Print Friendly and PDF

DİLLERİN ŞİFRESİ 1

Bunlarada Bakarsınız


“Dünya Dillerine ve Türkçemize, Farklı Bir Bakış”

OĞUZ DÜZGÜN

Stuttgart-2010

Bana Anadilimi öğreten, ninnileriyle ve masallarıyla ruhumdaki Türkçe tohumunu sümbüllendiren Annem Bihter DÜZGÜN’e, Sonsuz Sevgilerimle...


ÖNSÖZ

Dil (Lisan, Language) kısaca; “düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizge (sistem)” * olarak tanımlanabilir.

“Dillerin Şifresi” adlı bu kitapta yukarıda özetle tanımı yapılan “Dil” olgusunun nasıl oluştuğunu, “Âdem ve Havva Dili” olarak adlandırılabilecek ‘İlk İnsanlık Dili’nin’ mâhiyyetinin ne olduğunu açıklamaya çalışacağız. ‘Dillerin Şifresi’ dillerle ilgili merak edilen pek çok konuyu sorgulayan bazı ‘denemelerden” oluşan, alanında ilk sayılabilecek bir kitap.

Bu eserle ne amaçlamadığımızı söyleyelim öncelikle. Sizi, bilimsel terimlerle boğuşturma gibi bir derdimiz yok. Yine Türkçe ’nin güzelliklerini anlatırken diğer dilleri küçümsemek gibi bir anlayışa da sahip değiliz. İnsanlarımızın anlamayacağı, ağır bir dil kullanmak gibi bir gâyemiz de asla olamaz. Doğru olan sadece biziz, bizim görüşlerimizi benimsemeyenler ise yanlış yoldadır da demiyoruz. Yazdıklarımızı bilimsel birer makale olarak da görmüyoruz.

“ Bu kitabı hangi amaçla yazdınız?” sorusuna samimiyetle şöyle cevap verebiliriz:

Gündelik dilin sâdeliğinde yazılmış “denemeler” yoluyla, cevabını bir türlü bulamadığınız dillerle ilgili problemlerin çözümlerine, bir adım daha yaklaşmayı umuyoruz. Dünya dilleri ve güzel dilimiz Türkçe ’nin özellikleri arasında dolaşırken sizi de sorgulamalarımıza misafir etmek istiyoruz. Türk ve Dünya dilbilim çevrelerinde, dille ilgili tartışmaları alevlendirerek, donuklaşmış dilbilim çalışmalarını canlandırmak da amaçlarımız arasında. Görüşlerimize muhalif ya da mutabık olan herkesi bu tartışmanın içinde görmek istiyoruz.

Sizinle birlikte gerçekleştireceğimiz bu “dil” yolculuğu sırasında, birbirinden farklı kabul edilen dil aileleri arasında var olan ve hiçbir sınırlamayı kabul etmeyen ‘sınırsız’ benzerlikleri de göreceğiz.

“Türkçe’nin Şifresi” başlığıyla, sanal âlemin Türkçe’ye duyarlı kentçiklerinden tutun da, bâzı dilbilginlerimizin kıymetli eserlerine kadar yayılmış olan; artık insanlığın malı olmuş bazı çalışmalarımı da bu kitapta toplamaya karar verdim. Dünya dillerinden bahseden bir kitap, elbette dünyanın en düzenli dillerinden birisi olan Türkçe’den ve bu dilin şifrelerinden de bahsetmeliydi. Bu çalışmada Türkçe ile Anglo­-Sakson dillerini de karşılaştırmaya çalıştım. Bu karşılaştırma işini nesnel kıstaslar yardımıyla yapmayı denedim. Anglo-Sakson milletleri ya da bu ulusların dillerini küçümsemek, bu dillerin muhtemel güzelliklerini inkâr etmek gibi bir amacım ise asla olamazdı. Bu nedenle Almanca ya da İngilizce gibi dillerin öğrenilmesine de haliyle karşı olamazdım.

Anglo-Sakson dillerinin ve Türkçe’nin birbirlerinden ayrı dil evrenleri oldukları gerçeğini her fırsatta vurgulamaya çalıştım. Benim vurguladığım nokta, ayrı bir evrene ait Anglo-Sakson kökenli kelimeleri ya da cümleleri, Türkçe dil evreni içersinde kullanmanın anlamsızlığıydı. Bu anlamsızlığı ortaya koymak adına Türkçe’nin düzen yönünden bu dillerden üstün olduğu gerçeğini dile getirdim. Yoksa yabancı dillerin çeşitli sebeplerle öğrenilmesine ya da öğretilmesine kesinlikle karşı değilim.

Anglo-Sakson kökenli dilciler de elbette kendi dillerini savunacaklardır. Onların kendi dillerini sevmelerini ve savunmalarını da saygıyla karşılıyorum. İnsan merkezli hayat görüşüm gereği hiçbir millet, din, kültür, dil ayrımı yapmadan bütün insanların, barış içersinde yaşaması ise yegâne arzumdur. Ancak bu arzu, nesnel bir bakış açısıyla yaptığım araştırmalar sonucunda Türkçemiz’de gördüğüm güzellikleri dünya insanlarıyla paylaşmamı engellemedi.

Bu kitabın bilhassa ÖSS’ye hazırlanan gençlerimizin ve Üniversiteler’de (İlimkentler’de) çeşitli fakültelerde okumakta olan gençliğimizin önünde yeni ufuklar açacağına olan inancımı bir kez daha yinelemek istiyorum. Zira biz çalışmalarımızı yaparken şüpheciliğin imkânlarından yararlandık ve bize öğretilmiş olan dil kurallarıyla ilgili bütün bilgilere şüpheyle baktık. Bu bilinçli şüpheciliğin doğurduğu sorulara kendimizce cevaplar bulduk. Bu bakış açısını benimseyen gençlerimizin gelecekte büyük gelişmelere imza atacaklarını tahmin etmek bir kehanet olmayacaktır. Sorgulama feneri, kutsal inançlarımıza yönlendirilmemek; sadece bilimle sınırlı kalmak şartıyla, gerçekleri bulmamıza, bulduklarımızı daha da geliştirmemize katkı sağlayacaktır. “Dillerin Şifresi” kitabı, Liselerde ve İlköğretimin çeşitli kademelerinde okumakta olan gençlerimizin derslerine de yardımcı olacaktır. Bunu düşünmemizi sağlayan bazı gerekçelerimiz şunlardır:

1-     Kitabımızda yer alan Türkçe’nin Matematikselliği, DNA ve Türkçe ilişkisi, Türkçe’nin Analitik Geometrisi, Kuantum Fiziği ve Türkçe, Türkçe’nin Felsefi Boyutu gibi çalışmalarımız, gençlerimizin Türkçeyi sevmelerini sağlayacağı gibi onların ilgili bilim ve ilim dallarına yönelmelerine de neden olacaktır.

2-     Türkçe’nin dilbilgisi yapısıyla ilgili verdiğimiz bazı örnekler, bu dilin kurallarının daha kolay öğrenilmesini sağlayacaktır. Bu bilgilerin faydasını girecekleri sınavlarda göreceklerdir.

3-     Türkçe ile Anglo-Sakson dillerini karşılaştırdığımız maddeleri okuyan bir öğrenci, verdiğimiz ipuçları sayesinde başta İngilizce olmak üzere diğer Anglo-Sakson dillerini daha kolay öğrenebilecektir.

4-     Bazı yabancı ve yapma dillerle ilgili olarak verdiğimiz bilgiler, bu dillerin en kolay şekilde öğrenilmesini sağlayacak ipuçlarına sahiptir. Arapça, Ermenice, Zuluca, Esperanto, Kıptice, Sümerce, İbranice ve hatta Kızılderilice vd. dilleri merak eden gençlerimiz için bu kitap bir yol gösterici olacaktır.

5-     Dünya dillerinin ortak bir kökenden geldiğini öğrenen gençlerimiz, dünya barışına katkı sağlamak adına farklı kültür ve inançtaki milletlere saygı göstereceklerdir. Aynı zamanda bu gençlerimiz, Türkçe’nin güzelliklerini de öğrenecekler, vatanlarına, milletlerine bağlı, öz güvenlerini kazanmış insanlar olarak yollarına devam edecklerdir.

Bu kitabı oluşturan yazıları hazırlarken, birbirinden değerli bilim adamlarının eserlerinin yanında sanal âlemin sunduğu sınırsız imkânlardan da yararlandım. Faydalandığım eserlerin ve bağlantıların bir kısmı yazılarımın içinde ya da sonlarında; diğer kaynaklar da kitabın son bölümünde belirtilmiştir. Eserlerinden, çalışmalarından faydalandığım bütün bilim adamlarına da teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Elinizdeki kitabın yazarı, ülkesinin her alanda daha ileriye gitmesini arzulamaktadır. Şahsı hakkındaki tek dileği ise okurları tarafından hayır dualarla yâd edilmektir.

Kitabın birinci baskısında emeği geçen arkadaşlarıma, tüm Yayınevi çalışanlarına ve kitabı okumakta olan siz değerli okuyucularıma teşekkür ediyorum. Umarım kitaptaki muhtemel kusurlarımızı, hoşgörü ile karşılarsınız.

Daha nice paylaşımlarda buluşmak ümidiyle. Oğuz Düzgün

* Prof.Dr. Doğan AKSAN’ın tanımı (Her Yönüyle Dil) “Adem ve Havva Dili teorisi Oğuz Düzgün adlı bir vatandaşımızın (kimdir bilmem) geliştirdiği teoridir." (Ekşi Sözlük)

(http://sozluk. sourtimes. org/show. asp? t=Âdem+ve+havva+dili+teorisi)

ÂDEM VE HAVVA DİLİ

Pek çok çalışmamızda bir gerçeği ifade etmeye çalışıyoruz. Bütün diller aslında tek bir kökenden gelmektedir, diyoruz. Çünkü bunun mantığa en uygun olan görüş olduğunu biliyoruz. Zira insan denilen varlık çağdaş bilimin de kabul ettiği gibi tek bir atadan gelmişse, insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden gelmiş olmalıdır. Bu dilin bir numunesini bebeklerin bebekçe konuşmalarında daha bilimsel bir ifadeyle “babıldama” döneminde çıkardıkları seslerde görebiliyoruz. Bilhassa “b”, “m”, “v”, “g”, “d”, “a”, “ı”, “h”, e sesleri gibi sesler bebeklerin de çıkarmakta zorlanmadığı, bizce ilk insanların da rahatlıkla kullandıkları seslerdendir.

Muhtemelen ilk insan ve onun yanındakiler bu bebeksi harflerden müteşekkil bir dili konuşuyorlardı. Bütün harfler bunlardan ibaretti demek istemiyorum elbette. Bu dil basit bir dil gibi görünse de bütün dünya dillerini de içinde barındıran çekirdek bir dildi. Fakat şunu da söyleyelim yanlış anlaşılmamak için. Biz hiçbir çalışmamızda şöyle bir görüş öne sürmüyoruz: “Bütün dünya dilleri Türkçe ’den türemiştir.” demiyoruz. Yani vaktiyle dilimizdeki Arapça, Farsça ve diğer yabancı kelimeleri içimize kolayca sindirebilmemiz için geliştirilmiş olan Güneş Dil Teorisinin “bütün dünya dilleri köken olarak Türkçe’den gelir. ” şeklinde ifade edilebilecek teoriyi savunmuyorum. Ancak onun

da bir gerçeği ifade ettiğini, bu gerçeğin de “bütün dünya dillerinin ortak bir kökenden geldiği” gerçeği olduğunu sıklıkla ifade ediyorum.

İlk dünya dilinin Türkçe ya da başka bir dil olduğunun kesin bir şekilde bilinebileceği görüşüne katılmıyorum. Çünkü Türk diye anılan ulusun bir milletleşme serüveni vardır her millette olduğu gibi. Bir topluluğun milletleşmesi de hemen olmamaktadır. İlk insanın yaratıldığını düşünelim. Muhtemelen bu insanın milliyeti sadece insanlık idi. İblisle Âdem’in ilk mücadelesi de bunun bir göstergesidir. Herhalde ilk ulusun ya da boyun oluşması için en az bin yıl geçmesi, bu ilk insanların topluluklar halinde yeni coğrafyalarda yaşamaya başlamaları, hatta değişik inançları benimsemeleri gerekecektir.

Zira bir topluluğa ulus diyebilmemiz için onun alternatifi olan toplulukların da olması gerekir.

Vaktiyle Japonlar dünyayı sadece kendi adalarından ibaret biliyorlardı. Bu durumda Japonlar millet değillerdi. Fakat onlar dünya insanlarının da varlığını hissettiler, o zaman bir “millet” olduklarını anladılar. Bu örneği daha belirginleştirelim. İlk insan topluluğu aynı coğrafyada yaşıyor, aynı dili konuşuyordu. Elbette lehçeleşme yer yer oluşmaya başlamıştı ama bu insanlar tek bir dil konuşuyorlardı. İnançları, gelenekleri de birdi. Karşıtları olan bir başka topluluk yeryüzünde yoktu. Bu nedenle bu

topluluğa biz “millet” diyemeyiz. Bu topluluk olsa olsa “saf bir insan topluluğu” idi. İlk “insan topluluğu” ulus bile değilken onun konuştuğu dili “ herhangi bir milletin dili” olarak adlandırmamız ne kadar doğru ve tutarlı olabilir?

Bugünkü anladığımız manada milliyeti olmayan bir insan topluluğu vardı o dönemde. Fakat zamanla göçler başladı. Bu göçler de elbette öyle gelişi güzel olmuyordu. Kuşları ve bazı hayvanları göçe sürükleyen içgüdüsel kamçılar benzeri içsel etkiler, ilk insanı ailesinden, yurdundan, coğrafyasından koparttı. İlk insan, bu göçleri yapmaya zorunluydu. Çünkü büyük bir plan vardı ve bu plana göre, mesela Türkiye devletinin şu Anadolu topraklarında bugün var olacağı, Afrika’da bugünkü devletsel ve toplumsal yapılanmanın oluşacağı, İbranilerin nerede yerleşmesi gerektiği, Türk milletinin nerden varlık sahnesine çıkacağı, Amerika’nın ne zaman keşfedileceği; bütün bunlar ve daha fazlası öngörülmüştü. İşte dillerin oluşması ve başkalaşması da bu planın küçük bir parçasıydı. Ama etkileri çok büyük olan küçük bir parçası...

Bugün yeryüzünde kullanılan yazı sistemlerinin bile Fenike gibi ortak yazı sistemlerinden türediği bilinen bir gerçektir. Hatta ilk başta harflerin şekillerinin insanların ilişki içinde bulunduğu varlıklara benzetildiği de bilinen bir gerçektir. Göktürk yazısında “ka” harfi “ok” şeklindedir. Çünkü “ok” kelimesi “ka” sesini ifade eder. Yine “be” harfi “ev” şeklindedir. Bildiğimiz gibi “ev” kelimesinin aslı “eb” kelimesidir. Göktürk alfabesinde “eb” şimdiki “be” harfine karşılık gelir. Bu da gösterir ki eski Türkçe’de bir kısım harflerin okunuşları bugünkü Anglo-Sakson kökenli dillerde olduğu gibidir. Örneğin, bizim bugün “ne” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi İngilizler “en” şeklinde, “re” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi “er” şeklinde telaffuz ederler. İşte Göktürkçe’de de harfler başlarına bir ünlü getirilerek telaffuz ediliyordu. Mesela, İngilizce “can” (ken) yardımcı fiili “know” (bilmek) fiilinden gelir. Türkçe’de de aynı görevde ve anlamda “-e bilmek” fiili kullanılmaz mı? Bu ve benzeri arızi ortaklıklar ise cevherdeki, özdeki o müthiş kökendaşlığın yansımasından ibarettir.

Şu mağara resimlerini bir hatırlayalım. Nereye gidilirse gidilsin; ilk insanın çizdiği şekiller bile birbirleriyle benzerlik göstermektedir. Bu şekilleri ilk (ilkel) yazı olarak kabul edersek, ilk insanın yazı sisteminde, kullandığı harflerin bile aynı olduğunu açıkça görürüz. Demek ki bu insanların ortak bir atadan geldikleri ve beraberlerinde tüm ortak unsurlarını da gittikleri yerlere götürdükleri görülmektedir. Hatta bu ortaklığı ilk insanların farklı coğrafyalarda olmalarına rağmen kullandıkları aletlerde, anlattıkları efsanelerde, danslarında, müziklerinde ve daha pek çok özelliklerinde de görmekteyiz. İşte dil de bu insanların beraberlerinde götürdükleri ortak unsurlardan birisidir. Dillerin bu denli başkalaştığı ve birbirinden farklılaştığı hatta binlerce farklı dilin var olduğu günümüzde, bütün dünya dillerinin az iddialı çalışmalarda on iki dil ailesine kadar indirgenmesi (Merrit Ruhlen) daha cüretkâr çalışmalarda ise bu dil ailelerinin daha az sayılarla ifade edilmeleri gösterir ki, dünya dilleri aslında ortak bir kökenden gelmektedir.

Dillerin nasıl farklılaştığını ve tek bir kökenden nasıl başkalaştığını açıklamak için bazı deneyler de uyguladım. Hepinizin bildiği “kulaktan kulağa” diye adlandırılan o oyunu öğrencilerime oynattım. Yani onlar bir yerde bu dil olayını anlamam için birer denek olmayı gönüllü olarak kabul ettiler. Öncelikle ön sırada oturan bir öğrencinin kulağına bir kelime fısıldadım. Bu kelime kulaktan kulağa dolaştı ve farklı bir kelime olarak karşıma çıktı. Örneğin “kelebek” kelimesi, “kelle paça” kelimesine dönüşmüştü bir keresinde. Elbette bu bilinen ve de yaygın bir oyundu. Dildeki başkalaşmaların anlatımı için de örnek gösterilen bir oyundu. Her denememde ilk söylenen kelimenin ya düzensiz ya da düzenli bir biçimde değişime uğradığını gördüm. Yaptığım incelemeler ve araştırmalar neticesinde bu başkalaşmaların 1- Öğrencinin kişisel yetenekleriyle ilgili (duyma, algılama, düşünme, hayal gücü vb.) 2. olarak da dış etkilerle (gürültü, öğretmenin varlığı, akılda kalan bir şarkı sözü, yabancı bir dilin etkisi, savaşlar, bir ulusun hâkimiyeti altında kalmak, gece izlenmiş ve etkisinde kalınmış bir film vb. ile) yakından ya da uzaktan alakalı olduğunu gördüm. Bu otuz kişilik sınıf ölçeğinde uyguladığım bu deney, bin kişilik bir topluluk ölçeğinde uygulandığında kelime düzeyinde daha büyük değişimlerin yaşanacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Bir de bu kişiler kendi aralarında kelimelerin başkalaşmalarına sebep oldukları gibi, onların soylarından gelen nesiller de kendi aralarında bu kelimelerin başkalaşmasına öncülük edebileceklerdir. Aradan bin yıl geçtiğinde ise diller bambaşka şekillere bürünebileceklerdir. Bu şekilde pek çok farklı dil, lehçe oluşabilecektir. Ancak bütün bu farklılaşmaların ve de değişmelerin varlığı da bize en baştaki o sade ve tek dilli dönemi hatırlatacaktır.

Hatta günümüzde küreselleşme çalışmaları, tek bir ortak dile, tek bir ortak devlete doğru gidiş meyli, aslında bir “başlangıça dönüş” hamlesidir. Hatta küreselleşmeye karşı çıkan çevrelerin de aynı mahiyette ama “kapitalizmsiz tek bir vatan, tek bir millet, tek bir dil olmalı” tarzındaki düşünceleri de bu asla, ortak kökene dönüş arayışının bir göstergesidir. Bir alabalık nasıl ki, derenin akış yönünün tersine yüzmek pahasına, doğduğu anavatanına, kökenine dönmek zorunda olduğunu hisseder ve o köken mevkiine döner. Bunun gibi de insanlık, aslında her şeyin ortak olduğu o ilk insanlık günlerinin, kendi şuuraltına genetiksel olarak kayıtlı

hülyasına doğru koşmaktadır. Hatta Rab tarafından gönderilen dinler de getirdikleri “inanç” kavramıyla bu “tek” millet bilincini farkında olunmasa da binlerce yıldır canlı tutan tetikleyicilerdir.

Bahsettiğimiz bu köken dilinin mahiyetini ise şu anda tam manasıyla bilememekteyiz. Bilim adamlarına düşen; bu karanlık noktaları aydınlatmaya çalışmak olmalıdır. İşte biz de çalışmalarımızda; dilbilimcilerimizin, dünya bilim adamlarının ilgilerini, bu karanlık noktalara çekmeye talibiz. Zira doğruları sadece biz bulalım diye bir endişemiz yoktur. Ancak gençlerimizi, insanımızı, bilim adamlarımızı bu alanda düşünmeye, araştırmalar yapmaya zorlama gibi zor bir görevi omuzlanmış bulunuyoruz. Şimdi bu sorumluk duygumuzun bir gereği olarak ilk insanlık dili ile ilgili keşfettiğimiz bazı bulguları ya da geliştirdiğimiz bazı düşünceleri sizlerle paylaşacağız.

“Âdem ve Havva Dili Teorisi” diye adlandırdığımız bir görüşümüzden bahsedeceğiz. Az önce bahsettiğim gibi bilim adamlarının çoğunluğu son zamanlarda gen bilimindeki ilerlemelerin de etkisiyle insanlığın “ortak bir dişi ve erkek” atadan geldiğini kabul etmektedirler.

Bu gerçeği ise binlerce, on bilerce yıl öncesinden dinler ortaya koymuştur. Şaşırtıcı bir şekilde pek çok gerçeği binlerce yıl öncesinden bildiren kutsal kitaplar, pek çok alanda olduğu gibi ilk

insanın oluşumu konusunda da bize yol gösterici olmaktadırlar. Biz kutsal kitapların İlahiliğini ya da gökselliğini bu yazımızda tartışma konusu yapmayacağız. Onları bilimsel bir referans olarak kabul edeceğiz. Bu kutsal kitapların en eskilerinden olan Tevrat’ta ve daha sonraları da İncil, Kur’an gibi kutsal kitaplarda adı geçen Âdem ve Havva isimlerinden yola çıkacağız. İlk insan hakkında bu denli iddialı konuşan en eski ve ilk insana en yakın yazılı metinlerden biri olarak gördüğümüz Tevrat’taki bu birkaç kelimeyi inceleyeceğiz. Bu iki ismin ilk insan tarafından kullanılmış sesleri içerebileceğini kabul edeceğiz öncelikle.

A-D-E-M-H-A-V-V-A

elbette bu yazdığımız kelime sitillleri Kur’an’daki seslerden oluşmuştur. Bu isimlerin İbraniceleri de çok farklı değildir aslında.

A-D-A-M- E-V-A ya da H-E-V-A

Bu kelimeler isim olarak ilk insana verilebildiyse demek ki ilk insan bu kelimeleri oluşturan sesleri çıkarabiliyordu.

Bu kelimelerdeki seslere bir dikkat edelim:

A= Düz, geniş ve kalın bir ses. D= Dişsi, kapalı bir ses

E= Düz, geniş ve ince bir ses.

M= Dudaksı, kapalı bir ses.

Temel mantık olarak Âdem kelimesinde kullanılan seslerin en azından birinin erkeksi birinin de dişil olduğunu kabul edeceğiz.

D=Erkeksi bir ses

M=Kadınsı bir ses

D= +

M= -

Demek ki dişsi ses olan D sesi erkeksiliği M sesi de dişiliği temsil ediyor. Demek ki Âdem’de dişilik ve erkeklik ve diğer bütün zıtlar potansiyel olarak mevcuttu. Erkekliğin en ileri düzeyinde D sesi, aileye başlangıç düzeyinde ise B, M sesleri gibi dudaksı sesler daha belirgindir. Burada erkekliği cinsel bir kavram olarak görmüyor, zıtlıkların en celalli kısmı olarak görüyoruz. Dişillik için söylediklerimizde de cinselliği ifade değil negatifliği ya da Ying’in Yang’ını ifade etmeye çalışıyoruz. Hatta Kur-ân diliyle ifade edilen Âdem kelimesindeki ae zıtlığı da bu kelimede çekirdek olarak zıtlıkların cem olduğunu ispat eder. Havva kelimesine baktığımızda ise:

H=Gırtlaksı, sürekli.

V=Dudaksı, sürekli..

Diğer ünlüleri az önce incelediğimizden şimdi incelemeyeceğiz. Baştaki h sesinin sonradan oluşmuş bir ses olduğunu var saysak da değişen bir şey olmayacak. “V” sesi bildiğimiz gibi Âdem kelimesindeki “M” sesiyle akrabadır. Önce M sesi ya da B sesi oluşur, daha sonra bu sesler V,

F gibi seslere dönüşürler. Bu durumda asli M sesinden türemiş olan V sesi Havva kelimesinde ortaya çıkmaktadır. Bu V sesi dişil bir ses yani dudaksı bir ses olarak bizim görüşümüzü ispat etmektedir. V sesi dişildir ama bir o kadar da erkeksidir. Zira B sesinden türemiştir. Aslında dişillik ve erillik bu noktada iç içe girmiştir. Bu da aslında “insan” denilen varlığın ayrımının onun cinsiyetinden değil de yapıp edebildiklerinden, çalışmasının derecesinden, ilminden ve benzeri kesbi yönlerinden kaynaklandığını ortaya koyar. Bu da apayrı bir konu olduğu için bahsimizden hariçtir.

Bu Âdem, Adam, Edım ve benzeri şekillerde telaffuz edilen kelime, köken olarak hangi kelimeden gelmektedir, sorusu kafayı kurcalayabilir. Eğer bu kelimenin “-em” bölümü dişiliği temsil ediyorsa ki aslında Babil dönemindeki varlıklara çift isimler verilmesi geleneğinin ta ilk insana ulaştığını da ispat edebilir bu. “Ad” bölümü de erkeksi bölüm olabilir. Tabii ki bu şu an için sadece bir olasılıktır. Bu yazımızın bu gibi bölümleri de bir “deneme” olarak algılanmalıdır.

Havva bir kadın olarak karşısındaki erkeğe Âdem ya da Adam diyerek seslenmektedir. Bu kelimeyi telaffuz edebilmek için önce ağız genişçe açılır ve “A” sesi çıkarılır, alt dişe yakın olan dil “d” sesiyle birlikte üst dile değer, sonuçta da kelime “m” sesiyle dudaklarda biter ...

Kendinizi su içerken ya da bir lokmayı yerken düşünün, Âdem, Adım, ya da Edım benzeri bir ses çıktığını fark edeceksiniz. Bu sesler açıkça yutkunma sesleridir. Havva bu sesleri çıkarmakta çok zorlanmamıştı herhalde. “Âdem” sesini çıkarmak “Havva” seslerini telaffuz etmekten daha zordur. Bu durum da “Havva” anamızın dili daha iyi konuştuğunu göstermektedir. Belki de dillere Ana Dili denmesinin ve dillerimizi annelerimizden öğrenmemizin nedeni de onların dili daha iyi kullanmalarından kaynaklanabilir.

Bu düşüncemizi kanıtlayacak bilisel araştırmalar da var. Kadın Psikiyatrist Luan Brizendine, ''The Female Mind'' (Kadın Zihni) adlı bir kitap yazmış. Yazar kitabında kadınların “dil zekâlarının” erkeklerden daha üstün olduğunu bilisel kanıtlarla ispatlıyor. Bu durum da bayanların erkeklerden daha çok konuşmalarının ardında sırrı ortaya koyuyor. Bu durum kalıtsal, genklerden gelen bir durum. Kadınlar Hz.Havva’dan aldıkları özelliği muhafaza ediyorlar. Erkek yani Âdemse eve yiyecek getirmek için dolaşmak, çalışmak, avlamak zorunda olduğundan daha kolay ve hızlı telaffuz edilebecek seslerle eşine hitap etmiş olabilir.

Âdem ve Havva elbette gündelik hayatta yemek yiyorlar, su da içiyorlardı. Aslında Havva’nın bu yutkunması; onun Âdem’e yemek gibi, su gibi ihtiyacı olduğunu, Âdemsiz gayet güçsüz, zayıf olacağını ortaya koyar. Sondaki m sesi de tüm dudaksı seslerde olduğu gibi “sevgiyi” de ifade eder. Âdem ise eşine Havva diye seslenerek nefes alıp verirken çıkarılan tabii sesin bir taklidini ortaya koyar gibidir. Demek ki Âdem de eşine havaya, nefese ihtiyaç duyduğu gibi muhtaç olduğunu ifade ediyor. V sesi de dudaksı bir ses olarak onun eşine olan sevgisini ortaya koyar.

Demek ki bu örneklerdeki ve benzeri sesleri çıkarabilme kabiliyeti insanoğluna yaratılıştan verilmiştir. Kedilere “miyav”, köpeklere “hav”, koyunlara “me” detirten, onların bazı sesleri çıkarmalarını sağlayan çevresel faktörlerden çok öte içgüdü denilen ve mahiyeti bilimce bir türlü açıklanamayan etkiler vardır. İşte bu sevk-i tabii ya da sevk-i ilahi diye adlandırılan etkiler sayesindedir ki ilk insan en az 9, 10 sesi çıkarabiliyordu, bebeklerde olduğu gibi. İlk dil de zaten onun çıkardığı bu ilk seslerin çeşitli şekillerde kombinasyonundan oluşuyordu. Bu ilk dille bir kere Ad sesini erkek, güçlü varlık için kullanan Havva daha sonra tüm güçlü ve erkeksi varlıklar için de Ad sesinden türeyen kelimeler

oluşturacaktı. Havva’nın çocukları da onun öğrettiği bu dil sayesinde birbirleriyle anlaşabileceklerdi.

Şimdi şu andaki dünya dillerinden bizi bu Âdem ve Havva-Eva kelimelerine götürecek örneklere bakalım.

Öncelikle büyüklüğün, güçlülüğün en üst makamında bulunan İlah kavramını karşılamak için dünya dillerinde kullanılan kelimelere bir bakalım:

Go(d)=İngilizce

(T)engri=Türkçe

(D)ei=Latince

Hu(d)a=Farsça

Eha(d)

Ka(d)ir

Same(d)

(T)eala=Arapça

(D)ingir=Sümerce

A(d)on=İbranice

İlah kelimesini karşılamak için çeşitli dillerde kullanılan bu kelimelerdeki bilhassa “d, t” dişsi seslerindeki benzerlik, bu kelimelerin Âdem kelimesindeki “d” dişsi sesini içermeleri bir tesadüf olmasa gerek.

Erkeksilikleri ile daha belirgin olan kelimelere bir bakalım:

Dady=İngilizce (Baba)

Dede=Türkçe (Baba, Büyük Baba) Father=İngilizce (Baba)

Peder=Farsça (Baba)

Brother=İngilizce (Erkek Kardeş)

Ata=Türkçe (Baba, dede)

Ced=Arapça (Dede)

Birader=Farsça (Erkek Kardeş)

Zad= Farsça (Oğlan çocuk )

Bu ve benzeri kelimelerdeki “d, t” dişsi seslerinin benzerliği de bu “d” sesinin erkeksiliğini bize hatırlatan müstesna ortak dil kalıntılarından bazılarıdır. Hatta Türkçemizdeki Dağ, Deniz, Taş gibi celalli varlıklara verilen isimler de ortak bir dil mantığının izlerini taşır gibi gözükmektedir.

Dünya dillerinde dudaksı sesler de genel itibariyle dişiliği ifade eden sesler gibi gözükmektedir. İlk ortak dilde bu Eva kelimesinden mülhem olarak dişil varlıkları ifade etmek için “M, V” benzeri dudaksı seslerin kullanıldığı bilinmektedir. Belki de bebeğin “emme” eyleminin bir nevi taklidi yoluyla çıkarılan; “annemsi” ve “kadınsı” kavramları ifade etmek için kullanılan “m” sesine dünya dillerinde belirttiğimiz ölçüler ışığında sıklıkla rastlamaktayız.

Ümm=Anne (Arapça)

Mam=Anne (İngilizce)

Mother=Anne (İngilizce)

Mader=Anne (Farsça)

Aba=Anne, Abla (Türkçe)

Bibi= Hala (Türkçe)

Umay=Tanrıça (Türkçe)

Women=Kadın (İngilizce)

Meme=Meme (pek çok dilde)

Em-=Emme fiili. Türkçe’de ve diğer dillerde kadınlarla ilgili olarak kullanılan pek çok kelimede bu dudaksı seslere bilhassa da “m” sesine rastlarız.

Yum:Tibet dilinde dişiliğin sembolü

Âdem kelimesinin sonundaki “m” sesi gibi dudaksı bazı seslerin erkekler için de hususileştiği görülmektedir. Bu sesin erkeksi bir yönünün de olduğu bu örnekle ortaya çıkar:

(B)aba=Türkçe (Baba)

(B)ava=Farsça (Baba)

(P)apa=Latince (Baba)

(B)irader=Erkek kardeş (Farsça)

(B)rother= Erkek Kardeş (İngilizce)

E(b)u= Baba (Arapça)

A(b)a=Baba (Aramice)

(B)en=Oğul (İbranice)

(B)in=Oğul (Arapça)

(B)ar=Oğul (Aramice)

(P)ir=İhtiyar erkek (Farsça)

(F)ather=Baba (İngilizce)

(P)eder=Baba (Farsça)

(B)ey=Erkek büyük

Ya(b)= Tibet dilinde erkekliğin sembolü

Bütün bu kelimelerdeki “b-p-f ’ seslerindeki ortaklık, manadaki yakınlıkla da birleşince bizi ortak bir dile taşımaz mı? Bilhassa b sesi ve onunla akraba olan p ve f sesleri erkeksi kavramları ifade için seçilmişe benzemektedir. Ancak yine bir dudaksı ses olan M sesi ise az önce verdiğimiz örnekler de gösteriyor ki dişil varlıkları karşılamak için kullanılan bir ses olmuştur ilk dünya dilinde.

Bugün dünya dillerinde “sevmek” fiilini ifade eden kelimelerdeki bazı seslerde de bir benzerlik göze çarpar:

Se(v)

Lo(v)e

Hu(b)

Lie(b)e

(B)use=Öpücük (Farsça)

Ö(p)=Türkçe (M)aç=Farsça (öpme)

ve benzeri örneklerden sevgi onla ilgili pek çok

kavramın da dudaksı seslerle ifade edildiğini görürüz. Bu da ilk dünya dilinde bu tarz kelimelerin ortak olduğunu gösteren ayrı birer delil olarak belirmektedirler.

Bu verdiğimiz örnekler meselemize bir başlangıç olmaları açısından yeterli gözükmektedir. Fakat bütün dünya dilleri bilhassa Afrika, Avustralya vb. kıtalarda yaşayan yerli halkların dış etkilerden daha az etkilenmiş dilleri ciddi çalışmalarla incelenmelidir. Bu dillerde de bizim savlarımızı destekleyecek deliller bulunabilir.

Biz çeşitli imkânsızlıklardan dolayı bu dillere ulaşamasak da onlarda da diğer yaygın dünya dilleriyle benzer pek çok kelimenin, kuralın var olduğunu bugüne kadar yaptığımız çalışmaların tutarlılığına dayanarak söyleyebiliriz. Ancak bilimsel olarak bu görüşümüzü ispat etmek için o dilleri; ses yapılarından tutun da cümle kurulumlarına kadar incelememiz gerekmektedir. Bu imkânı elde ettiğimiz anda bu alandaki buluşlarımızı da güzel ülkemiz Türkiyemizle ve onun güzel insanlarıyla paylaşacağız; diğer görüş ve savlarımızı paylaştığımız gibi.

Umarız dünya insanları “ilk insan topluluğunun” o samimi, katıksız birlikteliğine ulaşır bir gün. Bu birliktelikte ise bütün uluslar getirmiş oldukları farklılıklar ile o “insanlık topluluğunu” zenginleştiririler.

Kim bilir belki güzel dilimiz Türkçe de mantıklı ve formülize edilebilir yönleriyle, o “insan topluluğu” tarafından “bilişim dili” olarak kabul edilir bir gün.

Kim bilir belki de o gün, çok yakındır!


“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”

(Rum Suresi-22)

“Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman, Şinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular.

Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim. Ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım.

Ve Ademoğullarının yapmakta oldukları şehri Rab gördü ve dedi; İşte, bir kavmdirler ve onların bir dili var ve yapmaya niyet ettiklerinden hiç bir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.

(Musa’nın Birinci Kitabı, Bab 11, 1- 9)

DÜNYA DİLLERİNİN ORTAK KÖKENİ

Dillerin tek bir kökenden geldiğini iddia ediyorduk. Bu iddia gerçekten ispat edilmesi zor bir iddiadır. Çünkü yüz binlerce yıl öncesinden bahsedilmektedir. O karanlık dönemlerin silinmiş izleri üzerinde ufak da olsa belirtiler var mı onlara bakıyoruz. Asıl zor olan bu olsa gerektir. Zira daha yakın dil aileleri hakkında oldukça fazla delil elimizde mevcuttur. Örneğin, yapılan araştırmalarda, birçok dilin Hint-Avrupa Dil ailesinden geldiği bulunmuştur. Yine Ural-Altay dil ailesinin diğer üyeleri de saptanmaya devam etmektedir. Ancak bütün bunların ötesine inilememektedir. Eldeki tek veri dillerdir. Onlar da tahmin edeceğiniz gibi asıllarından oldukça farklılaşmışlar, bir dilin farklı lehçelere hatta farklı dillere dönüşmesi gibi, insanoğlunun ilk dili de çok farklı dillere, dil ailelerine

dönüşmüştür. Bu ilk dilin kalıntılarını bulmak zorlaşmıştır.

Dilimiz döndüğünce büyük bir kısmının ilk insanlık dilinden kaldığını düşündüğümüz diller arasındaki bazı ortak özelliklerden örnekler verelim:

1.   Dünyadaki bütün dillerde şahıs zamirleri az seslerle ifade edilir. Böyle bir yaptırım olmadığı halde, bütün dillerin bu kurala uyması şayan-ı dikkattir. Örneğin:

Türkçe:    Ben - Sen - O

İngilizce:  I -you - he

Arapça:    Ene -Ente - Hu

Farsça:     Men -Tu - U, A

Almanca:  Ich -Du - Sie

2.    Dünyadaki bütün dillerde ekler genelde az seslerle ifade edilir. Bunun için örnek verelim; Türkçe: (bulunma hali eki) -de > evde, okulda

İngilizce: in, on > in the house: evde

Arapça: fi > fil beyti

Farsça: der > der mektep: okul

3.    Dünya dillerinde kullanılan kelimeler genelde köken itibariyle az seslerin birleşiminden oluşur;

—git-—, “come-“, “kerd-“ (yapmak- Farsça), “fi’l (yapmak-Arapça)”, —weg” (yol- Almanca)

Bu örneklerde görüldüğü gibi dünya dillerindeki kelimeler köken itibariyle az seslerden oluşmaktadır. Bunun böyle olmasını zorlayan bir kuvvet yoktur ancak ilk dilin etkileri kelimelerin bu özelliklerinde görülmektedir.

4.   Bütün dillerde sıfat, isim, zarf, edat, fiil, ekler farklı formlarda da olsa görülmektedir. Hatta Aborjinler, Kızılderililer gibi bazı kavimlerin soyut kelime hazinesi, Avrupa insanınkinden oldukça fazladır.

Örneğin İngilizce’de > Good man.

Türkçe’de > İyi adam. Farsça’da > Merd-i Hoş Arapça’da > Reculü Hasen

Bu örnekler sıfatları içine alan örneklerdi. Elbette bu örnekleri çoğaltmak yine mümkündür. Fiillere, öznelere ve diğer unsurlara da örnekler vermek mümkündür. Ancak bu herkes tarafından bilinen bir konu olduğundan sadece bir işaret olarak yazdık.

5.  Bütün dillerde 3 çoğul 3 tekil çekim vardır. Fiillerin ve diğer kelimelerin çekimlerini ifade eden bu çekimler bütün dillerde farklı formlarda mevcuttur.

6. Bütün dillerde genelde açık, kapalı heceler vardır. Örnek verelim;

Kadın kelimesinde “Ka” açık “dın” kapalı bir hecedir. Mikonem-ediyorum (Farsça) “mi” açık “ko” açık “nem” kapalı hece.. Arapça’da Ehubbek-Seni seviyorum “e” açık hece, “hub” kapalı hece, “bek” de kapalı hecedir. Bu örnekleri çoğaltmak da mümkündür. Ancak şimdilik bu işaretlerle yetiniyoruz.

7.      Genelde bütün dünya dillerinde ünlü ve ünsüz olmak üzere benzer sesler vardır.

A, e, ı, i, o, ö, ou, w, v, d, c, m, b, s vb.

8.      Hint Avrupa dilleri kendi arasında büyük bir aile gibi görünüyor. Demek ki bu dil grubu diğer diller gibi tek bir kökenden çıkmıştır ve dünyaya yayılmıştır

9.      Dünya dillerindeki sayı sistemlerinde, genelde az sesler bulunmaktadır. Bu sistem 10’a kadarki sayılarda genelde bir iki heceden oluşur. Şöyle örnek verelim:

Türkçe= bir, iki, üç, beş ...

Farsça=yek, du, se, çar

Japonca=iç, ni, san, şi Almanca=Ein, zwei, drei, für, fünf gibi örnekler verilebilir.

10.    Dünyadaki dillerin genelinde heyecan, şaşkınlık, sevinç ve korku bildiren kelimelerin vurgu ve tonlamaları birbirine benzemektedir.

11.    Bütün dünya dillerindeki yansımalar birbirine benzer. Örneğin:

TÜRKÇE İNGİLİZCE ALMANCA

Şırıltı

Splashing

Platshern

Şıkırtı

Jingling

Klirren

Takırtı

Tapping

Knatter

Hışırtı

Swish, Whisper

Rascheln

Hıçkırık

Hiccough

Schluchzen

 

Yine Arapça’da “Vesvese” Türkçe “Fısfıs”tır. Bu örnekler elbette ki daha da çoğaltılabilir.

Bize göre bu yansımalar ilk insanlık dilinden kalma safi şekillerdir. Diğer kelimelerin bu kadar değişip, bu tür kelimelerinin böyle kalmasının nedeni; İnsanlar devamlı doğa ile iç içe yaşamışlardır. Doğadaki bu kelimelere benzer sesler, insanlık hafızasını uyanık tutmuş ve bu kelimelerin unutulmasını engellemiştir. Hatta bu kelimeler, zamanla değişse de sonraları aslına dönmeye yönelmişlerdir. Diller arasında günümüzde de yüzlerce yansıma formu benzerlik göstermektedir.

12.    Dünyadaki bütün dillerde bir ekonomiklik kuralı mevcuttur. Yani, bazı ifadeler kolaylık ve sürat için küçültülür, kısaltılır.

Birisine İngilizce; Do you know English? dediğimizde onun bize vereceği cevap en az “Yes” olacaktır veyahut da “Yes I do” formunu kullanacaktır. Bu örneklerde “yes” ve “do” kelimeleri “know english” kelime grubunun yerini tutmaktadır. Bu sorunun Türkçesini sorduğumuzu var sayalım. O halde cevap veren yine kısaca “evet” diyecektir. Türkçe’de bazı ekleri, kelimeleri kısaltma temayülü vardır. “Yapıyom” formu yapıyorum formundan “ru” sesleri atılarak oluşturulur. Buna benzer bir kural da Fransızca ve Almanca’da vardır. Bu dillerde bazı yerlerde “r” seslerini düşürme durumu vardır. Farsça’da da haber bildiren “est” yardımcı fiilinin “st” sesleri halk dilinde düşer ve yeni form “e” olur. Bu kulanım Kurmançi lehçesinde de böyledir. İngilizce’de “You are not” ifadesi “You aren’t” şeklinde kısaltılır.

13.    Şimdi dünya dillerindeki ortak benzer sesler içeren anlamdaş bazı kelimelere bir göz atalım.

Türkçe=

Yağmur

Gün-

Güneş

Gök

Yer

İngilizce=

rain

sun

sky

Earth

Almanca=

regen

sone

Himmel

Erde

Arapça =

matar

şems

sema

Ard

 

Farsça=

baran

Hurşid,

âsuman

Cay

 

 

mihr

 

 

 

Bu örneklerde görüldüğü gibi, bazı kelimeler ses itibariyle birbirlerine benzemektedir. Bu benzerlikler tesadüf müdür acaba? Biz savımız açısından bunun tesadüf olmadığı kanısındayız. Örneğin, —yağmur” kelimesini oluşturmak için genelde pek çok dilde akıcı sesler kullanılır. Ayrıca diğer benzer sesler de bize bazı ipuçları vermektedir. Ayrıca şunu da iddia ediyorum ki; ilk insanın doğrudan ilişki kurduğu doğa parçalarını ifade eden sesler, günümüzdeki kullanım uzantılarıyla karşılaştırılarak incelenseler; daha pek çok ortak kelime yakalanacaktır.

Örnek vermek gerekirse; kaya, taş kelimelerinin İngilizce rock, stone Farsça, seng- sutun Almanca Stein kelimeleri aralarındaki benzerlikleri kimse inkâr edemez . Bu benzerlikler bir kökendaşlığı göstermektedir. Tabii ki benzerlikler, bu dillerin aynı dil ailesinden olduğunun da göstergesidir. Sub(su)- Ab(Farsçası)-Ma(Arapça)-Water(İngilizce) bu kelimelerde görünen ortak anlam ve ses benzerlikleri de dikkat çekmektedir. Bu kelimelerdeki ortak dudaksı sesler önemlidir.

Ev(eb), House, Beyt, Mal vb. aynı anlama gelen bazı kelimelerde de ses benzerlikleri vardır. Yine bu kelimelerde de dudaksı ünsüzler dikkat çekiyor.

Yine Run(koşmak), yürümek, revan(yürümek), seyr vb kelimelerde de anlamla mutabık ses olayları vardır. R sesinde bir ortaklık görülmektedir. -r sesinin harekete işaret etmesi de oldukça ilginçtir.

Ya toprak(torbah), turab(Arapça) gibi akraba olmadığı var sayılan bu iki dildeki anlamları aynı ses benzerliği.

14.  Dünya dillerinin çoğunda bazı ekler ortak olarak kelimenin sonuna eklenir. Örneğin; İngilizce’de -s, Almanca’da -er, in ekleri Farsça’da -an ekleri gibi. Bunlar gibi birçok örnek arandığı zaman bulunabilir.

15.    Dünya dillerinin pek çoğunda Özne başta yer alır. Örnekler;

Ben seni seviyorum.

I love you.

Ene ehubbek.

Men teşekkur mikonem (Ben teşekkür ediyorum)

Ich liebe dich (Ben seni seviyorum)

16.    İngilizce -ed, Türkçe -dı geçmiş zaman ekleri arasında bir benzerlik vardır. Almanca’da da geçmiş zamanda bazı fiilerden sonra -te gelir. Bu tür benzerlikler sonradan oluşsa da asla dönüş olayının bir tezahürü olabilirler.

17.  Birçok dilde ortak olarak kelimelere erillik ve dişillik ayrımı verilmektedir. Arapça, Fransızca, Almanca gibi diller buna örnektir.

18.  Dünya dillerindeki artikeller ve işaret zamirleri genelde tek sesle ifade edilen ve genelde anlamsız kelimelerdir.

Bu, El-, the, das, der, ha vb.

19.     Dünyadaki dillerin alfabe yapılarında ve bu alfabelerin seslendirilişinde bir kardeşlik yaşanmaktadır. Yunanca-gama Arapça-cim İbranice-cim vd.

Bu alfabelerin ortak bir alfabeye dayanması sebebiyle, seslendiriliş bile birbirine benzemiştir. Telaffuzlar da farklılıklar vardır. Hatta Yunan alfabesindeki harflerin sıralanışının Mu medeniyetine dayandığı, bu harflerin diziliş biçiminin işaretsel olarak, bu dönemde yaşanan tufanı anlattığı da iddia edilmektedir.

Grek Alfabe sırası:

Alfa, beta, gamma, delta, epsilon, zeta, eta, teta, iota, kappa, lambda, mu.

Arap Alfabesi sıralaması:

Alif (Elif), be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel      sad,

da, tı, zı..kaf, kef, lam, mim.

İbrani Alfabesi Sıralaması:

Aleph(Alef), Beth, Gimel, Daleth, He, Vau, Zayin, Cheth, Teth, Yod, Caph(Kaf), Lamed, Mem

Görüldüğü gibi “Mu” medeniyetinin kullandığı dilin şifreli dizilimi pek çok dünya alfabesinde en azından ilk sıralarda korunmuştur. Elbette sıralamalarda bazı kaymalar, karışıklıklar da olmuş gözüküyor ama genelde bu alfabe sisteminin ortak bir kökenden çıktığı belli olmaktadır.

İbranice’de “Mem” harfi “Su” anlamına gelmektedir. Bu harf muhtemelen “Mu” kelimesinden türemiştir. O halde İbrânice’deki “Mem” kelimesi “Sular altında kalmış Mu” anlamına gelebilir. Yine Arapça’da “su” kelimesini karşılayan “Ma” kelimesi de aynı ortak kökenin işaretleri olmaktadır. Latin alfabesindeki harflerin sesleri dilimizde “Ebced” olarak adlandırılan sıralamaya göre sıralanmıştır. Hatta bu Ebced sıralaması Samilerin kullandığı en eski alfabenin sıralamasına uygundur. Latin Alfabesi Ebced alfabesinde de kullanılan A, B, C, D .. ..K, L, M, N gibi orijinal sıraları yer yer muhafaza etmiştir. Bu durum İbranice’de daha belirgindir. İbranice’deki sayı değerlerine göre yapılan harf sıralaması günümüz Latin Alfabesinin sıralamasıyla neredeyse aynıdır. Grek alfabesindeki harfler de İbrani ve Arap alfabelerine benzer sayısal değerlere sahiptir. İbrani ve Hint alfabelerinde de benzerlikler olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta Hint dilinde Brahman kelimesi Brahim kelimesinden gelmektedir. Bu kelime ile “İbrahim” “Abraham” kelimeleri arasındaki ses benzerliği âşikardır.

Yine insanın kendisine Hint dilinde “Atman” denir ki bu kelime ile “Âdem” “Adam” kelimesi arasındaki benzerlik de aşikârdır. Bu konuyla ilgili araştırmalarımızı “İbranice ve Hintçe Kardeşliği” başlıklı yazımızda okuyabilirsiniz.

20.    Kızılderili dili ve Türkçe arasındaki benzerlikler de önemlidir. Bu konuyu daha iyi anlamak için Kızılderili ve Türkçe başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. İngilizce’deki meslek son eki olan “-er” eki Türkçe’deki “-er” yapım ekiyle benzerlik göstermektedir. “Yazmak” kelimesinden; Yazar “fish” (Balık) kelimesinden “fisher” (Balıkçı) gibi örnekler

verilebilir. Japonca ile Türkçe arasındaki benzerlikler de ilgi çekicidir.

21.      Pek çok dilde cümleyi soru şekline sokabilmek için aynı vurgulama sistemi kullanılmaktadır.

You are coming here?

Sen buraya geliyorsun?

Örneklerinde olduğu gibi bütün dünya dillerinde düz cümleler hafif bir vurgulama değişikliğiyle soru şekline dönüştürülebilmektedir. Bu soru şeklini oluşturmak için herhangi bir eke ihtiyaç duyulmamaktadır.

22.       Dünya dillerinde ekler genelde az seslerden oluşmaktadır. Bilhassa bulunma, ayrılma, yönelme ekleri gibi isme eklenen eklerin az seslerden oluştuğu görülmektedir. İngilizce’de in, Türkçe’de -de, Arapça’da -fi, Farsça’da -der vb.

23.        Dünya dillerinin bir kısmında bazı ortak sesler bazı fiil ya da kelimeleri oluşturmak için kullanılır. Bildiğimiz gibi Türkçe’deki olmak fiilinin eski şekli “Bol-” dur. Bu şekil pek çok Türk lehçesinde de halen kullanılmaktadır. Dünya dillerinin genelinde “be, bu” gibi olmak anlamına gelen fiilerin “bol-“ fiiliyle aynı sesleri içermesi ilginçtir. Yine eski Türkçe’de “A” zamiri “O” anlamında kullanılmaktaydı. Almancadaki “Er”,

İngilizce’deki “He” gibi zamirlerle bu zamirin benzer sesleri içermesi şaşırtıcıdır. Yine günümüzde kullandığımız “O” zamirinin benzerleri İngilizce’de “Who” , Arapça’da “Hu”, Farsça’da “O” zamirleridir. “Ben” şahıs zamirinin diğer dillerde “Men” , “min” , “me” , “wo”(Çince). gibi benzer dudaksı seslerden oluşan karşılıklarının olması da aynı özelliği ortaya koymaktadır. Dillerin genelinde “-d”, “t” sesleri erilliği sembolize eder. “Ata” , “Dede” , “Dady”(Baba) gibi. “-m” sesi de kadınlığı ve bilhassa anneliği çağrıştırır: “Mam” , “Üm” , “Mader” , “Meme” , “yum” (Tibet dilinde dişilik)

24.    Dünya dillerinin ekserisinde sıfatlar isimlerin önünde bulunur. Örnek verelim:

dvi go=iki inek(Sanskritçe)

two men=iki kişi(İngilizce)

Zehnte shüler=onuncu öğrenci(Almanca)

25.      Dünya dillerinin tamamında kelimelerin mastar hallerine de rastlanır.

Gitmek

To go(İngilizce)

Gehen(Almanca)

Reften(Farsça)

Zeheben(Arapça) vd.

26.    Bütün dillerde Argo, jargon dilleri dediğimiz alt diller mevcuttur.

27.    Bütün dünya dillerinde Tanrı, Melek, Ruh, Cennet ve Cehennem gibi soyut kavramların karşılıkları vardır.

28.    Bazı diyarlarda bazı insanların ıslıkla veya işaretle anlaşmasına tek tük de olsa rastlanabilmektedir. Ancak insanların tamamı seslerden oluşan ve boğaz, ağız, dudak, ses telleri, dil, küçük dil gibi konuşma organlarının da yardımıyla oluşan konuşma fiilini bilmektedirler. Bu da dil olayının ilk insanla birlikte var olan bir olgu olduğunu açıklamaktadır.

29.    Dünya dillerinin çoğunluğunda yardımcı fiil vardır. “İmek” fiili köken olarak “ermek” (olmak) (er>e>i) kelimesinden gelir. Bütün dünya dillerinde de yardımcı fiil olarak “olmak” fiili kullanılır.

O bir adam idi

He was a man(İngilizce)

30.       Bütün dünya dillerinde, atasözleri, deyimler, masallar, hikâyeler, destanlar, fıkralar birbirlerine benzer üsluplarla sözlü olarak anlatıla gelmiştir. Şiir ve manzum ifadeler de bütün dünya dillerinde karşılaştığımız dil birlikleridir.

31.      Bütün dünya çocuklarının bazı kavramlara verdikleri isimler, çıkarttıkları sesler birbirini çağrıştırmaktadır. Örneğin “mama” kelimesi bütün dünya dillerinde çocuk dilinde yemek ya da anne demektir. Üstelik anne babaların çocuklarıyla iletişim kurmak için çıkardıkları anlamsız sesler, yaptıkları bazı ilşaretler de bütün dünya dillerinde benzerlik gösterir.

32.    Bütün dünya dillerinde, hangi, ne, nasıl, nerede, neden gibi soru kavramlarının bir karşılığı vardır:

What(ne-İngilizce)

Was(ne-Almanca)

Ma(ne-Arapça)

Çe(ne-farsça)

33.    Dünya dillerinin çoğunda bazı akrabalık kavramları benzer seslerle ifade edilir. Örneğin; baba, papa, ebu, peder, father örneklerinde görülen “p, b, f” dudaksı sesleri. Yine “anne” kavramı da dünya dillerinin genelinde m dudaksı sesini içinde barındırır. Örneğin; Mam, Mother, Mader, Ümmü. Türkler’de “Umay” olarak anılan Kutsal Ana anlamına gelen kelimede de “m” sesi hakimdir. Yine “aba” vb. kadınlarla ilgili Türkçe bazı kelimeler yine bu “m” seslerini taşırlar.

Türkçemizdeki “dede” (Büyük Baba)... İngilizce’de de “baba” anlamına gelen aynı sesleri içeren “dady” kelimelerindeki “d” sesi benzerliği ilginçtir.

34.     İngilizce ve Türkçe incelendiğinde iki dilde de benzer anlamlara gelen kelimelerin çatılarının aynı oldukları görülmektedir. Örneğin: uyumak fiili Türkçe’de geçişsiz bir fiildir yani nesne almaz. Neyi uyudu? Sorusuna bir cevap alamayız. İngilizce’de de uyumak fiili(sleep) geçişsizdir. Buna karşılık Türkçe’de geçişli olan ye- fiiline benzer olarak İngilizce’deki “to eat” fiili de geçişlidir yani nesne alır. Neredeyse bütün fiillerde bu benzerlik vardır. Bu benzerlik pek çok dilde de vardır.

35.     Almanca’da düzensizleşmiş ve bükülmüş olarak kabul edilen bazı kelimelerin aslında bizdeki Büyük Ünlü Uyumu kuralı benzeri bir kurala tabi olduklarını fark ettim. Ancak bunun bir farkı vardı. Bizde ekler kelime kökünün ses özelliklerine göre şekil alırken, Almanca’da kök, bazı eklerin ses özelliklerine göre değişime uğruyor. Bu olaya “Bükümlüleşme” denmektedir. Ancak bunun apaçık bir “Ünlü Uyumu” çeşidi olduğu ortadadır. Bir kaç örnek verelim:

flug-uçuş, flügel-kanat, flügge-uçacak hale gelmiş

fromm-dindar, frömmelei-dindarlık, frömmigkeit-dindarlık

tabiiki ilk başlarda yazıma göre okuma daha çokken bu zamanla azalmış, böylelikle bazı seslerin uyumu bozduğu gözlenmiştir.

Fron-angarya, frönen-müptela / frost-don, frösteln-soğuktan titremek

Sold-ücret> söldling-ücretli asker

36.     Bütün dillerde bizdeki Küçük Ünlü Uyumu benzeri bir uyumun var olduğu, fakat bu uyumun düzensizleşmeyle birlikte zamanla bozulduğu görülmektedir. Dünya dillerinde bu uyum sadece kelimelerin kök ya da gövdelerinde görülmektedir. Bizde ise bu kural ekleri de kapsayacak bir biçimde devam etmektedir. Bizim dil ailemizden oldukça farklı olan Arapça’da bile böyle bir kural hissedilmektedir. Dilimize geçmiş Arapça kelimelerin çoğu aslında bizdeki küçük ünlü uyumu kuralına uyar. Örneğin: Kitap, şuur, kalem, cevap, selam, kelam, kâmil, atıl bunlar gibi pek çok örnek var. Avrupa dillerinde de “table” t(e)yb(ı)l, “train” t(ı)r(e)yn....

37.     Bütün dillerin ortak bir kökene dayandığı gerçeği mantığın da bir iktizasıdır. Bilindiği gibi, insan mantığı her olayı bir başlangıça dayandırmağa yatkındır. Çünkü insanoğlunun

gördüğü bütün olayların bir başlangıçı her zaman için vardır. Dil dediğimiz konuşma sisteminin de elbette bir başlama noktası olacaktır.

38.     Bütün dünya dillerinin kapsamlı bir araştırma neticesinde, benzer seslere sahip kelimeleri veya benzer özelliklere sahip kuralları bir çizelge halinde ortaya konulsa, dünya dillerindeki ortak kelimeler ve kurallar açıkça ortaya çıkacaktır.

39.   Dünya dillerinin bir kısmında olumsuzluk bildiren ekler kalın sesler içerir. Yine bu ekler az seslerden oluşurlar.

L(a), n(a), n(o)..

40.     Dünya dillerinin sayı sistemlerin de benzerlikler göze çarpmaktadır. İngilizce’de “bir” anlamına gelen “one” (van okunur) “v” sesiyle yani dudaksı bir sesle başlar. Türkçe’deki “bir” kelime de aynı şekilde dudaksı bir ses olan “b-“ sesiyle başlar. Yine Arapça’daki “vahid” kelimesi de dudaksı bir ses olan “v-“ sesiyle başlar. Latince’deki “mono” kelimesi de aynen diğer örneklerde olduğu gibi “m-“ dudaksı sesiyle başlar. Bu bir kelimedeki bu dudaksı ses, dünya dillerinde birliğe doğru gidişin bir işareti olabilir. Yine Türkçe dört kelimesi ile, İngilizce “four” , Farsça “çar”, Almanca “für”, Arapça “Erbaa” kelimeleri arasındaki benzer sesler bize dört kavramının çok eskiden de bir dünya dilinde -r sesine sahip olduğunu bildirmez mi? Türkçe “beş”, İngilizce “five”, Farsça “penç”, Latince “penta”, Arapça “hamsun”, Fince “viisi” kelimelerindeki “b, f, v, m” dudaksı ses ortaklığı tesadüfi mi? Türkçe “on”, İngilizce “ten”, Almanca “zehn”(tsen) kelimelerinin ortak “- n”sesi bize bir ortaklığı fısıldamıyor mu?

41.    Dünyadaki bütün bebekler ortak bir dili konuşurlar. Bu ortak dille ihtiyaçlarını dile getirirler. Üstelik bir bebek hangi milletin yanında olursa olsun, kendisinin sevildiğini, kendisine kızıldığını ve pek çok şeyi anlar. Bebeklerin dillerindeki bu ortaklık bize insanlığın bebeklik dönemleri diyebileceğimiz, ilk dönem insanlarının dillerindeki ortaklığı göstermektedir.

42.    Bütün dünya dillerinin “ortak mantıksal ruha” sahip olduğunu kanıtlayan bir kaç deneyden bahsedeceğim sizlere. Bildiğimiz gibi, bebekler (doğdukları zaman), çiçekler ve hayvanlar, insanların dillerini bilmezler. Fakat bu canlıların mucizevî bir şekilde farklı farklı dilleri konuşsalar da insanların dillerini anladığını dolayısıyla konuşulan dilin mantıksal ruhunu sezinlediklerini göreceğiz. Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Larry Sherwitz’in bir araştırmasından bahsedeceğim.

Bu bilim insanı, 600 erkekle yaptığı konuşmaları bir kasete kaydetmiş. Bu konuşmaları yapanların kaç kez “beni” “bana” “ben” “benim” gibi benlik ifade eden sözleri kullandığını saptamış. Sonunda

görmüş ki, bu kelimeleri daha çok kullanan erkekler daha çok kalp hastası olma riskini taşıyor. Demek ki kalp gibi akılsız bir varlık bile insanların konuşmalarının mantıksal ruhunu sezinleyebilmektedir. Cansız bazı varlıkların bile insanların farklı farklı konuşmalarına farklı moleküler tepkide bulunduklarını ispatlayan bir deneyi sizlere anlatalım. Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto on yılı aşkındır sürdürdüğü deneyler sonucunda cansız, akılsız su maddesinin konuşulanları anladığını ortaya koymuş. Emoto’nun deneyinin sonucunda şu anlaşılmış; su molekülleri bir insan duyarlılığına sahip. Bu deneyi yaparken Dr. Emoto maddelerin kendine özgü birer manyetik alanları olduğu gerçeğinden yola çıkmış. Üstelik Emoto yaptığı deney sonucunda ortaya çıkan sonuçları birebir fotoğraflayabilmiş. Su moleküllerinin bulunduğu kabın yanında farklı içerikleri olan konuşmalar yapmışlar. Mikroskopla yapılan inceleme sonucunda bu su moleküllerinin her sesin içeriğine göre şekil değiştirdiğini fark etmiş. Kötü sözler içeren konuşmaların yapılması suyun çok zararlı bir molekül yapısına dönüşmesini sağlayabiliyormuş Emoto’ya göre. Bunun aksine suyun yanında iyilik, sevgi, dua içeren sözlerin konuşulması da su moleküllerinin olumlu yönde başkalaşmasına etki ediyormuş. Su molekülleri diğer seslerle muhatap olan şekillerinden daha da düzenli ve güzel bir şekle giriyormuş. Bu deneyler de gösteriyor ki, dünyadaki bütün dillerin ortak bir mantıksal ruhu vardır. Biz bu tek dünya dilinin farklı elbiseler giymesiyle farklılaştığını sansak da aslında bu dil Çinli için de, İngiliz için de, Arap için de aynıdır. Konuştuğumuz diller ise buz dağının görünen kısmıdır.


DİLBİRLİĞİ (MONOGENİST) TEORİLERİ

“Güneş Dil” teorisi de bahsedeceğimiz Monogenist teorilerden biri. Ancak bu teori, köken dilini “Türkçe” olarak belirlemesi ile diğer görüşlerden ayrılıyor. Yani bu haliyle bu teori nev-i şahsına münhasır bir teoridir. Tabii ki biz, Güneş Dil Teorisinde olduğu gibi dünyada konuşulan ilk dil Türkçe idi demiyoruz. Pek çok çalışmamızda da ifâde ettiğimiz gibi, bize göre ilk Dünya Dili, bütün milletlerin dillerini içinde barındıran çekirdek bir dildir. Milletlerin oluşmadığı bir dönemde, ilk dünya dilini daha o dönemde var olmayan bir milletin diline mal etmek bilimsellikten uzak tamamen duygusal bir iddia olacaktır. Fakat kökende bütün Monogenist teoriler birbirlerine benzer. Bütün bu teorilerin birbirinden oldukça farklı yönleri de vardır.

Alfredo Trombetti, Sapir, Morris Swadesh gibi dilbilimciler bizim savlarımıza kökendaşlık edebilecek kuramlar ortaya atmışlardır. Ruhlen’in 1994’te ifade ettiği gibi: “Dil bilimciler, Hint- Avrupa dil ailesinin bilinen akrabası olmadığı şeklindeki kolaycı hikâyeyi benimsediler” sözü günümüz dilbilim anlayışını eleştiren bir ifadedir. Bu görüşü benimseyenlere göre karşılaştırmalı metot 5-8000 yıl için kullanılabilirdi ki bu, Hint- Avrupa dil ailesinin bilinen yaşını içine alıyordu.

Bilhassa 1980’den sonra geleneksel dilbilim görüşlerini eleştiren oluşumlar ortaya çıkmışlardır. Bu oluşumlar oldukça da taraftar toplamışlar bilim çevrelerinden. Ancak Türkiye’de çok değerli bilim adamlarımız olmasına rağmen ve bazı istisnaların dışında bu “Dünya Dillerinin Birliği” görüşü resmi olarak kabul edilmemiştir. Ancak dünyada bilhassa da ABD’de gen biliminde yaşanan gelişmeler, bilim adamlarını Dil Birliği teorilerine götürmüştür. “Dünya Dillerinin Birliği” teorilerini savunan bilim adamlarının en son basamaklarından biri olarak kabul edebileceğimiz Merrit Ruhlen,

“5000 civarında olduğu tahmin edilen dünya dillerini “Greenberg’in görüşleri ışığında” önce

23,    sonra 12 büyük aileye ayırabilmiştir. Bu aileler 1-Hoysan, 2-Nijer-Kordofan 3-Nil-Sahra,

4-                                   Avustralya, 5-Hint-Pasifik, 6-Ostrik, 7-Dene Kafkas, 8-Afro-Asyatik, 9-Kartvel, 10-Dravit,

11-                                    Avrasyatik, 12-Amorind” Merrit Ruhlen’in bu alanda yapılabilecek en son yeniliği yaptığı kabul edilmektedir. Elbette yeni çalışmalar, yeni kuramlar yeni araştırmalar vardır yapılan.

Biz şunu söylüyoruz yıllardır. Türkiye’den “pek çok başarılı dilci” çıkmıştır. Çünkü Türkçe’nin mantıklılığı onunla uğraşanların da çalışmalarına yansımaktadır yer yer. Ancak bu denli mantıklı ve de matematiksel bir dili olan milletten de “Dilbilimin Temellerini Eleştiren” onun “köklerini sorgulayan” çalışmalar çıkmalıdır. Bir zihniyet yenilenmesi muhakkak gereklidir. Dilbilimin gelişmesine teorileriyle katkıda bulunanlar neden Rusya’dan, ABD’den, Fransa’dan çıksın hep? Neden kendimizi bu denli küçük görüyoruz düşünce bakımından? Neden öncelikle bizim daha sonra da dünyanın dilbilim anlayışını kökünden değiştirecek farklı anlayışları geliştirmeyelim? Ülkemizde muhakkak bu alanda da yapılan çalışmalar olmuştur ancak bu çalışmalar bazı çevrelerce pek de destek görmemektedir.

Buradan ilgililere sesleniyoruz! “İvedilikle “Dilbilim Araştırma Merkezleri” kurulması gereklidir. Ya da Türk Dil Kurumu gibi Kurumlar bünyesinde başta dilimizi, ardından Anadolu dillerini ve daha sonra tüm dünya dillerini araştıracak merkezler teşkil edilmelidir. Tevrat, İncil ve de Kuran gibi Kutsal kitaplarda bile gücün sembolü olarak kabul edilen “dil” konusu bu denli önemsiz olsaydı, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında TDK gibi bir kurum kurulmazdı. ABD, Rusya, Fransa gibi devletler dil araştırmalarına bu kadar önem vermezlerdi.

Bizden hatırlatması!                    

İBRANİCE VE HİNTÇE KARDEŞLİĞİ

Sami dilleri ailesine mensup olduğu bilinen hatta Arapça gibi dillerin oluşmasına da büyük katkıları bulunan İbranice ile Hint-Avrupa dil ailesinin başlangıç noktası olarak kabul edilen Hintçe arasındaki ilginç benzerlikleri işleyeceğiz bu çalışmamızda. Bizim yazılarımızı okuyanlar dillerin oluşumu konusunda savunduğumuz savlarımızı da çok iyi bilirler. Avrupa ve Amerika’da “Monogenist Diller” teorisi olarak da bilinen “Dilbirliği” teorilerinin içinde kabul edilebilecek görüşlerimizi çeşitli delillerle ortaya koymaya gücümüz yettiğince devam edeceğiz.

Görüşlerimizi öncelikle kısaca özetleyelim. Âdem ve Havva Dili başlıklı çalışmamızda da açıkça ortaya koyduğumuz gibi bize göre aslında başlangıçta tek bir dil vardı. Yani bütün insanlığın ortak ataları olan Hz. Âdem ve Havva’nın konuştukları bir dil vardı. Daha önceki yazılarımızda da ortaya koyduğumuz gibi bu dil herhangi bir milletin ya da ulusun dili değildi.

Zira milletlerin olmadığı sadece Âdem ve Havva’nın olduğu o dönemde bir ya da birkaç ulustan bahsetmek elbette imkânsızdır. Elbette tüm milletlerin, ırkların genetik özellikleri Hz. Âdem ve Havva’nın genlerinde temerküz etmişti. Daha sonra iç ve dış saiklerin de etkisiyle ama aslında planlı; programlı bir şekilde, diğer bütün milletler de oluştu.

Bize göre bu milletlerin konuştukları diller de tesadüfen oluşmuş olamazdı. İşte bir kısmı bugün halen konuşulmakta olan binlerce farklı dil, aslında tek bir kökenden yani “İlk İnsanlık Dilinden” kopup başkalaşan dillerdir. İlk insanlık dili ise içerdiği sesler itibariyle basit gözükse de içinde barındırdığı mantıklılık, düzenlilik bakımından oldukça mükemmeldi. Bu dil çekirdek bir dildi. Bütün dünya dillerinin genetik özelliklerini içinde barındıran çekirdek bir dil. O dilin içindeki planlar, kodlamalar iç ve dış etkenlerle etkileşime geçtiği andan itibaren planlı bir şekilde yeni diller oluşmaya başlayacaktı. Bu dillerin değişimi, başkalaşması önceden öngörülmüştü. Aynen doğadaki, kâinattaki düzenin bir büyük patlamayla aniden başlatılarak evrenin bugünkü düzenli şekline gelmesinin de bir planın varlığını göstermesi gibi, doğanın bir parçası olan dillerin düzenli bir şekilde gelişmesi de bu dillerin planlı bir şekilde, belli kurallar dâhilinde geliştiğini göstermekteydi.

İşte bir özetini sunduğumuz temel görüşlerimizin akabinde bu görüşleri destekleyecek yeni bulgularımızla konumuza daha bir açıklık getireceğiz bugün. Birbirinden oldukça farklı dil aileleri olarak kabul edilen Sami Dil Ailesi ve Hint Avrupa dil ailesinin de aslında ortak bir dilin farklılaşmış iki bölümü olduğunu ortaya koyacağız bazı örneklerle. Bunu yaparken bir makaleden de faydalanacağız. Aslında Yahudilerin Hindistan’dan göçtüğünü ispat etmeye yönelik olarak hazırlanmış bu makaledeki örneklerin bizi Ortak Bir Dil’e götürecek örnekleri de havi olduğunu anlamamız bu yazıyı yazmamıza neden olmuştur. Gene D. Matlock’un yazısında (Türkçe'ye Tercüme Eden: Kemal Menemencioğlu - Translation Copyright © 2002 hermetics. org ) Yahudilerin doğudan yani Hindistan’dan geldiğini ifade eden savların doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmayacağım bu yazımda. Biz sadece dil boyutundaki bu benzerliğin tarihi ve coğrafi şartların imkânsızlığına rağmen bu boyutlarda olmasının bizim savlarımıza destek vereceğine inanıyoruz.

Yazar öncelikle Hindistan’da geçen ve Tevrat’ta da İbranice olarak belirtilen yer adları arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Bu yer adlarının manalarının da şaşırtıcı bir şekilde benzer olması bu iki farklı bölgede de ortak olan Köken Dili kanıtlarına bizi götürmez mi?

Mesela Minoa kelimesi Hint Dilinde de benzer anlamda (Ülke, diyar anlamında) kullanılmaktadır. Turbazu kelimesi hem Filistin’de hem de Hindistan’da bir kabilenin adı olarak kullanılmış. Arebea (Arap) kelimesi aynen Hindistan’da bir kabileyi, bir halkı ifade etmek için kullanılıyor. Peygamberimizin ismi Muhammed kelimesi ile Hintçe “Maha-Atma” (Büyük Ruh) kelimeleri arasındaki anlama varana kadarki paralellik tesadüfi olabilir mi? Yunan milleti anlamına gelen Helen kelimesi Hindistan’da aynı şekilde Hindistan’da da bir

kabilenin adı. Daha şaşırtıcı olarak Arabistan’daki Mekke şehrinin ismine benzer şekilde çok önceleri bir milletin başkenti olarak Hindistan’da kullanılmış olan Mekke şehri arasındaki benzerlik de yalan olmasa gerek. Yahudilerin dua ederken kullandıkları dua şalı “Tallit” aynı seslerle hem de aynı manada Hintçe’de de kullanılmış bir zamanlar. Yahudilerin ikinci kutsal kitabının adı olan “Talmud” kelimesi “Talmudra” şeklinde “Kutsal Kitap” manasında Hintçe’de yaşayan bir kelime. Tabii ki bunlar gibi daha binlerce yer ismi ve kelime şaşırtıcı bir şekilde benzerlik gösteriyor.

İbranilerin kullandıkları Tanrı isimlerinin de benzerlerinin Hintçe’de çoklukla bulunması iki, dilin arasındaki geçmişteki ortaklığı açıkça ortaya koyuyor. İbranice’de Tanrı için kullanılan bütün ön ekler aynen Hinduların Şaivizm kolunda da kullanılıyor. İbranice’de Yahve’nin köken olarak Hintçe Tanrı anlamındaki Şiva kelimesi ile benzerliği ortadadır. Elakhim (Tanrı) kelimesi ile Hintçe “Lakhimi” (Tanrı) kelimesi, Şadday (Tanrı) kelimesi ile Hintçe Saday (Tanrı), İbranice’de çift cinsiyetlilik anlamına gelen “Yesoda” kelimesi ile Hintçe aynı manaya gelen ve bir Tanrı için kullanılan “Yeşoda” kelimeleri arasındaki bu ilginç benzerlik acaba tesadüfi midir? Klim (Hiçlik) kholi (hiçlik), sefirot-sipat (ruhsal enerji merkezi), yeş me ayin-yeç me ayen (Yaratılışın amacı), baal (Yahudilerin taptığı

altın buzağı)-balasar(Hindistan’da tapılan Kutsal Boğa), satan-satan (şeytan) vb. dini terimleri ve daha binlercesi arasındaki inanılmaz benzerlik de bizi ortak bir İlk İnsanlık Diline götürmüyor mu?

Hatta Tevrat’ta da Hindistan’da da kullanılan bazı kabile adları arasındaki ilginç benzerliğe de bir bakalım isterseniz:

Abri-

Ibri (1 Tarihler 24-27)

Amal -

Amal (1 Tarihler 7:35).

Asaul -

Asahel (2 Tarihler 17:18)

Asheriya -

Asher (Tekvim 30:13)

Azri -

Azriel (! Tarihler 5:24)

Bal. -

Baal (1 Tarihler 5:5)

Bala; Balah -

Bala (Yeşu 19:3)

Bakru -

Bokheru (1 Tarihler 7:6)

Baktu -

Baca (1 Tarihler 8:38)

Maikri -

Machir (Yeşu 17:1)

Malla; Maula -

Maaleh (Yeşu 15:3)

Mallak -

Mallouck (1 Tarihler 6:44)

Shahmiri -

Shamir (1 Tarihler 24:24)

Shaul -

Shaul (1 Tarihler 4:24)

Shavi -

Shaveh (Tekvim 14:17)

Shora -

Sherah (1 Tarihler 7:2)

Shuah -

Shuah (1 Tarihler 4:11)

 

Bütün bu örnekler bizim “bütün diller çekirdek bir dilden türemiştir” şeklindeki tezimizle uyumlu örneklerdir. Bu durumda binlerce farklı dile kökendaşlık etmiş, bu dil ailelerinin dahi aslında ORTAK BİR TEK DİL olduğu ispatlanmış oluyor. Pek çok yazımızda söylediğimiz gibi “Hz. Âdem bütün dilleri içinde barındıran bir çekirdek dil konuşuyordu. Daha sonra onun evlatları dünyanın dört bir tarafına göçtüler. Böylelikle diller genlerindeki ya da onları konuşan farklı insanların konuşma genlerindeki farklı farklı özelliklerin de tesiriyle başkalaştılar.

Hz. Âdem ve Havva’nın 10 çocuğu olduğunu var sayalım. İşte bu çocuklar doğduklarında onların gen yapıları, hatta beyinlerindeki konuşmayı yöneten sistemleri de birbirlerinden farklılık arz ediyordu. Çünkü hem ırk, hem de dil farklılaşması zaten öngörülmüştü. Bu farklılıklar olmasaydı ne kutsal kitaplar, ne inançlar, ne dünyanın bugünkü şekli ne de insanlık namına oluşturulan bütün o felsefeler var olabilirdi? İşte bu çeşitlilik aslında zaten olması gereken bir çeşitlilikti ve de öyle oldu. Yine bu çeşitliktir ki inananların öte dünyadaki sonsuz mutluluğunun da olmazsa olmazıdır.

Bu farklılıklar, bu mücadeleler olmasaydı dinler de var olmazdı. Eğer Arap milleti diye bir millet oluşturulmasaydı ve de bu milletin Arapça gibi güzel bir dili şekillendirilmeseydi bugünkü Kur’an olarak nasıl var olacaktı? Hatta inananlar bütün bu olayların hatta Kur’an-ı Kerim’in dilinin bile Levh-i Mahfuzda öngörüldüğüne inanırlar ki bu da aslında bütün dillerin tasarlandığının başka bir kanıtı değil midir? Elbette ki bu öngörme, bir zorlama anlamını içinde barındırmaz. Sonuçta

herkes kendi seçimlerini yapmış ve o seçimlerden sorumlu, fakat bütün bu seçimler de ne kadar özgür iradelere dayanırsa dayansın var olan, işleyen bir gizli planın yürümesine katkı sağlamaktadırlar...

Faydalandığımız makalede gördüğümüz ve asla kabul de edemeyeceğimiz bizce hatalı bazı kelime benzerliklerine de değinmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi Hindistan, Gazneli Mahmud döneminde Müslümanların eline geçmişti. Yine bilindiği gibi o dönemde konuşulan ortak ilim dili Arapça idi. Bu sebeple İbranice ile akraba olan ve pek çok benzer kelimeyi içeren Arapça da Hintçe’yi etkilemiş ve bu dile yeni kelimeler vermiştir. Bazen bu kelimeler de şaşırtıcı bir şekilde hem İbranice’de hem de Arapça’da ufak ses farklarıyla kullanılmış olan aynı anlamlardaki ortak kelimelerdir. İşte yazarın Hintçe ve İbranice arasında ortak olarak gösterdiği bazı kelimeler de aslında Arapça kökenli kelimelerdir. Bunlardan birisi İbranice Kabala (Kabüllenme) kelimesine karşılık gelmek üzere Hintçe’deki (Kabül) kelimesinin kullanılmasıdır. Bu açık bir yanlıştır. Zira az bir etimolojik araştırmayla bu “kabul” kelimesinin Hintçe’ye Türkçe’ye de geçtiği gibi Arapça’dan geçmiş olduğunu ortaya koyacaktır. Yine Hindistan’da bir yer adı olarak kullanılan “Toht Süliman” kelimesinin İbranice ile ortak kökenli bir kelime olduğunu kabul etmek de gerçeklere zıd olacaktır. Zira “taht” kelimesi Farsça,

Süliman kelimesi de Kur’an-ı Kerimdeki “Süleyman” kelimesidir. “Taht-ı Süleyman” (Süleyman’ın tahtı) anlamındaki bu kelimeyi Hz. Süleymanla Tevratçasıyla “Salamonla” irtibatlandırmak anlamsız olacaktır. Yoksa bu bakış açısıyla İstanbul’daki ya da Türkiye’nin dört bir tarafındaki yer, cami ve insan isimleri de incelense Arapça’nın dolayısıyla da İslam’ın tesiri göz ardı edilse, birileri bizim de İbranilerle akraba olduğumuz hatta onların buradan göçtüğünü iddia edebilecektir. Bu da bilimsel gerçeklere zıt olacaktır.

Aslında dillerine varana kadar aynı ortak kökenden gelmiş insanların bu kadar ortak özelliklerini unutarak, görmeyerek birbirlerine düşman olmaları ne kadar da üzücüdür?

Yanlış öğretilerin de tesiriyle İsrail’de,

Filistin’de, Lübnan’da ve dünyanın pek çok yerinde masum insanların kanını dökmek insanlara ne kazandıracaktır?

Bütün insanların ortak yönlerine dayanan ortak bir dünya düzeni yerine devamlı pohpohlanan kine, nefrete dayanan kan dökücü bu dünya düzeni ne zaman sona erecektir?

Sanırım bu dünya düzenini barış, sevgi dolu bir sisteme dönüştürmede biz dilcilere büyük işler düşmektedir.

Ve sanırım Kutsal Kitabımızda bunun için:


Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” buyuruluyor.

Kaynak:

(Gene D. Matlock, B. A. , M. A. Türkçe'ye Tercüme Eden: Kemal Menemencioğlu - Translation Copyright © 2002 hermetics. org ) http://www. viewzone. com/matlock. html


ESPERANTO YAPMA DİLİ VE TÜRKÇE

Esperanto’yu geliştiren kişi, Polonyalı Yahudi bilgin Doktor Ludoviko Lazaro Zamenhoftur... Bu bilgin 15 Aralık 1859’da Polonya’nın Bielestok şehrinde doğmuştur... O bilhassa Hint- Avrupa dillerinden pek çoğunu çok iyi bilmekteydi... Bu dillerin düzensizlikleri, diğer milletlerce öğrenilmelerinin güçlüğü, onu yeni bir dil arayışına itmiştir..Ona göre bu dil yeni dünya dili olacaktı... Zaten Zamenhofun imzası olan “Esperanto” kelimesi de anlam itibariyle “ümit eden doktor” anlamına gelmekteydi... Daha sonra

oluşturduğu yeni dilin ünvanı olacak olan bu kelime grubu “tüm dünyanın ortak ve düzenli bir dilde buluşması ümidini” içinde saklı tutan bir isimdi..Şimdi biz bu çalışmamızda Esperanto namıyla anılan yapma dil ile Türkçemizi karşılaştıracağız..Çalışma sonucunda görülecektir ki, Esperanto, Hint-Avrupa dillerini ve bilhassa Avrupa’nın kutsal dili Latince’yi tüm dünyaya egemen kılma çabasının bir aracıdır. Bir bilgin tarafından oluşturulan ve dünyaca rağbet görmüş bir dil olan Esperanto’nun, doğal süreçler içinde, tesadüfen oluştuğu öne sürülen dilimiz Türkçe ile girdiği yarışta nasıl geride kaldığını da gösterecektir bu çalışma..Sonuçta ise Türkçe’nin hem doğal bir dil hem de düzenli, mantıklı bir dil olarak dünya dili olabilecek tek dil olduğu ortaya çıkacaktır... Eğer bir Türk olmasaydım, başka milletten hakperest bir bilgin olsaydım yine de Türkçe’nin üstünlüğünü söylemekten çekinmeyecektim..Yani bu söylem milliyetçilikten çok öte bilimsel bir savdır... Zaten Jean Deny gibi yabancı dilbilimciler bile Türkçe’nin düzen yönünden diğer dillerden üstünlüğü gerçeğini tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Ben de bir Türk olarak, elbette yüreğimde, zihnimin kıvrımlarında saklı bu mücevheri ve onun güzelliklerini tüm dünyaya gösterme aşkıyla yanıp tutuşuyorum..Yaradan’ın Türklere ve onların şahsında tüm Müslüman milletlere verdiği bu güzelliği, yine bu dili oluşturan Yaratıcı’ya bir teşekkür edasıyla, tüm dünya insanlarıyla paylaşmak gibi bir davanın içinde buluverdim kendimi... Türkçe’nin güzelliklerine ulaşılmasını engelleyen yapay surlardan birisi olan Esperanto yapma dili, Türkçe’nin dünya dili olmasını engelleyemeyecektir... Çünkü Türkçe, tüm gücüyle bağırmaktadır... “Ben şu bilgi ve mantık çağının tek dili olacağım” demektedir. Biz naçizler ise sadece ona tercümanlık yapmaktayız..Konuşan yine Türkçe’dir.

Zamenhof tarafından uzun uğraşlar ve düşünceler sonucunda oluşturulan Esperanto yapma dili, doğal süreçler içinde, kendiliğinden oluştuğu iddia edilen Türkçe’ninkine benzer kurallara da sahiptir..Zaten Esperanto dilini Hint-Avrupa dillerinden ayıran özellikler de bu kurallarda gizlidir çoğunlukla..Peki neden Türkçe gibi harika ve de doğal bir lisan varken bu bilgin gitmiş yeni bir dil oluşturmuştur?Üstelik bu oluşturulan dil pek çok yönden Türkçe’ye benzemektedir..Neden insanlar hemen yayılabilecek, canlı bir dil varken onun değişik bir versiyonunu, tüm dünyaya yayılması oldukça zor olan bir dili yeniden oluşturmuşlardır? Bizce bu araştırılması gereken bir konudur..Zamenhofun Türkçe’yi bilmediği öne sürülebilir.. Ancak 1880’li yıllarda, hem de Avrupa’nın gelişmiş bir bölgesinde pek çok dili ana dili gibi bilen bir bilgin, Türkçe ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değildi iddiası gülünç bir iddia değil de nedir? On küsur dili bilen bir adam herhalde merak edip, Türkçe’yi de incelemiştir... Böylelikle o, bu dilden de ilham almış olabilir yeni dil oluşturma çalışmasında. Bazıları “Zamenhof Türkçe ile ilgili bir şey kesinlikle bilmiyordu diyebilirler” ve bunu da belgelerle ispat edebilirler... O halde şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır... Zamenhofun uzun çalışmalar sonucunda geliştirdiği dil, onunla pek çok benzer yöne sahip olan Türkçe kadar, en azından bazı kurallar yönünden düzenliyse ve bu dil ancak 19.yy’ın sonların oluşturulabildiyse, binlerce yıldır matematiksel bir düzene sahip Türkçe’nin üstünlüğü ispat edilmiş olur... Çünkü bin yıl önce de düzenli olan bir lisanın benzeri daha dün oluşturulmuşsa, elbette önce var olan yarışmayı kazanmış demektir..Türkçe’nin Esperanto’dan üstün tarafı bu çalışmamızda göreceğiniz gibi onun eskiden beri düzenli olması değildir sadece..Bu yönleri, ilerleyen yazılarımızda incelemeye devam edeceğiz... Şimdi şu birinci maddeyi açıklayalım..

Esperanto’da da kelimeler yapılarına göre üç gruba ayrılırlar..Basit, türemiş, birleşik... Bu durum bilindiği gibi Türkçe’de de böyledir...

Yine bu dilde kelime yapımı Hint Avrupa dillerinde olduğu gibi “bükümlüleşme” yoluyla olmaz sadece eklerle yapılır... İşte burada Türkçe’nin bir üstünlüğü fiili olarak ispatlanmış olur... Türetme eklerle yapılır ancak bu ekler Esperanto’da başa da eklenebilir... Burada bir mantık bölünmesi vardır..Türkçe bu yönden de Esperanto dilinden üstündür.. “Bütün ekler sondadır” kesin mantığı Türkçe’yi Esperanto dilinden daha mantıklı bir konuma getirir... Bu yönüyle Türkçe öğrenilmesi daha kolay bir dil olmaktadır... Zira bu dili öğrenmeye çalışan bir kişi en azından “hangi ek başta, hangi ek sonda?” şeklinde bir kaygı taşımaz..Bütün eklerin sonda olduğunu bilir... Böylelikle Türkçe’nin ek bölümünü kolayca öğrenir... Türkçe’de kelime bazındaki bütün iş eklere düştüğüne göre “ek” meselesi kolayca öğrenilirse Türkçe de öğrenilmiş demektir. İşte bu özellik Türkçe’ye bariz bir üstünlük verir...

Örnek:

San > Sağ San-a > Sağ-lam San-eco > sağ-lık San-ı > sağ-al San-ıg-a > sağ-lık-lı

Örneklerde görüldüğü gibi Esperanto Türkçe’nin kelime yapımı özelliğini almıştır... Bu da Türkçe’nin bu dilden üstün olduğunu ispat etmektedir..

Esperanto’da bazı örneklerde ekler başa gelmektedir.

Mal-san-o > sağ-lık-sız-lık ( hastalık)

Bu örnekte de görüldüğü gibi Esperanto dilinde olumsuzluk bildiren -mal eki Türkçe ma- ekiyle

bağlantılı olabilir..Bir de bilindiği gibi Proto Türkçe döneminde bazı kavramlar için bir önek kullanılmaktaydı... En azından günümüze ulaşmış bazı kelime örneklerinden bunun böyle olduğunu anlamaktayız..

İn- > b-in

İt(yit) > b-it

Esperanto’nun Türkçe’nin bu dönemlerdeki özelliği ile bir bağlantısı var mı bilinmez ancak Farsça’nın etkisiyle Osmanlıca’da oluşmuş bir bi- olumsuzluk öneki vardır ki Esperanto’nun bundan etkilendiği söylenebilir.

Bi-çare > çare-siz

Bi-hude > boş

Bi-nihayet > nihayet-siz

Bi-can > can-sız

Bo-patr-ıno > kaynana

Bu dildeki kök kelimeler de Türkçe’deki gibi eksizdirler.. Ancak kelime isimse sona “o” eki, sıfatsa “a” eki, zarfsa “e” eki, fiilse “i” eki gelir.. .Pek çok kelime de isim olduğuna göre bu “o” sesi adından da anlaşılacağı gibi bu dile hakim durumdadır..Bu da bu yapma dilin müzikal

boyutuna indirilen büyük bir darbe olmuştur..Türkçe’de ise her ses yerli yerindedir..Pek çok farklı ses, bir bestedeki notalar gibi arda arda gelerek, cümlede bir ahenk oluşturmaktadırlar.. Aslında Türkçe’de de bir kelimenin isim mi, fiil mi ya da başka tür bir kelime mi olduğunu anlamak çok kolaydır..Mesela: “-mak” mastar eki isimle fiili birbirinden ayırt eder..İsimlere eklenen yapım ekleri de fiillere eklenmez..Örneğin bir “+lık” eki fiillere eklenmez.. .Zarf ve sıfatların oluşumu da eğer kelimeler Türkçe ise eklerle kolaylıkla gerçekleşir.

Esperanto dilinde İngilizce’deki gibi kelimeler başkalaşmaz.. .Hangi eki alırlarsa alsınlar köklerini muhafaza ederler Türkçe’de olduğu gibi..Bu dilde kelimelerin çoğullaştırılması da kurallıdır Türkçe’deki gibi..Sona gelen bir “j” ( “y” sesine karşılık gelir) kelimeyi değişime uğratmadan başkalaştırır..

Baba-lar > patro-j

Örnekte de görüldüğü gibi bizim Hint Avrupa dillerinde gördüğümüz düzensizlikleri bir Avrupalı bilgin de görerek düzeltme yoluna gitmiştir..Kelimelerin düzensizleşmesi önlenilmeye çalışılmıştır..Bu da bizim tezlerimizi ispat etmektedir..Demek ki Hint-Avrupa dilleri bizim de iddia ettiğimiz gibi gerçekten düzensiz dillerdir..Türkçe ise Esperanto’daki bu özelliğin benzerini binlerce yıldır üzerinde taşımaktadır..Bu yönleriyle Türkçe ile hiçbir Avrupa dili yarışamaz..

Esperanto dilinde de ismin -i hali vardır..Bu dilde de -i nesne eki kelimenin sonuna eklenir Türkçe’de olduğu gibi..Bu ek “n” sesiyle ifade edilir..

Çikolata-(y) ı > cokolado-n Çay-ı > teo-n

Bu örnekler Türkçe’de binlerce yıldır var olan ve Hint-Avrupa dillerinde bulunmayan -i nesne hali ekinin aslında çok önemli ve akıllıca bir ek olduğunu göstermektedir..Bu yönüyle Türkçe Hint-Avrupa dilerine yine fark atmaktadır..Esperanto’da Türkçe’deki gibi diğer haller de eklerle ifade edilir..

-in hali(genetiv):

Esperanto’da bu hal “De” önekiyle oluşturulur.. De -bırdoj > kuşlar-ın -e hali:

Bu dilde yönelme hali “al” önekiyle Türkçe’deki gibi muhakkak gösterilir..

Al-mı > ben-e>bana

Al-kıu > kim-e

-de hali: “en” ön ekiyle yapılır..

En -kiu > kim-de

En -la cambro > oda-da

-den hali: “el” öne ekiyle yapılır.

El -kio > ne-den El-stono > taş-tan

Bütün bu örnekler Türkçe’nin üstünlüğünü ispat eden örneklerdendir.. i hali eki olan “n” yi sona alıp da diğer hal edatlarını başa alan Esperanto bu yönüyle Hint Avrupa dillerini çağrıştırır..Belki o bu oyunla Hint Avrupa dilini konuşanları kendi diline çekmeyi amaçlamıştır.. Ancak görünen bir şey var ki bazı ekleri sona bazı ekleri başa getirmek de mantıksızlıktır..Mantıklı bir dil oluşturduğunu iddia edenler bile böyle mantıksızlıkları sahiplenebilmektedirler..Bu da Anglo-sakson dillerinin şuuraltına tesirleriyle izah edilebilir..Demek ki bu dillerin mantık tahribatı bu denli fazladır..Mantıklı bir dil oluşturanlar bile anlamasız ve gereksizce bazı mantıksızlıklar yapabilmektedirler..Türkçe ise hiçbir bilgin tarafından geliştirilmediği halde pek çok mantıksızlığı kendiliğinden tasfiye eden bir dildir..Bu da onun ayrı bir üstünlüğüdür..

Mantıklı bir dil olduğu iddiasında bulunan Esperanto bir başka mantıksızlık örneği daha gösterir..Sıfatları belli eden “a” eki ile aynı zamanda sıra sayıları, şahıs zamirleri ve dil adları oluşturulur..Türkçe’de ise bütün bu özelikleri ortaya koymak için farklı farklı ekler kullanılır..

Bir-inci > unu-a

İngiliz-ce > Angl-a

Büyük > Grand-a

Örnekte görüldüğü gibi Türkçe’de farklı şekillerde gösterilen bir çok görev Esperanto dilinde aynı eklerle ifade edilmektedir ki bu da bu dilin ileri de diğer Hint-Avrupa dilleri gibi düzensizleşebileceğinin bir göstergesidir..Elbette şu andaki Türkçe’nin tamamen istisnasız düzenli bir dil olduğunu söylemiyorum.. Ancak düzenli bir dil olarak oluşturulduğu iddia edilen Esperanto dilinden daha düzenli yönleri var, diyorum..

Esperanto dilinde Türkçe’deki “ki” zamiri benzeri görev ifa eden bir ek vardır..Bu ek “cı” ekidir..

Tıo-cı > beri-ki

Esperanto dilinde Türkçe’deki “Sayın” kelimesine benzer bir şekilde “mosto” kelimesi

kullanılır..Bu kelime dişi ve erkekler için değişmez.. Türkçe’deki gibi kelime önüne gelir genelde.

Bazı Hint-Avrupa dillerinde olduğu gibi Esperanto dilinde Tekil kelimeler için bir ek yoktur aynen Türkçe’de olduğu gibi.. Ancak Esperanto Türkçe’ye benzememek için tüm düzenlilik iddalarına rağmen bir artikel alma gereği duymuştur..Bu “la” artikeli aslında Arapça “el” harf-i tarifinden bozma bir ektir..Ve de hiç lüzumu olmadığı halde bu ek Esperanto’da kullanılmaktadır..Türkçe’de ise bu konuda da bir istisna yoktur..Belki de Zamenhof bu kullanımında haksız da sayılmaz..Zira Almanca, Fransızca gibi artikel mevzuunu abartmış Anglo­Sakson dillerinin düzensizlikleri aşikaredir..O en azından dişi ve erkek ayrımını ortadan kaldırmış, bir yerde artikeli pasifleştirmiştir..Onu adeta Türkçe’deki bu, şu işaret sıfatları konumuna getirmiştir..Demek ki bu artikel olayı da şuuraltından silinmesi zor bir olaydır..

Bilindiği üzere Türkçemizde bir kelimeyi soru yapabilmek için -mi soru edatı kullanılır..Esperanto da soru yapımında aynen Türkçe’deki gibi “cu” soru edatını muhakkak kullanır. Demek ki bir dil düzenlileştirilmek isteniyorsa Türkçe’ye benzetilmelidir..

Esperanto dilindeki sayı mantığı da aynen Türkçe’deki gibidir..

Üç yüz seksen(sekiz on)

Trı cent okdek

On beş bin iki yüz altmış

Dek kvın mil du cent sesdek

Ancak görüldüğü gibi bu dildeki pek çok kelimede olduğu gibi sayılarda da köken olarak Latince esas alınmıştır..Bu da bu dilin, tüm dünyaya Avrupa kültürünü bir okus pokus yöntemiyle yayma amacı taşıdığını açıkça göstermektedir..Madem bütün dünyanın ortak bir dili olacaktır, neden Türkçe, Japonca, Çince, Arapça gibi dillerden de kelimeler yoktur Esperanto’da?Neden genellikle Latin kökenli dillerden kelimeler vardır?Böyle bir dilin tüm dünyaca benimsenmesi herhalde Avrupa’nın ve de Kilise’nin işine yarardı..Çünkü bu dili öğrenen insanlar Latince’yi ve Latin kültürünü, dolayısıyla Anglo-Sakson kültürünün tahakkümünü asla reddedemezler..Belki de o dönemde oluşturulan bu dille Osmanlıca Türkçesi karşılaştırılsa daha anlamlı sonuçlar da çıkabilir..Türkçe gramerine giydirilmiş , Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca vb dillerden gelme kelimelerden oluşan Osmanlıca, bir dönem tüm Türk İslam aleminde hatta tüm İslam coğrafyasında, edebi ve resmi yazılarda ortak dil olarak kullanılmıştı..Zaten Esperanto’nun ortaya çıktığı 1800’lü yıllarda da Osmanlı Devleti vardı ve onun dili Osmanlı Türkçesi idi..Osmanlıya karşı çeşitli tarihi sebeplerden ötürü antipati duyan Avrupa’da, Esperanto gibi tüm Avrupalıları ve de Hıristiyanları birleştirmeyi amaçlayan bir dilin ortaya çıkması daha da anlamlı olmaktadır..İslam alemini birleştiren bir Osmanlıca ortak diline mukabil, Avrupa’yı ve de Hıristiyan alemini birleştirecek bir Esperanto dili.. .Bunu pek çok Avrupa devletinin de destekleyeceği aşikardır. Bu da bu yapma dilin nasıl bilhassa Avrupalı milyonlarca insanca benimsendiğini ve de tüm dünya insanlarına dünyanın ortak dili olarak nasıl dayatıldığını açıkça göstermektedir. Ay adlarında, sayılarda ve pek çok kelimede Anglo-Sakson dillerinin ortak kelimeleri hakimdir..Bu da bu dille birleştirilmek istenenin kimler olduğunu göstermektedir. Birleştirilmek istenenlerin Türkler ve Müslümanlar olmadığı açıktır.

Esperanto dilinde Türkçe’deki gibi şahıs zamirleri farklı şekilde çoğul yapılırlar..

Ben-biz > mı-nı

Sen-siz >cı-vı

Fakat bu örneklerde de görüldüğü gibi mı-nı ve de cı-vı kelimeleri arasında anlam kökendaşlığı olmakla birlikte kelime kökendaşlığı gözükmemektedir..Yani burada da bir düzensizlik göze çarpmaktadır.. Mı neden nı, cı neden vı olmuştur? Türkçe’de ise bu kökendaşlık oldukça açıktır.. Ben kelimesinin aslı “bi” dir.. “n” tekil ekidir.. Bi-n(Ben) “z” ise çoğul ekidir bi-z..Sen kelimesinin de kökeni “si” kelimesidir..Tekili Si­n (Sen) çoğulu ise Si-z kelimesidir..Şimdi Türkçe’nin buradaki mantıksal üstünlüğü de oldukça açıktır..

Esperanto dilinde zamanlar muzari(şimdiki ve geniş zaman), gelecek zaman, geçmiş zaman olmak üzere üçe ayrılır..Bu zamanlar için sırasıyla “AS” , “OS”, “IS” son ekleri kullanılır..Emir kipi için de “u” eki getirilir. Fiiller asla düzensizleşmezler..En azından bu böyle öngörülür..Bu yönüyle bu dil Türkçe’nin fiillerini ve onların zaman durumlarını hatırlatır..

O oku-r > Lı leg-as

Türkçe’de 3. tekil ve çoğullar hariç fiillerde şahıs ekleri de kullanılır.. .Aslında Proto-Türkçe döneminde bu şahıs ekleri yoktu..Yani ilk dönem Türkçe’sinde insanlar Ben okur-um demiyorlardı..Sadece “Ben okur” diyorlardı..Zamanla şahıs zamirini daha da güçlendirmek gereği hissedildi ve bu ben, sen, o zamirleri kelime sonunda da söylenmeye başlandı.. “Ben okur ben” eski şekliyle “Mın okur mın” daha sonra bu fiilin sonundaki “mın” ekleşti..Diğer şahıs zamirleri de böyle oluştu..Esperanto Türkçe’nin ilk zamanlarını andırmaktadır..Tabiri caizse bu dil Türkçe’nin en ilkel dönemlerindeki şeklini taklit etmiştir..Böylelikle düzenli olmuş görüntüsü vermiştir.. Ancak Esperanto’daki eklerin sesleri bizce uygun seçilmemiştir.. AS, OS, IS sesleri kelime içinde çok da ayırt

edilememektedir..Türkçe’deki gibi birbirlerinden farklı ekler aslında daha da mantıklıca olurdu..Daha kolay akılda kalırlardı bence..Üstelik zamanla bu seslerin telaffuzları birbirlerini andırabilir..Bu durumda halk, farklı ekler geliştirmek zorunda kalabilir..Yine dilde çoklukla tekrar edilecek olan bu eklerdeki “s” sesleri dile adeta Latince ya da Yunanca boyası sürmüştür.. .Bu da bilinçli bir seçim olmalıdır..Dilin müzikalliğini baltalayan seslerden birisi de bu “s” seslerinin çoklukla tekrarı olacaktır..

Bildiğimiz gibi Hint-Avrupa dillerinde sıfat-fiil, zarf-fiil gibi fiilimsilerden ziyade “ki” anlamına gelen zamirler kullanılır ve tüm cümle değiştirilir..Esperanto’yu geliştiren Zamenhof bu eksikliği fark etmiş olmalı ki, Türkçe’deki fiilimsi eklerine benzer ekler geliştirmiştir fiillere eklenmek üzere.Bu da Türkçe’nin bu özelliğinin çok haklı bir özellik olduğunu göstermeye yeten bir delildir. Bununla ilgili karşılaştırmalı örnekler verelim:

Geç-en sene > Pas-inta jaro / Gel-ecek yıl > Ven- onta jaro

Düş-en adam > Fal-inta homo

Örneklerde görüldüğü gibi fiillere eklenen inta, inte, into, onta vb. ekler sayesinde Esperanto dilinde fiilimsiler oluşturulmaktadır. Bu diğer Anglo-Sakson dillerinde oldukça farklı olmaktadır:

The man who is standing front of the school is the teacher.

Adam ki duruyordur okulun önünde, öğretmendir

(Okulun önünde duran adam öğretmendir)

Görüldüğü gibi İngilizce’de “Who” zamiri kullanılarak sıfat fiil oluşturulmaktadır.

(Ancak günümüzde Türkçe gibi doğal veyahut da Esperanto gibi yapma dillerin etkisiyle bazen bir kısım ekler de fiilimsi eki olarak kullanılabilmektedir. Muhtemelen Türkçe’de fiilimsileri oluşturmada var olan bu mantıklılık başka dilleri de etkilemiştir.)

İşte Esperanto bu mutat kullanımı ortadan kaldırmış ve yerine Türkçe’dekine benzer mantıklı bir sistemi ikame etmiştir..Bu da Türkçe’nin gayet mantıklı bir dil olduğunu gösteren bambaşka bir örnek olarak önümüzde durmaktadır..

Esperanto’da edilgenlik eklerle yapılmaktadır Türkçe’ de olduğu gibi..Bu da Türkçe’nin bu kuralının ne kadar mantıklı bir kural olduğunu göstermektedir.. Ancak burada Esperanto bir yardımcı fiil kullanma gereği hisseder Anglo­Sakson dillerinden kalıntı olarak..

Teo estas trink-ata varma > Çay iç-il-ir-dir sıcak/ Çay sıcak iç-il-ir

Görüldüğü gibi Türkçe’de edilgenlik bir -il ekiyle halledilebilecek kolaylıkta bir meseledir. Fakat Esperanto ortaya bir de “estas”(Farsça’da est, İngilizce’de is, Latince’de est “olmak” yardımcı fiili) bırakmıştır..Bu estas.. .ata şimdiki zamanı ifade eder..Geçmiş zamanda estis.ata, gelecek zamanda estos .ata.vd..

Türkçe’nin Esperanto dilinden pek çok yönden üstün olduğunu ispat eden daha pek çok delil sayılabilir. Ancak dikkatinizi bir başka mevzuya çekmek istiyorum..Esperanto’nun diğer dillerden düzen yönünden üstün olduğunu iddia edenler aslında Türkçe’de de var olan özellikleri üstünlük vesilesi olarak görüyorlar..Binlerce yıldır bu ince düzenlere ve mantıklı yapılara sahip olan Türkçe, asıl üstün olarak anılması gereken dildir bize göre.. Aslında bu gerçeği mantık da haykırmaktadır.

Esperanto dilini yaymaya çalışanlar Türkçe’nin bu güzelliklerini neden görmezden gelirler anlamıyorum?Madem dünyada bir barış tesis edilmek isteniyor, o halde Avrupa tarafından binlerce yıldır “öteki” kabul edilen Türklerin düzenli ve mantıklı dili olan Türkçe, ortak dünya dili olarak kabul edilmelidir..Yoksa “işte alın size ortak dünya dili, bakın ne İngilizce, ne Fransızca yepyeni bir dil” denilerek önümüze fırlatılan dilin aslında Latince ve diğer Anglo-Sakson dillerinin farklı bir düzlemde önümüze sunulması olduğunu görmezden mi gelmemizi istiyorlar?

Oğuz Düzgün

Kaynaklar:

1)Dünya Dili Esperanto-Hayreddin DURAL- Kardeş Matbaası- 1965-ANKARA

YAŞASIN MEVLİD KARDEŞLİĞİMİZ

Her düğünde, sünnet merasiminde, vefatlarda değişik üslubuyla bin yıla yakındır okunuyor Mevlid-i Şerif.. Mevlid “doğum” anlamına geliyor. Nasıl ki “milad” Hz.İsa’nın doğumunu temsil ediyor bunun gibi, “mevlid” kelimesi de Hz. Muhammed’in doğumunu hatırlatır.

Mevlid’de anlatılan ulvi konuların derinliğine vakıf değil hiç kimse.. Ömründe yüzlerce kez “Mevlid” dinlemiş birine: “Mirac nedir?” diye sorsak, muhtemeldir ki bu konuyu, okuldaki “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinden ya da başka bir dini kaynaktan öğrenmemişse bilemeyecek ve bize de açıklayamayacaktır. Halbuki Mevlid-i Şerifte “Mirac” mucizesi geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Bu tür örnekleri çoğaltmak da mümkündür. Ancak konumuz Mevlid’in anlaşılıp anlaşılmaması değildir. Biz de bir din adamı olmadığımıza göre bu gibi dîni konular hakkında konuşmayı din adamlarına bırakıyoruz. Ancak şu bir gerçektir ki; Mevlid-i Şerif, bin yıla yakın tüm Osmanlı topraklarında, bütün Müslüman unsurlar tarafından benimsenmiş içselleştirilmiş bir metindir. Bu milletin birlik rabıtalarından birisi de işte bu Mevliddir. Anlamı, mahiyeti ne olursa olsun bu millet, Mevlide önem vermiş, onu benimsemiştir.

Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid 1700’lü

yıllarda İslam bilginlerinden Ahmed-i Hâni tarafından Kurmanç Lehçesi’ne çevrilmiştir. Bu Mevlid’in dili o dönemlerin diğer Kurmanç Lehçesi şiirlerinde olduğu gibi, Osmanlı Türkçesinde çoklukla kullanılan Farsça ve Arapça kökenli terimlerle süslenmiştir. Bu ortak terimler, Bosna’dan Çin’e, Güneyde de Afrika içlerine kadar ortak bir dil kullanıldığının bariz bir örneğidir. Hem de bu Mevlid, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden çeviridir.

Bildiğimiz gibi Ahmed-i Hâni’den çok önceleri, Baba Tahir Hemedani, Faki-yi Tayran, Molla Ceziri, Nâli, İdris-i Bitlisi vb. şair, yazar ve âlimlerin de iştirak ettikleri, geliştirdikleri ortak bir medeniyet edebiyatı oluşmuştu. Bu edebiyatta ortak kelimeler ve terimler kullanılıyordu. Demek ki bu dönemde Müslüman bütün unsurlar, bugün olduğu gibi kardeşçe yaşıyorlardı. Bu kardeşlik onların dillerine de yansımıştı. İşte bu övünülesi kardeşliği her fırsatta hatırlamamız; bununla da iftihar etmemiz gerekmektedir. Bu kardeşliği bozmak isteyenlere birlik ve beraberliğimizi koruyarak cevap vermeliyiz.

Şunu da ifade edelim ki diğer Müslümanların dillerinde olduğu gibi Türkçe ve Kurmanç Lehçesi’nde var olan kardeşlik, sadece Mevlitle sınırlı değildir. Bilhassa Osmanlı Türkçesi ile Kurmanç lehçesi arasında günümüze kadar gelmeyi başaran büyük benzerlikler vardır.

1928’den önce hatta 1940lı yıllara kadar kullandığımız Arap Harfleriyle yazılan Türkçe - Kurmanç Lehçesi metinlerde, yazılışları birbiriyle aynı olan binlerce terim ve kelimeyle karşılaşırız. Bu gün ise Kurmanç Lehçesi ve Türkçe arasında yazılışta görünen farklılıkların sebebi, kelimenin nasıl telaffuz ediliyorsa öyle yazılmasıdır. Mesela “Nevruz” kelimesini ele alalım. Osmanlı Harfleri kullanıldığı zamanlarda, Türkçe ve Kurmanç Lehçesi’nde bu “Nevruz” kelimesi aynı şekille yazılıyordu. Bu durum bütün Türk lehçeleri için de geçerliydi. Yani bu kelimeyi yazmak için, ortak olarak, “nun, vav, ra, vav, ze” harfleri kullanılıyordu.

Bugünse Newroz-Nevruz farklılaşmasını, iki dilin farklılığına yoranları gördükçe insanın gülesi geliyor. Kelime aslında aynı kelimedir. İki dildeki “Newroz-Nevruz” kelimelerinin farklı iki dilin kelimeleri olduğunu iddia etmek bilgisizlikten ileri gelmektedir. Düşünün bir kere, ülkemizin herhangi bir bölgesinde yaşayan vatandaşlarımız kelimeleri telaffuz ettikleri şekilde yazmaya kalkışsalardı, o zaman farklı farklı diller mi doğmuş olacaktı? Mesela “oraya celeyrum” şeklindeki bir telaffuz, yazıya geçirildiğinde farklı bir dile âit olarak mı kabul edilecek? Bu ifâde Türkçe’dir. Sadece telaffuzda ufak farklar oluşmuştur.

Bunun gibi şu anda Kurmanç Lehçesi ve Türkçe arasında, aslında aynı kökenden gelmiş olan,

binlerce ortak kelime vardır. Fakat bu kelimeler, dil mensuplarınca nasıl telaffuz ediliyorsa öyle yazıldığı için yazımda farklılıklar doğmuştur. Bugün Irak Türkleri ve Kürtleri yazımda ortak bir alfabe olarak İslam Harflerini kullanmaktadır. Bu iki yazım dili incelendiğinde, iki dildeki pek çok kelimenin ortak olduğu açıkça görünecektir. Tabii ki günümüzde Arap Alfabesi kökenli Kürt ya da Türkmen alfabeleri, bâzı ıslah çalışmalarıyla değişime de uğramıştır. Kelimeler okunduğu gibi yazılmaya başlanmıştır. Bu nednele benzerlikler hemen göze çarpmayabilir. Ancak daha öncelere ait metinler karşılaştırıldığında iki dilde kullanılan kelimeler arsındaki benzerlik âşikardır.

Biz şunu inkar etmiyoruz. Elbette Türkçe ve Kurmanç Lehçesi arasında Gramer yönünden bilhassa ekler, kelimelerin çekimleri yönünden farklılıklar var. Ama iki dil sistemi birbirinden farklı gramer yapılarına sahip diye bilhassa Osmanlı döneminde oluşan benzerlikleri görmezlikten gelmek, iki toplumun da bir dönem ait olmakla öğündükleri “ortak kültür ve medeniyetten” bahsetmemek, bunları ortaya koymamak biraz garip değil mi? Yani yıllarca gramer eğitimi alıp Kurmanç Lehçesi’ ndeki “Zevece” kelimesinin Türkçe’ye yine Arapça’dan geçmiş, “Zevce, zevc, izdivac” gibi kelimelerle benzer anlamlarda olduğunu söyleyememek, bu kelimeyi sanki o dilin asli bir unsuru gibi kabul etmek biraz yanlış olmuyor mu? Ya da “Teşekkür

dikım” kelimesi ile “Teşekkür ederim” kelimesi arasındaki benzerliği ifade etmekten neden kaçınılıyor? Daha bunlar gibi binlerce kelime ve terim var ki ortaktır. Bu kelimelerin ortaklığı bizi beyinlerin, kültürün, olaylara bakış açısının hatta tarihi beraber yazmanın ortaklığına kadar götürür.

Samimi olmak ve bu milletin kardeşliği için samimane gayret etmek gerekiyor. Elbette ki Ortak Dil ve Kültür inkâr edilmeden, her kültür, lehçe, dil yaşanacak, yaşatılacak. Ancak kardeş topluluklar arasındaki benzerlikler de ortaya konacak ki sevgi ve barış kötülüğü yensin. Lafı uzatmadan konuya geçelim isterseniz. Şimdi size Türkçe; Kurmanç Lehçesi Mevlitlerde var olan kelime ve terim kardeşliğini örneklerle göstermeye çalışacağız. Şunu da ifade edelim ki iki dilde var olan bu kardeşlik sadece Mevlitle sınırlı değildir. Yukarıda bu konuyu geniş olarak izah ettiğimden bu konuya tekrar girmeyeceğim.

Allâh adın zikredelim evvela Vacib oldu cümle işte her kula

Allâh adın her kim ol evvel anâ Her işi âsan eder Allâh anâ

Türkçe Mevlitteki bu beyitlerin benzeri Kurmanç Lehçesi Mevlidin başlangıcında üstelik de aynı kafiye ve aruz ölçüsüyle karşımıza çıkıyor.

Ez bı bısmıllahi ibtıda kena,

Razıqe 'aman u xasan piya kena.

Dikkat ederseniz şâir, kafiyeleri bile bilhassa “ana” seslerine benzetmeye çalışmış. Aruz ölçüsü ise iki Mevlit de de “Fâilâtun/Fâilâtun/Fa’lun, Fâilun” tarzında .. Tabii ki Mevlitler, genelde sözlü kültürle devam ettiği için vezinde bazı bozulmalar olabilir. Nitekim Türkçe mevlitte de bildiğimiz kadarıyla bazı eklentiler ve çıkarımlar olmuştur.

İki beyitte de mana aynı “Ez bi bismillahi ibtida kena” (Ben ibtida yani evvela bismillah ile yani Allah adıyla başlarım) İki Mevlitte de “Allah adını” anmak sayesinde işlerin “âsan” olacağı açıkça ifade ediliyor. Manadaki ve şekildeki benzerliklere her beyitte bir örnek bulmak mümkün.

Mevlitlerdeki her bir beyiti incelemek uzun bir metin oluşturacağından okuyucunun sıkılabileceğini düşünüyor; bu belirgin örnekle yetiniyoruz. Fakat “kelime ve terimlerdeki ortaklığa da” değinmemiz gerekiyor. İki Mevlitte de ortak olan kelimeleri, terimleri yazacağım şimdi. Ancak şunu söyleyeyim ki elimdeki Kurmanç Lehçesi Mevlid’in başka varyasyonları da incelense ki mesela elimdeki Mevlitte “Merhaba” faslı yok, ortaya daha büyük benzerlikler de çıkacağı kesin. Mesela “Merhaba” faslı olan Kurmanç Lehçesi Mevlidi, Türkçe

mevlitten ayırt etmek neredeyse imkansız..

Sadece bestede bir farklılık var. Kurmanç Lehçesi Mevlit daha hızlı okunurken Türkçe mevlit daha bir ağır makamda okunuyor. İlgililere buradan seslenerek şunu da sormak istiyorum; Türkçe Mevlid’in bu ağır makamı değiştirilemez mi? Bu mevlit, aslından fazla da uzaklaştırılmadan yeniden bestelenemez mi? Bu meseleyi de ehline bırakıyor; Kurmanç Lehçesi Mevlitte var olan, Osmanlı Türkçesinde ve Kurmanç Lehçesi’de kullanılan ortak bazı terimleri, kelimeleri yazalım:

Hamd

Şükr

Vâcib

Her

Nefes

Şefi’

Muhammed Mustafa salla'llâhü aleyhi ve sellem

Mevlud

Lazım

Şerbet

Ru=Yüz

Adem

Günah

Hasetsen

Dünya

Eğer

Küfr

Biguman(şüphesiz)


Hesab

Defter

Edeb

Kamu

Kalb

Feyz

Nur

Hem

Bedel

Rahmet

Keyf

Sürur

Meclis

Cevab

Kabir

Sual

Hazreti

Sıddık

Kelam

Cennet

Mudam(devamlı)

Tazim

Faruk(Hz. Ömer)

Kadr(kıymet)

Ahmed

Osman (Hz. Osman)

Bedr

Huneyn

Şehid

Şeyh

Uhud

Rab


Çünki

Fahr-i Râzi (Fahreddin-i razi, İslam Bilgini) Habib(sevgili, Hz. Muhammed)

Kur’an-ı Kerim Kerim

Medih(övme)

Rahmetellil alemin(alemlere rahmet) Halas(kurtulma)

Tamam

Esselatu vesselam (Dua ve selam Hz. Muhammed’e olsun)

Evvel

Hallak(Yaratıcı)

Zaman

Mekan

Hüküm

Şah

Ekber (En büyük)

Hikmet

Kadir

Hak

Cihan

Aşık

Meani (Manalar)

Harf Savt (ses)

Cihet (yön)

Menzil Hidayet Bahr (Deniz)

Merhamet

Vücut

Nısf (Yarım)

Hakikat

Arz

Kürsü

Kalem

Mekke

Sebep

Heybet

Vakit

Merhaba

Evet Kurmanç Lehçesi mevlitte yaşayan ve Türkçemizle ortak olarak kullanılan bütün bu kelimeler, bizlere ruhlardaki, beyinlerdeki o kardeşliği hatırlatmıyor mu? Ne dersiniz, bu vatanın kardeş insanlarını birbirine düşürmek, nefreti yaymak isteyenlere karşı Mevlit (Mevlud) Kardeşliğini başlatmaya?

Evet bizler Mevlit Kardeşiyiz. Doğumumuzda, düğünümüzde ve ölümümüzde aynı ortak kelimeleri, terimleri kullanan ortak bir medeniyetin fertleriyiz. Siz de Türkçe ya da Kurmanç Lehçesi bir Mevlidi alın, okuyun. Ortaklıklarımızdan öte, etle tırnak gibi bir bütün olduğumuzu fark edeceğinize eminim.

Yaşasın Mevlid kardeşliğimiz!!!

ALMANCA ve TÜRKÇE ÖRNEKLİĞİNDE DİLLERİN KARDEŞLİĞİ

Bildiğimiz gibi her dilin kendine göre özel kuralları vardır. İngilizce ve Almanca gibi diller de kendilerine has pek çok kuralları bulunan ilginç dillerdir. Ancak bize göre, her dilin bünyesinde, o dilin başlangıçtaki ortak bir kökenden geldiğini gösteren ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Bu sadece kelime benzerlikleriyle açıklanabilecek bir durum değildir. Dilleri, dil ailelerinin sınırları içine hapsettiğimizde bütün o benzer özelliklerin de üstü örtülmektedir. Bu çalışmamızda, özelde Alman dili örneğinden yola çıkarak üstü örtülmüş ilginç benzerlikleri sizlerle paylaşacağız. Almanca, Hint Avrupa dillerinden Germen dilleri ailesine mensup bir dil olarak kabul edilmektedir. Ancak bu dil ile Ural Altay dil ailesine mensup kabul edilen Türkçe arasında ilginç benzerlikler de bulunmaktadır. Şimdi maddeler halinde bu ilginç benzerlikleri sıralayalım:

İSİM TAMLAMALARI

Alman dili bildiğimiz gibi artikelli bir dildir. Üstelik bu dilin tamlama yapısının Türkçe’ye göre ters bir durum arz ettiği bilinmektedir.

Ancak son dönem Almancasında kullanılan bazı terkip şekilleri, Türkçe tamlama yapısıyla tamamen uyumludur..

Dritte-Welt-Laden > Üçüncü dünya yükü Erste-Klasse-Abteil> Birinci sınıf bölme Schwarze-Loch-Paar > Kara delik çifti

Yukarıda gördüğümüz kullanımlar, günümüz Almanca metinlerinde sıklıkla kullanılan kelime gruplarına ait bir kaç örnektir. Normalde Alman dilinin kurallarına göre bu tamlama yapıları artikellerin de yardımıyla çok farklı şekillerde teşkil edilmelidiydiler. En azından kelimeler uygun çekim (deklination) şekillerine sokulmalıydılar. Ancak bu örneklerde tamamen Türkçe tamlama kurallarına uygun bir kullanım göze çarpmaktadır. Üstelik Alman dilbilimciler, bu kullanımların muteber olduğunu da ifade etmektedirler. Çünkü bir Alman, bu kelime gruplarını okuduğunda ne denilmek istendiğini çok iyi anlamaktadır. Demek ki, bu tamlama yapısı Almanca’nın genlerinde kayıtlı bir kullanımdır. Yukarıdaki kullanımlar, Almanca gramer kurallarına göre şöyle yazılmalıydılar normalde:

Laden der Dritten Welt Erster klasse Abteil Paar des Schwarzen Lochs

İngilizce’de olduğu gibi Almanca’da da „s“ kullanılarak yapılan bir tamlama şekli vardır ki bu da Türkçe’deki tamlama sistemine tıpa tıp benzemektedir. Burada da bu s eki şahıs isimlerinden sonra gelir genellikle:

Alis buch, Adems Haus./ Ali’nin kitabı, Adem’in evi.

BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU KURALI

Türkçe’deki ve Ural Altay dillerindeki Büyük Ünlü Uyumu kuralına benzer bazı ses kuralları Almanca’da da vardır. Bildiğimiz gibi Türkçe kelimelerda kalın ünlülerden sonra kalın ünlüler, ince ünlülerden sonra da ince ünlüler gelir. Örneğin:

Gelecek, kadın, kalabalık, indirim, güzellik, büyüklük, sızlama.

Almanca’da da bu kurala benzer bir kural, kelimeleri etkiler.. Kalın ünlüler incelerek, diğer ünlüleri de inceltirler ve bu sayede bir uyum gösterirler.

Jung>jünge, wunsch>Glückwünsch, Öffnen, Blütentüte, Mutter>Mütterchen.

ÜNLÜ BENZERLİKLERİ

Almanca ve Türkçe’deki ünlü sesler birbirlerine çok benzerler. Bu nedenle Türkçe konuşan birisinin kulağı Alman dilini çok da yadırgamaz..

Almanca konuşan birisi de Türkçe’deki seslere aşinadır..

o, ö, ü, e, a, u, i, â, gibi sesler iki dilde de kullanılmaktadır.. Türkçe’de uzun ünlü olmadığı iddiası ise, bin üçyüz yıl öncesinin Türkçesi için belki doğru olabilir ama yaşayan Türkçe’de kesinlikle pek çok uzun ünlü vardır. Mesela:

„Var“ kelimesindeki „a“ kısadır.. Ancak „var olmak“ dediğimizde artık uzun bir „a“ kullanmış oluruz.. Almanca’da da buna benzer kurallar vardır.. Grün (uzun ü) Gründe (kısa ü) vb.

Yine Türkçemizde yumuşak g (ğ) ve y seslerinin kullanıldığı bazı kelimeler, uzun ünlülerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.. Bu ğ ve sesleri okunmaz ama ünlü uzatılır:

İğne>İine, İyi>ii, Sağlam>saalam, oğlan>oolan, ağladı, aaladı...

Bu arada konusu gelmişken David Bergmann gibi bazı yabancı dilcilerin bir yanılgısını da dile getirmek istiyorum. David Bergmann, Almanca yazılmış „Der die was? Ein Amerikaner im Sprachlabyrinth“ (Der die nedir? Dil labirentinde bir Amerikalı) adlı kitabının 18 ve 19. sayfalarında özetle şöyle diyor:

„ Osmanlı döneminde Türkçe, Arap yazısıyla yazıldığı için ünlü harfler gösterilemiyordu. Ben tahmin ediyorum ki Türkler, 17. yy ’da Viyana kapılarına dayandıklarında Avusturya yazı stilindeki ünlü yazımını ilk olarak keşfettiler. Türkler buradan geri döndüklerinde yüzyıllarca daha yazı dillerinde ünlüler yoktu. Ancak birinci dünya savaşında Türkler Latin yazısıyla karşılaştılar ve bilhassa Almanlarda ve Avusturyalılardan ünlü yazımını öğrendiler.“

Yazarın burada Türk dil yazım sistemiyle ilgili bilmediği pek çok gerçek olduğu ortaya çıkıyor.. Yazar Osmanlı döneminde Türkçe’nin doğrudan Arapların kullandığı Arap yazım sistemiyle yazıldığını düşünüyor. Halbuki Osmanlı kendi yazım sistemini çoktan geliştirmişti. Bu yazım sisteminde, e, a, i, ı, u, ü, o, ö gibi sesler de gösteriliyordu. Elbette bu ünlülerin gösterimi için he, vav, ye, elif gibi harfler kullanılsa da bu harfler Osmanlı dilindeki e, a, ı, i, o, ö, u, ü ünlülerini göstermek için kullanılıyorlardı. Hiç kimse ünlü olarak kullanılan o harfleri ye, he, vav, elif diye okumuyordu. Osmanlı Viyana kapılarına dayandığı sırada da bu ünlüleri yazım sisteminde gösteriyordu. Hatta Türkler kendi ünsüzlerini de bu Arap harfli kökenli alfabeye dahil etmişlerdi. P, ç, j, nazal n, ğ gibi Türk dilinde bulunan ünsüzler bu alfabede kullanılmışlardı. Osmanlıca yazım stilinin geliştirilmesi çabaları ise Birinci dünya savaşından sonra değil 18. ve 19. yüzyıllarda başlamıştı. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri hep bu çalışmalarla ilgili tartışmalara sahne olmuştu. Ahmed Cevdet Paşa, Dr. İsmail Hakkı gibi bilginler o dönemde harflerin ıslahı ile ilgili özgün fikirlerini ortaya koymuşlardı. Bütün bu tartışmaları bir kenara bırakırsak daha 13. yüzyılda yazılmış olan Divan-ı Lügat’it Türk adlı ilk Türk Dil Bilgisi eserinde bile kelimelerdeki ünlülerin yer yer gösterildiği açıkça görülmektedir. 16. yüzyılda Bergamalı Kadri’nin yazdığı Müyessiret’ül Ulm kitabında Osmanlı yazım dilindeki ünlülerin varlığına şahit olmaktayız. Yine 16. yüzyılda Muhyi Gülşeni tarafından geliştirilen ilk yapma dil Baleybelen dilinin anlatıldığı eserde Türk yazım sisteminde olduğu gibi ünlüleri gösterecek harfler kullanılmaktadır. Yazar bu kitabında, ünlü harfler kullanmadığı bazı kelimelerin üzerine harekeler koymak suretiyle ünlüleri göstermiştir. Bu gösterimin yeterli ya da yetersiz olması ayrı bir konudur. Burada verdiğimiz bütün örneklerle ilgili detaylı bilgilere kaynakça bölümündeki bağlantılardan ulaşmanız mümkündür. Ancak David Bergmann gibi yazarların iddia ettikleri gibi Arap harflerine dayalı Türk yazım sistemi kesinlikle Umlautlos (ünlüsüz) bir yazım sistemi değildi.

YAPIM EKLERİ

Almanca’da da Türkçe’de olduğu gibi yapım eki benzeri bazı ekler yeni kelimeler türetmede oldukça işlektir.. Örneğin, -chen, -lich, ge-, be-, ver-, -ger, -keit, -heit, -ig, -ung ekleri Almanca’da kelime türetmek için kullanılan bazı eklerdir.. Yine Almanca’da da Türkçe’de olduğu gibi yapım ekleri vasıtasıyla uzun kelimeler kurulabilir. Ama elbette bu yapım ekleri Türkçe’deki yapım eklerinin kullanışlılığına yetişemez:

Gesundheit, Geschwindigkeit...

BİRLEŞİK KELİMELER

Bildiğimiz gibi Türkçe’de kelime türetme yollarından birisi de, birleşik kelimeler teşkil etmektir: Bilgisayar, yazarkasa, biçerdöver. Almanca’da da birleşik kelime teşkili Türkçe’de olduğu kadar yaygındır.. das Übungsbuch, die Kaffetasse, der Fussballspieler.

Tabii ki Almanca’da Türkçe’den farklı olarak artikeller de kullanılır. Kullanılacak Artikelin seçilmesi de Türkçe’deki bir özelliği hatırlatır. Bilindiği gibi Türkçe’de en önemli öge devamlı sondadır. Ünlü uyumları devamlı sondaki sese göre gerçekleşir. Bunun gibi Almanca’da da birleşik kelimelerin artikeli sondaki kelimeye göre belirlenir. Birinci kelime feminin, ikinci kelime maskulin olsa, bu birleşik kelimenin artikeli de masculin yani der olacaktır. Birinci kelime maskulin, ikinci kelime de feminin olsa, artikel feminin yani die olur..

KAYNAŞTIRMA HARFLERİ

Almanca’da da Türkçe’de olduğu gibi kaynaştırma harflerine ihtiyaç duyulur. Bilindii gibi Türkçe’de kaynaştırma harfleri olarak y, ş, s, n harfleri kullanılır. Ali(n)in, Oya(y)a, altı(ş)ar, çanta(s)ı örneklerinde olduğu gibi. Almanca’da Türkçe’de kullanılan s, n kaynaştırma harflerinin yanında e harfi de kullanılır. Örneğin:

Übung(s)buch, Banane(n)schale, Blume(n)vase, antwort(e)t, Ankara(n)er.

YÜKLEMİN YERİ

Almanca’da yüklemin devamlı ikinci sırada olması oldukça kuvvetli bir kuraldır. Diğer ögelerin yerleri değişebilir ama yüklem mutlaka ikinci sırada olacaktır. Özne de yüklemden önce ya da hemen sonra gelecektir..

Ich gehe in die Schule.

Türkçe’de ise bildiğiniz gibi yüklem genellikle sondadır. Elbette bu durum Almanca’daki gibi olmazsa olmaz bir kural değildir. Türkçe bir cümleyi oluşturan bütün unsurlar, cümle içinde özgürce yer değiştirebilirler.. Bu durum cümlenin anlamını bozmaz..

Ben okula gidiyorum.

Ancak Almanca’da da bazı kullanımlarda yüklemin mutlaka sona geldiğini fark ediyoruz. Bildiğimiz gibi Almanca yan cümlelerde yüklem mutlaka sona gelmelidir.. Bu kural bize Türkçe cümle yapısını hatırlatmaktadır tamamen..

Ich finde einen job, wenn ich gut deutsch sprechen kaıııı...

(Ben bulurum bir iş o zaman ki, ben iyi Almanca konuş -abilirim.)

İkinci cümleyi ele alalım ve Türkçeyle kıyaslayalım:

Ich gut deustch sprechen kann.

(Ben iyi Almanca konuş -a bilirim)

Der Mann geht zu Arbeit, obwohl er sehr krank ist.

(Adam gidiyor işe, olduğu halde o çok hasta dır.)

Er sehr krank ist..

(O çok hasta dır.)

Bu örnekler Almanca’nın genlerinin yüklemi sonda kullanmaya uyumlu olduğunu gösterir. O halde dil öğrenme zorlukları arasında bahsettiğimiz cümle yapısındaki farklılıklar Almanca ve Türkçe arasında geçersizleşmektedir.. Almanca yan cümle teşkilini doğal olarak bilen bir Alman, aynı mantıkla Türkçe cümleleri de kolaylıkla oluşturabilecektir.. Görüldüğü gibi yan cümlenin kelime dizilişi birebir Türkçe cümle dizimine uygun olmaktadır. Bu müthiş benzerliğin tesadüfi olması herhalde beklenemez.

SIFATLAR

Bilindiği gibi Türkçemizde sıfatlar, genelde isimlerden önce gelirler.. Bu durum Almanca’da da böyledir..Ama elbette Almanca’da karşımıza yine artikeller çıkmaktadır..

Der schöne Ball- Güzel top Das rote Buch-Kırmızı kitap

UZUN KELİMELER

Hem Almanca’da hem de Türkçe’de oldukça uzun kelimeler oluşturulabilmektedir:

Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebilecekleri

mizdenmişsiniz

Polymerisationsdurchschnittsgeschwindigkeitsme

ssungsergebnskorrektursfehlerabzugzeichen

ÜNSÜZ BENZERLİKLERİ

Almanca ve Türkçe arasındaki ses yapısı ilginç bir şekilde birbiriyle uyumludur.. Almanca’daki bütün ünsüzler Türkçe’de de vardır. Bu nedenle

bir Türk’ün Almanca sesleri öğrenmesi çok da zor değildir.. Sadece Almanca’daki „z“ (tset) ve „r“ gibi bir kaç sesin telaffuzu kafamızı karıştırabilir ilk başta ama, bizim dil yapımızı fazla da zorlamadıkları için bu seslere de çok çabuk adapte olabilmekteyiz. Aşağıdaki örneklerde sadece ses benzerliklerine yer verilmiştir.

Glüklich- göletlik

Tasse-Kase

Sabine-Sabiha

Schule-Şule

Bosch-Boş

Fakir-fakir

Gerettet-Gerekli

Tasche-Taş

War-var

Bu örnekleri elbette çoğaltmak mümkündür. İki dil arasında sesleri aynı ya da benzer anlamları ise farklı on binlerce kelime vardır..

BAYAN İSİMLERİNDEKİ BENZERLİK

Almanca’da kullanılan bayan isimleri genellikle ünlü a, e, i sesleriyle bitme eyilimi gösterirler.

Bertina, Sabine, Blanche, Alia, Aria, Annemarie, Anni, Brune, Amara.

Türkçe’de de bilhassa eski dönemlerde bayan isimleri genellikle e, a isimleriyle bitmekteydi.. Tabii ki bunda bilhassa Arapça’nın da etkisi olmuştur:

Aliye, Sabiha, Saliha, Mualla, Dilara, Ayşe, Fatıma, Bedriye, Mehpare.

İslamiyet öncesi dönemde de sonu ünlüyle biten bir kısım kullanımlara rastlamaktayız:

Asena, Aybüke, Akerke(ç), Akılay, Çaçıke, Kanıkey, Ulbike

SONUÇ:

Alman dilini öğrenen herkes, -chen küçültme yapım ekiyle Türkçe’deki -cik, -çik yapım eklerinin; ya da Türkçe’deki -lik yapım ekiyle Almanca’daki -lich ekinin benzerliklerini mutlaka fark etmiştir. Ya da bizim „hayır“ anlamında „yoo“ deyişimiz gibi onların da „nüü“ dediklerini duymuşsunuzdur. „Elbette“mize benzer şekilde „doch“ kullanımına, ya da bilhassa eski Türkçe’de kullanılan „belki“ kullanımıyla paralel olan „sondern“ kullanımına bir şekilde rast gelmişlerdir.. Almanya’da yaşadığınızda, bilhassa argoda kullanılan „oha“ kelimesinin ve „ah, oh“ gibi bazı ünlemlerin aynı şekilde Alman dilinde de kullanıldığına şahit olabilirsiniz.. Elbette bu benzerlikleri çoğaltmak mümkündür. Ancak çalışmamızın sınırları bakımından bu örneklerle yetinelim. Vaktimiz elverdiği sürece bu alanda yaptığımız çalışmaları sizlerler paylaşmaya devam edeceğimiz.. Amacımız ise dillerdeki kardeşliğin ve barışın, dalga dalga yayılarak insanların ruhlarına da nüfuz etmesidir. Farklılıkları dile getirmek elbette bir dereceye kadar faydalıdır ama benzerlikleri sık sık hatırlamak da dostça yaşamanın yollarını açar bize.. Almanca ve Türkçe arasında durum böyleyken, elbette Ortadoğuda, Balkanlarda ve Ortaasyada konuşulan dillerle Türkçemiz arasındaki paralellikler de gözden geçirilmelidir. Bu yapıldığında bugün birbirine kaygıyla bakan pek çok toplumun, dillerin kardeşliğinde buluşacağına inancımız tamdır.

Oğuz Düzgün/Stuttgart/2010

KAYNAKÇA:

http://canoo.net/blog/

http://www.evbilgisayari.com/tum-konular/615- dillerdeki-en-uzun-kelimeler-1913 -harfden- olusan-sozcuk.html

http://turkoloj i.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DI LI/yusuf_akcay_alfabe_tartismalari.pdf http://tr.wikipedia.org/wiki/Div%C3%A2nu_L% C3%BCgati't-T%C3%BCrk

http://tr.wikipedia.org/wiki/Dil bilgisi

http://turkoloj i.cukurova.edu.tr/CAGDAS%20TU

RK%20LEHCELERI/umay_gunay_manas_desta

ni_kadin_adlari_bir_deneme.pdf

http://diglib.princeton.edu/view?_xq=pageturner

&_type=&_doc=%2Fmets%2Fislamic3s265.mets

.xml&_inset=0&_filename=islamic%2F3s265%2

F00000008.jpf&_start=1 &_index= 11&_count=1

1&8=1&div1=5

„Der die was? Ein Amerikaner im Sprachlabyrinth“ Rowohlt Taschenbuch Verlag 2009


YENİ BİR TÜRK LEHÇESİ; TÜRKMANCA

Güzel dilimiz Türkçe, yeryüzünün bütün coğrafyalarında konuşulan oldukça yaygın bir dil bildiğiniz gibi. Diller yayıldıkları bölgelerin coğrafi özellikleri, yerel dilleri, tarihi olayları gibi tesirlerle, farklı farklı ses, yapı ve biçim elbiselerine bürünerek, farklı telaffuzlarla konuşulabilmektedir. Bu farklı telaffuzlar ve biçimler, standart kabul edilen dile yakınlıklarına ya da uzaklıklarına göre farklı isimlerle anılırlar. Ağızlar, şiveler ve lehçeler gibi sınıflamalar, bir dilin sınırları içinde olan ama o dilin çeşitli etkilerle oluşan farklı kullanımlarına işaret ederler. Akraba diller olarak sınıflandırdığımız diller ise, ortak bir dilin lehçelerinden tekamül eden, ama yeni bir duygu, düşünce, ses, kültür ve biçim boyutuyla farklı bir dil haline gelen müstakil dillerdir.

Bu akraba diller arasında benzerlikler çokça olsa da, iki farklı dilin konuşanları çoğunlukla birbirileriyle anlaşamazlar; ortak dilden oluşan bu yeni dillerle dertlerini birbirlerine anlatamazlar. Örneğin, Almanca ve İngilizce birbiriyle akraba iki dildir ama bu iki dili konuşan insanlar, yekdiğerlerinin dilini öğrenebilmek için dil kurslarına gitme gereği hissederler. Mevcut dil kullanımları, yeni karşılaşılan akraba dilin kodlarını bütünüyle çözmeye yetmez ve iletişim, bazı ortak-benzer kelimeler dışında oldukça imkansızdır. Bildiğimiz gibi, iki anahtarın boyutunun, markasının aynı ya da benzer olması, o anahtarların aynı kapıyı açacağını asla göstermez. Çünkü anahtarların kapının kilidinin yapısına uygun girinti ve çıkıntılara -şifrelere- sahip olması gerekmektedir. Diller ne kadar benzer olsalar da, farklı girinti ve çıkıntılara yani şifrelere sahip farklı anahtar sistemleridir. Bir dilin kilidini açabilmek yani onun anlam dünyasına girebilmek için, ortak şifrelere -dil yapılarına- ihtiyaç vardır. Mecazlar, dilbilgisi, ekler, sesler, kelimelerin formları bazen de cümle ve kelime yapısı oldukça farklılaşmış ya da değişmiştir. Bu iki farklılaşmış dil arasındaki ortak kökeni keşfetmek için iyi bir gramer eğitimine ihtiyaç vardır. Bu iki akraba dil arasındaki benzerliklerin mantığını kavrayıp, - karşılaşılan dili çok da iyi öğrenmeden- yeni dille ilişkiler ağı kurma melekesi ise, hem zeka, hem de yoğun bir eğitimin-kültürün varlığıyla orantılıdır ve bu iş herkesin harcı değildir.

Başta da söylediğimiz gibi Türkçemizin pek çok ağzı ve lehçesi bulunmaktadır. Televizyon, sanalalem (internet) ve de radyo yoluyla oldukça aşina olduğumuz Karadeniz, Doğu, Rumeli ağızlarının yanında Azeri, Türkmen, Gagavuz lehçe-ağızları (Bilhassa Azeri Türkçesinin başlı başına bir ağız olduğu söylenebilir) daha uzakta ise Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Uygur lehçelerini duymayanımız yoktur. Şunu da söylemek gerekir ki, kimi bilginler Türkçe’nin lehçeleri tabirini kabul etmezler. Bazı bilginlere göre ise Türkçe’nin Yakutça ve Çuvaşça olmak üzere iki lehçesi bulunmaktadır. Başka bazı bilginlere göre de bu iki lehçe, Türkçe’nin uzak lehçesi, diğer lehçeler ise “yakın lehçeleridir.” Daha 12. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, pek çok Türk lehçesinden on bine yakın kelimeyi derleyerek, bu farklı lehçelerde kullanılan kelimelerin ortak bir dilin, yani Türkçe’nin hazinesine ait olduklarını ortaya koymamış mıydı?

Lehçeler aynı marka, boyut ve şifrelere sahip anahtarlar gibidir. Bu anahtarların anlam kapısını açmayı zorlaştıran klavları, çizikleri olabilir ama onlar da hafif bir törpülemeyle ortadan kaybolurlar. Yani farklılaşmaların mantığı kavrandığında değişik lehçelerin anlam şifreleri hemen çözülür. Bu demektir ki, Lehçeler arasında kurallı bazı değişimler olabilir. Örneğin, Y sesi C’ye, D sesi Ç’ye, D sesi ise T sesine dönüşebilir. Çin’de yaşadıkları acı olaylardan ve zulümlerden tanıdığımız Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin konuştukları Uygur Lehçesinde de bu değişimleri görmekteyiz. Mesela; Yiğit kelimesi Cigit’e, Diş kelimesi Çiş’e, Değiş- fiili Tegiş şekline dönüşebilir. Eklerde de bazı ufak değişimler olabilir. Örneğin, isimden fiil yapım eki olan -le eki, Uygur Türkçesinde -li şeklinde telaffuz edilir. Bir örnek vermek gerekirse, “cilt-le-mek” kelimesi Uygur Türkçesinde “cild-li-mek” şeklinde telaffuz edilir. Seslerdeki ve eklerdeki kurallı bazı ufak farklılaşmalar hakkında bilgi sahibi olduğumuzda, karşılaştığımız lehçeyi anlamakta hiçbir güçlük çekmeyiz. Hangi Türk lehçesini konuşursak konuşalım, az bir emek ve gayret göstererek diğer lehçeleri anlayabilir ve de o lehçeleri konuşanlar tarafından rahatlıkla anlaşılabiliriz.

Bu genel bilgilerden sonra, yazımızın başlığında işaret ettiğimiz, Türkçemizin henüz yeni oluşmakta olan bir lehçesinden ya da ağzından bahsedebiliriz sanırım. Bildiğimiz gibi ilk olarak 1950’li yıllarda Türkler, çalışmak ve para kazanmak gibi haklı amaçlarla Avrupa’daki bazı ülkelere göç ettiler. Öncelikle Almanya’ya, ileriki yıllarda da diğer bazı Avrupa ülkelerine yoğun bir Türk işçi göçü gerçekleştirildi. Babam da 60’lı yıllarda Almanya’ya göçenler arasındaydı ve diğer birçok Türk işçi gibi ilkokul üçüncü sınıf mezunuydu. Bu işçilerin pek çoğu herhangi bir okuldan mezun bile değildi. Köylerinden yola koyulmuşlar ve bu koca ülkeye ayak basmışlardı. Onlar eğitimleri ya da bilgileri önemsenerek Almanya’ya kabul edilmemişlerdi. Almanya için bu işçilerin bedensel güçleri ön plandaydı. Çünkü onların bilim adamlarına ya da filozoflara değil de haklı sebeplerle “iş gücüne” ihtiyaçları vardı.

İş gücünü karşılayacak olan bu insanlar Anadolu’nun pek çok yöresinden adetleriyle birlikte bu yeni ülkeye gelmişlerdi. Karadeniz, Akdeniz, Doğu, Güneydoğu, Marmara, Trakya, İç Anadolu bölgelerinden kafileler halinde Almanya’ya göç eden Türkler, yöresel ağızlarını da ve o dönemin Türkçe kelimelerini de muhafaza ederek bu umut ülkesine gelmişlerdi. Bütün bu özelliklerini yeni kuşaklara da aktarmayı ihmal etmediler. Bugün Almanya’da hala daha Erzurum ya da Karadeniz ağzıyla Türkmanca lehçesi karışımı bir dil konuşan küçük çocuklarla karşılaştığımızda şaşırmadan edemiyoruz.

Biz bu yazımızda, özellikle Almanya’da yaşayan Türklerin dillerindeki bazı değişimlerden yola çıkarak yeni oluşmakta olan bir ağzın belki de lehçenin bazı özelliklerini sizlerle paylaşacağız. Bu yeni oluşan dili ister lehçe ister ağız olarak adlandıralım, kesin olan bir şey vardır ki, bu yeni Türkçe, standart Türkiye Türkçesinden farklı bir Türkçedir. Biz bu Türkçenin farklılığını ortaya koymak için “lehçe” tabirini kullanacağız ama Türkçe’nin bu yeni kolunun “ağız” olduğunu savunanların haklı olabileceği ihtimalini de bir kenara not edeceğiz.

Almanya’da yaşayan 3 milyon civarında Türk nüfusun varlığından haberdarız. Bilhassa yeni nesil, Almanca’yı anadilleri gibi akıcı konuşuyor. Real Schule, Gymnasium ve Üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısının bir hayli artması da, gençlerimizin Almanca’yı bir Alman öğrenci kadar akıcı ve kurallarına uygun kullanabildiğini göstermeye yetiyor. Okulda, sokakta, işte, markette, sinemada, lokantada kısacası ev dışındaki her yerde Almanca konuşan-düşünen gençlerimizin Türkçelerinde bazı köklü değişimlerin olmayacağını söylemek imkânsız gibidir. (Evde de Alman televizyon kanalları ve internetle yoğun bir etkileşim halinde olan geçlerimizin Türkçelerinin değişmeyeceğini düşünmek oldukça safdillik olur.) Bu durumda, bu ülkede konuşulan Türkçe’nin, Türkiye’de konuşulan Türkçe’den farklılaşmaya başladığını, Alman dilinin de etkisiyle yeni bir ağzın ya da lehçenin oluşma aşamasında olduğunu hemen fark ederiz. Hatta bu yeni lehçe yer yer Türkiye Türkçesini bile etkilemektedir ki, birbirimize sıklıkla sorduğumuz “nasıl gidiyor?” soru terkibinin Almanca “Wie gehts (Ihnen-dir)?” sorusundan birebir çeviri olduğunu çoğumuz bilmeyiz bile..Meseleye Almanca açısından bakıldığında, Türklerin konuştuğu Almancanın da artık eski Almanca olmaktan uzaklaşmaya başladığını açıkça görebiliriz..

Şimdi de yazımızın başlığında “Türkmanca” olarak adlandırdığımız yeni oluşmakta olan ağzın ya da lehçenin bazı belirgin özelliklerinden bahsedelim isterseniz. Bu değişimin Türkçemizin geleceği açısından ne gibi tehlikeler içerdiğini, bilhassa dilimizin anlam ve mecaz boyutunun Almanya’da yaşayan yeni nesil tarafından nasıl unutulmaya yüz tuttuğunu örneklerle göstermeye çalışalım:


Türkmanca’da Türkçe bazı kelimeler artık neredeyse unutulmuştur. Bu kelimelerin yerine artık Almanca bazı kelimeler kullanılır. Bilhassa Almanya’da yaşayan son Türk kuşağı, bu konuda oldukça şanssızdır. Sayılar, gün, ay, mevsim isimleri, renk, sebze ya da meyve adları, selamlaşma ifadeleri vb. pek çok Türkçe kullanım yerini Almanca’daki karşılıklarına bırakmış durumdadır. Şimdi bu kelime değişimleri ile ilgili bazı örnekler verelim:

TÜRKİYE TÜRKKÇESİ ALMANYA TÜRKÇESİ

Tamam -Okey

Merhaba -Hallo-Merhaba

Allahaısmarladık -Tschüs

Hayırlı sabahlar - günaydın -Guten Morgen

Cuma -Freitag

Yaz- Summer

Temmuz -Juni

Randevu- Termin


Tatil -Urlaub, Ferien Bayram -Fest Eczane -Aphoteke Hasta - Krank Sınıf - Klasse Ders -Unterricht İşçi- Arbeiter Sinema -Kino Salatalık- Gurke Bayan, hanım- Frau Bay -Herr Sarı- Gelb Kalem- Schrift Yazık- Schade Bilgisayar- Computer Kiralık- Vermieten


Cep telefonu -Handy

Şimdi bu kelimelerden birkaçını cümle içinde kullanalım:

Bugün terminim var.

Ali kranka çıktı.

Fest günü neredesin?

Şimdi mate unterrichtimiz var..

Okey dedik ya!

Ben gidiyorum artık, tschüss!

Bu freitag size geleceğiz.

Ben gurke yiyorum.

Bu konuda şimdilik bu kadarcık örnekle yetinelim. Yeni neslin büyük bir çoğunluğu Almanca’da kullandıkları kelimelerin ya da terimlerin Türkçe karşılıklarını bilmedikleri için, bu yabancı kelimeleri Türkçe’ye uyarlamaktadırlar. Bu insanlarımız kullandıkları kelimelerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarını öğrenseler de, gündelik konuşma Türkçesinde, muhataplarınca anlaşılabilmek için, ister istemez Almanca kelimeleri sıkça kullanmaktadırlar.


Bir dilin asli yapısını bozan en önemli değişiklik, bahusus gramer-dilbilgisi yapısında gerçekleşen değişimlerdir. Avrupa’da konuşulan, Türkçe ile akraba bazı dillerin değişimi bu yönde olmuştur. Fince, Macarca, İsveççe, Estonca gibi dillerin Anglo-Sakson dillerinin de etkisiyle gramer yapıları köklü bir şekilde değişmiştir. Türkmanca lehçesi de Almanca’nın gramer yapısının tesirinden uzak kalamamıştır. Ancak bu değişimlerin bir kısmı henüz başlangıç aşamasındadır ve çok da yaygın değildir.

Almanca düşünen ve konuşan Türkler, Türkçe’yi o yabancı dilin mantığıyla konuşmaya veyahut da yazmaya başladıklarında artık karşımızda yeni bir ağız ya da lehçe çıkmaktadır. Bu değişimlerden aklımıza gelenleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

1)  Çok genel olmasa da yüklem, Almanca’da olduğu gibi cümlede ikinci sıraya getirilir.

Ben geliyorum oraya.

Şimdi bitti bu iş.

Çocuk ağladı derste..

2)  Bildiğimiz gibi Türkçe’de özne kullanılmadan da yüklemin sonundaki şahıs ekleri sayesinde


özne görevindeki şahıs zamirini hemen buluruz. Ancak Anglo-Sakson dillerinde özne olan şahıs zamiri muhakkak kullanılmalıdır. Türkmanca lehçesini kullanan Türkler, özne durumundaki şahıs zamirlerini kullanma konusunda oldukça muhafazakârdırlar.

Ben sizi schulede (okulda) gördüm.

Sen geldin mi stadta (şehre) ?

Onlar gittiler Türkiye’ye..

3)   Almanca bazı fiillerin ve kelimelerin anlam derinlikleri, doğrudan doğruya o kelimenin karşılığı olan Türkçe kelimelere aktarılır. Şimdi bu konuyla ilgili birkaç örnek verelim:

Almanca’da “kennen” fiili “canlı cansız her şeyi tanımak” anlamına gelir ama bu “tanıma”

“bilme” eylemini de içerir. Buradan yola çıkarak Türkçe “tanımak” fiilinin “bilmek” anlamında sıklıkla kullanıldığını duyarız. Türkçemizde ise bu fiil bilhassa “insanları bilme” anlamını ifade etmektedir. Aşağıdaki örneklerde ise canlı, cansız ya da insan, hayvan ayrımı yapılmadığını hemen fark edersiniz:

Ben bu dersi tanımıyorum-bilmiyorum.

Bu kalemi tanıdın mı?

O köpeği tanıdım.

4)  Almanca ve İngilizce gibi dillerde dilleri ve milletleri ifade etmek için aynı kelimeler kullanılır:

türkische (millet), türkische (dil)

Türk öğrencilerin sıklıkla Türkçe öğretmenleri için “Türk Öğretmen” tabirini kullanmaları gösteriyor ki, Türkmanca lehçesinde Türk kelimesinin anlam tabakaları içine “Türk Dili” de eklenmeye başlamıştır. Bu çok genel bir durum olmamakla birlikte, önlem alınılması gereken hayati bir dil sorunudur.

5)  Anne babadan birisinin Alman olduğu ya da evde Türkçe konuşulmadığı durumlarda ise Türkçe’nin gramer yapısı bütünüyle Alman dilinin grameriyle yer değiştirmektedir:

Ben seviyor seni.

Siz geliyor bura.

Annem okuyor kitap çok.

Öğretmen seviyor seni ben.

Ben istiyor gelmek.

6)  Bildiğimiz gibi Türkçe kelimelerde dişi erkek ayrımı yapılmaz. Türkmanca’da ise Almanca’nın etkisiyle bu ayrımlara sıkça rastlanır. Kuzen- Kuzine, Sekreter-Sekreterin, Öğretmen-Lehrerin, Rektör-Rektörin gibi örnekler Türkmanca’da sıklıkla kullanılan kelimelerdir ve bu kelimelerin dişilliği, erilliği çoğunlukla belirtilir.

DİL İNCELİKLERİNİN KAYBOLMASI:

Türkmanca’da Türkiye Türkçesinde bulunan pek çok incelik kaybolmaya yüz tutmuş durumdadır. Örneğin küçükler öğretmenlerine “Siz” diye hitap etmeleri gerektiğini bilmemektedirler. (Halbuki Almanca’daki du-Sie ayrımının çok iyi farkındadırlar) Bunun yerine kendi aralarında kullandıkları “sen” zamirini kullanmaktadırlar. Türkçe’de akraba adlarına oldukça önem verildiğini bilmekteyiz. Ancak Türkmanca’da pek çok akraba adı unutulmuş ya da yerini Almancasına bırakmıştır. Türkmanca’da Türk atasözleri ve deyimleri gibi dilin anlam boyutunu temsil eden kullanımlara çok az rastlanılır. Almanca’dan çeviri deyimler ve atasözleri Türkçe olarak ifade edilir. “Ağaç yaşken eğilir”, “sakla samanı gelir zamanı”, “bakarsan bağ olur bakmazsan dağ” örneklerindeki gibi atasözleri Türkmanca konuşan birisi için ilk etapta çok şey ifade etmeyebilir. “Göze girmek”, “göze batmak”, “kulak kesilmek”, “açık kapı bırakmak”, “yangına körükle gitmek” gibi deyimlerin işaret ettikleri anlamlar Türkmanca

konuşan birisi için oldukça yabancıdır. Bu kişinin bu konularda ciddi bir eğitime tabi tutulması gerekecektir. Yön ifadeleri tamamıyla unutulmuştur. Sağ, sol ifadeleri yerine recht, links tabirleri kullanılır..

ALMANCA’DAN TÜRKÇE’YE ÇEVRİLEN CÜMLE YAPILARI:

Daha önce verdiğimiz “Nasıl gidiyor?” örneğini burada da verebiliriz. Wie gehts ihnen-dir ? soru kalıbından çevrilen bu ifade “Nasılsın?” , “Halin, keyfin nasıl?” sorularına karşılık gelmektedir. “Yağmur yağıyor” ifadesi yerine kullanılmaya başlanan “Hava yağıyor” kullanımı “Es regnet” kullanımının etkisiyle oluşmuş gibidir.

EKLERDEKİ DEĞİŞİMLER:

Bilhassa nesne (akkusativ) hali eki olan -i eki kullanılmamaya başlanmıştır. Yönelme hali eki olan -e ekinin de kullanılmadığı örneklere rastlanmaktadır. Bazı Türkçe eklerse -özellikle yapım ekleri- unutulmaya yüz tutmuş durumdadır. Şimdiki zaman, geniş zaman ve gelecek zaman kullanımları Almanca’dan etkilenmiştir. -miş’li geçmiş ve -di’li geçmiş zaman kullanımları da birbiriyle karışmış durumdadır. Pek çok ekin kullanımı oldukça zayıflamıştır. Bazı artikellere karşılık olarak yer yer işaret zamirleri kullanılmaktadır.

Ben Stuttgart gittim.

Öğretmenim, ben ders bitirdim.

Ben oraya gelirim.

FİİLLERDEKİ DEĞİŞİMLER:

Türkçe fiillerin kullanımında da yer yer değişimlere rastlanır. Fiilin anlamı ya da yapısı Almanca’dan Türkçe’ye uyarlanır. Örneğin, “Bitirdim” yerine “Bittim” fiili kullanılır. Türkçe’de müzik aletlerini kullanmak anlamında “çalmak” fiili kullanılırken, Türkmanca’da Almanca’nın tesiriyle “spielen” fiilinden çeviri “oynamak” fiili kullanılır. “Tanımak” fiili canlı cansız her varlık için “bilmek” anlamında da kullanılır. Örneğin sınava girmek fiili yerine “test yazmak”, “film seyretmek” yerine ise tamamen Almanca’nın etkisiyle “filme bakmak” fiilleri kullanılır.

Bazen Almanca bir kelimeyle Türkçe bir fiil bir arada kullanılır. Krank’a çıkmak, termin almak, fahr yapmak (araba sürmek), schnell olmak (hızlı olmak), schreiben yapmak (yazmak), pause yapmak (teneffüs yapmak), übersetzen yapmak (tercüme etmek), diktat etmek (yazdırmak), prüfung yapmak (sınav yapmak), fliegen yapmak (uçakla uçmak), einkaufen yapmak (alışveriş yapmak), kennenlernen etmek (tanışmak), vertrag yapmak (sözleşme yapmak), kaufen etmek (satın

almak).

Bazı Almanca kelimelerse, Türkçe bazı yapım eklerini alarak fiilleşirler “Okeylemek”, “Dunkoflaşmak” örneklerinde olduğu gibi.. Hatta bazı hoyratça kullanımlara imza atarak, sırf değişik bir Türkçe kullanmak adına Almanca fiillerin sonuna doğrudan Türkçe ekleri ekleyenlere de rastlamaktayız.

YAZIMDAKİ DEĞİŞİMLER

Almanya’da verilen Türkçe ve Türk Kültürü derslerine devam etmeyen gençler, doğal olarak Türkçe metinleri Alman yazım sistemine göre yazmaktadırlar. Bu da telaffuz ve yazım hatalarına sebep olmaktadır haliyle. Yazımdaki belli başlı bazı değişimleri maddeler halinde özetleyelim:

1)          Ş harfi yerine “sch” harflerinin kullanılması; Ben ischteyim, yere düschtüm...

2)         I harfi yerine i harfinin kullanılması; akilli cocuk, sinifta kedi var, Aydin.

3)         Z sesini ifade için S harfinin kullanılması; kusu, as, kasmak.

4)         Türkçe kelimelerdeki Z harfinin “TST” şeklinde okunması, gazete (gatsete), özgür (ötsgür)

5)         Türkçe kelimelerdeki “R” harfinin yumuşak ğ’ye yakın bir şekilde telaffuz edilmesi; radyo

(ğadyo), Arda (Ağda), erik (eğik).

6)         Türkçe kelimelerdeki “v” sesinin “f’ olarak telaffuz edilmesi; Vapur (Fapur), Vampir (Fampir), Vana (Fana)..

7)         F harfi yerine V harfinin kullanılması; Vatih (Fatih), Vay hattı (Fay hattı)

8)         V sesi yerine kimi zaman W harfinin kullanılması.. Aw, owmak...

9)         J harfinin Y şeklinde telaffuz edilmesi; Ajda (Ayda), Ejder (Eyder)

10)          Türkçe kelimeler yazıldığında “Y” sesini ifade etmek için J ya da İ harflerinin kullanılması..

11)          Ç harfi yerine bazen C bazen de Ch harflerinin kullanılması; cocuk, oruch...

12)         U yerine Ü,Ü yerinede U harflerinin kullanılması... Hatta Ü sesi yerine UE seslerinin kullanılması; Duezguen.

13)          Ğ yerine çoğunlukla G harfinin kullanılması; ögrenmek, dogmak.

14)         Eklerin yazımında ünsüz benzeşmelerinin dikkate alınmadan tek ek formunun yazılması, bakdı ya da bakdi, kaçdı...

15)          Almanca’nın yazım kurallarından dolayı bütün isimlerin büyük harfle başlaması; Ali Okula giderken yanında bir Kitab götürdü.

16)          Türkçe yazım kurallarının bilinmemesinden dolayı kesme işaretinin, de bağlacının, mi soru ekinin, ki edatının yazımları gibi özel bazı kurallara riayet edilmemesi.

VURGU VE TONLAMALARDAKİ DEĞİŞİM:

Bildiğimiz gibi her dilin bir müzikal yapısı vardır. Vurgular ve tonlamalar, dillerin ayrılmaz birer parçasıdır. Almanca’nın etkisiyle Türkmanca’daki vurgu ve tonlamalar oldukça başkalaşmıştır. Türkiye Türkçesinden habersiz gençler, Türkçe kelimeleri farklı bir vurgu ve tonlama yapısıyla konuşurlar. Bir Türk’ün konuşmasındaki vurgu ve tonlamalara dikkat ettiğimizde onun Almanya’da yaşayıp yaşamadığını kolaylıkla anlarız. Elbette Fransa, Amerika, Çin gibi yabancı ülkelerde uzun seneler yaşayan Türklerin Türkçelerinde de vurgu ve tonlama farklılaşmalarına rastlarız. Örnek vermek gerekirse, Almanya’da yetişmiş meşhur sanatçılarımızdan İsmail YK’nın Türkçesine benzer bir vurguyla konuşur Almanya’da yaşayan soydaşlarımızın çoğunluğu..

BU DİL DEĞİŞİMİ ÖNLENEBİLİR Mİ?

Bu çalışmamızda anlattığımız dil değişimlerinin büyük bir çoğunluğu, Türkiye Türkçesinden ve Türk Kültüründen uzak kalmanın doğal bir sonucudur. Türkiye’den gelmiş Türkçe ve Türk Kültürü Öğretmenleri tarafından, Alman okullarında verilen Türkçe derslerine devam eden Türk gençlerinin, standart Türkiye Türkçesini ve Türk kültürünü özümsediklerini, şahsigayretlerine göre, yukarıda bahsettiğimiz hataların yüzde seksen ya da doksanından uzak kaldıklarını memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Bu da gösteriyor ki, Türkmanca dediğimiz yeni lehçenin gelişmesi, köken dilin öğreniminden uzak kalışla doğru orantılıdır. Eğer velilerimiz çocuklarını Türkçe ve Türk Kültürü sınıflarına yollamazlarsa, on-yirmi yıl sonra, gençlerimizin konuştukları Türkçe’nin, yarı Almanca yarı Türkçe bir ucubeye dönüşeceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Bunun yanında gençlerimiz dolaylı olarak, Türkçe’nin beslendiği en önemli kaynak olan Türk kültür ve değerlerinden de uzaklaşacaklardır. Dilleri başkalaşmış, şiddet, uyuşturucu ve fuhuş bataklarına sürüklenmiş bir nesil istemiyorsak, bu konuya her şeyden çok önem vermemiz gerekiyor. Elbette hâkim kültür ve dilin etkilerinin dilimizde görülmemesi imkansız gibidir ama, bu etkileri en aza indirmek de bizim elimizdedir. Almanya’da yaşayan Türk gençlerinin Türkçe öğrenmelerinin önündeki bütün engellerin kaldırılması adına elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz öncelikle. Ardından Türkçe ve Türk Kültürü derslerinin itibarını arttırmak için girişimlerde bulunmamız gerekiyor. Bu dersin seçmeli ders olması ve Türkçe’nin okullarda İngilizce ve Fransızca gibi yabancı dil olarak okutulmasını sağlamak hususunda, bütün Türk dernekleriyle ve ilgili Alman kurumlarıyla işbirliğine gitmemiz gerekiyor. Türkçe derslerinin kaldırılmasının ima edilmesi bile Türk Derneklerini hemen harekete geçirmeli, bu derslerin devamını sağlamak adına ivedilikle etkili lobi çalışmalarına girişilmelidir. Çocuklarımızın aile ortamında da Türkçe yayınları takip etmesini sağlamak anne babaların en birinci görevi olmalıdır. Gençlerimizin Türkçe kitap, internet, televizyon, gazete ve dergi gibi imkânlardan faydalanmalarını sağlamak adına elimizden geleni yapmalıyız. Türkiye’yle irtibatımızı koparmamamız ve çocuklarımızla birlikte sık sık Çanakkale, İstanbul, Ankara gibi tarihi ve kültürel öneme sahip şehirlerimizi ziyaret etmemiz oldukça önemlidir. Şunu da unutmamalıyız ki, çocuklarımız bizim geleceğimizdir ve yarının dünyasının nasıl olacağını anlamamız için bugünün çocuklarına verdiklerimize bakmamız yeterli olacaktır.

Oğuz Düzgün/Stuttgart

TÜRKÇE VE ERMENİCE

Tüm dünya dilleri çeşitli olayların sevkiyle birbirleriyle etkileşim içine girmiştir. Ermeniler ve Türkler yüzyıllarca bir arada dost olarak yaşamış iki millettir. Bu iki topluluk arasında yüzlerce yıl yaşanan güzel ilişkilerin sonucunda daha 4.yy’da Türkçe, Ermeni dilini kökten etkilemeye başlamıştır. Bu etkileme; fonetik, türetim, morfolojik, sözdizimi vb. gibi birçok yönden olmuştur. Bu etkilerin varlığı dillendiren pek çok Ermeni dilbilgini de vardır.

Ünlü Gürcü Edebiyatçı İlya Çavçavadze, “Ermeniler’in başkalarının efsanelerini kendilerininmiş gibi zannettiklerini ” ifade etmektedir.Yine aynı zat, ezberci Ermeni dil bilginlerinin kendi dillerindeki her bir özelliği, başka dillerden dillerine girmiş kelimeleri, kendilerine mal etmelerini de eleştirmektedir. Halbuki bu dildeki pek çok kelime ve ses özelliği, Arapça ve Farsça gibi dillerin yanında bu dile Türkçe’den de geçmiştir. Ermeni bilgin Mordman, Ermeni dilinin Turani dillerden köklü bir şekilde etkilendiğini belirtmiştir. Yine bir başka bilgin Patkonov, yüzyıllar öncesinden Türk etkisinin Ermeni dilini etkilediğini söylemiştir. Patkanov daha 5. ve 6.yy’daki Ermeni kaynaklarında bulunan Türkçe kelimeleri tespit etmiştir. Örneğin; “goçkar” kelimesi daha bu dönemde Ermeni diline girmiştir. Bu kelime ile kökendaş olarak “goç-koç” kelimesi de vardır. “Goçkar” ve “Koç” kelimeleri “erkek koyun” anlamında her iki dilde kullanılmaktadır. Diğer bir Ermeni dilbilimci “Gukasyan” da Patkanovla benzer görüşleri ifade etmektedir. Daha 5.yy’da Ermenice’ye giren bazı Türkçe kelimeler şunlardır; “arıg (şişman), ark-ark, goçkar-koç, zer-yer, torpah-toprak, hakan, tarhan, elteper vb.."

Bütün bu deliller gösteriyor ki, Ermeni dili, Selçuklu, Osmanlı ve Azeri Türkçelerinden çok çeşitli zamanlarda etkilenmiş bir dildir. Bu dönemlerde Ermeni Oymakları ile Türk Oğuz boyları arasında çok güzel ilişkiler kurulmuştur. Sevartyan, Ermenilerin 12.yy ve sonralarında Türkçe’yi ikinci dil olarak benimsediklerini, delilleriyle ortaya koymuştur. Bir başka Ermeni dilbilgini Açaryan, 15.ve 19.yy’lar arasında Ermeni yazılı kaynaklarında, 4200 civarında Türkçe kelime tespit etmiştir. Bu Türkçe kökenli kelimelerin bazıları şunlardır:

”Bayatı, başlug(başlık), bek(bey), biz, bostan, bostancı, debağ, talan,gacag(kaçak), nal , nalband, çıban, tolma(dolma), bozbaş, oba, ana, ata, eziz(aziz), Gelet(galat), gapı, gesd(kasd), gız(kız), yeası(yiyesi), helal, haram, ağ, ağa, el, ilan, damga, donguz(domuz)...vb” Örnektekiler gibi binlerce Türkçe kelime, Ermenice’ye geçmiştir. Ermenice’ye sözcüklerin yanı sıra Türkçe söz öbekleri de geçmiştir. Bu geçişler üç

tarzda olmuştur:

1-               Bazı   deyimler anlam itibariyle geçmiştir:

Ne var ne yok? = inç qa, inç çi qa?

Anan ölsün = merit merni

Bir karın aç, bir karın tok = mi por guşt, imi por sovats

Ağır oturmak = tsanir nıştel Alın yazısı = çoğata gir Parmağını dişlemek = matı gtsel

2-               Bazı   Türkçe kelimeler aynen muhafaza edilmiştir:

kıç yerine koymak=Gıji toğ dnel azad nefes almak=azad sunts kaşel kapıya gülle atmak=kaekin golla gnal helal süt emmek=helal gat xmel deli şeytan diyor=dali şeytanı asıma

3-               Bazı   söz grupları Ermenice’ ye değişmeden,

aynen geçmiştir.

Ya baxt = ya bext (x> hırıltılı h sesi)

Bir gülle bahar olmaz

Kül başına

Tek elden ses çıkmaz

Akıl akıldan üstündür

Tokun açtan haberi olmaz

Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar

Verdiğimiz örnekler gibi daha pek çok atasözü ve deyim Ermenice’ye Türkçe’den geçmiştir. Hoçatur Abovyan, Perş Prosyan, Gozoros Ağayan, Gabriyel Sundukyan gibi onlarca bilgin Türkçe’den Ermenice’ye geçen bunca kelime ve söz grubunun varlığını ortaya koyan, ispatlayan kişiler olmuşlardır.

Ermeniler, söz varlığımızın yanında bazı ulusal kişiliklerimizden , Türk mûsikisinden ve daha pek çok alanda bizden etkilenmişlerdir. 19.yy’da Hovanes Nazaryants Ermeni dilinde söylenen Nasreddin Hoca fıkralarını derlemiştir. Prof.Dr.Zakiroğlu Abdullayev Türk dilinin Ermeni dilini gramer bakımından da etkilediğini ifade etmiştir. Ünlü bilgin Türkçe’nin etkisiyle

Ermenice’de oluşan yeni ses ve dizin özelliklerini şöyle sıralamıştır:

1-                                         Ermenice’deki   bazı fiiller özellikle Azeri ağzından etkilenerek çok anlamlı konuma gelmişlerdir.

Almak, çekmek, bitmek, sürmek

2-  Ermeni dilinde pek çok yeni ses türemiştir.

İnce e, ö ve ü sesleri aslen Ermeni dilinde olmayan fakat Türkçe’den Ermenice’ye geçen seslerden bazılarıdır.

3-   Türkçe’den Ermenice’ye pek çok ek de geçmiştir:

-lik, -lı, -çi, -mcı, -miş ...vb. gibi eklerle birlikte kalıplaşmış kelimeler de bu dile geçmiştir.

Başlux, tozlux, nişanlı, namuslu...

4-                     Türkçe     bazı kelimelerle Ermenice fiiller birleşerek birleşik fiiller oluşturmuşlardır.

Azarlamış inel(azarlamış olmak) vb....

5-                                 Türkçe’den  Ermenice’ye Pekiştirme sıfatları da geçmiştir.

Kıpkırmızı-qasgarmir

Sapsarı-depdegin

Kapkara-sepsev

Tertemiz-şipşidağ

Dopdolu-leplesun

Şunu da belirtmekte yarar vardır ki, Ermenice üzerinde Türkçe’nin yanı sıra Farsça ve Arapça’nın da etkisi olmuştur.

6-                      Ermeni    Guzanları(ozan) Türk dillerine baş vurarak Ermeni şiirini geliştirmeye çalışmışlardır. Örneğin 10.yy’da yaşamış Grikor Narekatsi şiirlerinde sel, mum, derman, xaber(x=h), arkan vb birçok Türkçe kelime kullanmıştır.

7-                              Ermenice,     Türkçe’deki tamlama yapısından da etkilenmiştir. Ermenice’deki tamlama yapısı Farsça’dakine benzer şekildeyken Türkçe’nin etkisiyle değişmeye başlamıştır. Normalde bir Ermeni Ev Alinin demesi gerekirken şimdi Türkçe’deki gibi Ali’nin ev demektedir.

8-  Hint Avrupa dillerinin tamamında olduğu gibi Ermenice’de de ortaçlar(sıfat fiil) ki bağlacı yardımıyla yapılmaktaydı. Ancak şimdi Ermenice’de sıfat fiil oluşumu, Türkçe’deki gibi eklerin yardımıyla olmaktadır.

9-  Eskiden Ermenice’de İngilizce’de olduğu gibi

çoğul bir sayının nitelediği isim de çoğul eki alırdı. Beş kitaplar gibi.. Ancak Türkçe’nin etkisiyle zamanla sondaki çoğul eki bu gibi sıfatlardan sonra kullanılmamaya başlamıştır.

Şunu da bilmeliyiz ki, dilimizin yanı sıra kültürümüz, folklorümüz, geleneklerimiz de Ermeni yaşantısında derin izler bırakmıştır.

Halen, Ermeni illerinde Türkçe şarkılar, türküler ilgiyle ve beğeniyle dinlenmektedir. Bazı sanatçılarımız Ermeni’lerin gönlünde taht kurmuşlardır. Şu anda Türkçe’nin ana dil gibi konuşulduğu Ermeni köyleri vardır. Ermeni aşıkları pek çok müzik terimini Türkçe’den almıştır. Ermenistan’ın başkenti olan Erivan (Revan) köklü bir Türk-İslam kentidir. Elbette Ermeniler yerleştikleri bölgedeki Türk kültüründen de derin etkiler almışlardır.

Örneğin; guzan (ozan), saz, santu, keman, kemanca, bağlama gibi onlarca terim Ermenice’de yaşamaktadır. Ayrıca Ermeni dostlarımızın ruh dünyalarında bizim ruh dünyalarımıza yaptığı gibi ince ışıklar bırakan, Aslı ve Kerem benzeri halk hikâyeleri gibi hikâyeler, halen Ermeni ellerinde insanların hayal dünyalarını türlü türlü renkleriyle zenginleştirmeye devam etmektedirler.

Oğuz Düzgün

Not: Bu çalışmada Elövset Zakiroğlu ABDULAYEV'in bilimsel yazılarından faydalanılmıştır. Onun "Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları" adlı kitabını herkese tavsiye ederim. Kitap TDK yayınlarından yayınlanmıştır


FİLİPİNLERDE SÜMER İZİ

Rusya’da Volga nehri kıyısında Samara adlı bir yerleşim bölgesi var. Haritalardan bu bölgeyi keşfedebilirsiniz. Buranın isminin kökenini kimse bilmiyor. Muhtemelen Mezoptamya’daki Sümer’in kökeni buradan geliyor. Tabii ki bu bölgede yapılmış arkeolojik çalışmalar hakkında da fazla bilgimiz olmadığı için o bölgedeki yerleşim tarihi konusunda bir şey söyleyemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki Tataristan ve Kazakistan arasındaki bu bölgenin ismi Samara. Yine şaşırtıcı bir benzerlik olarak bu bölge de Volga nehri kıyısında bir yer. Demek ki bu dönemde Samara uygarlığı tarım toplumu idi. Bizce orada yapılacak kazı çalışmaları bunu kanıtlayan örnekler verebilir. Biz Ön Asya’da Mezepotamya izine M. Ö 3500’lü yıllarda rastlıyoruz. Muhtemelen Orta Asya’daki bu Samara’dan Samarlılar daha önce göçmüş olmalılar. Yani en az M. Ö 4000’li yıllardan bahsediyoruz. Arkeologların bulgularına göre bu bölgede Paleolitic dönemden beri insan yaşantısının var olduğu tespit edilmiştir. Yani bu bölge köklü bir uygarlık oluşturmuş olmalıdır. Daha sonra çeşitli etkenler sonucu göç etmek zorunda kalan bu uygarlık mensupları eski uygarlıklarını yeni kültürlerle de geliştirerek Mezopotamya ve Filipinlere götürmüş olmalıdırlar. Demek ki çıkış noktası bu Samara’dır. Bu bulgularımız ciddi bir şekilde araştırılmalı, bu konuda daha bilimsel çalışmalar yapılmalı diyoruz.

Bu tezimizi destekleyecek ikinci bir görüşümüzü ilk defa açıklıyoruz. Bize göre Orta Asya’dan yola çıkan Samarların bir kısmı farklı bir göç yolu daha izleyerek Filipinlere kadar gitmişlerdir. Muhtemelen sulak, nehirlerin bol olduğu bir bölge arayışı içinde idiler. Filipinlerin doğusu da bu iş için oldukça elverişli idi. Belki de daha başka sebepleri vardı buraya gelmek için.

İşte bu gibi sebeplerle Filipinlerin doğusuna yerleştiler. Bu bölgenin adının da şaşırtıcı bir şekilde Samar olması oldukça ilginçtir. Yine bazı yer adları Sümer yer adları ile aynı denecek kadar benzerlik gösterir. Sümer’deki Uruk şehri benzeri burada da Orus denen bir şehir vardır. Buranın batısına Sulu deniz denir ki bu Sulu kelimesinin “su” ile benzerliği ortadadır. Sümerlerde de “bataklık” (Sug) gibi sulu bölgeler için benzer sesleri içeren terimler kullanılmıştır. Yine Orta Asya’daki Ural Dağlarının adı olan Ural kelimesi Sümerlerdeki Ur kelimesi ile kökendaş olabilir bunu da gözden kaçırmamak gerekir.

Tabii ki şu da bir gerçek ki 1600’lü yıllarda bölgeye giren sömüregeci batılılar, Dil ve Kültür açısından bölgede büyük bir tahribat yapmışlardır. Pek çok yer adı bugün İspanyolcadır. Bu nedenle bölgedeki yer isimleri konusunda en azında haritalar ya da ansiklopediler yardımıyla yeterli bilgi elde edememekteyiz. Şu da bir gerçek ki İspanyolca’ya çevirilen şehir adlarının eski şekillerini yerel halk muhtemelen biliyordur. Bunun için de kapsamlı bir araştırmaya ihtiyacımız var. Tabii ki yine bu alanda yapılmış çalışmlar da olabilir ama ben bunlara ulaşamamış da olabilirim. Zira bu çalışmaları her türlü imkansızlıklar içinde yapmaktayım. Bu şık da olasıdır.

Bunu söyledikten sonra bulduğumuz delilleri ortaya koymaya çalışalım. Sümer şehirlerinden birisinin ismi de Larsa’dır. Bu ismin benzeri Filipinlerde de bir şehir ismi vardır. Leyse bir dönem Samar için önemli bir şehir olmuştur.

Yine Sümerlerdeki Lagaş şehir ismi de bu isme benzer gözükmektedir. Samar’da yaşayan halk Waray’lar olarak anılmaktadır. Sümer şehirlerinden birisinin adının Warad olması da

oldukça ilgi çekicidir. Warad ve Waray arasında hiçbir fark yok gibidir. Yine Samar ülkesindeki Zumerraga şehri ile ile Sümer arasındaki benzerlik de bizce tesadüfi olamaz. Bu Zumerraga kelimesinin sonundaki Aga kelimesine benzer şekilde Sümerlerde Agade adlı bir şehir vardır. Bu konuda ciddi araştırmalar yapılırsa sanırım önemli bulgulara ulaşılacaktır.

Sadece Waray dilinin değil Sümerce’nin de çeşitli dillerin etkisi altında olması iki dilin ortak yönlerini bulmamızda zorlayıcı bir unsur. İspanyolca Waray dilini müthiş bir şekilde istila etmiştir. Yine Müslüman halk arasında da Arapça’nın etkisi oldukça fazladır. Sümerlerde ise kaderin garip bir cilvesi olmalı ki Arapça gibi Sâmi kökenli bir dil olan Akadça, Sümer dilini etkilemiştir. Yine bazı Hint-Avrupa kökenli tesirlere ufak çapta da olsa rastlanır Sümer dilinde. Tabii ki Waray dilinin bundan çok önceleri nasıl bir şekilde olduğunu bilmiyorum. Bu konu da bilim adamlarımızca araştırılırsa sanırım Sümerlerin kökenini ve hatta Samar’ın kökenini açıklamak adına.güzel sonuçlar elde edilecektir.

Samar ve Sümer halkları arasında ilgi çekici ikinci bir ortaklıkta ikisinin de dillerinde var olan benzerliklerdir. Bilhassa şahıs zamirlerinde karşılaştığımız benzerlik oldukça ilginçtir. Samar ve Sümer’de de birinci tekil şahıs zamiri “ko”, “go”, “ga” gibi kelimelerle ifade edilmektedir.

İkinci tekil zamiri Sümerce’de Za, zu şeklinde Waray dilinde ise ka şeklinde. Waray dilinde Niya “o” demekken Sümer dilinde de “ani” o demektir. Yine bu dilde “bu” anlamında kullanılan “an, han” kelimeleri de ilgi çekicidir. Yine Sümerce’de “bi” insan dışı varlıklar için kullanılır. Türkçe’de de “bu” zamiri bu noktada ilginçtir. Yine Türkçe’deki “Şu” zamirinin benzeri Sümerce’de “su” zamiri vardır ki benzerlik oldukça açıktır. Waray dilinde birinci çoğul kişi Amon, namon şekillerindedir Sümer dilinde de bu şahıs “me” şeklindedir. İkinci çoğul şahıs Waray dilinde “Kamo”, “niyo” şekillerindeyken bu şahıs Sümer dilinde “Zunen” şeklinde ifade edilir. Üçün çoğul şahısın çeşitli şekillerinin de iki dilde benzer olması bizi geçmişteki bir ortaklığa götürmektedir şaşırtıcı olarak. Sümer dilinde “An” şeklinde ifade edilen bu zamir, Waray dilinde “Nira” şeklinde ifade edilir. Bunları ifade ettikten sonra Sümerce ve Türkçe’deki şahıs zamirlerinin benzerliğinin de oldukça mühim işaretler taşıdığını vurgulayalım. Hatta bu şahıs zamirleri kelimenin sonuna getirilerek Türkçe’de olduğu gibi iyelik de ifade ederler. Örneğin:

Til-zu-Yaşam-ın

Şunu da ifade edelim ki kelime düzeyinde Waray ve Sümer dilleri arasında görülen benzerlik Gramer düzeyinde bazen bozulmaktadır. Sanırız bunda bu insanların çeşitli milletlerle etkileşimde kalmaları ve onların dillerinden etkilenmelerinin tesiri vardır. Proto Türkçe döneminde bildiğimiz gibi Özne yüklemden sonra da ifade edilirdi. Bunun benzeri olarak Waray dilinde özne ve yüklem yer değiştirmiş görünmektedir. Bu olay bizdeki fiil sonuna eklenen şahıs zamirlerinin oluşumunu hatırlatır. Geliyor-um

Yukarıda birinci tekil şahıs zamiri olarak verdiğimiz “ak”, “ko”, “go”, ga örneklerine bir baktığımızda Hint Avrupa dillerindeki birinci tekil şahıs zamirinin de nasıl oluşmuş olduğunu açıklayabiliriz. Fransızca jö < Ag< ga. Hatta yerli lehçelerdeki az kullanımlar Orta Asya’dan göçen Samarların dilinden unsur olarak açıklanabilir. Bu zamirinin bölgesel olmadığı bambaşka bölge olan Filipinlerin Samar bölgesiyle yapılan sağlama ortaya çıkar. Buna rağmen Sümerce’de “Men” şeklinde aynı şahıs ifade etmeye yarayan zamir olduğunu hatırlayalım. Bunun benzeri Waray “A- mon” zamiri vardır ki buradaki “Mon Men” arasındaki benzerlik ortadadır. Bu bile ortaklığın ifadesidir.

Irak’ta Abbasiler tarafından Türk Ordugâhı olarak kurulan ve halen de bir şehir adı olan Samara kelimesi de oldukça önemlidir. Bize göre bu isim bu bölgeye bilinçsiz bir şekilde verilmedi. Orada yaşayan ve kendilerini Sümer’in devamı olarak gören insanlar var olabilir. Türk komutanlar da kendilerine yakın buldukları bu insanlara ad olarak bu ismi kullanmış olabilirler. Belki de bu Türkler de Orta Asya’daki Samara bölgesini çok iyi bilen Türklerdi. Bu durumda bölgede o dönemde yaşayan Sümer kalıntısı halkların olduğu ifade edilebilir. Zaten bölgenin o zamanlarda harabelik ve tarihi kalıntılarla dolu bir yer olması bu yerin aslında eski bir yerleşim merkezi olabileceğini gösterir.

Başka aydınlatılması gereken bir nokta Filistin’de, İsrail’de yaşayan Samirilerdir. Samiriyye (Şomron) kentinde yaşayan bu Sâmiriler bizce Sümer halkından olabilirler. M. Ö 722 yılında Asur İmparatoru Sargon tarafından Babil, Kuta ve Avar’dan getirdiği halkları İsrail’e yerleştirmiş oldukları belirtilir. Ancak bu Sâmirilerden önce de bölgede Sâmiri olarak anılan insanların olduğu açıktır

Hz. Musa’nın M. Ö. 1200’lü yıllarda İsrail’e Peygamber olarak gönderildiğini biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’de Taha Süresi 85. ayette tekil olarak bir Samiri ismi geçmektedir. Acaba bu Samiri sadece bir kişinin adı mıdır yoksa o dönemde de var olan bir halkın adı mıdır? Bu da araştırılması gereken bir konudur. Fakat eğer bu Sâmiri kelimesi bizim tezimize uygun olarak Samar yani Sümer’den göçen birisiyse, onun Buzağıya tapmayı istemesi oldukça normal. Çünkü Sümerlerde pek çok Tanrı’nın olduğu biliniyor. Muhtemelen bu Sümer Göçmeni de kendi inancını Hz. Musa takipçilerine öğretmeye çalışmıştı. O halde Sümerlerin Filistine göçleri M. Ö 1200’lü yılları buluyor. O Samiri de muhtemelen eski din ve kültür ortamından kopamamış birisiydi. Bunun tesiriyle Buzağıya tapma gibi bir eylemin içine girdi. Boğaya tapma inancına ilk olarak Sümerlerde rastlanması da meselemiz açısından oldukça ilginçtir.

Kur’an’da Buzağıya tapma işini öneren kişinin “Samiri” olarak anılması bu açıdan anlamlıdır. Sümerdeki Tanrı bolluğu ve bilhassa Tarım toplumu olmaları nedeniyle, Boğaya, Buzağıya tapmaları Hz. Musa takipçilerini kandıran Samiri’nin bir Sümer göçmeni olduğunu açıkça ortaya koyabilir. (Taha 85 —-Allah: "Ama Biz, senin ardından kavmini fitneye düşürdük ve Samiri onları saptırdı. " buyurdu. )Sümerlerin taptıkları bazı diğer tanrılar şöyleydi; Ea (Su Tanrı), Boğa, Anşar (Gökyüzü Tanrısı), Enlil (Yeryüzü Tanrı), Kingu (Dev ve Canavar Tanrısı), Lakmu (Yılan Tanrı), Pazuzu (Ateş Peri), Utu (Güneş Tanrı) Bazı Sümer tabletlerinde bütün bu Tanrıların isimlerinin tek bir İlaha ait olarak gösterildiğini fark ediyoruz.

Bu gerçekler de Sümer devleti yıkıldıktan sonra Sümerler ne oldu sorusuna bir yanıt bulmamızı sağlıyor. Onlar çeşitli yerlere göçtüler. Filistin de bu yerlerden birisiydi. Kur’an-ı Kerim’de geçen Zümer süresinin isminin de konuyla bağlantılı olabileceğini söyleyelim. Hatta bu sürenin daha başlarında “Allah’tan başka Tanrılara tapanlardan bahsedilmesi” oldukça ilginçtir. Yine surenin sonlarında insanların “Zümer halinde Cennete ve Cehenneme sevk edilmeleri” Sümerlerin hem olumlu hem de olumsuzluklarına bir örnek olabilir. Yine belki de Sümerlerin bölük bölük memleketlerinden hazin göçleri de hissettirilmek istenmiş olabilir. Zümer ismi belki bunu hatırlatmak için süreye ad olmuş da olabilir. Bunlar tabii ki araştırılması gereken konulardır. Bu iddialarımda emin değilim ve “gerçeği Allah bilir” diyorum. Ancak bu mevzular araştırılmalıdır. Bu araştırmaların yapılması gerektiği, haddi zatında “Gezmez misiniz?” “Görmez misiniz?” tavsiyelerinde bulunan Kur’an’ın emridir. Bilindiği gibi Sümerlerin devletleri M. Ö 2000’li yıllarda Elamlar tarafından yıkılmıştır. Sümerler bölgede yaşamaya devam etseler de diğer kavimlerin istilaları belki de onların huzurunu kaçırdı ve zümreler halinde göç etmek zorunda kaldılar. Onların Orta Asya’dan bu bölgeye muhtemelen de Filipinler civarına göçleri bu şekilde yani “Zümer” (bölük bölük) şeklinde olmuştu.

İşte Sâmiriler bu yerleştirilen topluluğa verilen isim olmuştur. Muhtemelen Sümer Halkı anlamında Sâmiri olarak anılmış bu topluluk İsrail tarafından Yahudi olarak kabul edilmektedir. Hâlbuki onlar kutsal kitabı kabul etmektedirler. Belki de İsrail soyundan olmadıkları için Yahudiler onları kabul etmemiş de olabilir. Bu da Sâmirilerin başka bir milletten olduğunu gösteriyor. Tarihi olaylar da bunu kanıtlıyor. Buna göre Sâmiriler Sümerlerin soyundan gelmiş, Sümer Devleti yıkılınca varlıklarını muhafaza edebilmeyi başarabilmiş bir halk olabilir. Çünkü onların İsrail’e göç ettikleri topraklar Sümer ülkesinin topraklarıdır.

Sâmiriler kendilerini Yahudi kabul etmekle birlikte ellerinde bulunan Tevrat günümüz Tevrat’ından oldukça farklıdır. Bu nedenle Sâmiriler Yahudileri Tevrat’ı değiştirmekle suçlarlar. Onların ibadetleri de oldukça farklıdır. Sâmiriler aynene Müslümanlar gibi abdest alırlar. Yine onlar kilise ya da havrada değil de Mescit benzeri yerlerde yaparlar ibadetlerini. Secde, rükû, kıyma hareketlerini yaparak kendilerine has bir namaz kılarlar. Bu gibi yönleri Müslümanlara çok benzemektedir. Bugünkü Sâmirilerin Buzağı’ya tapan ve Hz. Musa’yı reddeden Sâmirilerle pek alakası yoktur. Çünkü bugünkü Sâmiriler Allah’tan başka bir şeyi ibadeti kabul etmeyen, Hz. Musa’yı peygamber olarak kabul eden ve seccadelerini yanlarından ayırmayan dindar insanlardır. Hatta Sâmiriler İsrail politikalarını da beğenmemekte Müslüman ve Yahudilerin bir arada barış içinde yaşamasından yana olduklarını her fırsatta dile getirmektedirler.

Sümerler yani Samaritan’lar İbrani alfabesinin

gelişmesine, Tevrat’ın yazı sistemine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Sümer alfabesi ile İbrani alfabesi arasındaki benzerlikler de bunu ortaya koymaktadır. Yine Samaritan yani Samiriyye alfabesi ile Sümer alfabesinin benzerliği Samirililerin Sümerden göçtüğünü kanıtlayan ayrı bir kanıttır. Muhtemelen bu Samiri halkının pek çoğu Yahudileşti ve Yahudi olarak kabul edildiler. Kalan Samiriler ise isimlerini korumayı başarabilmişlerdir. Bu arada Samiriyye dili ile Filipin Samar dilleri arasındaki benzerliğe birinci tekil şahıs ve 3. tekil şahıs zamirlerindeki benzerlikleri örnek olarak gösterebiliriz. Elbette ne Samar dili ne de Samarya (Samiriyye) dili saf olmadığında bilhassa Samiri dili tamamen Semitik bir şekle dönüştüğünden bu gibi benzerlikleri bulmak bizim için altın kadar değerli olmaktadır. Filipin Samar dilinde birinci tekil şahıs “Anok” şeklindedir. Bu şahıs, Samiri dilinde ise “Anaki” şeklindedir. “O” anlamına gelen 3. Tekil zamiri Samar dilinde “Hiya”, “iya” şekillerinde de olabilir. Samiri dilinde bu zamirler “u”, “i” şeklindedir. Aslında Samiri dili Aramiceleşmiş bir görünüm arz eder. Hatta günümüzde bu diller Arapçalaşmaya başlamış gözükmektedir. Ancak yine de iki dil arasında başka benzerliklerin olma ihtimali ciddiyetle araştırılmalıdır. Benzerlikler bulunsa da karşımıza yine bazı sorunlar çıkabileceği de gerçektir. Zira Sümerce bir Sami dili olan Akadça’nın ve diğer dillerin tesirindedir. Yani saf bir dil değildir. Bu nedenle bazı bulgular

bizi yanıltabilir.

Şu gerçeği de ifade etmek istiyoruz ki Orta Asya’dan sadece Filipinlere göç olmamıştır. Dünyanın bütün bölgelerine bilhassa da Güney Asya’daki pek çok ülkeye Samarlar tarafından “bölük bölük” göçler yapılmıştır. Aslında bu göçen Samarlar tek bir ırk değillerdi ancak onların içinde çoğunlukla Türkler bulunuyordu. Austric de denilen Güney Asya dillerinde bulunan Türkçe kökenli kelimeler de bu göçlerin açık bir delilidir. Yine yaptığımız araştırmalar sonucunda sadece Filipinlerde değil pek çok Güney Asya milletlerinin dilinde Sümer diliyle paralellikler bulunmuştur. Bu da Sümerce’nin Orta Asya kökenli olduğunu ispat eden başka bir delildir. Çünkü Güney Asya halklarının birçoğunun Orta Asya’dan göçtüğü bilinen bir gerçektir. Örneğin Japonca’nın bir lehçesinde Sümerce’de olduğu gibi birinci tekil şahıs zamiri “ga”dır. Yine Atayal, Payvan ve Japonca gibi dillerde “za”, “se”, “si”, “zo” sesleri Sümerce’de olduğu gibi 2. tekil şahıs zamiri olarak kullanılmaktadır. Sümerce’deki diğer şahıs zamirlerinin izine de pek çok Güney Asya dilinde rastlanmıştır. Benzerlikler sadece şahıs zamirleriyle kalmamıştır. Mesele “ana” şeklindeki “ne” soru zamiri Japonca’da “Nani”, Kapampangan’da “Nanu” şeklindedir. Ve pek çok yerde de benzer şekildedir. Sümerce’de Nereye? Anlamına gelen “Mea” zamirinin aynısına yakını Malay dilinde “Mana” şeklinde kullanılmaktadır. Hatta eklerde bile bazı benzerlikler bulunmaktadır. Araştırmalarımız neticesinde bu konuda yapılan bilimsel bir çalışmaya ulaştık.

(Bk. http://www. geocities. com/tokyo/temple/9845/sumer. htm kaynağından tercüme ettiğimiz bazı örneklerle meseleyi açıklayalım:

Zamirler

Sümerce Austric

Ben ga ga (Taulil), go (Solor), gau (Gao), gni (Savo)

ga (Dialect Japanese? ) kaw (Khamti, Ahom, Sham,

Tho-nung), ku (Siam, Lao, Black Tai), ke (Santa Cruz), -gu (Dawawa,

Kakabai,

Sinaki, Suau, Bohutu, object suffix)

ga- (Bwaidoka, subject prefix)

Sen za. e, ze sau, si, su (Austro-Tai), hau (Manggarai)

su (Atayal), su-, -sun (Paiwan), za (variant of sama),

oze, ozo (Japanese)

O/An ene eni (Vanua Lava, Mantion), ini

(Bank's Is. ),

ine (New Hebrides), ina (Santa

Cruz),

ena- (Suau, Molima), ena

(Manikion)

Anlar e. ne. ne-ra (dative) inira (Vunapu, Penantsiro, Akei, Wailapa,

Onlar Tutuba, Vao), enira (Tangoa), enir (Vanua

Lava, inir (Gaua), ineira (Mota)

Interrogatives

Ne? A. na? Ano? (Philippines, Indonesia), Uani?

(Letemboi), Nani? (Japan), Nanu? (Kapampangan)

Kim? A. ba? Si-apa (Malay/Indonesia from apa? "What? "),

Pa? (Infit. , Ikiti), Pae? (Imreang,

Ikiyau),

Pah? (Loniel), Pai? (Weda,

Sawai), Abhay? ,

Abe? (Nissaya Burmese, classified

as

Sino-Tibetan or Tibeto-Burmese,

but of

highly mixed characteristics

including

agglutinative morphology. ) Epa?

(Fasu)

Aapi? (Kewa), Ibuge? (Foe), Bo?

(Sakai)

Ne zaman? Me-na-am? Mana nui? (Chamorro), Mangge? (Chamorro), mingyaal Kangi (Yap), mo (Bontok)

Kande

Nere? Me-a? Mana? (Malay, Indonesia)

Tabii ki bu örnekler sadece belli bazı Güney Asya ülkeleri nazara alınarak verilmiş örneklerdir. Elbette Sümerce’nin diğer Orta Asya kökenli dillerle de karşılaştırılması bizi daha açıklayıcı sonuçlara götürecektir. Bizim örneğimizdeki Waray dilinde “Tatay” baba anlamına geliyordu. Türkçe’deki Dede, Ata kelimeleriyle bu kelimenin benzerliği ortadadır. Yine “ne” zamiri ve onların türevlerindeki benzerlikler de oldukça ilginçtir. Bunlar gibi ekleri de kuşatan pek çok örnek vardır ki ilgili dillerin ortak bir kökenden çıktığını düşündürtmektedir.

Ancak biz Sümerce ile Filipinlerin Samar bölgesindeki Waray dili arasındaki benzerlikleri keşfettiğimizde bu gibi çalışmalardan haberimiz yoktu. Yani bu gibi çalışmalardan etkilenerek o tezlerimizi ortaya atmış değiliz. Bunu açıkça söyleyelim. Araştırmamız neticesinde bulduğumuz bu argümanları da savımıza delil

olarak kullanmanın yerinde olacağını düşündük. Zaten biz o dillerin de köken olarak Türkçe gibi Ural Altay yani Orta Asya kökenli dillerden türemiş olabileceğini iddia ediyoruz. Yani Sümerce ile Malezya, Endenozya, Filipinler gibi bölgelerdeki halkların dilleri arasındaki benzerlik bizi ortak bir kökene götürür, diyoruz. Ancak bizim tezlerimizi de kuvvetlendiren bu bulgular bir şeyi kesin olarak ortaya koyuyor. Sümerce Hint-Avrupa ya da Sami kökenli bir dil değildir.

O kesinlikle Orta Asya kökenli bir dildir. Onun pek çok ailesi dünyanın pek çok bölgesine yayılmıştır.

Sümerce’nin Orta Asya kökenli Türkçe benzeri bir dille akraba olduğunu kanıtlayan biçimsel özellikler de mevcuttur. Bildiğimiz gibi Sümerce, Türkçe gibi çoğunlukla sondan ek alan bir dildir. Bu durumun istisnaları da yabancı bazı dillerin tesiriyle oluşmuş olabilir. Sümerce’deki ekler de Türkçe eklerle benzerlik gösterir.

Sümerce Türkçe

-  Ka-ta. Kapı-tan, Kapı-dan

-  Ka-n-i. Kapı-n-u, KapI-y-I

-  Ka-na. Kapı-y-a

-  Ka-gim. Kapı-kimi

-  Ka-na(k). Kapı-n-ın

-  Ka-ta. Kapı-da (Kaynak:

http://www.compmore.net/~tntr/sumerturka.html)

Yine Sümerce kelimelerdeki ve kelerinde sık sık görülen “ünlü uyumları da” Türkçe gibi dillerin belirgin özelliğidir. “Unu, Aga, Bulug, nagada, narua, nağakum, namdamgar, namkalag, namluülu vb. ” Hatta Sümerce pek çok kelimede Türkçe’dekine benzer bir şekilde Küçük Ünlü Uyumu örneklerline de rastlanır. “erim”, neizigar “namnutar” “mdiğir” “mğenna” vb. (yağmur, hamur gibi örneklerden Türkçe’de düz geniş ünlülerden sonra dar yuvarlak ünlülerin bulunabildiğini anlıyoruz. Hatta Sümerce’de de bu özelliğin Türkçe’deki gibi “m” ünsüzünün yuvarlaklaştırma özelliği sonucu oluştuğunu görebiliyoruz namükuruku”. ) Sümerce bir cümle ile ses benzerliğinin, eklerin birleşiminin ne boyutlarda olduğunu ortaya koyalım:

ka-ta-kar-ra ur-ra ab-su-su

Ağız-dan kapar alacaklar zerre kadar ödemeyi

Yine Sümerce cümle dizimi de Türkçe’ye (Özne+Tümleç+Yüklem) benzemektedir:

ükur-re a-na-am mu-un-tur-re

Yoksul-er ne kadar da zayıftır

Tabii ki yazılı metinler genelde manzum şekilde olduğu için devrik cümlelere de haliyle rastlanabilir ancak dilin gramer yapısı çoğunlukla Türkçe’deki gibidir.

Bu örneklere bakınca siz de belki bir hatıranızı hatırladınız kim bilir? Çocukluğumuzda Kuş Dili olarak öğrendiğimiz bir dil vardı. Hecelerin arasına “ga” sesini koyduğumuz bir yapma dildi bu. Hatta bu dilin numuneleri divan edebiyatında da fazlasıyla verilmiş. Mesela bu dille Sümerler’i şu şekilde söylerdik. Sü-ge-me-ge-ge-ger. Tabii ki bu dilin çeşitli varyasyonları da olabilir. Sanki bu dil bize Sümerceyi hatırlatmaktadır. Belki de bu dil eski günlere duyulan bir özlemle Turnalar gibi hiç düşünmeden geliştiriverdiğimiz, ama kökenleri ta Sümerde belki de Orta Asya’da olan dilimizin eski bir şeklinin sesten izlerini taşıyor olabilir. Belki de o bizim özlemimizin aslımıza “Turnaca kanatlanmış” (kuşlaşmış) sesidir ve belki de bizi onunla mutlu kılan bir anda Ötüken’e, Mezepotamya ovalarındaki o huzurlu günlere bir kuş gibi uçacağımızın bilinçaltı hayalidir. Kim bilir?

Türkçe ile Sümerce arasında yukarıdaki örnekler gibi pek çok benzerlik ve paralellik vardır. Bu o kadar açıktır ki Uzak doğu dediğimiz Güney Asya’daki dillerde bile Sümerce ile paralellikler mevcuttur. Sanırız Sümerlerin büyük bir çoğunluğu da Anadolu’ya göçmüştür ve Sümerce Türkçemizde yaşamaya devam etmektedir. Yani Sümerlerin dil mirası kendisiyle kökendaş olan Türklerin yaşadığı Anadolu şehirlerinde, köylerinde, ilçelerinde yaşamaktadır. İki dilde ortak olan kelimelerin pek

çoğu ise Orta Asya’daki ortak köken ile açıklanabilir.

Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Oğuz Türklerinin bu topraklarda bin yıldır yaşaması ve yepyeni uygarlıklar kurması gibi Sümerler de Orta Asya’dan Mezepotamya’ya göçmüşler ve burada binlerce yıl süren uygarlıklar kurmuşlardır. Sümerler pek çok milletle karışmışlar, insanlık için güzel eserler vermişlerdir. Yazıyı ilk bulan bilindiği gibi Sümerler olmuştur. Muhtemelen Sümerler Türklerin Eskiden beri Orta Asya’da kullandığı bugün Futhark yazısı olarak da bilinen bir yazının bir benzerini bu topraklara getirmişlerdir. Yine Sümerler tarım alanında da büyük yeniliklere imza atmışlardır. Geliştirdikleri sulama sistemleri oldukça ileri seviyededir. Bulundukları bölgede yeni dillerin ve halkların oluşmasına, birbiriyle kaynaşmasına sebep olan Sümer uygarlığı bu gibi yönleriyle Osmanlı Medeniyetini de hatırlatmaktadır. Hatta Sümerce, Osmanlıca gibi bir ortak dil olabilmiştir. Çoğunlukla Sami dillerden aldığı kelimelerle dilini zenginleştirmiş, ortak bir dil oluşturmasını bilmiştir. Ancak onun iskeleti olan grameri ve kelime hazinesinin büyük bir çoğunluğu Sümerce’nin Türkçe benzeri bir dil olduğunu ortaya koymaktadır. Tabii ki bu alanda çalışmalar da aratarak devam etmektedir. Bizim kanaatimiz ise Sümerce’nin Hint-Avrupa ya da Sami kökenli bir dil olmadığıdır. Sümerce bükümlü bir dil değildir ve Ural Altay dilleri gibi

eklemeli dillerdendir. Pek çok özelliğiyle Türkçe ile paralel gözükmektedir. Bunu ortaya koymak için iki dil arasında benzer bulduğumuz bazı kelimeleri sizlerle paylaşacağız.

Sonuç ne olursa olsun gerçek şudur ki Sümerler iki nehir arasında yani Fırat; Dicle nehirleri arasında büyük ve köklü bir medeniyet kurmuşlardır. Pek çok inancı, kültürü, milleti ve de dili etkilemişler, hatta oluşturmuşlardır. Bunu da kendi aralarında sağladıkları birlikle yapabilmişlerdir. Egemenlikleri altındaki bütün halkları ortak bir gaye altında birleştirmesini başarabilmişlerdir. Oluşturdukları sağlam ve esaslı kanunlarla adaleti tesis etmişlerdir. Hatta bu kanunlar kendilerinden sonraki pek çok uygarlığı da etkilemiştir. Onların bu büyük başarılarını saygıyla anıyor insanlığın bu uygar atalarının huzurunda hürmetle eğiliyorum. Sizleri de Türkçe ve Sümerce’de benzer olduğunu tespit ettiğimiz bazı kelimelerle baş başa bırakıyoruz:

(Önce Sümerce kelimeler yazılmıştır.)

Ada- Baba, Ata

Adda- Yemek İçin kesilmiş hayvan ölüsü -Adak-

Adda-gönderme, yollama Türkçe’de -atta- olarak yaşar. Adda ve Adak “ayak" ilişkisi

ilginçtir

İda- su yolu, dere

Aga- taç, mükemmellik, kusursuzluk, en üst (Ağa ile benzerlik var)

Udu- toslamak Uga-kuzgun İgi-gö(z)

İgi- iki taraflı, karşılıklı

Ugu- Onung, onların, öbürü, kafatası, çalışkan öğrenci,

Ugu-Ayı

Uku-Kişi, insanlar,

Ah-ek

Ak- yapmak, yerleşmek İl-El (Taşıyıcı)

İl-Ülke

Ama-ana, aba ile benzerliği açık

Ama-kadın odası

Eme-Dil (emme ile alakalı)

Eme-kadınlık organı

Umu-Yaşlı kadına (umacı, humay ana)

Unu-Şölen -ün kelimesiyle alakalı olabilir)

Ar-Övme, güzel göstermek Bizde utanma duygusu olarak geçmiş,

Ara-Arı -temiz- anlamında.

Uru, Ur- Kasaba, şehir, köy -Ur- eski Türkçe’de “kurmak, kanun” anlamında. Uru da bugünkü anlamıyla Kuruluş, Kurum gibi düşünülebilir. Türkçe’de bu kelime hâlen de kullanılmaktadır.

Uru- Orı “eski Türkçe’de” -erkek, kahraman, cesur-

İsi-İz (çukur bırakmak)

Usu-Us (beceri, akıllılık, hüner, ustalık)

Ussu-Sekiz

İs-İp

Usu-Otuz es-üç + u-on


İti- Işı (ay ışığı)

Uzu-Akşam (Uyu-)

Da, Dab-Tut (Tutmak)

Dub-Top (Yığın, küme)

Dub, Tub -Tep- Gaba-Kabur-ga (Göğüs) Gub-Koy-, Kur- Pab, Pap-Baba Sab-sap Sab-Kap

Sib-Şaman, Kam Sub-yalamak (Su ile alakalı gibi) Suba-Şaman Tab-bat

Tab-Kop (Hep beraber)

Zib- Kıç, iz


Bid-Bok

Didi- genç, yigit

Gada-Keten

Gid- güt -yönetmek-

Gud- gıdı gıdı kullanılır güldürmek için yani mızmızlan, gül demek istenir.

Gud-Guz -savaşçı asker-

Gud- Köy, kent -yuva-

Gud-kısa

Hud-kun -gün-

Kad-kat-

Kid-Git -ayrılma, alıp götürmek, uzaklaşmak- Kid- Et- Kad-Dok-uma Kud-Kuyu (oyuk)

Mud-But arasında bir alaka var gibi “Mud” da ayakla ilgili bir kelime.

Mud-Boy -akrabalık, kan bağı- Nad-Yat-ak

Sed-Sıcak su, su ile alakalı

Sud, su- yudumlamak, soğuk

Sud-Uzat

Sud-Kut, Kutsal

Tud, tu, du- doğmak

Dag-Otag “dinlenme yeri, oda, ev”

Düg-Diz

Dug, du- Demek

Gag- kakmak “çivi”

Gig-Gece -gice- Gug-Huy

Kug-kuy (gümüş, kuyumcu)

Lug-Ogul (Arılar için)

Muk-Bok “Domuz ahırı, pis yer anlamında”

Bag-Bağ- “kafes”

Sag-Sağ “güzellik, iyilik, iyi, talih”

Sig- sığ “alçak, yüksek olmayan”

Sig-Sik- “darbe, hareket, kalem darbesi, vurma ayrıca “sık-“ -dar, kısıtlı- anlamlarında da kullanılmış.

Sug-Sulak “bataklık, suyla dolu, göl” Sag-bağırsak

Seg-Soğ-uk “buz, donmak” seg kar anlamına da gelir.

Tuğ-Bez, bayrak Sag-Seç Zig-Çık- Hun-Ön

Kin-Düzen, kanun, vazife herhalde Han kelimesi yerine kullanılıyor.

Sağ-Saç-

Siğ-Kes-

Hes-esir

Kaynaklar:

http://www. sumerian. org/sumvcv. htm http://www. sumerian. org/prot-sum. htm http://www. sumerian. org/suma-e. htm


ESTONCA VE TÜRKÇE

Bu çalışmamızda Estonca ve Türkçe arasında var olduğunu gördüğümüz bazı benzerlikleri sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Sanırız bu benzerlikleri görünce en az sizler de bizim kadar şaşıracak ve aslında dünya denilen şu kürede, Türk olduğunu bildiğimiz milletlerin dışında da Türkçe ile akraba olma ihtimali yüksek dilleri konuşan değişik milletlerin var olduğunu

anlayacaksınız.

Şimdi bu benzerliği ortaya koyacak bazı örneklere bakalım:

Tekil

1)                Ben,  min/mina -- ma

2)               Sen/  sina -- sa

3)              An,    o, te/ tema -- ta Çoğul

1)               Biz,   miz/ meie -- me

2)                       Siz/teie   -- te

3)                     Anlar,      onlar/ nemad -- nad

Örneklerden de anlaşıldığı gibi Estonca ve Türkçe’deki şahıs zamirlerinin tamamı neredeyse birbiriyle benzerlik göstermektedir. Türkçe’deki bu gibi kelimelerin etimolojilerini bilenler iki dilin zamirleri arasındaki inanılmaz benzerliği hemen anlayacaklardır. Fince ile benzerlikleri de çok olan Eston dili Türkçe’ye bazı yönleriyle Fince’den daha çok benziyor gözükmektedir. Bunda da onun coğrafi konumunun yanında kültürel bazı özelliklerinin de etkisi olabilir.

Estonca fiillere eklenen mastar eki ise Türkçe’de kullanılan mastar ekiyle aynıdır. Bu dilde mastar eki olarak Türkçe’de de kullanıldığı gibi -ma eki kullanılmaktadır.

İstu-ma

Otur-ma

Görüldüğü gibi iki dilde de fiiller mastar haldeyken sonlarına -ma eki alırlar. Aslında Türkçe’de kullanılan -mak mastarı ile -ma mastarlarının kökenlerinin aynı olma ihtimalinin kuvvetli olduğunu da düşünürsek, Estonca bu yönüyle tamamen Türkçe’ye benzer gözükmektedir.

İki dilde de eklerin kelimelere bitiştirilme şekilleri de birbirine benzer gözükmektedir. Yani iki dil de sondan eklemelidir. Üstelik iki dil de Anglo-Sakson dillerinin çoğundan farklı olarak fiillerine şahıs ekleri getirerek onların öznesiz de kullanılmalarına olanak sağlar.

mina istu-n 'Ben oturur-(u)m' sina istu-d 'sen oturur-sun' tema istu-b 'o oturur-' meie istu-me 'biz oturur-(u)z' teie istu-te 'siz oturur-sunuz, suz' nemad istuv-ad 'onlar oturur-lar'

Türkçe’de düşmüş olan 3. tekil ve 3. çoğul şahıs eklerinin Eston dilinde var olduğu açıkça gözükmektedir. Bu da bu dilin Türkçe’nin erken dönemlerindeki görünümünü andırmaktadır.

Türkçe ile Estonca arasında göze çarpan diğer bir ilginç benzerlik de hatta benzerlikten öte aynîlik de “olmak” fiilinde göze çarpmaktadır. Estonca’da da “olmak” fili neredeyse harfi harfine Türkçe’deki ile aynıdır. Farklı olarak sadece sona bir -e sesi gelmiştir. Bu ise ortaklığı ortadan kaldırmayacak kadar küçük bir ayrıntıdır.

OLE-MA (Estonca)

OL-MA (Türkçe)

Şimdi bu ilginç bir o kadar da mükemmel benzerliği de görmezlikten gelemeyeceğimiz açıktır. Değil görmezlikten gelmek; bu güzelliği sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğiz. Eston dilindeki bu kelime Hint-Avrupa dillerindeki “olmak-be” filine karşılık gelmek üzere kullanılmıştır. Tarzanca dediğimiz o Türkçe de aslında aynı etkiyle yer yer espri maksatlı ya da Türkçe’yi sonradan konuşan yabancıları taklit maksatlı konuşulabilmektedir aramızda.

Ben olmak iyi. ya da Ben var iyi olmak.

Gibi kullanımlar aslında Hint-Avrupa dillerinin Türkçe’ye izdüşümünün yansıtılmasından ibarettir. Yani Hint-Avrupa dilleri mantığı ile Türkçe konuşulsaydı bu şekilde konuşulurdu. İşte Eston dostlarımız Hint-Avrupa dillerinin özellikle de Slav dilinin etkisiyle bu bize Tarzanca gelen konuşmayı kabullenmişler, dillerine yerleştirmişlerdir. Aslında bizim de kullandığımız i-mek filinin yani ek fiilin mantığına yakın bir mantıkla da kullanılır bu olmak fiili.

Mina ole-n “Ben -im” İngilizce karşılığı “I am” Buradaki “am” karşılığı olarak kullanılır ole- fiili.

İki dil arasında geçmiş zamanda da bir benzerlik göze çarpar. Bildiğimiz gibi bizde -di, -ti vb. ekler kullanılır geçmiş zamanda. İşte bu -ti, -di sesi ile kökendaş olması kuvvetle muhtemel -si eki aynı gibi gözüküyor. Ağızdan çıkış itibariyle bildiğimiz gibi “s ve t, d” sesleri birbirleriyle akrabadır. Bazen “s” sesi “t” sesine bazen de “t” sesi “s” sesine pek çok dilde de örnekleri görüldüğü gibi birbirine dönüşebilmektedir.

Fiilleri olumsuz forma sokmak için bildiğimiz gibi Türkçe’de “-ma” olumsuzluk ekini kullanmaktayız. Eston dilinde de olumsuzluk için ek kullanılmaktadır. Burada da Slav dilinin tesir gözükmektedir. Hayır anlamına gelen ve Türkçe “hayır” kelimesi ile kökendaş olma ihtimali yüksek “ei” kelimesi olumsuzluk anlamını vermek için fiilin önüne getirilir. Dediğimiz gibi burada Anglo-Sakson dillerine bir benzeyiş göze çarpar. Fakat olumsuzluk anlamını vermek için kullanılan bir özellik vardır ki Proto-Türkçe döneminde de kullanılmış fakat bugün çoğunlukla kullanımdan düşmüştür. Aslında sanıldığının aksine eski Türkçe’de bilhassa fiillerin zıt anlamlarını oluşturmak için ön ek benzeri sesler kullanılmaktaydı. Bu olayın kalıntısı kelimeler dilimizde halen yaşamaktadır.

(y)itmek- b-itmek inmek- b-inmek

Elimizdeki bunlar gibi kısıtlı örneklerden yola çıkarak diyebiliriz ki:

“Eski Türkçe’de bilhassa ünlü ile başlayan fiillerin zıt anlamını ortaya koymak için fiil önüne en azından “b” sesi getirilmekteydi. ”

Bu örneklerle Eston dilindeki şu örneği daha iyi açıklayacağımızı sanıyoruz:

Olema-p-olema

Proto-Türkçe dönemindeki az önce bahsettiğimiz özellik bu örnekle Estonca’da yaşıyor gözükmektedir. “Olema” (olmak) fiilinin önüne getirilen bir “p” ya da eski dönemlerde “b” ünsüzü fiilin anlamını ilk anlamına zıt bir şekle sokabilmektedir.

Olema (Olma)- p-olema (olmama) (Yok olmak) aynen inmek-b-inmek örneğinde olduğu gibi.

İki dildeki sayılar da birbirine benzerlik göstermektedir.

(1)  Bir, ilk -üks (Bu üks bir anlam kayması ile Türkçe’de “üç” şeklinde yaşıyor olabilir)

(2)                  Yiki,        iki, eki- kaks (Başa bir k- sesi gelmiş)

(6)                Beş, biş- viis

(7)                Kuus (bu “kuus” ile Dokuz sayısının son hecesinin benzerliği ilginçtir. Belki de “kuus” iki- üks(üç)’den değişmiştir. Bildiğimiz gibi “iki üç” altıdır. )

(8)  Yedi, yetti -seitse (seytse)

(9)   Sekiz-Kaheksa (seksen’e benziyor)

(10)         Dokuz-Üheksa

(11)   On-kümme (Türkçe “küme” kelimesi ile kökendaş gibi gözüküyor. Eski Türkçe’de “Bin” anlamına gelen “Tümen” kelimesinin o zamanlarda ve şimdi de askeri topluluklar için kullanıldığını hatırlayalım)

Elbette Türkçe ve Estonca arasındaki benzerlikler ve ortaklıklar bunlardan ibaret değildir. İki dilin de ünlü, ünsüz uyumları birbirine benzemektedir. İki dilde de ekler sonda bulunur. Elbette Eston dilinde Hint-Avrupa dillerinin tesiriyle bazı istisnalar oluşmuş olabilir. İki dilde de özne ve yüklemin cümle içindeki yerleri neredeyse aynıdır. İki dil arasında birbirine benzer olan ve aynı kökenden geldikleri oldukça açık olan binlerce kelime vardır. Bilhassa Türkçe’nin eski dönemlerindeki kelime hazinesi ile Eston dilinde hal-i hazırda kullanılan pek çok kelime bir benzerlik taşımaktadır. Şimdi de iki dil arasındaki bazı benzer kelimeleri sizlerle paylaşalım:

Amerika-lı - ameerik-lane (Türkçe -li, -lı eki ile

Estonca -lane ekinin benzerliği ortada)

Ya (ve anlamında) - ja ancak - aga koltuk - tool dil-keel

ata-isa (ata>ita>isa) ya da-voy hayır-ei

ev (konut)- kodu (Kon- ya da ko-maktan geliyor

gibi. Gecekondu’yu hatırlayın)

ogul-poeg (Başa bir “p” sesi almış)

te(şu)-et

şu-see

ne, ni? -mis? (Türkçe soru edatı -mi’yi hatırlatıyor)

nere-kus (Türkçe’de “nere” anlamı eskiden de “ku, ka” kelimeleriyle ifade edilmiş) ogul(kız)-ode

kim-kes (Eski Türkçe’de de benzer sesler

kullanılmış aynı anlamda; ki, ke)

pek-vaga

evet, ya-jah

sorma-küsima

gel-tule

et(yapmak)-tege, tee Kork-ma - kart-ma, karda/n Kulakla-ma(duyma)-kuul-ma Öğren-me(ög-)-opi-ma Oku-ma-luge-ma

Söy-le-me—üt-le-ma (Türkçe’deki öt- fiili ile benzerliği ortada)

Görme-nagema

İstuma-oturma (Ot kökünden)

Anlama, us-ma—saama Oturma(bekleme)—otama (Otağ kelimesinden gelebilir “otağ-ma”)

Gitme(gezme)—kaima

Bakma-vaatma

Yazma—kirjitma (Türkçe’de de kullanılan taştan çıkan seslerin taklidi gırç, kırç ya da kazıtma ile kökendaş)

Güzel—ilus (İyi ile ya da ulu kelimesi ile kökendaş olabilir. )

İyi (doğru)—Oige (Eygü’den gelebilir)

İyi—hea

Büyük (zor)—suur Tören (eğlence)-tore sevgi, sevme--soovik yoğurt--jogurt yağ-voi

Bütün bu kelimelerin yanında “Türk” kelimesi ile aynı kökenden gelmesi muhtemel ve Estonların hafızasında yer edinmiş Türklere ait özellikleri ortaya koyan “Tark” kelimesi vardır. Bu “Tark” kelimesi şu anlamlarda bu dilde kullanılmaktadır. “acımak, sızlamak, yanmak, üzülmek, kırılmak, incinmek, acıtan, sert, keskin, şiddetli, çabuk, çevik, şık, zarif, açıkgöz, kurnaz, yakışıklı, gösterişli”

İki dil arasında görünen bütün bu benzerlikler, insanlığı, kandan, nefretten, kavgadan daha güzel ve ulvi değerlerle donatmayı hedefleyen bakış açılarıyla ortaya konulduğunda ve

incelendiğinde, sonsuza kadar sürecek bir paylaşımın ve dostluğun anahtarları olabileceklerdir.

Eston ve Türk milletleri insan olma ortaklığının yanı sıra, bu gibi ortaklıklarını da hesaba katarak birbirlerini ebedi dost bilmelidirler.

Umarız bu ortaklıklardan doğacak sarsılmaz dostluklar, geleceğin barış dolu dünyasını inşa etmede ihtiyacımız olan sevgi harcını doğurabilir.

Ve umarız geleceğin dünyası bugünkünden daha sevgi dolu olur.

Not:Yazarın dilbilimle ilgili çalışmalarını www. edebigazete. com sitesinde bulabilirsiniz.

Kaynaklar: http://dict. ibs. ee/

http://www. cusd. claremont. edu/~tkroll/eesti. html


170


DÜNYA DİLLERİNDEKİ BENZERLİKLERE ÖRNEKLER

Türkçe

Farsça

Alış veriş aliş değiş

Birer-birer bir bir

Geldi

geldi

Çifte

coftek

Yalancı

yalançi

Kötek

kotek

Oda

otak

Alabalık

kizilala

Dişleme

dişleme

Hani

hani

Türkçe

Farsça

Patlıcan

badıncan

Darmadağın

derbodağun

Yalancı

yalançi

Süt

zat

Zonk

zok

Çiftleşme

coftgiri

Kelek

kelek

Ci,cı,çieki

çi

Dağınık

dağun

Ocak-

Nazlı

Döşek

toşek

Dır dır dır dır

Değnek

değenek

Katık

katık

Küçük

kuçek

Kaşağı

kaşov

Yalniz

yalkuz

Kaçak

kaçak

Pilav

pilav

Tek-tük tek tuk

Öyle

ele

Böyle

bele

Kase

kase

nazuli

Pabuç

pabuş

Y aka

yeqe

Kör

kur

Hanum, Hanım

Papak

papak

Kıvrak

kıbrag

Ne

ne

Polat po l ad

Kapı

kapu

Baba b aba

Kavurma

korme


 

Nasreddin Hoca

Çoban

Mo lla Nasreddin

çuban

 

 

Oda

Kap

otak

kap

 

Ağa

 

aga

 

iş

Çi

 

ciş

 

 


aleppo maymun

SuTURKCE

Desmal

EsKfrvan

alsmanca

kaıaplemal

kareiwüe

Değiş

akte khan

joghuzie

schadham mosscahteaen kalifache

steiband

1 74 sufi .

sirup

sufismus suppe

admiral


Es lebe die deutsch-türkische Freundschaft!

(Yaşasın Alman-Türk dostluğu!)


Zümrüt

Suffe

Sitare

Tabla

Tambur

Tarife

Tatar

Ten

Teras

Toprak

Tezgah

Tıkırdamak

Dip

Turp

Doğru

Türban

smaragd

sofa

stern

tablett

tamburin

tarif

tatar

Teint

terrase

terrain

theke

ticken

tief

torf

treu

turban


zeder

Sedir

Çingene

Zülf

zigeuner

zopf


TÜRKÇE

TÜRKÇE

İNGİLİZCE

İNGİLİZCE

ağa

S alep

agha

salep

ağda,şurup

Türban

syrup

turban

ağıl

S e maver

halo

samavar

acı

Sucuk

ache

sausage

ahtapot

S usam

octupus

sesame

gazel (geyik)

Şah

gazel

shah

şaka

Şalgam(turp)

joke

turnip

Arz(dünya)

Ş arlatan

Earth

sharlatan

Altın

Ş eker

Golden

sugar

Amirul ma(su emiri)

T abut

Admiral

coffin(kefenle alakalı)

Ant

Tan

oath

dawn

 

Baston

T e ras

baton

terrace

Baklava

T arak

Baklawa

rake

Atılmak

Sütun

attack

stone

Başlık

Tılsım

bashlyk

talisma

Atlet

Yasemin

athlete

jasmin

Bey

Ulumak

bey

howl

Şal

Zindan

Shawl

dungeon

Atlas

Ş erif (şerefli)

atlas

sherif

Boş, saçma

Sıfır

bosh

zero

Saten

A pril (Nisan)

satin

April

-li,-lik

Veyl(hayıflanmak)

-ly

Wail

yoğurt

Kıvır

yogurt

curly

ayran

Kimyon

airan

cummin

 

bog (bok)

Kinin

bataklık

quinin

arz (dünya)

Koza

earth

cacoon

Altın

Kozalak

Golden

kozalat

Ant(yemin)

Lahana

oath

cabbaqe (kabaktan gelmiş)

Baston

Leylak

baton

lilac

Atılmak

Mareşal

attack

marshal

Atlas

Tabla

atlas

table

Saten

Mermer

satin

marble

Bant(bağ)

Mırıltı

bond

murmur

Bahriye

Misk

Marine

musk

Balgam

Azamet

phlegm

esteemed

Balina

Kandil(mum)

whale

candle

Dam

Nam

dam

name

 


Bekar

bachelor

Bent

bond

Kap

cup

Beher

per

Bet(kötü)

bad

Bezelye

peas

Birader

brother

Mescid

mosque

Cebir

algebra

Cevahir,cevher

jewel

Cin,cinni

genie

Namlı

named

Namzet

nominated

Numara

number

Amiral amirul ma

Öküz

ox

Kutn(pamuk)

cotton

Peri

fairy

Pide

pizza

Potin

boot

Rakı

raki

Itır(koku)

adour

Çakal

jackal

Çene

chin

Kıyı

quay

Sabun

soap

 

 


Çınlamak

chink

Safran

saffron

Çiğnemek

chew

Firavun

pharooh

Çini

china

Garaz

grudge

Çit

chintz

Gevur

ghiaour

Çorba, şorba soup

Guguk

cuckoo

Dem

time

Han

khan

Derviş

dervish

Sultan

sultan

Cemel(deve)

Camel

Doğru

true

Divan

divan

Halife

calipha

Leb(dudak)

lip

H amak hammock

Kimyacı

chemist

Kahve

coffe

Haşhaş

hashish

Karnabahar

couliflower

Peder

father

Ebru(kaş)

eyebrow

 

Sitare

 

star

Kaşar

 

kosher

Fıstık

 

pistachio

Kayık

 

caique

Hamam

 

hamam, turkish bath

Kaz

 

goose

Lokum

 

turkish delight

Kereviz

 

celery

Kervan

 

caravan

Kestane

 

chestnut

Kervansaray

 

caravansarai

Kımız

 

koumiss

Hoca

 

hodja

Kına

 

henna

Şeytan

 

satan

Adem

 

adem

Havva

 

Eva

Kadı

 

cadi

Kaftan

 

caftan

 

 

ZULUCA VE TÜRKÇE

Afrika neresi, Orta Asya neresi dediğinizi duyar gibi oluyorum. Haritayı alıp baktığımızda gerçekten de Türklerin çok eskiden beri yaşadığı yerleri göz önüne aldığımızda onların Afrika’yla her hangi bir tarihi ilişkisinin olmadığını açıkça görüyoruz. Osmanlı dönemindeki ilişkiler de Mısır, Cezayir gibi Akdeniz’e yakın yerlerle sınırlı kalmıştır çoğu zaman. Belki de çok eski zamanlarda ya Türkler ya da bu Afrika kavimleri yer değiştirmişler birbirlerini etkilemişler de olabilir; ama bu ispatı oldukça zor ve hatta imkânsız gözüken bilimsellikten de uzak olacak bir görüş olacaktır. Sebep her ne olursa olsun şu kesindir ki, Afrika dillerinden Şavili ve Zulu dilleri ile Türkçe arasında olduğunu keşfettiğimiz ilginç benzerlikleri sizlerle paylaşacağız.

Her zaman söylediğimiz gibi aslında tek bir dil ailesi var ve biz bu dil ailesinin bütün dünyadaki delillerini toplamaya olanca hızımızla devam edeceğiz. Öncelikle şunu söyleyelim, coğrafyanın, tarihi ilişkilerin bu derece imkânsızlığına rağmen Afrika dillerinde Türkçe ile ortak kelimeler olması ORTAK DÜNYA DİLİNİN varlığını gösteren ayrı bir kanıt olarak insanlığın akıl gözüne kendini gösteriyor. Bilim adamlarına göre örneğin Zulu dili Nijer-Kongo dil ailesi içinde yer alır Türkçe ise bildiğimiz gibi Ural-Altay dil ailesinden kabul edilir. Bu birbiriyle birleşmesi imkânsız iki dil ailesi arasındaki ortaklıklar ilk Köken Dilinin varlığıyla açıklanabilir ancak. Ayrıca medeniyetten oldukça uzak kalmış Afrika kavimlerinin dillerinde gördüğümüz o düzen ve mantıklılık da aslında bu dillerin tesadüfen oluşmayacağını gösteren ayrı bir delil olarak karşımızda duruyor.

O düzenli gramer yapılarının bir akıllı düzenleyici tarafından düzenlenmediğini düşünmek neredeyse imkânsız. Bilimsel ve medeni seviyelerini göz önüne aldığımız da bunu Afrika’nın o yerli kavimleri yapamayacağına göre herhalde bir başkası bir şekilde bu dilleri bilinçli bir biçimde oluşturdu ve geliştirdi. Bu da insan zihnine yerleştirilmiş dil kalıplarıyla ya da konuşma genlerinin fark edemediğimiz ama aslında mantıksal olarak kaydedilmiş genetik dizgeleriyle açıklanabilir.

Şimdi Öncelikle Şavili dili ile Türkçe arasındaki benzerlikleri ardından Zulu dili ile Türkçe arasındaki benzerlikleri ortaya koyacağız. Yeri geldiğinde diğer dünya dilleriyle de ortak olan bazı benzer kelimelerin varlığına da işaret edeceğiz.

Şavili dilinde “Ben” zamiri şaşırtıcı bir şekilde adeta Türkçe’deki gibidir. Bu dilde ben, min, men zamirine karşılık gelmek üzere “Mimi” zamiri kullanılmaktadır. Daha şaşırtıcı olarak O, onlar anlamlarına gelen zamirlerin Türkçe “O” zamiriyle olan ilginç benzerliğidir. Bu dilde “Onlar” için “Hao” “wao” zamirleri kullanılır. Hatta zamirlerden ikincisinin “Bu” zamiri ile ilgili olduğu söylenebilir: Bu>wu>wao

Aslında bu dilde “Bu” anlamına gelen (O anlamında da kullanılan) zamir de ilginç bir şekilde “O” zamiriyle benzerlik gösterir. Şavili dilinde bu, şu kelimelerini karşılamak üzere “huu, huo” zamirleri kullanılır ki bilindiği gibi bu zamirler de “O” anlamını içinde barındıran zamirlerdir. Buradan hareketle bütün dünya dillerindeki şu “O” zamiri ortaklığına da değinmeden geçemeyeceğiz.

Türkçe o; Fars lehçelerinde Av; Arapça Hu; İngilizce He; Şavilice wao, huu; Macarca ö;

Fince han; Eski Hint-Avrupa dili ıuh; İsveçce han, hon; Tamilce avar; vb. (http://en. wikipedia. org/wiki/Gender-neutral_pronoun) örneklerde görüldüğü gibi bilhassa 3. kişi zamiri olan “O” zamiri ilk insanlık dilinin en büyük kalıntılarından biri olarak sadece Şavili ve Türkçe dilleri arasında değil bütün dünya dilleri arasında yaşamaya devam etmiştir. Bu da dünya dillerinin aslında tek bir dil olduğunu gösteren kuvvetli delillerden birisidir.

Bu iki dildeki pek çok kelime arasındaki benzerlikler de ilgi çekicidir. Çocuk anlamına gelen “toto” kelimesi sanki “çocuk” kelimesini andırıyor gibidir. Bu dilde anne kelimesini karşılamak üzere “mama” kelimesi kullanılır ki bu bütün dünya dillerindeki genel kullanımın bir benzeridir. Kız kardeş olarak kullanılan “dada” kelimesi şaşırtıcı bir şekilde Türkçe’de de “bebek” anlamında kullanılmaktadır ki aralarındaki anlam ilgisi oldukça açıktır. Yine “baba” anlamında bu dilde kullanılan “mbuyu” kelimesi ve bundan daha belirgin olmak üzere “büyük baba” anlamına gelen “babu” kelimesi Türkçe’deki “baba” kelimesiyle ilginç bir benzerlik gösterir.

Bu iki dil arasında soru zamirleri açısından da şaşırtıcı benzerlikler vardır. Bir kere Türkçe’de olduğu gibi bu dilde de soru zamiri “ne” zamiridir. Evet yanlış duymadınız “ni” şeklinde telaffuz edilen “ne” zamiri bu dilde de soru oluşturmak için kullanılır. Bu benzerlik bizi biraz daha heyecanlandırmaya yetiyor da artıyor. Türkçe’de olduğu gibi “Neden, Nasıl vb. ” soru zamirleri de bu “ni” zamiriyle oluşturulmaktadır. Bu özelliğiyle bu dil sanki Türkçe ile ortak bir dil ailesindenmiş gibi gözükmektedir ama elbette pek çok farklı özellik de iki dili ayrıştırmaya yetmektedir. Bu dilde “ile” anlamında kullanılan “enye” kelimesi de Türkçe “nen, len” şeklinde ekleşmiş kullanımlarla benzerlik göstermektedir. Bu dilde “gibi” anlamında kullanılan “kama” kelimesi ile “gibi” kelimesi arsındaki ilginç benzerlik ortadadır. “Nere” anlamında eski Türkçe’de kullanılan “kan, ka” kelimelerinin bir benzeri olarak bu dilde de “ko” kelimesi kullanılır ki aradaki ortaklık şaşırtıcıdır. Kaya anlamına gelen “kiwe” kelimesi ile Türkçe “kaya” kelimesinin seslere varana kadar ki benzerliği tesadüfi değildir bizce. Şavili dilinde “ina”

“onun” demektir ki “anın>anı>ina” benzerliği şaşırtıcıdır. Bu dilde “benimki” anlamında kullanılan zamir “migodi” ortak bir kökeni hissettirmektedir.

Bu dilin gramer yapısı da yer yer Türkçe ile paralellik gösterse de sömürgeci ulusların dillerinin etkisi sanırım bu dilin gramer yapılarını da başkalaştırmıştır. Fakat yine de Türkçe ile benzer bir dizilim göze çarpar cümle içinde.

“Ana penda- O sever” anlamında bir cümledir. Görüldüğü gibi özne baştadır ve yüklemse sondadır. Tabii ki cümle kuruluşları her zaman böyle olmaz ama bu kullanımın varlığı da Türkçe ile bir benzerliğin varlığına açık bir ispattır. Ayrıca “Ana” kelimesi ile “An>On>o” kelimesi arasındaki benzerlikte oldukça ilgi çekicidir. Şimdi de Zulu dili ile olan benzerlikleri inceleyelim. Bu dilde de var olan benzerlikler oldukça ilgi çekicidir. Hatta Şavili dilindeki benzerliklerden daha şaşırtıcı benzerlikler Zulu dili ile Türkçe acaba bir zamanlar ortak mıydı sorusunu sormamıza imkan veriyor. Bu dildeki Türçedekilerle ortak şahıs zamirlerini bir sıralayalım:

TEKİL

1-                                Ben-Mina,    Bengi

2-                                 Sen-Wena,   Nina

3-                  O-U, Wa ÇOĞUL 1-Biz-Sizo, si 3-Onlar-Bona, aba Benim=wami, bami

Senin=zenu, senu

Görüldüğü gibi iki dil aynı dil ailesinden olduğunu söylemeye yetecek kadar ortaklık var zamirler yönünden neredeyse. Tabii ki biz bunu iddia etmiyoruz şu anda ama en azından iki ayrı dilin ortak bir kökenden geldiğini de ortaya koymuş oluyoruz. Sanırım bu buluş pek çok kabulü de sarsacaktır dilbilim alanındaki. Elbette biz bütün Afrika lehçelerinde benzerlikelr bu derecededir demiyoruz ama bazı Afrika lehçelerindeki bu benzelikler bile bizim davamızı ispat etmeye yetiyor.

Ne zamirinin bu dilde de Türkçe’deki “ne” zamiriyle aynı olması oldukça ilginçtir.

Ne

ni

yini

-ni [with enum. prefix]

Nasıl?

Nigani

Nicesin (Nasılsın) ? ninjani? [pl. ]

Hem seste hem de anlamdaki bu benzerlikler bize göre tesadüfi olamaz. Sanskritçe ile Avrupa’nın en ücra köşesindeki bir dilin benzerliklerini hem de kaybolmaya yüz tutumuş benzerliklerini bulan Avrupalı dilciler bu dil ile Türkçe arasındaki benzerliği nasıl olur da fark etmezler bunu anlamak oldukça güçtür.

Zulu dilinde “ile, ve” anlamına gelen “nani, nyalo” kelimelerinin Türkçe aynı anlamlardaki “nen, nan, ile” kelimeleriyle benzerliği ortadadadır.

Sennen ben (Sen ilen ben)

Türkçe’deki “ana, anne, nine” kelimelerini bir hatırlayalım. Bir kısmının Hititçe’den dilimize geçtiği de söylenen bu kelimeler Zulu dilindeki “unina” kelimesi ile benzer gözükmektedir. Yine Zulu dilinde dünya dillerinin genelinde “Anne” kavramını karşılamak üzere kullanılan dudaksı seslerden nasibini almıştır. Bu dilde diğer bir anne anlamına gelen kelime “umima” kelimesidir ki bu kelimenin dünya dillerinde var olan ve genelde “m” dudaksı sesini içeren kelimelerle benzerliği ortadadır. Baba anlamında ise “ubaba” kelimesi kullanılır ki aslında bu kelime “baba” kelimesinin ta kendisidir.

Zulu dilinde dikkatimizi çeken diğer bir özellik de bilhassa bu dile sonradan giren kelimelerin önüne Türkçe’de olduğu gibi “I, U” dar ünlülerinin getirlmesiydi. Tabii ki Türkçe’de bu sesler “r, l” sessizleriyle başlayan kelimelerin başına getiriliyordu. (Rıza-İriza, Limon-İlimon, Rum-Urum) İşte aynı özellik yani bazı sessizlerin önüne “i, u” dar ünlülerini getirme özelliği Zulu dilinde de şaşırtıcı bir biçimde mevcuttur.

Bu dille Türkçe arasındaki diğer önemli bir benzerliğe de değinmeden geçemeyeceğim. Bildiğimiz gibi cevabı “evet ya da hayır” olan

soru cümleleri Hint-Avrupa dillerinde yardımcı fiil yardımıyla ya da sadece vurguyla yapılır:

Are you good? -İyi misin?

You good? -İyi misin?

Türkçe’de ise bu tür soru cümleleri fiil sonuna getirilen “mi” soru edatıyla yapılır. Eskiden de “qu” soru edatı kullanılmıştı. İşte Zulu dilinde de benzer bir özellik vardır.

UyiNgisi na? -Sen İngiliz misin?

Görüldüğü gibi sondaki “na” sesi bizim “mi” soru edatımıza tekabül etmektedir ki iki dilin bu özellikler göz önüne alındığında ortak bir kökene dayanmadığını iddia etmek oldukça güçleşmektedir. Bu soruya karşılık olarak ya “Evet” ya da “Hayır” cevabı verilecektir. İşte bu cevaplar da Türkçe ile o kadar benzerlik gösterir ki sanki Türkçe’nin bir lehçesi ile karşı karşıyayız gibi görünmektedir.

Evet-ehhe

Hayır-Hayi

İki dil arasındaki diğer bir benzerlik de soru cümlelerinde sorunun bulunduğu yerdir. Bildiğimiz gibi Anglo-Sakson dillerinde soru başa gelir.

What is your name?

Türkçe’de ise bu tür sorularda soru zamiri sona gelir:

Adın ne?

İşte Zulu dilinde de aynı durum vardır. Bir soru cümlesi yazalım:

Sorun ne? Bu cümle Zulu dilinde şöyle yazılır:

Uphethweyi ni?

Görüldüğü gibi gramer yönünden de iki dil arasında benzerlikler vardır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda bizi daha da şaşırtan zaman eklerindeki ilginç benzerlik oldu. Bunu da örneklerle gösterelim:

Bayazi

-ya, -a şimdiki ve geniş zaman ekleri/Türkçe’de - yor, -ar ekleri.

Sikhathele kakhulu

Athe, -ethe geçmiş zaman/Türkçe’de -di, -ti, - mışti ekleri.

Ustha, -usuthi

Kusasa ngizohamba

Zaku gelecek zaman kısaltılmışı -zo/ -Zaku ekinin benzeri Türkçe’de -cak eki.

Angizukuhamba

Yine gelecek zamanda bizde şimdiki zamanda kullanılan anlam kaymalarıyla da gelecek zamanda kullanılan -yor (yo) ekine benzer bir ek vardır.

Ngiyoqela kusasa- Ben yarın başlıyom.

Bu örnekler gibi daha yüzlerce örnek var ki Türkçe ve Afrika dillerinden Şavili ile Zulu dilleri arasındaki benzerliği ortaya koymaktadır.

Bu örnekler aslında dünya dil aileleri şeklinde yapılan sınırlandırmaların bilimi kısırlaştırdığının da göstergesi olmaktadır.

Afrika dilleri ile Türkçe arasında benzerlik olabilme ihtimali bu nedenle insanlara garip de gelebilmektedir.

Ancak bütün dünya dillerinin çekirdek bir dilden düzenli bir şekilde türediğini bilen bizler sadece bu bilgimizi kuvvetlendiriyoruz bu örneklerle.

Ve aslında bu gibi deliller ortaya çıkarıyor ki, başlangıçta Tek Bir Dünya Dili vardı.

Hz. Âdem ve Nuh’un konuştukları ilk insanlık dili.

Ne kadar birleştirici ve sevgi dolu bir gerçek değil mi?

Kaynaklar:

http://www. africanlanguages. com/kdp/index.



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar