bildiğimiz gibi Hint-Avrupa dillerinde sıfat-fiil, zarf-fiil
gibi fiilimsilerden ziyade “ki” anlamına gelen zamirler kullanılır ve tüm cümle
değiştirilir..Esperanto’yu geliştiren Zamenhof bu eksikliği fark etmiş olmalı
ki, Türkçe’deki fiilimsi eklerine benzer ekler geliştirmiştir fiillere eklenmek
üzere.Bu da Türkçe’nin bu özelliğinin çok haklı bir özellik olduğunu göstermeye
yeten bir delildir. Bununla ilgili karşılaştırmalı örnekler verelim:
Geç-en sene > Pas-inta jaro / Gel-ecek yıl > Ven- onta
jaro
Düş-en
adam > Fal-inta homo
Örneklerde görüldüğü gibi fiillere eklenen inta, inte, into,
onta vb. ekler sayesinde Esperanto dilinde fiilimsiler oluşturulmaktadır. Bu
diğer Anglo-Sakson dillerinde oldukça farklı olmaktadır:
The man who is standing
front of the school is the teacher.
Adam
ki duruyordur okulun önünde, öğretmendir
(Okulun
önünde duran adam öğretmendir)
Görüldüğü gibi İngilizce’de “Who” zamiri kullanılarak sıfat fiil
oluşturulmaktadır.
(Ancak günümüzde Türkçe gibi doğal veyahut da Esperanto gibi
yapma dillerin etkisiyle bazen bir kısım ekler de fiilimsi eki olarak
kullanılabilmektedir. Muhtemelen Türkçe’de fiilimsileri oluşturmada var olan bu
mantıklılık başka dilleri de etkilemiştir.)
İşte Esperanto bu mutat kullanımı ortadan kaldırmış ve yerine
Türkçe’dekine benzer mantıklı bir sistemi ikame etmiştir..Bu da Türkçe’nin
gayet mantıklı bir dil olduğunu gösteren bambaşka bir örnek olarak önümüzde
durmaktadır..
Esperanto’da edilgenlik eklerle yapılmaktadır Türkçe’ de olduğu
gibi..Bu da Türkçe’nin bu kuralının ne kadar mantıklı bir kural olduğunu
göstermektedir.. Ancak burada Esperanto bir yardımcı fiil kullanma gereği
hisseder AngloSakson dillerinden kalıntı olarak..
Teo estas trink-ata varma > Çay iç-il-ir-dir sıcak/ Çay sıcak
iç-il-ir
Görüldüğü gibi Türkçe’de edilgenlik bir -il ekiyle
halledilebilecek kolaylıkta bir meseledir. Fakat Esperanto ortaya bir de
“estas”(Farsça’da est, İngilizce’de is, Latince’de est “olmak” yardımcı fiili)
bırakmıştır..Bu estas.. .ata şimdiki zamanı ifade eder..Geçmiş zamanda
estis.ata, gelecek zamanda estos .ata.vd..
Türkçe’nin Esperanto dilinden pek çok yönden üstün olduğunu
ispat eden daha pek çok delil sayılabilir. Ancak dikkatinizi bir başka mevzuya
çekmek istiyorum..Esperanto’nun diğer dillerden düzen yönünden üstün olduğunu
iddia edenler aslında Türkçe’de de var olan özellikleri üstünlük vesilesi
olarak görüyorlar..Binlerce yıldır bu ince düzenlere ve mantıklı yapılara sahip
olan Türkçe, asıl üstün olarak anılması gereken dildir bize göre.. Aslında bu
gerçeği mantık da haykırmaktadır.
Esperanto dilini yaymaya çalışanlar Türkçe’nin bu güzelliklerini
neden görmezden gelirler anlamıyorum?Madem dünyada bir barış tesis edilmek
isteniyor, o halde Avrupa tarafından binlerce yıldır “öteki” kabul edilen
Türklerin düzenli ve mantıklı dili olan Türkçe, ortak dünya dili olarak kabul
edilmelidir..Yoksa “işte alın size ortak dünya dili, bakın ne İngilizce, ne
Fransızca yepyeni bir dil” denilerek önümüze fırlatılan dilin aslında Latince
ve diğer Anglo-Sakson dillerinin farklı bir düzlemde önümüze sunulması olduğunu
görmezden mi gelmemizi istiyorlar?
Oğuz
Düzgün
Kaynaklar:
1)Dünya Dili Esperanto-Hayreddin DURAL- Kardeş Matbaası-
1965-ANKARA
YAŞASIN
MEVLİD KARDEŞLİĞİMİZ
Her düğünde, sünnet merasiminde, vefatlarda değişik üslubuyla
bin yıla yakındır okunuyor Mevlid-i Şerif.. Mevlid “doğum” anlamına geliyor.
Nasıl ki “milad” Hz.İsa’nın doğumunu temsil ediyor bunun gibi, “mevlid”
kelimesi de Hz. Muhammed’in doğumunu hatırlatır.
Mevlid’de anlatılan ulvi konuların
derinliğine vakıf değil hiç kimse.. Ömründe yüzlerce kez “Mevlid” dinlemiş
birine: “Mirac nedir?” diye sorsak, muhtemeldir ki bu konuyu, okuldaki “Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinden ya da başka bir dini kaynaktan öğrenmemişse
bilemeyecek ve bize de açıklayamayacaktır. Halbuki Mevlid-i Şerifte “Mirac”
mucizesi geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Bu tür örnekleri çoğaltmak da
mümkündür. Ancak konumuz Mevlid’in anlaşılıp anlaşılmaması değildir. Biz de bir
din adamı olmadığımıza göre bu gibi dîni konular hakkında konuşmayı din
adamlarına bırakıyoruz. Ancak şu bir gerçektir ki; Mevlid-i Şerif, bin yıla
yakın tüm Osmanlı topraklarında, bütün Müslüman unsurlar tarafından benimsenmiş
içselleştirilmiş bir metindir. Bu milletin birlik rabıtalarından birisi de işte
bu Mevliddir. Anlamı, mahiyeti ne olursa olsun bu millet, Mevlide önem vermiş,
onu benimsemiştir.
Süleyman
Çelebi’nin yazdığı Mevlid 1700’lü
yıllarda
İslam bilginlerinden Ahmed-i Hâni tarafından Kurmanç Lehçesi’ne çevrilmiştir.
Bu Mevlid’in dili o dönemlerin diğer Kurmanç Lehçesi şiirlerinde olduğu gibi,
Osmanlı Türkçesinde çoklukla kullanılan Farsça ve Arapça kökenli terimlerle
süslenmiştir. Bu ortak terimler, Bosna’dan Çin’e, Güneyde de Afrika içlerine
kadar ortak bir dil kullanıldığının bariz bir örneğidir. Hem de bu Mevlid,
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden çeviridir.
Bildiğimiz
gibi Ahmed-i Hâni’den çok önceleri, Baba Tahir Hemedani, Faki-yi Tayran, Molla
Ceziri, Nâli, İdris-i Bitlisi vb. şair, yazar ve âlimlerin de iştirak
ettikleri, geliştirdikleri ortak bir medeniyet edebiyatı oluşmuştu. Bu
edebiyatta ortak kelimeler ve terimler kullanılıyordu. Demek ki bu dönemde
Müslüman bütün unsurlar, bugün olduğu gibi kardeşçe yaşıyorlardı. Bu kardeşlik
onların dillerine de yansımıştı. İşte bu övünülesi kardeşliği her fırsatta
hatırlamamız; bununla da iftihar etmemiz gerekmektedir. Bu kardeşliği bozmak
isteyenlere birlik ve beraberliğimizi koruyarak cevap vermeliyiz.
Şunu da ifade edelim ki diğer Müslümanların dillerinde olduğu
gibi Türkçe ve Kurmanç Lehçesi’nde var olan kardeşlik, sadece Mevlitle sınırlı
değildir. Bilhassa Osmanlı Türkçesi ile Kurmanç lehçesi arasında günümüze kadar
gelmeyi başaran büyük benzerlikler vardır.
1928’den önce hatta 1940lı yıllara kadar kullandığımız Arap
Harfleriyle yazılan Türkçe - Kurmanç Lehçesi metinlerde, yazılışları birbiriyle
aynı olan binlerce terim ve kelimeyle karşılaşırız. Bu gün ise Kurmanç Lehçesi
ve Türkçe arasında yazılışta görünen farklılıkların sebebi, kelimenin nasıl
telaffuz ediliyorsa öyle yazılmasıdır. Mesela “Nevruz” kelimesini ele alalım.
Osmanlı Harfleri kullanıldığı zamanlarda, Türkçe ve Kurmanç Lehçesi’nde bu
“Nevruz” kelimesi aynı şekille yazılıyordu. Bu durum bütün Türk lehçeleri için
de geçerliydi. Yani bu kelimeyi yazmak için, ortak olarak, “nun, vav, ra, vav,
ze” harfleri kullanılıyordu.
Bugünse Newroz-Nevruz farklılaşmasını, iki dilin farklılığına
yoranları gördükçe insanın gülesi geliyor. Kelime aslında aynı kelimedir. İki
dildeki “Newroz-Nevruz” kelimelerinin farklı iki dilin kelimeleri olduğunu
iddia etmek bilgisizlikten ileri gelmektedir. Düşünün bir kere, ülkemizin
herhangi bir bölgesinde yaşayan vatandaşlarımız kelimeleri telaffuz ettikleri
şekilde yazmaya kalkışsalardı, o zaman farklı farklı diller mi doğmuş olacaktı?
Mesela “oraya celeyrum” şeklindeki bir telaffuz, yazıya geçirildiğinde farklı
bir dile âit olarak mı kabul edilecek? Bu ifâde Türkçe’dir. Sadece telaffuzda
ufak farklar oluşmuştur.
Bunun gibi şu anda Kurmanç Lehçesi ve Türkçe arasında, aslında
aynı kökenden gelmiş olan,
binlerce ortak kelime vardır. Fakat bu
kelimeler, dil mensuplarınca nasıl telaffuz ediliyorsa öyle yazıldığı için
yazımda farklılıklar doğmuştur. Bugün Irak Türkleri ve Kürtleri yazımda ortak
bir alfabe olarak İslam Harflerini kullanmaktadır. Bu iki yazım dili
incelendiğinde, iki dildeki pek çok kelimenin ortak olduğu açıkça görünecektir.
Tabii ki günümüzde Arap Alfabesi kökenli Kürt ya da Türkmen alfabeleri, bâzı
ıslah çalışmalarıyla değişime de uğramıştır. Kelimeler okunduğu gibi yazılmaya
başlanmıştır. Bu nednele benzerlikler hemen göze çarpmayabilir. Ancak daha
öncelere ait metinler karşılaştırıldığında iki dilde kullanılan kelimeler
arsındaki benzerlik âşikardır.
Biz şunu inkar etmiyoruz. Elbette Türkçe
ve Kurmanç Lehçesi arasında Gramer yönünden bilhassa ekler, kelimelerin
çekimleri yönünden farklılıklar var. Ama iki dil sistemi birbirinden farklı
gramer yapılarına sahip diye bilhassa Osmanlı döneminde oluşan benzerlikleri
görmezlikten gelmek, iki toplumun da bir dönem ait olmakla öğündükleri “ortak
kültür ve medeniyetten” bahsetmemek, bunları ortaya koymamak biraz garip değil
mi? Yani yıllarca gramer eğitimi alıp Kurmanç Lehçesi’ ndeki “Zevece”
kelimesinin Türkçe’ye yine Arapça’dan geçmiş, “Zevce, zevc, izdivac” gibi
kelimelerle benzer anlamlarda olduğunu söyleyememek, bu kelimeyi sanki o dilin
asli bir unsuru gibi kabul etmek biraz yanlış olmuyor mu? Ya da “Teşekkür
dikım” kelimesi ile “Teşekkür ederim” kelimesi arasındaki
benzerliği ifade etmekten neden kaçınılıyor? Daha bunlar gibi binlerce kelime
ve terim var ki ortaktır. Bu kelimelerin ortaklığı bizi beyinlerin, kültürün,
olaylara bakış açısının hatta tarihi beraber yazmanın ortaklığına kadar
götürür.
Samimi olmak ve bu milletin kardeşliği için samimane gayret
etmek gerekiyor. Elbette ki Ortak Dil ve Kültür inkâr edilmeden, her kültür,
lehçe, dil yaşanacak, yaşatılacak. Ancak kardeş topluluklar arasındaki
benzerlikler de ortaya konacak ki sevgi ve barış kötülüğü yensin. Lafı
uzatmadan konuya geçelim isterseniz. Şimdi size Türkçe; Kurmanç Lehçesi
Mevlitlerde var olan kelime ve terim kardeşliğini örneklerle göstermeye
çalışacağız. Şunu da ifade edelim ki iki dilde var olan bu kardeşlik sadece
Mevlitle sınırlı değildir. Yukarıda bu konuyu geniş olarak izah ettiğimden bu
konuya tekrar girmeyeceğim.
Allâh adın zikredelim evvela Vacib oldu cümle işte her kula
Allâh adın her kim ol evvel anâ Her işi âsan eder Allâh anâ
Türkçe Mevlitteki bu beyitlerin benzeri Kurmanç Lehçesi Mevlidin
başlangıcında üstelik de aynı kafiye ve aruz ölçüsüyle karşımıza çıkıyor.
Ez
bı bısmıllahi ibtıda kena,
Razıqe
'aman u xasan piya kena.
Dikkat ederseniz şâir, kafiyeleri bile bilhassa “ana” seslerine
benzetmeye çalışmış. Aruz ölçüsü ise iki Mevlit de de
“Fâilâtun/Fâilâtun/Fa’lun, Fâilun” tarzında .. Tabii ki Mevlitler, genelde
sözlü kültürle devam ettiği için vezinde bazı bozulmalar olabilir. Nitekim
Türkçe mevlitte de bildiğimiz kadarıyla bazı eklentiler ve çıkarımlar olmuştur.
İki beyitte de mana aynı “Ez bi
bismillahi ibtida kena” (Ben ibtida yani evvela bismillah ile yani Allah adıyla
başlarım) İki Mevlitte de “Allah adını” anmak sayesinde işlerin “âsan” olacağı
açıkça ifade ediliyor. Manadaki ve şekildeki benzerliklere her beyitte bir
örnek bulmak mümkün.
Mevlitlerdeki her bir beyiti incelemek
uzun bir metin oluşturacağından okuyucunun sıkılabileceğini düşünüyor; bu
belirgin örnekle yetiniyoruz. Fakat “kelime ve terimlerdeki ortaklığa da”
değinmemiz gerekiyor. İki Mevlitte de ortak olan kelimeleri, terimleri
yazacağım şimdi. Ancak şunu söyleyeyim ki elimdeki Kurmanç Lehçesi Mevlid’in
başka varyasyonları da incelense ki mesela elimdeki Mevlitte “Merhaba” faslı
yok, ortaya daha büyük benzerlikler de çıkacağı kesin. Mesela “Merhaba” faslı
olan Kurmanç Lehçesi Mevlidi, Türkçe
mevlitten
ayırt etmek neredeyse imkansız..
Sadece bestede bir farklılık var. Kurmanç Lehçesi Mevlit daha
hızlı okunurken Türkçe mevlit daha bir ağır makamda okunuyor. İlgililere
buradan seslenerek şunu da sormak istiyorum; Türkçe Mevlid’in bu ağır makamı
değiştirilemez mi? Bu mevlit, aslından fazla da uzaklaştırılmadan yeniden
bestelenemez mi? Bu meseleyi de ehline bırakıyor; Kurmanç Lehçesi Mevlitte var
olan, Osmanlı Türkçesinde ve Kurmanç Lehçesi’de kullanılan ortak bazı
terimleri, kelimeleri yazalım:
Hamd
Şükr
Vâcib
Her
Nefes
Şefi’
Muhammed
Mustafa salla'llâhü aleyhi ve sellem
Mevlud
Lazım
Şerbet
Ru=Yüz
Adem
Günah
Hasetsen
Dünya
Eğer
Küfr
Biguman(şüphesiz)
Hesab
Defter
Edeb
Kamu
Kalb
Feyz
Nur
Hem
Bedel
Rahmet
Keyf
Sürur
Meclis
Cevab
Kabir
Sual
Hazreti
Sıddık
Kelam
Cennet
Mudam(devamlı)
Tazim
Faruk(Hz.
Ömer)
Kadr(kıymet)
Ahmed
Osman
(Hz. Osman)
Bedr
Huneyn
Şehid
Şeyh
Uhud
Rab
Çünki
Fahr-i
Râzi (Fahreddin-i razi, İslam Bilgini) Habib(sevgili, Hz. Muhammed)
Kur’an-ı
Kerim Kerim
Medih(övme)
Rahmetellil
alemin(alemlere rahmet) Halas(kurtulma)
Tamam
Esselatu
vesselam (Dua ve selam Hz. Muhammed’e olsun)
Evvel
Hallak(Yaratıcı)
Zaman
Mekan
Hüküm
Şah
Ekber (En büyük)
Hikmet
Kadir
Hak
Cihan
Aşık
Meani (Manalar)
Harf
Savt (ses)
Cihet (yön)
Menzil
Hidayet Bahr (Deniz)
Merhamet
Vücut
Nısf
(Yarım)
Hakikat
Arz
Kürsü
Kalem
Mekke
Sebep
Heybet
Vakit
Merhaba
Evet Kurmanç Lehçesi mevlitte yaşayan ve Türkçemizle ortak
olarak kullanılan bütün bu kelimeler, bizlere ruhlardaki, beyinlerdeki o
kardeşliği hatırlatmıyor mu? Ne dersiniz, bu vatanın kardeş insanlarını
birbirine düşürmek, nefreti yaymak isteyenlere karşı Mevlit (Mevlud)
Kardeşliğini başlatmaya?
Evet bizler Mevlit Kardeşiyiz. Doğumumuzda, düğünümüzde ve
ölümümüzde aynı ortak kelimeleri, terimleri kullanan ortak bir medeniyetin
fertleriyiz. Siz de Türkçe ya da Kurmanç Lehçesi bir Mevlidi alın, okuyun.
Ortaklıklarımızdan öte, etle tırnak gibi bir bütün olduğumuzu fark edeceğinize
eminim.
Yaşasın
Mevlid kardeşliğimiz!!!
ALMANCA ve
TÜRKÇE ÖRNEKLİĞİNDE DİLLERİN KARDEŞLİĞİ
Bildiğimiz gibi her dilin kendine göre özel kuralları vardır.
İngilizce ve Almanca gibi diller de kendilerine has pek çok kuralları bulunan
ilginç dillerdir. Ancak bize göre, her dilin bünyesinde, o dilin başlangıçtaki
ortak bir kökenden geldiğini gösteren ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Bu
sadece kelime benzerlikleriyle açıklanabilecek bir durum değildir. Dilleri, dil
ailelerinin sınırları içine hapsettiğimizde bütün o benzer özelliklerin de üstü
örtülmektedir. Bu çalışmamızda, özelde Alman dili örneğinden yola çıkarak üstü
örtülmüş ilginç benzerlikleri sizlerle paylaşacağız. Almanca, Hint Avrupa
dillerinden Germen dilleri ailesine mensup bir dil olarak kabul edilmektedir.
Ancak bu dil ile Ural Altay dil ailesine mensup kabul edilen Türkçe arasında
ilginç benzerlikler de bulunmaktadır. Şimdi maddeler halinde bu ilginç
benzerlikleri sıralayalım:
İSİM
TAMLAMALARI
Alman dili bildiğimiz gibi artikelli bir dildir. Üstelik bu
dilin tamlama yapısının Türkçe’ye göre ters bir durum arz ettiği bilinmektedir.
Ancak son dönem Almancasında kullanılan bazı terkip şekilleri,
Türkçe tamlama yapısıyla tamamen uyumludur..
Dritte-Welt-Laden
> Üçüncü dünya yükü Erste-Klasse-Abteil> Birinci sınıf bölme
Schwarze-Loch-Paar > Kara delik çifti
Yukarıda
gördüğümüz kullanımlar, günümüz Almanca metinlerinde sıklıkla kullanılan kelime
gruplarına ait bir kaç örnektir. Normalde Alman dilinin kurallarına göre bu
tamlama yapıları artikellerin de yardımıyla çok farklı şekillerde teşkil
edilmelidiydiler. En azından kelimeler uygun çekim (deklination) şekillerine
sokulmalıydılar. Ancak bu örneklerde tamamen Türkçe tamlama kurallarına uygun
bir kullanım göze çarpmaktadır. Üstelik Alman dilbilimciler, bu kullanımların
muteber olduğunu da ifade etmektedirler. Çünkü bir Alman, bu kelime gruplarını
okuduğunda ne denilmek istendiğini çok iyi anlamaktadır. Demek ki, bu tamlama
yapısı Almanca’nın genlerinde kayıtlı bir kullanımdır. Yukarıdaki kullanımlar,
Almanca gramer kurallarına göre şöyle yazılmalıydılar normalde:
Laden
der Dritten Welt Erster klasse Abteil Paar des Schwarzen Lochs
İngilizce’de
olduğu gibi Almanca’da da „s“ kullanılarak yapılan bir tamlama şekli vardır ki
bu da Türkçe’deki tamlama sistemine tıpa tıp benzemektedir. Burada da bu s eki
şahıs isimlerinden sonra gelir genellikle:
Alis
buch, Adems Haus./ Ali’nin kitabı, Adem’in evi.
BÜYÜK ÜNLÜ
UYUMU KURALI
Türkçe’deki
ve Ural Altay dillerindeki Büyük Ünlü Uyumu kuralına benzer bazı ses kuralları
Almanca’da da vardır. Bildiğimiz gibi Türkçe kelimelerda kalın ünlülerden sonra
kalın ünlüler, ince ünlülerden sonra da ince ünlüler gelir. Örneğin:
Gelecek,
kadın, kalabalık, indirim, güzellik, büyüklük, sızlama.
Almanca’da
da bu kurala benzer bir kural, kelimeleri etkiler.. Kalın ünlüler incelerek,
diğer ünlüleri de inceltirler ve bu sayede bir uyum gösterirler.
Jung>jünge,
wunsch>Glückwünsch, Öffnen, Blütentüte, Mutter>Mütterchen.
ÜNLÜ BENZERLİKLERİ
Almanca
ve Türkçe’deki ünlü sesler birbirlerine çok benzerler. Bu nedenle Türkçe
konuşan birisinin kulağı Alman dilini çok da yadırgamaz..
Almanca konuşan birisi de Türkçe’deki seslere aşinadır..
o, ö, ü, e, a, u, i, â, gibi sesler iki dilde de
kullanılmaktadır.. Türkçe’de uzun ünlü olmadığı iddiası ise, bin üçyüz yıl
öncesinin Türkçesi için belki doğru olabilir ama yaşayan Türkçe’de kesinlikle
pek çok uzun ünlü vardır. Mesela:
„Var“ kelimesindeki „a“ kısadır.. Ancak „var olmak“ dediğimizde
artık uzun bir „a“ kullanmış oluruz.. Almanca’da da buna benzer kurallar
vardır.. Grün (uzun ü) Gründe (kısa ü) vb.
Yine Türkçemizde yumuşak g (ğ) ve y seslerinin kullanıldığı bazı
kelimeler, uzun ünlülerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.. Bu ğ ve sesleri
okunmaz ama ünlü uzatılır:
İğne>İine, İyi>ii, Sağlam>saalam, oğlan>oolan,
ağladı, aaladı...
Bu arada konusu gelmişken David Bergmann gibi bazı yabancı
dilcilerin bir yanılgısını da dile getirmek istiyorum. David Bergmann, Almanca
yazılmış „Der die was? Ein Amerikaner im Sprachlabyrinth“ (Der die nedir? Dil
labirentinde bir Amerikalı) adlı kitabının 18 ve 19. sayfalarında özetle şöyle
diyor:
„ Osmanlı döneminde
Türkçe, Arap yazısıyla yazıldığı için ünlü harfler gösterilemiyordu. Ben tahmin
ediyorum ki Türkler, 17. yy ’da Viyana kapılarına dayandıklarında Avusturya
yazı stilindeki ünlü yazımını ilk olarak keşfettiler. Türkler buradan geri
döndüklerinde yüzyıllarca daha yazı dillerinde ünlüler yoktu. Ancak birinci
dünya savaşında Türkler Latin yazısıyla karşılaştılar ve bilhassa Almanlarda ve
Avusturyalılardan ünlü yazımını öğrendiler.“
Yazarın burada Türk dil yazım sistemiyle ilgili bilmediği pek
çok gerçek olduğu ortaya çıkıyor.. Yazar Osmanlı döneminde Türkçe’nin doğrudan
Arapların kullandığı Arap yazım sistemiyle yazıldığını düşünüyor. Halbuki
Osmanlı kendi yazım sistemini çoktan geliştirmişti. Bu yazım sisteminde, e, a,
i, ı, u, ü, o, ö gibi sesler de gösteriliyordu. Elbette bu ünlülerin gösterimi
için he, vav, ye, elif gibi harfler kullanılsa da bu harfler Osmanlı dilindeki
e, a, ı, i, o, ö, u, ü ünlülerini göstermek için kullanılıyorlardı. Hiç kimse
ünlü olarak kullanılan o harfleri ye, he, vav, elif diye okumuyordu. Osmanlı
Viyana kapılarına dayandığı sırada da bu ünlüleri yazım sisteminde
gösteriyordu. Hatta Türkler kendi ünsüzlerini de bu Arap harfli kökenli
alfabeye dahil etmişlerdi. P, ç, j, nazal n, ğ gibi Türk dilinde bulunan
ünsüzler bu alfabede kullanılmışlardı. Osmanlıca yazım stilinin geliştirilmesi
çabaları ise Birinci dünya savaşından sonra değil 18. ve 19. yüzyıllarda
başlamıştı. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri hep bu çalışmalarla
ilgili tartışmalara sahne olmuştu. Ahmed Cevdet Paşa, Dr. İsmail Hakkı gibi
bilginler o dönemde harflerin ıslahı ile ilgili özgün fikirlerini ortaya
koymuşlardı. Bütün bu tartışmaları bir kenara bırakırsak daha 13. yüzyılda
yazılmış olan Divan-ı Lügat’it Türk adlı ilk Türk Dil Bilgisi eserinde bile
kelimelerdeki ünlülerin yer yer gösterildiği açıkça görülmektedir. 16. yüzyılda
Bergamalı Kadri’nin yazdığı Müyessiret’ül Ulm kitabında Osmanlı yazım dilindeki
ünlülerin varlığına şahit olmaktayız. Yine 16. yüzyılda Muhyi Gülşeni
tarafından geliştirilen ilk yapma dil Baleybelen dilinin anlatıldığı eserde
Türk yazım sisteminde olduğu gibi ünlüleri gösterecek harfler kullanılmaktadır.
Yazar bu kitabında, ünlü harfler kullanmadığı bazı kelimelerin üzerine
harekeler koymak suretiyle ünlüleri göstermiştir. Bu gösterimin yeterli ya da
yetersiz olması ayrı bir konudur. Burada verdiğimiz bütün örneklerle ilgili
detaylı bilgilere kaynakça bölümündeki bağlantılardan ulaşmanız mümkündür.
Ancak David Bergmann gibi yazarların iddia ettikleri gibi Arap harflerine
dayalı Türk yazım sistemi kesinlikle Umlautlos (ünlüsüz) bir yazım sistemi
değildi.
YAPIM EKLERİ
Almanca’da
da Türkçe’de olduğu gibi yapım eki benzeri bazı ekler yeni kelimeler türetmede
oldukça işlektir.. Örneğin, -chen, -lich, ge-, be-, ver-, -ger, -keit, -heit,
-ig, -ung ekleri Almanca’da kelime türetmek için kullanılan bazı eklerdir..
Yine Almanca’da da Türkçe’de olduğu gibi yapım ekleri vasıtasıyla uzun
kelimeler kurulabilir. Ama elbette bu yapım ekleri Türkçe’deki yapım eklerinin
kullanışlılığına yetişemez:
Gesundheit,
Geschwindigkeit...
BİRLEŞİK
KELİMELER
Bildiğimiz gibi Türkçe’de kelime türetme yollarından birisi de,
birleşik kelimeler teşkil etmektir: Bilgisayar, yazarkasa, biçerdöver.
Almanca’da da birleşik kelime teşkili Türkçe’de olduğu kadar yaygındır.. das
Übungsbuch, die Kaffetasse, der Fussballspieler.
Tabii ki Almanca’da Türkçe’den farklı olarak artikeller de
kullanılır. Kullanılacak Artikelin seçilmesi de Türkçe’deki bir özelliği
hatırlatır. Bilindiği gibi Türkçe’de en önemli öge devamlı sondadır. Ünlü
uyumları devamlı sondaki sese göre gerçekleşir. Bunun gibi Almanca’da da
birleşik kelimelerin artikeli sondaki kelimeye göre belirlenir. Birinci kelime
feminin, ikinci kelime maskulin olsa, bu birleşik kelimenin artikeli de
masculin yani der olacaktır. Birinci kelime maskulin, ikinci kelime de feminin
olsa, artikel feminin yani die olur..
KAYNAŞTIRMA
HARFLERİ
Almanca’da da Türkçe’de olduğu gibi kaynaştırma harflerine
ihtiyaç duyulur. Bilindii gibi Türkçe’de kaynaştırma harfleri olarak y, ş, s, n
harfleri kullanılır. Ali(n)in, Oya(y)a, altı(ş)ar, çanta(s)ı örneklerinde
olduğu gibi. Almanca’da Türkçe’de kullanılan s, n kaynaştırma harflerinin yanında
e harfi de kullanılır. Örneğin:
Übung(s)buch, Banane(n)schale, Blume(n)vase, antwort(e)t,
Ankara(n)er.
YÜKLEMİN
YERİ
Almanca’da yüklemin devamlı ikinci sırada olması oldukça
kuvvetli bir kuraldır. Diğer ögelerin yerleri değişebilir ama yüklem mutlaka ikinci
sırada olacaktır. Özne de yüklemden önce ya da hemen sonra gelecektir..
Ich
gehe in die Schule.
Türkçe’de ise bildiğiniz gibi yüklem genellikle sondadır.
Elbette bu durum Almanca’daki gibi olmazsa olmaz bir kural değildir. Türkçe bir
cümleyi oluşturan bütün unsurlar, cümle içinde özgürce yer değiştirebilirler..
Bu durum cümlenin anlamını bozmaz..
Ben
okula gidiyorum.
Ancak Almanca’da da bazı kullanımlarda yüklemin mutlaka sona
geldiğini fark ediyoruz. Bildiğimiz gibi Almanca yan cümlelerde yüklem mutlaka
sona gelmelidir.. Bu kural bize Türkçe cümle yapısını hatırlatmaktadır
tamamen..
Ich finde einen job, wenn ich gut deutsch sprechen kaıııı...
(Ben bulurum bir iş o zaman ki, ben iyi Almanca konuş
-abilirim.)
İkinci cümleyi ele alalım ve Türkçeyle kıyaslayalım:
Ich
gut deustch sprechen kann.
(Ben
iyi Almanca konuş -a bilirim)
Der Mann geht zu Arbeit, obwohl er sehr krank ist.
(Adam
gidiyor işe, olduğu halde o çok hasta dır.)
Er
sehr krank ist..
(O
çok hasta dır.)
Bu örnekler Almanca’nın genlerinin yüklemi sonda kullanmaya
uyumlu olduğunu gösterir. O halde dil öğrenme zorlukları arasında bahsettiğimiz
cümle yapısındaki farklılıklar Almanca ve Türkçe arasında geçersizleşmektedir..
Almanca yan cümle teşkilini doğal olarak bilen bir Alman, aynı mantıkla Türkçe
cümleleri de kolaylıkla oluşturabilecektir.. Görüldüğü gibi yan cümlenin kelime
dizilişi birebir Türkçe cümle dizimine uygun olmaktadır. Bu müthiş benzerliğin
tesadüfi olması herhalde beklenemez.
SIFATLAR
Bilindiği
gibi Türkçemizde sıfatlar, genelde isimlerden önce gelirler.. Bu durum
Almanca’da da böyledir..Ama elbette Almanca’da karşımıza yine artikeller
çıkmaktadır..
Der
schöne Ball- Güzel top Das rote Buch-Kırmızı kitap
UZUN
KELİMELER
Hem
Almanca’da hem de Türkçe’de oldukça uzun kelimeler oluşturulabilmektedir:
Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebilecekleri
mizdenmişsiniz
Polymerisationsdurchschnittsgeschwindigkeitsme
ssungsergebnskorrektursfehlerabzugzeichen
ÜNSÜZ
BENZERLİKLERİ
Almanca
ve Türkçe arasındaki ses yapısı ilginç bir şekilde birbiriyle uyumludur..
Almanca’daki bütün ünsüzler Türkçe’de de vardır. Bu nedenle
bir
Türk’ün Almanca sesleri öğrenmesi çok da zor değildir.. Sadece Almanca’daki „z“
(tset) ve „r“ gibi bir kaç sesin telaffuzu kafamızı karıştırabilir ilk başta
ama, bizim dil yapımızı fazla da zorlamadıkları için bu seslere de çok çabuk
adapte olabilmekteyiz. Aşağıdaki örneklerde sadece ses benzerliklerine yer
verilmiştir.
Glüklich- göletlik
Tasse-Kase
Sabine-Sabiha
Schule-Şule
Bosch-Boş
Fakir-fakir
Gerettet-Gerekli
Tasche-Taş
War-var
Bu
örnekleri elbette çoğaltmak mümkündür. İki dil arasında sesleri aynı ya da
benzer anlamları ise farklı on binlerce kelime vardır..
BAYAN
İSİMLERİNDEKİ BENZERLİK
Almanca’da
kullanılan bayan isimleri genellikle ünlü a, e, i sesleriyle bitme eyilimi
gösterirler.
Bertina,
Sabine, Blanche, Alia, Aria, Annemarie, Anni, Brune, Amara.
Türkçe’de de bilhassa eski dönemlerde bayan isimleri genellikle
e, a isimleriyle bitmekteydi.. Tabii ki bunda bilhassa Arapça’nın da etkisi
olmuştur:
Aliye, Sabiha, Saliha, Mualla, Dilara, Ayşe, Fatıma, Bedriye,
Mehpare.
İslamiyet öncesi dönemde de sonu ünlüyle biten bir kısım
kullanımlara rastlamaktayız:
Asena, Aybüke, Akerke(ç), Akılay, Çaçıke, Kanıkey, Ulbike
SONUÇ:
Alman dilini öğrenen herkes, -chen küçültme yapım ekiyle
Türkçe’deki -cik, -çik yapım eklerinin; ya da Türkçe’deki -lik yapım ekiyle
Almanca’daki -lich ekinin benzerliklerini mutlaka fark etmiştir. Ya da bizim
„hayır“ anlamında „yoo“ deyişimiz gibi onların da „nüü“ dediklerini duymuşsunuzdur.
„Elbette“mize benzer şekilde „doch“ kullanımına, ya da bilhassa eski Türkçe’de
kullanılan „belki“ kullanımıyla paralel olan „sondern“ kullanımına bir şekilde
rast gelmişlerdir.. Almanya’da yaşadığınızda, bilhassa argoda kullanılan „oha“
kelimesinin ve „ah, oh“ gibi bazı ünlemlerin aynı şekilde Alman dilinde de
kullanıldığına şahit olabilirsiniz.. Elbette bu benzerlikleri çoğaltmak
mümkündür. Ancak çalışmamızın sınırları bakımından bu örneklerle yetinelim.
Vaktimiz elverdiği sürece bu alanda yaptığımız çalışmaları sizlerler paylaşmaya
devam edeceğimiz.. Amacımız ise dillerdeki kardeşliğin ve barışın, dalga dalga
yayılarak insanların ruhlarına da nüfuz etmesidir. Farklılıkları dile getirmek
elbette bir dereceye kadar faydalıdır ama benzerlikleri sık sık hatırlamak da
dostça yaşamanın yollarını açar bize.. Almanca ve Türkçe arasında durum
böyleyken, elbette Ortadoğuda, Balkanlarda ve Ortaasyada konuşulan dillerle
Türkçemiz arasındaki paralellikler de gözden geçirilmelidir. Bu yapıldığında
bugün birbirine kaygıyla bakan pek çok toplumun, dillerin kardeşliğinde
buluşacağına inancımız tamdır.
Oğuz
Düzgün/Stuttgart/2010
KAYNAKÇA:
http://www.evbilgisayari.com/tum-konular/615- dillerdeki-en-uzun-kelimeler-1913
-harfden- olusan-sozcuk.html
http://turkoloj
i.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DI LI/yusuf_akcay_alfabe_tartismalari.pdf http://tr.wikipedia.org/wiki/Div%C3%A2nu_L%
C3%BCgati't-T%C3%BCrk
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dil bilgisi
http://turkoloj
i.cukurova.edu.tr/CAGDAS%20TU
RK%20LEHCELERI/umay_gunay_manas_desta
ni_kadin_adlari_bir_deneme.pdf
http://diglib.princeton.edu/view?_xq=pageturner
&_type=&_doc=%2Fmets%2Fislamic3s265.mets
.xml&_inset=0&_filename=islamic%2F3s265%2
F00000008.jpf&_start=1
&_index= 11&_count=1
1&8=1&div1=5
„Der die was? Ein Amerikaner im Sprachlabyrinth“ Rowohlt
Taschenbuch Verlag 2009
YENİ BİR
TÜRK LEHÇESİ; TÜRKMANCA
Güzel dilimiz Türkçe, yeryüzünün bütün coğrafyalarında konuşulan
oldukça yaygın bir dil bildiğiniz gibi. Diller yayıldıkları bölgelerin coğrafi
özellikleri, yerel dilleri, tarihi olayları gibi tesirlerle, farklı farklı ses,
yapı ve biçim elbiselerine bürünerek, farklı telaffuzlarla konuşulabilmektedir.
Bu farklı telaffuzlar ve biçimler, standart kabul edilen dile yakınlıklarına ya
da uzaklıklarına göre farklı isimlerle anılırlar. Ağızlar, şiveler ve lehçeler
gibi sınıflamalar, bir dilin sınırları içinde olan ama o dilin çeşitli
etkilerle oluşan farklı kullanımlarına işaret ederler. Akraba diller olarak
sınıflandırdığımız diller ise, ortak bir dilin lehçelerinden tekamül eden, ama
yeni bir duygu, düşünce, ses, kültür ve biçim boyutuyla farklı bir dil haline gelen
müstakil dillerdir.
Bu akraba diller arasında benzerlikler çokça olsa da, iki farklı
dilin konuşanları çoğunlukla birbirileriyle anlaşamazlar; ortak dilden oluşan
bu yeni dillerle dertlerini birbirlerine anlatamazlar. Örneğin, Almanca ve
İngilizce birbiriyle akraba iki dildir ama bu iki dili konuşan insanlar,
yekdiğerlerinin dilini öğrenebilmek için dil kurslarına gitme gereği
hissederler. Mevcut dil kullanımları, yeni karşılaşılan akraba dilin kodlarını
bütünüyle çözmeye yetmez ve iletişim, bazı ortak-benzer kelimeler dışında
oldukça imkansızdır. Bildiğimiz gibi, iki anahtarın boyutunun, markasının aynı
ya da benzer olması, o anahtarların aynı kapıyı açacağını asla göstermez. Çünkü
anahtarların kapının kilidinin yapısına uygun girinti ve çıkıntılara -şifrelere-
sahip olması gerekmektedir. Diller ne kadar benzer olsalar da, farklı girinti
ve çıkıntılara yani şifrelere sahip farklı anahtar sistemleridir. Bir dilin
kilidini açabilmek yani onun anlam dünyasına girebilmek için, ortak şifrelere
-dil yapılarına- ihtiyaç vardır. Mecazlar, dilbilgisi, ekler, sesler,
kelimelerin formları bazen de cümle ve kelime yapısı oldukça farklılaşmış ya da
değişmiştir. Bu iki farklılaşmış dil arasındaki ortak kökeni keşfetmek için iyi
bir gramer eğitimine ihtiyaç vardır. Bu iki akraba dil arasındaki
benzerliklerin mantığını kavrayıp, - karşılaşılan dili çok da iyi öğrenmeden-
yeni dille ilişkiler ağı kurma melekesi ise, hem zeka, hem de yoğun bir
eğitimin-kültürün varlığıyla orantılıdır ve bu iş herkesin harcı değildir.
Başta da söylediğimiz gibi Türkçemizin pek çok ağzı ve lehçesi
bulunmaktadır. Televizyon, sanalalem (internet) ve de radyo yoluyla oldukça
aşina olduğumuz Karadeniz, Doğu, Rumeli ağızlarının yanında Azeri, Türkmen,
Gagavuz lehçe-ağızları (Bilhassa Azeri Türkçesinin başlı başına bir ağız olduğu
söylenebilir) daha uzakta ise Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Uygur lehçelerini
duymayanımız yoktur. Şunu da söylemek gerekir ki, kimi bilginler Türkçe’nin
lehçeleri tabirini kabul etmezler. Bazı bilginlere göre ise Türkçe’nin Yakutça
ve Çuvaşça olmak üzere iki lehçesi bulunmaktadır. Başka bazı bilginlere göre de
bu iki lehçe, Türkçe’nin uzak lehçesi, diğer lehçeler ise “yakın lehçeleridir.”
Daha 12. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, pek çok Türk lehçesinden on bine yakın
kelimeyi derleyerek, bu farklı lehçelerde kullanılan kelimelerin ortak bir
dilin, yani Türkçe’nin hazinesine ait olduklarını ortaya koymamış mıydı?
Lehçeler aynı marka, boyut ve şifrelere sahip anahtarlar
gibidir. Bu anahtarların anlam kapısını açmayı zorlaştıran klavları, çizikleri
olabilir ama onlar da hafif bir törpülemeyle ortadan kaybolurlar. Yani
farklılaşmaların mantığı kavrandığında değişik lehçelerin anlam şifreleri hemen
çözülür. Bu demektir ki, Lehçeler arasında kurallı bazı değişimler olabilir.
Örneğin, Y sesi C’ye, D sesi Ç’ye, D sesi ise T sesine dönüşebilir. Çin’de
yaşadıkları acı olaylardan ve zulümlerden tanıdığımız Doğu Türkistanlı Uygur
Türklerinin konuştukları Uygur Lehçesinde de bu değişimleri görmekteyiz.
Mesela; Yiğit kelimesi Cigit’e, Diş kelimesi Çiş’e, Değiş- fiili Tegiş şekline
dönüşebilir. Eklerde de bazı ufak değişimler olabilir. Örneğin, isimden fiil
yapım eki olan -le eki, Uygur Türkçesinde -li şeklinde telaffuz edilir. Bir
örnek vermek gerekirse, “cilt-le-mek” kelimesi Uygur Türkçesinde “cild-li-mek”
şeklinde telaffuz edilir. Seslerdeki ve eklerdeki kurallı bazı ufak
farklılaşmalar hakkında bilgi sahibi olduğumuzda, karşılaştığımız lehçeyi
anlamakta hiçbir güçlük çekmeyiz. Hangi Türk lehçesini konuşursak konuşalım, az
bir emek ve gayret göstererek diğer lehçeleri anlayabilir ve de o lehçeleri
konuşanlar tarafından rahatlıkla anlaşılabiliriz.
Bu genel bilgilerden sonra, yazımızın başlığında işaret
ettiğimiz, Türkçemizin henüz yeni oluşmakta olan bir lehçesinden ya da ağzından
bahsedebiliriz sanırım. Bildiğimiz gibi ilk olarak 1950’li yıllarda Türkler,
çalışmak ve para kazanmak gibi haklı amaçlarla Avrupa’daki bazı ülkelere göç
ettiler. Öncelikle Almanya’ya, ileriki yıllarda da diğer bazı Avrupa ülkelerine
yoğun bir Türk işçi göçü gerçekleştirildi. Babam da 60’lı yıllarda Almanya’ya
göçenler arasındaydı ve diğer birçok Türk işçi gibi ilkokul üçüncü sınıf
mezunuydu. Bu işçilerin pek çoğu herhangi bir okuldan mezun bile değildi.
Köylerinden yola koyulmuşlar ve bu koca ülkeye ayak basmışlardı. Onlar
eğitimleri ya da bilgileri önemsenerek Almanya’ya kabul edilmemişlerdi. Almanya
için bu işçilerin bedensel güçleri ön plandaydı. Çünkü onların bilim adamlarına
ya da filozoflara değil de haklı sebeplerle “iş gücüne” ihtiyaçları vardı.
İş gücünü karşılayacak olan bu insanlar Anadolu’nun pek çok
yöresinden adetleriyle birlikte bu yeni ülkeye gelmişlerdi. Karadeniz, Akdeniz,
Doğu, Güneydoğu, Marmara, Trakya, İç Anadolu bölgelerinden kafileler halinde
Almanya’ya göç eden Türkler, yöresel ağızlarını da ve o dönemin Türkçe
kelimelerini de muhafaza ederek bu umut ülkesine gelmişlerdi. Bütün bu
özelliklerini yeni kuşaklara da aktarmayı ihmal etmediler. Bugün Almanya’da
hala daha Erzurum ya da Karadeniz ağzıyla Türkmanca lehçesi karışımı bir dil
konuşan küçük çocuklarla karşılaştığımızda şaşırmadan edemiyoruz.
Biz bu yazımızda, özellikle Almanya’da yaşayan Türklerin
dillerindeki bazı değişimlerden yola çıkarak yeni oluşmakta olan bir ağzın
belki de lehçenin bazı özelliklerini sizlerle paylaşacağız. Bu yeni oluşan dili
ister lehçe ister ağız olarak adlandıralım, kesin olan bir şey vardır ki, bu
yeni Türkçe, standart Türkiye Türkçesinden farklı bir Türkçedir. Biz bu
Türkçenin farklılığını ortaya koymak için “lehçe” tabirini kullanacağız ama
Türkçe’nin bu yeni kolunun “ağız” olduğunu savunanların haklı olabileceği
ihtimalini de bir kenara not edeceğiz.
Almanya’da yaşayan 3 milyon civarında Türk nüfusun varlığından
haberdarız. Bilhassa yeni nesil, Almanca’yı anadilleri gibi akıcı konuşuyor.
Real Schule, Gymnasium ve Üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısının bir hayli
artması da, gençlerimizin Almanca’yı bir Alman öğrenci kadar akıcı ve
kurallarına uygun kullanabildiğini göstermeye yetiyor. Okulda, sokakta, işte,
markette, sinemada, lokantada kısacası ev dışındaki her yerde Almanca
konuşan-düşünen gençlerimizin Türkçelerinde bazı köklü değişimlerin
olmayacağını söylemek imkânsız gibidir. (Evde de Alman televizyon kanalları ve
internetle yoğun bir etkileşim halinde olan geçlerimizin Türkçelerinin
değişmeyeceğini düşünmek oldukça safdillik olur.) Bu durumda, bu ülkede
konuşulan Türkçe’nin, Türkiye’de konuşulan Türkçe’den farklılaşmaya
başladığını, Alman dilinin de etkisiyle yeni bir ağzın ya da lehçenin oluşma
aşamasında olduğunu hemen fark ederiz. Hatta bu yeni lehçe yer yer Türkiye
Türkçesini bile etkilemektedir ki, birbirimize sıklıkla sorduğumuz “nasıl
gidiyor?” soru terkibinin Almanca “Wie gehts (Ihnen-dir)?” sorusundan birebir
çeviri olduğunu çoğumuz bilmeyiz bile..Meseleye Almanca açısından bakıldığında,
Türklerin konuştuğu Almancanın da artık eski Almanca olmaktan uzaklaşmaya
başladığını açıkça görebiliriz..
Şimdi de yazımızın başlığında “Türkmanca” olarak adlandırdığımız
yeni oluşmakta olan ağzın ya da lehçenin bazı belirgin özelliklerinden bahsedelim
isterseniz. Bu değişimin Türkçemizin geleceği açısından ne gibi tehlikeler
içerdiğini, bilhassa dilimizin anlam ve mecaz boyutunun Almanya’da yaşayan yeni
nesil tarafından nasıl unutulmaya yüz tuttuğunu örneklerle göstermeye
çalışalım:
Türkmanca’da Türkçe bazı kelimeler artık neredeyse unutulmuştur.
Bu kelimelerin yerine artık Almanca bazı kelimeler kullanılır. Bilhassa
Almanya’da yaşayan son Türk kuşağı, bu konuda oldukça şanssızdır. Sayılar, gün,
ay, mevsim isimleri, renk, sebze ya da meyve adları, selamlaşma ifadeleri vb.
pek çok Türkçe kullanım yerini Almanca’daki karşılıklarına bırakmış durumdadır.
Şimdi bu kelime değişimleri ile ilgili bazı örnekler verelim:
TÜRKİYE
TÜRKKÇESİ ALMANYA TÜRKÇESİ
Tamam
-Okey
Merhaba
-Hallo-Merhaba
Allahaısmarladık
-Tschüs
Hayırlı
sabahlar - günaydın -Guten Morgen
Cuma
-Freitag
Yaz-
Summer
Temmuz
-Juni
Randevu-
Termin
Tatil -Urlaub, Ferien Bayram -Fest Eczane -Aphoteke Hasta -
Krank Sınıf - Klasse Ders -Unterricht İşçi- Arbeiter Sinema -Kino Salatalık-
Gurke Bayan, hanım- Frau Bay -Herr Sarı- Gelb Kalem- Schrift Yazık- Schade
Bilgisayar- Computer Kiralık- Vermieten
Cep telefonu -Handy
Şimdi
bu kelimelerden birkaçını cümle içinde kullanalım:
Bugün terminim var.
Ali kranka çıktı.
Fest günü neredesin?
Şimdi mate unterrichtimiz var..
Okey dedik ya!
Ben gidiyorum artık, tschüss!
Bu freitag size geleceğiz.
Ben gurke yiyorum.
Bu
konuda şimdilik bu kadarcık örnekle yetinelim. Yeni neslin büyük bir çoğunluğu
Almanca’da kullandıkları kelimelerin ya da terimlerin Türkçe karşılıklarını
bilmedikleri için, bu yabancı kelimeleri Türkçe’ye uyarlamaktadırlar. Bu
insanlarımız kullandıkları kelimelerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarını
öğrenseler de, gündelik konuşma Türkçesinde, muhataplarınca anlaşılabilmek
için, ister istemez Almanca kelimeleri sıkça kullanmaktadırlar.
Bir dilin asli yapısını bozan en önemli değişiklik, bahusus
gramer-dilbilgisi yapısında gerçekleşen değişimlerdir. Avrupa’da konuşulan,
Türkçe ile akraba bazı dillerin değişimi bu yönde olmuştur. Fince, Macarca,
İsveççe, Estonca gibi dillerin Anglo-Sakson dillerinin de etkisiyle gramer
yapıları köklü bir şekilde değişmiştir. Türkmanca lehçesi de Almanca’nın gramer
yapısının tesirinden uzak kalamamıştır. Ancak bu değişimlerin bir kısmı henüz
başlangıç aşamasındadır ve çok da yaygın değildir.
Almanca düşünen ve konuşan Türkler, Türkçe’yi o yabancı dilin
mantığıyla konuşmaya veyahut da yazmaya başladıklarında artık karşımızda yeni
bir ağız ya da lehçe çıkmaktadır. Bu değişimlerden aklımıza gelenleri aşağıdaki
şekilde özetleyebiliriz:
1) Çok genel olmasa da yüklem, Almanca’da olduğu gibi cümlede
ikinci sıraya getirilir.
Ben
geliyorum oraya.
Şimdi
bitti bu iş.
Çocuk
ağladı derste..
2) Bildiğimiz gibi Türkçe’de özne kullanılmadan da yüklemin sonundaki
şahıs ekleri sayesinde
özne görevindeki şahıs zamirini hemen buluruz. Ancak
Anglo-Sakson dillerinde özne olan şahıs zamiri muhakkak kullanılmalıdır.
Türkmanca lehçesini kullanan Türkler, özne durumundaki şahıs zamirlerini
kullanma konusunda oldukça muhafazakârdırlar.
Ben
sizi schulede (okulda) gördüm.
Sen
geldin mi stadta (şehre) ?
Onlar
gittiler Türkiye’ye..
3) Almanca bazı fiillerin ve kelimelerin anlam derinlikleri,
doğrudan doğruya o kelimenin karşılığı olan Türkçe kelimelere aktarılır. Şimdi
bu konuyla ilgili birkaç örnek verelim:
Almanca’da “kennen” fiili “canlı cansız her şeyi tanımak”
anlamına gelir ama bu “tanıma”
“bilme” eylemini de içerir. Buradan yola çıkarak Türkçe
“tanımak” fiilinin “bilmek” anlamında sıklıkla kullanıldığını duyarız. Türkçemizde
ise bu fiil bilhassa “insanları bilme” anlamını ifade etmektedir. Aşağıdaki
örneklerde ise canlı, cansız ya da insan, hayvan ayrımı yapılmadığını hemen
fark edersiniz:
Ben
bu dersi tanımıyorum-bilmiyorum.
Bu
kalemi tanıdın mı?
O
köpeği tanıdım.
4) Almanca ve İngilizce gibi dillerde dilleri ve milletleri ifade
etmek için aynı kelimeler kullanılır:
türkische
(millet), türkische (dil)
Türk öğrencilerin sıklıkla Türkçe öğretmenleri için “Türk
Öğretmen” tabirini kullanmaları gösteriyor ki, Türkmanca lehçesinde Türk
kelimesinin anlam tabakaları içine “Türk Dili” de eklenmeye başlamıştır. Bu çok
genel bir durum olmamakla birlikte, önlem alınılması gereken hayati bir dil
sorunudur.
5) Anne babadan birisinin Alman olduğu ya da evde Türkçe
konuşulmadığı durumlarda ise Türkçe’nin gramer yapısı bütünüyle Alman dilinin
grameriyle yer değiştirmektedir:
Ben
seviyor seni.
Siz
geliyor bura.
Annem
okuyor kitap çok.
Öğretmen
seviyor seni ben.
Ben
istiyor gelmek.
6) Bildiğimiz gibi Türkçe kelimelerde dişi erkek ayrımı yapılmaz.
Türkmanca’da ise Almanca’nın etkisiyle bu ayrımlara sıkça rastlanır. Kuzen-
Kuzine, Sekreter-Sekreterin, Öğretmen-Lehrerin, Rektör-Rektörin gibi örnekler
Türkmanca’da sıklıkla kullanılan kelimelerdir ve bu kelimelerin dişilliği,
erilliği çoğunlukla belirtilir.
DİL
İNCELİKLERİNİN KAYBOLMASI:
Türkmanca’da Türkiye Türkçesinde bulunan pek çok incelik
kaybolmaya yüz tutmuş durumdadır. Örneğin küçükler öğretmenlerine “Siz” diye
hitap etmeleri gerektiğini bilmemektedirler. (Halbuki Almanca’daki du-Sie
ayrımının çok iyi farkındadırlar) Bunun yerine kendi aralarında kullandıkları
“sen” zamirini kullanmaktadırlar. Türkçe’de akraba adlarına oldukça önem
verildiğini bilmekteyiz. Ancak Türkmanca’da pek çok akraba adı unutulmuş ya da
yerini Almancasına bırakmıştır. Türkmanca’da Türk atasözleri ve deyimleri gibi
dilin anlam boyutunu temsil eden kullanımlara çok az rastlanılır. Almanca’dan
çeviri deyimler ve atasözleri Türkçe olarak ifade edilir. “Ağaç yaşken eğilir”,
“sakla samanı gelir zamanı”, “bakarsan bağ olur bakmazsan dağ” örneklerindeki
gibi atasözleri Türkmanca konuşan birisi için ilk etapta çok şey ifade
etmeyebilir. “Göze girmek”, “göze batmak”, “kulak kesilmek”, “açık kapı
bırakmak”, “yangına körükle gitmek” gibi deyimlerin işaret ettikleri anlamlar
Türkmanca
konuşan
birisi için oldukça yabancıdır. Bu kişinin bu konularda ciddi bir eğitime tabi
tutulması gerekecektir. Yön ifadeleri tamamıyla unutulmuştur. Sağ, sol
ifadeleri yerine recht, links tabirleri kullanılır..
ALMANCA’DAN
TÜRKÇE’YE ÇEVRİLEN CÜMLE YAPILARI:
Daha
önce verdiğimiz “Nasıl gidiyor?” örneğini burada da verebiliriz. Wie gehts
ihnen-dir ? soru kalıbından çevrilen bu ifade “Nasılsın?” , “Halin, keyfin
nasıl?” sorularına karşılık gelmektedir. “Yağmur yağıyor” ifadesi yerine
kullanılmaya başlanan “Hava yağıyor” kullanımı “Es regnet” kullanımının
etkisiyle oluşmuş gibidir.
EKLERDEKİ
DEĞİŞİMLER:
Bilhassa
nesne (akkusativ) hali eki olan -i eki kullanılmamaya başlanmıştır. Yönelme
hali eki olan -e ekinin de kullanılmadığı örneklere rastlanmaktadır. Bazı
Türkçe eklerse -özellikle yapım ekleri- unutulmaya yüz tutmuş durumdadır.
Şimdiki zaman, geniş zaman ve gelecek zaman kullanımları Almanca’dan
etkilenmiştir. -miş’li geçmiş ve -di’li geçmiş zaman kullanımları da birbiriyle
karışmış durumdadır. Pek çok ekin kullanımı oldukça zayıflamıştır. Bazı
artikellere karşılık olarak yer yer işaret zamirleri kullanılmaktadır.
Ben Stuttgart gittim.
Öğretmenim, ben ders bitirdim.
Ben oraya gelirim.
FİİLLERDEKİ
DEĞİŞİMLER:
Türkçe
fiillerin kullanımında da yer yer değişimlere rastlanır. Fiilin anlamı ya da
yapısı Almanca’dan Türkçe’ye uyarlanır. Örneğin, “Bitirdim” yerine “Bittim”
fiili kullanılır. Türkçe’de müzik aletlerini kullanmak anlamında “çalmak” fiili
kullanılırken, Türkmanca’da Almanca’nın tesiriyle “spielen” fiilinden çeviri
“oynamak” fiili kullanılır. “Tanımak” fiili canlı cansız her varlık için
“bilmek” anlamında da kullanılır. Örneğin sınava girmek fiili yerine “test
yazmak”, “film seyretmek” yerine ise tamamen Almanca’nın etkisiyle “filme
bakmak” fiilleri kullanılır.
Bazen
Almanca bir kelimeyle Türkçe bir fiil bir arada kullanılır. Krank’a çıkmak,
termin almak, fahr yapmak (araba sürmek), schnell olmak (hızlı olmak),
schreiben yapmak (yazmak), pause yapmak (teneffüs yapmak), übersetzen yapmak
(tercüme etmek), diktat etmek (yazdırmak), prüfung yapmak (sınav yapmak),
fliegen yapmak (uçakla uçmak), einkaufen yapmak (alışveriş yapmak),
kennenlernen etmek (tanışmak), vertrag yapmak (sözleşme yapmak), kaufen etmek
(satın
almak).
Bazı Almanca kelimelerse, Türkçe bazı yapım eklerini alarak
fiilleşirler “Okeylemek”, “Dunkoflaşmak” örneklerinde olduğu gibi.. Hatta bazı
hoyratça kullanımlara imza atarak, sırf değişik bir Türkçe kullanmak adına
Almanca fiillerin sonuna doğrudan Türkçe ekleri ekleyenlere de rastlamaktayız.
YAZIMDAKİ
DEĞİŞİMLER
Almanya’da verilen Türkçe ve Türk Kültürü derslerine devam
etmeyen gençler, doğal olarak Türkçe metinleri Alman yazım sistemine göre
yazmaktadırlar. Bu da telaffuz ve yazım hatalarına sebep olmaktadır haliyle.
Yazımdaki belli başlı bazı değişimleri maddeler halinde özetleyelim:
1)
Ş
harfi yerine “sch” harflerinin kullanılması; Ben ischteyim, yere düschtüm...
2)
I
harfi yerine i harfinin kullanılması; akilli cocuk, sinifta kedi var, Aydin.
3)
Z
sesini ifade için S harfinin kullanılması; kusu, as, kasmak.
4)
Türkçe
kelimelerdeki Z harfinin “TST” şeklinde okunması, gazete (gatsete), özgür
(ötsgür)
5)
Türkçe
kelimelerdeki “R” harfinin yumuşak ğ’ye yakın bir şekilde telaffuz edilmesi;
radyo
(ğadyo),
Arda (Ağda), erik (eğik).
6)
Türkçe
kelimelerdeki “v” sesinin “f’ olarak telaffuz edilmesi; Vapur (Fapur), Vampir
(Fampir), Vana (Fana)..
7)
F
harfi yerine V harfinin kullanılması; Vatih (Fatih), Vay hattı (Fay hattı)
8)
V
sesi yerine kimi zaman W harfinin kullanılması.. Aw, owmak...
9)
J
harfinin Y şeklinde telaffuz edilmesi; Ajda (Ayda), Ejder (Eyder)
10)
Türkçe
kelimeler yazıldığında “Y” sesini ifade etmek için J ya da İ harflerinin
kullanılması..
11)
Ç
harfi yerine bazen C bazen de Ch harflerinin kullanılması; cocuk, oruch...
12)
U
yerine Ü,Ü yerinede U harflerinin kullanılması... Hatta Ü sesi yerine UE
seslerinin kullanılması; Duezguen.
13)
Ğ
yerine çoğunlukla G harfinin kullanılması; ögrenmek, dogmak.
14)
Eklerin
yazımında ünsüz benzeşmelerinin dikkate alınmadan tek ek formunun yazılması,
bakdı ya da bakdi, kaçdı...
15)
Almanca’nın
yazım kurallarından dolayı bütün isimlerin büyük harfle başlaması; Ali Okula
giderken yanında bir Kitab götürdü.
16)
Türkçe
yazım kurallarının bilinmemesinden dolayı kesme işaretinin, de bağlacının, mi
soru ekinin, ki edatının yazımları gibi özel bazı kurallara riayet edilmemesi.
VURGU VE
TONLAMALARDAKİ DEĞİŞİM:
Bildiğimiz
gibi her dilin bir müzikal yapısı vardır. Vurgular ve tonlamalar, dillerin
ayrılmaz birer parçasıdır. Almanca’nın etkisiyle Türkmanca’daki vurgu ve
tonlamalar oldukça başkalaşmıştır. Türkiye Türkçesinden habersiz gençler,
Türkçe kelimeleri farklı bir vurgu ve tonlama yapısıyla konuşurlar. Bir Türk’ün
konuşmasındaki vurgu ve tonlamalara dikkat ettiğimizde onun Almanya’da yaşayıp
yaşamadığını kolaylıkla anlarız. Elbette Fransa, Amerika, Çin gibi yabancı
ülkelerde uzun seneler yaşayan Türklerin Türkçelerinde de vurgu ve tonlama
farklılaşmalarına rastlarız. Örnek vermek gerekirse, Almanya’da yetişmiş meşhur
sanatçılarımızdan İsmail YK’nın Türkçesine benzer bir vurguyla konuşur
Almanya’da yaşayan soydaşlarımızın çoğunluğu..
BU DİL
DEĞİŞİMİ ÖNLENEBİLİR Mİ?
Bu
çalışmamızda anlattığımız dil değişimlerinin büyük bir çoğunluğu, Türkiye
Türkçesinden ve Türk Kültüründen uzak kalmanın doğal bir sonucudur. Türkiye’den
gelmiş Türkçe ve Türk Kültürü Öğretmenleri tarafından, Alman okullarında
verilen Türkçe derslerine devam eden Türk gençlerinin, standart Türkiye
Türkçesini ve Türk kültürünü özümsediklerini, şahsigayretlerine göre, yukarıda
bahsettiğimiz hataların yüzde seksen ya da doksanından uzak kaldıklarını
memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Bu da gösteriyor ki, Türkmanca dediğimiz yeni
lehçenin gelişmesi, köken dilin öğreniminden uzak kalışla doğru orantılıdır.
Eğer velilerimiz çocuklarını Türkçe ve Türk Kültürü sınıflarına yollamazlarsa,
on-yirmi yıl sonra, gençlerimizin konuştukları Türkçe’nin, yarı Almanca yarı
Türkçe bir ucubeye dönüşeceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Bunun yanında
gençlerimiz dolaylı olarak, Türkçe’nin beslendiği en önemli kaynak olan Türk
kültür ve değerlerinden de uzaklaşacaklardır. Dilleri başkalaşmış, şiddet,
uyuşturucu ve fuhuş bataklarına sürüklenmiş bir nesil istemiyorsak, bu konuya
her şeyden çok önem vermemiz gerekiyor. Elbette hâkim kültür ve dilin
etkilerinin dilimizde görülmemesi imkansız gibidir ama, bu etkileri en aza
indirmek de bizim elimizdedir. Almanya’da yaşayan Türk gençlerinin Türkçe
öğrenmelerinin önündeki bütün engellerin kaldırılması adına elimizden gelen
bütün gayreti göstermeliyiz öncelikle. Ardından Türkçe ve Türk Kültürü
derslerinin itibarını arttırmak için girişimlerde bulunmamız gerekiyor. Bu
dersin seçmeli ders olması ve Türkçe’nin okullarda İngilizce ve Fransızca gibi
yabancı dil olarak okutulmasını sağlamak hususunda, bütün Türk dernekleriyle ve
ilgili Alman kurumlarıyla işbirliğine gitmemiz gerekiyor. Türkçe derslerinin
kaldırılmasının ima edilmesi bile Türk Derneklerini hemen harekete geçirmeli,
bu derslerin devamını sağlamak adına ivedilikle etkili lobi çalışmalarına
girişilmelidir. Çocuklarımızın aile ortamında da Türkçe yayınları takip
etmesini sağlamak anne babaların en birinci görevi olmalıdır. Gençlerimizin
Türkçe kitap, internet, televizyon, gazete ve dergi gibi imkânlardan
faydalanmalarını sağlamak adına elimizden geleni yapmalıyız. Türkiye’yle
irtibatımızı koparmamamız ve çocuklarımızla birlikte sık sık Çanakkale,
İstanbul, Ankara gibi tarihi ve kültürel öneme sahip şehirlerimizi ziyaret
etmemiz oldukça önemlidir. Şunu da unutmamalıyız ki, çocuklarımız bizim
geleceğimizdir ve yarının dünyasının nasıl olacağını anlamamız için bugünün
çocuklarına verdiklerimize bakmamız yeterli olacaktır.
Oğuz
Düzgün/Stuttgart
TÜRKÇE VE
ERMENİCE
Tüm dünya dilleri çeşitli olayların
sevkiyle birbirleriyle etkileşim içine girmiştir. Ermeniler ve Türkler
yüzyıllarca bir arada dost olarak yaşamış iki millettir. Bu iki topluluk
arasında yüzlerce yıl yaşanan güzel ilişkilerin sonucunda daha 4.yy’da Türkçe,
Ermeni dilini kökten etkilemeye başlamıştır. Bu etkileme; fonetik, türetim,
morfolojik, sözdizimi vb. gibi birçok yönden olmuştur. Bu etkilerin varlığı
dillendiren pek çok Ermeni dilbilgini de vardır.
Ünlü Gürcü Edebiyatçı İlya Çavçavadze, “Ermeniler’in başkalarının efsanelerini
kendilerininmiş gibi zannettiklerini ”
ifade etmektedir.Yine aynı zat, ezberci Ermeni dil bilginlerinin kendi
dillerindeki her bir özelliği, başka dillerden dillerine girmiş kelimeleri,
kendilerine mal etmelerini de eleştirmektedir. Halbuki bu dildeki pek çok
kelime ve ses özelliği, Arapça ve Farsça gibi dillerin yanında bu dile
Türkçe’den de geçmiştir. Ermeni bilgin Mordman, Ermeni dilinin Turani dillerden
köklü bir şekilde etkilendiğini belirtmiştir. Yine bir başka bilgin Patkonov,
yüzyıllar öncesinden Türk etkisinin Ermeni dilini etkilediğini söylemiştir.
Patkanov daha 5. ve 6.yy’daki Ermeni kaynaklarında bulunan Türkçe kelimeleri
tespit etmiştir. Örneğin; “goçkar” kelimesi daha bu dönemde Ermeni diline
girmiştir. Bu kelime ile kökendaş olarak “goç-koç” kelimesi de vardır. “Goçkar”
ve “Koç” kelimeleri “erkek koyun” anlamında her iki dilde kullanılmaktadır.
Diğer bir Ermeni dilbilimci “Gukasyan” da Patkanovla benzer görüşleri ifade
etmektedir. Daha 5.yy’da Ermenice’ye giren bazı Türkçe kelimeler şunlardır; “arıg (şişman), ark-ark, goçkar-koç,
zer-yer, torpah-toprak, hakan, tarhan, elteper vb.."
Bütün bu deliller gösteriyor ki, Ermeni
dili, Selçuklu, Osmanlı ve Azeri Türkçelerinden çok çeşitli zamanlarda
etkilenmiş bir dildir. Bu dönemlerde Ermeni Oymakları ile Türk Oğuz boyları
arasında çok güzel ilişkiler kurulmuştur. Sevartyan, Ermenilerin 12.yy ve
sonralarında Türkçe’yi ikinci dil olarak benimsediklerini, delilleriyle ortaya
koymuştur. Bir başka Ermeni dilbilgini Açaryan, 15.ve 19.yy’lar arasında Ermeni
yazılı kaynaklarında, 4200 civarında Türkçe kelime tespit etmiştir. Bu Türkçe
kökenli kelimelerin bazıları şunlardır:
”Bayatı, başlug(başlık), bek(bey), biz, bostan, bostancı, debağ,
talan,gacag(kaçak), nal , nalband, çıban, tolma(dolma), bozbaş, oba, ana, ata,
eziz(aziz), Gelet(galat), gapı, gesd(kasd), gız(kız), yeası(yiyesi), helal,
haram, ağ, ağa, el, ilan, damga, donguz(domuz)...vb” Örnektekiler gibi binlerce
Türkçe kelime, Ermenice’ye geçmiştir. Ermenice’ye sözcüklerin yanı sıra Türkçe
söz öbekleri de geçmiştir. Bu geçişler üç
tarzda
olmuştur:
1-
Bazı deyimler
anlam itibariyle geçmiştir:
Ne
var ne yok? = inç qa, inç çi qa?
Anan
ölsün = merit merni
Bir karın aç, bir karın tok = mi por guşt, imi por sovats
Ağır oturmak = tsanir nıştel Alın yazısı = çoğata gir Parmağını
dişlemek = matı gtsel
2-
Bazı Türkçe
kelimeler aynen muhafaza edilmiştir:
kıç yerine koymak=Gıji toğ dnel azad nefes almak=azad sunts
kaşel kapıya gülle atmak=kaekin golla gnal helal süt emmek=helal gat xmel deli
şeytan diyor=dali şeytanı asıma
3-
Bazı söz
grupları Ermenice’ ye değişmeden,
Ya
baxt = ya bext (x> hırıltılı h sesi)
Bir
gülle bahar olmaz
Kül
başına
Tek
elden ses çıkmaz
Akıl
akıldan üstündür
Tokun
açtan haberi olmaz
Biri
yer biri bakar, kıyamet ondan kopar
Verdiğimiz örnekler gibi daha pek çok atasözü ve deyim
Ermenice’ye Türkçe’den geçmiştir. Hoçatur Abovyan, Perş Prosyan, Gozoros
Ağayan, Gabriyel Sundukyan gibi onlarca bilgin Türkçe’den Ermenice’ye geçen
bunca kelime ve söz grubunun varlığını ortaya koyan, ispatlayan kişiler
olmuşlardır.
Ermeniler, söz varlığımızın yanında bazı ulusal
kişiliklerimizden , Türk mûsikisinden ve daha pek çok alanda bizden
etkilenmişlerdir. 19.yy’da Hovanes Nazaryants Ermeni dilinde söylenen Nasreddin
Hoca fıkralarını derlemiştir. Prof.Dr.Zakiroğlu Abdullayev Türk dilinin Ermeni
dilini gramer bakımından da etkilediğini ifade etmiştir. Ünlü bilgin Türkçe’nin
etkisiyle
Ermenice’de oluşan yeni ses ve dizin özelliklerini şöyle
sıralamıştır:
1-
Ermenice’deki bazı fiiller özellikle Azeri ağzından
etkilenerek çok anlamlı konuma gelmişlerdir.
Almak, çekmek, bitmek,
sürmek
2- Ermeni dilinde pek çok yeni ses türemiştir.
İnce e, ö ve ü sesleri aslen Ermeni dilinde olmayan
fakat Türkçe’den Ermenice’ye geçen seslerden bazılarıdır.
3- Türkçe’den Ermenice’ye pek çok ek de geçmiştir:
-lik, -lı, -çi, -mcı, -miş ...vb.
gibi eklerle birlikte kalıplaşmış kelimeler de bu dile geçmiştir.
Başlux, tozlux, nişanlı,
namuslu...
4-
Türkçe bazı kelimelerle Ermenice fiiller
birleşerek birleşik fiiller oluşturmuşlardır.
Azarlamış inel(azarlamış
olmak) vb....
5-
Türkçe’den Ermenice’ye Pekiştirme sıfatları da geçmiştir.
Kıpkırmızı-qasgarmir
Sapsarı-depdegin
Kapkara-sepsev
Tertemiz-şipşidağ
Dopdolu-leplesun
Şunu da belirtmekte yarar vardır ki, Ermenice üzerinde
Türkçe’nin yanı sıra Farsça ve Arapça’nın da etkisi olmuştur.
6-
Ermeni Guzanları(ozan) Türk dillerine baş vurarak
Ermeni şiirini geliştirmeye çalışmışlardır. Örneğin 10.yy’da yaşamış Grikor
Narekatsi şiirlerinde sel, mum, derman, xaber(x=h), arkan vb
birçok Türkçe kelime kullanmıştır.
7-
Ermenice, Türkçe’deki tamlama yapısından da
etkilenmiştir. Ermenice’deki tamlama yapısı Farsça’dakine benzer şekildeyken
Türkçe’nin etkisiyle değişmeye başlamıştır. Normalde bir Ermeni Ev Alinin
demesi gerekirken şimdi Türkçe’deki gibi Ali’nin ev
demektedir.
8- Hint Avrupa dillerinin tamamında olduğu gibi Ermenice’de de
ortaçlar(sıfat fiil) ki bağlacı yardımıyla yapılmaktaydı. Ancak şimdi
Ermenice’de sıfat fiil oluşumu, Türkçe’deki gibi eklerin yardımıyla olmaktadır.
9- Eskiden Ermenice’de İngilizce’de olduğu gibi
çoğul bir sayının nitelediği isim de çoğul eki alırdı. Beş kitaplar
gibi.. Ancak Türkçe’nin etkisiyle zamanla sondaki çoğul eki bu gibi sıfatlardan
sonra kullanılmamaya başlamıştır.
Şunu da bilmeliyiz ki, dilimizin yanı sıra kültürümüz,
folklorümüz, geleneklerimiz de Ermeni yaşantısında derin izler bırakmıştır.
Halen, Ermeni illerinde Türkçe şarkılar, türküler ilgiyle ve
beğeniyle dinlenmektedir. Bazı sanatçılarımız Ermeni’lerin gönlünde taht
kurmuşlardır. Şu anda Türkçe’nin ana dil gibi konuşulduğu Ermeni köyleri
vardır. Ermeni aşıkları pek çok müzik terimini Türkçe’den almıştır.
Ermenistan’ın başkenti olan Erivan (Revan) köklü bir Türk-İslam kentidir.
Elbette Ermeniler yerleştikleri bölgedeki Türk kültüründen de derin etkiler
almışlardır.
Örneğin; guzan (ozan), saz, santu, keman,
kemanca, bağlama gibi onlarca terim Ermenice’de yaşamaktadır.
Ayrıca Ermeni dostlarımızın ruh dünyalarında bizim ruh dünyalarımıza yaptığı
gibi ince ışıklar bırakan, Aslı ve Kerem benzeri halk hikâyeleri gibi
hikâyeler, halen Ermeni ellerinde insanların hayal dünyalarını türlü türlü
renkleriyle zenginleştirmeye devam etmektedirler.
Not:
Bu çalışmada Elövset Zakiroğlu ABDULAYEV'in bilimsel yazılarından
faydalanılmıştır. Onun "Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları"
adlı kitabını herkese tavsiye ederim. Kitap TDK yayınlarından yayınlanmıştır
FİLİPİNLERDE
SÜMER İZİ
Rusya’da Volga nehri kıyısında Samara
adlı bir yerleşim bölgesi var. Haritalardan bu bölgeyi keşfedebilirsiniz.
Buranın isminin kökenini kimse bilmiyor. Muhtemelen Mezoptamya’daki Sümer’in
kökeni buradan geliyor. Tabii ki bu bölgede yapılmış arkeolojik çalışmalar
hakkında da fazla bilgimiz olmadığı için o bölgedeki yerleşim tarihi konusunda
bir şey söyleyemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki Tataristan ve Kazakistan
arasındaki bu bölgenin ismi Samara. Yine şaşırtıcı bir benzerlik olarak bu
bölge de Volga nehri kıyısında bir yer. Demek ki bu dönemde Samara uygarlığı
tarım toplumu idi. Bizce orada yapılacak kazı çalışmaları bunu kanıtlayan
örnekler verebilir. Biz Ön Asya’da Mezepotamya izine M. Ö 3500’lü yıllarda
rastlıyoruz. Muhtemelen Orta Asya’daki bu Samara’dan Samarlılar daha önce
göçmüş olmalılar. Yani en az M. Ö 4000’li yıllardan bahsediyoruz. Arkeologların
bulgularına göre bu bölgede Paleolitic dönemden beri insan yaşantısının var
olduğu tespit edilmiştir. Yani bu bölge köklü bir uygarlık oluşturmuş
olmalıdır. Daha sonra çeşitli etkenler sonucu göç etmek zorunda kalan bu
uygarlık mensupları eski uygarlıklarını yeni kültürlerle de geliştirerek
Mezopotamya ve Filipinlere götürmüş olmalıdırlar. Demek ki çıkış noktası bu
Samara’dır. Bu bulgularımız ciddi bir şekilde araştırılmalı, bu konuda daha
bilimsel çalışmalar yapılmalı diyoruz.
Bu tezimizi destekleyecek ikinci bir görüşümüzü ilk defa
açıklıyoruz. Bize göre Orta Asya’dan yola çıkan Samarların bir kısmı farklı bir
göç yolu daha izleyerek Filipinlere kadar gitmişlerdir. Muhtemelen sulak,
nehirlerin bol olduğu bir bölge arayışı içinde idiler. Filipinlerin doğusu da
bu iş için oldukça elverişli idi. Belki de daha başka sebepleri vardı buraya
gelmek için.
İşte
bu gibi sebeplerle Filipinlerin doğusuna yerleştiler. Bu bölgenin adının da
şaşırtıcı bir şekilde Samar olması oldukça ilginçtir. Yine bazı yer adları
Sümer yer adları ile aynı denecek kadar benzerlik gösterir. Sümer’deki Uruk
şehri benzeri burada da Orus denen bir şehir vardır. Buranın batısına Sulu
deniz denir ki bu Sulu kelimesinin “su” ile benzerliği ortadadır. Sümerlerde de
“bataklık” (Sug) gibi sulu bölgeler için benzer sesleri içeren terimler
kullanılmıştır. Yine Orta Asya’daki Ural Dağlarının adı olan Ural kelimesi
Sümerlerdeki Ur kelimesi ile kökendaş olabilir bunu da gözden kaçırmamak
gerekir.
Tabii ki şu da bir gerçek ki 1600’lü
yıllarda bölgeye giren sömüregeci batılılar, Dil ve Kültür açısından bölgede
büyük bir tahribat yapmışlardır. Pek çok yer adı bugün İspanyolcadır. Bu
nedenle bölgedeki yer isimleri konusunda en azında haritalar ya da
ansiklopediler yardımıyla yeterli bilgi elde edememekteyiz. Şu da bir gerçek ki
İspanyolca’ya çevirilen şehir adlarının eski şekillerini yerel halk muhtemelen biliyordur.
Bunun için de kapsamlı bir araştırmaya ihtiyacımız var. Tabii ki yine bu alanda
yapılmış çalışmlar da olabilir ama ben bunlara ulaşamamış da olabilirim. Zira
bu çalışmaları her türlü imkansızlıklar içinde yapmaktayım. Bu şık da olasıdır.
Bunu söyledikten sonra bulduğumuz delilleri ortaya koymaya
çalışalım. Sümer şehirlerinden birisinin ismi de Larsa’dır. Bu ismin benzeri
Filipinlerde de bir şehir ismi vardır. Leyse bir dönem Samar için önemli bir
şehir olmuştur.
Yine Sümerlerdeki Lagaş şehir ismi de bu isme benzer
gözükmektedir. Samar’da yaşayan halk Waray’lar olarak anılmaktadır. Sümer
şehirlerinden birisinin adının Warad olması da
oldukça
ilgi çekicidir. Warad ve Waray arasında hiçbir fark yok gibidir. Yine Samar
ülkesindeki Zumerraga şehri ile ile Sümer arasındaki benzerlik de bizce
tesadüfi olamaz. Bu Zumerraga kelimesinin sonundaki Aga kelimesine benzer
şekilde Sümerlerde Agade adlı bir şehir vardır. Bu konuda ciddi araştırmalar
yapılırsa sanırım önemli bulgulara ulaşılacaktır.
Sadece
Waray dilinin değil Sümerce’nin de çeşitli dillerin etkisi altında olması iki
dilin ortak yönlerini bulmamızda zorlayıcı bir unsur. İspanyolca Waray dilini
müthiş bir şekilde istila etmiştir. Yine Müslüman halk arasında da Arapça’nın
etkisi oldukça fazladır. Sümerlerde ise kaderin garip bir cilvesi olmalı ki
Arapça gibi Sâmi kökenli bir dil olan Akadça, Sümer dilini etkilemiştir. Yine
bazı Hint-Avrupa kökenli tesirlere ufak çapta da olsa rastlanır Sümer dilinde.
Tabii ki Waray dilinin bundan çok önceleri nasıl bir şekilde olduğunu
bilmiyorum. Bu konu da bilim adamlarımızca araştırılırsa sanırım Sümerlerin
kökenini ve hatta Samar’ın kökenini açıklamak adına.güzel sonuçlar elde
edilecektir.
Samar
ve Sümer halkları arasında ilgi çekici ikinci bir ortaklıkta ikisinin de
dillerinde var olan benzerliklerdir. Bilhassa şahıs zamirlerinde
karşılaştığımız benzerlik oldukça ilginçtir. Samar ve Sümer’de de birinci tekil
şahıs zamiri “ko”, “go”, “ga” gibi kelimelerle ifade edilmektedir.
İkinci tekil zamiri Sümerce’de Za, zu şeklinde Waray dilinde ise
ka şeklinde. Waray dilinde Niya “o” demekken Sümer dilinde de “ani” o demektir.
Yine bu dilde “bu” anlamında kullanılan “an, han” kelimeleri de ilgi çekicidir.
Yine Sümerce’de “bi” insan dışı varlıklar için kullanılır. Türkçe’de de “bu”
zamiri bu noktada ilginçtir. Yine Türkçe’deki “Şu” zamirinin benzeri Sümerce’de
“su” zamiri vardır ki benzerlik oldukça açıktır. Waray dilinde birinci çoğul
kişi Amon, namon şekillerindedir Sümer dilinde de bu şahıs “me” şeklindedir.
İkinci çoğul şahıs Waray dilinde “Kamo”, “niyo” şekillerindeyken bu şahıs Sümer
dilinde “Zunen” şeklinde ifade edilir. Üçün çoğul şahısın çeşitli şekillerinin
de iki dilde benzer olması bizi geçmişteki bir ortaklığa götürmektedir
şaşırtıcı olarak. Sümer dilinde “An” şeklinde ifade edilen bu zamir, Waray
dilinde “Nira” şeklinde ifade edilir. Bunları ifade ettikten sonra Sümerce ve
Türkçe’deki şahıs zamirlerinin benzerliğinin de oldukça mühim işaretler
taşıdığını vurgulayalım. Hatta bu şahıs zamirleri kelimenin sonuna getirilerek
Türkçe’de olduğu gibi iyelik de ifade ederler. Örneğin:
Til-zu-Yaşam-ın
Şunu da ifade edelim ki kelime düzeyinde
Waray ve Sümer dilleri arasında görülen benzerlik Gramer düzeyinde bazen
bozulmaktadır. Sanırız bunda bu insanların çeşitli milletlerle etkileşimde
kalmaları ve onların dillerinden etkilenmelerinin tesiri vardır. Proto Türkçe
döneminde bildiğimiz gibi Özne yüklemden sonra da ifade edilirdi. Bunun benzeri
olarak Waray dilinde özne ve yüklem yer değiştirmiş görünmektedir. Bu olay
bizdeki fiil sonuna eklenen şahıs zamirlerinin oluşumunu hatırlatır. Geliyor-um
Yukarıda birinci tekil şahıs zamiri
olarak verdiğimiz “ak”, “ko”, “go”, ga örneklerine bir baktığımızda Hint Avrupa
dillerindeki birinci tekil şahıs zamirinin de nasıl oluşmuş olduğunu
açıklayabiliriz. Fransızca jö < Ag< ga. Hatta yerli lehçelerdeki az
kullanımlar Orta Asya’dan göçen Samarların dilinden unsur olarak açıklanabilir.
Bu zamirinin bölgesel olmadığı bambaşka bölge olan Filipinlerin Samar
bölgesiyle yapılan sağlama ortaya çıkar. Buna rağmen Sümerce’de “Men” şeklinde
aynı şahıs ifade etmeye yarayan zamir olduğunu hatırlayalım. Bunun benzeri
Waray “A- mon” zamiri vardır ki buradaki “Mon Men” arasındaki benzerlik
ortadadır. Bu bile ortaklığın ifadesidir.
Irak’ta Abbasiler tarafından Türk
Ordugâhı olarak kurulan ve halen de bir şehir adı olan Samara kelimesi de
oldukça önemlidir. Bize göre bu isim bu bölgeye bilinçsiz bir şekilde verilmedi.
Orada yaşayan ve kendilerini Sümer’in devamı olarak gören insanlar var
olabilir. Türk komutanlar da kendilerine yakın buldukları bu insanlara ad
olarak bu ismi kullanmış olabilirler. Belki de bu Türkler de Orta Asya’daki
Samara bölgesini çok iyi bilen Türklerdi. Bu durumda bölgede o dönemde yaşayan
Sümer kalıntısı halkların olduğu ifade edilebilir. Zaten bölgenin o zamanlarda
harabelik ve tarihi kalıntılarla dolu bir yer olması bu yerin aslında eski bir
yerleşim merkezi olabileceğini gösterir.
Başka aydınlatılması gereken bir nokta
Filistin’de, İsrail’de yaşayan Samirilerdir. Samiriyye (Şomron) kentinde
yaşayan bu Sâmiriler bizce Sümer halkından olabilirler. M. Ö 722 yılında Asur
İmparatoru Sargon tarafından Babil, Kuta ve Avar’dan getirdiği halkları
İsrail’e yerleştirmiş oldukları belirtilir. Ancak bu Sâmirilerden önce de
bölgede Sâmiri olarak anılan insanların olduğu açıktır
Hz. Musa’nın M. Ö. 1200’lü yıllarda
İsrail’e Peygamber olarak gönderildiğini biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’de Taha
Süresi 85. ayette tekil olarak bir Samiri ismi geçmektedir. Acaba bu Samiri
sadece bir kişinin adı mıdır yoksa o dönemde de var olan bir halkın adı mıdır?
Bu da araştırılması gereken bir konudur. Fakat eğer bu Sâmiri kelimesi bizim
tezimize uygun olarak Samar yani Sümer’den göçen birisiyse, onun Buzağıya
tapmayı istemesi oldukça normal. Çünkü Sümerlerde pek çok Tanrı’nın olduğu
biliniyor. Muhtemelen bu Sümer Göçmeni de kendi inancını Hz. Musa takipçilerine
öğretmeye çalışmıştı. O halde Sümerlerin Filistine göçleri M. Ö 1200’lü yılları
buluyor. O Samiri de muhtemelen eski din ve kültür ortamından kopamamış
birisiydi. Bunun tesiriyle Buzağıya tapma gibi bir eylemin içine girdi. Boğaya
tapma inancına ilk olarak Sümerlerde rastlanması da meselemiz açısından oldukça
ilginçtir.
Kur’an’da Buzağıya tapma işini öneren kişinin “Samiri” olarak
anılması bu açıdan anlamlıdır. Sümerdeki Tanrı bolluğu ve bilhassa Tarım
toplumu olmaları nedeniyle, Boğaya, Buzağıya tapmaları Hz. Musa takipçilerini
kandıran Samiri’nin bir Sümer göçmeni olduğunu açıkça ortaya koyabilir. (Taha
85 —-Allah:
"Ama Biz, senin ardından kavmini fitneye düşürdük ve Samiri onları
saptırdı. " buyurdu. )Sümerlerin taptıkları bazı diğer
tanrılar şöyleydi; Ea (Su Tanrı), Boğa, Anşar (Gökyüzü Tanrısı), Enlil (Yeryüzü
Tanrı), Kingu (Dev ve Canavar Tanrısı), Lakmu (Yılan Tanrı), Pazuzu (Ateş
Peri), Utu (Güneş Tanrı) Bazı Sümer tabletlerinde bütün bu Tanrıların
isimlerinin tek bir İlaha ait olarak gösterildiğini fark ediyoruz.
Bu gerçekler de Sümer devleti yıkıldıktan sonra Sümerler ne oldu
sorusuna bir yanıt bulmamızı sağlıyor. Onlar çeşitli yerlere göçtüler. Filistin
de bu yerlerden birisiydi. Kur’an-ı Kerim’de geçen Zümer süresinin isminin de
konuyla bağlantılı olabileceğini söyleyelim. Hatta bu sürenin daha başlarında “Allah’tan
başka Tanrılara tapanlardan bahsedilmesi” oldukça ilginçtir. Yine surenin
sonlarında insanların “Zümer halinde Cennete ve Cehenneme sevk edilmeleri”
Sümerlerin hem olumlu hem de olumsuzluklarına bir örnek olabilir. Yine belki de
Sümerlerin bölük bölük memleketlerinden hazin göçleri de hissettirilmek
istenmiş olabilir. Zümer ismi belki bunu hatırlatmak için süreye ad olmuş da
olabilir. Bunlar tabii ki araştırılması gereken konulardır. Bu iddialarımda
emin değilim ve “gerçeği Allah bilir” diyorum. Ancak bu mevzular
araştırılmalıdır. Bu araştırmaların yapılması gerektiği, haddi zatında “Gezmez
misiniz?” “Görmez misiniz?” tavsiyelerinde bulunan Kur’an’ın emridir. Bilindiği
gibi Sümerlerin devletleri M. Ö 2000’li yıllarda Elamlar tarafından yıkılmıştır.
Sümerler bölgede yaşamaya devam etseler de diğer kavimlerin istilaları belki de
onların huzurunu kaçırdı ve zümreler halinde göç etmek zorunda kaldılar.
Onların Orta Asya’dan bu bölgeye muhtemelen de Filipinler civarına göçleri bu
şekilde yani “Zümer” (bölük bölük) şeklinde olmuştu.
İşte Sâmiriler bu yerleştirilen
topluluğa verilen isim olmuştur. Muhtemelen Sümer Halkı anlamında Sâmiri olarak
anılmış bu topluluk İsrail tarafından Yahudi olarak kabul edilmektedir. Hâlbuki
onlar kutsal kitabı kabul etmektedirler. Belki de İsrail soyundan olmadıkları
için Yahudiler onları kabul etmemiş de olabilir. Bu da Sâmirilerin başka bir
milletten olduğunu gösteriyor. Tarihi olaylar da bunu kanıtlıyor. Buna göre
Sâmiriler Sümerlerin soyundan gelmiş, Sümer Devleti yıkılınca varlıklarını
muhafaza edebilmeyi başarabilmiş bir halk olabilir. Çünkü onların İsrail’e göç
ettikleri topraklar Sümer ülkesinin topraklarıdır.
Sâmiriler kendilerini Yahudi kabul
etmekle birlikte ellerinde bulunan Tevrat günümüz Tevrat’ından oldukça farklıdır.
Bu nedenle Sâmiriler Yahudileri Tevrat’ı değiştirmekle suçlarlar. Onların
ibadetleri de oldukça farklıdır. Sâmiriler aynene Müslümanlar gibi abdest
alırlar. Yine onlar kilise ya da havrada değil de Mescit benzeri yerlerde
yaparlar ibadetlerini. Secde, rükû, kıyma hareketlerini yaparak kendilerine has
bir namaz kılarlar. Bu gibi yönleri Müslümanlara çok benzemektedir. Bugünkü
Sâmirilerin Buzağı’ya tapan ve Hz. Musa’yı reddeden Sâmirilerle pek alakası
yoktur. Çünkü bugünkü Sâmiriler Allah’tan başka bir şeyi ibadeti kabul etmeyen,
Hz. Musa’yı peygamber olarak kabul eden ve seccadelerini yanlarından ayırmayan
dindar insanlardır. Hatta Sâmiriler İsrail politikalarını da beğenmemekte
Müslüman ve Yahudilerin bir arada barış içinde yaşamasından yana olduklarını
her fırsatta dile getirmektedirler.
Sümerler
yani Samaritan’lar İbrani alfabesinin
gelişmesine, Tevrat’ın yazı sistemine büyük katkılarda
bulunmuşlardır. Sümer alfabesi ile İbrani alfabesi arasındaki benzerlikler de
bunu ortaya koymaktadır. Yine Samaritan yani Samiriyye alfabesi ile Sümer
alfabesinin benzerliği Samirililerin Sümerden göçtüğünü kanıtlayan ayrı bir
kanıttır. Muhtemelen bu Samiri halkının pek çoğu Yahudileşti ve Yahudi olarak
kabul edildiler. Kalan Samiriler ise isimlerini korumayı başarabilmişlerdir. Bu
arada Samiriyye dili ile Filipin Samar dilleri arasındaki benzerliğe birinci
tekil şahıs ve 3. tekil şahıs zamirlerindeki benzerlikleri örnek olarak
gösterebiliriz. Elbette ne Samar dili ne de Samarya (Samiriyye) dili saf
olmadığında bilhassa Samiri dili tamamen Semitik bir şekle dönüştüğünden bu
gibi benzerlikleri bulmak bizim için altın kadar değerli olmaktadır. Filipin
Samar dilinde birinci tekil şahıs “Anok” şeklindedir. Bu şahıs, Samiri dilinde
ise “Anaki” şeklindedir. “O” anlamına gelen 3. Tekil zamiri Samar dilinde
“Hiya”, “iya” şekillerinde de olabilir. Samiri dilinde bu zamirler “u”, “i”
şeklindedir. Aslında Samiri dili Aramiceleşmiş bir görünüm arz eder. Hatta
günümüzde bu diller Arapçalaşmaya başlamış gözükmektedir. Ancak yine de iki dil
arasında başka benzerliklerin olma ihtimali ciddiyetle araştırılmalıdır.
Benzerlikler bulunsa da karşımıza yine bazı sorunlar çıkabileceği de gerçektir.
Zira Sümerce bir Sami dili olan Akadça’nın ve diğer dillerin tesirindedir. Yani
saf bir dil değildir. Bu nedenle bazı bulgular
bizi
yanıltabilir.
Şu gerçeği de ifade etmek istiyoruz ki
Orta Asya’dan sadece Filipinlere göç olmamıştır. Dünyanın bütün bölgelerine
bilhassa da Güney Asya’daki pek çok ülkeye Samarlar tarafından “bölük bölük”
göçler yapılmıştır. Aslında bu göçen Samarlar tek bir ırk değillerdi ancak
onların içinde çoğunlukla Türkler bulunuyordu. Austric de denilen Güney Asya
dillerinde bulunan Türkçe kökenli kelimeler de bu göçlerin açık bir delilidir.
Yine yaptığımız araştırmalar sonucunda sadece Filipinlerde değil pek çok Güney
Asya milletlerinin dilinde Sümer diliyle paralellikler bulunmuştur. Bu da
Sümerce’nin Orta Asya kökenli olduğunu ispat eden başka bir delildir. Çünkü
Güney Asya halklarının birçoğunun Orta Asya’dan göçtüğü bilinen bir gerçektir.
Örneğin Japonca’nın bir lehçesinde Sümerce’de olduğu gibi birinci tekil şahıs
zamiri “ga”dır. Yine Atayal, Payvan ve Japonca gibi dillerde “za”, “se”, “si”,
“zo” sesleri Sümerce’de olduğu gibi 2. tekil şahıs zamiri olarak
kullanılmaktadır. Sümerce’deki diğer şahıs zamirlerinin izine de pek çok Güney
Asya dilinde rastlanmıştır. Benzerlikler sadece şahıs zamirleriyle kalmamıştır.
Mesele “ana” şeklindeki “ne” soru zamiri Japonca’da “Nani”, Kapampangan’da
“Nanu” şeklindedir. Ve pek çok yerde de benzer şekildedir. Sümerce’de Nereye?
Anlamına gelen “Mea” zamirinin aynısına yakını Malay dilinde “Mana” şeklinde
kullanılmaktadır. Hatta eklerde bile bazı benzerlikler bulunmaktadır.
Araştırmalarımız neticesinde bu konuda yapılan bilimsel bir çalışmaya ulaştık.
(Bk. http://www.
geocities. com/tokyo/temple/9845/sumer. htm kaynağından tercüme ettiğimiz bazı
örneklerle meseleyi açıklayalım:
Zamirler
Sümerce
Austric
Ben ga ga (Taulil), go (Solor), gau (Gao), gni (Savo)
ga (Dialect Japanese? ) kaw (Khamti, Ahom, Sham,
Tho-nung), ku (Siam, Lao, Black Tai), ke (Santa Cruz), -gu (Dawawa,
Kakabai,
Sinaki,
Suau, Bohutu, object suffix)
ga-
(Bwaidoka, subject prefix)
Sen za. e, ze sau, si, su (Austro-Tai), hau (Manggarai)
su (Atayal), su-, -sun (Paiwan), za (variant of sama),
oze,
ozo (Japanese)
O/An
ene eni (Vanua Lava, Mantion), ini
(Bank's
Is. ),
ine
(New Hebrides), ina (Santa
Cruz),
ena-
(Suau, Molima), ena
(Manikion)
Anlar e. ne. ne-ra (dative) inira (Vunapu, Penantsiro, Akei,
Wailapa,
Onlar Tutuba, Vao), enira (Tangoa), enir (Vanua
Lava,
inir (Gaua), ineira (Mota)
Interrogatives
Ne? A. na? Ano? (Philippines, Indonesia), Uani?
(Letemboi), Nani? (Japan), Nanu? (Kapampangan)
Kim? A. ba? Si-apa (Malay/Indonesia from apa? "What?
"),
Pa?
(Infit. , Ikiti), Pae? (Imreang,
Ikiyau),
Pah?
(Loniel), Pai? (Weda,
Sawai),
Abhay? ,
Abe?
(Nissaya Burmese, classified
as
Sino-Tibetan
or Tibeto-Burmese,
but
of
highly
mixed characteristics
including
agglutinative
morphology. ) Epa?
(Fasu)
Aapi?
(Kewa), Ibuge? (Foe), Bo?
(Sakai)
Ne zaman? Me-na-am? Mana nui?
(Chamorro), Mangge? (Chamorro), mingyaal Kangi (Yap),
mo (Bontok)
Kande
Nere?
Me-a? Mana? (Malay, Indonesia)
Tabii ki bu örnekler sadece belli bazı
Güney Asya ülkeleri nazara alınarak verilmiş örneklerdir. Elbette Sümerce’nin
diğer Orta Asya kökenli dillerle de karşılaştırılması bizi daha açıklayıcı
sonuçlara götürecektir. Bizim örneğimizdeki Waray dilinde “Tatay” baba anlamına
geliyordu. Türkçe’deki Dede, Ata kelimeleriyle bu kelimenin benzerliği
ortadadır. Yine “ne” zamiri ve onların türevlerindeki benzerlikler de oldukça
ilginçtir. Bunlar gibi ekleri de kuşatan pek çok örnek vardır ki ilgili
dillerin ortak bir kökenden çıktığını düşündürtmektedir.
Ancak biz Sümerce ile Filipinlerin Samar
bölgesindeki Waray dili arasındaki benzerlikleri keşfettiğimizde bu gibi
çalışmalardan haberimiz yoktu. Yani bu gibi çalışmalardan etkilenerek o
tezlerimizi ortaya atmış değiliz. Bunu açıkça söyleyelim. Araştırmamız
neticesinde bulduğumuz bu argümanları da savımıza delil
olarak kullanmanın yerinde olacağını düşündük. Zaten biz o
dillerin de köken olarak Türkçe gibi Ural Altay yani Orta Asya kökenli
dillerden türemiş olabileceğini iddia ediyoruz. Yani Sümerce ile Malezya,
Endenozya, Filipinler gibi bölgelerdeki halkların dilleri arasındaki benzerlik
bizi ortak bir kökene götürür, diyoruz. Ancak bizim tezlerimizi de
kuvvetlendiren bu bulgular bir şeyi kesin olarak ortaya koyuyor. Sümerce
Hint-Avrupa ya da Sami kökenli bir dil değildir.
O kesinlikle Orta Asya kökenli bir dildir. Onun pek çok ailesi
dünyanın pek çok bölgesine yayılmıştır.
Sümerce’nin Orta Asya kökenli Türkçe
benzeri bir dille akraba olduğunu kanıtlayan biçimsel özellikler de mevcuttur.
Bildiğimiz gibi Sümerce, Türkçe gibi çoğunlukla sondan ek alan bir dildir. Bu
durumun istisnaları da yabancı bazı dillerin tesiriyle oluşmuş olabilir.
Sümerce’deki ekler de Türkçe eklerle benzerlik gösterir.
Sümerce
Türkçe
- Ka-ta. Kapı-tan, Kapı-dan
- Ka-n-i. Kapı-n-u, KapI-y-I
- Ka-na. Kapı-y-a
- Ka-gim. Kapı-kimi
- Ka-na(k). Kapı-n-ın
- Ka-ta. Kapı-da (Kaynak:
http://www.compmore.net/~tntr/sumerturka.html)
Yine Sümerce kelimelerdeki ve kelerinde
sık sık görülen “ünlü uyumları da” Türkçe gibi dillerin belirgin özelliğidir.
“Unu, Aga, Bulug, nagada, narua, nağakum, namdamgar, namkalag, namluülu vb. ”
Hatta Sümerce pek çok kelimede Türkçe’dekine benzer bir şekilde Küçük Ünlü
Uyumu örneklerline de rastlanır. “erim”, neizigar “namnutar” “mdiğir” “mğenna”
vb. (yağmur, hamur gibi örneklerden Türkçe’de düz geniş ünlülerden sonra dar
yuvarlak ünlülerin bulunabildiğini anlıyoruz. Hatta Sümerce’de de bu özelliğin
Türkçe’deki gibi “m” ünsüzünün yuvarlaklaştırma özelliği sonucu oluştuğunu
görebiliyoruz namükuruku”. ) Sümerce bir cümle ile ses benzerliğinin, eklerin
birleşiminin ne boyutlarda olduğunu ortaya koyalım:
ka-ta-kar-ra
ur-ra ab-su-su
Ağız-dan
kapar alacaklar zerre kadar ödemeyi
Yine Sümerce cümle dizimi de Türkçe’ye (Özne+Tümleç+Yüklem)
benzemektedir:
ükur-re
a-na-am mu-un-tur-re
Yoksul-er
ne kadar da zayıftır
Tabii ki yazılı metinler genelde manzum
şekilde olduğu için devrik cümlelere de haliyle rastlanabilir ancak dilin
gramer yapısı çoğunlukla Türkçe’deki gibidir.
Bu örneklere bakınca siz de belki bir
hatıranızı hatırladınız kim bilir? Çocukluğumuzda Kuş Dili olarak öğrendiğimiz
bir dil vardı. Hecelerin arasına “ga” sesini koyduğumuz bir yapma dildi bu.
Hatta bu dilin numuneleri divan edebiyatında da fazlasıyla verilmiş. Mesela bu
dille Sümerler’i şu şekilde söylerdik. Sü-ge-me-ge-ge-ger. Tabii ki bu dilin
çeşitli varyasyonları da olabilir. Sanki bu dil bize Sümerceyi
hatırlatmaktadır. Belki de bu dil eski günlere duyulan bir özlemle Turnalar
gibi hiç düşünmeden geliştiriverdiğimiz, ama kökenleri ta Sümerde belki de Orta
Asya’da olan dilimizin eski bir şeklinin sesten izlerini taşıyor olabilir.
Belki de o bizim özlemimizin aslımıza “Turnaca kanatlanmış” (kuşlaşmış) sesidir
ve belki de bizi onunla mutlu kılan bir anda Ötüken’e, Mezepotamya ovalarındaki
o huzurlu günlere bir kuş gibi uçacağımızın bilinçaltı hayalidir. Kim bilir?
Türkçe ile Sümerce arasında yukarıdaki
örnekler gibi pek çok benzerlik ve paralellik vardır. Bu o kadar açıktır ki
Uzak doğu dediğimiz Güney Asya’daki dillerde bile Sümerce ile paralellikler
mevcuttur. Sanırız Sümerlerin büyük bir çoğunluğu da Anadolu’ya göçmüştür ve
Sümerce Türkçemizde yaşamaya devam etmektedir. Yani Sümerlerin dil mirası
kendisiyle kökendaş olan Türklerin yaşadığı Anadolu şehirlerinde, köylerinde,
ilçelerinde yaşamaktadır. İki dilde ortak olan kelimelerin pek
çoğu ise Orta Asya’daki ortak köken ile açıklanabilir.
Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Oğuz
Türklerinin bu topraklarda bin yıldır yaşaması ve yepyeni uygarlıklar kurması
gibi Sümerler de Orta Asya’dan Mezepotamya’ya göçmüşler ve burada binlerce yıl
süren uygarlıklar kurmuşlardır. Sümerler pek çok milletle karışmışlar, insanlık
için güzel eserler vermişlerdir. Yazıyı ilk bulan bilindiği gibi Sümerler
olmuştur. Muhtemelen Sümerler Türklerin Eskiden beri Orta Asya’da kullandığı
bugün Futhark yazısı olarak da bilinen bir yazının bir benzerini bu topraklara
getirmişlerdir. Yine Sümerler tarım alanında da büyük yeniliklere imza
atmışlardır. Geliştirdikleri sulama sistemleri oldukça ileri seviyededir.
Bulundukları bölgede yeni dillerin ve halkların oluşmasına, birbiriyle
kaynaşmasına sebep olan Sümer uygarlığı bu gibi yönleriyle Osmanlı Medeniyetini
de hatırlatmaktadır. Hatta Sümerce, Osmanlıca gibi bir ortak dil olabilmiştir.
Çoğunlukla Sami dillerden aldığı kelimelerle dilini zenginleştirmiş, ortak bir
dil oluşturmasını bilmiştir. Ancak onun iskeleti olan grameri ve kelime
hazinesinin büyük bir çoğunluğu Sümerce’nin Türkçe benzeri bir dil olduğunu
ortaya koymaktadır. Tabii ki bu alanda çalışmalar da aratarak devam etmektedir.
Bizim kanaatimiz ise Sümerce’nin Hint-Avrupa ya da Sami kökenli bir dil
olmadığıdır. Sümerce bükümlü bir dil değildir ve Ural Altay dilleri gibi
eklemeli dillerdendir. Pek çok özelliğiyle Türkçe ile paralel
gözükmektedir. Bunu ortaya koymak için iki dil arasında benzer bulduğumuz bazı
kelimeleri sizlerle paylaşacağız.
Sonuç ne olursa olsun gerçek şudur ki
Sümerler iki nehir arasında yani Fırat; Dicle nehirleri arasında büyük ve köklü
bir medeniyet kurmuşlardır. Pek çok inancı, kültürü, milleti ve de dili
etkilemişler, hatta oluşturmuşlardır. Bunu da kendi aralarında sağladıkları
birlikle yapabilmişlerdir. Egemenlikleri altındaki bütün halkları ortak bir gaye
altında birleştirmesini başarabilmişlerdir. Oluşturdukları sağlam ve esaslı
kanunlarla adaleti tesis etmişlerdir. Hatta bu kanunlar kendilerinden sonraki
pek çok uygarlığı da etkilemiştir. Onların bu büyük başarılarını saygıyla
anıyor insanlığın bu uygar atalarının huzurunda hürmetle eğiliyorum. Sizleri de
Türkçe ve Sümerce’de benzer olduğunu tespit ettiğimiz bazı kelimelerle baş başa
bırakıyoruz:
(Önce
Sümerce kelimeler yazılmıştır.)
Ada-
Baba, Ata
Adda-
Yemek İçin kesilmiş hayvan ölüsü -Adak-
Adda-gönderme, yollama Türkçe’de -atta- olarak yaşar. Adda ve
Adak “ayak" ilişkisi
ilginçtir
İda- su yolu, dere
Aga-
taç, mükemmellik, kusursuzluk, en üst (Ağa ile benzerlik var)
Udu-
toslamak Uga-kuzgun İgi-gö(z)
İgi- iki taraflı, karşılıklı
Ugu-
Onung, onların, öbürü, kafatası, çalışkan öğrenci,
Ugu-Ayı
Uku-Kişi, insanlar,
Ah-ek
Ak-
yapmak, yerleşmek İl-El (Taşıyıcı)
İl-Ülke
Ama-ana, aba ile benzerliği açık
Ama-kadın odası
Eme-Dil (emme ile alakalı)
Eme-kadınlık organı
Umu-Yaşlı kadına (umacı, humay ana)
Unu-Şölen -ün kelimesiyle alakalı
olabilir)
Ar-Övme,
güzel göstermek Bizde utanma duygusu olarak geçmiş,
Ara-Arı -temiz- anlamında.
Uru,
Ur- Kasaba, şehir, köy -Ur- eski Türkçe’de “kurmak, kanun” anlamında. Uru da
bugünkü anlamıyla Kuruluş, Kurum gibi düşünülebilir. Türkçe’de bu kelime hâlen
de kullanılmaktadır.
Uru-
Orı “eski Türkçe’de” -erkek, kahraman, cesur-
İsi-İz (çukur bırakmak)
Usu-Us (beceri, akıllılık, hüner,
ustalık)
Ussu-Sekiz
İs-İp
Usu-Otuz es-üç + u-on
İti-
Işı (ay ışığı)
Uzu-Akşam
(Uyu-)
Da,
Dab-Tut (Tutmak)
Dub-Top
(Yığın, küme)
Dub, Tub -Tep- Gaba-Kabur-ga (Göğüs) Gub-Koy-, Kur- Pab,
Pap-Baba Sab-sap Sab-Kap
Sib-Şaman, Kam Sub-yalamak (Su ile alakalı gibi) Suba-Şaman
Tab-bat
Tab-Kop
(Hep beraber)
Zib-
Kıç, iz
Bid-Bok
Didi- genç, yigit
Gada-Keten
Gid- güt -yönetmek-
Gud-
gıdı gıdı kullanılır güldürmek için yani mızmızlan, gül demek istenir.
Gud-Guz -savaşçı asker-
Gud- Köy, kent -yuva-
Gud-kısa
Hud-kun -gün-
Kad-kat-
Kid-Git
-ayrılma, alıp götürmek, uzaklaşmak- Kid- Et- Kad-Dok-uma Kud-Kuyu (oyuk)
Mud-But
arasında bir alaka var gibi “Mud” da ayakla ilgili bir kelime.
Mud-Boy -akrabalık, kan bağı- Nad-Yat-ak
Sed-Sıcak
su, su ile alakalı
Sud,
su- yudumlamak, soğuk
Sud-Uzat
Sud-Kut,
Kutsal
Tud,
tu, du- doğmak
Dag-Otag
“dinlenme yeri, oda, ev”
Düg-Diz
Dug,
du- Demek
Gag-
kakmak “çivi”
Gig-Gece -gice- Gug-Huy
Kug-kuy
(gümüş, kuyumcu)
Lug-Ogul
(Arılar için)
Muk-Bok
“Domuz ahırı, pis yer anlamında”
Bag-Bağ-
“kafes”
Sag-Sağ
“güzellik, iyilik, iyi, talih”
Sig-
sığ “alçak, yüksek olmayan”
Sig-Sik- “darbe, hareket, kalem darbesi, vurma ayrıca “sık-“
-dar, kısıtlı- anlamlarında da kullanılmış.
Sug-Sulak “bataklık, suyla dolu, göl” Sag-bağırsak
Seg-Soğ-uk “buz, donmak” seg kar anlamına da gelir.
Tuğ-Bez, bayrak Sag-Seç Zig-Çık- Hun-Ön
Kin-Düzen, kanun, vazife herhalde Han kelimesi yerine
kullanılıyor.
Sağ-Saç-
Siğ-Kes-
Hes-esir
Kaynaklar:
http://www.
sumerian. org/sumvcv. htm http://www.
sumerian. org/prot-sum. htm http://www.
sumerian. org/suma-e. htm
ESTONCA VE
TÜRKÇE
Bu çalışmamızda Estonca ve Türkçe
arasında var olduğunu gördüğümüz bazı benzerlikleri sizlerle paylaşmaya
çalışacağız. Sanırız bu benzerlikleri görünce en az sizler de bizim kadar
şaşıracak ve aslında dünya denilen şu kürede, Türk olduğunu bildiğimiz
milletlerin dışında da Türkçe ile akraba olma ihtimali yüksek dilleri konuşan
değişik milletlerin var olduğunu
anlayacaksınız.
Şimdi bu benzerliği ortaya koyacak bazı örneklere bakalım:
Tekil
1)
Ben, min/mina -- ma
2)
Sen/ sina -- sa
3)
An, o, te/ tema -- ta Çoğul
1)
Biz, miz/ meie -- me
2)
Siz/teie -- te
3)
Anlar, onlar/ nemad -- nad
Örneklerden de anlaşıldığı gibi Estonca ve Türkçe’deki şahıs zamirlerinin
tamamı neredeyse birbiriyle benzerlik göstermektedir. Türkçe’deki bu gibi
kelimelerin etimolojilerini bilenler iki dilin zamirleri arasındaki inanılmaz
benzerliği hemen anlayacaklardır. Fince ile benzerlikleri de çok olan Eston
dili Türkçe’ye bazı yönleriyle Fince’den daha çok benziyor gözükmektedir. Bunda
da onun coğrafi konumunun yanında kültürel bazı özelliklerinin de etkisi
olabilir.
Estonca fiillere eklenen mastar eki ise Türkçe’de kullanılan
mastar ekiyle aynıdır. Bu dilde mastar eki olarak Türkçe’de de kullanıldığı
gibi -ma eki kullanılmaktadır.
İstu-ma
Otur-ma
Görüldüğü gibi iki dilde de fiiller
mastar haldeyken sonlarına -ma eki alırlar. Aslında Türkçe’de kullanılan -mak
mastarı ile -ma mastarlarının kökenlerinin aynı olma ihtimalinin kuvvetli
olduğunu da düşünürsek, Estonca bu yönüyle tamamen Türkçe’ye benzer
gözükmektedir.
İki dilde de eklerin kelimelere
bitiştirilme şekilleri de birbirine benzer gözükmektedir. Yani iki dil de
sondan eklemelidir. Üstelik iki dil de Anglo-Sakson dillerinin çoğundan farklı
olarak fiillerine şahıs ekleri getirerek onların öznesiz de kullanılmalarına
olanak sağlar.
mina istu-n 'Ben oturur-(u)m' sina istu-d 'sen oturur-sun' tema
istu-b 'o oturur-' meie istu-me 'biz oturur-(u)z' teie istu-te 'siz oturur-sunuz,
suz' nemad istuv-ad 'onlar oturur-lar'
Türkçe’de düşmüş olan 3. tekil ve 3.
çoğul şahıs eklerinin Eston dilinde var olduğu açıkça gözükmektedir. Bu da bu
dilin Türkçe’nin erken dönemlerindeki görünümünü andırmaktadır.
Türkçe ile Estonca arasında göze çarpan
diğer bir ilginç benzerlik de hatta benzerlikten öte aynîlik de “olmak”
fiilinde göze çarpmaktadır. Estonca’da da “olmak” fili neredeyse harfi harfine
Türkçe’deki ile aynıdır. Farklı olarak sadece sona bir -e sesi gelmiştir. Bu
ise ortaklığı ortadan kaldırmayacak kadar küçük bir ayrıntıdır.
OLE-MA
(Estonca)
OL-MA
(Türkçe)
Şimdi bu ilginç bir o kadar da mükemmel
benzerliği de görmezlikten gelemeyeceğimiz açıktır. Değil görmezlikten gelmek;
bu güzelliği sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğiz. Eston dilindeki bu kelime
Hint-Avrupa dillerindeki “olmak-be” filine karşılık gelmek üzere
kullanılmıştır. Tarzanca dediğimiz o Türkçe de aslında aynı etkiyle yer yer
espri maksatlı ya da Türkçe’yi sonradan konuşan yabancıları taklit maksatlı
konuşulabilmektedir aramızda.
Ben
olmak iyi. ya da Ben var iyi olmak.
Gibi kullanımlar aslında Hint-Avrupa dillerinin Türkçe’ye
izdüşümünün yansıtılmasından ibarettir. Yani Hint-Avrupa dilleri mantığı ile
Türkçe konuşulsaydı bu şekilde konuşulurdu. İşte Eston dostlarımız Hint-Avrupa dillerinin
özellikle de Slav dilinin etkisiyle bu bize Tarzanca gelen konuşmayı
kabullenmişler, dillerine yerleştirmişlerdir. Aslında bizim de kullandığımız
i-mek filinin yani ek fiilin mantığına yakın bir mantıkla da kullanılır bu
olmak fiili.
Mina
ole-n “Ben -im” İngilizce karşılığı “I am” Buradaki “am” karşılığı olarak
kullanılır ole- fiili.
İki dil arasında geçmiş zamanda da bir benzerlik göze çarpar.
Bildiğimiz gibi bizde -di, -ti vb. ekler kullanılır geçmiş zamanda. İşte bu
-ti, -di sesi ile kökendaş olması kuvvetle muhtemel -si eki aynı gibi
gözüküyor. Ağızdan çıkış itibariyle bildiğimiz gibi “s ve t, d” sesleri
birbirleriyle akrabadır. Bazen “s” sesi “t” sesine bazen de “t” sesi “s” sesine
pek çok dilde de örnekleri görüldüğü gibi birbirine dönüşebilmektedir.
Fiilleri olumsuz forma sokmak için bildiğimiz gibi Türkçe’de
“-ma” olumsuzluk ekini kullanmaktayız. Eston dilinde de olumsuzluk için ek
kullanılmaktadır. Burada da Slav dilinin tesir gözükmektedir. Hayır anlamına
gelen ve Türkçe “hayır” kelimesi ile kökendaş olma ihtimali yüksek “ei”
kelimesi olumsuzluk anlamını vermek için fiilin önüne getirilir. Dediğimiz gibi
burada Anglo-Sakson dillerine bir benzeyiş göze çarpar. Fakat olumsuzluk
anlamını vermek için kullanılan bir özellik vardır ki Proto-Türkçe döneminde de
kullanılmış fakat bugün çoğunlukla kullanımdan düşmüştür. Aslında sanıldığının
aksine eski Türkçe’de bilhassa fiillerin zıt anlamlarını oluşturmak için ön ek
benzeri sesler kullanılmaktaydı. Bu olayın kalıntısı kelimeler dilimizde halen
yaşamaktadır.
(y)itmek- b-itmek inmek- b-inmek
Elimizdeki bunlar gibi kısıtlı örneklerden yola çıkarak
diyebiliriz ki:
“Eski Türkçe’de bilhassa ünlü ile başlayan fiillerin zıt
anlamını ortaya koymak için fiil önüne en azından “b” sesi getirilmekteydi. ”
Bu örneklerle Eston dilindeki şu örneği daha iyi
açıklayacağımızı sanıyoruz:
Olema-p-olema
Proto-Türkçe dönemindeki az önce bahsettiğimiz özellik bu
örnekle Estonca’da yaşıyor gözükmektedir. “Olema” (olmak) fiilinin önüne
getirilen bir “p” ya da eski dönemlerde “b” ünsüzü fiilin anlamını ilk anlamına
zıt bir şekle sokabilmektedir.
Olema (Olma)- p-olema (olmama) (Yok olmak) aynen inmek-b-inmek
örneğinde olduğu gibi.
İki dildeki sayılar da birbirine benzerlik göstermektedir.
(1) Bir, ilk -üks (Bu üks bir anlam kayması ile Türkçe’de “üç”
şeklinde yaşıyor olabilir)
(2)
Yiki, iki, eki- kaks (Başa bir k- sesi gelmiş)
(6)
Beş,
biş- viis
(7)
Kuus (bu “kuus” ile Dokuz sayısının son hecesinin
benzerliği ilginçtir. Belki de “kuus” iki- üks(üç)’den değişmiştir. Bildiğimiz
gibi “iki üç” altıdır. )
(8) Yedi, yetti -seitse (seytse)
(9) Sekiz-Kaheksa (seksen’e benziyor)
(10)
Dokuz-Üheksa
(11) On-kümme (Türkçe “küme” kelimesi ile kökendaş gibi gözüküyor.
Eski Türkçe’de “Bin” anlamına gelen “Tümen” kelimesinin o zamanlarda ve şimdi
de askeri topluluklar için kullanıldığını hatırlayalım)
Elbette Türkçe ve Estonca arasındaki
benzerlikler ve ortaklıklar bunlardan ibaret değildir. İki dilin de ünlü, ünsüz
uyumları birbirine benzemektedir. İki dilde de ekler sonda bulunur. Elbette
Eston dilinde Hint-Avrupa dillerinin tesiriyle bazı istisnalar oluşmuş
olabilir. İki dilde de özne ve yüklemin cümle içindeki yerleri neredeyse
aynıdır. İki dil arasında birbirine benzer olan ve aynı kökenden geldikleri
oldukça açık olan binlerce kelime vardır. Bilhassa Türkçe’nin eski dönemlerindeki
kelime hazinesi ile Eston dilinde hal-i hazırda kullanılan pek çok kelime bir
benzerlik taşımaktadır. Şimdi de iki dil arasındaki bazı benzer kelimeleri
sizlerle paylaşalım:
Amerika-lı
- ameerik-lane (Türkçe -li, -lı eki ile
Estonca
-lane ekinin benzerliği ortada)
Ya (ve anlamında) - ja ancak - aga koltuk - tool dil-keel
ata-isa (ata>ita>isa) ya da-voy hayır-ei
ev
(konut)- kodu (Kon- ya da ko-maktan geliyor
gibi.
Gecekondu’yu hatırlayın)
ogul-poeg
(Başa bir “p” sesi almış)
te(şu)-et
şu-see
ne, ni? -mis? (Türkçe soru edatı -mi’yi hatırlatıyor)
nere-kus (Türkçe’de “nere” anlamı eskiden de “ku, ka”
kelimeleriyle ifade edilmiş) ogul(kız)-ode
kim-kes
(Eski Türkçe’de de benzer sesler
kullanılmış
aynı anlamda; ki, ke)
pek-vaga
evet,
ya-jah
sorma-küsima
gel-tule
et(yapmak)-tege, tee Kork-ma - kart-ma, karda/n
Kulakla-ma(duyma)-kuul-ma Öğren-me(ög-)-opi-ma Oku-ma-luge-ma
Söy-le-me—üt-le-ma (Türkçe’deki öt- fiili ile benzerliği ortada)
Görme-nagema
İstuma-oturma
(Ot kökünden)
Anlama, us-ma—saama Oturma(bekleme)—otama (Otağ kelimesinden
gelebilir “otağ-ma”)
Gitme(gezme)—kaima
Bakma-vaatma
Yazma—kirjitma (Türkçe’de de kullanılan taştan çıkan seslerin
taklidi gırç, kırç ya da kazıtma ile kökendaş)
Güzel—ilus (İyi ile ya da ulu kelimesi ile kökendaş olabilir. )
İyi
(doğru)—Oige (Eygü’den gelebilir)
İyi—hea
Büyük (zor)—suur Tören (eğlence)-tore sevgi, sevme--soovik
yoğurt--jogurt yağ-voi
Bütün bu kelimelerin yanında “Türk” kelimesi ile aynı kökenden
gelmesi muhtemel ve Estonların hafızasında yer edinmiş Türklere ait özellikleri
ortaya koyan “Tark” kelimesi vardır. Bu “Tark” kelimesi şu anlamlarda bu dilde
kullanılmaktadır. “acımak, sızlamak, yanmak, üzülmek, kırılmak, incinmek,
acıtan, sert, keskin, şiddetli, çabuk, çevik, şık, zarif, açıkgöz, kurnaz, yakışıklı,
gösterişli”
İki dil arasında görünen bütün bu benzerlikler, insanlığı,
kandan, nefretten, kavgadan daha güzel ve ulvi değerlerle donatmayı hedefleyen
bakış açılarıyla ortaya konulduğunda ve
incelendiğinde, sonsuza kadar sürecek bir paylaşımın ve dostluğun
anahtarları olabileceklerdir.
Eston ve Türk milletleri insan olma
ortaklığının yanı sıra, bu gibi ortaklıklarını da hesaba katarak birbirlerini
ebedi dost bilmelidirler.
Umarız bu ortaklıklardan doğacak
sarsılmaz dostluklar, geleceğin barış dolu dünyasını inşa etmede ihtiyacımız
olan sevgi harcını doğurabilir.
Ve umarız geleceğin dünyası bugünkünden
daha sevgi dolu olur.
Not:Yazarın dilbilimle ilgili çalışmalarını www. edebigazete.
com sitesinde bulabilirsiniz.
Kaynaklar: http://dict.
ibs. ee/
170
DÜNYA DİLLERİNDEKİ BENZERLİKLERE ÖRNEKLER
Türkçe Farsça Alış veriş aliş değiş Birer-birer
bir bir Geldi geldi Çifte coftek Yalancı yalançi Kötek kotek Oda otak Alabalık kizilala Dişleme dişleme Hani hani |
Farsça
Patlıcan
badıncan
Darmadağın
derbodağun
Yalancı
yalançi
Süt
zat
Zonk
zok
Çiftleşme
coftgiri
Kelek
kelek
Ci,cı,çieki
çi
Dağınık
dağun
Ocak-
Nazlı
Döşek toşek Dır dır dır dır Değnek değenek Katık katık Küçük kuçek Kaşağı kaşov Yalniz yalkuz Kaçak kaçak Pilav pilav Tek-tük tek tuk Öyle ele Böyle bele Kase kase |
Pabuç
pabuş
Y
aka
yeqe
Kör
kur
Hanum,
Hanım
Papak
papak
Kıvrak
kıbrag
Aş
aş
Ne
ne
Polat po l ad
Kapı
kapu
Baba b aba
Kavurma
korme
|
Nasreddin Hoca |
Çoban |
Mo lla Nasreddin |
çuban |
|
|
Oda |
Kap |
otak |
kap |
|
Ağa |
|
aga |
|
iş Çi |
|
ciş |
|
aleppo
maymun
SuTURKCE |
Desmal |
EsKfrvan |
alsmanca |
kaıaplemal kareiwüe |
akte
khan
joghuzie
schadham mosscahteaen kalifache
steiband
1
74 sufi .
sirup
sufismus
suppe
admiral
Es lebe die deutsch-türkische
Freundschaft!
(Yaşasın Alman-Türk dostluğu!)
Zümrüt
Suffe
Sitare
Tabla
Tambur
Tarife
Tatar
Ten
Teras
Toprak
Tezgah
Tıkırdamak
Dip
Turp
Doğru
Türban
smaragd
sofa
stern
tablett
tamburin
tarif
tatar
Teint
terrase
terrain
theke
ticken
tief
torf
treu
turban
zeder
Sedir Çingene Zülf |
zopf
TÜRKÇE |
TÜRKÇE |
İNGİLİZCE |
İNGİLİZCE |
ağa |
S alep |
agha |
salep |
ağda,şurup |
Türban |
syrup |
turban |
ağıl |
S e maver |
halo |
samavar |
acı |
Sucuk |
ache |
sausage |
ahtapot |
S usam |
octupus |
sesame |
gazel (geyik) |
Şah |
gazel |
shah |
şaka |
Şalgam(turp) |
joke |
turnip |
Arz(dünya) |
Ş arlatan |
Earth |
sharlatan |
Altın |
Ş eker |
Golden |
sugar |
Amirul ma(su emiri) |
T abut |
Admiral |
coffin(kefenle
alakalı) |
Ant |
Tan |
oath |
dawn |
Baston |
T e ras |
baton |
terrace |
Baklava |
T arak |
Baklawa |
rake |
Atılmak |
Sütun |
attack |
stone |
Başlık |
Tılsım |
bashlyk |
talisma |
Atlet |
Yasemin |
athlete |
jasmin |
Bey |
Ulumak |
bey |
howl |
Şal |
Zindan |
Shawl |
dungeon |
Atlas |
Ş erif (şerefli) |
atlas |
sherif |
Boş, saçma |
Sıfır |
bosh |
zero |
Saten |
A pril (Nisan) |
satin |
April |
-li,-lik |
Veyl(hayıflanmak) |
-ly |
Wail |
yoğurt |
Kıvır |
yogurt |
curly |
ayran |
Kimyon |
airan |
cummin |
bog (bok) |
Kinin |
bataklık |
quinin |
arz (dünya) |
Koza |
earth |
cacoon |
Altın |
Kozalak |
Golden |
kozalat |
Ant(yemin) |
Lahana |
oath |
cabbaqe (kabaktan
gelmiş) |
Baston |
Leylak |
baton |
lilac |
Atılmak |
Mareşal |
attack |
marshal |
Atlas |
Tabla |
atlas |
table |
Saten |
Mermer |
satin |
marble |
Bant(bağ) |
Mırıltı |
bond |
murmur |
Bahriye |
Misk |
Marine |
musk |
Balgam |
Azamet |
phlegm |
esteemed |
Balina |
Kandil(mum) |
whale |
candle |
Dam |
Nam |
dam |
name |
Bekar
bachelor
Bent
bond
Kap
cup
Beher
per
Bet(kötü)
bad
Bezelye
peas
Birader
brother
Mescid
mosque
Cebir
algebra
Cevahir,cevher
jewel
Cin,cinni
genie
Namlı
named
Namzet
nominated
Numara
number
Amiral amirul ma
Öküz
ox
Kutn(pamuk)
cotton
Peri
fairy
Pide
pizza
Potin
boot
Rakı
raki
Itır(koku)
adour
Çakal jackal Çene chin |
Kıyı quay Sabun soap |
Çınlamak chink |
Safran saffron |
Çiğnemek chew |
Firavun pharooh |
Çini china |
Garaz grudge |
Çit chintz |
Gevur ghiaour |
Çorba, şorba soup |
Guguk cuckoo |
Dem time |
Han khan |
Derviş dervish |
Sultan sultan |
Cemel(deve) Camel |
Doğru true |
Divan divan |
Halife calipha |
Leb(dudak) lip |
H amak hammock |
Kimyacı chemist |
Kahve coffe |
Haşhaş hashish |
Karnabahar couliflower |
Peder father |
Ebru(kaş) eyebrow |
Sitare |
|
star |
Kaşar |
|
kosher |
Fıstık |
|
pistachio |
Kayık |
|
caique |
Hamam |
|
hamam, turkish bath |
Kaz |
|
goose |
Lokum |
|
turkish delight |
Kereviz |
|
celery |
Kervan |
|
caravan |
Kestane |
|
chestnut |
Kervansaray |
|
caravansarai |
Kımız |
|
koumiss |
Hoca |
|
hodja |
Kına |
|
henna |
Şeytan |
|
satan |
Adem |
|
adem |
Havva |
|
Eva |
Kadı |
|
cadi |
Kaftan |
|
caftan |
|
ZULUCA VE TÜRKÇE
Afrika neresi, Orta Asya neresi
dediğinizi duyar gibi oluyorum. Haritayı alıp baktığımızda gerçekten de
Türklerin çok eskiden beri yaşadığı yerleri göz önüne aldığımızda onların
Afrika’yla her hangi bir tarihi ilişkisinin olmadığını açıkça görüyoruz. Osmanlı
dönemindeki ilişkiler de Mısır, Cezayir gibi Akdeniz’e yakın yerlerle sınırlı
kalmıştır çoğu zaman. Belki de çok eski zamanlarda ya Türkler ya da bu Afrika
kavimleri yer değiştirmişler birbirlerini etkilemişler de olabilir; ama bu
ispatı oldukça zor ve hatta imkânsız gözüken bilimsellikten de uzak olacak bir
görüş olacaktır. Sebep her ne olursa olsun şu kesindir ki, Afrika dillerinden
Şavili ve Zulu dilleri ile Türkçe arasında olduğunu keşfettiğimiz ilginç
benzerlikleri sizlerle paylaşacağız.
Her zaman söylediğimiz gibi aslında tek bir dil ailesi var ve
biz bu dil ailesinin bütün dünyadaki delillerini toplamaya olanca hızımızla
devam edeceğiz. Öncelikle şunu söyleyelim, coğrafyanın, tarihi ilişkilerin bu
derece imkânsızlığına rağmen Afrika dillerinde Türkçe ile ortak kelimeler
olması ORTAK DÜNYA DİLİNİN varlığını gösteren ayrı bir kanıt olarak insanlığın
akıl gözüne kendini gösteriyor. Bilim adamlarına göre örneğin Zulu dili
Nijer-Kongo dil ailesi içinde yer alır Türkçe ise bildiğimiz gibi Ural-Altay
dil ailesinden kabul edilir. Bu birbiriyle birleşmesi imkânsız iki dil ailesi
arasındaki ortaklıklar ilk Köken Dilinin varlığıyla açıklanabilir ancak. Ayrıca
medeniyetten oldukça uzak kalmış Afrika kavimlerinin dillerinde gördüğümüz o
düzen ve mantıklılık da aslında bu dillerin tesadüfen oluşmayacağını gösteren
ayrı bir delil olarak karşımızda duruyor.
O düzenli gramer yapılarının bir akıllı düzenleyici tarafından
düzenlenmediğini düşünmek neredeyse imkânsız. Bilimsel ve medeni seviyelerini
göz önüne aldığımız da bunu Afrika’nın o yerli kavimleri yapamayacağına göre
herhalde bir başkası bir şekilde bu dilleri bilinçli bir biçimde oluşturdu ve
geliştirdi. Bu da insan zihnine yerleştirilmiş dil kalıplarıyla ya da konuşma
genlerinin fark edemediğimiz ama aslında mantıksal olarak kaydedilmiş genetik
dizgeleriyle açıklanabilir.
Şimdi Öncelikle Şavili dili ile Türkçe
arasındaki benzerlikleri ardından Zulu dili ile Türkçe arasındaki benzerlikleri
ortaya koyacağız. Yeri geldiğinde diğer dünya dilleriyle de ortak olan bazı
benzer kelimelerin varlığına da işaret edeceğiz.
Şavili dilinde “Ben” zamiri şaşırtıcı bir şekilde adeta
Türkçe’deki gibidir. Bu dilde ben, min, men zamirine karşılık gelmek üzere
“Mimi” zamiri kullanılmaktadır. Daha şaşırtıcı olarak O, onlar anlamlarına gelen
zamirlerin Türkçe “O” zamiriyle olan ilginç benzerliğidir. Bu dilde “Onlar”
için “Hao” “wao” zamirleri kullanılır. Hatta zamirlerden ikincisinin “Bu”
zamiri ile ilgili olduğu söylenebilir: Bu>wu>wao
Aslında bu dilde “Bu” anlamına gelen (O anlamında da kullanılan)
zamir de ilginç bir şekilde “O” zamiriyle benzerlik gösterir. Şavili dilinde
bu, şu kelimelerini karşılamak üzere “huu, huo” zamirleri kullanılır ki
bilindiği gibi bu zamirler de “O” anlamını içinde barındıran zamirlerdir.
Buradan hareketle bütün dünya dillerindeki şu “O” zamiri ortaklığına da
değinmeden geçemeyeceğiz.
Türkçe o; Fars lehçelerinde Av; Arapça
Hu; İngilizce He; Şavilice wao, huu; Macarca ö;
Fince han; Eski Hint-Avrupa dili ıuh; İsveçce han, hon; Tamilce
avar; vb. (http://en. wikipedia.
org/wiki/Gender-neutral_pronoun) örneklerde görüldüğü gibi bilhassa 3. kişi
zamiri olan “O” zamiri ilk insanlık dilinin en büyük kalıntılarından biri
olarak sadece Şavili ve Türkçe dilleri arasında değil bütün dünya dilleri arasında
yaşamaya devam etmiştir. Bu da dünya dillerinin aslında tek bir dil olduğunu
gösteren kuvvetli delillerden birisidir.
Bu iki dildeki pek çok kelime arasındaki
benzerlikler de ilgi çekicidir. Çocuk anlamına gelen “toto” kelimesi sanki
“çocuk” kelimesini andırıyor gibidir. Bu dilde anne kelimesini karşılamak üzere
“mama” kelimesi kullanılır ki bu bütün dünya dillerindeki genel kullanımın bir
benzeridir. Kız kardeş olarak kullanılan “dada” kelimesi şaşırtıcı bir şekilde
Türkçe’de de “bebek” anlamında kullanılmaktadır ki aralarındaki anlam ilgisi
oldukça açıktır. Yine “baba” anlamında bu dilde kullanılan “mbuyu” kelimesi ve
bundan daha belirgin olmak üzere “büyük baba” anlamına gelen “babu” kelimesi
Türkçe’deki “baba” kelimesiyle ilginç bir benzerlik gösterir.
Bu iki dil arasında soru zamirleri
açısından da şaşırtıcı benzerlikler vardır. Bir kere Türkçe’de olduğu gibi bu
dilde de soru zamiri “ne” zamiridir. Evet yanlış duymadınız “ni” şeklinde
telaffuz edilen “ne” zamiri bu dilde de soru oluşturmak için kullanılır. Bu
benzerlik bizi biraz daha heyecanlandırmaya yetiyor da artıyor. Türkçe’de
olduğu gibi “Neden, Nasıl vb. ” soru zamirleri de bu “ni” zamiriyle
oluşturulmaktadır. Bu özelliğiyle bu dil sanki Türkçe ile ortak bir dil
ailesindenmiş gibi gözükmektedir ama elbette pek çok farklı özellik de iki dili
ayrıştırmaya yetmektedir. Bu dilde “ile” anlamında kullanılan “enye” kelimesi
de Türkçe “nen, len” şeklinde ekleşmiş kullanımlarla benzerlik göstermektedir.
Bu dilde “gibi” anlamında kullanılan “kama” kelimesi ile “gibi” kelimesi
arsındaki ilginç benzerlik ortadadır. “Nere” anlamında eski Türkçe’de
kullanılan “kan, ka” kelimelerinin bir benzeri olarak bu dilde de “ko” kelimesi
kullanılır ki aradaki ortaklık şaşırtıcıdır. Kaya anlamına gelen “kiwe” kelimesi
ile Türkçe “kaya” kelimesinin seslere varana kadar ki benzerliği tesadüfi
değildir bizce. Şavili dilinde “ina”
“onun” demektir ki “anın>anı>ina” benzerliği şaşırtıcıdır.
Bu dilde “benimki” anlamında kullanılan zamir “migodi” ortak bir kökeni hissettirmektedir.
Bu dilin gramer yapısı da yer yer Türkçe ile paralellik gösterse
de sömürgeci ulusların dillerinin etkisi sanırım bu dilin gramer yapılarını da
başkalaştırmıştır. Fakat yine de Türkçe ile benzer bir dizilim göze çarpar
cümle içinde.
“Ana penda- O sever” anlamında bir cümledir. Görüldüğü gibi özne
baştadır ve yüklemse sondadır. Tabii ki cümle kuruluşları her zaman böyle olmaz
ama bu kullanımın varlığı da Türkçe ile bir benzerliğin varlığına açık bir
ispattır. Ayrıca “Ana” kelimesi ile “An>On>o” kelimesi arasındaki
benzerlikte oldukça ilgi çekicidir. Şimdi de Zulu dili ile olan benzerlikleri
inceleyelim. Bu dilde de var olan benzerlikler oldukça ilgi çekicidir. Hatta
Şavili dilindeki benzerliklerden daha şaşırtıcı benzerlikler Zulu dili ile Türkçe
acaba bir zamanlar ortak mıydı sorusunu sormamıza imkan veriyor. Bu dildeki
Türçedekilerle ortak şahıs zamirlerini bir sıralayalım:
TEKİL
1-
Ben-Mina, Bengi
2-
Sen-Wena, Nina
3-
O-U, Wa ÇOĞUL 1-Biz-Sizo, si 3-Onlar-Bona, aba
Benim=wami, bami
Senin=zenu,
senu
Görüldüğü gibi iki dil aynı dil
ailesinden olduğunu söylemeye yetecek kadar ortaklık var zamirler yönünden
neredeyse. Tabii ki biz bunu iddia etmiyoruz şu anda ama en azından iki ayrı
dilin ortak bir kökenden geldiğini de ortaya koymuş oluyoruz. Sanırım bu buluş
pek çok kabulü de sarsacaktır dilbilim alanındaki. Elbette biz bütün Afrika
lehçelerinde benzerlikelr bu derecededir demiyoruz ama bazı Afrika
lehçelerindeki bu benzelikler bile bizim davamızı ispat etmeye yetiyor.
Ne zamirinin bu dilde de Türkçe’deki “ne” zamiriyle aynı olması
oldukça ilginçtir.
Ne
ni
yini
-ni
[with enum. prefix]
Nasıl?
Nigani
Nicesin (Nasılsın) ? ninjani? [pl. ]
Hem seste hem de anlamdaki bu
benzerlikler bize göre tesadüfi olamaz. Sanskritçe ile Avrupa’nın en ücra
köşesindeki bir dilin benzerliklerini hem de kaybolmaya yüz tutumuş
benzerliklerini bulan Avrupalı dilciler bu dil ile Türkçe arasındaki benzerliği
nasıl olur da fark etmezler bunu anlamak oldukça güçtür.
Zulu
dilinde “ile, ve” anlamına gelen “nani, nyalo” kelimelerinin Türkçe aynı
anlamlardaki “nen, nan, ile” kelimeleriyle benzerliği ortadadadır.
Sennen ben (Sen ilen ben)
Türkçe’deki
“ana, anne, nine” kelimelerini bir hatırlayalım. Bir kısmının Hititçe’den
dilimize geçtiği de söylenen bu kelimeler Zulu dilindeki “unina” kelimesi ile
benzer gözükmektedir. Yine Zulu dilinde dünya dillerinin genelinde “Anne”
kavramını karşılamak üzere kullanılan dudaksı seslerden nasibini almıştır. Bu
dilde diğer bir anne anlamına gelen kelime “umima” kelimesidir ki bu kelimenin
dünya dillerinde var olan ve genelde “m” dudaksı sesini içeren kelimelerle
benzerliği ortadadır. Baba anlamında ise “ubaba” kelimesi kullanılır ki aslında
bu kelime “baba” kelimesinin ta kendisidir.
Zulu dilinde dikkatimizi çeken diğer bir özellik de bilhassa bu
dile sonradan giren kelimelerin önüne Türkçe’de olduğu gibi “I, U” dar
ünlülerinin getirlmesiydi. Tabii ki Türkçe’de bu sesler “r, l” sessizleriyle
başlayan kelimelerin başına getiriliyordu. (Rıza-İriza, Limon-İlimon, Rum-Urum)
İşte aynı özellik yani bazı sessizlerin önüne “i, u” dar ünlülerini getirme
özelliği Zulu dilinde de şaşırtıcı bir biçimde mevcuttur.
Bu
dille Türkçe arasındaki diğer önemli bir benzerliğe de değinmeden
geçemeyeceğim. Bildiğimiz gibi cevabı “evet ya da hayır” olan
soru cümleleri Hint-Avrupa dillerinde yardımcı fiil yardımıyla
ya da sadece vurguyla yapılır:
Are
you good? -İyi misin?
You
good? -İyi misin?
Türkçe’de ise bu tür soru cümleleri fiil sonuna getirilen “mi”
soru edatıyla yapılır. Eskiden de “qu” soru edatı kullanılmıştı. İşte Zulu dilinde
de benzer bir özellik vardır.
UyiNgisi
na? -Sen İngiliz misin?
Görüldüğü gibi sondaki “na” sesi bizim
“mi” soru edatımıza tekabül etmektedir ki iki dilin bu özellikler göz önüne
alındığında ortak bir kökene dayanmadığını iddia etmek oldukça güçleşmektedir.
Bu soruya karşılık olarak ya “Evet” ya da “Hayır” cevabı verilecektir. İşte bu
cevaplar da Türkçe ile o kadar benzerlik gösterir ki sanki Türkçe’nin bir
lehçesi ile karşı karşıyayız gibi görünmektedir.
Evet-ehhe
Hayır-Hayi
İki dil arasındaki diğer bir benzerlik
de soru cümlelerinde sorunun bulunduğu yerdir. Bildiğimiz gibi Anglo-Sakson
dillerinde soru başa gelir.
What
is your name?
Türkçe’de ise bu tür sorularda soru zamiri sona gelir:
Adın
ne?
İşte Zulu dilinde de aynı durum vardır. Bir soru cümlesi
yazalım:
Sorun
ne? Bu cümle Zulu dilinde şöyle yazılır:
Uphethweyi
ni?
Görüldüğü gibi gramer yönünden de iki
dil arasında benzerlikler vardır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda bizi daha
da şaşırtan zaman eklerindeki ilginç benzerlik oldu. Bunu da örneklerle
gösterelim:
Bayazi
-ya, -a şimdiki ve geniş zaman ekleri/Türkçe’de - yor, -ar
ekleri.
Sikhathele
kakhulu
Athe, -ethe geçmiş zaman/Türkçe’de -di, -ti, - mışti ekleri.
Ustha,
-usuthi
Kusasa
ngizohamba
Zaku gelecek zaman kısaltılmışı -zo/ -Zaku ekinin benzeri
Türkçe’de -cak eki.
Angizukuhamba
Yine gelecek zamanda bizde şimdiki zamanda kullanılan anlam
kaymalarıyla da gelecek zamanda kullanılan -yor (yo) ekine benzer bir ek
vardır.
Ngiyoqela
kusasa- Ben yarın başlıyom.
Bu örnekler gibi daha yüzlerce örnek var ki Türkçe ve Afrika
dillerinden Şavili ile Zulu dilleri arasındaki benzerliği ortaya koymaktadır.
Bu örnekler aslında dünya dil aileleri şeklinde yapılan
sınırlandırmaların bilimi kısırlaştırdığının da göstergesi olmaktadır.
Afrika dilleri ile Türkçe arasında benzerlik olabilme ihtimali
bu nedenle insanlara garip de gelebilmektedir.
Ancak bütün dünya dillerinin çekirdek bir dilden düzenli bir
şekilde türediğini bilen bizler sadece bu bilgimizi kuvvetlendiriyoruz bu
örneklerle.
Ve aslında bu gibi deliller ortaya çıkarıyor ki, başlangıçta Tek
Bir Dünya Dili vardı.
Hz. Âdem ve Nuh’un konuştukları ilk insanlık dili.
Ne kadar birleştirici ve sevgi dolu bir gerçek değil mi?
Kaynaklar:
http://www.
africanlanguages. com/kdp/index.
php?
l=en http://isizulu. net/
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar